Upload
engindevrim
View
307
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
1/96
Aydökümü
1
Gönüllü çalışanlarımız
Bilim ve Gelecek dergisinin bürosunda çalışanların sayısı bir elin
parmaklarını geçmez. Gerek yazı işlerini gerekse idari, mali ve teknik
işleri bu birkaç kişi üstlenir. Fedakârca çalışırlar, ama tabii ki koca
dergiyi birkaç kişi çıkarmıyor. Dergimizin esas sırrı, çevresinde halka
halka yer alan çok sayıda gönüllü çalışanının bulunmasıdır.
Örneğin ülkemizin çok değerli aydınları ve bilim insanları, Bilim ve
Gelecek’e sadece makale yollamazlar, sadece danışmanlık yapmazlar, aynı
zamanda derginin editörleriymiş gibi bizim veya kendilerinin önerdikleri
geniş dosyalar da hazırlarlar. Hemen aklımıza gelen isimlerden, örneğin
Alâeddin Şenel, Haluk Ertan, Rennan Pekünlü, Afşar ve Ali Timuçin, Ergi
Deniz Özsoy, Hasan Aydın, Haluk Eyidoğan, Yaman Örs vb. yazarlığın
yanı sıra editör gibi de katkı koyarlar. Bu anlamda ülkemizin en gelişmiş
ve en geniş editör kadrosuna sahip dergisiyiz desek yeridir.
Gönüllü çalışanlar arasında diğer bir grup dergimizin çeşitli illerdeki
temsilcileri ve dostlarıdır. Bilim ve Gelecek onlar sayesinde ayakta
kalır. Dergiyi çevrelerine tanıtırlar, abone bulurlar, yazar kadrosunu
genişletirler, satışını kontrol ederler, organizasyonlar düzenlerler ve çeşitli
platformlarda dergiyi temsil ederler. Deyim yerindeyse, Bilim ve Gelecek’in
toplum içindeki gözü, kulağı, eli ve ayaklarıdırlar.
Diğer bir grup gönüllü ise dergimize özellikle yaz aylarında gelip
çalışan genç arkadaşlarımızdır. Genellikle üniversite öğrencisidirler.
Tatillerinde ve ders dışı zamanlarında dergiye yardıma koşarlar. Hem
dergiye değerli katkılar yaparlar, hem de çalışma içinde kendilerini
geliştirirler. Başta yazı işleri olmak üzere her işe koştururlar. Örneğin son
sayılarımızda ürünlerini dergi sayfalarında sık sık okuduğunuz Ali Ağrı,
Güner Or , İrem Afşar , Ezgi Yurdagül, Işıl Kızılırmak, Gökhan Atila,
Irmak Çakmak bu arkadaşlardan bazılarıdır. Yaşları 20-25 arasındadırve Bilim ve Gelecek’in de geleceğidirler. Bu yaz da dergiye büyük katkılar
yaptılar. Artık okulları açılıyor, dolayısıyla katkıları azalacak, ama
biliyoruz devam edecek. Kendilerine teşekkür ediyoruz.
İşte Bilim ve Gelecek böylesine geniş ve kaliteli bir ekiple yayına
hazırlanıyor ve yaşamını devam ettiriyor. Kolektif ve karşılıksız emeğin
gücüne inanan, bizzat kanıtlayan ve hazzını almış bir kadro…
Yeni sezonda daha zengin ve daha kaliteli bir dergi sözünü vererek
yazımızı bitirelim.
Dostlukla kalın…
Bilim ve Gelecek
Bilim ve Gelecek SAYI: 55 / EYLÜL 2008
GENEL YAYIN YÖNETMENİEnder Helvacıoğlu
YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜNalân Mahsereci
İDARİ İŞLERVolkan Tozan
GRAFİK-TASARIMBaha Okar
ADRESSakızağacı Cad. Nane Sok. 15/4 Beyoğlu
TEL: (0212) 244 97 95
www.bilimvegelecek.com.trE-posta: [email protected]
Internet grubumuza üye olmak iç[email protected]
adresine eposta göndermeniz yeterlidir
İZMİR TEMSİLCİSİLevent Gedizlioğlu
Tel: (0232) 463 98 57
SAMSUN TEMSİLCİSİHasan Aydın
Tel: (0505) 310 47 60E-posta: [email protected]
BARTIN TEMSİLCİSİBarbaros Yaman
Tel: (0506) 601 64 50E-posta: [email protected]
BURSA TEMSİLCİSİAyten Zipak ErçelTel: (0537) 793 74 82
E-posta: [email protected]
DENİZLİ TEMSİLCİLERİFahri Doğancı
E-posta: [email protected]üsamettin Bozdağ
Tel: (0258) 263 17 11
İNGİLTERE TEMSİLCİSİKağan Güner
Tel: 44 2077040965E-posta: [email protected]
İTALYA TEMSİLCİSİAslı Kayabal
E-posta: [email protected]
YURTİÇİ ABONE KOŞULLARI1 yıllık: 60 YTL / 6 aylık: 30 YTL(Abonelikle ilgili bilgi almak için,
0212.244 97 95 no’lu telefonu arayınız)
YURTDIŞI ABONE KOŞULLARIAvrupa ve Ortadoğu için 50 Euro
Amerika ve Uzakdoğu için 100 Dolar
7 RENK BASIM YAYIN FİLMCİLİKLTD. ŞTİ. ADINA SAHİBİ ve
SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜVolkan Tozan
BASILDIĞI YEREge Basım Matbaacılık
Esatpaşa Cad. Ziyapaşa Sok. No: 8, ÇamlıcaÜsküdar / İstanbul Tel: (0216) 472 84 01
DAĞITIM ŞİRKETİMerkez DağıtımISSN: 1304-6756
YAYIN TÜRÜ: Yerel - Süreli
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
2/96
2
İçindekiler PARANTEZ / Ender Helvacıoğlu
İslam toplumları neden aydınlanamadı?
Arşimet’in kaldıracı, Curie’nin cevheri… . . . . . . . . 4
KAPAK DOSYASI
Yard. Doç. Dr. Hasan Aydın
İslâm, Rönesans ve Aydınlanma
ilişkisi üzerine eleştirel bir değerlendirme . . . . . . . 6
Prof. Dr. Mehmet Dağ
Sanal ve gerçek üzerine düşünceler
İslam’da bir Kopernik Devrimi yapılabilir mi? . . . . 22
Reşit Aşçıoğlu ile söyleşi
‘Güneş Sisteminin Anayasası’
375 yıl sonra Türkçe’de . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
Ali TimuçinRousseau’nun doğal durum anlayışı
İnsan nasıl bozuldu? Nasıl düzelir? . . . . . . . . . . . . . . . 36
Ahmet Uhri
Ölüm olgusu ve ölü gömmenin
kültür tarihi içindeki yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44
Dr. Fatih Yaşlı
Nihal Atsız ve anti-komünizm:
‘Kinimiz dinimizdir’ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58
Aslı Kayabal
Sivribiberin de akademisi var! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63
Semih Dalgın
Işık kirliliğinin doğal yaşama etkisi . . . . . . . . . . . . . . . 66
Prof. Dr. Altay Gündüz
1930’ların çocuk dergileri,
çizgi romanlar ve güdümleme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72
Ezgi Yurdagül
İlk güzellik yarışması
‘Yedirdiğin şey sadece elma mıydı Havva?’ . . . . . . . . . . 76
BİLİM GÜNDEMİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80
Hidrojen deyip geçme... / Ağaçların boyu ne kadaruzayabilir? / Ay’daki su nereye gitti? / Yıldızlarayelkenliyle yolculuk / Saksağanlar da aynaya bakar /
Yunuslar bildiğini öğretmekten çekinmiyor
YAYIN DÜNYASI / Güner Or . . . . . . . . . . . . . . . 84
Ender Helvacıoğlu
Birgi’den çıktık yola . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
MATEMATİK SOHBETLERİ / Ali Nesin . . . . . . . 88
SATRANÇ / İzlem Gözükeleş . . . . . . . . . . . . . . . . . 90
BRİÇ / Lütfi Erdoğan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 92
FORUM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93
BULMACA / Hikmet Uğurlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96
KAPAK DOSYASI 6
İslam, Rönesans ve Aydınlanma ilişkisi üzerine odaklanan bu makale,üç soruya yanıt arıyor: İlki, İslam Rönesansı deyişini kullanmak neölçüde doğrudur? İkincisi, Batı’da Rönesans’ın doğuşunda İslamdünyasından yapılan çevirilerin işlevi ya da işlevleri nelerdir? Üçüncüsüise, İslam dünyasında Batı’dakine benzer bir bilimsel aydınlanma nedengerçekleşmemiştir?
Yard. Doç. Dr. Hasan Aydın yazdı
İslâm, Rönesans ve Aydınlanmailişkisi üzerine eleştirel birdeğerlendirme
Ortaçağın insanları ve eski ya da yeni Müslüman düşünürler çevremizdekievreni geçici ve sanal bir evren olarak görürler ve bizim bu evrenden gerçekevren olduğunu iddia ettikleri öteki dünyaya işaret eden yalnızca sanılar elde
edebileceğimizi düşünürler. Bugün İslam ilahiyatı alanında yeni bir KopernikDevrimi yapılabilir mi?
Prof. Dr. Mehmet Dağ’ın makalesi
İslam’da bir ‘Kopernik Devrimi’ yapılabilir mi?
İslam toplumları
neden aydınlanamadı?
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
3/96
3
Reşit Aşçıoğlu ile söyleşi
‘Bir insan Galileo’yu bilmeden yaşayabilir,ancak bir toplum yaşayamaz’
Söyleşi: Işıl Kızılırmak
Fatih Yaşlı’nın makalesi
Nihal Atsız ve anti-komünizm‘Kinimiz dinimizdir’
Şölen masasının ortasına, üzerinde “en güzele” yazan bir altınelma atılır. Elmanın taliplileri Zeus’un eşi baş tanrıça Hera, güzellergüzeli Afrodit ve aklıyla herkesi etkileyen Athena’dır. Zeus bile seçimyapmaktan kaçınır, topu Paris’e atar.
Ezgi Yurdagül yazdı
İlk güzellik yarışması
‘Yedirdiğin şey sadece elma mıydı Havva?’
Rousseau doğal durumu ele alırkentüm bireylerin benzer koşullarda
yaşadığı, henüz yozlaşmamış ilkinsanı konu edinir. İnsanı toplumdan
yalıtık bir varlık olarak ele alıponun temel özelliklerini verirkenkendi toplum anlayışını daha iyi
açıklayabilmeyi amaçlar.
Ölüm olgusuna çözüm bulmanın ilk adımı ruh ve öteki dünya
kavramlarını icat etmekten geçmektedir. İnsanoğlunun ölüsünü
gömmeye başlaması ile bilişsel gelişimi arasında paralellik dikkat
çekicidir. Ölüm, ölü gömme ve din olgularını birbirinden ayırmak
da pek kolay değildir. Ruh ve Tanrı kavramları da bu gelişme
içinde ortaya çıkmıştır.
Turancılığın
ideoloğu Nihal Atsız,komünistlerin çoğunun
aslında Türk olmadığını
söyler. Komünistler,
“asıl milliyetini
kaybederek Türkleşmişmelezler veya gayri
Türklerdir.” Atsız ve
yerli faşistler için
değişmesi mümkünolmayan tek bir gerçek
vardır: “her ne olursa
olsun komünist vatanhainidir.”
Arkeolog Ahmet Uhri’nin çalışması
Ölüm olgusu ve ölü gömmenin
kültür tarihi içindeki yeri
70
Galileo’nun dünyamızı evrensistemine dahil etmeyi başararakmodern bilimi kurduğu eseri
“İki Büyük Dünya Sistemi HakkındaDiyalog” 375 yıl sonra ReşitAşçıoğlu tarafından Türkçe’yekazandırıldı. Aşçıoğlu çevirdiği eseri“Güneş Sisteminin anayasası”,Galileo’yu da “bilimin kök hücresi”olarak tanımlıyor.
44
31
Ali Timuçin yazdı
Rousseau’nun doğal durum anlayışıİnsan nasıl bozuldu?
Nasıl düzelir?
36
58
76
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
4/96
Parantez
4
linizdeki sayının kapak dosyasında “Aydınlanma”
meselesini tartışmaya devam ediyoruz. Bu kavramgenellikle, “emekçilerin nasıl aydınlanacağı” so-runsalı çerçevesinde ele alınıyor. Konunun bu şe-kilde kavranması, “burjuva aydınlanması”nın sı-nırları içinde kalmak anlamına gelir. Yani sorunun,“aydınlanmışların aydınlanamamışları aydınlatma-sı” biçiminde ortaya konulması… Oysa “emekçiaydınlanması” kavramını, aydınlanmaya “emekçibir karakterin” nasıl kazandırılacağı sorunsalı çer-çevesinde kullanıyoruz. Birincisinde emek ve e-mekçi nesnedir; ikincisinde ise özne.
