122

Alevî Ne Demektir? - Turuz

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Alevilik NedirKelime manâsyla Alevî Hz.Ali'yi seven ve O'na mensup olan kii
demektir. Hz.Ali'yi sevenler, balca iki gruba ayrlr: Hasbî ve samimî taraftarlar
ve siyasî taraftarlar. Bunlardan birincisi, O'na (RA) Allah için muhabbet göstermilerdir. Bu muhabbet safî, net ve durudur. Kayna salâbet ve hamiyet-i diniyedir. Bu hasbî taraftarlar, Hz.Ali'ye iki nokta-i nazardan teveccüh göstermilerdir. Birincisi Ali'nin yüksek kemalât ve üstün meziyetleridir. O'nun fazilet ve kemalât, takva ve ubudiyeti, mü'minlerin kalb ve dimalarnda, muhabbet ve takdire inklâp etmitir. kincisi, Hz.Ali'nin (RA) Ehl-i Beyt1 silsilesinin mümessili olmasdr. Müslümanlar o silsilenin ba olan Hz.Ali'ye (RA) samimî bir muhabbet ve derin bir sayg göstermektedirler.
Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kur'an ve Sünnet çizgisine uygundur. Dine gölge deil, vesile olmaktadr. Merudur, mâkuldür. Ftrî, hasbî ve samimîdir. Hz.Resûlüllah (SAV), istikbâlde ortaya çkacak fitne ve fesatlarda, Hz.Ali'yi (RA) ümmet nazarnda ithamlardan korumak için O'nun kemalât ve meziyetlerini ehemmiyetle nazara vermekte:
"Ben kimin dostu isem, Ali de onan dostudur." "Ali'yi yalnz mü'minler sever, O'na yalnz münafklar buzeder." "Ben size iki ey brakyorum: Kur'an ve Ehl-i Beyt'im. Bunlara temessük
ederseniz, kurtulursunuz"gibi hadîs-i erifleriyle bu iki ciheti tescil ve ilân etmektedir. Hz.Resûlüllah'n bu takdirkâr beyanlar, O'nun kemalâtma bir hüccet ve delil tekil eder. Bu emr-i Peygamberî'den dolay bata Sahâbe-i Kirâm olmak üzere bütün Müslümanlar, Hz.Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e teveccüh göstermiler ve o silsile-i azimeyi hasbî olarak sevmilerdir. Bu mânâda Hz.Ali'yi sevmek, dini sevmek, Hz.Peygamber'i (SAV) sevmek demektir.
kinci grub taraftarlar ise, O'nu siyasî mânâda sevenlerdir. Bunlar arasnda ciddî bir hedef birlii yoktur; herbiri, ayr bir sebeble
Hz.Ali'ye taraftarlk gösterirler.
Bilindii gibi, siyasî tercih ve taraftarln kendine mahsus bir mantk ve bir hedefi vardr. Genellikle, siyasî faaliyetler, ister istemez siyasî varln tesciline ve devamna hizmet edebilecek muhtelif sâiklerin emir ve kontrolüne girer. Bilhassa siyasî tansiyonun yükseldii zamanlarda, siyasî faaliyetler içerisinde tarafgirlik, menfaat, rekabet, kskançlk, kin, hased, hrs, soy-sop taraftarl gibi hisler, iddetli ve acmasz bir biçimde ortaya çkar. çtimai bünyede bir çatma iklimine girilir. Sâikleri ve hareket noktalar birbirinden farkl birçok fikirler, ayn hedefte birleebilir. Siyasî taraftarlk ekil ve sath üstü hedefler açsndan bir birlik ruhu gösterirken, gerçek cephesiyle, yani gaye ve niyet itibariyle birbirinden farkl ve danktr. Siyasi taraftarlar, bir yn andrr. Bu ynda farkl keyfiyette hizipler, grublar mevcuttur. Genelde her grub, her siyasî hizib, kendi maksadn tahakkuk ettirmek için siyasî kütleye güç ve kuvvet katar. Bu sebeble, siyasî tercih ve tarafgirlikte, fikrî ve hissî bir insicam bulunmaz.
Bu tesbitler çerçevesinde, Hz.Ali'ye (RA) taraftar görünenlere baktmzda hedef ve gayeleri deiik birçok siyasî grublar görürüz.
Bu grublar anahatlaryla bee ayrlr: Birinci Grub: Hz.Ali'nin (RA) siyasî taraftarlar içinde birinci grubu,
"dinde mutaassp, muhakeme-i akliyede noksan" insanlar tekil ediyordu. Bu tipler, slâmî ölçülerde oldukça takn ve mutaassp ve o derecede dar görülü, mizansz ve muvazenesiz insanlard. Bunlarn ekserisi bedevî idi. çlerinde sahâbeden hiç kimse yoktu. Bunlar Sffîn muharebe-sinden sonra, Hakem Hâdisesinde Hz.Ali'ye kar çkarak O'nun ordusundan ayrldlar. Hz.Ali'nin hakemi kabul etmesini küfür telâkki ettiler ve O'nu (RA) çok ar bir ekilde itham ettiler. Onlara göre, Hz.Ali (RA) hakemi kabul etmekle dinden çkmt. Bu grub, Hz.Ali'nin (RA) ordusundan huruç ettikleri için kendilerine "Haricîler" ismi verildi. Haricîlerin ortaya çkmas ile slâm tarihinde yeni bir fitne ve fesat grubu teekkül ediyordu. Hz.Ali (RA) bir ordu hazrlayarak Haricîlerin üzerine yürüdü ve onlara Nehrevan'da büyük kayplar verdirdi.
Bu birinci grup, Hakem Hâdisesine kadar Hz.Ali'yi (RA) takn ve ölçüsüz bir surette sevdikleri halde, bu hâdiseden sonra, O'nun en büyük ve amansz düman kesilmilerdir.
kinci Grub : Hz.Ali'nin (RA) taraftarlar içinde ikinci grub, münafklar ve Yahudi dönmeleriydi. Bunlar, iki yüzlü, dessas, sahtekâr, yalanc, karanlk fikirli ve karanlk ruhlu insanlard. Hz.Ali'ye muhabbet ve Evlâd- Resul sevgisi gibi masum bir fikrin altnda gerçek yüzlerini gizliyorlard. Halkn içinde sûret-i haktan gözüküyor, Müslümanlar arasnda fitne çkartyor, sürekli
sapk fikirler üretiyorlard. Bunlarn gayesi, slâmiyet'i içten ykmak, inanç ve itikadlar sarsmak, Müslümanlar birbirilerine düürüp tefrika çkarmakt.
Bu grubun slâm dünyasnda yapm olduu ihanetin boyutlar çok derindir. Bu fitne, siyaset sahasndan itikad sahasna indii için, bir ksm mü'minlerin inançlarnda kapatlmas mükil gedikler açmtr.
Üçüncü Grub: Emevîlerin rkç idarelerinden rahatsz olarak Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin yannda yer alan tâifelerdir.
Bilindii gibi, Emevîler baa geçince, icraatlarnda birinci derecede rkçl esas aldlar; saltanatlarn Arab milliyetçilii üzerine bina ettiler. Irkçln, adalet ve hakperestlii ykma ve bozma karakteri, Emevîleri dier kavimlere kar gayet kat, sert ve acmaszca davranmaya evketti. Bu ise, sair kavimlerde rahatszlk meydana getirdi. Dier taraftan, Emevî saltanatndaki ar israf ve debdebe de ikinci huzursuzluk kayna oldu. Emevîlerin bu ölçüsüz ve mes'uliyetsiz icraatlarndan rahatsz olan dier kabile ve airetler onlardan intikam almak için Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin'e taraftarlk gösterdi ve Onlarn ordusunda yer aldlar.
Dördüncü Grub: Bu grubu ranllar tekil eder. Hz.Ali (RA) ve Âî-i Beyt sevgisi ranllarda ekseriyet itibariyle çok farkl bir ekilde tezahür etmitir. Bu sevgi, Kur'an ve Sünnet'in düsturlar haricinde, ar ve ölçüsüzdür. Öyle ki bugün dahi ran'da, günlük hayatta, düün ve enliklerde, dinî toplantlarda, bu ölçüsüz sevgi, etkisini sürekli olarak göstermektedir. Sazl sözlü toplantlarda 14 asr önce Ehl-i Beyt'in bana gelen o elîm facialar için gözya dökülmekte, bu facialar bahane edilerek sahâbelere devaml kin ve adavet beslenmektedir. Bu merasimler, bilhassa Muharrem aynda sklatrlr; bu vesile ile ruhlarda ve kalblerde intikam hisleri yeniden ihya edilir ve halkn uuraltna zerkedilir. Yahudilerin, Alama Duvar karsna geçip alamalar gibi, ranllar da Muharrem aynda bir matem havasna girerler. ran'da din, Muharrem aynda acl bir destana döner.nançla, kin ve intikam birlikte, maharetle youran atlar yaklr, kadnlar hçkrk ve figanlarla, erkekler dizlerini ve srtlarn döverek içlerini boaltrlar.
Bugün, ran'da, belli bir yaa gelmi her çocuk bu trajedik olaylar en ince teferruatna kadar yaar. Her çocukta, uuraltnda, baz ahsiyetlere ve baz deer hükümlerine kar bir nefret uyandrlmtr. Artk bir ömür boyu, bu telkinlerin te'sirinden kurtulamayacaktr.
Beinci Grub: Bu grub üç zihniyetin taraftarlarndan teekkül etmitir. Bunlar, ran'daki mecusî dininin reis ve ruhanîleri, ran'daki rkçlar ve eski saltanat hanedannn mensuplar dr. Mecusî reis ve ruhânîler, inançlar
slâm'n karsnda eridii ve kendileri de cemiyet bünyesinde eski itibarlarn kaybettikleri için, her halükârda slâm'dan intikam almann frsatn kolluyorlard.
Hanedan mensuplan ise, binlerce yllk saltanat ve mefahirleri slâm ile zir-ü zeber olduundan, köle olarak baktklar ve çplak telâkki ettikleri bedevi Araplarn, bugün kendilerine hükmetmelerini kat'iyyen hazmedemiyorlard.
ran rknn üstünlüünü kabûl eden rkçlar ise, slâm kültürü ile eski örf ve âdetlerinin bir anda sökülüp atlmasndan had safhada rahatszdlar.
Bu üç zihniyetin mensuplan, istisnalar bir tarafa braklrsa, genelde slâm'dan intikam almak için, zahiren ve eklen slâm oldular.2 slâm' içten ykmann plânlarn yaptlar ve bu gaye etrafnda birletiler.
iîliin Douu Nasl Olmutur?
Bu sualin cevabn vermek için tarihin perdelerini biraz aralayacak ve
gerçek vak'alarla aramza giren sisleri datmaya gayret edeceiz. Bunun için de slâm'n ilk inkiaf dönemlerinden ksaca bahsedeceiz.
En büyük hidâyet me'alesi olan Kur'ân- Azîmüân'n nazil olmasyla bütün insanlk âleminde yepyeni bir devir balamt. nsanlar kalb ve ruhlarnn ftrî ihtiyac olan Hak Dine kavuma sevinci içinde idiler. irkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikata, cehaletten marifete kavumulard. Kur'an'n hayatdar prensipleri onlar her an maddî ve manevî kemalâta doru götürüyordu. Dünün bedevî insanlan, artk âleme medeniyet dersi verecek hale gelmilerdi. Müslümanlar göz kamatracak bir gayret ve himmetle, bütün insanlk âlemine iman ve irfan nurlarn nerediyorlard. Yaplan bütün zulüm ve ikencelere, hile ve ihanetlere, oynanan bütün oyunlara ramen, bu hidâyet nurunun altna giren insanlar, günbegün artyor ve kuvvetleniyorlard. Artk Hak Din büyük bir a'aa ile parlyor, terakki ve teali ediyordu. slâmiyet gönüllerde taht kura kura yaylyor; imann küfre, Hakk'n bâtla, tevhidin irke ve adaletin zulme galib geleceinin emareleri ufukta görünüyordu.
