95
S ı ğ ı nak altkitap 2009 Öykü Seçkisi 2009

altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak

altkitap 2009 Öykü Seçkisi

2009

Page 2: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak altkitap 2009 Öykü Seçkisi

Sığınak – altkitap 2008 Öykü Seçkisi

Seçici Kurul: Adnan Kurt, Ayfer Tunç, Cem Uçan, Ergun Kocabıyık, Nursel Duruel, Şerif Erol, Yekta Kopan

Sürüm: Şubat 2010

© 2010 altkitap

Yapıtın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar

dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

www.altkitap.com

[email protected]

Page 3: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

SIĞINAK, 2

SARI VE DÜŞLER, 9

KOVULMUŞ, 13

KIRAN, 18

ÇİZGİ, 22

SAHNE, 24

YEDİ KAPILI ŞEHİR, 28

BEKLEYİŞ, 35

GAHİR VE BEN, 42

İYİ BİR HİKÂYE, 49

BİR ŞEHİR VARMIŞ, BİR ŞEHİR YOKMUŞ, 56

YILDIZLARIM, 60

BEKLERKEN, 69

TOPAL KEDİYİ NASIL YAZDIM?, 72

SİLAH SENİN AVRADINDIR!, 76

ZAMAN VE SONSUZLUK, 83

OKUMA ALIŞKANLIKLARI, 90

 

Page 4: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Ö

H1THbMYK2a

b

b

i

y

g

k

a

v

1.

YKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ

akan Tağmaç 973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli erakki Lisesi’ni, 1995’de İTÜ Elektronik ve aberleşme Mühendisliği’ni bitirdi. On beş yıldır ilgi teknolojileri alanında çalışmaktadır. urat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün “Yaratıcı azarlık” atölyelerine devam etti. Aylak, Ünlem ve ül Öykü dergilerinde öyküleri yayımlandı. Altkitap 007 ve 2008 öykü seçkilerinde birer öyküsü yer ldı.

SIĞINAK

Biliyorsunuz parkların

Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı

Orada saklanıyor onlar Çünkü her türlü saklanıyorlar orada

Umutsuzlar Parkı, Edip Cansever

İçimdeki huzursuzluğu bastırmanın daha iyi bir yolu gelseydi aklıma, belki de

unları hiç yaşamazdım. Tek istediğim yalnız kalmaktı. Günde iki saat kadar olsun tek

aşına kalmak istemem, beni böyle durmadan sürükleyip duracak mı, gerçekten bilmek

sterdim.

Dünyalar güzeli kızımız doğup beni baba yapalı üç ay kadar olmuştu. Kirpi

avrusunu, pamuğum diye severmiş ya, büyük olasılık sadece bize bu kadar güzel

örünüyordu minik cadı. Her neyse orası ayrı hikâye. Esas diyeceğim top atılsa

alkamayacak biriyken, gece bir kıkırdanmasında ayağa fırlayan, uyurken nefes

lmasını dinleyip duran bir adama dönüşmüştüm doğduğundan beri. Annesine memeye

ermek için yatağından alırken, aman canını yakmayayım diye dikkat kesiliyordum.

www.altkitap.com 2

Page 5: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Herkesten sakınıyordum. Yüzüne bakınca içimin yağları eriyordu. Gülünce –belki de

sadece emecek bir şey ararken ağzını burnunu oynatıyordu- nasıl oluyor da dünya

üzerindeki her şey gözümde bir anda anlamsızlaşıveriyordu, hayret ediyordum.

Yeni bir baba evladına karşı ne hissederse, o duygular içinde, rüyadaymış gibi

yuvarlanıp duruyordum işte. Bir de tabii, geceleri defalarca kalkmaktan çok uykusuzdum.

Her gece yatağa uzandığımda, kovboy filmlerinde tek bir ayağından huysuz bir ata

bağlanıp çöle doğru sürüklenen ve sonra ıssız bir köşede bırakılan bir adam kadar bitkin

hissediyordum kendimi. Ama yorgunluk değildi huzursuzluğum nedeni. Aklımın içindeki

uzaklara dalarken, biraz okuyup, iki satır yazacak bir dakikam kalmamıştı. Olur da

herkes yattıktan sonra ben ayakta kalmayı başarmışsam, bu sefer de uykusuzluğa

yeniliyordum. İşten de eve kaçta gelirsem geleyim, gece yatıncaya kadar zaman nasıl

geçiyordu anlayamıyordum. “Emziğini getir babası,”, “Altını alalım babası,” derken saat

gece yarısını buluyor ve yatağa kendimi zorlukla sürüklüyordum. Bir de anneanne bizle

kalmasa ne yapardık, aklıma bile getirmek istemiyorum.

Bir dostum, “Gerçek evlilik çocuktan sonra başlar,” demişti, ne kadar doğru

söylediğini şimdi anlıyorum. Biz, kızımız doğana kadar aynı evi paylaşan iki sevgiliymişiz

meğer. Kendi halinde yaşayıp giden, gezen tozan bir çiftken, bebeğimiz doğar doğmaz

karım, bir anda, ben ne olduğunu bile anlayamadan, çalışan kadından titizlik hastası bir

ev hanımına dönüşüverdi gerçekten de. Bunları da anlatmıştı çocuk sahibi olan

arkadaşlar. Güya hazırlıklıydım. Hatta ne kadar hazırlanırsam hazırlanayım, aslında tam

olarak hazır olamayacağımı bile söylemişlerdi. Ama işte, “Yaşanmadan bilinmez,”

boşuna demiyorlar.

Aslında ilk altı haftayı atlatınca işler düzelmeye başladı hafiften. Karım artık bana

sudan bir nedenden bağırıp çağırmıyor; münasebetsiz teyzem ziyaretimize gelip,

“Loğusanın mezarı kırk gün açık kalırmış,” gibi bir söz edip gittikten sonra oturup hüngür

hüngür ağlamıyordu.

Her neyse, üç ay kadar önce bir gün eve dönerken, kırk günü geçeli hayli zaman

olduğundan rahatlamış olacağım ki, “Bu böyle gitmeyecek, başka bir yol bulmalıyım,”

dedim kendi kendime.

Her akşam eve dönerken, bu gece ne yapıp edip herkes yatınca direnip biraz

yalnız kalacağım, demenin hiçbir işe yaramayacağını kabullenmiştim. Ne yapıp edip

kendimle kalmak için bir yol bulacaktım. Önce saat yedi gibi ofiste olup, en az dokuza

www.altkitap.com 3

Page 6: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kadar yazmayı, kitap okumayı denedim. Ama daha ilk haftada bundan vazgeçmek

zorunda kaldım. Şehirde trafik çıldırtıcı boyutlara ulaştığından, insanlar çok erkenden

ofise geliyorlar ve yanıma gelip havadan sudan sohbet etmek ya da iş konuşmak

istiyorlardı. Oysa ben sadece yalnız kalmak istiyordum. Ekran filtresi edinip yazdıklarım

görünmemesini denedim ama insanlar öyle meraklıydılar ki… Kimseyle, en azından iş

arkadaşlarımla, ne yazıyorum, ne okuyorum gibi konulara dalmak istemiyordum. Bunun

üstüne akşam geç çıkmayı denedim ama böylesi daha da korkunçtu, çünkü geç çıkan

büyük bir grup altıdan sonra bayağı bir şamata yapıyordu. Bir yandan da belli bir saatten

sonra kızımı deli gibi özlüyordum. Yanında olmak, kucağıma alıp oynamak istiyordum.

Sabah erkenden kalkıp evde çalışma odasına kapanmayı denediğim de oldu.

Zaten hafta arası işe giderken, uykusuzluğa dayanamadığım için karımla odayı

ayırmıştık. Sessiz sedasız kalkıp masanın başına oturabiliyordum. Ama kızım erkenden

uyanıp yaygarayı basınca, yanlarına koşuyordum. Koşmayıp da ne yapacaktım ki, sesini

duyduğumda dayanamıyordum. Ağlıyorsa içim üzülüyordu, gülüyorsa keyfine ortak

olmak için yanıp tutuşuyordum.

Tabii sonra, bu işin aynı evde olamayacağını kabullenip başka yollar düşünmeye

başladım. Aklıma ne geliyorsa denemeye değerdi. Ben de hepsine birer şans

veriyordum. Sabah erkenden deniz kıyısındaki çay bahçelerine oturduğum oldu, ama

başımda dönüp duran veya uzaktan çayım bitmiş mi diye bakan garsonlara tahammül

edemeyip vazgeçtim. Çok ilginçtir, anlatsalar inanmam, koca şehirde kafama göre ne bir

kafe, ne de basbayağı bir kahve bulamadım. Günde iki saat görünmez olmak isterken,

oturduğum her köşede, gelip gidenler bana bakıyormuş gibi hissedip rahatsız oldum.

Tuhaftır, ümitsizliğe de kapılmıyordum. Canım sıkılıyordu, ama her doğan günle

yeni bir başlangıç havasına giriyordum. Oturduğumuz dağ başındaki site lükstü lüks

olmasına da, ona giden yol korku filmi gibiydi. Gecekonduların, eğreti dikilmiş

apartmanların içinden geçilerek varılıyordu siteye. Küçük gördüğüm için söylemiyorum

bunları. Böyle yerler çok çeker beni. Daha iyi şartlarda yaşadığım için belki de, o sefalet

manzaraları, ruhumun benim bile bilmediğim bir köşesine hep iyi gelmiştir öteden beri.

Yine bir gün, işten eve dönerken, ışıkta durduğumda, yol üstünde gözüme takılan

ruhsuzluk abidesi bir apartman çağrıştırmış olacak; öğrenciliğimizde ders çalıştığımız,

gitar çalıp şarap içtiğimiz, okuduğumuz, dertleştiğimiz Ozan’ın öğrenci evi düştü aklıma.

Daha önceleri de özlemle anardım o evde geçen yıllarımızı ama; o günden sonra, eskiler

aklıma daha sık gelmeye ve böyle bir evin derdime çare olabileceğini düşünmeye

www.altkitap.com 4

Page 7: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

başladım. Birkaç gün, ana yoldan geçerken ara sokaklara göz ucuyla bakıp durdum.

Sonunda, kafamda sığınak -Ozan’ın evine böyle derdik üniversitede- fikrini çok da evirip

çevirmeye fırsat bulamadan, bir akşamüstü emlakçıda buldum kendimi. Bir yanım,

saçmalama, diye avazı çıktığı kadar bağırırken öteki, neden olmasın diye fısıldıyordu

kulağıma ve ben yine ne olduğunu anlamadan eve üç kilometre uzakta, fakir mi fakir bir

mahallenin çıkmaz bir sokağının ucundaki apartmanda bir daire kiraladım. Kirası belimi

bükecek cinsten değildi. İyi bir ev kiralayacak kadar zengin değildim tabii. Yani gücüm

yeterdi yetmesine de, çocuğumun rızkından veriyormuşum hissine kapılırdım, çok para

vereceğim bir yer olsaydı. Zaten lüks isteyen kimdi ki? Sade, eski öğrenci günlerini

andıracak, kimselerin beni tanımayacağı, eve yakın, trafik çekmeden ulaşabileceğim bir

yerdi bana gereken ve bu ev tüm bu özelliklere fazlasıyla sahipti.

İnanılmaz keyifliydim başlarda. Ortalık da yazmaya, okumaya çalışmaktan çok

daha verimliydi böylesi. Eve dönmeden veya işe gitmeden iki saatliğine uğruyordum

sığınağa, böylelikle trafiğe de takılmıyordum. Doya doya iki saatliğine bir kitaba

gömülmek çok mutlu ediyordu beni. Eve gittiğimde de daha sağlam oluyordum, hiçbir

şey batmıyordu artık bana. Söz gelimi, eve döndüğümde bir misafir falan varsa, karımla,

kayınvalidemin tozdan, kirden, maytlardan bahsetmeleri hiç mi hiç koymuyor; karımın

son zamanlarda değişen zevkine göre döşenmiş salonumuzdaki porselen biblolar,

gümüş mumluklar, dantel sehpa örtüleri ve benzeri ıvır zıvır gözümü yormuyordu. Benim

toz içinde ve tüm eşyası divan, masa, küçük tüp, elektrik sobası, çaydanlık ve birkaç çay

bardağından ibaret olan bir ikinci evim vardı ve her gün eve, esas evime yani, ruhum

dinlenmiş olarak gidebiliyordum. Dünyanın en büyük sırrına sahipmiş gibi hissetmeye

başlamıştım kendimi ve bu benim hayatımı kendi gözümde dahi sıradanlıktan

uzaklaştırıyordu. Artık gelen giden bizi, diyetlerin yararsızlığı, hayatın giderek

pahalılaşması ya da yatırım yapmanın gerekliliği gibi sohbetlere çekerken bıyık altından

sırıtarak, kendimi üzmeden ve mideme ağrılar girmesine izin vermeden

konuşabiliyordum.

Sığınağa kendimi attığım bazı günler ne yazabiliyor, ne de okuyabiliyordum. Öyle

zamanlarda, iki saat yerine, bir iş seyahatini bahane edip birkaç gün orada kalabilmeyi

arzuladığım da oldu. Ama sırt üstü divana uzanıp, tüm hakkımı tavana bakarak

geçirdiğim böyle günlerden sonra bile, yine de arındığımı hissedince buna hiç gerek

duymadım.

www.altkitap.com 5

Page 8: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Sırrımdan hiçbir dostuma bahsetmemiştim. Hem herkes bin bir köşeye dağılmış,

hayat gailesine dalmışken kim anlayabilirdi ki beni? Yalnız yaşını başını almış emlakçı,

hâlimi tavrımı yerinde görüp o mahalleden ev kiralamak isteğimden şüphelenince, niyetin

kadın falan getirmekse, bu mahalle kaldırmaz, demişti. Ben de sadece ona kısmen açık

olmuştum. Eve gitmeden kafa dinleyecek, çok da kira vermeyeceğim bir yer bakıyorum,

diye gevelememe çok inandığını sanmam. Ama bir olay olsa bile, ucunun ona

dokunmayacağını düşünmüş olmalı ki çok üstüme gelmedi. Sadece evi kiralamakla

kalmayıp divan, masa gibi temel eşyaları toparladı. Gerisiniyse zaten ben kısa zamanda

hallettim.

Evde yapamayacağım her şey mümkündü orada. İki odadan ibaret evin

saloncuğunda, piknik tüpünün üstünde çay demleyip, keyfimce ardı ardına sigaralar

tüttürebiliyor; ufak tıpırtılar duymak için aldığım dua çiçeğinin yapraklarını kaldırırken

çıkardığı sesleri, sırf paşa gönlüm istedi diye dakikalarca dinleyebiliyordum. Canım neyi

istiyorsa ona kafayı takıp gündelik hayatın sıkıcılığından sıyrılmak buydu işte. Bir gün,

çocukluğumda karlı bir kış gecesi boğazda çıkan yangın ve yanan ahşap evleri

hatırlayıp, notlar almışsam; diğer bir gün, insanları sırlarının büyüklüğüne göre

ölçeklendirip, şehre dağılımlarını yansıtacak bir harita oluşturma fikri üstüne

düşünebiliyordum. Oradan yola çıkıp ertesi gün eve haritalar, atlaslar getirip, duvarları

uçtan uca getirdiklerimle kaplıyor; öyle kendimden geçmiş hâlde çalışırken, ara ara

durup bu topraklarda yaşamış her bir şairin sırları hakkında bir kitap yazılmış olsaydı,

günümüzü bunun ne ölçüde değiştirmiş olabileceğini hesaplamaya çalışıyordum. Uzun

lafın kısası, hayatta ilk defa gerçekten bana ait bir mekânım olmuştu ve ben kendimce

oyunlar oynuyordum.

Bir akşamüstü, sığınakta, “Kaçmadan Önce Yapılması Gerekenler” adını

verdiğim fantezi defterimin yapraklarını çevirirken, aslında hiçbir zaman gerçekte her

şeyi geride bırakıp çekip gitmek istemeyeceğimi, ama böylesine kurmacaların neden

beni bu kadar rahatlatıp, nefes aldırdığını bininci kez sordum kendime. Neden öğrenci

evlerini andıran böyle bir sığınağa ihtiyaç duyuyordum? O yıllarda aklım geleceğin

hayalleriyle meşgulken neyi yeterince yaşamamış, neyi kafamda çözüp tam olarak

bitirememiştim? Sonra karım, şu durumu bilse ne derdi diye düşündüm. Böyle bir sırrı

taşımanın mutluluğu altındaki endişelerimi deştim tek tek ve onca yıl birbirimizden hiçbir

şey saklamamışken yaptığımdan utandım.

www.altkitap.com 6

Page 9: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Bu işin sonunun nereye gittiğini tahmin edemeyeceğimi anlayıp, durumumun

öyküsünü yazmaya karar verdim sonra. Öyküdeki kahramanın sonu kendi sonum

olacak, böylelikle çıkış yolunu bulacaktım. Mümkün olduğunca kimselere görünmeden,

sığınağa girip çıkmaya gayret ediyordum. Dikkat çekmemek için arabayı uzağa, ana yola

yakın bir yerlere park ediyor ve oraya kadar yürüyordum. Havanın erkenden karardığı bir

gece, sokak lambasının ışığında parıldayan kar tanelerine dalıp, tüm yolların

kapanacağını, kentin beyaz bir düşle boğulurken eve dönemeyeceğimi ve karımla,

çocuğumu bir daha asla göremeyeceğimi düşünüp bunaldıkça bunaldım. Güzel şeyler

düşünmeye çalışıyordum güya ama; bir anda, masanın başına oturmuş, kahramanı

sığınağında havagazıyla boğmaya veya soğuktan dondurmaya çabalarken buluyordum

kendimi.

Evden işe, işten sığınağa, sonra oradan tekrar eve bir hayalet gibi dolanıyordum.

Bir tek kızımla oynarken mutlu hissediyordum kendimi artık. Öyküyü yazmıştım, ama bir

türlü sonunu getiremiyordum. Bir gece bebeği anneannesine teslim edip, bir

arkadaşımızın sinema gecesine kaçmıştık. Ben film sırasında, kısacık bir uykuya dalıp,

bir rüya gördüm. Rüyamda sığınaktaydım. Bir kibrit yakıp masanın üstündeki bitmemiş

öykümü tutuşturuyordum. Sonra yanmaya başlayan kâğıtları bir ucundan tutup dua

çiçeğine fırlatıyordum. Sıkıntıyla gözümü açtığımda film bitmek üzereydi, biz de çok

geçmeden kaçmamız gerektiğini söyleyip özür diledik ve oradan ayrıldık. Karım kısacık

yolda yorgunluğa yenik düşüp gözlerini yummuştu.

Aklım her an öykümde, daha doğrusu sonunun nasıl olması gerektiğindeydi.

Birden, arabayı sığınağa doğru sürdüğümü dehşet içinde fark ettim.

Kendimi toparlayıp ana yola dönmeye çalışırken karım gözlerini açıp, “Nihayet

beni oraya götürmeye karar verdin,” diye fısıldadığında az kalsın bayılıyordum.

Son zamanlardaki garip davranışlarımdan şüphelenip takip mi ettin, yoksa

kütüphanemden birer ikişer eksilen kitapların izini mi sürdün, diye de soramadım tabii ve

o gece birlikte sığınağa gittik. İlk defa arabayı apartmanın önüne park etmiştim.

Rutubetten kabarmış duvarları izleyerek, en üst kata çıktık. Ben önde, karım arkada

merdivenleri tırmanırken neler geçmiyordu ki içimden. Belki yüzüme yansımıyordu ama

içimde fırtınalar kopuyordu. Beni terk edeceğini, buna mekân olarak da sığınağı seçtiğini

düşünüyor; kalbimin gümbürtülerini dinlerken, ellerimin titremesine hâkim olmaya

çalışıyordum. İçeri girip divana oturduk. İkimizde ağzımızı açmıyorduk. Konuşacak hiçbir

şey yokmuş gibi ben ona, o da eşyalara bakıyordu.

www.altkitap.com 7

Page 10: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Özür dilemeye, düşündüğü gibi olmadığını anlatmaya başlayacaktım ki, “Bu gece

burada kal, yarın konuşalım,” dedi aniden ve ayağa kalktı.

Arabanın anahtarını uzattım. Birden davranınca, o gece kesinlikle benimle

konuşmayacağını, zorlamamın da bir işe yaramayacağını anlamıştım. En azından o

gece bütün kuralları koymaya hakkı olduğunu düşünüyordum. Göz göze geldiğimiz o an,

aslında benim kötü bir niyetimin olmadığını bildiğini, huzur duymak için bunu yapmamı

mazur gördüğünü hissettim. Ama yine de aramızdaki köprülerden birinin,

düzeltemeyeceğimiz şekilde yıkıldığına da emindim.

Pencereden arabaya binişini seyrederken, bütün gece sessizce yağan kar tipiye

dönüyordu. Sigarama uzandım. Bir kibrit çakıp, alevin yavaş yavaş ilerleyişini izledim bir

süre.

Ertesi sabah kapıyı çekip çıkarken, kolumun altında dua çiçeği, bir daha asla geri

dönemeyeceğimi bildiğim sığınağa son kez doya doya baktım.

www.altkitap.com 8

Page 11: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ÖYKÜ ÖDÜLÜ İKİNCİSİ

2. Şenay Eroğlu Aksoy 1968 Kayseri doğumlu, laborant olarak çalışıyor. Öyküleri 2007 yılından bu yana dergilerde yayımlanıyor. Bir öyküsü Yılmaz Güney Sanat Festivali kapsamında düzenlenen öykü yarışmasında mansiyon ödülü aldı. Kitap-lık, Notos Öykü, Sözcükler, gibi dergilerde öykü ve eleştiri yazıları yayımlandı.

SARI VE DÜŞLER

Yalan söylese de Sarı’yı seviyorum.

Karanlık yüzlü evlerin pencerelerinden gülümseyen kadınlara bakarak

yürüyorduk. Sarı, yıllardır karşısında duranlar gözünde farklı bir anlama bürünmüş bir

yeniyetme gibi solukları hızlanarak bakıyordu kadınlara. Pencere önlerine yığılmış

erkekleri yararak evlerden birine yanaştık. Kadınlar kirli eşyalarla kaynaşmış

çıplaklıklarını gülümseyerek sergiliyorlardı. Etrafımızı çeviren adamlardan biri “İlk mi

lan?” dedi Sarı’ya dirsek atarak. Başını yere eğdi. Yan gözle ona baktım. Kumral saçları,

ince uzun yüzü beni yıllar öncesinde kalan evime götürüyor, başını çevirip yüzüme

baktığında iyiden iyiye kardeşim oluyordu. İçimde biriken öfkeden nasibini almamış tek

insana, kardeşime, nasıl da benziyordu.

İki gün önce “Tamam,” demiştim Sarı’ya “Ben götürürüm seni. Ama para

bulmamız lazım.” “Sen merak etme abi patrondan aşırırım,” demişti parlayan gözleriyle.

Şansımız yaver gitmiş, o gün patron kupon yapıp Sarı’nın eline tutuşturmuştu.

Kabarmış, küfürlü erkek sesleri etrafımızda parlayıp sönerken, geçmişe uzanmış

aklım tanıdık bir sesle irkildi. Arkama döndüm. Sarı’nın patronu, öfkeden kıpkırmızı

olmuş suratıyla bildiği tüm küfürleri sayıyordu. Hışımla Sarı’yı kolundan yakaladı:

www.altkitap.com 9

Page 12: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

“Ulan ibne, ben seni nereye gönderdim?”

İri el havaya kalktığında fırladım. Düşler, kardeşim ve her şeyi ardımda bırakarak

kaç sokak geçtim bilmiyorum. Karanlık bodrumlardan birine daldım. Sırtımı duvara

dayayıp çömeldim. Sağa sola eski eşyalar atılmış, nemli bodrum leş gibi kokuyordu.

Biraz dinlenince cebimdeki parayı hatırladım.

Sarı kaçamadıysa sızlanmaya başlamıştır. Patronu tokadı basınca her şeyi

üstüme yıkıp sıyrılıvermiştir altılının ağır yükünden. İlk değil bu!

Onu bulunca…

Kalabalığın arasında oturan Sarı’ya çökmüş bir yüzle yaklaşıp omzuna

dokunacaktım. O, başını çevirdiğinde bütün çocuklar susup ihanete uğramış, acılı

gözlerime bakacaklardı. Bense onunla kısa bir süre göz göze gelip başımı yere

eğecektim. Kulağına eğilip “Gel” diyecektim. Sarı, yaptığı yanlışın ağırlığını omzunda

taşıyarak arkamdan gelecekti. Çocukları öylece bırakıp boş arsaya geldiğimizde,

nemlenen gözlerimi ona göstermeden, elimin tersiyle burnumu silecek ve yumruğu

patlatacaktım. Düştüğü yerden başını kaldırıp kanayan burnundan eline bulaşan kana

bakacak “Affet,” diyecekti. O anda duvarın arkasındaki çocuklar gizlendikleri yerden

çıkacak ve ardımdan geleceklerdi. Biraz yürüdükten sonra Sarı’ya dönüp:

“Gelme,” diyecektim ve tekrar elimin dışıyla burnumu silecektim.

Bodrumdan çıktığımda etrafta kimseler görünmüyordu. Ulan Hayri, dedim kendi

kendime karnından gelen sesler sokağın başından duyuluyor. Cebini ısıtan mangırla

sustur şu gurultuyu. Caddeye çıktım. Kalabalığı, asasıyla denizi ikiye ayıran Musa gibi,

yararak yürüdüm. Üzerime üzerime gelen kadınlara, sivrilmiş memelerine baktım.

Camların ardındaki kadınlar geldi aklıma. Sarı ilk görüyordu onları. Hevesi kursağında

kaldı. “Kalsın dürzünün“ dedim, havadaki ihanet kokusunu içime çekerek.

Büyük vitrinin önünde durdum. Ellerini öne doğru uzatmış, minik burunlu, ince

parmaklı mankenlere baktım. İçlerinden biri elime uzandı, yürüdüm şeffaf camdan içeri.

Elim sıcacık avucunda eriyordu. İleride bizi bekleyen posta arabasına bindik.

Araba tozlu, bitkiden yoksun yollarda, hızla ilerliyordu. Adını bilmesem de kadını yıllardır

tanıyor gibiydim. Uzun çizmelerim, daracık kotumun üzerinde kalçamı döven silahımla

perdeleri aralayıp sık sık yolu kontrol ediyordum. O ise yeşil gözlerini bana dikmiş,

öylece bakıyordu. O duru gözlerde yıkanmalıydım ama tehlikeye yazgılı bir kovboydum

www.altkitap.com 10

Page 13: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ve bir kadına asla bağlanmamalıydım. Dışarıda, atlar tozu toprağı birbirine katarak

koşuyor, kişneme sesleri duyuluyordu. Birden dikkat kesildim, bu kadar kişneme normal

değildi. Kadına sessiz olmasını işaret ettim. Derin dekoltesinden taşan göğsü hızla inip

kalkıyordu. Silahın horozunu kaldırmış, hazır bekliyordum. Atlar deli gibi ırmağa daldı,

perdeleri açıp ilerideki sık ağaçlara baktım, saldırmak için uygun yerdi. Yedek silahımı

da çizmemde saklıyordum. Korkudan titreyen kadını koltuğa yatırıp ağaçların arasına

gizlenmiş başları birer birer indirdim . Sürücü, terlemiş atları dört nala koşturuyor, bizi

içine düştüğümüz bataktan kurtarmak için elinden geleni yapıyordu. İleride, kasabanın

yıkık evleri göründüğünde arabamız delik deşik olmuş ama kadın iyice yanıma

sokulmuştu. Tozlu meydana girdiğimizde araba büyük bir daire çizerek durdu. Atlar

kişneyerek şaha kalktı. Elimdeki silahı kılıfına yerleştirip arabadan atladım. Kadın eteğini

toplayarak arkamdan geldi. Omzuma yavaşça dokunarak dudaklarıma sıcak, uzun bir

öpücük kondurdu. Kadın uzaklaşırken posta arabacısına baktım. Sarı, arabanın

üstünden gülümsüyordu.

Midemden gelen gurultular iyice artmıştı. Şöyle bir kafayı kaldırıp etrafa baktım,

gördüğüm ilk kebapçıdan içeri daldım. Masaya oturduğumda garsonlardan biri yanıma

yaklaşıp:

“Paran yoksa uğraştırma,” dedi.

Cebimdekini çıkarıp salladım. Önüne kuşandığı önlüğün cebindeki kağıdı çıkardı.

“Önce acılı adana, sonra da kadayıf,” dedim.

Garson koca kıçını sallayarak uzaklaşırken:

“Hey! Bi de ayran,” diye arkasından bağırdım.

Adam bana döndü. Saçları dikleşip gözleri karanlık, izbe bir kuyunun dibindeki su

gibi parladı. Hâlâ elimde duran parayı yavaşça kaldırıp bende olduğunu hatırlattım.

Beline kadar kaldırdığı kâğıda bir şeyler yazarak uzaklaştı.

Lokantanın önünden insanlar geçiyordu. Alttan alta birbirini süzen insanlar...

Sahipsiz ve sokakta olan her şeyi kendi malı zanneden üzerime eğilmiş erkekler,

yüzüme bakamayan kadınlar, baş belası çocuklar... Onca piçin arasında bir Sarı’yı

gözüm tutmuştu, o da yalancıydı. Ne zaman başı sıkışsa numaraya başlıyordu.

Garson, kebabı ayaklarını sürüyerek getirdi. Koca tabağın içinde pilav,

soğan…Birkaç dakikada yemeği bitirdim. Garsonun yana devirdiği başıyla beni

www.altkitap.com 11

Page 14: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

seyrettiğini fark ettiğimde gülümsedim. O ise gülümsememeye kararlıymış gibi arkasını

döndü. Yağlı elimi havaya kaldırarak bağırdım.”Hesabı alabilir miyim?” Benimki sesimi

duyup duymazlıktan geldi. Birazdan işe yeni başladığı her halinden belli olan genç komi,

öğretilmiş bir suratsızlıkla hesabı önüme bıraktı. Lokantanın kapısından çıkarken yere

düşen önlüğüne uzanmış garsona baktım. Arkasındaki tabloda duran matador bendim o

ise;

Arena çığlıklarla inliyordu. Günlerdir yanıp sönen neonlarda adımı ezber etmiş

kasaba halkı tribünleri tıklım tıklım doldurmuştu. ‘ Büyük matadorun büyük günü, önünde

yıkılmaz bir set gibi duran besili, iri boğa birazdan önüne fırlayacak!’ Arenaya çıktığımda

seyircilerin hepsi ayağa kalkıp ellerindeki çiçekleri ortaya savurdular. Bir selam… Alkışlar

dinmek bilmiyor. Bir selam daha... Elimi kaldırıp oturun anlamına gelen hareketler

yapıyorum. Seyirciler hemen oturup sessizce bekliyorlar. Etrafta çıt yok. Birazdan

paravan açılıyor ve boğa meydana koşuyor. Ben, kenarda duran garsonun yere düşmüş

beyaz önlüğünü kapıp “Toro, toro” diye bağırıyorum. Boğa delirmiş gibi elimdeki önlüğe

koşuyor. Çok kızgınım, mızrağımı bağrına saplamak istiyorum. Arenada birkaç tur

atıyoruz. Etraf öldür sesleriyle inlerken, elimdeki önlüğü boğanın üzerine atıp dışarı

çıkıyorum. Tüm kasaba seyircilerin çığlıklarıyla inliyor. Adamlar boğayı yakalayıp dışarı

çıkarıyorlar. Ben meydana girdiğimde beyaz önlük, yerde, toprağa belenmiş duruyor.

