106
www.aktivistdergi.com Digital Dergi 5.Sayı Mayıs Haziran 2014 Dosya: CESARET&ÖZGÜVEN aktivist 1 yaşında nasuh mahruki risk… özgüven… cesaret… deneyim… korku… kararlılık… pes etmek… Uzm. Psk. Esin Nur Akyıldız Evrim Kuran, X, Y Z Kuşaklarını Anlatıyor dozdur zehir ile ilacı ayıran Efsane mi Mucize mi? Dr. Ayşegül Çoruhlu Alkali Diyet Cem Seymen Diyarbakır karpuzunun bile Meksika tohumuyla üretildiğini biliyor muydunuz? değerler astrolojisi bir ilk 3 vakte kadar hangi değerlere ihtiyacınız var? “Geçsin Günler” diyor İncesaz, bu kez Huzurlu, mutedil, müşfik… yeşil sahaların kimler? en cesurları hadi bi’ cesaret

Aktivist 5. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Cesaret

Citation preview

Page 1: Aktivist 5. Sayı

www.aktivistdergi.com

Digital Dergi5.SayıMayısHaziran2014

Dosya: CESARET&ÖZGÜVEN

aktivist1 yaşında

nasuh mahrukirisk… özgüven… cesaret… deneyim… korku… kararlılık… pes etmek…

Uzm. Psk. Esin Nur Akyıldız Evrim Kuran, X, Y Z Kuşaklarını Anlatıyor

dozdurzehir ile ilacı ayıran

Efsane mi Mucize mi?Dr. Ayşegül Çoruhlu

Alkali Diyet

Cem Seymen

Diyarbakır karpuzunun

bile Meksika tohumuyla üretildiğini

biliyor muydunuz?

değerlerastrolojisi

bir ilk

3 vakte kadar hangi değerlere ihtiyacınız var?

“Geçsin Günler” diyorİncesaz, bu kez

Huzurlu, mutedil, müşfik…

yeşil sahaların

kimler?en cesurları

hadi

bi’cesa

ret

Page 2: Aktivist 5. Sayı

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Funda BilgiliHakan Ayvaz

Hande Akkaya CeyhunHilal Çetinder

Mustafa AcunbayMustafa Emin Palaz

Osman Can AydoğmuşTimur TiryakiÜmit Yontar

İdefixKültür A.Ş.

Yapı Kredi Yayınları

Şaşkın Balık’ta iki kişilik yemekwww.saskinbalik.com.tr

Nasuh Mahruki Kendi Everestine Tırmanmak

Esra Öz Kokuyla Keşfet

Osman Can Aydoğmuş’tan Ev ya da İş Yeriniz için Feng Shui Danışmanlığı

Timur Tiryaki Koçluk Okulu

Detaylar Facebook sayfamızda ve www.aktivistanbul.com'da

Son Katılım Tarihi: 31 Mayıs 2014

sizin için bi’güzellik düşündük

Hediyeni Seç------ Burayı Tıkla------ Bize Yolla

Page 3: Aktivist 5. Sayı

Künye Sayı: 5YAYINCI

Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı

Genel Yayın Yönetmeni & EditörSerda Kranda Kapucuoğ[email protected]

Görsel Sanat Yönetmeni ve Grafik Tasarım

Atakan Palaz

Web TasarımHakan Sert

Web EditörüAyça Oğultekin

Sosyal MedyaBüyük Harfler

Hukuk DanışmanlarıAv. Emir Budak

Av. F. Çağdaş YILMAZAv. Uygar GÜNERBÜYÜK

DEĞERLİ OKURLARIMIZ,HER TÜRLÜ FİKİR, ELEŞTİRİ, ÖNERİ VE KONU PAYLAŞIMINIZA AÇIĞIZ.LÜTFEN BİZE KATILIN: [email protected]

Aktivist Dergisi, Büyük Harfler İçerik ve İleti-şim Tasarımı tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.

Katkıda BulunanlarLÖSEVBrahma Kumaris Kişisel Gelişim DerneğiSn. Sedef Işıksel ÇetinSn. Dr. Ayşegül ÇoruhluSn. Uzm. Psk. Esin Nur AkyıldızSn. Cem SeymenSn. Cengiz OnuralSn. Nasuh MahrukiSn. Esra ÖzSn. Evrim KuranSn. Oğulcan DölekçekiçŞaşkın Balık Saklı Bahçesadeceon.comDavranış Bilimleri AkademisiBiletix

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Funda BilgiliHakan Ayvaz

Hande Akkaya CeyhunHilal Çetinder

Mustafa AcunbayMustafa Emin Palaz

Osman Can AydoğmuşTimur TiryakiÜmit Yontar

İdefixKültür A.Ş.

Yapı Kredi YayınlarıKültür Sanat Kapak

Dilek IşıkselAna Sayfa Müzik

?????? söyleyeceğim yarınBasın ve Halkla İlişkiler

www.buyukharfler.comReklam Rezervasyon

Tel: 0 216 417 25 21Yönetim Yeri

Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı | Maltepe / İstanbul

Tel: 0 216 417 25 21| 0 216 549 26 36info@aktivistanbul.comwww.aktivistanbul.comwww.buyukharfler.com

Yayın Türü: Digital, süreli, 2 aylıkwww.buyukharfler.com

EkiptenCesurum Cesurum CesurumHiçbir şeyden Korkmam Cesurum:)

Herkese Merhaba,

5.sayımızda yine beraberiz. Bu kez hepimiz için biraz “cesaret” dedik ve son dere-ce cesur sayfalar hazırladık. Öyle sanıyoruz ki şu sıralar hepimizin en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerden biri cesaret. İş hayatında, kişisel gelişimimizde, halet-i ruhiye-mizde, ailemizde, bedenimizde… Biraz cesur olabilsek, çok şey değişecek belli ki:)

Tehlikenin, riskin, yalnızlığın kol gezdiği dağlarda, azimle ve özgüvenle ilerleyerek dünyanın ilk Müslüman Türk Dağcısı, AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki’yle konuşurken cesaretin tanımını bir daha yaptık. Bi’cesaret Atatürk’ün fotoğrafını çektiği o ilk andan itibaren hayatını Atatürk’ü fotoğraflamaya adamış Cemal Işıksel ile hayatınızın en büyük heyecanı için azıcık “cesur” olmak gerektiğini, Uzman Psikolog Esin Nur Akyıldız ile aslında korkulacak bir şey olmadığını, Elif Bayar ile aslında en çok kadınların cesur olduğunu öğrendik.

Yazarlarımız da dört bir koldan bizi cesaretlendirdi. Funda Bilgili özgüveni vurgula-yan jestleri, Mustafa Emin Palaz kavganın cesur hareketlerini, Hakan Ayvaz Pozitif Cesareti yazarken, diğer yazarlarımız da yine feyiz alacağımız, ilham alacağımız pek çok konuya değindi. En cesur teknolojik aletler ve yeşil sahaların en cesurları da yine dergimizde sizler için hazırladığımız dosyanın içindeki yerini aldı.

5.sayımızda ayrıca, Alkali Diyet hakkında bilmemiz gerekenleri Dr. Ayşegül Çoruh-lu’dan sorduk... İncesaz yeni albümünü ve müzikal yolculuğunu anlattı bizlere...

23 Nisan ve 19 Mayıs’ı kutlayacağımız 5.sayı yayın döneminde, biz de kendi meş-rebimizce bu iki bayramın muhataplarını masaya yatırdık Kuşaklar Araştırmacısı Evrim Kuran ile birlikte. Ve daha iyi bir gelecek için, değiştirmemiz gereken bazı tüketim alışkanlıklarımızdan dem vurduk Cem Seymen ile.

Ve yine dolu dolu, özgün, bizden bir yayın hazırlamak için heyecanla çalıştık:)

Herkese iyi okumalar dileriz…

Teşekkür: Her zaman olduğu gibi yapıcı eleştirileriyle bizi iyiye yönelten, konu önerileriyle merak edilenleri kavramamızı sağlayan tüm dostlarımıza ve yeni sayımızda da de-ğerli paylaşımlarıyla bizlerle birlikte olan tüm kişi ve kurumlara teşekkür ederiz. [email protected] adresiyle bize her konuda yazabilirsiniz.

Sevgilerimizle,

Aktivist Dergi Ekibi

Esra Öz Kokuyla Keşfet

sizin için bi’güzellik düşündük

Page 4: Aktivist 5. Sayı

RÖPO

RTA

jLA

R

RÖPO

RTA

jLA

R

40

Deniz Işıksel, Atatürk’ün fotoğrafçısı, babası

Cemal Işıksel’i anlatıyor

nasuh mahruki

42

risk… özgüven… cesaret… deneyim…

korku… kararlılık… pes etmek…

Evrim Kuran, X, Y Z Kuşaklarını Anlatıyor

80

dozdurzehir ile ilacı ayıran

Page 5: Aktivist 5. Sayı

RÖPO

RTA

jLA

R

RÖPO

RTA

jLA

R78 Müh.Dr. Evren Dinç

50Uzm. Psk. Esin Nur Akyıldız

20Dr. Ayşegül Çoruhlu

Alkali Diyet Nedir?

30

Cem Seymen

Diyarbakır karpuzunun bile Meksika tohumuyla

üretildiğini biliyor muydunuz?

92Huzurlu, mutedil, müşfik…

“Geçsin Günler” diyorİncesaz, bu kez

76Timur Tiryaki

Koçluknedir?

Page 6: Aktivist 5. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

BARIŞ SOYDAN

3618Mustafa Acunbay

çıkış yok

burası

egobilinci,

buradan

Serda Kranda Kapucuoğlu

14

Aktivist 1. Yaşında

Alper Ürersoy

64

En CesurTeknolojik Aletler

Mustafa Emin Palaz

56

kavga etmesanatı

Page 7: Aktivist 5. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

16Ayın değeri:

Özgüven

100

değerler

Himalaya Maastrolojisi

48Funda Bilgili

özgüven işaretleribeden dilinde

70Canku Yaşlak

yeşil sahalarıncesur yürekleri

Ümit Yontar

68cesaret kırıcıların

sevgili okur!oltasına gelme

Page 8: Aktivist 5. Sayı

vitrinDeezer’dan Mobilde, Ücretsiz Ve Sınırsız Kişiselleştirilmiş Akıllı Radyolar

Deezer’dan 2 Yeni Özellik: Mobil cihazlarda* ücretsiz, sı-nırsız ve reklam destekli müzik akışı sunan kişiselleştirilmiş akıllı radyolar ve bilgisayardaki tüm müzik arşivini aynı çatı altında toplayan yenilikçi Deezer for Mac uygulaması… Deezer, web üzerinden müziğe ücretsiz erişim sağlayan kullanıcılarının favori müziklerini mobil cihazlarına taşımala-rını sağlayan bu yepyeni özelliklerle radyo hizmetini bir üst seviyeye taşıyor.

Bath and Body Works’ten Spring Streetsweet ile Eğlenceli Kokular

Tazecik içeriklerden ilhamını alan, tatlı ve leziz sezon-sal trendlerden oluşan yepyeni, rüya gibi bir kolek-siyonla karşımıza çıkan Body Works, Spring Street Sweet Shop mum ve el sabunları koleksiyonu, klasik iştah açan tatlı tariflerin nefis kokulara dönüştürül-müş halleri. Bath and Body Works’un Sprıng Stre-etsweet koleksiyonu size aşina olduğunuz kokuları hatırlamanızı sağlayarak eğlenceli bir koku deneyimi yaşatacak.

Avrupa’nın en çok tercih edilen balık yağı markası Möller’s Omega Türkiye’de

Kuruluşunun 160. yılını kutlayan Avrupa’nın en çok tercih edilen balık yağı markası Möller’s Omega-3, Türkiye’de. “Kaşıkla kaşıkla Möller’s Omega” kampanyası ile pazara giriş yapan şirket, çocuklar kadar aile fertlerini de günde sadece 1 tatlı kaşığı Omega-3 ile sağlıklı geleceğe davet edi-yor. Güçlü formülü ile dikkat çeken, tat, içerik ve ürün kali-tesi ile öne çıkan Möller’s; şeker, tatlandırıcı veya herhangi bir kimyasal aroma içermiyor. Möller’s, bir tatlı kaşığında 1200 mg. Omega-3, 600 mg. DHA ve 400 mg. EPA yağ asitlerinin yanı sıra A, D ve E vitaminlerini de içeriyor.

Şubat - Mart / 20148

Page 9: Aktivist 5. Sayı

%100 ekolojik, Stil Sahibi Ve Rengarenk Ayakkabılarıyla “Natural Word Eco”

Avrupa’ nın yıllardır süre gelen akımı, ünlülerin tercihi, %100 ekolojik, doğa dostu ve stil sahibi Natural World Eco sizlere rahatlık ve konfor vadediyor. Natural World Eco’nun en büyük özelliği ayakkabıların tamamen ekolojik olmaları.“ Made in Green” sertifikasının yanı sıra GOTS sertifikasına (Global OrganicTextile Standart) sahip olan bu rahat ve her stile uygun ayakkabılar, %100 koton bazlı, doğal kauçuk tabanlı ve tamamen bitkisel boyalarla renk-lendiriliyor. www.brandwardrobe.com

Lav ile Renklerin Dansı

Sımsıcak renkleri de beraberinde getiren bahar, sofraların-da farklılık yaratmak ve masasına keyif katmak isteyenlere ilham kaynağı oluyor. Sıcak günlerin ideal içeceği ve en fe-rahlatıcı meyvelerle hazırlanan rengarenk kokteyller LAV bardaklarıyla içinizi serinletiyor. Kahvaltı sofraları LAV re-çellikleriyle daha tatlı; mutfaklar LAV kavanozlarıyla daha düzenli oluyor. Sofraları daha eğlenceli bir hale getiren ve şehirli insanların renkli hayatını yansıtan LAV serileri 2014 sofralarının olmazsa olmazları arasındaki yerini alacağa benziyor.

Balın En Pratik Hali ile Lezzetli Molalar Verin

Doğanın mucizevi armağanı bal artık her yerde ve her zaman yanınızda. Tek kullanımlık ambalajıyla sunulan Bal-parmak Katla Balla ile hem kendiniz hem de sevdikleriniz için pratik, yaratıcı ve lezzetli anları kolayca yaratabilirsiniz. Katla Balla ile diyetinize tatlı ve masum bir mola verebilir, çay, bitki çayı, süt, kahve gibi hem sıcak hem soğuk içecek-lerinizi doğal bal ile tatlandırabilirsiniz. Kahvaltılık gevrek eklediğiniz yoğurdunuzun ya da meyve salatalarınızın üze-rine Katla Balla ile bir parça aroma katabilirsiniz.

9

Page 10: Aktivist 5. Sayı

mekan

İtalyan Mutfağının Klasik Adresi Da Mario 2. Restoranını Kalamış’ta Açtı!

İtalyan mutfağı sevenlerin 20 yıldır ilk ad-resi olmayı başaran Da Mario’nun 2. res-toranı Kalamış’ta hizmete girdi. Her se-zon yenilenen menüsünde taze ev yapımı makarnalar, birbirinden lezzetli pizzalar, Akdeniz Mutfağı’nın ayrılmaz parçası sa-latalar ve zengin şarap seçenekleri sunan Da Mario’nun Kalamış’taki yeni restora-nında da artık klasik haline gelmiş tüm lezzetleri, İtalyan mutfağını sevenlerle bu-luşuyor.Da Mario’nun yeni restoranında da Etiler’de olduğu gibi İtalya’dan özel ge-tirilen bir pizza fırını yer alıyor. Deneyimli mutfak ekibi tarafından tüm yemeklerin ‘a la minute’ hazırlandığı mutfağındaki ürün-lerin en taze ve kaliteli biçimde tedarik edilmesine özen gösteren Da Mario’nun menüsündeki pek çok lezzetin yapımında ünlü İtalyan markaları kullanılıyor. www.damario.com.tr

Ünlü Hamburgerci Shake Shack Şimdi Kanyon’da!

New Yorklu ünlü ‘yol üstü hamburgercisi Shake Shack’ın bu sezonun son durağı Kanyon oldu. Shake Shack, hot dogları, custard ve concrete gibi eşsiz tatlarıyla lezzet yolculuğuna çıkarıyor.Shake Shack, % 100 angus dana etinden yapılan hamburgerlerinin yanı sıra birçok farklı lezzet de sunuyor. Menüde İstan-bul’a özgü seçeneklere de yer veriliyor. Chicago usulü hazırlanan hot dog’lar ve lokasyona özgü custard dondurmalar bu lezzetler arasında geliyor. Portebello mantarı ve peynirin mükemmel birlikteli-ği ile vejeteryanlar için de seçenek barın-dıran menünün tatlı kısmı ise yemekleri kadar başarılı.

Şubat - Mart / 201410

Page 11: Aktivist 5. Sayı

Kahvaltının Lezzetli Adresi Cafe LOCALE İstanbul

Renkli mimarisini eşsiz lezzetlerle har-manlayan Cafe LOCALE İstanbul güne zinde başlamak isteyenlerin vazgeçilmezi oldu. Haftanın yedi günü geniş şarküteri ürünleri ve kahvaltıyı tamamlayan taze meyve suları ya da sıcak içecek çeşitleri ile farkını ortaya koyan mekan, günün en önemli öğününü doyumsuz kılıyor. İstanbul›un Anadolu yakasının öne çıkan ilçelerinden Ataşehir’de Aralık ayında hizmet vermeye başlayan Cafe Locale İstanbul, günün her anında yemek ye-meyi keyfe dönüştürüyor. İlk günden bu yana, ana yemekleri yoğun ilgiyle karşılanan mekânda, sabah kahvaltıları ayrı bir fark yaratıyor. Mekânın ortasın-da bulunan 80 yaşındaki zeytin ağacı ise Ege’nin izlerini konuklarına hissettiriyor. www.locale.com.tr

Zengin İtalyan Lezzetlerinin Yeni Adresi Trattorıa Enzo, Akasya Acıbadem’de Açıldı

Lezzetli İtalyan ev yemeklerini İstan-bul’a taşıyan Trattoria Enzo’da gün-lük el yapımı taze makarnalar, doğru mayalanmış hamur ile ızgara ve odun fırınında hazırlanan pizza çeşitleri, ithal hammadde ile kurgulanmadan ‘halen yaşayan’ taze ürünlerle yara-tılan tabaklar ve özel sofra şarapları sunuluyor. Yerel malzemelerle ha-zırlanan lezzetler ve gerçek bir İtal-yan restoranını yansıtan şık ve rahat dekorasyonu ile farklılaşan Trattoria Enzo, ailece de gidilebilecek, kaliteli yemeği uygun fiyatla buluşturacak bir mekân.

11

Page 12: Aktivist 5. Sayı

siftah bizden

LA FUGA Cafe’deki koşturmalarımız sabahları kahvaltı ve sıcacık poğa-çaların hazırlanmasıyla başlar ve öğlen saatlerinde dünya mutfağından seçilmiş olan menüsüne bırakır kendini.

Anne babalar ve tüm yetişkinler için…Kahve seçeneklerimizi ve vitrinde Nükümüz’ün yaptığı ikramlıkları da tatmanızı şiddetle tavsiye ederiz. Siz ebeveynleri rahat ettirmeyi hedef-leyen kafemizde çocuklarınızın da menüleri unutulmamış durumda tabiî ki :)

Sıkılan çocuklar, tabletlere mahkum olmasın!Sadece çocuklar için tasarlanmış tünel ve oyun alanından oluşan KIDS bölümümüzde bakıcılarımıza çocuklarınızı teslim ederek, onların da diledikleri gibi zaman geçirmelerini sağlayabilirsiniz. Gruplara özel tasar-lanmış KIDS DISCO’muz ve çeşitli aktivitelerin yapıldığı atölyemizi de sadece çocuklarımız için hazırladık…

Her Şey Çocuklar İçin!Toplamda 400 m2 lik oyun alanımızda, deneyimli çalışanlarımız eşliğinde 1 yaştan 10 yaşa kadar oyun alanından faydalanılabilir.100 m2 lik tünel oyuncağımız, top havuzu, diskomuz, atölye bölümü, kitap köşesi, kara

Ataşehir’de açılan

ebeveynler ve çocuklar için tasarlanmış bir etkinlik & kafe mekanı

La Fuga Event

Şubat - Mart / 201412

Page 13: Aktivist 5. Sayı

tahta duvarı, kum boyama gibi etkinlik alanlarımızla çocuklarınızın enerjilerini boşaltmak ve eğlenceli zamanlarla sos-yalleşme aktivitelerine fayda sağlamak için tasarlanmıştır.

La Fuga Parti ile Misafirlerinizi Bizimle Ağırlayın!Derseniz ki biz evlere sığamıyoruz… misafirlerimizi ağırlamak istiyoruz. Orda da imdadınıza yetişmek için La Fuga Parti alanını tavsiye ederiz.100 kişilik oturma alanına sahip salonumuzda sizlerin misa-firleri, bizim de misafirimiz olur. Çocuk-larınıza doğum günü, baby shower, diş buğdayı, sünnet partisi… yeni evlenecek adaylara söz, nişan, kına gecesi gibi tüm davetlerinizde hizmet verebilmekteyiz. Seçenekli menülerimizi görmenizi tavsi-ye ederiz.

Bahçemizde Dinlenin!La Fuga Garden Cafe haftanın yedi günü dünya mutfağının en lezzetli seçenek-leriyle birlikte hafta içleri de zeytinyağlı açık büfesi, salata barı ve lezzetli ev ya-pımı yemekleri ile havuz başında keyifli zamanlar geçirmeniz için tasarlandı.

Ayrıca yaz aylarında tüm davet ve orga-nizasyonlarınıza ev sahipliği yapmak için bahçemizi kullanımınıza sunuyoruz.

Davet ve organizasyonlarınızla ilgili de-taylı bilgi için bizi arayın.

Çalışma Saatleri Hafta içi : 08.00 - 22.00Hafta sonu : 10.00 - 22.00

www.lafuga.com.tr

13

Page 14: Aktivist 5. Sayı

Serda Kranda Kapucuoğlu

[email protected]

yaşam

Şubat - Mart / 201414

Page 15: Aktivist 5. Sayı

Birlikteliğimizin başlamasının üzerinden bir koca sene geçmiş. Dilerim, daha nice nice yıllar birlikte oluruz.

Beşinci sayıyı hazırlamaya o kadar dalmı-şız ki, sene-i devriyemizi kaçırmışız:) Yüz-lerce sayfalık yazılar hazırlamışız, röpor-tajlar yapmışız, bir sürü şeyi merak etmiş; sizin yerinize sormuşuz. Heyecanlandığı-mız, üzüldüğümüz, hayal kırıklığı yaşadı-ğımız, yorulduğumuz çok günler geçmiş. Ama içimizdeki merak ve paylaşma arzu-sunun önüne geçememiş hiçbir şey.

Aktivist’in adından önce fikri düşmüştü aklıma. Sonra ismini bulmuştum, bir sa-bah kahvaltı bulaşıklarını yıkarken. Akıl küpü Neşe’ye (Bakan) anlattım, sonra biricik dostum, yol arkadaşım, mesailerin en şahanesini birlikte geçirdiğim Atakan’a (Palaz). Üçümüz de çok heyecanlandık. Yıllar süren meslek hayatımızın nişanesi olarak, ilk kez kendi dergimizi yapacaktık. Ama tabii, büyük büyük yatırımlar yapa-cak durumda değildik. Elimizde sadece meslek aşkımız, merakımız, neşemiz ve deneyimimiz vardı. Bu yüzden basılı bir dergi değil, dijital bir dergi yapmaya karar verdik. Böylece süper insan, sabır abidesi Hakan da (Sert) aramıza katıldı:).

Bizimle birlikte olmasını istediğimiz biri-cik yazarlarımızla konuştuk, sağ olsunlar, hepsi hem bize hem de projemize inan-dılar. Böylece kocaman bir Aktivist Dergi ekibi olduk.

Bi’fikrim var bölümünden Aktivist’e geç-tiğimizde artık inançla yoluna düşeceği-miz bir emelimiz, idealimiz de olmuştu. Daha önce de yazmıştım, Goethe’nin bir sözü vardır “Ne yapmak istiyorsan hemen başla, cesarette deha, güç ve si-

hir vardır” diye; işte böyle o söze inan, bu şarkıdan güç al, birbirini yüreklendir, depresyona gir, sonra geri çık derken ilk sayıyı ne olduğunu da tam anlamadan sizinle buluşturabilmiştik. O kadar güzel yorumlar aldık, o kadar çok kişiye ulaştık ki artık sadece birkaç kişi değildik.

Biz Aktivist’in davasını anlattığımızda, insanlar ne yapmak istediğimizi görüyor-lardı. Bi’iş patlatalım hevesinde değildik, bizim için bir basamak olur fikrinde de-ğildik, vitrinimiz olur demedik. Tek arzu-muz, insanlara hak ettikleri gibi bir yayın hazırlamaktı. Bize yakışacak, içinde mutlu olduğumuz, iyi niyetli, insanın kalbini ok-şayan, güzellikleri çağrıştıran, doğru ve gerçek bilgileri barındıran, saygılı, etik kurallara bağlı, samimi, incelikli bir yayın hazırlamak… Bugün 5.sayımızda Cesa-ret’i, bir sonraki sayımızda “Bereket”i, ana konu olarak seçebilme özgürlüğünü istedik biz. Olan biteni anlatmak, gelecek senaryoları yazmaktan çok öte; insanoğ-lu var olalı beri olmakta olanı söyleyelim istedik.

Düşünebileceğimiz, hissedebileceğimiz, seçebileceğimiz daha iyi seçenekleri or-taya çıkaralım istedik. Karanlıkta göz kır-panlardan sıkılmıştık, biz sadece feneri tutan el olmak istedik. Çünkü hayat çok güzeldi ve ona bu güzelliği katan bizlerdik. Şükran, tevazu, vefa, samimiyet, doğru-luk, sadakat, sevecenlik, tatlılık, hoşgörü, sevgi… İnsan ruhu şekerci dükkânı gibiy-di ama sanki kavanoz kapakları sıkışmıştı. Biz o kavanozların havasını alalım istedik.

Şimdi, 1.senemizde 5.sayımızda karşınız-dayız. 1 sayı eksik çıkarmışız, mazur gö-rün:) Ama borcumuz borç:) Alacağınız olsun:)

Aktivist’i, işimizi, okurlarımızı seviyoruz biz. Her yeni sayıdan önceki bir haftada yaşadığımız telaşları… Yayına girdiği-miz ilk anın kalp çarpıntılarını, röportaj taleplerimizin kabul gördüğü anlardaki sevincimizi, olumsuz reklam görüşmele-rinin ardından “yeniden başlamalarımızı”, bizimle birlikte olan konuklarımızın ağ-zından “çok teşekkür ederim”i duymayı, yazmayı, merak etmeyi, araştırmayı, oku-mayı, derleyip toplamayı sevdik.

Biz, birkaç kişilik Aktivist ekibi… Hiçbir vakit birbirimizi kırmadan, incitmeden yüzlerce sayfa hazırladık. Yüzlerce sayfa bozduk, baştan yaptık. Yüzlerce kez hayal kırıklığı yaşadık, yüzlerce kez sevinçten havalara uçtuk. Birbirimizin gücü, neşesi, emaneti, hazinesi olduk.

Yolun daha çok başındayız. 1.sene. 1 ya-şındaki bir çocuğun ancak yürüyebildiğini, üç beş kelime konuşabildiğini, yemeğini dahi yardımsız yiyemediğini düşünürsek; bizim de aşağı yukarı bu yaş “dönemin-de” olduğunu düşünebiliriz:)

Ama büyüyoruz. Günden güne daha çok şey yapabiliyor, daha çok anlıyor, daha çok söylüyoruz.

Daim olsun!

İyi ki varsınız… Bizi hep kendinizden ha-berdar edin. Yazmamızı, söylememizi, sormamızı istediğiniz şeyleri yazın, bu sayfalarda kimi, neyi görmek istiyorsanız yazın. Fikirlerinizi söyleyin, yaşadığınız gü-zel anları paylaşın, dünyanın güzelliklerle dolu olduğu iddiamızda, bizimle olun.

Bu bizi çok mutlu eder.

Biz sizi çok sevdik:)

15

Page 16: Aktivist 5. Sayı

Brahma Kumaris Kişisel

Gelişim Derneği Tarafından

Derlenmiştirdeğerler ÖzgüvenÜzerine

Şubat - Mart / 201416

Page 17: Aktivist 5. Sayı

Özgüven, kim olduğuna, dünyaya ne su-nabileceğine dair içsel bir emin olma ha-lidir.

Özgüven, değerli olduğuna dair bir histir.

Özgüvene sahip birisi diğerlerinin söyle-mesine gerek kalmadan, değerli olduğunu bilir.

Kişinin kendine değer verip özgüvene sa-hip olabilmesi için kendini doğru değerlen-direbilmesi, olumlu ve güçlenmesi gereken yönlerini tanıyabilmesi ve yetenekleri için hak ettiği değeri kendine vermesi gerekir. Her zaman ihtiyaç duyulan bu güce eriş-mek ve kullanmak böylece mümkün ola-bilir. İçsel dinginlikten gelen bu güç bireyi besler.

Gelişmesi gereken yönler bile zihni bu-landırmaz, çünkü onlar artık boşaltılmış, tahliye edilen evler gibidir. Düşünceler oralarda çok uzun zaman gezinmez. Za-man zaman bu yönler ile karşılaşıldığında, özgüven, durumu kabul edip ilerleyebilme gücünü kişiye sunar. Güven olmadığında, başa gelen kötü şeyler bir kutlama gibi tek-rar tekrar hatırlanır.

Özgüven, daha yavaş hareket etmeye, daha sakin konuşabilmeye… telaşlı bir ilerleme tasası içine girmek yerine iletişim-de bulunulan kişiyi, ona bakarak dinleye-bilmeye olanak verir. Bilginin eksik olduğu bir konudaki o cehalet anında, mutlu bir şekilde ayakta durabilmeyi ve dinleyenle-rin, kişinin hazır olacağı anı beklemelerini sağlar. Sessizlikte bir söz söylenmeden ön-ceki anı güç ile doldurmayı, yumuşaklık ve sessizlik kullanarak tüm bedeni sakinleştir-me yeteneğini bize kazandırır. Özgüven, benliğimizin çok derinlerinde işler…

Özgüven ince ince, özenli bir şekilde çalı-şır, bununla birlikte eleştiriyi düşündürten o yanlış iletişim ağlarının da, kuvvetle kesil-mesini sağlar. En güçlü halinde, kişinin ken-disine dair olumsuz bir düşüncesinin daha henüz oluşmadan bile çözülüp dağılmasını sağlayan bir güçtür özgüven.

Özgüveni arttırma yollarından biri özsay-gıyı geliştirmektir. Özsaygı olmadan, öz-güven yaşayamaz. Özsaygı, kişinin kendi-ni nasıl değerlendireceğini bilmesidir. Ne olduğundan daha az, ne de daha fazla; sa-dece kendisini olduğu gibi bilmek ve ro-lünü en iyi şekilde oynamaya çalışmaktır. Rolümüzü bir kere kabul edip mutlu bir şekilde oynamaya başladığımızda, içsel olarak gelişen özsaygı ağacının meyvesi-dir özgüven.

Toplum olarak meyilli olduğumuz kıyas-lama ve karşılaştırma alışkanlığı, kişinin kendisine düşmanlık yapması gibidir. “On-lar benden daha iyi yapabilirler, ben o kadar iyi değilim...” gibi düşünceler kişiyi şüphe-ye sürükleyerek özgüveninin oluşmasını engeller. Bu durumda yavaş yavaş şüphe tohumları yeşermeye başlar. Şüphe, tüm birikimi bir anda mahvedebilecek bir çu-val un içerisindeki bir çimdik zehre benzer. Herhangi bir durumda eğer kişi “yapabi-leceğimin en iyisini yaptım” diyebiliyorsa, o zaman kendisine güven duymalı ve ne olursa olsun, iyi hissetmeli; şüphe ve kı-yaslamaya dair olumsuz düşünceleri bes-lememedir.

Diğer taraftan aşırı güven egoya neden olabilir. Neyin özgüven olmadığını anla-yabilmek önemlidir; böylelikle bu sınırın ötesine geçmemeye özen gösterilebilir. Örneğin, bazen diğerlerinden daha iyi ol-duğumuzu gösterecek şekilde rol yaparız, bu aslında kendine güven değil egodur. Ya da kendime karşı dürüst olduğumu düşünmediğimde, içimde doğru olmayan herhangi bir şeyin varlığını hissettiğimde, özgüvene sahip olamam. Suçlu olma his-si, kendime güvenmemi engeller. Güven, diğerlerinin üstüne basarak ilerlemek, kendinin reklamını yapmak da değildir. Başkalarını aşağıda bırakarak, kendini yük-seltecek şekilde öne çıkartmak egonun göstergesidir; özgüven olarak tanımlana-maz. Özgüven aynı zamanda bencillikle de bağdaştırılamaz. Özgüveni olduğunda, kişi kendisine karşı doğrudur; gösterişli ya da bencil değildir.

Bir şeyi yaparken özgüven ile hareket edili-yorsa vazgeçmeden, tutarlılıkla ilerlenir ve denemeye devam edilir; çünkü iç kaynak-tan sağlanan enerji ile beslenilir, dışarıdaki herhangi bir şeye bağımlı olunmaz.

Bu işaretlerle kişi kendi sınırlarını kontrol edebilir, kendine dikkat ederek özgüveni-nin ego formuna dönüşmesini engelleye-bilir. Özsaygıya dayanan özgüvene ihtiyaç vardır; özsaygı doğru kaynaktır. Özsaygı, özgüven gibi egonun gölgesinde kaldıkça, özgüveninin temeli de bozulmaya baş-lar. Doğru temellere dayanan bir ruh hali sarsılmaz ancak özsaygı egoya dönüşürse karmaşa ortaya çıkar.

O zaman ego nedir?

Ego, korkudur. Egonun olduğu her yerde korku da mevcuttur. Ego, kişinin kendisi-ne karşı oluşturduğu yanlış algıdır. Böyle bir algıya sahip olunduğunda, ona bağımlık

da gelişir. Bağımlılığın olduğu yerde direnç vardır. Bağımlı olunan şey kaybedilmek is-tenmediğinden, korku ortaya çıkar. Yani ego, korkuya neden olur.

Güvenin olduğu yerde ise korkusuzluk hü-küm sürer, “kim” isen “o” olursun. Bir şey ispat etmeye, gösterişli olmaya gerek yok-tur; bu nedenle gerçek özgüven kalıcıdır, sarsılmazdır.

Şimdi, kendime dair şüphe ve tasaları bı-rakıp, doğru temellere dayalı özgüvenimi içimde büyütme zamanıdır…

Özgüveni arttırmanın yolları Sessizlikte kendinizi dinleyerek zaman geçirin, kendinize yakınlaşın. Bu ses-sizlik zamanları, içinizdeki kaynakların birikmesini sağlar. Dünyadaki büyük bir yanılgı, her zaman en çok ses çıkar-tanların en güvenli olduğudur ancak ruhsallıkta sessiz olanlar daha derin ve güvenlidirler.Kendimizi fazla eleştirmek, yargılamak cesaretimizi kırar. Gerçek yetenek ve özelliklerinizi bilerek öz saygınızı bes-leyin. Bazen hayatta nelere sahip ol-duğumuza dair şükran duymayı unutu-ruz. Sabahları kalktığınızda hayatınızda olmasından şükran duyduğunuz, sizi gülümsetecek şeyleri aklınıza getirin. Memnuniyet tutumunun, kişiliğinizin bir parçası olmasına izin verin. Diğerlerinin sizi övmelerini bekleme-yin, doğru bir şekilde gerçekleştirdi-ğiniz, tamamlayabildiğiniz herhangi bir görev veya eylem için kendinizi onur-landırın. Bir yere zamanında ulaştınız, kendinizi onurlandırın. Bir işi şevkle yaptınız, kendinizi onurlandırın. Hayat oyunundaki rolünüzün önemini, eşsizliğini kabul edin. Bir saatin içinde tek küçük bir vida bile eksik olsa, o saat işe yaramaz. Bolluk bilincinin pratiğini yapın. Her zaman her şeye sahip olduğunuz dü-şüncesinden yola çıkın, böylece güvenli hissedersiniz. Para, pozisyon, sevgi ya da saygıda eksiklik hissederseniz, gü-veniniz azalır ve olabileceğiniz kadar güçlü hissetmezsiniz. Başarıya ulaşana kadar tekrar tekrar denemekten korkmayın. Bir örümcek örneğini hatırlayın; örümcek duvara tırmanmaya çalışır düşer, tekrar dener ve düşer. Ama en sonunda duvara tır-manır ve ağını örer. Neden bu kadar çabuk pes ediyorsunuz?

17

Page 18: Aktivist 5. Sayı

Mustafa Acunbay

[email protected]

Öyle değil belki ama günümüz koşullarında çıkış yolunu bu-labilene de bravo!

Geçen yazımda kendi varlığının farkına varmış olan bir bilin-cin ego düzeyi bilinçte evrildiğinden ve ‘ben’ kavramına odak-landığından bahsetmiştim. “Ben bilinci bir karşı tarafla çatışma ihtiyacındadır ve gelişimini bu şekilde sürdürür,” demiştik. Ben bilincinden biz bilincine yaklaşıyor olmanın süper bilince yakla-şıyor olmak anlamı taşıdığının da altını çizmiştik.

Şimdi konuyu sizin için biraz daha karıştırmama ve yazının sonuna doğru toplamama izin verin. Sabırlı olun, zira sabır da egodan yükselen bir bilincin önemli özelliklerinden biri...

Biz bilinci söylemiyle belirli bir ortak çıkar için toplanmış kişileri kastetmiyoruz elbette. Biz bilinci derken bir karşı taraf yaratma arzu ve ihtiyacı duymayacak kadar gelişmiş olan bir bilinç düzeyini anlatmaya çalışıyoruz.

Çünkü...

Ego karşı taraf yaratmaktır, ego almak ister, ego paylaşmak-tan hoşlanmaz, egoda iyilik, güzellik, nezaket gibi değerler sa-dece kendi çıkarı için gözükür ve amacına ulaştığında ortadan yok oluverir, ego çıkardır, ego korku yaratarak üstünlük kurar, ego hileli yollara başvurur, egoda gerçek bir dostluk bulun-maz. Ve nihayetinde ego düşman bilincidir...

Tanıdık geldi mi?

Ego bilinci için en önemli gelişim alanı eş, aile, çocuk de-neyimleri ile yaşanmakta. Ben’den Biz’e doğru yükseliş için uygun deneyimler sunan bir alan olarak eş-çocuk-aile dene-yimleri, çıkar ilişkilerinin zaman içinde azalması, paylaşım, empati, merhamet, koruma, vb. bilinç yükselişinin göstergesi olan davranışların içselleştirilmesine katkıda bulunuyor. Fakat bunun sadece birkaç ilk adımın atıldığı pratik alanı olduğunu unutmamak gerekir. Bu ilk adımlarda ego bilinci aile içinde de olsa hala karşı taraf yaratma peşindedir ve çatışmaya devam etmektedir.

çıkış yok

bilim teknik

Başarılı olanlar kazanır, başarısızlar kaybeder. Doğada da bu

böyle zaten,” argümanının ne derece hileli ve gerçeği çarpıtan bir argüman olduğu

toplumun geneli tarafından algılanmaya başladığında ne olacak?

burası

egobilinci,

buradan

Şubat - Mart / 201418

Page 19: Aktivist 5. Sayı

Özellikle gelişmiş ülke halkları büyüyen sorunların nedenle-rini daha çok tartışır, sorgular hale geldi. Bunu bizim gibi geliş-mekte olan ülke halklarının izlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Kim bilir, belki de otoritelerin gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere birçok ülkede yasa yoluyla veya gizliden interneti kontrol altın-da tutma arzularının ardında bu yatıyordur.

Dünyada geniş kitlelere yayılma eğiliminde olan bir uyanış olduğuna şüphe yok. Bu uyanışın tohumunu atan kişinin Ata-türk olduğunu söylemem sizi şaşırtmasın. O günlerde atılan bir tohum güç odaklarına karşı çok zayıf gözüken bir halkın zaferini getirmişti. Ve fakat sonrasında Ata’nın düşünce zen-ginliği yeterince iyi anlaşılamadı ki çağının çok ötesinde olan bir zekâ-bilinç karşısında böyle bir durumun oluşması garip de sayılmaz.

Onun dehasına, anlayışının ortalama algıların ne kadar üs-tünde olduğuna örnekler vermeye kalksak bu satırlar bir kita-ba dönüşecektir ama sadece şunu söylemenin bizim konumuz için yeterli olacağını düşünüyorum: Bir asker olsa da sadece savunma savaşı tarafında bulundu. Dost ve barış kavramla-rının düşman ve savaş kavramlarından daha üst bir bilince ait olduğunu gösteren tarihin nadir kişiliklerinden biri oldu, de-ğerli önder.

Burada onun algısından faklı bir şey söylüyor değiliz aslında: Süper bilince, biz bilincine açılmanın ancak düşman kavramın-dan kurtulmakla mümkün olabileceğinden söz ettik az önce...

Belki bu günlerde onu çok daha iyi anlama ihtiyacımız mev-cut...

Uzun lafın kısası birçok gösterge ego bilincinin sonsuza kadar sürdürülemez olduğunu ve sonuna doğru yaklaştığımı-zı onaylıyor. Kesin bir şey söylenemez ama önümüzdeki 10 yılların ego bilincine yapışmış olanların, en tepedekiler de dâ-hil olmak üzere aşağıya doğru her kademesinde bir çözülme olacağını, bütün hilelerin, tuzaklarının su yüzüne çıkacağı bir dönem olacağını söylemek sanırım tutarsız olmaz.

Bunu gözlenen telaştan anlamak zor değil: Otoritelerin bir-çok ülkede polis güçlerine büyük yetkiler vererek halk hare-ketlerine karşı önlem alması, tarihin en büyük küresel finans krizinin getirebileceği çöküşten karşılığı olmayan trilyon do-larlar piyasaya sürerek yırtabilmiş olmamız, bir an önce cebini doldurma telaşına düşmüş ülke yönetimleri, internet üzerinde kurulmaya çalışılan kontrol ve baskı... Bunlar, bir ego bilinci gezegeninin büyük köşeleri tutmuş olanlarının kontrolü elle-rinde tutabilmek için izlediği tutumlardan birkaçı gibi duruyor.

Unutmamalı ki yaşam madde planında da mana planında da her zaman gelişme, yükselme yönünde hareket etmek ister. Bu gelişime engel olmak isteyenler hiçbir zaman uzun vadede başarılı olamaz. Değişim üzerinde ne kadar baskı kurulursa, baskıda ortaya çıkan ilk açıkta tepki o derece şiddetli ve yıkıcı olacaktır. Bu nedenle yaşamın kendi dinamikleri içinde olumlu yönde gelişmesi ve değişmesine izin verilmelidir.

Ne getiriyor olursa olsun.

Sonuçta bu adımlarla ortaya çıkması beklenen bilinç yükse-lişi düşman kavramının yavaş yavaş yok olmasına kadar yüksel-melidir ki, kâmil insan bilincinin, cennet bilincinin, süper bilincin ortaya çıkması gerçekleşebilsin. Süper bilince açılmış bir zihin-de karşı taraf artık düşman olarak algılanmaktan çıkar.

Bütün dinler ve içsel gelişim öğretilerinin anlatmaya çalıştığı temel konulardan biri...

Günümüzde dahi onca bilimsel gelişme ve içsel arayışlarda gözlenen patlamaya karşılık farklı dinleri, öğretileri veya dü-şünce disiplinlerini izleyen toplulukların bunun neresinde ol-duğuna siz karar verin...

O kadar kolay mı süper bilince açılmak? Hayır değil!

Neden? Çünkü içinde bulunduğumuz toplumsal düzen buna olanak sağlayacak koşulları karşılamıyor. Kişisel yükse-liş için toplumsal düzende uygun koşulların bulunmaması tıpkı bir merdivenden yukarı tırmanmak isteyen bir kişinin ayakla-rına bağlanmış bir ton ağırlığa benziyor. Kimse “Tırmanma,” demiyor ama bu kadar ağırlıkla yükselmek az sayıda kişi için mümkün olabiliyor.

“Buyur tırman...”

Bu durum bize açık bir şekilde gösteriyor ki, beklenen ve kaçınılmaz olan bilinç yükselişinin toplumsal ölçekte oluşması olağanüstü olayların ortaya çıkması ile mümkün olabilecek... Ani, beklenmedik ve kitlesel bir uyanış, yükseliş getirecek olaylar...

Bir musibet bin nasihatten fazlasını gerçekleştirecek gibi duruyor...

Beklenen ve kaçınılmaz diyorum, çünkü günümüz toplum-sal yapısında ciddi tıkanıklıklar oluşmaya başladı ve sanırım sür-dürülemez noktasına epey yaklaştık.

Kapitalizme dayalı ekonomi ve ticaret sistemimiz uçurum haline gelen gelir adaletsizlikleri yaratırken, gezegenin cömert-çe sunduğu olanakları daha çok servet için bencilce talan etti.