Nitekim, öyle de oldu. Resûl-i Ekrem Efendimizin devr-i saadetlerinde slâmiyet; Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hâkimiyetini kurdu. Artk cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine brakmt.
Hz.Ebûbekir ve Hz.Ömer (R A) devirlerinde ksa zaman içerisinde yaplan emsalsiz fütuhatlarla Suriye, Msr, Irak ve ran'n fethine muvaffak olundu.
Bu harikulade inkiaf, slâm dümanlarnn, bilhassa Yahudilerin3 hased ve kinlerini kabartt.
Yahudiler tarih boyunca nifak ve ihtilâf çkarmada ve ehl-i hakk bölüp parçalamada meharet kesbetmi dessas bir millettir. lâhî iradeye her devirde kar çkm, kendi peygamberlerini katletmekten çekinmemilerdir. Bunlar her çeit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden,
beerin huzur, ahlâk ve itikadn bozmay ba gaye edinen muzr bir millettir. Münafklk, riyakârlkta hiçbir kavim bunlara ulaamamtr.
Bir ayette meâlen öyle buyrulur: “(Ey Muhammed!) man edenkere dümalk etmede insanlarn
en iddetlisinin Yahudiler ile Allah’a ortak koanlar olduunu görürsün .Yine onlarn iman edenlere sevgi bakmndan en yaknnn da Hristiyanlar olduunu görürsün.Çünkü onlarn içinde keiler ve rahipler vardr.Onlar büyüklükte taslamazlar.4
Bunlara, "insanlk âleminin nefs-i emmâresi" denilse yeridir. Kur'an'n: te üzerlerine zillet ve yoksulluk damgas vuruldu”5 âyetiyle Yahudiler , kyamete kadar üzerlerinden silip atamayacaklar bir zillet ve meskenet damgasn yemilerdir.
Yahudiler, slâmiyetin ksa zamanda gösterdii büyük inkiaf karsnda dehete kaplyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin slâm'a girii de onlar büsbütün çldrtyordu. slâmiyetin bu hzl ve parlak yayl mutlaka durdurulmalyd. Bu gidile slâmiyet bütün dünyaya yaylacak ve Yahudilik yeryüzünden silinip gidecekti. Birkaç bin senelik Yahudi varl artk son bulmu olacakt. Yahudiler vaktiyle, yani slâmiyetten 6.5 asr önce de Hristiyanln zuhuru ile böyle bir yok olu tehlikesi geçirmilerdi. Önce, Hristiyanl ortadan kaldrmak için büyük gayret göstermiler, daha sonra bu yeni dinin mensuplarn kuvvetle malûb edemeyeceklerini anlaynca hile ve desise yoluna bavurmulard. öyle ki:
Hristiyanln esas temellerini ykarak onun yerine kendi uydurma hurafelerini ikame etmek üzere âlim ve feylesof bir Yahudi olan Saul'u sahneye çkardlar. Bu zeki Yahudi beyi, güya Hristiyanl kabul ederek Pavlos ismini ald ve kiliseye çekilerek uzun müddet inziva hayat yaad. Hristiyan dininin icablarn harfiyyen yerine getiriyor ve gitgide halkn itimadn kazanyordu. Sonunda Hristiyanlarn hüsn-ü zannna o derece mazhar oldu ki, kendisine bir havari gibi hürmet etmeye baladlar. Pavlos, bu hüsni zann, Hristiyanl bozmakta çok dessas bir ekilde kullanmasn bildi. Hz.sa (AS) ile görütüüne ve O'ndan talimat aldna halk inandrmay baard. Kesif ve plânl gayretleri sonunda, Hristiyanlarn hem itikad, hem de ibadetlerini hakikattan saptrmaya ve birtakm bâtl mezheb ve frkalar ortaya çkarmaya muvaffak oldu6. Artk tevhid'in yerini teslis alm, yani Hristiyanlar bir tek Ma'bûd'a bedel, Hz.sa ve Hz.Meryem'e de ulûhiyet isnad etmeye balamlard.
Fakat, Yahudilerin slâmiyetin hzla yayl karsnda maruz kaldklar tehlike, eskisinden çok daha büyüktü. Yahudilerin bu yeni dine mukavemetleri imkânszd. Çünkü, slâmiyetin gelime istidad fevkalâde idi. Zira, slâm dini akla, manta muvafk olduundan kalblere te'sir ediyor; sadece Yemen Yahudilerinin deil, bütün srâiloullarnn, doup yükselmekte olan bu slâm günei karsnda eriyecekleri muhakkak görünüyordu. Öyle ise, ne pahasna olursa olsun buna mani olunmalyd.
Vaktiyle, Hristiyanlara kar tezgâhlanan oyunun, imdi Müslümanlara kar oynanmas lâzmd. Uzun müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine'de bn-i Sebe'yi7 sahneye çkardlar.
bn-i Sebe, tahribat programn balca iki esas üzerine bina etti. lk olarak, Müslümanlar arasnda ihtilâf çkarmakla, slâm'n inkiafna mani olacak; ikinci safhada slâmî inanç ve itikada hurafeler katarak, onlar arasna, kyamete kadar sürecek bir fikir ayrl sokacakt. Bu iki hedefin tahakkuku için komiteler kuracak ve onlar vastasyla Müslümanlar arasndaki birlik ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi manevî rabtalar zayflatarak ortadan kaldrmak üzere youn faaliyet gösterecekti. Herbir ifsat merhalesinin arkasndan hemen durum deerlendirmesi yaplacak, plânlanan hedeflerle alnan neticeler kontrol edilecek, deien ve gelien artlar altnda yeni hedeflerin tahakkuku için yeni plânlar yaplacak ve tatbik sahasna sokulacakt.
bn-i Sebe ve arkadalar halkn üzerinde te'sir icrâ edebilmek için hâlis bir Müslüman, muttaki bir mü'min klna girme karar aldlar. Bu safhada, bn-i Sebe, rolünü emsalsiz bir biçimde oynamay baard. Sabah namazlarnda herkesten önce mescide gidiyor, yatsda herkesten sonra mescidi terkediyordu. Çokça namaz klyor, ekseri günler oruç tutuyor ve daima zikirle megul oluyordu. Gittii her yerde çekici ve câzib konumalar yapyor ve kendisini slâm'n en hâlis ve sâdk bir fedaisi gibi gösteriyordu. Sahâbelerle, bilhassa Hz.Ali ile bol bol sohbet ediyor, onlara itimad telkin ediyordu. Bir taraftan fazilet ve takvâsn halka gösterirken, dier taraftan da etrafyla uyum te'min edemeyen gayr-i memnun kimseleri buluyor ve onlarla gizliden gizliye diyalog kuruyordu. Bu tiplerin bir ksmn makam ve mevki hrsndan, bir ksmn ahsî garazdan, bir dier ksmn da soy-sop üstünlüü damarndan yakalayp kendine balyor ve onlar birer problem insan haline getiriyordu.
Daha sonra, faaliyetlerini Medine dna tarmaya ve daha önce buralara göndermi olduu adamlaryla temaslar kurup halk hilâfet aleyhinde kkrtmaya karar verdi. O günkü içtimaî bünye de, maalesef, bu ykc fikirlerin yaylmasna oldukça muvafk idi. Devlet aleyhinde istismar
edilebilecek hususlar vard. Bunlardan birisi Haimilik - Emevilik rekabetiydi. Devlet adamlarnn ekserisinin Emevîlerden olmas, Haimîler için bir huzursuzluk kayna, dolaysyla da önemli bir tahrik unsuruydu. stismar edilebilecek bir dier husus da; devlet ilerinde Ensâr'dan çok, Muhâcirlerin vazife alm olmasyd.
bn-i Sebe, bu ve benzeri bütün frsatlar deerlendirmek üzere seyahata çkt. Önce Basra'ya gitti. Burada daha önce yerletirdii komitaclar vastasyla devletten memnun olmayan kiilerle temaslar kurdu. Yapt faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr'n dikkatini çekince Küfe'ye geçti. Burada da bir ksm halkn idare aleyhinde olmas, bn-i Sebe'nin iini daha da kolaylatrd ve ksa zamanda komitaclarn gerekli biçimde organize ederek am yolunu tuttu. am'da aradn bulamad. Zira, devlet ileri yolundayd ve istismar edebilecei fazla bir mevzu yoktu. Buradan Msr'a gitti. Arad artlar maalesef burada fazlasyla buldu. Çünkü, muhtelif sebeblerle devlet idarecileri aleyhinde bulunan çeitli grublar, burada toplanmlard. bn-i Sebe dank halde bulunan bu grublar büyük gayretler sonunda bir çat altnda toplayarak, onlar Hz.Osman'a (R.A) kar harekete hazr hale getirdi.
Bu merhaleden sonra, Hz.Osman (R.A) aleyhinde tanzim ettii bir dizi iftira listesini dier slâm vilâ-yetlerindeki adamlarna göndererek Halife'ye kar bir kyam hareketi balatmak üzere yeni ve youn bir faaliyetin içine girdi ve adamlarna u talimat verdi: "e, bütün devlet erkânn kötülemekle balayn. Kendinizi de 'emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l- münker' ile megul gösterin. Halkn hürmet ve muhabbetini kazann."
Kendisi de çeitli vilâyetlere ve bilhassa Basra ve Kûfe'ye sürekli olarak mektuplar gönderiyordu. Bu mektuplarda idari ve siyasî mes'eleler, yalan ve iftiralarla abartlyor, Hz.Osman ve valilerinin halka zulüm ve gadrettii ve bütün vilâyetlerin müthi bir kargaa içinde bulunduu imaj veriliyordu. Maksat, Medine dndaki dier bölgelerin slâmî çizgiden gittikçe uzaklat, anarinin bütün slâm beldelerinde yaygnlk kazand kanaatini halka telkin etmek, halifenin bu mes'elelere kar lâkayd ve âciz kaldn zihinlere yerletirmekti.
