Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSMAİL BÜNYAMİN ERDEM
ALİ HAYDAR TANER’İN EĞİTİM
VE DİN EĞİTİMİ GÖRÜŞLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ Doç.Dr. Abbas ÇELİK
ERZURUM-2007
2
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu çalışma, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalının Din Eğitimi Bilim
Dalında jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Doç.Dr. Abbas ÇELİK
Danışman/Jüri Üyesi
Y.Doç.Dr. H.İbrahim TANÇ Y.Doç.Dr. Kemal POLAT
Jüri Üyesi Jüri Üyesi
Yukarıdaki imzalar adı geçen öğretim üyelerine aittir. 07 / 03 / 2007
Prof.Dr. Vahdettin BAŞCI
Enstitü Müdürü
3
İÇİNDEKİLER
ÖZET ...........................................................................................................................I
ABSTRACT............................................................................................................... II
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
1. ALİ HAYDAR TANER’İN HAYATI VE ESERLERİ ...................................... 2
2. ESERLERİ ............................................................................................................. 5
BİRİNCİ BÖLÜM ..................................................................................................... 7
1. ALİ HAYDAR TANER’İN YAŞADIĞI DÖNEME EĞİTİM VE DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN GENEL BİR BAKIŞ ........................................................ 7
1.1. CUMHURİYET ÖNCESİ ...................................................................................................................7 1.1.1. Medreseler ............................................................................................................................7 1.1.2 Mektepler .............................................................................................................................12 1.1.3. Modern Öğretimde Din Eğitimi ve Öğretimi .....................................................................13 1.1.4. Millî Mücadele Yılları ........................................................................................................13
1.2. CUMHURİYET DÖNEMİ ................................................................................................................14 1.2.1.Tevhid-i Tedrisat Kanunu ...................................................................................................14 1. 2. 2. Darulfünun İlahiyat Fakültesi ........................................................................................15 1. 2. 3. İmam Hatip Mektepleri ....................................................................................................17 1. 2. 4. Genel Öğretimde Din Eğitimi ..........................................................................................17 1. 2. 5 Din Eğitiminin Yapılmadığı Dönem .................................................................................18 1. 2. 6. Yeniden Din Eğitimine Dönüş .........................................................................................19
İKİNCİ BÖLÜM...................................................................................................... 23
2. EĞİTİMİN TANIMI ........................................................................................... 23 2.1. TANER’E GÖRE EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN ASIL GAYESİ .................................................................24 2.2.TANER’E GÖRE ÖĞRENCİNİN SİCİL DEFTERİNDE OLMASI GEREKEN SORULAR............................28
2.2.1.Öğrencinin Bakış ve Yüz hareketleri ..................................................................................28 2.2.2 Öğrencinin Zekası ve Kabiliyet-i Fikriyesi .........................................................................29 2.2.3.Çalışma Ve Gayret Derecesi................................................................................................32 2.2.4.Mizaç Ve Tabiatı..................................................................................................................33 2.2.5.Güzel Eğilimler....................................................................................................................38 2.2.6.Hassasiyet Derecesi .............................................................................................................40 2.2.7. İsti’dad ve Kabiliyet-i Mahsusası .......................................................................................40 2.2.8Vazife Yapma Derecesi.........................................................................................................40 2.2.9.Girişimcilik kabiliyeti ..........................................................................................................41 2.2.10.Dikkat Çeken Halleri ........................................................................................................41
2.4. TELKİN .....................................................................................................................................44 2.4.1. Telkin Yapanlar..................................................................................................................45 2.4.2 Telkin Almaya Elverişli Olanlar:........................................................................................46 2.4.3. Telkin Yapmağa Elverişli Olanlar .....................................................................................47 2.4.4 Telkin Kaynakları................................................................................................................49
3- TANER’E GÖRE EĞİTİMDE METOT........................................................... 55 3.1. TANER’E GÖRE KUR’AN ÖĞRETİMİNDE UYGULANACAK METOTLAR .........................................55
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 60
ÖZGEÇMİŞ.............................................................................................................. 62
I
ÖZET YÜKSEK LİSANS TEZİ
ALİ HAYDAR TANER’İN EĞİTİM
VE DİN EĞİTİMİ GÖRÜŞLERİ
İsmail Bünyamin ERDEM
Danışman: Doç.Dr. Abbas ÇELİK
2007, Sayfa: 66
Jüri :Doç.Dr. Abbas ÇELİK
Yrd.Doç.Dr.Halil İbrahim TANÇ
Yrd.Doç.Dr.Kemal POLAT
Bu çalışmamızın temel amacı Osmanlı devletinin yıkılış, Cumhuriyet döneminin
başlangıç yıllarında yaşamış olan Ali Haydar Taner’in eğitim ve din eğitimi hakkındaki
görüşlerini araştırmaktır. Bu sebeple araştırmamız bir eğitimcimizin görüşleri üzerinde
yoğunlaşmıştır. Bir öğretmen olan Ali Haydar, halen kullanılmakta olan “Elifba”
cüzünün de müellifidir. Ali Haydar, okullardaki müfredat programı üzerinde çok emek
vermiştir. Ezberciliğe dayanan eski usulleri değiştirmeğe çalışmış iş prensibine ve hayat
bilgisine bir usul koydurmuştur. Aynı zamanda bir psikolog olan Ali Haydar, talebelerin
arasında bireysel ve ruhsal farklılıklar olabileceğini bundan dolayı sınıf öğretmenliğine
önem verilmesinin gerekliliğini savunmuştur.
Okulların ezber yaptırılan bir yer olmadığını, asıl hedefin, çocukların fıtratında
mevcut olan meyil ve kabiliyetleri keşfetmek ve o meyil ve kabiliyetleri geliştirmek
olduğunu savunmuştur. Muallimlere seslenerek:” Muallim, öğrencilerin ruhi ve bedeni
kabiliyetleri hakkında tetkik ve müşahedelerde bulunmaya mecburdur” der. Talebelerin
istidat ve kabiliyetlerinin belirlenmesi için talebe sicil defteri tutulmasının gereğini ve
bu defterin ne şekilde tutulması gerektiğini belirtmiştir.
II
ABSTRACT
MASTER THESIS
THE EDUCATION AND RELIGION
EDUCATION OF ALI HAYDAR TANER
İsmail Bünyamin ERDEM Supervisor : Assoc.Prof.Dr. Abbas ÇELİK
2007, Page: 66
Jury : Assoc.Prof.Dr. Abbas ÇELİK
Assist.Prof.Dr. Halil İbrahim TANÇ
Assist.Prof.Dr. Kemal POLAT
The aim of the this study, was to investigate the education and religion education
of Ali Haydar Taner who had lived between Ottoman collapse and at beginning of the
republic. So our investigation has intensified on the opinions of a educators. he was a
teacher and the same time the writer of that it has used now elif ba cuz .Ali Haydar has
given effort to upon the school’s curriculum programmed .He tried to change old
methods based on the learnt by heard and he made a role done for the business
principal. And life knowledge. The same time Ali Haydar was a psychology, he
defended be individual and psychic differences between students and on account of
necessity of considering important primary teacher.
He defended the school which doesn’t learnt by hearts palace and the main
purpose of explore in children’s capabilities and develop this capabilities. He calls out
to teacher:” Teachers have to examine and follow about student’s capability.” He stated
necessity of holding on student register notebook for determine student’s capability and
how prepare this notebook.
1
GİRİŞ
Günümüzde eğitim, toplumları canlı tutan onları devletler muvazenesinde yerini,
konumunu belirleyen önemli bir güçtür. Eğitim seviyeleri yüksek milletlere
baktığımızda onların dünyada daha fazla söz sahibi olduklarını görmekteyiz.
Geçmişimize baktığımızda bizim de dünyada söz sahibi olduğumuzu ve yeryüzüne
adalet dağıttığımızı görmekteyiz. Bugün eğer süper güç dediğimiz milletler tarihe yön
verebiliyorsa bu, onların eğitim seviyelerinin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır.
Eğer bizim milletimiz bu konuda söz sahibi değilse bunların sebeplerini araştırmak
gerektiğine inanıyorum.
Osmanlı Devletinin son iki yüz yıllık döneminde eğitim alanında yenileşme
ihtiyacının hissedilmesi ile başlayarak gittikçe çözüm reflekslerinin ağırlaştığı bir süreç
yaşanmıştır. Bu süreçte alınan tedbirler, sorunun temeline inme ve köklü çözümler
üretme kabiliyeti gösterememiş, problemlerin üstünü örtmekten ve hastalığın öldürücü
etkisini geciktirmekten öteye geçmemiştir. Bu konudaki tarihi tecrübe bugünkü
problemin karakterini kavrama ve çözümünü bulma yönünde önemli ipuçları
vermektedir. Osmanlı Devletinin gelişip güçlenmesinde en temel yapı taşlarından biri
olan medreseler, eğitimde devlet iradesi ile sivil inisiyatifin bilimsel ve gerçekçi
dayanışmasının güzel bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. Devlet desteği ile bilimsel
uzmanlığın, sorumluluk bilinci ve karşılıklı güven duygusu ile birleştirilmesine dayanan
bu yapı medreselerin başarısındaki en önemli etkenlerden biri olmuştur. Medresenin
siyasete bulaşmaması, kendisini de siyasetin müdahalesi ve baskısı altında
hissetmemesi, eğitim-öğretimini bilimsel gerekler dışındaki her türlü kaygıdan uzak,
tartışmaya ve rekabete açık bir şekilde yürütmesi onun başarısını sağlayan diğer bir
özelliğidir. 18. Yüzyıldan itibaren bu durum değişmeye başladı. Devletin kimi zaman
müdahaleci, kimi zaman ilgisiz tavrı, Ancak ilk zamanlar medrese yönetimindeki özerk
yapının vakıfların da kontrolsüz bir şekilde devreye girmesi ile keyfiliğe dönüşmesi,
medreselerdeki çözülmeyi getirmiştir. Bu çözülmenin zamanla düzelmek yerine daha da
ağırlaşarak devam etmesi sonucu medreseler kültür ve medeniyeti taşıyıp geliştiren,
halkı bilinçlendirip yönlendiren kurumlar olma özelliğini kaybetmiştir. Bu tarihi gerçek,
bir eğitim kurumunun kuruluşundaki yapısı ile onu çöküşe götüren yapısı arasındaki
dramatik çelişkiyi göstermesi bakımından çok manidardır. Bu çelişki, aynı zamanda
devletin eğitim konusunda alacağı farklı tavırların getireceği sonuçları ortaya çıkaran
2
tarihi bir göstergedir. Cumhuriyet döneminde bütün eğitim kurumlarını Devletin
kontrolünde toplayıp eğitim ve öğretimini okulda devlet eliyle yürütme projesi, yaşanan
acı tecrübeler sonucu ortaya çıkmıştır. İşte bizde bu zor dönemde yaşamış olan
eğitimcimizin görüşlerini sizlerle paylaşacağız.
1. ALİ HAYDAR TANER’İN HAYATI VE ESERLERİ
Ali Haydar TANER, 1883 yılında, Bulgaristan’ın Kızanlık kasabasında
doğmuştur. Babası Kızanlık’lı Emin Efendi isminde bir zattır. Ali Haydar, daha
küçükken babası vefat ettiğinden dolayı onu hatırlayamamaktadır. Emin efendinin
sağlığında, Kızanlık Rüştiyesi daha yeni açılmış olduğundan dolayı okuma yazma
bilenlerin sayısı oldukça azdır. Emin Efendi, okur yazar hayır sever bir zat imiş, “Ben
sağ kolumu millete vakfettim. Herkimin yazılacak mektubu, istidası vesairesi var ise
bana getirsin” diye tellal bağırtmış.
Ali Haydar’ın annesi, Kızanlık ileri gelenlerinden Hacı Mehmet Ağa’nın kızı
Fatma Hanım’dır. Hacı Mehmet Ağa ara sıra İstanbul’a gelerek gül suyu satarmış.Bu
sayede zenginleşmiş birisidir. Fakat 1876-1877 yılındaki Rus harbinde evlerinin ve
dükkanlarının çoğu yanmış olduğundan bayağı bir zarar görmüştür. On iki on üç
yaşlarına kadar Ali Haydarı annesi Fatma Hanım büyütmüştür.
Kızanlık Kasabası, Şıbka Balkanı ile Karaca Dağı arasındaki mümbit ve mahsulü
bol bir ovaya kurulmuştur. Burası suyu ve havası latif, akarsuları bol olduğundan
kasabanın etrafı gül bahçeleriyle, bağlarla bostanlarla çevrilidir. Gece gündüz akan
çeşmeleri ve ab-ı hayat denen içme suyu ile meşhur bir yerdir. Bu güzel tabiat içinde
büyüyen Ali Haydar’ın daha küçük yaşlardan itibaren tabiat güzelliğine karşı derin bir
muhabbeti uyanmıştır.
Ali Haydar, eski usullerle ders okutan mahalle mekteplerinde bir müddet
okuduktan sonra, kasabadaki Rüştiye mektebinde eğitimine devam etmeğe başlamıştır.
O zamanlar Bulgarlar, Makedonya’daki Bulgar mekteplerine Bulgaristan’dan
muallimler gönderirlerdi. Türkiye hükümeti de Varna, Rusçuk, Filibe gibi büyüyecek
kasabalardaki Rüştiye mekteplerine muallimler gönderirdi. Ali Haydar’ın büyük
ağabeyi İrfan Efendi’nin ve sair kasaba münevverlerinin teşebbüsü üzerine, İstanbul
yüksek öğretmen okulundan mezun Kastamonu’lu Kadri Efendi isminde bir zat,
Kızanlık Rüştiyesine tayin edilmiştir. Kadri Efendi Ali Haydarla birlikte birçok gençleri
3
yetiştirmiştir. Buradan yetişen birçok genç İstanbul’da İdadiye’de ve yüksek
mekteplerde okuyarak Türkiye’de memur ve zabit olmuşlardır.
Ali Haydar, Kızanlıkta dört senelik Türk Rüştiyesini bitirdikten sonra, İstanbul’a
giderek tıp tahsil etmek istese de annesinin vefat etmesiyle buna muvafık olamamıştır.
Fakat kendisinde ilim tahsil etme aşkı fazla olduğundan kızanlıktaki Bulgar Rüştiyesine
devama başlamış ve iki sene sonra yine oradaki Bulgar öğretmen okuluna girmiştir.
Ekseri Avrupa’da okumuş olan öğretmen okulu muallimleri, genç çocuğun tahsil
hevesini artırmış, ileride oda Avrupa’da tahsil yapmaya karar vermiştir. Bilhassa
laboratuarları zengin olan öğretmen okulunda kimya, tıbbiye, tarih coğrafya
muallimlerinin derslerinden istifade etmiştir.1
Ali Haydar, 1905 yılında . dört senelik Bulgar öğretmen okulunu bitirdikten sonra,
Rusçuk Türk Rüştiyesi muallimliğine tayin olmuştur. Vaktiyle Mithat Paşa tarafından
yaptırılmış olan mektep binasında iki sene öğretmenlik yapmıştır.
Bu sırada Rus Japon harbi başlamış olduğundan, ahalide havadis almak merakı
artmış idi. O zamanlar Bulgaristan’da Türkçe olarak neşrolunan ittifak, Uhuvvet,
muvazene gazeteleri haftada bir çıkar ve tanesi kırk paraya satılırdı. Pahalı olan bu
gazeteler halkın haber alma ihtiyacını karşılayamıyorlardı. İşte o zaman Rusçuk’taki
Türk münevverleri ‘’Tuna’’adında gündelik bir gazete çıkarmaya ve bu gazeteyi on
paraya satmaya karar vermişlerdi. Bu gazetenin ikinci yazarlığına da Ali Haydar
getirilmişti. Bulgaristan’da Rüştiye mektebinden daha yüksek bir Türk okulu mevcut
değildi. Buralarda okuyanların sayısı da sınırlı idi, fazla miktarda okuyucu kazanma
amacı güdüldü. Bulgaristan’da her Türk’ün okuyabilmesi ve anlayabilmesi için
özellikle gazeteyi sade Türkçe ile yazmaya çalışıyorlar, Arapça ve Farsça kelimeleri
kullanmamaya özen gösteriyorlardı.
Ali Haydar Taner Rusçuk’taki Avusturya Ticaret Okulunda açılan Almanca gece
derslerine devam etmiş ve Türk Rüştiyesinde iki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra kendi
parasıyla Almanya’ya ilim tahsil etmek için gitmiştir. O sırada 2. Meşrutiyet ilan
edilmiş ve tahsil için Almanya’ya öğrenci gönderilmesine başlanmış olduğundan Ali
Haydar Türkiye’ye gelerek Türk tabiiyetine girmiş ve Türk hükümeti tarafından
Almanya’ya tahsil için Yena üniversitesi’ne gönderilmiştir.
1 Cemil Taner, “Ali Haydar Taner’i kaybettik” Eğitim hareketleri dergisi, sayı, 2 s:13 1960
4
Ali Haydar tahsilini tamamladıktan sonra 1910 senesinde İstanbul’a dönmüştür.
Ali Haydar Almanya’dan tahsilini tamamlayıp dönen ilk talebe olmuştur.
O zaman maarif nazırı Emrullah Efendi Ali Haydarı tebrik ederek kendi
Darülfünun’unda okuttuğu “ilmi terbiye dersi” muallimliğine tayin etmek istemiş bu
sırada nazırın yanında bulunan Selanik maarif müdürü Tahir Rüştü beyin talebi üzerine
Ali Haydar’ı Selanik sultanisi ders nazırlığına tayin etmiştir. burada bir yıl çalıştıktan
sonra 1911 yılında vazifeden ayrılmıştır.
Bundan sonra Talat Paşa, Ali Haydar’ı İttihat ve Terakki cemiyeti tarafından
Selanik’te açılan İdadiye’ye ders nazırı olarak tayin etmiştir. O sene zarfında İttihat ve
Terakki İdadisi programına konan sosyoloji derslerini Ziya Gökalp, psikoloji derslerini
Ali haydar okutmuştur.
12-9-1328(1912) tarihinde İttihat ve Terakki okulu ders nazırlığından ayrılmış
olan Ali Haydar Balkan harbinden sonra İstanbul’a gelmiştir. O sırada Balıkesir İdadi
mektebi Sultaniye’ye çevrilmiş olduğundan Maarif Nazırı Şükrü Bey, Ali Haydarı
devre-i ula tabiiye muallimliğine ve Almanca muallimliğine tayin etmiştir. Ali Haydar
Balıkesir’de bulunduğu sırada oranın eşrafından Girid-i Zade Mehmet Efendi’nin
torunuyla evlenmiştir. Bu evlilikten Ali Haydar’ın Pertev, Orhan, Cemil adlarında üç
oğlu dünyaya gelmiştir.
Ali Haydar, bir buçuk sene Balıkesir’de görev yaptıktan sonra İzmir lisesi’ne
tayin olmuştur. Oradan bir ara Almanya’ya teftiş maksadıyla gitmiş birinci cihan
harbinden sonra İstanbul a dönmüş ve zamanın maarif nazırı Ali Kemal tarafından
açıkta bırakılmıştır. Daha sonra Darülfünun divanının kararı ile Tecrübi Ruhiyat
Muallimliğine ve buna ilaveten İstanbul Darulmuallimatı, fenni, terbiye, tatbikatı
dersiye muallimliğine tayin olmuştur. Buradan Darülfünun Edebiyat Fakültesi umumi
ruhiyat muallimliğine atanmıştır.
1926 Yılında Mustafa Necati Maarif Vekili olunca Ali Haydar’ı Ankara’ya
çağırıp milli talim ve terbiye azalığına tayin etmiştir. Aynı zamanda Ankara musiki
muallim mektebinde psikoloji muallimliği yapmıştır.
Ali Haydar oniki sene müddetle bulunduğu talim terbiye kurulu azalığında
bilhassa ilkokullardaki müfredat programı üzerinde durmuş, ezberciliğe dayanan eski
usul yerine iş prensibine ve hayat bilgisine bir usul koydurmuştur. Gittikçe bu usule
alışan öğretmenler ilkokul öğretiminde önemli inkılaplar yapmışlardır.
5
Ali Haydar’ın bu dönemde önemli icraatlarından birisi de basma eserlerin
derlenmesi kanununun çıkarılmasıdır. Bu kanun neticesinde Türkiye’de her basılan
gazetelerin, dergilerin ve kitapların muayyen miktarda nüshaları parasız olarak derleme
idaresine teslim olunmaktadır
Ali Haydar 12-09-1938 tarihinde talim terbiye azalığından ayrılmış ve İstanbul kız
öğretmen okulu terbiye ve ruhiyat dersleri öğretmenliğine tayin olmuştur. Temmuz
1948 tarihinde emekli oluncaya kadar bu görevde kalmıştır.
Ali Haydar Taner artık yaşlanmıştır. Öldüğünde Edirne kapı şehitliğinde eşinin
yanına defin olunabilmek için seyahat etmek istememiştir. Son senelerinde en büyük
zevk aldığı uğraşı Türkçe’deki Arapça ve Farsça olan kelimeleri kendi tabiri ile gayri
asıllı olan kelimeleri ayıklamakla meşguldü ve bu konudaki eseri olan ”Yabancı
Kelimeler Lügati” adlı eseri küçük oğluna ben öldükten sonra bu eseri sen bastıracaksın
diyordu.
Ali Haydar Taner yılbaşını torunları ile kutlamaya hazırlanırken 30 Aralık 1956
yılında beklenmedik bir krizle hayata gözlerini kapadı2.