Alkış sesleri kulağımı oyuyor. Garson sessizce yaklaşıp önlüğünü alıyor. Bense alkışlar

arasında seyircileri selamlıyorum.

Dışarıda bahar havası vardı. Cebime baktım. Bugünü keyifle devirecek kadar

para var. Arkaya, her zaman takıldığımız mekâna çıktım. Kahvelerin camlarından

bakarak yürüdüm. Karşıdan şişmiş burnuyla Sarı göründü. Bakmadım. Koşarak yanıma

geldi.

“Abi, patron arkadaki kahvelerde deli gibi seni arıyor.”

“Hadi lan!” dedim istifimi bozmadan “Beni yine gammazladın değil mi? “ Başını

öne eğip şiş burnunu tutarak ”Kıracak zannettim,” dedi. Patron, karşıdan, koca göbeğini

sallayarak bize doğru koşuyordu. Fırla, dedim Sarı’ya:

“Gidip karnını doyuralım.”

28.4.2008

www.altkitap.com 12

Page 15: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ÖYKÜ ÖDÜLÜ ÜÇÜNCÜSÜ

3. Hamza Aytaç 1978 İstanbul doğumludur. İngilizce İşletme eğitimi almıştır. Serbest reklam yazarlığı ve sanat yönetmenliği yapmaktadır. Edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlanmış, yazar ve tasarımcı olarak ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller kazanmıştır. İlk romanının çalışmalarını sürdürmektedir.

KOVULMUŞ

Şeytan; cennetten sürüldüğü günden beri insana hep yalan fısıldamıştır,

cehennemde yalnız kalmaktan korkar çünkü…

Yalan söylediğim doğru. Artık herkesin; yalancılığın, karakterinin bir parçası

olduğuna kuşkusuz inandığı, hakkında yalancı oluşu dışında neredeyse hiçbir şeyin

bilinmediği, bilinen bütün dillerde aynı hikâyenin kötü adamı olmuş, her birinde farklı adla

çağrılan bir talihsizim ben. Bu gerçeği değiştirmek için hiçbir şey yapamam artık, yine de

gerçek ismimin hikâyemin ilk anlatıldığı topraklarda bile unutulmuş olması az da olsa

içimi rahatlatıyor. Soyumdan gelenlerin boyunlarını utançla eğmediğim için değil, ne de

olsa adımı taşıyan bir tek kişi bile kalmadığı, öldüğüm gün tohumlarım, toprağın iki

buçuk metre altında, kırkayakların şeffaf midelerine, böceklerin ve çıyanların dışkılarına

karıştığı için. Ancak şimdi bile; mezarımda bin yılın yağmuruyla ıslanıp kurumuş

kemiklerim sızlıyorsa, bunun sebebi söylediğim yalanları sırf eğlence olsun diye

uydurduğumu yazmalarıdır. Her defasında aynı şeyleri söyledim, başıma açtığım

musibet gerçekleşene dek üç kez tekrar ettim aynı sözleri, ancak hikâyemi yazanların

çoğu kendi çokluk imgelerine göre değiştirdiler bu gerçeği; bazısı beş defayı yeterli

www.altkitap.com 13

Page 16: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

gördü, çoğu beşten fazla olduğunu yazdı. Yazarların kendileri bile iki defa tekrar edilen

yalanın üçüncüsünde yaşanan musibeti haklı göstermek için yeterli olmayacağını, bunun

vicdanlarında bir sızı yaratacağını duyumsuyorlardı; üstüne üstlük bunun bir huy olarak

ruhuma yerleştiğini söyleyebilmek için daha fazla kanıta ihtiyaçları vardı.

Yirmi yedi yaşında zatürreeden öldüm; yağan yağmurun sırtıma yüklediği ağırlığı

saatlerce taşıdığım için, sırtımdaki paltodan akciğerlerime sızan su yüzünden. Bin iki yüz

otuz sekiz yıl önce; son nefeslerimi ciğerlerime hırıltıyla doldurup boşaltırken yatağımın

başında yalnızca bir kişi vardı, benimle aynı işi yaparak yaşamını kazanan, yağmurdan

sığındığım bir ceviz ağacının altında, ölmeden birkaç gün önce tanıştığım yaşlı bir

adamdı bu. Yağmur; çayırları çamur içinde bırakmıştı o gün, cevizin kocaman bir çan

gibi gölgeleyip koruduğu dibinde bir süre daha durup yağmurun dinmesini çaresiz

bekledik. Bir ceviz ağacının altında olmasaydık o gün o ağacın altında uzun süre

bekleyebilirdik, o gece orada uyurduk belki de, ben de hikâyemin başka türlü yazılmasını

sağlamak için birilerine bir şeyler anlatabilirdim. Ama defalarca gördüğüm, iki üç ceviz

ağacının dallarına iliştirilen gölgeliklerle oluşturulmuş tavanı, bir kaç eğreti tahta masa ve

sandalyeyle tamamlanmış tabanıyla derme çatma beş altı meyhanenin imgesi beni

ölesiye korkutuyordu. Çünkü bu meyhanelere içki içip hayaller kurmak için gelen

adamlar, akşamları ceviz ağacından yayılan efsunlu zehir kanlarına karıştığı için

çabucak sarhoş olmuyorlar, meyhaneciler de sarhoşluğu arayan bu adamların yılgın

acelesinden daha fazla para kazanıyordu. Her ne kadar meyhanecilerin tümü, ağız birliği

etmişler gibi açık havanın içki içenlerin zihinlerini açtığını, bu yüzden sarhoş olmalarının

uzun sürdüğünü söyleseler bile. Oysa gecenin sonunda içkinin bulandırdığı zihinleriyle

sızıp kalanları hiç vakit kaybetmeden cevizin altından dışarıya taşımak için akşamları

bazı gençlere sürekli maaş bile verirlerdi. Sarhoşlar; gökyüzünde uçan kokuşmuş balık

sürülerini, ağaç boyundaki mızrak gibi uzun bacaklarıyla etrafta dolaşan koca kafalı

ucubeleri ve göğüslerine çöreklenen karabasanları görmeye başladıkları, işaret

parmaklarındaki, kir ve taharet artığı dışkıyla dolu sivri tırnaklarını kemik parçaları

üzerinde bileyen cadıların madensi gıcırtısını işittikleri anda iniltiler çıkarmaya

başladıkları için onları çayırlara boylu boyunca yatırırlardı. Gömleklerini pembe

göğüslerinden iki yana sıyırır, yüzlerine iki kişinin zorlukla taşıdığı kocaman bir kova

suyu boca ederlerdi. Ben bunların sadece içkinin ve sıcak havanın gösterdiği karışık

hayaller olduğuna pek inanmazdım, aksine ceviz ağaçlarının doğal bir içgüdüyle

yaydıkları ekşi buğunun anason ve üzüm kokusuna karışarak yarattığı, belki de o sırada

ağaçların altındaki cinlerin düğünlerinde içilen ve başka türden bir sarhoşluk yaratan

www.altkitap.com 14

Page 17: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

zehirli bir şerbetti o. Bu yüzden vadideki belki de birkaç ceviz ağacından birinin altında

uzun süre beklemeye katlanamazdım. Sonrasında dilimdeki pasla bir kaç gün yatıp,

öldürücü gece nöbetlerinin ardından, ciğerlerimi dolduran iltihap yüzünden beni

öldürecek zatürreeye bilmeden kaçışımın sebebi de buydu işte.

Başıma o belanın açıldığı, bugün burada bunları anlatmama sebep olan o

günden önce; o günün sonrası kadar mutsuzdum. İlk günlerde hakkımda anlatılanlar

içinde; çirkinliğim, konuşurken ne kadar inandırıcı bir heyecanım olduğu, bir gözümün

küçükken geçirdiğim bir hastalık yüzünden diğerine göre daha açık duruşu, ağzımın

yüzüme yakışmayan büyüklüğü, kulaklarım, ellerim, parmaklarımın incecik boğumları,

aslında kumral olan yüzümün güneşte evrildiği esmerlik, hatta yüzümdeki benlerin sayısı

bile vardı. Öylesine açık ve detaylı bir anlatımdı ki bu; civar köylerde, hatta uzak

beldelerde bile hikâyemi duyan herkes beni o anda, ilk bakışta tanıyabilirdi, doğrusu ben

zaten kolayca fark edilebilecek kadar çirkin yaratılmıştım. Bütün bu detaylı söylencelerin

amacı, etraftaki diğerlerini bu düşüncesiz yalancının şerrinden korumak olduğu için

onlara kızdığımı söylersem haksızlık olur. Çirkinliğimin yüzyıllar sonra yazılanlar içinde

yer almayışı; böylesine bir hikâyeyi daha renkli, gerçekçi ve heyecanlı kılmaya

yarayacak bu gerçeğin gizlenmiş olması ya da unutulması, artık kimsenin beni böyle

hatırlamayışı hiç şaşırtmasın sizi, çünkü o günlerde insanlar hala çirkinliğin doğuştan

gelen şekli ile insanın ruhundaki şerrin yüzüne yansımasındaki çirkinlik hali arasındaki

farkı anlayabilecek kadar talihliydiler. Hakkımda ilk defa yazanlara minnetim ancak

bunun içindir.

Çirkinliğimden hiç bahsetmediler lakin hakkımdaki hikâyeyi daha acıklı ve öğretici

kılmak için, köyün içinde bağırıp çağırarak son kez söylediklerime kimsenin

inanmadığına ve köylülerin beni çaresizlik içinde bıraktığına dair yalan söylediler, çünkü

iki kez tekrar ettiğim o affedilmez yalana rağmen kalbinin yumuşaklığına mağlup olup

zihnindeki şüphenin doğruluğuna zerre kadar da olsa ihtimal vererek, koşup gelen iyi

yürekli bir kaç kişi vardı. Bazılarının yazdığı gibi kurdun koyunlardan bir tekini bile sağ

bırakmadığı da doğru değil, koyunların bir ikisi başka bir etobur yırtıcının korkunç yüzünü

bir daha hiç görmeden iki üç yıl daha yaşayıp bir törende sıra ile kurban edildiler; bir kış

günü, bir geyiğin peşinden dikkatsizce koştukları bir takip sırasında, köylünün birinin

kurduğu tuzağa yakalanan kurt sürüsünün ölümünden bile sonraydı bu.

Ceviz ağacının altında karşılaştığım yaşlı adam, beni ilk gördüğünde tanımıştı

ama herkesin baktığı gibi tiksintiyle izleyip, gözlerimin orantısını göz kararı ile ölçmedi,

www.altkitap.com 15

Page 18: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yüzümdeki benleri saymadı, aksine şefkatle inceleyip anlamak istediğini gösterdi.

Anlamak için çaba harcar gibi göründü ama o da diğerleri gibi bu utanç verici öykünün

sebebini sormadı bana, öldüğüm güne kadar birlikte geçirdiğimiz bir iki gün boyunca hiç

açmadı bu konuyu. O zamanlar; çoluk çocuğum olmadığı için ölümümle sona erecek bir

işkence olduğuna inandığım, yüzyıllar boyunca beni mezarımda kıvrandıracak bir

söylenceye dönüşeceğini tahmin edemediğim için ben de hikâyemi anlatıp, yeniden

hatırlamak ve huzursuz olmak istemedim. Benden kısa süre sonra ölecek olsa bile,

hakkımda iyi bir iki şey anlatabilecek tek kişiye de hiç bir şey söylememiş olmam şimdi

çok fazla üzüyor beni. Olanları ölümün dipsiz uzaklığı içinde bile, az önce yaşanmış gibi

her an yeniden duyumsuyor, o korkunç günde ayağa kalkıp köye ulaşmadan önce

kurtların sivri dişlerinde parçalanmış olmayı diliyorum.

Bir kış günü yıllardır yaptığım gibi erkenden uyanıp, koyunları köyün birkaç yüz

metre dışındaki ağıldan çıkardığımda; daha önce keçiyle tıka basa doldurulmuş dört

duvardan, kesif, soğuk ve ıslak bir keçi kokusu genzimden damağıma indi. Uzaktan

kurtların uluma sesleri geliyor, seslerin tepelerden dönen yankısı, zihnimi dağdaki

kurtların sayısıyla dolduruyordu, titriyordum. Hava öylesine soğuktu. Bir süre ağıldan çok

uzaklaşmadan donmamış çimlerle kaplı bir otlak aradım, her yer incecik bir buz

örtüsüyle kaplıydı ve koyunların ayaklarının çiğnediğiyle, ağızlarının gevelediği buzlu

çimen aynı iç gıcıklayıcı sesi çıkarıyordu. Yüreğim ürperiyordu, bu ses bana dişlerimin

arasında bir parça yün çiğnediğim hissini verdiği ve ölümünün son anlarında içi ürperip,

midesi bulanan, sonra babamın kollarında can veren annemi hatırlattığı için. Öğleden

sonra hava daha da sertleşti, güneş gri bulutların arasında belli belirsiz parıltısını

kaybedince ellerimi titreten bir soğuk etrafı kapladı, bir rüzgar yüzümü yalayıp geçerek

kulaklarımı bir bıçak gibi kesti. Çok geçmeden koyunları bir araya toplayıp yola

koyulduğumda olağanüstü bir şey oldu, gri bulutlar yok olup gitti, kuştüyü yastıklar gibi

ak bulutlar gökyüzüne üşüştü, güneşin rengi içine safran katılmış süt gibi donuk bir

sarıya döndü ve önceki öğle ayazı yerini ılık bir ikindiye bıraktı. Kar başladı. Yağan karın

yüzüme düşen tanelerini seyrederken o günün büyüsüyle sarhoş oldum, kara koyunlar

bir süre sonra diğerlerinden kolayca seçilmemeye başladılar, beyaz olanları

üzerlerindeki ağıl kirini yitirdi, hepsinin tüylerine sinmiş keçi kokusu da böylece yitip gitti.

Yüzümün tam ortasında sağ gözümün altında kocaman, kara bir ben vardı, bu siyah et

parçasının üzerini sağ gözümle bulanık bir tepe gibi izleyebiliyordum, kar taneleri

üzerinde eridikçe belirsiz bir hayal gibi seyrediyordum onu, ara sıra üzerine biriken suyu

elimle temizlemeyi ihmal etmeden.

www.altkitap.com 16

Page 19: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Kurtların sesi kesilmişti, etrafı gözlerimi hiç ayırmadan gözetlerken bir yandan da

acele etmeye çalışıyordum, her an gerçekleşebilecek bir felaketten korunmak için.

Köyün hemen yanı başına erişip, köy sınırının kuzeyinde, küçücük bir tepenin üzerine

dizilmiş sessizce bekleşen kurt sürüsünü görmeden önce. İşte tam o anda yalnızlığımın

yılgınlığıyla köylüleri etrafıma toplamak için söylediğim yalanları ilk kez anımsadım, tek

başına ölecek olmanın çaresizliği göğsüme yüklendi, bu sırada göz kararı ile sürüdeki

kurtları saymaya uğraştım. Kalabalık sürü karın gökyüzünden inişi kadar sessiz

bekliyordu beni, bir insan zekâsıyla ölçülüp biçilmiş gibi tepenin üzerinde geçecek yer

bırakmadan köye giden yolun tam üzerinde. Bu kahredici sessizlik; köye erişmeyi

başarsa bile hep aynı şey hakkında birkaç kez yalan söylemiş biri olarak beni kolaylıkla

ölüme mahkûm edebilirdi, çünkü bu kez köylülerin bana inanmalarını sağlayabilecek tek

sebep de karın sessizliğine karışacaktı. Korktum. Hem de bu köpek sürüsünden, köpek

gibi.

Gözlerimi açtığımda önümde dişlerinin arasında kan ve bir koyunun çiğ etinin

incecik sinir iplikleriyle, öfkeli bir kurdun mavi gözlerini gördüm. Göğsü şişip inerken

nefesindeki demir kokusunu duydum, duru, sıcak bir demir kokusuydu bu. Biraz sonra

beni boğazımdan yakalayıp, damarlarımı parçalayınca, kalbim bütün vücudumda

hissettiğim zonklamalarla içimdeki kanı kurdun yüzüne püskürtecekti ve birkaç saniye

sonra titreyerek ölmeden önce sürüdeki diğerlerinin kollarımı, burnumu, kulaklarımı

ısırışını hissedecektim. Ruhum çirkin kılıfından sıyrılacaktı nihayet, arkasında didik didik

edilmiş, kendisini vücudundan tortu ve yapış yapış bir kanla çıkaran kadının bile zorlukla

tanıyacağı bir ceset bırakarak.

www.altkitap.com 17

Page 20: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Aydın Atılgan 1980 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Marmara Üniversitesi'nde AB Hukuku üzerine yüksek lisansı tamamladı ve doktoraya başladı. İstanbul'da bazı edebiyat atölyelerine katıldı. Öyküleri Varlık, Parşomen gibi dergilerde yayımlandı. Henüz yayımlatmadığı bir roman çalışması var.

KIRAN

Öyle güçlü bir kum fırtınasına yakalanmıştık ki, her şey eski haline döndüğünde

hala yaşıyor olduğumuza şaşırmıştım. Kum taneleri yüzlerimizi, gözlerimizi, ellerimizi,

çıplak bulduğu her yerimizi yakmıştı. Nefes alabilmek neredeyse imkansızdı, toz

ciğerlerimize kadar işlemişti. Bazılarımız fırtınanın dindiğinin ayırdında bile değildi; hala

kum şövalyelerinin saldırısına karşı siper almış vaziyette, başlarını kıvrılmış dizlerine

gömmüş, yatarak bekliyorlardı. Kuru, genizleri yırtan öksürük sesleri yükseliyordu her

yandan. Bir yudum su istiyordum, sadece bir kez yutkunabilmek için. Bu sayede o an

ölmeyeceğime ikna olmak istiyordum. Ne var ki, zaten dibini görmüş mataram yoktu

görünürde. Aklıma hemen Sidar geldi. Yola çıktığımızdan beri iyi arkadaş olmuştuk

onunla. Beni dinleyen ve anlayan bir tek o olmuş, sırdaşlığımı kazanmıştı. Çok düzgün

bir burnu, ipiri, hep hayret ediyormuş gibi bakan gözleri, uzun ve kambur gövdesi, ince

ama güçlü telli saçları vardı. Bir damla suyu kalsa sakınmayacağına inandırmıştı beni.

Sidar’a bakınırken, kervanın ne kadar dağıldığını gördüm, uçsuz bucaksız bu tanrı

meydanında, ufka kadar her yer kuma bulanmış şaşkın insancıklarla doluydu. Fırtına irili

ufaklı kumullar yaratmıştı, çöl çiçekleri gibi görünen, kumulların içinden çıkmış eller

görüyordum. Zihni karıncalanmamış, dirayetli olanlar çabuk çabuk ellerinden çekip o

zavallı gövdeleri dışarı çıkarma telaşındaydı.

Ayağa kalkmam kolay olmadı. Üstüme yığılmış kumulcuğun ağırlığını onu

üstümden atmaya çalışırken hissettim. Sağ bacağım dizime kadar gömülmüştü. Ben de

herkes gibi bir kumadamdım. Büyük birikintiler kolayca savuşturulsa da, toz zerreleri ne

www.altkitap.com 18

Page 21: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kadar silkelersen silkele çıkmıyordu. Kabuğumuzdu. Yüzler kaybolmuştu. Sarı-gri,

toprağın altından çıkmış ölülere benziyorduk. Ama gözaklarımız o parlak güneşin altında

bile gecenin ışıltılı gerdanlıkları gibi parlamaktaydı. İnsanları seçebilmenin tek yolu

olarak kalmıştı gözakları. Şekli, cismi farklı da olsa hep aynı korkmuş, yaralanmış,

küsmüş bakışlar içinde…

Ayağımın altından buz gibi kayan kumdan zeminin üstünde bin bir güçlükle

atmaya çalıştım adımlarımı. Gözlere bakıyordum tek tek. Kendine çekilmiş ruhlar

görüyordum o gözlerde, yapayalnız ve yabancıydılar. Kim olursa olsun, kervanın önünde

veya en arkasında yola dizilmiş olsun; kadını, erkeği bu kumdan başkalaşımı

hazmedememişti. Öksürüyorlar, aksırıyorlar, canavarca seslerle içlerine işlemiş kum

tanelerini çıkarmaya çalışıyorlardı. Silkeleniyorlar, eski derilerini, eski saçlarını

arıyorlardı. Su istiyorlardı. Oturdukları yerden, yattıkları yerden, kambur kambur,

dikilmeye çalışarak. Su… Fısıldarcasına, yavaş yavaş, zaten güneşin soğurduğu,

bedenlerinin dillerinin altından sunduğu damlacıkları tasarruflu bir biçimde harcayarak.

Pusudaydılar. Yüzükoyun, dilim dilim uzanmışlar, erken mahşerden korunmanın

tedirginliği içindeydiler. Günlerdir, kavruk canlarını sabırla sulayabilmiş bu insanlar

yalnızca yüzlerini değil bu yolculuğun başındaki vakur duruşlarını da, vaatlerle dolu

yoldaşlıklarını da yitirmişler, bir gölgeden bile silik ruhlara emanet kalmışlardı. Neredesin

Sidar?.. Seni arıyorum. Kambur bir fukarayım. Ben göremezsem seni, sen bul beni.

Senden başka kimseden bir şey isteyemem. Yalnızken, etrafımda şu çekirge sürüleri gibi

beni korkutan kumdan eşkıyaların avuçlarında, mahvolmuş türdeşlerimin arasında,

hafızamın derinliklerinden gelen bir sebepten nasıl da acizim.

Utanç içindeyim. Baktığım hiçbir yüzü tanıyamıyorum. Bundan değil, o yüzlere

daha önce bir anlam vermediğimden, bu yolun yabancısı olmamdan, onlara bir evveliyat

bırakmadığımdan zihnimde; uzun yol almış yalnızlığımdan, daralan nefesimden, sarkık

alt dudağımdan utanıyorum. Ağızlar açık, yamulmuş, çarpılmış hepsi; kahırdan inliyorlar.

Bu utançla, ancak şimdi tanımaya başladım hepsini, tozlu suretlerinden. Onların acıları,

kahırları gözlerimi keskinleştirdi. Uzak noktalara bakıyorum. Ama hala göremiyorum

seni.

Bir kumulun, yalandan bir tepeciğin eteğine bıraktım sırtımı. Dudaklarımın

kenarındaki tuzu yaladım. Öz suyumu harcadım istemeden. Onlar şimdi kavgada,

dövüşte. Tortuya dönüşmeye başlayan çamurlu suların uğruna, göğe yükselmiş

mataralara hücum ediyorlar. Kemik sesleri işittim, kırılan boyunlar, çıkan çeneler, kan

www.altkitap.com 19

Page 22: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kusan ağızlar gördüm. Korkum daha da arttı. Ama kendime döndüğümde her türlü

duygudan uzaklaştım. Tuzunu kaybetmiş, soğuk ve kuru bir terin tutsağı oldum.

Kenardaydım. Hem yaşamın hem onların kenarında. Nasıl berrak görünüyor her şey

buradan. Kenar çizgisinde yatan biri hariç… Zaten ben görmedim, o sokuldu, yüzünü

gösterdi bana. Önce bana inledi sanki. Kafamı çevirdim, mercan gibi gözlerini gördüm.

Bir çöl sürüngeni kadar soğuk. O da kumun içinde, sanki bok bulamacında. Benden

başkasını görmüyor gözleri. Sokuldum, çocuk gibi bencilce yaklaştım. Seçmeye çalıştım,

zorlanıyordum, sanki birden fazlaydı orada. Başını arkaya yaslayınca gördüm,

kucağında kupkuruydu, bizim gibi yarım canlı bile değildi. Yüzü, gözü, eti, damağı

dökülmüş gibiydi. Kupkuru bir ot demetiydi. Çölün dengesizliğine doğmuş talihsiz, zavallı

bir ot öbeği. Canım burnumdan çıkmak üzereydi, insanlığımsa çoktan terk etmiş olabilirdi

beni ama bir damla suyu soramadım onu öyle görünce. Oysa o, kaskatı kundağı

kucağından indirdi. Bembeyaz mintanının ensesinde düğümlü bağlarını çözdü. İkiye

ayrılan örtüyü sol omzundan indirdi. Esmer ve ipiri memesi çıktı ortaya, gözyaşı gibi

akıyordu o meme. Gözüyle, başıyla, nasıl yaptıysa çağırdı, hiçbir anlam aramadım.

Kana kana emmeye başladım. Tadı yoktu, başka duyulardan gelen bir ekşiliği vardı.

Karnına kadar, ne verdiyse bana, soğurdum. Bir türlü doymadım. Kökünden sıktım, o ılık

meyvayı esirgemedi benden. Zaman durdu. Talihim ve mideme akan şükran duygusu

beni gülümsetmişti. Gözlerine bakamıyorum, göğsünü sıktıkça sıkıyorum. Tükenmiyor,

akıyor ağzıma. Bir doygunluk geldi, süt kardeşime acıdım. Korktum. Mintanı çektim

omuzlarına. Özlemle bakıyordu bana. Yüzümü elliyordu. Avucunu öptüm. Mahcubiyetle

ellerine kapandım. Bir gramlık güç bindi adalelerime, zihnim ağır ağır doğruldu, yine sen

geldin aklıma. Sana bakındım. Gücüm yitiverdi. Gözlerim kapanıyordu. Ilık, eski bir uyku,

şu ölüm güneşinin gölgesi gibi iniyordu gözlerime. Kendimi koyuvermeden, sütkardeşime

baktım en son, onun kurumuş kaderine.

Gözlerimi yeni bir mucize açtı sonra. Hala yaşıyordum. O ise beyaz mintanını

kefen gibi sarınmış, çatlayarak ölmüştü. Kucağı boştu. Demek ki, ruhu da yanmadan,

son bir gayretle, yanında bir yere gömmüştü onu. Geceleyin unutulmuş bir pencere gibi

açık kalmış gözlerini bir veda dokunuşuyla örttüm.

Esrarengiz bir yel, kendi gibi bir serinliği taşıyordu yöremize. Güneş biraz

uzaklaşmıştı.

Her yanım susuzluktan çatlamış kayıpların acısıyla doluydu. Onları artık

ölümleriyle tanımak mümkündü ancak. Kalktım, dolandım aralarında. Ne susuzluk ne de

www.altkitap.com 20

Page 23: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

açlık hissediyordum. Uzakta, ufka yakın bir yerde kavmimin ayakta kalmış üyeleri ağır

ağır yürüyorlardı. İçim kıpırdadı. Aralarında olmak istedim. Onlara ölmeden yetişmek için

koşmam gerekiyordu ama kuruluğum genzimde hatırlattı kendini. Yine de yürüdüm. Bizi

ayıran felaket gibi, bir başka felaket bizi kavuşturabilirdi. Ummak bile bir işe yarayabilirdi.

Ama birkaç adım sonra, o cehennemin az ötesinde dolanıverdin ayağıma. Bir heykel gibi

yatıyordun. Kusursuz burnunu ve yüzünü, dağ gibi gövdeni koruyamamıştın anlaşılan,

yanmıştın, şimdi de çürümeyi bekliyordun. Açık ağzından düzgün dişlerini ilk defa o an

görüyordum. Gözüm karardı, dizlerim çözüldü. Sidar, dedim yüzüne eğilip, sen yoksan

ben de yokum. Bak uzayıp gitmişler, var gücümle koşmaya başlasam kim bilir nerede

buluşuruz onlarla. O an kim bilir, ben kim olurum, onlar kim… Oysa burası bir bahçe

gibiydi bana, keşke hep kalsaydık burada. Sen yokken, senin bilinmezliğin bile yokken,

çok zor şimdi, istemem.

Güneş eğildikçe eğiliyordu. Sidar’ın başucunda, yaklaşan geceyi bekledim. Gelen

serinlikte, ömrüm biraz daha, bir gecelik ve bir sabahlık daha uzayacaktı belki. Sonu

görüyordum ve istiyordum. O an ellerimi havaya kaldırdım, o ellerden kendime bir tanrı,

kurtlanan zihnimden bir mabet yarattım. Ve ilk duamı sundum ona. Tanrım, dedim,

yandık, kuruduk… Sen süt kardeşimin, süt annemin ve Sidar’ın ruhlarını ferah tut…

Yoluna giden kavmimi, kabusumu yolundan döndürme, benden uzak tut…

www.altkitap.com 21

Page 24: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Aysun Sezer Ayvalık’ta doğdu. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümünden mezun oldu. Çeşitli yarışmalarda ödül kazanan öyküleri var. Öyküleri; Kül Öykü Gazetesi, Karşın Öykü ve Şiir, Notos

ykü, Özgür Edebiyat, Lacivert, Patika ve Sincan stasyonu gibi dergilerinde yayımlandı. Öİ 

ÇİZGİ

Puslu kasım akşamüzerinde elektrikler erkenden yanıyor. Yağmur yağıyor.

Akşam trafiği caddeyi birbirine katmış. Uçlarından çıkmış kırmızı ojemin kalanını dişimle

kazıyorum. Cama burnumu yapıştırınca dışarının ıslaklığı odama doluyor. Savruk

cümleler yazdığım defterime, gelişigüzel desenler düşüyor. Sıkılıp çeviriyorum sayfayı.

Karşı köşedeki kirli, gri bina ak kâğıdın ortasına gelip oturuyor. Dairelerinin ışıkları

yanıyor birer birer. Üçüncü kattaki doktorun muayenehanesinden, bitişiğindeki gelinlik

diken modaevine bir çizgi çekiyorum. Astigmatım düz çizmemi engelliyor, aldırmıyorum.

Kalemin gidişine boyun eğmemle çizgim alıp başını gidiyor.

Perdeleri hep örtük, ışık bile yol bulamıyor kalın storlardan. Odalar; urların,

istenmeyen gebeliklerin, soğuk metal aletlerin, loş ışıkların, duvara sıçrayan kan

lekelerinin sessizliğini biriktiriyor. Mahrem kokular, anlayışlı hemşirenin, işi hep acele

doktorun fısıltıları paravanların ardına gizleniyor; deri koltuklara, yataklara siniyor.

Aradaki duvar kalın ama yine de sıkıntıyı emiyor ve arkasına sızdırıyor. Nesneler,

dedikoducu insanlar gibi birbirlerine sızdırdıkları ile yaşıyorlar. Sıkıntı, duvarın öte

yanında gelinlik provası için bekleyen kızın yüzünde, ne yapsa kapatılamayan bir

sivilceye dönüşüyor.

Seçenekleri kısıtlı yaşamını evirip çeviriyor muayenehanedeki kadın. Kafası

karışıyor; kafa karışıklığını, gideceği yerleri sevmiyor. Günlük şeyler düşünüyor, hafta

sonu yıkanacak perdeleri çekiveriyor gözlerinin önüne. Pişirilecek yemekler, çocukların

ödevleri, ojesine uygun yeni bir ruj alma gerekliliği; kakaolu, elmalı kek tarifleri düşüyor

aklına. Genç kızlığından bu yana kullandığı çırpma teli ile gelişigüzel karıştırıyor

kakaoyu. Sonra birbirinin aynısı dilimlere bölüyor yaşantısını. İyi geliyor bu düşünceler

doktoru beklerken. Sonunda kapı açılıyor, aceleci bir hareketlilik düşüyor çizginin sere

serpe dolaştığı loş odaya. Bacaklarının arasını koca bir ampul aydınlatıyor şimdi.

www.altkitap.com 22

Page 25: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Muayene odasında duvara sıçrayan kan, içinin bilmem kaçıncı kazınmasından. Doktorla

göz göze gelmeyecek hiç. Yolda görse tanımaz adam onu. İyi ki de öyle.

