99
1 CANİKO COLETTE ÖNSÖZ Azra Erhat’ın çevirisinden neredeyse yarım yüzyıl sonra, Colette’in Chéri’sini yeniden Türkçeleştirme arzusuna karşı koyamadım. Şu gerekçeyle: Son elli yılda sayısız bilimci-kadının bize kazandırdığı yeni bilgiler, dünya kadın hareketlerinin çabası, kadınlara ve erkeklere dayatılmış doğal/ kültürel klişelerin her zamankinden fazla kırılabilmesi, edebiyatın yeni atılımları, Colette’i bugün çok daha yakından anlamamızı, aktarabilmemizi mümkün kılıyordu... Çevirisini bu anlamda “desteksiz” bir ortamda gerçekleştirmiş Azra Erhat’ı selâmlamak isterim... Türkçesi nefis, Azra Erhat’ın. Ancak sanırım, onu esas romanın konusu çarpmış, belki bu nedenle, olup bitenleri en ekonomik yoldan dilimize aktarmayı seçmişti. Chéri’nin konusu, “hafifmeşrep” kadınlar arasında büyümüş bir delikanlıyla yirmi dört yaş büyüğü Léa (annesinin arkadaşı) arasındaki ilişkidir, ilk bakışta. Ben, olaylar kadar, Colette cümlesindeki ritmi, yaklaşımı, ruhu ve iştahı da aktarmak istedim... Yer yer, Azra Erhat’ın kimi deyişlerinden yararlandığım oldu. Ama birçok kez, kendi önerilerimin onunkilerden farklı olduğunu gördüm. Kitaba adını koymuş, Fransızca’da bugün en kullanılan sıfat-sözcüklerden Chéri’yi (Şeri diye okunur), Azra Erhat “Cicim” olarak çevirmişti. Gündelik Türkçemizde artık pek kullanılmayan bir deyiş bu. Ayrıca “Cici(M)”de bir sahiplenme de var. Oysa genç Chéri, belki her an “herkesin” olabilir, ancak bu hâl Colette’in romanında, kendi diyalektiğini de barındırır. Çok cesur olsam, herkesin istediği ve kendini kimseye tam teslim etmeyen Chéri’ye “Canısı” derdim. Bu yarı-şaka önerim karşısında Erdal Öz’ün gözlerinde gördüğüm dehşete katlanamadım, bir orta yol olarak “Caniko”da karar kıldım. Caniko’nun çocukluğundan beri bildiği Léa’ya taktığı “Nounoune” adını, Fransızca imlâsıyla değilse de sesiyle korumayı seçtim (Nunun). Azra Erhat, Nounoune’u “ninem” diye çevirmişti ve bu, bana göre, cinsel iştahı zor çağştıran bir sözcüktü. Ayrıca, romanda özel isme dönüştürülmüş Nounoune’a en yakın Fransızca sözcük “nounou”, ninem değil, dadı anlamına geliyordu.

Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

1

CANİKO COLETTE ÖNSÖZ Azra Erhat’ın çevirisinden neredeyse yarım yüzyıl sonra, Colette’in Chéri’sini yeniden Türkçeleştirme arzusuna karşı koyamadım. Şu gerekçeyle: Son elli yılda sayısız bilimci-kadının bize kazandırdığı yeni bilgiler, dünya kadın hareketlerinin çabası, kadınlara ve erkeklere dayatılmış doğal/ kültürel klişelerin her zamankinden fazla kırılabilmesi, edebiyatın yeni atılımları, Colette’i bugün çok daha yakından anlamamızı, aktarabilmemizi mümkün kılıyordu... Çevirisini bu anlamda “desteksiz” bir ortamda gerçekleştirmiş Azra Erhat’ı selâmlamak isterim... Türkçesi nefis, Azra Erhat’ın. Ancak sanırım, onu esas romanın konusu çarpmış, belki bu nedenle, olup bitenleri en ekonomik yoldan dilimize aktarmayı seçmişti. Chéri’nin konusu, “hafifmeşrep” kadınlar arasında büyümüş bir delikanlıyla yirmi dört yaş büyüğü Léa (annesinin arkadaşı) arasındaki ilişkidir, ilk bakışta. Ben, olaylar kadar, Colette cümlesindeki ritmi, yaklaşımı, ruhu ve iştahı da aktarmak istedim... Yer yer, Azra Erhat’ın kimi deyişlerinden yararlandığım oldu. Ama birçok kez, kendi önerilerimin onunkilerden farklı olduğunu gördüm. Kitaba adını koymuş, Fransızca’da bugün en kullanılan sıfat-sözcüklerden Chéri’yi (Şeri diye okunur), Azra Erhat “Cicim” olarak çevirmişti. Gündelik Türkçemizde artık pek kullanılmayan bir deyiş bu. Ayrıca “Cici(M)”de bir sahiplenme de var. Oysa genç Chéri, belki her an “herkesin” olabilir, ancak bu hâl Colette’in romanında, kendi diyalektiğini de barındırır. Çok cesur olsam, herkesin istediği ve kendini kimseye tam teslim etmeyen Chéri’ye “Canısı” derdim. Bu yarı-şaka önerim karşısında Erdal Öz’ün gözlerinde gördüğüm dehşete katlanamadım, bir orta yol olarak “Caniko”da karar kıldım. Caniko’nun çocukluğundan beri bildiği Léa’ya taktığı “Nounoune” adını, Fransızca imlâsıyla değilse de sesiyle korumayı seçtim (Nunun). Azra Erhat, Nounoune’u “ninem” diye çevirmişti ve bu, bana göre, cinsel iştahı zor çağrıştıran bir sözcüktü. Ayrıca, romanda özel isme dönüştürülmüş Nounoune’a en yakın Fransızca sözcük “nounou”, ninem değil, dadı anlamına geliyordu.

Page 2: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

2

Nounoune, sonuçta uydurulmuş, yaratılmış bir ad; “Dadiş” gibi... Léa’ya Caniko’nun ağzından Dadiş demektense, Nunun hitabını korumayı yeğledim... Sözcüklerin, hatta söylenmemiş olanların yuvarlaklığını/sivriliğini, kısalığını/ uzunluğunu, tizliğini/tokluğunu mümkün olduğunca verebilmek, çeviride birincil kaygım oldu. Bir biyografide, Colette’in, karşılıklı konuşmaları kesme işaretiyle vurgulamaya, iç konuşmaları ise tırnak içine almaya önem verdiğini okumuştum, yazarın bu arzusuna da sadık kalmak istedim. Geçtiğimiz son on yılda art arda ona yakın yeni biyografiye (en çok ABD’de ve elbette Fransa’da), birçok önemli incelemeye konu olmuş Colette’in günümüz Türkiye’sinde niçin daha yaygın bir okur kitlesine ulaşamadığını her zaman merak ettim. Bu merakımı okurlarla da paylaşmak isterim. Türkiye’nin, Türkçenin okuru, Colette’e niçin uzaktı? Kimilerine göre gelmiş geçmiş en “hedonist” yazarlardan biri olduğu için mi? Çağdaş Fransız Romancı Le Clézio, onu şöyle tanımlar: “Hiçbir yazar- belki Ağustos Işık’ının Faulkner’i hariç- hayatın her biçimdeki titreşimini, coşuşunu, çoğalışını dile getirmekte onun dikkatini sarfetmiş değildir.” Türkiye’de biliyoruz ki, “büyük yazar”, hele “büyük yazar-kadın” mertebesine, daha çok hayata ayak uyduramamışlar, ontolojik ve toplumsal anlamda “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış iki değerli edebiyatçı Virginia Woolf’u ve Sylvia Plath’i kültleştirmişler, Colette’i sahiplenmemişlerdir... Colette’ten yeni bir güç almak akıllarına gelmemiş miydi? Yoksa onlar da kadının ancak “kendini hırpalama ve sonunda yok etme pahasına” edebiyata girme hakkını kazanabileceği fikrini mi içselleştirmişlerdi? Colette, sadece Proust’un, Pierre Louÿs’in, André Gide’in Henry Montherlant’ın, Cocteau’nun, Simenon’un, Claudel’in, Stefan Zweig’ın hayranlık ve imrenme duyduğu, “dönemin dev yazarı” (sadece dev kadın-yazarı değil) ve “deha” mertebesine çıkarttıkları, genç Jean Genet’nin mektubunda “Sizi seviyorum madam Colette” diye seslendiği, Scott Fitzgerald’in, okunması şart yazarlar listesine aldığı, Julia Kristeva’nın geniş bir incelemesinin öznesi olarak seçtiği edebiyatçı değil, aynı zamanda, Batılı feministlerin bir “ikonu”dur da. Oysa Walter Benjamin’in genç gazeteci dönemi röportajına bakarsak, Colette, kadınların siyasete girmesine, adet görüyorlar diye karşı çıkmış, feministlere antipati beslemiş, onlara “kamçı ve harem”i layık görmüştü! Ne gam... Batılı feministlerin yaratıcılığı, Colette’in kadını ve erkeği klişesiz anlatışında, edebiyata getirdiği tazelikte, kendi ayakları üzerinde duruşunda, ekmeğini emeğiyle kazanışında, renkli, karmaşık, muzaffer kişiliğinde, bir fener ve bir uyarıcı bulmaları oldu. Belki Colette, özel olarak hemcinsleri, genel olarak “başkaları” için mücadele yürütecek kadın olmasa da 1939’da Marie-Claire dergisinde kadınlara seslenerek şunları yazmıştı: “Pek çok kadın, savaşın ilk sekiz ayını bir çıraklık

Page 3: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

3

dönemi olarak hatırlayacaktır. Bu aylarda kadınlar, orda burda, güçlerine ve yeteneklerine uygun işlere girme şansına sahip olabildiler.” Yakın çağlarda hiçbir büyük edebiyatçı-kadın yok ki, eseri ve hayatında, ahlaki, vicdani normları Colette kadar devre dışı bırakmış olsun. Elbette modern çağlarda birçok yazar (erkek ve kadın) bu normlara kafa tuttular. Ancak bu kafa tutuşlar, sancılı hesaplaşmalar, kahramanlıklar, kaçınılmaz bir “çile”yle, topluma ödenen diyetle, “Tek tanrılı dinler” kültürü içinde yerlerini alırlar... Colette’in duruşu, bu çerçeve dışında kalır. Onda Tek tanrılı dinlerin kültürüyle “hesaplaşmak”, hesaplaşmanın diyetini ödemek hiç yoktur. Böyle bir kültürü o, en büyük doğallıkla, “devre dışı” bırakmıştır. İmmoral değil, sadece a-moral. Bir köy kızı olarak büyüdüğü (okur-yazar bir ailede de olsa), bitkilerle, hayvanlarla içiçe bir ortamda hayata uyandığı için mi? Elinizde tuttuğunuz, modern çağların “pagan edebiyatçı”sı, belki hâlâ tek “pagan edebiyatçı-kadın”ı Colette’in romanı. Bir de ondan okuyalım bakalım, aşk, meşk, seks, hayat ve oyun meselelerini... Suçlulukla kavrulmayan, kendini dövmeyen, cezalandırmayan Colette. Her arzusunu doğal hakkı sayan... Yaşamayı ve kazanmayı kendine yakıştırmış... Kimi zaman, çevresine karşı “körleşme”, bencilleşme pahasına. ABD’deki son biyografı Judith Thurman’la söyleşisinde, feminist yazar Erica Young, dehşete bulanmış hayranlığını gizleyemez: “Demek, tek evladı olan kızını yılda bir ay görürmüş... Demek, annelik dahi onun nezdinde kutsal değilmiş... Bugünün yazar kadınları arasında hangimiz bunu başarabilir?” Kapsamlı birçok Colette biyografisi ardından Judith Thurman’ın getirebildiği yenilik belki biraz buydu: Colette’in, Picasso gibi, dehalara has “canavarsı” yanını da arayıp bulmak, onu birçok erkek biyografi yazarından daha az kayırmak. Kendi hesabıma, aynı yıllarda Fransa’da yayınlanmış olan, 1999’da biyografi Goncourt’uyla taçlanmış iki büyük “Coletteolog” Claude Pichois ve Alain Brunet’nin “Colette”ini de çok başarılı bulurum. 1912 yılında boks dersleri almış (tanıklara göre gayet iyi boksçu), boks eleştirmeni, romancı, film senaristi, gazete editörü, adli muhabir, tiyatro oyunu yazarı ve tiyatro eleştirmeni, mim sanatçısı, göğsünü çırılçıplak açabilmiş sahne aktrisi... İki evlilik arasında erkek kılığında dolaşan bir markizle beş yıl yaşamış dul, dünyayı tanımaya çıkmış maceraperest seyyah, para sıkıntısı çektiğinde güzellik enstitüsü açmış (hatta o zamanlar yüzüne lifting yaptırdığı da söylenir), adının, çehresinin sigara reklamlarında kullanılmasına razı olmuş girişimci, parfümlere reklam yazmış metin yazarı; eş, sevgili, bir kız çocuğu annesi ve... yayımlanmış altmış ciltli edebiyatçı. Bir Fransız yazarının deyişiyle, “Fransız yazınının büyük emekçisi...” Colette üç kez evlenir. Önce, kendinden on üç yaş büyük, bir tür yazar sömürücüsüyle... Onun teşvikiyle yazı dünyasına atılır. Claudine’ler serisini (Claudine Okulda, Claudine Paris’te, Claudine evli, ve Claudine Gidiyor) Colette kaleme alsa da, kapakta kocanın (Willy) imzası yer alır... Dokuz yıl sürer, bu edebi sömürü, bu “yeraltı” yazarlığı (ki biraz da, sabırlı, disiplinli bir

Page 4: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

4

hazırlanıştır). 1896’da yazmaya başlayan Colette ancak 1905’te, bir eserine (Yedi Hayvan Diyalogu) kendi adını kondurabilmiştir! 1907’de Willy’den ayrılır... Az çok yaşıtı olan ikinci kocası, bir gazetenin genel yayın yönetmenidir (Henry de Jouvenel): Yakışıklı, çapkın ve soyludur. İlk evliliğiyle ikincisi arasında, skandal yaratan beş yıllık bir lezbiyen beraberlik... İkinci evliliği bitmek üzereyken, otuz yaş küçüğü üvey oğluyla beş yıl sürecek bir ilişkiye girer... Ölümüne dek yanında kalan son kocası, inci tüccarı Maurice Goudeket ise on üç yaş küçüğüdür. Bu çalkantılı ömre en kısa tanım dostu Jean Cocteau’dan gelir: “Colette’i hayatı: “Skandal üstüne skaldal... Sonra her şey ters yüz olur ve Colette idol katına yükselir.” Amerikalı son biyografı Thurman’ın gözünde Colette, “Belle Epoque’un Madonna’sıdır. Proust’la birlikte (yıl 1920) légion d’honneur nişanına layık görülmüş bir Madonna, tabii... Mektupla kutladığı Proust, onu şöyle yanıtlar: “Chéri’nin dahiyane yazarıyla aynı anda nişan almak esas benim için şereftir.” 1954 yılında seksen bir yaşında öldüğünde, devlet ona muhteşem bir cenaze töreni düzenler ama Kilise, “skandallarla” dolu hayatından ötürü dini töreni esirger. “Üç süs bana asla yakışmaz” diyordu Colette. “Tüylü şapkalar, genel fikirler ve küpeler”. Tüylü şapkalar ve küpelerden vazgeçebilmek, hadi neyse de, genel fikirsiz yazabilmek... Paganca yazabilmek... Hayvanlara ve bitkilere birer insanmış gibi yaklaşabilmek; daha zoru, kadınla erkeği birer hayvan, birer bitki ya da birer meyve gibi anlatmayı başarmak... Gençliği ve yaşlılığı aynı ayık, aynı mesafeli, kayırmasız gözle “tartmak”... Manav dükkânında sebzeyi, meyveyi tartar gibi. Eliyle, sezgileriyle, zekâsıyla. En sürprizli ve karmaşık insanlık hâllerine ve kahramanlara, psikolojik analizlere başvurmadan can verebilmek... Dokunuşlarla, ritmle, eşsiz diyaloglarla. Caniko’ya dönelim. Bu romanın Colette’in hayatıyla ilginç bir bağlantısı vardır. İkinci kocası Henry de Jouvenel onu açıkça ihmal etmeye başladığında, Colette kırk yedi yaşındaydı ve on altı yaşındaki üvey oğluyla beş yıl sürecek bir ilişkiye girecekti... Hiçbir suçluluk duymadan. Herhangi bir ahlâki tabu tanımadan. Bertrand de Jouvenel’in tanıklığı ve birçok biyograf, bu ilişkinin Caniko romanından sonra başladığını iddia ederler. Bu örnekte, hayatı eserine değil, eseri hayatına ilham vermiştir. Hayatı hembu denli iştahlı bir kuvvetle ısırmak hem ardında her yeni neslin ilgisini çekecek dev bir eser bırakabilmek; imkânsız değilse de, bu esasen pek nadirdir edebiyatta... Bu nadiratın bir adı da Colette’tir. Caniko’nun ilk yayımlanışından beş yıl sonra, Colette “Caniko’nun Sonu”nu kaleme alır. Onu da Türkçe okurlarına kazandırmayı çok isterim... Vivet Kanetti

Page 5: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

5

- Léa! Ver onu bana; inci kolyeni! Duydun mu, Léa? Kolyeni uzat! Gölgede zırh gibi parlayan ferforje bakır karışımı büyük karyoladan hiçbir yanıt gelmez. - Neden vermeyecekmişsin sanki kolyeni? Bana da sana yakıştığı kadar yakışıyor, hatta daha bile çok! Kopça şaklamasıyla birlikte yataktaki danteller dalgalanır; çıplak, ince bileklerle tamamlanan iki şahane kol iki tembel eli havaya kaldırırlar. - Bırak onu Caniko, yeterince oynadın o kolyeyle. - Eğleniyorum... Çalarım diye mi korkuyorsun? Caniko güneşin delip geçtiği pembe perdelerin önünde dansediyordu, alevler önünde bir zarif şeytan gibi, simsiyah. Ancak geri geri gidip yatağa vardığında, gene bembeyaz olmuştu, ipek pijamasından geyik derisi *babuşlarına kadar. - Korkmuyorum, diye yanıtladı yataktaki ses, tatlılıkla alçalarak. Ama kolyenin ipini yoruyorsun. Ağır o inciler.

- Evet ağırlar, dedi Caniko, takdirle. Bu parçayı armağan eden, seninle dalgasını geçmemiş.

Caniko iki pencere arasındaki uzun aynanın karşısındaydı; çok genç, çok yakışıklı adam görüntüsünü seyrediyordu. Ne uzundu ne kısa, saçı bir gökardıcın tüyleri gibi lâciverte çalıyordu. Pijamasının üstünü açtığında, mat, sert, kalkan gibi kabarık bir göğüs ortaya çıktı; aynı pembe kıvılcım dişlerinde, kara gözlerinin beyazında ve kolyenin incilerinde gezindi. - Çıkar şu kolyeyi, diye ısrar etti kadın sesi. Ne dediğimi duydun mu? Genç adam, kendi görüntüsü karşısında hareketsiz, kıs kıs gülüyordu: - Evet evet, duydum. Alırım diye korkuyorsun, o kadar iyi biliyorum ki!

- Hayır. Ama eğer armağan edecek olsam, hiç çekinmez, üstüne atlardın. Caniko yatağa koştu, top olup içine atladı: -Hem nasıl! Aşmışım ben, o tür şartlanmaları. Bir kadından kol düğmesi niyetine bir iki adet inci kabul edeceksin de ellisi birden geldi mi onurun zedelenmiş olacak; çok aptalca buluyorum… - Elli değil, kırk dokuz. *babuş: Bir zamanlar Fransız sömürgesi olan Kuzey Afrika ülkelerinde, evde ve sokakta giyilen terlik

Page 6: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

6

- Kırk dokuz, sayısını biliyorum. Hadi, bana yakışmadığını söyle! Söyle hadi, çirkin olduğumu! Caniko eğilmiş, ufacık dişlerini, dudak kıvrımlarının ıslak içini gösteren kışkırtıcı gülüşünü sunuyordu. Léa yatağın içinde doğrulup oturdu: - Hayır, söylemeyeceğim. Her şeyden önce buna inanmazsın, ondan. Ama

burnunu kırıştırmadan gülmesini hiç beceremez misin sen? Kenarlarında üç kırışık peydahlansın da, gör gününü.

Caniko gülüşünü hemen kesti, alnın derisini gerdi, bir yaşlı koket becerisiyle yutkunarak çene altını içe çekti. Birbirlerine düşmanca baktılar. Léa, iç çamaşırları ve danteller ortasında dirseğine dayanmış, Caniko yatağın kenarına ilişmiş. “Ona pek yakışıyor doğrusu, ilerideki kırışıklarımdan söz etmek” diye düşünüyordu Caniko. Léa da, şöyle: “Güzelliğin ta kendisiyken niçin gülünce çirkinleşir ki bu böyle?” Bir an düşündü ve düşüncesini yüksek sesle tamamladı: - Neşelenince öyle zalim görünüyorsun ki, ondan... Sadece kötülükten gülüyorsun, ya da alay etmek için. Bu da seni çirkinleştiriyor. Sık sık çirkinsin. - Doğru değil! diye bağırdı Caniko, hırçınlaşıp. Öfke kaşlarını burnunun tepesinde düğümlüyor, küstah bir ışıkla dolup taşan bol kirpikli gözlerini büyütüyor, ağzın küçümseyici, iffetli kemerini aralıyordu. Léa gülümsedi, Caniko şimdi tam sevdiği gibiydi, isyankâr sonra uysal, zaptedilemez ve özgürleşmekten aciz. Bir elini genç başın üstüne koydu, baş sabırsızlıkla kendini boyunduruktan kurtarmaya çalıştı. Léa bir hayvanı yatıştırır gibi mırıldandı: - Tamam... Tamam... Ne var? Ne oldu ki öyle? Caniko güzel geniş omuza yıkıldı, alnıyla, burnuyla ittirerek her zamanki yerini açtı, gözlerini kapamıştı bile, uzun sabahların korunaklı uykusunu arıyordu, ama Léa onu itti: - Yok öyle şey, Caniko! Bu öğlen Milli Cadaloz’umuzda yiyorsun ve saat on ikiye yirmi var. - Hadi? Öğlen Patroniçede mi yiyormuşum? Sen de mi? Léa tembelce yatağın dibine kaydı. - Hayır, ben tatildeyim. İki buçukta kahveye gelirim – ya da altıda çaya, ya da sekize çeyrek kala sigara tüttürmeye... Merak etme, beni yeterince görecek... Hem, beni davet etmiş de değil. Ayakta somurtmaya devam eden Caniko’nun yüzü muziplikle aydınlandı: - Nedenini biliyorum, biliyorum! Kibar konuklarımız var! Güzel Marie-Laure ve zehir evladını ağırlıyoruz! Léa’nın etrafta hedefsizce dolanan kocaman mavi gözleri bir noktaya çakıldılar:

Page 7: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

7

- Öyle mi! Hoş kız, ufaklık. Annesi kadar değil ama hoş... Hadi artık çıkar canım şu kolyeyi. - Yazık, diye iç geçirdi Caniko, kolyenin kopçasını çözerek. Sepette iyi dururdu. Léa dirseğinin üzerinde doğruldu: - Hangi sepet bu? - Benimki, dedi Caniko, komik bir ciddiyetle. BENİM düğünümdeki BENİM mücehver sepetim... Sıçradı, balet gibi birbirine çarptığı ayakları üzerine düzgünce düştü, kapıya kafa attı ve bağırarak yokoldu: - Banyom, Rose! Acele tarafından! Patroniçeye yemeğe gidiyorum! “Hadi bakalım, diye düşündü Léa. Birazdan banyo göle döner, sekiz havlu sularda yüzer, sonra lavaboda jilet çizikleri... İki banyom olsaydı...” Ama her zamanki gibi dolaplardan birini iptal etmek, makyaj odasını daraltmak gerektiğini düşündü, aklından geçeni her zamanki gibi şöyle bağladı: “Caniko evleninceye kadar sabrederim.” Tekrar sırt üstü yattı; Caniko’nun dün gece çoraplarını şömine üstüne, minik külotunu konsola, kravatını Léa’nın büstünün boynuna attığını fark etti. Bu sıcak erkek derbederliğine gayri ihtiyari gülümsedi, kumral kirpiklerinin tümünü muhafaza etmiş genç mavisi huzurlu gözlerini hafifçe yumdu. Kırk dokuz yaşında Léonie Vallon, nam-ı diğer Léa de Lonval, bir kibar yosmanın mutlu kariyerini güzel bir emeklilikle kapatıyordu. Hayat bu iyi kızı şaşaalı facialardan ve soylu kederlerden korumuştu. Doğum yılını gizlerdi; ama Caniko’ya iştahlı bir lütufkârlıkla baktığında, artık kimi hoşlukları kendinden esirgemeyecek yaşa geldiğini de rahatlıkla itiraf ederdi. Düzeni severdi, güzel iç çamaşırlarını, beklemiş şarapları, oturaklı yemekleri. Gerek tapılmış güzel sarışın gençliğinde, gerek varlıklı yarı yosma olgunluğunda, yalancı şaşaayı ve kaypaklığı hep reddetmişti. Dostları, 1895’e doğru bir gün, Drags’ta kendisine, “Sevgili sanatçımız” diye hitap etmiş Gil Blas gazetesinin sekreterine verdiği karşılığı hâlâ hatırlıyorlardı: - Sanatçı mı? Ah! dostum, aşıklarım da hakikaten pek gevezelermiş... Akranları bozulmaz sıhhatine imrenirdi, sırtlarıyla göbekleri 1912 modasıyla vakitsizce şişmiş genç kadınlar Léa’nın cömert göğüsleriyle alay ederlerdi. Hem ilk grup, hem ikincisi, onu Caniko’dan ötürü de kıskanırdı. “Aman Allahım! diyordu Léa, kıskanacak ne var ki. Alsınlar. Bağlamıyorum, sokağa da tek başına çıkıyor.” Yarısı yalandı bu söylediğinin. Altı yıldır süregiden bu aşkla –evlatlığım derdi bazen, açık sözlülüğe meyilli Léa, - gurur duyuyordu. “Sepet” diye tekrarladı. “Caniko’yu evlendirmek... Bu mümkün değil – şey değil... insani... Caniko’ya kız vermek –köpeklerin önüne ceylan atalım, ehvendir. Caniko nedir, haberleri yok.”