Ali Haydar Taner’in arkasından pek çok şey yazılmış ve çizilmiştir. Şimdi
bunlardan birisini dikkatlerinize sunmak istiyoruz.
Profesör Ali Haydar Taner, köşesinde ve odasında kalan çekingen bir ilim adamı
değil mesleğinin tam adamı bir terbiyeci idi. Otuza yakın eserlerinden her biri ayrı bir
değer taşır. Bunların umumi vasfı “halka doğru ”formülünde toplanabilir. Almanya ona
iki sene zarfında aksiyona müteveccih bir terbiyecilik aşılamış, bu aşı Bulgaristan
Türklüğü’nün şuurlu zemini üzerinde tesirini göstermişti. Aynı zamanda Türk folkloru
ile alakası bu yüzdendir. ona göre folklor, milli terbiyenin bir vasıtası olarak
kullanılmalıydı 3.
2. ESERLERİ
1 Tetkikatı Ruhiye Rehberi; Matbaayı Amire, İstanbul,1924.
2 Orta Mektep Muallimleri Prag Kongresi, Matbaayı Amire, 1925. 2 Cemil Taner, “Merhumun Son Devreleri”, Tedrisat Mecmuası, sayı :47,1961 3 Cemil Taner, “Merhumun Son Devreleri”, Tedrisat Mecmuası, sayı :47,1961
6
3 Milli terbiye, Devlet matbaası, 1926.
4 Hayat Bilgisi Hayvanlar, Devlet matbaası, 1927.
5 Çocuğun Bedeni Terbiyesi( Almanca’dan tercüme) Devlet Matbaası, 1928.
6 Hakiki Kolay Elifba, (15. basılış), Hilmi Kitapevi, 1928.
7 Kuranı Kerim Elifbası
8 Resimli Kolay Alfabe, kitapçılık limitet şirketi
9 Mefkureci muallim(tercüme) Hilmi Kitapevi, 1928.
10 Milli Bilmeceler, Ahmet Halit kitapevi, 1930
11 Büyük adamlar(Tercüme )Ahmet Halit kitapevi, 1930.
12 Bulgaristan Maarifi, devlet matbaası, 1931.
13 Kainatın muammaları, Tercüme ,Devlet Matbaası, 1936.
14 Şehirler ve insanlar, Tercüme, Kanaat Kitapevi, 1937.
15 Yabancı kelimeler lügati, Kanaat kitapevi, 1941.
16 Tarih, (ortaokul ikinci sınıf), Milli eğitim Basımevi
17 Ruhbilim (psikoloji), Milli eğitim Basımevi
18 Özel Öğretim Metotları, Milli eğitim basımevi, 1947.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
1. ALİ HAYDAR TANER’İN YAŞADIĞI DÖNEME EĞİTİM VE DİN
EĞİTİMİ AÇISINDAN GENEL BİR BAKIŞ
1.1. Cumhuriyet Öncesi
İslam eğitim tarihi boyunca din eğitimi bütün eğitim uygulamalarının
merkezinde yer almıştır. İlk eğitim uygulamaları peygamber efendimizin mescidi
etrafında gerçekleştiğini biliyoruz. Bundan dolayı eğitim merkezleri genellikle mescitler
ve camiler yanında yer almakta, buralarda verilen derslerin temelini din eğitimi
oluşturmaktaydı. Türkler’in islamı kabul etmeleriyle, eğitim ve öğretim faaliyetleri dini
anlayış yönünde hızla gelişmeye başlamıştır. Bunun yanında din dışında kalan diğer
bilimlerde eğitim mesleki öğretime yönelikti. Yeni öğretim kurumlarının 19. yüzyılın
ortalarından itibaren eğitim sistemine katılması ile sistem değişmeğe başlamıştır.
Tanzimat öncesinde açılmağa başlayan yeni okullarda din öğretimi artık birbiriyle aynı
ağırlıktaki derslerden oluşan öğretim programı içinde bir birim, dersler arasında bir ders
olmuştur4.
1.1.1. Medreseler
Tarihimizin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, eğitimin temel yapısını medrese
sistemi teşkil eder. Bu dönemlerin devlet felsefesine uygun şekilde kurulup gelişen,
eğitim ve öğretimini buna göre düzenleyen medreseler, canlı birer ilim kuruluşları
olarak görülmektedir.
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin hüküm sürdüğü coğrafya üzerinde medreselerin
hayli yaygın olduğu bilinmektedir. İznik, Bursa, Edirne, İstanbul Osmanlıların önemli
ilim merkezlerindendi. Diğer taraftan Anadolu’da Mardin, Diyarbakır, Erzurum, Sivas,
Konya, Kastamonu ve Amasya gibi iller, Selçuklulardan beri süregelen önemli ilim
merkezleri olarak bilinmektedir.
Medreselerde din bilimleri ile birlikte Matematiğe, Astronomiye ve tabii ilimlere
de yer verilmekteydi. Medreseler özellikle orta ve yeni çağların ileri düzeyde, bilimsel
olaya önem veren eğitim ve öğretim kurumları idi. Fatih medreselerinde, bugünkü
üniversite düzeyi anlamında zamanın yegane kimya ve fizik kürsüleri bulunmaktaydı.
Buralarda serbestçe bilimsel araştırmalar, tartışmalar yapılırdı. Özellikle Kanuni devri
4 Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Yeni Çizgi Yayınları, Ankara,1995, s .63
8
medreselerinde hukuk, ilahiyat, edebiyat, matematik, tıp ve felsefe gibi o zamanın bütün
ilimlerine yer verilirdi5.
Medreselerin, devrine göre oldukça ileride bulunan bu bilimsel niteliği Osmanlı
Devleti’nin yükselmesinde önemli rol oynamıştır.
Medreseler uzun yıllar Osmanlı toplumunda popüler bir kurum olmuşlardır.
Fakat bir zaman sonra bozularak gerilediler artık toplumun yeni ihtiyaçlarını
karşılayamadıkları gibi, eski kalitelerini de koruyamaz olmuşlardı.6 Medreseler, tarih
içindeki rolünü zamanında gereğince oynamış olmakla beraber, sonraları bünye
yenilemesi yapamayarak duraklama, çözülme ve yıkılma sürecine girmiştir.
Avrupa; Rönesans ve Reform hareketleriyle derlenip toparlanırken eğitim
alanında da modernleşme ve gelişme yoluna gitmiştir. 18. ve 19. yüzyıllara
gelindiğinde, bütün dış dünyaya kapılarını kapamış bulunan medreseler Batı eğitim
sistemindeki gelişmelerden habersizdi. Osmanlı Devleti’nin bu konudaki uyanışı 1770
yılında Çeşme Limanında, donanmamızı Rusların yakmasıyla başlamıştır. Bu olaydan
sonra, Osmanlı Devleti, Batıyı özellikle eğitim kurumları ile tanımak ihtiyacını
duymuştur.
Osmanlı eğitim sisteminde ilk batılılaşma hareketi Mühendis Hane-i Bahri
Hümayun (1773) ile başlar. Bunu Mühendis Hane-i Berri Hümayun (1789) Tıp Hane
(1838), Mektebi Ulumu Harbiye (1847), Durul Fünun (1848) ve diğerleri takip eder.
Bu yüksek öğretim kurumlarında matematik ve fen ilimleri, derslerin ağırlığını
teşkil ediyordu. Halbuki medreselerde dini konular ağırlık kazanmakta idi. Bu
durumları ile adı geçen yüksek okullara yeterli kaynaklık yapamıyordu. Bu yeni
okullara kaynaklık yapabilecek yeni ortaöğretim kurumlarına ihtiyaç doğdu. Rüştiye
mektepleri işte bu okullara kaynaklık yapmak için oluşturuldu (1839). Bu okullar
ortaöğretimde Batılılaşmanın başlamasını ifade eden ilk eğitim kurumlarıdır. Bunları,
eğitimde Batı örneklerine tam anlamıyla uygun kuruluşları temsil eden Robert Koleji
(1863), Daruşşafaka (1864) gibi yerli ve yabancı okullar takip etmiştir. 1914 yıllarına
gelindiğinde özellikle yabancılar tarafından açılan bu tür okulların sayısı yaklaşık
4000’i bulmuştur7.
5 Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Problemi (1948-1967), Yağcıoğlu Matbaası, Ankara, s. 67. 6 Abbas Çelik, Din Eğitimimize Tarihsel Yaklaşım, Kültür Eğitim Vakfı Yayınevi, Erzurum , 2001 s .57. 7 Bayram Kodaman, Avrupa Emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğu’na Giriş Vasıtaları,Milli
Kültür Dergisi, Ankara, Haziran 1980, s. 26-27.
9
Son iki yüzyıl içinde çağdaş olma niteliğini iyice yitirmiş olan medreseler, birden
gelişen batı okul sistemi karşısında gittikçe değerini kaybetmekte idiler. Ancak, batı
modeline göre kurulan bu okullar modern eğitimi, medreseler ise geleneksel eğitimi
temsil ediyordu. Osmanlı Devletinin son 100-150 yılı kesin hatları ile kendisini gösteren
bu ikili eğitime sahne olmakta idi.
Taner, Osmanlı devletinde teokrasi kanunları, idarede despotizm olduğunu
savunmuş idarede çoğu defa dini esaslardan ilham alındığını dolayısıyla bu devrede
açılan tahsil müesseselerinde de dini terbiye gayesinin husulüne çalıştıklarını
belirtmiştir. Medreseleri asri(çağdaş)ve milli olmayan birer kurum olarak
tanımlamıştır8. Medreselerde terbiye ver terbiye gayesinin uhrevi olduğunu ve burada
kalabalık sınıflarda dünya hayatına değil ahiret hayatına hazırlandıklarını söylüyordu.
Ayrıca medreselerin terbiye lisanlarının da Türkçe değil Arapça olduğunu, medreselerde
mangadan ziyade lafızlara, sözlere iğtibar ediliyordu9. Taner burada medrese
talebelerinin ne okuduğunu anlamadan ezber yaptırılmasını eleştirmektedir. Dersler
dershane binaları mevcut olmakla beraber, umumiyetle camilerde veriliyor, buralarda da
talebe kaba bir şilte üzerine oturarak halka oluşturup dersi kelime kelime satır satır takip
ediyor, bir dersane olmayan mabet’te masa sandalye gibi mektep levazımatı
bulunmuyordu. Medrese usulü terbiyede talebeye icad kabiliyeti verilmezdi. Tahsil
yükünün büyük bir kısmı hafızaya yüklenir; talebenin muhayile ve muhakemesi
işletilmezdi 10.
Medreseler modern eğitim sistemi yanında, genel eğitim olarak çağdaş olma
özelliğini çoktan yitirmiş idi. Nitekim daha 17. yüzyılda Katip Çelebi “Bunlar Felsefe
ilimleri deyu zemme müptela olup yeri göğü bilmez cahiller âlim geçindiler” sözüyle bu
dönemin medrese bilgisinde yakınmaktadır11.
Padişah III. Ahmed zamanında, Meşihat makamı bir fetvasında, “Şiire, felsefeye
ait kitapların vakfı caiz değildir’’ diyordu. Nihayet 1910 yılında yürürlüğe giren
Medâris-i İlmiye Nizamnamesi’nin 13. maddesinde:’’Ders veren müderrislerden biri
ölürse odası devamlı ve çalışkan olan oğluna devredilir” hükmü bulunmaktadır. Aslında
8 Ali Haydar Taner, Milli Terbiye, Milli Matbaa, İstanbul 1922. s.7 8 Taner, Milli Terbiye s.8-9 9 Taner, Milli Terbiye s.8 10 Taner, Milli Terbiye s.8-9 11 İsmail Habib, Avrupa Edebiyatı ve Biz, Remzi Kitabevi, İst., 1942, s. 417.
10
medreselerin ıslahı için düzenlenen bu nizamnamede bile “beşik ulemalığına” yer
verilmiş olması, bu eğitim kurumlarının içine düştüğü durumu açıkça ifade etmektedir.
Taner’e göre tanzimatın ilanı devlet makinesini dinin esaretinden kurtararak
dünyalaştırmak istiyordu. Fakat o esnada devletin başındaki adamlar arasında Tanzimat
fikirlerini benimsemişlerin sayısı olukça azdı. Birçoğu bunu Avrupa’ya karşı yapılması
lazım gelen bir gösteriş, daha doğrusu fena bir zaruret gibi telakki ediyordu12. Taner ‘e
göre Tanzimat devri mekteplerinin mümeyyiz vasıfları şunlardır.
-Vatan evlatlarına dünyevi bir tahsil vermek gayesiyle açılan rüştiyelerin dahi ilk
ehemmiyetli dersleri yine medrese usulüyle tedris edilen ulum-i diniye (dini ilimler) idi.
-Rüştiyelerin ders programlarına Türkçe hesap, hendese, tarih, coğrafya
mebadiyesi gibi yeni dersler ilave olundu.
-Mekteplerin tedris lisanında büyük bir inkılap oldu. Arapça büyük bir mevki
işgal etmekle beraber milli lisanla terbiye esası kabul olundu.
-Tanzimat devrinde tedris, mahalli camiden mektebe nakil olundu-Tanzimat
mekteplerinde milliyet cereyanı uyanmadı.
-1848 senesinde İstanbul’da bir Darul Muallimin ve 1871 senesinde Darul
Muallimat açıldı.
Cumhuriyet’e gelinceye kadarki son yıllarda Medreselerin, ne din eğitimi yapan
okullar olarak ve ne de geleneksel eğitim kurumları olarak bir değeri kalmamıştı.
Medreseler geleneksel eğitim sistemi olarak yerini modern eğitime bırakmak zorunda
idiler. Din eğitimi açısından da medresenin yerini, hemen Cumhuriyet’in ilânından
sonra kurulan imam hatip mekteplerinin alması bekleniyordu. 1800’lü yıllara gelinceye
kadar medreseleri, yalnızca mesleki açıdan din eğitimi yapan kurumlar olarak
görmemek gerekir kanısındayım. Bu kurumlar, 1800’lü yıllardan sonrada geleneksel ve
köklü bir eğitim sistemi olması açısından genel anlamda din eğitimi veren kurumlar
olarak görmemiz mümkündür.
Eski öğretim sisteminde eğitim’ dini eğitim’ idi. Esas olan dini öğrenmek idi.
Yeni öğretim sisteminde din, genel eğitimin bir branşı, yani öğrenilecek bilgilerin yanı
sıra dininde öğretimi olarak ortaya çıkmıştır. Yeni öğretim sistemiyle din, dersler
arasında bir ders olmuştur 13.
12 Ali Haydar Taner, Milli Terbiye s.11 13 Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Yeni Çizgi Yay., Ankara, s. 64
11
Osmanlı’nın son dönemlerinde eğitim alanındaki çeşitlilik ve çoğulculuk,
Cumhuriyetle son bulmuş ve 1924 yılında çıkarılan öğretim birliği kanunuyla
medreselerle mektepler, mektep programında birleştirilmiş ve Milli Eğitim
Bakanlığı’nın kontrolüne verilmiştir. Cumhuriyet dönemi, Tanzimat’tan beri süren dini
eğitim-milli eğitim tartışmalarını öğretimin birleştirilmesi ilkesiyle bir çözüme
ulaştırılmak istemiştir. Öğretim birliği kanunu (Tevhid-i Tedrisat Kanunu), Türkiye
sınırları içindeki bütün öğretim kurumlarını Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlarken,
yüksek din bilimcileri ve ülkedeki din hizmetlerini yerine getirmek üzere eleman
yetiştirilmesini sağlamak amacıyla okullar açılmasını da öngörmüştür.
Bu kanunun uygulanması sırasında medreselerin tamamı kapatılırken yüksek din
bilimcileri yetiştirilmek üzere İstanbul Darülfünun’unda bir İlahiyat Fakültesi, halkın
din ile ilgili hizmetlerini görebilecek elemanların yetiştirilmesi amacıyla da imam hatip
mektepleri açılmıştır. Yeni mekteplerde din derslerinin okutulmasına da devam
edilmiştir. 1924 ilkokul programlarında din dersi, ’’Kuran-ı Kerim ve Din Dersleri’’ adı
ile birinci sınıf hariç, diğer sınıflarda haftada ikişer saat okutulmak üzere programdaki
yerini almıştır. Dersin amacı ve uygulanmasını program, ikinci sınıflar için şu şekilde
belirlemektedir:’’Kuran-ı Kerim Elifbası gösterildikten sonra Kuran-ı Kerim tedrisine
başlanacak ve amme cüzüne devam olunacaktır. Muallim bu derslerde, münasip
düştükçe Hz. Peygamberin menakıb-ı seniyyesini izah ederek İslam muhabbetini
çocukların kalbinde yaşatacaktır. Bu dönemdeki(1924) din derslerinin amaçlarını
değerlendiren Recai Doğan’a göre din öğretimiyle ilkokuldan başlanılarak din alanında
yerleşmiş yanlış kanaatlerin düzeltilmesi amaçlanmıştır.
1930 programında ise din dersi şehir ilk okullarında yalnız beşinci sınıf
öğrencilerine, ebeveynleri isterse, haftada yarım saat verilen bir ders olmuştur. Şehir
ilkokullarında isteğe bağlı olan bu ders 1933 yılından itibaren müfredattan tamamen
kaldırılmıştır. Dersin köy ilkokullarından kaldırılması 1939, liselerden kaldırılması
1930, öğretmen okullarından kaldırılması 1931yılından sonradır. Ve 1939 yılından
sonra da din eğitimi tamamen örgün eğitimin dışında bırakılmıştır 14.
14 Recai Doğan, Cumhuriyetin ilk Yıllarında Tevhidi Tedrisat Çerçevesinde Din Eğitim-Öğretimi ve Yapılan Tartışmalar, Türk Yurdu Yay., Ankara, 1999, s. 273
12
Medreselerin kapatılmasıyla ortaya çıkan boşluk; Cumhuriyet eğitimiyle
doldurulmaya çalışılmış, fakat siyasi alandaki değişiklik sebebiyle uygulama şekli
korunamamış ve din eğitiminde olumsuz bir döneme girilmiştir. Din eğitiminin örgün
eğitimin dışında bırakılması toplumda olumsuz etkiler yapmış, memlekette
ahlaksızlıklar ve birçok kötü alışkanlıklar yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu olaylar
15-21 şubat 1943 tarihleri arasında Milli Eğitim şuralarına da konu olmuş ve buna ne
gibi tedbir almak gerektiği tartışılmıştır. İkinci milli eğitim şurasında Türk eğitiminin
hedefleri arasında Türk diline, kültürüne, inkılabın eser ve esaslarına umumiyetle
Türklük idealine bağlı bir Türk; bütün medeni milletlerce kabul edilen yüksek ahlak
ilkesini benimsemiş bir insan; kendine başkalarına saygı gösteren, haysiyet ve namus
sahibi bir şahsiyet yetiştirmek de bulunduğuna vurgu yapılmıştır. Bu komisyonun
hazırlamış olduğu raporda ’’idealimiz Türk çocuğu’’ve’’ Türk ahlakının toplumsal ve
ilkelerinin başlıcaları’’başlıklı bölümlerinde hedeflediği özellikler, dini temelden ziyade
ulusçu ilkeye dayalı milli karakterde bir ahlaktır. Ahlak öğretimine ilişkin ortaya konan
ilkelerin mesleki ve teknik okullarda uygulanması üzerinde ayrıca durulmuş ve bir iş
ahlakının geliştirilmesi özellikle vurgulanmıştır 15.
1.1.2 Mektepler
Mektep, çocuklara yönelik eğitim kurumlarının Arapça karşılığıdır. Mektepler
cinsi itibariyle, gayeleri itibariyle ve dereceleri itibari ile kısımlara ayrılmıştır.
Cinsi itibariyle mektepler:Milli Mektepler, Ekalliyet Mektepleri, Ecnebi
Mektepleri
Gayelerine göre mektepler: Malumatı umumiye veren mektepler,malumatı
meslekiye veren mektepler.
Dereceleri itibariyle mektepler:Ana mektepleri, ilk mektepler, orta mektepler,
liseler.
İhtisas ve mesleki mekteplerinin muhtelif dereceleri vardır bunlar: İptidai
derecede meslek mektepleri, tali derecede meslek mektepleri, a’li derecede meslek
mektepleri16 .
15 İsmail Hakkı Ülgen İkinci Maarif Şurası, Milli Eğitim basımevi, İstanbul, s.104 16 Ali Haydar Taner, Milli Terbiye, s. 28-31
13
1.1.3. Modern Öğretimde Din Eğitimi ve Öğretimi
Osmanlı Devleti’nin son 15-20 yılında, bugünkü ortaokul ve lise karşılığı sayılan
modern okullarda din eğitimine de yer verilmekte idi.
Haftada 3 saat din ve ahlak eğitimi veren Rüştiye ve İdadi’ler dışında kalan ve
özellikle tamamen Avrupa örneği kuruluşa sahip bulunan Sultanilerde, Darul
mualiminlerde ve liselerde ise din öğretimine haftada iki saatten fazla yer verilmemiştir.
Haftada 1-3 saat arasında değişen din ve ahlak dersleri, modern eğitim
kuruluşlarındaki bu durumunu Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar koruyacaktır.
1.1.4. Millî Mücadele Yılları
Yurdun her yönünden işgale uğradığı, düşmanlarla savaşıldığı bunalımlı yıllarda,
fazla bir eğitim hareketliliği beklemek mümkün değildi. Ancak bu yıllarda da, din
eğitimi ve öğretimi açısından, önemli değişme ve gelişmeler olduğunu görmekteyiz.