Doktorun muayene odasının duvarına sıçrayan bir parça kan, gelinlik provası

yaptırırken tırnaklarını yiyen kızın parmağından saten kumaşa bulaşıyor. Kaygan, ak

kumaşta bir leke beliriyor. Atkuyruklu kız, terzi kadının otoriter bakışında dönüp duran

çizgiyi çekip alıyor. Çizgi şaşırıyor, kendisini değiştirecek o da belli ki. Terzi, toplu

iğneleri dudaklarının arasına sıkıştırıp kızın çevresinde dönerken gelinliğin etekleri

arasında yolunu yitiriyor çizgi. Kız, giyinip soyunuyor onca. Aynadan yansıyan, âni bir

kararla geçmişinin önüne çekiverdiği düşey çizginin arkasında kalan görüntüsü. Aynalar,

bölüp çoğaltıyor düşey çizgiyi; keskin kenarlara dönüştürüyor. Yüksek arkalıklı kadife

koltuksa otoriter duruşuyla yok saydıklarına denk düşüyor.

Duvarın öte yanındaki kırmızı ojeli kadın, hep çok meşgul olan doktoru

bekletmemek için çabucak ayağa kalkıyor. Sürekli gülümseyen sekreter- hemşire arası

kıza çantasındaki paranın tamamını bırakıp ser verip sır vermez kapıyı çekiyor ardından,

merdivenlere yöneliyor.

Atkuyruklu kız, terzinin önerdiği marka saten iç çamaşırını dükkânlar

kapanmadan bulabilmek için koşarcasına çıkıyor.

Sol ayağını sürüyerek yukarı çıkan kapıcı, merdivenlerde karşılaştığı çizgiyi

yanına alarak çöp toplamaya başlıyor. İki elinde birer torba. Birine doktorun çöplerini

koyup ağzını kapatıyor sıkıca. Diğerine modaevinin çöpünden ayıkladığı, kızının

hayallerini dolduruyor. Birini caddenin kenarındaki yığına katıyor. Diğer torbayı; içinde

saten kumaş parçaları, dantel kırpıntıları, kırık parlak taşlar, payetler, simler, boncuklar

olanını eve getiriyor. Küçük kızı, kardeşini gelin bebek yapacak. Babasının ayak seslerini

duyunca tırnaklarına sürdüğü kırmızı ojeyi eteğine siliyor aceleyle. Torbadan önce,

ayaklarının dibine dek gelen çizgiye bakıyor. Aklına geleni yapıyor, dantel kırpıntılarını

birbirine eklemek için bir çırpıda iğneye geçiriyor ne yapacağını bilemeyen çizgiyi.

www.altkitap.com 23

Page 26: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Cüneyt Bellican 1977'de İstanbul'da doğdu. Avukatlık yapıyor ve Fikri Mülkiyet Hukuku konusunda çalışıyor.

SAHNE

Masa. Dört kişilik aile. Anne ve baba, tiyatro oyuncusu. Çocuklarını, önlerindeki

yemeklerini bitirmek için zorluyorlar. Herkes rolünün hakkını veriyor. Anne, yer yer

çocukla çocuk oluyor, yerlerse... Çocuklar, yetişkinlerin yetişemeyeceği bir inadın hızıyla

mızmızlık içinde.

Oyun provalarına çocukları da katılıyor seyirci olarak. Okuldan çıktıktan sonra

tiyatronun yolunu tutuyorlar. Kısa yolculukları boyunca Ç1 çok konuşuyor. Ç2 ise çok

susuyor. Bazen roller değişiyor. O zaman Ç1 “Yeter artık sus!” diye bağırana kadar Ç2

hiç durmadan konuşuyor. Ç1’in en uyuz olduğu şey, Ç2’nin dış ses olmayı sevmesi.

Başlarına gelecekler hakkında saçma sapan tahminlerde bulunuyor. Sokakta gördüğü

insanlar hakkında hikâyeler uyduruyor.

Önce anne ve babalarına sonra yönetmen amcaya defalarca oyunda oynamak

istediklerini söylüyorlar. En son girişimlerinde pek yakında başka bir oyunda yanıtını

almışlar. Bu sözü çok sevmişler. Her fırsatta bu sözü kullanıyorlar. Marketten bir şey

aşırdıklarında, okulda bir kavgaya karıştıklarında, insanları gözlemlediklerinde… Pek

yakında başka bir oyunda.

Araya istenmeyen olaylar giriyor. Hamile kadını oynayan annenin üzerine sahne

dekoru düşüyor. Yıkılan sadece dekor değil, adam da. Ç1, Ç2’nin üzerine yıkılıyor. Ç2,

kalkar gibi oluyor. Biraz yürüyor, ancak gerçeği kaldıramıyor; Ç1’in üzerine düşüyor.

Masa. Üç kişilik aile. Uzun bir sahne. Ağırdan ve derinden. Baba, eşiyle birlikte

sessizliği oynuyor. Sadece sessizlik değil oynadığı, kabalık da. Eşine uçmak istiyor.

Oysa hâlâ masanın başında oturuyor. Çocuklar da her iki yanda, birbirleriyle karşılıklı.

Onlar da kanatlanmak istiyor, baba gövde. Uçamıyorlar ya da uçuyorlar ama yeterince

uzağa değil. Üçü de önlerindeki çorba kâsesine çakılıyor. Kaşıklarını çorbaya bir daldırıp

bir çıkarmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Baba, kaşığın içindeki çorbayı içiyor, çocuklar

www.altkitap.com 24

Page 27: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ise ağızlarına kadar götürüyorlar ve tekrar kasenin içine boşaltıyorlar. Baba, “Oyun yeri

değil burası, hadi yiyin!” diyor. Çocuklar birer kaşıktan sonra tekrar aynı oyunu

sahneliyorlar. Baba, ağır kalkan eliyle içlerinden birinin kafasını hafifçe okşuyor, biraz da

öne doğru itiyor. Çocuk, babasının şefkat süsü vermek istediği başarısız baskı girişiminin

sahneye konuluşunu hiç beğenmiyor. Çorba kâsesinin önündeki tabaktan bir domates

alıyor çatalıyla. Babasına boş boş bakıyor. Boş boş bakma numarası yapıyor aslında. Bu

numaranın altındaki öfkeyi örtmek için tebessüme başvuruyor. Sonra çorbasını

kaşıklıyor ama elini yavaşlatıyor. Baba, diğer çocuğa bakıyor gibi yapıyor ama tek

beklediği çorba dolusu kaşığın ağza gidip gitmeyeceği. Çocuk, kaşığın içindeki çorbayı

ağzına bırakıyor. Şapırdata şapırdata çorbayı midesine gönderiyor. Diğer çocuk bu

durumdan yararlanıp, çorba dolu kaşığını ağzına götürmek yerine kâsedeki çorbayla

birleştirmek istediği anda babaya yakalanıyor. Baba, bu çocuğun diğer çocuktan rol

çaldığına bakmaksızın masadan kalkıyor ve çocuğun dibinde belirmesiyle birlikte iki elini

kullanarak çocuğun kafasını kâsenin içine sokuyor.

Çocuklar, yemekle değil, masadaki mizansenle besleniyorlar. Korku hâkim.

Sessiz duran ve artık dengesiz ruh haliyle sahnelerden uzaklaşan, uzaklaştırılan baba.

Patlama nöbetleri tutuyor. Babalarının masadan aniden kalkıp, ben yürüyeceğim dediği

ve saatlerce sahnede olmadığı durumlara alışmışlar artık. Masanın üzerine çıkıp,

masada oyunlar sahneliyorlar. Görünürde kimse izlemese de en azından en sadık

seyirciye oynadıklarını biliyorlar.

Baba bir keresinde çocukları masanın üzerinde, teatral bir şekilde birbirlerine

hitap etmeye çalışırken yakalıyor ve pataklıyor. Yakalanmaları artıyor. Babalarının “Ben

yürüyeceğim,” diyerek aralarından ayrıldığı saatlerin hiç bitmemesini istiyorlar. Hayal

kuruyorlar bunun için. Çabuk bitiyor çoğunlukla. Oynayacakları oyunu prova etmeyi de

ihmal etmiyorlar. “Bir Yastıkta Kocamak olsun oyunun ismi,” diyor Ç2. Oynayalım mı

oynamayalım mı tartışmasını günlerce yapıyorlar. Sonunda en azından kendileri için

oynamaları gerektiğine inanıyorlar.

Yatakta oyun saatini bekliyorlar. Saate tam da karar vermiş değiller. Ç1,

“Tamam,” diyor. Ç2, “Biraz daha bekleyelim,” diye itiraz ediyor. “Oynamış kabul edelim,

uyuyalım,” diyor ve ekliyor: “Pek yakında başka bir oyunda.” Ç1, “Ya şimdi ya da hiçbir

zaman,” diyerek ayağa fırlıyor. Ç2, onu takip etmeyi mecbur hissediyor. Sessizlik içinde

birinci perde başlıyor. Ayaklarının uçlarında hareket ederek en can alıcı sahnenin

oynanacağı odaya giriyorlar. Ayaklarını yere o kadar özenli değdiriyorlar ki parkelerden

www.altkitap.com 25

Page 28: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

hiçbir gıcırtı gelmiyor. Provaların yararını görüyorlar. Yastığı iyice bastırıyorlar. Biraz

terliyorlar. İkinci perdenin hazırlıkları başlıyor. Epeyce bir yoruluyorlar. Ç2, “İkinci

perdeden korkuyorum,” diyor. Ç1, “Korkunç olanı ilkiydi, ikincisi rahat, hadi çabuk

oynayalım,” diyerek Ç2’yi ikna ediyor. Yemek odasının dört kişilik aileye yıllarca sahne

olmuş masasının üzerinde ikinci perdeyi açıyorlar.

Ç1: Sana demiştim, sahne işleri kolay değildir, çok ağırdır.

Ç2: Şikayet etmiyorum, yeni ifade biçimleri arayalım diyorum.

Ç1: Söyle bakalım, masanın altındaki adamı en son ne zaman gördün?

Ç2: Birlikteydik, hatırlamıyor musunuz müfettiş? Buradaydım, sizinleydim, bir

oyun sahneliyorduk. Hatırlamıyor musunuz?

Ç1: Burada soruları sadece ben sorarım. Kendime de sorarım. Hatırlamıyor

muyum? Hatırlıyorum. Sadece emin olmak istedim. Bizim alanda emin olmak çok

önemlidir çocuğum.

Ç2: Anlıyorum, efendim.

Ç1: Peki, bu yastığı bulmuşlar adamın üzerinde. Senin bu yastık üzerinde

tonlarca rüya gördüğün söyleniyor, yani yastık sana aitmiş.

Ç2: Yalan efendim.

Ç1: İyi öyleyse, yalan söyleyecek birine benzemiyorsun sen. İyi geceler.

Ç2: İyi geceler efendim.

İkisi de seyirciyi selamlayarak sahneden inerler.

Ç1, çıkartıldığı mahkemede hâkimin sorularını yanıtlar. “Büyük Oyun Bahçesi”

adını verdiği bir yere konulur. En çok sevindiği şey, Ç2’nin de yanında olmasıdır. Ç2’ye

devamlı bir şekilde kendisini onun için feda ettiğini, her şeyi kendisinin üstlendiğini

söyler. Birlikte bu bahçede güzel vakit geçirirler. Bu uyumlu ikilinin arası Ç1’in “Bir

Yastıkta Kocamak” isimli oyunu hastabakıcı kadın için tekrar sahnelemek istemesi

üzerine bozulur. Ç2, bu oyunu bir daha asla oynamak istemediğini söyler. Giderek daha

az karşılaşırlar. Onunla geçirdiği vakitler defterinde daha az yer tutar.

Burada oyun yazmak ve oynamak için çok zamanım oluyor. Bazen Ç2’ye

okutmak istiyorum ama ona ulaşmak çok zor oluyor . Bir kadına da okutuyorum. Adı

Seren Hanım. Benden epey bir büyük. Ona bazen Siren Hanım diyorum. Gülüyorum. O

www.altkitap.com 26

Page 29: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

da gülümsüyor, öylece tavlayacağımı sanıyorum. Benimle konuşmayı çok seviyor.

Bense onu daha çok seviyorum. Neden hep konuşuyorsunuz, diye sordum. Bir dakika

susar mısınız, dedim. Çok ısrar ettim. Bir kereliğine kabul etti ve bir dakika boyunca ona

baktım. Gözlerini benden hiç ayırmadı. Ben de gözlerine baktım. Biraz da kulaklarına,

biraz da yanaklarına, son saniyelerde dayanamayıp biraz da bacaklarına… Sanırım işe

yaramayacak, kocası varmış. Yine de umut doluyum. Yazdıklarımı fena bulmadı. Bir

arkadaşı varmış. Yazarmış. İsmini daha önce duymamıştım. Ç2 de duymamış. “Çocuklar

ve Suç Öyküleri” diye bir çalışma yapıyormuş. Yazdıklarımı ona okutmuş. O da

düzeltmeler, eklemeler yapmış. Öyle olursa daha iyi olabilirmiş. Yine de son karar

benimmiş. Şimdi sizinle paylaştıklarım onun da katkılarını içeriyor. Böyle sunayım dedim.

İsmimi saklamayı tercih ettim. Gazetelerdeki haberlere baktım da gözlerimi

bantlamışlardı. Ben de şimdi ismimi bantlıyorum.

Son bir şey daha eklemek istiyorum. Seren Hanımı çorba içmeye davet ettim.

Kabul etti. Ancak, yine görevi gereği sorular sordu. Bazı notlar aldı. Yazar arkadaşını da

çağırdım ama gelmedi. Yine de güzel bir andı. Masa. Görüşme odasındaki biraz eskimiş

bir masa. Yalnızca iki kişilik bir tablo. Seren çorbaya kaşığını götürdüğünde ben de

çorbaya aynı anda kaşığımı soktum. Çok güzeldi onunla çorba içmek. Kendimi

bulmuştum. Ç2 de masaya gelmek istedi. Katılmasını istemedim. Israr etti. Kabul

etmedim. Masa. Seren. Ben. Masa. İki kişilik aile.

Ç1 ve doğmamış kardeşi Ç2 .

www.altkitap.com 27

Page 30: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Emine Yılmaz 1972 yılında Bulgaristan’da doğdu. 1978 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti. İçel Mersin Anadolu Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da yaşıyor ve bilişim alanında çalışıyor. İçindeki edebiyat tutkusunu çeşitli edebiyat atölyelerine katılarak yaşatmaya ve yeşertmeye çalışıyor. Özellikle bilimkurgu ve fantastik kurgu türleri ilgi alanları arasında.

YEDİ KAPILI ŞEHİR

“Çıplak ve başı önde, girdi Inanna taht odasına” Inanna/Iştar’ın yeraltına inişi

M.Ö. 1750 Mezopotamya kil tabletleri

Bir içki alır mısınız başlamadan? Uzun bir hikâyedir…

Aslında tek bir hikâye de değildir. Bin yıllardır dilden dile, kulaktan kulağa,

diyardan diyara dolaşıp duran yüzlerce farklı şekli vardır. Artık eski hikâyeler eskisi kadar

rağbet görmese de sizin kulağınıza da ulaşmıştır elbet biri… Yarım yamalak, bölük

pörçük de olsa duymuşsunuzdur yedi kapılı şehrin hikâyelerinden birini.

Kimisi bunun tek bir şehir olmadığına, birçok ülkede böyle benzer şehirler

olduğuna inanır. Kimisi de hepten büyülü bir yer olduğuna, tek bir yerde durmadığına,

her yerde olduğuna ya da hiçbir yerde... Bizim yürüdüğümüz yeryüzünde değil de

gökyüzünde… Ya da yeraltında bir şehir olduğuna...

Derler ki bazı insanlar bu şehri bulabilmek için tüm ömürleri boyunca diyar diyar

dolanır dururmuş. Bazısı hiç bulamaz, bazısı da kapılarına kadar varıp, yedi kapısından

birinden yılıp dönermiş. Kimisi o ardı ardına dizilmiş kapıların her birinde heyula gibi

muhafızlar olduğunu, geçmeye çalışan herkesi kılı kırk yaran sorgulardan, çözülmesi

imkânsız sınavlardan ya da dayanılmaz işkencelerden geçirdiğine inanır. Bazıları içinse

o meşhur kapıların sorgusuz sualsiz açılıverdiği rivayet edilir. Kişi hazırsa eğer eşikten

geçtiğini bile anlamadan içeri giriverdiği… Ama kapıların koşulu değildir değişen derler.

Eşikte durandır, kapıyı çalanın kendisidir…

Ama şehrin kendisine dair pek bir şey anlatılmaz hiçbir hikâyede. Ne

hükümdarlarına ne de haklına dair hiçbir yerde elle tutulur bir bilgi bulunmaz. Bazısı

www.altkitap.com 28

Page 31: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

abıhayat akan derelerden, kokusu insanın aklını başından alan gül bahçelerinden

bahseder. Bazısı da buranın artık adı unutulmuş ulu bir hükümdarın kalesi olduğuna

inanır. Onu kuran insanların adı, gizemli ilimleri unutulup gitmiş de olsa, onların,

görkeminden bir şey yitirmemiş heybetli bir şehri olduğu söylenir. Eh, hikâyeler sonsuz

olunca, bu şehrin nerede olduğuna dair rivayetler de sonsuzdur. En eski hikâyelerden

bazılarında denir ki burada, Babil yakınlarında bir yerdeymiş.

Dedim ya, bu hikâyenin bir şeklini ya da bir parçasını duymayan yoktur. Hele ki

siz, Mezopotamya üzerine araştırmalar yapıyorsanız, kesin duymuşsunuzdur. Ama ben

size bir arkeologdan duyduğum çok eski bir şeklini anlatacağım… İri sürmeli gözleri, o

araştırdığı tanrıçalar kadar buğulu bakan Bağdatlı, güzel bir arkeologdan dinlediğim

masalı...

Ben savaş başladıktan birkaç yıl sonra gelmiştim Bağdat’a. Amerikalı “yarı”

siviller olarak çalışabileceğimiz koşullar oluşur oluşmaz… Başlangıçta bir yıl için

gelmiştim. Görevimi sormayın. Gerçi artık bir önemi kalmadı ama onun bu öyküyle ilgisi

de yok. Diğer meslektaşlarımın politika alanında yaptığını ben sosyal alanda yapmaya

çalışıyordum. Aslında her şeyi Irak’lılar kendileri yapıyordu. Biz sadece onlara yol

gösteren birer danışman, kendi ayakları üzerinde durmalarında yardım eden küçük

desteklerdik. Görünürdeki unvanım Kültür Bakanlığı Danışmanı gibi basit bir

danışmanlıktı. Ama yetkilerim sınırsızdı. Hiçbir sivil ya da sosyal kuruluş benim haberim

olmadan hareket edemezdi. Birçok örgütlenmeyi de yeni oluşturuyorduk. Gerçi bu

karmaşanın ortasında, uzun vadede ayakta kalacakları şüpheliydi ya… Her neyse…

Onunla da Irak’ın kültürel varlıklarını tespit etmek ve korumak için oluşturduğumuz

komisyonlardan birinde tanışmıştık. Genç ve işine âşık bir arkeologdu.

“Bu halk arasında hâlâ anlatıla gelen bir masal” demişti. “Bizim kil tabletlerde

bulduğumuz yazıtlarla gösterdiği paralellik şaşırtıcı…” Onu suçlayamazdım… Bağdat

müzesi talan edilmişti, o üzerinde çalıştığı tabletlerin çoğu kayıptı. Kazı yaptığı arkeolojik

alan yanlışlıkla bombalanmıştı. Bir sonraki bombanın nerede patlayacağını ise kimse

kestiremiyordu… Korkunç günlerdi… Ama buna hiç girmeyelim... Bu koşullarda belli ki

masallara sığınmakta bulmuştu çareyi. Belki bu komisyondaki görevi onun da yeniden

hayata tutunmasına yardımcı olacaktı. “Eski masallarla ilgilenmiyorum ben…” demiştim

kendi hesabıma “…yapılması gereken daha önemli işler varken…” O ise ısrarla

anlatmıştı. “Masallar eskimez…” demişti “…sadece masalın kahramanları değişir ve

masalcısı…” Masala değil ama siyah gözlerinin buğusuna çoktan kaptırmıştım kendimi.

www.altkitap.com 29

Page 32: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Askerleri ve aslanları ile yedi kapılı şehrin surlarına dayanan azametli kraliçenin

hikâyesini anlatmıştı bana:

Birçokları gibi bu azametli kraliçe, bu güzel ve güçlü melike de yedi kapılı şehrin

cazibesine kapılıp uzak sarayından kalkıp gelmiş. Yedi diyar, dört yöndeki tüm ülkeleri

fethetmiş bu ulu melike, bu gizemli şehri de alarak zaferlerini taçlandırmak istemiş.

Kalabalık ordusu, güçlü askerleri, iri aslanların ve fillerin çektiği savaş arabalarıyla

dayanmış şehrin surlarına. Ama karşısında askerlerinin keskin kılıçlarının ya da

aslanlarının iri pençelerinin savaşacağı bir ordu bulamamış. Mancınıkları ise şehrin o

devasa surlarını boşuna dövmüş durmuş bir müddet... Ne surlarda bir gedik açabilmiş,

ne de tek bir kimse başını uzatıp bakmış şehirden dışarı… Çok geçmeden görmüş, bu

şehrin göğe yükselen yekpare surları karşısında savaşmanın hiçbir işe yaramadığını.

İşte o zaman bir işaretiyle orduları önünde diz çöktüren, bir bakışıyla nice yiğitlerin

yüreğini titreten, o heybetli, o dünyalar güzeli melike, şehrin şaibeli kapılarını

denemekten başka çaresi olmadığını anlamış.

Çok söylenti varmış o kapılar hakkında ama en güvendiği vezirleri bile doğru

dürüst bir bilgi edinememiş. Kimisi şehre girebilmek için iç içe üç kapıdan geçmek

gerektiğinden bahsediyormuş, kimi yedi, kimi on iki… Kimisi o kapıları bekleyen

muhafızların dev birer ejderha olduğunu söylüyormuş, kimi güçlü birer büyücü… Herkes

o kapılarda verilmesi gereken çeşitli bedellerden, insan aklının sınırlarını zorlayan

sorguların güçlüğünden bahsetmiş durmuş ama kimse bunların ne olduğuna dair doğru

dürüst bir şey söyleyememiş. Çünkü bu kapılardan geçebilenlerin sayısı pek azmış...

Geçip de geri dönenlerin sayısı ise bugüne kadar bir elin parmaklarını geçmemiş…

Onların da şehre dair hatırladıkları hiçbir şey yokmuş. Öyle olunca şehre girip

girmedikleri bile meçhulmüş.

Ne askerleri ne vezirleri vazgeçirebilmiş kraliçeyi. Aklına koyduğunu yaparmış.

Yedi diyarın yetmiş şehrini fethetmiş bir melike, küçük bir şehrin karşısında pes etmez

demiş. Etmemiş de. Zorla giremiyorsam, bedelini ödeyip girerim demiş. Benim gibi bir

hükümdarın ödeyemeyeceği bir bedel olmasa gerek… İşte böylece bir sabah güneş

ağarırken şehrin kapılarına varmış kraliçe. Aslanlarını, askerlerini, vezirlerini arkasında

bırakıp yedi kapılı şehrin kapısını tek başına çalmış.

Uzun süre beklemiş kapıda. Neden sonra güneş epey yükseldiğinde kapının

üstündeki küçük gözcü penceresinden yaşlı bir muhafız görünmüş. “Ey muhafız, ben

yedi diyarın yenilmez fatihi, dört bir yönün tek hükümdarıyım” demiş melike. “Şehrinizi

www.altkitap.com 30

Page 33: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

görmeye geldim. Kapılarınız bu misafire açılır mı?” diye sormuş. “Ben sadece bu

kapıdan mesulüm, onu da ben açıp kapamam” demiş muhafız. Melikenin başındaki

güneyin incileri, kuzeyin yakutları, doğunun lapisleri ve batının elmasları ile süslü tacı

göstererek. “Onu açacak anahtar sizin tacınızdır “ demiş. “Ama bilesiniz ki bu kapıdan

öteye hiç bir hükümranlık nişanı geçemez…” Melike bunun üzerine ne demiş, ne

düşünmüş, ne kadar düşünmüş anlatılmaz masalda... Ama sonunda tacını çıkarıp

kapının önüne bırakmış. Ve kapının o kocaman kanatları ağır ağır, gıcırdayarak açılmış

önünde...

Bir süre yürüdükten sonra ikinci bir kapıya gelmiş. Bu kapıdan geçebilmek için

yüzüğünü çıkarmak zorunda kalmış. Altından ve lapistenmiş yüzüğü. Öyle sıradan bir

yüzük değilmiş. Büyülü olduğu bile söylenir. Cümle hayvanata, fillerine, aslanlarına hatta

askerlerine bu yüzük sayesinde hükmedermiş melike.

Üçüncü kapıda ise paha biçilmez gerdanlığından vazgeçmek zorunda kalmış.

Derler ki öyle göz alıcı bir güzelliği varmış ki gerdanlığın… O ince işli gümüşler,

mercanlar, inciler... Takanın yüzüne yansırmış ihtişamı. Kraliçenin de o muhteşem

güzelliğini bu gerdanlığa borçlu olduğu söylenirmiş.

Dördüncü kapıda kaftanını bıraktığı söylenir. Beşincide ayakkabılarını, altıncıda

ise kalan takılarını…

Ve yedinci kapıda soyunduğu tüm giysilerinden...

Ve işte böyle geçmiş yedinci kapıdan melike… Çıplak ve başı önde girmiş yedi

kapılı şehre...

Pardon, bir bira daha verir misiniz? Dilim kurudu da… Ah, siz mi

ısmarlıyorsunuz? Çok naziksiniz… Söylemiş miydim size, Bağdat’ın en iyi fıçı birası

buradadır…

Ne diyordum?.. İşte böyle geçmiş melike o yedi kapıdan. Özellikle bu bölümün

tabletlerde yazanlarla birebir örtüştüğünü söylemişti. Ama tabletlerin hemen hepsi

çalınmıştı… Ne talihsizlik! Aramızda kalsın, bir süre önce bu tabletlerden bir kaçının

güneyde bir antikacının eline geçtiği geldi kulağıma. Ama fısıltı gazetesine çok

güvenilmez, bazen sırf müşterileri yoklamak için yayılır böyle söylentiler…

Neyse… Ne mi bulmuş melike bu yedi kapının ardındaki şehirde? Benim güzel

melikem bana bunu söylememişti. Ben de sormamıştım. Dedim ya, o zaman ilgim

www.altkitap.com 31

Page 34: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

masaldan çok masalcımın üzerindeydi. Ne şehir, ne yedi kapısı umurumda değildi.

Benim ilgilendiğim onun kırmızı ipek bluzunun yedi küçük düğmesiydi...

“Bu şehirde ne olduğu hiçbir masalda anlatılmaz” demişti o. Yine de herkes

buranın eşsiz güzellikte bir yer olduğunda ve insanların burada alabildiğine mutlu

olduğunda hemfikirmiş. Aşkın diyarıdır demişler bu şehir için. Mademki insanı neyi var

neyi yoksa bırakmaya zorlarmış o kapılar, o zaman bu bedelin karşılığı eşsiz bir mutluluk

olmalıymış… Kimi karamsarlar ise ölümün ülkesi demiş buraya… “Ama ben aşka

inanmayı yeğlerim…”

Öyle demişti… Yumuşacık, tatlı sesiyle… O gizemli kokusu iyice aklımı

başımdan almaya başlamıştı. Onun da bana karşı boş olmadığına eminim. Şikâyet

ettiğimi sanmayın ama kendimi bildim bileli kadınların ilgisi eksik olmamıştır üzerimden

zaten. Ama burada bu işler Amerika’daki gibi yürümüyor. Anlarsınız… Erkek kardeşleri

bu şehrin muhafızlarından bile daha zorlu birer korumaydı… Amerikalı bir danışman

olarak onlar için bir işgalciden başka bir şey değildim. Sanırım o bile bir yağmacı

olmamdan şüpheleniyordu. Kendi meslektaşlarım içinse gönlünü Bağdatlı bir kadına

kaptırmış biri, potansiyel bir haindi… Sinirlerin gittikçe bozulmaya başladığı zamanlardı.

Önü alınamayan o paranoyanın en üst noktaya çıktığı, asker, sivil, Amerikalı, Iraklı

herkesin birbirine şüpheyle baktığı zamanlar... Herkesin birbirini ajanlıkla, ikili oynamakla

suçladığı… Ve genellikle de hepsinin haklı olduğu… Neden anlatıyorum ki bunları…

Sanki durum simdi farklı da... Ne zaman olduğunu tam hatırlamıyorum… Sanırım

geldikten iki yıl kadar sonraydı. Şimdi bakıyorum da o ortamda iki yıl bile büyük

başarıymış. Daha Amerika’nın geri çekilme planları konuşulmaya başlamamıştı o

zamanlar. Sahi, son durum nedir o konuda? Kongrede işlerin pek de iyi gitmediğini

duydum… Bana kalırsa… Neyse… Benim fikrimin artık pek bir önemi yok… Hoş,

herhangi bir fikrin bu bataklıkta bir işe yarayacağından şüpheliyim ya… Bana gelince,

öyle birden bire olmadı. Önce yetkilerim yavaş yavaş azaltıldı. Kimse bunun Iraklı bir

kadına olan aşkımdan dolayı olduğunu söylemedi elbet. Yerel makamlar üzerinde

yeterince etkin olamadığım ya da alkol sorunum olduğu filan gibi şeyler öne sürüldü.

Sanki kendileri bu cehennemin ortasında içmeden bir gün geçirebilirlermiş gibi…

Adamlarımdan birinin çift taraflı çalıştığının ortaya çıkması da cabasıydı. Sonra sahaya

alındım… Bir süre sonra da tamamen ilişkim kesilmişti. Pek de umursamamıştım bunu o

zaman. Benim gibi bir adam için böyle bir ülkede, o koşullarda yakalanacak bir sürü

başka fırsat vardı. Aslına bakarsanız, bunun güzel melikemin ve ailesinin gözünde beni

www.altkitap.com 32

Page 35: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

temize çıkaracak bir fırsat olduğunu düşünüp sevinmiştim bile. O delici bakışlarındaki

şüpheyi silebileceğine… Bir ara Lübnan’a dönmeyi düşündüm... Buraya gelmeden önce

uzun süre orada çalışmıştım. Sağlam bağlantılarım vardı orda.

Sonra mı? Sonrası çok karışık… Uzatıp canınızı sıkmak istemem. Hâlâ

buradayım işte… Onu da geçen gün gördüm yine. Konuşmadım... Yanında bir adam

vardı. Zaten hiç peşini bırakmadılar ki… Üniversiteden bir profesörle nişanlandığını

duymuştum. Bence bir mezar soyguncusundan başka bir şey değil o adam. Bu da o

nemrut kardeşlerinin işidir, eminim. Seni özledim der gibi bakıyordu bana. Seni hâlâ

bekliyorum der gibi… Belki de bana öyle gelmiştir. Hiçbir zaman açıkça ifade etmemişti

ki duygularını… Ama biliyorum… Ah! Ailesini ikna etmenin bir yolu olsaydı keşke o

zaman… Az uğraşmadım gerçi… Sünnet bile olsan işe yaramaz demişti bir arkadaşım.

