108

bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu'nun cesur kalem ve büyük ideolog Ahmet Taner Kışlalı anısına çıkardığı kitapçık.

Citation preview

Page 1: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

bir düşün insanı

BiBiraz daha korktunuz şimdi, biraz daha battınız bataklığınıza. Sizleri bir bomba kadar yüreksiz yapan inançlarınızın, ideolojinizin bir kez daha ne mal olduğunu çıkardınız ortaya. Uşaklarsınız, dizginlerinizi tutanların elinde patlayacak olan düşünce bombalarımız sizi sonsuz karanlığınızda boğacak. Aydınlıkları kapakapatamayacaksınız. Ahmet Taner KIŞLALI gibi

insanların düşünceleri gücümüz olacak.

ODTÜATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE TOPLULUĞU

Page 2: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 3: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

bir düşün insanı

AHMET TANER KIŞLALI1939 -

ODTÜ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE TOPLULUĞU2012

8

Page 4: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Atatürk Diktatör müydü?

Evet, Atatürk Suçludur!...

Bir “Diktatör”e Saygılar!

İntihar Eden Devlet!

Kadınsız Demokrasi

İçindekiler

4

5

9

12

15

21

1840

37

27

24BÖLÜM I: KISLALI’DAN YAZILAR

Önsöz

Yitirdiklerimiz “Pülümür’ün Yaşsız Kadını”

Seçimsiz Demokrasi

Sürü müyüz, Ulus mu?

Terör ve Demokrasi...

“Yüce Türk Milleti Önünde...”

Kemalizm Nedir?

34

43

bir düşün insanıAHMET TANER

KIŞLALI

.

Page 5: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Altan ÖYMEN

Prof. Dr. Suna KİLİ

Rutkay AZİZ

Hıfzı TOPUZ

Prof. Dr. Şerafettin TURAN

Işık KANSU

Barış KÜTAHYA

74

69

65

60

55

76

BÖLÜM II: RÖPORTAJ VE ANI BÖLÜM III: KISLALI’YI ANLATTILAR

BÖLÜM IV:FOTOGRAF ALBÜMÜ

Çok Güçlü Bir Işık KaynağıDolunay KIŞLALI ULUÇ

Vatansever Bir Mücadele AdamıNilüfer KIŞLALI

Bir Karıncayı Bile EzmezdiTevfik KIZGINKAYA

Gençlik Onun İçin Gelecek DemektiProf. Dr. Çiler DURSUN

Ahmet Taner Kışlalı Anılarından Birkaç NotSıtkı ULUÇ

bir düşün insanıAHMET TANER

KIŞLALI

77

82

85

85

86

87

88

92

96

..

(

Page 6: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

4

AHMET TANER KIŞLALI

ÖNSÖZAydın, çağın ve insanlığın sorunları üzerine düşünen

ve sahip olduğu bilgi birikimi ile gerçekleştirdiği analiz ve değerlendirmeler sonucu bu sorunlara çözümler üret-mek için gerektiğinde politik eylemde bulunan insandır. Bu nedenle insanlığı ilgilendiren her konu aydınların da ilgi alanına girer. Aynı zamanda, tarih boyunca aydınları-na sahip çıkan ve önemli filozoflar yetiştiren toplumların katettiği yol ve geçirdikleri dönüşüm, aydınların toplum-lar açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Türk Devrimi de Mustafa Kemal Atatürk önderliğin-de, aydın bir kadro ile gerçekleştirilmiştir. Bu kadronun gerçekleştirdiği devrimler sonrasında Türk toplumu da dünya sahnesinde onurlu milletler arasındaki yerini al-mıştır. Yine bu kadro, Türk Devrimi sonrası cumhuriyet değerlerine bağlı yeni nesiller yetiştirmeyi görev bilmiş ve önemli ölçüde de görevini yerine getirmiştir. Ancak genç Cumhuriyet’in yetiştirdiği aydınlarımızın bazıları bugün hala hayatta iken bazıları ise süreç içerisinde hain suikastlara kurban gitmiştir.

ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu olarak yitir-diğimiz aydınlarımızın rehberliğinde Atatürk’ü ve ideo-lojisini daha iyi tanımak ve tanıtmak amacıyla 24 yıldır

özveri ile çalışıyoruz. Yaptığımız çalışmalardan biri olan “Bir düşün İnsanı: Ahmet Taner Kışlalı” başlıklı kitapçık ilk olarak Kışlalı’nın 12. ölüm yıldönümünde gerçekleş-tirdiğimiz etkinlik sürecinde proje olarak tasarlandı. Üze-rinden bir sene geçtikten sonra ölümünün 13. yıldönü-münde bu kitapçığı sizlerle paylaşmaktayız.

Kemalizm’in yılmaz savunucusu Ahmet Taner Kışlalı için hazırladığımız kitapçığımız, Kışlalı’nın 90’larda yaz-dığı ancak günümüz sorunlarına da çözümler sunan yazı-larından, yakınları ile gerçekleştirdiğimiz röportajlardan, değerli gazeteci, yazar, sanatçı ve akademisyenlerden Kışlalı için aldığımız yazılardan ve fotoğraf albümünden oluşmaktadır.

ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu olarak “Bir düşün İnsanı: Ahmet Taner Kışlalı” başlıklı kitapçığımızı sizlere sunarken, Kışlalı ve yitirdiğimiz diğer aydınları-mızdan aldığımız mektubu yeni nesillere iletmek için 24 yıldır olduğu gibi aynı heyecan ve inançla çalışacağımızı belirtmekten onur duyarız.

Onur KARAKUŞ ODTÜ ADT Yön. Krl. Bşk. Ekim 2012

Page 7: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

5

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

YİTİRDİKLERİMİZ

Bir ülke düşünün ki aydınları fikirlerinden ötürü bas-kı altındalar. Tehdit ediliyor, gazetelerde hedef gösteri-liyorlar. Savunduklarını yazmaya devam ederlerse öldü-rülüyorlar. İşte bu, 90’ lı yılların Türkiyesi’ne hakim olan tablodur. Düşünceleriyle bir döneme damgasını vurmuş Muammer AKSOY’u, Bahriye ÜÇOK’u, Çetin EMEÇ’i, Uğur MUMCU’yu, Ahmet Taner KIŞLALI’yı kaybettiğimiz yıllardaki tablo...

Çağdaş ve laik Türkiye karşıtlarının kurdukları bom-ba düzenekleri ve attıkları kurşunlarla öldürülen aydınla-rımız muhalif ve Atatürkçü kimlikleriyle ön plandaydılar. Düşünce üreten ve ürettikleriyle geniş halk kesimlerini etkileyebilen bu insanlar her zaman halkın refahını kendi refahlarının önünde tuttular. Ülkede yaşanan usülsüz-lüklere karşı halkı aydınlatmaya çalıştılar. Verdikleri uğ-raş daha demokratik bir Türkiye içindi. Ülkemizin ger-çek anlamda laik ve sosyal bir hukuk devleti olması için yazdılar. Fakat savundukları bu değerler onları tutucu çevrelerin hedefi haline getirdi. Bu yüzden demokrasiyi benimseyememiş, çağdaşlaşmadan korkan bu tutucu güçler tarafından öldürüldüler.

Ne yazık ki siyasi kadrolar bu cinayetlerin üzerine yeteri kadar gitmemiş ve katliamların arkasındaki asıl güçler cezasız kalmıştır. Yıllardır devam eden davaların sonuçlanamaması, hükümetlerin bu konudaki umursa-mazlığını göstermiştir. Ayrıca gösterilen bu tutum, hu-kuk devletine olan güveni azaltmış ve bizleri hayal kırık-lığına uğratmıştır.

Bu cinayetler Türkiye’deki Atatürkçü, laik, demok-rat tüm çevrelere karşı gerçekleştirilmiştir. Aydın katli-amları üzerinden Atatürkçü çevrelere gözdağı verilmek istenmiş, bu yolla halkın susturulacağı düşünülmüştür. Fakat şunu belirtmeliyiz ki aydınları öldürerek Atatürk Devrimi’nin kazanımlarını yok edeceklerini sananlar ve halkı sindirebileceklerini düşünenler büyük bir yanılgı içerisindedirler. Çünkü onlar ne bu ülkenin çağdaşlaşma projesinin büyüklüğünün ne de aydınlarımızın kalplerde-ki yerinin farkındadırlar.

Onların fikirleri hala nefesimizdedir. İnandıkları-mızın peşinden gitmeyi onların kitaplarından öğrenmiş olan bizler, aydınlarımızın düşüncelerini yaşatmaya ve gelecek kuşaklara aktarmaya devam edeceğiz. Bizler onların değerlerine sahip çıktıkça Aksoylar, Üçoklar, Mumcular ve Kışlalılar ölümsüzleşecektir.

Page 8: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

6

AHMET TANER KIŞLALI

Unutmamalıyız ki bugünkü durum da geçmişten çok farklı değildir. Önceden aydınlar öldürülerek toplum susturulmaya çalışılmış, bugün ise aydınlar yıllarca ha-piste tutularak toplum baskı altına alınmaya çalışılmak-tadır. ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu olarak, haksız yere tutuklamaların ve adaletsiz yargılamaların olmadı-ğı, düşünce özgürlüğünün önüne setlerin çekilmediği bir Türkiye için çıktığımız bu yolda, düşünceleriyle bizlere çok büyük katkılarda bulunan aydınlarımızı saygı ve öz-lemle anıyoruz.

ODTÜ ADT Aydınlanma yolunda yitirdiklerimize...

21 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Ahmet Taner Kışlalı’yı anma etkinliğinden...

Page 9: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

BÖLÜM I: KISLALI’DAN YAZILAR

Beni öldürmek kurtuluş mu?

Page 10: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Atatürk Diktatör Müydü?“Hitler döneminin Almanya ve Avusturyasını terk eden 142 bilim adamı, niçin Batı’nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken Türkiye’ye

gelmeyi tercih ettiler?”

Page 11: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

9

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Atatürk Diktatör müydü?

1919 Versailles Barış Anlaşması yapılırken Alman heye-tinde ünlü toplumbilimci Max Weber de vardı. Ve demok-rasiden ne anladığını o toplantıda şöyle anlatıyordu:

“Demokraside halk, güvendiği bir önder seçer. Seçi-len önder ‘Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar.”

1930’lara gelindiğinde Avrupa’da demokratik sayı-labilecek sadece yedi ülke vardı. Onların içinde yer alan Fransa da bir süreç içinde hızla faşizme kaymaktaydı.

Zaman demokrasilerin aleyhine, baskı rejimlerinin lehine gelişiyordu. Faşizm Türk aydınlarını da etkilemek-teydi.

CHP Genel Sekreteri Recep Peker, İtalya gezisinin hemen sonrasında, Atatürk’ün partisini de faşist modele göre yeniden yapılandırmak için bir tasarı hazırladı. Her-kesin beğendiği bu tasarı onay için önüne geldiğinde, Mustafa Kemal’in gösterdiği tepki ünlüdür:

“İsmet Paşa bu saçmaları herhalde okumadan imza-lamış olacak!” ***Tarihsel olgular, ancak dönemlerinin koşulları içinde de-ğerlendirildiğinde bir anlam taşırlar.

Belirli bir anda belirli bir toplumdaki yönetim biçimi de ancak iki türlü değerlendirilebilir: Ya aynı toplumda daha önce var olan yönetim biçimi ile karşılaştırılarak ya da aynı dönemdeki başka toplumların yönetim biçimle-riyle karşılaştırılarak.

Bu nedenle de 19 Mayıs tarihine rastlayan bugünkü yazıma, bir tarihçi dostumu konuk etmek istedim. Prof. Sina Akşin’in “Gündüz Ökçün’e Armağan” kitabındaki Atatürk Döneminde Demokrasi incelemesi, Cumhuriyet okurlarının bilgisi dışında kalsaydı, doğrusu yazık olacak-tı.

Atatürk yönetiminin, kendinden önceki Osmanlı yönetimine göre çok daha demokratik ve çok daha halk-çı olduğu ortada. Ama Akşin, o bilineni bir yana bırakıp Atatürk dönemini o dönemin Avrupası ile karşılaştırıyor. Ve şu sonuca varıyor:

“Bugün demokrasimiz, Atatürk döneminin attığı, İnö-nü döneminin pekiştirdiği sağlam temeller sayesinde Ata-türk döneminden çok daha ileridedir. Atatürk dönemine göre bugün daha demokratız, ama Atatürk dönemi Avrupa ortalamasından daha ileriyken 1945’ten beri o ortalama-nın gerisindeyiz. Mutlak olarak ilerledik, ama Avrupa’ya göre geriledik.” ***

Page 12: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

10

AHMET TANER KIŞLALI

Mustafa Kemal, halk tarafından seçilmeyi ve -Özal’dan Demirel’e ağızlar sulanarak düşü görülen- başkanlık sis-temini niçin istemedi? TBMM Genel Kurulu, cumhurbaş-kanlığı süresinin 7 yıl olmasını, cumhurbaşkanının (yani M. Kemal’in) Meclis’i dağıtma yetkisine sahip kılınmasını ve başkomutanlık yetkisi taşımasını acaba nasıl reddetti?

Hitler döneminin Almanya ve Avusturyasını terk eden 142 bilim adamı, niçin Batı’nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken Türkiye’ye gelmeyi tercih ettiler? Bir-çoğu dünya çapında olan bu solcu ya da Yahudi bilim adamlarını güç koşullar içindeki bir geri kalmış ülkede on yılı aşkın süre hizmet etmeye iten gerekçe acaba neydi?

Atatürk, resmi ya da özel hiçbir dış geziye çıkmadığı halde; dünyanın birçok tanınmış devlet adamını, yoksul bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için kuyruk yapmaya iten koşullar neler olabilirdi? İngiliz kralından İsveç veliahtına, Voroşilov’dan Fransız başbakanına ka-dar, acaba bir diktatörü görebilmek için mi Türkiye’ye gelmişlerdi?

Sina Akşin’in de anımsattığı gibi 1920’lerde eski dünyada Avrupalı olmayan ve bağımsız kalabilmiş dört ülke bulunuyordu. Ama Türkiye dışında kalan Çin, Habeşistan ve İran zaman içinde istilaya uğradılar. Mussolini’nin bir demeci, bu ortamda Türkiye’de tedir-

ginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Mussolini, Türk büyü-kelçisine hemen şu mesajı verdi:

“Türkiye, bu kapsamın dışındadır. Zira bir Avrupa ül-kesidir.”

İtalyan diktatörün bu düzeltmeyi yapmak gereğini duyduğu koşullarda, 60 yıl öncesinin Türkiyesi, acaba ni-çin bugünkünden daha Avrupalı sayılıyordu? ***Sorular çok. Tarihsel gerçeklere saygısızlık ederek Mus-tafa Kemal karşıtlığı yapanların verebilecekleri inandırıcı yanıt ise yok.

Üstelik Atatürk sıradan bir liberal demokrasi anlayı-şına da sahip değildi. Katılımcı-sivil toplumcu bir demok-rasiye inandığının somut kanıtlarını vermişti.

Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 19 Mayıs 1993)

Page 13: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Evet, Atatürk Suçludur!...

“Eğer Türk işçisi, Batı’daki gibi, çocuk yaşta yeraltında günde 14-16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile, Fransız

işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir savaşım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!”

Page 14: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

12

AHMET TANER KIŞLALI

Evet, Atatürk Suçludur!...

Biz, asıl suçluyu bir kenara bırakıp suçsuzlarla uğraşıyo-ruz!

Evet... Bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk'tür!..Eğer bugün 60 milyon insanımız, Batı Trakya'daki

Türk’ün durumunda değilse, bunun suçlusu odur!Eğer 1923'te, kişi başına düşen ulusal geliri 70 do-

lar olan bir toplum, şimdi 2700 dolara ulaşmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1929-39 yılları arasında, bütün dünyada sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye'de yüzde 96 artmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk işçisi, Batı'daki gibi, çocuk yaşta yeraltın-da günde 14-16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile, Fransız işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir sava-şım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk kadını; yasal olarak erkeğine eşitse; köle değilse, seçme ve seçilme hakkını, Fransız kadınından bile önce elde etmişse; kadınlar bugün Türkiye'de vali, bakan, başbakan bile olabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923'te Darülfünun'daki öğrenci sayısı 2100 olan bir Türkiye'de, bugün yüz binlerce genç üniversite-lerde okuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer açık havadaki klasik müzik konserlerini on bin-lerce genç izliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer şeyhülislamlar fetva verip Kuran'ın Türkçe ba-sımını engelleyemiyorlarsa; ezanlar düşman bayrakları-nın gölgesinde okunmuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer bugün Köy Enstitülü binlerce köylü çocuğu, kültür yaşamımıza damgalarını vurabiliyorlarsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923'lerde ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına bir ölçüde yakla-şabilmişse; bunun suçlusu elbette ki odur! * * *Atatürk'ün suçları saymakla bitmez.

Bir zamanlar kralların, şahların, cumhurbaşkanları-nın, başbakanların Ankara'yı ziyaret için kuyruk olmaları-nın sorumluluğu da Atatürk'e aittir... Baskı rejimlerinden kaçan yüzlerce Batılı bilim adamının bir zamanlar Kema-list Türkiye'yi seçmesinin sorumluluğu da...

Faşist Mussolini'nin bile Türkiye'yi Avrupalı sayma-sının günahı da...

Ama suçlunun suçlarının iyi anlaşılabilmesi için, suç-suzların suçsuzluklarının da unutulmaması gerekir.

Sokaktaki adamın bile miras hakkına dokunulamaz iken... Atatürk'ün vasiyetini çiğneyerek, Türk Dil ve Tarih

Page 15: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

13

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Kurumlarını devletleştiren, Atatürk'ün miras gelirlerini, devletin atadığı memurlara dağıtan beş general suçsuz-dur!

"Ben Atatürkçüyüm ve laikim" diyerek, din dersle-rinin zorunlu olması hükmünü Anayasa’ya koydurtan, Alevi'nin, Hıristiyan'ın, Yahudi'nin, Sünni inancını öğren-mesini zorunlu hale getiren, Marmaris'teki emekli adam suçsuzdur!

Köy Enstitülerini kapatırken imam-hatip liseleri açanlar... Laik liselerde eğitim görenlerin sayısı son 20 yılda 3 kat artarken, imam-hatip okullarını bitirenlerin sayısının 14 kat artmasını sağlayanlar... Menderes'ten Demirel'e, Özal'dan Yılmaz'a, tüm Atatürkçü laik başba-kanlar suçsuzdur!

Milli Eğitim Bakanlığı'nı şeriat yanlılarının işgaline terk edenler... Sağlık ve Tarım bakanlıklarını şeriatçılara peşkeş çekenler... İçişleri Bakanlığı'nın yapısını bozup valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin şeriatçı olması için kollarını sıvayanlar... Hepsi, hepsi suçsuzdur!

Asıl suç, Harp Okulu'nu şeriatçılara açmamakta di-renen Kemalistlerdedir!..

Sokaktaki adama küfreden suçludur; ama Atatürk'e küfreden suçsuzdur!.. * * *

Erbakanlar, Mezarcılar, Dicleler... Holding solcuları, nu-maracı cumhuriyetçi liboşlar... Şeriatçılar, Kürt ırkçıları...

Hepsi de haklılar!Onların ayaklarının altına halıları kim döşedi?1950'den beri bu ülkeyi yönetenler değil mi?...

Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 2 Mart 1994)

Page 16: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Bir “Diktatör”e Saygılar!

“Atatürk yönetimi, kendi koşulları içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi. Ve bu açıdan, Türkiye’nin bugünkü yönetiminden daha

demokratikti!”

Page 17: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

15

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Bir “Diktatör”e Saygılar!

Bugün 10 Kasım. Köşemin -Atatürk gerçeğine ışık tutacak- iki konuğu

var: Biri bizden, biri dışardan.Birisi, dünyaca ünlü siyaset bilimci Prof. Maurice

Duverger. Ötekisi ise, yaşamı boyunca Mustafa Kemal'e karşı savaşım vermiş solcu bir yazar: Zekeriya Sertel .

Birisi olayı, bilimin ışığında değerlendiriyor. Ötekisi de aklın... Kemalizme yönelik akıl ve bilim dışı değerlen-dirmelerin gerçek niteliği, belki -böylece- daha iyi anlaşı-lır diye düşündüm... *** ''Atatürk'ün ölümü, geniş halk kitleleri arasında derin bir keder yaratmıştı. Memleketin yüreği durmuştu. Halkın Atatürk'ü ne kadar sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu.''

Zekeriya Sertel, anılarında önce bu manzarayı çizi-yor. Sonra da geçmişe yönelik bir özeleştiri yapıyor:

''Vicdanımla bir hesaplaşma yapmak gereğini duy-dum. Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. O'nun hareketlerini diktatörce buluyor-duk... Ağaçları görüyorduk, ama ormanı bütün büyüklü-ğüyle göremiyorduk... Halife ve padişahtan yana olanlar O'na cephe almışlardı. İttihatçılar O'na karşı suikast dü-

zenlemişlerdi. Emperyalistler de memleket içinde isyan-lar çıkarmışlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı ve gerici basın, Atatürk'e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi?''

Bütün bu olumsuz ortama karşın, acaba Atatürk bir diktatör müydü? Sertel, bu sorunun yanıtını da veriyor:

''Kişi yönetiminden çok meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar O'nun Do-ğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat, asker olma-sına rağmen, yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu.... Günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce yapabildik. Nâzım Hikmet en devrimci şiirlerini O'nun döneminde yazdı.''

Sertel, yaşamının son dönemlerinde Atatürk'ü şöy-le değerlendiriyordu:

''Bugün memlekette ilerici kuvvetler Atatürk ilkeleri-ne dayanarak savaşabiliyorlar. Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük olacaktır. Biz, uğrunda savaştığımız özgürlüğe de, demokrasiye de ancak O'nun açtığı yoldan ulaşabiliriz.'' *** Sertel, Atatürk öncesini, Atatürk'ü, Atatürk sonrasını ya-şamış. Sonuçlar çıkarmış... Duyguların yerini aklın aldığı

Page 18: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

16

AHMET TANER KIŞLALI

bir yaşam döneminde, tarihe karşı tanıklık görevini yeri-ne getiriyor...

Prof. Maurice Duverger ise bir siyasal rejimler uz-manı. Ayrıntılar içinde kaybolup ormanı görememesi olanaksız.

İncelediği somut verilerden yola çıkarak -yapıtla-rında özel bir önem verdiği- Kemalizmi hak ettiği yere oturtuyor:

''Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı. Tek partinin şefleri için, ide-al çoğulculuktu... Mustafa Kemal'in siyasal rejimi, çoğul-culuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik, Türk tek partisinin, yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir il-gisi yoktu.''

Yani Duverger'ye göre, Kemalizm demokratik bir ideoloji. Kemalist tek parti de, oldukça demokratik bir yapıya sahip... Peki, bütün bunlara karşın, Atatürk yöne-timi bir diktatörlük müydü?

Duverger, bu sorunun yanıtını vermeden önce, Ke-malist devrimin özünde neler yaptığını sıralıyor: Gele-neksel soylu sınıfın yerine, halktan gelen yeni bir seçkin kesimi geçirmek. Eski toplumsal eşitsizliklerin yerine, belli bir toplumsal eşitlik getirmek..

Ve hükmünü veriyor: “Yeni rejim, eskiye göre daha demokratikti!”

***Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu?

Olamazdı da, onun için... Fransız devriminden yarım yüzyıl sonra bile, Fransız

işçisinin oy hakkı var mıydı? Amerikan devriminden bir buçuk yüzyıl sonra bile, ABD'de ırklar arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı?

Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet’i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı. Ve sınıf-cin-siyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hu-kuksal eşitliği, o inanılmaz kısa süreye sığdırdı...

Bilim her olguyu kendi koşulları içinde değerlendirir. Atatürk yönetimi, kendi koşulları içinde, olabilecek

en demokratik yönetimdi. Ve bu açıdan, Türkiye'nin bu-günkü yönetiminden daha demokratikti!

Ölümünün 55. yıldönümünde... Sağdan ve soldan (!) en aşağılık saldırıların üzerinde yoğunlaştığı bir dikta-törü (!), en içten saygı ve sevgilerimle anıyorum... Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 10 Kasım 1993)

Page 19: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

İntihar Eden Devlet!

“Gençlerimizin bir kısmını ‘laik’ okullarda, bir kısmını ‘dinci’ okullarda, birbirlerine ‘düşman’ olarak yetiştirmeye hakkımız olamaz!”

Page 20: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

18

AHMET TANER KIŞLALI

İntihar Eden Devlet!

Çok kibardı. Yol kenarında elini kaldırdığını görünce dur-muştum. ODTÜ’ye gidecekti. Konuşmaya başladık.

Bir ara sordum:- Sizin üniversitede de artık “dinci” öğrencilerin oldu-

ğu söyleniyor. Doğru mu?- Evet. Özellikle Eğitim Fakültesi’ni seçiyorlar.

Amaçları öğretmen olarak yurdun dört köşesine dağıl-mak.

- İmam-hatip liseleri dışından gelenler arasında da var mı?

- Doğu’dan gelip, büyük kent ortamında kendileri-ni yalnız hissedenleri hemen aralarına alıyorlar. Onlara “maddi ve manevi” destek sağlıyorlar.

SBF Kamu Yönetimi Bölümü öğrencileri arasında din eğitiminden gelmiş olanların ne kadar yüksek oranda bulunduklarını anımsadım.

Anadolu’dan gelmiş dar gelirli aile çocuğu bazı öğ-rencilerimizin “tarikat” yurtlarında nasıl konuk edildikle-rini düşündüm. Ve de başlarını “türban” ile örttüklerini.

Her şey -çok iyi planlanmış- bir bütünün parçaları gibiydi!...

***Orman Bakanlığı’na ait kuruluşlarda “din eğitimi” kamp-

ları düzenleniyor. Polis bu “gerçeği” Vali’den bile gizliyor. “Yalan” bilgi veriyor.

Sivas’ta yanarak ölen karikatürcü Asaf Koçak’ın cenaze namazını kıldırmayı Yerköy’deki imam ve müftü reddediyor.

Ankara’nın göbeğinde bir büyük caminin imamı, Sivas olayında “köktendinci”lerin katkısından söz eden Başbakan Yardımcısı’na verip veriştiriyor.

Sağlık Bakanlığı’na bağlı meslek okullarında, “şe-riatçılık” ve “Atatürk düşmanlığı” eğitimin temel ilkeleri haline geliyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulların önemi bir kesimi, “din eğitimi” öğretmenlerinin yönetimine terk ediliyor.

Devleti “dinci güçlerden korumak” için kurulan Di-yanet İşleri Başkanlığı; giderek devleti “dinci güçlerin emrine sokmak” işlevini üstleniyor.

Her yıl, imam-hatip liseleri ile Kuran kurslarında yaklaşık 800 bin kişi “dini eğitim”den geçiyor.

“Bilgili, çağdaş kafalı” din adamı yetiştirmek ama-cıyla kurulan imam-hatip okulu mezunlarının sadece yüzde 10’u Diyanet İşleri örgütünde görev alırken, vali-ler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, yargıçlar, savcılar, öğretmenler arasında “dinsel eğitim” kökenlilerin oranı hızla artıyor.

Page 21: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

19

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Milli Eğitim, Sağlık, İçişleri ve Orman bakanlıkların-daki “dinci kadrolaşma” artık saklanamaz hale geliyor.

***Soruyorum:

“Din eğitimi” kampını validen gizleyen polis yetkili-leri için ne işlem yapıldı?

Asaf Koçak’ın cenaze namazını kıldırmayı reddeden imamlar görevlerinden alındılar mı? (Ben üniversite öğ-retim üyesi olarak, falanca falanca öğrencileri düşünce-lerinden dolayı derse almıyorum desem, hakkımda hiç-bir işlem yapılmayacak mı?)

Başbakan Yardımcısı’nı “cemaat” önünde uzun uzun eleştiren imam, “kamu görevlisi” değil mi? Diğer kamu görevlilerine “yasak” olan “siyaset yapmak”, aca-ba imamlar için serbest mi?

“Milli İhanet Eğitimi” ile suçladığım Milli (!) Eğitim ve Sağlık bakanlıkları, o yazılarımda dile getirdiğim so-mut örnekler üzerine ne işlem yaptılar?

Bu soruların “inandırıcı” yanıtlarını veremeyen bir devlet, ne yazık ki daha nice “Sivas vahşeti”ne katlan-mak zorundadır!

***Bir kere yazmıştım, yine yazıyorum.

Bugünün ve yarının kuşaklarına bu kötülüğü yap-

maya hakkımız yok!Gençlerimizin bir kısmını “laik” okullarda, bir kısmı-

nı “dinci” okullarda, birbirlerine “düşman” olarak yetiş-tirmeye hakkımız olamaz!

Ne günahları var o çocukların?!Bugün aynı sıralarda birbirlerine kızgınlık ve bazen

“kin”le bakan o öğrencilerin geldikleri liseleri değiştirin, “cephe”leri de değişecektir.

Ama iki “ayrı köken”den geldikleri sürece, araların-da “dünyaya bakış” farkı sürecektir. “Zıt”lık sürecektir…

Kendi halkını iki “düşman cephe”ye bölmek için çaba gösteren devlet tarihte var mıdır?

***“Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür!...”

Devlet, kendini en güçlü sandığı bir anda, bu zayıf halkadan kopabilir.

PKK bu devleti yıkamaz! Ama son yarım yüzyı-lın sağcı iktidarlarınca bazen “bilinçli”, ama çoğunlukla “bilinçsiz”ce izlenen bu yolun ucunda “ışık” değil “karan-lık” görünüyor.

Devlet “intihar” ediyor!Devlet, her iki “taraf”taki insanlarına da kötülük

ediyor!... Ahmet Taner KIŞLALI

(Cumhuriyet, 14 Temmuz 1993)

Page 22: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Kadınsız Demokrasi“Kadınların, yani toplumun yarısını oluşturan bireylerin yaratıcı gücünü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutan bir toplum

çağdaşlaşabilir mi?”

Page 23: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

21

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Kadınsız Demokrasi

Kuveyt seçimleri ile ilgili en anlamlı başlık Cumhuriyet’te idi: “Kadınsız Seçimler”

2500 yıl önceki Yunanistan’da, kölelerin, yabancıla-rın ve kadınların oy hakkı yoktu. Batı’nın kanı canı paha-sına koruduğu, yirmi birinci yüzyılın eşiğindeki Kuveyt’te de, ikinci sınıf yurttaşların, yabancıların ve kadınların oy hakkı yok.

Zaten Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde de-mokrasi de yok.

Demokratik sürecin zaman içinde gelişebilece-ği umudunu veren İslam ülkelerinin başında ise laikliği benimsemiş, bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan Türk Cumhuriyetleri geliyor.

Öyleyse demokrasiyi İslam dini mi engelliyor?Sorunun yanıtını tarihte aramakta yarar var. * * *

Orta Asya koşullarının zorunlu kıldığı göçebe yaşam, eski Türklerde bir tür “ilkel demokrasi” geliştirmişti. Yaşamın zor koşulları, bir kenarda durup emirler yağdıran bir soy-lular sınıfının var olmasına izin vermiyordu. Yargılamalar topluluk önünde yapılıyor, kararların alınmasına herkes katılıyordu.

Boylar, savaş ya da sürek avı nedeniyle bir araya geldiklerinde, kendilerine “geçici” bir önder seçiyorlardı.

Türklerin o zamanki dini Şamanizm ise kadındaki “kutsal” güce dayanmaktaydı. Hukuksal açıdan kadın ile erkek tamamen eşitti. Erkek ancak tek bir kadınla ev-lenebilirdi. Ev ve çocuklar üzerinde, erkek ile kadın aynı hakka sahiptiler.

Yasa niteliğindeki “emirname”ler, hakan ve “hatun” tarafından, birlikte imzalanmadan uygulanamazdı. Del-hi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, Kirman’daki Kutluk Devleti’nde Türkân Hatun, tarihteki ilk kadın devlet baş-kanlarıydı.

Timurlenk’in 1404’te Semerkant’ta verdiği resmi bir ziyafete, erkeklerin yanı sıra kadınların da katıldıklarını, Kastilya Elçisi Klaviya anılarında yazıyor.

* * *Müslümanlık öncesi Arap ve İranlı kadınların konumu ise tamamen tersine idi. Arap toplumunda kadın, toplumun en aşağılanan öğesini oluşturuyordu. Örneğin deve bile, kadından daha değerli sayılmaktaydı.

Kız çocuk doğuran analar cezalandırılabiliyordu. Kadın mal gibi satılabiliyor, kocanın ölümünden sonra miras olarak devrediliyordu. Erkek istediği kadar kadınla evlenmekte ve kadını dilediği zaman terk edebilmektey-di.

Page 24: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

22

AHMET TANER KIŞLALI

İranlılar ise, eski dinleri Zerdüşt’ün etkisiyle, Şama-nizmin tam tersine, kadını kirliliğin ve kötülüğün simgesi sayıyorlardı.

İslam dini, İranlı ve özellikle de Arap kadınını, bir mal ya da hayvan konumundan kurtarıp, “ikinci sınıf” da olsa “insan” konumuna getirdi. Erkeğin yarısı kadar da olsa, bazı haklara kavuşturdu.

Kızların öldürülmesi yasaklandı. Evlenme dört ka-dınla sınırlandırıldı. Boşanma erkeğin keyfine göre “sı-nırsız” bir hak olmaktan çıktı. Erkeğin karısına “iyi mu-amele” etmesi, çocuğun anasına da “saygı” göstermesi yükümlülüğü kondu.

Müslümanlığın getirdiği kurallar, öncelikle Arap toplumundaki bozuklukların düzeltilmesine yönelikti. Ama Arap kadını, bu sayede erkeğin yarı değerindeki bir insan konumuna yükselirken, Türk kadını, erkekle eşit düzeydeki haklarını yitirdi. * * *Kadınların, yani toplumun yarısını oluşturan bireylerin yaratıcı gücünü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutan bir toplum çağdaşlaşabilir mi?

Mustafa Kemal, Türk kadınına çağdaş bir konum kazandırma düşüncesini uygulamaya, hem de Kurtuluş Savaşı’nın en umutsuz günlerinde başlamıştı!

Düşman Ankara’ya doğru ilerliyor, hükümet merke-zinin Kayseri’ye taşınması önerileri yapılıyordu. Milletve-killerinin önemli bir kesimi, kadının “vatandaş” sayılma-sına bile karşı idi.

Atatürk, “kadın ve erkek” Türk insanına verilecek eğitimin ilkelerinin saptanması amacıyla, ilk öğretmen-ler kurultayını işte bu ortamda topladı!…

Yirmi birinci yüzyıla hazırlanırken, Atatürk’ün yeni-den güncelleştiğini, yaptıklarının daha da anlam kazan-dığını düşünüyorum.

Eğer Atatürk olmasaydı, Kemalizme bugün burun kıvıran, cumhuriyeti numaralama sevdasına kapılan, “re-ferandumla devrim” yapılabileceğini sanan bazı büyük üstatlar acaba ne ile uğraşıyor olacaklardı?

Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 11 Ekim 1992)

Page 25: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

“Pülümür’ün Yassız Kadını”

“Bölerek ilerlenmez bölerek gerilenir.”

.

Page 26: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

24

AHMET TANER KIŞLALI

“Pülümür’ün Yaşsız Kadını”

Sidney’de bir Türk sormuştu:- Kürtlerin de bir ulus olmaya hakları yok mu?Sorunun öncesi vardı… Uluslaşamadan, aşiretleri,

kabileleri geride bırakmadan çağdaşlaşılamayacağını anlatmıştım. Atatürk’ün, 17 dilin konuşulduğu bir top-lumdan ulus yaratma çabalarının niçin devrimcilik oldu-ğunun altını çizmeye çalışmıştım.

Soru ilk bakışta akla yakın gibiydi. Oysa özün anlaşı-lamadığını gösteriyordu.

Bir ulusu etnik kökenlerine göre ulusçuklara bölmek, tarihsel açıdan ilericilik olamazdı. Yeniden feodal bölün-meye bir başka biçim altında dönmek anlamına gelirdi.

Ve adı da gericilik olurdu.Tıpkı Yugoslavya’nın bugünkü bölünmüşlüğünün

ileri değil, yapılan yanlışlıkların bedeli olan bir geri adım olması gibi… (Toplumu bir arada tutan ortak değerleri değil, farklılıkları kurumlaştıran yanlışlıkların!..)

Somut bir soru:- İşçi sınıfını bir bayrak etrafında birleştirmek mi ile-

riciliktir, yoksa gücünü ve olanaklarını parçalara ayırmak mı?

***

Ayrımcılık gericiliktir!İster ırka, ister dine, ister cinsiyete, ister yaşa… İs-

terse etnik kökene ya da bölgeciliğe dayansın…Bölerek ilerlenmez, bölerek gerilenir!Avrupa Birliği, geriliğin ürünü olarak değil, ilerleme-

nin gereği olarak doğdu. Doğmak zorunda kaldı.Feodal beyliklerin ulus oluşturması ileri bir adımdı.

Şimdi ulusların birlik oluşturması ileri bir adımdır…Türkiye’de bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını

azaltmaya çalışmak ilericiliktir. Gelir dağılımındaki çar-pıklıkları azaltmaya çalışmak ilericiliktir.

Herkesin aynı hak ve özgürlüklerden, aynı olanak-lardan yararlanmasını savunmak ilericiliktir…

Yurttaşları arasında ayrım yapan devlet, kötü bir devlettir. İnsanları etnik kökenlerine göre biz ve onlar diye ayıran yurttaşlar, kötü yurttaştırlar.

Gericidirler! ***Atatürk’ün ulus tanımı üç öğeye dayanıyordu: Ortak ta-rih, ortak dil (anadil değil!), ortak kültür.

Elbette ki ırk ve din birliği de varsa, ulusal bağların daha güçlü olabileceğini söyleyebiliriz. Ama bunlar, Ke-malist ulusçuluğun olmazsa olmaz koşulları değildir.

Atatürk’ün ulus kavramına “ırk”ı sokmaması doğru-

Page 27: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

25

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

dur!Iraklı ile Faslı belki aynı “ırk”tandır. Ama aynı ulus-

tan değildir… Tuareg’ler Arap değildir, ama Faslıdır. Tıpkı Berberiler’in de Cezayir ulusundan olması gibi.

Bir Arap ulusu yoktur, Arap ulusları vardır.Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türklerin sayısı 800

bin ile 1 milyon 200 bin arasında değişiyordu. Oysa o ta-rihte Anadolu’nun nüfusu bunun on katı idi.

Kim safkan olduğunu öne sürebilir? Çoğunun anası yabancı olan Osmanlı padişahları safkan mıydı?

Etnik kökeni Korsikalı olan Napolyon Fransız değil miydi? İtalyan kökenli Yves Montand ile Michel Platini’ye, “Onlar Fransız değil, İtalyan” diyebilen tek aklıevvel var mı?

Türk milli takımının kaptanlığını yapmış olan Lef-ter bir Rum, ama Türk… Tıpkı Arnavut kökenli Şemsettin Sami gibi. Tıpkı Slav kökenli Mimar Sinan gibi…

İstanbul’da Arap baba, Alman anadan doğmuş Türk tanıyorum. ABD’de de, Türk ana ve babadan doğmuş Amerikalı!...

Ve Atatürk’ün ulus kavramına dini sokmaması da doğrudur!

Bugün -ikisi de Slav kökenli olan- Boşnaklarla Sırp-lar, niçin birbirlerini acımasızca öldürüyorlar? Irk farkın-

dan değil, din farkından!... ***Ozan ne güzel söylemiş:

“Pülümür’ün bir dağ köyünde gördüm onu/yaşını sor-dum bir giz gibi güldü/kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz/yüzüne baktım bir giz gibi güldü/bir asa vardı elinde/ bir solmuş krallığın/kadifeden harmanisi üzerinde/bir Hitit-liydi o/bir Selçukluydu/bir Ermeniydi bir Kürttü, bir Türk…”

Anadolu insanının gerçeği, Sayın Ecevit’in bu dize-lerinden daha güzel anlatılabilir mi?

Tıpkı Sayın Cem Özer’in şu sözleri gibi: “- Annem Ermeniydi, babam ise Çerkez… Ben Tür-

küm!...” Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 21 Mayıs 1994)

Page 28: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Seçimsiz Demokrasi

“Çoğulcu demokrasinin amacı, farklılıkları yok etmekten çok, uzlaştırmaktır. ”

Page 29: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

27

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Seçimsiz Demokrasi

Seçimin demokrasi demek olmadığını, çağdaş diktatör-lüklerin hemen tümünde seçimlere rastlandığını biliyo-ruz. Ama, seçimin varlığının o rejimin demokratikliğinin kanıtı olmadığı ne ölçüde gerçekse, seçimsiz bir demok-rasinin düşünülemeyeceği de o ölçüde açıktır. Seçim hal-kın ülke yönetimine katılmasının ilk ve vazgeçilmez ko-şuludur. Demokratik bir seçimin ilk iki önemli koşulu ise, farklı şeyler arasında seçim yapabilme hakkı ile genel ve eşit oy hakkıdır. Sadece benzerler arasında seçim yapıla-bilmeye olanak tanıyan bir rejim, demokratik olmadığı gibi; bazılarının oylarına daha çok, bazılarının oylarına daha az temsil hakkı tanıyan, toplumun bazı kesimleri-nin çıkar ve düşüncelerinin temsiline olanak bırakmayan bir rejimin demokratikliği de tartışmalıdır.

12 Eylül Anayasası, tutucu bir dünya görüşüne ve sermayenin çıkarlarına uygun olarak oluşturulmuş bir anayasadır. Adeta “orta-sağ”daki bir partinin programı gibidir. O çerçeve dışında bir tercih olanağı bırakmadı-ğı, tek bir seçeneği seçmene peşinen kabul ettirdiği için "seçimsiz bir demokrasi" isteğinin yansımasıdır. Demok-rasiyi değil, orta sağda bir "çoğunluk dikta"sını hedefle-mektedir. Özal hükümetinin seçim yasası ise, o çoğunlu-

ğun bulunamaması durumunda, aynı eğilimin bir "azınlık diktası"na olanak hazırlamaktadır.

Çoğulcu demokrasinin işleyebilmesi için, toplumda farklı çıkarlara ve dolayısıyla farklı görüşlere sahip bulu-nanların örgütlenebilmeleri, çıkar ve görüşlerini barışçı yollardan rahatlıkla savunabilmeleri gerekir. Farklı çıkar-lar arasında barışçı bir denge, ancak bu çerçeve içinde kurulabilir. Toplumsal barış da, rejimin istikrarı da, bu dengenin kurulabilmesine bağlıdır. Eğer toplumdaki bazı kesimlerin örgütlenebilme ve çıkarlarını barışçı yollardan savunma olanakları kısılırsa, çarpıtılmış, hakça olmayan bir denge ortaya çıkar. Sonuç, toplumsal huzursuzluklar ve patlamalar olur. Böyle bir ortamı yaratan hukuk dü-zenini ise, "çoğulcu demokrasi" olarak nitelendiremeyiz.

Örgütlenme olanaklarının kısılması; işverenleri de-ğil işçileri, sermaye sahiplerini değil iktisaden güçsüz toplum kesimlerini etkiler. Sendikaların siyasal partileri desteklemelerini önlemek de, ancak dar gelirli toplum kesimlerinin çıkarlarını savunan partilere olumsuz etki yapar. Birkaç varlıklı bir partiyi finanse edebilir, ama bir-kaç işçi bir partinin masraflarını karşılayamaz.

Bir işveren, tek başına da olsa belirli bir ekonomik güce ve bu güçten hareketle, önemli bir toplumsal ağır-lığa sahiptir. Kendi görüş ve çıkarlarına uyan bir siyasal

Page 30: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

28

AHMET TANER KIŞLALI

partiyi desteklemesi durumunda, bu desteğin tek başına bile bir anlam ifade edeceği açıktır. Oysa bir işçinin tek başına, ne ekonomik, ne toplumsal ve ne de siyasal bir ağırlığı vardır. İşçi, ancak örgütlendiği ölçüde, kendi gö-rüş ve çıkarlarını savunmada etkili olabilir.

Denge ve Uzlaşım

Çoğulcu demokrasi bir denge ve uzlaşma rejimidir. Den-ge olmadan uzlaşma zaten olmaz. Ancak birbirlerini dengeleyebilecek güçler, uzlaşmayı zorunlu kılar. Denge ise, para gücüne karşı, sayı ve örgüt gücünün oluşma-sıyla kurulabilir. Tarihsel evrim içinde, sendikaların ve kitle partilerinin ortaya çıkışı bu gereksinmeden kay-naklanmıştır. Beş işadamının karşısında parasal bir den-ge sağlayabilmek için, belki beş yüz bin işçi ya da kamu görevlisinin bir araya gelmesi gerekir. Böyle bir şey ise, örgütlenme olmadan gerçekleşemez. Örgütlenmeyi zorlaştırmak, toplumda sağlıklı bir dengenin oluşumunu zorlaştırmak anlamına gelir. Toplumsal patlamaları ise, dengeler değil, dengesizlikler yaratır.

Hak ve özgürlükler, toplumda çatışma çıkması-nı kolaylaştırmazlar, var olan çatışmaların yumuşayıp

“meşru” bir düzeye aktarılmasına yardımcı olurlar. Ör-neğin Batı’da, işçi sınıfı, kendi çıkarlarının savunmasını kolaylaştıracak yasal olanaklara kavuştukça, şiddete dayalı yöntem ve amaçlardan uzaklaşmış, barışçı bir güç olmuştur. Oy hakkını, örgütlenme özgürlüğünü, grev ve toplu sözleşme haklarını aldıkça, demokratik rejimin gü-vencesini oluşturan temel güçler arasına katılmıştır. Hak ve özgürlükler, patlamaların nedeni değil, büyük patla-maları önleyecek “güvenlik kapakçıkları’’dır. Ama 12 Ey-lül Anayasası, bazı hak ve özgürlüklerin geçmişte rejime karşı olan küçük azınlıklarca kötüye kullanılması gerek-çesinin ardına gizlenerek, o hak ve özgürlükleri, büyük çoğunlukların da kullanamayacakları hale getirmiştir.