Öyle bir noktadadır ki insanlık, aydınlanmacılaremekçi bir karakter kazanabildikleri ölçüde aydın-latma işlevini sürdürebilirler. Çünkü artık 18. veya19. yüzyılda (hatta ülkemizi baz alırsak 20. yüzyıl-da) yaşamıyoruz. 21. yüzyılda burjuvazinin hiçbirilerici ve aydınlatıcı potansiyeli kalmadı. 21. yüz-yılda küresel sermaye var gücüyle emekten (üre-timden) kopmaya ve bağımsızlaşmaya çalışıyor(tabii bu bir ütopya, kara ütopya). Bu eğilim bilimalanına, bilimin teknolojiye indirgenmesi, felsefi il-kelerinden koparılması biçiminde yansıyor. Günü-müz küresel burjuvazisinin artık (18. ve 19. yüz-
yıllarda olduğu gibi) toplumun aydınlanması gibibir derdi yok. Onun ihtiyacı artık emekçilerin ay-dınlanması, kulluktan kurtulması ve yurttaş olma-
sı değil. Tam tersine emeğin yeniden kullaşması,
parçalanması (feodalleşmesi), içine kapanmasıdırgünümüz burjuvazisinin hedefi. Dolayısıyla artık,aydınlanmacı aydınlatmak istiyorsa, hatta bilimcibilim yapmak istiyorsa, bu işi burjuva aydınlanma-sı çerçevesi içinde kalarak başaramaz; emek ile ta-nışmalı ve emekçi bir karakter kazanmalıdır.
Konuya dünya siyaset arenasının penceresindenyaklaştığımızda ise şu soru gündeme geliyor: Ge-ri kalmış Doğu (bizim özelimizde İslam) toplum-ları nasıl aydınlanacak? Daha önce aydınlanmış o-lan Batılılar (Avrupalılar ve ABD’liler) mı gelip biziaydınlatacaklar? Aydınlatabilirler mi? Batı’nın artıkbir Büyük İskender’i, -hadi ona da razıyız- bir Na-polyon’u var mı? Bu soruya yanıt bulmak için derinkuramsal tartışmalara hiç gerek yok. En güzel la-boratuvar Türkiye, yani Cumhuriyet Türkiyesi. Nekadar Batılılaştıysak (kapitalistleştiysek) o kadargericileştik! Burjuvazimiz küreselleştikçe halkımızgericileşti. Demek ki Batı’dan (kapitalist-emper-yalist dünyadan) artık aydınlanma gelmiyor, tamtersine ortaçağ karanlığı geliyor. Bunu da kavraya-mazsa aydınlanmacı, gün gelecek, Avrupa’ya kaç-maktan başka çaresi kalmayacak!
Aydınlanma ithal edilemez. Kendi toprağımızlahaşır neşir olmamız gerekiyor. Öncelikle bu top-rağın insanı olmak, bu toprakla hesaplaşmak, bir
E
İslam toplumları neden aydınlanamadı?
Arşimet’in kaldıracı,Curie’nin cevheri…
Aydınlanmacı ile emekçinin buluşması, kilit mesele. Peki bu kilit nasıl açılacak, yani
anahtar ne? Anahtar aydınlanmacının elinde olsaydı eğer, şimdiye dek çoktan
aydınlanmıştık; ülkemizin yabana atılmayacak bir aydın birikimi vardır çünkü.
Anahtar emekçinin elinde. Cevher, Madam Curie’de değil, tonlarca çamurun içinde. Aydınlanmacı bu alçakgönüllü tespiti yapmadan emekçi ile buluşamaz. Yani aslında,
emekçi aydınlanmacının kaldıracı değil, aydınlanmacı emekçinin kaldıracıdır. Burjuva
Aydınlanması ile Emekçi Aydınlanması arasındaki temel fark da bu noktadadır. Ne
mutlu ki, kaldıraç ile cevher ilk kez çakışıyor.
Ender Helvacıoğlu
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
5/96
5
yandan ayrık otlarını temizlerken diğer yandan aydın-lanma tohumlarını bulmak ve filizlenmesini sağlamakzorundayız. Aydınlanmayı aşağıdan yukarıya kökten-ci bir tarzda ele alıyorsak, kendi toprağımızdaki dina-mikleri bulmak ve çıkış noktası yapmak durumundayız.
Bu nedenle İslam’ı tartışıyoruz, İslam’la hesaplaşıyoruz.Tıpkı Batılı aydınlanmacıların Hıristiyanlıkla hesaplaş-tıkları gibi…
Hasan Aydın soruyor: İslam’ın, özellikle 9.-11. yüz-yıllar arasında bir Rönesans yaşadığı söylenebilir mi?Batı Rönesansı’nın temelinde İslam dünyasının aktardı-ğı birikimin rolü nedir? İslam dünyasında Batı’dakinebenzer bir bilimsel aydınlanma neden gerçekleşmemiş-tir? Mehmet Dağ soruyor. İslam’da bir “Kopernik Dev-rimi” olasılığı var mı? Bunlar gerçek sorulardır; top-lumunu dönüştürmek ve sonuç almak isteyen kişininsorularıdır.
***Dünyayı düşünceler değil, eylem değiştirir. Uygarlık
sürecinde (sınıflı toplumlarda) toplumsal dönüşümünmotoru sınıf mücadelesidir. Düşünceler, toplumdakimaddi güçlerle buluşabildikleri oranda rol sahibi olabi-lirler; yoksa unutulup giderler. Dolayısıyla, Aydınlan-ma sorunsalı çerçevesinde Batılı toplumlar ile İslam top-lumlarını karşılaştırırken ve benzer düşüncelerin ilkindebüyük bir toplumsal dönüşüme yol almışken ikincisin-de neden etkili olamadığı sorusuna yanıt ararken dikka-timizi toplumsal dinamiklerin analizine yoğunlaştırmakdurumundayız.
Batı’da ortaçağlar boyunca -bizzat İslam düşünürle-rinden- yapılan çeviriler, Rönesans’ın, giderek Bilim-sel Devrimin ve Aydınlanma atılımının oluşumuna ze-min hazırlarken, bu düşünsel birikimin çevirisine değilaslına sahip olan İslam toplumları neden aynı dönüşü-mü gerçekleştirememişlerdir? Batı’nın sırrı nedir? Hıris-tiyanlık, İslamiyet’e göre daha mı ileriye açık bir dindir?Hayır, hatta tam tersi… Yoksa Hıristiyanlık İslamiyet’egöre daha mı zayıftır da ötelenmesi daha kolay olmuş-tur? Yine hayır, hatta İslamiyet’ten 600 yıl önce oluş-muş bir din olan Hıristiyanlık doğal olarak daha köklübir kurumsal yapıya sahipti. Düşünsel düzlemde birçoktartışma yapılabilir ve açıklama getirilebilir, ama bu so-runun asıl yanıtı, ilerici ve eleştirel düşüncenin Batı’da(Doğu’dan farklı olarak) bir toplumsal kaldıraçla bulu-şabilmiş olmasıdır; bir toplumsal sınıfın ihtiyacı halinegelebilmesidir: Burjuvazinin. O dönemlerde Batı’da olupda Doğu’da olmayan tek şey burjuvazidir. İlerici düşün-ce, çıkarları aristokrat sınıfların yıkılmasından yana olanbir toplumsal sınıf ile birleşebildiği için Batı’da sonuç a-labilmiştir.
En başta çıkarılması gereken sonuç, Arşimet’e birkaldıraç gerektiğidir. Bu kaldıraç, geçmişte, Batı’da
burjuvaziydi. Peki, Doğu’da (İslam coğrafyasında) ne-dir? Bugün artık, -ister Batı’da ister Doğu’da olsun-hangi toplumsal sınıfın çıkarları ilerici, bilimsel dü-
şünceden yanadır? Burjuvazinin mi? Dünyanın veinsanlığın başına çöreklenen bir kabuk halini almış kü-resel burjuvazinin ve onun bizim gibi ülkelerdeki iş-birlikçilerinin böyle bir potansiyelinin kalmadığının engüzel kanıtı ülkemizin 80 yıllık tarihidir. O halde gü-
nümüz Arşimetleri yeni bir kaldıraç bulacaklar. Parlakfikirlerinin hayat bulmasını ve toplumda yeşermesiniarzu ediyorlarsa yeni bir toplumsal dinamik ile bulu-şacaklar. Bu nedenle dönüp dolaşıp “Emekçi Aydınlan-ması” diyoruz.
***Aydınlanmacı ile emekçinin buluşması, kilit mesele.
Peki bu kilit nasıl açılacak, yani anahtar ne? Anahtar ay-dınlanmacının elinde olsaydı eğer, şimdiye dek çoktanaydınlanmıştık; ülkemizin yabana atılmayacak bir aydınbirikimi vardır çünkü. Anahtar emekçinin elinde. Cev-her, Madam Curie’de değil, tonlarca çamurun içinde.
Aydınlanmacı bu alçakgönüllü tespiti yapmadan emek-çi ile buluşamaz. Yani aslında, emekçi aydınlanmacınınkaldıracı değil, aydınlanmacı emekçinin kaldıracıdır.Burjuva Aydınlanması ile Emekçi Aydınlanması arasın-daki temel fark da bu noktadadır. Tarihte ilk kez öylebir ezilen sınıf oluşmuştur ki, sadece yıkıcılığı değil ya-pıcılığı (cevheri) da barındırıyor. Kaldıraç ile cevher ilkkez çakışıyor. Ancak bunu anladığımızda Madam Curiegibi o tonlarca çamura âşık oluruz. Sadece kaldıraç değilcevher de oradadır çünkü.
İşte bu da bizim üstünlüğümüz. Batı karşısında aşa-ğılık duygusu içinde olmaya hiç gerek yok, hatta tam
tersi bir ruh hali içinde olmalıyız. Onlarınki de (bur- juvazininki de) Aydınlanma mı! Nice cefalar çekerek1000 yılda yaptıklarını 100 yılda hovardaca harcayıver-diler. Bugün Galilei’nin, Newton’un, Voltaire’in, Rous-seau’nun, Darwin’in kemikleri sızlamıyor mu? BurjuvaAydınlanması ancak burjuvaziyi aydınlatabildi; sağ ol-sun, o da bir katkıdır, mirasımızdır. Ama Emekçi Aydın-lanması bütün insanlığı aydınlatma potansiyeline sahip.Ve öyle anlaşılıyor ki, bu ışığın kaynağı esas olarak Do-ğu’dadır, Ezilen Dünya’dadır, emekçilerin coğrafyasın-dadır.
***Bilim ve Gelecek, kaldıracı öteden beri tespit etmişti;
farkı buradadır. Ama artık sorun cevheri bulup çıkar-makta. Bu noktada zorlanıyoruz, elimiz ayağımız birbi-rine dolaşıyor. Üzerimize çamur sıçrıyor, tiksiniyoruz.Bazılarımız yılıyor, cevheri daha temiz olduğunu dü-şündüğü, ama aslında çok daha kirli olan yerlerde ara-ma yoluna sapıyor; kafayı toslayıp geri dönüyor. Ama şuveya bu şekilde bir mücadele de sürüyor.
Bu sayımızın kapak dosyasında değerli yazarlarımızMehmet Dağ ve Hasan Aydın soruları formüle ediyor-lar ve bir arayış çabasına girişiyorlar. Henüz bir baş-
langıç. Tartışmaya önümüzdeki sayılarda da devam e-deceğiz. Dergimizin misyonu budur; Curie’lere yöntembulmak…
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
6/96
6
Kapak Dosyası
6
slam, Rönesans ve Aydınlanma kavramı bir arayagetirildiğinde genelde üç hususun tartışma konu-su edildiği görülür. İlki, İslam Rönesansı deyişi;ikincisi, Batı Rönesansı’na İslam düşünürlerininkatkıları; üçüncüsü ise, İslam dünyasında kuzeyeyayılmayı sağlayan fetih hareketleri ve Beyt el-Hik-me’de yürütülen sistemli çeviri etkinlikleriyle bellibir düşünsel birikim oluşmasına ve bunları işleyipgeliştiren ünlü düşünürler yetişmesine rağmen, Ba-tı’dakine benzer bir bilimsel aydınlanmanın niçinyaşanmadığı, M. Hokheimer’ın meşhur söylemiy-le ifade edildiğinde, gelişmelerin sonunda yaşanan“akıl tutulmasının” (1) gerisinde ne türden süreç-lerin ve nedenlerin yattığıdır. Bu üç hususun tartış-ma konusu edilmesi, aslında oldukça yenidir ve 19.
yüzyılda emperyalizm/sömürgecilik olgusuna bağlıolarak artan şarkiyat/doğu araştırmalarında Batılı-lar tarafından gündeme getirilmiştir. Bu tartışmala-
rın, modern İslam düşüncesinde önemli bir yankıbulduğunu anımsatmak gerekir.
