136
1 bilig-15/Güz’2000 1863-1873 DÖNEM‹NDE ORTA ASYA’DA RUS-‹NG‹L‹Z REKABET‹ Halil ÇET‹N K›r›kkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi ÖZET As›rlar boyunca bozk›rlar›nda ve ovalar›nda hiç bitmek bilmeyen bir hareketlilik sergileyen Orta Asya co¤rafyas›, bu özelli¤ini hiç kuflkusuz medeniyetler aras›nda bir kavflak, de¤iflmeyen bir güzergah olmas›ndan al›yordu. Yeni Dünya’n›n keflfi ve di¤er geliflmeler sonucunda Do¤u ile Bat› aras›nda önceki devirlerde gördü¤ümüz bu yo¤un temaslar›n h›z› ve hacminde bir gerileme olmufltur. Sömürgecilik ça¤›nda farkl› gayelerle tekrar ivme kazanan hareketlilik bu defa zaman›n en güçlü iki devleti, Çarl›k Rusyas› ile Büyük Biritanya’n›n bölgede bir nüfuz mücadelesinden ileri geliyordu. Rusya ekonomisine pazar ararken, ‹ngiltere en önemli sö- mürgesi Hindistan’› bir güvenlik çemberi içine alma endiflesindeydi. Bu çal›flmada, hedeflenen siyasi çözümlerin hangi safhalardan geçti¤i konu edinilmifltir. Nihayetinde bölgenin iki nüfuz alan›na ayr›lmas› fleklinde bir uzlaflma noktas›na var›lm›flt›r. Mücadelenin bafllang›c›ndan sonuna ka- dar, hedef ve yöntemlerinde ciddi bir de¤iflikli¤in görülmedi¤i bu rekabe- tin Osmanl› topraklar›nda da (K›br›s ve Bo¤azlar) sergilenmifl olmas› meselenin asl›nda ne kadar genifl bir co¤rafyay› kapsad›¤›n› göstermek- tedir. Anahtar Kelimeler: Orta Asya, Nüfuz Mücadelesi, Rusya, İngiltere

Bilig_15.sayi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Bilig , Türk dünyasının sosyal bilimler alanındaki birikimlerini ortaya koymak, tarihî ve güncel problemlerini bilimsel bir yaklaşımla ele almak amacıyla yayımlanan uluslararası standartlarda, hakemli dergidir. Kış/Ocak, Bahar/Nisan, Yaz/ Temmuz ve Güz/Ekim sayısı olmak üzere yılda dört defa yayımlanır. bilig'e gönderilen yazılar, önce yayın kurulunca dergi yazım ilkelerine uygunluk açısından incelenir ve uygun bulunanlar, değerlendirilmek üzere o alandaki çalışmalarıyla tanınmış iki hakeme gönderilir. Hakemlerin isimleri gizli tutulur ve raporlar beş yıl süreyle saklanır. Dergide yayınlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir.

Citation preview

Page 1: Bilig_15.sayi

1

bilig-15/Güz’2000

1863-1873 DÖNEM‹NDE ORTA ASYA’DARUS-‹NG‹L‹Z REKABET‹

Halil ÇET‹NK›r›kkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

ÖZET

As›rlar boyunca bozk›rlar›nda ve ovalar›nda hiç bitmek bilmeyen birhareketlilik sergileyen Orta Asya co¤rafyas›, bu özelli¤ini hiç kuflkusuzmedeniyetler aras›nda bir kavflak, de¤iflmeyen bir güzergah olmas›ndanal›yordu. Yeni Dünya’n›n keflfi ve di¤er geliflmeler sonucunda Do¤u ileBat› aras›nda önceki devirlerde gördü¤ümüz bu yo¤un temaslar›n h›z› vehacminde bir gerileme olmufltur. Sömürgecilik ça¤›nda farkl› gayelerletekrar ivme kazanan hareketlilik bu defa zaman›n en güçlü iki devleti,Çarl›k Rusyas› ile Büyük Biritanya’n›n bölgede bir nüfuz mücadelesindenileri geliyordu. Rusya ekonomisine pazar ararken, ‹ngiltere en önemli sö-mürgesi Hindistan’› bir güvenlik çemberi içine alma endiflesindeydi. Buçal›flmada, hedeflenen siyasi çözümlerin hangi safhalardan geçti¤i konuedinilmifltir. Nihayetinde bölgenin iki nüfuz alan›na ayr›lmas› fleklinde biruzlaflma noktas›na var›lm›flt›r. Mücadelenin bafllang›c›ndan sonuna ka-dar, hedef ve yöntemlerinde ciddi bir de¤iflikli¤in görülmedi¤i bu rekabe-tin Osmanl› topraklar›nda da (K›br›s ve Bo¤azlar) sergilenmifl olmas›meselenin asl›nda ne kadar genifl bir co¤rafyay› kapsad›¤›n› göstermek-tedir.

Anahtar Kelimeler:Orta Asya, Nüfuz Mücadelesi, Rusya, İngiltere

Page 2: Bilig_15.sayi

2

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

XV. yüzyılın sonlarında Timuroğulları haki-miyetindeki Altın Ordu Devleti tarih sahnesin-den çekildiğinde, yerini prenslikten devlete yük-selen Çarlık Rusyası’na devrediyordu. Bu devlet,tarihi boyunca göle atılan bir cismin sürekli ge-nişleyen dalgalar meydana getirmesi misali biryayılma, genişleme eğilimi göstermiştir. Boz-kır’ın meşhur cengâverleri Cengiz ve Timur’unbir ömre sığdırdıkları fetihlerinin aksine, RusÇarlarının varislerine intikal eden ve asırlarca sü-ren bu yayılma, XIX. yüzyılın ortalarında kuzey-de Kuzey Buz Denizi’ne, batıda Doğu Avrupauçlarına, güneyde Karadeniz, Hazar ve Aral sa-hillerine, doğuda ise Sibirya Ovası ve Orta Asyabozkırlarına ulaşıyordu. Bu ilerleme, karşısındaciddî bir engel bulmadıkça devam etmiş, ne za-man ki bu durum uluslararası arenada mevcutolan hassas dengelerin sarsılması noktasına ulaş-mış, işte o zaman geçici bir sekteye uğramıştır.Bu sarsılma noktası, bazen Rusya’nın Boğazlarıda içeren ve Osmanlı Devleti aleyhine olan bü-yümesini durduran 1840 Londra Anlaşması gibibir dizi görüşmelerle atlatılabilirken, bazen deyine aynı coğrafyada cereyan eden 1853 KırımHarbi gibi savaşlara sebep oluyordu. Bu savaş,diğer neticelerinin yanı sıra 1853’de Çimkent’iişgal ederek Türkistan’ın kapılarına dayananÇarlık Rusyası’nı on yıllık bir süre için de olsadurdurmuştur. Bu on sene zarfında, bir takım re-formlar yapan ve geliştirdiği yeni politikalarınardından tekrar Orta Asya içlerine yönelen Rus-ya, bölgede bir başka hâkim unsur olan ve sana-yisinin hammadde ihtiyacını büyük oranda karşı-ladığı Hindistan gibi zengin toprakları elinde bu-lunduran İngiltere ile uzun süre devam edecekbir diplomasi trafiğine başlayacaktı. Çalışmamı-zın da temel konusu olan bu diplomatik mücade-le, burada ne iki “emperyalist” devletin çıkarmücadelesi ne de uluslararası ilişkiler disipliniaçısından değerlendirilecektir. İncelemek istedi-ğimiz, sadece bu iki gücün bölgedeki hakimiyet-lerinin hudutlarını tespit etmek için ileri sürdük-

leri tampon bölge, nüfuz alan› ve s›n›r hatt› fikir-lerini ve bu fikirlerin uygulama alanındaki izdü-şümleridir. Değerlendirmelerimizi yaparken, builişkilerin yoğunluk kazandığı 1863-1873 döne-mi zaman sınırımızı belirlemektedir.

DO⁄U’DA RUS-‹NG‹L‹Z REKABET‹

Rus-İngiliz rekabeti, aslında bu coğrafyayamünhasır bir olgu değildir. İran üzerinde söz sa-hibi olma gayretleri de bu mücadelenin farklı birboyutudur. Keza Boğazlar meselesi de bu çerçe-vede değerlendirilmektedir. Bütün bu hadiseler-de İngiltere’nin tek amacı vardır; Hindistan’ıngüvenliği. 1878’de Kıbrıs’ın İngiliz idaresinegeçmesi ile 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafındanişgali, rakip farklı da olsa hep bu amaca matuftu.Hindistan’ın İngiltere için niçin bu kadar önemliolduğu ilgi alanımızın dışında olduğu gibi, Hin-distan yolunun güvenliği meselesi de konumuzkapsamı dışındadır.

Çarlık Rusyası ile Büyük Britanya’nın As-ya’daki rekabeti esasen Çar Deli (Büyük) Petro(1682-1725)’ya kadar dayandırılmaktadır (Saray,1983-4: 400; Boulger, 1879: II, 338). O zaman-lar bu rekabetin temelinde, Rusların İngiliz kont-rolündeki Hindistan’ı işgal etmek istemeleri yat-maktadır. Bunun bir göstergesi ise 1715’de Al-bay İvan Bucholz’u İrtiş’e; 1716’da ise PrensAlexander Bekoviç Çekovskiy’i Hive’ye gön-dermesidir. Ancak, bu girişimler neticesiz kal-mıştır. XVIII. asır Rusların Kazak bozkırlarını veKafkaslar’ı işgal ve buralarda hakimiyetlerini te-sis etmekle geçmiştir. XIX. asrın başına gelindi-ğinde, batıda Napoleon Boneparte hadisesi Rus-ların dikkatlerini doğudan batıya yöneltmiştir.Moskova’ya ulaşan bu tehlikenin atlatılmasınınardından, Kafkaslar ve İran üzerindeki nüfuz mü-cadelesine devam eden Çarlık Rusyası, 1813’deGülistan ile 1826’da Türkmençay anlaşmalarıylabu amacın0a ulaşmıştır. İngiltere de vaziyeti kur-tarmak için 1814 senesinde İran ile bir Dostluk veTicaret Anlaşması imzalayarak sarsılan dengeyiyeniden tesis etmeye gayret etmiştir.

Page 3: Bilig_15.sayi

3

bilig-15/Güz’2000

Bu tarihten itibaren, İngilizler hiç hissetmedik-leri kadar Hindistan’ın kuzeyden ve batıdan birtehdide açık olduğunu görmüşler ve bunun ted-birlerini alabilmek için çeşitli yollara baş vur-muşlardır. Bu, aynı zamanda Orta Asya’da Rus-İngiliz rekabetinin başladığı anlamına geliyordu(Boulger, 1879: II, 339). Batı bölgesini az çokgüvenlik altına alan İran ile imzaladığı anlaşma-ya ilaveten, şimdi de Hindistan’ın kuzeyini, yaniAfganistan’ı bu güvenlik çemberine dahil etme-nin yollarını aramaya yönelmiştir. Bu amaçlaHindistan’daki İngiliz Valiliği görevlilerindenM. Elphistone ile H. Pottinger’i gerekli incelemeve araştırmaları yapmak için Afganistan’a git-mişlerdir (1).

Rusların teşvik ve yardımlarıyla İran’ın1833’de Merv ve Herat’ı işgal teşebbüsü, İngil-tere’nin Hindistan’ın müdafaası için merkeziniAfganistan’a nakletmesi ile sonuçlanmıştır. ZiraHerat’a karşı yapılan bir sefer, dolaylı olarakHindistan ile İngiltere’ye yapılmış sayılmakta vebu durum ise, İngiltere’nin artık İran üzerindeciddi nüfuz kaybı anlamına gelmekteydi. Bunun-la birlikte, İngiltere Türkistan’da muhtemel Rusyayılmasına karşı bir ittifak zinciri oluşturma ça-bası içine girmişti. Türkistan Hanlıkları olan Hi-ve, Buhara ve Hokand ile Afganistan’a elçilergöndermişler, onlar da zemin oluşturmak içingerekli imkanları araştırmışlardır (2). Ancak, İn-giltere’nin 1842’deki Afganistan’ı işgal girişimi-nin hezimetle neticelenmesi, Rusya’ya Türkis-tan’da daha aktif bir siyaset izleme cesaretinivermiştir. Fakat, Kırım Harbi’nin Rusların aley-hinde sonuçlanması bu yayılmayı on yıl kadar er-telemiştir.

ORTA ASYA’DA KIZIfiAN REKABET:1863-1873 DÖNEM‹

1863-1869 Y›llar› Aras›nda Çarl›k Rusya-s›’n›n Bölgedeki Faaliyetleri ve ‹ngiliz Devleti

1863 senesinde tekrar ivme kazanan Rus iler-lemesi, beraberinde Orta Asya tarihinde bir dip-

lomatik kriz de meydana getirmiştir. Bu hadise,ister istemez Hindistan hakimi İngiltere’yi de et-kileyecekti. Türkistan’da Rus-İngiliz rekabetininkızışmaya başladığı bu dönüm noktasında dostâ-ne veya düşmanca her iki tarafın birbirleriyleilişkiye geçmeleri artık kaçınılmaz olarak gözü-küyordu. Baymirza Hayit’in ifadesiyle “ağızkavgası” artık başlıyordu (Hayit, 1995: 118-119).

1863 senesi aynı zamanda İngilizlerin mütte-fiki olan Afgan hanı Dost Muhammed’in ölümüve akabinde varisleri arasında baş gösteren tahtmücadelelerinin de başladığı senedir. 1855’deimzalanan ve 1857’de yenilenen İngiliz-Afgananlaşması ile “birinin dostu diğerinin de dostu,birinin düşmanı diğerinin de düşmanı” olarak ka-bul edilmişti. Bu ittifakla Afganistan’da tam birkontrol sağlayan ve Kırım Harbi ile Rus tehdidi-ni bertaraf eden İngiltere, 1857’de İran ile imza-ladığı anlaşma ile de batı cephesini güvenliğe al-mış oluyordu. Fakat, Rusya ekonomik, idarî, ad-lî, askerî ve serfliğin kaldırılmasıyla da önemlibir sosyal reformlar zinciri ile güçlü bir yapıyakavuştuğunda yarım kalan işlerini bitirme karar-lılığındaydı. Bu kararlılık, gelişen ekonomisininhammadde ihtiyacını karşılayıp, endüstrisine ye-ni pazarlar temin etmek, Kırım Savaşı ile kaybe-dilen onurunu yeniden elde etmek, sınırlarını vedolayısıyla kârlı Orta Asya ticaretini güvenlik al-tına almak gibi sebeplerden ileri geliyordu. Rus-ya, Kırım Harbi ile siyasî istikbalinin Batı’da ol-madığını idrak ettikten başka, iktisadî yönden degelişen ekonomisi için Avrupa’da rekabet ede-meyeceğinin farkındaydı (Kaushik, 1970: 41-42).

Stratejik endişelere, ticarî çıkarlara ve haki-miyet mücadelesine dayanan Asya’daki Rus-İn-giliz rekabetinin başlıca özelliği Rusya’nın iler-lemesine karşı İngiltere’nin bir müdafaa yolunuseçmesidir (3). Bu savunma siyaseti ise askerîplanda değil, uluslararası ilişkiler ve diplomasialanında cereyan etmiştir. Bu tarz ise Rusya’nın

Page 4: Bilig_15.sayi

4

bilig-15/Güz’2000

uluslararası sıkıntılara ve başarısızlık riskine rağ-men benimsediği bir yoldu (Gillard, 1968: 121).İngiltere’nin tek hedefi olan Hindistan’ın güven-liğinin sağlanması meselesi Rusya tarafından an-layışla karşılandığı müddetçe bu ilişkilerin aske-rî sahaya kayması ihtimal dahilinde değildi. Zira,Rusya ile İngiltere’nin bu mücadelesi bir “danı-şıklı dövüş”ten ibaretti ve tarafların birbirlerineverdikleri tavizler her zaman karşılıklı olmuştu.Bu çalışmamızın gayesi de bu danışıklı dövüşünaşamalarını incelemek ve karşılıklı tavizlerin izi-ni sürmek olacaktır.

1864 yılında Rusya’nın Hokand Hanlığı’nınönemli şehirlerinden biri olan Çimkent’i ve tica-rî açıdan gayet değerli olan Taşkent şehrini işga-li, bu rekabetin bundan sonraki seyrinin nasıl biryol takip edeceğinin ipuçlarını vermektedir. 1Kasım 1864’de ilk açıklama Hariciye VekiliA.M. Gorchakov (1856-1882)’dan geldi. Avru-pa’nın hemen hemen tüm başkentlerine gönder-diği notada bu işgalin gerekçesi şu şekilde izahediliyordu: “Asya milletleri aşikâr ve etkili birotoriteden başka hiçbir şeye hürmet etmezler.Rusya’nın Orta Asya’daki tavrı İngiltere, Fransa,Hollanda ve Amerika’nın kendi kolonilerindekidavranışlarından farklı değildir.” Gorchakov bunota ile işgallerin ayrıca medeniyete ve huzuruntesisine hizmet edeceğini bildiriyordu (Hayit,1995: 70). Uluslararası arenada işgallerin meşrûzemini böylece yakalanmış oluyordu ki bu nota-nın Avrupa’da Rus istilasına karşı ciddî bir tepkiuyanmamasında etkili olduğu bir gerçektir. Buişgaller görünürde St. Petersburg’un bilgisi dı-şında gerçekleşmişti, ama şehirleri işgal edenGeneral Cherniaev bizzat Çar tarafından taltifedilerek kendisine elmas işlemeli bir kılıç hediyeedilmiştir (Wheeler, 1965: 116; Curzon, 1967:316-317). Burada da askerî disiplini hiçe sayarakişgal girişiminde bulunan, ama neticede başarılıolan komutanların onurlandırılmasında gösterdiğihassasiyet, merkezî hükümetin Orta Asya siyase-tine ışık tutacak bir hadisedir. Rusya’nın bu iş-

galler esnasında sıkı sıkıya benimsediği bir diğertavır da hemen bir teminat vermesidir. Bu temi-nat genellikle yapılan işgalin son olduğu, Rus-ya’nın doğal sınırlarına ulaştığı veya duruma gö-re, Afganistan ile Hindistan’ın Rusya’nın ilgi ala-nının dışında olduğunun belirtilmesi şeklindedir(Boulger, 1879: II, 347) (4).

1869-1873 Dönemi ve Çözüm Aray›fllar›

Tarafs›z Bölge: 1868’de Buhara’nın yapılan sa-vaş neticesinde Rusya’nın bir vasalı konumunaindirgenmesi ile Semerkand şehri de dahil top-raklarının büyük bir kısmı Rus idaresine geçme-si ve İngiliz kamuoyunun yoğun tepkisi sebe-biyledir ki İngiltere artık aktif bir şekilde Rusyayılmasına set çekme yollarını aramaya yönel-miştir. Bu süreç ise, 1869 senesinde başlayıp1873’de bölgenin iki nüfuz alanına ayrılmasınınkararlaştırılmasına kadar devam eder. Bu sürecinbaşlamasından önce, İngiltere’nin Rusya’nın ya-yılması karşısındaki duyarsızlığını bölgedeki ge-lişmeleri yakından takip eden ve diplomatik ge-lişmelerden haberdar olan yayıncı C. H. Rawlin-son 1865’de Quarterly Review’de yayınlananmakalesinde şu şekilde tasvir etmektedir: “Hali-hazırda Orta Asya’da cereyan eden hadiselereİngiliz halkının ilgisizliği modern tarihteki tepkiolaylarının en ilginci olarak görülmelidir.” Bu-nun sebepleri olarak da Hindistan Umumî ValisiLawrence’ın takip ettiği “ustaca faal olmama”siyaseti, Kırım ve Afgan savaşlarının askeri ted-bir alma risk ve isteğini söndürmesi, Orta As-ya’da gelişen olayların Avrupa gündemine gir-memesi ve dolayısıyla Rusya’ya karşı bir ittifakoluşturma ihtimalinin uzak olması ile İngilizHükümeti’nin meseleyi meydan okuma yolu iledeğil de müzakereler yolu ile sonuçlandırmagayretleri gösterilmektedir (Gillard, 1968: 126-127).

Tarafs›z bölge, nüfuz alan› ve s›n›r hatt› kav-ramları Rus-İngiliz rekabetinde ulaşılması he-deflenen diplomatik çözümleri ifade etmektedir.

Page 5: Bilig_15.sayi

5

bilig-15/Güz’2000

Tarafsız bölge fikri nihaî olarak varılan anlaşma-nın kapsamında yoktur, fakat bu sonuca ulaşmaaşamalarında iki devletin de bazı dönemlerde ile-ri sürdükleri bir çözüm önerisidir. Her iki devle-tin uluslararası sınırları dışında kalan, ancak top-raklarına katmadan belirli bir hakimiyet kurduğusahalar olan nüfuz alanı konusu ise Rusya içinTürkistan, İngiltere açısından da Afganistan anla-mına geliyordu. Bu “Diplomatik Savaş” veya“Ağız Kavgası”nın netice itibariyle karara bağla-nan noktası ise sınır hattı meselesidir. Bu sınır ku-zey Afganistan hududu veya yukarı Amu-Deryaolarak çizilmiş, dolayısıyla Türkistan iki nüfuzalanına taksim edilmiştir.

Ağustos 1865’de İngiliz Dışişleri BakanıJohn Russell ile 1867’de Hindistan Valisi Law-rence’ın uluslararası ilişkilere yansımayan sınır-ların tespitine dair önerileri göz ardı edilirse,Rusya ile İngiltere arasında Türkistan’da nüfuzalanı meselesinde ilk resmî teklif İngiltere Dışiş-leri Bakanı Lord Clarendon’dan 27 Mart1869’da geldi. Bu sorun ile alakalı 109 notanınilki olan bu notada, iki gücün toprakları arasındaitibar edilecek bir tarafsız bölge oluşturulmasınıngerekliliğine değiniliyordu. Bu notanın verildiğiRusya’nın Londra Büyükelçisi Baron Brunnowile yapılan görüşme sonunda, elçinin Cleran-don’a takdim ettiği Gorchakov’un bir mektubun-da da böyle bir tarafsız bölge fikri ileri sürülmüş-tür. Ancak, Rus Dışişleri Bakanı’nın bu bölge ro-lünü üstlenebilecek en uygun ülkenin Afganistanolacağını düşünmesi, teoride iki devletin diplo-matik bir çözüm bulmada mutabık olduklarınıgöstermesine rağmen, pratikte farklı anlayışlarasahip olduklarına işaret etmektedir. Bundan son-rası artık ‘’Niçin Afganistan veya başka bir böl-ge’’ sorusuna aranacak cevaptan ibarettir.

17 Nisan’da Gorchakov’a iletilmek üzere İn-giltere’nin St. Petersburg Büyükelçisi Rum-bold’a gönderilen notada Clarendon, ‘’HindistanHükümeti’nin Afganistan’ın tarafsız bölge şartla-rını taşımadığını, çünkü Afgan sınırının iyi bir bi-

çimde tespit edilemediğini, Rusya’nın bu sınıradayandığında bölgedeki aşiret reislerinin arala-rındaki mücadelelere er ya da geç taraf olabilece-ğini, bunun da iki devlet arasında varılan anlaş-malara riayet etmede sorun çıkaracağını” bildir-mektedir. Dolayısıyla, her iki ülke askerlerininihlal etmelerine izin verilmeyecek bir sınır olarakBuhara’nın güneyinde yukarı Amu-Derya’nın ikiülke topraklarını ayıran sınır hattı olarak kabuledilmesini, böylece gelecekte meydana gelebile-cek tartışmaların endişesinin de giderilmiş olaca-ğı” biçimindeki düşüncesini belirtmektedir (Bri-tish Documents, 1985: no.13) (5). Varılan sonanlaşma göz önüne alınırsa, İngiltere’nin başladı-ğı noktada ne kadar kararlı olduğu görülecektir.

Bu farklı görüşlerin ortak noktası ise Afga-nistan’ın kuzey sınırlarının tespit edilmesi mese-lesidir. Burada karşılaşılan zorluk ise AfganEmiri Dost Muhammed’in ölümünden sonrabaşlayan veraset kavgalarından oğlu Şir Ali’ningalip çıkması ve babasından intikal eden toprak-lar üzerinde yeniden hakimiyet kurması ile gün-deme gelen Buhara ile Afganistan arasında tar-tışmalı konumda olan Bedehşan başta olmaküzere bir takım bölgelerdir. Bedehşan bölgesibüyük bir stratejik öneme sahip olduğu için bukonudaki görüşmeler uzun süre devam etmiştir.Burası Buhara’yı tehdit eden bir ordu içinönemliydi ki bu durum Rusya’yı rahatsız eder-di; aynı şekilde Hindukuş geçitlerine sahip ol-mak için vazgeçilmez bir noktaydı ki bu vaziyetde İngiltere’yi huzursuz ederdi (Gillard, 1968:128).

Şir Ali Han’ın Afganistan’daki meşrûhükümranlığının sınırları, babası Dost Mu-hammed’in ölümünden önce otoritesinikurduğu yerler olarak kabul edilmesi İngi-liz Hükümeti’nin talebiydi. Bu istek de İn-giltere’nin yeni St. Petersburg BüyükelçisiSir Andrew Buchanan tarafından 26 Tem-muz 1869’da Rus Çarı II. Alexander’a ile-tilmişti (British Documents, 1985: no.112).Ancak, Çarın meseleyi hükümet çevre-

Page 6: Bilig_15.sayi

6

bilig-15/Güz’2000

lerinin etkili simalarından olan Harbiye Nazırı Miliutinile yaptığı müzakeresinde bakan bu teklife karşıçıkmıştır. III. Napoleon’un, I. Napoleon’un işgalettiği topraklar üzerinde nasıl hiç bir meşrû hak-kı olamazsa, Şir Ali’nin de böyle bir yasal hakkıolamazdı. Ayrıca, Afganistan ile Amu-Derya ar-sında uzanan Afgan Türkistanı tabir olunan Amu-Derya vadisinin, Çin ve Hazar arasında çokönemli bir ticaret yolu olabilirdi (British Docu-ments, 1985: no.113).

İngiltere ve Rusya’nın Türkistan’daki anlaş-mazlıklarını çözüme kavuşturabilmeleri için birgörüşme tertip etmeleri kaçınılmaz hale gelmişti.Bunun için 3 Eylül 1869’da iki devletin Dışişle-ri Bakanları Heidelberg’de bir konferansta biraraya gelip sınır meselesini görüştüler (6). Gorc-hakov görüşmelerin başlangıcında imparatorun“toprakları genişletmenin zayıflığın artışı” olarakdeğerlendirmesini ve Rusya’nın daha da güneyeinme niyetinde olmadığını Clarendon’a ileterekÇarın teminatını bildiriyordu. İngiliz bakan iseRusya’nın son beş yıl içinde Türkistan’da ger-çekleştirdiği işgalleri gündeme getirerek, bun-dan sonraki muhtemel hedeflerin Belh veya Hin-dukuş olabileceğini vurguluyordu. Bu yakınlaş-manın Hindistan’ın güvenliğini tehdit edeceğini,böyle bir durumdan kaçınmanın yolunun ise ikiülke toprakları arasında bir tarafsız zeminin oluş-turulması olduğu söylüyordu.

Gorchakov bu müzakereler esnasında AfganEmiri Şir Ali’nin komşu devletler aleyhine sergi-lediği saldırgan tavırları dile getirmiştir. AncakHindistan’ın yeni atanan Valisi Lord Mayo’nunHeidelberg’den önce Afgan Emiri ile Hindis-tan’ın Umbella şehrinde yaptığı görüşmelerdeemire bu konuda gerekli tavsiye ve uyarıların ya-pıldığı ifade edildikten sonra, Afgan Emiri’nin şusıralarda o bölgedeki faaliyetlerinin kendi meşrûtopraklarında hakimiyetini güçlendirmeye yöne-lik çabalar olduğu izah edilmiştir. Bununla birlik-te Lord Clarendon, Rus ve İngiliz toprakları ara-sında çok istenen tarafsız bölgenin sınır hattı ola-

rak Amu-Derya’yı görüşme gündemine getirmiş-tir. Rus Vekili ise nehrin güneyindeki topraklarınBuhara Emiri’ne tâbi olduğunu ve bu meseleninde iki güç arasında anlaşmazlıklara yol açabilece-ğini, bunun için Afganistan’ın bu tarafsız bölgerolüne daha uygun olacağını dile getirmiştir. Bu-na mukabil Clarendon, Afgan sınırının iyi tespitedilemediği ve emirin daha evvel Afganistan’atabi olan, fakat Rusya tarafından bağımsız kabuledilen küçük beylikleri hakimiyeti altına almakiçin çaba sarf edebileceğini belirtmiştir. Rus-ya’nın Hariciye Vekili Afgan Emiri’nin bu gay-retlerinde serbest olduğunu, ancak Buhara Hanlı-ğı’na karşı girişilecek bir saldırı hareketinin Rus-ya’ya karşı yapılmış kabul edilebileceğini beyanetmiştir. Son olarak, Clarendon, St. Petersburg’dahüküm süren bir yanlış anlamayı düzeltmek iste-miştir. O da İngiliz Başbakanı Gladstone’unAvam Kamarası’nda yaptığı konuşmasında ilerisürülen “bir tarafsız bölge olarak düşünülen şeyinnetleştirilmesinde Rusya’nın isteksiz olduğu”şeklindeki demecidir ki Dışişleri Bakanı, Glads-tone’un asıl beyanının “meselenin zorluklardanuzak olmadığı ve henüz halledilemediği, ancakiki tarafın da bir sonuca ulaşmada samimi ve is-tekli olduğunu” zikretmiştir.

Heidelberg Konferansı iki ülkenin hakim ol-duğu topraklar arasında prensipte bir tarafsızbölge tesisinin gerekli olduğundan yola çıkılarakgerçekleştirilmişti. Ancak bir uzlaşmaya varıla-madan dağılmasıyla taraflar ileri sürdükleriplanların tarihî, coğrafî, siyasî ve topoğrafik te-mellerini oluşturma yoluna başvurmuşlardır. Buamaçla Hindistan’daki İngiliz Valiliği, Afganis-tan’ın kuzey sınırı ile ilgili düşünce ve delilleri-ni içeren, Kalküta’da hazırlanmış olan Memo-randum’u 14 Eylül’de St. Petersburg’a elçisiBuchanan vasıtasıyla iletmiştir (British Docu-ments, 1985: no.125). Buna göre, Buhara Hanlı-ğı’nın nehrin güneyinde Kerki ve Çarcuy şehir-leri hariç bir meşru talebi olmamalıdır. Zira Af-ganistan hakimi Ahmet Şah, 1751’de Afganistan

Page 7: Bilig_15.sayi

7

bilig-15/Güz’2000

Hanlığı’nı kurduğunda Meymene, Andkuy, Şi-bergan, Belh, Şir-i pul, Kulm ve Taşkurgan veBedehşan’a valiler göndermiştir. Dost Muham-med de 1850-9 arasında, bu bölgede Afganis-tan’ın hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. Esasen budönemde Kerki ve Çarcuy şehirleri dışında, Bu-hara’nın nehrin güneyinde bir otoritesi kalma-mıştır. Bu hudut Kerki’nin şehir sınırının başladı-ğı Hoca Salih köyüne kadar uzanmaktadır. Tartış-malı olan tek bölge ise Meymene eyaletidir kibağımsızlığı Şir Ali tarafından vergi karşılığındagaranti edilmiştir (7).

Nüfuz Alan›: 1869’da Hindistan Valiliği’ne ata-nan Mayo, Orta Asya’nın iki nüfuz alanına ayrıl-ması için baskı yapmaya başlamıştı. 3 Haziran’dabir tarafsız bölge yerine Rusya ve Hindistan ara-sında ‘bağımsız devletlerden müteşekkil genişbir hudut’ meydana getirilmesini önermiştir. Af-ganistan, Kaşgar ve Kelat İngiltere’nin nüfuzalanını oluştururken, Hive, Buhara ve Hokand daRusya ile aynı ilişki içinde olacaktı. Her iki bü-yük güç birbirlerinin alanlarına karışmamak içinbir ‘karşılıklı müdahale etmeme ahdi’ne sadık ka-lacaklardı. Bu görüşmeleri yürütmek için ValiMayo, T. Douglas Forsyth’i St. Petersburg’agönderdi (Becker, 1968: 60).

T. D. Forsyth, Ekim 1869’da St. Petersburg’aulaşmış ve ilk görüşmesini Dışişleri BakanıGorchakov ile 30 Ekim’de gerçekleştirmiştir.Orta Asya’daki Rusya ve İngiltere’nin çıkarlarıile alakalı yaptığı görüşmelerin raporunu (8)(British Documents, 1985: no.222) Elçi A. Buc-hanan’a iletmiştir. Bu rapordaki bilgilere göreRus Dışişleri Bakanı Mayo’nun ‘aracı bağımsızdevletler’ fikrini muğlak bulduğunu, zira İngilte-re’nin Afganistan ile olan münasebetlerinin Rus-ya’nın Buhara Hanlığı ile olan ilişkilerine benze-mediğini ifade etmiştir.

Forsyth’in Rus Dışişleri Bakanlığı Asya Ma-sası Müdürü M. Stremoukhov (1864-75) ve Har-biye Nazırı Miliutin (1856-81) ile yaptığı müza-

kereler de önemli gelişmeler olmuştur. Stremo-ukhov Belh, Kunduz ve Bedahşan’ı içeren bir ta-rafsız bölge fikrini ileri sürerken, Miliutin de ha-lihazırda Şir Ali’nin sahip olduğu tüm vilâyetle-rin Afganistan olarak kabul edilmesi ve bu sınır-ların ötesinde hiçbir nüfuz mücadelesi ve müda-halede bulunmaması, bunun için de İngiltere’ninyetkisini kullanmasının gerekliliğini ifade etmiş-tir. Aynı şekilde, ona göre Rusya da Buhara’yıAfgan sınırına tecavüzden alıkoyacaktı. Bu gö-rüşmelerin en mühim noktası ise “şayet bu dev-letler patronları ve koruyucularına kötü tavır takı-nırlar veya onların varisleri, yapılan anlaşmalarariayet etmek istemezlerse bu durumda iki büyükdevletin cezalandırmalarının boyutu ne olacak-tır?, bir başka ifadeyle örneğin Rusya kendi istekve iradesine aykırı olarak Buhara tarafından işga-le tahrik edilse ve Rusya da bu ülkeyi işgal etse,o zaman bu hareketi İngiltere ve Rusya arasında-ki anlaşmalara ters düşer mi?” şeklinde gelensorudur. Forsyth’in kişisel cevabı ise “Afganis-tan’ın bütünlüğü muhafaza edildikçe herhangibir cezalandırmaya, hatta kısmen veya tamamenülkenin işgaline bir tepki verilmeyebilir.” ol-muştur. Böylece Rusya ve İngiltere kendi nüfuzalanlarında tam bir hareket serbestisi kazanmış-lardır. Çünkü, Londra Forsyth’in bu yorumunakarşı hiçbir açıklama yapmamış, Mayo da onunçalışmalarından fazlasıyla memnun olmuştur(Becker, 1968: 61).

4 Kasım’da Forsyth’in Stremoukhov ileyaptığı bir diğer görüşmede meselenin detay-ları değerlendirilmiştir. Bunlar arasında Be-dehşan’ın siyasî durumu gündeme gelmiştir.Rusya bu şehrin hassas bir noktada olduğu-nu, çünkü Rusya’nın müttefiki olan HokandHanı’nın Bedahşan’ın sınırında olan Kulab’dahakimiyetini kurmak için çaba sarf ettiğini,eğer Bedahşan Emiri de burada bir hak talepederse çıkacak muhtemel problemin iki bü-yük güç arasındaki karşılıklı iyi niyete zararverebileceği endişesini dile getirmiştir. St.Petersburg’da bulunan Buhara elçisine

Page 8: Bilig_15.sayi

8

bilig-15/Güz’2000

Bedahşan’nın durumu sorulmuş, o da Dost Mu-hammed’in Herat’ı ele geçirmesinden beri bura-nın Kabil’e bağlı olduğunu bildirmiştir. Neticedebelirsizliğin giderilmesi için iki tarafın da dahateferruatlı çalışma yapmalarının gerekli olduğukararı verilmiştir.

D. Forsyth 5 Kasım’da da Çar II. Alexanderile görüşme imkânı bulmuştur. Çar, iki ülke top-rakları arasında oluşturulması düşünülen tarafsızbölge fikrini benimsediğini ve eğer Şir Ali’ninkafasından Afganistan topraklarını genişletmefikri atılırsa Orta Asya’da barışın tesis edileceği-ni beyan etmiştir. Bu görüşmeden bir gün sonraBedahşan’ın Afganistan’a bağlı olduğu onaylan-mıştır. Bu görüşmeler neticesinde Orta Asya’danüfuz alanı ve tarafsız bölge meselelerindeki çö-züm arayışları belirli bir aşamaya getirilmiştir.Bu iki farklı gibi görülen öneriler esasen birbir-lerini tamamlayıcı niteliktedirler. Oluşturulmakistenen tarafsız bölge iki nüfuz alanı arasında birçizgi halinde -sınır hattı- tesis edilebildiği süreceuzlaşma sağlanabilirdi. Varılan nokta da bu ol-muştur. Çünkü, Amu-Derya’nın güneyinde ŞirAli’nin otoritesinin güçlü olduğu kabul edilmişve Londra ile Kalküta bir tarafsız bölge ihtimali-ni gözden çıkarmıştır (Becker, 1968: 61)

S›n›r Hatt›: 1869 senesi sonlarında Türkistan’daRus-İngiliz rekabetinde nüfuz alanı mücadelesi-nin son aşama olarak sınır hattı meselesi tartışıl-maya başlamıştır. Bu hat Afganistan’ın kuzey sı-nırını teşkil eden Yukarı Amu-Derya nehridir.

1870 Mart’ında Buhara Emiri Muzaffereddintopraklarının güneyinde Rus yenilgisiyle sarsılanotoritesini yeniden sağlamak amacıyla hareketegeçtiğinde bölgede tansiyon yükselmişti. Bir ta-kım sınır ihlalleri gerekçesiyle Şir Ali de rahatsız-lığını Hindistan Valiliği’ne iletmiş ve nehir üze-rinde Andkuy’da bu tür ihlallere karşı tedbirmaksadıyla bir istihkam inşa etmek istemiştir.Ayrıca Buhara Emiri’nin oğlu Surrah Bey’in Ka-bil’e ve Şir Ali’nin yeğeni Abdurrahman’ın Bu-

hara’ya sığınmış olmaları ve oralarda bir takımsiyasî faaliyetlerle güçlerini toparlamaya çalış-maları bu gerilimi arttırmıştır (British Docu-ments, 1985: no.49 vd.)

Forsyth’in St. Petersburg görüşmelerinde Af-gan sınırının tespiti için her iki tarafın araştırmayapması alınan kararlardan biriydi. Buna binaen20 Mayıs 1870 tarihli bir raporu Hindistan Hükü-meti Rusya’ya göndermiştir. Bu raporda Afga-nistan’ın kuzey sınırı detaylarıyla açıklığa kavuş-turulmuştur. Buna göre Şir Ali’nin bugün sahipolduğu topraklar babası Dost Muhammed’in oto-ritesini kurduğu bölgelerle aynıdır. DolayısıylaDost Muhammed’in hanlığının sınırları genel ola-rak Afganistan’ı Orta Asya’nın diğer devletlerin-den ayıran hudut olarak kabul edilebileceği vur-gulanmıştır. Bazı istisnaî dönemler hariç, Amu-Derya Buhara-Afgan sınırını teşkil etmiştir ki1857 ve 1859’da Buhara Emiri Muzaffereddinile Afgan Hanı Dost Muhammed’in uzlaştıklarınokta da budur. Emir nehrin güneyinde hiç birhak talep etmeyeceğini, Afganistan’ın nehrin ku-zeyindeki Türkmenlerin içişlerine karışmamasışartına bağlamıştır. Şir Ali de bu topraklardakontrolü sağladığına göre Afganistan’ın kuzey sı-nırı Amu-Derya üzerinde kuzey-batıda Hoca Sa-lih ve Kerki arasında bir noktadan başlayıp, doğuistikametinde Pencap, Vakhan’dan geçip PamirYaylası’nın Hindukuş’a kavuştuğu noktada sonaerer (British Documents, 1985: no.153).

Rusya bu sıralarda Buhara topraklarındaprestijini arttırma ve ticarî faaliyetlerinin gü-venliğini bahane ederek de Hive’ye karşı birsefer tertipleme çalışmalarıyla meşguldür.Rusya’nın Buhara topraklarına girdiği ve birçok bölgeyi işgal ettiği esnada meydana ge-len kargaşa ortamında, Şehr-i Sebz vilâyetiBuhara ile olan zayıf bağlarını tamamen kese-rek tam bir müstakil beylik haline gelmişti.Rusya da düzenlediği bir seferle bu şehri zap-tetmiş ve Emir’in kontrolüne terk ederek Bu-hara üzerindeki itibarını kuvvet-

Page 9: Bilig_15.sayi

9

bilig-15/Güz’2000

lendirmiştir (Becker, 1968: 51). Hive seferi ha-zırlıkları ise Stremoukhov’un Buhara’ya tâbiÇarcuy şehrinin Hive’ye ait olduğunu belirterektartışma konusu yapması ile başlamıştır (British

Documents, 1985: no.85, 127, 142, 234). “Afga-nistan’ın bütünlüğüne zarar vermeden” Hazar ileOrta Asya arasındaki önemli ticaret yollarındanbirisi üzerinde bulanan Çarcuy’u Rusya’nın işgalniyetini 17 Mayıs 1871’de A. Buchanan ile yap-tığı görüşmede dile getiren Stremoukhov, 29 Ma-yıs’da da kervan ticaretinin sağlıklı bir şekildeyürütülebilmesinin bir ön şartı olarak Hive’ninişgalini gündeme getirmiştir (British Docu-

ments, 1985: no.104). Ancak İngiltere’nin tepki-si karşısında bu planlarını rafa kaldırmak zorundakalan Rusya, bu defa da Hindistan Hükümeti’nin“yumuşak karnı” olan Afganistan’ın kuzey sınırı-nı ve tarafsız bölge meselesini tekrar ısıtıp birMemorandumla tartışmaya açmıştır (British Do-

cuments, 1985: no.254). Gorchakov’un VekiliWestmann’ın kaleme aldığı bu çalışma Türkis-tan’da Rus-İngiliz rekabetindeki en büyük “pa-zarlık” olacaktı. Rusya’nın düşüncesi, Afgan sını-rının çözüme kavuşturulmasına karşılık İngilteretarafından Çarlık Rusyası’nın Hive’yi işgaline vi-ze verilmesi olacaktır. Eğer Afgan sınırı problemiçözüme kavuşturulup bir anlaşma imzalanırsa,Rusya, Hive ile olan halledilmemiş sorunlarınıçözmede sıkıntı çekecek ve hareket serbestliğiniyitirecekti (Becker, 1968: 62; Gillard, 1968:

130). Dolayısıyla diplomasinin temel vasıtaların-dan olan elindeki bu kozunu kullanacaktı.

24 Ekim 1871’de A. Buchanan’ın Stremouk-hov ile yaptığı görüşmesinde ilk defa telaffuzedilen ve taslak halinde olan memorandumdaRusya, Buhara ve Afganistan arasındaki devlet-lerin bağımsızlıklarının muhafaza edilip, Rusyave İngiltere’nin hakimiyet alanları arasında birtarafsız bölge oluşturulmasını istiyordu. Aslında,Ekim 1869’da D. Forsyth’in St. Petersburg’dakitemasları neticesinde tarafsız bölge fikrinden

vazgeçilmiş ve Orta Asya’da iki nüfuz alanınıntesisine karar verilmişti. Bu tarafsız bölgeyi Be-dahşan ve Meymene oluşturacaklardı. İleri sürü-len iddia ise bu iki vilâyetin hiçbir zaman Afga-nistan tarafından ele geçirilemediği, dolayısıylaAfgan hakimiyetinin söz konusu olamayacağıidi. Bu sebeple Buhara, Afganistan ve Hokandarasında kalan bir bölgenin kabul edilmemesiiçin bir neden olamazdı. Ayrıca İngiltere’ninAmu-Derya’nın sınır olması teklifi pratikte pekmümkün gözükmüyordu. Zira nehir bir çok kol-dan meydana gelmekteydi ve hangisinin sınırıana yatak olduğunun belirlenmesi imkânsızdı.Rusya bir yandan Afganistan sınırı probleminiyeniden tartışmaya açarken, bir yandan da Hi-ve’nin işgali için hazırlıklarına başlamıştı. 19Mart 1872’de St. Petersburg elçisi olarak atananAugustus Loftus Rusya’da Hive’ye karşı bir se-fere karar verildiğini bildirmiş ve aynı zamandabölgeye asker sevkıyatının başladığını bildiren ra-porlar da Hindistan Valiliği’ne gönderilmiştir(British Documents, 1985: no.10, 32, 44).

Özellikle Bedahşan üzerindeki tartışmalardevam ederken, Orta Asya’da bir uzlaşma zemi-ninin bulunması ve karar verilen Hive seferininonayının alınması için Ocak 1873’de Çar II. Ale-xander’ın özel elçisi olarak Siyasî Polis ŞefiKont Schouvalov Londra’ya ulaşmış ve İngilizBaşbakanı Granville ile görüşmüştür (BritishDocuments, 1985: no.3, 4, 5). Bu temaslarda elealınan konuları ve Başbakan’ın düşüncelerini St.Petersburg elçisi A. Loftus’a 8 Ocak’da gönder-diği mektubundan takip ediyoruz. Granville, Hi-ve seferinin baharda yapılacağına karar ve-rildiğini doğrulayarak, Rusya’nın amacınında ticaret kervanlarının yağmalanmasına sonvermek, 50 Rus esirini kurtarmak ve hanayaptıklarının cezasız kalamayacağını öğret-mek olduğunu iletmiştir. Bu seferin uzunsüreli bir işgal olmaması için gerekli tali-matları Rus Hükümeti’nin verdiğini kaydet-mektedir. İngiltere’nin bu sefer karşısındatavrının ne olacağı da gayet açık bir şekil-

Page 10: Bilig_15.sayi

10

bilig-15/Güz’2000

de ifade edilmiştir: “eğer bu girişim Schouva-lov’un açıkladığı amaçlar ve sınırlar içinde ger-çekleşirse, Majestelerinin Hükümeti tarafındanbir protestoya muhatap kalmayacaktır, fakat şüp-hesiz bu faaliyet İngiliz kamuoyunu endişelendi-recektir ve iki devlet arasındaki iyi ilişkiler ileOrta Asya’da barışın sağlanması amacına yönelikAfganistan sınırı meselesinin çözüme kavuştu-rulması daha önemlidir.” Ocak ayının sonlarındaSt. Peterburg’a dönen Rus elçisinin Londra’dakitemaslarının gayet memnun edici olduğunu bildi-ren Çar ile yaptığı görüşmede A. Loftus, Çar’ınAfgan sınırı ile alâkalı sorunun en kısa zamandaİngiltere’nin önerileri doğrultusunda bir neticeyevarmasını arzu ettiğini bildirdiğini Granville ra-por etmektedir. Çar’ın bu arzusunun gerçekleş-mesi bir hafta gibi kısa bir zaman aldı ve 31 Ocak1873’de Rus Hariciye Vekili Gorchakov, Londraelçisi Brunnow’a Rusya’nın, Afganistan’ın ku-zey hududunun iki devletin Orta Asya’daki nü-fuz alanlarını ayıran sınır hattı olarak kabul edece-ğini bildiren mesajını gönderdi (British Docu-ments, 1985: 110). Bu anlaşmaya göre her ikidevlet de kendi nüfuz alanları dahilinde huzurubozan faaliyetleri ve komşu devletlerin toprakla-rına müdahale ve saldırıda bulunan hükümdarlarıalıkoymak için tüm yetkilerini kullanacaktı.

Neticede, İngiltere Hindistan’ın güvenliğinigaranti altına alarak uzun zamandan beri istediğiamacına ulaşmıştı. Rusya da buna mukabil aldığı‘vize’ ile Türkistan’ın en eski medeniyet merkez-lerinden biri olan Harezm’i uluslararası diploma-side ciddî bir protesto ile karşılaşmadan sınırları-na dahil etti. Rusya, İngiltere’ye verdiği bu tavizile aslında kendi amacına ulaşmış oluyordu (Ka-

ushik, 1970: 53). Bu dostane ilişkileri perçinle-mek için de Çar II. Alexander’ın kızı İngiltere

Kraliçesi Victoria’nın ikinci oğlu ile evlendiril-mişti (Boulger, 1879: II, 325).

SONUÇ

1863-73 döneminde Orta Asya’da Rus-İngi-liz rekabetinde varılan uzlaşmada taraflar, bualanlar içinde hakimiyetlerini tasdik ettirmiş vebir hareket serbestliği kazanmış oluyordu. Çalış-mamızda ele alınan dönemin ilk kısmında, yani1863-1869 yılları arasında Rusların bölgede faaloldukları görülürken, İngilizlerin henüz ciddi birtepkisi olmamıştı. Dönemin diğer kısmı, 1869-1873 yılları ise tam bir diplomasi trafiğine sahneolmuştur. 1869 Ekim-Kasım’ında varılan anlaş-ma ile bölge iki nüfuz alanına taksim edilmiş veTürkistan Rusya’nın kontrolüne geçerken, Afga-nistan da İngiltere’nin himayesine giriyordu.Bundan sonrası bu iki alanı birbirinden ayıran sı-nırın tespitine yönelik çalışmalara hasredilmiştir.Nihayetinde bu sınır Afganistan’ın kuzey hududuolarak belirlenmiştir. Bölgedeki Rus-İngiliz re-kabetinin takip ettiği seyri gayet yerinde tasvireden bir müellif: “Rus faaliyeti ile İngilizlerinDoğu’daki çekimserliği Türkistan aleyhine bir-leşmişti. Onların nüfuz siyaseti, esasen zayıfolan Türkistan devletlerinin kaderini tayin etti veTürkistan Asya’daki beynelmilel politikanın kur-banı oldu.” demektedir (Hayit, 1995: 121-122).

Ancak, hikâye burada bitmiyordu, çünküRusya XX. asrın ilk çeyreğinde geçirdiği bir ta-kım siyasî ve ideolojik değişimlerle vizyonunudeğiştirmiş ve XV. asırdan itibaren süregelen ya-yılmacı politikasının hedefleri arasına şimdi detüm dünyayı yerleştirmişti. Bu hedefler arasındacoğrafî planda kendisine en uzak noktalardan bi-ri olan Küba olduğu gibi, bölgede yer alan ve buçalışmada incelemeye gayret ettiğimiz Afganis-tan da vardı.

Page 11: Bilig_15.sayi

11

bilig-15/Güz’2000

AÇIKLAMALAR

1. Bu şahıslar izlenimlerini ayrıca kaleme alarak da bölgetarihi için önemli kaynaklar meydana getirmişlerdir; M. Elp-hinstone, An Account of the Kingdom of Cabul, London 1815;H. Pottinger, Travels in Beloocistan and Sind, London 1816.

2. Bu elçiler de müşahedelerini aktardıkları eserler vücu-da getirmişlerdir; Alexander Burnes, Travels into Bukhara,London 1834; Arthur Conolly, Journey to the North of India,London 1834.

3. Burada İngiltere’nin savunmaya yönelik siyaset takipettiğinden kastımız Rusya’nın işgallerinin bu denli hızlı olma-sı karşısında İngiltere’nin aynı şekilde bir takım işgallere gi-rişmemesiyle düştüğü savunma gibi gözüken tavrıdır. Esasenikisi de Asya’da işgalci politikalar izlemişlerdir. Ancak, herzaman birbirlerini saldırganlıkla suçlamışlardır (Kaushik,1970: 49-50).

4. Bu şekilde güvence vermenin misalleri Rusya’nınTürkistan içlerine yaptığı her işgal aşamasının ardından görü-lebilir. Bunun için bak; British Documents on Foreign Affa-irs, Part I, Series B, XI, Britain Russia and Central Asia,

1865-1878, ed. David Gillard, University Publications ofAmerica.

5. Bu mesele ile ilgili belgeler “Evrak 2” anabaşlığı ve“Afganistan’ın Kuzey Sınırı ile Alâkalı Majestelerinin Büyü-kelçiliği ve Dışişleri Bürosu Arasındaki Yazışmalar ve OrtaAsya Hakkında Rusya ile İngiltere Hükümetlerinin Görüşle-rinin Özetleri: 1869-73” altbaşlığı ile verilmiştir.

6. Bu konferansta ele alınan konular 122 numaralı belge-de detaylı bir biçimde mevcut olup çalışmamızda buradanalıntı yapılmıştır.

7. Memorandum da bu iddiaları ileri süren Hindistan Va-liliği bölge tarihi hakkında otorite kabul edilen Vambéry,Wheeler, Fournier, Ferrier ve Burnes’in muhtelif eser vearaştırmalarını kaynak olarak göstermektedir.

8. Bu raporların tamamı eserde “Forsyth’in Çar ve Ba-kanları ile 1869’da St. Petersburg’da Yaptığı GörüşmelerleAlakalı Sir A. Buchanan’nın Telgrafları ile Forsyth’in Mek-tuplarının Nüshası ve Özetleri” başlığı altında verilmiştir.

Page 12: Bilig_15.sayi

12

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

BECKER, Seymour (1968), Russia’s Protecto-rates in Central Asia: Bukhara and Khi-va, 1865-1924, Harvard University Press,Cambridge.

BOULGER, D. Charles (1879),England andRussia in Central Asia, II, W. H. Allen &Co., London.

British Documents on Foreign Affairs, Part I,Series B, XI, Britain Russia and CentralAsia, 1865-1878, ed. David Gillard, Uni-versity Publications of America.

CURZON, George N. (1967), Russia in CentralAsia in 1889 and the Anglo-Russian Qu-estion, Frank Cass & Co. Ltd., London.

GILLARD, David (1968), The Struggle forAsia, 1828-1914: A study in British and

Russian ‹mperialism, Holmes & MeierPublishers, Inc., New York.

HAYİT, Baymirza (1995), Türkistan Devletle-rinin Millî Mücadeleleri Tarihi, Türk Ta-rih Kurumu, Ankara.

KAUSHIK, Devendra (1970), Central Asia inModern Times; A History from theEarly 19th Century, ed. N. Khalfin, Prog-ress Publishers, Moscow.

SARAY, Mehmet (1983-4), “Türkistan’da Rus-İngiliz Rekabeti”, İstanbul ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 34 ,s. 397-417.

WHEELER, Geoffrey (1965), “The RussianCapture of Tashkent”, Central Asian Re-view, XIII/2, s. 105-120.

Page 13: Bilig_15.sayi

13

bilig-15/Güz’2000

THE RUSSO-BRITISH RIVALRY IN CENTRAL ASIADURING THE PERIOD OF 1863-1873

Halil ÇET‹N

K›r›kkale University,Faculty of Arts and Sciences

ABSTRACT

The Central Asian geography, exhibited an inexhaustible activity throughoutcenturies, took its characteristic from being a constant route between thecivilizations. However, the speed and capacity of these intensive relationsdecreased as a result of the New World’s discovery and other developmentscompared with the previous centuries.

During the period of imperialism, however, this activity was inspired, forthis time, by the rivalry of two great powers, Tsarist Russia and Great Britianthat competed for influence in the area. While Russia was looking for a marketto her economy, Britian was anxious about taking her most important Indiancolony into a security line.

In this work, the subject is from which steps the aimed political solutionshave passed. At last, the point of reconciliation was to separate region into twofield of influence. Also, the same rivalry taking place in the Ottoman lands(Cyprus and the Straits) indicates that, in fact, how the matter was related withso wide geography.

Key Words:Central Asia, Russo-British Rivalry, Russia, Britain

Page 14: Bilig_15.sayi
Page 15: Bilig_15.sayi

15

bilig-15/Güz’2000

LOZAN SONRASI IRAK TÜRKLER‹N‹NDURUMU VE GENEL PROBLEMLER‹

Dr. Meflkure Y›lmaz BÖRKLÜGazi Üniversitesi, Okutman

ÖZET

Uzun y›llar Türk hakimiyetinde bulunan Ortado¤u bölgesi, I. Dünya Savafl›sonras› bat›l› emperyalist ülkeler taraf›ndan paylafl›lm›flt›r. Bu paylafl›mda Irakbölgesi ‹ngiliz, nüfuz alan›na girmifltir. Böylece bu bölgede as›rlar boyu yafla-yan önemli bir Türk kitlesi de Türkiye’den kopar›lan topraklarla birlikte ayr›lm›floluyordu. ‹ngilizler taraf›ndan iflgal edilen Irak’›n Musul bölgesinde yo¤un birTürk nüfus yaflamakta ve buras› da “Misak-› Milli” s›n›rlar› dahilinde kurtar›la-cak kutsal vatan topraklar› aras›ndayd›. Ancak bu bölgenin zengin petrol re-zervlerine sahip oldu¤unu bilen ve uzun süredir bu bölgeye hakim olmay› arzu-layan ‹ngilizler, hiçbir zaman buna müsade etmeyecekti. Lozan görüflmelerin-de dondurulan Musul sorunu, Milletler Cemiyeti, Lahey Adalet Divan› ve ikiliTürk-‹ngiliz görüflmelerinde de çözümlenemedi. Daha sonra ‹ngiliz deste¤i ilebafllayan fieyh Said isyan› ve büyük Avrupa devletlerinin bask›s› üzerine Tür-kiye, Musul üzerindeki haklar›ndan vazgeçti. Müteakip zaman içinde Irak, ‹ngi-liz güdümlü yapay bir devlete dönüfltürüldü ve ülkede ihtilaller, diktatörler ve ka-os hiç eksik olmad›. Bu ülkede yaflayan Türkler, genelde Türkiye-Irak aras› ilifl-kilere parelel baz› kültürel haklardan yararlanm›fllard›r. Ancak özellikle 1974sonras› bölge Türkleri üzerindeki bask›lar artm›flt›r. ‹ran-Irak Savafl› esnas›ndaatefl hatt›na sürülen soydafllar›m›z, Körfez Savafl› sonras› ise, bölgede oluflanotorite bofllu¤u ve sahipsizlik ortam›nda, çok s›k›nt›l› günler geçirmifllerdir.

Irak Türklerinin en önemli s›k›nt›lar›, bu ülkede demokratik bir rejimin olma-mas› ve ülke yönetiminin diktatörler elinde bulunmas›ndan kaynaklanmaktad›r.Bu makale kapsam›nda Lozan’dan günümüze Irak Türklerinin (veya Türkmen-lerinin) genel durumu ve problemleri ele al›nmakta ve Türkiye’nin bölgeye yö-nelik politikalar› incelenmektedir.

Anahtar Kelimeler:Irak Türkleri, Türkmenler, Kuzey Irak, Türkiye’nin Irak Türkleri Politikası.

Page 16: Bilig_15.sayi

16

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti ve müt-tefiklerinin yenilmesi sonrası Anadolu ile ArapYarımadası arasında bulunan Mezopotamya böl-gesinde yapay bir Irak devleti kurulmuştur. Ge-nelde Osmanlı Devleti’nin Musul eyalet toprak-larında yer alan bu devlet, o devirde dünyanın tekhakim ve süper gücü olan İngiliz İmparatorluğu-nun petrol çıkarları ve bölgedeki zengin petrolrezervlerine sahip olma arzusunun bir sonucu-dur. Musul ve Kerkük bölgesinin Misak-ı Millikapsamında olması ve burada yaşayan Türklerinde çoğunluğu teşkil etmesine rağmen, bu coğraf-ya, çeşitli hile ve entrikalarla Türkiye’den kopar-tılarak sınırları dışına atılmıştır. Genelde kuzeydeolmak üzere günümüzde Irak’ta 2.5 milyon dola-yında Türk yaşamaktadır (Beyatl›, 1989). Bu ra-kam, bölgede yaşayan Türkmen kaynaklarınadayanmaktadır. Yapılan bazı tarafsız araştırmala-ra göre bölgedeki Türk nüfusun, 2 milyona yakınolduğu ifade edilmektedir (Uçar).

Irak’ta İlk çağdan itibaren tarımsal temelleredayanan gelişmiş uygarlıklar yaşanmıştır (Ho-oke, 1995). Buradaki Türk varlığının kökleri 10-12 asır önceye kadar dayanmaktadır. Bölgedekiilk Türk yerleşimi, 676 yılında Emevi hükümda-rı Ubeydullah bin Ziyad’ın Basra’ya yaklaşık2.000 kişilik bir grubu getirmesiyle başlamıştır(Beyatl›, 1989). Askerî alanlarda çok büyük hiz-metleri görülen bu Türklerin önemi Abbasilerdöneminde daha da artmış; kritik idari ve askerîmevkilere gelmişlerdir. Ülke için çok yararlı buinsanların özellik ve karakterlerini korumak iste-yen Abbasiler, Bağdat yakınlarında kurduklarıyeni bir şehre (Samarra) aileleri ile birlikte Türk-leri yerleştirmişlerdir (Sümer, 1977). ZamanlaAbbasi Devleti’ndeki mevcutları daha da artanTürkler, 945’te Bağdat’a giren Büveyhoğullarınakarşı Halifeyi korumuşlardır. Aynı dönemlerdeMuciz El Devle komutasında büyük bir kısmıAzeri Türkü olan bir askerî grup da Irak’a geti-rilmiştir (Demirci, 1991).

1040 yılından sonra Irak’a gelmeye başlayanOğuz boylarının göçü 1050 ve 1054 yıllarında hızkazanmıştır. 1055’deki Şiî Büveyhoğulları saldı-rıları karşısında Halife’yi koruyan Selçuklu Sul-tanı Tuğrul Bey’le de bölgede yaklaşık 9 asır sü-recek bir Türk hakimiyet dönemi başlamıştır(Çay, 1987). Tuğrul Bey’le birlikte çok sayıdaTürk, Irak topraklarına gelmiştir. Bayat aşireti-nin de Irak’a gelmesi, yine Selçuklular zamanın-da olmuştur (Beyatl›, 1989). Irak Türklerinin“Türkmen” olarak anılması da bu dönemde baş-lamıştır. Tarihçiler, İslamiyet’i kabül eden Oğuz-lara “Türkmen” denildiği konusunda birleşmek-tedirler (Köprülü, 1996). Büyük Selçuklu Devle-ti ile başlayan fetih ve yeni yurt edinme faaliyet-leri, Selçuklulardan sonra Irak Selçukluları, Mu-sul (Zengiler) ve Erbil Atabeyleri, Karakoyunlu-lar ile devam etmiştir (Hürmüzlü, 1994).

