122
www.aktivistdergi.com Ücretsiz Dijital Dergi 7.Sayı Kasım - Aralık 2014 Dosya: Karar Vermek & Değişmek ve sen değişirken eşlik edecek pek çok şey Aktivist’te Değişime İmzanı At! CHANGE.ORG Dr.Uygar Özesmi Mutfağa Dönüş Human Design Mantralarla Dünyaya Açılıyor Seda Bağcan “Dünya Seni Çağırıyor” Özcan Yüksek MAGMA’yı anlatıyor. Gıda Alışverişinde Kontrol Sende! Obezite Cerrahisi Mustafa Emin Palaz ile Karar Vermenin Anatomisi “Hakiki İrade Sahte İradeEmilio Mercuriali Düşünce Teknikleri Faysal mi? Brecht mi? ,, Mert Turak Soruyor: Kuantum Hayata değer kat! ANDROID APP ON

Aktivist Dergi 7. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yenilenmek Multimedya Özellikli Yayın www.aktivistdergi.com

Citation preview

Page 1: Aktivist Dergi 7. Sayı

www.aktivistdergi.com

ÜcretsizDijital Dergi

7.SayıKasım - Aralık

2014

Dosya: Karar Vermek & Değişmek

ve sen değişirken eşlik

edecek pek çok şey Aktivist’te

Değişime İmzanı At! CHANGE.ORG

Dr.Uygar Özesmi

Mutfağa Dönüş

Human Design

Mantralarla Dünyaya Açılıyor

Seda Bağcan

“Dünya Seni Çağırıyor”Özcan Yüksek MAGMA’yı anlatıyor.

Gıda AlışverişindeKontrol Sende!

Obezite Cerrahisi

Mustafa Emin Palaz ileKarar Vermenin

Anatomisi“Hakiki İrade Sahte İrade”Emilio Mercuriali

Düşünce Teknikleri

Faysal mi? Brecht mi?

,,Mert Turak Soruyor:

Kuantum

Hayata değer kat! ANDROID APP ON

Page 2: Aktivist Dergi 7. Sayı

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Feryal ÇeviközHakan Ayvaz

Hande Akkaya CeyhunHakan Kesimal

Ebru CinekMert Turak

Mustafa Emin PalazMustafa Oğuz

Osman Can AydoğmuşTayfun Lübeten

Page 3: Aktivist Dergi 7. Sayı

Künye Sayı: 7YAYINCI

Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı

Genel Yayın Yönetmeni & EditörSerda Kranda Kapucuoğ[email protected]

Reklam SorumlusuElif Özahioğlu

[email protected]

Görsel Sanat Yönetmeni ve Grafik Tasarım

Atakan Palaz

Web TasarımHakan Sert

Web EditörüAyça Oğultekin

Sosyal MedyaBüyük Harfler

iOS / Android Uygulama MYSYS Software Solutions

Barış Manço Cad. No: 37/4 Balgat/ Çankaya/ ANKARA www.mysys.com.tr

DEĞERLİ OKURLARIMIZ,HER TÜRLÜ FİKİR, ELEŞTİRİ, ÖNERİ VE KONU PAYLAŞIMINIZA AÇIĞIZ.LÜTFEN BİZE KATILIN: [email protected]

Aktivist Dergisi, Büyük Harfler İçerik ve İleti-şim Tasarımı tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.

Katkıda BulunanlarSn. Doç.Dr.Halil CoşkunSn. Dr. Uygar ÖzesmiSn. Pakize Meltem AçıkelSn. Özcan YüksekSn. Banu BozüyükSn. Seda BağcanSn. Ayşe ErbulakSn. Nilda Ferhan EfeçınarSn. Sedat KuruSn. Mehmet Serhat KaraUlusal Down Sendromlular DerneğiBrahma Kumaris Kişisel Gelişim DerneğiBiletix - İdefix - Kültür A.Ş. - Yapı Kredi Yayınlarıİstanbul Şehir TiyatrolarıYol Yayınları - Ecoiq

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Feryal ÇeviközHakan Ayvaz

Hande Akkaya CeyhunHakan Kesimal

Ebru CinekMert Turak

Mustafa Emin PalazMustafa Oğuz

Osman Can AydoğmuşTayfun Lübeten

Ümit Yontar

İnternet Reklamları www.reklamyonet.com

Ana Sayfa Müzik Fringe Soundtrack

Basın ve Halkla İlişkilerwww.buyukharfler.comReklam Rezervasyon

Tel: 0216 549 26 36Yönetim Yeri

Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı | Maltepe / İstanbul

Tel: 0 216 549 26 36info@aktivistanbul.comwww.aktivistanbul.comwww.buyukharfler.com

Yayın Türü: Digital, süreli, 2 aylık

EkiptenHerkese Merhaba,

Aktivist’in her sayısında belirlediğimiz dosya konusunun, bizim hayatımızda o konuda bir değişiklik yarattığına inanıyoruz. Evet, bunu deneyimledik. Yenileniyoruz, gelişiyoruz, büyüyo-ruz… Değişen ve hiç değişmeyen yönlerimizle gururlanıyo-ruz… Umarız, sizde de aynı etkiyi yaratabiliriz.

Uzun süredir bizim de aktif katılım sağladığımız, toplumumuz-daki sorunları daha net fark etmemizi sağlayan Change.org’u işlemeseydik, Değişim konulu yeni sayımız eksik kalırdı herhal-de. Bir başka özel proje Magma da Aktivist’in yedinci sayısın-da hem de Özcan Yüksek’in anlatımıyla yer alıyor.

Değişimi birçok açıdan ele almak istedik, değişmek mümkün mü, yoksa bıraksak da dağınık mı kalsa? Bu ve benzeri sorula-rın izini sürerken düşünceler hayatımızı değiştirebilir mi ya da kendimizi keşfedebilsek bu bir değişim yaratır mı gibi konuları da merak ettik ve uzmanlarına sorduk.

Geçtiğimiz sayımızda sizlerle buluşturduğumuz Seda Bağcan uluslararası dağıtım şirketi Domo’yla anlaşınca, bu işte bir ke-ramet var dedik ve bu kez kendisiyle daha geniş bir röportaj gerçekleştirdik. Sedat Kuru, Emilio Mercuriali, Dr.Halil Coş-kun gibi özel isimlerle çok önemli konuları masaya yatırdık.

Yazarlarımızın türlü türlü konulara değindiği ve bize ilham ver-diği yazılarla Aktivist yine dopdolu.

Teşekkür: Her zaman olduğu gibi yapıcı eleştirileriyle bizi iyiye yönelten, konu önerileriyle merak edilenleri kavramamızı sağlayan tüm dostlarımıza ve yeni sayımızda da değerli paylaşımlarıyla biz-lerle birlikte olan tüm kişi ve kurumlara teşekkür ederiz. [email protected] adresiyle bize her konuda yazabilir-siniz.

Sevgilerimizle,

Aktivist Dergi Ekibi

beş

değişir her

şey!dakikada

Page 4: Aktivist Dergi 7. Sayı

RÖPO

RTA

JLA

R

RÖPO

RTA

JLA

R

70

42

56

ses ver, elini kaldır, taraf tut:

“Degişime İmzanı At!”

Human Desing

değiştirmeye çalıştığınız yönleriniz en güçlü dostunuz olabilir mi?

kendinize farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor

Özcan Yüksek adı artık

bilinen dergi; “Magma”yı

anlatıyor

Page 5: Aktivist Dergi 7. Sayı

RÖPO

RTA

JLA

R

RÖPO

RTA

JLA

R9650

78

2064

Emilio Mercuriali

anlattıdüşünce bir motorsa duygu yakıttır

KuantumNilda Ferhan Efeçınar ile

mantra albümleritüm dünyada

seda bağcan’ın

Satın Aldığımız Ürünlerin EtiketleriBize Ne Söylüyor?

İnsülin İğnesi OlmadanDiyabet Cerrahisi ile

Page 6: Aktivist Dergi 7. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

54

12

106Hakan Ayvaz

Değişim:Yaşamın kaçınılmaz gerçeği

48Mustafa Emin Palaz

karar101

sessizlik:bir güç yağmuru

değerler

Faysal mı? Brecht mi?

Mert Turak

kitabın yolculuğuÖzge Esirgen

60

Page 7: Aktivist Dergi 7. Sayı

YAŞA

M

YAŞA

M

88

112

16

84

Hande Ceyhun

62Osman C. Aydoğmuş

etik mideğil mi

Barış Soydan

Şehir Tiyatroları’nda Yeni Sezonda

Neler Var?

Elif Bayar

Sevgili olmakaylaklığa övgü

büyük bir sövgüdür!bizlere yapılan

Page 8: Aktivist Dergi 7. Sayı

en yeniler

Akıllı Bileklikler mobilcadde.com’da

Son zamanların en popüler teknoloji ürünlerinden biri de akıllı bilek-likler. Eğer akıllı bir telefonunuz varsa uyku, hareket ve yemek kalite-nizi akıllı bileklikler sayesinde arttırabilir, daha verimli bir gün geçirebi-lirsiniz. Akıllı bilekliklerle yapabilecekleriniz bunlarla da sınırlı kalmıyor. Mobilcadde uzmanları, spor ve teknolojiyi bir arada yaşayanlar için akıllı bilekliklerin vazgeçilmez olduğunu vurguluyor. Akıllı bilekliklerin alarmı sayesinde koşu mesafenizi, süreyi ölçerken, kendinize hatırlat-malar yapabilir, sosyal ağlarda paylaşımda da bulunabilirsiniz.

Yüzlerce Tasarım Shopthedesign.com

Yüzlerce tasarımcı binlerce özel tasarıma yer veren Tür-kiye’nin tasarım platformu www.shopthedesign.com tasarım takılardan el yapımı çantalara, uygun fiyatlı kırta-siye ürünlerinden eşi üretilmeyen dekorasyon tasarımla-rına kadar birbirinden farklı binlerce tasarıma ev sahipliği yapmaktadır.

Karşı konulamaz “Karamel” lezzeti Pinkberry’de sizleri bekliyor

En taze ve kaliteli malzemeler kullanılarak hazırlanan ve tüm dün-yada tutkuyla tüketilen “dondurulmuş yoğurt” Pinkberry, karamel, çıtır krep parçaları ve karamel sosu ile benzersiz bir tad sunuyor. Kendine özgü aroması ile ahenk katan Karamel, Pinkberry’nin leziz dondurulmuş yoğurdu ile birleşiyor.Tatlı ve mayhoş tadıyla günün her saatinde tercih edilebilecek Pink-berry’nin, yağsız yoğurt ile sunduğu karamel lezzetini çıtır krep, süt-lü ya da bitter çikolata, badem gibi lezzetlerin yanı sıra taze muz parçaları ve kuruyemiş ile de süsleyebilir, özelleştirebilirsiniz.

Philips MULTIPAIR ile aynı anda 3 akıllı telefona birden bağlanın

MULTIPAIR ile Philips Bluetooth® adaptör, Hi-Fi/PC hoparlör sistemini kablosuz ses sistemine dönüştürüyor. Sadece adaptörü bağlamak ve toplamda üç akıllı telefon, tablet ve Bluetooth özellikli cihazdan kablosuz olarak müzik akışı elde etmek mümkün. Akıllı telefonunuzdan veya tabletinizden Hi-Fi’ya müzik akışı sağla-yan uygulamalara sahip MULTIPAIR ile 3 cihazdaki müzikler arasın-da anında geçiş yapılabiliyor. Yüksek duyarlılığa sahip Bluetooth® (aptX® ve AAC) müzik akışı ile MULTIPAIR, Hi-Fi ve PC hoparlör sistemlerinin neredeyse tümüne bağlanabiliyor.

8 Kasım - Aralık / 2014

Page 9: Aktivist Dergi 7. Sayı

Kasım’da Aşk Özsüt ile Bambaşka…

Lezzetli anların vazgeçilmez markası Özsüt, Kasım ayında pasta ve kahve aşıklarına özel indirimleri ile dikkat çekiyor. Frambuazlı şurup ile nemlendiril-miş çikolatalı genoise kek, çikolatalı mousse, parça çikolata, beyaz krema ve frambuaz parçaları ile Karaorman, Kasım ayına özel fiyatlarıyla tatlı severler ile buluşuyor. Özsüt, kahve tutkunları için ise Kasım ayında White Chocolate Mocha ile beyaz çikolatanın yumuşak tadını caffe mocha’yla bir arada sunuyor. Karaorman pastanın frambuazlı hafif lezzetine, yoğun caffe mocha esansı ve yumuşak içimi ile White Chocolate Mocha eşlik ediyor.

Saat&Saat’te Yeni Sezon Şıklığı

Önemli uluslararası markaların Türkiye’deki tek yetkili distribütörü Saat&Saat yeni sezon esin-tileriyle tasarlanan saat ve aksesuar modellerini saat severlerle buluşturmaya devam ediyor. Sal-vatore Ferragamo, Versace, Emporio Armani, Guess gibi uluslar arası moda ve saat markalarının zahmetsiz şıklık felsefesinde ilhamla tasarlanan saat modellerine Saat&Saat mağazalarından ve www.saatvesaat.com.tr’den ulaşabilirsiniz.

Şehirlerarası yolculuğun ucuz, eğlenceli ve sosyal yolu BlaBlaCar Türkiye’de!

13 ülkede toplam 10 milyon üyesiyle dünyanın en büyük şehirlerarası yolculuk paylaşım ağı olan ve milyonlarca insanın ulaşım anlayışını de-ğiştiren BlaBlaCar Türkiye’de de hizmete başladı. BlaBlaCar aynı yönde yolculuk yapacak sürücü ve yolcuları bir araya getiriyor, yol masrafla-rını kişiler arasında paylaştırarak seyahati herkes için daha ucuz hale getiriyor ve yollardaki araba sayısını azaltıyor. Üstelik yeni insanlarla tanışarak eğlenceli bir yolculuk yapma fırsatı da sunuyor.www.blablacar.com.tr

Akın Restoran Şişhane’de Konuklarını Ağırlıyor

Akın Restoran İstanbul’un tam ortasında, menüsünde yer alan organik ürünlerle ve geleneksel Türk mutfağının İstan-bul yorumuyla sizi selamlayan bir mekân. Sabah kahvaltısın-dan, öğle yemeğine, akşam arkadaşlarınızla keyifle sohbet edebileceğiniz, lezzetli sofralarda ağırlayan Akın Restoran’ın menüsü oldukça samimi. Datça, Kastamonu, Antep, Rize ve Sakarya gibi Türkiye’nin özel yörelerinden seçilen ürünlerle hazırlanan bu menü damaklarda lezzet şöleni yaratıyor.

9

Page 10: Aktivist Dergi 7. Sayı

siftah bizden

Altan Erbulak’ın kızları Ayşe Erbulak, Sevinç Erbulak ve torunu Dağhan Külegeç’in oyunculuk, yazarlık ve çizerlik eğitimi vermek üzere kurdukları Erbulak Oyunculuk ve Yazarlık Evi, Ekim ayında Bostancı’da hizmet vermeye başladı.

“Sevdiğim bir laf var, ‘Boş kafa şeytanın çalışma ala-nıdır’ diye; bu ara bir iki yerde ders veriyoruz hepimiz Sevinç de, ben de, Özden de… Dağhan zaten şu anda da bir projede. Bu işin profesyonelleri olarak bir okul açalım dedik, öyle bir heyecanla yer bakmaya başladık ama aklımda kafe de var. Burayı gördükten sonra başka yer de bakmadık. Hemen işe giriştik. Burada büyük bir bahçemiz var, bahçe bakımıydı, dekorasyondu, tadilattı, buranın bir sanat okulu hali-ne getirilmesi için sandığımızdan daha çok uğraştık. Belki iddialı bir laf olacak ama biz burayı yaparak bir işin standardını belirledik bence. Çok özen gösteriyo-

ruz, her işi her parçayı özenle yapıyoruz. Güçlerimizi birleştirdik, Voltran’ı oluşturduk.” Diyor Ayşe Erbulak, bu fikrin nasıl doğduğunu anlatırken.

Bostancı’da 3 katlı şirin bir müstakil binada eğitimlere başlayan Erbulak Evi’nin güzel bir bahçesi de var.

BU EVİN İÇİNDE SANAT VAR!

10 Kasım - Aralık / 2014

Page 11: Aktivist Dergi 7. Sayı

Eğitimler Oyunculuk, Yazarlık ve Çizerlik Üzerine…Oyuncuk dersleri, 3 farklı grup için açılan sınıflarla gerçekleştiriliyor, çocuklar, gençler ve her zaman genç kalanlar. Ayşe Erbulak, “Biz bu son sınıfa ukde sınıfı diyoruz” sözleriyle anlatıyor üçüncü sınıflarını. “Oyunculuk derken sadece oyunculuk yok, ses/nefes dersi veriyoruz, diksiyon dersi, kulis dersi, sahne adabı dersi… Her sektörden, her yaşamdan herkes için önemli konular bunlar. Sadece tiyatroya yönelik bilgiler değil.”

Yazarlıkta temel yazarlık ve yaratıcı yazarlık dersleri veriliyor. Özen Yula, Hakan Akdoğan gibi hocaların yanı sıra çizerlikte de güzel sanatlar akademisinden hocalar ders veriyor ve sadece Altan Erbulak’tan yola çıkarak karikatüristlik değil, illüstrasyon, resim, desen gibi pek çok alt dalda da eğitimler veriliyor.

Eğitimlerin Süreleri Eğitimin Kalitesini Belirliyor Erbulak Evi’nde oyunculuk eğitimleri birer yıllık prog-ramlar şeklinde sürecek. Ayşe Erbulak süreci şu söz-lerle anlatıyor, “Sıkıştırılmış oyunculuk eğitimi diye bir şey olamaz. Oyunculuğun nüvesi bizce, iki senedir. İki güzel, dolu dolu, odaklanılmış sene. Biz de Ekim’de başlayıp Mayıs’ta bitiyoruz. Haziran’da da öğrenci-lerimizin gösterisi sahnelenecek.”

Çocuklar ve gençler için dersler hafta sonları, “Onlar bizim kıymetli sınıflarımız” diyor Ayşe Erbulak bu grup-lar için.

Gelecekte Altan Erbulak Ödülleri ve Vakıf gibi hedefleri varHer sezon, her ders için tek sınıf olması planlanıyor. Okulda her sınıfın da bir sınıf öğretmeni var. Çocuklar

ve gençlerin sınıf öğretmeni Özden Özgürdal, genç-lerin sınıf öğretmeniyse Sevinç Erbulak. Ünlü birinin adıyla açılmış okullarda, o ünlü kişiden eğitim ala-mamanın, onları görememenin sıkıntısına değinen Ayşe Erbulak, “Bizim okulumuzda öyle değil” diyor ve ekliyor “Aralarında bir tek benim öğretmenliğim az olacak.”

Toron Karacaoğlu, Ahmet Saraçoğlu gibi hocalar ayda birer kere bütün sınıflarda ders verecekler. “Böyle bir sistem kurduk. Bu işin standardını belirliyo-ruz dememizin sebebi buydu. Bu standardı korumak en büyük idealimiz, standardı düşürmektense burayı kapatmayı yeğleriz”.

Oyunculuk için ses, nefes, diksiyon, sahne, sahne arkası, kulis, beden & koreografi, uygulamalı kamera önü, yaratıcı drama, yazarlık için temel ve yaratıcı yazarlık dersleri verilen Erbulak Evi’inde okuyanları, çalışanları ve çalışmayanları da göz önüne alarak hafta içi ve hafta sonu, ayrıca gündüz ve gece eği-timleri de program dâhilinde.

Füsun Erbulak, Özden Özgürdal, Dilligil, Mark Levitas, Yıldırım Fikret Urağ, Cüneyt İngiz, Ülkü Aşaröz, Burcu Alkan, Özen Yula, Hakan Akdoğan Erbulak Evi’nin eğitim kadrosunda yer alan değerli isimlerden.

www.erbulakevi.comİstasyon Yolu Sok. No: 11 Bostancı 0216 518 25 26 - 0532 152 94 78

11

Page 12: Aktivist Dergi 7. Sayı

değerler

sessizlik:bir güç yağmuru

Dünyadaki dış sistemlerin sarmal bir şekilde parçalanmasıyla karşı karşıya geldiğimizden, iç varoluş sistemimizle bağlantı kurmak artık şart hale gelmiştir.

Bir zamanlar güvenlik ve rahatlık alanları sağlayan sistemler, bu-gün savaş alanına dönmüştür ve her gün, büyük veya küçük çapta ekonomik, sosyal ve siyasi çöküşlerle baş etmek zorunda kalıyoruz. Orta Doğu, Afrika, Av-rupa, Asya ve Amerika kıtasının birçok bölgesinde sistemler dağı-

lıyor; çünkü insanlar bir zamanlar içten inandıkları değer ilkelerine artık sadece yüzeysel bir biçimde bağlı kalmaktalar. Küresel açıdan bakarsak, bugün eylem yapan insandan çok daha fazla sayıda yalnızca konuşan insan var. Uçu-rum gittikçe büyüyor ve ancak bir zihniyet değişikliği söylenen ve yapılan, ideal ve gerçek arasındaki köprüyü kurabilir.

Nasıl hayatta kalınır? Aslında,

mesele hayatta kalmak değil, hayatın nasıl yaşanacağıdır. Bireyin, toplumun ve gezegenin mutluluğu bir “sıçan yarışı” taktik sistemine bağlı değildir. Mutlu-luğu anlamak ile ilgilidir ve “en güçlüsü hayatta kalır” formülünü benimsemez. Bana genellikle şöyle denir: “Bu bir sıçan yarışı-dır.” Ancak “Ben bir sıçan deği-lim!” diye haykırırım.

  

Biz insanlık ailesiyiz. “Herkes birbi-

Diyor Anthony Strano az sonra buluşacağınız yazısında… Geçtiğimiz yaz hayata gözlerini yuman Strano, son sözlerini söyleyerek veda etmiş ermiş ruhlar gibi, bizlere hayatımıza alabilirsek, pek çok şeyin daha farklı olmasını sağlayacak bilgileri hatırlatarak ayrıldı aramızdan. Dileriz, bu değerli öğretmenin yazıları hepimizin iç dünyasına ışık tutacak ve çok zamanı gelmiş olan hafifliğe ve huzura yol almamıza yardımcı olacak.

Anthony Strano’nun yazısında önerdiği çalışmaları reçete edildiği şekilde, ustalıkla gerçekleştiremeyebiliriz ancak eminiz ki, bu bilgileri açık bir kalple içselleştirebilir ve iyileşebiliriz. Çünkü sessizlik, geveze bir tellaldan farksız zihinlerimizi biraz olsun sakinleştirebilmek için en çok ihtiyaç duyduğumuz şey olsa gerek.

“Biz insanlık ailesiyiz. ‘Herkes birbirini yer’ kuralını kabul edemeyiz. Bizleri, varoluşun

çıkarcılığının üzerine çıkaran bilinç, ruhsallıktır. Ruhsallık bize eşit fırsat sunar ve yaşanabilir

bir hayat kurabilmemiz, farklılıklara saygı gösterebilmemiz ve mutluluğu tadabilmemiz için

yeni bir çift göz verir.”

12 Kasım - Aralık / 2014

Page 13: Aktivist Dergi 7. Sayı

rini yer” kuralını kabul edemeyiz. Bizleri, varoluşun çıkarcılığının üzerine çıkaran bilinç ruhsal-lıktır. Ruhsallık bize eşit fırsat sunar ve yaşanabilir bir hayat kurabilmemiz,  farklılıklara saygı gösterebilmemiz ve mut-luluğu tadabilmemiz için yeni bir çift göz verir. Güvensizlikler hangi seviyede olursa olsun, do-ğuştan var olan insanlığımıza ay-kırı olan ve acımasızlığa yol açan korkuları yaratır. İsim, para, ırk, statü veya güç aracılığıyla, kişinin kendisi ve başkalarının gözünde toplumsal şöhret kazanabilmesi için devamlı kör bir hırsa ait de-ğerleri aşılayan ve öven toplum-lar ölüdür. Çıkış yolu sağlamak için bir kriz kaçınılmazdır.

Artık var oluşumuzun iç sistemini tekrar çalıştırma zamanı gelmiş-tir. İç sisteme farklı olarak öz, ruh veya tin denmiştir ancak hangi sözcüğü kullanırsak kullanalım, insanca yaşamamızı sağlayan tasarının içinde yer alan tek ve doğal öz enerjiyi tanımlar. Top-lumlarda bazen bu sistem unu-tulur ve bu zamanlarda, bilinci tekrar uyandırma görevi olan bireyler ortaya çıkar. Tarihte bu kişilere büyük öğretmenler den-miştir ve aydınlanmış oldukları için bizlere kim olduğumuzu ve neden burada olduğumuzu tek-rar hatırlatırlar.

Bir iç sistemin varlığını hatırlat-mak her zaman gerekli olmuştur ve zaman içinde bu kadar çok ruhsal yol bu nedenle ortaya çıkmıştır. Dünyadaki dış sistemler büyük bir hızla parçalanırken; sanki evren herkese bu ruhsal sistemin önemini hatırlamaları için acil bir emir vermektedir. Bizi rahatlatan, dinlendiren ve varo-luşun tükenmiş ve zarar görmüş bataryasını tekrar şarj eden bir güç yağmurunun yağmasına ih-tiyaç vardır. Bazıları bir güç yağ-muru yerine bir sele ihtiyacımız olduğunu düşünür! Evet, büyük

bir miktarda iç güce ihtiyacımız var ancak yumuşak bir biçimde harekete geçmemiz gerekiyor. Henüz yeterince olgunlaşmadan fazla eylem yapmak zarar da verebilir. Her gün küçük çapta güç toplandığında, yavaş yavaş varlığımıza güç katılır. Bunun için gereken ilk adım sessizliktir.

Yeni olan her şey düşünmeyle başlar. Birçok kişi sessizliği, kişinin kendisiyle kalabileceği sakin bir mekânı arar. Meditasyon, git-tikçe daha çokları tarafından duygusal, zihinsel ve bedensel saadete erişmek için uygun bir yöntem olarak görülmektedir. Dış dünyadaki ilişkileri sağlıklı bir biçimde yürütebilmek için temel ihtiyaçlar stres, korku ve olumsuz duyguların azaltılması ve kişinin kendisiyle barışık olmasıdır. Her bireyin iç sistemi tekrar hayat bulduğunda, dış sistemler de iyileşmeye ve yaşam bulmaya başlar. Kendi içimize sessizlik yoluyla ulaşırız.

Sessizlik Hakkında Birkaç Görüş

Hayatta kalma seviyesinden yaşama seviyesine geçmek için, sessizliğe her gün biraz zaman ayırmak başarılı bir yöntemdir. Bazıları sessizliğin ne olduğunu sorar. İşte birkaç alter-natif görüş:

-Gücenmeler, gerginlikler ve bas-kıların tohumlarını fark ederek iç sistemimizi onlardan temizlemeye karar verdiğimiz bir karantina alanı.

- Günlük bir temele dayanan ruh-sal bağışıklık hali.

-Hem fiziksel, hem de zihinsel ola-rak içinde dinlenebildiğimiz derin bir dinginlik alanı; buna karşılık, zihin ve bedeni uç noktalarına

zorladığımızda, işlevlerini yerine getiremez olurlar.

-Düşüncelerimize çok daha fazla açıklık getiren ve bize mutluluk ve rahatlık veren bir huzur alanı.

-Ani tepkiler yerine, insanlara ve olaylara uygun tepki vermemizi sağlayan bir açıklık.

Bu içsel yenilenme alanı, her gün dört adım uygulayarak elde edi-lebilir.

Kendi İçimize Ulaşmak 1)Her Gün: Uyan ve Takdir Et.

Uyandığınızda, yatak odasın-dan çıkın çünkü uyku titreşimleri meditasyon sırasında kişiyi tekrar uykulu hale getirebilir. Sessiz bir köşede otururken, ilk düşüncele-rinizi oluşturun: “Sevgiyle ve ya-vaşça, kendimle olan bağlantıyı kuruyorum. Huzur ve ahenkten oluşan bir varlığım. Hayatımdaki bu yeni günü takdir ediyorum çünkü bana önüme koyup öğ-renmem için yeni fırsatlar suna-caktır. Kendimle huzur içindeyim. Ben huzurum.” Bu olumlu düşün-ce yağmurunun altında durarak, yeni günü karşılayabilmek için güç toplarız. Meditasyonun süresi kişiye bağlıdır ancak en önemli unsur yoğun bir biçimde konsantre olmak ve dikkatin hiç-bir şey tarafından dağıtılmasına izin vermemektir. Aksi takdirde güç biriktiremeyiz. Aynı düşün-celeri istediğiniz kadar yavaş yavaş tekrar edebilir ve sonra düşünmeye gerek kalmayan bir dinginliğe ulaşabiliriz. Bu dinginlik kişiyi içsel bir mutluluk yağmuru-na tutar.

2) Gündüz Vakti: Durun ve altı veya yedi kere ya da yapa-bildiğiniz kadar bağlantıya geçin.

13

Page 14: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sadece bir dakika için bile olsa buna zaman yaratın. Bir dakika veya sadece otuz saniye için bile olsa durun ve sessizlik içinde kendinizle bağlantı kurun. Nefes ile gevşeyin ve yavaş yavaş şu düşüncelere odaklanın: “Rahat-lıyorum. Huzurluyum... Sakin... Özgür. Huzurluyum. Rahatlıyo-rum. Huzurum.” Bu düşünceler, bilince aktığında, gerginlik gi-derilir. Yavaş yavaş ve derinden tekrar edip sakinleşerek, bu dü-şüncelerin yarattığı huzurlu güç yağmurunu içinizde hissedin. Bu egzersiz sakin ve yoğun bir dik-katle yapıldığında, yorgunluğu yok eder; tazelik verir. Zihin, din-ginliğini meditasyondan sonra koruyabilir; meditasyon, uyku gibi zihne yeniden enerji verir.

  

3) Gündüz Vakti: Kontrol edin, değiştirin ve tadını çıkarın.

Endişe, öfke, küçümseme, sı-nıflandırma ve kendiniz veya başkaları hakkında eleştirel yar-gılarda bulunma alışkanlıklarınızı kontrol edin. Ayırt edin.  Kendi-nizle sohbet edin: “Başka bir yol çizeyim çünkü zaten biliyorum, böyle düşünce ve tutumlar beni sürekli aynı düşünce kalıpları içinde tutsak ediyor. Bugün ken-dime büyük bir iyilik yapıp, bunu durduracağım.” Karar verin çün-kü belirli kararlar olmadan, hiçbir şey iyiye gitmez. Sürekli bilinçli kalmanız, kendinize zarar veren kalıpları değiştirmenize yardımcı olur ve saygıya yer veren yeni kalıpların oluşmasına izin vererek, hem kişinin kendisini, hem de başkalarını mutlu kılar.

4) Her Akşam: Değerlendirin ve Dinlenin.

Derin ve rahatlatan bir uyku için günü değerlendirin ve kendinize şu iki soruyu sorun:

Bugün özellikle neyi daha iyi yaptım?

Özellikle neyi daha iyi yapabilir-

dim?

Böylece kendinizde gördüğünüz değişiklikleri takdir edin ve aynı zamanda da neleri düzeltebile-ceğinize bakın. Olgun ve den-geli şekilde ilerlemek için ikisi de gereklidir. Herhangi birine fazla yüklenmek gerçekçi olmayı engeller; ya kendinize fazla sert davranırsınız ya da “Yeterince değiştim, şimdi de sıra başkala-rında!” dersiniz.

Bu değerlendirmeden sonra sessiz kalıp, iç sisteminizle, yani içinizdeki asli huzurla bağlantı kurun. Düşüncelerin ve günün ötesine geçip, “Ben Varım”ın bilincinde kalın.“Ben Varım” bi-linci kişiyi anda sabitler – geçmiş veya geleceğe kaymadan, zamanın o anında tutar. Anın içinde sabit kalmak tüm gergin-likleri giderir ve kişinin tüm varlığı huzurla dolar.

Bu egzersiz yatak odasında de-ğil, sabah meditasyon yaptığınız köşede uygulanmalıdır. Günün sonu bereket yağmurudur. Gü-nün son düşüncesi, önünüzde-ki günün ilk düşüncesiyle bağ-lantılıdır. Temiz bir biçimde uykuya daldığınızda, temiz bir biçimde uyanırsınız.

Olumlu sonuçlar sürekli yapılan pratiğe bağlıdır. Sonuç olarak, olumlu düşünce ile eylemler yaparak, daha iyi bir ben ya-ratırız ve böylece başkaları için daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir meslektaş ve daha iyi bir insan oluruz.

Bu yazıyı, 35 yıl önce daha yol-culuğumun başındayken, şimdi 98 yaşında olan yogi Dadi Jan-ki’nin söylediği şu sözlerle bitir-mek istiyorum:

Huzur ve sessizlik arasındaki fark nedir?

Huzur içimizde olmasını iste-diğimiz bir şeydir. Dış dünyayı bırakıp, içeriye döndüğümüzde sessizliği deneyimleriz. İçeriye döndüğümüzde kaybettiğimiz huzuru bulabiliyoruz. Huzuru ger-çekten kaybetmedik ancak içe-ride olduğunu unuttuk. Sadece sessizlik aracılıyla tekrar bulabi-liriz. Huzur, durarak, sessizleşerek ve hatırlayarak gerçekleştirdiği-miz günlük bir yolculuktur.

Bu Sözler, bana Yunancada “hakikat” anlamına gelen “alithea” sözcüğünü hatırlattı. Bu sözcük bire bir çevrildiğinde “unutmamak” anlamına gelir – her gün kim, nerede ve neden olduğumuzu hatırlamak. Bu bilinç, bizi doğru alanda tutar ve etrafımızda ne oluyorsa ol-sun, kendimize güvenmemizi sağlar. Sessizlik içinde olduğu-muzda, hatırlama durumuna geçeriz. Yenileme, iyileştirme, barıştırma, umut ve ileri görüş için enerji yaratan deneyimi bu hatırlama sağlar.  

Tarafından Derlenmiştir

14 Kasım - Aralık / 2014

Page 15: Aktivist Dergi 7. Sayı

w w w . u l u s a l d o w n . c o m

YALNIZ DEGiLSiNiZ

Hoş Geldin Bebek Projesinin Amacı: Down

sendromlu Bebeğe sahip olan ailelere Down

sendromunu anlatıp, durumu kabullenmeleri sürecinde ve sonrasında

onların yanında olarak yalnız

olmadıklarını göstermek,

her türlü konuda kılavuzluk yaparak

bilmedikleri bir geleceğe hazırlanmalarını sağlamak.

İRTİBAT:

0507 018 00 66

Page 16: Aktivist Dergi 7. Sayı

etik mideğil mi

Trafik Cezasını Şoför mü, Yolcu mu Ödemeli?

Geçen bayramda anne babamı ziyaret etmek için İzmir’e giderken havalimanına işyerinden bir arkadaşım bırak-mıştı. Bayram trafiği nedeniyle yollar çok sıkışıktı. Uçağı kaçıracağım diye endişe etmiştim ama arkadaşım emni-yet şeridine girme pahasına beni havalimanına zamanında götürmeyi başarmıştı. Aradan neredeyse bir ay geçtikten sonra, o günkü emniyet şeridi ihlali nedeniyle evine trafik cezası geldiğini söyledi ve cezayı ödeyip ödemeyeceğimi sordu. Evet doğru, emniyet şeridine girmesi sayesinde uçağa yetiştim ama bu benim fikrim değildi! İşlemediğim bir suçun cezasını ödemek saçma geliyor. Siz ne dersiniz?(S.)

Bazen hiçbir şey yapmamak, başkasının yaptığını onaylamak anlamına gelir. Ta-mam, emniyet şeridini ihlal eden kişi siz değilsiniz ama itiraz etmeyerek, bana ka-lırsa emniyet şeridi ihlaline onay vermişsi-niz. Dolayısıyla cezayı bölüşmeniz gerekir.

Yarısını o, yarısını siz ödemelisiniz.Bununla birlikte kafama takılan bir nokta var: Acaba arka-daşınız emniyet şeridine sizi havalimanına yetiştirmek için mi girmişti? Yoksa emniyet şeridi ihlalini alışkanlık haline ge-tirenlerden biri mi? Kim bilir, belki de emniyet şeridini sık sık ihlal ediyordu ve tesadüf, o gün yakalandı. Bunu öğrenmek kolay değil. Yine de açıkça sormakta beis yok. Dürüst biri olduğunu umalım. Eğer sık sık şerit ihlali yapan bir kişiyse cezanın tümünü ödemesi gerekir.

Kafedeki Gazetelerin Bulmacasını Çözmek

Bulmaca meraklısıyım. Eve aldığım gazetenin bulmacası yet-miyor, zaman zaman gittiğim kafelerdeki gazete ve dergilerin bulmacalarını da çözüyorum. Bugüne kadar kimsenin iznini sormadım. Ama parasını vermediğim dergilerin bulmacaları-nı çözmenin doğru olup olmadığından emin değilim. Görüşü-nüzü yazar mısınız? (G.Y.)

Sorun yok, bulmaca çözmeye devam edin. Bulmacalar okunmak için değil çözülmek için varlar. Siz çözmeseniz muhtemelen başkaları çözecekti. Bana kalırsa ortak kullanıma açık gazete ve

dergilerin bulmacalarını başkalarından önce çözmek, erken gelip bilet kuyruğunda en öne girmeye benziyor. Erken dav-ranıp kuyruğun en önünde yer tutmak etiğe aykırı mı? Neden aykırı olsun ki? Bulmaca da bundan farklı değil.

İşgüzar Bir Patron ve Özcü Düşünce

Patronu olduğum reklam ajansında işlerin zamanında bi-tirilmesini sağlamak için teslim tarihlerini gerekenden erkene çekiyorum. Fakat çalışanlardan bunu gizliyorum. Örneğin bir işi cuma günü bitirmemiz gerekiyorsa, çalı-şanlara salı günü bitirmemiz gerektiğini söylüyorum. Fazla mesaiye kalma, hafta sonu çalışma pahasına söylenen ta-rihte işi bitiriyorlar. İnsanları fazla mesaiye zorlamak hoş değil ama piyasada “dakik çalışan ajans” olarak bilinmemi-zi buna borçluyuz. Şirket kazanırsa çalışanlar da kazanır, kaybederse onlar da kaybeder çünkü… Etik açıdan nasıl değerlendirirsiniz? (C.Ü.)

Barış Soydan

[email protected]

etik

Etikle ilgili sorularınızı Barış Soydan’a yazın: [email protected]

16 Kasım - Aralık / 2014

Page 17: Aktivist Dergi 7. Sayı

İyi ki patronum değilsiniz. Doğruyu söyle-yince insanların işi tembelliğe, laçkalığa vuracağına inanıyorsunuz, anladığım ka-darıyla. Felsefede buna “özcü” düşünce derler. Bazı insanların “özünde” tembel ve sorumsuz, bazılarının ise çalışkan ve “üs-

tün” olduğunu düşünmek pek matah bir şey değildir. Size bunun yerine daha hümanist davranıp insanlara güvenmeyi öneririm. Denemeden insanların sorumlu mu sorumsuz mu davranacaklarını bilemezsiniz. Bence çalışanlara çocuk gibi davranmaktan vazgeçip onlara ve kendinize bir şans verin.Evet yanlış duymadınız, “kendinize” dedim, çünkü yalan söylemeden yöneticilik yapamayacağınızı düşünüyorsunuz aslında. Hem çalışanlara hem de kendinize haksızlık edi-yorsunuz.

Yazlıktaki İstenmeyen Misafir

Geçen yaz eşimin kız kardeşi ve eşiyle ortak yazlık kiraladık. Başlangıçta her şey iyi gidiyordu ama yazın ortasında bizim fikrimizi sormadan bir arkadaşlarını davet ettiler. Yazlık çok küçük olduğu için fazladan bir kişi tatilimizi zehir etmeye yetti. Rahatsızlığımızı aktarınca bacanağım ve eşi, evin ki-rasını verdikleri için istedikleri kişiyi davet etmeye hakları olduğunu söylediler. Sizce davranışları etik mi?(İ.S.)

Hayır değil. Kiranın tamamını değil yarısını verdiklerine göre diğer yarısını verenlerin de görüşünü sormaları gerekirdi. Ortak ha-yatın kuralları var. Bunların başında bireysel

hareket etmemek gelir. Bununla birlikte kuralları en başta, yaz başlamadan konuşmanız gerekirdi. Anladığım kadarıyla bunu yapmamışsınız. Onlar da boşluktan faydalanmış. Ge-lecek yaz yine birlikte ev tutacaksanız, kuralları en başta konuşmayı ihmal etmeyin.

Gazetecilere Borsa Yasağı ve Basit Bir Hukuk İlkesi

Gazeteci bir arkadaşımın sorusu:Çalıştığım medya grubu gazetecilerin borsada yatırımı yapmasına yasak getirdi. Hisse senedi alım satımı yapan-lar işten atılmakla tehdit ediliyor. Yapılan açıklamaya göre borsa yasağı, gazeteciler ilgilendikleri hisselerle ilgili ta-raflı haber yazmasınlar diye konulmuş. Ben uzun yıllardır küçük birikimlerimle borsada alım satım yapıyorum. Ve yatırım yaptığım hisse senedinin f iyatı yükselsin diye yalan haber yazacak kadar namussuz biri değilim. Hem bu man-tıkla altın almamıza, faizden para kazanmamıza da yasak getirmeleri lazım. O nedenle yasağı takmadan borsada alım satım yapmaya devam ediyorum. Aradaki tek fark, bunu artık kimseye söylememem. Ne dersin?(N.)

Keşke hukuk, internet siteleri gibi kişi-selleştirilebilse ve kişiye özel kurallar, ya-saklar konulabilse. İnternette bu mümkün ama hukukta şimdilik imkânsız. Aristok-ratların ayrı, halkın ayrı yasalara tabi oldu-ğu günler çok eskide kaldı. Kişiye özel yasa

olmayacağına göre kişiye özel yasaklar da olmaz. Kurallar geneli ilgilendirir, namuslu insanlara ayrı, namussuzlara ayrı yasaklar konulmaz. Evrensel bir hukuk ilkesi olarak yasalar şahsi değil geneldir.

Sizin gibi tecrübeli bir gazeteciye hukuk dersi vermek had-dim değil ama geçmişte bazı gazetecilerin gerçekten de his-se senetleriyle ilgili manipülatif haberler yaptığını hepimiz biliyoruz. Sonuçta mağdur olan küçük yatırımcılar olmuştu. Yasaklardan pek hoşlanmam. Ama korkarım bu sefer yasağı koyanlar haklı.

Şoför mü, Yolcu muTrafik cezasını

Ödemeli?

17

Page 18: Aktivist Dergi 7. Sayı

Serda Kranda Kapucuoğlu

[email protected]

yaşam

Bazı şeyler değişmeli ve bazıları da aynı kalmalı. Değişim her zaman iyi olmayabilir ama değişmemek de sistemi çökertebilir. Aman diyim!

Beni Benden Alırsan Seni Sana Bırakmam

18 Kasım - Aralık / 2014

Page 19: Aktivist Dergi 7. Sayı

Siz nerede yaşıyorsunuz? Ben İstanbul’da yaşıyorum. İstanbul, dünyanın göbeği gibi olur ba-zen ve bazı anları olur kendinizi tanrının görüş açısının dışında kalmış gibi hissedersiniz. İstan-bul’da yaşamak diğer şehirlerde yaşamaktan çok mu farklıdır bile-miyorum ama şimdi İstanbul’da yaşamakla, İstanbul’da yaşamak arasında çok büyük farklar var. Burada işler iyiden iyiye zorlaşma-ya başladı. İnsanların umutsuzlu-ğu, yılgınlığı, bezginliği o kadar tehlike arz eden bir boyuta ulaştı ki; bizim şehre toptan depresyon teşhisi konabilir. Hepimiz sinirli, tahammülsüz, dengesiz insanlar olduk çıktık :) Aynı insanı sabah sevecen akşam manyak bula-biliyorsunuz. Ya da az önce yan arabadaki şoförü parçalama noktasına gelen adamı, beş sa-niye sonra direksiyonda şarkıya tempo tutarken görebiliyorsunuz. Beni benden alırsan, seni sana bırakmam. Çok manidar. Sa-dece bu kadar mı, kadınlar bir güzel, bir çirkin, erkekler bir kibar bir kaba.

Ama bence sebepleri var. Sıkıştık biz.

*

Mesela kentsel dönüşüm, lüks toplu konut, akıllı bina, çok katlı bina diye diye bizim manzaramızı fena halde bozdular. Hani “İstan-bul silüeti” diye bir şey vardır ya, hah, işte o artık yok. Şehri şantiye alanına çevirdiler. Şanslıysanız uzaktan bir yere bakabiliyorsunuz İstanbul’da; önünüzü bir bina kapatmıyorsa, işte öyle uzaklara ya da gökyüzüne baktığınızda gökle bir olmuş binalar ne kadar çirkin fark etmiyor musunuz? Biz mesela, bir şey yaptıktan sonra şöyle bir geri çekilir uzaktan ba-karız olmuş mu diye, siz büyük adamlar hiç uzaktan bakmıyor musunuz nasıl oldu diye? Sanki sıkıştırılmış bir şehirde yoğunlaştırıl-mış şehirliliği deneyimliyor, hızlan-dırılmış hayatı yaşıyoruz.

Madem öyle talancının mumu da yatsıya kadar yansın!

*

İş hayatı zaten bildiğin survivor. İnsanlar sağ ceplerindekini sol ceplerine koyuyor, ahbap çavuş ilişkilerinden geçilmiyor, “bizden-cilik” had safhada. Açıklık, şeffaf-lık, rekabet eşitliği, teşvik sadece kurumsal metinlerde yer buluyor; sanki “zengin dursun” diye ser-piştirilmiş gibi. Ezbere yapılan an-laşmalar, cepten yiyen projeler, al takke ver külah el sıkışmalar… Evet böyle havanız bin beş yüz kabul… Sadece biz biraz hassas insanlarız, “filler ve çimen” hikâ-yesi bize biraz acıklı geliyor. Büyük şirketlerden, holdinglerden, çok uluslu şirketlerden, havalı marka-lardan olmayana “sen git çimde oyna” demenizi adil bulmuyoruz bu bizi hayata küstürüyor. Tekel-leşmeye, kartelleşmeye karşı dur-mak gerekiyor falan diyoruz ama bildiklerimiz de yer değiştiriyor an be an.

Yerli üreticileri, köylüyü, esnafı, girişimciyi, evden iş yapanı… Yüz yıl sonra sistem herkesi kendine mecbur bırakmasın sakın diyoruz ama hepsi kuruntu herhalde. Yer de bulamıyoruz, yol da bulamı-yoruz. Sıkışıyoruz.

*

Özel hayatlarımız öyle özel ki, şahsına münhasır. Kendimizi hem ağa hem maraba gibi hissede-biliyoruz. Saat 12.17’de dünya toz pembeyken, 12.32’de zifiri karanlık olabiliyor. Evimiz dünya-nın en güzel yeri de olabiliyor, bir hapishane de. Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ya Saatleri Ayar-lama Enstitüsü’nde “Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır” diye, işte o sadece psikanalizden değil, biraz da İs-tanbul’dan.

Dürüst olunca başına bir hal ge-liyor. Sevecenlik seni hafif göste-riyor. Gülümsüyorsan gayriciddi

buluyorlar. Trafikte yol verince salak oluyorsun bir de arkandan korna çalıyorlar. Bankaların kredi vermediği kişiye borç verince ahmak diyorlar. Giydiğin, taktı-ğın, aldığın, ettiğin, yediğin, içti-ğin, gezdiğin, gördüğün senden daha çok hürmet görüyor. Anla-yışın, sabrın, yüce gönüllülüğün seni küçük gösteriyor.

*

Burada, kendin olunca, ken-di gerçeğini ortaya koyunca herkese bir haller oluyor. Ama ben diyeyim maskeli balo, sen de mış gibi oyunu, eğer onlar gibi davranabiliyorsan bir anda önemsenmeye başlıyorsun. Emile Ajar’ın Yalan-Roman’ını okudu-nuz mu? İşte tam da oradaki gibi…

Hal böyle olunca pusulayı kerte-rizlemek biraz sıkıntı oluyor tabii. Bu yüzden aynı anda Müslüm Gürses’i de, Andre Rieu’yu da sevebilen insanlar topluluğu ola-rak çeşitleniyoruz. Hep birlikte bir deliriyor, bir normalleşiyoruz. En sevdiğimiz renk mor diyor ama arabamızı beyaz alabiliyoruz. İsrail mallarını boykot ederken, yağımızı lavaboya dökebiliyoruz. Her zaman belgesel seyrediyor ama reyting listelerine hayrımızı dokundurmadan edemiyoruz. Yabancıların yarattığı her şeye tapıyor, bizimkilerle dalga geçi-yor ama ülke neden kalkınmıyor, bizden bir Tesla neden çıkmıyor efendim sorunsalı ile karalar bağ-layabiliyoruz.

İşte bu sıkışmışlıkla İstanbul, böyle leke gösteren halılar, hatları belli eden pantolonlar gibi bize kendi-mizi hep kusurlu hissettiriyor.

Sabah sevecen akşam manyak olmamızın sebebi bu işte. Binalar da, arabalar da, insanlar da… Her şey üstümüze üstüme geliyor. Yavaş ya hu!

Bence herkes daha çok şiir oku-malı…

19

Page 20: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj

İnsülin İğnesi OlmadanTüm dünyada 385 milyon kişiden fazla şeker hasta-

sı var. Bundan yirmi yıl sonra bu sayının 600 mil-yon kişiye ulaşacağı düşünülüyor. Türkiye’nin de, şeker hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasında yer aldığı söyleniyor.

Şeker Hastalığı, tedavi edilemeyen ancak kontrol edilebilen bir hastalık. Özellikle in-sülin iğnelerine bağımlı olarak yaşayan Tip 2 Diyabet hastaları için önemli bir gelişme olarak değerlendirilen Diyabet Cerrahisi ile şeker hastalığını tamamen kontrol altına al-mak hatta insülin bağımlılığından kurtulmak bile mümkün kılınabiliyor.

Diyabet Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Halil Coşkun şeker hastalığı ve tedavisi ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Diyabet Cerrahisi ile

20 Kasım - Aralık / 2014

Page 21: Aktivist Dergi 7. Sayı

Aktivist: Şeker Hastalığı nasıl oluşur?

Doç. Dr. Halil Coşkun: İnsülin, pankreas adını verdiğimiz organımızdan salgılanan bir hormondur ve kandaki gliko-zun (şekerin) yükselmesine neden olur. insülin olmadan, vücudumuz alınan gıdaları istenilen şekilde kullanamaz. Eğer insülin hormonu tamamen eksikse bu diyabete “Tip 1 diyabet (insuline bağımlı diyabet)” denir. Genellikle çocuk veya genç yaştaki hastalarda gorulur. Eğer insulin hor-monu var ama miktarı azsa veya dokularda insüline karşı direnç varsa, bu diyabete de «Tip 2 diyabet (insuline ba-ğımlı olmayan diyabet)” denir. Diyabetli hastaların %90’nını Tip 2 Diyabetli hastalar oluşturmaktadır Genellikle 35 ya-şından sonra gorulur. Tip 1 diyabetli hastalar yaşam boyu insulin kullanmak zorundadırlar. Tip 2 diyabetli hastalar ise diyet, egzersiz ve ağızdan alınan ilaçlarla tedavi edilebilir. Gerekirse hastalığın ilerleyen dönemlerinde insulin kulla-nabilirler.

Aktivist: Son zamanlarda medyada sıkça, Türkiye’de şeker hastalığının arttığını okuyoruz. Türkiye’nin bu konuda dünya sıralamasında nerede yer alıyor? Siz ül-kemizin bu konudaki durumunu alışkanlıklarımız ve eğilimlerimiz açısından nasıl yorumluyorsunuz?