Makalede, bu üç hususu eleştirel açıdan tartışmakonusu yapmaya ve şu sorulara yanıt bulmaya çalı-şacağız: İslam Rönesansı deyişi doğru bir deyiş mi-dir? Batı’daki kullanımına bakarak bu kavramı İslamdünyasına aktarmak ne ölçüde doğrudur? Batı’daRönesans’ın doğuşunda ve gelişiminde İslam dün-yasından yapılan çevirilerin katkısı hangi alanlarda-dır ve bu katkıyı nasıl değerlendirmek gerekir? Eğergenelde ileri sürüldüğü gibi Batı’da Rönesans’ın do-ğuşunda, İslam dünyasından yapılan çevirilerin veİslam düşünürlerin önemli bir payı varsa, aynı ürün-lere sahip olan İslam dünyasında, Batı’dakine benzerbiçimde bilimsel bir aydınlanma niçin gerçekleşme-
miştir? Bir diğer deyişle, Batı’da paradigmal dönüşü-me neden olduğu ileri sürülen malzeme, aynı etkiyiİslam dünyasında niçin yaratamamıştır? (2)
İ Yrd. Doç. Dr. Hasan Aydın
OMÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
İslam, Rönesans ve Aydınlanma ilişkisi üzerine odaklanan bu makale, üç soruya yanıtbulmaya çalışmakta: İlki, A. Mez, J. L. Kramer, M. Arkoun gibi modern düşünürlerceileri sürülen İslam Rönesansı deyişini kullanmak ne ölçüde doğrudur? İkincisi, Batı’daRönesans’ın doğuşunda İslam dünyasından yapılan çevirilerin işlevi ya da işlevlerinelerdir? Üçüncüsü ise, İslam dünyasında Batı’dakine benzer bir bilimsel aydınlanmaneden gerçekleşmemiştir? Bu üç soruya verilecek yanıtlar, ideolojik tutamaklara sahipBatı merkezcilik ile Doğu merkezciliği eleştirel-bilimsel bir süzgeçten geçirmek içinyaşamsal öneme sahiptir.
İslam, Rönesans ve Aydınlanma
ilişkisi üzerine eleştirel birdeğerlendirme
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
7/96
7
Batı uygarlığına ait olan Röne-sans terimi Fransızca kökenlidir
ve “yeniden doğuş” anlamına gelir.Terimin genel kapsamı ve Batı dü-şüncesinde ona ilişkin tartışmalardikkate alındığında, üç temel husu-sun ön plana çıktığı görülür. İlki,ortaçağ ile yeni çağ arasındaki bel-li bir zaman dilimini nitelemesi (3);ikincisi, Batı açısından Eski Yunandüşüncesinin yeniden keşfedilme-si; üçüncüsü ise, ortaçağa ait Tanrı
odaklı (teosentrik) kuramsal yapı-ların çözülmesi ve insan odaklı yenibir bakış açısının filizlenmeye baş-lamasıdır. Rönesans üzerine araştır-ma yapan düşünürlerin de belirttiğigibi, bu açıdan Rönesans, ortaçağıntanrı-odaklı skolastik düşüncesinebir tür meydan okuyuşu, burjuva-zinin gelişmesiyle feodal sisteminçatırdamasını, matbaanın icadıylahalkın her türden bilgiye ulaşım o-lanağını bulmasını, bilgi üzerinde-
ki skolastik otoritelerin kalkmasını,güzel sanatlara ve edebiyata önemveren bir zümrenin oluşmasını, ço-ğulcu ve hümanist perspektifin yay-gınlaşmasını imlemektedir (4). Bugelişimin ardında ise, çoğu kez, or-taçağın sonlarından itibaren beli-ren kağıt ve matbaanın kullanılma-ya başlanması, yeni ticaret yolları vezenginlikler aramaya dönük coğrafikeşifler, İstanbul’un fethiyle orada-ki düşünürlerin İtalya’ya göç etme-si, ticaretle zenginleşmeye başlayanburjuva sınıfının siyasal güç talepetmesi (5), büyük kuramsal yapıla-rın, özellikle Hıristiyan teolojisininhizmetine sunulan Aristotelesçiliğinve yer eksenli Batlamyus sistemi-nin sarsılması ve bunlara bağlı ola-rak gelişen yeni entelektüel arayışlaryatmaktadır (6).
Büyük kuramsal yapıların sar-sılması ve yeni entelektüel arayış-
lar, hem astrolojik uygulamalarınyaygınlaşmasına hem de Eski Yu-nan’daki çoğulcu düşüncenin yeni-
den canlanmasına yol açmıştır. Bucanlanmada ve Eski Yunan’ın ye-niden keşfedilmesinde Doğu’dan/ İslam dünyasından yapılan çevirilergüçlü bir işlev yüklenmiştir. Röne-sans döneminde yaşanan çoğulcudurumu ve bu arada astrolojiye olanyoğun ilgiyi, ünlü bilim tarihçisi A.Koyre şöyle ifade etmektedir:
“Rönesans ortamı ile anlayışınınsomut örneği olan kişi hiç kuşkuyok ki, büyük sanatçıdır; ama aynı
zamanda, belki de özellikle, yazınadamı; çağın öncülüğünü, haberci-liğini, ‘çığırtkanlığını’ yapan yazınadamları olmuştur… Öte yandan yi-ne biliyoruz ki -çok önemli bir şey-dir bu- Rönesans çağı dünyanın ta-nıdıkları içerisinde… en yoğun, enderin, boşinan çağı, büyücülüğe,gözbağcılığa duyulan inancın şaşır-tıcı bir biçimde yayıldığı, ortaçağ-dakinden sonsuzcasına daha yaygınolduğu bir çağdır; bu çağda münec-
cimciliğin gökbiliminden -Kepler’indediği gibi zavallı akraba- çok dahabüyük bir rol oynadığını, münec-cimlerin kentlerde, krallar yanındaresmi konumları olduğunu iyi bilir-siniz. Bu dönemin yazınsal ürününe
bakarsak, en başarılı yapıtlar klasik-lerin Venedik basımevlerinden çık-mış güzel çevirileri değildir; cin-pe-ri bilimi, büyücülük kitaplarıdır.Cardano, daha sonra da Porta, heryerde okunan büyük yazarlardır…Rönesans’ın anlayışı bir tümceyle ö-zetlenmek istenirse, şu tümceyi öne-rirdim: Her şey olanaklıdır.” (7)
Her şeyin olanaklı görüldüğü buatmosferde, büyücülük, astrolojivb. ek olarak, hümanizm hareketi,
atomculuk, kuşkuculuk, Hıristiyan-lığın dışında ele alınmaya çalışılanyeni bir Aristoculuk, yeni Aristocu-luğun doğuşu bağlamında İbn Rüşd-cülük (Averroizm), Platonculuk, la-ik siyaset, ütopik devlet tasarımları,doğal din, doğal hukuk gibi olduk-ça geniş bir alana yayılmış düşünselarayışlar ortaya çıkmıştır (8). Bu as-lında, A. Koyre’un da belirttiği gibi,ortaçağın egemen kuramsal yapısı-nın çöküşü ile ilintili bir durumdur
ve ortaçağ kilisesinin dar kalıpların-dan sıyrılan düşünürler, kendileriniolgusal veriler zenginliği içerisindebulmuşlar ve bu verileri kuramsal-laştırmaktan çok onları öznel bakışaçılarıyla bir bir sayıp dökmüşler-
İSLAMIN KLASİK ÇAĞI: BİR İSLAM RÖNESANSI’NDANSÖZ ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
10-12. yüzyıllar, İslam dünyasında bilimve felsefe çalışmalarının yoğunlaştığıve hararetli tartışmaların yapıldığı birdönemdir.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
8/96
8
dir (9). Bu yüzden olsa gerek Rö-nesans’ın bilimsel kuramlar alanın-da başarısı oldukça cılızdır; ancak
Rönesans’ın sonlarıyla, ardından ge-len 17. yüzyıl bilimsel metodolojiyeyönelik tartışmalardan sonra, teorikdüzlemde Galileo, Kepler, Koper-nik, Newton gibi insanlarla olduk-ça verimli bir kuramlar çağına yolaçmıştır (10). Bu, Rönesans döne-minde deneysel yöntemle toplananolgular çokluğunun ve metodolojiktartışmalara bağlı olarak teosentrik/ Tanrı odaklı ve yermerkezli paradig-madan, seküler ve güneş merkezli
yeni paradigmaya geçişin bir ürü-nüdür.
Rönesans kavramının içeriğineilişkin olarak özetlediğimiz bu du-rumlar ışığında, söz konusu kavra-mı İslam dünyasına aktarmak ve an-lam kaybına uğratmadan bir İslamRönesansı’ndan söz etmek olası mı-dır? Bu soruya yanıt bulmak için herşeyden önce İslam Rönesansı deyi-şini kullanan A. Mez, J. L. Kramer,M. Arkoun gibi düşünürlerin, bunitelemeyle neyi kastettiklerini anahatlarıyla ortaya koymamız, ardın-dan da, Batı’da Rönesans kavramınayüklenen anlamla örtüşüp örtüşme-diğine bakmamız gerekir.
Bu düşünürlerin söylemleri ir-delendiğinde, onların İslam Röne-sansı nitelemesini, daha çok Beytel-Hikme’de yapılan çevirilerin veona ilişkin tartışmaların yoğunlaştı-ğı 10-12. yüzyıllar arasına özgü kıl-
maya çalıştıkları görülür (11). Budönem, İslam dünyasında bilim vefelsefe çalışmalarının yoğunlaştığı
ve hararetli tartışmaların yapıldığı,çoğulculuğun, hümanist bir bakışaçısının ön plana çıktığı bir dönem-dir. Dönemin bir diğer özelliği de,İslam düşüncesinin kuzey kültürüve felsefi birikimler dikkate alına-rak kuramsal açıdan dizgeleştirilme-si, farklı kuramsal dizgeler arasında-ki kırılmaların belirmesidir. Bugünadlarını saygıyla andığımız Kindî,Âmirî, Sicistânî, İhvân es-Safâ, İbnMiskeveyh, Fârâbî, İbn Sînâ vb. ço-
ğu İslam düşünürü bu dönemde o-luşturulan atmosferde yetişmiştir.
Bunlara bakarak bu döneme İs-lam Rönesansı adını vermek ne öl-çüde gerçekçidir? Bilindiği gibi,Beyt el-Hikme’de yapılan çeviriler,salt Eski Yunan felsefe yapıtlarıylasınırlı kalmamış, Hint ve İran kül-türüne ait önemli yapıtlar da Arap-ça’ya kazandırılmıştır (12). Kazan-dırılan bu birikim, İslam’ın tevhidanlayışı ışığında harmanlanarak ye-
niden yapılandırılmıştır. Daha öncede kaydettiğimiz gibi, Batı açısındanbakıldığında Rönesans, Eski Yunangeleneğini yeniden doğuşudur. Birdiğer deyişle Rönesans’la Batı, Justi-nian’ın Atina’daki Akademi ve Lyce-um’u 529’da kapatması, kiliseninpagan unsurlar barındırdığı savıylaEski Yunan felsefesini mahkum et-mesi ve dine aykırı olmayan unsur-ları ona hizmet için payanda yapma-sından sonra asli kaynağına yenidendönmüştür. Adam Mez’in İslam Rö-nesansı adını verdiği yapıtına ön-söz yazan D. S. Margoliouth, yapıttakullanılan İslam Rönesansı deyişinideğerlendirerek şunları söyler:
“Gerçekten de, (İslam Rönesansıdeyişi), Rönesans kelimesinin tasvirve tarif edilen konu ile birebir örtü-şüyor değil. Elimizde, böyle bir mü-tekabiliyeti haklı kılacak çok fazlailintinin mevcut olmadığı açık bir
gerçek. Rönesans bir terim olarakHıristiyan Avrupa’ya tatbik edildi-ğinde, yitirilmiş bulunan bazı şey-
lerin yeniden yapılandırılması; ka-ranlık ve erken ortaçağlar boyuncagörmezden gelinmiş bulunan (EskiYunan) sanat, edebiyat ve bilimi-nin yeniden dirilişi anlamına gelir.
A. Mez’in araştırmalarının konusu-nu oluşturan (İslami) kurumlar ise,iddia edildiği derecede yeniden ya-pılandırılmış ya da edinilmiş değil-lerdi.” (13)
Margoliouth’un da işaret etti-ği gibi Batılı anlamda İslam dünya-sında bir yeniden doğuştan söz et-mek doğru gözükmez; çünkü İslamkültürü henüz yeni kök salan birkültürdür. Fârâbî ve T. Hobbes gi-bi düşünüp, felsefenin önce Kelda-
niler’de başladığı, oradan Eski Yu-nan’a geçtiği ve sonra Doğuya/İslamdünyasına, yani aynı coğrafyaya geridöndüğü düşünülse bile (14), bu İs-lam’ın felsefe ile ilk karşılaşmasıdır.Kaldı ki, oldukça erken dönemler-de D. Laertios’unda fark ettiği gi-bi, Keldaniler’deki düşüncenin fel-sefe olup olmadığı tartışma götürürniteliktedir (15). Öte yandan, EskiYunan’dan Beyt el-Hikme’de yürütü-len çeviriler, doğrudan Yunanca’dan
yapılmaktan çok Süryanice’den ya-pılmıştır ve çevrilen yapıtlar dinsel/ mistik bir kılığa sokulmuş Yeni Ef-latunculuğun damgasını taşımak-tadır ve pek çok unsuruyla tek bi-çimcidir. Bunu, Yeni Eflatuncuların
İslam dünyasında, dinsel temelde kısmibir çoğulculuk ve hümanizm görülse bile,çevirilerin Batı’da Rönesans’takine benzerseküler bir çoğulculuğa ve hümanizme yolaçtığı söylenemez.
