56
Bizbiriz Dergisi 1 HOş GELDİN YA şEHRİ RAMAZAN Sayı: 6 Temmuz 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre'den naklettiğine göre şöyle demiştir: ِ اءَ مْ س ْ نِ مٌ مْ �سَ انَ ضَ مَ ر نِ إ اَ فُ انَ ضَ مَ و� رُ ولُ قَ تَ لاَ انَ ضَ مَ رُ رْ هَ و� شُ ولُ قْ نِ كَ لَ ، وِ ه ل �ل"Ramazan demeyin; çünkü Ramazan, Allah'ın isimlerinden biridir. Bila- kis ‘Ramazan Ayı’ deyin." Beyhaki, Buhari; Savm İbn Cerîr, İmam Mücâhid'den: "Sakın 'Ramazan' demeyiniz. Çünkü Ramazanın ne olduğunu bilmezsin. Umulur ki o, Allah'ın isimlerinden biri ola. Fakat 'Ramazan Ayı' deyiniz. Nitekim Cenab-ı Hakk da öyle demiştir." Beyhaki

Bizbiriz dergisi 6 sayi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan http://www.bizbiriz.org.tr

Citation preview

Page 1: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi1

Hoş GeldİNya şeHRİ RaMaZaNSayı: 6

Temmuz 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre'den naklettiğine göre şöyle demiştir:

لا تقولو� رمضان فاإن رمضان �سم من �أسماء

�لله، ولكن قولو� شهر رمضان

"Ramazan demeyin; çünkü Ramazan, Allah'ın isimlerinden biridir. Bila-kis ‘Ramazan Ayı’ deyin."

Beyhaki, Buhari; Savm

İbn Cerîr, İmam Mücâhid'den: "Sakın 'Ramazan' demeyiniz. Çünkü Ramazanın ne olduğunu bilmezsin. Umulur ki o, Allah'ın isimlerinden

biri ola. Fakat 'Ramazan Ayı' deyiniz. Nitekim Cenab-ı Hakk da öyle demiştir."Beyhaki

Page 2: Bizbiriz dergisi 6 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi3

“Zamanın hükümdarının yanındaki has adam-larından biri, karşılaştıkları her olaydan sonra ‘Her şeyde bir hayır vardır’ der dururmuş. Eh… kötü bir temenni değil der, sultan da pek ses etmezmiş…‘öyledir’ der geçermiş. Bir gün ava çıktıklarında yollarını kaybetmişler; yağmurlu ve fırtınalı bir gecede bir kulübeye sığınmış-lar. Güç bela buldukları odunları kırıp yakmak için uğraşırken sultanın gözüne bir kıymık kaçmış. Gözü bir anda kör olan sultan acı ile kıvranırken adamcağız her zamanki hali ile ‘üzülmeyin sultanım, her şeyde bir hayır vardır’ deyivermiş. Sultan dayanamayıp ‘efendi efen-di gözüm kör oldu görmüyor musun? Bunun hayır neresindedir?’ demiş ve adamı kovmuş. Birkaç gün içinde kendini toparlayan sultan dönüş yoluna koyulmuş. Yol üzerinde eşkıyalar kendisini yakalamışlar ve ‘efendi, bugün eşkıya başının bir dileği kabul oldu. Bize de dileğinin kabulünün karşılığı olarak; bugün yakaladığı-nız ilk canlıyı kurban niyeti ile kesin dedi. Şim-di seni bu niyetle boğazlayacağız. Ne yapalım biz de emir kuluyuz, hakkını helal et’ demişler. Sultan şaşkın ve bitkin haldedir. Sultanı yatırıp boğazına bıçağı dayayan eşkıya bir gözün kör olduğunu fark edince eşkıya başına seslenmiş. ‘Reis, birini yakaladık ama bir gözü kör. Bildiği-miz kadarı ile bundan kurban olmaz’ demiş. Reis de; ‘Salın o zaman gitsin, sağlam birini bekleyin’ demiş. Sultan kurtulup saraya varınca ‘Her şey-de bir hayır vardır’ deyip duran şahsı aratıp bul-durmuş, kendisinden onu yanından kovduğu için özür ve helallik dilemiş. Adamcağız da ‘Sul-tanım, yanınızdan beni kovmanızda da bir ha-

yır varmış, aksi halde beni keserlerdi” demiş… ******Acaba kendi kendimize ne kadar soruyoruz nede hayır, nede şer var veya ne kadar biliyo-ruz hangi işimizin hayır hangi işimizin şer ol-duğunu…Oysa herhangi bir kaideye bağlı kal-maksızın bize hoş gelen şeylere ötesini berisini düşünmeden “hayırlısı” deriz geçeriz. Kendimiz için hayırlı gördüğümüzü bize kaygı ve üzün-tü vermesini istemeyiz. Zira kimse kendisi için kötü olanı istemez ve dilemez. Her zaman ak-lımızda olması gerekirken bazen unuttuğumuz bir gerçek var ki her hayır dileyenin üzerinde mutlak hayır dileyen var. Hayrı istemek ve gay-ret göstermek bizim çabalarımızla şekilleneceği gibi Allah-u Teala’nın da uygun görmesi ve na-sip etmesiyle gerçekleşir. Elhamdülillah inancı-mız gereği hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini biliriz. Bizler hayır gördüğümüze yönelip çaba sarfetmeliyiz. Cenab-ı Hak bize hoş görünen değil hakkımızda hayırlı olanı versin. Amin…****** Değerli okuyucularımız içinde olduğumuz Şa-ban ayı ve girecek olduğumuz on bir ayın sulta-nı Ramazan ayının feyz ve bereketi ile bereket-lenen bir sayımızla daha karşınızdayız. Kardeş-lerimiz bu sayıda yine bir birinden güzel konu-ları kaleme alarak siz değerli okuyucularımızın istifadesine sunmanın haklı sevincini yaşıyorlar. Bizlere bu sevinci yaşattığınız için Bizbiriz Der-gisi olarak hepinize çok teşekkür ederiz.Ramazan ayının tüm İslam âlemine birlik, dirlik ve beraberlik getirmesi temennisiyle .Selam ve dua ile….

edİTÖRdeN

Bizbiriz dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin DoğanGenel yayın KoordinatörüKadir AydıneditörDuran ToklucuGrafik – Tasarım Yasin CandanFotoğraf Bahadır AktaşReklam KoordinatörüAhmet NavruzSamet Dünsöz

yayın KuruluAli HaydarEslem ErcanFaruk KulEbubekir Onhan Selman BaharSafa AkAyşe TunçÜmmü HaramBaskı TarihiTemmuz 2013Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Ramazan ayı6

avrupa’nın arka bahçesi Gezi Parkı...

8

Hadis16

Siyer-i Nebi17

Nefes Gibi31

Sahabe-i Güzin32

Surelerden10

Fıkıh13

Tasavvuf20

ayın Sohbeti

27

Page 5: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Müslüman Bilimadamları

37

İlm-ü Hal40

Haydar48

Tarih’teTemmuz

52

‘Sınır’sızKardeşlikler...

43

İlginç Bilgiler49

Sığınarak İsteriz

50

arapçaRabca’ya Götürür

45

Page 6: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi6

Ramazan ayı Hamide ERBAYBeşiktaş İlçe Vaizi

Ramazan kelimesi iki manaya gelir:

Ramazan “yanmak” demektir

“Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere “ramda” denir. “Ramazan” “ramda” mastarından “yanmak” manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir.

Bu aya “Ramazan” denmesinin bir sebebi; bu ayın günahları yaktığıdır.

Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır.1

Ramazan “yağmur” demektir.

Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “Ramadiyu” masdarından gelir. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediği için bu isim ile isimlendirilmiştir.

Ramazan, “Allah’ın isimlerinden” olduğu da rivayet edilmiştir.

Enes Bin Malik; Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatmıştır;

Sadece ’Ramazan’ demeyiniz. Allah-u Teala nasıl şehr-i Ramazan (Ramazan ayı) buyurmuş 1 (Elmalılı Hamdi Yazır)

ise.. siz de öyle deyiniz.” 2

“Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir. 3

“Ramazan gelince, Allah-u Teala meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.” 4

“Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.” 5

“Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.” 6

“Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.” 7“ İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.” 8

“Allah-u Teala’nın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.” 9

Rasulullah (s.a.v), Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki;2 (Buhari)3 (Nesai)4 (Deylemi)5 (Taberani)6 (Ebu Nuaym)7 (İ.Ebi’d-Dünya)8 (Müslim)9 (Taberani)

Page 7: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi7

“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allah-u Teala, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin (Kadir gecesinin) hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.” 10

Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi İslam’da en kutsal ve faziletli gecedir. Kadir gecesi, içerisinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlıdır. Kur’an-ı Kerim de bu gecenin faziletini belirten müstakil bir sure vardır. Bu surede yüce Rabbimiz söyle buyurmaktadır:

“Doğrusu biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü is için inerler. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir” 11

Kadr sözcüğü burada şu iki anlamda kullanılmış olabilir: Bunlardan biri, takdir anlamıdır. Allah bu gece takdirleri yani kaderleri uygulamak üzere meleklere emir verir. Bunu, Duhân Suresindeki su ayet destekliyor: “O gece katımızdan her hikmetli emir sadır olur. “Diğer anlamı ise, azamet ve şereftir. Bu husus, surenin “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır” ayetinde ifade edilmektedir. Nasıl daha hayırlı olmasın ki, Allah’ın insanlığa son mesajiı bu gecede indirilmeye başlanmıştır. Gece, değerini bu olaydan almaktadır. Ve bu geceyi anmak, insanlığa rahmet olarak Kur’an’ın inmeye başladığı bu geceyi ihya etmek Müslümanlara tavsiye edilmiştir.

Bir kere Resulüllah (s.a.v) Ashab-ı Kirama İsrailoğullarından birinin, silahını kuşanarak Allah yolunda bin sene cihat ettiğini bildirmişti. Ashabın buna hayret etmesi üzerine Cenab-ı Hak, Kadir suresini indirmiştir .12

Bu geceye Kadir gecesi denilmesi şeref ve kıymetinden dolayıdır. Çünkü:

a) Kur’an-ı Kerim bu gecede inmeye başlamıştır.

b) Bu gecedeki ibadet, içerisinde Kadir gecesi bulunmayan bin ayda yapılan ibadetten daha faziletlidir.

c) Gelecek bir seneye kadar cereyan edecek olan her türlü hadiseler Allah Teala’nın ezeli kaza ve takdiri ile ilgili meleklere bu gece

10 (Nesai)11 Kadir/1-512 (Tecrîd-Sarîh Tercemesi, VI, 313).,

bildirilir .13

d) Bu gecede yeryüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner.

e) Bu gece tanyerinin ağarmasına kadar esenliktir, her türlü kötülükten uzaktır. Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her mümine selam verirler.

“Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır” 14

Kadir gecesinde neler yapılır?

Teravih Namazından sonra Tesbih namazı kılınır.

101 Salat-ı Şerife

71 Fatiha-i Şerife

71 İnşirah diye meşhur sure.

114 kadir

300 İhlas-ı Şerife

Hizir Virdi’nin ilk 5 cümlesi 300 defa geri kalanı 33’er defa okunur.15

İşte bakın bir sene boyunca geçtiğiniz sırat. İlk önce Mevlit, doğduk; ardından Regaib, sevdik ve meylettik; sonra Miraç, yüceldik, uruc ettik; ondan sonra Beraat, geçmişimizden azat olduk ve Kadir, Kadir- i Mutlak> ın kudretinden geleceğimizi istedik. Bundan sonra bayram eder adam da, dilinden düşürmez;

Bayramım imdi, bayramım imdi

Yar ile bayram ederler şimdi

Hamd- ü senalar, hamd- ü senalar

Yarimle bayram etti bu gönlüm.

Ama sen hepsinden bi-habersen, Mevlit’te tevhit tohumunu, gönlüne ekmediysen, Regaib’de besleyip, büyütmediysen, Mirac’ta yücelere erdirmediysen, Beraat’te azat edilmediysen, Kadir’ de kıymetini istemediysen, Hakk ve hakikat bayramına eremezsin!

Hakk ve hakikat bayramlarına erişmemiz duasıyla…16

13 Aeg.14 (Buhari).15 Hizb-i Dua-i Muhammed16 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadır’dan Satıra Damlalar

Page 8: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi8

avrupa’nın arka bahçesi Gezi Parkı... SELMAN BAHAR

Dünya’da insanlık tarihi boyunca yaşanan bir takım kalıplaşmış olgular vardır. Bunlar topluca yaşayan insanların ilişkilerini şekillendirir, toplumsal ilişkilere yön verir. Kalıplaşmış bu olgular çoğunlukla toplumsal ölçekli tepkiler olarak ortaya çıkar. Bu tepkinin mantıksal olarak bir etkiye dayanması gerekir. O toplumu zorlayacak, rahatsız edecek bir etki olmalıdır ki tepki ortaya çıksın. 2013 yılının tam ortasında Türkiye’de böyle bir etki-tepki kaosuna maruz kalmıştır. Gezi Parkı Eylemleri...

Fakat Gezi Parkı’nda farklı olan şey tepkinin büyüyerek başka odaklara çekilmesidir. Kendini doğasever olarak tanımlayan bir grup genç İstanbul’daki Gezi Parkı’nı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kentsel projelerinden birinden korumak için eyleme başlamış ve devletin bu eylemi yersiz, gereksiz bulması noktasında yaptığı müdahalelerle olaylar zinciri devam etmiştir.

Masum bir eylem gibi gözüken bu olaya Türkiye’nin ekonomik büyümesini korkuyla takip eden dış mihraklar gizliden gizliye destek verdiler. Yabancı medya, provokatif kaynaklı haberleri basına servis ederek Arap ülkelerinde gerçekleşen Arap Baharı devrimlerinin Türkiye’ye sıçradığı imajını vermeye çalıştı. Üzücü olan şudur ki ülke içinden de, yurdumuza yöneltilen büyük tehdidi göremeyip iktidara muhalefet olma adına çatlak sesler çıkmıştır.

Nedir büyük tehdit? Ülkemizin ekonomisi yüzyılı aşkın bir süredir (Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana) Avrupa ülkelerinin ekonomik kelepçeleri altında ezilirken bu yıl özgürlüğüne kavuşmuştur. Ekonomimiz IMF (Uluslararası Para Fonu) adıyla anılan Avrupa’nın para havuzundan para almayı bırakıp o havuza borç verebilecek duruma gelmiştir. Ekonomisi ilerlemiş bir devlet olarak eğitim ve sağlık alanında halkına sahip çıkan yenilikler, düzenlemeler yapılmış ve bu da toplumsal refahın artmasını sağlamıştır. Ülkemizin yıllarca esaretine maruz kaldığı pısırık siyaset geride bırakılıp, birleşmiş Avrupalı devletlere “Biz sizinle değil İslam’la büyüğüz.” mesajını verebilecek bir siyasete kavuşulmuştur. Ortadoğulu Müslüman devletlerin zalimi olmuş İsrail’e karşı ültimatom verebilecek bir irade oluşmuştur. Müslüman devletlerin İslam adına lider seçtikleri, sevip saydıkları bir devlet olduğumuz döneme girilmiştir. İşte ülkemize Gezi Parkı olayları vesilesiyle yöneltilen büyük tehdidin sebebi ülkemizin içinde bulunduğu ilerlemenin köklü! batı medeniyetlerinde korku uyandırmasıdır. Hiçbir Avrupalı devlet Ortadoğu’nun tam önünde bulunan, hem coğrafi olarak hem kültürel, ekonomik, siyasi olarak en önemlisi de İslamsal olarak Ortadoğu’yu arkasına almış, ona lider olabilecek güçlü bir Türkiye istemez. Bu fikrin söylenmesini bile tedirginlikle karşılar.

Bu yüzden Gezi Olayları’nın tamda; askeri

Page 9: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi9

anlamda yeni araçlar üretmeye başladığımız, ekonomik anlamda kirli pençelerden kurtulmaya başladığımız, kültürel anlamda doğu medeniyetlerinin ilgisini çekmeye başladığımız, tarihsel anlamda Türki devletlerle bağımızı kuvvetlendirecek diplomatik ilişkileri hızlandırdığımız bir yılın ortasına dek gelmesi tesadüften çok kurulmuş bir saatin alarmının çalması gibi görünüyor.

Saati kuranlar belli ama alarm gibi veryansın edenler kimler? İşte onlar içimizde yaşayan uyutulmuş gençler, büyüyen ekonominin, gelişen pazarların pastasını yemesine rağmen nankörlük içine girmiş tamahkarlar ve yıllardır İslam’ı kara leke, Müslüman’ı yobaz gören bir zihniyetle yetişmiş sözde modern batı hayranları... Fakat kullanıldıklarını anlayamayacak kadar gözü dönmüş bu insanların asıl korkusu da zaten Gezi Parkı olaylarına konu olan doğa sevgisi değil, ülkenin refahına, batıya karşı salahına hizmet edenlerin İslami bir üsluba sahip olması. Çünkü bu anlayışla beraber Müslümanlar rahatça ibadet edebilir hale geldi. Gizli saklı Kur’an kurslarına gitmek zorunda kalmak, başörtüsünün eğitim kurumlarında sorun olması gibi incitici yaralar sarılmaya başlandı. Kısacası İslami yaşantı bu topraklarda tekrar özgürlüğüne kavuşmaya başladı. Fakat özgür olduğunu savunan, İslam’ca yaşamayı reddederek daha çok özgürlük isteyen insanlar asıl özgürlüğün İslam olduğunu bilmedikleri için İslam’dan yani özgür olmaktan korktular. Nasıl bir durumdur ki hem özgür olmak isteyeceksin hem özgürlükten kaçacaksın, Allah hidayet versin.