Page 8: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

8

Yatağa fırlatılmış kolyesini tespih çeker gibi parmakları arasında gezdirdi. Geceleri yatarken artık kolyesini çıkarırdı. Güzel incilere tapan, sabahları onları okşamayı adet edinmiş Caniko, Léa’nın kalınlaşan boynunun akçapakçalığını yitirdiğini, deri altındaki kasların gevşediğini fark etmesin diye. Doğrulmadan kolyesini ensesinde kopçaladı, başucundaki konsol üstünden bir ayna aldı. “Bahçıvana benziyorum” diye karar verdi, kendine karşı acımasız. “Bir bostancı kadına. Patates tarlasına kolyeyle giden bir Normandiyalı bostancı karıya. Burnumun üstüne tüy dikmiş kadar oldum. Hadi insaflıyım gene.” Omuz silkti. Sertti, kendinde artık sevmediği şeylere karşı: canlı, sağlıklı, azıcık kızarık bir ten, mavi gözbebeklerinin dobra rengini vurgulayan bir açık hava teni; ve gözbebeklerinin çevresinde, lâcivert halkalar. Kibirli burnu hâlâ Léa’ya yaranabiliyordu. “Marie Antoinette’in burnu!” diye iddia ederdi Caniko’nun annesi ve eklemeyi unutmazdı: “... İki yıl sonra, Léacık’ın gerdanı da 16. Louis’ninkine benzer.” Sımsıkı dişlerin dizildiği Léa’nın ağzı hiç kahkahayla açılmazdı, ama pek sık gülümserdi. Usulca ve nadiren kırpılan büyük gözlerle uyumlu, yüz kere övülmüş, göklere çıkarılmış, fotoğraflanmış bir gülüştü bu, bıkılması imkânsız, derin, güvenli bir gülüş. Bedene gelince, “Bilinen şey, kaliteli beden dayanıklıdır” derdi Léa. Pembeye kaçan uzun beyaz bedeni, düz sırtı, İtalya’daki çeşme perilerinde görülen uzun bacakları hâlâ sergileyebiliyordu. Kalkık gamzeli yüksekçe kalçalarla göğüs idare eder, derdi Léa, “Caniko’nun düğününden çok sonra bile”. Kalktı, sabahlığını giydi, perdeleri kendi açtı. Güneş girdi, bu pembe, neşeli, fazlaca süslü, lüksü bir miktar demodeleşmiş odaya. Pencerelerinde çift katlı danteller, duvarında gülyaprağı pembesi atlaslar; dore ahşaplar, pembe ve beyaz örtülü elektrik ışıkları, zamane ipekleriyle kaplanmış antika mobilyalar. Léa bu sıcacık odadan vazgeçemiyordu, ne de ağır, dayanıklı, bakır-çelik karışımı, göze sert, kavalkemiklerine acımasız karyolasından. Caniko’nun annesi, “Yok canım, yok canım” diye itiraza ederdi. “Çirkin değil o kadar. Ben bu odayı seviyorum. Bir dönemdir, kendine göre şıklığı var. Pek bir *Paiva tarzı.” Léa “Milli Cadaloz”la ilgili bu anıya gülümsüyor, bir yandan da dağınık saçlarını topluyordu. İki kapının çarptığını, bir ayakkabının narin bir mobilyaya vurduğunu duyduğunda yüzünü alelacele pudraladı. Caniko dönüyordu, pantalonlu gömlekli, yakalığını henüz takmamış, beyaz kulaklarının içi talk dolu ve saldırgan mizaçlı. *Paiva: dönemin bir Rus aktrisi...

Page 9: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

9

- Nerede iğnem? Kahrolası kutu! Artık mücehverler de mi yürütülüyor? - Marcel onu kravatına iliştirip çarşıya çıkmış, dedi Léa, ciddiyetle. Mizah yoksunu Caniko, yapılan şakaya tosluyordu, karıncanın kömür parçasına toslaması gibi. Tehditkâr gezintisini kesti, aklına gelebilen tek cevabı verdi: - Harika!...Ya potinlerim? - Hangileri? - Geyikler! Tuvalet masasında oturan Léa gözlerini fazlasıyla yumuşatarak kaldırdı: -Estağfurlah! diye imada bulundu, okşayıcı bir sesle. - Bir kadının beni zekâm için seveceği gün beni bitmiş say, diye itiraz etti Caniko. Bu arada, iğnemi ve potinlerimi istiyorum. - Niye? Kısa ceketle iğne takılmaz; ayakkabılarını da giymişsin işte. Caniko ayağını yere vurdu. - Bıktım artık, burada kimse benimle ilgilenmiyor! Bıktım! Léa tarağını masaya bıraktı. - Bak sen! Git o zaman. Caniko kabaca omuz silkti: - Ya, öyle diyorsun da... - Git. Mutfağı yıkıp döken, kremli peyniri camlara yapıştıran konuklardan hep nefret ettim. Sen aziz anacığının evine git evladım ve orada kal. Caniko Léa’nın bakışına meydan okuyamadı, gözlerini indirdi, okul çocuğu gibi itiraz etti: - Ne yani, hiçbir şey söylenmeyecek mi? Neuilly’ye gitmek için otomobilini ödünç ver, bari. - Hayır. - Çünkü? - Çünkü saat ikide ben çıkıyorum, Philibert de şimdi karnını doyuruyor. - İkide nereye gidiyorsun? - Dini vazifelerime koşuyorum. Taksi için üç frank istersen... Şapsal, diye sürdürdü yavaşça, valide hanıma kahveye gideceğim belki, saat ikide. Memnun değil misin? Caniko bir koç yavrusu gibi alnını salladı. - Azarlanıyorum, her isteğime hayır deniyor, eşyalarım gizleniyor... - Tek başına giyinmeyi hiç öğrenmeyecek misin sen? Léa Caniko’nun elinden yakalığı aldı, ilikledi; kravatı aldı, bağladı. - İşte bu kadar!... Ah şu menekşe kravat... Güzel Marie-Laure’la ailesine çok bile, esasen... Bunun üstüne bir de iğne mi istiyordun? Seni süslü şey... Kulaklarına uzun küpeler de taksaydın bari... Caniko, saf bir mutlulukla kendini saldı; gevşeyerek, sallanarak, geri gelen tembelliğe, gözleri yuman zevke kendini teslim ederek... - Canım Nunun, diye fısıldadı.

Page 10: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

10

Léa Caniko’nun kulaklarını fırçaladı, siyah saçlarını ayıran ince, mavimtrak çizgiyi düzeltti, parfüme daldırdığı parmağı şakaklarına sürdü ve yanı başında nefes alıp veren kışkırtıcı ağzı hızla öptü, zira buna engel olamamıştı. Caniko gözlerini, dudaklarını açtı, ellerini uzattı... Léa onu itti: - Hayır! Bire çeyrek var! Kaç, seni bir daha görmeyeyim! - Hiç mi? - Hiç! diye bağırdı Léa gülerek, kabaran bir şefkatle. Yalnız kaldığında, gururla gülümsedi, iştahını dizginleyip iç çekti, Caniko’nun avludaki adımlarını dinledi. Demir kapıyı açıp kapatışını, uçar adım uzaklaşışını gördü, kol kola girmiş üç hizmetçi kızın kendinden geçişini duydu: - Ah! Anacağım! Olamaz, hakiki bir şey mi bu? Dokunma izni var mı? Böyle tezahüratlara pek alışkın Caniko, dönüp bakmadı bile.

Page 11: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

11

- Banyom, Rose! Manikürcü gidebilir, çok geç oldu. Mavi tayyörüm, yenisi; mavi şapka, beyaz astarlısı ve atkılı ayakkabılarım... hayır, bekle... Bacak bacak üstüne atmış Léa, çıplak bileğini yokladı, başını salladı: - Hayır, mavi nubuktan bağcıklı potinlerimi ver. Bacaklarım şiş bugün. Sıcaktandır. Tül başlıklı yaşlı hizmetçi, Léa’ya bilmiş bir bakış fırlattı: “Sıcaktandır” diye tekrarladı, uysallıkla ve omuzlarını kaldırarak, “Biliyoruz... Bir an gelir, her şey eskir...” dercesine. Caniko gittikten sonra, Léa gene canlıydı; dakik, hafiflemiş. Bir saatten az bir sürede yıkanmış, sandalağacı kokulu ispirtoyla bedenini ovmuş, taranmış, ayakkabılarını ayağına geçirmişti. Saç maşası ısınırken, sofracıbaşısının hesap defterini kontrol edecek, uşağı Emile’i çağırıp bir aynadaki mavi buğuyu gösterecek vakti bulmuştu. Güvenli, neredeyse hiç kül yutmaz gözüyle çevreyi taradı, ıslak yeşil elma rengi Rubelles tabağında saplarıyla getirilen Haziran çileklerine ve sek şarabı Vouvray’e gülümseyerek neşeli bir yalnızlıkta öğle yemeğini yedi. Bir vakitler, yemekten iyi anlayan biri seçmiş olmalıydı, şu dikdörtgen odadaki kocaman 16. Louis aynaları, aynı dönemden İngiliz mobilyaları, hafif büfeleri, yüksek ayaklı servis masasını, zayıf ve sağlam iskemleleri. Hepsi siyaha çalan ahşaptan, ince süslemeli. Gün ışığı ve Bugeaud caddesindeki ağaçların yeşil akisleri cömertçe aynalara ve masif gümüşlere vuruyorlardı ve Léa, bir yandan yiyor, bir yandan çatalın oymaları arasına sıkışmış kırmızı gümüş tozunu inceliyor, koyu ahşabın cilâsı hakkında fikir edinmek için tek gözünü kısıyordu. Arkasında duran sofracıbaşı çekinirdi, bu oyunlarından. -Marcel, dedi Léa, sekiz gündür cilânız yapışıyor. - Öyle mi dersiniz, Madam? - Öyle derim. Kutuyu kaynar suya daldırıp cilâyı eritin, içine benzin katın, hallolur. Vouvray’i de mahzenden erken çıkartmışsınız. Sofrayı toplar toplamaz pancurları örtün, sıkı sıcak bastırdı.

Page 12: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

12

- Peki madam. Akşam Bay Cani... Bay Peloux yemekte olacaklar mı? - Olacak sanırım. Bu akşam muhallebiye gerek yok, sadece çilek soslu sorbeler hazırlansın. Kahveyi giysi odamda alacağım. Léa, uzun ve dimdik ayağa kalktığında, kalçalarına yapışmış eteği altından bacakları göründü, sofracıbaşının renk vermemeye çalışan bakışında “Güzelsiniz Madam”ı okuyabildi ve bu hoşuna gitti. “Güzel” diyordu Léa, içinden, giysi odasına çıkarken. “Hayır. Artık değilim. Şimdi bana, yüzümü çepçevre saran beyaz kumaşlar gerek, iç çamaşırlarıyla geceliklerde da, çok soluk pembeler. Güzel mi?... Peh... Yok artık buna ihtiyacım...” Ancak, el boyası ipeklerle döşeli giysi odasında, kahve ve gazetelerden sonra, kendine bir öğle uykusu hakkı tanımadı ve şoförüne, bir cengâver yüzüyle emretti: - Madam Peloux’nun evine. Rüzgârın solduracağı Haziran’ın taze yeşilliği altında kuru Orman yolları, Vergi dairesinin demir parmaklığı, Neuilly, İnkermann bulvarı... “Kaç kez geçtim bu yoldan?” diye sordu kendine Léa. Saydı, sonra saymaktan yoruldu ve Madam Peloux’nun çakıl taşları üzerinde gürültü etmeme gayretiyle yürürken, gelen seslere kulak kabarttı. “Holdeler” dedi. Eve varmadan pudrasını tazelemiş, mavi tülü çenesine bulut kadar hafif bir tel örgü gibi germişti. Kendisini evin içinden geçmeye davet eden valeye şöyle cevap verdi: - Hayır, bahçeden dolanmayı tercih ederim. Hakiki bir bahçe, neredeyse parktı o bembeyaz, geniş Paris banliyösü villasını çevreleyen. Neuilly henüz Paris’in dışı sayılırken, Madam Peloux’nun villasına “ kır evi” denirdi. Garaja dönüştürülmüş ahırlar, helâlar, av köpeklerinin kulübeleri ve çamaşırhaneler ve bilardo salonunun, holün, yemek salonunun boyutları, o dönemin tanıklarıydılar. “Madame Peloux burada parasını boşa harcamamış” diye tekrarlardı yalakalıkla, bir öğün yemek, bir kadeh içki karşılığı karşısında bezik ve poker kağıtlarını tutan yaşlı parazitler. Ve eklerlerdi: - Madam Peloux parayı nerede boşa harcamış ki? Akasyaların gölgesinde, orman gülleriyle diğer gül fidanları arasında yürürken, Léa bir fısıltıya kulak kabartmıştı. Mme Peloux’nun genizden gelen boru sesiyle Caniko’nun kuru kahkahası çınladı. “Kötü gülüyor bu çocuk” diye düşündü Léa. Ve ürkütücü boru sesinin bastırdığı yeni, narin, nazik kadın tınısını daha iyi duyabilmek için, bir an durdu. “Kızcağızdır bu” dedi. Birkaç hızlı adım attı ve kendini camlı holün eşiğinde buldu.

Page 13: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

13

- İşte güzel arkadaşımız!, diye atıldı Mme Peloux, haykırarak. Bu fıçıcık, Madam Peloux, esasında Matmazel Peloux, altı ile on yaşları arasında balerinlik yapmıştı. Léa bazen Madam Peloux’da, o eski sarışın ve tombul Eros’u, sonra gamzeli periyi hatırlatacak bir şeyleri arayıp durur, sadece kocaman amansız gözleri, narin ve sert burnu, bir de ayaklarını balerinler gibi tutma şeklini bulurdu. Caniko salıncaklı koltuğun dibinden dirildi, Léa’nın elini istem dışı bir zarafetle öptü ve jestini, “Aşkolsun! Gene tül takmışsın, tülden nefret ediyorum” sözüyle mahvetti. - Rahat bıraksana! Bir kadına niye tül taktığı sorulmaz! Hiç adam edemeyeceğiz bunu, dedi Madam Peloux Léa’ya, şefkatle. Hasır storun sarı gölgesinde, iki kadın ayaklanmıştı. Biri, açık morlar içinde Léa’ya karşı epeyce soğuk, elini uzattı. Léa onu tepeden tırnağa süzdü: - Tanrım, ne güzelsiniz Marie-Laure, yeryüzünde sizin kadar kusursuz bir şey olamaz! Marie-Laure lütfedip gülümsedi. Kahverengi gözlü kızıl bir genç kadındı ve insanları hiç kıpırdamadan, hiç konuşmadan büyülerdi. Sanki nezaketen lütfedip, öteki genç kadını işaret etti: - Kızım Edmée’yi hatırlayabilecek misiniz bakalım? Léa elini uzattı ve genç kız onun elini tutmakta gecikti. - Sizi hatırlamalıydım yavrucuğum, dedi Léa. Ama öğrenciler süratle değişiyor, Marie-Laure’un değişimi ise her seferinde bizi daha fazla şaşırtmaya yönelik. Yatılı okul bitti mi? - Bitmez mi, bitmez mi, diye bağırdı Madam Peloux. Ebediyen saklı tutulmaz ki şu cazibe, şu zarafet, şu on dokuzuncu baharındaki şaheser! - On sekiz, dedi, Marie-Laure, tatlı tatlı. - On sekiz, on sekiz!... Elbette on sekiz! Léa hatırlıyor musun? Caniko’nun okuldan firar ettiği yıl, bu yavrucuğun ilk Kudas ayinine denk gelmişti. Evet, yaramaz, okuldan kaçmıştın, ikimiz de çıldırmıştık! - Çok iyi hatırlıyorum, dedi Léa, ve Marie-Laure’u küçük bir baş hareketiyle selamladı; bir tür dürüst eskrimcilerin “tuşe”siyle. - Evlendirmek gerek, evlendirmek gerek bu kızı! diye sürdürdü Madam Peloux. Bir malumun ilamını iki kere vurgulamaktan asla geri durmazdı. - Düğününe hepimiz gideceğiz! Küçük kolları havada çırpındılar ve genç kız ona saf bir dehşetle baktı. Léa dikkat kesilmişti, “Tam Marie-Laure’a uygun bir kız çocuğu”, diye düşündü. “Annesindeki her parıltılı, onda belli belirsiz. Kül rengi, pudralanmış gibi duran incecik saç telleri, kendilerini kaçıran endişeli gözler, konuşmaktan, gülümsemekten kaçınan bir ağız... Marie-Laure’a tam böylesi gerekiyordu. Gene de ondan nefret ediyordur...” Madam Peloux, anaç bir gülümsemeyle Léa’yla genç kızın arasına girdi: - Bahçede ahbaplığa başladı bile, iki çocuk!

Page 14: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

14

Cam duvar önünde sigara içen Caniko’yu işaret ediyordu. Caniko ağızlığını dişleri arasında tutuyor, dumandan rahatsız olmamak için başını geriye atıyordu. Üç kadın, alnını devirmiş, kirpiklerini yarı yarıya indirmiş olan genç adama baktılar. Ayakları hareketsiz, birbirine yapışık dursa da, kanatlı, havada uçarken uyuyan bir figürü andırıyordu Caniko... Léa, genç kızın gözlerindeki ürkmüş, yengin ifadeyi doğru yorumladı. Koluna dokunarak onu irkiltmekten zevk aldı. Edmée tepeden tırnağa titredi, kolunu çekti ve alçak sesle yabanice sordu: -Ne? - Hiç, diye yanıtladı Léa. Eldivenim düşmüş. - Hadi Edmée... diye emretti, Marie-Laure, gevşekçe. Genç kız, sessiz ve itaatkâr, Madam Peloux’ya doğru ilerledi. Madam Peloux küçük kanatlarını çırptı: - Bu kadar erken mi? Aa hayır! Gene görüşeceğiz! Gene görüşeceğiz! - Geç oldu, dedi Marie-Laure. Sonra pazar öğleden sonraları sizin pek geleniniz gideniniz oluyor. Bu yavrucak insan içine çıkmaya alışkın değil... - Evet, evet diye bağırdı Madam Peloux, şefkatle. Öyle kapalı, öyle yalnız yaşadı ki! Marie-Laure gülümsedi ve Léa ona “Buyur!” dercesine baktı. -... Ama yakında gene geliriz. - Perşembeye, perşembeye! Léa, sen de perşembe öğle yemeğine gelir misin? - Gelirim, diye yanıtladı Léa. Caniko holün eşiğinde Edmée’nin yanına varmıştı. Şimdi, hiçbir sohbete tenezzül etmeksizin, kızın yanında öylece duruyordu. Léa’nın verdiği sözü duyup döndü: - Aynen. Bir gezintiye çıkarız, diye teklif etti. - Evet, evet, yaşınızın hakkı, diye ısrar etti Madam Peloux, duygulanarak. Edmée Caniko’yla önde oturur, Caniko arabayı sürer, bizler arkaya kuruluruz. Gençliğe yer açalım! Gençliğe yer açalım! Caniko, aşkım, Marie-Laure’un arabasını çağırsana? Madam Peloux, yuvarlak ayakcıklarını çakıllarda burka burka, ziyaretçilerine bir ağaçlı dönemece kadar eşlik edip, sonra onları Caniko’ya terk etti. Döndüğünde, Léa şapkasını çıkarmış, bir sigara yakmıştı. - Ne güzeller, şu ikisi! dedi Madam Peloux, nefes nefese. Di mi Léa? - Çok şekerler, diye savurdu Léa, dumanıyla birlikte. Ama o Marie-Laure yok mu! Caniko dönüyordu: - Ne yaptı ki Marie-Laure? diye sordu. - Nasıl bir güzellik o öyle! - Ah!... Ah!... diye onayladı Madam Peloux, doğrudur, doğrudur, pek güzeldi bir zamanlar! Caniko’yla Léa bakışıp gülümsediler.

Page 15: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

15

- Bir zamanlar!, diye altını çizdi Léa. Gençliğin ta kendisi o ayol! Tek kırışığı yok! Üstelik açık morlar kuşanabiliyor, nefret ettiğim ve benden nefret eden o pis rengi! Amansız gözler ve ince burun, alkol kadehinden koptular: - Gençliğin ta kendisiymiş! Gençliğin ta kendisiymiş! diye ciyakladı Madam Peloux. Pardon! Pardon! Marie-Laure Edmée’yi doğurduğunda, yıl 1895’ti. Hayır, 94’tü. O sırada bir şan hocasıyla kaçmış, kendisine meşhur pembe elması armağan eden Halil Bey’i terk etmişti... Hayır, hayır!... Dur!... Bir yıl önceydi!... Yüksek ve bet bir boru sesi çıkarıyordu. Léa elini kulağına dayadı ve Caniko, kasıntılı bir ifadeyle, “Annemin şu sesi olmasa, böyle bir ikindi ne hoş olurmuş” dedi. Madam Peloux oğluna öfkesizce baktı. Küstahlığına alışkındı, kısa bacaklarına göre yüksek kalan berjerin dibine vakarla oturdu, ayaklarını sallandırdı. Avucunda bir armut rakısı kadehini ısıtıyordu. Léa, sallanan koltukta gidip gelirken, gözlerini ara sıra Caniko’ya değdiriyordu. Ağzında sönmüş yarım sigarası, kaşı üstünde bir tutam saç, taze Hinthurması dalı üzerine yeleği açık, yan gelip yatan Caniko’ya, -ve onu içinden, alçak sesle, “Rezil” diye pohpohluyordu. Yan yanaydılar, kendini beğendirmek ve konuşmak için çaba sarfetmeksizin, huzurlu, bir bakıma da mutlu. Uzun bir alışkanlık onları suskunlaştırıyor, Caniko’ya gevşeklik, Léa’ya sükûnet bahşediyordu. Bastıran sıcakla birlikte Madam Peloux dar eteğini dizlerine kadar kaldırdı, küçük gemici baldırlarını sergiledi, Caniko kravatını öfkeyle söktü, Léa bu hareketi dilinin bir “Cık... Cık...”ıyla ayıpladı. - Ay! Bırak çocuğu, diye itiraz etti Madam Peloux, sanki bir rüyanın dibinden. Öyle sıcak ki... Kimono ister miydin, Léa? - Hayır, teşekkür ederim. Gayet iyiyim. Bu öğle sonrası sere serpelikleri Léa’nın midesini bulandırırdı. Genç aşığı onu hiçbir zaman çözülmüş, gömleğini açmış ya da gün ortası terlikle yakalamamıştı. “Çıplak, belki”, derdi, “Ama bağrı açık, olmaz”. Resimli gazetesini eline aldı, okumadı. “Şu Peloux anayla oğlu” diye düşündü, “iyi donatılmış bir sofraya oturtun veya kıra götürün- şrak: Ana korsesini çözer, oğul yeleğini. Tam tatile çıkmış meyhaneci mizacı”. Gözlerini intikamla kaldırıp, ayıpladığı meyhaneciye baktı, uyuduğunu gördü; kirpikleri beyaz yanaklarına inmiş, ağzı kapalı. Alltan aydınlanmış üst dudağın nefis kıvrımı en üst noktalarında iki gümüş ışığı tutmuştu ve Léa içinden, Caniko’nun şarapçıdan çok, bir tanrıyı andırdığını kendine itiraf etti. Caniko’nun parmakları arasında tüten sigarayı hiç yerinden kalkmadan, narince topladı ve küllüğe attı. Uyuyan adamın eli gevşedi, zalim tırnaklı biçimli parmakları yorgun çiçekler gibi kendilerini bıraktılar; kadınsı değil, sadece istenenden azıcık daha güzel bir eldi bu, Léa’nın yüz kere öptüğü, köleleşmeden, zevk için, kokusu için öptüğü bir el...

Page 16: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

16

Léa gazetesinin üstünden Madam Peloux’ya baktı. “O da uyuyor mu?” Léa, anneyle oğulu alıp götüren bu öğle uykusunun onu ayık bırakmasını, sıcağın, gölgenin, güneşin ortasında bir saatlik manevi yalnızlık tanımasını severdi. Hiç de uyumuyordu Madam Peloux. Berjerinde Budha gibi duruyordu; gözlerini karşıya dikmiş, şampanya bardağını alkolik süt bebeği özeniyle emerek. “Neden uyumuyor ki?” diye kendine sordu Léa. “Günlerden pazar. Güzel bir öğle yemeği yedi. Saat beşte, iskambil arkadaşları ihtiyarlar gelecek. Dolayısıyla, uyuması gerekirdi. Uyumuyorsa, demek bir muzırlıkla meşgul.” Birbirlerini yirmi beş yıldır tanıyorlardı. Bir erkeğin zengin ettiği, sonra terk ettiği, bir diğer adamın iflasa sürüklediği hafif kadınların düşmanca yakınlığı mevcuttu aralarında. İlk kırışığı, saça düşen ilk akı gözetleyen rakiplerin hırçın dostluğu. Para oyunlarında becerikli -ama biri cimri diğeri müsrifti- , gerçekçi kadınların arkadaşlığı... Bu bağların önemi vardır. Geç vakit, daha güçlü bir başka bağ eskilere eklenmişti: Caniko. Léa Caniko’nun çocuk hâlini hatırlıyordu, uzun bukleli şaheser hâlini. Ufacıkken adı henüz Caniko değil, sadece Fred’di. Kâh unutulan kâh tapılan Caniko, saçını oksijenle açmış ev hizmetkârları ve uzun boylu şeytani valeler arasında büyüdü. Doğumuyla esarerengiz bir bolluğu beraberinde getirmiş olsa da, Caniko’nun yanında hiçbir miss, hiçbir fraulein görülmedi; öyle “cadılar”dan, bağrışlar ve çağrışlarla hep korundu… ”Charlotte Peloux, bir başka çağın kadınıdır!” derdi senli benlilikle, suyu çekilmiş, can çekişmesi hiç bitmeyen ve asla yıkılmayan ihtiyar baron de Berthellemy. “Charlotte Peloux, oğlunu fahişe çocuğu gibi yetiştirme cesaretini göstermiş tek hafifmeşrep kadın olarak, sizi selâmlıyorum! Siz bir başka çağın kadınısınız. Hiç okumazsınız, asla seyahat etmezsiniz, insanlık denilen şey sizin için sadece bir erkekten ibarettir ve bırakırsınız uşaklar evladınızı büyütsün. Bu ne saflıktır, bu ne arılıktır öyle! Tam About romanları kahramanısınız! Hatta Gustave Droz kahramanı! Üstelik bunun farkında bile değilsiniz!” Böylece Caniko, sefih bir çocukluğun tüm tadını çıkarttı. Dili tam açılmamışken, mutfaktaki en aşağılık dedikoduları işitti, gizli gece ziyafetlerini paylaştı. Anne banyosunda süsen çiçeği sütüyle de yıkandı, yüzü gözü alelacele havlu kenarıyla de temizlendi. Şekerlemelerden mide fesatına uğradığı oldu, akşam yemeği unutulunca açlıktan kıvrandığı da. Charlotte Peloux onu Çiçek bayramında, ıslak güller üstüne oturtup yarı çıplak ve nezle kapmış bir hâlde sergilerken, sıkıldı; ama on iki yaşında bir yeraltı kumarhanesinde Amerikalı bir kadın, ona “küçük şaheser” diye hitap edip oynaması için eline avuçlar dolusu altın paralar dökerken krallar gibi eğlendiği de oldu. Gene o sıralar, Madam Peloux oğluna bir papaz öğretmen tuttu, on ay sonra da kovdu, “çünkü” diye itiraf ediyordu, “evin her yerini

Page 17: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

17

süpüren o siyah cüppe, bana bir fukara akrabayı yanıma almışım hissi veriyordu – ve Tanrı bilir, hiçbir şey, bir fukara akraba sığıntısından daha acıklı olamaz!” On dört yaşında Caniko, yatılı okula gönderildi. Okula inancı yoktu. Hiçbir hapis onu durduramazdı, okuldan kaçmayı başardı. Madam Peloux oğlunu yeniden kapatma enerjisini kendinde bulmakla kalmadı, üstüne, ağlamalarıyla hakaretleri karşısında elleriyle kulaklarını tıkayıp, “Bun görmek istemiyorum! Görmek istemiyorum!” diye bağırarak kaçtı. Haykırışı öylesine içtendi ki, hakikaten, yanına pek makbul sayılmayan bir genç adamı alıp Paris’ten uzaklaştı, iki yıl sonra tek başına geri geldi. Bu son aşk macerası oldu. Madam Peloux, dönüşünde Caniko’yu aşırı boy atmış, yüzü çukurlaşmış, göz altları çökmüş, antrenör takımları kuşanmış ve eskisinden de ağzı bozuk buldu. Göğsünü yumrukladı, oğlunu yatılı okuldan söküp aldı. Caniko çalışmayı tamamen kesti, at, araba, mücehver istedi, şişkin aylıklar talep etti ve annesinin tavus kuşu çığlıklarıyla göğsünü yumrukladığı bir gün, onu şu sözlerle durdurdu: - Madam Peloux, kendinizi harap etmeyin. Sevgili anacağım, seni iflasa sürükleyecek ben isem, büyük ihtimalle sıcacık bir yorgan altında öleceksin. Mahkemeleri sevmem. Senin mangırın benim sayılır. İdareyi sen bana bırak. Dostlar sadece akşam yemekleri ve şampanyayla doyurulur. Hanımlara gelince, bana verdiğin bu yakışıklıkla, onlara fantezi biblodan fazlasını armağan edecek değilim. Ki, o bile fazla! Caniko tek ayağı üzerinde dönerken, Madam Peloux tatlı gözyaşları döküyor, anaların en mutlusu olduğunu ilân ediyordu. Caniko otomobiller almaya başladığında Madam Peloux gene önce bir ürperdi, ancak oğlu, “Gözünüz benzinde olsun, Peloux hanımcığım!” diye uyardı ve atlarını sattı. Caniko üşenmeden iki şoförün masraflarını inceliyor, hızlı, doğru hesaplıyordu; epeyce ağır ve kalın el yazısıyla kağıt üzerine, bu yazıyla çelişen ince uzun, şişkin, çevik sayılar fırlatıyordu. On yedi yaşını doldurduğunda, titiz bir rantiyeye, ihtiyarcığa dönüşmüştü. Hep yakışıklıydı, ama zayıf, nefessiz. Madam Peloux kaç kez onu şişeleri saydığı mahzenden dönerken yakalamıştı. - Düşünebiliyor musun? diyordu Madam Peloux, Léa’ya, Ne müthiş şey! - Fazla müthiş, diye yanıtlıyordu Léa. Bu işin sonu hayırlı gelmez. Caniko, dilini göstersene? Caniko yüzünü arsızca buruşturarak dilini uzatıyor, başka maskarıklar da yapıyordu. Léa alınmazdı. Fazlasıyla teklifsiz bir dosttu, Caniko’yu şımartan bir tür teyze, oğlan onunla senli benliydi. - Dün gece barda ihtiyar Lili’yle görülmüşsün. Seni dizine oturttuğu doğru mu? diye sorguya çekti Léa. - Dizine mi! diye alaya vuruyordu Caniko. Dizleri çoktan yok olmuş onun. Erimişler, toz olmuşlar.