Yeni Eflatuncu bir kılığa sokulmuş Aristotelesçilik İslam dünyasında, özellikleİslam filozoflarınca neredeyse kutsanmıştır.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
9/96
9
Aristoteles ve Eflatun’un düşünce-lerini aynıymış gibi uzlaştırmayaçalışmalarında bile görmek olasıdır(16). Aynı çaba, İslam dünyasındaYeni Eflatunculuğun etkisi altında
kalan Fârâbî’nin Kitâb el-Cem Bey-neyy Re’yey el-Hakimeyn el-Eflatunel-İlahî ve Aristutalis adlı yapıtındada görülür (17).
Bu yüzden, İslam dünyasında,dinsel temelde kısmi bir çoğulculukve yine dinsel temelde yapılanan birhümanizm görülse bile, çevirilerinBatı’da Rönesans’takine benzer se-küler bir çoğulculuğa ve seküler birhümanizme yol açtığı söylenemez.Çünkü çevirilerin ürünü meşşailik,
tasavvuf ve işrakilik olarak kendi-ni göstermiştir. Bunların karşısındaise daima büyük ölçüde İslam din-sel bildirilerinden beslenen kelâmve fıkıh ekolleri varolmuştur. Ge-rek meşşailik gerek tasavvuf gerekişrakilik gerekse kelâm ekolleri, bel-li bir metafizik kurgu oluşturmuşlarve bu kurgunun merkezine İslam’ıntevhid inancı doğrultusunda Tan-rı’yı oturtmuşlardır. Bu açıdan, Tan-rı-evren ilişkisine yönelik tasarımla-
rında kimi farklılıklar bulunsa da,Tanrı-odaklılıkta hepsi eşittir. Meş-şailerin, tasavvufçuların ve işrakile-rin aralarında küçük farklar olsa daPlotinus’a dayalı sudurcu/türümcübir kuramda; kelamcıların ise yinearalarındaki kısmi farklarla, Hintve Yunan atomculuğundan besle-
nen töz-ilinek metafiziğinde kararkıldıkları görülür (18). Bunlara mu-halefet ediyor gibi görünen ve kuru-lu dinleri reddeden Ebû Bekr Zeke-riyyâ er-Râzî ve İbn er-Ravendî gibiisimler de sanılanın aksine insan,toplum ve evren kurguları açısın-dan farklı, orijinal yaklaşımlar orta-ya koyamamışlardır (19).
Daha da önemlisi, İslam devle-
tinin imparatorluklaşmasına bağ-lı olarak devletin gereksinimleri-ni gidermek için yürütülen çevirietkinlikleri ve bunları işleyip onaİslami bir kimlik veren İslam dü-şünürleri, elde ettikleri verileri zen-ginleştirmekle birlikte, o bilgilerebağlı olarak Batıdaki gibi paradig-
mal bir devrim yaratamamışlardır(20). Kimileri, anakronizme düşmepahasına, bazı İslam filozoflarındaseküler ışıltılar olduğunu söylemeyeyönelse de, analitik ve bütüncül ba-
kış durumun hiç de öyle olmadığınıgösterir. Bu açıdan Batı’da RönesansAydınlanma’ya açılırken, İslam dün-yasındaki çeviri etkinlikleri, 300 yıl-lık bir süreç içerisinde donuklaşma-ya ve durağanlaşmaya yol açmış veadeta İslam dünyasını, Batı’nın Rö-nesans’tan itibaren adım adım kur-tulduğu ortaçağın skolastik düşün-cesine kaydırmıştır. Bu durumunoluşmasında, İslam düşünürlerininAristoteles’ten beslenerek geliştir-
dikleri erekselci teosentrik para-digma güçlü bir işlev yüklenmiştir.Dolayısıyla Batı’da Rönesans’ta Hı-ristiyanlığın hizmetine sunulan A-ristotelesçilik ile onun erekselcievren kurgusundan beslenen teo-sentrizm güçlü eleştirilere uğrarken,Yeni Eflatuncu bir kılığa sokulmuşAristotelesçilik İslam dünyasında,özellikle İslam filozoflarınca nere-deyse kutsanmıştır (21). Bu verilerışığında, İslam Rönesansı deyişini
kullanmanın, dinsel bir temelde deolsa, çoğulculuk ve hümanizme vur-gu açısından belli bir değer içerdiğisöylenebilirse de, Batı kökenli Rö-nesans kavramını tam olarak karşı-lamadığını ve büyük ölçüde anak-ronizm içerdiğini kaydetmek dahadoğru olsa gerektir.
Aristoteles’in yapıtlarının İslam düşünürlerinceşerh edilme geleneği Fârâbî ile başlamıştı.
İslam dünyasında Batı’daki anlamdabir Rönesans’tan söz etmek müm-kün olmasa da, Batı’da Rönesans’ındoğuşunda İslam dünyasından ya-pılan çevirilerin kimi katkılarınınolduğu inkar edilemez. İslam düşü-nürlerinden yapılan çeviriler ve İs-lam dünyasının Batı’daki Rönesans’akatkıları üzerinde çok fazla spekülas-yon yapılmaktadır. Nitekim kimileri,Rönesans ve sonrasında ortaya çıkan
gelişmeleri neredeyse tümüyle İslamdünyasından yapılan çevirilerin et-kisine bağlamakta, kimileri ise İs-
lam dünyasından yapılan çevirilerinhemen hiç etkisinin olmadığını imaetmektedir. Ancak bu konuda ihti-yatı elden bırakmamak gerekir. Ziraihtiyatı elden bırakmak, şovenist tu-tumlara yol açabilir ve bizi “doğumerkezcilik” ve “batı merkezcilik”gibi uç kamplara itebilir. Konuya ta-rihsel-nesnel veriler ışığında bakıldı-ğında, daha 11. yüzyılın sonundanitibaren İslam düşünürlerinin Batı
dünyasına etki yapmaya başladığı gö-rülür. Bu etkiyi yadsımak olanaksız-dır; çünkü İslam dünyası Batı’dan ile-
ridedir. İleride ve üstün olanın gerideolanı etkilemesi sosyolojik bir olgu-dur. Verilerden anlaşıldığı kadarıyla,saldırı amaçlı Haçlı Seferleri ve İstan-bul’un fethiyle Batı’ya göçen bilim in-sanları bir kenara bırakılırsa (22), buetki İspanya üzerinden üç ana yollagerçekleşmiştir:
1) Kimi Hıristiyan ve Yahudilerinİslam dünyasında eğitim almaları.
2) Latin dünyasında Arapça ko-
nuşan kimi öğretmenler.3) Arapça bilim ve felsefe yapıt-larının İbranca ve Latince’ye çev-
İSLAM DÜŞÜNÜRLERİNİN BATI RÖNESANSI’NA KATKILARI
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
10/96
10
rilmesi (23).Kuşkusuz bu üç yoldan en etkili
ve sürekli olanı, İslam dünyasındaeğitim alanlar ve yazdıkları yapıtlarile İbranca ve Latince’ye İslam düşü-
nürlerinden yapılan çevirilerdir. Buyüzden sağlıklı bir değerlendirmeyapmak için nelerin çevrildiğine so-mut olarak bakmak gerekir. 11. yüz-yılın sonu ile 16. yüzyılların başınadeğin uzanan dönemde İslam dün-yasından Batı’ya yapılan çevirilerebaktığımızda, Burnett’in saptaması-nı dikkate alırsak, beş kategori ilekarşılaştığımızı söylemek olasıdır.
İlki, Beyt el-Hikme’de daha çokSüryanice’den Hıristiyan ve Sabiler-
ce Arapça’ya aktarılmış Yunan fel-sefe ve bilim yapıtlarının çevrilmesihususudur. Buna Hint ve İran kül-türünden Arapça’ya kazandırılan ki-mi yapıtları da ilave etmek anlamlıolacaktır. Çevrilen yapıtların ağır-lığını, Aristoteles külliyatı ve onunYeni Eflatuncu yorumlarının oluş-
turduğunu belirtmemiz gerekir.Batı’ya yapılan çeviriler arasında
ikinci kategoriyi İslam düşünürle-rinin Aristoteles üzerine yaptıklarıyorumlar/şerhler oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi, Aristoteles’in yapıtla-rının İslam düşünürlerince şerh e-dilme geleneği Fârâbî ile başlamış,İbn Bacce ile devam etmiş, İbn Rüşdile evriminin zirvesine ulaşmıştır.Zira İbn Rüşd’ün Aristoteles’in ya-pıtlarına küçük, orta ve büyük boyşerhler yazdığı bilinir ve bu şerhlernedeniyle İbn Rüşd Batı’da şârih/ yorumcu (commentator) olarak ün-lenmiştir (24).
Üçüncü kategori, dogsografik ya-
pıtlardır. Bu türden yapıtlar, belli fi-lozofların görüşlerini belli başlıklaraltında toplamakta, onları tanıtma-yı amaçlamaktadır. Bunun en tipikörneği, bir Hıristiyan olan Kutsa binLuka tarafından 9. yüzyılda çevrilenRodoslu Aëtios’un metnidir. Bur-nett, bu eseri pek çok Arapça eserintakip ettiğini söylemektedir. Bunla-rın en ünlüsü Kastilyaca’ya çevrilenHuneyn bin İshak’ın Adâb el-Felâsi-
fe’sidir (25).
Dördüncü kategoride, kimi özet
niteliğinde eserler ile sorun odaklıyapıtlar yer alır. Bu nitelikteki yapıt-lar daha çok belli sorulara yanıt ola-rak yazılmışlardır. Bunların en tipikörneklerini, Kindî’nin Resâ’il’inden
çevrilen Uyku Üzerine, Beş Öz Üze-rine, Nem ve Yağmur Üzerine gibikısa, sorun odaklı metinler oluştu-rur (26).
Beşinci kategori, sistematik felse-fi yapıtlardır. Buna tipik örnek ola-rak, Gazzâlî’nin Makâsıd el-Felâsife,İbn Sina’nın Şifâ’sı gibi yapıtlar veri-lebilir (27).
Burnett’in kategorilerine son birkategori olarak, tıp, matematik, coğ-rafya gibi bugün bilimsel olarak ni-
telendirebileceğimiz yapıtların çevi-risini eklemek gerekir.
Sunduğumuz bu kategorileri dahanesnel bir biçimde kavramak ve çev-rilen yapıtlar konusunda daha ayrın-tılı bilgi edinmek için büyük ölçüdeBurnett’in oluşturduğu tablodan ya-rarlanılarak (28) hazırlanan tabloyuincelemek spekülasyonları engelle-mek açısından yararlı olacaktır. An-cak burada sunduğumuz yapıtlarınçoğunun, birden çok çevirisinin ya-
pıldığını kaydetmemiz gerekir.
Şerh geleneğinin kuşkusuz en önemlisi, Batı’ya ilk defa 13. yüzyılda Michel Scot tarafındantanıtılan İbn Rüşd’e ait olanlardır. Rönesans döneminde ortaya çıkan İbn Rüşdcülükakımını da bu çevrilen şerhlere borçluyuz. Solda İbn Rüşd’ün Cordoba’daki heykeli.