Güç odaklarına bağlı otoritelerin normal gösterdikleri şey-lerin aslında hiç de normal olmadığı geniş kitlelerce anlaşılma-ya başlandığında tepkiler büyümeyecek mi?

Mesela, “Başarılı olanlar kazanır, başarısızlar kaybeder. Do-ğada da bu böyle zaten,” argümanının ne derece hileli ve ger-çeği çarpıtan bir argüman olduğu toplumun geneli tarafından algılanmaya başladığında ne olacak?

Günümüzde artık insanlar internet aracılığıyla bilgiye daha kolay ulaşabiliyor. “Falancayı ekrana çıkaralım, bizim işimize gelecek laflar ediyor...”, “Falancanın kitabına övgü yazalım, ka-leme aldığı şeyler bizim çıkarımıza,” gibi güç odaklarının sah-nenin hemen önüne dizerek toplumsal algıyı yönetme stra-tejileri internet ortamında tümüyle olmasa da belirli ölçüde çuvallıyor.

19

Page 20: Aktivist 5. Sayı

Doğruları ve Yanlışları Nelerdir?İngiliz Karbonatı Efsane mi? Mucize mi?

Alkali Diyet Nedir?

röportaj

Bütün bu soruları ve daha fazlasını “Alkali Diyet” ve “Tokuz ama Açız” adlı kitapların yazarı Dr. Ayşegül Çoruhlu’ya sorduk. Anti-oksidan testler, gıda duyarlılığı testi, kişiye özel hormon ve genetik testleri gibi ileri anti-aging yaklaşımlarını ilk uygulayan hekimlerden biri olan, vitamin ve mineral desteği kullanımı konusunda uzun süre eczacı ve doktorlara seminerler veren Dr. Ayşegül Çoruhlu, doğru bildiğimiz yanlışları ve sağlıklı

beslenmenin püf noktalarını anlattı.

Şubat - Mart / 201420

Page 21: Aktivist 5. Sayı

Midenizi değil; hücrelerinizi doyurun!

Aktivist: Öncelikle tekrar merha-ba :) Bize ilk önce bahsi geçen asit nedir, alkali deyince ne anlamalı-yız… Bu iki kavramı tanımlayabilir misiniz?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Asit ve alkali veya asit ve baz, basit lise kimya bilgisin-den aşina olduğumuz iki tabirdir. Asit ve alkali birbirlerinin zıddıdır. Bunun vücutla alakası şudur ki; vücuttaki hücrelerin için-deki, dışındaki tüm sıvılar alkalidir. Ancak vücuttan atılan idrar, ter, dışkı gibi sıvılar asittir. Yani vücut alkali ortamda çalışır, artık olarak da asit üretir. Beslenmede asit artık miktarını arttıracak, vücudun kendini temizleme işini yoracak asitlendi-ren besinler yerine, vücudu alkali yapan besinlerle beslenmek sağlığın temel esa-sıdır.

Aktivist: Geçmişten bugüne özel-likle Türkiye coğrafyasının beslen-me alışkanlığını nasıl değerlendiri-yorsunuz?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Geçmişten gü-nümüze dediğimizde, bunu sadece Türki-ye için değil tüm dünya için aynı yorumla değerlendirebiliriz. Günümüzün sözde

modern yaşamı, hazır ürünleri raflara doldurmuş, doğal ürünleri yok etmiş du-rumda. Herhangi bir marketin küçücük sebze meyve reyonunu saymazsak her şey poşete girmiş, işlenmiş, albenili pa-ketlere konmuş durumda. Bu zaten tüm dünyadaki kanserden obeziteye sağlık sorunlarının temelinde yatan problem. Ancak probleme karşı farkındalığımız az ve deve kuşları gibi gerçek bir sağlık soru-numuz olmadıkça konuyu ciddiye almıyo-ruz. Sağlık sorununa rağmen bile beslen-meyi ciddiye almamak yaygın. Çünkü tıp dünyası beslenme ve hastalıklar arasında-ki bağlantıyı, henüz zoom yapıp inceliyor. Türkiye sağlıklı beslenmek için bir cennet iken, malum dünyaca ünlü Akdeniz diye-ti bizim ülkemizi de içine alan bir zonda uygulanan bir beslenme şekli iken, şim-di böyle beslenmekten vazgeçtik. Hazır yiyeceklerin kolaylığına, arttırılmış sahte lezzetlerine kandık. Bu yüzden çok şanslı bir ülkedeyken, biz şansımızı zorluyoruz.

Aktivist: Anadolu’da hala 100 ya-şında tarla çapalayan insanlar var. Büyük şehirlerde ise gençler bile iki adım yürüyünce yoruluyor. Bize neler oluyor?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Az önce bah-settiğim modern hayatın iz düşümünü işte bu yeni nesil çocuklarda görebiliriz. Onlar çok şanssızlar. Bizim 40’lı yaş gru-bu olarak yaşadığımız hastalıklarla onlar

yirmili yaşlarda mücadele etmeye baş-ladılar. Sebep; içinde gerçek gıda olan besinler yemiyor olmaları. Bir şeyin ye-nebiliyor olması, onun gerçekten de bir gıda olduğunu göstermez. Biyolojimize uygun beslenmedikçe tek tek hücre per-formanslarımız düşüyor.

Aktivist: Türk mutfağında sebzeler önemli yer tutuyor. Klasik bir Türk ailesinde, sofrada mutlaka bir seb-ze yemeği bulunuyor. Sizce sebze yemeklerini nasıl pişirmeliyiz? Ye-mek pişirme metotlarımız doğru mu? Örneğin biz Türkler “diri” kalmış sebzelerden hiç hoşlanmı-yoruz.

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Pişirmenin za-rarlarına geçmeden önce, neden çiğ seb-zelerin yararlı olduğuna bakalım: Sebze-lerin yararları, vitamin, mineral, bitkisel protein ve anti oksidan içermeleri sebe-biyledir. İşte bu faydalar pişirmeyle azalır. Öncelikle, her türlü sebze yararlıdır. Anti

“Bir şeyin yenebiliyor olması,

onun gerçekten de bir gıda olduğunu

göstermez.”

21

Page 22: Aktivist 5. Sayı

oksidan özellikleri bakımından sebzelerin renkleri koyulaştıkça serbest radikal te-mizleme kapasiteleri artar. Zaten vücut-taki hücresel düzeyde sağlık bu serbest radikal denen zararlılarla, antioksidan de-nen yararlıların dengesine bağlıdır. Aynı şekilde asitlenme dediğimiz olay, serbest radikal artışıdır. Alkali olarak bunları yok etmek ise antioksidanları arttırmak de-mektir. Görülüyor ki sebzeler de ne ka-dar çok antioksidan varsa o kadar alkali yaparlar. Pişirmek antioksidanları yarıdan fazla yok eder.

Aktivist: Asit oranı yüksek bir me-tabolizma ne şekilde alarm verme-ye başlıyor?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Biz trilyonlar-ca hücreden oluşan çok kompleks yapılı organizmalarız. Tüm bu sistemin iyi çalış-ması için iyi enerji kaynakları kullanmak gerekir. Yakıt doğru değilse motor da iyi çalışmaz. O halde alkali beslenerek hüc-relere en iyi yakıtı verdiysek o hücrele-rin de sağlıklı kalmasını ve işlerini doğru yapmasını sağlamış oluruz. Damarlardaki hücreler sağlamsa, damarlar sağlam, be-yindeki hücreler sağlamsa beyin sağlam, ciltteki hücreler sağlamsa cilt iyi demektir.

Bu liste her organ için uzatılabilir.

Alkali beslenmede ilk fark edilen bağır-sak sağlığının düzelmesi, hazımsızlık gaz şikâyetlerinin azalmasıdır. Kabızlık geçer. Reflü azalır. Bel bölgesi incelir. Cilt parlar. Sırt ağrıları geçer. Dinç uyanılır. Bu liste çok uzundur :)

Aktivist: Alkali beslenmede çiğ sebze meyve tüketimini öneriyor-sunuz. Hangi sebzeler çiğ tüketile-bilir, hangileri tüketilemez?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Tüm sebzeler, suları çıkarılarak veya blenderda doğra-narak çiğ yenebilirler.

Aktivist: Son zamanlarda, özel su karışımlarıyla da sık sık karşılaşıyo-ruz. Suyun içine meyve ve baharat gibi pek çok şeyin karıştırılıp içil-mesinin faydalarından bahsedili-yor. Bu teknik doğru mudur?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Su içmek önemlidir. Suyu daha ideal halde içmenin yolu onun yaptığı temizlik kapasitesini arttırmaktır. İçine limon veya elma sirkesi

eklenmiş suyun temizlik kapasitesi nor-mal sudan fazladır.

Aktivist: Kahvaltımızı nasıl alkali hale getirebiliriz?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Alkali beslen-mede neyin iyi besin neyin kötü olduğu bellidir. Elbette bol miktarda söğüş sebze yenmeli, yağlı tohumlar, yağlı kuruyemiş-ler sofrada bulunmalıdır. Organik yumur-ta, lor peyniri, keçi veya koyun peyniri uygundur. Ekmek olarak karabuğday ek-meği en sağlıklı olandır. Ve elbette yeşil çay.

Aktivist: Alkali beslenme diye bak-tığımızda, suyun PH değerini art-tıran bir sıvıya rastlıyoruz. Nedir bu sıvı? Sağlıklı mıdır? Bu sıvı kul-lanmak isteyenler nelere dikkat etmeliler?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Suyun alkali olması için eklenen pH damlaları vardır. Ancak elbette bunlar ticaridir. Zararlı de-ğiller ama hayat boyu kullanımları ekono-mik değil. O halde su şişelerinin üzerleri-ne bakıp pH değeri 7 nin üstü olan suyu

Page 23: Aktivist 5. Sayı

23

Page 24: Aktivist 5. Sayı

içebiliriz. Bu da alkali sudur. Eczaneden alınacak karbonat ile 1 litreye 4’te 1 çay kaşığı ekleyerek alkali su hazırlamak da çok ekonomik ve pratiktir.

Aktivist: Peki karbonatın faydaları bir efsane mi? Eğer değilse, nasıl kullanılmalı?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Efsane olması abartılıdır elbette. İnsanlar kolaya kaçı-yorlar. Canlarının istediklerini yiyip kar-bonatlı suyla zayıflayacaklarını sanıyorlar. O yüzden söylediğim miktardan fazla kul-lanımı yararsızdır.

Aktivist: Alkali Diyete nereden başlamalı? Belirli bir ölçüm yapılı-yor mu?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Bir kere alkali

olmak bir yaşam biçimidir. Hemen bugün 7 den 70’e başlanması gerekir. Sonuçta bitkisel ağırlıklı beslenmenin sağlıklı oldu-ğu konusunda daha kaç yazı, kaç hekim demeci gerekir ki. Bunu artık biliyoruz. Hazır gıdalara veda etmeye bugün başla-malıyız. Bunun için bir şikâyetimizin olma-sı gerekmez.

Aktivist: Bu tür popüler uygulama-lar genellikle sürdürülebilir olmu-yor, Alkali Diyeti bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Ayşegül Çoruhlu: Alkali beslenme popüler uygulama gibi gözükse de bu şu anın algısıdır. Alkali olmak vücudun en küçük birimi hücrenin en ideal halini sağ-ladığına göre, alkali beslenme, beslenme bilgisinin geldiği son noktadır. Bunun üze-rine eklemeler olabilir. Ama asla sebze ağırlıklı beslenme sağlıksızdır noktasına varılamaz. Alkali beslenme sürdürülebilir-dir. Zaten başımıza gelen hastalıklar, hazır gıdaya olan talepten ve tembelliğimizden geliyor. Hasta olmak sürdürülebilir olma-dığına göre alkali beslenmekle sağlıklı ya-şam sürdürülebilir olur.

Alkali Beslenmede Bazı Püf Noktaları

• Karbonatlı sudan gün boyu en az 1,5 lt içmelisiniz

• Yatmadan önce 1 bardak karbonatlı su içilmeli

• Akşam yemeğinden 2 saat sonra 1 bar-dak suya 1 yemek kaşığı limon veya doğal elma sirkesi katılıp içilmeli.

• Yemekle beraber, şekersiz bitki çayı dı-şında hiçbir şey içilmemeli

• Yeterince çiğ sebze tüketilemeyen du-rumlarda, çiğ sebze suyu sıkılıp içilmeli

• Akşam yemeği en geç 7’de yenmeli

• Sabah açken, bir büyük bardak elma sir-keli su içilmeli

• Sebzeler mümkün ölçüde çiğ ya da az pişmiş tüketilmeli; hiçbir şekilde kızartıl-mış gıdalar tercih edilmemeli

• Öğünlerinizin %20’si asit yapan yiyecek-lerden, %80’i alkali yapan yiyeceklerden

oluşmalı

• Alkali Diyet, çocuk, yetişkin, yaşlı her-kes için uygun bir beslenme türüdür

Vücuduzun asit oranını, kendiniz de göz-lemleyebilirsiniz.

İdrarınızın rengi ve kokusu, vücudunuz-daki asit oranı ile ilgili ipucu verecektir. Açık sarı ve kokusuzsa alkali, orta sarı ve az kokuluysa az asitli, çok koyu ve ağır kokuluysa aşırı asitli demektir.

Alkali Su Nasıl Hazırlanır?

- 1 litre suya 1 çay kaşığının ¼ oranında karbonat ekleyerek

- 1 Bardak suyun içine, bir çorba kaşığı limon suyu ya da doğal elma sirkesi ek-leyerek

Kendi Alkali Suyunuzu hazırlayabilirsiniz

Şubat - Mart / 201424

Page 25: Aktivist 5. Sayı

www. l o s e v. o r g . t rwww. kusu r a t . com

Bu alanda hangiMARKALARIgörmek istersiniz

Page 26: Aktivist 5. Sayı

Osman C. Aydoğmuş

[email protected]

kişisel gelişim

İnsanlar için yeni bir mobilya mı yoksa bin yıllık bir eşya mı daha kıymetlidir? Elbette bin yıllık eşya daha kıymetli-dir. Geçmiş çağlardan bugüne ulaşan, arkeolojik kazılarla bulunmuş bir kaşıkla, şimdi bir makinenin üretimi karşı-laştırılamaz bile. O insanlığın ilklerindendir.

“Aidiyet, sadakat ve mülkiyet”Tarihimiz bizi atalarımıza atalarımız da bizleri saygınlığımı-za bağlar. Binlerce yıllık geçmişini bilen ve o dönemlerden anılarını taşıyan belki de, yüzlerce yıllık eşyaları olan bir aile mi köklü, derin ve anlamlıdır yoksa geçmişini unut-muş, kendi anne ve babasından öncesini hatırlamayan bir aile mi? Elbette binlerce yıllık soyu ile bağlantısını devam ettiren kişinin çok daha farklı bir algısı ve konumu vardır.

Bir aileyi aile yapan yaşanmışlıklarsa, bir ilişkiyi, evliliği, kardeşliği, dostluğu ve akrabalığı oluşturan da yaşan-mışlıklardır. Atalarımız, geçmişimiz, tarihimiz farklı içsel mekanizmaları canlı tutar. Aidiyet, sadakat ve mülkiyet bilinci oluşturur.

Bu açıdan, bir toplumun şehrinde bıraktığı her bir iz ko-runmalı sahip çıkılmalı gelecek nesillere bırakılmalıdır. Bundan binlerce yıl sonra da bizlerin bıraktıkları, soyla-

rımız tarafından incelenmek üzere bir hazine olacaktır. Dünyadaki pek çok insan bir yere gitmeden önce oradaki tarihi izleri inceler. İstanbul’daki binlerce yıllık izler ve her gün daha da ortaya çıkan geçmiş kalıntılar İstanbul’u İstanbul yapmaktadır.

İstanbul, camileri diğer ibadethaneleri, çeşmeleri, gü-nümüze kadar ulaşmış yapılarıyla çok önemli bir kent. Bunun yanı sıra İstanbul’un yer üstünde olduğu kadar yer altında da tarihi var. İstanbul’un altında binlerce yıllık, keşfedilmeyi bekleyen şehirler, tüneller var. Ayasofya’nın altında, Büyük Adaya kadar giden tüneller olduğu söyle-

itibarımızdır”Şehirleri şehir yapan oradaki yaşanmışlıklar, tecrübeler bırakılmış izler, anılar, sanatsal dokunuşlar insanın ve doğanın dönüştürdükleridir. Dokunulmamış bir toprağın ya da insan eli değmemiş bir yerin yaşanmış bir şehir kadar değeri olamaz. Çünkü burada

doğulmuş, ölünmüş, maceralar kazanılmış, insanlar adına yeni adımlar atılmıştır. Şehri şehir yapan içinden gelip geçen hayatlardır.

“atalarımız

Son zamanlarda şehircilik, kentsel dönüşüm adı

altında İstanbullu için çok önemli binalar yıkılıyor ya

da özelleştiriliyor.

Şubat - Mart / 201426

Page 27: Aktivist 5. Sayı

niyor. Binlerce yıllık gemiler İstanbul’un etrafında, suyun altında yatıyor; her bir konağının, sarayının, köşkünün etrafında inanılmaz değerde tarihi eserler çıkıyor. Bizim sokaklarımızda, her gün yanından geçtiğimiz tarihsel do-kular, sanat eserleri, taşlar var.

İnsanlar ülkelerindeki kendi kendilerine yaptıkları bir metal parçası ile övünürken onları tarih olarak görürken bizlerin dört bir yanımızda binlerce yıllık tarih yaşıyor. Onlara dokunuyoruz, kullanıyoruz. Bu tüm İstanbullular için büyük bir şans.

Yaşadığımız astrolojik dönemde bir değişim ve dönüşüm dönemindeyiz ve bu değişimlerin ev, toprak ve yapılar üstünde olacağı astrolojik olarak görünüyor. Lakin bizleri bu değişime iten faktörleri iyi analiz ederek, tarihsel ve doğal dokuyu korumalıyız. Sonuçta bir şehirde ne kadar tarih varsa o kadar değer vardır. Geçmiş doku bozulma-dan restorasyon gerçekleştirmek üstüne Türkiye’de üni-versitelerimizde oldukça uzman kişiler var onların önder-liği bu çalışmaları daha değerli bir hale getirecektir.

İnsan dostu şehirler için yerel yönetime ve tabii ki devlet büyüklerimize bakış açılarını değiştirmelerini öneriyorum. Yapılan yapılaşmalarda insan psikolojisine, beden bilin-cine, bilinçaltına göre dizayn, dekorasyon ve inşaat göz önünde bulundurulmalı bu alanda feng shui uzmanlarına yada alanında profesyonel kişilere danışılmalı onlarla be-raber ilerlenmesi gerektiğini savunuyorum.

Çünkü her bir halk o bölgenin yansıması olur zamanla. İklimi, doğası, astrolojik açıları… Bedensel şekillerinden, algısına, örf geleneklerinden, kültürüne her bir noktasını karışını belirler kişilerin. Onları bir sistem gibi görmek gerekir. Her bir sisteminde farklı parçaları vardır bu parçaları birleştirince o sistemi bulursunuz. Lakin her bir parçayı incelediğinizde sistemin kendisini bulursunuz.

Özetle bu aslında birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için denilen bir gerçeği yansıtır. Bu gerçek, yargıladığımız her şeyin bizim yansımamız olduğu, korktuklarımızın da aş-mamız gereken şeyler olduğudur.

Bu büyük sistem içinde halka ait olan şeyler halktan alın-dığında kolektif bilinç, eksikliği algılar ve onun yerinde bir boşluk açılır… Eğer belli bir zaman içinde boşluk dolmaz ise sistem boşluğu doldurmak için oraya bir tür çekim sağlar; bu çekimle birlikte farklı sonuçlar görebiliriz. Ha-yatta hiçbir şey iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış değildir. Yapılan her şeyin bir nedeni, olan her şeyin bir açıklaması vardır. Sistemlerin muhteşem bir işleyişi, bu işleyiş içinde de her şeyin kusursuz algısı vardır. Büyük sistemlerin için-de her zaman onları koruyan faktörler ortaya çıkar. Yaşa-dığımız dönem bir değişim ve dönüşüm dönemi. Hepimiz bu dönemde sisteme maksimum katkı içinde olmalıyız.

Sistemlerin muhteşem bir işleyişi, bu işleyiş içinde

de her şeyin kusursuz algısı vardır

27

Page 28: Aktivist 5. Sayı

aile ebeveynlerinemaddelik rehber

dijitaldünyanın

l0Teknoloji kullanımının arttığı günümüzde dijital mecra ve aygıtlar en çok çocukları etkiliyor. Peki, teknoloji yeni nesli ve onların ebeveynlerinin hayatını nasıl şekillendiriyor? Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Şeyda Özdalga anne ve babaların teknoloji kullanımı konusunda uyması gereken noktaları anlattı. Yakalanılan tüm hastalıkları bilgisayarda geçirilen süreye, telefonun elden düşmemesine, kulaklıkla müzik dinlemeye ve benzerine yoran ebeveynler geride kaldı. Artık anne babalar da teknolojiye hakim ve olumsuz etkilerine karşı daha bilinçli. Ebeveynler, çocukları teknolojik aletlerin olumsuz etkilerinden daha sağlam kanıtlarla koruyup yönlendirebilir.

Teknolojinin yaygın kullanımı hayatın her alanında olduğu gibi çocuk ebeveyn ilişkilerinin de boyutunu değiştirdi. Yeni neslin dijital araçlara duyduğu yoğun ilgi ve gerçek dünyaya karşı yaşadığı umarsızlık çocuk - aile ilişkilerinde bazı sorunları da beraberinde getirdi. Peki, dijital alet kullanımının çocuk psikolojisi ve sağlığına ne gibi etkileri oluyor?

DBE Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Şeyda Özdalga, ailelerin panik ve endişe ile çocuklarının tek-nolojik aletlerle geçirdiği zamanı sınır-lamaya çalıştığını anlatıyor. Özdalga, ”Ebeveynler, internet oyunlarına müp-tela, birbirleriyle sürekli mesajlaşan,

Şubat - Mart / 201428

Page 29: Aktivist 5. Sayı

ellerindeki telefon ve tabletlere dalmış çocukları için endişeleniyor” diyor.

Sosyalleşme, bilgiye ulaşma, becerileri geliştirme gibi birçok konuda teknolojik aletlerin yararlı olduğunun altını çizen Özdalga, “Tablet ve bilgisayar oyunla-rı her zaman çocuğun gelişimine zarar veren unsurlar içermiyor. Aynı zamanda eğitici, geliştirici ve yaratıcılığı destekle-yen birçok özelliği de içinde barındırı-yor” diyor. Ancak teknolojik alet kullanı-mının yararları olduğu gibi ciddi zararları da olduğunu ifade eden Özdalga, “Sanal dünyada çok vakit geçiren çocuklar-da görme ve uyku bozuklukları, dikkat eksikliği, öğrenme sorunları, akademik başarının düşmesi, aile ilişkilerinin ve sanatsal - sportif faaliyetlerin azalması, bağımlılık, öfke, kaygı ve saldırganlığın artması gibi problemler yaşanabiliyor” diyor.

Pek çok aile çocuklarının teknoloji ba-ğımlısı olup olmadığını merak ediyor. Uzmanlar, durumun teknoloji bağımlılı-ğı olarak değerlendirilmesi için çocuğun onsuz olamaması gerektiğini vurgular-ken, “Teknolojik aletler mi çocuğu yö-netiyor? Çocuklar mı teknolojik aletleri yönetiyor?” sorusunun sorulması gerek-tiği üzerinde birleşiyorlar.

Çocukların bilgisayar, tablet ve cep te-lefonları ile geçirdiği süre konusunda aileleri ile çatışma yaşadığının da altını çizen Özdalga, “Ne yazık ki içe dönük, kaygılı, aile ortamında sorunlar bulunan, eleştirilen çocuk için bilgisayar oyunları, sorunlarından uzaklaştığı bir ortam ola-biliyor” diyor.

Uzman Klinik Psikolog Şeyda Özdalga teknolojik aletlerin kullanımının çocuk ve aile ilişkileri yararına sınırlandırılması gerektiğini de sözlerine ekleyerek, “Ço-cuğun bilgisayar ve internet kullanımı sı-nırlı olmalı ve denetlenmelidir. Aksi tak-dirde gerçek yaşam ile fantezi arasındaki farkı yakalayamaz” diyor.

Okul çağı ve ön ergenlikte teknoloji kullanımı nasıl ol-malı?

• Tam gün okula giden, 6 yaş çocuğunun günlük bilgisayar kullanım süresinin 30 dakikayı geçmemeli,

• 7 - 9 yaş arasındaki çocuklar için bu zaman maksimum bir saat olmalı

• 10-13 yaşına gelen bir çocuk ise bil-gisayar, internet ve oyun konsolları ko-nusunda oldukça fazla bilgiye sahip ola-biliyor. Bu yaşlarda arkadaşlık siteleri ve anlık ileti platformları en çok kullanılan araçlar.

Giderek bağımsızlaşan, kendi kararlarını almak isteyen ve egosu güçlenen ço-cukların ailenin koruyucu ve sınırlayan yaklaşımını kabul etmemesi de yaşanılan problemlerden biri. Anne ve babaların çocuklarına amaçlarının teknolojik araç-ları yasaklamak değil, uygun kullanımını sağlamak olduğunu açıklaması büyük önem taşıyor.

“Ödev ve sorumluluklardan sonra dijital aletler ödül olarak verilmelidir” diyen Özdalga, “Önce bilgisayar oyunu oyna-yan çocuk, sanal alemden kalkıp ödevini

yapmakta zorlanır. Çalışma motivas-yonu düşer. Oysaki olumlu davranışın arkasından gelen ödül hem sorumluluk bilincini geliştirir, hem de planlama be-cerisini arttırır” diyor.

Dijital Ebeveynlerin Unutmaması Gereken 10 Madde

• Dijital aletleri uygun kullanan anne baba modeli olun

• Sınırlarınızı çocuğun yaşına, kişiliğine, özel durumlarına göre ayarlayın

• Gördüğünüz olumsuz etkileri anlama-sını sağlayın

• Dijital aletleri olumlu davranışın arka-sından ödül olarak kullanın

• Çocuğunuza sınırlamalarınızın neden-lerini anlatın

• Kendisinden beklenen sorumluluk ve davranışları belirtin

• Gerçek yaşamını keyifli hale getirin

• Beklenen davranış ve tutumlarını tak-dir edin, oto kontrolünü geliştirmek için daha çok sorumluluk verin

• Sınırladığınız aktiviteler için, birlikte ortak gün ve zaman belirleyin

• Sanat ve sportif aktivitelere yönlendi-rin.

Maryland Üniversitesi’nde yapılan araştırmada teknolojiden uzak kalan öğrencilerin bağımlılarla aynı semptomları gösterdiğini ortaya çıkarmış.

Avrupa Çevrim-içi Çocuklar Araştırma Projesi kapsamında gerçekleştirilen

araştırmaya göre anlık ileti göndermek, e-posta ve

sosyal ağa bağlanmak gibi İnternet üzeriden yapılan

tüm iletişim tabanlı faaliyetler birlikte incelendiğinde

Türkiye’deki çocukların Avrupa’daki diğer çocuklara

göre yaklaşık %44’e %60 oranıyla, bu tür etkinliklere

daha az zaman ayırdığı gözlenmiştir.

“Çocuğun bilgisayar ve internet kullanımı sınırlı olmalı ve denetlenmelidir. Aksi takdirde gerçek yaşam ile fantezi arasındaki farkı yakalayamaz”

29

Page 30: Aktivist 5. Sayı

röportaj

Diyarbakır karpuzunun bile

Meksika tohumuyla üretildiğini biliyor

muydunuz?

Şubat - Mart / 201430

Page 31: Aktivist 5. Sayı

Tarım ve hayvancılık,

bankacılık ya da mühendislik,

doktorluk gibi bir sektör. Bu sektörden para kazanacağını düşünürse insanlar

neden gelip topraklarını ekmesin

ya da hayvancılık yapmasın?

Cem Seymen’i, CNNTURK’teki Para Dedektifi adlı programıyla tanıyoruz. Bazen, lalenin izini sü-rüyor, bazen domatesin, pazının. Fiyat etiketlerinin ardında yatan gerçeklerin, ne kadar gerçek olduğunu araştırıyor, insanlarla konuşuyor, sorunları masaya ya-tırıyor. Elli kuruşluk bir ürünün üze-rinde neden 5 Lira yazabildiğini sorguluyor. Herkes kuraklıktan ve gelecekte en değerli menkulün “tohum” olacağından bahse-diyor. Cem Seymen ile çiftçilik, komisyonlar, internet satışları üze-rine, yeni bir dünyanın hayallerini kurduğumuz bir röportaj gerçek-leştirdik. O da Aktivist ekibi gibi, “insandan” yana umutlu :)

Aktivist: Öncelikle tekrar mer-haba :) Bütün uyandırıcı prog-ramlar bir bir yayından kalkar-ken, siz devam ediyorsunuz. Gözden mi kaçtınız yoksa ger-çekten çok izleniyor musunuz?

Cem Seymen: Her şeyden önce muhalif olmak gibi bir derdim yok. Önemli olan insanların yap-tığım programlardan mümkün olduğu kadar kendisine fayda sağlayabilmesi, yararlanabil-mesi. Bilgi verirken aslında Tür-kiye’nin ekonomik gerçeklerini,

yıllardır çözülmeyen gerçeklerini gözler önüne serdiğim için insan-ların özel hikâyelerinden yola çı-karak anlattığım için sıcaklık duy-gusu hissetti seyirci. Bu yüzden seviyorlar programımı. Bence bu her kesimin ilgisini çekebilecek kadar gerçeklik yansıttığı için çok önemli bir başarı oldu.

Aktivist: Küçük bir anket yap-tık. İnsanlar sizi gerçekten çok seviyorlar. Bunda içtenliğinizin katkısının çok büyük olduğunu düşünüyoruz. Bu durum progra-mınızdan rahatsız olanların da var olabileceğini düşündürü-yor. Size kızanlar oluyor mu?

Cem Seymen: Bana kızanlar ol-muyor. Programın da büyük bir rahatsızlık yarattığı, herhangi bir insanda “bu doğru değil” duy-gusu yarattığını düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’nin gerçekleri za-ten belli, üretimimiz belli, üretim-de verimlilik sorunu olduğu belli. Şöyle özetleyeyim; Hollanda’da-ki bir inekten günde 15 litre süt alabiliyorsa Hollandalı bir çiftçi, biz bunu ancak 1-2 litre ile sınır-landırabiliyorsak burada bir sorun vardır. O sorunu vurguladığım za-man da insanların “önemli olan çözüme odaklanmak” mesajımı algıladığını ve herkesin aslında nihai olarak çözüm için bir bek-lenti içinde olduğunu görüyo-rum. İzliyorlar, çözüm ne olabilir sorusunu bana soruyorlar. Ben de bunları yanıtlamaya çalışıyorum.

Aktivist: Yazarlarımızdan Ha-kan Ayvaz’ın çok güzel bir çı-karımını paylaşmak istiyorum. “Türkiye rahatlıkla tarım, hay-vancılık ve turizm ülkesi ola-bilecekken; sanayiye zorlandı. Bu da bizim gibi bir ülke için yanlış bir stratejiydi” diyor. Sanırım siz de benzer şekilde düşünüyorsunuz. Sizce büyük ekonomik planda tarım ve hayvancılığın bitirilmeye çalı-şılmasının sebepleri ne olabi-lir?

Cem Seymen: Dünya bir açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Gıda üretimi azalacak, çünkü kuraklık tehlikesi, global ve küresel ısın-ma nedeniyle daha tehlikeli bir hal alacak, az yağışın getirdiği sorunlar ile daha az üretebile-ceğiz. Türkiye gibi ülkeler özellik-le üretime bunun için çok daha fazla kaynaklar ayırmalı ve daha fazla üretmenin yollarını, kurak-lığa rağmen üretmenin yolları-nı aramalı. Özellikle dünyadaki gıda üzerinde oynanan oyunla-rın farkına varmamız gerektiğini ve bunun için de çözüm üre-ten, ARGE, inovasyon ve yaratı-cı üretim sistemleriyle bir formül bulmamız gerektiği üzerine kafa yoruyorum. Çünkü herkes ürete-mezken birilerinin üretmesi lazım ki üretmeyenlere satıp para ka-zanabilsinler.

Aktivist: Üreticinin değil aracı-ların kazandığı, satıcının dahi bu sistemde pek de kazana-madığını biliyoruz. İnsanların çoğu kendi topraklarına küs-tü. Genç nesil çiftçiliğe bu-run kıvırır durumda. Oysa yurt dışında işler böyle değil. Her şeyi eski haline getirmek de imkânsız gibi geliyor. Topraklar

31

Page 32: Aktivist 5. Sayı

hormonlarla, ilaçlarla kirlendi. İnsanların yeniden tarıma hay-vancılığa dönmesini mümkün görüyor musunuz?

Cem Seymen: Evet, mümkün görüyorum. Türkiye’de bir anlayış yanlışlığı vardı. O anlayış yanlışlı-ğını bence yavaş yavaş kırıyoruz. Tarım ve hayvancılık, bankacı-lık ya da mühendislik, doktor-luk gibi bir sektör. Bu sektörden para kazanacağını düşünürse insanlar neden gelip toprakla-rını ekmesin ya da hayvancılık yapmasın? Para kazanamaya-cağını düşünen insanlar, sektörü terk ediyorlar dolayısıyla eğer doğru teşviklerle insanları üreti-me cesaretlendiren bir politika oluşturulursa, ithalata dayalı de-ğil de içeriden üretime dayalı bir anlayış oluşturulursa, herkes para kazanabileceğini, gelece-ğini güvence altına alabileceğini düşünürse mutlaka toprağına ve hayvancılığına döner diye düşü-nüyorum. Ben umutluyum.

Aktivist: STK’lar bu konularda çok önemli farkındalık çalış-maları yapıyorlar hatta bir kısmı elini taşın altına koyup “tohum” konusunda çok et-kin faaliyetler yürütüyorlar. Buradan toprağı olan kişileri yüreklendirebiliriz belki. Neler yapabilirler, topraklarıyla nasıl mutlu olabilirler?

Cem Seymen: UPOV diye ulusla-rarası bir örgüt var. Birleşmiş Mil-letler gibi bir örgüt bu. UPOV’a biz Türkiye olarak 2006 yılında imza attık. Yani UPOV Dünya Tohum Birliği’nin imzalamadığı hiçbir tohum hiçbir ülkede kulla-nılamıyor, ekilemiyor. Sertifikalı to-hum meselesi Türkiye’de var.

Önemli olan şu; kendimize ait, kendi üniversitelerimizde, ken-di laboratuvarlarımızda üretilen tohumlarımızın olması lazım. Es-kiden atalarımızın, dedelerimi-zin kullandığı domates salatalık

tohumları nasıl verimliyse, şimdi aynı verimi alabileceğimiz, ken-dimize ait, topraklarımıza uygun tohumlar üretmeliyiz. Toprak ze-hirlendi, bana kalırsa Türkiye’de toprak kanserli. Onun için daha az ilaç gerektiren ve daha fazla verim sağlayabilecek tohumlar üzerinde hemen çalışmaya baş-lamamız gerektiğini düşünüyo-rum. Eğer bu çalışmalar olursa gelecek bizim açımızdan çok parlak.

Aktivist: Öyle sanıyoruz ki, dev-letimizin çevre ve doğa duyar-lılığı hiç gelişmemiş. Nasıl bir yok oluşa sürüklendiğimizi fark edemiyorlar. Topraklar ekilemi-yor, ekilenler ilaçlarla belki de zehir saçıyor, HESler, ağaç kat-liamları, su kaynaklarının hızla kirlenmesi… Maalesef toplu-mumuz da bu konularda pek hassasiyet göstermiyor. Sizce bu konuda ne durumdayız?

Cem Seymen: “Ne kadarını kur-tarabiliriz? Nasıl farkındalık yara-tabiliriz?” sorusu çok önemli. Sivil toplum kuruluşları arasında çok başarılı çalışmalar yapan birçok örgüt var, bu çok önemli. Genç jenerasyonun çok daha bilinçli olduğunu düşünüyorum. Sade-ce toprak erozyonu ile savaşa-rak TEMA’nın Türkiye›de ne kadar büyük bir farkındalık yarattığını görüyoruz. Bu bütün tarım ve hayvancılık sektöründe yaygın-laşıyor bana kalırsa, eskisi kadar umutsuz değilim. Hiç kimse karşı değildir eminim sadece ortada farkındalık yaratmak için biraz daha çalışmamız gereken bir du-rum var. Hepsi bu.

Aktivist: Son zamanlarda in-ternet üzerinden işleyen fark-lı organik alış veriş sistemleri kullanılıyor. İnsanlar, kendi çift-liklerinde yetiştirdikleri ürün-leri ya da diğer yerel ürünleri, sipariş ile büyük şehirlerdeki kişilere ulaştırıyor. Belki algıla-nan “köylü” profilinde e-ticaret

yapılması imkânsız gibi geliyor olabilir. Ama bence bir sefer-berlik başlatılabilir. Rağbet görürlerse, ürünlerini satabilir-lerse, para da kazanabilirlerse, “büyük” adamların icazetine gerek kalmayabilir. Ne dersi-niz?

Cem Seymen: Ben zaten bu ol-guyu programlarımda sürekli tek-

Şubat - Mart / 201432

Page 33: Aktivist 5. Sayı

rarlıyorum. Köylünün ürettiğinin şehirlere ulaştırılması için aracıya gerek kalmaksızın bir yapılanma ihtimalini internet sunuyor ben-ce. Yeni jenerasyon, yeni çocuk-lar, köylülerin, üreticilerin, besici-lerin aileleri internet ve bilgisayarı çok iyi kullanabiliyorlar. Kendileri yapamıyorlarsa bile ailelerinden veya çocuklarından yardım is-

teyerek bambaşka bir talep-arz dengesi yaratabilirler. Ellerindeki ürünlerin talebi olduğu sürece şehirlere ulaşmasını sağlayabi-lirler. Bir fırsat olarak görüyorum yeni internet devrini.

Aktivist: Bugünün koşullarında dışa bağımlı olduğumuz ürün-ler hangileri?

Cem Seymen: Hemen hemen her üründe dışa bağlıyız. Her şey-den önce kendi tohumumuzu üretmiyoruz. Kendi tohumumuzu üretmediğimiz için de verimi dü-şük tohumlarla üretim yapmak zorundayız. Köylümüz de haklı olarak verimi düşük olduğu için yerli tohumları tercih etmiyor. Özellikle yurt dışında ileri tekno-loji ürünleriyle üretilmiş tohumları satın alıyor. Böylece daha çok ürün elde edebiliyor. Dolayısıyla hemen hemen her şeyde dışa bağımlı olduğumuzu söyleyebili-rim. Bir de üstüne üstlük kuraklık tehlikesi ve toprakların zehirlen-mesiyle ürünlerin verimi giderek düştüğü için kendi tohumlarımı-zın acilen üretilmesi lazım.

Aktivist: Sizce gelecekte ülke-mizde yetiştirmesi tehlikeye gi-ren ürünler var mı?

Cem Seymen: Diyarbakır karpu-zunun bile Meksika tohumuyla üretildiği bir ülkede tabii ki böyle bir tehlike var. Önemli olan za-manında önlem alınması.

Aktivist: Her şey büyük şehir insanına satılabilmek üzere planlanıyor. Hedef kitle, hep şehirdekiler. Şehirdekiler de emek, ürün ve hizmetleriyle daha büyük olanları büyüt-meye hizmet ediyor. Burada “dert-dava-amaç” edindiğimiz pek çok şey, aslında sayıca daha fazla olan “köylü” olarak tanımlayabileceğimiz kesimin hayatına hiç dokunmuyor bile. Bu sistemde, alıyoruz ama hiç vermiyoruz gibi oluyor. Suyu

tersine de döndürebilmek, alış verişi çark haline getirebilmek için şehir insanına ne gibi gö-revler düşüyor?

Cem Seymen: Şehir insanının üretimin ne kadar kıymetli, de-ğerli bir kavram olduğunu an-laması gerekiyor. Eğer anlama-dığını düşünüyorsak sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, akade-misyenler bu konuda bir farkın-dalık çalışması yapabilirler. En azından popüler televizyon dizi-lerinin içine yerleştirmeler yapa-rak farkındalığın desteklenmesi mümkün. Yeter ki karar verilsin, bunlar olabilecek şeyler. Toplu-mun her kesimi tarafından mem-nuniyetle karşılanır.

Aktivist: Aktivist, ana teması değerler olan bir dergi. Aslın-da aynı yolun yolcusuyuz:) Biz insanların hayatın asıl değer-leriyle yeniden kucaklaşabile-ceğine ve bu sayede mutlu bir dünyaya kavuşulabileceğine inanıyoruz. Siz, insanların sis-temleri alt edebileceğine ina-nıyor musunuz?

Cem Seymen: Kesinlikle inanı-yorum, benim insana inancım hiçbir zaman bitmez. İnsan eğer karar verirse, iyi örgütlenebilir-se aynı amaçlar doğrultusunda ikna kabiliyetini kullanıp büyük kitlelere ulaşma konusunda ka-rarlılığını kaybetmezse bence başaramayacağı hiçbir şey yok. Çünkü yaratıcılık insanın doğa-sında var zaten :)

“Şehir insanının üretimin ne

kadar kıymetli, değerli bir

kavram olduğunu anlaması

gerekiyor.”

33

Page 35: Aktivist 5. Sayı

Tanzanya asıllı yazar Azim jamal Türki Cumhuriyetlere gittiği bir seyahatinde İstanbul aktarmalı olarak yapacağı yol-culukta uçağını kaçırır. Bu durumda İs-tanbul’da bir gün geçirmekten başka bir çaresi kalmaz. Havaalanı kitapçısını dola-şırken kendi kitabının Türkçesini görür.

Amerika’daki ana yayıncısını arar ve Tür-kiye’den kitaplarının yayın hakları için P yayınları ile anlaşıldığını öğrenir. Böylece Türkiye’deki yayıncısını ziyaret etmeye karar verir ve İstanbul seyahatini 1-2 gün uzatır.

Bu sırada Timur Tiryaki, “The Key Başarı Akademisi” adında, anahtar logolu bir eğitim şirketi kurar. Secret’taki hocaları yakinen incelemiş ve 3 tanesinden de eğitimler almıştır. Nasıl ileri gitmeliyim diye düşüncelere daldığı bir anda, için-den Amazon.com’a girip önceden sipariş vermek isteyip unuttuğu John Assaraf ’ın The Answer kitabını sipariş etmeye çalışır. Sipariş bir türlü tamamlanmaz. Aksilikle-rin ardından ekranı kapatmak üzereyken yanda geçen tavsiye edilen yeni kitaplar listesinde yine Secret hocalarından Joe Vitale’nin The Key kitabını görür. Kitabı sipariş eder.

Kitap 6 hafta sonra gelir. Kitabın içine baktığında, önsözünün Timur’un hocası Bob Proctor tarafından yazıldığını görür. Bu tesadüf karşısında Timur şaşırır ve çok sevinir.

Timur, bu kitap Türkiye’de çıkmış mıdır diye arar. Henüz çıkmamıştır. joe Vita-le’nin kitaplarını kimin çıkarttığına bakar. Kitap P yayınlarından çıkmıştır. Yayınevini arar, kendini tanıtır, Bob Proctor’un Türkiye Temsilcisi olduğunu söyler ve The Key kitabını Türkiye’ye getirmeye destek olmak istediğini belirtir. Karşı tarafı ikna etmesi gerektiğini düşünürken karşı taraftan gelen cevap, “Harika olur, kitabı biz çevirttik Türkçe ’ye, düzenlemesi kaldı, kaç haftadır bekliyoruz, bir türlü tamamlayamıyoruz, bir sebebi varmış demek… Kitabı size gönderiyoruz” olur. The Key kitabı Timur Tiryaki’nin önsözü ile yayınlanır ve okurlara ulaşır. Böylece

P Yayınevi ile Timur’un teması başlar. P Yayınevinden daha sonra ilk 2 kitabı olan Buda mı Olsam Ceo mu Olsam? Ve Sen Hayatıma Dokununca’yı çıkarır.

Azim jamal İstanbul seyahatinde hiçbir otel rezervasyonu yokken, havaalanın-dan aldığı bilgiler ışığında bir tur rehberi tutar. Tur rehberi kendisine Taksim ci-varında kalmayı önerir. Birlikte Taksim’e geçerler ve jamal bir otele yerleşir. P Yayınlarını arar ve der ki “Ben Türkiye’de-yim sizinle tanışmak istiyorum.” Onlar da Azim’i ofislerine davet ederler, adres tarif ederken şaşırırlar çünkü Azim’in tesadüfen geldiği otel hemen yanı başın-dadır yayınevinin…

Azim, yayınevi ile sohbetinden Türki-ye’de bu konular ile ilgili kimlerle işbirliği kurulabilir, kimlerle çalışılabilir diye sorar. Yayınevi çok net bir şekilde tek bir isim verir :) Timur Tiryaki. Timur’u ararlar.