Daha neler!.. Ama haksız da sayılmazdı…

Neyse, boş verin… Başınızı ağrıttım… Hangi dergide yayınlanacak demiştiniz bu

araştırma?.. Mezopotamya kültürüyle ilgili başka sorularınız olursa memnuniyetle

yardımcı olurum. Benden iyisini bulamazsınız... Hatta diyorum ki, tabletlerle ilgili…

Fotoğraflarına filan ihtiyacınız olursa… Kolay değil ama bir şeyler ayarlayabilirim belki.

Araştırma için yani…

Bir bira daha?

Ah! Bakın gevezeliğe daldım, az kalsın masalın sonunu unutuyordum! Nerede

kalmıştım?

Melikeyi yedi kapının ardında neyin beklediğini kimse bilmiyormuş. Kimi aşkını

bulduğunu söylemiş, kimi ölümünü… Ama hepsi sadece söylentiden ibaretmiş... Bu

şehre girip de geri dönen neredeyse hiç kimse yokmuş. Binlerce yılda belki birkaç

mecnun… Çünkü girerken insanı ipince bir elekten süzen, öğüten, neyi var neyi yoksa

aldığı söylenen o yedi kapının yedi muhafızı, geri dönerken de ancak şehre dair ne

aldıysa yanına, hepsini orada bırakması koşuluyla salıverirmiş insanı... Aklının

kıvrımlarından, hatıralarının derinlerine kadar ne gördüyse, ne duyduysa, ne yaşadıysa

orda bırakmak koşuluyla...

Bir rivayete göre melike yedi kapılı şehirden dışarı hiç çıkmamış… Ya da

çıkamamış… Diğer bir rivayete göre ise uzun yıllar sonra şehrin etrafındaki çölde

dolaşırken görülmüş. O parlak, kuzguni saçları kırlaşıp, keçeleşmiş… O inci dişleri

dökülmüş… Bir zamanlar güller gibi açılan göğüsleri pörsüyüp, sarkmış… O şimşek gibi

www.altkitap.com 33

Page 36: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

çakan gözlerinin feri sönmüş… O köyden bu köye, o diyardan bu diyara avare dolanıp

duran, yaşlı ve biçare bir deliymiş artık. Ne nereden geldiğini bilirmiş ne de nereye

gittiğini… Sadece gördüğü tüm kapıların önünde durur, çılgınca yumruklar, “Açılın!.. yedi

diyarın melikesi duruyor karşınızda… Görmüyor musunuz!.. Açılın!..” diye bağrınır

dururmuş… Başka da tek bir söz çıkmazmış ağzından…

www.altkitap.com 34

Page 37: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Fatih Debbağ 1972 Mersin doğumlu. İstanbul’da bir özel okulda sınıf öğretmeni olarak çalışıyor. “Sevgili Gül” adlı öyküsü “Kankurutan-altkitap 2008 Öykü Seçkisi”nde yayımlandı.

BEKLEYİŞ

Çocukluğunun yelkenli gemilerine binip, açık denizlerin zorlu kaptanı

olamamıştı. Hayalleri hep yarı yolda bırakmıştı onu. Surların üzerinde havai

fişekleri izlerken, zamanın zembereğine takılmış hayalleri, özensiz ve düzensiz bir

biçimde harekete geçtiğinde bile eksik yaşamıştı aslında. Özlemleri birbirine

karışmış çaresiz bekleyişler olmuştu. Surlardan attığı taşın yere düşmesini bekledi.

Sonra taş Ali’yi bekledi…

Mısır Çarşısı’nın önünden geçerken Ali, içeriye girmeyi hiç düşünmemişti.

Kaya diplerinde sessizce biten kekiğin kokusunu bin bir türlü baharatın arasından

ayırt edip çarşının doğu kapısı önünde duraksadı. Gözlerini ve kulaklarını yok

sayıp bütün duyularını burnuna odakladı. Haliç’in çürük kokusunu, tramvayın,

arabaların, telefon kulübelerinin ve durakların metal kokusu ile ekşi insan

kokusunu da bir kenara bıraktı. Sonra sırasıyla fesleğenleri, papatyaları çekip

çıkardı onca koku arasından.

Şaşkınca bir o yana bir bu yana gidip geldi. Büyük dökme demir kapıdan

içeriye girerken üzerine akan insan seline aldırış etmedi bile. Ne de çığırtkanları

duydu. Envai çeşit baharatın cilveleştiği çarşıda kendinden geçerek küçük

adımlarla ilerledi. Türlü türlü yiyeceklere ve kurutulmuş yemişlere ve renk renk

şekerlemelere ağzı sulanarak baktı. Satıcı çocukların gümüş tepsilerde turistlere

yapışıp sundukları Türk lokumlarından gözlerini alamadı. Turistlerin yerinde

olmayı, iyi bir alıcı numarası çekip hepsinden tatmayı düşündü. Fakat pespaye

kılığı içerisinde kimsenin kendisine yüz vermeyeceğini anlamakta gecikmedi.

Kuvvet macunları, öksürüğe iyi gelen otlar, ateş düşürücüler, tüy dökücüler,

iltihap sökücüler, kabızlık gidericiler, çişini tutamayan çocuklar için bitkisel

karışımlar, kilo aldırıcılar, zayıflatıcılar, kan yapıcılar, ağrı kesiciler, iştah açıcılar ve

birçok hastalığa deva baharatların yazılı olduğu kartonları okuyarak gezintisini

www.altkitap.com 35

Page 38: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

sürdürdü. Ancak, bir fanusta hapsedilmiş ve üzerinde yüz yıllık yazan kurutulmuş

kırmızı güle baktığında ne güllüğünden ne de kırmızılığından eser kalmadığını

görüp kaçarcasına uzaklaştı çarşıdan. Dışarıda bir kafesin içinde tıkış tıkış olmuş

onlarca kekliği ve bıldırcını fark ettiğinde kafesi parçalayıp o zavallıcıkları

salıvermek istese de yapamadı, ellerinin onların çekili kanatları gibi kesik olduğunu

hissetti. Ve işte o zaman öyle çok ağladı, öyle çok küfürler etti ki; Haliç’in duru suyu

bile azgınlaştı.

Sirkeci’den Gülhane’ye oradan Topkapı’ya soluksuz yürüdü; ağzında bir

dolu küfürle. Hem de ne küfürler yakası en açılmadık cinsinden. Sultanahmet’e

gelince Ayasofya’nın karşısına geçti. “ Be hey Kostantin’in koruyucusu! Sen bir

keklikten daha nankör ve beter korkak değil misin? Eğer direnebilseydin, yıkıp kum

etseydin taşlarını, toz olup suya karışsaydın belki biz de direnirdik ve senin

yüzyıllar önce yaptığını yapıp kaçmazdık!” diye haykırdı.

Sonra güvercinlere yem attı meydanda. Yere indiklerinde kovaladı.

“Defolun buradan, dedi, bırakın bu dilenciliği. Önünüze atılanların değil, elinizden

alınanların peşine düşün. Yakalarına yapışın, boğazlarını sıkın,”diyerek saldırdı.

Beyazıt’ta polislerle takıştı; Laleli’de pezevenklerle. Topkapı’ya geldiğinde hala

çocuklar gibi ağlıyordu.

Nedensiz çıktığında surlara Güneş turuncu bir toptu. Yirmi bir yaşındaki

gözleri ağlamaktan şişmişti. Buna rağmen surların en tepesinde hıçkırarak

ağlamayı sürdürdü. Şimdi utancı sümük ve gözyaşı olarak esmer teninden

boynuna süzülüyordu.

Maraş işi boynuz saplı bıçağını çıkardı. Yerden aldığı küçük bir tahta

parçasını yontmaya başladı. Her kıymık ince çizik bir sesle beynine saplanıyor, ara

verdiği ağlamasına yeniden koyuluyordu. “Yüce dağ başında yağan kar idim.

Yağdı yağmur güneş vurdu eridim...” Türküsünü öyle bir şekilde söylüyordu ki, onu

dinleyen olsaydı eğer o türkünün bu makamda okunması gerektiğini düşünebilirdi.

Derin bir nefes alıyor, göğsü şişiyor, ciğerlerine topladığı hava esaretten kurtulmak

için soluk borusunu zorluyor ağzından burnundan patlayarak çıkıyordu. “Yüc-ee-

dağy-başh-hındda...” ve ağlama histeri nöbetleri gibi yayılıyordu. Ellerinin tersiyle

ağzını burnunu sildi. Avuçlarıyla iki gözünü sıkı sıkıya bastırdı. Gözyaşlarına değil

de sanki şah damarından basınçla akan kana tampon yapmak ister gibiydi. Başını

geriye iyice attı. Uzun uzun soluk alıp yine aynı şekilde bıraktı. İşaret parmağıyla

www.altkitap.com 36

Page 39: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

burun deliklerinden birini kapatıp, tek atımlık sümüğünü surlardan aşağıya fırlattı.

Doğruldu. Surların kenarına kadar gelip durdu. Ayağının ucuyla küçük bir taşı itip

düşmesini izledi.

Güneş gökyüzünde izini bırakıp çekiliyordu. Bu saatte kışlada olmalıydı.

Yazık ki akşam sayımında adı firari yazılacaktı. Nöbetçi çavuş nöbetçi subayına

koşturacak; Ali’nin kütüğünü döküp, çarşı izninden gelmediğini bildirecekti.

Muhtemel subay köpürecek, emirler yağdırıp koğuşlarına çekilmiş askerleri

kışlanın bahçesine toplayacak, emin olmak için tek tek sayacak, bulamayacaktı.

Sonra Ali’nin devresine ve hemşerilerine soracak, nereye gittiğini kiminle çarşıya

çıktığını öğrenmeye çalışacak fakat beklediği yanıtları alamayacaktı.

Beklesinler dedi, hatta öfkeyle bağırdı. “Hiçbir şeyi beklemeyeceğim artık.”

Bu günler nasıl geçerdi. Beş yüz gün biter miydi? Oysa bekleyemezdi anlatsa

gülüp geçerlerdi. Hadi oradan derlerdi ölüm yok ya sonunda. Beteri vardı. Ölüm

olsa daha mı zor söylenirdi. Anası, kayığımız demişti telefonda. Başka bir şey

diyememişti; hastalanmazdı ya bu meret. Tamir bakım istese niye ağlasındı anası.

Boya cila içinde ağlanmazdı elbet. “Baban öleydi oğul, ben çıkardım balığa.

Kayığımız yok,” dedi. Yetti de arttı bile. Şimdi çaresizlikle sarılmışlardı.

Tası tarağı toplayıp geldiklerinde anayurda henüz dokuz yaşındaydı.

Varna’da durumları kötü değildi. Babası denizciydi. Büyük gemilerde çalışır bir

sürü hikâyeyle eve dönerdi. Türk balıkçılarıyla karşılaşmalarını anlatırdı. Onu

Türkiye’ye götürebileceklerini, orada isterse kendi teknesini alabileceğini, kendisi

için balık tutabileceğini, yakaladıklarını kendi hesabına satabileceğini hatta canı

isterse onları denize dökebileceğini heyecanla anlatırdı. Düşünün derdi. Sonra

büyükçe bir tekne hayali kurarlardı.

Bir süre sonra Kırcaali’de olup bitenleri anlatmaya başlamıştı babası. Yarın

ne olur bilinmez demişti. Herkes Türkiye’ ye göçüyor demişti. Artık burada bize

ekmek yok demişti. Babası her bir şeyi demişti ama eksik söylemişti. Peşine

takıldıkları umut günden güne tükeniyordu. Acemi bir göçmen kuş gibi yanlış bir

mevsimde yanlış bir yere uçarak karakışa kanat çırpmışlardı. Beklemişlerdi. Bu da

geçer demeye başlamıştı babası. Bir zaman sonra sıkıntılı bekleyişi için söyledi

aynı şeyi. Bekleyiş uzadı. Üç beş yıl İstanbul’da kaldıktan sonra anayurt içinde

göçmeler bir yerden bir yere taşınmalarla ertelediler bilinmeyen bekleyişi. Sonra

Ayvalık’ta tutkuya dönüştü. Bilinmeyeni bilerek, bekleyişin yerine kayığı koyarak

www.altkitap.com 37

Page 40: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

istediler. Küçük bir balıkçı kayığı düşlerden gerçeğe düşerek yeni bir umut olarak

filizlendi. Küçük kayık suları yara yara yol alacak, denizin; akı-köpüğü, tuzu-kumu,

mavisi-martısı, balığı ve yosunuyla omurgasına dokunup kaçacak; öpüp

okşayacaktı. Ve o yıllar yaşama bir ahtapotun kollarıyla sarılmanın zamanıydı.

Sanki binlerce yıldır bekledikleri gemiler yanaşıyordu yüreklerine. Kendi korsanını

yaratırcasına umutsuz bekleyişlerine son vererek dişleriyle tırnaklarıyla sahip

olmuşlardı o küçücük balıkçı kayığına.

Onunla denize açılmak, martıları, denizi yoldaş bilmek doyumsuzdu. Hep

en büyük balığın hayalini kurdular. Her defasında ağları umutla çektiler.

Yakalayamadıklarında ne küstüler denize, ne de küstürdüler denizi kendilerine. Hiç

nankörlük etmediler; çünkü o, güzel bir kadındı. Sonra gün görmüştü. Alay etmeye

gelmezdi. Kızarsa kendini bile boğardı. Hırçınlaştığı zaman yanına varılmazdı.

Durulması beklenirdi. Bir de yavrulamasına izin verilmeliydi. Bunun için de

beklenmeliydi. Zamanı gelince o kendisini sunardı. Cömert ve davetkâr olurdu.

Herkes nasiplenirdi.

Şimdi yeniden beklemek, her şeye yeniden başlamak, acıları ve umutları

yeniden büyütmek gerekecekti. Gücü yeter miydi tüm bunlara bilmiyordu. Surların

kenarında ölüm ve yaşam arasındaydı. Yuvarladığı taşın peşinden gidip bütün

bekleyişlerine son vermeyi istedi. Tüm güzelliklere ve erdemlere kapalı hayatın

kendisini hak etmediğini söyleyip durdu. Önünde yaşanacak zamanların

avuntusuna kapılmadı; böylesi hayalleri es geçti. Geleceğin de geçmişe

benzeyeceğini bu yüzden yaşamın tutarsız olduğunu düşündü. Fakat hayatının bu

anında yanlış yapmak istemiyordu. Bir yalnızlık ve çaresizlik beynini kemirerek

bütün bedenine yerleşiyordu. Yolunu kaybetmiş denizciler gökyüzünde gördükleri

bir martıya nasıl da sevinirlerdi; öyle bir martıya ihtiyaç duyuyordu. Onu bulsa, ona

sarılsaydı. Kollarını iki yana açsaydı. Martı ellerine konsaydı. Yalnızlaşan acılarına

son verseydi. Martı konuşsaydı. O dinleseydi. Yalnızlığı uçsaydı, uzaklara uçsaydı.

Yaşam neden bu kadar acıtıyordu. Ve neden sabrı acıyla sınıyordu. Geçmişi

yüreğinde taşıyamıyordu. Hatırlanası zamanlar ve mekânlar yitik silik bir siluetti.

Bir deniz kızı masalı uydurmuşlardı babasıyla. Olmayan deniz kızını

görmüşler ve sonra o civarda altın sarısı saçı denizden daha mavi gözleri olan

deniz kızı konuşulmuştu. Deniz kızını görenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Onu

yakalamak için güçlü ağlar örüp, teknesini sağlamlaştıranların halleri pek keyifliydi.

www.altkitap.com 38

Page 41: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Denize her açılan yeni bir hikâyeyle dönüyor, deniz kızının ağları parçalayıp

kaçtığını heyecanla anlatıyorlardı. Bir keşfe çıkmak kadar eğlenceli ve bir o kadar

da büyüleyiciydi. Sıradanlaşan yaşamlara farklı tatlar katmak gibiydi. Neler

söylenmiyordu ki deniz kızı için: güzel sesiyle balıkçıları sarhoş ediyor, kendine eş

ya da köle yapıyordu. Kimilerine göre de sesinden başka güzelliği olmayan çirkin

felaket bir yaratıktı. Ancak sesiyle etkileyip kandırıyordu denizcileri. Sevdiklerinden,

ailelerinden ayırıp öldürüyordu. İşte onlar tıpkı “ Ulyssus” gibi kulaklarını pamukla

mumla tıkayıp açılıyorlardı denize. Artık denizde kaybolanlar için deniz kızı

tarafından kaçırıldığı söylenir olmuştu. İşe iyi tarafından bakanlar en azından

kayıplarının yaşadığını düşünüp teselli oluyor, denizde boğulanların cesetlerini

bulmak istemiyorlardı. Gencecik oğullarının, eşlerinin şişmiş kaskatı olmuş ve

beyazlaşmış bedenlerini görmektense deniz kızına bırakmayı yeğliyorlardı.

Tuhaf olan uydurdukları masala bir zaman sonra kendilerinin inanmasıydı.

Bir hain, bir ispiyoncu gibi hissediyorlardı kendilerini. Deniz kızını gammazlamış,

peşine bütün balıkçıları takmışlardı. Baba oğul gizliden dua ediyor deniz kızından

af diliyorlardı: “Ne olur bizi lanetleme!”

Lanetlenmiş olduklarını düşündü. Kim bilir ne durumdaydı ailesi. Anası

yoksulluklarının acımasızca sürdüğü o yıllardaki gibi tavuk ayağına çorba mı

yapıyordu yine. Çorbanın ağır kokusunu taze kekikle mi bastırıyordu. Bir tutam da

kimyon katıyordu belki, olası karın ağrılarını önlesin diye, panzehir niyetine.

Ebegümeci, ısırgan otları toplardı anası. Mantarın hasını bilirdi. Öyle

herkes gibi zehirli mantar deneyleri yapmazdı: Mantarı tencereye dolduracak,

kaynatacak, içine metal kaşık koyacak sonra kaşığın rengi yeşile çalıyor mu diye

bakıp zehirli olup olmadığını anlayacak. Daha da neler uzun işti o. Masrafa,

zahmete gelemezdi. Mantarın bittiği yeri görmesi yeterdi. Şöyle toprağı avuçlasın,

dokunup koklasın tamamdı. Bir de yer elması çıkarırdı ki, hangi ağaç gölgesine

sinmiş, nerelere saklanmış arar bulurdu. Üretkenliği biraz da yoksulluktandı. Biraz

da yol yordam bilmesinden. Çalışkan kadındı anası. Sabah erken kalkar. Halk

ekmeği kuyruğuna girer. Kesimhaneye uğrar. Bin bir pazarlıkla çorbalık kemikleri

alır. “Şu tavuk ayaklarını da koy ver torbaya, hayvanlar için,” der. Marketin

hiperine, miperine gidip gelmez. Bilmediğinden değil, utanır fukaralığından. Yoksa

istemez mi? Mağazanın içinde salınsın. Selesini bir güzel doldursun. Kavanozları

incelesin, son kullanma tarihlerine baksın. Beğenmeyip yüzünü ekşitsin. Rafları

www.altkitap.com 39

Page 42: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

gözleriyle dolaşsın. Yürüyen merdivene ve yürüyen banda çıksın. Reyondan

reyona gezinsin. Gezinsin ama yapamazdı. Zavallı anası gözlerinin önündeydi. İyi

ağ örerdi. Ağ yasağı başlayınca parakete hazırlardı. Öyle hep ağ ile avlanmak

olmaz derdi. Yoksa denizi kurutur hepten aç kalırız derdi. Oysa az buçuk gün yüzü

görmeye başlamışken tekrardan yaşayacaktı aynı şeyleri. Kayıklarıyla beraber

hayalleri de sulara gömülmüştü. Hepsinden önemlisi bütün emekleri ve sevinçleri,

bütün umutları ile gelecek bekleyişleri dahası sahip oldukları her şey batmıştı.

Gözyaşları göz kapaklarını zorluyordu. Burnunu çekerek içine akıttı. Yaşlar asit

yağmurları gibi parçaladı yüreğini. Sol bacağı karıncalaşıp uyuştu. Garip bir sızı

müthiş bir baş ağrısı ile sanki kafasını parçalıyor, boğazından aşağılara inerek

dayanılmaz ağrılarla bütün vücuduna yayılıyordu. Ölüm yaramaz bir çocuk gibi

çekiştirirken eteğini avuçları arasından kayıp giden yaşama acıyla gülümsedi.

Bir an gözlerini, yuvarladığı taştan alıp bir yerlere yetişmeye çalışan

kalabalığa yöneltti. Mutlu yüzler aradı bulamadı. Bekleyişlerindeki çılgınlığa

şaşırıp, dolap beygiri gibi hep aynı günleri kovaladıklarını görmelerini istedi.

Birbirlerinden habersiz korkak, bencil insanlar olduklarına kanaat getirdi. Yaşama

böyle sarılmalarına anlam veremedi. Bir keşmekeş sürüp gidiyordu. Bu kentten

kimler geçmemişti. Haçlılar girmişti uykularına. Sultan Mehmet dövmüştü surlarını.

Sokaklarında kesik başlar dolaşmıştı. Karabasanlar çökmüştü gecelerine. Bu

ihtiyar katlanmıştı bunlara. İnsanların da İstanbul kadar güçlü olduğunu düşündü

ya da İstanbul kadar vurdumduymazdılar.

O sıra yuvarladığı taş yere çarptı. Tıp sesiyle irkilip aşağıya baktı. Tıp

sesiyle gökyüzüne çevirdi yüzünü. Hava henüz kararmıştı. Yedikule taraflarından

yükselen fişek belli belirsiz ışıdı. Ardından bir tane daha gücünün yettiğince çıkıp

büyük bir gürültü ile patlayıp parladı. Salkım söğüt saçıldı. Işıklı renk cümbüşü

beşgen, yıldız olarak yayılıyordu. Aralarındaki uyum muhteşemdi. Her renk bir

yenisini içinden çıkartarak büyüyordu. Tam söndü bitti derken aşağılardan bir tane

daha geliyor ve hemen hemen aynı noktada yetişip rengârenk şekillerle

tamamlıyordu cümbüşü. Onu yaşamda tutacak tatlı bir gülümseme gibiydi. Ölümün

kıyısından alıp hayata bağlayacak kadar gerçekti. Soluksuz tırmanıyorlar, sanki

karanlığa hapsolmuş gökkuşağına çarparak her yana renk dağıtıyorlardı.

Göğe savurduğu uçurtmalarını anımsadı. Karadeniz’e doğru özgürce

salınan, upuzun kuyruklarıyla tıpkı bir çingene kız gibi bel kırıp parmaklarının

www.altkitap.com 40

Page 43: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ucunu çekiştiren uçurtmalarında aldığı hazzı duyumsadı. Doğduğu yerlere uçtu.

Sınırları aşarak Varna’ya ulaştı. Yarım yamalak hatırladığı sokaklarının üzerinde

dolaştı. Annesini gördü; taş yollardan denize doğru iniyordu. Ayvalık’ta ki mutsuz

annesi bacakları üzerinde yaylanarak uçarcasın gidiyordu. Kısa kestane saçları

denizden daha dalgalıydı. Annesini hiç bu kadar mutlu görmemişti. Ona sarılmak

istedi. Yumuşacık teninin sıcaklığını özledi. Göğsünde eriyip kaybolmak oradan

yüreğine akmak için can atıyordu. Uçurtmasının ellerinin arasından kayıp gittiğini

hissettiğinde kirpikleri ıslanmıştı.

Silik donuk bir fişek ıslık çalarak yükselirken o kendine geldi. Umulmayacak

bir parlaklıkla önce çatallaştı sonra her iki ucunda olağanüstü güzellikte kırmızı

güller belirdi. Gökyüzünün çehresinin birden bire değiştiğini görüp, bütün

kırmızıların ölümü çağrıştırdığını düşündü. Gözlerini kaçırıp uzaklara baktı.“Bu

hayatı beceremiyorum” dedi.

Çok ışıklı az umutlu bir İstanbul akşamı bütün hayallerini surlara bıraktı ya

da hayalleri onu. Ve taş Ali’yi izledi.

Annesi boğazlı siyah bir balıkçı kazağı işlemişti. Saç örgü…

www.altkitap.com 41

Page 44: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Melahat Yıldırım 1974 Karabük doğumlu. 1996 yılında Selçuk Üniversitesi Kimya Bölümü’nü bitirdi. Ankara’da öğretmen olarak çalışıyor. Öyküleri Kül Öykü gazetesi ve 2008 Alt Kitap öykü seçkisinde yayımlandı. ‘Aşağıdaki Ölüler’ adlı öyküsü, 5. Gila Kohen öykü yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı ve ‘Zozan’ adlı öyküsüyle birlikte Gila Kohen öykü seçkisi ‘Öykülerden Yansımalar’da yayımlandı.

GAHİR VE BEN

Odamda birisi vardı. Uyuyordu eski kanepenin üstünde. Belinden aşağısı çıplaktı.

Acımasız mırıltılar duyuyordu kulaklarım. Küçük bir sal, dalgalı bir denizin üstünde

ilerliyordu. Dağılmak üzereydi tomrukları. Saat tik takları, sessizliğin kirlettiği bir gövdeye

acıyı paslı bir çivi gibi saplıyordu. Bitmiş bir kâbusun içinde bir başka kâbusu

görüyordum. Bütün dünya uykudaydı. Herkes uzaktaydı ve ben yazgımın yalnızlığıyla

başbaşaydım.

Çıktım odamdan. Kapıyı sıkıca kilitledim. Anahtarı sakladım, salondaki vitrinin

arkasına. Yani o adamı hapsettim. Koltuğa uzandım ve avuçlarımı birleştirip, soktum

bacaklarımın arasına. O an hiç üşümüyordum. Dalmışım. Tedirgin bir uyumanın içine

gömülmüşüm yaralarımla. Sonra bedenime saplanmış bakışlarla tekrar uyandım.

Doğrulup, karanlıkta etrafıma bakındım. O adamı yine gördüm karşımda. Uyanmıştı ve

bana bakıyordu, gözlerindeki keskin ışıltılarla. Korktum. Hemen çıktım salondan. Kapıyı

kapadım. Anahtarı çevirdim, aceleci bir dokunuşla. Onu nereye saklayacağımı

bilemedim. Abimin odasına girdim telaşla. Kayıtsız bir denizde nefes alıyordu abim.

Köşeye büzüldüm ve sabahın olmasını bekledim.

Gün ışıdı, kayıtsız bir seslenişle. Sokakları insanlar doldurdu. Evin sessizliği

kendini terk etme kararı aldı. Duvarlar, dışarıdaki yaşamın gürültüsünü emdi usulca.

Işıklar, tedirgin bir ibrenin yayını kırarak, çekili perdelerin arkasındaki eşyaları aydınlattı.

Uyandım, kırık bir ok gibi. Herkesten önce açtım, yalnızlığıma gözlerimi. Kendi

sözlerinden kaçan bir kutsal kitap gibi içime kapandım. Adam yoktu. Işıkla birlikte

buharlaşmıştı sanki. İçimi bulanık bir huzur kapladı. Sonra, gözlerimin önüne yine bölük

www.altkitap.com 42

Page 45: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

pörçük görüntüler geldi. Hemen yok ettim onları. Ya da içimin karanlığına ittim. Şımarık

bir yalnızlığın içinde şuh kahkahalar atan, küçük bir orospu gibiydim. Müşteri olmayınca

kendimle oynaşıyordum. Çıplaklığıma bakıyordum küflü, sarı aynalarda. Bir aynanın

karşısına bir başkasını koyup, acılarımın görüntüsünü sonsuzluğa taşıyordum. Silinip

giden adam, gündüzleri erişemiyordu varlığıma. O, gecenin duvarlarına çarpan kör

yarasalar gibi sadece karanlıkta içimi emiyordu. Damarlarımdaki keder beni siyaha

boyamıştı. Ama aldatıcıydı bu görüntüm.

Annem uyandı sonra. Mutfak, çatal bıçak sesleriyle evdeki yerini abarttı. Sahana

kırılmış yumurtanın kokusu doldurdu ortalığı. Çaydanlık, içindeki buharları yavaşça

boşluğa tısladı. Koyu kahve gözlerim, ince belli bardaktaki çayın rengini kırmızı bir

şırıltıya boyadı. İçim, sade bir gülümseyiş gibi ısındı, yudumladığım çayla. Annemle

hiçbir şey konuşmadım. Sadece yüzündeki anlamsızlığa baktım. Annemin yüzünü

kocaman bir boşluk kaplıyordu. Sanki derin bir oyuk vardı gözlerinde. Mavi-gri

bakışlarının nefesi içime işleyemiyordu. Annemdi ama bana uzaktı. Hakkımda hiçbir şey

bilmiyordu. Aslında o hiçbir konuda hiçbir şey bilmek istemiyordu.

Evren kadar genişlemiştim. Işık içime düşmüştü, yağmur gibi. Adam, sabah

olunca iyi ki bana erişemiyordu. Bir kardan adam gibi eriyordu ışıkta. Bu, hayatımdaki

tek iyi şeydi.

Abim girdi mutfağa. Yüzünü yıkamamıştı. Masadaki her şeyi silip süpürdü,

kocaman ağzıyla. Sıkılmış bakışlarıyla annemden para istedi. Cebinde para olmadan

harcayamıyordu hayatını. Hiç konuşmadım sofrada. Kelimeleri bile ziyan ediyordum

çünkü. Kayıtsızlığım dengeliyordu beni. Sustum ve dudaklarıma götürdüm reçelli bir

ekmeği. Tadından eski bir mutluluğu emdim.

Çıktım mutfaktan. Koridorun derinliğine bıraktım, ruhumun eldivenlerini. Çamurlu

postallarımı giydim ayaklarıma. Ağır olmaları hoşuma giderdi. Hayatımdaki kancalı

yaraları hatırlatırdı, postallarım bana. Toprağın duyarsızlığında beni ölüm gibi

sürüklerlerdi. Aceleci adımlarla indim merdivenleri. Çıktım ışığa. Sokaktaki gürültüyü

acımış bir şarap gibi emdim. Kaldırımların kalabalığına karıştım, kendimi unutmak ister

gibi. Bir bulmacanın içindeki o siyah kareler gibiydim. Hiçbir işaret sığmıyordu benliğime.

Yoktu içim. Boşluğun sesiydi sözcüklerim. Bu yüzden çirkindim. Sesi olmayan bir şeyin

görüntüsü de eksiktir ya…

www.altkitap.com 43

Page 46: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Otobüse bindim, yalnızlığımı susturup. Eskimiş bir koltuğun turuncu boşluğuna

oturdum ve sığdırdım cüssemi bu boşluğa. Kiloluydum. Acı, lokmaların sınırsızlığını da

uzatmıştı bana. Üzüntüme yenildiğim anlarda, midemin boşluğunu tıka basa işgal

ederdim. Camlar soğuktu. Kirli görüntüler üzerinden akıyordu şehir. Bu şehrin içinde

unutulmuş en küçük ayrıntı bendim. İki büklüm olmuş yaşlı kadınları, varisli bacakları,

kirli yüzleri, anlamsız boşlukları izledim usulca. Sararan yaprakları uçuran rüzgâra

gülümsedim. Kahverengi, serin bir sessizlik vardı dışarıda. Sanki bütün sesleri

düşüncelerimle emmiştim.

Sonra, yalnızlığımı sürükledim duraklar boyu. İçimdeki çığlıkları duymayan

insanlarla, kısa bir süre seyahat ettim. Bakışlarım, acılarımı heceliyordu ve bu dünya

beni okumak istemiyordu. Sıkışmış bir karanlığın görüş alanını genişlettim.

Kaybedebileceğim bir şey yoktu. Kırıldı bakışlarım, olmayan duvarlarda. Her insan

kuşatılmış bir duvardı sanki. İki katlı bir çaresizlikti kimliksizliğim.