Sağda, Raphael’in ünlü “Atina Okulu” tablosunda İbn Rüşd de yerini almıştı.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
11/96
11
Yazar Çevrilen Yapıtın Adı Çevirmen(ler)
Aristoteles
İkinci Analitikler Cremonalı Gerard
Retorik Alman Herman
Fizik Cremonalı Gerard
De Caelo Cremonalı Gerard
Meteora, Kitap I-III Cremonalı Gerard
De Generatione et Corruptione C. Gerard
Metafizik (Alpha Meizôn’un başlangıcından bir parça)Muhtemelen Kindî’nin De Radiis’ini deçeviren mütercim
Hayvanlar Üzerine Michael Scot
Nikomakhos’a Ahlak’tan Seçki Alman Herman
Sahte Aristoteles
Teolojinin Unsurları/Sırf İyi Hakkında Cremonalı Gerard
Dört Unsurun Özelliklerinin Sebepleri Üzerine Cremonalı Gerard
Bitkiler Üzerine S. Alfred
Sırların Sırrı İşbiliyeli Jhon-Trabluslu Philip
Elma Kitabı Manfred
Theologia=Plotinus, Enneadlar Moses Arovas - Pier N. Castellani
Batlamyus Almagest
Abdelmessie Wittonisiensis - Cremonalı
Gerard
İskender Afrodisi
Akıl Üzerine Gundisalvi
Zaman Üzerine Gerard
Duyular Üzerine Cremonalı Gerard
Maddede Değil Surette Meydana Gelen Artış ve Çoğalma Üzerine Cremonalı Gerard
Themistiusİkinci Analitikler Üzerine Şerh Cremonalı Gerard
De Caelo Mose Alatino
Nemesius Unsurlar Üzerine (İnsan Doğası Hakkında, bölüm 6) İmzasız
Kutsa bin LukaRuh ile Nefs Arasındaki Fark Üzerine İşbiliyeli John
Fiziki Bağlar Üzerine Afrikalı Konstantin
Sahte Apollonius (Bâlinus) Doğanın Sırları Hakkında Santallalı Hugo
Ebu Ma’şer Astrolojiye Giriş İşbiliyeli John -Carinthialı Hermann
Mâşâ’allah Unsurlar ve Felekler Üzerine (Feleğin Hareketinin Bilgisi Üzerine) Cremonalı Gerard
Huneyn b. İshak Filozofların Adabı Libro des Buenos proverbios (Latinceçevirisi bilinmemektedir)
Yazarı bilinmiyor Turbo Philosophorum (Arapça’sı kayıp bir yapıt) İmzasız
Kindî
Beş Öz Üzerine Cremonalı Gerard
Uyku ve Rüya Üzerine Cremonalı Gerard
Akıl Üzerine Gundisalvi-C. Gerard
Işınlar Üzerine (Sihir Sanatlarının Teorisi) İmzasız
Hava Tahmini Üzerine İki Risale İmzasız
Almagest Üzerine Şerh, kitap 1 Santallalı Hugo
Fârâbî
Bilimlerin Sınıflandırılması Üzerine Gundisalvi- Cremonalı Gerard
Akıl Üzerine Gundisalvi-Balmesli Abraham
Mutluluk Yoluna Dikkatleri Çekmek Gundisalvi
Meselelerin Kaynakları İmzasız
Yorum Üzerine (Kısaltılmış pasajlar) İmzasızKıyas Üzerine Cremonalı Gerard
İkinci Analitikler Büyük Albert
Retorik Kitabına Giriş Alman Hermann
Fizik Üzerine Cremonalı Gerard
Öklid’in Beşinci Kitabının Postulatlarındaki Problemlerin Açıklanması Gundisalvi
Erdemli Kent (Başlangıç Bölümü) Lizbonlu Afonso Dinis
Ihvân es-SâfaDelil Üzerine Risale İmzasız
Coğrafya Üzerine İmzasız
Isaac IsraeliUnsurlar Üzerine Cremonalı Gerard
Şeylerin Betim ve Tanımları Üzerine Gundisalvi- Cremonalı Gerard
İbn Sînâ
Eş-Şifâ (Cüzcanî’nin Girişi) Avenduath
İsâgûcî Avenduth
İkinci Analitikler GundisalviRetorik (seçme) Alman Hermann
Tabiat Bilimi (Fizik 1-3) İmzasız
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
12/96
12
İbn Sînâ
Gökler Üzerine B. J. Gonzalves-Salomon
Oluş ve Bozuluş Üzerine B. J. Gonzalves-Salomon
Etkiler ve Edilgiler Üzerine B. J. Gonzalves-Salomon
Taşlar ve Mineraller Üzerine S. Alfred
Seller Üzerine S. Alfred
Meteoroloji B. J. Gonzalves-Salomon
Nefs Üzerine Avenduath-GundisalviBitkiler Üzerine İmzasız
Hayvanlar Üzerine M. Scot
Metafizik Gundisalvi
Kalp İlaçları Hakkında Risale Avenduath-Gundisalvi-V. Arnold-A. Alpago
Nefse Dair Seçki A. Alpago
Nefsin Dönüşü Üzerine Risale (Risâle el-Adhaviyya fî el-Me’ad) A. Alpago
Tanımlar Üzerine A. Alpago
Akli Bilimlerin Sınıflaması (Aksâm el-Hikme) A. Alpago
Gazzâlî
Filozofların Amaçları ve Tutarsızlığa Giriş İmzasız
Filozofların Amaçları Johannes-Gundisalvi
Filozofların Tutarsızlığı C. Calonymos
Filozofların Amaçları (Mantık Seçkisi) Ramon Llull
İbn el-Heysem Alemin Düzenlenişi Üzerine Stephen-B. AbrahamOptik Bilinmeyen iki çevirmen
İbn Cebirol Hayat Pınarı J. Hispanus-Gundisalvi
İbn Bacce Veda Risalesi B. Abraham
İbn Tufeyl Uyanık Oğlu Diri İmzasız
İbn Rüşd
İsâgocî Üzerine Orta Şerh L. William-J. Mantino
Mantık Üzerine Özetler B. Abraham-G. F. Burana
Kategoriler Üzerine Orta Şerh L. William-J. Mantino
Yorum üzerine Orta Şerh L. William-J. Mantino
Birinci Analitikler Üzerine Orta Şerh L. William-G. F. Burana
İkinci Analitikler Üzerine Orta Şerh L. William-G. F. Burana
Topikler Üzerine Orta Şerh B. Abaraham-J. Mantino
Sofistik Deliller Üzerine Orta Şerh B. Abraham
Retorik Üzerine Orta Şerh A. Hermann-B. AbrahamŞiir Üzerine Orta Şerh A. Hermann-B. Abraham-J. Mantino
Fizik Üzerine Orta Şerh B. Abraham-J. Mantino
Fizik Üzerine Uzun Şerh M. Scot-A. Hermann-Antakyalı Theodore
De Caelo Üzerine Uzun Şerh M. Scot
De Generatione et Corruptione’nin Özeti V. Nisso-B. Abraham
De Generatione et Corruptione Üzerine Orta Şerh M. Scot
Meteoroloji Üzerine Orta Şerh M. Scot-J. Mantino
De Anima Üzerine Uzun Şerh M. Scot-Elias del Medigo
Metafizik Üzerine Uzun ŞerhM. Scot-J. Mantino-P. Ricci-Elias delMedigo
Nikomakhos’a Ahlak Üzerine Orta Şerh A. Hermann
Eflatun’un Cumhuriyetinin Özeti Elias del Medigo-J. Mantino
Mantık Hakkında Sorular Elias del Medigo-B. AbrahamTabiat Bilimi Hakkında Sorular B. Abraham
İspatlarda Yüklemin Önceliği Üzerine B. Abraham
Feleğin Cevheri Üzerine B. Abraham-M. Scot
İlk İlkenin Ayrıklığı Üzerine Lizbonlu Afonso Dinis
Faal Akılla Birleşmenin İmkanı Lizbonlu Afonso Dinis-C.C. ben David
Ekler (ed-Damîme) R. Marti
Tutarsızlığın Tutarsızlığı C. Calonymus-C. C. ben David
El-Bitrucî Göklerin Hareketleri Üzerine M. Scot- C. C. ben David
Maimonides Şaşkınlara Kılavuz Palermolu John - J. Buxtorf
İbn Tulmûs Soru B. Abraham
Ebû el-Kâsım b. İdrîs Cins ve Türe Dair Bilgi Hakkında Sorular B. Abraham
Ebû el-Kâsım b. Muhammed
/ Mahmûd b. KâsımSoru B. Abraham
Ebû Abdurrahmân b.Cevher
Risaleler B. Abraham
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
13/96
13
Çevrilen yapıtlar, kuşkusuz tablo-daki yapıtlarla sınırlı değildir; ancaktablonun, çeviriler ve kapsamı üze-rinde önemli ipuçları verdiği açıktır.Tabloda görülen yapıtların Batı’daki
etkisini değerlendirebilmek için, da-ha çok Tuleytula, Napoli ve Sicilyagibi merkezlerde yoğunlaşan çeviri-lerin 11. yüzyılın sonlarında başladı-ğını, bu dönemdeki çevirilerin tabiatbilimlerine ve matematiğe yönelikolduğunu, 12. yüzyılda, bilimlerinsınıflaması ve metafiziğe doğru yö-neldiğini, 13-14-15. yüzyıllarda iseAristoteles külliyatı ile onun üzerineyazılmış şerhlerin ön plana çıktığınıanımsatalım (29). Bu şerh geleneği-
nin kuşkusuz en önemlisi, Batı’ya ilkdefa 13. yüzyıllarda Michel Scot tara-fından tanıtılan İbn Rüşd’e ait olan-lardır. Rönesans döneminde ortayaçıkan İbn Rüşdcülük akımını da buçevrilen şerhlere borçluyuz.
11. yüzyılda başlayıp 16. yüzyıladeğin süren çeviri etkinliklerinin a-caba Batı’daki etkisi neler olmuştur?Öncelikle belirtmek gerekir ki, çevi-rilerin yoğunlaştığı yüzyıllar, Batı’nınortaçağdan kurtulup Rönesans’a geç-
tiği dönemlere işaret eder ve bu açı-dan, haklı olarak Rönesans’ın doğu-şunda çevirilerin önemli bir işlevininbulunduğunu düşündürtür. Çevirile-rin başladığı yüzyılın, Batı’da ilk ü-niversitelerin kuruluşu ile çakışma-sı, bu açıdan anlamlıdır. Kanımızcaçevirilerin işlevini anlayabilmek i-çin, Rönesans’ın daha önce söz etti-ğimiz özellikleri ile İslam dünyasın-dan yapılan çeviri eserlerin içeriğinidiyalektik içerisine sokmak gerekir.Kuşkusuz bu oldukça zahmetli biriştir ve geniş bir uzmanlık bilgisinigerektirir. Hatta farklı uzmanların iş-birliğini yani multi-disipliner bakma-yı zorunlu kılar. Ancak bu türden birçaba spekülasyonların önüne geçebi-lir. Bizim ayrıntılı bir tartışma yapmaamacımızın bulunmadığını kaydet-memiz, ulaşacağımız sonuçların ih-tiyatla karşılanması açısından önemtaşıyor. Burada sadece, ana çerçeve-
ye ve bazı temel felsefî sorunlara par-mak basmakla yetineceğiz.Daha önce belirttiğimiz gibi Röne-
sans, Eski Yunan’ın çoğulcu düşün-cesinin yeniden doğuşu ve skolastikdüşünceye destek veren Aristoteles-çiliğin eleştiri süzgecinden geçirilişive Tanrı odaklı sistemin sorgulanma-ya başlanması, ama buna rağmen ast-rolojik ve gizemli uygulamalarda gö-rülen artışla dikkatleri çekmekteydi(30). İslam dünyasından çevrilen ya-
pıtlara bakıldığında, Aristoteles’in ya-pıtları ve onun gerek Yeni Eflatuncuyorumları gerekse İslam düşünürleritarafından yapılan şerhleri önemli biryer tutar. Bu bağlamda, Rönesans’ıngenel tutumuyla çevrilen eserlerin i-çeriği arasında ilk bakışta köklü birçelişkinin olduğu izlenimi uyanabi-lir. Bu izlenimi kaldırmak için her nekadar Rönesans döneminde bir Aris-totelesçilik ve İbn Rüşdcülük akımıortaya çıkmış olsa da, bunun sko-lastiklerce kullanılan Aristoteles ol-madığı, yeni oluşturulan Aristoteles-çiliğin skolastik kökende kullanılanAristotelesçiliğin eleştirisi için önem-li bir malzeme sağladığını kaydetmekgerekir (31). Bu oluşturulan yeni A-ristotelesçiliğin de, özellikle fiziğive metafiziği, Rönesans’ın sonlarınadoğru neredeyse bütünüyle saf dışıedilmiştir. Yine çevirilerde Aristote-les mantığına ve şerhlerine ait yapıt-
ların önemli yer tutması, skolastisiz-me hizmet eden iki değerli, kıyas vetümdengelim odaklı Aristoteles man-
tığının eleştirisi ve bilim yapmak içinyeni metodoloji arayışlarının önününaçılması için önemli bir dayanak o-luşturmuştur. Bu yeni mantık ve me-todoloji arayışında, İslam dünyasın-
da Aristoteles mantığına yöneltileneleştirilerin ve kimi İslam düşünür-lerince kullanıldığı görülen üç değer-li mantığın, Gazzâlî’nin el-Munkiz ’dedile getirdiği epistemolojik kuşkucu-luğun ve Ebu Beker Zekeriyya Razîgibi filozoflarda görülen tümevarım-sal yaklaşımın kısmi etkilerinden sözedilebilir. Bunu F. Bacon’un NovumOrganum adlı yapıtında ve R. Descar-tes’ın Metot Üzerine’sinde bir ölçüdegözlemlemek olasıdır. Kaldı ki, Rö-
nesans’ın sonlarında beliren ve 17.yüzyılda büyük bir gelişim gösterenmodern bilimin Aristoteles mantığıy-la köklü bir ilişkisinin olmadığı bi-linmektedir.
İslam dünyasından astronomiyeilişkin olarak yapılan çevirilerin Rö-nesans döneminde artan astrolojikanlayışla bir bağı kurulabilir ve kimidüşünürler, Rönesans’ta gözlemle-nen astrolojik uygulamaları Mââşal-lah, Ebû Ma’şer ve Kindî gibi İslam
düşünürlerinin yapıtlarının çevrilme-siyle ilişkilendirmişlerdir ve bu ilişki-lendirme hiç de yersiz değildir (32).Batlamyus’un ve onun kimi hesap-lamalarına yönelik eleştirilerin yeraldığı ve farklı astronomi cetvelleri(zîc) içeren yapıtların Batı’ya akta-rılmasının Kopernik devrimine ön-cülük ettiği söylenebilir. Bu öncülük,
Batı’da İbn Sina’dan yapılan çevirilerin Rönesansikliminin oluşmasında önemi büyüktür.
Gazali de yapıtları batı dillerine çevrilenİslam düşünürlerinden biriydi.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
14/96
14
eleştirilecek malzeme sunma ve ege-
men paradigmanın geçerliliğindenkuşku duyulmasını sağlayan kimiverilere işaret etme şeklinde gerçek-leşmiştir. Yoksa Kopernik devrimi,bütünüyle Müslüman yazarların ya-pıtlarına bağlanamaz. Çeviriler, İs-kenderiye’de Aristarkus’un bir görüşolarak ileri sürdüğü güneş merkezlievren tasarımının anımsanmasındave Batlamyus’un kuramının dışındakuramların varlığından haberdar o-lunmasında ve Batlamyus sisteminin
kimi olgularla örtüşmediğinin görül-mesinde işe yaramış olmalıdır.
