46
Antikapitalist ve Antiotoriteryan Bir Politik Hareketi Düşünmek Üstün Faşizmi ya da Türcülükten Kurtulmak Kimliklerden Sıyrılmak için: Queer Kuram Camcorder Dilenci Bir Hıristiyan Ölmek Yaşamın Manipülasyonu Şimdiden Hazırlıklı Olmalıyız Thatcer’den Bugüne Premier Lig MARX ve MARXSİZM için:KOSTAS AXELOS ile BİR GÖRÜŞME Kök-Faşizm Çizgisel Olmayan Tarih Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir Her Şeyi İstiyoruz

Anafor Dergi 3. Sayısı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Anafor Dergi Ekim Sayısı

Citation preview

Page 1: Anafor Dergi 3. Sayısı

Antikapitalist ve Antiotoriteryan Bir Politik Hareketi DüşünmekÜstün Faşizmi ya da Türcülükten Kurtulmak

Kimliklerden Sıyrılmak için: Queer KuramCamcorder

DilenciBir Hıristiyan Ölmek

Yaşamın ManipülasyonuŞimdiden Hazırlıklı Olmalıyız

Thatcer’den Bugüne Premier LigMARX ve MARXSİZM için:KOSTAS AXELOS ile BİR GÖRÜŞME

Kök-Faşizm Çizgisel Olmayan Tarih

Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa AittirHer Şeyi İstiyoruz

Page 2: Anafor Dergi 3. Sayısı

2

SunuşÖzgürlükler ancak özgürlüklerin kullanıldığı ölçüsünde mümkündür. Bu doğrultuda ifadeedilmeyen düşüncelerin de gündelik hayatta yaygınlaşması mümkün olmamaktadır.

Basılı bir dergide bir düşüncenin yer alabilmesi için sosyal sermayenizin devletin kurumlarındakanıtlanmış olması ya da belli bir elitin içinde olmayı zorlamaktadır.

Diğer bir problem de oluşturduğunuz derginin basımının ve dağıtımının masraflarıdır.Bunun için kapitalizm içerisinde geniş dağıtıcı tekelleriyle muhatap olmak zorunluluğu bulun-maktadır.

Diyelim bu aşamayı da geçtiniz, tasarımını maliyeti üzerinden düşünme zorunluluğu doğuyor...Medyanın uyguladıkları yüzünden tartışma dışı kalan, gündem bulamayan bir dünya konu var.Belli normlara uymayan düşünceler bu gündemin dışında kalmak zorundadır.

Bunun yerine kendimiz bir dergi oluşturalım ve internet üzerinden bütün dünyayla paylaşalımistedik.

Dergiye yazanlar başka başka çevrelerde yaşayan, başka başka ilgileri, dertleri olan insanlar.Felsefe, sosyoloji,eleştiri, şiir, çeviri,... gibi geniş bir skala içerisinde bulacaksınız yazıları. Amacımız,etkin bir yazar ve okuyucu kitlesi yaratabilmektir. Derginin okunurluğu okuyucunun katılımıylaartacaktır.

Dergide yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı, “[email protected]” adresine göndere-bilirsiniz.

anafor dergi’nin diğer sayılarına da ulaşmak için www.anafordergi.blogspot.com adresinikullanabilirsiniz.

anafor

Page 3: Anafor Dergi 3. Sayısı

3

İÇİNDEKİLER

Antikapitalist ve Antiotoriteryan Bir Politik Hareketi Düşünmek / Oğuz Karayemiş

-4-

Üstün Faşizmi ya da Türcülükten Kurtulmak / İda Anna-7-

Kimliklerden Sıyrılmak için: Queer Kuram / Fulya Topay

-9-

Camcorder / Ezgi Ertuğrul-11-

Dilenci / Engin İnceoğlu-13-

Bir Hıristiyan Ölmek / Oğuz Karayemiş -15-

Yaşamın Manipülasyonu / Ahmet Abacı-16-

Şimdiden Hazırlıklı Olmalıyız. / T. Atmaca-20-

Thatcer’den Bugüne Premier Lig / Osman Bulugil-23-

MARX ve MARXSİZM için:KOSTAS AXELOS ile BİR GÖRÜŞME / Christos Memos

-25-

Kök-Faşizm / Umberto Eco-33-

Çizgisel Olmayan Tarih / Oğuz Gora-42-

Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir-44-

Her Şeyi İstiyoruz-45-

Page 4: Anafor Dergi 3. Sayısı

4

Antikapitalist ve Antiotoriteryan Bir Politik Hareketi Düşünmek

Bunu yapmak demek, politik pratiğin kendisinive etiğini düşünmek demektir öncelikle. An-tikapitalist ve antiotoriteryan hareketlerin ge-rileyiş döneminin sonu çoktan geldi, birçokfarklı kolektivite, Ortadoğu’dan, Wall Street’ekadar alanları işgal etti, ediyor ve edecek. Ka-pitalizmin yeni döneminin olası kriz hatları vekırılgan çizgileri, birçok teorik girişim tarafın-dan açığa çıkarılmaya çalışıldı.1 Ayrıca bununlada kalınmayarak, geleceğin virtüel, yani gerçekama henüz edimselleşmiş güçleri, güncelliğiniçinde tarandı ve yeni öznellik yüzeyleri bugüçlere bağlanma yolu ile oluşturulmayaçalışıldı.2 Coğrafyamızı istila eden –ki bugünBirinci Cumhuriyet’in çöküşü ile beraber, umu-lur ki çöken- arkaik sol söylem ve onlarınörgütsel-karakollarına rağmen, bir çok farklımücadele alanında –Feminizm, LGBT, ekoloji,üniversite vs…- hareketlenmeler görülmeyebaşlanıyor. Bu denemenin konusunu, şimdiden,politik hareketlerin olası öncüleriyle beraber,yeni bir dünya için yola koyulurken, bizatihiörgütlenme tarzları ve hareket tarzları üzerinedüşünme çabası oluşturuyor. Zira ne kadarhareketsiz gelirse gelsin, politik muhalefet –geleceğin yeni güçleri-, moleküler düzeyde, bizdaha onun geleceğini bile hissetmeden, topar-lanmaya, yeni yollar açmaya, mevcut güncel-liğe müdahale etmeye, kendini o güncellik

içerisinde yaratmaya başlamıştır.

Politik Hareketin Etkin Ve Tepkisel Biçimleri

1. Ertelenmiş Cennet’e Karşı

Muhalif hareketlerin, devletçi-otoriter biçimleriyeniden ürettiği ve hareketin gövdesini yeni birhiyerarşik kodlama sistemi içerisine çektiği,birçok mikrofaşist odağa sahip olabileceğianaliz edildi.3 Fakat bu denemenin konusu tektek bu odakların analizinden ziyade, bir politikhareketin nerede etkin, nerede tepkisel olmayabaşladığı üzerine düşünmektir.

Coğrafyamızda hepimizin tanışık olduğuönemli bir sol söylem tipinde, sosyalizmve/veya komünizm, harekete katılanların aslagöremeyecekleri uzak bir geleceğe ertelenmişolarak anlaşılır. Ve hareketin parçası olan insan-lar, uzak gelecekteki insanların mutluluğu veeşitliği uğrana mücadele etmeye zorlanırlar.Pek tabii, bu tarz bir söylem, şehitlik¸ peygam-berlik gibi kategorileri yeniden üretir vehareketin gövdesini bu kategorilerde kıstırır:Önderlik=Peygamber, Militan=Havari ve Şehit,Hareketin Gövdesi=Kitle. Harekete içkin vebağlı öncülerin yerini, hareketin üstbelirleyenve yönlendiren önderlik ve bu durumda bi-

Page 5: Anafor Dergi 3. Sayısı

linçlendirilen kitle alır. Hareketin seyrine göre,ertelenmiş cennet, hareket hedeflerine ulaşırulaşmaz, tam ters köşe olabilir: kurulmuş cen-net, başarılmış devrim. İki durum da bir ve aynıhastalığın semptomudur: Tepkiselleştirilmiş vebütün yaratıcılığı bastırılmış bir hareket. Dev-rimde bir oldu-bitti noktası bulunamaz. Birdevrimci hareket elbet de kurucu bir politikagerektirir, fakat güncel devrimci makinenin,bürokratik bir makineye evrilmesi, tam da ku-rulmuşluğun ilanı ile olur. Bir bürokrat herdaim, taşlaşmış düzenlemeler talep eder vehiçbir şey ona devrimci bir hareket kadar uzakdeğildir.

Oysaki tekrar ve tekrar bu tuzaklara düşmek is-temiyorsak, hareketin burada ve şimdi yarattığıolanaklara gözümüzü çevirmemiz gerekir. Erte-lenmiş cennet, komünizmi salt sosyolojik biraşama olarak düşünmektir. Aksine, komünizm,politik hareketin, sermayenin güncelliğine içkinyaratım kudretidir. Ertelenmiş cennet için mü-cadeleye çağrı, çileci ve kinik militanlar ve biateden bir kitle yaratmaya çağrıdır. Hristiyanlığın,iktidarını biat edenlerinin umutlarınıertelemesinden alması gibi, aynı mekanizmakapitalist beden boyunca da işler: İşten sonratatil, dinlenme; dünyada cefa çektikten sonrahuzur, mutluluk; emekli olduktan sonra din-lenme; devrimden sonra refah vs…

2. Temsil Döngülerine Karşı

Arkaik sol söylemin ayrılmaz parçalarından biride, halk4 adına ve halk için hareket etmektir.Bir aşkınsal özne varsayılır ve bu aşkınsal öz-nenin iradesinin, önderlik tarafından temsiledildiği düşünülür. Temsil mekanizmaları özel-likle yaratılmak istenmediği durumlarda dahi,devlet veya hareketin güncelliğinde karşıkarşıya gelinen otorite tarafından da talepedilebilir. Sözgelimi, üniversitede meydanagelen politik hareketlerde, üniversite yönetim-leri hareketten temsilciler talep eder ve onlarıkapalı oturumlarda anlaşmaya ve ihanete zor-lar.

Antidevletçi bir politik hareketin ilk saldırı nok-talarından birinin her hâlükârda devletçi biçim-

leri taklit eden temsil biçimleridir. Temsili iradeve iradenin –rızanın- devredilebilirliği liberalveya cumhuriyetçi burjuva politik biçimlerdir.Günümüzde ise, salt antikapitalist değil –vebelki de özellikle şu an için doğrudan ve önce-likle antikapitalist olmayan politik hareketler-öznelliklerini doğrudan konuşturan politikbiçimler yaratmaya çalışmaktadır. Her nekoşulda olursa olsun, politik öznenin kendiadına konuşabilmesi göründüğünden çok dahabüyük politik öneme sahiptir. Öyle ki, salt butemsil biçimlerine karşı çıkış bile, politik hareketaçısından hayati öneme sahip görünmektedir.Örgütlenme tarzlarını demokratik merkezi-yetçiliğin de ötesine taşıyan radikaldemokrasi/doğrudan demokrasi biçimleri herdurumda mutlak olarak mümkün olmasa bile,önderlik/kitle kategorileri içerisinde özellikle ik-tidar karşısında ve tarafından kıstırılmak isten-meyen bir politik hareketin üzerine yaratıcı veetkin bir çaba göstermesi gereken temelönemde bir konu olarak öne çıkmaktadır. Herdurumda, yerel iktidar bunu talep ettiğindedahi, bu kıstırılmadan kurtulmanın pratik tarz-larını icat etmek, hepimizin sorunudur.

Page 6: Anafor Dergi 3. Sayısı

3. Ahlakçılığa Karşı

Televizyon ve gazeteler, her türlü politik olguyu,ahlaki bir skandala dönüştürür ve böylece poli-tik ortama bir doz daha ahlak şırıngalanmışolur. Telekulak olaylarından, savaş gerçeklerinekadar, “ahlaksızlık” feryatları ve “vicdan” çığlık-ları arasında sıkışıp kalırız. Oysa kapital birakıştır, ilişkidir ve ahlak kadar daha az il-gilendiği hiçbir şey yoktur. Aşkın ilkeleredayanan bir ahlak, salt simülasyon etkisi yay-maktan daha fazlasına sebep olmaz ve politikolanın ahlakileşmesi, öncelikle politik hareket-leri zehirler.

“Ahlaksız” kapitalizm karşısında, sırtımızı ra-hatlıkla yaslayabileceğimiz bir proleterya veyahalk ahlakı yoktur. Burada işin esprisi, kapital-izmi ahlaksız olarak tanımladığımız değerlerinkendilerinin de kapitalist makinenin kısmi-yeniden-kodlaması tarafından yaratılmış ol-

masıdır. Her ne kadar kapitalizm ahlaki kodlarda dâhil bütün kodlama biçimlerinin çözülüşüde olsa, devletçi/otoriteryan biçimler, tümtopluma yaygınlaşamasa da, yerel yeniden-kodlama tarzları geliştirirler. Ve biz her du-rumda kendimizi bu yerel ahlakikodların/normların içinde buluruz. Dolayısıyla,norm’al statüleri içerisinde herhangi bir aşkın-sal ahlaka dayanmak sadece politik olanı,ahlakilik içerisinde tuzağa düşürmek anlamınagelir ve devletçi biçimleri yeniden üretmeyehizmet etmek dışında hiçbir işe yaramaz.

İhtiyaç duyduğumuz şey ise, Spinozacı bir içkinetik ve Nietzscheci bir etkin eleştiridir. Spi-nozacı etik, pratik olarak etkin birörgütsel/politik hareket için içkin hareket nok-taları sağlarken, Nietzscheci eleştiri,aşkınsal/toplumsal değerleri ve en başta Ahlak-sal ilkeleri ve kurumları, soykütük yolu ileyapısöküme uğratarak yeni kurucu biçimler içinalan açmaya yarar. Nietzscheci soykütük hertürlü politik oluşumu ve kurumu onu oluşturaniktidar/öznellikleri dikkate alıp çözümler vemüdahale için, üzerlerindeki tılsımlı ve mutlakhaleyi dağıtır.

Antikapitalist ve antiotoriteryan politikhareketleri, “toplum”a karşı çevirmek gerekir.Bu ise, eğer ki tepkisel bir biçimde değil deetkin ve yaratıcı bir biçimde yapılacaksa,“İyi”nin veya “Adalet”in adına ve onun tarafın-dan değil, hareketin içkin iyilerinin tüm bir ka-pitalist toplumun işlerliğini bozacak şekildeyaratılması ile olacaktır.

Oğuz Karayemiş

1. Hardt ve Negri’nin İmparatorluk ile başlayan girişimleri ve Operi-aistlerin Post-Fordist kapitalist ilişkiler üzerine çözümlemeleri kadar,Foucault, Deleuze, Lyotard, Derrida, Baudrillard gibi filozofların başkayüzeyleri açan analizlerini, LGBT ve Feminist hareketlerin teorisyen-lerinin kuramsal çabalarını –sözgelimi Judith Butler- vb… kastediyo-rum.

2. Özellikle Hardt ve Negri’nin “Çokluk” kavramı bu girişimlerin ennet örneklerinden biridir.

3. Bkz. Özellikle Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus’u.

4. Yerine Proleterya, Kadınlar, LGBT bireyler vs… konulabilir.

Page 7: Anafor Dergi 3. Sayısı

7

Üstün Faşizmi ya da Türcülükten KurtulmakYeryüzünde, sömürüyü derinleştiren bir uygar-lığın ellerinde, paramparça edilen hayatlarınhikayeleri; modern tesislerin öldürme hacmi,satış göstergeleri, öldürülmenin maliyeti, be-denlere biçilen fiyat ve midelerde sindirilenler,parçalanmış bir doğa kurgusunun hikayesidir.Özgürlükleri yok edenler, toplumların ortak ak-lının temsilcileridir. Dünyanın neresinde olursakolalım, ne tür bir toplumda yaşarsak yaşayalımtahakkümcü fikirler, aynı kolektif bilinçleyeryüzünü yaratır.

Modern değerlerin kalın duvarları, mazeretlerinmenfaate dönüştüğü yaygın egemen anlayışıgizliyor. Her türlü tahakkümün kökeninde‘değersizleştirme’ ile başlayan bir sürecinişlediğini görüyoruz. Hem insanlar hem dediğer türler, tahakkümün farklı tipteki baskıbiçimlerine, toplumsal kurumların değer an-layışına tabi tutulmaya maruz bırakılıyor. Birşeyi değersizleştirmenin ilk adımı, öncelikleüstünlük yaratan fikirler üretmektir. Eril üstün-lük, ekonomik üstünlük, ırk üstünlüğü, sınıfsalüstünlük ve tür üstünlüğü, genellikle iç içegeçen, birinin diğer ayrımcılıkların da dayanağıhaline geldiği dikey bir baskı aracı haline gelir.‘’İnsan gibi’’ olmayan her şeyin öz nitelikleriyledeğer görmeyi haketmediğini önesüren bir anlayış,üstünlüğü dayatır.

Hiyerarşinin canlıtürleri üzerinde kat-manlaşabilmesi içininsanın önce orman-daki ayak izlerinedeğer katmasıgerekiyordu. Hertürün diğerlerinegöre farklılıkları vardıancak, tam bir kopuşun yaşanması için hiçbirtürün ulaşamadığı bir özellik öne sürülmeliydi.Evrimin, insan zekasını mükemmelleştirdiği vezeka gelişiminin, diğer türlerin ulaşamadığı birözellik olduğu fikri, insanı yüceltme yolundaetkili bir araç olarak kullanıldı. Bu bilimsel in-

dirgemecilik, insan zekasının, yalnızcatürümüze özgü ve gereksinimlerimize uygunolarak gelişmiş bir aklın, tüm canlılar içinde enmükemmeli olduğu iddiasını ortaya attı. ‘’Zeka,değişen dünyada yaşamak ve değişimlereuyum sağlamak amacıyla her insanda kendineözgü bulunan yetenekler ve becerilerbütünüdür’’ diyen Howard Gardner; varlığı,insan tarihinden daha eskilere dayanan diğertürlerin, hiçbir yapay kuşanma gerektirmeksizinekosistemle uyumlarını bir şekilde bu tanımıyladoğrular ve zekaya dayandırılan üstünlükfikrinin temelsizliğini gösterir. Buna karşılık,insan zekasının ürünü tekno-endüstriyel yaşamtarzının, özellikle son birkaç yüzyılda, gezegeniyaşanmaz hale getirdiğini düşünürsek,zekasının üstünlüğü iddiası oldukça tartışılır.Belki de insan, tüm canlılara tahakküm ede-bildiği için bir üstünlük görmüştür kendinde.Yani zekasını tahakküm etme yolunda araçsal-laştırdığı için övünmektedir. Zeka, doğada ha-yatta kalma becerisini tanımlarken, insan isedoğaya karşı üstünlük kurma anlayışıylasorunlu bir kavrayışa ulaşmıştır,

Mezbahaların, süt üretim çiftliklerinin, sirklerinve deney laboratuarlarının kapalı kapıları

ardında yaşananları,dayanılmaz işkenceve acıları durdurmayayönelik çok fazla ne-denimiz var, ancaksavunuculuğu kenditürümüzle sınırlayanbir anlayışımız da var.Toplumun mülkiyetçi,hiyerarşik ve insan-merkezci tutumu,hayvan köleliğininrantçılarını daha dacesaret lendir iyor.

Mülkiyetçiliğin, tüm gezegeni içine alantahakkümcülüğünden uzaklaşamamış insan,mülkiyet ve köleliğin bağlarını anlayamıyor. İn-sanların tutsak edilmesinden, işkencegörmesinden ve öldürülmelerinden hoşlanmı-yoruz. Diğer taraftan hayvanların tutsak

Page 8: Anafor Dergi 3. Sayısı

8

edildiği, işkenceye maruz kalarak öldürüldüğübir sistemin adına ‘beslenme’ diyoruz. Onları,yiyecek, giysi ya da araç olarak gören,ihtiyaçlarına göre tanımlayan bir kültürü be-nimsiyoruz. İnsana avlanma becerisi kazandıranzekanın, bizi gerçek avcılar yaptığına inanı-yoruz. Zekamızın ürünü masum silahlarımızbugün, kitlesel ölüm makinalarına dönüştü.Oysa hayvanlar yabanda, av-avcı ilişkisini is-tismar etmezler. Avlanmayı türlerinin üstün-lüğünü kuracak biçimde geliştirmezler. Bizlerdoğada, sadece insanın evrimsel gelişimini kol-layan bir işleyiş olduğuna inanıyoruz. Bu an-layışımız, hayvanları tutsak etmeyi ve onlarıüretim bantlarında katletmeyi, gelişiminin biruzantısı olarak görüyor. Toplumsal yaşamı ku-rarken; tahakkümcü fikirlerimizi her yere bu-laştırıyoruz.