Irak’a son Türk göçü Osmanlı Devleti zama-nında olmuştur. Musul şehri ve bölgesinin Os-manlı topraklarına katılışı, Yavuz Sultan Selim’in1516’da Kuzey Irak’ı fethi ile gerçekleşmiştir.Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’de Bağdat’ı al-ması ile de Irak bir Türk eyaleti haline gelmiştir.Daha sonra bu bölgeye iskan edilen Türklerinburadaki hakimiyetleri, I. Dünya Savaşındaki İn-giliz ileri harekatına kadar sürmüştür (Köprülü,1996; Kuran, 1987). İngiltere, I. Dünya Savaşın-da Musul’a girmiştir. Ancak bu bölgeye sahip ol-mayı daha önceden planlamıştı. Çünkü Musulbölgesi, zengin petrol yatakları ve tarıma çok el-verişli topraklarına ilaveten İngiliz sömürgesiHindistan’a giden güzergah üzerinde bulunuyor-du. Bu nedenlerle İngiltere, Osmanlıları, karşı-laştıkları iç isyan (Kavalalı Mehmet Ali Paşa gi-bi) ve dış saldırılar (Rusya ile yapılan savaşlar gi-bi) karşısında daima desteklemiştir. Ancak za-manla, özellikle 93 Osmanlı - Rus Harbindensonra, Osmanlı Devleti’nin çok zayıfladığını gö-ren İngilizler, 1897’den sonra izlediği politikayıdeğiştirerek Osmanlı topraklarının paylaşılması-na razı olacaktır (Öke, 1995).

Page 17: Bilig_15.sayi

17

bilig-15/Güz’2000

IRAK DEVLET‹’N‹N KURULUfiU

II. Abdülhamid dönemi ve sonrasında Musulbölgesi, zengin ekonomik kaynakları ile hem Al-man ve hem de İngilizlerin ilgisini çekmiştir. Buülkeler, bölgedeki ticari faaliyetleri yanında pet-rol arama ve işletme hakkı elde etmeyi de iste-mişlerdir. 1871’li yıllarda Mezopotamya’daaraştırma yapan bir Alman heyeti, bölgede zen-gin petrol yatakları bulunduğunu Osmanlı Devle-ti’ne bildirmiştir. Bu durum üzerine II. Abdülha-mid, bölgede yapılacak petrol aramalarını hızlan-dıracak 1888 ve 1898’de yayınladığı iki özel fer-manla, Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrolalanlarını Hazine-i Hassa’ya (kendi özel mülkü)bağladığını açıklamıştır. Ancak büyük güçler bu-radaki petrol varlığına kayıtsız kalmamış ve bura-ya sahip olma yolları aramışlardır. Berlin - Bağ-dat demiryolu yapımını üstlenen Alman ağırlıklı“Anadolu Demiryolu Şirketi”, 1888’de hattıngeçtiği arazide bulunabilecek hammeddeleri çı-kartma ve işletme yetkisini Osmanlı Devletindenalmıştır. Almanlardan sonra İngilizler de petrolarama ve çıkartma imtiyazı elde etme çabalarını1901’den 1907’ye kadar sürdürdüler. 1908’dekiihtilalle II. Abdülhamid’in özel mülkiyetindeolan bu bölge, Maliye Nazırlığı’na geçmiş oldu-ğundan da İngiliz çabaları sonuçsuz kaldı. Ancakbu gelişmeler, İngilizlerin bölgeye olan ilgileriniazaltmamış, Osmanlı Devleti ile bu amaçlı te-maslarını devam ettirmişlerdir (Öke, 1995).

Bu arada Almanlar, diğer büyük devletlerlerekabet edebilmek için İngilizlerle işbirliği ya-parak bir ortaklık anlaşması imzaladılar. Böyle-ce İngiliz ve Alman şirketlerinin ortaklığı ile 31Ocak 1911’de “Turkish Petroleum Com-pany” kuruldu ve 1914’de de tekrar düzen-lendi. İstanbul’daki İngiliz ve Alman Bü-yükelçilerin Türk Hükümetine müracaatederek bu şirketin Musul ve Bağdat Vila-yetlerinde petrol arama izni verilmesi tale-bi, 28 Haziran 1914’de Sait Halim Paşa

Hükümeti tarafından kabül edildi (Kuran,1987). Ancak Ağustos 1914’de I. Dünya Sava-şının başlaması ve Osmanlı Devleti’nin de 1 Ka-sım 1914’de Almanya safında savaşa iştiraki ile,İngilizler, Musul bölgesinde elde ettikleri imti-yazlardan faydalanamadı.

Henüz I. Dünya Savaşı başlamadan önce İn-giltere, Mısır’daki askerî birliklerini takviye ede-rek daha kuvvetli bir hale getirmişti. Savaş ilanı-nın hemen arkasından da İngiltere, İngiliz veHintlilerden oluşturduğu askerî birlikleri Bas-ra’ya çıkardı. Bu birlikler, çok kolay ilerleyerekbölgeyi işgal ettiler. Türkler, İngiliz niyet ve ha-zırlıklarını önceden bilmekle birlikte herhangi birtedbir almamıştı. Örgütlenecek yerli halklaIrak’ın savunulabileceği düşünülmüştü. EnverPaşa, Trablusgarp’ta olduğu gibi burada da gö-nüllülerin desteğini alacağını sanmıştı. AncakIrak bölgesindeki Türk olmayan aşiretler, dinkardeşliği ve kutsal vatan toprakları için savaş-maya değil sadece paraya önem veriyorlardı.Başlangıçta milis kuvvetler komutanı SüleymanAskerî, bazı başarılar elde etmekle birlikte üstünsayıdaki düzenli İngiliz kolordusuna yenildi. Sü-leyman Askeri’nin intihar etmesi üzerine yerineAlbay Nurettin Bey atandı ve bölgeye Kafkas-ya’dan yeni askerî birlikler sevkedildi. Arkasın-dan da Alman Goltz Paşa’nın komutası altında 6.Ordu kuruldu. Alınan tedbirlerle bu yeni Türk or-dusu 22 Kasım 1915’te İngilizleri yendi ve Kut’açekilmeye mecbur etti. Ordu komutanı Goltz Pa-şa ölünce komutayı Halil Paşa aldı. Kut’a çekilenİngiliz birlikleri Türk ordusu tarafından kuşatıldıve ünlü generalleri Townshend ile birlikte esiralındı. Bu mağlubiyetten sonra İngiliz ordusu bü-yük bir hazırlık yaptı ve 1917’de Bağdat’ı aldı.Türk birliklerinin geri çekilmek zorunda kalmasıve Rusya’da Bolşevik ihtilali dolasıyla da gele-cek bir tehlike olmadığından İngiliz birlikleri bu-rada hareketsiz kalmayı tercih etti (Demirbafl,1995).

Musul bölgesi, zengin petrol rezervlerinden

Page 18: Bilig_15.sayi

18

bilig-15/Güz’2000

dolayı büyük devletler arasında her zaman bir ih-tilaf ve çekişme konusu olmasına rağmen, henüzI. Dünya Savaşı devam ederken 1916 Sykes-Pi-cot Andlaşması ile Fransa’ya bırakılmıştı (From-kin, 1994). Ancak 1920’de düzenlenen San Re-mo Konferansında Fransa, Orta Doğu politikası-nı desteklemesine karşılık olarak bu bölgeyi İn-giltere’ye bırakmıştır (Armao¤lu, 1991). BöyleceIrak, bu konferansta varılan anlaşma gereği 25Nisan 1920’de bir İngiliz mandası olmuştur. Butarihi izleyen süreçte bölgede bir Türk düşmanlı-ğı başlamış; İngiliz, Asuri ve Ermeni göçmenler-den oluşan ve Leve olarak adlandırılan birlikler1924 yılında Kerkük’te bir Türk katliamı yapmış-lardır (Demirci, 1989).

I. Dünya Savaşı, Almanya ve müttefiklerininyenilmesi ile sonuçlanınca Osmanlı Devleti deİngiltere ve müttefikleri ile 30 Ekim 1918’deMondros Mütarekesini imzalamak zorunda kal-mıştır. İngilizler, bu tarihte henüz Musul’a gir-memişlerdi. Bölgedeki İngiliz birlikleri komuta-nı, Ali İhsan Paşa’dan 2 Kasım 1918’de, Musul’uboşaltmasını istemiştir. Bu talebe karşılık Ali İh-san Paşa, anlaşmanın imzalandığını ve Musul’unMisak-ı Milli sınırları kapsamında olduğundanbölgenin boşaltılmayacağını bildirmişir. Ancakİngilizler, 3 Kasım 1918’de “mütarekenin 7.maddesine dayanarak Musul’u işgal ettiklerini”açıklarlar. Böylece bölgenin İngilizler tarafındanişgaliyle burada yaşayan Türkler için de felaket-ler dönemi başlamış olur (M›s›rl›o¤lu, 1994).

İngilizler, anlaşma imzalanmış olmasınarağmen bir oldu bitti ile Musul’a girmişler,fakat bu işgali izleyen bir yıllık zaman dili-minde burada nasıl bir idari düzenleme ya-pacakları netleşmemişti. İngilizler, bu konu-da çalışmalarını sürdürüyorlardı. Birçok gö-rüş ve varsayım mevcuttu. Bağdat’taki İngi-liz Yüksek Komiseri Sir Percy Cox, şartlarıdeğerlendirdikten sonra Londra’ya gönder-diği raporunda manda idaresinin hemen ilanedilmesi ve Faysal’ın Irak krallığına getiril-

mesi fikrini savunuyordu. Faysal’ın Fransa tara-fından istenmediği İngilizlerce bilinmesine rağ-men (Faysal, Fransızların 1920’de Suriye krallı-ğından uzaklaştırdıkları Şerif Hüseyin’in oğlu-dur), göstermelik bir referandumdan sonra 23Ağustos 1921’de Irak Krallık tahtına oturur(Fromkin, 1994; Kuran, 1987; Tynbee, 2000).Böylece İngiliz himmeti ile Irak yönetimine ge-len Faysal, Musul bölgesindeki petrol arama veçıkartma imtiyazını İngilizlere veriyordu. Bu du-rumda İngilizler, Musul’daki petrolü garanti altı-na almış oldular. Fakat İngiltere, bu bölgedekipetrolle de yetinmeyerek gözünü İran petrolünedikti. Bu amacın kolay gerçekleşmesi ise, ancakyeni bir savaşın sahneye konması ile mümkünolabilecekti. Yunanlıları Anadolu’da Türkler üze-rine sevkettikleri taktirde dünya kamuoyunundikkatinin buraya çevrilmesi sağlanacak ve buesnada İran’da başlatacakları petrol harekatınısessizce gerçekleştirebileceklerdi. Bu amaçla İn-giltere, Yunanlıların Anadolu’yu işgale kalkışma-larını sadece teşvik etmemiş aynı zamanda hertürlü silah ve mühimmat desteğini de sağlamıştır.Raif Karadağ’a göre bu konuda İngilizler; “OrtaDoğu’daki petrol çıkarlarını emniyete alma vehergün biraz daha şımaran ve bitip tükenmeyentekliflerle baş ağrıtan Yunanistan’ı kolu kanadıkırılmış bir kuşa döndürme” amacı güdüyorlardı(Karada¤, 1979). İngilizlerin desteğiyle İz-mir’den başlattıkları işgal harekatında Yunanlılar,ummadıkları bir durumla karşılaştılar. Eylül1921’de Sakarya’da ve Ağustos 1922’de Başko-mutanlık Meydan savaşlarında, Yunan ordusuhezimete uğramıştı. Türk milletinin Milli Müca-deleden başarı ve yüzakı ile çıkması, Orta Do-ğu’ya yönelik İngiliz politik hesaplarını altüst et-ti. İngilizler, Güney Anadolu ve Kuzey Irak’ıkapsayacak bir Kürt devleti kurmayı düşünüyor-lardı. Türklerin Anadolu’da kazandıkları zafer,buna imkan tanımadı ve artık I. Dünya Savaşı ga-libi devletler de TBMM Hükümeti ile 20 Kasım1922’de Lozan Barış Görüşmeleri’ne başladılar(Kuran, 1987).

Page 19: Bilig_15.sayi

19

bilig-15/Güz’2000

23 Ocak 1923’de başlayan Lozan Konferan-sı’nın en önemli gündem maddesini Musul mese-lesi oluşturuyordu. Dışişleri Bakanı ve Türk De-legasyonun Başkanı sıfatıyla İsmet Paşa, Mu-sul’un Türkiye’ye bırakılması konusundaki ırkî,siyasî, coğrafî, askerî, tarihî ve iktisadî gerekçe-leri içeren (daha önce her konunun uzmanları ta-rafından hazırlanmış) 22 sayfalık bir konuşmayaptı. Böylece İngiliz tezinin geçersizliği İngilte-re Dışişleri Bakanı Curzon ve diğer temsilcilereaçıklanmış oluyordu (M›s›rl›o¤lu, 1994). Cur-zon, İsmet Paşa’ya cevaben bazı açıklamalaryapmakla birlikte bu ifadelerin hiçbir temsilciyitatmin etmediğini bildiğinden görüşmeleri etki-leyecek başka yollar aradı. Bu tür entrikalardaoldukça maharetli olan Curzon, İsmet Paşa’nınMusul meselesini ilk gündem maddesi yaparaküstünlük elde edeceğinden endişe duyar. Böyleolduğu taktirde İngiltere’nin iktisadî çıkarlarıiçin sömürge peşinde olduğu kabül edilecek vezor durumda kalacaktı. Curzon, konferansın İngi-liz çıkarlarını koruyacak bir ortamda sürmesinitemin amacıyla en önemli siyasi meselelerin elealınacağı “Ülke ve Askerî Sorunlar Komite Baş-kanlığı’nı” alarak konferans programında deği-şiklik yapmış ve böylece de temsil ettiği ülke çı-karlarını korumada başarılı olmuştur. Curzon’ungayretleri sayesinde İsmet Paşa, Musul konusun-da Türk tezinin kabül göreceği açık görüşmeleryerine İngiliz heyeti ile ikili hatta çoğu zamanotel odasında görüşmeler yapmak durumundakalmıştır (Öke, 1995). İsmet Paşa, plebisit yapıl-ması hususunda ısrarlı iken 31 Ocak 1923’te ya-pılan bir ikili görüşmede Curzon, Musul mesele-sinin konferansta görüşülmesi yerine MilletlerCemiyeti’ne götürülmesini teklif etmiş ve kabülettirmiştir (Kopraman, 1989). Böylece Musulmeselesi Lozan Barış Antlaşması’nın 3. maddesi-ne eklenen fıkra ile antlaşma kapsamından çıkar-tılarak “Türkiye ile Irak arasındaki sınır (antlaş-manın yürürlüğe girmesinden sonra) 9 ay içindeTürkiye ve İngiltere arasında yapılacak ikili gö-rüşmelere ve arkasından da Milletler Cemiyeti’ne

taşınacaktır (Toynbee, 2000). I. Dünya Savaşı ga-libi devletler tarafından kurulan bu cemiyetten,Musul meselesi gibi çok haklı olduğu bir konudadahi Türkiye’nin İngiltere aleyhine bir karar çı-kartması mümkün değildi. Curzon’un diplomatikustalığının sergilendiği Lozan görüşmeleri, Şubat1923 başlarında kesintiye uğradı.

Lozan görüşmelerine paralel TBMM’inde deAralık, Ocak ve Şubat aylarında gizli celselerdeMusul konusunda hararetli tartışmalar yaşandı.Musul meselesinin sonraya bırakılamayacağı or-tak görüşü oluştu (T.C. TBMM Gizli Zab›t Ceri-desi). Musul’la ilgili Mecliste yapılan bu tartış-malarda Mustafa Kemal Paşa, Lozan Andlaşma-sının Mecliste kabül edilemeyeceği endişesiniduydu. 24 Nisan 1923’de Lozan görüşmelerininikinci safhasının başladığı günlerde İsmet Paşaile dönemin başbakanı Rauf Bey’in arası iyiceaçılmıştı. Bu nedenle İsmet Paşa, Lozan’dan gö-rüşmelerini hükümet aracılığı yerine doğrudanMustafa Kemal Paşa ile yapmaktadır. BöyleceMusul’un da yer almadığı anlaşma yetkisiniMustafa Kemal’den alan İsmet Paşa, 24 Temuz1923’te anlaşmayı imzalamıştır. Anlaşma sonrasıAnkara’ya dönen İsmet Paşa, Rauf Bey’in istifaettiğini ve meclisin de değiştiğini görecektir. Bu-na rağmen Lozan Andlaşması’nın TBMM’deonayı büyük tartışmalara neden olacak ve 14olumsuza karşı 213 oyla kabül edilecektir (Öke,1995).

Lozan görüşmeleri gündeminden çıkartılmasıMusul meselesinin çözüldüğü anlamına gelmi-yordu. Bu şekilde zaman kazanan İngiltere, ama-cına ulaşmak için her yolu denemeye kararlıydı.Musul konusunda Lozan’da kararlaştırılan ikiligörüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başla-dı. Haliç Konferansı olarak anılan bu görüşmele-re Türkiye, Fethi Bey ve İngiltere ise Sir PercyCox başkanlığındaki heyetlerle katıldılar. Bu gö-rüşmelerde İngiliz delegasyonu, Musul’la yetin-meyip Hakkari ve civarının Nesturilere verilme-sini talep ettiler. Bu isteklerinde samimi olmayan

Page 20: Bilig_15.sayi

20

bilig-15/Güz’2000

İngilizler, konferansın anlaşmazlıkla sonuçlan-ması ve konunun Milletler Cemiyeti’ne taşınma-sını amaçlıyorlardı. Bunda da başarılı oldular ve 5Haziran’da hiçbir uzlaşma sağlanmadan konfe-rans sona erdi. İngilizler, 6 Ağustos 1924’te Mil-letler Cemiyetine müracaat ederek Musul mese-lesinin gündeme alınmasını istediler (Kopraman,1989; Öke, 1995).

Milletler Cemiyeti konuyu Eylül ayında gö-rüşmeye başladı. Konu, İngiliz diplomatik oyun-ları ve cemiyet üzerindeki etkinliği ile de bir tür-lü çözümlenemedi. Tarafsız üyelerden oluşan birkomisyon kurularak Irak’a incelemeler yapmakiçin görevlendirildi. Fakat İngilizler, bu komis-yonun çalışmalarını engelleyici mahiyette çabaharcamadan da geri durmadılar. Bu komisyon,Türkiye’nin haklı olduğunu görmesi ve kabül et-mesine rağmen çelişkili ifadelerle dolu bir raporhazırladı (Toynbee, 2000). Milletler Cemiyeti’nebu raporun teslimi öncesi İngilizler, Türklerintepkilerini belirlemeye çalışıyor ve karşı tedbir-ler planlıyorlardı. Bu çalışmaları ile, Mustafa Ke-mal Paşa’nın bu konuda savaşa bile kararlı oldu-ğu anlaşılıyordu. Ancak bu esnada Doğu Anado-lu’da İngiliz destek ve teşviki ile, şeriatın eldengittiği gerekçesi ile Şeyh Said isyanı başladı.Musul meselesinin en kritik bir devresinde tez-gahlanan bu isyan, Türkiye’yi iç karışıklık ve hu-zursuzluklara sokmak, askerî gücünü zayıflat-mak, dış baskılara zemin hazırlamak ve bölgeylesınır konumunda olan Kuzey Irak’a İngiliz aske-rî yığınağına gerekçe hazırlamak gibi amaçlar gü-düyordu. Neticede İngilizler, Türkiye’yi belirlibir süre için meşgul eden isyanla yukarıda deği-nilen amaçlarına ulaşıyorlardı (Öke, 1995).

Bu arada Milletler Cemiyeti, Lahey AdaletDivanı’ndan alacağı kararın geçerliliğini sordu.Lahey Adalet Divanı, alınacak karara Türk ve İn-giliz taraflarının uyma zorunluluğunu bildirdik-ten sonra Milletler Cemiyeti Musul’u Irak’a bı-raktı (Çay, 1987; Orhonlu, 1992). Bu karara,Türk kamuoyu ve basını büyük tepki gösterdi.

Ancak yeni savaştan çıkan Türkiye’nin içindebulunduğu genel ve ekonomik şartlar, bu kararınkabulünü gerekli kılıyordu (Armao¤lu, 1991; Çe-lik, 1969). Ülke dahilinde İngiliz destek ve teşvi-ki ile çıkartılan Şeyh Said, Asuri ve Yezidi isyan-ları ile uğraşılırken; dışarıda da Fransa, İtalya veİngiltere’nin Türkiye’den bazı isteklerinin olma-sı ve Türkiye’yi destekleyecek bir devletin bu-lunmamasından ötürü, bu oldu bittiye razı olma-dan başka bir çıkar yol gözükmüyordu. Bir kezdaha hak güçlünün ilkesi kazanırken genç Türki-ye’nin varlık ve birliğinin korunması, Musul’unkaybedilmesi pahasına önde tutuluyordu (Arma-o¤lu, 1991; Uçarol, 1995; Turan, 1998).

Sonuç olarak; 5 Haziran 1926’da Anka-ra’da Türk, İngiliz ve Irak Hükümet temsil-cileri arasında imzalanan bir anlaşma ileTürkiye, Musul’u kesin olarak kayıp ettiğinikabul ediyordu. Bu anlaşma ile Türk - Iraksınırı da belirleniyordu. Ayrıca Musul petrolgelirlerinin %10’lık bölümü de 25 yıllık birzaman diliminde Türkiye’ye bırakılıyordu.Ancak Türkiye, 500 bin sterlin karşılığı buhakkından vazgeçmiştir. Yine bu anlaşmaylaIrak’la Türkiye arasında dostluk ilişkileri te-sis edilmiş ve 1928 yılında karşılıklı elçileratanmıştır. Fakat bu anlaşmada Irak sınırlarıiçinde yaşayan Türkler’in hakları ve bu hak-ların Türkiye garantörlüğüne alınması husu-sunda herhangi bir hüküm yer almamıştır(Köni, 1987).

IRAK TÜRKLER‹N‹N DURUMU

Gerek coğrafi konumu, gerek ekonomik getirisi vegerekse askerî bakımdan bugün bile önemini koruyanMusul’u Türkiye Lozan’da ikili görüşmelere bıraktığızaman kaybetmişti. Bundan sonra harcanan çabalarbölgeyi kazanmaya ve Misak-ı Milli sınırlarına dahil et-meye yetmemiştir. Ancak burada esas mesele Musul’ufiziki olarak kaybetmek değil orada yaşayan Türkunsurdur. Bölge Türkleri, en rahat ve müreffeh

Page 21: Bilig_15.sayi

21

bilig-15/Güz’2000

günlerini Osmanlı tabiyetinde bulundukları dö-nemde yaşamışlardır. Türk egemenliğinin sonaermesi ile de 10 - 12 asırdır Irak’ta varlığını sür-düren Türkler için esaret ve felaketli bir devrebaşlamıştır. İngilizlerin Irak krallığına getirdikle-ri Faysal döneminde hazırlanan anayasada, “Irakhalkının Arap, Türk ve Kürt unsurlardan oluştu-ğu” belirtilmesine rağmen daha sonraki dönem-lerde Türk varlığı inkar edimiş ve 1930’lara ka-dar da bölgede yaşayan Türk çocukları Arapçaeğitim yapmak zorunda bırakılmışlardır (Çay,1987). 1931 yılında çıkartılan bir özel yasaylaKerkük ve Erbil gibi Türklerin çoğunluğu teşkilettiği bölge mahkeme ve okullarında, Türkçe ko-nuşulması serbest bırakılmıştır. Ancak II. DünyaSavaşı başladığı yıllardan itibaren ise, Türklereverilen tüm siyasi ve kültürel haklar geri alınmışveya dondurulmuştur (Hürmüzlü, 1994).

1930 yılında Irak’a muhtariyet verilmesi ilebu ülke ile Türkiye arasında ilişkiler başlamış ve1931 yılında Kral Faysal Türkiye’ye gelmiştir.1932 yılında iki devlet arasında dostluk kurulma-ya başlamış ve aynı yılda Türkiye ve Irak, Millet-ler Cemiyeti’ne üye olmuştur. Yine bu yıl içindeticarî ve hukukî konuları kapsayan çeşitli anlaş-malar yapılmıştır. Türkiye-Irak ilişkilerinin 1937yılında daha ileri bir safhaya ulaşmasıyla ve özel-likle bölgede barış ve güvenliği sağlamak içinTürkiye, Irak, Afganistan ve İran arasında Sada-bat Paktı imzalanmıştır (Ünal, 1977). Bu paktınimzalanmasını müteakip Kerkük’ü ziyaret edenTürk heyetine gösterilen yakın ilgi ve sevgi, Irakyönetimini endişeye sevketmiş ve bu nedenleTürklere yönelik sert tedbirler almışlardır. Bukapsamda; bölge Türklerinin sosyal ve kültürelfaaliyetlerinin yasaklanması, bölgedeki tarihîTürk eserlerinin tahrip edilmesi, Arapların bölge-ye iskanı ile Türklerin azınlığa düşürülmesi gibibir dizi uygulamaya gidilmiştir (Çay, 1987).

Sadabat Paktı’nın kurulması sonrası Ortado-ğu’yu tehdit eden Sovyet tehlikesi karşısında böl-

ge ülkeleri arası yeni bir ittifaka ihtiyaç duyulmuş-tur. 24 Şubat 1955 yılında Irak ile Türkiye arasındaimzalanan ve Bağdat Paktı adını alan bu ittifaka,daha sonra İngiltere, İran ve Pakistan da katıldı.1958 ihtilali sonrası Irak, 1959 yılında bu paktanayrılmış ve arkasından CENTO ismini alan bu pak-tın merkezi Ankara’ya taşınmıştır (Yeni Türk An-siklopedisi, 1985; Yinanç, 1989). Bu paktın yürür-lükte olduğu ve Türkiye ile Irak ilişkilerinin endostane göründüğü günlerde dahi Kerkük Türkle-rine yönelik Irak yönetiminin uyguladığı zulüm vebaskı politikası aynen sürmüştür.

Faysal’ın ölümü sonrası Irak, bir iç karışıklıkve kaos dönemine girmiştir. İngiliz danışmanlarınezaretinde hazırlanan 1925 anayasası, 1943’teönemli ölçüde değiştirilmekle birlikte 1958’ekadar yürürlükte kalmıştır. 14 Şubat 1958’deIrak, Ürdün’le Arap esasına dayalı bir federasyonkurdu. Bu federasyon anayasası ise, federasyonuoluşturan ülke vatandaşlarına ırk ve din farkı gö-zetilmeksizin BM İnsan Hakları Beyanname-si’nde yer alan tüm hakların verileceği belirtili-yordu. Ancak federasyon, kurulduğu yılın Tem-muz ayında General Kasım’ın Irak’ta iktidarı elegeçirmesi ile sona erdi (Turan, 1996). Kasım’ındarbesi ile cumhuriyet rejimine geçildiği ve 26Temmuz 1958’de geçici bir anayasanın yürürlü-ğe girdiği ilan edildi. Bu anayasada da azınlıkla-ra haklar tanındı. Buna göre Türkler, günde yarımsaatlik Türkçe radyo programı yapma ve “Kar-daşlık” adında bir dergi çıkartma fırsatı buldular.Türklerin elde ettiği kültürel haklar, sadece bun-larla sınırlı kaldı. Türkler, azınlıklara verilen hak-ların tam olarak uygulanması bir yana ihtilalinbirinci yıl dönümünde yaşama hakları dahi cidditehlikelere maruz kaldı. 14 - 17 Temmuz 1959’dakorkunç bir katliama uğradılar (Beyatl›, 1998).Bu katliamda masum ve silahsız 33 Türk, Türki-ye’nin gözü önünde ve burnunun dibinde öldü-rüldü. Bu dönemdeki Türk Dışişleri Bakanı F.Rüştü Zorlu, Irak’ın Ankara Büyükelçisini ma-kamına çağırarak benzer olayların tekerrür et-

Page 22: Bilig_15.sayi

22

bilig-15/Güz’2000

memesi hususunda teminat almış; 25 Temmuz1959’da yaptığı basın toplantısıyla da Kerkükkatliamı müsebbiblerini şiddetle kınamıştır (Be-yatl›, 1998).

1963 yılında Irak’ta bir iktidar değişikliği da-ha meydana geldi. General Abdülselam Arif, Ka-sım’ı devirerek yönetime el koydu. 1963 ile 1968yılları arası süreçte Türkler, rahat bir nefes aldılar.Siyasi baskılar azaldı ve Türkiye’yi ziyaretlerikolaylaştı. Bu arada Temmuz 1968’de, Baas Ab-dülselam Arif’in kardeşi Abdurrahman, bir aske-ri darbe ile yönetime el koydu. Baas Partisi, azın-lıkların desteğini kazanabilmek amacıyla onlara24 Ocak 1970’de bazı haklar tanıdı. Bu durum-dan faydalanarak Türkler, çoğunlukta bulunduk-ları bazı yörelerde Türkçe eğitim veren 48 ilko-kul açtılar. Bu gelişmeler Türkiye tarafından damemnuniyetle karşılandı ve Irak hükümeti ile va-rılan bir anlaşma ile Ankara’da Irak ve Kerkük’teise Türk Kültür merkezleri açıldı. Böylece binler-ce Kerkük’lü Türkün Türkiye Türkçesi ve alfa-besini öğrenmeleri mümkün olabildi (Nakip,1996). Ömer Turan, tanınan bu hakların tam uy-gulanmadığını belirttikten sonra 1970 anayasasıile durumda çok fazla bir değişiklik olmadığını,bunun sebeplerini de hem Irak yönetimlerindenve hem de Irak Türklerinin sahipsiz ve birlik ha-linde hareket etmediklerinden kaynaklandığınıbelirtiyor (Turan, 1996).

24 Ocak 1970 tarihli devrim komuta konseyi,Irak Türklerinin varlığını ve haklarını tanımasınarağmen İlkokullarda Türkçe eğitim, edebi yayınve edebiyatçılar birliği kurulması gibi imtiyazlarıbir yıl geçmeden uygulamadan kaldırmıştır (Öz-men, 1998). 1971 yılından itibaren Irak’takiTürklere uygulanan sindirme ve asimilasyon po-litikaları hız kazanmıştır. Hiçbir savunma hakkıverilmeden yüzlerce Türkmen devrim mahkeme-leri tarafından idama mahkum edilmiş veya tu-tuklanmışlardır. Bugün bile Irak Türkleri en basitinsan haklarından yoksun olarak varlıklarını sür-dürmeye çalışmaktadırlar (Aslan, 1996).

1974 yılında Ahmet Hasan Elbekir Cumhur-başkanı olmasına rağmen yönetimi Saddam Hü-seyin ele geçirdi ve Türkler aleyhine birçok de-ğişiklikler yapıldı. Bunlardan ilki Kerkük’ün is-minin “El-Tamim” olarak değiştirilmesidir. Bubölgede yaşayan Türklerin sadece Araplara gay-rimenkül satabilmesine izin verildi. Sayıları on-binlerle ifade edilebilecek Bedevi ve Arap, böl-geye getirilerek iskan edildi. Saddam’ın doğumyeri olan Tikrit (bir Arap şehri), il yapılarak Ker-kük’ün iki önemli ilçesi Tuzhurmatı ve Kifri bu-raya bağlandı. Türkler’in çoğunlukta bulunduğuyerleşim birimlerinin Araplaştırılması ivme ka-zandı. Açık yerlerde ve telefonla bile Türkçe ko-nuşulması yasaklandı (Akkoyunlu, 1977).

1978 ile 1980 yılları arası dönemde IrakTürklerine karşı baskı ve asimilasyon politikasınıuygulama görevini üstlenen Saddam, Türklerinbölgeden uzaklaştırılması ve Türkiye’ye göç etti-rilmesinde oldukça başarılı olmuştur. ArkasındanIrak Türkleri, 1980’li yılarda da artarak devameden baskı ve zulümlere maruz kaldılar. Irak yö-netiminin Türklere yönelik asimilasyon politika-sının sonucu Ocak 1980’de Irak Türklerinin öndegelenlerinden Emekli Albay Abdurrahman, Doç.Dr. Necdet Koçak, Binbaşı Halit Akkoyunlu veİşadamı Adil Şerif, Türkiye’ye casusluk yaptıkla-rı iddiası ile idam edildiler (Köprülü, 1996).1959’dan beri Bağdat hükümeti Irak Türklerin-den hiçkimseyi idam etmemişti. Mahir Nakip,Saddam’ın üç Kerkük’lü Türkü idam ettirmedekiamacının Türkiye’nin soydaşları konusunda tep-kisini ölçmek olduğunu ve Türkiye’nin konuyasessiz kalması üzerine bu idamların 8 yıl sürenİran - Irak savaşı esnasında sıkça tekerrür ettiğinibelirtmektedir. Binlerce Türk cephede bir hiç uğ-runa can verirken, yüzlerce Türk de Bağdat zin-danlarında işkence altında öldürülmüştür (Nakip,1996).

1991 öncesi Kuzey Irak Kürt liderlerindenTalabani, Saddam’la işbirliği içinde olmakla bir-likte bu yıldan itibaren (Körfez savaşı sonrası)

Page 23: Bilig_15.sayi

23

bilig-15/Güz’2000

Saddam yönetimine karşı tavır almıştır. Talaba-ni’ye bağlı silahlı milisler, bölgedeki diğer Kürtlider Barzani’nin adamları ile birleşerek, 17 Mart1991 tarihinde Kerkük şehrine girerek devlet da-ireleri ve hükümet binalarını işgal ettiler. Bu ey-lemleri esnasında özellikle bölgedeki Türk varlı-ğına ait verileri ortadan kaldırmak amacıyla danüfus kayıtlarını yaktılar. Bu olaylar sonrası Sad-dama bağlı Irak askerî birliklerinin bölgeye yap-tıkları saldırı sonucu ise, diğer Kuzey Irak halkla-rı gibi Türkler de kuzeye sürülerek Türkiye’ye il-tica etmek zorunda kalmıştır.

Ayrıca 28 Mart 1991 tarihinde Altınköprü’de87 Türkün kurşuna dizilerek şehit edilmeleri, yi-ne aynı yılın 5 Nisan’ında İstanbul’da Irak konso-losluk yetkililerinin sessiz bir protesto eylemiyapan bir grup Türkmen gencine kalaşinkof si-lahlarla ateş açması sonucu iki gencin şehit edil-mesi ve birinin de ağır yaralanması gibi olaylaryaşanmıştır.

Hukuki olarakta Irak’ta Türk varlığından sözetmek mümkün değil. Türkler, Araplar ve Kürt-ler’den sonra üçüncü büyük nüfusu teşkil etme-lerine rağmen, 7 Temmuz 1990’da yayınlananIrak Cumhuriyet anayasasında Irak halkı, “Arapve Kürtlerden oluşmaktadır” ifadesi yer almakta-dır (Aslan, 1996; ‹lter). Irak yönetimi, Irak-İransavaşından sonra Kuveyt’e saldırarak işgal etmişve tüm barışçı çözüm girişimlerine olumlu cevapvermeyerek Körfez krizine sebep olmuştur. Sad-dam’ın baskı ve zulümlerine, bir de bu kriz sonu-cu Irak’a uygulanan ambargo eklenmiştir. Am-bargodan dolayı, Irak halkı ve en fazla da buradayaşayan Türkler etkilenmiş, açlık, hastalık, yok-luk ve umutsuzluk girdabına düşmüşlerdir (Pa-mukçu, 1997). Bu çaresizlikler, özellikle Ker-kük’te yaşayan Türkleri dilenciliğe dahi itmiştir.Sosyal çürüme had safhaya ulaşmıştır. Cinayet,fuhuş, hırsızlık ve boşanmada artışlar görülmüş-tür. İşsizliğin günden güne artması da gençlerikötü yollara itmektedir. Bütün bu çetin ve çokağır şartlar, Irak’ta yaşayan Türkleri göçe zorla-

maktadır. Türkiye, Amerika ve Avrupa ülkelerineiltica edenlerin sayısında artış gözlenmektedir(Nakip, 1996).

Irak’ta yaşayan Türkler, içinde bulunduklarıağır siyasi baskı ve kötü ekonomik şartlar nede-niyle buradan ayrılmakta ve nüfusları gittikçeazalmaktadır. Böylece Türkler’e karşı yürütülenbaskı ve asimilasyon politikası da önemli ölçüdeamacına ulaşmaktadır. Körfez krizi sırasında BMGüvenlik Konseyi’nin Irak’a yönelik kararları,yalnızca ambargo ve silahların kontrolünü sağla-makla sınırlı kalmış, Irak halkına uygulanan bas-kıya son verilmesi ve İnsan Hakları ile ilgili etki-li bir politika uygulanmamıştır (Aslan, 1996).BM Güvenlik Konseyi etkin bir şekilde göreviniyerine getirememesinin yanısıra tarafsızlık ilkesi-ne de aykırı düşecek şekilde Kürtler’i himaye ar-zusu taşıdığından Musul ve Kerkük’teki sistemliasimilasyona göz yummaktadır (Y›lmaz, 1997).“5 Nisan 1991’de BM’lerin 688 sayılı kararı ileKuzey Irak Türkiye sınırına yığılan yüzbinlerceinsanın can güvenliklerini ve bu insanlara insanîyardımı sağlamak amacı ile “Huzur Operasyonu”başlamış, 17 Nisan’da Müttefik güçler ABD,Hollanda, İspanya, İtalya, İngiltere ve Fransa’yaait birlikler Kuzey Irak’ta konuşlanarak çalışma-larına başlamıştır” (Özda¤, 1996). BaşlangıçtaHuzur Operasyonlarının amacı, Kuzey Irak’ta birKürt devleti kurmak değildi. Ancak bu operas-yonların sonucunda hukuken olmasa da fiilen birKürt devletinin çekirdeği oluşmuştur (Oran,1996).

Çekiç Güç 36. paralelin üstünü güvenli bölgeolarak kabul etmektedir. Fakat her nedense Mu-sul ili 36. paralelin üstünde olmasına rağmenIrak yönetimine verilmiş, Süleymaniye ili veKifri ilçesi 36. paralelin altında olmalarına rağ-men güvenli bölgeye dahil edilmiştir. Bu da bizeaçıkça gösteriyor ki Türklerin %80 gibi çoğun-lukta olduğu yerler, Irak yönetimine bırakılmış,çoğunluğu Kürt olan yerler ise, güvenli bölgekapsamına alınmıştır.

Page 24: Bilig_15.sayi

24

bilig-15/Güz’2000

Güvenli bölge olarak ilan edilen Kürtlerinhakim olduğu bu yörede her parti ve lider, kendi-sini bölgenin hakimi olarak görmekte ve keyfidavranışlarda bulunmaktadır. Bu keyfiliklerdeanarşi ortamı meydana getirmektedir. Bu olum-suz ortamdanda en çok güvenli bölgede yaşayanTürkler zarar görmektedir. Türklere karşı yapılansaldırılar sürmektedir. 15 Haziran 1994 tarihindeIrak Milli Türkmen Partisi (IMTP) Erbil KomiteÜyesi ve Türkmen İnsan Hakları Örgütü Yöne-tim Kurulu Üyesi Avukat Rüştü Tahsin bir saldı-rı sonucu hayatını kaybetmiştir. 17 ve 18 Kasım1994 akşamı iki gün üst üste IMTP’nin Erbil -Türkmen Sesi Radyo binası ile Halkla İlişkilerBürosu roket, RPG ve otomatik silahların kulla-nıldığı bir saldırıya maruz kalmıştır. 8 Ocak1995’de ise IMTP Zaho İrtibat Bürosu saldırıyauğramış, çatışmalar sonucu Ali Ömer Muham-med şehit edilmiştir. 27 Mart 1995 tarihinde Ku-zey Irak’taki PKK unsurlarına yönelik Türk as-kerî müdahalesini protesto amacıyla Erbil’de yü-rüyüşe geçen 8 bin dolayındaki kişi, IMTP bina-larına saldırılarda bulunmuştur. 11 Nisan1995’de yine Erbil’de Türkmeneli TV binasınayerleştirilen bombanın patlaması sonucu 2 gö-revli yaralanmış ve binada büyük oranda hasarmeydana gelmiştir. 1000 kişilik bir grup da Kif-ri’deki radyo binasına benzer bir saldırı düzenle-miştir. Meydana gelen bu olaylar, Çekiç gücünsadece Saddam’ın saldırılarına engel olabildiğini,güvenliği sağlayamadığını açıkça göstermektedir(Aslan, 1996).

Ekim 1995’de Saddam zulmünü protesto et-mek için Zehra Bektaş adlı bir Türkmen kızı,Kerkük’te üzerine benzin dökerek kendisini yak-mıştır. Bölgede yaşayan Türklerin çektiği çileninbir göstergesi olan bu acı olay, Türkiye basın veyayın organlarında hemen hemen hiç yer alma-mıştır (Kerkük, 1999).

Irak’ta yaşayan Türklerin milli kimlikleriniyok etmek ve varlıklarına son vermek amacıylauygulanan baskı ve asimilasyon harekatlarından

birisi de 31 Ağustos 1996’da meydana gelmiştir.Saddam kuvvetleri, Erbil’de Türkmen cephesi veTürkmen siyasi partilerine ait bürolara, Türkmenokullarına, Kültür ve ilim yuvalarına baskın ya-parak içlerinde bulunan 34 Türkmen tutuklan-mıştır. Konu BM’ler İnsan Hakları Komisyo-nu’nun A/51/496/add.18.November.1996 sayılıraporunda da yer almasına rağmen tutuklularınakibeti hakkında uzun bir süre ne aileleri ne deTürkmen cephesi hiçbir bilgi edinememiştir(Türkmeneli’nden Notlar, 1998). Ancak tutukla-nan bu Türklerden, IMTP yöneticilerinden AydınIraklı’nın daha sonra Bağdat’ta idam edildiğiIrak Türkmen Cephesi Ankara Temsilciliği tara-fından açıklanmıştır (Kerkük, 1999).

Bu arada 10 Ağustos 1998’de ise Barzani,bölgedeki en büyük güç olduğunu göstermekamacıyla Türkmenlere karşı büyük ve kanlı biroperasyon yapmıştır (Ömer, 1998). Görüldüğügibi Irak Türklerine karşı uygulanan baskı ve asi-milasyonların sonu gelmiyor. Olay adeta etnikbir temizliğe dönüşmüş durumda (Pamukçu,1997).

Irak Türklerinin çektiği acıların sona ermesi,kültürel haklarına kavuşmaları ve İnsan HaklarıEvrensel Beyannamesi’nde yer alan temel hak-lardan faydalanmaları, ülkeleri dahili ve haricin-de söz sahibi olmaları için öncelikle birlik ve be-raberlik içinde teşkilatlanmaları ile mümkündür.Bu durumun güçlü bir devlet (Türkiye) tarafın-dan desteklenmesi de hayati önem arzetmekte-dir. Irak’ta yaşayan Türkler, bölgede yaşayan di-ğer topluluklara nazaran daha yüksek bir eğitimve kültür düzeyine sahiptirler. Burada yaşayanTürk aileler, çocuklarını milli şuur içinde dürüst,kişilikli ve eğitimli olarak yetiştirme konusundabüyük çaba ve fedakarlık içindedir. Çocuklarayapılan telkinler, daima Türkiye buraya geldiğizaman mahcup olmayalım tezi üzerine kurul-muştur. Irak Türkleri yüksek eğitim ve kültür dü-zeyine sahip olmalarına rağmen fazlaca bir siya-sî varlık gösterememektedirler. Bölge Türkleri,

Page 25: Bilig_15.sayi

25

bilig-15/Güz’2000

Baas Partisi’ne kayıtlı veya bu parti emrindekimensupları arasından liderliklerini üstlenen kişi-lere güven duymamakta ve bu tür yöneticilerlemüşterek hareket etmeme eğilimindedir. Bu du-rum, aralarında hiç bir anlaşmazlık ve kişisel çe-kişmeleri olmayan Irak Türklerinin birlik ve be-raberliklerini sağlayamadıkları intibaı vermekte-dir. Etkin bir teşkilatlanma ve organize olama-malarının en önemli sebeplerinden birisi, liderlikvasıflarına sahip ve davasına inanmış bir önderinbulunmaması veya bu özelliklere sahip şahsiyet-lerin Irak yönetimlerince katledilmesidir. IrakTürklerine ait mevcut kurumların çoğu, BaasPartisi direktifleri doğrultusunda faaliyet göster-mektedir. Çeşitli entrikalarla parçalanan ve bir-liklerinin tesisi engellenen Irak Türklerinin böl-gede faaliyet gösterememelerinin diğer bir nede-ni de, bölgede hiçbir muhalif gruba hayat hakkıtanınmamasıdır (Kad›o¤lu).

1960 - 1977 yılları arasında Bağdat’ta bulu-nan Türkmen Kardaşlık Ocağı, Irak Türklerininen yetkili organıydı. Saddam’ın ülke yönetimindesöz sahibi olmasıyla bu Ocak, Baas Partisi güdü-müne geçmiştir. Daha sonra bu teşkilatın etkinli-ğini kaybetmesi ile de, Türkiye’de bulunan IrakTürkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ne geç-miştir. 1991 yılından itibaren ise Irak Milli Türk-men Partisi, Irak Türklerinin sesini dünyaya du-yurmaya başlamıştır (Nakip, 1996).

Irak Türklerinin, Irak dahilinde dernek kur-ma, dergi ve gazete çıkarmalarının yanısıra ülke-ye Türkçe yayın sokmaları da suç sayılmakadır.1970 yılında Türkmenlere tanınan sözde kültürelhaklar çerçevesinde hükümet kontrolünde Türk-çe olarak daha çok Saddam lehinde propagandayapan haftalık “Yurd” adlı bir gazete ile aylık“Birlik Sesi” adlı bir dergi Arap alfabesi ile çık-maktadır. Latin harfleri ile yayın yapma 1972 yı-lından sonra yasaklanmıştır (Kerkük, 1999).

Irak dışında yaşayan bölge Türkleri, çeşitlisosyal ve kültürel konuları içeren bazı yayınlaryapmaktadırlar. Genelde sürekli olamayan bu

yayınlar arasında; Türkiye’de Irak Türkleri Kül-tür ve Yardımlaşma Derneği Bülteni (1971 -1990 arası), Suriye’de Al Dalil (1991’den bu ya-na) ve Kanada’da Turkmen (1991’den bu yana)gösterilebilir (Köprülü, 1996).

Irak’ta Türkler, yüzyıllardan beri Azeri lehçe-si ile konuşmakla birlikte yazı dilleri tamamenTürkiye Türkçesidir. Günümüze kadar Irak’tayayınlanmış bütün ilmi, edebi, dini ve tarihi eser-ler, hep Türkiye Türkçesi ile kaleme alınmıştır.Bu durum, Irak Türklerinin dil ve kültür olarakTürkiye Türklerinden farklı olmadıkları ve Ana-vatan Türklerinin bir parçası olduklarını göster-mektedir (‹nternette Irak Türkmenleri, 1999).

Irak’taki bu durumu değerlendirenler, ülke-nin geleceği hakkında bazı tahminlerde bulunu-yorlar. 1992’de uluslar arası topluluğu endişelen-diren Irak’ın parçalanması riski bugün için de ge-çerlidir (Bengio, 1996). Bu konudaki bir görüşegöre: Irak’ın Kuzey (Kürdistan), Orta (Orta Irakartı Ürdün) ve Güney (Arap ağırlıklı) Irak olaraküçe bölüneceği şeklindedir. Ferruh Sezgin’e gö-re; “Bu seneryolardan birincisi kapıda ve soydaş-larımıza çok az kültürel haklar verilecek ve hiç-bir teminat olmadığından da bu haklar istendiğin-de geri alınabilecek. Bu duruma düşmemek içinise, öncelikle bölgede yaşayan Türk, Kürt, Arapve Asuri unsurlar kendi milli meclislerini kur-malı ve daha sonrada Irak parlamentosına nüfus-ları oranında temsilci göndermelidirler. Türki-ye’nin yeni dünya düzeninde konum ve ağırlığıdeğişmiştir. İsterse bunu kabül ettirebilir. Bunugerçekleştirmenin ilk adımı ve Türkiye’nin ka-rarlılığının işareti de Habur Sınır Kapısı gelirleri-nin Kuzey Irak’ta yaşamakta olan dört toplumarasında nüfusları oranında adil bir şekilde pay-laştırılmasının teminidir” (Sezgin, 1998). HaburSınır Kapısı konusunda Ferruh Sezgin’den farklıgörüşlere sahip olanlar da vardır. Bu kapı geliri-nin adı konmamış; ancak mevcut olan Kürt dev-letine, Türkiye sayesinde gittiğini iddia eden-

Page 26: Bilig_15.sayi

26

bilig-15/Güz’2000

ler de bulunmaktadır (Demirci, http). KuzeyIrak’ta faaliyet gösteren iki Kürt Partisi KDP veKYB, liderleri arasında cereyan eden kavgalarınen önemli sebebi bu kapının gelirinin paylaşımıhususudur. Bu kapının geliri ile Barzani, batı ül-kelerinde bin öğrenci okutarak bölgede ilerdekurulması muhtemel devlet için bürokrat hazırla-maktadır. Anılan gelirin bir günlük miktarı150.000 dolardır. Bölgede alım gücünün çok dü-şük olması da bu parayı çok daha önemli kılmak-tadır. Ayrıca ilginç olan noktalardan bir diğeri ise,bu kapı vasıtası ile yapılan ticaretin artması ilebölgeden Türkiye’ye yönelik terör eylemlerininazalması arasındaki ters orantılı ilişkidir (Bilici,http).

10 Ocak 1999 tarihinde “Kuzey Irak ve Türk-menler” hakkında düzenlenen bir panelde yaptığıkonuşmada Sayın Ümit Özdağ, Kuzey Irak’ta tu-tunabilmenin yolunun milis ve silahtan geçtiğini,burada yaşayan soydaşlarımızın başarıya ulaş-mak için mutlaka kendilerinin silaha sarılmaları-nın elzemiyetini ve ancak bu yolla haklarını eldeedebileceklerini belirtmektedir (Özda¤, 1999).Ayrıca Türkiye’nin Irak’ta ekonomik, kültürel vesosyal etkinliğini artırmasını da vurgulamaktadır.Bu amaçla bölgede; Türk sanatçılarının konserlervermesi, Türk işadamlarının süpermarketler aç-ması, üniversiterlerde Türkoloji bölümleri açıl-ması, Türkçe eğitim veren ilköğrenim okullarınınartırılması gibi önerilerde yer almaktadır (Özda¤,1999).

Türkiye’nin Irak’ta yaşayan Türkmenlerle il-gili mükemmel bir politikasının olduğu söylene-mez. PKK, 3.000 kişilik grubu ile bölgede üçün-cü bir güç haline gelmiştir. Türkiye’nin çeşitli za-manlarda düzenlediği askerî operasyonlarla bubölgedeki PKK etkinliklerine kalıcı bir şekildeson vermesi mümkün değildir. Amerikalı uzmanOlson, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK kamp-larının oluşmasını önlemek için Bağdat’la iyi iliş-kiler içinde olması gerektiğini belirtmektedir (Ol-son, 1996). Bölgede Türkiye yanlısı silahlı bir gü-

cün varlığı elzemdir ve bu da, ancak bölgede ya-şayan Türkmenler aracılığı ile sağlanabilecektir.Ne var ki Türkiye, ne bölgede kendi güvenliğininsigortasını sağlayabilecek ne de bölgedeki soy-daşlarının çeşitli tecavüzler karşısında korunma-larını sağlayabilecek böyle bir konuda henüz birgirişimde bulunmamıştır. Bugün Kuzey Irak’tayaşayan Türkler, silahsız ve örgütsüz bir şekildeSaddam ve bölgede faaliyet gösteren diğer grup-ların insafına terkedilmişlerdir.

TÜRK‹YE’N‹N IRAK TÜRKLER‹POL‹T‹KASI

Türkiye’nin Irak Türklerine yönelik çok so-mut bir politikasının varlığından söz etmekmümkün değildir. 5 Haziran 1926’da Türkiye ileIrak arasında yapılan andlaşma dışında uzun yıl-lar Türk dış politikasında bu ülkede yaşayanTürklerin problemleri ve hatta varlıklarından bi-le söz edilmemiştir. 1959 yılında Irak Türkününyaşadığı büyük katliamdan sonra dönemin Dı-şişleri Bakanı Zorlu ve bazı siyasi parti sözcüle-ri dışında konuyla hiç kimse ilgilenmemiştir. Builgisizliğin sebebi olarak Irak’la, bu ülkede ya-şayan Türklerin siyasî ve kültürel haklarını temi-nat altına alacak bir anlaşmanın yapılmamış ol-ması gösterilmektedir. Ancak neden böyle biranlaşmanın olmadığının cevabı da verilebilmişdeğildir.

Irak’taki Türklere yapılan baskının temelindeiki ülkenin sınır komşusu olması ve Irak yöneti-minin Türkiye’nin bir gün buraları alacağı endi-şesine dayanmaktadır. Bu nedenledir ki Türkle-re yaptıkları baskılar aralıksız sürmekte ve bura-da yaşayan Türkler, Türkiye’ye casusluk yap-makla suçlanmaktadır.

Irak Türkleri, sadece kendi milli kültürlerinikorumayı ve insanca yaşamayı arzulamaktadır-lar. BM tarafından 1948’de yayınlanan İnsanHakları Evrensel Beyannamesi’ni Irak da kabuletmiştir. Ancak uygulandığını söylemek müm-

Page 27: Bilig_15.sayi

27

bilig-15/Güz’2000

kün değildir. Bu nedenle Irak Türkleri, insancayaşama isteklerini Türkiye dışında bir yere ilete-memektedirler. Çünkü; onları Türkiye dışında çı-karsız olarak dinleyecek ve anlayacak başka birülke mevcut değildir.

Körfez Savaşından sonra bütün dünyanın gö-zü bu bölgeye çevrilmiş ve Kuzey Iraklılarla il-gilenilmeye başlanmıştır. Bu gün “Kuzey Iraklı-lar” deyince sadece Kürtler anlaşılmaktadır. Ma-alesef Türk yetkilileri de bilinçsiz olarak bu ifa-deyi kullanmaktadırlar. ABD Dışişleri BakanıIrak muhalefet gruplarının hepsini Amerikayadavet ettiği halde 2.5 milyon Türkün temsilcile-rini çağırmamıştır. Fransa ve İngiltere, KuzeyIrak’ta bir Kürt devleti kurma planı yaparkenTürklerin varlığını hiç gözönüne almamaktadır-lar.

Türkiye’nin Irak Türkleri ile hem soydaşları-mız olduğu için hem de Körfez Krizinden sonra

bölgede meydana gelen siyasi değişiklikler ne-deni ile kendi toprak bütünlüğü açısından yakın-dan ilgilenmesi gerekmektedir. Başta Amerikaolmak üzere Saddam’ın zulümlerinin önüne geç-mek amacıyla 36. paralel ile Irak’ı bölme fikri or-taya atılmıştır. Türkiye de bu kararı kabul etmiş-tir. Bu durum, hem bir Kürt devleti kurulmasınazemin hazırlamaktadır hem de Irak Türklerini 36.paralelin altında ve üstünde olmak üzere ikiyebölmektedir.

Irak ve Kuzey Irak’ın kaderi ve geleceğininkonuşulduğu bir ortamda Türkiye’nin bu konudamutlaka bir planı olması gerekmektedir. Türki-ye’nin yeni oluşumları değerlendirerek ve önce-den tahmin ederek bu bölgede yaşayan 2.5 mil-yon civarındaki Türk toplumunun karşılaşabile-ceği tehlikelere karşı tedbir alması ve bu insanla-rın yeni facialara maruz kalmaması için çok yön-lü plan, program ve politikalar üretmesi gerek-mektedir.

Page 28: Bilig_15.sayi

28

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

AKKOYUNLU, Ümit (1977), “Irak Türklüğü-nün Meseleleri”, Birlik, Sayı 9-10, Ekim-Kasım, Ankara.

ARMAOĞLU, Fahir (1991), 20. Yüzy›l SiyasiTarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, An-kara.

ASLAN, Muzaffer (1996), “Irak Milli TürkmenPartisinin Görüşleri”, Avrasya Dosyas›,Cilt 3, Sayı 1, Ankara.

BEYATLI, Aydın (1989), “Irak Türkleri ve İnsanHakları Evrensel Beyannamesi”, II. IrakTürkleri Sempozyomu Tebli¤ler Kitab›,9 Temmuz 1989, Irak Türkleri Kültür veYardımlaşma Derneği Ankara Şubesi Yayı-nı, Ankara.

BEYATLI, Hidayet Kemal (1998), “Irak Türkle-rinin Tarih, Dil ve Kültürleri”, Misak-›Milli ve Türk D›fl Politikas›nda Musul,Ankara.

BİLİCİ, Abdülhamit “Türkiye OynatmamayaOynadı - Ümit Özdağ ile yapılan röportaj”,(http://www.aksiyon.com.tr/arsiv/112/der-gi/dosya/index.html).

ÇAY, Abdülhaluk (1987), “Batı Türklerinin Ta-rihlerine Genel Bir Bakış”, Irak TürkleriSempozyumu Tebli¤leri, 31 Ocak 1987,Ankara.

ÇELİK, Edip (1969), 100 Soruda Türkiye’ninD›fl Politika Tarihi, Gerçek Yayınevi, I.Baskı, İstanbul.

DEMİRBAŞ, Bülent (1995), Musul KerkükOlay› ve Osmanl› ‹mparatorlu¤undaKuveyt Meselesi, Arba Yayınları, İstanbul.

DEMİRCİ, Fazıl (1989), “Irak AnayasalarındaAzınlıklar ve Irak Türkleri”, II. Irak Türk-leri Sempozyumu Tebli¤leri, 9 Temmuz1989, Irak Türkleri Kültür ve YardımlaşmaDerneği Ankara Şubesi Yayını, Ankara.

DEMİRCİ, Fazıl (1991), Irak Türklerinin Dü-nü Bugünü, Ankara.

DEMİRCİ, Nefi “Kuzey Irak (Kürdistan) veTürkmenler”, (http://www.soros.org/ta-jik/cenasia/0321.html).

FROMKIN, David (1994), Bar›fla Son VerenBar›fl, Sabah Kitabları, 3. Baskı, İstanbul.

HOOK, Samuel Henry (1995), Ortado¤u Mito-lojisi, İmge Kitabevi, 3. Baskı, Ankara.

HÜRMÜZLÜ, Erşat (1994), Irak Türkleri, IrakMilli Türkmen Partisi, Ankara.

İLTER, Kemal “Kuzey Irak’ta Etki Savaşı”,(http://www.aksiyon.com.tr/arsiv/206/pa-ges/dosyalar/dos11.html).

İNTERNETTE IRAK TÜRKMENLERİ;(1999), Kardafll›k, Yıl 1, Sayı 1.

KADIOĞLU, Güler (Kerkük Türklerinden); ileyapılan görüşmeler.

KARADAĞ, Raif (1979), Petrol F›rt›nas›, Haş-met Matbaası, İstanbul.

KERKÜK, İzettin (1999), “İnsan Hakları Açısın-dan Irak Türklerinin Durumu”, Kardafll›k,Yıl 1, Sayı 1, Ankara..

KÖNİ, Hasan (1987), “Uluslararası İnsan Hakla-rı ve Irak Türkleri”, Irak Türkleri Sem-pozyumu Tebli¤leri, 31 Ocak 1987, An-kara.

KOPRAMAN, Kazım Yaşar (1989), “LozanAntlaşması ve Irak Türkleri”, II. IrakTürkleri Sempozyumu Tebli¤leri, 9Temmuz 1989, Irak Türkleri Kültür ve Yar-dımlaşma Derneği Ankara Şb. Yayını, An-kara.

KÖPRÜLÜ, Ziyat (1996), Irak’ta Türk Varl›-¤›, Ankara.

KURAN, Ercüment (1987), “Musul Meslesi”,Irak Türkleri Sempozyumu Tebli¤leri,31 Ocak 1987, Ankara.

Page 29: Bilig_15.sayi

29

bilig-15/Güz’2000

MISIRLIOĞLU, Kadir (1994), Musul Meselesive Irak Türkleri, Sebil Yayınevi, İstanbul.

NAKİP, Mahir (1996), “Irak Türklerinin Mesele-sine Nasıl Bakılmalı ?”, Avrasya Dosyas›,Cilt 3, Sayı 1, Ankara.

OLSON, Robert (1996), “Kürt Sorunu ve TürkDış Politikası”, Avrasya Dosyas›, Cilt 3,Sayı 2, Ankara.

ORAN, Baskın (1996), “Kalkık Horoz: ÇekiçGüç ve Kürt Devleti”, Avrasya Dosyas›,Cilt 3, Sayı 1, Ankara.

ORHONLU, Cengiz (1992), “Musul Meselesi”,Türk Dünyas› El Kitab›, Türk KültürüAraştırma Ensititüsü Yayınları: 121, Cilt I,2. Baskı, Ankara.

ÖKE, Mim Kemal (1995), Musul - KürdistanSorunu 1918 - 1926, İz Yayıncılık, İstan-bul.

ÖMER, Kasım (1998), “Türkmenler, Kuzey Irakve PKK”, Türkmeneli’nden Notlar,Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı YayınOrganı, Yıl 1, Sayı 1, Ankara.

ÖZDAĞ, Ümit (1996), “Kuzey Irak ve PKK”,Avrasya Dosyas›, Cilt 3, Sayı 1, Ankara.

ÖZDAĞ,Ümit (1999), 10 Ocak 1999 tarihindeTürkmeneli Vakfı’nın Türk Dil ve TarihYüksek Kurumu salonunda düzenlediğipanel.

ÖZDAĞ,Ümit (1999), Türkiye, Kuzey Irak vePKK, Asam Yayınları, 1. Baskı, Ankara.

ÖZMEN, Hasan (1998), “Türkmen Hakları veTürkmenlerin Statüsü”, Misak-› Milli veTürk D›fl Politikas›nda Musul, Ankara.

PAMUKÇU, Ekrem (1997), “Irak Türklerinin Si-yasi Kaderi”, Yeni Türkiye - Türk Dün-yas› Özel Say›s› II, Yıl 3, Sayı 16, Ankara.

SEZGİN, Ferruh (1998), “Arkaplan Üç Irak (mı)?”, Türkmeneli’nden Notlar, Türkmeneli

İşbirliği ve Kültür Vakfı Yayın Organı, Yıl1, Sayı 1, Ankara.

