Upload
others
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KAVRAMSAL AÇIDAN
EKONOMİK BÜYÜME
EKONOMİK KALKINMA
VE
BÖLÜŞÜM İLİŞKİLERİ
DR. SEMİH AKTUĞ
www.sosyalpolitika.info
1
GİRİŞ
Gerek ekonomik büyüme, gerek ekonomik kalkınma ve gerekse bölüşüm
ilişkileri ya da diğer ifadeyle gelir dağılımı konuları hem gelişmiş ülkeler hem de
gelişmekte olan ülkeler açısından anlam ve önem taşıyan ekonomik konular olmuş
ve olmaya da devam etmektedir.
Yukarıda belirtilen kavramlar sadece ekonomik yönlü meseleler olmayıp,
aynı zamanda sosyal politika açısından da ele alınan meselelerdir. Bir ülkenin
büyümesi, kalkınması, sonuçta bu gelişmelerin gelir dağılımı ve bölüşüm ilişkileri ile
o ülkenin fertlerine olumlu yönde etkiler yapması çeşitli beklentileri gündeme
getirmektedir. Yani büyüme ve kalkınmanın sonuçları fertlerin ekonomik ve sosyal
yaşamlarına olumlu yansımalar yapmaktadır.
Günümüzde gelişmiş ülkeler nitelikleri itibariyle gelişmekte olan ülkelere
kıyasla daha avantajlı durumdadırlar. Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme
ve kalkınmayı gerçekleştirmek çeşitli yetersizlikler nedeniyle güçtür. Ancak bazı
ülkelerde olumlu sonuçlar da görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin ise büyüme ve
kalkınmayla ilgili sorunları bilimsel ve teknolojik gelişmenin yanı sıra sanayileşmeye
paralel olarak yendiklerini görmekteyiz.
Bu çalışmada ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma ve bölüşüm ilişkilerini
kavramsal yönleri itibariyle ele almaya çalışacağız. Çalışma üç bölümden
oluşmaktadır.
İlk bölümde ekonomik büyüme kavramı üzerinde durulmuştur. Bu bölümde
ekonomik büyüme ve ilgili tanımlamalar yapılmış, ekonomik büyümeye temel teşkil
eden unsurlar ele alınmış ve ekonomik büyümenin ölçülmesine ilişkin tespitler
yapılmıştır. İkinci bölümde ekonomik kalkınma kavramı tanımlanmış, ekonomik
büyüme ile ekonomik kalkınma arasındaki farklar irdelenmiş ve söz konusu
kavramla ilgili unsurlar incelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde de bölüşüm ilişkileri
konusuna değinilmekte ve ilgili kavramlar ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Nihayet
çalışma bir genel değerlendirmeyle sona erdirilmiştir.
2
1. EKONOMİK BÜYÜME
1.1 Tanımlar
Bir ülkenin, sahip olduğu kıt kaynakların miktarını artırarak veya onların
kalitelerini iyileştirerek üretim imkanları sınırını genişletmesi veya üretim teknolojisini
ve kurumsal çerçeveyi değiştirerek daha yüksek üretim düzeylerine çıkması
“ekonomik büyüme” (economic growth) olarak ifade edilmektedir1. Ekonomik
büyüme, aynı zamanda üretim faktörlerinin kişi başına reel milli geliri yükseltecek
şekilde sürekli artması şeklinde de tanımlanabilir2.
Milli gelir artışı ekonomik büyüme açısından en önemli göstergedir. “Milli
gelir”, bir ülke ekonomisinde ekonomik faaliyetlere katılan üretim faktörlerinin belirli
bir sürede, genel olarak bir yıllık süre içinde, elde ettikleri gelirler toplamını ifade
eder3. Milli gelir, bir ülkenin ekonomik refah düzeyini gösterir. Milli gelirle bağlantılı
başka kavramlar da söz konusudur. Bunlardan “gayri safi milli hasıla (GSMH)”, bir
ülke ekonomisinin bir dönemde (genellikle bir yıl) üretmiş olduğu mal ve hizmetlerin
parasal değerlerinin toplamını verir. Yani toplumun içinde tüm üretim faktörlerinin
(doğal kaynaklar, emek, sermaye ve girişim) birlikte yaratmış oldukları mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatları ile miktarlarının çarpımları toplamı GSMH’yı vermektedir.
Bir başka kavram olarak “safi milli hasıla (SMH)” söz konusudur. Mal ve hizmetlerin
üretiminde kullanılan sermaye malları zamanla eskimekte ve aşınmaktadırlar.
Aşınan bu kısımlar, aslında üretilen malların içersine intikal etmektedir. Bu nedenle
üretilen mal ve hizmetlerin gerçek miktarının hesaplanması için, üretime katılan
teçhizatın aşınma payları, yani amortismanların GSMH’dan çıkarılması gerekir.
Bunun sonucunda da SMH elde edilir. Bir başka kavram da “şahsi gelir”dir. Bazı
değerler milli gelire dahil olmadığı halde şahsın bütçesine girmekte ve onun satın
alma gücünü arttırmaktadır. Şahsi geliri bulmak için milli gelirden emeklilik ve sosyal
sigorta aidatları gibi gelir unsurları çıkarılır. Öte yandan fertlerin serbestçe
kullanabilecekleri gelirlerini bulmak için şahsi gelirden vasıtasız vergiler çıkarıldıktan
sonra “kullanılabilir gelir”e ulaşılır. “Kişi başına milli gelir” ülkenin refah seviyesi
hakkında daha iyi fikir veren bir kavramdır. Bunun için milli gelir o ülkenin nüfus
miktarına bölünür ve kişi başına milli gelire ulaşılır. Nominal ve reel milli gelir
1 ÜSTÜNEL, Besim; Ekonominin Temelleri, 5. Bası, 1988, s. 58
2 UNAY, Cafer; Makro Ekonomi, 3. Basım, Akademi Yayınları, Bursa, 1983, s. 248
3 KÖKLÜ, Aziz; İktisat İlmine Giriş, Ankara, 1972, s. 85
3
kavramları da önemli kavramlardır. “Nominal milli gelir”, gelirin para ile ifade edilen
şeklidir. “Reel milli gelir” de nominal milli gelirle satın alınabilecek mal ve hizmet
miktarıdır4.
Kaynaklarını büyük ölçüde geliştirmiş ve ileri derecede sanayileşmiş
ülkeler için ilk ve en önemli sorun bu kaynakların tam çalıştırılmasını sağlamaktır.
Henüz kaynaklarını geliştirememiş ve yeterince sanayileşememiş ülkelerde ise
ekonomik büyümenin başarılması bütün sorunlardan önce gelir ve onların olumlu
çözümlere bağlanıp bağlanamayacağını da büyük ölçüde etkiler. Bununla beraber,
büyüme sorununun gelişmiş ülkeler açısından da önemli olduğu ve özellikle uzun
dönemli ekonomik rekabette kritik bir değer taşıdığı unutulmamalıdır. Gelişmiş bir
ülkede bile, eldeki kıt kaynakların tam kullanımının sağlanmış olması ve bu kıt
kaynakların hangi malların üretiminde, hangi yöntemlerle kullanılacağı ve ürünün
kimler arasında nasıl bölüşüleceği sorunlarının çözülebilmiş bulunması, hatta bu
çözümlerin etkinlik koşullarına uygun düşmesi yeterli sayılamaz. Bütün bu sorunlara
en iyi çözümleri bulmuş bir ülke durgun bir ekonomiye sahip ise, onun üretim
kapasitesi bir yıldan diğerine hiç değişmeyecektir. Buna karşılık, diğer ekonomik
sorunlara en iyi çözümleri bulamamış bir ülkede mal ve hizmet üretme kapasitesi
her yıl önemli artışlar gösterebiliyorsa, onun ekonomik hayatı son derece büyük bir
canlılık ve dinamizm gösterecek ve zaman içinde toplumun refah düzeyi önemli
artışlar kaydedecektir5.
Ekonomik büyüme olgusunu da, yine basit bir diyagramla göstermek
mümkündür. Şekil 1’deki diyagram bu amaçla çizilmiştir. Burada, ekonomik büyüme,
üretim imkanları eğrisinin olduğu gibi sağ yukarıya doğru kayması, yani genişlemesi
ile gösterilmiştir.
4 ACAR, Sadık; Genel İktisat, 3. Bası, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 89,
İzmir, 1998, 195 vd. 5 ÜSTÜNEL, s. 59
4
ŞEKİL 1- EKONOMİK BÜYÜME
Orijine daha yakın olan üretim imkanları eğrisi, ülkenin belirli bir yılda
(1960’da), kaynaklarının tam kullanımını sağlarsa, üretebileceği tüketim ve yatırım
malları miktarlarının üst sınırını göstermektedir. Daha yukarıdan çizilen ikinci eğri
ise, aynı ülkenin bir süre sonra (1970’de) iki maldan üretebileceği miktarların ne
ölçüde arttığını göstermektedir. 1960’da “kapalı ekonomi” modeli ile ulaşılamayan F
noktasının, ekonomik gelişme sonucu (1970’de) erişilebilen noktalar arasında
bulunması, büyüme olayının toplum refahını arttırıcı etkisini açıkça ortaya
koymaktadır6. Ekonomik büyüme kavramı, üretimden çok insanların yaşam
standardındaki farklılığı ön plana çıkarmaktadır7.