Demokratik “güvenlik kapakçıkları’’nın işlemez du-ruma getirildiği bir rejim, bunalımlara karşı dayanıksız-dır. Böyle bir anayasal çerçevede, güçlü bir hükümetin, gerektiğinde hakem rolü oynayabilecek güçlü bir cum-hurbaşkanının ve 12 Eylül’ün hedef olarak gösterdiği “güçlü devlet’’in var olabilmesi zordur. Devlet, kendisini benimseyen yurttaşlarının çokluğu oranında güçlüdür. Azınlıkta bile olsa, devletin kendisinin haklarını koru-duğunu gören birey, o devletin gücünün temel ögesini oluşturur. Devlet, yurttaşlarının bir bölümüne, belirli çı-kar ve görüşlerin devleti olduğu izlenimini verdiği oranda

Page 31: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

29

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

gücünden yitirir. Cumhurbaşkanının hakem rolünü oyna-yabilmesi ise, yansız ve yıpranmamış olmasına bağlıdır. Yansızlığını, seçilmesini ancak bir uzlaşmaya bağlı ol-ması sağlayabilir. Yıpranmamasını sağlamanın yolu da, ona gereksiz sorumluluklar yüklememekten geçer. Oysa yüksek yargıçlardan rektörlere kadar uzanan bir “tek se-çicilik” görevi, cumhurbaşkanını kısa zamanda hakem değil taraf durumuna sokar.

Özerk Kurumlar

Ülkenin 12 Eylül’e gelmesinde önemli bir katkısı olan otorite boşluğu, devlet örgütünün hızla yanlılaştırıl-ması ölçüsünde büyümüştü. Siyasal iktidarın müdahale-sine en açık olan kurumlar, en hızla bozulan, çözülen, iş-levini yerine getiremez duruma düşen kurumlar oldular. Elbette ki, fırtınalı denizde, birkaç metrekarelik durgun sulara rastlanamaz. Büyük bunalım geçiren toplumlar-da, her kurumun bu bunalımdan nasibini alması doğaldır. Ama, 12 Eylül öncesinde, yapıları gereği mesleğe girme ve yükselmenin somut kurallara bağlandığı, uzmanlığın önemli rol oynadığı kurumlar, bunalımın koşullarından en az etkilendiler. (Silahlı Kuvvetler ile Adalet, Maliye ve Dışişleri Bakanlıkları gibi..)

Bunalımdan göreli olarak az etkilenen bir başka ke-sim de, özerk kurumlar oldu. Keyfi ve sınırsız bir yöneti-me engel oldukları için, egemen güçlerin yıpratılmaları amacıyla büyük çaba gösterdiği bu kurumların başında, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve üniversiteler vardı. Bir özel hukuk kurumu oldukları halde, Türk Dil ve Tarih Ku-rumları da bu çerçevede yer alıyorlardı.

Yasa ve kural tanımaz atamaların, hiç değilse bir bölümünü Danıştay önlemeye çalıştı. Daha da önemlisi, yönetimin haksız uygulamalarıyla karşılaşanlar, başvu-racak bir organ bulabildiler, bütün umutlarını yitirme-diler. Hukuk devletinin ve çoğulcu demokrasinin temel amaçlarından birisi de böylece yerine gelmiş oldu.

Özerk yüksek öğrenim kurumlarının durumunu ise, özerk olmayanlarla karşılaştırarak değerlendirmek ge-rekir. Üniversite öğretim kadroları, değişen iktidarlar-la birlikte allak bullak olmadıysa, üniversiteler bilimsel gücü olmayan militanların yönetimine geçmediyse ve sözgelimi eğitim enstitülerinin durumuna düşmediyse, bunun temel nedeninin özerklik olduğunu kabul etmek zorundayız.

Suç, Anayasaya aykırı yasaları iptal eden Anayasa Mahkemesi’nde miydi? Yoksa o yasaları -tüm uyarılara karşın- çıkaran ve belki de bu yolla Anayasa değişikliği

Page 32: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

30

AHMET TANER KIŞLALI

için kamuoyu oluşturmak isteyen hükümetlerde, siyasal kadrolarda mıydı? Suç, yönetimin haksız uygulamaları-na karşı çıkan Danıştay’da mıydı? Yoksa bile bile o uygu-lamaları yapan, kamu yönetimini militanlaştırmaya çalı-şan, kamu görevlilerini siyasal baskılara direnemez hale getirmek isteyen hükümetlerde miydi?

Eğer, 12 Eylül öncesinde, devletin acze düşmesin-deki temel neden olarak, devlet örgütünde yükselmenin yetenek ve başarıdan çok siyasal militanlığa bağlı hale geldiği öne sürülüyor idiyse, bunun çözümü, siyasal ik-tidarların yetkilerini arttırmak ve onu frenleyecek, kamu görevlisi için güvence sayılabilecek kurumları ortadan kaldırmak ya da işlevlerini yerine getiremeyecek bir du-ruma sokmak olmamalıydı.

Özerk kurumlar, egemen ideolojinin, egemen güç-lerin karşısında olanlara da nefes alma olanağı sağlayan güvenlik adacıklarıdır. Toplumun, egemen güçlerinin çı-karlarının dar çerçevesinde sıkışıp kalmamasını sağlarlar. Örneğin Atatürk’ün dil ve tarih devrimleri, tutucu iktidar-lara karşı yaşayıp gelişebildilerse, bunda, siyasal iktidar-ların doğrudan etki alanı dışında kalan Türk Dil ve Tarih Kurumlarının büyük rolü olmuştur.

Çoğunluk Diktatörlüğü

Spinoza’dan beri vurgulanan bir gerçek var: Bir karar or-ganının yapısının demokratik olması kadar, hatta ondan da çok, yaptığının demokratik olması önemlidir. Çoğun-luğun oylarına dayalı bir yönetim, eğer bugün için azın-lıkta kalan ve yarın çoğunluk haline dönüşebilecek olan-ların haklarına saygı göstermiyorsa, bu, demokratik bir yönetim olmaktan çok, bir çoğunluk diktasıdır. Bir hukuk devletinde, adaletin ve özgürlüğün gereklerinin yerine getirilmesi, yöneticilerin keyfine ya da sağduyularına bırakılamaz. Adaletin ve özgürlüğün gerekleri, kurumsal güvenlere bağlanmak zorundadır.

Pascal, yanlışın gerçeğin tersi olmadığını, ama zıt bir gerçeğin unutulması olduğunu söylemişti. Çoğulcu demokrasi de, zıtların bir arada bulunması zorunlulu-ğundan kaynaklanır. Karşıtların birbirlerini yok etmeleri değil, tamamlamaları gerekir. Çoğulcu demokrasi, işte bu nedenden dolayı uzlaşmayı zorunlu kılar. Uzlaşmasız yaşayamaz.

Çoğulcu demokrasilerde, kendinden olmayanlara, farklı düşünenlere, kararlara ve uygulamalara katılma hakkı tanımayan bir “cephecilik anlayışı”na yer yoktur. İktidardakiler gibi düşünme özgürlüğü diktatörlüklerde

Page 33: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

31

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

de vardır. Gerçek özgürlük, iktidardakilerden farklı düşü-nebilme ve bu farklılığı ortaya koyabilme özgürlüğüdür.

Çoğulcu demokrasiyi işleyebilir duruma getirmeyi amaçlayan çabalar, uzlaşmayı zorunlu kılacak kurumlar ve kurallar getirmelidir. Siyasal iktidarları denetleyecek ve sınırlandıracak olan özerk kurumlar yok oldukça, keyfi yönetim olasılığı artar. Çoğunluk diktası eğilimleri başlar. Uzlaşma zorunluluğu ortadan kalktığı oranda, toplumsal barışı sağlayabilmek zorlaşır. Keyfi yönetim, uzlaşma zorunluluğu ile birlikte demokrasiyi de yıkar. (27 Mayıs öncesinde yıktığı gibi...)

Unutmamalıyız ki, çoğulculuk, sayıdan çok farklılık-tan kaynaklanır. Çok partinin varlığı, gerçek bir çoğulcu rejimin bulunduğu anlamına gelmeyebilir. Çoğulcu de-mokrasinin amacı, farklılıkları yok etmekten çok, uzlaş-tırmaktır.

Hızlı yapısal değişiklik geçiren her toplumda oldu-ğu gibi, Türk toplumu da 1950-80 döneminde belirgin bir çözülme, bölünme sürecini yaşadı. Ekonomik potansiye-lin yanlış yönlendirilmesi ve büyük ölçüde bunun ürünü olan sağlıksız bir kentleşme; bir yandan geleneksel ku-rumları ve onlara dayalı dengeleri yıkarken, öte yandan da toplumsal farklılıkları sivrileştirdi. Geleneksel daya-nışma kurumları hızla ortadan kalkarken, doğan boşluk-

tan, demokratik rejimi yıkmak isteyenler yararlanmanın yolunu buldular.

Toplumda yararları ve dolayısıyla düşünüş biçimle-ri, olaylara bakış açıları birbirinden farklı olan kesimlerin çoğalması, bir anlamda gelişmenin ve geleneksel top-lumdan çağdaş topluma geçiş sürecinin de bir belirtisidir. Bu geçişin az sancılı olabilmesi, geleneksel ilişkiler bütü-nünün çözülmesiyle doğan boşluğu, yeni ve sağlıklı bir kurumlaşma doldurmaya bağlıdır.

Çoğulcu Toplum, Tekilci Anayasa

Toplumun yaşadığı bölünme sürecini 27 Mayıs Anayasası’nın sağlıksız bir biçimde kolaylaştırdığını san-mak yanlıştı. Çoğulcu hale gelmiş bir toplumun, çoğulcu olmayan bir anayasa ile -barış içinde- yönetilebileceğini sanmak ciddi bir yanılgı idi. Çoğulcu bir toplumu “tekil-ci” bir anayasaya sığdırmaya çalışmak, iki ayaklı bir yara-tığı tek paçalı bir pantolonla yürütmeye benzer. Koltuk değneği gerekir!

Çoğulcu demokrasilerde küçük boşalmalar, tekilci rejimlerde rastlanan büyük patlamaların seçeneğidir!

Çoğulcu bir rejimde, bütünleşme çeşitlilikten hare-ketle sağlanır. Çoğulcu bir demokrasi, toplumda çıkar-

Page 34: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

32

AHMET TANER KIŞLALI

ları ve dolayısıyla dünya görüşleri birbirinden farklı olan kesimlerin varlığını kabul eder ve barışçı yollardan bir mücadele ile, onlar arasında bir denge kurmayı amaçlar. Toplumsal değişmeye koşut olarak, o kesimler arasında-ki güç dengesi değişeceği için, çıkar dengesi de elbette ki değişecektir. Ama azınlıkta olanların da çıkarlarına ve görüşlerine saygı göstermek, oyunun ilk kuralıdır.

Sayısal çoğunluktan gerilemek, bazı durumlarda sistemin temelinde bir gerileme sayılmayabilir. Örneğin, farklı çıkarları ve farklı görüşleri temsil eden siyasal par-tilerin sayısındaki azalma, birbirine yakın olan görüşlerin aynı siyasal parti içinde temsili sonucunu veriyorsa, ço-ğulculuktan uzaklaşma anlamına gelmez. Ama siyasal düzeyde çıkarlarını ve görüşlerini dile getirmeyen her toplumsal güç, toplumsal barış ve rejim için ciddi bir teh-likedir. Çoğulcu bir demokraside, partiler yelpazesi da-raldıkça, parti içi yelpazeler genişlemek zorundadır.

Ekonomik ve toplumsal nedenlerle çoğulcu bir ya-pıya ulaşan bir toplumu, anayasal zorlamalarla siyasal bir bütünlüğe kavuşturamayız. Çoğulcu bir toplumdaki bütünleşme, ancak uzlaşma yoluyla olur. Yoksa “seçim-siz bir demokrasi” yaratarak değil!...

(Bahri Savcı’ya Armağan, Ankara, 1988)

Page 35: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Sürü müyüz, Ulus mu?“Niçin geleceğin siyasal iktidarlarının ‘kişisel çıkarları’ nedeniyle

düşmanla işbirliği yapabileceği olasılığını bile düşündü de, gençlikten bir an bile kuşkulanmadı?”

Page 36: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

34

AHMET TANER KIŞLALI

Sürü müyüz, Ulus mu?

Atatürk, niçin “en büyük eseri” saydığı cumhuriyeti gençliğe emanet etti.

Niçin geleceğin siyasal iktidarlarının “kişisel çıkar-ları” nedeniyle düşmanla işbirliği yapabileceği olasılığını bile düşündü de, gençlikten bir an bile kuşkulanmadı?

Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş”i ile ünlü Bursa ko-nuşmasını yan yana koyduğunuzda ortaya çıkan görü-nüm çok anlamlıdır. * * *Gençlik yaşla ölçülmez, tutumla ölçülür.

Bernard Shaw, bir zamanlar, “Yirmisinde komünist olmayanın kalbi, kırkında hâlâ komünist olanın ise aklı yoktur” demişti.

Genç insan yeniliklere açıktır. Köklü değişiklikler-den korkmaz. Daha iyi bir yarın umut eder. Daha iyi bir yarın için savaşmaktan çekinmez.

Enerji, değişikliklere uyum yeteneği ve kolaylığı de-mektir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göster-mek için yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Üstelik yeni durumlara uyum sağlamak için zamanının da giderek azaldığını hissetmektedir.

Yıllar boyu süren çabaların ürünlerini yitirme kor-

kusu, yaşlıları tutucu olma yönünde etkiler. Gençlerin ise yitirecek bir şeyleri yoktur.

Çağdaş toplumda gençlik, genellikle yetki ve so-rumlulukların dışına atılmış bir kesim oluşturur. Bir çıkar bağı içinde, düzenle bütünleşmemiştir. Sırtında kendisi-nin dışında kimsenin sorumluluğu yoktur.

Gençlik yıllarında benimsenen bazı siyasal görüşler zamanla ılımlaşır. Bir ölçüde de gerçekleşme olanağına kavuşur. Yaşama geçtikçe değişmemesini istemek do-ğaldır. Ama o süreç, insanları aynı zamanda tutuculaştı-rır.

Mutlak krallığa karşı anayasal krallığı savunanlar ilericiydi. Ama anayasal krallık gerçekleşip de karşılarına cumhuriyetçiler çıkınca, tutuculaştılar.

Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıyla uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa gençlik sürekli yenilendiği için kurumsallaşamaz, kalıp-laşamaz. * * *Ve tüm bu niteliklerden dolayı, gençlik “idealist”tir!

İnandığı ülkülerin peşinden koşmasına engel olacak çıkar bağları yoktur. Üstelik de gelişmiş ülke gençlerinde “bireysel” değerlerin ağır basmasına karşılık, geri kalmış ülke gençlerinde “ulusal” değerler öne çıkar.

Page 37: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

35

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Kemalizm neyi öngörüyordu?Toplumu çağa taşımayı kolaylaştıracak en ileri ku-

rumları getirmek ve eskidikçe onları da yenilemek!Bu bir “sürekli devrim” anlayışıydı. Atatürk, en ileri

kurumların bile günün birinde “eskimiş düzen”e dönüş-mesinin kaçınılmaz olduğunun bilincindeydi. Sürekli devrim, sürekli ileriden yana olmak demekti.

Bu nedenle de “sürekli devrimci”de iki temel nitelik gerekiyordu: Çıkarlarının düzenle bütünleşmemiş olması ve yeniliklere uyum gücü.

Ve bu iki nitelik, sadece ve sadece gençlikte vardır. Bundan dolayı da “Büyük Devrimci”, en çok gençliğe gü-venmiştir. * * *1920 başlarında İstanbul’un işgal edildiği gün, ikisi hoca olan üç milletvekili Vahdettin’le görüşmeye gitmişti. Padişah, düşman güçlerinin isteklerine boyun eğilmesi gerektiğini söylüyordu. Oysa karşısındakiler farklı görüş-teydiler.

Rauf Bey şöyle diyordu: - Millet, haysiyet ve istiklale aykırı bir kaydı kabul

etmemeye kesin kararlıdır. Milletin sizden istirhamı, haysiyet ve istiklale aykırı bir anlaşmaya imza koyma-manızdır. Aksi takdirde istikbali çok karanlık görüyoruz.

Vahdettin sesini yükseltti:- Rauf Bey, millet bir koyun sürüsüdür! Bu sürüye bir

çoban lazım! İşte o çoban benim!..“Millet” koyun sürüsü olmadığını Kurtuluş

Savaşı’nda kanıtlamıştır. Ama şimdi, yeni Vahdettinler türemiştir… Tarihi, yalanlarla tersyüz etmek isteyen ve gençlerin çobanlığına soyunan yeni Vahdettinler…

Sürü olmadığını kanıtlama sırası şimdi “gençlik”tedir!

Ve kanıtlayacaktır! Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 19 Mayıs 1995)

Page 38: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Terör ve Demokrasi...

“Terörizm, giderek toplumdaki ‘demokratik iletişim kanalları’nı tıkar ve bir kutuplaşmaya neden olur.”

Page 39: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

37

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Terör ve Demokrasi...

Güneydoğu “Türkiye’nin Vietnam’ı” mı, “Cezayir’i” mi?“Terörü ezeyim” derken Türkiye acaba Kürt kökenli

yurttaşlarının “demokratik haklarını” mı eziyor?İlhan Selçuk, birinci sorunun yanıtını çok güzel bir

yazısında vermişti. Ama -ne kadar açık anlatırsanız an-latın- “bazıları”nın bunu anlamasını beklemek fazla bir iyimserlik…

Kıbrıs Türk’ü ezilirken, horlanırken, öldürülürken bunu doğal sayanlar, bir insanlık dramına son vermek için Kıbrıs’a gitmek zorunda kalan Türk ordusuna “işgal kuvvetleri” demeyi “ilericilik” sanmadılar mı?!

Fransa’nın Bröton’ları etnik terör başlatsalar, Fransız devletinin silahlı güçlerinin oraya müdahalesini, vaktiyle Cezayir’deki konumuyla aynı saymaya olanak var mı?

Benzer bir durum ABD’nin Latin-İspanyol kökenli yurttaşlarının yoğun olduğu bir bölgede görülse, hemen Vietnam ile arasında bir bağlantı kurmayı deneyen ileri zekâlılar çıkar mı dersiniz? ***Yazımın başındaki ikinci soruyu da bir yazısında Emin Çölaşan şöyle yanıtlıyordu:

“Kendi gazetelerinde her gün devlete sövüyorlar, bir-

kaç güvenlik görevlimizi şehit ettikleri zaman zafer çığlık-ları atıyorlar. Başkanları Apo bile bu gazetede yazılar ya-zıyor. Hangi ülke, böyle bir olaya göz yumardı? Bu açıdan demokrasinin beşiği İngiltere’yi bile sollamış ülkeyiz biz.”

PKK propagandasının Türkiye’de açıktan yapılabil-diğini kim yadsıyabilir? PKK’nın temsilcisi niteliğindeki bazı milletvekillerinin, ülke ülke dolaşıp Türkiye aleyhine çalıştıkları yalan mı?

Oysa insan hakları konusunda bize ders vermeye kalkan ülkelere bakın...

Avusturya ve İsviçre’de, Nazi propagandası yapmak yasak. Alman hükümeti, Yeni-Nazilerin propagandasını yaptıkları gerekçesiyle sekiz müzik grubunu yasakladı.

Ve kırmızı TC pasaportu ile yurtdışında TC düşmanlı-ğı yapabilen bir hanım milletvekili, “TBMM’de kendimi ya-bancı hissediyorum” diyor. Yunanistan’da, Ermenistan’da, Suriye’de hiç yabancılık çekmediği ise belli… ***Kimse kendini aldatmasın.

Silahlı savaşımın tırmandığı bir ortamda demokra-si gelişemez. Tam tersine, demokrasinin olanaklarından teröristlerin ve destekçilerinin yararlandıkları duygusu giderek kitlelere yerleşmeye başlar.

Ülkeyi yönetenler de kitlelerdeki bu tepkinin etki-

Page 40: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

38

AHMET TANER KIŞLALI

sinden sıyrılamaz olurlar. Teröre karşı -canını tehlikeye atarak- silahlı savaşım verenlerde zaten doğal olarak var olan bu duygu, giderek belirleyici olmaya yüz tutar.

Terör ilerledikçe, demokrasi geriler…Kürt okumuşları eğer “daha çok demokrasi” istiyor-

larsa bunun gereğini yapmak zorundadırlar.En azından kadınlara, çocuklara, bebeklere, yaş-

lılara, silahsız insanlara, savunmasız sivillere yönelik “vahşet”e karşı çıkmak zorundadırlar…

Hem de lafı gevelemeden. Açıkça. Yüreklice…Yoksa var olan demokrasinde de gerilemenin kaçı-

nılmaz olacağını bilmelidirler. Demokrasi istiyorlarsa de-mokrasiye layık davranmalıdırlar.

Tarihten ders almalıdırlar!Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in değil, İngiliz-

lerin yanında yer alan Kürt okumuşlarının hatasına düş-memelidirler! ***FKÖ terörizmden vazgeçerek yasallık kazandı. Kendi yandaşlarından kaynaklanan terörist eylemleri bile açık-tan kınar oldu.

IRA, bir eyleminde sivillerin de ölmesinden dolayı özür dilemek zorunda kaldı. Bunun bir “hata”dan kay-naklandığını savundu.

Uluslararası Af Örgütü, ilk kez PKK eylemlerini “son derece vahşi cinayetler” olarak değerlendirdi.

Ama Kürt kökenli okumuşlardan ne bir ses ne bir nefes.

Ya o eylemlerde bir haklılık payı buluyorlar ya da korkuyorlar. Her iki olasılıkta da daha çok demokrasi iste-meye hakları var mı?...

Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma ve Uzlaşma ki-tabımın yeni baskısına iki yeni bölüm eklemek gereğini duydum: “Şiddetin Psikolojisi” ve “Terörizmin Sosyoloji-si”. İşte size o bölümün son tümceleri:

“Terörizm, giderek toplumdaki ‘demokratik iletişim kanalları’nı tıkar ve bir kutuplaşmaya neden olur. Man-tığın değil, duyguların öne çıktığı böyle bir ortamda, ge-niş kitleler genellikle devletin yanında yer alır ve ‘en sert önlemler’in destekçisi kesilirler. Bu koşullar -özellikle de-mokrasi deneyimi az olan toplumlarda- baskı rejimlerinin oluşumuna çok elverişlidir.”

Falcı olmaya gerek yok ki!

Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 17 Kasım 1993)

Page 41: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

“Yüce Türk Milleti Önünde...”

“Tekirdağlı Yahudi, Amerika’da Türk ana-babadan doğan çocuktan daha Türk değil midir?”

Page 42: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

40

AHMET TANER KIŞLALI

"Yüce Türk Milleti Önünde..."

Bir ay kadar önceydi. Genç bir polis yolumu kesti:- Ben Kürdüm. Ama Kürt olduğum için hiçbir yerde

farklı muamele görmedim. Yazdıklarınıza tamamen ka-tılıyorum. Lütfen daha yüksek sesle söyleyin ki; bu bir Kürt sorunu değil, Güneydoğu sorunudur... Türkiye'deki Kürtlerin büyük çoğunluğunun benim gibi düşündüğüne eminim. Bizi ne HEP temsil ediyor, ne de PKK!...

"Siyasal Düşünceler" dersinde Güneydoğu sorununu tartışıyorduk. Tartışmalara hemen hiçbir zaman katılma-yan bir kız öğrencim parmağını kaldırdı:

- Ben Kürdüm. Ama olaya bir "Kürt Sorunu" olarak yaklaşılmasından rahatsız oluyorum. Sorunu böyle sun-mak, en azından benim gibi milyonlarca Kürde büyük haksızlık. Sadece şiddete değil, o şiddeti haklı göstermek için kullanılan gerekçelerin çoğuna da katılmıyorum.