SÜMER, Faruk (1977), O¤uzlar, Ankara.T.C. TBMM GİZLİ ZABIT CERİDESİ; (1985),

Cilt III, Ankara.TOYNBEE, Arnold J. (2000), Türkiye I, II, III,

(Çeviren: Kasım YARGICI) CumhuriyetGazetesi Yayınları, Ankara,

TURAN, Ömer (1996), “Irak’ın Milletler Cemi-yetine Girerken Yayınladığı Deklarasyondave Anayasalarında Türk ve Diğer Azınlıkla-rın Hakları”, Avrasya Dosyas›, C. 3, S 1,Ankara.

TURAN, Refik (1998), “Misak-ı Milli ve Ata-türk’ün Lozan Sonrası Hedefleri”, Misak-›Milli ve Türk D›fl Politikas›nda Musul,Ankara.

TÜRKMENELİ’NDEN NOTLAR (1998),Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı YayınOrganı, Yıl 1, Sayı 1, Ankara.

UÇAR, Murat “Yeni Haritada Türkmenlere YerYok”, (http://www.aksiyon.com.tr/ar-siv/194/pages/dosyalar/dos11.html).

UÇAROL, Rıfat (1995), Siyasi Tarih, FilizKitabevi, İstanbul.

ÜNAL, Tahsin (1977), Türk Siyasi Tarihi,Emel Yayınları, Ankara.

Yeni Türk Ansiklopedisi (1985), Ötüken Yayın-ları, 1. Cilt, İstanbul.

YILMAZ, Hasan (1997), “65 Yıl Sonra AyakBastığımız Coğrafya Kuzey Irak ve Türk-menler”, Yeni Türkiye - Türk Dünyas›Özel Say›s› II, Yıl 3, Sayı 16, Ankara.

YİNANÇ, Refet (1989), “Türk - Irak İlişkileri veIrak Türkleri”, II. Irak Türkleri Sempoz-yumu Tebli¤leri, 9 Temmuz 1989, IrakTürkleri Kültür ve Yardımlaşma DerneğiAnkara Şubesi Yayını, Ankara.

Page 30: Bilig_15.sayi

30

bilig-15/Güz’2000

THE SITUATION OF IRAQ TURKS AND THEIR GENERAL

PROBLEMS AFTER THE TREATY OF LAUSANNE

Dr. Meflkure Y›lmaz BÖRKLÜ

Gazi University, Lecturer

ABSTRACT

After the First World War, the Middle East region which, had been underTurkish domination for a long time, was partitioned by the imperialist states ofEurope. Within this partition, land occupied by Iraq fell under Englishsovereignty. Thus, this part of Turkish land was departed from Turkey togetherwith Turkish community living in the region for centuries. The majority ofpolulation in the province of Mousul was Turks and this province was among theholy lands included in the “National Pact” to be liberated. However, the Englishknew that the region has a rich oil reserve, and because of the importance of oil,they would never allow this region to be under the control of Turkey. The MousulQuestion, about which a solution had not been reached during the LausanneConference, could not be solved in the League of Nations and the Council ofJustice and Turkish-English Bilateral Meetings either. Later Turkey gave up herrights on Mousul due to the pressure of the European Great powers and theSheikh Sait Rebellion supported by the English. Later on Iraq became anartificial state controlled by England and revolutions, dictators and disorderreigned in the country. The Turks living in this country generally benefited fromthe cultural rights parallel to the relations between Turkey and Iraq. But after1974 the pressure on the Turks living in this region increased. Turks who weredriven to the “fire line” during the war between Iraq and Iran faced manyproblems due to the lack of authority in the north of the Iraq after the Gulf War.

The most important problems of Iraq Turks rise from the undemocraticregime and dictatorships reigning in the country. This article is dealing with thegeneral situation and the problems of Iraq Turks (or Turcomen) and examinesthe Turkish policies towards the region from the Treaty of Lausanne to thepresent.

Key Words:Iraq Turks, Turcomen, Northern Iraq,

The Policy of Turkey Towards Iraq Turks.

Page 31: Bilig_15.sayi
Page 32: Bilig_15.sayi
Page 33: Bilig_15.sayi

33

bilig-15/Güz’2000

POL‹T‹K ‹LET‹fi‹MDE STRATEJ‹LER,SEMBOLLER VE ‹MAJLAR

Yrd. Doç. Dr. fieref ATEfiGazi Üniversitesi, Gazi E¤itim Fakültesi

ÖZET

Demokrasilerin kamu iradesine yaslanma zorunlulu¤u, modern dün-yam›zda medyay› ve medya arac›l›¤› ile oluflturulan imaj ve sembollerinönemini art›rm›flt›r. Kifliler ve kitleler aras› iletiflim araç ve kültürlerinin80’li y›llardan itibaren h›zl› bir flekilde de¤iflmesi, siyasal iletiflimin de kar-mafl›klaflmas›n› ve bununla birlikte daha dinamik bir yap›ya kavuflmas›-n› sa¤lad›. Demokratik toplumlardaki bu de¤iflime paralel olarak, iktidarerkini elinde bulundurunlar, politik kararlar›n al›nmas›nda profesyonelanlamda stratejik iletiflim tarzlar› benimsemeye bafllad›lar. Bu çal›flma-m›zda stratejik iletiflim çal›flmalar›, imaj ve sembollerin oluflumu, genelkullan›m alanlar›, ulusal ve uluslar aras› politik süreçleri betimlemedekirolü üzerinde duraca¤›z.

Anahtar Kelimeler:Stratejik İletişim, Sembolik Politika, İmaj Çalışmaları

Page 34: Bilig_15.sayi

34

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

Toplumsallaşmanın aracı kurumlarından olanaile, eğitim ortamı, sosyal çevre ve sınıflar, siya-sal görüşler, ideolojik ya da dinsel yorumlama-lardan herbiri kendi işlevlerini iletişim süreciiçinde gerçekleştirirler. Toplumsal yaşamı dü-zenleyen ve bireyin toplumsallaşmasını sağlayanaracı kurumların geniş bir bölümü kendi değer vekurallarını, doğru ve yanlışlarını, tutum ve davra-nış kalıplarını, belirli olaylar karşısında bireyleringösterecekleri duygu ve düşünce tarzlarını belir-li bir yanlılıkla iletişim süreci yoluyla aktarıp öğ-renilmesini sağlar. Bununla birlikte iletişim sü-recini, kısaca birey ya da gruplar arasında bilgive davranışların aktarılması şeklinde açıklamakyeterli değildir. Çünkü iletişim süreci, iletileriaktarma çabalarının tümünü, iletileri aktarmakiçin kullanılan simgesel şifreleri ve dilleri, ileti-şim ilişkilerini düzenleyen kültür kodlarını, söz-lü ve sözsüz iletişim olaylarını içine alan çokkarmaşık bir süreçtir.

Communication kavramının karşılığı olarakTürkçe’de kullandığımız iletişim sözcüğü, Oskay(1993: 309)’ın da işaret ettiği gibi yabancı diller-deki anlamının en önemli kesimini içermemekte-dir: “Birey ile birey (ya da bireyler) aras›nda ya-p›lan bir anlam yüklü simgeler gönderimi, al›m›,ifllenimi, yeniden – gönderimi, yeniden – al›m›,ve yeniden – ifllenimi, vb., süreci olarak ifadeedilen ileiflim terimi, communication sözünün te-melindeki toplumsallaflma anlam›n› ifade ede-memektedir.” İletişim kavramını özellikle kamu-oyunun oluşumu süreci açısından ele aldığımızda,Turam (1994: 43)’ın da ifade ettiği gibi, bir kişi-den veya gruptan diğerine semboller yoluyla bil-gi, düşünce ve davranışların aktarılması olaraktanımlayabiliriz. Görüldüğü gibi iletişim, top-lumsallaşmanın bir yansıması olmakla birlikte,bir tarafın diğer tarafın tutum ve davranışlarını et-kileme veya değiştirme sürecidir de (Erdo-¤an/Alemdar, 1990: 51).

İletişim süreci, iletiyi aktaran birey, ileti veiletinin alıcısı bireyden oluşan çift yönlü bir yapı-dadır. Bilgi alışverişinde ve ikna edici iletişimdegeribildirim, stratejik iletişimin can damarıdır.İnsanların bir ileti kaynağı olabilmeleri, iletileri-ni diğer bireylerin anlayabileceği simge ve söz-cüklerle kurgulamaları ile mümkündür. İleti alıcı-sının gönderilen iletideki simgeleri çözümleyipçözümleyemediği geribildirim sayesinde belirle-nir. Geribildirim olmadan iletişimin başarı ya dabaşarısızlığı anlaşılmaz. Bu bilgi alışverişi saye-sinde, iletilerin anlaşıldığı, ya da hassas ayar iste-diği, kalitesinin yükseltilmesi veya tamamen ye-niden yönlendirilmesi gerektiği bildirilir. İleti-şim tekniği açısından totaliter rejimler ile de-mokratik rejimler arasındaki en büyük fark sis-tem içerisinde geribildirim olup olmadığıdır.Eğer bir sistem, toplumsal yaşamın düzenlenme-sine dair alınan siyasal kararları politik sistemden“yukardan” vatandaşa “aşağıya” iletilmesi şek-linde gerçekleştiriyor ve kurgulamadan senaryo-lar üretmeye, aydınlatmadan politik showlara ka-dar geniş bir sunum yelpazesi ile iletişim süreci-ni yönetiyorsa, bu sistemin fazlaca demokratikolduğu söylenemez (Pickel/Walz, 1997: 38).Böyle bir sistemde geribildirim yoktur. Goleman( 1998:194), stratejik iletişimde geribildiriminönemini şu şekilde açıklar: “Sistem teorisindekiözgün anlam›yla geribildirim; bir parçan›n sis-temdeki di¤er tüm parçalar› etkiledi¤i ve rota-dan ç›km›fl bir parçan›n daha iyi sonuç verecekflekilde de¤ifltirilebilece¤i anlay›fl› çerçevesinde,sistemin bir parças›n›n nas›l çal›flt›¤›na dair bil-gi al›flverifli demektir.”

Bir sistemde geribildirim yoksa, o sistem ka-ranlıkta kalır. Geribildirim sistemin can damarı,sigortasıdır. Bir sistem içerisinde insanları sus-maya razı etmek, onları ikna etmek anlamına gel-mez. Strateji uzmanlarından M.H. Caşın(1995:8), stratejik planlamanın demokratik top-lumlarda geribildirim olmadan ve halkın ruhunaters düştüğü halde gerçekleştirildiği durumlarda,

Page 35: Bilig_15.sayi

35

bilig-15/Güz’2000

ulusun kendini savunmasının tehlikeye girdiğini,sosyal gerginliklere ve istikrarsızlığa yolaçtığınıve korunacak özgürlükleri de tehlikeye soktuğu-nu belirtir: “Totaliter Devletler’de salt güvenlikendiflesi ile stratejik kaynaklar›n ekonomik ol-mayan yöntemlerle karara ba¤lanmas› olgusu;idari mekanizmay› içinden ç›k›lamayacak feda-karl›klar cenderesinin alt›na itecek ve böyle biristenmeyen durum; arzu edilen güvenlik hedefle-rinin çok gerilerine düflmeyi getirecektir. Sonuç-ta, güçlü bir otokontrolün tesis edilememesininyan›s›ra, ekonomide afl›r› enflasyonist bask›lar,iflsizlik, sosyal dengedeki dayan›flma ve motorgücün takat›nda önemli verim kay›plar›na sebepolacakt›r.”

Geribildirimin önemini kavrayan gelişmişdemokrasiler, düşünce özgürlüğünü, düşünceleriserbestçe ifade etme özgürlüğünü, basın özgürlü-ğünü, sisteme uymasa da muhalif yapılanmaları–terör dışında- sonuna kadar teşvik etmektedir-ler. Muhalif gruplar, düşünce kulüpleri, düşün-celeri özgürce ifade etme ortamları, bilgi tekno-lojileri ve kaynaklarına eşitlik ilkesine uygunolarak herkesin ulaşma hakkı olmadan, sistemkendi hatalarını göremez. Sistemin parçaları olanfarklı halk katmanlarında duyulan rahatsızlıklar,sistemin de rotadan çıkmasına neden olur.

Boş vaadler, içi boşaltılmış anlamsız sözler,yalanlar totaliter rejimlerin halkı kandırmak içinbaşvurdukları temel propaganda metotları ol-muştur. Genişletme, uzatma, yaygınlaştırma veekme anlamına gelen propaganda sözcüğü, 2000yıl önce yaşamış Romalılar’da bile, kamuoyunuetkileme anlamında, iktidar erkini ve ününü ge-nişletmek için sürekli kullanılmıştır. Julius Ca-eser “iktidar›n varl›¤›n› korumas› ve sürdürmesiasker ve para ile olur” diyerek, paraların üstünebasılan resimleri kastederek, iktidar ve ünün sim-gesel olarak ellerde dolaşması sayesinde halkıpsikolojik olarak etkileyeceğinin farkına 2000 yılönce varmıştır ( Hardetert, 1998: 7). Bektaş(1996:101)’ın da ifade ettiği gibi; “iletiflimin içe-

ri¤ini oluflturan simgeler, insanlar›n ilk toplu-luklardan bu yana anlaflmak için kulland›klar›iflaretler, semboller ve jestler bütünüdür.”

İletişim sürecinde kullanılan simgesel şifre-ler toplumların kültürel yapısı ile bağıntılıdır. Bunedenle özellikle ikna etmeye, etkilemeye yöne-lik olan her iletişim sürecinde, iletilerin üretil-mesinde belirli bir birikime gereksinim duyulur.Stratejik iletişimin klasik örneklerini politik ka-muoyu çalışmalarından elde edilen veriler oluş-turmaktadır. Toplumsal yaşamın çok geniş birbölümünü düzenleyen siyasal sistem, politik ka-muoyu çalışmasını stratejik açıdan cazip bulmak-tadır, çünkü profesyonel anlamda medya danış-manlığı yapan çevrelerde, belirli bir konuda ka-muoyu oluşturmak ya da kamuoyunu etkilemekkonusunda yeterli derecede teknik bilgi ve dona-nım (Know-How) bulunmaktadır. Mannheim(1997: 63), ABD’de politik kamuoyu oluşturmakonusunda danışmanlık hizmetleri sunan kişi vekurumların kitle iletişimi, medyanın etkileri, ka-muoyu çalışmaları alanlarının yanısıra, teknik vemateryal donanımları ile kamu desteğini kolay-lıkla sağlayacak stratejik bir üstünlüğe sahip ol-duklarını belirtir: “Bu bilgi ve kaabiliyet ile, ileti-leri aktarma çal›flmalar›n›n tümünü ve dolay›s›y-la oluflan etkileri tamamen stratejik amaçl› yön-lendirmek ve yönetmek mümkün olmaktad›r. Si-yasal sistem ve aktörlerin iletiflim ortam ve araç-lar›n› istedikleri flekilde kurgulama ve yönetme-nin, politik elitlere ve politik sisteme sa¤lad›¤›yararlar konusunda her geçen gün yeni verilerbirikmektedir.” Modern dünyanın tartışmasız si-yasi sistemi olan demokrasilerin kamu iradesineyaslanma zorunluluğu medyayı ve medya aracılı-ğı ile gerçekleştirilen kamuoyu çalışmalarını si-yasal ve toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçasıhaline getirmiştir. Yönetime talip olanların, yö-netilenlerden destek alması gerektiği sürece,stratejik iletişim çalışmaları şimdi olduğu gibigelecekte de devam edecektir.

Her demokratik sistem, politikalarını halkın

Page 36: Bilig_15.sayi

36

bilig-15/Güz’2000

onayını alarak uygulamak zorundadır. Bu zorun-luluk toplumsal yaşamın düzenlenmesinde, poli-tik istek, talep, düşünce ve argümanların karşılık-lı olarak iletilmesini, bilgi ve enformasyonlarınaktarılmasını, kısaca iletişime geçilmesini zorun-lu kılıyor. Bu iletişim sürecinde medyanın önem-li bir rol üstlenmesi, modern demokratik toplum-ların “medya toplumu”(Bruns, 1997: 19) olarakisimlendirilmesini haklı çıkartmaktadır.

Medya toplumlarında iktidar erkini elindebulunduranlar, aldıkları siyasal kararların aktarıl-masında medyada olumlu bir izlenim bırakmakisterler. Bu anlamda stratejik iletişim, örneğinbelirli problemleri ya da siyasal aktörleri medya-da haber değeri olacak şekilde politik içerik vekonumdan uzakmışcasına değerlendirme ya dayorumlama stratejileri geliştirmektir. Bu anlam-da parti kurumları ve kaynakları politik kamuoyuçalışması için seferber edilir.

Stratejik politik iletişimde en çok kullanılanyöntem belirli bir adayla bağıntılı olarak bir ko-nuyu medyaya lojistik destek sağlayacak şekildeve medya formatında kurgulamak ve sunmaktır.Siyasal aktör veya sistem, kendisiyle bağıntılı birkonuyu medya için geçerli standartlarda; yeni,alışılmışın dışında, anlaşmazlık içeren ya da gör-sel anlamda çekici bir formatta kurguladığındabüyük bir olasılıkla kamuoyunun dikkatini çeke-cektir.

ESTET‹K ‹LET‹fi‹M VE S‹MGELER

Özellikle politik iletişimi yöneten ve yönlen-direnler, dilin yalnızca basit bir anlaşma aracı ol-madığı ve ağıza söz vermediğini, kafalara düşün-celerin de dil ile yerleştiğinin farkındalar. İleti-şim sürecinin temelini, iletiyi üreten ve tüketenbireylerin üzerinde anlaştıkları ortak kavramlarınbulunması oluşturmaktadır. Bununla birlikte in-sanlar iletilerini aktarırlarken, toplumsal ve eko-nomik yaşam biçimine, alıcının kültürel kodları-na ve çevre koşullarına uygun yöntem ve araçlar

kullanırlar. Bektaş (1996:101)’ın da ifade ettiğigibi, “insanlar ortak simgelerle anlaflt›klar›, busimgeleri özgür olarak kullanabildikleri süreceiletiflim olgusu gerçekleflmektedir”.

İnsanlar, gelişmişlikleriyle orantılı olarakkarmaşık simge sistemlerinden yararlanmışlardırve yararlanmaktadırlar. Her toplumun kültürsimgeleri sosyalleşme sürecinde birey tarafındanöğrenilir. Simgeler ve semboller ortak anlam vedeğerler olarak nesilden nesile aktarılır. Erdoğanve Alemdar (1990:27)’ın ifade ettikleri gibi, sim-gesel iletiflim toplumsal bir süreçtir. Bununlabirlikte iletişim teknolojisinin gelişmesi, globaldüşünce ve kültür aktarımına geniş olanaklarsağlamıştır. Günümüzde McLuhan’ın “evrenselköyü” bir anlam ifade edebilmektedir. ABD baş-kanı Bill Clinton’un beyaz sarayda sıradan işler-le uğraştığı, en büyük hayalinin oskar ödülü ol-duğu, halka yakın, bununla birlikte soylu ve seç-kinci olmadığı, ulaşılabilir ve insani boyutlarınınöne çıktığı Başkan’ın veda klibindeki imajı, İlal(1989:12)’ın daha 90’lı yıllarda saptadığı gibi,kitle iletişim araçlarının siyasal iktidarın etkile-me gücünü ve simge ve sembollerin evrenselleş-tiğinin somut ve güncel bir göstergesidir.

Yaşam alanlarını estetikleştirme, politikanında estetikleştirilmesini beraberinde getiriyor. Ya-şam tarzlarının estetikleştirilmesi, toplumun dasosyal estetik açısından parçalara ayrılmasını sağ-lıyor. Bu da politik iletişimin önüne önemli birengel olarak çıkıyor. Yaşam alanlarının estetik-leştirilmesi sembolik kurgulamaları da berabe-rinde getiriyor. Sosyal iletişim alışkanlıkları dahigörsel karelere aktarıldığında etkili olabiliyor.Yaşam alanlarının karelere aktarıldığı reklam vetelevizyon dünyası, Meyer (1994)’in ifadesi ilemodern dünyamızın “kültür metaforları” olmuş-tur.

Politik eylemlerin alıcılar üzerindeki etkileriiki boyutlu değerlendirilebilir. Birinci boyuttapolitik eylemleri algılayanlar, politikayı aracısızolarak gözlemlediklerinden gerçekleştirilen ey-

Page 37: Bilig_15.sayi

37

bilig-15/Güz’2000

lemler ile sonuçları karşılaştırabilirler ve ilgilipolitikalara, politik aktörlere, partilere karşı ken-di duruşlarını, konumlarını, bakış açılarını, kısacadüşüncelerini değiştirebilirler. Ancak çok az sa-yıda insan politikayla böyle direkt bir ilişki kura-bilir. Diğer boyutta ise politika insanların sadecezihinlerinde medya aracılığıyla oluşturulan an-lamsız ve karmaşık resimlerden oluşur. Bu re-simler kitlelerin hiçbir zaman dahil olamayacak-ları fakat farklı biçimlerde protesto edecekleri yada alkışlayabilecekleri bir ucubeler müzesi oluş-turur.

Kitlelerin politik süreç ve eylemleri aracısızolarak görebilme ve gözlemleyebilme imkanlarıazaldıkça politikanın bir show gibi sunulmasın-dan başka bir çare kalmayacaktır. Kaba hatlarıy-la belirlenmiş, haber kaynaklarından süzülerek“eşik bekçilerinden” geçmiş enformasyon, belir-li formatlar içerisinde kamusal alana yansıtıl-maktadır. Sembolik politika politikanın asıl ama-cı olmuştur. Bu şartlar altında politikanın sembo-lik boyutu da çift anlam kazanıyor. Modern top-lumlardaki bireyler de, kitle demokrasilerindekendi çevreleri ve genel olarak dünya ile ilgilikonularda sembolik ifade şekilleri ile yetinmeyerazı olmaktadırlar. Diğer taraftan politik sürecinaktörleri ya da üreticileri de, politik konulara an-gaje basın mensuplarının konuları kamuoyunasunma tarzlarına göre sembolik politika yapmak-tadırlar. Durum böyle olunca politik olayla bir-likte politik olayın nasıl sunulacağı da beraberdüşünülmek durumundadır.

Başkan Busch’un ulusal güvenlik danışmanıBrendt Scowcroft, görevi süresince Beyaz Sa-raydaki tartışmaların %70’inin uluslar arası krizdurumlarının medyada nasıl tanımlandığı, yansı-tıldığı ve ilgili ülkelerde nasıl karşılandığını tartış-makla geçirildiği tahmininde bulunur (Hoge,1995:266). Görüldüğü gibi reel politik süreçtençok, politik sürecin ortaya konuş şekli, kurgula-nışı önem kazanmaktadır.

Modern anlamda politik iletişimin anlaşılma-

sı Murray Edelman (1976)’ın geliştirdiği “sem-bolik politika” kavramıyla açıklanabilir. MurrayEdelman, 70’li yıllarda ABD’de yaptığı analizler-de, politikanın sembolik boyutunun kendi başınanasıl yeni bir anlam kazandığını ve stratejikamaçlarla alıcıları yanıltmakta nasıl kullanıldığınıortaya koymuştur.

Edelman’a göre modern toplumlarda genel-likle bireylerin partilerle, teşkilatlarla, politikacı-larla bire bir iletişimde bulunmaları mümkün ol-madığından, politikanın aktarımında kitle iletişimaraçları birinci derecede rol oynamaktadır. Poli-tik iletişimde hemen hemen bütün bilgi ve enfor-masyon akışı doğal olarak kitle iletişim araçlarıüzerinden gerçekleştirilmektedir. Klasik anlam-da parti tarafgirliği de geniş kitleler için sorgula-nır olmuştur. Edelman’ın ABD’de tespit ettiğisonuçlar ile, Türkiye’de son yıllarda yapılan ge-nel seçimler dikkate alındığında benzerlikler gö-rülmektedir. Artık Türkiye’de de klasik anlamda“ölene kadar” aynı partiyi desteklemek söz konu-su değildir. Örneğin Cumhuriyetin başından berilider partiler olan CHP ve AP’ye olan bağlılıkhalk tarafından sorgulanmıştır. Bunun bir sonucuolarak, en son gerçekleştirilen genel seçimlerdegeleneksel sol parti CHP %8 oranına ve gelenek-sel sağ parti AP’nin devamı olan DYP % 12’likoy oranına düşmüşlerdir. Bu sonuçlar, Türki-ye’de klasik anlamda parti bağımlılıklarının orta-dan kalktığını göstermektedir.

Edelman’ın teorisinden hareketle Ulrich Sar-cinelli (1991: 479) politikanın üretilmesi ile su-nulmasının farklı boyutlar olduğuna dair bir tezgeliştirmiştir. Sarcinelli’ye göre politikanın med-ya için yapılması, iletişimin de dilsel semboller(beyaz sayfa açmak, mavi akım projesi, düşünceözgürlüğü, çetelerle savaş vb. gibi); dil ötesisemboller (ezan, bayrak, Atatürk, ordu, beden di-li gibi); yaygın ön yargı ve algılamalar; basmaka-lıp sözler ile paketlenmesini beraberinde getir-miştir. Politik karmaşıklıktan uzak bu tür sem-boller alıcıda duygusal çağrışımlar uyandırabil-

Page 38: Bilig_15.sayi

38

bilig-15/Güz’2000

mektedir.

Politik semboller sadece politik gerçeklikle-rin sunulması için yapılmazlar. Partiler arası mü-cadelede, dikkat çekici amblem ve rozetler kul-lanmak, ya da kirlilikten arındırma sözü yerineseçmenlere deterjan dağıtmak gibi sembolik ta-vırlar, sözde gerçekliği yansıtmaktadırlar ve dik-kat çekmektedirler. Aslında politik iletişim baş-langıcından günümüze kurgusunu ve sunumunuher zaman sembollerle zenginleştirmiştir. Ancaktelevizyon çağında politikanın kendisinden çokkullanılan politik sembollere ilgi duyulmuştur(Sarcinelli, 1994: 34).

Sembolik politika modern çağların en akıl al-maz iletişim tarzına dönüşmüştür. “Savaş” gibi(körfez savaşında Schwarzkopf’a “çöl ayısı”denmesi gibi), “deprem” gibi (küçük Erkan’ınClinton’un burnunu tutması gibi) yaşamsal öne-me sahip konularda dahi argümanların yerini birresim, bir sembol alabilmektedir. Bugün politikestetiğin amaçladığı iletişim tarzı, “algıların ta-mamına hitap etmektir” (Welsch, 1991: 9). Sem-bolik politika görsel iletişim araçlarını dikkatealarak yapılan stratejik bir iletişim tarzıdır. Gele-neksel olarak politik ideolojilerin aktarımındakullanılan söylem ve dilsel aktarımdan farklı ola-rak, görsel efektler kullanılarak politikacılarıstarlaştıran ve resimlerde somutlaşan yeni biriletişim tarzı kuşkusuz. Politik iletişim, toplum-sal yaşamda sorunların çözümü için geliştirilenargümanların tartışılacağı bir alandan, baş roloyuncularının kurgulandığı sahte bir alana kay-maktadır. Örneğin siyanürle altın çıkartmanınçevreye verdiği zarardan çok, siyanürü protestoeden köylülerin ç›plak olufllar› ilgi toplamakta-dır. Politik olay ve süreçler eğlence amaçlı, ma-gazin formatı ile yansımaktadır ekranlara.

‹letiflimde Görselli¤in Anlam›

İç dünyamızı görme yoluyla biçimlendiren“algılanmış inançlar” belirler. Yaşam dünyamızıgörerek oluşturmak üzere bir anlayışımız vardır.

İnsanları harekete geçiren de düşündükleri değil,gördükleridir. Yalın benliğimizi bize yaşatabile-cek bir görme yeteneği, en temel koşuldur. İmajiçin görmek temel kuraldır.

Görsel iletişim araçlarının mesajları sadecesosyal dünyamızı algılama ve yorumlama tarzı-mızı etkilemekle kalmıyor, iletişim kurma vedavranış geliştirme tarzlarımızı da önemli ölçüdeetkiliyor. Resimlerin dünyas› dünyam›z›n resmioluyor. Resimlerin içerikleri ve onların birbirle-riyle bağıntılı olarak kullanılmaları, diğer bir de-yişle resimlerin “semantiği” ve “sentaksı” enfor-masyonların, ifadelerin, yorumlamaların, kural-ların, dünya imajlarının “ben” ve “öteki” algıla-malarının temel kaynağı oluyor. Bolz (1990)’untanımlaması ile postmodern yaşam, yazının vesözün etkin olduğu bir kültürden; eğlendiren,hoş vakit geçirten, en üst düzeyde dikkatlerin çe-kilmesine odaklanan estetik rejinin zaping kaygı-larıyla kurguladığı bir anlayışa dönüşmüştür.

Şimdilerde “İmaj” çalışmaları bütün gelenek-sel ikna yöntemlerinin dışına taşmıştır. Önceleri,siyasal imaj çalışmalarının merkezinde adayların“belagat” yeteneği ve dili kullanma becerisi yeralırdı (Topuz, 1991). Son zamanlarda ise dil ileilgili çalışmaların yanısıra sözel olmayan tümöğeler ve anlam içeren tüm semboller imaj çalış-malarında kullanılmaktadır. Resimlerin dili, sö-zün ve metnin dilini bastırmıştır. Bu eğilim dilinde ekonomikleşmesini beraberinde getirmiştir.Kısaltmalar, imalar, fragmanlaştırmalar, bağıntı-sız ve bağlamsız sözler dönemin üslubu olarakgörülmeye başlanmıştır.

Stuart Hall (1980), televizyon söylemindefilm karelerinin dilsel göstergelerden farklı birerkod içerdiklerini belirtir. Hall’e göre resim kare-leri, Meryem Ana Heykelleri gibi gerçeğin birerkopyası olarak algılanır. Hans Matthias Kepplin-ger (1987), yazılı basın ve televizyonlardaki gör-sel efektler ve fotoğraflar üzerindeki deneyselçalışmasında, Hall’in teorisini ampirik olarakkanıtlamıştır. Kepplinger, metinlerin alıcının ön

Page 39: Bilig_15.sayi

39

bilig-15/Güz’2000

bilgisi ile çeliştiklerinde (selektif algı), bilişselzıtlık meydana geldiğinden alıcı üzerindeki etki-lerinin sınırlı olduğunu belirtir. Ancak resim ka-relerinin “gerçek” olarak algılanması nedeniyle,fotoğraflar alıcının ön bilgisi ile çelişse de biliş-sel zıtlıktan etkilenmedikleri ortaya çıkmıştır.

Fotoğraflar metin ve sözden farklı olarak, ob-jektif gerçekliğin bir yansıması olarak algılanırlarve eleştirilmezler. Oysa her resim karesi söylemiçeren bir koddur. Kurgulanmış her resim, eskikültürün geliştirdiği söylemin yerine arzularınresmini gerçek olarak sunmaktadır. Böylece deKantçı bir yaklaşımın eleştirilerinden kurtulabil-mektedir. Bu nedenle televizyon çağında sembo-lik politika, stratejik iletişimin estetik formu ola-rak kabul görüyor. Görselliği ve eğlendiriciliğiile, enformasyonun, yorumlamanın argümanlarınve söylemin yerini alıyor. İnsanların yaşam alan-ları da reklam ve televizyon dünyasının medyatikdünyasına dönüşüyor.

Diğer taraftan insanlar hakkında oluşturulanimajlarda özellikle görsel betimlemeler büyükönem kazanmaktadır. Medya aracılığı ile oluşanimajlarda, eşik bekçilerinden “gatekeeper”geçe-rek, haber olmaya değer görülen ürünlerde, mu-habirlerin olayları algılama biçimleri de görüntüve ses aracılığıyla seyirciye aktarılır. “Sempatik”görünmesi istenen kişi, kamera ile ön cephedençekilir, böylece rahat ve sakin izlenimi uyandırı-lır. Olumsuz imaj oluşturmak için ise, alttan(kurbağa perspektifi) ya da tepeden (kuş bakışı)çekim yapılır. Böylece izleyici üzerinde aciz vesevimsiz bir kişi izlenimi bırakılmak istenir. De-neysel araştırmalar, kameramanların ve çekimtekniklerinin izleyicilerin algılarını kesinlikle et-kilediklerini ortaya koymaktadır (Kepplin-ger:1989: 241-255). Politik aktörler dikkatleriüzerlerine çekebilmek, gündemi belirlemek,kendileri ve karşıtları hakkında imaj oluşturabil-mek için görsel efektleri sonuna kadar kullan-maktadırlar.

“Medien Tenor” adlı medya analizleri ensti-

tüsünün yaptığı analizlerde, Alman devlet tele-vizyon kanalları olan ARD ve ZDF’nin yayımla-dıkları görüntülerde, Schröder’in (SPD), Kohl’e(CDU) oranla daha iyi yansıtıldığı sonucunu orta-ya çıkarmıştır (Schatz, 22.8.97: http://www. me-dien-tenor.de). Aynı şekilde A.Ü. İletişim Fakül-tesi Medya İzleme Grubu ve Konrad AdenauerVakfı tarafından gerçekleştirilen medya analizin-de, 1999 yılı Türkiye genel ve yerel seçimlerindemedyanın bazı partileri içerik ve görsel sunumaçısından olumlu, bazılarını ise olumsuz yansıt-masının seçim sonuçlarına etki ettiği sonucunavarılmıştır (KAV, 1999: 162-178).

‹MAJLAR

Artık iyi bir doktor olmak, iyi bir müessese-ye sahip olmak, kısaca bilimler konusunda ge-rekli eğitimi almış olmak, o alanda iyi bir “ima-ja” sahip olduğumuz anlamına gelmiyor. Sanatkuramlarını çok iyi bilmek de, eskiden olduğu gi-bi şimdilerde de kimseyi sanatçı yapmıyor. Bu-nunla birlikte “imaj”, bir şeyi yoktan da var et-mez. Ancak “imaj”ı bir sanat olarak görürsek, busanatın işlevi, eldeki araçlarla hedefe ne kadarulaşılabileceğini göstermesidir diyebiliriz. “İmajçalışmaları” görünmeyeni gösterebilme sanatıdır.Çağımız filozoflar, önderler, liderler çağı değil-dir. O nedenle önemli olan bireylerin ve kurum-ların kendilerini nasıl değerlendirdikleri ve gör-dükleri değil, başkaları tarafından nasıl görüldük-leri ve algılandıklarıdır. “İmaj” çalışmaları bir he-defe yönlenmiş işlevler kavramından yola çıkar.

Dilbilimsel açıdan bakıldığında “imaj”kavramının kökeni oldukça eskidir. Anglo-saksonların kullandığı “Image” sözcüğündenTürkçe’ye olduğu gibi aktarılan kavramın,Latince karşılığı “imago”- resim anlamınagelmektedir. Bu resim ile kastedilen optikbir aktarım değil, daha çok algılayanın zih-ninde kişi, kurum, ürün v.b. hakkında geliş-tirdiği bilişsel, psikolojik “resim”dir.

Page 40: Bilig_15.sayi

40

bilig-15/Güz’2000

Resim, “imaj” çalışmalarında somut görünenresimden ilintisiz olarak, yalnızca mecazianlamda kullanılır. İmaj, zihinsel bir resim ola-rak, gerçekten (true) çok yönlendirilmiş dahadoğrusu yaratılmış (created) bir şey olarak de-ğerlendirilmektedir. Resim, yalnızca kafalardaoluşan bir görüntü değil, insan düşüncesinin içyansımalarıdır.

İmaj kavramını ilk olarak psikoloji ile ilişki-lendiren Kleining (1969: 444), imajı “kifli ya dakiflilerin çevrelerindeki olgular hakk›nda anlam-l›, az ya da çok sistemlefltirdikleri dinamik dü-flünce, tasavvur, alg›lama ve hissedifllerinin ta-mam›” olarak tanımlar. Amerikan gazeteci Wal-ter Lippman çok önceleri, kendisini büyük ünekavuşturmuş olan “Public Opinion” (1922) adlıkitabında, insan zihninde var olan ve çevremiz,olaylar ve kişiler hakkında gerçeği yansıtmadık-ları halde davranışlarımızı belirleyen resimlerden(imaj - tasarım) söz etmiştir (Lippmann, 1964:18). Lippmann’ın kitabı ilk yayımlanışından elliyıl sonra Amerika (1965)’da ve Almanya(1964)’da yeniden yayımlanmıştır. Elisabeth No-elle-Neumann (1998: 167), Lippmann’ın kitabı-nın hâlâ yepyeni olmasının nedenini: “Lippmann,modern dünyada insanlar›n nas›l bilgi edindi¤i,yarg› oluflturdu¤u ve buna göre davrand›¤› hak-k›nda kendimizi nas›l rasyonelce kand›rd›¤›m›z›ortaya koyar” şeklinde açıklar.

Lippmann, ampirik sosyopsikolojinin onlarcayıl sonra ortaya koyduğu olguları, daha I. Dünya Sa-vaşı sonrasında açıklar. Lippmann (1964: 78, 97),kamuoyunun temel taşını, yani imajların ve kanaat-lerin duygu yüklü kalıplarda billurlaştığını keşfeder.Bir gazete muhabiri olan Lippmann, icat ettiği ste-reotip kavramını, gazete matbaacılığının teknik dün-yasından, metinlerin istenildiği kadar basılmasınısağlayan stereotip tekniğinden almıştır. Stereotiplerörneğin, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in adı-nın önüne düzenli olarak eklenen “Baba”, ya da Ab-dullah Öcalan yerine “bebek katili Apo” benzeri kı-saltmalar şeklinde karşımıza çıkar. Bir süre sonra

ismin kendisine gerek kalmaz, “Baba” ya da “be-bek katili” yeterli olur. Benzer kısaltmalar ulus-lar arası tanımlamalarda da etkili olurlar. Örneğin“Sırp kasabı” Miloseviç, “Türk düşmanı” Kohl,ya da “uçkurgate” Clinton, ya da “oval ofis” gi-bi. Kişilerle birlikte düzenli olarak anılan olum-lu – olumsuz kısaltmalar, zamanla ismin kendi-sinden de önemli olurlar. Kısaltmalar belirli sem-bolleri de içeriyorsa yeniden hatırlanmaları dahakolay olur. Kamuoyu süreci bu tür imalara ihti-yaç duyar, yoksa yaygınlaşamaz, bir konunun ta-raftarları birbirlerinden destek alamaz, güçleriniaçıkça gösteremez ve karşıt görüşleri sindire-mezler.

İmaj kavramı 50’li yıllardan itibaren ekono-mide, ürünleri farkl› alg›latan tüketici de¤er il-lüzyonunu oluflturmak anlamında kullanılmayabaşlandı (Lili, 1983: 402). Ürün ile ilgili somutve soyut bileşenler belirleyici oldu. İmaj sadecesomut ürünler için değil, aynı zamanda kişiler,kurumlar, markalar için kullanılmaya başlandı.Böylece “imaj” karar alıcıların ve tüketicilerinpsikolojik etkenlerle ürüne yükledikleri soyutolarak nitelendirilebilecek de¤er olarak görül-meye başlandı.

Psikolojik değer yaratmada güçlü bir etkiyesahip olan reklam ve diğer iletişim çabaları, ül-kemizde de “imaj” kavramının stratejik öneminison yıllarda artırmıştır. “İmaj” kavramının ülke-mizde son yıllarda popüler bir kavram olmasınınnedenleri arasında, 1980 sonrası ülkede yaşananbüyük transformasyon (T›l›ç, 1998: 85); enfor-masyona dayal› bir ekonomiye geçifl (Gumpel,1997: 46); radyo - TV alanının gelişimi ve özel-leşmesi sonucu kamuoyu baskısının artması; par-tilerin dayandığı ideolojik farklılıkların azalma-sıyla birlikte siyasal adayların ya da parti liderle-rinin özelliklerinin ve niteliklerinin, bir başkadeyişle imajlarının öne çıkması (Uztu¤, 1999:15); siyasal iletişim tarzının değişimi (Köker,1998:14-19) gibi faktörler sayılabilir.

Page 41: Bilig_15.sayi

41

bilig-15/Güz’2000

Simge ve ‹majlar›n Alg›lan›fl›

Hiç kimse, tüm varoluşu bir bakışta kavraya-bilecek, durumu tüm inceliğiyle, çeşitliliğiyleve kombinasyonları içinde ele alabilecek dona-nıma sahip değildir. Gerçek ortam, doğrudankavrayabilmemiz için fazla büyük, fazla karma-şık ve fazla akışkandır (Avc›, 1990: 43-55). Çağ-daş imaj çalışmaları mantıklı dayanaklar ve de-rinlik perspektifinden yoksun olsalar da, estetiköğeler içeren kurallardan esinlendiğinden, in-sanlar için kalıcı duygusal etkiler bırakmakta veböylece toplumları etkileyebilmektedirler (Sturm, 1972:42-44). Bugün uçsuz bucaksız kar-maşık dünyamızda kendi özgün gözlemlerimizile başka kaynaklardan edindiğimiz izlenimleriç içe geçmiştir. Sezgiler, düşünme ve gözlem-den önce gelir. Duygu içerikleri –neyin iyi, ne-yin kötü olduğu –, görüntü ve ses aracılığıyla al-gılayan üzerinde bir tür onay etkisi yaratmakta-dır. Çelişkiye düşmeden iletilebilen net konu-lar, aşırılıklar, sürprizler, algılayanın kendisi ileözdeşleştirebileceği şeyler, yani mekan ile il-gili ve psikolojik yakınlıklar, Arnold Gehlen(1965: 190)’in de dediği gibi, sahte bir gerçek-lik ve “Zwischenwelt” ara dünya oluşturmak-tadır.

Bireylerin siyasal ve sosyal bilgileri örgütle-mede kullandıkları bilişsel yapılara psikologlarşemalar adını verirler. Bireylerin zihinlerindekisiyasal şemalar arttıkça, düşüncelerindeki kar-maşıklık azalır. İnsanların kullandıkları şemalar,olayları yorumlamalarına yardımcı olurlar. Birey-ler yeni bilgilerle karşılaştıklarında özgül bilişselşemalar bunları süzer, seçer, kodlar ve yeni ya davarolan bilişsel yapılar içinde bütünleştirir. Şe-malar, bilginin bellekten geri çağrılmasını da et-kiler. Psikologların “kestirme yollar“ dediklerişemalar, insanların yargılarında çoğu zaman ha-ta yapmalarına neden olsa da, sıkça kullanılırlar.

Milburn (1998:133-156) dört değişik şemaüzerinde durmuştur: Kifli flemalar›, kendilik fle-malar›, rol flemalar› ve olay flemalar›. Kişilik şe-

malarıbelirli ya da çok karşılaşılan türden kişile-rin kişilik özelliklerine, ya da bu kişilerin davra-nışlarını etkileyen amaçlara ilişkin bilgileri içe-rirler. Kendilik şemaları yaş, ırk, cinsiyet ya dameslekler gibi, genel toplumsal sınıflandırmalarailişkin bilgileri içerirler. Olay şemaları da deği-şik durumlara ilişkin bilgileri içerir.

Algılama ile başlayan anlamlandırma iki ayrıdüzlem arasındaki bir enerji akışını göstermekte-dir. Biri algılananların (gösterilen) yer aldığı içe-rik düzlemi öteki ise soyutlamaların (gösteren)yer aldığı anlatım düzlemidir (Barthes, 1986:37). Kültür - iletişim - dil ilişkisi irdelendiğindedüşüncenin ve düşünceyi aktarmanın biricik ara-cı olarak dilin farklı bir yeri olduğu görülmekte-dir. Kendi başımıza düşünürken de toplumsal vekültürel iletişim aracı olan dilden yararlanırız(Erkman, 1987: 33). Algının tamamlanmasındave anlam üretiminin sağlanmasında başvurduğu-muz araç dildir. Anlam üretiminin aktif formas-yonu öncelikle yine dildir. Ancak dilin sembolikişlevi söylem içinde gerçekleşir. Bireyin algıla-mada kendi başına gerçekleştirdiği anlam üreti-mi, dilsel şemalara başvurmasa bile bellek, duy-gu, sezgi gibi pek çok kişisel deneyimi içerir.

Algılamayı etkileyen nedenlerin başında,etkili uyarı ile karşılaşmadan önceki dönemdekonu ile ilgili yaşam denemelerinin bulunupbulunmaması gelir (‹nceo¤lu, 1985: 11). Dola-yısıyla bireyin aynı uyarı ile karşılaşması sık-laştıkça, tepkide bulunması da hızlanacaktır.Bununla birlikte sosyal psikoloji ve iletişimaraştırmalarında kullanılan “selektif algılama”konsepti, insanların bilişsel uyumsuzluktankaçınmak için, gerçekleri değişik açılardan al-gılama eğiliminde olduklarını göstermiştir. Birkişi ya da olay hakkında, algılayanın zihnindebelirli bir “resim” varsa, algılanan kişi ya daolay sunulduğu bağlam ve ortamdan arındırıla-rak değerlendirilir. Buna göre bir kişi ya dadevletin zihnimizdeki imajı “düşman” ise, il-gili kişi ya da devletin her türlü olum-

Page 42: Bilig_15.sayi

42

bilig-15/Güz’2000

lu girişimini bizi yanıltıcı birer hamle olarak de-ğerlendiririz. “Su uyur düşman uyumaz” deyimide bu anlayışın ürünüdür. Selektif algılamanın te-melinde psikolojik, ideolojik ve kültürel savun-ma tedbirleri vardır. İmaj tasarımcıları mesajlarınıyapılandırırken, alıcıları dikkate almak durumun-dadırlar. Çünkü imaj, bir kod açımın/çözülmesi-nin – anlamın genişlemesinin, göstergelerden çı-karsamanın – sonucudur (Kapferer, 1992: 11).

Simge ve ‹majlar›n Zamana, Mekâna veKültüre Dayal› Yap›s›

İmaj kavramını bilimsel bir temele oturtanKenneth Boulding (1958: 46), üç tür imajdan sözeder. Bireyin yakın ve uzak çevresi hakkındakitasavvurunu belirleyen “mekan imajı” (spatialimage), Zamana bağlı olarak değerlendirmeleriçin “zaman imajı” (temporal image) ve her kül-türde var olan belirli düzen ve kurallara bağlıolarak işleyen bir sistem için “dünya ve evrenimajı” (image of value).

İmajın zamana ve mekana bağlı gerçekliğinikavramak zorundayız. Burada anlamamız gere-ken mekan ya da alan, geometrik bir çizim üze-rindeki bir boyut değildir, yaşayan bir alanın öz-gün dokusudur. Zaman da yalnızca saatlerin gös-terdiği zaman değildir. Önemli olan zaman, sü-reç içindeki zamandır. Andersen masalında kralınyeni giysileri imajın mekana bağlı olduğuna dairiyi bir örnektir. Kral yeni giysileriyle halkın önü-ne çıktığında, oraya dışardan biri gelseydi, şaş-kınlıktan ne yapacağını bilmezdi.

Lippmann (1964: 15), kahraman imajlarını daşeytan imajlarını da ortaya çıkartan mekanizma-nın, zamana ve mekana bağlı olarak çözülüp da-ğıldığını ifade eder: “1918’deki ateflkesten sonra,müttefiklerin o çok de¤erli birli¤inin sembolleri-nin ne denli h›zla yok oldu¤unu ve bunun sonu-cunda tüm uluslar›n sembollerinin de ayn› çökü-flü yaflad›¤›n› unutmamak gerek: ‹ngiltere’nin ka-mu hukukunun koruyucusu imaj›, özgürlük bekçi-si Fransa imaj› ve Haçl›lar Amerikas›...”

İmajlar belirli bir süre etkili olurlar ve sonrakaybolurlar. Biz insanlar geçmişi çoğu zamanhaksızca yargılarız. Sözcükleri ve eylemleri, san-ki bizim zamanımızda söylenmiş ve yapılmışlargibi, günümüzden bakarak yargılarız. Döneminruhundan (Zeitgeist) habersiz davranırız. Tuc-holsky (1975: 67)’nin dediği gibi: “‹nsan›n ken-di zaman›yla çat›flmas›ndan ve yüksek sesle ha-y›r demesinden daha zor olan ve güçlü bir kiflilikgerektiren fley yoktur”. Örneğin 80’li yılların bas-kı ortamı karşısında sinen halkın ve politikacılarındavranışları, sindirilenlerin kendileri tarafındanbile açıklanamaz. Kendi durumlarını başka ge-rekçelerle izah etmeye çalışırlar. İmaj gaz gibidir,boşluk bulunca dolar. Genellikle stereotipler ara-cılığıyla yayılan imajlar, zamana, mekana ve de-ğerler sistematiğine göre halkın arasından devle-tin tepesine kadar uzanır.

Zamana ve mekana bağlı imajdan daha etkili,anlaşılması zor olan kültür bağlamında imajdır.Kökleri çok eskilere dayanan kültürel aidiyet vegüvenlikte olma duygusu, direnme gücü, eylemkapasitesi, bireyi dışlanma korkusundan kurtarır.İnsanın çok önemli ve aleni bir davranış biçimiolan “taklit”in, dışardan belli olmayan iki deği-şik güdüsü, iki farklı kökeni vardır. Noelle-Ne-umann (1998: 140) bu iki taklit türünün kökeni-ni şöyle açıklar: “Bunlardan ilki, bilgi edinmeamac›n› tafl›yan, ö¤renmeye yönelik taklittir;onaylanan davran›fl biçimlerinin, zekice oldu¤uvarsay›lan yarg›lar›n ve iyi oldu¤u düflünülenzevklerin taklidi. ‹kincisi ise, ötekine benzemekiçin yap›lan taklit, d›fllanma korkusundan kay-naklanan taklittir. ‹nsan›n rasyonel bir varl›k ol-du¤unu savunan ekoller, taklidi amaca yönelikbir davran›fl biçimi olarak görmüfllerdir”.

O halde bir toplumda geçerli olan olumluimajlar taklit edilir denebilir. Ayrıca bir toplumdaolumlu bulunan imajlar başka bir toplumdaolumlu bulunmayabilir. Örneğin insanların saçkesimleri, giysileri, erkeklerin bıyıklı ya da sakal-lı oluşları, dinledikleri müzikler yaşadıkları

Page 43: Bilig_15.sayi

43

bilig-15/Güz’2000

toplumlara göre değişebilir. Örneğin ülkemizdebıyık ve sakal siyasal-dinsel mesaj taşıyabilmek-tedir. Bu nedenle erkekler yüzlerindeki kıl de-metlerine biçim verirken imajlarını düşünmekzorundadırlar. Değer yargılarının baskın kanaatolduğu her yerde “dışlanma tehdidi” vardır. Bunedenle birçok kültürde ceza sistemleri de, insa-nın bu toplumsal doğasından acımasızca yarar-lanmıştır. İlk okulda, saçlarını uzatan öğrencilerinöğretmenler tarafından belirgin bir şekilde saçla-rının bir kısmının kesilmesi; sınıf önünde tek ayaküstünde durma cezası; mahkemeye çıkan tutuklu-ların saçlarının kesilmesi; suçluların kameralarkarşısına çıkartılarak teşhir edilmeleri de kültüredayalı “onur” cezaları” olarak adlandırılabilir.

Özçelebi (1998: 74)’ye göre, Türkiye’de bı-yıksızlık bazıları tarafından bat›l› bir görünümünsimgesi olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekil-de çenedeki sakal (keçi sakal), entelektüel algı-lanmaya, uzun favoriler de insanların yabanc›olarak nitelendirilmelerine yol açabilir. İnsanla-rın alaycı bakışlarına maruz kalmamak için mo-dern bireyler kendi eğilimleri ile toplumsal örün-tüleri bağdaştırmaya gayret ederler. İnsanlarınaçıkça giydikleri kıyafetler, kullandığı kelimeler,dinledikleri müzikler, yaptıkları espriler, döne-min ruhunun çok önemli bir göstergesi ve toplu-ma itaatin belgeleridir. Örneğin ülkemizde söz-cük seçiminde Osmanlıca ya da öz Türkçe’yeağırlık verilmesi, hâlâ alıcıda çağdaş ya da tutucuve eski kafalı izlenimi oluşmasına neden olabili-yor.

Sözsüz iletişim diyebileceğimiz sembo-lik davranışlar da, toplumların kültürel vesosyal doğasına uygunluk göstermek duru-mundadır. Kültürden kültüre değişen sözelolmayan semboller de oluşturulmak istenenimajların etki gücünü artırmaktadır. ÖrneğinUztuğ (1999: 163), bazı siyasi liderlerinezan, bayrak, vatan gibi sözcükleri, “Al-lah’ın izniyle”, “hayırlısıyla” gibi deyimlerikullanmasının ardında milliyetçi-muhafazakâr

bir çizgi içinde olduklarını gösterme çabasınınvar olduğu kanaatindedir.

Bireylerin zedelememesi gereken değerler,her kültürde farklılık gösterir. Bunlardan bazılarıahlaki değerlerdir, bazı düşünceler iyi, bazılarıkötüdür. Değer yargıları da kültürden kültürefarklılık gösterir. İmaj konusunda kültürel bağla-mı dikkate almadan yapılan değerlendirmeler ba-şarısız olur. Şimdilerde sosyopsikolog Thomas J.Scheff ( 1996 ) birey ile çevresi arasındaki ilişki-leri “toplumsal bağ” (social bond) ile açıklar.Scheff, yaptığı kültür karşılaştırmalarında, batıkültürlerinde sadece bireye çok değer verilip ser-bestçe hareket edebileceği bir alan yaratılmayaçalışıldığını, doğu kültürlerinde de tam tersine bi-reyin kısıtlandığını ve önceliğin toplumsal doğa-ya verildiğini açıklar. Örneğin “kol kırılır yeniçinde” kültüründe yetişmiş toplumun üyeleri,en büyük skandalların, rüşvet, adam kayırma,hukuksuz davranışlar ve “rutinin dışına çık-ma”ların normal karşılanmasını garipsemezken,bunları yapanların imajları zedelenmezken; “kırı-lan kollar için ortopediste gidilir” kültüründe ye-tişmiş toplumun üyeleri, bu tür yaklaşımları sa-vunanları asla affetmez ve bu tür toplumlarda an-cak rasyonel çözümler üretenlerin imajları olum-lu olur.

İmajların zamana, mekana ve kültüre dayalıyapıları, bireyin toplum karşısındaki acizliğini degösterir. Bireyler kendilerini “iyi” ya da “kötü”gördükleri alanlarda, çevrelerini dikkatlice izler-ler. Bireyler sezgileri ile toplumda neyin “değer-li” neyin “değersiz” olduğunu istatistikvari biralgılama ile saptarlar. Ayakkabı topuklarının yük-seldiği, etek boylarının kısaldığı, ceketlerin dörtdüğmeye çıktığı dönemlerde, saç modellerininde, dinlenilen müziklerin de, kullanılan dilin veseçilen sözcüklerin de değiştiğini gözlemlemekmümkün. Toplumsal imajlar çok farklı alanlaraait olsalar da aralarında eşzamanlı bir bağlantıvardır. Zaman, mekan ve kültür, karmaşık birilişki içinde, bizim çağdaş ontolojik dü-

Page 44: Bilig_15.sayi

44

bilig-15/Güz’2000

şünce yeteneğimizi düzenler.

Başarıya ulaşmanın, sosyalleşmenin kaynağıda, rüzgarın nereden eseceğini bilen gemici mi-sali, toplumsal algılayışları takip etmekten geçer.Değişim ve yenileşmenin nasıl oluştuğu, olumluve olumsuz imajların nasıl değiştiği başka birbağlamda ele alınacak bir konu, ancak buradatoplumların durağan ve statik olmadıkları, geçer-li imajların da zaman içinde toplumun öncüleritarafından onaylandıkça değiştiğini belirtelim.

“Dost-Düflman” ‹majlar›

İnsanlar arası ilişkilerde oluşan imajları şuşekilde açıklayabiliriz: İki yabancı insanın ilkkarşılaşmasında, herkes kendini bilerek ya dabilmeden belirli şekilde sunar. Buna arz da diye-biliriz. Kısaca “benim resmim bu” deriz. Karşı-mızdaki ya bu resmi kabul eder, ya da bizim sun-duğumuz resmin bir kısmını alır –genellikle ikin-ci durum söz konusudur- ve kendi algılamaları veparadigması doğrultusunda bize ait yeni bir re-sim oluşturur.

İmajların algılanışına yönelik aynı model,devletlere de aktarılabilir. Devletler de istedikle-ri gibi görünüp algılanmak için bir çok önlemalırlar. Bilinçli olarak yapılan bu tür faaliyetlerarasında sadece basın ve enformasyon faaliyetle-ri yer almaz. Tanıtım fonları ve lobicilik faaliyet-lerinin yanısıra, yüz yüze yapılan görüşmelerinve tanıtımın daha etkin olduğu bilindiğinden, dışişleri aracılığıyla yapılan her türlü atamalar daimaj çalışmalarına katkıda bulunur. Dış ülkeler-den gazeteci ve akademisyen gibi kamuoyunayön veren kişilerin Türkiye’ye daveti de bu bağ-lamda değerlendirilebilir. Dış basında Türki-ye’nin nasıl yansıtıldığının değerlendirilmesi deTürk devletinin zaman zaman uyguladığı “imaj”çalışmaları arasında sayılabilir (Baflbakanl›k,1997). Resmi ve özel enstitü, dernek, vakıf gibikuruluşlar da etkin olarak imaj çalışmalarına kat-kıda bulunurlar. Bununla birlikte özellikle yurtdışında bulunan Türk vatandaşları ve onların kül-

türel, ekonomik ya da sosyal ürün ve etkinlikleride olumlu ya da olumsuz olarak Türkiye resminitamamlamaktadır. Türk devleti de diğer gelişmişülkeler gibi dış ülkelerde olumlu bir imaj oluş-turmak için gayret etmektedir. Fakat bütün buçalışmalara rağmen Türk devletinin kendisini is-tediği gibi tanıttığı söylenemez.

İmaj bir ürünün, markanın, politik kişiliğinya da ülkenin kamudaki algılanması/görünümüolarak da nitelendirilir (Uztu¤, 1999: 138). İmajkavramı bu anlamda değerlendirildiğinde iki bo-yutu vardır. Bir taraftan hükümetlerin ve iktidarerkini elinde bulundurmak isteyenlerin toplum-daki saygınlıklarını korumaları gerektiği, diğer ta-raftan uluslar arası ilişkilerde siyasal aktörlerinkarar alma süreçlerini de imajların etkileyeceğigerçeğidir.

Ülke imajları da uluslar arası ilişkilerde en azsomut verili ilişkiler kadar önem kazanmaktadır.Bir ülkenin aydın ve bilge insanlarının bir başkaülke hakkındaki olumsuz yargıları, kamuoyundasürekli tekrarlandığında, siyasal aktörlerin ilgiliülke ile ilişkileri geliştirme ihtimalini ortadankaldıracaktır. Türkiye’nin İran, Suriye, Libya vehatta kısmen Rusya ile olan ilişkileri buna örnekolabilir. Diğer taraftan son zamanlarda Yunanis-tan ile yaşanılan sıcak ilişkilerin kaynağında dakamuoyunda Yunanistan’ın olumlu bir izlenimbırakması yatmaktadır. Uluslar arası anlaşmazlık-ların kaynağında sadece bazı objektif yapı ve sis-temler değil, subjektif izlenim ve algılamalar daolabilir.

İnsanların gerçeklik ile kurmaca arasındakifarkı özellikle ülke imajlarında ayırt etmeleri zor-dur. Çünkü modern insan başka kişileri, gruplarıya da ülkeleri çok az bilgiye dayanarak algılar vebir izlenim oluşturur. Hatta çoğu zaman insanla-rın zihinlerinde, diğer insanlar, toplumsal grup-lar, ulusal ya da uluslar arası siyasal aktörler“öteki” olarak sınıflandırıldığından, onlara yükle-nen özellikler genelleştirilerek “dost” ya da“düşman” olarak değerlendirilebilirler. Ülkeimajları da “dost” ya da “düşman” olarak genel-

Page 45: Bilig_15.sayi

45

bilig-15/Güz’2000

leştirilen, gerçekliğin sadece bir bölümünü yan-sıtmaktadır. “Düşman” imajı denildiğinde de,gerçek düşman değil, sadece zihnimizde oluştur-duğumuz düşman resmidir kastedilen. Rakip yada düşmanlarımızın gerçekle örtüşmeyen bu re-simleri, düşmanlık açısından genelleştirilmiştir.Düşman resmi de, bir insan, toplumsal grup yada uluslar arası sistemin bir aktörü hakkında ger-çekle örtüşmeyen fakat düşman kategorisi içindegenelleştirilen bir resimdir.

“Öteki” hakkındaki yargılarımız genellikleyüzeyseldir. “Öteki”ne ait bilgilerimiz birbiriyleçelişiyorsa, ötekini zihnimizde dost ya da düfl-man kategorisine göre sınıflandırırız ve tutarsız-lıkları en aza indirger, tutarlı bir bütün oluşturu-ruz. Bir başka deyişle algıladığımız insanların bü-tün özellikleri bu açıdan değerlendirilmektedir.Bu eğilime Hofstätter (1963: 372) “halo etkisi”adını vermiştir. İyi olarak algılanan biri, olumlubir çerçeveye sokulur ve bütün iyi nitelikler onayüklenir. Bunun tersine de olumsuz halo etkisidenir. Örneğin bir öğrencinin bazı derslerden kö-tü not alması, o öğrencinin aynı zamanda diğerderslerden de kötü olabileceğinin düşünülmesigibi, bir özelliğin varlığından diğerini çıkarsamadoğrultusunda güçlü bir eğilim vardır. Bu tür so-nuçlar çıkarma eğilimine “mantıksal hata” adıverilir (Freedmann v.d., 1978).

Olguların tanımlanması ve betimlenmesindesadece “gerçekler” değil, insanların yanlılıklarınagöre gerçekleri algılama, yorumlama ve sunma-ları belirleyici olur. Bugün artık ideolojiden sözedildiğinde, 19.yüzyıldan 20. yüzyıl sonlarına ka-dar geçerli olan tanımlamalardan farklı olarak,genel bir ideoloji tanımlaması yapmak durumun-dayız: “‹deoloji, bir kültürün, bir devletin, ›rk›nya da toplumun, ya da toplumsal gruplar›n eko-nomik, sosyal, felsefi, dini, politik ve sanatsal ko-nular ve/veya durumlarda gelifltirdikleri düflün-celerin, tasavvurlar›n veya de¤erlendirmelerintamam›d›r”(Beck, 1986: 410).