Otobüsten indim. İçimde, birkaç yüzyıllık kararsızlık biriktirmiştim. Okula doğru

yürüdüm, şaşkın adımlarla. Kapıyı yaşlı görevlinin açmasını bekledim. Adam, her

zamanki gibi sevimsizliğini örtünmüştü sıkıca. Yüzünden, kurallara olan tutkunluğu

okunuyordu yalnızca. Bahçede birkaç kız küme olmuştu. Kırıtıyorlardı. Dertleri, tasaları

yoktu. Onların acıdan bağımsızlıklarına imrendim. Gahir henüz gelmemişti. İçimdeki

boşluk, bir yaraya dönüştürdü kendini ve derbeder acılarımın içinden kayıp gitti. Siyah

kalemle boyamıştım gözkapaklarımı ve çaresizliğimin donuk ışıklarını bir bir

kapatmıştım. Kızlardan biri usulcacık işaret etti beni ve yanındakine bir şeyler söyledi.

Kendimi çırılçıplak hissettim. Bazen kalbiniz, sizi bedeninizdeki işaretlerle ele verir.

Benim bütün bedenim bir işaret, bu işaretler de kalbim gibiydi.

Sonra zaman, kirli bir sabun gibi kaydı avuçlarımdan ve yüzlerce öğrencinin

uğultusu yayıldı bulutlara. Hafif bir soğukluk doluştu damarlarıma. Beni içinden atmak

isteyen binanın içine girdim, yorgun adımlarla. Sınıfların kapısı açıktı ve koridorlar

çamaşır suyu kokuyordu. Bina, her türlü mikroptan arındırılmış gibiydi. Çocukların

beyinlerindeki mikroplar da çoktan yok edilmişti ya da bazı mikroplar yok edilirken

çocuklar da kaybolup gitmişti. Zihinler yasak tabelalarıyla doluydu; virajlar da oldukça

keskindi. Lanetlenmiş bir kıyıdan sürgün veriyordu hayat ve kuşların özgürlüğü,

kafeslerde büyüyen bir kimsesizlikti.

Fizikçi girdi sınıfa ve eğik atışı anlattı bir ders boyunca. Ben de kendimi atmak

istemiştim birkaç defa. Ruhumun isteğini geri çevirmişti bedenim. Kana bulanacaktım,

www.altkitap.com 44

Page 47: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

parçalanarak karışacaktım yokluğa. Kendime gücendim. Gövdemin acısı, ruhumdaki

yaraları unutturmasın istedim. Sonra zil çaldı ve düşüncelerim koparıldı benden, kesilmiş

bir kol gibi. Tuvalete gittik kızlarla ve onların gözkapaklarına da siyah kalem çektim.

Kalem, onların gözlerini hüzne bulamadı. Ben de kirli aynadaki yüzümü sobeledim.

Gahir sınıftaydı ve öptü beni yanaklarımdan. “İdare seni istiyor,” dedi, “Ben de

geleyim.” Yukarı çıktım. Odaya girdim, korkmadan. O dört gözlü idarecinin, beni

bakışlarıyla bir böcek gibi ezmesine izin verdim. “Devamsızlıktan kaldın,”dedi adam,

yaşlı gözlerindeki siyah bir hınçla, “Artık gelme istersen.” Yalvarmaya başladım adama,

sözümü dinlemedi. Zaten hiç sevmezdi beni. Hasta olduğumu söyledi kaç kez babama.

Hâlbuki iyiydim. En azından bu okulda, Gahir’le birlikte birazcık bu dünyaya aittim.

Mutluydum, eksik bir varoluşla. Gahir’in yanında, geçmişindeki lekeleri unutmuş sıradan

bir çocuk gibiydim.”Kötü örnek oluyorsun,” dedi arkadaşlarına. Diğer kızların yaptığı

taşkınlıkların tek nedeni sanki bendim. Sonra çıktım odadan. Gahir: “Boş ver,” dedi,

“Rapor ayarlarız her nasılsa.” O’nun beni düşünmesi hoşuma gitti. Sonra kaçtık okuldan.

Bir kafeye gittik, Lorena Mc Kennitt dinledik. İçimizi hüzünle yıkadık. Sonra ölüm gibi

sustu içimiz. Telefonu çaldı Gahir’in. Açmadı. Telefonunu sessize aldı. Korktuğumu

biliyordu çünkü telefon seslerinden. Garip bir cihazdı telefon. Tehlikenin sesini yanımıza

kadar taşırdı. Evde de hiç açmazdım telefonları. O adamın beni aramasından korkardım.

Beni arayıp yanına çağırmasından… Oyununa gelmekten, içimin uçurumlu koylarında…

Devasa kayalıklardan atlayan bedenimin, O’nun avuçlarına düşmesinden çok korkardım.

Bayramlarda eve gelirdi. Hiçbir şey olmamış gibi. Bedenimi emerdi bakışlarıyla. Gözleri,

aşinaydı kuytuluklarıma. Gözyaşlarım ona ayrı bir zevk verirdi. Sonra doldu içimdeki

kuyu. Çıldırdım. Bir düzlemden düştü sanki doğrularım. Bileklerimi kestim, bir bayram

sabahı. Bütün hikâyemi dünyaya fısıldadım: “Daha on yaşında… Tam dört yıl… Artık

bıktım…” Teyzemin oğluydu. Şikâyet etmedi ailem. Adım deliye çıktı ama. Kimseyi

sevmiyordum. Gahir dışında. Soğumuştu içim. Yorgundum. Ev yarı açık bir kodes

gibiydi. Geceleri uykusuzluk içimi kemirirdi. Adamın yarı çıplak görüntüsü, izlerdi

durmadan beni. Uyusam, soluğumu bile emecek gibi gelirdi. Bir kere, gecenin ikisinde

Gahir’in evine bile gittim. Adamı odamın içine hapsetmiştim. Zafer benimdi. Dışarıda,

sokak lambaları hazin bir sessizlikle yanıyordu. Sokak köpekleri, dev bir çöp bidonunu

karıştırıyordu. Onlardan bile korkmadım. Perdeler kapalıydı. Evler kendi karanlıklarına

gömülmüştü. İn cin uykudaydı. Gece de yadırgamadı beni. Sessizce yol açtı bana

karanlığında. Gahir’in evini buldum. Saat üç buçuktu galiba. Hiçbir şey söylemediler

bana. Uyudum Gahir’in odasında. Hiç kâbus görmedim.

www.altkitap.com 45

Page 48: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Gahir, benim söylediğim her şeye inanırdı. Bu yüzden O’na hiç yalan

söylemezdim. Derimin altında beslediğim huzursuzluk, O yanımdayken kaybolurdu bir

çırpıda. Geride hiçbir iz bırakmazdı. Acılarımı emen bir sıcaklığı vardı Gahir’in.

Kuşatılmışlığımın içine kapkara bir kedi gibi sokulurdu ve bana zerrece uğursuzluk

getirmezdi. Yarı çingeneydi. Kıvrılan bir bedeni vardı, hayatın içinde nabız gibi atan.

Sanki hüznü alt etmişti. Ya da doğuştan uzaktı bu duyguya. Belki de onu hayatın dışında

tutan, esrarengiz güçlerle işbirliği hâlindeydi. Gri bir muska taşırdı boynunda ve ne

zaman sıkışsa, parmaklarıyla okşardı o üçgenin kavislerini. Büyülere de inanırdı Gahir.

Hatta sevdiği çocuğu bir kara büyüyle kendine bağlamıştı ve bana durmadan erkeğiyle

arasındaki o görünmez iplerden söz ederdi. Birazcık martaval okuduğunu düşünsem de

inanırmış gibi yapardım Gahir’e. Çünkü bir dostlukta olmazsa olmaz tek şey, güven

duygusudur herhâlde. Gahir benim ailem. Gahir içine sığmadığım ceviz kabuğu. Gahir

dışlanışı eski bir hayatın, alt yazılı bir filmin esmer çocuğu.

Ben sessizliğimi taşırdım O’na. O bana Çingene masalları anlatırdı. Kaybolan

köpeklerin tılsımlı tasmalarından sallanırdı hayat. Avare bacaklar gibi toprağı eşeleyen

suya düşmüş bir ışıltı, kendi gövdesinin karanlığını arardı. Sapsarı anahtarlar, garip bir

ışık eşliğinde uçarak tozlu, tahta kapıları aralardı. Bir duvarın arkasına geçerdi Gahir,

gülümseyen bakışlarıyla. Bana, uzaktaki bir dünyanın efsunlu ormanlarından kurumuş

kozalaklar getirirdi. Sızlanırdım, O’nu okulda göremeyince. Varlığından galiba kuşku

duyardım. Sonra uzaklaştırırdım, bu saçma sapan düşünceyi. Parmaklarımı

kıpırdatırdım, büzüldüğüm meskenlerde. Gahir’in esmer, küçücük ellerini avuçlarıma

alırdım. Sonra sessizce anlatırdım: Dünyanın ne kadar kafamı bozduğunu ve bana

kafası bozuk bir insan muamelesi ettiğini her saniye, her dakika. Gahir, iyi bir

dinleyiciydi. Yargılamazdı beni. Galiba içindeki Çingene genleri, bir mesafe koymasını

kolaylaştırıyordu her türlü yargıya. Adalet, O’nun için sıkıntısızdı. Er geç tecelli edecek

bir intikam asılıydı, dünyanın mahzeninde. Sadece, bu mahzenin karanlığında kıpır kıpır

dönen görüntüler, gün ışığına çıkarılmalıydı. Beni her seferinde bu mahzene çağırırdı

ince, işveli sesiyle. Elindeki uzun mumları bana taşıtırdı. Gözleri kapalı girerdim, kadim

bir meskenin kimsesizliğine. Ağlayan çocuk sesleri, irin tutmuş pişmanlıklar, lanetlenmiş

şarkılar, huzursuz hırıltılar duyardım; içimin sessizliğinde. Bir köşeye büzüşmüş,

günahkâr insanların korkulu gözlerinde bazen pişmanlık okurdum, bazen de endişe.

Sonra birdenbire iyice kararırdı koridorlar. Gahir korkusuzca gülümserdi, karanlığın bir

avuç ışıltısında. Eski bir şarkıyı terennüm etmeye başlardı, kapkara bir kedinin hiç

kesilmeyen mırıltısıyla. Karanlıkta bir çift parlak ışık, kuyruğunu sallaya sallaya gittiğim

www.altkitap.com 46

Page 49: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yöne aksi bir istikamette kaybolup giderdi. O zaman çığlık çığlığa geri dönerdim,

ruhumun olanca kuvvetiyle. Affedilmez suçların arasından ışık hızıyla geçerdim.

Günahlarını boyunlarında taşıyan, içlerindeki ızdırapları sırtına yüklemiş insanların

arasından ziyan edilmiş bir kız çocuğu gibi geçerdim ve Gahir’in tatlı bakışlarını

bulurdum tahta, yuvarlak bir kapının girişinde. “Dokunabildin mi O’na,” derdi Gahir.

“Hayır,” derdim kabuk bağlamış bir kararlılıkla. Sırtımı O’na dönerdim. Sanki bütün bir

dünyayı korkularımın içine hapsederdim. “Boş ver, sonra yine deneriz.” deyip, sarılırdı

bana. Asla ok atmazdı, cesaretsiz benliğimin kalkansız pişmanlığına. Denerdim, hep

denerdim; sonra hep vazgeçerdim o mahzenin karanlığında. Geri dönerdim. Kendimi,

beynimin koridorlarında kendimle lekelerdim. Sonra, aldırmazdım içimde büyüyen

korkuların sınırsızlığına; Matematik defterimi açıp limit problemleri çözerdim. Bu

problemlerin içine hapsederdim, aşılamayacağına inandığım her türlü sınırsızlığı. Teorik

anlamda da olsa sonsuzluğun ötesindeki bir sayıya ulaşırdı beyin hücrelerim. “Osmoz”

derdim ben bu sayıya ve beni zerrece anlamayan, kaz kafalı Matematikçinin tutucu

bakışlarından rahatsız olup, gömleğimi düğmelerdim. Gahir matematikten pek anlamazdı

ve benden kopya çekerdi, her sınavda. Ben iyi notlar alırdım. Nedense dört gözlü

Matematikçi Gahir’in ismini es geçerdi. Ama notunu hiç merak etmezdi Gahir. Benim

kâğıdımın aynısını verdiğinden, zayıf almadığını bilirdi. Zaten not kaygısı da yoktu

Gahir’in. Öğrenmek istediklerini öğrenir, sonradan bunları kullanırdı büyü yapımında.

Büyücülere inanmazdım aslında ama Gahir’in maharetlerine de bel bağlamışımdır her

zaman.

Birden içimden ağlamak geldi. Gahir’in soluğunu duyamaz oldum yanımda. Yer

yarılmıştı da içine girmişti sanki. Sonunda koridorlarını ezberlediğim, karanlık bir çukura

dönüştürmüştüm dünyayı. Yalıtılmış bir yalnızlıkta bir çıkış yolu arar gibiydim. Yeşil bir

çöp kutusu vardı, kafedeki tezgâhın sağ ucunda. Kuyruğu oldukça uzun, siyah bir

kedinin tavuk derilerini yediğini gördüm orada, keyifli bir mırıldanışla. Sonra bakışlarımı

üzerinde hissetmiş olmalı ki kısa bir an dönüp, şöyle bir baktı karanlığıma. Gözleri

Gahir’inkiler gibi pırıldadı usulca. O’nun, dostumun beni yalnız bırakmaktan çekindiği için

yanımda bıraktığı küçük bir emaneti olduğunu hemencecik anlayıverdim. İçimi, ışıltılı bir

huzurun teskin edici sessizliği kapladı. Lorena Mc Kennitt bile erişemiyordu artık, korku

dolu kapılarla içime açılan hüzünlü odalarımın raflara dizilmiş acılarına. Gahir’e hiç

kızmadım. Ne de olsa bir çingeneydi O. Üstelik karanlık ilimlerle uğraşıyordu bir başına.

Arada sırada kaybolup gitmesi acemiliğindendi. Ben de tam bir hayat acemisiydim

aslında. Her şeyi elime yüzüme bulaştırıyordum durmadan ve beni hırpalayıp duran

www.altkitap.com 47

Page 50: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

zamanın hızına yetişemiyordum. Kafam, düşüncelerden oluşmuş bir ateş topu gibiydi ve

beynimdeki hücreler yok edilmişti, kızgın lavların kuşatıcılığıyla. Eksik düşünüyordum.

Dâhil edemiyordum bir türlü dünyaya kendimi. Ya da aslında beni istemeyen, dünyanın

ta kendisiydi. Bu sorunun cevabını hiçbir zaman veremeyeceğim galiba. İçimdeki

ıssızlığın keşmekeşinde üşüyüp durdukça, burada, bulunduğum noktada zırhlara

bürünmüş yorgun bir savaşçı gibi sebat edeceğim. Ve benden eksik bir dünya, dönecek

durmadan ruhumun yanı başında.

www.altkitap.com 48

Page 51: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Melsen Tunca İşeri 1971 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Biyomedikal Mühendisliği Yüksek Lisans Programı’nı tamamladı. Özel bir hastanede yöneticilik yaptı. Halen kendi işini yürütmekte ve aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğrenciliğini sürdürmektedir. Evli ve bir çocuk annesidir.

İYİ BİR HİKÂYE

Yıllık izinden döndüğüm günün öğleden sonrasında, aniden kalbim sıkışmaya

başladı. Klimaların uğultuyla püskürttüğü bunaltıcı hava soluk almamı engelliyordu.

Sahici bir havayı içime çekmedikçe ciğerlerimi dolduramayacakmışım gibi geldi birden.

Tuvalette koşup, yüzümü yıkadım; saçlarımdan sular, gözlerimden boyalar akarak ofise

döndüm. İçerisi anaokulu gibi rengârenk döşenmişti: Çalışanlar parlak mavi, yöneticiler

kıpkırmızı bölmelerde, lego benzeri plastik masa ve sandalyelerde oturuyorlardı.

Penceremsi oyukların ardındaki manzara ise tam tersi, son derece soluktu. Filmle kaplı

camlardan gökyüzü yeşilimsi, deniz grimsi görünüyordu. Başkasının ileri numara

gözlüğünü takmışım gibi başım dönmeye başladı, sahici bir renge bakmazsam görüşüm

hiç düzelemeyecek gibi geldi birden. Yazın ortasında takım elbiselerle bilgisayarın

başında saatlerce oturmak ya da toplantı odasında topluca zaman öldürmek dışındaki

işlerin normal sayılmadığı açık ofis ortamında, kapalı cezaevinden daha beter tutuklu

hissettim kendimi. Sabah dokuz akşam altı iş merkezi dedikleri gökdelenlerden birinde

tıkılmak son derece anlamsız hatta komik geldi birden. Her gün yeniden aynı oyunda,

acemi artistler gibi gülünç bir ciddiyetle rol alıp duruyorduk. Orada bir dakika daha

duramayacağımı anladım ve kısacık bir istifa mektubu yazıp, bir daha hiç dönmemek

üzere kendimi dışarı attım.

En yakın arkadaşlarım, işten ayrıldığımı üstelik kariyer defterini kapattığımı

öğrendiklerinde, depresyonda olduğum ya da tatil sonrası panik atak geçirdiğim

sonucuna vardılar. Acilen profesyonel yardım almamı tavsiye ettiler ısrarla. Yıllarımı

verdiğim akademik hayatı, büyük umutlarla evlendiğim adamı terk edişlerimle benzerlik

kuranlar oldu. ‘Gemileri yakarak nereye kadar gideceksin?’ dediler. ‘Çok bunaldıysan

www.altkitap.com 49

Page 52: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

ücretsiz izin ya da rapor alsaydın, belki dönerdin kararından’ dediler. Ablam, ‘Herkesin

çalışmak için sırada beklediği dolgun maaşlı bir işten bu kadar kolay vazgeçecek,

‘Ferrari’sini Satan Bilge’cilik oynayacak lüksün var mı senin?’ diye söylemediğini

bırakmadı. Eniştem hatırlatmakta gecikmedi; ‘Madem ayrılacaktın bari istifa etmek yerine

kendini attırtsaydın, tazminatını alırdın. Ne kadar dayanabilirsin üç kuruş birikmiş

parayla?’

Oysa hepsi işlerinden, eşlerinden, şehirlerinden, hatta hayatlarının topyekûn

gidişatından şikâyetçiydiler. Her şeyi bırakıp kaçmak, uzaklara çok uzaklara gitmek,

dünyayı dolaşmaktı çoğunun hayali. Benim böyle hayallerim bile yoktu, ne istediğimi

bilmiyordum, gerçekte neyi arzuladığımı… Sadece neleri istemediğimden emindim. Her

kafadan bir sesin çıktığı çılgın kalabalıkları istemiyordum etrafımda, kendi kafam zaten

karmakarışıkken… Ve başkaları için onları elde etmek ne denli önemli olursa olsun;

üzeri kat kat kostümler, makyajlar ve bin bir çeşit yanılsamalar ile süslenen içi bomboş

değerlerin beni mutlu etmediğini anlamıştım artık. 33 yıllık hayatımda hep bir yerlere

yetişmeye çalışmış, hep gösterilen havuçların peşinde koşmuştum: En iyi üniversiteyi

kazan! Yüksek puanlı diye sevmediğin bölümde oku! Aman, yurtdışında ihtisas yapmayı

ihmal etme! En ‘ideal’ eşi seç, en havalı şirkette çalış, terfi etmek için takla at! Topluca

oynanan yorucu bir köşe kapmaca oyununda en iyi köşeyi kapmak; ardından da o köşeyi

korumak için uğraş, didin dur! Ya oyundan çıkmak istersem?

En azından bir ara vermem gerektiği kesindi. Ben de öyle yaptım, hayatımın

ortasında mola verip, kocaman bir es işareti astım havaya… Belki de bu sessizlik

sayesinde tanıştık Hayri Bey’le.

Aslında iki yıldır onunla aynı apartmanda oturuyorduk ama en üst katta yaşayan

bu ufak tefek dağınık görünüşlü yaşlı adam hakkında, tiyatro oyunları yazdığı ve benim

gibi yalnız yaşadığı dışında hemen hiçbir şey bilmiyordum. Kapıcı dâhil herkesin kendini

şehir dışına attığı kavurucu Temmuz ayında, ıssız bir sokağın sonundaki koca binada

İstanbul nöbeti tutan bir ben, bir de o kalmıştık. Karşılaştığımızda ayaküstü kısa

sohbetler kaçınılmaz olmuştu.

Oturduğumuz semtte Boğaz’a bakan bir kat maddi gücümü aştığı için, bahçe

duvarından ve birkaç erguvan ağacından ibaret manzaraya nazır giriş katındaki küçük

daireyi memnuniyetle tutmuştum. Ama sadece birkaç kat farkıyla neler kaçırdığımı, Hayri

Bey’in beni evinin balkonunda çay içmeye davet ettiği o akşamüstü anladım.

www.altkitap.com 50

Page 53: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Hayri Bey, onun üzerinde sempatik duran bir resmiyetle karşıladı beni. Arka

planda çalan çello konçertosuna ait notaların, uçuşan tüllerin arasından gökyüzüne

ulaştığı rotayı izleyip balkona çıktık. Küçük bir çığlık kaçıverdi ağzımdan, böylesine

çarpıcı bir güzellik karşısında tepkisiz kalmak mümkün değildi doğrusu… Bir köprüden

diğerine gün batımı kızıllığında yıkanan tüm karşı yakanın, artık koyu mavilere dönen

sularına ilk yakamozların vurduğu bizim taraftaki kıyıların, akşam telaşlarını beyaz beyaz

köpürten vapurların, zarafetle boğazı seyreden yalıların, kubbelerin, Hisar’ların hepsinin

birden aynı bakışa sığması nasıl şaşırtmaz insanı? Deniz atlayacak kadar altımızdaymış

izlenimi verse de; eğilip bakınca, aşağıda dik yamaç boyunca yemyeşil inen koru vardı.

Tüm doğrultularda dopdolu açıklıkla kuşatılmıştı sanki balkon. Dakikalarca ayakta

dikilerek seyrettim bu nefes kesen manzarayı. Boğaz’a bu denli yakınken, bu denli geniş

bir görüş alanı ne inanılmaz bir sürprizdi!

Hayri Bey, sunduğu açık büfede aç misafirini ağırlayan cömert bir ev sahibi

asaletiyle gözümün doymasını bekledi. Oysa gölgeler, rüzgâr ve bulutlar değiştikçe, ay

yükseldikçe, ışıklar yanmaya başladıkça yeni lezzetler ekleniyordu bu göz ziyafetine.

Manzaraya dalıp gittiğim için bir süre hiç konuşamadık. Çaydan sonra şarap ve peynir

ikram etti. Belki de, şarabın tatlı sarhoşluğunun verdiği cesaretle kendimden söz etmeye

başladım. İlgiyle dinlediğini görünce geçmişimi ve yarınsızlığımı anlattım ona sabahın ilk

ışıklarına dek. İyi bir dinleyici bulduğumuzda hangimizin çenesi düşmez ki? Böylece

ilişkimizdeki rol dağılımı belirlenmiş oldu. Yaz boyunca süren balkon sohbetlerimizde;

ben anlatıcı oldum, o da sabırlı dinleyicim. Ben sunulanları kabul edendim, o ise daha

sorulmadan talepleri karşılama görevini üstlenen…

Söz onunla ilgili konulara geldiğinde fazla konuşmayı tercih etmiyor, ‘mesleki

araz’ diyerek özür diliyordu. Yıllarını harcamıştı; anıların soluk sahnelerindeki ayrıntıların

izini sürüp, duygu kırıntılarını hiç ziyan etmeden çoğaltıp sözcüklere dönüştürerek. Kim

bilir kaç defa kendini masaya yatırıp kesip biçip, tüm parçaları dağıtıp, sonra tekrar

toplamıştı. ‘Hem cerrah hem hasta, hem katil hem de kurban olur insan kendi hayatı

hakkında yazarsa derlerdi, doğruymuş’ diye iç geçirmişti bir seferinde.

Devlet Tiyatroları’nda dramaturg olarak çalışmış, daha sonra konservatuarda

hocalık yapmıştı. On yıl kadar önce emekli olmuştu. Onun hayatına dair ipuçları

yakalayabilmek için yazdığı oyunları okumaya başladım. Ama ne kadarının gerçek ne

kadarının kurmaca olduğunu belki hiç bir zaman öğrenemeyecektim, belki artık kendi de

bilmiyordu. Diyalogların derinleştiği az kadrolu oyunlar yazmıştı genellikle. Salonun bir

www.altkitap.com 51

Page 54: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

duvarını tavana kadar kaplayan muhteşem kütüphanesini karıştırıyor, kitapların sayfa

kenarlarına aldığı notları buluyordum. Hem dünyanın kitabını okuyup, hem de tüm

dünyayı gezecek zamanı nasıl bulduğuna şaşıyordum. Farklı ülkelerden topladığı değerli

eşyalar hakkında çocukça bir merakla sorular sorarak; geçmişte yaşadıklarını, nerelere

gittiğini ağzından almaya çalıştım. Paris Turnesi’nde eski taş plaklar satın almıştı ve

Hindistan’dan sedef kakmalı kutular. Çin’de porselenler, Küba’da özel üretim purolar

hediye edilmişti ona. Kütüphanenin karşı duvarını; yağlı boya orijinal bir tablo, Afrika

seyahatinde aldığı kabile maskeleri ve Arjantin’den dökme kurşunlarıyla birlikte getirdiği

gümüş kabzalı el yapımı bir tabanca süslüyordu. Hiç evlenmemişti ama gençliğinde

tutkuyla bağlandığı kadınlar olmuştu elbette. En büyük aşkını Buenos Aires’li bir kadınla

yaşamıştı sanırım.

Çocukluğumdan beri yazmaya heves duymama karşın, uğraşmak için hiç fırsatım

olmamıştı. Bundan sonra edebiyata yönelebileceğimi söylediğim andan itibaren, Hayri

Bey beni yetiştirmeyi kendine görev edindi. Eğitimci olarak zaten tecrübeliydi. Temelleri

sağlam atmak için Rus Klasikleri’nden başlayarak, kendince bir müfredat oluşturdu.

Gündüzleri bana tavsiye ettiği metinleri okuyarak geçiriyordum. Akşamları ise balkona

kurulup, onunla bu eserler hakkında tartışıyordum. Sıkı ama eğlenceli bir yaz kampına

girmiş gibiydim.

‘İyi bir hikâyenin sırrı nedir biliyor musun? Uzlaşmaz bir çelişki… Dış kaynaklı

olabilir ama ben en çok iç çelişkileri severim. Büyük Rus ustalarda bunun en iyi

örneklerini görebilirsin. Hah! Yeri gelmişken, üstat Çehov’un meşhur bir tavsiyesi vardır

yazarlara: Sahnenin duvarında bir silah asılıysa, oyunun sonunda mutlaka patlamalıdır.

İyi bir hikâye yazmak için klasik yöntemlerden şaşma. İskeleti sağlam kurduktan sonra,

üstüne istediğini koyabilirsin.’

Neden bana bu denli zaman ayırdığını sorduğumda ‘Bu balkonda güzel bir

hanımefendiye eşlik etmeyeli ne kadar uzun zaman oldu, tahmin edemezsin.’ deyip göz

kırpıyordu. Şiddetli fırtınanın ardından adasının kıyılarına vuran bu sığınmacıyı, şefkatli

özenini esirgemeyerek sağaltabileceğine inanıyor gibiydi. İşin doğrusu da buydu zaten:

Balkonuna sığınmıştım ve onun sahici sıcaklığına... Edebiyatla avunuyor, şarapla

uyuşuyor, manzaranın hipnotize eden güzelliğiyle oyalanıp, her şeyi unutabiliyordum.

Ama hüzünlerin hâkimiyetine boyun eğdiğim akşamlar da yok değildi. Gemilerin lacivert

sularda sessizce kayışına, martıların daireler çizerek aşağı süzülüşlerine dalıp gittiğimde

beni neşelendirmek için uğraşır; ‘Kendini martı zannedip atlamazsın inşallah balkondan’

www.altkitap.com 52

Page 55: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

diyerek işi şakaya vururdu. ‘Sezon açıldı. Hadi iki lüfer söyleyelim balıkçıdan, temizleyip

getirsin! Izgaraya attık mı tamamdır. Sen de salataya yardım edersin.’ Yemekten sonra

baktı ki yine yaklaşıyor gri bulutlar, derhal dağıtmak için girişimde bulunur; pikapta

gençliğinin Latin şarkılarını çalarak, salon çapkını edalarında beni dansa davet ederdi.

‘Tango öğreteceğim’ diye tutturduğunda, ısrar edecek olursa kendimi gerçekten aşağı

atmakla tehdit ederdim, ben de onu. ‘Siz zamane gençleri romantizm nedir bilmez

misiniz?’ diye hayıflanmaktan başka bir şey gelmezdi elinden.

Kapıcı köyünden dönüp; beni Hayri Bey’in evinde, kendi evimdeymiş gibi rahat

dolaşırken gördüğünde, neye uğradığını şaşırdı. Hayri Bey’le sohbeti koyulaştırıp

sabahladığımız bir gün kapıyı çalıp, böyle bir duruma suç ortaklığının verdiği utançla

gözlerini kaçırarak ‘Dün gece geç saatte telefonunuz çaldı durdu da rahatsız etmeyeyim

dedim. Bir de kapınıza bu kâğıdı sıkıştırmışlar.’

Notu bırakan bir arkadaşımdı: “Telefonlara cevap vermiyorsun. Cebin kapalı.

Nerede olduğunu kimseye haber vermemişsin. Ablan seni çok merak etmiş, boyuna bizi

arayıp duruyor. Kapını kırıp girmemizi istiyor. Onu arasan iyi olacak.”

Belli ki, ablam intihar etmiş olmamdan korkuyordu. Hele öğrenciyken bir kez

denediğim düşünülürse, endişe etmesi pek de yersiz sayılmazdı. Bir daha böyle bir şeye

kalkışmayacağıma hâlâ ikna edememiştim onu. Oysa ben çoktan unutmuştum bu olayı.

Arayıp sakinleştirmeye çalıştım, ama nafile. Mutlaka beni görmek istediğini söylüyordu.

Aksi halde kalkıp, o Bursa’dan gelecekti. Birkaç günlüğüne de olsa Hayri Bey’le olan

muhabbetimize ara vermem ve derhal ablamın yanına gitmem şart görünüyordu.

Bursa’da geçen günler işkence gibiydi. Karşı karşıya olduğum tüm maddi

gerçekler, ablam ve kocası tarafından yüzüme teker teker vuruldu. Kalan paramla bir

süre sonra kiramı bile ödeyemez hale gelecektim. Derhal bir işe girmem ve asla boş

hayallere kapılmamam gerekiyordu. Oysa kendime gelebilmek, hayatımın geri kalanına

yeni bir yön verebilmek için biraz daha zamana ihtiyacım vardı.

Ablam bizimkilerden bayrağı devir almış, iki çocuğunu aynen bizim yetiştiğimiz

şekilde büyütüyordu. Küçük olan bayağı beni andırıyordu. Ve tabii ki, benim gibi

olmaması için şimdiden tedbirler alınmıştı. Kızı durgun hallerinden dolayı psikologa

başlatma sebebini; ‘kolej sınavına hazırlanırken çok yoruldu galiba’ diyerek

geçiştiriyordu.

www.altkitap.com 53

Page 56: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Çok küçük yaşlarda mutlu olabilme yeteneğimizi yitirirsek, tekrar kazanma şansı

olabilir mi bir gün? Beynimizdeki mutluluk merkezi işlev görmez hale gelip, melânkoli

merkezi fazladan çalışırsa? Hüzünlerin içinde yaşayıp, hüzün soluyup, hüzünle

beslenerek ortaya hüzünden başka ne çıkartılabilir?