Genç polisi, beni hararetle kutlamaya iten yazım-daki ana düşünce açıktı: Nasıl ki Dev Sol Türkiye'deki sol hareketi temsil edemez ise, PKK da milyonlarca Kürt kö-kenli yurttaş adına konuşamazdı!

PKK'yı Türkiye Kürtlerinin sözcüsü saymak, o kitle-nin büyük çoğunluğuna, belki de en büyük kötülüğü yap-mak demekti.

***Anayasadaki "Yüce Türk milleti önünde ant içerim ki ..." diye başlayan milletvekili andı üzerinde tartışmalar olu-yor. Hükümet ortakları bile, "oradaki Türk sözcüğünü kal-dıralım mı, kaldırmayalım mı" kavgası içindeler.

Kafatasçılığın sonu yok.Onu değiştirip "Yüce millet önünde..." deseniz, bu

kez de sıraya, "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım..." da de-ğişmeli tartışması gelecek.

Kimdir Türk?Kırgızistan'daki, Özbekistan'daki, Tataristan'daki ya

da burnumuzun dibinde Azerbaycan'daki insan mı?Amerika'da Türk ana-babadan doğmuş, iki cümle

Türkçe bilmeyen çocuk mu?Turgut Reis'in Tunus'ta yaşayan uzak torunu Abdül-

bekir Dargut mu?Cezayir Dışişleri'ndeki Demirci soyadlı genel müdür

mü?Çepni, Kınık, Bayındır, Afşar, Alaçeri, Çoğandur, Al-

pagut ve Cihangirli gibi Kürtçe konuşan Türkmen boyları mı?

Eğer ölçüt konuşulan dil ise, Talabani aşiretinin Türkçe konuşan bir kolunu nereye koyacağız?

Oğuz Han'ın 24 torunundan birisinin adı Kürt. Şimdi

Page 43: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

41

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

bu Kürt, Türk mü yoksa Kürt mü? (Türk ve Kürt sözcükle-rinin çarpıcı benzerliği bir rastlantı mı?)

Alman profesör De Groot, Orhun Anıtları'nda kul-lanılıp bugün Anadolu Türkçesinde kullanılmayan, ama Kürtçe'de kullanılan tam 532 sözcük saptamış.

Kürtçe TV ve eğitim isteyenler, bu casus ya da hain 532 sözcüğü ne yapmayı düşünüyorlar?

Yenisey Anıtları'nda, Uygur hakanının "Ey Kürt Bey-leri" diye bir seslenişi var. Türk ile Kürdü duyarlı terazinin iki kefesine paylaştırmak merakındakilerin başına alın bir bela daha!... ***Evet, kimdir Türk?

Türk olmanın ölçütü nedir?11. yy. ile 13. yy. arasında Anadolu'ya gelen Türkle-

rin sayısı 800 bin ile 1 milyon 300 bin arasında. Ama o sırada Anadolu'da yaşayan insanlar bunun tam on katı.

Türkler o insanlarla yalnız kan olarak değil, kültür olarak da karışmışlar. Türk ulusu dediğimiz şey de, bir ır-kın değil, o ortak kültürün bir araya getirdiği toplumun adıdır.

Ege Tıp Fakültesi'nin altı yıl sürdürdüğü araştırma-nın, Anadolu Türk tipi diye bir şeyin olmadığı sonucunu vermesinin hayret edecek ne yanı var?

Kırgız da, Kazak da, Azeri de soydaştır, ama bu ulu-sun bir parçası değildir.

Tıpkı Cezayirli ile 'Iraklı'nın soydaş olmalarına kar-şın, aynı ulustan olmamaları gibi... Tıpkı Tuareg ve Ber-berilerin de, Arap olmamalarına karşın, Magrip ulusları-nın bir parçası olmaları gibi...

İnsanları ne olduklarından çok, kendilerini ne his-settikleri önemlidir.

Özbek mi daha bizdendir, yoksa Güneydoğu'nun Türkçe bile bilmeyen köylü kadını mı? İstanbul-lu bir Ermeni'ye, Anadolu insanı mı daha yakındır, Ermenistan'daki soydaşı mı?

Tekirdağlı Yahudi, Amerika'da Türk ana-babadan doğan çocuktan daha Türk değil midir?

Buyurun! Kürt milliyetçilerine yanıtlamaları için bir dizi soru… Ahmet Taner KIŞLALI (Cumhuriyet, 18 Ekim 1992)

Page 44: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Kemalizm Nedir?

“Bazılarının ileri sürdüğünün tersine, kemalizmin ideolojisi vardır, ama öğretisi (doktrini) yoktur.”

Page 45: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

43

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Kemalizm Nedir?

Kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. Ama, liberalizm ve sosyalizmden farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. Bu nedenle de, Kemalizmi iyi değerlendirebilmek için, geri kalmış ülke devrimlerinin gelişmiş ülke devrimlerinden farkını anlamak gerekir.

Fransız Devrimi, evrim sürecinde önlerde yer alan bir toplumda rastlanabilen devrimlerin en ünlü örneğini oluşturur. Koşullar ve toplumdaki güç dengesi değişmiş, ama eski koşullara göre oluşan ve eski güç dengesini yansıtan toplumsal ve özellikle de siyasal kurumlar de-ğişmemekte direnmiş, toplumsal-ekonomik gelişmeyi zorlaştırmaya başlamıştır. Kentsoylular (burjuvazi) yeni bir toplumsal sınıf olarak doğmuş, güçlenmiş, ama güç-leri ölçüsünde siyasal rejimde etkili olamamışlardır. Bir anlamda toplumun altyapısı değişmiş, ama üstyapı bu değişikliğe uymamıştır. Burada söz konusu olan, eski kurumları yeni koşullara, yani üstyapıyı altyapıya uydur-maktır; değişen koşullarla, koşulların yarattığı gereksin-meleri karşılaması gereken kurumlar arasındaki çelişki-leri gidermektir.

Evrim sürecinde geride kalmış toplumlarda görülen devrimler ise, belirli tarihsel koşullardan yararlanarak, bu toplumların evrimini hızlandırmak, bazı evreleri atla-mak amacını taşır. Birinci grup ülkelerdeki devrimciler, koşulların gereğini yerine getirmek ve gereksinimlerin doğurduğu devrimci ideolojiyi izlemekle yetinmek duru-mundadırlar. Toplumun henüz ulaşamadığı bir aşamaya göre kurumlar oluşturmak, böylece gelişmiş ülkelerle aralarındaki açığı bir ölçüde olsun kapatmak zorunda-dırlar. Kendilerinden çok önce o aşamaya ulaşmış olan toplumların deneyimlerinden ders alabilmek olanağına sahiptirler. Ama o devrimin doğal taşıyıcısı, itici gücü olan toplumsal sınıfın bulunmaması nedeniyle de işleri çok daha zordur. Ancak eski düzenin savunucusu güç-lerin -tarihsel nedenlerle- zayıflamış oldukları bir andan yararlanarak iktidarı ele geçirebilirler. Temel devrimci gücün yokluğunu ya da zayıflığını ise, ideolojiye büyük ağırlık vererek ve o ideoloji etrafında iyi örgütlenmiş bi-linçli bir çekirdek güç oluşturarak telafi etmeye çalışırlar.

Toplumlardaki güçler dengesinin değişmesine kar-şın, eski güçler dengesinde ağır basan güçlerin çıkarları-na ve dünya görüşlerine göre biçimlenmiş olan kurumla-rın değişmemekte direnmesi, devrimin nesnel (objektif) koşullarını oluşturur. Var olan bu düzeni eleştiren ve yeni

Page 46: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

44

AHMET TANER KIŞLALI

bir düzenin ilkelerini içeren ideoloji ise, devrimin öznel (subjektif) koşulu sayılabilir. Devrimi, bilinçsiz bir ayak-lanmadan, kızgınlık birikimlerinin kırıp-dökmeye dönüş-mesinden ayıran ana özellik, sahip olunan devrimci bilinç, yani bilinç ögesidir.

Evrim sonucu doğan devrimlerde, ideoloji evrime koşut olarak doğar, devrimci eylem içinde gelişir. Böyle bir devrimde ideolojinin ağırlığı, nesnel koşulların çok gerisinde kalır. Oysa geri kalmış ülkelerde nesnel koşul-lar yeterince oluşmamış olduğu için, ideolojinin önemi artar. İdeoloji, devrimi olanaklı kılan ortamdaki, somut koşullardaki eksikliği giderme, boşluğu doldurma işlevini üstlenir. Burada ideoloji, yine devrimci eylem içinde bazı değişikliklere uğramakla birlikte, devrim öncesinde hazır olarak vardır ve çoğunlukla da, ana çizgileriyle gelişmiş ülkelerden aktarılmıştır. Amaç zaten o ülkelerin düzeyi-ne daha hızlı bir biçimde ulaşmak olduğu için, bunu do-ğal karşılamak gerekir. Devrimci ideoloji, devrimin öncü-sü güçlerin toplumsal özelliklerine göre bazı değişimler geçirmekle birlikte, ana doğrultuda aynı kalır.

Her devrim belirli toplumsal güçlere dayanarak ger-çekleşir. O güçlerin yeterince gelişmediği ortamlarda ise, devrimci ideolojinin kendisi, yarattığı bilinç ve kitlesel et-kisiyle devrimci bir güç oluşturabilir. Bir ayaklanmanın,

bir hükümet darbesinin, bir bağımsızlık savaşının, tarihi hızlandırmak amacındaki bir devrime dönüşmesinde, devrimci ideolojinin etkisi büyüktür. Ama ideolojinin devrimdeki ağırlığının artması ölçüsünde, o ideolojinin dogmatikleşmesi olasılığı da artar. Çünkü söz konusu ideoloji, bir anlamda, var olması istenilen, ama henüz var olmayan koşulların ürünüdür.

Mustafa Kemal, tıpkı Lenin gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evri-min henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal-siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Lenin, Rus ordusunun perişan olması sayesinde, küçük ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; Mustafa Kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. Lenin’in Rusya’nın koşullarına uydurmaya çalıştığı marksist ideoloji -yu-karıda değindiğimiz nedenden dolayı- dogmalaşırken; Mustafa Kemal, liberalizm ve sosyalizmden yararlanarak Türkiye’nin koşullarına göre oluşturmaya çalıştığı dev-rimci ideolojinin dogmalaşma olasılığını önlemeye çalış-mıştır. İdeolojik kalıplaşmanın hızlı bir değişim süreciy-le bağdaşmayacağını vurgulayarak, bir anlamda sürekli

Page 47: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

45

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

devrimcilik anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Bazılarının ileri sürdüğünün tersine, Kemalizmin ideolojisi vardır, ama öğretisi (doktrini) yoktur.

Kemalizm’in önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Ba-ğımsızlık ve çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için, ideo-lojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri Fransız Devrimi ve dolayısıyla liberalizmden; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi.

Ulusçuluk

Kemalizm içinde milliyetçilik, bir yandan ulusal bağım-sızlığın sağlanması, öte yandan da çağdaşlaşma gerek-sinimlerini karşılamaya yönelik ideolojik bir öge oluştu-ruyordu. Çağdaş bir toplum olmak için önce ulus olmak, uluslaşma aşamasından geçmiş olmak gerekiyordu. Uluslaşma aşaması, çağdaş toplumun temel özellikle-rinden olan demokratikliği sağlayabilmek için de bir ön koşuldu.

Çeşitli kaynaklardan beslenen gecikmiş Türk mil-liyetçilik akımının bir düşünce sistemi içine oturtan kişi Ziya Gökalp olmuştu. Bir yandan ulusal bağımsızlığı sağ-lamak, öte yandan çağdaş anlamda bir ulus yaratmak

ereğine yönelen Mustafa Kemal, elbette ki bu birikim-den yararlanmıştır. Ama, aynı zamanda, eylem içinde onu aşmış, kendi damgasını taşıyan bir milliyetçilik anla-yışına ulaşmıştır. Bu, sınırlar ötesi hedefler gözetmeyen, ırkçı olmayan, çoğulcu bir milliyetçiliktir.

Atatürk, tüm sömürge durumundaki ülkelerin, ken-di deyimiyle mazlum milletlerin birer birer bağımsızlıkla-rını kazanacağını çok önceden söylemiş, ulusal kurtuluş savaşının başarısı ile de onlara cesaret vermiştir. Emper-yalist devletlere karşı kazanılan bu ilk kurtuluş savaşı, giderek evrensel bir model oluşturmuştur. Kemalist mil-liyetçilik anlayışının dışa yönelik hedefi, “çağdaş uluslar topluluğunun eşit haklara sahip bir üyesi olmak”tır. Sade-ce siyasal bağımsızlıkla yetinmeyen, ekonomik bağım-sızlığı da içeren bir tam bağımsızlık, bu hedefin ayrılmaz bir parçasıdır.

Kemalist milliyetçiliğin içe yönelik hedefi ise, çağ-daş bir ulus yaratmaktır. Bu ulus, ne ırkçı ne de ümmetçi bir anlayışı yansıtmaktadır. Atatürk’e göre ulus, ne din ne de ırk temeline dayanır; ulusu yaratan temel öge, ortak tarih, o ortak tarihin ürünü ortak dil ve sonuç olarak ortak kültürdür. Atatürk ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada, Türk, Kürt, Laz, Çerkes birlikte bir bütün oluşturduğunu vurgulamış, Kurtuluş Savaşı

Page 48: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

46

AHMET TANER KIŞLALI

sırasında hep Türkiye Milleti deyimini kullanmıştır. Daha sonraları karmaşık bir etnik yapıdan kendine güvenen çağdaş bir ulus yaratmak için çaba gösterdiğinde de, ör-neğin “Ne mutlu Türk olana” dememiş, “Ne mutlu Türk’üm diyene” demiştir. O’nun için Türk, Anadolu toprakları üzerinde kederde, kıvançta dayanışma içinde olan in-sanların adıdır. Orta Asya’daki Türk o milliyetçilik çerçe-vesinde yer almazken, Anadolu’nun tüm insanları, etnik kökenine bakılmaksızın ulusun bir parçası sayılmaktadır. Atatürk Medeni Bilgiler kitabında şöyle demiştir: “Türki-ye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” 1935 yılındaki resmi tanımlamaya göre de, “ulus, dil, kül-tür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür.”

Atatürk, ulus kavramından din ögesinin dışlanma-sını, dinin ulus dışında ayrı bir olgu olarak değerlendiril-mesini ise şöyle savunmuştur: “Türkler islam dinini kabul etmeden de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten son-ra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etme-lerine tesin etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; mili heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin amacı, bütün milliyetlerin üzerinde, hepsini kapsayan bir ümmet siyaseti idi.”

Milliyetçilik, aynı topraklar üzerinde benzer koşulla-rı paylaşan insanların, dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinmelerini karşılayan bir ideolojidir. Toplum için-deki çıkar çatışmalarına alet edildiğinde tutucu, toplu-mun dışa karşı ortak yararlarını savunmak için kullanıldı-ğında ilericidir. Başka bir deyişle, toplumdaki bir kesimin başka bir kesimi sömürmesini gözden saklamak amacıy-la kullanıldığında tutucudur; ama o toplumun başka top-lumlar veya başka toplumların içindeki bir kesim tarafın-dan sömürülmesine karşı başvurulduğunda ilericidir.

İlerici milliyetçilik insancıldır; insanlara acı vermeye değil, onların acılarını dindirmeye yöneliktir. İlerici milli-yetçilikte, insanları egemenlik altına almak değil, onları egemenlikten kurtarmak amacı vardır. İlerici milliyet-çilik, bütün insanların özgürlüğünü ve tüm toplumların eşitliğini savunur. İlerici milliyetçilik, bölücü değil, birleş-tiricidir. İlerici milliyetçilik, savaşçı değil barışçıdır; sava-şı ancak gerektiğinde, yukardaki amaçlar uğruna kabul eder. İşte ilerici milliyetçilik, kemalist milliyetçiliktir. Bu nitelikleriyle de, çağdaş, evrensel ve kalıcıdır.

Page 49: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

47

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Cumhuriyetçilik

Kemalizmin ilkelerinden cumhuriyetçilik, bir anlamda milliyetçiliğin doğal sonucu gibi görülebilir. Eğer ege-menlik ulusa ait ise, ülkenin kimler tarafından hangi ku-rallara göre yönetileceği de ulus tarafından belirlenecek demektir. Kemalist ideoloji içinde cumhuriyetçilik, gi-derek demokrasi ile bütünleşmekte, eşanlamlı hale gel-mektedir. Cumhuriyetçilik aynı zamanda, siyasal iktida-rın dinsel kökenli olmaktan çıkması, laikleşmesi, siyasal rejimin çağdaşlaşması demektir. Bu ilke, iktidarın dinsel kökenli olmaktan çıkmasıyla laiklik ilkesiyle, meşruluğun temelini halk desteğinin oluşturmasıyla da, halkçılık ilke-siyle yakından ilgilidir.

Mustafa Kemal’e göre, Yeni Türkiye Devleti bir halk devleti idi, halkın devleti idi. Oysa geçmişteki devlet, bir kişi devleti idi, kişilerin devleti idi. Cumhuriyet rejiminden ne anladığını ise şöyle açıklıyordu: “Cumhuriyet rejimi de-mek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cum-huriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.... Milli egemenlik esasına dayanan memleketlerde siyasi partilerin var olması tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.”

Suna Kili’nin de altını çizdiği gibi, Kemalist cumhuriyet-çilik anlayışı ulusçu, demokratik, özgürlükçü ve çoğul-cuydu.

Cumhuriyet ile demokrasiyi ayrı düşünmeyen Ata-türk, 1930’lar Avrupası’nda neredeyse yaygın olarak gö-rülen baskıcı rejimlerin hepsini de eleştirmiştir. Faşist, komünist ya da mesleklerin temsiline dayalı korporatif sistemlerin Türkiye açısından özenilir olmadıklarını vur-gulamıştır. Oysa o dönemde etrafındaki birçok kişi, özel-likle faşist-nazist modelden etkilenmişlerdi.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bile oldukça demokratik bir mecliste tartışılarak, zaman zaman sert biçimde eleş-tirilerek, denetlenerek yürütülmüş olması son derece önemli ve anlamlıdır. Mustafa Kemal bu tercihi yapar-ken, elbette ki harekete içte ve dışta belirli bir meşruluk kazandırmak amacıyla da hareket etmişti. Ama Kurtuluş Savaşı sonrasında izlediği yol da, demokrasinin O’nun açısından bir temel tercih sorunu olduğunu ortaya koyu-yordu. Devrimin tehlikeye düşmesi nedeniyle zaman za-man sert önlemlere başvurmak zorunda kaldığı zaman bunu doğal saymıyor: “Onlar ancak başka önlemlerle önüne geçilemeyecek büyük tehlikeler karşısında kalındığı zaman, zorunlu olarak onaylanır” diyordu.

“Hiçbir totaliter rejim tasavvur edemeyiz ki, bir mu-

Page 50: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

48

AHMET TANER KIŞLALI

halefet yaratmak amacıyla kendiliğinden bir teşebbüste bulunsun” görüşünü savunan Ergun Özbudun’a katılma-mak olanaksız. Serbest Fırka’nın kurulması aşamasında Atatürk’ün Fethi Bey’e yazdığı mektuplarda şu satırlar vardı: “Büyük Millet Meclisi’nde ve millet önünde millet iş-lerinin serbest olarak münakaşası ve iyi niyet sahibi zatla-rın ve fırkaların düşüncelerini ortaya koyarak milletin yük-sek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri aşık ve taraftar olduğum bir sistemdir.” Kendi partisi içinde en sert muhalefete bile hoşgörü gösteren Atatürk, özgür-lüklerin temel olduğu bir demokrasi anlayışına sahipti. Özgürlük anlayışı ise, sadece başkasına zarar vermemek anlamında bir negatif özgürlük anlayışıyla da sınırlı değil-di. İnsanın kendi yeteneklerini geliştirmesi anlamındaki bir çağdaş özgürlük anlayışını daha 1930’larda savun-maktaydı.

Atatürk’ün yaptığı ve yapmaya özen göstediği bazı şeyler var ki, günümüzün katılımcı demokrasi anlayışı-nı daha o zamanlar, sezgileriyle benimsediğini düşün-dürmektedir. Bu açıdan, örneğin 12 Eylül Anayasası’nın demokrasi anlayışından çok daha ilerdedir: Dünya’da ilk kez bir bayram çocuklara armağan edilmiş ve o vesile ile onlara, ülkenin gelecekteki sahipleri oldukları bilin-ci aşılanmaya çalışılmıştır. 23 Nisan günleri çocukların,

kentlerdeki önemli kamu görevlilerinin makamlarına oturmalarının, onların görevlerini geçici olarak devral-mış gibi davranmalarının, bir oyun havasının ötesinde anlamı olduğu açıktır. Belki yine ilk kez, bir önder, dev-rimini gençlere emanet etmiş ve onlardan, gerektiğinde ülkede siyasal iktidara sahip olanlara karşı çıkmalarını istemiş, 1924’te seçmen yaşını 18’e indirmiştir. Daha o yönde hiçbir istek, hiçbir gereksinme yokken, Türk ka-dınına siyasal hak ve özgürlüklerini -demokrasinin ana-yurdu sayılan bazı batı ülkelerinden önce- veren, kadının siyasal yaşamda ağırlık kazanmasına çaba gösteren de Atatürk’tür.

Atatürk bununla da yetinmemiş, gerçekleştirdiği büyük kültür devrimi açısından önem taşıyan kurumla-rın bağımsız ve demokratik bir yapıya sahip olmalarına özen göstermiştir. Her şeyin devlet içinde ve “devlet için” olduğu faşizmin yükselme döneminde bile, Türk Dil ve Tarih Kurumları siyasal iktidardan bağımsız birer dernek olarak kurulmuş ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Atatürk onların parasal bağımsızlığını sağlayabilmek için, kendi mal varlığını sürekli bir destek olarak kullanmaktan çe-kinmemiştir. Yurdu bir kültür ağı gibi saran 404 Halkevi ile dört bin kadar Halkodası da, kâğıt üzerinde tek partiye bağlı olmakla birlikte, büyük ölçüde bağımsız ve demok-

Page 51: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

49

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

ratik bir yapıya sahip kılınmışlardır. Bunlar, kitle örgütle-rinin kötü gözle görüldükleri 1980’lerin Türkiyesi’nden yarım yüzyıl önceki kemalist ideolojiyi yansıtan somut örneklerdir.

Mustafa Kemal, demokrasinin herşeyden önce bir özgürlük sorunu olduğuna inanıyor ve şöyle diyordu: “İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi sosyal yardım veya iktisadi teşkilat sistemi de-ğildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariyat vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyacını uyut-mayı amaçlar. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki muhakemesi saye-sinde siyasi hürriyeti sağlamaktır. Türk demokrasisi Fran-sa ihtilalinin açtığı yolu takip etmiş, ama kendisine özgü niteliği ile gelişmiştir. Zira her millet devrimini toplumsal ortamın baskı ve ihtiyacına göre (…) yapar. Demokrasi prensibi, ulusal egemenlik şekline dönüşmüştür. Bir ulusu oluşturan bireylerin o ulus içinde, her çeşit özgürlüğü, ya-şamak özgürlüğü, çalışmak özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmalıdır.”