Bu tanımlamaya göre politik olaylar, imajla-

rı, stereotipleri, ön yargıları ve düşman imgeleri-ni dikkate almadan anlaşılamaz. Politik söylem-ler ideolojik yanlılıklara göre belirlenir. İmajlarda kaba hatlarıyla dost-düşman şeklinde ayırtedilebilir. Düşmana yüklenen sıfatların tamamıolumsuzdur. Düşman olarak etiketlenen kişi,grup, ülke ya da düşüncenin doğruluğu ya dayanlışlığı algısal yanlılıklar (halo etkisi, mantıksalhata ve etnozentrik değerlendirmeler) nedeniylesorgulanmaz. Düşman imajı kaynağını kesin ka-nıtlardan çok, bilişsel, duygusal ve yanlı değer-lendirmelerden alır. Mantıksal ilişkiler yerine,çağrışımlardan istifade edilir. İmajlar sadece top-lumsal algılamalarla var olan gerçekliğin sem-bolleştirilmesidir. Örneğin soğuk savaş döne-minde Türkiye’de “demir perde ülkeleri” dendi-ğinde, kapalılık, baskı, sertlik, terör ve en önem-lisi tehdit algılaması vardı. Ancak demir ve per-deden oluşan bu sembol, gerçek hayatta olamaz.İki kelimenin birleştirilmesinden oluşan yenigerçeklik demir ve perdeden çok farklı kollektifiletişimsel süreçte oluşan yeni bir anlamdır.

“Öteki” dediğimiz bizim dışımızdaki diğerkişi, grup ya da uluslar için izlenimlerimizi etki-leyen bu temel etmenlerin dışında yukarda de-ğindiğimiz imajın zamana, mekana ve kültüredayalı bağlamı, algılayanın zihnindeki “resim”itamamlar. Bu resim ilgili kişi, grup, ya da ulusun“imajıdır”.

Dost ve düşman imajlarının ilk karakteristiközelliği siyah-beyaz renklendirilişidir. Düşman-lar hep siyah, dostlar ise beyazdır. Dostlarımızındünya görüşleri ve yaşam tarzları mantıklı, insandoğasına uygun, ilkeli, gelişime açıktır. Düşman-larımızın ideolojileri ise anlaşılmaz, mantıksız,kapalı ve karanlıktır.

Olumsuz imajların uluslar arası ilişki-lerde kötü sonuçlar doğurabileceğininanlaşılması üzerine, iletişimbilimciler ül-ke imajlarını ortaya çıkarmaya ve olum-suz imajların düzeltilmesi için alternatif-ler geliştirmeye başladılar. Yapılan ilk

Page 46: Bilig_15.sayi

46

bilig-15/Güz’2000

çalışmalarda yabancı ülkeler hakkında medyadaçıkan haber ve yorumlar içerik analizleriyle ölçü-lerek, ilgili ülkenin medya imajı ortaya konmayabaşlandı. Diğer taraftan kamuoyu yoklama araç-larıyla da toplumsal algılayış kontrol edilmekte-dir.

DE⁄ERLEND‹RME

İmajları yok etmek mümkün olmadığına göreimajlarla yaşamayı öğrenmek gerekecektir. Sor-gulamamız gereken, dünyayı, devletleri, ulusları,insanları kolayca algılamamıza yarayan imajlar,bizi düşmanlığa, ayrımcılığa ve saldırganlığa mı,yoksa birlikteliğe, anlayışa ve “öteki”ni tanıma-ya mı yarıyor? İmajlar çağında yaşayan moderninsan, en temel gereksinimlerini dahi karşılar-ken, tercihlerini, kişiliğini ve kimliğini tanımlar-ken imajların sahte dünyasına ve gölgelerin ya-nılsamasına mı sığınıyor, yoksa büyülü atmosfer-den sıyrılarak “ara dünyadan” reel dünyaya mıgeçiyor? İmaj mı satın alıyor, ürün mü? Hambur-ger mi alıyor, Mcdonalds mı? Tişört mü alıyor,Lacos’un timsahını mı?

Prestijli markaların imaj dünyasında en üst sı-rada yer aldığı, global köyün “MacDonaldslaştı-ğı” bir dünyada yaşıyoruz. Modern insanın imaj-lardan oluşan bir yaşam sürdürdüğü söylenebilir.Üstelik parçacıklara bölünmüş, alan uzmanlaş-ması sağlanmış bir dünyada bireyin imaj ile ger-çek arasındaki farkı ayırt etmesi imkansızlaşmış-tır. İmajlar, tüketimci pazarlama iletişimine da-yalı günümüz toplumlarının kültürel dokusunuoluşturmaktadır.

Ekonomik amaçlı imajlardan daha önemli vetehlikeli olan politik imajlardır. Medya iletişimsürecinin oluşturduğu imajların üzerine binaedilen her demokrasi, yanılsamanın anlaşılma-sıyla sadece imajın değil, demokrasinin de sor-gulanmasına ve bir gün yıkılmasına neden alabi-lir. O nedenle demokrasinin bir kültür olarakyerleşebilmesi için, imajların kurmaca dünya-

sından kurtulup, insanların karşılıklı olarak dün-ya algılamalarını, amaçlarını, düşüncelerini vetecrübelerini kınanmadan, korkmadan özgürceifade edebilecekleri, tartışabilecekleri ortamlarıngeliştirilmesi stratejik öneme sahiptir. Politik ile-tişimin bütünsel bir parçası olarak kurgulananolumsuz imajlar, streotipler, ön yargıların kök-leşmesine neden olabilmektedir. Olumsuz imaj-ların kaynağını sadece uluslar arası sistemin eşit-siz yapılarında, ideolojik yanlılıklarında ve ulusdevletlerin çıkar çatışmalarında aramak yanlış ol-sa gerek. Adorno (1962: 20)’nun çok önceleriişaret ettiği gibi, “ön yarg›lara karfl› argümanlargelifltirmek bofl bir çabad›r”. Çünkü ön yargılarserbestçe algılamayı engellerler. Ön yargılar yenibilgilerin algı dünyamıza geçmesini engelleyenbir süzgeç görevi yaparlar.

Bir taraftan enformasyon denizleri ve sanalortamlarıyla bilgi çağı, diğer taraftan basmakalıpdüşünce, ön yargı ve imajlarla dünyayı algılamave yorumlama. Belki de adımız gibi emin oldu-ğumuz gerçekliği algılama ve yorumlama kural-larımızı -tıpkı bir çocuğun dünyayı ilk defa algıla-dığında garipseyip sorular sorduğu gibi-, Bert-holt Brecht tarzı bildik, tanıdık halinden çıkarta-rak yeniden sorgulayarak ve kendimize ve edin-diğimiz tüm bilgilere yabancılaşarak bir kartalperspektifi ile, yukardan bakmakla özgürlüğü-müze yeniden kavuşabiliriz.

İmajlar çağında demokratik karar alma sü-reçlerinin olumsuz etkilenmemesi için, eğitimsürecinin belirli aşamalarında medya pedagoji-sinin sistematik olarak yerleştirilmesi de fayda-lı olacaktır. Böylece görsel dünyanın mutfağıhakkında aşamalı olarak bilgi sahibi olunabilir.Medyanın ürettiği resimlerle başedebilmek,kurmaca bir dünyanın etkilerinden kurtulmakbelki mümkün olabilir. Farklı bireysel yapılarave kültürel algılayışlara empati ile yaklaşmak,gerçekliğin başka yüzlerinin ve renklerinin deolduğunu gösterecektir.

Page 47: Bilig_15.sayi

47

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

ADORNO, Theodor W. (1962), Zur Bekämp-fung des Antisemitusmus heute, in: Erzi-ehung vorurteilfreierMenschen. Frank-furt vorurteilfreier Menschen. Frankfurt.

AVCI, Nabi (1990), Kitle Kültürü. EnformatikCehalet, Ankara: Rehber.

BARTHES, R. (1986), Göstergebilim ‹lkeleri,Çeviren: M. Rıfat, İstanbul: Sözce.

BAŞBAKANLIK Basın Merkezi (1997), D›flBas›nda 55’inci Hükümet, Ankara:Baş-bakanlık Basımevi.

BECK, Reinhardt (1986), Sachwörterbuch derPolitik, Stuttgart.

BEKTAŞ, Arsev (1996), Kamuoyu, ‹letiflim veDemokrasi, İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

BOLZ, Norbert (1990), Theorie der neuen Me-dien, München.

BOULDİNG, Kenneth E.(1958), Die neuen Le-itbilder, Çev. Jürgen Wilke. Düsseldorf.

BRUNS, Thomas; MARCİNKOWSKİ, Frank(1997), Politische Information im Fern-sehen, Opladen.

CAŞIN, Mesut Hakkı (1995), Ça¤dafl DünyadaUluslar aras› Güvenlik Stratejileri ve Si-lahs›zlanma, Ankara : M.S.B.lığı SSM.

EDELMAN, Murray (1976), Politik als Ritual.Die symbolische Funktion staatlicherInstitutionen und politischen Handelns,Frankfurt/M.

ERDOĞAN, İrfan ve KORKMAZ, Alemdar(1990), ‹letiflim ve Toplum, Ankara: BilgiYayınevi.

ERKMAN, F. (1987), Göstergebilime Girifl, İs-tanbul: Alan.

FREEDMANN, J, SEARS, D. ve CARLS-MITH, M. (1978), Sosyal Psikoloji. Çev.:Ali Dönmez, İstanbul: Ara.

GEHLEN, Arnold (1965), Zeit – Bilder. Zur

Soziologie und Ästhetik der modernenMalerei, Frankfurt/ Bonn: Athenäum.

GOLEMAN, Daniel (1998), Duygusal Zeka,Çev. Banu Seçkin Yüksel, İstanbul: VarlıkYayınları.

GUMPEL, Werner (1997): Die türkische Wirtsc-haft – Verfall oder Neubeginn, in:

KAS/AUSLANDS-INFORMATIONEN, 2/97,s. 46-57).

HALL, Stuart (1980), Encoding/Decoding,in:Culture, Media, Language. WorkingPaper in Cultural Studies, London.

HARDETERT, Peter(1998), Propaganda.Macht. Geschichte, Gelsenkirchen:Editi-on Archaea.

HOFSTÄTTER, Peter R.(1963), Einführung indie Sozialpsychologie, Stuttgart.

HOGE, James F.(1995). Der Einfluß der Mas-senmedien auf die Weltpolitik, in:Karl Ka-iser; Hans Peter Schwarz (der.), Die neueWeltpolitik. Bonn.

İLAL, Ersan (1989), ‹letiflim, Y›¤›nsal ‹letiflimAraçlar› ve Toplum, İstanbul: Der Yayın-ları.

İNCEOĞLU, Metin (1985), Güdüleme Yön-temleri, Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fa-kültesi Basımevi.

KAPFERER,Jean Noel (1992), Dedikodu veSöylenti. Çev., Işın Gürbüz. İstanbul: İleti-şim.

KONRAD Adenauer Vakfı(1999), Türkiye’deMedya ve Seçimler, Ankara.

KEPPLINGER, Hans Mathias (1989), “Nonver-bale Kommunikation: Darstellungseffek-te”,in: yay. Elisabeth NoelleNeumann,Winfried Schulz, Jürgen Wilke: FischerLexikon Publizistik – Massenkommuni-kation, Farankfurt/Main: Fischer Taschen-

Page 48: Bilig_15.sayi

48

bilig-15/Güz’2000

buch Verlag, s.241-255. KEPPLINGER, Hans Matthias (1987), Darstel-

lungseffekte. Experimentelle Untersuc-hungen zur Wirkung von Pressefotosund Fernsehfilmen, Freiburg, München.

KLEINING, Gerhard(1969), İmage, in:WilhelmBernsdorf(yay.), Wörterbuch der Sozi-ologie, Stuttgart.

KÖKER, Eser(1998), Politikan›n ‹letiflimi. ‹le-tiflimin Politikas›, Ankara: Vadi Yayınları.

LILI, Vladimir(1983), Perzeption, Kognition:Image, in: Martin Irle(Der.), Handbuchder Psychologie, Bd.12: Markpsycholo-gie, Göttingen, s. 402-471.

LIPPMANN, Walter (1964), Die öffentlicheMeinung, München.

MANHEIM, Jarol B. (1997), Strategische Kom-munikation und eine Strategie für dieKommunikationsforschung, in: Publizis-tik, 42, S.62-72.

MEYER, Thomas (1994), Die Transformationdes Politischen, Frankfurt/M.

NOELLE-NEUMANN, Elisabeth(1998), Ka-muoyu. Suskunluk Sarmal›n›n Keflfi.Çev. Murat Özkök, Ankara: Dost Kitabevi.

OSKAY, Ünsal (1993), Kitle ‹letifliminin Kül-türel ‹fllevleri, İstanbul: Der Yayınları.

ÖZÇELEBİ, O. Suat (1998), Konuflmak ve An-lafl›lmak. Sözlü iletiflim ve beden dili, İs-tanbul: SİTA.

PICKEL, Gert ve WALZ, Dieter (1997), Politik-verdrossenheit in Ost – und Westdeutsch-land: Dimensionen und Ausprägungen, in:Politische Vierteljahresschrift, 38.

SARCINELLI, Ulrich (1991), Massenmedienund Politikvermittlung – eine Problem –und Forschungsskizze, in: Rundfunk und

Fernsehen, 39(1991) 4, s. 469-486.SARCINELLI, Ulrich (1994), “Fernsehdemok-

ratie”. Symbolische Politik als konstrukti-ves und als destruktives Element poltischerWirklichkeitsvermittlung, Wolfgang Wun-den (yay.), Öffentlichkeit und Kommuni-kationskultur. Beiträge zur Medienet-hik, Cilt 2, Hamburg – Stuttgart, s.31-41.

SCHATZ, Roland ( 22.8.97), ARD und ZDFscheitern an Grundversorgung, in:http://www.medien – tenor.de

SCHEFF, Thomas J. (1996), Part-Whole: In-tegrating the Human Sciences, Cambrid-ge University Press.

STURM, Hertha, von HAEBLER, Ruth veHELMREICH Reinhard (1972), Mediens-pezifische Lerneffekte. Eine empirischeStudie zu Wirkungen von Fernsehenund Rundfunk (Schriftenreihe des Inter-nationalen Zentralinstituts für das Jugend –und Bildungsfernsehen, Nr.5), Münc-hen:Verlagsunion.

TILIÇ, L. Doğan (1998), Utan›yorum ama ga-zeteciyim. Türkiye ve Yunanistan’daGazetecilik, İstanbul: İletişim yayınları.

TOPUZ, Hıfzı (1991), Siyasal Reklamc›l›k. İs-tanbul: Cem.

TUCHOLSKY, Kurt(1975), Schnipsel, yay.Mary Gerold-Tucholsky/Fritz J. Raddatz,reinbek, Rowohlt.

TURAM, Emir (1994), Medyan›n Siyasi Haya-ta Etkileri, İstanbul: İrfan Yayıncılık.

UZTUĞ, Ferruh (1999), Siyasal Marka. SeçimKampanyalar› ve Aday ‹maj›, Ankara:MediaCat.

WELSCH, Wolfgang (1991), Ästhetisches Den-ken, Stuttgart.

Page 49: Bilig_15.sayi

49

bilig-15/Güz’2000

STRATEGIES, SYMBOLS AND IMAGES

IN POLITICAL COMMUNICATION

Assis. Prof. Dr. fieref ATEfi

Gazi UniversityGazi Pedagogical Faculty

ABSTRACT

The role of societies in democracy has increased the importance of mediaand the images and symbols used in modern world. After the 80s a great chan-ge has been observed in interpersonal and cultural communication means. Thisfact caused the complexity of political communication which led its more dyna-mic structure. Parallel to this change in democratic societies, people who havepolitical power started to accept strategic communication styles in professionalsense. This study aims to focus on the strategic ways of communication, the useof images and symbols, general application fields, and their national and inter-national political processes.

Key Words:Strategic Communication, Symbolic Politics, Image Studies.

Page 50: Bilig_15.sayi
Page 51: Bilig_15.sayi

51

bilig-15/Güz’2000

ÖZBEK M‹LL‹ MUS‹K‹ KÜLTÜRÜNÜNGEL‹fiMES‹ (1920-1930 YILLARI ARASI)

Prof. Dr. Abdulhalil MAVRULOVArfl. Gör. Müheyya M‹RZAYEVA

Taflkent Devlet Medeniyet Enstitüsü

ÖZET

Sovyetlerin getirdi¤i kültür devrimi ile hegemonyas› alt›ndaki milletle-ri kültürde eflitleme, yani “tek kültür” oluflturma gayretleri, bu dönemin te-mel politikas› olmufltur. Bunun sonucu olarak, musikîde millîlik ön plan-da iken, konunun önceden belirlenmesi ve sadece komünist ideolojiyigöklere ç›karan “siparifl” dönemi yafland›. Ancak bask›c› “tek kültür” po-litikas›n›n sonucu olarak musikîde yaflanan “millîlik” ve “beynelmilellik”ikilemine ra¤men, “millîlik” unsuru halk›n kalbinden silinemedi.

Ancak, “tek kültür” yaratma politikas›yla, Do¤u müzi¤i yerine Bat› mü-zi¤inin empoze edilmesi amac›yla 20-30. y›llarda yayg›n olarak kurulanmüzik okullar›n›n millî musikîmize olan müspet etkilerini de inkâr edeme-yiz. Önceleri, usta-ç›rak iliflkisine dayanan e¤itimi, bu dönemden baflla-yarak yerini modern e¤itime terk etmifltir.

Anahtar Kelimeler:Sovyet Hükümeti, Millî Kültür, Millî Musikî, Miras, Geleneksel Sanat,

“Tek” Sovyet Kültürü, Özbek Musikîsi.

Page 52: Bilig_15.sayi

52

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

Bir milletin tarihinde yer alan her bir sosyalve siyasal dönem, o milletin kültürel gelişiminide derinden etkiler. Bunun en açık örneğini, Sov-yetler döneminin 20-30. yıllarında Özbek musikîkültürünün gelişmesindeki çelişkilerde görüyo-ruz.

Sovyetlerin getirdiği kültür devrimi ile hege-monyası altındaki milletleri kültürde eşitleme,yani “tek kültür” oluşturma gayretleri, bu döne-min temel politikası olmuştur. Bunun sonucuolarak, musikîde millîlik ön planda iken, konu-nun önceden belirlenmesi ve sadece komünistideolojiyi göklere çıkaran “sipariş” dönemi ya-şandı. Ancak baskıcı “tek kültür” politikasının so-nucu olarak musikîde yaşanan “millîlik” ve“beynelmilellik” ikilemine rağmen, “millîlik”unsuru halkın kalbinden silinmedi.

Sovyetlerin, Özbek millî musikîsini ideolojikbaskı altına aldığı bu dönemde, Hamza Niyazi,Abdurauf Fitrat, Gulam Zaferi gibi Özbek aydın-larının, millî musikîmizin miras ve geleneklerikoruma çabasını takdirle kaydetmek gerekir.Millîliği ön plana çıkardıkları için Sovyet siyase-tine ters düşen; sürgün, hapis ve hatta idam gibibir çok işkencelere maruz kalan bir çok aydınbugün rahmet ve minnetle anılmaktadır.

Ancak, “tek kültür” yaratma politikasıyla,Doğu müziği yerine Batı müziğinin empoze edil-mesi amacıyla 1920-1930 yılları arasında yaygınolarak kurulan müzik okullarının millî musikîmi-ze olan müspet etkilerini de inkâr edemeyiz. Ön-celeri, usta-çırak ilişkisine dayanan musikî eğiti-mi, bu dönemden başlayarak yerini modern eği-time terketmiştir.

1920-1930. YILLARA GENEL BAKIfi

Asrımızın başlarında Rusya’daki 17 EkimDevrimiyle meydana gelen derin sosyal ve siya-sal değişikliklerden Özbekistan da nasibini aldı.

Diğer bölgelerde olduğu gibi, Özbekistan’dada uygarlığın yöreye uygun eski Doğu tipi geliş-menin önüne çeşitli yapay engeller konuldu. Te-mel olarak, yerleşik milletlerin kültürleri açıkça“horlanarak” geri plana itildi.

Oysa, Ekim Devrimine kadar bölgedeki ken-dine özgü gelişim, dünya gelişimine de katkısıolan önemli bir etkiye sahipti. İbn-i Sina, Biruni,Harezmi, Alişir Nevai, Mirza Uluğbey gibi bura-da adını sayamadığımız yüzlerce değerli insanıngayretleriyle oluşan ve nesilden nesile intikaleden bilim ve kültürün dünya bilim ve kültürüneolan katkıları bilinen bir gerçektir.

Yılların birikimiyle oluşmuş bu doku, sosyaladalet, sosyal kültür, sanatta serbest yaratıcılık,bir ölçüde de demokrasi düzeni diyebileceğimizbazı özellikleri içermesi, ayrıca, kendisinde millîve toplumsal değerleri toplayabilmiş olmasıylada ayrı bir değere ve öneme sahiptir.

Bolşevikler, hegemonyası altındaki “yabancıhalklar”ı kendi siyasal amaçlarına uygun olarakyönetebilmek için, önce çeşitli siyasî oyunlarlayerleşik halkların sanatlarını tazyike başladı. Bu-nun için de çeşitli yöntemler denendi. Bunlardanbiri, Doğu halklarının, özellikle Özbek halkınınkültürel kökleri küçümsenerek inkâr cihetine gi-dildi.

Dünyayı, Doğu halklarına “medeniyet getir-mek”, Doğu halklarını “dünya uygarlığı seviyesi-ne yükseltmek” gibi sonradan palavra olduğu an-laşılan bir sloganla kandıran Bolşevikler, işgalettikleri topraklara yerleştikten sonra artık “bü-yük aga” olmuştu. Bölgede, bundan böyle “bü-yük aga” ne derse, neyi nasıl isterse öyle olacak-tı. “Büyük aga”ya karşı çıkmaksa imkânsız halegelmişti.

1920-1930 YILLARI ARASINDA ÖZBEKMÜZ‹K KÜLTÜRÜNÜN DURUMU

Ekim Devriminden sonra, özellikle 20-30.Yıllarda yaşanan ve halkı her yönüyle derinden

Page 53: Bilig_15.sayi

53

bilig-15/Güz’2000

etkileyen bu olaydan sonra, bugünkü Özbekistanbölgesinde, o güne kadar icra edilen ve çeşitlimillî duyguları yansıtan müzik sanatı, artık zor-balığa dayalı siyasî hayata uyarlamaya başlandı.

Meselâ, Özbeklerin millî bir hareketi olan“basmacı hareketi”ni karalayan, Türkistan halkı-nın kendi millî sınırları yerine Sovyet İmparator-luğu sınırlarını empoze eden, endüstrileşme veköylerde kollektif (kolhoz ve sovhoz) düzeninyerleştirilmesi gibi sosyal ve toplumsal değişik-likleri ifade eden şarkılar, en popüler müzik tarz-ları oldu. Bir anlamda müzik, kültürel ideolojisi-nin etkisi altına sokularak, mezkür devrin ideolo-jik sisteminin önemli bir aracı olarak kullanılma-ya başlandı.

O dönemde, Özbek millî klasik sanatının,Komünist Partisinin elinde sosyal bir araca dö-nüştürülmüş olduğunu Türkistan Komünist Par-tisi III. Kurultay (1-15 Haziran 1919) belgelerin-den de anlayabiliriz. Örneğin, kurultayda alınanbir kararla, ülkedeki Kültür ocaklarının tümündeKomünist Partisi bölümlerinin (şube-kol) açıl-ması öngörülmüştür. Bu durum, aynı zamanda,kültürel hayatın tüm alanlarında siyasallaşma sü-recinin başlatıldığının da işareti oldu. Daha son-ra, Halk Eğitimi Komiserliği bünyesindeki OkulDışı İşler Şubesinin, Projeler Kültürel İşler Şu-besi olarak değiştirilmesi, kültürel hayatın siya-sallaştırma sürecinin derinleştirilmesini doğurdu(Dr. Hamidov, 1996).

Sovyet yönetimi, Özbek geleneksel müziksanatına gösterdiği toleransta bile siyasî yakla-şımlardan uzak duramamıştır. Bu durum, önce,millî sanat müziğinin siyasetten uzak, bağımsızgelişmesine hiçbir zaman imkân tanınmamasındagörülmüştür. Bunun sonucunda, bağımsız ve ser-best sanat yaratma süreci bozularak, kültürel ha-yatın Sovyet ideolojisi istikametinde yönlendiril-mesinden ibaret olan “zorunlu sistem” ortayaçıkmıştır. Diğer sanat dallarında olduğu gibi, mü-zikte de sosyal-siyasal “siparişler” sistemi oluş-muştur. Serbest müzik yaratma kısıtlanırken, ya-

pılması lâzım gelen eserlerin gayesi ve içeriğininönceden belirlenme zorunluluğu getirilerek, hal-kın yaşam, duygu ve düşüncelerinden ziyade,genel olarak komünist ideolojiyi göklere çıkar-maktan ibaret oldu. Sipariş üzerine hazırlanmışideoloji içerikli şarkılar en popüler şarkı olarakkabul edildi. Dolayısıyla “sürgün” yıllarında ya-ratılmış eserlerin büyük bir bölümü egemen ko-münist ideolojisinin propagandasından ve moralkaynağından ibaret oldu. Bununla, her bir mille-tin sanatındaki kendine ait hususiyetleri yok sa-yılarak, bir nevi “sanatta yapay eşitleme”, yani,“tek Sovyet kültürü” yaratma gayretleri bu döne-min en önemli görevlerinden biri olmuştur.

30. Yılların ortalarında meydana gelen bu du-rum, yani “kültür inkılabı”, diğer milletlerde ol-duğu gibi, Özbek millî müzik sanatının bundansonraki gelişmesine de çok büyük darbe olmuş-tur. (Mavrulov, 1992)

Zira, millî kültürün gelişmesi doğal bir süreçolup, milletlerin manevî yapısının sağlam temeleoturması ve onu komple bir biçimde gelecek ku-şaklara ulaştırmanın temel kuralı sayılır. Buna,resmî ideoloji gayelerle değil, belki sadece ser-best müzik yaratma faaliyetinin sürdürülmesiyleulaşmanın mümkün olduğunu görememek Sov-yet siyasetinin en büyük hatası olmuştu.

CED‹DÇ‹L‹K HAREKET‹N‹NKATKILARI

Sovyet döneminin 20-30. Yıllarında, Özbekmillî müzik kültürünün gelişmesinde Hamza He-kimzade Niyazi ve Gulam Zafarilerin büyük kat-kılarının yanısıra “Cedidçilik” hareketinin katkı-larını da kaydetmeliyiz.

Örneğin, Gulam Zafari, “Doğu Melodisi veMüzik Aletleri”, “Müzik Muamması (problemi)”ve “Özbek Müziği Hakkında” adlı makalelerindemillî mirasın korunması, sovyet dönemindekimüzik kültürünün problemlerini ayrıntılı bir bi-çimde ortaya koyması millî müzik tarihimiz

Page 54: Bilig_15.sayi

54

bilig-15/Güz’2000

açısından son derece önemli değerlendirmelerdir(Hamidov, 1996).

Bu dönemde, giderek gelişmekte olan Cedid-çilik Hareketinin, Sovyet siyasetinden farklı ola-rak, millî kültür, özellikle müzik kültürünün ge-lişmesinde doğru yolun gösterilmesi bakımındanönemli bir etken olduğunu vurgulamak lâzımdır.

Cedidçiler Hareketinin önde gelenlerinin ma-kale ve eserlerinde, klasik gelenek ve görenekle-rin, atalarımızdan gelen müzik mirasının, millîkültürümüzün temeli, kökü ve ana gayesi olduğuvurgulanırken, millî müzik sanatımızın bundansonraki gelişmesinin de ancak, başka halklarlaolan ilişkilerle mümkün olabileceği kaydedil-miştir.

Nitekim, Cedidçiler hareketinin önde gelenisimlerinden Abdurauf Fıtrat, Özbek millî sanatı-nın o dönemdeki durumunu çok veciz bir biçim-de tahlil ederken, “Özbek Klasik Müziği Tarihi”adlı eserinde şöyle diyor: “Batı müziği gelebile-ceği son noktaya gelmiştir. Bundan daha ileriyegidemez. Batılı müzik alimleri kendi millî müziksanatını daha da ileriye götürebilmek için çabaharcıyor. Bunun için çeşitli fikirler ve yöntemlerileri sürüyorlar. Bunların bir çoğu, bizim Şark(Doğu) klasik müziğimize müracaat etmekten veDoğu Müziği temelinden yararlanmaktan başkaçare kalmadığını itiraf etmektedir. Dolayısıyla,Şark klasik müziğinin önemi ve etkisi Avrupa bi-lim ve sanat dünyası üzerinde günden güne art-maktadır.” (F›trat, 1993).

Abdurrauf Fıtrat ayrıca, sürekli bir biçimde,Nevaî, Camî, Urmavî gibi, Orta Asya’nın yetiş-tirdiği büyük şair ve Edebiyatçılardan kalan mu-sikî nazariyesi ve müzik eğitimi mirasını takdirve onları günün gereklerine göre uyarlanıp yarar-lanmayı teşvik etti. Bu şahsiyetler tarafındanmeydana getirilen müzik incilerinden yola çıka-rak, halka uygun millî müzik sanat eserlerininyaratılması çağrısını yineledi.

Maalesef, Sovyet yönetiminin başlattığı rep-resyon (sürgün) politikası yıllarında her türlü öz-

gür sanatsal faaliyetler tazyik altına alındığından,yukarıda adı geçen isimler “milliyetçi”likle suç-lanarak siyaset kurbanı oldular.

1920-1930. YILLARDA MUS‹KÎDEMEYDANA GELEN OLUMLUGEL‹fiMELER

Herşeye rağmen, 20. Yüzyılın 20-30. Yılların-da, Özbek klasik müzik kültüründe kendine özgübir takım gelişimleri de kabul etmemiz gerekir.Ancak bu gelişmeler daha çok Özbek klasik mil-lî müzik sanatının mahiyetinde, yani içeriğindedeğil de müzik alanının yapılanmasında meydanageldi. Çeşitli müzik okullarının yanı sıra müzikyüksek okulu açıldı. Buralarda, mahalli müzikörneklerinin (makamların) toplanmasına başlan-dı.

Meselâ, Türkistan Üniversitesinin değerliprofesör ve şarkiyatçılarının öncülüğünde, Tür-kistan halklarının müzik mirasını araştırma ama-cıyla 1918 yılında oluşturulan bilimsel araştırmagrupları, müzik etnografi komisyonları 1919 yı-lından itibaren, iki komisyon halinde çalışmayabaşladı. Bunlar;

a) Özbek bilimsel komisyonub) Kırgız bilimsel komisyonuadı altında, millî müzik kültürünün günde-

mindeki problemler ve klasik medeniyet tarihiile ilgili çalışmalar yaptı (Dr. Hamidov, 1996).

1929 yılında, Semerkant’ta kurulan TürkistanHalkları Müzik Araştırma Enstitüsünde, Rus bi-lim ve sanat adamlarıyla Özbek millî sanatınınbüyük isimlerinden olan Damla (Hoca) Halimİbadov, Ata Celaleddin Nasırov ve MatyusufHarratovların yaptıkları güzel çalışmalar sonu-cunda Özbek ve Tacik halkı müziğinin şaheserle-rin biri kabul edilen “Şaşmakam”ın bir çok ör-nekleri yazılmış ve öğretilmiştir (Recebi, 1957).

Ekim Devrimiyle ortaya çıkan yeni sisteminmerkezi yönetimi, daha çok, Özbek müziğininyapılanma, organizasyon ve kadro gelişiminde

Page 55: Bilig_15.sayi

55

bilig-15/Güz’2000

etkili olmuştur. Yerel milletlerin Rus kültüründenmenfi yönden etkilenmesine rağmen, müzikokulları, müzik yüksek okulları ve halk konserva-tuvarlarının açılmasını takdirle karşılamak lâzım.Çünkü, bunun neticesinde Özbek millî müzik sa-natında profesyonel sanatçı ve öğretmenler yeti-şebilmiştir. Yani bir anlamda, müzik eğitiminde-ki usta-çırak ilişkisi yerini, modern müzik eğiti-mine bırakmıştır. Henüz profesyonel olmayangruplarla, eser yaratıcılığıyla sürekli meşgul olangrupların kaynaşmaları daha kolay hale gelmiştir.

Ancak, bu gelişmelere rağmen, toplumsal ya-şamın bütün alanlarında olduğu gibi, kültürel ha-yatta da etkili olan siyasallaşma süreci, Özbekmillî müzik sanatının gelişiminde ağır ve derinizler bırakmıştır. Bu dönemde, Özbek millî mü-zik sanatının tarihi yapılanması içerisindeki gele-neksel temellerinden vazgeçilmeye başlanmıştır.Geleneksel icra yerine komünist ideolojisini ak-settiren ve “akademik icra” diye adlandırılan sa-nat hükümran olmaya başladı. Millî müzikteki“millîlik” duygusu yerine siyasî gösterilerin mo-ral yönden desteklenmesi ön plana çıkarıldı. An-cak, bu şekilde, Özbek millî müzik kültürünegirmiş yeni unsurların bir çoğu, millî menfaat vemillî içerikten uzak olduğundan, bölge halkınıngönlünde önemli bir yer alamadı.

Millî, Doğu sanatının kendine has özellikleriyok sayılarak Batı sanat usul ve türlerinin körükörüne uygulanmaya başlanması da bazı millî sa-nat türlerinin sosyal etkisine büyük zarar verdi.

SONUÇ

Sovyetler döneminin, yani asrımızın 20-30.yıllarında Özbek musikî kültürünün ikilem için-de, hatta çok çelişkili bir gelişme karakteri içer-diğini söylemek mümkün. Bu çelişkiler, öncelik-le, Özbek bilim adamları ve sanatçılarının eserle-rinde, bir yandan millîlik gayesinin ifade edilme-si, diğer yandan, o dönemde hükümran olan ide-oloji menfaatlerine uygun olarak üretilen kültü-rel – siyasî programların oluşmasında kendisinigösterdi. Zorunlu olarak ikinci şık temelinde eği-tilmekte olan genç kuşağa, millî müzik anlayışı-nın eksikliği yansıdı. Müzikte millîlik, “Bahşi”dediğimiz halk ozanlarında yaşadı, “büyükaga”nın izin verdiği kadarıyla da okullarda “çe-şit” olarak kaldı.

Özbek halkının hayatında yüzyıllar boyuncaoluşarak gelişen geleneksel özellikler, kültürdevriminin tesirleriyle birlikte gelişmeye devametti.

Page 56: Bilig_15.sayi

56

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

FITRAT, Abdurauf (1993), Özbek Klassik Mu-

sikas› Tarihi, “Öqituvçı”, Taşkent, 32 s.

HAMİDOV, Dr. Hacıakbar (1996), Özbek Ana-

navi Qöfl›qç›l›k Sanat› Tarihi, Gafur Gu-lam Neşriyatı, Taşkent, 174 s.

KARAMATOV, Dr. Feyzulla (1959), Hamza i.

Uzbekskaya Sovyetskaya Muzika, Öz-davbediineşriyat, Taşkent 116 s.

MAVRULOV, Abduhalil (1992), Manevî Sa¤-

lamlaflt›r›fl Davr›, Özbekistan Neşriyatı, Taş-kent 111 s.

MİRZAYEVA, Müheyya (2000), Merkezi AsyaPedagojik Fikir Taraqqiyotıda Musiqa İlmi,Halk Talimi Dergisi, 2. 16. 18. S.

RECEBİ, Yunus (1957), Özbek Halk Musikas›,1. Cilt, “Özdavbadiineşriyat” Taşkent, 568 s.

Türkistan Komünist Partisi 3. Kurultayı Bülteni,(1919 Haziran), “Türkistanskie Vedo-mosti” Gazetesi.

Page 57: Bilig_15.sayi

57

bilig-15/Güz’2000

THE DEVELOPMENT OF NATIONAL UZBEK MUSIC

IN YEARS 1920-1930

Prof. Dr. Abdulhalil MAVRULOV

Research-Assistant Müheyya M‹RZAYEVA

Tashkent State Institute of Culture

ABSTRACT

The policy of unification of national cultures of the nations under the Sovietpower and creation of “one Soviet culture” was the main policy of the SovietCultural Revolution. As a result while the national authenticity was predominantin music the period of determining the theme beforehand and the period oforders of praising the communist ideology had started. But due to one culturepressure and despite of dilemma of “national” and “international” the elementof “national” in the music has been preserved in the hearts of the people.

Anyhow one cannot deny that the mass establishment of music schools inyears 1920-1930 in order to impose western music instead of oriental one in theimplementation of one culture policy have had positive effects on nationalmusic. So the period of teaching in the relation master-student had ended andnew modern music education started.

Key Words:Soviet Government, National Culture, National Music, Heritage,

Traditional Arts, “One” Soviet Culture, Uzbek Music

Page 58: Bilig_15.sayi
Page 59: Bilig_15.sayi

59

bilig-15/Güz’2000

TÜRK LEHÇELER‹ ARASINDA AKTARMAMESELELER‹ ve “ABAY YOLU” ROMANI

Mustafa U⁄URLUK›r›kkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

ÖZET

Türk Dünyas›n›n kültür bütünlü¤ü; üretilen bilim, kültür ve sanat eser-lerinin karfl›l›kl› olarak bilinmesiyle sa¤lanabilecektir. Bunun önündeki enönemli engel ise, bugün Türk Dünyas›nda tarihî ve siyasî sebeplerle or-taya ç›kan farkl› yaz› dilleri ve yaz› sistemlerinin kullan›l›yor olmas›d›r. Buengeli k›sa vadede aflman›n en kolay yolu, bilim, kültür ve sanat eserle-rinin karfl›l›kl› olarak yaz› dillerine aktar›lmas›d›r.

fiimdiye kadar di¤er Türk topluluklar›nda meydana getirilen eserlerinpek az› Türkiye Türkçesine aktar›lm›flt›r. Bunlardan birisi, Kazak Türkle-rinin önde gelen bilim ve sanat adamlar›ndan olan Muhtar Avezov’un“Abay Jol›” adl› roman›d›r. “Abay Yolu”, hem yazar›n, hem de Kazak ede-biyat›n›n flaheseridir. Eserin konusu, Kazak Türklerinin en önde gelenflair, düflünür ve devlet adamlar›ndan biri olan Abay Kunanbayul› (1845-1904)’n›n hayat›d›r.

Lehçeler aras› aktarma yapman›n kendine göre zorluklar› vard›r. Ya-y›mlanan aktarma metni de bunu teyit etmektedir. Bu çal›flma, “Abay Yo-lu” adl› eserden hareketle iki lehçe aras›nda aktarma yaparken düflülebi-lecek hata tiplerini ortaya ç›karmak gayesiyle yap›lm›flt›r. Bunun sonu-cunda; Kazak ve Türkiye Türkçesi aras›nda yap›lacak bir aktarmada “ke-lime”, “yap›” ve “dizim” yönünden hatalar yap›labilece¤i belirlenmifl; bun-lardan kaç›nmak için tekliflerde bulunulmufltur.

Anahtar Kelimeler:Abay Yolu, Aktarma, Türk lehçeleri, Yalancı eş değer

Page 60: Bilig_15.sayi

60

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

Türk Dünyasının yakınlaşması, son zamanlar-da siyasî engellerin büyük ölçüde ortadan kalk-masına rağmen, arzu edilen düzeyde değildir. Buyakınlaşma ancak, karşılıklı olarak bilim, kültürve sanat eserlerinin iyi bilinmesiyle sağlanabile-cektir. Bunun önündeki en önemli engel ise,Türk Dünyasının dil bakımından bir bütünlükgöstermemesi, yani bugün Türk Dünyasında tari-hî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan farklı yazı dil-leri ve yazı sistemlerinin kullanılıyor olmasıdır.Bu engeli kısa vadede aşmanın en kolay yolu, bi-lim, kültür ve sanat eserlerinin karşılıklı olarakyazı dillerine aktarılmasıdır. Kanaatimizce, Türklehçeleri arasındaki aktarma meselesi, günümüzTürkolojisinin en önemli konuları arasında olma-lıdır. Lehçeler arası aktarmanın nazarî yönü veteknikleri iyi bilindiği takdirde ancak, bu çalış-malar doğru ve hızlı yapılabilecektir. Türk Dün-yasında kullanılan yazı dillerinden aktarma yap-mak isteyenleri, önemli ve gerekli; aynı zamandagöründüğü kadar kolay olmayan bir görev bekle-mektedir.

TÜRK LEHÇELER‹1

Bugün Türk dünyasında (“Turcia”) tahminle-re göre yaklaşık yüz elli milyon insan yaşamak-tadır. Bunların konuşma şekilleri, kendi içindebir anlaşma birliği teşkil eden ve diğerinden çe-şitli yönlerden ayrılan “dil alanları”nı oluştur-maktadır. Asıl Türk kütlesinin yaşadığı sahalarda,dil alanlarının sınırları birbirinin içine girmiş va-ziyettedir.

Bu dil alanlarının bir kısmı, normlaştırılarak“yazı dili” hâline getirilmiş, bir kısmı ise sadecekonuşmada kullanılmaktadır. Yazı dili olanlarınbazıları, kendi topluluğunun “ikinci dili” duru-muna düşerken bazıları işlenmiş, zengin bir ede-bî yazı dili hâline gelmişlerdir.

Türk dil alanlarının birbirleriyle örtüşme de-

receleri aynı değildir. Bu yazı dillerinin birbirle-rine aktarılmasında karşılaşılan kolaylıklar veyazorluklar ise, lehçelerin birbirleriyle örtüşme de-recelerine; aralarındaki farkların azlığına veyaçokluğuna; bir başka deyişle, birbirlerine olanyakınlık veya uzaklığa göre değişmektedir.

Kaynak (“genetik”) bakımından aynı olan dilalanları, büyük ölçüde birbirlerine benzerler. Bi-lindiği üzere, bugün kullanılan Türk yazı dilleri;Uygurca, Bulgarca, Kıpçakça, Oğuzca gibi temellehçelere dayanmakta; bunlar da kendi aralarındabirbirlerine farklı uzaklıktaki ikincil lehçelerebölünmektedir. Meselâ, ikisi de Oğuzcaya daya-nan Türkiye ve Azerbaycan Türkçelerinin örtüş-me oranları yüksek olmasına rağmen, TürkiyeTürkçesi ile temeli Kıpçakçaya dayanan KazakTürkçesi söz konusu olduğunda bu oran düş-mektedir.

Ancak, aynı temel lehçeye dayanan ikincillehçelerin birbirleriyle örtüşme oranları da eşitdeğildir. Meselâ, Kıpçak kolundan olan Tatar-Kazak-Başkurt yazı dillerinin karşılıklı olarak ör-tüşme oranları aynı değildir.

Bundan başka, Türk lehçelerinin birbirlerineolan yakınlık ve uzaklıklarına, tarih boyunca top-lulukların kendi aralarında kurdukları iktisadî,kültürel vb. münasebetlerin de önemli tesiri var-dır. Örnek: Kaynak bakımından Kıpçak grubunagiren Nogay, Kazak ve Tatar Türkçelerinin, Tür-kiye Türkçesine benzeme oranları, birbirlerindençok farklıdır. Çünkü, bir kültür muhiti olan Kazanile İstanbul arasında Sovyetler Birliği öncesi dö-nemlerde gerçekleşen yoğun ilişkiler, Kazan-Ta-tar Türkçesine bir çok “Osmanlı unsurunu”nungirmesini sağlamış; bu durum, iki lehçenin birbi-rine benzeme oranını yükseltmiştir.

MUHTAR AVEZOV VE “ABAY YOLU”

Muhtar Omarhanulı Avezov, Kazak Türkleri-nin önde gelen bilim ve sanat adamlarındandır.1897 yılında Semey vilayetinin Abay (Şınğıs) il-

Page 61: Bilig_15.sayi

61

bilig-15/Güz’2000

çesinde doğmuştur. Eğitimine, medresede başla-mış; Rus okullarında devam etmiştir. Böylece,bir yandan geleneksel kültürü öğrenme fırsatını;diğer yandan Rus ve Avrupa edebî eserlerini ta-nıma fırsatını bulmuştur.

1917 yılından itibaren gazete ve dergilerdemakale ve hikâyeleri yayımlanmaya başlamıştır.1922 yılına kadar Semey ve Orenburg’da resmîgörevlerde bulunmuştur. 1928 yılında, LeningradÜniversitesinin Filoloji Fakültesini bitiren Muh-tar Avezov, vefat ettiği 1961 yılına kadar çeşitliüniversitelerde ders vermiş; bilim ve sanat çalış-malarını da kesintisiz sürdürmüştür. Yazarlık ha-yatında, hikâye, roman ve tiyatro türünde birçokeser vermiştir. Önemli hikâyeleri arasında, “Kor-ğansızdıñ Küni” (Korumasızların Günü), “Kök-serek”, “Karaş-Karaş Okıyğası” (Karaş-KaraşVak’ası), “Karalı Suluv” (Yaslı Güzel) sayılabilir.1949 yılında “Abay” romanı ile devlet ödülü ka-zanmıştır. 1959’da, “Abay Yolu” romanına devri-nin en büyük ödülü olan “Lenin ödülü” verilmiş-tir.

“Abay Yolu”, hem yazarın, hem de Kazakedebiyatının şaheseridir. Eserin konusu, KazakTürklerinin en önde gelen şair, düşünür ve dev-let adamlarından biri olan Abay Kunanbayulı(1845-1904)’nın hayatıdır. Yazar, eserini uzun birhazırlık döneminden sonra kaleme almıştır:Gençliğinden itibaren halk arasında anlatılandestan, masal ve hikâyeleri, kullanılan deyimleriöğrenmiş, Abay’ın şiirlerini ezberlemiş; aynı za-manda Abay’ın hayatıyla ilgili anlatılanları derle-miş, onun yaşadığı dönemi ve Kazak kültürünüdaha yakından tanıma yolunda sürekli araştırma-lar yapmıştır. Bundan dolayı eser, Kazak kültürü-nü yansıtan değerli bir ansiklopedi niteliğindedir.Eserde “Abay’ın yolu”, şehirdeki okulundan ay-rılarak obasına dönen bir çocuk olarak başlamak-ta ve olgun bir şair ve düşünür olarak hayata ve-da etmesiyle sona ermektedir. “Abay Yolu” ro-manının dört cildi boyunca, Abay’ın hayatı etra-fında devrinin tarihî ve sosyal olayları, Kazak

boylarının birbirleriyle ve Rus yönetimi ile olanilişkileri, bir gelişme çizgisi içinde anlatılmış;değişik insan tipleri, âdet ve gelenekler ayrıntıla-rıyla verilmiştir. Eserin, Kazakça 1989 baskısına“Roman-Epopeya” kaydının konulması da bunugöstermektedir.

Eserin dili hakkında Türkiye Türkçesine ak-tarmasının “Giriş” kısmında şu kayıt vardır:“Muhtar Awezov, önceden var olan edebî dilikullanmakla birlikte eskiden beri Kazakların çe-şitli bölgelerinde halk arasında kaybolma tehli-kesiyle yüzyüze gelen renkli ve canlı kelimeleri,hatta Özbek, Kırgız, Azerbaycan, Türkiye ve di-ğer Türk lehçelerindeki ortak kelimeleri eserle-rinde kullanıp edebî dile kazandırarak Kazakedebî dil hazinesini daha da zenginleştirmiştir”.Örnek olarak da, “gülmek” fiilinin 48 farklı keli-me ile ifade edildiği verilmiştir (AY 1, xxı). Buelbette, Kazak Türkçesinin genel anlaşmayı sağ-layacak bir yazı dili olma süreciyle ilgili özel birdurumdur.

“ABAY YOLU” ROMANINDAK‹AKTARMA MESELELER‹

Muhtar Avezov’un “Abay Jolı” (= AJ 1; AJ 5;AJ 6) adlı romanının bir kısmı2, Zeyneş İsmail veAhmet Güngör tarafından “Abay Yolu” adıyla ikicilt hâlinde (= AY 1; AY 2) Türkiye Türkçesineaktarılmıştır. Aktarmayı yapanların iki kişi olma-sı; birinin Kazak Türkçesini, diğerinin TürkiyeTürkçesini ana dili olarak bilmesi, aslında aktar-manın başarılı olması için en ideal şartları oluş-turmuştur. Ancak, yukarıda belirtildiği gibi, leh-çeler arası aktarmalar, göründüğü kadar kolay ol-mayan bir iştir. Yayımlanan aktarma metni debunu teyit etmektedir.

Biz bu çalışmamızda, iki lehçe arasında ak-tarma yaparken düşülebilecek hata tiplerini,“Abay Yolu” adlı eserden faydalanarak ortayakoymaya çalışacağız. Bu kısa ve dar çerçeveli ça-lışma, Türk lehçeleri arasındaki aktarma mese-

Page 62: Bilig_15.sayi

62

bilig-15/Güz’2000

lelerini bütünüyle açıklamak için elbette ye-terli değildir ve bunu gaye de edinmemektedir.

Bu çalışmada; “kaynak lehçe” olan KazakTürkçesi (= Kaz.) aslının sonunda “AJ”; “hedeflehçe” olan Türkiye Türkçesi (= Ttü.) cümleninsonunda “AY” kısaltması bulunmaktadır. Kanaa-timizce doğru olan şekil, “>>” işaretinden sonraverilen cümledir. Dikkat çekilmesi istenen yerle-rin altı çizilidir.

Kazak ve Türkiye Türkçesi dikkate alındığın-da “Abay Yolu” romanında karşılaşılan aktarmahataları aşağıdaki şekilde gruplanabilir.

Kelime hatalar›

Asl›n› koruma: İncelediğimiz metinde, Kaz.ndebulunan bir kelimenin Ttü.nde bulunmamasınarağmen, aynen kullanılması hatalarına rastlan-maktadır.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen kifli kelimesiaktarmaya aynen alınmıştır. Oysa Ttü.nde bununeş değeri küçük kelimesidir (Ercilasun 1991,526); bk. kifli < kiçi < Eski Türkçe “kiçig: little,less, least” (Tekin 1968, 350). Burada kifli keli-mesi bir özel isim değildir. Çünkü, cümleninbağlamından anlaşıldığına göre, bölgenin yöneti-minde birinci sırada olan Kunanbay’a, a¤a sul-tan (AJ 1, 81) da deniliyordu. İkinci sıradaki yö-netici, Rus asıllı Mayır; üçüncü sıradaki yöneticiise “küçük sultan” olarak adlandırılan birisiydi.

Kunanbay bölgeyi yönetenlerin bafl›yd›. Ma-y›r baflkan yard›mc›s›yd›. Üçüncü adam, kifli sul-tan olarak an›l›yordu (AY 1, 121).

Kunanbay okrugti baskarat›n prikazd›ñ bas-t›¤›, May›r or›nbasar› bolat›n. Üflinfli adam -kifli sultan ataluvfl› edi (AJ 1, 81).

>> Kunanbay bölgeyi yönetenlerin bafl›yd›.May›r baflkan yard›mc›s›yd›. Üçüncü adam, “kü-çük sultan” olarak adland›r›l›yordu.

Aşağıdaki Kaz. cümlede, kudagiy “dünürünhanımı”3 kelimesi aktarmaya aynen alınırkenmen kelimesi, Ttü.ndeki eş değeri “ile”yle akta-rılmıştır.

Kudagiyle damada tahsis edilmek üzere üçbeyaz ev ayr›ca özenle kurulmufl (AY 1, 261).

Kudagiy men küyevlerge arnal›p üfl ülken ap-pak üy oñaflarak tigilgen eken (AJ 1, 179).

>> Dünürlerle damada tahsis edilmek üzereüç büyük ve bembeyaz keçe çad›r ayr› bir yerekurulmufltu.

Aşağıdaki Kaz. cümlede, kök moyun “gökboyun” (= bir kaz türü) kelimesi ve buna eklenenyapma hâli eki aynen aktarmaya da alınmıştır.Özel bir ad olarak kök moyun kelimesi korunsabile yapma hâli ekinin Ttü.ndeki eş değeri veril-meliydi.

Kök moyund› s›rtüstü yakalay›p kursa¤›ndanbo¤an mavi kufl süzülerek uçtu (AY 2, 146).

Kök moyund›, flalkas›nan ustap, jemsav›nanbürgen kök kus soz›la kölbedi (AJ 1, 377).

>> Gök boyunu s›rt›ndan yakalayarak kursa-¤›ndan bo¤an boz kufl süzülerek uçtu.

Asl›n› uyarlama: İncelediğimiz metinde,Kaz.nde bulunan bir kelimenin Ttü.nde bulun-mamasına rağmen, ses denkliği vs. dikkate alına-rak uyarlanması hatalarına rastlanmaktadır. OysaKaz.ndeki bu kelimeler için Ttü.nde uygun keli-meler bulunmaktadır. Aktarıcının hedef dildekikelime imkânlarını bilmesi gerekir.

Aşağıdaki cümlenin bağlamına göre,Kaz.ndeki mezgil kelimesinin, Ttü. karşılığı“öğün”dür; bk. Ercilasun 1991, 674; krş.”mez-gil: mevsim; günün, ay›n veya senenin belli za-manlar›” (Oraltay 1984, 197). Ttü.ndeki eş de-ğeri, sözlüklerden kolayca bulunabilecek olması-na rağmen, mezgil kelimesi mezel şeklinde uyar-lanmıştır. Böyle bir hataya düşülmesinde her hâl-de, Kaz.nde -g sesi taşıyan bazı kelimelerin eşdeğerinin Ttü.nde -g’siz olması rol oynamıştır.Örnek: Kaz. bilgen = Ttü. bilen vs.

Onlara bir mezel s›cak yemek ver (AY 1, 329).Solar¤a künine bir mezgil ›st›k istep berip

ot›r (AJ 1, 227).

Page 63: Bilig_15.sayi

63

bilig-15/Güz’2000

>> Onlara her gün bir ö¤ün s›cak yemek ver.

Aşağıdaki cümlede de, genel olarak Kaz.nde-ki fl- sesinin, Ttü. dengi ç- olması yüzünden4 ak-tarıcılar, sözlüklere bakmak gereği duymaksızınKaz. flok›- fiilini, çoku- şeklinde uyarlamışlardır;krş.”floqu-: kuflun gagas›yla yerden bir fleyi al-mas›” (Oraltay 1984, 313). Aşağıdaki cümleninbağlamına göre Kaz. flok›- fiilinin Ttü.ndeki eşdeğeri, oy- fiilidir.

Bizim halkta “karga kargan›n gözünü çoku-maz derler!” dedi (AY 2, 208).

Bizdiñ hal›kta “kar¤a kar¤an›ñ közinflok›mayd›” deyfli edi - dedi (AJ 1, 419).

>> Bizim halkta “karga kargan›n gözünü oy-maz derler” dedi.

Kaz.ndeki, jelik- fiili, Ttü.nde kullanılma-maktadır. Ttü.nde bunu karşılayabilecek farklıkelimeler vardır; bk. “celig-: heveslenmek, ku-durmak, delirmek “ (Oraltay 1984, 99). Aktarıcı-lar, her hâlde Kaz.ndeki j- sesinin, Ttü.nde y- ol-ması yüzünden5, sözlüklere bakmak gereği duy-maksızın Kaz. jelik- fiilini, yelik- şeklinde uyar-lamışlardır. Aşağıdaki cümlenin bağlamına göre,birisi bir başkasına kızgınlığını ifade etmektedir.Dolayısıyla “kudurmak” tercih edilebilir.

- Afla¤›l›k fakirin k›z›n›n, kap›ma yanaflmayabile hakk› var m›yd›? ‹flte flimdi duvak alt›ndayelikip gece gündüz flark› söyleyerek bafl›mdaoynay›p duruyor (AY 2, 81).

- Siñiri fl›kkan kedeydiñ k›z› bosa¤amd› kö-rüvge teñ be edi! Endi mine, jelek ast›nda jeliginjas›ra almay, künde-künde änin fl›rkap, töbemeoynap ot›r (AJ 1, 335).

>> - Bald›r› ç›pla¤›n k›z›, kap›m› bile görme-ye lây›k m›yd›? fiimdi ise duva¤›n alt›nda ku-durup her gün flark› söyleyerek bafl›mda oynuyor.

Yalanc› efl de¤er kelimeler: Bir kelimenin, sesve yapı bakımından aynı veya lehçeler arasında-ki düzenli ses denklikleriyle aynı kaynaktan gel-diği bilinen şekli, Türk lehçelerinde bulunabilir.

Ancak bu iki kelimenin anlam alanları (“Wort-feld”)6 birbiriyle tamamen veya az bir oranda ör-tüşebilir veya hiç örtüşmeyebilir. Bu çalışmada,Kaz. ve Ttü.nde eş değer gibi gözükmelerinerağmen anlam alanları bakımından tamamen ör-tüşmeyen kelimeler “yalancı eş değer kelimeler”olarak adlandırılacaktır.

Aktarılan eserde, Kaz. ve Ttü. için “yalancıeş değer” olan kelimeleri kullanma hatalarına dasıkça rastlanmaktadır. Bunlar iki grupta toplana-bilir.

Anlam alanlar› tam örtüflmeyen kelimeler:Aşağıdaki cümle, anlam alanları tam örtüşmeyen,bir başka deyişle örtüşme oranları az olan keli-melere çok uygun bir örnektir. Zira, Kaz. cümle-deki üy kelimesinin ses bakımından karşılığı olanev, Ttü.nde de kullanılmaktadır. Ancak, bu kelimeKaz. aslıyla bazı durumlarda anlam bakımındanörtüşmekte, bazı durumlarda ise örtüşmemekte-dir. Çünkü Kaz. üy kelimesinin karşılığındaTtü.nde ev ve çad›r olmak üzere iki kelime bu-lunmaktadır. Kaz. üy kelimesini Ttü.ne aktarırkencümlenin bağlamına dikkat etmek gerekir. Ayrıca,bu cümlede olduğu gibi, yardımcı göstergeler debulunuyorsa yanlış yapma ihtimali azalır. Bu el-bette iki lehçeyi bilen aktarıcılar için geçerlidir.Kaz.nde üy sal- Ttü.nde “ev yapmak”ı karşılar-ken, üy tik- Ttü.nde “çadır kurmak”ı karşılamak-tadır; krş. Oraltay 1984, 233; 286. Ayrıca, bucümlede oñafla kelimesinin Ttü.nde özen olarakaktarılması da aktarıcıların işlerine özenmedikle-rinin bir göstergesidir. Zira, bu kelime Kaz.debaşka bir anlamda kullanılmaktadır; bk. “oñafla:kalabal›ktan uzak, ayr›, kendi bafl›na” (Oraltay1984, 211); krş. Ttü. “özen: Kaz. zer, zeyin, ›jda-hat” (Ercilasun 1991, 684).

Kudagiyle damada tahsis edilmek üzere üçbeyaz ev ayr›ca özenle kurulmufl (AY 1, 261).

Kudagiy men küyevlerge arnal›p üfl ülken ap-pak üy oñaflarak tigilgen eken (AJ 1, 179).

>> Dünürlerle damada tahsis edilmek üzere

Page 64: Bilig_15.sayi

64

bilig-15/Güz’2000

üç büyük ve bembeyaz keçe çad›r ayr› bir yerekurulmufltu.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen ton kelimesi-nin ses bakımından karşılığı olan don, Ttü.nde dekullanılmaktadır. Ancak, bu kelime Kaz. aslıylaanlam bakımından ancak Ttü.nin bazı ağızlarındaörtüşmekte; yazı dilinde ise “elbise, giysi” keli-mesiyle karşılanmaktadır; bk. Parlatır 1998, 623;694. Bu cümlede geçen flapan ise Türkiyelilerinartık kullanmadığı cinsten, eskiden kullanılan“kaftan”a benzer bir elbisedir; krş. “flapan: ce-ket” (Oraltay 1984, 307).

Bu Kaz. cümlenin yanlış aktarılmış biçimi deTtü.nde anlamlıdır; ancak M. Avezov, yazdığımetinde, kamçılanacak insanın “donunun çıkarı-lacağından” bahsetmemektedir. Aktarıcı, yazarıntasavvuruna saygı göstermelidir.

/.../ tam o s›rada onu yere y›k›p donuyla elbi-sesini dürüp Kam›sbay kamç›y› havaya kald›rd›(AY 1, 103).

/.../ os› kezde on› j›¤›p sal›p, ton› men flapa-n›n türip tastap, Kam›sbay kamfl›n› kaykayta kö-terip ald› (AJ 1, 68) .

>> /.../ tam o s›rada onu yere y›k›p elbisesiy-le kaftan›n› yukar› s›y›r›p Kam›sbay kamç›y› ha-vaya kald›rd›.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen it kelimesiTtü.nde de kullanılmaktadır. Ancak, bu kelimeKaz. aslıyla anlam bakımından tam örtüşmemek-tedir; bk. “it: (hakaret yollu). Köpek” (Parlatır1998, 1121). Bu cümlenin bağlamına göre, avdakarşılaşan iki kişi konuşmaktadır ve bir “av kö-peği”nden bahsedilmektedir. Bunu karşılayankelime ise Ttü.nde “tazı”dır; bk. Parlatır 1998,2159.

- Avlan›yor musun? ‹tin nerede? (AY 1, 249).- Añ avlap jürmisiñ? ‹ytiñ kayda? (AJ 1,

171).>> - Avlan›yor musun? Taz›n (~ köpe¤in)

nerede?

Kaz. kök kelimesini bazı durumlarda Ttü.“mavi” kelimesi karşılayabilir. Ancak aşağıdaki

cümlede bu kelime, bir atın tüy rengini belirtmekiçin kullanılmaktadır. Aktarıcılar dışında herkes,şimdiye kadar “mavi” renkli bir kısrağın yetişti-rilemediğini bilir. Böyle bir bağlamda, Kaz. kökkelimesi Ttü.nde “boz”, “kır” vb. kelimeleriylekarşılanabilir.

- Hey, mavi k›sra¤›n bugünkü hizmeti yeter(AY 1, 256).

- Öy, kök biyeniñ bügingi eñbegi jetedi (AJ 1,175).

>> - Hey, boz k›sra¤›n bugünkü hizmeti ye-ter.

Eğer aktarıcılar, “doğan” diye bir “papağan”ıtarif etmiyorlarsa Ttü.nde “mavi doğan” da ola-maz. Böyle bir bağlamda, Kaz. kök kelimesiTtü.nde “boz”, “kır”, “kırçıl”, “ak” vb. kelimele-riyle karşılanabilir.

Mavi do¤an “p›rr” edip aniden avc› kolun-dan yere do¤ru süzüldü (AY 2, 144).

Kök karfl›¤a l›p etip, añfl› kolunan jerge ka-ray tüsti (AJ 1, 376).