Ekonominin sağlıklı büyümesi; işsizliğin azalması, alım gücünün artması,
tüketimin toplumun her kesimine üretime katkısı doğrultusunda dağılarak artması,
daha fazla gelir ve satış vergisi ödemeleri, devlet bütçesinde gelirlerin yükselmesi,
yabancı yatırımcıların bu potansiyelden pay alabilmek için ülkeye kaynak aktarması
6 ÜSTÜNEL, s. 59
7 PARASIZ, İlker; İktisadın ABC’si, 3. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998, s. 236
Tüketim Malları
Yatırım Malları
0 1960 1970
E
A
C
B
F
G
5
ve yerel para biriminin talep edilir hale gelmesi gibi olumlu makro ekonomik sonuçlar
vermektedir8.
1.2 Ekonomik Büyümenin Niteliği ve Unsurları
Ekonomik büyüme yalnız 20. yüzyılın bir sorunu olmamıştır. Klasik
iktisatçılardan A. Smith, R. Malthus, D. Ricardo bir ekonominin büyümesi ile ilgili
fikirler ileri sürmüşlerdir. Aynı şekilde bilimsel sosyalizmin kurucusu K. Marx da
kapitalist sistemde büyümenin nasıl gerçekleştiğini açıklamıştır. Ancak 19. yüzyılın
ikinci yarısında doğan marjinalist akım ve neo-klasik ekonomik analiz yöntemleri
ekonomiyi daha çok statik, kısa vadeli ve mikro analize dönüştürerek büyüme
konusuna gerekli yeri vermemişlerdir. Bu tarihlerden sonra ekonomik analiz daha
çok milli gelir, istihdam düzeyi ve fiyatlardaki kısa vadeli dalgalanmalarla
ilgilenmiştir. Yani ekonomik konjonktür konusuna büyük yer verilmiştir. Statik
analizden uzun vadeli makro dinamik analize geçmekle büyüme konusuna girilmiştir.
Yalnız kısa vadeli statik tahliller uzun vadeli tahlillere geçmede faydalı aşamalar
olmuşlardır. Bir defada olup biten kısa vadeli bir olayın analizinden, uzun vadede
cereyan eden devamlı makro ekonomik değişken akımlarının incelenmesiyle
büyüme analizine girilmiştir9.
Her canlı varlık gibi milli ekonomi de büyüyen, genişleyen bir varlıktır. Bir
ülkedeki sermaye stoku, nüfus miktarı, işgücü, doğal kaynaklar bazen dengeli bazen
de dengesiz bir biçimde büyürler. Ana amaç, üretimi sağlayan bu faktörlerin ahenk
içinde gelişmeleri, birbirini frenlemeden kişi başına milli geliri en yüksek düzeye
çıkaracak bir akım sağlamalarıdır. O halde bu büyüme ve gelişmeyi sağlayan
dinamik güçlerin tespiti, gözlemi ve denetimi hayati önem taşır. Bu dinamik
kuvvetlerin en önemlisi de yatırımlardır. Yukarıda da belirtildiği gibi üretim
faktörlerinin kişi başına reel milli geliri yükseltecek şekilde sürekli artışlarına
ekonomik büyüme denilmekteydi. Bunu yaratan ise yatırım, işgücü, doğal kaynaklar,
teknolojik düzey, örgütlenme biçimi gibi makro değişkenlerin düzeyindeki
yükseliştir10. Ekonomik büyüme uzun vadede sürekli olarak bir trend boyunca
8 ÖZEL, Saruhan; Türkiye’de Enflasyon, Devalüasyon ve Faiz, Alkım Yayınları, İstanbul,
2000, s. 12; Konunun sosyal politika açısından değerlendirmesi için bkz. GÜVEN, Sami; Sosyal Politikanın Temelleri, 1. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995, s. 75 vd. 9 UNAY, s. 247 vd.
10 Keynes bir yazısında (The Economics of our Grandchildren) şöyle yazmaktadır: “Yazılı
tarihin ilk zamanlarından 18. yüzyılın başlarına gelinceye değin, ortalama yaşama düzeyinde
6
yürümeyip, bazen de dalgalanmalar yani alçalma ve yükselmeler gösterir. Başka bir
deyişle milli gelir daima aynı hızla artmaz, bu hız dalgalanmalar gösterir. Makro
ekonomik denge düzeyindeki bu dalgalanmalara konjonktür denir. Daha açık bir
tanımla milli gelir, istihdam ve fiyatlar genel düzeyindeki dalgalanmalara ekonomik
konjonktür denir. Öyleyse kısa vadeli dalgalanmalarla uzun vadeli büyüme birbiri
içine girmiştir. Bu nedenle makro ekonomide ekonomik konjonktür ile ekonomik
büyüme birbirinden ayrılmaz bir bütündür11.
Her ülkede büyüme sürecinde temel önemi olan dört etmen vardır. Bunlar,
işgücünün nicelik ve niteliği, doğal kaynakların nicelik ve niteliği, gerçek
sermayesinin nicelik ve niteliği ve toplumun eriştiği teknolojik düzeydir. Bunlar
ekonomik büyümenin “temel” unsurlarıdır. Bu etmenler temel bir anlamda her
ekonominin üretim potansiyelini tanımlarlar, teknoloji üretim sürecinde emek, doğal
kaynaklar ve sermayenin birleştirilmelerindeki etkenlikle ilgilidir. Pratik açıdan,
teknolojiyi kaynakların kendinden ayırmak oldukça güçtür, çünkü kaynakların niteliği
bir toplumun ulaştığı teknolojik düzeyin yansımasıdır12.
Ekonomik üretim kapasitesinin dört temel unsuruna ek olarak dolaylı ya da
dolaysız şekilde büyüme sürecine giren en azından üç çeşit unsurunu daha tanımak
zorundayız. Birincisi, temel unsurların ardında daha da temel karakterde değişkenler
vardır, bunlar şu ya da bu şekilde emek arzı, teknoloji düzeyi ve sermaye stokundaki
değişiklikleri tayin eden ekonomik ya da ekonomik olmayan etmenler dizisidir.
İkincisi, temel belirtenlerin işlevlerini görecekleri ortamı ve toplumun sosyo-ekonomik
yapısını oluşturan öbür değişkenler vardır. Bu değişkenler arasında ekonominin
rekabetçi niteliği, gelir ve servet dağılımı, tüketici beğenileri deseni, hakim iş
örgütlenmesi biçimi ve kuramsal nitelikteki diğer etmenler vardır. Son olarak, toplam
talep düzeyinin belirlenmesine giren bütün o önemli değişkenler bulunmaktadır;
bunlar ara belirtenler olarak tanımlanabilir, ve bunlar ekonomik büyüme sürecinin
önemli bir parçasını oluşturur, çünkü ekonomik büyüme yalnız üretim kapasitesinin
çok büyük hiçbir değişme olmamıştır. Bir takım alçalma ve yükselmeler görülmüştür elbette. Kıtlık, salgınlar ve savaşlar birbirini izlemiş, araya altın dönemler girmiştir. Ama ilerletici şiddetli bir değişme hiç olmamıştır… Büyümenin yavaş oluşunun, ya da büyümenin olmayışının iki nedeni vardır: bunlar önemli teknik yeniliklerin yokluğu ve sermayenin birikememesidir.” DOBB, Maurice; Kapitalizm, Sosyalizm, Azgelişmiş Ülkeler ve İktisadi Kalkınma, 1. Basım Doğan Yayınları, Yayın No: 21, Ankara, 1973, s. 183 11
UNAY, s. 248 12
PETERSON, Wallace C.; Gelir – İstihdam ve Ekonomik Büyüme, Eskişehir İTİA Yayını, (Tarihsiz), s. 393
7
kullanımını içerir. Böylece toplam talep belirtenlerinin çözümlemesiyle ilgili olarak
incelediğimiz değişkenler ekonomik büyüme sürecinin anlaşılmasında da aynı
ölçüde önemlidir13.
1.3 Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi
Ekonomik büyüme çeşitli kriterlere göre ölçülebilir. Yani bir ulusal
ekonominin ne ölçüde büyüdüğünü matematiksel olarak ifade etmek mümkündür.
Ama böyle bir ifade bulmak için sağlam istatistiki bilgilere gereksinme vardır. Bir
ekonomideki yıllık GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) artış oranı, SMH (Safi Milli Hasıla)
artış oranı büyüme hızını ifade etmek için kullanılır. Yine aynı şekilde kişi başına
tüketim harcamalarındaki yıllık artış oranı büyüme hızını belirtmek için kullanılabilir.
Bütün bu kriterlere rağmen genel kabul gören ölçü kişi başına düşen reel milli
gelirdeki artıştır. Büyüme hızı, bir önceki yıla kıyasla reel milli gelirin yüzde kaç
arttığını gösteren bir orandır. Büyüme hızı (BH) (t) dönemindeki milli gelir artışının
(∆Yt) başlangıç milli gelirine (Yt) bölünmesiyle ifade edilir. Bu büyüme hızına brüt
büyüme hızı denir14.
BH = ∆Yt
Yt
Buradaki Yt başlangıç reel milli gelirini ve ∆Yt de Yt1 – Yt farkını ifade
eder. Büyüme hızı, fiyat artış ve azalmalarını dikkate almasına karşılık nüfus artışını
dikkate almaz. Yani büyüme hızı, global bir ifade olup, refah artışının göstergesi
olamaz. Önemli olan ülkede kişi başına olan milli gelir artışı olduğundan, bir yandan
milli gelir artışı, öte yandan da nüfus artışı dikkate alınmalıdır. Hızlı bir nüfus artışı
büyüme sağlayacağı refah artışına engel olur. Öyleyse, büyüme hızının ferdi ölçüsü
olması için, nüfus artışı dikkate alınarak brüt büyüme hızından net büyüme hızına
geçirilmelidir. Büyüme hızı sadece global olarak reel milli gelirin ne oranda arttığını
ifade etmesine karşılık; net büyüme hızı kişisel gelirlerin bir yılda ne oranda
yükseldiğini gösterir. Brüt büyüme hızından (BHb) nüfus artış hızı (n) çıkarılarak net
büyüme hızı (BHn) bulunur15.