Aslında, bir taraftan Osmanlı devleti yıkılırken, aynı zamanda yeni Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin temelleri atılıyordu.
Millî mücadele yıllarında, modern ve Dini (geleneksel) eğitim olmak üzere ikili
eğitim sistemi devam etmektedir.
Modern eğitimdeki din öğretiminde önemli bir değişiklik bulunmamaktadır.
Ancak, medreseler, modern eğitimin yanında varlığını devam ettirebilmek için sürekli
sistem modeli değişikliği yapmakta ve problemlerine çözüm aramakta idiler. Bu
çabalarının sonucu olarak, medrese kuruluşunda yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu
tarihte çıkarılan Nizamname’ye göre:’’ medreseler, altı sınıflı, Kısmı-evvel ve yine altı
sınıflı Kısmı- Sânî şeklinde 12 yıl sürekli dini eğitim ve öğretim kurumları olmaktaydı.
’’Bundan sonra, Şer’iye ve Evkaf vekâletince eğitim konusu, bütünüyle ve yeniden ele
alınmıştı. Bu yeni kuruluşa göre: “teşkilâtı iki ihzarî, üç iptidaî hariç, üç iptidaî dahil, üç
sahn,Tefsir, Hadis, Fıkıh , Usul-i Fıkıh, Kelam, Hikmet şubelerinden müteşekkil üç
sınıflı Medrese-tül Mütehassısın olmak üzere 15 yıl öğrenim süreli bir sistem haline
getirilen bir program kabul edilmiştir17. Ancak bu kuruluş ve program, 1924 yılında
yürürlüğe giren Tevhidî Tedrisat Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.
17 Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Millî Eğitim Basımevi,
Ankara,1997 s. 80.
14
Millî mücadele yıllarında, genel öğretimde ya da başka bir değişle modern eğitim
sisteminde, din derslerinin haftalık saatlerinde de bazı değişiklikler görülmektedir.
1922-1924 yılları arasında; liselerin birinci devresinde din bilgisi dersleri her üç sınıfta
haftada 1 er saate düşürülmüştür.
Gerek Cumhuriyet öncesi yıllarda ve gerekse “Millî Mücadele Yılları” başlığını
koyduğumuz Cumhuriyete geçiş yıllarında din eğitiminin genel görünümü böyledir.
Burada şu iki nokta gözden kaçmamaktadır. Birincisi, Osmanlı devletinin son 150
yılında süregelen geleneksel eğitim (medrese) ve modern eğitim ikiliği mevcuttur. Bu
iki durum Osmanlı aydınını rahatsız etmektedir. Dolayısıyla Mustafa Kemal Atatürk’te
bu ikili durumdan rahatsızlığını ortaya koymuştur. İkinci nokta ise: Medreseler tarih
sahnesinden yok olurken, din eğitimi açısından Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında
konuya başka çözüm yolları aranmakta olduğu noktasıdır. 1 Mayıs 1920 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde İcra Vekilleri Heyeti’nin programında; ‘’Maarif
işlerindeki amacımız, çocuklarımıza verilecek eğitimi her anlamı ile dinî ve millî bir
hale koymak’’18. Yine TBMM’nde 1 Mart 1922 günü yaptığı konuşmanın eğitimle
ilgili bölümünde Atatürk, takip edeceğimiz siyasetin temelinin önce mevcut cehaleti
yok etmek, köylülerimize okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını
tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlakla ilgili bilgiler vermenin ve matematikle
dört işlem öğretmenin eğitim programımızın temelini teşkil edeceğini açıklamakta,
böylece, temel ilkeler arasında dini eğitimde yer verileceğini ifade etmektedir19.
Bu tarihlerde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atmakta bulunan Mustafa
Kemal Atatürk’ün bu görüşleri, ileride Cumhuriyetin din eğitimi sisteminin temelini
oluşturmakta idi.
1.2. Cumhuriyet Dönemi
1.2.1.Tevhid-i Tedrisat Kanunu
Cumhuriyet dönemi eğitiminin düzenlenmesinde, özellikle din eğitiminin
şekillenmesinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun önemli bir rolü vardır. Bu kanunun
konumuzla ilgili önemli maddeleri şunlardır:
18 Reşat Özalp - Ataünal Aydoğan , Türk Millî Eğitim Sisteminde Düzenleme Teşkilatı, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul, 1979, s. 39. 19 Kenan Okan, İmam Hatip Okullarında İstihdam İhtiyaç Projeksiyonları Araştırması,Remzi
Kitapevi, İstanbul,2000, s. 2.
15
1-Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine
merbuttur.
Madde 4: Maarif Vekâleti, Yüksek Diniyat Mütehassısları Yetiştirmek Üzere
Darul Funun’da bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet gibi din hizmetlerinin ifası
vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi içinde ayrı mektepler oluşturulacaktır.
Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle bütün okullar Millî Eğitim
Bakanlığı’na bağlanmıştır. Aynı zamanda bütün medreseler kapatılmış, bunların yerine,
din görevlisi yetiştirmek üzere İmam Hatip Okulları kurulmuştur. Yine aynı kanunun 4.
maddesi hükmünce, yüksek diniyyat mütehassısı yetiştirmek amacı ile Darülfünunda bir
İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Bu bakımdan Cumhuriyet eğitim tarihimizin din görevlisi
ve mütehassısı yetiştiren ilk din eğitim kurumlarının kanuni dayanağı Tevhidi- Tedrisat
Kanunu’nun 4. maddesi olmuştur 20.
Böylece 1924 yılında Cumhuriyet eğitim sistemi içinde modern anlamda iki yeni
müessese doğmuş oluyordu. Bunlardan birincisi, Yüksek Din Mütehassısı, aynı
zamanda din eğitimi ve öğretimi öğretmeni yetiştirecek olan ve üniversite içinde
kurulan ilahiyat fakültesi, diğeri ise din görevlisi yetiştirecek, ilk okula dayalı ve dört yıl
süreli imam hatip mektepleri idi.
1. 2. 2. Darulfünun İlahiyat Fakültesi
Mütareke yıllarında “Darülfünun’a karşı uyanan reaksiyon Şer’i ilimler
Fakültesinin kaldırılması şeklinde kendini göstermiştir. Fakat Cumhuriyetin ilanından
sonra Büyük Millet Meclisi bu meseleyi tekrar ele aldı. Darülfünuna muhtariyet veren
kanun layihası (1340) 1924’te müzakere edildi. Birinci madde okunduktan sonra Isparta
Mebusu Hafız İbrahim Efendi şu müdahalede bulundu: “İlahiyat Fakültesi ilave edilsin
reis” dedi. Ve ilahiyat fakültesi söz konusu kanunda Madde-1: İstanbul darülfünununun
müteşekkil bulunduğu tıp, hukuk, edebiyat, ilahiyat ve fen şeklinde, ilahiyat fakültesi
fikri modern üniversite fikri ile beraber doğmuştur 21.
Önceleri adı; Darülfünun-u Osmanî iken Ankara’nın başkent olmasından sonra
İstanbul Darülfünunu adı verilen bu yüksek öğretim kurumunun bünyesinde, böylece bir
ilahiyat fakültesi açılmış oluyordu. Bu fakültenin öğrenim süresi üç yıldı22.
20 Osman Ergin, Türk Maarifi Tarihi, Osmanbey Matbaası, İstanbul, 1939, s. 1742. 21 Hilmi Ziya Ülken, “İlahiyat Fakültesinin. Geçirdiği Safhalar”, İlahiyat Fak. Albümü, Ankara,
1961,s.1. 22 Özalp ve Ataünalp, a.g.e., s. 56.
16
Söz konusu fakültenin müfredat programının, günümüzdeki anlayışla, genel
kültür, özel alan bilgisi ve pedagojik formasyon veren dersler yer almakta idi. Bununla
beraber, özel alan bilgisi dediğimiz İslâmi ilimler, programın ağırlığını teşkil ediyordu.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu mevcut programlarına bakarak bu fakülteyi bir nevi
“Sosyoloji Fakültesi” olarak niteliyordu. Fakat; buna rağmen, zamanın diğer aydınları
bu fakülteyi medresenin bir devamı olarak mütalaa ediyor ve ona gereken ilgiyi
göstermiyorlardı. Yine zamanın genel havası içinde adı geçen fakülte mezunları,
gördükleri öğrenime uygun görevler de alamıyorlardı. Fakültenin, ilk mezunlarını
verdiği 1927-1928 yıllarında da ortaokullardan din bilgisi dersleri kaldırılmıştı.
Liselerde ise zaten bu ders yoktu. Diyanet işleri teşkilatında da, İlahiyat fakültesi
mezunları hiç öğrenim görmemiş olanlarla aynı göreve veriliyordu23.
Bütün bu sebepler ilahiyat fakültesine rağbeti azaltmaktaydı. Fakültenin öğrenci
mevcudu, 1927-1928 öğretim yılında 53 iken, bu sayı 1929-1930 yıllarında 35’e ve
1930-1932 yıllarında ise 22’ye düşmüş ve fakülte 1933’de öğrencisizlikten ve rağbet
görmemekten kapatılmıştır24.
İstanbul Darülfünun İlahiyat Fakültesi’nin kapatılması bir kısım düşünürlerimizce
iyi karşılanmamıştır. Bu konuda İsmail Hakkı Baltacıoğlu şöyle diyordu: “Millî
tetebbular çok kere yerli mesaiye inhisar etmektedir. Bu, ilim ve usul kadar bir zevk ve
vukuf meselesidir. Dini, ahlakî, hukukî tetebbular bu cinstendir. Darülfünun bu
kürsüleri ayrıca kurmak ve bütün bunları ecnebi irfanına karşı muhafaza ve müdafaa
etmek mecburiyetindedir. Onun için Darülfünun Hukuk, İlahiyat, Edebiyat şubeleri
millî ve mahallî müesseseler gibi telakki etmek zaruridir. Darülfünundan İlahiyat
şubelerinin ilgası gayet yanlış bir harekettir. İlahiyat Darülfünun’un bünyesi, bir
kısmıdır’’25.
Gerçekte, İlahiyat Fakültesi’nin kapatılması ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4.
maddesindeki “Yüksek diniyat mütehassısı” yetiştirme hükmü yerine getirilemez olmuş
ve akademik anlamda din eğitimi yüksek öğretim kurumlarından kalkmıştır.
23 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Albümü, 1961, s. 12. 24 Ergin, Türk Maarifi Tarihi, s. 53. 25Ergin, a.g.e., s. 54.
17
1. 2. 3. İmam Hatip Mektepleri
Tevhidi tedrisat kanunu sonrası kapatılan medreselerden birkaçı ihtiyaç duyulacak
din görevlisini yetiştirmek için imam hatip mektebi adıyla açık tutuldu26. Böylelikle din
görevlisi yetiştirmek açısından medreselerin öğretimden kaldırılmasıyla doğan boşluk
bu okullarla doldurulmaya çalışılıyordu.
İmam Hatip Mektepleri, medreselerden farklı olarak modern eğitim sistemi içinde
bir meslek okulu olarak yer almaktaydı. 4 yıllık öğrenim süresinde, ortaokul dersleri ile
birlikte meslek dersleri de okutulmaktaydı. İlk açılışlarında, değişik illerde sayıları 29
olan imam hatip mekteplerinde, Darülfünun İlahiyat fakültesi gibi gerekli ilgiyi
göremedi. Her geçen yıl sayıları azaldı. 1924-1925 yılında 26’ya 1925-1926’da 20’ye
ve 1926-1927’d6e ise 2 ye düştü. 1931-1932 öğretim yılında ise tamamen kapatıldı27.
Dört yıllık bu ilk imam hatip mektebi mezunları, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve
Terbiye Kurulu’nun 29. 9. 1932 tarih ve 180 sayılı kararı ile ortaokul mezunu
sayılmışlardır.
1932-1933 yıllarında Darülfünûn İlahiyat Fakültesi’nin ve İmam Hatip
mekteplerinin kapanması ile Türkiye Cumhuriyeti’nde, dini hizmetler için gerekli din
görevlisi yetiştiren herhangi bir okul kalmamış oluyordu.
1. 2. 4. Genel Öğretimde Din Eğitimi
Din öğretiminin kısmen de olsa sürdürüldüğü 1923 yılından 1933 yılına kadar, her
derece ve türdeki okullarımızın kuruluşlarında önemli ve köklü değişiklikler
yapılmıştır28.
O dönemlerde lise 1. devre veya ortaokul diye adlandırılan ve ilkokul üzerine
öğrenim veren 3 yıllık öğretim kurumunun 1924 yılı programında, 1. ve 2. sınıflarda
haftada 1’er saatlik “Din Dersleri” bulunmaktadır29.
Galatasaray Lisesi’nde 1924 yılı programının orta kısım 1. ve 2. Sınıflarında da
1’er saat din dersi görülmektedir. “Zorunlu” veya “isteğe bağlı” gibi kayıtlar
bulunmadan, normal program içinde yer alan ve her öğrencinin okuduğu din dersleri,
ortaokullarda 1927 yılına kadar devam etmiştir. Bu yıldan sonraki programlarda din
26 Abbas Çelik, Din Eğitimimize Tarihsel Yaklaşım, Kültür Eğitim Vakfı Yayınevi, Erz. ,2001 s.77 27 Baş Vekalet İstatistik Umum Müd., Maarif 1923-1932 İstatistikleri, Yayın No: 26, s. 56 28 Hasan Ali Yücel, Türkiye’de Orta Öğretim, Devlet Basımevi, İstanbul, s. 47. 29 Hasan AliYücel, Lise 1. Devre Müfredat Proğramı, Ankara-1340. s172
18
dersine rastlanmamaktadır. Cumhuriyetin bu döneminde liselerde din dersleri
bulunmaktadır30.
İlk öğretim programına 1924 yılında din dersleri konulmuştur. Bu ders, ilk
okulların 3, 4 ve 5. sınıflarında haftada 1’er saat olarak sınıf öğretmenleri tarafından
okutulmaktadır. Din dersi, 1930 yılı programında, yalnızca 5. Sınıf öğrencilerine,
velileri isterse, haftada yarım saat verilen, bir ders haline gelmiştir. Bu yıldan sonraki
programlarda, artık, din dersleri bulunmamaktadır. Ancak adı geçen dersin, köy
ilkokullarında 1939 yılına kadar devam ettiği görülmektedir31.
Ayrıca, 5 yıllık ilköğretmen okullarının (iptidai Darül Muallimin ve Darül
Muallimat) 1924 yılı programında ilk 1. ve 2. sınıflarında haftada 2’şer saat din dersleri)
bulunmaktadır32.
Buna göre ilkokul öğretmenlerinin iyi bir din öğretiminden geçmesi
gerekmektedir.
1926 yılında Denizli ve Kayseri’de faaliyete geçirilen 3 sınıflı köy muallim
mekteplerinin 1. ve 2. sınıflarına da haftada 2’şer saat “Din Dersi” konulmuştur. Fakat
aynı okulların 1927-1928 öğretim yılı programında bu dersin yalnız 1. sınıfta olmak
üzere haftada 1 saate indirildiğini görmekteyiz.
Öğretmen okullarının bütününden, 1931 yılında yapılan program değişikliği ile
din dersleri kaldırılmıştır 33.
1. 2. 5 Din Eğitiminin Yapılmadığı Dönem
İstanbul Darülfünunu İlahiyat Fakültesinin 1933 yılında kapatılması ile Türk
Millî eğitiminden din eğitimi tamamen kaldırılmış oldu. Buna, o zamanın genel
havasının yanı sıra, laiklik anlayışının muğlak anlayışı da, bu konuda bocalama
yıllarının geçirilmesine neden olmuştur.
1939 yılında da köy ilkokullarından din dersi tamamen kaldırılmıştır. Devlet din
eğitimi işini ailelere bırakmıştır34.
30 Yücel, Liselerin 2. Devre Müfredat Programı (ANKARA). s.173 31Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri 1848-1940, Millî Eğitim
Basımevi, Ankara, s. 278-279. 32Yücel, a.g.e., s. 229-231 ve Koçer, a.g.e., s. 76. 33 Koçer, a.g.e., s. 91, 96, 233. 34 Çelik, a.g.e., s.70
19
Beşinci Millî Eğitim Şûrasına kadar (1935) din eğitim ve öğretimine hiç yer
verilmemiştir. Böylece devlet okullarında, 16 yıldan fazla din eğitimi ve öğretimi
yapılmamıştır. “Devrimlerin arka arkaya yapıldığı dönemi içine alan Cumhuriyet’in ilk
20 yılında Devlet tarafından din adamı yetiştirilmediği bir gerçektir. Bu tutumu,
devrimleri benimseyen birçok vatandaş da yadırgamıştır35.
Bu vatandaşlar, çocuklarına din eğitimi verecek sorumlu bir kaynak
bulamamışlardır. Fakat toplum bu sefer, çocukları için gerekli din eğitimini sorumsuz
kaynaklardan karşılamaya yönelmişlerdir. Böylece din eğitimi düzensiz bir şekilde,
çoğu zaman ve çoğu yerde gizli sürdürülmüştür. “Bunun sonunda gittikçe yozlaşan,
gayri mesul bir eğitim gizli ve kaçak olarak yayıldı. Özellikle kontrolleri mümkün
olmayan köylerde yapılan bu kaçak eğitimin sonunda dünya şartlarından ve
gerçeklerinden bihaber, fikri seviye itibari ile ilkel bir din adamı prototipi kendiliğinden
yetiştirilmiş oldu36. Tabi istisnalar olmuş olabilir. Fakat durum genelde bundan ibaretti.
Herhangi bir eğitimden geçmeyen bu prototip din görevlisinin telkin altına aldığı
vatandaş kitleleri ile, modern eğitimden geçen kitleler arasında istenmeyen ve bir ölçüde
pratik ortamı da etkileyen sürtüşmeler doğmaya başlamıştı. Burada taraflardan bir
bölümü yobazlıkla, diğerleri ise dinsizlikle itham ediliyorlardı. “İşte bu çatışma ve
getirmekte olduğu tehlikeler, 1949’dan itibaren Türk hükümetini yeniden din eğitimini
ele almaya zorlamış ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun âmir hükmünü uygulama
zorunluluğu kendini kabul ettirmiştir’’37.
1. 2. 6. Yeniden Din Eğitimine Dönüş
1946‘dan sonra din eğitimi alanında arayışlar tekrar başlamış ve yaklaşık 16 yıllık
bir uygulamadan sonra örgün eğitim içinde din öğretimi yeniden yer almıştır. Ancak bu
uygulamada okutulacak kitapların hazır olmaması sebebiyle uygulamaya geçilmesi bir
yıl gecikmiştir. 1949 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı öğretim süresi on ay olan
İmam Hatip kursları açılmış, aynı yıl 1 şubat tarihinde alınan kararın 7 Şubat 1949 tarih
ve 542 sayılı tebliğler dergisinde yayınlanmasıyla program dışında yer almak kaydıyla
ve Ahmet Hamdi Akseki’nin yazmış olduğu kitaplarla ilkokullarda din dersi
uygulamaları başlatılmıştır. Din derslerinin yeniden uygulanmaya başlandığı ilk yıllarda
35 Fehmi Yavuz, Din Eğitimi ve Toplumumuz, s. 45-46. 36 İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye’de Din Eğitimi, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 1966, s. 4. 37 Parmaksızoğlu, a.g e., s. 4.
20
dersler programla içine alınmamış, normal ders programının bitiminden sonra
velisinden çocuğunun din dersi okumasını istediğine dair dilekçe getirenlere din
öğretimi imkânı sağlanmıştır. Derslerin program içinde yer almaması ve okumak
isteyenlerin dilekçe vermesi derslerin uygulanması sırasında güçlüklere yol açmaktaydı.
Din derslerinin müfredat içine alınması 1.11.1949 tarihindeki kararla gerçekleştirilmiş,
aynı karar 4 Kasım 1950 tarihinde bazı farklılıklarla yeniden alınmıştır. 38
İlkokullara din derslerinin konulmasından sonra 25.10.1951 tarihinde alınan
kararla köy enstitüleri ve öğretmen okullarına da Din Bilgisi dersleri konulmuştur.
1948-1949 yılında Ankara Üniversitesi’nde bir İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. 39
1948 yılında yedi ilde faaliyete geçirilen on aylık İmam Hatip kursları, İlköğretim
Genel Müdürlüğü’nün yönetimine verilmişti. İmam-Hatip kursları, 13. 10. 1951 gün ve
601 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Müdürler Komisyonu kararı ile İmam-Hatip
okullarına dönüştürülmüştür ve bu okullar o zamanki adı ile Özel Okullar
Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. 1958 yılına kadar bu müdürlük yönetiminde bulunan
İmam-Hatip okulları 1961 yılında Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır.
