11
“Bu Kadar Kâfir Dururken Niçin Tasavvufla Uğraşıyorsunuz?” İDDİASINA CEVAP

Bu Kadar Kâfir Dururken

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Bu Kadar Kâfir Dururken

Citation preview

Page 1: Bu Kadar Kâfir Dururken

“Bu Kadar Kâfir Dururken Niçin

Tasavvufla Uğraşıyorsunuz?”

İDDİASINA

CEVAP

Page 2: Bu Kadar Kâfir Dururken

Hakkın yüzünü örten, en azından fulü bir gö-rünüm veren, vehimler yumağı tasavvufun, İslâm dışılığı ortaya konurken, maruz kalınan itirazların en başta geleninden tağutla, şirkle, küfürle uğraşmıyorsunuz da, etliye sütlüye karışmayan, sofilerle uğraşıyor, Müslümanla-rı birbirine düşürüyorsunuz, şeklinde olan-dır. İnsaf sahibi biri için; vahdet-i vücut inancı üzerine oturan sûfi anlayıştan daha büyük tağut (tuğyan) olur mu? Sûfilerin baştacı ettiği eserlerde yüzlercesini bu-labileceğimiz şu ifadeleri okuyarak, hangi tuğya-nın daha büyük olduğunu birlikte düşünelim. Mutasavvıfların Şeyhül Ekber olarak tanıdı-ğı İbni Arabi'den bazı sözler: "Arif, Hakk'ı her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir," "Gören de O'dur, görülen de. Alem O'nun su-retidir... Allah onların kendisidir." "O ortaya çıkanların kendisidir..." "Görülen ve isimlendirilen her varlık O'dur."

Page 3: Bu Kadar Kâfir Dururken

"Yaratıkların sıfatları O'nun için hak olduğu gibi, O'nun sıfatları da yaratılmışlar için hak-tır." "Allah'ın rablık, ilahlık, yaratma, rızık verme ve diğer bütün sıfatları yaratıklar için de hak-tır." "Emir O'ndan sana olduğu gibi, senden de O'nadır." "O bana hamd eder, ben O'na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O'na ibadet ederim." "O bütün kâinattır. O, vücudum, vücudu ile kaim olan tektir." "İnsan dediğimiz zaman bil ki, biz O'nun ken-disiyiz... Hem hak, hem de halk ol, o zaman Al-lah ile Rahman olursun... Biz O'na bizde gö-rünecek şeyi verdik, O da bize verdi. Böylece iş bize ve O'na bölündü." "Biz biz olduğumuz gibi O'yuz da. Benim iki yüzüm vardır, O ve ben..."[İ. Sarmış, Tasavvuf ve İslâm Sh. 115-119-120] "Hıristiyanlar ilahlığı sadece İsa ve Annesine hasretmekle yanıldılar..."[İktibas Der., Sayı: 104-Sh. 26] İşte “Şeyhul Ekber” İbni Arabi'nin Allah inancı böyle.

Page 4: Bu Kadar Kâfir Dururken

Savunulması ve tevili mümkün olmayan bu söz-leri yüzünden, bir kısım mutasavvıf, -takiye ba-bında da olsa- Arabi'yi tasvip etmediklerini.... o'nun bu konuda aşırı gittiğini, dolayısıyla diğer tasavvuf imamlarının sözlerinden delil verilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu tarz iddialara mahal vermemek için, şimdi de, diğerlerinden birkaç örnek verelim. Sûfilerce büyük bir itibara sahip olan, Abdulkerim el Cîlî: "Zatı itibariyle yüce olan Hakk'ın ortaya çık-tığı her varlığa tapmak gerekir. O alemin zer-relerinde açığa çıkmıştır." diyerek Arabi'yi te-yid eder.[İ. Sarmış, Tasavvuf ve İslâm Sh. 118] 'Enel Hakk' (Ben Allah'ım), 'Mâfi'l cübbeti il-laallah' (Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur) diyen, Hallac-ı Mansur. 'Subhani mâ'azama şâ'ni' (kendimi noksan sı-fatlardan tenzih ederim. Benim şanım ne yü-cedir) diyen, Beyazid-i Bistami...