13
PETERSON, s. 394 14
UNAY, s. 250 15
UNAY, s. 251
8
BHn = BHb - n
2. EKONOMİK KALKINMA
2.1 Tanım
Ekonomik kalkınma (economic development), bir ekonomide, üretim
(GSMH) hacminde meydana gelen artış demektir16. Kalkınma ekonomik ve sosyal
yapılardaki değişikliği içerir. Yine kalkınmada, ekonomik ve sosyal yapı değişikliği
zorunludur ve bu yeni yapılanma içinde toplumun belli bir sınıf ya da grubunun yanı
sıra bölgenin artan refahtan pay alarak refah düzeyinin dengeli dağılımının
sağlanması esastır. Kalkınma, aynı zamanda sosyal sorunları çözerek büyümedir.
Kalkınmanın asıl amacı, insanların daha iyi yaşamalarını sağlamak için artan
ekonomik olanakları sosyal sorunların çözülmesinde kullanmaktır17.
Kalkınma konusu, 2. Dünya Savaşı’ndan beri, hemen bütün ülkelerin
üzerinde durdukları ana sorunlardan biridir. Çünkü bu, bir taraftan bazı ülkelerin
yoksulluktan kurtulması, diğer taraftan da dünya barışının korunması ve hatta
kurulması demektir. Bu bakımdan konu, azgelişmiş ülkeleri olduğu gibi, gelişmiş
ülkeleri de yakından ilgilendiren bir sorundur. Çağdaş kalkınma iktisatçılarından
Henry Bruton bu konunun önemini şöyle belirtmektedir: “…temel soru olan
kalkınmanın ne anlama geldiği önemlidir. Kalkınmanın sadece bir amaç olarak
algılanması, kabul edilmesi ve politikalar tasarlamada karşılaştığı zorlukların önemli
bir nedenidir”18. Kalkınmadan söz edilebilmesi için üretim hacmindeki artışın
devamlı, önemli ve reel olması lazımdır. Gerçekten de öncelikle, üretimdeki artış
geçici, yani bir veya birkaç yıl için değil de, devamlı olmalıdır. Çünkü ancak bu
takdirde söz konusu ekonomide bir iyileşme ve refah artışı olabilir. O halde, bu
bakımdan, tesadüflere bağlı (örneğin, tarımda bir veya birkaç yıl iyi ürün alınması
gibi) geçici artışlar ekonomik kalkınma anlamına gelmez. Diğer taraftan, üretim
hacmindeki artış önemli olmalıdır. Böylece, toplum, ihtiyaçlarını eskisine nazaran
daha yüksek bir düzeyde karşılama olanağına kavuşmalıdır. Bu açıdan önemsiz,
varlığı ile yokluğu belirsiz artışlar kalkınma sayılmaz. Ayrıca, üretim hacmindeki artış
16
KÖKLÜ, Aziz; Makro İktisat, Ankara, 1973, s. 117 17
GÜVEN, Sami; Sosyal Planlama, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995, s. 5 vd. 18
DULUPÇU, Murat Ali; “Kalkınma İktisadı Üzerine Bazı Düşünceler: İdeolojik-Pratik-Teorik Bir Sorgulama”, Yönetim ve Ekonomi, Sayı: 5, 1999, s. 155
9
reel olmalıdır. Üretim artışı satın alma gücü düşmüş bir para ile saptanmış ise, bu
gerçek bir artış olmayabilir. Çünkü bu, reel yani mal cinsinden değil de, nominal yani
para cinsinden bir artıştır, bunun için de yanıltıcıdır19.
2.2 Ekonomik Kalkınma ve Ekonomik Büyüme Arasındaki Farklılıklar
Ekonomik kalkınma kavramı ile ekonomik büyüme ve gelişme terimlerinin
bazen eş, bazen de farklı anlamlar taşıyacak şekilde kullanıldığı görülür. Şöyle ki;
Eş anlamlı olarak: Büyüme ve kalkınma eş anlamlı kavramlardır. Bunlar,
bir yıllık bir süre içinde, nüfus başına düşen üretimde meydana gelen artışı
gösterirler.
Farklı anlamlı olarak: Büyüme ve kalkınma kavramları farklı şeyleri ifade
ederler. Büyüme, bilindiği gibi nüfus başına düşen üretim hacminde, bir yıl içinde,
meydana gelen artış demektir. Kalkınma ise, azgelişmiş (gelişmekte olan) ülkelerin
gelişmesi anlamında kullanılır. Bu ülkeler hem hızla artan nüfuslarının ihtiyaçlarını
karşılamak, hem de gelişmiş ülkelerle aralarındaki farkı kapatmak durumundadırlar.
Bu sebepten hızlı bir tempo ile gelişmek, yani üretimlerinde büyük artışlar sağlamak
zorundadırlar. Fakat, bu ülkelerde ekonomik, sosyal, kültürel yönden gelen yapısal
engeller gelişmeyi önler veya sınırlar. Gelişme yolunun açılması bu engellerin
kaldırılmasına bağlıdır. Gerçekten, mesela sermaye birikimi bakımından büyük
güçlüklerle karşılaşırlar. İçinde bulundukları koşullar (hızlı nüfus artışı, düşük gelir
seviyesi ve bundan doğan tasarruf azlığı gibi) bu ülkelerde hızlı bir sermaye
birikimine imkan vermez. Şu halde yoksul oldukları için tasarrufta bulunup yatırım
(sermaye birikimi) yapamazlar; yatırım yapamadıkları için de tasarruf yapma olanağı
veren bir gelir (üretim) düzeyine ulaşamazlar, yani yoksul kalırlar ve böylece
yoksulluğun kısır döngüsü (Şekil 2) içinde kıvranıp dururlar. Bütün bu engellerin
aşılması ve gerekli yapısal değişikliklerin yapılabilmesi için rasyonel ve uzun süreli
çabalara ihtiyaç vardır. Bu da bu amacı gerçekleştirecek politikalarla mümkün olur.
Bu sayede toplumun sosyo-ekonomik yapısı değişir. İşte kalkınmanın en büyük
özelliği budur. Buradan şu tanıma da ulaşabiliriz: Kalkınma, bir ülkede toplumun
sosyo-ekonomik yapısının değişmesi ve nüfus başına düşen üretim hacminde
meydana gelen önemli ve reel artıştır, refah seviyesinde beliren yükseliştir. Refah
19
KÖKLÜ, Makro, s. 118
10
seviyesinde meydana gelen bu yükseliş, dar ve geniş kapsamlı olarak alınabilir. Dar
anlamda alındığı takdirde bu, nüfus başına düşen tüketim malları miktarı demektir.
Geniş anlamda alındığı zaman, nüfus başına düşen tüketim mallarıyla, toplumca
sağlanan diğer bütün (kültürel, sosyal, moral, psikolojik…) tatminleri içerir. Geniş
anlamdan kalkınma anlaşılır20.
2.3 Ekonomik Kalkınmanın Ölçüsü
“Üretim hacminde meydana gelen artış”tan ne anlaşılması gerekir? Burada
çeşitli ölçüler akla gelebilir. Gerçekten, bundan21;
-Toplam üretim hacminde meydana gelen artış miktarı mı,
-Üretime katılan işçi başına elde edilen paydaki artış mı, yani işgücünün
verimliliğindeki artış mı,
-Nüfus başına düşen üretim miktarındaki artış mı anlaşılacaktır?
Bu ölçüleri sıra ile incelemek gerekir22:
-Toplam üretimde meydana gelen artış yalnız başına alındığı takdirde fazla
bir anlam taşımaz. Eğer ülke nüfusu, toplam üretim kadar veya ondan daha fazla
artarsa, bu takdirde kalkınmadan söz edilemez. Bu durumda yerinde sayma, hatta
yaşama düzeyinin düşmesi hali vardır.
-İşçi başına elde edilen üretim miktarındaki artış, hiç şüphesiz, yukarıdaki
ölçüye göre daha anlamlıdır. Fakat bu da yalnız üretime katılanları hesaba kattığı,
nüfusun çalışmayan kısmını görmezlikten geldiği için, yani işçinin verimliliği
çoğaldığı halde, nüfusun çalışmayan kısmının fazla artması yüzünden toplum
eskisine nazaran yoksullaşabilir. Nüfusunun büyük çoğunluğunu 15 yaşından daha
küçük yaştakilerin teşkil ettiği genç nüfuslu ülkeler bunun örnekleridir. O halde
emeğin verimlilik ölçüsü de, burada amaca uygun değildir.
20
KÖKLÜ, Makro, s. 119 vd. 21
KÖKLÜ, Makro, s. 118 vd. 22
KÖKLÜ, Makro, s. 118 vd.
11
-Ekonomik kalkınmanın en iyi ölçüsü üretimden nüfus başına düşen paydır,
bu payda meydana gelen artıştır. Çünkü ancak bu halde toplumun yaşama
düzeyinde, refah seviyesinde bir iyileşme, bir yükselme olabilir. Fakat burada,
üzerinde durulması gereken önemli konu şudur: Nüfus başına düşen üretim, bilindiği
gibi bir ortalamadır. Gerçek durum bu ortalamadan çok farklı olabilir. Toplam
üretimle beraber nüfus başına düşen üretim payı matematiksel olarak arttığı halde,
gerçekte durum böyle olmayabilir. Yani bu artıştan yalnız bazı kişiler, bazı gruplar
yararlanmış, nüfusun büyük bir bölümü bundan pay almamış olabilir. bu halde olsa
olsa bu kişilerin veya grupların durumları iyileşmiş olur. oysa amaç bu değildir.