Bilimsel, kültürel, yönetsel ya da inanca dayalıher türlü sömürüyü meşrulaştıran insan-merkezci kurumlar, insan dışı hayvanlara ya datür içi indirgemecilikle kendi yaşam anlayışınauyduramadıklarını da insandışılaştırarak, onlaraistediğimiz gibi muamele edebileceğimizi önesüren üstün tür görüşünü yaşama aktarırlar. Bunedenle türcülüğün reddi bugün sadece birhayvan özgürlüğü meselesi değildir, Irkçılık vecinsiyetçilik gibi daha da kapsayıcı bir ayrım-cılığın reddidir. Sri Aurobindo, “Farklılık fikri, in-sanın kendi çıkarına kullandığı bir insankavramıdır.” der. Toplum içindeki cinsiyet, sınıf,ırk ve politik farklılıklara dayalı muhalif poli-tikalar insanları, toplumsal kurumların ve ge-leneklerin egemen tür anlayışından koparacaknitelikte değil. Bu nedenle biyolojik ya daedinilmiş farklılıklar, ‘önce insan’ algısındankurtulamamış toplumları türcülüğe düşmektenalıkoyamıyor. Oysa ‘üstün tür’ yaklaşımı; hiyer-arşik, merkeziyetçi, tahakkümcü ve otoriterdüşünceyi sahiplenmek ve korumak anlamınagelir. Egemen sınıf, değersizleştirdiği insanlarıkullanabildiği ölçüde metalaştırmaya ya da yoketmeye yönelirken, tüm ihtiyaçları sömürü sis-temine bağlanmış toplum ise faydacı bir yak-laşımla hiyerarşinin alt sıralarındaki diğer türlerive doğa varlıklarını değersizleştiren bir yaşambiçimiyle, sömürüyü kendi türü için de meşru-laştırmaya götürür. Çelişki derinleştikçe, kendi

içine dönen toplumsal şiddet, toplumudayanışmadan uzaklaştıran yoz ilişkileredönüşür. Egemen anlayıştan ayrışmak, insan vediğer türlerin sömürülmesi arasındaki çizgiyiortadan kaldırmakla mümkün olabilir.

Toplum; alışkanlıkları yıkacak, onları değiştirm-eye zorlayacak yeni bir toplumsal yaşam kur-maya karşı zihinsel bir direnişte. Tarihimiz hepbu zihinsel direnişin örnekleriyle dolu. Neden-ler her toplumda farklılık gösterse de ortakkanaat, hayvanların, doğanın ve değersizleştir-ilen bireylerin köleleştirilmesinin insanlarınmenfaatleri ile örtüşüyor olmasıdır. Mükemmelhayatlarımızın bedelini ödeyecek bir kölelik sis-teminin devam etmesi hala birçok insana cazipgeliyor. Ancak bu ortak insanlık çıkarına geçir-ilen ahlak kılıfı yaşananları görünmez kılmayayetecek güçte değil. Gelenek, inanç ve bilim-selliğe bulanmış fikirlerimiz, önceki nesillerdenkalma kitlesel sömürü biçimlerini sürdürenyaşam kültürünü ayakta tutma, geliştirme vesorgulanmaz kılma konusundaki ısrarımızdırsadece.

Giderek yükselen bir ses, yaşamın insanlığınçıkarları ile ilişkilendirilmesinden yeryüzündekitüm canlılığı sömüren bir yaşam biçiminden vetürcü bir anlayıştan rahatsızlık duyuyor. Herşeye rağmen kitle kültürüne karşı gelişen yeniözgürleşme hareketleri yükselmeye başlıyor. İn-sanların ve diğer türlerin istismarına nedenolan her türlü kurumsal ve kültürel yapılarakarşı; sömürü, baskı ve dayatmalara karşı ittifakve dayanışma arayışımız giderek güçleniyor.Özgürleşme mücadelelerine dahil olmanınönemini her geçen gün daha iyi anlamayabaşlıyoruz. Türcü bir özgürlük anlayışının, de-vrimci bir nitelik taşımayacağını anlıyor ve ken-dini bütünün parçası olarak gören bir yaşamın,özgürlüğü parçalayan fikirlerle kurulamaya-cağına inanıyoruz. Yaşamın inandanbeslendiğine yönelik bu kurgunun ötesinegeçen, mücadele alanlarını genişleten türcülükkarşıtlığı, üstün tür faşizmine saldırıyor.

İda Anna

Page 9: Anafor Dergi 3. Sayısı

9

Kimliklerden Sıyrılmak için: Queer Kuram “Queer” terim anlamıyla birlikte 1980’lerinsonlarında eşcinsel erkekleri aşağılamak amaçlıkullanılırken 1990’ların başlarında heterosek-süel normların dışında kalan biseksüel,transseksüel, lezbiyen, gey, travesti, intersek-süel vb. gruplarca sahiplenilmiş, bu sahiplen-meyle birlikte eşit haklar mücadelesibaşlamıştır. Queer hareketi heteroseksüel re-jimde ötekileşmiş olanların eşit haklar mücade-lesine öncülük ederken, bu arayışa bağlıkalarak oluşan Queer Kuram bu mücadeleyebaşka bir boyut kazandırmıştır. Queer Kurambütün kimliklere ve bu kimlikler arası ayrımabağlı kalmaksızın tüm cinsel farklılıklara yükle-nen sorumlukları, anlamları ve bunları şekil-lendiren bilgiyi altüst etme yolunda mücadeleverir ve bunları sorunsallaştırmanın öneminivurgular. Kuram heteroseksist yani ikili kimlikrejiminde tüm cinsel farklılıklara olan bakışaçısını siyasi normlarla sorgularken sadeceöteki olanların eşit hak mücadelesini temsil et-memiş, aynı zamanda heteroseksüeller için decinsiyet rejimini sorgulama yolunu açmıştır.Cinsiyet rejimini sorunsallaştırırken “cinsiyet”tanımını yeniden şekillendirmiştir.

Her türlü insanı bir araya getiren ve kimlik-leşmeyen bir hareket olan queer mantığını an-lamanın ilk adımı “cinsiyet” ve “cinsellik”terimlerini yeniden düşünmektir. Michel Fou-cault’nun teorisine göre cinsiyet sonradankavramsallaşan “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel-lik” için biyolojik bir zemin değil, verili olan vetemel olarak ele alınan cinsiyetin kendisitoplumsal-söylemsel cinsiyet rejiminin

ürünüdür. Foucault Cinselliğin Tarihi kitabındasöyle ifade eder: Hiç şüphesiz, cinsiyet –bizetahakküm eder gibi gözüken o faillik , biz devar olan her şeyin temelinde var gibi gözükeno sır, ortaya koyduğu iktidar ve sakladığı anlamsayesinde bizleri esir eden ve ne olduğumuzuaçığa çıkarmasını ve kendimizi, bizi tanımlayanşeyden kurtarmasını istediğimiz o nokta –cin-selliğin konuşlanması ve işleyişi tarafındanzorunlu hale getirilen bir ideal noktadan ibaret-tir. Cinsiyetin, iktidarla olan temasının tümyüzeyinde ikincil olarak çeşitli etkiler üretenözerk bir faillik olduğunu düşünme hatasınadüşmemeliyiz; Tam aksine, cinsiyet, bedenleri,onların maddiliklerini, kuvvetlerini, enerjilerini,duyumlarını ve hazlarını denetim altına alan ik-tidarın örgütlediği bir cinsellik konuşlanmasın-daki en spekülatif, en ideal ve en içsel öğedir.1

Judith Butler, Foucault’nun cinsiyet anlayışınıdestekler gibi görünür: Cinsiyet doğa veya bi-yolojik olarak değil, tarihler boyunca gereklilik-ler doğrultusunda kültürel geleneklere veadetlere bağlı kalarak, iktidarın oluşturduğusöylemler ve bilgiler ışığında biçimlendirilmiştir.Ancak Butler cinsiyet ve cinsellik kavramlarınabir kavram daha ekler, toplumsal cinsiyet. But-ler, toplumsal cinsiyetin kişilere verili olan cin-siyetin kültürel çeşitlenmesiyle oluştuğunu ilerisürer, bu anlayışını performans kavramı ile açık-lar. Butler, bedenlerin performansları ve icralarıile cinsiyetlendirildiklerini ve bu eylemlerletoplumsal bir karakter kazandıklarını söyler.Yani toplumsal cinsiyet tarihsel süreçleriçerisinde cinsiyetlerin performansları ile oluş-

Page 10: Anafor Dergi 3. Sayısı

10

maktadır. Kişilerin eylemleri ve bueylemlerin sürekliliği iktidarın norm-ları biçimlendirme amaçlı söylem-lerini güçlendirir. Bundan dolayısöylemler doğrultusunda oluşannormları altüst etmenin yolu veButler ‘in icraları durdurmaktangeçen çözüm yolu da bu eylem-lerin durdurulmasıdır. Butler’inperformanslar sonucu var olancinsiyet anlayışı bazı feministgruplar tarafından eleştirileremaruz kalmaktadır. Bedenin anatomikyapısından dolayı oluşan fiziksel sınırlamalarınperformansta olan etkilerinin, cinsiyet reji-minde bir rol dağılımı gerçekleştirmesidüşüncesine karşı çıkarlar. Bedenlerin sadeceeylemler üzerinden bir benlik kazanmadığını -yani kadın ya da erkeğin ayırıcı bir performansasahip olmadığını-, kişinin ilişkileri üzerinden birbenliğe sahip olacağını savunurlar.

Judith Butler çalışmalarında modern siyasetoluşturabilme olasılığın bir yolu olan cemaatçi-lik anlayışını barındırır. Cemaatçilikte benliklerötekilerin var olması üzerine bir benlik kazanır.Kişiler ilişkilerindeki eylemler sonucunda benliksahibi olur ve bu benlik zamanla tanınabilir.İnsan olmayı gerektiren normların, geleneklerinve davranışların anlaşılabilir olması,bu benliğin tanınması için ötekilereihtiyacı vardır. Butler bu anlayışınışığında benliğin eylemler üz-erinden kendine verili halegelmesinin ancak ötekiler üzerindenmümkün olduğunu ileri sürer.Örneğin heteroseksüel bir erkeğinerkeksiliğinden bahsetmesi içinnormların dışında kalan kadınsılık vehomoseksüelliğin olması gerekir.Kişi bir normu benimsediğindeeylemlerinin hangi özneyi temsil et-tiği anlaşılabilir. Performanslarının bu özneninperformanslarına karşılık gelmesi kişiyi tanı-nabilir kılar. Yani Farlılıklar ve çeşitlilik normlarıgörünür hale getirir, güçlendirir ve devamlılığınısağlar. Ancak benlikler sadece performanslaraindirgenmemelidir.

Queerbeden alışagelmişkadın ve erkek, lezbiyen ve gey, iyi vekötü gibi karşıtları içeren kalıpların içinde ol-mayan, cinsiyetsizliğe doğru giden yeni birbeden oluşturmaktadır. Bedenin arzularını vehazlarını ikili rejimlerle sınırlandırmaz vesabitlemez, aşk olgusu karşısında bu terimlerianlamsızlaştırır. Kimliklerin değişken ve belirsizolduğunu, iktidar ve güç ilişkisinden bağımsızolmadığını savunur. Queer bedenin perfor-mansları cinsel rejimler içinde istikrarsız gibigözükse de her bir davranışa değil, eylem-lerdeki farlılıkların tümüne bakıldığında bedenbir istikrar gösteren, yinelenebilir normadönüşür. Butler’e göre kuram farlılık gösteren

tekrarlanan performansların tanın-masıdır. Kuram mevcut ikilikarşıtlıkların nasıl belirlendiği vebunların sınırlarının nasıl oluşturul-duğu ile ilgilenir. Bu yüzden kuramheteroseksist cinsel rejimi saptır-maya gider ve normal olarak kabulgöreni her zaman sorgular, tuhafolmayı yeğler. Kısaca queer kuramıkimliklerin ötesinde her türlü insanıbir araya getirerek tüm ayrımcılık-larla ve sınıflandırmalarla mü-cadele eder.

Fulya Topay

1 Michel Foucault, The History of Sexuality, C.I: An Introduction,Çev.: Robert Hurley (Londra: Allen Lane, 1987), s. 155. [Türkçesi:Cinselliğin Tarihi, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver (İstanbul: Ayrıntı,2010, 3.Baskı).]

Page 11: Anafor Dergi 3. Sayısı

11

Camcorder08:24

Aynadaki siluetini görerek başladığı bir gündü. Naçizane gülümsedi aynadaki adam. Şudünyadaki en zor şey insanın kendine sadık kalmasıydı belki de. O da gülümsedi aynadakiadama; her şeye rağmen.

10:37 Yokuştan aşağıya doğru baktığında, yeryüzünde o günün ilk saatlerini yaşayan Güneş ışınlarının

adaletsizliği gözünden kaçmamıştı. Yine de “Görmek güzel.” demekten kendini alamadı adam.Günün ilk şarkısı, onu haksız çıkarmak istercesine aynadaki siluetinden daha gerçek olduğunuhatırlatıyordu.

Duraktaki insanlara biraz daha dikkatle bakma fırsatı bulunca, hepsinin yüzündeki arzuyu farketti adam: Bu kekremsi yerden, tüm yaşadıklarını bir eskiciye satıp gitmek ve hep gitmekti aslındaarzulanan. Birbirlerinin yüzlerinde aradılar durdular, bulamadılar. Sonra sessiz bir anlaşma yapıldıdurak insanları arasında ve herkes birbirine tutunup kalmaya ant içti sonunda. Eskiciler, eskisigibi zarar etmeye devam edecekti anlaşılan.

14:46Yine hava yağmurluydu. Şehir yine çirkindi. İzmir çirkin şehir. Hele yağmurlu günlerinde hiç

çekilmez. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de yan sokakları çamurludur.Geceleri kusmukludur. Sokakları dardır. Esnafı gaddardır. İnsanlar her yerde böyle. Bu şehirde,karyolalarda çift yatanlar bile tek. Oysa adam ne kadar kalabalıktı o gün; bir türlü eksilemedi.Bir kalemde silebilirdi herkesi. Ciğeri beş kuruş etmeyen zengin kerhane müşterileri gibiydi herkesgözünde. Adamsa iş başı kırk liralık bir sokak fahişesiydi o gün…

16:08Yol kenarındaki çiçekçi adamın, sonraki hayatında tenor olacağı, o günkü kuşku götürmez tek

gerçekti belki de. Yanık tenli çiçekçi “Yol tarif etmek sanattır.” sözünün hakkını verirken anlamıştıadam bunu. Fakat neden gül? Neden çiçekçiler gelincik satmazdı ki? Ve insanlar neden cevabıolmayan sorular sorardı bazen? Neyse ki insanlar henüz birbirlerinin akıllarından geçenleriokuyamıyorlardı. Güldü adam pervasızca…

Page 12: Anafor Dergi 3. Sayısı

12

16:51İnsanlar akıp gidiyordu uzaklardan. Durup mola vermeden, tereddütsüz koşup durdular.

Kuyruklarını yakalamak konusunda ısrarlı ve istikrarlıydı her biri. İnsanlar hep var. Her yerdelerüstelik. Adam kanatlarının yıprandığını fark edince, bir an için de olsa durdurmak istedi, insanlarınher yerde küçük çentikler açan çığlıklarını.

19:18Adam nedeni olmaksızın ya da nedenine bakmaksızın beğenmişti yağmur damlalarını; istisnai

bir andı bu. Sevmemişti, beğenmişti! Beğenilerini sevme ya da sevmeme iradesine sahip olmak,kendi varlığına inanma ihtimalinden dahi düşüktü durduğu noktada. “Beğenilerimizin irademizdışında salınıp durması.” dedi içinden adam ve baktığı vitrinde duran cansız mankenleri gördü.Mavi kanatlarının yağmurda ıslanmasına razıydı artık; yürüdü…

21:58Ziyadesiyle kimliksiz bir gündü akıp gitmekte olan. Kızıla çalan gökyüzünde, yıldızlar da yoktu

bu gece. Tanrı onları ödünç almış olmalıydı… Bazı anlar, o “an”ın en derinine inmek, orada birsüre kalmak, onunla bir bütün olmak istemediniz mi hiç? Anlaşılan Tanrı bencilliğimizi de ödünçalıyor zaman zaman. Bencillik bazen gereklidir, iyidir; iyi olmasa da…

23:11Gün, bereketsiz geçen bir mevsim gibi geride kalırken bu koca şehir bir gün daha yaşlandı.

Çiçekçi on üç tane gül ve dört demet karanfil sattı. Durak insanları yarını bekliyorlardı yerlerinialmak için. Adamsa sadece bir günü yaşadı… Sanırım geriye muhatabı olmayan bir soru kaldı:“Her şey yolunda mı?”.

Ezgi ERTUĞRUL

* Camcorder, hem video çekmek hem de oynatmak için kullanılabilen video kamerasıdır. İngilizce ‘Camera’ ve ‘Recorder’ sözcük-lerinden türetilmiş bir bileşik kelimedir. Hareketli görüntüler çeken kameraların tümü optik bir yanılsama temeli üzerine kurul-muştur. Buna göre, artarda çekilen resimler, belli bir hızla gösterildiği takdirde, göze, hareket ediyormuş gibi görünür. Gerek filmkamerası gerekse video kamerası bu prensipten yola çıkarak geliştirilmiştir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Camcorder)

Page 13: Anafor Dergi 3. Sayısı

13

DilenciFarkındayım, deminden beri gözlerinizi dikmiş bana bakıyorsunuz. Sabahtan akşama kadar

burada, sokağın köşesinde dikilerek ne yaptığımı anlamaya çalışıyorsunuz. Söylesem inanırmısınız bilmiyorum ama yine de söyleyeyim; sevgi dileniyorum, evet yanlış duymadınız sevgidileniyorum. “Hadi canım git işine, dalga geçecek başka birini bulamadın mı?” der gibisiniz;fakat dalga falan geçmiyorum, basbayağı “sevgi” dileniyorum. Belki “sevgi dileniyorum” lafınıçok sıradan, hatta arabesk buluyorsunuz ama yaptığım iş gerçekten de bu. Nasıl diğer dilencilerpara pul için dileniyorlarsa, ben de sevgi için, yani açlığını çektiğim şey için dileniyorum. Bunusöylediğime bakıp da, para pul için dilenen dilenciler gibi basit, aciz değilim dediğimi sanmayın;en az onlar kadar sıradan, çaresiz olduğumu anlattıkça siz de göreceksiniz.

Ağlamaklı bir yüz ifadesiyle el açıp sevgi dilenirken, insanlar para için bu işi yaptığımı sanı-yorlardı. Elime üç beş kuruş sıkıştırmaya kalktıklarında hemen reddediyor, gözlerinin içine bakarak“sadece sevgi istiyorum, bana da verebileceğiniz birazcık sevginiz var mı?” diyordum. Nesöylediğimi anlamıyorlar, şaşkınlıkla veya korkarak bakıyorlardı yüzüme. Sonrasında deli herhaldebu herif deyip arkalarına bile bakmadan uzaklaşıyorlardı.

Anlattıklarıma rağmen sevgi dileniyor olabileceğime hâlâ inanmamış gibisiniz; başkaları geçimderdiyle uğraşırken sabahtan akşama kadar burada dikilip, aptal aptal sevgi dilenebileceğimiaklınız almıyor. Aslında haksız sayılmazsınız, böyle bir şeye cesaret edebilmiş olmama ben deşaşırıyorum. Dilenciliğe başladığım güne kadar ne bir meslek öğrenmiştim ne de bir işin ucundantutabilmiştim; evde pineklemekten başka yaptığım bir şey yoktu. Önceleri çok da şikâyet etmi-yordum, fakat üç yıl önce hem de iki ay arayla annem babam da ölünce yapayalnız kaldım. Heryeni gün azap gibiydi, eskiden sıkıntım ne kadar büyük olursa olsun annemi aklıma getirince ra-hatlar, düşe kalka da olsa yoluma devam ederdim. Şimdiyse başım ellerimin arasında saatlercedüşünüyordum; işsiz güçsüz, yalnız yaşamanın verdiği ruh bungunluğu akşama kadar yakamıbırakmıyordu.

Hal böyleyken gün kararmaya başlarken kendimi daha iyi hissediyordum, hatta dışarıda vakitgeçirmeyi pek sevmesem de, bazen sokağa çıktığım oluyordu. Herkes işinden gücünden, belkisevgilisinin yanından dönerken dışarı yeni çıkmış oluyordum; sokaklarda başıboş dolaşıyor, sonrasoluğu yalnız, karanlık evimde alıyordum. Karanlık evim dediğime bakarak bunu sırf benzetmeolsun diye söylediğimi sanmayın, odamın ışığı öylesine sönüktü ki bazen önümü bile zor görü-yordum; ama üşengeçliğimden, lambayı bir yenisiyle değiştirmek zahmetine bile katlanmıyor-dum.