Page 5: Bu Kadar Kâfir Dururken

(Benim şu iğreti kalıbımın içinde Allah'tan başka kimse yoktur) diyen Cüneyd-i Bağ-dadî[Ömer Ziyauddin Dağıstani, Fetvalar - Sh. 79] hep İbni Arabi gibi, vahdet-i vücud denen küfrü teyid etmişlerdir. Bu sebeple hiçbir sûfi'nin, vahdet-i vücud'u reddetmesi veya vahdet-i vücud olmadan da tasavvufun var olabileceğini iddia etmesi mümkün değildir. Zaten bu dinin şarileri olarak kendilerini gören yukarıda adını saydığımız ze-vat "Bizden sonra hiç kimse, bizim yolumuzun dışına çıkamaz" diyerek, farklı yol ve yorumla-rın önünü kapatmışlardır. Bu sebeple, sıkıştıklarında, 'efendim, biz öyle anlamıyoruz... Biz tasavvuf derken şunu anlı-yoruz... Biz onlara katılmıyoruz... gibi indî ve kaçamak ifadeler geçerli olmamalıdır. Zira her din, felsefe, ideoloji en sahih biçimde kendi kurucu ve koyucularından ve onların kitaplarından öğrenilir. Ve ilkeler, kural-lar, tanımlar hep bu kitaplarla yapılır.

Page 6: Bu Kadar Kâfir Dururken

Tasavvuf da mucitleri tarafından kurumlaştı-rılmış, kayda bağlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Dolayısıyla bir sûfi'nin sıkıştığında, Vahdet-i vü-cud'u biz de kabul etmiyoruz... Rabıtayı, is-timdadı, gaybden haber verildiğini, şeyhler'in vahiyle kitap yazdıklarını biz de İslâmi bul-muyoruz, demeye hakları yoktur.Bunlar alınır-sa tasavvuftan geriye birşey kalmaz. Nerde kaldı ki takiye'yi meşru gören sûfilerin bu sözle-rindeki samimiyete inanmak da zordur. Her sûfi, eğer çok acemi, çok yeni değilse vahdet-i vücud'u benimsemek zorundadır. Bu çarpık akide, mürid'e ürkütülmeden, uzun sü-rede azar-azar ve gizlenerek zerk edilir. Bu süre-ci temin edebilmek için de son derece şeytani ve sinsi bir yöntem uygulanır. Evvela 'şeyhi olma-yanın şeyhi şeytandır' [Beyazıd-i Bistamiye atf. İ. Sarmış, Tas. ve İslâm-Sh. 175] denerek, bir şeyh'e bağlanmadan kurtulmanın mümkün olmadığı telkin edilir. Bir şeyh edinme mecbu-riyetine inandırılan mürid, bu defa da, "bir ölü-nün gassal'a teslim olması gibi, müridin şey-hine teslim olması"[E. Özkan, Tas. ve İslam - Sh. 85] gerektiğine inandırılır. Bundan sonra da, mü-

Page 7: Bu Kadar Kâfir Dururken

ridin şeyh karşısında, bütün insanî onur ve hay-siyetinden vazgeçmesi demek olan, şeyh-mürid ilişkilerindeki adap, talim ettirilerek tarikat ada-bı şöylece öğütlenir: 'Mürid şeyhe tazim göstermeli, açık ve gizli durumlarda onu büyük tanımalıdır.' 'Maksud'un ancak onun eliyle gerçekleşece-ğine inanmalıdır.' 'İşlediğinin zahiri haram da olsa, şeyhi'nin yaptığına itiraz etmemeli, "Niçin böyle yap-tın" dememelidir. Çünkü şeyhine 'niçin' diyen kişi asla felah bulamaz.' 'Zahiren şeyhden kötü bir durum sadır olabi-lir, fakat batini itibariyle o durum güzel-dir.' [Muhammed Emin el-Kurdi, Tenvim'l-Kulub fi Muameleti Allami'l-Guyub, 528-531, hicri 1384, Mısır, Kitabın adında bulunan Allamu'l-Guyub ni-teliği bu durumda herhalde şeyhin kendisine ait olacaktır] Ahmet Dede'nin, Celaleddin Rumi hakkındaki şu sözü de şeyhin mürid üzerindeki yetki ve ta-sarrufunu ortaya koyması bakımından ilginç-