Ancak, din eğitimine yeniden dönüşte, ilk ve ortaokullarımızda Din Bilgisi
dersleri büyük ilgi görmüştür. İmam Hatip okullarının sayısı ise her geçen gün hızla
artmıştır. 7344 sayılı Kadro Kanunu ile 1959 yılında bir de Yüksek İslam Enstitüsü
açılmıştır. Bütün bu gelişmeler Millî Eğitim Bakanlığı Merkez Teşkilatı’nda, din
eğitimi ve öğretimi konusunda bir uzman dairesinin kurulmasını zorunlu kılmıştır. Bu
sebeple Cumhuriyet Eğitim Tarihimizde ilk defa yurdumuzda din eğitim öğretimini
yürütmek üzere Bakanlık Merkez kuruluşunda 10. 7. 1961 tarih ve 1044 sayılı Bakanlık
onuru ile Din Eğitimi Müdürlüğü adı altında bir daire kurulmuştur. Daha sonra bu daire
artan İmam-Hatip ve İslam Enstitüleri’nin isteklerine cevap veremeyince 1964’te Din
Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile ilgili olarak zamanın hükümetinin
TBMM’ye getirdiği kanun gerekçesinde din meselelerinin sağlam ve ilmi esaslara göre
incelenmesini mümkün kılmak, mesleki bilgisi kuvvetli din adamlarının
yetiştirilebilmesi için lüzumlu şartları sağlamak maksadı ile memleketimizde garptaki
örneklerine benzer bir ilahiyat fakültesinin kurulması kararlaştırıldı. Böylece Atatürk
38 Ömer Okutan, Din Eğitimi, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, MEB Yay. İstanbul, 1983 s. 417 39 İsmail Hakkı Ülgen, Beşinci Milli Eğitim Şurası, İstanbul 1991 s. 391
21
inkılaplarından sonra ikinci olarak Ankara’da ilahiyat fakültesi kurulmuş oluyordu. İlki
İstanbul Darülfünûn’un bünyesinde açılmıştı. Fakat orada bir nevi sosyoloji fakültesi
görevi görüyordu. Ankara Üniversitesi bünyesinde kurulan İlahiyat Fakültesi’nde ise
sosyolojik bilgiler yardımcı bilgi konumundaydı.
Dört yıl öğrenim süreli olarak kurulan fakültenin, yaklaşık 23 yılı, köklü olmamak
şartı ile yaptığı program denemeleri ile geçmiştir.
Fakülte ilk mezunlarını 1952-1953 öğretim yılında vermiştir. Bu mezunlarının
sayısı kayıtlarda 40 olarak geçmiştir. Bunu takip eden ilk üç yılda, mezun sayısında
ciddi azalma olmuş ve 1955-1956 öğretim yılında fakültenin sadece 6 öğrenci mezun
ettiği görünmektedir. 1956-1957’de mezun sayısı 11’e çıkan fakültenin bu öğretim
yılından itibaren mezun ettiği öğrenci sayısı her yıl sürekli artış göstermektedir.
1959-1960 öğretim yılında toplam mezun sayısı 177’ye ulaşan İlahiyat Fakültesi
mezunları, 1969-1970’de 828’e, 1976-1977’de 1320’ye ve 1980’de 1776’ya yükselmiş
bulunmaktadır.
Atatürk Üniversitesi’nde 1971-1972 yılında bir İslamî İlimler Fakültesi açılmıştır.
Bu fakülte İmam Hatip mezunlarını da kabul etmiştir. Böylece Erzurum’da 1969 yılında
açılmış bir de Yüksek İslam Enstitüsü bulunmasına rağmen bu fakültede de yeterli
öğrenci kaydı yapılmıştır.
Kuruluşu yeni olmakla birlikte, İslamî İlimler Fakültesi, benzeri kuruluşlardaki
gelişmeleri dikkate alarak bünyesinde kısa sürede hızlı bir gelişme sağlamıştır.
İlk mezununu 1975-1976 yılında veren fakültenin, mezun ettiği öğrenci sayısı her
yıl artarak 1978-1979 yılında 213’e ulaşmış bulunmaktadır.
Yüksek İslam Enstitüleri orta dereceli okullara din dersi öğretmeni yetiştirmek
amacı ile Millî Eğitim Bakanlığı Müdürler Komisyonu’nun Talim ve Terbiye Kurulu
kararını da içine alan 17. 11. 1959 gün ve 575 sayılı kararı ile kurulmuştur.
Bu kararın Bakanlık makamınca da onaylanması ile 19. 11. 1959 günü İstanbul
Yüksek İslam Enstitüsü öğretime açılmıştır. Diğerleri de sonraki yıllarda bunu takip
etmiştir. Sırası ile; 1962 Konya, 1965’te Kayseri, 1966’da İzmir, 1969’da Erzurum,
1975’te Bursa, 1976’da Samsun’da birer Yüksek İslam Enstitüsü eğitim ve öğretime
başlamıştır. Yozgat ilinde 1979 yılında açılan Yüksek İslam Enstitüsü ise, 1981 yılında
Eğitim Merkezi’ne dönüştürülmüştür. 40.
40 Parmaksızoğlu, a.g.e., s. 29.
22
Öğrenim süresi 4 yıl olarak kurulan Yüksek İslam Enstitüleri zaman zaman
program geliştirme çalışmaları yaparak, benzer yüksek öğretim kurumları yanındaki
ilmi yerini devam ettirmektedir.
İlk mezun sayısı 1962-1963 öğretim yılında 72 olan Yüksek İslam Enstitülerinin
gerek kurum olarak sayılarının artışı ve gerekse iş alanlarının mevcut oluşu sonucu
mezun sayıları da hızla artmıştır.
1951-1952 öğretim yılında okula dönüştürülen İmam Hatip Liseleri, ilk okula
dayalı dört yıl süreli ortaokul dengi sayılan bir meslek okulu şeklinde idi. 1954-1955
yılında okulun üç yıl süreli ikinci devresi de kurulmuştu. Bu kuruluş şekli 1970-1971
öğretim yılı sonuna kadar devam etmiştir. 1972 yılında orta bölümü kaldırmıştır. Fakat
1974-1975 öğretim yılından itibaren, imam hatip liselerinin bünyesindeki ortaokullara
mesleğe hazırlayıcı dersler (Kur’an-ı Kerim, Arapça, Din Dersi) konuldu. İmam Hatip
Liseleri her geçen gün sayılarını artırdılar.
Sonuç olarak din kavramı Türkiye de örgün eğitim sınırları içinde yalnızca din
derleri çerçevesinde yer almıştır. Din dersleri cumhuriyetin ilk yıllarındaki
zorunluluğunu bir süre devam ettirmiş, kısa bir kesintiden sonra seçmeli olarak yer
almıştır. Gerek milli eğitim şuraları, gerek eğitimle ilgili yapılan toplantılar ve gerekse
din öğretimi üzerine yapılan tüm tartışmalarda din dersleri uzun bir süre meşruiyet
tartışması yaşamıştır. Cumhuriyet döneminde din öğretimi muhteva geliştirme ve
program düzenleme çalışmalarına bu meşruiyet tartışmalarının altında gereken zaman
ayrılmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında din dersleri program ve kitapları, devletin
yeniden yapılandırılmasına paralel olarak düzenlenmiştir. Genellikle ahlak eğitimine
önem verilmiş ve bireysel dini yaşantıyı ön plana çıkaran bir program taslağı ve bu
paralelde kaleme alınan malzemeler gözlenmektedir.
23
İKİNCİ BÖLÜM
2. EĞİTİMİN TANIMI
Çağlar boyunca eğitim süreci, toplumsal yapı açıdan şekillendirilerek, bireyin
topluma kazandırılmasını hedef alan, genel anlamda onda meydana gelmesi istenen
değişikliklerin hal, hareket ve tavırlarına da yansımasını isteyen bir yönelimle
biçimlenmiştir. Eğitim çok yönlü işlevsel bir süreç olarak toplumun beklentilerini de
karşılama sorumluluğunu üstlenmiştir.
Birçok düşünür, eğitimi çeşitli açıdan ele almıştır. Durkheim’e göre eğitim fizik
ve toplumsal çevrenin insan üzerinde meydana getirdiği etkidir. Kant’a göre insanın
mükemmelleştirilmesidir. J. S. Mill’e göre bireyin kendisi ve başkaları için mutluluk
aracıdır. H. Spencer ve Herbart’a göre de daha iyi yaşam olanakları sağlayan
etkinliklerin tümüdür41.
Eğitim, bir bilim dalıdır. Eğitim alanını inceleyen bilime eğitim bilimi denir.
Eğitim bir anlamda kişinin kazandırdıklarını anlatır, bazen de öğrenim karşılığında
kullanılmaktadır. Eğitilecek kitleyi içerecek biçimde kullanılabildiği gibi eğitimin
aracını gösterecek biçimde de kullanılabilir42.
Çok değişik anlamlara gelen eğitim sözcüğü bir o kadar da değişik tanımlarına
rastlanmaktadır. Eğitim, yeni kuşakların toplum yaşayışında yerlerini almak için
hazırlanırken, gereken bilgi, beceri ve anlayışlar elde etmelerine ve kişiliklerine
geliştirmelerine yardım etme etkinliğidir. Bir tanıma göre, eğitim bir bireyin
davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme
sürecidir. Eğitim bunların bir zaman akımı içinde yer aldığı süreçte oluşur. Bu
bağlamda belirtebiliriz ki, davranış, yaşantı, amaç ve süreç terimleri, eğitimin niteliğini
belirleyen kavramlardır.
Bu bakımdan bu kavramları açıklamak yararlı olacaktır.
41 Banu Bulurman, “Enformasyon Toplumu ve Eğitimi” İş,Güç- Sanayi İlişkileri ve İnsan Kaynakları
Dergisi, İstanbul.2002. 42 İ. Ethem Başaran, Eğitime Giriş, Ankara, 1987, s. 14–15
24
Davranış: eğitim eğitilenini davranışını değiştirilmesini amaçlar. Davranış,
insanın gözlenebilen, ölçülebilen, bilindik etkinlikleri kapsar.
Yaşantı: insan davranışlarını yaşantısı yoluyla kazanır. Yani davranışların
kazanılması istenmeyen eski davranışların, istenilen davranışlara çevrilmesi insanın
yaşantısına dayanır. Eğitimin olabilmesi insanın yaşantısına bağlıdır.
Amaç: Eğitimin çağdaş görevi, eğitilenlerin sorunlarını çözülmesine yardım
etmektir. İnsanlar, sorunlarına çözüm yolu bulmak, daha iyi koşul içinde yaşamak, bir
meslekte başarı göstermek için eğitim gereklidir.
Süreç: Değişim içinde olan bir nesnenin, olayın, düşüncenin belli bir düzen
içinde bir amaca doğru gelişmesini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Eğitmek
eylemi sürekli değiştirmek eylemidir. Değişim ise bir süreç eylemidir43.
Eğitim kavramı köken itibariyle Türkçe de eğ, eğmek, fiil kökünden türetilmiş
olup, bükmek, uygulamak, öğretmek, yetiştirmek, geliştirmek, alıştırmak, egemenlik
altına almak, yenilgiye uğratmak, ezmek, kırmak, yönlendirmek gibi anlamlara
gelmektedir 44.Eğitim kavramının kökü olan eğ/eğmek fiilinden bir şeyin, bir nesnenin
ya da bir insanın eğilmesi, bükülmesi, kontrol altına alınması ya da istenilen şekle
sokulması anlamlarını çıkarabiliriz; yani eğitilen nesne ya da özne ‘eğitilerek’ istenen
şekle sokulmaktadır. Demek ki ortada eğilip, bükülmesi, istenilen şekle girmesi
beklenen bir malzeme ve bu malzemeyi eğip, büken, belirli şekillere sokmak isteyen
birileri var. Burada sorulması veya sorgulanması gereken kim ya da kimlerin niçin ve
nasıl eğitildiğinin/eğildiğinin veya kimler tarafından niçin ve nasıl eğitilmek/eğiltilmek
istendiğinin ortaya konulmasıdır.
2.1. Taner’e Göre Eğitim ve Öğretimin Asıl Gayesi
Ail Haydar Taner’e göre eğitimin asıl gayesi, kitaplarda bulunan içeriğin
çocuklara ezberlettirilmesi değildir. Asıl hedef, çocuklarda fıtraten mevcut olan istidat
ve kabiliyetleri ortaya çıkarmaktır. Öğretmenler öğrencilerin ruhi ve bedeni kabiliyetleri
hakkında tetkik ve müşahedelerde bulunmaya mecburdurlar. Öğrencinin ruhi vasıfları,
43 Başaran, a.g.e., s. 17–21 44 Zeki Eyüpoğlu, Türkçe Kökler Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1989, s. 76.
25
bir dereceye kadar anlaşıldıktan sonra terbiye vasıtaları istimal edilirse, yapılan işte
daha fazla başarı sağlanır 45.
Eğitim kavramlarına değindikten sonra eğitim verilecek fertler üzerinde durmağa
çalışalım. Taner Canlı varlıkların iki temel öğeden oluştuğunu savunmuştur. Zihin ve
beden. Yeryüzünde yaşayan insanlar beden ve ruh itibariyle birbirine benzerler.
Bununla beraber yüzeysel veya ince bir tetkik neticesinde aralarında pek büyük farklar
olduğu görülür. Bu farkların sebepleri çeşitlidir. bu farklar:
Irk ve coğrafî farklar.
Cinsiyet farkları.
Aynı millete mensup fertler arasında şahsi farklar.
Muhtelif yaşlara göre farklar 46.
Taner bu farkları iki noktadan araştırmanın uygun olacağını savunmuştur
-Bedeni farklar
-Ruhi farklar
Bedeni farklar vücudun duruşu, azasındaki nispetler, cildin ve kılların rengi
noktasından insanlar arasında sonsuz farklar vardır.
Irklara ve cinsiyete göre mevcut olan farklarla Etnografya, Antropoloji,
Antropometri, Fizyoloji meşgul olur. Lise ve orta okullarda beden tetkikatı, yalnız boy
pos ölçülerine göz kulak vesaire muayenesine inhisar eder.
Bu kontroller,okul doktorları tarafından icra edilir ve öğrencilerin sıhhati için
gereklidir.
Bedenen olduğu gibi, ruhen de insanlar arasında birçok farklar vardır. kabiliyet
ve zeka, teşebbüs, cesaret, icat vesaire hususlarında birçok farklar bulunur.
Irklara mahsus ruhî farkların tetkikiyle kavimler psikolojisi cinslere mahsus
farklarla cinsiyet psikolojisi, fertlere mahsus farklarla ferdî psikoloji, yaşlara mahsus
farklarla da çocuk psikolojisi meşgul olur. Pedogoji bilhassa tahsil çağında bulunan
gençlerin bedeni ve ruhu tekamüllerinden doğan farklarla iştigal eder47 . Herhangi
noktadan olursa olsun, bu farkları önce nicelik(kemiyet), sonra (keyfiyet)nasıllık
noktasından tetkik etmek gerekir.
45 Ali Haydar Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, İstanbul Matbaai Amire 1924-1340 s. 25, 27, 28 46 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 22. 47 Taner,Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 22.
26
Kemiyet noktasından: Muhtelif yaşlardaki çocukların azalarının kuvveti ne
kadardır? Ne miktarda yük kaldırabilirler? (Bedeni tetkik )Hafızalarının kuvveti ve
şiddeti nedir? Muhayyilelerinin vüsati ne kadardır? Muhakeme kudretleri ne
miktardadır? Hissiyatın şiddeti nedir? sonuna kadar (Ruhi tetkik).
Keyfiyet noktasından Muhtelif yaşlardaki ayni fertlerin veya muhtelif
şahısların hafızaları, muhakemeleri, hissiyatı, temayülleri, arzu ve idealleri birbirinin
aynımıdır? Yoksa bunlar arasında keyfiyet itibariyle, farklar var mıdır ? (Ruhi tetkik)48.
Taner aynı zamanda bedeni ve ruhi farkları olan fertleri tiplere ayırmak
gerekliliğini savunmuştur. İnsanlar arasında o kadar ince farklar vardır ki, beden ve ruh
olarak birbirinin tamamen aynı iki fert yoktur denilebilir. Bununla beraber, insanları
bedeni ve ruhi farkları olan fertleri takım takım ayırmak ve birbirine benzer olanları bir
araya toplamak mümkündür. Bu gruplara psikolojide tip dendiğini biliyoruz
Taner’e göre bedeni tipler
-Boy itibariyle: uzun boylu- orta boylu- kısa boylu.
-Görünüş itibariyle: şişman (ağır) - orta - zayıf - hafif.
-Boy ve görünüşle beraber, uzun boylu ve şişman
-Orta boylu şişman - orta boylu ve orta toplu - orta boylu ve zayıf.
-Cildin rengi itibariyle: esmer - sarı - kırmızı - beyaz .
Taner’e göre ruhi tipler
-Müşahede ve idrak kabiliyeti kuvvetli olanlar.
-Müşahede ve idrak kabiliyeti zayıf olanlar.
-İfade ve beyan kabiliyeti kuvvetli olanlar. .
-İfade ve beyan kabiliyeti zayıf olanlar.
-Hafızaları kuvvetli, muhakemeleri zayıf olanlar.
-Hafızaları kuvvetli muhakemeleri kuvvetli olanlar. .
-Hafızaları zayıf muhakemeleri kuvvetli olanlar. .
-Hafızaları zayıf muhakemeleri zayıf olanlar.
- Hayat-ı fikriyeleri kuvvetli hayat-ı hissiyeleri zayıf olanlar.
- Hayat-ı fikriyeleri kuvvetli hayat-ı hissiyeleri kuvvetli olanlar.
-Hayat-ı fikriyeleri zayıf hayat-ı hissiyeleri kuvvetli olanlar.
-Hayat-ı fikriyeleri zayıf hayat-ı hissiyeleri zayıf olanlar. 48 Taner ,Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 22
27
-Efkar ve malumatı kuvvetli iradesi zayıf olanlar.
-Efkar ve malumatı kuvvetli iradesi kuvvetli olanlar.
-Efkar ve malumatı zayıf iradesi kuvvetli olanlar.
-Efkar ve malumatı zayıf iradesi zayıf olanlar 49.
Taner talebenin ruhi özelliklerini daha iyi anlayabilmek maksadıyla muallimleri
tarafından orta mektep talebesi üzerinde ruhiyat tecrübeleri yapılmasına gerek
olmadığını söylemiş, her talebe üzerinde münferiden tecrübeler yapmaya zaman müsait
değildir. Topluca yapılan tecrübelerin kıymeti azdır. Bundan dolayı bu nev’ tecrübelerin
metotlarını ve neticeye tesir edebilecek amillerin ne gibi şeylerden ibaret olduğunu yani
hata membalarını bilmek icap eder. Muallimler, her şakirt hakkında müşahedelerini
kaydetmekle iktifa etmelidir. Bu maksatla, muallimlerin birer cep defteri tutması ve
mezkur defterde her şakirt için ayrı ayrı haneler ayırması şayan-ı tavsiyedir.
Mekteplerde sınıf muallimlerinin vücuduna ihtiyaç vardır. Her bir muallim, kendisinin
en fazla dersi bulunduğu bir sınıfın sınıf muallimliğini deruhte(üzerine alırsa) ederse, iş
kolaylaşır demiştir 50.
Taner sınıf muallimliğini savunurken aynı zamanda sınıf muallimlerinin dikkat
etmesi gerekli hususlardan da bahsetmiş bu konuda öğretmeni hükümler verirken nelere
dikkat etmesi gerektiğini açık bir şekilde belirtmiştir. Hükümler indî olmamalı, müspet
müşahedelere istinat ettirilmelidir. Sicil defterinde mukayyet suallere cevap vermekte
istical etmemeli, evvela mümkün olduğu kadar fazla müşahedeler toplamağa gayret
etmeli. Sınıf muallimliği teşkilatı mevcut olan yerlerde evvel emirde sınıf muallimleri
bu işle mukayyet olmalı ve sonra akd edilecek muallimler meclislerinde her şakirdin
ahvali ayrı ayrı mevzu bahis edilerek bi’l-müzakere hükümler verilmelidir. Sicil
defterinde mukayyet bir madde hakkında müşahede mefkud ise veyahut mektep idaresi
ve muallimler katiyetle bir hüküm veriyorlarsa, o haneyi boş bırakmak, indi bir
hükümle imla etmekten daha iyidir demiştir
Sicil defterinde sorulan sualler içinde her zaman müstakil olarak nazar-ı itibara
almamalı demiş; verilecek cevapları daima diğer suallerle nispet ve kıyas etmeli. Talebe
hakkında yapılacak müşahedeler, çocuğun yalnız mektep hayatına inhisar ettirilmemeli
49 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 23. 50 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi s. 28.
28
mümkün olduğu kadar mektep haricindeki faaliyeti de nazar-ı itibara alınmalıdır deyip
sicil defterinde bulunması gereken sorular neler olmalı bunları da tek tek kaleme
almıştır 51.
2.2.Taner’e Göre öğrencinin Sicil Defterinde Olması Gereken Sorular
-Öğrencinin nazar ve suret-i hareketi.
-Zeka ve kabiliyet-i fikriyesi.
- Sa’y(çalışma) ve gayret derecesi (ve derslerdeki muvaffakiyet derecesi)
-Mizaç ve tabiatı.
-Bedi’î meyelanları
-Derece-i hassasiyet ve kabiliyet-i mahsusası.
-İsti’dad ve kabiliyet-i mahsusası.
-Vazifesine ve intizama derece-i irtibatı.
-Kabiliyet-i teşebbüsiyesi.
-Nazar-ı dikkati calib ahvali.
-Hayatta ne gibi hususlarda muvaffak olacağı.
-Seciyesi.
-Şefkat-ı ferdiye ve ictimaiyyatı
Bu meseleler, birinci ve ikinci devre sınıflarında ayrı ayrı tetkik ve müşahede
edilecektir.Taner talebenin sicil defterinde olması gereken soruları ortaya koyduktan
sonra bu soruları da ayrı ayrı açıklığa kavuşturmuştur.
2.2.1.Öğrencinin Bakış ve Yüz hareketleri
Taner hareketleri itibariyle de insanları bir çok tiplere ayırmanın mümkün
olduğunu kabul etmiştir. Çocuğun hareketlerini birkaç noktadan araştırmanın yerinde
olacağını savunmuştur Bazı çocuklar, fıtraten çok hareketlidirler. Bu taharrik bazen
yaramazlık derecesine çıkar. Bir takımının harekatı mutedildir. Diğer bir takımı ise
fıtraten sakindir. Harekata az mütemayildir. Bu hareketsizlik, bazen tembelliğe
müneccer olur.