Doç. Dr. Halil Coşkun: 1985’te, tüm dünyada, tespit edilen 30 milyon diyabetli vardı. 2005 yılında ise 230 milyondan fazla diyabetli mevcuttu. Yaklaşık 20 yılda, hemen hemen yedi kat artma olmuştur. Eğer bu epidemiyi yavaşlatmak için hiçbir şey yapılmaz ise, IDF ‘in tahminlerine göre 2013 yılında 382 milyon olan diyabetli sayısının 2035 yılında 592 milyona çıkacağı düşünülmektedir.

Türkiye’deki Tip 2 Diyabet sıklığı TURDEP II çalışmasına göre %13.7 olarak bilinmektedir. Bu veriye göre, tedavi edilen Tip 2 Diyabetli hasta popülasyonu 2010’da 4.335.352 olarak tahmin edilmektedir. Komplikasyonlarıyla birlikte Tip 2 Di-yabetin Türk sağlık sistemi için toplam yıllık maliyeti 5.144 milyar Euro olarak tahmin edilmektedir. Tip 2 Diyabet ve komplikasyonlarının tedavisi Türkiye’de sağlık sistemine önemli bir finansal yük oluşturmaktadır. Tip 2 Diyabet ve komplikasyonlarının tedavi maliyeti toplam Türkiye eko-nomisinin %1’ine tekabül etmektedir.

Aktivist: Şeker Hastalığının ameliyatla tedavisi, ilk du-yulduğunda şeker hastaları için gerçek bir müjde gibi algılandı. Diyabetik Cerrahi ameliyatları nasıl yapılı-yor?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi aslında Obezite Cerrahisi ile elde edilen sonuçların ortaya çıkmasıyla gün-deme gelmiş bir kavramdır. Obezite cerrahisi sonrasında elde edilen sadece kilo kaybı değil, metabolik hastalık

dediğimiz birçok önemli rahatsızlığın da (diyabet, hiper-tansiyon, uyku apne snd vd) tedavi edilmesidir. Bu elde edilen farklı sonuçlardan dolayı Obezite Cerrahisi kavramı Metabolik Cerrahi kavramı ile bütünleşmiştir. Metabolik Cerrahi kavramı içerisinde de en fazla Diyabet tedavisinde başarı sağlanmaya başladığından bu operasyonlar zaman içerisinde bazı merkezlerde “Diyabet Cerrahisi” olarak ad-landırılmıştır.

Diyabetin tedavi edilmesinde kullanılan birçok obezite cerrahisi yöntemi bulunmaktadır (Tüp Mide, Gastrik By-pass, Duedonal Switch, İleal İntepozisyon). Her yöntemde elde edilen başarı farklılıklar gösterebilmektedir. Burada önemli olan nokta ameliyat sonrası hastaların kilo verme-den bağımsız olarak Diyabetlerinde düzelme sağlanmaya başlamış olmasıdır.

Diyabet Cerrahisi sindirim sistemi üzerine yapılan cerra-hi girişimlerdir. Bu ameliyatlar sindirim sistemi üzerinde etkili bazı hormonlarda (GLP1, PYY vd) değişiklikler mey-dana getirerek, kilo vermeden bağımsız olarak ameliyat sonrası erken dönemde %70-90 oranında diyabeti düzel-tebilmektedir.

Aktivist: Bu ameliyat kimler için uygun, hangi tür has-talar için öneriyorsunuz?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi bugün için 18-65 yaş arasında Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 35 kg/m2 nin üzerin-de ve Tip 2 Diyabeti olan hastalar için önerilmektedir. VKİ değeri 30-35 kg/m2 arasında bulunan Tip 2 Diyabetli has-talar içinde literatür sonuçları olumlu yönde görülmekle birlikte rutine oturmuş bir cerrahi önergesi bulunma-maktadır. Ayrıca hasta seçimi yaparken hastanın diyabet geçmişi, kaç yıldır diyabet hastası olduğu, diyabete bağlı komplikasyonların gelişip gelişmediği, insülin, C peptid ve HbA1C (üç aylık kan şekeri ortalaması) gibi parametre-lere de bakılmaktadır.

Aktivist: Diyabetik Cerrahi kimlere uygulanamaz?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi Tip 1 Diyabet hastaları için uygun bir alternatif değildir, bu hasta grubu-na önerilmemektedir. Diğer taraftan Tip 2 Diyabetli hasta grubunda VKİ değeri 30 kg/m2 nin altındaki fazla kilolu ve normal kilolu hastalar içinde henüz cerrahi endikasyon bulunmamaktadır. Bu konudaki bilimsel çalışmalar devam ediyor, ileride ortaya çıkacak sonuçlara göre farklı yakla-şımlar da karşımıza çıkabilir.

Aktivist: Bu tür bir operasyondan önce hastaların yap-maları gereken bir hazırlık süreci oluyor mu?

21

Page 22: Aktivist Dergi 7. Sayı

Doç. Dr. Halil Coşkun: Tip 2 Diyabetin ilk adım tedavisi diyet ve egzersizdir. Bunlar normal kan şekeri düzeylerinin korunmasında yeterli değilse pankreasın daha fazla insü-lin üretmesini tetikleyen, insülinin daha çok işe yaraması-na yardımcı olan, karbonhidratların bağırsakta emilimini azaltan ya da karaciğerdeki şeker üretimini azaltan ilaçlar (oral antidiyabetikler) almanız gerekebilir. Yaşam tarzı de-ğişiklikleri ve ilaçlara rağmen kan şekeri kontrolünüz ye-tersiz ise insülin almanız gerekecektir.

Çeşitli diyetler deneyerek başarısız olmuşsanız diyabet cerrahisinde uygulanan yöntemler Tip 2 Diyabet tedavisi için kalıcı bir çözüm oluşturabilir. Cerrahi kararı vermeden önce kapsamlı bir tetkikin ardından endokrinolog kontro-lünden geçtikten sonra uygun hasta gruplarına bu cerrahi alternatifler sunulabilmektedir.

Aktivist: Ameliyattan sonra hastaları nasıl bir süreç bekliyor?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyattan sonra hastalarımızın kan şekerleri yönünden yakın takibi gerekmektedir. Birçok hastamız yapılan ameliyat tipine göre eğer insülin kullanı-yorsa insülinlerini bırakabiliyorlar. Bazı hastalarımızda ise insülini bırakıp oral antidiyabetik ilaçlarla bir süre daha hastalığın gözlemlenmesi gerekebiliyor. Burada endokri-noloji ile yakın işbirliği içerisinde olarak bu hasta grupları-nın takip edilmesi son derece önemlidir.

Hastalarımızın diyabetlerindeki gerileme hastalarımızın diyabet geçmişlerine bağlı olarak da değişim gösterebil-mektedir. Şöyle ki diyabet süresi ve diyabete bağlı gelişen komplikasyonların ortaya çıkmış olması, cerrahi tedavi yanıtını etkileyen en önemli parametrelerin başında gel-mektedir.

Aktivist: Şeker hastalarının yaralarının daha zor kapan-dığı söylenir hep, bu açıdan bakıldığında hastaların iyi-leşme süreci hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisinde uygulanan teknikler laparoskopik ve robotik tekniklerden oluşmakta-dır. Bu teknikler kapalı sistem ile yapıldığından cerrahi kesi-leri son derece küçük (1 cm) olduğundan, yara iyileşmesi ile ilgili negatif bir durum gözlenmemektedir.

Aktivist: Diyabetik cerrahinin hastanın hızla kilo ver-mesine de sebep olduğunu okudum, hiçbir kilo prob-lemi olmayan şeker hastaları için ameliyatın ne gibi et-kileri oluyor?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisi yukarıda da bah-settiğim gibi obezite cerrahisinde kullanılan teknikleri içer-mekte olduğundan bu hastalarda kilo verimi görülmek-tedir. Zaten bugün için VKİ değeri 35 kg/m2’nin üzerinde bulunan hastalar için kesin endikasyonlarımız mevcuttur. VKİ değeri 30-35 kg/m2 arasında bulunan hastalar için ha-len bilimsel çalışmalar devam ediyor ve sonuçlar uygulana-bilir yönde görülmektedir. Diğer taraftan VKİ değeri 30 kg/m2 nin altında olan fazla kilolu ve normal kilolu hastalar için bu tarz bir cerrahi girişim henüz dünya genelinde onay al-mamıştır ve önerilmemektedir.

Aktivist: Operasyon yaptırmayı düşünen hastaların göze almaları gereken riskler var mı? Bir başka deyişle, bu ameliyatta sorun oluşma riski nedir?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet cerrahisi sindirim sistemi üzerine yapılan işlemler olduğundan, her ameliyatta oldu-ğu gibi bu işlemlerde de belli cerrahi risk ve komplikasyon

22 Kasım - Aralık / 2014

Page 23: Aktivist Dergi 7. Sayı

23

Page 24: Aktivist Dergi 7. Sayı

oluşma riski mevcuttur. Bu riskler yapılacak ameliyat tipine göre farklılık gösterebilir, burada yapılması gereken hasta-nın, ameliyatı yapacak hekim ile görüşerek tüm detaylarıyla öğrenmesi gerekmektedir.

Aktivist: Şeker hastaları için en büyük sorun herhalde insülin iğneleridir. Ameliyat sonrası insülin bağımlılığı bitiyor mu yoksa hastalığın kontrol altında tutulması için devam edilmesi gereken bir tedavi var mı?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyat sonrası hastalarımızın %70-90’nında tam tedavi sağlanma imkânı bulunmaktadır. İnsülin iğneleri ameliyattan sonra 3-5 gün içerisinde bırakı-labilir. Bu durum hastamızın diyabet durumuna göre bazen farklılık gösterebilir. Bazı hastalarımızda ise insülini bırakıp bir süre daha düşük dozda oral antidiyabetik ilaçlara en-dokrinolog kontrolünde devam edilmesi gerekmektedir.

Aktivist: Bu ameliyatın maliyetleri hakkında bizi bilgi-lendirebilir misiniz? Ameliyatlar Sosyal Sağlık Kurumu ya da özel sigortalarca karşılanıyor mu?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Ameliyatların maliyetleri yapılacak ameliyat tipine göre değişim gösterebilir. SGK kapsamında direkt Diyabet Cerrahisi adı altında bir resmi karşılama bu-lunmamaktadır. Ancak VKİ 40 kg/m2’nin üzerindeki hastalar

için (Morbid Obez+Tip2 Diyabet) SGK kapsamında Obezite Cerrahisi adı altında uygun hastalar için karşılama bulun-maktadır. Diğer taraftan özel sağlık sigortaları bu tip ameli-yatları karşılamamaktadır.

Aktivist: Ameliyat nedeniyle olumlu etkilenen diğer hastalıklar neler?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Diyabet Cerrahisi bir Metabolik Cer-rahi ameliyatıdır. Dolayısıyla özellikle kiloya bağlı olan pek çok hastalık (hipertansiyon, hiperkolesterolomi, hipertrig-liseridemi, karaciğer yağlanması v.s.) bu ameliyatlardan sonra gerileme göstermekte ve/veya tamamen ortadan kalkmaktadır.

Aktivist: Böyle bir operasyon gerçekleştirmek isteyen hastaların hekimlerinde hangi özellikleri aramalarını önerirsiniz?

Doç. Dr. Halil Coşkun: Obezite Cerrahisi, Metabolik Cer-rahi ve Diyabet Cerrahisi birbiri içine geçmiş kavramlardır. Bu ameliyatlar kendi içinde uzmanlık gerektiren işlemlerdir ve özellikli ameliyat grubundadır. Bu tür ameliyatlara karar vermeden önce detaylı bir araştırma ve özellikle bu alan-da uzmanlaşmış cerrahlar ile irtibata geçilmesi son derece önemlidir.

24 Kasım - Aralık / 2014

Page 25: Aktivist Dergi 7. Sayı

Siz, herkesten farklısınız…

Güçlü Patent Marka Tescil Ve Danışmanlık HizmetleriYeni Hal Yolu No:37 Metal İş Merkezi K:9 D:84 Ataşehir / İstanbul Tel : 0216 337 92 94 Fax: 0216 337 92 74

Gsm: 0532 602 85 86 / 0555 960 85 58 E-Mail [email protected]

Page 26: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sivil Toplum Akademisi

Gönüllüler KoordinatörüMustafa OĞUZ

[email protected]

sivil toplum

Gençliğin Du-

rumu Araştır-

ması’na katılan

gençler arasında,

Türkiye’de bir STK

üyesi olanların oranı

yalnızca % 4. Bunla-

rın yaklaşık % 46’sı ise ya

üniversite öğrencisi ya da

mezunu. Yeni çevrelere

girmek ve gönüllü çalış-

malarını tanımak çoğun-

lukla üniversite ortamında

gerçekleşiyor

Pozitif sorumlu davranışın ge-

netik olduğu söyleyen araştır-

macıların yanında, öğrenilen

davranışlar olduğunu söyleyen-

ler de mevcuttur. Bireylerin top-

lumsal duyarlılıklarının gelişebil-

mesinde okul, aile ve çevrenin

etkilerini de göz ardı etmeme-

liyiz. Birey, karşısındakinin duru-

munu anladığı için sıkıntıyı gider-

mek yani kendisini rahatlatmak

için o kişiye yardımda bulunabi-

leceği gibi; sıkıntıdaki kişiyi rahat-

latmak amacıyla da ona yardım

edebilir.

Empati sadece kendisiyle empa-

ti kurulana yararı olan bir etkinlik

değildir. Empati, empatiyi kuran

kişi için de önemlidir. Ailelerin çocuklarına em-patik bakış açısı kazandırabilmeleri için ondan bekledikleri sorumlu davranış yapısını uygun dü-zeyde belirlemeleri gerekmektedir. Çocuğun gerek aile içerisinde, gerekse yakın çevrede iyilik yapması ve sorumluluk alması desteklen-meli, onun fark ettiği sorunlar mutlaka dikkate alınmalıdır. Çocukların toplum hizmetine katıl-ması teşvik edilmelidir. Bunun için ailelerin izni, yönlendirmesi ve desteği büyük önem arz et-mektedir. Çocuğun bilinçlenmesi, onun çevre-sindeki-diğer ülkelerdeki açlık, hastalıklar, doğal felaketler, insan hakkı ihlallerini bilmesi, yoksulla-rın sıkıntılarını anlaması ile de yakından ilgilidir. Böylece toplumsal empatisi de gelişebilecektir.

Herkesin Kazanmasını Sağlamak Çok Mu Zor?Toplumsal duyarlılık ile ilgili şu hikâye anlatılır: Seattle Özel Olimpiyatlarında tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Baş-lama işareti verilince hepsi birlikte başladılar bir hamlede başlamadılar belki ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar baş-lamaz içlerinden bir genç tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi gencin ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler gencin yanına geldiler. İçlerin-den Down Sendromlu biri eğilip genci öptü ve : ‘‘Bu onun daha iyi olmasını sağlar’’ dedi. Sonra

gencim ve gönüllüyüm,

çünkü…

26 Kasım - Aralık / 2014

Page 27: Aktivist Dergi 7. Sayı

dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep

birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp daki-

kalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hâlâ bu

öyküyü anlatırlar. Neden? Çünkü şu tek gerçeği derinden

bilmekteyiz: Bu hayatta önemli olan şey kendimiz için ka-

zanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta

önemli olan yavaşlamak ve rotanızı değiştirmek anlamına

gelse bile diğerlerinin de kazanması için yardım etmektir.

Toplumsal duyarlılık ve bilinç bu şekilde gelişir.

Gönüllülük Nedir?Gönüllülük toplumsal bütünlüğün ve refahın sağlanmasın-

da bireylerin ve kurumların gerek tüketici-üretici, gerekse

vatandaşlar olarak çevreye, içinde yaşadıkları topluma

ve parçası oldukları çağdaş dünyaya karşı duyarlı olma-

larıdır.

Gönüllülük: Artı değer oluşturan değişimler için birey, ku-

rum ve toplumun sorumluluk almasıdır. Bireyin ve/veya ku-

rumun sosyal, ekonomik ve çevre sorunlarına çare üretme

çabasıdır. Vatandaşların toplumsal hayır programlarında

aktif rol oynamasıdır. Gönüllülük sivil toplum kurumlarının

amaçlarını somut hale dönüştüren bir eylemdir. Gönüllü-

lük özel sektörün insan kaynağı ve toplumla olan sosyal

ilişkisidir. Bir görev değil, bir seçimdir. Ücretli çalışmaya bir

alternatif değil, ücretli çalışanın da uygulayabileceği bir

konsepttir. Başkalarının hak ve kültürlerine saygıdır. İn-

san haklarını ve eşitliği savunmaktır. Katılımcı

demokrasinin en temel öğelerinden biridir.

Bireyin menfaat beklemeksizin topluma sun-

duğu hizmet sayesinde kendisini de ge-

liştirebilmesidir.

Gönüllülük paylaşımcılıktır. Gönüllülük

bireysel motivasyon, karşılıklı güven, ve

takım ruhuyla hayat bulur. İster okul çağın-

da ister iş hayatında bireyin liderlik, özgüven

ve sosyal özelliklerinin gelişmesine yardımcı

olur; bireye yeni beceriler kazandırır; yaratıcılığı-

nı destekler. Bireylerin, özel sektörün ve sivil top-

lum kurumlarının sürdürdükleri gönüllü çalışmalar

sayesinde toplum içi genel gelişim/kalkınma göz-

lenir ve bu da uzun vadede tüm toplum için olumlu

fark oluşturur (Kalkınma için Sanat Girişimi).

Birleşmiş Milletler Genel Meclisi 1985 yılında, gönüllü

çalışmaları ve faydalarını dünya çapında duyurmak

ve gönüllü programlarına katılımı daha da arttırmak

amacıyla ‘5 Aralık’ tarihinin her yıl Uluslararası Gönül-

lüler Günü olarak kutlanmasına karar vermiştir. Tüm

sektörlerin toplumsal sorunlara ürettikleri çözümlerin

değerlendirildiği, bilgi ve tecrübelerin paylaşıldığı,

sektörlerin gönüllü girişimlerinin teşvik ve takdir edil-

diği Uluslararası Gönüllüler Günü, gönüllü hizmetleri yerel, ulusal ve global platformlarda tanıtmak ve gönüllülüğü daha da yaygınlaştırmak için çok önemli bir fırsat olarak kabul edilmektedir.

STK`larda çalışmayı kimler tercih ediyor?Kimine göre “kendi dışında bir iyiye yönelik bir çalışma”, kendisi için anlamlı bir iş yapmak isteyenler bu alanı ter-cih ediyorlar. Çalışanlar genelde bir gönüllülük deneyimi edinip, bununla gerçekten kendini, ya davayla (vakayla) ya da örgütün kendisiyle özdeşleştirmiş kişilerden oluşuyor.

Gönüllülük çalışmalarında zaman yönetimi Gönüllülük; bireylerin sorumluluk anlayışıyla, çıkar gözet-meksizin bilgi, zaman, beceri, deneyim ve kaynaklarını -kendi özgür iradeleriyle- bir sivil toplum kuruluşunun amacı doğrultusunda kullanmalarıdır. Toplumumuzda sivil toplum kuruluşlarında çalışanlar gönüllü olarak algılanmaktadır. Gönüllülük bireyin keşfetmeyi, öğrenmeyi, toplumsal ha-yata kendisi gibi bakan insanlarla çözüm üretmeyi ve yap-tıklarıyla iz bırakmayı istemesi, bu noktada bilgi, beceri ve kaynakları paylaşması demektir.Üniversite öğrencileri, okuldan sonraki zamanlarda gö-nüllülük çalışmalarına ne ölçüde katılacaklarını belirle-

melidirler. Bunun için öğrencilerin öncelikle neler ya-pacaklarını, hangi konularda sorumluluk almak istediklerini, faaliyetlere günlük kaç saat ayıra-caklarını belirlemeleri önemlidir. Zaman yöneti-mi gencin, okul, ders çalışma, gönüllülük, sosyal etkinlikler, aile, arkadaşlar gibi farklı alanların planlan- masını ve bireyin belirlediği zaman ara- lıklarında istediği gruplarla çalışa-

bilmesini kolaylaştırmaktadır.Gönüllülük çalışmalarına katıla-

cak öğrencinin, ilk aşamada; gönül-lü işin adı, gönüllü işin amacı ve hedef-

leri; gönüllünün yapacağı çalışmanın kime nasıl bir fayda sağlayacağı, yapılan

çalışmanın sonucunda sağlanacak olan ya-rar ve değişim, yürütülecek etkinlikler, çalışma-

nın süresi, ihtiyaç duyulan beceriler, sorumluluk-lar, yapılacak işte gönüllülerden beklenen tutum ve davranışlar, gönüllünün hizmet verdiği kitle ile ilişkilerinde dikkat etmesi gereken noktalar, gönüllüye sağlayacağı faydalar konularında

STK yetkililerinden gerekli bilgileri öğrenmesi gerekmektedir.Böylece öğrenci kuruluşa nasıl yardımcı olabileceği ile ilgili fikir sahibi olabilir. Son-

27

Page 28: Aktivist Dergi 7. Sayı

raki aşamada genç, gönüllülerle ilgili yetkiliyle görüşerek; özelliklerini, çalışabileceği saatleri, yeteneklerini, ilgi alan-larını, daha önce çalıştığı STK ve projeleri, eğitim durumu-nu, iletişim bilgilerini ve isteklerini ifade etmelidir. Gönüllü gencin verdiği bilgiler doğrultusunda STK yetkilisi, genci nerede görevlendireceği hususunda araştırma yapabilir. Öğrenciler, kendileriyle ilgili bilgi verirken “her türlü görevi yapmaya hazırım” gibi çok geniş tanımlamalardan kaçın-malıdırlar. Çünkü bu şekilde STK ile gencin çalışma sistem-leri ve beklentileri uyuşmamakta, genç hayal kırıklığına uğramakta ya da zaman sıkıntısı yaşamaktadır.Gönüllülerin zaman yönetimi, onların insan kaynakla-rı alanında ve sonraki çalışmalarında büyük kolaylık aynı zamanda da avantaj sağlayacaktır. Zaman yönetimi, gönüllünün verilen sorumlulukları vakit geçirmeden sonuç-landırmasını sağlamakta, onun karar almasını sağlamakta ve ürkekliğini ortadan kaldırmaktadır. Birey, planlama dav-ranışıyla birlikte kendi otokontrolünü de sağlayabile-cektir. Böylelikle kısa sürede tamamlanması gere-ken faaliyetler sonraki günlere sarkmaz ve öğrenci strese girmez. Sivil toplum kuru-luşlarında gönüllü çalışmak öğrencilere iş tecrübesi kazanma fırsatı verir. Gönüllülük çalışmaları aynı zamanda haz ve manevî zenginleşme, özgüven gelişi-mi, ekip çalışması becerilerin-de artış, yeni bir çevre ve arka-daşlıklar, yeni ilgi alanları demektir.

Sivil toplum gençliğin katılımı için uygun bir kanal olabilir mi?Gençlerin politikaya karşı güvensizliği ol-dukça yaygın olmakla birlikte, sivil toplum kuruluşları gençlere bazı katılım olanakları sunabilir. Türkiye’de birçok vakıf ve dernek de gençlere gönüllülük yoluyla katılımda bulunabilme, yeni şeyler öğrenme ve oluş-turma imkânı sağlıyor. Gençler tarafından yürütülen faaliyetler ve gönüllü çalışmalar, onların kendilerine olan güvenlerini arttı-rıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, gençleri topluma hizmet eden faaliyetlere dâhil etmek, onların kişisel gelişimi, vatandaşlık duygusu, sosyal sorumluluğu, bilgisi, aka-demik yetenekleri ve kariyer özlemleri üzerinde ciddi olumlu etkiler oluşturuyor.Oysa Gençliğin Durumu Araştırması’na katılan gençler arasında, Türkiye’de bir

sivil toplum kuruluşu üyesi olanların oranı yalnızca %4. Bun-

ların yaklaşık %46’sı ise ya üniversite öğrencisi ya da üni-

versite mezunu. Yeni insanlarla tanışmak ve yeni çevrelere

girmek, çeşitli öğrenci kulüplerini ve gönüllü çalışmalarını

tanımak çoğunlukla üniversite ortamında gerçekleşiyor.

Üniversiteler, gençlere sosyal katılımı bizzat uygulayarak ve

tecrübe ederek öğrenme fırsatı sunuyor. STK’lar, gençlere

başkalarına karşı hoşgörüyle yaklaşmak ve farklılıklara say-

gı duymak konusunda çok şey öğretiyor.

Türkiye’deki STK’ların henüz kapasitelerini geliştirme süreci

içinde olmaları, katılım oranının düşüklüğünü açıklayabilir.

Ayrıca, uluslararası boyutun öne çıktığı STK projelerinde,

yeterli düzeyde bilgisayar kullanabilen ve daha önemlisi,

yeterli düzeyde İngilizce konuşabilen daha eğitimli genç-

ler avantajlı durumda oluyor. Bölgesel farklar da unutul-

mamalı. Ulusal Ajans projelerinin kentlere göre dağılımına

baktığımızda, büyük ve küçük kentler ve Doğu ile Batı ara-

sında ciddi farklar olduğunu görüyoruz.

STK çalışmaları yoluyla toplum yaşamına aktif

olarak katılma fırsatını bulan gençler, ça-

balarının sonuçlarını gördükçe daha fazla

motive olduklarını ve ‘daha başka neler

yapabiliriz?’ diye kendilerine sormaya baş-

ladıklarını söylüyorlar. Çalışmalarıyla herkese

fırsatlar oluşturan bu faal gençleri çoğunlu-

ğa dönüştürmek için STK’larla birlikte çalışan

kamu kuruluşları da var. Uluslararası kaynaklar

bu kamu kuruluşlarına ciddi düzeylerde katkı

sağlıyorlar.

Gençlerin sosyal yaşama

katılımını arttırmak, Türki-

ye’de son yıllarda daha da

yaygınlaştığı görülen dışlanma

olgusunun azaltılması ve ortadan kaldırıl-

ması için en önemli araçlardan biri. Devlet,

belediyeler, STK’lar ve özel sektör gençlere

ücretsiz sosyal faaliyet alanları oluşturmaya de-

vam etmeli ve bu tür sosyal etkinliklere en fazla

ihtiyacı olan yoksul gençler için kurslar açmalı.

Bu faaliyetleri, kursları ve çalışmaları daha iyi ta-

nıtmanın yolları bulunmalı. Gençleri sigara, uyuş-

turucu ve alkol tüketimi, suç ve şiddetten uzak

tutmak için en popüler TV kanallarında ve çok

sayıda gencin bu tür tehlikelere karşı korunmasız

olduğu mahallelerde daha yoğun bilinçlendirme

kampanyaları sürdürülmeli. Katılımı arttırmak için,

STK’ların, destek mesajlarını yalnızca gençlere

değil, onların ailelerine de ulaştırması gerekir. Bu

hedefe ulaşmak, gençliğin sivil ve siyasi katılımı-

nın önüne ailelerin koyduğu engelleri aşmakla

28 Kasım - Aralık / 2014

Page 29: Aktivist Dergi 7. Sayı

yakından ilgili. Gençlere fırsatlar sağlayan STK projelerinin iyice değerlendirilip bunlardan dersler çıkarılması, katılım konusunda ilgiyi ve iyi uygulama örneklerini arttırabilir. (İn-sani Gelişme Raporu, Türkiye’de Gençlik 2008, UNDP)Son olarak, gençlerin temel düzeyde katılımını sağlamak için STK’ları kullanırken ortaya çıkabilecek bazı potansiyel sorunların da altını çizmek gerekiyor. Sivil toplum faaliye-ti, tanımı gereği, vatandaşların özgür girişimine dayanır; dolayısıyla kültürel ve siyasi eğilimlerin mevcut durumunu yansıtması kaçınılmaz. Türkiye’de STK’lar, diğer örgüt ve kurumlara göre, kuşkusuz daha demokratik bir şekilde yö-netiliyor ve kadınlarla gençlere daha çok kucak açıyor. Bununla birlikte, katılımcılık konusunda toplumun genel sosyal sorunlarına benzer sorunlar ve deza- vantajlı gençler açısından kırılması güç olan h i -yerarşik yapılanmalar, STK sektö-ründe de mevcut. Gençlerin STK faaliyetlerine katılımında, başka alanlarda ve mekanizmalarda ih-tiyaç duyulan ihtiyata, aşırıya kaç-mayan bir yönlendirmeye ve teşvi-ke gerek olmadığını söylemek fazla iyimserlik olur.

Sosyal Sorumluluk: Dertli OlmakWİçinizde bir şeylerin der-dine düşeceksiniz ve bu dert sizi bir sosyal sorumluluk projesinin kapısına getirecek, getirmeli. Bunu neden mi söy-lüyoruz? Çünkü bu alan öyle bir alan ki, içine gireni hem değiştiren hem de dönüştüren bir güce sahip…Belki çoğunuz adını duymadınız ama son zamanların en popüler kavramlarından biri “sosyal sorumluluk”. Bu bağlamda yüzlerce proje üretiliyor, büyük buluşmalar gerçekleştiriliyor, alt-tan alta güzel gelişmeler dal budak salıyor. Kana-atimizce, çeşitli dernekler, vakıflar, kurumlar veya bireyler tarafından gerçekleştirilen sosyal sorum-luluk projeleri bu yüzyılın iyilik hareketlerinin başını çekiyor. Birbirinden güzel sosyal sorumluluk projeleri vesilesiyle “yardımlaşma, empati, duyarlılık” gibi o hiç tükenmek bilmeyen erdemli faaliyetlere davet ediliyoruz.Sosyal sorumluluk kapsamı o kadar geniş ki, içine neredeyse sığdıramayacağımız bir şey yok gibi. Lokantalarda çöpe giden yemekleri düşünmek-ten tutun, Türkiye’nin bilmem neresindeki bir okul

için kütüphane oluşturmaya kadar uzanan geniş bir yel-

paze, sosyal sorumluluk alanının doğrudan muhatabı. Res-

mi tarifleri bir yana bırakarak söyleyecek olursak, bugüne

kadar çok sık bir şekilde dillendirdiğimiz, dertli olmanın, an-

lamlı bir derdin peşine düşmenin diğer bir adıdır “sosyal sorumluluk”.

Sorumlu Ol, Sorunlarından Kurtul!Hani bazı araştırmalar vardır ya, sonuçları öngördüğünüzün

ötesinde çıkar. “Sosyal sorumluluk projeleri gençlere neler katıyor?” sorusundan yola çıkarak yaptığımız araştırmada

şüphesiz başta bir takım öngörülerimiz vardı. Ama araştır-

manın sonunda umduğumuzun ötesinde bir takım sonuç-

larla karşılaştık.

Gördük ki sosyal sorumluk projeleri gençlere görünme-

yen bir gelişim ve eğitim süreci sunuyor. Dışarıdan ba-

kıldığın- dan başkaları için bir şeyler yapmış gibi

görünüyorsunuz ama işin özünde çok

boyutlu bir fayda halkası söz konusu.

Siz önce kendinizden bir şeyler veriyor-

sunuz, sonra bir bakıyorsunuz karşılığında

siz daha çok şey kazanmışsınız. Duyarlılığı-

nız ölçüsünde, yardımlarınız ve derdiniz öl-

çüsünde büyümüş, farkında olmadan hem

maddi hem manevi çok şey katmışsınız kendi-

nize. Bu anlamda sosyal sorumluluk projeleri-

nin bir tür mektep işlevi gördüğünü rahatlıkla

söyleyebiliriz. Hatta kişisel gelişim adı altında

pazarlanan ve NLP seminerleri vesilesiyle

elde edilebileceği söylenen onlarca özelliği

hiç özel ders almadan, sadece sosyal sorum-

luluk projelerine katılarak zamanla kazanabi-

lirsiniz. Hem de bedavaya… (Süleyman Ragıp Yazıcılar - Ayşe Yazıcılar, gencdergisi.com)Son olarak toplumsal hizmet programlarının

Avrupa ve Amerika ülkelerinde mezuniyet için

zorunlu hale geldiğini görüyoruz. Okulda top-

lumsal hizmetler genellikle velilerin okul aile

birliği ile ilgili çalışmalarda, okulun gelişimi

ve çevre düzenlemesi konularında gönül-

lü çalışmalarıyla sağlanıyor. Öğrenciler ile

ebeveynlerin koordineli çalışması destek-

lenerek, öğrencilerin yaşayarak öğrenme-

si destekleniyor. Bu sebeple toplumsal so-

rumluluk çalışmalarının küçük yaşlardan

itibaren yürütülmesi, bireyin hem kendini

hem de içinde yaşadığı dünyayı daha

sağlıklı tanıyabilmesini sağlıyor.

29

Page 30: Aktivist Dergi 7. Sayı

Kişisel Cihazlar Dünyası

Alper Ürersoy

[email protected]

teknoloji

Değişmeye, hayatınızı değiştirmeye

hazır mısınız?Teknolojiden hala uzak olanlar için teknolojik aygıtların olduğu bir dünya kâbus gibi olabilir. Ancak az son-ra görecekleriniz geleceğin aygıtları. Birçoğu size hayatınızı değiştirme şansı veriyor. Bazılarıysa sadece eğlencelik.

Peki, siz gerçekten değişmeye, hayatınızı değiştirmeye hazır mısınız?

Myo Bluetooth Kol BandıBu kol bandı kaslarda elektriksel aktivite-

yi algılayan sensörler yardımıyla Bluetooth üzerinden elektronik aygıtlarınızı yönetmeye yardımcı oluyor. Şimdilik Windows ve Mac ile çalışan bu aygıt yakında iOS ve Android cihazlarını da yönetebiliyor olacak. Bu plat-formlardaki başarısına göre aygıtın daha neleri kontrol edebileceği sadece hayal gücüyle sınırlı.

HapiforkBeslenme alışkanlığınız değiştirmeye çabalayıp başaramıyor musunuz? İşte sizin için aynı zamanda eğlen-celi de olan bir buluş. Hızlı yemek yemekten kaynaklanan rahatsızlıkların önüne geçebilmek, kilo kontrolü sağlamak ve sizi mutluluğa götürmek üzere tasarlanmış bu çatal yeme alışkanlığını analiz ederek size uyarı-lar göndermeye başlıyor. Hızlı yemek yediğinizde ya da yanlış zamanlarda yemek yediğinizde sizi hem uya-rıyor hem de bu bilgileri kayıt altına alıyor. Tüm bu verileri yükleyip yeme alışkanlığınızı takip edebileceğiniz bir de internet sitesi var.  

30 Kasım - Aralık / 2014

Page 31: Aktivist Dergi 7. Sayı

Argus II Retinal Protez SistemiGörme engellilerin yeniden görmelerini sağlayacak aygıtları bilim-kurgu filmlerin-de gördük bugüne kadar. Ancak artık bu durum değişiyor. Bu cihaz tam ya da kısmi görme engelliler için umudun başlangıcı. Bu gözlük, üzerindeki kameradan aldığı gö-rüntüleri elektrik sinyallerine çevirip beyne göndererek göze yerleştirilen bir implant yardımıyla yine elektrik sinyallerinde oluşan bir çeşit   görüntü bilgilendirmesine dönüş-türüyor. Henüz tam bir görme sayılmasa da 20/1260’a kadar yükselebilen oranda şe-kil algılama ve yön bulmaya yaraması bile başlangıç için büyük bir adım olsa gerek.

Sürücüsüz otomobillerBir başka bilim-kurgu ürünü daha

artık gerçek olmaya çok yakın. Google’ın prototip aracı epeydir yol testlerini sürdürüyor. Self-driving olarak adlandırılan bu sistemin Türkçe karşılığını öz-sürüş olarak kul-lananlar çoğunlukta. Öz-sürüş tek-nolojisini kullanabilen yeni araçlar da denemelere başladılar. Ford yakınlarda bu alanda kendi alt ya-pısını tanıttı. BMW ise Ar-Ge projesi-ni başlattığını duyuran firmalardan.

3 Boyutlu Tarayıcı ve YazıcılarBelki hala çoğumuza şaka gibi geliyor olsa

da nesneleri 3 boyutlu tarayabilen tarayıcılar ve bu tarayıcılar tarafından taranan modellerin baskısını yapabilen yazıcılar satılmaya başladı bile. Bu noktada akıllara ister istemez bu işin yasal ve ahlaki sınırlanın nasıl belirlenebile-ceği sorusu geliyor. Dünyaca ünlü bir hey-kelin kusursuz bir kopyasını yapabilmek hatta daha da ileri giderek yapay organ üretebilmek bu yazıcılarla yapıldığında neler olabilir?

31

Page 32: Aktivist Dergi 7. Sayı

SlingshotMini buzdolabı ölçülerindeki Slingshot bir su buharı damıtma

sistemi. Herhangi bir su kaynağını içilebilir suya çevirebiliyor. Yılda 250.000 litre. Başka bir deyişle 300 kişiye yetebilecek kadar suyu üretme kapasitesine sahip. Üstelik bunu bir saç kurutma makinesi kadar elektrik harcayarak yapıyor. Filtreme tekniğine dayanmayan bu sistem, içme suyu sıkıntısı çekilen yerler için yeni bir umut olabilir.

Oculus RiftYolculuk gerektirmeyen iş top-

lantılarını, evinden çıkmadan has-ta muayene eden doktorları düşü-nün. Kendinizi oyunun tam ortasında hissedebileceğiniz bir video oyunu hayal edin. Tam bir sanal gerçeklik sunan ve bir çeşit gözlük diyebilece-ğimiz Oculus ile bu gerçekleşebile-cek. Facebook tarafından 2 milyar Dolar’a satın alınan Oculus’un video oyunculuğunu tümüyle değiştirece-ğine kesin gözüyle bakılıyor.

Google GlassHenüz tüm dünyaya yayılmamış olsa da artık yeni modelleri bile var. Bana sorarsanız Google Glass 2013 yı-lının tartışmasız 1 numarasıydı. Goog-le Glass monitöre ihtiyaç duymadan bir bilgisayar kullanabileceğimiz gün-lere doğru ilk adım. Geleceğe doğru bakıldığında ardından neler gelebile-ceğini düşünmesi bile heyecan verici.

The Ambient umbrellaİşte size eğlenceli bir icat. Hava durumunu bildiren bir şemsiye. Kablosuz alıcısıyla AccuWeather.com si-tesine bağlanarak hava tahminlerini izleyen bu şemsiye renk değiştirerek size yağmuru önceden haber veriyor. 

32 Kasım - Aralık / 2014

Page 33: Aktivist Dergi 7. Sayı

YazarlarAlper Ürersoy

Barış SoydanCanku Yaşlak

Dicle TigrisElif Bayar

Hakan AyvazHande Akkaya Ceyhun

Himalaya MaMert Turak

Mustafa AcunbayMustafa Emin Palaz

Osman Can AydoğmuşTayfun Lübeten

Timur Tiryaki

İade-i İtibar

MySYS Yazılım ve Bilişim Sistemleri San. Tic. Ltd. Şti

a: Barış Manço Caddesi No: 37/4 Balgat – ANKARA

t: +90 (312) 286 74 94f: +90 (312) 286 74 96

e: [email protected]: www.mysys.com.tr

“İnteraktif Dijital Yayınlara Inovatif Çözümler”

Page 34: Aktivist Dergi 7. Sayı

Titan Arm - Titanyum KolBu fotoğraf Terminatör filminden bir sah-

ne değil. Pensilvanya Mekanik Mühendis-lik öğrencilerinin icadı olan “Upper-body exoskeleton” 18 kg ağırlığındaki bir nes-neyi bir fincan kahveymiş gibi kaldırabil-memize yarayacak bir üst vücut robotik iskeleti. Bu iskelet sadece engelliler için bir umut olmakla da kalmayacağa benziyor. Ağır sanayi başta olmak üzere endüstriyel alanda kullanıldığında hem üretim hızını arttırabileceği hem de iş kazalarını as-gariye indirebileceği çoktan planlanma-ya başlanmış bile. Tabii öncelikle henüz mükemmel olmayan bu iskeletin kendini ispat etmesi ve uçuk rakamlardaki üretim maliyetinin düşürülmesi gerekli.

The Mimo Baby ShirtYüksek teknoloji meraklısı helikopter ebevey-nler için müthiş bir buluş. 3 aya kadar bebekler için üretilen bu bebek tulumu bebeğinizin solu-numunu, vücut ısısını, vücut pozisyonunu, uyku düzenini ve uykudaki aktivitelerini ölçerek göz-lemlemenize olanak sağlıyor. Organik pamuktan yapılan bu tulum üzerindeki yıkanabilir tasarıma sahip sensörler sayesinde evinizdeki Wi-Fi ağına bağlanarak mobil cihazınıza tüm verileri hatta bebeğinizin sesini de aktarabiliyor. 

Diş SensörüDiş hekimi ziyaretlerinden hoşlanan pek olmasa gerek. Bu durum çocuk ya da yetişkin her yaş gurubu için geçerli. Princeton ve Tufts Üniversi-telerindeki bilim insanları diş hekimi ziyaret sayı-larımızı azaltacak, dişlerimizdeki boşlukları, plak birikimini ya da enfeksiyona neden olabilecek herhangi bir bakteriyi algılayabilecek bir diş sen-sörü üzerinde çalışıyor. 

34 Kasım - Aralık / 2014

Page 35: Aktivist Dergi 7. Sayı

TÜRK‹YE’N‹N ‹LKGERÇEK MOTOS‹KLETÇ‹N‹N

TEK DERG‹S‹

GÖRSEL YAPIMYAYINCILIK

HER AY’IN 1’‹NDEBAY‹N‹ZDEN ‹STEY‹N‹Z

MOTORBIKE 21 9/24/14 11:34 AM Page 1

Page 36: Aktivist Dergi 7. Sayı

Bodrum’un en sevilen kö-şelerinden olan Gümüş-lük’ün mistik kartal yuvası eski köyü Karakaya; 6 yıl aradan sonra yeniden açı-lan Meditasyon merkezi Karakaya Retreat ile şenlendi. Ağustos sonu faaliyete geçen merkezin ilk konukları, müzisyen dansçı Atmo ile 5 ritim dans etkinliğine katılarak, dans ve müziğin kadim iyileştirici özelliklerinden yararlanma ayrıcalığını yaşadılar.

Kampın ikinci grubu, Aile Dizimi Uzmanı ve Psikolog Svagito Liebermeister ve Pri-mal Sanat Terapisti sanatçı-ressam Mee-ra Hashimoto ile sürdü. Katılımın yoğun olduğu grupta, kişilerin sorunlarla başa çıkma konusunu eğlenerek deneyimle-dikleri çalışmalar büyük ilgi çekti.

Festival…Bu oldukça sessiz sedasız açılışın ardın-dan, Ekim ayı başında Karakaya Retreat, yeni ortamını hem Türkiye’den hem yurt dışından gelen konuklarla birlikte bir Fes-tival ile kutladı. Ücretsiz etkinliklerin bü-yük ilgi ve katılımla gerçekleştiği beş gün boyunca konuklar değişik prensiplerdeki

meditasyon ve kişisel-içsel gelişim teknik-lerine ücretsiz olarak katıldılar.

Sabahın erken saatlerinde başlayan grup çalışmaları çay ve kahve molalarıyla sü-rerken, öğlen ve akşam, özgün vejetar-yen yemekleri hazırlayan lezzet ustası Tuba’nın mutfak sürprizleriyle buluştular. Dolunay ve ay tutulmasına denk gelen ka-panış akşamında konuklar gündelik hayat içinde kendilerine en uygun olanı seçebi-lecekleri farklı Osho meditasyon teknik-leriyle tanıştılar.

Nereden nereye…Karakaya’daki evini ve çevresindeki bakir doğayı 2000 yılının yazında, Türkiye’deki ilk Osho kampı olarak açan Purana Alp Ekşioğlu, mekânı, Dünya’nın çeşitli yerle-rinden gelen dostların buluşma yeri hali-ne getirmişti. Bir süre sonra burası önce Osho KUN Meditasyon Kampı sonra da Owo-Kun olarak faaliyetini sürdürdü ve 2008’e dek Meditasyon merkezi olarak açık kaldı. O dönemde Gümüşlük’te farklı bir tatil anlayışının filizlendiği ve merkezin yeniden açılması için çoğu kişinin merak ve ilgiyle beklemekte olduğu bir gerçek.

Alp ve eşi Melania 2008 ve 2013 yılla-rında anne baba olunca çalışmalarına bir süre ara vermişlerdi. Bu arada inşaat ve işletme için gerekli başvuruları yaparak; eski kampın karşı vadisinde büyük bir özveriyle tamamladıkları yeni mekânda

Karakaya Retreat adıyla çalışmalarına ye-niden başladılar.

Önceki çadır, ağaç baraka ve kerevet türü konaklama birimlerinden, doğal malzemelerle oluşturulmuş taş mekânla-ra geçiş yapan yeni yerleşkede de her bir köşe, yine aynı ruhsal ve mistik enerjiyle sarmalanmış görünüyor. Gerçekten de, kampta sürekli kalan Purana Alp’e, Me-lania’ya, Feride’ye, Çiğdem’e, Disha’ya, Lalitya’ya, Tuba’ya baktığınız zaman böyle bir mekânda yaşamanın insanın ruhuna ve bedenine yaptığı güzelliği görebiliyor-sunuz. O dinginlik ve kendi merkezinde varoluş etkileyici bir hal. Niyet, sevgi ve kararlıkla ortaya çıkan yaratı, artık ko-nuklarla buluşmaya ve anın keyfini verip almaya yeniden başladı.

Kim Kimdir…Mekânın kurucusu Purana Alp Ekşioğlu, işletmeci ve Alan Stocks ve Bond Com-pany’nin de Eski Yönetim Kurulu Başkanı. Ancak onu herkes genellikle Sufi ve Enerji Çalışma Atölyesi uygulayıcısı, Nefes Te-rapisti ve ReikiMaster’ı olarak tanıyor. Purana Alp tüm bunların yanısıra Türki-ye’yi farklı kişisel gelişim teknikleriyle ta-nıştıran eğitimli bir Osho terapisti.

Pedagog, Alternatif Çocuk Yuvası Eğitim Danışmanı olan Melania Gil de Sagredo da kurucu ve Etkinlik Koordinatörü gö-reviyle, işletmenin önemli kişilerinden

açıldır e t r e a tEğlenerek ve sevgiyle iyileşip gelişmek mümkün

röportaj

36 Kasım - Aralık / 2014

Page 37: Aktivist Dergi 7. Sayı

biri olmanın yanı sıra, aynı zamanda do-ğal doğum ebeliği, sağlıklı hamilelik, doğal doğum, suda doğum ve emzirme semi-nerleri veriyor. İki oğlu olan Melania anne sütü ile emzirme konusuna da verdiği önemle biliniyor. Melania, Bitez’deki İme-ce Çocuk Bahçesi adlı çocuk yuvasının da kurucusu ve çevrimiçi hizmet veren Da-mara Çocuk ebeveyn topluluğunun fikir annelerinden biri. 6 yaşından başlayarak, annesi Chaitanyo Gil de Sagredo ile bir-likte Almanya, İspanya ve Hindistan’da-ki Osho kamplarında büyüyen Melania renkli ve pozitif kişiliğiyle tanınıyor.

Proje Koordinatörü Çiğdem Yenidoğan Sosyolog ve Yoga Eğitmeni. Melania Gil de Sagredo ile birlikte İmece Çocuk Bah-çesi Waldorf çocuk yuvası projesini des-tekleyen ve yöneten Çiğdem aynı zaman-da Bodrum Eğitim Sanatı Derneği’nin de kurucusu.

Etkinlik Organizatörü Disha EyilikisePri-mal Terapisti ve İnsan Tasarımı Uygulayı-cısı ve merkezde değişik tekniklerle grup-lar ve meditasyonlarda yönetiyor.

Karakaya Retreat’te aynı zamanda, Feri-de Gürsoy, Aile Dizimi Uygulayıcısı, Bitki Uzmanı olarak çalışmalar yapıyor.

Karakaya Retreat’de Primal – Çocuk-luk Koşullamalarından Arınma çalışması, Osho Meditasyonları, Aile Dizimi, Osho Beden ve Zihinle Konuşma, Dans ede-rek özgürleşme, Çakra Sistemleri, İnsan tasarımı, Feng Shui, Bilinçli İlişki Kurmak, doğru ve sağlıklı beslenme, Zen sanatı, değişik yoga ve meditasyon teknikleri, Osho izlenceleri ve dinletileri yer alıyor.

Önemli olan karar vermek…

Kuşkusuz gündelik hayatın içinde farkına varsak da varmasak da, kulak arkası edip

görmezden gelsek de, her insanın derin-lerde ve aile kökleriyle taşıdığı görünmez yaraları var. O yaraları tedavi etmeden de özgürleşerek yaşamak pek mümkün değil. İşte bu noktada bedeninizin sesini ve iç sesinizi dinleyerek hareket etmekte yarar var. Kendinizle ilgili ve/veya sizi et-kileyen, memnun olmadığınız şeyleri, du-rumları değiştirmek her zaman mümkün.

Önünüzdeki aylar içinde kendinize bir iyilik yapın ve Karakaya Retreat’e gidin. “Biricik”liğinizin keyfine ve farkına varın. İçinizdeki yaratıcı ve coşkuyla buluşun.

Röportaj:Dans, içimizdeki durmayan hare-keti takip etmektir

Karakaya Retreat’in ilk etkinliği olan 5 günlük dans atölyesinin müzisyen eğitme-ni İsveçli (Atmo) LarsLindvall’dı. 18 yıldır bu konu ile ilgili çalışıyor ve 10 yıldır da eğitmen-öğretmen olarak atölye çalış-maları yapıyor, sınıflara katılıyor. Müzik konusunda oldukça geniş bir yelpazeye sahip olan Lindvall ile dans, insan ve mü-zik ilişkisi, birlikteliği ve bütünlüğü üzerine kısa ve öz konuştuk.

Sevgili Atmo, insanlar dans etme-ye ne zaman başladılar?

Aslında dans hep vardı. Çünkü insan-ların içindeki bütün moleküller sürekli dans ediyor. İnsanın içinde durmaksızın var olan bir durum dans. Hiçbir zaman danstan vazgeçmedik. Dans her zaman bizim bir parçamız. Ancak hayattan ko-parsak danstan da kopmamız söz konu-su olur. Bu çalışma sırasında yaptığımız gündelik hayatın içindeki hareketlilikle bir bütün aslında ve bir ruhsal-tinsel disiplin deneyimi. 5 ritim dansın amacı, hedefi de zaten beş temel tavır ve bu tavırların

farkındalıklarını, hayatımıza ve gündelik yaşantımıza geri getirmek. Çünkü aslında çoğunlukla ve genellikle, tıkanık ve sınırlı, yüzeysel bir tavır içinde yaşıyoruz. Bu-nun nedeni de anne ve baba; eril ve dişil enerjilerden ve onların doğal tavırların-dan kopartılmış olmamız. Adeta bir tür tablonun içinde; gerçek erkek ve gerçek dişi enerjilerinden kopuk yaşıyoruz. Çün-kü modern dünya, uygarlık bizi kendimiz olmaktan ve özdeki dişi ve erkek enerji-lerinden koparttı.

Yani bir anlamda kendimiz ola-mıyoruz, kendimiz olamayınca da özgür ve farkında olarak yaşayamı-yoruz…

En önemli konulardan biri dengede ol-mak.Birçok hastalığın kökeninde, kendi-miz olmamamız ve kendi olabilmenin de farkındalığından uzak olmamız söz konu-su olabilir.

İnsan oluşumuzun farkına varmak için kendimizle yeniden bağlantı kurmamızı sağlar dans. Anne enerjisi (toprakana) “stacatto” (keskin, kesik kesik, kuvvetli ve kalın sesli) baba enerjisiateş ve ikisi arasında dengeyi kuran su enerjisi Kaos olarak ritimlendirilir; sonra lirik düzey-de hava enerjisiyleyani ruhsal varoluşla bağlantı kurulur ve ardından en üst dü-zey olan, sakin ve durgun; anın içindeki harekete; havanın ve kozmozun üzerine çıkarak her şeyin farkındalığıyla yaşaya-bilmek mümkündür. Bu enerjilerle, dans ve müzik ritmiyle bağlantıya geçtiğimizde içimizdeki akışkanlık, dışarıyla dengelenir.