Fitne ve fesat haberleri Medine'ye ulanca Hz.Osman (R.A), Hz.Ali'nin de yardmyla, durumun tedkiki için çeitli vilâyetlere güvenilir ve itibarl hey'etler gönderdi. Bu hey'etler, durumun propaganda edildii gibi olmadm, aksine bütün ülkede huzur ve sükûnun hâkim olduunu müahede ederek raporlarnda belirttiler. Hz.Osman (R.A), hey'etlerin bu raporlar ile de iktifa etmedi ve bütün valileri istiare için Medine'ye çard. Onlarla müaverede
bulundu. Gerçekten ortada önemli bir problem yoktu. Yine de tedbir olarak valileri, halka iyi muamele etmeleri yolunda ikaz etti. Ancak fitne durmuyordu. Çünkü, düman gizli ve sinsi idi ve çok plânl çalyordu. Ortada, üzerine yürünülebilecek açk bir cephe mevcut deildi. Halk, her gün biraz daha fitnenin içine itiliyordu.
bn-i Sebe, bu çalkantlar srasnda, iîliin ilk çekirdei olan Sebeiyye mezhebini kurdu8. Böylece, tasarlad hainâne plânn gerçekletirmede büyük bir adm atm oluyordu. Bu mezheb, istikbâlde slâm' parçalayacak frkalarn temelini tekil edecekti.
bn-i Sebe, Msr'da kurmu olduu bu mezhebine yeterince taraftar buldu ve onlar Hz.Osman (R.A) aleyhine tam manâsyla artlandrd. imdi sra yeni bir halife aday tesbit ederek Hz.Osman' (R.A) katletmeye gelmiti. Bu noktada öyle bir plânla ie balad:
"Hz.Osman kusurlu ve hatal bir insand. O'nun yerine gelecek kimse de hatal bir insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün, hakszln önü alnamazd. O halde en mühim mes'ele, O'nun yerine gelecek kiinin hatadan salim, masum bir insan olmasyd. Bu masum insan ise, çocukluundan beri Hz.Peygamber'in (SAV) murakabesi altnda yetien, O'nun terbiyesiyle olgunlaan ve O'nun ilmine ve kemaline vâris olan Hz.Ali'den bakas olamazd. Her peygamberin bir veziri olduu gibi, Hz.Ali de Hz.Peygamber'in veziriydi Hz.Ebûbekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman, O'nun bu veraset hakkn gasbetmilerdi..."
bn-i Sebe bu dâvasn kuvvetlendirmek için, Hz.Ali'yi (RA) eski masal kahramanlar gibi gösteriyor, birtakm hurafe ve hikâyelerle O'nun, insanüstü bir varlk olduunu telkin ederek etrafndaki insanlar gitgide birer Hz.Ali meczubu haline getiriyordu.
bn-i Sebe, plânlarn merhale merhale icra sahasna koymaktayd. imdi sra güya Hz.Ali'nin (R.A) hakkn almaya gelmiti. Bunun için de u telkin metodunu uygulad:
Her peygamberin bir vasisi vardr. Hz.Peygamber (S.A.V), Hz.Ali'yi (R.A) vasi tayin etmitir. Hz.Peygamber'in bu vasiyetini yerine getirmemek kadar büyük bir cinayet olamaz. Hem Hz.Peygamber (S.A.V), Hz.sa gibi tekrar yeryüzüne-geri gelecek ve 'niçin vasiyetimi yerine getirmediniz' diye bizden hesap soracaktr. O zaman hepimiz mahcup olacak ve hüsrana urayacaz...9
Bu gibi telkinlerle, çevresindeki insanlarn his ve heyecanlarn, arzu ettii noktaya getirince Medine'yi basp Hz.Osman' (R.A) öldürmeye karar verdi.
bn-i Sebe, hacca gidiyormu gibi yaparak harekete geçirdii adamlarn Medine yaknndaki Merve'de toplad. lk frsatta Medine'ye girecekler ve Hz.Osman' öldürmek için çareler arayacaklard.
Katlin, Haimîler tarafndan yapld intiban vermek için de Msrllar Hz.Ali'nin (R.A) etrafnda toplanacaklar ve güya Hz.Ali'nin (R.A) hakkn müdafaa edeceklerdi. Tâ ki, Emevîlerle Haimîler kar karya gelsinler ve böylece dahilî harbler balasnd.
bn-i Sebe, daha önce Basra, Msr ve Küfe gibi merkezlerdeki adamlarna Hz.Âie, Hz.Ali, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr'in (R.A) imzalaryla uydurma mektuplar göndermi ve onlardan güya Hz.Osman'n hilâfetten uzaklatrlmasn istemiti. bn-i Sebe'nin komitecileri bu mektuplarla birçok insanlar ifsat ettiler. Böylece kuvvetlendiler ve yola çkarak bn-i Sebe'nin grubuna Medine yaknlarnda iltihak ettiler. Bu yeni kuvvetlerle bn-i Sebe'nin ekyalar üç bin civarna erimi oluyordu.
Msrllar Hz.Ali'ye, Basrallar Hz.Talha'ya ve Kûfeliler de Hz.Zübeyr'e bavurarak: "Mektuplarnz okuduk; Osman' hal' edip ümmeti salâha çkarmak ve sizi devletin bana getirmek istiyoruz," dediler. Onlar da, kendileri tarafndan böyle bir mektubun yazlmadn, iin içinde bir nifak olduunu söyleyerek hemen memleketlerine dönmelerini tavsiye ettiler. syanclar bu defa Hz.Osman'n yanna gittiler. Bunun üzerine, Hz.Osman, Hz.Ali'nin de yardmyla, asileri ve bütün Medinelileri mescidde toplad. Herkesin ikâyetini dinledi. Onlara: "ikâyetlerinizi nazara alacaz, hatâ telâkki ettiiniz mes'eleleri tashihe gayret edeceiz. Müsterih olun..." dedi. Bu arada asiler, Msr valisinin azlini istediler. Hz.Osman (RA) "vali olarak kimi istediklerini" sordu. Onlar da: "Ebûbekir'in olu Muhammed'i isteriz" diye karlk verdiklerinde, Hz Osman teklifi kabul etti ve hemen tayin emrini Muhammed'e verdi. Neticede bütün taraflar mutmain olarak geri dönmeye baladlar. bn-i Sebe, bu durumdan fazlasyla rahatsz oldu. Geri dönmekte olan Msr kafilelerini tekrar Medine'ye döndürmek ve mütecaviz bir hale getirmek için eytanî bir plân hazrlad. Msr valisine hitaben, Hz.Osman (RA) adna bir mektup yazd: Mektuba, Hz.Osman namna sahte bir mühür basp, fedailerinden birine vererek kafile arkasndan yola çkard. O da devesiyle kafileye yetierek, plân gerei üpheli hareketlerle nazar- dikkati kendisine çekti. Neticede kafiledekiler bu adamdan üphelenerek onu yakaladlar ve mektubu ele geçirdiler. Zaten onun istedii de bu idi.
Mektupta Msr valisine hitaben, "Bu âsiler geldii zaman elebalarn öldür ve gerisini de hapset," diye emredilmiti. Bu mektubu dinleyen
mütecavizler birden oke oldular ve yeniden galeyana gelerek tekrar Medine'yi bastlar. Hz.Ali, Hz.Zübeyr ve Hz.Talha'nm hâdiseyi yattrma gayretlerine ramen sonunda Hz.Osman'n evini bastlar ve kendisini Kur'an okurken ehid ettiler.
Hz.Osman'n katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafikî idi. Hz.Osman'n ehadetiyle bn-i Sebe, dâ vasnda büyük bir merhale kat'etmi oluyordu. Artk nifak tohumlar meyvelerini vermeye balamt. Bu elîm hâdise Müslümanlarn slâm dinini baka ülkelere ulatrmalarna engel oldu. slâm'n fütuhat ve tebli devri kapand, bir tevakkuf ve kemeke devri balad.
Bu merhaleden sonra bn-i Sebe, Haimîlerle Emevîleri kar karya getirmek için yeni bir plân hazrlad. Hz.Osman (RA) Emevî, Hz.Ali (RA) ise Haimî olduu için, Hz.Osman', Hz.Ali'nin öldürttüünü ve O'nun yerine geçmek istediini etrafa gizlice yayarak Emevileri tahrik etti. bn-i Sebe, bir taraftan Hz.Ali'ye bu çirkin iftiray yaparken, dier taraftan O'nun halife olmas için açkça gayret gösteriyor, böylece halkn bu iftiraya kanmasn salamaya çalyordu.
Bu maksatla, Msr'dan gelen kafileden, Yahudi asll bn-i Meymun riyasetinde bir hey'et seçerek Hz.Ali'nin (RA) huzuruna gönderdi. Hey'et Hz.Ali'ye: "Malûmunuz olduu üzere, bu ümmet basz kalmtr. Halifelie de en lâyk sizsiniz. Sizden bu vazifeyi deruhte etmenizi istiyoruz," dediler.Hz.Ali (RA) bu teklifi reddederek, onlar evinden kovdu.
Hz.Ali'den (RA) böyle bir cevap alnmas üzerine Kûfelilerden bir hey'eti Hz.Zübeyr'e ve Basrallardan bir hey'eti de Hz.Talha'ya gönderdi. Hz.Zübeyr ve Hz.Talha da, Hz.Ali gibi bunlarn hilâfet tekliflerini reddederek, huzurlarndan kovdular.
bn-i Sebe, onlardan da istediini elde edemeyince bu defa mütecavizleri sevk ve idare eden Yahudi Gafikî'ye u talimat verdi: "Medinelileri mescide toplaynz ve onlara hemen kendilerine bir halife seçmelerini söyleyiniz. Aksi takdirde hepsini klçla tehdit ediniz..."
Gafikî bakanlndaki âsiler, bu emir mucibince Medinelileri mescide toplayarak onlara: "En ksa zamanda kendinize bir reis seçiniz. ayet siz bugün bu vazifeyi yapmazsanz, Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak üzere hepinizi klçtan geçireceiz," dediler.
Bu tehdidi dinleyen Medine halk, Hz.Ali'nin (RA) huzuruna çkarak, O'ndan halifelii kabul etmesini istirham ettiler. Hz.Ali de bu kark durumu göz önünde bulundurarak vazifeyi, hiç istemedii halde, kabûle mecbur oldu.
Az zaman sonra Hz.Talha ve Hz.Zübeyr (RA) Hz.Ali'ye (RA) giderek, O'ndan, kitabn hükmünü icra etmesini ve Hz.Osman'n katillerinin cezalandrlmasn istediler. Hz.Ali onlara hitaben: "Haklsnz; fakat devlet henüz asileri tam manâsyla sindirmi deildir. Onun için devletin hâdiselere hâkim olmasn beklemek gerekir..." dedi.
Hz.Ali (RA), suçlularn tek tek belirlenerek sorguya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptrlmalarn istiyordu. Hz.Âie, Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA) ise, u fikirdeydiler: "Fitne büyümü, devleti hedef alm ve halife ehid edilmitir. Mes'ele sadece Hz.Osman'n katilinin bulunmas deildir. Bu fitne hareketine katlanlarn çounun öldürülmesi gerekir. Bu sebeble, âsiler hemen cezalandrlmaldr."
Hz.Ali (RA), ….. Kur'an'n nassndan hareket ile, "Birinin hatasyla bakasnn mesul olamayaca" görüünü ileri sürerek, onlarn bu fikrine itirak etmedi.10
Bediüzzaman Hazretleri bu içtihadfarkn öyle izah eder: Cemel Vak’as denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr
ve Âie-i Sddîka (rdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) arasnda olan muharebe, adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir. öyle ki: Hazret-i Ali, adalet-i mahzây esas edip eyheyn zamanndaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmi. Muârzlar ise, eyheyn zamanndaki safvet-i slâmiye adalet-i mahzâya müsait idi; fakat mürur-u zamanla slâmiyetleri zayf muhtelif akvam hayat- içtimaiye-i slâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzânn tatbikat çok mükül olduundan, “ehvenüerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye esas üzerine içtihad ettiler. Münakaa-i içtihadiye siyasete girdii için muharebeyi intac etmitir. Madem srf lillâh için ve slâmiyetin menâfii için içtihad edilmi ve içtihaddan muharebe tevellüt etmi; elbette hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettir, ikisi de ehl-i sevaptr diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihad musîb ve mukàbilindekilerin hata ise de, yine azâba müstehak deiller. Çünkü, içtihad eden, hakk bulsa iki sevap var; bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevab olarak bir sevap alr, hatasndan mazurdur. Bizde gayet mehur ve sözü hüccet bir zât- muhakkik, demi ki:
Sahâbelerin muharebesinde kyl ü kl etme. Çünkü kem kâtil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennettirler
Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izah udur ki: “Kim bir cana kymam veya yeryüzünde fesat çkarmam birisini
öldürürse, bütün insanlar öldürmü gibidir.” Âyetin mânâ-y iarîsiyle, bir mâsumun hakk, bütün halk için dahi iptal
edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb- Hakkn nazar- merhametinde hak haktr, küçüüne büyüüne baklmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rzas bulunmadan, hayat ve hakk feda edilmez. Hamiyet namna, rzasyla olsa, o baka meseledir.
Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkn nazara almaz. Ehvenüer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalr. Fakat adalet-i mahzâ kàbil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.
te, mam- Ali Radyallahü Anh, adalet-i mahzây eyheyn zamanndaki gibi kàbil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i slâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukàbilleri ve muarzlar ise, “Kàbil-i tatbik deil; çok
mükülât var’ diye, adalet i izafiye üzerine içtihad etmiler. Tarihin gösterdii sair esbab ise, hakikî sebep deiller, bahanelerdir.11
Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA), Hz.Ali'nin içtihadn örendikten sonra, Hz.Âie (RA) ile Mekke'de görütüler ve âsilerin üzerine yürümek için kuvvet toplamak üzere Basra'ya gitmeye karar verdiler.
Hz.Âli de (RA), Hz.Âie, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr'in (RA) Basra'ya gittiklerini haber alnca devletin bütünlüünde bir parçalanma, bölünme olmamas için ordusuyla Basra'ya hareket etti ve Zikar mevkiinde konaklad. Hz.Ali (RA) mes'elenin sulh yoluyla halledilmesi için Ka'ka isminde bir elçisini Hz.Âie, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr'e (RA) göndererek onlara, tefrikann fenaln, birlik ve beraberliin ehemmiyetini, hereyin sulh yoluyla daha iyi hallolacan anlatmasn istedi. O da bu emir mucibince, Hz.Âie, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr'in yanna giderek onlara Hz.Ali'nin (RA) görülerini: bu yarann ilâcnn sükûnet olduunu, sükûnet teessüs ettikten sonra her tedbirin alnabileceini, aksi halde fitne ve fesat çkacan, bunun da slâm'a ve Müslümanlara getirecei skntnn büyük olacan izah etti. Onlar: "Eer Ali bu fikirde ise, aramzda bir görü ayrl kalmamtr," dediler.
Bu neticeden her iki tarafn mensuplar da memnun oldular. Böylece bir istikrar, bir sükûn, hali hâsl oldu. Herkes kendisini emniyet ve huzur içerisinde görerek çadrlarna çekildiler.
Bu sulhdan, ziyade rahatsz olan münafk bn-i Sebe, taraftarlarn toplayarak onlara: "Ne yapp yapp harbi kztrmanz ve Müslümanlar birbirine düürüp krdrmanz lâzm. ayet bir netice alamazsak, bütün gayretimiz boa gider; hedefe varamam oluruz," dedi. Ve sava balatmak üzere yeni bir plân hazrladlar. Sabaha yakn saatlerde tatbike koyula cak bu yeni plân gerei, bn-i Sebe kendi adamlarm Hz.Ali (RA) ile Hz.Zübeyr ve Hz.Talha'mn (RA) çadrlarnn etrafnda yerletirdi. Bunlar daha sonra her iki tarafn çadrlarna basknda bulundular. Gürültü üzerine uyanan Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA) "Ne var, ne oluyor?" diye sorduklarnda, bn-i Sebe'nin adamlar, "Hz.Ali'nin adamlar (Kûfeliler) bize gece baskn yapt," dediler.
Bu haber üzerine Hz.Talha ve Hz.Zübeyr (RA): "Anlald, Hz.Ali, harbi kesmekte samimî deilmi," dediler.
Öte yandan gürültüyü iiten Hz.Ali (RA): "Ne oluyor?" diye sordu. Yine bn-i Sebe'nin adamlar: "Kar taraf bize gece baskn yapt. Biz de püskürttük," dediler. Hz.Ali de: "Anlald. Talha ve Zübeyr bizimle sulh
mes'elesinde mutabk deilmiler," dedi. Böylece on bin kiinin hayatna mâl olan Cemel Vak'as meydana geldi. Hz.Talha ve Hz.Zübeyr de bu harbde ehit dütüler. bn-i Sebe, böylece Hz.Osman'n (RA) katlinden sonra maksadna doru mühim bir merhale daha kat'etmi oluyordu.
Hz.Ali (RA) Cemel Vak'as'ndan sonra bir müddet Basra'da kald. Daha sonra oradan Kûfe'ye geldi. Müslümanlarn büyük bir ksm, Fas'tan ta Çin hududuna kadar Hz.Ali'ye (RA) bîat etmilerdi. Bîat etmeyen, sadece Suriyeli Müslümanlar kalmt.
Hz.Ali (RA) am Valisi Muâviye'nin ve dolaysyla Suriye'nin biatini te'min etmek için, her zaman olduu gibi sulh yolunu tercih ederek kendisine Cerir ismindeki bir adamn elçi olarak gönderdi.
bn-i Sebe, Hz.Ali'nin (RA) mes'eleyi sulh yoluyla halletme teebbüsü üzerine, her zamanki gibi sulh yolunu tkamak için, yine harekete geçti. Çünkü, ayet sulh olursa, Hz.Ali (RA) bundan sonra ilk i olarak bn-i Sebe taraftarlarn ele alacak, suçlular tesbit edilince de akbetleri çok kötü olacakt. u hâlde, iki taraf da bir esas üzere baracak olurlarsa âsilerin hezimete urayacaklar üphesizdi. Onun için, mutlaka bu sulha mani olunmal ve taraflar kar karya getirilmeliydi. bn-i Sebe ve arkadalar hâdiseleri kendi lehlerine çevirecek bir hâlin domasn bekliyorlard. Nitekim, hâdiselerin seyri lehlerine cereyan etti. Çünkü, Muâviye, Hz.Ali'nin (RA) bu teklifini kabul etmemiti. Neticede her iki taraf da harb hazrlklarn tamamlayp Muharrem aynda Sffîn'de kar karya geldiler.
Bununla beraber Hz.Ali (RA) ile Hz.Muâviye (RA) bu ayda harb etmemek için bir aylk bir mütareke yaptlar. Hz.Ali (RA) bu mütarekeyi frsat bilerek, Hz.Muâviye'ye sulh için yeniden hey'etler yollad.
bn-i Sebe, harbe mani olmak için giden hey'etler içine Hâtemolu Adiy ve Sebt gibi adamlarn soktu. Bu adamlar Hz.Muâviye'yi mütecaviz bir lisanla tehdit etmiler ve O'na kar, "Siz de Cemel Vak’as'nda hezimete urayanlardan daha perian olacaksnz..." gibi tahrik edici sözler sarfederek muhtemel bir sulha mani olmulard.
bn-i Sebe ve adamlar, bir taraftan da Hz.Ali'nin ordusunu bir an evvel harbe girmeye tevik ediyor ve onlara, "amllarr da Cemel Vak'as'ndakiler gibi hezimete urayacaklarn" telkin ediyorlard. Neticede taraflar yine kar karya geldiler ve Sffîn Muharebesi vuku buldu.
bn-i Sebe, bu dahilî harblerle esas maksadna yaklam oluyordu. Çünkü, onun asl maksad, slâm itikadna hurafeler sokarak onu aslî safiyetinden çkarmakt.
Bugün kavga eden mü'minler yarn barabilir ve tekrar biraraya gelerek slâm birliini yeniden te'sis edebilirlerdi. Müslümanlar arasnda tâ kyamete kadar devam edebilecek bir ihtilâf çkararak onlar inanç yönünden parçalamak, hiziplere ayrmak icab ediyordu. imdi yaplacak en önemli i, itikadlar aslî çizgisinden saptrmak için dine hurafeler sokmak idi. bn-i Sebe bu ie, Ehl-i Beyt muhabbetini istismar etmekle balad. Ehl-i Beyt'in en ateli bir taraftar olarak sahneye çkt. Hilâfetin batan beri Hz.Ali'nin hakk olduunu ve O'ndan haksz olarak gasbedildiini etrafa yayd. Hz.Ali ve evlâtlarn, lâhlar Hanedan haline getirerek slâm Dinini Hristiyanlkta olduu gibi tevhid esasndan saptrmaya tevessül etti. Sonunda bn-i Sebe bakanlndaki bir grub, Hz.Ali'nin (RA), huzuruna çkarak O'na: "Sen Rabbimizsin, lâhmzsn," dediler. Hz.Ali, bu müriklerin bir ksmn yaktrd12. bn-i Sebe'yi ise, ordu içinde taraftarlarnn çokluu sebebiyle, fitne ve zaafa yol açaca endiesinden, yaktrmaktan vazgeçti. ran'n eski hükümet merkezi olan Medayin'e sürdürdü.
Ne yazk ki, Medayin, bn-i Sebe'nin sapk fikirlerinin üretilmesine çok müsaid bir zemin idi. bn-i Sebe burada, vaktiyle Hz.Ali'den kaçan Haricîlerle görütü ve reisleri Evfa olunu buldu. Evfa olunun Hz.Ali'ye kar bir harekette bulunmak istediini anlaynca, ona: "Böyle bir hareketle Ali'yi malûb edemezsiniz, ancak siz malûb olursunuz," dedi. Evfaolu, bn-i Sebe'ye fikrini sorunca, o da: "Üç fedai ile bu ii hallederiz," dedi. Bu konumadan sonra, Hz.Ali, Hz.Muâviye ve Hz.Amr bnü'l-Âs'n öldürülmesinde mutabk kaldlar. Bu maksatla üç suikastçy yola çkardlar. Üç sahâbî, Ramazan'n 17'nci günü sabah namazn kldracaklar srada öldürüleceklerdi. Takdir-i lâhî ile Hz.Muâviye ve Hz.Amr Îbnü'l-Âs bu suikastten kurtuldular. Fakat bn-i Mülcem isimli suikastç Hz.Ali'yi, ehadetine sebeb olan zehirli bir klç ile yaralamaya muvaffak oldu.
bn-i Sebe, bn-i Mülcem'i Hz.Ali'yi öldürtmek üzere yola çkardktan sonra Meymun olunu birkaç adamyla Kûfe'ye göndermiti. Meymun olu orada: "Ali ölmedi, uruç etti, semâya çkt. imdi o, bulutlarn üzerindedir. Çok geçmeden geri dönecek ve klcyla bütün dünyaya adalet datacaktr..." gibi hurâfeler yayacakt.
bn-i Sebe, yakn mesai arkadalar ile beraber ran'da yapacaklar ihanet faaliyetlerinin plânlarn hazrladlar ve çalmaya koyuldular. O günkü içtimaî durum da onlarn bu plânlarn tatbike son derece elverili idi. öyle ki:
slâmiyet çok ksa bir zamanda geni bir sahaya yaylmt. Bu derece geni ve yaygn bir corafya üzerinde slâm'n bütün mânâ ve inceliklerini,
hikmet ve hakikatlarn, yeni Müslümanl kabul etmi milletlere, intikal ettirmek, mizaçlar farkl kavimleri slâmî potada eritmek ve yourmak, henüz yeni kurulmu bir slâm Devleti için fevkalâde zor bir iti. slâm'n ulat her yerde, slâm'a kitleler halinde katlmalar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanlar sevindiriyordu. Fakat, manevî hamur gerekli ekilde yorulamyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetiemiyor, dolaysyla da ideal duyu ve yaay açsndan Müslümanlar arzu edilen kvamda bütünleemiyordu. Halk tabakalar, ilenmemi ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini ran'da açk bir ekilde gösteriyordu.
Yeni Müslüman olmu kimseler, eski yanl inançlarndan bütün bütün kurtulmu deillerdi. Asrlardan beri süre gelmi hurafe ve bâtl inançlarn te'sirinde kalarak ruhlar, akllar, kalbleri boyanm bu insanlara slâm'n vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlarn olduu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. slâmiyet bu mutaassp insanlarca hakkyla hazmedilemiyor ve hak din, kalblere ve hislere tam manâsyla yerletirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlard ki eski inançlarn, örf ve an'anelerini de slâmiyetle birlikte devam ettirsinler. Dier taraftan, hilâfet makam da, bu ülkede ikaz ve irad hizmetini gereken seviyede yapamyordu. O beldelerdeki insanlara, slâm' bütün müesseseleriyle yerletirme ve onlarn üphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksyordu. Zira, slâmiyet gayet geni bir sahaya yaylm, sahâbelerin büyük bir ksm iç fitnelerde vefat etmi, dier bir ksm uzlet hayatn tercih etmi, bir ksm da içtimaî hayata müdahale edemeyecek kadar yalanmt.