Müslüman ve güçlü bir devlet istemeyen Batı’nın; Müslüman gibi yaşamaktan korkan Müslümanları kullanması, “İslam’ı yayacaklar!” korkusu vererek aslında ilerleyişin önünü kesmeyi hedef göstermesidir Gezi parkı. Fakat onlara Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu’nun güzel bir sözüyle seslenmek gerek;

Sizin Düşmanınız insan mıdır?

Yoksa içinizdeki şeytan mıdır?

Bunu bilmeyen ahmak,

Müslümana düşman olur ancak.

Gezi Parkı’yla yöneltilen kirli oyun neden amacına ulaşmamıştır? Çünkü Türkiye, Libya, Tunus, Suriye değildir. Diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı olarak Türkiye halkın iradesine mutabık bir şekilde yönetilen bir ülkedir. Yani Batı’nın Ortadoğu’da yaptığını Türkiye’de yapamamasının en önemli sebebi Türkiye’de halkın kabul ettiği bir iktidarın olmasıdır.

Her ne kadar içeride çatlak sesler olsa da bu ülkeye zeval gelmiyorsa, Müslümanların zor anda birlik oluvermesi, dimdik durabilmesindendir bu. Bize düşen her seferinde yılmadan ayakta durmaktır. Bize düşen her musibetin Allah’tan geldiğini, yine o musibete çarenin eğer şükürde, sabırda dirayetli olursak Allah’tan bir lütuf olarak geleceğini bilmektir. Bizler güçlü olmak için tek azığı İslam olan Müslümanlarız, bunun farkında olarak yaşarsak önümüzdeki setler bir nefesimizle tarumar olacaktır... Bizler İslam’ca bakabilirsek meselelere kilometrelerce uzakta kurulmuş saatleri görerek yanı başımıza bırakılmasına müsaade etmeyeceğiz... Tabi ki bu anlayışa erebilmek için hayatımızın her noktasında İslam olacağız.

İman çok bilmek çok konuşmak değildir.

İman hayatına tatbik ettiğindir.

der hocamız. Bizler bildiğimiz, öğrendiğimiz İslam’ı hayatımıza tatbik edeceğiz. Gördüğümüz oyunları İslam’la bozacağız. Bozduğumuz oyunların üstüne İslam’ı inşa edeceğiz. Bileceğiz ki, Allah İslam yolunda yürüyenle beraberdir. Bileceğiz ki, İslam yolunda yürürken ölen şehit kabul edilir. Allah hepimize İslam yolunda şehitlik nasip etsin Allaha emanet olalım.

Page 10: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi10

Sûre, adını ilk âyette geçen “kuşluk vakti” anlamına gelen “duhâ” kelimesinden almıştır ve 11 ayetten oluşmaktadır. Mekke döneminin ilk yıllarında vahyin inişinin bir müddet gecikmesinden dolayı Resûlullah (s.a.v.) üzülmüş ve bu durum o günkü Mekke toplumu içinde sıkıntıya düşmesine sebep olmuştu. O’nun her halini yakından izleyen Mekkeli müşrikler “herhalde Rabbin sana darıldı ve seni terk etti” diyerek Hz. Peygamber’le alay etmeye cüret etmişlerdi. Duha Sûresi, vahyin bir müddet gecikmesiyle hüzünlenen Resûlullah’a (s.a.v.) ilâhi bir destek ve teselli kaynağı olarak indirilmiştir.

Duhâ sûresi, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Yüce Allah’ın (c.c.) himayesi sayesinde çocukluğundan itibaren nice güçlükleri aştığını hatırlatmakta, gelecekte Allah Tealâ’nın (c.c.) büyük lütûfları ile

Resûlullah’ın (s.a.v.) rızâ ve hoşnutluğa ereceğini müjdelemektedir. Yetimlere ve maddi-mânevi ihtiyaç içinde olanlara yönelik merhameti tavsiye eden sûre, sahip olunan nimetleri şükranla anma emriyle son bulmaktadır.1

1- Yemin olsun, kuşluk vaktine.

Kuşluk vakti, güneşin parlayıp yükselmeye başladığı vakittir. Bu vakte yeminle hakikat güneşinin, ilâhî vahyin alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ufkundan doğup tüm dünyayı aydınlatmaya başlamasına bir işarette bulunulmuştur. “Duhâ” kelimesi, “kuşluk vakti” anlamına gelmekle birlikte, 2. âyette yemin edilen “gecenin” alternatifi olarak âyette “gündüz vakti” anlamında kullanıldığı görüşünde olan birçok müfessir de vardır. 1 DİBY, Kur’an YoluTürkçeMeâl-Tefsir, c. V, s. 636-637.

duhâ Sûresi

SUReleRdeNS.GÜLSOY

yemin olsun, kuşluk vaktine.

Ve sessizliğe büründüğü, kararını bulup sakinleştiği zaman geceye andolsun.

Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.

Rabbin sana mutlaka lütuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın.

o seni yetim bulup barındırmadı mı?

Seni yol bilmez halde bulup, yol göstermedi mi?

Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?

o halde sakın yetime kötülük ve haksızlık etme.

el açıp isteyeni boş çevirme.

Rabbinin lütuflarını şükranla an.

Page 11: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi11

2- Ve sessizliğe büründüğü, kararını bulup sakinleştiği zaman geceye andolsun.

Kuşluk vakti, vahyin ve marifet nurunun parlamaya başladığı anı, hayatı ve diriliği ifade ettiği gibi, gece de adeta mutlak bir karanlığı ve sıkıntıyı hissettirmektedir. “Sakinleştiği zaman geceye andolsun” kaydı ise, sıkıntının sebep olduğu yorgunluğun, huzur ve dinginlikle beraber yok olacağına ve dolayısıyla hoşnutluğun geleceğine işaret etmektedir.

Aydınlıktan karanlığa tüm zamanlara, ilâhî vahyin dünyayı aydınlattığı kuşluk vakti ve onun müjdecisi olan gecenin sükun bulduğu sessizlik anına yemin olsun ki ey Muhammed, 2

3- Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

Rivayete göre Fecr sûresinin inişinden sonra bir süre vahiy gecikmiş, müşrikler de bu olayı kullanarak Hz. Peygamber’e (s.a.v.) yönelik alaya varan kötü sözler söylemişler ve olumsuz tavırlar takınmışlardır. Vahyin gecikmesi diğer bir rivayete göre Alak ve Müddessir sûrelerinin inişinden sonra olmuş, başka bir rivayete göre de,Necmsûresinde geçen Cebrâil’i bütün azametiyle görme ve ona iyice yaklaşma sonucu Hz. Peygamber’de (s.a.v.) oluşan heyecan ve sarsıntı yatışsın diye bir süre vahiy geciktirilmiştir. Dûha sûresi Allah’ın (c.c.) himaye ve desteğinin her daim Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) beraber olduğunu vurgulamaktadır. 3

Cenab-ı Hakk’ın kulunu bırakmaması iki şekilde olur. Birisi lütfundan, diğeri ise gazabından kaynaklanır. Âyette “darılmadı” ifadesi ile Allah’ın (c.c.) gazabı sebebiyle değil, rahmeti sebebiyle Hz. Peygamber’i bırakmadığına vurgu yapılmaktadır.

4- Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.

Müşrikler artık “artık Muhammed’e vahiy gelmiyor, Allah onu unuttu” gibi sözler söyleyerek Hz. Peygamber’in (s.a.v.) davasının biteceğini ümit etmişlerdir. AllahTealâ(c.c.) ise onların bu tavırları karşısında Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bundan sonraki hayatının öncesinden daha hayırlı olacağını, İslâm davetinin 2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s.268.3 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s. 436.

başlangıcındaki zorluğun geçici olacağını ve uzun sürmeyeceğini müjdelemiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bulunduğu her halin sonu; mesela hayatının çocukluk ve gençlik dönemine nazaran peygamberlik hayatı; vahyin gelişine nazaran vahyin gecikmesi; vahyin gecikmesine nazaran tekrar gelmeye başlaması; bu sûrenin inişinden sonra zamanla ulaşacağı her hal; nihayet dünyaya nazaran âhiret hayatı O’nun için daha hayırlı olacaktır. Bu durumu daha çok açığa kavuşturup desteklemek üzere de bir sonraki ayette şöyle buyurulmaktadır:

5- Rabbin sana mutlaka lütuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın.

Hz. Muhammed’i (s.a.v.) seçerek terbiye eden Yüce Allah (c.c.) öyle lütûf ve ihsanlarda bulunacaktır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) rıza ve hoşnutluğa erecektir. Gelecek zaman kipiyle ifade edilen lütûfların başlangıcı dünyada ise de, asıl hoşnutluk ahiret hayatında olacaktır. İbn-i Abbas’tan (r.a.) gelen bir rivayete göre; HakkTealâ’nın (c.c.) Hz. Peygamber’i (s.a.v.)râzı edecek. İhsânı, Ehl-i beyt’inden hiç kimsenin ateşe girmemesidir. İbn-i Abbas’tan (r.a.) gelen diğer bir rivayete göre de O’nun rızası, ümmetinin hepsinin cennete girmesidir. 4

Hz. Peygamber (s.a.v.) için daima sonrasının öncesinden daha hayırlı olacağını anlatmak için AllahTealâ (c.c.), Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatından örnekler vererek şöyle buyurmaktadır.

6- O seni yetim bulup barındırmadı mı?

Hz. Peygamber (s.a.v.), annesi ona hamileyken babasını, altı yaşındayken de annesini kaybetmişti. Akabinde de önce dedesi Abdülmuttalib’in sonra da amcası Ebu Talib’in himayesinde büyümüştü. Amcası Ebu Talib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilan etmemekle birlikte düşmanlarına karşı korumuştu. Ayette Allah (c.c.), o güne kadar verdiklerini hatırlatarak Hz. Peygamber’i (s.a.v.) adeta teselli etmiş ve yalnız olmadığını kendisine bildirmiştir.

7- Seni yol bilmez halde bulup, yol göstermedi mi?

Müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna 4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 270, 274.

Page 12: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi12

göre bu âyette, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberlikten sonraki dönemi ile önceki dönemi arasında bir mukayese yapılmaktadır. Nitekim, o peygamber olmadan önce de kendi toplumunda hakim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varoluş amacına yakışmadığını görüyor, ama onların kurtuluş yolunu bilmiyordu. Allah Tealâ (c.c.) ilahi vahyi göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı. Hem varacağı hedefi, hem de o hedefe nasıl varacağını gösterdi.

8- Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?

Hz. Peygamber (s.a.v.) Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla beraber, kendisine babasından bir dişi deve ile bir cariyeden başka miras kalmamıştı. Zengin bir tüccar olan Hz. Hatice validemiz (r.a.) ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması,Hz. Peygamber’in (s.a.v.) maddi darlıktan kurtulmasına vesile olmuştu. Bununla beraber ayetteki “zenginlik” ibaresine daha geniş anlamlar yükleyen tefsir alimleri olmuştur. Bunlara göre, Allah Tealâ, (c.c.) Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmiş ve onu ilâhî hakikatlere mazhar kılmıştır.5

Rasûlullah’ın (s.a.v.) hayatından verilen bu örneklerin hepsinde, onun ahiri her daim evvelinden hayırlı olmuştur. Sûrenin son üç ayetinde Rasûlullah’a (s.a.v.) mazhar olduğu ihsanlar karşısında şükür mahiyetinde bazı görevler hatırlatılmaktadır.

9- O halde sakın yetime kötülük ve haksızlık etme.

Bu ve bundan sonraki iki âyetin hedefi, Rasûlullah’ın (s.a.v.) şahsında bütün toplumun dikkatini ahlaki ve sosyal iki temel problem üzerine çekmek ve bunları çözüme kavuşturmaktır. Bunların ilki yetimlerdir. Bir hadis-i şeriflerinde Rasulullah (s.a.v.); “Yüce Allah’tan (c.c.) korktuğu takdirde yetime kefil olan kişi ile ben şu ikisi gibiyiz,” buyurmuş ve şehâdet parmağıyla orta parmağını göstermiştir.6

10- El açıp isteyeni boş çevirme.

Müfessirlerin bir kısmı “el açıp isteyen”den 5 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s.639.6 Buhârî, Talak 25, Edep24; Müslim, Zühd 42;Tirmizî, Birr14

maksadın dünyaya dair bir şey isteyen dilenciler olduğunu ifade etmişlerdir. Bununla beraber, maksadın ilim ve din ile ilgili soru soran kişi olduğu görüşünde olan tefsir alimleri de vardır. Mal dilenene istediğini vermeye gücü yeten kimse yumuşak bir şekilde reddedip, bir şey vermediği zaman tehdit edilmemiştir. Ancak ilim soran kimseye ilmi olan kimsenin cevap vermemesi öyle değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte bu konuyla alakalı olarak “kendisine bir ilim sorulup da onu gizleyen kimse, ateşten gem ile gemlenir,” buyurulmuştur.7

11- Rabbinin lütuflarını şükranla an.

Şükürle ilgili iki özel görev örnek olarak sıralandıktan sonra sûre bu konuda “Rabbinin lütuflarını şükranla an” şeklinde genel ve kuşatıcı bir âyetle tamamlanmıştır. Tefsir alimleri buradaki nimet kelimesini Kur’an, peygamberlik ve sûre içinde Rasûlullah’a (s.a.v.) lütfedildiği bildirilen şeyler gibi değişik manalarda açıklamışlarsa da, bunu Rasûlullah’ın (s.a.v.) hayatı boyunca mazhar olduğu maddi ve manevi bütün lütûflar ve nimetler olarak anlamak sûrenin amacına ve ayetlerin akışına daha uygun düşmektedir.8

Duhâsûresinin sonunda ve ondan sonra Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar her sûre bittiğinde tekbir getirmek sünnettir. Bunun sebebi, vahyin gecikmesinden sonra bu sûre indiği zaman Rasulullah’ın (s.a.v.) tasdik ederek “Allahü-ekber” demiş olmasıdır. İbn-i Abbas’tan (r.a.) da rivayet edildiği üzere,Nâssûresinden sonra tekbir getirilir, Fatiha sûresi ve Bakara sûresinin ilk beş ayeti okunur ve hatim duası edilir. Bazıları tekbir getirirken sadece “Allahü-ekber” ile yetinir, bazıları kelime-i tevhid ile beraber “lâ ilâhe illallahüvallahüekber” der. “Elhamdülillah” diyerek hamdetmeyi ilave edenler de bulunmaktadır.9

7 Ebu Davud, İlim 9;Tirmizî, İlim 38 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s. 640.9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s.286.

Page 13: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi13

Müzik dinlemek, müzikli ilahi dinlemek veya herhangi bir enstrüman çalmak caiz midir? İzah eder misiniz?

Müzik

FIKIHAYŞE TUNÇ

el- Cevab;

Kardeşim!

Yirmiden fazla hadis-i şerifte, “teğanni şey-tandandır,” buyurur Habib-i Kibriya Muhammed (s.a.v). 1

“Sesini gınayla yani teğanni ile yükseltene şeytan musallat olur.” 2

“Rahmet melekleri cerez, yani çan zil çıngırak, seslerinden bulunan yere girmez.” 3

“Cerez, şeytanın mizmarıdır.” Mizmar demek; Yahudilerin çaldıkları çalgılar, davullar, zurnalar udlar, kemanlar, yaylar, kemençelerdir.4

“Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haram-dır.” 5

Bu hadisleri dinlersen; ashab-ı cennet olursun, allah’tan ümit kesilmez, allah affe-der, gidersin. Günah dersen bir sıkıntı yok ama, bu devirde ne günahı kardeşim dersen, artık sen ashab-ı cennet değil de ashab-ı ca-him olursun. Bunu da söylemek gerekir.

“Bir zaman gelecek zina, içki mizmarı, yani çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.” 6

“Suyun otu büyüttüğü gibi şarkı, oyun ve eğ-lence kalpte nifakı büyütür.” 7

1 Taberani2 Deylemi3 Nesei4 Müslim- Ebu Davud- Nesei5 Taberani6 Buhari7 Deylemi

“Rabbim içkiyi kumarı ve darbukalı şarkıyı, ka-dınları haram kıldı.” 8

allah’ın Rasul’ü (s.a.v), iblise soruyor:

– “Müezzinin var mı?”

– Çalgıcılar, benim müezzinim.

– “yazıcın var mı?”

– dövme ve dövme yaptıranlar, benim ya-zıcılarım.

– “Rasulün var mıdır?”

– Kahinler ve falcılardır dedi .9

“İki ses melundur; nimete kavuşunca çalgı, musibete maruz kalınca feryat.” 10

“Gözün zinası harama bakmak, kulağın zinası haram şeyleri dinlemektir.” 11

“Rasulullah (s.a.v), çalgı aletleriyle para kazan-mayı yasakladı.” 12

Hz. Ayşe anlatır:

Bayram günü, iki cariye kahramanlık şiirlerini def çalarak terennüm ediyordu. Rasulullah yata-ğına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi. Sonra ba-bam Ebubekir içeri girdi:

– Bu ne hal? Rasullah’ın huzurunda Allah-u Teala nın kovmuş olduğu şeytanın düdüğü ne arıyor? Diye beni azarlayınca Rasulullah (s.a.v):

8 Ahmed ibn Hanbel, Müsned9 İbn Ebu’d-Dünya, İbn Cerir e’t-Taberani10 Bezzar11 Müslim12 Begavi

Page 14: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi14

–“Bırak onları her milletin bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.”

Annemizdeki nezaketi, kibarlığı görün ki, ba-bam başka şeyle meşgul olunca cariyelere işaret ettim dışarı çıktılar, diyor.