Bazı çocuklar çevik olurlar. Acelecidirler. Bir işi çabuk bitirmek isterler,
yürümeleri, yazmaları, hatta konuşmaları süratlidir. Diğerlerinin ise yavaştır. Hareketin
tayini hususunda harekatın kemiyet ve sürati nazar-ı itibara alınır. Çocuğun harekatı, her
51 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi s. 29.
29
zaman aynı bolluğu ve sürati haiz ise, hareketli sayılır. Bazen müteharrik, bazen sakin
olan veya bir iş yaparken bazen acele ve bazen yavaş hareket edenin harekatında derece
derece hareket azalır. Bazı çocuklar, fıtraten pek becerikli olurlar. Ellerinden her iş
gelir. Yeni bir el veya beden işine kendilerini çabuk intibak ettirirler. Yazı, resim, çalgı
gibi kısmen de bedenin faaliyetine ihtiyaç gösteren derslerde çok muvaffak olurlar.
Diğerleri ise beceriksiz olurlar.
Taner’e göre talebelerin sınıf içerisinde ki hal ve hareketlerin dikkatlice
incelenmesi gerekir. Bu incelenmesi gereken haller aşağıda sıralanmıştır. Öğrencinin şu
hallerine dikkat Etmek gerekir
-Sınıfta oturup kalkması.
-Dershaneye girip çıkması.
-Teneffüs de gezip koşması.
-Terbiye-i bedeniye derslerinde hareketleri.
-Spora temayül veya ibtilası.
-Yazı yazışı.
-El işleri dersleri.
-Tahrir vazifelerini ikmaldeki sürati.
-Hususi imtihanlarda ve tahriri yoklamalarda evrak-ı imtihaniyyesi, imla ve tevdi’
hususundaki sürati52.
2.2.2 Öğrencinin Zekası ve Kabiliyet-i Fikriyesi
Zekanın birçok tanımı vardır . Zeka hususunda ruh bilimciler arasında oldukça
fazla görüş ayrıcalıkları mevcuttur. Biz burada zeka ile ilgili tanımlara ve tartışmalara
fazla girmeyeceğiz. Zeka; Hafıza, Muhayyile, Muhakeme gibi ayrıca araştırılması
gereken ruhî bir meleke mi? Yoksa, bunların ve daha başka bir takım melekelerin
sonucu mu? Bu tanımlardan bahsetmeyeceğiz. Burada sadece bizi ilgilendiren kısmı ile
yani; ‘’Taner zeka hakkında neler söylemiştir?’’Biz bu konuda yoğunlaşacağız. Bazı
pedagoglar diyorlar: Zeka, umumi bir seviyedir. Bu seviye derece itibariyle herkeste
muhtelif olur. Kimisinde yüksek, kimisinde alçaktır. Aynı kabiliyetlerin terkibinden
hasıl olan seviyede bazı ihtilaflar olabilirse de bunun umumi seviyeye tesiri azdır.
Seviyelerin muhtelif olmasını bir ova ile bir yaylaya benzetiyorlar. Bir ova veya yaylada
bazı ufak tepecikler ve çukurlar olmakla beraber, bunlar mezkur arazinin seviye-i
52 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 25.
30
umumiyesini bozmazlar. Umumiyetle zekası yüksek olan bir zatın bir veya birkaç ruhi
melekesi ( mesela mekanik hafızası) noksan olabilir. Veyahut zekası vasat olan bir zat
da herhangi bir meleke-i ruhiye ( mesela musiki istidadı ) fazla inkişaf etmiş olabilir.
Fakat bu fazlalık veya noksanlık, zekanın umumi seviyesini ehemmiyetli bir suretde
bozmaz. Halk nazarında zeka hafıza ile müteradiftir(eşanlamlıdır).Zeki, akıllı demektir .
Taner yaş ile zeka arasında ciddi bir bağlantı olduğunu ve kabiliyetin, normal
çocuklarda yaşın ilerlemesine bağlı olarak yavaş yavaş inkişaf ettiğini söyler. Beş
yaşında bir çocuğun (beş kere beşin yirmi beş ettiğine akıl erdirememesi)
gabevetinden(kalın kafalılığından) değil, yaşının bu münasebet-i adediyeyi idrak
edebilecek bir hadde henüz vasıl olmamış bulunmasındandır.Dolayısıyla Muallim,
çocuğun tabiî zekasının derecesini tespite çalışmalıdır. Zeka muayenesi, malumat
yoklamasından ibaret olmamalıdır. Pederinin ismini, sanat ve meşguliyetini, evinin
adresini bildi diye bir çocuğu hemen zeki saymak doğru değildir. Çünkü bu nevî
malumat, aile içerisinde kendisine suret-i mahsusa da verilmiş olabilir. Ve yine bir
çocuk, dört metelik ile üç meteliğin yetmiş pare ettiğini bilemezse, gabî(kalın kafalı)
diye teşhis edilmemelidir. Zira o çocuğa, belki aile içinde para verilmemiş ve para ile
muamele yaptırılmamıştır53.
Taner çocuğun zekasını takdir hususunda nazar-ı itibara alınacak cihetleri şöyle
sıralamıştır.
-Alma Kabiliyeti:
Duyuların şiddeti. Hariçten gelen intibaları alması (idraklerin husulü). Alem
harici, duygular üzerine tesir yapmaktan bir an geri durmaz. Bazı kimselerin müşahede
kabiliyeti fazla olur. İradi olarak dışarıdan çok malumat toplarlar. Bunların alem-i efkarı
zengin, tasvirleri tamdır. Bazıları ise bakarlar, görmezler; dinlerler, işitmezler; işitirler
anlamazlar. Bunların efkar ve tasavvuratı kemiyet itibariyle az, keyfiyet itibariyle
noksandır.
-Ezber Kabiliyeti :
Hafıza demek, zeka demek değildir. Fakat zengin bir muhayyile ve iyi bir
muhakeme için, hafızanın aldığını saklaması da önemli bir etkendir.
-Hayal Etme Kabiliyeti :Yapıcı ve icatkar olan hayalgücü, zekanın derecesini
şüphesiz yükseltmektedir.
53 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 22.
31
Tefekkür ve Muhakeme Kabiliyeti:
Zekayı en fazla teşhis ve takdire yarar. Bununla beraber yalnız bir çeşit
muhakemesi kuvvetli olan kimseyi de fevkalade zeki addetmek gerekmez.
Muhakemenin matematik, felsefî, ameli gibi çeşitlerini hep birden nazar-ı itibara
almalıdır.
Dikkat :Dikkatin şiddet ve kuvveti, genel ruhi hayatının yüksekliğine delalet
eder. Çünkü dikkat; idrak, tasavvur, hıfz, tahayyül ve muhakeme için elzemdir.
Çabuk alma: Zeka sahibi kimseler, umumiyetle meseleyi çabuk anlarlar . Bir
şeyin sonu gelmeden sonucunu görürler.
Adaptasyon :Zekiler, yeni hal ve şartlara kendilerini süratle intibak ettirirler.
Kullanmaya başladıkları alet ve vasıta bozulursa, onun yerine başka bir şey koyarlar54.
Taner bu cihetleri ele aldıktan sonra öğrencide dikkat edilmesi gereken
hususları şöyle sıralamıştır:
-Verilen dersleri çabuk anlıyor ve yapabiliyor mu?
-Öğrendiklerini uzun zaman ezberliyor mu ?
-İleri görüşlülüğü ne suretle ortaya koyuyor?
-Muhakemesinde istikrar var mı?
-Müşahhas(somut) ve mücerret(soyut) fikirleriyle mi muhakeme ediyor?
-Riyazi ve felsefi muhakemeleri nasıldır ! Tarihi, siyasi, içtimai vakaları muhakemeye
kadir mi?
-Derslerde dikkati nasıldır ? Oyunda dikkati nasıldır ? Dikkatte istikrar var mı?
- Zihni perişanlığı, dalgınlığı var mı?
-Beyan kabiliyeti nasıldır ? Düzgün söz söylüyor mu ? tahrir vazifelerinde üslubu
nasıldır?
-Sürat-i intikali (çabuk alma)var mı?
-Sürat-i intibakı(adaptasyonu) var mı ?
Taner’e göre bu suallerin cevabı aranırken daima öğrencinin yaşının nazar-ı
itibara alınması gerekir55.
54 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 24-25-26. 55 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 26.
32
2.2.3.Çalışma Ve Gayret Derecesi
Taner Zekanın, Gayretin, Derslerde muvaffakiyetin ayrı ayrı şeyler olduğunu
Birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunmuştur. ‘’Sınıfta birinci çıkanları ekseriyetle
en zekiler teşkil eder. Fakat her vakit bunun böyle olmadığını unutmamalıdır’’56.
Taner ayrıca zeka ile gayretin bir araya gelmesiyle aşağıdaki tiplerin ortaya
çıktığını kabul etmiştir.
Tip Zeka Gayret Tefsiri
Birinci + + Zeki ve Çalışkan
İkinci + _ Zeki fakat Tembel
Üçüncü _ + Zekası az fakat
Çalışkan
Dördüncü _ _ Zekası az, Gayreti az
çalışma ve gayret ile derslerde muvaffakiyet karşılaşınca şu tipler husule gelir :
Tip Gayret Muvaffakiyet Tefsiri
Birinci + + Çalışkan ve iyi numara
kazanıyor
İkinci + _ Çalışkan fakat Muvaffak
olamıyor ( Az zeki )
Üçüncü _ + Çalışkanlığı az,
Muvaffakiyeti ziyade (Tembel
ve Zeki)
Dördüncü _ _ Çalışkan değil, Muvaffak
olamıyor
Biz buradan şu sonucu çıkarıyoruz ki: Öğrencinin çalışması ve gayret derecesini
takdir edebilmek için öğretmenin aynı zamanda çocuğun zeka derecesini derslerdeki
başarısını bilmesi lazımdır. Derslerdeki muvaffakiyet derecesi ders yoklamalarına,
hususi ve umumi imtihanlar sonucuna göre takdir edilmelidir.
Taner bu cihetleri nazari itibara aldıktan sonra dikkat edilmesi gereken hususları
şöyle sıralamıştır.
- Öğrenci, müzakerelerde çalışıyor mu? Konuşuyor mu?
56 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 26.
33
- Derslerden hariç şeylerle meşgul oluyor mu?
- Teneffüslerde oyunumu, yoksa istirahatı mi tercih ediyor?
- Teneffüsler esnasında, Cuma ve tatil günlerinde veya gecelerinde ders ve vazife
ile meşgul oluyor mu ?
- Ezberciliğe mütemayil mi ?
- Gayreti zekasıyla mütemayil mi ?
- Müktesebat-ı ilmiyesi ve aldığı numaralar gayretiyle mütenasip mi ?-Ders
yoklamalarında ve imtihanlarda muallimler, numara takdir ederken, müktesebat-ı
ilmiyesinden başka, çalışma ve gayretini de nazar-ı itibara alıyorlar mı ? 57.
2.2.4.Mizaç Ve Tabiatı
Mizaç: Kişinin duygu, düşünce ve davranışlarını etkileyen ruhsal tutumlar
sayesinde ortaya çıkan bir yaradılış özelliğidir. Şen, mızmız, sakin, aceleci, telâşlı vb.,
“Şen şakrak bir kişiliği var” ifadesi yanlıştır“Şen şakrak bir mizacı var” demek gerekir.
Toplum, kişilik ve mizaçları kendi kültürel ve inanç değerleri çerçevesinde
olumlu ve olumsuz olarak kategorize eder ve onlara birer değer yükleyip,
basamaklandırır. Böylece hem üst basamaklarda yer alan kişilikler saygı ve övgü görür,
hem de onlar örnek alındığı için birer mihenk taşı ve ölçü olurlar. Alt basamaklardakiler
ise tersi bir reaksiyona maruz kalır ve dışlanırlar. Böylece, toplum da kişiyi “rezil veya
vezir” etmiş olur.
Taner “Kaç türlü mizaç vardır? sorusuna “Ne kadar insan varsa o kadarda sima
vardır. Bunların hiçbirisi, diğerinin aynı değildir. Fakat bir çokları evsaf bakımından
müştereklik arz ederler. “Birbirine benzer olan evsafın terkibinden Mizaç tipleri hasıl
olur” demiştir. Taner aynı zamanda yaşadığı zamandan önceki ulemayla zamanındaki
ulemanın mizaç hakkındaki görüşlerini de ortaya koymuştur.
Eski zaman uleması :Mizaç, bedene karışan safra, sevda, bağlam ve dem ile her
birine münasip keyfiyattır demişler, bunlara ahlat-ı erbaa namını vermişlerdir. Yeni
zaman uleması : Mizaçların ihtilafını, cümle-i asabiyenin sürat-i tahrik ve şiddet-i
intibahına istinat ettirerek yeni bir taksimat yapmışlar. Fakat ekserisi, yine eski
unvanları muhafaza etmişlerdir 58.
57 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 28. 58 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 30.
34
Taner mizaçların çeşitliliğinden bahsederken eski zaman ulemalarının ‘’ahlatı Erbaa’’
dediği mizaç tiplerini ayrı ayrı ele alıp bu tiplerin özelliklerini ortaya koymuştur .
konumuzla alakalı olduğu için bizde bu tipler hakkında Taner in görüşlerini ortaya
koymak durumundayız.
Başlıca dört türlü mizac vardır :
1- Demeviler
2- Safraviler
3- Sevdaviler
4- Lenfaviler
A-Demevi(Kanlı Canlı) Çocuklar :Demevi çocuğun en bariz vasfı “ şen tabiatlı
“ olmasıdır. Cümle-i asabiyenin intibahında sürat vardır. Demevi, canlıdır,
müteharriktir. Gözler, eller, ağız mütemadiyen oynar. Yarım saat bir yerde sükut ve
sükunetle duramaz. Rahat yürümez; ekseriya zıplar, sıçrar, delicesine koşar. Sık sık
güler, güldüğü zaman can ve yürekten güler ; eller, ayaklar, bütün vücut kahkahasına
iştirak eder.
Sık sık ve iştiha ile ağlar; ağlarken aklına bir şey geldi mi, hemen gülmeye
başlar. Bir misal : Hocasından dayak yemekte olan bir çocuk ağlarken, birdenbire
kahkaha ile gülmeye başlamış, çünkü hocanın yanlışlıkla değneği kendi eline
vurduğunu görmüş. İşte bu çocuk bir demevidir.
Hassaları(Duyguları) : Demevi mizaçlı çocuklarda, bilhassa kızlarda hassaların
faaliyeti fazla ve canlıdır. Gözleri her şeyi görür; kulakları her şeyi işitir. Nerede
görülecek, işitilecek bir şey varsa, oraya gitmek isterler. Ders esnasında bile gözleri,
dershane içerisinde fırıl fırıl döner. Bir sineğin vızıltısı onu şaşırtır ; sokak da bir gürültü
olsa hemen pencereye koşup görmek ister. Onun nazarından bir şey saklanmaz.
Hafızaları : Hassaları vasıtasıyla hariçten aldıkları intibalar sathidir. Çünkü
hassalar, süratle bir şeyden başka bir şeyin müşahedesine geçer. Demevi çocuklar,
ekseriyetle eşhas, eşya ve hadisatın gülünç cihetlerine dikkat ederler. Bu hususta
hafızaları sadıktır. Komik cihetlerin taklidinde muvaffak olurlar.
Muhayyileleri : Demevilerin muhayyileleri, ekseriya canlı ve taşkın olur.
Muhayyile mütemadiyen hall-i faaliyettedir, muhtelif sahalara nüfuz eder. Konuşurken
süratle mevzu değiştirirler.
35
Tedaileri(çağrışımları) : O kadar gariptir ki, bunların tedai kanunlarının
haricinde bulunduğu zannı hasıl olur. Bir meseleden bahis olunurken veyahut
kendilerine verilen bir dersin teselsülünü muntazaman takip ederken, ortaya öyle bir
sual atarlar ki, bunun mevzu bahis meseleyle hiçbir alakası belli olamaz. Bazı kere
meraklı bir şey anlatmak için hazırlanır gibi olurlar. Fakat ağızlarını açınca
söyleyeceklerini unuturlar. Efkar-ı gayrı muntazam bir surette takip ve teselsül eder.
Demevi çocuk, büyüklerin yanında da bu huyundan vazgeçmez; dilini tutamaz. Aklına
geleni söyler ; açık kalplidir.
Faaliyet-i fikriyesi : Malumat toplamaya, tahsile pek heveslidir. Kendine lazım
olmayanı bile öğrenmek ister. Arzu ve iradenin husulü kolay, fakat tesiri zayıf
olduğundan ittihaz ettiği mukarreratı neticeye kadar takip hususunda sebat gösteremez.
Yeni bir fenne ilk başladığı zaman demevi bir kız, sevincinden titrer. Coğrafya atlasını
ilk açtığı zaman süruru fevkaladedir. ilk derslerde çok şey öğrenir. Fakat müteakip
derlerde aynı şiddeti muhafaza güçtür.
Kendisine ebram ve ısrar ile verilen malumatı almak istemez. Fakat derslerden
kurtulmanın çaresi olmadığını anlayınca, tefekkürden ziyade muhayyileyi oyalayan
kıraatlerle ve derslerle meşgul olur. Oyun ve eğlence tarzında verilen dersler pek hoşuna
gider. Resim, musiki, kıraat, tarih gibi dersleri sever. Zihni ve tahriri hesaptan
hazzetmez.
Hissiyatı : İyiyi ve güzeli, bilhassa maddi güzelliği takdir eder. Fakat bunlara
merbutiyeti azdır, çabuk geçer. Her yerde kendini eğlendirecek ve şenlendirecek bir şey
bulur. Demevi nazik ve zariftir, herkese karşı itimat ve emniyetle muamele eder.
Arkadaşlığı iyidir. Şakalarıyla bütün sınıfı eğlendirir ve güldürür; evde, sokakta ve
okulda gördüğü şahısların taklitlerini yapar. Sınıf arkadaşlarını kendi şahsı etrafına
toplar, herkese kendini sevdirir. Başkalarının sürur ve kederlerine iştirak eder. Bencil
değildir. Yiyeceklerini arkadaşlarıyla taksim eder. Fukaraya acır, muavenet etmesini
sever. Güzel resimlerden manzaralardan hoşlanır. Ev hayvanlarına merbutiyeti vardır.
Onlarla meşgul olur. Fakat çabuk bıkar birkaç gün sonra tekrar ısınır.
Temayülleri : Daha çok hissi zevklerinden kaynaklanır. Eğlenceyi sever.
Kendisini eğlendirecek ve sevindirecek şeylerin icadında hünerlidir. Bunu yaparken
öğretmenin veya ebeveyninin kendisine verdiği vazifeyi bile bazen unutur.
36
B-Safravi(Zayıf, Hırçın, Atik) Çocuklar:Safravi çocuk; öfkeli, hiddetli mizaçlı,
sıcak kanlı, ateşli cesur ve cüretkardır. Safravi erkek çocuğu bir gün evvel “beğ” kız
çocuğu “hanım” olmak ister. Kendilerine “siz” diye hitap edilince bunu gurur ve
iftiharla kabul ederler. Yürüyüşleriyle söz söyleyişleriyle kendilerinin arkadaşlarına faik
olduklarını göstermek isterler. Erkek çocuk, sert ve büyük erkek sedasını taklit eder.
On, on bir yaşına giren kız çocuğu artık bebeklerle oynamaya tenezzül etmez. Bebek
oyununu çocuklara mahsus bir meşguliyet gibi telakki etmeye başlar. Oyunlar, alel
umum ve bilhassa safravi çocukları teşhis edebilmeye yarayan bir vasıtadır. Oyun
esnasında safravi, derhal kendini gösterir. İhtirasla ve hevesle oynar. Fakat oyunda
daima baş olmak ve diğerlerine kumanda etmek şartıyla!. . . oynanacak oyunu o tayin
eder. Kaidelerini o izah eder. İhtilaf çıkınca hakem vazifesi görür. Oyunda kumandanlık
vazifesi kendisine verilmezse, darılır, kenara çekilir, türlü türlü hile ve müdahalelerle
oyunu bozmaya çalışır.
Safravi çocuk, cesurdur. Müşküllerin ve engellerin karşısında meyus olmaz.
Müşkülat arttıkça cesareti ziyadeleşir. Onun tırmanamayacağı bir ağaç, atlayamayacağı
bir hendek yoktur. Safravi bir kız ata binmek, erkek çocuklara mahsus oyunları
oynamak ister. Vaktinden evvel, kadın hukukunun müdafaacısı kesilir.
Safravi, sürat, cesaret ve faaliyet isteyen işleri, avcılığı süvariliği sever. Asker
olmak ister. Hadd-i zatında insan için bir meziyet sayılan cesaret, bazı fena huyların
iktisabına sebep olabilir. Safravi cocuk arkadaşlarına karşı hürmetkar değildir. Herkese
tahakküm ve tağallüb etmek ister. Hayvanlara karşı zalimdir. Onun önünden taşa
tutulmadan bir kedi veya köpek geçemez.