Amaç, toplam üretimde meydana gelen artışın toplumu oluşturan kişiler arasında
dağılmasıdır. Bundan herkes mümkün olan en adaletli biçimde yararlanmalıdır.
Toplum refahının artışından ve kalkınmadan ancak bu halde söz edilebilir23.
ŞEKİL 2- YOKSULLUK KISIR DÖNGÜSÜ
Kalkınma hızı da ekonomik kalkınmanın önemli bir göstergesidir. Bir
ülkenin reel milli gelirinde bir yıl süresinde meydana gelen artış o ülkenin kalkınma
hızını gösterir. Örneğin Türkiye’nin sabit fiyatlarla GSMH’sı bir yılda 50 trilyondan 55
23
Kalkınma ölçüsü olarak ekonomik ve sosyal ölçüler olarak şunlar kullanılabilir: Ekonomik: Milli gelir düzeyindeki reel artış, kişi başına düşen milli gelir artışı, gelir dağılımı vb.; Sosyal: Okuma-yazma oranı, bebek ölüm oranları, kişi başına düşen doktor sayısı, okullaşma oranı, nüfus artış oranı, kişi başına kağıt tüketimi, kitap-gazete-dergi okuma oranı vb.
Gelişmemiş Kaynaklar Gelişmemiş Halk
Yetersiz Sermaye Birikimi
Yetersiz Yatırım
Yetersiz Tasarruf Yetersiz Talep
Düşük Verim
Düşük Gelir
12
trilyona yükselmişse, kalkınma hızı %10 artmıştır. Çünkü GSMH bir yılda %10
artmıştır24.
2.4 Ekonomik Kalkınmayı Belirleyen Unsurlar
Nüfus artışı, doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve teknoloji ekonomik
kalkınma açısından önem taşır. Bunları sırayla inceleyelim;
-Nüfus artışı: Üretimin temel amacı insan ve onun refahıdır. Aynı zamanda
üretimin bir numaralı unsurudur. Nüfus artışı, hem çalışan insan sayısının artması,
hem de çalışan insanların niteliklerinin iyileşmesi bakımından önemlidir. Öte yandan
dünyada, özellikle azgelişmiş ülkelerde nüfus hızla artmaktadır. Buna karşılık
azgelişmiş ülkelerde nüfusun çalışabilecek durumda olan büyük bir kısmından
yararlanma olanağı yoktur. Bu ekonomik, sosyal, teknolojik, moral, psikolojik ve
başka pek çok sebeplerin doğurduğu bir sonuçtur. Oysa çalışan insan sayısıyla
refah seviyesi arasında doğru orantı vardır. Hızlı nüfus artışı karşısında artan üretim
ancak yeni doğanları besleyebileceğinden ortalama gelir düzeyi ya aynı kalmakta ya
da yavaş yükselmektedir. Nüfus artışı üstelik ekonominin kaynaklarının
kullanılmasına da tesir etmektedir. Beşeri faktörü geliştirmek zorunluluğu, artan
nüfus karşısında hastahane, okul, diğer alt yapı yatırımlarını arttırmayı gerekli
kılmaktadır. Özellikle nüfus artışı ile öğretim ve eğitim faaliyetleri paralel ilerlemek
zorunda bulunmaktadır. Hızlı nüfus artışı bir yandan işsizliği çoğaltıp, öte yandan
gizli işsizliğe yol açtığından genellikle ana üretim faaliyetlerinde emeğin israfına yol
açmaktadır. Çünkü emek biriktirilmesi mümkün olmayan bir üretim faktörüdür25.
-Doğal kaynaklar: Doğal kaynaklar denilince kullanılabilen toprakları,
ormanları, ülkenin sahip olduğu yer altı ve yerüstü zenginliklerini anlamak gerekir.
Doğal kaynaklar üretim artışını sağlayan, ekonomik kalkınmayı hızlandıran
faktörlerden biridir. Yapılan incelemeler dünyada doğal kaynakların dağılımı
yönünden ülkelerarası bir eşitliğin olmadığını ortaya koymuştur. Bazı düşüncelere
göre doğal kaynakların bu adaletsiz dağılımı gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin
doğmasında etkili bir faktör olmuştur. Çünkü, birçok az gelişmiş ülkede doğal
kaynaklar kıt ve yetersizdir. Öyleyse doğal kaynakların titizce değerlendirilmeleri ve
24ZARAKOLU, Avni; İktisat C. II, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara (Tarihsiz), s. 173 25
UNAY, s. 263; KÖKLÜ, Makro, s. 123
13
ekonomik kalkınmayı ve büyümeyi olumlu yönde etkilemeleri için alınacak önlemler
hayati önem taşırlar. Bunun için etkili ve yüksek verimli tarımsal işletmecilik akla
gelen ilk amaç oluyor. Bir ülkenin sahip olduğu toprakların verimli işletilmesi bir
yandan çoğu defa toprak reformunu öte yandan tarım reformunu gerekli kılmaktadır.
Ayrıca yalnız toprakların değil, toprak altı ve toprak üstü kaynakların israf edilmeden
işletilmeleri önem taşımaktadır. Burada sermayeye, vasıflı emeğe ve teknolojiye
ihtiyaç vardır. Az gelişmiş ülkelerde bu faktörlerin eksiklikleri ekonomik kalkınmayı
frenlemektedir26.
-Sermaye birikimi: Üretimi gerçekleştiren büyüme ve kalkınmayı sağlayan
faktörlerden biri de sermayedir. Sermayenin kaynağı da tasarruftur. Eğer bir ülkede
tasarruf meyli yüksekse sermaye birikimi hızlanır, tasarruf eğilimi düşükse sermaye
birikimi yavaşlar. Az gelişmiş ülkelerde atıl duran emek ve doğal kaynakların üretime
katılması büyük ölçüde sermaye birikimine bağlıdır. Az gelişmiş ülkelerde milli gelirin
küçük bir oranı tasarrufa dönüşmektedir. Bunun da nedenlerini şöyle sıralayabiliriz27:
a) Yoksulluk, b) Sade bir hayat ve gelişmeye önem veren burjuva ahlakının
yerleşmemiş olması, c) Kıymetli eşya ve atıl stok biriktirmek veya gayri menkuller
edinmek yahut hariçteki para piyasasına transfer suretiyle tasarrufların verimsiz bir
şekilde kullanılması, d) Gelişmiş ülkelerin tüketim normlarının taklit edilmesi. Sonuç
olarak düşük tasarruf düşük yatırım demektir. Düşük yatırım da düşük kalkınma hızı
demektir. Düşük kalkınma hızı ya da milli gelir düşük seviyede tasarruf yaratır. Bu
da yoksulluk kısır döngüsünden başka bir şey değildir.
-Teknoloji: Teknoloji, üretim faktörleri bileşiminde verimliliği arttıran ana
öğedir. Ülkenin sahip olduğu sermaye stoku ne kadar büyükse, bunlar ne kadar iyi
yani teknik bakımdan ne kadar yeni iseler, ülkenin üretim gücü o kadar fazladır.
Diğer yandan ilk bakışta ucuza mal olacağı sanılan teknolojinin gelişmiş bir ülkeden
az gelişmiş bir ülkeye transferi sermaye, yatırım, dinamik müteşebbis, vasıflı emek
ve adaptasyon gerektirmektedir. Oysa ki az gelişmiş ülkeler açısından bakıldığından
özellikleri itibariyle teknoloji kullanımını da etkili düzeyde gerçekleştiremediklerini
söyleyebiliriz. Gelişmiş ülkelerde ise kalkınma ile bilim, teknik, sermaye ve sanayii
paralel gelişmiştir28.
26
UNAY, s. 262 27
SAMUELSON, Paul; İktisat, 6. Baskı, ODTÜ Yayınları, Ankara, 1965, s. 860 28
UNAY, s. 263
14
3. BÖLÜŞÜM İLİŞKİLERİ
3.1 Tanım
Bölüşüm, tarih boyunca önemini yitirmemiş, sürekli gündemde kalmış bir
konudur. Bu önem, sanayileşme süreciyle birlikte ortaya çıkan ekonomik temele
dayalı sınıflı toplum yapısının, bölüşüm ilişkilerine yeni bir içerik kazandırmasına
bağlı olarak, iktisat biliminin üzerinde en çok tartışılan alanı olmuştur. Gelişmiş
ülkelerde, asgari gelir, dolayısıyla refahın belli bir düzeyi aşması nedeniyle, alt ve
üst gruplar arasındaki fark artmış olsa da, bölüşüm sorunu ikinci plana düşmüş
görünmektedir. Ancak, bir taraftan kalkınmanın gerçekleştirilmesi, diğer taraftan da
kaynak yetersizliği bulunan gelişmekte olan ülkelerde bölüşüm, sadece ekonomik
değil, aynı zamanda politik, sosyal ve kültürel açıdan önemli sorunlara yol
açmaktadır. Dolayısıyla, bölüşüm sorunu, özde ekonomik içerikli olmakla birlikte,
aynı zamanda, politik ve sosyo-kültürel boyutları bulunan bir nitelik kazanmaktadır.
Bu nedenle, bölüşüm, üzerinde özellikle durması gereken bir konudur29.