Page 8: Bu Kadar Kâfir Dururken

tir: 'Bugün cennete girmek onun rızasına, ce-henneme girmek de onun gazabına bağlı-dır’[İ. Sarmış Tas. ve İslâm Sh. 92] Şeyhe karşı müridin takınması gereken âdabı bir de Muhammed Emin el-Kurdî'nin "Tenvirul-Kulub" kitabından dinleyelim: Şöyle diyor: "Mürid, şeyhine tazim göstermeli, açık ve gizli bütün durumlarda onu büyük tanımalıdır. Mak-sudunun ancak onun elinde gerçekleşebileceğine inanmalıdır. Gözü başka bir şeyhe meyledecek olursa, şeyhinden mahrum olur ve feyiz ona ka-panır. Şeyhin bütün tasarruflarına razı olması, ona itaat etmesi ve boyun eğmesi gerekir. Mal ve beden ile ona hizmet etmelidir. Çünkü irade ve muhabbetin cevheri ancak bu yolla belli olur. Doğruluk ve samimiyet ölçüsü ancak bu ölçü ile bilinir. İşlediğinin zahiri haram da olsa, şeyhinin yaptığına itaraz etmemelidir. Ona "Niçin böyle yaptın?" dememelidir. Çünkü şeyhine "Niçin?" diyen kişi asla felah bulmaz. Zahirde şeyhten kö-tü bir durum sadır olabilir, fakat batını itibariyle o durum güzeldir. Külli ve cüzî, ibadet ve adet ol-sun, bütün işlerde iradesini şeyhinin iradesine

Page 9: Bu Kadar Kâfir Dururken

teslim etmelidir. Gerçek müridin alametlerinden biri de, şeyhi kendisine "şu fırına gir" derse gir-mesidir.Şeyhin durumlarını hiçbir şekilde araş-tırmamalıdır. Zira böyle birşey çok kişi için mey-dana geldiği gibi, helakine sebep olabilir. Bütün durumlarda şeyhi hakkında hüsnüzanda bulun-malıdır... Bereketini kazanması için ikamette ve yolculuk-ta, bütün işlerinde şeyhini kalbinden çıkarmama-lıdır. Dünya ve ahiretle ilgili elde ettiği bütün be-reketlerin kendisine şeyhinden geldiğine inan-malıdır... Testerelerle bile kesilse, şeyhinin bir sırrını açmamalıdır. Şeyhinin gönlünün meyletti-ğini sezdiği bir kadınla evlenmemeli ve şeyhinin boşadığı yahut ondan dul kalan bir kadınla asla evlenmemelidir. Şeyhin sevdiği kişilerle oturma-lı, sevmediği kişilerle oturup kalkmamalıdır. Kendisine iltifat etmemesine ve kendisinden yüz çevirmesine sabretmeli, falan için şöyle böyle yaptığı halde niçin bana böyle yapmıyor, deme-melidir. Şeyh için hazırlanmış olan yere oturma-malı izni olmadan herhangi bir konuda ona ısrar etmemeli, yolculuğa çıkmamalı evlenmemeîi ve önemli bir iş yapmamalıdır. (M. Emin Kurdî, Ten-viru'l-Kıılub fj Muameleti Allami'l-Ğuyub, 528-531.

Page 10: Bu Kadar Kâfir Dururken

Basım yeri yok. Fıkıh ve Tasavvuf bölümleri ayrı kişiler tarafından Türkçeye çevrilmiş. Birinci bö-lüm Eser Neşriyat tarafından, ikinci bölüm ise Konya'da yayınlanmıştır.) [Prof. İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam Sh. 319] Tasavvuf kültüründe ve şeyh-mürid sisteminde müridin şahsiyeti olabildiği kadar yok edilmesi-ne karşın, şeyh yüceltilmekte, kutsallaştırılmakta ve kendisine bir nevi tanrısal özellikler verilmek-tedir. Bunun bir örneğini Menakibu'l-Arifin kita-bında görüyoruz. Eflaki anlatıyor: "Sultan Veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. Bu arada: Ger-çek mürid, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir (dedi). Öyle ki bir adam Beyazıd'in müridlerinden birine: "Şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi diye sordu. Mürid: şeyhim, dedi. Sonra Ebu Bekir mi büyük senin şeyhin mi? diye sordu, yine Şeyhim dedi.

Page 11: Bu Kadar Kâfir Dururken

O birer birer bütün sahabeyi saydıktan sonra Muhammed mi büyük şeyhin mi? dedi. Yine Şeyhim büyüktür dedi. En sonunda Tanrı mı büyük senin şeyhin mi? diye sordu. Ben tanrıyı şeyhimde gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam.' dedi. Başka bir müride de Tanrı mı büyük şeyhin mi? diye sordular. O da 'bu iki büyük arasın-da hiçbir fark yoktur' dedi. Yine müridlerden bir diğeri de: 'Bu iki büyük-ten daha büyük biri lazım ki bu farkı ortaya koysun' demiştir" (Ahmed Eflaki, Menakibu'l-Arifin, 1/310-311. Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973) [Prof. İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam Sh. 321] Bu gibi şeytanı söz ve telkinlerle eli-kolu bağla-nan mürid'e vahdet-i vücud herzesini yutturmak-tan daha kolay ne olabilir?