Page 18: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

18

- Sana biberli cin içirttiği doğru mu?, diye ısrar etti, Léa, daha sertçe. Ağızda kötü koku bırakır o, biliyor muydun? Bir gün Caniko, alınıp, Léa’nın soruşturmasına cevabı yapıştırmıştı: - Bunları niçin sorduğunu anlamıyorum, ne yaptığımı görmüş olmalısın, dipteki locada boksör Patronla değil miydin? - Aynen, diye cevap vermişti Léa, sarsılmadan. Patron çelimsizin teki değil, ne haber? Üç kuruşluk minik bir surattan, mor halkalı iki gözden başka cazibeleri var onun. O hafta Caniko, Montmartre ve Haller’de kendisine “yavrucuğum” ve “günahım” diye hitap eden kadınlarla büyük çıngar çıkardı, ancak hiç havasında değildi; başı çatlıyordu, öksürüyordu. Madam Peloux, yeni dertlerini masajcısına, korsecisi Madam Ribot’ya, ihtiyar Lili’ye ve Kurumuş Berthellemy’ye açarak (“Ah, biz annelerin hayatı ne çile!”), anaların-en-mutlusu durumundan, kolaylıkla, çilekeş ana durumuna geçti. Neuilly’deki kış bahçesinde Madam Peloux’yu, Léa’yı ve Caniko’yu bir araya getiren bir Haziran akşamı, genç adamla olgun kadının kaderlerini değiştirdi. Tesadüf, Caniko’nun “arkadaşları”nı –küçük bey Bester (ki içki toptancısıydı) ve yeni reşit olmuş, parazit, mızmız, herkesi hor gören vikont Desmond- bir akşamlığına sağa sola savurmuş, Caniko’yu ana evine bırakmıştı. Léa da oradaydı, her zamanki gibi. Yirmi adet yıl, birbirinin benzeri donuk akşamlarla yüklü bir geçmiş, sosyal ilişki eksikliği, bir de herkese güvenememe, sevgi namına sadece aşkı bilen kadınları hayatlarının sonuna doğru yalnızlaştıran bıkkınlık, birbirine karşı şüpheci bu iki kadını bir akşam daha karşı karşıya oturtmuştu ve daha da çok oturtacaktı. Her ikisi de Caniko’nun surat asışını izliyordu. Madam Peloux’nun oğlunu tedavi edecek ne gücü vardı, ne otoritesi; beyaz ensesiyle, kanlı yanağıyla Caniko’nun solgun yanağıyla şeffaf kulağına eğilen Léa’dan her seferinde biraz daha nefret etmekle yetiniyordu. Etinde derin çizgiler yer etmeye başlamış şu gürbüz kadının boynunu kanatası, o kanla narin, solgun, yeşilimtrak zambağına pembelik aktarası geliyordu ama, sevgili yavrucağını kıra götürmek hiç aklını yoklamıyordu. - Caniko, niye beyaz alkol içiyorsun? diye azarladı Léa. - Madam Peloux’ya ayıp olmasın, tek başına içmesin diye, dedi Caniko. - Yarın ne yapıyorsun? - Bilmem. Ya sen? - Ben Normandiya’ya gidiyorum. - Kiminle? - Seni alakadar etmez. - Bizim Speleieff’le mi? - Yok canım, iki ay oldu onunla işi bitireli, sen geriden takip ediyorsun. Speleieff Rusya’da.

Page 19: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

19

- Caniko’m, aklın nerede! diye iç geçirdi Madam Peloux. Geçen ay Léa’nın bizi davet ettiği o tatlı ayrılık yemeğini unutuyorsun. Léa, bayıldığım kerevitlerin tarifini daha veremedin! Caniko doğruldu, gözlerini parlattı: - Evet, evet, kremalı sosta pişmiş kerevitler, ah, isterim! - Görüyor musun, diye sitem etti Madam Peloux, kerevit olsa yerdi şimdi şu iştahsız... - Kafa ütüleme! diye emretti Caniko. Léa, Patron’la mı arazi oluyorsun? - Yok be yavrucuğum; Patron’la aramızdaki, dostluk. Ben tek gidiyorum. - Zengin karı, diye takıldı Caniko. - İstersen seni de götüreyim. Sadece yeriz, içeriz, uyuruz... - Nerede bu köyün? Caniko ayağa kalkmış, Léa’nın karşısına dikilmişti. - Honfleur’ü biliyorsun. Grâce kıyısını? Tamam mı? Otur şuraya, yüzün yemyeşil. Biliyorsun, Grâce kıyısında hani bir ahır kapısı vardı, önünden geçerken annenle ben, hep derdik ki... Léa başını Madam Peloux’ya doğru çevirdi: Madam Peloux kaybolmuştu. Bu tip kibarca kaçış, bu yok oluş, Charlotte Peloux’nun adetlerine öylesine aykırıydı ki, Léa ile Caniko şaşkınlıktan gülerek birbirlerine baktılar. Caniko Léa’ya yaslanarak oturdu: - Yorgunum, dedi. - Kendini harcıyorsun, dedi Léa. Caniko doğruldu ve kasıntıyla: - Hıh! Merak etme, hâlâ yeterince hoşum, dedi. - Yeterince hoş... belki başkalarının gözünde... ama mesela... mesela benim gözümde değil. - Çok mu çelimsizim? - Tam bu sözcüğü arıyordum. Edebinle köye geliyor musun sen şimdi? Güzel çilekler, beyaz krema, turtalar, piliç ızgaralar... Al sana iyi bir beslenme, kadınlar da yok! Caniko kendini bırakarak Léa’nın omuzuna kaydı ve gözlerini yumdu. - Kadınlar yok... Yaşasın... Léa, kankam mısın? Ha? Hadi o zaman, gidelim. Kadınlardan... usandım... kadınları... ne çok gördüm. Bu adice şeyleri uykulu bir sesle telaffuz ediyordu ve Léa onun dolu dolu, yumuşak tınısını dinlerken, Caniko’nun ılık nefesi kulağına vuruyordu. Caniko uzun kolyesini yakalamış, şişman incileri parmakları arasında yuvarlamakla meşguldü. Léa kolunu Caniko’nun başı altına kaydırdı, onu kendine yaklaştırdı, art niyetsiz, alıştığı bu çocuğa karşı güven dolu; pışpışladı. - İyiyim, diye iç çekti, Caniko. Kankamsın, iyiyim.... Léa pek değerli bir övgüyü duymuşcasına gülümsedi. Caniko neredeyse uykuya dalıyordu. Parlak, ıslak gibi duran kirpiklere çok yakından baktı. Kirpikler yanağa, mutluluktan muaf bir yorgunluğun izlerini taşıyan

Page 20: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

20

çukurlaşmış yanağa iniyordu. Sabah tıraş edilmiş üst dudak mavileşmeye başlamıştı bile ve pembe lambalar, ağzına yapay bir kızıllık veriyordu. - Kadınlar yok! dedi Caniko, rüyada konuşur gibi. O zaman... öp beni! Léa şaşırmıştı, kıpırdamadı. - Öp beni diyorum! Caniko kaş çatmış, emrediyordu ve ansızın açtığı gözleri, birden yakılan ışık gibi Léa’yı rahatsız ettiler. Omuz silkti, hemen yakınındaki alna bir öpücük kondurdu. Caniko, kollarını Léa’nın boynuna sardı, onu kendine doğru büktü. Léa başıyla itiraz etti, ama sadece ağızları birbirine değene dek; o zaman tamamen hareketsizleşti, kulak kabartmış biri gibi nefesini tuttu. Caniko bıraktığında, Léa kollarını çözdü, kalktı, derin nefes aldı, bozulmamış saçlarını düzeltti. Sonra döndü, az solgun, gözleri koyulaşmış ve şaka havasında: - Çok akıllıca oldu bu! dedi. Caniko sallanan koltuğun dibinde kıpırtısız yatmış susuyordu. Léa’ya öylesine meydan okuyan, etkin, sorularla dolu bir bakışla bakıyordu ki, Léa bir an sonra: -Ne var? dedi. - Hiç, dedi Caniko, bilmek istediğimi artık biliyorum. Léa kızardı, kendini küçük düşmüş hissetti ve korunmayı başardı: - Neyi biliyorsun? Ağzından hoşlandığımı mı? Vah küçücüğüm, çok daha çirkinlerini öpmüşlüğüm de var. Bu neyin kanıtı ki? Ayaklarına kapanıp, al beni diye bağıracağımı mı sanıyorsun? Sadece genç kızlar mı tanıdın sen ayol? Bir öpücükle aklım başımdan mı gidecekti! Konuştukça sakinleşmişti ve soğukkanlılığını sergilemek istiyordu. - Bak yavrucuğum, diye ısrar etti, Caniko’ya doğru eğilerek. Anılarımda, sanıyor musun ki, iyi bir ağız pek nadir şey? Yukarıdan bakarak gülümsüyordu, kendinden emindi, ama yüzünde, çok hafif bir nevi titreyiş, albenili ıstırap titreyişi gibi bir şeyin takılıp kaldığından bihaberdi. Bir de, gülüşünün ağlama krizi ardından gelen gülüşe benzediğinden. - Rahatım, diye devam etti. Bir daha öpsem, hatta, şey de etsek... Durdu, küçümsemeyle ağzını büzdü: - Yok, hakikaten bizi o vaziyette göremiyorum. - Az önceki vaziyette de görmüyordun, dedi Caniko, telaşsız. Ama bayağı bir süre kaldın o vaziyette. Demek ötekini de düşünmüşsün? Ben çünkü bir şey demedim. Düşmanca boy ölçüştüler. Léa, arzusunu göstermeye çekindi; bu arzuyu ne besleyebilecek, ne gizleyecek vakti olmuştu. Âniden soğumuş, belki müstehzileşmiş şu çocuğa alındı.

Page 21: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

21

- Haklısın, diye teslim oldu, hafifçe. Bunu unutalım. Ne diyorduk, sana uzanacağın bir çimen, bir de sofra öneriyorum.... Benim sofram, daha alası var mı? - Düşünebiliriz, diye yanıtladı Caniko. Üstü açık Renouhard’la mı giderim? - Tabii. Onu Charlotte’a bırakacak değilsin ya. - Benzin benden, şoförün yemekleri senden. Léa kahkahayı patlattı: - Şoförün yemekleri! Ah! Ah! Seni Madam Peloux’nun oğlu! Hiçbir şeyi unutmuyorsun... Meraklı değilim ama, bir kadınla arandaki aşk sohbeti neye benzer, doğrusu duymak isterdim! Kendini iskemleye bıraktı ve yelpazelendi. Bir pervane, bir de uzun bacaklı kocaman sivrisinekler lambaların etrafında dönüyordu ve inen geceyle birlikte, bahçe kokusu kır kokusuna dönüşmüştü. Öyle keskin, öyle etkin bir akasya kokusu bahçeye girdi ki, ikisi de, sanki onun yürüyerek gelişini göreceklermiş gibi döndüler. - Pembe salkımlı akasyadır bu, dedi Léa, alçak sesle. - Evet, dedi Caniko. Ama bu akşam ne çok portakal çiçeği içmiş! Léa ona baktı, bu buluşundan ötürü belli belirsiz bir hayranlık duydu. Caniko havayı mutlu bir kurban gibi kokluyordu, Léa başını çevirdi, birden kendisine seslenmesinden çekindi, Caniko gene de seslendi ve Léa geldi. Hınçla, bencil bir hamleyle, kafasında cezalar tasarlayarak Caniko’yu öpmeye geldi: “Bekle hele sen... Güzel bir ağzın var, çok doğru, ve bu kez hakkımı alacağım, çünkü canım çekiyor, sonra seni bırakacağım, ne yapalım, umurumda değil, geliyorum...” Onu öyle iyi öptü ki, çözüldüklerinde dövüşten çıkmış gibi sarhoş, sersemlemiş, nefessiz, titrektiler... Léa ayağa kalkıp karşısında doğrulduğunda, Caniko hâlâ koltuğun dibinde kıpırtısız seriliydi ve Léa alçak sesle ona kafa tutuyordu: - Hı? Hı? Bir hakaret duymaya hazırdı. Ama Caniko kollarını uzattı, kuvvetsiz güzel ellerini açtı, yaralı adam başını devirdi, kirpikleri arasında iki gözyaşının çifte kıvılcımını sergiledi, bir yandan da sözler, iniltiler fısıldıyordu, ağzından “canım,”lar, “gel”ler, “bir daha bırakmama”larla bölünen kocaman bir aşıkane hayvanca şarkı yükseliyordu ve Léa, eğilmiş, bu şarkıyı endişeyle dinliyordu; sanki istemeden Caniko’nun canını çok acıtmış gibi.

Page 22: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

22

Léa Normandiya’daki ilk yazı hatırladığında, hakkaniyetle teslim ediyordu: “Canikom’dan çok daha kötü kalpli süt bebelerim oldu. Hem daha sevimli hem daha zeki bebeler. Gene de, hiç bunun gibisi olmadı”. - Çok tuhaf, diye itiraf ediyordu, Kurumuş Berhellemy’ye, o 1906 yazı sonunda. Bazen bir zenciyle ya da bir Çinliyle yatıyormuşum hissine kapılıyorum. - Bir Çinliyle ve biz zenciyle hiç yattın mı? - Hiç. - O zaman? - Bilmem. Açıklaması çok zor. Öyle bir izlenim işte. Bu izlenim ağır ağır, hep gizlemeyi beceremediği bir şaşkınlık eşliğinde gelmişti. İlişkinin ilk anıları, güzel gıda, seçmece meyve imgeleri, gırtlağına düşkün hanımağa dertleriyle dolup taşıyordu. Bitkin bir Caniko geliyordu gözünün önüne. Güneşte daha da solgunlaşmış, Normandiya gürgenleri altında ayak sürten, kuyuların sıcak bilezik taşları üzerinde uyuyan. Léa, ağzına çilekler, krema, köpüklü süt, tahılla besili tavuk eti tıkıştırmak için uyandırıyordu onu. Caniko, akşam yemeğinde, bomboş gözlerle, başına yumruk yemiş gibi, gül sepetinin etrafındaki susineklerinin uçuşunu izliyor, bileğine bakıp yatma saatini bekliyordu ve Léa bu arada, hayal kırıklığına uğramış ama hınç beslemeden, Neuilly’deki öpücük vaatlerinin boş çıktığını düşünüyor, efendice sabrediyordu: “İcabında Ağustos sonuna kadar yedirir içiririm. Sonra Paris’te, aman, eski meşgalelerine postalarım....” Léa merhamet edip erkenden yatıyordu, Caniko ona yaslanıp alnı ve burnuyla ittirsin, uykusuna uygun yeri kendine bencilce açıp uyuyabilsin diye. Bazen, lambayı söndürdüğünde, parkede parlayan ayışığı birikintisini izliyordu. Caniko’nun göğsünü indirip kaldıran nefesi, ve gece gündüz

Page 23: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

23

faaliyette cırcırböceklerinin sesine, titrek kavağın hışırtısına karışan büyük av köpeğinin nefesini dinliyordu... “ Uyuyamıyorum. Neyim var?” diye soruyordu kendine Léa, belli belirsiz. “Omuzumdaki şu küçüğün başından ötürü olamaz, çok daha ağırlarını taşıdım...” “Hava da nasıl güzel... Yarına esaslı bir türlü yaptırıyorum. İşte kaburgaları daha az hissediliyor. Niye uyuyamıyorum ki? Ha! Evet hatırladım, boksör Patron’u getirteceğim, küçüğü çalıştırsın. Vaktimiz var, Patron bir yandan, ben bir yandan, Madam Peloux’nun çenesi düşecek...” Léa, serin çarşaflarda upuzun uyuyordu, tam sırt üstü, kötü bebeğin siyah başı sol göğsünde. Uyuyordu ve uyandırılıyordu bazen- ama ne kadar az!, şafağa doğru, Caniko’nun bir arzusuyla. İkinci kamp ayında, Patron gelmişti gerçekten, koca bavuluyla, yedi yüz elli gramlık küçük halterleriyle, siyah çantalarıyla, bir buçuk kiloluk eldivenleriyle, ayak parmakları hizasında bağlanan deri potinleriyle; sesi bir genç kızınkini andıran Patron, upuzun kirpikli, derisi tıpkı bavulu gibi güzel bir kahverengiden, öyle ki, gömleğini sıyırdığında çıplakmış gibi gelmezdi insana. Ve Caniko, kâh huysuz, kâh cansız, kâh Patron’un huzurlu kuvvetli karşısında hasetten kavrularak, ağır ve biteviye hareketlerin sevimsiz ve verimli idmanına girişiyordu: - Bir... şşşş.... iki.... şşşşş.... nefesinizi duymuyorum... üç... şşş... Diziniz hilebazlık ediyor, görüyorum...şşş... Ağustos güneşi ıhlamur ağaçları kubbesi arasından süzülüyor, çakıllara serilmiş kalın bir kırmızı halı, çalıştırıcıyla öğrencisinin bedenlerine menekşe akisler gönderiyordu. Léa, pür dikkat, dersi gözleriyle takip ediyordu. On beş dakikalık boksta, yeni kuvvetiyle sarhoşlayan Caniko coşuyor, hain vuruşlar deniyor, öfkeden kızarıyordu. O swingleri bir duvarmışcasına karşılayan Patron, Olimpiyat başarısının zirvelerinden Caniko’ya ünlü yumruğundan da ağır kelamları yapıştırıyordu: - Heyt! Ne meraklı bir sol gözünüz varmış. Mani olmasam, gelip eldivenimin dikişlerini yokluyordu. - Kaydım, diye kuduruyordu Caniko. - Dengeyle alakalı değil. Maneviyatla alakalı. Hiçbir zaman sizden boksçu olmaz. - Annem karşı, ne bahtsızlık! - Annenizin itirazı olmasa da sizden boksçu olmazdı, çünkü kötü kalplisiniz. Kötü kalplilik boksa uymaz. Di mi, madam Léa? Léa gülümsüyor, ısınmanın, hareketsiz kalmanın, iki çıplak genç adamın oyunlarını takip etmenin tadını çıkarıyor, onları sessizce karşılaştırıyordu:

Page 24: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

24

“Ne güzel şey, şu Patron! Bina gibi güzel. Küçük, hoşlaşıyor. Onunkiler gibi dizler, öyle ha deyince bulunmaz, ve ben dizden anlarım. Kıç da şahane... Hayır, şahane olacak... Madam Peloux nerede otlanmış ki böyle... Ya boyun bağı! Tam bir heykel. Ne kötü çocuk! Güldüğünde, sanırsın bir tazı ısırmaya hazırlanıyor...” Kendini mutlu ve anaç, sakince erdemli hissediyordu. “Bir başkasıyla değişirdim ben bunu” diyordu içinden, ikindi vakti ıhlamur ağaçları altındaki çıplak Caniko’ya bakarken, ya da sabah, kakım kürkü örtüde yatan çıplak Caniko’ya bakarken, ya da akşam, ılık su leğeni kenarındaki çıplak Caniko’ya bakarken. “Evet istediği kadar yakışıklı olsun, eğer ortada bir vicdan meselesi olmasaydı, ben bunu başka biriyle değişirdim”. Kayıtsızlığını Patron’a da itiraf ediyordu. -Halbuki, diye itiraz ediyordu Patron, modeli iyi. Tam manasıyla beyaz, ama buralı olmayanlarda rastlanan, siyahlara has adeleler geliştiriyor. Cakasız küçük adeleler. Hiçbir zaman kavun gibi pazular görmeyeceksin onda. - Umarım, Patron! Onu boks için tutmadım ki! - Tabii, diye onaylıyordu Patron, uzun kirpiklerini indirerek, duyguları da hesaba katmalı. Léa’nın şehvetli ve sansürsüz imaları, aşktan konuşurken ısrarlıca bakışı, gözleriyle, o Léavari gülüşüyle gülüşü, Patron’da tedirginlik uyandırırdı. - Tabii, diye baştan alıyordu Patron, sizi tam manasıyla tatmin etmiyorsa... Léa gülüyordu: - Tam değil... ama ödülümü çıkarsızlığımı hissetmekte buluyorum... tıpkı sizin gibi, Patron... - Ah! Ben... Patron gelmekte olan sorudan hem çekiniyor hem onu arzuluyordu: - Aynen devam mı Patron? Hâlâ inat ediyor musunuz? - İnat ediyorum, madam Léa, daha bu öğlen, Liane’dan gene mektup geldi. Yalnız olduğunu, inat etmem için ortada hiçbir neden olmadığını, iki dostunun uzaklaştığını söylüyor. - O vakit? - O vakit, doğru bir şey değil diye düşünüyorum. İnat ediyorum, çünkü o da inat ediyor. Utandığını söylüyor, çalışan bir adamdan, hele sabah erken kalkan, her gün antrenmana giden, boks, jimnastik dersleri veren bir adamdan. Bir araya geldiğimiz an, kızılca kıyamet kopuyor. “Sanırsınız, sevdiğimi adamı doyurucak hâlim yok!” diye bağırıyor. Güzel bir hisle hareket ediyor, kabul, ama benim kafama uygun değil. Herkesin tuhaflığı kendine. Sizin pek güzel ifade ettiğiniz gibi, madam Léa: bu bir vicdan meselesi. Ağaçların altında alçak sesle sohbet ediyorlardı, Patron edepli ve çıplak, Léa beyazlar kuşanmış, yanakları kuvvetle pembeleşmiş. Birbirlerine besledikleri dostluğun tadını çıkarıyorlardı. Sadeliğe, sıhhate, bir tür aşağı katlar soyluluğuna karşı duyulan zaaftan doğmuş bir dostluktu bu. Gerçi Patron,

Page 25: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

25

güzel ve ücreti yüksek Liane’dan pahada ağır armağanlar kabul etmeye rıza gösterse, Léa şoke olmazdı. “Al gülüm, ver gülüm”. Hakkaniyeti antik çağlara dayanan savlar öne sürerek, Patron’u ayartmaya, onu “tuhaflığından” caydırmaya çalışıyordu. Her seferinde biraz aynı tanrıları- aşk ve para- yaadeden ağırdan yarenlikleri, aştan ve paradan uzaklaşıyor, Caniko’ya dönüyordu. Kınanası yetiştirilişine, sonra yakışıklılığına, ki Léa “dibinde zararsız” diyordu; ve karakterine, ki Léa “karakter sayılmaz” diyordu. Güven ihtiyacının karşılandığı, yeni sözcüklere ya da yeni düşüncelere karşı besledikleri tiksintinin tatmin bulduğu bu yarenlikler, Caniko’nun âniden belirmesiyle bölünüyordu. Uykuda, ya da sıcak bir yolda araba sürüyor sandıkları Caniko, yarı çıplak, ama elinde hesap defteri, kulağının arkasında dolmakalemle çıkageliyordu. - Aferin! Tam bir kasadar, diye hayranlığını ifade ediyordu Patron. - Bu ne? diye bağırıyordu uzaktan Caniko, üç yüz yirmi franklık benzin masrafı! İçiyor muyuz biz bunu? On beş günde sadece dört kez yola çıkmışız! Yetmiş yedi franklık da yağ yakılmış! - Araba her gün çarşıya çıkıyor, diye yanıtladı Léa. Laf açılmışken, şoförün öğleyin üç parça kuzu eti yemiş. Anlaşmamızı biraz aşmıyor mu bu sence?... Bir hesabı hazmetmediğinde annene benziyorsun. Yetiştirecek laf bulamayan Caniko, bir küçük Merkür’ün uçucu zarafetiyle salladığı ince ayakları üzerinde bir an tereddüt etti. O ayaklar ki Madam Peloux’yu kendinden geçirtir, ciyaklatırdı: “Aynı on sekiz yaşımdaki hâlim. Kanatlı ayaklar, kanatlı ayaklar!” Caniko, tüm yüzüyle, yarı açık ağzıyla, öne çıkardığı alnıyla savuracak bir küstahlık arıyor ve titrerdi. Bu gergin duruşu, şakaklarına doğru kalkık kaşların şeytanca bükümünü daha da tuhaf ve belirgin kılardı. - Arama, hadi, dedi merhametle Léa. Evet, benden nefret ediyorsun. Gel beni öp. Yakışıklı şeytan. Lanetli melek. Küçük salağım... Caniko geliyordu, sesin tınısına teslim, Léa’nın sözcüklerine kırgın. Karşısındaki çifti izleyen Patron’un masum dudaklarından gene hakikat fışkırıyordu: - Avantajlı bir fiziğe sahipsiniz, doğru, nemelazım. Ama ben size baktığımda bay Caniko, kadın olsaydım, kendi kendime şöyle derdim sanıyorum: On yıl sonra uğrayayım. - Duyuyor musun Léa, on yıl dedi, diye imada bulunuyordu Caniko, metresinin eğik başını kendinden uzaklaştırarak. Sen ne dersin? Ama Léa duymaya tenezzül etmiyor, sayesinde güçlenmeye başlamış bu genç bedeni, yanağı, bacağı, popoyu elliyordu, bir sütannenin edepsiz hazzıyla. - Kötü olmak size nasıl bir tatmin veriyor?, diye soruyordu Patron, Caniko’ya. Caniko, barbar, sır vermez bir bakışla, Herkül’ü ağır ağır, baştan aşağı süzüyor ve yanıtlıyordu:

Page 26: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

26

- Beni teselli ediyor. Sen anlayamazsın. Léa, üç aylık bir içli dışlılıktan sonra Caniko’dan hiçbir şey anlamamıştı doğrusu. Artık sadece pazarları gelen Patron’a ve davetsiz gelerek iki saat kalıp giden Kurumuş Berthellemy’ye Caniko’yu “eski meşgalelerine postalamaktan” bahsetmeye devam etse de, bunu bir tür adet yerini bulsun diye yapıyordu, onu fazlaca uzun tuttuğu için özür diler gibi. Kendine süreler veriyor, her seferinde onları aşıyordu. Bekliyordu. “Hava öyle güzel ki... Sonra, geçen haftaki Paris kaçamağı onu yordu... Sonra ona iyice doyayım, midem bulansın, böylesi daha iyi...” Her zaman elde edebildiği şeyleri hayatında ilk kez boşuna bekliyordu: Bir genç aşığın güvenini, gevşemesini, itiraflarını, samimiyetini, boşboğazlıkla açılmasını- bir yeniyetmenin, o mutlak gece saatlerinde kendini salıverip neredeyse evlat minnetiyle, olgun ve sağlam bir kadın dostun göğsüne gözyaşları, sırlar ve hınçlar akıtmasını. “Hepsini çözdüm, diye düşünüyordu, ayak direterek, her zaman kaç para ettiklerini, ne düşündüklerini, ne istediklerini bildim. Ama bu çocuk, bu çocuk... Olacak şey değil.” Caniko artık gürbüzleşmişti, on dokuz yaşıyla övünüyordu, sofrada neşeliydi, yatakta sabırsız; kendisiyle ilgili kendisinden başka şey vermiyor, bir kibar fahişe gibi gizemini koruyordu. Sevecen mi? Evet, gayri ihtiyari basılan çığlıkta, tek hareketle kapanan kollarda sevecenlik bulunabilirse. Ama dillendiği anda, “kötülüğü” ve tavizsiz kaçaklığı geri geliyordu. Léa kaç kez, şafağa doğru, aşığını, tatmine ulaşmış, uslanmış, gözü yarı kapalı kollarında tutarken; sanki her sabah, her sevişme onu bir gece öncesinden daha yakışıklı yaratıyormuşcasına, bakışı ve ağzı canlanıvermiş; kaç kez Léa, bu saatte, kendisi de fethetme, itiraflar duyma arzusuna teslim olup, alnını Caniko’nun alnına dayamıştı: - Söyle... konuş... söyle... Ama yay gibi gerilmiş ağızdan hiçbir itiraf gelmiyordu, sözcük namına yükselen sadece somurtkan veya esrik çıkışlardı. Küçükken Léa’ya taktığı ve bugün hazzın dibinden imdat gibi fırlattığı o “Nunun” adı gibi. - Evet, yemin ediyorum, bir Çinli ya da bir zenci, diye itiraf ediyordu Léa, Anthime de Berthellemy’ye, ve ekliyordu: - Nasıl bir şey olduğunu size anlatamam. Caniko’yla aynı dili konuşmadıkları izlenimini, -bulanık ve güçlü bir izlenim-, tanımlamakta isteksiz, beceriksiz. Paris’e döndüklerinde, Eylül son buluyordu. Caniko daha ilk akşam, Neuilly’ye Madam Peloux’ya “caka satmaya” dönmüştü. İskemleleri havaya kaldırıyor, cevizleri yumruğuyla kırıyor, bilardo masasına sıçrıyor ve dehşete düşmüş bekçi köpeklerini bahçede kovalayarak kovboyculuk oynuyordu. “Aman” diye iç çekti Léa, Bugeaud caddesindeki evine tek başına girdiğinde. “Ne güzel şeymiş, bir boş yatak!”

Page 27: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

27

Ama ertesi akşam, saat on kahvesini zevkle yudumlayıp geceyi uzun, yemek odasını geniş bulduğunu yadsırken, sessiz ayaklarıyla çıkagelmiş Caniko’nun, kanatlı Caniko’nun kapı pervazındaki ani görüntüsü ondan asabi bir çığlık söktü. Caniko ne sevimliydi, ne de dilliydi; ona koşuyordu. - Deli misin? Omuz silkiyordu, kendini anlatmaya tenezzül etmiyordu: Ona koşuyordu. Léa’yı sorguya çekmiyordu: “Beni seviyor musun? Beni unuttun mu bile?” diye. Caniko ona koşuyordu. Bir an sonra, Léa’nın çelik bakır karışımı geniş karyolasında hareketsiz yatıyorlardı. Caniko, suskunluk nöbetinde dişlerini daha iyi sıkmak, gözlerini kapamak için uyuyormuş, bitkinmiş gibi yapıyordu. Léa gene de dinliyordu, kendisine yapışık yatan Caniko’yu; endişesini, minnetini, aşkını inkâr eden bedenden gelen hafif titreşimi, o uzak ve sanki mahpus çalkantıyı lezzetle dinliyordu.

Page 28: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

28

- Neden bunu bana dün akşamki yemekte annen söylemedi? - Benim söylememi daha uygun buluyor. - Hadi canım. - Öyle diyor. - Ya sen? - Ya ben, ne? - Sen de mi daha uygun buluyorsun? Caniko Léa’ya kararsız bir bakış fırlattı. - Evet. Caniko düşünür göründü ve tekrarladı: - Tabii canım, böylesi daha iyi. Caniko rahatsızlık hissetmesin diye, Léa gözlerini pencereye çevirdi. Sıcak bir yağmur o Ağustos sabahını karartıyor, avluda kızıllaşmaya yüz tutmuş üç çınar üzerine dümdüz iniyordu. “Sanki sonbahar” dedi Léa ve iç çekti. - Neyin var? diye sordu Caniko. Léa hayretle ona baktı: - Bir şeyim yok, şu yağmuru sevmiyorum. - Ha! İyi, sanmıştım ki... - Sanmıştın ki? - Sanmıştım ki, üzülüyorsun. Léa kendini tutamadı, açıkça güldü: - Evleneceksin diye mi üzüldüğümü sandın? Hayır, dinle... Matraksın... Léa nadiren kahkaha atardı, neşesi Caniko’yu gücendirdi. Caniko omuz silkti, yüzünü her zamanki gibi buruşturdu; çenesi aşırı gergin, alt dudağı önde, bir sigara yaktı. - Yemekten önce içmen doğru değil, dedi Léa. Caniko bir arsızlıkla cevap verdi, Léa duymadı. Kendi sesinin tınısını, onun gündelik, mekanik, son beş yılın dibine kadar düşen yankısını dinlemekle meşguldü.... “Aynalardaki akis gibi” diye düşündü. Sonra küçük bir çabayla gerçekliğe ve keyfe döndü. - Ne şans, aç karnına tütün kullanmama uyarısını artık başkasına devrediyorum, dedi Léa, Caniko’ya.

Page 29: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

29

- Onun söz hakkı yok, diye buyurdu Caniko. Evleniyorum ya, di mi? Kutsal ayaklarımın izlerini öpsün, kaderine şükretsin. O kadarla yetinsin. Caniko çene çıkıntısını abarttı, ağızlığını dişleri arasında sıktı, dudaklarını açtı ve bu hâliyle, tertemiz ipek pijaması içinde, sarayların nüfuz edilemez gölgesinde solgunlaşmış bir Asyalı prense benzedi. Léa pembe, “mecburi” dediği pembelikteli sabahlığıyla yayılarak oturmuş, zihninde evirip çevirdiği düşüncelerden yorulup onları tek tek Caniko’nun zorlama sükûnetine doğru fırlatmaya karar verdi: - Sonuçta, bu kızcağızla niye evleniyorsun ki? Caniko iki dirseğini masaya dayadı, Madam Peloux’nun göstermelik yüzünü bilinçsizce taklit etti: - Şekerim, bak... - Bana madam de, yahut Léa. Ne hizmetkârınım ne akranın. Katı konuşuyordu, koltuğunda doğrulmuş, sesini yükseltmeden. Caniko bir cevap yapıştırmak istedi, pudranın altında azıcık sarsılmış güzel yüze, masmavi, insanı apaydınlık bir ışıkla saran gözlere kafa tuttu, sonra gevşedi ve adeti olmayan bir biçimde pes etti: - Nunun, açıklamamı istiyorsun. Bir son gerek, öyle değil mi? Sonra büyük çıkarlar söz konusu. - Hangileri? - Benimkiler, dedi, gülmeden. Kızcağızın şahsi serveti var. - Babasından mı? Caniko yere yuvarlandı, ayakları havada. - Ya, bilmiyorum. Senin de öyle soruların var ki! Güzel Marie-Laure’un şahsi servetinden aylık geliri on beş bin kağıdı geçmez, di mi? On beş bin kağıt ve sıkı mücehverler. - Ya seninki? - Benimki daha fazla, dedi Caniko, övünçle. - O zaman, paraya ihtiyacın yok. Caniko gün ışığında mavi mavi harelenen düz saçlı kafasını salladı: - İhtiyaç, ihtiyaç... biliyorsun, parayı seninle aynı şekilde algılamıyoruz. Anlaşamadığımız bir konu bu. - Teslim etmeliyim, beş yıl boyunca beni bu sohbetin dışında tuttun. Léa eğildi, elini Caniko’nun dizine dayadı: - Söyle ufaklık, gelirinden ne kadar biriktirdin beş yılda? Caniko şaklabanlıklar yaptı, güldü, Léa’nın ayakları dibine yuvarlandı, ama Léa onu ayağıyla itti: - Harbi söyle... Yılda elli bin mi, yoksa altmış bin mi? Caniko halıya oturdu, başını geriye attı, Léa’nın dizlerine. - Değmez miyim? Güpegündüz kendini sergiliyordu, ensesini döndürüyor, siyah sanılan ama Léa’nın koyu kahverengi ve kızıl olduklarını iyi bildiği gözlerini kocaman açıyordu. Léa, bunca güzellik arasında en nadir olanı gösterip seçercesine,

Page 30: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

30

işaret parmağıyla kaşlara, göz kapaklarına, ağız kenarlarına dokundu. Biraz küçümsediği bu aşığın biçimi, kimi anlar onda bir tür saygı uyandırırdı: “Bu derece güzel olmak, asalettir” diye düşünürdü. - Söyle küçük... Ya o genç kişi, tüm bu meselede? Sana nasıl davranıyor? - Beni seviyor. Bana hayran. Bir şey dediği yok. - Ya sen, sen ona nasıl davranıyorsun? - Ben davranmıyorum, diye cevap verdi Caniko, sadelikle. - Ne hoş muhabbet, dedi Léa, dalgınlıkla. Caniko hafif doğruldu, bağdaş kurdu: - Onunla fazla ilgilisin bence, dedi ciddiyetle. Bu tufanda kendini hiç düşünmüyor musun? Léa, kaşları kalkık, ağzı açık, kendisini gençleştiren bir şaşkınlıkla Caniko’ya baktı. - Evet, sen, Léa. Kurban olan sen. Bu nesnedeki sempatik şahsiyet. Madem ki seni ekiyorum. Caniko bir nebze solgunlaşmıştı ve Léa’ya sert davranırken kendini yaralamış görünüyordu. Léa gülümsedi: - Ama, canikom, hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeye niyetim yok ki. İlk sekiz gün ara sıra çekmecelerimde bir çift çorap, bir kravat, bir mendil bulurum... Sekiz gün diyorsam... bilirsin, benim çekmecelerim pek düzenlidir. Ha! sonra banyoyu yenilerim. Bir cam seramiği tasarlıyorum kafamda... Léa sustu ve havada parmağıyla belli belirsiz bir plan çizerek obur bir ifade takındı. Caniko’nun bakışındaki kin azalmıyordu. - Memnun değil misin? Ne isterdin? Acımı gizlemek için Normandiya’ya mı döneyim? Zayıflayayım mı? Saçımı boyatmaktan mı vazgeçeyim? Madam Peloux başucuma mı koşsun? Léa kollarını sallayarak Madam Peloux’nun boru sesini taklit etti: - “Bir gölgesi kalmış! Bir gölgesi kalmış! Zavallıcık, yüz yıl yaşlandı! Yüz yıl!” Bunu mu isterdin? Caniko, âni bir gülümsemeyle, burun deliklerinde titremeyle -ki belki de heyecandı- dinlemişti. - Evet, diye bağırdı. Léa, tüysüz, çıplak, ağır kollarını Caniko’nun omuzlarına bıraktı: - Zavallı yavrucak! Bu hesapla, bugüne dek dört kez, beş kez ölmeliydim! Ufak bir aşığı kaybetmek... Kötü bir bebeğin yerini bir diğeriyle doldurmak... Daha alçak sesle ve hafifçe ekledi: - Alışkınım. - Biliyoruz, dedi Caniko, sertçe. Umurum değil. Evet, umurum değil, ilk aşığın olmamak! Ama isterdim ki, daha doğrusu çok daha uygunu... çok daha temizi... sonuncu olabilmemdi. Bir omuz hareketiyle Léa’nın şahane kollarından sıyrıldı: - Bu söylediğim, sonuçta senin iyiliğin için.

Page 31: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

31

- Gayet iyi anlıyorum. Sen beni düşünüyorsun, ben senin nişanlını düşünüyorum, hepsi çok iyi, çok doğal. Bu işlerin asil ruhlar arasında döndüğü aşikâr. Léa ayağa kalktı, kaba bir cevap bekliyordu, ama Caniko sustu ve Léa, yüzünde ilk kez bir tür yılgınlık gördüğü için üzüldü. Eğildi, Caniko’yu koltuk altlarından tuttu: - Hadi gel, giyin. Ben üzerime bir elbise geçireceğim, altım hazır, bu güzel havada ne yapılabilir, Schwabe’ye gidip sana bir inci seçmekten başka? Düğün armağanı almamız gerekiyo, değil mi? Caniko, yüzü ışıl ışıl, zıpladı: - Yaşasın! Ah, harika, gömleğime bir inci! Biraz pembemsi bir şey, biliyorum hangisi! - Hayatta olmaz, beyaz, erkeksi bir şey gerek canım! Ben de biliyorum hangisi. Gene iflas edeceğiz! Ah ne paralar biriktireceğim, sensiz! Caniko gene tereddütlü ifadesini takındı: - Artık bu halefime bağlı. Léa kapı eşiğinde döndü, en neşeli gülüşünü, güçlü obur dişlerini, beceriyle koyulaştırılmış gözlerinin taze mavisini gösterdi: - Halefin mi? Ona kırk kuruş ve bir paket tütün! Pazarları da bir kadeh frenk üzümü likörü, daha fazlasını hak etmez! Ben senin çocuklarını çeyizleyeceğim!

Page 32: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

32

Sonraki haftalarda ikisi de pek neşeli oldular. Caniko’nun resmî nişanı onları kâh birkaç saat kâh bir iki gece ayırıyordu. “Güven vermeli” diyordu Caniko. Madam Peloux’nun Neuilly’den uzak tuttuğu Léa, merakına yeniliyor, Caniko’ya yüz soru yöneltiyordu ve Caniko, mühim adam havalarına bürünüp, Léa’ya her dönüşünde kaçağı oynasa da ayağını eşikten atar atmaz taşıdığı sırları saçıyordu. - Dostlarım! diye bağırmıştı bir gün, şapkasını Léa’nın büstüne fırlatarak. Dostlarım, dünden beri Peloux’s Palas’ta nelere nelere tanık olmuyoruz! - Önce şapkanı oradan kaldır. İt kopuk dostlarını da sakın burada anma. Gene ne oldu? Azarlıyordu ve gülmeye başlamıştı bile. - Yangın var Nunun! Hanımlar cephesinde! Marie-Laure ile Madam Peloux, nikâh sözleşmem konusunda kapıştı! - Yoo! - Evet! Şahane bir gösteri (tabaklara dikkat, sana Madam Peloux’nun kollarını taklit edeyim). “Mal ayrılığı rejimiymiş! Mal ayrılığı rejimiymiş! Bari hukuk konseyini toplasaydınız! Şahsa hakarettir bu, şahsa hakarettir! Oğlumun mevcut serveti!... Biliniz ki, Hanımefendi...” - Ona Hanımefendi mi diyordu? - Şemsiye kadar geniş bir Hanımefendi çekiyordu. “Biliniz ki Hanımefendi, oğlum reşit olalı, tek kuruş borçlanmamıştır ve bin dokuz yüz ondan beri edindiği tahvillerin tamamı...” Şunun tamamı, bunun tamamı, burnumun tamamı, kıçımın tamamı... Kısaca, tam bir Catherine Medicis. Az daha diplomatı! Léa’nın gülmekten yaşaran mavi gözleri parlıyordu. - Ah! Caniko! Seni tanıdım tanıyalı, hiç bu kadar komik olmamıştın. Ya öteki, ya güzel Marie-Laure? - O mu? O korkunç, Nunun. O kadın arkasından bir alay ceset sürüklüyordur. Baştan aşağıya yeşimtaşı rengi giysileri kuşanmış, kızıl saçları, teni... kısaca, dersin yaş on sekiz, ve o gülüş. Annemin boru sesine karşılık, kirpiğini dahi oynatmadı. Saldırının bitmesini bekledi ve dedi ki, “Sevgili Hanımefendi, oğlunuzun bin dokuz yüz on ve akabindeki yıllarda biriktirdiği paraları fazla yüksek sesle konu etmeseniz, daha iyi olur...” - Tak, gözüne gözüne... senin. Sen neredeydin o sırada? - Ben mi? Büyük berjer koltukta oturuyordum.

Page 33: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

33

- Orada mıydın? Léa gülmeyi ve yemeyi bıraktı. - Oradaydın. Peki ne yaptın? - Çok esprili bir laf ettim... elbette. Madam Peloux namusunu temizlemek için pahalı bir eşyayı kapıyordu ki, ona oturduğum yerden mâni oldum: “Biricik anneciğim, yumuşa. Beni taklit et, zarif kayınvalidemi taklit et. Bak o nasıl ballı, nasıl... şekerli.” Bunun üzerine... - Anlamadım. - Zavallı prens Ceste’nin Marie-Laure’a vasiyetle bıraktığı meşhur şeker kamışı tarlaları var ya... - Evet... - Meğer vasiyetname düzmeceymiş. Ceste ailesi heyheyliymiş! Dava açmaları pek mümkünmüş! Çakıyor musun? Caniko’nun ağzı kulaklarındaydı. - Çakıyorum da, bu hikâyeyi sen nereden öğrendin? - Hah, işte. İhtiyar Lili, Ceste’lerin en küçüğünün üstüne çöktü, tüm ağırlığıyla. 17 yaşında ve dindar olanın. - İhtiyar Lili mi? Ne iğrenç! - ve de ... Ufaklık Ceste, öpücükler arasında ona bu ilişkiyi anlatıvermiş... - Caniko ! Midem bulanıyor! -... İhtiyar Lili bu tüyoyu geçtiğimiz Pazar, annemin gününde verdi. Bana tapıyor, intiyar Lili! Büyük saygısı var, çünkü hiçbir zaman onunla yatmak istemedim! - Umarım, diye iç geçirdi Léa. Ama fark etmez... Léa düşünüyordu ve Caniko coşkusunu yetersiz buldu. - Hı, söyle, müthiş değil miyim? Söyle? Caniko masa, beyaz örtü ve yüzünü sahne lambası gibi aydınlatan güneşin oynaştığı sofra takımı üzerinden uzandı. - Evet... “Fark etmez” diye düşünüyordu Léa, “Şu zehirli Marie-Laure ona basbayağı pezevenk muamelesi çekmiş...” - Kremalı peynir var mı Nunun? - Evet... - ... bu da büyük bir iltifat gelmişcesine zıplamış... - Nunun, adresi verecek misin? Ekim’de işe başlayacak yeni aşçım için, kremalı kalplerin adresini? - Ne adresi? Onları biz burada yapıyoruz. Dışarıya sadece midyeli sos ve

volovan ısmarlanır! “....bu çocuğa aşağı yukarı beş yıldır benim baktığım doğru... Ama her şeye rağmen, üç yüz bin franklık bir rantı var. Ya. İnsanın üç yüz bin frank rantı oldu mu, pezevenk midir? Rakamla alakalı değil bu, mizaçla alakalı... Kimilerine yarım milyon verebilirdim, gene pezevenk sayılmazlardı... Ama Caniko? Üstelik ona hiçbir zaman para vermedim... Gene de...”

Page 34: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

34

- Gene de, diye patladı... Sana pezevenk demiş! - Kim o? - Marie-Laure! Caniko’nun yüzü aydınlandı ve bir çocuğu andırdı: - Değil mi? Değil mi ya Nunun, onu demek istedi? - Bence öyle! Caniko, armut rakısı rengindeki Chateau-Chalon şarabı kadehini kaldırdı: -Yaşasın Marie-Laure! Ne iltifat be! Senin yaşına geldiğimde aynı şeyi desinler, daha ne isterim! - Bu kadarı mutluluğuna yetiyorsa... Léa, öğle yemeği bitene dek onu dikkatsizce dinledi. Caniko, ağırbaşlı dostunun yarım suskunluklarına alışkındı, gündelik anaç çıkışlarıyla yetindi. -Ekmeğin pişmiş tarafından al... Hamurundan yeme o kadar... Meyve seçmesini asla bilemedin... Léa bu arada, gizliden gizliye somurtkan, kendini paylıyordu: “Ne istediğime karar vermeliyim! Ne isterdim ki? Ayağa fırlayıp, ‘Madam, bana hakaret ediyorsunuz! Madam, ben sizin bildiğiniz delikanlılardan değilim!’ demesini mi? Dibinde suç bende, onu pamuklara sararak yetiştirdim, çok şımarttım... Bir gün aile babası rolüne soyunmak isteyeceği kimin aklına gelirdi? Benim aklıma gelmedi! Aklıma gelmiş olsaydı dahi, Patron’un dediği gibi, ‘Huy meselesi!’. Patron, Gladys’in teklifini kabul etse de, böyle bir lafı duyduğu anda, gözü dönmüştü; huyu icabı. Ama Caniko’nunki, işte, Caniko huyu...” - Ne diyordun küçük? diye düşüncelerine ara verdi Léa. Dinlemiyordum. - Diyordum ki, bugüne dek hiçbir şey, duyuyor musun, hiçbir şey beni şu Marie-Laure’la olayım kadar güldürmemişti! “Buyrun” diye noktaladı Léa, içinden, “ Onu güldürüyor.” Léa bıkkın bir hareketle ayağa kalktı. Caniko belinin altından tuttu, ancak Léa onu uzaklaştırdı. - Hangi gündü, düğünün? - Haftaya Pazartesi. Öyle masum ve ilgisiz görünüyordu ki, Léa şaşıp kaldı: - Harika! - Niye harika Nunun? - Sanki aklın hiç orada değil. - Aklım orada değil, dedi Caniko, sakin bir sesle. Her şey ayarlandı. Tören saat ikide, böylece büyük öğle yemeği paniğinden muafız. Charlotte Peloux’un evinde five o’clock. Sonra sleeping’ler, İtalya, göller... - Yeniden moda demek, göller. - Yeniden moda. Villalar, oteller, otomobiller, restoranlar... Kısaca, Monte Carlo! - Ama o! O var... - Tabii o var. Çok fazla yok ama, o var.

Page 35: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

35

- Ve ben yokum. Caniko bu cümleciği beklemiyordu, beklemediğini de belli etti. Gözbebeklerinin hastalıklı biçimde fır dönüşü, ağzının aniden solgunlaşması çehresini bozdu. Nefesini, Léa’ya duyurmamak için, ihtiyatla toparladı, her zamanki haline kavuştu: - Nunun, sen hep olacaksın. - Beyefendi beni ihya ediyor. - Her zaman sen olacaksın, Nunun.... – beceriksizce güldü- yardımına ihtiyaç duyacağım anda, hemen. Léa hiç yanıt vermedi. Yere düşmüş kaplumbağa kabuğu çubuğunu topladı, bir şarkı mırıldanarak saçına sapladı. Aynanın karşısında şarkısını seve seve uzattı, kendisiyle gurur duyarak: Kendine bu kadar kolayca hakim olduğu için, ayrılıklarındaki yegâne duygusal ânı gargaraya getirdiği için, tutabildiği için söylenmemesi gerek sözleri: “Konuş... dilen, şart koş, asıl... şu anda beni mutlu ettin...”