Şunu da mutlaka söylemeliyim; Karaka-ya Retreat gibi merkezlerin açılması çok güzel. İnsanların bir araya gelip sosyal bir ortamda içindeki enerjiyi özgürleştirmesi tam bir iyileştirici özellik taşıyor.

0 538 873 04 11 [email protected]Çiğdem Yenidoğan

37

Page 38: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sigorta yaptırmak, ülkemiz için farkındalığın yeni yeni oluştuğu bir alan. Hastalık halinde, işlem-lerin hızlıca yapılmasını, güvenle tedavi edilmeyi ve özel hasta-nelerin konforunu kim istemez? Üstelik hastalık halinde hastane masraflarını düşünmeden tedavi-ye odaklanabilmek…

İstanbul Küçükyalı’daki ofisinden tüm Türkiye’ye hizmet veren Si-gorta Bahçesi, özel sağlık sigorta-larını anlatıyor.

Özel Sağlık Sigortası nedir? Sos-yal Sağlık Güvencesinden fark-ları nelerdir?

Sigorta Bahçesi: Sigortalanan kişinin dilediği özel sağlık kuru-munda hastalık, ameliyat ya da muayene giderlerinin ayakta ya da yatarak karşılanmasını sağlar. Sosyal sağlık güvencesi ile kişi ge-nellikle dilediği zaman muayene dahi olamıyor. Sıra beklemek du-

rumunda kalıyor. Ciddi hastalıklar-da bile düzenli yapılması gereken tetkik ve teşhisler için bekleme durumu olabiliyor. Özel sağlık si-gortası kişilere rahatlık sunuyor evet ancak daha önemlisi zama-nında ve hızla hizmet almasına da olanak sağlıyor.

Özel Sağlık sigortası tüm hasta-lıkları karşılıyor mu?

Sigorta Bahçesi: Öncelikle si-gortanın hastalığı karşılaması için sigortalanmadan önce o hasta-lıkla ilgili teşhis konmamış olma-sı gerekiyor. Örneğin bel fıtığınız vardır ve ameliyat öncesi sigorta yaptırmak isterseniz; sigortalılıktan önce teşhisi konduğundan sigor-ta şirketi bu ameliyatla ilgili hiçbir gideri ödemez ve bu hastalığınız poliçenizde kapsam dışında tutu-lur.

Sağlık sigortasının genel şartların-da kapsam dışı olan bazı durum-lar vardır. Örneğin; savaş hali,

uyuşturucu kullanımdan doğan hastalıklar, nükleer riskler gibi du-rumlar genel şartlar gereği poliçe kapsamında değildir.

Özel Sağlık sigortası fiyatları hakkında bilgi alabilir miyiz?

Sigorta Bahçesi: Özel sağlık si-gortası fiyatları doğum yılı ve cinsiyete göre hesaplanmakta-dır. Şirketler arasında aynı temi-natlarda dahi önemli prim farkı doğabiliyor. Özel sağlık sigortası yaptıracak kişinin kurumları çok iyi araştırması ve farklı şirketlerden teklif alması gerekiyor. Bizim çalış-ma sistemimiz şu şekilde; kişi biz-den teklif istediğinde 3 ana temi-nattan (Yatarak Tedaviler, Ayakta Tedaviler ve Doğum) farklı limit ve alternatiflerle birçok şirketten fiyat ve teklif araştırması yapıp sunuyoruz. Kişiye danışmanlık ya-pıyoruz, önerilerde bulunuyoruz. Bazen yıllık fazladan ödeyeceği 100 TL ile bile çok önemli kapsam avantajı yaratabiliyor. Bu konular-

advertorial

Sigorta Şirketi Kadar Önemli: Sigorta Acenteniz

38 Kasım - Aralık / 2014

Page 39: Aktivist Dergi 7. Sayı

gerek ‘ söz uçar yazı kalır’, poliçe kılavuzlarının dikkatle okunmasını öneririz. Aynı zamanda sigortalar-daki anlaşmazlıklar için müşteriyi koruyan heyetler ve kurullar var. Resmi olarak başvurulduğunda hızlıca çözüm sağlanabiliyor.

İnsanlar en çok kötü bir has-talıkla karşılaştıklarında si-gortalarının devam edip et-meyeceğini merak ediyorlar. Gerçekten büyük bir risk karşı-sında sigorta şirketlerinin tutu-mu nedir?

Sigorta Bahçesi: Elbette devam eder. Şayet sigortalandıktan son-raki dönemde ortaya çıkan bir hastalıksa yenileme döneminde ek istisna ya da ek prim alabilir ancak yenileme garantisi olan birini şirket tek taraflı poliçeden çıkaramaz.

Siz Sigorta Bahçesi olarak ne gibi ayrıcalıklar sunuyorsunuz?

Sigorta Bahçesi: Öncelikle hiç-birimiz işimizi sigorta satışı olarak görmüyoruz. Bizler birer sigorta danışmanıyız. Çünkü işimiz sat-maktan çok daha fazlası. Her ih-tiyaç duyduklarında yanlarında

oluyoruz. Bir bebeğin doğumu-nu da, yıllardır sigortalımız olan bir ağır bir hastalıkla mücadele ederken de Sigorta Bahçesi ailesi yanlarındadır.

Son olarak poliçe yaptırırken nelere dikkat etmeliyiz?

Sigorta Bahçesi: Şirketinizi ve sigortacınızı çok dikkatli seçmeli-siniz. Sigortacınız sigorta şirketi ile aranızdaki köprü gibidir. Poliçe-nin hangi giderlerinizi ödediğini, hangi hastanelerde kullanıldı-ğını, ne kadar limitleri olduğunu iyi incelemelisiniz. Ve mutlaka profesyonel bir destek almalısı-nız. Mutlaka ama mutlaka bire-bir görüşeceğiniz muhataplarınız olmalı, size özel bir danışmanınız olmalı. Sigorta, sigorta acente-sinden yaptırılmalı.

Telefon: 0216 549 26 36Fax: 0216 549 34 [email protected]: Altıntepe Mah. Bağdat Cad. No: 72/10 Kat: 3 Küçükyalı Maltepe / İSTANBUL

da sigortalılarımızı doğru şekilde yönlendiriyoruz.

Özel Sağlık Sigortası tüm özel hastanelerde geçerli mi?

Sigorta Bahçesi: Ek bir indirim için hastane kısıtlaması seçilme-diyse, neredeyse tüm özel hasta-nelerde geçerlidir.

Özel Sağlık sigortası poliçe kapsamı her şirkette aynı mı-dır?

Sigorta Bahçesi: Değildir. Bazı şirketler diyetisyen teminatı, diş teminatı dahi verirken bir başka şirket bunları hiçbir şekilde ödemi-yor. Her şirketin özel şartları farklı olduğundan klavuzlar dikkatlice okunmalıdır.

Özel Sağlık sigortası doğumu hangi durumlarda karşılar?

Sigorta Bahçesi: Her şirketin do-ğum ile ilgili bekleme süresi vardır ancak genel olarak poliçeye ilk girilen yıl doğum ve doğum ile il-gili rutin kontroller ödenmez. Hem doğumun hem rutin kontrollerinin ödenmesi için poliçede ikinci yıla girilmesi gerekmektedir.

Özel Sağlık Sigortası taksitle ödenir mi?

Sigorta Bahçesi: Kredi kartı limit blokesi olmadan yalnızca aylık tutarın çekilmesi ile 7-8-9 taksit im-kanı vardır.

Sigorta yaptırırken sunulan avantajların bir satış hilesi ol-duğunu düşünenler var. Bazen ihtiyaç hali olduğunda sigor-talı haklarını kullanamıyor ola-biliyor. Bu yanlış anlaşılmaları neye bağlıyorsunuz?

Sigorta Bahçesi: Gerçekten si-gortalı yanlış anlamış olabiliyor ya da gerçekten sigortacı yan-lış yönlendirmiş olabiliyor. Bire bir görüşme sağlanıyor, telefonla da görüşülüyor ancak unutmamak

39

Page 40: Aktivist Dergi 7. Sayı

40 Kasım - Aralık / 2014

Page 41: Aktivist Dergi 7. Sayı

dosya:değişim

dönüşüm

41

Page 42: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj

ses ver, elini kaldır, taraf tut:

Dünya çağlar boyunca yüz milyarlarca insan ağırladı. Ve bu insanlar her zaman ikiye ayrıldı-lar: Kabul Edenler ve Karşı Çıkanlar!

7 Şubat 2007’de Amerika’da ilk kez faaliyete geçen, ismiyle müsemma Change.org, kısa sü-rede pek çok ülkeye yayılan dünyanın en bü-yük küresel imza kampanyası platformu. Şu an tüm dünyada 196 ülkede kullanılan Change.org, 78 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip.

Özdemir Asaf, “Bir şeyden yana isen sen belki varsın-dır. Bir şeye karşı isen sen gerçekten varsındır.” der, işte Chance.org kişi ve kurumların, karşı çıktıkları durumların değiştirilmesi, durdurulması ya da işlemden kaldırılması için imza kampanyası başlatmanızı ve bu kampanyanın milyonlarca kişiye ulaşmasıyla, kullanıcılar tarafından atı-lan on binlerce dijital imza sayesinde değişimin sağlan-ması amacına hizmet ediyor.

Türkiye’den 3 milyon aktif kullanıcısı olan Change.org platformunda atılan dijital imzalarla bugüne dek pek çok tepki çeken olayda, radikal değişimler yaşandı. Co-ton markasının geçtiğimiz günlerde büyük tepki çeken afişlerinin kaldırılması, Fenerbahçe taraftarının başlattığı yöneticilerin adil yargılama hakkının vurgulandığı #ada-letefeneryak kampanyası, 1453 projesinde Ali Ağaoğ-lu’nun Fatih Ormanları’nı kullanım hakkının feshi gibi pek çok meselede kitlesel işbirliğinin başarısı olarak değişim yaratıldı.

Platform hakkında merak edilenleri, Change.org Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü Dr. Uygar Özesmi’ye sor-duk.

Değişimim mimarlardan olmak, daha demokratik bir dünyada yaşamak ve sivil iradenin de söz söyleyicilerden olmasını sağlamak, değişimde rol almakla müm-kün.

Kim bilir, masallardaki sihirli değ-nek şimdinin imleci/cursorı olabilir.

Aktivist: Change.org, sosyal fayda odaklı bir iş modeli üzerine kurulmuş bir sistem. Bize Change.org’un işleyiş sistemini anlatabilir misiniz, Change.org’un gelir kaynakları neler?

Uygar Özesmi: Change.org nerede olursa olsun insanların görmek istedik-leri değişimi gerçekleştirmesine olanak sağlamak için çalışıyor. Bunu başarmak için de en iyi yolun, bir sivil toplum kuru-munun değerleriyle bir teknoloji şirketinin esnekliğini ve yenilikçiliğini birleştirmek olduğunu düşünüyoruz. Biz yeni bir örgüt biçimiyiz ve teknoloji dünyasının gücünü toplumsal fayda için kullanıyoruz. İşleyiş sisteminin ana prensibi sivil toplum kuru-luşlarının güçlenmesi. STK’ların, çalışma-larına destek verecek kişilerle buluşmasını sağlıyoruz. Bu buluşma şu şekilde gerçek-leşiyor: Change.org’da bir kampanya imzaladıktan sonra bazen “sponsorlu” olduğu ibaresi taşıyan çeşitli imza kam-panyaları sunuluyor. Eğer sponsorlu bir imza kampanyasını imzalamayı tercih ederseniz, altta çıkan kutucuğu işaret-leyerek sponsor olan kurumdan ileride bilgilendirme almak isteyip istemediğinizi belirtiyorsunuz. Eğer sponsorlu kampan-yayı kutucuk işaretli olarak imzalarsanız,

“Degişime İmzanı At!”

42 Kasım - Aralık / 2014

Page 43: Aktivist Dergi 7. Sayı

sene boyunca İtalya, Fransa, Türkiye, Almanya, İspanya ve Amerika’da eş zamanlı olarak yürütülen kampanyalar sonucunda 152.372 imza toplandı. 2014 Haziran ayında ise İran Yüzme Federasyonu Asghari’nin 19 km’yi 12 saat-te yüzerek kazandığı yeni rekorunu tanıdığını açıkladı ve kendisine sertifikasını teslim etti.

Türkiye’de ise change.org/gokova ile Gökova’da yem-yeşil alana yapılması planlanan viyadük projesi iptal edildi. Hatay’da change.org/dagceylani yaşam alanına yapılması planlanan çimento fabrikasının yapımı önlen-di. İzmir’de metrolara bisikletle binme izni çıktı, Ankara Mogan Gölü’ne deniz uçağı pisti yapılmadı, change.org/Mogan ile dik kuyruklu ördeklerin yaşam alanı ko-rundu. Reyhan Dağ Derleyen’in başlattığı change.org/MS kampanyası sayesinde Türkiye’de yaşayan 40.000 MS hastasının hayatı kolaylaştı. Plazmaferez tedavisi yeniden SGK kapsamına alındı. Bunlar 2 senedir başarılı olmuş 270 kampanyadan sadece bazıları.

Aktivist: Change.org Türkiye nasıl bir organizasyon? Ekibiniz hakkında bilgi verebilir misiniz? Sizlerin farklı meslekleri var mı, yoksa change.org sizin işiniz mi?

Uygar Özesmi: Biz şu an dört kişilik bir ekibiz ve profes-yonel olarak Change.org çalışanlarıyız. Hepimiz daha önce çeşitli sivil toplum örgütleri, medya ve iletişim alan-larında farklı görevler yürüttük. Şimdi de Türkiye’de 3 mil-yondan fazla insana hizmet veriyoruz.

Aktivist: Change.org üzerinden pek çok konuda kam-panya açılabiliyor. Peki, bu kampanyalar muhataba nasıl iletiliyor?

Uygar Özesmi: Change.org’da kampanya başlatan bir kişi neyin değişmesini istiyorsa o konuyla ilgili muhatabı belirledikten sonra, o kişi ya da kuruluşa yönelik kam-panyasını başlatarak talebini iletiyor. İmzalar belirli sayı-lara geldiğinde kampanya muhatabına bir kampanya mektubu iletiliyor ve böylece muhatabın dikkati çekilmiş

sponsor olan kurum başka konular için size doğrudan e-mail gönderebiliyor. Bu şekilde de Change.org, sivil toplum kuru-luşlarından gelen küçük katkılarla masraf-larını karşılıyor.

Aktivist: Change.org, dünyada başka hangi ülkelerde var ve ülkeler bazında üye sayılarını değerlendirebilir misi-niz?

Uygar Özesmi: Change.org 196 ülkede faaliyette şu an ve toplam 78 milyonun üzerinde kullanıcısı var. Üye sayısı bazın-daki sıralama işe şöyle; Amerika, İspanya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Avustu-ralya, Rusya, Türkiye, Almanya.

Aktivist: Tüm dünyada ve Türkiye’de, change.org ile neler değişti?

Uygar Özesmi: Change.org ilk başta bir blog ağı olarak faaliyetine başlıyor ve o dönemde gündemde olan bir kampan-ya var. Kampanyanın konusu düzeltici tecavüz adıyla tanımlanan, lezbiyen bi-reylere karşı işlenen korkunç bir suçla ilgili. Afrika’da polis, bu şiddete göz yumuyor. Buna karşı bu suça hedef olmuş bir kadın, change.org üzerinden bir imza kampan-yası başlatıyor. 192 ülkeden 171.788 imza toplanıyor ve Güney Afrika hükümeti bu-nunla ilgili özel bir eylem planı oluşturmak zorunda kalıyor. Bir başka kampanya ise, İranlı kadın yüzücü Elham Asghari Haziran 2013’de açık sularda yüzme rekoru kırıyor. Ancak yüzücü kıyafeti şeriat kurallarına uygun olmadığı için rekoru tanınmıyor. Bir

43

Page 44: Aktivist Dergi 7. Sayı

oluyor. İmzalarla birlikte siteye giren herkes kampanya-nızı görebiliyor; her imza veren de kendi sosyal medya hesaplarından arkadaşları ve takipçileriyle paylaşıyor. Muhataba ilk imzalayan 50 kişinin imzasını içeren bir e-posta gidiyor. Sonrasında muhataba azalan sıklıkta kampanyanın yorumlu e-postaları ve durumuna dair bilgilendirme mailleri gidiyor. Yani muhataba talebin ve artan destekçi sayısının iletilmesini sağlıyoruz. Ama tabii bunu karşıdakinin e-posta hesabını kilitlemeden yapıyo-ruz. Ayrıca kampanya sahibi, belirli bir imza sayısından sonra imzaların çıktısını alıp kampanyanın muhatabına imza teslimini de gerçekleştiriyor.

Amaç Bağcıyı Dövmek Değil, Üzüm YemekAktivist: Bizim ülkemizde “Karışma, başına dert mi alacaksın” gibi bir gelenek vardır. En basit bir “şa-hitlik” gereğinde bile, insanların çoğu konuya dâhil olmak istemezler. Herhangi bir kampanyaya katılıp, dijital imza ile destek vermenin; destekçiye olumsuz bir geri dönüşü olabilir mi? Bu konuda güvenli bir platform mu change.org?

Uygar Özesmi: Bu bahsettiğiniz yaklaşım eskiden daha yaygın olabilir ancak değişen teknoloji alışkanlıklarıyla artık insanların bir konuda düşüncelerini, rahatsızlıklarını, hassasiyetlerini çok daha kolay ve özgürce dile getirdiği-ni görüyoruz. Change.org’da imza vermenin her hangi olumsuz bir geri dönüşü yok. Siteye üye olurken her onli-ne sitede olduğu gibi bir “Kurallar ve Gizlilik Sözleşmesi” var kullanıcılar onu okuyup kampanyalarını başlatıyor, imzalarını paylaşıyor. İmzaladığınız kampanyaların içeriği yani hangi konularda kampanyalar imzaladığınıza pro-filiniz içerisinden erişebilirsiniz. Ancak bunu kimlerle pay-laştığınız sizin kararınız. Yani etkinlik bilgilerinizi tamamen açık ya da sadece tanıdığınız kişilere açık tutmak sizin tercihiniz. Change.org ise hiçbir bilginizi rızanız olmadan her hangi bir üçüncü partiyle paylaşmaz.

Aktivist: Bugün “dijital itibar”, şirketlerin ve kişilerin

en çok önem verdikleri konulardan biri. Bu açıdan change.org her ne ka-dar aleyhinde kampanya başlatılan şirket için negatif etki yaratmış gibi görünse de, bu kampanyalara kulak verip değişime gitmek de aslında çok önemli de bir fayda sağlıyor bence. Aslında yaratılan değişim, dijital iti-barı da cilalıyor diye düşünüyorum. Devlet, şirketler ve kişiler hakkınızda ne düşünüyor?

Uygar Özesmi: Çok doğru söylüyorsu-nuz, Change.org değişim için itici güç sağlayan bir platform. Bu anlamda ka-rar vericiler – devlet kurumları, şirketler, yönetimler- seçmenlerin, tüketicilerin isteklerini Change.org’dan bire bir ta-kip etme imkanına sahip. Şunun altını özellikle çiziyoruz; burada amaç bağ-cıyı dövmek değil üzüm yemek. Bunun için de iletişim kanallarının çift taraflı ve açık olması gerek. Sitede, kampanya muhataplarının da resmi hesap açma-sına imkân veren “Karar Verici Resmi Hesapları” mekanizması var. Bu şekilde hem kendilerine yönelik kampanyaları takip etmeleri hem de imzalayanlara doğrudan cevap verme imkânı sağlanı-yor. Yani nasıl bugün kurumsal Facebo-ok, Twitter hesabı olmadan dijital itibar yönetimi mümkün değilse aynı durum Change.org kampanyaları için de ge-çerli. Şu ana kadar Kadıköy Belediyesi, İstanbul Üniversitesi ve KOTON firması “Karar Merci Resmi Profil” açanlar ara-sında. KOTON, çocuk giyimi reklam kam-panyasındaki çocuk istismarı konusunda kampanya açan kişiye ve destekçilere resmi profil hesabından cevap verdi. Bunun dışında Cumhurbaşkanlığı seçim-leri sırasında Ekmeleddin İhsanoğlu da adayların TV programında buluşması için açılan change.org/adaylaracagri kampanyasını imzaladı ve sosyal medya hesaplarından paylaştı.

Aktivist: Dijital aktivizm son zamanlar-da adını sıkça duyduğumuz bir kav-ram. Bu kavram bize neler anlatıyor? Dijital aktivistler kimler?

Uygar Özesmi: Artık dijital aktivizm ve konvansiyonel aktivizm arasında net çizgiler olmadığını görüyoruz. İnternet kullanma alışkanlıklarımız, teknolojik gelişmeler, sosyal medya mecralarının hayatlarımızdaki yeri bu tarz sert çizgileri ortadan kaldırdı. Bu sebeple, herhangi

44 Kasım - Aralık / 2014

Page 45: Aktivist Dergi 7. Sayı

Change.Org’da Her Hafta 3 Kampanya Başarıya UlaşıyorAktivist: Bir kampanya için gerekli olan imza sayısı neye göre belirleniyor?

Uygar Özesmi: Kampanya sahibi bu imza sayısını be-lirleyebiliyor ama bunu pek desteklemiyoruz. Çünkü bir kampanyanın kaç imzayla başarıya ulaşacağını önce-den bilemezsiniz. Sınırlamak doğru değil. Başta 100 imza hedefi koyun, sonra 200’e ardından 500’e çıksın. Kam-panya neticelenene kadar devam etsin.

Aktivist: Kampanya başarısını nasıl ölçümlüyorsu-nuz?

Uygar Özesmi: Kampanyaların başarısı ve hedeflenen sonuca ulaşması tamamen konunuza, kitlenize ve muha-tabınıza bağlı olarak değişir. Örneğin apartmandaki yö-neticinize talebinizi iletmek üzere bir kampanya yürütüp apartmanda yaşayan insanların %90′ının imzasını alırsa-nız başarılı olmuşsunuz demektir. Muhatabınız duyarlı ise zaten kampanya daha büyümeden sizinle iletişime ge-çer ve konuyu çözer. Fakat duyarsızsa ve sorunların far-kında olmayı kabul etmiyorsa, sorumlu olduğu kitlelere karşı duyarsızsa imza sayıları gitgide büyür ve büyüdükçe muhatabın hatası veya tepkileri dinlemediği daha çok ortaya çıkar ve itibar kaybeder. Bahsettiğim gibi muha-tabınızın e-mail adresini girerseniz, ona belirli aralıklarla

bir konuda hassasiyet gösteren, çevre-sindeki bir şeyi değiştirmek için kendisi gibi düşünen kişileri de harekete geçir-mek isteyen herkes Change.org saye-sinde önce online platformda sonra da sahada örgütlenebilir.

Aktivist: İlginç kampanyalar da olmuş-tur mutlaka… Bize birkaç örnek verebi-lir misiniz?

Uygar Özesmi: Sara hastası Sibirya kurdu Wolfie, sahibinin Change.org’da yürüttüğü kampanya ve azmi sayesinde evinden olmadı. Wolfie’yi apartmandan atmak isteyen komşular, zor durumdaki bu köpekle dayanışan 7,500 kişi saye-

sinde bu isteklerinden vazgeçti. Wolfie evinde ailesiyle yaşamaya devam edi-yor. Bir başka örnek de Boğaziçi Üniver-sitesi öğrencilerinden. Boğaziçi Üniver-sitesi’nin halka açık, boğaz manzaralı yerine koyulan devasa reklam tabelası öğrencileri harekete geçirdi. İnşaatı devam eden metronun çıkış noktasına denk gelen manzaranın reklamla kapa-tılmasını istemeyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından kısa sürede 2.446 imza toplandı. İstanbul Büyükşehir Bele-diyesi direkt olarak kampanya sahipleri-ne Twitter üzerinden resmi yanıt verdi ve reklam tabelasını kaldırdı.

45

Page 46: Aktivist Dergi 7. Sayı

uyarı gider ve kampanyayı başlatan ile iletişime geçmesi önerilir. Diyelim ki talebinize ulaşamadınız, yine de size imza verenlere bu konuyu anlattığınız için başarılı oldu-nuz demektir. Talebine ulaşanlara bakacak olursak plat-formda her hafta en az 3 kampanya başarılı oluyor. Tam rakam istiyorsanız, şu ana kadar Change.org üzerinde 270 kampanyanın talepleri muhataplar tarafından kabul edilerek başarıya ulaştı, bu kampanyalara imza atan insan sayısı 1 milyon 130 bin kişi, yani platform üzerinde imza atanların neredeyse yarısı en az bir kampanyada arzu ettiği değişimi gerçekleştirmiş.

Aktivist: Ekibiniz de imza kampanyalarına katılıyor mu? Siz en çok hangi konulara hassasiyet gösteriyor-sunuz?

Uygar Özesmi: Biz hiçbir kampanyanın tarafı değiliz. Tabii ki kendi kişisel hassasiyetlerimiz dâhilinde imzala-dığımız kampanyalar oluyor; bunlar da toplumun has-sasiyetleriyle örtüşen konulardaki kampanyalar. Sitede açılan kampanyaların konu dağılımına baktığımızda ise aşağıdaki gibi bir tabloyla karşılaşıyoruz;

İnsan hakları 35%

Eğitim 18%

Çevre 17%

Hayvan hakları 10%

Ekonomik Adalet 8%

Ceza Adaleti 6%

Sağlık 6%

Diğer 1%

Aktivist: Son olarak, slacktivizm, clictivizm, pijama aktivistleri, bordo klavyeliler, tatlı su aktivisti… Saha-ya inmeyip sadece sosyal medyada fikir söyleyenle-

re özel türetilmiş deyimler… Bu yorum-ları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uygar Özesmi: Bu tarz terminolojilerin çıkması güzel bir şey çünkü online kam-panyalara ne kadar çok kişinin katıldığını ve artık bu konunun hayatımızın bir par-çası olduğunun göstergesi. Tabii yapılan araştırmalara ve Türkiye’deki eğilime de baktığımızda internet ortamındaki ve sahadaki eylemlerin birbirinden ayrılma-dığı zaman başarılı olduğunu görüyoruz. Amerika’da Georgetown Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre de internet eylemlerine katılanlar, katılmayanlara oranla gündelik hayatta 2 kat daha fazla gönüllü oluyor ve bağış veriyor. İnterne-tin, yani online kampanyaların, farkın-dalık yaratmak ve bir değişim etrafında insanları harekete geçirme konusunda geleneksel yollara göre daha az zahmetli olduğu bir gerçek. Ancak eskiden kâğıt üstünde imza kampanyası başlattığınız-da imza atanlarla ilişkiniz sadece o anla sınırlıydı. Fakat Change.org’da bir imza kampanyası açtığınız anda örgütlenme-ye başlıyorsunuz çünkü bir örgütün ilk gereği olan birden fazla insan olma ko-nusunda adım atıyorsunuz. Başarılı olan kampanyalara baktığımızda da genelde örgütlenme ve muhatapla diyalog ku-rabilmenin belirleyici bir faktör olduğunu görüyoruz. Kampanyanızı açtığınızda sizi destekleyenlerle haber paylaşıyor, mesaj gönderiyor, onları kampanyayı büyütme-ye, bir toplantıya, gösteriye ya da bir sos-yal medya eylemine çağırabiliyorsunuz. 8.000 yıllık Hevsel Bahçeleri’ni baraj suyu altında kalmaktan kurtaran kampan-yanın sahibi Mehmet Ali Yalçıner hem 34.654 imza topladı hem de bahçede nöbet tuttu. Cafer Ağa Dayanışması’nın yürüttüğü Moda Afet Toplanma alanının otopark yapılmasına karşı günlerce alan-da eylem yürütüldü. Kaş Yunus Parkı’nın kapatılmasına karşı açtığı kampanyada Yazar Buket Uzuner ise atılan imzaları bas-tırıp kampanyanın muhatabına yönelik bir imza teslim eylemi gerçekleştirerek, Kaş Meydanı’nda hayvan severler ile bir miting düzenledi. Change.org kampan-yaları da gösteriyor ki internetteki ve sa-hadaki eylemleri birbirinden ayırmak artık mümkün değil.

46 Kasım - Aralık / 2014

Page 47: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sürdürülebilirlik Deyince...

www.e ko i q .com

tw i t t e r. c om/e ko i qfa cebook .com/eko i q

Page 48: Aktivist Dergi 7. Sayı

karar

Bu örneklerin ortak noktası; günlük yaşam içinden karar anla-rını temsil etmeleri. Büyük ya da küçük kararlar da olsa,

her eylemin arkasında bir karar vardır, hatta bilinçliy-se eğer eylemsizliklerin ardında da karar vardır.

Karar olgusu, bir sorgulama sürecidir oysa önemli olan bu sorgulara hâkim olabilmektir.

Hayatımızın her anında karar vardır ve ka-rar vererek bir şey yapmadığımız anlarda ise kararsızlık gelir ve o boşluğu kendine göre doldurur.

Karar Vermenin Anatomisi

Karar bir disiplin meselesidir; ilk mad-demiz bu. Yani karar verebilmek, yapa yapa gelişen bir beceridir.

Dolayısıyla zor anlarda karar ver-meden, karmaşık durumlarda karar vermeden önce basit konularda pratikler yapılabilir.

Benim en sık uyguladığım alan gar-sonlardır. Belki fesleğenli bir ayran siparişi ile reyhanlı limonatayı kıyasla-

mak, belki de dürümü soğansız iste-mek ya da istememek. Her sefe-

rinde zihnimden “şu an ayran içmeye karar veriyorum”

gibisinden cüm-leler

İyi bir evlilik adayınız var, nasıl harekete geçeceksiniz? Garson ne alacağınızı soruyor, ne cevap vereceksiniz? Kariyer planları yaptığınız sırada çok çekici ama zorlayıcı şartları da olan bir iş

teklifi aldınız, ne yapacaksınız? Kitaplığınıza gittiniz ve “Bir kitap okuyayım” dediniz, ama aklınızda bir şey yok, ne seçeceksiniz?

Oy pusulasının karşısındasınız, bir parti geçiyor aklınızdan ama çekinceleriniz de var. Pusuladaki kime karar vereceksiniz?

Mustafa Emin Palaz

Kriz Çözücü

[email protected]

iş yaşamı 101

48 Kasım - Aralık / 2014

Page 49: Aktivist Dergi 7. Sayı

geçiriyordum, böylece o basit sipariş anı, zihnimde koca bir karar hissi doğuruyordu.

Ne istiyorum? Yemek mi içmek mi: İçmek.

İhtiyacım ne, “Ne elde etmek istiyorum?” Serinle-mek, susamışlığımı gidermek, keyif, tasarruf… Keyifli bir serinlik istiyorum.

Bunun için neler olabilir diye menüye bakarken araya bir soru sıkıştırıyorum: “Son günlerde sağlıklı tüketime yöneldim, yine sağlıklı bir şeyler mi içmeli-yim?” Zihnimden çıkan evetse, alkol, gazlı içecekler ve diğer garip şeyler eleniyor. En güzel seçenek meyve suları kalıyor. En sevdiğim meyve ananas ve menüde de ananas suyu var. Garson uyarıyor “Ananas suyumuzu nektardan yapıyoruz ama şef-tali, elma ve portakalı taze sıkıyoruz.”

Karar vermek iç bir süreçtir ama dış faktörler de bu süreci etkiler ve kararı sınar. Hazır bir şey istemiyor-sam ananası değiştiririm ama ananas tadına içim eriyor. Bu sebeple bir beklentimi çiğneyerek ananas suyuna karar verebilirim.

Bu, süreçsel karar alma dediğim bir yolun kabaca özeti. Günlük hayatta, iş yerinde bir sırrı paylaşırken, sırrı paylaşmaktan vazgeçilirken, eşine hediye alır-ken, garsona sipariş verirken ve daha birçok alan-da bu süreç var. Beklentilerinize ve parametrelere göre akan bir karar süreci.

AKUT: Anlık Karar Uygulama Tekniği!

Şirketin büyüme kararları, yatırım kararları veya bireylerin evlilik kararları, üniversite tercihleri gibi ka-rarlar az önceki süreçler sayesinde ortaya konabilir. Ancak hiç hesapta olmayan krizler ortaya çıktığın-da veya yine hiç hesapta olmayan fırsatlar göz kırptığında ne yapılacak?

Bir gün farklı şirket temsilcilerinin olduğu bir toplan-tıda, küçük bir gelişmeyi paylaşıyordum. O sırada grubun paydaşlarından biri olan başka bir işadamı ayıp bir şekilde hem sözümü kesti, hem bana karşı çıktı, hem de inceden rest çekti. Hedefi ben değil-dim aslında, birlikte iş yaptığım kişilerden birisiydi. O an ortama beni hedef alan soğuk rüzgârlar yayıldı. Ego ile sert bir çıkış, ufak bir öfke ve güç gösterisi yapmak üzereydim. Ancak bu işte tek başıma de-ğildim, hem kendi kurumum hem de temsil ettiğim başka bir kurum daha söz konusuydu ve anlık ref-lekslerle itibar kaybetmek istemedim.

Peki ne durumdayım? İçinde bulunduğunuz du-rumun analizi kilit kaynaktır. Gereksiz bir densizlikle karşılaşmıştım, dünyanın sonu değildi. Bizzat benim-

le ilgili bir sıkıntı değildi ama dolaylı olarak bana dokunuyordu. O halde bir eylemde bulunmam gerekiyor.

Peki ne istiyorum? Beklentileriniz kararınız için ki-lit başka bir kaynaktır. O an istekler listesi yaptım zihnimden ve eylemim ne olacaksa bu isteklere hizmet etmeliydi. O kişiye haddini bildirmek ise hiz-met etmiyordu. Ben de onu kibar ve sevimli bir dille rekabete çağırdım.

İçinde bulunduğum durum, ulaşmak istediğim/isteyebileceğim hedef, beni o hedefe ulaştıracak eylemler ve kaçınmam gereken eylemler… AKUT bu unsurlardan oluşuyor.

Bir başka örnekle AKUT’u inceleyelim. Bir gün müş-terilerimden biri acil olarak beni çağırdı. Global bir müşterisinin ona yolladığı yeni bir sözleşme her şeyi-ni, sahip olduğu-olabileceği maddi-manevi her şe-yini riske atıyordu. Merak edenler detaylı paylaşım için buraya tıklayabilir, biz konumuza sadık kalalım.

O gün çalıştığım yönetim köşeye sıkışmıştı. Peki ne istiyordu? Güven ortamı. Onları bu müşterisiyle gü-venli bir iş ilişkisine nasıl taşırız diye sorduk ve bunun üzerine kararlar doğurduk. Sonuç ne olmuştu? Her şeyin riske edildiği o krizden cirolarını üçe katlayıp çıktılar.

Peki hiç adım atamıyorsak veya ne yaparsak yapa-lım iki seçenek arasından yol alamıyorsak ne yapa-biliriz? Jeanne D’Arc’a gökten indirilen kılıç misali, tavla kültürümüzden bir ilham öneriyorum: Zar veya daha da basiti yazı-tura.

Önünüzde iki olasılık var. Yazı a seçeneği, tura da b seçeneği. Sonuç için yine iki olasılık var: Ya çıkanı yapacaksınız ya da içinizden geçene kulak verip yazı-turadan bağımsız karar vereceksiniz.

Bir şeyi yapmak ya da yapmamak şeklinde bir ka-rara varmak da olabilir, iki seçenekten birini seçmek de olabilir. Bu ay sonunda kısa bir tatil kaçamağı yapmak ya da yapmamak gibi düşünebiliriz. Ya da seneler önce tanıştığım bir gezgin, “Bulgaristan mı?-Yunanistan mı?, Bulgaristan ise yazı değilse tura gelsin” diyerek yazı-tura ata ata geziyordu.

Karar vermek günlük yaşamın içinden olağan, do-ğal bir süreçtir. Size ise nasıl bir noktada olduğunuz ve ne istediğinizi tanımlamanız düşüyor. Durumun önemine göre bu kıstasları daha nitelikli belirlersiniz ve olasılıkları da bu veriler ışığında eleyerek karara varırsınız.

Sorularınız, özellikle alınamayan ciddi kararlarınız ile çetrefilli durumlarınız için rahatlıkla benimle iletişime geçebilirsiniz.

49

Page 50: Aktivist Dergi 7. Sayı

Dicle Tigris

[email protected]

kişisel gelişim

Doğu felsefesi olan Sufizm’le, Batı’nın Ego-Psikolojisini harmanlayarak Batılı insanın kendisini tanımasına ve yeniden keşfetmesine yardımcı olmasını amaçlayan semi-nerler veren ve İstanbul’da yaşayan Emilio Mercuriali, hakiki ve sahte irade konu-sunda bizi aydınlatıyor.

Hakiki benliğimize uyanma yolculuğu başlasın!

Hakiki insan doğasının “Hakiki İradesi” ve sahte bir kalıp olan “Ego’nun İradesi” arasında ayrım yapıyorsunuz. Biraz açar mısınız?

Emilio Mercuriali: “İnsan, sonradan ego denen kalıbı ‘geliştiren’ ama aslında her zaman, en başın-dan beri bütün bir öze sahip, ruhsal bir varlıktır. Za-manla bu öz unutulmuştur, onunla temas kopmuş-tur. Bizimle yaşayan, bizi oluşturan salt ego varmış gibi bir tablo çıkmıştır. Özle temasımız gelişemeden, egomuz gelişmiştir.

İrade ise, niyetimizi hayata geçirmektir. Hakiki insan doğası, bunu yumuşaklıkla, uyum sağlayarak ya-par.

Ancak ego şöyle düşünür: Ben bunu nasıl yapaca-ğımı bilmiyorum. Ego, denemeye bile kalkışmaz.

Özümüzle temas kurmayı yeniden başardığımız-da (ki, bu çok zor değil) ondan güç alıp yapmayı bilmediğimiz şeyleri deneyebiliriz. Özümüz doğal olarak dener, yapmanın bir yolunu bulur veya yapıl-ması imkânsız bir şeyse, bunu kabul eder. Yumuşak bir iradedir bu. Bu yumuşak irade, inatçı değildir, zorla yapmaz ve yapacağını takıntı haline getir-mez. Takıntılar hep ego’dan gelir.

Hakiki insan iradesi, su gibi, akacak bir yol bulan iradedir.

Suyu örnek alın: Su, inat etmeye karar verdiği için mi akar? Hayır. Su için akarak yolunu bulmak dışın-da bir olanak yoktur.

Hakiki insan iradesi, su gibi, akacak bir yol bulan ira-dedir. Onun önünde bir baraj bile olsa, su bir yolunu bulur. Herhangi bir zorlukla karşılaşan insan, ‘Ne ge-rekiyorsa yapacağım’ der, su gibi, akışa doğal bir güven duyar, kaygıdan kendi kendini yiyip bitirmez.

Doğal iradede çaba ve itme yoktur. Hakiki ira-de kendiliğinden akar. Zorlukla karşılaşıldığında, buna cevap verilebilir, yani bir çözüm bulunabilir. Ego’nun iradesi gibi buldozere dönüşüp önüne çı-kanı zorluğu yıkmaya çalışmaz. Ego katıdır. Doğal iradeyse uyum sağlar; her durumu göz önünde bulundurabilir.

Spiritüel yaşam yolculuğumuzda, dönüşümü de destekleyen bir tavır olarak, bu iradeyle yeniden temas etmek istiyoruz.

Biz, kendimize has, eşsiz nehirleriz

50 Kasım - Aralık / 2014

Page 51: Aktivist Dergi 7. Sayı

Hakiki irademizle yeniden nasıl tema-sa geçebiliriz?

Emilio Mercuriali: İlk adım, şu andaki hakiki durumunun farkına varmaktır. Şu anda her ne oluyorsa, onu hisset-mektir. Biz, kendimize has, eşsiz nehirleriz. İrademizi, Amerikan akımının tarzı olan ne olursa olsun ‘yaparsın’ şeklinde bir tezahüratla pompalamayız. İçinle ger-çekten temasa geçti-ğinde, kaybetmeyi de, kazanmayı da kabul edersin. Önemli olan kazanmak değildir.

Dicle: Hara merkezi nedir?

Emilio Mercuriali: Göbeğimiz-dir. Yani insan ruhunun gerçeklikle temas ettiği merkezdir, ‘arabayı’ kul-landığı yerdir. Düşünerek araba kul-lanamazsınız. Spontane, doğrudan kullanırsın. Merkezinden yaşamak, do-ğal ve kendiliğinden yaşamaktır. Karnınızla daima temas ve farkındalık içinde kalınca, çaba göstermeden araba kullanırız. Doğal iradeyle yaşam, spontan hale gelir, özgüven içinde hisse-deriz. Her ne olup bitiyorsa, ne kadar zor olursa, olsun, onunla kendi içimizde dingin hissederiz. Duy-gularımızı yadırgamayız.

Ancak bu bir süreçtir. Aniden olmaz. Bu hal içine adım adım geliriz. Yolculuğumuzun, olumlu, olumsuz tüm deneyimleriyle gerçekten temas içinde kala-bilmek ve iniş, çıkışlarda yılmamak için de hakiki irademize ihtiyaç duyarız. Aksi takdirde, spiritüel yolculuğumuz, ara sıra dile getirdiğimiz yüzeysel bir felsefe, inanç sistemi ya da bir kaçış haline gelir. “Bu gruba dahil olsam yeter, artık kurtuldum.” Gibi bir şey olamaz. An be an, yaşam yolculu-ğumuzla dürüstlük içinde kalma iradesi gerek-mektedir. Yoksa, yolculuk bir yalana dönüşür.

İnsan kendini farkında olmadan sürekli olarak baltalıyor mu?

Emilio Mercuriali: Süperego, sürekli olarak bizi hakiki yaşam deneyimin-

den alıkoymaya çalışıyor. Yani yorumsuz, saptırmasız, dolaysız olarak tüm duyula-rımızla, hem içsel, hem dışsal hislerimizle şimdiki anı deneyimlememizi engelleme-ye çalışıyor.

Neden?

Emilio Mercuriali: Çünkü yaşamın tehli-keli olduğuna inanıyor.

Sınırlı bir anlayışı olan ve riske girmek istemeyen aşırı koruyucu bir savunma sistemi gibi.

Farkındalığın da biraz zamana ihtiyacı olacak uyanmak ve uyanık

kalmak için

Emilio Mercuriali: Evet, aynen öyle. Biz henüz

küçükken, savun-masızken

51

Page 52: Aktivist Dergi 7. Sayı

hayatta kalmamızı sağladı, baş edemeyeceğimiz duygularımızı unutmamızı sağladı süperego. Şimdi yetişkiniz ve farkındalığımızı kullanarak bu zararlı bağları çözebiliriz. Artık bu kadar korunmaya ve hislerden kaçmaya ihtiyacımız yok, çünkü yaşa-mayı kaçırıyoruz. Süperego, bize kendimizi karın bölgemizde gergin ve rahatsız hissettiriyor. Deneyin ve karın bölgenizi hissedin, hemen şimdi. Nasıl? Ger-gin olduğunu, gevşek ve geniş hissetmediğini fark edeceksiniz. Göbeğimizin merkezi, aynı zamanda irademizin merkezidir. Orası gerginse, doğal irade de rahat akamaz, açığa çıkamaz.

Bunu fark edince ne yapalım?

Emilio Mercuriali: Sadece bunu an be an fark etme egzersizine devam etmek yeterlidir. Bir şeyi değiştirmeden, sadece sessizce tanık olmak bize yepyeni kapılar açacaktır zaten. Ama her gün, mümkün olduğunca sık aralıklarla farkındalık egzer-sizleri, karın bölgesi ‘durumu tespiti’ yapmak gerekir. Egonun da gelişip yönetimi ele geçirmek için uzun yılları vardı. Dolayısıyla farkındalığın da biraz zama-na ihtiyacı olacak uyanmak ve uyanık kalmak için.

Karnımız rahatsa, merkezimiz bize nasıl bir me-saj vermiş olur?

Emilio Mercuriali: Merkezimiz “Ben kendim olabi-lirim ve hayatımı yaşayabilirim. Gerekli kaynaklarım var.” der.

Ne güzel. Kaygıların ve depresyonların sonu gibi geliyor kulağa.

Emilio Mercuriali: Evet, depresyon, yetersizlik hissin-den kaynaklanabiliyor. Oysa merkezinde rahat ve dingin bir insan kendine “Mükemmel olmak zorun-da değilim.” der.

Ego ne der?

Emilio Mercuriali: Ego yalnızca başkalarından onay alırsa, kendine güvenebilir. Bu güven hakiki değildir, sahte bir güvendir. Sürekliliği de yoktur. Bunun yerine, kendi içimize çapa atarsak, hakiki güvenimizle temasa geçeriz: O süreklidir.

Egonun tamamen farklı bir koşullara bağlı bir güven

elde etme sistemi vardır: Başkalarından gelen ona-ya ve başkalarıyla karşılaştırılarak haklı durumunda olmaya veya dış görünüşüne bağımlıdır.

“Ben ondan daha iyiyim, çünkü çok sıkı çalışıyorum.”

Dış görünüşle nasıl güven oluyor?

Emilio Mercuriali: Özgüvenini dişiliği veya erkeksi-liğiyle çekici bir dış görünüşle elde edenler, sürekli olmayan, koşullara bağlı sahte bir güven hisseder-ler. Bunlar hakiki özlerle ilgisi olmayan, fikirlerdir; içle-ri boştur.

Böyle insanlar şöyle der: “Ben ondan daha iyiyim çünkü çok sıkı çalışıyorum.” Ama bu yalnızca bir kanıdır, ‘hakiki benlik’ten veya hakiki iradeden gel-mez. Koşulludur. Ayakta tutulmak için çaba gerek-tirir: Sanal gerçekliktir. Gerçek özgüvenin herhangi bir çabaya, giysiye, süse ihtiyacı yoktur.

Bazı günlerde sürekli kendimi başkalarıyla karşı-laştırdığımı, yargıladığımı hissediyorum.

Emilio Mercuriali: Bunun ne kadar sık olduğunu samimiyetle fark edersen, bunun aslında sadece egonun kendini sonsuza dek tekrarlayışından başka bir şey olmadığını anlarsın ve kendini ego’yla o ka-dar da özdeşleştirmemeye başlarsın. Sen ego’dan ibaret değilsin. Merak etme, herkesin egosu tama-men aynı şeyi yapar, kendini suçlama, sadece tanı.

Ama benim ego’m pek “ondan daha iyiyim” de-mez, daha çok “ondan daha aptalım” der…

Emilio Mercuriali: Çünkü ego’nun iki temel tipi var-dır:

1. Dövüşçü, zorlayıcı, iten, çaba sarf eden ego tipi.

2. Çekimser, kararsız, geride duran, kaçan, güvenli yolu seçen ego tipi.

Ancak Egonun sunduğu gerçeklik algısına kanmak, insanı gerçeklikten koparıyor. Günlük meditasyonla bu kopma halinden uyanabiliriz.

Dönelim, ilk adımları atıp yürümemizi sağlayan haki-ki irademize. Kendinize şu soruyu sorun: İradenizi kim yönetiyor? Siz mi, egonuz mu?

52 Kasım - Aralık / 2014

Page 53: Aktivist Dergi 7. Sayı

İradeyi ego yönettiğinde ne oluyor?

Emilio Mercuriali: Ego, irademizi ‘rehavet bölge-sinde’ tutar, yani alışkanlıklardan, rutinlerden oluşan ve risk alınmayan bir bölgede tutar. Ego, neye ih-tiyacı olduğunu bildiğini sanır. Sürpriz istemez. Ego, hakiki irade yerine, istediğini bize yaptırır. İş, her gün meditasyona oturmak gibi, gönlümüzde yatan gerçek tutkulara gelinceyse, ego bize izin vermeyi unutur. Bu nedenle, irade gücümüzü ondan yeni-den geri kazanmalıyız. Hakiki irademizle yeniden temas kurabilmek için egomuzu bir şekilde kırmak gerekiyor. Bunun ne kadar zor olduğunu, her gün tekrarladığınız minicik herhangi bir alışkanlığınızı de-ğiştirmeye çalıştığınızda görürsünüz.

Hakiki irade egonun esaretinden kurtulup özgür olana kadar başta çaba gerekiyor.

Daha önce ‘hakiki irade’ çaba gerektirmez de-miştiniz…

Emilio Mercuriali: Hakiki irade egonun esaretinden kurtulup özgür olana kadar başta çaba gerekiyor. Özgürlüğe kavuştuktan sonra iradenin çabaya ihti-yacı yoktur.

Yeni beceriler edinmeyi, bilgiler öğrenmeyi red-detmeden herhalde değil mi?

Emilio Mercuriali: Tabii ki yeni beceri ve bilgiler için çaba ve emek harcayacağız. Ancak karar ve-rirken, egonun yaptığı gibi artıları, eksileri listeleyip kararlar okyanusun ortasında kaybolmuş gibi hisset-mez. Kararlar doğal olarak alınmış ve önüne gelmiş gibi hissederiz. Yani nevrotik hissetmeden, dingin bir keyif ve mutluluk içinde akışta hissedeceğiz.

Belki de “Yaşıyoruz” yerine “Akıştayım” diyece-ğiz :)

Kaynak: Yedigöller, Beyaz Öz İnziva Kampı, Emilio Mercuriali, daha ayrıntılı bilgi için:

essenceofself.net

53

Page 54: Aktivist Dergi 7. Sayı

Hakan AyvazPara Psikoloğu

[email protected]

finans

Yazımıza yine birkaç soruyla başlamak istiyorum. Sorular önemli. Biz düşünen insanların soruyor ve sorguluyor olması son derece önemli. Bir gün artık sormamaya ve sorgulamamaya başlarsanız, artık reflekslerinizle yaşamaya başlamışsınız demektir. Ve bu durum sizi doğada farklı kılmayacaktır. Ki bu şe-kilde yaşayan azımsanmayacak bir kitle olduğuna inanıyorum. Maalesef.

Değişim mi, gelişim mi?Değişimi tetikleyen unsurlar neler?Değişmeye zorunlu muyuz?Sadece insanlar mı değişir?Karar vermek bu işin neresinde?

Yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğidir değişim. Doğdu-ğunuz andan itibaren düzenli olarak çekilmiş fotoğ-raflarınıza bir göz atın. Kaçamayacağınız, üzerinde hiçbir iradi etkinizin olmadığı değişimi göreceksiniz. Basit anlamda yoğun bir fiziksel değişim geçirdi-ğinizin kanıtı bu fotoğraflar. Biraz daha dikkatli ba-karsanız karmaşık anlamda yoğun bir değişim ge-çirdiğinizi de göreceksiniz bu fotoğraflarda. Fiziksel olmayan, mental değişikler de yaşamış olduğunuzu hissedeceksiniz baktıkça. Giyim tarzınızın, duruşunu-zun, bakışınızın değiştiğini de göreceksiniz. Tespit et-tiğiniz fiziksel farklılıklar gelişimsel değişim. Fiziksel ol-mayanlar da mental değişimin yansımaları. Demek ki gelişimin kendisi zaten bir değişimmiş.

Değişimi tetikleyen unsurların başında geliyor geli-şim. Hepimiz doğduğumuz günden itibaren gelişiyo-ruz. Başlarda daha yoğun ve hızlı, sonradan daha yavaş ama çok daha hayata ve hayatın anlamına dair.

Değişimi tetikleyen birkaç unsur daha var. En evren-seli zaman. İlerleyen zaman sizi değişmeye zorluyor. Zaman unsuru, hiçbirimizin müdahale edemeye-

ceği, evrenin öğrendiği ve tüm canlılara öğrettiği bir unsur. Yaşamın en acımasız ama aslında birçok değişimi de anlamamıza ve algılamamıza yardım eden en kuvvetli yapısal unsuru. Zamanla değişim diyoruz çoğunlukla buna. Zamanı öğrenmemiş ol-saydık bu değişimi açıklamamız imkânsız olurdu.