Bu olay kadınların erkeklerle beraber otur-masının, çalgı çalmasının, şarkı söylemesinin ve seslerini erkeklere duyurmasının helal olduğunu mu gösteriyor? Eğer göstermiyorsa, halk niye bu yanlışları yapıyor ki?

Cariye, özgür olmayan kadın demektir. Özgür olmayan kadına, tesettür dahi farz değildir. Hadiste cariyeler sadece söylüyorlar, oyun oyna-mıyorlar. Çaldıkları da oyun müziği değil, duyur-ma müziği şeklindedir. Bayramı duyurma tarzın-dadır. İyi düşünüp, iyi anlamak lazım.

Hz. Ebubekir’in def için şeytanın düdüğü de-mesi, çalgının mübah olmadığını da gösteriyor zaten. Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, dü-ğünlerde, askerlikte, davul çalmakta, kahramanlıkta (mehteran gibi) ileriye git-memek kaydıyla söylemek caizdir.

Kadınların düğünlerde, bayramlarda kendi araların-da def çalması da caiz olmaz, haramdır. Def ile ilahi söylen-mez. İlahi, ibadettir. İbadete, çalgı karıştırılmaz. Böyle olunca, enstrüman eşliğinde söylenen ilahi-lerin, dinde yeri yoktur.

Rasulullah (s.a.v) efendimizin geldiği bir evde, küçük zenci kızlar, cariyeler def çalıp şarkı söylüyorlardı. Rasulullah (s.a.v) girdi diye, kızlar şarkıyı bırakıp, Rasulullah’ı övmeye başladılar. Efendimiz:

“Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin. Beni övmek, ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet, caiz değildir,” buyurdu.13 İslam âlimleri ilahileri, çalgı aletleriyle söylemenin küfür oldu-ğunu bu hadis-i şeriften çıkarmışlardır.

Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır:

Abdullah bin Ömer (r.a) ile birlikte gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakla-rıyla kapadı, oradan hızla uzaklaştık.

– Ney sesi daha işitiliyor mu, diye sordu.

13 Kimya-ı Saadet

– Hayır işitilmiyor, dedim. Parmaklarını kulakla-rından ayırdı:

– Rasulullah da böyle yapmıştı, dedi. 14

Ebu Hureyre (r.a) anlatır. Bir kimse gelip:

– Ya Rasulallah, nameli ses çok hoşuma gi-diyor. Cennette güzel ses var mı diye sorunca Muhammed Mustafa (s.a.v) buyurdu ki:

– “Yemin ederim ki dünyada ibadet eden, Allah-u Teala’yı zikredip çalgı ve oyun aletlerinin sesine kulak vermeyenler, cennette bir benze-ri duyulmayan, Allah-u Teala’yı tesbih ve takdis eden güzel seslerle sürur ve neşeye gark edilirler. 15

Başka bir hadis-i şerifte de mealen:

Kıyamette Allah-u Teala meleklerine buyurur ki:

“Kulaklarını ve gözlerini çalgılardan ve haram-lardan koruyanları getirin!’’

Melekler onları misk ve amber tepeleri üzerinde toplarlar. Allah-u Teala buyu-rur:

– “Onlara tesbihimi ve temcidimi duyurun!”

O kimselere öyle güzel sesler duyururlar ki, benzer-lerini hiç kimse duymamıştır. 16

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Allah beni hidayet ve alemlere rahmet olarak gönderdi. Beni çalgıları, eğlenceleri, cahiliyet iş-leri ve putları yok etmek için gönderdi. Rabbim izzeti üzerine yemin etti ki; bir kul dünyada şarap içerse ona kıyamette muhakkak cennet şarabı-nı haram kılacak. Bir kul da hamr yani içkiyi terk ederse ona muhakkak cennet şarabını içirecek-tir. 17

İbn Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v):

Develerin boyunlarındaki çanları çıkarmıştır. Cerez dedikleri çan, şehveti tahrik etmez. Çan bulunan yere, rahmet melekleri girmiyor. Artık çalgı aletlerini siz düşünün.

14 Eş’atü’l-Lem’at15 Gunyetu’t-Talibin16 Deylemi 17 Ebu Nuaym

İlahi, hasta olmayan kalbi yumuşatır, haram olmaz. Çalgı çalmak ise, bütün âlimlerce haramdır.

Page 15: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi15

Ashab-ı kiramdan Enes bin malik (r.a), şöyle dedi; ’En pis kazanç şarkı ve çalgıyla kazanılan-dır.’ 18

Onun kasetinin ve cd sinin de alınıp satılması da böyledir.

İbn Abbas (r.a), çalgı aletleri haramdır, dedi. 19

Ayşe validemiz bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona:

-Yazıklar olsun sana! Bu şeytandır, bunu çıka-rın dışarı, dedi ve onu çıkardılar. 20

Fudayl bin İyaz (rh.):

Müzik ve şarkı zinanın teşvikçisidir, dedi. 21

Şeyh Muhammed Rebhan (h.z.) buyuruyor ki:

Saz, tambur, def, ney ve diğer çalgı aletlerini çalmak, Allah-u Teala’nın emrini tutmamak olur.22

İmamı Birgivi (rh.), buyuruyor ki:

Saz dinlemekten kulaklarını ko-rumalıdır.23

İbn teymiye :

Şarkı ve türkü şeytani duy-guları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir.24

Şarkı; kitap ve sünnette yasaklanmıştır. 25

Şarkı ve müzik aletleri-nin haram olduğu konusun-da icma vardır.26

Çalgı çalmanın haram ol-duğu icma ile bildirildi.27

Dümbelek, ney, saz çalmak ha-ramdır.28

Ney de diğer çalgılar gibi asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks

18 İbn Ebi’d-Dünya19 Beyhaki20 Buhari21 İbn Ebi’d-Dünya 22 Riyadu’n-Nasihin23 Risaley-i Birgivi24 Mecmeğu’l-Feteva25 İmam-ı Kurtubi26 İbn Salah27 Makamat-ı Mazbariye28 Tahtavi’nin şeyhi

etmek caiz değildir.29

Allah-u Teala’nın aşkı ile dolmuş evliyanın bü-yüklerinden olan Mevlana Celaleddin Rumi (rh.) ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki din-lemedi. Ve raks dönmedi. Zikrin kalp ile sessiz olacağını, Mesnevi’de bildirmekte idi. Bu da yine Saadet’i Ebediye’ de geçer.

İlahi, hasta olmayan kalbi yumuşatır, haram olmaz. Çalgı çalmak ise, bütün âlimlerce haram-dır.30

Sıkıntı gidermek için kendi kendine name okumak caizdir. Fakat başkalarını eğlendirmek için okumak caiz değildir. Her çalgı haramdır.31

Keyif ve eğlence için her çalgıyı çalmak ve din-lemek haramdır. İbn Abidin (rh.) buyuruyor ki:

Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, söz birliğiyle haramdır.

Kimya-ı Sadetten rivayet edilen ha-disi, İmam-ı Gazali (rh.)’de aynen

almış:

“Oyun arasında beni öv-meyin, beni övmek, ilahiler-le naatlarla olur. İbadette eğlence, oyun arasında iba-det caiz değildir, haramdır.”

Bazıları bu hadis-i şerife istinaden kadınların şarkı

söylemesinin ve çalgı çal-masının caiz olduğunu söy-

lüyorlar. Söyleyenler cariye idi. Yine söylüyoruz, onlar gayri

dinden idi ve İslam olmamışlardı. Avret yeri erkeğinki gibidir. Sesi de

avret değildir. Hür kadınların sesi de avrettir, saçları kolları da avrettir.32

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır.33

Yukarıda zikredilen hadis-i şerifler fehvasınca ve alimlerin ittifakıyla herhangi bir enstrüman kul-lanmak, müzik dinlemek ve müzikli ilahi dinlemek haramdır.

29 Reddü’l-Muhtar 30 Makamat-ı Mazbariye31 Ahlak-ı Ağlağiye32 Sadıkay-ı Berika33 Fetevay-i Bezaziye

Page 16: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi16

�بغض �لعباد �لى �لله من كان ثوباه خير� من عمله �ن تكون ثيابه ثياب �لانبياء و عمله عمل �لجبارين

Ebu zer (r.a.) rivayet ediyor.“ Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;allah-u Teala kulları arasında en çok buğz ettiği kimse, elbisesi

amelinden iyi olandır.”

Dışına bakılınca nebilere benzer gibi giyinmişler ama yaptıkları işler cebbarca, zalimce günahkarca. Cebbar ne demek: kırıcı, dökücü, zalim kimse.

Öyle zaman gelecek onların giydikleri kuzu derisi olacak, kuzu postunu giyecekler, fakat içleri canavar olacak, kurt olacak.

İçleri canavar olacak, kuzu kıyafetinde kurt-lar. Güler yüz tatlı dil olacak. Her şeye gülecekler tebessüm edecekler, bazen kırılıp üzülecekler. Doğruyu söylemekten imtina edecekler, yalanı söylemekte yarış edecekler. Sormadan fetva verecekler, üç gün ders okuyup üçlerden, yedi-lerden evliya olacaklar.

Hızır Musa (a.s.)’dan kaçmış ama, şeytan kazanına düşenlere gelip yamanmış. Makam mansıp, şan, şöhreti Allah verir. Ama yolda gidene Rabbimin yolu asan ve kolaydır. Gayet açık ve serindir. Bu kuzu postuna oturanlardan, gösteriş budalası adamlardan uzak kalacağız.

- Hocam cübbe giyip sarık takıyoruz.

İyi de çocuklarımız görsün diye. Dışarıda takım elbise veyahut pantolon, gömlek giyeceğiz. Halkla bir olacaksın ama halkın içinde, gurura kibre götürmeyecek şekilde giyineceksin.

Cebbarlar gibi seni tanıyanlara gurur, kibir,

seni tanımayanlara mütevazi oluvereceksin. Ki-mine elverip öptüreceksin, kimisinden el çekip söndüreceksin. Sonra da adını evliya deyive-receksin. Bu işlerin püf noktaları vardır iyi bilirler. Peygamber koltuğuna oturdukları için,

Haram ile hamr şarap tuttu cihanı

Halayık cümle halktan kutlu oldu

yunus gel nasuhu tövbe eyle

Nasuhu tövbenin ucu kutlu oldu.

Diyor Yunus Emre, şimdi tövbe etme zamanı, tövbe edip hakka ve hakikate yönelme zamanı. Peygamber yerine geçen hocalar bu halkın başına zahmetli oldu. Peygamber yerine oturuy-orlar ama faiz helaldi, zina helaldi deyip olmayan şeylerle insanları oyalıyorlar. Lakin gelin görün ki, daha tahareti bilmezler. Tahareti olmayanın ab-desti olmaz, abdest olmayınca namazın olmaz. Bunları açıp ikinci kitabımızdan okuyacaksınız. Bunları kaynaksız konuşmuyoruz. Biz nakkaliz, naklediyoruz.1

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta sohbetleri/4, s;394

HadİSM. DİKKATLİ

Page 17: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi17

Gönül güneşi efendimiz (s.a.v)’ in dünyayı aydınlatmalarının 20. yılı.

İslam’ın nurundan evvel cahiliyenin içinde bulunduğu pis, bulanık sel suyu olanca yoğunluğuyla akmakta, bir sürü insanı türlü şekillerle içine çekip, çamura katmaktaydı. Toplum içinde kan davaları, şiddet olayları, zulüm ve kavgalar, kanlı tartışmalar, kabile savaşları bitmek bilmiyordu. Araplar yalnız Hz. İbrahim (a.s)’den beri hac ayları olarak bi-linen, yılın son ayları Zilkade ve Zilhicce, bir sonra ki yılın ilk ayı Muharrem ve ‘Allah’ın ayı’ olarak hürmet ettikleri Receb ayında kendi aralarında savaşmayı yasaklamışlardı. Zilkade, Zilhicce, Muharrem aylarında savaşmak haram kılınmıştır ki, insanlar Kabe’ ye gelip hac ibadetlerini güven içerisinde emin bir şekilde yerine getirebilsinler. Receb-i Şerif ise umre ayı olduğundan yine aynı sebe-plerle savaşmak haram kılınmıştı. Üstelik ticaretin yoğun olduğu belli başlı aylarda

ortamın bozulmaması, ekonomilerinin et-kilenmemesi için senenin dört ayı bu şekilde adlandırılmış ve herkes tarafından şaşırtıcı bir saygıyla uygulanmıştır. İbadet ve ticaret ayları olarak düşündükleri bu ayları toplum-da iç huzuru bozabilecek her türlü savaş, kavga ve tartışmanın yasaklanmasından ötürü, haram aylar- ‘eşhuru’lHurum’ olarak nitelendirmişlerdir.1

Allah-u Teala’nın Kur’an’ı Kerim’ de2 belirttiği gibi ateşkes hükmünde ki bu aylarda yapılan savaşlara ‘Ficar Savaşları’ denmektey-di. ‘Hak yolunu yarıp nizamından çıkararak gü-naha dalmak, yemininde ve sözünde yalancı çıkmak’ anlamlarına gelen Ficar kelimesi, kötülüğün (fücurun) karşılıklı işlenmesi, yani her iki tarafında günaha girmesi manasında kullanılmıştır. 1İbnHişam, Sîre, s. 1952Tevbe Suresi, ayet 36.

SİyeR-İ NeBİM. DİKKATLİ

Page 18: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi18

Araplar tarihinde Ficar savaşları dört kez meydana gelmiştir. Bu savaşlara bakıldığında tamamının kuru kavgalar sonucunda alevle-nen ve söndürülmez bir şekilde her iki tarafa da büyük kayıplar verdiren cahiliye ateşiyle beslenmiş olduğunu görürüz. Uzun yıllar boyu savaş ortamında olağanüstü hal yaşanmış, ka-bileler arasında nefret ve öfke yayılmış, çok sayıda insan ölmüş, hesapsız maddi ve manevi zararın yanında, Kuzey ve Güney’ de yabancı güçlerin bu durumdan faydalanmasına neden olmuştur.

Bu savaşların birincisinde; Meşhur Ukaz panayırında Kinane kabilesinden bir zatın3; ‘Arabın en şereflisi benim!” diyerek övünmesini hakaret sayarak öfkelenen Havazin kabilesinden bir adamın4 kılıcını çekerek onu yaralamasıyla başlar, iki tarafın adamları arasında sonlanır.

İkinci Ficar savaşı Kureyşliler ile Havazin ka-bilesi arasında olmuştur. Kinane kabilesinden birkaç gencin Ukaz panayırında oturan hicaplı bir kadına sarkıntılık ederek rahatsızlık vermesi üzerine kadının kabilesinden yardım istemesiyle başlar. Ölülerin de bulunduğu rivayet edilen bu savaş karşılıklı barışla sonlandırılmıştır.

Üçüncü Ficar savaşında yine Ukaz panayırında Havazinliler ve Kinaneliler arasında bir alacak meselesi yüzünden çıkan tartışma kan dökül-meden sonuçlanmıştır.

Ukaz panayırında yaşanan dördüncü ve son Ficar savaşında ise Kinaneoğulları ile Havazin (Kays-ı Aylan) kabileleri arasında, Kinâneli Bar-raz b. Kays adındaki adamın Havazin kabilesin-den Urve ismindeki adamı öldürmesi neticesi çıkmıştı. Kureyşliler, Kinaneoğullarının müttefiki bulunduklarından, muharebeye katılmak zo-runda kalmışlardı. Ebu Talib haram ayda olduğu ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için katılmak istemediysede sonunda mecbur kalmış ve katılmıştır. Muharebe sırasında Ebu Talib’in Efendimiz (s.a.v)’i bir iki defa yanına alarak götürdüğü rivayet edilmiştir. Bu dönemde Efen-dimiz (sav)’in yaşı hakkında çeşitli rivayetler bulunmaktadır fakat biz, hicri ikinci yüzyılın ilk yıllarında Siyer alanında derinleşmiş alim İbn-i İshak’ın rivayetini esas alarak Rahmet Nebisinin 20’li yaşlarında olduğunu kabul ediyoruz. Efen-dimiz reşit bir genç olmasına karşın, ne kılıçla ve ne de mızrakla karşı tarafa saldırmamıştır. O sadece cephenin gerisinde amcalarına gelen okları karşılayıp toplayarak onlara lojistik destek vermiştir.5Elbette ki koruyucusu Allah olan Nebi 3 Bedir b. Muaşşir4Uhaymir b. Mazin5İbnHişam, a.g.e., c. 1, s. 198.

(s.a.v) bundan da uzak tutulabilirdi fakat kend-isine merhamet ve sabır çobanlıkla öğretildiği gibi, bu savaşa olan dolaylı katılımlarıyla da ile-ride Hak uğruna komutan olarak yönetecekleri savaşlar için savaş sanatı gösterilmiştir, Allah-u Alem.

Fil tarihinden yirmi yıl sonra yaşanan6 ve sonu gelmeyen bu anlamsız savaş iki tarafın ölülerinin sayılıp ölüsü fazla olan tarafa fazlalık miktarınca diyet verilmesi kararı ile sulha bağlanarak bitirilmiştir.

Savaşlara bakıldığında cahiliyenin karakterini anlamak daha da kolaylaşmaktadır. Birincisinde kibir, ücub, kıskançlık ve öfke; İkincisinde bir kadının örtüsüne ve özeline karşı saygısızlık; üçüncü kavgada alacak- verecek anlaşmazlığı, sözünde durmama, dördüncüsünde de haksız yere adam öldürme, kıskançlık, inat gibi sebe-pler vardır.