Halkçılık

Mustafa Kemal’in demokrasi anlayışı, Kemalizm’in en önemli ilkelerinden olan halkçılıktan da soyutlanamaz. Atatürk başlangıçta halkçılığı şu şekilde tanımlıyordu: “Bugünkü varlığımızın asıl niteliği milletin genel eğilim-lerini isbat etmiştir. O da halkçılıktır, halk hükümetidir, hükümetlerin halkın eline geçmesidir.” Ama zamanla bu ilkenin de içeriği gelişti ve Halk Partisi’nin programların-da üç ögeyi içermeye başladı: Siyasal demokrasi, yasalar önünde eşitlik, sınıf çatışmalarının kabul edilmemesi ve toplumun dayanışma içerisinde gelişmesi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde girişi-len reformlar hep devleti kurtarmak amacına dönüktü. Oysa Mustafa Kemal, halka güç kazandırmadan, halka dayanıp onun yaratıcı gücünden yararlanmadan çağdaş bir topluma ulaşılamayacağının bilincindeydi. 1922’de Meclis kürsüsünden şunları söylüyordu: “Türkiye’nin ger-çek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür… Diye-bilirim ki, bugünkü yıkım ve yoksulluğun biricik nedeni bu gerçeğin gafili bulunmuş olmamızdır. Gerçekten, yedi yüz yıldan beri dünyanın çeşitli ülkelerine göndererek, kanla-rını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüz yıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurduğu-

Page 52: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

50

AHMET TANER KIŞLALI

muz ve buna karşılık her zaman aşağılama ve alçaltma ile karşılık verdiğimiz ve bunca özveri ve bağışlarına karşı iyilik bilmezlik, küstahlık, zorbalıkla uşak durumuna indirmek is-tediğimiz bu soylu sahibin önünde büyük bir utanç ve say-gıyla gerçek durumumuzu alalım.”

Mustafa Kemal, yine Kurtuluş Savaşı yıllarında Mec-lis önünde yaptığı bir konuşmada, halkçılığın toplumsal-ekonomik içeriğini şöyle açıklıyordu: “Toplumsal uğraş yönünden düşündüğümüz zaman, biz yaşamını, bağımsız-lığını kurtarmak için çalışan kimseleriz, zavallı bir halkız! Kendimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve ça-lışmaya zorunlu olan bir halkız! Bundan ötürü her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmakla bir hakkı elde ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve yaşamını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen kişilerin bizim toplumumuz içeri-sinde yeri yoktur. O halde söyleyiniz baylar! Halkçılık top-lumsal düzenini emeğine, hukukuna dayatmak isteyen bir toplumsal uğraştır.”

Kemalizm, seçkinciliğe karşı bir ideolojidir. Halkçı-lık ilkesinden hareketle yapılan birçok reform, Osmanlı geleneğinin ürünü olan seçkin-halk ikilemini aşmaya yöneliktir. Bu amaçla girişilen en önemli atılımlardan birisi, “Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kur-tarmak” amacıyla gerçekleştirilen “dil devrimi”, yani dil-

de arılaştırma çabalarıdır. Sadece seçkinlerin anladığı Arapça-Farsça yüklü Osmanlıca terkedilmiş, türetme ile zenginleştirilmiş Türkçe yazın ve bilim dili olmaya başla-mıştır. Aslında öğrenilmesi güç olan eski yazının yerine latin alfabesinin kabulü, halkın eğitimini kolaylaştırmak amacını da taşımıştır.

Kemalist halkçılık, ayrıcalıksız, sınıfsız bir toplum öngörüyordu. Fakat bu, toplumsal sınıfları kaldırmayı amaçlayan marksist anlayışı yansıtmıyordu. Kurtuluş Sa-vaşı Türkiye’sinde marksist anlamda bir “egemen sınıf” ve işçi sınıfı bulunmadığı varsayımından hareket etmektey-di. Öyleyse varolmayan bir sınıf çatışması ve ayrıcalıklı toplum kesimleri yaratılmamalıydı. Ekonomik gelişmeyi sağlamak için toplumdaki tüm olanaklar değerlendiril-meye çalışılırken bu beklentiye ters düşen bir durumun doğması, Kemalizmin, Suna Kili’nin vurgulamaya özen gösterdiği bir temel özelliğinin gözden kaçmasına ne-den olmamalıdır: “Atatürkçülük, herhangi bir sınıfın ege-menliğini reddeden, ılımlı toplumculuğu öngören, her türlü sömürüye karşı bir dünya görüşüdür. Atatürkçü halkçılık, yönetimde, siyasada, kalkınmada, gelirlerin dağılımında, devlet ve ulus olanaklarının kullanılmasında halk yararının gözetilmesini amaçlar.”

“Peki halk nedir?” sorusunun yanıtını ise biz verelim:

Page 53: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

51

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Halk, ayrıcalıklara sahip bulunmayan toplum kesimleri-nin toplamıdır!

Devrimcilik

Kemalist “devrimcilik” ilkesi, halkçılıkla ve hatta demok-rasi anlayışı ile iç içe bir anlam taşır. Mustafa Kemal’in 1923’te Konya’daki bir konuşmasında yer alan şu cüm-leler, O’nun nasıl bir devrimcilik anlayışından hareket ettiğini, hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek kadar açık bir biçimde sergilemektedir: “Bozuk zihniyetli mil-letlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Aydın sınıf telkinle, aydınlatma ile büyük çoğunluğu kendi amacına göre ikna etmeyi başa-ramayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye başlar. Başarıya ulaşmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uyum olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ilkeler, halkın ruh ve vicdanın-dan alınmış olmalı. Bu halk bir defa karşısındakinin sami-miyetle kendilerine yardımcı olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete güven vermesi gereklidir.”

Bu, seçkinciliği açıklıkla yadsıyan, halkla bütün-leşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük

önem veren bir devrimcilik anlayışıdır.Kemalist devrimcilik anlayışının iki yanı bulundu-

ğunu söyleyebiliriz. Birinci yanı eski düzenin geçerliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın gereksinmele-rini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir. Ama kema-lizm bununla yetinmemekte, devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişmelere açıklık biçiminde anlamakta ve kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır.

Atatürk, devrimcilik ilkesinin birinci ögesini şöy-le tanımlıyordu: “Devrim, Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini temin edecek yeni kurumları koymuş olmaktır.” Atatürk, yaptığı dev-rimin ülkeye kazandırdıklarının korunmasını elbette ki devrimcilik ilkesinin bir gereği sayıyordu. Ama O’nun açısından sorun o noktada bitmiyordu. Koşulların de-ğişeceğinin, değişen koşulların yeni kurumları, yeni atı-lımları gerektireceğinin bilincindeydi. Bu nedenledir ki, kemalist ideolojinin kalıplaşmasına, bir anlamda dev-rimin dondurulmasına karşıydı. Koşullara koşut olarak sadece kurumların değil, düşüncelerin de değişmesinin gerekliliğini biliyordu. İşte bu nedenledir ki, kemalizmin devrimcilik ilkesi, aynı zamanda bir sürekli devrimcilik an-layışını da yansıtmaktadır.

Page 54: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

52

AHMET TANER KIŞLALI

En ilerici kurumlar bile, koşullar içinde eskir. En ileri bir devrimin “bekçiliği” ile yetinenler, günün birinde de-ğişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar. Kemalizmin bu sürekli devrimcilik anlayı-şını benimsemeden, sadece Mustafa Kemal’in sağlığında gerçekleştirdiklerinin bekçiliği ile yetinenleri “Kemalist” ya da Atatürkçü saymak olanaksızdır. Suna Kili, “Dev-rimcilik kalıplaşmayı, durağanlığı, köhneleşmeyi, işlevini kaybetmeyi, çağın, toplumun gerisinde kalmayı önlemek, dinamik bir devrim anlayışını sağlamak ve sürdürmek için konmuştur.” derken haklıdır. Emre Kongar da, aynı ger-çeği şöyle ifade etmektedir: “İkinci anlamda devrimcilik, Türk Devrimini, temel ilkeleri yönünde ileri götürme görevi-ni içeriyordu. Yalnız mevcudun ve gerçekleştirilenin korun-ması ile yetinilmeyecek, Türk Devrimi, zamanın gereklerine ve çağdaş gelişmelere göre, temelinde yatan ilkeler doğ-rultusunda daha da ileriye götürülecekti.”

Devletçilik

Kemalizmin devletçilik ilkesini de, halkçılık ilkesi ile bağ-lantılı olarak değerlendirmek gerekir. Yoksul, yüzyıllar-dır ihmal edilmiş olan halk nasıl kalkınacak ve hak ettiği çağdaş yaşam düzeyine ulaşacaktır? Batı’nın gelişmiş

toplumlarının nasıl bir yoldan geçerek o noktaya geldik-leri biliniyordu. Bir yandan kendi halklarını, öte yandan geri kalmış ülke halklarını sömürerek bir sermaye biriki-mi oluşturmuşlardı. Türkiye’nin kendisi geri kalmış bir ül-keydi. Halkın sırtından bir sermaye birikimi oluşturulma-sına, onun birkaç kuşak daha yoksul tutulması pahasına bir kalkınmaya ise halkçılık anlayışı karşıydı.

1923-1930 arasında, kalkınma için gerekli yatırım-ları yapması özel girişimlerden beklendi. Ama bu işlevi yerine getirmeye özel kişilerin ne yeterli parası, ne ye-terli deneyimi, ne de yeterli teknolojik birikimi vardı. Dünya’yı sarsan 1929 ekonomik bunalımı ise, liberal eko-nomi politikalarının tam bir başarısızlığını vurguluyordu. Kemalizm, ülkeyi kalkındırmak, halkı çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için devletçilik ilkesini benimsedi. Böylece hem üretim arttırılacak, sanayi gerçekleştirile-cek, hem de hakça bir paylaşım yapılacak ve ekonomik gücü kullanan bir sınıfın halkı ezmesine olanak verilme-miş olacaktı.

Kemalist tek partinin programında 1935 yılında yapılan düzeltmelerden sonra, devletçilik ilkesi şöyle tanımlanıyordu: “Özel çalışma ve faaliyeti esas tutmak-la beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi gelişmişliğe eriştirmek için, milletin

Page 55: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

53

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi alanda devleti fiilen ilgilendirmek önemli esasla-rımızdandır. İktisat işlerinde devletin ilgisi fiilen yapıcılık olduğu kadar, özel girişimleri teşvik ve yapılanları düzen-leme ve denetlemektir.”

Kemalist devletçilik anlayışının, bütün üretim araç-larını devletin elinde toplamayı öngören marksizm ile kuşkusuz ki hiçbir ilgisi yoktur. Hızlı bir ekonomik bü-yümeyi sağlamak için devletin lokomotif görevini üst-lenmesi anlamına geliyordu. Devlet ekonomiye yön ve-recek, kıt kaynakların akılcı kullanımını planlayacaktı. Devlet özel girişimcilerin ilgilenmediği, başarılı olamadı-ğı ya da kamu yararı gördüğü alanlarda yatırım ve işlet-mecilik yapacaktı.

Türkiye başlangıç aşamasında devletçiliğin iki bü-yük yararını gördü: Bir yanda, özellikle altyapı ve sanayi yatırımları sayesinde oldukça hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirilirken; öte yanda, sanayileşmenin devlet eliyle oluşumu sayesinde, Türk işçisi Batı’daki örnekle-ri gibi insancıl olmayan koşullar içinde birkaç kuşağının feda edildiğini görmedi. 1929-1939 arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye’de sa-nayi üretimi artışı yüzde 96’yı buldu. Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülke, bu alanda Türkiye’den daha

hızlı bir büyüme sağlayamadı. Giderek oluşmaya ve bü-yümeye başlayan sanayi işçisi sınıfı nasıl hiçbir mücadele vermeden seçme ve seçilme haklarını elde ettiyse; yine kan dökülmesine, kuşaklar boyu süren büyük acılar çe-kilmesine gerek kalmadan insancıl çalışma koşullarına kavuştu. Kemalist sürekli devrimcilik anlayışını daha son-ra sürdürenler, sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme gibi hakları vermek için de işçi sınıfının rejimi zorlaması-nı beklemediler. (Ama uğrunda savaşım vermeden elde edilen hakların yeterince bilincinde olunamadığını daha sonraki deneyimler göstermiştir. İşçi sınıfı, ancak elinden alındığı ya da kısıtlandığı zaman, sahip olduğu hakların ve özgürlüklerin önemini yeterince kavrayabilmiştir. De-mokrasinin beşiği sayılan ülkelerde bile, işçilerin seçme hakkını elde etmek için nasıl uzun ve kanlı savaşımlar verdiği unutulmamalıdır!)

Laiklik

Altı ok ile simgeleştirilen Kemalist ilkeler içerisinde, Atatürk’ün kuşkusuz ki, en önem verdiği ilkelerin başın-da “laiklik” geliyordu. Mustafa Kemal, ülkenin koşulları-nın daha hiç hazır olmadığı bir aşamada bile, çok partili düzene geçiş için sakınca görmezken, tek bir koşul ileri

Page 56: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

54

AHMET TANER KIŞLALI

sürmüştü: Laiklikten ödün vermemek! Serbest Fırka’nın önderliğini üstlenecek olan Fethi Okyar’a yazdığı ve daha önce de sözünü ettiğimiz mektubunda şu satırlar dikka-ti çekiyordu: “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur.”

Bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak Kemalizm açısın-dan laiklik, demokrasi anlamındaki cumhuriyetçiliğin de, milliyetçiliğin de, devrimciliğin de, ve hatta halkçılığın da ön koşulu olduğu için bu ölçüde önem taşımaktadır. Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan ger-çek bir düşünce özgürlüğü, gerçek anlamda bir özgür seçim olamaz. (Bütün dünyada özgürlük ve demokrasi rüzgarları eserken, baskı rejimleri birbiri peşisıra yıkılır-ken, bundan en az etkilenenin -laikliği kabul edememiş-müslüman ülkeleri oluşu rastlantı mıdır?) Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öge ulus değil, inananların oluşturduğu ümmettir. (Bu anlayış içinde örneğin Arap ve İranlı, müslüman Türk ile aynı toplumun bir parçası sayılırken, hıristiyan Türk olan Gagavuzlar (Gökoğuzlar), Türkçe konuştukları ve çok daha ortak kültürel özellikler taşıdıkları halde yabancı sa-yılacaklardır.) Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin va çağın gerekleri-

nin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışılma-sı bile genellikle olanaksızdır. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü din temeline dayalı bir devlette ağırlığı ve önceliği olan halk değil, dinsel seçkinlerdir.

Tarih boyunca hemen tüm devrimciler, din ile de-ğil, ama bir kısım din adamları ile karşı karşıya gelmiş-lerdir. Çünkü eski düzenle çıkarları bütünleşmiş olan bir din adamları kesimi, köklü değişimlere hep karşı çıkmış, dini bir siyasal amaç için kullanarak kitleleri etkilemeye çalışmışlardır. Kendilerinin etkisini ve ağırlığını azaltacak her girişimi de dinsizlik olarak nitelendirmekten çekin-memişlerdir. Sultanın ve düşmanın çıkarları ile bütünle-şerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in idam fermanını çıkaranlar gene bu tür din adamları olmuştur.

Fransa’daki müslümanların manevi önderi Şeyh Ab-bas, Türk toplumunun dışından bir gözlemci olarak, bu konuda şöyle diyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nun çökü-şünde din adamları çok olumsuz roller oynadılar. Musta-fa Kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehli-keyi anladığı için devrimine önce onlardan başladı. O din adamlarının cehaletinden korkmakta, onların ülke için tehlike yarattıklarını düşünmekte haklıydı. Onun savaş aç-tığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları İslam ile ger-çek İslam arasında dağlar kadar fark vardı. Türklerin baba-

Page 57: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

55

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

sı, dünyaya hakim bir Osmanlı İmparatorluğu’nu çökmüş, parçalanmış haliyle buldu. Bu koca imparatorluğun çökü-şüne de İslam’ın yanlış tanınması, yanlış yorumlanması neden olmuştu. Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam’a karşı değil…”

Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir bi-çimde ortaya koymuştu: “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfın din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi men-faat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimseler-dir. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygun-dur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim di-nimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı.”

Mustafa Kemal, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı ögenin -yorumlar ve boş inançlar olarak- işin içine girdiğini düşünüyordu. Çağdaş olmanın inançsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığı kanısın-daydı, ama bilerek, mantığını kullanarak inanmalıydı. Şöyle diyordu: “Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar.

Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır. Türk Kuran’ın arkasın-dan koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın.”

Müslüman Türk halkı, Kuran’ı kendi dilinden okuyup anlama olanağına ancak laik cumhuriyet rejimi sayesin-de kavuştu. Türkçe Ezan gene aynı ortamda gerçekleşti; ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra, tutucu, kemalizme karşı güçlere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.

Kemalizm, sırasıyla siyasal sistemi, hukuk sistemi-ni, eğitim sistemini ve kültürü laikleştirdi. Bir islam ülke-sindeki ilk laik devlet böylece doğdu. Eğer çok sayıdaki müslüman ülke içinde çağdaş demokratik bir hukuk dev-letine sahip tek ülke Türkiye ise, bunun laiklikle bağlantısı olmadığını öne sürmek elbette ki olanaksızdır. Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, Türkiye’nin müslüman ülkeler içinde en sanayileşmişi, en ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip bulunanı oluşu da ayrıca düşündürücüdür!

Page 58: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

56

AHMET TANER KIŞLALI

Yeni İnsan

Geri kalmış ülkelerin genellikle kıt olan kaynakları içinde en bol malzeme insandır. Üstelik diğer kaynakları ha-rekete geçirebilecek güç de gene o insan ögesidir. Bu nedenle, geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili daha bilinçli bir yeni in-san yaratmaya yönelik, insanın düşünüş ve davranış bi-çimlerini değiştirmeye yönelik bir kültür devrimi olmak zorundadır. Geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulaşırlar.

Hiç kuşku yok ki, Mustafa Kemal, tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır. Dilde, dinde, hukukta, yazıda, giyside, eği-timde, tarihte yaptığı reformlar; bazıları bugün biçimsel görünse bile, inanılmaz boyuttaki bir kültür devriminin, bir bütün içinde çok anlamlı olan parçalarıdır. Osmanlı İmparatorluğu içinde dili ve tarihi unutturulmuş, kendine güvenini yitirmiş bir halktan, çağdaş, başı dik, kendisiyle gurur duyan bir ulus yaratabilmiş olmanın ne büyük ve zor bir sonuç olduğunu bugün takdir edebilmek zordur.

Napolyon, “Süngülerle her şey yapılabilir, ama üze-rine oturulamaz.” diyor. Bunun sosyolojik anlamı açıktır. Hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplum kesimlerinin

olanaklarını aşamaz. Her önder, ne kadar büyük olursa olsun, belirli bir toplumsal tabana dayanmak zorundadır ve dayandığı, dayanmak zorunda kaldığı o toplumsal ta-banın gücünü ne ölçüde harekete geçirebilirse, o ölçüde başarılı sayılır.

Mustafa Kemal’in, birinci hedef olarak ulusal bağım-sızlığı sağlayabilmek için dayanabileceği güçler belliydi: Asker-sivil bürokratlar, ulusal nitelikli ama oldukça zayıf bir kentsoylu kesimi ve büyük toprak sahipleri. Bunun dı-şında güç alabileceği, örneğin bir işçi sınıfı yoktu. Ulusal bağımsızlık hareketini örgütleyip sonu gelmeyen savaş-lardan yorgun düşmüş Anadolu köylüsünü harekete ge-çirirken bu sacayağına dayanmak zorundaydı. Topluma, yirminci yüzyılın sonlarında bile hiçbir islam ülkesinin ele almaya cesaret edemediği dönüşümleri kabul ettirebildi. Ama örneğin sıra “toprak reformu”na geldiğinde, başara-madı. Çünkü geçmişte dayanmak zorunda kaldığı, hare-ketinin tabanında yer alan güçlerden biri de toprak ağa-ları idi. Kemalizmin başardıklarını ve başaramadıklarını, 1920’lerin Türkiyesi’nin toplumsal-ekonomik koşullarını ve içinde bulunduğu dünyanın özelliklerini göz önüne al-madan yapılan bir değerlendirme bilimsel olamaz.

Fransız araştırmacı François Georgeon şunları yazı-yor: “Kemalizm, Avrupa dışında güçlü yankılar uyandırdı.

Page 59: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

57

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Bugün Üçüncü Dünya adını verdiğimiz, Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan alanda, Türkiye’nin 1919’dan sonraki atılımı ve uygulanan reformlar çoğunlukla tutku dolu bir dikkatle izlendi. Bağımsızlığı kazanmak, ekono-mik-sosyal kalkınmayı sağlamak için uygulanacak reçete-lerle ilgili olarak Kemalizm’den alınacak dersler araştırıldı.”

İran’lı muhaliflerden, Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi ise bir Türk gazetecisine şöyle diyor: “Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi laik bir müslüman-lar ülkesi olsun? Ama benim ülkem sizinkinden yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz…”

(Siyasal Sistemler, 1998, ss. 118-140)

Page 60: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

BÖLÜM II: RÖPORTAJ VE ANI

Beni öldürmek kurtuluş mu?

.

Page 61: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Çok Güçlü Bir Işık Kaynağı

“Milyonlarca genç, ‘O bizim de babamızdı’ diyordu. Gençlerden gelen pozitif enerji bana güç verdi.”

Dolunay Kışlalı Uluç

Page 62: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

60

AHMET TANER KIŞLALI

Çok Güçlü Bir Işık Kaynağı

Biz Ahmet Taner Kışlalı’nın akademisyen, siyaset bilimci kişiliğini kitaplarından okuyarak tanıma imka-nı bulduk. Siz onun insani yönünü anlatabilir misiniz, kızı olarak Kışlalı’yı nasıl tarif edersiniz?

Babam “insan”dı... İnsanları, hayvanları, doğayı çok severdi. İnançlı ve her inanca saygılı bir kişiydi. En büyük inancı, sevgisi, güveni ve umudu gençlerdi. Çok bilgili, hoşgörülü bir insandı. Diyalogdan yanaydı, kimseyi dış-lamazdı. Sadece bir bilim adamı olarak değil, bir insan olarak arkasında milyonlar vardı. İkna gücü de büyüktü, çünkü bilgi ve mantığa dayanıyordu. O çok güçlü bir ışık kaynağıydı. Zaten bu nedenlerle öldürüldü.

Kışlalı öldürüldüğünde Türkiye, milyonlar bu ola-ya çok üzüldü. Peki siz babanızı kaybettiğinizde neler hissettiniz?

Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Tabi babam öldürüldüğü için değil; bu kadar sevilen, böylesine iz bı-rakan bir babam olduğu için… Ateş düştüğü yeri yakar. Babamı öldürtenlerin amaçları belliydi. Onların hedefle-

rine ulaşmalarını engellemek için güçlü olmak, dik dur-mak gerektiğini düşündüm. Milyonlarca genç, “O bizim de babamızdı” diyordu. Gençlerden gelen pozitif enerji bana güç verdi. Annem Nilgün Kışlalı’yı bir trafik cinaye-tinde kaybedeli birkaç yıl olmuştu. Babam Ahmet Taner Kışlalı’yı bir terör cinayetinde yitirmek canımı çok yaktı ama böyle bir annenin, böyle bir babanın çocuğu olmak-tan hem hep gurur duyarım, hem çok şanslı olduğumu düşünürüm. Mutlu bir aile çatısı altında o kadar güzel günler yaşadık ki, cinayetler o günlerin anısına gölge dü-şüremedi.