>> Boz do¤an ans›z›n “p›rr” edip avc›n›nkolundan yere do¤ru süzüldü.

Anlam alanlar› hiç örtüflmeyen, “gerçek” ya-lanc› efl de¤er kelimeler: Aşağıdaki Kaz. cümle-de geçen degen kelimesinin ses ve yapı bakımın-dan Ttü.nde karşılığı diyen’dir. Ancak, burada bukelime Ttü.ne tamamen başka bir kelime kullanı-larak aktarılmak durumundadır. Bir başka deyiş-le, degen ve diyen kelimeleri anlam bakımındanhiç örtüşmemektedir. Bu cümlenin Ttü.ne yanlışaktarılmış biçimi de anlamlıdır; ancak M. Avezovbunu kastetmemiştir.

- Rus’un geçmiflteki flairi Puflkin diyen birisiolmufl. Onun fliirini Kazakça’ya çeviren Abay,dedi (AY 2, 446).

- Or›st›ñ baya¤›da ötken ak›n› Puflkin degenkisi bol¤an eken, son›ñ sözi. Kazakfla¤a avdar-¤an Abay - dedi (AJ 1, 580).

>> - Ruslar›n eskiden Puflkin ad›nda (~ diye)

Page 65: Bilig_15.sayi

65

bilig-15/Güz’2000

bir flairi varm›fl. Onun fliiri. Kazakça’ya çevirenAbay, dedi.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen soyul¤an vebas alma- şekillerini, ses ve yapı bakımındanTtü.nde soyulan ve bafl alma- karşılamaktadır.Aktarıcıların, bafl›n› alma- değil de (bir fleyden)bafl›n› alama- demek istediklerini iyi niyetle tah-min etmekteyiz. Yine de, bu kelimeler Kaz. veTtü.nde anlam bakımından eş değer değildir, ya-ni birbiriyle örtüşmemektedir. Kaz.de soyul-,Ttü.de kesil- fiiline; bas alma- ise bafl›n› kald›r-ma- şekline anlam bakımından eş değerdir; bk.“soy›l-: kesilmek” (Oraltay 1984, 242).

Aygerim’in hafllatt›rd›¤› yeni soyulan semizkul›n›n eti piflmek üzereydi. El y›kay›p yeme¤eoturmay› Aygerim buyur etti¤inde Abay, sabah-tan beri bafl›n› almad›¤›, hiç k›p›rdamadan de-vaml› okudu¤u kitab› kapat›p bir kenara koydu(AY 2, 254).

Äygerim ask›z›p ot›r¤an, jañada soyul¤an se-miz kul›nn›ñ eti pisip kal›p edi. Kol juv›p, askaot›ruvlar›n Äygerim ötingende, Abay tañerteñ-nen bas almay, bir k›b›r etpey, üzgiliksiz ok›pot›r¤an kitab›n jav›p, fletke koyd› (AJ 1, 451).

>> Aygerim’in kaynatmakta oldu¤u yeni ke-silen semiz kulunun eti piflmiflti. Aygerim, elleri-ni y›kayarak yeme¤e gelmesini rica etti¤indeAbay, sabahtan beri bafl›n› kald›rmadan, hiç k›-p›rdamadan sürekli okudu¤u kitab› kapat›p birkenara koydu.

Aşağıdaki cümlede, Kaz. av›z tiy-’i Ttü.ne,ses bakımından karşılığı olan a¤›z de¤- şeklindeaktarmak, hem yapı hem de anlam bakımındanmümkün değildir. Yapı bakımından, a¤z›n› (~a¤›zlar›n›) de¤dir- şeklinde aktarılabilir. Ancakaşağıdaki cümlede bu ifade, “tadına bakmak” ve-ya “bir yudum almak” anlamında kullanılmakta-dır.

Abaylar, Böcey evinde k›m›za a¤›z de¤ip d›-flar›ya ç›karak o meclise geldiler (AY 1, 282).

Abaylar, Böjey üyinen k›m›z av›z tiyip, t›skafl›¤›p, sol j›y›n¤a keldi (AJ 1, 194).

>> Abaylar, Böcey’in evinde k›m›z›n tad›nabakarak d›flar›ya ç›k›p oradaki toplulu¤a kat›ld›-lar.

Aşağıdaki cümledeki dil ç›kar- ifadesiTtü.nde “alay etmek, eğlenmek” anlamında kul-lanılmaktadır; bk. Parlatır 1998, 586. Ancak,Kaz. aslında bu anlamda kullanılmamıştır; krş.“tili fl›kt›: konuflmaya bafllad›” (Oraltay 1984,286). Bu cümlenin bağlamına göre, iki kişi tartış-maktadır ve bir alay etme de söz konusu değildir.

- Ukalal›k yapma, dilini ç›karma! Bunlar bü-yük han›m, biz kumay›z ya... eziyet çekece¤iz el-bet (AY 1, 109) .

- Ja¤alaspa, fl›¤arma tiliñdi! Bular beybifle,biz tokal ¤oy... tepki körmekpiz ¤oy (AJ 1, 72).

>> - Ukalal›k yapma, çok konuflma! Bunlarbüyük han›m, biz kumay›z ya... eziyet çekece¤izelbet.

Aşağıdaki Kaz. cümle “gerçek” yalancı eşdeğer kelimelerle ilgili çok ilginç bir durumugöz önüne sermektedir: Cümlede geçen anal›k

zar›n fl›¤ar- ifadesi, sadece Kaz. fl- Ttü. ç- denk-liği dikkate alınarak anal›k zar›n› ç›kar- olarakTtü.ne aktarılmıştır. Bunun anlamı, Ttü. bilen bi-risi için açık değildir. Çünkü, zar kelimesininsözlükteki karşılıklarından bazıları7, önünde vearkasında bulunan kelimelerle birlikte uyumlu veanlamlı gözükmektedir. Cümlenin bağlamında,Karacan adında bir kadının çocuğunun ölümüyleilgili bir durum tasvir edilmektedir. Yine de Ttü.-ne aktarılan cümleden, Karacan’ın “neyini çıkar-dığı” belli değildir. Kaz. anal›k ve fl›¤ar- kelime-leri, genel olarak Ttü.nde anal›k ve ç›kar-’a eş de-ğerdir. Kaz. zar kelimesi, Ttü. için yalancı eş de-ğerdir. Farsça zâr’dan gelen Kaz. zar kelimesi-nin anlamı sözlüklerden “araştırılarak”8 bulunsabile, önünde ve arkasındaki kelimeler, “eş de-ğer”leriyle aktarıldığı sürece doğru anlaşılamaz.Oysa burada, Kaz. zar kelimesi “feryat; feryat fi-gan”9 anlamında kullanılmaktadır ve anal›k zar›n

fl›¤ar-, “feryat figan etmek” olarak anlaşıl-

Page 66: Bilig_15.sayi

66

bilig-15/Güz’2000

malıdır; krş. “zâr: (sesle) a¤layan, inleyen” (De-vellioğlu 1993, 1168); “zar: üzüntü, keder “(Oraltay 1984, 115).

Burada dikkati çeken nokta şudur: Yukarıda-ki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yalancıeş değer bir kelime, birlikte kullanıldığı eş değerkelimeleri bile yalancı eş değer hâline getirmek-tedir.

Az sonra a¤laflmalar dinip Karacan anal›kzar›n› ç›kar›p biraz a¤›t söyledi (AY 2, 139).

Azdan soñ köp j›lavlar bas›l›p, Karajan jal-¤›z özi anal›k zar›n fl›¤ar›p, az›rak joktav aytt›(AJ 1, 373).

>> Bir müddet sonra a¤laflmalar dindi; sade-ce Karacan, anal›¤›n verdi¤i ac›yla feryatederek10 biraz daha a¤›t yakt›.

Yanl›fl kelime seçimi: İncelediğimiz metinde,Kaz.nde bulunan bir kelime veya ifadenin yanlışseçilen kelimelerle Ttü.ne aktarılması hatalarınaçok sık rastlanmaktadır. Bu yüzden, olabildiğin-ce az ve tipik örnekleri vermekle yetineceğiz. Budurumda aktarılan metinde, asıl metinde kastedi-len tam yansıtılamamakta; bazen de tam tersi biranlam çıkmaktadır.

Aşağıdaki cümlede geçen, “Kunanbay’ın, Ci-debay’daki obaya el ayak olması”ndan ne anla-şılması gerektiği belli değildir. Zira, Ttü.nin yazıdilinde, “el ayak olmak” yoktur; bk. Parlatır1998, 688 vd. Ttü.nin gündelik dilinde “el ayakolmak”tan belki “birisi geldiğinde saygıyla ve te-laşla ağırlamaya çalışmak” anlaşılabilir. Kaz.de-ki k›r›n karap jür- ile ise, böyle bir durum aslakastedilmemektedir; krş. “q›r›n qarad›: yüzünüçevirdi, ters bakt›” (Oraltay 1984, 188).

Bu nedenle Cidebay’daki obaya Kunan-bay’›n el ayak olmas›n› her zaman kendi aç›s›n-dan faydal› görüyordu (AY 1, 338).

So sebepti Jidebayda¤› av›l¤a Kunanbayd›ñk›r›n karap jürgenin ärday›m özine paydal› köre-tin (AJ 1, 233).

>> Bu sebeple Cidebay’daki obaya Kunan-

bay’›n olumsuz bakmas›n› her zaman kendisinefaydal› görüyordu.

Aşağıdaki Kaz. cümlede kefle kelimesinesözlükte “dün, akşam” karşılıkları verilmektedir;bk. Oraltay 1984, 133. Ancak, cümlenin bağla-mına bakıldığında bu kelimelerin seçimi yanlıştır.Çünkü bu cümleler, ceddi Kengirbay’ı hatırlayanbirisinin sözleridir. Ttü.nde bu durumu ifadeedecek uygun bir kelime bulunmaktadır.

- Ooo, Kengirbay, Kengirbay! Ervahlar›nane oldu senin? Böyle miydi? Dünleri yolunu sa-p›tan k›z hakk›nda verdi¤in karar›n? (AY 2,410).

- Va, Keñgirbay, Keñgirbay! Ärvah›na nebop edi seniñ? Os› ma edi, keflegi az¤an k›z¤aaytkan seniñ jol›ñ (AJ 1, 557).

>> - Oy Kengirbay, Kengirbay! Ruhuna neoldu senin? Böyle miydi, eskiden yoldan ç›kank›za verdi¤in hükmün?

Aşağıdaki Ttü. cümlede geçen “Tatyana’n›nMektubu”nu geçir- ibaresinden ne kastedildiğianlaşılamamaktadır. Cümlenin bağlamından,“Tatyana hatı”nın, Rus şairi Puşkin’in şiirininAbay tarafından Kaz.ne tercümesi olduğu anla-şılmaktadır. Ttü. cümleye göre bu şiir, iki kişi ta-rafından dombıra11 ve sesle “geçir”ilmektedir.Sözlükte verilen anlamlar içinde, “dombıra” ve“ses”le yapılabilen geçir- fiiline en uygunu “yo-la çıkan birini uğurlamaya gitmek”tir; bk. Parla-tır 1998, 827. Ttü. okuyucusu için, “şiiri uğurla-maya gitmek” ise anlamlı değildir. Bu cümle,Kaz. aytuvda bol- ifadesinin Ttü.ne “meşk et-mek” şeklinde aktarılmasıyla doğru hâle getirile-bilir; bk. Parlatır 1998, 1545.

Onlar›n hepsi kopye ettikten sonra bu geceboyunca birisi domb›rayla birisi sesiyle daima“Tatyana’n›n mektubu’nu” geçirdiler (AY 2,446).

Olar tegis köflirip bol¤an soñ, os› kefl boy›n-da birev domb›ramen, birev ünmen ›l¤iy “Tatya-na hat›n” aytuvda bold› (AJ 1, 580).

>> Herkes kopye ettikten sonra, o gece bo-

Page 67: Bilig_15.sayi

67

bilig-15/Güz’2000

yunca domb›ra eflli¤inde hiç durmadan “Tatya-na’n›n Mektubu”nu meflk ettiler.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen jala k›p ayt-“yalan söylemek” ifadesinin, Ttü.ne hangi se-beple biberle-12 olarak aktarıldığını her hâlde ak-tarıcılardan başkası asla bilemez.

Aygerim’in hayat› boyunca akl›na dahi gel-meyen böyle kötü bir karakteri ve büyüklenmeyiyak›flt›rarak biberlemifller (AY 2, 88).

Äygerimniñ ömirde oy›na kelip körmegen jatminez, täkapparl›k siyakt›n›ñ bärin jala k›p ayt-kan (AJ 1, 340).

>> Aygerim’in, hayat› boyunca akl›na bilegetirmedi¤i, karakterine hiç uymad›¤› hâlde, ki-birli oldu¤u yolunda da birçok lâf uydurmufllar.

Aşağıdaki Ttü. cümlede “uzanan” kelimesiyanlış seçilmiştir. Çünkü, bu durumda “bıyıklarınbedene uzandığı” anlaşılmaktadır. Asıl metindeise, sadece “bıyıkların uzun olduğu”ndan sözedilmektedir.

‹ri, gösteriflli bedenine, flu günlerde iyiceuzanan düzenli b›y›klar› çok yak›fl›yor (AY 2,19).

Kesek suluv bitimine, bul künde uzar›nk›rapfl›kkan k›y›k murt› da jaks› jarasad› (AJ 1, 296).

>> ‹ri, gösteriflli bedenine, flu günlerde iyiceuzayan düzgün b›y›klar› çok yak›fl›yor.

Aşağıdaki Kaz. cümlede bas›m ›r›ktan ar›l-ibaresi, Ttü.ne “başım belâdan ayıkmak” şeklin-de aktarılamaz. Çünkü, Ttü.nde ay›k- fiili, “ayıl-mak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gel-mek” demektir; bk. Parlatır 1998, 174. Bu fiil,genellikle “baygınlık” veya “sarhoşluk” gibikavramlarla birlikte kullanılır. Sözlüklere bakıl-mış olsaydı, doğru kelimeler seçilerek aktarmayapmak mümkün idi; bk. “ar›l-: ar›lmak, bit-mek, kesilmek, iyileflmek, kurtulmak”; “iyrek:çizgi, karma kar›fl›k, zig zak çizgiler” (Oraltay1984, 21; 121).

Hatta versem de bafl›m beladan ay›k›r m›yd›?(AY 1, 196).

Tipti bersem de, bas›m ›r›ktan ar›lar ma edi?

(AJ 1, 133).>> Hatta versem de bafl›m belâdan kurtulur

muydu?

Aşağıdaki cümlede Kaz. at›-jönin ibaresi, ak-tarıcıların tercih ettiği dolambaçlı ifade olmadanda Ttü.ne aktarılabilir. Eğer bu uzun ifade tercihedilecekse doğrusunun bilinmesi gerekirdi; bk.Parlatır 1998, 1639.

- fiark›y› kimin söyledi¤ini bilmiyorum.Kimin nesi neyin fesi oldu¤unu sormad›m. Sade-ce gördü¤ümde akl›m› oynatt›m (AY 2, 36).

- Ändi kim sal¤an›n bilgem jok. At›-jönin desuramad›m. Tek kördim de, esim fl›¤›p kald› (AJ1, 307).

>> - fiark›y› kimin söyledi¤ini bilmiyorum.Ad›n› san›n› (~ neyin nesi kimin fesi oldu¤unu)da sormad›m. Sadece gördüm ve akl›m› oynat-t›m.

Aşağıdaki cümlede Kaz. kol›n bir silte- ibare-si, Ttü.ne kelime kelime “elini bir (kere) salla-mak” olarak aktarılabilir. Ancak, aktarıcıların dadoğru anladığı üzere burada “bırak, boş ver” an-lamında bir hareket söz konusudur. Fakat,Ttü.nde “eliyle boş verip” ibaresi kastedileni hiçkarşılamamaktadır.

Eliyle bofl verip arkas›na dönerek çekip gitti(AY 2, 178).

Kol›n bir siltep, bur›l›p jürip ketti (AJ 1,399).

>> Elini “bofl ver” manas›nda sallay›p ar-kas›na dönerek çekip gitti.

Aşağıdaki cümlede Kaz. kökke ul›t-, Ttü.nde“göğe ulutmak” demektir. Metindeki bağlamagöre, ellerinden mallarını aldıran insanlar, kendidurumlarını ifade ederken bu cümleyi kullan-maktadır. Aktarıcılar da durumu doğru anlamıştır.Ancak, hedef lehçenin imkânlarını iyi bilmedik-leri için yanlış kelimelerle aktarmışlardır. HeleTtü.nde, Ellerimizi havada kald›rd›n›z, cümlesi-nin kolayca, “elini havaya kaldırmak” = “teslimolmak” olarak çağrışım yapabileceği göz önünealınırsa, aktarmanın hiç de başarılı olduğu söyle-nemez.

Page 68: Bilig_15.sayi

68

bilig-15/Güz’2000

Ellerimizi havada kald›rd›n›z akrabalar!(AY 2, 390).

Kökke ul›t›p kettiñ, a¤ay›n! (AJ 1, 543).>> Bizi mahvedip (~ ellerimizi koynumuzda

b›rak›p) gittiniz, a¤alar›m!

Aşağıdaki üç cümle, yanlış kelime seçimininilginç örnekleridir. Aslında doğru kelime, kolay-lıkla bir sözlükten bulunabilecek olmasına rağ-men aktarıcılar, hedef lehçeyi bilmediklerininfarkında olmadıkları için bu tür hatalara düşmüş-lerdir. Lehçeler arası aktarmalarda belki de entehlikeli durum, kaynak veya hedef lehçeyi bil-mediğinin farkında olmamaktır. Bir kelimeningerçek anlamının bilinmediği hâlde “bilinirmişgibi” sezgilerle hareket ederek, sözlüğe bakılma-ması, “tuhaf” aktarmalara yol açacaktır. İlk cüm-lede, Kaz. salmak kelimesinin karşılığı “ağırbaş-lılık”tır; bk. Oraltay 1984, 233. Ttü.nde bu durumelbette “vakar” kelimesiyle karşılanabilir; ancak“vakur”la karşılanamaz; bk. “vakar: a¤›rbafll›-l›k”; “vakur: a¤›rbafll›, onurlu” (Parlatır 1998,2327; 2329). İkinci cümlede ise, birbiriyle hiçbiranlam bağlantısı olmayan “zulüm” ve “zulmet”kelimeleri karıştırılmıştır; bk. “zulüm: ac›mas›z-l›k, haks›zl›k, eziyet, cefa”; “zulmet: karanl›k”(Parlatır 1998, 2521). Üçüncü cümlede, difl bi-le¤le- olarak verilen kısmın doğrusu “diş bile-mek”tir; bk. Parlatır 1998, 601.

- Bey, böyle bir yolculu¤unda suçlamak biryana, naz etsem, o bile densizlik olur! diye koca-s›n›n yüzüne vakurla bakt› (AY 2, 15-16).

- M›rza, m›naday sapar›ña kina tügil, naz et-sem, on›m bilmestik bolar edi! dep küyeviniñ be-tine salmakpen karad› (AJ 1, 294).

>> - “Bey, böyle bir yolculu¤unda seni suç-lamak flöyle dursun, naz etmek bile densizlikolur” diyerek kocas›n›n yüzüne vakarla bakt›.

- O az bile, at vermek bir yana, bizim birerc›l›z at›m›z› çald›klar›n› söylemiyor musunuz?deyip Erenay’la Darkembay çektikleri zulmetiaçmaya bafllad›lar (AY 2, 337).

- On›s› ol ma, at bermek tügil, özimizdiñ bir

bir flola¤›m›zd› ta¤› ka¤›p ketkenin aytpays›ñdarma! - dep, Erenay men Därkembay jañada kör-gen t›ñ bir öktemdik zorl›kt›ñ betin afla bastad›(AJ 1, 508).

>> Erenay ve Darkembay, “Sadece o mu, atvermek flöyle dursun, bizim bütün c›l›z atlar›m›z›bile al›p gittiklerini söylemiyor musunuz” diye-rek gördükleri zulmü açmaya bafllad›lar.

Bekledi¤i, difl bile¤ledi¤i sadece bir kifli (AY1, 103).

Kütkeni, tisin baskan› birev-ak (AJ 1, 67). >> Bekledi¤i, difl biledi¤i sadece bir kifli.

Kelimeler aras› uyumsuzluk: İncelediğimizmetinde, Kaz.nde bulunan bir ifadenin Ttü.ne,birlikte kullanılmayan kelimelerle aktarma hata-larına da rastlanmaktadır. Kullanılan kelimeler,temelde doğru olmasına rağmen, hedef lehçeninzaman içinde oluşturduğu, âdeta birbirlerindenayrılamaz söz birliklerini bilmemek yüzündenaktarma başarısız olmuştur.

Aşağıdaki cümlede Kaz. s›bana kiris- “sıva-narak girişmek” demektir; krş. “s›ban-: kollar›s›vamak” (Oraltay 1984, 251). Ancak aktarıcılar,Kaz.nde olduğu gibi “kol” kavramıyla Ttü.ndehem “el”i, hem de “kol”u anlamaktadır ve hedeflehçenin iyi bilinmemesi yüzünden hangisininnerede kullanılacağı hususunda şaşırmışlardır.Zira, “söz birliği” açısından Ttü.nde “eli sıva-mak” mümkün değildir. Bir başka deyişle bura-da, kaynak lehçenin bir bütün olarak algıladığı vebir tek kelimeyle ifade ettiği anlam alanının, he-def lehçede ikiye bölünmesi söz konusudur.

Ulcan da kendi ifline ellerini s›vad› (AY 1,289).

Uljan da öz mindetine s›bana kirisipti (AJ 1,199).

>> Ulcan da kendi ifline giriflti (~ kollar›n› s›vad›).

Aşağıdaki Ttü. cümlede de “söz birliği” açı-sından “Allah’ın izin etmesi” değil, “izin verme-si” mümkündür.

Page 69: Bilig_15.sayi

69

bilig-15/Güz’2000

- Allah izin ederse, halk yayla¤a göçüp sizÇ›ng›s’› aflarken biz de geliriz (AY 2, 27).

- Kuday buy›rsa, el jaylav¤a köflip, özderiñizfi›n¤›s asa bergen flakta, biz de jetemiz (AJ 1,301).

>> - Allah izin verirse, halk yaylaya göçüpsiz Ç›ng›s’› aflarken (~ aflt›¤›n›z s›rada) biz degeliriz.

Kelime eksikli¤i: İncelediğimiz metinde, Kaz.aslında bulunduğu hâlde Ttü.ne aktarılırken bazıkelimelerin eksik bırakılması yüzünden kastedi-lenin anlaşılamadığı veya yanlış anlaşıldığı du-rumlara da rastlanmaktadır. Bu hataların, aktarıcı-lardan mı, yoksa dizgi hatasından mı kaynaklan-dığını söylemek zordur.

Metinde geçen kerme kelimesinin anlamı“germe, at bağlanması için çekilen ip” olarakaçıklanmıştır. Ttü.nde bulunmayan bu kavramiçin germe kelimesi kullanılabilir. Bu durumdaher hâlde, damat tarafından gelen “insanlar” ger-meye bağlanamazlar. Oysa Ttü. cümleden bu an-laşılmaktadır.

Damat taraf›n›n hepsi eyerli olarak kerme-deymifl (AY 1, 267).

Küyevlerdiñ attar› tegis erttevli, kermedeeken (AJ 1, 184).

>> Damatgilin atlar›n›n hepsi eyerli olarakgermedeymifl.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen etik13 kelime-si aktarmaya alınmadığı ve flapan kelimesi olma-sı gereken yerde olmadığı için âdeta “yüksek ök-çe ve elbise giymek” gibi bir yanlış bir ifade or-taya çıkmaktadır.

Sadece bu de¤il, k›z›l manat ile yüksek ökçe,elbise giyip baflkalar›ndan farkl› sivri tepeli t›-ma¤a üki takmak bu bölgenin bütün damatlar›-n›n gelene¤idir (AY 1, 262).

Ol ¤ana emes, k›z›l manat flapan men biyik ökçeetik kiyip, elden erekfle uz›n töbe t›makka ügi ta¤›paluv bul öñirdiñ bar küyevine jol bolat›n (AJ 1, 180).

>> Sadece o de¤il, k›z›l manattan14 kaftan ileyüksek ökçe çizme giyip baflkalar›ndan farkl›olarak uzun tepeli t›ma¤a15 puhu tüyü takmak bubölgenin bütün damatlar›n›n uydu¤u bir gele-nektir.

A¤›z kelimeleri kullanma: İncelediğimiz me-tinde, Kaz. bir kelimenin aktarımında, Ttü.ninyazı dilindeki şekil yerine, ağızlardaki şeklinintercih edilme hatasına da rastlanmıştır. Bu hata,ya aktarıcıların ya da dizgicinin özensizliğindenkaynaklanmaktadır.

Aşağıdaki cümlede Kaz. tükirik kelimesininTtü.nin yazı dilindeki karşılığı “tükürük”tür (Er-cilasun 1991, 906). Aktarılan cümlede ise, bazıAnadolu ağızlarında rastlanan “tükmük” kelime-si tercih edilmiştir. Görüleceği üzere, aktarılancümlede başka hatalar da vardır. Ancak, bu türhatalara diğer kısımlarda değinildiği için buradaüzerinde durulmayacaktır.

Oyazla çene çeneye gelip, tüyleri diken di-ken olup a¤z›ndan tükmükler saçarak sert konufl-mufl (AY 2, 176).

Oyazd›ñ betine betin takap, tügin at›p, tükiri-gin flafla, katt› söylegen (AJ 1, 397).

>> Oyaz ile, gözüne bakarak cesurca, a¤z›n-dan tükrükler saçarak tart›flt›.

Yap› hatalar›

Asl›n› “flekle” uygun aktarma: İncelediğimizmetinde, Kaz.nde bulunan bir “yapı”yı (“Mor-phem”), Ttü.ne şekil yönünden benzer, ancakgörev bakımından eş değer olmayan yapılarla ak-tarma hatalarına rastlanmaktadır. Oysa Kaz.nde-ki bu yapıların görevlerini tamamıyla karşılayabi-lecek yapılar, Ttü.nde de bulunmaktadır. Hedefdilin bu konudaki imkânlarını aktarıcının bilmesigerekir.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen -GIz fiildenfiil yapma (ettirgenlik) ekinin Ttü.de -DIr, -t, -r

Page 70: Bilig_15.sayi

70

bilig-15/Güz’2000

gibi farklı karşılıkları vardır. Böyle bir durumda,hedef lehçenin kelime hazinesine uygun olanınınseçilmesi gerekir.

- Çay getirtir (AY 2, 370).- fiay äkelgiz (AJ 1, 530).>> - Çay getirt!

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen -AsI sıfat-fiilekinin, bazı durumlarda Ttü.ne -AcAK sıfat-fiilekiyle çevrilmesi mümkündür; ayrıntılı bilgi içinbk. Korkmaz 1995 a. Ancak, aşağıdaki cümledegeçen Kaz. kelesi kelimesinin Ttü.ndeki eş değe-ri, şekil olarak dengi olan gelecek değil, tama-men başka, ertesi kelimesidir. Bağlam dikkatealınmadığı, sadece şekle bakıldığı takdirde, bura-da olduğu gibi “Gelecek gün yola çıktı” gibi tu-haf ifadeler ortaya çıkabilir.

Gelecek gün Kunanbay oba, memleketiyle,çocuklar›yla sessizce vedalaflt›ktan sonra idare-cilerle birlikte yola ç›kt› (AY 1, 236).

Kelesi kün Kunanbay av›l, avdan›men, bala-fla¤alar›men ündemey köristi de, ul›ktar¤a eripatka mindi (AJ 1, 161).

>> Ertesi gün Kunanbay tan›d›klar›yla, ço-cuklar›yla sessizce vedalaflt›ktan sonra önde ge-len kiflilerle birlikte yola ç›kt›.

Aşağıdaki cümleler, bir yapı şeklinin “şek-len” ve yanlış aktarılmasına çok uygun ve ilginçörnekler teşkil etmektedir. Zira, Kaz.ndeki-Uvmen birge şeklinin Ttü.ndeki şeklen karşılığı-mAKla birlikte’dir. Bilindiği üzere, Kaz.ndefiillerin mastar şekli -Uv ekiyle yapılırkenTtü.nde -mAK ekiyle yapılmaktadır. Kaz.ndemen vasıta hâli bildiren edatın Ttü. karşılığı ileveya -lA; birge kelimesinin eş değeri de birlikte’dir. Böyle şekli şekline uyan yapı birliklerinin ikilehçedeki görevleri ise hiç örtüşmemektedir.Kaz.ndeki -Uvmen birge şekli, Ttü.ne eş değeriolan -nIn yan› s›ra vasıtasıyla doğru olarak akta-rılabilir.

Yaz›nki gibi de¤il, flimdi kal›n elbiselergiymekle birlikte, evlerde atefl yak›p, evin yanduvarlar›n› keçeyle örtüp asgariyete getirip

oturmalar› gerek (AY 1, 223).Jaz¤› kündey emes, kazir j›l› kiyimder kiyüvmen

birge, baspanan› da ot ja¤›p, ifline kiyiz tut›p, ›k-flamd› k›p ot›rat›n boluv kerek (AJ 1, 152).

>> Yaz›nki gibi de¤il, flimdi kal›n elbiselergiymenin yan› s›ra, evin içini de keçeyle örterekatefl yakmak ve her fleyde tutumlu olmak gerek.

So¤uk hava, çamura karfl›, uzun çizme, kal›ncepken, deri paltolar giymekle birlikte, devaml›bindikleri dayan›kl› flahsi atlar› da de¤ifltiriyor-larm›fl (AY 1, 223).

Suv›k tün laysañ künge arnap saptama, kal›nflekpen, eltiri iflikter kiyüvmen birge, menflikti,mingifl attar›n da av›st›r›p kele jatkan (AJ 1,152).

>> So¤uk havaya ve çamura karfl› uzun çiz-me, kal›n cepken, deri paltolar giymenin yan›s›ra, sürekli bindikleri dayan›kl› atlar›n› da de-¤ifltiriyorlar.

Yalanc› efl de¤er yap›lar: Kaz.nde ve Ttü.ndeses bakımından aynı veya düzenli ses denklikle-riyle aynı kaynaktan geldikleri bilinen, fakat“kullanım alanı” veya görevi bakımından az biroranda örtüşen veya hiç örtüşmeyen yapı şekil-leri de vardır. Bu tür yapılar, çalışmamızda, “ya-lancı eş değer yapılar” olarak adlandırılacaktır.

Aktarılan eserde, Kaz. ve Ttü. için “yalancıeş değer” olan yapıları kullanma hatalarına darastlanmaktadır. Bunlar iki grupta toplanabilir.

Kullan›m alan› az oranda örtüflen yap›lar:Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen -GAn sıfat-fiiliniTtü.nde karşılayan şekil sadece, düzenli sesdenklikleriyle aynı kaynaktan geldiği bilinen -Andeğildir. Bunun yanında, -DIK ve -mIfl şekilleride kullanılmaktadır. Bu durumda, -GAn sıfat- fi-ilinin Kaz.ndeki “kullanım alanı” veya görevi,Ttü.nde üç yapı tarafından paylaşılmaktadır.Kaz.ndeki -GAn sıfat-fiilinin kullanım alanınınsadece bir bölümünü, Ttü.ndeki ses bakımındandengi olan -An örtmektedir. Bir başka deyişle,-Gan ve -An sıfat-fiilinin kullanım alanları az bir

Page 71: Bilig_15.sayi

71

bilig-15/Güz’2000

oranda örtüşmektedir. Aktarıcılar, kaynak lehçe-deki bir şeklin, hedef lehçede birden fazla karşı-lığı olduğu durumlarda cümlenin bağlamına dik-kat etmelidirler.

Evgeniy Petroviç, Abay’› uzun zamandan be-ri arayan bir dostu gibi k›vançla karfl›lam›fl (AY2, 316).

Evgeniy Petroviç Abayd› köpten kerek etkendos›nday, kuvan›p kars› al¤an (AJ 1, 494).

>> Evgeniy Petroviç, Abay’› çoktan beri ara-d›¤› bir dostu gibi sevinçle karfl›lad›.

Kaz.ndeki -KI ve Ttü.ndeki karşılığı -ki aitlikeki, kullanım alanları bakımından bazı durumlar-da örtüşmekte; bazı durumlarda ise örtüşmemek-tedir. Bir başka deyişle, Kaz.ndeki -KI şeklininkullanım alanının sadece bir bölümü, Ttü.ndekisesçe dengi tarafında örtülmekte; diğer bölümle-rini başka yapılar örtmektedir. Dolayısıyla eli-mizdeki metninde olduğu gibi bağlama dikkatedilmeden yapılacak bir aktarma başarılı da ola-maz.

Aşağıdaki cümlelerde ise Kaz. -KI ile Ttü.-ki eklerinin kullanım alanları örtüşmektedir. Bu-rada Kaz. -KI eki, Ttü.ne doğru bir şekilde akta-rılmıştır.

- Hey, mavi k›sra¤›n bugünkü hizmeti yeter(AY 1, 256).

- Öy, kök biyeniñ bügingi eñbegi jetedi (AJ 1,175).

>> - Hey, boz k›sra¤›n bugünkü hizmeti ye-ter.

Bu nedenle Cidebay’daki obaya Ku-nanbay’›n el ayak olmas›n› her zamankendi aç›s ›ndan faydal › görüyordu (AY1, 338) .

So sebept i J idebayda¤› av› l¤a Ku-nanbayd›ñ k›r ›n karap jürgenin ärda-y›m özine paydal › köret in (AJ 1, 233) .

>> Bu sebeple Cidebay’daki obaya Kunan-bay’›n olumsuz bakmas›n› her zaman kendisinefaydal› görüyordu.

Aşağıdaki Kaz. cümlede geçen -KI eki,

Ttü.ndeki karşılığı -ki ekiyle aktarılamaz. Çünkü,Kaz.ndeki keflki flay ile Ttü.ndeki akflamki yemek(= “bir gün önceki akşam yemeği”) anlam bakı-mından örtüşmemektedir. Aşağıdaki cümlede ge-çen keflki flay şekli, Ttü.ne ancak ikinci unsuruniyelik eki almasıyla kurulan bir isim tamlamasışeklinde aktarılabilir; yani kefl-ki flay = akflamçay-› (“akflam yemek-i”).

Bugün akflam, üst düzey bürokratlar›n evindeçok lamba yak›l›p akflamki yeme¤in bol sofras›yay›ld›¤›nda Losovski’ye selâm vermek içinAbay gelmiflti (AY 2, 368).

Os› kün keflke, ul›ktar üylerine köp flamdarja¤›l›p, keflki flayd›ñ mol dastarkandar› jay›l›pjatkan flakta, Losovskiyge amandaskal› Abaykelgen edi (AJ 1, 529).

>> O akflam, üst düzey bürokratlar›n evindelambalar yak›l›p akflam yeme¤inin (~ çay›n›n)zengin sofralar› haz›rland›¤› s›rada Abay, Lo-sovski’ye hâl hat›r sormak için gelmiflti.

Aşağıdaki Kaz. cümlede ise, -KI eki, Ttü.neisim tamlaması şekliyle de aktarılamaz. Kaz.soñ¤› künder, ne Ttü.nde kullanılmayan *sonkigünler ile, ne de anlam bakımından tamamenfarklı bir durumu ifade eden son günleri şekliyleaktarılabilir. Zira burada, birisinin “son günle-ri”nden, yani ölümünden söz edilmemektedir.

Son günleri ço¤unlukla eline domb›ra ala-rak, ak›c› ezgiler çal›yor, hofl flark›lar söylüyor-du (AY 1, 239).

Soñ¤› künder köbinfle domb›ra al›p, möldirküyler, suluv änder tarta berüvfli edi (AJ 1, 163).

>> Son günlerde (~ son zamanlarda) genel-likle domb›rayla ak›c› ezgiler, güzel flark›lar ça-l›yordu.

Kullan›m alanlar› hiç örtüflmeyen, “gerçek”yalanc› efl de¤er yap›lar: Aşağıdaki cümlelerdegeçen -mAK şekli, ses bakımından aynı olmasınarağmen, Kaz.nde niyet ifadeli gelecek zamanın3. teklik şahıs çekiminde16 kullanılmakta;Ttü.nde ise fiillerin mastar şeklini kurmaktadır.

Page 72: Bilig_15.sayi

72

bilig-15/Güz’2000

Dolayısıyla, kullanım alanları hiç örtüşmemekte-dir. Bu yüzden -mAK şekli, Kaz. ve Ttü. için“gerçek” yalancı eş değer bir yapıdır.

fiimdi ne de olsa bir ›fl›¤a aceleyle ilerleyipat›l›yor. Hatta atefl de olsa bu ilerler vaziyettekendini o alevlerin içine atmak (AY 2, 37).

Endi ne de bolsa bir sävlege as›¤a umt›l›p,us›n›p tur. Örtep keteri ot bolsa da, sol us›n¤anboy›nda talp›nbak ta, kulamak (AJ 1, 307).

>> fiimdi bir ›fl›¤a do¤ru h›zla koflup gitmek-te. Ateflte yanacak da olsa, yolunda devam ede-cek ve hedefine do¤ru gidecek (~ devam etmek vehedefine do¤ru gitmek istiyor.)

Aşağıdaki Kaz. cümledeki -p ot›r- şeklininkullanım alanı ile Ttü.nde ses yönünden dengiolan -Ip otur-’unki örtüşmemektedir. Böyle biraktarımda ot›r-, Ttü.nde tam fiil olarak, yani sa¤-d›ran ve oturan şeklinde anlaşılır. Bu iseKaz.ndeki cümlede kastedilmemekte, sadecesa¤d›r- hareketinin “sürekli” olduğu vurgulan-maktadır.

Etin arkas›ndan Süyindik’in çoktan beri sa¤-d›r›p oturan k›sraklar›n›n sar› k›m›z› da geldi(AY 1, 168).

Et art›nan Süyindiktiñ köpten sav¤›z›p ot›r-¤an k›s›rlar›n›ñ sar› k›m›z› da keldi (AJ 1, 114).

>> Etin arkas›ndan Süyindik’in çoktan berisa¤›lan k›sraklar›n›n sar› k›m›z› da geldi.

Aşağıdaki cümlede de, Kaz. -p tur- şeklininkullanım alanı ile Ttü.nde ses yönünden dengiolan -Ip dur-’unki örtüşmemektedir; yani Kaz.süyip tur¤an, Ttü.nde öperek duran’a eş değerdeğildir. Yukarıda belirtildiği üzere böyle bir ak-tarımda dur-, Ttü.nde tam fiil olarak anlaşılır.Kaz.ndeki cümlede ise sadece öp- hareketininsürekli olduğu kastedilmemektedir.

Tam bu s›rada kurnaz yafll› han›m, bunun oevden ç›k›fl›na flüphelenip hemen yerinden kalka-rak kendi evine gelmiflti. K›z›n› kucaklay›pöperek duran Markabay’a:

- Tüh, Allah belân› versin! diyerek ba¤›ra ça-¤›ra üzerine yürüdü (AY 2, 120).

Däl os› kezde tak›s kempir bun›ñ anav üydenketisine senbey, atk›p fl›¤›p, öz üyine kelgen edi,k›z›n kuflaktap, süyip tur¤an Markabay¤a:

- Vay, töbeñden jortk›r! dep ak›ra jügirdi (AJ1, 360).

>> Tam bu s›rada kurnaz yafll› kad›n, onunevden gitti¤ine inanmayarak hemen yerindenkalk›p kendi evine gelmiflti. K›z›n› kucaklay›pöpmekte olan Markabay’a:

- “Tüh, Allah belân› versin!” diye ba¤›raraküzerine yürüdü.

Yanl›fl yap› seçimi: İncelediğimiz metinde,Kaz.nde bulunan bir yapının anlamı ve görevinikarşılayamayan bir yapı ile Ttü.ne aktarılması ha-talarına rastlanmaktadır. Bu durumda aktarılanmetinde, asıl metinde kastedilen tam yansıtılama-makta; bazen de tam tersi bir anlam çıkmaktadır.

Aşağıdaki Ttü. cümleler, anlam bakımındandoğru değildir. Bunda, -man›n yan›s›ra ve -maklabirlikte şekillerinin yüklemleri ile uygunsuzluğurol oynamaktadır. Çünkü bunlar, Kaz. -GAndAnbaska ve -Uv ark›l› şekillerinin Ttü.ndeki uyguneş değerleri değildir. Oysa bu şekilleri karşılaya-bilecek yapılar, Ttü.nde bulunmaktadır: Kaz. -GAndAn baska, -mAnIn d›fl›nda vb.; -Uv ark›l›ise -DIK + (iyelik eki) için vb. şekillerle doğruolarak aktarılabilirler.

Abay cimri olmaman›n yan›s›ra neyin uygunoldu¤unu âdet olarak da bilmiyordu (AY 1,285).

Abay äytevir sarañ bolmav kerek degendenbaska, ne lay›k ekenin däldi bilmeytin (AJ 1, 196).

>> Abay, “çok cimri olmamak gerek” demenind›fl›nda (~ demekten baflka) neyin uygun oldu¤u-nu iyi bilmiyordu.

Abay’a öfkelenmekle birlikte Dilda’n›n böylesert, ma¤rur ve so¤uk tutumu gün geçtikçe art›-yordu (AY 2, 49).

Dildä Abay¤a ›za boluv ark›l› os›nday katk›l,pañ, suv›k bop bara jat›r edi (AJ 1, 315).

Page 73: Bilig_15.sayi

73

bilig-15/Güz’2000

>> Dilda, Abay’a k›zd›¤› için öyle sert, ma¤-rur ve so¤uk duruyordu.

Dizim hatalar›

Türk lehçeleri arasında dizim (“Syntax”), ya-ni kelime veya dil birliklerinin cümle içindekiyerleri ve diğer dil birliklerine bağlanma şekille-ri bakımından da farklar vardır. Ancak, bu farklarses, kelime ve yapıdaki farklar kadar fazla değil-dir. Buna rağmen elimizdeki aktarma metnindebu türden hatalara da rastlanmaktadır. Bunlaraşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir:

Kelime dizimi ile ilgili hatalar: Aşağıdaki Kaz.cümlede geçen to¤ayl› kal›ñ flab›nd› şeklinde di-zilen kelimeler, Ttü.ne bire bir karşılıklarıyla or-manl› s›k ot olarak aktarılamaz. Kelimelerin an-lamları dikkate alınmadan yapılacak aktarmalar-da Ttü. için burada olduğu gibi tuhaf ifadeler or-taya çıkabilir17. Ttü. okuyucuları, böyle bir ifa-deden “sık otların içindeki ormanı” anlarlar. Buise Ttü.deki “orman” kavramına uymamaktadır;krş. “to¤ay: orman, a¤aç ve bitki y›¤›n›” (Oral-tay 1984, 272); Ttü. “koru: Kaz. to¤ay”; Ttü.“orman: Kaz. orman” (Ercilasun 1991, 500;664). Aşağıdaki Kaz. cümlenin Ttü.ne doğru ak-tarılabilmesi, kelimelerin diziminde değişiklikyapılması veya to¤ay kelimesinin anlamını yeni-den gözden geçirilmesiyle mümkündür.

E¤erli atlar›n hepsi k›flla¤›n yukar›s›ndanafla¤›ya do¤ru uzanan ormanl› s›k ot içinde yay›-l›yormufl (AY 1, 98) .

Erttevli att›ñ barl›¤› da, k›stavdan jo¤ar›, tö-men sozul¤an to¤ayl› kal›ñ flab›nd›n›ñ boyundaörelevli jür eken (AJ 1, 65).

>> E¤erli atlar›n hepsi k›flla¤›n yukar›s›nda,afla¤›ya do¤ru uzanan s›k otlu orman›n (~ s›kotlu korunun) kenar›nda yay›l›yordu.

Aşağıdaki cümlede, flam “mum, lâmba”18 ke-limesinin sıfatı olarak kullanılan köp kelimesiTtü.ne sözlük karşılığı olan çok kelimesi kullanı-

larak aktarılamaz. Burada lâmba kelimesi çoklukşeklinde bulunmalıdır.

Bugün akflam, üst düzey bürokratlar›n evindeçok lamba yak›l›p akflamki yeme¤in bol sofras›yay›ld›¤›nda Losovski’ye selâm vermek içinAbay gelmiflti (AY 2, 368).

Os› kün keflke, ul›ktar üylerine köp flamdarja¤›l›p, keflki flayd›ñ mol dastarkandar› jay›l›pjatkan flakta, Losovskiyge amandaskal› Abaykelgen edi (AJ 1, 529).

>> O akflam, üst düzey bürokratlar›n evindelambalar yak›l›p akflam yeme¤inin (~ çay›n›n)zengin sofralar› haz›rland›¤› s›rada Abay, Lo-sovski’ye selâm vermek için gelmiflti.

Kaz.nde ilgi hâli eki olmadan kurulan isimtamlamaları, Ttü.ne bire bir aktarılamaz. ÇünküTtü. “belirtili” ve “belirtisiz” isim tamlamaların-da kendine has kurallara sahiptir; bk. Ergin 1972,382 vd. Aktarıcılar, yukarıda verilen cümledekiul›ktar üyleri şeklini, üst düzey bürokratlar›n eviolarak doğru şekilde aktarmalarına rağmen, aşa-ğıdaki cümlede geçen ve aynı özelliklere sahipañfl› kolu tamlamasında yanılmışlardır.

Mavi do¤an “p›rr” edip aniden avc› kolun-dan yere do¤ru süzüldü (AY 2, 144).

Kök karfl›¤a l›p etip, añfl› kolunan jerge ka-ray tüsti (AJ 1, 376).

>> Boz do¤an ans›z›n “p›rr” edip avc›n›nkolundan yere do¤ru süzüldü.

Aşağıdaki Ttü. cümledeki “belirtisiz isimtamlaması”nın hatalı olmasında Kaz.ndeki şekildeğil, aktarıcıların hedef lehçe olan Ttü.ni iyi bil-memeleri, belki de önemsememeleri rol oyna-mıştır, denilebilir. Aynı hata meselâ, AY 1, 240;258; 259; 280 vs.’de tekrar edilmiştir.

K›sa bir sürede akflam çay›ndan yemek vakti-ne kadarki zamanda Abay’›n okuyup bitirdi¤i ba-z› kitaplar› ev ahaline güzeli, ak›c› bir hikaye tar-z›nda anlatmas› âdet haline geldi (AY 1, 154).

Azdan soñ, keflki flaydan aska fleyinki mezgil-de Abay keybir ok›p fl›kkan kitaptar›n üy iflineädemi ängime k›p ayt›p berip ot›rat›n ädet

Page 74: Bilig_15.sayi

74

bilig-15/Güz’2000

tapt› (AJ 1, 104).>> K›sa bir süre sonra Abay, okuyup bitirdi-

¤i baz› kitaplar›, akflam çay› ile yemek aras›nda-ki zamanda ev ahalisine (~ evdekilere) güzel,ak›c› bir hikâye tarz›nda anlatmay› âdet edindi.

‹stem hatalar›: Bir fiil tabanı, açtığı “boşluklar”ıistemine uygun (“Valenz”)19 “tamlayıcılar”20

(“Aktant”) ile doldurur. Bu boşlukların sayısı fi-ilden fiile değişiklik gösterir ve o dile hâkimolanlar tarafından önceden bilinir. Bu boşluklardoldurulduğu ölçüde fiil anlam yönünden bütün-lenir. Tamlayıcılar, isim cinsinden olmak üzeretek bir kelimeden oluşabilecekleri gibi bir keli-me grubundan da oluşabilirler ve fiile, onun iste-diği bir hâlde bağlanırlar; bk. Uğurlu 1999, 18vd.

Belirtildiği üzere, Türk lehçeleri arasında di-zim farkları azdır. Dizim içinde ele alınması gere-ken istem meselesinde de durum aynıdır. Birçokfiilin istemleri, Genel Türkçede uygunluk göster-mektedir. Bu durum, Kaz. ve Ttü. için de geçer-lidir. Ancak, bazı fiillerin istemleri, genel olarakTürk lehçeleri arasında olduğu gibi, Kaz. veTtü.nde farklılık göstermektedir. İncelediğimizmetinde istemden kaynaklanan hatalara da rast-lanmaktadır. Bu hatalar iki kısımda değerlendiri-lebilir:

Kaynak lehçedeki istemden kaynaklanan ha-talar: Aşağıdaki cümlede, Kaz.ndeki aytt›r- fiili,yapma hâli (“Akkusativ”) alan bir tamlayıcı is-terken Ttü.ndeki karşılığı söz kes- yaklaşma hâli(“Dativ”) istemektedir. Eğer Ttü.ndeki diğer kar-şılığı niflanla- kullanılmış olsaydı her iki fiil istembakımından örtüşeceği için hata oluşmayacaktı.Bu cümlede aktarıcıların yanıldıkları bir başkahusus, Kaz.ndeki aytt›r›p ot›r- şeklini, söz kes-olarak aktarmalarıdır. Bilindiği üzere Kaz.ndeki -p ot›r- şekli, hareketin sürekli olduğunu ifade et-mektedir. Dolayısıyla bu cümle, söz kes-veya niflanla- gibi son sınırı vurgulayan

(“Finaltransformativ”) bir fiille değil, istet- gibigibi sınır vurgulamayan (“Nontransformativ”)bir fiille aktarılmalıdır; ayrıntılı bilgi için bk. Jo-hanson 1971, 194 vd.

Aygerim’i söz kesen oba varm›fl, acaba o

kim? (AY 2, 50).Äygerimdi aytt›r›p ot›r¤an jer bar degen, ol

kim? (AJ 5, 50).>> *Aygerim’e söz kesen oba varm›fl, acaba

o hangisi?

>> +Aygerim’i isteten oba varm›fl, acaba o

hangisi?

Aşağıdaki cümlede, Kaz.ndeki hat jaz- fiili,uzaklaşma hâlinde (“Ablativ”) bir tamlayıcı is-terken Ttü.ndeki karşılığı mektup gönder- vasıtahâlinde (“Instrumental”) istemektedir.

M›rzahan’dan mektup gönderiyor (AY 2,16).

M›rzahannan hat jazad› (AJ 1, 295).>> M›rzahan’la (~ ile) mektup gönderiyor.

Aşağıdaki cümlenin bağlamında, Kaz.ndekitur- fiili, yapma hâli (“Dativ”) alan bir tamlayıcıisterken Ttü.ndeki karşılığı dur- bulunma hâli(“Lokativ”) istemektedir. Kaz. cümle, Ttü.ne bufiil yok sayılarak aktarıldığı için tut- fiilinin tam-layıcısı âdeta d›flar›ya kelimesi imiş gibi anlaşıl-maktadır. Oysa burada usta- “tutmak” fiilinintamlayıcısı, yapma hâlinde bulunan tayd› “tayı”kelimesidir20.

Alfl›nbay, Ulcan’›n oturdu¤u evin kap›s›n›

açt›r›p d›flar›ya e¤itilmemifl kula tay›, yanlama-

s›na tutarak konuklardan dua istedi (AY 1, 261).Alfl›nbay, Uljan ot›r¤an üydiñ esigin aflt›r›p,

t›ska semiz asav kula tayd› köldeneñ ustap tur›p,

konaktardan bata tiletti (AJ 1, 179).>> Alfl›nbay, Ulcan’›n evinin kap›s›n› açt›r-

d›; e¤itilmemifl, semiz, kula tay› yanlamas›na tu-

tarak d›flar›da durup konuklardan dua istetti.

Page 75: Bilig_15.sayi

75

bilig-15/Güz’2000

Kaynak lehçedeki istemden kaynaklanmayanhatalar: Genel Türkçede olduğu gibi, Kaz. veTtü.ndeki fiillerin de çoğunluğu istem bakımın-dan birbirine uygunluk göstermektedir. Bunarağmen, incelediğimiz metinde istem hatalarınarastlanmaktadır. Buna göre; hedef lehçedeki fi-ilin istemini bilmeyen bir aktarıcının hataya düş-mesi için, kaynak lehçedeki fiilin isteminin di-ğerinden farklı olması da gerekmemektedir. Do-layısıyla hedef lehçe iyi bilinmeden yapılacakbütün aktarma denemeleri “başarılı” olamaya-caktır.

Aşağıdaki cümlenin bağlamında, Kaz.ndekias- ile Ttü.deki karşılığı afl- fiilinin istem bakı-mından farkı yoktur. Ttü.nde dairesine geç- şek-li de anlamlıdır ve genellikle “çalışma bürosunagirmek” vb. bir durumu ifade eder. Ancak, ince-lediğimiz metinde bu değil, bilakis “evindenuzaklaşmak” kastedilmektedir.

‹ki cadde flafl›r›p dairesine geçmiflti (AY 1,133).

Eki köfle adas›p, päterinen as›p ketipti (AJ 1,88).

>> ‹ki sokak flafl›r›p evinden22 öteye geçipgitmiflti.

Aşağıdaki cümlede, Kaz.ndeki melikte- ileTtü.ndeki karşılığı öv- fiilinin istem bakımındanfarkı yoktur. Her iki fiil de yapma hâli alan birtamlayıcı istemektedir. Buna rağmen aktarıcılartarafından yanlış aktarılmıştır.

Ara s›ra yol kenar›nda top top sele saz›narastlan›yor. Dalgalan›p, bafllar› sallan›p gruphalinde inceden ›sl›kl›yordu. Koro halinde bütüntoplar›, birli¤in ezgisini çalarak m› Sallan›yor-lar? Filizlerini ba¤r›na bas›p o da taze gençli¤i,yeni gelen ilkbahara m› övüyor (AY 2, 44).

Anda-sanda jol ja¤›s›nda tüp-tüp siy kezde-sedi. Teñselip, ›r¤al›p, tob›menen bir ¤ana näzik,›z›n ün salad›. Öz xor›men özi bop, bar tob› bir›nt›mak küyin tart›p flaykala ma? Balapan köginbavr›na al›p, o da jaña jast›k jaña köktemdimäliktay ma? (AJ 1, 312).

>> Ara s›ra yol kenar›nda top top sele saz›-na rastlan›yor. Hepsi birden sallan›p dalgalana-rak ince, nazik bir ses ç›kar›yordu. Hepsi korohalinde birli¤in ezgisini mi söyleyip Sallan›yor-lar? Filizlerini ba¤r›na basarak gençli¤i, yenigelen ilkbahar› m› övüyor.

Cümlede yap› bozuklu¤u: Türk lehçelerinincümle yapısı, büyük ölçüde Genel Türkçe cümleyapısına benzerlik gösterir. Bir başka deyişle,Türk lehçelerinin cümle yapıları büyük ölçüdebirbirleriyle örtüşür. Buna rağmen incelediğimizmetinde, yanlış kurulmuş cümlelere de rastlan-maktadır.

Aşağıdaki Ttü. cümle, yapı bakımından doğrukurulmamıştır.

Geçen sene beni mevkimden sizin gibi alçak-lar›n tesiriyle oldu (AY 2, 337).

B›lt›r bas›mnan därecemdi al¤›z¤an senk›rflañk›lard›ñ kesirleriñ (AJ 1, 508)23.

Cümlenin yüklemi oldu kelimesine bağlı un-surlar belirlendiğinde, bazı kısımlar boşlukta ka-lır. Bu cümlenin yapısı şu şekilde tahlil edilebilir:

[1[Zarf] 2[?] 3[Zarf] 4[Yüklem] ][1[Geçen sene] 2[beni mevkimden] 3[sizin

gibi alçaklar›n tesiriyle] 4[oldu] ] Yukarıdaki Kaz. cümlenin, Ttü.ne doğru ak-

tarımı şöyle olmalıdır:>> Geçen y›l bana mevkimi kaybettiren

(~ elimden ünvan›m›n al›nmas›na sebep), siz al-çaklar›n24 hatalar›d›r.

Cümlede anlam bozuklu¤u: Bu çalışmaboyunca hata tiplerine göre sınıflandırılma-ya çalışılan bütün cümleler, aynı zamandaanlam yönünden bozuktur. Bir başka deyiş-le; incelediğimiz Ttü. metindeki cümleler,eğer Kaz. aslından doğru aktarılmış olsalar-dı, anlam yönünden de doğru olacaklardı.Burada sadece bir örnekle konuyu vurgula-mak istiyoruz.

Page 76: Bilig_15.sayi

76

bilig-15/Güz’2000

Aşağıdaki Ttü. cümlede, Abay’a öfkelenmeklebirlikte kısmından sonra, Kaz. aslını doğru yansıt-maması göz ardı edilirse, cümlenin anlam yönün-den doğru olabilmesi için meselâ, Dilda bunubelli etmiyordu şeklinde devam etmesi gerekirdi;bk. 2. c. “yanlış yapı seçimi”.

Abay’a öfkelenmekle birlikte Dilda’n›n böylesert, ma¤rur ve so¤uk tutumu gün geçtikçe art›-yordu (AY 2, 49).

SONUÇ

Türk lehçeleri arasında yapılacak metin ak-tarmalarının doğru ve hızlı olabilmesi, ancak bu-nun nazarî yönü ve teknikleri iyi bilindiği takdir-de mümkündür. Bu konuda “karşılaştırmalı dilbilimi” (“kontrastive Linguistik”) ve “tercümebilimi” (“Übersetzungswissenschaft”) metotları-nı kullanarak her lehçenin diğerine olan benzer-lik ve ayrılıklarının ortaya konması gerekmekte-dir. Türklük bilimimin en önemli konuları arasın-da olması gereken böyle çalışmalar ise henüzyok denecek kadar azdır. Bunun için, Türk Dün-

yasında kullanılan yazı dillerinden aktarma yap-mak, hem önemli ve gerekli, hem de zordur.

Bu çalışmada, iki lehçe arasında aktarma ya-parken düşülebilecek hata tipleri, “Abay Yolu”adlı eser çerçevesinde ortaya konmaya çalışılmış-tır. Bunun sonucunda; Kazak ve Türkiye Türkçe-si arasında yapılacak bir aktarmada “kelime”,“yapı” ve “dizim” yönünden hatalar yapılabilece-ği belirlenmiştir.

Kelime ve yapı yönünden olan hatalarda;sözlüğe bakmadan sezgiye dayanılarak yapılanaktarmaların başarısız olabileceği tespit edilmiş-tir. Aktarının, her iki lehçenin imkânlarını iyi bil-mesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra; her iki leh-çede de bulunan ve ses vb. yönlerden eş değergibi gözükmelerine rağmen, anlam alanları veyagörevleri bakımından tamamen örtüşmeyen keli-me veya yapılar, yani “yalancı eş değer”ler, bü-yük bir mesele oluşturmaktadır. Türk lehçelerin-de kullanılan fiillerin farklı istemlere sahip ola-bilmesi de aktarmada hatalara yol açabilmekte-dir. Yukarıdaki bölümlerde adı geçen hata tipleribölümler hâlinde ele alınmış ve başarılı bir aktar-ma için tekliflerde bulunulmuştur.

Page 77: Bilig_15.sayi

77

bilig-15/Güz’2000

AÇIKLAMALAR

1 Krş. “Türk dilleri; Türk şiveleri; Tyurskie yazıki;Türksprachen; Turkic languages”.

2 Aktarılan kısım, eserin 1989 baskısında 1. cildi; 12 cilt-lik “Şığarmalar” (Külliyat) içinde, 1968’de yayımlanan 5.-6.ciltleri teşkil etmektedir.

3 Bk. Oraltay 1984, 178.4 Meselâ Ttü. “ç›k-: Kaz. fl›k-” (Ercilasun 1991, 128).5 Meselâ Ttü. “yaprak: Kaz. jap›rak” (Ercilasun 1991,

966).6 Bk. Almanca “Bedeutungsfeld, lexikalisches Feld,

Sinnbezirk” ; İngilizce “lexical / semantic field” (Bußmann1983, 589).

7 Bk. “zar: 1. ince perde veya örtü; kadınların örtündük-leri çarşaf, car; ince ve yumuşak yaprak durumundaki organ-lara ve organ bölümlerine verilen ad; birbirine sımsıkı yapışıkhücre veya moleküllerden oluşan ve bitkilerin çeşitli bölüm-lerini bir kın gibi saran ince tabaka; 2. tavla ve başka oyun-larda kullanılan kemik, fil dişi, plâstik gibi maddelerden küpolarak yapılan ve altı yüzünde, birden altıya kadar beneklerbulunan oyun aracı” (Parlatır 1998, 2498).

8 Eğer bir aktarma metni, ancak çeşitli sözlükler vasıta-sıyla az çok anlaşılabiliyorsa, başarılı bir aktarmadan söz edi-lemeyeceği gayet açıktır.

9 Bk. Parlatır 1998, 774.10 Kaz. cümlede; ölen çocuğun annesi olan Karacan’ın,

bastıramadığı acısıyla yüksek sesle ağladığı vurgulanmaktadır;ancak Kaz. aslındaki kelimelere sadık kalınarak yapılan aktar-malar, Ttü.nde “doğru” olmamaktadır.

11 “domb›ra: Kazak Türklerinin millî müzik aleti”(Oraltay 1984, 68).

12 “biberlemek: Biber serpmek, biber katmak “ (Parlatır1998, 288).

13 “etik: çizme” (Oraltay 1984, 81).14 “manat: ço¤unlukla d›fl giysiler dikilen kumafl çefli-

di” (Oraltay 1984, 194).15 “t›mak: Kazak Türklerinin flapkas›” (Oraltay 1984,

284).

16 Bk. “maksatt› keler flak” (İysayev 1996, 112).17 Krş. “maydanozlu çorba” x “çorbal› maydanoz”.

18 Bk. Ttü. “mum: Kaz. flam”; Ttü. “lâmba: Kaz. may

flam” (Ercilasun 1991, 536; 608)19 Bk. Bußmann 1983, 567 vd. Bazı dil bilimi çalışma-

larında “Rektion” terimi kullanılmaktadır (Bußmann 1983,433; 568); “rektion”, “fiillerin rejimi” (Korkmaz 1995 b,226).

20 Krş.: “tümleç” (Korkmaz 1992, 152).21 Ttü.deki tut- fiili başka bağlamlarda yapma hâlinin

yanı sıra bulunma hâliyle de tamlayıcılar alabilmektedir.

22 Krş. “päter: flehirdeki ev tipi, daire” (Oraltay 1984,224).

23 Bu cümlenin Kaz. aslında da; sen k›rflañk›lard›ñ ke-

sirleriñ kısmı Genel Türkçe açısından hatalıdır: Bunun doğru-su; ya sen k›rflañk›n›ñ kesirleri ya da k›rflañk› senderiñ kesir-

leri olmalıydı. Aktarılan cümleye bu hata yansıtılmamıştır.24 Krş. “kırşankı: aksi, çok ve pis sözler söyleyen kim-

se” (Oraltay 1984, 187).