Ne var ki sürekli cahiliye adeti, geçmiş zaman çirkinlikleri olarak anlattığımız bu olayların ben-zerleri günümüzde yok mudur? Aksine o gün hicabına el uzatılan, hakaret gören kadın feryat ederek kabilesinden yardım istemiş ve bunun üzerine insanlar müdahaleye geçmişlerdir. Peki ya biz? Asrımızın hangi feryadına kulak kesili-yoruz. Kabile adına bir dayanışma dahi olsa kü-frün karşısında bir nefes gibi durabiliyor muyuz? Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin söyledikleri gibi;

“Küfür tek millettir. Geçmişi, geleceği yok, anlayışı yok.” Fevkinde ve farkında ol-masalar da, şuurunda ve bilincinde olma-salar da bu böyle. Allah’ın kovmuş olduğu şeytan inancınıza saldırıyor, lakin bunu sureti insan olanlarla yapıyor.’ Küfrün değiştiği yok, yaşanılanların değiştiği yok, değişen tek şey ver-ilen tepkiler gibi görünüyor. Yalnız bırakılan, sesi duyulmadığından artık ses bile çıkartamayan Müslümanlar çoğalıyor. Dünyanın her yanından görünen feryat tablolarına karşı bir kabile üyesinin hassasiyetini bile gösteremeyen, Müslümanın izzetini yükseltmeyen;

“Bizim zalimler, sağlam çürük aramaz-lar; ellerine güç verin bir tane Müslümana acımazlar”7 sözüne muhatap mı olacağız yok-sa?

Tarihsel süreç açısından çok güzel bir sıralamayla bize yol gösteren Mevlay-ı zü’l- Celal’e şükürler olsun ki yıllar süren, ayrılıklar ve acılar veren, durmadan gerileten Ficar savaşlarının ardından toplumsal bir yenile-6İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 128; Taberî, Tarih, c. 1, s. 201.7 Abdullah Murad Şükrüoğlu.

Page 19: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi19

meyle, Hak adına ayrım gözetmeden zalime karşı birleşip, ırkına kökenine bakılmadan mazlumun yanında durarak Hılfü’l Fudul adı altında toplanan insanlıkla karşılaşıyoruz.

Son Ficar savaşından çıkılmış Mekke’ de verilen kayıplar karşısında kabileler arası düşmanlıklar artmış, tahammülsüzlük had safhada, kavga çıkması için artık sebep dahi aranmamakta. Halkın içinde durum böy-leyken dışarıdan gelenler için mal- can- na-mus emniyetinden kim bahsedebilir ki? Kendisine gücü verenden gafil yaşayan se-filler, güçsüz gibi gördüklerinin mallarını yağmalıyor, kimse hakkını arayamıyordu. şehrin emniyeti tamamen kaybolmuş, asayiş bozulmuştu.

düşünen, akil insanları harekete geçi-ren son olay da ise Mekke’ nin ileri gelenlerinden as b. Vail, yemen’in Ze-bid Kabilesinden birinin bir deve yükü malını gasbedince yemenli tüc-car, hakkını arayacak bir kapı bulamaması üzer-ine ebu Kubeys dağına çıkarak başına gelen zulüm ve hakareti an-latan bir seslenişle Me-kke halkından yardım istedi.

şerefli geçmişleriyle övünen toplumun geldiği bu hal hassas bazı gönülleri harekete geçirdi. Bu konuda düşünmek ve çözüm üretmek için Mekke’nin hatırı sayılır büyüklerini bir araya getir-meye ilk teşebbüs eden kişi efendimiz (s.a.v)’in amcası Zübeyr8 oldu. Haşimoğulları, Zühreoğulları, esedoğulları, Temimoğulları, abdülluzzaoğulları gibi önemli kabileler da-vete icabet ederek, Beni Temim’den Mekke’ nin itibarlı ve en yaşlısı sayılan Cüd’an oğlu abdullah’ın evinde toplandılar.

Mekke’ de vaktiyle yaşamış Cürhümîler Fadl b. Hâris, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle  isminde (Üç Fazıllar) üç kabile başkanı toplanarak “şehirde, zulme ve tecavüze meydan

8İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 128

vermemek” hususunda yeminde bulunmuşlardı.9

Mekke cemiyet liderleri de geçmişte ki “Fâzıllar” hadisesini hatırlama babında bu topluluğa “Hılf” yemin, “Fudûl” faziletliler manasında “Hılfu’l-Fudûl” ismini verdi. Alınan kararlar doğrultusunda; Mekke’de yerli, yabancı zulme uğramış kimse bırakılmayacaktır. Bundan böyle Mekke’de zulme asla meydan verilmeyecek, za-lime asla müsamaha ve fırsat tanınmayacaktır. Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar, mazlumlarla beraber hareket edilecektir.10

Tarih iyisiyle de kötüsüyle tekerrür ederek ikinci defa kurulan bu cemiyet, cahiliyenin en şerefli anlaşmasıyla aynı topraklar üzeri-nde asayişin sağlanmasında, toplumun kara-

kter kazanmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Görüldüğü gibi bir asrın saadetle anılmasının temelleri çok önceden atılmaya başlanmıştır. Habib-i Kibriya Mu-hammed Mustafa (s.a.v)’in günümüzde kurulan insan haklarını korumak adına kurulmuş sivil toplum örgütlerinin temeli konu-munda ki Erdemliler Birliği hakkında söyledikleri çok şey öğretir nitelikte. Allah-u Teala duymayı, anlamayı, yaşamayı ve yaşatmayı nasib ederek, bir duvarın tuğlaları gibi olan Müslüman birliğini kaldıracak, Ümmet birliğini oluşturacak, nef-esimizi kuvvetlendirecek ameller işlemeyi nasib

etsin. Rasul-i Kibriya Hz. Muhammed (.sa.v)’ in 20’ li yaşlarında katıldığı bu saygın cemiyeti İlahi risalet görevinden sonra da hayırlarla andığı, memnuniyetini bildirdiği ve bizlere de yol gös-termeye devam ederek buyurdukları sözleri ile bitirelim;

“Abdullah b. Cüd’a’nın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bence o ye-min, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha sevimlidir! Ben, ona İslamiyet devrinde bile çağrılsam icabet ederim.”11

9İbnü’l-Esîr, el Kamil Fi’t Tarih. 2/4110İbnHişam, Sîre, c. 1, s. 14111İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 129.

Savaşlara bakıldığında cahiliyenin karakterini

anlamak daha da kolaylaşmaktadır. Birincisinde kibir,

ücub, kıskançlık ve öfke; İkincisinde bir kadının örtüsüne ve

özeline karşı saygısızlık; üçüncü kavgada alacak-

verecek anlaşmazlığı, sözünde durmama,

dördüncüsünde de haksız yere adam öldürme, kıskançlık, inat gibi

sebepler vardır.

Page 20: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi20

TaSa

VV

UF

Z.BİLMEN

Tasavvuf, İnsan İlmidir...

Page 21: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi21

�لهم بارك لنا في رجب و شعبان وبلغناآرمضان

HOŞLANACAK BİRŞEY VARSA, ELHAMDÜLİLLAH.

HOŞLANILMAYAN BİRŞEY VARSA, ESTAĞFİRULLAH.1

Bizi Ramazan Ayına ulaştıran Rabbimize hamd-ü senalar olsun. Recep ve Şaban aylarının bereketinden hakkıyla faydalanamadı isek Rabbimiz afv-u mağfiret buyursun. Amin.

Mübarek üç aylar, bedenimizin ve ruhumuzun, maddi-manevi kirlerinden temizlenme ayıdır. Ramazan ayında bu hal zirveye ulaşır.

‘’Ey insanlar!Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi , Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye size sayılı günlerde farz kılındı…”2 ayet-i celilesiyle oruç farz kılınmıştır.

Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Aziz ve celîl olan Allah “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükafatını da ben vereceğim” buyurmuştur.

Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.

Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.

Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”3

Abdulkadir Geylani (r.h)’in bir ayet ve bir

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadır’dan Satıra Damlalar2 Bakara/1833 Buharî, Savm 9; Müslim, Sıyam 163

hadisten çıkardığı oruç tarifi şöyledir:

Şeriatte oruç, tarikatte oruç, hakikatte oruç. Şeriatin orucu gündüz olunca yemekten içmekten beri olmak ve meşru münasebeti terktir. Tarikatin orucu ise; gece gündüz bütün duyguları haramdan korumaktır. Kötü akla uygun olmayan şeyleri zahirde olduğu gibi batında da terktir. Şeriat orucu muvakkattır, fakat tarikat orucu ebedidir. Ömür boyunca devam eder. Asıl oruç budur. Bu oruçlardan maada bir de hakikat orucu vardır. Bu da kalbi Allah’ın ztından gayrine tapmaktan almaktır. Sır aleminde onun sevgisinden gayrini müşahede etmemektir.Çünkü insan onun için yaratılmıştır.

Bunu Cenab-ı Hak hadisi kudsisinde bizlere şöyle haber vermektedir : ’’ İ nsan benim sırrım, ben de onun sırrıyım’’. Sır ise Allah-u Teala’dan bir nurdur. Ondan gayrine meyli sevmez. Onun için Allah’tan başka sevgili ve rağbet edilecek kimse matlub bu alemde olmaz. Ahrette de olmaz. Buna binaen , ‘’ille seni ille seni’’ denir. Kalbe Allah sevgisinden başkası girince hakikat orucu bozulur. Onu yeniden kaza etmek gerekir. Tekrar Onun sevgisini kalbe daim ve kadim yerleştirmeye say ve gayret etmek lazım gelir.

Necmeddini Kübra (r.h) de orucu şöyle tarif ediyor:

‘Orucun zahir manası olduğu gibi batın manası da vardır. Batın denilince akla kalb, ruh ve sır gelmelidir. Klabin orucu, özünde doğru bulmadığı, fakat aklın cevaz verdiği şeyi kabul etmemesidir.Ruhun orucu , her halinde ruhani kuvvetleri düşünmesidir.Sırrın orucu, her halinde Allah’ın zatından gayri şeylere bakmaktan kendini korumasıdır.

İmam-ı Gazali (r.h)’in İhya’sında arif buyurdukları oruç şöyle:

Page 22: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi22

‘Oruç üç derecedir. Umuma has oruç, orta tabakaya ait oruç ve hassül hasa (üstün vasıflı kullara) ait oruç ki; bunlara sırasıyla avam, has, hassül has tabiri kullanılır. Avamın orucu mideye bir şey göndermemek ve cinsi yakınlaşmadan çekinmek; hassın orucu bunlarla beraber eli, ayağı gözü, kulağı, dil ve diğer duyguları hatadan korumak. Hassül hasa ait oruç ise, kalbi düşük gayretlerden beri etmek, dünyalık düşüncelerden beri olmak, oraya Allahü Teala’nın zatından başka giren bütün duyguları atmaktır.

İsmail Hakkı (r.h) de diyor ki: Zahirde oruç tutanın iftar vakti, gündüzün bitip gecenin başlamasıdır. Orucu kalbiyle tutanların iftar zamanı ise, Hakka vasıl olup, müşahede alemine ermeleriyle başlar.

Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin şu beyitlerinde ifade ettiği gibi;

ZEVK İLE ORUÇ TUTARSAN,

GÖNLÜNDEKİ KÖTÜ DUYGULARI SİLERSİN.

NEFSİM KÜÇÜLÜP, RUHUM BÜYÜYECEK DEYİP ,

BİTMESİN DİYE DUA EDERSİN, oruç, nefsi küçültmek ve ruhu büyütmek ameliyesidir. O da ancak oruç ibadetinin hakikatine vasıl olup, gönülde biriken kötü duyguları silip atmakla olur.

Oruç üç derecedir:

A) Avam’ın orucu

B) Havassın orucu

C) Ahass’ul-Havass’ın orucu

Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.

Havass’ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu orucun keyfiyeti, âzaları günahtan korumakla beraber şu altı şeyle tamam olur;

1. Gözü Korumak; Gözü, çirkin ve istenilmeyen şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve Allah’ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamaktır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Haram bakış, İblis’in zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah’tan korkarak onu terkederse, Allah Teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir iman ihsan eder.”4

2. Dili Korumak; Dilini hezeyan, yalan, gıybet, nemime, fahiş konuşma, galiz konuşma, kavga ve riya ile konuşmaktan korumaktır. Ve aynı zamanda dili sükût etmeye icbâr, Allah’ın zikri ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.4 Hâkim

Page 23: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi23

Süfyan-ı Sevrî şöyle der: ‘Gıybet, orucu bozar’.

Rasulullah (s.a.v)’in devr-i saâdetinde oruç tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve susuzluktan bitkin bir hale geldiler, neredeyse telef olacaklardı. Hz. Peygamberin huzuruna bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için. izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur: ‘Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar’. Kadınlardan birisi, fincanın yarısı kadar katı bir kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde kusarak fincanı doldurdu. Hâdiseyi gören halk, hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında halkın hayretini Rasûlullah şu mübârek sözleriyle gidermeye çalıştı:

Bu iki kadın, Allah’ın kendilerine helâl kıldığı şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat Allah’ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler. Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu halkın kanı ve etidir.”5

3. Kulağı Korumak; Kulağı her haramı işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi haram olan her şeyin işitilmesi de haramdır.

4. Diğer Âzaları Korumak; Diğer âzaları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi. Karnını iftar zamanında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve mânâsız kalır. Haram, dini yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır. Oruçtan gaye, helâlı azaltmaktır.

Çünkü Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder.”6

5. İftarda Az Yemek; İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla buğzedilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse, acaba Allah’ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir? Halbuki iftar sofraları kırk çeşitle doldurulur hale gelmiştir. Oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâya alıştırmaktır. Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, iftarda ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve 5 Buharî ve Müslim6 Nesâî ve İbn Mâce

kuvveti daha da gelişir. O zaman orucundan herhangi bir fayda temin edemez.

Orucun âdâbından birisi de, uyumamaktır. Yani uykuya oruç tutturmamaktır. Açlıkla, susuzlukla nefis safileşir de Kadir gecesi’ni ihyaya hazır hale gelir.

6. İftar Sonrasında Korku ile Ümit Arasında Olmak; Oruçlunun iftardan sonra kalbi korku ve ümit arasında muzdarip olmalıdır. Çünkü orucunun kabul edilip kendisinin Allah’a yakın olanlardan veya orucunun kabul edilmeyip Allah’ın gazâbına maruz kalanlardan olup olmadığını kestirememektedir. Her ibadetin sonunda da böyle olmalıdır.

Ahnef b. Kays’a ‘Sen pir-i fâni bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürmektedir. (Oysa şer’an pir-i fâni olan kimseler, fidye vermek suretiyle oruç tutmayabilirler) neden oruç tutuyorsun?’ denildiğinde şöyle demiştir: ‘Ben, uzun bir sefere hazırlık yapmaktayım. Allah’ın azabına sabretmek, ibadetine sabretmekten daha zordur’.

Bir de Ahass’ul-Havass’ın orucu vardır ki: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp, Allah’tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Onlar daim oruçturlar. “Belirli günlerde oruç tutun” ayetindeki belirli günler, sayısı belli olan ömürdür. Bu sebeple oruç, ömür boyu devam eden bir ibadettir. Bir müminin sevinçle iftar sofrasını bekledikleri gibi o Salih insanlar, sevinç ve özlem içinde ömür orucunun bittiği, ölüm iftarını beklerler. Varisün Nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin şu beyitini fehmetmemiz temennisiyle;

olURSa dÜNyada GÖĞSÜNde İMaN,

aHReTTe GÖRÜRSÜN dİdaRI ayaN.

olMaZSa KaRNINda HaRaM, dİlİNde yalaN,

olUR GÖĞSÜNde İMaN, ÖlÜMÜN SaNa BayRaM.

فى �مان �لله

Page 24: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi24

Page 25: Bizbiriz dergisi 6 sayi
Page 26: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Zev

k ile

oruç

tuta

rsan,

Gön

lünd

eki k

ötü du

ygul

arı s

ilersi

n,N

efsim

küç

ülüp

, ruh

um bü

yüye

cek

deyi

p,B

itmesi

n diy

e dua

eder

sin.

Varis

ün-N

ebi

Abd

ulla

h M

urad

Şük

rüoğ

lu

Page 27: Bizbiriz dergisi 6 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

Bizbiriz Dergisi27

ayınSohbeti

“Rasulleri onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah kullarından

dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir delil

getirmemiz haddimize değil. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.”(11)«Allah bize

yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye ona tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız

eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah>a tevekkül etsinler.»(12) İnkar

edenler peygamberlerine, «Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim

dinimize dönersiniz» dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: «Biz zalimleri mutlaka yok

edeceğiz.» (13) “1

1 İbrahim/11-12-13

Allah-u Teala İbrahim suresi diye halk arasında şöhret bulmuş bu sure-i celilenin 11.12.13 ila ahir ayatını okuyup, anlayıp, hayatımıza tatbik etmeyi, müjdeleyip örnek olmamızı nasip eylesin. Amin…

Bu ayetlerde hitap bütün rasulleredir. Hepsi, ‘biz rasulüz ve sizin gibi bir beşeriz’ diyorlar. Muhammed Mustafa (s.a.v)Efendimiz buyuruyor ki;

“Ben de ancak sizin gibi bir insanım.”2

Enes (ra) anlatmıştır: Üç kişilik bir grup Rasulullah Efendimizin (asm) ibâdetinden sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsayarak şöyle dediler:

2 Buharı, Salât 31; Müslim, Mesâcid 89, 92-94; Ebû Dâvüd, Salât 189-190; Nesâî, Sehv 25, 26; İbn Mâce, tkametıı’s-Salât 129, 133; Müsned, 1, 379, 420, 424, 438.