Sizin Kışlalı hakkında söylenen “faili meçhul” sö-züne ciddi bir itirazınız var. Bunun nedenini ve bu ko-nuyla ilgili düşüncelerinizi açıklayabilir misiniz?

Bu çok önemli bir konu… Türkiye’de çok fazla “faili meçhul” cinayet var, utanç verici bir durum… Bir cina-yet, eğer öldüren belirlenemediyse, yakalanamadıysa; öldürtenlerin kimliği anlaşılmadıysa “faili meçhul” olur. Prof. Kışlalı’yı öldüren maşalar yakalanmış, yargılanmış, ağır cezalara çarptırılmışlardır. Onları besleyen, eğiten, silahlandıran; onlara emir veren ve yardımcı olanın da İran’daki mollalar rejimi olduğu belirlenmiştir. Türk Yargı

Page 63: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

61

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Gücü, kararında gerçek katillerin Tahran’da olduğunu da ifade etmiştir. Emniyet birimleri, polis, jandarma, sivil ve askeri istihbarat çok iyi çalışmış, etkili olmuştur. Durum böyle iken, “faili meçhul” demek, her şeyden önce katil-leri yakalayanlara ve yargılayanlara haksızlık oluyor.

Ancak, daha önemlisi var: Bazı kesimler, Kışlalı ci-nayetini “faili meçhul” olarak hafızalara kazımanın mü-cadelesini ısrarla sürdürüyorlar. Başarılı da oluyorlar. Öyle ki, Atatürkçü Düşünce Derneği toplantılarında bile, bilgisiz ve dikkatsiz bazı kişiler, bu oyuna gelip “faili meç-hul cinayetin acısını” anlatıyorlar, allandıra ballandıra… “Faili meçhul” güzel oluyor, gizemli oluyor. Havalı olu-yor, hem de her türlü komplo senaryosuna olanak tanı-yor ki toplum bunu seviyor.

Oysa işin içinde çirkin bir oyun var. Yıllarca “fai-li meçhul” ifadesini hafızalara kazıyanlar, gün geliyor, “Devlet yaptı” diyorlar ki yalandır. “Asker yaptı” diyorlar ki yalandır. Amaçları Devlet’i, TSK’yı küçük düşürmek, zayıflatmak… Ve gün geliyor, bu işi “Ergenekon” maska-ralığına bağlıyorlar. “Kendileri öldürdüler, kendileri göm-düler” dedi adamın biri, televizyonda!..

Önce “faili meçhul” diyeceksiniz, hafızalarda bu yer edecek. Sonra, zamanı gelince de, “Kendileri öldürdüler, kendileri gömdüler…”

Bu kadar basit!

Kışlalı cinayetinde “faili meçhul” saptırmasında oyuna gelinirse, sevinen ve bundan yararlanan sadece katil yobazlar, mollalar değil; bölücüler, Devlet düşman-ları, tarikatçılar da oluyor.

Diyorlar ki, “Kendileri öldürdüler, kendileri gömdü-ler!” Biz “katil” oluyoruz, onlar “gazanfer”!

Eşiniz Sıtkı Uluç ve siz, Ahmet Taner Kışlalı’nın fikirlerini halen insanlara aktarmaya çalışıyorsunuz. Kışlalı’nın resmi internet sitesini güncelliyorsunuz ve Sıtkı Uluç’un yazmış olduğu bu konuda iki kitap mev-cut. Kışlalı’nın düşüncelerinin bugün de önemini koru-duğunu söyleyebilir miyiz?

Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın unutulmasını gecik-tirmek bir mücadeledir, bizden bir vefa borcudur. Ancak esas unutulmaması gereken (ki unutturmak isteyenler

Page 64: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

62

AHMET TANER KIŞLALI

çok) Kemalizm ilkeleridir… “Geçmişin bekçiliği değil, ge-leceğin öncülüğü” olan Kemalizm… Bugün için önemli olan Kemalizm’dir; çünkü güzel ülkemizin iç barışı, par-lak geleceği, huzuru, bölünmezliği Kemalizm’den geç-mektedir.

Ahmet Taner Kışlalı gençliğe çok fazla önem veri-yordu. Sizce gençlik günümüzde onun fikirlerini taşı-yıp geliştirebilmekte midir? Bu konuda gelecek açısın-dan umutlu musunuz?

Kışlalı’nın fikirlerini ve Kemalizm’i yaşatacak, ayakta tutacak, uygulayacak ve başarıya ulaşacak olan gençliktir. Babam gençlere çok inanıyor ve güveniyor-du. O’nun öğrencisi olanlar bunu iyi bilirler. Atatürk de Cumhuriyeti gençlere emanet ederken ne yaptığını, ne istediğini çok iyi biliyordu, şüphesiz… Laik Cumhuriyet gençlere emanet… Bunun bilincinde olanlar var, olma-yanlar da var. Zaten Kemalizm karşıtları öncelikle genç-liği sabote ediyorlar, korkuyorlar gençlerden… Gençleri susturmanın, onları başka yönlere çevirmenin, korkut-manın, sindirmenin, bölmenin; kısacası gençliği etkisiz hale getirmenin mücadelesini veriyorlar, yıllardır… Ben, Türk gençliğinin bu oyuna gelmediğini, her geçen gün

daha bilinçlendiğini, toparlandığını gözlemliyorum, memnuniyetle… Gençlere güveniyorum, geleceğin on-lar sayesinde bugünlerden çok daha mutlu ve huzurlu olacağına inanıyorum. Ve diyorum ki gençlere, “Sizi kul-lanarak Türkiye’nin tekerlerine çomak sokmak isteyenle-rin oyununa gelmeyin. Farklı fikirleri diyalogla, bilgiyle, hoşgörüyle bir araya getirerek kucaklaşın. Kutuplaşma-ları körükleyenlere karşı tavır alın. Fikirler zorbalıkla de-ğil, bilgiyle savunulur. Laik ve bölünmez Cumhuriyet için el ele verin… Büyük çoğunlukta ve çok güçlü olduğunuzu o zaman daha iyi hissedeceksiniz…”

Son olarak, Kışlalı ile ilgili bir anınızı anlatabilir misiniz?

Biliyor musunuz, cinayetler dışında, mutsuzluk his-settiren hiçbir anım yok… Annemi de, babamı da hep gü-lümseyerek anıyor ve anımsıyorum. Unutamadığım, hiç unutmayacağım o kadar çok anım var ki…

Babamın insana olan bakışı güven üzerine kuruluy-du. İnsanın temelde “iyi” bir varlık olduğunu, kötülüğü sonradan öğrendiğini ve sevgisiz bir ortamda büyüdüğü için kötülük yaptığını düşünürdü. Eminim katillerine bile

Page 65: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

63

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

kızgınlık değil acıma hissiyle yaklaşırdı...

Biz seksenli yıllarda Ankara’da Ümitköy’e taşınmış-tık. O zamanlar Ankara’dan epeyce uzak sayılabilecek bir yerleşim yeri... Toplu taşıma araçları fazla yoktu. Babam her zaman yoldan öğrencileri, yaşlıları toplar, şehre iner-ken onları da götürürdü. Bir gün yine iki genci arabasına almış ve cüzdanını çaldırmıştı. Ben de artık dikkat etmesi gerektiğini ve arabasına insan almamasını söylemiştim. Bana cevabı “Bunu asla yapamam, boş giden bir araba varken insanları otobüs durağında bırakamam. Birkaç in-sanın hatasının bedelini onlara ödetemem. Eğer bir daha zarar görürsem de görürüm” demişti.

Benim için ders niteliğinde olan çok anım var. Bun-lardan bir tanesi de Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün-dür:

O gün acı haberi almış, tüm aile televizyonun karşı-sına kitlenmiş olayı anlamaya çalışıyorduk. Evin telefon-ları susmak bilmiyordu. Babam bir ara aniden televizyo-nu kapattı ve “Hadi bakalım herkes işinin başına dönsün” dedi. Biz ablamla şaşırdık ve neden televizyonu kapattı-ğını, bu durum karşısında bizlerin ne yapması gerektiğini sorduk.

Cevabı çok net ve kısaydı: "Çocuklar, televizyonu kapattım çünkü almamız gereken bilgi kısmını aldık. Bundan sonra izlemeye devam etmek bizim moralleri-mizi daha da bozmak dışında bir işe yaramayacak, terö-rün amacına hizmet edecek. Televizyon karşısında ağla-manın kimseye faydası yok. Toplum olarak ne yapmanız gerektiğine gelince; önce ayakları yere basan sağlıklı bireyler olup, yaptığınız işleri iyi yapmaya çalışacaksınız. İşini iyi bilen ve ahlaklı (hukukçu veya çöpçü fark etmez) bireyler olunacak. Ondan sonra da mümkünse sivil top-lum hareketlerine katılarak toplumu ileriye götürecek, aydınlatacak hareketlere katkı sağlayacaksınız…"

Dolunay KIŞLALI ULUÇ Kızı

Page 66: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Vatansever Bir Mücadele Adamı

“Çok kişi yatağa yattığında ben bugün kendim için ne yaptım diye düşünür ya, Ahmet yatağına yattığında ben bugün ülkem için ne yaptım diye düşünürdü.”

Nilüfer Kışlalı

Page 67: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

65

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Vatansever Bir Mücadele Adamı*

Ahmet Taner KIŞLALI’yı tarif etmek isteseniz ilk söyleyecekleriniz neler olurdu?

Hani kitaplarda yazan yurt sevgisi, vatan sevgisi var ya; işte Ahmet’te ben bunu gördüm. Bu başka bir şey… İnsanların idealleri vardır. Hayat standartlarını yükselt-mek, para kazanmak, evlenmek, iyi bir hayat kurmak gibi… Ama bir gün birisiyle tanışıyorsunuz, diyorsunuz ki bu başka biri… İdealleri farklı, ülkesini seviyor, insanlarını seviyor, insanlara bir şeyler öğretebilmek için inanılmaz bir çaba gösteriyor.

Çok yoruluyordu. Konferanslara gidiyordu, gazete-de yazıyordu, üniversitede görevi vardı… Tam o dönem-de mecliste bir kavga çıkmıştı. Sandalyeler falan havada uçuştu. Ben de Ahmet’e ne için uğraşıyorsun, burası için mi, ne gerek var dedim. Çok yoruluyordu çünkü. Niye öyle diyorsun canım dedi, ben yapmayacağım, o yap-mayacak, peki kim yapacak… Çok kişi yatağa yattığında ben bugün kendim için ne yaptım diye düşünür ya, Ah-met yatağına yattığında ben bugün ülkem için ne yap-tım diye düşünürdü.

Sizin de dediğiniz gibi, bu ülkeyi ve insanlarını çok seven KIŞLALI için öğrencileri yani gençler ne ifa-de ediyordu?

Ahmet’in özellikle gençlere olan ilgisi farklıydı. Bu ülkede bir şey yapılacaksa gençler yapar derdi. Malum olaydan önceki bir anımızı hatırlıyorum. Bir gün eve gel-di, canım dedi ben ders vermeyi bırakıyorum. Neden diye sordum. Kimse ders dinlemiyor diye cevap verdi. Şaşırdım, gerçekten bırakacak mısın diye tekrarladım. Evet dedi, beni dinlemeyeceklerse neden zaman har-cayayım, niye anlatayım. Şaşırdım tabi… Pazartesi, çar-şamba dersleri vardı. Çarşamba günü geldi. Ahmet ne oldu dedim. Canım sınıfta çıt çıkmadı diye cevap verdi. Gerçekten bırakacak mıydın diye sorunca da cevabı şöy-leydi: Olur mu, blöf yapmıştım…

Onun hedef kitlesi 30-40 yaş üstü insanlar değildi; üniversiteydi, gençlikti. Konferanslara çağrılırdı, hocam biletini aldık, ama kalacak yer yok, birimizin evinde ka-lacaksın derlerdi; o da hiç düşünmez neresi olsa giderdi. Bir gün konferans dönüşünde sordum nasıl geçti canım diye. Kötüydü diye cevap verdi. Salon mu boştu ne oldu diye sordum. Ahmet, hayır salon doluydu ama genç yok-tu dedi.

Page 68: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

66

AHMET TANER KIŞLALI

KIŞLALI’nın pek çok gence örnek olduğu bilini-yor. Onun özel hayatında nasıl biri olduğunu anlata-bilir misiniz?

Ben doğum yaptım, 5 gün hastanede yattım. Do-ğum yaptığım gün Ahmet, Artvin’e konferansa gitti. Söz verdim canım, gitmem lazım dedi. Bu işin bir karşılığı olsa anlaşılır belki, ama para da almıyor, karşılığı yok, menfaati yok. Bizi Nilhan’la hastanede bıraktı gitti, bir gece kaldı ve geldi. Onun için de yorucuydu bu, sonuç-ta 60 yaşındaydı. Ama Ahmet’in önceliği aydınlatmaydı. Özel hayatı bundan sonra geliyordu. Bu beni rahatsız mı ediyordu?… Hayır, çünkü başka bir adam var karşınızda. Değişik bir adam. Herkes başka bir şeyin derdindeyken, onda başka bir adanmışlık var.

Ahmet, sokakta nasılsa evde de öyleydi. Zamanı çok iyi kullanırdı. Gününü programlardı mutlaka. Asla hiçbir şeyi ertelemezdi. Bugün önemli canım derdi, ya-rını bilmiyoruz! Hayatı asla ertelemezdi. Çok kitap oku-yordu.

İnsan kimseye kızmaz mı, sinirlenmez mi?… “Böy-le bir durumda empati yap canım o zaman kızmazsın,

kendini karşı tarafın yerine koy” derdi. Tek kızdığı şey Fenerbahçe’nin yenilgileriydi. İşte bu konuda Ahmet kla-sik Türk insanıydı. Fenerbahçe yenilince ya hakem kötüy-dü, ya da oyuncular sakattı. Takımın kötü oynadığını asla kabul etmezdi. Maçtan sonra yorumları da dinlerdi. İşte bu konuda tam bir yurdum insanıydı…

KIŞLALI’nın kaybı şüphesiz ki Türkiye için üzüntü vericiydi. Peki, bu olay eşi olarak sizi ve kızınızı nasıl etkiledi? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Siz KIŞLALI’yı, bir düşün adamını kaybediyorsunuz, bizse hayatımızdaki Ahmet’i kaybediyoruz. Kızım hiç ba-basını tanımadı. Bizim yüklediğimiz anlamlarla sizlerin yükledikleri çok farklı. Bir “sokak adıyla” oturup yemek yiyemiyorsunuz mesela, ya da “heykeliyle” sinemaya gi-demiyorsunuz. Heykelinin yapılması, isminin bir yerlere verilmesi onun adına bizler için de çok gurur verici…

Son olarak bizimle bir anınızı paylaşabilir misiniz?

Nasıl biri olduğunu anlamanız için şöyle bir anı an-latayım. Nilhan doğduğunda sarılık oldu. Hastaneye gö-türdük. Doktor hastane mikrobu kapmış, 12 tane iğne

Page 69: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

67

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

yemesi gerekiyor dedi. Ben de o zamanlar çocuk ölümle-ri hep yanlış iğneden olduğu için korktum, hayır dedim. O zaman Nilüfer dedi, bizim kendi doktorumuz var Emel Hanım, bir de onu arayalım dedi. Ben de telefonumu evde unutmuşum. Hastaneye yakın bir yerde Ahmet’in çok yakın bir arkadaşı vardı. Bana, sen o zaman onlara kadar git Emel Hanım’ı ara, onun dediğine göre hareket edelim, ben de burada arabayla bekliyorum dedi. Ney-se, ben telefon edip geri döndüm. Ahmet bana senin bir telefon etmen bana 25 milyon liraya mal oldu dedi. Ben trafik cezası yedi sandım. Hayır dedi, çocuğun biri geldi, memleketine gidecekmiş para istedi, ben de çıkardım 15 milyon verdim. Sonra ağabey açım bir de yemek para-sı verir misin dedi, on lira daha verdim. Sen deli misin, bunları bilmiyor musun sanki dedim. Canım dedi, biliyo-rum da sahip olmanın güzelliği paylaşmaktan geçer, 25 milyon beni zengin de yapmaz fakir de… Ben o niyetle verdim, o ne niyetle aldıysa bu artık onun sorunu dedi...

Hakikaten yaşadıklarımız büyük şanssızlık belki ama bugün olsa yine onunla evlenirdim. Nilüfer KIŞLALI Eşi

*Siyaz.net’ten alınmıştır.

Page 70: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Bir Karıncayı Bile Ezmezdi

“O bir aydın olarak sadece görevi olan ‘aydınlatma’ işini yapardı ve bunu yaparken de özellikle hedefinde gençler olurdu.”

Tevfik Kızgınkaya

Adalet ve Demokrasi Haftası, Sivas, Ocak 1997

Page 71: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

69

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Bir Karıncayı Bile Ezmezdi*

Kışlalı’yı nasıl tarif edersiniz?

Ahmet Taner Kışlalı dendiği zaman aklıma ilk gelen şey onun insan yönüdür. Onun duygusal tarafını tanım-lamak istersek eski tabirle tam bir “karınca ezmezdi”. Bırakın bir insana zarar gelmesini; bir hayvana, bir bitki-ye bile zarar gelmesine karşı olan bir insandı Kışlalı. Bir-çok kez kendisiyle özel sohbetler yapma olanağım oldu, kendisiyle yine birçok kez aynı masada konferans verme onuruna da sahip oldum. Bir kere çok alçak gönüllü bir insandı. Kültür bakanlığı yapmış olmasına rağmen ken-disine “bakanım” denmesini hiç istemezdi. Çünkü ken-disine göre o sadece görevini yapmıştı. Karşısında kim olursa olsun, genci yaşlısı, kendisi gibi düşüneni ya da karşıt fikirlisi, hep karşımdakinden ne öğrenebilirim diye düşünürdü. “Ben her şeyi bilirim” anlayışına kesinlikle karşıydı. Gittiğimiz yerlerde karşısındaki kişinin siyasal görüşü, düşüncesi ne olursa olsun asla insan sevgisinden, hoşgörüden uzaklaşmazdı. Sadece karşısındakini ikna etmeye çalışırdı. Son derece yumuşak bir anlatımı var-dı. İlkokul seviyesindeki bir çocuğun bile anlayabileceği yalınlıkta konuşurdu. Halkın karşısına çıktığı zaman “üni-

versite kürsüsünü” bırakır; “halkın kürsüsünden”, halkın dilinden konuşurdu. Örneğin konferanslarda kendisinin tam olarak bilmediği ya da tam olarak o an ifade edeme-diği bir konu olduğunda o konuyu köşesinde yazacağını söyler ve mutlaka birkaç gün içinde de yazardı. Sevdiği kişilerin her türlü durumuyla kendilerine hissettirmeden ilgilenirdi. Onu kelimelerle anlatmak gerçekten çok zor.

Az önce özlediğimiz bir aydın profili çizdiniz. Kışlalı’yı şu anki yazar ve akademisyenlerden (aydın-lardan) ayıran bir özellik var mıydı sizce?

Bence Kışlalı’yı farklı kılan şey, anlattıklarını, aka-demisyen kimliğini de kullanarak, çok sağlam bir zemine oturtabilmesi ve bunları herkesin saygısını kazanabilecek şekilde sunabilmesiydi. Bence Ahmet Taner Kışlalı’nın şu an aramızda olmamasının temel nedeni de budur. Akıl ile bilimi buluşturabilen bir insandı. Her zaman neden-sonuç ilişkisi arar, olayların özüne inmeye çalışırdı. Bu-gün bile bir sorunla karşılaşınca, bu sorunu kim bilir, kim mantıklı çözüm önerileri getirir diye soruyorum kendime ve sonra diyorum ki “Ah! Ahmet Abi olsaydı, ona sorar-dık!”. Kimseyi incitmeden, kırmadan doğruyu insanlara anlatmanın, radikal bir insanın fikirlerini onu parampar-

Page 72: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

70

AHMET TANER KIŞLALI

ça etmeden değiştirmeye çalışmanın akılcı yollarını arar-dı hep. Böyle hoşgörülü olmasına rağmen doğru bildikle-rini savunurken asla taviz vermezdi.

Hangi konularda taviz vermezdi mesela?

Kemalizm konusu onun için önemliydi. Kemalizm’in yalnızca Mustafa Kemal’in kişiliğine indirgenmesine kar-şıydı. Onun için Kemalizm, 1923’lerde yapılanların top-lamı değil; demokratik toplumu içeren sürekli devrimci bir süreç idi. Atatürk’ün ulus anlayışından bahsederken ortak tarih, ortak kültür, ortak dil ve ortak yurt anlayışını özellikle vurgulardı. Atatürk ulusçuluğunun bir ırkçılık ol-madığını tüm netliğiyle ortaya koyabilen bir insandı.

Sizin onu tanıdığınız süre zarfında Kışlalı’nın siya-sete bakışı neydi? Kendisini siyasal olarak bir tanımla-maya gider miydi?

Kışlalı’yla 1991 yılında tanıştım. Benim onu tanıdı-ğım süre zarfında kendisini siyasal olarak hiçbir zaman tanımlamadı. Toplumun karşısına hep o gazeteci ve bi-lim insanı kimliğiyle çıktı. O, halkın bilinçlenmesine ken-disini adamıştı ve bunu yaparken de siyasal bir zemine

kaymaktan her zaman kaçınırdı. Bir siyasi kimlikle halkın karşısına çıktığınız zaman karşınızda çoğunlukla o kim-liğin tarafları gelir. Kışlalı’nın bu anlayışı, farklı görüşler karşısında en azından sempati seviyesinde kalabilmenin ortamını yaratıyordu. Halkın bir araya gelmesi, bilinç-lenmesi, örgütlenmesi onun için çok önemliydi. Onun için mümkün olduğunca fazla insana ulaşmaya çalışırdı. Hep farklı şehirlere, farklı ilçelere konferansa giderdi. 1990’larda birçok sivil toplum örgütü, cumhuriyet te-melinde ve çağdaşlaşma yolunda bir araya gelebildiyse bence Kışlalı’nın payı bunda çok büyüktür. Yeni siyasi parti arayışlarının ya da parti içi gruplaşmaların olduğu 90’lı yıllarda kendi adını hiçbir şekilde bu tartışmalara karıştırmadı. Çünkü o kendi görevinin yazar ve akade-misyen kimliğiyle halkı aydınlatmak olduğunu düşünü-yordu. Kışlalı’nın şehir şehir gezip yaptığı sunumların da etkisiyle o yıllarda ADD şubeleşme anlamında büyük bir gelişim göstermişti. Sonradan bu hızlı büyümeden et-kilenen bazı partiler de kendi konferanslarına Kışlalı’yı halkı bilinçlendirmesi için çağırmaya başladılar. Kışlalı bu davetlere memnuniyetle katıldı fakat parti içi tartış-malara hiç girmedi. O bir aydın olarak sadece görevi olan “aydınlatma” işini yapardı ve bunu yaparken de özellikle hedefinde gençler olurdu.

Page 73: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

71

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Gençler çok önemliydi herhalde onun için?

Onun en keyif aldığı özelliklerinden biri de gençlere olan bağlılığıydı. Hatırlıyorum, birlikte ADD, ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinin çeşitli şubelerinde verdiğimiz konferanslarda o, önce salonda ne kadar genç var diye bakardı. Onun için salonun boş ya da dolu olması önemli değildi. Önemli olan salondaki gençlerin sayısıydı. Eğer gençler çoğunluktaysa coşkulanırdı ama eğer tersi bir durum söz konusuysa konuşmaya hep hüzünlü başlar, bu durumun değerlendirmesini de mutlaka konuşması sırasında yapardı.