Page 78: Bilig_15.sayi

78

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

AJ 1 = ÄVEZOV, M. (1989), Abay Jol› I, Alma-tı.

AJ 5 = ÄVEZOV, M. (1968), fi›¤armalar 5.Abay Jol›, Almatı.

AY 1 = İSMAİL, Z. - A. Güngör [Aktaran](1997), Abay Yolu I, (= Bilig Yayınları 9),Ankara.

AY 2 = İSMAİL, Z. - A. Güngör [Aktaran],(1997), Abay Yolu II, (= Bilig Yayınları 10),Ankara.

BUßMANN, H. (1983), Lexicon der Sprachwis-senschaft, (= Kröners Taschenausgabe452), Stuttgart.

DEVELLİOĞLU, F. (1993)11, Osmanl›ca-Türk-çe Ansiklopedik Lûgat. Eski ve Yeni Harf-lerle, (= Aydın Kitabevi Yayınları 1), Anka-ra.

ERCİLASUN, A. B. ve diğerl. (1991), Karfl›lafl-t›rmal› Türk Lehçeleri Sözlü¤ü I, (= KültürBakanlığı Yayınları 1371), Ankara.

ERGİN, M. (1972), Türk Dil Bilgisi, (= İstan-bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ya-yınları 785), İstanbul.

İYSAYEV, S. M. (1996)2, Kazak Tili, Almatı.

JOHANSON, L. (1971), Aspekt im Türkischen.Vorstudien zu einer Beschreibung des Tür-keitürkischen Aspektsystems, (= Acta Uni-

versitatis Upsaliensis, Studia Turcica Up-saliensia 1), Upsala.

KORKMAZ, Z. (1992), Gramer Terimleri Söz-lü¤ü, (= Türk Dil Kurumu Yayınları 575),Ankara.

KORKMAZ, Z. (1995 a), -as› / -esi Gelecek Za-man Sıfat-fiil (Participium) Ekinin YapısıÜzerine, Türk Dili Üzerine Araflt›rmalar I,(= Türk Dil Kurumu Yayınları 629), Anka-ra, s. 145-150.

KORKMAZ, Z. (1995 b), Batı Anadolu Ağızla-rında Yazı Dilinden Ayrılan İsim ÇekimiEkleri ve Fonologie-Morphologie Bağlan-tısı, Türk Dili Üzerine Araflt›rmalar II, (=Türk Dil Kurumu Yayınları 629), Ankara, s.222-231.

ORALTAY, H. ve diğerl. [Çeviren] (1984), Ka-zak Türkçesi Sözlü¤ü, (= Türk DünyasıAraştırmaları Yayınları 8), İstanbul.

PARLATIR, İ. ve diğerl. (1998)9, Türkçe Sözlük,(= Türk Dil Kurumu Yayınları 549), Ankara.

TEKİN, T. (1968), A Grammar of Orkhon Tur-kic, (= Indiana University Publications,Uralic and Altaic Series 69), Bloomington- The Hague.

UĞURLU, M. (1999), Memlûk TürkçesindeZarf-fiilli Parçalar›n Dizimi, (= Türk DilKurumu Yayınları 712), Ankara.

Page 79: Bilig_15.sayi

79

bilig-15/Güz’2000

TRANSLATION PROBLEMS BETWEEN THE TURKIC LANGUAGES

AND THE NOVEL “ABAY JOLI”

Assoc. Prof. Dr. Mustafa U⁄URLU

K›r›kkale University, Faculty of Arts and Sciences

ABSTRACT

The cultural integrity of the Turkic peoples (“Turcia”) could only beachieved provided that scientific, cultural and literary works of each communityare made known to each other. The greatest difficulty standing before that is thatseveral different standard languages and script systems have been used becauseof certain historical and political reasons. The best way to cope with thisdifficulty in the short term is to translate the scientific, cultural and literaryworks into each language.

So far very few of such works belonging to the other Turkic peoples havebeen translated into Turkish. One of them is Abay Joli (Abay Road) written byan outstanding Kazakh scientist and writer, Muhtar Avezov, the work of whomis thought to be the masterpiece of both his own and the Kazakh literature. Thework tells about the life of Abay Kunanbayulı (1845-1904), a famous Kazakhpoet, thinker and statesman.

Making translation between the Turkic languages has proved to be difficultand this is confirmed by the translated version of the work Abay Joli. The objectof this study is to find out what sort of mistakes could be made while makingtranslation between the two Turkic languages, and it has been understood that itis probable to make lexical, morphological and syntactical mistakes. Somesuggestions have also been made how to avoid making such mistakes.

Key Words:False equivalence (= “false friends”), Translation, The Novel “Abay Joli”,

Turkic languages

Page 80: Bilig_15.sayi
Page 81: Bilig_15.sayi

81

bilig-15/Güz’2000

KIRIM HANEDANININ fiA‹RL‹⁄‹

Prof. Dr. Mustafa ‹SENBaflkent Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

ÖZET

Özellikle ortaça¤da, sanat ve yönetim denince öncelikle sanat› koru-yup kollayan anlay›fl akla gelir. Oysa zaman zaman yönetim mensupla-r›ndan do¤rudan sanat› icra edenler de ç›km›flt›r. Bu makalede, önemlibir Türk hanedan› olan K›r›m Hanl›¤› mensuplar›n›n bizim kültürümüzdesanat›n en önemli kollar›ndan biri olan fliirle iliflkisi, daha do¤rusu hane-dandan flair olanlar›n konumu ele al›nacakt›r. K›r›m hanedan›ndan top-lam on yedi kifli flairdir. Hanedan›n fliirle iliflkisi do¤rudan Osmanl› sa-ray› ile iliflkiden kaynaklanmaktad›r ve e¤itimle ilgilidir. Bu aç›dan Os-manl› hanedan›n›n fliirle iliflkisi, K›r›m Hanedan›’n› da etkilemifl ve K›-r›m’da da benzer bir manzara ortaya ç›km›flt›r.

Anahtar Kelimeler:Kırım Hanedanı, Hanedanın Şairliği, Şiir ve Hanedan

Page 82: Bilig_15.sayi

82

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

Sanat ve hanedan söz konusu olunca akla da-ha çok sanatı koruyup kollayan yönetim kadrola-rı gelir. Genel yapı bu olmakla beraber zaman za-man da hanedanın içinden doğrudan sanatı icraeden bireyler ortaya çıkmaktadır. Bunun dünyatarihinde sıklıkla görülen örneklerine ise Türkhanedanı içinde raslanmaktadır. Bu çalışmada dasözü edilen hanedandan biri olan Kırım hanları-nın şiir ve şairlikle ilişkileri ortaya konmaya ça-lışılacaktır.

Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Han’daninen Kırım hanları, Kırım Yarımadası’nda 364 yılhüküm sürmüştür. Her hanın ve prensin adınınsonuna Giray ünvanı eklendiği için hanedana Gi-raylar da denir (Öztuna, 1996, 533). Kırım Dev-leti kurulduğunda sözü edilen hanedan Moğolca-yı unutmuş ve anadili olarak Türkçeyi kabul et-mişti. Konuştukları dil, Tatarca adı verilen Ku-zey-batı Türk lehçesidir. Kırım bölgesi, 1475 yı-lında Kırım Hanlığı’nın arzusu ile yapılan bir an-laşma sonucu Osmanlı Devleti’nin vesayetinikabul etmiş ve bu tarihten itibaren de özel birstatü ile idare edilmiştir. Sözü edilen bu statüyegöre Kırım hanlığı Osmanlı Devleti içinde en seç-kin otonomiyi haiz birinci derecede tâbi devlet-lerden sayılmıştır (Öztuna, 1996, 534). Bu özelalaka sonucu bölgedeki pek çok kurum gibi, kul-lanılan yazı dili de Osmanlı edebî dilinin yoğunetkisi altında kalmıştır. Oysa Osmanlı Devleti’nebağlanmadan önce kullanılan yazı dili Çağataycaidi. Kırım hanedanında tahtta oturan kişiye han ;resmen tayin edilen veliahde kalgay denir ve kal-gaylar, diğer prensler gibi Giray ünvanını kulla-nırdı. Bir süre sonra ikinci bir veliahdlık makamıdaha ihdas edildi ki ona da nureddin adı veril-miştir. Bu makamlara tayin edilecek kişileri be-lirleme yetkisi Osmanlı sarayına aittir.

Monarşi ile idare edilen sistemlerde, gele-cekte devlet yönetiminde .çok önemli görevlerüstlenecek olan kişiler olması açısından haneda-nın özellikle erkek çocuklarının eğitimine büyükönem verilmekteydi. Onların doğumlarından iti-

baren hemen hemen hayatlarının bütün kademe-lerinde en iyi şekilde yetişmelerine özen gösteri-lirdi. Bu yetiştirilmenin kuşkusuz en önemli aşa-ması da eğitim-öğretim faaliyeti idi. Benzer ko-numdaki hanedan aileleri gibi Kırım hanedanınınerkek üyeleri de özenle yetiştirilmişlerdir. Baş-langıçta bu çocuklar, Çerkez kabileleri arasındason derece sade ve göçebe hayatın gereklerinegöre yetiştirilirdi. Zaten Tatarlar da Gülbin-i Hâ-nân yazarının ifadesiyle bir cemiyet-i tayyâre ha-linde yaşarlardı (Gültekin, 1998,18). Böyle birhayatın, bilim ve sanatla çok irtibatlı olmayacağıtabiidir. Oysa Osmanlı Devleti ile başlayan idarîilişkilerden sonra hanedanın erkek çocukları, İs-tanbul’da ve Osmanlı eğitim sistemine göre ye-tiştirilmeye başlandı. Bilindiği gibi bu eğitimbeş altı yaşına gelince başlamaktaydı. Özel hoca-lar nezaretinde ve Enderun’da eğitilen giraylar,Kur’an, hadis ve diğer dinî ilimleri, en seçkinhocalardan okuyarak bilgi sahibi oluyorlardı. Bueğitim Türkçe’den başka Arapça, Farsça, Lâtin-ce, hatta Çağatay Türkçesi gibi dil ve lehçeleride kapsamaktaydı. Tarih, Coğrafya, HarpSan’atı, Astroloji, Matematik, Mantık ve Kimyagibi pozitif bilimlerde de malumat sahibi olanöğrenciler, tasavvuf, hat, müzik, avcılık, atıcılık,güreş vb. sportif faaliyetleri de başarıyla icrâediyorlardı. Müzik ve şiir, Osmanlı sarayının gü-zel sanatlar içerisinde en çok önem verdikleri ikialan idi. Bu yüzdendir ki Osmanlı hanedan men-suplarının büyük bölümü gibi giraylar da güzelsanatların bir ya da bir kaç şubesiyle ilgilenmiş,bir kısmı da bu alanlarda yenilik sayılacak faali-yetler gerçekleştirmişlerdir.

Bu eğitim sayesinde Kırım hanedan mensup-ları, tıpkı Osmanlı Hanedanı’nın önemli bir bölü-mü gibi şiirle uğraşmıştır. Sağlanan bu eğitimyüzünden Kırım hanedan mensupları sadece sa-natı desteklemekle kalmamış bizzat onu üreteninsanlar konumuna da yükselmişlerdir. Gerçek-ten Kırım girayları bu konumları dolayısıyla Os-manlı’dan sonra dünyada en çok şair yetiştirenikinci hanedan olmuştur (‹sen, 1999 ). Hem do-

Page 83: Bilig_15.sayi

83

bilig-15/Güz’2000

ğu hem de batı dünyasında sadece şiirle değil,başka güzel sanatlarla da meşgul olmuş sultanya da krallara rastlanmaktadır. Ama bunun bütünbir hanedana yayılmış dünyadaki nadir örnekle-rinden biri de Kırım hanedan mensuplarıdır.

fiA‹R HANEDAN MENSUPLARI

Kaynakların belirttiği ilk Kırımlı hanedanmensubu şair, I.Mengli Giray Han’d›r (1445-1514) . Kırım’ı Osmanlı Devleti ile irtibatlandıra-rak Fatih Sultan Mehmed Han ile 1475 tarihlianlaşmayı imzalayan I.Mengli Giray Han, yedin-ci Kırım hanı olup aynı zamanda hanedanın ilkşair temsilcisidir. I. Mengli Giray Han’ın şairliğiOsmanlı tesiri öncesine rastlarsa da aslında onunyetiştiği ortamda da Osmanlı kültür dairesi çer-çevesinde yetişmiş bilim adamları bulunmaktay-dı. Abdullahoğlu Seyyid Ahmed Kırîmî bunlar-dan biridir (Ülküsal, 1980, 123). Zaten I. Meng-li Giray Han’ın şiirleri de bütünüyle Çağatayedebiyatının özelliklerini yansıtmaktadır. Gülbin-i Hânân’da yer alan şu beyitler, sözü geçen Ha-na aittir.

Firâk›nd›n benüm hâlüm sorar bolsan egercânâ

Könülde nâr gözde âb u dilde âh olur peydâ

Senün murg-› hayâlüni içinde asramak içünBolupdur kirpigüm birle kafes bu dîde-i bînâ

Menüm ol Hân–› Menglifl kim muhannet mül-ki flâh›mun

Cihânun mülk ü mâl›na gurûrum yok durur as-lâ (Gültekin, 1998, 58; Seyyid M. R›za, 1832, 86)

Kırım hanları içinde Enderun’da eğitilenler-den biri olan Saadet Giray Han (ö.1540) da şi-irle meşgul olmuştur. Gülbin-i Hânân yazarı, sö-zü geçen hanın mühür ve imzasını taşıyan bir AliŞir Nevaî Divanını gördüğünü belirtir. Bu örnekonun hem şiire olan alâkasını hem de kimlerdenetkilendiğini göstermektedir.

Mengli Giray’ın oğlu ve Saadet Giray’ın kar-

deşi olan Sahib Giray (1501-1551), da şair han-lardandır. Elimize ulaşan şiiri yoksa da Tevârih-i Deşt-i Kıpçak’ta Yavuz Sultan Selim’e ÇağatayTürkçesi ile şiirler okuduğu ve Osmanlı Türkçe-si ile şiirler yazdığı belirtilir.

Mübarek Giray Han’ın oğlu olan Devlet Gi-ray Han (1512-1577). Kırım’ın on üçüncü Hanıolup Moskova’yı talan ettiği için hanlar arasındaTaht Algan lâkabı ile anılır. O da şairdir ve şu be-yitler ona aittir:

Yakas›n çâk iden berg-i gülünGülflen içre nâlesidir bülbülün (Gültekin,

1998, 130).

Kırım hanlarının içinde en tanınmış şair veyazar olarak dikkat çeken isim hiç kuşkusuzEbu’l-feth Bora Gazi Giray Han’d›r (1554-1608) Hanedanın on dördüncü hanı olan Gazi Gi-ray, şiirde Gazâyî ve Gâzî Han mahlâslarını kul-lanır. Bu anlamda hanlar içinde ismi dışında ilkmahlâs kullanan da odur. Hayatı baştan başa ma-cera ve kahramanlıklarla örülü olan Ebu’l-fethBora Gazi Giray Han (Ertaylan, 1958), iki defaKırım tahtına oturdu. Arapça, Farsça, Türkçe şiiryazabilen Gazi Giray Han, aynı zamanda bilginbir kişi olarak da tanındı. Gazi Giray’ın Divan›,Fuzuli’nin Nik ü Bed mesnevisine yazdığı Gül üBülbül naziresi, Hoca Sa’deddin Efendiye yaz-dığı manzum mektubu (Abdullaho¤lu, 1932) Ga-nî-zâde Nâdirî’ye yazdığı mensur tahriratı vardır.Fakat onu Türk edebiyatı tarihi içinde farklı birkonuma yükselten asıl özelliği, çok sayıda eseriolmasından ziyade Klasik şiirimizin en güzel ha-masî örneklerini kaleme almasıdır. Divan edebi-yatı geleneği çerçevesinde bizim rezm edebiyatıdiyebileceğimiz kahramanlık öykülerini dile ge-tiren şiir sayısı azdır . Bu bakımdan Gazâyî’ninbu anlamdaki hamasî şiirleri Türk edebiyatınınen seçkin örnekleridir. Aşağıdaki şiir bunun enmüşahhas örneklerinden birini teşkil eder:

Râyete meyl ideriz kâmet-i dil-cû yerineTû¤a bel ba¤lam›fl›z kâkül-i hofl-bû yerine

Page 84: Bilig_15.sayi

84

bilig-15/Güz’2000

Heves-i tîr u keman ç›kmad› dilden aslâNâvek-i gamze-i dil-dûz ile ebrû yerine

Süreriz ti¤›m›z›n zevk ü safâs›n her demSîm-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine

Gerden-i tevsen-i zîbâda kotas-› dil-bendBa¤lad› gönlümüzü zülf ile gîsû yerine

Severiz esb-i hünermend-i sabâ-reftâr›Bir perî-flekl sanem bir gözü âhû yerine

Gönlümüz flâhid-i zîbâ-y› cihâda virdikDilber-i mâh-ruh u yâr-› perî-rû yerine

Seferin cevri çok ümmîd-i vefâyile velîOlduk âflüftesi bir flûh-› cefâ-cû yerine

Olm›fl›z cân ile billâh gazâya teflneKan›n› düflmen-i milkin içeriz su yerine (Şiirin edebiyatımızdaki yeri için bkz. İsen,

1997: 250)Tarzının ilginç örneklerinden biri olan bu

şiir, çok sevilmiş ve çeşitli şairler tarafından tan-zir edilmiştir (Ertaylan, 1958,38).

........Şairin aşağı yukarı benzer duyguları teren-

nüm ettiği şu şiiri de dikkate değerdir:Bir mücâhid kulunuz terk ideriz cân ü seriPâdiflâh›m ni diyem sonra duyarsan haberi

Kaçmay›z tîr u teberden çal›fl›p din yol›naOl benim boynuma ger varise an›n zarar›

Biz de ikdâm ideriz varmaga bir gün evvelilerü

Girü kalmaz Budin’e her kim ki olsa ci¤eri

Mâcerâ-y› seferin derdini ben flerh itsem‹stimâ idene te’sir ide ol gam eseri

Azm ider old› Gazâyî sefere Sultân›mK›l ana hayr duâ ol da kulundur ifl eri

Gazi Giray’ın, Kanuni Sultan Süleyman’ın,aslı Nesîmî’ye ait olan ve

Nigâr›m dilberim yârim nedîmim mûnisimcân›m

Refîkim hem-demim ömrüm revân›m derdedermân›m (Ayan,1990: 225) matla’lı gazelinebenzetilerek söylenen;

Abîrim anberim var›m habîbim mâh-› tâbâ-n›m

Enîsim mahremim var›m güzeller içre sultâ-n›m (Ak,1987: 551)

matlaıyla başlayan ve Hürrem Sultan’a hita-beden meşhur şiirine yazdığı nazire ise onun li-rik örneklerindendir.

Habîbim mûnisim yârim tabîbim derde der-mân›m

Enîsim yâr-› dil-hâh›m latîfim mahremim câ-n›m

Gül-endâm›m dil-ârâm›m vefâdâr›m hevâdâ-r›m

Özi flâh›m yüzi mâh›m boy› serv-i gülistân›m

Perî-peyker lebi flekker sözi gevher özi huflterKafl› yâ kirpigi hançer sühanver la’li mercâ-

n›m

Yüzü gül saç› reyhân›m lebi mül çeflmi hûn-hâr›m

Ki sensen hâs›l›m var›m muhassal dînimimân›m

Gönül inler gözüm aglar yafl›m ça¤lar firâ-k›nda

Terahhum eyle ey flâh›m tekellüm eyle ey hâ-n›m

Ç›k›p seyre süvâr olmufl yol›nda ten gubârolmufl

Niçeler hâk-sâr olm›fl gezer nâzile cânân›m

Gözüm yafl›n döker her dem çeker zahm›nayok merhem

Page 85: Bilig_15.sayi

85

bilig-15/Güz’2000

Gazâyî kan› bir mahrem diyem hâl-i perîflâ-n›m (Ertaylan,1958: 81)

Kırım hanları içinde en dikkate değer şairolan Gazi Giray’ın bu hamasî ve lirik örnekler dı-şında mizah ve hiciv özelliği taşıyan şiirleri devardır. Ayrıca bu şiirler onun yaşantısının şiireyansıyan örnekleridir. Divan şiirinde şairlerinkendi psikolojik sıkıntılarını dile getirmeleri hoşkarşılanmamış, onlardan daha çok belli bir se-naryo çerçevesinde belirli konuların en güzel bi-çimde dile getirilmesi talep edilmiştir. Hasb-i haltarzı şiir adı verilen bu tarz örneklerin bizim şiirtarihimizde ağırlıklı yer tutmadığı bilinmektedir.Gazâyî’nin şiiri bu bakımdan da dikkate değer-dir. O, şiirlerinde bütünüyle kendi macerasınınakletmiştir. Bu şiirlerin lirizmi ve sıcaklığı databiîliklerinden gelmektedir. O, aynı zamandaçağının önde gelen nesir ustalarıyla boy ölçüşe-cek düzeyde bir nesir ustası, iyi bir hattat ve hertürlü musiki aletini çalabilecek seviyede bir mu-sikişinas ve bestekârdır.

Gazi Giray Han’ın oğulları Nureddin veKalgay Hüsam Giray (ö.1636), Seyfî mahlâsıy-la yine Nureddin ve Kalgay Saadet Giray(ö.1636), Arifî mahlâsıyla şiir yazmışlardır.

Şakay Mübarek Giray’ın oğullarından olanCanberk Giray Han da (ö.1636) Gülbin-i Hâ-nân müellifine göre şairdir (Gültekin, 1998 146).

Kırım tahtının yirmi üçüncü hanı olan Baha-d›r Giray Han. ( 1603- 1641), Selamet GirayHan’ın oğludur. Babasının hanlık devrinde İstan-bul’a gönderilmiş, daha sonra Yanbolu kendisinehas olarak verilmiştir. Bahadır Giray Han, eğiti-mini burada görmüş, daha sonra da Kırım tahtınaoturmuştur.. Hayatı, iç ve dış mücadelelerle ge-çen Bahadır Giray Han, Rezmî mahlâsıyla şiirleryazdı (R›zâ, 42; Âs›m, 10; Mucîb 15; Safâyî, 84;Beli¤, 173; fieyhî, I-170; Sar›, 1990, 24). Baha-dır Giray Han’ın yaşadığı maceralı hayat şiirleri-ne yansımıştır. Şu beyit ona aittir:

Bir nefes flâd olmad›m cevr ü cefâ–y› dehrdenTeng-dil olsam aceb mi teng-nây-› dehrden

(Gültekin, 1998 154)

Bahadır Giray Han’ın eşi ve Gazi Giray’ın kı-zı olan Hanzâde Han›m da babası ve eşi gibi şa-ir olup bu konumuyla hanedanın tek kadın şairi-dir.

Kırım’ın yirmi dördüncü hanı olan Sofu IV.Mehmed Giray Han (1596-1674) Selamet Gi-ray’ın oğludur. Toplam olarak on beş yıl kadarhanlık makamında oturdu. Hanların en zengin vedindarlarından biri olan Mehmed Giray Han,Bahçesaray civarında bir mevlevihane yaptırdı.Kâmil, Kâmilî ve Hânî mahlâslarıyla şiirler söy-leyen Mehmed Giray Han, öbür hanedan üyele-rinden farklı olarak tasavvufi içerikli ve zamanzaman da hece ölçüsüyle şiirler yazdı. Bu şiirle-rin bir kısmı ilâhî, bir kısmı da koşma tarzındadır(Tansel, 1967; 71) Şu dörtlük IV. Mehmed Gi-ray’ın ilâhî tarzındaki örneklerindendir:

Eger pâdiflâh ol eger kim gedâKimini safâya düflürdü HüdâEdegör borcunu vaktinde edâKiminin k›smeti zehr-i mâr ancak.

Hanlık makamına ulaşamamış Safa GirayHan’ın (ö.1629) iki oğlu Kalgay Toktam›fl Gi-ray, Nureddin fiahin Giray. da hanedanın şairüyeleridir.

Bu ailenin dikkate değer sanatçı temsilcile-rinden biri de mesnevî-hân ve müzisyen SelimGiray Han’dır (1634-1704) . Rezmî mahlâslı Ba-hadır Giray’ın oğlu olan Selim Giray, küçük yaş-ta babasının ölümü üzerine farklı himayelerle ye-tişti. 1671 yılında Adil Giray’ın yerine tahta otur-du. Doğu Avrupa’daki bazı isyanların bastırılma-sında rol aldı. Kendi isteği ile hanlıktan çekiliphacca gitti. Fakat dönüşünde tekrar tahta oturtul-du. Bu uygulama hayatında dört kez gerçekleşti.Hayatı boyunca önde gelen sanatçıları himaye et-ti. Perkop zaferini kazanması üzerine şair Sabit,ünlü Zafernâme’sini kaleme aldı (‹stanbul, 1881,1893; Karacan, 1991). Arapça ve Farsça’yı iyibilen Selim Giray aynı zamanda hafız ve mesne-vi-handı (Safâyî, 127; Salim, 85; Beli¤, 144; fiey-hî, II-466; Gültekin, 1998: 69).

Hacı Selim Giray’ın oğlu fiahin Giray

Page 86: Bilig_15.sayi

86

bilig-15/Güz’2000

(ö.1712). da şiirle uğraştı ve fiâhî mahlâsını kul-landı (Beli¤, 1985, 222).

Şâhî mahlâsını kullanan bir başka Kırımlı ha-nedan mensubu şair de Toktamış Giray’ın oğluolan fiahin Giray’dır (ö.1717). Nureddinlik ma-kamına yükseldi. Tarih düşürmede ustadır (Safâ-yî, 143a; Sâlim 88a).

Hacı Selim Giray’ın oğlu olan Mengli GirayHan II. (1681-1739), Kırım tahtının otuz altıncıhanıdır. İki defa han oldu. Yöneticiliği sırasındaOsmanlı politikaları ile Kırım’ın beklentilerini iyidengelemiş bir han olarak bilinir. Çok sayıda ha-yır eseri yaptıran Mengli Giray, Nevaî mahlasıylaşiirler de yazdı (Fatin, 381; Sar›, 1990; 25,TDEA, VII-41). Mengli Giray’ın kendisine DoğuTürkçesi’nin en büyük ustası Ali Şir Nevâî’nin şi-irde kullandığı adı mahlas olarak seçmesi, hemKırım yazı dilinin bu yazı dili ile irtibatını hem deAli Şir Nevâî’nin bütün Türk dünyası gibi Kı-rım’da da etkilerini göstermesi bakımından önem-lidir. Şu beyitler sözü edilen alakayı da gösterme-si bakımından ona ait ilginç örneklerdir:

Bir pula satarsa bizi agyâr aceb miOl âfet–i gül-çehreye çün bâd–› hevây›z

Eylerse Nevâî n’ola eflâr›m› tahsînBiz silsile–i Han-› K›r›m Mengli Giray›z

(Gültekin, 1998: 71)

Hurremî mahlasını kullanan ve divan tertipetmiş olan Said Giray (ö. 1759). da şair ve ya-zar olarak dikkat çeken bir hanedan üyesidir.Berlin’de bulunan bir yazma, Said Giray’ın oto-biyografisi ve Divanını içermektedir (Kellner-Heinkele, 1982, 32).

Aslan Giray Han’ın oğlu fiehbaz GirayHan (1728-1793). Kırım tahtının elli birinci hanıolarak tahta çıktı. Sîret mahlasıyla şiir yazdı.

Kırım hanlığının kırk dokuzuncu hanı olan fia-hin Giray (1718-1787), üç defa Kırım tahtınaoturdu. Fakat Rus ve Avrupa hayranı biri olaraktemayüz etti ve kendi halkı arasında hain olaraktanımlandı. O da şiirle uğraştı ve fiâhî mahlasınıkullandı.

Şehbaz Giray’ın oğlu olan Halim Giray.(1772-1824) Kırım hanedanı içinde son dereceönemli bir isimdir. Kaleme aldığı Gülbin-i Hânân(‹stanbul, 1287, 1327, Erzurum, 1990) adlı ese-riyle Mengli Giray’dan başlayarak 40 Kırım ha-nının hayatlarını ve eserlerin anlatarak Kırım han-ları ile ilgili temel kaynaklardan birini ortayakoydu. Şiirle de uğraşan Halîm Giray, şiirde Ha-lîm mahlasını kullandı (Arif Hikmet, 16, Fatin,73,.Sar›, 1990, 21, TDEA, IV, 50) Bu şiirleri birdivanda topladı ve bu divan basıldı (İstanbul,1257; Erzurum, 1991,1992).

Halim Giray’ın oğlu Şehbaz Giray (ö.1836)da Siret mahlasıyla bu ailenin son şair ferdi ola-rak şiirler yazdı (Fatin, 204, Sar›, 1990, 27).

SONUÇ

Kırım tahtına çıkan elli iki hanın dokuzu şa-irdir. Ayrıca diğer hanedan üyelerinden de on birkişi şiirle meşgul olmuştur. Böylece Kırım hane-danından toplam yirmi kişi şair olarak karşımızaçıkar. Bunlardan kuşkusuz şair olarak en dikkatedeğer olanı Ebu’l-feth Bora Gazi Giray Han’dır.Gazi Giray Han dışında, müretteb olmamaklabirlikte Said Giray ve Halim Giray da divan ter-tib etmişlerdir. Hanedan mensuplarının kullan-dıkları mahlâslar da yaptıkları işlerle parelellikgöstermektedir: Gazâyî, Şâhi, Seyfî gibi. Kırımhanedanının şiirleri dil bakımından da farklı birhususiyet arz eder. Özellikle ilk dönem örnekle-ri, hem Çağatay hem de Osmanlı yazı dili özel-likleri göstermektedir. Son dönemde OsmanlıTürkçesi artık tamamıyla hakim bir hususiyetolarak kendini hissettirir. Ayrıca yine Fuzulî tesi-ri ile şiir dilinde Azeri lehçesi özellikleri kendinihissettirmektedir. Ama hem girayların İstan-bul’da yetişmesi hem de Kırım’a han olarak gel-diklerinden maiyetlerinde gelen bilgin, şair vediğer memurların etkisiyle Osmanlı yazı dili etki-si ilk dönemlerden itibaren tesirini arttırdı. He-men belirtelim ki özellikle ilk dönem şairleri,hangi yazı dilini kullanırlarsa kullansınlar, yaz-

Page 87: Bilig_15.sayi

87

bilig-15/Güz’2000

dıkları tümüyle o lehçenin özelliklerini yansıt-maz. Tam tersine her iki yazı dilinin de özellikle-ri sıklıkla bu metinlerde yer alır. Hanedan men-suplarının şiirleri kendi çağlarının pek çok örne-ğine göre daha sade bir dille kaleme alınmışlar-dır. Klasik şiirde farklı meslek gruplarının dile ta-sarruf etmede farklı yaklaşımlar içinde olduklarıbilinmektedir. Örneğin bilgin şairler daha ağdalıbir dil ve üslûp anlayışını tercih ederken, bey şa-irler bunlara göre sade sayılabilecek bir dili kul-lanmaktadırlar. Özellikle şiiri, mesajlarını okuyu-cuya iletecek bir form olarak gören mutasavvıfşairlerde daha yalın bir dil anlayışı karşımıza çık-maktadır. Buradan Kırım hanedanının şair men-suplarının, sahip oldukları bilgi birikimi ve anla-yışları doğrultusunda kendi seviyelerine göre sa-de bir anlatımı tercih ettikleri ve bu anlayışın ha-yata geçirildiğini ifade etmek gerekiyor. Bu uy-gulama kişiden kişiye, hatta çağdan çağa kısmendeğişmekle birlikte, ortak bir özellik olarak kar-şımıza çıkar. Daha önce de ifade edildiği gibi kla-sik şiirde şairler, kendi kişisel problemlerini,duygu ve düşüncelerini açıklıkla dile getirmez-ler. Oysa Kırım hanedan mensuplarının şiirlerin-

de bu taraf da klasik şiirin genel yapısına göre ol-dukça ön plana çıkmış gibi görünmektedir. Özel-likle Gazi Giray Han, bu anlamda çok dikkat çe-kici bir örnektir.

Bu özelliklerin ötesinde Kırım hanedan men-suplarının şiirleri Divan şiirinin klasik kalıplarınauygun nitelikler arz eder. Kullandıkları sanatlaraynıdır. Onlar da tasavvuftan ve sembolik anla-tımdan söz etmekte, bu edebiyatın kendine özgükonuları çerçevesinde eserler vermektedirler.

Kırım’da Hanlık dönemi Divan edebiyatı bü-yük ölçüde hanedan üyeleri tarafından temsiledilmiştir. Bunda hiç kuşkusuz İstanbul’da olu-şan devlet-sanat ilişkisinin çok büyük etkisi sözkonusudur. Eğitimlerini İstanbul’da tamamlayanhanedanın erkek üyeleri dönüşlerinde tanık ol-dukları bu ilişkiyi kendileri de uygulamaya koy-muş, tıpkı Osmanlı sultanları gibi hem bilim vesanatı koruyup kollamışlar, hem de bizzat kendi-leri bir sanatkâr olarak şiir, hat ve musiki gibi sa-nat dallarında eserler vermişlerdir. Bu yüzdendirki on üçüncü handan itibaren Kırım’da Divanedebiyatı gelişmiş ve bu gelişme Osmanlı kültürve edebiyatı ile paralel bir görüntü sergilemiştir.

Page 88: Bilig_15.sayi

88

bilig-15/Güz’2000

nağı, Emel Dergisi, S.132, Eylül-Ekim,s.32).

KURNAZ Cemal ve ÇELTİK Halil (1999), Tür-kiye D›fl›ndaki Türk Edebiyatlar› Anto-lojisi, C.13, İstanbul.

MUCİB (1997), Tezkire (Haz. K. Altun), Anka-ra.

ÖZTUNA, Yılmaz (1996), Devletler ve Hane-danlar, Ankara, C.2.

RIZA (1316), R›za Tezkiresi, İstanbul.SAFÂYÎ, Tezkiretü’fl-fluarâ, Süleymaniye Ktp.

Esad Ef. 2549.SÂLİM, Tezkire, Süleymaniye Ktp. Esad Ef.

3872.SEYYİD Mehmed Rıza (1832), Esseb’u’s-sey-

yâre fi Ahbâri Mülûk-› Tatar, Kazan.ŞEYHÎ Mehmed Efendi (1989), Vekâyiü’l-fu-

zalâ, (Haz. A. Özcan), İstanbul.TANSEL, Fevziye Abdullah (1967), Kırım Hanı

Mehmed Giray IV’ün Kâmilî Takma Adıile Yazmış Olduğu Koşma ve Türküler,Belleten, XXXI, S.124, Ankara.

TANSEL, Fevziye Abdullah (1971), Kırım HanıIV. Mehmed Giray’ın Elimize Geçen yeniBir Koşması, Türk Kültürü,109 (Kasım).

TANSEL, Fevziye Abdullah, Gazi Giray’ın Ede-bi Şahsiyeti, ‹A, C.IV.

TOPARLI, Recep ve ÇÖĞENLİ, Sadi (1992),Divan-› Halim Giray, Erzurum.

Türk Dili ve Edebiyat› Ansiklopedisi, 8 C.ÜLKÜSAL, Müstecib (1980), K›r›m Türk Ta-

tarlar›, ?.

KAYNAKLAR

ABDULLAHOĞLU, Hasan Bey (1932), KırımTarihine Ait Notlar ve Vesikalar, Gazi Gi-ray’ın Mektupları, Azerbaycan Yurt Bil-gisi Mecmuas›, 3-7 (İst.).

AK, Coşkun (1987), Muhibbi Divan›, Ankara.ASIM, Mehmed, Tezkire, İstanbul Ü. Ktp. Ty.

2401.AYAN, Hüseyin (1990), Nesîmî Divan›, Ankara.BELİĞ, İsmail (1985), Nuhbetü’l-âsâr li-zeyli

Zübdeti’l-efl‘âr (Haz. A. Abdülkadiroğlu),Ankara.

BURSALI MEHMED TAHİR (1990), Osmanl›-lar zaman›nda Yetiflen K›r›m Müellifleri(Haz. M.Sarı), Ankara.

ÇÖĞENLİ Sadi ve TOPARLI Recep (1990),Gülbin-i Hanan, Erzurum.

ERTAYLAN, İsmail Hikmet (1958), Gazi Ge-ray Han, Hayat› ve Eserleri, İstanbul.

FATİN (1271), Hâtimetü’l-efl‘ar, İstanbul.GÜLTEKİN, İbrahim (1998), Gülbin-i Hânân,

H.A. Yesevi Üniversitesi, SBE, YLT, An-kara.

İPEKTEN, Haluk ve İSEN Mustafa vd. (1988),Tezkirelere Göre Divan Edebiyat› ‹sim-ler Sözlü¤ü, Ankara.

İSEN, Mustafa (1999), Osmanlı Hanedanının Şa-irlik Yönü, Türkiye Günlü¤ü, S.58, Ka-sım-Aralık.

KARACAN, Turgut (1991), Sabit Zafername,Sivas.

KELLNER-Heinkele, Barbara (1982), Çev. Eş-ref Bengi Özbilen, VIIII. Yüzyılda Nogay-ların Durumu ile İlgili Bir Kırım Tatar Kay-

Page 89: Bilig_15.sayi

89

bilig-15/Güz’2000

POETRY OF CRIMEAN DYNASTY

Prof. Dr. Mustafa ‹SEN

Baflkent UniversityFaculty of Science and Arts

ABSTRACT

During the Middle Ages the art was generally protected by the rulers.Nevertheles, there were rulers in the Middle Ages who were artists themselves,especially poets. In this article, I will discuss the poet members of Crimeandynasty, an important Khanate of the Ottoman Empire in the Middle Ages andtheir interaction with the art and practice of poetry. Evidences suggest thatseventeen rulers (khans) from this dynasty were poets. This paper tries toillustrate above mentioned argument on the basis of comparative literaryhistorical approach.

Key Words:Poetry of Crimean Dynasty, Dynastic Poets, Poem and Dynasty

Page 90: Bilig_15.sayi
Page 91: Bilig_15.sayi

91

CEM ŞAİRLERİ: BİR KADER BİRLİĞİNİN ANATOMİSİ*

Doç. Dr. Osman HORATA Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi

ÖZET

devlet büyüklerinin sanatkârları himaye etmeleri ve onları ödüllendirme­leri çok önemli bir fonksiyon ifa etmiş ve başta saraylar olmak üzere pa­şa ve bey konaklarını Osmanlı edebî hayatının odak noktaları hâline ge­tirmiştir. Osmanlı tarihinin ilginç simalarından biri olan, devlet adamlığı ve şairliğinin yanında şairleri meclisinde ağırlaması ve onlarla şiir ve eğ­lence âlemleri düzenlemesi ile tanınan Cem Sultan'ın; Osmanlı'nın önemli kültür merkezlerinden biri olan Konya'daki valiliği sırasında etra­fında oluşan edebî topluluk, edebiyat muhitleri içinde farklı bir yer işgal etmektedir. Sa'dî-i Cem, Sirozlu Kandî, Sehayî, Haydar Çelebi, La'lî, Ay­nî, Şahidi Türabî gibi şairlerinden oluşan bu topluluk, edebiyat tarihimiz­

ötesindeki bu dostluk, vatanı birlikte terke ve ölünceye kadar talihsiz şeh­zadenin yanından ayrılmamaya kadar giden bir kader birliğine dönüş­müştür. Bu kader birliğinin Klâsik edebiyatımızdaki yankı ve yansımaları bildirimizin konusunu teşkil etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Cem Sultan, Cem Şairleri, Divan Şiiri, Şiir meclisleri, Sa'dî-i Cem, Aynî

* Bu makale, Osmanlı Dünyasında Şiir Uluslar Arası Sempozyumu (Yapı Kredi Kültür Sanat Yayın­

bilig-15/Güz'2000

cılık:, 18-22 Kasım 1999, İstanbul)'na bildiri olarak sunulmuştur.

Divan şiirinin gelişiminde, başta padişah ve şehzadeler olmak üzere

de "Cem şairleri" olarak anılmışlardır. "ihsan" ve "caize" kaygısının çok

Page 92: Bilig_15.sayi

92

GİRİŞ

Edebî eser, başta yazar ve okuyucu olmak üzere, kültür ve edebiyat hayatından basım-dağı-tım dünyasına kadar geniş bir ilgi sahası olan çok boyutlu bir "yapı"dir. Sanatkâr da, eserini yayım­lama sorununun dışında, öncelikle toplum hayatı yaşayan bir fert olarak hayatını sürdürmeye çalı­şan bir varlıktır. Yazarın hayatında, câize/telif hakları ve ikinci mesleği -belki de birinci mesle­ği denilmesi daha doğru olur- gibi öz gelirlerinin yanında, "koruyuculuk" da tarih boyunca önem­li bir rol oynamıştır. Fakat koruyuculuk, genel­likle yazar özgürlüğüyle bağdaşmayan bir du­rum olarak görülmüş, ikinci bir mesleğin olması daha etik ve ideal bulunmuştur. Türk edebiyatı­nın, bilhassa Divan şiirinin gelişiminde, padişah ve şehzadeler ile diğer devlet büyüklerinin sa­natkârları himaye etmeleri (resmî bir vazife ile görevlendirme veya maaş bağlama yoluyla), başta saraylar olmak üzere paşa ve bey konakla­rını Osmanlı edebî hayatının odak noktaları hâli­ne getirmiştir. Fakat sanatkârların, yazdıkları methiyeler ve sundukları eserler karşılığında al­dıkları caizeler, rahat bir hayat sürmelerini sağla­mamış birçoğu geçimini sağlamakta güçlük çek­miştir. Batıda da, benzer bir şekilde sanat haya­tı krallık, prenslik ve papalık çevresinde geliş­miş, sanatkârlara düzenli olarak maaş bağlanmış veya saray şairliği (poet laureate), tarih yazarlığı gibi görevler verilmiştir. Bu "koruyuculuk", gü­nümüzde de basım ve dağıtım imkânlarının koru­yuculuğu, okur koruyuculuğu ve dolaylı koruyu­culuk denilen ödül sistemiyle devam etmekte­dir.2

Bilindiği üzere, edebiyatımızda şiir meclisle­ri denilince akla sarayında devrinin en zengin şa­irlerini barındıran Gazneli Mahmud; siyasî ve as­kerî başarılarından ziyade Her at'ta topladığı şair, nakkaş ve musikişinaslarla tanınan Hüseyn-i Baykara gelmektedir. Osmanlı sahasında ise, ilk ciddî kümelenmeler Fatih döneminde olmuş ve

en parlak dönemini Kanunî devrinde yaşamıştır. Şehzadeler arasında, Kanunî'nin şehzadesi II. Selim (Ö.1574) muhitinin genişliğiyle tanınmıştır (İpekten, 1996: 254). Osmanlı tarihinin ilginç si­malarından biri olan Cem Sultan'in, Konya'daki valiliği sırasında etrafında oluşan edebî topluluk ise edebiyat muhitleri içinde farklı bir yer işgal etmektedir. Bu şairler, tezkirelerde diğerlerinden farklı olarak hamilerinin ismiyle "Cem şairleri" olarak anılmışlardır. İhsan ve caize kaygısının çok ötesindeki bu beraberlik, vatanı birlikte terke ve ölünceye kadar talihsiz şehzadenin yanından ay­rılmamaya kadar giden bir kader birliğine dönüş­müştür. Bu kader birliğinin edebiyatımızdaki yankı ve yansımaları çalışmamızın konusunu teş-kil etmektedir. Hayatının en güzel yıllarını, sür­günde esaret altında geçiren ve son nefesini de bu uğurda veren talihsiz şehzadenin trajik haya­tı, sadece bizim edebiyatımızda değil, diğer ülke edebiyatlarında da yankı bulmuş ve onun etrafın­da bir çok eser yazılmasına sebep olmuştur. Asıl konumuza geçmeden önce, Cem Sultan'in haya­tını ana hatlarıyla hatırlatmak yerinde olacaktır.

CEM SULTAN

Fatih'in küçük oğlu olan Cem, 864/1459'da Edirne'de doğdu. Annesi, menşei hakkında fark­lı rivayetler bulunan Çiçek Hatun'dur. On yaşına kadar sarayda özel hocalar tarafından eğitildi. Arapça ve Farsçanın yanında İtalyanca ve Rum­ca öğrendi. 1469'da Kastamonu Sancak Beyliği­ne gönderildi. Buradan döndükten sonra, henüz 14 yaşındayken Otlukbeli savaşı için giden baba­sından haber alınamaması ve ordunun mağlup ol­duğu söylentileri üzerine etrafındakilerin teşvi­kiyle ümeradan sadakat yemini almaya kalkıştı. Babası zaferle dönünce kendisini bu yola teşvik edenler idam edildi. 1474'te şehzade Musta­fa'nın ölümü üzerine Karaman valiliğine gönde­rildi. Etrafında önemli ilim ve sanat adamların­dan bir muhit oluşturdu. Fatih'in son yıllarında,

bilig-15/Güz'2000

Page 93: Bilig_15.sayi

93

Amasya valisi olan ağabeyi II.Bayezid'le arala­rında gizli bir rekabet başladı. Hatta, Bayezid, Karaman'da bulunan şeyhlerin Cem tarafını tut­malarından telaşa kapılarak Cemâlî-i Halveti'den yardım istedi. Fatih'in ölümünden sonra (886/1481), II. Bayezid babasının yerine tahta çıktı. Buna kendisinin lâyık olduğunu düşünen ve henüz 22 yaşında olan Cem, kardeşinin kuvvet­lerini mağlup ederek Bursa'da Anadolu padişah­lığını ilan etti (1481). Ardından Bayezid'le sulh yolları aramaya başladı. İki taraf aynı yıl tekrar karşı karşıya geldi. Cem, Konya'ya geri çekil­mek zorunda kaldı ve takip edildiğini öğrenince ailesi ve kırk kişilik bir kafileyle Kahire'ye gitti. Bu sırada Hac görevini yerine getirdi. Karama-noğlu Kasım Bey gibi kişilerin tahrikiyle şansını bir defa daha denemek istedi; fakat gerek askerî, gerekse idarî yönden durumunu daha da güçlen­diren II. Bayezid karşısında tutunamadı. Kon­ya'dan halkın gözyaşlarıyla ayrılmak zorunda kaldı ve mücadelesine Rumeli'de devam etmek üzere Rodos şövalyelerine sığındı (1482). Şöval­yelerin reisi Pierre D'Aubusson, şehzadeyle pa­dişah olduğunda Rodos'tan alınan adaların geri verilmesi; II. Bayezid ile de yıllığı 45000 duka altını karşılığında anlaşarak; Rumeli'ye geçmeyi düşünen şehzadeyi 24 gün sonra (15 Ekim 1482) Savoia dukasına bağlı Villefranche'ye, buradan da veba salgını sebebiyle güney Fransa'daki Ni­ce'e götürdüler. Bir beytinde "Acâyib şehr imiş bu şehr-i Nice/ Ki kalur yanına her kişi nitse" (Âşık Çelebi: 67b) diye anlattığı Nice'de dört ay kaldı. Burada Batının sosyal yaşantısına ve eğ­lence hayatına yakından şahit oldu. Kendi üze­rinde oynanan oyunları sezen Cem, bu sıralarda yazdığı bir mektubunda, II. Bayezid'den kendi­sini küffar elinde bırakmaması için yardım iste­di. Daha sonra gittikleri Sassanage'de, hisar be­yinin kızı Filipin Helene ile aşk macerası yaşadı. Güney Fransa'da 6 yıl 4 ay süren ikameti bir ka­leden diğerine nakledilmekle geçti. Osmanlı İm­paratorluğuna karşı, şehzadeyi kendi amaçları doğrultusunda kullanmayı düşünen Avrupa dev­

letleri, şehzadenin kendilerine verilmesi için baskı yapmaya başladı. Yeniden tahta geçmekten ümidini kesen Cem, Mısır'daki ailesinin yanına dönebilmenin yollarını aramaya başladı. Hatta sonuçsuz kalan bazı kaçma teşebbüslerinde bu­lundu. 1483'te Rumully'e götürüldü. Burada, Sovoie dükasının 14 yaşındaki oğlu Charles, Cem'in hâline acıyarak ona yardımcı olmaya ça­lıştı. Fakat, Osmanlı'nın fetihlerini önleyebilmek için şehzadeyi ellerinde tutmanın tek kozları ol­duğunu düşünen Avrupalılar, onu buradan uzak­laştırarak, yaptırdıkları Grosse Tour de Zizim ad­lı yedi katlı bir kuleye adeta hapsettiler (Avrupa­lılar Cem'den Zizim ve Zizimi şeklinde bahseder­ler). Çeşitli eğlenceler ve boş vaatlerle oyalanan şehzade, esaretten farksız hayatını hâline uygun "sûz-nâk" (yakıcı) şiirler yazmakla geçirdi. Ayrı­ca, bir papağana konuşma, maymuna da satranç öğrettiği rivayet edilmektedir. Avrupa'ya karşı çekingen bir politika izlemek zorunda kalan II.Bayezid ise, gönderdiği adamlarla onun hak­kında sürekli bilgi almaya çalışıyordu. Sonunda yapılan bir antlaşmayla Vatikan'a teslim edildi (1489). Cem, Mısır'a dönme konusunda papadan yardımlarını istedi. Papalık ise, onu Hıristiyan ya­parak Haçlı seferlerinde kullanmayı düşünüyor­du. Fakat onu ikna etmeleri mümkün olmadı. Ro­ma'da altı yıl kaldıktan sonra, Kral VIII. Char­les'in baskısı karşılığında Fransa'ya teslim edildi. 13 yıl süren esaret hayatından iyice bitkin düşen Cem, kralla Roma'dan Napoli'ye giderken yolda hastalandı. Öleceğini anlayan şehzade, etrafındaki­lere Bayezid'in, cesedini düşman ülkesinde bırak­mamasını, borçlarıni ödemesini, ailesi ve adamları­na yardımcı olmasını vasiyet etti ve 25 Şubat 1495 günü 36 yaşında Napoli'de vefat etti. Kaynaklar, Cem'in ecelinden ziyade II. Bayezid'den alınan rüşvet karşılığında, onu Fransa kralına teslim et­mek zorunda kalan Papalık tarafından zehirlenmiş olabileceği hususunda birleşirler. Cenazesi, ölü­münden ancak iki yıl sonra Anadolu'ya getirilerek (1499), büyükbabası Sultan Murad'ın Bursa'da

bilig-15/Güz'2000

Page 94: Bilig_15.sayi

94

yaptırdığı Muradiye Camii'nin avlusuna defne­dildi.

Cem'in saltanat hırsı, sadece kendisinin değil ailesi ve etrafındaki insanların da sonunu hazırla­dı. Anadolu'dan ayrıldıktan sonra, önce Gedik Ahmed Paşa, ardından henüz üç yaşında olan bü­yük oğlu Oğuz Han, II. Bayezid'in emriyle boğ­durularak öldürüldü (1487). Küçük oğlu Murad, önce Kahire'ye ve sonra da Rodos'a giderek Hı­ristiyan oldu. Rodos'un 1522 yılında fethedilme-siyle Cem adını verdiği oğluyla birlikte idam edildi. Kahire'de kalan annesi Çiçek Hatun ve iki kızı, sürgün yıllarında II. Bayezid tarafından istendi. Fakat bu istek reddedildi. Çiçek Hatun, daha sonra Mısır'da veba salgını sırasında vefat etti (1498). Kızı ise Kayıtbay'in oğlu Mehmed ile evlendi.

Şüphesiz bu trajik olayların temelinde yatan asıl sebep saltanat veraseti usulüydü. Osmanlı'nın ilk zamanlarında, saltanat usulü yazılı bir metne bağlanmamış, bu konuda ehil olma ön plânda tu­tulmuştur. Fakat bu, zaman zaman şehzadeler arasında taht kavgalarının çıkmasına sebep olmuş­tur. Fatih, devlet teşkilatını yeni esaslara bağladı­ğı Kanunnâme-i Âl-i Osman'da, "din ve devletin bekası" ve "nizam-ı âlem" için kardeş katline ce-vaz vermiştir. Bu kanunnamede, tahta kimin ge­çeceği belirtilmemiş, fakat gelenekte olduğu gibi büyük oğlun geçmesi esası yerleşmiştir. II. Baye­zid'e göre, daha faal ve daha hırslı bir kişiliğe sa­hip olan Cem'in taht kavgasına girmesinde, ihti­rası ve etrafındaki bazı devlet adamlarının beklen­tilerinin yanında, katl korkusunun etkisi de göz ardı edilemez. Cem, babasının padişahlığı, ağabe­yinin ise şehzadeliği sırasında doğduğunu; ayrıca Kanunnâmede (1330:32) şehzadelere yazılacak hükümlerin lâkapları bahsinde, padişahlığına işa­ret edildiğini söyleyerek, kendisine göre bazı hak­lı sebepler de bulur.

Cem Sultan, kültür ve edebiyat tarihimiz açı­sından da önemli bir şahsiyettir. Türkçe ve Fars­ça Divan sahibi olan şehzade, Ahmed Paşa'nın

etkisinde kalmış ve devrinde orta dereceden bir şair olarak kabul edilmiştir. Divanlarının yanında (Ersoylu, 1989), Konya'daki valiliği sırasında (1478) Selmân-ı Sâvecî'den çevirdiği Cemşid ü Hurşîd (Meriç, 1997) mesnevisi ile Fâl-ı Rey-hân-ı Sultan Cem (Ertaylan, 1951; Ersoylu, 1981; Okur, 1992: 219-223) adlı 48 beyitlik bir mesnevisi vardır. Ayrıca bazı münşeat mecmu­alarında mektuplarına rastlanmaktadır. Bunlar arasında şüphesiz en önemli eseri Türkçe Diva­nıdır. Âşık Çelebi, şairin babası Sultan Mehmed namına Konya'da tertip ettiği Divanın, Nice'te yazdığı şiirlerle birlikte Sa'dî tarafından tekrar istinsah edildiğini; onun tarafından Anadolu'ya getirilen bu nüshanın Baba Çelebi adlı bir zatta olduğunu söyler (v. 67b). Divanının tenkitli met­ni yayımlanmakla birlikte (Ersoylu, 1989), tezki­reler ve şiir mecmualarında bu baskıda yer alma­yan şiirlere rastlanmaktadır (Sevgi, 1985:20 vs.).

CEM ŞAİRLERİ

Cem Sultan, Konya'ya giderken diğer şehza­deler gibi lala, nişancı, defterdar, reisülküttâb, ça-vuşbaşı, kapucular kethüdası, hekim, kapucubaşı, silahdar gibi maiyeti ile birlikte gitmiştir. Bunlar arasında en önemlisi, saraydaki sadrazam göre­vindeki lala Gedik Ahmed Paşa'dır. Ayrıca, ya­nında Rum ve İtalyan âlimlerin de bulunduğu söylenmektedir. Cem, eğlenceye ve zevke düş­kün bir gençti. Ayrıca ata binmekte ve her türlü si­lahı kullanmakta ustaydı. Karaman sancağını, bir taraftan yaptırdığı saraylar, bedestenler ve imaret­lerle donatırken, bir taraftan da ilmî ve kültürel faaliyetleriyle kısa sürede eski canlılığına kavuş­turmuştur. Kaynaklar, onun etrafındaki nedim ve musahipleriyle Konya sarayında ve Meram bağ­larında düzenlediği şiir ve "ayş u tarab" (eğlen­ce) âlemlerinden özellikle bahsederler (Sehî 1325: 14-15; Aşık Çelebi: 67b; İpekten 1996: 167). Âşık Çelebi, Cem'in şiir ve eğlenceye düş­künlüğünü, "servi gibi hevâ-yı kayd-ı rüzgârdan âzâde idi. Bir dîvan yanında bin dîvan-

bilig-15/Güz'2000

Page 95: Bilig_15.sayi

95

dan yeg, bir hum-ı mey katında bin Husrevanî gene-i şâyegandan yeg idi" (67 a) diyerek, onun bir şiir divanını bin devlet divanına, bir şarap kü­pünü bin Husrev hazinesine tercih ettiğini çarpı­cı bir şekilde ifade eder.

Cem, Konya'da kaldığı yedi yıllık sürede, bil­hassa şairleri korumaktan ve onları meclislerinde barındırmaktan özel bir zevk almış ve etrafında önemli bir kültür muhiti oluşturmuştur (Sehî, 1325: 14-15). Şehzadenin kendi adıyla birlikte Cem şairleri olarak anılan Kandî, La'lî, Sehayî, Sa'dî, Haydar Çelebi, onu girdiği taht kavgasın­da ve esaret günlerinde de yalnız bırakmayarak vefa borçlarını yerine getirmişlerdir. Türabî ve Şahidî ise, vatanda kalarak kendilerine yeni bir yol çizmişlerdir. Divanı son yıllarda gün yüzüne çıkan ve kaynaklarda hakkında hiç bilgiye rast­lanmayan Karamanlı Aynî'nin de Cem şairlerin­den olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Divanındaki şiirlerin önemli bir kısmı şehzade için yazılmıştır. Cem şairlerinin şiirlerine geçmeden önce hayat­larını kısaca hatırlatmak yerinde olacaktır.

Sirozlu Kandî Cem'in makbul musâhiblerindendir. Sehî ve

Alî'ye göre Siroz'da doğdu (Latifî'de Serez ola­rak geçer). Balmumcu ve şekerci (kannâd) oldu­ğu için Kandî mahlasını aldı. Cem'le birlikte va­tanı terketti. Ecel onu da Frengistan'da yakaladı. Kaynaklarda nasıl öldüğüne dair bir bilgi yoktur. Birçok şiiri Cem ve Sa'dî'ye nazire olarak yazıl­mıştır. Hoş tabiatlı, güzel sözlü, nazma kâdir, ko­lay anlaşılır bir şair olarak tanınmakla birlikte devrinin meşhur şairleri arasına girememiştir.

La'lî

Hasan Çelebi'ye göre Üsküp'te doğdu. Bazı sebeplerle ilim yolundan ayrılıp kalenderâne bir hayat sürdü. "Abdâl-meşreb" bir dervişti. Yüzü, la'l ve gül gibi kızıl tenli olması sebebiyle La'lî mahlasını aldı. Yazdığı şiirlerle Cem'in takdir ve ihsanlarını kazandı. Esaret hayatında şehzadenin

nedimlerinden biriydi. Ölüm tarihi ve yeri bilin­memektedir. Kaynaklar, onun hoş tabiatlı, nazik bir insan olduğunu; şiirlerinin çoğunu sohbet anında irticalen söylediğini ve bunlar arasında "la'l" gibi güzel, atasözü gibi dillerde dolaşan beyit, müfred ve rubailere rastlandığını söylerler.

Sehayî

Şair hakkında bilgi veren tek kaynak Sehî Bey'dir (1325:95). Ona göre Sehayî, şehzadenin ölümüne kadar yanından ayırmadığı ve çok be­ğendiği fasih ve belîğ bir şairdir.

Haydar Çelebi

Cem Sultan'in defterdarı ve aynı zamanda en yakın musâhiblerinden biridir. Sivrihisar'da doğ­du. Latifî ise Seferihisar'da doğduğunu söyler. Şehzade ile birlikte Rodos'a gitti. Esaret günle­rinde onun yanından ayrılmadı. Cem Sultan'in rûz-nâmesi gibi olan Vâkıât-ı Sultan Cemi'ı onun yazdığı tahmin edilmektedir. Şehzade öl­dükten sonra, vefat haberini, eşyaları, maymunu ve papağanı ile birlikte İstanbul'a getirdi. Latifî, Hasan Çelebi ve Alî'nin anlattığına göre Cem'in, çok sevdiği tatlı dilli, beyaz bir papağanı varmış. Gurbet günlerinde onunla konuşur, dertlerini unutmaya çalışırmış. Haydar Çelebi, şehzadeden kalanları getirdiğinde papağanı siyaha boyayıp ta'ziye kelimelerini öğretmiş ve padişaha vermiş (Tâcü't-Tevârih'te bunları getirenin Kâtibzâde Nasuh Çelebi olduğu söylenir). Papağan, "Hü­küm Allah'ındır. Kulun elinde ne var? Padişahı­mızın ömrü ebedî olsun!" anlamındaki "El-hük-mü lillah payende bâd ömr-i pâdişâh!" sözleri­ni söylermiş. Bu, II. Bayezid'in hoşuna gitmiş ve ona Germiyan kalesinde "a'lâ (büyük) bir ze­amet" vermiştir (Hasan Çelebi ise, Haydar Çele­bi Germiyan kalesine hapsedilmişken, papağanın bu sözleri üzerine affedildiğini ve kendisine bir zeamet verildiğini söyler). Fakat beklediğini bu­lamayan şair, şikayetnâme tarzında şu beyitle başlayan kasidesini yazmıştır:

bilig-15/Güz'2000

Page 96: Bilig_15.sayi

96

Âsitânında şehâ cürm ü günâhım yok iken Neden oldı acaba ben kulı salmak kal'aya

(Latifi 1314:140).

Tezkireciler, onun şiirlerini bilgi ve irfanının büyüklüğüne göre zayıf bulurlar.

Sa'dî-i Cem

Cem şairleri arasında, en çok tanınan ve şeh­zadenin adıyla birlikte anılan tek şairdir. Seferi­hisar'a bağlı Siroz nahiyesinde doğan şair, Cem'in Konya'daki valiliği sırasında kâtiblik, ni­şancılık ve musâhiblik gibi görevlerde bulundu. Şehzadeyle birlikte Hac görevini ifa etti. Yıllar süren esaret günlerinde, onun Divanı ve mektup­larını yazan en yakınındaki isimlerden biriydi. Cem'in emriyle, olup bitenler hakkında bilgi top­lamak ve bazı devlet büyüklerine mektup ilet­mek için, kılık değiştirip Anadolu'ya döndü. Ro­dos adasından önce Aydın vilayetine geçti. Gün­düzleri "ashâb-ı Kehf" gibi mağaralarda, gecele­ri de yolda giderken, ağzını tutamayınca casus zannedilerek yakalandı ve İstanbul'a getirildi. Padişahın emriyle başına taş bağlanıp Galata Bo­ğazından denize atıldı (Alî ise, onun getirdiği mektupların cevabını alıp gitmek üzereyken ya­kalandığını söyler). Banarlı (1971: 413),tezkire­ler de bahsedilmemekle birlikte, kaynak göster­meden bir Divanı olduğunu söyler. Hasan Çele­bi, bir Sâkinâme'sinin olduğunu belirterek iki beytini örnek olarak verir. Kaynaklarda, şarab ve harabat (meyhane) vasfında güzel şiirler yazan, söz sanatlarında mahir, fasih ve beliğ bir şair ola­rak anlatılır. Alî (v.137), Necâtî tarafından tanzir edilerek onun tanınmasına vesile olan en seçkin şiirinin "Didim Ka'be midür kûyun didi bâg-ı ci-nândur bu / Didüm Tûbâ mıdur kaddün didi serv-i revândur bu" matlaıyla başlayan gazeli ol­duğunu söyler.