Kasvetli ev her geçen gün daha da boğuyordu beni; hayatın, insanların içine karışmalıyım diyedüşünüyordum. Bu sefer bir iş bulup adam gibi çalışmak konusunda daha ısrarcı olmalıydım;mahallemde ne kadar esnaf varsa onlara sordum eleman arayıp aramadıklarını, fakat hiçbirindenolumlu cevap alamadım. Bunun üzerine annemin bir tanıdığının tekstilci oğlu vardı; fason malüretiyorlardı, onun yanına gittim. Adam beni hoş karşıladı, karşılıklı oturup kahve falan içtik;çalışma koşulları hakkında bilgi vermeye başlayınca iş gözümde büyüdü, burada çalışamaya-cağımı anlayıp vazgeçtim. Zaten sorumluluk almaktan çok korkardım. Akşam karanlığıbastırdığında evimde sorunlarımla yine tek başımaydım. Her şeye rağmen pes etmeyi düşün-müyordum; illâ sesim bir sese değsin istiyordum. Yapabileceğim bir iş olmalı diye saatlercedüşündükten sonra, gün ağarmaya yakın aklıma bir fikir geldi. Kararımı vermiştim; sokaklardadilenecektim, tabi sevgi için. Çokbilmiş bir tavırla “Hadi canım sen de sevgi içinmiş, bal gibi depara için dileniyorsun, sevgi mevgi hikâye” dediğinizi duyar gibiyim. Fakat hiç de öyle değil,

Page 14: Anafor Dergi 3. Sayısı

14

mide açlığına bir yere kadar dayanabiliyordum; ama sevgi açlığına, ilgisizliğe hiçbir zaman kat-lanamadım. Bunu kendime itiraf etmem aslında çok zor oldu; ne de olsa yalnız bir insandım vebu kendi tercihimdi, insanların ilgisine falan ihtiyacım yoktu. Meğer öyle değilmiş, ben de diğer-leri gibiymişim. İşte şimdi de sevgi, sıcaklık, ilgi dileniyorum. Bugüne kadar kimse; zengin-fakir,genç-yaşlı, güzel-çirkin benim de sevgiye ihtiyacım olabileceğini aklına getirmemişti; bu yüzdenyollara düştüm. İlk zamanlar çekinerek, utanarak yaklaştım insanlara, bazıları küçümseyerek,iğrenerek baktı bana, bazıları garipseyerek. Bazılarıysa beni de şaşırtacak şekilde ilgi gösterdi,yardım etmek istedi; acıdıkları belliydi, günün hayhuyundan arta kalan gözlerindeki son parıltıyıpaylaşmak istediler. Hayret ediyordum, ne kadar iyi insanlar vardı, hele bu zamanda. Her günyataktan kalkacak gücü bulup,sokakta dilenmeye devam et-memi onlara borçluyum. Tabiibunun tam aksi olaylar da ol-muyor değildi; hele bana öfkeyle,bu yılışık herif de nerden çıktı dergibi bakan insanlarla, özelliklegüzel kadınlarla karşılaşınca tümiyimserliğim yok oluyordu. Üzün-tümden ne yapacağımı şaşırıyor-dum, ayaklarımda dermankalmıyordu. Eve varıncaya kadarAllah’a dua ediyordum, vardıktansonra yatakta bir iki saatkendimle, hezeyanlarımlauğraştıktan sonra yorgunluktanuyuyup kalıyordum.

İşte böyle, yedi sekiz aydırdevam ediyorum dilenme işine.Anlattığım sıkıntılar dışında birderdim yok, hem ne iş yapıyorsundiyenlere sevgi dilenciliği yapıyo-rum diyorum; işsizim, aylak aylakdolaşıyorum demektense dilen-ciyim demek daha iyi oluyor.Geçinip gidiyorum, şimdilik bırak-mayı düşünmüyorum. Yavaş yavaşalışıyor insan küçümsenmeye,iğrenilmeye; bulduğum azıcıksevgi o günün sonunu getirmemeyetiyor. Gerçi her gün sokağa çık-madan önce acaba bugün nasıl zorluklarla, insanlarla karşılaşacağım diye telaşlanmıyor değilimama evde tek başıma kalmaktansa dilenciliği yeğliyorum. Hem neyse ki dilendiğim sürece sevgiaçlığı çekmiyorum, gün boyu midem gurulduyor ama olsun, sevgi açlığımı giderebiliyorum ya,o yeter bana. Varsın midem guruldasın dursun…

Engin İnceoğlu

Page 15: Anafor Dergi 3. Sayısı

15

Bir Hıristiyan Ölmek"Bırakın yavaş yavaş gözden yitsin; daha koyu, ilerledikçe daha koyu.

İşte burası bir yaratığın gizlendiği yer olabilir: Ufak bir tavşanın yaşayabileceği, karanlık ve sessiz bir köşe…"

Bob Ross

I. Vakıaelbet sıkıl-ağzını boyayan topraksı bir kandiziöbek öbek sıyrık papaz ölü.not kağıtları tıkıştırılan cepleridolu bir pantolon askısı-gergin bir yay uzamıboyunca koca bir kürene büyük bir küre.(sokak satıcıları, simitçiler, kapı ağzı dedikodu esnafı)şiir yazamayan eksik bir halk.-manastırlar kapandığında terk etmiştipapaz efendi,babadan köşkünü;kapısında bir birinci cumhuriyet zinciri asılıdır-bütün elleri tutun be canım!her yanından sarkan organlı bu bedeniletişimsizlikten ölür.[bavulu kapalı bir kutu…]kapalı bir kutu-bavulaiçrek kaç sinek kaydıpapaz efendi tıraşı kaçırdıyokluğu boyunca çalışan birberber çırağı:şimdi asla bilemeyecekyüzüstü yatan bir hristiyan olmak ne demektir.

II. Fenomenolojibir mutfak kurusutahta dolapları kurcalar durur mu hala,yıkıntı bir çocukluğun silik anıları arasında?anneanne,yüzüstü yatan bir hristiyan ölmek ne demektir,ikinci cumhuriyetin müslümantokikondularında?

Oğuz Karayemiş

Page 16: Anafor Dergi 3. Sayısı

16

Bedenin, bir meta üretim ve tüketim aracıolarak görülmesi onun denetlenmesini; işe vetüketime tabii kılınmasını zorunlu kılıyor.Yaşamı işe koşanlar tarafından beden bir üretimaracıdır ve çalıştığımız “fabrika”, bir bütünolarak toplumdur. İnsan, bulunduğu toplumiçinde onu yeniden üreterek, sürekli ve yenideninşa ederek bulunduğu koşulların kuklası vekuklacısı olarak oyununu oynarken; kendi var-lığını tıpkı kullandığı araçlar gibi tüketiyor.

Sermaye için çalışmaktan kaçamayan insanlar,yaşamlarının ve enerjilerinin hayatta kalmakiçin sermayeye teslim ettikleri kısmını sınır-landırma mücadelesi verdiler. Yaşamı denetle-mek isteyenler, çalışmaktan kaçmayı 1854yılında hastalık olarak tanımladılar. “Kaçak kölehastalığı”nı (drapetomania) icatettiler. Buna göre birden çokkere kaçma teşebbüsündebulunan köleler bu hastalığatutulmuştur. Çözümü ayakbaşparmaklarının işinin ehlidoktorlar tarafından kaça-masın diye kesilmesiydi.

Köleler bir başkasının mutlakhâkimiyeti altında bir maldı ve

bir fiyatı vardı. Pazarda kölenin fiyatları kölenintürüne göre değişmekteydi. Osmanlıda en pa-halı köleler Kafkasya’dan getirilen haremesatılan kölelerdi. Köleyi satın alanın hali vaktiyerinde olmalıydı. Onu doyurmak, giydirmekona bakması gerekmekteydi. Köleler, sahip-lerinin akrabalık gruplarına giremezler, kendi iç-lerinde kalır, birbirleriyle evlendirilirlerdi. Kölebesleme uygulamasıyla bu bir üretim halini alır.Cumhuriyette kölelik uygulaması kaldırılmış ol-masına rağmen, kölelikle beraber var olan birevlatlık uygulaması sürmektedir. 1940’lardakiekonomik krizle birlikte Anadolu’nun köy-lerindeki bütün fakir kız çocukları kentlileregönderilmeye başlanır. Nüfusa geçirilmedenyaşanan bir evlatlık uygulaması 1964’te yürür-lüğe giren yasayla ancak son bulmuştur.

Hayatını devam ettirebilmesi,kendisine gerekli olan metalarısatın alabilmek için kendiemek-gücünü satmasına bağlıolan günümüz insanı ise“kaçak köle hastalığına” tutula-maz. Çünkü artık köle değildir.Serbest piyasada kendi emek-gücünü satmakta serbesttir.

Pazarda kapitalist ve emeğinin

Yaşamın Manipülasyonu

Page 17: Anafor Dergi 3. Sayısı

17

satan emekçi özgürce karşı karşıya gelir. Amaisterse emek-gücünü satmasın... Tercih etmekteserbestseniz, tercih ettirilirsiniz.

İşin dayatılması ihtiyaçların manipülasyonuylamümkün olmaktadır. Yaşamsal ihtiyaçlarınıkarşılamak için gerek duydukları kaynaklarındenetlenmesi; birey serbestken oynadığı oyu-nun kurallarını belirleyerek “fabrika” dışına çık-ması engellenir. Bireyin hayatta kalma ihtiyacınımanipüle etmesi; gerekli olandan çok dahafazla zaman harcatarak mümkün olur. Zamanınımanipüle ederek kendi özerkliği için gerekliolan zamandan yoksunlaştırır. Kapitalizminyeniden üretimi, özerkliğin genişlemesinin en-gellenmesiyle garanti altına alınır. 1

Harcadığımız zamanın büyük bir bölümünükendi yaşamımız olarak adlandıramayız.Çalışma zamanımın denetimi yaşamın dadenetimidir. İhtiyacımız olandan daha fazlaçalışmak istemeyen insan, kapitaliste dert ol-muştur. Örnek vermek gerekirse; bir dönümlüktarlayı sürmek geçimimi sağlayan miktarı banaveriyorsa daha fazlası için zaman harcamaksaçma gelebilir. Kapitalist ise daha fazla artı-değer istediği için daha fazla çalışmamı sağla-mak için ücretimi artıracaktır. Ancak bu seferbana gerekli olan miktarı daha az yeri sürereksağlayacağım için daha az artı-değer elde ede-cektir. Bunun üzerine ücretimi azaltarak dahaçok çalışmamı sağlar. 2

Kâr, üretimde çalışanın ihtiyacı dışında fazladanbir çalışma zamanıyla sağlanır. Bu yüzdençalışma zamanımı ihtiyaçlarıma göre belir-lememe engel olarak, artı-değeri üretecek birartı-emek zamanını her koşulda garanti altınaalmak ister. İşgününü uzatılmasıyla artı-değerüretiminin (mutlak artı-değer), artı emek-za-manını artıramadığı koşullarda toplumsalolarak gerekli emek-zamanını kısaltmak içinemeğin verimini artırarak nispi artı-değeriartırır. Metaların üretilmeleri için gerekenzaman kısaldıkça, toplumsal olarak gerekliemek-zamandaki azalma ile emek-gücünündeğeri de azalır. Verim artıkça artı emek-za-manı uzar. Genel artı-değer oranının yükselme-sine yol açar. Bundan dolayı her kapitalist,

emeğin üretkenliğini artırmak yoluyla meta-ların fiyatını ucuzlatma eğilimindedir.3

İşçi sınıfının işin azaltılmasındaki başarısı, ta-rihsel olarak sermaye açısından derin bir krizyarattı ve sermayeyi yeni stratejiler aramayazorladı. Artı değer üretiminin işgünün uzatıl-masıyla kapatıldığı andan itibaren, sermaye,nispi artı değer üretimini, makinelerdekigelişmeleri hızlandırarak elde etmeye yöneldi.Bu noktada mücadele, meta biçiminin ne kadardayatılacağı ile ilgili olmaktan çıkıp, hangi fi-yattan dayatılacağı ile ilgili hale gelir. İşçi sınıfımeta biçimine katlanır; ama toplumsal zengin-likten daha çok pay, yani kendi metasına, sattığıemek gücüne daha yüksek bir fiyatı talep eder.İşgününde bir artışla emek-gücünün fiyatındasomut bir artış dengeleyemeyen sermaye,yüzünü üretkenliği artırmaya döner; çünkühem yüksek ücretleri ödemenin hem de kârıkorumanın ve artırmanın tek yolu budur. Fab-rikada karşılığı ödenmeyen işin azalmasınakarşı sermayenin yanıtı, ücretlendirilmemişişgününü fabrika dışına yaymak oldu. 4

Emek-gücünün değeri, emekçinin varlığınısürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarınındeğeridir. Emek-gücü sahibinin ölümlü ol-masından dolayı yerine, yeni emek-gücününsürekli alması gereklidir. Özel meta sahiplerininpazardaki varlıklarını sürdürecek emek-gücünün üretimi için gerekli olan geçimaraçlarının toplamı; bu yüzden emekçinin yerinidolduracak çocuklarının gereksinmelerini dekarşılayacak şekilde olmalıdır. Verilen ücret,toplumsallaşmış bir ücrettir.

Page 18: Anafor Dergi 3. Sayısı

18

Kurulan ilk fabrikalar bu yüzdençalışanlarının tüm yaşamlarınıdenetlemek üzere oluşturulmuştur.Atölyenin kendisi, işçinin tüm varoluşunun merkezi bir aile ocağı ola-cağı ya da yuva olacaktı. Kapital-izmin ilk aşamalarında şirketkasabaları yaygınlaşmaya başlar. Bukasabalarda çalışanlar fabrikada çalıştığızaman dışında tüketimini şirketin sahip olduğumağazalarda yapıyorlardı. Hiçbir işçinin ev satınalmasına izin verilmiyordu. En büyük örnek-lerinden biri 12600 işçinin barındığı GeorgePullman’ın şirket kasabasıydı. 12 Mayıs1894’teki Pullman Palace Car Campany işçileriüç aylık greve gitti. Chicago’nun güneyindentüm ülkeye yayıldı. Abd’deki ilk genel grev gi-rişimiydi. Kasabasında çok sayıda göçmenyaşıyordu. Pullman, kendilerine bağlı olanişçiler üzerindeki ve işçilerin yaşam tarzları ü-zerindeki iktidarını ancak onların mülk edinme-sine fırsat tanımayarak sürdürüyordu. Pullmankasabası, George Orwell’ın ‘1984’te betimlediğitümüyle denetim altındaki toplum modelinisunuyordu.5

Ancak, günümüzde de benzer durumlarsürmektedir. Sermaye ilişkiseldir ve Pullmangibi tek bir patronu sürekli gerekli kılmaz.Ücretin toplumsal niteliği onun tüm yaşamıkapmasına yol açar. Fabrika sınırları dışında bu-lunan zaman, tüketim zamanı; mekân ise tüke-tim mekânı olarak düzenlenir. Kitlesel eğitimkurumları aracılığıyla, önceleri fabrika içindeverilen eğitim, mekânsal olarak “fabrika”dışında görülür. Oysa çıraklık maliyetlerinindüşürülmesi, daha ucuz ve verimli emekgücünü kitlesel olarak yaratma ihtiyacının birsonucu olarak eğitim kurumları vardır. Ser-mayenin kendi çıkarını toplum çıkarı olarak

örgütlemeyeteneği, eğitim kurumlarının ne içinolduğunu gizler.

“Fabrika”da, işin karşılığı ödenmeyen veücretlendirilmeyen kısmı artı değer olarakhesaplanır; toplumsal fabrika analizinin gelişti-rilmesi, sermayenin işçi sınıfının farklı şekillerdekarşılıksız çalışmaya nasıl zorlandığını gözlerönüne serer. Bütün toplumu muazzam bir fab-rikaya dönüştürür. Sadece fabrikadaki işgününödenmeyen kısmının değil, fabrika dışında dakarşılığı ödenmeyen işin gizlenmesinde ücrettemel bir rol oynar. Ücret, sınıfı hiyerarşik olarakücretli (fabrika) ve ücret ödenmeyen (ev kadın-ları, öğrenciler, köylüler vb.) kesimler biçimindebölmesinin bir yöntemidir. İkinci gruptakiler,ücret ödenmediği için, basitçe işçi sınıfınındışındaymış gibi görünür. Emek-gücününyeniden üretimi hem evde hem de okul, has-tane vb. toplumsallık biçimleri içinde devameder. Emek-gücünün bizzat bakımı ve eğitimiile ilgili olan işler, ücretli emekçiler tarafındanyapılmakla birlikte, ücretlendirilmemiş ev içiemekçileri, aslen kadınlar ve çocuklar tarafın-dan da yapılmaktadır. Resmenücretlendirilmemiş diğer işler,iş için oradan oraya seyahatetme, alışveriş yapma, okul işi,sosyal çalışma işi gibi sermayeiçin emek-gücünün yenidenüretimine hizmet eden işlerdir.Ücretlendirilmemiş emek,karşılığı ödenmemiş emekdemek değildir; daha ziyade,ücret olmayan bir gelirkarşılığında kısmi olarak ser-mayeye satılan emektir.

İşçi sınıfı kendi gelişimi için ser-mayeyi kullandıkça, üretkenlik-

Page 19: Anafor Dergi 3. Sayısı

19

teki inanılmaz artışlar nedeniyle, toplumsalzenginliğin gerektirdiği emeğin giderekazaldığını açıkça görmeye başlar. Emek yoğunüretim yöntemlerinden “sermaye” yoğun yön-temlere geçişin, işçi sınıfı taleplerinin baskısı al-tında bilim ve teknolojinin sermaye tarafındangeliştirilmesine dayandığını görür. Bununla bir-likte sermayenin işi dayatmasının ölçüsüdeğerdir ve değerin kontrol göstergesi artıdeğerdir. Eğer makinelerin gelişmesi, iş içinduyulan ihtiyacı ortadan kaldıracak düzeyekadar devam ederse; o zaman, sermaye temelbir krizle karşı karşıya kalır. Sermaye artık süreçhalindeki çelişkidedir; çünkü emek zamanınınen alt düzeye indirilmesini engeller ve birtaraftan da emek zamanını servetin tek ölçüsüve kaynağı olarak koyar, yaratılmış çok büyüktoplumsal güçleri emek zamanı ile ölçmek ister.Kriz çıkar; çünkü kapitalist üretim, sadece üre-timle değil, meta biçimi sayesinde işin dayatıl-ması ile kurulan toplumsal kontrol vedolayısıyla değerin gerçekleşmesi ile ilgilenir.Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kay-nağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı daonun ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorun-dadır. 4

Para, sosyal bir sözleşme olduğundan kendivarlığının meşruluğunu sürekli sağlamakzorundadır. Otorite figürünün değişmesi,paranın otoritesini sağlayacak yapının dadeğişmesini gerektirir. Eski çağlarda, göçmen-ler ve yerli halklar borçlarını kendilerini satınalmak için çalışmak zorundaydılar ve ödeyipborçları azalmak yerine sürekli artar, onlarıilelebet köleliğe mahkûm ederdi. Kullananotorite figürünün değişmesine rağmen, yön-temi değişmez. Sermaye, meta biçimi yoluylaişi dayatma yöntemi olarak borçlandırmayı kul-lanır. Borç, hayatı kontrol eden işin dayatıl-masının bir yolu haline gelir. İhtiyaçlarınmanipülasyonu üzerinden bugünün yeni yok-sulları, finans yoluyla hükmeden efendilerininmülkü haline gelmiştir.

Kendisini ilişkiler yoluyla var eden her türlüyapı, ancak kendisini yaratan ilişkilerin yenidenüretilmesi devam ettiği sürece var olur. Üre-timin olduğu her noktada, o üretimi durdura-

cak her türlü hareketin kriz yaratma potansiyelivardır. Paranın meşruluğunun krizini yaratacak,parayı kimin bastığına değil, sahip olduğu ilişkiüzerinden bir krizdir. Ve bu kriz paranıntoplumsal temsiliyet biçimine karşı çıkışısağlayabilecek bir sorgulama noktasıdır.

Üretkenliği artırırken aynı zamanda işin deartırılması durumunda ortaya çıkan bir toplum-sal para’doks, zamanın manipülasyonunun kay-nağıdır.