Uzvi kuvvetine ve cesaretine mağrur olarak ötekine berikine çatar. Kabadayılık
eder. Kendisine verilen cezayı kabul etmez. Hocalarına karşı gelir. Sınıfı kıyama teşvik
eder. Dayak yerken (ağlamayı, sızlamayı gururuna yediremez. Fakat kolayını bulursa
dayak atana filen mukabelede bulunur. Velhasıl safravi çocuk mektepte bir baş
belasıdır. İnatçılığı ve aksilikleri kabil-i tahammül değildir. Arzu ve taleplerini zorla
ebeveynine kabul ettirir. Dediğini yapmazlarsa, kendini yerden yere vurur; intiharla
tehdide kadar varır.
Safravi, yaptıklarını serbestçe itiraf eder. Fakat itizarda, af dilemeye yanaşmaz.
Kusurunu affettirmek için birinin elini öpmeye icbar etseler bunu yarım ağızla yapar.
37
Safravi, diğerlerine tabi olmaz, her zaman müstakil olmak ister. Yanında kendine
müsavi kendinden yüksek arkadaşların mevcudiyetine tahammül edemez.
Safravi mizaçda olan bir çok zatlar, müsait yer ve zamanlarda içtimai inkılaplar
yapmaya muvaffak olmuşlardır. Beşeriyet bunlardan fayda görmüştür. Fakat terbiyeleri
ihmal eylediği veya fena bir muhite düştükleri zaman cezeri ihtilalci veya büyük cani
olmuşlardır. Fena yollara sapan safravi kızların en hayasız kadınlar sırasına geçtikleri
görülmüştür59 .
C-Sevdavi (Meraklı, Kuruntulu)Çocuklar
Sevdavi çocuk; sükut, ciddi, mahzun ve asabidir. Dalgın dalgın düşünür.
İstikbalden ümit var değildir. Hayatta zevk alacak az şey bulur. Korkaktır. Ne
başkalarına ne de kendi nefsine itimat eder. Daima mükedder ve her şeyden şüpheye
düşer, vesveselidir. Herkes onu tarassut ediyor ve onunla meşgul oluyor zanneder.
Kimsenin kendisini samimiyetle sevebileceğine kani değildir. Arkadaşlarının meserretli
oyunlarına iştirak etmez, mahcup ve haşindir. Uzlet ve inzivayı, acı tefekküratı sever.
Nefsine soğuk bir kibirlik hakimdir, herkesi hatta kardeşlerini bile kıskanır. Bir
münasebetle bütün çocuklara hediyeler tevzi’ edildiği esnada küçük sevdavi, en evvel
başkalarına neler veriliyor diye dikkat eder. Sonra kendi hediyesini onlarınki ile
mukayese eder. Neticede ekseriya kendisini mağdur addeder. Başkalarına bir şey hediye
etmeye kıyamaz. Bir elmayı başka bir çocukla taksim etmek mecburiyetinde kalırsa,
kendisine daima büyük parçayı ayırmaya gayret eder. Birisi onun odasına girse, bir
şeylerini alıp gidecekmiş hissi hasıl olur. Bunu bana versen diye şakaya yapmaya
gelmez. Hemen o şeyin diğer ucuna yapışır. Elinizden kurtarıncaya kadar uğraşır.
Eşyasını daima kilitli tutmayı sever. Kıskanç ve mükedderdir. Kızınca günlerce
konuşmaz. Yemek yemez, sofraya küser, bu esnada daima davet edilmek ve okşanmak
ister. bilhassa ebeveyn bu hususta zaaf gösterirse, ısrarı artar. Üstüne düşmeyince mahur
ve münhezim(hezimete uğramış) olur 60.
D-Lenfavi(Soğuk Kanlı) Çocuklar
59 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 31. 60 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi , s. 35.
38
Lenfavi çocuk, serin kanlıdır. Ruh haletini çabuk değiştirmez. Heyecana
kapılmaz. Etrafında olup biten şeylere karşı lakayttır. Çabuk hiddetlenmez ve
ateşlenmez, safravinin ve asabinin zıddıdır. Teşebbüs kabiliyeti azdır. Onun mefkuresi
sükunettir. Zevk ve sefaya, oyuna ve eğlenceye düşkün değildir. İstirahatı temin
edildikten sonra, başka bir şeyle alakadar olmaz. Hiçbir zaman acele etmez, her iş ve
her şey için muayyen ve kafi zamanı vardır. Elbisesiyle çok alakadar olmaz, sağlam
veya yırtık elbise giymek onun indinde farksızdır.
Tuvaletine gerekli önemi vermez, kitaplarını ve defterlerini düzeltmez.
Defterlerinde mürekkep lekesi vardır. İntizamsızlığını ve nezaketsizliğini kendisine
ihtar edecek olsanız, bunun hakik manasını anlamak istemez. ( Sanki ne varmış? Ne
olurmuş? ) gibi cevaplar verir. Şiddetle tekdir edildiği zaman bile, öğretmenlerine ve
ebeveynine itiraz etmez.
Bizzat arkadaşlarını aramaz. Fakat onlardan kaçmazda ! Lenfaviyi arkadaşlarını
candan sevmezler, fakat ondan nefret de etmezler.
Lenfavinin arzuları mahduttur: Yaz ve kış ayı yiyecek, kafi derecede uyku, yazın
serin, kışın sıcak bir mahal! İşte bunlar onun arzu ettiği şeylerdir. Lenfavi iyi yemekleri
ve çok yemesini sever. Yemek esnasında sakindir, yavaştır, konuşmaz. Başka çocuklar
sofradan kalkarken o hala yemeğe devam eder61.
2.2.5.Güzel Eğilimler
Tabiat ve sanattaki güzelliği takdir hususunda herkesin kabiliyeti bir değildir. Bir
kimsenin sırf kendi takdirine göre verdiği hükümlere zevk denir. Sözlüklere
baktığımızda "tatma, tadım ve hoşa giden hal" olarak görüyoruz zevkin tarifini. "Tatma,
tadım ve hoşa giden hal" ifadesini zevkin tarifi olarak dikkate alacak olursak; bu tarif
her türden zevklerimizi kuşatabiliyor ve izah edebiliyor, Taner çocukların sanata olan
meyillerini keşfedebilmek için onlara birtakım dersler verilmesi gerektiğini
savunmuştur.
Çocuklar ve bilhassa cahil tabaka mazuliyet arz eden sanat eserlerini anlamaktan
acizdirler. Mesela çocukları güzel manzaralı bir kıra götürseniz, onlar tabii manzaranın
heyet-i umumiyesinden mütevellit güzellikleri idrak edemezler. Bu güzelliğin farkında
olmayarak kelebeklerin peşinde koşarlar; çiçek ve çakıl taşı gibi şeyleri toplarlar. Küçük
61 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 36.
39
çocuğa veya avamdan birisine sanatkarane tersim edilmiş bir tablo gösterilse, bunlar
onun çerçevesiyle meşgul olurlar, veyahut levhanın şeklini bir tarafa bırakarak, mezkur
levhanın mevzuuna dahil olan müteferrik eşyayı tetkike koyulurlar. Levhanın ifade
etmek istediği fikir ve manayı kavrayamazlar.
Sanatkarlık zevkinin husulüne yardım eden vasıtalar şunlardır :
Edebiyat, musiki, resim, heykel, mimari ve dans. Bunlardan maada “tabiat” bediî
zevklerin en esaslı ve en zengin bir membaıdır. 62
Taner bu cihetleri nazari itibara aldıktan sonra dikkat edilmesi gereken hususları
şöyle sıralamıştır.
-Öğrencinin elbise ve ayakkabıları yeni, temiz ve şık mı, yoksa pejmürde, kirli ve
mühmel mi?
-Vücudunun tuvaleti: Elini yüzünü yıkaması, saçlarını taraması, tırnaklarını temizliği
nasıl?
-Kitapları, defterleri temiz ve muntazammı, yoksa yırtık perişan ve lekeli mi?
-Söz söylerken ve yürürken ölçülü ve tavırlarında asalet var mı?
-Araştırma ve ifadesinde güzellik var mı?
-Resimlerini ve bilhassa hayali ve tezyini resimlerini güzellik noktasından tetkik ediniz.
Bunlarda ahenk, güzellik ve güzel görüntü var mı ?
-El işlerini güzellik noktasından tetkik ediniz.
- Musikiye becerisi var mı? Sesi güzel mi? Bir müzik aletini çalıyor mu ?
-Resim mütalaasını ve resimleri seviyor mu? Kartpostal vesaire resimlerden koleksiyon
yapıyor mu ?
-Şiir ve edebiyata hevesi var mı ? ödevleri haricinde bir yazı kaleme alıyor mu ?
-Tabii manzaraların güzelliğiyle alakadar oluyor mu?
-Herhangi bir hususta güzel tenkitler yapıyor mu?
-Ritmik jimnastiklere ve oyunlara hevesi var mı?
-Tiyatroya ve sinemaya devam ediyor mu?
-Mektep temsillerinde bir rol alıyor mu? alıyorsa ne derece muvaffak oluyor?
-Ailesi, etrafı güzel zevklerin keşfedilmesine hizmet ediyor mu?63.
62 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s.47-48 63 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 49-50.
40
2.2.6.Hassasiyet Derecesi
Taner, eğer öğrencinin mizacı hakkında iyi ve etraflı tetkikler yapılmışsa,
çocukların hassasiyet dereceleri ve kabiliyetlerini ortaya koymanın daha kolay olacağını
söylüyor ve şöyle diyor: “Malum olduğu üzere bazı çocuklar, çok hassastırlar. Bu
hassasiyetin ne dereceye kadar mizaç ve tabiattan veyahut terbiye ve alışkanlıktan
husule geldiğini tetkik etmek faydasızdır”64.
Taner, bu cihetleri nazari itibara aldıktan sonra dikkat edilmesi gereken hususları
şöyle sıralamıştır:
-Arkadaşlarının oyunlarına iştirak ediyor mu?
- Kendisinde gıpta ve haset gibi kötü huylar var mı?
- Ailesi tarafından ceza ve mükafat görüyor mu ? Bunların tesiri nedir? Aile
terbiyesi dolayısıyla kendisinde şımarıklık, utangaçlık ve duygusallık gibi haller var mı?
- Okul çevresinden ceza ve mükafat görüyor mu ? Mükafat ve cezalara alışkanlığı
ne derecedir?
- Korkuları ne gibi şeylerdir?
- Heyecanları var mı ? Ne gibi şeyler kendisinde heyecan veriyor?
2.2.7. İsti’dad ve Kabiliyet-i Mahsusası
Taner, talebenin istidat ve kabiliyetleri hususunda hemen kararını vermemesini,
talebeyi iyice tanıdıktan sonra karar vermesi gerektiğini savunuyor. . Talebenin bütün
derslerdeki derece-i muvaffakiyeti biri biriyle mukayese edilmeli ve istidad-ı mahsusunı
tayin ederken yalnız bir senelik notları değil, birkaç senelik notları nazar-ı itibara
almalıdır
2.2.8Vazife Yapma Derecesi
Taner talebenin verilen görevleri yerine getirmesi okula devam etmesi hususunda
başarı sağlanabilmesi için aşağıdaki soruların sorulması ve cevaplarına göre hareket
edilmesi gerekliliğini kabul ediyor.
- Mektebe devamı nasıldır? Vahim özürlerle devamsızlığı var mı ? Adem-i
devamı için velisinden muntazaman tezkire getiriyor mu ?
- Sık sık mezuniyet istiyor mu?
64 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 52.
41
- Mektebe geç kalması vaki’ oluyor mu? Esbabı?
- Dershaneye ; leyli ise yemekhaneye ve yatakhaneye girip çıkması nasıl ?
- Oyunda ve terbiye-i bedeniye de vazifesine ve intizama derece-i riayeti ne
şekilde?
- Tahrir vazifelerini yapmak hususunda vazifesine ve intizama derece-i riayeti?
- Leyli ve neharilerde sıranın gözünde bulunan kitap ve defterlerin vaziyeti
- Leylilerde gecelik dolabının vaziyeti
- Mektepçe verilen emirlere ve talimata riayeti65
2.2.9.Girişimcilik kabiliyeti
Taner talebenin müteşebbis kabiliyeti hususunda şu hususlara önem verilmesini
istiyor:
- Derslerdeki kabiliyet-i teşebbüsiyesi
- Tahrir vazifesindeki kabiliyet-i teşebbüşiyesi
- El işleri ve resim derslerindeki icadkarlığı
- Oyun esnasında talebe arasındaki mevki’ ve vaziyeti
- Müsamere tertibatındaki faaliyeti
-Okul dışındaki hayatına dair gözlemler yapmaktır66.
2.2.10.Dikkat Çeken Halleri
Taner, talebenin dikkat çeken hallerinin de kaleme alınması gerekliliğini
belirtmiştir. Bunlar:
A- Hayatta Ne Gibi Hususlarda Muvaffak Olacağı
Taner’e göre ‘’Bir gencin, hayatı boyunca hangi hususlarda muvaffak
olabileceğini evvelden kestirmek zordur.
Lise veya orta okulda okuyan şahsiyetler hakkında gelecekteki mesleklerine dair
katî hükümler vermek beraber, idare ve eğitim heyetinin itina ile yapacağı gözlemler
sayesinde öğrencilerden bazılarının gelecek hayatta ne gibi hususlarda muvaffak
olabileceklerini bir dereceye kadar tahmin etmek mümkün olur.Öğrencinin ressamlık,
mimarlık, gibi bariz bir kabiliyeti var ise o yolda bir hüküm verilir67.
B-Seciyesi(Huyu)Seciye, huy, tabiat manasındadır.
65 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 53. 66 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s.54. 67 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s.55.
42
Taner, seciye hakkında; “bir şahsın aynı ahval ve şerait dahilinde daima aynı
suretle hareket etmesidir.” der68.
C-Şefkati Ferdiye ve İctimaiyyesi
Taner, bu meselenin bilhassa mizaç ve seciye meseleleriyle alakadar olduğunu
kabul etmiştir.
Dikkat edilmesi gereken hususları şöyle sıralamıştır. Arkadaşlarına muavenet
ediyor mu ?Fukaraya sadaka vermek adeti var mı ? Serbest kitabet vazifelerinde şefkat
mevzuuna temas ediyor mu?Hayvanlara karşı muamelesi nasıldır? Etrafında cereyan
eden hadiseleri şefkat nokta-i nazarından mütalaa ve tenkit ediyor mu? Şefkat
mevzuuna dair dinlediği hikayeler hakkında verdiği hükümler neden ibarettir69.
.
2.3.TERBİYE
Terbiye" bir şeyi kademe kademe, peyderpey kemâline eriştirmektir. Eğitim
kavramının etik bağlamda analizini yaparsak, terbiye sözcüğüne dolayısıyla edep
öğretme, alıştırma, talim, terbiye etme gibi anlamlara karşılık gelir. Eğitim kelimesi
‘eski Türkçe’de’ ‘terbiye’ kelimesi ile karşılanıyordu. Hareketleri ve konuşması
mükemmel bir insan görüldüğünde ‘terbiyeli’, aksi görüldüğünde ‘terbiyesiz’ kelimeleri
hala kullanılmaktadır70. Bu anlamda, ‘edepli olmak’, ‘terbiyeli yada terbiyesiz’ olmak
gibi ahlâki ifadelere karşılık gelen eğitim, dolayısıyla terbiye, saygı ve itaati vurgulayan
bir anlama bürünmektedir. Böyle bir anlama gelen eğitim kavramı köken olarak
eğitilene biçim verme, onu disiplin altına alma daha doğru bir ifadeyle kontrol etme
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevedeki bir eğitim anlayışı, eğitilenden çok
eğiteni ya da eğitilene verilmek istenen ‘biçimi’ temel almaktadır. Diğer bir deyişle
eğitilenin, nasıl ve ne şekilde eğitileceği noktasında hiçbir tasarrufunun olmadığı, tüm
istek ve beklentilerinin göz ardı edildiği, daha çok eğitme durumunda olanların istek ve
beklentilerinin dikkate alındığı bir eğitim anlayışı ön plana çıkmaktadır71.
68 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 58. 69 Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 60. 70 Muammer Ergün, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Ocak Yayınları, Ankara, 1999, Sayı:11 s. 24. 71 Muamer Yılmaz, “Türk Atasözlerinde Eğitim Anlayışı.”A. Ü. EBF Dergisi, Cilt 3. s. 1-2
.
43
İşte terbiye, pek çok maksat ve gâyeler için insan mahiyetine yerleştirilmiş
bulunan bu türlü hislerin, azgınlaştırıcı tesirini kırıp onları iyiye, güzele doğru
yönlendirerek zararlı gibi görünen bu duygulardan insanî kemâlâta giden yolları
keşfetmek ve fertte fazilet duygusunu, irâde metanetini, düşünce kabiliyetini, hürriyet
aşkını geliştirmek içindir. Şâyet, heves ve ihtirasların amansız pençesi altında
hırpalanan nesillere, kendi ruhumuzu, iç dünyamızı aksettirici böyle bir terbiye
verilmez, ahlâk ve fazilete giden yollarda onlara ışık tutulmazsa, milletimiz bugün de
yarın da kargaşadan kurtulamayacaktır. Apaçık ortadadır ki kendi nesillerine soylu bir
kültür ve irâdî terbiye veren milletler, geleceklerini teminat altına almış ve bütün
mukaddeslerini emanet edecekleri en sağlam bekçileri keşfetmişler demektir.
Çocuklarını ahlâk ve düşünce noktasında ihmâl eden cemiyetlere gelince; bunlar,
yüksek değer ve mefhumlarıyla beraber, bütün bir milleti anarşiyle baş başa bırakmış
sayılırlar Terbiye başlı başına bir güzelliktir ve kimde olursa olsun takdir edilir. Bir
kimse cahil dahi olsa, terbiyeli olduğu takdirde sevilir. Millî kültür ve millî terbiyeden
mahrum milletler, kaba, cahil ve serseri fertlere benzerler ki, bunların ne dostluğunda
vefa, ne de düşmanlıklarında ciddiyet olmaz. Öylelerine güvenenler, hep inkisar-ı
hayale uğrar; bunlara dayananlar, er geç desteksiz kalırlar.
Terbiye verilirken terbiye edilenin ruhi ve bedeni halleri hakkında bilgi edinilmesi
gerekir. Tedristen maksat, sadece müfredat programlarında yazılmış olan maddeleri
çocuklara öğretmekten ibaret değildir. Onların fikirleri, hisleri ve iradelerini, terbiye ve
ortaya çıkarmaktır. Tedris, başlı başına bir gaye değil, terbiyenin bir vasıtasıdır.
Tedrisin terbiyevi olması, yani bir dersin, her bir mevzuunun, şakirtlerin melekat-ı
akliye, hissiye ve iradiyesinden birini veya bir kaçını inkişaf ettirmesi lazımdır.
“Terbiye ve tedrisin kuvveti ne kadar büyük olursa olsun, o terbiyeyi alacak
ferdin, kendisinde bir takım “istidatların” mevcut olması icap eder. İstidadı olamayan
bir çocuktan bir dahi yetiştirmeye imkan yoktur”72.Ali Haydar da terbiyenin ne derece
ehemmiyetli olduğunu gözler önüne serer, derslerin asıl gayesi fertlerde bulunan güzel
istidat ve kabiliyetleri ortaya çıkarmaktır der.
Taner, gençlere milli bir terbiye verilmesi gereğinden bahsetmiş, milli terbiyenin
de başlıca üç gayesi olduğunu kabul etmiştir. Bunlar fikri gaye, hissi gaye, iradi gayedir.
Ayrıca Taner ‘’milli terbiye alan bir Türk gencinin yalnız şahsi menfaatlerini gözeten
72 Ali Haydar Taner, Tedkikatı Ruhiye Rehberi, s. 25.
44
bir fert olmamalı, zatı menfaatlerini içtimai menfaatler içinde görebilmeli, sahip olduğu
cemiyete karşı muhabbet ve fedakarlık hisleri beslemeli her zaman her yerde ve her
türlü şerait altında Türk vatan ve milletinin yükselmesi için daima düşünen, duyan ve
işleyen samimi bir vatandaş olmalıdır’’demiştir73.
Taner milli terbiye mefhumunun daha iyi anlaşılabilmesi için terbiyenin yapıldığı
zamanları ayrı ayrı ele alma gereği duymuş ve kendine göre terbiye tarihimizi şu zaman
dilimlerine ayırmıştır.
Medrese devri:terbiye gayesi dini
Tanzimat devri:Terbiye gayesi Osmanlılık.
II. Hamidin istibdat devri:Terbiye gayesi aynı Osmanlılık ve Müslümanlık.
meşrutiyet devri:Terbiye gayesi yeni Osmanlılık siyaseti, Türklük siyasetinin
başlangıcı.
Cumhuriyet devri:Terbiye gayesi Türklük siyaseti, tamim maarif siyaseti
2.4. TELKİN
Telkin nedir? Telkin kelimesinin bir çok tanımını olduğunu yapmış olduğumuz
araştırmalar neticesinde gördük. Bizi ilgilendiren Taner’e göre telkin kelimesi ne anlam
ifade ediyor.
Telkinin, sosyolojide, psikolojide ve pedagojide çok büyük önemi vardır. İnsan
toplum halinde yaşayabilen bir varlıktır. Toplum içinde yaşayan insan yine toplum
içinde yaşayan gurupları, kişileri etkiler. Toplumların inanışları adetleri milli oyunları
vs. telkin vasıtasıyla sonraki nesillere geçer. Telkin kelimesinin bir dar bir de geniş
anlamı bulunmaktadır74 .