Kışlalı ile birlikte ADD ve ÇYDD’de çeşitli konfe-ranslar verdiğinizden bahsettiniz. Yaşadığı dönemde Kışlalı’nın bu örgütlere desteğinin olduğu görülüyor. Kışlalı’nın bu derneklerin örgütlenme yapıları hakkın-daki fikri neydi? Gelecekleri hakkında ne düşünüyor-du?

Kışlalı bu derneklerin siyasal bir kimliğe bürünmek-sizin, olabildiğince toplumu eğiten, toplumu bilinçlen-diren, toplumdaki sorunları tespit edebilen bir yapıda

olmalarını istiyordu. Siyaset farklılıktır ve çözüm üret-melidir; farklı çözümler üretmelidir. Sivil toplum ise so-runların etrafında toplanan ve çözümünü talep eden bir yapıdır. Sorunun “sağı” “solu” olmaz; çözümün “sağı” “solu” olur. Sorunun sahipleri çözümü isterler; çözümün sahipleri, siyasi partiler, farklı çözümler üretir ve ben de vatandaş olarak doğru gördüğüm çözüme oyumu veri-rim. Demokrasinin doğru işlemesi için bence gerekli olan da budur. Hatta Ahmet Taner Kışlalı da seçimler döne-minde kendisine çok ısrar edilmesine rağmen hiçbir za-man siyasi bir yönlendirme yapmamış, halkın kendi ka-rarını özgürce kendisinin vermesini istemiştir.

Kendisiyle yaşadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?

1997 yılının Ocak ayında, Sivas’taki Uğur Mumcu’yu anma etkinliğine beraber gidiyorduk. Hava kar kış, gü-venlik sorunu da var. Sivas’taki arkadaşlara Ankara’dan çıkış saatimizi bildirmiştik; onlar da bize saat öğlen iki civarı Sivas’a varabileceğimizi söylemişlerdi. Artık nasıl bir hoş muhabbetse bizimkisi, olmamız gereken normal zamandan bir hayli erken Sivas’a vardık. Sivas’ın girişin-de bir trafik merkezi var. Ben içerdekilere gideceğimiz yolu sormak için merkezin önünde arabayı durdurdum.

Page 74: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

72

AHMET TANER KIŞLALI

Birden binanın içinde ne kadar polis varsa koştu ve se-lam durdu. Bakanlık yaptığı dönemden mi bilmiyorum ama oradaki polislerin Kışlalı’ya çok büyük saygıları var-dı. Konferanstan sonra da kaldığımız otelde dinlenme-ye çekilmiştik. Ahmet Abi koruma olarak gelen iki polisi zorla evlerine göndermişti çünkü hava çok soğuktu. Ona rağmen sabah kalktığımızda bir polisin kapımızın önün-de uyuduğunu gözlerimle gördüm. Kışlalı çok üzülmüştü polisi görünce. Benim için çok ilginç ve güzel bir anıydı.

Şimdiye kadar hep ciddi yönlerinden konuştuk Kışlalı’nın, Fenerbahçe sevgisi bir başkaydı onun için diye duyduk, doğru mudur?

Fenerbahçe’yi çok severdi. Zaten sporcu bir kişi-liği de vardı, zamanında basketbol oynamış. Ben de Fenerbahçeli’yim. Bizim Fenerbahçeliler olarak üçlü bir ekibimiz vardı: Bedri Baykam, ben ve Ahmet Abi. O za-manlar maçların izlenebileceği yerler bu kadar yaygın değildi. Genelde Bedri Baykam stattaki yerinde, Ahmet Abi de evinde olurdu maç zamanı. Ben de bir yerlerde te-levizyonun karşısında maçı seyrediyor olurdum ve mut-laka birbirimize telefonla canlı bağlantı yapar, maç ve hakem hakkında yorumlarda bulunurduk. Siyasetçilere

yapmadığı eleştirileri bazen kulüp yöneticilerine yaptığı-nı hatırlıyorum.

Özlemle, saygıyla anıyorum. Işıklar içinde olsun… Tevfik KIZGINKAYA ADD Eski Genel Başkan Yardımcısı

*Siyaz.net’ten alınmıştır.

Hatay ADD şubesinin açılışı, 1995

Page 75: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

“Ahmet Hoca Türkiye için geleceğin daha iyi olması hedefini koyardı gençlerin önüne. Düşüncelerini özgürce ifade eden bir gençlik, onun özlemiydi.”

Prof. Dr. Çiler Dursun

Gençler Onun Için Gelecekti.

Page 76: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

74

AHMET TANER KIŞLALI

Gençler Onun İçin Gelecekti

Ahmet Taner KIŞLALI gazeteci, siyasetçi, yazar ve akademisyen kimliğine sahip olan bir aydındı. Biz onu ancak kitaplarından, makalelerinden ve söyleşile-rinden tanıma fırsatına sahip olduk. Siz Ahmet Taner KIŞLALI’nın öğrencisi olarak bize onun “öğretmen, akademisyen” kimliğinden bahsedebilir misiniz?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1989 ve 1990 yıllarında Ahmet Hoca’dan Siyaset Bilimi dersleri alma şansım oldu. Üniversitenin büyük ve karmaşık dünyası içinde onun dersleri, ciddi, disiplinli, özgür ve sıcak bir paylaşım ve ifade ortamı ya-ratmıştır öğrenciler için. Genç insanların kendisini ifade etmesine çok önem verirdi ve onları teşvik ederdi. İfade edilen her görüşü ve düşünceyi önemser, saygı duyardı. Yanlışları veya eksikleri sevecen ve babacan bir tavırla gösterirdi. Güncel olanı öğrencinin nasıl yorumladığını merak ederdi. Öğrencileri, Türkiye’nin temel sorunlarını siyaset biliminin kavramları ile kavramaya yönlendirirdi. Farklı görüşten olan öğrencilerin tümüne eşit mesafede davranır, kimseyi küçümsemez, azımsamazdı.

Sizin için Ahmet Taner KIŞLALI’nın diğer akade-misyenlerden ayrılan bir yönü var mıydı?

Birikimini ve bilgisini, öğrencileri ezecek ya da öz-güvenlerini sarsacak ölçüde üstten bir bakış kurmak için kullanmazdı. Öğrencilerini, paylaştığı bilgileri özümse-mesi ve daha fazla bilgi edinmesi için yüreklendirirdi. Öğrencilerine karşı bir iktidar konumu bu bakımdan kur-maya çalışmazdı. Zaten birikimi ve tavrı ile hayranlık ve saygı uyandırmaktaydı .

Ahmet Taner KIŞLALI’nın öğrencileriyle iletişimi nasıldı? Gençliğe bakış açısı nasıldı, onlardan bir bek-lentisi var mıydı?

Gençlik, onun için gelecek demekti. Ahmet Hoca Türkiye için geleceğin daha iyi olması hedefini koyardı gençlerin önüne. Herkese bu bakımdan bir emek, bir pay düşerdi ona göre, henüz öğrenci bile olsa… Düşüncele-rini özgürce ifade eden bir gençlik, onun özlemiydi. 12 Eylül sonrası ilk üniversite gençliği kuşağını, suspus ol-maktan kurtarmaya çalıştığının farkındaydık. Sınıfta tar-tışmalara katılım az olduğunda canı sıkılır, ahaliyi teşvik ederdi. Günümüzde üniversitelerin ve gençlerin pek çok

Page 77: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

75

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

açıdan baskı ve basınç altında olduğunu görseydi, çok üzülürdü kuşkusuz.

Ahmet Taner KIŞLALI’nın uğradığı hain suikast-ten sonra öğrencileri olarak neler hissettiniz? Bu olaya karşı üniversitede nasıl bir tepki oluştu?

Ben olayın haberini aldığımda, fakültede asistan-dım. 1990’larda Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mum-cu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy’lar ile devam eden Türkiye’nin cesur ve kıymetli aydınlarına yönelik sui-kastler zincirinin son halkası olduğunu düşündüm. Hala da öyle düşünüyorum. Derinden üzüldüm ve sarsıldım. Üniversitemiz ve fakültemiz için de sarsıcı oldu. Cena-ze törenine ve tepki amaçlı yürüyüşlere katıldık bütün üniversite olarak. Bu acı günü ve Ahmet Hoca’yı, her yıl anarak, genç kuşakların geçmişe yönelik bilincini canlı tutmaya çalışıyoruz.

Ahmet Taner KIŞLALI ile alakalı unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Ahmet Hoca dersine geç giren öğrencileri almaz-dı, dışarıda ders arasına kadar beklemelerini isterdi. Bu

bana biraz acımasız gelirdi öğrencilik dönemlerimde. Sabah erken saatlerde Ankara’nın uzak yerlerinden der-se yetişmeye çalışanlar için üzülürdüm. Ancak aslında bir ilkeyi uyguladığını ben de hocalık tarafına geçtiğim-de farkettim. Türkiye’de insanların işlerini zamanında yapma ve karşısındakine saygı gösterme konusundaki özensizliğin yerleşik bir davranış kalıbı haline gelmesi-nin karşısındaydı Ahmet Hoca büyük olasılıkla bunu ya-parken. Bu konuda anlaşmazlık içindeydik hocayla, onu hatırlıyorum. Prof. Dr. Çiler DURSUN Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü

Page 78: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Ahmet Taner Kışlalı Anılarından Birkaç Not...

“Kışlalı 17 yaşına basmadan önce kararını vermişti. İnsanoğlu için yaşayacak, onu sevecek, affetmesini bilecek ve onun için ölecekti…”

Sıtkı Uluç

Page 79: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

77

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Ahmet Taner Kışlalı Anılarından Birkaç Not…

Ne zaman kayınpederim Prof. Ahmet Taner Kışlalı’yı anlatmam istense, söze şöyle başlamak gelir içimden:

Prof. Kışlalı’nın öldürülmesinin ardından ailedeki arşivler bana aktarıldı. Bir yığın belge, mektup, fotoğraf ve bir sürü kağıt, defter… Bunları hâlâ karıştırırım, hü-zünle… Sevgiyle, saygıyla… Aralarında küçük boyutlu, kara ve sağlam kapaklı bir defter, “önce benden başla” der gibi… Bu defterde, Kışlalı’nın 1954- 1956 yılları ara-sında kaleme aldığı şiirler var. Yani 15-16 yaşlarında bir lise öğrencisiyken… Bir çocuğun el yazısıyla yazılmış bu şiirlerden biri, nasıl bir çocuğun söz konusu olduğunu yansıtması açısından ilginçtir. Aynen aktarıyorum:

İnsanoğlu

Her şey senin için insanoğlu;Sevmek senin,

Sevilmek senin için…Gençsin,

Gün olur sen de günaha girersin.

Bir his yaratır bu insanda, tuhaf…Senin için insanoğlu,

Senin için af…Ne yazdımsa senin için.

Senin için, yaşamak.Yaşamak yıllar boyu.

Nasıl karanlık olur geceler, bilirsin,Öylesine bir koyu…Ölmek de senin için,

Senin için insanoğlu…

Ahmet Taner Kışlalı 16.2.1956

Kışlalı 17 yaşına basmadan önce kararını vermişti. İnsanoğlu için yaşayacak, onu sevecek, affetmesini bile-cek ve onun için ölecekti…

Öyle oldu…

O’nun insanlık felsefesini, yine kendisinden çok sık dinlediğimiz bir hikaye ile yansıtabilirim. “Deniz yıldızla-rının hikayesi”…

Deniz yıldızlarını dalgalar kumsala sürükleyip atı-

Page 80: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

78

AHMET TANER KIŞLALI

yormuş. Binlerce deniz yıldızı karaya vuruyor ve ölüyor-muş. Adamın biri deniz yıldızlarını tek tek alıp suya tek-rar atıyormuş. Oradan geçen biri şaşırmış, onu izlemeye başlamış ve dayanamayıp sormuş:

“Binlerce deniz yıldızını kurtarmanız mümkün de-ğil. Sizin bu yaptığınız hiçbir işe yaramaz. Bu emek ne değiştirir ki?”

Adam eğilmiş, bir deniz yıldızını eline alıp denize at-mış ve konuşmuş:

“Bakın! Onun için çok şey değişti!..”

Fazla mı iyimserdi, fazla mı hoşgörülüydü Prof. Kışlalı? Bazen bana öyle geliyordu ve kendisinden bunu saklamıyordum. Nedir bu iyimserliğin, umudun kaynağı; neye güveniyor, kime güveniyor?

İşte bu soruma yanıt olsun diye bana önerisi:

“Gençlerle konuş. Öğrencilerle konuş! Paylaşmak istediklerini onlarla paylaş! Hiç kimseye güvenmiyorsan onlara güven! Anlat onlara... Göreceksin ki anlıyorlar... Ve

benim neden böyle iyimser ve umut dolu olduğumu daha iyi kavrayacaksın...”

En değerli varlıkları, öğrencileriydi. Sadece ken-disinin ders verdiği öğrenciler değil, bütün aydın kafalı gençler... Onlar “gelecek”, “umut”, “saygınlık”, “coşku”, “inanç” ve “güven” gibi pek çok anlamı bir arada simge-liyorlardı kafasında... “Konferanslardan, gazetecilikten, kitap yazmaktan vazgeçebilirim” diyordu,“ama öğrenci-lerimden, asla!” “Çünkü onlar tek umut ve güven kayna-ğımız... Onlar benim enerji kaynağım...”

Prof. Ahmet Taner Kışlalı neden öldürüldü ?

Evet, Kemalist olduğu için…Evet, Türkiye’ye ışık saçtığı için…Evet, gençleri aydınlık yolda ikna ettiği, onları pe-

şinden sürüklediği için…Evet, Ortaçağ zihniyetindeki mollaları fikirleriyle

ezip çürüttüğü için…

Ama onun “düşmanları çatlatan” en büyük özelliği, insanlığı ve insan sevgisiydi… Her kesimle kucaklaşması, herkesle diyalog kurabilme yeteneğiydi…

Page 81: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

79

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Cenazesinde on binler vardı. Ve aralarında binlerce başörtülü genç kız… Öğrencilerinden… Pek çoğu, eşim Dolunay ve ablası Altınay’a gözyaşları içinde sarılıp, “O bizim de babamızdı” diyorlardı.

Prof. Kışlalı’yı öldürenlerin hedeflerine ulaşama-dıklarını, o ışığı söndüremediklerini hep gördük. Son olarak, ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu gençleriyle tanışmamızda, o ışığın yansımalarını coşku ve heyecanla gözlemledik. “Geçmişin bekçisi değil, geleceğin öncüsü” Kemalistleri kucaklarken, Prof. Kışlalı’yı o güzel gülüm-semesiyle ve güveniyle yanımızda hissettik.

O’nun gülümsemesi hep hafızamda :

“Eski Kültür Bakanı…” Azeri dostlarımız O’na “Köh-ne Medeniyet Nazırı” diyorlardı… Ben çok sık kullanır-dım bu sevimli ifadeyi…

Gülümserdi…

Fenerbahçeli olmamı isterdi, ısrarla… “Hayır, ben Akçaabat Sebatsporluyum” derdim.

Gülümserdi…

Ciddi konuşmalarımızda endişelerimi dile getirdi-ğim olmuştur, olası suikast girişimlerine karşı önlem al-ması gereğinden söz etmişimdir.

“Korkuyla yaşamayı” reddeder, “Bir şey olursa, ar-kada milyonlarca genç var, hedeflerine ulaşamazlar” derdi.

Gülümserdi… Sıtkı ULUÇ Gazeteci-Yazar

Page 82: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Beni öldürmek kurtuluş mu?

BÖLÜM III: KISLALI’YI ANLATTILAR’

Page 83: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

Altan ÖYMENSuna KİLİRutkay AZİZHıfzı TOPUZŞerafettin TURANIşık KANSUBarış KÜTAHYA

Ahmet Taner Kışlalı’yı anlattılar...

Page 84: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

82

AHMET TANER KIŞLALI

ALTAN ÖYMEN(Gazeteci, Yazar)

Profesör Ahmet Taner KIŞLALI’yı 13 yıl önce kay-bettik. 21 Ekim 1999 günü evinin önünde uğradığı sui-kast sonunda...

Evden çıkmadan önce, yazarı olduğu Cumhuriyet gazetesine yazısını fakslamıştı. Arabasına yaklaşırken şunu fark etmişti. Camın sileceği ile kaputu arasında po-şete sarılı bir paket vardı. Onu alıp atmak istediği sıra-da paketin içindeki bomba patlamıştı. Kolu kopmuştu. Evinin bulunduğu site bekçisi tarafından hastaneye gö-türülmüştü. Fakat orada, kan kaybından öldüğü tespit edilmişti.

Bu da, o vakte kadarki benzeri cinayetlerden bi-riydi. Profesör Muammer AKSOY’u, Profesör Bahriye ÜÇOK’u, Uğur MUMCU’yu ve daha birçok aydın insanı-mızı aramızdan alan diğer alçakça cinayetler gibi...

Olayın soruşturması yıllar sürdü. Bazı şüpheliler yakalandı. Aralarında itirafta bulunanlar da vardı. Fakat suikastı düzenleyen şebeke ortaya çıkarılamadı. İşin ba-

şındakiler, ülkeyi çoktan terk etmişlerdi. Bir komşu ülke-ye geçtikleri anlaşılıyordu. Fakat izlerinin üzerine gidile-medi.

***

Ahmet Taner KIŞLALI’yı çocukluktan gençliğe yeni geçtiği yıllarda tanımıştım. Gazeteci arkadaşım Mehmet Ali KIŞLALI’nın kardeşiydi. O da ağabeyi gibi Siyasal Bil-giler Fakültesi’nde okurken, Ankara’daki Yenigün gaze-tesinde spor gazeteciliğine başlamıştı.

Sonra Yenigün’ün diğer servislerinde çalışmış, arka-sından da gazetenin yazı işleri müdürlüğüne getirilmişti.Kilisli bir ailenin çocuğuydu. Babası Ziraat Bankası me-muru, annesi öğretmendi. Yurdun çeşitli yerlerinde gö-rev yapmışlardı. Ahmet, Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuş, ortaokulu Kilis’te, liseyi İstanbul’da Kabataş Lisesi’nde bitirmişti.

Ankara’da, gazetecilik yaptığı sırada öğrencisi oldu-ğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra, kazandı-ğı bursla Fransa’ya gitti. Doktorasını yaptı.

Page 85: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

83

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

12 Eylül 1980 darbesinden sonra partilerin kapatıldı-ğı, o zamana kadarki siyasetçilerin yasaklandığı yıllarda Kışlalı, yeniden üniversiteye dönmüş, Ankara Üniversite-si İletişim Fakültesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü olarak çalışmıştır. Bir süre sonra Cumhuriyet gazetesindeki ya-zılarına başlamış ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Ge-nel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiştir.

Atatürk’ü ve devrimlerini karalamaya kalkmanın marifet sayılmaya başlamasından sonra, KIŞLALI, ya-zıları ve konferanslarıyla, o yoldaki faaliyetlere en etkili yanıtları veren bir bilim insanı-yazardı. Yayınladığı kitap-lardan birinin adı, o yanıtların özeti gibidir:

“Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği”.

***

Öldürülmesinde onun bu yoldaki çalışmalarına kar-şı belirli çevrelerde var olan kin ve intikam duygularının ve o duygulara dayanan karanlık hesapların rol oynadığı bellidir. Bu, suikastın yarım kalmış soruşturması sırasın-da ortaya çıkan bulgulardan anlaşılıyor.

Türkiye’ye döndükten sonra da akademik kariyeri-ne başladı. Önce Hacettepe Üniversitesi’nde, sonra da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde siyaset sosyolojisi okuttu.

Bir yandan da, ağabeyinin çıkardığı Yankı Dergisi’nde yazılar yazıyordu. Gerek akademik çalışma-ları, gerek yazıları, o zamanın sol siyaset çevrelerinde il-giyle izleniyordu.

Bunun sonucu olarak, 1977 seçimi öncesinde CHP’nin o zamanki Genel Başkanı Bülent ECEVİT’in is-teğiyle milletvekilliğine aday oldu. Seçimi kazandı ve Ecevit’in kurduğu ikinci hükümette Kültür Bakanlığı’na getirildi.

***

KIŞLALI’nın 22 aylık bakanlık döneminde Türk kül-tür hayatına hizmetleri büyüktür.

Tiyatro, opera, bale, sinema, resim, heykel, ede-biyat, müzecilik alanlarında öncülüğünü yaptığı ham-lelerle ve yayıncılığımıza kazandırdığı eserlerle, Kültür Bakanlığı’nı, hükümetin en dinamik kurumlarından biri haline getirmiştir.

Page 86: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

84

AHMET TANER KIŞLALI

Ama şu da bellidir:

Atatürk’ün liderliğindeki Cumhuriyetimizin, değiş-mez hedefi olan “çağdaşlaşma” yolundaki ilerlemelerini durdurmayı, ne o kin ve intikam duyguları başarabilir, ne de o duygulara dayanan karanlık hesaplar...

Aynı tipteki cinayetlere kurban giden arkadaşları gibi, Ahmet Taner KIŞLALI da, eserleri ve anıları ile ülke-miz insanlarının çağdaşlaşma yürüyüşündeki ufuklarını aydınlatmaya devam edecektir.

Aziz dostum rahmetli Ahmet Taner KIŞLALI’yı, ölü-münün bu yıldönümünde, saygı, sevgi ve şükranla ana-rım.

Page 87: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

85

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Prof. Dr. Suna KİLİ(Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi, Yazar)

AHMET TANER KIŞLALI hep, Kemalizm’in geçmi-şin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğü olduğunu vurgu-lamıştır. Doğrudur. Kemalizm hep ileriye, geleceğe yö-neliktir. Onun için Atatürk, Devrimi’ni gençliğe emanet etmiştir.

Kemalizm’in 6 ilkesi, kapalı bir toplum yaratmadan devleti, halkı, ulusu aydınlığa, çağdaşlığa yöneltme ama-cını güder. Kemalizm tüm çağdaşlaşmaya ve uluslaşma-ya bağlılığın düşünsel anlatımıdır.

Ahmet Taner KIŞLALI inanıyordu ki Kemalizm onur-lu bir devlet, onurlu bir ulus, onurlu bir yurttaş ve onurlu bir birey olarak yaşama kararlılığımızın düşünce sistemi-dir. Kemalizm 21. yüzyıla hazırdır - yeter ki uygulansın, yeter ki tutarlı ve sürekli uygulansın.

Rutkay AZİZ(Oyuncu , Sanat Yönetmeni)

Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bu önde gelen düşün, bilim adamı Ahmet Taner KIŞLALI’yı alçak-ça bir saldırı sonucu yitirmenin acısı yaşanılan günümüz koşullarında daha da büyüyor ve onu özlemle anıyoruz.

Bu demokrasi mücadelesinde az acı, az kayıplar ya-şamadık. O değerlerimiz yaşamlarını daha ileri bir gele-ceğe, gerçek anlamda aydınlık bir Türkiye’ye adadılar.

Türkiye Cumhuriyeti ve siz genç arkadaşlar yaşa-dıkça bu öncü, örnek değerlerimiz de ölümsüzlüğün yolculuğunda bağrımızda yaşayacaklardır. Sizleri bu duygularımla selamlarken, Ahmet Taner KIŞLALI’nın ve yitirdiğimiz tüm demokrasi şehitlerimizin anısı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum.