Bu mühim vazifenin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre hamisiz ve sahipsiz kald. Fetih zamannda aldklar ilk feyiz ve ilimle Kur'ân'a ve imana ait hakikatlar tamamyla ihata edememilerdi. Bu sebeble henüz hak ve bâtl, hurafe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemilerdi.
te, Yahudi gibi dessas bir kavim, bu içtimaî durumdan istifade etmeyi baard.
bn-i Sebe'nin, ran'da menfî fikirlerini yerletirmesinde mühim bir faktör de halkn psikolojik yapsyd. Onlarn iç dünyasnda, akldan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurafelere açkt. Hâdiseleri mantk ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkyla geçiremiyorlard.
Dier taraftan asrlarca süren saltanatlarnn ve millî gururlarnn, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafndan söndürülmesini de bir türlü
hazmedemiyor, akl plânnda olmasa bile, his plânnda slâmiyete kar bir hazmszlk gösteriyorlard.
bn-i Sebe, bütün bu faktörleri deerlendirmesini bildi. Arkadalarn toplayarak onlara, "Biz asl harbe yeni baladk. Bilmi olun ki, bu, Müslümanlar arasnda kyamete kadar devam edecek bir harbtir. imdi, biz Ali'yi takdis edeceiz ve ettireceiz. O'na, yerine göre 'ulûhiyet' izafe edeceiz, yerine göre 'peygamberdir' diyeceiz, yerine göre de 'hilafetin, Ali'nin hakk olduunu, fakat Ebûbekir, Ömer ve Osman'n O'nun bu hakkn gasbettiklerini' anlatacaz."
bn-i Sebe ve arkadalar, bu karar aldktan sonra etraflarndaki adamlarn, bu fikirleri yaymak üzere vazifelendirdiler.
Bunlar, "Hilâfet Ali'nin hakk idi. Hilâfete lâyk Ali ve evlâtlardr. Bu hak, onlardan gasbedildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakk gasbetmekle Allah'n iradesine kar geldiler... Allah'n iradesine itaat için Ali'den yana çkmak lâzmdr..." diye telkinlere baladlar. Bu telkinler, halk tarafndan kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlk isnad eden Hulûl Akidesini slâm inancna sokmak için gayret gösterdiler. slâm inancn aslî çizgisinden saptrarak, tevhid akidesine taban tabana zt bir itikad yaymaya baladlar. Hulûl Akidesi ranllarn eski dinlerinde de vard. Bu bakmdan, bu bâtl itikad onlarda kolaylkla taraftar buldu.
Önce, Hz.Ali'ye (RA) ilâhlk izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhln, O'nun evlâtlarna da intikal ettii dâvasnda bulundular ve neticede ran'da bir ilâhlar hanedan ortaya çkt.
Hz.Ali'nin (RA) vefatnda bn-i Sebe, "Ölen Ali deil, O'nun suretine giren bir eytandr. Ali imdi göklere çkm ve bulutlar üzerinde taht kurmutur," diyerek O'nun ölümüne hulul akidesi paralelinde bir yorum getirdi.
Böylece, Msr'da Sebeiyye Mezhebi nin kurulmasyla tohumu atlan iîlik, ran'da yeermeye, gelimeye balad. Ve bundan yirmiden fazla frka (kol) türedi.
Bu iâ frkalarn ve itikadlarndaki sapklklar ksaca tarif edelim : 1- Sebeiyye Frkas: Kurucusu, Abdullah bn-i Sebe'dir. Temel inançlar;
Hz.Ali'ye ve evlâtlarna ulûhiyet isnad etmektir. O'nun ölmediini, aslnda ölenin, O'nun klna giren bir eytan olduunu iddia ederler. Hz.Ali ise, göe çkmtr. Gök gürlemesi O'nun sesi; imek çakmas ise, O'nun kamçsnn akrtsdr.
2- Kâmiliye Frkas: Bu frkaya göre, imamet (imamlk) bir nûrdur. mam, ayn
zamanda nebidir de. Sahâbeyi tekfir ederler. Bir taraftan Hz.Ali, Nûrdur derler, dier taraftan da hakkn aramad için de küfrüne hükmedecek kadar acîb bir divanelik ve tenakuza düerler.
3- Ulyaniyye Frkas: Hz.Ali ve oullarna ulûhiyet isnad eden bu frka mensuplar, Hz.Peygamber'in (SAV) O'nun tarafndan gönderildiine inanrlar.
4- Muayriyye Frkas: Bunlar, Cenâb- Hak için "Nurdan bir recül (erkek) sûretindedir ve banda nurdan bir tâc vardr" derler ve daha böyle saysz köhne hurafe ve efsanelere inanrlar ki, insan olarak bunlar saymaktan hayâ ettim, utandm.
5- Mensuriyye Frkas: "mamlar masumdur, peygamberler hatâdan hâli deildirler, imamlar mertebece peygamberlerden daha üstündürler; Allah insan sûretindedir..." gibi yine saysz hurâfe ve efsanelere dayanr.
6- Hatabiyye Frkas: Bunlara göre; Dünya ebedîdir. Cehennem diye bir ey yoktur; lezzet Cennet; elem Cehennem'dir. Bunlar, haram, helâl tanmazlar.
7- Haimiyye Frkas: Cenâb- Hakk' insan sûretiyle yâd eder, "Kendi karyla yedi kartr, öyledir, böyledir..." eklinde safsatalar ileri sürerler.
8- Numaniyye Frkas: eytaniye ismi de verilen bu frka, Haimiyye frkas gibi, Cenâb- Hakk'a insan sûreti izafe ederler.
9- Yunusiyye Frkas: Cenâb- Hakk'n, ar üzerinde oturduunu ve melâikelerin daima O'nu gördüklerini iddia ederler.
10- Nasriyye Frkas: Cenâb- Hakk'n, Hz.Ali ve oullarna hulûl ettiini, yani, onlarla bütünletiini iddia ederler.
11- Cenahiyye Frkas: Bunlar, "Allah'n ruhu Hz.Âdem'de (A.S.) idi. O'ndan sonra dier peygamberlere intikal ederek geldi. En sonra da 12 mam'a intikal ederek geliyor" eklinde hezeyanlarda bulunurlar.
12- Gurabiyye Frkas: Bu frka mensuplar, "Peygamber Efendimiz'in
Hz.Ali'ye olan benzerliinin, 'gurabn guraba' (kargann kargaya) benzeyiinden daha ileri olduunu ileri sürerek, Cebrail'in (A.S.) yanllkla vahyi Hz.Peygamber Efendimize götürdüünü iddia ederler.
13- Zerrariyye Frkas: Allah'n, hayat sfatnn dndaki dier sfatlarnn hadis, yani sonradan olduuna inanrlar.
14- Zerramiyye Frkas: Bunlar da "mamet Hz.Ali'den (RA) olu Muhammed Hanifiye'ye, O'ndan da dierine intikal etti..." derler.
15- Mufavvize Frkas: Bunlar, "Cenâb- Allah, sadece Peygamber Efendimizi yaratt. Peygamberimiz de, yeri göü, kâinatn tamamn yaratt" eklinde bir cehalete saplanmlardr.
16- Bedaiyye Frkas: Bunlarn durumu çok daha acîbdir. Zira, Cenâb- Hakk'n, yarattklarnn evvel ve âhirlerini düünmeden yarattn söyleyecek kadar ahmakla saplanmlardr.
17- Benaniyye Frkas: Nasriyye frkas gibi, hulul akidesini kabul ederler.
18- Salihiyye Frkas: tikadda Mûtezile, amelde Hanefîdirler.
19- Süleymaniye Frkas: Bunlar, Hz.Ebûbekir ve Hz.Ömer'in (RA) imametlerini kabul etmekle beraber, Hz.Ali (RA) yerine bunlarn imam olmalarn hatâl kabul ederler.
20- Cârudiyye Frkas: Peygamberimizin imamet hakkndaki sözlerinin gerçekte Hz.Ali'ye (RA) dair olduunu, O'nu imam kabul etmeyen Sahâbe-i Kirâm'n (hââ) kâfir olduunu iddia ederler.
21- mamiyye Frkas: Onlara göre, Hz.Peygamber (SAV), Hz.Ali'yi (RA) bizzat imam tayin etmitir. Müteâkip imamlarda, Resûlüllah'n vasiyeti gerei hep o seçer. Bunlar, imamet mertebesiyle nübüvvet mertebesini birbirine denk tutarlar. u farkla ki, imama vahiy gelmez, derler. Bu frka mensuplar daha ziyâde ran, Irak ve Pakistan'da taraftar bulmutur. Azim bir hatalar daha var ki, o da, sahâbeyi tekfire cür'et etmeleridir.
22- smailiyye Frkas: rak'ta ortaya çkmtr. Bilâhare, Hindistan, Pakistan, ran ve Afrika'nn baz bölgelerinde tutunmutur. Bu mezheb sahiplerince din perdesi altnda saltanat yolu açlmaya çallm ve sonunda bn-i Meymun'un torunlarndan Ubeydullah isimli birinin bakanlnda bir devlet kurulmu ve bu devlet bilâhare am'dan Fas'a kadar genileyerek mparatorluk haline gelmitir. 270 sene hüküm sürdükten sonra, hicrî 567 senesinde yklmtr. Bunlara, Bâtnîler de denir.13
Bu mezheb, slâmiyetten önce intiar eden ve halkn maln, sahip olduu her eyini, hattâ kadnlarn dahi ortak kabul eden, mübah klan ve sözde eitlii ve sulh-u umumîyi böylece te'sis iddiasnda olan Mezdek isimli bir sapn ortaya att fikirlerden çokça etkilenmitir.
Kendi mezheblerinin imamlarn bakalarndan ayr olarak ilâhî feyze mazhar kabûl ederler. Onlara göre, imamlar masumdur, hatâdan ârîdir, günah ilemez, yaptklarndan sorumlu tutulamaz. Zira, imamlar, bakalarnn bilmedii eyleri bilirler.
Esasen, smailiyye mezhebine yukarda sraladmz aslsz inançlar sokan, 9.asr balarnda bu tarikata hususî ve siyasî maksatlarla giren Yahudi dönmesi Abdullah bn-i Meymun'dur. O'nun smailiyye mezhebini seçmesi sebebsiz deildir. Diyebiliriz ki, Yahudi Hahamba Abdullah bn-i Sebe'nin slâmiyete vurduu darbenin bir benzerini, bu, yani Abdullah bn-i Meymun vurmutur. Nasl ki, bn-i Sebe, Hz.Ali (RA) ve oullarn istismar ederek fitneyi atelendirmise, bn-i Meymun da, Evlâd- Resûl olan Ca'fer-i Sâdk ve olu smail'i istismar ederek, maalesef, sapk fikirlerini çok deiik perdeler altnda yayabilmitir. Tarihte, kan dökücülükte eine nadir rastlanan bn-i Meymun, neticede nice Müslümanlarn dinden çkmalarna da sebeb olmutur.
bn-i Meymun, bu tarikat gizli ve siyasî bir cemiyet ve komite haline getirdi. Zerdüt Dininin yedi prensibini örnek alarak, kendi tarikatna giren sofileri yedi dereceye ayrd. Tarikatn piri olarak kendisi de yedinci dereceye oturdu ki, bu mertebe -hââ- Allah'tan dorudan doruya emirler alan imamlk makamyd. Bu makamda bulunan imam, o kadar salâhiyetliydi ki, helâli haram, haram da helâl yapabilirdi. Ona mübah olmayan hiçbir ey yoktu.