Ofiste ekibi ile çalışmakta olan Timur’un telefonu çalar. Arayan yayınevidir. “Sizin-le uluslararası konuşmacı, yazar, danışman Azim Jamal’i tanıştırmak isteriz. Hatta ofisinize ziyarete gelmek isteriz.” Çok sevinirim der. Hangi ay gelecek takvime bakayım demesinin ardından gelen ce-vap, “Hemen bugün gelmek istiyoruz” olur :)

Azim jamal ve Timur Tiryaki ofiste ta-nışırlar ve birlikte Türkiye’de şirketlere ulaşacak bir plan yaparlar. Bu planın ya-pıldığı haftada gelen bir teklif üzerine iş insanlarının çok olduğu Rotary yararına düzenlenen bir yardım konuşmasında birlikte ücretsiz konuşmaya karar verir-ler.

Konuşmayı dinleyenlerin arasında iş ada-mı Index Grup’un kurucusu Erol Bilecik vardır. Timur daha sonra Erol Bilecik’i ziyaret eder. Neler yapabileceklerinden bahseder. Ziyaret sırasında gelen yorum Timur’u çok şaşırtır. Erol Bilecik “Ben Azim ile değil, senin ile doğrudan çalışmak istiyorum” der. Timur, Azim’den müsaade ister ve Timur hayatındaki ilk CEO koç-luğuna Erol Bilecik ile başlar. Azim jamal

6 ayın sonunda bu resmin içerisinden çıkar. Timur ise Index Grup’un bir danış-manı olur ve 2.5 yıl grubun dönüşmesin-de katkı sağlar. Index Grup ile kurulan bu ilişki manevi bir bağa dönüşür ve Timur Index Grup’un İnsan Kaynakları Direktörü olarak gruba katılır.

Bu olay %100 doğrudur, yakın çevrem-deki herkes bilir. Bu kadar net yakala-yabildiğim az sayıdaki hayat ağlarından biridir. Bu olaylar dizisi, yani Azim jamal ile tanışıklığım ile gelişen yaşam ağları hayatımın 5 yılını etkileyen, Index Grup’a ve orada çalışanların yaşamına dokunduğum bir dönemin kapısını aç-mış oldu.

Bazı insanlar bir an için gelirler hayatı-nıza, bazı insanlar bir dönem için, bazı insanlar ise elbette ömür boyu olmak için gelirler. Hayatın ağlarını gözlemle-diğinizde bazen insanların rolleri dolar, kötü oldukları için değil sadece aracı bir kişi olmak için gelirler ve giderler. Asla yapmam dediğiniz şeyler ya da öngöre-mediğiniz gelişmeler olabilir hayatınızda. Sandığımız kadar da elimizde değildir aslında ipler, arka planda ya da bir üst seviyede çalışmakta olan bir yönetici ilke vardır adeta.

Nehir bir yöne doğru akmaktadır aslın-da, nehrinizin sınırlarını fark ettiğinizde bu alan içerisinde yön verebilirsiniz hayatınıza ama bazen elinizde olmadan nehir yavaşlar, bazen hızlanır, bazen dikleşir, bazen sabitleşir. Nehrin tersine kürek çekmek zaman kaybıdır. Söylen-mek ise sürüklenmek ve anlık kayalara toslayarak canınızın daha çok yanması-na sebep olmaktadır. Yapmamız gere-ken kendimizi gün be gün yönetmeyi ve bu oyunu okumayı öğrenmek. Gözlem-ci olarak yaşamayı öğrendiğinizde her an mucizelere şahit olursunuz ve farklı bir bilinç seviyesine geçersiniz…

Yaşamınızda anlam veremediğiniz bazı şeyler belki de yeni kapıları açmak için sadece anahtar…

Ne dersiniz?

35

Page 36: Aktivist 5. Sayı

etik mideğil mi

Kürk giymek ya da giymemek Hayvanların kürkleri için öldürülmesine yol açtığı için kürk giymeye karşıyım. Eşimin annesi, bunu bildiği halde gençli-ğinde giydiği, epey pahalı kürkü bana hediye etti. Onu kır-mamak için kabul ettim. Ama giyip giymemek konusunda tereddütlüyüm. Ne dersiniz? (S.U.)

Kürk konusunda sizinle aynı f ikirdeyim. Hay-vanların kürkleri için öldürülmeleri zalimce bir şey. Daha da ileri gideyim, hayvanların kötü, zalimce şartlarda yaşatılmalarına neden olan diğer pek çok şey de etik değil. (Yunus park-ları, makyaj malzemelerinin hayvanlarda test

edilmesi vs.) Etik felsefecisi Peter Singer’ın Türkiye’de Ayrıntı Yayınları tarafından basılan ünlü eseri Hayvan Özgürleşmesi, bu konuda iyi bir kaynak. Singer’ın belirttiği gibi, hayvanların da tıpkı insanlar gibi hakları var. Olmalı. Bizimle aynı türden değiller diye onlara gaddarca davranma hakkımız yok. Gelelim sizin sorunuza… Buraya kadar söylediklerimle çeliş-kili görünecek ama ben eşinizin annesinin hediye ettiği kürkü giymekte etik açıdan bir sorun görmüyorum. Basit bir neden-le: Kayınvalidenizin (Şuna “eşimin annesi” yerine kayınvalide diyelim mi?) kürkünü giymeniz, yeni hayvanların öldürülmesi-ne neden olmayacak. Uzun yıllar önce öldürülmüş bir hayva-nın kürkü o. Fakat bir de madalyonun öbür yüzü var: Kürk giymek başka-larına kürk reklamı olmayacak mı? Korkarım evet. Ama yine de bu olgu, kürk üreticilerinin “stoklarını yenilemesine” neden olmak kadar büyük bir sakınca değil. Hem kaynananızın gönlünü hoş tutarak, eşinizin başının etini yemesini engellemek de bir başka etik sorumluluk :)

Mezar etiği! Bilmem biliyor musunuz, İstanbul’da kan bağı bulunanlar dışın-dakilere mezar yeri devretmek yasak. Geçmiş belediyeler döne-minde bu uygulama serbestmiş ama son yönetim yasaklamış... Size bu konudan bahsetmemin sebebi, etik bir ikilemle yüz yüze gelmem. Rahmetli dedem ve anneannem sağlıklarında Zincirlikuyu Me-zarlığı’ndan yan yana iki mezar yeri almışlar. Fakat yaşlılıklarında ayrıldılar. Resmen boşanmadılar ama hayatlarının son yıllarını ayrı evlerde geçirdiler. Daha erken ölen dedem, Zincirlikuyu’ya gö-müldü. Anneannem ise dedemin yanına gömülmeye karşı çıktığı için Ümraniye’deki bir mezarlıkta yatıyor. Bir komşumuz, ağır hasta olan babasını dedemin yanına, Zincirli-kuyu’daki mezar yerine gömmek istediklerini söyledi. Bunun için bize ücret de önerdi… Bize kalsa teklifi kabul edeceğiz ama Be-lediye’nin koyduğu yasak elimizi kolumuzu bağlıyor. Mezar yerini almak isteyen komşumuz, nasıl olsa anlaşılmayacağı gerekçesiyle belediyeye aramızda kan bağı bulunduğunu beyan etmeyi öneri-yor. Ama bu da yetkilileri kandırmak olacak. Ne yapmalı? (E.E.)

Sorunuzu okurken ilk düşüncem, mezarı ticarete konu etmenin etiğe aykırı olduğuydu. Ama biraz düşününce, ilk tepkimin yanlış olduğuna kanaat ge-tirdim. Evet, mezar satmakta adetlere, geleneklere aykırı bir yan olabilir, ama etik, en azından Kant’ın

tanımladığı biçimiyle, adet ve töreye değil akla dayanır. Akla vurunca, boş duran mezar yerini devretmenizde yanlış bir şey görmüyorum. Hem bir açıdan, kentin göbeğindeki mezar yerinin boş durmasının gereksiz bir israf olduğu bile söylenebilir. Belediyenin koyduğu yasağı delme konusuna gelince... Yasakları del-meye itiraz edecek değilim. Toplumsal gelişmeyi engelleyen, akla, mantığa aykırı yasaklar delinebilir pekâlâ, neden delinmesin? Ahlak-sızlık, saçma bir yasağı çiğnemekte değil, o yasağı koymakta…Buna bir de örnek vereyim: İnternette yasaklı siteleri açmak için Vu-

Aklınıza takılan soruları Barış Soydan'a sorun;

Etik mi Değil mi cevaplasın.

Barış Soydan

[email protected]

etik

Şubat - Mart / 201436

Page 37: Aktivist 5. Sayı

tunnel.com gibi “proxy” sitelerini kullanmak etiğe aykırı mı? Hayır, bence değil. İnternet yasakları (istisnalar dışında) saçma olduğuna göre, onları çiğnemekte etiğe aykırı bir yan bulunmuyor.Ama mezar yerini satmak için komşunuzla aranızda kan bağı bu-lunduğunu söylemek, yani yalan söylemek farklı. Evet, hepimizin hayatta yalan söylemek zorunda olduğu anlar oluyor. Ama etikle ilgili önerilerde bulunan bir yazarın “Gönül rahatlığıyla yalan söyle-yebilirsiniz” demesini beklemeyin. Yalan söylemek yerine, sizi yalan söylemek zorunda bırakmayacak bir yol bulmayı deneyin.

Hırslı bir boyacı Evimizi boyaması için anlaştığımız boya badana ustası, eskiyip dökülen parkelerin tamiratını da kendisinin yapabileceğini söyle-di. Verdiği fiyat, bu işleri tek tek yaptırmamız durumunda ortaya çıkacak rakamın epey altındaydı. O nedenle boyayla birlikte par-ke işi için de anlaştık. Boya badanayı profesyonelce tamamladı ama parke işini eline yüzüne bulaştırdı. Eski parkeleri cilalayayım derken her yeri çizdi, süpürgelikleri değiştireyim derken parke-lerin arasındaki aralıkların iyice genişlemesine yol açtı! Bu işten anlamadığını, sırf fazladan üç-beş kuruş kazanmak için bize o işin de ustası olduğunu söylediğini geç de olsa anladık. Çok kızan eşim, başta anlaştığımız ücret yerine sadece boya badana para-sını vermemizi istiyor. Ama bu da başlangıçta verdiğimiz sözden caymak olacak. Ne yapmalı? (Ü.T.)

Verilmiş sözü çiğnemek tabii ki etik değil ama anlattığınız olay bundan farklı. Ustayla koşullu bir anlaşma yapmışsınız: “Duvarları boyaman ve parkeleri onarman karşılığında şu kadar para alacaksın.” Anlaşmayı çiğneyen biri varsa bizzat o. Parkeleri

tamir etmek yerine, dediğinize göre mahvetmiş.Bu da size verdiğiniz sözü çiğneme hakkı veriyor. Korkarım eşiniz haklı.

Kürk giyerek hem kayinvalidenizin hem de eşinizin gönlünü yapın.

Etik mi? Değil mi?

Başkalarının canını tehlikeye atmak mı, işten atmak mı? Yöneticiliğini yaptığım şirketin şoförlerinden biri uzun zamandır yorgunluktan şikâyetçiydi. Bizim zorlamamızla gittiği hastanede “uyku apnesi” teşhisi konmuş. Konmuş diyorum çünkü bunu bizden saklamış. Bir rastlantı eseri öğrenip internette uyku ap-nesini araştırınca, neden gizlediğini anladım. Çünkü uyku apne-si, trafik kazalarının başlıca nedenleri arasında sayılıyor. Uyku apneli bir şoföre araba teslim etmek, onun aracına binenlerin canını tehlikeye atmak demek. Küçük bir şirketiz ve çok sayıda şoför istihdam etme lüksümüz yok. Sizce ne yapmalıyız? (T.)

Önce onu direksiyon başından almalısınız. Ardın-dan tedavi olmasını sağlamalısınız. Ve iyileşene kadar bir başka birimde istihdam etmelisiniz. Ha-yatta her şey para değil. Şirketler için de.Hem onu işten çıkardığınızda direksiyona geçme-sini engellemiş olmayacaksınız ki… İşsiz kaldığın-

da yine şoför olarak iş arayacak. Ve başka bir aracın direksiyo-nuna geçecek. Belki iş arkadaşlarınızı kurtarmış olacaksınız ama başkalarının canını tehlikeye atılacak. Sadece ailemize, çalışma arkadaşlarımıza, patrona değil bu topluma karşı da sorumluluk-larımız olduğunu hatırlama zamanı...

Etik, nihai sonun gerçek değerini arayan bir takım prensipleri arar; böylece gerçek değerin “iyi” olup olmadığı belirlenmelidir. Peki “iyi” nasıl tanımlan-malıdır? Ahlaken iyi olanı bulmak etik bilgisi ile olur. Sınırlı bir iyiyi nihai son olan iyi ile kıyaslamak yoluyla, doğruları buluruz. Bunu yaparken kullandığımız kriter-ler davranışlarımızın neticesinde elde ettiğimiz doyumun kalitesi, süresi ve başkalarının veya toplumun amaçları ve normlarıyla ters düşüp düşmediğini izlemekten oluşur.

R.A.P. Rogers / Short History of EthicsKaynak Metin İçin Tıklayınız

37

Page 38: Aktivist 5. Sayı

Şubat - Mart / 201438

Page 39: Aktivist 5. Sayı

cesaret39

Page 40: Aktivist 5. Sayı

röportaj

1925 yılının Mart ayının son günleri. Fethi Okyar, Büyükelçi olarak Paris’e gidiyor. Atatürk de onu uğurlamak için Ankara İstasyonu’na gidiyor. O esnada, eski o zamanların müftülerinden bir adam var. Öyle değerli bir din adamı ki, 27 Arallık 1919’da Mustafa Kemal Ankara’ya geldi-ğinde, TBMM önünde okunan muvaffaki-yet duasını, bu değerli din adamı yapıyor. İşte o din adamı, liseli oğlu Cemal’e o zamanın fotoğraf makinelerinden birini hediye ediyor. Cemal zamanla fotoğraf hevesinin peşinde koşmaya başlıyor. O gün, Paşa’nın istasyona geleceğini duyun-ca makinesini kapıp, telaşla istasyona ko-şuyor. O zamanın makineleri, üç ayaklı, kutulu, kocaman aletler. Alıyor teçhizatı-nı, kuruyor istasyonun kapısına. Bekliyor. Cemal henüz 19-20 yaşında.

Derken Mustafa Kemal görünüyor.

“Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?”

Cesaret, arzu, emel, heves, öz-güven, azim.

Cemal Işıksel o gün kendi fotoğrafçılık tarihinde ilk Mustafa Kemal Atatürk fo-toğrafını çekiyor. Ve yolculuğu başlıyor. Aslında hukuk fakültesini kazanıyor, oku-yor, bitiriyor da… Ama aklı fikri hep fo-toğrafçılıkta.

Tam 8 yıl sonra, çiftlikte Cemal Işıksel yine Atatürk’ün fotoğraflarını çekiyordur. Paşa seslenir, “İlk seferinde bu kadar ko-lay çekemiyordun değil mi çocuk?”

Bir tesadüf eseri karşılaştık Cemal Işık-sel’in oğlu Deniz Işıksel ile. Eşi, kızı ve torunuyla birlikte karşıladı bizi. Ama ba-basını öyle bir merak ve heyecanla din-lemiş ki, hatıraları capcanlı. Sanki kendi yaşamışçasına, tüm ayrıntılarına vakıf an-latıyor her bir fotoğrafı.

Arada bir sinirleniyor. Kolay değil. Onun ve elbette milyonlarca insan için gururla, sevgiyle anılan Mustafa Kemal hakkında söylenen sözler hatta hakaretamiz isnat-lar, onu da incitiyor. “Altın yere düşmek-le değerinden bir şey kaybetmez” diyor, esefle…

Anlattıklarında bizim hayal ettiğimiz Mus-tafa Kemal var, şefkatli, zeki, dikkatli, ne-şeli ve saygılı.

Zevkle anlatıyor Deniz Işıksel babasının maceralarını. Ankara’nın meşhur Tah-takale yangınına fotomuhabir göreviy-le gönderiliyor Cemal Işıksel. Alelacele hazırlanıyor ve varıyor yangın yerine. Muhafız alayı da orada. Derken, sesler yükseliyor; “Atatürk geliyor”. Eli ayağı birbirine dolanıyor, tek gayesi Atatürk’ü

olay yerinde fotoğraflamak. Atatürk’ün sesini duyuyor, “Çocuk, başı bozukluğun paçalarından akıyor”. Utancından yerin dibine geçiyor Cemal Işıksel, eve dönünce bakınıyor kendine iyice, “Nere-de ne kusurum var?” diye. O anı şöyle an-latıyor Deniz Işıksel “O zamanın askerleri potur adı verilen bir çeşit çoraba benzer bir aksesuar kullanıyorlar. Şimdinin çiz-meleri gibi, pantolonun üzerinden çapraz bağlanıyor ve uzanıyor dizlere doğru. Ba-bamın poturunun ipleri çözülmüş. Ata-türk, gecenin karanlığında, o telaş içinde, böyle bir kusuru bile fark edebiliyor. Dik-katine hayran kalmış babam”.

Belki de o günden sonra, Deniz Işıksel babasını hiçbir zaman tıraşı uzamış, ba-kımsız görmemiş. Her zaman takım elbi-sesini giyer, kravatını takardı diyor.

Görev Bilinci, Meslek Aşkı

1930’da, Türk Tarih Kongresi toplanıyor. Ankara’daki toplantıya pek çok yabancı misafir, devlet adamı katılıyor. Cemal Işık-sel de orada, vazifesi başında. Tek arzu-su, güzel bir fotoğraf yakalayabilmek. O zamanların Nikon’u elinde. Atatürk gö-rüyor onu. Mimikleriyle “Ne oldu?” gibi bir şey söylüyor. Cemal Işıksel de fotoğ-raf makinesini gösteriyor. Bunun üzerine Atatürk “Beyler, bu memlekette bütün

“Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?Peki çocuk. Elini çabuk tut.”

Şubat - Mart / 201440

Page 41: Aktivist 5. Sayı

istibdatları yıktım, bir tek Cemal’in istib-dadından kurtulamadım” diyor ve dönü-yor, “Söyle bakalım çocuk, nasıl duralım?”

Cemal Işıksel ve Atatürk zaman içinde birbirlerine alışıyorlar. Atatürk bazen, bazı durumların fotoğraflanmasını iste-mediğinde bir göz işareti yapıyor. Cemal Işıksel durumu anlıyor ve o anlar asla fo-toğraflanmıyor.

Bildiğimiz Pek Çok Fotoğraf Cemal Işıksel’in Objektifinden

Bugün bildiğimiz, sosyal medya hesapla-rında paylaştığımız, profil resmi yaptığı-mız ya da çocuklarımızın ev ödevleri için bir yerlerden bulup kestiğimiz pek çok fotoğrafı aslında Cemal Işıksel çekmiş. Dünya tarihinin belki de en çekinilen, en saygı duyulan, en sevilen liderini takip etmiş yıllarca. Üstelik, çekimlerin nere-deyse hiçbiri önceden ayarlanmış pozlar değil, o an yakalanmış kareler. Paşanın re-simlerini flaşla çekme yasak. O zamanın flaşları “pof ” diye patlıyor ve habersizce çekilen resimlerde Mustafa Kemal, bunun yarattığı irkilmeden hoşlanmıyor.

Atatürk’le mesai türlü anıları da berabe-rinde getiriyor.

Cemal Işıksel, oğlu Deniz’e anlatıyor anı-larını yıllar boyu. Deniz Işıksel de şimdi kendi torunlarına, bizlere.

Okuma Biliyor musun Çocuk?

Atatürk çiftlikte pek çok zaman geçiyor. Onlardan birinde, Cemal Işıksel çektiği birkaç fotoğrafı gösteriyor Paşaya, Afet Hanım ile birlikte fotoğrafları inceliyorlar.

O günlerden birinde, 25 Mayıs 1933’te Atatürk çiftlikte çobanlık yapan bir genç-le karşılaşıyor. “Sen okuma biliyor musun çocuk?” diye soruyor. Çocuk, “Biliyorum Paşam” diyor. Bir kitap getirilmesini isti-yor Atatürk, çocuğa kitap okutturuyor. Gerçekten okuma bilen bu çocuk, Ata-türk’ü o kadar neşelendiriyor ki, yüzün-deki sevinçli ifadeyi yakalıyor, bizlere ka-dar ulaştırıyor Cemal Işıksel.

Yıl 1936

Davet üzerine İstanbul’a gelen İngiltere Kralı Edward, Atatürk’ün tahsis ettiği bir motorla Dolmabahçe Sarayı’na yanaş-mıştır. O an oluşan bir dalga, motorun

sallanmasına; Edward’ın da sendele-mesine yol açmıştır. Bu esnada den-gesini bulmak isteyen Edward, hafifçe yerden destek alarak kalkabilmiştir. Kendini bizzat karşılamaya gelen Ata-türk, elini uzattığında Edward, az önce yere değen elini temizlemek istemiştir. Ancak Mustafa Kemal, ona rahat ol-masını söyleyerek “Utanmayın Ekse-lans, vatanımın toprağı, benim elimi kirletmez” der ve motordan inmesine yardım eder.

Sergiler Dolup Taşıyor

60’lı yıllardan bu yana pek çok sergi aç-tıklarını anlatıyor Deniz Işıksel. Babam baştan pek yanaşmamıştı diyor. Ama sonra ikna edebilmişler. O zamandan bu zamana binlerce kişi ziyaret etmiş sergileri. Hala da istek olduğunda ser-giler aracılığıyla zevkle paylaşıyorlar ellerindeki fotoğrafları Atatürk’ü se-venlerle.

Bir Anlık Cesaret ile Bir Tarihe Tanıklık Edebilmek

Cemal Işıksel, tüm cesaretini toplayıp Atatürk’e “Bir fotoğrafınızı çekebi-lir miyim” diye sorduğu gün, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin en yakın şahitlerinden biri olacağını tahmin etmiş miydi, bilinmez. Belki de cesare-tin en heyecan verici tarafı bu. Kalkış-tığımız işin sonuçlarını ne kadarını he-sap edebiliriz ki? Ya da sonrasını hesap edebilecek olsak, ne kadarına cesaret edebilirdik ki?

41

Page 42: Aktivist 5. Sayı

röportaj

Ne yalan söyleyeyim, bizim gibi tek davası “değerler ve insan” olan bir yayın için, Nasuh Mahruki ile söyleşmek, denizlere, deryalara dalmak gibiydi. Dağ kavramını bir metafor olarak görecek olursak, Nasuh Mahruki aslında hayatta kalmanın ve Kendi Everestinize Tırmanmak’ın sırlarını verdi bize.

risk… özgüven… cesaret… deneyim… korku… kararlılık…

pes etmek…

Şubat - Mart / 201442

Page 43: Aktivist 5. Sayı

Aktivist: Gezi parkı olaylarında siz de yaralandınız, bacağınız ve om-zunuz kırıldı burada uğradığınız zararlar spor hayatınızda sorunla-ra yol açtı mı?

Nasuh Mahruki: Tabii ki bunlar beni bir hayli uğraştırdı. Olayın üzerinden nere-deyse dokuz, on ay geçti ve bu süre için-de bu durum elbette ki beni çok kısıtladı. Çünkü bacağımda ve kolumda bir sürü ti-tanyumlar var ve dolayısıyla o tür bir spor yapma şansım yok. Neyse ki bu tür trav-malarda vücut toparlıyor bir süre sonra kendini, yani kalıcı bir hasar olmayacak ama ancak 1-2 yılda normale dönecek. Aktivist: Siz bugüne dek gönüllü olarak yaptığınız işlerle pek çok in-sanın hayatını kurtardınız ve buna vesile olup birçok insan yetiştirdi-niz, bir yol açtınız, yani çok önemli bir iş başardınız. Fakat son zaman-larda, bu olaylardan sonra, bazı şeyler yazılmaya başlandı. Bunlar bize gösterdi ki bu ülkede hiçbir başarı cezasız kalmıyor. Ama tabii şu da var ki size sahip çıkan ve se-ven çok büyük bir kitle de var. Yani hem çok seviliyorsunuz hem de hiç sevilmiyorsunuz. Peki, siz bununla nasıl baş ediyorsunuz?

Nasuh Mahruki: Ben bu tür şeyle-ri doğal kabul ediyorum, yani bunlar da sonuçta hayatın bir parçası. Başka türlü zaten başa çıkamaz insan. Ben doğru ol-duğuna inandığım şeyi yapıyorum. Haya-tım boyunca da öyle yaptım. İnsanların ne düşündüğü beni çok da fazla ilgilendirmez aslında, eğer ben onun doğru olduğunu düşünüyorsam kim ne derse desin yapa-rım.

“Herkesin “ sanki dünyayı ben mi kurtaracağım” diye düşündüğü bir çağda bir şeyleri değiştirmek ve hayatları kurtarmak için yola çıkarken inancımızı yine hayatın kendisinden aldık biz. Hayatın kendisinde mevcut dinamiklerinden. Zira hayat, değişim, dönüşüm, gelişim ve rekabet üzerine kurulmuştur.”

Aktivist: Biraz AKUT’a dönersek, AKUT şu an atıl bir kurum mu? Bunu bilhassa sormak istiyorum. Çünkü dediğim gibi yazılan çizilen şeyler var. Ve biz sizin ağzınızdan bu kurumun bir özgeçmişini ve şu anki halini duymak istiyoruz.

Nasuh Mahruki: Size en basit olarak şunu söyleyeyim; AKUT’un şu an hali hazırda her hafta 4-5 operasyonu var. Geçmişine bakacak olursak; ilk defa 1996’da dernek olarak kurmuştuk biz AKUT’u. Şu anda derneğin yanında vakıf, spor kulübü, iktisadi işletme, enstitü, çocuk akademisi, üniversite toplulukları, liselerde atlet yetiştirme etkinlikleri ve de yayın evi olarak fa-aliyetlerine son hızla devam ediyor. İl-köğretim okullarında bile kulüpleri var. Atıl olmak bir tarafa birkaç bin kişilik bir aileye dönüştü AKUT. Bunun en kalabalık kısmı dernek. Ama diğerle-rinde de çok sayıda insan var, bilhassa üniversite topluluklarında, yüzbinler-ce, milyonlarca insana ulaşıyoruz. Bu-güne dek katıldığımız operasyonların sayısı 1530’un üzerinde. Bu süreçte kurtarılmasına vesile olduğumuz insan sayısı da 1850’ün üzerinde. Sadece ge-çen sene mesela, 247 operasyona çık-tık, 293 insanın hayatının kurtarılma-sında aktif olarak görev yaptık. Bu, işin sadece arama kurtarma kısmı. Bunun dışında çok çeşitli sosyal sorumluluk projeleri ve toplumu bilinçlendirme çalışmaları yapıyoruz. Gezici afet eği-timleriyle Türkiye’yi defalarca dolaştık. İlköğretimden liseye ve üniversiteye kadar birçok kurumda afet bilinçlen-dirme seminerleri verdik hala da ve-riyoruz. 2013 yılında 109.000 insana seminerler verdik, 2012 yılında bu sayı 112,500 idi. Mesela bugünlerde Sarı-yer Belediye’siyle bir çalışma yapıyo-ruz; Sarıyer bölgesindeki bütün ilköğ-retim okullarının dâhil olduğu bir proje bu. Böyle yerel yönetimlerin yanı sıra özel sektörle de işbirliği içindeyiz. Şu anda Türkiye’nin değişik bölgelerinde 33 tane ekibimiz var, bunların hepsi de 7/24 operasyona hazır vaziyetteler. Türkiye’de arazilerde meydana gelen olaylarda bizden başka ekip yok zaten. Şehir içinde bir bina yıkılması gibi olay-larda gidebilecek çok insan var ama doğa koşullarında mevcut kapasite çok kısıtlı. Yani sonuç olarak AKUT her za-mankinden çok daha hızlı bir ivme içe-risinde yoluna devam ediyor.

“Şu anda Türkiye’nin değişik bölgelerinde 33 tane ekibimiz var, bunların hepsi de 7/24 operasyona hazır vaziyetteler.”

Aktivist: Nasıl bir cesaretle AKUT’u kurdunuz? Türkiye’nin belki de en hazırlıksız olduğu, en zor anında sahaya inecek güveni ve cesareti kendinizde nasıl buldu-nuz?

Nasuh Mahruki: Biz AKUT’u 1994 yılında bir dağ kazası sonrasında kur-maya karar verdik. İki genç arkadaşımız hayatını kaybetmişti o kazada. O zaman Türkiye’de bu konudaki eksikliği görmüş olduk. 1995 yılını bu konuyu araştırarak geçirdik. Türkiye’nin doğal afet risklerini de öğrendik. Biz sadece dağ ve doğa diye başlamıştık ama araştırdıkça bu an-lamda Türkiye’nin çok sahipsiz olduğunu gördük. Mesela, birkaç yılda bir belli böl-gelerde çok ciddi yıkımlara neden olan seller oluşuyormuş, on yılda bir kitlesel afete dönüşen depremler yaşanıyormuş. Bunları gördüğümüzde kuracağımız bu sivil toplum kuruluşunu sadece doğayla sınırlı tutmayalım ve can kaybı olabilecek her türlü kaza ve afette var olalım dedik. Ve 14 Mart 1996 yılında AKUT Arama Ve Kurtarma Derneği’ni bu çerçevede kurduk. Her türlü doğal afet ve kazada can kaybını en aza indirmek ve bu konu-larda toplumu bilinçlendirmek olarak iki temel noktayı baz alıp başladık. Öncele-ri Ölüdeniz ‘de yamaç paraşütü kazaları gibi, Doğu Karadeniz’de sel felaketleri gibi münferit sayılabilecek vakalara git-tik. 1998 yılında Adana Ceyhan depre-mi oldu. O olay zaten AKUT’u Türkiye gündeminde ciddi bir yere taşıdı. O za-manlar sadece İstanbul’da bir takımımız vardı ve her yere biz gidiyorduk. Bizi hep helikopter ile alıp götürürlerdi. Sonra ya-vaş yavaş büyütmeye başladık AKUT’u. 1999’un başında benim 2010 yılında Eve-rest’e de beraber tırmandığım partnerim Yılmaz Sevgül Antalya’ya yerleşince bu-rada da bir ekip kurduk. İyi ki de kur-muşuz. Böylece 17 Ağustos depremine iki takım birden müdahale ettik. Tabii bu dönemden sonra büyümemiz gerektiğini anladık. Hem kamuoyundan da çok bü-yük bir destek, güven ve bağış gelmeye başlamıştı. Böylece her yıl yeni ekipler

43

Page 44: Aktivist 5. Sayı

kurarak büyüdük, 10.yılımız olan 2006 ya geldiğimizde 10 tane ekibimiz oldu. Son-ra daha da fazla ekip kurduk, şu anda 33 tane ekibimiz var. Ekip arttıkça ihbar da artıyor tabii ki. Böylece her yere yetişip daha çok operasyon yapabiliyor ve daha çok hayat kurtarabiliyoruz.

“Ne mutlu bizlere ki, inanç, inat ve sabırla işin başında durarak ve işimizi hep geliştirecek şekilde çalışarak bugünlere ulaştık.”

Aktivist: AKUT devlet desteği al-mıyor. Ne ile finanse ediyorsunuz kurumu?

Nasuh Mahruki: Sürekli eğitim ve tat-bikatlarla sahip olduğumuz bu bilgi biriki-mini dış kurumlarla da paylaşıyor ve acil durum yönetimi, arama kurtarma, güven-li yaşamla alakalı konularda sürekli olarak bir takım projeler üretiyoruz. Enstitü bu amaçla kuruldu zaten, şu anda dış kurum-lara verilen tüm bu eğitimler enstitü üze-rinden veriliyor. Bu konuda Türkiye’nin en büyük ve en güçlü firmasına biz sahi-biz. Rusya’da, Pakistan’da, Hindistan’da, Romanya’da, Bangladeş’te, Kamboçya’da ve daha bir sürü yerde acil durum yöneti-miyle ilgili denetlemeler yapıyoruz. Tür-kiye’de de birçok büyük firma güvenlik konularında bizden danışmanlık alıyor. Mesela Türkiye’deki çimento sektörü-nün tamamının acil durum sistemini biz kurduk. Şişecam bir dünya devidir, onun da güvenlik sistemini biz kurduk. Böylece

buralardan gelir elde edip AKUT için yatı-rımlar yapıyoruz. Çünkü AKUT hükümet tarafından desteklenen bir STK değil, hiç-bir destekleri de olmadı bugüne kadar.

Yola çıkarken doğru bir iş yaptığımı-zı biliyorduk, ben her zaman AKUT’un bir gün Türkiye’nin en prestijli kurumu olacağını her toplantıda söylerdim, çün-kü yaptığımız işin ne olduğunun farkın-dayım, hayat kurtarıyoruz biz ve bunu herkesten iyi yapıyoruz. Üstelik yeri geliyor kendi hayatlarımızı riske atarak yapıyoruz bu işi dolayısıyla toplumda karşılığı olan çok insani bir mesele bu. Ne mutlu bizlere ki, inanç, inat ve sabırla işin başında durarak ve işimizi hep gelişti-recek şekilde çalışarak bugünlere ulaştık.

Aktivist: Şimdilerde sanırım AFAD var, devletin kurduğu bir kurum olarak… Aynı alandasınız…

Nasuh Mahruki: Bizden sonra Türki-ye’nin AKUT’un konusuna giren tüm ko-nulara bakış açısı tamamen değişti. Hepsi yeniden yapılandırıldı. Evet, AFAD doğru bir mantık ama AFAD’a gelene kadar bir sürü yanlışlık yaptılar. Nedense AKUT’u bir türlü kabul edemediler ve istemediler. Çünkü AKUT’un başarıları onların başa-rısızlığı gibi geldi onlara. Elbette toplantı-lara davet ediliyoruz ve tabii ki danışman olarak fikrimizi alıyorlar ama bu ne yazık ki çok sınırlı bir etkileşim, olması gerektiği yerde değil. AKUT’un bir rakip olarak gö-rülmemesi gerek. Biz bir sivil toplum ku-ruluşuyuz. Zaten gönüllüyüz bu işlerde. Bir iyi şey şu oldu Türkiye’de AKUT sa-

yesinde; arama kurtarma yapılanmasının ana omurgası gönüllüler üzerine kuruldu. Bizde herkes gönüllü çalışır. Tüm AKUT içerisinde sadece 3 tane maaşlı personel var. Dolayısıyla da Türkiye’de bu yapı gö-nüllüler üzerine oluşturuldu, pek çok ye-rel yapılanma söz konusu oldu, bu çok iyi bir kazanımdır. Böylece de sosyal sorum-luluk ve aktif vatandaşlık bilinciyle hare-ket eden değerleri ortaya çıkarttı, Türki-ye’de bu hareket. Ve bu da çok iyi bir şey. Aktivist: Hayatta insanları deği-şimden en çok alıkoyan şey “ dün-yayı ben mi kurtaracağım” nasılsa birisi gider ve o işi yapar düşünce-sidir. Ama siz hep bir şeyleri de-ğiştirebileceğinize inanmışsınız. Yaptığınız pek çok şeyin özünde bu görülüyor. Siz bu inancı, bu “de-ğiştirebilirim yapabilirim” inancını nereden buldunuz?

Nasuh Mahruki: Hayatın kendisinden. Hayatın kendisi zaten bu dinamikler üze-rine kurulu. Değişim, dönüşüm, gelişim ve rekabet üzerine kurulmuş zaten ha-yat. Bu süreçte, bizde de böyle bir ka-pasite varsa, yani rekabet avantajlarına sahip olduğumuz, diğerlerinden daha iyi yapabileceğimiz bir konu varsa ve de-ğişimi de tabi ki hep toplumun yararına kullanabileceksek neden olmasın dedim. Bakın mesela Türkiye’de son 10 yılda ne kadar değişti ama ters bir tarafa değişti. Daha geriye doğru, daha ilkele ve bağna-za doğru değişti. Hâlbuki değişim normal şartlarda kendi haline bırakılsa ileriye doğ-ru gider. Bunun farkında olunca insan bir gün mutlaka her şeyin düzeleceğini ve ro-tasını bulacağını bilir, tabii işin başında olup

Şubat - Mart / 201444

Page 45: Aktivist 5. Sayı

doğru şekilde yönlendirme koşuluyla.

Aktivist: Şimdi tekrar Nasuh Mahruki’ye dönersek çok büyük macera gibi geliyor dışardan ba-kıldığında dağlarda yaşadıklarınız. Öyle bir maceranın içinde nerede durmanız gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz?

Nasuh Mahruki: Tecrübe. Tecrübe ile karar veriyorum. Hayat boyu yaşadıkları-nız bilgi, sezgi, duygu, analitik zekâ, duy-gusal zekâ, ruhsal zekâ ile değerlendirile-rek kişinin sağduyusuna eklenir ve onun birikimini tecrübesini oluşturur. Bir olay ile karşı karşıya geldiğinizde sağduyunuza güvenerek onun nereye evrileceğini bü-tün o değişkenleri, beraberce hesap edip bilirsiniz, işte bu tecrübedir. Ve tecrübe deneyerek kazanılır. İyi bir dağcı olmak için çok dağa gitmek gerekir, farklı koşul-larda farklı durumlarda. O konuyu artık öyle bir içselleştirir ki kişi artık bir nokta-daki deneyimden sonra düşünmeden ha-reket eder. Hatta bunun en ileri aşaması, vücudunuz da aklınız da ruhunuz da bu işi öyle bir içselleştirmiştir ki vücut sadece akar aktivite anında, sadece yapması ge-rekenleri yapar ve siz onları düşünmezsi-niz bile. Aslında yaptığınız her şeyin çok net farkındasınızdır ama onu düşünme-nize gerek kalmaz. Bu birikim herhangi bir risk ya da potansiyel tehlikeyi he-men algılar ve ona göre savunmasını alır. Aktivist: Risk nedir sizin için?

Nasuh Mahruki: Risk, sonucunda mey-dana gelmesini istemediğimiz zararlı bir olayın meydana gelme olasılığı ve orta-ya çıkartacağı zararın şiddetinin bileşke-sidir. Bu istenmeyen bir olasılık aslında evet ama risk dediğimiz şey hayatımızda zannettiğimizden daha fazla yer alıyor. Çünkü içinde bir araç olan bütün insan faaliyetleri ve çeşitli karmaşık süreçler belli oranda risk içeriyor. Yani her şey riskli aslında ama biz bu riskleri yönete-rek üstleniyoruz. Başlangıç aşamasında aldığımız önlemler ile eylemin toplam riskini düşürür ve onu kabul edilebilir bir seviyeye çekmiş oluruz. Ama herkes kendi yeteneklerine göre, kendi algısı ve risk iştahına göre grafik eğride belli bir noktada bu ikisini buluşturur. Ve ondan sonrasını kabul ederek bu riski üste-nir, risk gerçekleşmezse ne ala, sadece potansiyel bir tehlike, bir olasılık ola-

rak kalır ve biz yolumuza devam ederiz ama bazen gerçekleşir, tüm planlama ve hesaplamalarımıza rağmen gerçek-leşir. Çünkü neticede o bir olasılıktır ve bir yerden sonra bize bağlı değildir. İşte gerçekleştiğinde, en kötü senaryo halin-de orada da bir şekilde kişinin elinden gelenin daha fazlasını yapıp kendin ora-dan çıkartmanın yolunu bulması gerekir.

Aktivist: Bütün o maceralar içinde hiç çok korktuğunuz bir an yaşadı-nız mı? Korkuyla nasıl baş edersi-niz?

Nasuh Mahruki: Kimse korkmadığı-nı söyleyemez. Herkes acı çekmekten, bedensel bütünlüğünü kaybetmekten, ölmekten, kayba uğramaktan korkar ve bu da sağlıklı bir şeydir zaten. Tıpkı stres gibi, herkes stres yaşıyor belli ölçüler-de, önemli olan o stresi n yapacağınız işi yapmanızı engelleyecek hale gelme-mesi. Yani o korkunun sizi yapacağınız-dan alıkoymaması önemli. Bir yandan cesaretli olmak iyi bir şey ama cesaretli olmak cesur olmak korkmamak değil zaten, korkunun kontrol edilmesidir. Kişi korkularını kontrol edip, eğer yeteri kadar bilgili ve hazırlıklıysa o şartlar altın-da gene yapılması gerekeni yapabilir. Bu da gene tecrübe, yaşanmışlıklardan ge-len, kişinin kendini bilmesinden gelen bir durumdur.

Aktivist: Tecrübeden bahsediyor-sunuz, insanın aklına “Kişi hep bil-diği sularda mı yüzmeli” sorusu geliyor.

Nasuh Mahruki: Tabii ki yeni şeyler yapmalıyız, denemeliyiz, deneyim de de-neyerek kazanılıyor ama mutlaka adım adım. Ben bunun altını çizmeye çalışıyor-dum tecrübe derken. j Bilmediği sularda tabii ki yüzebilir. Ki yüzmelidir de zaten ama adım adım ve belli bir sırayla bunu yapması lazım. Yani kolaydan başlayıp zorlara doğru gitmesi ve kendi yetenek-lerini geliştirdikçe olayı büyütmesi lazım. Tabii bu da bir özgüven meselesi. Elbette bu özgüven aşırı bir özgüven değil kişinin, geçmişinde yaptıklarından başardıkların-dan kendi gücünün ve haddinin sınırları-nı bilmesinden kaynaklanan bir özgüven olmalıdır ve bu doğrultuda kişinin he-deflerini büyüterek adım adım ilerlemesi gerekir. Yeni bir şeye başlayacaksa insan, en başından başlayıp adım adım gitme-

li. Teorik alt yapı çok önemlidir. Ben bir sürü riskli sporla uğraştım ama hepsinde de teorik alt yapımı çok kuvvetli tuttum. Çünkü kişi işin düşünsel yapısını baştan iyi kavrayabilirse, teorik alt yapı ve pra-tik süreç birleşince çok daha verimli ve güvenli hareket edebiliyor. Yani işin eği-tim kısmını hiç küçümsememek lazım.

Aktivist: Hem dağcılık hem AKUT bir araya geldiğinde, ölüm ile ya da tehlikelerle ilgili sanki hiçbir kor-kunuz ve kaygınız yokmuş gibi ge-liyor insana dışardan bakıldığında. Çok mu kibirlisiniz yoksa çok mu inançlısınız?

Nasuh Mahruki: İkisi de değil; bu sade-ce akılcılık ve kişinin kendisini bilmesidir. Ben ölümden korkmam, hiçbir zaman korkmadım çünkü aldırış etmiyorum ölüme, ha ama ölmemek için her şeyi yaparım çünkü yaşamın çok kıymetli ol-duğunun farkındayım. Ama ölüm düşün-cesiyle de bir şeyi yapıp yapmamak gibi kaygım olmaz yani. Herkes ölecek bir gün. Tabii yaptığım işlerin riskli ve tehlikeli olduğunun farkındayım ve onların sonu-cunda böyle korkunç bir senaryonun da olabileceğinin farkındayım. Bizim yaptığı-mız o senaryonun gerçekleşmemesi için alınması gereken bütün önlemleri almak, yapılması gereken bütün hazırlıkları yap-mak, olaya uygun bir plan ve stratejiyle en doğru ve hazırlıklı bir şekilde gidip o mücadelenin içine girmek. Ve süreç içe-risinde de sürecin her anını kontrol edip her anındaki bütün değişkenlerin farkında olup, sürekli doğru kararlar ve de doğru eylemlerle de kendimizi o risklerin tehli-kelerin dışında tutmak.

45

Page 46: Aktivist 5. Sayı

Aktivist: Özgüveninizin kaynağı nedir?

Nasuh Mahruki: Yaşanmışlıklar. Yani ben yaptıklarımı bildiğim için, yapabile-ceklerimi de biliyorum, sınırlarımı çok iyi bilirim. Ve benim başarılarımın sırlarından bir tanesi şudur, kendi yeteneklerimi çok iyi tanırım ve neyi yapıp neyi yapamaya-cağımı da çok iyi bilirim. Yapamayacağım bir işe asla girmem girdiğim bir işi de mut-laka yaparım.

Aktivist: Kitabınızdan bir bölüm okudum ve benim çok hoşuma git-ti; “O dağ izin verirse tırmanırım, vermezse teşekkür edip evime geri dönerim” demişsiniz, sanırım nerede duracağını bilmek de gere-kiyor.

Nasuh Mahruki: Dağcılık sporunda o tırmanışa karar veren dağcılar değildir aslında. Dağın nesnel koşullarıdır. Da-ğın nesnel koşulları müsait olursa, biz sahip olduğumuz imkân, kabiliyetler ve kendimize göre kabul edilebilir riskler çerçevesinde riskleri üstlenip yolumuza devam ederiz ama kabul edilemeyecek derecede bir risk söz konusu olursa, çığ riski gibi mesela çünkü kimse bir şey yapamaz çığ riskine karşı ya da birkaç saat içinde ortasında kalacağımız bir fır-tına bulutu üzerimize geliyorsa, bu şart-larda devam etmek doğru olmayacağı için, bunlar göze alınmayacak riskler olduğu için geri dönersiniz. Bu durum-

da dağın tırmanılıp tırmanılmayacağına karar veren dağın kendisi olmuş olur. Biz dağcılar sadece bu durumu iyi analiz edip gözlemleyerek doğru kararı veririz. Aktivist: İnsanlara inandığınızı gözlemliyorum yaptığınız tüm iş-lerde. Çünkü tek başına bir şey ya-pan birisi değilsiniz. Hem birilerini yanınıza alıyorsunuz hem birileri için bir şeyler yapıyor olduğunuzu hep hissediyorsunuz. Gerçekten insanlara dokunduğunuza inanı-yor musunuz?