Page 88: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

86

AHMET TANER KIŞLALI

reyya GÜNAY da gençlere destek oldular.

Ahmet Taner KIŞLALI Paris’te “Modern Türkiye’de Siyasal Güçler” konulu bir tez hazırladı. Nilgün ile o dö-nemde sevişip evlendiler. Nikâhlarının ardından Cite Universitaire’de düzenlenen toplantıya bütün gençler katılmışlardı.

Ahmet Taner KIŞLALI Atatürkçülüğün ateşli savu-nucusuydu, zarif ve hoşgörülü davranışlarıyla Paris’teki büyükelçilik çevresine, çeşitli misyonlarda görev alan Türklere ve bütün gençlere kendini sevdirdi. Daha o dö-nemde yeteneklerini kanıtlayarak ileride önemli roller oynayacağını gösterdi.

1999’da feci bir terör olayına kurban gitmesiyle bü-tün Atatürkçüler eşsiz bir dostlarını yitirmiş oldular.

Hıfzı TOPUZ(Gazeteci, Yazar)

1960’lı Yıllarda Paris’te Ateşli Bir Atatürkçü:Ahmet Taner Kışlalı

Ahmet Taner KIŞLALI ile dostluğumuz ben UNESCO’da çalışırken 1965 yılında Paris’te başladı. O yıllarda Paris’teki öğrenci derneği altın çağını yaşıyordu. Bu dönem dernek başkanı sevgili dostum Erdoğan TEZİÇ ile başlamıştı. Değerli arkadaşım Erdinç TOKGÖZ de der-neğin ikinci başkanıydı. Dernek bütün öğrencilere kucak açmış ve hepsini birleştirici eylemlere girişmişti. Bir süre sonra Erdoğan’dan boşalan yere Erdinç TOKGÖZ, ikin-ci başkanlığa da Ahmet Taner KIŞLALI seçildi. KIŞLALI Ankara’da üniversiteyi bitirdikten sonra Paris’e gelmiş Hukuk Fakültesi’nde doktorasını hazırlıyordu.

Dernek St. Michel Meydanı’ndaki merkezinde dev-rimci toplantılar yapıyor ve buna bütün öğrenciler katılı-yordu. Kimler yoktu ki onların arasında? Zeynep ORAL, Ali SİRMEN, Uğur CANKOÇAK, Ertuğrul AKBAY, Bener KARAKARTAL, Kaya ARDIÇ... Büyükelçi Hasan Esat IŞIK ve Galatasaray’dan sınıf arkadaşım öğrenci müfettişi Sü-

Page 89: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

87

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

Prof. Dr. Şerafettin TURAN(Tarihçi, Yazar)

Ahmet Taner Kışlalı

Henüz fakültede öğrenci iken başladığı gazetecilik-te giderek kendini tanıtan ve Cumhuriyet’teki “Haftaya Bakış” değerlendirmeleri ile en çok okunan köşe yazarı kabul edilen bir kalem sahibi.

Sorbon’da Siyaset Bilimi öğrenimi gören ve “Mo-dern Türkiye’de Siyasi Güçler” konusunda doktora yapan bir bilim adamı.

Yıllarca süren öğretmenliği süresince öğrencilerine en yakın olan ve en çok sevilen bir öğretim üyesi.

1978 başlarında kurulan Bülent Ecevit hükümetinde üstlendiği Kültür Bakanlığı döneminde, Atatürk’ün ön-cüsü olduğu devrimin bir aydınlanma ve kültür devrimi olduğu bilinciyle tanınmış kültür adamları ve kuruluşları ile işbirliği yaparak, siyasal iktidarlara göre değişmemesi gereken çağdaş değerlere dayalı temel bir kültür siyasası hazırlatan bir yönlendirici.

Atatürkçülüğün ya da Kemalizm’in Fransız ve Sov-yet devrimleri karşısındaki özel yerini ayrıntılarıyla açık-layan bir Atatürkçü.

Aynı zamanda 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ül-kenin ufuklarını saran ırkçı-şeriatçı girişimlere karşı 1998 Nisanında “Demokratik Toplumcu Çağrı”yı kaleme alan çağdaş bir düşünür.

Onu sevgi ve saygı ile anıyoruz.

Page 90: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

88

AHMET TANER KIŞLALI

Işık KANSU (Gazeteci, Yazar)

Çağdaş Bir Beyin*

Zile, 1939. Adını Ahmet Taner koydular. Ziraat Ban-kası veznedarı Hüsnü Bey ile ilkokul öğretmeni Lütfiye Hanım’ın çocukları. O Lütfiye Hanım ki 16 yaşında Cum-huriyet öğretmeni olarak eğitim ateşini yoksul, yorgun Anadolu’ya taşıyor. Kemalci, Kuvvacı Mustafa Necati’nin “Millet Mektepleri”nde kendinden yaşlı “erkek” öğren-cilere okuma yazma öğretiyor. Zile, Nizip ve Kilis’ten başlayıp Ankara’ya uzanan 44 yıllık uzun yürüyüşün ar-dından, bir Cumhuriyet Bayramı’nda, 29 Ekim 1994’te yaşama gözlerini yumduğunda, oğlu Ahmet Taner şöyle anıyor onu:

“Hep genç kalarak yaşlandı. Gerçek bir Kemalist devrimci gibi, kendini hep yenileyerek... Çağını anlama çabası içinde torunları ile bile arkadaşlık kurmayı başa-rarak...”

Annesinin kollarındayken, okullu olduğunda, “a, be, ce”yi de ilk öğretmen annesinden öğrendi. Uysaldı. Sa-

kinliği, “muhallebi çocukluğu” gibi tanımlanamazdı asla. Daha ilkokuldayken Türkçe’yi ses şenliğine döndürürdü. Minik arkadaşları, “Öyle öyküler anlatıyor ki derslerde, bize hiç laf düşmüyor” diye yakınırlardı.

Annesi ile babası, Mehmet Ali ile Mahmut’u İstanbul’a, Galatasaray Lisesi’ne göndermişlerdi. Ah-met Taner’in evin sıcaklığından uzaklaşmasına yürekleri elvermedi. Pek zayıftı, pek çocuksuydu da ondan. Kilis Ortaokulu’nda okudu. Delikanlılığın delifişekliğinde kar-deşleri, arkadaşları dalaşırlardı birbirleriyle, ama onu kavga ederken hiç gören olmamıştı.

Kavgacılık ile savaşımcılığı birbirinden ayırt etmek gerek. Daha ortaokulda okulun düzenlediği tartışma-lı toplantıların başta gelen önderlerindendi. Kabataş Lisesi’ndeki ateşli münazaralara da taşıyacaktı bu nite-liğini.

Siyaset bilimcisi olmanın ilk ipuçları, ağabeyi Meh-met Ali KIŞLALI ile kendi geliştirdikleri “devlet yönetimi” oyununda belirmişti. Elde makas, dil ucuna sürüldü mü koyulaşan mavi uçlu kurşunkalem, bir de saman kağıt-lar. Oyunun altyapısı hazır. El becerisini de ekledin mi

Page 91: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

89

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

üzerine, al sana kağıttan kaymakam, garnizon komuta-nı, doktor, belediye reisi, banka müdürü, tarım müdürü, halk. Çocukluğun geniş düş dünyasına açılan oyun pen-ceresi, “gel keyfim gel” geçen doyumsuz saatler.

Lise bitti. Ver elini Ankara. O artık Mülkiyeli. Hem öğrencilik, hem gazetecilik bir arada gidiyor. Yeni Gün’de spor muhabirliği.

Galatasaraylı kardeşlerinin tersine Fenerbahçe’ye “gık” dedirtmeyen ödünsüz taraftar. Olgunlaşma süre-cinde derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlenme.

Fransız bursuyla Sorbon’da doktora. Tez konusu, 1960 devrimi sonrası Türkiye’deki siyaset açısından ilgi çekici:

“Modern Türkiye’de Siyasi Güçler...”

Fransa’da Bordolu, ama ‘Biz Türklerden’ Nicole ile tanışma. Ahmet Taner’in insan sever, sıcakkanlı, sevgili eşi, kızları Dolunay ve Altınay’ın anneleri Nilgün. Yıllar sonra birlikte geçirdikleri trafik kazasında yitirdiği, Türk bayrağı ile gömülen Nilgün KIŞLALI...

Sorbon sonrası önce Hacettepe Üniversitesi’nde siyaset sosyolojisi alanında öğretim üyeliğine başlama. Askerliğin ardından Hacettepe Üniversitesi’ne yapılan dönüş başvurusuna ret yanıtı. Ağabeyi Mehmet Ali KIŞ-LALI, “İhsan DOĞRAMACI istemedi dönmesini” diyor. “Neden?” diye soruyoruz. Yanıtı çok kısa:

“Öğrencilerini demokrasi, özgürlük ve açıklık konu-larında teşvik etti. Ahmet, öğrencilerin üniversite içinde demokratikleşmesi akımının önderlerinden olmuştu. Doğramacı’ya bu fazla geldi.”

Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçti. Çok mutluydu.

1971-77 arasında Yankı dergisinin belkemiği ol-duğunu söylemek abartı sayılmaz. O yıllarda yükselen toplumcu, devrimci, halkçı rüzgarı yakalayan dönemin “Karaoğlan”ı, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in dikka-tini çekiyor.

Yankı’da yazıları. 1977’de İzmir’den CHP milletvekili seçiliyor.

Page 92: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

90

AHMET TANER KIŞLALI

1978 başı. 11’ler Adalet Partisi’nden ayrılmış. Ece-vit, hükümet kuracak besbelli.

Altan Öymen CHP Grup Başkanvekili. “Laci”leri ön-ceden çekmiş olanlar sıram sıram. Öymen’e görünenler, hatırlatmada bulunanlar çoğunlukta.

Ahmet Taner KIŞLALI ise ortada gözükmüyor hiç. Ecevit, Öymen’e Ahmet Taner KIŞLALI’yı Kültür Bakanı yapacağını açıklıyor. Öymen haberi bildirecek, ama bula-bilene aşk olsun. Sonunda bulunuyor da, Altan ÖYMEN, Kışlalı’ya Kültür Bakanı olduğunu ancak arabasında söy-leyebiliyor:

“Kültür Bakanı olacağını kendisine açıkladığımda yüzünde sevincin işaretlerini görememiştim. Yalnızca gözlerinde önemli bir sorumluluk yüklendiğinin bilincine varan ışıltının çaktığını gözlemiştim.”

Bakanlık görevinin hakkını vermişti. O dönemin gençleri, o güne değin itilen kakılan yazarları, kimi gruplarca küçümsenen değerleri kucaklayan Kültür Bakanlığı’nca çıkarılan dergiyi anımsarlar:

“Ulusal Kültür”.

12 Eylül. Baskının adı. Özal’lı yıllar. “Değişim” aldat-macasıyla karışık karşıdevrimin, yozlaşmanın adı.

Ahmet Taner KIŞLALI, Ankara İletişim Fakültesi öğ-retim üyesi. Bilime, öğrencilere adanan yıllar. Savundu-ğu düşüncelere karşıt görüşleri ileri süren, bunu bir tu-tarlı çerçevede dile getiren öğrencilere en yüksek notu veren hoşgörülü, sonuna dek demokrat öğretmen. Eşini trafik kazasında yitirdiği günün ertesinde, kolu sarılı der-se giren sorumlu öğretmen...

1991 sonu. Cumhuriyet gazetesinde yazarlığa baş-lama:

“Haftaya Bakış”.

Başta Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürk-çü Düşünce Derneği olmak üzere birçok cumhuriyetçi demokratik kitle örgütünün Anadolu’nun yüzlerce köşe-sinde düzenledikleri toplantılarda konuşmalarla “ulusal-cı, laik, Atatürkçü” güçlere özgüven aşılama... Halka, Kemalizm’in, Atatürkçülüğün bir doğma değil, bir sürekli

Page 93: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

91

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

devrimcilik olduğunu usanmadan anlatma çabası. Ata-türkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcılığı...

Nisan 1997’de ikinci eşi Nilüfer KIŞLALI ile evlilik. 22 Eylül 1999’da Nilhan Nur’un doğumu.

Çayyolu Engürü Sitesi. 21 Ekim 1999:

Saat 09.28. Cumhuriyet gazetesine “Kınıyorum” başlıklı yazısını faksladı.

Saat 09.35.

Eşi Nilüfer KIŞLALI ve minik bebeğini kente indire-cek, sonra derse girecek. “Nilüfer” dedi, “Ben arabayı ısı-tayım. İki-üç dakika sonra gelirsiniz.” Evden çıktı.

Saat 09.40!

Nilüfer Kışlalı, “Çok neşeli bir sabahındaydı” dedi...

*”Sorumlu Öğretmen” başlıklı makaleden

Page 94: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

92

AHMET TANER KIŞLALI

Barış KÜTAHYA(ODTÜ ADT 2001 Mezunu)

Başaramayacaksınız!*

- Merhaba, Ahmet Taner Kışlalı ile görüşebilir miyim? Ben ODTÜ ADT’den arıyorum.- Merhaba, Ahmet şu anda evde değil, çöp atmaya git-mişti, birazdan gelir. Hah, geldi. Ahmet, telefon sana.- Merhaba hocam, ben ODTÜ ADT’den arıyorum. Yarın sempozyumumuza katılacaksınız. Sizi nasıl aldıralım diye aramıştım.- Gerek yok çocuklar, teşekkür ederim, zahmet etmeyin. Ben kendi arabamla gelirim.- Hocam o zaman plakanızı alabilir miyim? Girişe bildire-yim ki size yardımcı olsunlar.- 06 GK 677, Passat

Bu telefon konuşmasından yaklaşık bir sene sonra o plakayı ve arabayı gazetelerde gördüğümde hala bir gün önceki olayın şoku altındaydım. Öğlene doğru babamın telefonu ile uyanmıştım, “başın sağolsun” demişti. Çok sevdiğimi, okuduğumu bilirdi babam. Duyar duymaz beni aramış. Ben uyku sersemliği ile anlamak isteme-

dim başta, sonra bir an kabul etmek istemedim. Hemen yurdun kantinine koştum, haberler veriyordu işte olayı. Ahmet Taner Kışlalı arabasına konan bir bomba sonucu ağır yaralanmış ve kurtarılamamıştı. İlk yorumlarımız sa-nırım şöyle olmuştu: “Nokta atışı bir hedef belirlemişler. Bundan daha ağır bir yara açılamazdı fikrimizde.” Bizim kuşağımızın başta gelen ideoloğuydu. O zamanlar hepi-mizin aklını kurcalayan soruların cavapları onun köşesin-de yer alırdı. Ne mutlu ki tanışabilmiş, konferanslarında bulunabilmiştim. Ama artık yoktu işte, onu elimizden al-mışlardı. Babam için Uğur Mumcu’nun katledilişi ne ise Ahmet Taner Kışlalı’nın katledilmesi de benim için aynı şeydi. Resmen mihenk taşımızı elimizden almışlardı.

O akşam kapısının önündeki kalabalığın arasında, iki arkadaşımın omzunda yükselip “ BAŞARAMAYACAK-SINIZ” diye bağırmıştım. Avazım çıktığı kadar bağırmış-tım, bizler burada oldukça bu ülkeyi karanlığa mahkum edemeyeceklerini haykırmıştım.

Tam on sene geçmiş. Ahmet Hoca’yı elimizden al-dıklarından beri on sene. Hala kitaplarına başvurduğu, hala makalelerinden faydalandığı birinin artık hayatta olmadığını fark etmiyor insan. Sanki bir yerlerden ses-

Page 95: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

93

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

leniyor, hala sorunlara çözüm üretiyormuş gibi geliyor. Ama yok işte. Gerçekten on sene önce orada bağırdığım gibi başaramadılar mı?

Şu anda iktidarda olanların karşısında idi Ahmet Taner Kışlalı. İktidar derken sadece siyasi iktidarı kastet-miyorum, medyadaki iktidarı, kültürel olarak önümüze sunulan iktidarı, aydınları belirli düşünce iktidarını. Me-sela günümüzde her konuda ahkâm kesen, hikmetinden sual olunmayan liberal, ikinci cumhuriyetçi tayfasının foyasını ortaya çıkarmakta üstüne yoktu. Onun yazdığı zamanlarda bu tayfa bu kadar yürekli ve yüzsüz çıka-mazdı ortaya. Açılımlarla, saçılımlarla savrulan Güney-doğu sorununu onun kadar bilimsel ve verilerle ortaya koyan biri varken bu günkü laubalilik ve cahil cesaretleri olamazdı sanırsam. Yazdıkları hala bu konunun siyasi te-melini oluşturur ve pusula niteliğindedir. Acaba bugün hala hayatta olsa bu kadar densiz olabilir miydi taraflar? Demokrasi tarihi ve siyaset bilimi ile ilgili hayat dersi ni-teliğindeki yorumları acaba bugünün demokrasi ilahları-nın yüzünü kızartır mıydı? Ulus devlet, ulusalcılık, Ahmet Taner Kışlalı’nın yaşadığı bir ülkede bir tehdit olarak gö-rülebilir miydi?

Tüm bunlara bakınca, sanki onu öldürenler, amaçla-rına ulaşmış gibi geliyor. Ahmet Taner Kışlalı’nın öngör-düğü risklerin hepsi bugün başımıza geldi. Sanki gele-cekten haber veren bir kahinimiz varmış da birileri onu susturmuş gibi.

Ölümünden sonra arkadaşlarla onun yerini kim dol-durabilecek acaba diye uzun uzun konuştuğumuzu hatır-lıyorum. Bilgi ve birikimi ile teorisyen, karizması, konuş-ma becerisi ve iletişimdeki uzmanlığı ile propagandacı, insancıl değerleri ve analiz yeteneği ile öngörü sahibi bir kişi… Kim bu özelliklerin hepsini bünyesinde barındırıp, Ahmet Taner Kışlalı’nın yerini dolduracak? O zamanlar çok inanmasak da bazı isimler söylemiştik ama inanma-makta haklıymışız. Ahmet Taner Kışlalı’nın yeri dolmadı.

Onu elimizden alanların başardığını düşünmeye başlar başlamaz aklıma bir söz geliyor, sabahın aydınlı-ğına en yakın olunan zaman gecenin en karanlık olduğu zamandır. O gün Ahmet Taner Kışlalı’nın anlattıkları ile büyüyenlerin, bugün artık belli konumlara geldiğini, işle-rinde başarılı kişiler olduklarını ve çabaladıklarını gördük-çe “Hayır başaramadınız, Ahmet Taner Kışlalı’ının diktiği fidanlar kurumadı, tersine büyüyor, sizin gölgelerinize

Page 96: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

94

AHMET TANER KIŞLALI

rağmen büyüyor” diyebiliyorum. Eminim daha uzun ya-şasaydı hem diktiği fidanlar çok daha fazla olacaktı, hem de siyasette, medyada, düşünce dünyasında bu denli ipinden boşanmış bir noktaya gelmeyecekti ülke. Yine de yetişip gelenleri, insanların içlerindeki potansiyelleri gördükçe içim ısınıyor. O akşam iki arkadaşımın omzun-da söylediklerimin hala geçerli olduğunu görüyorum.

BAŞARAMAYACAKSINIZ…

Çünkü Uğur Mumcu hala burada, Muammer Aksoy burada, Bahriye Üçok burada, Çetin Emeç burada, Ah-met Taner Kışlalı burada, Mustafa Kemal Atatürk BURA-DA…

BAŞARAMAYACAKSINIZ... 20 Ekim 2009 *Siyaz.net’ten alınmıştır.

Prof. Dr. Özer Özankaya, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Yekta Güngör Özden, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Ergün Aybars, Prof.

Dr. Seçil Karal Akgün’ün katılımlarıyla ODTÜ ADT olarak 1999 yılında topluluğumuzun 10. yıldönümü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirdiğimiz “Kemalizm ve 21. Yüzyıla Girerken Türkiye”

başlıklı sempozyumdan...

Page 97: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

BÖLÜM IV: FOTOGRAF ALBÜMÜ

Beni öldürmek kurtuluş mu?

(

Page 98: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 99: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 100: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 101: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 102: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 103: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 104: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

ESERLERİ

Page 105: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

103

odtu

adt.

com

bir düşün insanı

TOPLULUĞUMUZ HAKKINDA düşün

ODTÜ ADT ailesi olarak çıkardığımız dergimizde, Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı toplumsal, siyasi, ekono-mik sorunlara Kemalist bir bakış açısıyla getirdiğimiz eleşti-riler, yorumlar ve çözüm önerileri yer almaktadır. Dönemde bir kez yayımlanan düşün’de topluluk üyelerinden ve me-zunlarından olduğu kadar çeşitli akademisyen, bürokrat, gazeteci ve yazardan da yazılar bulunmaktadır. Topluluğu-muzun geçmişten bugüne taşıdığı birikimin bir ürünü olan dergimizin en önemli özelliği tamamen akademik bir dille kaleme alınan yazılardan oluşmasıdır. Bunun yanı sıra der-gimizdeki yazılar daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olup, düşüncelerimizi gelecek kuşaklara aktarabilecek ka-lite ve niteliğe sahiptir. Ülkemizde ve yurtdışında bulunan dergi temsilcilikleri aracılığıyla dergimizin dağıtımı yapıl-maktadır.

BİZ KİMİZ?

ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Atatürk’ü ve ideolojisini daha iyi tanımak ve tanıtmak için 1989 yılında ODTÜ Kültür İşleri Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan bir düşünce topluluğudur. “Atatürkçü düşünce”yi kendi-ne isim yapmış ilk kurum olan ODTÜ ADT, hiçbir parti ya da dernekle bağı olmayan, tamamen bağımsız bir öğrenci topluluğudur. Topluluğumuzun temel amacı, bir 20. yüzyıl ideolojisi olan Kemalizm’i (Atatürkçülüğü), içinde bulundu-ğumuz çağın sürekli değişen koşullarına göre yorumlayabil-mek ve ona yeni açılımlar kazandırabilmektir.

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gerçekleştirdiğimiz ziyaretten...

Page 106: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

104

AHMET TANER KIŞLALI

YARDIM KAMPANYAMIZ

Yıllar önce Ankara’nın kenar semtindeki bir okula bir-kaç koli kitap yardımıyla başlayan yardım kampanyamız her geçen yıl gelişmektedir. Bu kampanyayı gerçekleştir-mekteki amacımız, sosyal devletin eksik kaldığı noktalar-da imkânı olmayan çocuklara yardım eli uzatmak ve fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu kampanyayla beraber okullara sa-dece kütüphane ve teknoloji sınıfı kurmakla kalmıyor, aynı zamanda öğrencilerle birlikte şarkılar söyleyip, oyunlar oynayıp onların dünyaya yeni bir pencereden bakmalarını sağlıyoruz.

12 yıldır Van’dan Afyon’a, Ordu’dan Hatay’a ve daha birçok şehre götürdüğümüz yardımlarla geleceğe bir umut olmaya devam ediyoruz.

Bize ulaşmak için;

Adres: Kültür İşleri Müdürlüğü, 06531 ODTÜ-ANKARA

Tel: 0312 210 60 11/ 0507 227 06 77

Belgeç (Faks): 0312 210 79 50

www.odtuadt.com

facebook.com/groups/odtuadt/

twitter.com/odtu_adt

Page 107: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı
Page 108: bir düşün insanı : Ahmet Taner Kışlalı

bir düşün insanı