Bu tarikatta ileri gidenler zamanla kendileri ibadetten istinkâf ettikleri gibi, bakalarn da ibadetten uzaklatrdlar ve sonunda onlarn dinden çkmalarna sebeb oldular. Hattâ Cennet ve Cehennem'in bu dünyada olduunu, insann zevk ü safa içinde, keyfince bir hayat yaamas lâzm geldiini ileri sürerek âhireti inkâr ettiler ve ettirdiler.
iâ itikadn tayan frkalar içinde tarih boyunca en tahripkâr bu smailiyye frkas, dier ad ile Bâtnîler olmutur. Asya'nn ba dönmü bu kanl anaristleri, fikirde, itikadda, ahlâk ve hayatta fesat çkartmlar; slâm âleminde yllarca süren sükûn ve huzuru bozmulardr. Bu anaristlerin banda eyh-i Cebel diye anlan Hasan Sabbah ve onun cennet fedaileri gelmektedir.
Hasan Sabbah 14 ia'nn Bâtniye koluna mensup olup, ia hareketinin gelmi geçmi en büyük bozguncularndan biridir. Asya'da ilk defa kelimenin
tam mânâs ile anarizmi o müesseseletirmitir. Alamut Kalesi'nde sistematik bir biçimde her türlü terör hareketlerini plânlam, tatbik sahasna koymutur.
Hasan Sabbah, Selçuklu mparatorluunun imansz bir düman idi. Maksad, Selçuklu mparatorluu'nu ykmak, ia fikriyatnn gelimesine engel olan bu güçlü devleti ortadan kaldrmakt. Bu gayesini tahakkuk ettirmek için Cennet tasvirlerine uygun bir bahçe inâ ettirdi. Bu bahçede göz kamatrc kökler yaptrd. Bu bahçede ve köklerde hususî yetitirilmi arkclar, Cennet hurilerini andrr genç kzlar vard. Hasan Sabbah'n adamlar deiik muhitlerden, 20 yalarnda, cesaretli, atlgan gençleri toplayarak Alamut Kalesi'ne getirirlerdi. Bu gençlere önce Cennet ve Cennet'in zevk ve safâlar anlatlrd. Bilâhare bu gençler uyuturucu maddeler ile uyutulur Cennet Bahçesine indirilirdi. Orada aylan gençler, gözlerini açtklarnda karlarnda muhteem kökler, hûri misâl kzlar, rengârenk çiçekler, meyva bahçeleri görünce, Hasan Sabbah'n müjdeledii Cennet'e girdiklerine gerçekten inanrlard. Günleri zevk u safâ ile geçerdi. Bir müddet sonra tekrar uyuturucu ile uyutulur ve Cennet bahçesinden çkartlrlard. Artk bu gençlerin en büyük arzular, Hasan Sabbah'n bu Cennet bahçesine tekrar girebilmek olurdu. eyhü'l-Cebel Hasan Sabbah bu dessas plân ile birtakm gençleri kendine balam, onlar kendisinin intihar timleri haline getirmiti. iâ eyhi Hasan Sabbah bir kimseyi öldürtmek istedii zaman, bu gençlerden birisini çarr, "Git filân kimseyi öldür, bu ii baarr gelirsen seni Cennet'e gönderirim. Eer ölürsen meleklerimi gönderir seni Cennet'e aldrrm," derdi. Böylece Cennet ak ile yanp tutuan bu gençler, eyhin bu emrini mutlak bir teslimiyetle yerine getirir, istenen adam ne pahasna olursa olsun öldürürlerdi.
Hasan Sabbah, tam 33 yl Alamut Kalesi'nde, bu kanl faaliyetlerini sürdürdü. ran iîlerinin bu anarist ebekesi, yüzlerce, binlerce Müslümann kanna girdiler. çtimaî sükûnu kaçrdlar, terör estirdiler. Dirayetli bir devlet adam olan, Selçuklularn dünyaca mehur veziri, Nizâmülmülk'ü ehid ettiler. iilerin yaylmasna mani gördükleri âlim ve fakîhler, Hasan Sabbah'n fedaileri tarafndan katledildiler.
iâ eyhi Hasan Sabbah'tan sonra, halefleri de ayn yoldan yürüdüler. Selçuklu veziri Ebû Nâsr, bunlar tarafndan katledildi. Halife Müsterid de bu anaristler tarafndan ehid edildi.
Bâtnîlerin tarih boyunca yapm olduklar tahripler yalnz masum ve müdafaasz insanlar öldürmekle kalmam, bunlar, ayn zamanda ehirler basm, kervanlar yamalam, mukaddes beldelerde bile kan dökmekten geri
kalmam, katliâm yapmlardr. Meselâ, ia'nn Bâtniye koluna mensup Cennabi olu Ebû Tahir, etrafna toplad birkaç bin çapulcuyla hicri 311 ylnda hacca gitmekte olan haclar pusuya düürerek çounu klnçtan geçirdi, mallarn yamalad.
Hicrî 317 ylnda da ayn çete yine Hac mevsiminde Arafat'tan Mekke'ye dönen haclara saldrarak hepsini klnçtan geçirdi. Bu toplu katliâmdan kurtulan bir ksm haclar Kâbe-i Muazzama'ya sndlarsa da bu anaristler, Kâbe'ye girdiler ve onlar da Beytullah'n içinde ehid ettiler. Hattâ bir ksmnn cesetlerini zemzem kuyusuna attlar. Kabe'nin örtüsünü yama ettiler. Ebû Tahir, Kâbe'nin kapsn ve Hacerü'l-Esved'i söküp götürdü. Hicri 339 ylna kadar tam 22 sene Hacer-ül Esved bunlarn elinde kald. O zamanki Badat hükümeti bu gözü dönmü iâ çapulcularndan Hacerü'l-Esved'i geri almak için 50.000 altn teklif etti. Bu teklifi reddettiler. Nihayet Afrika'daki Fâtmîlerin Mehdi sinin iddetli tehdidi üzerine Hacerü'l-Esved'i iade ettiler.15
Muhabbet Nedir ?
Muhabbetullah, Allah-ü Teâlâ'nn kemâl ve cemâlini idrak ve takdir
nisbetinde kalbte hâsl olan bir nûrdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve hüzünlerden kurtulur. Srf sürür ve sevince kavuur. nsan ruhunu ulvî kemâle ulatran vesilelerin en salam, Allah sevgisidir.
Cenâb- Hak, insann kalbine nihayetsiz bir muhabbet kabiliyeti ihsan etmitir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zât ve sfatlaryla nihayetsiz kemâlde bulunan Allah içindir. Yâni, insana lütfedilen bu sevgi kabiliyeti, O'nun Allah' sevmesi içindir.
Ayrca bütün güzellikler , ihsanlar ve ikramlar O ‘ nun Zatnn sfatlarnn ve esmasnn güzelliindendir. Muhabbet ettiimiz ve sevdiimiz , çiçekler, aaçlar ve meyveler , yldzlar , balar ve bahçeler ve hatta cennet ,Cenab- Hakk ‘ n güzelliinin birer aynas ve cemalinin birer cilvesidir.
Öyle ise , “sebepsiz ve bizzat mahbub olan kemal-i mutlak sahibi , Zat- Zülkemal’in ve Zülcemal’in” sevgisine mazhar olmak en büyük bir bahtiyarlk ve saadettir.
Evet , insan bir eyi yada ondaki kemâl , yahut ondan ald lezzet ve gördüü menfaat için sever . Meselâ , bir Müslüman peygamberleri , evliyalar , irfan ve fazilet sahibi zâtlar , onlardaki kemalât için sever. Kendisine ihsan eden kimseleri ,onlardan gördüü lütuf ve ikramlar için sever. Yedii yemek ve meyveleri ise lezzetleri için sever.
nsan, aklen ve vicdanen bilir ki, kemâllerini takdir ettii ihsanlarndan memnun olduu ve lezzet ald bütün bu mahlûkatn hepsi Allah'ndr. Hepsini O yaratmtr. Bunlarda tecelli eden bütün kemâl, cemâl ve ihsanlar, hep O'ndan gelmektedir.
Öyleyse, insan kendindeki bu nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, evvelâ ve bizzat Allah'a verecek, dier bütün muhabbete lâyk zâtlar, nimetleri ve ihsanlar da Allah için sevecektir. Bozulmam her akl, tefessüh etmemi her vicdan, bu hakikati kabul eder.
Buna binâen, biz Müslümanlar bata Peygamberimiz (SAV) olmak üzere, Dört Halifeyi, Âl-i Beyt'i, bütün Sahâbe-i Kirâm Allah nâmna, "Allah onlar
sevdii ve sevmemizi istedii" için seviyoruz. Eer bu zâtlar, Allah için deil de, srf kendi ahsiyetleri için sevsek, o zaman Hristiyanlarn dütüü vartaya, tehlikeye biz de dümü oluruz. Zira, onlar Hz.sa'y (A.S.) Allah'n bir Resulü, elçisi olarak, Allah nâmna deil de, -hââ- Allah gibi seviyorlar. O'nu, Allah'a erik komakla küfre düüyorlar.
Her Müslüman için u hususun önemle nazara alnmas lâzmdr: Kur'ân- Kerim, insanlarn dünyevî ve uhrevî bütün ahvâllerine ölçü
getirmitir. Konumalarna, yiyip içmelerine, ticaretlerine... ölçü koyduu gibi, fikir ve his âlemlerine de ölçüler koymutur.
Mevzuumuzla alâkasna binâen sevgide ölçü üzerinde biraz durmakta fayda görüyoruz.
Biz Müslümanlar hudutsuz ve nihayetsiz olarak ancak Allah' severiz. Sonra Peygamberimizi (SAV) severiz. Ama, O'nu (SAV) -hââ- Allah gibi deil, Allah'n kulu ve Resulü olarak severiz. O'ndaki bütün kemalâtn kendi zâtndan deil, Allah'dan olduuna iman ederiz. O'nun, Cenâb- Hakk'n isim ve sfatlarnn tecellisine en cami bir ayine olduunu bilir ve bu itibarla kendisini canmzdan, malmzdan ve akrabalarmzdan daha çok severiz.
Allah ve Resulünden sonra dier peygamberleri, sonra Dört Halifeyi, sonra dier sahâbeleri severiz. Sonra da derecelerine göre, bütün evliyâlar ve mü'minleri severiz... Hâsl, sevgimizde slâmiyetin koyduu ölçülere aynen riayet ederiz.
Allah' sevmenin keyfiyetine, yâni nasl olacana gelince, bu hususta Kur'ân- Kerîm u ölçüyü takdim etmitir:
"De ki: Eer Allah'a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarnz mafiretle örtsün. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." (Âl-i mrân, 31)
Yukardaki âyet-i kerîmenin tefsirinde öyle buyurulmaktadr: Allah'a (c.c.) imannz varsa, elbette Allah' seveceksiniz. Madem
Allah' seveceksiniz, Allah'n sevdii tarz yapacaksnz. Ve o sevdii tarz ise Allah'n sevdii zâta benzemelisiniz. O'na benzemek ise, O'na ittiba etmek (tâbi olmak)tir. Ne vakit O'na ittiba etseniz Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah' seversiniz; tâ ki, Allah da sizleri sevsin"16
Bu âyet-i kerîme ve tefsirinden anlald gibi, Allah' sevmenin tarz, Peygamber Efendimize (SAV) uymaya çalmaktr. Bir mü'min, itikad, ahlâk ve ibadette Resûlüllah'a benzemek ve O'nun getirdii bütün ahkâm mümkün olduu kadar tatbik etmekle Allah' sevmi olur. Ashâb- kirâmn büyüklüü, Resûlüllah'a tâbi olmakta en ileri seviyede olmalarndadr. Bu vadide,
Hz.Ali (RA) ve Âl-i Beyt'in de müstesna bir yeri vardr. Öyleyse onlar seven her mü'min de, onlar gibi Peygamberimize (SAV) tâbi olmakla mükelleftirler. Hülâsa, Peygamberimiz (SAV), Allah'n sevdii, raz olduu insan modelidir. Bir mü'min O Rehber-i Ekmel'e benzedii nisbette Allah' sevmi ve O'nun muhabbetini kazanm olur.