Nasuh Mahruki: Evet. Ben sadece insana inanırım zaten. Ben kurumsal-laşmaya bile inanmam. Hatta bu da hep bir tartışma konusudur, sonuçta her şey bir kişinin iki dudağı arasında-dır. Hatta İngilizce bir laf var “Every business is human business” diye, her iş insan işidir, insanla alakalıdır. Doğru insanı bulduğunuzda işiniz çok kolaydır zaten yanlış insanla da doğru iş olmaz. Benim hayatım boyunca aldığım en önemli ders budur. Eğer bir insan yan-lışsa, o sırada size bir menfaat sağlıyor olsa bile asla yanında durmayacaksınız ve asla yanınıza yaklaştırmayacaksınız. Çünkü mutlaka bir bedeli olacaktır. AKUT’ta da benim uyguladığım strateji hep bu oldu, yanımıza doğru ve güvenilir ahlaklı ve iyi niyetli insanları çekebilmek oldu. İşte o güven çok önemli, benim de bugün için AKUT’taki en büyük so-rumluluğum ki bu bence liderlikteki en ileri aşama artık; bir liderin gerçek so-rumluluğu onunla birlikte hareket eden insanların güven içerisinde çalışabile-cekleri iklimi yaratmak ve korumaktır. Benim sorumluluğum AKUT’taki iklimi korumak. Kurum kültürünü, değerle-rini zaten yıllar içinde hep beraber var ettik. Şimdi ben onun korunmasından sorumlu pozisyonda tutuyorum kendi-mi. Normalde AKUT içinde düzgün bir biçimde yürüyen hiçbir işe karışmam yürümeyen işlere karışırım. Ve bu iş-leri insanlar yapıyor. O yüzden doğru insanın bulunup doğru pozisyona yer-leştirilerek takımın bir parçası olmasını sağlamak kısmı çok önemlidir. Ve benim AKUT’un başkanı olarak asıl sorumlu-luğum operasyonların başında en önde koşturup o operasyonu icra etmekten ziyade giderek büyüyen, bu dev orga-nizmayı korumak ve geliştirmekti. O yüzden operasyonlardan çektim ken-dimi ve organizasyon kısmına geçtim

ki bu bana çok ağır geldi aslında çünkü ben hareketli bir insanım, operasyonda olmak benim asıl yapmak istediğimdi ama o gün bu kararı almak ve işin başın-da durmak zorundaydım. Ama iyi ki de yapmışım kişisel anlamda bana bir bedeli olmakla beraber AKUT’un her geçen yıl daha da sağlıklı biçimde bir arada kal-masına ve gelişmesine olanak sağladı.

Aktivist: Yine okumalarımdan çı-karttığım dışardan çok iddialı, ba-şarılı, yılmaz bir kişi olarak görü-nüyorsunuz, bu sizin egonuzu nasıl etkiliyor?

Nasuh Mahruki: Ben çocukluğumda da böyle idim. Yani sonradan böyle ol-madım, ben hep atak atılgan ve gözü kara bir çocuktum. Hayatım boyunca da öyle gitti o yüzden nasıl etkilediği konusunda ne diyeceğimi bilmiyorum gerçekten:)

Aktivist Anket

İstanbul’un sokak lezzetleri ara-sında favoriniz hangisini? Pek çoğunu severim. Midyeleri kokoreç-leri büfelerden yemekleri, kumpiri, bakın İzmir deseydiniz bu soruya hiç düşünme-den kumru diyebilirdim:)

İstanbul buluşmalarınızda hangi semti tercih edersiniz? Etiler’de oturduğumuz ve merkeze ulaşı-mı da kolay olduğu için Etiler ama bunun dışında da Ortaköy Bebek gibi deniz kıyısı yerler de hayran olduğum yerlerdir. Anadolu yakası mı Avrupa yakası mı?Doğma büyüme bu tarafta olduğum için Avrupa yakası Biri size İstanbul’u gezdirecek olsa bu kim olsun isterdiniz? İlber Ortaylı Siz kime İstanbul’u gezdirmek isterdiniz? Yabancı misafirlerime, zaten gezdiriyo-rum da, merak eden herkese gezdirmek isterim. İstanbul’da asla değişmesin dediği-niz yer neresi? Boğaz ve Belgrad Orman’ı İstanbul’un en çok ihtiyacı olan şey Nüfusunun azalmasına

Şubat - Mart / 201446

Page 47: Aktivist 5. Sayı

teşekkür

Yediğimiz öğle yemeği sonrası, telaştan masanın üze-rinde unuttuğum defterimin yokluğunu fark ettiğimde Mecidiyeköy’de otobüs bekliyordum. Hemen Barış Büfe’nin telefonunu buldum. O defterin manevi değeri kadar, işimle ilgili olan önemini anlattım. Mümkünse, defterimi kargoyla adresime yollamalarını rica ettim. Yanımdaki arkadaşım, bu talebimin asla karşılanma-yacağını düşünüyordu. Hatta benimle dalga bile geçti, “Heee, tabii, işleri güçleri yok, senin defterinle uğraşa-caklar”.Yok dedim, beni anladılar.

Nitekim, ertesi sabah 10.30’a doğru kapı çaldı. Kurye defterimi bana getirmişti.

Bütün işiniz gücünüzün arasında, tüm yoğunluğunuza rağmen benimle ilgilendiğiniz için teşekkür ederim. Dünya gözümüze böylesi güzel görünüyorsa, o güzellik-lerin çoğu sizin gibi insanlarla meydana geliyor. Teşekkürler Etiler Barış Büfe:)Serda - İstanbul

İlk Teşekkür Barış Büfe, Etiler’e

Şikayetlerimizi bildiriyoruz. İtiraflarımızı… Yer bildirimlerimizi… O gün nasıl giyindiğimizi… Karşılaştığımız komik durumları…Misafir sofralarımızı…Çocuğumuzun türlü türlü hallerini.Yorumlarımızı…

Peki ya teşekkür?

Bundan sonra her sayımızda, hayatımızı kolaylaştıran, nezaketi, anlayışı, yardım severliği, misafirperverliği ve daha birçok başka “güzelliği” ile teşekkürü hak eden işletmelere buradan teşekkürlerimizi sunacağız.

Teşekkürlerinizi [email protected] adresine gönderin, yayınlayalım

Barış Büfe

47

Page 48: Aktivist 5. Sayı

Funda Bilgili

[email protected]

kişiel gelişim özgüven işaretleribeden dilinde

Şubat - Mart / 201448

Page 49: Aktivist 5. Sayı

Beden dili yorumlama yoluyla, karşımızdaki insanın kişisel özel-likleri ile ilgili pek çok bilgiye sahip olabiliriz. Kişilerin ekonomik durumları, kültür ve eğitim düzeyleri, özgüven ve saygıları, ruh halleri, güvenilirlikleri, yapı özellikleri (yaklaşılabilir, sempatik, antipatik, soğuk, sıcak, mesafeli, sakin…), sofistikelik seviye-leri ve statüleri hakkında pek çok işaret barındırır beden dili. jest ve mimikler yoluyla soru işaretlerine nokta koyabilmemiz mümkün!

Rahatlık ve özgüven kardeştir

Peki, beden dilinde özgüven işaretleri nelerdir? Bedenimiz yük-sek özgüvenimizi hangi yollarla ortaya koyar? En kolay gözlem yolu postürdür. Postür, kişinin göğüs açıklığını kullanma biçi-midir. Üç farklı postür kullanırız beden dilinde. Açık, kapalı ve dengeli. Dengeli postür kullanımında, kişinin omuzları rahat, bacak açıklığı ve kullandığı alan da normal sınırlardadır. Kapalı postürde ise, omuzlar öne düşmüş, bacaklar birleşmiş, kullanı-lan alan ise daralmıştır.

Omuzlar…

Özgüvenin düşük olduğu kişilik ya da durumlarda, kişi kapalı postür kullanma eğilimindedir. Bu postürü kullanan kişilerin “hayır” deme güçleri çok düşüktür. Satışta “hayır” diyemeyen müşteri tipidir. Depresif, düşük özgüvenli ve çekingen bir gö-rünümle iddiasız bir imaja bürünmemize yol açar. Açık beden duruşu ise, iddialı kişiliklerin kullandığı tipik postürdür. Göğüs olabildiğince geniş kullanılır. Omuzlar geriye atılmıştır. Bacak-lar açılmış, kullanılan alan artmıştır. Baş geriye doğru atılmış, şah damarı ortaya çıkarılarak korkusuzluk vurgulanmıştır. Öz-güven işareti olduğu gibi, aşırı kullanımda saldırganlık imajı da yaratabilir.

Alan Kullanımı…

Alan kullanımı da özgüveni yüksek kişiliklerin fark edildiği mec-ralardan biridir. Özgüveni yüksek kişilerin kullandığı alanlar da geniştir. Ayaktayken bacaklar daha geniş açılır. Oturulduğu za-man kullanılan alan fazladır. Kollar, koltuk kenarlarına atılarak, alan genişletme yoluna gidilir. Özgüven arttıkça, kullanılan alan da artar. Rahatlık ve özgüven kardeştir beden dilinde…

Baş Parmak…

İlginçtir ki; başparmak, özgüvenin kendini en fazla gösterdiği organlardandır. Kendine güvenen ve “ben buradayım” demek isteyen insanlar başparmaklarını sergileme eğilimindedirler. Örneğin elini cebine sokan insanlara dikkat ettiğinizde, çekin-gen olanların tüm parmakları cebine soktuğunu görürüz. Hatta diğer dört parmak dışarıda kalsa bile başparmaklar mutlaka cebin içindedir. Kendini rahatsız hisseden kişiler başparmakla-rını gizleyerek bunu hissettirirler. Bir toplantıda sıkılan kişiler, başparmaklarını masanın altına saklama eğilimindedirler. Oysa özgüveni yüksek olanlar, ellerini cebine soktuklarında başpar-maklarını dışarıda tutarlar. Diğer dört parmak cebe sokulsa dahi, başparmak dışarıda bırakılarak, özgüven karşı tarafa his-settirilir. Lider özellikli kişilerin başparmaklarını saklamadığı görülür.

Bacaklar...

Bacak bacak üstüne atarken de özgüveni hissettirecek mesaj-lar verebilir insanlar. 4 şeklinde ya da Amerikan Stili dediğimiz bacak bacak atma şeklini tercih eden kişiler kendine güveni yüksek kişilerdir. Kullandıkları alanı genişletmişler, rahatça ar-kalarına yaslanarak postürlerini de geniş kullanır hale gelmiş-lerdir. Çekingen olan insanlar ise, ayaklarını bitiştirerek, san-dalyenin altına doğru çekerek, omuzlarını öne doğru getirip kapalı postür kullanarak, çekingenliklerini dile getirirler.

Oturduğunuz Yer…

Otururken seçtiğimiz yer de anlamlıdır bu konuda. Dikkat ederseniz, insanlar bir ortama girdikleri zaman genellikle aynı koltuğu seçme eğilimindedirler. Kimisi baş köşeye kurulur, ki-misi ise kapıya yakın yerleri tercih eder. Baş köşeye oturmayı tercih edenler iddialı kişiliklerini bu yolla farkına varmadan ser-gilemiş olurlar. Çekingen olanlar ise, kaçışı kolaylaştıran kapıya yakın koltukları seçerler.

Gözler...

Gözler ve bakışlar dürüsttür, samimidir beden dilinde. Göz teması da bizi ele veren işaretler içerir. İkili iletişimde, gözünü kaçırmayan güçlü olandır. Grup iletişiminde ise en uzun süre bakılan kişi, lider özelliğini bu yolla fark ettirmiş olur.

Dokunmak...

Karşınızdaki kişinin iletişim esnasında, kolunuzu mu omzu-nuzu mu tuttuğunuzun da bu konuda bir gösterge olduğunu biliyor muydunuz? İletişim esnasında özgüveni yüksek kişiler karşılarındaki kişiyi omuzlarından tutma eğilimindeyken, daha samimi ve karşısındaki kişiyi kendiyle eşdeğer gören kişiler dir-seklerden dokunma eğilimi gösterirler.

Duruş...

Komutan duruşu da bedenin “benim özgüvenim çok yüksek!” deme yollarının başında gelir. Kişi ellerini arkada kavuşturur. Omuzlar geniş açılmış, bacaklar da açılarak alan kullanımı art-mıştır. Elleri önde kavuşturup, bacaklar birleştirildiğinde bu çekingenlik ve saygı anlamları içerirken, komutan duruşu tavan yapmış özgüvenin dile gelişidir.

Tokalaşmak...

Tokalaşmalarından da anlayabiliriz özgüveni yüksek kişileri. Çekingen olanlar ölü balık dediğimiz parmak uçlarını kullana-rak güçsüz bir şekilde tokalaşırken, liderler, güçlerini göster-mek ister gibi sıkı bir şekilde kavrarlar karşılarındakinin elini. Karşı tarafın elini aşağı doğru eğmek de güç göstergelerinden biridir.

Hissettiklerimizdir bedenimizi harekete geçiren. Ruh durumu-muz bedenimizi yönlendirir. Ama unutulmamalıdır ki, sadece hissettiğimiz gibi davranmayız, davrandığımız gibi de hissede-riz! Yüksek özgüven işaretlerini öğrenip jest ve mimiklerimize yansıtmak, daha özgüvenli hissetme yolunda rehberlik edebilir bize. İç huzuru ve özgüvenin bütünleştiği günler dilerim:)

49

Page 51: Aktivist 5. Sayı

Aktivist: Korku nedir?

Esin Nur Akyıldız: Korku, zarar görme ihtimaline karşı, kişiyi içine alan olumsuz duygu durum hallerinin toplamıdır. Korku duyan kişi, sağlıklı, bilinçli ve özgürce hareket edemez. Çünkü herhangi bir davranışta bulunurken aklında hep olumsuz düşünceler, kaygılar vardır. “Ya zarar görürsem, ya rezil olursam, ya kaybedersem, ya yapamazsam...” gibi sürekli olumsuz çağrışımlarla dolu, girdap haline gelmiş düşüncelere konsantre olur. Böylelikle de hareket edemeyen, olduğu yerde takılı kalan biri olur.

Aktivist: Korkuya dönüşen psikolojik sorunlar ve hastalıklar nelerdir?

Esin Nur Akyıldız: Korkuya dönüşen çok fazla psikolojik sorun ve hastalık pek tabii mevcut. Aslına bakacak olursanız her çeşit sağlıksız davranışın altında korku vardır. Geçmişte yaşanılan pek çok olumsuz duygu, düşünce, travma kişide tekrarlanabilme ihtimaline odaklanmasına, hareketsizleşmesine ve sadece düşüncede takılı kalarak, zihninde sorular ve cevaplar bulmasına neden olur. Bu çoğu zaman yanlış önyargıları doğurur. Geçmiş olumsuz deneyim ve tecrübeler, kişiyi korkuya düşürür ve hayatın yaşanamayacak bir hale gelmesine neden olur. Ölüm korkusu, panik atak, ilişki korkusu, uçak korkusu, kapalı alan korkusu, yükseklik korkusu, kaybetme korkusu gibi saydıkça bitiremeyeceğimiz korku çeşidi vardır. Hepsi, kişinin kontrol edemediği ve zarar gördüğü olaylar neticesinde oluşur. Nedeni geçmişte yaşanılan olaylardır fakat kişi sadece geçmişte yaşadığı olaylara konsantre olarak yaşadığı için korkularını sürekli taze tutar.

Aktivist: Peki, korkuyu tetikleyen rahatsızlıklar var mıdır?

Esin Nur Akyıldız: Bu biraz, “tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıkmıştır?” sorusuna benzer. Korkuyla ortaya çıkan hastalıklar da vardır. Kişinin kendi kontrolünü kaybetmemesi adına kasıtlı olarak yaşadığı hata yapma korkusu ya da zarar görme korkusu gibi, altında yatan en temel nedenin, kişinin karşısındakilere yetersiz teslimiyet içinde olması ya da güvensiz olması olan korkular da var. Korkuyu tetikleyen çok fazla psikolojik sorun vardır. Hayat size, neye konsantre olursanız onu getirir. Korkulara konsantre olursanız, korkunuzu, güvene, cesarete konsantre olursanız, güven ve cesareti karşınıza çıkartır. Çünkü kişi neye odaklanmışsa, algıda seçicilik yaparak onu görmeye ve algılamaya başlar.

Aktivist: Bazen, gündelik yaşamın içinde basit bir seçim yaparken biraz durup duraksamamıza neden olan bilinçaltı blokajlarımız olabiliyor. Özgüven eksikliği, geçmiş deneyimler, tembihler, yasaklar… Ve tabii korkular, kaygılar. Özellikle 21.yüzyıl, insan aklının hem itibar olarak zirvede olduğu hem de diğer yandan kontrolün asla bizde olmadığı bir çağ. İçinde bulunduğumuz dönemin insanlar üzerinde ne gibi etkiler bıraktığını düşünüyorsunuz?

Esin Nur Akyıldız: Aslına bakacak olursanız, kontrol hiçbir zaman bizim elimizde değil. Robot muyuz ki biz duygularımızı bilgisayara koyduğumuz kodlar gibi, şu doğru, bu yanlış, bu lazım, bu değil, gibi sınırlarla belirleyebilelim. Bir insanın yoğun bakımda kaldığı sürece baktığınızda bile, beyin ölümüyle, kalp ölümü farklı zamanlarda olur. İkisi birbirinden farklı işler

aslında. Beyin, neyin doğru ve yanlış olduğunu çok net bilir. Ama kalp, eğer içinde çok fazla sevgi, tutku barındırıyorsa, çeşitli savunma düzeneklerini kullandırtarak, onu beynin kabul edebileceği bir hale getirir. Her şeyden önce, ne yaşarsak yaşayalım, insanın geçmişinden getirdiği olumlu olumsuz pek çok olay, anı vardır. Sadece yaşadığımız travmalara konsantre olarak yaşarsak bu hayatı, kaplumbağanın kabuğunun altına saklandığı gibi, olduğumuz yerde, hayatı yaşamadan saklanmaktan başka çaremiz olmaz. Onun yerine, eğer kişi kendine “Evet geçmişte pek çok olumsuz tecrübem oldu fakat üstesinden geldim, gene olumsuz bir şey olursa gene baş edebilecek güçteyim. Üstesinden gelirim.” diyebilirse, yani her şeyden önce kendine güvenirse, korkularını alt etmiş olur. Çünkü güven ve cesaret, korkunun panzehridir. Güvenmek lazım hayata, getirdiklerine ve onlarla nasıl da oynayıp, baş edebilecek güçte olduğumuza...

Aktivist: Sizce cesaret nedir?

Esin Nur Akyıldız: İki çeşit cesaret vardır. Biri akıllı cesareti, yani kişinin bilinci ve öğrenimi, tecrübesiyle neyi yapıp, yapamayacağını bilmesi ve bu doğrultuda hareket edecek güce, güvene sahip olmasıdır.

Hayat size, neye konsantre olursanız onu getirir. Korkulara konsantre olursanız, korkunuzu, güvene, cesarete konsantre olursanız, güven ve cesareti karşınıza çıkartır

51

Page 52: Aktivist 5. Sayı

Diğeri ise cahil cesaretidir. Kişinin herhangi bir bilince sahip olmadan “Nasıl olsa hallederim, bir şey olmaz” diyerek hareket ettiği durumdur. Cesaret, her kimseniz, onu ortaya koymanın en kıymetli yoludur. Eğer yoksa, kimsenin sizi gerçek anlamda tanıma şansı da yok demektir. Cesaret öyle bir şeydir ki, dünyanın en yakışıklı, en yaratıcı, en akıllı, en güzel insanı da olsanız eğer onu ortaya koyacak cesaretiniz, gücünüz, güveniniz yoksa hiçbir işe yaramaz. Hayat, kişinin “baş edebilme gücüyle” doğru orantılı ilerlemektedir. Neyle karşılaşırsa karşılaşsın, baş edebileceğine olan güveniyle..

Aktivist: Bizler kocaman kocaman küçük çocuklar gibiyiz. Türkiye toplumunun, adet, alışkanlık ve tanımlamalarından fırsat bulup, kendi varoluşumuzu ortaya koymakta zorlanıyoruz. Toplumun yarattığı korku, kaygı ve çekincelerimizi nasıl dönüştürebiliriz?

Esin Nur Akyıldız: Hiçbirimiz doğduğumuz ülkeyi, dini, aileyi, memleketi, zamanı seçecek lüksle gelmiyoruz dünyaya. Ama bize dayatılan doğru ve yanlışlar ya da kurallarla değil de, bize iyi gelen, akıl ve mantığımızla denk düşen kurallarla yaşayabilme şansımız var. Bunu dönüştürebilmenin en temel yolu aslında seçim yapmaktan geçiyor. Size ne iyi geliyorsa ya da mantıklı geliyorsa, o doğrunun altını doldurabilmek... Dünyayainmiş tüm dinlerde bile birbirinden farklı doğru ve yanlışlar var. Doğru ve yanlış, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiyorsa ve siz güdülmek istemiyorsanız, kendi kendinizin lideri olmayı seçin ve önce kendi aklınız ve mantığınızla kendinizi yönetin. Unutmayın, her birimizin bu hayatta yaşayacak

bir tane ömrü var. Sadece başkaları için doğru ya da yanlış diye, bu hayatı istediğimiz gibi yaşayamama gibi bir durumumuz söz konusu olamaz. Çekingenlik, korku ya da kaygı, bunların hepsini dönüştürebilmenin en temel yolu, başkalarından önce kendinize olan güveninizle mümkündür.

Aktivist: Ülkemizde “kendin olmak” bile büyük cesaret gerektiriyor. Baskı altında olmak kişiyi nasıl etkiliyor? Ne gibi sorunlara yol açıyor?

Esin Nur Akyıldız: Baskı altında olmak, kişinin kendi değil bir başkası olması anlamına geliyor. Düşünebiliyor musunuz, sizin ne düşündüğünüz, ne yaptığınız önemli değil. Siz değerli değilsiniz, kurallar ve uyum değerli.

O zaman kişi nasıl kendini gerçekleştirebilir ki? Başkaları gibi olabilmek çok kolay bir şeydir. Sürü psikolojisidir ve herkesin içinde zaten sorumluluk almadan sıyrılırsınız. Önemli olan ne kadar kendiniz olabiliyorsunuz? Kimse size onay vermese de, desteklemese de? Ne kadar kendinize inanıyorsunuz ve ne istediğinizi ne kadar çok net biliyorsunuz? Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u, herkesin “Padişahım bu imkansızdır.” demesine karşın kendine, yaratıcılığına ve istediğine olan inancıyla fethedebilmiştir. “Ayın zifir karanlığının olduğu bir vakit, gemileri yüzdüremiyorsam, karanlıkta adamlarımla yürütürüm.” demiştir. Ve hala Fatih Sultan Mehmet’tir kendisi. O, kendine güvenen, ne istediğini bilen ve herkesten önce kendine inanan biridir. Dolayısıyla toplumun oluşturduğu kafes ya da sınırlardan kurtulmanın en temel yolu, aslında önce kimseniz onu çok net bilmeniz ve o inançla hareket edebilmenizden geçmektedir.

Aktivist: İnsanların pek çoğu, kendi olumsuz deneyimini yaşamın bir gerçeği gibi karşısındaki üzerinde bir ikna unsuru olarak kullanabiliyor. Bazen başkalarının deneyimlerini, kendi yaşamımız gibi algılayıp; hayati kararlarımızı etkilemesine izin verebiliyoruz. Bunun sonucu elbette, yeni kararlar alma konusunda kendimize ve tabii ki hayata olan inancımızı örselenebiliyor. Başarı, başarısızlık, yanlış kararlar, doğru kararlar. Korkularımız ve kaygılarımızın, karar mekanizmamız üzerinde ne gibi etkileri oluyor? Kararlarımızı etkileyen korkularımızı nasıl yönetebiliriz?

Esin Nur Akyıldız: Başkalarının deneyim ve tecrübeleri... Siz iki

Freudyen bir terapist olarak, hemen Freud’dan bir alıntı yaparak özetleyebilirim. Freud diyor ki “Güç ve güveni hep dışarda aradım. Onlar benim içimde olan şeylerdir ve hep orada kalacaklar.”

Nisan - Mayıs / 201452

Page 53: Aktivist 5. Sayı

elinizi yan yana koyduğunuzda bile bir sürü farklılıklar görebilirsiniz. İnsanların tecrübelerini ve çıkarımlarını birbirine benzetmek kadar adaletsiz bir şey olamaz. Tabii ki pek çok olayın istenildiğinde benzer pek çok yönü bulunabilir. Fakat mesele şu, siz ne kadar o kişiyle aynı özelliklere sahipsiniz? Ya da karşınızdaki ne kadar aynı? Korku ya da kaygı, bütün hepsini kendi lehimize çevirebilmemizin en temel yolu, önce kendi aklımıza, tecrübelerimize ve öngörülerimize güvenerek hayatı yaşamak olmalıdır. Tabii ki nasihatler ve tecrübelerin bu hayattaki rolü çok büyüktür. Fakat unutulmamalıdır ki her nesil, her tecrübe, her geçen yüzyılla birlikte, bir takım şeylere verilen değerler, daha başka değerlerle yer değiştirmektedir. Dolayısıyla düşünmek lazım, size göre öncelikli ve değerli olan şey, nasihatini aldığınızı kişi için de aynı değer ve öneme sahip mi? Bazısının önceliği aşktır, bazısının önceliği gelecek güvencesidir, bazısının önceliği işidir, bazısınınki sağlığıdır... Dolayısıyla nasihatler alsanız da, sizin ve önceliklerinizin, kişiliğinizin farklı olduğunu hatırlarsanız zaten gereken cevabı verirsiniz. Yeter ki kendinize güvenin.

Aktivist: Korkudan kaçmanın en kolay yollarından biri de sanırım, başkalarının öneri ve tembihlerine kendini bırakabilmek. Burada, ebeveyn, eş ya da herhangi bir otorite baskısı da etkili olabiliyor. Cesur olmak çok mu zor?

Esin Nur Akyıldız: Cesur olmak istiyorsanız, öncelikli olarak başkalarının düşüncelerine, aklına, zikrine, tecrübesine, deneyimine değil, kendinize güveneceksiniz. Freudyen bir terapist olarak, hemen Freud’dan bir alıntı yaparak özetleyebilirim. Freud diyor ki “Güç ve güveni hep dışarda aradım. Onlar benim içimde olan şeylerdir ve

hep orada kalacaklar.” Önce kendinize güvenin. Bu dünyaya yalnız geliyoruz. Merak etmeyin kendi aklınızla da baş edersiniz bu hayatta pek çok şeyle. İnsanoğlunun ruhunda savaşmak ve mücadele etmek vardır. Güvenin kendinize ve hayata istediğiniz gibi bırakın kendinizi. En kötü düşer, tekrar kalkarsınız. Ama sadece düşme korkusundan dolayı bu hayattan yaşamadan geçilemez. Bu da benim tavsiyem olsun.

Aktivist: Gelecekte özgür bireyler yetiştirebilmek için anne babalara düşen görevler nelerdir?

Esin Nur Akyıldız: Gelecekte özgür bireyler yetiştirebilmenin en temel yolu, çocuğa olabildiğince sevgi vermektir. Hiçbir anne ve baba mükemmel değildir. Fakat her ne kadar ebeveyn olarak hata yapmasınız da bir ‘ama’ bağlacı sizi kurtarır. AMA BENİ SEVER, HEM DE ÇOK SEVER... Özgür bir çocuk yetiştirebilmenin en temel yolu, çocuğa sevgiyi vermek ve aynı zamanda düştüğünde “Gel seni kaldırayım bir tanem.” demek yerine, nasıl ayağa kalkabileceğini öğretmekten geçer. Ya da “Kendin de kalkabilirsin, kendine güven.” demekten geçer. Yani ben, annen ve baban olarak çok güçlüyüm, her şart ve koşulda ayağa kalkarım ama sen de en az benim kadar güçlüsün diyebilmekten geçer. Çünkü o zaman çocuk size bağımlı olmaz, güvenir. Kendine de güvenir. Unutmayın ki, gerçek bir öğretmen bir gün hayatta olmayacağını bilerek, model olabilendir. Bazen sadece model olarak da öğretirsiniz özgürlüğü, güç ve güveni.

Aktivist: Başka toplumlara nazaran, Türkiye’de daha çok rastlanılan korkular nelerdir? Esin Nur Akyıldız: Bizim toplumuzda en çok rastlanan korku yalnızlık korkusu, cinsel

korkular ve ölüm korkusu... Hepsinin temelinde var olan korku, değişim korkusudur. Darwin değişimle ilgili çok güzel bir laf etmiştir, “Bir insanı güçlü yapan şey, ne geldiği ırk, ne de cinsiyetidir. Onu güçlü yapan şey değişime karşı gösterdiği adaptasyondur.” Aktivist: Korkuların hastalığa dönüştüğü durumlarda, ne gibi teşhis ve tedavi yöntemleri kullanılıyor?

Esin Nur Akyıldız: Korkuların hastalığa dönüştüğü noktada EnaTherapia olarak tedavi sistemimizde kullandığımız pek çok tedavi yöntemi var. Biz yaratıcılığı ön planda olan, klasik psikoterapi süreçlerinin dışında, kişinin yaşadığı problemi ufacık hale getirerek, eğlenceli şekilde tedavi yapan bir merkeziz. Nasıl ki her insanın yoğurdu yeme biçimi farklıdır, biz de bize gelen her insana farklı yöntemlerimizle neye ihtiyacı varsa, o doğrultuda yardımcı oluyoruz. Bu bazen sanat terapisi olur, bazen psikodrama, tiyatral terapi, bazen bilinçaltı çalışması, bazen de sadece konuşmak. Bu durum özetle kişiden kişiye değişmektedir.

Darwin değişimle ilgili çok güzel bir laf etmiştir, “Bir insanı güçlü yapan şey, ne geldiği ırk, ne de cinsiyetidir. Onu güçlü yapan şey değişime karşı gösterdiği adaptasyondur.”

53

Page 54: Aktivist 5. Sayı

Hakan AyvazPara Psikoloğu

[email protected]

kişiel gelişim

Aktivist’in bu sayısının teması belli ol-duğunda yazımın içeriği oluşmuştu ka-famda. İş hayatında özgüven, özgüveni gelişmiş bir girişimci modeli, cesaretin iş hayatımızdaki önemi gibi konularda anlatacak çok şeyim vardı size. Yazı-mı teslim etmem için belirlenmiş olan tarihe daha zaman vardı. Ortamı ve piyasayı da tema penceresinden biraz izlemeye karar verdim. İçerisinde bu-lunduğumuz sıra dışı dönem, her gün karşılaştığımız hayret verici haberler fikrimi biraz değiştirdi ve gündemimi

iki önemli kavrama yönlendirdi. “Den-geli özgüven” ve “pozitif cesaret”. Bu iki kavramın aslında ne kadar önem-li olduğunu anlamamızı sağlayan çok çarpıcı gelişmeler yaşadık. Olaylara girmek, hatırlatmak istemiyorum. Sa-dece, bu olayların temamız olan özgü-ven ve cesaret kavramları üzerindeki etkilerini analiz etmek niyetim.

Yaşamımızda farklı alanlarda hareket ediyoruz. Bu alanlardaki hareket tarzı-mızı yaşamda durmak istediğimiz yere

ve hedeflere göre şekillendiriyoruz. Ancak bazı unsurlar var ki, yaşam alan-larımızın tamamında ortak olması ge-rekiyor. Özgüven gibi. İş yaşamımızda özgüven sahibi olup özel hayatımızda bunu geliştirememiş olmak inandırıcı değil. İş yaşamındakinin de sahte oldu-ğunu kanıtlayan bir durum. Demek ki özgüven, yaşamımızın temel unsurla-rından biri. Başarılı ve dengeli bir ya-şam için olmazsa olmaz bir unsur. Bu-rada nasıl özgüven sahibi olabiliriz gibi bir sorunun yanıtlarını sunarak ahkam

“Cesaret özgüvenden doğar. Çünkü sisteme güvenen, inanç sahibi ve sevgi alışverişini

gerçekleştirebilenler özgüven sahibi olabilir. Özgüven sonucunda kişi yaşamında evrene paralel bir cesaret geliştirir. Burada karşılaştığımız cesaret daima önünde saygı ile eğilebileceğimiz bir cesaret

olacaktır. Vahşi olmayacaktır.”

Pozitif Cesaret

Nisan - Mayıs / 201454

Page 55: Aktivist 5. Sayı

kesmek istemiyorum. Bu konunun uz-manları tarafından irdelenmesi gerek. Ancak şunu söylemeden edemeyece-ğim; dengeli bir özgüven ancak ve an-cak özsaygı ve sisteme olan tartışmasız güven ile gerçekleşebilir. Buradaki sis-tem, doğumdan ölüme kadar içerisin-de salındığımz ve mükemmel çalıştığı-na inandığım evrensel sistem.

Peki, cesurlar mı özgüven sahibidir, öz-güven sahibi olanlar mı cesurdur? Yani özgüven mi cesaretten doğar, cesaret mi özgüvenden?

Bir soru daha soracağım; içinde özsay-gı barındıran özgüven ile hareket eden biri başkalarına zarar verebilir mi? Yok sayabilir mi, ezip geçebilir mi, vicdansız olabilir mi?

Korku

Soruların cevaplarına geçmeden önce, yaşamımızı kontrol altına alma tehlike-si ile daima yüz yüze kaldığımız son de-rece kuvvetli bir duygudan söz etmek gerekiyor. “Korku”

Korku, hepimizin kolaylıkla etkisi al-tına girebileceğimiz son derece et-kin bir duygu. Öyle kabadayılık falan sökmüyor bu duyguya. Bir bastırdı mı çabucak sarıyor benliği ve ele geçiri-yor tüm hareket merkezlerini. Kasla-rımız, düşünce sistemimiz ve dolayısı ile sözlerimiz işgal altına giriyor. Artık alt yapıda egemen olan duygu korku oluyor. Peki, çıktısı davranış şekli neye benziyor biliyor musunuz? Cesaret gö-rüntüsü veriyor. Ve özgüven sahibi gibi gösteriyor kendini. Burada cesaretten özgüven doğmuş oluyor tabi ki. An-cak, karşımızda gördüğümüz son de-rece negatif cesaret ve devamlılığı tar-tışılır bir özgüvenden ibaret. Etrafına zarar verme potansiyeli yüksek, kar-şısına çıkan her engeli ezmeye çalışan, yanındaki ve karşısındakileri yok sayan, vicdansız. Korkunç değil mi? Peki bü-tün bu korkunç manzaraya sebep olan o arka plandaki “korku” nun sebebi ne

olabilir? Elbette ki sisteme olan güven-sizlik. Sisteme olan güvensizlik kişinin içindeki sevgi havuzunu kurutur. Bunu unutmamak gerek. Haznesinden sevgi sunamayan birinin sisteme güven bes-leyebilmesi imkânsızdır. Çünkü inanç sistemi çalışmaz. Son derece önemli unsurlar bunlar. Yaşamımızda kendi benliğimizde mutlaka geliştirmemiz gereken, kazanmamız gereken duygu ve inançlardır bunlar.

Dengeli Özgüven ve Pozitif Cesaret

Sorularımın cevaplarını verdim diye düşünüyorum ama bir toparlayıp “dengeli özgüven” ve “pozitif cesaret” kavramlarımıza dönelim.

Cesaret özgüvenden doğar. Çünkü sisteme güvenen, inanç sahibi ve sevgi alışverişini gerçekleştirebilenler özgü-ven sahibi olabilir. Özgüven sonucun-da kişi yaşamında evrene paralel bir cesaret geliştirir. Burada karşılaştığımız cesaret daima önünde saygı ile eğile-bileceğimiz bir cesaret olacaktır. Vahşi olmayacaktır.

“Dengeli özgüven” yaşam yolculuğu-muzun en önemli yapı taşlarındadır. Hayat sahnesinde yerini ve rolünü belirlemiş ve sistemin mükemmelliği-ne inanmış, güvenen bir bireyin yol-culuğuna “dengeli özgüven” sahibi bir birey olarak devam ettiğini söyleyebi-liriz.

Şimdi söyleyeceklerim pek hoşunuza gitmeyebilir. Mükemmel bir “den-geli özgüven” den söz edebilmemiz pek mümkün değil. Hatta yaşamın ilerleyen aşamalarında bu özgüveni geliştirebilmenin de çok zor olduğu-nu belirtmek istiyorum. Ancak, mü-kemmele yaklaşan örneklerden söz edebiliriz. Hatta her bireyin bu şansa sahip olduğunu düşünüyorum. An-cak, sisteme olan güvenin sonradan kazanılması çok zor oluyor maalesef. Zorlayıcı sınamalardan geçmek gere-

kiyor. Ve kaybedecek çok şeyimizin olduğunu sanıyor olmamız, bu sına-malarda pes etmemize sebep olabili-yor. Bu çok normal. Ancak, sisteme güven unsurunun hakim olduğu or-tam ve ailelerde büyüyen çocukların mükemmele yaklaşma şansının çok yüksek olduğu gerçeğini müjdelemek istiyorum. Demek ki çocuklarımız için yapabileceğimiz bir şeyler var. Hem de epeyce.

Peki biz ne olacağız? Biz de mükem-meli değil ama belirli seviyeleri he-defleyeceğiz yaşamımızda. Mümkün olduğunca sisteme olan inancımızı ve güvenimizi artırmaya çalışacağız. Bu konuda egzersizler yapacağız yaşa-mımızda. Önemli olanın “pozitif ce-saret” sergilemek olduğunu unutma-yacağız. Cesaret sahibi olmak için ne seviyede olursa olsun dengeli özgü-ven sahibi olmamız gerektiğini unut-mayacağız. Böylece korkudan çıkan vahşi cesaret gösterisi yapmayacağız. Ya da hep kullandığımız cahil cesare-ti görüntüsü içerisinde olmayacağız. İçimizdeki sevgi havuzunu kurutma-yacağız. Yanımızdaki ve karşımızdaki insanlara zarar vermeden, yok say-madan, ezmeden pozitif cesaret ser-gileyeceğiz. Vicdanı huzurlu mutluluğu yakalayacağız bu sayede. Zaten hedef bu değil mi?

Son söz olarak sizi biraz düşündür-mek istiyorum. Cevabı sizde saklı so-rularımla.

Yaşamınıza şöyle bir baktığınızda ce-sur olup kazançlı çıktığınız bir olay hatırlıyor musunuz? Nasıldı? Bundan zarar görenler oldu mu? Ya da cesur olmadığınız için kazançlı çıktığınız bir olay hatırlıyor musunuz? Bugünden baktığınızda gerçekten cesur değil miydiniz? Yoksa cesur görünmemek mi gerçek cesaretti? Kendinize ayırdı-ğınız meditatif bir anınızda bu soruları düşünün derim.

Sergilediğiniz pozitif cesaretle saygı gördüğünüz günler diliyorum sizlere.

55

Page 56: Aktivist 5. Sayı

kavga etme sanatı

“Kedi köpek gibi didişiyorum!”

Sizin ağzınızdan veya çevrenizden bu cümle sarf ediliyor mu?

Yani kavga etmekten gına gelen kişiler mi var?

Peki ya neden kavga ediyoruz? Peki ya nasıl kavga etmeliyiz? Aslında kavganın bir iletişim şekli olduğundan bahsetsem nasıl olurdu?

Geçtiğimiz ay ODTÜ’deki gençler ben-den iletişim üzerine bir seminer rica et-tiler. Ben de herkesin konuşamayacağı bir alan oluşturarak kavgaları seçtim ve “kav-ga etmek sanattır” başlığında bir sohbet yürüttüm.

Tabii orada gençler arası ilişkilerde kavga-lar, ebeveynleriyle tartışmalar ve özellikle sevgili uyumsuzluklarını konuştuk.

Oysa şirketlerde proje yöneticilerini, hat-ta yönetim kurulunu bile kavga ettirerek, tartıştırarak stratejiler kurulmasını sağlı-yoruz. Böylece kavga dediğimiz davranı-şı, tartışmaları düşündüğümüzden öteye, fayda sağlayan bir yapıya taşıyoruz.

Tabii bu düşünceler, kavga etmeyi kazlar-dan öğrenen birine ait!

Babamın işyerinin bahçesinde bir sürü hayvan, ufak bir de kaz sürüsü vardı. Sık sık kovalarlardı beni. Bir gün merak ettim ve yine kovalandığım bir vakit durmayı denedim. Ben durunca kazlar da durdu. Sonra kazların üzerine doğru bir adım attım, geri çekildiler. Ben daha çok yürü-dükçe, onlar kaçmaya başladı. Demek ki kavgada kaçmak çözüm değil!

Başka bir gün ise küçücük bir kaz yavru-

sunu köşeye sıkıştırmıştım ve yakalayarak sevmek, henüz yumuşak olan tüylerini okşamak istiyordum. Ama ben onu tam elimle yakalayacağım vakit, tüm kaz sürü-sü üzerime saldırdı. İnanılmaz bir anaçlık ile yavruyu savundular. Demek ki kavga ortamlarının bazı sınırları var, dikkat edil-mesi şart!

Baskın basanın olmayabiliyor…

Bu noktada bir TV kanalında yayınlanan Game Of Thrones (Taht Oyunları) isimli diziden güzel bir replik paylaşmak istiyo-rum. Endamlı koca Lennister Haneda-nı’ndaki tek cüce aile üyesi, nam-ı diğer Küçük Şeytan, Yarım Adam… Silah kulla-namıyor, ata iyi binemiyor, güçlü ve yakı-şıklı değil. Geriye tek kozu kalıyor; zeka! O da okuyor… Okuyabildiği kadar kitap okuyarak, düşünerek iyi bir konuma ze-kasıyla gelmeyi başarıyor.

Öneri istiyorsanız not alın. japonya’nın gelmiş geçmiş en iyi generali kabul edilen Toyotomi Hideyoshi’nin hayatını anla-tan kitap; Kılıçsız Samuray. General Hi-deyoshi, kılıç kullanamıyordu. Tıknazdı,

“şirketlerde proje yöneticilerini, hatta yönetim kurulunu bile kavga ettirerek, tartıştırarak stratejiler kurulmasını

sağlıyoruz. Böylece kavga dediğimiz davranışı, tartışmaları düşündüğümüzden öteye, fayda sağlayan bir yapıya taşıyoruz.

Tabii bu düşünceler, kavga etmeyi kazlardan öğrenen birine ait!”Mustafa Emin Palaz

[email protected]

kişisel gelişim

“Kılıç kınındayken kazanılan zafer, zaferdir!”

Sun Tzu

Nisan - Mayıs / 201456

Page 57: Aktivist 5. Sayı

kamburdu, zaten toplumun en alt tabaka-sından birisiydi. Yani yokluklar içindeydi. Biraz fırsat ve biraz zeka kullanarak adım adım yükseldi ve aşırı katı kast sistemin-den sıyrılmayı başararak, japonya’nın en karmaşık olduğu dönemde en üst rütbe-ye tırmandı.

Hazır Uzakdoğu’dayken, kavga diyoruz, generallerden bahsettik. 5000 yıllık bir ki-taptan bahsetmeden olmaz. Savaş Sanatı, Çinli filozof Sun Tzu’nun eşsiz kitabı. En sık tekrar eden cümlelerinden birisi “Kılıç kınındayken kazanılan zafer, zaferdir!”

Yani daha çatışma başlamadan kazana-biliyor musunuz, ondan bahsedin! Bu da biraz hazırlık ve bazı kurallara uyarak mümkün, değineceğiz şimdi!

Bunları değerlendirirken, çıtamızı bir tık daha yükseltelim mi?

Sadece sizin değil, karşınızdakinin de ka-zandığı ve aranızdaki iletişimin güçlendiği bir kavgaya ne dersiniz?

Öncelikli kural; kavganızın sebebi ne? Fark ettiyseniz, genelde sebepler ilk çıkış ko-nularından çok daha farklı konulara doğ-ru seker gider. Bunun iki sebebi vardır; birincisi kişi doludur, fırsatını bulmuşken içindeki her şeyi kusmaya çalışır; diğer se-bep ise, aslında bambaşka bir derdin ifade edilmesi çabasıdır, derinlerde başka, daha büyük bir sorun vardır. Onu keşfetmeye yönelik sorular sorabilir ve bu süreç bo-yunca konunuza sadık kalabilirsiniz.

“Peki ne amaçla kavga ediyorsunuz? Karşı tarafı bastırmak mı, haklı çıkmak mı yoksa birbirinizi yücelterek ilişkinizi geliştirmek mi?”

Daha yüksek amacı olan eylemler, zaferi garantiler. O sebeple barışçıl bir sonuç için, birbirinizi yücelten tartışmaları öne-riyorum. Hem zaten kim ezdiği birisiyle yan yana olmak ister ki?

Karşınızdakini bastırmaya yönelik bir gü-dünüzü keşfettiğiniz an, bunu kontrol et-melisiniz!