Ahmet Abacı

1. Kapitalizm ve Kültür, Conrad Lodziak – Çitlembik Yayınları2. İktisadi Aklın Eleştirisi, Andre Gorz – Ayrıntı Yayınları3. Kapital 1, Karl Marx – Sol Yayınları4. Kapitali Politik Olarak Okumak, Harry Cleaver – Otonom Yayıncılık5. Otorite, Richard Senneth – Ayrıntı Yayınları

Page 20: Anafor Dergi 3. Sayısı

20

Uzunca bir süredir devam eden ekonomikkrizin etkileri dünyanın her yerinde kendini his-settirmeye devam ediyor. Ekonomik krizin et-kileriyle boğuşan Avrupa’da sermayenin oncaçabası krizi daha da derinleştirmekten başka birsonuç vermiyor. Her ne kadar kriz etkisini yitirdiaçıklamaları yapılsa da dünyadaki mevcut tablobu açıklamaların tam tersini gösteriyor. Kriz,adeta oradan oraya sıçrayan bir yangındaolduğu gibi dünyanın dört bir yanı ekonomikkrizin alevleri içinde almış durumda. Ekonomi-lerin küçülmesi, iflas eden bütçeler, işsizlikoranlarının artması, yıkılmak üzere olan bankave finans sistemleri ile kendini ortaya koyan kriztablosu, burjuva iktisatçılarının ve benzerlerinin,kriz etkisini yitirdi açıklamalarının tam tersineyangının daha da büyüyeceğini gösteriyor.

Krizin etkisini yitirdiği açıklamasını yapan bur-juva iktisatçılar ve burjuvazi, mevcut durumunfaturasını her zamanki gibi, dünyanın heryerinde emekçi yığınlara kesmeye çalışıyor.Kemer sıkma politikalarıyla krizin yükünü işçive emekçilere, mülksüzlere ödetmeye çalışıyor.Çalışanların ve emeklilerin maaşlarında kesin-tilere gidilirken dolaylı vergiler artıyor, sağlık veeğitim harcamaları kısılıyor, emeklilik yaşı dahada yükseltiliyor, esnek ve güvencesiz çalışmadünyanın her yerinde yaygınlaştırılıyor.

Krizin faturasını işçi, emekçi ve mülksüzlerinsırtına yıkmaya dönük bu çabalar, mülksüzlerhareketinin burjuva politikalarına olan kitleselmuhalefetinin Avrupa çapında yükselmesineyol açıyor. Başta Yunanistan olmak üzere, pekçok Avrupa ülkesinin işçileri, emekçileri, mülk-süzleri sermayenin bu saldırıları karşısında üstüste yaptıkları grevler ve genel grevlerle,yürüyüşler ve mitinglerle, sokak işgalleriyleyanıt veridiler/vermeye çalışıyorlar.

Sermaye işçi sınıfı ve emekçilerin gelişen tep-kilerini dindirmek, yıpranan hükümetlerideğiştirerek yoluna devam etmeye çalışıyor.Bunun için seçimleri kullanıyor. Ne var ki, Yu-nanistan’da, Fransa’da, İngiltere’de ve Al-manya’da yapılan son seçimlerde ortaya çıkansonuçlar, işçi ve emekçilerin, mülksüzlerin bur-juva politikalara karşı tepki duyduğunu açıkçaortaya koyuyor. İşçi ve emekçiler, mülksüzleryapılan seçimlerde, gerek kullandıkları gereksede kullanmadıkları oylarla sermayenin saldırıprogramlarına karşı mücadele arzusu içindeolduklarını göstermişlerdir/göstermeye devamediyorlar.

Dünyada ki tablo 2008’de ABD’de mortgagekriziyle başlayan ve dalga dalga bütün dünyayıetkisi altına alan ekonomik krizin etkisini art-

Şimdiden Hazırlıklı Olmalıyız.

Page 21: Anafor Dergi 3. Sayısı

21

tırarakdevam ettiğini göster-

mektedir. Çünkü; “ Gayrimenkulpiyasalarıyla bağlantılı olan krizler, zamanzaman borsaları ve bankacılığı daha doğrudansarsan kısa ama derin krizlerden daha uzun er-imli olmaya eğilim göstermektedir… bunun ne-deni mimari çevreye yapılan yatırımlarıngenellikle kredi temelli yüksek riskli ve gerçek-leşmesi uzun süre alan yatırımlar olmasıdır;aşırı yatırım kendini belli ettiğinde… yaratılmasıyıllar almış olan finansal karmaşanın çözümekavuşturulması da yıllar almaktadır.” (D.Harvey-Sermaye Muamması, Say;19, 2010 Sel Yay.)Yani ekonomik kriz iddia edilenin aksine etkisinidevam ediyor ve giderek yaygınlaşıyor.Ekonomik krizin dünya üzerinde bugün geldiğinokta ve ortaya çıkardığı tablo başka birmakalenin konusu. Biz burada daha çok üz-erinde yaşadığımız coğrafya da ki tablo veonun topluma yansımaları üzerinde durmayaçalışacağız.

Kriz ‘teğet’ mi geçti, ya dakimi ‘teğet’ geçti?Dünyada yaşanan ekonomikkrizin ilk günlerindenitibaren mevcut hükümet veonun en yetkili ağızları ıs-rarla, dünya da yaşananekonomik krizin bizi ‘teğet’geçtiğini dillendirip durdular.Ve zaman zaman da bunuyapmaya devam ediyorlar.Hükümet açısından bakılırsa,evet kriz sermaye çevrelerini‘teğet’ geçti. Hatta kimilerisermaye anlamında gücünegüç kattılar. Ama işçi veemekçiler, bir bütün olarakmülksüzler açısından mevcuttablo tam tersini işaret

ediyor. Ve yaşam her geçen gün mülksüzleraçısından daha da çekilmez noktaya doğrugidiyor.

Her ne kadar, TÜİK anketler yapıp toplumunbüyük çoğunluğunun mutlu olduğunu ortayakoymaya çalışsa da durum tam tersi yönde i-lerliyor. Sokakta ki insan gülmüyor. Toplum heran patlamaya hazır bir bomba misali yaşamınısürdürmeye devam ediyor. Toplumun yarısın-dan fazlası borçlu yaşıyor/ yaşamaya çalışıyor.Verilere göre 43,5 milyon kişi bankalara borçlu.Bu insanlar mevcut borçlarını ise yeni aldıklarıborçlarla ancak ödeyebiliyor. Yani “borcu borçlakapatabiliyor”.

Evet, geçtiğimiz günlerde İstanbul SerbestMuhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSM-MMO) yayınladığı rapora göre, “tüketici kredi-leri son 5 yılda yüzde 154 oranında artış”göstermiş durumda. İSMMMO’nun ‘TüketiciKredileri ve Borçların Türkiye Panoraması’ adlıraporuna göre, “ev hayali kuranlar, ortalama 10yıllık geleceğini ipotek altına sokarak kullandığıkredilerle son beş yılda konut kredilerini adetapatlattı.” Aynı raporda İSMMMO “Konut kredisikullananların, genelde 10 yıllık sürede gelir-lerinin bir bölümünü ipotek altına soktuğunave bu sürenin uzunluğuna dikkat çekilen ra-porda, ekonomide yaşanacak dalgalanma, is-

tikrarsızlık veya olumsuz birseyrin, büyük bir felaketekapı aralayacağı uyarısı “yapıyor. Bu uyarıyageçtiğimiz günlerde çeşitlikonferanslar vermek içinTürkiye’ye gelen Davıd Har-vey’in uyarısını da eklemekgerekiyor. İstanbul’daki in-şaatları gören Harvey, ‘beşyıl önceki İspanya’ya benzi-yorsunuz’ diyor.

Harvey bu benzetmeyi beşyıl önce İspanya’da konutsektörünün hızla büyüme-sine bağlıyor. Bugünde,gerek K.Kürdistan’dagerekse Türkiye’de konut

Page 22: Anafor Dergi 3. Sayısı

22

Sermaye ve onun sözcüsü mevcut hükümetbaşka gündemler belirleyerek, ya da başkasaiklerle var olan krizi gölgelemeye çalışıyor. Yada dünyanın her yerinde olduğu gibi krizinyükünü mülksüzlere fatura etmeye çalışıyor.Başta hayata geçirmeye çalıştığı Ulusal İstih-dam Stratejisi’yle bunu yapmaya çalışıyor. UİSile başta, katmerli sömürü ve asimilasyonuyaygınlaştırmaya çalışıyor. Yine aynı çerçevedeiş piyasasının esnekleştirilmesini, bölgesel as-gari ücreti, kıdem tazminatının kaldırılmasını,vb. politikaları devreye sokmaya çalışıyor.

Sonuç olarak, kâhin olmaya gerek yok.Dünyanın her yerinde olduğu gibi, özellikleHarvey’in benzetmesinden yola çıkacak olursakİspanya’da olduğu gibi, konut sektöründe kibalon eninde sonunda patlayacak. Bunun ol-masıyla birlikte Türkiye kapı komşusu Yu-nanistan’dan daha ciddi bir kriz yaşayacak.Kredi borcunu ödeyemeyen on binlerce, mily-onlarca (şimdiden durum böyle) insan en doğalhakları olan barınma hakkından yoksun kala-cak. Çünkü ‘ipotekli kredilerden’ dolayıbankalar her yerde olduğu gibi borcunuödeyemeyenlerin evlerine el koyacak. Zatenbugün milyonlarca kredi kartı borçlusu icra tak-ibi altında. Bu daha da artacak. Eninde so-nunda, en doğal hakları olan barınma haklarıortadan kalkanlar, kredi borçlarını ödeyemeyenkredi kartı mağdurları sokakları ısıtacaktır.Sokakları ısıtacak mülksüzleri örgütleyip, doğruhedefe yönlendirmek için şimdiden hazırlıklı ol-malıyız.

T.Atmaca

sektörü hızla büyüyor. K.Kürdistan ve Türkiyeadeta bir şantiyeyi andırıyor. Peki, bugün İs-panya’da neler oluyor; 15 Haziran 2012 tarihlibasına yansıyan haberlere göre; “İspanya’dakonut krizi büyüyor” “Bankalar, kredi borcuyüzünden her gün ortalama 200 eve elkoyuyor, yaşlı çocuk demeden evden atıyor.”,“İspanya’da geçen yıl 50 bin kişinin evlerine elkonuldu, bu yıl sayının katlanarak arttığıbildiriliyor.” Evet, yukarıda da belirttiğimiz gibi gerekK.Kürdistan’da, gerekse Türkiye’de konut sek-törü deyim uygunsa almış başını gidiyor. Hertarafta inşaatlar yükseliyor. Mevcut hükümet‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında bu sektörüniyice önünü açmaya çalışıyor. ‘KentselDönüşüm’ projesiyle, Çevre ve Şehircilik BakanıErdoğan Bayraktar’ın açıklamalarına göre ilketapta 6 milyon konut yıkılacak. Bu şu anlamageliyor. 6milyon konutta yaşayan insanlar yenikonut almak için borçlandırılacak.

Zaten, Avrupa Mortgage Federasyonu’nun ve-rilerine göre, Türkiye 2010 yılında Avrupaülkeleri ve ABD'ye göre ipotekli konut kredi-lerindeki artışta ilk sırada yer alıyor. Ve budurum devam ediyor. Yani Türkiye dünyada kimevcut ekonomik krizin etkilerinden kurtulmakiçin konut sektörüne yatırım yapıyor/ yapmayadevam ediyor.

Sadece konut kredileri değil. Yukarıda da be-lirttiğimiz gibi 43.5milyon kişi bankalara borçluyaşıyor ve ‘borcu borçla kapatıyor’. Burjuva me-dyanın üçüncü sayfalarına yansıyan haberlergörmemezlikten gelinse de son 7 yılda sadecekredi kartı borcu yüzünden 200 kişi intihar etti.Ve görünen o ki bu giderek artacak. O nedenleİSMMMO başkanı adı geçen raporu açıklarkenbir uyarıda bulunuyor. İSMMMO Başkanı YahyaArıkan, ‘ bugün anketlere göre her dört kişidenbirinin kredi kartı borcunu ödeyemediği birkonjonktürde tablonun daha dakötüleşmesinin kaçınılmaz olacağı’ uyarısındabulunuyor. Bu kısa veriler bile aslında krizinkimi ‘teğet’ geçtiğini göstermeye yetiyor.Hazırlıklı olmalıyız.

Page 23: Anafor Dergi 3. Sayısı

23

Thatcer’den Bugüne Premier Lig

İngiltere’de neo-liberal dalganın M. Thatcherdönemiyle beraber daha da ağır görülmeyebaşlayan etkilerinden bağımsız değil bugününPremier Ligi. M. Thatcher’in iktidarıyla beraberişçi sınıfına açtığı savaşı biliyoruz. Futbola karşıyaklaşımı da bundan bağımsız bir gelişimgöstermedi. Holiganizme savaş adı altındabaşlatılan çalışan sınıfların stattan dışlanmasısüreci başladı. Bir tarafıyla endüstriyel futboluntemelleri atılıyordu.

1989 Hillsborough ve Hill statlarında yaşananfacia ve ölümler sonrası yayınlanan Taylor ra-poruyla beraber holiganizme karşı savaş yaf-tasıyla statların dönüşümü başlıyor ve bu aynızamanda taraftar profilinin de dönüşümünü deiçeriyordu. Sürecin başında daha çok yasakla-malarla başlayan iktidar pratikleri, özellikle1990 sonrası (1992’de Premier Lig’in kurul-masını da içeriyor) futbol kulüplerinin, taraftarıüzerine stadyumların dönüşümüyle beraberdaha farklı kılıflarla ortaya çıkıyordu.

Premier Lig, diğer Avrupa ligleri arasında enbüyük pazarı oluşturuyor. Hatta Premier Ligyönetimi teknik adamların kadro seçimlerine

kadar müdahale edebiliyor (Tabi Premier Ligkurallarında olan "Her takım en iyi kadrosuylamaçlara çıkmak zorundadır." Maddesine daya-narak- bu madde tartışılmaya devam ediyor).Wolves, 2010 Aralık ayındaki maçta Manches-ter United’a karşı as oyuncularla çıkmadığı için(M. McCarthy, üç gün önceki Tottenham maçıkadrosundan 10 oyuncu değiştirmişti) 25 binsterlin ceza almıştı.

2010 yılında Manchester United tribünlerindeyeşil-sarı atkıları görmüştük. Yeşil-sarı renkler1878’de kurulan Newton Heath’ın renkleri.1902’den itibaren yılında kulüp ManchesterUnited olarak yoluna devam ediyor. Old Traf-ford’taki “seyirci”ler bu yeşil-sarı atkılarla maçagelip, kendilerince “Glazer out” diyerek tepkigöstermeleri aslında, kendilerini üreten sistemiyeniden üretmelerine karşılık geliyor. Yaptık-larındaki ironi de burada yatıyor: yeşil-sarıatkılar onları, statta seyirci olarak var eden sis-temin dışladığı işçi sınıfının kulübünün sim-gesini oluşturuyor. Bu da endüstriyel futbolda,kapitalizmle mücadele içerisinde olan sınıfınnasıl sistemi yeniden üreten bir cılız tepkinin(tepki futbolun sermayeleşmesini onaylıyor,

“Günümüz futbolu, oyun görünümüne büründürülmüş birmetanın pazarlanması, tüketilmesi ve TV yoluyla dabunun yeniden üretilmesinden ibaret”.

Page 24: Anafor Dergi 3. Sayısı

24

sadece Glazer ailesini istemiyor) parçası olarakkarşımıza çıkartıldığını gösteriyor. Kulübün ta-rihini (ya da Premier Lig’in) bugünden, yaniyeşil sarı atkılardan yazmak çok kolay aslında.Fakat bugünkü durum kulübün tarihinden, yaniendüstriyel futbolun tekelleşen küplerinden biriolduğu gerçeğinden bağımsız değil. İn-giltere’deki Amerikan veya Arap sermayesinekarşı verilen tepkileri (Liverpool vb.) aslında birmilliyetçilik sorunsalı içinde değerlendirebiliriz.Bu tepkiler, kulüplerinin sermaye sınıfına ait ol-masıyla ilgili değil, İngiliz olup olmamasıyla il-gili.

Statlarda ayakta maç izlemenin minimizeedildiği, hafta sonu maçların oynandığı birmekandan öte, içinde tüketimi (alışveriş mer-kezleri, otoparklar, bar vb.) barındıran, aynı za-manda bilet fiyatlarındaki artışlarla (son onyılda yüzde iki yüze yakın bir artış oldu) be-raber artık taraftarın statlardan kopuşunetleşiyordu (Ken Loach’ın Looking for Eric fil-mindeki ‘otoparklar yalan söylemez’ sahnesinihatırlayabiliriz). Tabi bu süreç aynı zamandafutbolun medya yoluyla paketlenip satılan biriş alanına dönüşmesini de içeriyordu. Evdemaçı izlemenin yolu artık küresel medya dev-lerine ne kadar ödeme yaptığımızla ilgili. Artıkİngiliz işçi sınıfı artık işe dönüşen futbolda of-saytta kalmıştı. Bugün İngiltere’de işsiz sayısı 3milyona yaklaştı. Nüfus piramitlerinin gelişmişülkesinde, genç nüfusun dörtte biri işsiz… İn-giltere’de bu durum uçurumun nasılbüyüdüğünü gösteriyor. Futbolu maşaları İn-giltere’de son 10 yılda yüzde yetmişe yakınartış gösterdiğini unutmayalım. Bunun yanı sıraPremier Lig yayın haklarıyla ilgili BSkyB tele-vizyon kanalı, 2012/2013 sezon başına 116 fut-bol maçının yayın hakkına sahip oldu. Geleceküç yılı da içeren anlaşma gereği ödenen miktar3.018 milyar sterlin…

Bugün Premier Lig’de, modern taraftar olaraksundukları seyircileri de, bir tarafıyla, artık fut-bol turisti olarak nitelememiz çok doğal olsagerek. Braudel’in bahsettiği kuzeyli turistin Ak-deniz’i istilasını hatırlatıyor. Bugünün seyircileride artık, işçi sınıfının elinden kayıp gidenstadyumların istilacıları…

Kuzeylilerin koşa koşa geldikleri Akdeniz’de,turizmlerinin/tüketimlerinin nesnesi olmatehlikesiyle karşı karşıya olan Akdeniz tarzıyaşama, bir gerçeğe katılır gibi katılmadıklarıve tatilleri biter bitmez düzenli bir biçimdedöndükleri kuzeydeki (artık fosil haline gelmişyaşamları ve parayla satın alınan yazların sahteyaşamı) yaşamları…

Futbol turistleri de, stadyumların istilacılarıolarak var olmaya başladıklarından beri sa-hadaki oyun artık başka bir şeye karşılıkgeliyor: futbol turistinin fosil haline gelmişyaşamlarında, oyuna -bir gerçeğe- katılmaktanöte, oyunun parayla satın alınmış sahte yaşam-larının bir parçası haline dönüşmesi…

Yazımızı bitirirken sözü A.Wenger’e bırakalım:

“Futbol artık eğlence ve spor olmaktan çıktı;ruhu satıldı. Tamamen para kazanma sektörünedönüştü. Bu sektörün de başında yayıncı kuru-luşlar var. Her şey onların istekleri ve kazançlarıdoğrultusunda şekilleniyor. Artık fikstürümüzebile karışamıyoruz. Tüm ayarlamalar maksi-mum maddi kazanç sağlama doğrultusundayapılıyor. Bu da önemli adaletsizliklere yolaçıyor. Fikrimiz bile alınmıyor. Televizyon dakesinlikle futbol için çok önemli ama şu du-rumda sadece yayınların çıkarları gözetiliyor."

Osman BULUGİL

Page 25: Anafor Dergi 3. Sayısı

25

GİRİŞ

Marksist Hareketlerin etrafında büyük ve yük-sek duvarlar inşa edilip, Marksist Hareketlerdünyanın dışına mı atıldı? Eğer öyleyse, kim buinşacılar? Marksizmin ve emek hareketlerininönem kaybetmesinde, krizinde, yok denecekkadar azalmasında Marx’ın kendisi ne ölçüdesorumlu? Lenin’in yorumlamasında, Marx’ınteorisi çocukca bir karışıklık mı taşımaktaydı?Yada Marx’ın görüşlerinde Marksizmin fo-silleşmesini kolaylaştıracak öğeler mi var?Marksizmin bu başkalaşmasını besleyenbileşenler Marx’ın kendisinde de bulunmaktamıydı? Değindiğimiz bu soruları 1950’li ve 60’lıyıllarda bir iddia olarak dile getirseydiniz, buradikal düşünceleriniz adeta bir skandal

yaratırdı. Özellikle, soğuk savaşın başladığı dönemde birbilim adamının Marx’ın konumunu ve özenlehazırlamış olduğu görüşlerini ideolojik sağlam-laştırma ve mistifikasyon yapmadan ifadeetmesi ve savunması oldukça zor görünmek-teydi. Dahası, bir kişi, radikal düşünür olarakkamuoyuna Marksizm ve Marx’ın positivisttemel düşünceleri hakkında ‘olumsuz’ ifade-lerde bulunsa yada onların eksikliklerine karşı‘yıkıcı’ eleştirel bir çalışma yapsa, tatsızsonuçlara yol açar, bu kişi muhtemelen birgölge içinde yaşamaya mecbur bırakılırdı. (Ag-noli, 2003: 28) Açıkçası, bu radikal düşünürü,gölge içerisinde yaşamak zorunda bırakanlarmuhtemelen, Marksizmi bir ideoloji, ölü birdogmaya dönüştüren Marksist bilim adamları,politik partiler ve rejimler olurdu. Onların il-gilendikleri konuları ve sosyal ilişkilerini be-lirleyen de arkalarında yatan bu ideolojiydi.