Dar anlamıyla telkin, bir insanın arzu ettiği fikirleri, diğer insanda
uyandırması, ona istediği hareketleri yaptırmasıdır. Bu taktirde telkin alan bir kimse
kendisinin tenkit ve muhakeme kabiliyetini kullanmayarak, telkin yapan kimsenin
fikirlerini, kendi fikirleri imiş gibi kabul eder; onları doğru bulur ; onun emrettiği
hareketleri yapar. Yani kendi iradesini telkin yapan kimsenin iradesine tabi kılar. 75Telkin kelimesinin bu dar anlamını genellikle sinir hastalıkları uzmanları kullandığını
savunmuş onun için bu dar anlamından fazla bahsetmemiştir.
73 Taner, Milli Terbiye, Milli matbaa, İstanbul, 1922 s. 5. 74 Taner, Telkin Ve Eğitim, Pedagoji Cemiyeti Yayınları no:1 İstanbul 1950 s. 3. 75 Taner, Telkin Ve Eğitim, s. 4.
45
Geniş anlamıyla telkin ise, insanların birbirlerine sözleriyle, hal ve
hareketleriyle, kıyafetleriyle vs. yaptıkları tesirlerdir. İşte esas bahis mevzuu yapılacak
telkinler bu neviden telkinlerdir. 76bir başka deyişle de; Etki yapanlarla etki yapılanları
göz önüne alarak yapılan telkinler denebilir.
2.4.1. Telkin Yapanlar.
-Bir tek adamın, bir tek adam üzerine etkisi
-Bir tek adamın, bir çok kimseler, bir topluluk üzerine etkisi.
-Bir insan topluluğunun, tek bir adam üzerine etkisi.
-Bir insan topluluğunun, diğer bir insan topluluğu üzerine etkisi
-Bir insanın kendi kendisi üzerine etkisi, yani kendi kendine telkin yapması. 77Olarak 5 kısma ayırmış ve bunları ayrı ayrı ele alarak açıklamıştır 78.
A-Bir Tek Adamın Diğer Bir Tek Adam Üzerine Etkisi:
Taner, bu telkin yolunun daha çok aile bireyleri ve birbirini iyi tanıyan, birbiriyle
iyi konuşan insanlar arasında olduğunun altını çizmiştir. Bir babanın oğluna, bir kadının
kocasına, bir annenin kızına telkin yapmasından bahsetmiştir.
Bir çocuğun, annesinin ağladığını görünce, bunun sebebini bilmediği halde onun
da ağlamaya başlamasını örnek olarak göstermiştir. Telkin kuvvetli olursa, vücutta bazı
fizyolojik değişmeler meydana getirebilir. Bir baba kızına:Niye öyle kızardın
ki?deyince, kızın yüzünde hakikaten kızarıklık peyda olduğu gözlenmiştir.
Bir çocuk bardağı kırmış fakat bunu inkar ediyor, sorulan suallere hep hayır
cevabı veriyor. Nihayet annesi ona:Göster bakayım tırnaklarını, bardağı sen kırdı isen,
ben derhal anlarım, deyince çocuk ellerini saklıyor ve ağlamaya başlıyor79. Bunun gibi
bir çok örnekten bahsetmenin mümkün olduğunu belirtmiştir.
B- Bir Tek Adamın, Bir Çok Kimseler, Bir Topluluk Üzerine Etkisi
Öğretmenin öğrenciler üzerine, bir camide vaaz eden hocanın dinleyiciler üzerine
bir kumandanın askerleri üzerine yaptığı telkinlerdir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u
fethetmeden önce askerlerine yaptığı telkin bu nevidendir. Ferdin topluma tesirini
76 Taner, Telkin Ve Eğitim, s. 4. 77 Taner, Telkin Ve Eğitim, s. 5. 78 Taner, Telkin Ve Eğitim, s. 5. 79 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 6.
46
anlatmak için modayı da örnek gösterebiliriz. Herhangi bir ünlünün saç şeklinin toplum
tarafından benimsenip taklit edilmesi de örnek gösterilir.
C- Bir İnsan Topluluğunun, Tek Bir Adam Üzerine Etkisi.
İnsan topluluğunun fertler üzerinde etkisi vardır. Fert bir topluma girdiği zaman
hemen o toplumun tesiri altında kalmağa başlar . Mesela bir kooperatife taşınan bir
insan o kooperatifin şartlarına yaşam tarzına uymak zorunda hisseder kendisini, bu
durumtoplumun fert üzerinde etkisine bir örnek teşkil edebilir.
D-Bir İnsan Topluluğunun, Diğer Bir İnsan Topluluğu Üzerine Etkisi
Topluluklarda başka toplulukları etkiler ve telkinde bulunurlar. Savaşlarda Allah
Allah nidasıyla düşman üzerine atıldıkları zaman, arka saftaki askerlerde, ölüm
korkusunu düşünmeyerek onları takip ederler . Yalnız başlarına kaldıklarında ölümden
korkarlar.
Taner, ayrıca panik denilen ani korku yada kuvvetli bir telkin saymıştır. Bir
insan topluluğunda birkaç kişi korku alameti gösterdiler mi bu korku etrafındakilere de
sirayet eder.
E-Bir İnsanın Kendi Kendisi Üzerine Etkisi:Bir kimse kendi kendine de telkin
yapabilir-Vay ben hastayım bende şu hastalık var, bende bu hastalık var diye diye insan
hasta olur Bir insan, kendi meziyet ve kusurlarını, başkalarının meziyet ve kusurlarıyla
karşılaştırır, kendi değeri hakkında bir hüküm verir. İşte insan bu sayede kendi kendine
telkinde bulunur.
Hayatında telkin almayan insan yok gibidir. Birileri çok telkin alırlar, birileri az,
fakat birçok insan hayatı boyunca telkin alır. Bazı insanlar telkin almaya fazla
meyillidir. Bazıları daha az telkin alırlar. Kuvvetli karakter ve irade sahibi insanlar daha
az telkin alırlar. çevrelerine daha çok telkin yaparlar.
2.4.2 Telkin Almaya Elverişli Olanlar:
A-Gözlem ve deneyim kabiliyetleri az ve sathi görüşlü olanlar:Bunlar ekseriyetle
görünüşe inanırlar. Gördüklerini ve işittiklerini ayni hakikat olmak üzere kabul ederler.
B-Dikkatleri az olanlar:Bazı kimselerin başlangıçta dikkatleri ve müşahede
kabiliyetleri iyi ise de sürekli ve yeknesak bir iş esnasında çabuk yorulduklarından
dikkatleri azalır daha fazla telkin alırlar.
47
C-Tembeller, düşünme ve uslanma kabiliyetleri az olanlar daha fazla telkin
alırlar.Bunlar gördükleri ve dinlediklerini bizzat ince ve derin düşünmeğe lüzum
görmeden ayni hakikat olarak kabul ederler.
D-Başkalarına karşı fazla itimat sahibi ve safdil olanlar: Bunlar söylenen
sözlere değil, söz söyleyenlere bakarlar. Yani söylenen sözler hakikate uygun mu değil
mi diye düşünmezler. Bilakis söz söyleyen adamın kalıbına, kıyafetine, rütbesine
şöhretine bakarlar.
E-İradesi zayıf olanlar: Bu tür insanlarda tefekkür ve muhakeme kabiliyeti zayıf
ise onlara pek çok işler yaptırmak mümkündür.
F-Kendilerine itimatları az olanlar: Bunlar kendi acizliklerini itiraf ettiklerinden
başkalarından yardım umarlar. Onların sözlerini dinler; onların düşüncelerini doğru
olarak kabul ederler.
G-Yaşı küçük olanlar: Küçük çocuklar, telkin almaya daha ziyade istidatlıdırlar.
Çünkü uslanma (muhakeme) yetkisi henüz kafi derecede kuvvet bulamadığından onlar,
hayallerinin esiridirler. Onların nazarında oyuncaklar birer bez veya cam parçasından
ibaret değildirler. Belki canlı veya hakiki varlıklardır. Küçük çocuklar, hakikatten
ziyade hayal aleminde yaşarlar. Büyük işler için kendilerine itimatları yoktur. Bu
sebeple çok kolay telkin alabilirler. Küçük yaşta iken telkin yolu ile çocuklara çok
faydalı, güzel fikirler ve alışkanlıklar verilebilir80.
2.4.3. Telkin Yapmağa Elverişli Olanlar
A-Yetki (otorite)sahibi olanlar: Bazıları vardır ki, bunlar yaratılışlarında amir ve
hakim bir karaktere sahiptirler. Hangi mesleğe girerlerse girsinler orada bir yer sahibi
olurlar. İş bir kere şöhret kazanmaktan ibarettir. Eğer bu şöhret hakiki meziyetlere
dayanıyorsa yaptıkları telkinler o derece kuvvetli olur. Eğer şöhretleri sahte ise, zayıf
temellere dayanıyorsa, telkin yapmak istedikleri zaman aksi tesir hasıl olur. Herkes
onlarla alay etmeğe başlar.
B-İradesi kuvvetli olanlar:Bunlar zaten otorite sahibi olduklarından kuvvetli
telkin yapabilirler.
C- İlmi şöhretleri ve bilgileri fazla olanlar:İlmini kabul ettiren bilginler insanlar
üzerinde doğru yanlış birçok telkinde bulunabilirler. İslam aleminde müçtehitler büyük
otorite sahibi olmuşlardı. 80 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 11-12.
48
D- Mağrur olanlar: Kendisini satmasını bilenler. Bazı adamlar vardır ki her
fırsattan faydalanarak söze karışırlar. Kendilerini satmasını iyi bilirler; fakat bunların
çevrelerinde her zaman samimi bir hava esmez.
E-Nazarları nafiz ve müessir olanlar: Bazıları bakışlarıyla etrafındakilere
telkinde bulunurlar.
F-Tuhaf ve acayip fikirler ortaya atanlar.
G-Başkalarında kuvvetli duygular ve heyecanlar uyandırmağa muktedir
olanlar:Bu hal ekseri halk toplantılarında, meclislerde, hatipler nutuk söylerken husule
gelir 81.
Taner, telkin yapanlardan bahis ederken canlı ve cansız varlıkların da insan
üzerinde telkini olduğunu da savunmuştur . Seyredilen resimler ve heykeller de az çok
telkin yaparlar. Mesela, esneyen bir resme bakanın esnemesi gibi.Tabiatın kendisi telkin
yapar mesela ıssız bir ormanda yürüyen ister istemez korku duyar. Yerde veya gökteki
tabiat olayları da telkin tesiri yapabilir. Gök gürlemesi, yıldırım düşmesi, zelzeleler,
yanardağ püskürmesi, vs (bu sırada dualar, ibadetler, tövbeler yapılır). Güneş ay
yıldızlar eski zamandan beri insanlar üzerinde telkin yapmışlar. Bunlardan güneşe, aya,
yıldızlara tapma dinleri olmuş, astroloji ilmi ortaya çıkmıştır. Ağaçlar ve bitkiler bunlar
eski zamandan beri insanoğlunun dikkatini çekmiş, bazı ağaçların insana verdiği heybet
dolayısıyla ağaca tapanlar olmuş, evliyaların mezarı üzerinde biten ağaçlara elbise
parçaları bağlanmıştır. Bazı bitkilere insana özgü sıfatlar verilmiştir mesela defne ağacı
galibiyet ve şöhret, meşe ağacı uzun ömürlülük veya ebedilik, zambak ismet, menekşe
tevazu alâmeti olarak kabul edilmiştir. Hayvanlar insanlara bitkilerden daha yakındırlar.
İnsanlarda olan bazı mizaçların hayvanlarda da olduğunu görmüşler ve sonra
hayvanlardan tekrar insanlara dönerek onların yaltaklananlarına köpek, ahmaklarına
öküz, inatçılarına eşek, kurnazlarına tilki, cesurlarına aslan, aptallarına kaz, kaba
olanına ayı, fena huylularına yılan demişlerdir. Eşyanın mevki ve durumları da insana
telkin yapabilir. Mesela bir kimse demir yolunda rahatça yürüyebilir, fakat bu direği 10
metre yükseğe kaldırınca durum değişir. Tehlike korkusunun artması insana telkin
yaparak cesaretini kırar 82.
81 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 15 82 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 16
49
Taner, telkin ve eğitim adlı eserinde; eğitimle telkini hep beraber kullanmağa
çalışmış, adeta iki kelimeyi birbirinden ayırt etmemeğe özen göstermiş, eğitimle ilgili
müesseseleri birer telkin kaynağı olarak göstermiştir.
2.4.4 Telkin Kaynakları
-Aile ocağı
-Oyun arkadaşları ve sokak çocukları
-Okul, öğretmenler ve çocuğun okul arkadaşları
-Din müesseseleri
-Çeşitli sporlar
-Törenler, heykeller, müzeler
-Tiyatro ve sinemalar
-Matbuat olarak sekiz madde altında toplamıştır.
A-Aile Ocağı
Aile, eğitim ve öğretimin ilk basamağıdır. Çocuk bir çok bilgiyi, insanlara karşı
nasıl davranılması gerektiğini ve terbiyeyi aile ocağında öğrenmeye başlar. Bu öğrenme
anne ve babanın doğrudan anlatmasıyla olmayabilir. Çünkü çocuklar çok iyi bir
gözlemleyici ve taklitçidir. Anne-babanın herhangi bir olay karşısındaki tavrı veya
davranışı çocuklar doğru olarak kabul edebilir. Bu doğruyu büyüyünceye kadar devam
ettirir. Hatta günümüzde bir çok anne ve babanın ailesinde gördüğü alışkanlıkları ve
uygulamaları devam ettirmektedir.
Ama bu alışkanlıkların ve öğretilerin bazısı iyi olduğu gibi, bazısı da kötüdür.
Mesela, eskiden hatırlar mısınız, bilmiyorum? Akşam ezanı okunduğu vakit bütün aile
bireylerinin evde olması gerektiğini öğütleyen anne-babalar vardı. Çocuklar maçlarını
yarıda bırakıp evlerine koşarlardı. Bu bozulmayan bir kuraldı. Kurala uymayan bir
çocuk, babası tarafından cezalandırılırdı. Bu tür alışkanlıklar güzeldi. Bir sofra başında
aile bireyleri buluşuyorlardı. En azından birbirlerine hal-hatır sorarlardı. Aile içinde bir
iletişim gerçekleşirdi. Aile içinde uygulanan iyi alışkanlıkların yanında kötü olanları da
olabilir. Bunun yanında insanlara yardım etmeyi iyi görmeyen bir anne-babanın
çocukları da büyüyünce bu fikrin etkisi altında kalacaktır. Bir ailesi olduğu zaman bu
alışkanlığı devam ettirecektir. Fertler ilk önce aile ocağında isteyerek veya istemeyerek
telkin alırlar. Çocuğun yaşı ne kadar küçük ise, onun tecrübe ve muhakeme kabiliyeti o
50
kadar noksandır. Çocuk onu koruyan ve seven yakınlarına karşı fazla saygı ve itimat
beslediğinden onların sözlerini dinler ve hareketlerini taklit eder. Ailede yetişmekte olan
çocuklara telkin sayesinde temizlik, iltizama riayet, doğru sözlülük, çalışkanlık, şefkat
ve merhamet gibi faziletler öğretilir. Bu yolda hareket etmeleri için iyi ihtiyatlar
kazandırılır. Bunun aksine aile içindeki geçimsizlikler kavgalar ve kabalıklar, çocuklar
üzerinde fena tesirler yaparlar83 .
Taner, çocuğa atılan dayağa da karşı çıkmış bunun çocuğu yüzsüzleştirdiğine
inanmıştır. Çocuğun fazla nazlı yetiştirilmesini de hoş görmemiş bunun da çocuğu
şımarık yaptığını belirtmiştir 84 .
Taner, ayrıca aile içinde çocuklara milli terbiye verme zorunluluğundan
bahsetmiştir. Çocuğa daha anne kucağındayken milli bir terbiye vermek lazımdır der; ve
Türk ailesini kısımlara ayırarak bunlar için ayrı ayrı milli terbiye vermek gerektiğini
kabul etmiştir.Türk ailesi şu kısımlara ayrılır.
-Tam Türkler:Anası babası Türk olup evlerinde Türkçe konuşulan aileler. Bu
ailedeki çocuklara en münasip milli terbiye konferanslarla verilir85.
-Anası Babası Türk Fakat Ecdadının Kanı Karışık Aileler:Bu gibi ailelere de
milli terbiye vermek nispeten kolaydır.
-Dince Müslüman fakat ırkça Türk olmayan çocuklar: Bunları Türkleştirmek
için en ziyade gayret sarf etmek lazımdır.Bunları evde ve dışarıda kendi lisanlarını
kullanmaktan, kendi milli kıyafet ve geleneklerini muhafaza etmekten, sırf kendi
aralarında görüşmek ve evlenmekten, toplu bir halde köylerde ve kasabalarda
yerleşmekten men etmeli, hiçbirine ticari iktisadi, içtimai hayatında bir mevki
vermemeli, müslüman olmakla beraber eğer milliyetini muhafaza etmeğe çalışırsa onları
hudut dışına çıkartmak lazımdır der86.
-Türk tabiiyetinde bulunup da dince ve ırkça Türk olmayanlar:Bunları
Türkleştirmek mümkün değildir.
Aile çevresinde tabi bir muhabbet ve samimiyet hükümrandır. Bu çevrede çocuğa
verilen fikirler, yapılan telkinler, kazandırılan, itiyatlar ekseriyetle çocuğun bütün hayatı
83 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 19. 84 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 20. 85 Taner, Milli Terbiye, s. 21. 86 Taner, Milli Terbiye, s. 23.
51
müddetince baki kalır. Çocuk dünya ve ahiret hakkındaki ilk fikirlerini önce ailede
alır.87
Aile hayatında çocuğun terbiyesine müessir olan amiller:
Masallar:Masallar küçük çocuklar için mühim bir terbiye vasıtasıdır.Bu itibarla
kendisine anlatılan masalların mutlaka milli olması lazımdır.Her milletin kendi
efsaneleri vardır .Bunları edebiyatçılar çocuklar için uygun bir şekilde hazırlayıp kitap
haline getirmişlerdir.
Efsane isimler:Çocuklarımıza kulağa ve dile hoş gelen Türk isimleri koymalıyız.
Coğrafi isimler:Şehirlerimize kasabalarımıza köylerimize Türkçe isimler
vermeliyiz.
Aile tarihçesi:Çocuklara mensup oldukları ailelerin mazisi hakkında bir fikir
vermek için her bir ailenin bir şecere tutması lazımdır.
Ev eşyası :Ev eşyası asri olmalıdır.
Kıyafet:Giydiğimiz kıyafet medeni olmalıdır .Medeni kıyafet milli
kıyafetimizdir.
Hanenin bahçe ve avlusu:Her bir aile kendi çocuklarına bahçe işlerini
öğretmeli,bahçeler çiçekler ve ağaçlarla süslenirse güzel bir görüntü hasıl olur.
Evde temizlik:Temiz olmayan bir şey güzel ve sevimli değildir.Vücut ta elbise de
ev eşyasında ve bütün hanede temizlik Türkün en fazla itina ettiği şey olmalıdır
B-Oyun Arkadaşları ve Sokak Çocukları
Çocuğun yaşı ilerledikçe o sadece aile bireyleriyle temasta bulunmakla kalmaz;
sokağa çıkarak kendi akranlarıyla oyun oynamağa başlar. Yaşları birbirilerine yakın
olduğundan daha iyi anlaşırlar. Birbirleriyle oynamayı severler. Çocuk oyun
arkadaşlarından iyi telkinler alabildiği gibi, fena telkinlerde alabilir fena huylu ve
yaramaz bir arkadaş iyi ahlaklı ve uslu bir çocuğu yalancılığa ve hırsızlığa teşvik eder.
İşin tuhaf tarafı fenalık, iyilikten daha kolay sirayet eder 88. Anne ve babalara düşen
görev çocukların oyun arkadaşları için iyi seçici olmaları bu hususa eğilmeleridir.
Çocukları sokaktan uzak tutmakta çözüm sayılmaz, ailenin dar çerçevesi içinde
büyümüş bir çocuk hayat mücadelesinde beceriksiz ve geri kalan bir tip olabilir89
87 Taner, Milli Terbiye, s. 24. 88 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 20. 89 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 21.
52
C-Okul, Öğretmenler ve Çocuğun Okul Arkadaşları
Okula devam etmeye başlayan çocuk farklı bir çevre ile tanışmıştır. Artık günün
belli başlı saatlerini okulda hiç alışık olmadığı bir çevrede geçirecektir. Okulda çocuk
ailesinden farklı başka tesirler altında kalmağa başlayacaktır.
Okul eğitimi ve öğretimi sayesinde öğretmenler, çocuğun ruhuna şekil verirler.
Kendini sevdirmeğe ve saydırmağa muvaffak olan bir öğretmenin, çocuklar üzerindeki
etkisi gayet büyüktür. Örencilerini seven, onların istifadelerine çalışan ve onlara adilane
muamelelerde bulunan bir öğretmen, az zamanda çocukların sevgi ve saygısına
kazanarak otorite sahibi olur. Bir kere bu otorite temin edildikten sonra, çocukları
çalıştırmak ve yola getirmek işi kolaylaşır 90. Taner, öğretmenin dayak atmasını doğru
bulmamış dayak atan öğretmenin çocuklar tarafından sevilmeyeceğini söylemiştir.