Yine Aristoteles’in fiziğe ilişkinyapıtı ve bu fizik ekseninde İslamdüşünürlerinin oluşturdukları erek-selci ve niteliksel (tanım ve tasnif a-ğırlıklı) fizik çevirileri, Rönesans’ınsonlarından itibaren gelişen ve Ga-lileo, Newton gibi öncülerin elindematematikselleşen fizik düşünüldü-ğünde, Aristotelesçi fiziğin anlaşıl-masına ve reddedilmesine katkı sağ-ladığını söylemek daha anlamlı gibigözükmektedir. Çünkü yeni doğanve matematiksel bir temele oturtul-muş fiziğin ne Aristoteles ne de İs-lam dünyasında Aristoteles eksenealınarak geliştirilen niteliksel fiziklehemen hiç bağı bulunmaktadır. Buarada, matematik alanında yapılançevirilerin, cebirin ve Hint kökenlisıfır rakamının Batı’da Araplar aracı-lığıyla öğrenilmesinin özellikle ma-
tematik ve matematikselleşen fiziktebir araç olarak önemli işlev yüklen-diğini söylemek gerekir (33).
Benzer biçimde modern tıp geli-şene değin, İslam dünyasında Ga-len ve Hipokrat’ın dört sıvı kura-mına dayalı tıbba ilişkin kuramsalbakışlarının ve İbn Sînâ ve Ebû Bekr
Zekeriyyâ er-Râzî gibi düşünürleringözlemlerini ekledikleri tıbbi yapıt-larının önemli bir işlev yüklendik-leri anımsatılmalıdır. Bu açıdan İbnSînâ’nın Kânûn et-Tıb ve Ebû BekrZekeriyyâ er-Râzî’nin el-Hâvî ad-lı yapıtlarının etkisi anılmaya de-ğer. Bu yapıtların gördüğü işlev de,dört köke dayalı dört sıvı kuramınıneleştirisi ve yeni gözlemlerin aktarıl-ması bağlamındadır (34).
Aynı eleştirel işlevin erekselci ev-
ren tasarımı ve bu tasarıma dayalımetafizikler için de geçerli olduğusöylenebilir. Bunu anlamak için, İbnRüşd’e Latin dünyasında zorlama çe-virtilerle yüklenmeye çalışılan “çiftehakikat öğretisini” çözümlemek ye-terlidir (35). Zira çifte hakikat öğre-tisi, aslında, dinsel hakikatle felsefî-bilimsel hakikati ayırmaya ve felsefeve bilimler için seküler bir zemin o-luşturmaya dönüktür. İbn Rüşd’ün,hakikatin birliğini, yani dinin aynı
hakikati simgesel, bilimin ise doğru-dan ortaya koyduğu, aynı hakikatedinin söylevsel (hatabi) ve diyalek-tik (cedeli), felsefe ve bilimin ise ke-sin kanıt (burhani) yöntemiyle ulaş-tığı düşüncesini savunmasına (36)rağmen çifte hakikati savunuyor-muş gibi lanse edilmesi, metafiziğive skolastik düşünceyi felsefenin ve
bilimin dışına atma işlevi yüklenmişizlenimini vermektedir.
Burada sunduğumuz çözümle-melerden çevirilerin salt eleştirile-cek malzeme sunduğu gibi bir so-
nuca ulaşmamak gerekir; ancak buişlevin önemli olduğunun altını çiz-mek bizim için önem taşımaktadır.Elbette çevirilerin başka işlevleri deolmuştur. Hiç kuşkusuz bunların enönemlisi, çevrilen dogsografik ya-pıtlar aracılığıyla Eski Yunan’ın ço-ğulcu düşüncesinin yeniden keşfi-dir. Bu anlamda Batı için çeviriler,skolastik dönemde yitirdiklerini ye-niden elde etmek, Eski Yunan’ı ye-niden keşfetmek açısından büyük
önem taşır. Bu yönüyle bakıldığın-da, İslam dünyası, Beyt el-Hikme’deyapılan çevirilerle, “uygarlığın hafı-zası” işlevini yüklenmiş, tıpkı EskiYunan’ın Doğu’dan (Mezopotam-ya ve Mısır) edindiklerini koruyup,onlara kendi deneyimi ve kuramsalbakışlarıyla zenginleştirerek İslamdünyasına sunması gibi, İslam dün-yası da Eski Yunan mirasını alıp o-nu zenginleştirerek Batı’ya sunmuş-tur. Sırf bu hafıza görevini görmek
bile, İslam dünyasının bilim ve dü-şünce tarihinde özgün bir yere sahipolduğunu göstermek için yeterlidir.Bu hafıza işlevine, yeni gözlemlerineklenmesiyle oluşturulan birikiminde etkisini hesaba katmak gerekir.Böylelikle insanlığın uygarlık serü-veninde İslam dünyası yadsınamazbir rol üstlenmiştir.
Dünya merkezli evren modelinin büyük ismiBatlamyus (Ptolemy).
Batı’da bilimsel devrimin ilk adımını Copernicus attı. İslam dünyasından yapılan çeviriler Avrupalıbilimcilere Batlamyus sisteminden daha farklı evren sistemlerinin de olduğunu göstermişti.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
15/96
15
Kimi düşünürler, Batı’da Röne-sans’ın doğuşunda İslam dün-
yasından yapılan çevirilere bizimyukarıda yüklediğimiz anlamın ö-tesinde anlamlar yüklerler. Onlarabakılırsa, Rönesans, Batı’nın değil,adeta İslam dünyasının, bir diğerdeyişle İslam dünyasından yapılançevirilerin ürünüymüş gibi bir izle-nim uyanmaktadır. Böylesi bir dü-şünce, şu soruyu akla getirir: EğerRönesans İslam dünyasından yapı-
lan çevirilerin bir ürünüyse, aynıürüne sahip olan İslam dünyasındaneden Batı’da Rönesans sonrası or-taya çıkan bilime dayalı bir Aydın-lanma gerçekleşmedi? Bilindiği gibihiçbir çeviri aslının yerini tutmaz;bu açıdan asla sahip olan İslam dün-yası daha şanslı değil miydi?
Bu kanımızca ciddiye alınması ge-reken bir sorudur ve yanıtı, yukarıdasunduğumuz çevirilerin eleştirilecekmalzeme sunma anlayışında saklı-
dır. Kuşkusuz, bizim söz konusu sa-vımıza eleştirel açıdan yaklaşılarak,aynı ürünlerin farklı kültürel bağ-lamda farklı sonuçlara yol açabilece-ği şeklinde bir savla karşı çıkılabilir.Bu elbette olasıdır; böylesi bir olası-lığı mantıksal açıdan saf dışı etmekolanaksızdır. Ancak olgusal verilerindurumun hiç de öyle olmadığını gös-terdiğini, Batı’da Rönesans ve sonrasıortaya konan yaklaşımlara göz gezdi-rildiğinde, bu olasılığın zayıfladığınıanımsatmak gerekir. Zira Aristotelesve onun Yeni Eflatuncu yorumu te-melinde yapılanan erekselci bir para-digmanın, Rönesans’ın büyük ölçüdeparadigmasız, olguya boğulmuş, herşey gider anlayışıyla; Rönesans’ın ar-dından ortaya çıkan Aydınlanma’nınseküler zemine oturtulmuş, tümeva-rıma yönelmiş ve matematikselleş-miş bir bilim anlayışıyla, eleştirile-cek ve yadsınacak malzeme sunma
dışında bir bağının olduğunu söyle-mek oldukça zordur. Kuşkusuz busöylemimiz bilimle ilişkilidir, felsefî
açıdan bakıldığında nispeten farklısonuçlara ulaşmak olasıdır. Bu iddi-amız, çevrilerle Batı’ya ulaşan kimiolgusal verileri dışladığımız anlamı-na gelmez. Bu olgusal veriler, kuşku-suz yeni paradigmanın oluşumundadiyalektik bir işlev yüklenmişlerdir.Ancak Rönesans sonrası Batı’da olu-şan seküler paradigmanın İslam dün-yasından çevirilerle aktarılan ereksel-ci, teosentrik paradigmayla doğrudanbir bağı bulunmamaktadır. Bu para-
digmal fark, İslam dünyasında nedenBatı’dakine benzer bir Aydınlanmagerçekleşmedi ve gerçekleşmiyor yada neden aydınlanma (akıl) tutul-ması yaşanıyor sorusuna da kanı-mızca önemli bir yanıt teşkil eder.Hiç kuşkusuz, altyapı kurumu ola-rak görebileceğimiz üretim ilişkile-ri, toprak mülkiyeti vb. olgular, Ba-tı’da teosentrik düşüncenin çöküpseküler paradigmanın oluşumundaönemli rol yüklenmiştir. Bunu anla-
mak için feodalitenin çatırdamasınıve ticaretten beslenen burjuva sını-fını, bu sınıfın siyasal taleplerini veyüklendiği misyonu iyi anlamak ge-rekir. Burada kanımızca, önemli olansoru, Doğu’nun/İslam dünyasının a-nılan paradigmayı neden kıramadı-ğıdır. Bunun üretim ilişlerinden veüretim tarzından ve Moğolistilası gibi dışsal nedenler-den kaynaklanan önemli ne-denleri bulunur ve bu ciddibir araştırma gerektirir (37).İslam felsefesi ve teolojisiy-le profesyonel olarak ilgile-nen birisi olarak biz, felsefive teolojik nedenlere gönder-me yapan kimi saptamalardabulunmaya çalışacağız. Ka-nımızca, düşünsel açıdan ba-kıldığında, İslam dünyasındaBatı’dakine benzer bir bilim-sel aydınlanmanın gerçek-
leşmemesi ya da belli bir birikimerağmen akıl tutulmasının yaşanmasıhususunda belli bir düşünsel çerçe-ve oluşturmak için aşağıdaki nokta-ların gözden ırak tutulmaması yarar-lı olabilir.
a) Felsefe ve felsefibilimlerin meşruluk sorunuBunun etkisini takdir edebilmek
için, İslam’ın klasik çağında bilimide içeren felsefenin daha başlangıç-
tan itibaren kelâmcı, fıkıhçı ve ha-disçilerce yabancı bir bilim olarakgörülüp eleştirilmesi ve reddedil-mesi (38) üzerinde bir parça düşün-mek yeterlidir. Anılan durum, felse-fe ve felsefi bilimlerle ilgilenenleri,daima savunmacı bir tutum içerisin-de kalmaya ve felsefi anlayışlarını,dinin simgesel ifadeleriyle destekle-meye itmiştir. Bu yüzden ilk yaratı-cı Arap filozofu sayılan Kindî felse-feyle ilgilenmenin dinen meşru/caiz
olup olmadığını tartışmak zorundakalmıştır (39). Aynı tartışma Ihvânes-Safa (40), Âmirî (41), Fârâbî (42)gibi düşünürlerde, hatta felsefeninİslam dünyasına girişinden itibaren300 yıl geçmiş olmasına rağmen İbnRüşd’de bile devam eder (43). Gaz-zâlî’yi Tehâfüt el-Felâsife’yi kaleme
AYDINLANMA AÇISINDAN İSLAM DÜNYASI:‘AKIL TUTULMASI’ VE NEDENLERİ
İslam filozofları, felsefi anlayışlarınıdinin simgesel ifadeleriyle
desteklemekten kurtulamadılar.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
16/96
16
aldıran da, kelâmcı, fıkıhçı ve hadis-çilerce dillendirilen bu dinsel meş-ruluk sorunudur (44). Aynı sorun,İbn Haldun gibi özgün felsefi çö-zümlemeler yapan, felsefi bilimlerle
ilgilenen bir düşünürü bile “felsefe-nin boş ve yarasız olduğunu”, hattakimi açılardan dine zararlı olduğu-nu söylemeye itmiştir (45).