Bu nedenle, bir çok Marksist eğilim, politik par-tiler ve gruplar yada Sovyet tipi rejimler Marx’ınve çalışmalarının bir efsane, bir mit olarakyaratılmasına Marx’ın büyük bir inanç olarakkavranmasına neden oldu. Marx’ı yüceltenler,bir çok durumda onun yazınlarının mistifikas-yonunun temposuyla devam etti ve bunlarıinanç boyutunda ele aldı. Onlar böyle yaparak,Marx’ın devrimci ve özgürleştirici ilkelerinigeçersiz kıldılar, aynı zamanda basmakalıp vevarsayım üretimini çoğaltarak sürdürdüler.Bununla beraber bazı bilim adamları bu akımakarşı durdu, entellektüellerin ‘piyasaekonomisindeki’ rolü ve Stalinizmin baskısıarasındaki karşılıklı ateşten çıkarak kendilerini

MARX ve MARXSİZM için:KOSTAS AXELOS ile BİR GÖRÜŞME

Göz önünde bir şey olmaksızın, acımaksızın, utanmaksızın

Onlar, etrafımda büyük ve yüksek bir duvar inşa etti.Ve ben şimdi burada umutsuzca oturuyorum.

Sadece beynimi kemiren bu felaketi düşünüyorum;Dışarıda yapabileceğim bir çok şey vardı.

Ah! Neden onlar duvarı inşa ederken izlemedim?Öte yandan duvarcıların seslerini veya gürültülerini

hiç duymadımBeni farkettirmeden dünyanın dışına attılar.

C. P. Cavafy, ‘Walls’ (1976: 17)

Page 26: Anafor Dergi 3. Sayısı

26

‘bağımsız sol entellektüeller’ olarak tanım-ladılar. Bu bağımsız sol entellektüeller arasındaAnglo-Sakson dünyada pek fazla bilinmeyenİkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonraFransa’da yazan ve yaşayan Yunan bilim insanıKostas Axelos da yer almaktaydı.

Kostas Axelos 26 Haziran 1924 tarihindeAtina’da burjuva bir ailede dünyaya geldi. Ax-elos’un babası doktor, annesi ise Atina’nınköklü ailelerinin birinden gelmekteydi. Ax-elos’un yaşamının ilk dönemleri onun gelecek-teki ideolojik ve politik evrimi için önem taşıdı.Orta öğretiminde hem Alman Okulu’na hemde Atina’daki Fransız Enstitüsü’ne giderek farklıdillerde eğitim aldı. Aynı zamanda gençlik yıl-larında felsefeye ilgi gösterdi, Antik YunanFelsefesi ve politik düşüncesinin bilinen isim-lerine yöneldi. O dönemin Atina ÜniversitesiFelsefe Okulu’nun eğitiminin yeterli olmadığınıdüşündüğü için hukuk fakültesine kayıt oldu. Ohukukçu olmadı, dahası eylemlerin içerisindeolduğundan zorunlu olarak tutuklanmamakiçin saklandı. Bu nedenle Axelos, burjuvakökenli bir aileden gelmesine rağmen, zorlu veözgün bir yaşam geçirdi. Bu yaşam deneyimikişisel ve entellektüel arkaplanını şekillendirdi.Yunan Kominist Partisi veYunan direnişine katıldı.Yunanistan’ın Nazilertarafından işgali ve 4Agustos 1936 rejiminindiktatörlüğü altındayaşadı. Stalinizmin ne an-lama geldiğini farketti veaynı zamanda Britanyaemperyalizmine karşı mü-cadele verdi (the armedconflict of December1944). Politik eylem-lerinden dolayı sağ kanathükümetinin mahkemeleritarafından zulme uğradı,hapse mahkum edildi,ölüm cezasına çarptırıldı 1.

1945 Aralık ayının sonunda Kostas Axelos, Cor-nelius Castoriadis and Kostas Papaioannou ile

birlikte yaklaşık 200 genç Yunan entellektüelive öğrencisi −bu kişiler Yunan Solundamerkezde yer alan, sağ hükümet tarafındanzulme uğramıştı. Fransa’ya gitmek için Piraeus’-tan Mataro’ya denizden geçtiler.− FransızHükümeti tarafından sağlanan öğrenim bur-suna katıldı. Fransa’da Kostas Axelos, Sor-bonne’da felsefe eğitimi aldı ve 1959 yılında‘‘Heraklitos ve Felsefe’’ ile ‘‘Karl Marx’ın2

Düşüncesindeki Mekanizma, Praksis ve Ya-bancılaşma’’ adlı iki tez hazırladı. 1950-57 yıllarıarasında ‘Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merke-zi’nde araştırmacı olarak ve 1962-73 yıllarındaSorbonne Felsefe Bölümü’nde öğretici olarakçalıştı. Bu dönem içerisinde Lacan, Picasso veHeideggere ile tanıştı.

Axelos, 1958 yılında Arguments dergisinin yazıkuruluna katıldı ve daha sonra derginin başyazarı oldu (1960-62). Bu dergi, Praxsis (Yu-goslavya), Das Argument (Almanya) yadaNowa Cultura (Polanya) gibi Avrupa’da yayın-lanan dergiler arasında bir bağlantı kurmak-taydı. Mark Poster’e göre, bu dergi 1950’liyılların ve 1960’lı yılların başlarındaki zamandiliminde, dönemin baskın Marksist eğilimin-

den ayrılan tek dergiydi.Bu nedenle dergi, Mark-sizm içerisinde yeni birsosyal fenomen ve en-tellektüel akıma yol aç-mada, fikirlerindeğişimini başlatmadamerkezi bir rol halinegeldi (Poster, 1975: 212).Axelos’un dediği gibi:‘Kısaca söylememgerekirse, ‘Açık Mark-sizm’ talebi için Post-Hei-deggerian düşünce,post-Marksizmin sondönemi ve FreudyenMarksizm gözden geçi-rildi ve düzeltildi, elbettebu kolay olmadı’ (Elden,2005: 27). Arguments

dergisine bazı önemli Fransız düşünürleri dekatkıda bulundu. Bu isimler: Edgar Morin, JeanDuvignaud, Pierre Fougeyrollas, Henri Lefeb-

Page 27: Anafor Dergi 3. Sayısı

27

vre, Maurice Blanchot, Gilles Deleuze, RolandBarthes ve François Fejtö olarak sıralanabilir.Arguments Dergisi 1962’de tamamen kapandı.Ardından Kostas Axelos, Arguments Der-gisi’nde çevrilmiş ve yayınlanmış olan Korsch,Marcuse, Troçki, Hilferding, Carr, Hegel, No-valis, Bataille, Deleuze, Jaspers ve Wittfogeleserlerini bir araya getirerek kitap serisi yaptıve yayınladı.

1960’lı yıllarda Axelos Fransız Lukács’ın en etkilieseri olan ‘‘Tarih ve Sınıf Bilinci’’ (Lukács’ın iti-razlarına rağmen) ve Heidegger’in ‘‘Nedir BuFelsefe?’’ eserlerini çevirdi. Bu dönemde Axelostaşlaşmış Marksizmlerin oluşturduğu duvardabir pencere açabilmek isteğiyle ‘Açık Marxsizm’kavramını ortaya çıkardı. Ardından Heidegger-ian fikirle yakınlaşan Axelos, bulunduğu Mark-sist pozisyondan ayrılarak, farklı entellektüelakımları izledi.Bu görüşmede, Axelos’un entellektüel eğiriminitakip etmiyoruz, üzerinde duracağımız konuAxelos’un ‘Karl Marx’ın DüşüncesindekiMekanizma, Praksis ve Yabancılaşma’ (1976),Einführung in ein künftiges Denken: Über Marxund Heidegger (1966) ve Theses on Marx(1982) eserlerinde belirttiği Marx’ın düşünceyaklaşımına yönelik eleştiridir.

GörüşmeChristos Memos: Marx ve Marxsizm bağlamındaYunanistan’da sizin davranışlarınızı belirleyendeneyimlerinizi şekillendiren belirli tarihsel,politik ve sosyal durumlar neydi?

Kostas Axelos: Liberal bir ailenin içerisindeyetiştim, 17 yaşında Yunanistan Komünist Par-tisi Gençlik Hareketi’ne katıldım. Öğrencihareketi içerisinde bir teorisyen ve liderdim. Bubana, sözüm ona gerçek Marksizme aşina olmafırsatı sağladı. Öte yandan Komünist hareketiçerisine katılmam değerli bir yaşam deney-imiydi. Hem Yunan hem de dünya tarihininsalınımlarını az çok anlıyordum bunun yanındayoldaşlık deneyimlerim oldu, çünkü tüm günberaber zaman geçirirdik. Öte yandan, burju-vaziye kin duyardık, ben Marksizmin açık bir

toplum olduğunu düşünüyordum ancak çokzaman geçmeden farketmiştim ki, YunanKomünist Partisi katı bir Stalinist modeldi. Bunedenle içerisinde bir çok dogma ve bürokrasibulunmaktaydı. Daha sonra 1944 Aralık(Dekembriana denilen) savaşında orduda yeraldım. Biz Polytechnic Üniversitesi içerisindegüvenlik polisine karşı savaştık ancak BritanyaTankları üzerimize kapandı, biz kaçmayıdenedik, kimimiz yaralandı, kalanı esir alındı.Buna rağmen biz kaçmayı başardık ve yenidenNational People’s Liberation (ELAS) ordusunakatıldık.

Kısacası Yunanistan’da iki kötü deneyimyaşadım: İlki ahlakçı ve genelekçi fikirleri içeri-sine girdiğim ve boğulduğum burjuvazi deney-imiydi. Ben Komünist partiye girmeden öncede burjuvaziye karşıydım. Bu sınıfın yok ol-masını isterdim. İkincisi ise, kötü bir Stalinistbürokrasi deneyimiydi. Diğer bir ifadeyle Yu-nanistan’dan ayrıldığımda Stalinist KomünistPartinin ve burjuvazinin tozunu ayaklarımdantemizlemem gerekiyordu. Öte yandan uzun za-mandır politik olarak illegaldim, Yunanistan’danayrılmak istiyordum. Görünüşe bakılırsa Yu-nanistan bana güçlü bir etnosentrizm duygusuverdi. En sonunda Fransa Hükümeti’nin bana

verdiği burs sayesinde Yunanistan’dan ayrılarakFransa’ya yerleştim.

CM: Fransa’ya göç ettikten sonra kendinizinerede ve nasıl bir ortam içerisinde buldunuz?

KA: Fransa’ya gittiğim zaman ortamım çok

Page 28: Anafor Dergi 3. Sayısı

28

sıcak ve arkadaşçaydı, hemen Sorbonne’dafelsefe eğitimine başladım. Bu dönemin ilkyılında sistemli bir şekilde Heraklitos, Marx,Hegel ve Nietzsche çalıştım. Fransa’ya git-tiğimde politik düzeyde genel seçimleregidiliyordu. Fransız Komünist Parti’sinin politiksloganını taşıyan bir afiş gördüm, afişte şöyleyazıyordu: ‘Oylar Fransız Komünist Partisi İçin,Az Gelire Sahiplerin Partisi’. Ve kendi kendimesordum, bizim verdiğimiz savaş az gelire sahippartililer için miydi? 1946 yılının mart ayındaYunanistan Komünist Partisi’nin dogmatikolduğunu söylediğim için partiden ihraçedildim öte yandan Fransız Komünist Partisi’ninpolitikalarına da karşıydım. Buradabahsedilmesi gereken şu ki, bu dönem Post-Liberalizmin ilk yıllarının yaşandığı, FransızKomünist Partisi’nin politik etkisi en üst se-viyede olduğu, Sol Katolikler ve Sarte’ın birlikteideolojik tahakküm kurmak için çaba sarf ettiğiyıllardı. Ben kendimi bu ideolojik akımlarınkarşısında ve dışında buldum. Herhangi birkomünizm karşıtlığı taşımadan, komünist par-tinin eski çekirdek kadrosundaki eskikomünistler olarak aynı ortak deneyimleri pay-laşmaktaydık ve birlikte Arguments dergisiniyayına hazırladık.

CM: Baş yazarlığını yaptığınız şu anda yayın-lanması sona ermiş olan Arguments der-gisinde yapılan bir çok açıklamanın arasındasizin bir notnuz var, ‘‘Özellikle eylemkonusunda nasıl konuşulacağını, düşünüle-ceğini öğrenmek zor. Dünyayı değiştirmenin(Marx) ya da yaşamı değiştirmenin (Rimbaud)ne anlama geldiğini anlamamız için uzun biryol kat etmeye ihtiyacımız var. Gelecek hayalive arzu ettiğimiz fikirler, sloganlar, klişeler,haykırışlar ve kekemelikleri aşmak için kötüalışıkanlıklardan vazgeçmek kolay değil’’ (Axe-los, 1989: 248). Neden Marxsistelerin büyük birbölümü hem düşüncelerini hem de eylemleriniaynı kalacak şekilde, kapatmışlar?

KA: Düşünce ve tarihin her döneminde, birçokönemsiz doktirinin birleşimlerinden en makulolanı öne çıkıyor, geçerli oluyor.Toplumlar veinsanlar büyük düşünceler için farksız gibigörünmekte oysa tam tersine bu durum hakim

düşüncelerin kaba bir anlatımı. Günümüzdeçok az insan Marx’ın fikirlerini ve Marksizmireferans olarak gösteriyor.Referans göstereninsanlar, Marx’ın düşüncelerinin etkisi vegücüyle bağ kurmak yerine Marx’ın fikirlerinibelirli küçük teorik ve pratik açıklamalar içinkullanıyor, Marx’ı kendi eylemleri içerisindeçağımızın sıradanlıklarına uygun bir şekildetakip ediyorlar.

CM: Siz Marxsizmin katı bir karmaşıklık içerisinesokulduğunu yazmıştınız. Öncesinde canlı birağaçtan düşmeye hazır kurumuş bir odun gibi....Yaşayan bu temel ilkelerin kurtuluşunu destek-lemek Marksizm içerisinde şüphesiz sancılarbarındırmaktadır’ (Axelos, 1989: 243). Size görebu temel ilkelerinden hangisi yaşıyor ve onlarMarksizmin açılması (Açık Marksizm) için nasılkatkı sağlayabilir?

KA: Marxsist Teorilerden ziyade Marx’ın fikirleriile verimli bir diyaloğa girebilmek için, diğerbüyük düşünürler (Hegel, Nietzsche, Heideg-ger) devreye sokulmalıdır. Burada ki amaçalışılageldiği gibi Marxsizmi yeniden canlandır-mak için değil, farklı açılardan, bütünlüklü birsoru sorabilmek ve Marx’ın düşüncesinindevam eden tartışmalı unsurlarını açmak ol-malıdır. İlaveten Marx’ın görüşünden temelizler taşıyan, burjuvazinin görüşü aydınlatıl-malıdır.

CM: 1960’lı yıllarda ‘Açık Marksizm’3 terimini

Page 29: Anafor Dergi 3. Sayısı

29

türettiniz. ‘Açık Marksizm’ terimi tam olarak neanlama gelmektedir? Bu Marksizmin açılması,Marksist, Leninist, Stalinist, Troçkist ve Anarşistmezheplerin arka planlarının püskürtülmesinenasıl yol açabilir?

KA: ‘Açık Marksizm’ terimi, bir hareket olarakortaya çıkmadı, Marksizm-Leninizm-Stalinizm-Maoizm gibi mevcut teorilerine karşıolarak, Marksizmi güç ideolojisi durumuna ge-tirmeden yalnızca sözüm ona ‘varolankavrayışları’ aydınlığa kavuşturmayı ve verimlisorular yaratmayı denedi. Lukács ve Korsch bukonuda çaba harcadı, ancak onların derindüşünce hatları sınırlıydı. Politik yada politik ol-mayan herhangi bir eylem çeşiti a priori olaraktanımlanmayabilir. Bugün, açıkca cevaplanmasıgereken eleştirel soru: Neden baskın kapitalisttekno-bürokrasi ve küçük burjuva biçimindenkaçamamaktayız?

CM: Marksizmin krizini nasıl tanımlıyorsunuz?Süregelen bir kriz içerisindeki günümüz Avrupadüşüncesinin yapı taşlarından birisi olan Mark-sizm ile bu kriz bağlantılı mı? Son olarak bukriz yeni bir radikalizmi çağırıyormu?

KA: Marksizminkrizi genel bir kriz.Y a ş a d ı ğ ı m ı zdönemde olan vedevam edecek birkriz.Ne zamana kadardevam edecek?Hiçkimse bunu öngöre-mez. Bu kriz, Marksist teoriye (derin düşünceve teori yokluğu) ve pratiğe (uygulama olarak)acınacak başarısızlıklar olarak yansıyor. Yeni birradikalizme ihtiyaç olduğu görünmekte, ben‘görünmekte’ olduğunu söylüyorum, ama şusoru var: Buna genel bir ihtiyaç var mı? Bununsonuçlarını ve ön koşullarını algılayarak busoruyu sormaya ısrar etmek oldukça radikalolabilir.

CM: Marx’ın düşüncesiyle Marksizm arasındakibağlantılar ve ayrımlar nedir? Marksizm

içerisinde bir bütünlük bulunmakta mı? YadaMarx’ın düşüncesinin içerisinde onundüşüncelerinin belli yorumuna/yorumlan-masına, (Sosyal Demokrasi, Marksizm-Leninizm, Maoizm, vb.) kavranmasına vegeliştirilmesine izin veren öğeler bulunmaktamı?

KA: Bir düşünce ile onun her zaman sorunlariçeren pratiğini bağlayan nedir? Başka biruygulama mümkün olabilir mi? Bana göre,Marx ve Marksizm arasında hem devamlılıklarvar hem de belli ayrımlar var. Bununla beraber,Marx’ın kendi görüşleri içerisinde bir çoksoruya kapalı olan, tartışma kabul etmeyenöğeler bulunmaktadır.

CM: Marx’ın düşünceleri, her büyük düşünürgibi önemli ve çok boyutlu olmasının yanısıraanlaşılmıyor ve belli yorumlar içerisinde kalıyor.Size göre Marx okuması yaparken nasıl bir yak-laşım içerisinde olmalıyız?

KA: Tek boyutlı bir Marx okuması yaklaşımıönerilmemelidir. Eğer herhangi birisibunu öneriyorsa, muhtemelen dog-matik bir okuma yapıyordur.Marx’ın, Descartes’dan Heidegger’ediğer modern düşünürlerinarasında bir yeri olduğunu belir-tebilirim. Bunun için hem bugüneait olarak incelemeli hem dekendi dönemi içerisinde ele al-malıyız. Teorik düşüncenin

eleştirisi temel olarak yalnızca teorikizler taşımaz, aynı zamanda bireysel ve kollektifeylemin eleştirisini de içerir. Kendimizieleştirinin nesnesi olarak ortaya koyan çalış-malardan her zaman kaçınıyoruz.

CM: Açıklamalarınızda olduğu gibi amacınız,Marx’ın düşüncelerinin ve düşüncelerini izleyen-lerin nihai sonuçlarını, anlamını ortayaçıkararak, Marx’ın uyum, istikrar ve bu bağlam-daki söylemlerini hatırlamaya çalışarak, ‘açıkcakendimizde parlayacak doğruyu’ kurmalıyız(Axelos,1976: 20). Bizim bulmak zorundaolduğumuz açıkca kendimizde parlayacak olanve Marx’ın düşüncesinin içerisinde bulunan

Page 30: Anafor Dergi 3. Sayısı

30

doğru nedir? Bizim kapitalizme alternatif eylemolarak getirmemiz gereken yeni, açık ve radikaldüşünce-eylem ve ışığın Marx’ın düşüncesiiçerisindeki ana boyutu, temel unsuru, devrimciöğesi nedir?