يطان �لرجيم بسم �لله �لرحمن �لرحيم �عوذ بالله من �لش

اء من قالت لهم رسلهم �ن نحن �لا بشر مثلكم ولكن �لله يمن على من يشآ عباده وما كان لـنآا �ن ناأتيكم بسلطان �لا باذن �لله وعلى �لله فليتوكل �لمؤمنون

ا �ذيتمونا وعلى )١١( وما لـنآا �لا نتوكل على �لله وقد هدينا سبلنا ولنصبرن على مآ �لله فليتوكل �لمتوكلون )١٢( وقال �لذين كفرو� لرسلهم لنخرجنكم من �رضنآا �و

ى �ليهم ربهم لنهلكن �لظالمين لتعودن في ملتنا فاوحآ

Page 28: Bizbiriz dergisi 6 sayi

-“Rasulullahın (asm) yüce mevkiinden kendimize bakacak olursak biz neredeyiz? O’nun geçmiş ve gelecek günahları bile bağışlanmıştır.” Onlardan birisi:

-“Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç uyumayacağım.” dedi. Diğeri:

-“Ben bayram günlerinden başka tüm seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara vermeyeceğim” dedi. Öbürü:

-“Ben de kadınlardan ayrı bir yere çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi.

Resûlullah Efendimiz (asm) gelince bunları çağırttı ve dedi ki:

-“Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Haberiniz olsun; Allah’a and olsun ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınızım ve sizden daha çok takvâ sahibiyim. Fakat ben bazan oruç tutar, bazan ara veririm. Geceleri namaz da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”3

Bir başka hadis-i şerifinde de Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) şöyle buyuruyor;

“Ben de senin gibi anası kuru ekmek yiyen bir insanım demiştir.”4 Demiyor ki benim annem şöyle idi, babam böyle idi. Annem böyle uçardı, babam böyle kaçardı. Rasulullah (sav) efendimiz sadece Allah’a kulluğuyla övünmüş. Ne hikmet-i hüda bugün bizimkiler beşer sıfatından soyunmak için sonsuz bir çaba, bir gayret içindeler. Yaptıkları ibadetleri ve yahut hayırları reklam kuşağına nasıl sokabiliriz düşüncesindeler. O zaman da ibadetlerimizden verim alamıyoruz. Yaptığımız bir ibadeti yahut bir iyiliği Allah rızası için değil de, sırf ‘yaptı’ desinler diye yapmaya gayret ediyoruz. Halbuki bakın Allah-u Teala ne diyor; “Allah kullarından dilediğine nimetini ihsan eder”. Demek ibadet etmek bir nimet, iman etmek en büyük nimet. Allah verdiği nimetleri elimizden almasın. Amin. Bizi iman nimetiyle nimetlendirdiği için Allaha ne kadar hamd etsek, ne kadar övgü ve sena da bulundursak azdır. Çünkü kendini övdürten, bizden sena ettiren muhakkak ki o yüceler yücesi Allah’tır. Biz hakkıyla ibadet edemeyiz. Hakkıyla zikretmeye kalksak edebilir 3 Nevevî, R. Sâlihîn, 143.4 İbn Mâce, Etıme 30.

miyiz? Güç ve takat yetiremeyiz. Halbuki Allah, “müminler hep Allah’a güvensin” buyuruyor. Müslümanlar Allah’ı tanımıyorlar, Allah’a dayanmayıp, güvenmiyorlar. Allah’a dayanıp, güvenmek nasıl olur? Onu böylece Rasullerden öğrenmemiz gerekmiyor mu? Allah’ın Nebilerine, Rasullerine, Allahın sevdiği kullar zümresine bakıp onlardan öğreneceğiz değil mi?

لقد كان لكم في رسول �لله �سوة حسنة لمن كان يرجو� �لله و�ليوم �لاخر

.وذكر �لله كثير�“Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için;

Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”5

O Rasulde bizim için güzel örnekler vardı. Allah’ı vekil eden bir Nebiyi görüyoruz Sevr mağarasında. Hep anlatırlar o hicret anını. Ne demişti arkadaşına;

تنصروه فقد نصره �لله �ذ �خرجه �إلا �لذين كفرو� ثاني �ثنين �ذ هما في �لغار �ذ يقول لصاحبه لا تحزن �ن �لله معنا فانزل �لله سكينته عليه و�يده بجنود لمفلى تروها وجعل كلمة �لذين كفرو� �لس.وكلمة �لله هي �لعليا و�لله عزيز حكيم

“Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle berâber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”6

Bir dostuyla beraber üçüncüleri Allah. Allah’a dayanıyordu. Muhammed Mustafa 5 Ahzab/216 Tevbe/40

Bizbiriz Dergisi28

Page 29: Bizbiriz dergisi 6 sayi

(sav) mağaraya değil, mağaranın sahibine, Allah’a sığınıyordu. Allah dilerse kulunu bir örümceğin ağıyla korur. Aslında en zayıf ev örümceğin evidir. Onunla Müslümanları örter de bütün kafirlerin gözünden gizler. Siz dünya mağarasına sığının. Gayret edin, sebeplere tevessül edin. Yalnız sebeplerin de yaratıcısının Allah olduğunu bilin. Tevekkül edin. ‘Euzü’ deyip sığınacaksın. Kime? ‘Billahi’ o Allah’a sığınacaksın. Pekiyi Allah’ı bilmeden, tanımadan, o sahibe nasıl sığınacaksın? Nasıl tanıyacaksın Hakimler Hakimi, Yüceler Yücesi Rabbi? Cumhurbaşkanı’yla görüşmek istersen ne yaparsın? Danışmanından randevü alırsın değil mi? Televizyonun olmadığı bir köyün ahalisi cumhurbaşkanını yanında görse, tanımaz değil mi? Tanımaz adam ne bilsin ki, nerden bilsin? Bizler o Rasulü tanımadan Allah’ı nasıl tanıyacağız o zaman? Allah-u Teala öyle buyurmuyor muydu?

�يحسب �لانسان �ن يترك سدى“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı

zanneder.”7

Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor! Hepimizin bir sahibi var. Sahibini tanımadan, sahibini bilmeden, sahibine ulaşmadan sahibine sığınıyor. Nasıl olacak? Önce vekili tanımak lazım. Bak sen sahibini tanımaya geldin buraya. Sahibini tanırsan güzel olacak. Hoş olacak. Sahibini tanırsan Allah-u 7 Kıyame/36

Teala seni güzellerden edecek. Sahibi bilince kıyameti beklemeye gerek yok. Cennette bir yer bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da oraya gitsem’ diyeceksin. Sahibini tanıyan, tevekkül eder. Allah-u tealayı bilen insan, bilir de öyle yönelir. Ya bilmeden Allah’a nasıl yönelir? Allah’ı bilmek, Allah’ı bilenleri bilmekle olur. Bir devlet dairesin de dahi işini yaptırırken tanıdık ararsın, bir makamla görüşmek için aracı sokarsın da en büyük makama ulaşmak için neden aracı aramazsın? Bir nüfus dairesine gitsen yahut hastaneye bir çaycı senin işini görür değil mi? Çaycı, odacı seni istediğine ulaştırır. Allah’ın seçtiği, velisi niye seni Allah’a ulaştırmasın? Bu çaycıyı, odacıyı Allah seçer. Sahip seçer. Sen sahibi onunla tanıyacaksın. Allah’ı vekil ederken ‘bi hurmeti Habib-i Kibiriya’ demiyor musun? Diyemez misin?

Ebu Sait El Hudri’den (r.a) Muhammed (s.a.v.) buyuruyor;

“Kim evinden namaza çıktığında Allah’ım senden istenilen hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı için, ‘allahüme inne esellüke bi hakkı sailin’ istiyorum derse” denilmiştir.8

Hz Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre Muhammed (s.a.v) buyurmuş ki;

Adem (as) günah işlediğinde başını semaya kaldırdı; “Ey Allah’ım Muhammed hakkı için beni bağışlamanı istiyorum. “esellüke bi Hakkı Muhammedin İlla ğafareli” dedi. Allah ona; “Muhammed kimdir?” diye vahyetti. Adem (as); “Beni yarattığın zaman başımı arşına kaldırdığımda orada Allah’ tan başka ilah yoktur Muhammed onun Resulüdür. La ilahe İllallah Muhammedün Resulullah yazılı olduğunu gördüm” dedi.

Osman b. Huneyf (ra)’ten şöyle rivayet edilmiştir: Gözleri âmâ olan bir adam Rasulullah (asm)’a gelerek;

-“Allah’ın beni afiyete kavuşturması (gözlerimin açılması) için duâ et!” dedi. Rasulullah (asm) da;

-“Eğer istersen duâ edeyim, eğer istersen (sana yapacağım duâyı) tehir edeyim. Bu senin için daha hayırlıdır” dedi. Adam;

-“Duâ et!” dedi. Rasulullah (asm) ona 8 İbni Mace; cilt 1, sayfa 256, Ahmet bin Hanbel; cilt 3, sayfa 21, Müsned; cilt 1, sayfa 299, Taberani, Hakim Ebu Tirmizi, İbn Nuaym, Beyhaki, İbn Asakir

Bizbiriz Dergisi29

Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor! Hepimizin bir sahibi var. Sahibini tanımadan, sahibini bilmeden, sahibine ulaşmadan sahibine sığınıyor. Nasıl olacak? Önce vekili tanımak lazım. Bak sen sahibini tanımaya geldin buraya. Sahibini tanırsan güzel olacak. Hoş olacak. Sahibini tanırsan Allah-u Teala seni güzellerden edecek. Sahibi bilince kıyameti beklemeye gerek yok. Cennette bir yer bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da oraya gitsem’ diyeceksin. Sahibini tanıyan, tevekkül eder.

Page 30: Bizbiriz dergisi 6 sayi

güzelce abdest alıp, iki rekât namaz kılmasını ve şöyle duâ etmesini emretti:

-“Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet nebisi olan Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi için senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ım onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle.”9

Rasulullah (asm)’ın amcası Ebû Talip, nübüvvetten önce yağmur duâsına Rasulullah’la çıkıp onu vesile yapmıştı. Daha sonra müşriklere karşı Rasulullah’ı müdafaa ederken bir şiir söyleyerek onu methetmiş ve “Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur istenir” )بوجهه �لغمام )يستسقي demişti. Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz. Ebû Bekir (ra) çokça söylerlerdi.10 Garip olan şu ki, Ebû Talip iman etmemiş olduğu halde bir hakîkati görmüş ve ifade etmiş, fakat Rasulullah’a ümmet olmuş bazı şahsiyetler bu hakîkati göremiyorlar. Yukarıdaki ifadeler sahâbelerin Rasulullah’ı vesile etmekte hiçbir mahzur görmediklerini ifadeye kâfidir. Bunu teyit eden başka bir hadis başta Buhari’nin rivayet ettiği Hz. Ömer’le ilgili hadistir.

Enes (ra) şöyle demiştir: Ömer b. Hattab (ra) kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i vesile ederek yağmur istedi ve;

-“Allah’ım! Biz sana Rasulullah (asm) ile tevessül eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi) sana Rasulullah’ın amcasıyla tevessül ediyoruz. )نتوسل �إليك بعم نبينا(, bize yağmur ihsan eyle” dedi. Enes (ra) der ki; bu duânın ardından Allah yağmur ihsan etti.11

“O Rasul size neyi emrettiyse onu alın, neyden nehyetti ise ondanda sakının” diye buyurdu Allah, o zaman Allah’ın Rasulü buyurdu niçin almıyorsun! Alimlere de, Alimim diyenlere de Allah hidayet bahşeylesin. Allahu yehdik! Allahu yehdik! Amin. Hz Ebubekir (r.a.)’ın duasına bakalım. Bizler ondan daha takvalı değiliz değil mi?

Rasûlullah (asm) Hz. Ebubekir’e şöyle dua etmesini öğretmiştir:9 Ahmed c.4, s.138, Tirmizi c.5, s.569, İbn Mace c.1, s.44110 Ahmed C.1, s.7, Musannef İbn Ebi Şeybe C.6, s.353, Bezzar C.1, s.12811Buhari c.1, s.342, c.3, s.1360 (Bu hadis Beyhaki, İbn Huzeyme, Taberâni, İbn Hibban ve başkaları tarafından da rivayet edilmiş sahih bir hadistir.)

Ey Allahım! Nebi’n Muhammed’in hürmetine, dostun İbrahim’in hürmetine, kurtardığın (veya seninle konuşan) kulun Musa hürmetine, kelime ve rûhundan olan İsâ hürmetine, Musa’nın Tevrat’ı, İsâ’nın İncil’i, Dâvud’un Zebûr’u ve Muhammed’in Furkan’ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bütün vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bütün kazâ ve kaderin hürmetine, senden isteyip dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yaptığın zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmetine veyâ hidâyet ettiğin sapığın hürmetine ihtiyacımı senden istiyorum. (Beni mahrum eyleme). Musa’ya inzâl buyurduğun isminin hürmetine, kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan büyük isminin hürmetine, yeryüzünün karar bulması için, üzerine koyup da onda muvazeneyi temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine konup onların istiklâle kavuşmasını temin eden isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup onlarda istikrarı temin ettiren isminin hürmetine, o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte onun hürmetine, senin Tuhûr, Tâhir, Tahhâr, Samed ve Vitr isimlerinin hürmetine, o mübârek ismin ki, Kitabında senin nezdinde apaçık nûrdan inzâl buyurulmuştur, onun hürmetine. O ismin ki, gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nûrlanmasına vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu koymuş, gecenin kararmasına vesile olmuştur, onun hürmetine, senin azamet ve kibriyânın, kerîm zâtının hürmetine, senden bana Kur’an ile onun bilgisini ihsân buyurmanı ister ve o bilgiyi etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz bir şekilde karıştırmanı senden dilerim ve bütün bunların hürmetine senden isterim ki, kuvvet ve kudretinle benim vücudumu kendi yolunda çalıştırasın. Çünkü günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Allah!12

12 İbni Hibban

Bizbiriz Dergisi30

Page 31: Bizbiriz dergisi 6 sayi

NeFeS GİBİ

Adını anmak isterim,

Çekeyim tesbih gibi,

Düşünmek isterim hep seni,

Hem divane deli gibi.

Görseydi gözlerim cemalini,

Düşünmezdim senden başka seni,

Gezseydim yedi düveli,

Hem divane deli gibi.

Hissetsem nefesini yüzümde,

Isıtsan güneş gibi

Sen yetersin, sen bana,

Bir yudum su, bir nefes gibi.

ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU

Page 32: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi32

SaHaBe-İ GÜZİN

İstanbul’un manevi sahibi şerifi

eBU eyyÜB Halid BiN Zeyd el–eNSaRÎ

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Halkımız, onu kısaca Eyüb Sultan diye bilir ve anar. İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri onun adını taşır. Özellikle de mübarek gün ve gecelerde türbesi ve camii müminlerle dolar taşar. Rahmetli Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi, bir vaazında der ki: “Tanıdığım bir Müslüman var. Eyyüb Sultan’a hiç sırtını dönmez. Uzak yakın ne tarafından geçse, mutlaka ona yüzünü döner, Fatihasını böyle okur; saygısını tam yapmaya çalışır... Siz de o zat gibi yapın. Bu büyük ve çok değerli sahabenin kıymetini bilin.” Onu dinleyenlerden biri, bu fevkalâde saygılı kişiyi merak etmiş ve onun kim olduğunu sormuş. Hocaefendi ise, “Kim olduğu mühim

değil. Siz yaptığını yapın, sahabeye gösterdiği saygıyı gösterin yeter” demiş ama, adamcağı-zın merakını giderememiş... “Hocam” demiş, “lütfen tanıtın bu nezaket ve vefa timsali adamı bize...” Hocaefendi, ne dediyse durduramamış adamı... Sonunda; “Evlâdım, tanıyıp da ne yapacaksın ki?” diye sormuş. Adamcağız da, “Peygamberimizin Sahabesine bu hürmeti yapan adamın, tutup ellerinden öpeceğim” demiş. Bu cevap üzerine Cemal Öğüt Hoca,”Peki, öp öyleyse” diyerek uzatıvermiş elini... Bu hatırayı anlattığımda, toplantımızda bu-lunanlar, “Hocam, bir de sizden dinleyelim o büyük Sahabe yi” dediler.

Page 33: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi33

Ben de, o güzel gönüllü insanları kırmadım tabii ki... Onlara anlattığımı sizlerle de paylaşmak isterim:

SaHaBeNİN BÜyÜKleRİNdeNdİR Yani Efendimizden ders alma şerefine ermiş bah-tiyarlardandır. İslâm’a ilk giren Medinelilerdendir. Peygamberimiz daha Mekke’de iken, Medine’den gelerek O’na bağlılıklarını bildiren 70 kişiden bi-riydi. Güzeller Güzeli Medine’ye hicret edince, bütün Müslümanlar O’nu misafir etme şerefine ermek için yarıştı. Peygamberimiz hiç birini kırmamak için, devesini serbest bıraktı. Deve, kimin evinin

önünde durursa, Efendimiz onun misafiri olacak-tı. Herkes büyük bir heyecan içinde devenin peşine düştü. Nihayet, en çok sevinen Ebu Eyyüb oldu. Çünkü Efendimizin devesi onun evinin önüne çökmüştü. Peygamberimizin mescidi ve evi yapılıncaya ka-dar, altı ay Ebu Eyyüb’ün evinde misafir oldu. Misafirliği süresince, Efendimizi rahat ettirmek için büyük çaba sarfetti. Kendisi ve eşi, evin üst katında, Efendimiz ise alt kattaydı. Yukarıdan toz, ya da su dökülür korku-suyla endişe ediyorlar ve uyuyamıyorlardı. Nitekim bir gece, testileri kırıldı ve su döküldü. Aşağıya sızmasın diye suyun üzerine yorganlarını bastırdılar.