b) ErekselcilikAristoteles kökenli olan ereksel-
cilik, İslam filozoflarında en açık i-fadesini dört neden kuramı, felsefeve bilim imgesi ve Aristotelesçi ka-tegori anlayışında bulur. Dört nedenöğretisi, gâi/erek nedene bağlı ola-
rak, her şeyi metafiziğin hizmetindegörmeye ve nesneler dünyasıyla ilgi-lenen bilim ve felsefenin sonul işle-vini Tanrı’ya/metafiziğe götürmeklesınırlamaya yol açmıştır. Aynı anla-yışın izlerini İslam filozoflarınca be-nimsenen ve bilimi de içeren felse-fe tanımlarında da görmek olasıdır.Genel kabule göre, felsefe, insanıngücü yettiği ölçüde nesnelerin varlı-ğını, özünü ve nedenlerini, ilk nede-ni bilmesi, ya da Tanrı’ya benzemeye
çalışmasıdır (46). Kuşkusuz varlığınözüne, nedenlerine ve ilk nedene u-laşmak için Aristoteles’in dokuz ka-tegorisi önemli bir işlev yüklenmiş-tir. Nitekim felsefi/bilimsel bilgininAristoteles’in dokuz kategorisi ekse-ninde üretildiği görülür. Bu katego-rilere ilişkin sorular, var mı? (hel),nedir? (mahüve), kaç? (kem), nasıl?(keyfe), hangi şey? (eyyü şey), nere-de? (eyne), ne zaman? (meta), ni-çin? (lima), kimdir? (men hüve) so-rularıdır (47) ve erekselci olan niçinsorusu üretilen bilgide merkezi birişlev yüklenir. Kuşkusuz bu erek-selci bakış açısı, İslam dünyasında,ister istemez Tanrı ya da din odaklıbakmaya yol açmış, dine ters düşenbilimsel ve felsefi anlayışların ba-rınmasını ve yaşamasını engellemiş,hatta dinin farklı yorumuna uzananve kurumsallaşmış dinlerin eleştiri-sini yapan düşünürlerin bile baskıy-
la karşılaşmasına neden olmuş gibigözükmektedir (48).Dolayısıyla İslam’ın klasik çağın-
da, seküler bir anlayışı savunmak,bilimin dinden bağımsız bir etkin-lik olduğunu ileri sürmek ve evreneerekselci bakmamak neredeyse dindışı sayılmakla özdeş kabul edilmiş-tir. Bu açıdan bakıldığında, İslam fi-lozoflarının önemli bir bölümününtemel ilgisinin din-felsefe ilişkisin-de odaklanması ve din ile felsefenin
farklı etkinlikler olduğunu savunanbirkaç istisna düşünür bir kenarabırakılırsa (49), filozofların büyükçoğunluğunun din ve felsefenin ay-nı hakikati farklı yöntem ve söylev-lerle dile getirdiklerini söylemelerive bilimleri metafiziğe götüren birmerdiven olarak konumlandırmala-rı nedensiz değildir. Bu anlayışın enyalın örneğini İhvân es-Safâ’nın şusöyleminde yakalamak olasıdır:
“Ey kardeşim, filozofların mate-matiksel bilimlerde akıl yürütmele-rinin amacı, öğrencileri onlar aracı-lığıyla tabiat bilimlerine doğru yolalmalarını sağlamak, tabiat bilimle-rinde akıl yürütmelerinin amacı ise,filozofların en üst amacı olan ilahibilimlere yükselmelerini ve elde et-melerini sağlamaktır. Bu yolun so-nunda hakiki bilgiler elde edilmişolur.” (50)
Kuşkusuz erekselci bakmanın bi-
lim ve felsefe açısından bütünüyleolumsuz olduğunu söylemek güç-tür; fakat bir ereğe bağlı olarak ev-
rene yönelmek, ayrıntıların, ereğeters düşen unsurların görülmesineengel oluşturduğu gibi, ereğe ulaş-tıran yeterli veri oluşunca araştırmasürecini sekteye uğratabilmektedir.
Başka bir deyişle erekselci bakış açı-sı, erken genellemelere yol açar. E-rekselci bakış açısının dinsel değeriüzerinde elbette durulabilir; ancakbunu bilimsel bağlama taşımak, ev-rene antropomorfist bir bakış açısıylayönelmek ve evrenin kendinde iç iş-leyişini çoğu kez göz ardı etmek an-lamına gelir.
c) PragmatizmPragmatizm, aslında İslam dünya-
sında çevirileri güdüleyen ve iktida-rı bilim ve felsefeye yaklaştırıp onadestek vermesini sağlayan en önemliunsur olmuştur. Zira çeviri etkinlik-lerinin ve felsefi çalışmaların en yay-gın olduğu dönem, imparatorluklaş-ma ve toplumsal gereksinimlerinçeşitlendiği dönemdir (51). İmpara-torluklaşma zirveye ulaşıp, bu yapı-yı destekleyen bir birikim oluşunca,feodal yapıyı sarsacak ve yeni ya-pılara yol açacak çalışmalara siya-
sal nedenlerle ket vurulmuş, artıkyöneticiler bilim ve felsefeden des-teklerini çekmişlerdir. Bunun temelnedeni, sonraki dönem felsefi tartış-maların, spekülasyona dönük oluşuve pratik yararının oldukça sınırlıolması ya da kimi kez hiç olmama-sıdır. Nitekim pratik yararı olan et-kinlikler, tıp, matematik, astronomivb. belli ölçülerde devam etmiştir.Bu açıdan pragmatizm iç-çelişkili-dir ve bilimi ve felsefeyi pragmatistbir temele oturtmak bilimin geleceğikonusunda ve özellikle teorik bilim-lerde ve felsefede sıkıntılar doğura-bilir. İslam’ın klasik çağı bu açıdanilginç bir örnek teşkil eder.
d) İktidar odaklılıkBilim ve felsefenin, ancak pratik
gereksinime bağlı olarak yaşam im-kanı bulması, çoğu kez de, bu ge-reksinimlerin halifeler ve merke-
zi yönetimin temsilcisi olan valilerkanalıyla giderilmeye çalışılması,İslam dünyasındaki bilim insanları-
İslam dünyasındaki bilim insanları halifelereve valilere bağımlıydı. İbn Sina çeşitlişehzadelere doktorluk yapmaktaydı.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
17/96
17
nı halifelere ve valilere bağımlı kıl-mıştır. Söz konusu bağımlılık biryandan, bilim insanlarına kütüpha-ne bulma, ekonomik açıdan refa-ha kavuşma imkanı vermişken; ö-
te yandan, onları, özgür araştırma,bilgi için bilgi elde etme imkanın-dan yoksun bırakmıştır. Halifelerinve valilerin entrikalar yüzünden sıksık değişmesi, bir önceki halife yada valinin koruduğu bilim insanını,bir başkasının ideolojik, mezhepselvb. nedenlerle cezalandırmasına yada saraydaki itibarını yok etmesinesebep olmuştur. Kimi zaman hekim-lerin başı, halifenin ailesinden birisihastalanıp, onu iyileştiremediğinde
büyük belalarla uğrayabilmiştir. Bu,iktidar eksenli bilimin tipik bir iç-çelişkisidir. Bu durumun nelere malolduğunu görmek için P. Hoodb-hoy’u dinlemek yararlı olabilir:
“Yöneticiler, en iyi bilginleri sa-raylarına çekmek için yarışıyorlardı.Kindî, halife Me’mûn’un, Fahred-din Râzî de Sultan Mahmûd Ibn Tu-kuş’un sarayındaydı. İbn Sînâ, çeşitlişehzadelere doktorluk, İbn Heysemdanışmanlık yapmıştı. İbn Rüşd ise,
el-Mensûr’un hizmetindeydi. Hemenhemen ortaçağın en büyük bilginle-ri kendilerine mesleki ün, toplumsalsaygınlık, kütüphaneler ve rasatha-neler sağlayan ve belki de en önem-lisi, cömertçe gelirler bahşeden ha-nedanlık sarayıyla ilişki içindeydiler.Halifenin himayesi, bilginleri, çalış-malarını dini gelenekten sapma ola-rak gören tutucuların şerrinden uzaktutmada da son derece önemliydi...Hükümdarın himayesine bağlılık,aynı zamanda İslam bilimi açısındanyapısal bir zaaftı. Haminin kişisel e-ğilimleri, egemen hanedanın talihi,saray hayatının entrikaları, destek-lenen öğrenim türünü ve bilginlerinkaderini belirleyen önemli etken-lerdi. Yöneticilerin değişmesi, saraymensupları ve eski saray bilginleri i-çin genellikle felaket demekti. Örne-ğin, Kindî gibi, Me’mûn’un sarayındayetişen akılcı bilginler, tutucu el-Mü-
tevekkil’in halifeliği devralmasıylakaçarak hayatlarını zor kurtardılar...Ama her bilginin saraydan alelacele
ayrılışının nedenleri her zaman ide-olojik değildi. İbn Sînâ’nın yaşam öy-küsü, bir hekimin hayatının pamukipliğine bağlı olduğunu göstermek-tedir. Özellikle de, sultanın ailesin-
den birisi tedavi edilemeyecek kadarhastaysa. İbn Sînâ’nın gece yarısı atüstünde kaçması, bazen bir dervişkılığına girmesi, saraydan saraya ka-çarken yaşadığı maceralar, bir geri-lim romanı gibi okunabilir. Fakat İbnSînâ’nın dönemdaşları, onun kadarşanslı değillerdi. Bu yüzden de, budünyadan beklediklerinden erkenayrıldılar.” (52)
İktidar odaklılık, M. Foucault’nınbilgi-iktidar ilişkisi (53) bağlamında
düşünüldüğünde, önemsenen bilgi-nin iktidarların değişen ideolojile-rinden de köklü bir biçimde etkilen-diğini kaydetmek anlamlı olacaktır.Bunun en ilginç örneğini, felsefe vefelsefi bilimlerin batinî anlayışa fel-sefi tutamak sağlaması (54) ve 11-12. yüzyıllarda yoğunlaşan Sünni-Batıni çatışmasının yoğunlaşmasıyüzünden, Abbasilerin son dönemiile Selçuklularda, felsefenin dışla-nıp, devletin resmi ideoloji olarak
Sünniliği benimsemesinde görmekolasıdır. Gazzali’nin hocası Cüvey-ni’nin ve ardından Gazzali’nin si-yasetteki etkinlikleri ve özellikleGazzali’nin siyasi desteği arkasına a-larak filozoflara ve Batınilere yönelt-tiği eleştirilerini bu bağlamda anım-samak gerekir.
e) Aşılamazlık duygusuAşılamazlık duygusu, bütüncül
yapının oluşması ve dogmatikleş-tirilmesinden kaynaklanır. AydınSayılı’nın deyişiyle İslam’ın klasikçağında aşılamazlığı, felsefede İbnSînâ, teolojide ise Gazzâlî simgele-
mektedir (55). Nitekim İbn Sînâ’dansonra Şiî-Batınî çevrelerde varlığı-nı sürdüren felsefe onun hikmet’ülmeşrikiyye (doğu felsefesi) anlayışıdoğrultusunda tanrısal aydınlanmaodaklı işrakiliğe dönüşmüş ve İbnSînâ’yı şerhler ve haşiyelerle nispifarklarla yeniden üretmiştir. Nite-kim, sonraki döneme ait Sührever-dî, el-Muhakkik et-Tusî, Şehrezurî,Şirâzî, Molla Sadrâ gibi düşünür-ler, İbn Sînâ’yı bütünüyle aşan yeni
söylemler ortaya koyamamışlar, ay-nı paradigmada felsefe yapmışlardır(56). Teolojide ise, özellikle Sünnîdünyada, Gazzâlî egemenliğini his-settirmiş ve onun tasavvufu olum-layan teolojik örgüsü inanç nesnesihaline gelmiştir.
f) Dinsizlikle (tekfîr)suçlamaDinsizlikle suçlama ortaçağlarda,
bir cedel yöntemidir ve Gazzâlî ve
İbn Salah’ın fetvasında zirveye ula-şır. Gazzalî’nin filozofları siyasal veteolojik nedenlerle dinsizlikle suçla-ması, hatta, bilimi de içeren felsefeyikimi kayıtlarla dinsizliğe yol açıyorendişesiyle mahkum etmesi olduk-ça önemli etki uyandırmıştır (57).Çünkü dinsizlikle itham, din odağın-da yapılanan bir toplumsal ortamda,toplumdan dışlanma, Gazzâlî’nin de-yişiyle malın, canın ve namusun baş-
Eğitim, kutsanan bilgilerinezberlenmesi olarak görülüyordu.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
18/96
18
kalarına helal olması anlamına gelir(58). İbn Salah’ın fetvası, Gazzâlîcianlayışı pekiştirir. İbn Salah’ın fetvasıoldukça ünlüdür; bu yüzden ondançarpıcı noktaları aktarmak yararlı o-
labilir: Felsefe ve felsefi bilimler ap-tallığın temelidir; tüm yanlışlıklar vesapkınlıklar ondan kaynaklanmakta-dır. Felsefe ve felsefi bilimlerle uğ-raşan, şeriatın güzelliklerini görmezolur; zira onunla uğraşan Tanrı’danuzaklaşır ve şeytana yaklaşır. Dola-yısıyla felsefeye ilişkin şeylerle meş-gul olmak şeran caiz değildir. Şeriatve şeri bilimler tamamlanmıştır; bubilimlerin önderleri, ortada ne man-tık ne de felsefe varken gerekli olan
bilimleri tüm derinliğiyle ortaya koy-muşlardır. Bir faydası olduğuna ina-nıp, felsefe ve mantıkla uğraşanınşerrinden Müslümanları korumaksultana düşer. Sultan böylelerinimedreselerden çıkarıp uzaklaştırma-lı, hala aynı şeyle uğraşıp uğraşma-dıklarını takip ettirmelidir. İbn Salahfetvasına şöyle devam eder:
“Filozofların inancına bağlı oldu-ğunu açıkça söyleyen, İslam ve kılıçarasında tercihe zorlanmalıdır.” (59)
g) Medreseleşme vestatükolaşmaBu ilginç bir durumdur; çünkü
İslam dünyasında yetişmiş önemlibilim ve felsefe insanları medrese-
de yetişmemiştir. Medre-se geleneği önce Şiîlerdegörünmüş, sonra 10. yüz-yılda Şiîliğin egemenliğinikırmak için Sünnîlerde iş-levsellik kazanmıştır. Sün-nî medreseler, Şii-Batınîtehlikesi karşısında, Cü-veynî ve öğrencisi Gazzâlîile birlikte Eş’arî teolojiyeyönelmiş, felsefe ve felsefibilimler o dönemlerde te-
röre bulaşan ve Dailik örgütüyle İs-lam dünyasında yayılmaya çalışılanBatiniliği, dolayısıyla Şiiliği destek-lediği inancıyla dışlanmış, bilim defelsefenin içinde yer aldığından o dasekteye uğramıştır (60).