Diğer bir unsur refleks. Canlı ve içinde canlıların bu-lunduğu tüm organizmalar refleks tepkisi ile değişir-ler. Bildiğiniz gibi, canlı organizması yaşadığı her an kayıttadır ve öğrenir. Her öğrendiğini oluşmuş kendi yapısına göre klase eder ve dosyalar. İşte oluşan bu dosya deseni de her duruma göre refleks hareket-leri yaratır. Bu refleks hareketleri de ister istemez de-ğişimi getirir yaşamımızda. Canlılar dedim. Ama bir de canlıların oluşturduğu organizmalar da dedim. Aileler, şirketler, topluluklar, camialar, cemaatler ve hatta devlet gibi örneklenebilecek bu organizmalar da refleks hareketinin tetiklediği bir değişim geçirir-ler. Kaçınılmazdır.

Değişimi tetikleyen bir diğer unsur öğrenmedir. Öğ-rendiklerimiz tüm çevre etkenlerine göre müthiş farklılık gösterir. Bu sebeple de öğrenmenin tetikle-diği değişim de inanılmaz farklılıkları barındırır. Her insanın öğrenme ile tetiklenen değişim süreci bu nedenle birbirinden farklıdır. Birbirimizi anlayamıyor oluşumuz, anlaşamıyor oluşumuz da bundandır. Tüm bunlar insanoğlunun doğadan öğrendiği kabullen-meyi ve uzlaşmayı geliştirmesini açıklar. Kullanmasa da bu bilinç var insanlarda. Fiziksel değişimini bile te-tikleyebilir öğrenme. Siz çok sıçrarsanız vücudunuza uzamayı öğretirsiniz ve fiziksel olarak uzayarak deği-şirsiniz. Neden sıçrıyorum peki diye bir soru sorabilirsi-niz. Buna birazdan geleceğiz.

Tetikleyen bir başka unsur da dayatma. Bana göre doğallığa yapılan müdahalelerin en akıl almaz olan-larından biri de dayatma. Sonuçları bazen acımasız olabiliyor. Çevremiz, toplum ve hatta otoritenin da-yattığı bazı kayıtlar, değişimi kuvvetli bir şekilde tetik-

Değişim:Yaşamın kaçınılmaz gerçeği

Bu sayının konuları olan Karar vermek ve Değişim son derece hayatın içinden ve son derece önemli konuları barındırıyor içeriğinde. Özenle oluşturulduğunu ve çok isabetli bir konu seçimi olduğunu düşünüyorum. Kutlarım.

54 Kasım - Aralık / 2014

Page 55: Aktivist Dergi 7. Sayı

liyor. Ve farkında olunması en güç olan değişimlere sebep oluyor. Yaşamınızda bu farklılıkları değişim olarak algılayamıyorsunuz. Sinsi ve derinden hareket ediyor. Yaşamınızın son çeyreğinde fark edebiliyorsu-nuz çoğunlukla. Doğada da örneklerine rastlıyoruz. Siz bir ağacın hemen yakınına duvar örüyorsunuz ve ağaç bu dayatma karşısında ışık ve diğer ihtiyaçları-na ulaşmak için diğer tarafa yatıyor. Dayatıyorsunuz ve ağaç değişiyor. Dayatmalar nedeniyle bu tür bir değişimi az da olsa engelleyebilenlerin, bu duruma karşı oluşturmuş olduğu tepkisel refleks hareketi ile bunu başardığını görüyoruz. Ki bu da epeyce “aykı-rı” bir yaşam demek. Hangisinin sağlıklı olduğu konu-su biraz karmaşık.

Her İstek Bir Projedir ve Değişim Kaçınılmazdır

İrdeleyeceğimiz son unsur ise istek. Bence en önemli unsur. Canlı ve canlıların oluşturduğu tüm organiz-maların yaşadığı en sağlıklı değişim istekle tetikle-niyor. Düşünen, soran ve sorgulayan organizmalar, kendileri ve içinde bulundukları topluluklar için çeşitli istekler geliştiriyor. Ve bu istekler de değişimi, deği-şim süreçlerini tetikliyor. Bu sebeple yazımın başında soruların önemli olduğunu, yaşam içerisinde sorgu-lamanın hayati önem taşıdığını dile getirdim. Aksi takdirde reflekslerin ve dayatmaların tetiklediği de-ğişime mahkûm oluruz. Ancak, şunu rahatlıkla söy-leyebilirim ki, düşünebilen ve sorgulayabilen hiçbir organizma bu mahkûmiyeti yaşamayacaktır.

İstek, yaşam içerisinde bir projedir. Ulaşılmak istenen, hedeflenen her istek birer proje dosyası olarak kayıt-lara girer. Ve değişim sürecine dâhil edilir. Bu adım-dan sonrası ise…

Karar Vermek

İşte tam da burada karar vermek dâhil oluyor işin içine. İstekle tetiklenen değişim ancak ve ancak kararlarla gerçekleşebilir. İşte düşünen, soran ve sor-gulayan organizmaları birbirinden ayıran en önem-li unsur karar vermektir. Yaşam içerisinde istediğiniz

kadar sorgulayın, istediğiniz kadar bu sorgulama-larınızdan istekler oluşturun ve bunları projelendirin, bu proje dosyasını değişim sürecinde ilerletebilme-niz alabileceğiniz kararlara bağlıdır. Alamazsanız, süreci kararsızlığa yönlendirirseniz proje rafa kalkar. Rafa kalkan her proje de bundan sonraki proje dos-yalarınız için daha zorlu bir süreç yaratır. Çünkü or-ganizma çok tehlikeli bir öğrenmeye girmiştir artık; kararsızlığı öğrenmeye başlamıştır. Bu da eğer bir reflekse dönüşürse projeler oluşup oluşup rafa kalka-cak demektir. Süreci böyle yaşamamızda fayda var diye düşünüyorum.

O takdirde karar almak son derece kritik bir süreç. Kararsızlığı öğrenen bir yapıya dönüşmeden önce bu konuda yapılası gereken şey çok basittir. Doğdu-ğu günden bu yana gelişimsel değişimi yoğun yaşa-mış ve tetikleyen tüm unsurlar ile değişim de yaşamış bir bireyin veya organizmanın karar alma süreci hiç kolay değildir. Refleks hareketlerinin, dayatmanın son derece yoğun yaşandığı bir yaşam içerisinde istekle oluşan bir projenin kararlarını alabilmek çok zordur. Çünkü bir bireyin isteyerek proje oluşturması yaşamının ilk dönemlerinde pek mümkün değildir. Uzun bir yaşanmışlık sonrasında, belirli bir olgunluğa gelmiş, sayısız değişim geçirmiş bir birey, sorgulama-ları ile düşünerek isteklerini oluşturabilir. Ve bu nok-tada kararlar almak, bileşenleri çok, bilinmeyenleri çok ve riskleri yoğun bir problemi çözmekten farksız olabilir. Ve size bu durumu kolaylıkla aşmanız için çok pratik bir yöntem sunuyorum.

Karar almayı öğrenmeniz gerekiyor. Ve bunu öğren-menin en pratik yolu da çok küçük, belki de yaşam içerisinde çok önemsenmeyecek alanlarda karar-lar alabilmeyi başarmaktır. Bu kararları almak belki yaşamınızda çok şey değiştirmeyecektir ama karar almayı öğrenmenizi sağlayacaktır. Dikkat edeceği-niz tek şey, bu kararınızın az da olsa yaşamınızda bir değişim sağlamasıdır. İlerledikçe kararlarınızı küçük küçük büyüterek yaşamınızda büyük değişimlerin kararlarını almaya doğru yaklaşacaksınız. İnanın sağlıklı olan da budur.

Keyifle küçük kararlar almaya başladığınızı görür gibi oluyorum. Keyifli ve kararlı günler dilerim.

55

Page 56: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj

Kişinin kendini tanıması, didikle-mesi, gözünü üzerinden ayırma-ması kadar güzel ve bir o kadar da acıtıcı bir şey olabilir mi? Kendi açıklarını, eksiklerini, güçlü ya da savunmasız taraflarını, kusurlarını, sivri, keskin, derin, sığ yanlarını bi-len insanın başka insanları da dün-yayı da daha kolay kabullendiğini düşüyorum. Diğer yandan dönüp dolaşıp ayağı en çok kendisine ta-kılmıyor mu insanın?

En çok çarptığımız duvar yine ken-dimiz değil mi?

En çok mücadele ettiğimiz…

En çok sevdiğimiz…

En çok kızdığımız…

En çok güvendiğimiz…

En çok eleştirdiğimiz…

Human Design kendimizle ilgili tüm yargılarımızdan bizi azat eden bir

sistem. Bizim de onu sevmemizin sebebi bu oldu sanki. Her insanın kendine has, özel bir tasarım oldu-ğunu savunuyor. Potansiyelimizi, güçlü ve gelişime açık yanlarımızı, doğru alanı bulamadığı için büyü-yemeyen gizli kalmış cevherlerimizi açıklıyor.

Belki de değişmek değil, farkında olmak gerektir diyor.

Bu ilginç sistemi ve Human Design ile öğrenebileceklerimizi www.humandesign-turkiye.com kuru-cularından ve danışmanlarından Banu Bozüyük Aktivist’e anlattı.

Aktivist: Human Design’i asıl siz-den dinleyelim…

Banu Bozüyük: Human Design Sis-temi aslında çok eski bilge öğreti-lerin sentezi olmasına rağmen çok yenidir. Keşiften ziyade bahşedilen bir armağandır. Sahibi de 9 Nisan 1948 yılında Kanada’da doğan

Alan Krakower olmuştur. Bu ar-mağanın sunuluşu da bana göre çok etkileyici. Sonradan Ra Uru Hu adı ile anılan Alan Krakower, yaşadığı bir dizi hayal kırıklığının ar-dından Akdeniz’de küçük bir ada olan İbiza’ya geçer ve bir süre İbi-za’da yaşar. 4 Ocak 1987 yılında çok üstün olan bir zekâ ile mistik bir karşılaşma yaşar. Bu zekâdan basitçe ‘Ses’ olarak bahseder. Evrenden engin bilgiler almaya başlar. Bu karşılaşma sekiz gün ve gece sürer. Bu süre boyunca ya-zıp çizmeye başlar. Ra Uru Hu’ya evrenin mekanik doğasının temeli öğretilir. İnsanlığa övgüler içeren, kendi dili ile mistik ve bilimsel bilgi-lerle detaylı bir şekilde donatılır. Bu bilgileri yazıya döktüğünde ortaya insan tasarım sistemini anlatan Human Design Sistemi çıkar. Ra, sonra deneyimledikleri ile istatistik-sel olarak verilen bilginin bilimsel, nesnel olarak gerçekliğini, Human Design için inanç sistemine ihtiyaç olmadığını, tamamen deneysel ve deneyimsel olup herkesin ken-

Human Desing kendinize

değiştirmeye çalıştığınız yönleriniz en güçlü dostunuz olabilir mi?

56 Kasım - Aralık / 2014

Page 57: Aktivist Dergi 7. Sayı

disi için doğruluğunu test edebile-ceği bir sistem olduğunu görür ve zamanla bu sistemi uygulayacak, başkalarına öğretecek master üs-tadlar yetiştirir.

Özü tanıma sistemidir. Dünyaya olmaya gelinen kişiyi tanımaya başladığınızda da birçok nokta-da insanlara fayda sağlamaya başlamıştır. Öncelik, kendini ta-nımaktadır. Bugün herkes bunun arayışında. Tüm kişisel gelişim yol-ları, öğretiler aslında öze dönüşü amaçlıyor. Bu sistem sayesinde çekirdek ailenizden başlayarak çevrenizdekileri anlamaya, sağ-lıklı iletişim kurmaya başlıyorsunuz. Çünkü anlamaya başlıyorsunuz, önce kendinizi sonra çevrenizdeki-leri. Anlamlandıramadığınız dav-ranışları anlamaya başlamak bir-çok noktada hayatı kolaylaştırıyor. Dolayısı ile evde, işte, okulda yani tüm yaşam alanlarında, her za-man kullanabileceğiniz bir sistem.

Aktivist: Human Design tam ola-rak bize ne gösterir?

Banu Bozüyük: Kendimiz açısın-dan bakacak olursak olmaya geldiğimiz ile mevcut halimiz ara-sındaki farklılıkları görürüz. Çünkü hayat boyu yaşadıklarımızla, aile, eğitim sistemi, iş hayatı içinde kar-şılaştıklarımız vb. her şey karşısın-da koşullanmalar ve şartlanmalar başlar, bunun sonucunda farklı davranış biçimleri geliştirir sonra bunları sahipleniriz. Böylelikle özü-müzden uzaklaşırız. Gümrük ca-miasında kullanılan bir tabir vardır, menşeine aykırı, başka bir deyişle kaynağından farklı. Biz de aynen böyle bir durumu yaşarız. O za-man hayatımızda arayış başlar; daha mutlu olmak, daha özgür olmak kısacası “kendimiz olmak”. İşte HDS ile tüm koşullanmalar ve şartlanmalar yaşanmadan oldu-ğumuz halimizi öğreniriz. Bunun-la birlikte güçlü ve gelişime açık yanlarımızı, karar mekanizmamızın nasıl çalıştığını, bu sayede doğru zamanda doğru olan kararı ala-bilmeyi, anlamlandıramadığımız davranış kalıplarımızı, öz kaynak-larımızı fark edebilir ve bu bilgileri yaşamımızı kolaylaştırmak ve yö-netmek adına kullanabiliriz. Bizim

için böyle iken bu bilgileri sevdikle-rimiz, örneğin en değerli varlıkları-mız çocuklarımız için öğrendiğimizi düşünün, sizce neler değişir? Aynı şekilde iş hayatında özünüze uy-gun çalışma imkânı yakaladığınız bir işte çalışmak nasıl olur? Ya da işinizde ekip arkadaşları ararken, tam da aradığınız kişilere ulaşabili-yor olmak yaptığınız işi nasıl etkiler? Vereceğiniz cevaplar sorduğunuz sorunun cevapları olacak bir an-lamda.

Aktivist: Peki biz bu verileri ha-yatımızda nasıl kullanabiliriz?

Banu Bozüyük: Öğrendiğiniz bilgi-ler kullanılmadığında hiçbir anlamı kalmaz. Bilgi kullanılmak içindir. Öğrendiklerinizi farkındalığa dö-nüştürür ve yaşamınızda uygula-maya koyarsanız bilgi amacına ulaşır. Bunun için de özünüzü iyi anlamalı, farkında olmalısınız. HDS ile kendinize dair ya da sevdikleri-nize dair öğrendiğiniz bilgileri dik-kate alıp kullanıyor olmak haya-tın sizi yönetmesi değil dümende sizin olmanız demektir. Dolayısı ile farkındalıkları yaşama yansıtmak gereklidir.

Aktivist: “Yaşamaya Geldiğiniz Kişiyi Keşfedin” diyorsunuz. Ger-çekten çok tahrik edici bir ifa-de. Zira hayatından daha doğ-rusu kendinden pek de memnun olmayanların sayısı az değil :) Biz kendimizi tanımıyor muyuz sizce?

Banu Bozüyük: Koşullanmalar ve şartlanmalardan bahsetmiştik. Memnun olmadığımız nokta işte burası zaten. Bunlar bizi özümüz-den uzaklaştırıyor, aslında olma-dığımız bir hamura dönüştürüyor. İçimiz yani hamurumuz aslında ne olduğumuzu çok net biliyor ama bir şekilde bunları unutuyor, de-ğiştiriyor, bu da yetmezmiş gibi bir de böyle olduğunu kabul etmeyi öğreniyoruz. Böyle olunca da ken-dimizden memnun olmuyoruz. Öz, kendine aykırı olanı bir şekilde iter. O zaman iç çatışmalar başlar, içte huzursuzluk başlar. O zaman ken-

dimizi yeniden keşfetme çabaları-mız da başlar. Öze dönüş yolculu-ğudur bu. HDS da bunu sağlayan etkili bir araçtır.

Aktivist: Astroloji, I Ching, Çak-ra Sistemi, Kabala gibi ezoterik sistemlerden bahsediyorsunuz. Ezoterizm konusunu ve bu sis-temleri biraz açar mısınız?

Banu Bozüyük: Ezoterik öğreti-ler içe, öze, insanlığın varoluşunu anlamaya yönelik felsefi öğreti-lerdir. Bir din veya inanç sistemi değildirler. Astroloji; Yunanca yıl-dız anlamına gelen ‘astro’ ve bilgi anlamına gelen ‘logos’ kelimele-rinden türemiştir. HD sistemi içinde astroloji, doğum anında etrafımız-daki güneş sistemini ve yıldız alan-larını esas alarak yer ve zaman-daki mutlak yerleşimimizin tespiti için kullanılmaktadır. I ching; Çin hexagramıdır (altılı çizgi). Çin-ce’de I ‘değişim, bilgelik’ gibi an-

lamlara sahiptir. Ching, ‘klasik eser, kitap’ anlamına gelir.

Çinlilerin insan doğasını daha

I Ching

57

Page 58: Aktivist Dergi 7. Sayı

iyi anlamak adına kullandıkla-rı bir araçtır. 64 hexagramdan oluşur. Her bir bölme benliğimizi hangi niteliklerin oluşturduğunu derinlemesine görmemize olanak veren eşsiz bir anlam taşır. Aynı zamanda insan genetiğinde 64 kod vardır. 64 hexagram bu kod-larla ilintilidir ve HD sistemi içinde 64 kapı olarak kendini gösterir. Çakra Sistemi; Çakra, Eski Hint dilinde “çark, tekerlek” anlamına gelir. Vücudumuzda, her biri bir hormon bezi üzerine yerleşmiş 7 temel çakra vardır. Çakralar fizik-sel bir gerçeğe dayanmaz, ama beden ve ruhsal yaşam arasında önemli bir köprü görevindedir. Tüm çakralar çark sistemi gibi birbiri ile bağlantılı olup, bir dişli gibi döne-rek evrensel yaşam enerjisini tüm vücudumuza taşırlar. HD Sistemin-de çakralar merkez olarak adlan-dırılır ve 9 merkez vardır. Kabala (Yaşam Ağacı); Kabala, değiş-meyen, ebedi ve gizemli ile ölüm-lü ve sonlu evren (ve onun yara-tılışı) arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlayan ezoterik bir öğretidir. Yaşam Ağacının dalları HD sistemi içinde enerji merkezleri arasındaki kanallar gibidir, merkezleri birbirine bağlar. Burada nötrinolardan da bahsetmek gerek. Hepimiz aslın-da nötrino sisteminden etkileniriz. Nötrinolar yıldızlar tarafından salgılanan, ışık hızına yakın bir hızda seyahat eden ve her şeyin içinden geçen ufak partiküllerdir. Biz bir hava atmosferinde yaşıyor-sak evren de bir nötrino atmosferi içinde yaşamaktadır. Günün her saniyesi bedenlerimiz trilyonlarca

nötrinoya maruz kalır. Nötrinolar ın kütlesi olduğundan biz dâhil içinden geçtikleri her şeyle bilgi alışverişinde bulunurlar. Nötrino-lar doğum anında içimizden geç-tiklerinde, o gezegensel bilgiyi içi-mize işler ve bırakırlar ve yaşamda nasıl etkileşime geçeceğimizi şe-killendirirler. Bu öğretilerden gelen tüm bilgiler bir sentez oluşturarak HD sistemini meydana çıkarmıştır.

Aktivist: Human Design ne gibi şeyler söylüyor?

Banu Bozüyük: Daha önce de bahsettiğim gibi bize bizi anlatıyor. Nasıl düşünüyoruz, nasıl hissediyo-ruz, nasıl etkileniyoruz, ne zaman nasıl doğru karara ulaşabiliriz, güç-lü özelliklerimiz, geliştirmeye ihtiyaç duyulan alanlarımız, çevremizi na-sıl etkiliyoruz vb. gibi birçok detay. HDS tüm bu bilgileri bize anlatı-yor. Bence can alıcı nokta karar mekanizmasında yatıyor. Çünkü hayatımız boyunca sorgular duru-ruz ben nerde yanlış yaptım diye. Karar mekanizmanızın nasıl çalıştı-ğını öğrendiğinizde (bu bilgiyi na-sıl kullanacağınızı da söylüyoruz) ve tabii ki siz de bunu hayatınıza geçirdiğinizde işte o zaman hata katsayınızı ciddi anlamda minimi-ze etme şansını elde ediyorsunuz.

Bizim en sevmediğimiz yönümüz ya da hayatımızda birçok şeyi engelleyen özelliğimizin, aslın-da bir lütuf olabileceğini duy-muştum. Raporlar ile ilgili oku-maları nasıl yapıyorsunuz?

Banu Bozüyük: Evet bu çok doğ-ru. Çünkü bu özellik bize verildi ve mutlaka bir işe yarıyor. Biz sadece bulunduğumuz nokta-da bunu göremiyoruz. HDS size bu noktada yol gösterici oluyor. Kişinin doğum bilgileri ile sahip olduğumuz yazılım üzerinden kişiye özel tasarım tablosunu çıkarıyoruz. Sonra da üzerinde çalışıyor ve çözümlemesini ya-pıyoruz. Buna okuma deniyor. Karşılıklı olarak veya internet üze-rinden görüntülü konuşarak bil-gi aktarımı yapıyoruz. Yaklaşık 1,5

saat sürüyor. Bu esnada ses kaydı alıyor ve kişiye görüşme sonunda bu kaydı sunuyoruz. Ses kaydı ola-rak sunmamızdaki amaç kişinin bunu birkaç kez, özümseyene ka-dar dinleyebilmesidir.

Aktivist: Human Design kişisel tasarım raporu için sanırım ger-çek bir danışmana da gerek var. Kimler yapıyor bu çalışma-yı? Ya da biz, HDS’ye ilgi duyu-yorsak, danışmanımızda ne gibi özellikler aramalıyız?

Banu Bozüyük: Ra Uru Hu’nun üstatlarından, bu üstatların yetiştir-diği eğitmenlerden eğitim almak ve belli bir tecrübeye ulaşmak gerekiyor. Bilgi tek ve ortak ama bir o kadar da derin. Her şekilde

bilgiye ulaşmak mümkün ama her alanda olduğu gibi iş bu bilgiyi aktaracak kişide. Birçok konuda uzman öğretmen var ama hepsi bilgiyi aynı şekilde aktaramıyor. Bunu en iyi çocuklarımızdan ya da kendi öğrencilik hayatımızdan biliyoruz. Tabii ki öncelikle doğru adresten eğitim almış bir danış-man seçilmeli ama ben bir şekilde kişinin arayışında doğru danışman ile karşılaşacağına inanıyorum. Tavsiyem mutlaka öncesinde gö-rüşme yapmak, detaylı bilgi edin-mek, hangi seviyede ve kimden eğitimler aldığını öğrenmek. Eği-tim 4 modülden oluşmaktadır. Son modül tamamlamadır. Tüm alınan bilgilerin en son sentezlenmesi ve nasıl sunulacağı üzerinedir. İyi bir danışmanın tüm bu süreçlerden geçmiş olması önemlidir. Sonrasın-

58 Kasım - Aralık / 2014

Page 59: Aktivist Dergi 7. Sayı

da sizin için doğru olan kişiyi zaten bulursunuz.

Aktivist: Bu raporu edinmek için çalışmalar nasıl gerçek-leşiyor, süreç ve fiyatlandırma hakkında bilgi verebilir misiniz? Banu Bozüyük: Sitemizden ( www.humandesign-turkiye.com) ister telefon ister mail yolu ile bize ula-şarak tüm detaylar hakkında bilgi almak mümkün.

Aktivist: Bize raporlarda çıkan sonuçlar ve kişinin farkındalığı ile ilgili yaşanmış örnekler anla-tır mısınız?

Banu Bozüyük: Ben aynı zaman-da Profesyonel Erickson koçuyum. Koçlukta gizlilik çok önemlidir. Görüşmede konuşulan kesinlikle orada kalır ve kimse ile paylaşıl-maz. Bu anlayış HD sistemi için de geçerlidir. Bu nedenle burada kendimden ve iznini aldığım danış-man arkadaşımdan yola çıkarak örnek vermek sanırım daha uygun olacak. Ben HD okumamı dinle-yene kadar tamamen farklı bir kişi olduğumu düşünüyordum. Güçlü yanlarımdan biri son derece man-tıklı olmamdı. Yaşamımı mantığım-la yönettiğime inanıyordum. Ama yine de mutsuzlukla sonuçlanan deneyimlerim oluyordu. Bunun se-bebinin aslında beni yönlendirenin mantık değil duygular olduğunu öğrendim. Duygular iniş çıkış gös-terir her zaman. Bende de ciddi pikler yapabiliyor ve bu zamanlar-da mantıklı karar verdiğimi düşü-nürken aslında o anda duyguları-mın esiri oluyormuşum. Tabii sonuç bahsettiğim gibi hüsran oluyordu. Bu şuna benziyor, duygularınız en üst pozitif seviyede ise pembe gözlükleriniz oluyor ve siz olmaya-cak şeyi bile olabilir görüyorsunuz. Ya da tam tersi duygularınızın en negatifte olduğu bir anda önünü-ze hayatınızın fırsatı çıkıyor, man-tığınız duygularınızın gölgesinde, gözünüzde kara gözlükler. Sizin için harika bir fırsat, kapkara bir gelecek gibi görünüyor. Olanları siz hayal edin. Şimdi bu bilgiyi far-kındalıkla hayatıma geçirmenin

özgürlüğünü yaşıyorum. Eğer duy-gularım pozitif veya negatif pikler yapıyorsa asla karar almıyorum. Doğru zamanı bekliyorum. Bunun için çok çalışmam gerekti. Çün-kü duygularınızın her daim farkın-da olmanız gerekiyor. Bu da çok kolay değil. Danışman arkada-şım ise hayatı boyunca doğanın, ağaçların kendisi için farklı bir an-lamı olduğunu, doğada kendisini tazelenmiş, enerjik hissettiğini de-neyimlerken tasarımında bunları duyunca “bu yaşadıklarıma cuk oturuyor “diyerek büyük bir rahat-lama yaşadığını ifade ediyor. Ay-rıca her ne ahval! olursa olsun sa-bahları hep neşeli kalkarmış. Yine tasarımında böyle bir enerji taşı-dığını duymanın aslında harika bir armağan olduğuna karar vermiş. En önemli keşfini ise karar meka-nizmasında deneyimlemiş. Karar vermekte her zaman ciddi bir so-runu olur ve karar veremediği için kendisini suçlarmış. Tasarımından kaynaklanan bir durum olduğunu duyduğunda özgürleştiğini hisset-tiğini söylüyor. Çünkü karar meka-nizması bir aylık döngüde çalışıyor.

Yani önemli konularda en doğru karar için kendisine en az bir aylık bir süre tanıması gerektiğini öğren-miş. Bu tamamen yaradılışı ile ilgili, başka bir şey değil.

İzninizle eklemek istediğim son bir şey daha var. Önemle vurgu-lamak isterim ki kimsenin tasarımı bir diğerinden iyi ya da kötü de-ğildir. Kaldı ki kötü tasarım diye bir şey de yoktur. Sadece gelişime açık alanlardan bahsedilebilir. Unutmamalıyız ki birimiz bir diğeri-mizden üstün ya da aşağı değiliz, hiçbirimiz bir diğerinden iyi ya da kötü yaratılmadık. Hepimiz Bir’iz ama her birimiz özel, tam ve mü-kemmeliz.

59

Page 60: Aktivist Dergi 7. Sayı

Mert Turak

hepsi hikaye

Faysal mı?

Diyen B.Brecht abimizin bu ünlü deyişi ne vakit aklı-ma düşse hemen arkasından bizim okulun görevlisi, kahverengi dişli, çapkından çok sapkın gülüşlü, Faysal abinin şu sözünü ha-tırlarım dostlar: “ Yiycek epmeem olmasın ama cebimde Parlaka-ametim ossun yeter” Faysal abi sözlüğü bkz: epmek tahmininiz üzre “ekmek” ParlakAhmet ise Parlament sigarası (uzun)

Şahsına münhasır bir insandır Fay-sal abi, sabahın köründe uyku gözünüzden akarken, siz soğuktan kat kat giyinmiş, büfecinin uzattığı çift kaşarlı karışık tostu almak için bile, elinizi cebinizden çıkaramaz-ken, Faysal üstünde tiril tiril, beyaz, dikine çizgili, İbrahim Tatlıses tarzı gömleğiyle okulun önünde sa-lınmaktadır. İçten yanmalıdır Faysal abi; libidosunun ateşi Sauron’ un gözü gibidir, uyu-maz, yorulmaz, canlı cansız ayırmaz. O zabaaan kö-ründe uyanmış, boğazın rüzgarı kel kafasındaki o iki tutam saçı ahenk-le üflerken yanından geçen balerin kızlara gerçek bir baba şef-kati ile bakarak gelen günü karşılamaktadır. “Sağaadaa günaydın Tuğçee”… “Günaydın didik şşş! Bağh yaaa!!” çok şakacı bir insandır Faysal abi, kalan ciğe-riyle Parlakahmetinden derin bir nefes alıp pat-latır espriyi “ Mieeert! Balık yer misin?” “Ne balığı Faysal abi?” “Pantol balığı Pantoooll” “ıhaaHaa ıhaaHAaa!” şeklinde sevimli sevimli güler, evet siz konservatu-varın kapısının arkasında Moliere, Shakes-

peare, Brecht çalışa durun sevgili dostlar, gerçek komedi, okulun kapısının hemen önündedir. Bir elin-

de bıçkın Parlakahmeti diğer eli pan-tolonun cebinde an be an

nerdeyse dirseğine kadar kaybolan Faysal abinin yüreğindedir gerçek sanat. “ŞŞşşh! Bağa-da bi sosisli söylesene lan! Daha yimeğh yimedim ha Miiert! Hadi la! Şşşh!..”

Ne kadar da benziyor değil mi Faysal abi, “Önce ekmek sonra

ahlak” diyen çağdaşı Brecht’e. Sonuçta o da

ekmeğinin, akarının peşin-de. Evet Aktivist okurları bu-

günkü yazımızda, bu sayımızın konusu olan “değişmek ve ka-rar vermek” konularını bu iki ünlü insan üstünden inceleye-ceğiz, bu iki topluma mal ol-muş, sabah dememiş akşam

dememiş tiyatroya hayatlarını adamış iki emekçi insan…

Kim bilir belki de kiminiz: “Kötü olan hata yapmak değil, hatta ondan ders almamak da değil, kötü olan onu gizlemektir ” di-yen ve Faysal abime göre daha celebirty olan Brecht’ e yakın hissedecek kendini, kiminiz ise: “Şşşh!.. Karda yürücen izini belli etmeycen Miieert ” diyen ve cin-

sini, hiç bilmediğim, her erkeğin cebinde yaşadığı söylenen ve ken-

di kendime “ Ulan karada yaşayan balık olur mu? ” diye sorduğum “ Pan-

tol Balığı ”nı yanından ayırmayan Fay-sal abiye yakın hissedeceksiniz.

Bazı anlarda bir Faysal abi olurum ha-nımlar beyler… Sebepsiz, kendiliğin-

“İnsan değişemiyorsa nedir ki? Hiçbir şey…”Brecht mi?

60 Kasım - Aralık / 2014

Page 61: Aktivist Dergi 7. Sayı

den… Bir opera izlerken, “Burada ne işim var?” olurum. “Niye? Ne-den evde Youtube’tan komikli video izlemiyorum şu an?” der-ken bulurum kendimi bazen… ama çıkıp gitmem! gidemem! Ser-de 657’ye tabilik vardır dostlar, or-kestrada okuldan arkadaşlarım vardır. Ekmeğini emeği ile kazananlar var-dır… der, arkama yaslanır, içim-deki Faysal’ ı Brecht’le bastırır yola getiririm. O tek kelimesini an-lamadığım şarkıları Sanki İtalya’nın Verona şehrinde 6 yıl Opera tarihi okumuş bir edayla varsa sakalımı okşayarak yoksa işaret ve yüzük parmağımla şakaklarımda ritm tutarak, arada minik tebessümlerle Türk sanatçıların aksanlarını beğenme-diğimi belli eder, ayak ayak üstüne atmış- s a m , sertçe ayak değiştirir, kötü bir oyuncu gibi saatime bakar ve derin bir nefesle arkama yaslanırım dost-lar. Ama o salondan çıkılmaz ayıptır! Bitene kadar yerimden ayrılmam. Haaa peki o üç perde Kadıköy Süreyya’nın locasında ne mi yaparım? Sevgilim ya-nımdaysa onu dürter güldürürüm. O da dayanama-yıp gülünce, utanmaz bir şekilde hemen kafamı “cık cık cık” yaparak sallayıp etrafıma sevgilimi tanımı-yormuş gibi yaparım , gerçek sanatın vuku bulduğu bir anda nobranca gülmesini eski İstanbul’dan kal-ma bir bakışla kınarım, ayıplarım.

Ama bazen de B.Brecht’ in oğlu kesilirim dostlar! Ye-minnen, şerefsizim, allah belamı versin ÖZ oğlu Ste-fan gelse ağzı açık kalır. Sokakta yürürken benimle tatlı tatlı fotoğraf çektirmek isteyen ve instagram he-sapları “az ünlü“ insanlarla dolu gençleri azarlarken bulurum kendimi. “Hep dizi hep dizi! Nereye kadar? En son ne zaman tiyatroya gittiniz? Sorarım ne za-man? Kültür ve Turizm Bakanımızın adı ne?”, “Ayakta uyutuyorlar sizi! Ayakta! Oyuna gelmeyin gençler! Siz iyisi mi oyunlara gelin” deyip lafları yapıştırırım o üç teenagerin yüzüne yüzüne. Onlar kısık gözleriyle ehi ehi diyerek, benim domuz gibi sırıttığım fotolara bakarak uzaklaşırken. Ben gayet vakur yürürüm yi-ten güne karşı.

Sonuçta insan insandır arkadaşlar, Bertold bu güne bu gün tiyatronun diyalektiğini çözmüşse, Faysal abim de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün tuvaletinin fotoselini takmıştır. O da aydınlatmıştır bizi Bertold kadar. Hatta açık söy-leyeyim dostlar! Ben bin Brecht’ i bir Faysal’a değiş-mem! Değişemem! Sonuçta final zamanı biz sahne-de sabahladığımızda benim üstümü Brecht örtmedi

arkadaşım, Faysal abim örttü. Ta-mam kızların üstünü örtmeye ça-lışırken kendini kaybetmiş olabilir, tamam sınıf arkadaşım Aslı’nın üstünü örterken kız bir anda çığlık atıp, ağlama krizine girmiş olabilir. Ama Faysal abimin sigaradan ve

çaydan sararmış tatlı dili sayesinde o kriz de aşılmıştır bir anda. Faysal abi

o kalın dudaklarını ne zaman ara-lasa Gandalf olur dostlar. Etrafa ağzından başlayıp yayılan yeşil

bir hare yayılır. Brecht konuşur-ken onu dinleyen genç öğrenciler

gibi biz de pür dikkat Faysal abi ve “Pantol Balığı”nın maceralarını din-leriz. Buna bayılırız, aramızda nefes

almadığı için bayılan arkadaşlarımız da olmuştur. Nefes almayı bile unutur

insan onu dinlerken.

Söz konusu emek ise, Faysal abim Brecht’ten aşağı kalmaz dostlar. Almanlar ne kadar çalışkansa biz de o kadar çalışkanız. Nasıl ki Bertold Brecht öldüğünün ertesi günü Berliner Ensemble Tiyatrosu’nda insanlar provalarına devam ettilerse, Faysal abim de konser-vatuvarda bir cenaze varsa en öndedir. O tabutu taşırken hiç bırakmayan ve işten kaytarmak için, ce-naze arabasıyla Kadıköy’den taaa Kilyos’ a kadar gidendir. O ışığı alnında ilk hissedendir. Hatta bazı yaşlı hocalarımızın vefatından sonra aynı gün okula dönmeyip, mezarlıktan, ölü evine uzayandır. Ora-da akşama kadar avantadan yemek yiyip, yaşar-ken arkasından konuşup “Suratsızın teki yeeeaaa” dediği solfej hocasını oradaki insanlara utanmadan övendir. Yaşarken sabah akşam “Cenaze suratlı Garı” diyerek hocamın ölümünde payı olduğu hal-de “Beni ayrı severdi rahmetli ” diye diye üçüncü tabak helvayı gömendir.

Dünya literatürüne “Alman disiplini” kavramını ka-zandıran Almanlar kadar bağlıdır kendi atasına, atasözlerine çünkü o “İşi bilecen işe gitmeyjen” lerin çocuğudur… “Nerde beleş oraya yelleş” lerle büyü-müştür o…

İşin özü Aktivist okurları “Brecht de olmak mümkün-dür Faysal da… mesele ne kadar değişsek de özün-de adam olmakta, çorbana, akarına bakmakta! Siz siz olun bir gün parayı bulsanız bile onu çar çur et-meyin, ettirmeyin. Hayvan sevgisini genç insanlara aşılayın. Sonuçta kıla tüye alerjisi olanlar, Faysal abim gibi cebinde bir “Pantol Balığı” ylan yaşayabilir. Tıpkı “Yeşil Yol” filminde fareylen yaşıyan Tom Hanks gibi, onu cebinizde taşıyabilir yer yer onu sevip okşaya-bilirsiniz. Esen kalın Aktivist okurları! Sevgiler saygılar!

61

Page 62: Aktivist Dergi 7. Sayı

Osman C. Aydoğmuş

[email protected]

Sevgili olmakspiritüalite

İnsanlar genel olarak kendileri gibi birisi ile beraber olmayı ister-ler. Ama sistem bunu desteklemez. Çünkü kendinizle aynı olan birisi ile bir olmanın bir anlamı yoktur. Sizin gelişiminize bir faydası olmaz. Bu açıdan her zaman farklılıkların olduğu yerlerde gelişme ve büyüme daha çoktur. Aynı düzeyde yaşayan, aynı kültür ve bi-linçte olan insanların olduğu yerler daha nötr bir akışta giderler. Gelişememenin acısı her daim bu insanları etkiler. Olduğumuz hayat içinde her şey her an gelişmektedir. Bütün evren, kâinat her an gelişmeye devam eder. Bu yüzden bizim bilinç evrimimizde bizlere faydası olacak insanlarla beraber olabiliriz.

Evrensel sistem ve insan doğası bizim içsel olarak reaksiyon gös-terdiğimiz ya da karşı koyduğumuz şeyleri karşımıza getirir. Eğer hayatımıza giren her insana bir öğretmen olarak bakarsak her şey çok kolaylaşır. Tanıştığımız her insandan neler öğrenebiliriz? Karşımızdaki insanla ne ölçüde bütünleşebiliriz? Bunların hepsini değerlendirmek gerekir.

Bir diğer nokta da hayatımızda bizi dengeleyen insanlarla beraber olmaktır. Bizle beraber olduğunda dengede olduğunu hissedecek aynı zamanda bizim de onlarla olduğumuzda dengede olduğumu-zu hissedeceğimiz insanlarla olmalıyız. Sevgili olduğumuz insan-larla aramızda çok yoğun bir bağlantı oluşabilir ve bu bağlantı o kişiden ayrılsak bile tam 7 sene boyunca devam eder. Hayatımıza giren tüm insanlarla aramızda farklı bağlantılar oluşur.

Önemli başka bir konu ise bazen bir kişiden ayrılsak bile hala o kişinin kalbimizde olmasıdır. Bu da hayatımıza yeni bir sevgilinin girmesine engel olur. Hayatımızda bir sevgilimizin olması için kal-bimizin boş olması ve başka kişilerle aramızda yoğun bağlantıların olmaması gerekir. Bunu da bağları kesme çalışması ve aynı zaman-da içsel çalışmalarla çözümleyebiliriz.

Sevgili olmak demek kalben, zihnen tamamen bütünleşmektir. Bir kişi ile sevgili olduğunuz zaman tabii ki gerçek anlamı ile bütün enerji merkezleriniz birleşir. Ailelerinizin enerjileri ve manyetik alanları birleşir. Ve bu sizin tüm hayatınızı etkiler. Her ilişkinin ken-di içindeki dinamikleri farklıdır ya da diğer bir deyişle siz de her bir ilişkinizde değişirsiniz. Evlendiğiniz zamansa olay bambaşka bir boyuta taşınır. Ve o noktada gerçek bütünleşmeyi tam anlamı ile yaşarsınız. Bu yüzden insanlar evlendikten sonra karşılarındaki insanların değiştiğini düşünürler. İnsanların sol ve sağ enerji kanal-ları vardır. Her insanın solunda annesinin enerjisi sağ tarafında da babasının enerjisi vardır. Bir kadın evlendiği zaman sağ tarafındaki

babasının enerjisi kesilir ve oraya evlendiği eşinin enerjisi bağlanır. Bir erkek de evlendiği zaman sol tarafından annesinin enerjisi ke-silir ve eşinin enerjisi bağlanır. Bu yüzden anneler çok tepki göste-rir. Ve bu değişimden dolayı her güçlü erkeğin arkasında güçlü bir kadın vardır denir.

Aşk ve İlişki Hayatınızı Güçlendirmek İçin Yapmanız GerekenlerHer ilişkinin bir manyetik alanı vardır. Bu manyetik alanı sizler de düzenleyebilir ve değiştirebilirsiniz. Bu manyetik alan dışarıdaki in-sanlardan, eşyalardan ve birçok şeyden etkilenir. İlişkinizi olumlu ve olumsuz yönde etkileyen insanları, mekânları, eşyaları analiz etmelisiniz. Mesela geçmiş ilişkilerinizden eşyaları, mektupları resimleri atmalı ve hayatınızı özgürleştirmelisiniz. Karşılıklı olarak birbirinize dürüst olmalısınız. Dürüstlük her zaman daha iyi his-settirir. Geçmiş ilişkilerinizi ya da geçmişinizi ilişki manyetik alanı-nıza sokmamalısınız. Özetle geçmişteki ilişkilerinizi anlatmamanız ve şu ana odaklı olmanız çok daha iyidir. Eğer geçmiş ilişkilerinizi anlatırsanız geçmişin enerjisini o ilişkiye bir link hattı ile bağlamış olursunuz. Karşınızdaki insanlar geçmiş ilişkilerinizi ve beraber olduğunuz insanları sorduğu zaman: “Geçmiş benim için yok-tur. Onu şu ana taşımak taraftarı değilim.” diyebilirsiniz. Geçmiş ilişki ve beraberliklerini şu anki ilişkilerine taşımak çoğu insanın yaptığı en büyük hatalardan birisidir. Başka bir önemli nokta ise geçmişteki sevgililerinizi, beraber olduğunuz insanları tam anlamı ile hayatınızdan çıkarmadığınız sürece gerçek bir ilişkinizin olması zordur. Bunu başaran insanlar az sayıdadır.

Hayatınızda Yapmanız Gereken DeğişikliklerGüzel sağlam çerçeveler içinde ikinizin beraber mutlu resimleriniz olsun. Bu çerçevelerin üst kısmının yukarı doğru bir piramit veya yukarı doğru yükselen şekillerde olmasını öneririz.Çerçevelediğiniz resminizin önüne ufak bir çapayı bağlayarak koymak ve sözlü olarak iki kişi “Beraber biz bu ilişkiye çapa attık demek” çok olumlu etkiler yaratan bir seremonidir. Bu çerçevenin olduğu yeri çiçekler ve mutlu beraber çift heykeli ile süslemek bilinçaltını daha olumlu yönde etkiler.İlişkisi olmayan insanların ise evlerinde hayatlarında birisi varmış gibi her şeyin çift olması, evli kişiler ve sevgili resimleri ve heykel-lerinin olması, onları bu yöne doğru yönlendirir.Yatak çok önemli bir yerdir yatağın mümkün olduğu kadar büyük olması ve her iki taraftan da yatağa rahatlıkla girilebilmesi başka önemli bir konudur.

Hayatta paylaşım en önemli şeylerden biridir ama sevgili olmak bambaşka bir şeydir.

Sevgili olmak bir olmak demektir. Birliği yaşamaktır.

62 Kasım - Aralık / 2014

Page 63: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sevgililerinizle ilişkilerinizi sağlamlaştırmak için beraber yapabile-ceğiniz ortak şeyler bulun.Evlerinizde, bilgisayar ve telefonlarınızda mutsuzluğu, bitişi ve yal-nızlığı temsil eden hiç bir şeyi tutmayın.Seyrettiğiniz filmlerin, okuduğunuz kitapların, gittiğiniz etkinlikle-rin ve dinlediğiniz müziklerin ilişkinizi ve bilinçaltınızı nasıl etkiledi-ğine dikkat edin.

Aşk Hayatınız İçin Bunları YapınSizi rahatsız eden konuların üstünü kapatıp geçmeyin, sevgilinizle paylaşın. Aksi halde ileride bunlar patlamalar yapar.Dürüst Olun.Yıkıcı değil yapıcı olun.Karşınızdaki kişinin olumlu yanlarına odaklanın.İlişkinizi ve beraberliğinizi daha iyi bir noktaya taşımak için sonsuz olasılıkları değerlendirin.Sevgilinizle yaşadığınız sorunları her zaman ilk önce sevgilinizle konuşun. Arkadaşlarınızın ya da ailenizin yapacağı olumsuz yo-rumlar ilişkinizi ve bilinçaltınızı etkileyebilir. Unutmayın ki ilişkilerin ve konuların üstlerine yapılan yorumlar çok önemli ve etkilidir.İlişkinizle ilgili olarak, her an daha iyisi için soruda kalın.İlişkinizi etkileyen dış etkenleri etkisiz hale getirin.İlişkinizi olumlu yönde etkileyecek; şarkıları, filmleri, dizileri, kitap-ları, resimleri ve etkinlikleri hayatınıza alın.Annenizi ve babanızı kopyalamayın.İç görünüzü kaybetmeyin.Kendi enerji merkezinizde kalın, kendi hayat alanınızı ve sevgilini-zin hayat alanını ayrı iki yer olarak değerlendirin. Yenilikleri takip edin, öğrenin, gelişim içinde olun. Bu sizin ilişkinizi destekleyecektir.İlişkinizin ihtiyacı olan ve ilişkinizi olumsuz yönde etkileyen şeyleri gözlemleyin.Hayatınızı düzen içinde tutarsanız ve kendi hayatınızda ilişkinize ayıracağınız zamanları sağlıklı bir şekilde organize ederseniz bu ilişkinizi olumlu yönde etkileyecektir.

Sevgilimizle İlgili Nelerin Farkında Olmalıyız?Sevgili hayatımızda ve evliliğimizde farkında olmamız gereken en önemli şey gerçekte saklayabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığıdır. Ruhsal boyutta herkes her şeyi bilir. Tabii ruhun algısı ile bilincin algısı farklıdır. Bu açıdan geçmiş ilişkilerinizi anlatmamanızda fayda vardır. Çünkü geçmiş ilişkilerinizin enerjisi ile bu ilişkinizi birbirine bağlamamak gerekir.

Farkında olmanız gereken çok önemli bir şey ruh her şeyi bilir. Örneğin siz bir gün dışarıda gezerken karşı cinsten birisini görüp ondan hoşlanır ve kafanızda bununla ilgili şeyler düşünürsünüz. Akşam eve gittiğiniz zaman eşinizle aranızda ortada hiçbir şey yokken bir gerginlik çıkabilir çünkü eşiniz bunu hisseder. Hissedilen ve düşünülen hiçbir şey boşuna de-

ğildir. İçsel olarak eşinizle ilgili düşündüğünüz ya da içinizden söy-lediğiniz şeyleri bile karşı taraf hisseder. Önemli olan karşı tarafa yaydığınız frekanstır. Başka önemli bir konu ise bir kişi ile sevgili olduğunuz zaman düşüncelerinizin birleşmesidir ve bu açıdan ona gönderdiğiniz düşüncelerin farkında olun.

Gerçek Aşkın Bilinmeyen YüzüGerçek Aşk göründüğünün ötesinde ruhsal kontratlar ve anlaş-malarla meydana gelir. Bizim düşünce sistemimizin ötesinde bir oluşum vardır. Bazen bizler “kader” deriz buna ama şöyle bir ger-çek var ki, o kader dediğimiz şey de bir ölçüde bize bağlı ve eğer bizler hazır değilsek ya da kaderimizin yolunda doğru adımlarla yürümüyorsak o zaman mutluluk bizi başka bir köşede uzun za-man bekler.

Her insanın zayıf yönleri veya hassas noktaları vardır. Bazı insan-ların ailelerinden veya çevrelerinden dolayı evliliğe, kadınlara veya erkeklere reaksiyonları olabilir. Yahut ailelerinden bir kişinin ka-derini tekrar etmeye çalışabilirler. Ama şöyle bir gerçek vardır ki; her zaman sizinle mutlu olmayı bekleyen bir kişi sizi beklemek-tedir. Ta ki siz ona hazır oluncaya kadar. Çoğu insan ben hazırım veya gerçekten istiyorum der ama ufak bir analizin ardından fark ederler ki gerçekte ciddi yargıları vardır veya gerçekte istemiyor-lardır. Başka önemli bir nokta da insanlar ben şu kişiyi istiyorum der ve ona saplanırlar. Ama gerçekte onunla evlenmesi ya da be-raber olması gereken kişi kapısını çalsa da yanı başlarında olsa da onu göremezler çünkü onlar kendi kafalarında enerjilerini başka-sına odaklamışlardır. Ve istedikleri o kişi ile ruhsal bir kontratları yahut bütünlükleri olmadığı için de olmaz.

Hayatta şunun farkında olmak önemli bir şeydir: Eğer bir şey ko-laylıkla oluyorsa olur, olmuyorsa olmaz. Tabii hayatta olamayacak hiçbir şey yok ve her an her şey olabilir lakin bu siz hazır olduğu-nuzda veya gerçek anlamda yargısız istediğinizde olur.

Bizim kültürümüzde de çok güzel bir karşılığı olduğu gibi: Hayırlısı Olsun. Teslimiyet önemli evrensel kuraldır.

Aşk dileğiyle…

63

Page 64: Aktivist Dergi 7. Sayı

mutfağa dönüş

Satın Aldığımız Ürünlerin Etiketleri

Bize Ne Söylüyor?

64 Kasım - Aralık / 2014

Page 65: Aktivist Dergi 7. Sayı

Evimiz için yaptığımız alış verişle-rin çoğunu marketlerde gerçek-leştiriyoruz. Semt kasaplarımız, manavlarımız, balıkçılarımız, hat-ta sütçülerimiz ve yufkacılarımız. Kadın ya da erkek fark etmiyor; marketleri hepimiz çok seviyoruz. Bunun beraberinde gelirimizin %20’sini gıda ihtiyaçlarımız için kullanıyoruz. Peki, en önemli ya-şamsal ihtiyacımızın başında ge-len beslenme ile ilgili yeterince bilgimiz var mı?

Sosyal medyada her gün yeni bir besin maddesinin zararlarını ya da faydalarını okuyoruz. Tavuk-tan baharata, nohuttan meyve suyuna pek çok bilgi aklımızı ka-rıştırıyor. Alışkanlıklarımızı gözden geçiriyoruz, değiştiriyoruz, daha sağlıklı ve besleyici gıdaları arıyo-ruz. Market reyonlarında gezinip, ihtiyaçlarımızı alış veriş sepetine koyarken nelere dikkat etmeli-yiz, bunun peşine düştük. Çün-kü sağlık haberlerinin, hastalıklar üzerinden yapıldığı yeni dünya düzeninde, bizi en iyi yine bizim koruyacağımız aşikâr.

Türkiye Mühendis ve Mimar Oda-ları Birliği (TMMOB), Gıda Mühen-disleri Odası İstanbul Şube Başka-nı Sedat Kuru’ya aklımızı karıştıran bütün bu yeni bilgileri sorduk. Güvenli ve sağlıklı gıdaları nasıl anlayabileceğimizi, doğru bilinen yanlışları, denetimleri ve alış veriş yaparken dikkat etmemiz gere-kenleri anlattı bize.

Bu sohbette bizim çıkardığımız so-nuç, ülkemizde ve elbette dün-yada gıda üretimleri konusunda iyileşme gerçekleştirilmesi için her birimiz birer ajan gibi davranma-lıyız. Etiketleri okumalı, gereğinde üretim ve onay belgelerini sor-malı, şüpheli durumları yetkililere bildirmeliyiz. Gelişmekte olan gü-zel ülkemizde, her alanda olduğu gibi gıda konusunda da meydanı boş bırakmamamız, sormamız ve sorgulamamız gerekiyor. Çünkü o şık, pırıl pırıl ve davetkar ambalaj-ların fettan bir canavar mı yoksa iyi kalpli bir kahraman mı olduğu-nu anlamak gerçekten zor olabi-liyor.