Peygamberimize benzemek ise, efaliyle (fiilleriyle), akvaliyle (sözleri ve emirleriyle), ahvâliyle (hâl ve davranlaryla) O'nun bütün Sünnet-i Seniyye'sine ittiba etmekle mümkün olur. Buna göre, Sünnet-i Seniyye'ye tam riayet etmek isteyen bir mü'min, Resûlüllah Efendimiz (SAV) gibi -farz, vâcib, sünnet- bütün namazlarn klacak, orucunu tutacak, zengin ise hacca gidecek ve zekât verecek, Kur'an' okuyacak, O'nun sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecek. O'nun ahlâkna mümkün olduu kadar uymaya çalacaktr. Elbette, Hz.Ali (RA) ve Âl-i Beyt'i sevmek de, Peygamber Efendimizin (SAV) binler hâllerinden birisidir. Bir Müslüman için, bütün ibadetleri terk ederek, Peygamberimizin sadece bir haliyle hallenmek, elbette kâfi deildir.
Alevîlik Nasl Ortaya Çkmtr?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir frka mdr?
Alevîlik aslnda bir frka veya mezheb deildir. Âl-i Beyt'in muhabbetini
esas alan bir tarikat eklinde ortaya çkmtr. Mes'elenin tarihî seyrine baktmzda Alevîliin bir tarikat eklinde
gelimesi öyle olmutur: Timur, Osmanl Sultan Yldrm Bâyezid'i yendikten sonra Anadolu'dan
ald otuz bin kadar esiri ran'a götürmütü. Bunlar Erdebil’e yerletirmiti. Bunlar zamanla, Erdebil eyhi17 olarak bilinen eyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldlar. Bir süre sonra Timur, arasra ziyarete gittii Erdebil eyhi'nin kendisinden bir arzusu olup olmadn sorduunda, eyh, “Hiçbir dileim yok, sadece Anadolu'dan esir olarak getirmi olduun Türkleri serbest brakman istiyorum” dedi. Timur, eyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onlar serbest brakt. Bu esirler, bu vesile ile, eyhe olan muhabbetlerini ar derecede ziyâdeletirdiler. eyhin bu sofilerinin bir ksm Anadolu'ya döndü, bir ksm da Erdebil'de kald18.
Erdebil eyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alâkasn devam ettirdi. Erdebil eyhi'nin tarikatnda Hz.Ali muhabbeti esas alnd için, bu tarikata devam edenler Hz.Ali sevgisi ile tamamen boyandlar. Bunlara bu vasflarndan dolay Alevî denildi. Aslnda bu esirlerin ecdadlar ve kendileri, bu tarikat ile intisap kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet itikadnda idiler. Bu tarikatla irtibatlarn younlatrdktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyyen yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarn bile Erdebil'e tahsis ettiler. Bunlarn bu fedakârane gayretleri ve karlkl diyaloglar, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil'den gönderilen ve eyhin halifesi olarak isimlendirilen ahslar, Anadolu'da nezir ve sadaka namyla para topluyor ve bu paralar gizli olarak ran'a gönderiyorlard19.
Böylece Erdebil eyhi'nin tekkesi gittikçe geniliyor, müritleri çoalyordu. Bu eyh'in asl maksad, gerek ran'da, gerekse Anadolu'da
müritlerini çoaltarak irad postundan saltanat tahtna, eyhlikten ahla geçmekti. Ancak bu arzusuna nâil olamadan ölünce, yerine olu eyh Cüneyd geçti. O da babasnn gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamann ran hükümdar Cinahah, kendisini ran'dan sürdü. Bunun üzerine eyh Cüneyd Anadolu'ya geldi. Onun alt yl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatna çok mürit kazandrd. Sadece bir eyh deil, ayn zamanda bir "seyyid" ünvan ile de dolat için umudunun fevkinde taraftar toplad20.
Artk Erdebil tekkesi Anadolu'da güçlenmi, küçümsenmeyecek kadar büyük bir te'sir sahasna sahip olmutu. eyh Cüneyd de babasnn akbetine urad. Yerine geçen olu eyh Haydar da ayn gayeyi takip etti. Bütün gayret ve ihtiraslarna ramen o da siyasî maksadna nâil olamad. Nihayet olu ah smail, babasnn ve dedelerinin rüyalarn gerçekletirmeye maalesef muvaffak oldu. 13 yanda iken Anadolu'daki müritlerinden tekil ettii bir orduyla, o gün ran'da hâkim olan Akkoyunlulara harb ilân etti ve Akkoyunlü hükümdarn devirerek irad postundan saltanat tahtna çkmaya muvaffak oldu ve Safevîler Devleti'ni kurdu. Bununla beraber ah smail Anadolu'dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek Anadolu'daki nüfuzunu kuvvetlendirmek için çalt. Bu çeit faaliyetler, Çaldran Muharebesi'ne kadar artan bir hzla devam etti. Bu muharebeden sonra ran'la Osmanl Devleti arasnda kesin hudutlar çizildi. Böylece Erdebil sofîleriyle Anadolu arasndaki irtibat kesilmi oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu'daki müritler, pirlerin te'sirinden gitgide uzaklatlar. Bu tarikatn Anadolu'da kalan mensuplar, Erdebil tekkesinden aldklar te'sirle, kendilerinin dnda kalan Müslümanlarn Ehl-i Beyt'e gerektii gibi muhabbet beslemedikleri zannna kapldlar. Onlarn bu telâkki ve davranlar dier Müslümanlarla aralarnda bir soukluk husule getirdi. Bu soukluk, zamanla ihtilâfa dönütü.
Bu ihtilâf neticesinde, Erdebil tekkesine bal Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldlar. tikada, ibadete ait birçok hükümleri gerei gibi örenemediler. Sadece babadan oula intikal eden birtakm telkinlerle iktifa ettiler. Dier Müslümanlar ise, bunlarla yakn alâka kuramad ve onlara kar vazifelerini lâyknca yerine getiremediler. Mizansz münakaalar, yersiz ithamlar ve ölçüsüz davranlarla, aradaki soukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrla dönütü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanlar arasnda Sünnîlik ve Alevîlik eklinde bir ikilik ortaya çkt. Aslnda bir Müslümann veya bir tarikatn Hz.Ali muhabbetini meslek ve merebine esas almasnn dinen hiçbir mahzuru yoktur. Dier sahâbelere tecâvüz etmemek, Kur'an ve Sünnet'in nda namazn klmak, orucunu
tutmak ve dier mükellefiyetlerini yerine getirmek kayd ile, Hz.Ali ve Ehl-i Beyt muhabbetini iar edinmenin hiçbir mahzuru yoktur. Gerçek u ki, Kitap ve Sünnet'i bilen ve gerei gibi yaayan hakiki bir Alevî, ancak Allah-ü Teâlâ'y ma'bûd olarak tanr. Kendisini, slâmiyetin bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur'ân- Kerim'i de son semavî kitap kabul eder.
Bu sun'î ayrln ortadan kalkmasnn tek yolu, Kur'an altna girmek ve O'nu yegâne ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb- Hak Kur'ân- Kerîm'de “Hepiniz Allah'n ipine smsk sarlnz ve ayrlmaynz” buyurmakla, bütün Müslümanlara Kur'an etrafnda toplanmay emretmektedir.
Bediüzzaman, “Milliyetimiz bir vücuttur.Ruhu islamiyet , akl Kur’an ve imand” buyurarak bunun reçetesini ortaya koymaktadr.
Müslümanlarn birlik ve beraberlikleri ancak böylece te'min edilebilir, ihtilâflar O'nun esaslaryla bertaraf edilebilir. Her türlü hurafe ve safsatalardan ancak böylece uzak kalnabilir.
Evet, Hakk' bulmann, hakikate ermenin tek yolu, Kur'ân'a iman ve muktezasiyle amel etmektir. Çünkü, Kur'ân, insanl mutlak hayr ve hakikata sevketmek için, bizzat Allah-ü Teâlâ tarafndan gönderilmi bir Mukaddes bir kitabtr. nsann dünyevî ve uhrevî saadetini izhar ve ikmâl edecek olan O'dur. O, insan iman ve tevhide, tâat ve ibadete, uhuvvet ve muhabbete davet eder. îman ve amel-i sâlihe ait ölçülerin en güzelini O vazetmitir. slâmiyet ancak ve ancak O'nun ölçüleriyle te'sis edilmitir. O'nun rasin ve muhteem düsturlarnn haricinde hiçbir hakikat yoktur ve aranlmaz. O'nun güzel görüp tasdik ettii herey hakikat; çirkin bulup reddettii herey ise hurafattr. O'nun te'sis ettii slâmiyet köhne hurafeleri, bâtl itikadlar, rezalet ve fuhiyat iddetle takbih eder. u halde, helâla, harama, zikre, fikre, muhabbete ait kudsî hakikatlar, O'nun terazisiyle tartacaklardr.
Kur'an âyetlerinin Allah'a ait beyanlar her insan ikna edecek bir kuvvettedir. Avam, O'nun beyannn sadeliine meftun, kibir erbab da fesahat ve belâatna hayrandr. "Kalbler O'nun zikriyle mutmain olur" ve her seviyedeki fikir erbab, inanma ihtiyaçlarn O'nunla karlarlar. O'na uymakla kemâle ererler.
Kur'ân, insanlar tefekküre tevik etmi ve bunun ölçülerini akln eline vermitir. nsanlar ancak O'nun ders verdii ölçülerle kâinat kitab'n okuyabilmiler ve O'ndaki gizli hakikatlar kefedip Haliklarn, Ma'bûdlarn bulabilmilerdir. O, hayatn karanlk ve frtnal yollarn aydnlatmak için
akln eline verilen bir ilâhî me'aledir. Güne, madde âlemini aydnlatt gibi, Kur'ân da maneviyat âlemini aydnlatmak için nazil olmutur.
Kur'ân- Kerîm'de öyle buyurulmaktadr: "Gerçekten bu Kur'ân, insanlar en doru yola götürür." (srâ Sûresi,
9) Bir fende terakki etmek için, o fennin kanunlarna uymak bir zaruret olduu
gibi, hak ve hakikati bulmak için de, Kur'ân ve Sünnet'in düsturlarn rehber kabul etmek elzemdir.
Evet, insan Cenâb- Hakk'n zâtn, sfatlarn ancak Kur'an'n ve Sünnet'in iradiyle bilebilir. Nereden gelip, nereye gittiini, dünyadaki vazifesinin ne olduunu, gidecei âhiret âleminin mahiyetini, hakikatn ve o âlemde nelerin makbul, nelerin merdud olduunu, ancak bu iki vesile ile anlayabilir. Hangi fiil ve hareketlerin, hangi hâl ve tavrlarn Cenâb- Hakk'n rzasn, hangilerinin de gadabn celbedeceini; neyin hak, neyin bâtl ve neyin hata, neyin doru olduunu yine Allah'n Kitab ve O'nun sevgili Peygamberinden (SAV) örenecektir. Her Müslüman, kendi inanç ve ibadet dünyasn, bu iki hakikatin rehberliinde tanzim etmekle mükelleftir.