Sen dili - Ben dili…

Biliyor musunuz, bir kavgada, birçok ile-

tişim yoluyla çözülemeyecek derin bir sıkıntıyı çözmek istiyorsanız, saygıya ihti-yacınız var. Hem kendinize, kendi ihtiyaç ve beklentilerinize hem de karşınızdaki kişiye, ihtiyaç ve beklentilerine saygı duy-malısınız!

Bu saygı harcı, size kazançlı bir kavga at-mosferi sağlayacak! Ayrıca yine saygı ve beraberinde getireceği diğer duygular sayesinde konunuza ve amacınıza sadık kalabileceksiniz, sapmayacaksınız!

Kullandığınız dil yapısı bile değişecektir! Belki biliyorsunuz, yine de üstünden ge-çelim: sen dili-ben dili.

Basit bir soru sorayım. Yaşadığınız bir tar-tışma sırasında en çok hangisini kullanı-yorsunuz? “Beni anlamıyorsun, yanlış an-ladın, anlamıyorsun…” gibi bir cümle mi, “Anlatamadım, yanlış ifade ettim, tekrar anlatıyorum…” gibi bir cümle mi?

“Anlamıyorsun” gibi karşı taraf odağında bir cümle yerine, çözümün sorumluluğu-nu alarak “Anlatamadım” demek bile çok büyük bir adım getirir.

Aklınızda bulunsun; eğer karşınızdaki anlamıyorsa, belki asıl siz yeterince iyi özümsemediniz!

Aynı şekilde herhangi bir sıkıntı için karşı tarafı suçlamak yerine, kendi bakış açınızı dile getirmeyi deneyebilirsiniz! Bir tasarım ajansından gelen işte, yollanan tasarımı hiç beğenmemiştim. Bunun için “Bunları ancak taslak olarak kabul edebilirim” de-miştim. O da bana hak verdi, böylece ona gizlice bir şans daha verdiğimi gördü. “Be-ğenmedim, bunlar ne!” demek yerine…

Aynı ajansın yöneticisinden umudumu bir süre sonra kestim, çalışmayı durdur-ma kararı aldım ve kendisiyle tartışırken “Başka bir kurumu temsil etseydim bu çalışmalarınızdan faydalanabilirdim. Ama şimdilik çalışmayacağız” dedim. Dinleme-ye kapalı birisiydi ve agresifti, tartışmamız, ortak arkadaşlarımız üzerinde olumsuz-luk yaratabilirdi. Netice proje fesih oldu, ama sözlerimi böyle ifade edince gerek-siz kavga yerine, teşekkür alarak kapattık dosyayı.

Fark ettiyseniz ufak bir stratejik dil kullan-dım. Karşımdaki kişi ikinci şansı da değer-lendiremedi belki; ama başka birçok kişi ona sağladığım ikinci şans ile süper sonuç-lar çıkarabilmişti.

“Benim stratejiyle işim olmaz” diyen tüm tanıdıklarımda ise sonuç aynı: Dürüstlük

ve şeffaflık niyetiyle patavatsız, ölçüsüz, kırıcı ve işlevsiz sonuçlar…

Stratejinin sakıncası yok, içten pazarlıklı ol-madan da stratejik bir dil kullanılabilir ve fayda sağlanabilir, aklınızda olsun!

Strateji demişken, saygıyı unutmayın lüt-fen! Saygı ve stratejinin yan yana olduğu yerlerde, yalana yer yoktur! Size yalan söylenmesini istemiyorsanız, özellikle de bir sorunun çözümü için konuşurken, tar-tışırken yalan söylenmesini istemiyorsanız, siz de yalandan uzak durmalısınız! Ve bunu son birkaç yıldır en ufak bir yalan söyleme-yen birisi olarak söylüyorum!

Bu tartışmadan neyle çıkmak istiyorsu-nuz? Varmayı düşündüğünüz sonuç sizi memnun edecek mi? Peki ya karşı tarafı memnun edecek mi? Karşılıklı bir şekilde kazanım gerçekleşecek mi?

Etkili bir kavga arıyorsanız, işe yarayan bir tartışma istiyorsanız, iki tarafın da mem-nun olmasını sağlamalısınız. Sun Tzu’nun sözünü hatırlayın, kılıçlar çıkmadan (kalp-ler kırılmadan, utanılacak durumlar yaşan-madan) ancak o şekilde kazanabilirsiniz.

Pekâlâ, saygı çerçevesinde, bazı amaçlar için, alttaki konuyu da keşfedebildiniz ve konunuza sadık kalarak tartışıyorsunuz, ama ya ne olacak?

Toparlamalısınız! Saatler süren tartışmalar çok yorucu olduğu gibi anlamsız bitebili-yor. Ama toparlarsanız, sonuca gelebilirsi-niz, en azından karşı tarafı da sonuçlandır-ma sürecine davet edebilirsiniz.

Zihninizden kısa bir kontrol yapmalı. Konu neydi, sıkıntı ifade edildi mi, tatminkar bir cevap çıktı mı, iki taraf da kendini daha iyi hissediyor mu? O halde toparladığınız süreçte de mutabıksanız, noktayı koyma vakti.

Tartışın, gerekirse bağrış çığrış kavga edin! Belli çizgiler sayesinde, bu kavgalardan ka-zançlı çıkabilirsiniz.

Burada bazı teknikleri özetle aktarma-ya çalıştım. Birçok aile şirketinde, birçok profesyonel kurumda milyonlarca dolarlık faydayı, bu çizgiler dâhilindeki kavgalarla sağladık.

Kaç evlilik kurtuldu, saymıyorum bile.

Eşinizle, ortağınızla, yakınınızla, tedarikçi-nizle, kısacası iletişim kurduğunuz kişiyle siz de sanat tadında kavga ederek süreç-leri, aklınızdakileri ve sonuçları benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum.

57

Page 58: Aktivist 5. Sayı

Elif Bayar

güncel

Bu yazı cesur kadınlar için yazıldı. Çünkü o kadınlar, kadınlık-tan önce insan olduklarını bilen kadınlar. Hemcinsleri çocuk-ken evlendirilse de, tecavüze uğrasa tecavüze uğradığı için öldürülse de, fiziksel ya da psikolojik şiddet görse de direnen kadınlar. Erkeğin gölgesinde, erkeğin korkusuyla yetişen; yine de ölmekten, birey olmaktan, okumaktan, konuşmaktan ve en önemlisi yaşamaktan korkmayan kadınlar. Bir sabah

çocukken, bir gecede kadın olan, ekonomik gücü olmadan boşanma kararı alabilen, o kararı alana kadar uğradığı şiddeti göğüsleyebilen, evladını kaybeden ve katillerini hiç bulama-yan, yıllarca evlatlarının akıbetini öğrenmeye çalışan, en yakını tarafından öldürülen kadınlar. Onlar sadece kadın olarak değil insan olarak hepimizin onurudur ve onlarla birlikte solan sadece insanlığımızdır.

önyargı yıkımının isimsiz gönüllüleri:

cesur Kadınlar

Şubat - Mart / 201458

Page 59: Aktivist 5. Sayı

Bu yazı onları anlatmayacak. Onlar haklarında her gün yazılan kadınlar, onlar devletin bile koruyamadığı kadınlar, onlar ölen kadınlar. Bu yazının konusu bu kadınlar kadar büyük kahraman-lar değil, küçük farklarla hayatı yaşanılır kılanlar. Günlük hayatın, eziyet eden yoran değil gülümseten kadınları.

“Kadınlık, insanlık tarihinde çok aşağılandı ancak hiçbir zaman araç park ederken

aşağılandığı kadar değil.”Kadın erkek arasında, hangi cinsiyetin daha iyi olduğuna dair süregelen bir tartışma var. Herkesin malumu. Çok uzun zaman-dır devam eden bu tartışmaya cevap arayan cinsiyet meraklısı kadınlar ve erkekler, tartışmayı Âdem ve Havva’dan bugüne taşıyadursun, günümüz kadınları önyargıların ötesine geçmek için büyük çaba harcıyor. Bilerek ya da bilmeyerek önyargıların öte-sine geçmeye çalışmalarını çok da basit bir çaba gibi görmemek lazım. Ne de olsa kadındır yapamaz, kadın dediğin çocuklarına bakar, elindeki o hiç bitmeyen hamurla erkek işine karışamaz, araba kullanamaz kullansa da park edemez, evde tamir işi ya-pamaz, bilim insanı olamaz olsa bile tarihi değiştiren icatlar ve buluşlar hep erkekler tarafından yapılmıştır, siyasi lider olamaz... Belki gerçekten öyledir, belki de erkek bireylerin işe yaradıkları alanda rakip istememeleri için oluşan bir algıdır bu durum. Sebe-bi ne olursa olsun, sonuca direnen pek çok kadın var.

Siz hiç iki araba arasına park etmeye çalışan bir kadına, bütün yargılarınızı bir kenara bırakıp, baktınız mı? Yüzüne, gözlerine… O yüzdeki azmi, çabayı ve kararlılığı gördünüz mü? Öğrenme sürecinde baba ya da koca ile başlayan araba kullanma travması, trafiğe çıktığında bir kadın için en üst seviyeye çıkar. Ne de olsa kadınsınızdır ve ağzınızla kuş tutarken, yokuşta arabayı kaçırma-dan kaldırsanız bile bitmez eleştiriler. Hele de o park etme işi! Kadınlık, insanlık tarihinde çok aşağılandı ancak hiçbir zaman araç park ederken aşağılandığı kadar değil. Yine de, beceremese bile denemekten vazgeçmeyen kadınlar var. İşte bir gün kalabalık bir yolda, bir sokak arasında, bir alışveriş merkezinin hınca hınç dolu otoparkında arabasını, üzerindeki bütün o “park edemeyecek” bakışlarına rağmen park etmeye çalışan bir kadın görürseniz bilin ki o kadın oldukça cesur bir kadındır.

Biter mi, onlar aslında her yerde:

Elinin hamuru ile erkek işine karışan kadınlar… Fikir üreten, o işlere kafa yoran kadınlar…

Muhafazakâr bir şehrin sokaklarında, bütün bakışlara bütün söz-lere rağmen, istediği kıyafetle dışarı çıkan kadınlar… Erkeklerle dolu bir ortamda, hiç destek görmeyeceğini bilerek ve belki de hiç umursamayarak kadınların da hakları olduğunu söyleyebilen kadınlar.

DNS değiştirmeyi öğrenen kadınlar…

Yanlarında erkek olmadan gece dışarı çıkan ve bir de üstüne sarhoş olan kadınlar…

Daha lisedeyken hem de akran baskısı son seviyedeyken, her-kesin dalga geçmesini göze alarak hoşlandığı çocuğa gidip bunu söyleyen genç kadınlar…

Sonunda biteceğini bildiği bir ilişkiye başlayan kadınlar…

Ofsaytı, korneri bilen futboldan anlayan kadınlar…

Moda peşinde koşmadan çok şık olan kadınlar…

Bedeniyle barışmış kadınlar…

Trafikte öndeki aracın yaptığına çok sinirlendiği için kornaya basan kadınlar…

Tıkalı lavaboya lavabo açıcı ile çözüm bulamayınca eline tornavi-da alan kadınlar…

Edebine, haline tavrına laf eden bir erkeğe “sen kim oluyorsun” diyebilen kadınlar…

Her pazartesi rejime başlayan, rejimdeyken yediği tatlı için aman ne olacak diyen, bozduğu rejimler için gelecek pazartesiyi bekle-yen kadınlar…

Mantığı bir kenara bırakıp her seferinde duygularına göre hare-ket eden kadınlar…

Annelerin “sevdiğini değil seni seveni seç” tavsiyelerine rağmen kendisini seven o iyi çocuğu, âşık olmadığı için reddeden kadın-lar…

“Aptal sarışın” olduğu düşünüldüğü için her ortamda tongaya getirilmeye çalışılan ama her şeye rağmen insanları kırmayan kadınlar…

Sarhoş olmasına rağmen delik deşik kaldırımlarda topuklu ayak-kabısıyla yürüyen kadınlar…

Kadın için en ideal meslek öğretmenliktir, matematik ya da fizik öğretmeni ol hem ders verirsin hem de üç ay tatilin olur gazına gelmeyip mühendislik yazan, üstelik o kadar erkeğin arasında dört yıl okumayı göze alan kadınlar…

Babasına sevgilisi olduğunu söyleyen kadınlar…

Sevgilisiyle, evlenmeden aynı evde yaşayan kadınlar…

Arkadan korna çalan bütün arabalara rağmen şehir içi hız limitle-rine uyan ve bundan gurur duyan kadınlar…

Bir erkekle çok yakın arkadaş olabilen kadınlar…

Evlenmeyen kadınlar…

Lezbiyen kadınlar…

Kendini ve isteklerini bilen kadınlar…

Bilgisayarına yardımsız format atabilen ya da artık laflardan bıkıp iş başa düştü diyerek ne olacağını umursamadan bu işe kalkışan kadınlar…

Böyle kadınları koruyun, sevin, bağrınıza basın. Onlar yıllardır bitmeyen bir yarışın gizli kahramanları. Onlar bilerek ya da bilmeyerek pek çok yargının yıkılması için yaşayan kadınlar. Ve onlar gizli ve derinden; atomu parçalamaktan daha zor olduğu, bilimin mihenk taşı tarafından onaylanmış, önyargı yıkımının isim-siz gönüllüleri.

59

Page 60: Aktivist 5. Sayı

Dicle Tigris

[email protected]

Kendi karanlık uçurumlarınızı keşfetmeye, oraya ışık tutmaya var mısınız?

cesaret mi?röportaj

resim

: Ca

trin

We

lz-S

tein

Şubat - Mart / 201460

Page 61: Aktivist 5. Sayı

DERİN ANI SÜRECİ ve bu sıra dışı, be-den odaklı geçmiş yaşam çözümleme yaklaşımını Türkiye’ye getiren İngiliz ha-nımefendi juanita Puddifoot’la sizi tanış-tırmak istiyorum.

Bedenimiz ve tüm dünya, tüm galaksiler aslında katı değil, titreşim halinde enerji-ler. Bedensel hücrelerimiz de depoladık-ları anılarla titreşiyor. Bu anılar ta geçmiş yüzyıllardan, geçmiş yaşamlardan, atala-rımızdan da bize gelebiliyor veya bizde kalmış olabiliyor. Bu yaşamda mutsuz olmak, astımlı, obez, suçluluk içinde ol-mak için bariz bir nedeniniz yoksa Derin Anı Süreci size bambaşka bir yöne bak-mak üzere ilham verebilir. Geçen sayıda size önerdiğim kitap işte bu yaklaşımı uzun uzadıya anlatıyor.

Ben geçtiğimiz ay, Derin Anı Süreci’nin BİLYAY Vakfı’ndaki eğitimine başladım ve yüreğim umutla, heyecanla çarpma-ya başladı: Çünkü rahat olmamı ve ya-şamın tadını çıkarmamı engelleyen ka-lıntılarımı dönüştürmeyi öğreneceğimi hissediyorum. Kolay olmayan bir Karma içine doğmuşum ve hala her yerde öz-gür Tigris’i değil, geçmişin zincirlediği Dicle’yi yaşıyorum ve artık özgür olmak istiyorum. Aynı Karma’yı sürekli tekrar-lamak istemiyorum. Roger Woolger’ın yakın dostu ve meslektaşı juanita Pud-difoot, kendi üzerimizde çalışarak bizi bağlayan tüm geçmiş yaşam kalıntılarıyla yüzleşmemizi sağlıyor. Acemice de olsa, eğitim grubu olarak şimdiden ikişer kez geçmiş yaşam öykülerimizle yüzleştik ve etkisi çok derin oldu. Yalnızca öğ-renmek, bilmek ve anlamakla kalmayıp bedensel olarak da dışa vurumlar yaşa-yarak hücresel katmanda sıkışmış kalmış enerjiyi serbest bıraktık, sonra da hep beraber hasta olduk: Dönüşümün yan etkisi. Yüzleşmek elbette pek eğlenceli değil, ama beni gerçekle burun buruna getirdiği için çok seviyorum. Gerçeği arıyorum sevgiyle ve tutkuyla. Gerçeğin tadı, şekli, öyküsü ne olursa olsun, ger-çek gerçektir ve en değerli hazinedir.

“Başka Yaşamlar, Başka Benlikler” çevir-diğim herhangi bir kitap değildi, yaşamı-

mın yönünü değiştiren, eşimle bol bol tartışmama neden olan, vakalarıyla beni derinden tetikleyen ve hüngür hüngür ağlatan, aşıladığı insan sevgisiyle içimi ısı-tan bir yolculuk oldu. Yazarın öldüğünü öğrenince de çok üzüldüm. Türkiye’de onu tanımış ve ondan eğitim almış Derin Anı Süreci uygulayıcıları olduğunu öğ-renmek bu yüzden iyi geldi. Başka yak-laşımlarla da anlayışımı derinleştirmeye koyularak kendi kendimin ruhsal ve psi-kolojik dedektifliğini yapıyorum. Kendi-mi cesur bir serüvenci gibi hissediyorum ve kendimle birazcık gurur duyuyorum. Bu ayın konusu cesaret ve kendine gü-ven. Kendi karanlık uçurumlarınızı keş-fetmeye, oraya ışık tutmaya var mısınız?

Dicle Tigris: Kendine güven ve ce-saret için ne olmalıdır?

Juanita Puddifoot: Farklı ülkelerde çalışmanın ilginç yanı, kültürün, için-de yaşayan bireyleri üzerinde bıraktığı derin etkiyi görmek oldu. Bana seansa gelenlerle, bu kültürün getirdiği sorun-lar öne çıkıyor. Türkiye’yle ilgili edindi-ğim bulgulara göre, sorunların arasında çokça ensest, cinsel istismar ve aile di-namikleri içerisinde zorbalık var. Kadın ve erkekler, bu tür olaylardan o kadar etkilenirler ki, yetişkinliklerinde de ken-dilerini baltalanmış hissederler. Hatta özdeğer duygusundan yoksun olurlar, özgüven sorunları yaşarlar, bedensel so-runlar ve güven sorunları da yaşayabilir-ler. Özellikle Türkiye’de dikkatimi çeken, kültürün geçmişi ve inanç sistemi, yapısı, bireylerin cesur olmasını, özdeğer dolu olmasını veya bağımsız olmasını destek-lemiyor.

Ülkeden bağımsız olarak, bana ilginç ge-len bir başka durum da, cinsel travma, ensest, fiziksel ve zihinsel istismar gibi, etkisi aşikar olan olayların olmadığı ai-lelerde de, çocuğun özgüvenini baltala-yan, boğucu sevgi durumudur. Diyelim ki, çok sevgi dolu ebeveynleriniz var ve sizin kalkıp da kendinizi bulmanızı, hata yaparak deneme yanılma yapmanızı, dı-

şarı çıkıp risk almanızı engellediler, yani İngiltere’de dediğimiz gibi, sizi sevgileriy-le boğdular: O zaman yetişkin yaşamı-nızda özgüveninizin baltalandığını hisse-debilirsiniz. Önemli olan, doğru dengeyi tutturmaktır: Sevgi dolu olmak, ama ço-cukların bağımsız olmasına, risk alma-sına, sınırları keşfetmesine, belki zorla-masına, hatta ebeveynlerle tartışmasına izin vermektir. Böylece, çocuklar kendi kimlik algılarını oluşturabilir ve bağımsız-lıklarını kurabilir. Türkiye’de seanslarda gördüğüm kadarıyla, çokça kontrol ve güç sorunları ve güçsüzlük duygusu ya-şanıyor.

Dicle Tigris: Hangi cinsiyette?

Juanita Puddifoot: Ağırlıklı olarak kadınlar, istismarın bir çeşidini yaşamış oluyor. Bunu onlara yaşatan ya babaları, ya ağabeyleri ya amca/dayıları veya ya-bancı birisi oluyor. Ve kadınlar bununla ilgili hiç konuşamıyor, bu nedenle değer-sizlikle, kirli hissetmeyle ilgili, aileye duy-dukları güvensizlikle ilgili tüm duygularını içlerine gömüyorlar ve hiçbir aile üyesi-ne açılamıyorlar, çünkü içinde yaşadıkları kültür utanç kültürü. Ne ilginçtir ki, İngil-tere’de toplumun, kadında hiçbir suçun olmadığını anlaması çok uzun yıllar aldı. Buradan yola çıkarak anladım ki, bir kül-tür, hala bu tür konuları konuşmayla ilgili utanç duyuyorsa, bu demektir ki, kolek-tif, yani toplum, kültür, öyle ya da böyle kadını suçlu görüyor. Hatta kız çocuğunu bile. Bu utanç öğesi, aileyi, kız çocuğu-nu ve erkeği susturmada çok etkili bir araca dönüşüyor. Çünkü konuşan kişi, ailesine, tüm sülalesine utanç getiriyor. Bu nedenle, Türkiye’nin kolektif bilincin-de ve toplumunda bu konulardaki tavrın

61

Page 62: Aktivist 5. Sayı

değişmesi biraz zaman alacak.

Dicle Tigris: Bu utanç ve istismar yarasını nereye kadar taşıyoruz?

Juanita Puddifoot: Bunu farklı bir açı-dan yanıtlayacağım. Evet, şimdiki zaman-da sürdüğümüz bir yaşamımız var ve bu yaşamımızda, cesaretimizi, kendimize güvenimizi ve özdeğerimizi baltalayan belirli olaylar gerçekleşiyor ama ayrıca, başka yaşamlardan gelen başka anıların, ataların ruhlarının da insanlar üzerinde etkileri var.

Dicle Tigris: Ve böylece geçmiş yaşam konusuna geldik. Bize bir vaka örneği verebilir misiniz?

Juanita Puddifoot: Bana gelen bir danışanımın derin bir utanç ve suçluluk duygusu içindeydi, ama bu yaşamında buna neden olabilecek herhangi bir zor-luk ve travma yaşamamıştı. Yalnızca bu duyguları sürekli olarak hissediyordu. Böyle bir danışana, bilinç dışını keşfetme olanağı verdiğinizde, ki benim kullandı-ğım süreç budur, adı Derin Anı Süreci, üzerinde çalışacağımız her şey ortaya çıkar. Danışan, temasa geçtiği görüntü-ler, güçlü fiziksel hisler aracılığıyla çok güçlü bir geçmiş yaşam anısını ortaya çıkardı. Geçmiş yaşam öyküsünü öğren-dik: Utandırılmış, herkesin önünde aşa-ğılanmış ve taşlanarak öldürülmüş. Bu danışanım, o yaşamında, başka bir köy-den, başka bir tabakadan birisini sevmiş, ama içinde bulunduğu kültür ve toplum, yaşadığı yüzyıl, toplumun başka bir ta-bakasından ve köyünden gelen biriyle evlenmesine izin vermemiş. Köy, kadı-nın bu durumunu köyün utancı olarak algılamış ve kadını taşlayarak öldürmüş. Bu yaşamındaysa, ruhunda halen dolaşıp duran bu kalıntılar, kadını hala etkiliyor-du. Tibetli Budistler’in dediği gibi, ölüm anındaki son duygu ve düşünceler, kalın-tılar oluşturur ve bu kalıntıları bugünkü yaşama da taşırız ve onları bir şekilde

yeniden canlandırırız. Başka bir köyden bir adama aşık olmuş kadın, ailesinin ve toplumun bundan hiç hoşlanmayacağı-nı biliyordu. Kadın bir bakıma kolektife aykırı davranmıştı ve utancı onun ceza-sıydı. Bu utancı herkesçe görülsün diye de, herkesin önünde aşağılanmıştı ve sonra da taşlanarak öldürülmüştü. Bu derin utanç, kadının ruhuna işlemiş ve ölümden sonra da devam etmiş. Kadı-nın ruhu, köyüne utanç getirdiği için, o toplumun artık bir parçası sayılmadığını, dışlandığını, kınandığını biliyordu. Derin Anı Süreci’nin bir parçası olarak Bardo âlemi dediğimiz yerde, bu ruhsal yarayla, bu kınanmayla uğraşıyoruz: Diyaloglar yaptırıyoruz. Kadının, üzüntüsünü ifade etmesi, köyün büyükleriyle, ona yap-tıklarından dolayı konuşması, bağırması gerekebilir. Sevdiği adamla kavuşması ve köyü terk edip başka bir topluluğa git-mesi gerekebilir. Bu ve bunun gibi daha başka tekniklerle gerekli şifalanmaya ulaşılır. Seanstan sonra danışanım aynı utancı ve suçluluğu bir daha hiç hisset-medi ve çok daha hafif ve özgür bir ka-dına dönüştü.

Dicle Tigris: Yaratıcı Entegrasyon ne zaman gerekli oluyor?

Juanita Puddifoot: Türkiye’deki de-neyimlerime dayanarak diyebilirim ki, travma ve üzüntüler yaşamış olanlar, yaşamlarındaki duygularıyla hemen te-mas kuramıyor ve sorunlarıyla doğru-dan yüzleşemiyor. Üzüntü ve travma karşısında, bedendeki acı dolu anılardan veya hislerden kopmak için, insanın ay-rışma ve kafada yaşama eğilimi var. Bu nedenle, sorunları oluşturan farklı öğe-leri dışsallaştırabilmeleri için, Yaratıcı Entegrasyon’u kullanıyorum: Duyguları, olayın başlarına geldiği yaşı, güvenli bir alanda keşfediyoruz ve yeniden bir araya getirerek kişiyle bütünleştiriyoruz.

Bunları anlamak için, kendi üzerinizde deneyimlemeniz gerekir.

juanita’nın web sitesiDerin Anı Süreci ve Roger Woolger’ın web sitesi

Derin Anı Süreci

Ruh Farkındalığı

Enerji Alanları

Doğa Ruhlarıyla Bağlantımız

Suçluluk ve Cezalandırılmayla Bağlantılı Ruhsal Yaralar

juanita Puddifoot’un Türkçe çevirili videoları:

Yüksek Boyutlardan Yardım İstemek

Şubat - Mart / 201462

Page 63: Aktivist 5. Sayı

Feryal Çeviköz

[email protected]

kitap

Roman’dan

Dünya’da belki de çoğu şey unutulur, ününü yitirir de, ünlü olmuş bir masalın, romanın, hikâyenin kahramanı, Dünya durdukça ününden bir nebze olsun kay-betmeden varlığını sürdürür.

Aslında sözcük anlamı kapsamında, “Kahraman, genellikle başarılması zor olanı gerçekleştirmiş, toplumsal ve kişi-sel açıdan olumlu olan işler yapmış, yaşa-mış, gerçek karakterleri anımsatır.

Oysa roman, hikâye, masal kahramanı dediğimiz zaman bu tanımdan uzaklaş-mış oluyoruz. Çünkü “roman kahraman-ları” yazarlarının toplumsal hayat içinden seçtiği en sıradan insanlar da olabilir.

Fakat roman karakteri olarak onlarla bazen özdeşleşir, sever, hayran kalır, aşık bile olur, bazen de dışlar ve hoşnutsuz olup, nefret edip tiksinebiliriz. Onlar, yazarlarının elinde şekillenmiş, roman zamanı çerçevesinde ya tamamlanmış ya da yarım kalmış kişilerdir. Romanın kapsamı içinde ya tekâmül eder ya da karakter tekâmül etmeye fırsat bulama-dan olay sonuçlanabilir, yazar romana son noktayı koyar.

Onların kişilikleri, egoları, sevinçleri, üzüntüleri ve söyledikleri, okuyucunun karşısında, yazarın izin verdiği ölçülerde çıplaktır. Okurun konumu ise sadece şahitliktir, ne kadar istese de müdahale

etme şansı yoktur. Bazı kahramanları o kadar çok sever, dostumuz gibi benim-seyebiliriz ki, zaman içinde özleriz ve aynı yazarın yeni bir kitabı çıktığında, bir önceki kitaptaki karakterle karşılaşmayı dileyebiliriz. Ki; bunu ustalıkla başaran, edebiyat kalbimize taht kurmuş yazarlar da vardır. Hatta bazılarının, hayata dair söyledikleri aforizmalar- felsefi içerikli özdeyişler bir hayat boyu düsturumuz olabilir. Onları yazarın adından fazla, kahramanın adıyla anımsayabiliriz…

Belki yaşadığı süre boyunca kimse far-kına bile varmamış, varlığı kimse tara-fından önemsenmemiş biri, bir gün bir yazar sayesinde unutulmaz kişiler arasına adını yazdırabilir. Olaylar hangi zaman diliminde, hangi coğrafyada geçerse geçsin karakterlerin temel kişiliklerindeki insan özellikleri, tüm zamanlarda ve coğ-rafyalarda yaşayan insanlarda benzerlik ve yakınlık hissettirebilir.

Okuduğumuz yapıtlarda öyle kahra-manlarla karşılaşır ve tanışırız ki, onlara “romandan çık da gel, hayatıma gir” demek gelebilir içimizden… Bazıları ise aynı zamanda ve gerçeklikte yaşamadığı-mız için şanslı olduğumuzu düşündürtür bize…

En hayâli olabilecek biçimde tasarlanıp yaratılmış, fantastik ve/veya bilimkurgu olduğunu düşündüğümüz roman kah-

ramanının bile, yazarın içinde yaşadığı coğrafya, tarih ve tüm sosyolojik durum ve kuşatılmışlıklardan etkiler ve izler taşıması olasıdır. Kurguladıkları ya da esinlendikleri karakterleri romanlarına misafir eden yazarlar yaşadıkları toplum-sal coğrafya, tarih ve sosyolojik olaylar-dan nemalanıp yaratmışlardır onları.

Kitap okurken, bilincimiz, var olan za-man algısının dışında bir yerde bir başka gerçeklikte salınır genellikle… Kitap sizi içine aldığı zaman ve siz kendinizi kitabın içinde serbest bıraktığınızda, romanın karakterleriyle birlikte nefes almaya başlarsınız. Bir tür düş’ün içine çekilir ve oradaki zaman ve mekânın çok boyutlu evreninde takılırsınız düşüncelerinizde. Aslında şu bir gerçektir ki, her insan ken-di hayatının başrolünde kendi hayatının kahramanıdır. Doğumla ölüm arasında geçen bir nefeslik saltanatın mimarı, kendi kendinin heykeltıraşı, ressamı, yazarıdır.

Kuşkusuz, her insan o biriciklik açısından özgün bir sanat eseri. Veli de olsa deli de olsa öyle. Çünkü hayatın velilere olduğu kadar, toplumsal hayat içinde deli diye yaftalanmış aykırı kişiliklere de ihtiyacı var. Üstelik tarih boyunca gördük ki iki kutup sandığımız çoğu tanımlamalar as-lında gayet iç içe geçmiş “girift/dolaşık” enerjilerden oluşmakta. Ne demeli, kişi kahramanını kendi gibi severmiş…

çık dagel

63

Page 64: Aktivist 5. Sayı

Kişisel Cihazlar Dünyası

Alper Ürersoy

[email protected]

Teknoloji Cesaretinvar mı?

Evden Uzaklaşamayanlara

Lynx Ses komutlu barbekü (2015)

Enerji harcamaya başlamadan önce karnını doyurmak için kendini bah-çeye atacaklara barbeküde son nokta. Akıllı telefon uygulaması bile tasarlanmış olan bu gazlı barbeküye baktıkça emektar mangalınızın gözleri yaşaracak. Lynx tarafından üretilecek bu yeni model barbekü, ızgarasına yerleştirilen yiyeceklerin pişirme derecesini takip edip size ha-ber verebilecek kadar akıllı olacak. Sohbete dalıp etleri yakma derdi olmayacağı gibi kişiye özel pişirme olanağı da sağlayacak. Afiyet olsun. (Fiyatı henüz belli değil)

Hammacher Schlemmer Tırmanma Duvar Bandı

Koşu bantlarından sıkıldınız ancak henüz medeniyetten kopmaya hazır değilseniz buyurun size iç mekânda kullanabileceğiniz yeni bir spor-macera aracı. Güven-le tırmanabileceğiniz bir duvar. Doktorunuz yağlarınız yakmanız için size bunlardan birini önerir-se yağlarınızdan önce cebini-zin yanmasına hazır olmalısınız.

ABD fiyatı $9.000. 

Kimi için yüksek dağları aşmak, derinlere dalmak, en hızlı olmak, gökyüzünde süzülmek, ıssız bir ormanda konaklamak kimi içinse sadece 10 kilo vermek cesaret sayılabilir. Peki, sizin için cesaret nedir? Siz ne kadar cesursunuz?

     Gelecek kışa kadar dışarıda geçirebileceğiniz uzunca bir za-man var. Peki, sizin bir planınız var mı? Planınız yoksa eminim sıkı sıkıya sarıldığınız çok iyi mazeretleriniz vardır. Size mazeret-

lerinizle birlikte bol şans dilerim.

Bu sayıda köşemin sınırlarını oldukça fazla zorladım hatta taş-tım. Birkaçı henüz piyasada dahi olmayan fakat her biri maze-retleri olanların bile ilgisini çekebilecek türden cihazları ve hatta araçlardan bazılarını derledim. Özellikle en sona sakladıklarım insanoğlunun sınırlarını nasıl zorlayabileceğinin birer kanıtı gibi.

Ağır ağır başlayıp sonra hızlanacağız. 

Şubat - Mart / 201464

Page 65: Aktivist 5. Sayı

? Doğaya Doğru Adım AdımHangimiz gezi planlarken yanına teknolojik aygıtlarını almayacağına inanıyor? İnter-netsiz dayanabilmek ne kadar mümkün? 

Teknoloji olmadan yaşayamayanlar için üç değişik çözüm. Artık kamp ya da piknik yapmak için medeniyetten uzaklaşmaktan korkmanıza gerek olmayacak.

BioLite Soba

Çalı çırpı ile yanabilen bu soba sadece ye-mek pişirmekle ya da sizi ısıtmakla yetinme-yip  termoelektrik teknolojiyi kullanarak elektrik de üretebiliyor. USB çıkışına sahip olan sobanız ile akıllı teknolojiye sahip cihazlarınızı şarj ede-bilmeniz mümkün. 

ABD fiyatı $130.

Panasonic Toughbook 31

Zorlu koşullar için tasarlanmış taş gibi bir dizüstü. Çarpmaya, çizilmeye, ıs-lanmaya dayanıklı. Intel Core i5, dâ-hili 4G LTE bağlantısı ile kendi başına bir çalışma laboratuvarı. Bu güvenlik ve sağlamlık tahmin edeceğiniz üzere pek de ucuz değil. 

ABD fiyatı $ 4.000.

Sony DEV50 Full HD 3D kayıt edebilir dijital dürbün

Dürbün, fotoğraf makinesi, HD kamera ve hatta 3D kamera ola-rak kullanılabilen; Yağmur, toz, sıcak, soğuk, darbe dinlemeyen müthiş bir cihaz. 12x optik zoom özelliği dijital destekle 25x’e ka-dar çıkabiliyor. 20.4 megapiksel fotoğraf çekebilen bu dürbün-deki titrmeme engelleme özelliği sayesinde uzaktaki objeleri yanı başınızda gibi görüp kayıt edebilirsiniz. Doğa dostu, bilim insanı, araştırmacı ya da sadece meraklısına. 

ABD fiyatı $1.999.

Bushnell SolarBook 850

Bir başka elektrik üretimi çözümü daha. Bu defa kaynağımız güneş. Uzun yürüyüşlerde çantasının içinde taşı-yacağınız bu güneş panelleri yere serildiği anda kullanıma hazır.

ABD fiyatı $356.

65

Page 66: Aktivist 5. Sayı

Tactical TRANSFORMERS (2015)

Fox News’den Allison Barrie’nin yaptığı mülakata göre uçan arabalarla tanışmamıza 1 yıldan biraz fazla bir za-man kaldı. Karada ve havada gidebilen, dikey kalkıp inebilen, havada 370 km/h hıza ulaşabilen bu taşıtların 450 kg. civarında taşıma kapasiteleri olacak. Bu halle-riyle helikopterleri aratmayacakları hatta pek çoğunun yerini alabilecekleri düşünülüyor. Karaya indiğinde şekil değiştirerek SUV yeteneklerine dönüşecek olan bu ta-şıtlar ünlü sinema filmi Transformers’ı çağrıştırıyor. Kullanı-mın oldukça basitleştirilmiş olan bu taşıtların askeri alan dışında kullanıma sunulup sunulmayacağı ise asıl merak konusu. Ne dersiniz bunlardan birini kullanmak heyecan verici olmaz mıydı?

FINIS SwiMP3 kulaklık

Orijinal isminin headphone olması sebebiyle kulaklık olarak anılsalar da aslında kulağa takılmıyorlar bile. İşitme cihaz-larındaki kemik üzerinden ses iletim teknolojisi kullanılan bu kulaklıklar, su altında kullanabileceğiniz sudan etkilenmeyen yegâne kulaklıklar. Alışveriş sitelerindeki yorumlara bakınca kullananlar arasında memnun olmayanların varlığı dikkat çekse de yüksek oranda memnuniyet sağladığını söylemek mümkün. Görünen o ki sesin kulak kanalı mekanizmasını atla-yarak doğrudan iletimine alışmak herkes için başarılı sonuç-lanmayabiliyor. 

ABD fiyatı $150.

GoPro Hero 3 Plus Kamera

Kayak, kaykay, sörf yaparken ya da bisiklete binerken kul-lanabileceğiniz bir kamera var mı diye sorarsanız işte size yanıt. Düşük titreşim oranı, 12 mega piksel merceği, 4K’ya kadar çıkabilen çözünürlüğü ve Wi-Fi özellikleri ilk bakışta öne çıkanlar. Hız maceralarını paylaşmak isteyenlere. 

ABD fiyatı $399.

Sporculara

The CAR - Bloodhound SSC kara hız aracı (2015)

Adının Araba (The Car) olması sizi aldatmasın, bu süpersonik kara aracı yarı araba yarı uçak aslında. 1997’den bu yana kırılmamış olan kara hız rekorunu (1.228 km/h) kırmak üzere başlatılan projenin son aşamasının vücuda gelmiş

hali. Proje 2008’de British Science Museum’da (Bilim Müzesi) törenle başlatılmış. Hedef karada sesten hızlı uçmak. 7 ton ağırlığın-

daki bu araç 135.000 beygir gücünde bir motora sahip. 14 metre uzunlukta bir gövdesi olan The CAR Formu-

la 1 araçlarından 6 kat daha güçlü. Bunu kullana-cak olan kişi siz olmak ister miydiniz? 

Sporculara

Artık Uçmaya Hazırsınız

Şubat - Mart / 201466

Page 67: Aktivist 5. Sayı

Akıllı Email Gönderimleri

ve EN KOLAY ARAYÜZ!EN GELİŞMİŞ ÖZELLİKLER

www.DirectIQ.com

6000+

GLOBALMÜŞTERİ

Page 68: Aktivist 5. Sayı

Ümit YONTAR

[email protected]

yaşam

Keşke Amerika’da doğsaydım diye söylenip duran hayalperest okurla-rım,

Yakınlarında “Ya Afganistan’da doğ-saydın, haline şükret diyecek” insan çeşidinden biri bulunuyorsa ağzına kürekle vuruver. Nitekim bırak ha-yal kurmayı, hayatlarında en ufak bir şeyi değiştirmeye bile cesareti olma-yan bu tipler sahip oldukları derin mutsuzluğu ve yılgınlığı hava, göz teması ve ruhsal yollardan bulaştıra-bilme yeteneğiyle donatılmışlardır. Geriye dönük, planlanmasını geçtim gerçekleşmesi bile söz konusu ol-mayan mışlı geçmiş zamandaki ha-yallere bile kirlenmiş ellerini uzatır, yarınına dair temelini atacağın yeni bir planı sabote etmenin yollarını ararlar.

Anlık soyut yolculuklarımızdan bile bu kadar rahatsızlık duyan –ger-çekten Amerikalara gitsen n’olcak, bi’düşün- bu arkadaşlarımızın bilin-çaltları fesatlıkla doludur. Bu tespi-tim kaba bir etten imal edilmiş gibi

görünebilir ama kalın kalın sosyoloji kitapları devirmeye de gerek yok, çevremizde hinlikle düşünen fesat-lıktan kuruyup kalan – ki bazıları da yemeğe vuruyor, stresse girip şişmanlayanlar ya da zayıflayanlar da var, bu da aslında teorimi ispatlar- birçok insanı görebiliriz. Mesela bir arkadaşım –bir arkadaş ekolü de olabilir- arkadaşlarının Facebook’ta yaptıkları check-inleri, paylaştığı fotoğrafları falan içten içe beğen-mesine rağmen hasetliğinden like yapmayarak onun biraz daha mutlu olmasını kendince engelliyormuş. Evet sevgili okur, yazımızın giriş kısmını tamamladıktan sonra nasıl gelişeceğini bilmediğimiz bir gelişme bölümüne geçebiliriz.

Hepimizin çeşitli hasetlikleri vardır, dozunda olanı da iyidir aslında ki bunu gıpta kategorisinde bambaşka bir yazımızda irdeleyeceğim, belki de irdelemem ama “irdelemek” kelimesi bir anda çok hoşuma gitti. Bu hasetlikleri; onun var benim niye

yok, bende yoksa onda da olmasın hatta hatta beni al beni al, onu alma kapsamında bile ele alabiliriz. Ama ben bu konuyu da şu anda es geçip asıl mevzumuz olan cesaret ve hayal kırıcı tiplere geri dönmek istiyorum.

Sosyal çevremizi oluşturan insanlar genellikle; iş hayatından, okul çevre-sinden, konu komşudan veya elalem denen dış mihraklardan -ki bunlara dış kapının mandalları da diyebiliriz- oluşuyor bilindiği üzere.

İş hayatımızda yer alan bu organiz-malar; gözünü yükseklere dikmiş, kariyer merdivenlerini üçer beşer çıkmak isteyen azimli insanları alaşağı etmek üzere organizasyon şemasında “cesaret kırıcı” pozisyo-nunda kendilerine yer edinirler. He-deflerinizi es kaza duyan bu varlıklar “şükret bir işin var”, “buradan daha iyisini bulamazsın”, “beterin beteri vardır”, “dimyat’a pirince gideyim derken eldeki bulgurdan olursun bak”, “rahat batıyor sana, bak ne güzel oturduğun yerden çalışıyor-

cesaret kırıcıların

sevgili okur!oltasına gelme

Şubat - Mart / 201468

Page 69: Aktivist 5. Sayı

sun” gibi ifadelerle avını bataklığa doğru çekmeye çalışır. Cümlelerini geniş zamanın olumsuz kipinde bitirmeyi adet edinen mevzu bahis tipler; sahip oldukları mevkiden mutsuz olmalarına rağmen kurtul-mak için hiçbir şey yapmaz, zerre risk almaz, yeltenenlerin de ileriye yönelik olası adımlarına çelme tak-mayı en büyük besin kaynakları bel-lemiş olup, mutsuzluktan mutluluk çıkarmayı da hazımsızlıklarına çare olarak kullanırlar.

En mühim başarıları iş dünyasına bir şekilde sızmayı başarmış olan cesa-ret kırıcıların geçmişlerini inceleye-cek olursak; içlerinde barındırdıkları yüksek seviyedeki hasetlik aslında okul sıralarından üniversite amfileri-ne kadar geniş bir eğitim sürecinde evrimleşir. Bu yüzden son derece profesyonel, politik, yanar dönerler-dir. Okul sıralarında masumca gö-rünen tipik hasetlikleri – kah sınava çalışan arkadaşına “boş ver oğlum, nasılsa anlamayacaksın boşuna ça-lışma, gel biraz batak oynayalım”,

kah bir önceki gün derse gelmeyen arkadaşına öğretmenin verdiği el-zem notları vermeme şeklinde vuku bulur. Ki bu not paylaşmayan çocuk, ilerleyen yıllarda üniversitede arka-daşlarından not gizleyecek, sinsice ders çalışıp inekleyecektir –buna rağmen de başarısız olup daha da hırslanacaktır-. Arkadaşlarının yap-tıkları sosyal girişkenlikleri sabote etmeye çalışacak, kendi başına ha-reket edemeyip başkalarının yeşert-meye çalıştığı akademik ve sosyal çalışmalara herhangi bir katkı sağ-lamadan salça olmaya çalışacaktır ki başkaları da bir şey başaramasın. Tüm dileği başkasının cesaretini kır-maya yöneliktir, kan emici tipin!

İşte bu çocuğun böyle olmasına se-bep olan şey hep konu komşu hep elalemdir. Çeşitli komşu annelerin, başka komşuların iyi niyetli çay da-vetlerine, “bakalım, onun evinde hangi mobilyalar var, mutfak dolap-ları düzgün mü, evi pis mi” gibi zabı-ta teftişi zihniyetiyle gidip bir yarışa girmeleri dünyaya getirdikleri nesil-

leri birinci dereceden hasete maruz bırakmıştır. Çocuğuna sürekli “bak Ayşe Teyze’nin oğlu takdir getirmiş, sen anca karpuz büyüt” ile başlayan kıyaslamalar “bak Ayşe Teyze’nin oğlu Amerika’ya yerleşmiş” seviye-sine geldiğinde; çocuğu kıskıvrak ele geçiren hasetlik artık başkalarının hayatlarına bulaştırma gayesi ile or-taya çıkar. Önce arkadaşının oyun-cağını kırar, sonra defterini karalar, fiziksel zarar verir baktı olmadı ruhsal tacize başvurur. Son noktada ise, ruhunu hasetliğe emanet eden bu çocuk, kariyerini ve hayatını en iflah olmaz birim olan cesaret kırıcı bölümünde devam ettirmek inşa eder. Zira, daha iyisini yapabilirim özgüvenini kaybetmiştir ve diğerle-rinin de bu özgüvene sahip olmasına tahammül edemez.