Sözü Sedat Kuru’ya bırakmadan önce, Fringe’in biricik bilim ada-mı Dr.Bishop’un kısa macerasını da mevzuya dikkat çekebilmek adına sizinle paylaşmak istedik.

Aktivist: Sedat Bey, bir zaman ambalajsız ürünlerden kork-tuk, hijyen en önemli kriterimiz oldu. Elbette bu da bizi amba-lajlı fabrikasyon ürünlere yö-neltti. Ancak şimdi de bu ürün-lerin etiketlerinde ne olduğunu anlamadığımız birçok şey yazı-yor. Bu bir ikilem. Sizce etiketler bizlere ne ifade ediyor? Onları nasıl algılamalıyız?

Sedat Kuru: Ambalajlı üründe ürünün içeriği yazıldığı için her şey göz önünde oluyor ama am-balajsız olan ürününün içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden öncelikle ne ile karşı karsıya ol-duğumuzu bilme adına mutlaka ambalajlı ürün kullanmamız ge-rekmektedir. Kesinlikle ikileme düşmemek lazım. Ve sonrasında bilinçli gıda tüketicisi olarak dik-kat etmemiz gereken noktaları öğrenmek için çaba sarf etmeli-yiz.

Aktivist: Bazı etiketlerde Gıda Bakanlığı’nın bazılarındaysa Tarım Bakanlığı’nın onayı olu-yor. Bu farkın sebepleri neler-dir?

Sedat Kuru: 5996 sayılı kanun 2010 yılında çıktı. Bu kanuna göre

bakanlıktan eski izinli firmaların bu yılsonuna kadar yeni işletme kayıt/onay numarası alması la-zım. Yani geçiş süreci olduğu için henüz etiketlerini yenilemeyen firmalarda tarım bakanlığı yazıla-biliyor.

Aktivist: Etiketlerde ya da am-balajlarda yazan bir şey yüzde yüz doğru mudur? Bu konuda denetim ve kontroller sağlıklı yapılıyor mu?

Sedat Kuru: Etiketlerde yazılan her şey doğru deme şansımız yok. Mutlaka eksik ve yanlış yazılan ürünler olacaktır. Bunu net bile-bilmemiz için denetimlerin yeterli yapılması lazım. Denetimler geniş kapsamlı konuşulması gereken bir konudur. Mevcut şartlarda yaşanılan eksikleri bakanlık kabul etmemektedir. Bakanlık hasta-lığını kabul etmeyen hasta gibi problemleri kabul etmedikçe te-davi için çözüm üretmek imkânsız hale gelmektedir. Bunlardan bir-kaç tanesini konuşabiliriz. Birincisi denetçilerde uzmanlık olmaması ve denetçi kalibrasyonudur. Eğer standart bir denetim sağlaya-mazsak denetimlerimiz sorgulanır hale gelir ve mağduriyetler orta-ya çıkar. Ayrıca işletmelerin mev-zuat ve uygulamadaki eksiklerini yeteri kadar tespit edemezsiniz. İkincisi ise personel ve araç eksik-liğidir. Bu eksiklikler de denetim-lerin verimliliğini düşürmektedir. Yapılan denetim sayısından çok etkinliğine bakmak gerekmekte-dir. Ama şu an denetim sayısı ba-kanlığın en önemsediği konu gibi görünüyor. Üçüncüsü ise şeffaflık-tır. Bakanlığın yapılan çalışmaları ayrıntılı bir şekilde paylaşmama-sı muhataplarda soru işaretleri ve eleştirilere sebep olmaktadır. Diğer konulara çok fazla girmi-yorum. Ama ilgililer denetimler ile alakalı 2013 yılında yaptığımız “Resmi Gıda Denetimleri” çalışta-yının sonuç bildirgesine bakabilir-ler. Denetim konusu ayrıntılı bir şe-kilde ele alınmıştır. Sonuç olarak denetimler ile alakalı daha katı-lımcı ve detaylı çalışma yapılması gerekmektedir.

65

Page 66: Aktivist Dergi 7. Sayı

Aktivist: %100… Doğal… Orga-nik… gibi ifadeler hepimiz için satın alma kararımızda etkileyi-ci bir rol oynuyor. Bu kavramla-rın birbirinden farkları nelerdir?

Sedat Kuru: %100 veya doğal kelimeleri ürün içerisinde katkı olmadığı anlamına kullanılmak-tadır. Ama bu tarz ifadeler tü-keticiyi yanıltma maksadıyla da kullanılabilmektedir. Organik gıda ise üretimde organik olmayan gir-di kullanmadan, üretimden tüke-time kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı gıdaya denir. Organik gıdalar, bitkisel ve hayvansal gı-daları içerir. Ancak piyasada “or-ganik” olarak satılan birçok ürün bu şartları tanımamakta, sertifika-sız olarak üretilip, mevzuata aykırı olarak organik ürün adı altında satılmaktadır.

Aktivist: Etiketli ürünler üzerinde yine fikir sahibi olabiliyoruz an-cak sebze ve meyveler üzerin-de kontrol imkanımız neredeyse yok gibi. Satın aldığımız bu tür ürünlerin sağlıklı olup olmadığı konusunu nasıl yorumluyorsu-nuz?

Sedat Kuru: Paketli meyve sebze ürünleri var. Firmalar bu ürünler-de kendileri kısmi kontrol sağlıyor. Bazı market zincirleri ise kısmı ola-

rak kontrol edilen, iyi üretim uygu-lamalarına uygun olarak üretilen ürünleri satıyorlar. Paketsiz olan-larda ise kalite ürün alabilmek tüketici tecrübesi ön plana çıkı-yor. Sağlık açısından ( tarım ilaç-ları vs.) gözümüzle bir şey anlama şansımız yok. Bu konuda bakan-lığın yaptığı denetimlere güven-mek zorunda kalıyoruz. Bu konuyu da biraz önce konuşmuştuk.

Aktivist: Son zamanlarda bazı ürünlerin üzerinde “ısıl işlem görmüştür” gibi bir ifade ile kar-şılaşıyoruz. Isıl işlem nedir?

Sedat Kuru: Isıl İşlem ürünün raf ömrünü uzatmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Bu pastöri-zasyon veya sterilizasyon ısıl işle-me bir örnektir. Evde yaptığımız sütte kaynatma işlemi de bir ısıl işlemdir. Isıl işlem görmüş ise bunu etiket üzerine yazmaktadırlar.

Et ürünleri tebliğinde “l) Isıl işlem görmüş sucuk: Büyükbaş ve/veya küçükbaş hayvan etlerinin ve yağlarının veya kanatlı hay-van etleri ve yağlarının kıyılarak lezzet vericiler ile karıştırıldıktan sonra doğal veya yapay kılıflara doldurularak belirli koşullarda fer-mentasyon ve kurutma işlemleri uygulanarak nem oranı %50’nin altına düşürülmüş, kesit yüzeyi mozaik görünümünde olan ısıl iş-lem uygulanmış et ürününü, o) Isıl işlem uygulanmış et ürünleri: Kür-leme, fermentasyon, marinasyon gibi işlemler uygulanarak veya uygulanmaksızın üretilen ve ısıl iş-lem uygulanan et ürünlerini… gibi tanımlar mevcuttur.

Özellikle et ürünlerinde fermente ürünlerin üretimi daha maliyetli ve uzun zaman aldığı için bu yönte-me başvurulmaktadır . Tüketici-lerin daha kaliteli ve sağlıklı fer-mente ürünleri tercih etmelerinde fayda olduğunu düşünüyoruz.

Aktivist: Bir de bakliyat kurut-ma yöntemi olarak kullanılan iyonlanmış radyasyon ile ne an-lamalıyız?

Sedat Kuru: Aslında iyonlanmış radyasyon işlemi baharat gibi ürünlerde daha çok uygulanan bir yöntem. Ülkemizde bu yöntem üretim aşamasında mikrobiyolojik bulaşma, özellikle de küf ve maya gibi kontrolü zor olan zaman içe-risinde ürünlerde kanserojen risk oluşturan afla toksin gibi zehirli kimyasalların oluşumuna sebep olan risklerin kontrol altına alın-ması amaçlanmaktadır. Bu yön-temde ürünler ambalajlandıktan sonra bazen de ambalajlanma-dan önce özel lisanslı tesislerde radyasyon ile muamele edilerek bu mikroorganizmaların yok edil-mesi sağlanmaktadır. Asıl risk açık ürünlerde daha fazla gerçekleş-mekte, uygun üretim ve depola-ma şartlarında işlenmeyen ürünler toplum sağlığını ciddi şekilde risk altına sokmaktadır. Kontrollü mik-tarlarda ışınlama yapılan üründe mevcut bilimsel çalışmalar ışığın-da radyasyon bulaşığı olma im-kânı yok. Asıl yapılması gereken üretim ve depolama şartlarının kontrol altında tutulmasıdır. Bu ko-nuda asıl problemli nokta mevzu-ata göre etikette beyan edilmesi gereken bu işlemin birçok  firma tarafından beyan edilmemesidir.

Aktivist: Peki bütün bu uygula-maların insan ve doğa sağlığı açısından hiçbir zararı olmadı-ğına emin miyiz?

Sedat Kuru: Bu ve benzer uygu-lamalar bilimsel olarak belirlenmiş limitler dâhilinde yapıldığı sürece toplum sağlığını tehdit etmemek-tedir. Ancak bu aşamada sunu da belirtmek gerekir ki bu tip koruyu-cu işlemler uygulanmayan ürünler çoğu zaman toplum sağlığı acı-sından daha büyük risklere sebep olmaktadır. Aflatoksin gibi yüksek kanserojen maddeler veya pa-tojen mikroorganizmalar, sonucu ölümle sonuçlanan veya kanser gibi hastalıklara sebep olan akut

66 Kasım - Aralık / 2014

Page 67: Aktivist Dergi 7. Sayı

veya kanserojen etkiler göstere-bilmektedir. Benzer ifadeler gıda koruyucuları için de geçerli olup esas dikkat edilmesi gereken bu işlemlerin ve hammaddelerin uz-man kişiler ve kurumlar tarafından kontrollü olarak gerçekleştirilmesi, kamu otoritesi tarafından da çok sıkı takip edilmesindir.

Aktivist: Marketlerde satılan yoğurtlar hakkında da pek çok olumsuz bilgilerle karşılaşıyo-ruz. Bu yoğurtların bozulmama-sı ya da hiç ekşimemesi hepi-mizin dikkatini çekiyor…

Sedat Kuru: Yoğurt ve süt ile ala-kalı çok fazla bilgi kirliliği var. Bu konuda önünde yeterli teknik bil-gisi olmayan ve farklı alanlarda uzman kişilerin de kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini görüyoruz. Evde yapılan veya fabrikada ya-pılan yoğurdun üretim aşamaları-nı ve şartlarını çok iyi bilmek lazım. Fabrikada üretilen yoğurt, sütün toplanmasından yoğurt yapılıp paketleme aşamasına ve sonra-sında soğuk zincir takip edilerek tüketime kadar yüksek hijyen ve kalite standartlarında üretilerek mutfaklarımıza gelmektedir… İşte bu hassasiyet ve tedbirler endüstriyel yoğurdun raf ömrünü uzatmaktadır. Oysa evde yoğurt üretimi için, sütün mayalanmasın-da bir gün önceki yoğurt kullanılır. Yoğurt kültürü iki bakteriden olu-şur… Evdeki mayalıklarda, yoğurt bakterilerinden başka mikroor-ganizmalar (kontaminantlar) ço-ğunluktadır. Özellikle hedef mik-roorganizma grubundan hariç birçok mikroorganizma ortamda bulunabilmektedir. Çünkü isten-meyen bu grup, yoğurt bakteri-lerine göre aside daha dayanık-lıdır ve daha düşük sıcaklıklarda gelişebilir. Ayrıca çiğ süt ve üretim şartları da ayrı ayrı problemler içermektedir.

Evlerde yapılan yoğurdun birkaç günde ekşimesine işte bu etkenler neden olmaktadır… Endüstriyel yoğurtlar, gıda güvenliği ve mev-zuat şartlarına uygun üretildiği sürece katkı maddesi içermezler

ve sağlık açısından en güvenilir yoğurtlardır.

Aktivist: Birçok kişi yeniden açık sütlere döndü ve yoğurdu-nu kendi yapıyor. Güvenli teda-rikçilerden elde ettiğimiz sütü, evde ne şekilde kaynatmalıyız?

Sedat Kuru: Tekrar söylüyorum gıdayı teknik ve teknolojik olarak bilmemelerine rağmen, bu konu-da ahkâm kesmeyi kendilerine görev bilen bir takım ‘bilim insa-nının’ yaptığı açıklamalar, insa-nımızı, sütlerini güvenli olmayan yollardan temin etmeye yönelt-mektedir. Böyle açıklamalar, halk sağlığını ciddi şekilde riske sok-maktadır.

Çiğ süt son derece hassas ve ko-lay bozulabilen bir gıdadır ve bu yapısı sebebi ile yüksek risklidir. Sütün sağımı, toplanması ve sev-kiyatı aşamaları ise aynı öneme sahip aşamalardır. Sokak sütü ola-rak tabir edilen ve kontrolsüz şe-kilde toplanarak satışı yapılan bu sütler, devletin kontrol sisteminin dışında, kontrolsüz ve denetimsiz olarak satışa sunulmaktadır. Süt firmalarına verilmeyen antibiyo-tikli hayvanlardan sağılan bu süt-ler, sokak sütü olarak satışa sunu-labilmektedir. Bu sütlerin, hijyenik altyapısı kötü olan küçük ölçekli üreticilerden gelme olasılığı yük-sektir. Sağım sonrasında ise bu sütler yine teknolojik olarak uygun olmayan araçlarda ve kaplarda, soğuk zincire sokulmadan sevk edilmekte ve gün içinde güneş altında sevkiyatı yapılarak satışa sunulmaktadır. Sütlerin taşındığı kapların yıkandığı suyun sıcaklı-ğından, kullanılan temizlik kimya-sallarının bu iş için özel üretilmiş olmasına kadar tüm detaylar bü-yük önem taşımaktadır.

Büyük süt işletmelerinin neredey-se tamamı ve küçük, orta ölçekli işletmelerin büyük kısmı bu süreç-leri sıkı bir şekilde kontrol ederek üretim yapmaktadır. Ancak konu sokak sütü olduğunda, söz ko-nusu bu kontrollerin ve işlemlerin neredeyse hiçbiri yapılmamakta, daha besleyici ve güvenli olduğu

düşüncesi ile sokak sütü kullanımı bilinçsiz şekilde ve sorumsuzca desteklenmektedir.

Aktivist: Tavuklarda aşırı dere-cede hormon olduğu ve dola-yısıyla da yumurtaların da artık sağlıklı olmadığı söyleniyor. Bu konuda birbirinden farklı birçok ifade etiketleri dolduruyor. En sağlıklı tavuk ve yumurta han-gisidir; etiketlerde, ambalajlar-da neyi aramalıyız?

Sedat Kuru: Aslında ülkemizde tavuklarda hormon uygulaması yapılmamaktadır. Bu konuda la-boratuvar ortamında çalışmalar yapılmakla birlikte henüz dünya-da da ticari uygulaması olmadı-ğını görüyoruz. Bu yöntem yüksek maliyetli olması ve uygulamanın zorluğu sebebi ile kanatlı sek-töründe uygulanmamaktadır. Daha çok büyük bas hayvanların yetiştirilmesinde tercih edilen bir yöntem olup bu alamda daha büyük risk bulunmaktadır. Kanatlı sektörü teknolojik olarak çok iler-lemiş olup, bitkisel üretimde yüz-yıllardır uygulanan ve fen bilgisi derslerinde de ortaöğretimde de eğitimi verilen ıslah çalışmaları ile

67

Page 68: Aktivist Dergi 7. Sayı

yüz yılı aşkın süredir daha hızlı bü-yüyen ve verimli tavuk ırkları geliş-tirilmekte, yetiştirme sürecinde de tavuklara daha hızlı gelişmeleri için uzun araştırmalarla geliştirilen özel yemler verilmekte ve üretim süreçleri sürekli kontrol altında tu-tulmaktadır. Toplum sağlığı açısın-dan risk oluşturabilecek unsur ise bu aşamada ekonomik kayıpları kontrol etmek için tavuklara ve-rilen antibiyotikler olup, endüstri-yel büyük işletmelerde antibiyotik kullanımı toplum sağlığına olum-suz etkilerini azalmak amacı ile belli dönemlerde kontrollü olarak gerçekleştirilmektedir. Tüketicilere önerimiz ambalajlı ürünler tüket-meleri ve son kullanma tarihlerine dikkat etmeleridir.

Aktivist: Elbette tüm etiketlerde pek çok ayrıntılı bilgi mevcut ancak biz bunların ne anlama geldiğini bilemeyebiliyoruz. Enerji, yağ, şeker, sodyum, doy-muş ve doymamış yağ oranla-rı… Etiketlerde neredeyse hiç kötü bir şey yazmıyor. Bu bilgi-leri değerlendirirken, bilmemiz gereken oranlar var mı? Örne-ğin 100 gr katı gıdada bulun-ması gereken maksimum tuz miktarı 0,5 gr’dır gibi? Böyle bir çizelge varsa bizimle paylaşa-bilir misiniz?

Sedat Kuru: Etiketlerde bulunan birçok bilgi tüketicilerin, özellikle de hassas gruplar olarak tanım-lanan şeker, tansiyon hastaları, böbrek yetmezliği olanlar, gebe-ler, alerjisi olanlar veya çölyak gibi özel diyet gerektiren hastalıkları olanların korunmasını amaçla-maktadır. Ayrıca tüketilen besin-lerin besin değerlerinin bilinmesi bilinçli tüketiciler için obezite gibi sağlık sorunlarının kontrol altında tutulması için önem taşımaktadır. Diğer kullanılan katkı maddeleri

için ise ilgili mevzuatlarda gerekli limitler belirlenmiş olup tüketiciler Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakan-lığının sayfasından Türk Gıda Ko-deksinde yer alan bu tur bilgilere ulaşabilirler.

Aktivist: Aslına merak ettiğimiz, konuşulacak o kadar çok konu var ki… Etten ekmeğe, cipsten dondurmaya her şeyde tüketi-ciyi aldatacak bir yol bulanlar mutlaka oluyor. Şüphe ettiğimiz hallerde, bizim başvurumuzla bu ürünlerin incelemeye alındı-ğı bir sistem bir başvuru merci var mı? Bize nasıl bir yol önerir-siniz?

Sedat Kuru: Herhangi bir isten-meyen durumla karşılaşıldığında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Ba-kanlığı Alo 174 Gıda Hattı ve Tüke-ticiyi Koruma Dernekleri’ne şika-yette bulunabilirisiniz.

Etiketlere Bir De Bu Gözle Bakın

Sedat Kuru, gıda alış verişinde aklımızda bulunması gereken-leri anlatıyor:

Alışverişe başlamadan önce alacağımız ürününe ihtiyacımız olup olmadığını ve son kullanma tarihine kadar harcayıp harca-yamayacağımıza karar vermek önemlidir. Öncelikle bunu belir-leyerek liste oluşturmalıdır. Sonra-sında alışveriş sıralaması yapması gerekir. Önce kuru ve konserve gıdalar, ardından taze sebze ve meyveler, sonra taze et ve balık-lar, en sonunda da donmuş gı-dalar alınabilir. Alışveriş yaparken aşağıdaki maddelere dikkat edil-melidir;

- Gıda maddelerinin (yaş meyve ve sebze hariç) ambalajlı ve eti-ketli bir biçimde satışa sunulması yasal zorunluluktur. Açıkta, sokak-ta, pazar yerlerinde dökme ola-rak satılan, üreticisi ve özellikleri belli olmayan ürünler satın alın-mamalıdır. Mutlaka ambalajlı, etiketli, üreticisi ve markası belli olan ürünler satın alınmalıdır.

- Yırtılmış, açılmış, bozulmuş ve özelliğini kaybetmiş ambalaja sa-

hip ürünler satın alınmamalıdır.

- Alt ve üst kapakları normal gö-rüntüsünü kaybetmiş ve böylece bombaj (şişkinlik) oluşturmuş kon-serveler alınmamalıdır.

- Vakum paketlenmiş ürünlerde vakum herhangi bir nedenle bo-zulmuş ise bu ürünler almamalıdır.

- Ambalajında ve dış görünü-şünde problem olmayan ürünü almaya karar verdi isek öncelikli gıdanın etiketini kontrol etmeliyiz. Etiket bilgileri aşağıdaki maddele-ri içermek zorundadır.

• İçindekiler kısmı

• Net miktarı

• Firma adı, adresi ve üretil-diği yer

• Tavsiye edilen tüketim tari-hi veya son tüketim tarihi

• Gıda, Tarım ve Hayvan-cılık Bakanlığı’nca verilmiş kayıt veya onay numarası.

Eğer bu bilgilerden uygun olma-yan bir madde varsa o ürün al-mamalıdır.

- Soğukta muhafazası ve satılması gereken bir gıda uygun ortamda satışa sunulmamışsa alınmamalı-dır.

- Satın alındıktan sonra son kul-lanma tarihi geçmemiş olsa bile gıda maddesinin ambalajı açıldı-ğı anda bozulma, küflenme, renk değişikliği veya kokusunda deği-şiklik varsa böyle gıdaları tadına bakarak kontrol etme yoluna git-memeli, ürün tüketmeden iade etmelidir.

- Satın aldığınız malzemeyi poşet-lere koyarken, soğuk ve donmuş ürünler bir arada paketlenmelidir. Deterjan gibi kimyasal malzeme-leri gıda maddeleri ile aynı poşe-te konulmamalıdır.

Seda

t Kuru

68 Kasım - Aralık / 2014

Page 69: Aktivist Dergi 7. Sayı

diye...spor

olsun

Yaptığımız Spor Sahaları ve Çevre Düzenlemeleriyle 30 yılı aşkın süredir, şehre değer katıyoruz...

Adres: Bağdat Cad. No: 57/8 Altıntepe Maltepe İstanbulTelefon: 0216 367 34 39 GSM: 0532 403 56 39Web: www.sportesisi.org E-mail: [email protected]

Page 70: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj

Röportaj: Hande Akkaya Ceyhun

“İnsanın doğayla kurduğu bu ilişki çok önemli. Bu iliş-kiyi çoğaltmamız lazım. Bütün dünyanın ihtiyacı olan

şey bu. Şiddetsiz, örgütsüz, ideolojisiz bir dayanışma, gezegeni kurtarmak ve yaşamı sürdürmek için bir-

lik olma. Bunlar bazı kimselerce küçümsenebilir, hiç önemli değil, bütün güç buradan geliyor.”

İYİLİK BİZİ ÇAĞIRIYOR

Bir zamandır hepiniz farkındasınız, dünyaya bir haller oluyor. İklim değişiklikleri, seller, afetler, kutupların erimesi. İnsan ırkının gezegeni hoyratça kullanması yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı. Küresel ısınma ve kuraklık kapıya geldi dayandı. Bunca işarete rağmen hala büyük petrol şirketleri kuzey kutbunda petrol aramak istiyor. Türkiye de eksik kalmıyor tabii, bir yanda HES’ler, öte yanda orman katliamları. Sadece İstanbul’daki üçüncü havalimanı bile biliyorsunuz, tek başına korkunç bir tehdit. Bu olup biteni izlerken içiniz kararıyor biliyorum. Kararmasın diyemiyorum fakat elbette o kadar da çaresiz değiliz. Tüm bu olumsuz senaryo, yüzlerini ve yüreklerini doğaya dönmüş insanların, her geçen gün giderek büyüyen ve bilinçlenen bir katılımla devam eden çabaları ile biraz olsun aydınlanıyor. 1 Ekim’de bu çabalara bir de dergi katıldı. Adı artık bilinen bir dergi; “Magma”. Atlas dergisinden ayrılan çekirdek ekip, bağımsız, patronsuz, sırtını sermayeye dayamadan, kar değil gezegeni kurtarma amacı güden yepyeni bir dergi ile geldiler yayın dünyasına. Magma bir coğrafya, kültür, tarih ve arkeoloji dergisi. Özcan Yüksek Atlas’tan ayrıldıktan hemen sonra, sanal ortamda “ Adı Bilinmeyen Dergi “ ile çalışmalara başlamıştı zaten, daha dergi çıkmadan takipçileri yetmiş bini geçmişti. Okurlarla yaptığı buluşmalar sonunda derginin adı MAGMA olarak belirlendi. Ve bir şaman atasözü ile işe koyuldular; “Bilmek isteyen yola çıkar” Onlar yola çıktılar. Bu yolda hepimizi yanlarına bekliyorlar. İyilik bizi çağırıyor, umuyorum ki bizler torunlarımıza borçlu olduğumuz görevi yerine getirecek ve çağrıya kulak vererek onların yanında olacağız.

“Biz, tepemizde bize buyruk verenlerden hoşlanmayan insanlarız.”

70 Kasım - Aralık / 2014

Page 71: Aktivist Dergi 7. Sayı

Sizi Gezi olayları sırasında twitter’da takip ediyordum. Çok muhalif tweetler atıyordunuz ve sonra bir gün aslında veda olmayan ayrılık yazınızı okuduk. Bu ayrılışta gezinin payı oldu mu? Özcan Yüksek: Yani aleni olarak Gezi’nin payı oldu mu bilemiyorum. Bize diyemezler ki Gezi yüzünden oldu. Demek istemezler.

O paylaşımları yaparken bir mü-dahale söz konusu olmadı mı? Özcan Yüksek: Hayır. Hiçbir şekilde bunu bize söyleyemezler. Biz onlara öyle bir cesaret vermiş değiliz. Ama şunu söyleyebilirim, genel olarak Ge-zi’deki hiyerarşi karşıtı mantıkla aynı taraftayız biz, tepemizde bize buyruk veren insanlardan hoşlanmayan in-sanlarız… Bize neyi nasıl yapacağımızı dikte eden şeflerden, yöneticilerden… Asıl sorun bununla ilgiliydi. Bu sebeple Gezi’nin çıkardığı isyanla bizim içinde bulunduğumuz durum arasında benzer-likler vardı diyelim.

İki sayı Gezi’ye ayırmıştınız. Özcan Yüksek: Aslında Gezi’nin bu kısa süreçte anlattığı öykü, bizim eski derginin çıktığı günden beri anlattığımız bir öykü. Dayanışmaya, eşitliğe bir çağ-rı, rekabetçi ve doğa karşıtı hayata bir başkaldırı. Biz bunun her zaman yanın-daydık zaten. Dolayısıyla bizim Gezi’den yana taraf olmamızdan daha doğal bir şey olamazdı, zaten okuyucularımızın da bizden beklediği şey bu doğrultu-daydı. Bu sayılardan sonra olumsuz bir tepki gelmedi okurlarımızdan. Daha önemlisi zaten bizim için şu ya da bu taraf diye bir şey yok, BİZ varız. Karşıt-lığa dayalı bir dünya var, insanın doğaya, toplumların birbirlerine karşıtlığı üze-rine kurulu. Böyle bir hayat biçiminin gezegeni götüreceği nokta bellidir. Ni-tekim şu an bu noktadayız. Günümüzde bu hal çok daha keskin bir biçimde ortaya çıktı. Dünyanın geleceği bu kar-şıtlıklar sebebiyle resmi olarak tehdit altında. Gezi’de ise bunun tam tersi bir durum söz konusuydu. Gezi’de nor-mal zamanda yan yana durmayan pek çok unsur bir araya geldi ve birlik ruhu

oluşturdu. Bu birlik, bir başka güce, bir ifrite karşı durdu, siyasi kavramlardan hoşlanmadığım için ifrit kelimesini kulla-nıyorum, tıpkı masallardaki gibi. Birlik oldular ve “bu daha başlangıç, mücade-leye devam” dediler.

Siz de Atlas’tan ayrılırken bunu söylediniz. Özcan Yüksek: Evet, bu daha başlangıç, şimdi başlıyoruz işte.

“ Bizim okurumuza verilmiş bir sözümüz vardı”Sonuçta şimdi tüm potansiyelinizi özgürce kullanabileceğiniz bir mecra açıldı önünüzde. Bu yolda Magma ile devam edeceksiniz. Özcan Yüksek: Evet. Patronu, rekabeti, hiyerarşisi olmayan, Gezi ruhu gibi birliğe dayalı bir dergi çıkartıyoruz. O yüzden, aslında teşekkür borçluyuz belki de olup bitene. Okurları ile dinamik ve diyalektik bir ilişki içerisinde olacak Magma. Esasında bunun ipuçlarını Atlas’ın ilk sayılarından itibaren hep verdik. Biz okurla sadece kâğıt üzerinde değil her yerde buluştuk, suyun kenarında, dağın başında, yeri geldiğinde İstiklal Caddesi’nde protestolarda. Okur ve dergi kadrosu arasındaki yabancılaşmayı kırmak için her türlü yolu deniyorduk, bunun dünyada bir örneği daha olduğunu zannetmiyorum, en azından bu ölçekte olmamıştır. Bu böyle iken bizim okurlara verilmiş bir sözümüz var diye düşündük ve ayrılışımızın ardından hiç beklemeden hemen hazırlanmaya başladık.

Ekşi sözlükte hakkında çok met-hiyeler yazılmış birisiniz. Sanki dergi değil de arkadaştan gelen bir mektup okur gibiydik demiş birisi mesela. Siz diğer coğrafi- keşif dergilerinden farklı bir dergi çıkardığınızdan, aslında olması gerektiği fakat pek uygulanmadığı

gibi doğa dostu bir dergi yaptığı-nızdan, dergide Anadolu’nun son kalan toprak ve değerlerini sa-vunmanızdan övgüyle bahsediyor-lar. Yabancı değil bizden bir dergi olmuştu Atlas sizinle. Şimdi Mag-ma da aynı yolda devam edecek. Özcan Yüksek: Biz Magma’yı kendi kişi-sel zevkimiz ya da kar arzumuz ile kuru-yor değiliz. Derginin devam etmesinin amacı gezegeni kurtarmak, gezegenin doğasını korumak, başka bir amacımız yok. Ticari açıdan baktığımızda, tabii ki, derginin bir çıkma maliyeti olduğu için rakamlar telaffuz ediliyor, bu yönde çalışıyoruz ve bir takım paralar ortada dönüyor ama bunlar tamamıyla dergi-nin zarar etmemesini ve devamlılığını sağlamak için. Öncelikle okurlarımıza ve onların gücüne inanıyoruz, güveniyo-ruz. Eski dergiyi de biz yarattık zaten. Sloganıyla içeriğiyle var olan bir dergiye gitmedik. Biz ürettik. Kuşaklar yetişti o dergiyle. Bu onların gücü işte. Düşünün dergi çıkmaya başladığında yeni doğmuş olanlar şimdi üniversiteye başladı. Do-layısıyla biz şimdi, aynı ruhla, ama daha güçlü, daha bağımsız bir şekilde devam edeceğiz.

Nasıl olacak Magma? Diğer dergilerden farklı ne sunacak okuruna? Nasıl bir içerik bizi bekliyor? Özcan Yüksek: Magma ile idealimiz doğayı ve gezegeni nasıl koruyacağımızın bilgisini kâinatın her köşesinde araştırıp bulmak ve yaymak. Kar amacı gütmediğimiz için bunu Magma ile çok daha iyi yapabileceğiz. Bir fikir dergisinden ziyade bir eylem dergisi olacak. Okurlarıyla yaşayan ve nefes alan bir dergi hayal ediyoruz, bu çok rastlanan bir şey değil Türkiye’de, piyasada benzerleri ile arasındaki uzak ara farkı okuyucular görecek zaten. Elimizden geleni hiçbir çaba ve masraftan kaçınmayarak yaptık. Nitelikli bir derginin maliyetli olabileceğini biliyoruz. Fakat bu maliyetin okurlar tarafından talep edildiğini de ve böyle bir sağlam içeriği hak eden bir okur kitlesi olduğunu da biliyoruz.

71

Page 72: Aktivist Dergi 7. Sayı

“ Magma’da biz, insanların belki de ilk var olduğu günden beri beklediği iyilik cümlelerini söyleyeceğiz.” Anlaşılan o ki gerçekten bizi oldukça farklı bir dergi bekliyor. Özcan Yüksek: Bir farkındalık yaratmak lazım, zira gezegenimiz elden gidiyor, başka yaşayacak yer var mı? Biz insani bir sorumluluk duygusu ile ne gerekiyorsa onu yapacağız. Düşünceler önemlidir çünkü eylemleri oluştururlar. Bir insan bir ağaca bakarken bir şey düşünür, bir cümle söyler ve uygular. Başka bir insan başka bir şey düşünür, başka bir cümle söyler ve onu uygular. Hissedilir doğru olan cümle hangisidir. İnsanın, doğanın, gezegenin, yani iyiliğin cümlesinin ne olduğunu hissedersiniz. İnsanoğlunun asıl beklediği ve ihtiyacı olan cümleler onlardır, biz o cümleleri söyleyeceğiz.

Burayı biraz açsak? Özcan Yüksek: Mesela bakın, biri gider Belgrad Ormanı’na, “Burada plaza olsa çok güzel olur, çok da iyi para kazanılır buradan” diye düşünür. “Çünkü biz sa-tılamayan bir şeyi alıyoruz, satılamayan bir şeyi aldığımız zaman katma değeri çok yüksek olur, biz de bu katma değeri aramızda kırışırız, buna itiraz eden olursa da canına okuruz, insanların bunu bil-

memesi için de televizyonlara dergilere bir takım paralar sarf eder ve basını da sustururuz” diye düşünür. Bu gerçek. Bu olacak olan. Yapmayı düşündükleri şey bu. Bütün o ormanları yok edip Gülhane Parkı kadar alanlar bırakacaklar geriye. Bunlar değil ihtiyacımız olan düşünceler. Biz bunların karşısında kendi cümle-lerimizi kuracağız; hayır diyeceğiz, bu ormanlar, içindeki tüm canlılar ile birlikte böyle kalacak, tavşanların, tilkilerin, ala-ca geyiklerin bu ekolojik dengenin bedeli hiçbir rant olamaz.

Patronu olmayan bir dergi kulağa çok hoş geliyor doğrusu, peki ser-mayesi nedir bu derginin, hayal, heyecan, bilgi, akıl, birikim, çok çalışma?

Özcan Yüksek: Aramızda öyle paralı pullu insanlar yok, bizim de çuval dolusu paramız filan yok, dergiyle uğraşmak-tan öyle birikimi tercih etmedik, zaten ikisi bir arada yürümezdi ve pişman da değiliz, dolayısıyla söyledikleriniz bizim asıl sermayemiz, evet. Ama tabii sadece bunlar ile bir dergi çıkmıyor biliyorsunuz. Bunun bir de gerçek dünya ayağı var. Neyse ki az bir insan topluluğu değiliz, herkes üç beş kuruş bir şeyler verdiğin-de bu işin maliyetini karşılıyoruz. Okur da bunu paylaştığı zaman bu devam ede-cek. Birlikte çalıştığımız, Buğday ve Doğa Derneği başta olmak üzere, dernekler var, onlar derginin paydaşı, yani ortağı. Hem çizgiyi, hem içeriği oluştururken birlikte karar verdiğimiz, hem de bizi kitlesel olarak destekleyen oluşumlar bunlar. Üyeleriyle, destekçileriyle, ta-kipçileriyle yanımızdalar. Onlar da bu derginin gücü.

Nasıl bir periyodda devam edecek Magma? Nerelerde satılacak? Özcan Yüksek: Bir yıl içinde 6 sayı çıka-racağız ilk etapta. Yani şu an için iki ayda bir çıkacak. Türkiye çapında tüm bayi-lerde bulabilirsiniz. Ve ayrıca abonelik sistemimiz de mevcut. Yakın zamanda planlanan bir et-kinlik var mı? Özcan Yüksek: 31 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında Karabük Yenice Ormanlarında “Sonbaharın Magma’sıyla Buluşma” adıy-la bir doğa yürüyüşümüz ve kampımız olacak. Ayrıntıları Facebook sayfamızdan ya da dergiden öğrenebilirsiniz. Türkiye’de artık basın iyice tekel gibi bir şey oluyor, bir kısmı tama-men yandaş bir modele doğru gi-diyor zaten. Son olaylardan sonra aklı başında hiç kimse medyanın tarafsız haber yaptığını düşün-müyor. Hem yazılı hem de görsel basına inanmıyoruz artık. Mesela ben haber izlemiyorum ve gazete almıyorum. Bu bir dönemin sonu olabilir mi? İnsanlar doğru ve ta-rafsız haberi nerden bulacak?

Özcan Yüksek: Artık internette ya da elimde bir gazete okumaya başladığımda, bir şeyleri göremiyorum duygusu oluşuyor bende. Düşünüyorum bunun arkasında ne saklıyorlar diye. Acaba bir psikoloğa mı gitsem dediğim seviyede, atamadığım bir hal oldu bu durum. Gazeteyi açıyorum, cümleler var evet, fotoğraflar, haberler var ama bir şeyleri saklar gibiler işte. Ne var bunun arkasında diye gazeteyi kaldırmak geliyor içimden. Çok tuhaf bir metafor. Hani böyle gazete ile bir şeylerin üzerini örteriz ya, mesela bir trafik kazasında

72 Kasım - Aralık / 2014

Page 73: Aktivist Dergi 7. Sayı

filan. Bu iş o noktaya geldi. Tabii şimdi burada yanlış anlaşılmasın, gazetelerin her türlü görüşü olabilir, buna lafımız yok ama haberi tarafsız bir bakış açısıyla, saklamadan vermeliler.

Peki, insanlar doğru ve tarafsız haberi nereden öğrenecek. Özcan Yüksek: Alternatif ve nitelikli bir medyanın oluşması lazım. Habere daha çok ilgi gösterilmesi gerektiğini bir gazeteci olarak söylüyorum. Gazetelerin de buna ihtiyaçları var. Geniş kitlelerin merak ettiği ve bilmesi gereken şeyleri, diğer gazetelerin vermediği haberleri bulmaları araştırmaları ve yayınlamaları gerekiyor. Ve daha önemlisi haberi olmadan önce verebilmek, yani bir kaza olmadan evvel orada olacakları görebilir, araştırabilirler ve bak şurada şu olabilir buraya dikkat edin diyebilirler. Biliniyor çünkü bunlar, tahmin etmesi zor şeyler değil. Bu arada elbette Birgün, Cumhuriyet gibi iyi gazeteler de var, onları ayrı tutuyorum. Ayrıca bağımsız haberciler de var, Gezi olayları sırasında Twitter hesaplarından paylaştılar olup biteni, Ahmet Şık, İsmail Saymaz gibi. Bunlar da güvenilir haber kaynakları olarak çok önemliler.

“ Dünyayı insanlar arasında iyiliğe dayalı, çıkara bağlı olmadan kurulan ilişkiler kurtaracak” Son yıllarda giderek artan bir ekolojik bilinç var; tohuma, toprağa ve kültüre sahip çıkmak, küreselleşmenin önüne geçmek için birçok şey yapıyorlar, sizce bu çabalar işe yarayacak mı? Dünyayı bekleyen sonun önüne geçebilecek miyiz? Özcan Yüksek: Güzel bir soru. Benim gözümde bütün bu olayların büyük ve tek bir sebebi var ve o sebebi aşacak yol da belli. Rekabetsiz dayanışmacı bir

yaşam. Tıpkı Magma Dergisi’nin hedefi gibi. İnsanlar arasındaki bu hırsı ve rekabeti, bir spor karşılaşması dışında ortadan kaldırmak ve tek bir amaç için birleşmek gerekiyor. Dayanışma ve paylaşma kültürünü, hükmetme değil ortaklaşa bir şeyler yapma kültürünü yaymak lazım. Masalların da anlattığı budur geçmişte. Gezegeni koruyan “biz olma, bütün olma” duygusunu yaymamız gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman oluşacak olumlu doku diğer olumsuz dokuyu yenecektir diye düşünüyorum. Bunu başarabiliriz.

Senin ülken benim ülkem değil bizim gezegenimiz yani. Özcan Yüksek: Dünyayı bir bütün ola-rak görüp algılamak lazım. Amazonda yağmur ormanlarını korumak isteyen yerliler ile burada derelerini HES’lerden kurtarmak isteyen köylüler birlik olmalı mesela. Tüm hiyerarşik yönetimler, şeflikler, merkezler hırsı ve rekabeti körükleyen, doğayı, birliği yok eden me-kanizmalar ortadan kalkmalı. Yani fark etmemiz gereken şey Gezi’deki gibi bir dayanışmaya ihtiyacımız olduğu. Hep Gezi’yi örnek veriyorsunuz. Özcan Yüksek: Evet, çünkü Gezi bunu

başardı, bir şefi, kahramanı, patronu, yöneteni yoktu. Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, şu, bu, hepsi doğaçlama idi. İsim-lerini bile bilmiyoruz, simge oldu hepsi. Onlar oraya içlerindeki iyiliği sesini din-leyerek geldiler, ağaçları, özgürlüklerini savunmak için. İnsanın doğayla kurduğu bu ilişki çok önemli. Bu ilişkiyi çoğaltmamız lazım. Bütün dünyanın ihtiyacı olan şey bu. Şiddetsiz, örgütsüz, ideolojisiz bir daya-nışma, gezegeni kurtarmak ve yaşamı sürdürmek için birlik olma. Bunlar bazı kimselerce küçümsenebilir, hiç önemli değil, bütün güç buradan geliyor.

Üç ağaç için ortalığı yıkıyor dediler. Özcan Yüksek: Üç ağaç için çıktılar ortalığı yıktılar dediler, evet. Şunu anlamadılar; onlar özgürlük ve adalet için oradaydılar. Kimse emir verdiği için sokağa dökülmedi insanlar. Bir kaplan, bir kartal ya da bir kedi tehlike anında nasıl içgüdüsel olarak kendini savunuyorsa oradaki çocuklar da bunu yaptı. Nefsi müdafaa yaptılar yani, o yüzden de çok korkusuzdular. Bence orada ağaçların olması tesadüfi bir şey değil, en güçlü en masum olandır her zaman. O yüzden hemen o bağlantılar

73

Page 74: Aktivist Dergi 7. Sayı

kuruldu, her şey ve herkes organize oldu, tüm bunlar içgüdüsel ve sezgisel olarak kendiliğinden gerçekleşti, çünkü tekrar ediyorum, doğaldı, olması gerekendi. Ağaçların korunmasıyla insanın özgürlüğü arasında kopmaz bir ilişki vardır. Orada insanlar bunu uyguladılar. Dünyayı da insanlar arasında iyiliğe dayalı, çıkara bağlı olmadan kurulan ilişkiler kurtaracak. Bu ilişkilerin çoğalmasıyla oluşacak olan güç birliği kurtaracak.

Çok uluslu şirketler, küreselleşme ve kapitalizm el birliği içinde bizim gibi ülkelerin kökünü kazımaya kararlı görünüyor. Yerli tohum ile tarım bile yapamıyoruz. Yine yakın zamanda yürürlüğe giren yasayla beldeler, köyler büyük şe-hirlere bağlanıyor. Üretime dayalı bir yaşam biçimi olan köy kültürü-nün yok olması demek bu. Hâlbuki bize gereken şey sürdürülebilir bir yaşam. Bu hayat tarzının yaygınlaş-ması için ne yapmalı?

Özcan Yüksek: Hayatın var oluşundan bu yana süregelen, doğayı, yaşamı, iyi olan tarafı koruyanların bilgisine ulaşmak ve bunları, dikte ederek değil, deneyimleyerek yaymak gerekiyor. Tıpkı Doğa Derneği’nin, Doğa Okulu’nun yaptığı gibi. Köylü bir kadını, bir çobanı bulup, onlardan atadan çocuğa geçen kadim bilgileri alarak, onların o bilgiyle kurduğu ilişkileri, kendine yeter yaşamın özelliklerini ile birlikte şehirlerde ve

de köylerde modellemeliyiz. Bunun gerektirdiği örgütlenmeler kurulmalı mahallelerde, semtlerde, köylerde.

Gezi sonrası forumlar yapılıyor mesela. Onlar gibi mi? Özcan Yüksek: Evet aynen öyle. Tür-kiye’de köyler yok edilmeye çalışılıyor, gelenekler yok ediliyor, bu korkunç bir şey. Geleneksel ve muhafazakâr görünen bir yapı, dünyadaki en acımasız işi yapıyor, yok ediyor, ezip geçiyor, çiğniyor, üstüne betonlar döküyor. Bir halkın kültürünü, geleneğini yok ediyorlar. Şu anda bundan elli yıl, yirmi yıl öncesinin kıyafetiyle değil Anadolu, Karadeniz’de peştemalli kimse göremezsiniz, köy de yok köylü de yok, Konya’da da böyle, her yerde de böyle, köylü yoğurdunu oraya gelen bakkaldan alıyor artık, tarım da yapılmıyor. Bunları istemiyorlar. Yasaları değiştiriyorlar, akıl alır gibi değil. Özcan Yüksek: Ve hiçbir aydın da bunu tartışmıyor. Televizyonlar sus pus, hiç konuşulmuyor, Ahmet Hakan bile çıkıp demiyor “Köyler kaldırılıyor efendiler ne diyorsunuz” diye. J

Hiç kimsenin bu konuyla ilgili ne bir argümanı ne de bilgisi var çünkü. Ama biz anlatacağız. Derginin bu sayısında Türkiye’de tüm bu olup bitenle ilgili mu-azzam bir yazı var. Türkiye’deki herkesin okuması öğrenmesi gereken bir yazı. Neden İstanbul’da ormanlar yok ediliyor,

neden Karadeniz’de dereler kurutuluyor, neden Tuz gölünde hayat bitiyor, neden Soma oluyor, neden asansörler düşü-yor, bunlar ve pek çok şey aradaki tüm bağlantıları kurularak anlatılıyor. Önce o köylerdeki sonra şehirlerdeki sonra tüm dünyadaki insanlar bunun bedelini neden ve nasıl ödeyecek, hepsinin birbirleriyle olan bağlantısını kurarak anlatıyoruz. Doğa Derneği’nin başkanı, Doğa Oku-lu’nun kurucusu Güven Eken bu konuyla ilgili uzun bir zamandır yaptığı araştırma-ları Magma’da “Türkiye’nin Doğası” dos-yasında yazdı. Bu ölçekte bir araştırma ilk kez bizim dergide çıktı. Birlikte yaşadığımız tüm canlıla-ra kendi türümüz de dâhil hayatı zindan ediyoruz, sizce bunu neden yapıyoruz, neyi paylaşamıyoruz?

Özcan Yüksek: Bunu masallar anlatıyor zaten, bunun adı gözüdönmüşlük. Nedeni sadece kendini düşünmek, bencillik, yani kapitalizm. Bencillikler yüzünden birlik olamıyoruz.

Siz Binbir Gece masallarının izi-ni sürmüştünüz. Masal konusu sizin için çok daha özel bir alan biliyoruz. Bize masalları anlatır mısınız? Masalistan sayfanız var Facebookta. Özcan Yüksek: Güzel mi Masalistan?

Harika. Ama biz masalların kıy-metini hiç bilmiyoruz, bana masal

74 Kasım - Aralık / 2014

Page 75: Aktivist Dergi 7. Sayı

anlatma diyoruz mesela… Orta-doğu’nun en güzel masallarını da Hollywood anlatıyor bize. Özcan Yüksek: Belki de zamanımızı en iyi anlatan şeyler böyle cümlelerin tam tersi manaya gelmesi. Bir zamanların değer gören unsurlar şimdi böyle nega-tif birer metafor haline geliyor. Masallar eskileri anlatır gibi dursa da aslında, tüm zamanları anlatırlar, zamandan azade-dir onlar. Ve yine aynı şekilde tek bir ülkeye, topluma mal edilemezler. Tabii ki yerel hikâyeler anlatır ancak evrensel temalar içerir. Hindistan’da anlatılan bir masal Danimarka’ya da gelmiştir mesela ya da Venedik’te anlatılan Çin’e bile gitmiştir. Masallar da tıpkı emtialar gibi dolaşır, hatta daha da fazla. Tüccarlar, din adamları oradan oraya mallarını satar ya da misyonerlik yaparlarken, kervanlarda, limanlarda masallarını da değiş tokuş etmişlerdir. Peşaver’de büyük bir kavşak vardır, belki de yer-yüzünün en önemli kavşağı diyebilirim, bir taraf Çin, bir taraf Orta Asya, bir taraf Hindistan, bir taraf da İran. Orada eski bir isim kalmış “ Öykü Anlatıcıları Çarşısı”. Demek ki orada eskiden öykü anlatıyorlardı ve onun karşılığında ku-maş alıyor, mecidiye veriyorlardı belki. Masallar bütün insanlığa ait şeyler, en son anlatıldığı yerde kalıyor ve o dile ait oluyor. Binbir Gece masalları diğerlerin-den farklıdır, bugün o masallarda adı ge-çen tüm şehirler kıyamet yeri. Bağdat, Şam, Kahire…

Bugün artık kimse masalları önemsemiyor. Özcan Yüksek: Masallar yeryüzündeki kadim bilgileri, dikte etmeden, öykünün içinde sakladığı sırla aktarmanın tek yolu-dur. Çok kıymetli masallar, onlardaki bil-gelik. Bu yüzden ihtiyacımız var masallara. Masallar ikna etmeye çalışmaz, sadece anlatır. Hikâyenin içindeki sandıkta saklar gerçeği mesela. Masalın yolu bu kadar basit ve etkilidir. İnsanlığın tüm iyilik ve kötülüklerini, erdemlerini ve zayıflıklarını, ahlak ve ahlaksızlıklarını masallar anlat-mıştır. Ne yazık ki günümüz toplumunda edebiyatta, sanatta ve sinemada masallar hak ettikleri değeri görmüyor. Bunun sebebi de kapitalizmin dayattığı bireye yönelik hızlı yaşam kültürü. Bazı bazı kullanılıyor tabii sinemalarda filan ama bir masal yüceliğinde değil. Magma ile başladık yine onunla bitirelim, yaşadığımız medeniyet-ten çok önce çok gelişmiş kadim uygarlıkların yaşadığı yok olduğu söylenegelir. Atlantis, Mu gibi. Böyle dosyalarınız da olacak mı Magma’da? Özcan Yüksek: Eski dergide çalışırken ye-mek kuyruğunda ya da bir yerlerde başka departmandan elemanlar gelip sorarlardı. Atlantis var mı diye? J Biz bilimsel olmak durumundayız. Bununla ilgili hiçbir kanıt yok biliyorsunuz. Ancak efsane olarak buna benzer haberler yapabiliriz. Hatta birinci sayıda Atlantis değil ama bir başka efsaneyle ilgili çok önemli bir haberimiz

var. Amazonlar… Bütün dünyanın merak ettiği, sadece efsa-nelerde olan bir şeyin coğrafya üzerinde bir takım temellerinin olduğunu dünyada ilk kez biz açıklıyoruz. Amazonlar! Ama-zonların, kurtlarla su içen bu kadınların Kafkasya’daki köklerini yazdık. Fransız bir arkeoloğun keşfi, Fransa’da kitabı çıkacak hatta biz istediğimiz için yazdı, onun arke-olojik kazılarına gittik, hiç açılmayan gizli kilitleri açmasına tanık olduk. Devamı için Magma’yı almanız gerekecek. Bu ilk sayı derginin en önemli sayılarından biri, çok sansasyonel işler var.

Dergi çıktığı günden beri sanal âlem yıkıldı tabiri caizse zaten. Dergiyi satın alan herkes kendi Magma’sının fotoğrafını çekip İns-tagram’da Twitter’da ve Facebo-ok’ta bol bol paylaştı. Gördüğü ilgi hayli yoğun oldu yani. Peki, nasıl buldular dergiyi? Özcan Yüksek: Evet, gerçekten de oku-yucumuz bizi yanıltmadı ve bu süreçte yanımızda oldu, heyecanımızı paylaştı. Şu ana dek okuyucularımızdan gelen tüm geri dönüşler çok güzel. Herkes dergiyi çok beğenmiş görünüyor.