h) TanrısalaydınlanmacılıkAristoteles’in etkin aklının, kimi
kayıtlarla İbn Rüşd bir kenara bıra-kılırsa, Aristoteles’in Yeni Eflatun-
cu yorumcularının etkisiyle Farabîve İbn Sînâ dahil hemen tüm İslamfilozoflarınca insanın dışında me-tafizik bir ilke olarak kabul edilippeygambere vahiy ileten Cebrail’leilişkilendirilmesi ve bu yolla pey-gamberle filozofu aydınlatan kay-nağın birlenmesi, kuramsal bilgiyitanrısal esine/vahiy ve ilhama indir-gemiştir (61). Bu tutum, beraberin-de, her şeyin temelinin dinden ya dadinsel bir temelden alındığı anlayışı-na yol açmıştır. Bu bağlamda İbn Sî-nâ’ya kulak vermek gerekir:
“Eylemsel felsefenin temel ilke-leri tanrısal şeraitten alınmış olup,tanımları en olgun şekliyle yine tan-rısal şeraitle açıklanmıştır. İnsan sa-dece bu tanrısal ilkeleri, akıl yürüt-me yoluyla tikel sorunlara uyarlar…Kuramsal felsefenin ilkeleri bile, dinönderlerinden tenbih yoluyla alın-mıştır. Bu ilkelerin olgun bir biçim-
de öğrenilmesi ise ussal yetinin ka-nıt yoluyla tasarrufta bulunmasıylagerçekleşir.” (62)
ı) Doğal nedenselliğinörselenmesiİslam filozoflarınca benimsenen
doğal nedenselliğin, teolojik gerek-çelerle örselenmesi ve bunun Eş’arîteolojinin uzantısı olarak Gazzâlî ta-rafından dinsel bir inanç haline ge-tirilmesi, İslam dünyasında bilimve felsefeye büyük zarar vermiştir(63). Aslında, her ne kadar Fârâ-bî ve İbn Sînâ gibi filozoflarca doğalnedensellik ve nedensel zorunluluk
onaylansa da, onlara göre de cansızolan hiçbir şeyin etkinliği bulunma-maktadır; neden olabilen, ayrık akıl-ların ürünü olan nesnelerin tabia-tı ve nefs sahibi varlıklardır ve oluşve bozuluşun temelinde nefse sahipoldukları savlanan göksel ayrık akıl-lar (dindeki adıyla melekler), nesne-lerdeki tabiat ve insandaki nefs yat-maktadır. Neden sonucunu zorunlukılsa da, son çözümlemede bu do-ğal değil metafizik etkilerden kay-naklanmaktadır ve en temel nedenerek nedendir (64). Gazzâlî ile do-ruk noktasına ulaşan neden-sonuçilişkisinin doğallığına yönelik olum-suz tutum, İbn Rüşd tarafından kök-lü eleştiriye tabi tutulmasına rağ-men, nedenselliğin yerine oturtulanvesileci (ara-nedenci) anlayış, insanve eylemleri arasındaki ilişkilerin deaskıya alınmasına, bu yolla kaderci-liğin pekişmesine yol açmıştır. Ay-
nı kaderciliğin izlerini, sudur kura-mına dayalı bir evren kurgusu olanİslam filozoflarının yapıtlarında da
Kaderciliğin egemenliği bireyin kendisineve eylemlerine yabancılaşmasında güçlübir işlev yüklenir.
İslam dünyasında hakimanlayışa göre gerçek bilgi
maddenin bilgisi değil,maddi ilintilerden soyutlanmış
suretin bilgisidir.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
19/96
19
bulmak olasıdır. Kuşkusuz kader-ciliğin egemenliği bireyin kendisineve eylemlerine yabancılaşmasındagüçlü bir işlev yüklenir.
j) Eski Yunanlı filozofların görüşlerini kutsallaştırmaBu aslında gerek Meşşailerde ge-
rekse İşraki filozoflarda kendinigöstermektedir. Onlara göre felsefeve felsefi bilimler hâlidî hikmettenkaynaklanmaktadır; bu yüzden bü-yük düşünürler ya peygamber ya dapeygamberlerden etkilenmiş, onlar-dan ders almış düşünürlerdir (65).Bu bağlamda, pek çok İslam düşü-nürü tarafından yinelenen düşün bi-
çimini ifadelendiren Amirî’ye kulakvermek gerekir:
“Ant olsun ki biz Lokman’a hik-met verdik, ayeti gereğince hikmet-le nitelendirilen ilk kişi LokmanHekim’dir. O peygamber Davud za-manında yaşamış ve sürekli olarakŞam bölgesinde oturmuştur. Akta-rıldığına göre, Yunanlı filozof Em-pedokles, onun yanına gidip geldi-ği için hikmeti ondan öğrenmiştir…Lokman Hekim’le olan arkadaşlığı
yüzünden Yunanlılar onu bilge ola-rak kabul etmişler ve ilk bilge olarakonu görmüşlerdir… Bilgelikle nite-lendirilen bir diğer kişi Pisagor’dur;onun bilgelikle nitelendirilme nede-ni ise, Davud’un oğlu Süleyman’ınöğrencileri Şam bölgesinden Mısır’agidince onlarla görüşme olanağı bul-masıdır. Bu görüşmeden önce Mısır-lılardan geometri, ardından da Sü-leyman’ın öğrencilerinden fizik vemetafizik öğrenmiştir. Bu üç bilimi,Yunanistan’a götürmüş,.. bu bilim-leri peygamberlik kandilinden yarar-lanarak geliştirdiğini ileri sürmüş-tür… Pisagor’dan sonra bilgeliklenitelendirilen Sokrates, felsefeyi Pisa-gor’dan almış ve felsefe disiplinlerin-den yalnız metafizikle yetinmiştir…Sokrates’ten sonra Eflatun bilgeliklenitelendirilmiştir;… Sokrates’in yo-lundan giderek, o da felsefeyi Pisa-gor’dan almıştır… Platon’dan sonra
bilgelikle nitelendirilen kişi Aristote-les’tir… Felsefe öğrenmek üzere yir-mi yıla yakın Platon’un yanında ders
almıştır… Bu beş kişi bilgelikle anıl-mış, bunlardan sonra hiç kimseyebilge adı verilmemiştir.” (66)
Aynı anlayışın ilginç fakat fark-lı bir versiyonunu Fârâbî’nin Kitâb
el-Cem Beyn Re’yeyy el-Hakîmeynel-Eflâtun el-İlahî ve Aristutâlîs adlıyapıtının adından çıkarsamak olası-dır. Yapıt açıkça Eflatun’u tanrısal-laştırmaktadır. Tanrısallaştırmala-rın olduğu bir ortamda eleştiridensöz etmek anlamsızlaşır ve eskilerbir dogma gibi izlenir. İslam felsefegeleneğinde şerhlerin ve haşiyelerinönemli bir yer tutması bu kutsal-laştırma anlayışının bir uzantısı ol-sa gerektir. Çünkü kutsanan eleşti-
rilemez ve yadsınamaz; sadece şerhedilir; bilgi de yorum ve şerhe indir-genir. Şerh ve haşiyelerdeki tek eleş-tiri, metnin yanlış anlaşıldığını gös-termek şeklinde ortaya çıkar. Eğitimise kutsanan bilgilerin ezberlenme-si olarak görülür (67). İslam dün-yasında yazılan yapıtların çoğununkısmi farklarla birbirinin benzeri o-luşunun temelinde bu kutsallaştırıcıve ezberci mantığın yattığını söyle-mek yanlış olmaz.
k) Maddeyi ve dünyayıküçümsemeİslam felsefe geleneğinde egemen
olan Aristocu anlayış, madde-suretdüalizmine dayanmakta, madde ve
maddi ilintiler süfli/aşağı aleme öz-gü, suret ise melek/tanrısal alemeilişkin olarak görüldüğü için, mad-de ve maddi olan ikincilleştirilmiştir(68). Önemli olan madde ve mad-
di ilintiler değil, ondan soyutlanıpsurete ulaşmaktır. Gerçek bilgi demaddenin bilgisi değil, maddi ilin-tilerden soyutlanmış suretin bilgisi-dir. Bu anlayış, İslam filozoflarının,maddeye bağlı olarak bu dünyanınaşağılanması anlayışına, niceliktençok niteliğe, maddi olandan çok ru-hani olana, hüviyetten çok mahiye-te yönelmelerine yol açmıştır. Oysamaddi olanı dışlayan bir ortamda bi-limi kurmak ve geliştirmek imkan-
sızdır. Bu durumu kavramış olanŞehristânî, uygarlıkları karşılaştırır-ken şu saptamayı yapar:
“Dört büyük ümmet vardır: Arap,Acem, Rum ve Hint. Arap ve Hintbirbirine yakındır. Bunlar, nesnele-rin mahiyetine, niteliklerine yöne-lirler ve işleri ruhanidir. Acem veRum ise birbirine yakındır. Bunlarda, nesnelerin hüviyetine, niceliğineyönelirler ve işleri cismanidir.” (69)
Sıraladığımız bu nedenler, İslam
dünyasına Beyt el-Hikme’de yürü-tülen çevirilerle giren felsefi ve bi-limsel birikimin, hangi yöne doğruevrildiği ve neden aydınlanma (akıl)tutulması yaşandığı sorusuna yanıtaranırken oluşturulacak düşünsel
Filozofların siyasal ve teolojik nedenlerle dinsizlikle suçlaması, hatta, bilimi de içeren felsefenindinsizliğe yol açıyor endişesiyle mahkum edilmesi etkili olmuştur.
8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 055
20/96
20
çerçevenin kimi dayanaklarına gön-derme yapar. Ancak sıraladığımızdurumların, önemli olmakla birlik-te, konuya tüketircesine bir yanıtverdiği sanılmamalıdır. Kanımızca
irdelediğimiz konu farklı araştırma-larla aydınlatılmaya ve tartışılmayamuhtaçtır ve bu, Doğu merkezcilikve Batı merkezcilik gibi uç anlayış-lardan kurtulmayı, daha da önemlisitarihi kutsallaştırmaktan vazgeçme-yi, eleştirel bakışları önemsemeyi,multi-disipliner bir bakışla işbirli-ğine gitmeyi gerektirir. Ayrıca bututum, bilimin işlevini salt doğru-lamakla sınırlandırmamayı, K. Pop-per’ın önerdiği, eleştirelliğin olmaz-
sa olmaz koşulu olan yanlışlamayı(70) da ilke edinmeyi zorunlu kılar.
SONUÇ VEDEĞERLENDİRME
İslam Rönesansı deyişini kullan-manın, Batı’daki Rönesans kavramı-nın içeriğini düşünerek, kimi kayıt-larla doğru olmadığını söylesek bile,
10. yüzyılda Beyt el-Hikme’de yapı-lan çeviriler ve onları işleyen, onlaraİslamî bir damga vuran düşünürlerle,İslam dünyasının önemli bir bilimselbaşarı elde ettiğini teslim etmemizgerekir. Ancak bu başarı, teosentrikparadigmanın izin verdiği kadardır.11. yüzyıldan 16. yüzyıllara kadargeçen süreçte Batı, İslam dünyasın-dan yaptığı çevirilerle, teosentrik ni-telikli skolastik düşünce yüzündenyitirdiği Eski Yunan felsefesini ye-niden keşfetmiş, İslam dünyasındanelde ettiği verilerle eleştirilecek bir
malzeme, tutunacak yeni bir zeminbulmuş ve teosentrizmden seküle-rizme adım adım geçerek bilimselaydınlanma yaratmayı, akıl tutulma-sından kurtulmayı başarmıştır. Ba-
tı’ya çeviriler aracılığıyla eleştirilecekmalzeme ve yeni olgular sunan İslamdünyası, Batı, Rönesans, Reform veAydınlanma gerçekleştirirken, teo-sentrik paradigmayı parçalayacak nealtyapısal ne de üstyapısal bir deği-şime gidememiş, 20. yüzyıla değinaynı teosentrik paradigmayı devamettirmiştir. Kanımızca bunun en te-mel nedeni, klasik İslam düşüncesi-nin her şeyi bir şekilde kutsalla iliş-kilendiren, ve en önemlisi bilgi ve
değeri metafizik bir zeminde arayananlayışıdır. Bu anlayışın kimi kesim-lere, bilgi ve değerleri seküler bir ze-mine oturtan Türkiye’de bile bilgininİslamileştirilmesi projesiyle yer yercanlandırılmaya çalışılması, İslamdünyasında aydınlanma (akıl) tutul-masının sancılarının hâlâ yaşandığı-nı göstermesi açısından anlamlı olsagerektir. Zira kutsalla ilişkilendirme,ister istemez eleştirel