Kendimi feribota yeniden attığımda; İstanbul’a döndükten sonra ne yapmam

gerektiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. İçimde bir şeyler huzursuzca

kıpırdanıyor, kaybolmuşluk hissi gittikçe artıyor, Marmara’nın bulanık renkli suları

alabildiğine tekinsiz geliyordu. İstanbul’a yaklaştıkça, önce adalar göründü, denizin

ortasında yüzen tehlike şamandıraları gibi. Açıklara demirlemiş paslı gemiler ise sanki

birer mayındılar. Aralarından tedirgince geçerek yanaştık limana ve karaya ayak

bastığımda yüreğimde korkular yürürlükteydi.

Eve döndüm ve posta kutumda bir zarf buldum. Zarfın içinde bir mektup ve

anahtar vardı. Bir şeyler gerçekten yolunda gitmiyordu. Koşarak yukarıya çıktım, Hayri

Bey yoktu, gitmişti…

Balkondaki taşların üzerine çöküp, mektubu açtım. Karşıdan görkemli bir dolunay

doğuyordu.

“Gelmiş geçmiş en müstesna talebeme,

Ani bir kararla seyahate çıktım. Uzun müddet buralarda olmayacağım. Senden

benim yokluğumda evime göz kulak olmanı ve çiçeklere bakmanı rica ediyorum.

Nereye gideceğimi söylemememin esrarengiz olmaya uğraşmakla alakası yok,

esasen ben de bilmiyorum. Herhalde, bir süre gezerim bir yerlere yerleşmeden önce. En

azından hangi şehirleri yeniden görmek istemediğimi biliyorum. İstanbul; şu anda

yaşamak istemediğim şehirlerin başında geliyor, çünkü çok güzel. Artık dışarıdaki değil,

içimdeki manzaraları seyretmek istiyorum.

Sen gittikten sonra, nasıl bir bağ kurduğumuzu anlamaya çalışıp durdum.

Birbirimizden ‘art niyetli’ beklentilerimiz var mıydı? Mesela, acılarımıza karşılıklı bir

tanıklık… Kendi suretimizi görebilmek için birbirimizin aynasından mı yansımak

zorundaydık? Dışarıda akıp giden hayat ve tüm diğer insanlar hain bir yanılsamanın

oluşturduğu fondan ibaret olabilir miydi? Acaba iki âşık mıydık, mutlak aşkın özlemiyle

yanıp tutuşan? Hangi kapıların kilitlerini açmaya çalıştık mütevazı çilingir sofralarımızda?

Danışıklı dövüşle birbirini eğleyen iki işgüzar yahut çocuk kalmış iki oyun arkadaşı

olabilir miydik? Hoşça vakit geçirmekten başka dertleri olmayan…

www.altkitap.com 54

Page 57: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Bir gün senin hakkında yazma ihtimalim yüzünden, kendini sürekli kameralara

gülümsemek zorunda olan aktrislere benzetmiştin. Haklıydın, ben hep kayıttaydım.

Hâlbuki yazmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki… Kendi kendime hikâyeler anlatmak

için hikâyeci olduğumu idrak ettiğimden beri, elim kaleme gitmiyordu. Senin varlığın her

nasılsa, artık muhitime pek uğramayan ilhamıma beni tekrar kavuşturdu, teşekkür

ederim.

Benim yaşımdaki birinin, gençlerin mutsuzluğu karşısında iç burkan bir ziyan

hissine kapılıyor olması normal değil mi? Lütfen mutlu olmaya çalış. Hoşçakal!”

Ayağa fırladım. Zor durumda olduğumu düşündüğü için evini bana bırakıyordu.

Oysa benim asıl ona ihtiyacım vardı! Karanlık salonun ortasında, çaresizce dört

dönüyordum. Ağlamaktan şişmiş gözlerim duvardaki bir yansımaya takıldı. Orada hep

öylece asılı duran tabancaya... Dolunayın şeytani ışıkları, Hayri Bey’in Buenos Aires’ten

getirdiği tabancanın gümüş kabzasında oynaşıyordu…‘Ah!’ dedim kendi kendime.

‘Acaba bu iyi bir hikâye mi?’

www.altkitap.com 55

Page 58: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Özlem Özyurt 1980 Ankara doğumlu. Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirdi. Milliyet Sanat Dergisi'nde çeviri ve derleme haberleri; Varlık, Kaçak Yayın Dergisi ve www.altzine.net internet sitesinde öyküleri yayımlandı. 2005-2009 yılları arasında Mario Levi, Murat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ne katıldı. 2006-2008 yılları arasında Yazı Değirmenleri (www.yazidegirmenleri.com) adını koydukları sanal edebiyat dergisini hazırladı. Şu anda İstanbul’da bankacılık yapıyor.

BİR ŞEHİR VARMIŞ, BİR ŞEHİR YOKMUŞ

Bir bahar ertesinde, vakit ikindiye varmışken, ötedeki şehirler küçük gelir olmuş,

dam üstüne dam çıkmak helâl sayılmışken, bir bulut indi yeryüzüne, yaz da bitti, gölgeli

günler başladı. Uzaklardaki şehirler boşaldı, mucize şehir insan doldu taştı. Kuruluşunu

zaten ilk baştan beri mucize saymışlardı. Toprağı bereketli denen şehir, çok uzaklardan

çalışmak üzere gelen insanlara kapılarını açmakta gecikmedi. Çoluk çocuk, tası tarağı

toplayıp geldi. Nerede aç oradan kaç, nerede aş oraya yanaş diyenler soluğu mucize

şehirde aldılar. Çoğu hamallıkla ya da kazma kürekle çalışarak işe başladı. Bazılarınınsa

ne hamallık yapmak için ipleri, ne de amelelik yapmak için kazma ve kürekleri vardı. Bir

ip veya tutacak bir sap sahibi dahi olmayan bu adamlar için ‘ipsiz sapsız’ demeyi uygun

gördü yeni şehirliler. Bunun yanında doğuştan şanslı olup, her gün bal kaşıklayıp buzlu

hoşaf içenler de yok değildi. Unu çok bulanlar bazlama yedi, yağı çok olanlar börek etti.

Bunu duyup herkesin canı can da benimkisi patlıcan mı diyenlerse, çok ya da az

uzaklardan şehre gelip yerleşti. Esastan mucize olan, ya da az önce saydıklarımdan

ötürü mucizeymiş gibi gözüken şehirse sessizliğini bozmadı. Heriflerden tembel çıkanlar,

geceleri kahvehaneleri mekân edindi. Kahve, tütün; keyifler oldu bütün. İş başa düşünce

kadınlar sabahları her zamankinden erken kalkar oldu. Ağlayan bebeleri emzirip

çocukları okula hazır ettikten sonra yeni kondularından çıkıp zengin mahallelerin

otobüslerinde aldılar soluğu. Portakal Yokuşu, Peri Çıkmazı, Bağdat Çeşmesi tabelalı

otobüsler pek seyrek geçti nedense. Bazısı tek tük geçen otobüsleri kaçırdıklarından geç

kaldılar işe, azar işittiler hanımlarından. Büyük işler gören hanımlarını işe yolladıktan

sonra yapacaklarını gözden geçirdiler. Aman gömlekleri ütülemeyi unutmadılar. Manşet

www.altkitap.com 56

Page 59: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

nedir öğrendiler. En çok da yakalardaki kırışıklıkları açmak için uğraştılar. Tuvaletleri

portakal renkli ovucuyla iyice ovdular. Neyse ki tuz ruhunu yasakladı hanımlar. Ciğerleri

bayram etti kadınların. Camın önündeki yadigâr vazoyu kırmamak için tembihlendiler

telefonda. Kışlıkları yazlıklarla değiş tokuş ettiler. Hanımların ayırdığı fazlalıkları evlerine

götürdüler. Kızlar kot pantolonlara sevindi, oğlanlarsa ışıklı spor ayakkabı edindi.

Buzdolabının içini pırıl pırıldattıktan sonra yeni usul bal kabağı çorbası hazır ettiler,

karaciğere iyi gelir diye. Brüksel lahanası neymiş öğrendiler. Buharda brokoli pişirdiler.

Yazlarıysa iki dirhem bir çekirdek işe giden hanımlarının gönlü olsun diye zeytinyağında

sebze öldürdüler. Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış tabii. Şehir buram

buram sarımsak koktu, bir de sızma zeytinyağında yanmış soğan. Akşam olup evlerine

gittiklerindeyse analarının usul patates oturtma yanında cacık yapıp afiyetle yediler,

yedirdiler.

Kazayla merdivenlerden yuvarlanan hanımlarının nazara geldiğini görünce şeker,

gül suyu ve safrandan nazar şerbeti kaynattılar. Önce hanımlarına içirttiler. Sonra da

düştükleri merdivene bir parça döktüler, cinlerin perilerin ağzı tatlandı. Kalan şerbeti de

konu komşuya dağıtsın diye kapıcıya verdiler.

Ellerindeki sihirli değneği salladıkça salladılar. Sabahlar akşama, kışlar yaza

döndü. Kadın gelecek diye temizlenmeyen evler pırıl pırıl oldu, sonra tekrar kirlendi.

Bazısının bel ağrısından yüzü safran kesildi, yine de kimseye belli etmedi. Sadece

arkalarından ‘kadın’ denmesine azıcık içerlediler. Şehir şahit oldu aralarında

konuşmalarına. Hanımlarına ‘abla’ dediklerinde ekşiyen suratlar gibi surat

ekşitemediklerinden, içlerinde biriktirdiler bunu da. İçlerinden bir tanesinin kırılan

gönlünün sesi kırk gün kırk gece şehirde yankılandı: “Bir gün hanımıma dedim ki, bulaşık

makinesi aldım. Bravo yani, dedi. Neyine güvenip de makina alırsın ki!”.

Gazitepe, Sarıgelin, Fenerpaşa semtleri dolup taşmaya devam etti bu arada. Tek

gecede kondurulan yuvalar çiçek oldu. Hanımlardan gelen çiçekli porselen tabaklar,

köşelerindeki çatlaklara bakılmadan masalara kondu. Kirlendiklerinde, bileklere kuvvet

yıkanıp tel dolabın dibine kaldırıldı. Güç bela alınan bulaşık makineleriyse ancak

bayramlarda açıldı. Üzerilerindeki sararmış dantellerden bir kaç gün de olsa

kurtulduklarına sevinemeden harıl harıl çalıştılar. Erkekler her zaman olduğu gibi işin

kolayını buldu. En çalışkanları ancak mevsimlik işçi oldu. İnşaat mevsimi gelip iş

bulduklarında, kahvehaneler boşaldı. Buna en çok kadınlar sevindi. Çocuklarsa tek odalı

evlerde hep beraber büyüyüp gitti. Memlekette olsalar, belki daha fazla kardeşleri olurdu,

www.altkitap.com 57

Page 60: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kim bilir. Şehirde her şey zor olduğu gibi çocuk büyütmek de zordu. Onlar da öğrendi

sonunda üçüncüden sonra bir dur demek gerektiğini. Oğulları büyük adam olsun, kızları

da hayırlı koca bulsun diye uğraşıp durdu kadınlar. Oğlanların çoğu ortaokuldan terk etti.

Meslek lisesine devam edenlerse bir işin ucundan tuttu da, analarına bir ‘oh’ çektirdi.

Şehirdeki eşitsizlik bazı delikanlıların gün geçtikçe kanına dokundu. Toplanıp birbirlerini

doldurdular. Mahalledeki liseyi bitirip bir iş tutanlar tarafından yatıştırılmaya çalışılsalar

da işe yaramadı. Mahalleler çete doldu, küçük kardeşler büyüdüklerinde çeteye dahil

olmak için sonsuz dileklerde bulundu. Tüm evlerin yıldızı beyaz camdaki görüntüler

çeteleri yücelttikçe, silahlar her şeyin çözümü oldu.

Büyük analarsa kar yağmasın, don olmasın diye dualarını eksik etmedi.

Çocuklarına, torunlarına bir zeval gelmesin diye çörek otu, pirinç okuyup gizliden gizliye

ceplerini doldurdu. Soğuk sabahlarda ellerini soktukları ceplerinde, tırnaklarının arası

bembeyaz pirinç doldu ve kapkara çörek otu... O sayede kimisi iş buldu, kimisi imtihanını

verdi. Aralarına pislik dolduğunu düşünüp utandılar tırnaklarından, o yüzden ceplerinden

hiç çıkartmadılar.

Kar zaman zaman felç etti şehri. Koca tekerlekli cipler bile kalakaldı on iki tepeli

şehrin yokuşlarında. Narin kadınlar ne yapacaklarını bilemediklerinden içlerinden

çıkmadan yardım beklediler saatlerce. Zaman zamansa kayak takımlarını hazır edip kar

yağsın diye iç geçirdiler. Yaz gelip okullar kapandığında, bir de şubat olup kayak vakti

geldiğinde şehir azıcık boşaldı da; rahat bir nefes aldı.

Bütün bu hareketten en az şehir kadar rahatsız olanlarsa, kendilerini dışarılara

atmakta buldular çözümü. Şehrin yeni misafirlerinin yaşadığı semtlerin kenarları

rengârenk binaların, cicili bicili bahçeli evlerin doldurduğu yüksek duvarlarla örülü, bekçili

mekçili şehirciklerle doldu. Her birine bir isim buldu şehrin esas sahipleri: Tekno-Şehir,

Hiper-Yuvam, Babil Bahçeleri, Pera Kent... Akşam iş çıkışındaysa, boğazdaki birkaç katlı

kulüplerin önünde aldılar soluğu. Smokinli kulüp çalışanları, kara gözlüklü sürücüye ve

yüksek ökçeli kırmızılı kadına otomobilin kapısını açmak için nöbetteyken, içerideki

sayısız hoparlörden yayılan sesler karşı kıyıya vurdu.

Kulübün hemen çaprazındaki mütevazı lokantanın garsonu, beyaz ceketini

çıkararak on iki saatlik bir iş gününü daha bitirdi. Tam çıkacakken, lokantanın önündeki

kaldırımda, adamın biri ağzından köpükler saçarak yere düştü. Garson, yerdeki adamı

tekmeleyip arkasından bağırmaya başladı; “Bu hastalık numarasını hep yapıyorsunuz.

Adam gibi çalışsanız olmaz mı!”. Sahilden geçen her parlak Porsche'ye karşılık, çöp

www.altkitap.com 58

Page 61: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

bidonlarından toplanmış metal atıkları ile dolu ağır bir arabayı itekleyen bir ihtiyar çarptı

göze. İş çıkışı binlerce insanın geçtiği diğer bir caddede, soğuktan morarmış yaşlı bir

adam duruyordu. Bir manav yakıp ısınması için boş meyve kasalarını verdi. Gece

olduğunda çevredekiler, çığlıklarını duydu. Esnafın verdiği battaniye, yaktığı ateşten

tutuşmuştu. Polisler, onu marketten aldıkları pet şişe sularla söndürmeye çalıştı.

Arka sokakları ot bağlamış şehir, önce görmezden geldi olanları. Sonra içi

elvermedi, haksızlık var bunda dedi. Herkes eşit olsun istedi. Düşündü, taşındı, keçileri

kaçırdı. Toprak ana işe karıştı. “Ben alırsam içime, herkes bir olur, meraklanma sen”

deyince içi azıcık rahatladı. Derken önce toprak çatladı, sonra yarıldı. Kurumuş yapraklar

kırıldı. Toprakla beraber gökler can çekişti ve ardındaki sular boşaldı. Yarıklardan

yılanlar şehre yayıldı. Su ve toprak karıştı; çamur oldu. Evlerin çatıları çöktü. Ağaçlar

birbirine yaklaşıp uzaklaşmaya başladı. Ortalığı toz duman kapladı. İnsanlar, hayvanlar

ayakta duramadı. Yarılan toprak yaladı yuttu onları. Böylece Adem'in işlediği toprak yer

yer Yer'in yüzünden silindi gitti. Gökler kapanıp ardındaki suları sakladıktan, yer durulup

toprağı sakinleştirdikten sonra, şehirlilerin aklı başına geldi. Şık caddelerdeki koca koca

binalardan, denize nazır evlerden hasbelkader sağ çıkanlar, tek gecede kondurulan

evlerin yanlarında tek gecede kurulan derme çatma çadırlara yerleştirildiler. Kimisi

bebeği için ağladı, kimisi yarık toprak içinde kocasını aradı. Herkes eşit oldu mu bilinmez

ama ondan sonra şehir bir daha adam olmadı.

www.altkitap.com 59

Page 62: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Remzi Karabulut 1963 yılında Sarıkamış’ta doğdu. Bir dönem soyut resimle ilgilendi ve etkisinde kaldığı metinlerin resimlerini yaptı. Yaptığı resimlerle ikisi kişisel, üç sergi açtı. Yazılarını Edebiyat 81, Çağdaş Türk dili, Yeni Düşün, Uç, Damar, Aratos, Kül Öykü, Notos gibi dergilerde yayınlayan Karabulut’un ilk kitabı Hep Doğruyu Söyleyen Yalanım Ben (Günce), 2002 yılında Kültür Bakanlığı yayınları arasından, ikinci kitabı Kadınlar Gülmemeli (Öykü) 2005 yılında Can Yayınları’ndan çıktı.

YILDIZLARIM

1./

Babam tırpanla ot biçer,

ben de peşinden tırmıklardım.

Tam bir tırmıkçı sayılmazdım o zaman.

On uç yaşımı yeni bitirmiştim.

Onun ince ince biçip yatırdığı otları tırmıklamak ve

bir yerde toplamak bazen gücümü aşardı.

Belki de babam bunu bildiğinden

tırpanı ağır ağır çeker, arada bir dönüp bana bakardı.

Babamın ardından gitmek,

ona yardımcı olmak,

taze salatalık gibi kokan ota

tırmığı atıp ayaklarıma doğru çekmek,

yığılanları ayaklarımla da iteleyerek öbekler oluşturmak,

yorulduğumda yeşil ve nemli ota sırtımı dayayarak

tırmığın dişlerini kontrol etmek,

günlerce sürmesini istediğim bir işti benim için.

www.altkitap.com 60

Page 63: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Babam arada bir

nasıl tırmık çekmek gerektiğini gösterirdi bana.

Uzak doğu dövüşünü öğreten

karateci hocalar gibi ağır ağır döner

tırmığa ve ota nasıl hareket vermek gerektiğini gösterirdi.

Biçilen otun yerde kalmaması için

aynı yere ikinci kez tırmık atmanın

alışkanlık haline getirilmesi gerektiğini söylerdi.

2./

Dedem yapardı tırmıklarımızı.

Ayrıca tırpanın sıkıştırılması,

elciğinin takılması,

örsün sağlamlaştırılması

hep dedemin işiydi.

Dedem bu tür işlerle uğraşırken

ben hep yanında olurdum.

Çalıştığı kilerin etrafını toplar,

yongaları süpürürdüm.

Bir tırmığın başını

bir eliyle üstüne çöküp öbürüyle de çevirerek

matkapla nasıl deldiğini,

o deliklere göre nasıl aynı boyda dişler hazırlayıp taktığını,

bunun ne denli bir ustalık gerektirdiğini bilirdim.

www.altkitap.com 61

Page 64: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Bildiğim için de,

tırmık çekerken taşlara değen dişlerini

sık sık kontrol etmeyi unutmazdım.

Çalışırken ara verdiğimiz zaman,

tırmık güneşte çatlamasın diye

biçilmiş otların altına sürerdim.

Babam öyle öğretmişti bana.

Akşam iş bitiminde babamın omzunda tırpan

benim omzumda tırmık eve dönerdik.

Eve döndüğümüzü gören dedem,

bana bakıp hafifçe gülümsedikten sonra

hemen tırmığın dişlerine,

tırpanın dipçiğiyle elciğine bakardı.

Elimden tırmığı alır,

bir insanın dişlerini kontrol eder gibi

eliyle tek tek tutar sallardı.

3./

Bugün

ortaokulu yeni bitiren oğlumun bir işini tamamlamak için

parkın önünden geçerken anımsadım bunları.

Parkta iki görevli

motorlu tırpanla otları biçiyordu.

Ellerimi parkın etrafındaki duvara koyup onları izledim.

Biçilen yeşil ot

www.altkitap.com 62

Page 65: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

hâlâ salatalık kokuyordu.

4./

Ot biçme ve tırmıklama işi bittikten sonra

babamla çayırdaki çeşmenin yanına oturur,

annemin peştamala sardığı tandır ekmeğini,

çökelek ve soğanı yemeye başlardık.

Karnımızı iyice doyur,

çeşmeden tas tas sular alır

kana kana içerdik.

Babam bir öyküyü anlatmaya hazırlanır gibi

tabakasını çıkarır

ağır ağır sigara sarardı.

Sigarasını büyük bir keyifle içer,

kasketini yüzüne kapatıp biraz uyuklardı.

Babam uyuklarken ben hiç uyuyamazdım.

Belki o da uyumuyordu hiç.

Bir gün tırpanı aldım,

ses çıkarmadan az öteye gittim,

babam gibi tırpan çekmeye çalıştım.

Bacaklarımı açtım

kendimi hafifçe öne doğru eğip duruşumu sağlamlaştırdım.

Sağdan sola doğru boşlukta savurup,

gerçekten ot biçiyormuş gibi yaptım.

www.altkitap.com 63

Page 66: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Tırpanı kullanabileceğimi anlayınca

yavaş yavaş babam gibi biçmeye çalıştım.

Ama bu serüvenim fazla sürmedi.

Korktuğum başıma gelmişti.

Babam birden kalktı ve

yüksek bir binanın balkonuna sarkmış

bir çocuğa doğru atılır gibi atıldı.

Tam o sırada tırpanı sol ayağımın ucuna vurduğumu algıladım.

Babam kavuştuğunda

ayağımdaki lastik ayakkabının ucundan

bir silgi parçası kadar koptuğunu gördüm.

Parmağıma değmemişti,

ancak ayakkabımın ucu,

başparmağım dışarı çıkacak kadar kesilmişti.

Babam önce tırpanı elimden aldı,

sonra da şapkasının tersiyle

iki kez kafama vurup gitti.

5./

Yuvarlak yorganlar halinde topladığım otları

yine yorgan katlar gibi iki yanından katlıyor

sonra katlanmamış bir ucundan tutarak

sigara sarar gibi kıvırır

sonunda iri bir sarma yapar dikerdim.

www.altkitap.com 64

Page 67: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Yuvarlanıp dağılmasın diye önüne ve arkasına ot sıkıştırırdım.

Ot sarmayı çok severdim.

Babamın bu sarmalara yaslanarak

tütün sarıp içme anlarını hiç kaçırmazdım.

Ötelerdeki diğer sarmaların altına oturur bakar dururdum.

Bana hiç bakmazdı babam, ama görürdü,

her hareketimi bilirdi.

Sürekli bir şeyler düşünürdü,

dinlenirken,

sigara içerken,

yemek yerken,

tırpan çekerken,

tırpanın ağzını döverken.

Hep uzaklardaki bir şeyi düşünürdü.

Dağların arkasını görür sanıyordum.

Ben de gözlerimi uzaklara diker

ama bir şey göremezdim.

Tırpanın ağzını dövmek için bir örsümüz vardı.

Sırtı düz minik bir eşeğe benziyordu.

Başında el büyüklüğünde bir demir vardı.

Babam eşeğe biner gibi örse biner

tırpanın ağzını o demirin üstüne koyar

yavaş yavaş dövmeye başlardı.

Kulak kıllarını yakan berberler gibi vurup vurup geri çekerdi.

Tırpan dövmek çok zordur,

herkes beceremez.

www.altkitap.com 65

Page 68: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

En iyi tırpan dövenlerden biriydi babam.

Arkadaşları öyle derdi hep.

Tırpan dövdüğünde hep bir türkü söylerdi.

Tırpanın, örsün sesi karışırdı türküsüne.

Sesi tepelerde yankılanır,

otun,

suyun,

güneşin ve göğün rengini değiştirirdi adeta.

6./

Bir gün işimiz uzun sürdü.

Ha şurası, ha burası derken akşam oldu.

Tırpancıların çoğu dönmüşlerdi köye.

Yorulmuştuk ikimiz de,

ama işimizi de bitirmiştik.

İşi bitirmiş olmanın ne büyük huzur olduğunu söyledi babam.

Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra,

biraz dinlenelim

öyle yola çıkalım, dedi babam.

Ay yükselmişti.

Yıldızlar en parlak hallerindeydi.

Hangi yıldızın daha parlak olduğuna bakıyordum.

Saymaya çalışıyordum bazen.

Saydığım en parlak yıldız birden yok oluyor,

www.altkitap.com 66

Page 69: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yenisi yanıyordu.

Kayanları vardı.

Kayanları babama işaret etmek istiyor,

ama yapamıyordum.

Gözaltından bakardım,

acaba babam da gördü mü diye.

O da benim gibi bakıyordu.

Yıldızları izlerken

hep uzaktaki bir kenti düşünüyordum.

Parlak ayakkabıları,

ütülü siyah pantolonları ve

beyaz uzun kol gömlekleri olan çocukları.

Kentli kızları düşünürdüm.

Kısa düz saçları vardı onların.

Türkçe gülüyorlardı.

Dişleri daha beyazdı onların.

Etekleri havalanırdı gözümde.

Havalanan eteklerine irili ufaklı yıldızlar karışırdı.

Aileleri kızmazdı hiç.

Erkekler yolda yürürken

kızların omuzlarına koyarlardı ellerini.

Yaklaşır koklarlardı onları.

Otomobillere,

trenlere,

gemilere birlikte binerlerdi.

Yan yana yürürlerdi,

www.altkitap.com 67

Page 70: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

bizdeki gibi erkek önde kadın ardından yürümezlerdi.

Bir sigara yaktı babam.

Sigara dumanı

ay ışığına doğru kıvrıla kıvrıla yükseldi.

Yıldızlara bulaştı babamın soluğu.

Sonra kalk oğlum, dedi,

sigarası bitince,

deden bizi merak ediyordur şimdi.

Aydınlık gökyüzü,

yanıp sönen yıldızlar,

parlayan ay ışığında unutturuyordu yorgunluğumu.

Babamın tırpanını omzuna aldığı gibi

ben de tırmığımı aldım.

Hiç konuşmadan köye doğru

ağır ağır yürümeye başladık.

www.altkitap.com 68

Page 71: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

www.altkitap.com 69

Senem Dere 1975 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyu. Kültür ve Turizm Bakanlığında avukat olarak çalışıyor. Öyküleri, Özgür Edebiyat, Varlık, Kitap-lık, Patika, Koridor, Kül Öykü Gazetesi, Eylülce, Hayal gibi dergilerde yayımlandı. Özgür Pencere Kadın Öyküleri Yarışmasında mansiyon ödülü aldı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından düzenlenen yazma, öykü ve felsefe seminerlerine katıldı.

BEKLERKEN

Kargalar, bekleşip durdukları ağaçlardan çığlıklar atarak havalanıyor, gökyüzünü

siyah bir ağ gibi kapladıktan sonra kümelere ayrılıp dalgalanarak yeniden ağaçlara

konuyordu. Balkonda oturuyorduk. “Neden hep şu cılız ağaca konuyorlar? Baksana hiç

yaprağı kalmamış” dedi. Yüzünde kargaları da ağaçları da ilk defa görüyormuş gibi

şaşkın bir ifade vardı. Sonra çayından bir yudum aldı. “Kargalar çok uzun yaşarlarmış”

diye ekledi.

Balkon, balkondan görünen deniz, arka bahçe, bahçedeki ağaçlar, ağaçlardaki

kargalar ve üzerimizdeki gök… Sanki yeryüzünün hiç değişmeyen, donup kalmış bir

parçasında yaşıyor gibiydik. Oysa bunların ötesinde kasaba; insanları, yolları, binaları,

parkları, marketleri, büyük otelleri, kısacası her şeyi ile bize yabancıydı artık. Belki de bu

yüzden sadece burada kendimizi iyi hissediyor, bu balkonda saatler geçiriyorduk. Hiçbir

şeyin değişmediği duygusunu uyandırdığı için…

İçimde kargalara karşı bir yakınlık, bir ortaklık duygusu uyanmıştı. Yüzüne

baktım, “Çünkü oradan bizi daha rahat görebiliyorlar. Bak, şu iri olanı yanındakine neden

hep bu balkonda oturduğumuzu soruyor” dedim. “Aman! Zaten ürkerim

mendeburlardan...” diye cevap verdi gülümseyerek.

Uzaklarda, denizi yararak ağır ağır ilerleyen iki gemi, karşılaştıkları noktada

birbirlerine değercesine yakınlaştı. Gemidekilerin kısacık buluşma ânını; bir çocuğun

heyecanla yerinden kalktığını, diğer gemidekilere el salladığını, farklı yönlerde giden iki

gencin, daha sonra her vapura binişlerinde hatırlayacakları kısacık bakışmalarını, seyyar

satıcının kalabalık olan diğer gemide olmadığı için hayıflanışını görür gibi oldum. Karım

Page 72: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yakın gözlüklerini takıp masadaki bulmacayı önüne çekti “Evliliğin diğer adı” diye

mırıldandı.

Gemiler çoktan birbirinden kopmuştu, bakışlarımı denizden çevirdim. O, yazmayı

bırakmış, benden bir cevap bekliyordu. Duymamış gibi yaptım. Omuzlarını silkti.

Yazmaya devam etti. “Tarihi mezar?” dedi bu sefer. “Beş harfli!” Uzun süreli sessizliklere

tahammül edemeyeceğimiz yaştaydık. “Lahit” dedim. O sırada kargalar yine karşı

konulmaz bir çağrı duymuş gibi aynı anda uçup gökyüzüne dağıldı. Aynı anda

başlarımızı kaldırıp onlara baktık. “Bu kargalar eskiden de bu kadar çok muydu? diye

sordu. Gözlerinde nedenini çözemediğim korkuya benzer bir ifade vardı. “Tabii, dedim.

Bu mevsimde hep böyle olur ya!”

Telefonun sesiyle sıçradık. Her telefon yaşamımızdan bir parçayı alıp

götürüyordu. Ayağa kalktı, “Hayırdır!” dedi endişeyle. “Ben bakarım” dedim. Yüzü

sararmıştı. Yığılırcasına sandalyesine oturdu. Telefonda, hayattaki tek arkadaşımızın da

öldüğünü öğrendim. Gerçi bekliyorduk. Yine de yaşlandıkça, küçüleceğini,

kavrayabileceğimi sandığım dünyanın, her ölümde daha da belirsiz, uçsuz bucaksız bir

düzleme dönüşüp önümde uzanmasına alışamamıştım. Onun kıyısında kalmış, küçücük,

işe yaramaz bir nokta gibi hissettim bir kez daha kendimi. “Son gördüğümde ne kadar

iyiydi” deyip telefonu kapattım. Balkona döndüm.

“Mehmet mi?” dedi yılgın bir sesle. “Kurtuldu” dedim. “Bir tek biz kaldık” dedi.