Page 34: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi34

* * * Bir gece Ebu Eyyüb hazretlerinin uykusu kaçtı ve kendi kendine şöyle dedi: “Biz Resulullah’ın üzerinde geziniyoruz ha!” O gece üst katta uyuyamadılar. Sabahleyin duru-mu Efendimize anlattılar. Güzeller Güzeli, “Alt kat benim için daha uygun” buyurdu. Ebu Eyyüb ısrar etti ve dedi ki: “Hayır! Sizin alt katta olduğunuz bir evde ben uyuyamam...” Bunun üzerine Peygamberimiz üst kata taşınma-ya razı oldu. * * * Ebu Eyyüb radıyâllahû anh, Efendimizin döne-minde Bedir dahil bütün savaşlara katıldı. Efendimizden sonra da, ömrü cihad meydanla-rında geçen bir kahramandı. Ancak asıl kahramanlığı, Efendimize gösterdiği misafirperlikte ve cömertlikte idi. Bir gün, Hazreti Ebu Bekir, çok sıcak bir öğle vakti Efendimizin mescidine geldi. Hazreti Ömer de oradaydı. “Ey Ebu Bekir, niçin bu saatte buradasın?” diye sordu. “Açlıktan” dedi. “Artık dayanamayacağım kadar acıktım.” Hazreti Ömer, “Yemin ederim ki, ben de aynı se-bepten buradayım” dedi. Tam o sırada, bir de baktılar ki, Efendimiz sallâlla-hu aleyhi ve sellem de orada... O vakitte niçin dışarıda olduklarını sorunca da, günlerdir hiç bir şey yemediklerini söylediler. Güzeller Güzeli, kendisinin de aynı durumda ol-duğunu söyledi ve “Haydi kalkın, gidelim” buyur-du. Ebu Eyyüb’ün kapısına kadar yürüdüler. Orada evin hanımefendisi vardı. Misafirlerini görünce çok sevindi. Onları, “Allah’ın Peygamberi ve beraberindekiler hoş gelmiş” di-yerek karşıladı. Efendimiz, o eve hep belli bir vakitte gelir ve Ebu Eyyüb’ün kendisi için hazırladığı yemeği yerdi. O

gün Peygamberimiz aynı vakitte gelmeyince, Ebu Eyyüb hazırladığı yemeği çocuklarına yedir-miş ve çalışmak için evinin arkasındaki hurmalığı-na gitmişti. Güzeller Güzeli, “Ebu Eyyüb nerede?” diye sordu. Bu en güzel ses, sorulana kadar ulaştı. Ebu Eyyüb, koşarak geldi, misafirlerini selâmladı. Sonra da, “Ey Allah’ın Elçisi, her günkü vakitte gelmediniz?” dedi. “Evet, öyle oldu, doğrusun” buyurdu Efendimiz... Bu cevap üzerine, Ebu Eyyüb koşarak gitti ve hem kuru, hem yaş, hem de olgun hurmalar bu-lunan bir salkımı koparıp getirdi. Peygamberimiz bu salkımı fazla buldu ve “Ben bu kadarını istememiştim; bize biraz kuru hurma toplayıver, yeter” buyurdu. Ebu Eyyüb ise, “Ey Allahın Elçisi! Hurmanın bütün çeşitlerinden yemenizi istemiştim. Ayrıca sizin için bir de keçi keseceğim” dedi. Efendimiz onu uyardı ve “Sakın, süt veren hayva-nını kesme” buyurdu. Ebu Eyyüb keçiyi keserken, hanımına da şöyle seslendi: “Sen ekmek yapmakta ustasın. Bize biraz hamur yoğurup ekmek pişirir misin?” Kendisi de, etin yarısını haşladı, yarısını da kızart-tı. Yemek hazırlanıp misafirlerin önüne konul-muştu ki, Efendimiz, etten bir parça koparıp bir ekmeğin üzerine koydu ve şöyle buyurdu: “Ey Ebu Eyyüb! Bunu kızım Fatıma’ya gönder. Zira böyle bir yemeği günlerdir yememiştir.” Yemekten sonra, Güzeller Güzeli, “Ekmek, et, kuru hurma, olgunlaşmamış hurma, olgun hurma...” dedi ve ağlayarak şöyle devam etti: “Canımı elinde tutan Allah’a andolsun ki, kıyamet günü bu nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” Bu sözünün oradakilere ağır geldiğini gören Efendimiz, şu açıklamasıyla onları rahatlattı: “Böyle nimetlere ulaştığınızda BİSMİLLAH deyi-niz. Doyduğunuzda ise, bize nimetlerini fazlasıyla veren Allah’a hamdolsun deyiniz. EL HAMDÜ LİLLAH... Böyle yapmanız bu nimetlerin karşılığı-dır.”

Page 35: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi35

İSTaNBUl SURlaRININ ÖNÜNde eyyÜB–el eNSaRİ Ebu Eyyüb radıyAllahu anh Emeviler zamanında, İstanbul’u fethe çıkan ordu içinde de yer almıştı. İstanbul o zaman, Kostantiniyye adıyla Bizans İmparatorluğu’nun başkenti idi. Yaşı sekseni çoktan geçmişti ama ruhu, fethi müj-deleyen hadis–i şerifle gepgençti. Şehrin kuşatılması sırasında bir Mücahid, büyük bir cesaretle Bizans askerlerinin içine kadar gir-mişti. Dönüp geldiğinde bazı arkadaşları, “Niçin canını tehlikeye attın? Dediler. Ebu Eyyüb onlara döndü ve dedi ki: “Ey insanlar! Kendinizi tehlikeye atmayınız ayeti-ni, böyle yanlış yorumluyorsunuz. Bu ayet, biz Ensar hakkında gelmişti. İslamiyet güçlenip yardımcıları çoğalınca, bizler Resulûllah’tan gizli olarak, aramızda şöyle konuş-tuk: ‘Epeydir mallarımıza bakamayıp ziyan ettik. Artık onların başında dursak da yeniden daha verimli hale getirsek...’ Bu konuşmamız üzerine, Yüce Allah Bakara Suresinin şu ayetini indirdi: ‘Allah yolunda mallarınızı harcayın, (cimrilik yapa-rak) kendinizi tehlikeye atmayın!’ Anladık ki tehlike, cihadı bırakıp mallarımızla meşgul olmakta idi.” İşte bu inancın sevdalısı olan Ebu Eyyüb’ün bü-tün ömrü, Allahyolunda cihad ile geçmiştir. O adeta Allahiçin cihada doyamayan bir gönlün sahibiydi. Bu sebepledir ki, İstanbul kuşatması sırasında hastalığı ağırlaşınca, şöyle demişti: “Eğer ölürsem, beni de yanınızda götürünüz. Düşmana karşı saf tuttuğunuz yerde ayaklarını-zın altına gömünüz.” Ebu Eyyüb’un bu dileği yerine getirildi ve o Kostantiniye yi kuşatan surlara en yakın bir yere defnedildi. Orada Peygamber müjdesinin şanlı bir bayrağı olarak halâ dalgalanmaktadır. * * * O tarihten sekiz asır sonra, 1453 yılında, Kostantiniyye son defa kuşatıldı. 21 yaşındaki

delikanlı kumandan, bir gün hocası Akşemseddin’e başvurup bu kutlu işaretin bulun-masını istedi. Zira askerin, coşkun bir fetih hamlesi için böyle bir manevi güce ve moral kaynağına ihtiyacı var-dı. Ak Şeyh, kalp gözüyle baktı, yalvarıp yakardı, ağladı, sızladı ve sonunda sekiz asır sonra Ebu Eyyüb’ün mezarını buldu. Bu haber, askeri heyecana getirdi. Ebu Eyyub sanki yeniden dirilip askerin başına geçmiş ve Efendimiz in fetih müjdesini ilk ağızdan bir daha ilân etmişti. Kostantiniyye İstanbul olunca, mezarı yeniden düzenlenmiş ve padişahlar orada kılıç kuşandık-tan sonra tahta çıkmışlardır. Günümüzde de, Eyyüb Sultan ziyaretçisi en çok olan mekândır. İstanbul da Efendimizin temsilcisi, fethin manevi mimarı ve şehrin hamisi, sahibi ve duacısıdır. Bu gerçeği, Padişah Sultan Mahmud’un kızı Adile Sultan şöyle ifade etmiştir: Yetmez mi bu şehrin halkına bu nimet–i Bari Resul–ü Ekrem’in Yarı Eba Eyyübel Ensari. ebu eyyüb’de CİHad Ve İlİM aşKIÖzellikle de, Efendimizden duyduğu bir hadisi doğru nakletmek uğruna nasıl bir zahmete kat-landığını bilmek, insanı hayrete ve hayranlığa düşürüyor. Bir defasında, Medine’den kalkıp Mısır’da oturan Ukbe bin Amir’in yanına gitmiş ve ona sormuştu: “Bir müminin ayıbını örtmekle ilgili Resulûllah’tan duyduğun hadis nasıldı?” Ukbe bin Amir de, hadisi söyledi: “Kim dünyada bir müminin gizli kalmış bir suçu-nu örterse, Allahda kıyamet günü onun suçunu örter.” Ebu Eyyub bu hadisi öğrenir öğrenmez, bineğine atladığı gibi Medine’nin yolunu tuttu ve öğrendi-ğini oradakilere de öğretti. * * * Ebu Eyyüb radıyâllâhu anh peygamberimizin sağlığındaki Medineli beş hafızdan biriydi.

Page 36: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi36

Efendimizden de birçok hadis nakletmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: “Resûlûllah Mirac gecesi göğe yükselip dolaşır-ken, Hazreti İbrahim’in bulunduğu kata varmıştı. Hazreti İbrahim dedi ki: “Ey Muhammed! Ümmetine emret de, çokça Cennet fidanı diksinler. Çünkü oranın toprağı gü-zel, yeri geniştir.” Resûlûllah “Cennet fidanı nedir?” diye sordu. Hazreti İbrahim de, “Lâ hâvle velâ kuvvete illâ bil-lâh sözüdür” dedi. * * * Ebu Eyyüb hazretleri anlatıyor: Bir adam, “El hamdü lillâhi hamden kesiren tayyi-ben mübareken fihi” –İçinde bereket bulunan iyi bir hamd ile Allah”a çok çok hamd olsun– dedi. Resûlûllah, bu sözü kimin söylediğini sordu. Sözü söyleyen kişi, yanlış konuştuğunu sanarak korkup sustu. Efendimiz “O kimdi; doğruyu söylemişti” buyur-du. Bunun üzerine, sözün sahibi, “Bendim ey Allah’ın Elçisi! Hayırlı olacağını düşünerek söylemiştim” dedi.

Peygamberimiz de, şu cevabı ile o kişiyi sevindir-di: “Ruhumu kudret elinde tutan Allah”a and olsun ki, on üç melek gördüm. Hepsi de senin bu sözle-rine doğru koşuyorlardı. O sözleri, hangisi Allah katına yükseltecek diye yarışıyorlardı.” * * * Ebu Eyyüb hazretleri der ki; “Ne zaman Efendimizin arkasında namaz kıldımsa, onun na-mazdan sonra şu duayı yaptığını işittim: “Allah’ım! Bütün hata ve günahlarımı affet. Allah’ım, beni yükselt, eksiklerimi gider, beni gü-zel amellere ve güzel ahlâka eriştir. Onların güzel olanlarına rehberlik edip, kötü olanlarından koruyacak olan ancak Sen’sin” NaMaZEbu Eyyüb hazretleri, evinde namaz kılarken, aile fertlerinin sessiz olmalarını istemezdi. Derdi ki, “Ben zaten namazda iken, sizin söylediklerinizi işitmiyorum.” Hatta bir defasında, o namaz kılarken mescidin duvarı yıkılmıştı da, mübarek Zat’ın bundan ha-beri bile olmamıştı.

Page 37: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi37

MÜSlÜMaN BİlİMadaMlaRI

endülüs’te yetişen büyük botanik âlimi ve eczacı

ebu Muhammed abdullah bin ahmed bin el-Baytar

Endülüs’te yetişen büyük botanik âlimi ve eczacı. İsmi, Abdullah bin Ahmed el-Mâlikî olup, künyesi Ebû Muhammed’dir. Lakabı Aşşâb’dır. Endülüs’ün bir sahil şehri olan Mâlika’da 1197 yılında doğduğu rivayet edilir. Doğum târihi kesin belli değildir. Babası mütehassıs bir baytar yâni veteriner idi. Bu yüzden İbn-i Baytar adıyla meşhûr oldu.

İbn-i Baytar, İbn-i Rûmiyye diye bilinen meşhûr âlim Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muhammed’den ilim öğrendi. Hocası ile beraber Sevilla çevresinde bitki numûneleri toplamak için dolaştı. Yirmi yaşlarından itibaren; Yunan, Rum ve islâm alemindeki beldeleri dolaştı ve çeşitli otların hususiyetleri hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olan müslüman ve gayr-i müslim bilginlerle görüştü. Gezip gördüğü yerlerdeki bitkileri yerlerinde inceledi. İncelediği bitkinin ayrıca yetiştiği beldeyi ve toprağı, o bitkinin büyümesinde te’siri olan diğer durumları tetkik etti. Bu seyahatine Kuzey Afrika’dan başladı. Fas, Tunus, Cezayir, Trablus civarında araştırma yaptıktan sonra, deniz yoluyla Antalya civarına gitti. Daha sonra İtalya ve Yunanistan taraflarına giderek buralarda uzun müddet konusuyla ilgili araştırmalarda bulundu. Arabça’ya kısmen

Talebelerin kolayca istifâde

edebilmesi ve kitapta aradığını

çabucak bulabilmesi için,

eserimi alfabetik olarak

düzenledim. Her ilâç hakkında,

önce ve sonra gelen âlimlerin

o ilâçla ilgili yaptığı hatâları

yazdım. Şimdiye kadar yanlış

kullanılan veya sâdece kitaplara

dayandıkları için tabibler

tarafından hatalı kullanılan

ilâçları tek tek bildirdim. İlâçların

muhtelif dillere göre isimlerini

bildirerek onların bulunduğu

memleketlerdeki bilinen mahallî

isimlerini de zikrettim”.

FARUK KUL

Page 38: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi38

yanlış olarak geçmiş olan bitki isimlerini düzeltti. Sonra Mısır’a gitti. Eyyûbî meliklerinden Melik Kâmil’den izzet ve ikram gördü ve Mısır’daki botanik âlimlerinin başına getirildi. İbn-i Baytar, daha sonra aynı sultanla Şam taraflarına gitti. Orada da bitki çeşitlerini toplamaya başladı. Melik Kâmil’in vefatı üzerine Mısır’a giden İbni Baytar, kısa bir süre sonra tekrar Şam’a döndü. Bitkiler üzerindeki araştırmalarına Suriye ve Anadolu’da devam ederken, 1248 (H. 646) senesinde Şam’da vefat etti.

İbn-i Baytar, kendisinden önce yaşamış Dioskorides, Calinus, Hipokrat, İbn-i Sina, Gâfikî gibi birçok bilgin tarafından yazılan eserleri çok iyi bir şekilde inceleyip bunlara şerhler yazdı. İbn-i Baytar; deney, gözlem ve tetkikleri neticesinde bir konu hakkında sonuca varmasıyla meşhûr oldu. Tedkik ettiği hususlarda, o mevzu ile alâkalı nakillerin doğruluğu ve güvenilirliğini iyice araştırdı. Böylece, botanik ilminin gelişmesine bu araştırma ve görüşleri ile pek çok te’sirleri oldu. Otların hususiyetlerini çok iyi bilirdi. Bitkileri incelemek suretiyle çok güzel ilâçlar yaptı.

İbn-i Baytar, ayrıca tarlada yetişen ve mahsûllere zarar veren otları datedkik eden ilk âlimdir. Bu sebeble muhtelif nevilere ait kolleksiyonlar yaptı. Günümüze kadar devam eden ve hâlâ kullanılan bitki kolleksiyonları yapma fikri ona aittir. Eserlerinde bin dört yüz kadar bitkiyi tek tek inceledi. Bunlardan hangi ilâçlar yapılabileceğini tedkik etti. Bu ilâçların kimyevî yapılarını ve hastalıkları önlemedeki te’sir derecelerini en ince teferruatına kadar anlattı. Bir liste hâlinde sunduğu bu bitki ve ilâçların üç yüz tanesi tamamen kendi keşfiydi. Bu ilâçların ve bitkilerin tedâvîde nasıl kullanılacağını anlatırken, kendi deneylerini de ilâve etti. İbn-i Baytar, ayrıca hayvanlar üzerinde de araştırmalar yaptı. Ehlîve vahşî hayvanlar hakkında bâzı tasniflerde bulundu.

İbn-i Baytar, tedkik ettiği hususların nakillerinde çok dikkatli olup, bir ilâcı, diğer bir ilâç ile mukayesede çok gayretli idi. Yaptığı çalışmalar, eczacılık ilmine çok faydalı oldu. Bu alanda yazdığı eserler asırlarca müracaat kaynağı olarak kullanıldı. Çünkü onun eserleri yüksek bir ilmî değere hâiz olduğu gibi, köklü ve detaylı bilgileri içerisinde bulundurmakta idi.