Doğrusu Aktivist ekibi olarak biz de çok beğendik Magma’yı, muhte-şem olmuş, ellerinize emeklerinize sağlık. Ömrü uzun olsun. Özcan Yüksek: Teşekkürler ederiz.

75

Page 76: Aktivist Dergi 7. Sayı

Bundan 2400 yıl kadar önce Epikür; de-ğişim/dönüşüm mevhumunu ‘mutluluk’ üzerinde kurgulamayı ilke edinerek her bir bireyin, hatta yaşayan her canlının refah ve mutluluğu şiar edinerek hareket ettiğinden bahsetmiştir. İnsanlığın maddi ve manevi mutluluk peşinde olduğu aşikâr. Bunu yeni çağ filozoflarının bireyi esas alan söylem-lerinde, sayısız kişisel gelişim kitaplarında, reklamlardaki ‘sen’ mesajlarında fazlasıyla görebiliriz. Epikür’a göre insan ruhu mad-di bir niteliğe sahip olmadığından tanrı ve ölüm korkusu; kurtulunması gereken zor-lu ama bir o kadar da yersiz korkulardır. Elbette böylesi ardı anlaşılmayan sorular acı ve kederi barındırabileceğinden mut-luluk kavramının karşısına acı kavramını konumlandırarak, mutlu sona kadar nere-deyse ayrılmaz bir birliktelik niteliği kazan-dırmıştır. Dolayısıyla bu açıklama yazının başında bahsetmiş olduğum din, öğreti ve deyimlerin bolca değindiği ‘ıstıraplı yol sonrası mutluluk’ tanımlamalarına denk düşmektedir. Küçük beklentilerimize baktığımızda mad-di ve manevi mutluluk arayışımızın diğer insanlarınkinden neredeyse farklı olmadı-ğı ortaya çıkar. Biraz para, ün, çiftlik evi,

varoluş sorularımıza kesin cevaplar, mutlu bir birliktelik veya tatlı bir yalnızlık. Sayısız istek ve arzu yazılabilir ancak hemen hep-si de tek bir bireyin isteyebileceği türden beklentiler sınıfına girerler. 

Metamorphoses’dan Dönüşüm’e İnsanın Değişimle İmtihanı

1900 yıl önce Madauruslu Apuleius, Me-tamorphoses/Başkalaşımlar (Altın Eşek) adlı eserinde zengin bir gezgin olan Lu-cius’un öykülerini kaleme alır. Bir iş için annesinin memleketine giden Lucius mi-safir olarak kalacağı ev sahibinin hizmet-çisi Photis’le birlikte bir dönüşüm büyüsü yaparlar. Lucius’un isteği bir kuşa dönüşüp kuşlar gibi hissetmek ve uçmaktır, fakat yanlışlıkla bir eşeğe dönüşür. Yapılan hata eşeğe dönüşen Lucius’un biraz taze gül ye-mesiyle giderilip tekrar insana dönüşme-sini sağlayacaktır ancak o gece eve gelen hırsızların eşeğe dönüşmüş olan Lucius’u kaçırmalarıyla bu olanaktan mahrum kalır. Ve böylece asıl hikâye başlar. Eşeğe dönü-şen Lucius aylar boyunca farklı insanların elinde tutsak kalarak ağır işlerde çalıştırılır, devamlı işkence görür, defalarca ölümün kıyısından döner. Değişik şehirlerde fizik-

sel ve ruhsal işkencelerle karşılaşan Lucius halka açık bir gösteride bir kadınla cinsel ilişkiye zorlanır ve bu iğrenç sahne gerçek-leşmeden önce bir yolunu bularak oradan kaçar. Saklandığı yer bir deniz kenarıdır. Uyku ile uyanıklık gidip gelirken Tanrıça İsis›in denizden kendisine seslendiğini du-yar. İsis Lucius’u kurtaracaktır.  Metamorphoses adlı eserde toplam on bir öykü bulunuyor. Meraktan kaynaklanan bir istek sonucunda dönüşüm geçiren Lucius başka pek çok insanın maddi ve manevi arzularına tanıklık etmektedir. Tedirgin edici tuhaflıklarını kullanarak insanları alda-tan rahipler, arkadaşını ve arkadaşının karı-sını kıskançlıktan öldüren soylular, hırsızlar, zorbalar ve daha niceleri. Metamorpho-ses yazıldığı tarih itibariyle insanın doğaya bugünkünden daha yakın olduğu, sınıfsal farklılıklara ait zevk ve eğlencelerin bugün-kü kadar farklılık göstermediği bir döneme aittir. İnsanlığın; doğadan, Tanrı’dan, daha doğrusu Yaratı’nın öznelliğinden kurtuluş beklentisi kendini sürekli hissettirir. Lu-cius ormanlarda, kırlarda gezinmektedir. Kurtuluşunu ayaklarını topraktan çekme-den aramaktadır. Öykülerden birinde de; en umulmadık anda ortaya çıkan akıllı bir

Hakan Kesimal

[email protected]

kişisel gelişim

“Her şeyin değiştiği dönüştüğü her an bizler de değişiyoruz. Yani yaşlanıyoruz. Kendimiz ve geleceğimiz değişip dönüşmek üzere bir adım önümüzde nasıl hareket

edeceğimizi bekliyordur. Karar bizlerindir.”

2400 Yıl Öncesinden BugüneDeğişebildik mi? Dönüştük mü?

76 Kasım - Aralık / 2014

Page 77: Aktivist Dergi 7. Sayı

avukat bir kardeşi idamdan kurtarırken ve diğerini ölmek üzereyken son anda me-zarından çıkarttırarak kurtarır. O döne-min tanığı, kâtibi, anlatıcısı Apuleius, aynı zamanda o dönemin bireyidir. Tüm ilkel vahşetlere rağmen insana ve doğaya olan umudunu korumaktadır. Üstelik eğlenceli ve alaycı bir şekilde anlatmayı başararak.

Metamorphoses/Başkalaşımlar (Altın Eşek) eserinden 1750 yıl kadar sonra Dö-nüşüm’ü konu edinen bir başka eser or-taya çıkmıştır. Hepimizin bildiği ve Dünya edebiyatını derinden sarsmış olan Franz Kafka’ya ait Die Verwandlung/Dönüşüm eseri. Böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın hikâyesi. Sanayi Devrimi sonrası bireyi olan Franz Kafka’nın hikayesine ait ilk cüm-le ‘’Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düş-lerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu’’dur. Franz Kafka’nın dönüşümünde göze ilk çarpan detay da budur. Gregor Samsa uzunca bir süre içten içe yaşadığı dönüşü-mü fark edememiş ve bir sabah geçmişte nasıl biri olduğunu hatırlamıyormuşçasına bir böceğe dönüşerek uyanmıştır. Yazar da sanki çağının getirisini kanıksar bir şe-kilde eserine bu cümleyle başlar. Sonrası ise malum. Ailesinin Gregor’a olan dav-ranışları günden güne değişmekte ve tüm ailesi ona karşı yabancılaşmaktadır. Bir süre sonra onu bir yük olarak görmeye başlayıp Gregor’un ölümünü bekler hale gelmişlerdir. Bu iki hikâyeye ‘18 asırlık insanlığın dö-nüşümü’nün hikâyesi olarak baktığımızda bireyin; endişe ve isteklerine çare arar-ken git gide yalnızlaştığını, doğayla ve di-ğer insanlarla olan iletişiminin kesildiğini görürüz. 1800 yıl önce; hayatın getirdiği problemleri veya arzuların karşılığını bir eşeğe dönüşerek yüklenmeyi tercih eden insan, 18 asır sonra görece önem düzeyi çok daha düşük, tavan arasına sıkışmış, önüne getirilen bir kap yemek ve suyu bekleyen pis bir böcek olmayı yeğlemiş-tir. Gregor’un hikâyesi tıkıldığı yatak oda-sından dışarı çıkıp kanalizasyona veya bir çöp birikintisine doğru yol alarak devam etmiyor. Odasında kalmayı yeğleyip, aile-sinin ve arkadaşlarının kendisi hakkında neler düşündüklerini sorgulamaya başlayıp birinci dereceden akrabalarını da kötüleş-tirerek yabancılaştırıyor.

Gregor yalnızdır, derisi sertleşmiş, vızıltı

çıkaran, iğrenilesi bir yaratıktır. Tıpkı mo-dern Dünya’nın ‘sen’ demesine rağmen modern insanı bir kenara atıp yok sayması gibidir. İnsanlar, aradan geçen bunca süre-de olaylar karşısında mukavemet gücünü yitirmiş ‘ben’ olma kavramını unutmuşlar-dır.  

Felsefe; bu iki ayrı ama insanlığa ait olan tek hikâyeye nokta koymaz, makro ve mikro sınırlar çizmez, felsefeye göre in-sanlığın zaten ‘yaşaması gereken’ olağan bir süreci olarak değerlendirebilir. Savaş, kapitalizm, ırkçılık gibi kötü kavramları kendi eliyle hazırlayan insan, aklın ürete-bileceği kötü kavramların zararlı tarafla-rını anlamak adına yalnızlaşıp, sertleşerek doğaya ve türdeşine yabancılaşmış olabilir. Bir diğerinde gördükleriyle tecrübe ka-zanması esas olan canlı türleri doğadan ve diğer türlerden uzaklaştıkça yalnızlaşarak ‘ben’ kavramını kaybeder ve aynı zaman-da yalnızlaştıkça ‘ben’in doğaya türdeş ve türlere olan ihtiyacını anlama fırsatı bulur. Çoğul Tanrıların yüzyıllar boyunca Tek’e indirilmesi süreci benzer akıl yürütmeler ve toplumsal krizlere sahne olmuştur. İn-sanlığa çok şeye mal olan bu arıtımın birey modelli izdüşümü ise benzer psikososyal krizlerde kendini göstermektedir.

21.yy’da Değişimin Fitili: Hassasiyetler ve Hareket

Epikür’ün ve birçok din, mit, öğreti söy-levlerinin ‘ıstıraplı yol sonrası mutluluk’ tanımına göre bu süreçle evrimsel yahut uhrevi nedenlerle tanışma fırsatı yakalamış olan insan; olası bütün nedenlerin merke-zinde, onlarla tanışma gününü bekleyen dirayetli irade ve akıl sahibidir. Bir böcek olmayı göze alıp çatı katında yalnız bir şe-kilde ölümü bekleyen insan bunu göze ala-bilmiş ve diğerleriyle paylaşma cesaretini gösterebilmiştir. 

21. yüzyılda Gregor’un ardılı olan bizler kö-lesi olduğumuzu söylediğimiz birçok araca karşı isyan hareketi başlatmış durumdayız. Her gün internet ortamında teknolojik araçlara ne kadar bağımlı olduğumuzdan, ilişkileri internet üzerinden  sürdürüp as-lında birbirimize ne kadar yabancılaştığı-mızdan sıkça bahsetmekteyiz. Bu hataları ayıklama ve doğaya dönmenin sancılı söy-lemleri arasında sokak hayvanları ve insani hassasiyetler gibi konularda pozitif anlam-da ilerlemeler sağlanıyor.  Bu sorunlar sık-ça dile getirilip ortak çözümler aranıyor.

Kölesi olduğumuz araçlar insanın insan-la yüz yüze olan iletişimini ayırdığı gibi benlik ve hassasiyetlerinin ne olduğunu diğerleriyle paylaşma fırsatını sunuyor. Ve iyiye odaklı insan ruhu sayesinde de olumlu adımlar atılıyor.  Bizi birbirimize yabancılaştıran teknoloji aynı zamanda dü-şüncelerimizi diğer insanlarla daha kolay paylaşmamıza imkân veriyor. Teknolojiyi yaratmış olan insanlık bir yandan imkân-larından faydalanırken,  öte yandan nesnel özelliğinin dışına çıkıp bir güç haline gelen araçlara hükmetmeyi öğreniyor. Bu duru-mumuz aklımızın, yaratım gücümüzün ve muhteşemliğimizin karmaşık bir ifadesini temsil ediyor. Elbette özgürlüğün yönte-mi deneme yanılma üzerine kuruludur. Aksi takdirde bizim seçimlerimiz olmaz-lar. Olaylar içerisinde iyi ve kötü yan yana gider.  Aslına buna yapılan ve yapılacak olanlar dersek daha doğru söylemiş olu-ruz çünkü neye ne anlam yüklediğimizi ancak gerçekleştirdikten sonra fark etme imkânı buluruz. 

21. Yüzyıl insanın kendi aklıyla gerçekleş-tirdiği bütün olanaklarla tanışma yüzyılıdır. Yaşamsal ihtiyaçlara ulaşımın kolaylaştığı, kendimize, ailemize, dostlarımıza ve yara-tılarımıza daha fazla vakit ayırabileceğimiz, en önemlisi istedikten sonra neler yapabi-leceğimizi kavrama fırsatını bulduğumuz bir yüzyıla girmiş bulunuyoruz. Aklın yüz-yılı bizlere istediklerimizi elde edebilmemiz için yapmamız gerekenleri sıralayıp vakit geçirmeden harekete geçmemizi söylüyor. Dönüşüm her an her yerde mevcuttur.

İster acı ister tatlı olsun bir sonraki adım muhakkak gelecektir. Ateşin üstünde bek-lemeyi seçip acı çektiğimiz  her an, ateş-ten kurtulmak için ne kadar fazla istek duyabileceğimizi keşfettiğimiz andır aynı zamanda. Geriye sadece hangi yoldan gi-deceğimize karar vermek kalıyor. Üstelik bu konuda sonuna kadar özgürüz de. Her şeyin değiştiği dönüştüğü her an bizler de değişiyoruz. Yani yaşlanıyoruz. Kendimiz ve geleceğimiz değişip dönüşmek üzere bir adım önümüzde nasıl hareket edeceği-mizi bekliyordur. Karar bizlerindir.

Bu yüzden kırda ormanda kırbaçlanan bir eşek ve odasında tıkılı kalmayı tercih eden bir böcek olmaktan onur duyabiliriz. Çün-kü zaman için her ikisi de tek bir insanlık hikâyesinin farklı parçalarıdır. Tüm çağdaş-larıma selamlar.

77

Page 78: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj

78 Kasım - Aralık / 2014

Page 79: Aktivist Dergi 7. Sayı

Kendimizi yeni bir şeye bağlayabiliriz. Akışa güvenmeye, bolluk ve bereket bilincine… Yeni sinaps örüldüğünde, o yeni davranış

zamanla otomatiğe bağlanır.79

Page 80: Aktivist Dergi 7. Sayı

Değişmek ya da aynı kalmak… Hayatın bir tekamül yolculuğu olduğuna kim karşı koyabilir? Birbirimizden farklı olduğumuz gerçeğinden daha çetin gerçek varsa, o da bizim de dünkü biz-den farklı olduğumuz gerçeğidir.

Heraklitos “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyerek değişimin kaçınılmazlığını ve sürekliliğini nasıl bir çırpıda anlatıverdiyse Kuantum Koçu Nilda Ferhan Efe-çınar da, düşünceler değişirse hayat da değişir diyerek, deği-şim kavramını farklı bir boyuta taşıyor.

Son yılların popüler kavramı “düşünce gücünü”, kuantum temelinde incelemek istedik. Düşüncelerimiz nasıl gerçek olu-yor? Hangi düşünceler kendini gerçekleştiriyor? Nilda Ferhan Efeçınar, “kendime yeni bir ben lazım” diyenlere, kuantum dü-şünce tekniklerini anlattı.

Aktivist: Enerji, frekans, ışık… Sadece etten ve kemikten ol-madığımızı idrak ediyoruz :) Kuantum Bilgisi ışığında insan nasıl bir varlık?

Nilda Ferhan Efeçınar: İnsan

sadece fiziksel bedenden iba-ret değil. Klasik fizikte madde ve enerji birbirinden farklı formlar olarak kabul edilirken, kuantum fiziğinde atom altı parçacıkları incelenerek, aslında madde de-diğimiz

her şeyin saf enerjiden ibaret ol-duğu tespit edildi. Evrendeki bü-tün sistemin zaten bir enerji, sıkış-tırılmış yoğunlaştırılmış form enerji olduğu ortaya çıktı.

Aktivist: Bir araya gireyim… Klasik fizikle, kuantum fiziği arasında ne gibi farklar var?

Nilda Ferhan Efeçınar: Klasik fi-zik ve kuantum arasındaki farklar-dan biri, klasik fizikçiler insan dü-şüncesinin evreni etkileyemediği yönünde birleşiyorlardı. Kuantum fiziğinde yapılan çalışmalar sonu-cunda insan düşüncesinin, kişile-

rinin bedenlerini, yaşamlarını ve evreni etkileyen en güçlü enerji formu olduğu tespit edildi. Dola-yısıyla düşünce de bir enerjidir ve en güçlü enerji formudur.

Diğer ayırım klasik fizikte insan doğar, yaşar ve ölür denirdi; tek bir plan vardır düşünce sistemi hâkimdi, kuantum fizikçileri ise bizlerin birden fazla olasılığı ol-duğunu ortaya çıkardılar. Biz pek çok olasılıktan birini var ediyoruz bu hayatta. Aslında gerçekleşe-bilecek farklı olasılıklarımız da var

Aktivist: Kuantum’a göre insa-na gelirsek tekrar, kuantuma göre insan nasıl bir varlık?

Nilda Ferhan Efeçınar: İnsan bedeni yoğunlaşmış enerji form-dur. Atom altı parçacıklar halin-dedir ve titreşmektedir. Kuranda bile “siz yüce dağlara baktığınız-

Düşünce Bir Motorsa Duygu Yakıttır

sadece hayal edin, senaryo yazmayın!

80 Kasım - Aralık / 2014

Page 81: Aktivist Dergi 7. Sayı

da onları duruyor mu zanneder-siniz?” der. Çünkü onlar da ku-antum zerrelerinden ibarettir ve titreşmektedir. Bizim göz algımız onların titreşimini almaz. Biz sınırlı bir şekilde görüyor sınırlı bir şekilde görüyoruz. Algılarımız sınırlı. Bizim duyduğumuz frekanslar dışında karıncaların, köpeklerin, duydu-ğu farklı frekanslar var, bizim gör-düklerimiz dışında farklı frekanslar var. Biz bu beden içinde aslında bir sınırlılık durumundayız.

Amaçlanan da zaten bu sınırlılı-ğı aşmak. İnsan çünkü öylesine güçlü bir varlık ki görünenin arka-sında durumları algılayabilir zira sezgisel olarak pek çok şeyi du-yabiliyoruz.

Sadece frekanslar ve atom altı parçacıklar var. Bu bilgiyle dü-şündüğümüzde, bir şeye dokun-duğumuzda bile aslında dokun-muyoruz. Elim elime değdiğinde hissettiğim sadece dokunma hissidir ancak iki elimin tamamen birbirine değmesi mümkün değil-dir çünkü elektronları karşılıklı ola-rak birbirini iter. Bizim beynimiz bir dekoder olarak görüntüleri, ses-leri, şekillere formlara çeviriyor; insanoğlunun dünyadaki ortak diline çeviriyor. Böyle bir kuan-tum sahası içindeyiz.

Aktivist: Düşünce gücü diye bir kavram var artık, düşünceler nasıl gerçeğe dönüşüyor?

Nilda Ferhan Efeçınar: Bu konu-yu aydınlatan bir çalışmada ışık inceleniyor… Klasik fizikte, ışığın doğrusal hareket ettiği söyleni-yor. Kuantum fiziğinde ise ışık, parçacık halindedir, bir görünür bir görünmez; kesik kesik ilerler. Quanta dediğimiz bu parça-cıklar yüksüz enerji formudur… Yüksüz enerji formu maddeyi de değiştirebilir, madde olmayanı da maddeye dönüştürür. Düşün-ce de aynı fotonlar gibi quanta-lar halinde parçacık, dalgacık şeklinde yayılır. Işıkla aynı şekilde yayılan bir yayın var beynimizde. Dışarıya quantasal olarak yayın yapıyor. Her yayında yer alan qu-antalar bir dönüşüme yol açıyor. Dolayısıyla biz düşüncelerimizle

oluşu etkiler konuma geliyoruz. Çünkü kütleli ve kütlesiz olan her şeyi değiştirebilecek bir güç zi-hinden çıkıyor.

Aktivist: Hangi düşünceler ger-çek oluyor?

Nilda Ferhan Efeçınar: İçinde duygu barındıran düşünce ger-çekleştirir. Duygu kimyasını hare-kete geçiren düşünce... Bir sürü şey düşünürüz, çoğu bir şey ol-durtmaz; gelir geçerler. Arabanın yakıtı olduğunda araba gidiyor-sa düşüncenin yakıtı da duygu-dur. Düşünceyi duygu güçlen-direrek etkili hale getirir. Durum böyle olunca, insanların başına en çok korktukları şey geliyor. Coşku ve arzu duygusu taşıdıkları düşünceleri gerçek olduruyor. Şu anda geleceğimizi inşa ediyoruz. Daha evvelki düşüncelerimizle de bugünü inşa etmiştik.

Aktivist: Düşüncenin yakıtı olan duygulardan en güçlüleri hangileri?

Nilda Ferhan Efeçınar: En güç-lüsü ve en olumsuzu korku… İkin-cisi ise bazıları sevgi diyor ama benim için bu “coşku” frekansı. Bir şeyi büyük bir coşku ile iste-mek… Kederin karşılığı ümittir. Korku ve coşku aynı frekanstadır. Amaç olumsuz duygu durumun-dan olumlu duygu durumuna geçmek, olumsuz düşünce siste-minden olumlu düşünce sistemi-ne geçmek. Bunu yaptığımızda kişi önce inanmıyor. Örneğin bir kadın, evlenebileceğine inanmı-yor ve inanmadığı için de evlen-miyor. Bizim çalışmamızda amaç ona inandırmak. Bilincin inanma-sı önemli değil, bilinç zaten inan-mayı seçiyor ama bilinçaltı inan-mıyor. Biz de bunun için kuantum frekansları kullanıyoruz. Neye ina-nırsak ona yaşıyoruz. Tercihlerimi-zi buna göre yapıyoruz ve tercih-lerimizi inanç sistemimiz belirliyor. Birçok olasılığa rağmen; tezahür eden seçtiğimiz bir şey üzerinde oluyor. Yaşadığımıza bakarsak inancımızı görürüz. O zaman, o inanç değiştiğinde yaşamımız da değişecektir.

Aktivist: Evham, kaygı, karam-

sarlık, umutsuzluk… Bu türlü ruh hallerine girdiğimizde bunu değiştirmek mümkün mü?

Nilda Ferhan Efeçınar: Bir ara geçişe ihtiyaç vardır. Şükür kor-kuyu keser. Oluşa giden endişe-yi şükür keser. Biz burada sistemli olarak çalışarak, danışanlar için yeni bir inanç sistemi oluşturuyo-ruz. Şükür olumsuz enerjiyi keser. O endişe hemen inecektir. “Ya-şadığım her ana, yaşadığım her nefese, sahip olduklarıma, aklı-ma, kalbime….. şükrediyorum” demeliyiz. İnsanlardan şükredi-lecek şeyleri listelemelerini iste-diğimde 19’u 20’yi ancak bulu-yorlar. Daha 50’ye kadar sayanı görmedim.

Tedbir bile tehlikelidir. Sen gü-vensizlik enerjisi verdikçe, o olay başına gelecektir. Yaratmamak lazım. Ben söylediğim her kelime-ye dikkat ederim. Hiçbir zaman “zor” demem, “kolay değil” de-rim. Çünkü her kelimenin bir si-naptik düğmesi var beyinde, zor dediğiniz an zora basıyor. Kolay değil deyince, getiriyor kolayın düğmesine basıyor. Hiçbir şekil-de olumsuz ifadenin hayatına girmesine izin vermeyin. Borçları-mı ödemek… Hayır, borca enerji veriyorsun, birikim yapmak istiyo-rum diyeceğiz oysa.

Aktivist: Bilinçaltımız adı üstün-de, bilinemeyen bir şey… Nasıl besleyeceğiz onu.

81

Page 82: Aktivist Dergi 7. Sayı

Nilda Ferhan Efeçınar: Nerde bu bilinçaltı diye düşünelim. Kal-bim, beynim, böbreğim hepsinin bir yeri var peki bilinçaltım nere-de? Genel bir tabir, beynimizin %10’u bilinçli, %90’ı bilinçaltıdır. Şurada diyemediğimiz bir şey için, bunu nasıl bilebiliyoruz? NLP çalışmaları 1968 sonrasında baş-ladı ve grup çalışmaları yapıldı. Yapılan çalışmalardan çıkan bir sonuç var. İnsan gün içinde 10 eylem yapıyorsa bunun en fazla bir tanesini bilinçli olarak yapıyor. Gerisinde otomatik pilot devre-de gibidir. Sabah giyindim, kah-valtımı ettim, arabama bindim, her gün geldiğim yolda ilerliyo-rum. Hepsi bilinç dışı hareketler. Ancak o yolda bir kaza varsa, yolumu değiştirmem gerektiyse artık bilinç devreye girer. Ve bi-linçli tüm seçimler insanı rahatsız eder. Çünkü kontrol gerekir. Bir şey alışkanlık haline döndükten sonra o bir inanç sistemi haline gelir. İlk araba kullandığımız ha-limizle şimdiki halimizi düşünelim. Aynı nöronlar kullanılıyor oysa. Alışmak ve inanç… Bilinçaltı tel-kinlerle insana yeni alışkanlıklar kazandırılabilir.

Aktivist: Bu nasıl mümkün ola-biliyor?

Nilda Ferhan Efeçınar: Bizim her gün doğan sinir hücrelerimiz var. Nöronlar, sinir hücreleri ve bilgi kaydediciler. Yeni bir bilgi girdi-ğinde nöronlar bu bilgiyi birbirle-riyle paylaşıyorlar. Bilgi tekrar et-tikçe, nöronlar arasında kurulan bağ kalınlaşıyor. Geçmişte hep aynı korkuyu, endişeyi, kaygıyı yaşayarak, parasızlıktan korkarak yaşadıysanız, nöronlarınız aynı bil-gileri geçire geçire bunlar için bir kayıt hattı oluşturuyor. Ve zaman-la daha da büyüyor, öyle ki koca bir otobana dönüşüyor. Bugün yeni bir düşünce, bilgi her gün tekrarlandığında 21 gün sonra yeni hücre bölünmesine sebep oluyor. 2’ye altıya, dokuza bölü-nüyorlar. Sonra 3 ayda yeni bir bağlantı kurulmaya başlanıyor. Eski inanç sistemi aynı oranda küçülüyor, yer değiştiriyor. 6 ay sonra eski inanç sistemi küçücük

kalıyor ve atıllaşıyor. Onun yenine yeni inşa ettiğimiz duygu ve dü-şünce sistemi işlemeye başlıyor. Sonra 3 aylık bir süreç başlıyor ki biz ona hasat zamanı diyoruz.

Her şey değişir. Nörolojik bir sis-teme göre inanç sistemi oluşur. Örneğin uzun süredir sehpanın üzerinde duran bir kitabı bugün kütüphaneye koysam, ardın-dan gelen birkaç gün boyunca bu kitabı her almak istediğimde önce sehpaya yönelirim sonra aklıma gelir, kütüphaneye gide-rim. Ancak 6 ay sonra direkt kü-tüphaneye gidebilirim. Bu yeni bir eve taşındığınızda hala elekt-rik düğmelerini yanlış yerde ara-mak gibidir. Öfke bağımlısı ya da karamsar düşünce yapısı olan bir insan için de sistem aynı şekilde işliyor. Bağımlılıklarımız sinaptik örgü ile ortaya çıkar. Kendimizi yeni bir şeye bağlayabiliriz. Akışa güvenmeye, bolluk ve bereket bilincine… Yeni sinaps ördüğün-de, o yeni davranış zamanla oto-matiğe bağlanır.

Aktivist: Yaratıcı imgeleme, so-mutlama gibi çalışmalar var, bunlar ne ifade etmeli?

Nilda Ferhan Efeçınar: Ben bun-lara görüntülü dua diyorum :) Neyi inşa edeceğini zihne göster-memiz gerekiyor. Ona bir görün-tü vermek zorundayız. Nasıl bir ev, nasıl iş, nasıl bir eş? Canlan-dırma elbette başlangıçta ko-lay olmayabilir. Çünkü sadece 3 nöronla işe başlanıyor. Bunlar ya-vaş yavaş arttıkça canlandırma da netleşiyor. Biz zihnimizi, can-landırdığımız şeye fokuslayarak ona yoğun bir enerjinin gitmesini sağlıyoruz. İnsanların hayatında isteklerinin olmamasının en bü-yük sebebi ona gidecek, o iste-ğe gidecek yola karışıyor olma-ları. Çünkü oluşa giden bir sürü olasılık var. Kişi ev almak istiyor ve hemen senaryo yazıyor; arsayı satarım, kredi alırım, borç alırım… Sizin bulunduğunuz anın gelecek versiyonlarında o evin oluşması için onbeş yirmi olasılık var belki, yolu kestiniz. Plan ve hedef farklı şeylerdir. Bu tür konularda hedef konulmalı ama plan yapılmama-

lıdır, başka ihtimallerin yolunu ke-sebilirsiniz.

Hedefim bu de ama buna giden yola karışmamak gerekiyor.

Aktivist: Olumlama nedir?

Nilda Ferhan Efeçınar: Olum-lamalar da yeni bir inanç yarat-maya yarayan bir yöntemdir. Dua da olabilir bu, olumlama da. Şöyle bir problem var. Beta frekansı devredeyken, yani biz bilinç seviyesindeyken, günlük hayatın içindeyken, ego devre-deyken; olumlama içeri girip etki etmez. Egonun devrede olmadı-ğı sabah ilk uyandığımız anlarda ve gece uyumak üzereyken, be-yin beta frakansında olduğunda olumlamalar işe arar. Gün içinde de uyku ve uyanıklık halinde ol-duğumuz anlarda bu yine müm-kündür. Kıstas şu, zihin uyku ve uyanıklık halindeyken olumlama yapılır. Uyanık zihinle olumlama yaptığınızda ego “hadi canım sen de!” der :) Bu yüzden yapıla-cak zaman çok önemli.

Aktivist: Esmaların bu bilgiler-le nasıl harmanlandığını me-rak ediyorum. Çok da kitap çıktı bu ara Esmalarla ilgili ve bir yandan da çok hassas bir konu sonuçta dini inançlarımız üzerinden işliyor. Nasıl birleştir-diniz?

Nilda Ferhan Efeçınar: Allah in-sanları halife olarak yarattı. Ha-

82 Kasım - Aralık / 2014

Page 83: Aktivist Dergi 7. Sayı

life verilen güç ve yetkiyle onun adına hareket etmek demektir. Allah insanlara kendi ruhunu üf-leyerek, bize sıfatlarından verdi. Dünya formatında bizim için ge-rekli olanları verdi. Bunlar bizim beynimizde. Bir yazılım olarak dü-şünün her birimizde bir kod halin-de duruyor. Doğduğumuz anda beyindeki bu kodlar devreye gi-riyor.

Biz doğduğumuz anda, astrolojik haritamızla, genel şualarla be-yindeki kodlar devreye giriyor. Hiç kimsenin yıldız haritası, bu dünya üzerindeki diğer insanlarla birebir aynı değildir. Niye olamaz, aynı salisede aynı yerde doğma-sı gerekir, ikiz desek arada zaman farkı var, aynı anda yan yana doğum yapan bir kadın desek rahim farkı var. Herkes özgün olarak doğar. O anda, var olan enerji bizdeki kodları da hareke-te geçiriyor. Bu yüzden bu 99 es-madan bazıları o anda harekete geçebiliyor ve bazıları geçmiyor bu da bizim fıtratımızı oluşturuyor. Doğduğumuz anda. Tekrarlanan esma, ait olduğu enerjiyi bize ge-tirir. Ya Fettah diye diye o şuayı kendimi çekebilir, kodu doldura-bilirim. Öfkeli biriysem Ya Halim esmasını doğru saatte çekerek yani tekrar ederek daha sakin bir insan olmayı sağlayabilirim. Bütün bu yaptıklarım bir enerji yayıyor. Bu sefer esmalardan al-dığım gücü etrafa yayarak yeni bir hayat inşa ediyorum. Sonuçta

bu arzın bir işleyiş yasası var, biz insanların da böyledir.

Nilda Ferhan Efeçınar’dan Ku-antum Sıçraması için Öneriler

§ İstemek: İstek yani niyet, oluşumu başlatır.

§ İsteği Detaylandırmak: Evrene vereceğiniz siparişi de-taylandırın. Üniversiteye girmek istiyorum yerine “Tıp Fakültesi’ne girmek istiyorum” deyin.

§ Karar Vermek: İsteğinizi, karar vermenin gücüyle pekişti-rin. Karar verin, kararlılık gösterin. Enerjinin dağılmasına izin verme-yin.

§ Olabilirliğine İnanmak: Bilinçaltını hep kazanır. Bir şey istiyorsanız ama olabilirliğine tam olarak inanmıyorsanız; şu sihirli sözleri içselleştirin: “Biri bir şeyi ya-pabiliyorsa, sen de yapabilirsin.”

§ Hak Ettiğine İnanmak: İnsanların çoğu istedikleri şeyleri hak ettiklerine inanmaz. Bilinçal-tınızdaki olumsuz kayıtların size hissettirdiği “hak etmiyorum” inancından vazgeçin.

§ Eyleme Geçmek: İstekle-rinizi gerçekleştirmek konusunda harekete geçin, basamağa adı-mınızı adın ve hedeften gözünü-zü ayırmayın.

§ Bilgi Sahibi Olmak: Yaşa-mınıza çekmek isteğiniz konuya dair detaylı bilginiz olsun.

§ İmgeleme Gücünü Kul-lanmak: Zihnin en önemli yete-neklerinden biri olan imgelemek, kuantum sahasındaki birçok ola-sılıktan birine can vermektir.

§ Olmuş gibi konuşmak, Davranmak: Bu egzersiz, im-gelemenin fiziksel yansımasıdır. Hayaliniz gerçekleşseydi nasıl olacaktıysanız, öyle davranma-ya başlayın.

§ Olumsuz İnanç Sistemleri-ni Değiştirmek: Korkular ve olum-suz inançlar, zihin tarlanızın ayrık otlarıdır. Ancak onları temizlerse-niz, zihninizden verim alabilirsiniz.

§ Kendinizi Takdir Edin: Siz kendinizi takdir etmeye başladı-ğınızda dışardan da takdir gör-meye başlarsınız.

§ Önceden Teşekkür Edin: Tüm enerjilerin abrakadabrası te-şekkür etmektir. Sahip olduklarınız kadar, sahip olacaklarınız için de önceden teşekkür edin.

Her Kelimenin

Bir Sinaptik Düğmesi

Var

KUANTUM KOÇLUK MERKEZİ Kalamış Fener Cad. No:88 K:2 D:7 Çintav Apt. Fenerbahçe-İSTANBUL

[email protected] 0 216 405 19 89-90 | 0 506 467 23 46 

83

Page 84: Aktivist Dergi 7. Sayı

Elif Bayar

Belki duymuş belki okumuş olan vardır, Bertrand Russel diye bir adam bir zamanlar bir kitap yazmış: Aylaklığa Övgü. Kitap daha ilk on sayfasından ne büyük bir fiyasko olduğunu gösteriyor. Russel kitabın henüz başlarında insanların aslında dört saat çalışarak gayet rahat yaşayabileceğini söylüyor. Bu noktadan sonra kitabı okumak anlamsızdır ve kitap acilen el-den bırakılmalıdır.

Az tüketmekle hem dünyanın daha yaşanılabilir olacağını hem çalışmanın aslında erdem olmadığını hem de az çalışarak çok daha mutlu olacağımızı da utanmadan yazmış Russel. Bu nasıl bir aymazlık!

O upuzun çalışma saatlerimiz sonrasında bize kalan birkaç ufak saatte, beyin kıvrımlarımız-dan elimizde kalan son zerreleri de acılar ya da entrikalar için-de yüzen dizilere vermekten

boş zaman kavramını da yitir-

dik. Televizyonda “ah öyle bir

yalım olsa, öyle zengin olsam,

o kadar yakışıklı kocam olsa,

güncel

aylaklığa övgü

büyük bir sövgüdür!bizlere yapılan

84 Kasım - Aralık / 2014

Page 85: Aktivist Dergi 7. Sayı

öyle kızlar benimle de ilgilense” demezsek ne yaparız? Mutsuz-luktan ölürüz be Bertrand! Sen mutlu olmak demişsin ama bizi hiç anlamamışsın. Hem o kadar boş zamanımız olsa acı, entrika ve ihanet yumağı ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız? Ya daha çok dizi çekilecek ki bu durum oyuncuların daha çok çalışması anlamına geliyor ya da o boş-luğu dolduramayan büyük bir insan kitlesi, hayatında ilk defa kendisiyle yüzleşecek ve girdiği depresyon sonunda ülkedeki intihar vakaları kuzey ülkelerinin oranlarını aşıp fezaya ulaşacak.

Alternatif olarak yapılacaklar kısıtlı. Belki akıllı telefondan şe-ker kırmalı oyunlar oynayabiliriz ya da “Allah’ım ne kadar da tatlıyım” temalı fotoğraflarımıza bakarak narsizmin ata sporu-muz olma çabalarına katkıda bulunabiliriz. Sosyal medyayı fotoğraflarımız ve tatlı su akti-vistliklerimiz ile bir süre meşgul etsek de zihinlerimizin böyle bir boşluğa uzun süre dayana-cağımızı sanmıyorum. Sanırım sonuç toplu cinnet olur. Ne de olsa uzun zamandır beynimizi kendimize gerçekten iyi gele-cek bir şeyler yapmıyoruz. Tek bildiğimiz ruhsal açlığımızı do-yurmak için daha fazla tüket-mek. Halk geleneğinden gelen sanatlarımızın hepsi ölmüşken, sanat bizim için internetten in-dirdiğimiz filmlerden ibaretken, gezmekten tek anladığımız “dur şurada da fotoğraf çektireyim de internete koyarım” olduğun-dan alternatifler pek de iç açıcı görünmüyor.

Zaten dünya kaynaklarının tü-kenmemesi üretimin fazla olma-masına bağlı lafına yabancıyız. Bir kere bizim kaynaklarımız tükenmiyor. Kaynak meselesine gelecek olursak her yerde HES var, bu kadar baraj su olmadan yapılabilir mi? Havaya mı yapı-lıyor sanki bu kadar baraj? Su kaynaklarımız “ohooo sürüsüne bereket!” kadar çok. E oksijen üreten toplu konutlar da bütün orman arazilerine yapılıyor ve

temiz havamız garantiye alını-yor. Hem ormanlar gibi bir sürü haşeratın yaşamadığı tertemiz mis gibi konutlar bunlar. E hava-mız da var. Yiyecek desen gırla: balıklar ağır metal katkılı, tarım arazilerine yapılan binaların dış duvarlarında yiyecek yetişiyor. Zaten hepimize yetecek ka-dar alışveriş merkezleri ve ultra hiper süper marketler de var. Her yerler yiyecek dolu. Tavuk-larımız bile o kadar çok ki fazla büyümesinler de iyice artmasın-lar diye 40 günlükken kesiyoruz. Demek ki neymiş Bertrand, bi-zim kaynak sorunumuz yokmuş. Zaten Evliya Çelebi zamanında Anadolu hep ormanmış. Ül-kemiz de üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet parçası: İklimi güzel, toprağı temiz, suyu ise ohooo sürüsüne bereket. Böyle ülkede kaynak sıkıntısı mı olur? Ama dünya dersen onu bileme-yiz, dünyanın ne olduğu konusu henüz düşünme sınırlarımızın içine girmiyor. Malum çok çalışı-yoruz ya kafamızı böyle şeylerle meşgul edemeyiz.

Üretim fazlası olmazsa tüketim fazlası da olmaz fikri ise bana göre vahşettir. 30’lu yaşların-daki akranlarımın çoğu biyo-lojik ritmini bile uzun çalışma saatlerine göre ayarlamışken, günün çoğunu işyerinde kalan zamanın bir kısmını evde çalışa-rak geçirirken kazandığı onca parayı harcamasın da ölsün mü benim akranlarım? Onca para demişken onca para ka-zanamayan arkadaşlarım da daha çok çalışarak onca pa-rayı kazanacakları günü hayal ederken daha çok çalışmasın mı? Kazananlar hiç ihtiyacı ol-mayan şeyler almasın mı? Ça-lışırken kaçırdığı gençliğinin en azından dış kabuğunu, emekli olunca yaşayacağı harika ge-leceğe saklamak için kişisel ba-kım ürünleri sektörüne düzenli para vermesin mi? Ya da o ka-dar tempo arasında evlenme-ye karar verdiğinde muazzam görmemişlikleri ile nikâhı dü-ğünü balayı derken dünyanın parasını saçmasın mı? Haya-

tında tek amacı işinden kalan zamanında oraya gittim bunu yaptım demek olan insanlar tüketmezlerse, “eşek” gibi çalış-tıktan sonra daha çok çalışmak için borca girmezse ne yapa-cak? Karşımıza hangi kimlikle çıkacak? Öyle az çalışalım, dört saat çalışırsak herkesin temel ihtiyaçları karşılanır daha fazla üretmezsek tüketmeyiz laflarıyla olmuyor sevgili Bertrand! Bizde işler öyle yürümüyor.

Bizde işler alınan uzun vadeli kredilerle, havalı olmak adına çocukların gönderildiği özel okullarla, biz daha çok tüke-telim diye giderek daha fakir şartlarda yaşayan ve daha zor şartlarda çalışan işçilerle, bu işçilerin ölümüyle, tertemiz de-nizlere koylara girmek için kim bilir kimin akrabası olan insanla-ra para vermekle, millet aman ne havalı desin diye gidilen “trend” mekanlarla, giymedi-ğimiz kıyafetlerle ve ayakkabı-larla, benzin alacak paramız olmadan alıp ara ara kullan-dığımız ve insanların yürüme ihtimali olan her yere park etti-ğimiz arabalarla, bir aylık maaş kadar bile olamayan ama her an her şey için kullandığımız akıllı telefonlarla ve daha sayı-lamayacak pek çok el emeği göz nuru görgüsüzlükle devam ediyor.

Siz siz olun elinize bu kitap ge-çerse almayın. Şöyle bir bakın sonra “aman ne saçmaymış” deyin atın gitsin. Bir diziyi ya da herkesin dışarıdan hanımefendi içeriden tam bir cazgır olduğu programları açın, boş zamanını-zı değerlendirin. Beyninizi bütün gün çok önemli işlerinizde yor-duğunuz; alacaklarınız, almak istedikleriniz ve alamayacakla-rınızı düşündüğünüz ve önce-kilerden pek de farkı olmayan bir günü bu şekilde geçirdikten sonra bu kadar gereksiz kelam okumayın, kapatın beyni ertesi güne hazırlanın.

Neymiş efendim, Aylaklığa Öv-gü’ymüş. Yok artık daha neler!

85

Page 86: Aktivist Dergi 7. Sayı

azıcıkpınan bu hayvanların ölüm şekli -canlı canlı yenenleri tenzih edersek-boğulmak olarak vuku buluyor. Baya baya boğuluyor hayvanlar, her gün binlercesi farklı şekilde... Acaba gölgesi olmadığından mı ses çıka-rılmıyor?

Peki; tropik iklimlerde yaşaması gereken ama “cici kuş” dedirtebilmek için günlerimizi harcayıp kafes-lere tıktığımız muhabbet kuşlarının, keyfimizin yettiği zaman günde iki kere sokağa çıkarıp “o benim ev-ladım” dediğimiz –kimse evladının bokunu sokak or-tasında bırakmaz- 2 oda bir salon evlerde yaşamak zorunda kalan köpeklerin, şirinlik kontenjanından ha-yatımıza giren kısırlaştırıp dürtülerini öldürdüğümüz k e - dilerin canı yok mu? Bir kilo ucuz mama alıp

kaldırım taşlarına ve yerlere döküp gitmekle maalesef hayvan sever

olunmuyor canım okurum.

Hiçbir zaman bir İsviçre ola-mayacağız belki ama yavru bir köpeği evcil bir hayvan olarak edinebilmek için yavrunun annesiyle 56 gün geçirmesi gerektiğini bilirseniz, hayvanların da sosyal bir canlı olduğunu özümseyip, protestolarınızı hayvanların kendi türleriyle olan etkileşiminin sağlan-ması eksenine de çekebi-lirsiniz.

Çok didaktik ve eleştiri ok-larıyla dolu bir yazımızın so-

nuna gelirken; ben de şaş-kınlıkla bir protesto öyküsünün, tarafımdan protesto edilişini iz-liyorum ey sevgili okur. Gölge-si olmayan her şeyi yemeye kalkma lütfen, nitekim dün-yamızın şekli şemalinden ötürü bazı günler belirli sa-atlerde –bulutlu günleri de unutma!- kendi gölgen bile olmayabiliyor.

Gölgesi olan patlıcanı bile yemeyen çok değerli okurlarım,

Malum, patlıcan adını verdiğimiz zerzevat ülkemiz için her türlü mevzunun ana konusu olabilecek ka-dar mühimdir. Hiçbir vitamini olmadığı, nikotin içerdi-ği mitlerine sahip, enflasyon oranları açıklandığında zam şampiyonu olan bu güzide sebzemizin gölgesi zaten yok. Onun için afiyetle kah közleyip salatalar-da, kah kızartıp karnıyarık gibi müthiş lezzetlerle sofra-nızda tüketebilirsiniz.

Ağaçtan kendiliğinden düşmeden bir sebze veya meyveyi yemeyen siz okurlarım, kurban bayramının doğal bir sonucu olan etle patlıcanı aynı tencereye koyabildiniz mi bilmem ama ben koydum. Hoş, bu aralar ülkemizin boğuştuğu sorunlar farklı farklı oldu-ğundan, kurban bayramında yaşanacak kesim iş-lemlerine karşı “katliam” protestoları da tüm hızlıyla bitmişken, bir protesto da ben başlatayım.

4 gün boyunca süren ve ilk gününde irili ufaklı başlara sahip hayvanların kesildiği bu bayram dışında; hem ülkemizde hem dünyanın dört bir yanında 7/24 çalışan et üretim tesislerinin olduğunu hatırlatmak bana düşmez belki, ne de olsa bilinç seviyeleri Buda seviyesin-de olan hayvan severlerimiz bu konuya her daim dikkat çekici vatandaş rolünü kapmış durumda.

Sosyal medyada revaçta olan; et üretim tesislerinde şişirilmiş tavukların, ineklerin, do-muzların, hindilerin nasıl kesilip biçildiklerini görsel olarak anlatan videoyu fenalaşa fena-laşa çoğumuz izlemiştir. Ama hiç düşündünüz mü acaba, balıkların günahı ne? Onların canı yok mu?

Tutulma işleminden sofraya gelişine kadar sürekli acı çeken bir hayvan-dan bahsediyoruz burada, lütfen dikkatinizi buraya alalım. Olta-nın ucuna ağzını kaptıran, minnacık kovada beş parmak suyun içinde oradan oraya çır-

Ümit YONTAR

[email protected]

yaşam samimiyet

86 Kasım - Aralık / 2014

Page 87: Aktivist Dergi 7. Sayı

Dergimizin yeni sayısı için mut-fağa dönüşü kolaylaştıracak bilgiler için hummalı bir çalış-ma içine girmiştik ki, elimize Pakize Açıkel’in 17 Bölmeli Mutfak adlı kitabı geçti. Ki-tap verdiği pratik bilgiler, püf noktaları ve tariflerle tam da aradığımız kaynaktı. Hal böyle olunca dedik ki, işi uzmanına bırakalım. Pakize Açıkel imzalı 17 Bölmeli Mutfak adlı kitaptan sizin için seçtik, şimdiden elleri-nize sağlık!

Her Mutfağa Lazım Mutlu Öneriler

- Şekerlenen reçeli yeni-den eski haline getirebilirsiniz. Bunun için reçeli kavanozuyla birlikte tencerenin içinde kay-nattığınız suyun içine koyun. Suyun yüksekliğinin, kavanoz kapağını geçmemesine dikkat edin.

- Nohut ve kuru fasulyeyi geceden ıslatmadığınız haller-de, hızla pişirilecek yemekler arasında görmeyebilirsiniz. An-cak nohut ya da kuru fasulyeyi bir saat boyunca kaynar suda bekletebilirseniz, bu bekleme-nin malzemenizi haşlanacak kıvama getirecektir.

- Maydanoz, dereotu ve nane gibi narin yeşilliklerin bo-zulmaması için, onları yıkadık-tan sonra tabanına kâğıt havlu koyduğunuz kavanozlarda buzdolabında saklayabilirsiniz.

- Daha yumuşak olması için, etleri zeytinyağı ve sirke ile ovduktan sonra iki saat bo-yunca buzdolabında beklete-rek pişirebilirsiniz.

- Piyaz yaparken fasul-yenin kabuklarının soyulmasını ve fasulyelerin dağılmasını önlemek için, haşlama suyuna limon sıkabilirsiniz. Ayrıca haş-ladıktan sonra, fasulyeleri aynı tencere içinde, pişme suyunda soğumaya bırakırsanız, fasulye-leriniz bütün halde kalacaktır.

- Soğan ve sarımsak soyarken ellerinize bulaşan kokuyu engellemek için, bu

sebzeleri doğramadan önce ellerinizi sirkeli suyla silebilirsiniz.

Rika Kitap tarafından yayın ha-yatına giren ve doğal, sağlıklı, ekonomik ve pratik tariflerden oluşan Meltem’in 17 Bölmeli Mutfağı; İkbal Gürpınar, Dr. Ümit Aktaş; Esat Özata, Prof. Dr. İnci Erdem ve Lokman Ay-va’nın katkıları ile hazırlandı.

advertorial

17 Bölmeli Mutfak ile mutfağa dönüş hızlı olacak

87

Page 88: Aktivist Dergi 7. Sayı

tarih

Hande CeyhunEvvel Zaman İçinde

[email protected]

88 Kasım - Aralık / 2014

Page 89: Aktivist Dergi 7. Sayı

Resim

: Fausto

Zon

aro

89

Page 90: Aktivist Dergi 7. Sayı

Fetihler, Fatihler Ve İnsanlar Yaşam sürekli bir değişim, bir dönüşüm. Üzerinde yaşadığımız gezegende ilk hayat belirtisi başladığı andan bu yana ve sonrasına, her an her saniye nesiller boyu durmadan, yorulmadan, şaşmadan devam eden ve edecek olan bir büyük devinim.

İlk insandan beri gelip geçen her neslin yeni bir şeyler icat ettiği, yaşamını idame ettirebilmek için keşifler yaparak aktığı bir büyük nehir.

İnsan ırkı doğanın ve zamanın ve büyük kozmosun yarattığı bu oluşumu anlamak, anlamlandırmak ve ona ayak uydurmak için yapılması gereken ne ise, asır be asır daha da ileriye giderek, içinde yaşadıkları medeniyetleri daha da ileriye götürerek yaptı: Kâinatı paylaştığı tüm diğer canlılar

gibi yaşadığı coğrafyaya uyum sağladı, fizik yapısına göre gelişim gösterdi ve bu esnada kendi kültürünü, toplumunu, geleneklerini, adetlerini, dinlerini, inanış-larını biçimlendirdi. Bu oluşum 75 bin yılı aşkın bir zaman aldı, fakat insan, istisnaları tabii ki hariç tutarak söylüyorum, tüm bu zaman zarfında olup bitenden ve aslında yapması ya da olması gerekenden hiçbir şey anlamadı.

Kızılderililer, bazı ilkel kavimler gibi, me-deniyetin girmediği topluluklar gibileri hariç biz anlamadık. Bugün geldiğimiz noktadan durup dün-yaya baktığımızda, bazı toplumlar refah içinde yaşarken bazı coğrafyalarda hala din adına dökülen kanlar bunu açıkça resmediyor.