Titreyen elleriyle bir sigara yaktı. “Öldüğümde mezarıma çiçek istemiyorum, unutma!”

dedim yutkunarak. Gözleri ıslanmış, iyice gerilere kaçmıştı. Zoraki bir gülümsemeyle “Ne

biliyorsun, belki de önce ben giderim” dedi. “Hem senin bu çiçek saplantın nedir kuzum?”

diye sordu ölümü uzaklaştırmak istercesine, telaşla... Üşüyordum, hırkamı omuzlarıma

iyice çekip anlatmaya koyuldum: “Küçükken dedemi çok severdim. En yakın

arkadaşımdı. Öldüğünü bana demediler. Sonra bir bayramda mezarına götürüp ‘Deden

burada yatıyor’ dediler. Ben ağlamaya başladım. O zaman halam yanıma geldi, mezarın

üzerindeki eflatun, beyaz çiçekleri gösterip ‘Bak deden çiçek olmuş, gel sulayalım’ dedi.

O ânda aslanağızlarının görünüşünü, dedemin yüzüne benzettim. Çok korktum. Uzun bir

zaman çiçeklerin ölü insanlar olduklarına inandım...” Bitirdiğimde derin bir nefes aldım.

Ama nefes alan sanki ben değil içimi kaplayan boşluktu. “Dedem artık ne kadar yakın”

dedim. “Daha önce hiç anlatmamıştın” dedi ilgiyle. Elimi tuttu. Göz göze geldik.

“Anlatmadım mı?” dedim hayretle. Yanıt vermedi. Uzaklaşmış, kendi içini

dinlemeye başlamıştı. “Garip” diye söze başladım, “Hâlâ birbirimize anlatmadığımız

www.altkitap.com 70

Page 73: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

şeyler olması...” Elimi sıktı. Konuşulmamış bir şeyler duymaktan memnun gibiydi.

Gökyüzünde iki büyük bulut birleşip güneşi kapattı. Karşı apartmanda çamaşır asan bir

kadın balkondan uzanıp havaya baktı. Bir ân tereddüt ettikten sonra çamaşırları asmaya

devam etti. Başka bir evden ağlayan bir çocuk sesi duyuldu. Kargalar sanki birdenbire

kaybolmuştu. Ne ağaçlarda ne de gökyüzünde görünmüyorlardı.

“Bir şey daha var” dedim. Merakla doğruldu. Devam ettim: “Halil’i hatırlıyor

musun? Hani uzun süre özel ders vermiştim. Uzun boylu, mahcup bir oğlandı.

Üniversiteden...” Anımsamak istercesine gözlerini kısıp bakışlarını uzaklara çevirdi.

Sanki eli birden katılaşıp soğumuş, yüzüne düşüncelerini gizleyen bir perde çekilmişti.

“Kemer’deki tatilden erken dönmek zorunda kalmıştım. Sen ablanlarla yazlığa geçmiştin

hani... Eve geldiğimde onu yatak odasında, senin giysilerini koklarken, onları okşarken

buldum. Kapıda beni fark edince donup kaldı. Sonra ‘Ben karınızı seviyorum hocam’

deyip odadan fırladı. Bir daha karşılaşmadık ama onu hiç unutmadım.” Dalgın dalgın

başını sallayıp “Kediye bakması için anahtarları vermiştik...” dedi. “Bilmiyordum...

Gençlik işte!” diye mırıldandı. “Allah Allah” diye birkaç kere söylendi. O ânda iri bir karga,

gökyüzünden fırlatılmış siyah bir leke gibi hızla uçup balkonun demirlerine kondu. Bir

kapı sertçe kapandı. Bahçede oynayan çocuklar bağrışarak bir yerlere koştular. Denizde

kocaman bir yelkenli ufuk çizgisinde kaybolmak üzereydi. Uzun, upuzun bir sessizlik

oldu. Dizlerini ovuşturarak ayağa kalktı. İçeri girdi.

www.altkitap.com 71

Page 74: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Sofya Kurban Çin’in Shing Chan ( Doğu Türkistan) eyaletinin Gulca şehrinde doğdu. 1980’de Türkiye’ye göçmen olarak geldi. 1994’de Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. 1996 yılından beri BOTAŞ Genel Müdürlüğünde çalışmakta. Yazı yazmaya; Çin Kültür İhtilali Dönemini anlatmak için başladı, sonra konular kendiliğinden geldi. Öyküleri Lacivert, Özgür Pencere ve Patika dergilerinde yayımlandı.

TOPAL KEDİYİ NASIL YAZDIM?

Önce bir el oluştu. Son derece tanıdık. Duruşu, üstündeki çizgiler, yıpranmışlığı,

tırnağın kesiliş biçimi, hepsi bildik. Bir an durup baktım. Birkaç gölgem birbirine çarpıp

devrildi. Odanın içindeki sessizlik benimle birlikte ayağımın altında dolanıyor, dolandıkça

kendini yeniden var ediyordu. Birbirine ulanan sessizlik uzadıkça dayanak noktasını

kaybedip üzerime çöktü. Doğrulabilmek için; minik sokağımın ötesinde, uzaklardan gelen

arabaların belli belirsiz seslerine kulak kabarttım. Voltalarıma ara vererek pencere

kenarında, ağırlığımı yorulan sağ ayağımdan alıp sola vererek duraksadım. Bakakaldım.

O an, elin varlığı sezginin ötesinde bir gerçek oldu. Bir de; gece, dört duvar ve ben.

Perdeyi aralayıp, her zaman yaptığım gibi dışarıya baktım. Parmaklarım iki kanatlı

perdeyi araladığında, sokak lambasının sarımtırak ışığı, ıslak yolda hepten hüzünlü

görünüyordu.

İnsanların çekildiği bu saatte her şeyin yeni anlamlara büründüğünü bilmiyor

değilim. Bazen bir kedi geçer. Onun benden habersizliği, ikimizin arasında onun yürüyüş

süresince ince bir ip gibi uzar. Tutunup o ipe, “Derin bir nefes al; bir, iki, üç, dört, beş.

Şimdi. Ver nefesini; bir, iki, üç, dört, beş. Boşalt zihnini.” diyerek kendime yollar ararım.

Önce zifiri bir karanlık çöker düşünce sınırlarıma. Odaklana odaklana karanlığı iğne

deliğine sığdırırım. İşte oradan tutunup kendi içime yolculuğa çıkarım. Neleeer neleeer

yok ki. Gün olur serin bir orman patikasında süzülürüm, devran döner bir kelebeğin sol

kanadında gökyüzünü özlerim. Kimi zaman; benden önce geçip gitmiş veya benden

sonra gelecek olan bir varlığın bıraktığı parçaya takılır kalır, kendimi onda yenilerim.

Karanlıktan çıkıp gözümü açtığımda, zamanın devinimini durdurarak beni beklediğini

www.altkitap.com 72

Page 75: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

görürüm. Yeni bir ben yaratmanın sevinciyle yükselen haykırışım, zamana hız vererek

saniyeleri dakikalara iter…

Gerçi bu durum mevsime göre de değişir. Kış gecelerinde, beşinci kattaki

penceremden, insanların karda bıraktığı ayak izlerini de izlediğim olur. İzlerin üzerinden

yürür, ipi milim milim kendime çeker, yumak yaparım. O yumakla yuvarlanır, sonunda

ben kar olurum.

Kimi durumlarda, bakılacak bir şey olmaz, zihnim beni dışlar, zaman beklemez.

Dilsiz gecede, kalemin beklediği masada, kafamda dolanan tilkilerle birlikte, öylece, kâğıt

bana, ben ona bakarım. İşte gene böyle bir gece… Mevsim ilkbahar.

Odanın boyu on bir, eni yedi adım. İkisi de asal sayı. Bir anlamı var mı?

Toplasam çift eder, çıkarsam da. Yedi defa en boyunca gelip gittikten sonra boy

boyunca üçüncü kereyi tamamlamak üzereydim. Düştüğüm sayılar karmaşasının

içinden, masanın üstünde öylece duran, artık görmezlikten gelemeyeceğim ele dikkatlice

baktım. El yalnız değildi, bir de ağız oluşmuştu. Dönüp kendime baktım, bir gölgem

diğerlerinden ayrılıp o bildik patikaya saptı. Ağaçların arasından gözüme ilişen varlığa

takılıp düştü. Yerdeki cansız kedinin sakat ayağından bir parça bulaştı üstüne. Bir şeyler

yakalamak üzere yaklaştım.

İlkbahar olduğunu hatırlatırcasına kızgın bir kedi bebek ağlamasına bürünerek

bağırdı. Hatırlıyordum. Bu Vicdan adındaki tekir kedinin bir dergiden çıkıp hayat bulmuş

olduğu rivayet ediliyordu. O anda benim bir parçam oldu…

Bu kedi, yedi yavrusunu doğurabilmek için yeşil gözlü, kuzgun rengi soydaşından

gebe kalmak üzere. Yavrulardan kuyruğu siyah, gözü yeşil, sol ön patisi kısa, namı diğer

Topal olan üç yıl yaşadıktan sonra neon farları parlayan bir arabanın tekerlekleri

arasında can verecek. Sağ gözü derin bir tırmık sonucu kapanacak ama cesur olduğu,

kendi avladıkları dışında pek bir şey yemediği, sıcak kanın tadını sevdiği de bilinen bir

gerçek olacak. Kısacık üç yılın ilk kışı çok zor geçecek. O sene Ankara’ya kış erken

gelmiş, inanılmaz yağan karda, geçmişte yaşanan zemheri soğuklar yeniden anılıp “Ha

şu sarkıtlar oluşan sene vardı ya.” diye kurulan cümlelere rastlanacak. Gerçi o kış doğan

çocuklar okula bile başladılar ya. Anne kedi bir gece gidip geri dönmeyecek. Doğdukları

kömürlükte yeterince bekledikten sonra diğerlerini geride bırakan bizim Topal, henüz

topal olduğunu bilmeden içgüdülerine uyup ilk avını yakalayacak. Gerçi soğuktan kanı

uyuşmuş bir fare ne kadar zafer işareti sayılır ama bu ona gelecekte yürüyeceği yolu

gösterecek. Sonra bahar gelip de Emek Mahallesinin ara sokaklarında dolanırken

kulağına gelen alaycı “Topal, şu haline bak!” gibi sözcükler yüreğine ulaşmadan geçip

www.altkitap.com 73

Page 76: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

gidecek. İkinci yaz kediler onun yanından geçerken değil böyle sözler söylemek, başları

önde, kuyrukları yerde, tüyleri inmiş, sessizce, varlıklarını sezdirmeden geçip gidecekler.

Üçüncü yaz gelmeden, spermlerini dişi bir kedinin içine boşalttıktan sonra, hovardalığın

mahmurluğunda dağılan dikkati ona ölümü getirecek.

Bu veya buna benzer hikâyeler, söylenceler, masallar, olmuş ile olacağın

karmaşası sıra sıra sıralanmış beni bekliyordu. Bunları yakalamak için yapmam

gerekenleri not ediyorum:

1. Başımın yeterince dönmesi için bolca volta atmalıyım,

2. Çevrenin karanlık olması yeterli değil, sağlanan sessizliğin de

çoğaltılması gerekli görünüyor,

3. Bir şeyleri kaybetmiş olmalıyım ki aramam söz konusu olsun. Sözgelimi

yüreğimin bir parçasını ödünç verip unutmalıyım,

4. Uzun, ucu eğik bir sopa bulmam şart. Bu önemli, çünkü içimdekini

yakalamam gerekiyor. Sopa yeterince uzun olmazsa, bir önceki seferde olduğu

gibi içeriye girip çekemem,

5. Çok dikkatli olmalıyım, bunlar tuhaf şekillere girip insanı yanıltabiliyor,

olmadık yere saklanmak gibi bir özellikleri var.

Geceyi tekrar düşündüğümde, voltalarıma başlamadan önce, öylesine yorgun

düşmüştüm ki. Dört duvarın üçünü kaplayan kitaplar bana yüz çevirmiş, hiçbiri ipucu

vermiyordu. Yol göstericilerim olan Dali’nin resimleri de yollarını kaybetmişti. Masa ve

sandalyeye mıhlanmış, kâğıt kalemin açmazında, içimde yürüyen, çıkış bulamazsa beni

boğacak olan hikâyenin kıskacındaydım. İlham perilerine rüşvet olsun diye, yirmi yıllık,

kol ağızları yıpranmış, bir zamanlar yakası olan ama şimdi yalnızca sarkan kumaş

parçalarının göründüğü kırmızı ceketime iyice sarılmıştım. FABER CASTELL TK-FINE

9717 0,7 uçlu kalemim peşine düştüğüm kelimelerin kuyruğunu kaçırmıştı. Sözcükler

kelebeklere dönüşmüş, pır pır odanın içinde uçuyor, ara ara bir yerlere konuyorlardı.

Sessizce yaklaşıp tam avucuma alacakken kanat çırpıp gözden kayboluyorlardı. Belki

daha rahat yakalarım düşüncesi ile ayağa kalktım. Üzerime üzerime gelen duvarları

genişletmek için yanlarından, ellerimle hafifçe iterek yürümeye başladım. Ayağımdaki

bez pabuç sürtünme seslerini yutuyordu. Mutlak sessizlik. Madde ve zaman yeni

gerçekliğe uyum gösterdi.

Şimdi, elin yanında oluşan göz ile göz göze geldik. Pencere kenarından

masadaki kendime şüpheyle baktım. Bir çığlık, işte, kedi hamile kaldı. Doğrusu hangisi

www.altkitap.com 74

Page 77: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

daha önce oldu bilmiyorum. Belki de eş zamanlı oluştu. Zevk geceyi sardı. Masadaki

kalem titredi. Dünya kocaman bir gel-git halinde. Ay, deniz, okyanus, ıslanan kumsal,

çekilen dalga, ağlayan denizkızı... Hepsi ben oldu.

Kalemi tutan el bana döndü ve “Önce bir el oluştu…” diyerek yazmaya başladı.

Nisan Eylül/2009

www.altkitap.com 75

Page 78: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Timur Alkanoğlu 1979’da İstanbul’da doğdu. Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. Askere gitmeden bankacılık sektöründe çalışıyordu. Şu sıralar ekonomik krizin bitmesini beklerken can sıkıntısından yazıyor.

SİLAH SENİN AVRADINDIR!

Peri Suyu’nun ay ışığı vuran kıpırtılı yüzeyi, bir yılanın pullarla kaplı derisi gibi

parlıyor. Kıvrıla kıvrıla akarak, Telkaşin Dağı ile aramızdaki doğal sınırı oluşturuyor.

Gökyüzünün canını acıtacak kadar yüksek olan bu koca dağ; içinde bize karşı beslediği

öfke ve garezi, eteklerinden aşağı doğru süzülen yoğun sis perdesi altında saklar gibi

adeta. Bu yapış yapış ve boğucu yaz gecesine hakim olan sadece sessizlik… Uğursuz,

tekinsiz bir sessizlik. Çatışmalarda birbirlerine ağza alınmayacak küfürleri, hakaretleri

savuran silahlar suskun. Hep süregelmiş lanetli bir gelenek olan taciz ateşlerini birkaç

gündür yemiyoruz. Merak ediyorum; Peri Suyu’nun uzun yolculuğunun sonu, masalsı

“Periler Diyarı”na varıyor mu? Bildiğim; benim yolculuğumun, sınırın ıssız bir köşesinde

kendi haline bırakılan Şehit Dursun Boz Karakolu’nda sonlandığı.

Bulunduğum yerden karakolun solgun ışıklarını görebiliyorum. Karakolun etrafını

çevreleyen yüksek tepelerdeki mevzilerimizde pusu kurmuş bekliyoruz. Fakat; pusuda

beklerken pusuya düşmek olağan bir durum buralarda, yadırganmıyor. Buraya geleli bir

sene olmadı, askerliğimin ortalarında olmalıyım. Gün saymadığımdan dolayı emin

değilim; fakat çok uzun zamandır buradaymışım gibi geliyor. Sanki daha önce başka bir

hayat yaşamamışım gibi. Ölümün pençeleri hep yakamızda olduğundan, onu pek

umursamıyorum. Beni asıl korkutan, bu diyardan ayrılamamak düşüncesi. Hiç

bitmeyecek! Ölsem bile… Ruhum bu toprakları asla terk edemeyecek. Sonsuza kadar

bu sarp dağlarda, yakılmış ormanlarda dolanıp duran; huzur bulamamış divane bir

hayalete dönüşeceğim. Oysa kızgın ayrılmıştım İstanbul’ dan… Bir daha geri dönmek

istemeden, lanetler okuyarak ayrılmıştım. Onu böyle çıldıracak kadar özleyeceğimi, asla

tahmin edemezdim…

Dört, beş yaş büyük olduğum Giresunlu Recep’le aynı mevzii paylaşıyoruz.

Doğduğu kasabadan sadece bir kez, o da askere gelmek için ayrılmış. Kısa boylu,

www.altkitap.com 76

Page 79: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kavruk, cevval bir çocuk. Anladığım kadarıyla babasını pek sevmiyor; hayırsızın biriymiş.

Arada bir anasından, kardeşlerinden söz ediyor. Hayatına dair anlattıkları daha çok

mesleğiyle ilgili. Askere gelmeden evvel, bir mermer ustasının yanında çalışıyormuş.

Taşa şekil verip, neler yarattığını heyecanla anlatıyor. Onu dinlerken -sadece

yaratıcılığıyla övünen bir tanrıya ait olabilecek- mağrur gurur duygusunu

hissedebiliyorsunuz. Televizyonda izlediği dizilerden, filmlerden gördüğü İstanbul’u çok

merak ediyor. Onun için İstanbul; bana zorla anlattırdığı hikayelerin geçtiği bir masal

kenti. Bu yüzden, her gece sıkılmadan hep aynı soruyu soruyor:

“Eeee! Anlatsana abi. Başka neler yaptın İstanbul’da?“

Daima, hoşuna giden bir şeyler uyduruyorum. Yatmadan önce çocuklara

anlatılan masallar gibiler.

Elinde tuttuğu kocaman silahını, giydiği yıkanmaktan rengi kaçmış kamuflajını,

üzerine kuşandığı tüm o savaş teçhizatını bir kenara bırakırsanız; daha yirmi yaşındaki

Recep zaten çocuk sayılmaz mı? Çoğunlukla; hiç yaşamadığım, yapmaya asla cesaret

edemeyeceğim şeyleri; bazen de başımdan geçen ama sıradışı bir yanı olmayan

olayları, allayıp pullayarak ona anlatıyorum. Hayranlıkla dolan iri ve kara gözleri sonuna

kadar açılıyor.

“Vay be! Sen de az değilmişin ha!”

Tüm anlattıklarım masallardan ibaret değil elbette! Bazı geceler gözlerimi

kapatıp, onun da aynısını yapmasını istiyorum:

“Kapadın mı gözlerini? Şimdi kafanda şunu canlandır: Bir akşam vakti… Boğaz’ın

hemen kenarındaki bir parkta; yeni sulanmış çimlerin üzerine uzanmış İstanbul’ u

seyrediyorsun. Yosun kokusu ciğerlerine doluyor. Rum kayserlerinin gözdesi Ayasofya

sana iffetsizce göz kırpıyor. Hasmına topuk gösteren bir külhanbeyinin edasıyla, yaşlı

Rum dilberinin karşısına dikilmiş Sultan Ahmet Camii’ne ve onun göğe yükselen

minarelerine takılıyor gözlerin… Kıymetli taşlarla süslü iki değerli gerdanlık var öte

yanında…Şehrin efkarla dolu başını taşımaktan yorgun düşen, o upuzun boynuna

takılmışlar… Üzerlerinden hiç durmaksızın geçen araçların ışığı, inci taneleri gibi

parıldıyor. Eşlik eden martıların çığlıkları arasında, bir şehir hatları vapuru süzülüyor

denizin üzerinden. Sonra…”

Sessizlik uzayınca Recep meraklanıyor: “Evet, sonra?”

www.altkitap.com 77

Page 80: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Sonra… Gözlerimi kör eden parlak bir ışık kaplıyor şehrin üzerini… Kocaman,

pençe gibi bir el; bedenimi hoyratça yerden kaldırıp havalandırıyor. İçim çekilmiş gibi

hissediyorum... Bulutların, dağların, ovaların üzerinden geçtikten sonra, aniden

parmaklarını gevşetiyor ve aşağı düşüyorum. Ufacık bir çukurun içine… Kendi ellerimle:

İki dirsek genişliğinde, koltuk altı derinliğinde ve kasatura takılmış G3 piyade tüfeği

boyunda kazdığım; müstahkem mevziime.

Bu son, Recep’ e göre değil!

“Sonra mı? Sonrası artık, yarına!”

“Beni yemiyon değil mi abi? İstanbul harbiden o kadar güzel mi? Sen de o biçim

yerde yaşıyon, çok şanslısın anasını satayım!”

Şans!... Keşke, sana anlattığım tüm bu masallara kendim de inanabilseydim

Recep. Belki o zaman kendimi şanslı hissedebilirdim. Ama artık biliyorum ki: Kırılan

hayallerinin parçaları yüzüne çarptığında; bir şarapnelden, bir kurşundan daha fazla

yaralar, canını daha fazla acıtırmış.

Recep kirli elleriyle gözlerini ovuşturuyor. Belli ki uykusu gelmiş.

“Şu köşeye kıvrıl dinlen biraz. Hadi! Ben ayaktayım, gerekirse seni uyandırırım.”

Nöbette uyumak! Adeta günahla özdeşleşen, en ağır suç. Ama kimsenin buna

aldırdığı yok. Recep derinden bir “Offf!” çekip, mevziinin bir köşesine çöküveriyor. Bu

gece dinlediklerinden bayağı etkilendiği açık. “Türk Dili ve Edebiyatı” üzerine, yarım

bırakılmış bir eğitim ve okuduğum onca kitap; en azından burada bir işe yarıyor. Büyük

şairlere ve yazarlara özenerek kurduğum cümleler, acemice de olsa etkili oluyorlar. Bir

kirpinin dikenlerini andıran sert ve gür saçlarını yolarcasına kaşırken, sanki ölümün

duymamasını istermiş gibi fısıltıyla soruyor:

“Bizim de başımıza gelir mi?”

Neyi kastettiği çok açık olsa da, bu uzmanlık sorusunu anlamamazlıktan gelmeyi

tercih ediyorum:

“Ne gelir mi?”

“Anladın işte…”

Buralarda, bu sorunun tek bir yanıtı var:

“Kader, Recep. Kader!”

www.altkitap.com 78

Page 81: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Kader… Son zamanlarda, en sık duyduğum kelime. Acemi birliğinde “Eğitimde

merhamet, vatana ihanet!” felsefini benimsediğinden dolayı, bize tüm acemiliğimiz

süresince kan kusturan Kıdemli Kademeli Başçavuş Karaduman; ayrılık günü geldiğinde

şöyle demişti: “Gençler! Evvel Allah biz size ne biliyorsak öğrettik. Amma! İlla başınıza

gelecek varsa… Allah yazdıysa? Ne diyelim? Kader... Siz şimdiden hakkınızı helal edin

emi!”

Kader!... Adanalı İlyas ise şunu demişti: “Hoca, yeminlen burda öyle şeyler

görmüşüm ki, gel de kadere inanma! Biz de kendi çapımızda feleğin çemberinden

geçmişiz icabında amma; olucak varsa, illaki olur. Hani kaderimse düzülmek, neye yarar

üzülmek hesabı, anladın mı?”

Sonra, öldü... Terhisine kırk altı gün kala, intikal halindeyken mayına bastı. Ağrılı

Seyfettin’in on-on beş adım önünden yürürken -artık aklına ne geldiyse- birden geriye

dönmüş. Bu sırada hala yürümeye devam ediyormuş. Tam ağzını açmış ki… BOMMM!

Sözleri havada asılı kalmış, bedeni bir yapbozun parçaları gibi toprağın üzerine

dağılmış. Kader; burada bir yanıt olmaktan çıkıp, bir soruya dönüşüvermiş. Sahi! Sadece

yirmi bir yaşındaki İlyas, böyle feci bir şekilde sonlanacak kaderini nasıl hak etmiş?

Tabi, kaderde yalnızca kurban olmak yok. Bir de; doğan güneşin şafağını

aydınlatmasını hasretle bekleyen Ankaralı Ramazan Asteğmen gibiler var. Aynı yaşlarda

olmamız ve benzer hayat görüşlerine tutunmamız nedeniyle samimi olduğum Ramazan

Asteğmen…

Tezkeresini almadan önce ki son konuşmamızda: “Ne garip!” demişti. “Hani, o

kadar okudum, ettim… İnsan doğumunun iyi bir amacı olsun istiyor. Tamam! Dünyayı

kurtaracak halimiz yok ama… Ne bileyim?… Ben doğdum, bir başkası doğdu. Hiç

karşılaşmadan, birbirimizden habersiz, başka başka yerlerde büyüdük… Bir gün tesadüf

eseri karşılaştık… Yüzünü sadece bir kez gördüm… Tetiği çekmeden hemen önce … O

son görüşüm oldu. İşte! Bu yüzden dünyaya gelmişim; bir başkasının Azrail’ i olmak

için… Kaderim böyle yazılmış…”

O kendini buna inandırmış, bunu kabullenmişti.

Peki ya bana bahşedilen kader neydi? Kendi adıma girdiğim tüm savaşlardan,

kesin bir yenilgiyle ayrılmama rağmen; hiç umursamadığım bu savaşa sürüklenme

nedenim neydi?

www.altkitap.com 79

Page 82: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Yanıt: Sırf korkaklığım yüzünden becermekte aciz kaldığım bir işi, bir başkasına

yaptırabilmek. Buraya, şahadetin kutsallığına hiç yakışmayan, zavallı bir sebep uğruna;

hem de gönüllü olarak geldim. Fakat gördüm ki başkalarının bana verebileceği tek ölüm;

zehirli bir elmayı andırıyor. İçi acı ve ke…

“ÇATTT!” diye arkamdan gelen, ani bir gürültü; beni dünyaya geri döndürüyor.

Kafam karmakarışık…

Çoktan uykuya dalmış olan Recep’in kucağından kayıp, yere kapaklanan

silahının sesi bu.

Recep’ in dudakları yavaşça kıpırdarken; büzülmüş alt dudağında biriken salyası,

çenesine doğru akmaya başlıyor. Uyanır gibi olup, salyayı ağzına geri çekiyor ve kaldığı

yerden uykusuna devam ediyor. Ayakta dikilmekten yorulan dizlerimin ağrısıyla, diğer

köşeye de ben çöküyorum. Tam karşımdalar. Toza bulanmış silah, öylece duruyor.

Recep’ in namusu yerlerde sürünüyor.

Hatırlasana Recep; bize öğretilen ilk şey neydi?

“Silahın senin avradın, namusundur! Onu canın pahasına koru ve asla terk

etme!”

Bunu öğrettiler… Ama şunu öğretemediler: Peki ya bir gün, O senden ayrılmak

isterse; seni bırakıp giderse? Amansız bir umutsuzluğa düşüp, kendini öldürmek ya da

öldürtmek dışında ne yapabilirsin?...

Kadıköy’ deydik. Öğlen vaktiydi. Sokaklarda gezinen serin bir esintinin rüzgarına

kapılıp, Bahariye Caddesi’ni dolduran kalabalığın arasına karışmış yürürken; birbirimize

de en az bu kalabalık kadar yabancıydık artık... O, hiçbir şey söylemeden birkaç adım

önümden yürüyordu. O gün elimi tutmadı…

Tüfeğimin kayışını, elime iyice doluyorum. Şarjörü dolu, emniyeti açık. Daha bu

sabah tüm parçaları tek tek söküldü, temizlendi ve yağlandı. Üzerine sinmiş yağ

kokusunu içime çekerken, namlusuyla yanaklarımda ufak daireler çiziyorum. Cennet

bahçelerinde yetişen çiçeklerin özünden elde edilen bir parfüm bile, bundan daha güzel

kokamaz. Etrafına ölümcül öpücükler dağıtan namlusu dudaklarıma değiyor. Namlunun

alevliği geceden daha soğuk. O’nun: “Böylesi ikimiz içinde daha iyi olacak…” diyen

dudaklarından da…

www.altkitap.com 80

Page 83: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Parmaklarımla, gez ve arpacığın arasındaki düzlüğü okşuyorum. Aynı; O, bir

zamanlar yanımda sere serpe uzanmış yatarken, çıplak sırtını okşadığım gibi. El

kundağını sıkıca kavrayıp, kendime doğru çekiyorum. İyice… Etime batırırcasına ve hiç

bırakmak istemeden…

Beşiktaş’ taydık. Gecenin bir yarısıydı. Denizi göremeyen kör, yaşlı bir binadaki;

mütevazı öğrenci evimizdeydik. Pencere camından süzülen sokak lambasının donuk

ışığı odamızı aydınlatıyordu. Güneş altında kalmaktan sararmış saçları, yüzünü bir peçe

gibi örtmüştü. Cehennem ateşini kıskandıracak alevler parlıyordu gözlerinde. Bedeninin

her yerinde parmak izlerim vardı. Alnında biriken ter damlaları, tatlı bir nektardan daha

serindi. Baş döndüren bir mutluluğun saydam gölgesi, bedenlerimizin kusurlarını ipek bir

çarşaf gibi örtmüştü. Odamızın bütün duvarlarını kaplayan posterlerdeki – hep başkaları

tarafından izlenmeye alışmış – tüm o ünlü yıldızların meraklı bakışları altında… Benim

oldu. Koyu kızıl rengi kanı, nemli parkelerin üzerinde yavaşça yayıldı. Bu, döktüğüm ilk

kandı. O fakir ev var ya… Artık benim için bir mabet, bir tapınaktı. O an ölebilseydim; bu

benim mutlu sonum olacaktı. Zamandan tek bir şey çalabilsem, o anı çalardım…

Ay bulutların arasından sıyrılıp, Recep’ in çocuk yüzünü aydınlatıyor. Şarjörü

yokluyorum. Tam yerine oturmuş, bir milim bile kıpırdamıyor. Beynimin bir köşesinde

hep pusuda bekleyen o lanet düşüncenin zehri, kanıma yavaşça karışıyor. Ürperiyorum.

Bu kez gelgitlerde boğulmayacağım. Biri bana şöyle sesleniyor: “Hadi! Bekleme, yap

artık şu işi!”…

Dalgalar kıyıdaki kayaları acımasızca döverken, güneş neredeyse batmak

üzereydi. Denizi sağ yanımıza alıp, amaçsızca sahil boyunca ilerledik. Cesaretini

toplamasını bekliyordum. Ne söyleyeceği belliydi ama bunu kendi söylemeliydi. Birden

duruverdi. Sırtını denize döndü. Cesaretini toplamıştı, gözlerimin içine bakabiliyordu. O

an sağır olmak istedim. Söyleyeceklerini duymak istemiyordum. Pembeleşmiş omuzları

üzerinden denize takıldı gözlerim. Dalgalar kalp atışları gibiydi; ritmini hiç bozmadan

yükselip, alçalıyorlardı. “Bitmeli!” derken, gözleri ardında oynaşan deniz kadar sakin

değildi. Ruhunu kemirip, kangrene dönüşen bir yaraymış bana duyduğu sevgi. Kesip

atması gerekiyormuş. Bunları söylerken yanaklarından süzülen iki damla yaşla attı

sevgimi içinden. Bu irin dolu damlalar yere aktı ve kim bilir kaç kişi basıp geçti onların

üzerinden?...

İşaret parmağımla silahımın en mahrem bölgesine dokunup, hafifçe yokluyorum.

Namlu, sabırsızlıkla ağzıma boşalmayı bekliyor. Parmağımın ağırlığını yavaş yavaş

www.altkitap.com 81

Page 84: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

tetiğin üzerine veriyorum. Aynı bana öğretildiği gibi, nizami bir şekilde. Sana, hoşça kal

demediğim için kusura kalma Recep…

Gök gürlemesini andıran bir ses, gecenin ince bir tül kadar narin sessizliğini yırtıp

attığında; Recep derin uykusundan sıçrayarak uyanıyor. Daha tam kendine

gelemediğinden, şaşkınlık ve korkuyla harmanlanmış gözleri; ne olup bittiğini anlamak

istercesine etrafına bakınıyor.