İktisat literatüründe bölüşüm, bölüşüm ilişkileri ve gelir dağılımı
kavramlarının bazen farklı bazen de aynı anlamda kullanıldığı ve bu nedenle,
literatürde bir kavram kargaşasının bulunduğu görülmektedir. Bölüşüm, değer
yargıları ve ideolojik değerlendirmelere açık olması nedeniyle iktisat biliminin en
tartışmalı alanlarından biridir. Latince kökenli dillerde “distribution” biçiminde
kullanılan terim, Türkçe’ye “inkisam” olarak yerleşmiş ve ekonomi kitaplarında
kullanılmıştır. Sözlük anlamıyla “bölünme” ve “parçalanma” olan “inkisam” yerine,
“dağılım” sözcüğü de yaygın olarak kullanılmaktadır. Boratav, “bir toplumda,
ürünlerin veya gelirlerin paylaşılmasını düzenleyen mekanizmaya bölüşüm, ürünlerin
veya gelirlerin bireyler veya sosyal gruplar arasında paylaşılma tarzını belirleyen
sosyal ilişkilere, bölüşüm ilişkileri; bölüşüm ilişkilerinin sonucu olarak birey veya
gruplara giden ürünlerden alınan payların ifadesine gelir dağılımı demektedir”.
Hatipoğlu, Açıl ve Baban, benzer şekilde, bölüşümü “ulusal gelirin, yaratılmasında
rolü bulunan çeşitli üretim araçları arasında paylaşılması” olarak tanımlamıştır.
Kepenek ve Yeldan’a göre bölüşüm ya da gelir dağılımı tanımlarken, “mal ve hizmet
üretimine katılan işgücü ve sermayenin, bu süreçte yaratılan değer artışını kendi
29
UYSAL, Yaşar; “Bölüşüm İlişkileri ve Bu İlişkilerin Düzenlenmesinde Etkili Olabilecek
İktisat Politikalarının Değerlendirilmesi – Türkiye Örneği”, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005); Ayrıca bkz. PEKİN, Tevfik; Ekonomiye Giriş, 3. Baskı, İzmir, 1982, s.153 vd.
15
aralarında nasıl bölüşeceklerine ilişkin teknik, ekonomik, toplumsal ve siyasal
boyutları olan, çok yönlü ve karmaşık bir konudur” ifadesini kullanmaktadır. Yabancı
literatürde ise, bölüşüm (distribution) ve gelir dağılımı (income distribution)
kavramlarının genelde aynı anlamda kullanıldığı ve bunlardan fonksiyonel ve kişisel
gelir dağılımının anlaşıldığı görülmektedir30.
Bu tanımlar çerçevesinde bölüşümü, genel olarak, çıktının ve/veya bunun
parasal karşılığı olan gelirin üretime katkıda bulunanlar arasında paylaşımı olarak
tanımlayabiliriz. Görüldüğü gibi, üretimin varlığı, bölüşümün önkoşulu olmakta ve
üretim sürecinde ortaya çıkan işbölümü, bölüşüm için de temel oluşturmaktadır.
Çıktının üretime katılan faktörler arasında bölüşümü, fiziki ürün (ayni) ve/veya
paraya dayalı olarak gerçekleşebilmektedir. Geri kalmış veya gelişmekte olan
ülkelerde, bir çok alanda olduğu gibi, bu alanda da düalizm yaşanmakta ve bir
tarafta paraya, diğer tarafta fiziki ürüne dayalı bölüşüm görülebilmektedir. Bununla
birlikte günümüzün gelişmiş ekonomilerinde bölüşüm tamamen paraya dayalıdır.
Dolayısıyla, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bölüşümün niteliğinin
değişebildiği; bu alanda evrensel bazı kurallar yanında ülkeye, bölgeye, sektörlere
özgü özelliklerin bulunduğu ifade edilebilir. Bölüşüm, ülkede uygulanan ekonomik
sisteme bağlıdır. Nitekim, piyasa ekonomisinin egemen olduğu kapitalist sistem ile
devletin her türlü ekonomik faaliyeti düzenlediği sosyalist sistemde bölüşüm
farklıdır31.
3.2 Bölüşüm İlişkileri
Üretim ilişkileri, üretim güçlerinin tarihsel gelişimine bağlı olarak
biçimlenirken, bölüşüm ilişkileri de üretim ilişkilerine bağlı olmaktadır. Ürünlerin
toplum içindeki bölüşüm biçimi, insanların sosyal bir nitelik taşıyan üretim sürecine
katılma tarzıyla belirlenir. Gerçekleştirilen üretimin kime gideceği sorusu; üretimin bir
paylaşım ve bölüşüm sorunu yarattığını ortaya koymaktadır. Bütün toplumlarda,
üretim faaliyetinde olduğu gibi, ürünlerin paylaşılmasını düzenleyen bir mekanizma
bulunmaktadır. İktisadi faaliyetlerin bu yönü, bölüşüm olgusunu oluşturur. Bölüşüm
sorununun ortaya çıkmasının temel nedeni, mal ve hizmet üretiminde çeşitli üretim
faktörlerine gereksinim olması ve genelde bu üretim faktörlerine farklı kişilerin sahip
olmasıdır. Doğallıkla, üretim faktörlerinin tümünün bir kişiye ait olması durumunda
30
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 31
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
16
bölüşüm sorunu ortaya çıkmayacaktır. Ancak bu, zamanımızda çok az rastlanan,
kısmen tarım işletmelerinde görülen bir durumdur. İşbölümü ve uzmanlaşmaya
dayanan zamanımız ekonomik örgütlenmesinde üretim binlerce insan, makine ve
doğal kaynakların ortak ürünüdür. O halde, çeşitli üretken faktörlerin katkısıyla
oluşan ürün, bu faktör sahipleri arasında nasıl paylaşılacaktır? Üretim için farklı
üretim faktörlerine gereksinim olmasının yanında bunların farklı oranlarda bir araya
gelebilmesi de bölüşüm açısından önem taşımaktadır32.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, paranın kullanılmadığı ilkel toplumlarda
bölüşüm mekanizması basittir ve açık şekilde gerçekleştirilen ürünün doğrudan
doğruya paylaşılması şeklinde gerçekleşir. Nitekim, emek, doğa ve sermaye bir
araya gelerek maddi ürünler yaratırlar ve bu ürünleri belli kurallara göre paylaşırlar.
Belli bir gelişme düzeyinden sonra ise, bu açık ilişkiler daha örtük hale gelir.
Ekonomik yaşama paranın girmesi ve paralı ekonominin egemen olmasıyla, üretim
ve bölüşüm ilişkileri, ancak para, gelir, milli gelir, piyasa gibi fiziki varlıkları ya hiç
olmayan ya da son derece önemsiz olan öğelerle, kategorilerle kavranabilir bir
duruma gelmiştir. Bunlar, gerçek ve maddi üretim ve bölüşüm ilişkilerini gizleyen,
fakat aynı zamanda olanaklı kılan örtülerdir33.
Bununla birlikte, paralı değişimin egemen olduğu ekonomilerde de
bölüşüm olgusu temelde değişmemektedir. Ancak, bölüşüm olgusu, artık parasal
gelirler biçiminde gerçekleştiğinden gelir dağılımı adını almaktadır. Böylece, maddi
ürünlerin parasal değerleri toplamı milli gelir; ürünlerin paylaşılması gelir dağılımı
olarak tanımlanır. Böyle bir ekonomide herhangi bir kişi veya kurumun, üretilmiş
tüketim ve yatırım mallarının bir miktarını elde etmesi, yani bu malların üretiminden
pay alması piyasada bu mallara para harcanması ile gerçekleşir. Böylece, ürünlerin
paylaşılması; parasal harcama gücünün, yani parasal gelirlerin dağılımı tarafından
belirlenir. Dağıtılan parasal gelirlerin toplamı, üretilen ürünlerin para ile ifade edilen
değerleri toplamına eşittir. Ürünlerin veya gelirlerin kişiler veya sosyal gruplar
arasında paylaşılma biçimini belirleyen sosyal ilişkilere bölüşüm ilişkileri denir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, her ülkenin kendine özgü bölüşüm ilişkileri ve yasaları
vardır. Çünkü, ekonomi yanında toplumların hukuk, ahlak ve kültür sistemleri de bu
ilişkiler üzerinde etkili olabilmektedir. Bu nedenle, bölüşüm ilişkilerinin evrensel
32
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 33
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
17
iktisadi yasaları yanında, ülke ve/veya bölgelere, ekonomik sistemlere özgü
boyutları da bulunmaktadır34.
3.3 Gelir Bölüşümü (Dağılımı)
Keynes, bilinen eserinin ilk sayfalarında, Ricardo'nun kötümser nüfus
teorisinin yazarı Maltus'a göndermiş olduğu bir mektuptan söz etmektedir. Adı
geçen mektubun bir yerinde Ricardo şöyle demektedir. "Size göre iktisat bilimi ulusal
refahın artış nedenlerini araştırmaktadır. Bana göre ise bu bilim, bu refah artışının
üretime katılanlar arasında nasıl paylaşılacağını araştırmalıdır. Gün geçtikçe birinci
tanımın boş ve aldatıcı olduğuna, ikincinin ise bilimin gerçek amacını yansıttığına
daha çok inanmaktayım."35
Gelir bölüşümü; bir ülkede belirli dönemler içinde üretilen gelirin fertler,
fertlerden oluşan gruplar veya üretim faktörleri arasında bölünmesidir36.
Her ekonomik uğraşın ilk amacı, gerçek bir gelir yaratan mal ve hizmetler
ortaya koymaktır. Yaratılan gelir düzeyinin, diğer bir deyişle, üretilen mal ve
hizmetlerin niceliği belirli bir dönemdeki sosyal refahın belirlenmesi yönünden en iyi
ölçüyü vermektedir. Sosyal refah düzeyinin ne yönde bir gelişme gösterdiğinin
saptanabilmesi için, ulusal gelirin nasıl dağıldığı ve bu dağılımın yıllara göre nasıl
değiştiğinin bilinmesi zorunludur. Bu tür bir bilginin bireyler için önemi büyüktür.