KA: Bir düşüncenin temel unsuru hareketsizlikdeğildir. Düşünce kendisinden esinlenerekoluşan çeşitli yorumlara direnç gösterir. Herdüşünür, kendi probleminden farklı bir çok

probleme uyarlanarak ele alınmalı. Biz birdüşünürü kendisinden daha iyi anlayabilirmiyiz?Bu ucu açık bir soru. Bu çatlağı-ayrımı Marx’ınkendisi de belirtmişti. Bu ayrım, nedüşündüğümüz ve nasıl eylediğimiz arasın-dadır. Bu ayrımı daha verimli olabilecek şekildedaha fazla açmalıyız. Bu ayrımın arkasındakiyanılsamayı, kendini kandırmayı ve yalanlarıderinleştirerek, kolay yoldan sıyrılmaya çalış-madan keskinlik içinde kendi kendimize vediğer herkese anlatmak zorundayız. Çağımızınsomutluğuna uygun büyük bir soru var, busoru toplumları ve insanları kapsıyor ve çokderin fakat geniş bir alana hitap edip etmediğişüpheli. Yakın gelecekte kesin bir alternatifyada alternatif olasılığı bulunmakta mı?Günümüz koşullarında genelleştirilecek, herşeyi alıp götürecek, kendisini tamamlamış birşeyler bulunmakta mı?

CM: Marx’a yönelttiğiniz eleştiriler hangitemellere dayanıyor? Çalışmalarınızda yönelt-tiğiniz eleştiriler, Marx’ın düşüncesinin belirli birilkesine mi, yoksa görüşlerinin tamamına mı

yönelik? Marx’ın teorisinde kabul etmediğinizşey nedir? Yöntem kavramı Marx’ın düşüncesininasıl etkilemiştir?

KA: Marx, açık ve çok boyutlu dünyayı ideolojiküstyapı ve maddi emeğin ürettiği maddi birdünyaya indirgemiştir. Bunun sonucundahedeflediği özgürleşme sınırlı kaldı. Marksizmdüşüncesi içindeki bu sınırlamaya ve şairane ol-mayan boyuta saplanmak Marx’ı eleştireldüşüncesinden ziyade radikal bir düşünürolarak ele almayı istemekti. Marx itici güçolarak yöntemi dikkate aldı fakat yöntemindolaylı başlangıcını ve yöntem üzerinde kendifikir ve eyleminin egemenliğini göstermektebaşarısız oldu.

CM: Heidegger üzerinden Marx’ı nasılokudunuz?

KA: Ben Heidegger üzerinden Marx’ı oku-madım ama Heidegger ile beraber Marx’ıokudum.Marx ile Heidegger arasında önemli farklar bu-lunmasına rağmen, onların kesişen, benzeyenkavramlarından (Marx’ın ‘yabancılaşma’ ve Hei-degger’in ‘varoluşun ilgisizliği’ adlandırmaları)etkilendim. Bu çifte okuma Marx’ın, sondönemde tartışılan ve kısmen kabul gören,metafiziksel tarihe ait olduğunu algılamamaneden oldu. Marx basitçe insanı toplumsal-laştırıyor, evrensel bir topluma inanıyor, ancakdünyadan yoksun ve bayağı kalıyor.

CM : Marx bize arkasından ilerlememiz veyaona karşı durmamız için yöntemsel ve teorikaraçlar sağlıyor mu?

KA: Yöntem ve düşünce simyasal olarak ayrıl-maz iki ayrı başlık değildir. Eğer ben yöntemyerine bir yol kullansaydım, Marx ile ilişkiliyakın bir yol, ona karşı olmayan ötesine geçe-bilen bir yol doluğunu söylerdim.

CM: ‘‘Karl Marx’ın Düşüncesindeki Mekanizma,Praksis ve Yabancılaşma’’ adlı kitabınızda di-yorsunuz ki: ‘‘Marx’ın düşüncesi ele geçirmehareketi ve açıklıkta içeri girmek için beklemeolumsuzluğunu içeriyor. Birçok Marksist

Page 31: Anafor Dergi 3. Sayısı

31

düşünce akımı tarafından uygulanarak oluştu-rulan bu olumsuzluğu yapısal çerçeve içerisindegevşetmeli, Marx’ın düşüncesi içerisindeki bukatılığı değiştirerek akıcı hale getirmeliyiz’’(Ax-elos, 1976: 21). Belirttiğiniz bu durumun Marx’ındüşüncesi içerisindeki bu olumsuzluğun uygu-landığını mı düşünüyorsunuz? Bu durumuradikaleştirmeyi ve aşmayı denediniz mi?

KA: Şimdiye kadar kimse yeterince onun söyle-mindeki bu düşünceye işlerlik kazandırmadı. Budurum açığa çıkmamış, saklı, önemli bir unsurolarak duruyor. Hiçbir düşünce bunun ötesinegeçemedi. Hep birlikte –bağlı ve ayrı− semavidüşünce içindeyiz. Başarı ile yenilgi arasındakikeskin bir ayrım olmadığını göz önüne alarak,dönüm noktalarının arka planını kanıtlamadangöstererek neyi başarabiliriz. Ben Heraklitos’undüşüncesininden yararlanarak Hegel, Marx,Nietzsche ve Heidegger üzerine çalışıyorum,belki bu sorgulanan sorulara ve anlaşılmazyanıtlara yol açabilir.

CM: Eleştirel ve radikal düşünceye yaptığınızkatkı nedir?

KA: Ben denedim, denedim diyorum çünkü herfikir çabadır, bir fikir yanılgı oluşturan bir an-layış içerebilir; çok boyutlu, açık, etkili, sistemlive tarihsel dünya oyu-nunun bir fikri, çağımızamıh gibi çakılmış olan‘yöntem’ ile yüzleşme-lidir. Bu uğraşının gele-ceği bana değil, zamanaaittir.

CM: Marx, maddi yaşamolarak, gerçek insanındüşüncesinin ve hissininyalnızca içinde bulun-duğu ideolojik biçim vekoşullarla anlaşılabile-ceğini düşünmekteydi.Bu nedenle her başarınınbir yenilgi olduğunu cesaretle gösterecek fikrin,akla her türlü soruyu getirecek düşüncenin vesorulan bir sorunun açık kalmasının öneminikavrayamadığını belirtmiştiniz (Axelos, 1982:

67). Marx’ın düşüncesinin ve Sosyalist hareket-lerin yenildiğini varsayan bir konuşma ya-parsak, biz tam aksini yani her büyük yenilgininzafer için bir başlangıç olacağını iddia edemezmiyiz?

KA: Zafer ve yenilginin kalıcı olarak ayrılmasımümkün değildir. Başarılı olan tüm büyükşeyler başarısızlıklar tarafından oluşturulur. Hertürlü bireysel ve tarihsel deneyimleri içeren açıkdünya, her türlü deneyimin ve yansımanınbeşiğini ve mezarını içerir. Ve oyun devam eder.

CM: ‘Bir Marxisist Felsefe mi?’ başlıklı maka-lenizde solun çekilmiş göründüğünü; çünkü on-ların istemediklerini yada daha fazlasınıyapamadıklarını (dünya tarihinin temeline )atıfta bulunarak ifade etmeyi sürdürüyorsunuz.Bu temel nedir? Toplumsal bir hareket için butemeli kapitalizmin çelişkileri içinde fark etmeknasıl mümkün olabilir? Küreselleşme karşıtıhareketler hakkında ne dersiniz?

KA: Dünya tarihi, biz insanoğlu tarafından inşaedilirken aynı anda bizim teorilerimizi, plan-larımızı ve isteklerimizi şüphesiz geride bıraktı.Temel yada yönlendirici güç, olarak ad-landırdığımız şey, tarihin girdabı veyaşadığımız, düşündüğümüz, eylediğimiz,

öldüğümüz dönemintükenmişliğinin tasavvuredilemezliği içerisindekayboluyor. Küreselleş-menin varlığı, hiçbir açıkdünyaya yer bırakmıyor,alternatifleri aşındırıyorve kendine entegreediyor. Küreselleşmekarşıtı hareketler de aynıdüzeyde mücadeleveriyorlar. Öyleyse solnedir? Bir komün yaşamı,beraber dostlukla yapıla-cak eylemler, sınırları

olan ve kendisine yakınolmayan bir radikal düşünce çabası, hata yap-maya eğilimli tutkular, sadece tiyatro olmayanmaskesiz bir politik tiyatro. Sol aynı zamandaetkili ve eleştirel politik katılımın yanı sıra,

Page 32: Anafor Dergi 3. Sayısı

32

Cavafy, Constantine (1976) ‘Walls’, in The Complete Poems ofCavafy, trans. R. Dalven.New York: Harcourt Brace.Elden, Stuart (2005) ‘Mondialisation without the World: KostasAxelos Interviewed byStuart Elden’, Radical Philosophy 130: 25–8.Haviland, Éric (1995) Kostas Axelos: Une vie pensée-Une pen-sée vécue. Paris: Editionsde l’Harmattan.Poster, Mark (1975) Existential Marxism in Postwar France.Princeton, NJ: PrincetonUniversity Press.Kostas Axelos’un İngilizce Çalışmaları(1968) ‘Planetary Interlude’, Yale French Studies 41: 6–18.(1970) ‘Marx, Freud, and the Undertakings of Thought in theFuture’, Diogenes 72: 96–111.(1976) Alienation, Praxis and Techne in the Thought of KarlMarx. Austin: University of Texas Press.(1979) ‘The Set’s Game-Play of Sets’, Yale French Studies 58:95–101.(1980) ‘Play as the System of Systems’, Sub-Stance 25: 20–4.(1982) ‘Theses on Marx’, in N. Fischer, N. Georgopoulos and L.Patsouras (eds) Continuityand Change in Marxism. Atlantic Highlands, NJ: HumanitiesPress.(2006) ‘The World: Being Becoming Totality’, Society and Space24(5): 643–51.

Anafor Çeviri

nerde ne zaman mümkünse, yanılsamageliştirmeyecek aktif ve pasif mücadeledir. Bumücadele düzeyinin değişmesi için, oyuniçerisindeki hiçbir açıklıklığa yakın olmayankazanımlarımızı saptamak istiyorlar. Bize verilenve dönüştürülmüş olan her neyse onunla çalış-maktan-eylemekten kaçınmamalıyız.

Christos Memos, York Üniversitesi’nde Politika Bölümü’ndeders vermektedir. Eğitim Çalışmaları ve Sosyoloji lisans, PolitikFelsefe master, Politik Teori alanında doktora (University OfYork) eğitimi aldı. Doktora tezi için Axelos, Castoriadis ve Pa-paioannou’nun eleştirel teorilerini ve onların Marx ve Mark-sizme katkılarını inceledi. İlgi alanları: sosyal ve politik teori(özellikle eleştirel teori), politik ve tarihsel sosyoloji, Marx veeleştirel Marksizm, Anarşizm ve Sovyet tipi toplumlar (SSCB,Çin ve Küba). Son çıkan çalışmaları: ‘‘Neo-liberalizm, KimlikSüreci ve Krizin Diyalektiği’’ Uluslararası Şehir ve Bölge Araştır-maları Dergisi ve ‘‘Sovyet Sistemi ve Sınıf Yapısı üzerindeAnarşizm ve Konsey Komünizmi’’ Anarşist Çalışmaları. [email:[email protected]; [email protected]]

Notlar1. Axelos hakkında biyografik bilgi için bakınız Haviland (1995).2. Axelos birçok dikkate değer çalışma yayınladı. Onun temeleseri üçleme şeklinde Fransızca olarak yayınlandı, İlki, Le dé-ploiement de l’errance, oluşmakta Marx penseur de la tech-nique (1961), Héraclite et la philosophie (1962), Vers la penséeplanétaire (1964); İkincisi , Le déploiement du jeu, oluşmaktaContribution á la logique (1977), Le jeu du monde (1969), Pourune éthique problématique (1972); ve üçüncüsü, Le dé-ploiement d’ une enquête, oluşmakta Arguments d’unerecherche (1969), Horizons du monde (1974) ve Problémes del`enjeu (1979). Ayrıca Axelos’ çalışmaları, Einführung in ein kün-ftiges Denken: Über Marx und Heidegger (1966), Systématiqueouverte (1984), Métamorphoses (1991), Lettres à un jeunepenseur (1996), Notices ‘autobiographiques’ (1997), Ce ques-tionnement (2001) ve Réponses énigmatiques (2005). 3. ‘Open Marxism’ tartışması için bakılabilecek kaynak; ‘Marx-isme ouvert ou Marxisme en marche? Arguments (1957) 5:17–20.4 ‘Marx’ı Heidegger’le Birlikte Okumak’ bakınız Axelos (1966).

KaynaklarAgnoli, Johannes (2003) ‘Destruction as the Determination ofthe Scholar in Miserable Times’, in W. Bonefeld (ed.) Revolu-tionary Writing. New York: Autonomedia.Axelos, Kostas (1966) Einführung in ein künftiges Denken: ÜberMarx und Heidegger.Tübingen: Max Niemeyer Verlag Tübingen. [See also the Span-ish translation: Introducción a un pensar futuro: Sobre Marx yHeidegger, trans. Edgardo Albizu. Buenos Aires: Amorrortu ed-itores.]Axelos, Kostas (1976) Alienation, Praxis and Techne in theThought of Karl Marx,trans. R. Bruzina. Austin: University of Texas Press.Axelos, Kostas (1982) ‘Theses on Marx’, in N. Fischer, N. Geor-gopoulos and L. Patsouras (ed.) Continuity and Change inMarxism, trans. N. Georgopoulos. Atlantic Highlands, NJ: Hu-manities Press.Axelos, Kostas (1989) ‘;’ [‘Is There a MarxistPhilosophy?’], in K. Axelos [Towards Planetary Thought],trans

Page 33: Anafor Dergi 3. Sayısı

33

Umberto Eco

1942’de, 10 yaşındayken, “First ProvincialAward of Ludi Juveniles” ödülünü aldım(gönüllü, genç İtalyan Faşistleri için zorunluyarışma - bu, her genç İtalyan içindi.). Retorikyeteneğim ile “Mussolini ve İtalya’nın ölümsüzyazgısının şanı için ölmemiz gerekir mi?”konusunu açıkladım. Benim cevabım olum-luydu. Akıllı bir çocuktum.

Genç yaşımın ikisini SS’lerin, cumhuriyetçilerin,birbirlerine ateş eden partizanların arasındaharcadım ve kurşundan nasıl sakınacağımıöğrendim. İyi egzersizdi.

Nisan 1945’te, partizanlar Milan’ı ele geçirdi. İkigün sonra benim o zaman yaşadığım küçükkasabaya vardılar. Eğlenceli bir gündü. Anameydan şarkı söyleyen, bayrak sallayan ve yük-sek sesle o bölgenin partizan lideri Mimo içinbağıran insanlarla doluydu. Carabinieri’ninönceki maresciallo’su, General Badoglio’nundestekçisi Mimo girdi, Mussolini’nin halefi, birbacağını Mussolini’nin kalan güçleri ile ilkçarpışma sırasında kaybetmişti. Mimo,belediye binasının balkonundan göründü,koltuk değneklerine dayanıyordu ve bir eliyle

kalabalığı sakinleştirmeyi deniyordu. Konuş-masını bekliyordum; çünkü bütün çocukluğumMussolini’nin tarihsel söylevlerini, en iyipasajlarını okulda ezberleyerek, not ederekgeçmişti. Sessizlik. Mimo kısık bir seslekonuştu, zar zor duyulabiliyordu. “Yurttaşlar,arkadaşlar” diye, seslendi. Acı veren birçok kay-bımızdan sonra... Buradayız. Zafer özgürlük içinölenlerindir.” İçeri geri gitti. Kalabalık haykırdı,partizanlar silahlarını kaldırıp ateş etti. Bizçocuklar kovanları toplamak için acele ettik,kıymetli şeylerdi. Ama aynı zamanda konuşmaözgürlüğünün anlamının retorikten korunmaolduğunu da öğrendim.Beş gün sonra ilk Amerikan askerlerini gördüm. Afro-Amerikalılardı. Tanıştığım ilk Yankee, siyahbir adam, Dick Tracy ve Li’l Abner’yı banaöğreten Joseph’ti. Onun çizgi roman kitaplarıparlak ve güzel kokuyordu.

Kök-Faşizm

Page 34: Anafor Dergi 3. Sayısı

34

Subaylardan biri (Kaptan Muddy) okularkadaşlarımın ailesinin köşklerinde misafirdi.Kaptan Muddy’i, bahçede çevresinde kadınlarlaçekingence Fransızca konuşurken tanıştım.Kaptan Muddy de biraz Fransızca biliyordu.Birçok kara gömlekli soluk benizlilerden sonra;sarı yeşil üniforma içindeki kültürlü siyahadamın “Oui,merci beaucoup, Madame, moiaussi j'aime le champagne . . .” demesi benimilk Amerikalı kurtarıcı imajımdı. Ne yazık ki,şampanya yoktu, ama Kaptan Muddy bana“Wrigley’s Spearmint” sakızı verdi, günboyunca çiğnedim.

Mayısta savaşın bittiğini duydum. Barış benimeraklandırdı. Sürekli savaşın genç İtalyanlariçin normal bir durum olduğunu anlatıyordum.İlerleyen aylarda Direnişin sadece yerel bir olayolmadığını Avrupa’da da olduğunu keşfettim.Yeni heyecan verici réseau, maquis, armée se-crète, Rote Kapelle, Varşova gettosu gibisözcükler öğrendim. Soykırım sözcüğünübilmiyorken Soykırım’ın fotoğraflarını gördüm;daha sonra neyden kurtarıldığımızı anladım.

Bugün ülkemde, Direniş, savaş programı üz-erinde; acaba gerçek askeri etkiye sahip miydi?Benim kuşağım için bu soru gereksizdir.Direnişin psikolojik ve moral anlamını hemenanladık. Bu, biz Avrupalıların özgürlük içinpasifçe beklemediğimizin gurur kaynağıydı. Veözgürlüğümüzü geri vermek için kanlarıylaödeyen genç Amerikalılariçin; düşman hattınınarkasında onlaraborçlarımızı peşinenödediğimizi biliyorlardı.

Bugün ülkemde, Direnişmitini Komünist yalanıolarak söylüyorlar.Komünistler, Direnişi sankionların kişisel mülk-leriymiş gibi sömür-müşlerdir doğrudur; çünkü onun içinde önemlirol oynamışlardır. Farklı renklerdeki fularlarıylapartizanları hatırlarım. Radyoya yapışmış, –pencereler kapalı, karartmada - partizanlaraLondra’nın Sesi tarafından gönderilmiş

mesajları dinleyerek gecelerimigeçirdim. Aynı zamanda hemşifreli hem de şiirseldiler. Büyükçoğunluğu Franchi’ninmesajlarıydı. Franchi’nin kuzey-batı İtayla’daki en güçlü, gizlişebekenin lideri olduğunu birisifısıldamıştı. Franchi benimkahramanımdı. Franchi (gerçekadı Edgardo Sogno) monarşisti.Anti-komünisti savaştan sonrabir çok sağ kanat gruba katıldı.Aşırı sağcı bir darbe içinde ol-maktan suçlandı. Kimin umu-runda? Sogno hala benim çocukluğumun rüyakahramanı kalacak. Farklı renklerdeki insanlariçin özgürlük ortak bir başarıydı.

Bugün ülkemde, Özgürlük Savaşı’nın ayrıl-manın trajik bir dönemi olduğunu ve bütünihtiyacımızın ulusal uzlaşı olduğunu söyleyenlervar. O korkunç yılların hatırası tekrar basıl-malıdır. Eğer uzlaşının anlamı merhametse vetüm iyi niyetleriyle kendi savaşlarında mü-cadele edenler için saygı duymaksa; affetmeninanlamı unutmak değildir. Eichmann’ın içtenliklegörevine inandığını kabul ediyorum; ama“Tamam, geri dön ve tekrar yap”, diyemem.Ciddi ve samimi olarak “Onlar” bunu tekraryapmamalı demek ve ne olduğunu hatırlatmakiçin buradayız.

Ama kim “Onlar”?

Eğer totaliter hükümet-leri, İkinci DünyaSavaşı’ndan önce Avru-pa’ya hükmetmiş olarakdüşünüyorsak, aynı for-mda tekrar görünmesifarklı tarihsel durumlariçin zordur. Eğer Mus-solini’nin faşizmi birkarizmatik liderlik fikrine,

korporatizme, Roma’nın İmparatorluk Kaderiütopyasına, yeni bölgeleri fethetme emperyal-ist isteğine, azdırılmış ulusalcılığa, bütün ulusunamacının kara gömleklilerin güdümüne, par-lamenter demokrasinin karşı durmaya, Yahudi

Page 35: Anafor Dergi 3. Sayısı

35

düşmanı olmaya bağlıysa bile; daha sonrabugün İtalyan Alleanza Nazionale, savaş son-rası Faşist partinin, MSI, ve sağ kanat partilerindoğuşunu onaylamakta zorlanmadım. Aynıtarzda, her ne kadar Nazi sempatizanı hareket-lerin çeşitleri burada, Rusya’da dâhil olmaküzere Avrupa’da artmasına endişe duysam da;Nazizm’in orijinal biçiminde ülke çapında birhareket olarak tekrar görüneceğini düşünmü-yorum.