“Ateş! Ateş edildi… Abi, ateş ediyorlar…”

Ölüler görüp, duyabilir mi?

Recep, yerde duran silahını tek hamlede kaptığı gibi -tüm kainatın gelmişini

geçmişini şöyle güzelce bir anarak- ayağa dikiliveriyor. Namlu ağzımda ve hâlâ ne olup

bittiğini anlamaya çalışıyorum. Recep benimle ilgilenmiyor. Dinliyor… Sessizce, tüm

dikkatini toplamış bekliyor. Başka bir kurşun… Tek başına, yolunu kaybetmiş kör bir

kurşun… Tam üzerimizden geçip arkamızdaki kayalara çarpıveriyor. Günlerdir sıkıntıdan

patlayan orkestra, konsere çoktan hazır. Senfoni başlıyor. Enstrümanlar tüm hünerlerini

ortaya sererken; kimi kalın, kimi ince perdeden çalıyor. Recep’te çoktan bu gösterideki

yerini almış, bağırıyor: “Ya abi! Kurban olduğum… Sen n’apıyosun orada? Hadi daaaa!”

Kaderimin bana bir oyunu mu bu?

Verdiği bu emre itaat etmekten başka şansım yok. Başımı - biraz önce

kalkıştığım işe tezat - ihtiyatla yukarı kaldırıp, gecenin içinde yanıp sönen namlu

alevlerini görüyorum. Suratından boşalan teri, kolunun tersiyle silerken Recep’le göz

göze geliyoruz. O bir çift gözün ağırlığı altında eziliyorum. Kader, yaşam, ölüm, aşk ve

tüm o varoluş sorunları… Havaya karışan sigara dumanı gibi dağılıyorlar. Biz, ikimiz…

Bekleyeni olmayanlar… İzbe bir çukurda birbirine sığınanlar…. İki meçhul asker. Merak

etme Recep! En azından bu gece, seni kimse terk etmeyecek.

Silahım, üzerime zimmetlenmiş aşkım. Silahım benim avradım! Namlusundan

yayılan öfke dolu melodi; dağlara, taşlara çarparak yankılandığında; çatışma daha da

alevleniyor. Aydınlatma fişekleri de atıldı. Gökyüzüne fırlatılan rengarenk havai fişekler

gibiler. Şu anda; ölümle yaşamı ayıran bu derin vadinin tam ortasından akan Peri Suyu’

nun yüzeyinde, İstanbul’ un silueti yansıyor. Tekrar, boğazın kenarındaki o parktayım…

İstanbul, orada... İşte! Tüm ihtişamıyla karşımda dikiliyor…

www.altkitap.com 82

Page 85: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Tülay Marchand 1976 yılında Manisa'nın Salihli ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Salihli'de tamamladıktan sonra, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Sosyoloji lisans diplomasını yaptı. Ardından Viyana Üniversitesinde 'Avrupa Çalışmaları' yüksek lisans programını tamamladı. Halen Viyana'da yaşamaktadır.

ZAMAN VE SONSUZLUK

Yağmur, penceresinin pervazına vuran yağmur, ses olup gecedeki havanın

içinden odasına süzüldüğünde uykusuzluk denen olgunun sadece kendisine değil aynı

zamanda gecenin bu saatinde gökten boşalan yağmur damlalarına da musallat

olduğunu düşünmüştü Benjamin. Gecenin sessizliğinin ve yağmur damlalarının odasının

içinde böylesine kendilerine yer edinip uykusuzluğunun bir parçası olduğuna nedense

inanmak istememişti. Gözlerini karanlık tavandan bir türlü alamayınca, yataktan kalkıp

pencereden yağmuru seyretmenin daha ilginç olabileceğini düşündü. Odasının

penceresinden gecenin karanlığında belli belirsiz görünen birkaç evi ve onun arkasındaki

gecenin içine oturmuş neredeyse siyaha yakın bir renge bürünmüş ormanı gördü.

Gecenin bu saatinde evden çıkıp yağmur altında ormana tek başına dalsa ne olurdu

acaba? Annesinin ona anlatmış olduğu masallardaki gibi bir kurt önüne çıkıp onu kendi

kötü emellerine alet etmek ister miydi? Gerçi köyde kimse ormanda kurt gördüğünü

söylememişti. Ama annesinin ağzından yaşamla ilgili dökülen her kelimenin, yaşamla

ilgili yapılan her yorumlamanın doğru olmaktan başka şansı yoktu Benjamin için. Yağmur

yağmasaydı eğer, bu siyaha bürünmüş bulutlar gökyüzünü esir almasaydı bir süreliğine,

apaçık gökteki yıldızlara bakıp hayata dair belki daha sıradan şeyler düşünebilirdi.

Yağmur, penceresinin pervazına vuran yağmur, bu küçük bedeni için taşınması

zor olan düşünceler getirmişti Benjamin’e gecenin bu saatinde. O hep bir şekilde

kaçmaya çalıştığı, ama kendisine bir çıkış bulamadığı, hiç kimseyle paylaşamadığı,

bazen ikisinin korkusundan gözlerini iyice kısıp yorganın altına saklanıp birkaç gözyaşı

döktüğü, sadece annesinin ona okumuş olduğu masallarla etkisi azalan ama evin

merdivenlerinden yukarıya çıktığında büyüyen, gecenin sessizliği içine çöreklendiğinde

kalbinin ve zihninin her köşesine yerleşen, gecede açık kalmış gözleri tavana bakmaktan

www.altkitap.com 83

Page 86: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yorgun düştüğünde, Benjamin’in küçük bedeni için taşınması zor olan uykusuzluk gibi

kendisine musallat olmuş olan o korku...

Benjamin ormana bakan gözlerini geceden aldıktan sonra yavaşça yatağına

uzandı. Uykusuzluktan yorgun düşmüş olduğu bu gecede tekrar gözlerini tavana dikti.

Ve son bir kez uykuya dalmadan o korkunun hâlâ bütün yoğunluğu ile orda olduğunu

hissettiğindeyse yatağından kalkıp annesine koşup yardım istemenin bir anlamı

olmayacağını biliyordu. Bazen gün içinde, bazen aynen gecenin bu saatinde olduğu gibi

küçük bedeni üstüne çöreklenen bu korkunun ne olduğunu tam olarak nasıl

açıklayacaktı. Bunu birkaç kez babasına anlatmaya yeltenmiş ama sonrasında korkunun

nedenine somut herhangi bir şey gösteremeyeceğini sezinlediği için kendince içine

kapanmayı seçmişti. Annesiyse kimi zaman oğlu ile ilgili yolunda olmayan bir şeyler

sezinlediğinde, yavaşça hissettirmeden yardımcı olmaya çalışmış, korkusunun nedeni

her ne ise bunun anlamsız olduğunu, çünkü hayatla ilgili korkuların çoğunu insanoğlunun

kendisinin yarattığını söylemişti. O ansa yine Benjamin’in iç huzursuzluğunun odasının

duvarlarını aşıp, annesinin başını koyduğu yastıkta kendine bir yer edindiğinde gelmişti.

Annesi bir çırpıda Benjamin’in odasına koşmuş ve yorganın altında sessizce ağlamakta

olan oğlunu gördüğünde hemen yatağın yanı başına oturmuş, onu kucağına almış,

başını yavaşça okşamış ve her şeyin birazdan geçeceğini yarın güneş açtığında ve

sahile gittiklerinde bütün bunları unutacağını söylemişti. Ve ardından Benjamin’e bir ninni

söylemişti. Annesinin göğsünden gelen sıcaklığın hayatına o andan sonra girecek tüm

yağmur damlalarıyla birlikte kendisini bu dünyaya ait korkuların olmadığı başka bir yere

götürmesini dilemişti Benjamin.

Kendisine o andan bırakılmış olan sıcaklığı düşündü, gözlerini yine iyice kıstı ve

annesinin göğüslerinin arasına yerleşmiş olan başını, sırtında gezinen sıcak ellerini,

kendisine söylemiş olduğu ninniyi ve o rahatlama anını gözlerinin önüne getirdi. Kendi

kendini yavaşça telkin etmeye başladı: “Yarın bahçeye oynamaya çıktığında bunların

hiç birisini düşünmeyeceksin, annen pencereden beş çayı için ‘Benjamin’ diye

seslendiğinde geceyle ve yağmur damlalarıyla birlikte üstüne çöreklenen bu

düşüncelerden hiçbir iz kalmayacak.” Biraz sonra gözleri iyice kapandığında her ne

kadar henüz tatmamış olsa da, ölüme yakın bir sakinlik duygusunun bedenine

yerleştiğini belli belirsiz hissedecekti. Tam olarak uykuya daldığındaysa, ölümün başka

bir adının onu kollarına alıp ninniler söylediğinin farkına varmayacaktı.

www.altkitap.com 84

Page 87: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Sabah annesinin yapmış olduğu kahvenin ilk kokusu burnuna geldiğinde gecenin

götürdüğü yağmurun artık pervazda olmadığını ve rengi yeşile bürünmüş ormandaki

ağaçların dallarının neredeyse odasındaki pencereden yatağına uzandığını fark etti.

Annesinin “Benjamin kahvaltı hazır!”diye bağırması dün gece yorganın altında

gözlerini kısıp gözyaşlarını iyice içine gömdüğü o yoğun korku anını birden

unutturmuştu. Merdivenlerden aşağı indiğindeyse mutfakta bekleyen annesinin sıcak

gülümsemesinin kendisini kovalayan bu korku anının sonu olduğunu düşündü. Ardından

babasının her Pazar kiliseye gitmek için giymiş olduğu takımlarıyla mutfağa girdiğini

gördü.

Hızlı yapılan bir kahvaltının ardından hep birlikte kiliseye gittiler. Köyün taşlı

yolunun sonundaki küçük tepeciğe kondurulmuş kiliseye vardıklarında, köyün öteki

yakasında oturan ama çok nadir köyün içinde oynamaya çıkan, ailesiyle birlikte kiliseye

gelen Marlen’i görmüştü Benjamin. Onu görmekten çok mutlu olmuştu ama elbette

bundan kimseye bahsetmedi. Marlen ile ilgili hissettiklerini Tanrı’nın evinde açıklaması

hiç uygun kaçmazdı. Biraz sonra rahip ortaya çıkıp Tanrı sevgisinden, onun her yerde

olduğundan ve kudretinin her şeye yettiğinden bahsedecekti. Tahta sıra üstünde oturup

küçük bakışlarla annesiyle babasını gözlemlerken, tek bir ses çıkarmadan rahibin bütün

dediklerini dinlemesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Tanrı sevgisiyle ilgili sözcükler ve İsa’ya

dair tüm kelimeler rahibin nefesinde son bir kez demlendiğinde, tahta sıralarda

oturanların buraya gelmeden önce içlerine akıtmış oldukları son kahvenin yudumları

kendilerini daha fazla uyanık tutmaya yetmediğinde, birazdan çalınacak olan kilise

orgundan çıkacak olan müziğin notaları kilisenin pencerelerinin pervazlarında sinsice

bekleşirken büyük bir coşku ile üfledi rahip duanın son sözcüklerini tahta sıraların

üstünde oturan ahalinin üstüne: “Tanrı hep bizimle olsun... Sonsuza dek...” Kelimeler

başını öne eğmiş ve hâlâ sıkıca anne ve babasının elini tutan Benjamin’in kulaklarında

bir kez daha çınladı ve o tek kelimenin yankısıysa devasa bir korku kasırgası gibi yine

içine çöktü: ‘Sonsuzluk...’

Kelimelerin dünyası kendi dünyasının içine yavaşça girmeye başladığında, anne,

baba, kedi, köpek, yemek, su, akşam, sabah, gece gündüz için kullanılan sesler ve

onların anlamları yavaşça bilincine yerleştiğinde bütün bunların anlamını hiçbir şekilde

düşünmeden, sözlüğe bakmadan çocuk olmanın vermiş olduğu rahatlık içinde öylesine

kendiliğinden öğrenmişti. Annesi ile babasının onu kiliseye götürmeye başladığı

zamanlarda rahibin ağzından her duanın sonunda dökülen sonsuzluk kelimesinin ne

www.altkitap.com 85

Page 88: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

anlama geldiğini kesinlikle sorgulamamıştı Benjamin. Bu kelime de diğer kelimeler gibi

öylesine kendiliğinden öğrenilecekti.

Kilise orgunun çalmaya başlamasıyla Tanrı için söylenen ilahilere anne ve

babasının eşlik ettiğini görünce o da hemen aynı şeyi yaptı. Buraya her Pazar

geldiğinden kilisede okunan ilahilerin çoğunu hemencecik ezberlemişti. Kilisede yakılmış

mumların ışığının ve ilahilerin göğe yükselen tınısının kendi çocuk kalbinde yarattığı

etkinin hep Tanrı ile ilgili bir yönünün olduğunu düşünmüştü. Tören bitip insanlar tek tük

kiliseden ayrılmaya başladığında, Benjamin de aynen diğer çocukların yaptığı gibi tekrar

anne ve babasının elini tutup köyün tepesine oturtulmuş kiliseden, onun içinde oturan

Tanrı’dan ve İsa’dan bir süreliğine de olsa uzaklaşıp köyün taşlı yolundan evlerine doğru

ilk adımını attı. Pazar güneşinin taşlı yolda bırakmış olduğu gölgeleri izlerken papazın

söylemiş olduğu son söz ‘sonsuzluk’ hâlâ kulaklarında çınlıyordu.

Birkaç yıl önce anne ve babasıyla birlikte arşınlamış olduğu bu yolda o zamanlar

duymuş olduğu bu kelimeye kendince bir anlam vermeye çalışmıştı. Gelecek yıllar

içindeyse bu sözcüğe bir anlam verme çabasının kendisini içinden çıkılmaz bir korku

labirentinin içine sürükleyeceğini bilemezdi. Kilise ziyaretlerinin ardından geldikleri

evlerinde odasına çekilip sonsuzluğu düşünürken aynı anda onun içinde yüzen zamanı

da kendince anlamaya çalıştı. Bir başlangıç yoktu, aynı zamanda bir son da yoktu,

sonsuzluk o doğmadan önce oradaydı ve öldükten sonra da orada olacaktı. Başlangıcı

ve sonu olmayan noktada iki tarafa da uzanabiliyordu ve bu iki tarafa uzanan boşluk

içindeki bir anda, hayattaydı. Bu sonsuzluk dehlizinin içinde kendisinin asla bir anlamı

olamazdı. Küçücük bir noktadan ibaretti. Ama bu henüz küçük bir bedene sahip olduğu

için değil, daha çok iki tarafa uzanan ve hiç bir yönü olmayan korku dolu sonsuzluk

dehlizi kendisini çok küçük ve önemsiz bıraktığı içindi. Anne- babasının elini sıkıca tutsa

da, yorganın altına saklansa da kendince anlam vermeye çalıştığı bu sonsuzluk içinde

yapayalnız olacaktı. Gece olduğunda, gündüz olduğunda, güneş ağaçlarda ve

dalgalarda farklı gölgeler bıraktığında zaman denen bilinmezliğe de bir anlam verme

çabasının kendi küçük bedeni için beyhude bir çaba olduğunu dehşet içinde fark

edecekti. Etrafını çevreleyen bu sonsuzluk içinde kendi durduğu yer neresi olacaktı? Her

şeyin bir anda büyük bir noktadan, küçücük bir noktaya, küçücük bir noktadan devasa

evrenlere dönüşebileceği, evlerinin arkasındaki ormanın bir anda beş yüz metre ötedeki

denize karışıp önce ormanın arkasındaki dağları, ardından üstlerindeki güneşi kendi

içlerine çektiği ve ansızın ortaya dökülen karanlığın, anlam verememenin kendisini

www.altkitap.com 86

Page 89: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

yıllarca kovalayabileceğini düşündü. İçinde doğmuş olduğu bu sonsuzluğun anlamadığı

bir oyunun parçası olmuşçasına, öldükten sonra da devam edeceği ve o noktadan sonra

kendisinin nerede olacağı, içinde saklanmış olduğu bu bedenden bir nefes dahi

kalmayacağı, özellikle her nesneyi kavrayıp ona somut bir varoluş kazandıran

parmaklarının görünmez bir toz bulutuna dönüşeceği korkusu yoğun bir biçimde içine

çöktü. O anda evlerinin kapısından çıkıp beş yüz metre uzakta olan sahile inip dalgalara

vuran akşamüstü pembesini gördüğünde bütün sahil boyunca arkasına bakmadan koşup

dalgaların üstüne bir çığlık bırakıp ve tekrar bir anlık da olsa nefesini tekrar içine çekip,

adımlarını daha da hızlandırıp ufuk çizgisini belli belirsiz gördüğü sahil boyunca hızla

koşup, dalgalar kat kat çoğalıp son yorgunluklarını sahile bırakırken, sahilde dolaşan tek

tük insanlara, yaşamla ilgili kelimeler bilincine kazınmaya başladığından beri onu

kovalayan o özel kelimenin yarattığı korkudan bahsetmeden o çok uzakta belli belirsiz

gördüğü denizle akşamüstü pembesinin birleştiği noktanın içinde eriyip kaybolduğunu

hayal etmek istedi. Çünkü sadece yok olduğunda kendisini dehşete sürükleyen o duygu

da ortadan kalkacaktı. Oysa yaşam yeni açıyordu yedi yaşındaki bu çocuğun küçük

dünyasında. Hatıralar vücudunun her köşesinde yavaşça yer ediniyor, göğe açılan mavi

gözleri ise, sonsuzluk ve zaman korkusu bir anlığına ortadan yok olduğunda, merakla

onu beklemekte olan hayatın yolunu gözlüyorlardı.

O gün kiliseden döndüklerinde annesinin hazırlamış olduğu yemek bir anlığına

da olsa her şeyi unutturmuştu Benjamin’e. Daha sonra, çay saatinde, babası bahçede

oturmuş Pazar gazetelerine göz gezdirirken, annesi çay fincanlarını ve bisküvileri

masaya yerleştiriyordu. Bisküvinin ağzında parçalara bölünen bütünlüğünün, çayın

burnunda bıraktığı kokunun, annesinin sıcak ve bakımlı ellerinin sonsuza kadar sürecek

anlar içinde hep onunla kalmasını istedi. Ya da babasına bir bakış fırlattığında kendisine

dönen babasının gülümsemesini somut bir varlığa dönüştürüp hep yastığının altında

sakladığı bir oyuncak yapabilirdi. Etrafında görmüş ve algılamış olduğu bütün somut

varlıklara olabildiğince tutunmak ve göremediği, algılayamadığı nereden gelip nereye

gittiğini bilemediği anlam veremediği soyut olanıysa tamamıyla aklından çıkarmak istedi.

Akşam karanlığı yavaşça ağaçların üstüne düşmeye başladığında annesi ve

babası televizyon seyretmek için salona geçti. Benjamin biraz daha oynamak istediğini

söyleyip bahçede kaldı. Bahçedeki salıncakta sallanmaya başladı. Sallandıkça zeminde

belli belirsiz hareket eden gölgesini gördü. Sokaktan yavaşça evlerine çekilmeye

başlayan insanların gürültüleri geliyordu. Annesi birden mutfaktan “Benjamin!” diye

www.altkitap.com 87

Page 90: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

bağırdı. Salıncaktan atlamaya çalışırken yere düştü. Bir an hiç kalkmadan boylu

boyunca zemine uzandı. Yaklaşmakta olan gecenin kendine özgü bir sesi olup

olmadığını düşündü ardından boşluğun bağrından çıkmış gibi çok derinden gelen bir

uğultu duydu. Etrafına bakındı kimsecikler yoktu. O bilinen panik bir anda içine boşaldı

ve her şeyin kapalı olduğu yaz mevsiminin içine oturmuş tipik bir pazar gününün içinde

duymuş olduğu bu uğultunun sonsuzluğun sesi olduğundan kesinlikle emindi.

Adımlarını bir anda hızlandırıp eve koştu. Yatağın içine iyice gömülüp hemen

kilisede duymuş olduğu ilahiyi söylemeye başladı:

En çorak çölü geçeceksin

Ama susuzluktan ölmeyeceksin

Yolu bilmesen de

Uzaklarda selamet içinde dolaşacaksın

Yaban ellerde kendi sözcüklerini konuşacaksın

Ve seni herkes anlayacak

Tanrı’nın yüzünü görecek

Ve yaşayacaksın

Korkma

Ben her zaman önünde olacağım

Yanıma sokul

Huzuru bende bulacaksın.”

Sonraki zamanlarda aynı korku içine düştüğünde hep bu ilahiyi okudu Benjamin.

İlahiyi okudukça o gün bahçede duymuş olduğu uğultunun sesi gittikçe azalıyordu ve

daha az düşünür olmuştu zaman ve sonsuzluk kelimelerinin getirmiş olduğu görünmez

korku dünyasını.

Zamanla yaşamına daha fazla kelime girdiğinde, başka uğraşlar buldu Benjamin.

Önce kuşlara merak saldı. Eve bir papağan ve bülbül alındı. Kuşların bütün sorumluluğu

Benjamin’e aitti. Hatta öyle anlar geliyordu ki Benjamin onlarla kendince iletişim kurmayı

bile başarabiliyordu. Ardından bir köpek aldılar. Köpeği her gün sahilde yürüyüşe çıkaran

da Benjamin’di. Bunun yanı sıra komşularının hayvanları ile ilgilenmeye başladı. Onların

www.altkitap.com 88

Page 91: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

kedilerine tavşanlarına bakıcılık yaptı. Yeni yeni arkadaşlar edindi. Onlarla mahalledeki

kızların dedikodusunu yaptılar. Özellikle kızlarla ilgilenmeye başladıkça da, içinde

oturmuş olduğu evren, dünya ve hayat, zaman ve sonsuzluğun bir parçası oldu. Ve bir

yaz akşamı Marlen’le evlerinin duvarlarının önünde otururken “çocukken saçma sapan

korkularım vardı” diye anlatmaya başladı, bedeninde yeşermekte olan genç erkeği

göstermek istermişçesine...

www.altkitap.com 89

Page 92: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Zeynep Öykü Üner 1992, İstanbul doğumlu. Robert Kolej’de lise üçüncü sınıf öğrencisi. 10 senedir piyano çalıyor. Özgür Pencere’nin dergisinde “Cennette Miyiz?” adlı öyküsü yayımlandı. “Şeker” adlı senaryosu bir Kısa Film Öyküsü yarışmasında birincilik kazandı. “Kırmızı Ruj” adlı öyküsü 4. “Hişt Hişt, Genç Sait Faik!” Öykü Yazma Yarışması seçkisinde yayımlandı.

OKUMA ALIŞKANLIKLARI

“Gerçeklik yalnızca bir yanılsamadır; ama sürekli bir yanılsama.” 1

Albert Einstein

Dışarıdan gelen korna sesiyle irkildi üçü de. Kaldırdılar kafalarını kitaplarından ve

göz göze geldiler. Uykusuzluktan gözleri torba torba olmuş kız, saçı sakalına karışmış

bir üniversiteli, kumaş pantolonu ve gömleğiyle tipik bir işadamı. Otobüste giderken kitap

okumak herkesin yaptığı bir şey değildi. Birbirlerine ne kadar benziyorlardı!

Bu sıcak Haziran günlerinde okula final sınavlarını vermeye gitmek işkenceydi

âdeta Elif için. Tüm okul yılının yorgunluğu bu hafta çökmüştü üzerine. Şu finaller bir

bitseydi! Bir haftadır doğru düzgün uyuyamıyor, geç saatlere kadar ders çalışıyordu.

Tüm bir dönemin konularını çalışmak zaman alıyordu tabii. Yedi finali için de bütün yılın

açığını kapatmak, haliyle gözlerinin altında torbalar oluşturuyordu Elif’in. Bir haftadır

girdiği finallerin sonuncusuydu gittiği: Edebiyat finali.

Saat 8’di ve otobüs tıklım tıklım doluydu. Ayakta durmak zorunda kalan Elif, bir

yandan düşmemek için kenara tutunuyor, bir yandan da kitabının son sayfalarını

okuyordu. Bir haftadır diğer sınavlarına çalışmaktan Edebiyat finalini ihmal etmiş,

sınavda sorulacak kitabı okumayı son ana bırakmıştı. Alışkanlıktı ya, hep son âna

bırakılırdı böyle şeyler. Uykusuzluğunun sebebi biraz da buydu. Önceki akşam

neredeyse sabaha kadar oturup kitabı okumuş; ama bir türlü bitirememişti. Yaşar Kemal

www.altkitap.com 90

                                                        1 “Reality is merely an illusion, albeit a very persistent one.” Albert Einstein 

Page 93: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Al Gözüm Seyreyle Salih’i nasıl, niye yazmıştı? Hiç düşünmüş müydü öğrencilere bu

kadar eziyet edeceğini?

Elif yine de direnmiş ve kitabın sonlarına gelmişti. Okula varana kadar okuması

gereken on iki sayfası vardı ve dikkatini hiç dağıtmamaya çalışıyordu. Sürünüyor da

denebilirdi. Ne yapsın! Zorundaydı, okumalıydı, okuyordu.

En son sayfadaydı. Dışarıdan gelen korna sesiyle irkildi. Kafasını kaldırdı ve

onlarla göz göze geldi.

En sevdiği şeydi kitap okumak Rüzgâr’ın. Otobüste, asansörde, vapurda; her

yerde okurdu kitabını. Bazen üniversitede sıkıldığı derslerinde bile çıkarırdı kitabını

çantasından. Orhan Kemaller, Dostoyevskiler, Paulo Coelholar, Poelar... Yalayıp

yutmuştu hepsini. Annesi hep şakaya vururdu bu alışkanlığını: “Kardeşinin gözünde

yaprak sarma neyse kitaplar da senin için öyle oğlum. Bırak artık elinden şunları!”

Babası da şöyle derdi oğlu için: “Kitap okuyabilmek için saçını sakalını kesmediğini

düşünüyorum artık!”

Oysa Rüzgâr bu halinden gayet memnundu. Hem kitap okuyor diye ders

çalışmıyor ya da dışarılara çıkıp eğlenmiyor da değildi. Sadece televizyon izlemek,

öğlene kadar uyumak yerine kitap okumayı tercih ediyordu. Bazı şeyler onun için vakit

kaybıydı, kitap okumaksa bu kaybolacak vakti değerlendirecek bir şey; bir hazineydi.

Otobüse ilk durak olan Bahçeşehir’den bindiği için oturacak yer bulabilmişti ve

neredeyse yarım saattir durmadan okuyordu. Daha geçen gün başladığı Baba ve Piç

bitmek üzereydi.

En son sayfadaydı. Dışarıdan gelen korna sesiyle irkildi. Kafasını kaldırdı ve

onlarla göz göze geldi.

Ömer Bey, tezcanlı bir adamdı. Sabırsızlığıyla ün salmıştı; işyerinde herkes ona

“Tezcan” derdi. Hatta işe yeni alınan çaycı, Ömer Bey’in ismini “Tezcan” sandığından

ona her sabah çayını getirdiğinde “Buyrun Tezcan Bey” derdi.

Arabası bozulduğu için birkaç gündür işe otobüsle gidiyordu; fakat bu trafik

çekilmiyor, hele Ömer Bey için beş dakikadan sonrası işkenceye dönüşüyordu. Kolu

bacağı sürekli oynuyor, sürekli saatine bakıyor, yerinde duramadan edemiyordu.

Otobüsün müdâvimleri de son günlerde ortaya çıkan bu adam için içlerinden “Amma

sabırsız ya!” diyorlardı.

www.altkitap.com 91

Page 94: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

Sığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi

Otobüse bineli tamı tamına on iki dakika geçmişti ve Ömer Bey gömleğini

pantolonunun içine üçüncü kez doğru düzgün sokmaya çalışıyordu. Hepsi de sıkıntıdan!

Bir an önce işyerine varsaydı da işlerine başlayabilseydi ne iyi olurdu! Şu otobüs

yolculuğu hiç bitmeyecekti sanki. Böyle durumlarda durup hep aynı şeyi düşünürdü:

“Ben annemin karnında dokuz ay nasıl beklemişim acaba?”

Bu sabah evden çıkarken aklına güzel bir fikir gelmişti: Yanına bir kitap alacak ve

sonrasında çok sıkıldığı ilk on beş dakika geçtiğinde kitap okumaya başlayacaktı. Ömer

Bey çantasından kitabını çıkardı: Sineklerin Tanrısı. Belki de vaktini böyle geçirebilirdi

sıkılmadan.

Ömer Bey sabırsızdı ya! Merakını, tezcanını yenemedi. Daha kitaba başlamadan

açtı sonlarını ve okumaya başladı. Her okuduğu kitapta yaptığı şeydi bu, alışkanlığı.

En son sayfadaydı. Dışarıdan gelen korna sesiyle irkildi. Kafasını kaldırdı ve

onlarla göz göze geldi.

Üçü de aynı sandı kitabın son sayfasını okuma sebeplerini, birbirlerine

benzediklerini düşündüler.

Meğer Einstein haklıymış.

www.altkitap.com 92

Page 95: altkitap 2009 Öykü SeçkisiSığınak – altKitap 2009 Öykü Seçkisi ÖYKÜ ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ 1. Hakan Tağmaç 1973 yılında İstanbul’da doğdu. 1991’de Şişli Terakki

www.altkitap.com En Yeni

Derdiser Meydanı 7 yazar

Bir meydan... Meydandaki kısa yaşamında olduğu gibi, üçüncü sayfa haberleri kadar şaibeli ölümüyle de dikkat çeken bir kadın… Kadının yaşamını/ölümünü bildikleri kadar kendi yaşamlarıyla birlikte anlatmaya çalışan bir avuç mahalle sakini... Yedi yazar, öykülerinde meydandan birer kimliğe büründü. Kasap, tuhafiyeci, nalbur, yufkacı, çiçekçi, postane memuru ve komşu kızı olup bu karakterlerin ağzından mahalleye taşındıktan iki ay sonra meçhul bir şekilde ölen Sevdiye’yi bir gözlemci olarak anlattılar kendi yaşam öykülerinde.

En Yeni

Alman Kültüründe Düşman İmgesi Necla Mora

Yabancı düşmanlığı, kendinden olmayan, dili, dini, kültürü ve bazen de görüntüsü ile farklı olana gösterilen düşmanlıktır. Yabancı düşmanı, ait olduğu grubun daha iyi, daha üstün olduğunu göstermek için diğer grubu aşağılayarak, dışlayarak, biz ve onlar ayrımını yapar. Bu durum özellikle biz grubunun kendini zayıf hissettiği dönemlerde artar.

Yeni

kare Cem Uçan

harfler, kelimeler, görüntüler... okurdan işbirliği bekleyen tembel metinler... dört köşesi birbirine eşit karenin içindeki eksik metinler... kare, tamamlanmamış metinlerden oluşan, okuru (yazarı) işbirliğine çağıran bir kitap. okur-yazar dilediği gibi tamamlasın diye...

Yeni

AS-A-LOLAN 7 yazar

Yedi yazar kendi 'aslolan'larını aramak için bir seyahate çıktı. Bir kişinin kendi bakış açısıyla çektiği on bir fotoğrafın içinden kendi önemsedikleriyle çıkmaya çalıştılar. Bu on bir fotoğrafın hikâyedeki kullanılış sırasını da kendileri belirlediler. Fotoğraflar aynıydı belki ama ortaya yedi ayrı bakış açısı ve yedi ayrı sıralamayla yazılmış metinler ortaya çıktı.