Dayak atmak, tekdir ve tahkir etmek suretiyle kendine otorite teminine çalışan
öğretmen kendini çocuklara sevdiremez. Bir öğretmen çocuğa:
-Aptal ! Haylaz!Sen zaten bir şey beceremezsin. Sen adam olmayacaksın,
okuyamayacaksın, okulu terk et de bir ustanın yanına çırak olmaya git ! Gibi sözler fena
telkinler yapar bu sözleri dinleyen sınıf arkadaşları da aptal beceriksiz haylaz demeye
başlayınca çocuğun cesareti kırılır. kendine karşı itimadı azalır. Nihayet aptallığına
kendiside inanır 91. Öğretmenin başarısız bir öğrenciye destek olmasının ise öğrenciye
pozitif etki yapacağını savunmuştur . Evvelce başarı gösteremeyen fakat küçük bir
başarı gösteren bir çocuğa:
-Aferin çalışınca bak nasıl muvaffak oluyorsun. Hep böyle çalışmakta devam
edersen, daha çok başarı elde dersin.Gibi sözler söyleyince, çocuğun cesareti artar. Bu
sayede tembel ve beceriksiz olan bir çocuk, yavaş yavaş başarılı bir öğrenci olabilir. 92
Çocuğun sadece öğretmenleri değil; okuldaki arkadaşlarının da onun üzerinde
olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Okul sosyal bir çevre olduğundan çocuk, burada
içtimai hayat yaşamağa alışır.
D-Din Müesseseleri
Küçük yaştan itibaren çocuklar, dini telkinler almağa başlarlar. Çocuğa dini
fikirler ailede, okulda ve camide verilir. Din müesseseleri çocukların dini eğitimleri için
büyük önem arz etmektedir. Çocuklar belli yaşa ulaştığında kendisine ait bir dini olduğu
90 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 21. 91 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 21. 92 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 22.
53
ailesi tarafından ona anlatılmağa başlanır. Küçük çocukları ara sıra camilere
götürülmesi çocuğun dini eğitimi için önemlidir. Çocukların özellikle büyük ve
ihtişamlı camilere götürülmesinden çocuk olumlu etkilenecektir. Aile çocuk belli bir
yaşa ulaştığında onu abdest almaya, namaz kılmaya, oruç tutmaya teşvik eder. Dindar
bir ailede yetişen çocuk da evdekileri taklit ederek ibadet etmeye çalışır. Ailede kökü
tutturulan dini fikirler, çocuklara okullarda, camilerde, kiliselerde, sinagoglarda
perçinleştirilir 93.
Taner, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasındaki en büyük etkenin din
müesseseleri olduğunu iddia ediyor.
Osmanlılık devrinde Türkler, kuvvetli bir din telkini aldıklarından, kendilerini
Hıristiyan unsurlardan ayrı tutmuşlardır. Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar gibi Hıristiyanlar
da, asırlarca okullarını ve tapınaklarını, örf ve adetlerini Türklerden, Müslümanlardan
ayrı tutmuşlardır. İşte bu din ayrılığından dolayı, bir vakitler Viyana’ya kadar girmiş
olan Türkler, zapt ettikleri memleketlerdeki Hıristiyanları temsil edememişler. Bu
Hıristiyanlar Fransız ihtilalinden sonra istiklal sevdasına düşmüşler ve sırasıyla
Macarlar, Yunanlar Romenler, Sırplar, Bulgarlar Osmanlı camiasından ayrılarak ayrı bir
din ve kültüre sahip olmuşlardır. Yani Osmanlı imparatorluğunun dağılmasının en
büyük sebebi; kiliselerdeki papazlarla, Hıristiyanların kendi kendilerine kurdukları
okullarda aleyhimizde telkinler yapmasıdır. Eğer Osmanlı devleti vaktinde bütün tebaa
için maarif işini ele almış ve bunlar için müşterek mektepler açmış olsaydı, neticenin
farklı olacağını savunmuştur94.
E-Çeşitli Sporlar
Spor insanları bir araya getiren bir araç olması hasebiyle eğitime katkıda
bulunan bir telkin kaynağıdır. Bir amaç için bir araya gelen insanlar arasında bir
etkileşim bir fikir karşılaştırması olur ve dolayısıyla kişiye bir telkin kaynağı sayılır.
Okullarda ve okul dışında çeşitli spor kulüpleri kurulmuştur. Statlarda yapılan
maçlar, binlerce insan tarafından seyredilmektedir. Bu seyirciler, taraftar bulundukları
kulübün oyuncularının telkin tesiri altında bulunurlar95.
F-Törenler, Heykeller ve Müzeler
93 Taner, Telkin ve Eğitim s. 23. 94 Taner, Telkin ve Eğitim s. 24. 95 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 25.
54
Taner telkin yapan kaynaklar arasına törenler, heykeller, müzeleri de eklemiştir.
Şehir ve kasabalarda vakit vakit yapılan milli törenlerin gençler ve halk üzerinde
büyük tesirler yaptığı aşikardır. Meydanlara dikilen heykellerde, bunları seyredenlerde
türlü türlü intibalar bırakır. Müzelerin ziyareti de, fikir çevresinin genişlemesine, ince
zevkin gelişmesine hizmet eder 96.
G-Tiyatrolar, Sinemalar, Radyolar
Özellikle hayatımızda son derece etkili olmaya başlayan bu gibi faaliyetler
gerçekten dikkate alınması gereken etkenler arasında yer almalı. Sinema, radyo, tiyatro
gibi faaliyetler göz önüne alındığında bunların yerini artık televizyon denen kitle
iletişim aracı almıştır.
Günümüzün en yaygın kitle iletişim aracı olan televizyon, insanlara bir yandan,
hem görsel hem de işitsel uyarı sunar. Bunların sonucu olarak da dünyaya açılan bir
çeşit pencere görevini üstlenerek bir çok evde baş köşededir. Televizyonun tüm
insanlar, özellikle de çocuklar üzerinde görsel ve işitsel bir materyal olarak pek çok
olumsuz etkileri olduğu tartışılmaktadır. Yaşantımıza giren her yeni şey gibi
televizyonun da insanlar üzerindeki etkileri bir çok araştırmaya konu olmuştur. Evrensel
bir araç olan televizyonun etkileri de genellikle evrenseldir. Ancak her toplum ve
kültüre göre televizyonun etkileri bazı farklılıklar gösterebilmektedir. Ülkemizde de son
yirmi yıl içerisinde televizyonun maddi açıdan ucuzlaması ve herkesin alabileceği bir
fiyata inmesi, özel kanalların açılması, kablolu yayınların yaygınlaşması televizyonun
bireyler üzerindeki etkilerinin arttığını düşündürmektedir. Türkiye’de televizyon izleme
oranları giderek yükselmektedir. Özellikle de son yıllarda TV kanallarında bir furya
hâlini alan dizilerin katkısıyla Türkiye’nin, televizyon izleme oranları bakımından,
dünyada birinci sıraya yerleştiği görülmektedir. Daha önce günde 3. 5 saat ile dünya
ikincisi olan Türkiye, dizi filmlere izleyicilerin rağbet göstermesiyle birlikte 4 saat
ortalamayla dünyada ilk sırada olan ABD’yi yakalamıştır. Dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de televizyonun, okuma alışkanlığını engellediği bilinen bir gerçektir. Bu
durum Milli Eğitim Bakanlığı’nca (MEB) hazırlanan raporda da ortaya çıkmaktadır.
Televizyon izleme alışkanlığının, özellikle son yıllarda okuma alışkanlığı edinmede en
etkin engelleyicilerden biri olduğunun belirtildiği raporda, çeşitli dönemlerde öğrenciler
arasında yapılan anket sonuçlarına da yer verilmektedir. Anketten hareketle öğrencilerin
96 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 25.
55
boş zamanlarının büyük bölümünü evde geçirdikleri ifade edilen raporda ayrıca, her
Japon’un yılda 25, her İsviçrelinin 10, her Fransız’ın 7, Türkiye'de ise her 6 kişinin
yılda sadece bir kitap okuduğu belirtilmektedir 97. İster çocuk olalım ister yetişkin,
seyrettiğimiz sinema olsun tiyatro olsun, dinlediğimiz radyo olsun buradaki
karakterlerden bir şekilde etkilenmekteyiz.
Bunlar, birer eğitim vasıtası olduğu gibi aynı zamanda birer propaganda vasıtası
olabilirler. Seyredilen tiyatro piyeslerin ve sinema filmlerinin tesirlerinin büyük olduğu
aşikardır. Bilhassa sinemalarda gösterilen cinayet ve macera filmlerinin, bazı gençler
üzerinde yaptığı telkin tesiri büyüktür. Bunları seyreden çocuklar, sokağa çıkınca hırsız,
polis oyunu oynamağa kalkışırlar. Bu neviden olan filmler, bazı başı boş çocuklara
hırsızlık ve dolandırıcılık dersleri verebilirler. Sinema filmlerinin yakın bir zamanda
okul öğretiminde büyük bir yer alacağı muhakkaktır 98.
H-Matbuatın Telkinleri
Matbuat yani yazılmış sözlerin de telkin tesiri fazladır. Günlük gazeteler, haftalık
veya aylık dergiler vesaire kitaplar, okuyanlar üzerinde tesirler bırakırlar. Bilgileri ve
tecrübeleri olanlarda bilgi ve tecrübeleri olmayanlarda okudukları gazete dergi kitap v. s
nin etkisi altında kalırlar. Okunan gazete veya kitabın doğru olduğuna kanat getirilmiş
ise, bunun yapacağı telkin daha şiddetli olur99.
3- TANER’E GÖRE EĞİTİMDE METOT
Taner’e göre eğitim bilimi kuramsal(teorik)ve kılgılı(pratik) olmak üzere başlıca
iki bölüme ayrılır. Teorik bölümünde, çocukların doğduklarından, yetişkin hale
gelinceye kadar süren yetiştirilmesinden, tensel(vucudi)ve tinsel(ruhi) gelişiminden
bahsedilir. Pratik (kılgılı)bölümünde ise, çocukları eğitmek için kullanılan yollardan ve
araçlardan bahis olunur. Bu araçlardan en önemlisi öğretim, yani okul eğitimidir’’100.
3.1. Taner’e Göre Kur’an Öğretiminde Uygulanacak Metotlar
Taner kur’an öğretiminde uygulanacak metotları kendi kaleminden şöyle
sıralamıştır;
’Muallimlere
97 Şenay Yapıcı, “Bilim ve Eğitim”, Eğitim ve Düşünce Dergisi, Haziran 2006, cilt 6 sayı 2 s. 23. 98 Taner, Telkin ve Eğitim s. 26. 99 Taner, Telkin ve Eğitim, s. 26. 100 Taner, Özel Öğretim Metotları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1950 s. 1.
56
“Şimdiye kadar takip olunan usule göre Türkçe elifbayı bitiren çocuğa doğrudan
doğruya ecza u şerife okutturuluyordu. Savti usule göre yazılan elifbalarda en ziyade
Türkçe’nin kıraatine ehemmiyet verdiklerinden ve Arabi lisanında kesretle kullanılan
şedde, tenvin, harfi tarif vesayir harflerde harekeleri olmadığından birden eczayı
şerifeye geçen çocuklar azim müşkülat karşısında kalıyorlardı. Senelerce uğraştıkları
halde layıkıyla kuran-ı kerim tilavetine muvaffak olamıyorlardı. Bu sebebe mebni telif
ettiğim elifbayı “Hakiki Kolay Elifba” ve ”Kuran-ı Kerim Elifbası” namıyla iki kısma
ayırmaya muvafık buldum’’der
Taner bu kitaptan maksat ana dilinin elifbası ile eczayı şerife arasında bir köprü
hizmeti görmesi, buna binaen hakiki kolay elifba ikmal edilmeden Kuran-ı Kerim
elifbasına başlatmamalı, bu kitap bitmeden eczamı şerifeye geçmemelidir der. Türkçe
elifbayı ikmal eden çocuklara harflerin şekilleri ve malum olduğundan eserin baş
tarafında bu nevi temrinat(alıştırmalar) dersinden sarf-ı nazar edilmiş ve en çok kuvvet
lisan-ı arabiyenin ve hattı Kuran’ın Türk çocuklarına müşkül gelen cihetlerine
verilmiştir.
Uyulması gerken kurallar şunlardır:
-Talim kıraat esnasında asla nazariyat gösterilmeyecek ve kaide öğretilmeyecektir.
Hece harflerini noktalı, noktasız, muttasıl ve munfasıl, şemsiye ve kemeriye kısımları
ayırıp mübtedilere talim etmek muvafık değildir. Keza resmi hareke ve harfi medler
şedde, tenvinler vesair hakkında tarifat yapmak ve nazari malumat vermek bu
mertebedeki çocuklara zaiddir. Mebzulen verilen misallerden çocuk kendiliğinden tarzı
kıraatı öğrenir. Nasılki ana lisanıda misallerden ve kelimelerden öğrenmiştir.
-Kelimelerin ve ayetlerin manalarını söylemeyecek bütün dikkat ve kuvvet derste
kıraat cihatine verilecektir.
-Muallimler alışılagelen heceleme usullerinden katiyyen ictinab edeceklerdir.
Çocuklar kelimeleri, harf ve harekeleri tahlil etmezler. Şeklin heyeti umumiyesini
belirler.
-Kur’an muallimi okuttuğunu aynı zamanda yazar , yazdırır. Yazıp yazdırdığını
okur ve okutursa daha çok muvaffak olur.
-Yazma ve yazdırma usulünü kabul eden muallim kitap haricinde hitap edeceği
misaller abes ve manasız hece ve kelimelerden ibaret olmamalıdır.
57
-Arabi ibarelerin kıraatinde harflerin tefhim ve tetkikine dikkat lazımdır. Buna
binaen bizzat yüksek sesle okumalı ve çocukları da yüksek sesle okumaya
alıştırmalıdır101.
101 Taner, Kuranı Kerim Elifbası, Hilmi Kitapevi, İstanbul 1927 s. 1.
58
GENEL DEĞERLENDİRME Taner eğitim kelimesiyle telkin kelimesini devamlı beraber kullanmış her iki
kelimeyi sanki birbirinden ayırt etmemiştir. Eğitim; yeni yetişmekte olan kuşağın,
yetişkinler kuşağından bir şeyler öğrenmesi ile davranışlarında değişiklikler oluşması
diye tanımlanabilir. Eğitim dendiği zaman kişinin aklına öncelikle okulda öğreneceği
bir şeyler gelir. Fakat eğitim sadece ders öğrenmek değildir. Sonuçta davranış
değişikliği de meydana geliyorsa, eğitim ahlaki yönden de insanlara bir şeyler
veriyordur. Yazarımız Ali Haydar TANER bu davranış değişikliğini iki ana başlık adı
altında toplamaktadır. Bu ana başlık telkin ve eğitimdir.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Yani beraber yaşayan birbirinden güç alan ve
hayatını böylece sürdüren varlıktır. Tabi insan denen varlık beraber yaşaya bilmesi için
bir eğitime tabi tutulması gerekir. Eğitilmemiş bir toplumda yaşamak gerçekten de çok
güç olsa gerek. Gerçi insanlar birbiri içinde yaşarken karşılıklı etkileşime uğrarlar,
birbirilerini isteyerek veya istemeyerek etkilerler ama yinede eğitime tabi olmuş toplum
yapısı çok farklıdır. Bu etkilemenin bir diğer adı da telkindir. Bu itibarla denilebilir ki
telkin insanlık tarihi kadar eskidir. Bugün bile ilkel hayat yaşayan kavimlerde telkin
tesiri görülmektedir. Onların inanışları, tapınmaları adetleri ve dansları eski nesillerden
genç nesillere telkin yoluyla geçer. Yine bu gün gelişmiş toplumlarda da telkinin etkisi
çok fazladır. bugünkü aile ocakları, okullar birer telkin kaynağıdır. Fakat bugünkü insan
topluluklarında tahsil seviyesi, meslek sanat ve meşguliyet bakımından ayrı ayrı sınıflar,
zümreler vardır. Bu zümrelerin yoğunluğu ve genişliği başka başkadır. Buna göre
fertlerin zümrelere ve zümrelerin fertlere yaptıkları telkin tesirlerinin çeşitleri ve bu
çeşitlerin kuvveti farklıdır.
Taner, aynı zamanda bedenî ve ruhî farkları olan fertleri tiplere ayırmanın
gerekliliğini savunmuştur. İnsanlar arasında o kadar ince farklar vardır ki, beden ve ruh
olarak birbirinin tamamen aynı iki fert yoktur denilebilir. Bununla beraber, insanları
bedeni ve ruhi farkları olan fertleri takım takım ayırmak ve birbirine benzer olanları bir
araya toplamak mümkündür.
Taner, aynı zamanda tedrisatın asıl gayesinin, kitap veya cetveldeki malumatın
çocuklara ezberlettirilmesi olmadığı asıl hedefin, çocuklarda fıtraten mevcut olan
kabiliyetleri keşfetmek olduğunu savunmuştur ve öğretmenlere seslenerek “öğretmenler
öğrencilerin ruhi ve bedeni kabiliyetleri hakkında tetkik ve müşahedelerde bulunmaya
59
mecburdurlar” der.Ona göre öğrencinin ruhi halleri, geçmiş halleri bir dereceye kadar
anlaşıldıktan sonra terbiye vasıtaları kullanılırsa, yapılan işte daha fazla başarı sağlanır
demiştir.
60
KAYNAKÇA
Akyüz, Yahya, Türkiye de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, Mili
eğitim Basımevi, Ankara.1945
Altay, Eren, Eğitim Sürecinde Öğrenci, Bilim ve Teknik, Ekim eki, 2001.
Başaran, İ. Ethem, Eğitime Giriş, Ankara, 1987.
Bilgin, Beyza, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Yeni Çizgi Yayınları, Ankara, 1955
Bulurman, Banu, Enformasyon Toplumu ve Eğitim. İş,Güç- Sanayi İlişkileri ve
İnsan Kaynakları Dergisi, İstanbul.2002.
Çelik, Abbas Din Eğitimimize Tarihsel Yaklaşım, Kültür Eğitim Vakfı
Yayınevi,Erzurum. ,2001
Doğan, Recai, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Tevhidi Tedrisat Çerçevesinde Din
Eğitimi Ve Öğretimi, Türk Yurdu Yayınları, Ankara.1999
Ergin, Osman, Türk Maarif Tarihi, Osmanbey Matbaası, İstanbul, 1939.
Ergün, Muammer, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Ankara.2001.
Eyüpoğlu, Zeki, Türkçe Kökler Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul. 1978.
Habib, İsmail, Avrupa Edebiyatı ve Biz, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1942.
II. Maarif Şurası, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
Koçer, Hasan Ali, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Problemi, Yağcıoğlu
Matbaası, Ankara.1967.
Kodaman, Bayram, Avrupa Emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğuna Giriş
Vasıtaları, Milli Kültür Dergisi, Ankara, 1980.
Okan, Kenan, İmam Hatip Okullarında İstihdam İhtiyaç Projeksiyonları
Araştırması, Ankara.2000
Okutan, Ömer, Din Eğitimi Ve Cumhuriyet Döneminde Eğitim, MEB. yayınları,
İstanbul, 1983.
Özalp, Reşat, Aydoğan, Ataünal, Türk Milli Eğitim Sisteminde Düzenleme
Teşkilatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1979.
Parmaksızoğlu, İsmet, Türkiyede Din Eğitimi, Ankara, 1966.
Taner, Ali Haydar, Kur’anı Kerim Elifbası, Hilmi Kitapevi, İstanbul, 1927.
……………, Özel Öğretim Metodları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1950.
……………, Telkin Ve Eğitim, Pedagoji Cemiyeti Yayınları,1950.
……………, Tedkikat-ı Ruhiye Rehberi İstanbul Matbaai Amire 1924-1340.
……………, Milli Terbiye Milli matbaa İstanbul 1922.
61
Taner, Cemil, Merhumun Son Devreleri, Tedrisat Mecmuası, sayı:47,İstanbul,1961
Taner, Cemil “Ali Haydar Taner’i kaybettik” Eğitim hareketleri dergisi, sayı, 2
TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt 7. Ankara, (3 mart 1340)
Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Milli
Eğitim Basımevi, Ankara,1997.
Ülgen, İsmail Hakkı, Beşinci Milli Eğitim Şurası, İstanbul, 1991.
Ülken, Hilmi Ziya, İlahiyat Fakültesinin Geçirdiği Safhalar, İlahiyat Fakültesi
Albümü, Ankara, 1961.
Yapıcı, Şenay, Bilim ve Eğitim, Eğitim Ve Düşünce Dergisi, Haziran 2006.
Yavuz, Fehmi, Din Eğitimi Ve Toplumumuz, İstanbul, 1969.
Yılmaz, Mehmet, Türk Atasözlerinde Eğitim Anlayışı,İstanbul, 2000.
Yücel, Hasan Ali, Lise 1. Devre Müfredat Programı, İstanbul, 1926
……………, Türkiye de Orta Öğretim, Devlet Basımevi, İstanbul,1938
62
ÖZGEÇMİŞ
26-10-1973 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinde doğdu. İlk öğrenimimi otluda 1985 yılında Oltu da, orta öğrenimini 1992 yılında Erzurum da tamamladı.1993 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kazandı. Aynı fakülteden 1997 yılında mezun oldu. 1999 yılında yine aynı fakültenin Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı Din Eğitimi Bilim Dalında Yüksek Lisansa Başladı. 2000 yılında Ticari Hayata Atıldığından bir süre Yüksek Lisans çalışmalarına ara verdi ve 2005 yılında yeniden devam ederek tezini hazırladı.
Askerliğini 2003 yılında Erzincan 3.Ordu, Muhabere Bölüğünde kısa dönem olarak yaptı. Halen Oltu’da ticaretle uğraşmaktadır.
Evli ve iki çocuk babasıdır.