Çünkü, bireyleri makro ekonomik açıdan birinci derecede ilgilendiren konu, toplum
içinde yapılan üretimden (yaratılan gelirden) kendilerine ne kadar pay düşeceğidir.
Schumpeter’e göre sosyal ortamın bir “termometre”si olarak nitelendirilen bölüşüm,
kar marjlarının daraltılması, sendikaların direnme gücü, artan oranlı gelir vergisi,
sosyal refah programları ve hükümet müdahaleleriyle yön değiştirmektedir37.
34
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 35
BİLEN, Mahmut – YUMUŞAK, İbrahim Güran; “Gelir Dağılımı – Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005) 36
GÜRAN, Sevgi; Makroekonomik Analize Giriş, Der Yayınları, İstanbul, 1989, s. 18 37
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
18
Gelir bölüşümünü belirleyen faktörlerin sayısı az değildir ve ekonomik
yapının özelliklerine göre bu faktörlerin etkinliği değişiklikler göstermektedir. Bir
ülkenin gelir dağılımı şu faktörlere bağlıdır38:
-Kazanç ve gelir getiren değerlerin dağılımına (meslekler, toprak, sermaye
gibi)39;
-Eğitim40, sağlık hizmetleri ve barınma imkanları gibi kamu mal ve
hizmetlerinin sağlanması ve bunların dağılımına;
-Hem kamu hem de özel transfer ödemelerinin miktarına ve yönetimine;
-Vergi sistemine.
Kuznets, beş ülke verilerini kullanarak yapmış olduğu çalışmasında gelir
dağılımı ile ekonomik büyüme arasında bir ilişki olduğunu ileri sürer. Gelir düzeyi
arttıkça eşitsizlik önce artmakta sonra ise azalmaktadır. Bu ilişki ters U savı olarak
ifade edilmekte ve gelir dağılımını ya da bölüşümünü ve gelir düzeyini gösteren eğri,
Kuznets eğrisi olarak ifade edilmektedir. Kuznets adı geçen ilişkiyi tarımda tarım dışı
sektörlere olan istihdam akışıyla izah etmektedir. Bilindiği gibi tarım dışı
sektörlerdeki verimlilik tarım sektöründen daha yüksektir. Meydana gelen göç
nedeniyle ilk etapta üretim artacak ve gelir bölüşümü bozulacaktır. Fakat elde edilen
üretim artışının ilerleyen aşamaları, gelir dağılımının düzelmesini veya iyileşmesini
beraberinde getirecektir. Konuyla ilgili yapılan başka bir çalışmaya göre de
ekonomik gelişmenin ilk aşamalarında beşeri sermaye yatırımları nedeniyle beşeri
sermaye dağılımı eşit olmayacak, nitelikli ve niteliksiz işgücü arasındaki ücret farkı
açılacak, bu nedenle de gelir dağılımında bir bozulma söz konusu olacaktır. Ancak
ileri aşamalarda beşeri sermaye açısından yüksek seviyeye sahip olan kesimin
38
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005) 39
Birçok ülkedeki gelir bölüşümündeki eşitsizliğin başlıca kaynağı toprak mülkiyet dağılımındaki eşitsizliklerdir. Geniş topraklara sahip çiftçiler ile topraksız köylülerin yıllık gelirleri arasında büyük farkların bulunması doğaldır. Bunun yanı sıra sahibine gelir sağlayan çeşitli servetler vardır. Apartman, ev, otel gibi taşınmaz mallar ile hisse senedi, gibi kıymetli kağıtlar. Bunların mülkiyet haklarının toplum içindeki dağılımında görülen eşitsizlikler de gelir eşitsizliklerinin bir başka örneğidir. ÜSTÜNEL, s. 264 40
Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin başlıca kaynaklarından biri de insanların çocukluk ve gençlik çağlarında elde ettikleri eğitim imkanlarının farklı olmasıdır. Buna, yetişkinlerin eğitimi, belli bir işe hazırlama ve fırsat eşitliği unsurları da eklenebilir. Özellikle emek gelirlerinin kendi içindeki farkları bu etkenlerle açıklamak mümkündür. Kişisel yetenek ve beceriler, yaş ve sıhhat farkları da gelir eşitsizliği bağlamında önem taşır. ÜSTÜNEL, s. 265
19
düşük kesimlere bu birikimlerini aktarmasının sonucu olarak beşeri sermaye ve
buna bağlı olarak ücret farklılıkları azalacak, gelir bölüşümü daha adil hale
gelebilecektir41.
Bölüşüme ilişkin farklı sınıflandırmalar bulunmaktadır. Bunlar aşağıda
incelenmiştir.
3.3.1 Fonksiyonel Bölüşüm
Fonksiyonel bölüşüm (functional distribution), toplam gelirin emek,
sermaye, toprak ve girişimci gibi üretim faktörleri arasında hangi esaslar ve
oranlarda paylaşıldığını göstermektedir. Böhm-Bawerk’e göre fonksiyonel dağılım,
farklı üretim faktörlerine, üretim fonksiyonlarına bağlı olarak düşen payın nasıl
belirlendiğini gösterir. Burada üretim fonksiyonlarını oluşturan kişi-faktörler dikkate
alınmaz. Böylece, fonksiyonel bölüşüm milli gelirin ücret, toprak rantı, faiz ve kar
olarak ayrılmasını ifade eder. Fonksiyonel bölüşüm, başlangıçta, gelirin, emek
gelirleri ve mülkiyet gelirleri arasında paylaşılması olarak anlaşılmıştır. Bu iki geniş
gelir kategorisi daha sonraları da kendi içinde ayrılmıştır. Nitekim, emek gelirleri;
ücret (fiziki emek geliri), maaş (beyaz yakalı gelirleri) ve üst düzey ücretliler (yönetici
emek gelirleri) olarak üçe ayrılmıştır. Mülk gelirleri de rant, faiz ve kar payı olarak
ayrılmaktadır42.
Fonksiyonel bölüşüm deyimi, birkaç farklı amaç ve bir o kadar da değişik
anlamlarda kullanıldığı için, bütün bu farklı anlamları kapsayacak biçimde genel bir
tanımlama yapılması olanağı hemen hemen yok gibidir. Ancak, bir tanımlama olarak
değil, bir hareket noktası biçiminde kabul edilerek fonksiyonel gelir dağılımı, “bir
işletme, bir sanayi kolu veya ulusal ekonomi düzeyinde üretilen değerin, üretime
katılan faktörler arasındaki dağılımıdır” denilebilir. Milli gelirin sosyal sınıflar
arasındaki dağılımını ortaya koymak açısından en uygun bölüşüm tanımı
fonksiyonel bölüşümdür. Ancak, fonksiyonel bölüşüm ile çeşitli sosyal tabakaların
milli gelirden aldıkları paylar ancak ana hatları ile belirtilebilir. Çünkü, sosyal
tabakalaşma fonksiyonel bölüşümün dörtlü sınıflandırmasının kapsamına
41
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf
(Erişim: 4.3.2005); İktisat doktrinindeki görüşler için bkz. BAŞ, Kemal; “Ekonomik Büyüme, Gelir Dağılımı, Eğitim ve Nüfus Artışı İlişkileri = Türkiye Örneği”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 1, 2001, s. 46 vd. 42
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005); Aynı yönde PEKİN, s. 155 vd
20
giremeyecek kadar karmaşıktır. Nitekim, bu tanımlamada küçük çiftçi ile büyük çiftçi,
büyük tüccar ile küçük tüccar arasında ya da tarım işçisi ile sanayi işçisi arasında
fark yoktur. Aynı şekilde, çok büyük bir holdingin koordinatörlüğünü yapan bir kişi
fonksiyonel dağılıma göre ücretli sınıftan olması gerekirken, sosyolojik olarak işçi
sınıfından değildir43.
Fonksiyonel bölüşüm, bir ülkenin gelişmişlik seviyesi hakkında oldukça
sağlıklı bilgi verebilir. Nitekim, gelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınmanın başlangıç
dönemlerinde tarım kesimi, milli gelirden en büyük payı alırken, gelişme düzeyi
yükseldikçe ücretlilerin payının arttığı gözlenmiştir. Gelişmiş ülkelerde emek
gelirlerinin milli gelir içindeki payı %70'e kadar çıkarken, gelişmekte olan ülkelerde
%30 gibi düşük bir düzeyde bulunmaktadır. Örneğin ABD'de kişisel gelirlerin içindeki
ücret ve maaş gelirlerinin payı %75'in üzerindedir. Uzun dönemde de bu oran
değişiklik göstermeme eğilimindedir. Mankiw'e göre, gelişmiş ülkelerde uzun
dönemde emek gelirlerinin payı %70 civarındadır. Örneğin İngiltere, Kanada, İtalya,
Fransa ve Almanya ve ABD'nde emek dışı gelirlerin payı, 1966 ve 1994 yılları
arasında %29-39 arasında kalmış, nispeten istikrarlı bir trend izlemiştir44.
Gelişmekte olan ülkelerde ise tarım kesiminin milli gelirdeki payı önemini
korurken, ücretlilerin geliri, nispî olarak daha düşüktür. Gelişmiş ülkelerde emek
payının milli gelir içinde önemli bir yer tutmasının nedenleri işsizlik oranlarının
düşük, ücretli nüfusun aktif nüfusa oranının yüksek olması ve verimlilik artışlarının
ücretlere daha kolay yansıtılır olması ile yakından ilgilidir. Gelişmekte olan ülkelerde
ise emek gücünün veriminin ve teknolojinin yetersizliği milli gelir içindeki emek
paylarının azalmasına sebep olmaktadır. Aynı şekilde emek gücünün milli gelir
içindeki payının düşük olması ise işgücünün önemli bir oranının kendi hesabına ve
bir bölümünün ücretsiz olarak çalışması, firma ölçeklerinin küçük ve emek dışı
gelirlerinin yüksek olmasıyla açıklanır. Bu eşitsizlik mali tedbirlerle kısa vadeli olarak
çözülebilse dahi eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması uzun vadeli bir çözüm olarak
daha etkin bir yoldur45.