İbn-i Baytâr’ın inceleme ve araştırmalarını topladığı eserlerinden iki tanesi günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlar;

1-Kitâb-ül-Câmî fi edviyet-il-müfrede: Müfredât-ı İbn-i Baytar diye de bilinen eser, dört cüzdür. Eserde bitkiler, mâdenler ve hayvanlardan elde edilen ilâçlar alfabetik sıra ile anlatılmaktadır. İbn-i Baytar, bu eserini yazarken, kendi gözlem ve deneyleri yanında daha önce yaşamış bilginlerin fikirlerinden de faydalanmıştır. Bu eser, on altıncı asrın ortalarına kadar yazılan en önemli ilâç kitabıdır. Eser, batı farmakolojisine doğrudan te’sir etmiş ve on dokuzuncu asrın ortalarına kadar kendini kabul ettirmiştir. Eserde aynı zamanda gıda çeşitlerine de yer verilmiştir. Dioskorides ve Galen’in ilâçlar hakkındaki fikirlerine yer verilen eserde, yirmisi Yunanlı olmak üzere yüz elli bilginin ismi geçmektedir. En çok adı geçen müslüman bilginler arasında İbn-i Sînâ ve Râzî yer almaktadır, İbn-i Baytar, Kitâb-ul-câmi fi edviyet-il-müfrede kitabının başında buyuruyor ki:

“İnsanlara faydalı olacak bilgiler yanında gece ve gündüz devamlı olarak, kullanılan gıdalar ve basit ilâçlar hakkında doğru ve tam bilgi verdim. Önce ve sonra gelen bilginlerin bu mevzuda söyleyip yazdıklarından kendi deney ve gözlemlerim ile doğruluğunu gördüklerimi eserime yazdım. Doğrulayamadıklarımı ve gerçeğe aykırılıklarını tesbit ettiklerimi, kitabıma almadım. Mes’eleye daha fazla açıklık’ kazandırmak için zarurî görülenlerin dışında tekrardan sakındım. Talebelerin kolayca istifâde ede bilmesi ve kitapta aradığını çabucak bulabilmesi için, eserimi alfabetik olarak düzenledim. Her ilâç hakkında, önce ve sonra gelen âlimlerin o ilâçla ilgili yaptığı hatâları yazdım. Şimdiye kadar yanlış kullanılan veya sâdece kitaplara dayandıkları için tabibler tarafından hatalı kullanılan ilâçları tek tek bildirdim. İlâçların muhtelif dillere göre isimlerini bildirerek onların bulunduğu memleketlerdeki bilinen mahallî isimlerini de zikrettim”.

Bitkilerin isimlerinin Arabça’sının yanında Farsça, Fransızca, Latince ve Berberî dilleriyle yazılışlarının da verildiği eser, Aydınoğullarından Umur Bey’in emriyle özet olarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bu tercümenin bir nüshası

Page 39: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi39

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, yazma eserler bölümünde 1204 numarada kayıtlıdır. Eser 1875 senesinde Kâhire’de basılmıştır.

2-Kitâb-ül-Mugnî fi Edviyet-il-Müfrede: Bu eser Kitâb-ül-Câmi’nin tersine çevrilmiş şeklidir. Yâni Kitâb-ül-Câmi’de bitkiler ve ilâçlar alfabetik sıraya göre yazıldığı hâlde, bu eserde önce hastalıklar, sonra da ilâçlar kısa ve açık bir şekilde anlatılmıştır. Eserde en çok adı geçen müslüman tabiblerden biri Ebü’l-Kâsım’dır.

Eser, F. R. Diets tarafından 1833’de Latinceye, J. V. Sontheimer tarafından Almancaya ve L. Leclerc tarafından da Tratie des simples adıyla Fransızcaya tercüme edilmiştir.

El-İbâne vel-î’lâm bimâ fil-minhâc minel helal vel-evhâm, Şerhu edviyeti Dioskorides, Ef âl-ül-garîbe vel-havâs-ul-acîbe adlı başka eserleri de vardır.

İbn-i Baytâr’ın yetiştirdiği en büyük talebelerinden İbn-i Ebî Usaybia, yazdığı bir eserde hocası hakkında; “Onun yanında ilâç isimleri hakkında bilgimi geliştirmek için Dioskorides’in kitabını okudum. O, araştırmaları esnasında öğrendiği noksansız Yunancadan faydalanarak, Dioskorides’in ilâçlar hakkında söyledikleri ile derse başlardı. Daha sonra Galen’in mevzu ile alâkalı sözlerini anlatırdı. Bahsettiği mevzuda devrinin tabiblerinin nerede birbirlerinden ayrıldıklarını, nerede hatâ, vetereddütler bulunduğunu birer birer açıklardı. Eve geldikten sonra anlattığı konuları kitaplarda araştırır, İbn-i Baytâr’ın anlatılması gereken her şeyi anlattığını görürdüm. En ilgi çekici olan şudur: İbn-i Baytar, bir ilâçdan bahsettiğinde, o ilâcın Dioskorides ve Galen’in kitablarında hangi

bahisde ve bu bahisdeki ilâçlar arasından hangi numaralı ilâç olduğunu söylerdi” demektedir.

Usâme Ânûtî, Reva min-et-türâs-il-arabî isimli eserinde şöyle demektedir: “İbn-i Baytâr’ın eserlerindeki bilgiler aslı itibariyle doğrudur. Bunun şahidi, kitabının ihtiva ettiği bitkiler ve ilâçlardır. Bunların hepsini bu gün modern tıb kabul etmektedir. Onun kitaplarında bildirdiği birçok hastalıkların tedavisinde faydalı olan maddelerin pek çoğu Farmokoloji ilmine girmiştir.”

eserleri:

İbn-i Baytâr’ın yaptığı çalışmalar eczâcılık ilmine çok faydalıydı. Bu alanda yazdığı eserler asırlarca mürâcaat kaynağı oldu. Onun inceleme ve araştırmalarını topladığı eserleri şunlardır:

1) Kitab el-Cami’fi el-Adviyye el-Müfredah:

2) Kitâb-ül-Muğnî fî Edviyet-il-Müfrede:.

3) El-İbâne vel-İ’lâm bimâ fil-Minhâc min-el-Halel vel-Evhâm,

4) Şerhu Edviyet-i İoskorides,

5) Ef’âl-ül-Garîbe vel-Havâs -ül-Acîbe.

6)Mîzân-üt-Tabîb.

Kaynakça:

http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-D-IBN_I_BAYTAR-354.aspx

http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_bin_Ahmed_el-Baytar

Page 40: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi40

TeyeMMÜM

رضى رو� و�إن كنتم م ..و�إن كنتم جنبا فاطهن �لغائط �أو نكم م �أو على سفر �أو جاء �أحد ممو� صعيد� لامستم �لنساء فلم تجدو� ماء فتيم

نه.. با فامسحو� بوجوهكم و�أيديكم م طي

Sözlükte “bir işe yönelmek, bir şeyi kastetmek” anlamına gelen teyemmüm dinî literatürde, suyu temin etme veya kullanma imkânının bulunmadığı durumlarda hadesi yani büyük ve küçük hükmî kirliliği (Gusülsüzlük ve abdestsizlik hali) gidermek maksadıyla, temiz toprak veya yer kabuğundan sayılan bir maddeye sürülen ellerle yüzü ve iki kolu meshetmekten ibaret hükmî temizlik demektir. Abdest ve gusül normal durumlarda su ile yapılan ve maddî temizlenme özelliği de taşıyan hükmî bir temizlik iken teyemmüm istisnaî hallerde başvurulan, abdest ve gusül yerine geçen (bedel) sembolik bir işlemdir. Teyemmüm Kur’an ve sünnetle sabittir. Kur’an-ı Kerim’de teyemmüm ruhsatı ile ilgili olarak şöyle buyurulur:

“Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz. 1

“Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, yüzlerinizi 1 (el-Mâide 5/6)

AYŞE TUNÇ

ilm-ü hal

Page 41: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi41

ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.”2

Teyemmüm Hicretin beşinci yılanda meşru kılınmıştır. Teyemmümle ilgili ayet-i celilenin nüzul sebebi olarak şu hadis zikredilir, şöyle ki:

Hz.Aişe (r.a) şöyle demiştir: “Rasul-ü Ekrem (s.a.v)’in ettikleri seferlerin birinde birlikte yola çıkmıştık. Ya Beydâ’ya, ya Zâtü’l-Ceyş’e vardığımızda, gerdanlığım kopup kayboldu. Aransın diye Resûlullah (s.a.v) o mahalde bekledi. Herkes de berâber bekledi. Halbuki bir su başında değillerdi. Halk, Ebu Bekr (r.a)’a gelip:

-”Yâ Ebu Bekr, Aişe`nin ettiğini gördün mü? Resûlullah (s.a.v)’de, herkesi de yollarından alıkoydu. Su başında değiller. Kimsenin yanında da su yok.” dediler.

Ebu Bekr (r.a) benim yanıma geldi. Resûlullah (s.a.v)’ de uyumuş, (mübârek) başını dizime koymuştu. Ebu Bekr(r.a.): -”Sen, Resûlullah (s.a.v)’ de, herkesi de yolundan alıkoydun. Su başında değiller, kimsenin yanında da su yok.” dedi.

Aişe(r.a.) der ki: Ebu Bekr bana itâb etti, birçok söylendi. Eli ile de böğrüme vurmağa başladı. Böyle iken yine Resululla’in mübârek başı dizimde olduğu için hiç kıpırdamadım. Sabah olunca Resûlullah (s.a.v) kalktı. Hiç su yoktu. Allâh-u Zülcelal Hazretleri teyemmüm âyetini inzal buyurdu. Herkes teyemmüm etti.

Üseyd b. Hudayr (r.a): “Ey Ebu Bekr hanedanı, bu sizin ilk bereketiniz değildir.” dedi.

Aişe (r.a) der ki: “Sonra gideceğimiz sırada üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Gerdanlığı altında bulduk.”3

İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) zamanında bir adam yaralanmış, sonra da ihtilam olmuştu. Kendisine yıkanması emredildi. Adam yıkandı ve öldü. Onun haberi Resulullah (s.a.v)’a ulaşmıştı. Öfke ile şunları söyledi:

“Onu öldürmüşler, Allah da onların canını alsın! Madem bilmiyorlardı, niye sormadılar? Bilgisizliğin şifası sualdir. Ona, teyemmüm yeterliydi. Yarasına bir bez sarılmalı ve üzerinden meshedilmeli, sonra da bedeninin geri kalan kısmı yıkanmalıydı.’’4 2 (Nisa 4/43)3 (Buhari/222)4 (Ebu Davud, Tahâret 127, ; İbnu Mace, Tahâret 93 )

Amr İbnu’l-As (r.a) anlatıyor: “Zâtu’s-Selâsil Gazvesi ‘nde, soğuk bir gecede, ihtilam oldum. Yıkandığım takdirde helak olacağımdan korktum. Böylece teyemmüm yapıp, arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Bu hadiseyi Resulullah (s.a.v)’a anlattılar. Bana: “Ey Amr! Sen cünüb olduğun halde arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?” diye sordu. Ben de yıkanmama mâni olan durumu haber verdim ve dedim ki:

“Ben Allah’ın şöyle söylediğini işittim: “Kendinizi öldürmeyin, Allah sizlere karşı rahimdir’’5 Resulullah (s.a.v) güldüler ve hiçbir şey söylemediler.”6

Teyemmümün sebepleriTeyemmüm ancak belli bir mazeretin

bulunması halinde yapılabilir. Bu mazeretler de iki grupta toplanabilir:

1. Abdest veya gusle yetecek miktarda suyun bulunmaması. (en az bir mil veya ona denk dört bin adım uzakta suyun bulunması)

2. Suyu kullanmayı engelleyen fiilî bir durumun veya suyu kullanmamak için dinen geçerli bir mazeretin/engelin bulunması.

Şehirde de olsa suyun bir mil uzaklıkta bulunması gibi teyemmümü meşru kılacak bir mazeretin bulunması, hastalık, zarar vereceğinden ve hastalığa sebeb olacağından korkulan soğuk, düşman korkusu, susuzluk, hamur yoğurmak için ihtiyaç duyulması (çorba pişirmek için değil), su çıkaracak âletin bulunmaması, cenaze ve bayram namazlarını kaçırmamak için teyemmüm edilmesi (Cuma ve vakit namazlarını kaçırma endişesi mazeret sayılmaz) gibi durumlarda mükellef kendi karar vermeli, haklı ve geçerli bir mazeretinin bulunduğuna kanaat getirdiğinde teyemmüm ruhsatından yararlanmalıdır.7

Teyemmümün yapılışıTeyemmüm, her yönden temiz olan

toprak cinsinden bir şeyle yapılır. Şöyle ki: Üzerlerinde pislik dokunmamış olan toprak, kum, çakıl, horasan, alçı gibi toprak cinsinden olan şeylerle teyemmüm yapılır. Yine taş cinsinden olan mermer, kiremit, tuğla, yakut, zümrüt, zebercet, tutya ve mercanla veya nemli olsun, yanık olsun toprakla veya çoğu toprak karışımı olan maddelerle, kaya tuzu ile, çamurla sıvanmış duvarla da 5 (Nisa 4/ 29)6 (Ebu Davud, Tahâret 126)7 Nur-ül İzah

Page 42: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi42

teyemmüm edilebilir. Bunların üzerinde toz bulunması şart değildir. Fakat kurumadıkça çamurla teyemmüm edilmez; bu imam Ebû Yusuf’a göredir, İmam Azam’a göre, vaktin çıkmasından korkulur ve çamurun toprağı sudan ziyade olursa, çamur ile teyemmüm edilir.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî’ye göre, teyemmüm yalnız toprakla yapılır, İmam Malik’e göre, toprak ve kumla teyemmüm caiz olduğu gibi otlarla, ağaçlarla ve karla da caiz olur. İmam Ahmed İbni Hanbel’e göre, teyemmüm yalnız yanmamış olan ve başkasından gasbedilmemiş olan tozlu bir haldeki temiz bir toprakla yapılır. Kum ve diğer şeylerle yapılmaz.8

Teyemmüm, hükmî temizlenme niyetiyle temiz toprağa sürülen el ayasıyla önce yüzü sonra kolları dirseklerle birlikte meshetmekten ibarettir. Bu sebeple teyemmümün niyet, yüzü meshetmek, kolları dirseklerle birlikte meshetmek şeklinde üç farzı vardır.

Teyemmüme başlarken besmele çekmek, sıraya riayet etmek yani önce yüzü sonra kolları meshetmek, bunları yaparken ara vermemek, elleri toprağa vurduğunda ileri geri hareket ettirmek ve toprağın parmak aralarına girmesini sağlamak, ellerini topraktan kaldırınca parmaklardaki toz ve toprakları silkelemek teyemmümün sünnetleridir. Abdest içinde gusül içinde teyemmüm aynı şekilde alınır tek farkı niyetidir. Namaz vakti

8 Ömer nasuhi bilmen/ Büyük İslam İlmihali

girmeden teyemmüm edilmesi câizdir. Su bulunmadığı, mazeret hali kalkmadığı sürece bir kimse yaptığı teyemmümle dilediği kadar farz ve nâfile namaz kılabilir. Bu Hanefî mezhebinin görüşüdür. Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, teyemmümün geçerli olabilmesi için namaz vaktinin girmiş olması gerekir ve bir teyemmümle birden fazla farz namaz kılınamaz. Ancak Hanbelîler birden fazla kazâ namazı kılınabileceği görüşündedir.

Teyemmümü bozan durumlar1. Abdesti bozan ve guslü gerektiren

durumlar teyemmümü de bozar. Çünkü teyemmüm bu ikisinden bedeldir.

2. Hastalık, tehlike, şiddetli soğuk, suyu elde edecek araç ve gerecin yokluğu gibi teyemmümü mubah hale getiren bir mazeret sebebiyle teyemmüm yapılmış da bu mazeret hali ortadan kalkmışsa, teyemmüm bozulmuş olur.

3. Yaptığı teyemmümle namaz kılan kimse namaz esnasında suyu görürse veya su bulunursa, teyemmümü bozulmuş olur. Namazı teyemmümle kıldıktan sonra su bulunursa vakit çıkmamış bile olsa kılınan bu namazın iadesi gerekmez. Şâfiîler bu durumda iadeyi gerekli görür. Namaz vakti çıktıktan sonra ise iadenin gerekmediğinde görüş birliği vardır.9

9 İsam

Page 43: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi43

‘SINIR’SIZKaRdeşlİKleR...

Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim

Bir cuma günü tamda cuma vakti telefo-numuz ısrarla çaldı. Bizi tanıyanlar telefonu-muzu çok ısrarlı çaldırmazlar. Bizi tanımayan biridir veya çok önemli bir durum olabilir düşüncesiyle ve arayanın kim olabileceği-nin merakıyla telefona baktık. Numara bizde kayıtlı değildi. Kayıtlı olmayan numaralara bakmak adetimiz olmadığı halde “Hayır-dır İnşaAllah” diyerek telefonu açtık. Utangaç bir hanım sesiydi duy-duğumuz. Selam verdi. Selamına mukabele ettik. Çekingen sesiyle cumamızı tebrik edip kendini ta-nıttı.

Birkaç ay önce, Konya’nın kenar mahallelerinden birinde ziyaret ettiğimiz bir kardeşimizmiş. Teşek-kür etmek için aramış. “Her zaman kontörüm olmuyor. Kontör yük-ler yüklemez ilk sizi aradım.” diyor ve o kadar güzel dualar ediyor ki duygulanıyoruz, nemli gözlerle amin diyoruz.Yaptığımız maddi yardımdan ziyade gönül iklimi-ni yeşerten, kendisine manevi

ufuklar açan Abdullah Murad Şükrüoğlu Ho-camızın On Hafta Sohbetleri isimli kitabı için teşekkür ediyor.

Elhamdülillah bu kardeşimiz bidatlerden arınmış, haram-helal çizgisinde de oldukça hassas. İnsanların dini kendilerine değil, ken-dilerini dine uydurmaları gerektiğini anlamış Hocamızdan. Müslümanları sadece Kur’an ve sünnet üzere bir hayata yönlendiren bir kitap olarak görmüş. İslam’ın gönüllere huzur bah-

şeden güzelliklerini madden ve manen yaşayabilmemiz için bizlere sunulan her biri birer hazine olan bu kitapların de-ğerini idrak etmiş.