Page 36: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

36

Madam Peloux, Léa’nın odaya girişinden önce uzun uzadıya epeyce konuşmuş olacak ki, yanakları alev alevdi ve bu, hep pusuda bekleyen, patavatsızca meraklı, sır vermez iri gözlerinin parlaklığını daha da artırmıştı. O Pazar günü, üzerinde etek kısmı aşırı dar siyah bir ikindi elbisesi vardı ve ayaklarının ufacık olduğu, karnının midesine çıktığı herkesin malumuydu. Konuşmasını kesti, avucunda ılıklaşan ince kadehten bir yudum aldı, mutlu bir gevşeklikle başını Léa’ya doğru eğdi. - Bakar mısın şu güzelliğe? Şu hava! Şu hava! Kim inanır, Ekim’de olduğumuza? - Ah, kimse... Kesinlikle kimse! diye yanıtladı iki yalaka ses. Moru nerdeyse griye kaçmış yıldız çiçekleri arasında tembelce akan kırmızı adaçayı ırmağı yol kenarlarını çevreliyordu. Mevsim yazmış gibi ortalıkta kelebekler uçuşuyordu ama, açık holden içeri dalan, güneşte ısınmış kasımpatıların kokusuydu. Son arıları kendine çeken Bengal gülleri üzerinde sarı bir kayın rüzgârda titriyordu. - Bu ne ki, diye haykırdı Madam Peloux, âniden lirikleşerek. Bu hava ne ki, onların İtalya’daki havası yanında! - Aynen... Di mi ama, diye karşılık verdi, yalaka sesler. Léa kaşlarını çatarak başını seslere doğru çevirdi: “Bari konuşmasalar” diye fısıldadı. Barones de la Berche ve Madam Aldonza, oyun masasına oturmuş, piket oynuyorlardı. Bacakları sarılı çok eski bir dansöz olan Madam Aldonza’nın kemikleri büken bir romatizması, başında çarpık duran siyah parlak peruğu vardı. Karşısında, ondan bir buçuk baş yukarda, barones de la Berche’in omuzları bir köy papazınkileri kadar sert ve genişti; yaşlılık kocaman yüzünü ürkütücü derecede erkeksileştiriyordu. Baştan aşağı, kulaktan fışkıran kıllardan, burun ve dudak üstü çalılarından, kıllı parmaklardan ibaretti... - Barones, doksanımı kesmediniz, dedi Madam Aldonza, keçi sesiyle. - Kazanın, kazanın, sevgili dostum. Benim istediğim, herkes sevinsin. Durmadan şükreder ve vahşi bir zalimliği gizlerdi. Léa onu, sanki ilk kezmiş gibi tiksintiyle süzdü, bakışını Madam Peloux’ya çevirdi. “Hiç değilse Charlotte’un insani bir görüntüsü var...” - Neyin var Léa’m? Sanki havanda değilsin?, diye sorguladı Madam Peloux, sevecenlikle. Léa güzel gövdesini gerdi ve cevap verdi: - Havamdayım Charlotteçuğum... Evinde öyle iyiyim ki, kendimi koyveriyorum...

Page 37: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

37

Aynı anda, “Dikkat... Az kıyıcı değildir, bu da” diye düşündü ve yüzüne hoş bir memnuniyet, doygun bir hülyalı hâl yerleştirdi, onu pekiştirmek için iç geçirdi: - Çok yedim... zayıflamak istiyorum, şuralardan! Yarın, rejime başlıyorum. Madam Peloux havada kollarını çırptı ve kırıttı: - Keder yetmiyor demek sana... - Ha! Ha! Ha! diye kahkahayı bastı, Madam Aldonza ve barones de la Berche. Ha! Ha! Ha! Léa kalktı, soluk yeşil sonbahar giysisi içinde upuzun, samur kürk çevrili saten şapkası altında güzel, bu yıkıntılar arasında gençti. Onlara müşfik bir bakış fırlattı: - Aman, aman, çocuklar... Bana bu kederlerden on iki adet verin, ben de karşılığında bir kilo vereyim! - Müthişsin, Léa, diye savurdu barones, sigarasının dumanı arasından. - Madam Léa, şu şapkayı sizden sonra; acaba onu ne zaman atarsınız? diye dilendi, ihtiyar Aldonza. Madam Charlotte, sizin maviyi hatırlıyor musunuz? Ben onu iki yıl giydim. Madam Léa’ya göz kırpmanız bittiğinde, kağıtları dağıtır mıydınız barones? - Buyur şekerim, inşallah uğurlu gelirler! Léa holün eşiğinde bir ân durdu, sonra bahçeye indi. Yaprakları dağılan bir Bengal gülünü kopardı, kayın ağacındaki rüzgârı, caddedeki tramvayları, bir çevre treninin düdüğünü dinledi. Oturduğu bank ılıktı, gözlerini yumdu, omuzlarını güneşte ısıttı. Gözlerini yeniden açtığında başını aceleyle eve çevirdi, Caniko’yu ayakta, holün eşiğinde, omuzu kapıya yaslanmış göreceğine emin... “Neyim var?” diye sordu kendi kendine. Tiz kahkahalar, holde bir konuk karşılama patırtısı, onu titreyerek ayaklandırdılar. “Asabileşiyor muyum yoksa?” -Ah! geldiler işte, geldiler işte, dedi Madam Peloux, boru sesiyle. Ve baronesin kuvvetli bas sesi zonkluyordu: - Küçük aşıklar! Küçük aşıklar! Léa ürperdi, kapıya koştu ve durdu: Karşısında, eve yeni girmiş ihtiyar Lili ve yeniyetme aşığı, prens Ceste vardı.

İhtiyar Lili belki yetmişlikti. Korseler içinde, bir hadım gibi tıknaz. Onun için, “sınırı aştı” denirdi genellikle, hangi sınırın söz konusu olduğu belirtilmeden. Yuvarlak, makyajlı pembe yüzünde ebedi bir çocuksu neşe ışığı; koca gözleriyle, çok ince, içe kıvrık küçük ağzıyla çekinmeden kırıtıyordu... İhtiyar Lili’nin modayı takip edişi de kepazeceydi. Çizgili bir etek (cart mavi ve beyaz) bedenin alt kısmını sarıyor, mavi bir küçük yelek, hindinin sert derisi gibi işlemeli çıplak göğüslerini ortaya seriyor, gümüşi tilki, saksı biçimindeki, karın kadar geniş ve çeneyi yutan çıplak boynu gizlemeyi başaramıyordu...

Page 38: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

38

“Korkunç” diye düşündü Léa. Bakışını özellikle kâbus bir ayrıntıdan, örneğin beyaz fötr Bröton şapkadan (ki kısa saçlı pembe kumral peruğunun gerisine doğru çocukça kondurulmuştu) ya da inci kolyeden ayıramıyordu (kâh görünüyordu bu kolye, kâh bir zamanlar adı “Venüs kolyesi” olan derin yarığa gömülüyordu).

- Léa, Léa, canım arkadaşım! diye bağırdı ihtiyar Lili, Léa’ya doğru telaşla atılarak. Topuklu ayakkabılarla taşlı tokaların sıkıştırdığı toparlak, şiş ayaklar üzerinde zorlukla yürüyordu ve bununla önce kendisi övündü:

- Küçük ördek gibi yürüyorum! Tamamen bana ait bir tarz! Guido, çılgınlığım, Madam Lonval’ı hatırlıyorsun? Fazla hatırlama bak, gözlerini oyarım... İtalyan çehreli bir ince çocuk, -gözleri pek geniş ve boş, çenesi silik ve güçsüz- Léa’nın elini süratle öptü ve tek sözcük sarfetmeden gölgeye çekildi. Lili onu yarı yolda yakaladı, çevreyi tanık tutup, başını pütürlü bağrına dayadı: - Bu nedir Hanımefendi, bu nedir biliyor musunuz? Büyük aşkımdır bu, hanımlar!

- Doğru dur, Lili, diye tavsiyede bulundu, Madam de la Berche. - Niye ki? Niye ki? dedi, Charlotte Peloux. - Temizlik gereği, dedi barones. - Barones, nazik değilsin! Ne tatlı şeyler, şu ikisi! Ah, diye iç geçirdi, bana çocuklarımı hatırlatıyorlar. - Ben de onları düşünüyordum, dedi Lili, mest olup gülerek. Biz de Guido’cuğumla balayındayız! Öteki genç çiftin haberlerini almaya geldik! Bize her şeyi anlatın istedik. Madam Peloux ciddileşti. - Lili, sana açık saçık şeyler anlatmamı beklemiyorsun, değil mi? - Evet, evet, bekliyorum, diye haykırdı Lili, ellerini çırparak. Zıplamayı denedi, ancak omuzlarıyla kalçalarını azıcık kaldırmayı başardı. - Ben işte kendimi böyle veririm, böyle teslim olurum. Ben kulaktan günahkârımdır! Hiç düzelmeyeceğim. Şu küçük hınzır iyi bilir. Söz konusu dilsiz çocuk, ağzını açmadı. Siyah gözbebekleri göz aklarında şaşkın böcekler gibi gidip geliyordu. Léa donup kalmıştı, bakıyordu. - Madam Charlotte bize töreni anlattı, diye meledi, Madam Aldonza. Genç bayan Peloux portakal çiçeği altında, rüya gibiymiş. - Madonna! Madonna! diye düzeltti Charlotte Peloux, avazı çıktığı kadar, ulvi bir taşkınlıkla. Hiç, hiç böyle şey görülmemiştir! Oğlum bulutlarda yürüyordu! Bulutlarda!.. Ne çift! Ne çift! - Portakal çiçeği altında... duyuyor musun, deliliğim? diye fısıldadı Lili... De bana Charlotte, ya kayınvalidemiz? Marie-Laure? Madam Peloux’nun acımasız gözlerinde şimşekler çaktı. - Ah! O... Münasebetsiz, tümden münasebetsiz... Bedenine yapışmış siyah giysisiyle, sudan çıkmış yılanbalığı gibi; göğüsleri, karnı, her şeyi seçiliyordu! Her şeyi!

Page 39: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

39

- Kahpe! diye homurdandı Barones de la Berche, askeri bir öfkeyle. - Bir de o herkesle dalga geçer hâli, cebinde sürekli siyanür, el çantasında kloroform taşıyormuşcasına bir hâller! Beş dakikadan fazla zamanı yokmuş havası çekti, ağzını siler silmez de: “Hoşçakal Edmée, hoşçakal Fred”, aldı başını gitti! Lili, bir koltuğun kenarına oturmuş, kenarları kırış kırış küçük nine ağzını yarı açık tutuyordu; nefes nefeseydi: - Ya öğütler? dedi. - Ne öğütleri? - Öğütler, - ah delililiğim, elimi tut!- yeni geline verilmesi gereken öğütler? O işi kim üstlendi? Charlotte Peloux, alınmış bir ifadeyle onu süzdü. - Senin zamanında yapılıyordu belki, ama artık öyle bir adet kalmadı. - Kalmadı mı? Kaldı ya da kalmadı, sen ne bilebilirsin zavallı Charlotte’çuğum? Senin ailende o kadar az evleniliyor ki! - Ha, ha, ha! diye kahkahayı bastı iki köle, ihtiyatsızca... Ama Madam Peloux’nun tek bakışı onları sarsmaya yetti: - Gürültü etmeyin, gürültü etmeyin, küçük meleklerim! Sizler cennetinizi yeryüzünde bulmuşsunuz, daha ne istersiniz? Madam de la Berche, yatıştırıcı, güçlü jandarma elini iki kızgın hanımın başları arasından uzattı. Ama Charlotte Peloux, soylu atlar gibi savaşın kokusu almıştı: - Üzerime gelme Lili, beni karşında bulursun! Sana saygı borçluyum, nedeni de belli, yoksa... Lili gülmekten, çenesinden baldırlarına kadar titriyordu: - Yoksa, sırf beni yalanlamak için evlenir miydin? Evlenmek güç değil ki canım! Ben Guido’yla evleniverirdim, reşit olsaydı! -Hadi? dedi Charlotte ve öfkesini unuttu. -Ne sandın? Prenses Ceste, güzelim! La piccola principessa! Piccola principessa! Böyle sesleniyor bana, küçük prensim! Eteklerini tutuyor ve dönerken, ayak bileğinin bulunması gereken yere geçirilmiş altın zinciri sergiliyordu. - Ama babası... , diye sürdürüyordu, esrarengiz bir havayla... Nefes nefes kalmıştı ve bir el hareketiyle dilsiz çocuğu yanına çağırdı. Çocuk, ezber tekrarlar gibi, alçak sesle ve süratle konuştu: - Babam, De Parese dükü, Lili’yle evlenirsem, beni manastıra kapatmak istiyor... - Manastıra! diye ciyakladı Charlotte Peloux. Bir erkeği, manastıra! - Bir erkeği manastıra! diye kişnedi, derinden gelen bas sesiyle, Madam de la Berche. Vay canına, ne heyecan verici! - Vahşi bunlar, diye sızlandı Aldonza, biçimini yitirmiş ellerini kavuşturarak. Léa öyle âni kalktı ki, içi dolu bir bardağı devirdi.

Page 40: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

40

- Beyaz şarap, diye tespitte bulundu Madam Peloux, memnuniyetle. Genç çiftime şimdi şans getireceksin. Nereye koşuyorsun ki öyle? Evinde yangın mı var? Léa, bir şeyler gizlediğini ima edercesine gülümseme gücünü gösterdi: - Yangın vardır belki... Şttt! Soru istemem! Sır... - Hadi? Yeni bir şey mi? Olamaz! Charlotte Peloux açgözlülükle cıvıldıyordu: - Ben de bir tuhaflık seziyordum ya sende... - Evet, evet! Her şeyi anlatın! diye küçük köpekler gibi bağrıştı, üç ihtiyar kadın. Lili’nin yumuk yumuk avuçları, Aldonza ananın çarpılmış elleri, Charlotte Peloux’nun sert parmakları Léa’nın ellerini, giysisinin kollarını, altın ilmikli çantasını yakalamıştı. Hepsinden kendini kurtardı ve muzipçe gülmeyi başardı: - Hayır, daha çok erken, her şeyi bozar! Bu benim sırrım!... Hole doğru atıldı. Ama önündeki kapı açıldı ve bir kuru dede, bir tür şakacı mumya onu kucakladı: - Léa, güzelim, küçük Berthellemy’ni öp, yoksa geçemezsin! Léa korkudan ve sabırsızlıktan bağırdı, kendisini saran eldivenli kemikleri tokatlayıp kaçtı.

Page 41: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

41

Ne Neuilly caddelerinde ne hızlı bir alacakaranlığın mavileştirdiği orman yollarında kendine düşünecek zamanı tanıdı. Hafifçe titriyordu, otomobilin camını kaldırdı. Tertemiz evinin, pembe yatak odasının, fazla mobilyalı ve çiçekli tuvalet odasının görüntüsü ona güç verdi. - Çabuk Rose, odama bir şömine ateşi! - Ama kalorifer yetmişte, tıpkı kış gibi: Madam hata etti, sadece yaka kürküyle çıkmamalıydı. Akşamlar hain oluyor. - Hemen yatağın içine sıcak su torbası, yemek olarak koca bir kap sıcak çikolata, içine bir çırpılmış yumurta sarısı, birkaç parça et, üzüm... Çabuk, küçüğüm, donuyorum... Üşüttüm Neuilly’deki o çarşıda. Yatağa girdiğinde dişlerini sıktı, takırdamalarına engel oldu. Yatak sıcaklığı kasılmış adelelerini gevşetse de kendini tam salmadı, kızgın ve köpüklü içtiği sıcak çikolata gelene dek şoförü Philibert’in hesap defteriyle oyalandı. Beyaz üzüm tanelerini tek tek seçti, hâlâ dalında duran, yeşil amber rengindeki bir salkımı ışığın önünde salladı... Sonra başucu lambasını söndürdü, en sevdiği biçimde, tam sırtüstü uzandı ve kendini saldı. “Neyim var?” Kaygı ve titreme geri geldiler. Aklı, boş bir kapı imgesine takılı kalmıştı: İki tutam kızıl adaçayının çevrelediği hol kapısına. “Hastalıklı bir şey” dedi kendi kendine. “Bir kapı hiç insanı bu hâle sokar mı?” Üç ihtiyarı da göz önüne getirdi, Lili’nin boynunu, Madam Aldonza’nın yirmi yıldır her yere taşıdığı bej battaniyesini. “On yıl sonra, üçünden hangisine benzeyeceğim acaba?” Bu açı onu dehşete düşürmedi. Oysa iç sıkıntısı artıyordu. İmgeden imgeye, anıdan anıya dolandı, kızıl adaçayıyla çevrili boş kapıdan uzaklaşmaya

Page 42: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

42

çalışarak. Yatağında sıkılıyor, hafifçe titriyordu. Ani bir fenalaşma – öyle güçlü ki, başta fiziksel sandı- onu doğrulttu, ağzını çarpıttı, boğuk bir nefesi, bir hıçkırığı ve bir ismi ondan söktü: - Caniko! Ardından gözyaşları geldiler ve Léa, onları hemen zaptedemedi. Yeniden kendine hakim olduğunda, oturdu, yüzünü sildi, başucu lambasını yeniden yaktı: “Ha, tamam” dedi. “Anlıyorum”. Başucundaki konsoldan çektiği termometreyi koltuk altına yerleştirdi. “Otuz yedi. Demek fiziksel değil. Anlıyorum. Demek acı çekiyorum. Bununla baş etmek gerekecek.” Su içti, yataktan kalktı, ateş gibi yanan gözlerini yıkadı, şöminedeki odunları karıştırdı, yeniden yattı. Tanımadığı bir düşmana, acıya karşı, kendini ihtiyatlı ve kuşku dolu buluyordu. Otuz yıllık kolay, hoş, çoğu kez aşıkâne, bazen açgözlü bir hayat, şu anda kendisinden kopmuş, elli yaşına yakın, onu genç ve sanki çıplak bırakmıştı. Kendisiyle alay etti, acısını hissetmez oldu ve gülümsedi: “Az önce galiba delirmiştim. Hiçbir şeyciğim kalmadı.” Ama istemeden açtığı, uyuyan bir başı ağırlamak, korumak için yuvarlaklaştırdığı sol kolunun tek hareketi, acısını büsbütün geri getirdi ve bir sıçrayışla oturdu. - Vay canına! Çok hoş olacak, dedi sertçe ve yüksek sesle. Saate baktı, daha yeni on bir olduğunu gördü. Yukarda, ihtiyar Rose’un sessiz adımı yürüdü, tavan arasına çıkan merdivene doğru ilerledi ve söndü. Léa bu saygılı ihtiyar kızı yardıma çağırma arzusuna karşı direndi. “Ah, hayır! Mutfak dedikodularına hiç gerek yok, değil mi?” Doğruldu, dolgulu sıcacık bir ipek sabahlığı üstüne geçirdi, ayaklarını ısıttı. Sonra bir pencereyi araladı, kulak kabarttı; neyi duymak istediğini bilmeden. Nemli ve biraz daha sıcak bir rüzgâr, bulutları taşımıştı; hemen yakındaki yaprakları hâlâ koruyan orman kesik kesik fısıldıyordu. “26 Ekim. Caniko evleneli tam bir ay oldu.” Hiçbir zaman, “Edmée evleneli” demiyordu. Caniko’yu taklit ediyor, o genç kadın gölgesini henüz bir canlı insandan saymıyordu. Kumral gözler, kül rengi çok güzel, azıcık lüleli saçlar; gerisi anılarında eriyordu, rüyada görülmüş bir yüzün hatları gibi. “Bu saatte İtalya’da muhtemelen sevişiyorlardır. Ve bu öylesine umurumda değil ki...” Sahte kahramanlık taslamıyordu. Kafasındaki genç çift imgesi, anımsadığı bildik duruşlar, hatta Caniko’nun bir an için kendinden geçmiş yüzü, kuvvetsiz gözkapakları arasındaki ışık çizgisi, tüm bunlar onda ne merakı ne kıskançlığı harekete geçiriyorlardı. Buna karşılık, inci grisi ahşap doğramadaki bir kertik, Caniko’nun hoyratlığının bir izi karşısında, yeniden hayvanca çırpındı...

Page 43: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

43

“Buraya izini bırakan el, işte senden ebediyen koptu...” “Ne güzel konuşuyorum öyle! Bakın görün, keder beni şairane kılacak!” Dolandı, oturdu, yeniden uzandı, günü bekledi. Rose, saat sekizde onu bürosuna oturmuş, yazıyor hâlde buldu ve bu görüntü ihtiyar hizmetkârı telaşlandırdı. - Madam hasta mı? - Az çok Rose. Bilirsin, yaş... Vidal hava değiştirmemi istiyor. Benimle gelecek misin? Kış burada sert bastıracak, güneşte biraz zeytinyağlı yemekler yemeğe gideceğiz. - Nereye? - Pek meraklısın. Sen sadece bavulları çıkart. Kürk battaniyelerimi iyice döv. - Madam otomobili götürüyor mu? - Sanırım. Hatta eminim. Her tür rahatlığı istiyorum, Rose. Düşün, tek başıma gidiyorum: Bu bir keyif yolculuğu. Beş gün boyunca Léa, Paris’in bir ucundan diğerine koşuşturdu, telgraflar çekti, Güney’den telgraflar ve mektuplar aldı. Ve Paris’i terketti. Madam Peloux’ya kısa, ancak üç kez yeniden yazılmış bir mektup bırakarak: “Sevgili Charlotte’çuğum, “Sana allahaısmarladık demeden gittiğim ve sırrımı kendime sakladığım için bana kızma. Ben delinin tekiyim!... Aman! Hayat kısa, hiç değilse tatlı olsun. Seni şefkatle kucaklıyorum. Döndüğünde, küçüğe sevgilerimi ilet. Hiç yola gelmeyecek olan Léa’n. Not: Buraya kadar zahmet edip sofracıbaşımı ya da kapıcımı sorguya çekme, evde kimse hiçbir şey bilmiyor.

Page 44: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

44

- Biriciğim, pek iyi görünmüyorsun, biliyor musun? - Trendeki gecedendir, diye kısaca yanıtladı, Caniko. Madam Peloux düşüncesinin tamamını söylemeye cesaret etmiyordu. Oğlunu değişmiş buluyordu. “Şey... evet, belâ bir hâli var” diye karar kıldı ve yüksek sesli bir coşkuyla bağladı: - İtalya’dır! - Öyle olsun, diye teslim etti Caniko. Anayla oğul birlikte kahvaltı etmişlerdi ve Caniko, lütfedip “kapıcı kahvesi”ni birkaç küfürlü iltifatla onurlandırmıştı-, şekerli ve sarı, sütü yağlı, içine tereyağlı kızarmış ekmekler daldırılınca lezzetli bir kabuk bağlayan, sonra küçük kömür ateşinde ikinci kez kaynatılan bir kahve. Caniko beyaz yünlü pijamasının içinde üşüyor, dizlerini kollarıyla sarıyordu. Oğluna süslenen Charlotte Peloux, aynısafa renginde bir sabahlığı, şakaklarını sıkarak yüzündeki çıplaklığa iç karartıcı bir ehemmiyet veren hotozu ilk kez giymişti. Oğlu ona bakadururken Madam Peloux kırıttı: - Görüyorsun, nine tarzını benimsedim. Yakında saçımı pudralamaya da başlarım ben. Bu başlığı sevdin mi? On sekizinci yüzyıl havası veriyor değil mi? Dubarry ya da Pompadour? Hangisine benzemişim? - İhtiyar bir kürek mahkûmuna benzemişsiniz, diye yerine oturttu Caniko. Yapılacak şey değil bunlar, ya da önceden haber vermeliydiniz. Annesi inledi, ardından kahkayı bastı: - Ha! Ha! Ne dişli şeysin sen! Ama Caniko gülmüyor, bir gece önce bahçedeki çimlere yağmış ince kara bakıyordu. Asabiyetini tek ele veren, çene kaslarının hissizleşmişcesine kasılışıydı. Gözü korkmuş Madam Peloux, Caniko’nun suskunluğunu taklit etti. Boğuk bir zil sesi çınladı. - Edmée kahvaltısını istiyor, dedi Madam Peloux. Caniko yanıt vermedi. - Kaloriferin nesi var? Soğuk burası, dedi, bir an sonra. - İtalya’dır, diye yineledi Madam Peloux, liriklikle. Buraya, gözlerin, yüreğin güneş dolu dönüyorsun! Ve kutba düşüyorsun! Kutba düşüyorsun! Yıldızçiçekleri sekiz gündür açmadılar! Ama rahat ol, biricik aşkım. Yuvan

Page 45: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

45

ilerliyor. Mimarın tifoya yakalanmasaydı, çoktan bitmişti. Onu uyarmıştım, üşenmedim, yirmi kez dedim ki: “Mösyö Savaron...” Caniko artık pencerenin önündeydi, âniden döndü: - Şu mektubun üzerindeki tarih ne? Madam Peloux gözlerini küçük bir çocuk gibi kocaman açtı: - Hangi mektup? - Az önce bana gösterdiğin Léa’nın mektubu. - Tarih yok o mektupta aşkım, ama Ekim ayındaki son kabul günümün, ki pazardı, arefisinde gelmişti. - Peki. Kimmiş, bilmiyor musunuz? - Kim o, cancağızım? - Ya, Léa’nın birlikte gittiği adam. Madam Peloux’nun çıplak yüzü muzipleşti: - Hayır işte! Kimse bilmiyor! İhtiyar Lili Sicilya’da, bu hanımlardan hiçbirinin ruhu duymadı! Sır, iç daraltıcı bir sır! Halbuki, beni bilirsin, ordan burdan birkaç bilgi de topladım... Caniko’nun siyah gözbebeği göz akında oynadı. - Dedikodular ne? - Genç bir adammış... diye fısıldadı Madam Peloux. Pek salık verilebilecek bir delikanlı değil, anlarsın! Ama pek yakışıklıymış, buna karşılık! Yalan söylüyordu, en bayağı olasılığı seçerek. Caniko omuz silkti: - Vay vay vay... Pek yakışıklı! Zavallı Léa, görür gibiyim, Patron’un okulundan topuz gibi bir şeydir, bileklerinde kara tüyler, ıslak avuçlar... Hadi ben gene yatıyorum, uykumu getirdin. Babuşlarını sürte sürte odasına döndü, uzun koridorları, evin geniş sahanlıklarını keşfedercesine. Şişik karınlı bir dolaba çarptı ve şaşırdı: “Allah kahretsin! Burada dolap var mıydı ki? Hah! Hayal meyal hatırlıyorum... Ya şu herif kim olabilir?” Siyah ahşap çerçevesiyle asılı duran büyük kasvetli fotoğrafı sorguluyor, fotoğrafın yanındaki çokrenkli çiniyi de çıkaramıyordu. Madam Peloux yirmi beş yıldır taşınmamıştı, savurganlık nedir bilmeyen tuhaf zevkinin art arda tekrarladığı hatalar hep eski yerlerini korurlardı. “Senin ev, kafayı yemiş bir karıncanın yuvası” diye sitem ederdi ihtiyar Lili, ki o, tablolara, özellikle de yenilikçi ressamlara doyamazdı. Madam Peloux, yanıtlardı: - İyi olan şeyi niye değiştirmeli? Su yeşili -Léa, hastane koridoru yeşili derdi- bir koridorun boyaları mı dökülüyordu? Charlotte Peloux onu yeniden yeşile boyatır ve bir şezlongun nar çiçeği kadifesini yenilemek için, titizlikle aynı nar çiçeğini arardı. Caniko, açık bir tuvalet kapısının eşiğinde durdu. Lavabo masasının kırmızı mermeri baş harfler kazınmış iki beyaz küveti çevreliyor, iki duvar

Page 46: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

46

lambasının ucunda boncuklu zambaklar yükseliyordu. Caniko, cereyanda kalmışcasına, omuzlarını kulaklarına kadar kaldırdı: “Tanrım, ne de çirkin, şu kargaşa!” Büyük adımlarla yürüdü. Arşınladığı koridorun ucundaki pencereyi minik kırmızı ve sarı vitraylar çevreliyordu. “Bu da eksik kalmamış” diye homurdandı. Sola döndü, bir kapıyı -eski odasının kapısını- vurmadan, sert bir elle açtı. Edmée’nin kahvaltısını bitirmekte olduğu yataktan bir çığlık yükseldi. Caniko kapıyı kapadı, yatağa yaklaşmadan, genç karısının seyrine daldı. - Günaydın, dedi Edmée, gülümseyerek. Beni karşında bulduğuna ne kadar şaşırmış görünüyorsun! Karların aksi Edmée’yi mavi ve düz bir ışıkla aydınlatıyordu. Kumralı kül rengine kaçan kıvırcık saçlarını açmış, onları düşük zarif omuzlarına salmıştı. Geceliği gibi pembeye kaçan beyaz yanaklarıyla, yorgunluğun soldurduğu pembe ağzıyla taze, bitmemiş, biraz da uzak bir tabloydu. - Bana günaydın desene Fred? diye ısrar etti Edmée. Caniko karısının yanına oturdu, onu kollarına aldı.Yavaşça devrilen Edmée Caniko’yu da beraberinde sürükledi. Caniko dirseğine dayanıp, altındaki, yorgunluğun solduramayacağı kadar taze mahlûka çok yakından baktı. Kabarık ve dolgun, tek tırnak sıyrığıyla çizilmemiş alt gözkapağı onda hayranlık uyandırırdu. Bir de yanağının gümüşi inceliği. - Kaç yaşındasın?, diye sordu Caniko, aniden. Edmée şefkatle kapattığı gözlerini açtı. Caniko, gözbebeklerin fındık rengini, gülüşün ortaya serdiği dikdörtgen dişleri gördü: - Dur bakayım... 5 Ocak’ta on dokuz yaşımda olacağım, unutmamaya çalış! Caniko kolunu kabaca çekti ve genç kadın, yatağın içine, çözülmüş bir eşarp gibi kaydı. - On dokuz, müthiş! Benim yaşım yirmi beş küsur, biliyor muydun? - Elbette biliyorum, Fred... Caniko başucundaki masadan sarı kaplumbağa kabuğu aynayı aldı ve kendine baktı: - Yaş yirmi beş! Yaş yirmi beş, beyaz mermerden, yenilmez gibi duran bir yüz. Yaş yirmi beş, ama gözün dış çeperinde, sonra gözün altında, eski stil gözkapak desenini incecik tekrarlayan iki çizgi; sadece gün ışığında seçilebilen, çok korkunç ve çok hafif bir elin attığı iki çentik... Aynayı elinden bıraktı: - Benden gençsin, dedi Edmée’ye. Bu beni şoke ediyor. - Beni etmiyor! Edmée’nin sesi ısırıcı ve ima yüklüydü. Caniko hiç oralı olmadı. - Niçin gözlerim güzel biliyor musun?, diye sordu, büyük ciddiyetle. - Hayır, dedi Edmée. Belki onları sevdiğim içindir? - Bırak şairaneliği, dedi Caniko, omuz silkerek. Gözüm dil balığı şeklinde, ondan.