Pek sevgili okurum, işte bu yüzden, hayal – plan – hedeflerinizi ulu orta paylaşıp ona buna yem olup sonra gelip bana sızlanmayın.

69

Page 70: Aktivist 5. Sayı

Canku Yaşlak

[email protected]

spor

yeşil sahalarıncesur yürekleri

Irak Milli Futbol Takımı

Irak’ta kan ve gözyaşının hiç eksik ol-madığı 2007 yılıydı. Irak’ta hayatta kal-mak bile zorken belki de “futbolcu” olmak en zoruydu. Milli takımla ilgili sürekli kaynağı belli olmayan haberler çıkıyordu ajanslarda. Irak’ın diktatör lideri Saddam Hüseyin’in oğlu Uday Hüseyin’nin takım oyuncularına yaptığı işkencelerin detayları haber başlıkla-rında yer alıyordu. Söylenenlere göre kaybettikleri her maçın ardından Iraklı futbolcular soyunma odasında falakaya yatırılıyordu. Hatta bir keresinde Uday Hüseyin’in sahibi olduğu takımın rakibi-ne karşı mağlup durumda olduğu ma-çın son dakikalarında sadist başkanın helikopterle sahanın ortasında indiği ve futbolculara otomatik tüfekle ateş açtı-ğı da anlatılanlar arasındaydı.

Hazır cesaretten bahsetmişken o yıllar-da Irak’ta top koşturan tüm futbolcu-ları listenin ilk sırasına koymak gerek. 2007 yılında Irak halkı bırakın gülmeyi tebessüm etmeye bile hasret kalmışken cesaretlerinden şüphe edilmeyecek 11 adam dünya futbol sahnesine çıktı ve

Asya Kupası Şampiyonu olarak halk-larını bu kez sevinçten ve mutluluktan sokaklara döktü. Finalde Suudi Arabis-tan ile karşılaşan Irak Milli Takımı’nda kaptan Yunus Mahmut’un 72. dakikada kaydettiği gol, şampiyonluk için fazla-sıyla yeterliydi. Takımın bu başarısının ardından ülkede Şii, Sünni, ve Kürt de-meden hemen hemen tüm kentlerde sevinç gösterileri düzenlenmişti. Futbol sevinci ile yaşanan ortak sevinç tablo-su, Irak’ta teröre karşı en iyi birleşme mesajıydı.

Konuyla ilgili kendi hazırladığım bir vi-deoyu sizlerle paylaşmak isterim:

Guiseppe Meazza

Cesaret bir anlamda kendine güven de-mektir. Kimi oyuncular yüksek öz güven-leri ile futbol tarihine geçmişlerdir. Tari-hin ilk “star” oyuncusu ise tartışmasız İn-terli milli futbolcu Guiseppe Meazza’dır. 1910-79 yılları arasında İtalya Futbolu ve İnter’in efsaneleri arasında yer alan Gui-

seppe Meazza, 1930’lu yıllarda oynadığı 361 maçta 243 gol atmıştı. Ama onu asıl star yapan özellik, kendine olan sonsuz güveniydi. Bazı günler maçın başlaması-na 5 dakika kala gelir ama üstün perfor-mansından ödün vermezdi. Guiseppe Meazza milli takım kampında sigara iç-mesine izin verilen tek futbolcuydu.

İtalyan efsanesi futbola olduğu kadar sigara, alkol ve kadınlara da çok düş-kündü. Hatta anlatılan bir efsaneye göre Milan ile oynanacak olan derbi maçına 1 saatten az bir süre kalmıştı ama Guisep-pe ortalarda yoktu. Teknik heyetten bir kaç kişi onu sürekli takıldığı barlardan bi-rinde sızmış halde buldu ve durum İnter başkanına iletildi. Ne kadar iyi futbolcu olursa olsun bu durumdan hiç hoşnut olmayan başkan tarihi bir karar verdi. “Onu maça çıkarın. Nasılsa rezil olacak. Belki bu ona bir ders olur”. Guiseppe soğuk bir duşla kendine geldikten sonra Milan maçına çıktı ve rakip ağlara 3 gol atarak maçın yıldızı oldu.

O maçın ardından başkanla ne konuştu-lar bilemem ama bugün İnter Milan saha-sının adı Guiseppe Meazza Stadyumudur.

Madem konumuz Cesaret, işte yeşil sahaların en cesaretli 10 figürü…

Guiseppe MeazzaYounis Mahmo

Şubat - Mart / 201470

Page 71: Aktivist 5. Sayı

Eric Cantona

İngilizlerin Fransızları pek sevmediği her-kes tarafından bilinir ama Eric Cantona kaideyi bozacak bir istisnaydı.

Cesaret bazen deliliktirFutbol yaşamı boyunca başı aldığı ceza-lardan kurtulmayan Eric Cantona, tüm yaşananlara rağmen Manchester United taraftarları üzerinde sonsuza dek sürecek bir etki yarattı. Öyle ki taraftarlar onu yüz yılın oyuncusu olarak belirledi. Biz onu Cantona olarak çağırsak da onlar Eric’i “The King” (Kral) olarak tanımladılar.

Cantona’nın iyi futbolu her zaman agre-sifliği ile paralel devam etti. Kariyerinin başlarında Bordeaux forması giydiği gün-lerde soyunma odasında çıkardığı kavga nedeniyle takımdan gönderildi. Sonraki durak Nimes takımında oynarken hake-me top attı ve disiplin kurulu tarafından 1 ay ceza aldı. Ancak kurul üyelerine “salak ve beyinsiz” diyen Cantona’nın cezası, 2 aya çıkarıldı. 1991’de anlaşması tek taraflı feshedilen Cantona artık İngiltere’deydi.

Manchester United Cantona ile birlik-te 26 yıl sonra yeniden şampiyon oldu. Sonraki 6 yıl içerisinde 5 kez şampiyon-luk kupasını kaldırdı. Geriden kalan yıllar içerisinde Eric hiç uslu durmadı. Leeds taraftarları ile tartıştı, Galatasaray maçın-da Türk polisi ile tartışıp 4 maç ceza yedi, kendisini görüntüleyen muhabire saldırdı. Tüm bunlar bir yere kadar kabul edilebi-lirdi ama The King, şanına yakışır skanda-la imza attı. Crystal Palace maçında rakip takım taraf-

tarı Matthew Simmons kendisine “Ülke-ne dön pis Fransız!’’ deyince Cantona’nın cevabı uçan tekme oldu. Hatta bu tekme İngiltere’de Kunfu-Kick olarak adlandırıl-dı.

Olaydan sonra 2 hafta hapis cezası aldı. Ceza 120 saat kamu hizmetine dönüştü-rüldü. Futbol sahalarından ise 9 ay men edildi. Haksızlık karşısında hiçbir zaman boyun eğmeyen Cantona çizgisini hiç bozmadı. Olaydan sonra yapılan bir rö-portajda kendisine ‘’Futbol hayatın bo-yunca yaşadığın en iyi an neydi?’’ diye so-rulduğunda bile ‘’En iyi an mı? Çok güzel anılarım var ama Crystal Palace maçında-ki o holigana attığım tekmeyi tercih edi-yorum.’’ cevabını vermekten çekinmedi.

Tüm futbol yaşamı boyunca hırçın ve ag-resif futbolcu profilinin öncüsü olan Can-tona jübilesinin ardından tüm dünyayı saran “joga Bonito” (güzel oyun) felsefe-sinin öncüsü olarak Fair Play konusunda atılabilecek en önemli adımlardan birisini atmış oldu.

Luis Figo

Portekiz futbolunun adeta bir fabrika gibi ürettiği kanat oyuncularının en ünlülerin-den biri olan Figo, Barcelona’dan ezeli ra-kibi Real Madrid’e transfer olarak dünya futboluna ne kadar cesaretli olduğunu kanıtlamıştır.

2000 yılında UEFA tarafından yılın futbol-cusu seçilen Figo 1 yıl sonra ise FIFA tara-

fından dünyanın en iyi futbolcusu olarak gösterilmişti. O yıllarda Barça taraftarları oyuncuları ile gurur duyuyordu ama kara haber tez duyuldu. 2001 yılında tam 56 milyon dolar gibi uçuk bir fiyatla Real Madrid’e transfer olan Luis Figo dünya-nın en değerli 4. futbolcusu olarak tarihe geçti.

2002 yılında ise olanlar oldu. Luis Figo Real Madrid forması ile ilk kez Nou Camp’ta El Classico mücadelesine çıkı-yordu. Korner kullanmak için köşe gön-derine her gittiğinde kafasına akıllara gelmeyecek çeşitlerde yabancı cisim ya-ğıyordu. O atılanlardan biri tarihe geçti. Barcelona tribünlerinden atılan bir ‘do-muz kafası’ Figo’nun ayaklarının dibine düştü. Barcelona taraftarı yıllarca kulübü-ne en iyi şekilde hizmet etmiş eski oyun-cularından ne kadar nefret ettiklerini net bir şekilde göstermişlerdi.

Ama cesaretliydi Figo. Yılmadı. Real Mad-rid forması altında olduğu her gün Bar-celona taraftarlarının tacizlerine göğüs gerdi, dik durdu. Bu durumun en güzel örneklerinden biri de Figo’nun süt rek-lamıydı. O yıllarda bir süt firması ile an-laşma sağlayan Figo, reklam filminde de oynamıştı. Ancak Barcelona taraftarları firmayı protesto etmeye başlayınca firma ciddi bir maddi sıkıntıya düştü. Para ka-zanma amaçlı reklamda oynayan Figo, fir-manın kurtarıcısı oldu ve şirketin %60’nı satın alarak firmayı iflastan kurtardı. Bu hareketi belki de Barça taraftarına bir mesajdı.

71

Page 72: Aktivist 5. Sayı

Eric Abidal

O futbol dünyasının en önemli savaş-çılarından biri. O ne rakip takımlara ne de holigan taraftar gruplarına karşı savaş verdi. Onun mücadelesi yaşama tutunma mücadelesiydi

1979 doğumlu Eric Abidal gösterdiği başarılı performansla Fransa Milli Takı-mı kaptanlığına kadar yükselmişti. Fut-bol hayatına Fransa’nın Lyon Duchere takıımnda başlayan Abidal, kısa sürede diğer genç oyuncuların arasından sıyrı-larak büyük takımların dikkatini çekti. 2007 yılında artık Barcelona forması giyerken aynı yıl UEFA onu yılın 11’ine seçmişti.

Barcelona taraftarları 15 Mart 2011 gününe kötü bir haberle uyandı. Ku-lüpten yapılan açıklamada Fransız oyuncunun karaciğerinde tümör tespit edildiği ve kanser tedavisine başlandığı söylendi.

2 gün içerisinde ameliyat olan Eric Abidal futboldan kopmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Kanserle gi-riştiği bu amansız mücadelede elindeki koca kalkanın adı joga Bonito’du (gü-zel oyun). Nitekim ameliyattan sadece iki gün sonra yine sahaya çıktı ve takı-mının Getafe ile oynadığı maçta müca-dele etti. Barcelona taraftarı Abidal’e olan desteklerini forma numarası olan 22. dakikada 1 dakika boyunca alkış-larla tempo tutarak gösterdi.

O hep savaştı. İlaçlarla, kemoterapi süreçleriyle, acı ve yoğun ağrılarla hep mücadele etti. Ölüme karşı yaşamda tutunduğu şey, 28 Mayıs 2011’de elle-rinin arasındaki Şampiyonlar Ligi Ku-pasıydı.

Haiti Ampute Futbol Takımı

12 Ocak 2010 günü Haiti Halkı için tarihin kara sayfalarına bir daha asla silinmemek üzere geçmiş, yerel saat-le 21:53’te 7.0 şiddetinde meydana gelen depremde Port-au-Prince kenti adeta haritadan silinmişti. Uluslararası yardım kuruluşları depremde yakla-şık 150.000 kişinin hayatını kaybettiği açıklamasını yaparken ortalama 3 mil-yon kişinin de yaşanan bu acı olaydan etkilendiğini duyurmuştu.

Bina yıkıntıları altından binlerce insan cesedi çıkartılırken milyonlarca Haitili de kollarını ve bacaklarını göçük al-tında bırakmak zorunda kalmıştı. Tüm yaşananların ardından yaşama tutuna-cak dalı ise yine futbol uzatıyordu. Ha-itili çocukların sosyal yaşama yeniden kazandırılması adına bölgede 20 yıldır çalışmalar yapan Atletik Daiti yardım kuruluşu deprem sonrasında yaşam alanlarını yitiren ve ekonomik sıkın-tı yaşayan çocuklara, ücretsiz futbol kamplarında eğitim vermeye başlamış-tı. Hayır kurumunun başkanı Robert Duval, yaptığı açıklamada deprem sonrası tüm Dünya’nın Haiti’ye yaptığı yardımların büyük fark yarattığını ve kendilerinin de değişim için ellerinden

gelen her şeyi futbol yoluyla gerçek-leştirmek istediklerini söylüyordu.

Haiti’de amatör ve profesyonel olarak futbol oynayan ancak deprem son-rası göçük altında kol ve bacaklarını yitiren Haitili oyuncular ise hayattan vazgeçmeyi asla düşünmemişti. Sakat kalan birçok oyuncu bir araya gele-rek Haiti Ampute Milli Takımı’nı ya da benim gözümde dünyanın en cesaretli takımını oluşturmuştu. Onlar Ampute futbolu ile ilgili birçok çalışmaya imza attılar. Uzun yıllardır Ampute liglerin-de mücadele eden oyunculardan eği-tim alarak dünyanın pek çok ülkesinde maçlara çıktılar. Depremin izleri onlar için hiç silinmeyecek olsa da acılarını futbol sayesinde biraz olsun dindire-bildiler.

Jose Mourinho

İngilizlerin efsanevi oyuncu ve teknik direktörü Sir Bobby Robson’un kapı-sı çalındı. Kapıyı açtığında karşısında

Eric Abidal Haiti Ampute Futbol Takımı

Şubat - Mart / 201472

Page 73: Aktivist 5. Sayı

genç bir delikanlı duruyordu. Futbol’a olan tutkusu cesaretini toplamasına yetmiş ve genç jose, Bobby Robson’un karşısına çıkarak ona tercümanlık yap-mak istediğini söylemişti.

Bobby Robson ile birlikte Sporting Lis-bon, Porto ve Barcelona’da tercüman-lık yapan Mourinho, Bobby Robson’un tecrübelerinden yararlanarak bir süre sonra Benfica ve Leiria takımlarında teknik direktörlük kariyerine start ver-miş oldu.

2002 Yılında Porto’nun başına geçen Mourinho ekibine Lig şampiyonluğu, Portekiz Kupası ve UEFA Kupası’nı kazandırmasının ardından 2004 yılında her teknik direktörün hayali olan Şam-piyonlar Ligi Kupası’nı, organizasyo-nun çok da gediklisi olmayan Porto ile kazandı. Herkes onun Porto ile devam edebileceğini düşünürken o ne kadar cesaretli olduğunu sonraki adımlarında gösterdi

2003 yılında İngiltere Premiere Lig ekiplerinden Chelsea Rus asıllı Yahudi iş adamı Roman Abramovic’in takımı satın almasıyla kabuk değiştirmeye başlamıştı. En son 1954-55 sezonun-da şampiyonluk yaşayan adanın vasat takımı başta jose Mourinho’nun başa gelmesiyle bambaşka bir şekle bürün-dü. 70 milyon Euro’luk bütçe ile Tiago, Ricardo Carvalho, Essien ve Didier Drogba gibi isimleri takıma katan ba-şarılı teknik adam Chelsea’yi yarım as-rın ardından şampiyonluğa taşıdı.

Chelsea’de geçen 3 sezonda iki şam-piyonluk ve birçok kupa kazanan Mourinho için hedef Inter’di. 2009-10 sezonunda İnter ile İtalya Ligi, İtal-ya Kupası ve İtalya Süper Kupası’nı

kazanmasının ardından bir kez daha Şampiyonlar Ligi Kupasının sahibi oldu. Yaptığı ilk açıklamada ise İnter’deki misyonunu tamamladığını ve yeni takı-mının Real Madrid olacağını duyurdu.

Real Madrid’te de benzer başarılara imza atan jose Mourinho birçok fut-bol otoritesi tarafından dünyanın en iyi teknik direktörleri arasında göste-rilmektedir. jose Mourinho’nun başa-rısının en büyük sırrı ise oyuncuları ile kurduğu pozitif iletişim olduğu söylen-mektedir. Bu görüşün ne kadar doğru olduğunu İnter’den ayrılırken oyuncu-su Materazzi ile sarılarak dakikalarca hüngür hüngür ağladığını gördüğümde anlamıştım

Semih Kaya

Geride kalan birçok sezonda el ile atı-lan goller, ceza sahasında kendini yere bırakarak takımına penaltı kazandıran futbolcular, rakibinin sakatlanmasına neden olan sert fauller, artık futbol-severler için olağan, alışılmış durumlar olarak nitelendirilen bir zamanda Ga-latasaraylı futbolcu Semih Kaya, her-kesi ters köşeye yatırdı.

Bu sezon belki de en çok akılda kalan olaydı. Fenerbahçe’nin liderlik kol-tuğunda oturduğu ve Galatasaray ile Beşiktaş’ın ikincilik mücadelesi verdiği sezonun en kritik maçıydı. Tüm fut-bolcular için stres en üst seviyedeydi. Ligin ilk yarısında oynanan maçta çıkan çirkin olaylar, işin içine karıştırılan siya-si boyut, sahaya giren taraftarlar, halen akıllardan çıkmamıştı.

Ve maçın 54. dakikasında bir adam tüm sporseverlerin algısını değiştirdi, kısa süreli bir akıl tutulması yaşan-dı. Beşiktaşlı oyuncu Olcay Şahan ile girdiği ikili mücadele sonrası top Se-mih’ten dışarı çıkarak kornere gitti. Ancak maçın tecrübeli hakemi Cüneyt Çakır aut kararı verdi. Ama Semih herkesi şaşırtarak “benden çıktı” dedi hakeme. Hakem Cüneyt Çakır kararını değiştirdikten hemen sonra Semih’in yanına giderek onu tebrik etti, hem dürüstlüğü hem de cesareti nedeniyle.

Evet belki çok basit bir durumdu “top benden dışarı çıktı” demek. Ama ma-çın 54. dakikası yani ikinci yarının baş-larıydı. Galatasaray 1-0 öndeydi ama o kornerden gelecek 1 gol maçın belki de sezonun kaderini değiştirebilirdi. Bu yüzden cesaretliydi Semih, kaya gibi yüreğe sahipti.

Murat Şahin

21 Nisan 2007 Beşiktaş Antalyaspor ile karşı karşıya geliyor. Kaleci Runje cezalı, PAF takımının kalecisi sakat, ikinci kaleci Murat Şahin’in ise sağ diz çapraz bağları kopuk olduğu için tek-nik heyet kaleyi kim koruyacak diye kara kara düşünüyordu. Beşiktaş o se-zon şampiyonluktan uzak olsa da he-def Şampiyonlar Ligi’ne gidebilmekti. İşte o kritik anda ameliyat masasına yatmak için gün sayan kaleci Murat Şahin yüreğini ortaya koyarak Beşik-taş antrenörü Tigana ile görüşüyor ve “Hocam tek ayakla oynarım, bana gü-venin” diyordu.Tigana’nın ise seçim şansı yoktu.

Murat ŞahinSemih Kaya

73

Page 74: Aktivist 5. Sayı

Doktorlar, Murat Şahin’i, sağ dizine özel bandaj yaparak maça çıkardılar. Antalyaspor karşısında vasat bir fut-bol sergileyen Beşiktaş, Delgado’nun attığı tek golle maçı kazanırken, ikinci yarıda yaptığı kurtarışlarla maça dam-gasını vuran Murat Şahin adeta tek başına ve tek bacakla takımına 3 pu-anı getiriyordu. Ertesi gün “İnönü’de Şahin uçtu” başlıkları, sayfa manşet-lerini süslüyor, konuk takım teknik direktörü Yılmaz Vural ise karşılaşma sonunda, “Onu seyrederken tüylerim diken diken oldu” açıklamasını yapı-yordu.

Tigana’ın övgüleri, Başkan Yıldırım Demirören’in, Murat Şahin’i örnek göstermesi ise hâlâ hafızalarda yerini koruyor. Beşiktaş kulübü ise başarılı f ile bekçisine olan vefasını kendisiyle olan sözleşmesini o sezon bir yıl uza-tarak gösteriyordu.Murat Şahin yeşil sahaların en yürekli en cesaretli isimlerinden. Maç içeri-sinde gösterdiği üstün performansın ya da kazanılan galibiyetin hiçbir an-lamı yok davranışının yanında. O gün sahaya çıkmış olması bile bu sayfalar-da adının geçmesi gerektiğinin en bü-yük kanıtı.

Hasan Vezir

1988-89 Sezonu. Galatasaray ve Fe-nerbahçe Türkiye Kupası maçında karşı karşıya geliyor. Maçın ilk yarı-sında fırtına gibi esen Galatasaray soyunma odasına Tanju Çolak’ın kaydettiği 3 golle önde gidiyor. İkin-ci yarıda ise Galatasaray için rüzgâr ters yönden esmeye başlıyor. Bir gol Aykut Kocaman’dan gelirken sahneye çıkan Hasan Vezir, Galatasaray ağla-rına 3 gol bırakarak Fenerbahçe’nin sahadan 4-3 galip ayrılmasını sağlıyor. Hasan Vezir omuzlarda ve manşet-lerdeki yerini alırken aslında onun için yaşanacak kabus dolu günler yeni başlıyordu.

Transfer dönemi başladığında Gala-tasaraylı yönetici Ergun Gürsoy ta-rafından kaçırılan Hasan Vezir’e apar topar imza attırılmış ve Galatasaray’a

transfer edilirken Fenerbahçe tarafta-rı tarafından “hain” ilan edilmişti. Ha-san Vezir bir röportajında kaçırılma hikâyesini şöyle anlatmıştı. “Küçük-yalı’da bir tünele çağırdılar. Abimle gittim. Ergun Gürsoy’a ‘Galatasaray’a gelirim’ dedim. Abimi gönderdiler beni alıp başka bir arabaya bindirdiler. Yavaş yavaş İstanbul dışına çıkmaya başladık. Epey bir süre gittikten sonra “Bu bizim namus meselemiz oldu, biz seni kaçırıyoruz” dediler. “Yapmayın etmeyin, ben Karadenizliyim, sözüm sözdür” dememe karşın beni Fethi-ye’ye götürdüler. Sabah gazetecileri çağırıp göstermelik bir imza attırdılar. Ama dört yıl çok büyük sıkıntı yaşa-dım. Hakkımda çok fazla şey söylendi

ve çok tehdit edildim. Transferden üç gün sonra evlenecektim. Düğü-ne gittiğimde sıkıntıdan dudaklarım uçuklamıştı. Galatasaray adasındaki düğünümde bile bazı kendini bilmez taraftarlar gelip aleyhime tezahürat yaptı. Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi 1-0 yendiği maçta golü ben atmıştım. Fenerli taraftarlar evimi bastı, kapıcıyı bıçakladı. Allahtan evde değildik.”

Bana göre bu hikâyedeki anahtar cüm-le “Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi 1-0 yendiği maçta golü ben atmıştım.” Ha-san Vezir futbol oynamak uğruna kos-koca bir camiayı karşısına almayı göze almış cesaretli bir adamdır…

Şubat - Mart / 201474

Page 75: Aktivist 5. Sayı
Page 76: Aktivist 5. Sayı

röportaj

Dergimizin biricik yazarlarından Timur Tiryaki, kendini “iyi yaşam filozofu” ola-rak tanımlıyor. Uluslararası bir koçluk ekolü olan Bob Proctor ekolünü Türki-ye’ye getirmiş, yüzden fazla kişinin koçluk sertifikası alması sürecine mentorluk yap-mış, koçluğun Türkiye’de yayılmasına ve tanınmasına önemli katkılar sunmuş biri o. Değerler ve insan odaklı yaşama olan inancıyla, dergimiz için de pek çok yazı kaleme alan Timur Tiryaki, farklı ekolleri inceleyerek çalışmalarını birçok eğitimle desteklemeyi tercih etmiş. Onu farklı kı-lan bir diğer özelliği ise koçluk alanındaki bilgisini bireylere olduğu kadar şirketlere de taşıyabilmesi. Kendisine yeni kitabı “Koçluk Okulu” hakkında sorularımızı yönelttik. Aktivist: Koçluk nedir? Timur Tiryaki: Koçluk aslında hayatı-nızda nerede olduğunuzun resmini çek-menize ve nereye doğru gitmek istediği-nizin resmini çizmenize yardımcı olan bir

süreçtir. Profesyonel bir sohbettir.

Detaylarına inecek olursak kurumsal hayatta kullanılan stratejik planlama sü-reçlerini bireylere indirgeyen, psikoloji ve felsefe-felsefi düşünme alanlarının gü-nümüz insanının ihtiyaçlarına uyarlanmış halidir. Koçluk aslında disiplinler arası bir konudur, farklı alanların bir sentezidir.

Aktivist: Herkes koç olabilir mi?Timur Tiryaki: Profesyonel koç ola-mayabilir, olmamalı da zaten ancak her-kes bazı koçluk becerileri için kendini geliştirebilir. Koçluk becerileri dediğimiz konu aslında güçlü iletişim becerileridir. Koçluk soru sormayı, yargısız dinlemeyi, yapıcı geri bildirimlerde bulunmayı ge-rektirir. Tüm ebeveynlerin koçluk konu-sunda kitaplar okumasını çok faydalı bu-luyorum. Ebeveynlik elbette kitaplardan öğrenilemez, kurallara uymaz ancak ken-dinizi nasıl geliştirebileceğiniz konusunda kendi yol haritanızı üretmekte faydası

olacaktır. Ayrıca yöneticilerin de kesin-likle çok iyi öğrenmesi gereken bir alan. Özellikle önümüzdeki 10-20 yıl boyunca kariyerini ilerletmek isteyen ve yeni ku-şakları anlayarak hareket etmek isteyen yöneticiler bu konuya eğilmeli.

Aktivist: Kimler koç olabilir sizce?Timur Tiryaki: Koçluk alanında önü-müzdeki yıllarda etkin ve kalıcı olacak olanlar temelde şu alanlardan geliyor olacak, birincisi kurumsal hayatta başarılı işler yapmış, insan psikolojisini anlayan, filozof yöneticiler, ikincisi iş hayatının içe-risinden psikoloji, felsefe, sosyoloji alanı-na yönelen, bu alanda iyi eğitimler alanlar kişiler son olarak da iş hayatını çok iyi an-layabilen psikoloji temelli kişiler.

Koçluk alanı henüz yeterince yüksek li-sans vb. alanlara girmiş değil. İlerleyen yıllarda bu alandaki eğitimlerin de son derece gelişeceğini düşünüyoruz.

Eğitimin yanı sıra kişilik özellikleri olarak

soru sormayı, yargısız dinlemeyi, yapıcı geri bildirimlerde bulunmayı

“Koçlukgerektirir”

Şubat - Mart / 201476

Page 77: Aktivist 5. Sayı

insanlara yardımcı olma güdüsü taşıyan ve bunun için de kendini sürekli gelişti-rebilen, kendini de ileri taşıyabilen, zor-layabilen bir insan iyi bir koç olmanın sinyallerini gösterir. Öte yandan sadece koçluk eğitimi alınarak koç olunamayaca-ğı kesindir! Aktivist: Siz nasıl böyle bir karar verdiniz ve bu alanı seçtiniz?Timur Tiryaki: Ben profesyonel koç olmak için yola çıkmadım doğrusu. Ön-celikli güdüm, kendimi aramak ve ken-dimi bilmekti. Intel’de yönetici olduğum dönemde, 2005-2007 yılları arasında, kendime yaptığım eğitim yatırımları so-nucunda iş hayatında ekibime iyi bir koç oldum. Çok iyi iletişim becerileri geliştir-menin yanı sıra stratejik planlama konu-larını öğrendim ve uyguladım. Koçluk, iyi bir yönetici olma, insanlara hizmet etme ve yardımcı olma bilincimi yükseltti. Bu-nun sonrasında koçluk alanında eğitimler vermeye başladığımda ise en güçlü yan-larım ortaya çıktı ve eğitimcilik alanına yöneldim. Bu alana profesyonel olarak yönelmemde ise en büyük destekçim, bu konuları öğrendiğim kişi olan Bob Proc-tor oldu. Kendisi bizzat bu alana yönel-mem konusunu teşvik etti ve yol göster-di.

Aktivist: Koçluk Okulu kitabı neyi anlatıyor?Timur Tiryaki: Koçluğu, iş dünyasının stratejik planlaması, temel insan psikoloji-si ve felsefi düşünce alanlarının bir sentezi olarak görüyorum. Dördüncü kitabım olan Koçluk Okulu, birçok farklı koçluk ekolünün bir sentezini oluşturarak, koçlu-ğun ne olduğunu, nasıl yapıldığını, mantı-

ğını ve felsefesini anlatan bir kitap. Koçluk alanında Türkçe kaynak sayısı son derece azdır, bu kitapların çoğu ise akademik ve pratik çalışmalardan ziyade motivasyonel ve kişisel gelişim ağırlıklıdır. Bu kitabın birçok koçluk eğitiminde ve de derslerde kullanılabileceğini ümit ediyorum.

Yüzleş, Yön Ver, Yükle, Yönet ve Yola Çık!

5Y Koçluk Modeliniz Nedir?5Y Koçluk Modeli 5 basamaktan oluşu-yor: Yüzleş, Yön Ver, Yükle, Yönet ve Yola Çık. Yüzleş – Kendinle yüzleş, resmini çekYön Ver – Hayat Amacını Tanımla ve Ki-şisel Stratejik Planını YapYükle – Kendine başarı ve mutluluğa götüren düşünce kalıpları yükle (sorgu-layarak!)Yönet – Kendini gün ve gün yönetmeyi öğren. Yola Çık – Hayallerine doğru harekete geç!Her bir adımın elbette detaylı incelen-mesi ve rasyonel ve sağlıklı bir tanımının yapılması gerekmektedir.

Aktivist: Kitabınızın en ilgi çeke-cek 3 konusu nedir sizce?Timur Tiryaki: Yukarıda bahsettiğim 5Y Koçluk Modeli, Zaman Odaklı Benlikler – Geçmiş, şimdi ve gelecekte yaşayan farklı benliklerini anlayan kişiler hayat-larında bugün nerede, nasıl takıldıkları-nı daha iyi görecekler. Hayat Amacını

Tanımlama Atölyesi – Hayat amacı kav-ramını anlayarak, amacını hedeflerden ayırt etmeyi öğrenen kişi daha güçlü bir kişi olur. Kendinizle baş başa geçireceği-niz birkaç saat belirleyerek kitaptaki so-ruları kendinize sormanızı öneriyorum.

Aktivist: Kariyerinizi koçluk için değiştirmekten hiç pişman oldu-nuz mu?

Timur Tiryaki: Dr. john Izzo, Ölme-den Önce Keşfetmeniz gereken 5 Sır kitabı için yaşları 60 ile 106 arasında de-ğişen onlarca kişi ile görüşmeler yapmış-tır. Bu çalışmanın sonucundaki bu 5 sır-dan bir tanesi şudur: “İnsanlar yaptıkları şeyler için değil, yapmadıkları şeyler için pişman olurlar!”. Dolayısıyla cevabım elbette pişman değilim. Koçluk sürecin-de elde ettiğim tecrübe aslında onlarca insanın hayat tecrübesi, onlarca şirketin farklı problemleri ve çözümleri ile ilgili süreçleri yaşamak ve gözlemlemek oldu. Ayrıca bu yolculukta çıkardığım kitaplar, tanıştığım insanlar, gezdiğim şehirler el-bette hayatın büyük bir hediyesi oldu.

“İnsanlar yaptıkları şeyler için değil, yapmadıkları şeyler için pişman olurlar!”

Dr. John Izzo

77

Page 78: Aktivist 5. Sayı

röportaj

Aktivist: Öncelikle sadeceon.com’un proje sahibi ile ilgili bilgi alabilir miyim?Evren Dinç: SadeceOn portalı, Akalink E-Ticaret ve Bilişim Hizmetleri Ltd. Şti.’nin bir girişimidir. Firmamız, Ga-metolia oyun şirketinin eski ortağı ve Kocaeli Üniversitesi öğretim görevlile-rinden Evren Dinç ve Türkiye’nin önde gelen mobil ödeme şirketi PaytoGo’nun ortaklarından Kazım Akalın tarafından kuruldu.

Aktivist: Bu fikir, hangi ihtiyaçlar düşünülerek hayata geçti?Evren Dinç: Amerika ve Avrupa’da mikro servis portallarının geliştiğini ve

popülerleştiğini görüyoruz. Her geçen gün daha da gelişiyor olması dikkatimizi çekti. Yaptığımız araştırmalar da gösterdi ki bu tarz servislerin Türkiye ve Orta Doğu için pazar payı diğer yerlere göre çok daha küçük durumda. Ortağım Kazım Akalın ile buradan yola çıkıp, yerel hizmetleri de bu fikrin içine dâhil ederek, projelendirme aşamasına geldik. İkimizde girişimci ruha sahip kişiler olduğumuzdan, buradaki büyük fırsatı kaçırmak istemedik.

Aktivist: Neden 10 TL?Evren Dinç: Herkes tarafından ulaşılabilir bir değer olması ve akılda kolay kalması yeteneklerin başlangıç fiyatının 10 TL olmasını ilk tercih haline getirdi. Tabi 10 TL

sadece bir başlangıç. İsteyen satıcılar eks-tralar oluşturup her ekstraları için ek ücret talep edebiliyorlar. Böylece isteyen satıcı, istediği kalitedeki servisini, belirli kriterler içerisinde, istediği fiyata satma şansına sahip olabiliyor.

Aktivist: Sitenizde alım ve satımlar nasıl gerçekleşiyor?Evren Dinç: Üyeliğin ardından hemen alım satıma başlanabiliyor. Eğer satıcıysanız yetenek tanımlama kısmına, alıcıysanız tek tuşla ödeme ekranına ilerleyebiliyorsunuz. Alım satım süreci sadeceon.com tarafın-dan üyelerine sunulan özel bir mesajlaşma ve çözüm platformu üzerinde devam ediyor.

beş para yoksa

Sadece On Liraya ne yaptırmak istersiniz? Bir adamın istediğiniz mesajın yazılı olduğu bir balonu konuşarak yüzünde patlatması gibi tuhaf bir şey mi yoksa sosyal medya sayfalarınıza haftalık içerik oluşturarak online pazarlamanıza yardımcı olabilecek bir şey mi? Peki sadece on liraya ne yaparsınız? Akrostiş şiir yazarak mı

para kazanmak istersiniz yoksa çeviri yaparak mı?

SadeceOn, mikro tabanlı akıllıca bir girişim. 10 liraya satın alabileceğiniz bir sürü hizmet veya 10 liraya hizmet satabileceğiniz faydalı bir platform. Biz de SadeceOn’un Kurucu Ortağı Müh. Dr. Evren Dinç’ten işin

inceliklerini öğrenip 10 liraya neler olabileceğini öğrenmek istedik.

Beş para ver, Beş para ver,

on para ver!

Sizin için modellik yaparak istediğiniz mesajı tutabilirim.Şubat - Mart / 201478

Page 79: Aktivist 5. Sayı

Aktivist: Çok ilginç hizmet girişleri var. Bu konuda sanırım belli kriter-leriniz yok. Var mı? Evren Dinç: Kriterlerimiz, kullanıcı sözleşmesine uygun ve alıcılar tarafından anlaşılabilir yeteneklerin yer alması. Di-ğer taraftan da satıcıları yetenekleri ko-nusunda olabildiğince serbest bırakmak istiyoruz. SadeceOn’da, son derece profesyonel grafikerler, programcılar, müzisyenler, reklamcılar vb olduğu gibi; 10 TL’ye kaşlarını müzik eşliğinde dans ettiren, şirket sloganınızı taşıyan birine veya köpeğine mesajınızı ya da firma logonuzu yalattıran başka bir satıcıya ulaşabiliyorsunuz.

Aktivist: Yetenek girişlerinde bir kontrol sistemi var mı? Vaatlere alışığız. Hizmet kalitesi, yeterlilik gibi konularda, satıcılara sadece-on.com olarak referans olduğu-nuzu düşünebilir miyiz?Evren Dinç: Sadeceon.com içerisin-de yer alan puanlama ve memnuniyet sistemi, alıcıların sunulan yetenek hak-kında verdiği puanlar ve yorumlarından oluşuyor. Bu referansları değerlendire-rek satın alma işleminizi yönlendirebili-yorsunuz.

Aktivist: Ödeme ve transferler nasıl gerçekleşiyor? Evren Dinç: Alıcılar tarafından öde-meler iki şekilde gerçekleşiyor; mobil

ödeme ve Paypal. Satıcıların hesaplarına sadeceon.com tarafından yapılan trans-ferler ise EFT veya Paypal aracılığı ile yapı-lıyor. SadeceOn, alım-satımlarda, işlemin tam ortasında yer aldığı için, ne alıcı ne de satıcı herhangi bir risk taşımıyor.

Aktivist: Alışveriş ilişkisine giren kişiler sadece sizin ortamınızda mı iletişim kurabiliyorlar?Evren Dinç: İletişimin sadeceon.com üzerinde gerçekleşmesini destekliyor ve talep ediyoruz. Bu hem alıcıların hem de satıcıların daha sağlıklı ve güvenli bir platformda buluşmalarını sağlıyor.

Aktivist: Gelecekte siteye ekle-meyi planladığınız başka özellikler olacak mı?Evren Dinç: Kısa bir süre sonra ara-dığınız yeteneği tanımlayabileceğiniz bir eklentiyi sadeceon.com içerinde devre-ye alacağız. Böylece kullanıcılarımız ne aradığını özel olarak tanımlayıp daha hızlı

çözümlere ulaşabilecek.

Aktivist: Sadeceon.com yaratıcı markası olarak, sizin ileride ne gibi projeleriniz olacak?Evren Dinç: Bizim amacımız, Türki-ye’de bu alanda kalıcı bir yer edinip, ilk etapta Orta Doğu ve daha sonra benzer demografik özellikler gösteren bazı doğu Avrupa ve Asya ülkelerine SadeceOn’u açmak. Bu şekilde Türkiye’deki yetenekle-ri dünya pazarına, dünyadaki yetenekleri de Türkiye’ye sunmak istiyoruz.

Mobil Ödeme Nasıl İşliyor?sadeceon.com kullanıcıları kredi kartı veya başka ödeme yöntemine gerek duy-madan sadece cep telefon numaralarını sisteme girip gelen mesaja cevap atarak ödeme işlemlerini gerçekleştirebiliyorlar. Ödeme bedeli cep telefonu faturalarına yansıtılıyor. Bu pratik ödeme yöntemi için sadeceon.com ekstra bir komisyon bedeli şu an için almıyor.

Sizin için müzik eşliğinde kaşlarımı oynatarak istediğiniz mesajı tutabilirim

Sizin için Kızarmış ekmeğin üzerine istediğiniz bir metni yazıyorum.

79

Page 80: Aktivist 5. Sayı

röportaj dozdurzehir ile ilacı ayıran

resim

: an

dro

id jo

ne

s

Toplumun büyük çoğunluğu olup biteni an-lama, kendine bir saf belirleme, seçtiği safın imajını benimseme ve mümkünse “diğer tarafın” hiçbir şeyi “anlamadığını” düşünme eğilimde. Belki de bizlerin geçmişten gelen sürüden ayrılanı kurtlar yer güdümü ya da bir çemberin dışında kalmanın “havasına”

olan düşkünlüğümüz en temel düzeyde, biricik ihtiyacımızı, can suyumuzu, bizi bir arada tutan asıl şeyi örselememizi sağladı. Oysa içinden geçtiğimiz süreçte, belki de anlaşılmaktan çok anlamaya, taraf tutmak-tan çok yeni bir şey söylemeye ihtiyacımız vardı: artık bunu görebiliyoruz: “Anlamak”

Hem 23 Nisan’ı, hem de 19 Mayıs’ı kap-sayan “Cesaret & Özgüven” temalı beşinci sayımızda, biz de kendi meşrebimizce genç-leri, çocukları ve doğal olarak “büyüklerimi-zi” anlamaya çalıştığımız bir röportajla kut-layalım istedik bayramlarımızı. Kimin kim olduğuyla, neye muktedir olduğuyla, hata-

Şubat - Mart / 201480

Page 81: Aktivist 5. Sayı

“Aynı kuşağın bu iki zıt kutbuna baktığımızda

da bence en temel ortak davranış kalıbı

“kabul görmek” talebi ve bu talebin geliştirdiği

“isyan” dili. Bir örnek vermek gerekirse, geçen yaz “Y Kuşağı eşittir Gezi

Gençleri” diye bir algı ortaya çıktı (…..) Peki,

direnişe türlü nedenlerle katılmayan gençler,

ya da bilinçli şekilde direnişi desteklememeyi

tercih eden, hatta karşı aksiyonlar içinde olanlar

yok muydu? Vardı. Bunlar Y Kuşağı değil mi?

Çevik kuvvet içinde Y Kuşağı yok mu? Bunların

tamamı bu ülkenin Y kuşağı. Farklı yaşam

biçimlerini temsil etseler de bence önemli ortak

paydaları var.”

larımızla, heyecanlarımızla, önyargılarımızla, kaygı ve hatta kabullerimizle yüzleşelim ve artık birbirimizi “anlayalım” istedik.

Evrim Kuran Hacettepe Üniversitesi İn-giliz Dili ve Edebiyatı, Marmara Üniversitesi HR Management & Development ve Sa-bancı Üniversitesi Executive MBA bölüm-

lerinde öğrenim görmüş. 2005 yılından bu yana kurucu ortağı olduğu Dinamo Eği-tim & Danışmanlık’ta kuşaklar eksenin-de iç ve dış müşteri davranışları ve işveren markalama çalışmaları yapıyor. Dünyanın önde gelen araştırma ve danışman-lık şirketi Universum’un da Orta Doğu

Direktörü. Bizi, bizden öncekileri, şimdiki nesli ve bizden sonrakileri anlattı.

Aktivist: Türkiye, daha önce yaşan-mamış bir sürecin içinden geçiyor. Kutuplaşmalar, kucaklaşmalar, “Size baba diyebilir miyim?”ler içinde süzü-lüyoruzJ Sizce toplumsal olaylar, bu-

81

Page 82: Aktivist 5. Sayı

günün gençliği ve çocukları üzerinde nasıl bir etki bıraktı?Evrim Kuran: Bu ilginç sürecin bir “yara-tıcı yıkım” olduğuna inanmak isteyenlerde-nim. 21. Yüzyılın iş iklimi tüketici ve üretici-nin müthiş biçimde evrimleşerek “türetici” (prosumer) halini almasını sağladı. Yani yeni ekonomide gençlerde, tükettikleri içerikle-rin üretimine katkı koymak talebi doğdu. Yeni ekonomide ortaya çıkan bu durumun yeni toplumda da etkisini göstermemesi mümkün değil. Son dönemlerde deneyim-lediğimiz yorucu ve yıkıcı toplumsal olaylar, yeni jenerasyonun söz söyleme talebini or-taya çıkarıyor. Bu da iyi bir hal. O zaman biz önceki kuşaklara ne düşüyor? Yarının çocukları ve gençliği için daha iyi bir dünya bırakmak için, biz “homo economicus”lar, bir süredir itinayla inşa ettiğimiz konfor alanlarını yıkıp daha yaşanır bir toplum inşa edeceğiz.

Aktivist: Hala “dolaşımda” olan, Baby Boomerlar, onların çocukla-rı X ve Y kuşakları… Ve onların da çocukları Z kuşakları… Birbirinden çok farklı 4 nesil bir arada… Bu sü-reç mi kuşakların tanımında bir de-ğişiklik yaratır yoksa bu cevval kuşa-lar; süreci etkileyebilir mi?Evrim Kuran: Tavuk-yumurta denkle-mi. Süreçler kuşakları, kuşaklar süreçleri etkiliyor. jenerasyonel sistem teorisinde 4 tane kuşak arketipi var ve bu arketiplerin temsilcisi olduğu dönemler süreç içerisin-de döngüsel biçimde kendini tekrarlarken, dönemlere verilen isimler (ya da harfler) değişiyor. Daha basit haliyle, örneğin bugün Y kuşağı diye tanımladığımız kuşak arketipi, içinde bulunduğumuz yüzyılda “Y” olarak adlandırılıyor olsa da, aslında Y dediğimiz kuşak, HERO arketipinin yirminci yüzyıl yansıması. Yani yirmibirinci yüzyılda HERO arketipi bir başka kuşak olarak karşımıza çı-kabilir; üstelik yine Y kuşağına benzeyen bir davranış biçimi ile.