Güçlü ve sayıca çok olanın, her seferinde adını değiştirip ama illaki bir bahane bula-

rak ( din, mezhep, ırk, para, toprak vs. ) zayıf ve azınlıkta olanı ezmesi, sömürme-si, yok etmesi, kullanması üzerine dönen bir kocaman yuvarlağın içinde yuvarlanıp gittiğimiz gerçeğini Cern’de yapılan araş-tırmalar ve sonuçları değiştirmiyor ne yazık ki.

İnsan, oturduğu kendine göre büyük, oda, ev, apartman, okul, parlamento, köy, ilçe, şehir, memleket, ülke, anakara neyse ne ama aslında küçük, bu yerler içinde sahip olduğu unvan, mevki, sıfat, vesaire gibi ay-rıntıların arasından bir türlü sıyrılamıyor.

Kendi küçük hücresindeki rutin görevleri-ni yaparken, bir türlü o içinde bulunduğu konumdan kendini çıkartıp bütünü, aslı, büyük fotoğrafı, gerçeği göremiyor.

Şimdi söz buraya gelmişken, konudan uzaklaştığımı düşünenler olabilir. Ama şu

90 Kasım - Aralık / 2014

Page 91: Aktivist Dergi 7. Sayı

son zamanlarda bilhassa ülkemizde ve yakın coğrafyalarda olup biten karmaşa bana yüzyıllardır biz ne yapıyoruz, hala ve yine mi aynı yalan hikâyeler, diye düşün-dürdü. Budur sebebi var oluşumuzun ta en başına dönmemin. Yoksa konumuz tabii ki yine İstanbul tarihçesi. Konstanti-nopolis namlı bu şahane güzellikteki şehri elimden geldiği, dilimin döndüğü, okudu-ğum dokümanlar çerçevesinde başlangı-cından bugüne anlatıyorum malumunuz. İşte biraz da bu yüzden fetih sonrası İstanbul’un sosyal yaşamını anlatacağım bu yazıda; Yeni bir imparatorluk, mikro model bir medeniyet kurulurken eskisine olanlar bitenler.

Fetihten sonra her ne kadar o güne dek pek benzerine rastlanmamış bir uygulama ile Fatih Sultan Mehmet şehirde yaşayan halka bazı toleranslar tanımışsa da tabii ki bu kendi dininden ve ırkından olanlara tanıdıklarından çok farklı olmuş.

Müsaadenizle anlatalım. İstanbul’un Kaderi; Fethedilmek… İstanbul, Eski Yunan’da Byzantion isimli bir koloni kentinden, İS 330 yılında Roma İmparatorluğuna başkent olmuş. 365’ de bu imparatorluğun ikiye bölünmesiyle de Doğu Roma’nın başkenti ve tarihte Bizans adıyla anılacak uygarlığın da merkezi haline gelmiş. Bizans dönemindeki dünya başkenti olma sıfatını, 1204’teki Latin İstilasıyla yerle bir olunca kaybetmiş. Yani insan ırkının eline geçen her şehir her toprak her yerleşim gibi o da bu din- milliyet- toprak- bayrak kavgalarından ziyadesiyle payını almış. Fetih kısmını yazmayacağım. Şehir günlerce kuşatılıp en nihayetinde alınıyor işte. O dönemde sosyal medya filan olsaydı fethetmek isteyenlerin başka, bu fetihten çıkarı olanların başka, olmayanların daha başka, fethi izleyenlerinse bambaşka şeyler

yazacakları bir hikâye olacaktı bu. Herkes kendi tarafından bakacaktı ve olan sadece fethedilenlere olacaktı. Ve tabii oldu da her zamanki gibi. İşin hiç kimsenin garibine gitmeyen en garip yanı hiçbir toprak parçasının kimseye değil herkese ait olması gerektiğini o günden bu güne kimsenin hiç anlamamış olması. Zorunlu Göç Meselesi “Yık, harabeye çevir ve yeniden inşa et”

Tarihten çıkarılan bir ders varsa o bu ol-muş olabilir. Olmuşsa şayet bu dersi kapi-talizmin çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şehir 1453’de Fatih tarafından fethedildi-ğinde, Latin istilasının olumsuz izleri halen devam etmekte, kent yer yer yıkık ve terk edilmiş bir görünümdedir. Tabii fetih sırasında da epey bir zarar görmüştür. Bu durumda Fetih sonrasında Mehmet, ken-tin büyük ölçüde sarsılmış olan sosyal ve

91

Page 92: Aktivist Dergi 7. Sayı

ekonomik yapısını yeniden düzenlemek amacıyla, yoğun girişimler başlatır.

Öncelikle boşalmış olan nüfus sorununu ele alan Sultan Mehmet, surların onarımı ve çeşitli meslekten Türklerin İstanbul’a göç ettirilerek iskân edilmeleri konusunda “subaşı” ünvanlı, Karışdıran Süleyman Bey’i sorumlu kılar. İstanbul’da ev ve dükkânların kayıt ve dağıtımını yapmak, şehirde iskânı sağlamak üzere, Bursa Subaşısı Cebe-Ali Bey ve yeğeni Dursun görevlendirilir.

Daha sonra, İstanbul’un fethedildiği döne-min Rum tarihçisi İmroz’lu Kritovoulus’un yazdığına göre şehrin en güzel yerinde bir imparatorluk sarayı ve Haliç’te bu sarayı koruyacak bir hisar yapımına başlanır. (Şimdilerde de Ankara’da yapılıyor gibi mesela)

Fetih sırasında şehri terk edenlerin geri gelmelerini sağlamak için, kentteki yaşam koşullarına ilişkin bazı kolaylıklar sağlayan Sultan II. Mehmet, toprakları üstünde yaşayan farklı uluslara mensup insanların, İstanbul’a göç ettirilmeleri konusunda ferman çıkarır. Zorunlu göç de çok yeni değilmiş anlaşılan. O yıllarda yaşayan Ankaralı Abraham Fatih’in Anadolu’da yaşana Müslüman ve Hristiyan ailelere göç emri verdiğini yazar. 1460 yılında Amasra şehrindeki bütün halk İstanbul’a

göç ettirilmiştir.

Ve bu göçler ile birlikte ilk ayrımcılıklar da ortaya çıkmaya başlar. Gelenler arasından zanaatkârlar ve meslek sahipleri tercih edilir, bunlar şehre, diğerleri çevre kıyılara yerleştirilir. Genelde denizcilikle uğraşan Rumlar, Haliç çevresinde iskân edildi.

Bu esnada Müslümanlar merkezde, Hris-tiyanlar ve Yahudilerin çevrede yerleşmesi dolayısıyla bu farklı kökendeki toplumlar kendi mahallelerini oluşturdular. Aksaray, Çarşamba, Karaman, Kefe mahalleleri gibi yeni kurulan yerleşim birimleri göç eden-lerin geldikleri yerle anıldılar. Azınlık Her Zaman Azınlıktır Osmanlı toplumunda sosyal yaşam İslam hukukuna göre yasalarla düzenleniyordu. Ve işte burada girişte sözünü ettiğim yere geliyoruz, İslam hukukuna göre toplum, Müslüman olanlar ve olmayanlar olarak ayrılır. Ancak İslam hukukuna göre daha ılımlı olan Osmanlı yasaları karşısında azınlık cemaatler yöneticilerin değişen tutumlarına bağlı olarak farklılık gösteren uygulamalarla karşı karşıya kalıyordu. Genellikle Müslüman kesime ayrıcalıklı bir statü kazandırma amacıyla düzenlenmiş bu kurallara uyulup uyulmadığı izleniyor, uymayanlar cezalandırılıyordu.

Yani ayrımcılık toplumun her kesiminde, hayatın her alanında, her sokağında ve her evinde kendini gösteriyordu. Belki de bize okullarda anlatılan hoşgörü ve saygı hikâyeleri sadece katliamların yapılmaması ve insanların hayatına kendi yurtlarında ikinci sınıf gibi yaşamaya devam etme-lerinden ibaretti. Her geçen yıl ve asır giderek artan ve halen devam eden bir ikinci sınıf hali. İstanbul’un fethinden son-ra Bizans dini yapılarının pek çoğu camii, mescit, tekke, imaret ya da hamam depo gibi, çeşitli amaçlarla kullanılması bile başlı başına çok şey anlatıyor.

Buna rağmen Sultan Fatih döneminde şehrin merkezindeki Divan yolu ve saray-lar çevresinde bulunan dini yapılar hariç, diğer manastır ve Kiliseler Hristiyanların ibadetine bırakılır. İstanbul’un en büyük kilisesi olan Ayasofya aynı isimle camiye çevrilirken, ikinci büyük kilise olan On iki Havari Kilisesi, Rum Ortadoks Patrikha-nesi Rum toplumuna verilmiş.

Bizans döneminin en önemli dini yapıla-rından Hristos Pantepoptes Manastır Kili-sesi “Eski İmaret Camii” ne dönüştürülür. Hristos Akataleptos Manastırı’nın kilisesi “ Kalenderhane”” adıyla zaviye olarak kul-lanılmak üzere dervişlere verilmiştir. Pan-tokrator Manastırı’nın kiliseleri medrese ve mescit olarak kullanılmaya başlanır. Galata’daki en büyük dini yapı olan Saint

92 Kasım - Aralık / 2014

Page 93: Aktivist Dergi 7. Sayı

Polulo Domenico kilisesi de Arap Camii ne dönüştürülür. Bu dönemde İstanbul’da on yedisi kiliseden çevrilmiş 207 camii bulunmaktadır.

İstanbul’da göçlerle artan nüfus, 1455, 1466, 1472 yıllarında yaşanan veba sal-gınları sonucunda yeniden azalır. Şehrin 1480 yıllarındaki nüfusu seksen bin dola-yındadır. Bu günle kıyaslanınca ne şahane değil mi?

Neyse, bu nüfusun % 58’ini Türkler, % 23’ünü Rumlar, % 19’unu da Ermeniler, Yahudiler ve Latinler oluşturur. Müslü-man olmayan toplumlar belli bölgelerde yoğunlaşarak şehrin zanaat ve ticaret yaşamında önemli bir yer edinirler. Rum toplumu Halicin kıyı kesiminde, Balat’ a kadar Fener’de ve Samatya’nın güneyinde yerleşirken, Ermeniler Kumkapı’da ve Samatya’daki Sulu Manastır bölgesinde; Yahudiler ise Balat’ta toplanmıştır. Bu durumdan anlaşılan toplumlar kendi dini yapılarına yakın yerlerde iskân olmuştur. Böylece Hristiyanların yeni kilise inşa edememeleri sonucu eski kiliselere yakın. On beşinci yüzyılın ikinci yarısında İstan-bul’daki yerleşimin Topkapı Sarayı arşiv belgesine göre, hane hane toplumlara dağılımı, Müslümanlar 8951 hane

Rumlar 3151 hane Yahudiler 1647 hane Ermeniler 756 hane, Kefeliler 267 hane Çingeneler 31 hane olarak kaydedilmiştir.

İstanbul ahalisinin hane hane sayılabildiği günlere geri dönmek isteyenler benim gibi bir zaman makinesi icadı bekleyedur-sun, fetihten sonra İstanbul’da Müslüman olmayan toplumların sosyal ve ekonomik konumlarını düzenlemeye yönelik bazı çalışmalar yapılır. Fatih Sultan döneminde nispeten geniş olan haklar ve özgürlükler Sultan 1. Süleyman döneminde kısıtlan-maya başlanır, dini yaşam üzerinde baskı-lar başlar.

16. yy fethedilen ülkelerden İstanbul’a meslek sahipleri ve sanatçılar göç ettirilir. Yeni mahalleler oluşur. 1512-1520 çoğu Tebriz Şam Kahire olmak üzere, çok sayıda sanatçı göç alır ve İstanbul giderek çeşitliliğini yitirerek artık bir İslam metro-polüne dönüşür.

Bu dönemde II. Mehmet’in tanıdığı hak-ların kısıtlanmak istendiği; Müslüman ol-mayan toplumların dini yaşamları üzerine baskı oluşturulduğu; Hristiyanların Müslü-manlığa dönüştürülme çabalarının arttığı yolunda görüşler ifade edilir. İstanbul’un

görünümünde kubbeleriyle varlıklarını hissettiren son kiliseler de camiye çevrilir.

Fetih ile başlayan bu sosyal, kültürel ve ekonomik değişiklikler imparatorluk ve Cumhuriyet dönemi boyu devam eder. Mahalleler oluşur, gelenekler, adetler sürdürülür hayat bu şekilde akar gider. İstanbul’un o dönemki renkli mahalle hayatını bir sonraki aya bırakıp son bir şey eklemek istiyorum şimdi.

Bu anlattığım durumun tam tersi de söz konusu olabilirdi. Ve nitekim bu yıllardan çok daha sonra Balkanlar dağıldığında oradaki camilere ve azınlık Türklere yapı-lanlar bunu doğrular niteliktedir. Benim bu güzel şehrin tarihi hikâyelerinin arasında gezinirken üzerinde bilhassa durmak istediğim şey insanlığın kendi yarattığı bazı dini milli vs. gibi değerler ile yine insanlığı vurmasıdır. Böyle ötekileş-tirmeler ve ayrımcılıklar yüzünden de işte insanlığın başından savaşlar ve kavgalar hiç eksik olmayacak ve bu hikâyeler sade-ce coğrafya değiştirerek sürüp gidecektir.

Yazık ki…

93

Page 94: Aktivist Dergi 7. Sayı

94 Kasım - Aralık / 2014

Page 95: Aktivist Dergi 7. Sayı

33. İstanbul Kitap Fuarı 8-16 Kasım 2014 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde"

içinde sanat var

95

Page 96: Aktivist Dergi 7. Sayı

röportaj mantra albümleri

Geçen sayımızda Seda Bağ-can ile mantraları konuşmuştuk ancak bu röportajın hemen ardından kendisi ülkemiz müzik sektörü için de çok önemli bir anlaşmaya imza attı. Seda Bağ-can’ın albümleri bundan böy-le tüm dünyaya Domo Music Group ile dağıtılacak. Bu dere-ce önemli bir anlaşma herkese nasip olmaz diye düşündük ve bu kez Seda Bağcan’ı sadece müzikal çalışmalarıyla değil, ai-lesi, spiritüel organizasyonları ve eğitimci şapkasıyla daha da yakından tanıyalım istedik.

Siz New Age müziğinin ülke-mizdeki temsilcilerindensiniz. Bu müzik türünü nasıl keşfet-tiniz?

Seda Bağcan: Çok küçük yaş-larda piyano ve armoni dersleri almaya başladım. Piyano çal-

mayı gerçekten çok sevdim, hatta ders aldığım öğretmenim o sıralarda Ankara Konservatu-arı öğretmenlerinden rahmetli Prof. Dr. Muzaffer Arkan beni Ankara Konservatuarına git-mem ve özel eğitim statüsünde bir öğrenci olmam için ikna et-meye çalışsa da ben kendisine elektronik mühendisi olmak iste-diğimi söyleyince daha fazla di-retemedi. Çocukluğumdan beri korolarda, operalarda şarkı söy-ledim ama piyanonun başına oturunca bambaşka âlemlere yolculuk ettiğimi hissediyordum. Çalmayı söylemekten daha çok seviyordum. Müzik dinler-ken de tercihlerimi sözsüz mü-ziklerden yana yapıyordum. Ki-taro, Ennio Morricone, Vangelis en çok sevdiğim new age mü-zisyenlerindendi. Okuldan gelip yorgunluğumu atmak için, bir anlamda modumu değiştirmek için bir süre hep Kitaro’nun İpek

Yolu belgeseli için yaptığı mü-ziği dinledim, başka bir zaman diliminde Vangelis’in 1492 adlı bir filme yaptığı müziği, daha sonra Ennio Morricone’nin Mis-sion adlı filme yaptığı müziği; derken kendimi sürekli new age tarzı müzik dinlerken buldum. Bir gün televizyonda Kitaro’yu Fuji Dağı’nın tepesinde, muhteşem bir davulun önünde doğanın ortasında konser verirken sey-rettim ve o gün müziğe bakış açım değişti. Doğadan esinle-nerek, doğada uyum yaratmak için müzik…

Birçok Bağcan tanıyoruz ve hepsi de müzisyen. Selda Bağ-can, Sonat Bağcan, Serenad Bağcan… Birbirinizin müzikle-rine nasıl bakıyorsunuz?

Seda Bağcan: Selda Bağcan halam, Sonat ve Serenad da

Dünyadaki sorunlar genelde kendisiyle barışık olmayan insanlardan kaynaklanı-yor. Kendisiyle iletişimi olmayan insanlar o bağın eksik olmasından dolayı duydukları yoksunluğu dışarıdan tamamlamaya ça-lışıyor. Para hırsı, güç hırsı, koltuk hırsı, aşırı yemek, aşırı seks derken o tamamlanma-

mışlık hissi gitgide büyüyor insanlar depres-yona düşüyor, hırçın ve agresif oluyorlar.

tüm dünyada

seda bağcan’ın

96 Kasım - Aralık / 2014

Page 97: Aktivist Dergi 7. Sayı

97

Page 98: Aktivist Dergi 7. Sayı

ablalarım oluyorlar. Aslında daha başka Bağcanlar da var; Savaş, Sezer, Serter, Sarp, Sa-nat, Selim, Selin. Hepimiz müzik dışında bir mesleğe sahip olsak da herkes en az bir enstrüman çalar ve güzel de şarkı söyler. Bizim düğün dernek çok müzikli ve keyifli geçer.

Müzikle uğraştığınızda aslında müzik türlerini çok da ayırmıyor-sunuz birbirinden. Müzik bir ileti-şim aracı, insanın kendini ifade etme, diğerlerine mesaj verme şekli. Ailede herkes birbirinin müziğini beğenir, dinler ve des-tekler. Herkesin müzisyen oldu-ğu bir ailede olmak çok pratik, gel şuraya bir vokal yapıver di-yorsunuz ya da şuraya bir piya-no çalsana. Bir detone ya da hata varsa hemen fark ediliyor ve düzeltiliyor. Albümlerimizde birbirimize vokal yapıyoruz, al-bümlerine beste, söz veriyoruz, üretim aşamasında düşünce-lerimizi paylaşıyoruz. Birbirimiz için, güzel ve kaliteli müzik için elimizden geleni yapıyoruz an-layacağınız.

Özellikle Selda Bağcan, pro-test müzik ve türküleri ile ül-kemizin en değerli sanatçı-larından biri… İkinizin farklı bir “uyandırma” metodu var, ilginç diyaloglar geçiyor mu aranızda?

Seda Bağcan: Geçmez mi! Selda Halam benim metotları-mı her ne kadar eşine dostuna

ballandıra ballandıra bir anne gururu ile anlatsa da bir tür-lü kendisini kandırıp da seans yapabilmiş değilim. “Yok yok bana yapma ben korkarım” di-yor ama yanındaki herkese de yönlendiriyor beni. Her zaman aramızda esprili bir ilişki vardır, ayrıca benim mantraları bir de Selda Bağcan’ın sesinden din-leseniz, arada bir evde beraber söylüyoruz kendisiyle çok keyifli oluyor.

Selda Halam sadece Türkiye’de değil dünyada da kabul gör-müş değerli sanatçılarımızdan biri. Dünyanın 80 efsane kadın sesi arsında sayılıyor. Her zaman hümanist bir yapısı var, onun için düzene, haksızlığa, yolsuz-luğa, insandan yana olmayan şeylere karşı duruyor müziğiyle, insanları olup bitene, gerçeğe uyandırıyor. Benim misyonum ise hepimizin içinde bekleyen, çıkarmaya cesaret edemediği-miz, en yüksek potansiyelimi-ze yani kendimize uyanmamız. Dünyadaki sorunlar genelde kendisiyle barışık olmayan in-sanlardan kaynaklanıyor. Ken-disiyle iletişimi olmayan insanlar o bağın eksik olmasından dola-yı duydukları yoksunluğu dışa-rıdan tamamlamaya çalışıyor. Para hırsı, güç hırsı, koltuk hırsı, aşırı yemek, aşırı seks derken o tamamlanmamışlık hissi gitgide büyüyor insanlar depresyona düşüyor, hırçın ve agresif olu-yorlar. Hem kendimizi ve hem de başkalarını koşulsuz ve yar-gısız sevmeyi öğrendiğimizde

-bu birçoğumuz için o kadar imkânsız gözükse de!- teslimi-yet ve güven anlayışı geliştiğin-de daha huzurlu toplumlar ve daha barışçıl bir insanlık olaca-ğına inanıyorum.

2014-2015’de programınızda Dünya Barış Turnesi olduğu-nu biliyoruz. Hangi ülkeler var programda?

Seda Bağcan: Dünyada şu an herkesin GERÇEĞİ, ÖZÜ ve BİR-liği hatırlamaya ihtiyacı var. Bu hatırlamanın sonucu daha ba-rışçıl, daha huzurlu ve daha ke-yifli bir dünya…

Önce kalplerimizde huzuru ve barışı hissetmeliyiz ki onun yansı-ması olan dünyamızda barışı ve huzuru oluşturabilelim. Şimdilik Dünya Barış Turnemizde; Güney Afrika, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Porte-kiz, Belçika, Almanya, Avustur-ya, Hindistan, Japonya, Güney Amerika’da Peru, Arjantin, Bre-zilya, Uruguay, Şili, Amerika Bir-leşik Devletleri ve Kanada gözü-küyor. Gittiğim her ülkede ‘Ben Benim’ mantrasını kendi dille-rinde söyletiyor, kaydediyorum ve kendi dillerinde Barış Duası söyletiyorum. İnsanoğlu negati-fe odaklanırsa negatifi büyütü-yor, pozitife odaklanırsa pozitife öyleyse hep beraber barışa ve huzura odaklanalım. Bir anlık huzuru deneyimleyebilirsek her zaman o anı hatırlamak müm-kün. Benim de amacım; o bir anlık huzuru konserlerimde ve albümlerimde yaratabilmek, deneyimletebilmek. Hatırlaması da dinleyicilerimize kalıyor.

Duyduğumuza göre çok önemli bir dağıtım şirketiyle anlaşmışsınız. Kitaro’nun al-bümleri de aynı şirketle dağı-tılıyormuş. Bu süreç nasıl ge-lişti, sanırım ülkemiz için de çok özel bir durum…

Seda Bağcan: Bu senenin baş-larında sevgili Kitaro İstanbul’a konser vermeye geldiğinde

98 Kasım - Aralık / 2014

Page 99: Aktivist Dergi 7. Sayı

kendisiyle görüşme ve müziğimi dinletme imkânım oldu. Kitaro 19 kere Grammy Müzik ödülle-rine aday gösterilmiş ve defa-larca da kazanmış bir müzisyen. Dünya, doğa ve insanlık onun için de çok önemli. Kitaro’nun müziğini dinlediğinizde doğayı dinliyormuşsunuz gibi hissedersi-niz kendinizi, içinizdeki tüm duy-guların betimlemesini çok usta bir dille anlatır. Sohbetlerimizde Dünya Barış Turnemden, vizyo-numdan ve hissettiğim misyo-numdan da bahsettiğimde çok etkilendiğini ve misyonlarımızın birbirine çok benzediğini söy-ledi. Şu anda üstünde çalıştığı projelerinde yer almamı iste-diğini dile getirdi. Dünya Barış Projemi de elinden geldiğince desteklemeye niyetlendi. Daha sonrasında yeni albümüm olan I am That I am/ Ben Benim için Amerika’da dağıtım şirketle-riyle görüşmeye gittiğimde de “Neden bizim şirketten çıkarmı-yorsun?” diye sorunca iş Domo Music Group’la anlaşma yap-makla sonuçlandı. 35 senedir Kitaro’nun Prodüksiyon ve dün-ya dağıtımını bu şirket gerçek-leştiriyor, zaten Türkiye’de de sahibiyle tanışmıştım ve müzik-lerimi çok beğendiklerini söyle-mişlerdi. Sevgili Kitaro-San’ın da desteğiyle hemen anlaşmaları imzaladık ve ortak çalışmaları-mıza başladık.

Şu anda Domo Music Group

dünyanın dört bir tarafında beni temsil ediyor. Daha önce de söylediğim gibi benim için new age müziğin yeri hep farklı oldu. Kitaro da new age müzi-ğinin babası, duayeni. Müziği-mi, sesimi ve vizyonumu beğen-mesi benim için çok önemli ve gurur verici. Çocukluğumda ve gençliğimde hep Kitaro din-lerdim ve çok beğenirdim, şim-di onun beni beğenmesinden daha güzel bir hediye olamaz hayatta.

Siz müzisyen kimliğinizin yanı sıra spiritüel eğitimler de ve-riyorsunuz. Bununla beraber pek çok spiritüel organizas-yonda yer alıyor, dünyayı do-laşıyorsunuz. Ne tür çalışma-larınız var ve bu çalışmalara katılmak isteyenler size nasıl ulaşabilirler?

Seda Bağcan: Evrensel Ka-dim Bilgelik adı altında, kısaca İnsan Olma Sanatı olarak nite-lendirdiğim “Kimiz, neyiz, nere-deyiz, misyonumuz ne, evrensel kurallar neler?” gibi sorularımı-za cevap bulmamıza yardımcı olan insanlığın bu güne kadar toplanmış kadim bilgilerini içe-ren eğitimler veriyorum. Bu eği-timleri şimdiye kadar Türkiye’de kişisel gelişim merkezlerinde ve-riyordum. Genel istek üzerine önümüzdeki sene hem Türkçe hem İngilizce olmak üzere in-ternet üzerinden tüm dünyaya sunmayı planlıyorum. Ayrıca çeşitli sempozyumlarda müzikle

şifa, müziğin enerji alanımızdaki etkileri üzerine konuşma yap-mak üzerine davetler alıyorum. Örneğin 2015 Eylül’ünde Japon-ya’daki bir sempozyuma davet-liyim. Dünyadaki yoga festival-lerinde hem konserler veriyorum hem de dersler. Dünya Barış or-ganizasyonlarının düzenlediği konserlerde söylüyorum. Ayrıca “Seda Bağcan World Peace Tour” adı altında da daha önce de söylediğim gibi çok çeşitli ül-kelerde konserler ve seminerler veriyorum. Vakit buldukça da birebir çalıştığımız seanslarımız var. Bu etkinlikler hakkında web sitemden bilgi alınabilir: seda-bagcan.com

Albümlerinizde pek çok mant-ra var ve bunlar Sanskritçe… Hayatımızı değiştirebilecek bu sözler çok değerli. Benzer etki Türkçe mantralarla da sağlanabilir mi?

Seda Bağcan: Sanskritçe ve Türkçe artikülasyon bakımından birbirine çok benzeyen diller. Mantralar kutsal seslerin gücü. Birçok dünya geleneğinde bu-lunmakla birlikte Hint ve Tibet geleneklerinin vazgeçilmezi. Te-rapik ve dönüştürücü bir araç olarak sesin en eski kullanımı -kaynağı binlerce yıl öncesine dayanan- kâinattaki her şeyin titreşim formunda olduğu kav-ramına dayanan mantra söyle-mektir. Bu titreşimi ortaya çıka-ran belli kelimeler veya ibareler vardır. Eğer mantraları evrende

Eğer mantraları evrende yaratılmış bir programmış gibi düşünürsek Sanskritçe mantraların binlerce yıldır kullanılıyor olmaları onları çok kuvvetli programlar haline getiriyor

99

Page 100: Aktivist Dergi 7. Sayı

yaratılmış bir programmış gibi düşünürsek Sanskritçe mantra-lar binlerce yıldır kullanıldıkları için çok kuvvetli programlar-dır. Türkçemiz de aslında çok eski kökleri olan bir dil olsa da zaman içerisinde sosyal ve kül-türel çok değişim geçirmiş bir toplum olmamızın sonucunda dilimiz de çok değişime uğra-mış. Sanskritçede geleneksel olarak kullanılan mantraların etkisine Türkçe’de ya da diğer dillerde ulaşabilmemiz için ger-çekten bu mantrayı çok kişinin söylemesi, kullanması ve inan-ması gerekmekte. Bunun yanı sıra dilbilimciler, tıp uzmanları ve bilim adamları bir araya ge-lerek hangi seslerle beynimizde, vücudumuzda, enerji alanımız-da ne tür değişimler yaratılıyor incelerlerse güzel bir çalışmay-la yeni mantralar da üretilebilir. Böyle çalışmalar yapan bilim adamı arkadaşlarım var dünya-nın değişik ülkelerinde, ben de zaman zaman destek veriyo-rum kendilerine.

Bir yerde okumuştum, mantra-lar söylenirken dilin damakta oluşturduğu baskı, nefesinin soluk borusundaki yolculuğu esnasında bedende de bir ta-kım değişiklikler oluyormuş; doğru mu?

Seda Bağcan: Evet, bu yönde çok çeşitli bilimsel araştırmalar yapılmış. Dilimiz damağa değdi-ğinde 75-80 değişik siniri aktive etmiş oluyoruz. Ayrıca nefesin soluk borusundaki yolculuğu da eklenirse, tüm vücudumuzda bir çalışma başlıyor. Beynimizin sağ sol lobları dengeleniyor, en-zimler, hormonlar dengeleniyor, tüm iç organlarımız uyarılıyor ve organ tembellikleri engel-leniyor. “Genç, uzun ve sağlık-lı yaşamak için günde en az 7 dakika şarkı söyleyin!” diyorlar. Araştırmalar ancak 7 dakika-da enerji alanımızın değişmeye başladığını gösteriyor.

Kundalini yogada şu öğreti pay-laşılır ben de okuyucularımızla paylaşmak isterim: Bir alışkanlı-

ğınızı bırakmak istiyorsanız ilgili mantrayı 40 gün söylemeniz, yerine yeni bir alışkanlık ekle-mek istiyorsanız 90 gün, yaşam deneyiminizde bu alışkanlığın sizin karekterinizin bir parçası olmasını istiyorsanız 120 gün ve bu alışkanlıkta üstatlaşmak is-tiyorsanız da 1000 gün en az 7 dakika ilgili mantrayı söylemeniz tavsiye ediliyor. Ben kendi yaşa-mımda bu söylenenleri uygula-dım ve çok güzel sonuçlar elde ettim. Herkese tavsiye ederim.

Müzik ve Şifa, binlerce yıldır bir arada kullanılıyor aslın-da. Müziğin insan ruhunda hatta bedeninde çok önemli etkileri oluyor. Annelerimizin ninnileriyle başlayan bağ, ha-yat boyu devam ediyor. Peki, müzik aracılığıyla nelerin üs-tesinden geliniyor?

Seda Bağcan: Bu gerçekten çok uzun cevaplayabileceğim bir soru ve hatta bir insan tüm yaşamını bunu araştırarak da

Domo Music Group Sahibi ve Genel Müdürü Eiichi Naito ile Anlaşma imzalarken… Bu fotoğrafı Kitaro-san çekmiş.

100 Kasım - Aralık / 2014

Page 101: Aktivist Dergi 7. Sayı

geçirebilir. Kısaca cevaplamam gerekirse: Her şeyin bir titreşim olduğunu düşünürsek müzik ile her türlü titreşimi değiştirebile-ceğimizi söyleyebilirim. Depres-yonun, hastalıkların, uykusuzlu-ğun, yorgunluğun üstesinden gelebileceğimiz gibi benliği-mizi uyandırmada da müziğin gücünü kullanabiliriz. Doğada çok çeşitli uygulamaları var, tarımda, hayvancılıkta verimi artırmak için müzik kullanılabilir. Elementleri birbirine dönüştür-mede kullanılabilir…

Sizi nerelerde dinleyebiliriz? Konserlerinizin neredeyse me-ditatif bir ambiyansta geçtiği-ni gördüm.

Seda Bağcan: 7 Ocak’da İs-tanbul’da Bostancı Gösteri Merkezi’nde Dünya Barış Tur-nesi kapsamında bir konserimiz olacak.. Ankara’da 20 Aralık’ta Uyanış Fuarı’nın açılış konserini yapacağız. İzmir ve Antalya’da da tarihleri şu aralar belli olacak konserlerimiz olacak. Ayrıca her ay İstanbul, Ankara, İzmir ve An-talya’da daha küçük gruplarla mantralarla nasıl meditasyon yapılması gerektiğini de paylaş-tığım Mantralarla Şifa Çemberi etkinliklerimiz oluyor. Konser ve etkinliklerimizi web sitemdeki etkinlikler böümünden de takip edebilirsiniz.

Sonat Bağcan’ın ninni albümü hazırlanıyor. Çıktığında kendi-sine de sorarız mutlaka ama siz nasıl bakıyorsunuz bu pro-jeye? Siz de destek verdiniz mi?

Seda Bağcan: İlk mantra albü-müm olan Sunrise’ı çıkardığım-da dinleyicilerden o kadar mail ve telefon aldım ki, müzikleriniz-le çocuklarımızı uyutuyoruz, gaz sancısı çektiklerinde sizin müzik-lerinizi açıyoruz hemen sakinleşi-yorlar diye ben de çocuklar ve bebekler için bir albüm yapma-ya karar vermiş ve hatta 3 sene önce de kayıtlarına başlamış-

tım. Ama mantra müziği bende daha ön planda. Dünyada artık her sene benden bir mantra al-bümü bekliyorlar. Çocuk albü-müne daha sonrasında bir türlü vakit ayıramamıştım. Çocukları olanlar bilir, çocuğunuz doğdu-ğunda söyleyebileceğiniz ninni sayısı çok sınırlı, çocuğunuza güzel sözlerle, güzel melodiler-le müzik dinletmek istediğinizde çok zorlanıyorsunuz.

Sonat’ın çok sevdiği bir arkada-şının bebeği oluyor ve Sonat da hediye olarak ‘Hoş Geldin Gü-zel Bebek’ diye bir şarkı beste-liyor ve söylüyor telefonuna, ar-kadaşına yolluyor. Arkadaşı çok duygulanıyor ve bebeğini her gün Sonat’ın sesiyle uyutuyor. Sonat’la birlikte geçtiğimiz sene benim Barselona’daki konseri-me giderken uçakta konuştuk ve hemen böyle bir albümü ona hazırlamaya karar verdik. Kendi-si de gitti hemen besteler yaptı çok güzel sözler yazdı, bende de zaten hazır besteler vardı. Böylece çok keyifli bir süreç

başladı. Sevgili Ekin Eti’nin muh-teşem aranjeleriyle çok sevimli bir albüm oldu. Aralık ayında dinleyicisiyle bulaşmasını plan-lıyoruz. Bebeklere ninniler diye başladığımız albüm; büyüklere, küçüklere ninniler haline geldi, herkesin de beğenerek dinle-yeceğini düşünüyorum. Ben 4 tane albüm çıkardığım için her türlü prosedürü biliyorum artık, onun için Sonat’ın işi çok kolay oldu, elimden gelen hem kar-deşlik hem de müzisyenlik des-teğini sundum kendisine.

Ayrıca ‘Her Bebeğe Ninni proje-miz’ var 3 kardeş. İsteyen Sonat Bağcan Taneri’nin sesinden, isteyen Serenad Bağcan’ın se-sinden, isteyen Seda Bağcan’ın sesinden doğacak bebeğine ninni alabilecek. Sonat’ın albü-mündeki ninnilerden özel isme olabilir ya da tamamen yeni besteleyeceğimiz bir ninni ola-bilir. Yeni, çok özel bir nesil ge-liyor hayata, hem kendimizi bu özel nesile uyumlamak hem de onlara daha güzel mesajlar ve-

101

Page 102: Aktivist Dergi 7. Sayı

rerek büyütmek için bu melodi-ler.

Bütün aile müzisyen olunca kolay oluyordur tabii :) Onlar neler yapıyorlar?

Seda Bağcan: Selda Halam kendi dönemine, Türk halkına uygun bir dille kendini anlatı-yor hem de muhteşem bir sesle. Babam anlatır halam doğduğu gün dağlardan seller taşacak kadar inanılmaz bir yağmur yağmış ve dedemle babaan-nem adını onun için Seldağ koymuşmuşlar. Sesiyle de bütün hayatı boyunca dinleyicisinde o ilk doğduğu günün fırtınasını kopardı, duygu seli yarattı. Ha-lamın konserlerine gittiğinizde her zaman orada bir fırtına ko-par, bir yürek olunur, duygular şaha kalkar, dörtnala gelir, yü-reklerden önce bir isyan haykırışı sonrasında da insanlık için güzel temenniler… Çok inanılmaz bir deneyimdir; isyanın barışa dö-nüşümünü an be an hissedersi-niz.

Serenad da sevgili Fazıl Say’ın ilk şarkılarının sesi… Çok değer-li Türk şairlerinin şiirlerinin Fazıl Say’ın güzel müzikleriyle buluş-tuğu ve Serenad’ın inanılmaz

yorumuyla can bulduğu bir pro-je… Serenad eczacı olmasına rağmen Kültür Bakanlığı Çok-sesli Korosunda uzun zamandır şarkı söylüyor, hem klasik, hem batı hem türkü; çok geniş bir re-pertuarı vardır. Her türlü müziği, her türlü yorumla söyleyebilir. Bir şarkıyı Balkan gırtlağıyla, Türk müziği gırtlağıyla, Potekiz Fado ya da Güney Amerika gırtlağı ile çok değişik yorumlarla din-leyebilirsiniz. Serenad’la Fazıl’ın konserlerine birden fazla kere gitmiş olanlar fark etmişlerdir bir konser bir konsere benzemez, hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden farklıdır. Ayrıca ab-lam diye söylemiyorum konser-leri albümünden daha da iyi olan nadir sanatçılardan birisi ve adeta sahne için yaratılmış. Sahneye çıktığında devleşen bir enerjisi var. Oyunculuk yetene-ği ile de birleşince seyirciyi her zaman merak içinde bekleti-yor bugün acaba ne yapacak diye… Sonat 1995’de babam Savaş Bağcan’ın beste ve dü-zenlemelerinden oluşan ‘Üzüm-ler Sarardı’ adlı bir albüm çıkar-mıştı, çok beğenilmiş ve müzik severlerin arşivlerinde bir daha bulamam diye özenle saklanan bir albüm olmuştu. Hatta birkaç kişi de kasetleri bozulduğunda

bir daha bulamadıkları için çok üzüldüklerini bana dile getirmiş-lerdir. Sonat’ın ‘Üzümler Sarardı’ albümünü arayanlara müjde; i-tunes’da bulabilirsiniz. Şimdi kendisine bir ninni albümü hazır-lıyoruz; Sonat’ın babamın deyi-miyle su gibi sesi vardır, ninnilere de çok yakıştı bence.

Hepinizin ismi S harfi ile baş-lıyor:) Özel bir sebebi var mı?

Seda Bağcan: Çok ilginç bir tesadüf mü desem ne desem bilemiyorum, bizim hem anne tarafı hem de baba tarafımız-da tüm isimler S harfi ile başlı-yor. Baba dedem Selim, anne dedem Salih, annemin ismi Sü-heyla, kardeşleri Saliha, Semiha, Süha, rahmetli anneannemin ismi Sümbül’dü, kuzenler, Ser-hat, Serdar,Selinay diye gidiyor. Bu önceleri çok bilinçli olmasa da sonrasında da sürdürülen bir gelenek oldu. Her iki tarafında müziğe inanılmaz yeteneği var. S harfinin akrofonolojide, ses biliminde ve holistik bilgilerde sonsuzluk enerjisi, şifa enerjisi ta-şıdığı söylenir, DNA aktivasyon-larında sıkça rastladığımız bir sesdir ve akciğerlere iyi geldiğini duymuştum.

102 Kasım - Aralık / 2014

Page 104: Aktivist Dergi 7. Sayı

etkinlik

izle satın al

Fazıl Say Mezopotamya Senfonisi20 Aralık 2014 Zorlu Center PSM | Ana Tiyatro / Klasik

Beste yapmak fikirlerle, müzik parçalarıyla ve hayali şekillerle her zaman bir doğaçlama biçimidir.

Besteci ve piyanist Fazıl Say’ın sanatsal rotasına yön veren bu düşünce yirmi beş yılı aşkın bir süredir ünlü piyanistin farklı ses-leri mükemmel bir ahenkle dinleyicisine aktarmasını sağlıyor. Oratoryolar, piyano konçertoları, çeşitli formlarda orkestra, oda müziği, şan ve piyano eserleri vererek besteci kimliğiyle de ön plana çıkan Say, bestelerinde modern Avrupa enstrümanları-nın yanı sıra kudüm, darbuka ve ney gibi Anadolu enstrüman-larını da sıklıkla ve özenle kullanan bir isim. Beş kıtada sürdür-düğü konserleriyle dünyanın hayranlığını kazanan Fazıl Say, bu defa sürpriz bir projeyle orkestra eşliğinde bir kez daha Zorlu’da müzikseverlerle buluşacak.

Morrissey

07 Aralık 2014 | Volkswagen Arena, İstanbulMorrissey, “Istanbul”u İstanbul’da seslendirecek...

Güçlü sahne performansı ve şiirsel besteleri ile dünya ça-pında bir efsaneye dönüşen Morrissey, sevenlerine unutul-maz bir gece daha yaşatmak üzere 7 Aralık Pazar akşamı Volkswagen Arena’da sahne alacak.

Alternatif rock müziğin en önemli gruplarından The Smiths’in vokalisti, yaşayan efsane Morrissey, Avrupa turnesi kapsa-mında Türk hayranları için 7 Aralık 2014 Pazar akşamı Volk-swagen Arena’da sahne alacak. Volkswagen ana spon-sorluğunda, Pozitif Live tarafından düzenlenen konserde, Morrissey son albümünün ikinci single’ı olarak yayınlanan ve İstanbul’un karmaşık ve kaotik sokaklarının duygusunu veren, cigar-box gitar ezgileri ve şehrin sokaklarından ses kayıtları içeren “Istanbul” şarkısını da seslendirecek.

Ursula Lopez

22 Kasım 2014 | Türker İnanoğlu Show Center, İstanbulAteşin dansı flamenkonun kraliçesi olarak bilinen Ursula Lo-pez, muhteşem dans performansı ile 22 Kasım’da TİM Show Center’da...

Tutkunun ve ateşin dansı olarak bilinen flamenkonun dua-yeni Ursula Lopez, ekibi ile birlikte 21-22 Kasım 2014 tarihlerin-de TİM Show Center’da izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

104 Kasım - Aralık / 2014

Page 105: Aktivist Dergi 7. Sayı

“Uyumsuz Tiyatro”Çizgi roman yazar-çizerlerinin dünyaya ba-kış, görüş ve algılayışlarında farklı bir tarz ol-duğunu düşünmüşümdür her zaman. Ancak bunun da ötesinde büyük bir sabır gerektir-diğinden de kuşku duymuyorum. Bir hikâ-yenin özünü yakalayıp, çizgilerle karakterler ve mekânlar yaratıp anlatmak, anlatabilmek; büyük bir yaratıcılık gerektiren, esrik bir hal olsa gerek.

Sosyal hayatın her alanındaki absürt (saçma) gibi görünen ve anlaşılan çoğu şey aslında büyük bir gerçekliğin farklı bir boyuttan an-latılmasından ibarettir.

Suat Gönülay’ın çizgi roman karakterleri de, tarihten, bizim mahalleden, öteki şehirden, köyden, savaştan, olası barışlardan, gerçek ve gerçeküstü aşktan, siyasetten, sanattan, kentsoyludan, köylüden, sınıf farkından, din-den, insani ve insani olmadığı için yadırganan ancak kabul gören her şeyden esinlenmiş ve beden bulmuşlar. Romanı okurken de karşı-nızda canlanıp ruh buluyorlar.

Gerçek dünyada ayaklar altına alınan etik, Gönülay’ın çizgi kahramanları tarafından çifte standart bir ahlak anlayışı çerçevesinde

ibretle göz önüne seriliyor.

Gönülay’ın fantezi, erotizm, gerçeküstü, kurgubilim ve daha aklınıza gelebilecek bir-çok türle harmanlanmış olan hayâl dünya-sının kahramanlarıyla karşılaşıp tanıştığınız zaman o dünyaya hiç de yabancı olmadığınızı anlıyor ve ruhsal-tinsel bir âlemin varlığından yeniden haberdar oluyorsunuz.

Kitabın kapağını açtığınız an tüm canlılığıyla karşınıza çıkan ve bir tür “uyumsuz tiyatro” tadındaki hikâyeler ister istemez size “Samu-el Beckett ve Eugene Ionesco çizgi romancı olsalardı Godot’yu Beklerken ve Gergedan nasıl bir çizgi romana dönüşürdü diye dü-şündürtüyor. Çünkü Gönülay’ın yapıtlarında birbiri içine geçen komedi ve kara mizah kar-şınızda harmandalı oynuyor ve çok etkileyici.

Son derecede iyi bir iz sürücü olduğu anla-şılan Gönülay’ın, tuzaklarla dolu dünyadaki insan türünün zaaflarını romana aktarırken; yarattığı kahramanların, gerçek dünyada çok az kişinin başarabildiği özeleştiriyi yaptıklarını görüyorsunuz. Onlar kendilerini hırpaladıkça bakış açınız bükülüyor ve farkındalığınız sıç-rama yapıyor adeta.

Suat Gönülay Kimdir

Halkım İstesin Hemen ve Ben Yaşarım adlı albümlerin yanı sıra haftalık mizah dergilerin-de ‘devamı haftaya’ formatı içinde çizdiği ve en çok beğeni alan sanatçının öykülerinden bazıları Sultanahmet›in Kamburu, Baltalar Eli-mizde, Hayatım Roman, Örtmenim Canım Benim.

1965, Samsun doğumlu olan Suat Gönülay, Lak-Lak, Gırgır ve Fırt dergilerinde çalışmış, Gırgır’da başladığı çizgi romana Limon’da de-vam etmişti. Bu süre içinde çizgi grafiği de yük-selen Gönülay daha sonra Hıbır, Avni ve Dıgıl dergilerinde çalıştı. Bir süre Dıgıl’ın editörlüğü-nü yapan sanatçı sinema ve TV çalışmaları için ara verdiği çizgi romana L-Manyak, Penguen, Rodeo Strip gibi dergilerde arada bir geri dö-nüyor. L-Manyak’taki çalışmalarından biri olan Adolf, 2003 yılında Yunanistan’ın Selanik ken-tindeki Kültür Olimpiyatları kapsamında, Türk çizgi romanını temsilen sergilenmişti.

kitap

Feryal Çeviköz

[email protected]

tadında çizgi roman

105

Page 106: Aktivist Dergi 7. Sayı

Ne de çok şeyi varmış hayatın bana söy-leyeceği!

Ne de çabuk olgunlaştırabiliyormuş ha-yat, birkaç satırla beni hemen büyüterek!

Heyecan ve umutla doluyum; yeni bir ne-fes alıp daha sıkı sıkı sarılıyorum ellerim-deki hediyeye...

‘Biliyorum ki her kitap bir hediye...’ diyo-rum kendi kendime...Sayfaları açarken bi-liyorum ki, artık kendi kendime değilim... Sessiz bir dinleyicim var artık; söyleyecek çok şeyi olan...

Kitap kapağı, arkasında bilgiler saklayan bir kapıdır. Kitap, ne konuda yazılmış olursa olsun, size bilgi sunacak ve mut-laka hayatınızda bir değişim sağlayacak-tır. Farklı farklı yazarların elinden, başka amaçlarla çıkmış olan her kitabın söyle-diklerinin arkasında tek bir belirgin nüve vardır: Okuyucuyu yüceltmek...

Sessiz sayfalar üzerindeki, ancak okuyu-cunun istediğinde aldığı ve içselleştirdiği ifadeler, okuyucuya talep ettiklerini su-narken hiçbir özel muameleyi şart koş-mazlar... Okuyucu, kitaba istediği gibi yaklaşma şansına sahip olmasıyla onur-landırılmıştır.

Kitap, söyleyecek çok şeyi olan yazar ile okuyucu arasındaki en edepli, en dürüst köprüdür. Şeffaftır ve kendisine dokunan ellerin dışında edindiği hiçbir kimlik yok-tur.

Oysa ona biçilen çok kimlik vardır. Bu yazıda, kitabı dinlemek istiyorum. Do-ğup, doğrulup da ellerime, okuyucunun gözleri önüne düşene dek hangi yollar-dan geçiyor, bilmek istiyorum. İçiyle, dışıyla öğrenmek istiyorum onun yolcu-luğunu...

Kitap nasıl kitap olur?

Yazarın düşüncelerinden itibaren yolu-nu alarak, sayfalara, sonra da elektronik ortama dökülmüş olan kitabı günümüz ülkesinde uzun bir yolculuk beklemek-tedir. Öncelikle her kitap, bir yayınevinin çatısının altına girmelidir. Bunun içinse bir seçime tabidir. Yayınevine adım atar at-maz kendisini bir lektörün elinde bulur... Lektör, yayınevi çatısında onu okuyan ilk kişidir. Yayınevinin değer kriterleri bağla-mında, değerli bulunursa, lektör kendisini

editöre iletecektir. Kitabın kaderi, konu-su ile ilgili editörün yolunu tutmaktır bu sefer. Hangi alanda yazıldıysa, o alana ait editör, görevi icabı kitapta anlatılanların okuyucuya daha iyi ulaştırılması için her türlü çabayı gösterecek, gerekirse öneri-lerde bulunacak, kesip biçecek ve yazarın inisiyatifi dâhilinde kitabın çatısını bir kez daha gözden geçirecektir.

Bu safhada yazarın ağzından çıkanlar, ki-tap olma sürecinde, iç yapısı konusunda bir hayli yol almıştır. Sıra iskeletine gelir... İmla hataları, yazım yanlışları, anlatım bo-zuklukları, dilbilgisi kurallarına uygunluğu bakımından incelenecek, Türkçe ’ye daha uygun hale getirilecektir. O zaman redak-törün elleri arasına gelir kitap. Redaktö-rün de onayını alacak bir hale geldikten sonra, okurla buluşmaya giderek yaklaş-mıştır.

Sonunda ‘yaratılan’ ve tıraşlanan bu eme-ğe bir de isim konacaktır onu cümle ale-me tanıtacak. İsmi ile damgalanıp, raflar ve eller arasındaki yeni yolculuğuna çıka-caktır.

Eş zamanlı olarak dizgisi, mizanpajı, ya-pılan sayfaların ‘iç kısmı’ tamamlandıktan sonra, en güzel kılıfa konarak okuyucuya sunulma safhası gelir...

Okuyucunun ilk temasını sağlayacak ön-yüz, kitap kapağıdır. Kapak tasarımı ala-nına girildiğinde, bu sefer kitap, tasarımcı dünyası ile tanışacak ve adeta kendisinin görüntüsünü çizecek bir tasarımcının el-leri arasında olacaktır.

Onlarca zihnin aşamalı olarak bir araya gelerek ortaya çıkardığı bir emek ürünü-dür kitap. Yazarın gösterdiği emeğin üze-rine, yurdunun halkı ile ve hatta belki de tüm dünya ile buluşmaya hazırlandığı bir başka emek kuyruğuna girer...

Varoluşu tamamlanmak üzeredir. Ar-tık kayıtlara geçmesi, bulunduğu ülkenin yaşayanlarının arasına karışmadan önce, ülkenin kitap prosedürlerinden geçmesi gerekir. Bakanlığın bandrol uygulamasına tabi olacak kendisi için bir numara alı-nacak, ve resmi olarak “var olma hakkı” kitaba kazandırılacak. Bu sırada kitabın kimliği artık kendisini seçmiş olan yayıne-vi tarafından, bir ‘künye’ olarak hazırlanır. Burada üzerinde emeği geçen herkesin ismi ve katkıları, aynı zamanda telif hak-ları belirtilir. Baskıya yollanmaya hazırdır. ‘Benliği’ tanımlanmış ve tamamlanmış olan kitap, kendisinden daha nicelerin

Özge Esirgen

köşe yazısı

bir ki-taptan

diğerine, bir ya-şamdan öteye...

Geçmiş ve geleceğe açılan sır kapılarının anahtarlarını satır-

lara gizleyen sohbet arkadaşları onlar...Çağın gerisinden,

olası çağlara doğru insanın elinden tu-tarak onu büyüten, ona öğreten ve adeta ona koşulsuzca ve-ren, dilsiz, ama çok

şey söyleyen Kitaplar...