Şahidî

Edirne'de doğan şair, Cem'in Konya'daki valiliği sırasında deftardarlığını yaptı. Cem mec­

lislerinin de müdavimlerinden biriydi. Kaynak­lar, onun usta bir şair olmadığı konusunda birle­şirler. Divanı (Latifi 1314:200) ve Leyla vü Mec-nun'u (Levend 1959: 107-132) vardır. Fakat Di­vanın nüshasına rastlanmamaktadır. Hasan Çele­bi, onun şirini letafetten yoksun; Âlî de "sanayi ve tevriyeden âzâde" bulur. Latifî ise, devlet adamlarının gözdeleri arasında yer almakla bir­likte, makbul sayılacak fazla şiirinin olmadığını, nadiren de olsa güzel beyitler söylediğini belir-tir.12

Türabî

Cem'in hocası olan şair Kastamonu'da doğ­du. İlim ve tasavvuf ehli âlim ve kâmil bir kim­sedir. Fatih tarafından Cem'i yetiştirmek üzere görevlendirildi. Cem, Konya'dan ayrılınca İstan­bul'a döndü ve kendisine beytülmâlden 15 akçe­lik maaş bağlandı. Âlî ve Latifî, onun tefsir ve hadis ilmine vâkıf, şiirlerini tekke ve imaretlerin duvarlarına yazan, halkla bir arada olmaktan zi­yade mezarlıklarda yatmayı ve yollarda dolaşma­yı tercih eden, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi herkese bir gözle bakabilen, karıncayı bile ez­mekten sakınan meczup tabiatlı bir derviş oldu­ğunu; Âşık Çelebi ise, devrinin büyük âlimlerin­den olan bu şairin, uzun yıllar ilimle uğraştıktan sonra, kendisini camilerde vaaz etmeye adadığı­nı, ayrıca devrinde latifeleriyle ve tasavvufî şiir-leriyle tanındığını söyler.

Karamanlı Aynî Varlığı son yıllarda anlaşılan şair hakkın­

da, kaynaklarda hiç bir bilgi yoktur. Bunu ba­zı araştırmacılar, Cem Sultan'la olan yakınlı­ğına dayandırırlar. Fakat diğer Cem şairlerine tezkirelerde yer verilmesi, bunun başka bir sebebinin olduğunu düşündürmektedir. Diva­nından çıkarılan bilgilere göre Aynî, Türkis­tan'ın Tirmiz şehrinde doğmuştur. Babasının adı Hüseyin'dir. Şafiî olduğu söylenmekle birlikte (Mermer 1997: 13), şiirlerinden Şiî-Caferî olduğu anlaşılmaktadır. Anado-

bilig-15/Güz'2000

Page 97: Bilig_15.sayi

97

lu 'ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Diva-nındaki tarihlerden, 1439'dan önce Karaman'a geldiği, Şehzade Mustafa'dan umduğunu bulama­yınca Kastamonu'ya gittiği ve Cem'in yanında üç yıl kaldıktan sonra tekrar Karaman'a döndüğü an­laşılmaktadır. Kasidelerinin büyük çoğunluğunu Cem için yazmıştır. Ayrıca birçok gazelinde şeh­zadeye beslediği sevgiyi ve onun vatanı terkinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir. Bunların ya­nında, Karamanoğlu Kasım Bey için de birçok ka­side yazmıştır. Aynî'nin, Cem'in ölümüne tarih düşürmemesi ve son düşürdüğü tarihin 1491 tari­hini taşıması sebebiyle, 1491-1494 yıllan arasında öldüğü tahmin edilmektedir. Tek eseri, Mevlâna Müzesi, İhtisas Kütüphanesi 2425'te kayıtlı Diva­nıdır. Divan yayımlanmıştır (Mermer, 1997). Aynî, 15. asrın büyük şahsiyetleri arasına giremeyen, ikinci derece şairlerden biridir.

DİVAN ŞİİRİNDE C E M SULTAN OLAYI

Yukarıda görüldüğü gibi, Cem şairleri içinde Cem sultan ve Aynî dışında Divanı elimizde olan şair yoktur. Bunda, bu şairlerin güçlü şair olma­malarının yanında, birkaçı dışında en verimli za­manlarını vatandan uzakta, esaret altında geçir­melerinin de etkisi büyüktür. Fakat, devrin nazi­re mecmualarında (Edirneli Nazmı, Eğridirli Ha­cı Kemal ve Pervane Bey) bunlara ait çok sayıda şiire rastlanmaktadır. Bu acıyı, en derin bir şekil­de ruhunda yaşayan şüphesiz Cem Sultan'dır.

Konya 'daki valiliği sırasında, neşe ve coşku dolu rintçe şiirler yazan Cem Sultan, esaret yıllarında yazdığı şiirlerinde, yaptıkla­rından pişmanlık duyan, vatan ve aile özle­miyle dolu ve bu uğurda canını bile vermeyi göze alan lirik bir şair olarak karşımıza çık­maktadır. Bu şiirlerle öncekiler arasında, ge­rek duygu yoğunluğu, gerekse üslûp bakı­mından belirgin bir fark vardır. Âşık Çelebi, "kasîde-i râiyye" ve "kerem" redifli kaside­lerle birl ikte, Cem Divanının Sa 'd î tarafın­

dan Anadolu 'ya getirildiğini söyleyerek, bu şiirlerin sürgün yıllarında yazıldığını vurgu­lar (v. 157a). Divanda, bunların dışında da esa­ret günlerindeki duygularını aksettiren şiirlere rastlanmaktadır.

Cem Sultan üzerine çalışan araştırmacıların pek dikkatini çekmeyen VI. kaside, hayatla ölüm arasında gidip gelen şehzadenin hâlet-i rû-hiyesini en çarpıcı kelimelerle ifade eden, aynı zamanda sağlam bir kurguya sahip olan bir şiir­dir. Bilindiği gibi, kapılarını genellikle şairlerin iç dünyasına ve dış dünyaya kapatarak, onları ge­leneğin soyut dünyasının emrine veren Divan es­tetiği; Cem'in bazı şiirlerinde kapılarını ardına kadar şairin gerçek dünyasına açar. Edebî eser­den hareketle, şairin kendisi ve sosyal hayatıyla ilgili sonuçlar çıkarmak daima ihtiyatlı olmayı gerektiren bir durum olmakla birlikte; bu beyit­ler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde onun macerasını naklederler. Şekil olarak, alışıl­mış örneklerden farklı olan bu kaside, gece tasvi­riyle başlayıp gündüz tasviriyle devam eder. Bu gece-gündüz imgesinin niçin seçildiği sorusunun cevabı, kasidenin akışı içinde anlaşılmaktadır. Geceden sonra gelen gündüz bir cenneti andırır­ken, dert ocağında yanan Cem için bir şey ifade etmemektedir. Onun için doğan güneş, dünyayı aydınlatmaktan ziyade her an yeni belalar getiren bir nesnedir ("mihr-i belâ-tâb"). Çünkü, ne kötü talihi kendisine güler, ne de ıstırap gecesi safa sa­bahına döner. Onun bahtına düşen hep "leyle-i yeldâ"dır (en uzun gecedir):

Her kime meded dirsem urur başuma sengi Ben haste-dile kimsene rahm itmedi aslâ

Bahtum gicesinden togalı mihr-i belâ-tâb Gün gibi ayan oldı ki el-leyletü hublâ

irişmedi fürkat gicesi subh-ı safâya Bahtuma karin oldı meğer leyle-i yeldâ (s .20-21)

Şair için başına gelenler kıyametten farksız­dır. Çünkü, kişiye göre en büyük kıyamet kendi

bilig-15/Güz'2000

Page 98: Bilig_15.sayi

98

ölümüdür. O da yaşayan bir ölüden farksızdır. Küffâra kendisini esir eden kötü talihine sitem etmekten, kendi kendini tüketmekten başka ça­resi yoktur. Kulaklarına ne bir ezan sesi, ne de dost sesi erişmektedir. Nereye baksa gözünde musalla taşları görünür. Artık o, dertten, keder­den ("gam-ı eyyam") başka arayıp soranı olma­yan bir ölüden farksız, yapayalnız bir kimsedir:

Bu hâle kıyâmet dir isem ben ne aceb kim Kendi ölümidür kişiye sâ 'at-ı uzmâ

Her kime ki ben yâr dirsem ol bana agyâr Her kime ki ben dost direm ol bana a 'dâ

İrişmeyeli gûşuma âvâz-ı mü'ezzin Her kanda bakam gözde uçar sahn-ı musalla

Bu derd ile ben çokdan ölürdüm gam-ı eyyam Ger hâturumı kılmasa geh gah teseîlâ (s .21)

Divan şiirinde gerçek anlamda göremediği­miz ölüm fikri, bu beyitlerde realist bir şekilde ifade edilir. Okuyucuyu hayatla ölüm arasındaki sınır çizgisinde dolaştıran bu beyitlerden sonra, şair gâibten gelen bir sesle Hakk'a ve Hz. Mu-hammed'e duaya başlar. Şiirde geçen, "mihr-i belâ-tâb" ve "leyle-i yeldâ" gibi tamlamalar, şa­irin psikolojisini ve onun gece ve gündüze, yani hayata bakışını çok iyi aksettirmektedir.

Cem, Ahmed Paşa'ya nazire olarak yazdığı "kerem" redifli kasidesinde ise, ümitsizlik içinde II. Bayezid'in kapısını çalar ve onun kere­mine sığınır. Padişahtan sesine kulak vermesini, ayıbını yüzüne vurmamasını, gurbet ilde ölmek-tense kendi vatanında cezasını çekmeye müsaade etmesini, elinde kefen başını vermeye hazır oldu­ğunu söyler:

Husrevâ dinle bu ben mûr-ı za'îfün hâlin Çünki sensin bu zemân içre Süleymân-ı ke­

rem

Yine yüz urmaga geldüm kapuna haclet ile Aybumı yüzüme urma ki budur şân-ı kerem

Tîg-i hışm elde vü boynumda kefen ortada baş

Tâbi'em her ne ki emr eylese fermân-ı kerem (s.27-29)

Âşık Çelebi'ye göre (67b), Cem tarafından Nice'deki eğlence meclislerinde yazılan "Câm-ı Cem nûş eyle ey Cem bu Frengistândur''' mısra-ıyla başlayan kaside-i râiyye, gurbet yıllarında yazılan diğer kasidelerinden farklı olarak coşku ve yaşama sevinciyle dolu bir şiirdir. Latifi ve Alî, bu kasidenin Cem'i teselli sadedinde Sa'dî tarafından söylendiğini belirtir (Latifi 1314:188; Âlî: 137). Cavit Baysun da, üslûbun Cem'inkine pek benzemediğini söyleyerek bu görüşe katılır (1945: 81). Faik Reşad ise (1913: 207), sadece son iki beytin Sa'di 'ye ait olduğunu, kasidenin ise Cem tarafından yazıldığını söyler. Daha sonra­ki çalışmalarda da bu görüş kabul görür (Okur 1992: 41; İz ve Kut 1985: 182). Kaside incelen­diğinde, bunun Divan şiirinde örneklerine rastla­dığımız hasbihâl türü şiirlerden olduğu anlaşıl-maktadır. Son iki beyitte ise, şiirin II. Baye­zid'in namına yazıldığının söylenmesi ve onun hükümdarlığının ilânı; bu beyitlerin Divanı Ana­dolu'ya getiren Sa'dî tarafından ilave edilmiş olabileceğini düşündürmektedir.

Şiirlerinde, şaraba ve eğlenceye düşkün rint bir şair olarak karşımıza çıkan Cem, Fransa'da-ki ilk zamanlarında yazdığı anlaşılan bu kaside­sinde kadere karşı elinden bir şey gelmediğini, Frengistan'a sağ salim geldiği için şükredip fır­sat eldeyken zevk ve sefa sürmenin zamanı ol­duğunu düşünür. Sonra da Fransız şehrinin bah­çelerini, Fransız prensini, kâfir dilince şarkılar söyleyen güzelleri, başları altın işlemeli, kolları çıplak bey çocuklarının eğlencelerini, yiyip iç­tiklerini realist bir şekilde tasvir eder. Kasidede bahsedilen şehir, Cem'in 1483'te geldiği Ru-mully; Frenk şehzadesi de ona acıyıp yardımcı olmaya çalışan Sovoie dukasının 14 yaşındaki oğlu Charles olmalıdır:

bilig-15/Güz'2000

Page 99: Bilig_15.sayi

99

Fursatı fevt eyleme ayş eyle sür zevk ü sefa Kimseye bakî degül bu mülk-i dünyâ fânidür Geldügün şehr-i Franca bagçesinün her biri Sidre vü huld ü na 'îm ü ravza-i Rıdvândır Ayş kıl şehrinde bu şehzade-i Efrenginün Kim be-gayet nazenin ü husrev-i hûbândur

On iki bön oglı hân karşımda câmı içer On sekiz sâkî vü meclisde güzel oglandur

Ser-be-ser Mısrî çiniler kâse-i fağfûrlar Keklik ü turna gügercin kuzular biryândur

Kıpkızıl müşg ile bişmiş tâze balık etleri Kâse-i çînîde kand-ile gül-âb-efşândur (s.

32-34)

Cem'in bu safa günleri uzun sürmez, bir müddet sonra kaderine terk edilir. "Felek!'' redif-li terkib-bendinde, kendisine dert ve beladan başka bir şey getirmeyen kör talihine isyan eder. Fakat kabahatin kendisinde olduğunun da bilin­cindedir. Kendisini, bulunduğu ortamın kadrini kıymetini bilmemekle suçlayarak iç hesaplaşma­ya girişir. Bunlar, Divan şiirinde gördüğümüz alışılmış felek şikayetlerinden farklı, içten gelen öz eleştirilerdir. Yaşanan hayatın getirdiği acılar, şairin samimî duygularıyla birleşince eski şiiri­mizde rastlanmayacak örnekler karşımıza çık­maktadır:

Düşmenler içre nice aceb hâle ugradum Bir dost yok kim eyleye bir merhabâ dirîg

Kendü elümle başuma aldum belâları Kendimden oldi bana bu cürm ü hatâ dirîg

Oldum esir kâfire nâ-gâh bî-günâh Kendü elümle ayaguma balta urdum âh

Bu bendi kim bana sen idersin eyâ felek Düşmenlerüme dahi anı virmesün İlâh (s.36-37)

Bu beyitler, Cem'in çektiği acıların büyüklü­ğünü ve duyduğu pişmanlığı hiçbir yoruma ihti­

yaç duymayacak şekilde göstermektedir. Meram bağlarından cehennemden farksız bir yere gelen şair, ölümünü bekleyen çaresiz bir hasta gibi va­siyet de eder. Fakat az da olsa içinde küçük bir ümit ışığı vardır:

İy dostlar beni anıcak mâtem eylenüz Eyle tutun ki gurbet içinde ben Ölmişem

Bir yire gelmişem ki bedeldür cahîmden Bana makam olmış iken Konya 'da Meram

Hak'dan inayet irür ise bana ger felek Yüzün karası sana kahır bu geçer felek (s.

38-40)

Şair, "Cem" redifli gazelinde, kasidelerinde ve terkib-bendinde gördüğümüz iç hesaplaşmayı devam ettirir. Bu gazelinde, onu hayata bağlayan ümit ışığının artık sönmeye yüz tuttuğunu görü­yoruz. Bu kadar acıyı hak etmediğini düşünen şair, hazana dönen hayatının hiçbir zaman baha­ra erişmeyeceği gerçeğini idrak eder:

Fürkat hazânı şöyle sarardursa benzini Hiç ummazam ki irişe fasl-ı bahara Cem

Tîr-i belâya karşu tutupdur siper gibi Yâ Rab ne kıldı n'eyledi bu rüzgâra Cem

(s.172)

Cem'in üç yaşındaki oğlu Oğuz Han'ın, II. Bayezid'in emriyle boğdurularak öldürülmesi, acılarını dayanılmaz hâle getirmiş ve ıstırabını yazdığı üç gazelde ifade etmiştir. Divan Edebi­yatında, siyasî otorite tarafından öldürülen şehza­deler için yazılan istisnaî mersiye örneklerinden olan bu gazellerde; bir baba olarak masum evla­dını kaybetmenin verdiği acıyı ve duyduğu isyanı açıkça dile getirmiştir. Cem, bu gazellerinde de yine kötü talihine sitem eder, kalemini ne karde­şine ne de örfe yöneltir. Hiç bir şeyden habersiz küçücük oğluna kıyılması, onun ıstırabını bir kez daha arttırmış; taht kavgasını unutturarak bir kı­lını bile Karun'un hazinelerine ve Osmanlı ülke­sine değişmeyeceği oğlunun ardından

bilig-15/Güz'2000

Page 100: Bilig_15.sayi

100

feryat ettirmiştir:

Yakamu yırtup elimden nicesi âh itmeyem Cânumı odlara atdı derd-i Oğuz Han felek Aglamakdan ciger-gûşem firâkından müdâm Kara kara kanlara boyandı bahristân felek

Bir kılına virseler virmezdüm Oğuz Han'umun Genc-i Kârun-ıla bin bin mülket-i Osman felek

Âh u vâ-veylâ dirîg ü hasret ü sad derd âh Kim Oğuz Han 'um dahi görmeğe yok imkân

felek (s.30)

Cem'in diğer gazellerinde de, kasideleri ka­dar olmamakla birlikte sürgün hayatından izler taşıyan beyitlere rastlanmaktadır. Bunların, va­tandan uzakta, sürgün yıllarında yazıldığında şüp­he yoktur. Vatandan ayrıldığı günlerde yazdığı an­laşılan bir gazelinde, çıktığı bu "rızasız sefer"de, sevgilisinden kendisini yalnız bırakmamasını is­ter. Çünkü yâr olmayınca sefer de safa verme­mektedir:

Kıldum diyâr-ı yâri koyup ben gedâ sefer Allah ki nice müşkil imiş bî-rızâ sefer

Gel yoldaş ol Cem'e seferden safâ bula Kim yâri olmayana de güldür safâ sefer (s.

98)

Sevgilisinin ardından feryat ettiği bazı âşıka­ne gazellerinde, şuur altındaki devlet tutkusu ve vatan hasreti gün yüzüne çıkmaktadır. Cem, ken­disine devlet gibi vuslatın da nasib olmadığını, fakat elinden gelen bir şeyin de olmadığını söy­ler. Artık o, daracık kefen içinde yatan çaresiz bir ölüden farksızdır. Sevgili ile olduğu zamanlar, hazan bile bahara dönerken, artık onsuz bahar hazana dönmektedir. Esaret günlerinde yârini düşünüp ağlarken, bir taraftan da vatan derdiyle göz yaşları döker:

Vuslatundur sanemâ devlettim illâ n'ideyim Bana yâr olmadı ol devlet elümden ne gelür

Cism-i Cem pîrehen içinde gamımdan sanemâ

Sanasın tar kefen içre yatur bir ölidür (s .76,86)

Fürk at de yâr vaslın onup aglayup direm Kanı diyârumuz acebâ n'oldı yârumuz

( s . l l l )

Sehî (1325: 13) ve Latifi (1314: 64-65)'nin anlattığına göre, II.Bayezid bir şiirinde kardeşini dünya saltanatına önem vermekle ve kaderine ra­zı olmamakla suçlamıştır:

Çün rüz-ı ezel kısmet olınmış bana devlet Takdire rıza virmeyesin böyle sebep ne

Hâccü'l-Harâmeynem diyüben da'vî kılursun Bu saltanat-ı dünye içün bunca taleb ne

Cem ise, taht konusunu bir kenara bırakıp çektiği dayanılmaz acıları ima ederek şöyle ce­vap vermiştir:

Sen bister-i nâz içre yatup gül gibi her dem Cem derd ile bâlîn idine hân sebeb ne

(s.198)19

Cem Sultan'in, Farsça Divanında da ayrılık­tan, kötü talihinden şikayet ettiği beyitlere rast­lanmaktadır (M.Tevfik, 1328: 27).

Cem'in bu gazellerinden başka, gurbetten, ayrılıktan şikayet ettiği bazı âşıkane şiirlerinin, esaret günlerinde geçirdiği aşk maceralarını ima ettiği ileri sürülmüştür. Onun, hasret yüklü, lirik şiirleri, daha çok hayatının ikinci döneminde ya­zılmakla birlikte; bu konuda kesin bir şey söyle­mek mümkün değildir. Çünkü bu tür şiirler, her şairde rastlayabileceğimiz, sevgiliden ayrı düş­menin verdiği ıstırabı ifade eden örneklerdir. La­tifi'nin (1314:65), onun gurbet diyarında "has-retnâme" ve "firkatnâmeleler''' yazdığıný söyleye-rek verdiği örnekler ve Faik Reşad' ın (1913:203), Nice'de Cem'in Helene ile yaşadığı aşkın ardından yazıldığını ileri sürdüğü "gelür''' redifli gazel vs. gibi. Ayrıca şairin, vatanı bir anneye ve güzel bir sevgiliye benzettiği ve Ba-narlı tarafından edebiyatımızdaki vatan şiirleri­nin ilk örneği olarak yorumlanan (1971: 451), "Cân dimağına irüp bûy-ı vatan /Dil diler kim

bilig-15/Güz'2000

Page 101: Bilig_15.sayi

101

görine rûy-ı vatan" beytiyle başlayan ve Divanın tenkitli basımında bulunmayan gazel, küçük farklılıklarla Cemşîd ü Hurşîd mesnevisinde yer almaktadır (Okur 1992:44). Bu mesnevinin Kon­ya'da yazılması sebebiyle, gazelin sürgün yılla­rındaki vatan özlemini ifade ettiği söylenemez. Aynı şekilde, Cem'in hazin hayatının hikâyesi olarak yorumlanan ve annesine yazdığı ileri sürü­len (Reşad 1913: 208; Banarlı 1971: 450-451) "ancak" redifli manzum mektup da, Cavit Bay-sun'un da belirttiği gibi (1945: 80) Câm-ı Cem Âyin'i yazan Bayatî tarafından yazılmış olmalıdır. Çünkü, şairin Papa tarafından Fransa kralına tes­lim edildikten sonra ölümüne günler kala, mace­rasını hikâye eden manzum bir mektup yazması akla pek uygun düşmemektedir. Bu mektup, üs­lûp olarak da Cem'in diğer şiirlerinden farklı, za­yıf bir şiirdir. Hatta bundan hareketle Şehabettin Süleyman, bu şiirin ona ait olmayabileceği ihti­malini göz ardı ederek esaretin Cem'i öldürme­den "şahsiyet-i edebiyye"sini yok ettiğini ileri sürmüştür (Baysun 1945: 80).22

Cem'in en yakın arkadaşlarından biri olan ve hayatı onun gibi trajik bir şekilde sonuçlanan Sa'dî 'nin, bazı şiirlerinde bu olayın akislerine rastlanmaktadır. Nazire mecmualarında, onun Cem'e yazdığı çok sayıda naziresine yer veril­miştir. Bunlar, şehzadenin şair üzerindeki etkisi­nin büyüklüğünü göstermektedir. O, yazdığı şiir­lerle de şehzadenin acılarını paylaşmaya çalış­mış; onun gibi kendisine hicran ve elemden baş­ka bir şey getirmeyen kötü talihine sitem ederek, küffar elinde kendisini kurtarmak isteyen bir müslümanın olmamasından şikayet etmiştir:

Devlet külahını yere çaldı bu baht-i şüm Zillet belâsın ögniime saldı zemân felek

Yâ Rab ne kıldum ol felek-i bî-vefâya kim Devrân cefası der d ile kaddümi Udi ceng

Demler gelür ki bulamasam kurı nân yisem Can tûtisine tâ 'am iken gül-şeker dirîg

Yüzün karası sana kala âkıbet felek Bulam girüben olmaz isem menzilet felek

Küffâr elinden itmeğe ben bende 'i halâs Dünyâda gayret ehli müselmân bulınmadı

(E. H. Kemal: 188a-189b) Sa'dî bu vâdî-yi gurbetde kalup hasret ile Âh eger irmezse yed-i milket-i Osmâne dirîg

(E.H.Kemal: 162b)

Nazire mecmualarında, Sa'dî tarafından II. Bayezid adına yazılan "Kasîde-i Sa'dî Be-nâm-ı Bayezid Han" başlıklı iki kasideye rastlanmakta­dır (bk. E. H. Kemal: 245a, 385a). Bunlar, Cem tarafından Anadolu'ya gönderilirken veya Ana­dolu'ya geldikten sonra padişah tarafından affe­dilme umuduyla yazılmış olmalıdır. Şair, kaside­lerinde Bayezid'in padişahlığını vurgulayarak, onun adaletine sığınır ve kendisine Hindistan'da bile verilecek mansıba razı olur. Fakat, bu kasi­deler onun affedilmesine yetmez ve padişahın emriyle denize atılır:

Didi Sultân Bayezid Han devridür bülbül gibi Verd-i ruhsârımı virdük her seher didüm be-

çeşm

Şâh Sultân Bayezid'a bin Muhammed Han kim ol

Mansıbın kemter kulınun mülk-i Hindûstan ola

Rüzgâra sıyt-ı adlün tolmış iken Sa 'dinün Zulm ile bağrı gam odında niçün biryân ola

Cem'le birlikte esaret hayatına katılan Hay­dar Çelebi ve Sehayî ile bunlardan ayrılarak Ana­dolu'da kalan Şahidî ve Türabî'nin nazire mec-mularındaki şiirlerinde ise, Sehayî'nin aşağıdaki beyti dışında bu olayın akislerine rastlanmamak­tadır.

Gurbet illerine ayak basalı Hûn-ı dildür reh-i gamda bana zâd (E. Naz-

mî: 60 a)

Şahidî ve Türabî gibi vatandan ayrılmamayı tercih eden Karamanlı Aynî ise, gerek valilik yıl-

bilig-15/Güz'2000

Page 102: Bilig_15.sayi

102

larında, gerekse esaret günlerinde, şehzade hak­kında en çok şiir yazan şair olarak dikkati çek­mektedir. O, kaside ve gazellerinin büyük bir kıs­mını Cem Sultan için yazmış ve Cem sevgisi ve taraftarlığını sanatının esas gayelerinden biri hâli­ne getirmiştir. Divan edebiyatında, hamisine olan bağlılığını bu şekilde aşk derecesine dönüş­türen başka bir şaire rastlamak güçtür. Şehzade­nin en yakın nedimlerinden biri olduğu anlaşılan şairin hangi görevleri üstlendiği bilinmemekte­dir. Cem'in hocalığını yaptığına dair görüşlerin ise bir dayanağı yoktur. Aynî, Şiî-Caferî ve Kara­man Beyliği taraftarıdır. Divanında Karaman Be­yi Kasım için de yazılan çok sayıda şiire rastlan­maktadır. Burada, Cem Sultan'in da Kasım Bey'le yakın bir dost olduğunu ve onun da Kara­man halkı tarafından çok sevildiğini belirtelim.

Anadolu'ya geldikten sonra, Konya'da Şeh­zade Mustafa'dan umduğunu bulamayan Aynî, Candaroğulları Beyliğinin merkezi Kastamo­nu'ya giderek, Cem'in maiyetine girer. Şairin, Mustafa'yı tutulmuş bir aya, Cem'i ise güneşe benzetmesi Kastamonu'da beklediği ilgiyi bul­duğunu göstermektedir. Üç yıl kadar süren bu beraberlik, Cem'in İstanbul'a dönmesiyle kesi­lir; şaire de üzgün bir şekilde Karaman'a dön­mek düşer.

N'ola Candar ilini terk idüben ger gidevüz Hey kara gözlü bize mülk-i Karaman dahi yig

(s.514) 2 3

Dil- rübâsuz iş bu cânı n' iderem Geldi eyyam-ı firak âh iderem Terk idüp Candar ilini giderem El-firak iy taht-ı Candar el-fırâk (s. 148)

Şehzadenin Karaman'a vali olarak atanma­sıyla, şairin Cem'le ayrılan yolları yeniden birle­şir. Bundan duyduğu memnuniyeti yazdığı şiir­lerle ifade eder. Tecrübesiz bir kişi olan Cem'in, etrafını liyakatsiz insanların doldurması ve şehza­denin onlarla saltanat meşveretinde bulunması, şairi oldukça rahatsız eder. Onları bizzat isim ve­

rerek eleştirir. Bu tür beyitler, Aynî'nin ilk za­manlar -belki de Cem'in etrafındaki kişiler yü­zünden- beklediği ilgiyi bulamadığını göstermek­tedir. Herkes Cem'in kapısında izzet ve ihtiram bulurken, kendisinden de lütufların esirgenme-mesini ister. Sonunda bu isteğine kavuştuğu an­laşılan şair, kışlık, yazlık demeden onun yanın­dan ayrılmaz olur:

Bendeler kapunda kamu buldılar tâc u kemer Bu bürehne çâkerün de n'ola geyse hil'atiin

(s.114) Yüri pâyında ol şeh Cem katında Gezin kışlağını yaylagıyıla (s. 168)

Fatih'in ölümünden sonra, Cem'in ailesi ve kendisine bağlı adamlarıyla birlikte Mısır'a git­mesi Aynî'yi bir kez daha yaralar. O, Cem'in Ka­raman'ı terk etmesini doğru bulmaz, gitmemesi için adeta yalvarır:

Gitme Karaman'dan gönül şol mülk-i Osman vârisi

Bu hıtta-ı Yunana ol şeh Cem olan sultân ge-lür (s .445)

Senden ayru diller oldı bî-neşât Senden ayru canlar oldı bî-safâ

Ol ki itdi Rûm ilinde adı Cem Ol ki tutdı Şâm ilinde şimdi câ (s. 178-179)

Şehzadeye bu kadar gönülden bağlı olan şa­irin, Cem'in kafilesine katılmaması şaşırtıcıdır. Bunlar, gerek mezhebi, gerekse Karamanlılarla yaşanan problemler sebebiyle, şehzadeyle şair arasında daima bir mesafenin olduğunu göster­mektedir. Bu ikinci ayrılık kısa sürer ve Cem, Ka-ramanoğlu Kasım Bey gibi insanların teşvikiyle şansını tekrar denemek üzere geri döner. Bu ye­niden kavuşma şairi oldukça sevindirir. Fakat Cem'in Bayezid karşısında tutunamayarak, Ro­dos yoluyla Frengistan'a sığınmak zorunda kal­masıyla bu sevinç kısa sürer. Şaire de, Osman so­yuna Kâfiristan'ı vatan eden feleğe sitem etmek ve şehzadenin padişahlığına kavuşması için

bilig-15/Güz'2000

Page 103: Bilig_15.sayi

103

dua etmek düşer. Fakat, içinde küçük de olsa şehzadenin Rum ilinde padişahlığını ilan edece­ğine dair bir ümit vardır:

Bir işi işledim bu cihânun Cem'ine sen Alemde görmedi buný kimse revâ felek

Sultân Cem'e reva midi câm-ı cihân iken Gurbet deminde hem-dem ola âh u vâ felek

(s .213-214)

Bes degül mi bana gurbet mihneti Yıllarıyla işbu hasret mihneti Ne revâdur böyle fürkat mihneti Vâ firâk u vâ firâk u vâ firâk (s .25 5)

Ger bir nefes irem sana ömrümde şâh Cem Ömrümde hâsılum benüm ol bir nefes ola

(s .316)

Şeh Cem Frengistanda ger mahsûn olup gamgîn ise

Rûmun ilinde şâh olup bir gün ola şâdân ola (s .325)

Gel gör denizden gözlerün bu Aynî'nün iy Nûh-ı Cem

Seyl oldı yaşı turmayup çağlar gelür çağlar gider (s.444)

Cem'in Anadolu'dan ayrılmasından iki yıl sonra, Karamanoğlu Kasım Bey'in (Ö.1483) ölü­mü, yapayalnız kalan şairin bütün ümitlerini yok eder. Artık Karaman ülkesinin de sonunun geldi­ğini düşünür. Bu yıllar, Şah İsmail'le olan müca­dele sebebiyle, Karaman Beyliği taraftarlarına yönelik baskıların arttığı dönemlere rastlar. Şair açıkça Osmanlılara karşı tavır koyar. Hatta, Ba-yezid'in Karaman toprağını Kerbela'ya döndür­düğünü, "Yezidî" olarak nitelediği Aksaray kadı­sının Hüseyin neslini yok ettiğini söyleyerek ağır hakaretlerde bulunur ve kendisinin de öldürül­mesi için meydan okur. Tutunacak bir dalı kal­mayan ve hayattan ümidini kesen şair, saltanat

satrancını kaybetmenin verdiği üzüntüyle her şe­ye yuf çeker ve "ledün" ilmi elde etmenin zama­nı geldiğini düşünerek tasavvufa sığınır. Onun Bayramî Müştak Baba için yazdığı şiirler bu dö­neme ait olmalıdır. Cem'e olan yakınlığı ve ona yazdığı şiirleriyle Bayezid taraftarlarının tepkile­rini üzerine çektiği anlaşılan şairin, Sa'dî gibi öl­dürülmüş olabileceği de gözden uzak tutulma­malıdır. Onun, tezkirelere alınmaması ve Divanı­nın meçhul kalmasının sebeplerini de kanaatimce burada aramak gerekir:

Yezidî Aksara kadısı mel'un Hüseynün nesline vurdı bıçağın

Bu zulmi görmedi bir kimse dahi Düzelden Hak gözi kara vü ağın

Bana adi iy şeh başun içün Elini kes onun togra ayagun (s. 194) İy Karaman şahı öldi har-sıfat olan rakîb İtleri Osman ilinün itdi feryâd üstine (s.633)

Cem Sultan olayının diğer Divan şairlerine yansımasına gelince... Türk tarihinin en trajik kahramanlarından biri olan bu talihsiz şehzade­nin ölümünün ardından, şairler duydukları acıyı şiirlerine aksettirmemişlerdir. Çünkü edebiyatı­mızda, siyasî irade tarafından öldürülen şehzade­ler için, birkaç istisna dışında -Şehzade Mustafa mersiyeleri gibi- mersiye yazma geleneği yoktur (bk. İsen 1993: LXXXIV-LXXI). Devletin beka­sı için kardeşine ve evladına kıymanın acısına katlanan padişahlar gibi, halk ve şairler de kati emrinin dayandığı fetva karşısında sessiz kalma­yı tercih etmişlerdir. Cem de siyasî iradeye karşı gelerek kendi sonunu hazırlayan talihsiz bir şeh­zadedir.

SONUÇ

Konya'da şehzadeler etrafında oluşan sıra­dan bir edebiyat topluluğu iken, Cem Sultan'in

bilig-15/Güz'2000

Page 104: Bilig_15.sayi

104

girdiği taht mücadelesinden sonra birkaçı dışında vatanı birlikte terk ederek düşman elinde yeni­den saltanatı ele geçirme -vatanı bölme de deni­lebilir- ütopyasına kapılan Cem şairleri, kendi üzerine oynanan oyunları anlamalarından sonra her şeyi unutup vatan topraklarında ölebilmenin yollarını aramaya başlarlar. Bu trajik olayın, sos­yal ve tarihî sonuçları bir kenara bırakılacak olur­sa; Cem Sultan ve Sa'dî esaret günlerinde yaz­dıkları şiirleriyle sanatlarını hayata ve insanın gerçek dünyasına açarak alışılmış felek şikayet­lerinin ötesinde, iç dünyalarında yaşadıkları he-

AÇIKLAMALAR

Divan Edebiyatındaki edebî muhitlerle ilgili bk. İpekten 1996. 2 Yazarın toplum içindeki konumu, maddî sorunları ve

sanat koruyuculuğu için bk. Escarpit 1992 : 43-58. 3 . . Cem şairleri konusunda, daha çok tezkirelerdeki bi­

yografik bilgilere dayanan bir makale (isen 1979:27-28 ; 1997:164-168) ile bir konferansın (Aynur 1995) dışında ya­

liğimizin sunulmasından sonra yayımlanmıştır (Aynur 2000).

4

rivayetlerden hareketle yazdığı Cem'le Baron Jacques de Sassa-

ge (1673) adlı romanıdır (Gibb 1965:80; Thuasne 1892). Eser daha sonra farklı bir adla (Lovie et Les Aventures de Zizitne) 1724'te tekrar basılmıştır (Eyice 1973:3). Belirleyebildiğimiz

netli Avlu), Bulgar Vera Mutafçiyeva'nin Cem Sultan Olayı

ja Trajedi- (Venezia 1773), Roderick C. Morris'in Cem Sultan, Bir Saray ispiyoncusunun Anıları (Çev. Hakan Türkkuşu), (Ist.1997); bizim edebiyatımızda Yavuz Bahadıroğlu'nun Cem Sultan (İst. 1986) ve Cem Sultan'ın Gurbet Sürgünü (İst. 1986), Ayhan Başoğlu'nun Cem Sultan (yt. y.), S. Tezel-Ünlen Demiralp'in Cem Sultan —Tarihî Roman- (Ank.1959), F. Fazıl Tülbentçi'nin Cem Sultan (3. baskı, İst. 1980); Lamia Balı'nrn Cem Sultan -Radyo Tiyatrosu (1969), A. Turan Oflazoğlu'nun Cem Sultan: Trageyda iki Perde (Ank. 1986)'dir. Cem Sultan ülkemizde bir filme de konu olmuş ve onunla ilgili portreler ya­yımlanmıştır (Portreler için bk. Eyice 1973: 1-50).

Cem Sultan'in hayatını geniş ölçüde aydınlatan biyog­rafiler yayımlanmıştır. Bu kısa biyografide bu eserlerden ya­rarlanılmıştır. Bunlar arasında en önemlileri, Thuasne'nin

saplaşmayı, pişmanlık duygularını, şehzadeye olan bağlılıklarını, vatan ve aile özlemini realist bir şekilde ifade etmişlerdir. Aynî'nin şiirleri ise Cem Sultan olayının realist bir hikâyesi gibidir. Bunlar, Klâsik şiir estetiği içinde istisnaî örnek­lerdir. Şairlerin bu dönemde yazdıkları şiirlerin, siyasî otorite korkusu vs. gibi sebeplerle gün ışı­ğına çıkarılamamış olması ihtimali de gözden uzak tutulmamalıdır. Esaret dönemiyle ilgili şiir­lerin sınırlı olması, Cem Sultan vak'asının edebi-yatımızdaki seyrini tam anlamıyla takip etmemi­ze engel olmaktadır.

Djem Sultan (Paris 1892), N. Vatin'in Sultan Djem adlı mo­nografileri ile Cavit Baysun'un islam Ansiklopedisi'ndeki "Cem Sultan" madddesidir (1945:69-81). Bu çalışmalar, bü­yük ölçüde Cem'in vefatından 20 yıl sonra ( H. 920) defterda­rı Haydar Çelebi tarafından yazıldığı tahmin edilen ve onun gurbet günlerini anlatan bir rûznâme niteliğindeki Vâkiât-ı Sultan Cem (İst.1956) ve bunda bulunmayan bazı vak'aları içe­ren Sadeddin Efendi'nin Tâcu't-Tevarih'ine dayanmaktadır (İst.1279; Ank. 1979). Kanunî devrinde kaleme alinan ve yaza­rı bilinmeyen Gurbet-nâme-i Sultan Cem ise, küçük farklılık­larla Vâkıât'in benzeridir (Danişmend 1954: 211-273). Son yıllarda ise Cem Sultan'la ilgili Vatikan (Galatto 1986) veTop-kapı Sarayındaki arşiv kayıtları (Lefort 1981) yayımlanmıştır.

Vakıât'ta, mahbûb ve mahbûbesi bol, bağ ve bağçesi güzel bir şehir olarak anlatılan Nice'deki eğlence âlemleri şöyle anlatılır: "Sultan Cem'i bu müddet içinde oyalayıp eğ­lendirmek için, sık sık şehrin güzel bakire kızlarını getirip dans ettirirler, hora teptirirlerdi. Onların adetlerinde kaç göç yoktur. Hatta öpüşmekle, kucaklaşmakla iftihar ederler ve oyun oynayarak yorulan kızlar dinlenme ihtiyacını duydukla­rında -boyunları, kolları açık saçık- yabancı erkeklerin dizle­

zade bile alâka göstermişti" (Haydar Çelebi:26-27).

7 Fatih, kanunnâmesindeki "her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola karındaşların nizâm-ı âlem için katlet­mek münasiptir ekser ulemâ dahi tecviz itmişdir anınla âmil olalar" (TOEM 1330: 27) hükmü gereği, tahta çıktığında kar­deşlerini boğdurarak öldürtmüş, diğer padişahlar da buna uy­

sı 80'i bulmuştur. III. Mehmed, bir günde 19 kardeşini öldür-terek bu örfü adeta katliama dönüştürmüştür. Kardeş katli,

med (1648-1687) tarafından kaldırılarak hanedanının en yaşlı üyesinin tahta geçmesi usûlü benimsenmiştir (Bu konuda bk.

bilig-15/Güz'2000

yımlanmış olan bir çalışma yoktur. Aynur'un makalesi de teb­

Bunlar arasında en eskisi, Guy Allard'ın halk arasındaki

nage'nin kızı Philippine-Helene arasındaki aşkı anlatan Zizimi, Prince Ottoman Amaureux de Philippine- Helene de Sassona-

diğer edebî eserler, Yugoslav İva Andriç'in Prokkleta Avliye (Lâ­

(çev. N. Yümaer, Ist.1971), İtalyan Andrea Rubbi'nin Rodi Pre-

rine oturuverirler. Aralarında pek güzel birisine bir aralık şeh­

muştur. Osmanlı tarihi boyunca katledilen şehzadelerin sayı­

I.Ahmed (1603-1617) tarafından uygulanmamış, IV. Meh­

Alderson 1998:27-44, 57-66; Uzunçarşılı 1945).

Page 105: Bilig_15.sayi

105

Âlî: 162-163. 9

10 Haydar Çelebi için bk. Sehî 1325: 96; Latifi 1314:

11

narlı 1971: 473.

12

Hasan Çelebi I: 509; Âlî: 157; Levend 1959: 107-132; Fa-

13 Türabî için bk. Sehî, 1325: 95; Latifî 1314: 109; Âşık Çelebi: 258a- 258b; Hasan Çelebi 1:236; Âlî: 133.

14 Aynî'nin hayatı için bk. Mermer 1997: 11-17; Unver

1991:273. Cem Sultan'la ilgili örnekler, Halil Ersoylu'nun Cem

Sultan'nın Türkçe Divanı (Ank.1989) adlı tenkitli neşrinden alınmıştır. Belirtilen şiir ve sayfa numaraları bu esere aittir.

Sadece I.Ü. Küt., Ty. 5547'deki nüshada bulunan "kerem" redifli kaside, bu nüshada Sultan Selim için yazılmış olarak gösterilir. Fakat Selim'in 1512'de tahta çıkması ve Cem'in ise 1495'te ölmesi sebebiyle, bu kasidenin II. Baye-zid'e sunulduğu anlaşılmaktadır. Kasidede geçen, "husrev-i rûy-ı zemin hazreti-i sultân-ı kerem", "Ben ne dille seni vasf eyleyem iy zıll-ı Hudâ" gibi mısralar, kasidenin bir padişah için yazıldığını göstermektedir.

17 Didi Cem bu şi'ri Sultan Bâyezid'ün yâdına

Anıcak ol meclisi akan gözinden kandur

Husrev-i âlem şehen-şehzâde-i hâkân-ı Rûm Sâhib-i cûd u kerem şeh-zâde Cem Sultân'dur (Ersoylu 1989:35) 18

Bu gazeller, bazı kaynaklarda tek bir kaside olarak değerlendirilmiştir. Baysun 1946: 72, 92-94; Okur 1992: 86-92; isen 1993: 85-87. Ersoylu (1989:29-329) ise "uzun manzume"

olarak almıştır. Kurnaz'ın da belirttiği gibi (1997:415-420), kafiye­lerinin farklılığı bu kasidenin üç ayrı gazel olduğunu göstermektedir.

19 Sehî'de Bayezid'in sadece ikinci beyti vaıdıı. Cem'in

cevap beyti ise, her iki kaynakta Divandan biraz farklıdır. Se­hî'de ilk mısra, "Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan"; Latifî'de ise 2. mısra, "Ben kül döşenem külhan-ı mihnetde sebep ne" şeklindedir.

20 Taşlarla dögünüp yürür âb-ı revanı gör

Rahm eyledi bu hâlüme kevn ü mekânı gör

Taglar başında ebr-i felek aglayup gezer Yaranca ra'dun itdügi âh u figânı gör

Çâk eyledi yakasını derdiyle subh-gâh Çerhun şafak yerine yâ dökdügi kanı gör

21 Müjde ey cân kim yine cânân gelür

Şâd ol ey ten ölmiş iken cân gelür

Bana yüz tutdı sa'âdet bu gice Çün bu burca ol meh-i tâbân gelür 22

Cem'le Hicaz'da karşılaşan Hasan bin Mahmud El-Bayatî, Câm-ı Cem Ayin adlı eserinin sonunda verdiği bu manzum mektubu, Mısır'da şehzadenin annesinin hizmetkârı Süleyman Ağa'dan aldığını söyler (bk. Reşad 1913: 208-212). Aşağıdaki birkaç beyit bu manzum mektuptan alınmış­tır:

Rodos azmini sanma valide emr-i acîb ancak Bana yazu imiş rûz-ı ezel Hak'dan nasîb ancak Belâya mübtela olduk Rodos'un hilesin amma Bu derde çare bulmaz îsevîden bin tabib ancak

Senün hicrün beni zâr itdi sıdk ile helâl eyle Bu hasret haşre kaldı idelüm sabr u şekîb ancak

França'ya olup tâlib onun define sa'y itdi Yapıldı yidi kat bir külle palyoya karîb ancak 23

Örnekler, Ahmet Mermer (1997) neşrinden alınmıştır. Belirtilen sayfa numaraları bu yayina aittir.

bilig-15/Güz'2000

Kandî için bk. Latifî 1314 : 274-275; Sehî 1325 : 96;

La'lî için bk. Latifî 1314: 303; Âşık Çelebi: 107b; Ha­san Çelebi II: 838-839; Âlî: 269; Beyanî: 78; Bursalı II: 404.

140; Hasan Çelebi 1: 313-314; Âlî: 134-135.

190; Âşık Çelebi 156b-157a ; Hasan Çelebi 1: 461-462; Âlî: Sa'dî-i Cem için bk. Sehî 1325: 68; Latifî 1314: 188-

137; Beyanî :40 ; Riyazî : 75; Fâizî: 63 ; Ş.Sâmi 4, 1317: 2573; Mehmed Süreyya II: 25; M.Nail Tuman II: 621 Ba-

izî: 65; M. Süreyya I I : 123.

Şahidî için bk. Sehî 1325: 95; Latifî 1314: 200-201;

Page 106: Bilig_15.sayi

106

KAYNAKLAR

ALDERSON,AD. (1998),Osmanlı Hanedanı­nın Yapısı, İst.:İz Yay.

ALLARD, Guy (1673), Zizimi, Prince Otto-man Amaureux de Philippine- Helene de Sassonage. (2.Baskı: Lovie et Les Aventu-res de Zizime,1724).

ARSLAN, Mehmet (1992), "Muamma Geleneği ve Cem Sultan'in Bazı Muammalarının Çö­zümü", Yedi İklim, 24 (1992): 26-32 .

ÂŞIK ÇELEBİ (1971), Meşâirü'ş-Şu'arâ or Tezkere of Aşık Çelebi, (Haz.G.JVIere-dith-Owens), London.

ATLANSOY, Kadir (1998), Bursa Şairleri, Bursa.

AYNUR, Hatice (1995), "Cem Şairleri", Yazı­dan Söze Edebiyat Sohbetleri, B.Ü. TDE Böl. (19-21 Nisan), (İlmî Araştırmalar, sayı: 9, İst.2000,s.33-43).

BAHADIROĞLU,Yavuz (1986), Cem Sultan (I); Cem Sultan'in Gurbet Sürgünü (II) .İst.

BALI, Lamia (1969), Cem Sultan -Radyo Ti­yatrosu .

BANARLI, N.Sami (1971), Resimli Türk Ede­biyatı Tarihi, I, İst.

BAŞOĞLU, Ayhan (1971), Cem Sultan (Çizgi Roman), İst.

BAYSUN, M. Cavid (1945), "Cem" mad. , İs­lâm Ansiklopedisi, 3,İst: 69-81.

BAYSUN, M. Cavid (1946), Cem Sultan, Ha­yatı ve Şiirleri, İst.: A. Halit Kit.

BEYANÎ, Tezkire-i Şu'arâ, İ.Ü. Küt. Ty.2568.

BURSALI M. TAHİR (1333), Osmanlı Müellif­leri, II, İst.: 122.

DANİŞMENT, İ. Hami (1954), "Vâkı'ât'a Nis-betle Gurbet-nâme", Fatih ve İstanbul, H/7-12: 211-270.

bilig-15/Güz'2000

EDİRNELİ NAZMİ, Mecmaü'n-Nezâir, Nuru-osmaniy e Küt.4915.

EĞRİDİRLİ H. KEMAL, Câmi'ü'n-Nezâ'ir, Bayezit Genel Küt. No.5782.

ERGUN, S.Nüzhet (1946), Türk Şairleri II, İst.

ERSOYLU, Halil (1989), Cem Sultan'ın Türk­çe Divanı, Ank.:TDK Yay.

ERTAYLAN, LHikmet (1951), Sultan Cem, İst.

ERTAYLAN, İ. Hikmet (1951), Falname, İst.

ESCARPİT, Robert (1992), Edebiyat Sosyoloji­si (Çev. H.Portakal), İstanbul: İletişim Yay.

EYİCE, Semavi (1973), "Sultan Cem'in Portre­leri Hakkında", Belleten: 37 : 1-149.

FAİK REŞAD (1913), Tarih-i Edebiyat-ı Os-maniyye, İstanbul.

FERİDUN BEY (1274), Münşeâtü's-Selâtin I, İstanbul.

GALATTO, Aldo (1986), "Venedik Devlet arşi­vinde Osmanlı Şehzadesi Cem'le İlgili Belgeler" (Çev.M.Şakiroğlu), Tarih ve Toplum, c.5,sayı:30:19-34.

GIBB, E.J.W. (1965), A History of Ottoman Poetry, London: vol .2.

HAYDAR ÇELEBİ (1332), Vâkıat-ı Sultan Cem (Yay. M.Arif), İst.: Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası İlavesi, XXII-XXIV.

HOCA SADEDDİN (1279), Tâcü't-Tevarih II, İst. (2.baskı. 1979).

İPEKTEN, Halûk (1996), Divan Edebiyaünda Edebî Muhitler, Ankara: MEB Yay.

İSEN, Mustafa (1997), "Cem Şairleri", Öteler­den Bir Ses, Ankara: Akçağ Yay. (Hisar, 262 (1979): 27-28)

İZ, F. ve KUT, G. (1985), "XVYüzyıl Dîvan Na­zım ve Nesri", Büyük Türk Klâsikleri II, Ankara: Ötiiken-Söğüt Yay.

Page 107: Bilig_15.sayi

107

KAFZÂDE FAİZÎ, Zübdetü'l-Eş'âr, Nuruos-maniye Küt. No.3722.

KANUNNÂME-İ ÂL-İ OSMAN (1330), Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, No.143k.27.

KARA, Mustafa (1995), "Vefatının 500. Yıldö­nümünde Gurbette Garip Bir Şair", Der­gâh : 66 (1995): 22.

KURNAZ, Cemal (1997), "Cem Sultan'in Oğuz Han Mersiyesi: Bir Kaside mi, Üç Gazel mi?", Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara: 415-420.

LATİFÎ (1314), Tezkiretü'ş-Şuarâ, İst.

LEFORT, Jacgues (1981), Documents Grecs dans les Archives de Topkapı Sarayı, Contribution a l'histoire de Cem Sultan, (Topkapı Sarayı Arşivlerinin Yunanca Belgeleri, Cem Sultan'in Tarihine Kat­kı, (Çev. Hatice Gonnet), Ank.: TK Yay.

LEVEND, A.Sırrı (1953), Arap-Fars ve Türk Edebiyatlarında Leyla vü Mecnun Mes­nevisi, İst.

MEHMED TEVFİK (1328), Şehzade Cem, İst.

MEHMED SÜREYYA (1308-1311), Sicill-i Os-manî I- V, İstanbul.

MENGİ, Mine (1994), Eski Türk Edebiyaü Tarihi, Ankara: Akçağ Yay.

MERİÇ, Münevver (1991), "Cem Sultan'ın Yeni bulunan Fâl-i Reyhân-ı Cem Sultan Adlı Eseri", Tarih ve Toplum, c.16, sayı:96; c.l7,sayı:97:64.

MERMER, Ahmed (1997), Karamanlı Aynî ve Divani, Ankara: Akçağ Yay.

MORRİS, Roderick C. (1997), Cem Sultan, Bir Saray İspiyoncusunun Anıları (Çev.Ha­kan Türkkuşu), İst.

MUTEFÇİYEVA, Vera (1971), Cem Sultan Olayı (çev. N. Yılmaer). İst.

OFLAZOĞLU, A. Turan (1986), Cem Sultan: Trageyda İki Perde, Ank.

OKUR, Münevver (1992), Cem Sultan Hayaü ve Şiir Dünyası, Ank.: Kültür Bak. Yay.

OKUR MERİÇ, Münevver (1997), Cem Sultan Cemşîd ü Hurşîd, Ank.

PERVANE BEY, Mecmua, Topkapı Sarayı Küt. 406.

RİYAZÎ, Riyâzu'ş-Şu'arâ, İ.Ü. Küt. Ty.761.

RUBBİ, Andrea (1773), Rodi Preja -Trajedi-, Venezia.

SEHİ BEY (1325), Heşt-Bihişt, İst.

SEVENGİL, R.Ahmet (1927), İstanbul Nasıl Eğleniyordu, İstanbul.

SEVGİ, Ahmet (1985), "Cem Sultan'ın Yayım­lanmamış Bir Gazeli", Millî Kültür, 6, sa­yı: 49:20.

ŞAKİROĞLU, M. ve KUT, Günay (1993), "Cem Sultan", TDV İslam Ansiklopedisi, 7 : 283-285.

TEZEL, S. ve DEMİRALP, Ü. (1959), Cem Sul­tan -Tarihî Roman, Ank.

THUASNE, M.L. (1892), Djem Sultan, Etüde Sur La Question d'orient a la Findu XV e Siecle, Paris.

TUMAN, Mehmet Nail, Tuhfe-i Nailî, Millî Küt.Yz.B.611.

TÜLBENTÇİ, F.Fazıl (1980), Cem Sultan, İst.

UZUNÇARŞILI, I.Hakkı (1984), Osmanlı Dev­letinde Saray Teşkilatı, Ankara:TTK Yay.

ÜNVER, İsmail (1991), "Aynî" mad., İslâm An­siklopedisi (TDV),4 :273.

VATÎN, Nicolas (1997), Sultan djem, Un Prin-ce Ot tornan dans I'Europe du XVe siec­le d'aprees sourrces contemporaines; Vâkıât-ı Sultan Cem, Euvres de Guilla-ume Caaursin, Ankara: TTK Yay.

bilig-15/Güz'2000

Page 108: Bilig_15.sayi

108

THE CEM POETS: ANATOMY OF A SHARED FATE

Assoc. Prof. Dr. Osman HORATA Hacettepe University

Faculty of Letters

ABSTRACT

In the Ottoman Empire, sultans, princes and prominent statesmen protected and rewarded the artiste. That was very important in the development of the Divan poetry. Therefore palaces, residences of pashas and governors were the basic centre of Ottoman literary life. On one hand, Cem Sultan has been known as protecting poets and organising assembles for poetry and entertaintment, on the other hand he was a governor and a poet. During his governorship of Konya, the community around him had a distinct place in literary environment. The community of Sa'dî-i Cem, Sirozlu Kandî, Sehayî, Haydar Çelebi, La'lî, Aynî, Şahidî, Türabî has been named as "The Cem poets". Community had become so unitial that its members left the country together after the fortune of Cem Sultan. The effects of this event on the Divan literatüre ha ve been analyzed in our article.

Key Words: Cem Sultan, The Cem Poets, Divan Poetry, Poetry Assemblies, Sa'dî-i Cem, Aynî

bilig-15/Güz'2000

Page 109: Bilig_15.sayi
Page 110: Bilig_15.sayi
Page 111: Bilig_15.sayi

111

bilig-15/Güz’2000

UBEYDULLAH HÂN’IN H‹KMETLER‹

Doç. Dr. Ali Fuat B‹LKANFatih Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi

ÖZET

fieybânî Hanedanl›¤› sultanlar›ndan Ubeydullah Hân, devlet yöneti-mindeki baflar›s›n›n yan›s›ra, kültür ve edebiyatla ilgisi bak›m›ndan daönemli bir tarihî flahsiyettir. Ubeydullah Hân, Arapça, Farsça fliirler yaz-m›fl, f›k›h, tefsir, hadis gibi çeflitli islâmî ilimleri ö¤renmifl, hat, nak›fl vemusikî gibi di¤er sanatlarla da meflgul olmufltur.

Ahmed Yesevî’ye derin ba¤l›l›¤› olan Ubeydullah Hân, Farsça, Arap-ça ve Ça¤atayca fliirlerin yan›s›ra, Yesevî tarz›nda hikmetler de yazm›fl-t›r. fieybanîlerde, Timurlularda oldu¤u gibi, Farsça bir edebiyat dili ola-rak Türkçe’den daha fazla ilgi görmüfltür. Ça¤atay Türkçesi’nin önemlifliir örneklerinden olan Ubeydullah Hân’›n hikmetleri, arûz vezniyle ga-zeller ve k›t’alar fleklinde yaz›lm›flt›r. Ubeydî’nin tasavvufu, sade Türk-çe’yi ve Yesevî’nin hikmetlerini bir arada tercih etmesinin, bölgedeki Türkmüslümanl›¤› anlay›fl›n›n diri tutulmas›yla ilgili oldu¤u söylenebilir. Ah-med Yesevî’nin tasavvufî görüfllerini halk aras›nda yayma amac›yla sa-de fliirler söyleyen Ubeydî, hanl›¤›nda birli¤i koruman›n bir yolu olarak,bozk›r kültürünü yeniden diriltmeye çal›flm›fl ve bu politikas›n› bizzat ver-di¤i eserlerle de desteklemifltir.

Ubeydullah Hân’›n hikmetlerini ihtivâ eden yazma eser, Hindistan’›nRampur kentindeki Raza Kütüphanesi’nde yer almaktad›r. Eserin flimdi-lik baflka nüshas› bilinmemektedir. Divân-› Ubeydî ad›yla kay›tlarda yeralan bu eser, 23 yaprak olup her sayfada 10 sat›r bulunmaktad›r. Eser-de toplam 16 hikmet vard›r. Ahmed Yesevî düflüncesini XVI. yüzy›la ta-fl›yan bu eser, ayn› zamanda fieybânîlerin Türk birli¤ine verdikleri öne-mi de ortaya koymaktad›r.

Anahtar Kelimeler:Hikmet, Ubeydullah Han,Ubeydî, Yesevîlik, Şeybanî

Page 112: Bilig_15.sayi

112

bilig-15/Güz’2000

G‹R‹fi

1501-1598 tarihleri arasında hüküm sürenŞeybânîlerin ilk hükümdarı ve hânedanlığa adınıveren Şıban Hân, Astırhan’dan Buhara’ya gelmişve 1490’da Yesi(Türkistan) şehrini ele geçirerekburada saltanatının ilk nüvesini kurmuştur (Öztu-na, 1989). Şıban Han, 1501’de Bâbür Şâh’tanSemerkand’ı ve 1507’de de Timurlular’dan He-rât’ı almıştır. Büyük bir kültür merkezi olan He-rât, aralıksız devam eden savaş ve yağmalar se-bebiyle yıkılarak harabeye dönmüştür. AncakHorasan’dan kaçarak Mâveraünnehr ve Hârezmbölgelerine yerleşen âlim ve sanatçılar, buradagüçlü bir fikir ve sanat geleneğinin oluşmasınısağlamışlardır. Böylece Şeybânîlerin idaresinde-ki Semerkant ve Buhara gibi şehirler yenidenönem kazanmıştır. Şeybanîler, bir bakıma Timur-luların kültür ve sanat birikimlerini hazır bul-muşlar ve Timurlu sanat ve kültür geleneğinisürdürmüşlerdir.

UBEYDULLAH HÂN

Şeybânîler’in 97 yıllık saltanatlarında tam 12sultan tahta geçmiştir. Bunlardan dördüncü sıradatahta geçen Ubeydullah Hân, 1533 ile 1539 yıllarıarasında toplam 6 yıl tahtta kalmıştır. Şeybânî hü-kümdarı Ubeydullah Hân, Şeybânî Hân’ın kardeşiMahmud Hân’ın oğludur. Gençliğinde amcası Şey-bânî Hân’ın yanında seferlere katılmıştır. 1532 yılın-da Buhara emiri Ebu Saîd’in ölümü üzerine Buha-ra tahtına oturan Ubeydullah Hân, Safevîler üzerinesık sık seferler düzenlemiştir. Ubeydullah Hân, şi-îliğin amansız düşmanı olup Şiîliğin Herât veBelh’te yayılmasını önlemiştir. Babür’ü yenerekMaveraünnehir’den kovan Ubeydullah Hân, Hora-san’a düzenlediği seferlerden bir sonuç alamamışve Safevîler’e yenilmiştir. Peşpeşe gelen yenilgile-rin ardından üzüntüsünden hasta olmuş ve bir süresonra 1539 yılında ölmüştür. Ubeydullah Hân ileOsmanlı padişahı Sultan I. Selim arasında mektup-laşmaların varlığı bilinmektedir (Toparl›, 1986).

Ubeydullah Hân, Arapça, Farsça şiirler yaz-mış, fıkıh, tefsir, hadis gibi çeşitli islâmî ilimleriöğrenmiştir. Ayrıca, Maveraünnehr’de büyük sutesisleri yaptırarak medenî gelişmeleri destekle-miş, Savran şehrinde de “Medrese-i Hânî” adıy-la büyük bir medrese inşa ettirmiştir. UbeydullahHân, Nakşibendi tarikatına mensuptur. Şiir ala-nında olduğu gibi, hat, nakış ve musikî gibi diğersanatlarla da meşgul olmuştur.