Aktivist: Toplumu bir danışan olarak değerlendirecek olsanız, teşhisiniz ne olurdu?Evrim Kuran: Ben toplumsal analizler yapacak bir bilirkişi değilim; odak alanı je-nerasyonel sistemler olan bir yönetim da-nışmanıyım. Şirketlerle çalışıyorum ama şirketler toplumun birer yansıması; yani

şirket, bireyden, aileden, toplumdan ayrış-tırılacak bir yapı değil. 16. Yüzyılın önemli bilim adamlarından olan ve modern tıbbın kurucularından biri kabul edilen Paracel-sus’un meşhur söylemini çalışmalarımın pek çok evresinde yol gösterici kabul et-mişimdir. Toksikoloji denilince akla ilk gelen isim olan Paracelsus’a göre “zehir ile ilacı ayıran dozdur”. Böyle baktığımızda bugün Türkiye’deki iklimde pek çok konuda doz aşımı ile karşı karşıya olduğumuzu düşün-müyor değilim.

Aktivist: Bizler belki de biraz yanlı olarak direniş gençlerini popüler bir sembol olarak algılıyor ve onlar üze-rinden gündem okuyoruz. Ancak bir de aynı kuşak içinde, taban tabana zıt fikirler ve eğilimler de var. Sizce aynı kuşağın bu iki zıt kutbu, nasıl bir ruh hali içinde?Evrim Kuran: Toplum olarak, kavramları birbirine karıştırıp zaman zaman sığ ve kola-ya kaçan, derinliği olmayan analizler yapma eğilimimiz var. Bu eğilim nedeniyle de bizim toplumumuzda paradigmanın yer değiştir-mesi kolay olmuyor. Kuşak konusu popü-ler oldu olalı, “aynı dönemin çocuklarının hepsi aynı şeye inanır” gibi sığ ve yersiz bir algıyı oluşturma riski yükseliyor. Bu konuda herkesi daha dikkatli olmaya davet etmek lazım. Adam Smith’e göre paradigma “pay-laşılan varsayımlar seti”dir ve Smith şunu söyler: “bir paradigmanın tam ortasında iseniz diğer bir paradigmayı hayal etmeniz çok güçtür”. İşte bu sebeple, ezberden ka-çan, yargılamaya değil gözlemlemeye dayalı bir yaklaşımla ve yerleşik paradigmaların sığlığına kapılmadan kuşak meselesine bak-malıyız. Bir kuşağı anlamak demek, bir dö-nemi anlamak demektir. O dönemin tüm insanları bunu yer, bunu içer, buna inanır, buna oy verir dememiz mümkün mü? El-bette hayır. Jenerasyonel system bir segmen-tasyon aracıdır. Nasıl bütün A+ müşteriler Porsche’ye biner diyemezsek, bütün genç-ler şu kişiye oy verir de diyemeyiz. Bununla birlikte, bir döneme atfedilebilecek genel bir davranış paterni oluşabilir. Fikirler zıt olabilir ama davranış paterni benzeşebilir. Kuşak çalışmaları bu ikincisini ele alır. Aynı kuşağın bu iki zıt kutbuna baktığımızda da bence en temel ortak davranış kalıbı “ka-bul görmek” talebi ve bu talebin geliştirdiği “isyan” dili. Bir örnek vermek gerekirse, geçen yaz “Y Kuşağı eşittir Gezi Gençleri”

diye bir algı ortaya çıktı. Evet, Gezi Parkı direnişi sürecinde yapılan 3 ayrı direnişçi profili araştırmasının da ortaya koyduğu gibi eyleme katılanların % 70’lik bir oranını Y kuşağı oluşturmakta idi. Bununla birlikte, 76 buçuk milyonluk Türkiye’de nüfusun % 35’ini bu kuşak oluşturuyor ve bu gençlerin tamamı Gezi direnişinde aktivist olarak yer almadı. Peki, direnişe türlü nedenlerle katıl-mayan gençler, ya da bilinçli şekilde direnişi desteklememeyi tercih eden, hatta karşı aksiyonlar içinde olanlar yok muydu? Var-dı. Bunlar Y Kuşağı değil mi? Çevik kuvvet içinde Y Kuşağı yok mu? Bunların tamamı bu ülkenin Y kuşağı. Farklı yaşam biçimlerini temsil etseler de bence önemli ortak pay-daları var. Mesela kararlarında duyguların rasyonelden daha etkili olması, aile değeri-ne önem vermeleri, ait olduklarını düşün-dükleri komüniteden maksimum seviyede etkilenmeleri ve çevrelerini etkileme güçle-ri ve elbette her durumda sosyal medyayı çok etkin kullanmaları gibi.

Aktivist: Babymoomerların başkal-dırı dedikleri şeye, günümüzde di-reniş diyoruz. Siz, konunun uzmanı olarak, geçmiş kuşağın mücadelesiy-le şimdiki kuşak arasında nasıl fark-lar gözlemliyorsunuz?

Evrim Kuran: Baby Boomer kuşak her ne kadar Y kuşağının yaşadığı bağlamdan çok farklı bir dünyada yaşamı ve direni-şi deneyimlemiş olsa da iki kuşağın dikkat çekici benzerlikleri var. Belki de tam da bu

“Z kuşağı, daha derin duygusallığı, spiritüel zekâyı, uyumu ve normlara adapte olma eğilimini temsil ediyor. Bir başka deyişle takipçi kuşak.”

Şubat - Mart / 201482

Page 83: Aktivist 5. Sayı

sebeple organizasyonel sistemlerde bu iki kuşağın en iyi anlaşan kuşaklar olduğunu düşünüyorum. İki kuşak da direnişçi. Ama BB’de lider olma güdüsü öne çıkarken, Y jenerasyonunda birlikte olmaktan alınan keyif daha belirgin. Bu sebeple BB kuşağı kendi içinden liderlerini hızlıca çıkardı; Y’de ise durum farklı.

Aktivist: Günümüzde toplumsal olaylar, dayanışma duygusunu o ka-dar güçlendirdi ki… Gezi olayları ve sonrasındaki toplumsal hareketler sırasında yaşamını kaybeden ya da sakat kalan insanlar için müthiş bir kolektif bilinç oluştu. Ülkemiz özel-likle Berkin Elvan’ın cenazesinde neredeyse büyük bir yas tuttu. Bu birlikteliği tetikleyen ne oldu sizce?Evrim Kuran: Ben insanın kendinde olmayanın peşinde olduğuna inananlar-danım. Uzunca bir süredir de aklımızın vicdan mekanizmasını çalıştırmaktan uzak-tık. Şimdi o mekanizmanın peşine düştük. Toplumun tüm kesimlerinde, kolektif vic-danın altında yatan asıl korku ortaya çıktı: Hem kendileri hem de çocuklarının benzer bir sona uğrama olasılığı. Tek korkuyla te-tiklenen toplum 2 farklı reaksiyon verdi. Biri yas tutmak ve acıyı paylaşmaktı; diğe-ri ise ne yazık ki miting alanında Berkin’in annesini yuhalamak şeklinde kendini gös-terdi.

Aktivist: Kuşakların Z kuşağı 23 Ni-san’ı, Y kuşağı 19 Mayıs’ı kutlaya-cak. Sessiz kuşak, Babyboomerlar ve X,Y,Z kuşakları da hep birlikte tüm bayramları kutlayacaklar. Mil-li duygular açısından bakıldığında geçmişte böylesi bir hassasiyet ya-şanan dönem/dönemler var mıydı?

Varsa şimdi ile aralarında ne gibi farklar var?Evrim Kuran: İşte burada da BB ve Y’nin ortak paydasını gözlemleyebiliyoruz. İki kuşakta da toplumsal duyarlık diğerlerine oranla biraz daha fazla. Y kuşağının makro yaşam trendleri araştırmalarının işaret et-tiği önemli bir konu var: Bu jenerasyonda pop-milliyetçilik yükseliyor. Bu biraz kendini Facebook profil fotosunda gösteren popü-ler bir milliyetçilik yaklaşımı.

Aktivist: Türkiye Y kuşağına hazır mı? Nasıl bir ilişkileri olacak sizce? İşbirliğine girebilmeleri için karşılıklı olarak neler yapmaları gerekiyor?Evrim Kuran: Türkiye Y kuşağına hazır değildi. Tıpkı şimdi 14 yıldır doğmaya de-vam eden Z kuşağına hazır olmadığı gibi. Türkiye Y kuşağına hazır olsa idi, TBMM’nin yaş ortalaması 55 olmazdı; gençler eğitim sisteminde deneme tahtası halini almaz-dı; daha da önemlisi yirmi birinci yüzyılda eşitlik ve özgür bir yaşam istedikleri için döverek öldürülmezlerdi. Y kuşağını anla-mak isteyen bir toplum sanırım önce yar-gılamak yerine dinlemeyi, cezalandırmak yerine söz hakkı vermeyi, sindirmek yerine dâhil etmeyi öğrenmeli. Gençleri polisiye tedbirlerle yönetmeyi değil, onlarla insani duygu ve değerlerle yönetişmeyi öğrenmeli bu toplum.

Aktivist: Son olarak, bir sonraki ku-şağın hangi etkilerle, nasıl bir kuşak olarak ortaya çıkacağını öngörüyor-sunuz?Evrim Kuran: 2000’den sonra doğduğu ve 2018 ya da 2020’ye dek dünyaya gele-cekleri varsayılan Z kuşağının en büyükle-rinin bugün 14 yaşında olduklarını ve henüz iş yaşamında yerlerini almadıklarını hatırla-yarak, bu kuşakla ilgili tanımlamalarımızın jenerasyon teorisinden edindiğimiz öngö-rülere dayandığını öncelikle belirtmek gere-kiyor. İşte bu öngörüler bize şunu söylüyor. Z kuşağı, daha derin duygusallığı, spiritüel zekâyı, uyumu ve normlara adapte olma eğilimini temsil ediyor. Bir başka deyişle takipçi kuşak. Yani liderlikten çok takipçiliği çalışmamız gereken bir dönemin eşiğinde-yiz diye düşünüyorum. Y kuşağı ile önem-li farklılıklarından biri de, kısa dikkat-kısa odak kuşağı olan Y’lerle kıyaslandığında bu kuşağın odaklanma konusunda daha etkin

olduğu / olabileceği. Bu öngörüler doğru çıkarsa Y kuşağının liderlik döneminin Z gibi takipçilerle daha keyifli olacağını varsayabi-liriz. Kuşak teorisine göre Z kuşağı “Artist/Sanatçı” arketipinin bir yansıması. Buna uy-gun biçimde, inanç sistemi oldukça kuvvet-li, duygusal, soyut kavramlara ilgili, önceki nesle oranla daha uzun süre odaklanabilen, çatışma yanlısı olmayan, felsefi alanda daha meraklı olabilecek bir nesilden bahsediyo-ruz. X kuşağının kuvvetli bireycilik anlayışı, Y’de yerini topluluğa ait olma bilincine bı-rakıyor. Z’ye gelindiğinde ise çatışma karşıtı bir kuşak olacakları öngörülen bu nesil bir-lik, bütünlük ve barış kavramlarını iş dünya-sına yeniden hatırlatacağa benziyor.

Sayfa Bilgisi:

Kuşaklar ve Genel Özellikleri

Sessiz Kuşak: 1927-1945 döneminde doğanlar

Baby Boomer 1946-1964 yıllarında doğanlar: Sadakat, kanaatkârlık, üret-mek, hayal kurmak, yüksek iş ahlakı

X Kuşağı, 1965-1979 arasında do-ğanlar: Uyumluluk, aidiyet, otoriteye saygı, sadık, çalışkanlık, gelenekçilik, şüphe-ci, mücadeleci

Y Kuşağı, 1980-1999 arası doğanlar: Bağımsızlık, özgürlük, rahatlık, uyumsuzluk, eleştirel bakış açısı, kural tanımazlık, sosyal-lik, mobilite, arkadaş/akran onayı, değişim, tutku, kararlılık, özgünlük

Z Kuşağı, 2000 yılı ve sonrası doğan-lar: Teknoloji, internet ile sosyalleşme, çabuk tüketim, pratik, odaklanmak, hız, interaktivite, aynı anda birkaç şeye ilgi duyabilme, yaratıcılık, etkinlik, tatminsizlik

Sonraki kuşak: HERO :)

“Bir kuşağı anlamak demek,

bir dönemi anlamak

demektir.”

83

Page 84: Aktivist 5. Sayı

tarih

Hande CeyhunEvvel Zaman İçinde

[email protected]

Nisan - Mayıs / 201484

Page 85: Aktivist 5. Sayı

85

Page 86: Aktivist 5. Sayı

Byzantion

İstanbulKostantinopolis

BALIKÇI KÖYÜNDEN İMPARATORLUK BAŞKENTİNE “ Ah İstanbul, İstanbul olalı, hiç görmedi böyle keder “diye bir şarkı var hani. Biliyorsunuz, hepimiz biliyoruz, böyle, hüzünlü günlerimizde hatta onu dinlerken, kendimizi bir kayık iki kürek ve yakut renkli kırmızı şaraplar eşliğinde boğaz akıntılarında sallanıp avunurken hayal ediyoruz. Peki, şimdi benim aklıma nereden geldi bu şarkı? Efendim malumunuz seçimler. Bu seçimlerde hem mevcut siyasal partinin hem de ana muhalefet partisinin şiddetle göz diktiği İstanbul, kendisini kazanan ya da kaybedenin yeni bir dönemi başlatabileceği kadar önemli bir yerde duruyor malum. Ben de merak ettim doğrusu bu “Ah İstanbul, İstanbul olmayalı”” nasılmış durum. Kimmiş, neymiş bu şehir? Hep mi böyle önemliymiş? Kimlere tahtını vermiş kimleri tahtından etmiş? İşin aslı kime ne kazandırdı ya da kaybettirdiyse de asıl kaybeden maalesef hep kendi olmuş tabii. Şiirlere mısra dillere destan olmuş güzelliğini eteklerinde yüzyıllar boyu saça saça bugüne gelmiş. İşte düşünün kim bilir ne şahaneydi ki hala da güzel. . Kuruluşundan bugüne tarihine bakınca, İstanbul sadece bugün değil değişik isimlerle kurulduğu yüzyıllar boyunca hep yıldızı parlayan, siyasi erk sahipleri tarafından da son derece arzulanan ve

tabi bu sebeple de başına gelmedik dert kalmayan bir şehir olmuş. . Byzantion Bugünkü İstanbul kentinin nüvesini oluşturan Bzantion kurulmadan önce Sarayburnu olarak anılan yerde Lygos adlı küçük bir balıkçı köyü bulunmaktaymış. Tabii bugünün sınırlı bilgileriyle bu köy içinde yaşanan siyasi çekişmelere dair en ufak bir fikrimiz bile yok. Zaten adı üzerinde bir küçük balıkçı köyü imiş, haliyle o zamanlar büyük bir çekişme olmamış olmalı. Önce kısaca bir kuruluşuna göz atalım. İstanbul bir kent olarak ilk defa Byzantion adı ile bugünkü Sarayburnu, Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın bulunduğu alanda M.Ö 668 yılında kurulmuş. Kuranlar Atina yakınlarındaki Megara kentinden gelen Yunan kolonistler. Bunların başında Byzas adlı bir lider vardı. Kentin ilk adı olan Byzantion da Byzas’ın yeri anlamına gelir. . Geniş tarım alanları yoktu İstanbul’un, geniş ve güvenli su kaynakları ya da madenleri de öyle. O zamanlar bu yerin en önemli cazibesi stratejik konumuydu sadece. Bugün ise bence en önemli cazibesi toplu konut alanları. Karadeniz ve Ege’yi birbirine bağlayan bir suyolu olan boğazı kontrol eden bu kent, uğruna yıllarca savaşılan Troya’dan bile daha avantajlı bir konumdaydı. Karadeniz havzası ile Ege ve Akdeniz havzaları arasında ticaret yapan gemiler buradan geçmek zorundaydı. ( Bugün ise Boğaz ve kıyıları talana müsaitlik açısından

değerlendiriliyor.) Bütün fırtınalara kapalı suyu derin olan Haliç, kente eşine az rastlanır bir doğal liman sunmaktaydı. Aynı zamanda Haliç Karadeniz’den inen Palamut ve Lüfer sürüleriyle bugünlerin aksine Byzantion kenti ekonomisine çok büyük gelir sağlayan balık avcılığı içinde çok büyük önem teşkil ediyordu. Roma döneminde tarihlenen bazı Byzntion sikkelerinde Palamut figürleri vardır. Bizler bugünün imkanlarıyla henüz denizlere ev yapıp bir rant elde edemediğimiz için kıyıları dışında hiç ilgilenmiyoruz kendisiyle ama o dönemlerde İstanbul’un doğuşunda ve gelişiminde başrolde kenti çevreleyen denizler var. Hatta öyle ki İstanbul hikâyeleri Boğazın oluşumu ve Byzantionun doğuşu arasındaki ilişki efsanelerle taçlandırılmış. Bunlardan bir tanesi şöyle; “ Byzantion kentinin kurucusu Byzas tanrıların soyundan gelmektedir. Argos kralı İnakhos’un kızı İo Zeus’un karısı Hera’nın tapınağındaki rahibelerden biridir. Ancak Zeus bir gün İo’yu görür ve ona âşık olur. Bunu duyan Hera çılgına döner ve her kadın gibi kocasını değil zavallı sevgiliyi cezalandırmak ister. Bunun üzerine Zeus onu bir ineğe dönüştürür. Ama yine de Hera’nın elinden kurtaramaz. Hera İo’nun başına bin gözlü Argos’u nöbetçi kılar. Zeus haberci tanrı Hermes’i göndererek Argos’un işini bitirir. Hera İo’ya bir at sineği musallat eder. At sineğinden kurtulmak için can havliyle koşarak Trakya’dan İstanbul Boğazı’na gelen zavallı İo’cuk o hızla Asya kıtasına kadar çıkar. İşte bu efsaneden yola çıkarak boğaza inek geçidi anlamına

Şubat - Mart / 201486

Page 87: Aktivist 5. Sayı

gelen Bosphorus, denmiştir. Bu arada İo Haliç’i geçtikten sonra Zeus’tan bir kız çocuğu doğurur. Adı Keroessa olan bu kız daha sonra denizler tanrısı Poseidon’dan bir oğlan çocuk dünyaya getirir. İşte bu çocuk doğduğu yerde bir kent kuran Byzas’tır. Şimdi düşünüyorum da bu efsanelere bir bakıma o günlerin tapesi de diyebiliriz aslında neden olmasın. . Neyse, Byzantion için anlatıla gelen efsanelerden bir diğeri ise şu; Khalkedon’un kurulmasından bir süre sonra Megara’lılar Delphoi’deki Apollon Tapınağı’nın kâhinlerine danışarak yeni kentlerini nereden kuracaklarını sorarlar. Kâhinler onlara “körlerin karşısına” cevabını verir. O zaman bunun ne anlama geldiğini anlayamayan Megara’lılar ancak gemileriyle Boğaz’a gelince müneccimin dediklerinin ne anlama geldiğini kavrayabilmiştir. Boğaz’ın Asya kıyısında Kalkedon adında bir Yunan şehri vardır. Byzas Kalkedon şehrindekilerin bahsedilen “körler” olduğunu düşünmüştür; çünkü kendilerinden yarım mil uzaklıktaki muhteşem konumdaki seçkin toprakları fark edememişlerdir. Böylece Byzas şehrini bu seçkin olarak adlandırdığı topraklara kurar. . Efsane ya da gerçek, öyle ya da böyle kurulup günümüze kadar gelen Roma imparatorluğunun bu küçük kenti olan Byzantion’un nasıl bir yer olduğuna dair elimizde yeterli tarihsel ve arkeolojik bilgi bulunmamaktadır. Yine de biraz olsun gözümüzde canlandırabilelim diye şu bilgileri paylaşmakta yarar var; Kentin akropolisini oluşturan bugün Topkapı Sarayı’nın bulunduğu alanda Zeus, Apollon, Artemis ve Afrodit tapınakları bulunmaktaymış. Sarayburnu’nda deniz kıyısında ise Poseidon’un tapınağı yer alıyormuş. Akropolisin bugünkü Gülhane Parkı tarafına bakan yamacında ise üst düzey devlet adamlarının oturduğu Strategion denilen alan, Akropolisin kuzey yamacında ise Boğaza bakan bir tiyatro varmış. Kentin nekropolisi surların dışında kalan bugünkü Çemberlitaş imiş. Bu dönemde vuku bulan siyasi iktidar çatışmaları çok daha kanlı olmuş tabi ki; Pers kralı Darius’un M.Ö 513 yılında ordusuyla Trakya’ya geçişi sırasında kısa bir süreliğine Pers egemenliğine girmiş

olan kent 479 da Perslerin Spartalılar tarafından bozguna uğratılması sonucunda Spartalıların egemenliğine girmiş. Sonra da bundan da kurtulup Atina’nın başını çektiği Delos birliğine bağlı olarak varlığını sürdürmüş. M. Ö 340 yılında Makedonya kralı II. Philippos Byzantion’u kuşatmış ancak alamamış bu zafer oğlu İskender’e nasip olmuş, buradan yola çıkan İskender Hindistan’a dek fetihlerine devam etmiş. Egemenlik kavgaları bunlarla da bitmemiş, M.Ö 2. yy da Byzantion kenti Roma İmparatorluğu’nun himayesine girmiş bu zaman zarfında kısa bir süre şehre barış gelmişse de Septimus Severus ile Pescennius Niger arasındaki savaşta kent Nigerin yanında yer almış, onun yenilmesiyle Severus’un gazabına uğrayarak surları yıktırılıp Heraklia Perinthos’a ( Marmara Ereğlisi) bağlanmıştır. . Konstantinopolis… Bugünkü İstanbul kentinin kaderi 4. yy da Roma İmparatoru 1.Constantinus’un bu sıradan Roma kentini imparatorluğun yeni başkenti olarak seçmesiyle çizilmiş olur. Bu seçim liderin üstün zekâsı ve ileri görüşlülüğünün bir ürünüdür. İmparatorluğun Roma’yı tehdit eden kuzeyli barbarlar ile yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan Hristiyanlık tehditlerine karşı çareler aramakta olduğu

bu dönemde, çatırdayan Roma imparatorluğuna taze kan olacak yeni bir merkeze ihtiyaç vardır. Taze kan yeni dinin doğu eyaletlerindeki güçlü toplumsal tabanı olacaktır, güvenli bir merkez ise jeostratejik konumundan dolayı Byzantion kenti. 11 Mayıs 330 tarihinde kutsanarak, törenlerle yeni başkent “neo Roma” ilan edilen kent artık kurucusunun adıyla anılacaktır; Kostantinopolis. Ve böylece Konstantinopolis kurucunun öngörüsünü haklı çıkararak tam 11. yy boyunca kuşatılacak, işgale uğrayacak, isyanlar yaşayacak ancak düşürülemeyecektir. Kostantinopolis, genel anlamda Bizans, tarihi boyunca her türlü entrika ve taht oyunlarına açık olmuş, günümüze dek gelen Bizans oyunları deyimi de bu saray içi iktidar entrikalarından kaynaklanmıştır. Şehir kendisini diğer insanlardan farklı ve üstün gören egemen sınıfların siyasi iktidar üzerindeki kavgaları hep süregelmiş bunun yanı sıra dışarıdan da türlü saldırılara maruz kalmıştır. Uzun bir dönem her türlü saldırı ve işgalden konumu sayesinde korunan kent 1. Constantinus ile başlayıp süregiden bir gelişim içinde olmuştur. 1. Constantinus işe önce surları genişleterek başlamış, daha sonraki yıllarda kentin hem imarı hem de popülasyonu için çalışmıştır. Kentin nüfusunu artırmak için imparatorluğun çeşitli yerlerinden (

87

Page 88: Aktivist 5. Sayı

günümüz mitinglerinde bir şehirden diğerine insan taşımak gibi bir nevi) Kostantinopolis’e insan taşımıştır. Roma’daki yeni sınıf ve senatörleri de buraya çekmek için onlara villalar vermiş ( bakın bu kısımlar da hiç yabancısı olduğumuz şeyler değil). Kentin nüfusunu artırmak amacıyla herkese bedava ekmek vermek, inşaat yapanları vergiden muaf tutmak, konut yapmak isteyenlere bedava arsa vermek gibi bugün bizim belediyecilik adı altında yaptığımız şeyler demek ki bu toprakların genetik bir özelliği olarak Kostantinopolis’de de varmış. İmparator yeni başkentini dünyanın siyasi ve dinsel merkezi olarak tasarlamaktaydı. MS 330 yılında 1.Constantinus tarafından başlatılmış olan bu süreç 6. yy da İmparator İustinianus ile tamamlanır. Bu imparatorun gerçekleştirdiği bir dizi imar faaliyeti sonucunda o günün dünyasının en büyük metropollerinden biri haline gelmiştir. Revaklı caddeleri, büyük forumları, kamu yapıları, su dağıtım şebekeleri ve hamamlarıyla, hipodromuyla, meydanları süsleyen anıt ve heykelleri ve 500.000 e yakın nüfusuyla Konstantinopolis, Roma İmparatorluğuna yaraşan bir başkent olmuş. Aynı zamanda da hem sosyokültürel hem de mimari anlamda bir Hristiyan kentine dönüşmüş. Her çıkışın bir inişi Konstantinopolis tarihinin en karanlık dönemlerini 6-8 yy arasında yaşamış. Veba salgınları, depremler ve Pers ordularının, Arap donanmalarının kuşatmaları ile sarsılan kent nüfusunun yarısından fazlasını yitirmiş tekrar toparlanmışsa da eski ihtişamına bir daha ulaşamamış. Bu dönem sonunda görkemli geç antik çağ kenti olarak çöken Konstantinopolis enkazından bir orta çağ kenti doğmuştur. Bu dönemde imar ve gelişim faaliyetlerine tekrar hız verilmiş ikinci yüzyıla gelindiğinde 600.000’i aşan nüfusuyla Ortaçağ dünyasında da olağandışı bir kent olma konumunu sürdürmüş. Bu dönem antik Roma uygarlığının tüm ihtişamını silmiş süpürmüş, büyük ve geniş hamamlar yeni dinin hoş karşılamadığı yerler olarak kapatılmış, revaklarla süslü caddeler kaderine terk edilmiş, kenti süsleyen heykeller yine aynı tutucu düşüncelerin baskısıyla kaldırılmış ya da ihmal edilmişti. Bu fiziksel değişim kentin kültür alanına da

yansımış, dışa dönük kent yaşamı içine kapalı bir yaşam tarzına dönüşmüş, kültürel yaşam genel anlamda yüzünü bu dünyadan ve onun güzelliklerinden öbür dünyanın uhreviliğine çevirmiştir. Bu da günümüzde hızla muhafazakârlaşan toplum hayatımıza baktığımızda çok yabancısı olmadığımız bir şey değil mi? Yani biz de belki bir anlamda bir orta çağ dönemi yaşıyor olabiliriz. Bu dönemde kentin gelişimi dini yapı ve merkezler ağırlıklı olmuş. Orta çağ Kontantinopolis’i bir manastırlar kenti olmuş. Manastırlar mahalle bazında örgütlenerek kent yaşamının çekirdeği haline gelmiş. Bu gelenek Osmanlı’da tarikat günümüz de ise cemaat halinde devam edegeliyor. Yani aslında bakınca belki de hakikaten yeni bir şey olmuyor, tarih hep kendini tekrar ediyor.

Sonun başlangıcı Tüm bu tarihler boyunca Konstantinopolis’in uğradığı en büyük felaket 12 Nisan 1204’de, aslında Kudüs’ü almak için yola çıkan IV. Haçlı ordusunun beklenmedik biçimde kenti ele geçirmesi olmuş. Bu işgal kent tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkıma yol açmış, bütün kilise ve manastırlar talan edilmiş. Bu işgal 1261 yılında sona ermiştir. Bu tarihten 1453’e dek geçen süre Bizans’ın son devrinde güçsüz ama mağrur bir Konstantinopolis devridir. Bu dönemde iyice güçsüzleşen şehirde yeni imarlar yapabilmek mümkün olmamış bunun yerine Latin istilasının yakıp yıktığı yerler onarılmış. Bu süre zarfında Konstantinopolis, ilk imparatordan başlayarak tüm imparatorlar Hristiyanların kutsal sayılan tüm eşyalarını bu kente taşımış oldukları için Hristiyan âleminin haç için ziyaret ettiği önemli kutsal kentlerden biri olmuş. Ve nihayet 29 Mayıs 1453 de Konstantinopolis yaklaşık iki ay süren bir kuşatmanın ardından Osmanlıların eline geçmiş ve bir devir bitip yenisi başlamış.

Anlayacağımız “Ah İstanbul İstanbul olalı” çok şey görmüş çok şey yaşamış ve seçim sonuçlarının belli olduğu ve türlü hilelerle seçimlerin yapılmış olduğu bugünden sonra da anlaşılan daha çok şeyler yaşayacak. Bugüne dek her şeye rağmen kendini bir şekilde korumuş umarız bundan sonra da öyle olacak.

Yazarın Önceki Yazısı:

Eski Dünyaya Açılan Yenikapı

Eşsiz bir kaynak önerisi:

Şehirler Kraliçesi’nin Kalıntıları

İki ciltlik nadir bir eser olan ve Restes de la reine des villes (Şehirler Kraliçesinin kalıntı-ları) başlığıyla Fransızcası da yayımlanan Bro-ken Bits of Byzantium (Byzantion’un Kırık Parçaları), İstanbul’da ortaya çıkarılmış ola-ğanüstü bir Bizans eserleri koleksiyonunun erken kayıtlarından birini oluşturur; bu eser-lerden birçoğu günümüze ulaşmamıştır.

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüpha-nesinde 1. bölümün İngilizcesi, 2. bölümün Fransızca çevirisi mevcut olup, bu ikisi tek bir ciltte bir araya getirilmiştir.

Ciltler, 1856 dolaylarında İngiltere’den İstan-bul’a gelen rahip Charles George Curtis ile kız kardeşi Mary Adelaide’nin eseridir.

Charles G. Curtis, Broken Bits of Byzanti-um, Mary A. Walker’ın taşbaskıları ve bazı ekleriyle. 1 . Kısım: From Yali-kiosk to Yedi-kou-le (1887; Yalı Köşkü’nden Yedikule’ye) 2. Kısım: Dans la ville. Les murailles (1891; Şehrin içinde. Surlar)

Bu ve benzer eserleri bulabileceğiniz İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.

Şubat - Mart / 201488

Page 89: Aktivist 5. Sayı

“Kokuyla Keşfet” kitabında 52 Bilim insa-nı ve uzman bir araya geldi, Sağlık Editö-rü ve Biyolog Esra Öz yazdı. Son yıllarda nörobilim alanında bilimsel haberler çalışan Öz, beynin işleyiş mekanizması ve bunun iletişim alanında kullanmanın yolları üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Kokunun iletişimdeki rolünü, nörobilim ile birleştiren Öz, kokunun insanlar üzerindeki etkisi üzerine araştırmaları, bilim insanları ve uzman görüşleri çerçevesinde bir araya topladı. “Kokuyla Keşfet” isimli kitabı-nın sunumlarını yapmaya başlayan Öz, farklı ör-neklerle kokunun iletişimdeki önemini anlatıyor ve büyük ilgiyle izleniyor.

Kokunun insanları ve markaları nasıl etkilediği-ni anlatan Öz, kokunun insanları ve markala-rı nasıl etkilediğinden, kokunun iletişimde ve ilişkiler üzerindeki etkisini vurguladı. Öz, ko-kunun insanların aşk hayatından, hastalıklara hatta yediğimiz yemeklere kadar çok büyük etkisinin olduğunu dile getirdi. Kokunun bazı hastalıkların ön belirtisi olurken, koku alamama hastalıklarını anlatan Öz, “Yıllar boyu çok iyi bildiğiniz peynir, kahve gibi kokuları unutursanız Alzheimer, Parkin-son riskine karşı tetkik yaptırın. Günü-müzde artık nesnel ölçüm metotları ile koku duyusunun ölçümlerini de yapa-biliyoruz” diyor.

Kokunuz ‘Aşk Hormonu’ mu?

İnsanların doğal olarak salgıladıkları Feromonlar ve bunun aşk hayatımıza yansıması nasıl oluyor? Koku alma-da, “feromon” adı verilen moleküller önemli rol oynuyor. Bu zerreciklerin aşkı bile kontrol ettiği düşünülüyor. Yapılan araştırmalara göre aşk vücut-ta feromon maddesinin salgılanmasıy-la başlıyor. Aşkın kokusu olarak tanım-lanan bu madde beynin ilgili bölümlerini uyarıyor ve aşk doğuyor. Her insanın

parmak izi gibi kendine özgü bir kokusu var ve bu koku ile kendilerine en uygun eşi seçiyorlar. Feromon’a bu nedenle ‘aşk hormonu’ da deniyor. Bu zerrecik-ler sayesinde bireylerin kendilerine eş olarak genetik olarak kendilerinden en farklı kişiyi seçtikleri ve bu şekilde nesil-lerin daha iyiye gittiği düşünülüyor.

Kraliçeler Çekicilik için Ne Yapmış?

Tarihte koku, insanları etkileme konu-sunda o kadar önemlidir ki 12. yüzyılda Mısır Kraliçesi olan Cleopatra, güzel bir kadın olmamasına rağmen Mısır rahip-lerine hazırlattığı kokularla döneminde

nam salmış, gülün de içinde bulunduğu esanslarla büyük bir etki meydana getir-

miştir. Babil ve Çin’de de kraliçeler çekici olmak için gül ve zambak kullanmışlar.

Mutluluk için Ne Koklamalı?

Yapılan çalışmalarda, farklı aromaterapik kokuların beynin aktivitesini farklı şekilde etkilediği araştırma sonuçları ile göste-

rilmiştir. Örneğin; lavanta ve bergamot gibi uçucu yağların beyinde “mutluluk hormonu” olarak bilinen endorfin salgı-

sını 8-12 kat artırıp, uygulamadan birkaç dakika sonra ruhsal ve fiziksel bir gev-şeme sağladığı bildirilmiş.

*Greyfurt içeren bir parfüm sür-müşse karşımızdaki altı yaş daha genç olduğunu düşünüyor beyin!

*Yaz geceleri bahçelerden yayılan çim kokusu kalp atışlarımızı hız-landırıp heyecanlanmamıza se-bep oluyor.

*Biberiye gibi aromalar canlandı-rıyor, yasemin sakinleştiriyor...

*Limon, aroması canlandırır, konsant-rasyon ve performans gücünü arttırır.

*Yasemin, sakinleştirir; korku ve uyku bozukluklarını giderir.

*Fesleğen, keyfi yerine getirir ve rahatlatır.

*Biberiye, acı hissini azaltır, Yorgunluğa karşı da etkilidir.

*Gül, tatlı gül kokusu, duyulan harekete geçirir.

Kokuyla KeşfetEsra Öz’ün ilk kitabı Kokuyla Keşfet, Türkiye’de “koku” hakkında yazılan ilk kitap olma özelliği ta-şıyor. Kitapta koku almanın bilimsel yönleri eğlenceli bir dille işlenirken, kokunun cinselliğe ve insan ilişkilerine etkisi, hastalıklar, parfüm gizemli yönleri ve kokuyla ilgili daha birçok konuyu ele alınıyor.

89

Page 90: Aktivist 5. Sayı

Dile

k Iş

ıkse

l

Şubat - Mart / 201490

Page 91: Aktivist 5. Sayı

“içinde sanat var!” 91

Page 92: Aktivist 5. Sayı

röportaj

Huzurlu, mutedil, müşfik…

“Geçsin Günler” diyorİncesaz, bu kez

Şubat - Mart / 201492

Page 93: Aktivist 5. Sayı

İstanbul şayet, bir şekilde şarkılar mırıldanabilseydi öyle sanıyorum ki İncesaz’ın melodileri-ne ıslıkla eşlik ederdi sabah saatlerinde… Henüz gün yeni doğarken, çayın kokusu evi sa-

rarken, dükkânların kepenkleri açılırken, ilk “günaydın” şehrin sokaklarına selam ederken… bir vapur iskeleden demir alırken, simitçiler tezgâhlarına simitlerini dizerken... Çünkü hep

buram buram İstanbul kokar İncesaz. “Nasip” diye çarpan güçlü kalbinde büyütürken bin-lerce yıldır nicelerini; gençliğimize, çocukluğumuza, hiç unutulmayacak güzel anılarımıza ya da özlemlerimize, aşklarımıza şahitlik ederken, ne zaman huzur bulmak istese o zaman

İncesaz’ın şarkıları takılıverirdi diline… Kim bilir?

93

Page 94: Aktivist 5. Sayı

Hazır yeni albümleri “Geçsin Günler” de yeni yayımlanmışken, biz de bir hal hatır soralım istedik. İncesaz adına, grubun kurucularından sevgili Cengiz Onural yanıtladı sorularımızı.

Aktivist: Sizin müzikleriniz başla-dığı anda ben sevinçli bir huzurla doluyorumj Sizler nasıl bir araya geldiniz?

Cengiz Onural | İncesaz: İncesaz, 1996’da Derya Türkan ve Murat Ayde-mir’in bir klasik müzik kaydı için stüdyo arayışıyla bir araya geldi. Kayıtlar benim stüdyomda yapılırken, bu iki üstadın sa-natlarında bir başkalık olduğunu görüyor ve mest oluyordum. Aramızdaki sevgi ve benim onlara ve müziklerine hayran-lığım, bizi birlikte çalışma hevesine doğ-ru götürdü. Bestelerimi artık onlar için yapmaya başladım. Bu bir terzinin özel bir müşterisine göre ısmarlama elbise dikmesi gibiydi. Birlikte çıkarmaya baş-ladığımız sedada bir başkalık olduğunu hissediyorduk. Bu da bizi çok motive ediyordu. Böylece arkası geldi.

Aktivist: Yıllardır hiç bitmeyen tek bir şarkıyı dinliyor gibi oluyo-ruz. Sözler, inişler çıkışlar hep de-ğişiyor ama şarkı değişmiyor gibi. Böyle yaşıyor, böyle mi hissediyor-sunuz? Yoksa İncesaz markasını mı yaşatmaya çalışıyorsunuz?

Cengiz Onural | İncesaz: Biz içimiz-den gelen dışında hiçbir şey yapmıyoruz. Ne oluşmuş bir markanın gerektirdikle-ri, ne de izleyici beklentileri yaptığımız işi ciddi bir biçimde etkilemiyor. Soruda belirttiğiniz ve hissettiğiniz denli mo-noton olduğumuzu da düşünmüyoruz. Bugüne kadar farklı solistlerle albümler yaptığımız gibi, albümlerimizin temaları ve renkleri de kendince farklılıklar içer-di. Tek bir klarnet veya çello veya akor-deon üstadından, yaylı çalgılar dörtlüsü-ne, çoksesli koro ve senfonik orkestraya

kadar oldukça geniş bir skalada ürünler verdik. Şarkılarımızın arasında bugün ar-tık neredeyse hiç kullanılmayan makam-lar ve ritmler var. Bunların söylemimizi çeşitlendirdiğini düşünüyorum.

Aktivist: Aynı tür müzik yapan insanların birbirlerine benzeyen mizaçta insanlar olduklarını dü-şünüyorum. Bu tanımı doğru farz etsek, İncesaz kimlerden oluşuyor ve kimleri bir araya getiriyordur?

Cengiz Onural | İncesaz: Düşündü-ğünüzün tersine, İncesaz birbirine hiç de benzemeyen insanlardan, alabildiği-ne heterojen bir yapıdan oluşuyor. Söz gelimi aramızda Türk Müziği Konserva-tuarı’ndan olduğu gibi Batı Müziği kon-servatuarından da müzisyenler ve hatta Bora Ebeoğlu ve benim gibi bu konuda eğitimsiz insanlar da bulunuyor. Aynı çe-şitlilik mizaçlarımızda, politik tutumları-mızda, hayat ve dünyaya bakışlarımızda da mevcut. Ancak biz bu çeşitliliği bir de-zavantaj değil, bir güç olarak görüyoruz. Hem tabiatlarımızdan, hem eğitimde aldığımız formasyonlardan, ailelerimiz-den dolayı benzer olaylara farklı tepkiler gösterebiliyoruz. Sahnedeyse hepsi bir yana konuyor, gerekirse aynı hatayı, aynı anda, hep birlikte yapıyor, bu durumdan bir anlatım zenginliği çıkarmaya çalışıyo-ruz. Birbirimizin varlığına ve söylemine saygılı duruyor ve hepimizin tek tek top-lamından daha zengin, daha büyük bir oluşum yaratmaya çabalıyoruz. Yine aynı biçimde, İncesaz’ın dinleyicisi de toplu-mun hemen hemen her kesimini kapsı-yor. İstanbul’un az gelişmiş sayılabilecek semtlerinden, Anadolu’nun kasabalarına kadar her gittiğimiz yerde, bugün ciddi bir biçimde kamplaşmış gözüken insan-ların her kesiminden dinleyici buluyoruz. Üniversite öğrencisinden köylüsüne, sağcısından solcusuna, zengininden faki-rine, yaşlısından gencine, dinleyicimiz şu profile daha uygun düşer, diyebileceği-miz hiç bir segment yok. Şarkılarımız se-

viliyor, benimseniyor ve hep bir ağızdan söyleniyor. Bugünün politize olmuş ve pek çok eksende kamplaşmaya başlamış Türkiye’sinde rüya gibi bir gerçek. Bizi nasıl mutlu ettiğini anlatamam.

Aktivist: Yeni albümünüze de Şu-bat’ta kavuştuk sonundaJ Sanki bu albüm diğerlerinden biraz farklı gibi. Müziğinize bambaşka bir şey katılmış gibi. Çok bugünün albü-mü gibi. Diğerleri eski zamanın ruhsallığındaydı, Geçsin Günler ise bugünün insanın arzularına, anlayışına daha yakın gibi… Siz nasıl hazırladınız Geçsin Günler albümünü?

Cengiz Onural | İncesaz: İncesaz hiçbir zaman nostaljik bir bakışta ve an-layışta olmadı. Eskiyi öven, yeniyi kötü-leyen bir bakışımız hiçbir zaman olmadı. Buna rağmen, geleneği seven ve ondan kopmamaya çalışan, bir yandan da bugü-ne dair olanla hep haşır neşir bir duru-şumuz oldu. Geleneğe olan saygımız, gü-nümüzde gelenek birkaç istisna dışında neredeyse tümüyle terkedildiğinden bizi biraz farklı kılıyor. Tamburla örneğin, daha önce hiç çalınmamış, denenmemiş müzik sözleri söylemekle birlikte bu sa-zın asaletine, zarafetine ve geleneğine yakışmayacak çizgiyi de hiçbir zaman aşmamaya çalıştık.Son albümün farkına gelince, bunun her son albümümüz için geçerli olduğunu söylesem... Her yeni albüm, bir tazelik ve yenilikçilik içerdi bugüne kadar. Taa ki, bir sonraki albü-

Şubat - Mart / 201494

Page 95: Aktivist 5. Sayı

mümüz yayınlanana kadar. Ümit ederim ki bu böyle de gider.

Aktivist: Çok merak ediyorum… Bugün “star” dediğimiz şarkıcı-lar/müzisyenler bile “Albüm sat-mıyor, internette patlıyor şarkı, ‘single’ çıkaralım” gibi hesaplar, kitaplar, kaygılarla yeni şarkıların peşini sürüyor. Patlamayan şarkı, şarkıcıyı rezil ediyor:) Siz bu kay-gısızlığınızı ne ile açıklıyorsunuz?

Cengiz Onural | İncesaz: Daha önceki bir soruya cevap verirken bek-lentisiz olduğumuza değinmiştim. İzle-yicinin veya piyasanın beklentileri bize bir şey söylemiyor. Biz bu müziği yal-nızca içimizden geldiği, başka çaremiz olmadığı, başka türlü bir müzik yapa-mayacağımız ve bunu da yapmazsak patlayacak olduğumuz için yapıyoruz. Bakın hiçbir şey, dışarıdan gözüktüğü kadar basit, kolay ve sempatik değildir. İncesaz 17 yaşında. Şimdi albümümüz satıyor, konserlerimiz doluyor olabilir. Bu sadece son üç beş senenin gerçeği. Ondan önce albümlerimiz satmazken, albümümüz yayınlandığında tek bir ha-ber, tek bir yazı çıkmazken, boş kol-tuklara konser verirken de biz aynı de-recede motiveydik. Yaptığımız işe öyle gönülden bağlıydık ki, umurumuzda bile değildi. Ne istersek, onu yapıyorduk. Bu böyle de devam etti.

Aktivist: Yapımcınız ne diyor bu konuda?:)

Cengiz Onural | İncesaz: Yapım-cımız başarılı olursak övünüyor, onun dışında umurunda değil. Biz Kalan eti-ketinin yüzlerce başlığından biriyiz. Al-bümümüzü yayınladığı için müteşekkir olacak bir durumdayız. Belki yakın bir

gelecekte albüm yapma fikri de tümüyle ortadan kalkacak.

Aktivist: Sizin müziklerinizi pek çok dizide duyduk. Mesela Ekmek Teknesi’nin müziği olan Balat, affı-nıza sığınarak söylüyorum, benim müziğim gibi bir şey oldu. Her şe-yim onunla çalıyor. Bizim derginin de müziği olmuş gibi oldu. Başka hangi dizilerin müziğini siz yaptınız? Şu sıra dizi ya da film müziği var mı sizin yaptığınız?