43
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005); Kuramsal değerlendirme ve iktisat doktrinindeki yaklaşımlar için bkz. VARLIER, Oktay; Türkiye’de Kazanç Eşitsizliklerinin Nedenleri, Gazi Üniversitesi Yayını, Ankara, 1982, s. 8 vd. 44
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005) 45
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005)
21
3.3.2 Kişisel Bölüşüm
Kişisel bölüşüm (personal distribution), gelirin (ya da servetin) gelir veya
servet gruplarına göre dağılımını ifade etmektedir. Kişisel bölüşüm, gelirin nasıl,
nerede ve ne yaparak elde edildiğini değil, sadece bireylerin belirli bir süre boyunca
elde ettikleri gelir miktarını göz önüne almaktadır. Kişisel bölüşümde, fonksiyonel
bölüşümde olduğu gibi, üretim fonksiyonu dikkate alınmamakta, kişilerin milli
gelirden aldıkları pay ve bunun büyüklüğü üzerinde durulmaktadır. Kısaca ifade
etmek gerekirse, kişisel bölüşüm, toplam gelirin toplumu oluşturan bireyler ve aileler
arasında nasıl dağıldığının yani, bireylerden ne kadarının ne miktar gelir elde
ettiklerinin ve gelir düzeyleri arasındaki farkın incelenmesidir. Kişisel bölüşüm
denilmesinin nedeni, burada gelir sahibinin ne iş yaparak değil de, sadece birey ya
da aile olarak ne kadar gelir elde ettiğine bakılmasındandır. Dolayısıyla, kişisel gelir
içinde farklı gelir kategorileri birlikte bulunabilmektedir46.
Gelişmiş ülkelerde, en düşük gelirli nüfusun %20’lik kesimi, gelirin %6-8’ini
alırken, en yüksek gelirli kesim, gelirin %40’ını almaktadır. Bu konuda çeşitli gelişmiş
ülkelerin ifade edilen yüzde değerler cinsinden gelir bölüşümü değerleri verilebilir.
Almanya sırayla 7,0 ve 40,3; İtalya 6,8 ve 41,0; Finlandiya 6,3 ve 37,6; Fransa 5,6
ve 41,9; Japonya 8,7 ve 37,5 ve son olarak Hollanda da ise 8,2 ve 36,9 şeklindedir.
Gini katsayısı47 verileri de gelişmiş ülkelerde gelir bölüşümünün dağılımının daha iyi
olduğunu doğrulamaktadır. Nitekim 1990'lı yılların başları itibariyle OECD
ülkelerinde bu katsayının 0,24 ile 0,35 arasında değiştiği görülmektedir. Bu duruma
karşılık gelişmekte olan ülkelerde ise Gini katsayısı 0,45 ile 0,58 arasında yer
almaktadır48.
Gelişmekte olan ülkelerde, gelir bölüşümünün gelişmiş ülkelere göre daha
adaletsiz dağılmasının en önemli nedeni, tarım kesiminin ekonomideki ağırlığını
koruması ve dolayısıyla nüfusun büyük kesiminin tarım sektöründe çalışmasıdır.
Gelişmiş ülkelerde, gelir bölüşümünün daha adil bir şekilde dağılmasında,
uygulanan sosyal politikalar yanında, ücretliler kesiminin payının yükselmiş olması
46
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005);
Ayrıca bkz. PEKİN, s. 156 vd. 47
Gini katsayısı, 0 ile 1 arasında değerler alır. Bu katsayı 1'e eşit ise "tam eşitsizlik" 0'a eşit ise "tam eşitlik" söz konusudur. 48
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005)
22
ve firmaların halka açılmasıyla servetin alt ve orta gelir gruplarına yayılmasının
önemli rolü olmuştur49.
3.3.3 Sektörel Bölüşüm
Sektörel ya da mesleki bölüşüm (occupational distribution), çeşitli üretim
sektörlerinin sosyal hasılaya hangi oranda katıldığını ne ölçüde pay aldığını ortaya
koymaktadır. Bu bağlamda tarım, sanayi, ve hizmet sektörlerinin milli gelirden
aldıkları paylar, bunların uzun dönemde gösterdiği değişim, devletin hangi sektörler
lehine veya aleyhine milli gelirin dağılımını etkilediğini, sektörel bölüşüm ve buna
ilişkin olarak yapılan incelemeler ortaya koymaktadır50.
3.3.4 Bölgesel veya Coğrafi Bölüşüm
Bölgesel ya da coğrafi bölüşüm (geographical or regional distribution) bir
ülkede gelirin bölgesel dağılımını ifade etmektedir. ulusal gelirin bir ülke içindeki
değişik bölgelere dağılımı farklı olmaktadır. Böylece, bölgesel dağılım, bir ülkenin
farklı bölgelerinde yaşayan insanların ulusal gelirden ne oranda pay aldıklarını
gösterir. Bu dağılım, bölgeler arasındaki farkların ortaya konulmasında
kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bölgesel gelir bölüşümü, gelişmekte olan
ülkelere oranla daha dengeli olmaktadır. Doğal olarak ülkenin sahip olduğu
büyüklük, bölgeler arasından iklim ve arazi özelliklerinin farklılığı ve sosyolojik
özellikler de gelir dağılımında etkili olmaktadır51.
3.3.5 Gelirin Yeniden Bölüşümü (Dağılımı)
Batı dillerinde “re-distribution” şeklinde kullanılan sözcük Türkçe’ye
“yeniden bölüşüm (dağılım)” olarak geçmiştir. Gelirin yeniden bölüşümü, yukarıda
ifade edilen bölüşüm şekillerinden farklılık göstermektedir. Sözlük anlamında “re-
distribution” yeniden bölüşüm veya ikincil bölüşüm demektir. Bu işlemin kamu
maliyesi aracılığıyla yapıldığı terimin kapsamı içinde bulunmaktadır. Dolayısıyla
yeniden bölüşümü, “bir ülkede kamunun değişik yöntemlerle (vergi harç vb.) gelir
49
BİLEN – YUMUŞAK, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005); İlgili yaklaşım ve görüşler için bkz. ÜSTÜNEL, s. 258 50
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 51
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
23
elde ederek, bunları kamu giderleri aracılığıyla topluma yeniden vermesi” şeklinde
tanımlamak mümkündür52.
3.4 Servet Bölüşümü
Servet, mülkiyet ve sermaye kavramlarının bazen birbiriyle eşanlamlı
olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu kavramlar henüz, tam olarak açıklığa
kavuşturulamamıştır. Bununla birlikte, mülkiyet düzeninin servet oluşum ve dağılımı
bakımından büyük önemi bulunmaktadır. Çünkü, özel mülkiyetin olmadığı bir
sistemde servet dağılımından bahsetmek anlamlı olmayacaktır. Servet, bir ekonomik
birimin kendi amaçlarına uygun olarak kullanma hakkına sahip olabileceği, para
birimiyle ölçülebilen iktisadi değerlerin tümünü ifade etmektedir. Servet öğeleri,
doğrudan veya dolaylı olarak gelir elde etmek için kullanılır. Servetin kaynakları,
işgal durumu bir tarafa bırakıldığında, servet sahibinin emek geliri, mevcut olan
servetin getirileri, hibe ve miras gibi, özde servetin el değiştirmesinden başka bir şey
olmayan arızı rantlardan meydana gelmektedir. Servet bina, makine, arazi, araba ve
ev gibi maddi nesnelerin ötesinde bazı değerleri de içermektedir. Hüner, bilgi,
yetenek ve bunları içeren ulusal sermaye stokunun bir parçası olan insan sermayesi
de bir servet öğesidir. Bununla birlikte, bir ülkenin toplam insan sermayesinin
değerini tam olarak bulmak kolay değildir53.
3.5 Gelir ve Servet Bölüşümü Arasındaki İlişkiler
Servet ekonomik mal ve hizmetlerin bir toplamıdır. Gelir ise, bu mal ve
hizmetlerin belirli bir dönem içinde sağladıkları net hasıladır. Servet ve gelirlerin
sahipleri bireyler, aileler, şirketler, uluslardır. Servet ve gelirin fonksiyonu,
gereksinimlerin karşılanması, yani refahın artırılmasıdır. Bu nedenle servet ve refah
arasında sıkı bir ilişki vardır. Her iktisadi birim için (birey aile, işletme,
organizasyonlar ve devlet) servetin oluşumu, sözkonusu birimlerde elde edilen
faktör gelirlerinin, aynı dönemde harcanmayan kısmına bağlı bulunmaktadır. Bu
çerçevede, gelirler tasarrufların, tasarruflar da servetin temelini oluşturmaktadır.
Tasarruflara bağlı olan servet daima bir fedakarlık sonucunda oluşmaktadır. Bu
fedakarlık, elde edilen faktör gelirlerinin tüketime harcanmaması sonucunda ortaya
çıkmaktadır. Böylece yapılan fedakarlık tasarrufa, bu ise yeni servete
52
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 53
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
24
dönüşmektedir. Dolayısıyla, servet oluşumunun temel kaynağı olan tasarrufların
gelir düzeyine bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bireyler için, bu şekilde ortaya çıkan
servet oluşumu, işletmeler için dağıtılmayan karlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Devlet
için ise temel gelir kaynağı olan vergilerin harcanmayan bölümü tasarrufları, bu ise
servetin kaynağını oluşturur. Ancak, birey ve işletmelerden farklı olarak devlet,
tasarruflarıyla serveti bizzat kendi elinde tutabileceği gibi, kişi veya gruplara
aktararak onların elinde veya kontrolünde yeni servetler oluşmasına olanak
sağlamaktadır54.