Nelere, nasl inanmakla iman dairesine gireceini ve hangi amelleri ileyip nelerden içtinab etmekle slâm dairesinde kalacan yine bu iki esasdan, yâni Kitap ve Sünnet'ten örenecektir.
Madem ki, bütün Müslümanlarn ölçüsü Kur'ân ve Sünnet'tir, o halde bir Müslüman beerî her fikri, her iddiay, her inanc, her itikad Kur'ân'a ve O'nun birinci derecede tefsiri olan Hadis-i eriflere göre deerlendirecek ve muvazene edecektir.
Kur'ân- Azîmüân, imann birinci rüknü olan Allah'a iman bizlere ders verdii gibi, melâikelere, semavî kitaplara, peygamberlere, ahirete, kadere (hayr ve erri O'nun yarattna) iman etmeyi de ders verir. Bir insan, ancak iman hakikatlarna Kur'an'n bildirdii gibi iman etmekle mü'min olur.
Hem Kur'ân- Kerîm, Allah-ü Teâlâ'nn bütün emir ve yasaklarndan ibaret olan slâmiyeti mü'minlere ta'lim etmitir. Bir mü'min, bu emir ve yasaklara harfiyyen uymakla kâmil bir Müslüman olur.
Bir Müslüman, Hz.Ali (R.A) ve Âl-i Beyt-i Sevmekle badet Mükellefiyetinden Kurtulabilir mi ?
Bu mes'elenin tam olarak anlalabilmesi için u üç noktann izah lâzm
geliyor: 1) bâdet nedir? nsanlar niçin ibadetle mükelleftirler? 2) Muhabbet nedir? nsan, kime, ne ölçüde muhabbet edecektir? 3) Âl-i Beyt sevgisinin dinimizdeki yeri nedir? badet Nedir? badet; kulun, Allah-ü Teâlâ'ya kar ta'zim, hamd, ükür gibi vazifelerini
O'nun emrettii tarzda yerine getirmesidir. nsan; Cenâb- Hakk'n sonsuz ihsan, ikram ve nimetleriyle beslendiini düünerek O'na kar hamd ve ükür vazifesini, nihayet tevazu ve mahviyet içerisinde yerine getirmekle mükelleftir. Bu ise, ancak ibadetle olur. badet eden insan, bu dünya misafirhanesinde, Allah'n emri dâiresinde oturup kalkar, yiyip içer, her türlü fiil ve hareketlerini O'nun emirlerine göre tanzim eder. Bakasnn deil, ancak Allah'n kulu olarak yaar. Bu kulluk onu, hakiki insaniyete, gerçek erefe, haysiyet ve ismete kavuturur. Zaten insanlarn yaratl gayesi ibadet ile bu erefe nâil olmaktr. Nitekim, Cenâb- Hak Zâriyât sûresinde:
"Ben cinleri ve insanlar, ancak bana ibadet etmeleri için yarattm." (Zâriyât sûresi, 56) buyurmaktadr. Dier bir âyet-i kerimede de öyle buyuruyor:
"Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelki insanlar yaradan Rabbinize ibadet ediniz ki takvâ mertebesine nâil olasnz. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arz' size döek, semây binanza dam yapm; ve semâdan sular indirmi ki, sizlere rzk olmak üzere yerden meyve vesair gdalar çkartsn. Öyle ise Allah'a misil ve erik yapmaynz. (Bilirsiniz ki, Allah'tan baka Ma'bûd ve Hâliknz yoktur)." (Bakara sûresi, 21-22)
Evet, Cenâb- Hak, semâvat güne ve yldzlaryla, zemini deniz ve karalaryla en mükemmel bir surette yaratt. Ve insan o muhteem kâinat aacndan, ilminin hassas ölçüleriyle nice eleklerden geçirerek, en mükemmel
bir meyve olarak süzdü. O küçük insan, bu muhteem kâinatn bir hülâsas haline getirdi.
nsann ruhuna, her biri kâinattan daha kymetli lâtifeler yerletirdi. Ona her nev'i güzellikleri seyredebilecek bir göz, yiyeceklerin ayr ayr tadlarm zevkedebilecek bir dil verdii gibi, bu duygularla elde ettii müahedeleri, zevkleri, ilim ve marifete çevirecek bir akl ihsan etti. Ve insana, gerek kâinattan süzülerek onun imdadna gönderilen nimetleri ve gerekse kendi vücuduna yerletirilen maddî ve manevî ihsanlar takdir edebilecek bir vicdan lütfetti.
Hem o insann sinesine, bu sonsuz ihsan ve ikramlara kar, nihayetsiz bir muhabbetle mukabele edebilecek bir kalb yerletirdi.
nsan, kendisine hediye edilen o akl ile, sadece bu dünya için yaratlmadn, kendisinin, vazifesiz ve gayesiz olamayacan idrâk eder.
Vicdanyla, ona yaplan bu sonsuz ihsanlara kar Rabbini ta'zim ve O'na hamd ve ükretmesi gerektiini bilir.
Ubudiyetini yalnz Allah'a hasreder. O'na misil ve erik komaz. nsann kalbindeki Allah sevgisi ancak ibadet ile tezahür eder, inkiaf edip kuvvet bulur.
Ve kalbiyle ancak Allah'a muhabbet eder; sevilmeye lâyk bütün mahlûkat da yine O'nun hesabna sever.
Faraza, insan dinen ibadetle mükellef olmasa bile ondaki akl, kalb ve vicdan Allah'a ibadeti ve itaati emreder. Zira, bunlan ancak ibadet tatmin eder.
Hiçbir eye ihtiyac olmayan O Ganiyy-i Mutlâk'n bizim ibadetimize ihtiyac olmad açktr. Bilâkis, biz ibadete muhtacz.
ster istemez varacamz o maher meydannda, o dehetli hesap gününde, Cenâb- Hak biz insanlara:
"Ey kullarm! Ben sizleri yoktan var ettim. Sizin nihayetsiz ihtiyaçlarnz yerine getirmek için bütün kâinatta olan nimetlerimle size teveccüh ettim. Vakti vaktine ihtiyaçlarnz yerine getirdim. Ben dünyada rahmet ve inâyetimle sizinle beraber idim. O zaman siz kiminle beraberdiniz? Hamd ve ubudiyet Bana lâyk iken siz Beni unutup ükür ve ubudiyetinizi kimlere takdim ettiniz?" dediinde ne cevap vereceiz? O mukaddes huzurda ar, utanma ve hayadan hâsl olan manevî azab, Cehennem azabndan daha dehetli olmayacak mdr? te, kâfirlere; "Keke toprak olsaydk," dedirten de bu hâlden gelen iddetli mahcubiyet olsa gerektir.
Evet, nsan ibadetsiz olmayaca gibi, slâmiyet de ibadetsiz düünülemez. Bu hakikati öyle bir misâlle izah edelim:
Bir Müslüman köyü düününüz. Bu köyde ezan okunmasn. Hiç kimse ne bayram, ne cuma, ne de vakit namazlarn klmasn. Hiçbir fert oruç tutmasn, zekât vermesin, hacca gitmesin. O köyde yaayanlar Kur'ân okumasn, haram- helâl tanmasn, farz-vâcib nedir bilmesinler. Kalblerinde Allah sevgisi ve korkusu bulunmasn. O'nun nimet ve ihsanlarna kar, hiç kimsenin hatrna hamd ve ükür etmek gelmesin...
Böyle bir köyün ahalisi, Kur'ân- Kerîm'in açt cadde-i kübrâya, Peygamber Efendimizin (SAV) hayat tarzna, bata sahâbe-i kirâm olmak üzere bütün evliyâ ve asfiyâya, bütün müçtehid ve mücedditlere, müfessir ve muhaddislere ve nihayet umum âbid, sâlih ve muttaki insanlara muhalif dümezler mi?
Evet, slâm sadece nazarî ve vicdanî deildir. Kur'ân- Kerîm'de birçok âyet-i kerîmede imandan sonra hemen sâlih amel zikredilmekle; sâlih amelin, imann bir tezahürü olduu ders verilmektedir.
badetle ilgili açklamalarmza Bediüzzaman Hazretlerinin, arâtü'l-'caz tefsirindeki u güzel ifadelerle son verelim:
"...nsann (O) yüksek ruhunu inbisat ettiren badettir; istidatlarn inkiaf ettiren ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren ibadettir, emellerini tahakkuk ettiren ibadettir, fikirlerini tevsi ve intizam altna alan ibadettir. Zahirî ve bâtn uzuvlarn ve duygularn kirleten, tabiat paslarn izale eden ibadettir, insan muhakkak olan kemâlâtna yetitiren ibâdettir, abd ile Ma'bûd arasnda en yüksek ve en lâtif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemâlât- beeriyenin en yüksei u nisbet ve münasebettir."
Evet, peygamberlerin gönderili hikmeti, imann esaslaryla slâm'n artlarn insanlara ta'lim etmektir. Yani, onlarn kalblerine, bata Allah'a iman olmak üzere, bütün iman hakikatlarn yerletirmek ve bu imanlarn kemâle erdirecek ibadet vazifelerini onlara hakkyla öretmektir. nsann iman, ancak bu ibadetlerle tekâmül eder. Bir kulun Allah indindeki deeri, O'na kar kulluk vazifesinde gösterecei hassasiyet ve itina nisbetindedir.
badetsiz iman bir meyve çekirdeine tebih edilirse, ibadetler onu gelitiren ve meyvedar bir aaç haline getiren sebeblerdir. Biri güne ise, dieri hava, biri toprak ise dieri su hükmündedir.
Peygamberler ve evliyâlar dahil hiçbir mü'min, bu ibadet mükellefiyetinden istisna edilmemitir. Hiçbir hususî fazilet ve meziyet, ibadet farizasnn yerine kaim olamaz.
Âl-i Beyt Sevgisinin Dinimizdeki Yeri Nedir ?
Âl-i Beyt'e Allah için muhabbet etmek, dinimizde vâcibdir. (mam-
afiî'ye göre farzdr). Cenâb- Hak ûra suresinde öyle buyurmaktadr: "Resulüm, sizden peygamberlik vazifesine mukabil ücret istemez.
Yalnz Âl-i Beyt'ine meveddet (sevgi ve sayg) istiyor." (ûra sûresi, 23) Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadîs-i eriflerinde öyle buyurdular: "Size verdii nimetlerden dolay Allah' sevin. Beni de Allah için sevin.
Âl-i Beyt'imi de benim için sevin." Dier bir hadîslerinde ise: "Bir kimse, sahâbelerimi, zevcelerimi ve Ehl-i Beyt'imi sever de onlarn
herhangi birine ta'n etmezse (ayplamazsa), onlarn sevgisiyle bu dünyadan göçerse kyamet günü benimle beraber olur" buyurmulardr.
Bu hadîs-i erif, Âl-i Beyt muhabbetinin dinimizdeki ehemmiyetini en veciz ve en açk bir ifâdeyle ümmet-i Muhammed'e ders vermektedir.
Yine bir hadîs-i eriflerinde Peygamberimiz (SAV) : "Sizlere iki ey brakyorum. Onlara temessük etseniz necât bulursunuz.
Birisi kitabullah, biri Âl-i Beyt'imdir" buyurmaktadr. Bu hadîs-i erifte Allah'n Kitabna ve Âl-i Beyt'e temessük etmenin
birlikte zikredilmesiyle, bizlere u hakikat ders verilmitir: Allah'n Kitab'na uyan her Müslüman, Âl-i Beyt'i sevecek, Âl-i Beyt'i
seven her Müslüman da Allah'n Kitabyla amel edecektir. Binâenaleyh, Âl-i Beyt'i seven bir mü'min, Kur'ân- Kerîm'in ihtiva ettii bütün itikadî esaslara iman ettii gibi, gerek ahlâka, gerekse ibadete dair bütün hükümlerine de inanacak ve onl