106 Kasım - Aralık / 2014

Page 107: Aktivist Dergi 7. Sayı

üretilmesine hazırdır. Çoğaltılır...

Çoğaltılan kitapların okuyucu kitlelerine ulaştırılması ise ülkemizde çok da geniş imkanlara sahip olmayan bir süreci kap-samaktadır. Yayınevinin kriterleri veya sonrasındaki her aşamayı geçmiş bir ki-tabın dağıtım şirketleri aşamasında takıl-ması olasıdır. Türkiye’de dağıtım şirketleri ve kitap satış noktaları, yayıncılık sektörü için ‘geliştirilmesi’ gereken bir alan.

Yayınclığı biraz daha içyüzü ile anlamak için Yol Yayınları’nın yöneticisi Salih Tur-hanlar ile konuştuk... Kendisi, yayınev-lerinin, yazar ve okuyucu bakımından büyük sorumlulukları olduğunu, çizgisini belirleyerek, yazarına ve okuyucusuna karşı sadakatli olması gerektiğini belirti-yor. Ticari kaygıların, kaçınılmaz olarak yayıncılık sektöründe de kendini göster-diğini anlatan Turhanlar, kitapların ‘geçer akçe’ olarak kullanılmasından da dem vu-ruyor. Kendilerini bilinir kılmak için kitap yazma peşine düşenlerden ziyade, ger-çekten yazmak için yazan ve okuyucuya söyleyeceği şeyleri olan yazarların ön pla-na çıkarılması gerektiğini, yazar ve kitap filtrelerinin ticari kaygılar veya çeşitli im-kânsızlıklar bağlamında değil, yayınevinin veya Türkiye’de hedeflenen okuyucu kit-lesinin değerleri bağlamında ele alınması-nı gerektiğini savunuyor. Okuyucuya karşı sorumluluğun büyük olduğunu söylerken, okuyucuların algılarını dağıtmamak adına, yayınevlerinin güvenilir ve o alanda en uygun kitapları sağlayan bir kurum olması gerektiğini belirtiyor...

‘Işık, Biraz Daha Işık!...’

Sevgili Goethe, bu dünyadan göçmeye yakın bir halde ölüm döşeğindeyken, böyle diyordu: ‘Işık, biraz daha ışık!...’

Hepimizin derinden yaptığı bu çağrıya ve-rilmiş en uysal cevaptır yazılan kitaplar...

Belki de seçemediğimiz hayat şartlarının panzehridir seçebildiğimiz kitap yaşantı-ları...

Duymak isteyip de duyamadığımız satır-lardır belki de iki aşığın satırlar arasındaki muhabbeti...

Ya da gizliden gizliye edindiğimiz bir kıla-vuz, bir öğretmendir çantamıza atıp da

gezdirdiğimiz sayfalar...

Göremediğimiz ve belki de hiç göreme-yeceğimiz şeyleri baş ucumuza getiren, hayalgücümüzle harmanlanıp doğmayı bekleyen hayatlardır, hayatlar içinde...

Her birini bitirişimizde, başka bir kitabı aramak için yeniden yollara düşmek ge-lir içimizden... Sanki bulamadığımız kadar çok insanı, bir kitap içinde yeniden, yeni-den bulacakmışcasına...

Çoğu zaman, bizi ‘layık olmadığımız ka-dar’ ağırlar bir kitap...

Tıpkı Nazım’ın yıllar önce Macaristan topraklarında söylediği gibi, “Layık ol-madığım kadar ağırladın beni, hoşça kal.” dedirtmelidir okuduğumuz her kitap. Saygıyla ayrılmalıdır okuyucu kendisini yücelten bu emeğin topraklarından...

33.TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı 8-16

Kasım’da

İşte bu yıl, TÜYAP 33. Uluslararası İstan-bul Kitap Fuarı böyle açıyor kapılarını mi-safirlerine...

‘Ama bilirim, gün olacak, bilirim,

Senden bize, bizden sana misafir gidilip gelinecek,

Bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi…

hoşça kal Macar toprağı, hoşça kal kardeş toprağı, hoşça kal !’

Onur konuğu Macaristan olarak belirle-nen Fuar’ın mottosu, Nazım Hikmet’in bu şiirinden alınarak: ‘Bir Bahçeden Bir Bahçeye’ olarak seçildi.

Halk şiirleri, çingene orkestrası ve gaze-teciliği ile öne çıkan Macar kültürü, Ma-carların geçmişini ve bugününü anlatan milli kahramanlıkları, halk masalları, kah-ramanlık destanlarını barındıran edebi eserleri ile konuk olacak. 2002 yılında Imre Kertész’in Nobel Edebiyat Ödü-

lü’nü almasıyla ünü artan Macar edebi-yatını Türk okurlara sunmayı amaçlayan Fuar, bu kapsamda iki ülkenin yazar, ya-yınevi ve çevirmenlerinin tanışma fırsatı bulacağı bir köprü niteliğinde olacak. Fuara katılacak Macar yazarlardan ba-zıları:  László Darvasi, Péter Esterházy, Mihály Hoppál, Tamás Pintér, György Spiró ve Krisztina Tóth. Bu köprü olma hali sadece edebiyat üzerine olmakla kal-mıyor, bu yıl İstiklal Caddesi’nde bulunan Macaristan Kültür Merkezi’nde fuara eş-zamanlı olarak bir sergi de düzenleniyor. Sergide ayrıca Macaristan’ın ünlü yemek yazarı ve programcısı Zsofia Mautner, lezzetli Macar yemeklerinin de tariflerini verecek.

8-16 Kasım tarihleri arasında yapılacak olan 33.İstanbul Kitap Fuarı’nın ana te-ması “Türk Sinemasının 100. Yılı”. Türk sinemasına olan hakimiyeti ile saygı du-yulan Atilla Dorsay bu kapsamda fuarın onur yazarı olacak. Fuardaki bir diğer de-ğişiklik ise fuar alanına müziğin dahil edil-mesi. Ziyaretçiler fuar boyunca bir oda orkestrası eşliğinde unutulmaz Türk film-leri müziklerini dinleme fırsatını bulacak.

Bu yıl da, çağlardan beri olduğu gibi, buluşturmaya devam ediyor kitaplar... Yaşamın anlık görüntüleri olmaya ve o yaşanmışlığı ebedileştirmeye devam ediyor. Her yaşam, okunan bir hayat-tır. Önümüzdeki çağlara bıraktığımız sessiz ciltlerdir... İnsanın varoluşundan beri değişmeyerek saygı duyulan tek şey bilgidir. Bilgiyi de, bilginleri ve bilgeleri de ebedileştiren yegâne emektir kitap... İnsanın, kendisini sessizce yücelten bu sadık dosttan öğreneceği çok şey vardır. Yalnız okuduklarıyla kalmayıp, kitabın kendisini anlamak konusunda atacağı çok adım vardır... Tıpkı bir kitap gibi, bilgi ile dolu olup da, kendisini ifşa etme-den evvel ‘açılmayı, sonra da bilgisinin okunmasını’ bekleyecek kadar olgunlaş-ması için, atacağı çok adım vardır... Bir gün, ‘bu dünya denilen bahçeden, bir diğerine geçerken’, tüm kitapların ken-disine anlatmak istediğini anlamış ola-rak geçebilmesi için yürüyeceği çok yol vardır insanın... İşte o güne dek, devam edecektir söylemeye:

‘Işık, biraz daha ışık!...’

107

Page 108: Aktivist Dergi 7. Sayı

kitap

Huzursuzluğun Kitabı | Fernando Pessoa

Huzursuzluğun Kitabı, kurmaca bir karakterin kendi hayatını anlattığı bir roman olarak gö-rülebilir; ancak yazarla kahramanı sık sık birbirinin yerine geçtiğinden, Pessoa’nın hayatla ilgili kendine ait olan ve olmayan düşünceleri döktüğü, evirip çevirdiği bir denemeler, anla-tılar toplamı olarak da kabul edilebilir. Dünyayı seyretmekle yetinmek isteyen, eylemsizliği en yüce erdem ve gerçek yaşam olarak gören Soares, Pessoa için belki de dünyanın ve yaşamanın ne olduğunu gösteren bir per-dedir. Huzursuzluğun Kitabı aynı zamanda, bir edebiyatçının ulaşmak istediği yapıtla kâğıda dökebildiklerinin arasındaki mesafedir de; hayal edilenin soluk, titrek bir sureti, gölgesi olarak kalmaya, kusurlu olmaya mahkûmdur; tıpkı bütün kitaplar ve bütün çeviriler gibi.

Tek Tabanca | Nihat Genç

Nihat Genç’in gölgede kalmış en iyi hikayeleri bir arada: Tek Tabanca! Tam bir edebi hazine! Yalnızların, yoksulların, ezilenlerin başrolde olduğu şoke edici hikayeler! Tek Ta-banca, edebiyatın baş döndüren özel efektleriyle dolu! Gerilim, kahkaha, en acı gerçek-ler, rengarenk düşler, aşk, macera, bilgelik ve sürprizler art arda şimşek gibi çakıyor! Bu hikayeler sayfalardan taşarak kana karışıyor! Nihat Genç; bir garson çocuğu, bir küçük kızı, köy doktorunu, teyzeyi, dilenciyi, eşcinseli, üniversiteliyi öyle renkli, öyle hayat dolu kahramanlara dönüştürüyor ki şaşıp kalıyorsunuz. April Yayıncılık olarak; Nihat Genç’in muazzam bir birikimle ve doludizgin bir enerjiyle kaleme aldığı hikayelerini gururla sunu-yoruz. Bu sayfaları ezberleme isteği duyacaksınız. Tek Tabanca, mermi gibi hızlı ve tesirli bir edebiyat patlaması! Direkt kalbe ateş ediyor!

Mağara | Jose Saramago

Kentlerde giderek yayılan dev alışveriş merkezlerinin ve yaşam sitelerinin hayatı-mızda yarattığı değişiklikler üzerine, Saramago’nun her zamanki incelikli üslubuyla kotardığı bir roman, Mağara. Günümüz dünyasının yükselen trendleri olan tüke-tim ve steril yaşam mekânlarının sembolü olan bir ‘Merkez’le, basit, geleneksel ama hakiki duygularla dolu üretken yaşamın sembolü yaşlı bir çömlekçiyi karşı karşıya getiren büyük usta Saramago, basit bir durumu hayranlık uyandıran fel-sefi bir alegoriye dönüştürüyor: Sıcak masalsı anlatısı ve sempatik karakterleri, devasa reklam kampanyalarıyla birer harikalar diyarı olarak sunulan yaşam pro-jelerinin insan ruhunun Platonik mağarasından öteye geçemeyeceğini gösteriyor.

108 Kasım - Aralık / 2014

Page 109: Aktivist Dergi 7. Sayı

Boncuk Oyunu | Hermann Hesse

Alman dilinin en büyük yazarlarından Hermann Hesse’ye Nobel Edebiyat Ödülü’nü ka-zandıran Boncuk Oyunu, Doğu ve Batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunan bir başyapıt. Hesse, 1943 yılında, tüm dünyanın savaş cehennemini yaşadığı sırada yazdığı Boncuk Oyunu’nda, Doğu ve Batı felsefeleri-nin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunar okura. Sanat ve bilimde disiplinlerarası bir uyum üzerine kurulu, Hesse’nin düş ve düşün gücünün ürünü fütüristik bir oyun olan Boncuk Oyunu, bu yeni düzenin simgesidir. Toplumsal ahlakın bireyin iç ahlakını yok ettiğine inanan Hesse, bu kitabında Batı’nın toplumsal dayatmalarına karşı Doğu’nun bireysel özgürlüğünü yüceltir, söz konusu yeni dünya düzenini bireysellik üzerine temellendirir. Alman dilinin en büyük yazarlarından biri olan Hermann Hesse’nin başyapıtı olan ve 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık gö-rülen Boncuk Oyunu, Kâmuran Şipal’in özenli çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından bir kez daha Türkçeye kazandırıldı.

satın al

Sineklerin Tanrısı | William Golding

“Sineklerin Tanrısı”, günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılı-şının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getirir. Golding’in romanın-daki çocuklar da başlangıçta tıpkı Kurtz gibi, uygar toplumun baskılarından uzak bir örnek düzen kurmak isterlerken, gitgide hayvanlaşır, korkunç bir kişiliğe bürünürler. Bu yönüyle Sineklerin Tanrısı’nın Mercan Adası ile öbür ıssız ada serüvenlerinden ayrıldığı en önemli nokta, ıssız ada yaşamının çetin güçlüklerini ya da mutluluğunu anlatmaktan daha çok, bir insanlık durumunu, kişiler arasındaki çatışma aracılığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır.

Drina Köprüsü | Ivo Andriç

Drina Köprüsü, hiç eskimeyecek değerinin ötesinde, kırk-elli yıl sonra 1990’ların Yugos-lavyası’nda yeniden güncellik kazandı. Acı bir vesileyle: ülkedeki çok milletli, dinli, çok kültürlü hayatı tahrip eden iç savaşlar silsiseyle... Bu eseri savaşın hemen bütün tarafları bir şekilde sahiplendiler. Kimileri de, Sırpların, Hırvatların, Müslümanların birarada olamazlı-ğının belgesi gibi ‘okuttular’ bu romanı. Ivo Andriç’in bu başyapıtı, Osmanlı’da farklı top-lulukların nasıl birarada yaşadığını geniş bir görüşle ve incelikle tasvir ediyor. Anlatılan ne müthiş bir uyum hikayesi, ne de mutlak bir zulüm hikayesi. Kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu, karmamış, zengin bir hayat tablosu. Za-ten Drina Köprüsü’nü büyük roman yapan da bu: Osmanlı, Bosna, Sırplar, Müslümanlar vs. meselelerini okura tamamen unutturabilen bir büyük roman.

109

Page 110: Aktivist Dergi 7. Sayı

kitap

Ağ | Iris Murdoch

Murdoch’ın ilk romanı olmasına karşın en başarılı yapıtlarından biri olarak değerlendi-rilen Ağ, hayatını ucuz romanlar çevirerek kazanan bir yazarın, geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşması üzerinde odaklanıyor; Murdoch, bu yazar özelinde insanın, rastlantıları ve öteki insanları dikkate almadan, hayatını kendi tasarılarına göre ne ölçüde yaşayabilece-ğini sorguluyor. Meslekten felsefeci olmasına karşın edebiyatın, ahlak meselelerinin ve insan ilişkilerinin olağanüstü karmaşıklığını daha iyi ilettiğini düşünen Murdoch, sanat/hayat, zorunluluk/rastlantısallık, genellik/tikellik, hakikate ulaşmak için benliğin ötesine geçme gibi temaları müthiş sürükleyici bir olay örgüsü içinde ve son derece incelikli bir mizah duygusunu besleyerek işliyor. Çok meraklanacak, çok eğlenecek, çok düşüneceksiniz.

Madde 22 | Joseph Heller

Madde 22 bugüne kadar okuduğunuz hiçbir romana benzemiyor. Kendine has bir man-tığı, bambaşka karakterleri var. Joseph Heller’ın acı gerçekleri sipsivri bir alayla iğnelediği bu 20. yüzyıl klasiğini okurken savaşı, yaşamın acımasızlığını, iktidarın yeri geldiğinde nasıl bir canavara dönüştüğünü görüp kimi zaman korkacak kimi zaman kahkahalar atacaksı-nız.2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunda bombardıman pilotu olarak görev ya-pan Yossarian’ın öyküsü, çivisi çıkmış bir dünyanın küçücük bir modeli aslında. Okurken bugün dünyada yaşananlarla kitaptaki öykü arasındaki bağlantıyı kurup aslında ne kadar absürd, çılgın, ürkütücü ve kin dolu bir dünyada yaşadığınızı fark edeceksiniz.

Silas Marner | George Eliot

Yıllar önce, haksız yere hırsızlıkla suçlanarak Kilise cemaatinden kovulan doku-macı Silas Marner, gönüllü sürgün olarak Raveloe köyüne yerleşir. Köy halkıyla görüşmeyen, özel yaşamını sır gibi saklayan dokumacı için hayat, sabahtan akşa-ma kadar tezgâhı başında çalışmaktan ve kazandığı paraları biriktirmekten ibaret-tir. Ama günün birinde altınlarının çalınması ve çok kısa bir süre sonra da evinin yakınlarında annesi ölen bir bebeğin emekleyerek kapısına gelmesiyle yaşamı ve dünyaya bakışı tamamen değişir. Bu arada, Silas Marner’ın ve bebeğin yolları, köyün en güçlü, en varlıklı adamının oğluyla çakışacaktır.

110 Kasım - Aralık / 2014

Page 112: Aktivist Dergi 7. Sayı

tiyatroÇürük Temel

Darûlbedayi’nin sahnelediği ilk oyun olan Çürük Temel, Engin Al-kan’ın çağdaş yaklaşımıyla 100. yıl anısına yeniden sahnede… Oyun, iflas etmekte olan bir fabri-kanın ekseninde bir diğerinin hak-kını hiçe sayıp kendi hakkını di-ğerlerine dayatan uzlaşmaz aile bireylerinin çatışkılarını modern bir tragedya formunda seyirciye sunuyor. Emile Fabre’nin yazdı-

ğı, Hüseyin Suat Yalçın’ın uyarla-yarak çevirdiği, Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş’ın günümüz Türk-çesi’ne aktardığı oyunda; Oya Palay, Yeşim Koçak, Mert Tanık, Mustafa Barış Koçkar, Dolunay Pir-cioğlu, Samet Hafızoğlu, Nurdan Gür rol alıyor.

Lıllıan

Amerikan Edebiyatı’nın önde ge-len ismi Lillian Hellman, usta oyun-cu Aliye Uzunatağan yorumuyla sahnede… William Luce’un yaz-

dığı, Orhan Alkaya’nın yönet-menliğini yaptığı Lillian, McCarty döneminin baskıcı fonu önünde yazarın çok renkli kişiliğini bir oyun-culuk resitaline dönüştürüyor. Ka-pının hemen ardında, otuz yılını paylaştığı acımasız eleştirmeni-nin, hayranı olduğu yazarının, içki arkadaşının, ama en çok da âşık olduğu adamın ölümden dönüp gelmesini bekleyen bir kadın. “Yı-lın modasına uyacağım diye vic-danımı kısa kestiremeyeceğim” diyerek McCarthy’nin sorguçları-na hınzırca kafa tutan, Amerikan edebiyatının önde gelen ismi Lil-lian Hellman, polisiye edebiyatın seçkin yazarı Dashiell Hammet’ın komada geçirdiği son saatle-rinde, “renkli” dadısıyla birlikte oturmak için bir tramvay dolusu adama meydan okuyan çocuk-luğunu, sınırları zorlayan bohem hayatını, küsen, hırslanan, usta-laşan yazarlığını hızla hatırlıyor.

100. yılını kutlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Ekim ayının ilk haftasında 3’ü yeni 8 oyunla perdelerini açtı. Emile Fabre’nin yazdığı, Hüseyin Suat Yalçın’ın uyarlayarak çevirdiği, Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş’ın günümüz Türkçesi’ne aktardığı Çürük Temel, William Luce’un yazdığı, Orhan Alkaya’nın yönettiği Lillian, Henri Keroul ile Albert Barre’den Muammer Karaca ve Refik Kordağ’ın uyarladığı, Nedret Denizhan’ın yönettiği Cibali Karakolu.

Darülbedayi’nin 100.Yılındaİstanbul Şehir Tiyatroları’nın Programı Dopdolu

112 Kasım - Aralık / 2014

Page 113: Aktivist Dergi 7. Sayı

Bu hatırlamalar resmi geçidinde, ölümden daha güçlü olan, belki sadece “aşk.”

İstanbul Efendisi

Osmanlı’da Lale Devri’nin sonra-sında dönemin baş kadısı İstanbul Efendisi’nin konağında geçen olayları dolantı komedyası üslu-buyla ele alan İstanbul Efendisi, Osmanlı’nın kültürel ve etnik çe-şitliliğine vurgu yaparak İstanbul folklorundan örnekleri modern bir anlatımla sergilemektedir. Kızına uygun bir damat adayı bulmak için yıldız fallarına bel bağlayan İstanbul Kadısı Savleti Efendi’nin başına gelenlerin müzikal bir an-latımla seyirciyle buluştuğu Mu-sahipzade Celâl‘in yazdığı Engin Alkan’ın yönettiği oyunda; Tankut Yıldız, Zafer Kırşan, Volkan Ayhan, Hüseyin Tuncel, Emre Şen, Edip Tepeli, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Cihan Kurtaran, Serkan Bacak, Murat Üzen, Hamit Eren-türk, Berna Adıgüzel, Zeynep Ce-ren Gedikali, Derya Çetinel, Selin Türkmen, Reyhan Karasu, Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Özge Midilli, Murat Güreç, Utku Akıncı, Kaya-han Erdem, Gözde İpek Köse, Melisa Demirhan rol alıyor.

Çin Kahvesi

Çin Kahvesi, New York’ta yaşayan ve orta yaş bunalımıyla boğuşan Harry ve Jake’in hikâyesini anlatı-yor. Her iki adamın da yarım kalan hayalleri, kurtulamadıkları geçmiş-leri vardır. İkisi de hayata karşı öfke-li ve huzursuzdurlar. İçlerinden biri bu döngüyü kıracak ve arkadaşı-nın hayatını çalmak pahasına da olsa özgür benliğine kavuşacaktır. Ira Lewis’in yazdığı, Can Doğan’ın yönettiği oyunda; Aziz Sarvan ve Can Başak rol alıyor.

YolcuYolcu adlı oyunda olay, 1921 yılın-da, Kurtuluş Savaşı’nın yoğun bi-çimde sürdüğü günlerde, Anado-lu’nun ücra bir köşesindeki tren is-tasyonunda geçmektedir. Kar ve buzla kaplı istasyonda çok seyrek duran trenler artık hiç durmadan yollarına devam etmektedir. İstas-yon şefi, karısı ve makasçı, devri-len telgraf direğiyle birlikte tama-men dış dünya ile bağlantılarını

kaybetmişler ve kendi yalnızlıkları içinde birbirleriyle de iletişimlerini koparmışlardır. İstasyona gelen “Atlı” onlara hem dış dünyadan haber hem de umut getirir. Hat-ta yaşama yeniden bakmalarını sağlayan bir ”kurtuluş”… Nazım Hikmet’in yazdığı Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği oyunda; Bahti-yar Engin, Gün Koper, Mehmet Avdan, Aslıhan Kandemir rol alıyor.

Hıdrellez

Hıdrellez, Meriç nehri kıyısında ya-şayan coşkulu “Romanlar”dan hüzünlü bir aşk öyküsü… Firuze En-gin’in yazdığı Ali Yaylı’nın yönetti-ği “Hıdrellez”, ruhu ne kadar özgür olursa olsun, sevdiğinin gönlünde tutuklu kalan genç bir kızın çare-sizliğini ve yalnızlığını konu alırken, bir dönemin siyasi acılarına da tanıklık ediyor. Kanı kaynatan ak-sak ritimleri ve özgün müzikleriyle dikkat çeken oyunda; Melahat Abbasova, Engin Akpınar, Meli-ke Altınbaran, Ceysu Aygen, Şe-nay Bağ, Radife Baltaoğlu, Esra Ülger, Gürol Güngör, Fahri Kıncır, Elçin Atamgüç, Emrah Can Yaylı, Elyesa Çağlar Evkaya, Ozan Tura, Merve Keleş, Özgür Dağ, Hüsnü Demiralay, Vildan Türkbaş rol alı-yor.

113

Page 114: Aktivist Dergi 7. Sayı

Ocak

Ocak, 1960’lı yıllarda emekçi bir ailenin ekonomik güçlüklere ve geçim sıkıntısının getirdiği zorluk-lara rağmen bir arada durma çabasını anlatır. Anne, baba, çocuklar ve büyükanneden olu-şan aile bireylerinin her biri farklı karakterlere ve hayallere sahiptir. Tüm sıkışmışlıklarına rağmen bir-birlerine duydukları sevgi, diğer tüm yoksunluklarını unutturmak-tadır. Sahnede bir yandan aileyi izlerken, diğer yandan 1960’ların İstanbul’unu, hayallerini, müziğini ve radyosunu da hatırlarız. Turgut Özakman’ın yazdığı Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği oyunda; Aslı İçö-zü, Hakan Güner, Mahperi Mer-toğlu, Cengiz Tangör, Erkan Sever, Mana Alkoy, Mehmet Soner Dinç rol alıyor.

KabareKabare (Cabaret), bir kabare aktristi ile Amerikalı bir yazarın kısa ömürlü aşkını ve onları kuşatan büyük toplumsal kaosu anlatıyor. Kült müzikaller sınıfında yer alan Kabare, 1972’de beyaz perdeye aktarıldığında 8 Oscar kazandı ve

“Tüm Zamanların En İyi Yüz Filmi” listesine girdi. Joe Masteroff’un yazdığı Yücel Erten’in yönettiği oyunun unutulmaz müziği John Kander imzasını taşıyor. Oyunda; Mert Turak, Senan Kara Tutumlu-er, Can Başak, Ergun Üğlü, Selma Kutluğ, Hakan Arlı, Nurdan Kalına-ğa, Mehmet Soner Dinç, Eraslan Sağlam, Ceren Hacımuratoğlu, Pınar Aygün, Deniz Evrenol, Yeşim Mazıcıoğlu, N. Ceren Aktay, Yon-ca Eğilmezbaş, Mana Alkoy, Arda Alpkıray, Doğan Şirin ve Berk Sa-mur rol alıyor.

Türkiye Kayası “Bir Göç Hikâyesi”

Türkiye Kayası “Bir Göç Hikâyesi”, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Geçmişlerini, anılarını ve hayallerini yaşadıkları yerde bırakıp yeni ümitlerle yola çıkan aileyi, Türkiye sınırında kötü bir sürpriz beklemektedir. Fehime Seven’in yazdığı Şükrü Türen’in yönettiği oyunda; Hikmet Kör-mükçü, Nevzat Çankara, Sevtap Çapan, Selim Can Yalçın, Hakan Yavaş, Kubilay Penbeklioğlu rol alıyor.

Zengin Mutfağı

Zengin Mutfağı’nda 1970’ler Tür-kiyesi’nde zengin köşkündeki hiz-metlilerin, o yıllardaki toplumsal kavga içinde taraf olup olmama konusunda yaşadıkları olaylar tra-jikomik bir anlatımla sunuluyor. Ay-rıca Epik Tiyatro’nun ülkemizdeki önemli örneklerinden olan oyun, alt sınıf insanlarının yaşamsal ve düşünsel seçimlerini sorguluyor. Vasıf Öngören’in yazdığı Aslı Ön-gören’in yönettiği oyunda; Murat Garibağaoğlu, Ozan Gözel, Ali Mert Yavuzcan, Selçuk Yüksel, Ir-mak Örnek rol alıyor.

114 Kasım - Aralık / 2014

Page 115: Aktivist Dergi 7. Sayı

50. Yılını Cibali’de kutluyorNuits de noces adlı bir Fransız bul-var komedisinden Refik Kordağ ile Muammer Karaca tarafından uyarlanan Cibali Karakolu, Zihni Göktay’ın ustalıklı performansıyla yıllar sonra tekrar sahnede…İlk kez 1951 yılında Muammer Ka-raca Tiyatrosu’nda sahnelenen Cibali Karakolu, 16 yılda üç binin üzerinde oynanarak Türkiye’nin en uzun süre afişte kalan oyunu oldu. Oyun ilk sahnelenişinden 53 yıl sonra İstanbul Büyükşehir Bele-diyesi Şehir Tiyatroları tarafından Nedret Denizhan rejisiyle yeniden sahneleniyor.

Muhteşem performansıyla Zihni Göktay usta Cibali’deCibali Karakolun’da; Zihni Gök-tay, 50. Sanat yılını kutluyor. 68 ya-

şındaki Göktay, Cibali Karakolu’n-da 50 yaşındaki Çapkın Komiseri canlandırıyor.  Sanatçı oyunla il-gili heyecanını şöyle dile getiriyor; “Erhan Yazıcıoğlu Genel Sanat Yönetmeni oldu ve hemen beni aradı. Hani bir türlü hayata geç-meyen ‘Cibali Karakolu’ vardır ya hayata geçiyor, gelir misin?” dedi. “Amuda kalkarak gelirim” dedim ben de. Benden önce iki büyük ustanın Muammer Karaca ve Nejat Uygur’un canlandırdığı Komiseri oynamak bana gurur ve-rir. Bu çok önemli bir emanettir.”Berrin Koper, Tarık Şerbetçioğlu, Derya Kurtuluş, Zihni Göktay, Cem Uras, Müge Çiçek, Eylül Soğuk-çay, Şehnaz Bölen Taftalı, Hülya Arslan, Doğan Altınel, Murat Bavli, Naci Taşdöğen, Cem Karakaya, Tuğçe Açıkgöz, Betül Kızılok Bav-li, Müge Çiçek, Deniz Yeşil Mavi, İbrahim Ulutaş, Seza Güneş, Ertan

Kılıç, Hüseyin Kefeli, Tuğçe Açık-göz ve Begüm Yazıcıoğlu’nun rol aldığı Cibali Karakolu şimdiden seyirciden yoğun ilgi görüyor.

Cibali Karakolu konusu ise şöyle; Cibali Karakolu pek çok gerçeğe ışık tutarak geçmişten günümüze eleştirel bir ayna olmayı başarıyor. Kadın erkek ilişkileri başta olmak üzere, paranın ilişkilerdeki etkisi, toplumsal ve politik yaşama dair eleştirilerle biçimlenen oyun, gül-dürmek kadar yeniden cevap-lanması gereken pek çok soruya da ışık tutuyor.

100. Yıl Darülbedayi Atölyesi Kerem Yılmazer Sahnesi’nde

Kuruluşundan bu yana, gerek usta-çırak ilişkisi gerekse çeşitli dönemlerde bünyesinde barın-dırdığı kurs ve okullarla yeni sa-natçıları, geleceğin tiyatro se-yircisini yetiştirmeyi asal görevi kabul eden Şehir Tiyatroları, “100. Yıl Darülbedayi Atölyesi”ni şehre kazandırıyor.

Tiyatro sanatının farklı biçim ve biçemleri üzerine akademik ça-lışmalar yürütmüş sanatçılarını buluşturacak olan atölye, hem kendi bünyesinde bulundurduğu sanatçıların gelişimini, hem de yaratıcılık ve farkındalık oluşturma amacıyla çocuk ve gençlere yö-nelik çalışmalar yapmayı hedefli-yor.

“100. Yıl Darülbedayi Atölyesi”, Üsküdar Kerem Yılmazer Sahne-si’nde hizmete girecek. “Çağdaş Gösteri Sanatları Birimi”, “Yetişkin-lere Tiyatro”, “Gençlere Tiyatro” ve “Çocuk Eğitim Birimi” başlık-larında dört ayrı kategoride ger-çekleşecek eğitim çalışmalarında şekillenen performans ve gösteri-leri sezon boyunca aynı sahnede çeşitli etkinliklerle seyirciye sunula-cak. Ücretsiz verilecek kurs prog-ramlarına sınavla öğrenci kabul edilecek.

115

Page 116: Aktivist Dergi 7. Sayı

Tayfun Lübeten

[email protected]

Artık kolay yanı var bu eğitimlerin;

Araç çok ,Eğitmen çok ,Öğretmen çok , Bilgi çok , enstrümanlar çeşitli

Ama istediğiniz müzik eğitmeni nasıl olmalı?

Nerede nasıl alanlarda kimlerle veya kiminle eğitim almak istiyorum .

Bence bu doğru bir soru sormak ile başlayan bir yol ...

Özellikle kendinize ve size yol arkadaşlığı yapacak diğer bireylere .

üBen ne yapmak istiyorum ?

üAmacım nedir ?

üDoğru Kişiye nasıl ulaşabilirim?

üBeni gitmek istediğim yere en optimum nasıl ulaştırır ?

üVe kim ulaştırır ?

Sosyal medya’yı araştırdığınızda bir çok siteye kayıtlı

öğretmen ve eğitim videoları , enstrüman satışı alan-ları ile işe başlanabilir, baktınız kesmedi .

Google ‘a yazdığınız cümleyi değiştirin başka soru sorun ?

Ücretsiz eğitim veren yerler Cd’li metod kitapları bile mevcut yada bir çok workshop bulabiliyorsunuz , Seminerlere katılabiliyorsunuz ,

Bu aralar ısrarla tercihim bir çok üstadın eğitim verdiği Ada Müzik Akademisi

facebook.com/AdaMuzikAkademi bu linkten ula-şabilirsiniz .üstadlar orada.

Müzik ve Sanat dergileri sizlere yol gösteriyor , bazı üniversiteler’de ücretsiz olarak bu eğitimler veriliyor , hatta son 3 senedir Solfej eğitimi alıyorum , Solfej ve Müzik eğitimlerini takip ettiğim Marmara üniversitesi-nin öğretmeni Özcan Özbek halen öğrenciler yetiştir-mekte ,

Yeni açılan yerlerin seminer tadında ücretsiz gitar ve müzik eğitimleri de oluyor , Geçen sene Kassandra Sanat Evinde (Teşvikiye ) tanıtım derslerini bizzat ben verdim şahidim :)

müzik almak isteyenler

burayamüzik eğitimi

116 Kasım - Aralık / 2014

Page 117: Aktivist Dergi 7. Sayı

İfade etmek istediğim Sanat Evlerini Takip etmek, kişilere sormakta bir yol olabiliyor ,

İsmek , Halk Eğitim Merkezleri , İlçelerin belediye ve Kültür merkezleri de seçeneklerimiz arasında

İşin aslı araştırma yapıldığında bize yol gösteren çok oluyor ,

Ama nasıl Eğitmen seçmeliyim? sorusuna verdiğim yanıt !

Gönülle verilen anlayış ve emek teşvik fırtınaları yara-tıyor ..

Bulunduğu ortamda öğrenci kendini iyi hissetmeli hem kendine hem gruptaki arkadaşlarına mutlu yara-tıcı gösterisini yapabilmeli.

Müzik ve Sanat alanları bizlerin hiç olmadığı kadar kendimizi güvenle tanıttığımız manalar,yaratıcılıklar ve ifadeler sunmalı ve mutlu olmalıyız .

Daha doğrusu ‘’hisseden ve hissettiren’’ koşusu, ama kesinlikle yarışı değil !!

Öğrenci bilinçlenmeli farkındalıklar yaşamalı ve heye-can duymalı burası sevgi disiplini çerçevesinde olu-şan anlayışa bakıyor ,

Özel eğitimlerde şart olan koşul beraber yol alan Öğ-renci öğretmen ilişkisi ve çalışmasıdır,

Aslında bir şekilde bağlılık taşıyan bir koç olmalı öğret-men gerektiğinde ise dost

Yada bir idol duruşu sergilemeli Öğretmen ,’’Hayal kuran öğrenci başarı için kök salar dünyaya’’

Farklı yerlerden uzun soluklu eğitimlerin alınması da öğrenciye katkı sağlar her alan farklı bir mecradır as-lında , eğitim aldığınız kurum ne kadar sayıca çok ise (verimli olması şart !) sizin çoklu zihniniz ve anlayışınız gelişir .

Gündem de benim de içinde bulunduğum Müzik , Sanat ,Ses koçları ile çalışıyor olmak sizi apayrı yerlere götürür ama alanından çıkmadan daha ileriye ,

Hızlı bir gelişim için hayal etmek ilk kural çalıştığınız yada daha yumuşak bir ifade ile oyun alanı yarattığı-

nız ,

Sonuç olarak Araştırmak ile başladığımız yola anla-şabildiğimiz kişileri devreye sokup bu yolculuk kolay şekillenebilir

Evet Sevgili arkadaşlar! bilgi akışının , farkındalığının , içimizdeki cevherin ortaya çıkması için sizin de ürettik-leriniz düşündükleriniz doğru ,

Önemli olan karar vermek zaman belirlemek ve ke-sinlik kazanmasını sağlamak , özverili çalışmalar sizi kesinlikle başarıya götürür .

Tıkandığınız çalışmalarda öğretmenlerinize , arkadaş-larınıza sorular sorun cevap hep vardır ,

Enstrumanınızı seçerken bilgili deneyimli insanlar yar-dımı ile olması sizlere yol açar doğru sese ulaşırsınız , yanlış ses varmıdır ? Hayır ,ses vardır ama orada tınla-yan sizi ifade eden bir enstrüman modeli ve sesi vardır gerçeği de bizimle .

Bu arada 2. El enstrüman almanız bile büyük avan-tajdır , şöyle ifade edilir yıllanmış şarap tadıdır aslında , aldığınız enstrümana iyi bir usta bakım yaptığında ise apayrı bir sanat çıkıyor ortaya …(Ağaç enstrümanlar-da)

yada kendiniz bile enstrüman yaptırabiliyorsunuz özel el yapımı .

Artık firmalar her fiyata da enstrüman satmakta .

96 yılından bu yana aldığım eğitimler çeşitlilik ve fark-lılık gösterdi , netice ; yetiştidiğim 850 ‘ye yakın öğren-cim oldu hepsinin ayrı bir hikayesi oldu birlikte yol al-mak adına yaptım sizlere önerilerimi sevgimle sundum

Önemli olan algınızı geliştirecek ufuk açacak eğit-menler ile Klasikleşmiş eserler diliyorum

Eğitimin olduğu yol ; temiz saf bir rüzgar gibidir sizi sü-rükler ,

Müzikle kalın

117

Page 118: Aktivist Dergi 7. Sayı

Ebru Cinek

[email protected]

astroloji

Sevgili Okurlarımız,

2014 yılının son iki ayında hareketli bir gökyüzü etkisi altında kalaca-ğız. Tam da Merkür retrosundan, önemli bir Ay ve Güneş tutulma-sından çıkmış iken Kasım ve Aralık aylarında özellikle Akrep ve Yay burçlarındaki düşman gezegen kavuşumları ile ülkemizi ve bizleri ani gelişen olayların bekliyor ol-ması olası gözükmekte. Öncelikle bu transitlerden hayatımızda yeni izler bırakacak olan uzun soluklu Güneş’in oğlu Başöğretmen Sa-türn transitinden kısaca bahset-mek istiyorum. Bu arada Güneş’in oğlu dediğime bakıp yanılmayın Hint mitolojisinde de baba ve oğlun devamlı kavgalı olduğuna dair birçok hikâye vardır.

Satürn (Shani) Hintçe yavaş ha-reket eden anlamına geldiği için zamanın yöneticisi olarak yaşlılık, bilgelik ve ölümle bağlantılı oldu-ğu kadar, Güneş’in en uzağında

bulunmasından dolayı soğuk ve kuru doğası ne-deniyle malefik(-hayırsız) bir geze-gen olarak kabul edilmiştir. Satürn Vedik astrolojide en önemli gezegenlerden bi-ridir ve uzun vadeli hedefler oluş-turmak, hayatımızda düzenleme yapmak, disiplin getirmek ve zor işleri başarmak için bize karmik dersler verir.

Son 2,5 yıldır yücelerek ikamet et-tiği Terazi’den 2 Kasım 2014 ayrı-lacak olan Satürn, zayıf olduğu Akrep burcuna geçiş yaparak 26 Ocak 2017 yılına kadar orada ka-lacak. Yönetici burcu Mars olan Akrep burcu ani değişikleri, borç-ları, kredileri, miras, sigorta, mistik, ölüm ve yeniden doğma konu-larını temsil eder. Satürn ve Mars düşman birer gezegen oldukları için agresif ve negatif enerjileri

yükseltebilir.

Ama her şeye rağmen Satürn’ün Akrep burucu-na transiti ile karanlıkta

kalan her şeyi aydınlığa çıkarabilir ve hayatımızda

Akrep’in yaşamı destekleyen enerjisi ile gerçek bir dönüşüm

yaşayabiliriz.

Satürn prensibinin doğru işlemesi için kabullenmeli ve yüzleşmek-ten kaçmamalıyız. İnsan ruhu en derinde ne yapması gerektiğini bilir, bunu yapmadığında rahat-sızlanır.

Namaste

Vedik Astrolojisinin Batı Astrolo-jisinden Temel Farkı Tüm Geze-genler Zodyakta Neredeyse Bir Tam Burç Geride Olmasıdır. Bu Sebeple Burç Yorumlarınız Okur-ken Kişisel Doğum Haritalarınız-da Ay’ın Bulunduğu Burca Göre

SATURN (SHANI) YAŞLI BİLGE ADAM GELİYOR YENİ DERSLERE HAZIR OLUN

118 Kasım - Aralık / 2014

Page 119: Aktivist Dergi 7. Sayı

veya Yükselen Burcunuza Göre Okumanızı Rica Ediyorum.

AY / YÜKSELEN KOÇ BURCU

Bu 2,5 yıllık Satürn transiti zamanın-da yaşamın geçici olduğunu ve her an sona erebileceğini şiddet-le hissedebilirsiniz, her ne kadar hayata dair konularda araştırma yapmaya çekinseniz de mistik ve ruhsal yaşamın gizemleri üzerinde ciddi olarak düşünme zamanıdır. Hatta bu konularda profesyo-nelce araştırmalar yapabilirsiniz. Bu da sizin önemli ölçüde ruhsal gelişim görmenizi sağlayacak. Partnerlerinizden gelecek para ya da vasiyetlerden miraslardan, bilhassa borç para veren kurum-lardan gelecek kazanç açısından sevimsiz zamanlardır. Bu yüzden benim tavsiyem öncelikle tüm geçmiş borçlardan kurtulmaya gayret etmeli, var olan ortaklık-lardaki maddi sorumluklarınıza dikkat etmelisiniz. Çünkü sizin artık araştırma ve inceleme konusun-da sabrınız, dayanıklılığınız daha fazla! Bu bir sorumluluk, disiplin ve dünyevi konulardaki görevinize hazırlık zamanıdır Sevgili Koçlar.

AY/ YÜKSELEN BOĞA BURCU

Sevgili Boğalar, Satürn transiti siz-lere artık aşk hayatınızın sorum-luluğunu almayı öğreneceğinizi söylüyor. Sizler için öncelik aşk iliş-kiniz olmalı ki kalbinizin en gerekli ve belirgin ihtiyaçlarını belirleye-ceksiniz. Bu zamanlarda çok az sayıda aşk fırsatı çıkabilir. Aman derin bir yalnızlık hissine kapılarak yanlış ilişkiler içine girmeyin. Gök-yüzü etkileriyle kadersel olduğunu hissettiren ve sizin her açıdan bü-yümenizde oldukça önemli olan karmik ilişkiler getirecektir. Satürn

sizler için Yoga Karaka gezegeni olduğu için evlilik için de doğru zamanlarda olabilir. Aşk alanın-da almanız gereken tüm dersleri almanızı, aşkın duygulardan, al-gılardan ya da mutlu bir zihinden daha fazlası olduğunu anlamanı-zı temenni ediyorum.

AY/ YÜKSELEN İKİZLER BURCU

İkizler ’den uzun yıllar Satürn et-kisi ile ‘’hiç çalışmadığım kadar çok çalışıyorum’’ sözlerini pek sık duyacağız. Günlük çalışmanın, sağlığının ve dış görüntüsünün sorumluluğunu alırken, amaçla-rını gerçekleştirmek için daha iyi yollar bulurken hiç olmadığı ka-dar organize kişiler olacaksınız. Muhtemelen siz bu kadar çok çalışırken çalışma arkadaşlarınız veya çalışanlarınızın aynı tempo-da olmaması size hayal kırıklıkları yaratabilir. Bu arada iş yerinizde monotonluktan sıkılıp istifa etme-ye kalkışmanız da bir ihtimal. O zaman değerli dersleri, deneyim-leri kaçırabilir ve gelecek yıllarda daha az başarılı olmanıza neden olabilirsiniz. Şifa yöntemleri üzerin-de çalışmak için iyi zamanlardır.

AY/ YÜKSELEN YENGEÇ BURCU

Satürn Yengeçlere ruhlarının eşsiz-liğini keşfetme şansı verecek. Bu hayli önemli transit boyunca, ken-dinizi başkalarından farklı kılan en özel yetenekleri ve becerilerinizi keşfedeceksiniz. Bunun yanı sıra sevilmediğinizi, onaylanmadığı-nızı, enerjiden coşkudan ve gü-venden yoksun olduğunuzu his-sedebilirsiniz. Bu gibi durumlarda perde arkasındaki saklı nedenler-le yüzleşmeli ve gerekli değişim-

leri gerçekleşmeye çalışmalısınız. Geçmiş yaşam kredinizden dola-yı kaderinizi hatırlamanız, ünlü ve lider olma olasılığınızı düşünmeniz için önemli bir zamandır.

AY/ YÜKSELEN ASLAN BURCU

Satürn sizlerden uzunca bir za-manınızı gelecekteki başarınız ve kazancınız için bir temel oluştur-manızı, maddi dünyada en yük-sek güvenceyi sağlamak için yo-ğun bir çaba göstermenizi istiyor. Dikkatinizi evinize ve yaşadığınız çevreye çevireceksiniz, sizler için en uygun yer olup olmadığı konu-sunda düşünmeye yönlendirecek koşullar ortaya çıkacaktır. Toprak, ev ve mülkle ile ilgili sorumluluk al-manın en elverişli zamanıdır. Gizli kişisel kaygılarınızdan ötürü gele-cekteki huzurunuzu sağlamak için sıkı çalışabilirsiniz. Anneniz ile ilgili konularla meşgul olurken, kökleri-nizle de ilgili durumları değerlen-direrek içinizdeki kişilikle yüzleşe-ceksiniz.

AY/ YÜKSELEN BAŞAK BURCU

Başak’lar Satürn’ün desteği ile varoluşunuzu daha iyi bir duruma getirmenin yollarını öğrenecek-siniz. Okula ya da herhangi bir kariyer eğitimine derin bir dikkat ve yoğunlaşma zamanıdır. Kar-deşlerinizle ve yakın çevrenizle yoğun bir iletişim kurma ihtiyacı duyacaksınız. Dergi ve gazetede yazma olasılığını keşfedebilirsiniz; bu durumlar öyle kendiliğinden değil aciliyet ve önem duygusun-dan kaynaklanabilir. Birkaç yıldır en önemli kişisel meselelerinizi ele aldıktan sonra şimdi sıra etrafınızı saran dünyayla karşılaşma zama-nıdır. Gayretle çalışırken sanki ça-

119

Page 120: Aktivist Dergi 7. Sayı

balarınız sonuçsuz kalıyormuş gibi hissetmeyin çünkü enerjinizi en verimli biçimde nasıl kullanacağı-nızı öğreniyorsunuz.

AY/ YÜKSELEN TERAZİ BURCU

Teraziler artık yaşamınızda para-nın önemiyle açıkça yüzleşmelisi-niz. Bazılarınız aniden kendini borç ve faturalarla boğuşurken, bazı-larınız da zengin olmaya büyük dikkat göstermeye karar verebi-lir. Bazılarınız da bu süreçte daha önceden hiç olmadığı kadar çok para da kazanabilir. Her durum-da finansal sorumluluk zorunludur. Bunun sonucunda ortaya çıkan maddi baskı, sizlerin kendi duygu-larınıza ve inançlarınıza derinden bakmanıza neden olacak. Ku-mar, kolay para kazanma yolları ya da yüksek riskli yatırımlar için uygun zamanlar olmadığı gibi aile yaşamınızdaki sorunlarla da mücadele ederken zorlanabilirsi-niz. Kendinizi maddi güvenceye alma arayışınızdaki deneyimleri-nizde derin bir anlam yattığının farkında olmanızı temenni ediyo-rum.

AY/ YÜKSELEN AKREP BURCU

Sevgili Akrepler özünüzü mükem-melleştirmeye ve karakterinizdeki eksiklikleri yok etmeye yönelik ça-banızı Satürn uzun yıllar destekle-yecek. Kendinizi dürüst bir şekilde değerlendirmek için mükemmel bir zaman! Hareketleriniz direnç ve muhalefetle karşılaşacağı için sürekli olarak güdülerinizi incelt-meye itileceksiniz. Bu yüzden so-mut başarılar beklemek yerine en büyük amaçlarınızın ve arzu-larınızın ne olduğuna odaklanma zamanıdır. Sonuçlar konusunda

sabırlı ve verilen fırsatların büyük-lüğünün farkında olmanızı tavsiye ediyorum. Sağlık açısından ken-dinizi yorgun hissedebilirsiniz bu süreçte bol bol egzersiz yapma-lı, temiz hava alarak eğlenceye zaman ayırmalısınız. Kilo sorunları olan Akrepler için fazlalıkları ver-mek için iyi bir zamandır.

AY/ YÜKSELEN YAY BURCU

Yaylar, ruhsal bir bakış açısıyla hayatı değerlendirirken bilinç gelişiminizi Başöğretmen Satürn sayesinde tamamlayacaksınız. Bu sırada tek dostunuz inancınız olacak. Kendi küçük benliğiniz-den vazgeçerek, yüksek benliğe ulaşmak isteyeceksiniz. Saklı olan her şeyi, bilinçaltınızı, fobilerinizi temizlemek için uygun zamandır. Uzun bir süre geceleri uykularınız bölünebilir ama aynı zamanda rüyalarınız derin ve saklı bilgileri ortaya çıkarabilir. Dünyadan eli-nizi ayağınızı çekmek isteme eği-limine karşı, bitmemiş projelerinizi ve girişimlerinizi tamamlamaya çalışmalısınız.

AY/ YÜKSELEN OĞLAK BURCU

Sevgili Oğlaklar uzun süredir ha-yatın tüm cilvelerini deneyimle-diniz. Nihayet mutluluk, tatmin ve tamamlama hakkında sonuçlara varma zamanı gelmiştir. Sizlerin bakış açısı artık hiç olmadığı ka-dar genişlediği için hayattan ne istediğinizi biliyorsunuz. Şimdi ha-yatı bir zorunluluktan çok fırsat olarak algılamaya başlayacak-sınız. Gruplarda liderlik görevini üstlenebilir ya da kendi kulübü-nüzü veya organizasyonun firma-nızı kurabilirsiniz. İnsanlara yardım

edebilir, onlar için kaynaklar ba-ğışlayabilir, kamusal olaylarda yer alabilirsiniz. Uzun yıllar kendinizi daha idealist ve vizyoner; ileriyi hayal eder bulacaksınız.

AY/ YÜKSELEN KOVA BURCU

Hayatınızın çağrısı için sorumluluk almaya hazır olun Kovalar. Yap-tığınız iyi işler için ödüller, terfiler bekleyebilirsiniz. Yalnız dünyadan geribildirim alırken statünüz ve pozisyonunuz konusunda hassas, meslekteki kesin yerinizi belirt-mekte kararlı olacaksınız. Önemli olan geribildirimi iyi analiz edin. Kariyer hedeflerinizi gerçekleştir-mek için gayretle çalışmış iseniz büyük bir etki yapmak için iyi bir şansa sahip olacaksınız. Bu güçlü bir bütünleşme zamanıdır. Gay-retle, durmadan, çok disiplinli ve düzenli ve amaçlı çalışacağınız için başarı ya da başarısızlık sizi duygusal olarak etkilemeyecek-tir. Çabalarınız sayesinde hangi ödülleri kazanacağınızı kesin ve tarafsız olarak anlamalısınız.

AY/ YÜKSELEN BALIK BURCU

Sevgili duygusal Balıklar, uzunca bir süre inançlarınızı, değerlerinizi ve ahlak kurallarınızı belirlemek için geçirebilirsiniz. Dinle, felsefey-le ve her türden yüksek bilgiler-le ilgili ciddi tartışmalar girişebilir kahramanlarınıza idollerinize ya-kından baktığınızda değerlerini sizin gözünüzde yitirebilir. Yabancı ülkelerle zorluklar, gecikmeler ya da engellemelerle yüzleşebilirsi-niz. İş nedeniyle yabancı ülkelere seyahat edebilirsiniz. Hayatınız-da gereksiz ya da anlamsız olan şeylerden vazgeçiyor olacaksınız. Gerçekler siz Balıkları özgür bıra-kacak.

120 Kasım - Aralık / 2014