Buna rağmen, her ne kadar politik rejimler çö-kertilebilse ve ideolojiler eleştirilip red-dedilebilse bile; ancak bir rejim ve ideolojisi herzaman hissetmenin, düşünmenin, kültürelalışkanlıkların bir grubu, içgüdülerin gizlenmesive akıl almaz dürtülerin bir yoludur. Hala gizli,Avrupa’nın ve dünyanın konuşmayan bir tarafıvar mı?

Ionesce bir keresinde şöyle der: “sadecesözcüklerimiz değerli ve geri kalanı yalnızgevezeliktir.” Dilsel alışkanlıklar duyguların al-tında yatan çoğunlukla önemli semptomlardır.Bundan dolayı neden sadece direnişin; İkinciDünya Savaşı’nın faşizme karşı dünya boyuncabir mücadele olarak tanımlandığı sorusunusormamız değerlidir. Eğer Hemingway’in “Çan-

lar Kimin içinÇalıyor ”’unutekrar okur-sanız, RobertJ o r d a n ’ ı ndüşmanını İs-panyol Falan-j i s t l e r i n idüşündüğüzaman bile

Faşistler ile özdeşleştirmesini keşfede-ceksiniz. Franklin D. Roosevelt için:”Amerikalıların ve müttefiklerinin zaferi faşizmekarşıdır. Ve zafer, despotizm ve onun temsilci-lerinin ilerleyişini engellemektir.”

İkinci Dünya Savaşı boyunca, İspanya Savaşınakatılan Amerikalılar prematüre anti-faşizmdemişlerdi. Bunun anlamı, kırklarda her iyiAmerikalı için Hitlere karşı savaşmak normal birgörevdi, ama otuzlarda Franco’ya karşı savaş-

mak çok erkendi. Neden faşist domuz gibi birifade Amerikalı radikaller tarafından 30 yılsonra sigara alışkanlığını onaylamayan birpolisten bahsederken kullanıldı? Neden Falan-jist domuz, Ustaşi domuz, Nazi domuzdemediler?

Kavgam, bütünlüklü birpolitik programınmanifestosudur. Naz-izm, ırkçılığın veseçilmiş Aryanlarınteorisi, dejeneresanatın (entarteteKunst) açık kavram-larıyla, Üstinsan’ın (Ubermensch)gücünü arzulayan bir felsefeye sahiptir. Stalin’inDiamat’ı (Sovyet Marksizmin resmi biçimi) barizmateryalist ve ateistik iken; Nazizim, kuşkusuzanti-Hıristiyan ve neo-pagandı. Eğer totalita-rizm bireysel her hareketi, devletin ve onunideolojisine tabi kılan bir rejim ise Nazizm veStalizm gerçek totaliter rejimlerdir.

İtalya faşizmi, kuşkusuz bir dik-tatörlüktü; ama ideolojisinin felsefizayıflığından ve ılımlılığındandolayı tamamıyla totaliter değildi.Ortak düşüncenin aksine, İtalyanfaşizmi özel bir felsefeye sahipdeğildir. Treccani Encyclopesi’dakiMussolini tarafından imzalı faşizmüzerine makale, aslında Giovanni Gentiletarafından yazılmıştır. Ama Mutlak ve Etik De-vletin, Mussolini tarafından hiçbir zamanfarkında olmadığı, geç Hegelci bir kavramındanaktarılmıştır. Mussolini hiçbir felsefeye sahipdeğildir: sadece söyleme sahiptir. Başlarda mi-litan ateisttir ve saha sonra Kilise ile anlaşmaimzaladı ve faşist flamayı kutsayan piskoposlarıkabul etti. Ruhban sınıfı karşıtlığı günlerinde,efsaneye göre, Tanrıya kendi varlığını kanıtla-ması için sorar. Tanrı hemen onu devirir. Dahasonra Mussolini, her zaman Tanrının adınıanarak konuşma yapar.

Bir Avrupa ülkesinin ilk defa sağ kanat diktatör-lükle yönetimi ele geçirilmesi, İtalyan faşizmidir.Daha sonra benzer hareketler Mussolini’nin re-

Page 36: Anafor Dergi 3. Sayısı

36

jimindeki arketiplerin bir çeşidini bulur. İtalyanfaşizmi, bir folklör, kara gömlekleri ile Armani,Benetton veya Versace’den bile daha etkileyicibir giyinişle askeri ayinle kurulmuştur. Faşisthareketin Büyük Britanya, Letonya, Litvanya,Estonya, Polonya, Macaristan, Romanya, Bul-garistan, Yunanistan, Yugoslavya, İspanya,Portekiz, Norveç ve Güney Afrika’da bilegörünmesi sadece otuzlardı. Komünizm tehdi-dine karşı devrimci alternatif sağlaması vesosyal reforma ilgiyi sürdürmesi Avrupa’nınbirçok liberal liderinin ikna eden yeni rejim,İtalyan faşizmiydi.Buna rağmen, tarihsel önceliği neden faşizmsözcüğünün farklı totaliter hareketler için kul-lanılabilmesini, dar anlamlı bir sözcüğün genişbir anlamda kullanılıyor olmasını; açıklayıcı,etkili bir neden olarak bana göstermiyor. Bufaşizmin kendisinin içermesinden dolayı değil,onun tipik durumu, totaliterliğin sonraki her birbiçiminin bütün özelliklerinden dolayıdır.Faşizmin özünün olmamasının aksine, faşizmbulanık bir totaliterlikti; tutarsızlıkların arıko-vanı, farklı felsefi ve politik fikirlerin bir kolajıydı.Gerçek totaliter hareketin, Kiliseye büyük ayrı-calıkların tanınması ile devlet eğitiminin şiddetiyüceltmesinin ve devletin tam kontrolündekiserbest piyasanın; Kraliyet ordusu ile Mus-solini’in birlikleri miliza’nın, monarşi ile de-vrimin birleşebilmesi olduğunu birisi tasavvuredebilir mi? Faşist parti yeni devrimci düzengetireceği palavrasıyla doğmuştu; ama karşı-devrim bekleyen en muhafazakar toprak sahip-leri tarafından finanse edildi. Faşizmb a ş l a n g ı ç t acumhuriyetçiydi. Genede, Duce (tartışmasız enbüyük lider) İmparatorunvanı öneren Kralla kolkolayken; yirmi yıl içinkral ailesine sadakatisürdürdü. Ama Kral Mus-solini’yi 1943’te kovunca,“sosyal” cumhuriyetinstandardı altında, eskidevrimci senaryoyuatmış; şimdi Jakoben ton ile zenginleştirerek;parti iki ay sonra Alman desteğiyle tekrargöründü.

Sadece bir Nazi mimarisi ve Nazi sanatı vardı.Eğer Nazi mimarı Albert Speer’sa, Mies van deRohe için yer yoktur. Benzer şekilde, Stalin’inkuralına göre; eğer Lamarck doğruysa Dar-win’in yeri yoktur. İtalya’da tabiî ki faşist mimar-lar vardı; amarasyona l i zm indenesinlenmiş yalancı-kolezyumlarına yakınbirçok yeni bina vardı.

Kominist Partiningelecek entelektüel-lerinin çoğu ve gele-cek partizanları, GUF(yeni faşist kültürükorumayı amaçlayan faşist üniversiteöğrencilerinin birliği) tarafından eğitilmişlerdi.Bu kulüpler, gerçek ideolojik kontrol olmaksızınyeni fikirlerin dolaştığı; bir çeşit entelektüellerineritme potası oldu. Bu, partinin adamlarınınradikal düşünceye toleranslı olduğu anlamınagelmez, ama onlardan bazıları partiyi kontroletmek için entelektüel donanıma sahipti.

Bütün bunlar İtalyan faşizmi hoşgörülüdolduğu anlamına gelmez. Gramsci, ölümünekadar hapishanede tutuldu; muhalefet lideriGiacomo Matteotti ve kardeşi Rosselli suikastdüzenlendi; özgür basın durduruldu, işçisendikaları boşaltıldı ve politik muhalifler uzakadalarda hapsedildi. Kanun koyucu güç saf birkurgu oldu; idari güç doğrudan hukuk kadar

kitlesel medyayı da kon-trol eden, ırkın korun-masını isteyen, yenikanunları çıkardı.

Betimlediğim tutarsızresim hoşgörünün ne-denlerinden değil; ide-olojik ve politik altüstoluştu. Ama sert bir al-tüst oluş değildi, karışıkbir yapıydı. Faşizm, felsefi

açıdan çığırından çıkmıştı; fakat duygusal yön-den bazı arketipik temellere sımsıkı bağlan-mıştı.

Page 37: Anafor Dergi 3. Sayısı

37

Bundan dolayı i-kinci noktaya gelebiliriz. Sadece bir Na-

zizm vardır. Franco’nun hiper-katolikFalanjizmini Nazizim olarak etiketleyemeyiz,çünkü Nazizm temelde pagan, çok tanrılı veanti Hristiyan’dır. Ama faşizm oyunu her türlüformda oynayabilir ve oyunun adı değişmez.Faşizmin kavramı Wittgenstein’ın oyunkavramına benzer. Bir oyun rekabetçi de olabilirolmaya da bilir, belli özellikler isteyebilir ya daistemez; parayı içerebilir ya da içermez.Wittgenstein’ın ifade ettiği gibi bazen sadeceailevi benzerlikleri gösteren farklı aktivitelerdir.Aşağıdaki dizilişi düşünün:

1 2 3 4abc bcd cde def

Varsayalım ki, bir seri politik grup var ve birincigrubun özellikleri abc ile, ikinci grubun özellik-leri bcd ile,... karakterize edilsin. İkinci grup bir-inci gruba benzer çünkü iki ortak özelliği vardır:aynı nedenle üçüncü ikinciye benzer vedördüncü üçüncüye benzer. Üçüncünün birin-ciye benzediğine dikkat edelim (c özelliğineortak olarak sahiptirler.). En garip durumudördüncü sunar. Açıkça üç ve ikiye benzer; amabir ile dördün ortak hiçbir özelliği yoktur.Ancak, bir ve dört arasındaki azalan benzerlik-lerin serisinin kesilmesinden dolayı, bir ve dörtarasındaki ailevi benzerlik, bir çeşit geçiş iliz-yonu tarafından sürdürülür.

Faşizm, çok amaçlı bir te-rimdir; çünkü bir faşist re-jimin bir ya da daha fazlaözelliği çıkartılabilir, vehala faşist olarak tanım-lanabilir. Emperyalizmifaşizmden çıkartın halaFranco ve Salazar’asahipsinizdir. Koloniciliği

çıkartın ve hala Ustashe’ın Balkan Faşizminesahipsiniz. Ek olarak İtalyan faşizmi bir radikalanti-kapitalizmdir (Mussolini’nin ilgisini hiçbirzaman çekmemiştir.) ve Ezra Pound’a sahiptir.Kelt mitolojisi kültü ve Grail mistisizmi (resmifaşizme tamamen yabancı) ve en saygı görenfaşist gurulardan Julius Evola’ya sahipsiniz.

Ama karışıklığa rağmen, Kök-Faşizm olaraksöylenebilecek ana hatların bir özellikler listesivardır. Bu özellikler bir sistem içine organizeedilemez; çoğu birbiri ile çelişebilir, despo-tizmin ya da fanatizmin diğer çeşitlerininkendine özgü karakteristiğine de sahiptir. Ama,faşizm olarak sunmaya izin veren koyulaşmayayeterlidir.

1. Kök-Faşizmin ilk özelliği gelenek kültüdür.Gelenekçilik tabi ki faşizmden daha eskidir.Sadece Fransız devrimi sonrası karşı-devrimciKatolik düşüncenin karakteristiğinde yoktu,klasik Yunan rasyonalizmine bir tepki olarak,Helenistik çağın son dönemlerinde doğmuştu.Akdeniz havzasında, farklı dinlerdeki insanlar,(çoğu hoşgörüyle Roma tapınakları tarafındankabul edilmişti) insanlık tarihindeki ilham aldık-ları bir hayale başlamıştı. Bu ilham, geleneksel

mistiklere göre, unutul-

muş dillerin - Mısır hiyerogliflerinde, Keltyazılarında, Asya’nın az bilinen dinimetinlerinde - perdesi altında uzun süreboyunca gizlenerek kalmıştı.

Bu yeni kültür bağdaştırıcıdır (syncretistic).Senkretizm, sadece sözlüğün söylediği gibipratiğin ya da inancın farklı formlarının kombi-nasyonu değildir; örneğin bir kombinasyonaykırılıkları tahammül etmelidir. Orijinal

Page 38: Anafor Dergi 3. Sayısı

mesajların her biri bilgeliğin zenginliğini içer-melidir ve ne zaman farklı veya bağdaşmayanşeyler söyleseler, sadece tümü ima ederek,mecazi olduğundan dolayı aynı kadim gerçeğigösterirler.

Sonuç olarak,öğrenmenin hiçbiravantajı olamaz.Gerçek zatenherkes için okun-muştur ve bizsadece onların an-laşılması güçmesajlarını yorum-

lamayı sürdürebiliriz.

Birisi, sadece geleneksel düşünürlerin bulduğuher faşist hareketin listesine bakabilir. NaziGnosis’i gelenekselcilik, senkretizm ve okkültöğeleri tarafından beslenmiştir.

Eğer Amerikan kitapçılarındaki raflara gözgezdirirseniz, Yeni Çağ (New Age) olaraketiketlenen yerde, Aziz Augustine’i, bildiğimkadarıyla bir faşist değildi, bile oralarda bula-bilirsiniz. Ama Aziz Augustine ve Stonehengebirleşimi, Kök-Faşizmin bir semptomudur.

2. Gelenekçilik, modernizmin reddedilmesinigerektirir. Genellikle gelenekselci düşünürlergeleneksel ruhani değerlerin yadsınması olarakteknolojiyi reddederken. Faşizm ve Nazizm, herikisi de teknolojiyi idolleştirdi. Ancak, her nekadar Nazizm endüstriyel başarılarından gurur

duysada, modernizmin övgüsü sadece Kanve Toprak’a (Blut und Boden) bağlı kalan birideolojinin yüzeyidir. Modern dünyanın reddi,kapitalist hayat tarzının yanlışlığı olarak kılıfabüründürür, ama çoğunlukla 1789 (ve 1776,tabi ki ) ruhunun reddiyle ilgilenir. Aydınlanma,Aklın Çağı, modern ahlaksızlığın başlangıcıolarak görünür. Bu anlamla Kök-Faşizm, irrasy-onalizm olarak tanımlanabilir.

3. İrrasyonalizm hareket için hareket kültüne debağlıdır. Hareketin kendisi güzeldir, herhangiönsel düşünceler olmaksızın olmalıdır.Düşünme yumuşamanın biçimidir. Bundandolayı, kültür eleştirel tutumla tanımlandığıiçin, belli bir yere kadar şüphelidir. Entelektüeldünyaya güvensizlik, Goering’in sözünden (“Nezaman kültür sözünü duysam silahımasarılırım”) “dejenere entelektüeller”, “yumurtakafalar”, “güçsüz züppeler”, “üniversite kızıllarınyuvasıdır” gibi ifadelerin yaygın kullanımınakadar, her zaman Kök-Faşizmin semptomların-dan birisidir. Resmi Faşist entelektüeller, ge-leneksel değerlere ihanet ettiği için çoğunluklamodern kültüre ve liberal entelijansiyaya saldır-makla uğraşırlar.

4. Hiçbir senkretik inanç, analitik eleştiriye karşıkoyamaz. Eleştirel ruh ayrım yapar veayrım yapmak modernizmin bir işaretidir.Modern kültürde bilimsel topluluklar, bil-ginin gelişmesi için bir yol olarak anlaş-mazlıkları överler. Kök-Faşizm için,anlaşmazlık ihanettir.

5. Ayrıca, anlaşmazlık çeşitliliğin işaretidir.Kök-Faşizm, uzlaşmak için doğal farklılıkkorkusunu artırarak ve kullanarak, büyür.Bir faşistin veya erken faşist hareketin ilkbaşvurduğu ırklara karşı söylemdir. Bun-dan dolayı, Kök-Faşizm ırkçılık olaraktanımlanır.

Page 39: Anafor Dergi 3. Sayısı

39

6. Kök-Faşizm bireysel ya da sosyal düş kırık-lığından türer. Tarihsel faşizmin en karakteristiközelliklerinden birisi, orta sınıf düş kırıklığısöylemiydi. Ekonomik krizden ve ya politikaşağılanmanın duygularından bir sınıfın acıçekmesi ve alt sosyal grubun baskısı tarafındankorkmasıdır. Bizim zamanımızda, eski “proleter-ler” küçük burjuva (ve lümpen proleter, politiksahneden çoğunlukla dışlanır.) olduğundayarının faşizmi dinleyicilerine bu çoğunluktanbulacaktır.

7. İnsanların, açık toplumsal kimlikten yoksunbırakılması. Kök-Faşizm, onların tek ayrı-calığının, en büyük ortak özelliğinin aynı ülkededoğmuş olduğunu söyler. Bu, milliyetçiliğinbaşlangıç noktasıdır. Ayrıca, bir ulusa kimliğiniverebilen sadece düşmanlarıdır. Bundan dolayı,Kök-Faşizmin psikolojisinin kökünde komplosaplantısı vardır. Destekçileri kuşatılmış hisset-melidir. Komployu çözmenin en kolay yolu ya-bancı düşmanlığı söylemidir. Ama komplo aynızamanda içeriden de gelebilir: Yahudiler genel-likle en iyi hedeftir; çünkü aynı zamanda hemiçeride ve hem de dışarıda olma avantajınasahiptirler. ABD’de, komplosaplantısının öne çıkanörneklerinden biri PatRobertson’ın Yeni DünyaDüzeni’nde bulunur. Ama,son zamanlardagörüldüğü gibi, bir çoklarıvardır.

8. Taraftarları, düşman-larının gösterişli zenginlik-leri ve gücü tarafından aşağılanmışhissetmelidirler. Yahudiler zengin ve gizli birkarşılıklı yardımlaşma ağıyla birbirlerine yardımederler. Ancak, Faşizm taraftarları düşmanınüstesinden gelebileceklerine ikna edilmelidir.Bundan dolayı, söylem odağının sürekli

değişmesi yoluyla, düşman aynı zamanda hemçok güçlü ve çok zayıftır. Faşist hükümetler,savaşı kaybetmeye mahkûmdurlar; çünkü düş-manın gücünü nesnel değerlendirmekteyapısal olarak kabiliyetsizdirler.

9. Kök-Faşizm için yaşamiçin mücadele yoktur;fakat mücadele içinyaşam vardır. Bundandolayı, pasifizm düşmanile ilişkilidir. Bu kötüdür;çünkü hayat, süreklisavaştır. Bu, ancak birKıyamet karmaşasına neden olur. Çünkü düş-manlar bozguna uğratılmalıdır. Hareketindünyanın kontrolüne sahip olacağı bir sonsavaş vardır. Ama sürekli savaşın prensipleriniyadsıyan “nihai çözüm” uzun bir barış çağını,bir Altın Çağ, gerektirir. Hiçbir Faşist lider, buaçmazı çözmekte başarı olamamıştır.

10. Elitizm, aşırı sağcı ideolojilerin karakteristiközelliğidir. Temelde aristokrat olduğu ölçüde,aristokrat ve militarist elitizm insafsızca, za-yıfların aşağılanmasını gerektirir. Kök-Faşizmsadece popüler elitizmi savunabilir. Her yurttaşdünyanın en iyi insanların üyesidir. Parti üyeleriyurttaşların arasında en iyileridir, her yurttaşpartinin üyesi olabilir ama soylular, avamtabakasından olamaz. Lider, gerçekte, gücünündemokrasiden gelmediğini, gücü ile elegeçirdiğini; ayrıca gücünün, büyük halk yığın-

larının zayıflığına bağlıolduğunu bildiğinden; ola-bildiğince onların güçsüz ol-malarını istemesi vearzulaması bir kuraldır. Çünkügrup hiyerarşik organize ol-muştur (militarist modelegöre), her ast lider kendiastını hor görür ve her birikendi astlarını küçümser. Bu,

kitle elitizmi anlayışını destekler.

11. “Herkes kahraman olmak için eğitilir” bakışaçısı. Her mitolojide kahraman istisnaidir. AmaKök-Faşizm ideolojisinde, kahramanlık norm-dur. Bu kahramanlık kültü, kesinlikle ölüm kültü

Page 40: Anafor Dergi 3. Sayısı

40

ile bağlıdır. Falanjistlerin bir mottosu “Viva laMuerte” (Yaşasın Ölüler!) olması tesadüfîdeğildir. Faşist olmayan topluluklarda, genel

kanı ölüm hoşa gitmezama ağırbaşlılıkla karşılan-masıdır; inananlardoğaüstü mutluluğa ulaş-manın ıstıraplı yoluolduğunu anlatırlar. Ak-sine, Kök-Faşist kahraman-lar destansı ölümüarzularlar, epik bir yaşamınen iyi ödülü olarak ilan ed-erler. Kök-Faşist kahramanölmeye sabırsızdır. Onunsabırsızlığı, çoğunlukladiğer insanları ölüme gön-derir.