Özet olarak, servetin doğuşu, önce belirli ellerdeki servetin diğer gruplara
transferiyle ortaya çıkmaktadır. İkinci olarak, devlet eliyle kişilere gelir aktarılmasıyla,
üçüncü olarak da işletmede doğan ve işletmede kalan servet, yani dağıtılmayan
karlar yoluyla, nihayet gelirin tüketilmeyip tasarruf edilmesiyle gerçekleşmektedir. İlk
iki yol servetin yeniden dağılımı ile ilgilidir ve makro anlamda toplam servet üzerinde
etkisi bulunmamaktadır. Üçüncü yolla ilgili görüşler tartışmalıdır. Dördüncü yol,
gelirin tüketilmeyip tasarruf edilmesiyle ilgilidir. Ekonomide toplam servetin büyümesi
yalnız bu yolla gerçekleşebilir. Böyle bir ekonomide belirli bir dönemde yaratılan net
servet artışı bu devredeki gelirin kullanılışı, yani tasarruf ve tüketim tercihleri ile
yakından ilgilidir. Bireylerin üretilen mal ve hizmetlerden satın alabilecekleri miktarı,
gelirleri belirler. Gelirin büyük bir bölümü piyasa sistemi içinde elde edilirken,
bunlara, sosyo-politik nedenlerle genellikle kamu otoritelerinin bazı sosyal grup ya
da sınıflara aktardıkları kısmı da eklemek gerekir. Gelir, tüketimi, tüketim de üretim
ve bölüşümü belirlemektedir. Bunun yanında, tüketim hem üretim hem de bölüşüme
bağlı; bölüşüm de hem tüketim ve hem de üretime bağlıdır55.
Bilindiği gibi, tüketiciler, gelir sahibi halktır. Gelir ise, faktöre sahip olmak ve
onu üretimde kullanmakla elde edilir. Üretim süreci sonrasında üretim faktörlerine
sahip kişilerin gelirleri ortaya çıkmaktadır. Bir kişinin, birden fazla üretim faktörüne
sahip olması durumunda, toplam geliri bu farklı üretim faktörü gelirlerinin
toplamından oluşacaktır. Herkes eşit miktarda üretim faktörüne ve eşit yeteneğe
sahip olmadığı için gelir bölüşümü de farklı olacaktır. Bu nedenle, kişisel yetenek,
gereksinimler ve özel mülkiyet gelir bölüşümünün adil olması ya da olmamasında
önemli rol oynayan öğelerdir. Bölüşüme konu olan oluşum, üretim sonucu olduğuna
göre, bölüşüm hacmi ve yapısını belirleyen de bu üretim kapasitesidir; üretilenden
54
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 55
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
25
fazlasının bölüşülmesi düşünülemez. Bu açıdan, üretim oluşumunun teknik ve
ekonomik, dağılım oluşumunun ise sosyal ve ekonomik bir olay olduğunu gözden
uzak tutmamak gerekir. Diğer taraftan, gelir ve servet dağılımının içiçe girmesi söz
konusudur. Nitekim, başlangıçta, gelir, servet miktarını belirlerken, daha sonra,
servet geliri belirlemektedir56.
Genel bir değerlendirme yapılacak olursa, gelir düzeyi bölüşüm ilişkilerine
bağlı olarak belirlenirken; gelir, tasarrufları ve tasarruflar da serveti oluşturmaktadır.
Bölüşüm ilişkileri sadece gelirin yaratılması sürecinde değil, aynı zamanda servet
dağılımı ve bunun kaynağı olan tasarrufların belirlenmesine ilişkin olarak da ortaya
çıkabilmektedir. Nitekim, tasarruflara verilen reel faizin negatif veya pozitif olması bir
bölüşüm ilişkisi yaratmaktadır. Yine, devletin servete ilişkin olarak uyguladığı
politikalar da bu bölüşüm ilişkilerini etkilemekte veya belirleyebilmektedir57.
56
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) 57
UYSAL, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005)
26
SONUÇ
Buraya kadar ki açıklamalardan da görüldüğü üzere ekonomik büyüme,
ekonomik kalkınma ve bölüşüm sadece iktisadi kavramlar ve terimler olmayıp her
ülke ve hatta bireyler açısından son derece önem taşıyan temel konulardır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi henüz kaynaklarını geliştirememiş ve
yeterince sanayileşememiş ülkelerde ise ekonomik büyümenin ve kalkınmanın
başarılması bütün sorunlardan önce gelmekte ve onların olumlu çözümlere bağlanıp
bağlanamayacağını da büyük ölçüde etkilemektedir. Bununla beraber, büyüme ve
kalkınma sorununun gelişmiş ülkeler açısından da önemli olduğu ve özellikle uzun
dönemli ekonomik rekabette kritik bir değer taşıdığı unutulmamalıdır.
Gelişmiş bir ülkede bile, eldeki kıt kaynakların tam kullanımının sağlanmış
olması ve bu kıt kaynakların hangi malların üretiminde, hangi yöntemlerle
kullanılacağı ve ürünün kimler arasında nasıl bölüşüleceği sorunlarının çözülebilmiş
bulunması, hatta bu çözümlerin etkinlik koşullarına uygun düşmesi yeterli sayılamaz.
Ekonomik büyüme ve kalkınma sadece refah artışı sağlanması anlamına
gelmemekte, aynı zamanda o ülkelerin gelişmişlik düzeyini de yansıtmaktadır.
Bununla beraber günümüzde insani kalkınmanın daha fazla ön plana çıkartıldığını
görüyoruz. İyi yaşam koşulları, eğitim, sağlık hizmetleri gibi faktörler istikrarlı
ekonomik büyüme ve kalkınma neticesinde elde edilebilecek unsurlardır.
Ekonomik büyüme ve kalkınma sonucu ortaya çıkacak refahın adil ve
dengeli bir şekilde tüm toplum kesimlerine dağılımı ve bölüşümü de önemli bir
noktadır. Bölüşüm, tarih boyunca önemini yitirmemiş, sürekli gündemde kalmış bir
konudur. Gelişmiş ülkelerde, asgari gelir, dolayısıyla refahın belli bir düzeyi aşması
nedeniyle, alt ve üst gruplar arasındaki fark artmış olsa da, bölüşüm sorunu ikinci
plana düşmüş görünmektedir. Ancak, bir taraftan kalkınmanın gerçekleştirilmesi,
diğer taraftan da kaynak yetersizliği bulunan gelişmekte olan ülkelerde bölüşüm,
sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik, sosyal ve kültürel açıdan önemli
sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunların çözümünde şüphesiz ki sosyal devlet
uygulamaları en önemli çözüm olabilecektir.
27
KAYNAKLAR
-ACAR, Sadık; Genel İktisat, 3. Bası, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 89, İzmir, 1998 -BAŞ, Kemal; “Ekonomik Büyüme, Gelir Dağılımı, Eğitim ve Nüfus Artışı İlişkileri = Türkiye Örneği”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 1, 2001
-BİLEN, Mahmut – YUMUŞAK, İbrahim Güran; “Gelir Dağılımı – Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”, http://econwpa.wustl.edu:8089/eps/mac/papers/0404/0404016.pdf (Erişim: 4.3.2005)
-DOBB, Maurice; Kapitalizm, Sosyalizm, Azgelişmiş Ülkeler ve İktisadi Kalkınma, 1. Basım Doğan Yayınları, Yayın No: 21, Ankara, 1973 -DULUPÇU, Murat Ali; “Kalkınma İktisadı Üzerine Bazı Düşünceler: İdeolojik-Pratik-Teorik Bir Sorgulama”, Yönetim ve Ekonomi, Sayı: 5, 1999 -GÜRAN, Sevgi; Makroekonomik Analize Giriş, Der Yayınları, İstanbul, 1989 -GÜVEN, Sami; Sosyal Politikanın Temelleri, 1. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995 -GÜVEN, Sami; Sosyal Planlama, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995 -KÖKLÜ, Aziz; İktisat İlmine Giriş, Ankara, 1972 -KÖKLÜ, Aziz; Makro İktisat, Ankara, 1973 -ÖZEL, Saruhan; Türkiye’de Enflasyon, Devaülasyon ve Faiz, Alkım Yayınları, İstanbul, 2000
-PARASIZ, İlker; İktisadın ABC’si, 3. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998 -PEKİN, Tevfik; Ekonomiye Giriş, 3. Baskı, İzmir, 1982 -PETERSON, Wallace C.; Gelir – İstihdam ve Ekonomik Büyüme, Eskişehir İTİA Yayını, (Tarihsiz)
-SAMUELSON, Paul; İktisat, 6. Baskı, ODTÜ Yayınları, Ankara, 1965 -UNAY, Cafer; Makro Ekonomi, 3. Basım, Akademi Yayınları, Bursa, 1983
-UYSAL, Yaşar; “Bölüşüm İlişkileri ve Bu İlişkilerin Düzenlenmesinde Etkili Olabilecek İktisat Politikalarının Değerlendirilmesi – Türkiye Örneği”, http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi02/bolum1.htm (Erişim: 3.3.2005) -ÜSTÜNEL, Besim; Ekonominin Temelleri, 5. Bası, 1988
28
-VARLIER, Oktay; Türkiye’de Kazanç Eşitsizliklerinin Nedenleri, Gazi Üniversitesi Yayını, Ankara, 1982 -ZARAKOLU, Avni; İktisat C. II, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara (Tarihsiz)