Page 47: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

47

- Ne şeklinde? - Dil balığı şeklinde. İddiasını doğrulamak için, yanına oturdu. - Bak, şurası, yani burna yakın göz kenarı, dil balığının başı. Yukarı doğru kabarıklık, dil balığının sırtı. Altı ise daha düz: dil balığının karnı. Nihayet şakağa doğru iyice uzayan kenar, dil balığının kuyruğu. - Hımm? - Evet, eğer gözüm pisi balığı şeklinde, yani altı üstü kadar oyuk olsaydı, aptal görünecektim. İşte böyle. Sen ki lise mezunusun, bunları biliyor muydun? - Hayır, itiraf edeyim... Edmée sustu ve şaşıp kaldı, çünkü Caniko ciddi ciddi konuşmuştu, bazı kaçıklar gibi, gereksiz bir kuvvetle. “Öyle anlar var ki” diye düşündü Edmée, “Vahşiye benziyor. Bir cangıl varlığına. Ama ne bitkileri tanıyor, ne hayvanları, ve bazen, insanlığı bile tanımıyormuş gibi bir hâli var...” Ona yaslanarak oturan Caniko, bir koluyla Edmée’yi omuzlarından tutuyor, boş eliyle kolyesinin küçük, çok güzel, yusyuvarlak, hepsi bir boy incileriyle oynuyordu. Edmée, Caniko’nun üzerine bol bol serptiği kokuyu içine çekti ve sıcak bir odadaki gül gibi kafayı bulmuş, gevşiyordu. - Fred... Gel uyuyalım... yorgunuz... Caniko işitmiş görünmedi. Takıntılı ve sıkıntılı bir bakışla gözünü incilere dikmişti. - Fred... Caniko ürperdi, kalktı, kudurmuşcasına pijamasını sıyırdı ve çırılçıplak yatağa atladı, ince köprücük kemiğinin hâlâ çıkık durduğu genç omuzda başına uygun yeri aradı. Edmée, tüm bedeniyle itaat ediyor, böğrünü çukurlaştırıyor, kollarını açıyordu. Caniko gözlerini yumdu ve hareketsizleşti. Edmée ihtiyatlı, uyanık duruyordu; ağırlığın altında azıcık nefes nefeseydi ve Caniko’yu uyumuş sanıyordu. Ama bir ân sonra Caniko, uyuyan bir adamın bilinçsiz homurdanmasını taklit edip sıçrayarak döndü ve çarşafa sarınarak yatağın öbür ucuna gitti. “Böyle alışmış” diye karar verdi Edmée. Edmée tüm kış, dört pencereli bu dikdörtgen odada uyanacaktı. Hem kötü hava hem siyah renkte bir banyo, bir Çin salonu, bodrum katında havuz ve jimnastik salonu istemiş Caniko’nun kaprisleri, Henri-Martin caddesindeki yeni evin tamamlanmasını geciktiriyordu. Mimar itirazlarını, “Umurumda değil. Sökülüyorum, servis bekliyorum. Paraya baktığım yok” diye yanıtlıyordu Caniko. Ama bazen bir teklifi büyük dikkatle didikliyor, “Oğul

Page 48: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

48

Peloux’yu kimse ketempereye getiremez” diye iddialaşıyordu. Esasında, seri imalat, lif çimento, renkli yalancımermer üzerine beklenmedik kolaylıkla söylevler çekiyor, sayıları tam tamına akılda tutan belleği inşaatçıların takdirini topluyordu. Genç karısına az danışıyor, gerekirse otorite sergileyip kararsızlığını kısa emirlerle maskeliyordu. Edmée, Caniko’nun içgüdüsel olarak renklerle oynamayı bildiğini, ama güzel biçimleri ve stil özelliklerini küçümsediğini keşfetti. - Canını fazla sıkıyorsun, şey... ııı... Edmée. Sigara salonu için fikir mi istiyorsun? Al sana fikir: Duvarlara maviler kondur, hiçbir şeyden korkmayan maviler. Yere bir menekşe halı ser, duvarların mavisine karşı alıp başını giden bir menekşe olsun. Sonra içeride, mobilyalar ve biblolar için, siyahtan çekinme, ne de altından. - Evet, haklısın, Fred. Ama bir nebze acımasız olacak, bu güzel renkler. Zarafet gerekecek, aydınlık bir nota, bir beyaz vazo, ya da bir heykel... - Yok ya, diye kestirip atıyordu Caniko, katılıkla. Beyaz vazo ben olacağım; çırılçıplak. Balkabağı kırmızısı bir şeyleri, bir yastığı, herhangi bir eşyayı da unutmamalı; sigara odasında çırılçıplak dolaşacağım günler için. Edmée, müstakbel evlerini bir nevi şüpheli saraya, Caniko’nun şanına dikilmiş tapınağa dönüştüren bu imgeleri okşuyordu, gizlice tav olmuş ve gizlice isyankâr. Ama mücadele etmiyor, beyaz fonda çok iyi duracak Marie-Laure’un armağanı minnacık değerli mobilya için bir “köşecik”i yumuşaklıkla dileniyordu. Çok genç olmasına rağmen gayet deneyimli bir irade gizleyen bu yumuşaklık sayesinde, kayınvaldesinin evinde dört ay kamp kurabildi. Ve bu dört ay boyunca, dinginliğine, henüz çekingen duran neşesine, diplomatlığına karşı aralıksız kurulan tüm tuzakları püskürtmeyi başardı. Bu denli körpecik bir kurbanın yanı başındalığıyla sarhoşlayan Charlotte, bazen aklını yitiriyor, oklarını harcıyor, olur olmaz ısırıyordu... - Biraz soğukkanlılık lütfen, madam Peloux, diyordu Caniko ara ara. Sizi durdurmasam, önümüzdeki kış kimi yiyeceksiniz ki? Edmée, korku ve minnetin birlikte titreştiği gözlerini kocasına doğrultuyor, fazla düşünmemeye, Madam Peloux’ya fazla bakmamaya çalışıyordu. Bir akşam Charlotte, üç kez ve sanki şaşkınlıkla, sofra ortasındaki kasımpatılar üstünden Edmée yerine Léa’nın adını fırlattı. Caniko, şeytani kaşlarını indirdi: - Madam Peloux, bellek sorunlarınız var sanıyorum. Bir süre inzivaya çekilmeniz gerekmiyor mu sizce? Charlotte Peloux bir hafta sustu, ama Edmée hiçbir zaman kocasına, “Kızman benim yüzümden miydi? Koruduğun ben miydim? Benden önceki, öteki kadın değil miydi?” diye sormaya cesaret etmedi. Çocukluğu ve yeniyetmeliğinde, mahkûmlara ait silahlarla erdemleri kullanmayı öğrenmişti; sabrı, umudu, sessizliği. Güzel Marie-Laure kızını

Page 49: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

49

hiçbir zaman azarlamamıştı. Onu cezalandırmakla yetinirdi. Hiçbir zaman ne sert bir lakırdı ne bir tatlı söz. Yalnızlık, sonra yatılı okul, sonra kimi tatillerin yalnızlığı, sık sık süslü bir odada sürgün cezası, nihayet evlilik tehdidi, herhangi bir evliliğin. Fazla güzel anne, kızında farklı bir güzelliğin, utangaç, sanki zulüm görmüş, bu nedenle daha dokunaklı bir güzelliğin şafağını seçeli beri... Bu duyarsız, fildişi ve altından annenin yanında, Charlotte Peloux’un yusyuvarlak kötülüğü gül bahçesiydi... - Muhterem annemden korkuyor musun? diye sordu ona bir akşam, Caniko. Edmée gülümsedi, dudağını tasasızca büzdü: - Korkuyor muyum? Bir kapı çarptığında sıçranır, korkulmaz. Altınızdan bir yılan geçince, korkulur... - Eşsiz yılan di mi, Marie-Laure, ha? - Eşsiz. Caniko gelmeyen bir açılmayı bekledi ve karısının ince omuzlarını arkadaşça sıktı: - Biz yetim gibi şeyleriz, di mi? - Evet, yetimiz! Öyle şiriniz ki! Edmée Caniko’ya yapıştı. Holde yalnızdılar. Madam Peloux yukarıda, Caniko’nun deyişiyle, ertesi günün zehirlerini hazırlıyordu. Camlar ardındaki soğuk gece, mobilyalarla lambaları göl gibi yansıtıyordu. Edmée bu bilmediği adamın kollarında kendini ılık, korunmuş, güvende hissetti. Başını kaldırdı ve heyecandan bağırdı, çünkü Caniko, avizeye doğru şahane ve umutsuz bir yüzü kaldırmıştı; yumduğu gözleri kirpikler arasında parıldayan iki gözyaşını tutuyordu... - Caniko, Caniko! Neyin var? Farkına varmadan o fazla okşayıcı, hiçbir zaman telaffuz etmek istemediği adla ona seslenmişti. Caniko çağrıya şaşkınca itaat etti ve bakışını gene Edmée’ye çevirdi. - Caniko! Tanrım, korkuyorum... Neyin var? Caniko onu azıcık uzaklaştırdı, karşısına aldı, kollarından tuttu. - Ah! Ah! Küçük.... küçük... Neden korkuyorsun ki? Caniko gözyaşının daha da güzelleştirdiği kadife gözlerini sunuyordu; sakin, iyice açılmış, şifresi çözülemez gözlerini. Edmée tam susması için yalvaracakken Caniko konuştu: - Ne aptalız!... Bu yetim olduğumuz fikri var ya... Ne aptallık. Öyle doğru ki... Gene o komikçe tumturaklı havasına büründü ve Edmée rahat bir nefes aldı; daha fazla konuşmayacağına artık emindi. Caniko büyük şamdanları titizlikle söndürürken Edmée’ye döndü, çok naif ya da çok kurnaz bir kendini beğenmişlikle sordu: - Gördün mü, bak nasıl benim de kalbim varmış?

Page 50: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

50

- Ne yapıyorsun burada? Caniko pek alçak sesle konuşmuştu ama, sesinin tınısı Edmée’ye öyle dokundu ki, arkadan itilmişcesine bedenini öne doğru büktü. Kapağı kocaman açılmış bir çalışma masasının önünde, ayakta, iki elini dağınık kağıtların üzerine koymuştu. - Topluyorum..., dedi Edmée, cansız bir sesle. Havaya kaldırdığı el âniden tutulmuş gibi, durdu. Sonra uyanmış göründü ve yalan söylemeyi bıraktı: - İşte Fred... Yakında taşınacağız ya, şu odayı, şu eşyaları toplamaktan nefret ettiğini söylemiştin... İyi niyetle toplamak, ayıklamak istedim... Sonra, zehirli bir dürtüye kapıldım, kötü düşüncelere, bir kötü düşünceye teslim oldum... Senden özür diliyorum. Bana ait olmayan şeylere dokundum. Cesurca titriyor ve bekliyordu. Caniko alnını öne eğmiş, elleri kapalı, tehditkâr bir duruştaydı ama karısını görmüyor gibiydi. Bakışı öyle donuktu ki, Edmée bu saati hep, solgun gözlü bir adamla yüzleştiği ân olarak hatırladı... - Ah! evet, dedi nihayet. Arıyordun... Aşk mektupları arıyordun. Edmée inkâr etmedi. - Aşk mektuplarımı arıyordun! Caniko acemi ve zoraki gülümsemesiyle güldü. Edmée yaralanmış, kızardı: - Tabii, budala olduğumu düşünüyorsun. Sen onları güvenli bir yere saklamayacak ya da yakmayacak adam değilsin. Hem, beni ne alâkadar eder ki? Layığımı buldum. Bana çok hınç beslemeyeceksin, değil mi, Fred? Fazla gayret sarfetmek zorunda kalmadan yalvarıyor, dudaklarını uzatıp yüzün üst kısmını kabarık saçlarının gölgesi altında saklayarak, kendini bilhassa güzelleştiriyordu. Ama Caniko duruşunu değiştirmedi ve Edmée ilk kez, Caniko’nun güzel düz teninin bir beyaz kış gülü gibi saydamlaştığını, oval yanaklarının inceldiğini fark etti. - Aşk mektupları..., diye tekrarladı Caniko. Gülmekten ölürsünüz.

Page 51: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

51

Bir adım attı, avuçladığı kağıtları tek tek ayırdı. Kartpostallar, restoran faturaları, esnaf mektupları, bir gecelik küçük sevgililerden telgraflar, asalak arkadaşlardan notlar, üç satır, beş satır; -Madam Peloux’nun keskin yazısıyla karalanmış birkaç sayfa... Caniko karısına döndü: - Aşk mektuplarım yok benim. - Ah! diye itiraz etti Edmée, niye... - Benim aşk mektuplarım yok, diye kesti Caniko. Sen anlayamazsın. Farkına varmamıştım. Benim aşk mektuplarım olamaz, çünkü... Caniko durdu. -Ah, dur, dur. Bir keresinde, hatırlıyorum, Bourboule’a gitmek istememiştim de, o vakit... Dur, dur... Caniko çekmeceleri açıyor, kağıtları hararetle halıya atıyordu. - Olacak iş değil! Ne yaptım ki ben onu? Üstteki sol çekmecede olduğuna

emindim... Hayır... Boş çekmeceleri sertçe kapadı, rahatsız edici bir bakışla Edmée’ye gözünü dikti: - Sen hiçbir şey bulmadın mı? Almış olmayasın, şöyle başlayan bir mektubu: “Yok canım, sıkılmıyorum. Artık hep, ayda sekiz gün ayrılmalıyız”, sonra da pencereye tırmanan hanımeliyle ilgili bir şeylerle devam ediyordu... Caniko sadece belleği ona ihanet ettiği için sustu ve sabırsız bir jestle yetindi. Edmée, karşısında kasılmış, incecik; pes etmiyordu: - Hayır, hiç bir şey almadım, diyordu, tane tane, kuru bir öfkeyle. Ben ne

zamandan beri bir şeyi almayı becerebiliyorum ki? Bunca değer verdiğin bir mektubu ortalarda bıraktın demek. Böyle bir mektubun Léa’dan mı geldiğini sormama gerek yok!

Caniko hafifçe ürperdi, ama Edmée’nin beklediği tarzda değil. Kapalı güzel yüzünden bir yarım gülümseme geçti, başı yana eğik, gözleri dikkat kesilmiş, ağzının hoş yayı gevşemiş, bir adın yankısını dinledi belki... Edmée’nin disiplinden geçmemiş tüm aşk gücü patladı; gözyaşları, çığlıklar, yoğrulan ya da tırmalamak için açılan eller şeklinde. - Git! Senden nefret ediyorum! Beni hiçbir zaman sevmedin! Sanki yokum, umurunda değilim! Beni yaralıyorsun, küçümsüyorsun, kabasın, sen... sen... Sadece o yaşlı kadını düşünüyorsun! Hasta adam, sapık adam zevklerin var senin, ve... ve... Beni sevmiyorsun! Niçin, merak ediyorum, niçin evlendin ki benimle?... Sen... Sen... Boynu sıkılmış bir hayvan gibi başını sallıyor, boğulmaktaymış gibi ensesini geriye atıp havayı içine çektiğinde, kolyesinin süt rengi bir boy incilerinin parıltısı seçiliyordu. Caniko şaşkınlıkla, bu sevimli boynun düzensiz hareketlerini, kenetlenmiş ellerin çağrısını izliyordu; hele o gözyaşları, o gözyaşları... Hiçbir zaman bu bollukta gözyaşı görmemişti... Karşısında kim ağlamıştı ki, onun için? Kimse... Madam Peloux mu? “Ama” diye düşündü. “Madam Peloux’nun gözyaşları sayılmaz...” Léa mı?... Hayır. En gizli

Page 52: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

52

anısının dibinde, sadece hazdan, muziplikle, biraz alaycı bir şefkatle parlamış o iki harbi mavi gözü yokladı... Önünde çırpınan bu genç kadının yüzünde ne çok gözyaşı! Bunca gözyaşının karşısında yapılır? Caniko bilmiyordu. Her şeye rağmen kolunu uzattı ve Edmée, belki sertçe bir hareketten korkarak gerilediğinde, yumuşak, güzel, parfüm sinmiş elini onun başına koydu, bu dağılmış başı okşadı, etkisini bildiği bir sesi ve sözcükleri taklit etmeye çalıştı: - Tamam... Tamam.... Nedir.... Nedir bakalım... tamam... Edmée âniden eridi, divana kendini bıraktı, orada tostoparlak oldu, hıçkırmaya koyuldu; dalga dalga gelen bir gülüşü ve sevinç sarsıntılarını andıran bir taşkınlıkla, tutkuyla. Öne eğik zarif bedeni sıçrıyordu, kederin, kıskanç aşkın, öfkenin, kendinden bihaber köleliğin itkisiyle; ve buna rağmen, dövüş ortasındaki güreşçi gibi, dalga içindeki yüzücü gibi, kendini gırtlağına kadar dalmış hissediyordu; yeni, doğal, acı bir ortama. Edmée uzun süre ağladı ve büyük sarsıntıların, titrek hıçkırıkların böldüğü yatışmalardan geçerek kendini usulca toparlardı. Caniko yanına oturmuştu, saçlarını okşamaya devam ediyordu. Duygulanışının yakıcı anı geride kalmıştı, ve sıkılıyordu. Kendini sert kanepeye yanlamasına atmış Edmée üzerinde gözünü gezdiriyor, bu uzanmış bedenin, yukarı doğru kıvrılmış elbisesiyle, çözülmüş eşarbıyla odadaki dağınıklığı arttırmasından hoşlanmıyordu. Sıkıntıyla ve çok alçak sesle içini çekmiş olmasına rağmen, Edmée işitti, doğruldu. - Evet, dedi, sinirine dokunuyorum... Ah! en iyisi... Caniko, sözcük akınından korkarak, onu kesti: - Öyle değil, ama ne istediğini bilmiyorum. - Nasıl yani, ne istediğimi... Nasıl yani, ne... - Beni iyi dinle. Caniko ellerini tutmuştu. Edmée ellerini kurtarmak istedi. - Hayır, hayır bu sesi iyi biliyorum! Gene bana başka bir âlemden akıllar yürüteceksin! Bu sesi, bu yüzü takındığında, biliyorum ki bana gözünün barbunya balığı, ağzının sırt üstü yatmış üç sayısı biçiminde olduğunu kanıtlamaya çalışacaksın! Hayır, hayır, istemiyorum! Çocukça yakınıyordu, Caniko ikisinin de çok genç olduğunu hissederek gevşedi. Tuttuğu elleri salladı: - Ya, dinle beni! Tanrım, bana niçin sitem ettiğini bilmek istiyorum! Geceleri sensiz mi çıkıyorum? Hayır! Gün içinde seni sık sık bırakıyor muyum? Biriyle gizlice mektuplaşıyor muyum? -Bilmiyorum... Sanmıyorum... Caniko onu bir oyuncak bebek gibi, bir o yana bir bu yana döndürüyordu.

Page 53: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

53

- Ayrı odam mı var? Seninle iyi sevişmiyor muyum? Edmée tereddüt etti, şüpheci bir kurnazlıkla gülümsedi. - Sevişme mi diyorsun buna, Fred... - Başka sözcükler de var, ama sen onlardan hoşlanmıyorsun. - Senin sevişme dediğin... tam da... bir tür.... kandırmaca olamaz mı? Aceleyle ekledi: - Genelliyorum, Fred, anlıyor musun... Diyorum ki, olabilir, yani bazı durumlarda... Caniko, Edmée’nin ellerini bıraktı: - İşte şimdi dedi, soğuk bir sesle, pot kırdın. - Niye? diye sordu Edmée, cılız bir sesle. Caniko, çenesini kaldırmıştı, birkaç adım uzaklaşıp, ıslık çaldı. Sonra karısına döndü, onu bir yabancıymış gibi süzdü. Korkunç bir hayvanın ürkütmek için sıçraması gerekmez. Edmée Caniko’nun burnunun ucunun aklaştığını, deliklerinin kabardığını gördü. - Peh! diye üfledi Caniko, karısına bakarak. Omuz silkti ve ona sırtını döndü. Odanın ucuna vardığında, geri geldi. - Peh!, diye tekrarladı, konuşuluyor. - Nasıl? - Konuşuluyor da, ne deniyor? Nelere cesaret ediliyor, yeminle... Edmée öfkeyle ayaklandı: - Fred, diye bağırdı. Bir daha bana bu tonda konuşamazsın! Sen beni ne sanıyorsun? - Potçu sanıyorum, bunu söyleme şerefine nail olmadım mı? Sert bir işaret parmağıyla omuzuna dokundu ve Edmée ağır yara almış kadar acı duydu. - Sen ki lise mezunusun, bir yerlerde bir cümle yok muydu, şöyle diyen: “Bıçağa, çakıya dokunmayacaksın” ya da, şeye işte... - “Baltaya”, dedi Edmée, kurulmuş makine gibi. - Evet işte. Evet küçüğüm, baltaya dokunmayacaksın... Yani yaralamayacaksın, bir erkeğin... tabiri caizse, itibarını... Beni, sana bahşettiklerimde, sana bulunduğum lütuflarda yaraladın. - Yos... yosma gibi konuşuyorsun! diye kekeledi Edmée. Edmée kızarıyor, gücünü ve soğukkanlılığını yitiriyordu. Caniko’dan, bu denli solgun benizli kalabildiği için, tüm sırrı başını tutuşunda, bacaklarının dikliğinde, omuz ve kol kıvraklığında yatan üstünlüğünden ötürü nefret ediyordu... Caniko’nun sert işaret parmağı Edmée’nin omuzunu bir kez daha büktü. - Pardon, pardon. Sizi şaşırtacağım ama iddia ediyorum ki asıl sizsiniz,

fahişe gibi düşünen. Bu konuda oğul Peloux’yu yanıltmak mümkün değildir. Sizin ‘yosma’ dediğinizden anlarım ben. Azıcık anlarım. Yosma, verdiğinden fazlasını almayı başaran bir hanımdır. Beni duyuyor musunuz?

Page 54: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

54

Edmée esas, Caniko’nun ona artık sen diye hitap etmediğini duyuyordu. - Yaş on dokuz, beyaz bir ten, vanilya kokan saçlar; sonra yatakta yumulan gözler ve çırpınan kollar. Tüm bunlar pek hoş da, o kadar nadir mi? Sanıyor musunuz ki çok nadir? Edmée her sözcükte sıçrıyordu ve her iğneleme, bu dişi-erkek düellosunda bir kamçıydı. - Nadir olabilir, dedi kararlı bir sesle. Ama sen bunu nereden bilebilirsin? Caniko cevap vermedi ve Edmée alelacele üstünlük kurmaya çalıştı: - Ben, dedi, İtalya’da senden daha yakışıklı adamlar gördüm. Benim on dokuz yaşım komşunun on dokuz yaşına bedel, güzel bir oğlan başka bir güzel oğlana bedel, tamam, tamam, her şeye çare bulunur... Bir evlilik artık hiçbir şeye karşı tedbir değil. Gülünç sahnelerle ekşileşeceğimize... Caniko, neredeyse lütüfkâr bir baş hareketiyle onu durdurdu: - Vah zavallı çocuk... O kadar basit miymiş? - Niye? Çok süratli boşanmalar da var. Her şey, gözden çıkarttığın paraya bağlı. Edmée okulu asmış bir kız çocuğunun yürek burkan keskinliğiyle konuşuyordu. Alnını açık bırakacak şekilde taranmış saçları, yanağının yumuşak ve yuvarlak çizgisi, kaygılı ve zeki gözlerini, mutsuz kadın gözlerini, son çizgileri henüz tam oturmamış, kararsız bir yüzde son hâllerini çoktan bulmuş gözleri daha da koyultuyorlardı. - Hiçbir şeyi halletmez ki bu, dedi Caniko. - Çünkü? - Çünkü... Caniko, kaşların şakağa doğru sivri kanatlar gibi inceldiği alnını öne eğdi, gözlerini yumdu, acı bir yudum içmiş gibi onları yeniden açtı: - Çünkü beni seviyorsun... Edmée yalnızca geri gelen senli hitabı dikkate aldı, ondan da çok, sesin tınısını. Dolu dolu, biraz boğuk, en iyi saatlerin sesiydi bu. İçinden kabul etti: “Doğru, onu seviyorum; şimdilik bunun çaresi yok”. Bahçede yemeğin kampanası çaldı, Madam Peloux öncesinden kalma ufacık bir kampanaydı bu, bir taşra yetimhanesi kampanası, kederli ve temiz. Edmée titredi: - Ah! bu kampanayı sevmiyorum... - Öyle mi? dedi Caniko dikkatsizce. - Bizim evde yemeğin hazır olduğu sözlü bildirilecek, çan çalmayacak. Bizim evde, böyle aile pansiyonu adetleri olmayacak; göreceksin, bizim evde... Edmée hastane yeşili koridor boyunca yürüyerek konuşuyordu, arkasına dönmüyor ve Caniko’nun bu son sözleri hangi vahşi dikkatle dinlediğini görmüyordu. Ne de sessizce ve yarım yamalak gülümsediğini.