Gönlün doymadan gözün doyma-yacağının idrakine varmış. Allah’a gö-türen en kısa yolun aşk ve muhabbet yolu olduğunu bilmiş. Elhamdülillah Şeriat-i Garra’dan tavizler vererek, Kur’an’ın bazı hükümlerini yok sayma derecesinde göz ardı ederek yaşanan bir hayatın İslam’a uygun bir hayat olmadığını, Ruh dünyasını mahmur edebilmek için haramı haram bilip kaçmak, helallere kucak açmak ge-rektiğini vurgulayan, bize ezberletilen, dayatılan, dini değil, Allah’ın gönderip

Rasulullah’ın (s.av.) getirdiği ve bize öğ-

Ümmü HARAM

Page 44: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi44

rettiği gerçek İslam’ı bizlere anlatan Abdullah Murad Hocamızın kıymetini anlamış.

Allah fehimini daha da açsın. Öğrendikle-rini hayatına tatbik etmeyi nasip etsin, amin. Telefonda hanım kardeşimizle konuşurken hikayesini hatırlamaya çalışıyoruz. O da bize yardımcı oluyor. Son zamanlarda sıkça duy-duğumuz, maalesef birçok yuvanın dağılma-sına sebep olan internet yüzünden yuvası yıkılmış. Gencecik karısını, iki masum çocu-ğunu internette tanıştığı bir kadın yüzünden terk etmiş. On yıllık yuvasını dağıtmış. Genç kadın iki oğlan çocuğuyla baba evine dön-müş. Yaşlanmış anne ve babasıyla ilgileniyor, çocuklarına hem analık hem babalık yapma-ya çalışıyormuş. Şeker hastalığından dolayı bacağı kesilen annesine bakıyormuş.

O bunları anlatırken, onları ziyarete gitti-ğimiz akşam gözümüzün önünde canlanıyor. Oturdukları yer, önceden köy olduğu halde sonradan Konya’nın mahallesi olmuş. Yamaç-lık bir yere kurulmuş, çok da köy havasından çıkamamış, dar sokaklı, bakımsız bir mahal-le...

Yola göre arkada kalan bir girişi vardı ev-lerinin. Babası ekibimizdeki erkek kardeşle-rimizle konuşurken bizde bu kardeşimizle ayak üstü muhabbet etmiştik. İki dünya tat-lısı oğlu annelerinin yanında bize çok cana

yakın bakıyorlardı. Biz evin önünde konuşur-ken yedi ay önce bacağı kesilen hasta annesi de sürünerek kapıya gelmişti. Elini öpüp dua etmiş, kendisinden dua istemiştik.

Kardeşimiz “Şuan da hastanedeyiz. An-nem rahatsız, ben onun başındayım. Dua edin” diye dua istiyor. “Hassaten Abdullah Murad Hocamıza selamımı iletin ve benim için dua isteyin. İnşaAllah beni de bir gün talebeliğe kabul eder.” diyor. Bu arada hasta annesi çağırıyor. Karşılıklı dualarla vedalaşıp selamlaşıyoruz.

Bu mübarek günde böyle bir konuşma yapmak, hayır duaları almak bizi hayli duy-gulandırıyor. Bizi böyle bir güzelliğe teşvik ettiği, hayra aracı olmamıza vesile olduğu için; Allah aşkına susamış gönülleri suyun kaynağından sulayan, karanlık dünyalara ışık yakan, gönüller mimarı, Hak yolunun rehbe-ri, Rasulullah’ın (s.a.v.) varisi, mürşidimiz Ab-dullah Murad Şükrüoğlu Hocamızdan Allah razı olsun.

Rabbimize hamd olsun. Bizi iman nimetiy-le nimetlendirdi. Kulluğumuzu bildirdi. Mu-hammed Mustafa (s.a.v.)’e ümmet, Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s.) Hocamıza talebe ey-ledi. Layık da eyler İnşaAllah. Amin.

Page 45: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi45

aRaPÇa RaBCa’ya GÖTÜRÜR

N. HADRA

Page 46: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi46

SORU EDATLARI

ستفهام أدوات ال

من؟ Kim?

�أين؟ Nerede?

متى؟ Ne zaman?

كيف؟ Nasıl?

لماذ�؟ Niçin?

بكم؟ Kaça?

ما؟ Ne?

؟ �أي Hangi?

�أين �لفندق؟ Otel Nerede?

�أين سوق �لمغطى؟ Kapalıçarşı nerededir?

من �أنت؟ Sen kimsin?

من هم؟ Kim onlar?

متى وصلت؟ Ne zaman ulaştın?

Page 47: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi47

متى تسافر؟ Ne zaman gideceksin?

فر؟ كيف �لس Yolculuk nasıl?

ما هاذ�؟ Bu ne?

ما�إسم هاذ�؟ Bunun adı ne?

ماذ� تريد؟ Ne istiyorsun?

ماذ� تاأكل؟ Ne yersin?

ماذ�تشرب؟ Ne içersin?

بكم هاذ�؟ Bu kaça?

هل تفهم؟ Anlıyor musun?

هل يوجد؟ Bulunur mu?

لا يوجد؟ Bulunmaz.

من �أين؟ Nereden?

�إلى �أين؟ Nereye?

من �أين تاأتي؟ Nereden geliyorsun?

�إلى �أين تذهب؟ Nereye gidiyorsun?

Page 48: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi48

HaydaRAhmet NAVRUZ

O günden sonra Haydar Muhammeti hiçbir yere salmadı beraber kalmaya başladılar.Haydar her fırsatta kendisini kurtaran peçeli Muhammet mi diye merak ettiği için Mu-hammeti kontrol ediyordu.

Ama peçeli düşmanla savaşırken düşmanda boş durmuyordu.Cephede savaşan düş-man beyin takımını güçlendiriyor ve İsraili kurarken bir yandan da Türkiye de İstanbu-lun merkezlerinde ve orta doğuda İngilteredeki Lordlar kamarasının üyeleri yerler alıyor ve faliyetler yapıyordu.Amaç savaş ile bitirilemeyen parçalanamayan Türk ve müslüman halkı kültürel yozlaşma ve iç karışıklık ile parçalamaktı.

Filistinde hareketlenen peçeliden bazen Türkiyede de gözükmesi Peçelinin iki olayda birden bulunması evliya olduğu söylentilerini çıkarmıştı.Kimisi Peçeli melek miş kafirlere azab için gönderildi derken,kimisi evliya imiş peçeli istediği yere uçuyormuş diyor.Hay-dar ise oda bizim gibi Allah için savaşan bir yiğit.Muhakkak Allah kendi yolunda savaşana yardım eder diyordu.

...........

Haydar ile Muhammet sabah kalkmış bakkala dogru güle oynaya yürürken bir kala-balık farkettiler ve o tarafa yürüdüler Direkde boynunda yazı asılı bir ceset vardı.Büyük harflerle NEMMAM ve MÜNAFIK yazıyordu.Ceset herkezin tanıdığı herkeze yakın olan Osman beye aitti.Ama kağıtta gerçek isminin David olduğu ve halk içindeki örgütlen-meleri direnişlerive sohbet yerleri ile tekkeleri israile bildiren kişinin o olduğunu yazmiştı Peçeli.Herkes peçelinin bunu nasıl öğrendiğini birbirine sorarak hem peçeliye dua ediyor hemde içlerinden uzun boylu olan gence oku bakalım evlat ne yazıyo diyorlardı.Genç kağıdı alıp yüksek sesle okumaya başladı:

Esselamü Aleyküm Verahmetullahi Veberekatühü Din kardeşlerim Yüce Allahın sela-mı rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.HEpimiz acılar çekiyoruz yaralanıyoruz kardeşlerimizi kaybediyoruz.Ben bunlara üzülmüyorum çünkü onlar için şehit oldular.Ben benim yüzümden birinin işkence görmesine ve buna da içinizden biri olarak gördü-ğünüz bu münafığın sebep olmasına üzülüyorum en çok.

Ben olduğum sanılarak geçenlerde bir kardeşe işkence edildi evi basıldı.Elhamdülillah kurtardık ama asıl orada aklıma takılan bu kadar kısa sürede keferelerin bu haberi nasıl duyduğu idi.Ve araştırmaya başladım.Takipler yaptım ve birşey dikkatimi çekti içimizden bir kimse vardı ki;ne ailesinden ölen vardı nede malından ziyan gün geçtikce zengin-liyordu ve takip ettiğim osman olarak tanıdığınız davidi.Ve gizli gizli israil komutanları ile görüşüp eğlenirken yakaladım ve bu Mübarek hocalarımızın kardeşlerimizin çocuk-larımızın ölmesine sebeb olan bu kefereyi infaz ettim.Size bunları yazıyorum ki okuyup doğruları öğrenin Peçeli müslüman öldürdü diye ikilik çıkmasın.Hepiniz Hakl kalın daim olun Allaha emanet olun.

Yazıyı dinleyen herkes Peçeliye dua ediyordu.Haydar ellerini semaya açtı ve ‘’Rabbim muhakkak herkezin bir hesabı varsa senin de bir hesabın var’’diyerek yürüdü. Muham-mete sarıldı ve kendi kendine belki şu an beni kurtaran peçeliye sarılıyorum diye düşü-nüp gülümsedi.

Page 49: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi49

İlginç Bilgiler 18 Şubat 1979 yı-

lında sahra çölüne kar yağmıştı.

ABD’de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da

gözaltında tutulmaktadır.

Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.

Amerikan hava-yolları, uçuşlarda yolculara sunduğu kahvaltılarda her tepsiden bir zeytini kaldırarak 1987 yılın-da 40 bin dolar kar etmiştir.

Atların insanlardan 18 tane fazla kemi-ği vardır.

Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.

Baykuş mavi rengi görebilen tek kustur

Bir Erkek Hayatının Ortalama 3350 Saa-tini Tıraş Olmak İçin Harcar.

Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir kopeğinki ka-dar gelişmiştir.

Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çök-mesi bir saatten uzun sürer.

Bir timsahın gözlerinin arasındaki me-safe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.

Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.

Değerli taşların çoğu birkaç element-ten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.

Dünyada her dakika iki tane düşük şid-dette deprem olmaktadır.

Dünyada insan başına düşen karınca sayısı bir milyondur.

Dünyadaki hay-vanların yüzde sekse-ni altı ayaklıdır.

Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bam-bu, bir günde 90 cm kadar uzuyor

Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir.

En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır.

Haz. Ahmet NAVRUZ

Page 50: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi50

Kendisine hakkıyla kulluk edemediğimiz Ey MA’BUD,

Kendisini hakkıyla bilemediğimiz Ey MA’RUF

Kendisini hakkıyla zikredemediğimiz Ey MEZKUR,

Kendisine hakkıyla şükredemediğimiz Ey MEŞKUR,

Sen noksanlıklardan münezzehsin. Hamd ve Şükür ancak sanadır. Her ne isteyeceksek ancak senden isteriz ve yalnız sana kulluk ederiz.

Allah’ım, dilimizden ve gönlümüzden zik-rini, şükrümüzü eksik eyleme. Nazarını üzeri-mizde daim eyle.

Allah’ım, Kur’an’a olan rağbetimizi artır. O’nu, gözümüze nur, gönlümüze şifa kıl. O’nunla, dilimizi süsle, yüzümüzü güzelleştir, cismimizi kuvvetlendir.

Allah’ım, Muhammed (sav)’in ismi, ame-li, sıdkı ve hılmi hürmetine gönlümüzü ve gözümüzü nurlandır. Bizi, Muhammed (sav)’

Efendimize aşık eyle.

Allah’ım, bizi cehennemden koru. İyilerle, seçilmiş şefaat ehliyle beraber cennete dahil eyle.

Allah’ım, açığımızı ört. Korktuklarımızdan emin umduklarımıza nail eyle. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan ve üstümüzden geleceklerden bizi koru. Altımızdan gelecek azametlerin afetinden sana sığınırız.

Allah’ım, acizlikten, tembellikten, hüzün-den, korkaklıktan, cimrilikten, kabir azabın-dan, hayatın ve ölümün fitnesinden, kabrin fitnesinden, Mesih ve Deccal’in fitnesinden ve her türlü şerden sana sığınırız.

Allah’ım, kulağımızın, gözümüzün, dilimi-zin ve sulbümüzün şerrinden sana sığınırız.

Allah’ım, günahlarımızla karşılaşmaktan sana sığınırız.

Allah’ım, faydasız ilimden, korkmayan kalp-ten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan, borcun galebesinden, insanların kah-

Sığınarak İsteriz

M.EMİN DOĞAN

Page 51: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi51

rından, gönül vesvesesinden, işlerin karışıklı-ğından sana sığınırız.

Allah’ım, geceye ve gündüze girenin şerrin-den, rüzgarın estirdiğinin şerrinden ve zama-nın afetlerinin şerrinden, bildiğimiz ve henüz bilmediğimiz bütün şerlerden sana sığınırız.

Allah’ım, bizi doğru yola iletmenden sonra kalbimizin eğrilmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, sana ettiğimiz dualar sebebiyle beni şaki etme ve bize karşı şefkatli ve merha-metli ol.

Allah’ım, gönlümüzü genişlet, işlerimizi ko-laylaştır. Sadrımızda, kulağımızda, gözümüzde bir nur halk et.

Allah’ım, ihtilafa düştüğümüz konularda bizi Hakk’a yönelt. Muhakkak ki sen dilediğini doğru yola ulaştırırsın.

Allah’ım, bize seni ve senin sevdiklerini unutturma. Doğrusu bize indireceğin her hay-ra muhtacız.

Allah’ım, senden dünyada ve ahrette afiyet isteriz. Dinimizde, dünyamızda, ailemizde ve malımızda afv ve mağfiret isteriz.

Allah’ım, senden faydalı ilim, bol rızık ve her hastalığa şifa isteriz. Senden haşyet du-yan bir kalp ve kabule şayan bir dua isteriz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz, uzak ve yakın bü-tün hayırları isteriz.

Allah’ım mağfiretinle bizi ört. Rahmetinle merhamet eyle. Senden, dinde ve amelde ya-kin ile selamet isteriz.

Allah’ım, sana sığınarak senden iste-riz. Zatın hürmetine, Kur’an hürmetine, Hz.Muhammed Mustafa (sav) hürmeti-ne, Silsile-i Muhammediye Hürmetine, Muhammedilerin Pir’i Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu hürmetine, sevdiklerin hür-metine, mübarek zamanlar hürmetine, mü-barek mekanlar hürmetine dualarımızı kabul eyle.

Amin…

Page 52: Bizbiriz dergisi 6 sayi

Bizbiriz Dergisi52

1 Temmuz Sultan II. Mahmut’un ölümü; Sultan Abdülmecit’in tahta çıkarılması (1839).Kabotaj Kanunu kabul edildi (1926).Napolyon’un Mısır’ı işgali (1798).

2 Temmuz Kuba Mescidi’nin yapıl-ması (622)Yunanistan Türkiye’ye harp ilan etti (1917).Hac’da tünel faciasında 1426 kişi

şehit oldu (1990)4 Temmuz Barbaros Hayrettin Paşa’nın ölümü (1549).

5 Temmuz Büyük İstanbul yangını (1756)Başbağlar katliamı (1993)

Pakistan’da askeri darbe; General Ziya Ül Hak’ın, Zülfikar Ali Butto’yu devirmesi (1977).

8 Temmuz Avrupalılar’dan ilk borç alınması (1855)

9 Temmuz Timur’un Bağdat’ı işgali (1401)Kurucu Meclis’ce hazırlanan 1961

Anayasası için halk oylaması yapıldı (1961).Rumeli Hisari inşa edildi (1452)

13 Temmuz Hz. Aişe Validemizin vefatı (676)Siyasi Partiler Kanunu kabul edildi (1965).Osmanlı Devleti ile Ruslar arasında “Berlin Muahedesi”nin imzalanması

(1878).Isparta’nın Senirkent ilçesinde meydana gelen sel fe-laketinde 28 kişi yaşamını yitirdi, pek çok kişi çamur altında kalarak kayboldu, 40 kişi de yaralandı.Sel felaketi üç mahalleyi tamamen yok etti.

14 Temmuz Fransız ihtilali (1789)İkinci Viyana Kuşatması (1683)

15 Temmuz Haçlıların Kudüs katlia-mı (1099).

17 Temmuz Abdulkadir Geylani Hz. vefatı (1165)Amerikan 6. Filosunun İstanbul’a gelişi kanlı olaylara dönüştü (1968)

18 Temmuz Büyük Millet Meclisi’nin, Misaki Milli üzerine yemin etmesi (1920).

20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı’nın başlaması (1974).Millet Partisi kuruldu (1948).Timur İle Yıldırım Bayezit arasın-da “Ankara Meydan Muharebesi” (1402).

Montreux Antlaşması’nın imzalanması (1936).

21 Temmuz Büyük muhaddis İmamı Buhari’nin doğumu (810)Osmanlı Devleti ile Rusya Arasında Pasarofça Antlaşması’nın imzalan-ması (1717).Latin harflerinin kullanılmaya baş-

lanması (1928)İnsanoğlu Ay’a ayak bastı (1969).

22 Temmuz Osmanlı Devleti İle Rus-ya ArasındaPrut Barış Antlaşmasının imzalanması (1711).Adapazarı zelzelesi (1967)

23 Temmuz Erzurum Kongresi (1919).Hatay’ın Anavatana katılışı (1939)İkinci Meşrutiyet’in ilanı (1908).

20

21

12

4

8

13

1417

Tarih’te Temmuz Haz. A.Kadir AYDIN

22

Page 53: Bizbiriz dergisi 6 sayi
Page 54: Bizbiriz dergisi 6 sayi
Page 55: Bizbiriz dergisi 6 sayi
Page 56: Bizbiriz dergisi 6 sayi