12. Sürekli savaş ve kahramanlık oynanması zoroyunlar olduğu için; Kök-Faşist, iktidara cinselkonulardaki arzusunu aktarır. Bu, maçoluğunkaynağıdır. (bekaretten eşcinselliğe kadar,kadınların aşağılanmasını ve kadınlara karşıhoşgörüsüzlüğü gerektirdiği gibi; standart dışıcinsel hayatları olanların da küçümsenmesinide gerektirir.). Çünkü, cinsellik bile oynamakiçin zordur; Kök-Faşist kahraman silahlar ile oy-nama eğilimi; bundan dolayı, yapay bir fallikegzersiz olur.

13. Kök-Faşist seçkinci bir popülizme dayan-maktadır, bir niteliksel popülizm de denebilir.Bir demokrasi de, yurttaşlar bireysel doğrularasahiptirler; ama sadece bir niteliksel bakış açısı,yurttaşların bütünün, çoğunluğun kararlarınıizlediği politik etkiye sahiptir. Ancak Kök-Faşizm için bireysel doğrularyoktur; insanlar tek yapıda,ortak iradeyi düşünen yek-pare varlıklar olarak algılanılır.Çünkü, hiçbir niceliksel kala-balık bir ortak iradeye sahipolamaz, lider onların yol gös-tericisi gibi davranır. Seçilmiş-lerin gücünükaybetmesinden dolayı, yurt-taşlar hareket edemezler;onlar sadece kitlenin rolünü

oynamak için çağırılır.Bundan dolayı kitlesadece kurgusal bir ti-yatrodur. Seçkinci popü-lizmin iyi birörneği için; bizim Roma’da Piazza Venezia ve yaNuremberg Stadyumu’na ihtiyacımız yoktur.Bizim zamanımızda televizyon ve internetpopü-lizmi vardır, seçilmiş bir yurttaşlargrubunun duygusal tepkisi “Kitlenin Sesi”olarak kabul görebilir ve gösterilir.Kök-Faşizmin seçkinci popülizminden dolayı“çürümüş” parlamenter hükümetlere karşı ol-malıdır. İtalyan parlamentosunda ilk hüküm-lerinden biri Mussolini tarafından açığa vurulur:“Bu sağır ve kasvetli yeri benim ‘maniples’imiçin askeri kampa dönüştürebilirdim” –(“mani-ples”: geleneksel Roma lejyonunun bölüğü.).aslında bakarsak, hemen kendi maniples’i içindaha güzel evler buldu; ama kısa bir süre sonraparlamentoyu tasfiye etti. Nerede bir politikacı,“Kitlenin Sesini temsil etmediğinden dolayıparlamentonun meşruluğundan şüpheuyandırırsa, Kök-Faşizmin kokusunu alabiliriz.

14. Kök-Faşizm, Yeni-konuş konuşur. Yeni-konuş, Orwell tarafından 1984 romanındaki İn-giliz Sosyalistlerinin, Ingsoc’un resmi dili olarakicat edilmiştir. Ama Kök-Faşizmin öğeleri farklıdiktatörlük formlarında ortaktır. Bütün Nazi veya Faşist okul kitapları sözcük dağarcığını yok-sunlaştırmasından ve başlangıç seviyesi sözdiz-iminden, ciddi ve karışık nedenler içinenstrümanlarını sınırlandırmak amacıyla, yarar-lanır. Fakat, görünüşte masum popüler bir soh-bet programı biçimini alsalar bile,Yeni-konuş’un diğer çeşitlerini tanımlamak içinhazır olmalıyız.

Page 41: Anafor Dergi 3. Sayısı

41

Temmuz 27’nin sabahında, radyo raporlarınagöre anlatmıştım, faşizm çöktü ve Mussolini tu-tuklandı. Annem gazete almaya beni dışarıgönderdiği zaman, gazete bayiindeki gazete-lerde farklı başlıklar gördüm. Ayrıca, manşetlerigördükten sonra, her bir gazetenin farklı şeylersöylediğini fark ettim. Körü körüne, birini satınaldım. İlk sayfada Democrazia Cristina,Komünist Parti, Sosyalist Parti, Partito d’Azioneve Liberal Parti arasından beş ya da altı siyasiparti tarafından imzalanmış bir bildiriyiokudum.

O zamana kadar her ülkede tek bir partiolduğuna inanmıştım ve İtalya’da bu, “PartitoNazionale Fascista”’ ydı. Şimdi, ülkemde başkapartilerin de aynı zamanda var olabileceğinikeşfediyordum. Akıllı bir çocuk olduğum için,bir gecede bu kadar çok partinin doğamaya-cağını hemen fark etmiştim. Bu partiler bazı za-manlarda gizli faaliyette bulunmuş olmalıydı.Öndeki bildiri diktatörlüğün bitişini ve özgür-lüğün gelişini -konuşma, basım, politik dernek-lerin özgürlüğünü- kutluyordu. “Özgürlük”,”diktatörlük”, “hürriyet”; bu sözcükleri, hay-atımda şimdi ilk kez okuyordum. Bu sözcük-lerin sayesinde özgür bir batılı olarak tekrardoğmuştum.

Bu sözcüklerin hissi ileride tekrar unutulma-ması için uyanık olmalıyız. Kök-Faşizm halaçevremizde, bazen sivil kıyafetlerde. Eğer birisidünya sahnesinde “Auschwitz’i tekrar açmak is-tiyorum., Kara Gömleklileri İtalya meydan-larında geçit töreni yapmasını istiyorum.” derse,bu bizim için çok kolay olmamalıdır. Yaşambasit değildir. Kök-Faşizm, kılık değiştirmeninen masum halinde geri gelebilir. Bizim göre-vimiz örtüsünü kaldırmaktır ve her gün,dünyanın her yerindeki yeni örneklerin herbirini işaret etmeliyiz.

Anafor Çeviri

Umberto Eco, Ur-fascism makalesinden kısaltılmıştır.Orjinal metin için bkz.:

http://www.pegc.us/archive/Articles/eco_ur-fascism.pdf

Page 42: Anafor Dergi 3. Sayısı

42

Çizgisel olmayan Tarih”, yerleşik erekselcitarih anlayışının yerine insanlık tarihini enerjiakışları, kayalar, mikroorganizmalar ve diğerçizgisel olmayan dinamiklerle birlikte iç içe an-latıyor. Bunu yaparken sıklıkla Deleuze felse-fesinden ve Braudel tarihçiliğinden besleniyor.

Jeolojik tarihin içine katarak aktardığıkentleşme örneğin, bir açıdan baktığında enerjiakışının yoğunlaşması sonucu gözükecek veaynı zamanda karar alma mekanizmalarınınmerkezileşmesi de bunun temel sebebi olacak-tır. Bu merkezileşme, kendi kendine örgütlenenpazarla, anti-pazar diye adlandırdığımerkezileştirici unsurların çekişmesine sahneolacak. Bu çekişme aynı zamanda ağlar ve hi-yerarşiler arasında geçer, iç içe geçen birbir-lerini doğuran eğilimler sergilerler.

Sorunumuzu şöyle düşünebiliriz:Ağ davranışına ilişkin ampirikaraştırmalardan jeoloji ve biyolojidünyasına, insan toplumlarınauyarlanacak denli soyut bir yapı-üretim süreci damıtabilir miyiz? …

Nüfus patlamaları, bir noktadayoğunlaşmış insan eti miktarınınyükselip alçaldığı bir soluklanma ritmi gibi

döngüsel olma eğilimindedir. Bu devasa ölçek-teki ritimler, kısmen gıda üretimindeki yoğun-laşmaların ve genellik bu yoğunlaşmalarınpeşinden gelen tükenişlerin bir sonucudur .1750’lerde bir araya gelen birkaç faktör buinsan bedenleri kitlesini büyütecek bir etkiyarattı. Mikroplarla ilişkinin değişmesi, büyükkentlerin ölüm tuzağı olmaktan çıkarıp insanüreticisine dönüştürmeye başlamıştı. Yeni tarımyöntemleri, yoğunlaşmış gıda üretimini birazdaha sürdürülebilir kılmaya başlamıştı.

Mikroplarla ilişkinin değişmesi, salgınhastalıkların ortaya çıkması Foucault’dan refe-ransla söyleceğimiz üzere sistematik uzamsalayırma, kesintisiz teftiş ve daimi kayıt yaklaşım-larının gelişmesini sağladı. Dahası bu yaklaşım-ların insana uygulanabilir olması, insansaluzamın örgütlenebilir hale gelmesini sağladı.

Bu yönüyle bakıldığındagenetik bakımdan disiplinlimikroorganizmalar, tarımdevriminin bileşenlerini oluş-tururken aynı zamanda insanhayatını da değiştirmeyebaşladı.

Tarım üzerinde verim art-tırma amaçlı birçok yeni yön-

tem uygulandı. Bu yöntemler gen havuzu

Çizgisel Olmayan Tarih

Page 43: Anafor Dergi 3. Sayısı

43

açısın-dan bakıldığında melezleşmeye neden

oldu. Birçok cins için, örneğin mısır, bu aynı za-manda bir homojenleştirme işlemidir. Odönemlerde bu süreç ‘ilerleme’ olarak görülsede aslında çok tehlikelidir. Tahıllar ve insanlarantik çağlardan bu yana salgınlara açık oldu-larsa da, genetik yapılarının heterojenliğisayesinde tükenip gitmeleri önlendi. Tarlalarahastalıklar vursa da bitkilerin bazıları yok olur,diğerleri cinsi devam ettirirdi.

Anti-pazarların gelişmesiyle birçok hastalıkda doğal dolaşımından çok çabuk süredeyayılır oldu. McNeill, koleraya ilk sanayihastalığı der. Bunun nedeni koleranın Avru-pa’ya Hindistan’dan buharlı gemi ve demiryolugibi yeni teknolojilerle gelmiş olmasıdır.

Yine önemli bir konu olarak ilk defa antibi-yotiğin kullanılması da mikroplar ve tıp arasın-daki ilişkiyi değiştirdi. İlk başta işler gözüken budurum, zamanla görüldü ki bakterilerin kendi-lerini yenilemesiyle sürekli devam eden bakter-iler ve tıp arasında bir mücadeleye dönüştü.

Homojenleşme, biyoteknoloji sayesindedevam ediyor. Birçok örnekte çokuluslu şirketaynı zamanda tohum, gübre, böcek ilacıbölümlerine sahip. Böylece çiftçiler doğaltohum yerine kimyasal saldırılara dayanıklıürünlerle, bağımlılığını genetik yollasürdürüyor.

Gelecekte genetik testlerle birçok hastalıktespit edilecek. Ancak bu hastalıkların birçoğu-nun etkili bir tedavisi yoktur. Dolayısıyla butestler hastalık taşıyıcısı insanları damgalamayönünde çalışacak. Birçok insan, iş verilemez vesigortalanamaz olarak tanımlanacak.

Dilsel tarihin de doğal akışının yanında hiy-eraşik yapıların hegemonyasında değiştiği,lehçe-dil mücadelesiyle kitapta uzunca

işleniyor.

Son olarak De Landa, toplumun bir sistemoluşturduğunu varsaymakla kalmamak, bu sis-tematikliği bazı dinamik süreçlerin öngörüle-mez özelliği olarak açıklamaya çalışmakgerektiğini söylüyor.

Dolayısıyla bu sistemi yanlızca “disiplinci”,“kapitalist”, “ataerkil” olarak ifade etmek bukarmaşık süreçleri tek bir etkene indirgemekolacaktır. Son olarak Deleuze ve Guattari’ninifadeleriyle bitirelim:

“Bir zamanlar varolan temel, asli, her şeyinbaşlangıcı olan bir bütünlüğe ya da gelecektebir zamanda bizleri beklemekte olan nihai birbütünlüğe artık inanmıyoruz. Heterojenparçacıkların kaba köşelerini yontarak onlardanuyumlu bir bütün yaratmayı amaçlayan kuru,renksiz evrim diyalektiğinin sıkıcı, boz çizgiler-ine artık inanmıyoruz. Yalnızca çevresel olanbütünlüklere inanıyoruz. Birbirinden ayrı, çeşitliparçacıkların yanı sıra böyle bir bütünlükkeşfedersek de, o bu ayrı parçaların tamamıdır,ama onları bütünleştirmez; bütün bu ayrıparçaların birliğidir, ama onları birleştirmez,daha ziyade, ayrıca yaratılmış yeni bir parçaolarak onlara eklenir” (G.Deleuze ve F.Guattari,Anti-Oedipus).

Oğuz Gora

Çizgisel Olmayan Tarih, Manuel De Landa - Metis Yayınları

Page 44: Anafor Dergi 3. Sayısı

44

“Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum... Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilirsinizya da satarsınız? Bunu anla mak bizler için çok güç! Bu toprakların her parçası halkım için kut-saldır. Çam ağaçları nın parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller karanlıkormanlar ve sabahları çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllıkdeney lerin bir parçasıdır. Ormanlardaki ağaçla rın damarlarında dolaşan su, atalarımızınanılarını taşır; biz buna inanırız! Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz ölüp yıl dızlarâlemine göç ettiği zaman, doğduğu top raklarını unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları un-utmaz. Çünkü Kızılderili ger çek anasının toprak olduğuna inanır.

Washington'daki Büyük Beyaz Reis, biz den toprak almak istediğini yazıyor! Bu bi zimiçin büyük bir fedakârlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir ye rin ayrılacağını,bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocukları olacağımı zı söylüyor. Bu önerinizidüşüneceğiz! Ama gene de bunun kolay olmayacağını itiraf ede rim. Çünkü bu topraklar, bizimiçin kutsal dır. Nehirler ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın

kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal ol duğunu çocuklarınıza da öğret-meniz gereke cek. Biz, nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz! Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeş-lerimize? Biliyorum, beyazlar bizim gibi düşünmezler! Beyazlar için bir parça toprağın diğerlerinden farkı yoktur.Beyaz adam topraktan istediğini almaya ba kar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü top rak beyaz adamın dostudeğil, düşmanıdır! Beyaz adam topraktan istediğini alınca, baş ka serüvenlere atılır: Beyaz adam, annesi olan toprağave kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gö züyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki,toprak ları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir! Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlaya mayız biz Kızılderililer.Bu kentlerde "hu zur" ve "barış" yoktur! Beyaz adamın kur duğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarkençıkardığı tatlı sesler bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz. Belki bir vahşi olduğumdan anlayamıyorum ama benimve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka! İnsan bir su birikintisinin etrafında toplanmış kurbağaların, ağaçlar-daki kuşların ve doğa nın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum!

Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yü zünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu se veriz. Çam ormanlarınınkokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltem leri severiz. Hava önemlidir bizler için. Ağaçlar, hay-vanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yo ktur! Ancak size bu toprakları satacakolur sak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza, havanın kutsal bir şey olduğunuöğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Ataları mız doğdukları gün ilk nefeslerini bunun sa yesindealmışlardır. Ölmeden önce son nefes lerini de gene bu havadan almazlar mı?

Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim! Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de birkoşulumuz var; beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim vebaşka türlü düşünemiyorum! Yaylalarda cesetleri kokan binlerce bufalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurupöldürüyor bu hayvanları! Dumanlar püskürten bu demir atın bir bufalodan daha değerli olduğuna ak lım ermiyor!Biz sadece yaşayabilmek için avladık bufaloları! Bütün hayvanları öldü recek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Can -lıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün canlılarınbaşına gelenler yarın insanın başına gelir! Çünkü bunlar arasında bir bağ vardır

Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana de ğil, insan toprağa aittir! Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerinibirbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlu-nun da başına gelmiş sayılır! Bildi ğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrı'nız bizimkinden başka bir Tanrı değil! AynıTan rı'nın yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün belki bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. SizTanrı'nızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz! Ama Tan rı, hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ve beyazınfarkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa sa ygısızlık, Tanrı'nın kendisine saygısızlıktır.Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona Kızılderili'yi boyunduruk altına alma gücü nü veren Tanrı'nın kaderini an-layamıyoruz! Tıpkı bufaloların öldürülüşü, ormanların ya kılışı, toprağın kirletilişini anlayamadığımız gibi... Bir günbakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş. Yabani at lar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlununko kusuyla dolmuş! İşte o gün insanoğlu için ya şamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcıbaşlamış olacak”

Bu mektup 1854 yılında, bir Kızılderili reisi olan Şef Seattletarafından Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nayazılmıştır.

Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir

Page 45: Anafor Dergi 3. Sayısı

45

“Kapı önlerinde yapılan toplantılarda işçiler, buboktan hayatı yaşamanın doğru olmadığınısöylüyorlardı: Ürettiğimiz her mal, tüm zengin-lik bizim. Artık yeter! Artık bizler de mal gibisatılmaya devam edemeyiz. Her şeyi istiyoruz!

Tüm zenginliği, tüm yetkiyi. Ve çalışmak is-temiyoruz. Bizim çalışmakla ne alakamız var.Artık iş veya patronlar kötü oldukları için değil,var oldukları için mücadele ediyoruz!”

Nanni Balestrini İtalyan bir deneysel şair vegörsel sanatçıdır. 1968’de İtalyan İşçilerin Gücü(Potero Operaio) grubunun kurucularından biriolan Balestrini, Otonomist Marksist hareketinhem bir öznesi hem gözlemcisi, hem de ede-biyatla yaşananları iç içe geçirerek bu tarihin biraktarıcısıdır.

Her Şeyi İstiyoruz kitabı Balestrini’nin 1970’dekaleme aldığı ilk romanıdır. Bu roman FIAT fab-rikasında gerçekleşen uzun direnişi ve mücade-leyi, İtalya’nın Güney kesiminden Kuzey’e göçetmiş bir işçinin ağzından anlatır. Fakat buişçinin anlattıkları Balestrini’nin kalemindengeçerken farklı, renkli ve polifonik bir şiirsel-likle yeniden düzenlenmiş ve sözcükler adetafabrikanın bantlarının işleyişinin ve yaşananolayların dinamikliğinin ritmiyle yan yanadizilmiştir. Kitabın dili, içeriğiyle paralel akar.Aynı dalgalanmalar, girdaplar, kesintiler, hız vetempo romanın şiirsel yapısıyla okura dayaşatılır.

Güneyli bir gencin Kuzey’e göçü, şehre ayakuydurma çabası, proleterleşme süreci ve en so-nunda kendisini işi reddetmeye ve isyanasürükleyen olaylar romanda, yer yer bu duygu-ların ritmini yansıtırcasına hızlı ve yorucu biryoğunlukla anlatılır bize. Franco Berardi’nindediği gibi Balestrini’nin çalışmalarındasözcükler, hakikatten çekip alınan temeltaşlarından başka bir şey değildir.

Tüm bu dil oyunlarının yanı sıra OtonomistMarksist hareketin önemli tarihsel uğrakların-dan biri olarak kabul edilen FIAT fabrikası mü-cadelesi de en ince ayrıntılarına dek yazarınkaleminden kaçmamıştır. Tıpkı bugün olduğugibi o gün de kapitalist işin insanı nasılhiçleştirdiği ve öldürdüğü çarpıcı bir biçimdegösterilir. Bu bağlamda kitabın en önemli iddi-ası belki de, insanın ve isyanın, işin özgürleştir-ilmesinde değil işten özgürleşmede varolabileceği ve yeşerebileceğidir.

Her Şeyi İstiyoruz, Nanni BalestriniOtonom Yayıncılık

Basım tarihi: 2012Sayfa Sayısı: 184

Çeviren: Ufuk Soyer, Deniz Erenuluğ Bovo

Her Şeyi İstiyoruz

Page 46: Anafor Dergi 3. Sayısı

"Belli bir ereğe varmak için her türlü aracın,aşağılık ve alçaklıkların, çirkin yöntemlerin bilegeçerli olduğunu sanıyorsun. Yanılıyorsun: Amaç,ona varmak için yürüdüğün yoldur. Bugün attığınher adım, senin yarınki yaşamındır. Hiçbir büyükereğe, kötü ve aşağılık yöntemlerle varılmaz. Yap-tığın her toplumsal devrim bunun doğruluğunugösterdi. Ereğe giden yolun kötülüğü, iğrençliğiya da insancıllıktan uzak oluşu, seni de kötü ya dainsanlıkdışı yapmakta ve böylece ereğe varmanıda olanaksız kılmaktadır."

Wilheim Reich