Page 55: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

55

Sert baharın canlandırdığı Caniko, hafif adımlarla yürüyordu. Nemli ve değişken rüzgârda, park ve bahçelerden yükselen toprak kokusuyla tadına varılabilen bir bahardı bu. Ara sıra bir ayna Caniko’ya hatırlatıyordu ki, sağ gözüne indirdiği fötr şapka ona yakışmıştı, üzerinde geniş ve hafif bir pardösü, ellerinde açık renkli kocaman eldivenler, boynunda pişmiş toprak rengi kravat vardı. Kadınların sessiz beğenisi peşini bırakmıyor, en safları, gizlemeyi de oynamayı da bilmedikleri bir şaşkınlıkla onu süzüyorlardı. Ama Caniko, hiçbir zaman sokakta kadınlara bakmazdı. Badanacılara birkaç çelişkili emir yağdırdıktan sonra, ama efendice edada; Henri-Martin’deki evinden çıkıyordu. Cadde ucunda, ağır ve ıslak Batı rüzgârının kanadında ormandan gelen ot ve bitki kokusunu uzun uzadıya içine çekti, adımlarını Dauphine kapısına doğru sıklaştırdı. Birkaç dakikada Bugeaud caddesinin aşağısına varmıştı, zınk diye durdu. Altı aydan beri ilk kez ayakları bu bildik yolda ilerliyordu. Pardösüsünü açtı. “Çok hızlı yürüdüm” dedi içinden. Yeniden yürüdü, yeniden durdu ve bu kez bakışı belirgin bir noktayı hedef aldı: Elli metre uzaklıkta, Léa’nın kapıcısı elde bir güderi bez, dış kapının bakırlarını parlatıyordu. Caniko yürürken şarkı mırıldanmaya koyuldu ve sesinin tınısından hiçbir zaman şarkı mırıldanmadığını fark etti, sustu. - N’aber Ernest, kolay gelsin.

Page 56: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

56

Kapıcı aşırılığa kaçmadan sevincini dışavurdu. - Bay Peloux! Sizi gördüğüme çok sevindim beyefendi, beyefendi hiç değişmemiş. -Siz de Ernest. Hanımefendi iyiler mi? Caniko konuşurken profilden duruyor, ilk katın kapalı pancurlarını gözetliyordu. - Sanırım iyiler bayım, sadece birkaç posta kartı aldık. - Nereden? Biarritz’den, değil mi? - Sanmıyorum, bayım. - Hanımefendi neredeler? - Beyefendiyi yanıtlayabilmem çok güç: Hanımefendiye gelen mektupları –tek tük şeyler- hanımefendinin noterine iletiyoruz. Caniko cüzdanını çıkardı ve okşayıcı bir hava takındı. - Ah, bay Peloux, aramıza para mı girecek? Bir bu eksikti. Hiçbir şey bilmeyen adamı bin frank dahi konuşturamaz. Beyefendi hanımefendinin noterinin adresini isterler mi? - Hayır, teşekkürler, gerçekten. Peki ne zaman dönüyor? Ernest kollarını açtı: - İşte bu soru da uzmanlık alanım dışında! Belki yarın, belki bir ay sonra... Çalışıyoruz, görüyorsunuz. Hanımefendiyle hazırlıklı olmak gerekir. “İşte caddenin köşesini dönüyor” deseniz, şaşmam. Caniko döndü, caddenin köşesine baktı. - Bay Peloux’nun başka arzusu var mı? Beyefendi geçerken mi uğradılar? Ne güzel bir gün... - Hayır, teşekkürler, Ernest. Allahaısmarladık Ernest. - Her zaman emrinizdeyim, bay Peloux. Caniko bastonunu döndürerek Victor-Hugo meydanına kadar çıktı. İki kez ayağı takıldı ve iki kez, sırttan amansızca izlendiğini sanan insanlar gibi, neredeyse yere kapaklanıyordu. Metronun tırabzanına vardığında, dirseklerini dayadı, yer altındaki siyah ve pembe gölgeye doğru sarktı, kendini yorgunluktan ezilmiş hissetti. Doğrulduğunda, meydandaki gaz lambalarını yaktıklarını, gecenin her şeyi mavileştirdiğini gördü. “Yok, olamaz... Hastayım!” Kara bir hayalin dibine varmıştı ve güçlükle kendine geliyordu. Gereksinim duyduğu sözcükleri nihayet buldu. “Hadi, hadi ya... Oğul Peloux, kafayı mı üşüttünüz, sevgili dostum? Eve dönme saati gelmedi mi?” Bu son sözcükler ona, bir saatte silip süpürülmüş şeylerin görüntüsünü hatırlattı: Bir diktörgen oda, Caniko’nun geniş çocukluk odası, ayakta cama dayanmış endişeler içinde bir genç kadın; ve Charlotte Peloux, aperitif Martini’siyle yumuşamış... “Yok, hayır” dedi yüksek sesle. “Hayır. Bu bitti”. Bir hareketle bastonunu kaldırdı, bir taksiyi durdurdu.

Page 57: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

57

- Lokantaya... şey... Mavi Ejderha lokantasına. Caniko kemanlar eşliğinde ocak başı önünden geçti, iğrenç bulduğu çiğ elektrik ışığıyla canlandı. Bir sofracıbaşı ou tanıdı; Caniko adamın elini sıktı. Uzun boylu sıska bir delikanlı ayağa kalktı ve Caniko şefkatle iç çekti: - Ah! Desmond! Seni görmeyi öyle çok arzu ediyordum ki! Ne güzel tesadüf! Oturdukları masa pembe karanfillerle çiçeklendirilmişti. Yan masada küçük bir el ve uzun bir şapka tüyü Caniko’yu selamladı: - La Loupiote, diye uyardı, vikont Desmond... Caniko La Loupiote’u hatırlamıyordu ama uzun şapka tüyüne gülümsedi ve yerinden kalkmadan, ufak tefek ele bir reklam yelpazesinin ucuyla dokundu. Sonra en ciddi muzaffer havasıyla tanımadığı bir çifti süzdü, çünkü kadın, Caniko yakınına oturalı yemeği unutmuştu. - Adamda bir boynuzlu hâl var, öyle değil mi? Caniko bu sözcükleri fısıldamak için arkadaşının kulağına eğiliyor, bakışındaki neşe gözyaşı gibi parlayıp kabarıyordu. - Ne içiyorsun sen, evleneli?, diye sordu Desmond. Ihlamur mu? - Pommery, dedi Caniko. - Pommery’den önce? - Önce ve sonra, Pommery! Ve Caniko burun deliklerini açarak, hatırasında, Léa’nın sadece ona sakladığı, 1899 tarihli gül kokulu çok eski bir şampanyanın köpürmesini içine çekti... Bağımsız yaşayan modacı kızların tarzında bir yemek ısmarladı kendine, portolu soğuk balık, ızgara kuşlar, karnında ekşimtrak kırmızı dondurma gizleyen kızgın sufle... - Hey, diye bağırıyordu la Loupiote, Caniko’ya doğru pembe karanfil sallayarak. - Hey, diye yanıtladı Caniko, kadehini kaldırıp. İngiliz bir duvar saati, sekizi vurdu. - Hay Allah, diye söylendi Caniko. Desmond, benim için bir telefon açar mısın? Desmond’un solgun gözleri itiraflar beklentisine girmişti. - Git Wagram 17-08’i ara, annemi çağırsınlar, ona birlikte yediğimizi söyle. - Ya telefona küçük hanım Peloux gelirse? - Aynısını söylersin. Çok özgürüm, görüyorsun. Onu terbiye ettim. Caniko çok içti ve bol bol yedi, ciddi ve hevessiz görünmek için büyük çaba harcadı. Ama en ufak kahkaha, kırılan bir kadeh, miskin bir vals, zevkini coşturuyordu. Dalgalı doğramaların sert mavisi onu Riviera anılarına, öğle vakti, eriyen güneş tabakası etrafında aşırı mavi bir denizin siyahlaştığı saatlere taşıyordu. Her zamanki çok yakışıklı delikanlı soğukluğunu unuttu

Page 58: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

58

ve karşıdaki esmer kadını profesyonel bakışlarla tepeden tırnağa titretmeye koyuldu. -Ya Léa? diye sordu âniden Desmond. Caniko sıçramadı, Léa’yı düşünüyordu. - Léa mı? Güney’de. - Bitti mi, onunla? Caniko başparmağını yeleğinden geçirip koltukaltını tuttu. - Ah, tabii, anlarsın. Çok şık, çok arkadaşça ayrıldık. Ömür boyu süremezdi. Dostum, o ne hoş, o ne zeki kadın... Zaten, sen de tanıdın. Son derece geniş kafalı... Hayran olunası... Azizim, itiraf ederim, eğer yaş sorunu olmasaydı.... Ama yaş sorunu vardı, di mi ve... -Tabii, diye kesti Desmond. Zor ve çetin parazitlik mesleğine sapına kadar hâkim bu solgun gözlü genç adam, merakına teslim olmuştu, şimdi de bu merakı düşüncesizlikten sayıp kendine kızıyordu. Ama Caniko, hem ihtiyatlı hem aynı zamanda sarhoşlamış, durmadan Léa’dan bahsetti. Evlilik hakkında sağduyulu, aklı başında şeyler söyledi. Evliliği övdü, ama Léa’nın erdemlerini Léa’ya teslim etti. Genç eşinin uysal yumuşaklığını göklere çıkardı ve bu, Léa’nın inatçı karakterini eleştirme fırsatını ona verdi: “Ah, yemin ederim, aklına bir şeyi taktı mı, bu kadın!” İtirafları ilerletti, Léa’ya karşı sert, densiz davranmaya kadar gitti. İtip kakılmış aşık güvensizliğinin fısıldadığı gerzekçe sözlerin arkasına gizlenip, durmadan konuşuyor, Léa’dan tehlikesizce söz etmenin ustaca mutluluğunu tadıyordu. Yüreğindeki anıyı, altı aydır yoksun kaldığı o tatlı, o kolay adı yad ederken, Léa’nın merhametli imgesini neredeyse kirletecekti. Yüzüne doğru eğilmiş, iki üç büyük, ağırbaşlı, onarılmaz kırışıkla bezeli Léa; güzel ve onun için yitik Léa, ama- ah!- nasıl da mevcut... Saat on bire doğru, gitmek üzere doğruldular. Neredeyse boşalmış lokantada üşümüşlerdi. Oysa yan masada, la Loupiote dikkat çekmeye çalışıyor ve küçük peynirler ısmarlıyordu. İki arkadaş önünden geçtiğinde, sarışın ve zararsız koyun yüzünü onlara doğru kaldırdı: - Eee, iyi akşamlar demiyor muyuz? - İyi akşamlar, diye lütfetti Caniko. La Loupiote, Caniko’ya hayranlıkla bakarken arkadaşının tanıklığına başvurdu: - Şuna bak! Sahip olduğu mangırı da bir düşün. Bazı adamların her şeyleri var. Ama Caniko ona sadece açık sigaralığını sundu ve kadın ekşileşti. - Her şeyleri var, onları kullanma zarafeti hariç... Ananın evine dön sen, hadi bebeğim!... - Ya, dedi Caniko, Desmond’a, sokağa vardıklarında. Kadın ananın evinde dön demişken... Senden bir şey isteyecektim.... Bekle, hele şu içine girdiğimiz cendereden çıkalım...

Page 59: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

59

Tatlı ve nemli gecede yayalar gezintilerini uzatıyorlardı, ama Caumartin sokağından sonra cadde hâlâ tiyatroların çıkışını bekliyordu. Caniko, arkadaşını kolundan tuttu: - Bak Desmond... dönüp bir telefon daha açmanı rica edeceğim. Desmond durdu. - Gene mi? - Wagram’ı ara... - 17-08... - Sana tapıyorum. Senin evinde otururken fenalaştığımı söyle... Nerede kalıyorsun sen? - Otel Morris’te. - Harika... De ki yarın sabah eve döneceğim, de ki bana nane kaynattın... Hadi, ihtiyar. Al şunu, telefoncu çocuğa verirsin, ya da kendine saklarsın... Çabuk dön. Seni Weber’in terasında bekliyorum. Yardımsever ve kendini beğenmiş uzun boylu delikanlı, yorumda bulunmadan kağıt paraları cebinde buruşturup gitti. Döndüğünde Caniko’yu içmediği bir portakal suyuna eğilmiş, kendi falına bakıyor hâlde buldu. - Desmond!... Telefona kim çıktı? - Bir bayan dedi haberci, az ve öz. - Hangisi? - Bilmiyorum. - Ne dedi? - İyi, dedi. - Hangi tonda? - Sana aktardığım tonda. - Ha! iyi; teşekkür ederim. “Edmée’ydi” diye düşündü Caniko. Concorde meydanına yürüyorlardı ve Caniko, gene Desmond’un kolunu tutmuştu. Kendini çok bitkin hissettiğini itiraf etmeye cesaret edemiyordu. - Nereye gitmek istersin?, diye sordu Desmond. - Ah, ihtiyar, diye iç çekti Caniko, minnetle, Morris’e ve hemen. Çok yorgunum. Desmond soğukkanlılığını unuttu. - Nasıl yani, ciddi mi? Morris’e mi gidiyoruz? Ne yapmak istiyorsun? Dalga geçme, tamam mı? İstediğin... - Uyumak, diye yanıtladı Caniko. Ve düşecekmiş gibi gözlerini yumdu, sonra onları açtı. Uyumak, uyumak, anlaşıldı mı? Caniko arkadaşının kolunu iyice sıkıyordu. - Gidelim, dedi Desmond. On dakikada Morris’teydiler. Bir yatak odasının gök mavisiyle fildişisi, küçük bir salonun sahte Empire döşemesi Caniko’ya eski dostlarmışcasına gülümsediler. Caniko küvete girip çıktı, Desmond’dan daracık bir ipek

Page 60: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

60

gecelik ödünç aldı, yattı, yumuşak iki koca yastığın arasına yerleşip, rüyasız bir mutluluğa, her yönden koruyucu, kara ve kalın bir uykuya daldı...

Page 61: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

61

Geçirdiği utanç dolu günleri sayıyordu: “On altı... on yedi... Üç hafta dolar dolmaz, Neuilly’ye dönüyorum”. Dönmüyordu. Çözme gücünü bulamadığı bir durumu ayık kafayla inceliyordu. Gece vakti, ya da sabah, kaçaklığının birkaç saatte biteceğini hayal ettiği oluyordu. “Kendimde güç bulamıyor muyum? Pardon, pardon... Henüz bulamıyorum. Ama gücüm ufak ufak geri gelmekte. Saat öğleyi vurduğunda, bahse girerim ki, İnkermann bulvarındaki yemek odasındayım ben. Bir, iki ve....” Saat on ikiyi vurduğunda banyoda, ya da Desmond’un yanında arabasını sürüyor oluyordu. Yemek saatleri, ona evlilikle ilgili bir ânlık bir iyimserlik sunuyordu. Desmond’un karşısına oturduğunda, Edmée’nin çıkagelişini görüyor, genç karısının akıl almaz saygısını sessizce düşünüyordu: “Aşırı iyi bir kızcağız bu küçük! Onun gibi tatlısı hiç görülmüş müdür? Ne bir söz ne bir şikayet! Öyle bilezikler takacağım ki bileğine, döndüğümde... Ah, o terbiye... Bir kız nasıl yetiştirilirmiş, Marie-Laure bu işi biliyor!” Ama bir gün, Morris’teki et lokantasında, Edmée’ninki gibi çinçila yakalı yeşil bir elbisenin belirişi Caniko’nun yüzüne büyük bir dehşetin tüm belirtilerini kondurdu. Desmond, hayatı güzel buluyor, biraz da şişmanlıyordu. Küstahlığını sadece, Caniko “günah karası, muhteşem bir İngiliz kadın”ı, ya da “opyum sarayında bir Hintli prens”i ziyaret etmeyi reddettiğinde, ya da bu ziyaretlere ancak açık bir küçümsemeyle razı olduğunda kullanıyordu. Desmond artık Caniko’yu anlamaz olmuştu, ama Caniko paraları bastırmaya devam ediyordu. Hatta ilkgençlik çağlarının en iyi zamanlarından da fazla. Bir gece,

Page 62: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

62

La Loupiote’u bulmaya gittiler; silik adını hep unuttukları kankasının evine: “Şey... biliyorsunuz... hani La Loupiote’un kankası...” Kanka, esrar içiyor, esrar içiriyordu. Girişten itibaren iyi kapatılmamış gaz ve soğumuş esrar kokan mütevazı asmakatta, ağlak bir candanlıkla, hiç durmadan ve tehlikesiz sayılmayacak bir hüzün pompalamasıyla, insanları kendine bağlıyordu. Onun evinde, Desmond’a “perişan koca oğlan”, Caniko’ya da “her şeye sahip, gene de aşırı mutsuz yakışıklı” muamelesi çekildi. Ama Caniko hiç esrar almadı, kokain kutusuna az sonra bağırsakları yıkanacak bir kedinin tiksintisiyle baktı, neredeyse bütün gece, sırtı duvara dayalı, hasır sedirde oturdu; uyuyakalmış Desmond’la esrar çekmeye devam eden Kanka arasında. Neredeyse bütün gece, açlığı ve susuzluğu gideren kokuyu uslu uslu, kuşkuculukla içine çekti ve büsbütün mutlu göründü. Yalnız sık sık, sorgulayıcı, çekilmez bir sabitlikle Kanka’nın pörsümüş boynuna baktı -bir sahte inci kolyenin parladığı kızarmış pütürlü boyna. Bir an elini uzattı, parmaklarının ucuyla Kanka’nın ensesindeki kınalı saçları okşadı, içi boş ve hafif incileri tarttı, sonra parmağı ipek kumaşın sıyrığına takılmış birinin asabi ürpermesiyle, elini geri çekti. Az sonra, ayağa kalktı ve gitti. -Bıkmadın mı? diye sordu Desmond, Caniko’ya. Yediğimiz, içtiğimiz ve senin kadınlara el sürmediğin kulüplerden, kapıların çarptığı bu otelden? Geceleri gittiğimiz kulüplerden, altmış beygirlik arabanla Paris Rouen arası, Paris Compiègne arası, Paris Ville-d’Avray arası fır dönmekten... Niçin Riviera’ya inmiyoruz? Oradaki şık mevsim Aralık-Ocak değildir, Mart’tır, Nisan’dır, sonra... - Hayır, dedi Caniko. -Yani? -Yani, hiç. Caniko içtenliksiz yumuşadı ve Léa’nın bir zamanlar “çok bilmiş zevk ve sefa adamı suratı” diye adlandırdığı ifadeyi takındı. - Azizim... Sen Paris’in bu mevsimdeki güzelliğini anlamıyorsun... Bu... bu kararsızlık, bu yüzünü büsbütün germemiş bahar, şu yumuşacık ışık... diğer yanda Riviera’nın banalliği... Yok, anladın mı, ben burada iyi hissediyorum kendimi. Desmond’un uşak sabrı tükenir gibi oldu: - Evet, belki oğul Peloux’nun boşanması da gündemdedir... Caniko’nun duyarlı burun kanatları beyazlaştı. - Bir avukatla dümenin varsa, adamı hemen caydır. Oğul Peloux boşanmıyor. -Aman efendim! diye itiraz etti, alınmış görünmeye çalışan Desmond. Çocukluk arkadaşına ne tuhaf bir hitap şekli bu böyle. O arkadaşın ki, her fırsatta...

Page 63: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

63

Caniko dinlemiyordu. Desmond’a doğru çenesini sivriltmiş, ağzını cimri ağzı gibi büzmüştü. İlk kez tanık olduğu şeydi: Ona ait olan hakkında bir yabancının tasarrufta bulunması. Düşünüyordu. Oğul Peloux’nun boşanması? Günün, gecenin her saatinde aklına gelmişti ve o zaman bu sözcükler özgürlüğü, yeniden kavuşulacak bir nevi çocukluğu, hatta belki daha da ötesini temsil ediyorlardı... Ama vikont Desmond’un mahsustan burundan çıkarttığı ses gerekli imgeyi uyandırmayı başarmıştı: Neuilly’deki evden ayrılan Edmée, otomobile binerken başındaki küçük şapkası, uzun tülü altında o azimli hâli, bilinmeyen bir adamın yaşadığı bilinmeyen bir eve doğru gidişi. “Tabii bu her şeyi hallederdi” diye kabul etti, bohem Caniko. Ama aynı anda, tuhaf derecede pısırık bir başka Caniko, itiraz ediyordu: “Yapılacak şey mi!” İmge belirginleşti, renk ve hareket kazandı. Caniko, demir parmaklığın kalın ve ahenkli sesini duydu, parmaklığın ardındaki çıplak elde gri bir inci, beyaz bir elmas gördü... “Elveda...” diyordu küçük el. Caniko ayağa fırladı, iskemlesini itti. “Bana ait, bütün bunlar! Kadın, ev, yüzükler: bana ait!” Yüksek sesle konuşmamıştı, ama yüzünde öyle barbar bir şiddet vardı ki, Desmond ölüm saatinin gelip çattığını sandı. Caniko’nun sergilediği acıma, iyi yüreklilikten muaftı: - Vah tonton, ödün mü patladı senin öyle? Ah şu savaşçı soylular! Gel, sana gömleklerimin eşi donlar ve senin donlarının eşi gömlekler ısmarlayayım. Desmond, bugün ayın on yedisi mi? - Evet, niye? - On yedi Mart. Denebilir ki bahar. Desmond, şık insanlar, ama kastettiğim hakikaten şık insanlar, kadın ya da erkek, önümüzdeki mevsimin gardrobunu düzmek için fazla bekleyemezler, değil mi? - Herhalde... - On yedi, Desmond!... Gel, her şey yolunda. Karıma kocaman bir bilezik alacağız, Bayan Peloux’ya uzun bir ağızlık, ve de sana ufacık bir iğne! Bu şekilde birkaç kez içine şimşek gibi doğdu; Léa geri gelecekti, geri gelmişti, birinci kattaki pancurlar pembe çiçekli yarım tüllere, geniş perdelere, altın varaklı aynalara açılıyordu. 15 Nisan geçti ve Léa dönmüyordu. Can sıkıcı olaylar Caniko’nun tatsız hayatına çizikler atıyordu. Madam Peloux, oğlunu ziyarete geldi ve onu tazı gibi yere yapışmış, ağzını bıçak açmaz, gözü oynak vaziyette görünce, ölüyorum sandı. Edmée mektup göndermişti, dümdüz, şaşırtıcı bir mektup. “Yeni bir emre kadar” Neuilly’de kaldığını söylüyor ve “Madam de La Berche’in selâmlarını” iletiyordu.... Caniko kendisiyle alay edildiğini düşündü, ne cevap vereceğini bilemedi, sonunda bu içinden çıkılmaz mektubu attı; ama Neuilly’ye dönmedi. Yeşil ve soğuk Nisan’da *pavnoliaların, lalelerin, demet demet sümbülün ve

Page 64: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

64

sarısalkımların kokusu Paris’i sararken, o tek başına, çetin bir gölgeye gömülüyordu. Kötü muamele gören, hırpalanan, hoşnutsuz, ama ücreti yüksek tutulan Desmond’un görevi, kâh Caniko’yu girişken kadınlarla patavatsız delikanlılara karşı korumak kâh onları toplayıp, Montmartre’ta, Orman lokantalarında ve kentin sol kanadındaki kabarelerde yiyip, içip, bağrışacak bir takım kurmaktı. * pavnolia: gövdesi çok çabuk büyüyen agaç. Mavi-mor çiçeği en çok leylağı andırır.

Page 65: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

65

Bir gece, Kanka -ki tek başına tüttürüyordu ve La Loupiote’un o akşamki vahim bir ihanetine ağlıyordu-, şeytani kaşları şakaklarında incelen delikanlının damladığını gördü. Caniko, gizli bir ateşin kuruttuğu güzel ağzına “iyice soğuk bir su” istedi. Kanka’nın anlattığı dertlere hiç ilgi göstermedi. Kanka bir yandan, onu lake tepsiyle pipoya doğru itiyordu. Caniko, sadece hasır sedirden, sessizlikten, alacakaranlıktan kendisine düşen payı kabul etti ve gün ağarana dek, kımıldarsa bir yarayı uyandırmaktan korkan biri gibi, pek az hareket etti. Gün ağardığında Kanka’ya, “Niçin boynunda inci kolyen yok bugün, hani o kocaman kolyen?” diye sordu ve kibarca gitti. Caniko gayri ihtiyari, gece refakatsiz yürüme alışkanlığı edinmişti. Hızlı, büyük adımlar onu belirgin ama ulaşılmaz bir hedefe sürüklüyordu. Gece yarısından sonra ektiği Desmond, onu sabaha karşı, oteldeki yatağına yüzükoyun uzanmış, başını bükük kolları arasına almış, uyuyor buluyordu; dertli bir çocuk gibi. “Ha, iyi, buradaymış” diyordu Desmond, rahatlayarak. “Bu hergeleyle ne olacağı belli olmaz...” Gene öyle gözlerini karanlıkta faltaşı gibi açarak yürüdüğü bir gece, Caniko Bugeaud caddesinin üst tarafına yürüdü, çünkü onu kırk sekiz saatte bir buralara sürükleyen fetişizme henüz teslim olmamıştı. Kapının tokmağına üç kez dokunmadan uykuya dalamayan manyaklar gibi, parmaklarını demir

Page 66: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

66

parmaklık üzerinde gezdirir, işaret parmağını zile değdirir, şakacı bir havayla ve alçak sesle “Hey, hop!” diye seslenir ve çekip giderdi. Ama bir gece, o gece, Caniko, parmaklığın önündeyken, kalbine inen yumruğu boğazında hissetti: Avludaki cam fanus lamba, eşiğin tepesinde mor bir ay gibi parıldıyordu, açık kalmış servis kapısı kaldırımı aydınlatıyor ve ilk katın ışığını sızdıran pancurlar bir altın tarak deseni çiziyorlardı. Caniko en yakın ağaca yaslandı, başını öne eğdi. “Gerçek değil” dedi. “Gözlerimi kaldıracağım ve her yer karanlık olacak.” Koridorda bağıran Ernest’in sesiyle toparlandı. - Yarın sabah, dokuza doğru, büyük siyah sandığı Marcel’le birlikte yukarı taşırız Madam! Caniko aceleyle uzaklaştı, Orman caddesine kadar koştu, orada oturdu. Baktığı fanus lamba, o altın halkalı erguvan hâlâ cılız ağaçlar önünde oynuyordu. Elini kalbine götürdü, derin nefes aldı. Gece, yarım açılmış leylak kokuyordu. Şapkasını attı, paltosunu açtı, kendini bırakıp sıranın arkalığına yaslandı, bacaklarını uzattı; açık elleri gevşeyerek düştüler. Ezici, tatlı bir ağırlık üzerine inmişti. “Ah!” dedi alçak sesle. “Mutluluk bu muymuş?... Bilmiyordum...” Bir süre kendine acıdı ve kendini küçümsedi, dar yürekli zengin delikanlı hayatının sefilliğinde tadına varamadığı her şeyden ötürü; sonra bir an, ya da bir saat, hiç düşünmez oldu. Sonra artık hayatta hiçbir şeyi, Léa’ya gitmeyi dahi arzu etmediğini düşünebildi. Soğuktan titreyip ardıç kuşlarının şafağı müjdelediklerini duyduğunda sendeleyerek ve hafiflemiş, ayağa kalktı, Bugeaud caddesinden geçmeden otel Morris’in yolunu tuttu. Geriniyor, ciğerlerini açıyor, tüm evrene karşı iyi kalplilikle dolup taşıyordu: “Şimdi” diye içini çekiyordu, şeytanlarını kovalamış hâlde, “Şimdi, kızcağıza öyle iyi davranacağım ki...” Caniko saat sekizde kalkmış, traş olmuş, ayakkabılarını giymiş; heyecanla Desmond’u sarstı. Desmond solgun bir yüz ve iğrenç bir görüntüyle, boğulmuş adam gibi şiş, uyuyordu. - Desmond! Hop! Desmond!...Yeter! Uyurken pek çirkinsin! Uyuyan adam oturdu, dostuna bulanık su rengi gözleriyle baktı. Sersemi oynayarak, maviler kuşanmış, beceriyle silinmiş pudranın kadifesi altında solgun, iç paralayıcı ve muhteşem duran Caniko’yu dikkatle incelemeye devam edebildi. Bilhassa uzun uzun esnedi. “Ne var gene?” diye soruyordu kendi kendine, esnerken, “Şu salak, dünden de yakışıklı. Hele şu kirpikler, şu kirpikler...” Parlak ve gür kirpiklere, o kirpiklerden koyu renk gözbebeğine ve gözün mavimtrak beyazına düşen gölgeye bakıyordu. Desmond, yay gibi küçümseyici ağzın o sabah ıslak, canlanmış, azıcık soluk soluğa açıldığını fark etti; çarçabuk bir şehvetin sonrasındaki gibi.