UBEYDî’N‹N H‹KMETLER‹

Ahmed Yesevî’ye derin bağlılığı olan Ubey-dullah Hân, Farsça, Arapça ve Çağatayca şiirle-rin yanısıra, Yesevî tarzında hikmetler de yazmış-tır. Esasen Şeybânîler’de derin bir Ahmed Yese-vî sevgisi ve hayranlığı göze çarpmaktadır. Nite-kim Şibân Hân da divânında yer alan birçok be-yitte Ahmed Yesevî’ye bağlılığını ifade etmiştir(Karasoy, 1998).

M.Fuad Köprülü, “hikmet” geleneğinin Ti-murlular devrinde, klasik Çağatay edebiyatınınhâkim bulunduğu yüksek muhitlerde ehemmiye-tini büsbütün kaybederek sade halk tabakasınamensup derviş zümreleri arasında devam ettiğinibelirtir ve Şeybânîler’in Ahmed Yesevî geleneği-ne sıkı sıkıya bağlı olmasını, “sırf dinî ve mistikâmillere” bağlar. Köprülü’ye göre Şeybanlılar,Ahmed Yesevî kültünü yeniden dirilterek yalnız-ca halk kitleleri arasında yaşayan Yesevîliği ge-niş kesimlere, özellikle de yüksek zümrelereyaymışlardır : “Timur ve hatta Ebû Said zaman-lar›nda Timurlular›n büyük ba¤l›l›k gösterdikle-ri Ahmed Yesevî kültü, Horasan Ça¤atayl›lar›aras›nda ehemmiyetini çok kaybetmifl oldu¤uhalde, fieybanl›lar devri ona yeniden büyük birk›ymet verdi; onun gömülü oldu¤u Yesi flehrinin,adeta mukaddes bir flehir mahiyeti alarak Tür-kistan ad›yla an›lmas› çok mânâl›d›r....Dörtlükflekli ve hece vezni gibi, eski halk edebiyat› un-surlar›n›n çok basit dinî-sûfîyâne telâkkiler ka-r›flmas›ndan hâs›l olan ve edebiyat tarihinde hik-met tarz› ad›n› alan bu edebî an’ane, Timurlular

Page 113: Bilig_15.sayi

113

bilig-15/Güz’2000

devrinde, klâsik Ça¤atay edebiyat›n›n hâkim bu-lundu¤u yüksek muhitlerde ehemmiyetini büsbü-tün kaybetmifl ve sadece halk tabakas›na mensupdervifl zümreleri aras›nda yaflamaya devam et-miflti. Halbuki fieybânî Hân ve bilhassa Ubey-dullah Hân taraf›ndan, bu yolda fliirler yaz›lma-s›, yüksek s›n›flar aras›nda, hikmet tarz›n›n mo-da olmas›n› intâc etti ki, bunu bozk›r kültürününbir tesiri olarak, kabul etmek lâz›md›r.” (Köprü-lü, 1989).

Şeybanîlerde, Timurlularda olduğu gibi,Farsça bir edebiyat dili olarak Türkçe’den dahafazla ilgi görmüştür.”Daha önce Timurlulardevrinde Yesevî dervifllerinin gayretleriyle özel-likle halk tabakas› aras›nda yayg›n flekilde görü-len hikmet tarz›n›n, bu devirde bilhassa fieybânîHan ve Ubeydullah Han taraf›ndan bu tarz fliir-ler yaz›lmas›ndan sonra kültürlü s›n›f aras›ndabir moda halini almaya bafllad›¤› görülür. Bun-da Ça¤atay fliirine hayranl›k duyan Özbek han-lar›n›n daha çok Yesevîli¤in edebî gelene¤inekarfl› gösterdikleri dinî ba¤l›l›¤›n da rolü var-d›r.” (Eraslan, 1993).

Çağatay Türkçesi’nin önemli şiir örneklerin-den olan Ubeydullah Hân’ın hikmetleri, arûzvezniyle gazeller ve kıt’alar şeklinde yazılmıştır.Ubeydullah Hân’ın dinî-tasavvufî şiirlerinin ya-nısıra, aşk ve tabiatla ilgili şiirleri de vardır. Su-fîyâne şiirlerinde “Kul Ubeydî”, divân tarzında-ki şiirlerinde ise “Ubeydî” veya “Ubeyd” mah-laslarını kullanmıştır. Ubeydî Divânı’nda Türkçe,Arapça, Farsça şiirlerle, “Gayretnâme”, “Sabr-nâme”, “Şevknâme” adlı mesneviler bulunmak-tadır. Şairin Divânı’nda, “Salavâtnâme” adınıverdiği bir müseddesiyle, mu’ammâ, tercîi bendile birkaç manzume de yer almaktadır. UbeydîDivânı’nın pekçok yazma nüshası bilinmektedir(Eraslan, 1993).

Onun şiirlerinin döneminde yaygın olan Ne-vâî tarzından ziyade, Yesevî hikmetleri etkisi ta-şıması, dindar ve zâhid mizacının eseridir. Köp-rülü, sanat bakımından Şeybânî Hân’ı Ubeydul-lah Hân’dan daha üstün tutar : “(Ubeydî’nin) en

ziyade Yesevî tarz›nda yazmas› ve hiç sanat ga-yesi gözetmemesi, dindar ve zâhid mizac›n›n ese-ridir. fieybânî’ninkilerden tamamiyle farkl› ola-rak, günlük hayat› hiç aksettirmeyen bu dinî-sû-fiyâne eserlerin bedi’î k›ymeti, yok denecek ka-dar, azd›r.” (Köprülü, 1989).

Ahmed Yesevî’nin “Divân-ı Hikmet” adlıeserinin bazı yazmalarında, Ubeydullah Hân’aait hikmetlerin de yer aldığı bilinmektedir. Ubey-dullah Han’ın oğlu ve halefi Abdülaziz Hân da“Azizî” mahlasıyla şiirler yazmıştır. Ortaasya şa-irleri arasında, Ahmed Yesevî’nin takipçileri ara-sında, Ubeydullah Hân’dan başka, Kul Şemsed-din, Hudâdâd, İkânî, Fakîrî, Beyzâ, Bihbûdî, Şu-hûdî, Kul Şerefî, Gedâ, Gazâlî, Tufeylî, Kâsım,Meşreb, Huveydâ gibi şairler de bulunmaktadır.

AKVÂL-‹ MANZÛME-‹ ‘UBEYDî

Hindistan’ın Rampur kentindeki Raza Kütüp-hanesi’nde Ubeydullah Hân’ın hikmetlerini hâvîel yazması eser, tezhibi, yazısı ve cildi bakımın-dan oldukça kıymet arz etmektedir. Eserin zah-riyyesinde “Akvâl-i Manzûme-i ‘Ubeydî” kaydıvardır. Hoca Ahmed Yesevî etkisinde kaleme alı-nan hikmetler, Ahmed Yesevî etkisinin XVI.yüzyıla kadar sürdüğünü göstermesi bakımındanda ayrıca önem taşımaktadır. Raza Kütüphanesikayıtlarında Divân-ı Ubeydî adıyla yer alan bueser, 23 yaprak olup her sayfada 10 satır bulun-maktadır. Eserde toplam 16 hikmet vardır. Hik-metler, aruz vezniyle ve özellikle de aruz vezni-nin Türkçe hece yapısına en yakın kalıbı olan“Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün” kalıbıylayazılmıştır.

Eserin ilk sayfası (1b) tezhipli olup bütünsayfalardaki cetveller altın renklidir. Sayfalarda-ki yazı araları altın yaldızlı ve süslemelidir. Ta’lîkyazıyla kaleme alınan eserin zahriyyesinde “nâ-dir” ibaresi yer almaktadır. Karton ciltli eser, 26x 16’ya 17.5 x 11 cm. ebadında olup tamir gör-müştür (Bilkan, 1998).

Ubeydullah Hân’ın eseri :

Page 114: Bilig_15.sayi

114

bilig-15/Güz’2000

Düşmen içre nefsdin bolmas yaman düşmensanga

Düşmenüngdür dostluk körsetmegil zinhâranga

beytiyle başlamakta ve :

Keyfiyetlık vahdet câmın içkendin songKul Ubeydî gayrin gözge eylese bolmas

beytiyle sona ermektedir. Eserin zahriyyesin-de Babür Devleti sultanlarından Bahadır Şah,Şâh Alem ve Alemgîr’in mühürleri de bulun-maktadır.

Ubeydî’nin hikmetlerinde dünyanın faniliğive gelip geçiciliği, nefisle mücadele, ilahî aşk,mâsivâdan el çekmek vb. dinî, tasavvufî ve ahlâ-kî konular işlenmiştir. Bu hikmetlerde ele alınankonular, Ahmed Yesevî’nin hikmetleriyle aynı ni-teliktedir. Daha ziyade irşâd ve telkin amacıylayazılmış olan hikmetlerin âdâb ve erkân öğretmeamacıyla kaleme alındığı söylenebilir. Zira hik-metler gerek şiir tekniği gerekse sanat yönüylekuvvetli sayılmazlar. Sade ve halk tarafından ko-lay anlaşılan bir dille yazılan bu şiirlerde, mâsivâ,furkân, ledün, nâ-ümîd, terahhum, ‘adem gibiArapça ve Farsça kelimeler ile “mûtu kable en-te-mûtû” (ölmeden evvel ölünüz) ve “küntü kenzenmahfiyyen” (bilinmeyen bir hazine idim) gibi ta-savvuf ehlinin sahih gördüğü hadisler de yer al-maktadır. Ancak bu kelime ve kavramların XVI.yüzyılda tasavvufî kavramlara âşinâ kitleler ara-sında artık bilinmekte olduğu da bir gerçektir.

Ubeydullah Hân’ın eserinden aldığımız şu ör-nekler, şairin hikmetlerde sade bir Türkçe kul-landığını göstermektedir :

Keyfiyetlık vahdet câmın içkendin songKul ‘Ubeydî gayrin közge eylese bolmas

(12a)*

Nefs ü şeytân şerridin dâ’im sığın Tengrigekim (2a)

*

Şevk şarâbın kim içkey arada ‘aşk olmasa(2b)

*Bolmas irdi tecellî arada ‘aşk olmasa (2b)

Ubeydî’nin tasavvuf anlayışını, sade Türk-çe’yi ve Yesevî’nin hikmetlerini bir arada tercihetmesinin, bölgedeki Türk müslümanlığı anlayı-şının diri tutulmasıyla ilgili olduğu söylenebilir.Ubeydî’nin hikmetlerinde tasavvufî hakikatler,samimi ve lirik bir anlatımla ifade edilmektedir :

Şâyeste tâ’at bizde yok lâyık riyâzet bizde yokYahşı ‘ibâdet bizde yok vâ-hasretâ vâ-hasretâ

(9a)*

Bolup melâmet ehlidin bolmay selâmet ehlidinBolduk nedâmet ehlidin vâ-hasretâ vâ-hasretâ

(8a)

*Her kim kılsa Hak yâdın Hak işitür feryâdınTapar barça murâdın ‘âşık seher vaktide

(11a)*

Tâlibde bolsa himmet hâlet bile keyfiyyetTapar visâl ü kurbet hâl ehli sohbetide

(10a)

Ahmed Yesevî’nin tasavvufî görüşlerini halkarasında yayma amacıyla sade şiirler söyleyenUbeydî, hanlığında birliği korumanın bir yoluolarak, bozkır kültürünü yeniden diriltmeye ça-lışmış ve bu politikasını bizzat verdiği eserlerlede desteklemiştir. Bir yandan Farsça’nın kültüreletkisi, öte yandan bölgeye hızla yayılmakta olanŞiîlik, ancak sünnî bir Türk tarikati olan Yesevî-lik anlayışının yeniden kuvvet kazanması ile en-gellenebilirdi. Ubeydullah Hân, Türk birliğini

Page 115: Bilig_15.sayi

115

bilig-15/Güz’2000

Farsça ve Şiâ yayılmacılığına karşı koruma siya-setini, Ahmed Yesevî üslûbunda yazdığı hikmet-lerle sağlamaya çalışmıştır. Bilhassa halk kitlele-ri arasında ve çeşitli Türk boylarında geniş tesir-ler uyandıran bu hikmetlerin geç bir dönemde,XVI. yüzyılın ilk yarısında yazılmasının da önem-li bir hususiyet olduğunu söyleyebiliriz.

H‹KMET ÖRNEKLER‹

1

Hikmet

/.// /.// /.// /./

Düşmen içre nefsdin bolmas yaman düşmensanga

Düşmenüngdür dostluk körsetmegil zinhâranga

Sin anı öltürmeseng andın belâlar yüzlenürKim anıng başındadur ‘âlem-ârâ bolgan belâ

Nefs iter sana ne Hakdın âdemi şeytâni dikBolma kim zinhâr bîgânelerga âşinâ

Nefsdin sin kiçmeseng nefsing hevâdın kiç-mese

Nefs dik yoldın sini azgurmayın koymas hevâ

Mâsivallah lezzetidür ârzûsı nefsningAndın özge ârzûsı yoktur anıng mutlakâ (1b)

2

Hikmet

//. /./. .//. /./

Ümmi kim ezeldin olgay cân âşinâ anaŞûrîde cân ü könglüm irür mübtelâ ana

Könglüm özinde yoktur anıng zevk u şevkide

Ol nev’ zevk u şevk birüpdür Hudâ ana

Âşık ana kim olsa kılur sabr muttasıl

Her niçe yetse ‘âlem ehlidin cefâ ana

Hvâh öltürür cihânda mini hvâh tirgürür

İy dostlar her işde birip min rızâ ana

Köz kim cemâl pertevini körse iy köngül

Her ziştdin yaman körünür mâsivâ ana

İlmes közige iki cihân pâdişehlığın

Tâ buldı sıdk birle ‘Ubeydî gedâ ana ( 4a )

3

Hikmet

/.// /.// /.// /./

Baht tahtı üzre olturmak zamânı bîş imes

Saltanat gavgâsını kördüm sor anı bîş imes

Cem kibi her kim cihân mülkide bolsa pâdşâh

Pâdşeh dirler anı ammâ şübânı bîş imes

Bâğlık il dik cihân bâğın temennâ kılma kim

Her biri bu bâğ-ârâ bir bâğbânı bîş imes

Hızr yanlıg kılmagıl hayvân suyın içmekkemeyl

Bu kiçer dünyâda ol hem mihmânı bîş imes

İy ‘Ubeydî Vâmık u Ferhâd u Mecnûn kıssası

Dâstânım kaşıda bir dâstânı bîş imes(11a)

Page 116: Bilig_15.sayi

116

bilig-15/Güz’2000

KAYNAKLAR

BİCE, Hayati (1993), Hoca Ahmed Yesevi, Di-van-› Hikmet, Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,Ankara, 229 s.

BİLKAN, Ali Fuat (1998), Hindistan’da Geli-flen Türk Edebiyat›, Kültür BakanlığıYay., Ankara, 177 s.

ECKMANN, JANOS (1998), “Çağatayca”, Ta-rihî Türk fiiveleri, Haz. Mehmet Akalın,TKAE, Yay., Ankara

ECKMANN, JANOS (1996), “Çağatayca DiliÖrnekleri, Ubeydullah Han’ın EserlerindenParçalar”, Harezm, K›pçak ve Ça¤atayTürkçesi Üzerine Araflt›rmalar, YayımaHaz. Osman Fikri Sertkaya, TDK. Yay.,Ankara, 438 s.

ERASLAN, Kemal (1993), ‹slâm Ansiklopedi-si, “Çağatayca” maddesi, C. 8, İst. 173 s.

ERASLAN, Kemal (1983), Ahmed-i Yesevî,Dîvân-› Hikmet’ten Seçmeler, Kültür veTurizm Bak. Yay., Ankara, 504 s.

KARASOY, Yakup (1998), fiiban Han Dîvân›,TDK. Yay., Ankara, 888 s.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1989), Edebiyat Araflt›r-malar› 2, Ötüken Yay., İst, 692 s.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1981), Türk Edebiyat›n-da ‹lk Mutasavv›flar, Diyanet İşleri Baş.Yay., 4. b., Ankara, 415 s.

ÖZTUNA, Yılmaz (1989), ‹slâm Devletleri 1,Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1044 s.

TOPARLI, Recep (1986), Ubeydullah Han’›nfiiirleri Üzerinde Bir Gramer Denemesive fiiirlerinden Örnekler, Atatürk Üniver-sitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay., Erzu-rum, 113 s.

UBEYDî Divânı nüshaları : Taşkent Özbekistanİlimler Akademisi Ktb., nr.8931 ; İst. Üniv.TY. nr. 1988 ; Topkapı Sarayı Müzesi Ktp.,Enderun, nr. 2381 ; British Museum, Add.,nr. 7907 ; Nuruosmaniye Ktp. (mecmu’aiçinde şiirler), nr. 4904

Page 117: Bilig_15.sayi

117

bilig-15/Güz’2000

THE PHILOSOPHICAL POEMS (H‹KMET)OF UBEYDULLAH KHAN

Assoc. Prof. Dr. Ali Fuat B‹LKAN

Fatih UniversityFaculty of Arts and Sciences

ABSTRACT

Ubeydullah Khan, one of the sultans of Şeybani Dynasty, is an importanthistorical figure in terms of his interest in culture and literature and his successin government affairs. Ubeydullah Khan wrote poems in Arabic and Persian,studied fıqh, interpretation of the Koran, hadith, etc. He was also involved inarts like calligraphy, miniature painting and traditional Turkish music.

Ubeydullah Khan, who was deeply influenced by Ahmed Yesevi, besideswriting poems in Persian, Arabic and Jagatai, also wrote philosophical poems inthe Yesevi tradition. As it was among the peoples of Şeybani and Timur, Persianhad a more important place than Turkish as a language of literature. UbeydullahKhan's philosophical poems are one of the significant examples of JagataiTurkish and they are written as ghazels and stanzas in classical Ottoman poetrystyle(aruz). His understanding of sufism and his preferance of plain Turkish andthe philosophical poems of Yesevi are for keeping the notion of Turkish Islamicfaith alive. He wrote simple poems to make the sufistic teachings of AhmedYesevi widespread among common people. He tried to revive the culture ofrural life as a way of preserving the unity of people and supported his ideas withhis works.

The manuscript that contains Ubeydullah Khan's philosophical poems is inthe Library of Raza, Rampur, India. No other copy of it is known to be present.This work is known as Divan-ı Ubeydi and consists of 23 pages each of whichhas 10 lines. There are 16 philosophical poems in this work. This manuscriptboth conveys the teachings of Ahmed Yesevi into the 16th century and alsoreveals how the peoples of Şeybani valued the Turkish unity.

Key Words:Hikmet, Ubeydullah Han, Ubeydî, Yesevî, Şeybanî

Page 118: Bilig_15.sayi
Page 119: Bilig_15.sayi

BILIG/EDITORIAL PRINCIPLES

BILIG is published quarterly: Spring,Summer, Autumn and Winter. At the end of each year,an annual indice series will be offered. Each issue will be forwarded to the subscribers and to thelibraries and international institutions to be determined by the editorial board within one monthafter its publication.

GOALS AND OBJECTIVES

The goals in publishing BILIG are :

To bring forth the cultural riches, historical and current realities of the Turkish World in ascholarly manner.

To reach the experts and scholars who show interest in and produce and/or offer ideas re-lated to the Turkish World.

To follow the studies related to the Turkish World internationally and inform about them tothe experts, scholars and public.

SUBJECT MATTERS

BILIG is the social science journal of the Turkish World. The articles to be published in thisjournal should be dealing with the historical and current issues and problems and suggesting so-lutions for the Turkish World.

CONTENTS

The contents of the articles to be published in BILIG are to include;

Those that are based on an original research which contribute knowlegde and scientificinformation in its area.

Those that bring forth new views and perspectives on previously written scholarly worksbased on extensive research and resources.

Those that are the result(s) of studies/researches executed by well reputed individuals andresearch groups in the Turkish World on contract basis.

Those that inform/announce briefly about new/original works, articles, indiviuals and acti-vities related to the Turkish World.

In order for any article to be published in BILIG , it should not have been previously publis-hed or accepted to be published elsewhere. papers presented at a conference or symposium maybe accepted for publication if stated so beforehand.

Page 120: Bilig_15.sayi

EVALUATION OF ARTICLES

The articles forwarded to be published in BILIG are first studied by the Editorial Board inview of the journal’s objectives, subject matter, rules and regulations in writing. Those that arefound acceptable are then sent to two referees who are authorities in their field for scientific eval-uation. Referee reports are confidential and safe-kept for five years. In case one referee report isnegative and one is favourable , the article may be sent to a third referee for re-evaluation.

The authors of the articles are to consider the criticisms, suggestions and corrections of theeditorial board and referees. If they are in disagreement with the editorial board and/or the ref-erees, they are entitled to counterpresent their views and justifications. Only the original copy ofthe unaccepted articles may be returned upon request.

The royalty rights of the accepted articles are considered transferred to the Ahmet Yesevi Uni-versity Foundation. However the overall responsibility for the published articles belongs to theauthor of the article. Quotations from articles including pictures are permitted during full referenceto the articles.

Payments to the authors and referees for their contribudions are made within one month ofpublication.The amounts of payments are determined by the Editorial Board subject to the ap-proval by the Board of Managers.

THE LANGUAGE OF THE JOURNAL

Turkiye Turkish is the language of the journal.. Articles presented in other Turkish dialectsmay be evaluated after they are translated into Turkiye Turkish if necessary.

Abstracts in English and Russian along with Turkish are given for each article published inBILIG.

WRITING RULES

The Structure of the Articles

In general the following are to be observed in writing the articles for BILIG:

1. Title of the Article

2. Name(s) and address(es) of the author(s) . (All in Latin letters.Names and surnames arein capital letters. Addresses in normal italic letters)

3. Abstracts (with key words)

4. Each article is to begin with an introductory section stating the purpose, scope and meth-ods utilised; and should continue with main section to include data, observations, views, com-ments and discussions (pros and cons) and should end with a final section to include importantresults and, conclusion.

5. Acknowledgements (if necessary)

6. List of references.

7. Title and abstract in English (as in Turkish Abstract)

8. Title and abstract in Russian (as in Turkish Abstract)

Page 121: Bilig_15.sayi

TITLE

Should state the subject clearly.Should not exceed 12 words and should be capitalised inbold.

ABSTRACT

Should not exceed 250 words.It should be written in a clear, concise and complete way to re-flect the purpose and conclusion of the study so that it could be re-published separately from oth-er parts of the article. The summary with its title should be writen in italics. Within abstract noreferences and formulae should be given. At least 3, maximum 8 key words should be given atthe bottom of the abstracts after a double space.

MAIN SECTION

Articles should be written in computer 10 points (Times New Roman or similar other charac-ters with double space on A4 (29.7*21 cms) papers. 3cms margins should be left on both ends ofthe pages. Pages should be numbered. Each article should be composed of at least five thousandsand maximum ten thousands words.

SUB-SECTIONS

In order to provide an orderly transition of information and ideas of the main text and to de-termine a clear structure of the article other sub-titles may be used for different sections and partsof the article.

Main Heading: These can be used for the summary , sections of the main text, acknowl-edgement (if any), references and appendice (if any). THESE HEADINGS SHOULD BE CAPI-TALISED.

Interval Headings : should be in bold; only the first letters of each word should be incapital. At the end of each Interval Heading a new paragraph should be started.

Sub-headings : should be in bold; only the first letter of the first word should be incapital and the writing should continue on the same line after a colon (:).

FIGURES AND TABLES

Figures should be drawn on transparent or white paper in ink so as not to cause problemsin printing or reducing in size. Each figure should be on a separate page and should be numberedwith a caption of the title in Turkish first and English below it.

Tables should also be numbered. It should have the title in Turkish first and English belowit. The titles of the figures and tables should be clear and concise. The first letters of each wordshould be capitalised.When necessary footnotes and acronyms should be below the captions.

PICTURES

Should be on highly contrasted photo papers.Rules for figures and tables are applied for pic-tures as well. In special cases colored-pictures may be printed.

Page 122: Bilig_15.sayi

The number of pages for figures, tables and pictures should not exceed ten pages. Authorshaving the necessary technical facilities may themselves insert the related figures, drawings andpictures into the text. Those without any technical facilities will leave the proportional sizes ofempty space for pictures within the text numbering them.

Stating the Source within the Text :

The following examples should be observed when giving the source within the text. Sourceswill not be given as footnotes.

a. Quoting a single or multi-authored source; first the last name of the author is written andthen the date is written in parenthesis as shown in the example.

...................Köksoy (1998)

.................. Some authors (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktafl, 1990)

b. When multi-authored sources are mentioned , the name of first author is written for oth-ers (et.al) is added.

.........................Ipekten,et.al., (1975).

Full reference including all the names should be g›ven in the list of references at the end ofthe article.

c. If an unreachable source is quoted within the text from an available source it should be in-dicated as follows :

........................Köprülü (1911: in Çelik 1998)

d. Personal communications can be indicated by giving the last name(s), the date(s) but fullreferences should be stated at the end of the article.

LIST OF REFERENCES

a. For periodicals :

The name(s) of author(s), date, the title of the article, the name of the periodical in full, vol-ume #,issue# and page numbers should be quoted.

b. For submitted papers at conferences and /or symposiums:

The name(s) of author(s) , the date, the title of the paper(s), the name/title of the confer-ence/symposium, editor(s), publishing company, volume number, place of organization and pagenumber should be indicated.

c. For books

The name(s) of author(s) , the date, the title of the book (first letters capitalised) publishingcompany, , the city where it was published , number of pages should be specified.

Page 123: Bilig_15.sayi

d. For reports, theses and dissertations

The name(s) of author(s) , the date, the title of the theses or report, name of the institution oruniversity, archives number, published or unpublished should be specified.

HOW TO FORWARD THE ARTICLES

The articles duly prepared in accordance with the principles set forth on the foregoing pagesare to be sent in three copies (one original, two copied forms) to BILIG for publication to the ad-dress given below. The last corrected fair copies in diskets and original figures are to reach BILIGwithin not later than one month. Minor editting and re-arrangements may be done by the editor-ial board.

CORRESPONDENCE ADDRESS:

Bilig Dergisi Editörlü¤üAhmet Yesevi ÜniversitesiMütevelli Heyet Baflkanl›¤›

Taflkent Caddesi, 10.sok. No: 30

06430 Bahçelievler, Ankara-Türkiye

Te: (0312) 215 22 06

Fax: (0312) 215 22 09

e-mail : Bilig @ yesevi.edu.tr

http : // www.yesevi.edu.tr/bilig

Page 124: Bilig_15.sayi

B ‹ L ‹ G / YAYIN ‹LKELER‹

Bilig bahar, yaz,sonbahar, k›fl olmak üzere y›lda dört say› yay›mlan›r. Her y›l›n sonun-da derginin y›ll›k dizini ç›kar›l›r; Yay›n Kurulu taraf›ndan belirlenecek kütüphanelere,uluslararas› endeks kurumlar›na ve abonelere -yay›mland›¤› tarihten itibaren bir ay içe-risinde- gönderilir.

AMAÇ

Bilig’in yay›m amac›;

• Türk dünyas›n›n kültür zenginliklerini, tarihî ve güncel gerçeklerini bilimsel ölçüler içe-risinde ortaya koymak;

• Türk dünyas›na ilgi duyan, bu konuda fikir üreten uzman ve bilim adamlar›na ulafl-mak;

• Türk dünyas› ile ilgili olarak, uluslararas› düzeyde yap›lan bilimsel çal›flmalar› izlemek,bunlar› ilgili bilim adamlar›na, uzmanlara ve ilgili kamuoyuna duyurmak;

t›r.

KONU

Bilig, Türk dünyas›n›n sosyal bilimler dergisidir. Bilig’de yay›mlanacak yaz›lar sosyal bi-limler alan› ile ilgili konular baflta olmak üzere, Türk dünyas›n›n tarihî ve güncel prob-lemlerini ortaya koyan, bu problemlere çözüm önerileri içeren yaz›lar olmal›d›r.

MUHTEVA

Bilig’e gönderilecek yaz›larda;

• Alan›nda bir bofllu¤u dolduracak; araflt›rmaya dayal› özgün makale,

• Daha önce yaz›lm›fl yaz› ve çal›flmalar› zengin bir kaynakçaya dayanarak de¤erlendiren,elefltiren ve bu konuda yeni ve dikkate de¤er görüfller ortaya koyan araflt›rma ve incele-me yaz›s›,

• Türk Dünyas› ile ilgili konularda eser ve çal›flmalar›yla tan›nm›fl kifli ve gruplara anlafl-mal› olarak yapt›r›lacak araflt›rma,

• Türk Dünyas› ile ilgili eser, yaz›, flahsiyet ve yeni faaliyetleri tan›tan, duyuran, haber ve-ren k›sa yaz›lar,

olma özelli¤i aran›r.

Araflt›rma ve inceleme yaz›lar›n›n Bilig’de yay›mlanabilmesi için daha önce bir baflka ya-y›n organ›nda yay›mlanmam›fl veya yay›mlanmak üzere kabul edilmemifl olmas› gerekir.Daha önce bir bilimsel kongrede sunulmufl tebli¤ler, bu durumu belirtmek flart›yla yay›makabul edilebilir.

Page 125: Bilig_15.sayi

YAZILARIN DE⁄ERLEND‹R‹LMES‹

Bilig’de yay›mlanmak üzere gönderilen yaz›lar önce amaç, konu, muhteva, sunufl tarz› veyaz›m kurallar›na uygunluk yönlerinden Yay›n Kurulu’nca incelenir. Bu yönleriyle uygunbulunanlar, bilimsel bak›mdan de¤erlendirilmek üzere, alan›nda eser ve çal›flmalar›ylatan›nm›fl iki hakeme gönderilir. Hakem raporlar› gizlidir ve 5 y›l süreyle saklan›r. Hakemraporlar›ndan biri olumlu, di¤eri olumsuz oldu¤u takdirde, yaz› üçüncü bir hakeme gön-derilebilir.

Yazarlar, hakem ve Yay›n Kurulu’nun elefltiri, öneri ve düzeltmelerini dikkate almak zo-rundad›rlar. Kat›lmad›klar› hususlar oldu¤unda bunlar› ayr› bir sayfada, gerekçeleri ilebirlikte aç›klama hakk›na da sahiptirler. Yay›ma kabul edilmeyen yaz›lar›n yaln›zca birin-ci nüshalar› istek halinde yazarlar›na iade edilir.

Bilig’de yay›mlanmas› kabul edilen yaz›lar›n te’lif hakk› Ahmet Yesevi ÜniversitesineYard›m Vakf›’na devredilmifl say›l›r.

Yay›mlanan yaz›lardaki görüfllerin sorumlulu¤u yazarlar›na aittir. Yaz› ve foto¤raflar,kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir.

Yay›mlanmas› kararlaflt›r›lan yaz›lar›n yazarlar›na ve hakemlerine, te’lif ve inceleme üc-reti, yay›m tarihinden itibaren 1 ay içerisinde ödenir. Ücret miktar› Yay›n Kurulu’nunönerisi üzerine Yönetim Kurulu’nca belirlenir.

YAZIM D‹L‹

Bilig’in yaz›m dili Türkiye Türkçesi’dir. Ancak her say›da derginin üçte bir oran›n› geç-meyecek flekilde ‹ngilizce yaz›lara da yer verilebilir. Türkiye Türkçesi d›fl›ndaki Türk leh-çelerinde haz›rlanm›fl yaz›lar, gerekti¤i takdirde Yay›n Kurulu’nun karar› ile TürkiyeTürkçesi’ne aktar›ld›ktan sonra de¤erlendirilir.

Yay›mlanacak yaz›lar›n Türkçe özetlerinin yan›s›ra ‹ngilizce ve Rusça özetleri de verilir.

YAZIM KURALLARI

Makalenin Yap›s›

Makalenin genel olarak afla¤›da belirtilen düzene göre sunulmas›na özen gösterilmelidir:

1) Bafll›k

2) Yazar ad(lar)› ve adres(ler)i(Hepsi Lâtin/Türk harfleriyle olmak üzere yazar adlar›, soyad› büyük harflerle olmak

üzere koyu karakterde, adresler normal italik karakterde)

3) Özet (anahtar kelimeler eklenerek)

4) Makale, çal›flman›n amaç, kapsam, çal›flma yöntemlerini belirten bir girifl bölümüylebafllamal›; veriler, gözlemler, görüfller, yorumlar, tart›flmalar.. gibi ara ve alt bölümlerledevam etmeli; ve nihayet tart›flma ve sonuçlar (veya sonuçlar ve tart›flmalar) bölümüyleson bulmal›d›r.

Page 126: Bilig_15.sayi

5) Katk› belirtme (gerekiyor ise)

6) Kaynaklar Dizini

7) ‹ngilizce bafll›k ve ‹ngilizce Özet (Türkçe özette oldu¤u gibi)

8) Rusça bafll›k ve Rusça Özet (Türkçe özette oldu¤u gibi)

Bafll›k

Konuyu en iyi flekilde belirtmeli, 12 kelimeyi geçmemeli, tamam› büyük harflerle ve boldolarak yaz›lmal›d›r.

Özet

250 kelimeyi geçmeyecek flekilde ve yay›n›n di¤er bölümlerinden ayr› olarak yay›mlana-bilecek düzeyde yaz›lm›fl, yaz›n›n tümünü en k›sa, öz biçimde (özellikle çal›flman›n ama-c›n› ve sonucunu) yans›tacak nitelikte olmal›d›r. Özetin bafll›¤› ve metin k›sm› italik ka-rakterle yaz›lmal›d›r. Özet içinde, yararlan›lan kaynaklara, flekil, çizelge ve eflitlik numa-ralar›na de¤inilmemelidir. Özetin alt›nda bir sat›r boflluk b›rak›larak en az 3, en çok 8anahtar kelime verilmelidir.

Ana Metin

Makale, A4 boyutunda (29.7x21 cm.) k⤛tlar›n üzerine bilgisayarda 1,5 sat›r aral›kla ve10 punto (T›mes New Roman veya benzer bir yaz› karakteri ile) yaz›lmal›d›r. Sayfa kenar-lar›nda 3’er cm. boflluk b›rak›lmal› ve sayfalar numaraland›r›lmal›d›r. Yaz›lar en az befl-bin, en çok onbin civar›nda kelimeden oluflmal›d›r.

Bölüm Bafll›klar›

Makalenin yap›s›n› belirlemek ve ana metinde düzenli bir bilgi aktar›m› sa¤lamak üze-re yaz›da ana, ara ve alt bafll›klar kullan›labilir. Bafll›klara numara veya harf veril-memelidir.

Ana Bafll›klar: Bunlar, s›ra ile özet, ana metnin bölümleri, teflekkür (varsa), kaynakça,ekler (varsa)’den oluflmaktad›r. ANA BAfiLIKLAR BÜYÜK HARFLERLE YAZILMALIDIR.

Ara Bafll›klar: Tamam› koyu olarak yaz›lacak; ancak, her kelimenin ilk harfi büyük ola-cak, bafll›k sonunda sat›rbafl› yap›lacakt›r.

Alt Bafll›klar: Tamam› koyu olarak yaz›lacak; ancak, ilk kelimenin birinci harfi büyükolacak, bafll›k sonuna iki nokta (üst üste) konularak yaz›ya ayn› sat›rdan devam edile-cektir.

fiekiller ve çizelgeler

fiekiller, küçültmede ve bas›mda sorun yaratmamak için siyah mürekkep ile, düzgün veyeterli çizgi kal›nl›¤›nda ayd›nger veya beyaz ka¤›da çizilmelidir. Her flekil ayr› bir sayfa-da olmal›d›r. fiekiller 1 (bir)’den bafllayarak ayr›ca numaraland›r›lmal› ve her fleklin alt›-na bafll›¤›yla birlikte önce Türkçe, sonra ‹ngilizce olarak yaz›lmal›d›r.

Page 127: Bilig_15.sayi

Çizelgeler de flekiller gibi, 1 (bir)’den bafllayarak ayr›ca numaraland›r›lmal› ve her çizel-genin üstüne bafll›¤›yla birlikte önce Türkçe, sonra ‹ngilizce olarak yaz›lmal›d›r. fiekil veçizelgelerin bafll›klar›, k›sa ve öz olarak seçilmeli ve her kelimenin ilk harfi büyük, di¤er-leri küçük harflerle yaz›lmal›d›r. Gerekli durumlarda aç›klay›c› dipnotlara veya k›saltma-lara flekil ve çizelgelerin hemen alt›nda yer verilmelidir.

Resimler

Parlak, sert (yüksek kontrastl›) foto¤raf k⤛d›na bas›lmal›d›r. Ayr›ca flekiller için verilenkurallara uyulmal›d›r. Özel koflullarda renkli resim bask›s› yap›labilecektir.

fiekil, çizelge ve resimler toplam 10 sayfay› aflmamal›d›r. Teknik imkâna sahip yazarlar,flekil, çizelge ve resimleri aynen bas›labilecek nitelikte olmak flart› ile metin içindeki yer-lerine yerlefltirebilirler. Bu imkâna sahip olmayanlar, bunlar için metin içinde ayn› boyut-ta boflluk b›rakarak içine flekil, çizelge veya resim numalar›n› yazarlar.

Metin ‹çinde Kaynak Verme

Metin içinde kaynak vermede afla¤›daki örneklere uyulmal›, kesinlikle dipnot fleklindekaynak gösterilmemelidir:

a) Metin içinde tek yazarl› kaynaklara de¤inme yap›l›rken, afla¤›daki örneklerde oldu¤ugibi, önce araflt›r›c›n›n soyad›, sonra parantez içinde yay›m tarihi verilir.

... Köksoy (1998)

... Baz› araflt›rmac›lar (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktafl, 1990)

b) Çok yazarl› yay›nlara metin içinde de¤inilirken, afla¤›daki gibi ilk yazar ad› belirtilme-li, di¤erleri için vd. harfleri kullan›lmal›d›r. Ancak kaynaklar dizini’nde bütün yazarlar›nisimleri yer almal›d›r.

... ‹pekten vd. (1975)

c) Ulafl›lamayan bir yay›na metin içinde de¤inme yap›l›rken bu kaynakla birlikte al›nt›n›nyap›ld›¤› kaynak da afla¤›daki gibi belirtilmelidir.

...Köprülü (1911; Çelik, 1998’den)

d) Kiflisel görüflmelere metin içinde -soyad› ve tarih belirtilerek- de¤inilmeli, ayr›ca kay-naklar dizini’nde de belirtilmelidir.

Kaynaklar Dizini

a) Süreli yay›nlar için:

Yazar ad(lar)›, tarih, makalenin bafll›¤›, süreli yay›n›n ad› (k›salt›lmam›fl), cilt no (say› no),sayfa no.

b) Bildiriler için:

Page 128: Bilig_15.sayi

Yazar ad(lar)›, tarih, bildirinin bafll›¤›, sempozyumun veya kongrenin ad›, editör(ler), ba-s›mevi, cilt no, düzenlendi¤i yerin ad›, sayfa no.

c) Kitaplar için:

Yazar ad(lar)›, tarih, kitab›n ad› (ilk harfleri büyük), yay›nevi, bas›ld›¤› flehrin ad›, sayfasay›s›.

d) Raporlar ve tezler için;

Yazar ad(lar)›, tarih, raporun veya tezin bafll›¤›, kurulufl veya üniversitenin ad›, arfliv no(varsa), sayfa say›s›, yay›mlan›p-yay›mlanmad›¤›.

YAZILARIN GÖNDER‹LMES‹

Bilig’de yay›mlanmak üzere -yukar›da belirtilen ilkelere uygun olarak- haz›rlanm›fl yaz›-lar, biri orijinal, di¤er ikisi fotokopi olmak üzere afla¤›daki adrese gönderilir. Yay›ma ka-bul edilen yaz›lar›n son düzeltmeleri yap›lm›fl bilgisayar disketleri ile flekillerin orijinalle-ri en geç bir ay içinde yukar›da belirtilen adrese ulaflt›r›l›r. Yay›n Kurulu’nca, esasa yö-nelik olmayan küçük düzeltmeler yap›labilir.

YAZIfiMA ADRES‹

Bilig Dergisi Editörlü¤üAhmet Yesevi ÜniversitesiMütevelli Heyet Baflkanl›¤›

Taflkent Cad. 10. Sok. No: 3006430 Bahçelievler/ANKARA

Tel: (0312) 215 22 06Fax: (0312) 215 22 09

e-mail: bilig @ yesevi. edu. trhttp: // www.yesevi.edu.tr/bilig

Page 129: Bilig_15.sayi

bilig’DEN DUYURU

Türk Dünyasının Sosyal Bilimler Dergisi olan bilig, uluslararası standartlara uygun,hakemli bir dergidir. Bu sayıdan itibaren bilig, hem ABD’deki Cambridge ScientificAbstracts’ın Sociological Abstracts Managing Editörlüğü tarafından hem de İngilte-re’deki London School of Economics’in International Bibliografy of Social Sciences(IBSS) tarafından düzenli olarak taranmaktadır. Böylece bilig, tam anlamıyla uluslara-rası bir bilim dergisi hüviyetine kavuşmuştur.

Yılda 4 defa (kış, ilkbahar, yaz, sonbahar) yayımlanan ve 2000 adet basılan her sayı-nın yurt içi ve yurt dışındaki okurlarımıza ulaştırılması, hem zaman almakta hem de bü-yük bir masrafa yol açmaktadır. Bu sayıdan itibaren bilig’i, bilişim teknolojisinden ya-rarlanarak, basılı bir yayın olmanın yanında bir elektronik dergi olarak da sunuyoruz.

Amacımız Türk Dünyasına hizmet olduğu için elektronik bilig aboneliği ücretsiz ola-rak gerçekleştirilecektir. Ancak bilig’i daha güzele, en güzele eriştirebilmek için dergi-miz hakkında abonelerimizin görüş ve önerilerini bir "geri bildirim" (feed back) sistemiile öğrenmek istiyoruz. Bu nedenle ücretsiz bilig abonesi olan okuyucularımızdan, bi-lig’in yeni bir sayısı ellerine geçtiğinde, bir önceki sayı hakkındaki görüşlerini:http://www.yesevi.edu.tr/bilig adresimizdeki BİLİG MAKALELERİNİ DEĞERLEN-DİRME FORMU’nu doldurarak online veya faksla bildirmelerini rica ediyoruz. Formlar-daki bilgiler istatistiksel olarak değerlendirilecek, gönderenlerin isimleri gizli tutulacak,tek tek açıklama yapılmayacaktır.

Dergi ile ilgili daha fazla bilgi için web adresimizi ziyaret edebilir veya uyarı ve öne-riler için [email protected] adresine elektronik olarak mesaj iletebilirsiniz.

İlginize şimdiden teşekkür ederiz.

Adres:bilig EditörlüğüTaşkent Caddesi,10.Sokak No.3006490 Bahçelievler/ANKARATÜRKİYETel:+90312 215 22 06Fax:+90312 215 22 09

Page 130: Bilig_15.sayi

B‹L‹G MAKALELER‹N‹ DE⁄ERLEND‹RME FORMU

De¤erlendirme Say›Bilig 14-Yaz 2000

Sizce bu makale, dayandığı materyal

yönünden, alanında bir boşluk doldu-

racak yeni gözlem ve verilere dayalı,

özgün bir bilimsel çalışmanın ürünü

müdür?

Evet

Hayır

Bilemiyorum

Evet

Hayır

Bilemiyorum

Evet

Hayır

Bilemiyorum

SAF D

K

J

K

J

K

J

K

J

K

J

K

J

K

J

K

J

K

SDF

SFD

Sizce bu makale, daha önce yazılmış

yazı ve çalışmaları değerlendiren,

eleştiren ve konu hakkında yeni ve

dikkate değer görüşler ortaya koyan

bir inceleme yazısı mıdır?

Bu makaleye benzer makalelerin

Bilig’de yayımlanmasını istiyor veya

Türk Dünyası için yararlı buluyor

musunuz?

Bu sayıdaki makaleliri, sizce endeğerli olanına 10 puan, en azdeğerdekine 1 puan vererek, değer-lendirir misiniz?

Eklemek istediğiniz başka görüş,

öneri ve eleştirileriniz varsa lütfen

yazınız.

İçindekilere Göre Makale Sıra No:

1

2 3 4 5 6 7 8 9

B‹L‹G ABONE B‹LG‹ FORMU

ADI

SOYADI

MESLE⁄‹

E⁄‹T‹M DURUMU

ADRES

fiEH‹R

ÜLKE

TELEFON

FAX

E-MAIL

Page 131: Bilig_15.sayi

bilig

2000 YAZAR ADI D‹Z‹N‹KIfi- ‹LKBAHAR-YAZ-GÜZ

(SAYILAR : 12-13-14-15)

bilig

2000 INDEX OF AUTHORSWINTER-SPRING-SUMMER-AUTUMN

( VOLUMES : 12-13-14-15)

AMANGUL‹YEVA, Gözel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Bahar, S. 13 ; s. 79-92Mahtumkulu’nun Manevi Üstadlarından Birisi: Yesevi Dervişi Hakim AtaOne of Mahtumkulu’s Spiritual Teachers: Yesevi Dervish Hakim Ata . . . . . . . . . ./ Spring, Vol. 13; pp. 79-92

ATEfi, fieref . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, S. 13 ; s. 117-132Bir Siyasal İletişim Tarzı Olan Propagandanın Tanınması vePropaganda Metinlerinin ÇözümlenmesiRecognition of Propaganda as a Tool of Political Communication andthe Analysis of Propaganda Texts . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Spring, Vol. 13; pp. 117-132 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15; s. 33-50

Politik İletişimde Stratejiler, Semboller ve İmajlar Strategies, Symbols and Images in Political Communication . . . . . . . . . . . . . . . . ./Autumn, Vol. 15, pp. 33-50

AT‹K, Kayhan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S. 14 ; s. 31-54XVII. Yüzyıl Osmanlı Aydınlarına Göre İlmiyye Teşkilatı’ndakiÇözülmeye İlişkin Tespit ve TekliflerFindings and Proposals on the Corruption of the Ottoman İlmiyye Teşkilatı(Learned Hierarchy) by the XVIIth Century Ulema . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Summer,Vol. 14; pp. 31-54

BAL, ‹dris . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S. 14 ; s. 1-15Uluslararası Politikada Türk Modelinin Yükselişi ve DüşüşüRise and Fall of Turkish Model in International Politics . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Summer, Vol. 14, pp. 1-15

BALCI, Mustafa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ K›fl, S. 12 ; s. 71-77Açmak ve Açılmak ÜzerineOn “Açmak ve Açılmak” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Winter, Vol. 12; pp. 71-77

B‹LKAN, Ali Fuat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15; s. 111-118Ubeydullah Han’ın Hikmetleri The Philosophical Poems (Hikmet) of Ubeydullah Khan . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Autumn, Vol.15; pp. 111-118

BÖRKLÜ, Meflkure Y›lmaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15 ; s. 15-31Lozan Sonrası Irak Türklerinin Durumu ve Genel Problemleri, The Situation of Iraq Turks and Their General Problems Afterthe Treaty of Lausanne . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Autumn, Vol. 15, pp. 15-31

ÇELT‹K, Halil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S. 14 ; s. 99-109Rumeli Şairlerinde Yöresel KültürRegional Culture in Rumelian Poets . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Summer, Vol. 14; pp. 99-109

ÇET‹N, Halil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Güz, S. 15 ; s. 1-141863-1873 Döneminde Orta Asya’da Rus İngiliz RekabetiThe Russo-British Rivalry in Central Asia During the Period of 1863-1873 . . . . ../ Autumn, Vol. 15; pp. 1-14

Page 132: Bilig_15.sayi

DURDIYEVA, Amangül . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ K›fl, S. 12 ; s. 45-62Arzu ile Kamber Destanının Varyantları Üzerine Bir İncelemeA Survey on Variants of “Arzu and Kamber” Epic . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Winter, Vol. 12; pp. 45-62

EKER, Gülin Ö¤üt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./K›fl, S. 12 ; s. 17-27Karakeçili Aşiretinde Eski Türk İnançlarının İzleri The Evidences of Ancient Turkish Beliefs in Karakeçili Tribe . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Winter, Vol. 12; p. 17-27

ERDEM, Melek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Yaz, S. 14 ; s. 55-73Türkmen Türkçesi Ağızlarında Olumlu Şimdiki Zaman KullanımıUse of Affirmative Present Tense in the Dialects of Turkmen Turkish . . . . . . . . ./ Summer Vol. 14; pp. 55-73

EYDURAN, Aysun . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./K›fl, S. 12 ; s. 29-44Biyografi Kaynaklarında Şehir, Kültür İlişkisi veBunun Kınalızade Hasan Çelebi Tezkiresinde GörünüşüThe Relationship Between The City and Culture in Biographical References andits Reflection on The Tezkireh of Kinalizadeh Hasan Chelebi . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Winter, Vol. 12; pp. 29-44

GÜNDÜZ, fiinasi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./K›fl, S. 12 ; s. 1-15Kadim Ortadoğu’dan Orta Asya’ya NevruzNawruz from the Ancient Middle East to Central Asia . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Winter, Vol. 12; pp. 1-15

HORATA, Osman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15; s. 91-109Cem Şairleri: Bir Kaderin Anatomisi The Cem Poets: Anatomy of a Shared Fate . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Autumn, Vol.15; pp. 91-109

‹SEN, Mustafa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, S.13 ; s. 1-8Klasik Şiirin Merkezi Olarak İstanbul İstanbul, Center of Classical Poetry . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Spring, Vol. 13; pp. 1-8 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15; s. 81-90

Kırım Hanedanının ŞairliğiPoetry of Crimean Dynasty . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . /Autumn, Vol.15; pp. 81-90

KARA‹SMA‹LO⁄LU, Adnan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, S. 13 ; s. 67-78İslam Öncesinden Osmanlıya Doğu ŞiiriThe Eastern Poetry from the Pre-Islamic Period up to the Ottomans . . . . . . . . . . . . /Spring, Vol.13; pp.67-78

KARTAL, Ahmet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, s. 13 ; s. 21-65Ali Şir Nevai’nin Mecalisu’n-Nefais İsimli Tezkiresi veXVI. Asırda Yapılan Farsça İki TercümesiAli Shir Nava’i’s Majalis-Un-Nafa’is Tadhkira andits Two Persian Translations Made in the 16th Century . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Spring, Vol. 13; pp. 21-65

MAC‹T, Muhsin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, S. 13 ; s. 9-19Cihanşah ve Türkçe ŞiirleriCihanşah and His Turkish Poems . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Spring, Vol. 13; pp. 9-19

MAVRULOV, Abdulhalil / M‹RZAYEVA, Müheyya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Güz, S.15; s. 51-58Özbek Milli Musiki Kültürünün Gelişmesi (1920-1930 Yılları Arası) The Development of National Uzbek Music in Years 1920-1930 . . . . . . . . . . . . . ./Autumn, Vol. 15, pp. 51-58

MERMER, Ahmet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S.14 ; s. 87-97Divan Şiirinde Tuğra Tavsifleri, , Descriptions of Royal Stamps in Classical Ottoman Poetry . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Summer, Vol. 14; pp. 87-97

ÖKMEN, Mustafa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S. 14 ; s. 17-29Çevre Sorunlarının Sistemler-üstü Niteliği ve Orta AsyaThe Supra-System Feature of Environmental Problems and Central Asia . . . . . ./ Summer,Vol.14; pp. 17-29

Page 133: Bilig_15.sayi

PEKACAR, Çetin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Yaz, S. 14 ; s. 75-85Pamir Kırgız Türkleri Ağzında Aslî Uzun ÜnlülerPrimary Long Vowels in the Pamir Dialect of Kyrgyz Turkish . . . . . . . . . . . . . . ./Summer, Vol. 14; pp. 75-85

SOYEGOV, Muratgeldi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Bahar, S. 13 ; s. 93-116Sovyetler Devrinde Mazlum Bir Türkmen Aydını Abdulhakim Kulmuhammetov The Opressed Turkmen Intellectual in the Soviet Period:Abdulhakim Kulmuhammetov . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Spring, Vol. 13; pp. 93-116

SULTANZADE, Vugar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ K›fl, S. 12 ; s. 63-70İki Kip Türü ve Onların Azerbaycan Türkçesi’nde İfade UsulleriTwo Types of Modality and Their Expression in Azerbaijani . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Winter, Vol. 12; pp. 63-70

U⁄URLU, Mustafa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Güz, S.15; s. 59-80Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Meseleleri ve Abayyolu RomanıTranslation Problems Between the Turkic Languages and the Novel “Abay Joli” /Autumn, Vol. 15, pp. 59-80

Page 134: Bilig_15.sayi

bilig

2000 MAKALE ADI D‹Z‹N‹KIfi- ‹LKBAHAR-YAZ-GÜZ

(SAYILAR : 12-13-14-15)

bilig

2000 INDEX OF ARTICLESWINTER-SPRING-SUMMER-AUTUMN

( VOLUMES : 12-13-14-15)

Açmak ve Aç›lmak Üzerine.—. K›fl, S. 12 ; s. 71-77 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Mustafa BALCIOn “Açmak ve Açılmak”.—. Winter, Vol. 12; pp. 71-77 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Mustafa BALCI

Ali fiir Nevai’nin Mecalisu’n-Nefais ‹simli Tezkiresi veXVI. As›rda Yap›lan Farsça ‹ki Tercümesi.—.Bahar, S. 13 ; s. 21-65 . . . . . . . . . . . . ./ Ahmet KARTALAli Shir Nava’i’s Majalis-Un-Nafa’is Tadhkira andits Two Persian Translations Made in the 16th Century.—. Spring, Vol. 13; pp. 21 -65 . . . ./ Ahmet KARTAL

Arzu ile Kamber Destan›n›n Varyantlar› Üzerine Bir ‹nceleme.—.K›fl, S. 12 ; s. 45-62 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Amangül DURDIYEVAA Survey on Variants of “Arzu and Kamber” Epic.—.Winter, Vol. 12; pp. 45-62 . . ./ Amangül DURDIYEVA

Bir Siyasal ‹letiflim Tarz› Olan Propagandan›n Tan›nmas› vePropaganda Metinlerinin Çözümlenmesi.—.Bahar, S. 13 ; s. 117-132 . . . . . . . . . . . . . . . . . ./fieref ATEfiRecognition of Propaganda as a Tool of Political Communication andthe Analysis of Propaganda Texts.—. Spring, Vol. 13; pp. 117-132 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ../Şeref ATEŞ

Biyografi Kaynaklar›nda fiehir, Kültür ‹liflkisi veBunun K›nal›zade Hasan Çelebi Tezkiresinde Görünüflü.—.K›fl, S. 12 ; s. 29-44 . . . .Aysun EYDURANThe Relationship Between The City and Culture in Biographical References andits Reflection on The Tezkireh of Kinalizadeh Hasan Chelebi.—./ Winter, Vol. 12; pp. 29-44 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Aysun EYDURAN

Cem fiairleri: Bir Kaderin Anatomisi.—.Güz, S.15; s. 91-109 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Osman HORATA The Cem Poets: Anatomy of a Shared Fate.—.Autumn, Vol.15; pp. 91-109 . . . . . . . . . . . . . ./Osman HORATA

Cihanflah ve Türkçe fiiirleri.—. Bahar, S. 13 ; s. 9-19 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Muhsin MAC‹TCihanşah and His Turkish Poems.—.Spring, Vol. 13; pp. 9-19 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Muhsin MACİT

Çevre Sorunlar›n›n Sistemler-üstü Niteli¤i ve Orta Asya.—.Yaz, S. 14 ; s. 17-29 . . . . . . ./ Mustafa ÖKMENThe Supra-System Feature of Environmental Problems andCentral Asia.—. Summer,Vol.14; pp. 17-29 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Mustafa ÖKMEN

Divan fiiirinde Tu¤ra Tavsifleri.—.Yaz, S.14 ; s. 87-97 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Ahmet MERMERDescriptions of Royal Stamps in Classical Ottoman Poetry.—.Summer, Vol. 14; pp. 87-97 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Ahmet MERMER

1863-1873 Döneminde Orta Asya’da Rus ‹ngiliz Rekabeti.—.Güz, S. 15 ; s. 1-14 . . . . . . . . . . ./Halil ÇET‹NThe Russo-British Rivalry in Central Asia During the Period of 1863-1873.—. Autumn, Vol. 15; pp. 1-14 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Halil ÇETİN

Page 135: Bilig_15.sayi

‹ki Kip Türü ve Onlar›n Azerbaycan Türkçesi’nde ‹fade Usulleri.—.K›fl, S. 12 ; s. 63-70 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Vugar SULTANZADETwo Types of Modality and Their Expression in Azerbaijani.—.Winter, Vol. 12; pp. 63-70 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Vugar SULTANZADE

‹slam Öncesinden Osmanl›ya Do¤u fiiiri.—.Bahar, S. 13 ; s. 67-78 . . . . . . . . ./Adnan KARA‹SMA‹LO⁄LUThe Eastern Poetry from the Pre-Islamic Period up to the Ottomans.—.Spring, Vol.13; pp.67-78 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Adnan KARAİSMAİLOĞLU

Kadim Ortado¤u’dan Orta Asya’ya Nevruz.—.K›fl, S. 12 ; s. 1-15 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ fiinasi GÜNDÜZNawruz from the Ancient Middle East to Central Asia.—.Winter, Vol.12; pp.1-15 . . . . . . . ./Şinasi GÜNDÜZ

Karakeçili Afliretinde Eski Türk ‹nançlar›n›n ‹zleri.—.K›fl, S. 12 ; s. 17-27 . . . . . . . . . . . . . Gülin Öğüt EKERThe Evidences of Ancient Turkish Beliefs in Karakeçili Tribe.—.Winter, Vol. 12; p. 17-27 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Gülin Öğüt EKER

K›r›m Hanedan›n›n fiairli¤i.—. Güz, S.15; s. 81-90 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Mustafa ‹SENPoetry of Crimean Dynasty.—.Autumn, Vol.15; pp. 81-90 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Mustafa İSEN

Klasik fiiirin Merkezi Olarak ‹stanbul.—.Bahar, S.13 ; s. 1-8 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Mustafa ‹SENİstanbul, Center of Classical Poetry.—.Spring, Vol. 13; pp. 1-8 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Mustafa İSEN

Lozan Sonras› Irak Türklerinin Durumu ve Genel Problemleri.—.Güz, S.15 ; s. 15-31 . . ./Meflkure Y›lmazBÖRKLÜThe Situation of Iraq Turks and Their General Problems After the Treaty of Lausanne.—. Autumn, Vol. 15, pp. 15-31 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Meşkure Yılmaz BÖRKLÜ

Mahtumkulu’nun Manevi Üstadlar›ndan Birisi:Yesevi Dervifli Hakim Ata.—.Bahar, S. 13; s. 79-92 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Gözel AMANGUL‹YEVAOne of Mahtumkulu’s Spiritual Teachers:Yesevi Dervish Hakim Ata.—.Spring, Vol. 13; pp. 79-92 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Gözel AMANGULİYEVA

Özbek Milli Musiki Kültürünün Geliflmesi(1920-1930 Y›llar› Aras›).—.Güz, S.15; s. 51-58 . . .Abdulhalil MAVRULOV/ Müheyya M‹RZAYEVAThe Development of National Uzbek Music in Years 1920-1930.—.Autumn, Vol. 15, pp. 51-58 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Abdulhalil MAVRULOV/ Müheyya MİRZAYEVA

Pamir K›rg›z Türkleri A¤z›nda Aslî Uzun Ünlüler.—.Yaz, S. 14 ; s. 75-85 . . . . . . . . . . . . ./Çetin PEKACARPrimary Long Vowels in the Pamir Dialect of Kyrgyz Turkish.—.Summer, Vol. 14; pp. 75-85 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Çetin PEKACAR

Politik ‹letiflimde Stratejiler, Semboller ve ‹majlar.—.Güz, S.15; s. 33-50 . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./fieref ATEfi Strategies, Symbols and Images in Political Communication.—.Autumn, Vol. 15, pp. 33-50 . . . ./Şeref ATEŞ

Rumeli fiairlerinde Yöresel Kültür.—.Yaz, S. 14 ; s. 99-109 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Halil ÇELT‹KRegional Culture in Rumelian Poets.—.Summer, Vol. 14; pp. 99-109 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Halil ÇELTİK

Sovyetler Devrinde Mazlum Bir Türkmen Ayd›n› Abdulhakim Kulmuhammetov.—. Bahar, S. 13 ; s. 93-116 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Muratgeldi SOYEGOVThe Opressed Turkmen Intellectual in the Soviet Period:Abdulhakim Kulmuhammetov.—. Spring, Vol. 13; pp. 93-116 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Muratgeldi SOYEGOV

Türk Lehçeleri Aras›nda Aktarma Meseleleri ve Abayyolu Roman›.—.Güz, S.15; s. 59-80 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Mustafa U⁄URLUTranslation Problems Between the Turkic Languages and the Novel “Abay Joli”.—.Autumn, Vol. 15, pp. 59-80 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Mustafa UĞURLU

Page 136: Bilig_15.sayi

Türkmen Türkçesi A¤›zlar›nda Olumlu fiimdiki Zaman Kullan›m›.—.Yaz, S. 14 ; s. 55-73 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./ Melek ERDEMUse of Affirmative Present Tense in the Dialects of Turkmen Turkish Summer.—.Vol. 14; pp. 55-73 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Melek ERDEM

Ubeydullah Han’›n Hikmetleri.—.Güz, S.15; s. 111-118 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Ali Fuat B‹LKANThe Philosophical Poems (Hikmet) of Ubeydullah Khan.—.Autumn, Vol.15; pp. 111-118 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Ali Fuat BİLKAN

Uluslararas› Politikada Türk Modelinin Yükselifli ve Düflüflü.—.Yaz, S. 14 ; s. 1-15 . . . . . . . . . . ./ ‹dris BALRise and Fall of Turkish Model in International Politics.—.Summer, Vol. 14, pp. 1-15 . . . . . . . . ./ İdris BAL

XVII. Yüzy›l Osmanl› Ayd›nlar›na Göre‹lmiyye Teflkilat›’ndaki Çözülmeye ‹liflkin Tespit ve Teklifler.—.Yaz, S. 14; s. 31-54 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ./Kayhan AT‹KFindings and Proposals on the Corruption of the Ottoman İlmiyye Teşkilatı(Learned Hierarchy) by the XVIIth Century Ulema.—.Summer,Vol. 14; pp. 31-54 . . . . . . . . . . ./Kayhan ATİK