Cengiz Onural | İncesaz: İncesaz’ın yaptığı dizi müzikleri İkinci Bahar, Ekmek Teknesi ve Çınar Altı ile sınırlı. Onun dışın-da İncesaz ekibinin de pek çok kez içinde olduğu ama İncesaz imzasını taşımayan onlarca dizi müziği yaptık. Bu müzikle-rimiz Aria imzasını taşıyor. Aria ise Bora Ebeoğlu, Ceyda Pirali, Cenk Erdoğan, Uğur Darıveren ve benden oluşuyor. Müziklerimizin kişiselleştirilme anlamında benimsenmesine gelince, bu durumla sık sık karşılaşıyoruz ve bizi çok mutlu ediyor. Ben bir sanat eserinin -eğer bizimkiler sanat eseri sayılırsa- yaratıcısının elinden çıktıktan sonra kendi özgür macerasını ya-şadığını düşünenlerdenim. Ürününüz tü-keticisiyle baş başa kaldığında “Aslında ben onu demek istememiştim” gibi bir hakkı-nız pek kalmıyor artık. İsteyen onu kendi algısıyla algılar, dilediği gibi anlamlandırır. Bu onunla ürününüz arasındadır ve artık o ilişkide size yer yoktur. Ama eserlerini-ze güzel anlamlar yüklendiyse, bir kimseyi mutlu ettiyse de bundan sizin de mutluluk payı çıkarmanıza bir engel yoktur tabii ki...

Aktivist: İncesaz en çok İstanbul’a yakışıyor gibi. Tabii şimdi böyle deyip sınırlamayalım da ama…

Buram buram İstanbullu sizin şar-kılarınız… Yaratımınızda siz de İs-tanbul’dan etkileniyor musunuz?

Cengiz Onural | İncesaz: Doğrusu biz de öyle düşünüyoruz. İncesaz’ın müziğinin türünü sözlerle ifade etmek zor oluyor. Bu-nun için uzun uzun tanımlamalar yapmak lazım, çok laf lazım. Ama kısa tanım, “İs-tanbul Müziği”dir. Biraz daha uzunu da “İs-tanbul’un bugünkü müziklerinden biri”dir. Bugünün İstanbul’unun bizi üretim anla-mında çok da motive ettiğini, ilham ver-diğini malesef söyleyemeyeceğim. Bizi bu şehrin kültürü ve müzik geleneği ilgilen-diriyor. Bunu da bugünkü kaosun içinden çekip çıkarmak isterseniz muazzam bir madencilik çalışmasının içinde buluyorsu-nuz kendinizi. Çok da aşık olmadan katla-nılamayacak bir iş vesselam.

Aktivist: Yollar albümü gibi, bir sen-foni orkestrası ya da farklı bir tür müzikle birleşik başka projeleriniz olacak mı?

Cengiz Onural | İncesaz: Müzikal an-lamda hala denemediğimiz şeyler var... :)

Aktivist: Yakınlarda konserleriniz var mı? Sizleri nerelerde dinleyebi-leceğiz?

Cengiz Onural | İncesaz: Şimdilik belli olan konserlerimiz:

26 Nisan, Bielefeld, Almanya

29 Nisan, Müllheim, Almanya

7 Mayıs, Hayal Kahvesi, İzmir

15 Mayıs, Hayal Kahvesi, Ankara

17 Mayıs, Hayal Kahvesi, İstanbul

3 Haziran, İstanbul Erkek Lisesi,

11 Haziran, Karabük

12 Haziran, Armada Oteli, İstanbul

95

Page 96: Aktivist 5. Sayı

etkinlik

Yanni | 08 Mayıs 2014 21:00

Ülker Sports Arena, İstanbul

New age müziğin öncüleri arasında gösterilen Yanni, 8 Mayıs’ta vereceği konserde Ülker Sports Arena’da sah-ne alıyor. 1992 tarihli Dare To Dream albümüyle Gram-my Ödülü sahibi olan Yanni, Yanni Live At The Acropolis konseri ve bu konserin kayıtlarından oluşan albümüyle hem ticari hem de müzikal açıdan kariyerinin en büyük başarılarından birini elde etti ve artık dünya çapında hayranları olan bir müzisyen haline geldi. 2011 yılında 16. stüdyo albümü Truth of Touch’ı yayınlayan başarı-lı sanatçı; sınırların, dillerin ve kültürlerin ötesine müziği aracılığıyla geçmeyi başardı ve bu sayede her yerden hayranları arasında bir bağ kurdu.

Aerosmith | 14 Mayıs 2014 18:00

İTÜ Stadyumu, İstanbul

Rolling Stone dergisinin “Tüm Zamanların En Bü-yük 100 Sanatçısı” listesinde yer alan Aerosmith, 66,5 milyonu ABD sınırları içinde olmak üzere, sat-tığı 150 milyon albüm ile “gelmiş geçmiş en fazla albüm satan Amerikalı rock grubu” olarak tarihe geçti. 2001 yılında Rock and Roll Hall of Fame tarafından onurlandırılan grup, başta 4 Grammy ödülü olmak üzere birçok ödülün de sahibi...

Garaj | 05 Mayıs - 27 Mayıs 2014 20:30

Craft Tiyatro, İstanbul

Yılbaşı gecesi belki o kadar da güzel bir gece de-ğildir... Çok mutlu görünen iki kişi, belki o kadar da mutlu değildir... İstanbul’da bir garaj... İki yabancı... Orkide ve Kahraman... Saatler saniye gibi geçiyor, hepimiz daha da yalnızlaşıyoruz... Ama en azından yılbaşı gecesi herkesin biraz mutlu olmaya hakkı var... 5, 4, 3, 2, 1!

İyi Seneler Sev-gi-lim...

Şubat - Mart / 201496

Page 97: Aktivist 5. Sayı

izle satın al

19. İstanbul Tiyatro Festivali | 09 Mayıs - 05 Haziran

İstanbul Tiyatro Festivali, bu yıl yurt dışından 7, Tür-kiye’den 35 oyunun 100’e yakın gösterisini 13 farklı mekânda sanatseverlerle buluşturuyor.

Oyun, dans, performans ve etkinliklerden oluşan zengin bir programı tiyatroseverlerin beğenisine sunan festival; Bisahne, Cevahir Sahnesi, DOT, Haldun Taner Sahnesi, ikincikat-karaköy, Kenter Tiyatrosu, Moda Sahnesi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Sainte Pulcherie Fransız Lisesi, Salon, Şişli Blackout, Üsküdar Stüdyo ve Üsküdar Tekel sahne-leri gibi şehrin farklı mekanlarında gerçekleşecek.

Aldatma |16 Mayıs 2014 18:30 / 21:00

Moda Sahnesi, İstanbul

Bir ihanet ve ihanetin ardından gelişen aşk kaosunu anlatan Aldatma, 19. İstanbul Tiyat-ro Festivali kapsamında Moda Sahnesi’nde... Harold Pinter’ın zamanın akışına ters düşen ve ihanetin bitişiyle başlayan bir aşk üçge-nini konu alan klasikleşmiş oyunu Aldatma’yı Mesut Arslan yönetiyor. İnsanlar yalnızca in-sanlar tarafından değil zaman tarafından da aldatılırlar, yönetmen de oyunu bu açı-dan geliştirmeyi deniyor. Başlangıç noktası ise görsel sanatçı Lawrence Malstaf’ın Ne-vel adını taşıyan enstalasyonu. Bu deneysel yaklaşımda, zamanın ve hafızanın oyununu yansıtan uzam durmaksızın yeniden oluşturuluyor.

Oi Va Voi Türkiye Turnesi | 24 Mayıs 31 Mayıs 2014

İzmir , Bursa , Adana , Mersin , Gaziantep , İstanbul

Londralı altı genç müzisyenin kimlik arayışlarının dahiya-ne sonucu olarak ortaya çıkan Oi Va Voi, Hayal Kahvesi Shining Stars kapsamında 6 şehirlik bir turne için yeni-den Türkiye’ye geliyor.

90’lı yılların sonunda kurulan grup, kendilerine Avrupa dışında da ün kazandıran Refugee adlı şarkılarını 2003 yılından yayınlanmış olan Laughter Through Tears albü-münde seslendirdi. Yahudi göçmeni ailelerin çocuk-larından oluşan grubun şarkıları; drum’n bass, ska, trip hop, soul ve geleneksel Balkan tınıları ile yüklü...

97

Page 98: Aktivist 5. Sayı

kitap

Sıfırdan Başlamak (Benim Hikâyem) | Jimi Hendrix

“Yirmi sekiz yaşımı görebileceğimden emin değilim, fakat bir yandan da son üç yılda o kadar çok güzellik yaşadım ki... Dünya bana hiçbir şey borçlu değil.”Bu kitabı gerçekten jimi Hendrix yazdı, her bir cümle ona ait. Sigara paketlerinden otel kırtasiyelerine dek elinin altındaki her kağıt parçasına bir şeyler karalama takıntılı bu genç adam, yaşamın üstünde bıraktığı izleri günlükler, şarkı sözleri, mektuplar ve küçük notlar halinde yazıya dökmüş, yazmadıklarını da röportajlarında seslendirmişti. Sıfırdan Başlamak bu çok parçalı yapbozun birleştirilmesiyle ortaya çıktı. Bu onun hayat hikâ-yesi. Sadece kendisinin anlatabileceği türden bir hikâye; fazlasıyla dürüst ve saf. Önce yokluk sonra bolluk ve şöhretle başa çıkmak zorunda kalmış bir müzik dâhisinin telaşlı, meraklı, yaratıcı ve çelişkilerle dolu zihnine yolculuk.

Kadim Felsefe | Aldous Huxley

Cesur Yeni Dünyanın yazarı Aldous Huxley, Kadim Felsefede okurlarını Doğu ve Batının eskimeyen felsefi ve dini geleneklerinde eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor. Kitap, Eckhart ve Buddha’dan Gazali ve Mevlana’ya kadar, içsel aydınlanmanın en önemli üstatlarından ya-pılan alıntılarla çok önemli bir antoloji görevi de görüyor.

İmparatorluğun Son Nefesi | İlber Ortaylı

İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyetin Kuruluş Öyküsüne... “En utanılacak yönümüz; tarih yaptığımız halde tarih öğrenmemek; tarih yazma-mak konusundaki ısrarımız!” İlber OrtaylıBalkan Harbi’nden Birinci Dünya Savaşı’na, İstiklal Mücadelesi’nden Lozan Görüş-meleri’ne, Halifelik tartışmalarından Cumhuriyet’in kurulmasına, Sultan Abdülha-mid’den Mustafa Kemal Atatürk’e, Enver Paşa’dan Halide Edip’e gündemden düş-meyen konular ve tartışılan tarihi kişiliklere dair İlber Ortaylı’nın görüşlerini merak edenlerin kaçırmaması gereken bir kitap; İMPARATORLUĞUN SON NEFESİ...

Şubat - Mart / 201498

Page 99: Aktivist 5. Sayı

Incognito - Beynin Gizli Hayatı | David Eagleman

Siz daha tehlikeyi algılamadan, ayağınızı fren pedalının üstüne götüren kim? Neden sır saklamakta böylesine başarısız, nedenini bilmeden birini çekici bulmakta bu kadar başa-rılıyız? Eğer bilinçli zihin, yani sabah uyandığınızda sizinle birlikte uyanan ben, buzdağının yalnızca görünen kısmıysa, zihninizin geri kalanı tüm bir ömür neyle iştigal etmekte?Ünlü nörobilimci David Eagleman, 20 dilde yayımlanan -ve neredeyse şimdiden klasik-leşen- kitabı Incognito ile beynimizin derinlerine dalarak, yaptığımız, düşündüğümüz ya da hissettiklerimizin çok büyük bir kısmının bizden başka bir biz tarafından yönetildiğini ürkütücü bir berraklıkla ortaya koyuyor. Sadakat geninden sizi olmadığınız birine dö-nüştüren beyin zedelenmelerine; optik yanılsamalardan striptizcilerin neden ayın belirli zamanlarında daha çok para kazandığına; Truva fatihi Odysseus’tan renkleri işitip bi-çimleri tadabilen sinestezik insanlara kadar geniş bir yelpazeden vakaları ve araştırma-ları bir araya getiren Incognito, beynimizin işleyişi ve çelişkileri hakkında olağanüstü bir keşif yolculuğu sunuyor.

satın al

Tehlikeli Temayüller | Perihan Mağden

“Ellilerde, altmışlarda “cool” olmak mühimdi; zira az bulunan bir özellikti “cool”luk. Şimdi herkes, Ölü Canlar kastingi için hazırmış gibi dolanıyor ortalıkta.” Sadece bu kitap için kaleme alınan yazılardan oluşuyor, Tehlikeli Temayüller. Ancak bu kez, mal-zemesini farklı bir şekilde işliyor Mağden. Küçük detaylardan, anekdotlardan yola çı-kıp hayati meselelere uzanıyor. Kapısına dadanan bir kediden boğucu ikili ilişkilere, İlle-de-doğurması-gereken-kadınlardan, Milletçe mankafalaşmamızın nedenlerine açı-lıyor. Son model mirasyemezleri, Hayatı bize dar eden taksicileri, Popüler kültürün ya-ratıklandırdığı yeni nesli, Kutsal Annelik Dikenli Tacını başından çıkarmayanları, Ya da Fazla İltifat ve Alâkayla İğdiş Edilmiş Oğulları anlatıyor. İçinde boğulduğumuz kesintisiz kast toplumunu, Ve hakikat sevmezliğin gönüllü müritleri olma halimizi deşifre ediyor. Ama en önemlisi, tüm bunlardan kaçınma yollarını, Sinsice gözden ırak tutulan ferah mı ferah diğer seçenekleri gözler önüne seriyor bu yazılar. Her zamanki gibi dobra, zeki, sakınmasız, keskin, samimi, Her zamanki gibi DÜZENe kinli. Her zamanki gibi “sek,” kendine has, Perihanmağdence, üstelik, sıfır kilometre...

Tarkovski | Slavoj Zizek

Zizek için Tarkovski’yi ilginç kılan onun filmlerindeki özgün biçimdir. Tarkovski maddi unsurları zamanın kendisi olarak kullanır ama aniden en içsel alana ilişkin olan zamanın melankolikliğini, belirsizliğini bize hissettirir. Zizek’e göre Tarkovski’de gerçekliğin tam da maddi dokusunun dağılmasıyla ruhani bir derinliğe ulaşılır. Tarkovski, kendimizi maddi gerçekliğin üstüne yükselterek ulaştığımız standart ruhani motiflerin ötesine, daha derin, daha önemli deneyimlere sürükler bizi. Tarkovskici mıntıkada özel hiçbir şey yoktur, her şey aynı ve bildiğimiz gibidir. İşte tam da bu sebepten inançlarımızı, korkularımızı, iç dünyamıza ait şeyleri buraya yansıtabiliriz. Lacancı psikanalizin araç-larıyla Tarkovski’nin materyalist bir yorumunun da mümkün olabileceği tartışılıyor bu metinde.

99

Page 100: Aktivist 5. Sayı

Himalaya Ma

astroloji

değerlerastrolojisi

2. sayımızda tanıtımını yaptığımız şifalı Vedik-Hint astrolojisinin astrolog araştır-macı yazarı Himalaya Ma ile yeni bir yol-culuğa başlıyoruz.

Hindistan kökenli olan vedik astroloji ile kendimizden sakladığımız yönleri keşfet-meye daha yakınlaşabileceğimizi anlatan Himalaya Ma, her sayımızda bize değişik önerilerde bulunacak, bu kadim gökyüzü bilgeliğini sürekli değişen hareketli geze-genler açısından değerlendirecek ve bizi tıkayan gündelik olaylar için bu sayımızda bazı önemli değerleri hatırlatacak bilgiler sunacak.

Himalaya Ma: “Para kazanmak, alışveriş yapmak faturalarımızı ödemek, vb işler dışında bir de çok farkında olamadığımız başka bir boyut var aslında, iç mimari kariyerime devam ederken 1996’da baş-ladığım Hindistan gezileri beni başka bir katmanda düşünmeye sevk etmişti. Şu an geriye baktığımda yedi ziyaret ardın-dan uzun bir koridordan geçtiğimi daha iyi algılıyorum. Bu yolculuğumun gücünü aşramlarda, uzaklarda veya dağlarda tat-bik etmek yerine, olduğumuz yerde, ka-derimizin bizi yaşamaya yönelttiği yerde tatbik etmek daha önemlidir. Asıl senin dönüşümün sonucunda , kardeşin, ko-can, çocuğun, annen, baban hatta kom-şularının da olumlu yönde başkalaştığına şahit olduğunda başarılısın demektir.

İşte Vedik astroloji, zayıflıklarını ve güçlü taraflarını anlayarak kendinle olan tema-sını güçlendirerek, dönemsel gökyüzü ha-reketlerinin simyasına uygun şifalı gücüyle size hareket etme özgürlüğü sağlayabilir.

YORUMLARINIZI OKURKEN ŞU HUSUSLARA DİKKAT: AY BURCU MU ÖNEMLİ  YÜKSELEN BURÇ MU?

Okuyucularımdan gelen sorular üzerine önemli bir konuya değinmek istiyorum. Yorumlarımız temel referans noktamız olan Ay burcuna göre yazılıyor, eğer Ay burcunuzu bilmiyorsanız bize sorabilirsi-niz.

Vedik astrolojide hesaplama farklı olduğu için burçlar batı astrolojisindeki gibi aynı olmayacaktır, şaşırabilirsiniz . Bu kayma-nın sebebini öğrenmek isterseniz bloğu-mu ziyaret etmenizi ve matematiksel se-bepleri okumanızı tavsiye edeceğim.

vedikastroloji.blogspot.com.tr

Ay/ Yükselen Koç Burcu

Son aylarda iletişim alanında anlaşılmayan bazı enerjilerle baş etmek zorunda his-seden Koçlar için “yavaşlık”, gerçekten çekilmez bir duruma benziyor. Aceleyle hareket etmemesi aslında güzel sonuçlar verir; eksiklerini tamamlamak ve büyüme fırsatıdır. Spekülatif kazançlara meyli art-tırıcı etkiler var. Sosyalleşme sayesinde yurtdışıyla ilgiyi arttırdığı gibi, ticari yaşam-da hareket, yabancılarla ortak çalışmalara girmeye de istekleri var. Düşüncelerinizin büyüdüğünü ve geliştiğini fark edebilirsi-niz. Tanınmışlık artacağı gibi eğer doğum haritanızın da destekleyen etkileri varsa ünlenmeyi kolaylaştırır. Duygusal ilişkile-riniz yoğunlaşır. Hızlı ve evlilikten kaçan bir Koç için enteresan ama evlilik fikrine sıcaklık bu dönemde yüksektir. Uzak me-safelere yol almak faydalıdır. Blokajınızı açar. Eş, ortak zorlu hastalıklarla uğraşa-bilir, ortağın ticari hatalarına karşı tetikte olun. Bu dönemde en çok eş ve ortak-larınızın sizin önerilerinize ihtiyacı olacak. Ortaklarınızın ve eşinizin sıkıntılarında

Vedik astrolojide doğum gününüze göre Güneş

burcunuzu bulacağınız tablo

Koç : 14 Nisan - 13 Mayıs

Boğa : 14 Mayıs - 13 Haziran

İkizler : 14 Haziran - 15 Temmuz

Yengeç : 16 Temmuz - 15 Ağustos

Aslan : 16 Ağustos - 15 Eylül

Başak : 16 Eylül – 16 Ekim

Terazi : 17 Ekim - 15 Kasım

Akrep :16 Kasım - 14 Aralık

Yay :15 Aralık - 13 Ocak

Oğlak :14 Ocak - 12 Şubat

Kova :13 Şubat - 13 Mart

Balık :14 Mart - 13 Nisan

Şubat - Mart / 2014100

Page 101: Aktivist 5. Sayı

yanlarında bulunun. Sizin anlayışlı olma-nız ortamı yumuşatır. Kardeşler ve yakın çevreden özellikle komşulardan fayda artar, materyal dünyanın kaosu azalarak, manevi dünya hakkında da bazı alanlarda açılım oluşur. Örneğin meditasyon, kişi-sel gelişim alanlarında yeni çalışmalar ke-yifle denenebilir. Bu aylar Koçlar’a, aydın-lanma, yaratıcılığını anlamasına yardımcı olaylarla karşılaşma fırsatı sağlar. Bunun yanı sıra birden sinirlenme, düşüncesiz hareketlere karşı dikkatli olunmalıdır.

Koç etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, tarafsızlık, olumluluk, odaklanma ve alçakgönüllülük ol-malı. Önümüzdeki dönemde sergileye-ceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz gerçekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Boğa Burcu

Boğalar için olumlu sonuçlarla dolu bir sürü blokaj kalkıyor, bu dönem faydalı gelişmeler adına sevindiricidir. Gelirlerin akışı düzenli, kaynaklar bol, aile mutlulu-ğu huzur verici, hedeflere kilitlenme gücü içten geliyor, bu çok önemli bir istek çünkü içten gelen güç olmadıkça gerçek başarıya erişmek kolay olmuyor. Aslında bu güç sonucunda Boğa’nın anlatmak is-tediği meseleler bütün toplum için de son derece önemli; iletişim gücündeki özel teknikleri işe yarayan Boğa, hem kendine hem de yakınlarına pozitif bir çevre sağ-layabiliyor. Hepimiz bir yaşam mücadele-si içindeyiz, en hızlı sonucu alan Boğalar bu atak dönemlerini çalışarak değerlen-dirmeliler. İlerlemelerini hazmedemeyen insanlar ise çoğunlukta olabilir; gezegen yoğunluğu kısmet evinde oluştuğu için, kazanma fırsatı getirecek fakat kıskanç-lıkları, düşmanlıkları arttırabilir. Cesareti hayli yoğun Boğa arenasında, ekmek ka-zandığı alanda çok iddialıdır. Hızlı ilerledi-ği bu dönemde engelleyici insanları görüp

öfkelenmeye müsaittir. Çoğunlukla sizin haklı olduğunuz tartışmalı ortamlardan kaçının, gereksiz yere hedef olmayın. Enerjinizi gereksiz huzursuzluklardan uzak tutmayı bu dönemde öğrenebilirsi-niz. Sizinle çalışanlar, görevliler, aynı or-tamı her gün paylaştığımız arkadaşlarınız, evcil havanlarınızın sizin şifalı enerjinize ihtiyacı olacaktır. Her tip gerginliği çöze-bilecek gücünüzden çevreniz yardım ala-bilecek. İlerlemeniz kaçınılmazdır. Lider özelliğinizle ön plana kolaylıkla çıkabilir-siniz, özellikle şansınız Temmuza kadar hayli yüksek görünüyor.

Boğa etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, denge, hizmet, baş et-mek ve gözlem olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen İkizler Burcu

Öyle miydi? Böyle miydi? derken, günler birbiri ardına geçti ve önemli bir değişim dönemine yaklaşıldı bile. İkizler olup bi-teni anlamaya çalışarak biraz mantık kar-gaşası içinde geçirmiş olabilirler. jüpiter, en basit konularınızı büyütücü ve olaylara bakış açınızda akıl karmaşasını gösteriyor. Kararsızlık, yönsüzlük, iradesizlik gibi his-selerinizde artış oldu mu? Hatta sevdik-leriniz bile sizi pek anlamıyor gibi düşün-celer varsa, bunlar yanıltıcı düşünceler aslında. Enerjilerin gücü akıl oyunlarına yönelik ve yorucu olabiliyor. Aklınızın se-naryosu yerine kalbinize sormanız gere-ken bir devredir. Farkında tam değilsiniz belki ama bu yıl geçmişin pek çok yükünü sırtınızdan attınız aslında. Gökyüzünün büyük değişimi sizi Temmuz’dan itiba-ren farklı bir alana taşımadan önce az bir çaba daha harika olacak. Aklınızı karıştı-ran bitirilmemiş bir takım konular kaldı-ğına inanıyorsanız, bu ilkbahar ayları size

yeterli ek süre tanıyacaktır. Eksik yönleri-nizin size sıklıkla dikte edilmesi hoşunuza gitmiyor olabilir ama sizi eleştirenlere de alan tanıyın ve ne dediklerini biraz daha sabırla dinleyin. Bu kişiler aslen eksikle-rinizi size göstermeye çalışan size ayna tutan kişilerdir. Kader noktaları şu an en-dişeli halinizi kendi doğal akışıyla biraz ol-sun rahatlatıcı pozisyonda; duygusal yaşa-mı hareketlendiricidir. Üstlerden takdir, yolculuk imkânlarını getirir, düşmanlıklar biter. Çok konuşan zihninizle dost olma-yı ve onu susturabilmeyi öğrenebilirsiniz. Çocuklarınız varsa ilişkilerinizde önemli değişimler kaydedersiniz. Onların ger-çekten olgunlaştığına şahit olacaksınız. Bu dönem sevdiklerinizle kurduğunuz ilişki-lerinizde daha çok açıklayıcı olması gere-ken kişi de sizsiniz.

İkizler etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler,  serinkanlılık, hafiflik, cesaret   olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz gerçekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları ver-menizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Yengeç Burcu

Yengeçler uzun süredir kendileriyle baş başa bir dönem içindeler. Biraz yalnızlık getiren bu günler kalbi geniş, duygusal Yengeçleri yine de şartlara rağmen is-yankâr yapmıyor. Bu aylar kendine inan-cın daha pekiştiği ve dolayısıyla kendi de-ğerlerinin keşfi için güzel etkiler taşıyor. jüpiter’in konumu genel olarak konfor getirici, mal-mülk ve araçlar konusunda tüketimde artış, anne veya anne tara-fından dolayı materyal kazançlarda artış oluşturabilir. Güç ve pozisyonda yükseliş, diplomatik olduğunuz sürece mümkün-dür. Ruhsal planda evrensel ödüllendi-rilmeniz jüpiter’in transitiyle artarken, annenizin sağlığına özen gerekiyor. An-nenizin bu dönem ilgiye ihtiyacı oldukça yüksektir. O, sıkıntısına rağmen halen

101

Page 102: Aktivist 5. Sayı

koruyucu ve doyurucudur. Onunla daha çok vakit geçirmeli ve varlığınızı ona hissettirmelisiniz. Bir süredir sıkışmışlık-ların üstüne eklenmiş konular var fakat Yengeç’in doğuştan taşıdığı Rahim ve Rahman” enerjisi, her türlü sıkıntıyı yok edecek güçtedir, olumsuzu dönüştürme-yi başarırsınız. Duygusal sorunlarınız var-sa en etkili yol bu dönemde yüzmektir, yüzme mümkün değilse su ile daha fazla temas, bol su içmek ve yıkanmak da ben-zer etki yaratır. Kıyafetlerinizin renklerin-de bollukla beyazı tercih etmeye özen gösterin. Evinizde su ile ilgili bölümlerde -özellikle banyo- masraf isteyebilir. Bo-ruları yenilemek isterseniz Temmuz’dan itibaren etkiler daha olumludur. Ayrıca atıklar ve çöplerin gündelik yaşamınızda hijyeni etkilememesine de özen gösterin.

Yengeç etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, Umut, neşe, duyarlı-lık ve sorumluluk olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Aslan Burcu

jüpiter’in bu yılki pozisyonu Aslan’a  ken-dini gerçekten Aslanlar gibi hissettiriyor. 11. evden gelen bu etki umutların artışı, genel bir memnuniyet, gelirde iyileşme, karar ve sonuç ilişkisinde hızlanma, atı-lımlardan sonuç almayı arttırıcı. Mücade-lenin kazanılması, tartışmaların lehlerine sonuçlanması, şansın artışı, profesyonel başarıda yükseliş bu güzel gelişmeler-dendir. Şu dönemin en idealist ve yaratıcı etkisi taşıyan Aslan düşündüğü işlerde fırsatları hızlı gören, bunları kazanca dö-nüştüren, tuttuğunu koparan ve zarar ge-tiren işlerden doğal güdüsüyle uzaklaşan, faydaları etrafıyla paylaşabilen kişidir. Şu dönem bir Aslan’la bir arada olmak ve birlikte hareket etmek bize bir sürü fay-dalar sağlar. Yolculuklardan kısa ve çabuk

biteni tercih edilmeli; uzun yolcukların sonucu beklenmedik keyifsizlik oluştu-rabilir, kısa tatiller, yakın mesafeler tercih edilmelidir. Kişisel gelişim ve ruhsal alan-lardan fayda - kazançlar daha yüksektir. Yeni bir öğretiye girmek fayda getirebi-lir. O, yöneticisi Güneş olduğu için doğal bir lider bu yüzden kolay pes etmiyor ve özellikle de gökyüzünün torpili Aslan üzerindeyken kendi iyilik alanında sonsuz faydalar görebilir fakat ailevi çevresi bi-raz daha huzursuz; özellikle; kardeşlerin, babanın yaşamında blokajlar oluşmaya müsait. İş yine Aslan’a düşerek onların sorunlarını üstlenecektir. Aslanlar doğum haritalarında özellikle ters bir etki alma-mışlarsa gökyüzü onlara şu dönem fazla miktarda mutluluk dağıtıyor diyebilirim.

Aslan etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, samimiyet, hoşnutluk, sevgi ve incelik olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Başak  Burcu

Bu dönem gökyüzü Başaklara kendi tak-tiklerinin ne kadar önemli olduğunu ha-tırlatıyor. Akıl burcu olan Başak, iç dün-yasında hassas ama bunu şu dönem belli edemiyorsunuz. Yeni buluşlara, yeni bir imaja ihtiyacınız var, kişisel çabanız sizi kolaylıkla farklı kılabilir. Neşe ve yaratıcılı-ğınızla enerjinizi yükseltebilirsiniz. Sadece Ay burcu Başak olanlar için de çok önem-li bir haberim var; son 7 yıllık bütünleşme ve büyüme döneminizin sonuna yaklaştı-nız. Vedik astrolojide herkesin kendi ya-şamında 30 yılda bir oluşan bir evre olan Sade Şati’niz nihayet bitiyor, çok azı kaldı, bu, en son testinizi aile- gelirler ve ser-vet ile alanda yeniden yapılanma şeklinde oluşturmanıza yardımcı oluyor, değerli zekânıza çok iş düşmekte. Şikâyetçi ve sık gocunan biri değilsiniz nasılsa, her za-

man bir B planınızın olması sizi pek çok kriz anında korumuştur. Kaçmış fırsatları yeniden görme ve yakalama gücünüz bu dönemde daha da yükselmiştir. Zorunlu ödemelerinizde şu dönem artış olabilir ve bu son aşamada tek yapmanız gere-ken özellikle Kasım ayına kadar fazla har-camalardan kaçınmanız olmalıdır. Bes-lenmeye özen gösterin; daha önce size dokunmayan gıdalardan zarar görebilirsi-niz. Damak tadınızda değişimler oluşabi-lir, alkol kullanımında artış gibi. Bu dönem genel olarak tüm ailenin sizin tarafınızdan şifaya ihtiyacı vardır. Kalbinize sormayı ih-mal etmeyin, o en doğru cevapları size vermek için şu an daha hızlı atıyor, özel-likle sert konuşmalarınız olumsuz enerjiyi çabuk çekip, kalbinizde kapanma da ya-ratabiliyor.

Başak etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, birlik, disiplin, hoş-görü ve sessizlik olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Terazi  Burcu

Bir süredir Terazi’nin değişimi dikkat çekici; bir gün olumlu 2 gün ne yapaca-ğını bilemiyor, sonra 3 gün yine olumlu. Hayli değişken ruh halleri bunlar. Olumlu hali jüpiter’in güzel yerleşimden geliyor, dengesiz hali ise Satürn ve Rahu’nun Te-razi’de ilerlemesi yüzünden! İmajınızı ze-deleyecek olumsuz davranışlara yönelik sert enerjiler oluşturabiliyor. jüpiter cep-hesinden bakarsak; Bilgi akışında artış, içsel mutluluğun yükseldiği dönemlerden biri ama ne yazık ki Satürn ve Rahu bu etkiyi azaltıyorlar da! Bu da Terazi’nin 12 yılda bir yakaladığı şansın azalmasına se-bep oldu bu yıl! Yerinde durmanızı zor-laştırıyor olabilir; Geçmişte yer değişimi oluşmadıysa bunun için yeni olanaklar

Şubat - Mart / 2014102

Page 103: Aktivist 5. Sayı

hazırlanıyor. Uzaklara gitme isteği hayli yoğun, bu yolculuklardan yarar görme-nin en zirvede olduğu aylar içindesiniz. Harcamalar yolculuklarla birlikte artar. İç dünyanızda ise biraz daha karmaşa vari duygular getiren Rahu’nun Terazi’de bulunması, inadınızı arttırıcı ve özellikle büyüklerinizi dinlemenizi engelliyor; bu da doğal olarak hataları hayatınıza çeke-cektir, dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Bu dönem şifaya en çok ihtiyaç duyan kişi kendinizsiniz. Beden kendini hızlı koşmuş ve yorgun hissedebilir. Dinlenmeniz, ken-dinize yüklenmemeniz faydanızadır. Sade, yorucu olmayan projelerde kendinizi geliştirmeye devam etmelisiniz. Gökyü-zü başka bir alanda size destek sağlıyor neyse ki o da eşinizin sayesinde konfo-runuzda artış olmasıdır. Siyah giymekten kaçının ve Cuma günlerinizi yardımlaşma-ya ayırın.

Terazi etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler, olgunluk, merhamet, anlayış ve görgü olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Akrep Burcu

Bir süredir Akreplerin içindeki macera dürtüsünün yoğunlaştığını izliyorum. Bi-linmezlik size cazip bir olgu ve cesare-tinizle bilinmeyeni keşfetmek size iyi de geliyor. Bu bir nevi terapi gibi sizi canlı tutar. Bu dönem kendi bilinçaltınızla ilgili yeni keşiflere açıksınız. Taşımak zorun-da olmadığınız yükleri anlamak ve onları güvenli bir alanda bırakmak üzere değişik terapilere katılabilir ve hafifleyebilirsiniz. Birikmiş işler ve sorumluluklara karşı di-rayetli, gizli düşmanlıklara karşı tedbir ve sağlığınıza bunun yanında özel ilgi yerinde olacak şahsi bir renovasyon getirecek. Geçmiş anıların bırakılması, yeni bir ka-

pıdan geçmekle şifayı kendiliğinden geti-rebilir. Bu dönem yurtdışı bağlantılarında hareketlilik oluşabilir. Gelirde artış, baş-kalarının parası ve spekülatif metodlara kayabilir. İç dünyasını kolaylıkla anlaya-bilen bir Akrep, gökyüzündeki jüpiter’in yardımıyla kazançlı çıkabilir. Kararlı, ba-şarılı ve idealist bir dönemden geçeceği şu aylarda, ortakların veya para kaynak-larının odağında daha maddiyatçı ilişki-lere karşı da üzülme riskini belli ediyor. Eski duygusal ilişkiler biraz alan isterken yeni tanışmalarda karşı cinsin daha ten-sel istekleri ön plandadır, bu anlamda da duygusal dünya biraz hassas yaklaşımları ister. Satürn burcun gerisinde kaldığı için evlilik isteği özellikle Ay Akrep ise daha ciddi yönde olabilir fakat yükselen Akrep iseniz beklemeli ve duygularınızı tam an-lamalısınız diyebilirim. Akrepler sırt böl-gesi, kalçanın alt bölümlerindeki rahatsız-lıklara karşı dikkatli almalı.

Akrep etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler ayırt edebilmek, vakar, itaat ve içe bakış olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Yay Burcu

İnsan karşısındakini genelde kendi gibi bilir derler. Çevrenizde bir yenilik isti-yorsunuz, muhtemelen eski olan her şeyden sıkılmışsınız. Sonucunda sizi dışa-rıya doğru iten bu enerji dalgasıyla evli-lik ve ortak yapılan her işte yeni bir dö-nem başlatma ihtiyacı doğuyor akabinde olanaklar karşınıza tıkır tıkır çıkıyor da! Bunları değerlendirecek enerjinizi topar-lamanız gerekiyor. Çünkü beklentilerinizi doğru ifade edememeniz ve karşınızdaki-ni dinlemeden, eski fikirlerinizden dolayı yargılamaya doğru yönelmenizden dolayı ilerlemede sorunlar oluşabilir. Bilinenin

aksine Yaylar Oğlaklar’dan bile daha eski fikirlidirler. Yayları kalıplaşmış fikirlerin-den vazgeçirmek çok zordur, bunun se-bebi inat değil; çok bildiğine inanmadır. Fırsatların yanı başınızdan akıp geçmesini engelleyin, o zaman maddi anlamda ipler elinize geçmiştir. Sosyal çevrenizde tak-dir görme, itibar görme şu aylarda sizi mutlu edecektir. Umutlarınız yüksek ve amaçlarınız hayli büyük olduğundan ya-ratıcı bir dönemdesiniz. Çocuklarınızın iç dünyası biraz kapanmaya yöneliktir. Onları anlamaya fazla gayretli olmalısınız. Bu dönem spekülatif kazançlardan kayıp olasıdır, risk yükselmiştir. Emeğinizle ilgili kazanca yönelmeye çalışın. Ruhsal alanla ilgilenen arkadaşlarınızda artış olacaktır. Bu aylar abi veya ablaların, arkadaşları-nın sizden göreceği destek çok önem-lidir. Yay doğasından dolayı küçük yaşta bile olgundur, negatif enerjileri kendine çabuk çeker ve hızla olumluya dönüştü-rebilir. Evrensel adaletin kendi lehlerine işlediğine şahit olan Yaylar için güzel bir dönem; kazançlar ve idealleri adına se-vinçli, önceden ektiklerini biçtiği mutlu-luk verici olaylarla karşılaşması mümkün. Yay etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler hazır olma , nezaket, bü-tünlük ve saygı olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Oğlak Burcu

Oğlaklar bu dönemde kendini yönsüz kalmış gibi hissediyor. İş alanınız ve gö-revlerinizin tamamlanması için yeniden gözden geçirme dönemidir. Sizinle ortak kaderi paylaşan iş arkadaşlarıyla da yüz-leşme zamanıdır, Özellikle gökyüzünde şu an geri giden ağır hareketli Satürn bazı testleri karşınıza çıkarabilir, yolunda git-meyen bir türlü bitirilemeyen projeleriniz

103

Page 104: Aktivist 5. Sayı

için daha çok çalışma için hazırlıklı olun ve bundan yüksünmeyin, üzerine gidin, bu sizi sonradan kazançlı çıkaracak. Sev-mediğiniz işlerle ve zorluklarla mücadele ederken, kariyer alanında sorumluluk-larda artış, emeğin sonundaki başarı ve takdirde memnuniyetsizlik oluşabiliyor, çalışma saatleri uzamış işler iyice artmış, buna karşın gelirlerde artış seviyesi pek gözlemlenememiş bile olabilir. Faydalı jüpiter’in konumu ilerleme alanında sizin motivasyonunuzu yükseltiyor. Bu aylar artık çıraklıktan ustalığa geçiş zamanıdır. Satürn bu yıl sonunda yer değiştirdiğin-de pek çok konu eskisi gibi olmayacaktır emeklerinizin sonucu fazlasıyla akmaya başlar. Bu aylarınız idealist girişimler için faydalıyken, bir şirketin büyümesini he-defliyorsanız bu yavaş etki de oluşur. Siz yapılması gerekeni yerine getirin, takdire takılmayın, zaman sizi kollar. Gayrimen-kulleriniz, araçlar ve annenin konforu şu an ilgi ister. Ev, ofis, otomobille ilgili beklenmedik olaylara karşı daha dikkat gerekir, özellikle mutfakta gaz kaçakla-rı önemsenmeli, güvenlik tedbirlerinizi kontrol edin. Satın almayı düşündüğünüz mal ve mülkler için hasarlı, sizi hoşnut etmeyen önemli bir tema içermemesi açısından daha fazla inceleyici olmanızı da öneriyorum.

Oğlak etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler kararlılık, sadelik , ya-ratıcılık ve cesaret olmalı. Önümüz-deki dönemde sergileyeceğiniz tutumlar-da bu değerler ışığında hareket etmeniz gerçekleşecek olaylar karşısında en doğ-ru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Kova Burcu

Kovalar için önlerini açan sevindirici du-rumlar mevcut, yaratıcı fikirler, yenilen-me isteği, otorite ve popülarite artışı, kendini keşif, uzaklarla irtibat, bilinme-yenle ilgili merak gündeminizde. Yabancı memleketlere gitmek, onların kültürlerini

tanıma fırsatları oluşmasını yoğunlukla arzu edebilirsiniz. Genel olarak kazanç-lar artıştadır. Otoriter kişilerden des-tek almakta zorluklar karşısında politik olmayı öğreneceksiniz. Büyüklerinizin nasihatleri şu dönemde sert gelebilir söylediklerinden bir hayır çıkartmalısınız. Kendi şansınızı kendiniz yaratmalı, potan-siyellerinizi kendi imkânlarınızla çevrenize gösterebilmelisiniz. Bu dönem sizin kendi yaşamınızda olumlu gelişmeler getirirken, babanızın şansını indirgeyen durumlar söz konusudur. Ona bağımlı iseniz belir-li bir aşamada sizin de şansınız iniş çıkışlı olabilir. Eğitim yaşamınız devam ediyorsa bu yıl gerçekten çok çalışmalısınız. Eğitim alanında yerleşmiş olan Rahu ve Satürn, eğitmenlerin desteğinin yetersiz kalabile-ceğini işaret eder. Öğretmenin ya zamanı yoktur ya da sizin bilginizi yeterli bulmadı-ğı için çok çalışmanızı isteyecek, sizi zorla-yacaktır. Bu aylar sevdiği kişinin romantik yaklaşımları Kovaların rahat nefes alacağı güzel duygularla dolu bir alanı. jüpiter aşk bölgesinde ilerlerken sevgi alanında ılımlı etkiler yaratmaya meyillidir. Yeni tanışmalar, yeni fikirler ve yaratılık da ar-tıştadır. Yaşama bakış perspektifi genişle-miştir, sonucunda inançların daha köklü yerleşmesini sağlar.

Balık etkisindeki burçlarının ihtiyaçları olan değerler huzur, cömertlik, açık-lık ve dürüstlük olmalı. Önümüzdeki dönemde sergileyeceğiniz tutumlarda bu değerler ışığında hareket etmeniz ger-çekleşecek olaylar karşısında en doğru kararları vermenizi sağlayacaktır.

Ay/ Yükselen Balık Burcu

Bu dönem ortak paralar, miras ve ban-ka hesaplarını gözden geçirmesi gereken Balıklar, bir uzmanından destek almalılar: “Ne kadar kazandın ne kadar harcadın? Son iki yıldır verimli alanlara yatırım yaptı-nız mı? Farkında mısınız?” Verdiğiniz borç-lar, hak edişlerinizi geri toplama çabanız-

da tatlı dil ve yüksek enerjiye ihtiyacınız olacak. Bunun için muhatap olacağınız kişilere karşı olumlu düşünce taşımanız önünüzü açacaktır. Eşinizin ve ortaklarını-zın maddi sıkıntıları mevcutsa Güneş bat-tıktan sonra önemli kararlar alınmamasını tavsiye ediyorum.  Birliktelikler kolay ku-rulmuyor, bu dönemi daha sakin ve an-layışla geçirebilirseniz boşanma, ayrılıklar, bitişler engellenebilir. Miras, başkalarının parası ile kazançlar oluşabilir. Şu dönem yeni antlaşmalara girmek risk taşır. Sizden ziyade ortağın sorunları fazladır. Bu dö-nemde maddi sıkıntılar, ayrılıklar sizi yo-rabilir, bu yüzden zihin dalgalı ve depresif ise bu tip günlerde kendinize baskı yap-mayın. Eşin genel sıkıntıları ev yaşamında aile mutluluğunu da azaltıcı olabilir. Kala-balık mekânlar sıkıntıyı arttırıcıdır, sırları-nızın başkaları tarafından ifşasına dikkat edin. Para aile içinde sürtüşmeye sebep olabilir. Aile küçülmeye yönelir. Evden ayrılma bir süre ayrı yaşam isteği oluşursa bir dönem şifalanma için denenebilir, kav-ga ve tartışmadan ziyade zihin oyunlarını sakinleştirecektir. Tek başınıza araştırma yapmak ve detaylı çalışmalar sizin için ba-şarılı sonuçlar sağlar. Kendinize karşı ob-jektif olabilmeye çalışın ki dönüşümünüz tez oluşsun.

Bir Sonraki Sayımızda:

Temmuz’da gökyüzü çok bü-yük değişimlere gebe… Jüpi-ter gibi devasa bir gezegenin ve Rahu gibi en önemli kader noktasının yer değişimleri son 1,5 yıldır içinde bulunduğumuz ortamda bizim rol değişim-lerimizi simgeliyorlar, bütün burçlardaki majör değişimler neler olacak? Bir sonraki sa-yımızda görüşmek dileğimle hepinize esenlikler diliyorum Namaste,

Şubat - Mart / 2014104

Page 105: Aktivist 5. Sayı
Page 106: Aktivist 5. Sayı

"23 Nisan'da Çocuk, 19 Mayıs'ta Genciz.

Sen hep rahat ol Atam, emanetinin bekçileriyiz"