Page 67: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

67

Sonra haseti duygusal tasalarını arka plana itti, bıkkın bir küçümseme tonuyla sordu: - Bu saatte çıkıyor musun, giriyor musun, öğrenebilir miyiz? - Çıkıyorum, dedi Caniko. Benimle ilgilenme. Alışverişim var. Çiçekçiye gidiyorum. Mücehverciye, anneme, karıma, sonra... - Papa’nın elçisini unutma... - Adab-ı muaşeret bilirim ben, diye yanıtladı Caniko. Ona armalı düğmeler ve bir demet orkide götüreceğim. Caniko nadiren bir şakayı yanıtlar, onu hep buz gibi karşılardı. Bu silik karşılık Desmond’a, Caniko’nun hâlindeki alışılmamışlık hakkında aydınlatıcı bir fikir verdi. Caniko’nun imgesini aynada inceledi, açılmış burun deliklerinin beyazlığını, bakışın başıboş hareketliliğini not etti ve en ölçülü soruyu sormayı göze aldı: - Öğlene dönüyor musun?... Hey Caniko, sana söylüyorum, öğle yemeğini birlikte yiyor muyuz? Caniko, başıyla “hayır” dedi, tam kendi ölçülerine uygun uzun aynaya (Léa’nın odasında iki pencere arasındaki ayna gibi) aksini oturturken, ıslık çalıyordu. Az sonra ağır bir altın varak çevreleyecekti, güneşli pembe fonlu öteki aynaya oturtacağı imgesini. Çıplak ya da bol bir ipekli kumaşla örtülmüş, sevilen, mutlu, şımartılan, metresinin kolyeleri ve yüzükleriyle oynayan yakışıklı delikanlı imgesini... “Ya Léa’nın aynasına başka bir delikanlı imgesi yerleşmişse?...” Bu düşünce coşkunluğunu öyle şiddetle deldi ki, sersemledi ve onu işitmiş kadar oldu. - Ne dedin? diye sordu Desmond’a. - Hiç, diye yanıtladı uysal arkadaşı, ağırbaşlılık taslayarak. Avluda konuşuyorlar. Caniko Desmond’un odasından çıktı, kapıyı çarptı, kendi dairesine döndü. Rivoli sokağı uyanmış, daireyi tatlı, biteviye bir uğultuyla dolduruyordu. Caniko açık pencereden, güneşin altındaki yeşim taşlar misali sert ve saydam bahar yapraklarını seçebiliyordu. Pencereyi kapadı, yatakla banyo kapısı arasında duvara dayalı gereksiz küçük sandalyeye oturdu. “Nasıl olabilir?...” diye başladı, alçak sesle. Sonra sustu. Niye altı buçuk ay boyunca Léa’nın aşığını neredeyse hiç düşünmediğini anlamıyordu. “Ben delinin tekiyim” diyordu, Léa’nın Charlotte Peloux tarafından sadaketle saklanmış mektubu. “Delinin teki?” Caniko başını salladı. “Tuhaf, onu hiç öyle tasavvur edemiyorum. Ne tipte bir erkekten hoşlanabilir? Patron tipinde mi? Desmond tipinde biri olacak değil tabii... Bol briyantinli bir Arjantinli mi? Ondan da emin değilim... Gene de...” Saflıkla gülümsedi: “Ben hariç, neden hoşlanabilir?” Bir bulut geçti Mart güneşi üstünden ve oda karardı. Caniko başını duvara dayadı. “Nunun’um... Nunun’um... beni aldattın ha? Beni pis pis aldattın ha?... Bana bunu yaptın ha?”

Page 68: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

68

Zorlukla bir araya getirdiği sözcüklerle, imgelerle, şaşkın ve hiddetsiz, acısını kamçılıyordu. Léa’nın evindeki sabah oyunlarını hatırlamaya çalışıyordu. Léa’nın evindeki uzun, tümüyle sessiz bir hazzın egemenliğindeki kimi ikindileri, Léa’nın evindeki lezzetli kış uykusunu, sıcak yatakta, serin odada... Ama Léa’nın perdeleri ardında parlayan kiraz rengi sabahta ve ikindide, Léa’nın kollarında hep tek aşık görüyordu: Caniko’yu. Yeniden hayata dönmüş gibi, içten gelen bir inançla doğruldu: “Çok basit! Yanında benden başkasını göremiyorsam, başkası yok demektir!” Telefona sarıldı, az kalsın numarayı çeviriyordu, sonra yavaşça ahizeyi yerine bıraktı. “Şakanın sırası değil...” Omuzlarını kaldırarak dimdik çıktı. Üstü açık arabası onu mücehverciye götürdü, orada alev alev yakutları mavi çeliğe belirsizce gömülmüş ince bir taç önünde eridi, “tam Edmée’lik”, onu alıp götürdü. Biraz aptal ve tumturaklı bir çiçek yaptırdı. Saat daha yeni on bir olmuştu, orda burda az daha oyalandı, bankaya gidip para çekti, gazete bayii önünde İngilizce dergileri karıştırdı, Şark tütünü satan dükkâna ve parfümcüsüne uğradı. Nihayet arabasına döndü, çiçek demeti ve kurdelelenmiş paketleri arasına yerleşti. - Eve. Şoför döndü: - Efendim? Beyefendi ne dedi? - Eve, dedim. İnkermann bulvarına. Paris planına mı ihtiyacın var? Araba Champs-Elysees’ye saptı. Şoför gayretkeşlik gösteriyor ve düşünceli sırtı, endişeyle, yanında çalışanlara karşı titiz ve talepkâr, gözünü benzin ibresinden ayırmayan Küçük Bey Peloux ile geçen ayki “nasıl istersen”ci, “sen de bir tek atar mısın, Antonin?”ci bitik delikanlı arasındaki uçuruma eğiliyordu. “Küçük Bey Peloux”, maroken arkalığa dayanmış, şapkası dizlerinin üstünde, rüzgârı içine çekiyor, tüm iradesini toplayıp düşünmemeye çalışıyordu. Malokoff caddesiyle Dauphine kapısı arası, Bugeaud caddesinden geçişlerini görmemek için gözlerini korkakça yumdu ve kendini kutladı: “Ne cesurum!” Şoför, İnkermann bulvarında korna çalarak, evin demir kapısını ağır, ahenkli, uzun bir tınıyla açtırdı. Kasketli kapıcı koşturuyor, bekçi köpeklerinin sesi, gelenin tanıdık kokusunu selamlıyordu. Caniko çok rahat, biçilmiş çimenlerin yeşil kokusunu içine çekerek eve girdi, efendi adımlarıyla, küçük vahşi zevcini dünyanın öbür ucunda terketmiş Avrupalı gemici gibi, üç ay önce bıraktığı genç kadına doğru merdivenleri tırmandı.

Page 69: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

69

Léa, son sandıktan çekip çıkarttığı fotoğrafları açık duran yazı masasına fırlattı: “İnsanlar ne çirkin, Tanrım! Bana bunları vermeye cesaret ettiler ha? Şöminemin üzerine yerleştireceğimi mi sandılar yoksa? Gümüş çerçeveli belki, ya da cüzdanıma? Yok ya? Çöpe gidecekler, doğru çöpe, hem de yırtılıp yırtılıp!...” Fotoğrafları aldı ve yırtmadan önce, mavi gözlerinin en sert bakışıyla inceledi. Siyah kartpostal fonu üstünde dik korseli şişman kadın, saçlarıyla çenesini tülle örtmüştü ve rüzgâr tülü uçuşturuyordu. “Sevgili Léacığıma, Guéthary’deki enfes saatlerin anısına: Anita”. Kerpiç gibi pürtüklü mukavvanın ortasındaki diğer fotoğrafta, kalabalık ve donuk bir aile, bir tür ceza sömürgesi; başlarında bastıbacak, yüzü boyalı bir nine: Elinde balo defi, ayağını genç, gürbüz bir nevi kurnaz kasabın dizine uzatmış. “Bunlar yaşamayı hak etmiyor” diye karar verdi Léa, kerpiç-mukavvayı kırıp. Yapıştırılmamış bir diğer fotoğraf, karşısına o iki yaşlı taşralı kızı çıkardı. Egzantrik, gürültücü, kavgacı. Her sabah, gezinti yolunda aynı Güney Fransa bankına oturup dinlenen, her akşam bir kadeh frenk üzümü likörü ile bir kara kedi, bir kurbağa, bir örümcek işledikleri ipekli kumaş parçasına talim eden. “Güzel perimize! Trayas’daki kız arkadaşları, Miquette ve Riquette.” Léa bu yolculuk hatıralarını yok etti ve elini alnına dayadı:

Page 70: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

70

“Korkunç. Bunların peşi sıra, daha da önce olduğu gibi, başkaları gelecek, gene bunlara benzeyecek başkaları. Yapacak bir şey yok. Bu böyle. Belki, nerede bir Léa varsa, orada Charlotte Peloux, de la Berche, d’Aldonza türü birileri de yerden bitiyor. Bir zaman güzel ve genç olmuş iğrenç ihtiyarlar; feci insanlar, feci, feci...” Yakın anılarında, otel girişlerinde kendisine seslenmiş, sarı kumsallarda, uzaktan, “Huu, huu!” diye bağırmış sesleri duydu, alnını bir boğa hareketiyle, düşmanca eğdi. Altı ay sonra geri geliyordu, bir miktar zayıflamış ve gevşemiş, daha az dingin. Homurdanan adam tikiyle çenesini yakasına indiriyordu ve saçı, yol üstü kuaförlerine yaptırdığı boyadan ötürü, yer yer fazla kızıl bir alevle parlıyordu. Ama güneş ve denizle canlanmış kehribar teni, güzel çiftçi kadın teni gibi çiçek açmıştı ve makyaja gerek duymuyordu. Tabii yıpranmış boynu ve çevresindeki güneşin değmediği geniş kırışıkları özenle örtmek, hatta tamamen gizlemek koşuluyla. Oturmuş, ufak tefek düzenlemelerle oyalanıyordu ve kaybolmuş bir eşyayı arar gibi, eski hareketliliğini, sıcacık evini arşınlarken gösterdiği çabukluğu arıyordu. “Ah bu yolculuk” diye iç geçirdi. “Nasıl yaptım ben bunu? Ne yorucu şeymiş!” Kaşlarını çattı, ağzını o yeni homurdanışla büzdü, küçük Chaplin tablosunun, Léa’nın pek hoş bulduğu, pembe ve gümüşi genç kız başı tablosunun camını çatlattıklarını fark etti. “Perdede de iki elim kadar geniş bir yırtık.... Daha kimbilir neler göreceğim... Hangi akla hizmet bu kadar uzun kaldım ki? Ve kimin şerefine?... Sanki burada rahatça kederimin geçmesini bekleyemezdim.” Zili çalmak için kalktı, muslin sabahlığını düzeltirken kendini çiğ bir dille payladı: “İhtiyar sürtük, sen de...” Hizmetkâr kadın, kollarında iç çamaşırlarla, ipek çoraplarla odaya girdi. - Saat on bir, Rose. Yüzümü de boyamadım daha! Geç kaldım... - Madamın ne acelesi var? Madamın başında, sabahın köründe onu gezintilere sürükleyecek, evin tüm güllerini koparacak Megret hanımlar yok artık. Odasına çakıl taşları fırlatarak onu kudurtacak Mösyö Roland da yok... - Rose, evde bekleyen iş çok. Üç taşınma bir yangına bedel mi bilmiyorum da, altı aylık uzaklaşma su baskınına bedelmiş, o kesin. Dantel perdenin hâlini gördün mü? -O bir şey mi? Madam esas çamaşırhaneyi görmeli. Her yeri fare boku götürüyor, parke de delik deşik. Ya Emérancie’ye yirmi sekiz bardak bezi bırakıp dönüşümde sadece yirmi iki bez bulmama ne dersiniz? - Hadi? - Aynen böyle.

Page 71: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

71

Halılarla ve ipeklilerle yumuşatılmış, dolapları tıka basa dolu, alt katları cilâlı konforlu eve ikisi de gönülden bağlıydı. Aynı gücenmişlikle birbirlerine baktılar. Léa güçlü eliyle dizini dövdü: - Değişecek bunlar, küçüğüm! Ernest’le Emérancie kapıya konmak istemiyorlarsa, altı adet bardak bezini bulacaklar. Şu şapşal Marcel’e dönmesi gerektiğini yazmıştın, değil mi? - Marcel geldi madam. Aceleyle giyinen Léa, pencereleri açtı, ağaçları yeniden canlanan caddesini sevgiyle izledi. Artık ne onu iltifatlara boğan evde kalmış ihtiyar kızlar, ne Cambo’daki o ağır ve atletik mösyö Roland delikanlısı... “Ah! gerzek!” diye fısıldadı. Ama adamın gerzekliğini bağışlıyor, ona sadece, kendisini Léa’ya beğendiremediği için kızıyordu. Bedeni unutgan sağlıklı kadın belleğinde, mösyö Roland artık sadece azıcık gülünç bir güçlü hayvandı, ve sonuçta ne kadar acemice davranmıştı. Léa şimdi, mutlaka yadsırdı, yağmurlu bir akşam, sağanak, güllü sardunyalar üstüne kokularak saça saça inerken, bir gözyaşı seli arasında bir ân, Caniko’nun imgesi ardına Mösyö Roland’ın gizlenebildiğini… Bu kısa beraberlik Léa’da ne pişmanlık bırakmıştı, ne de utanç. “Gerzek” ve onun çılgın anacağı, Cambo’daki kiralık evde hazırlanan güzel kahvaltılardan, ahşap balkonun sallanan koltuklarından, Léa’nın sunmayı bildiği, sunmakla gurur duyduğu konfordan pekâlâ sonra da istifade etmeye devam edebilirlerdi. Ama gerzek, gücenerek çekip gitmişti ve Léa’yı, “Madam de Lonval”le nikâh kıymaya aday, gri saçlı, yakışıklı ve kaskatı bir subaya bırakmıştı. - Yaşlarımız, servetlerimiz, bağımsızlık ve sosyal yaşam zevkimiz, her şey bizi birbirimize itmiyor mu? diyordu Léa’ya, bedeni ince kalmış albay. Léa gülüyor, epeyce kuru, iyi yiyen, sarhoşlamadan içen bu adamın arkadaşlığından zevk alıyordu. Albay bunları yanlış algıladı, ev sahibesinin güzel mavi gözlerinde, güvenli uzatmalı gülümsemesinde, nihayet geldiğini sandığı bir rızayı okudu… Belirgin bir hareket, yeni başlayan arkadaşlarının sonunu getirdi ve buna üzülen Léa, kendini samimiyetle suçladı. “Suç bende! İnsan köklü bir Bask ailesi mensubu albay Ypoustegue’e, Mösyö Roland’a davrandığı gibi davranabilir mi? Adamı fena yerine oturttuk. Zarif ve esprili adam olsa, ertesi gün arabasıyla gene bana puro tüttürmeye, ihtiyar kızlarıma takılmaya gelirdi...” Olgun bir erkeğin kapıya konmaya razı olabileceğini, ama onu fiziken tartan, açık açık bir başkasıyla, bilinmeyenle, görünmeyenle karşılaştıran kimi bakışları hiç kaldıramayacağını anlamıyordu. Beklemediği anda öpülen Léa, yaşın bir erkeği nerelerden vurduğunu bilen kadının korkunç ve uzun bakışını fırlatmaktan kendini alamamıştı. Gözleri, kirişlerin, damarların dolaştığı kuru ve bakımlı ellerden gevşemiş çeneye ve çizik çizik alna doğru acımasızca yükselmiş, sonra iki kırışık arasında tırnak

Page 72: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

72

içine alınmış ağza dönmüştü… Ve “Barones de Lonval”in tüm kibarlığı öyle hakaretamiz, öyle açık, öyle halktan bir “Vay! vay! Vay!”la sönmüştü ki, yakışıklı albay Ypoustegue, bir daha dönmemek üzere kapıdan çıkıp gitmişti. Léa, dirseklerini pencereye dayayarak,“son flörtlerim” diye aklından geçirdi. Ama Paris’in güzel havası, temiz ve gürültülü avlunun, yeşil tahta kasalarda daireler şeklinde yontulmuş defne ağaçlarının görüntüsü, ensesini okşayarak odadan dışarı çıkan ılık ve kokulu hava dalgası, ona usul usul, muziplik ve keyif aşılıyordu. Kadın siluetleri geçiyor, Orman’a doğru gidiyorlardı. “Etekler gene değişmiş, şapkalar da artık daha yüksek”. Terziye, Lewis’e ziyaretler planladı, âni bir güzelleşme arzusu onu doğrulttu. “Güzel mi? Kimin için? Kendim için işte. Bir de Peloux anayı gücendirmek için”. Léa Caniko’nun kaçışından haberdardı da, sadece kaçışı biliyordu. Madam Peloux’ya has polis yöntemlerini ayıplasa da, şımarttığı bir genç terzi kızın, provalar sırasında, minnetini sergilemek üzere Léa’nın kulağına dedikodular akıtmasına, ya da onları logolu bir beyaz kağıda döküp, altına “harikulade çikolatalar için binlerce teşekkür” diye eklemesine tahammül gösteriyordu. Cambo’ya, ihtiyar Lili’den de bir kartpostal gelmişti. Çılgın nine, virgülsüz noktasız ve titrek bir yazıyla, içinden çıkılamaz bir aşk, kaçış, Neuilly’ye kapatılmış genç eş öyküsü anlatıyordu… “Hava böyleydi” diye anımsadı Léa. “Cambo’daki banyomda, ihtiyar Lili’nin kartpostalini okuduğum sabah…” Sarı banyoyu, suda ve tavanda oynaşan güneşi gözünün önüne getiriyordu. İncecik ve gürültülü villanın kendi kahkahasıyla, o büyük, epeyce korkunç ve pek de doğal olmayan kahkahayla yankılandığını, onu takip eden seslenişi duyuyordu: - Rose!… Rose!… Omuzlar ve göğüsler suyun dışında, damlalar akıtan güçlü bedeniyle, uzattığı şahane koluyla, her zamankinden çok bir çeşme figürünü andırıyor ve parmak uçlarıyla ıslak kartı tutuyordu: - Rose, Rose! Caniko… Bay Peloux, alıp başını gitmiş! Karısını bırakmış! - Ben hiç şaşırmadım, diyordu Rose. Boşanma düğünden daha neşeli olacaktır. Neydi o, hepsi şeytan çarpmış gibiydi… O gün Léa, rahatsız edici bir kıkırdamayı sürükleyip durdu. “Ay benim zehir çocuğum! Ay kötü oğlan! Bakın siz hele!…”

Ve kıs kıs gülerek başını sallıyordu, oğlu ilk kez yatıya gelmemiş bir anne gibi… Cilâlı bir fayton, demir parmaklığın önünden geçti, ışıldadı, kauçuk tekerlekleriyle ince ayaklı atlar üzerinde nerdeyse sessiz, yok oldu.

Page 73: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

73

“Bak sen, Speleieff, diye not etti Léa. Speleieff’cik. Ve işte Merguililer, siyah- beyaz atıyla: Demek saat on bir. Kurumuş Berthellemy de birazdan geçer, gider kızların yanında kemiklerini ısıtır… Tuhaftır, insanlar hayatta hep aynı şeyleri yapıp dururlar. Bir de Caniko burada olsa, de ki Paris’ten hiç ayrılmadım. Zavallı Caniko’m, mahvoldu o şimdi. Vur patlasın çal oynasın bir hayat, karılar, düzensiz yemeler, çok içmeler… Yazık. Sadece pembe bir kasap suratı ve düztaban ayakları olsaymış, halim selim bir adamdı belki bugün…” Uyuşmuş dirseklerini ovarak pencere kenarından ayrıldı, omuzlarını silkti: “Caniko’yu hayatta bir kez kurtarabilirsiniz, iki kez değil.” Tırnaklarına oje sürdü, parlaklığı azalmış bir yüzüğü “hoh”ladı, saçlarının hiç olmamış kırmızı boyasını ve beyazlaşan köklerini inceledi, bir deftere birkaç satır çiziktirdi. Süratle, her zamankinden telaşlı hareket ediyordu, iyi bildiği bir yürek sıkıntısının sinsi saldırısına karşı mücadele vererek; kederinin anısını bile inkâr ederek, onu “manevi mide bulantım” diye tanımlayarak. Peşpeşe, kibar dullara layık bir atlı araba, sonra çok süratli bir otomobil, sonra Directoire stilinde bir salon möblesi çekti canı. Yirmi yıldır ensesini çıplak bırakıp topladığı saçını değiştirmeyi dahi düşündü. “Lavallière gibi, düşük rulo mu yaptırsam? O zaman bu yılın gevşek kemerli elbiselerini giymeye yeltenebilirim. Sonuçta, bir rejim, saçıma iyi bir kına, önümde daha on yıl, hayır, beş yıl diyelim...” Çabuk toplarlandı ve ayık bir onura kavuştu. “Benim gibi bir kadın, bu işleri bitirme cesaretini kendinde bulamayacak mı? Hadi, hadi, bu alanda, güzelim, sen tüm nişanlarının hakkını verdin.” Ayakta, elleriyle kalçalarını tutmuş, kendisine gülümseyen muhteşem Léa’ya tepeden bakıyordu. “Böyle bir kadın, bu işi morukların kollarında bitirmez. Öyle bir kadın ki, hiç bir zaman ellerini, ağzını, pörsümüş bir varlığa sürterek kirletmemiş. Böyle de bir şansı olmuş. Evet, işte, sadece taze et isteyen yamyam cadı...” İhtiyarlardan korunmuş gençliğindeki aşkları, hayatından gelip geçenleri hatırladı ve kendini tertemiz, onurlu, otuz yıldan beri ışıltılı delikanlılara ya da kırılgan yeniyetmelere adanmış buldu. “Ve bana çok şey borçlu, o taze etler! Kaçı bana borçludur, sağlığını, güzelliğini, sıhhatli kederlerini, nezle olduklarında içirdiğim kuş sütünü, monotonluğa düşmeden, işin hakkını vererek sevişme alışkanlığını?... Ve şimdi, hiçbir şeyden eksik kalmama uğruna, yatağıma tutup da bir moruğu...” Düşündü ve muhteşem bir bilinçsizlikle karar verdi: “Kırklık bir moruğu mu alacağım?” Biçimli uzun ellerini birbirine çarptı, midesi bulanmışçasına sırtını döndü: “Böö! Her şeye elveda derim, böylesi daha temiz. Gidelim oyun kağıtları, iyi şaraplar, briç markörleri, örgü şişleri, koskoca bir gediği kapatmak için gereken tüm bibloları satın alalım; canavarı, yaşlı kadını süslemek için gereken her şeyi...”

Page 74: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

74

Léa örgü şişleri yerine, elbiseler, şafak bulutlarını andıran sabahlıklar aldı. Çinli pedikür haftada bir, manikür haftada iki, masajcı kadın her gün geliyordu. Léa’yı tiyatroda gördüler, tiyatrodan önce de, Caniko zamanı gitmediği restoranlarda. Genç hanımlarla erkek arkadaşları ve artık işten çekilmiş eski terzisi Kühn, onu localarına ya da masalarına çağırıyorlar, o da kabul ediyordu. Ama genç kadınlar talep etmediği bir saygı segiliyorlar, Kühn ona, “Sevgili dostum” diye hitap ediyordu. Léa, daha ilk yemekte, “Açıkçası Kühn, müşteri olmak size yakışmıyor” diye karşılık verdi. Sığınırcasına, bir boks salonunda müdürlük ve hakemlik yapan Patron’un yanına gitti. Ama Patron, kısa boylu, korkunç, ölesiye kıskanç genç bir bar işletmecisi kadınla evlenmişti. Léa, duyarlı atleti görmek için, koyu yakut renginde sırmalı elbisesi, başında tüylü şapkası, gösterişli mücehverleri ve pırıl pırıl mahun rengi saçıyla, İtalie Meydanına kadar uzanmayı göze aldı. Patron’un çalıştırdığı “umutlar”dan yükselen ter, sirke ve terebentin kokusunu içine çekti, gaz lambasının ıslık çalarak yeşil ışık yaydığı bu geniş, basık salona bir daha dönmeyeceğine emin, çıktı gitti. İşsiz güçsüzlerin kıpırtılı hayatına girme denemelerinin kendisini düşürdüğü bitkinliğe mana veremiyordu. “Neyim var benim?” Akşam hafifçe şişmiş ayak bileklerini elliyor, kökleri daha yeni yeni gevşemeye başlamış dişlerini inceliyor, yumruğuyla, bir fıçıya vurur gibi, ciğerlerinin bulunduğu geniş alanı, iştahlı midesini yokluyordu. Ama adlandırılamaz bir şey, bir dayanaktan yoksun kalmış gibi onu yana doğru eğiyor, tüm benliğini beraberinde sürüklüyordu. Tezgâhta, arabacıların içtiği beyaz şarap eşliğinde iki düzine salyongozu yutarken rastladığı Barones de la Berche, kaçak yavrunun yuvaya döndüğünü, İnkermann bulvarında yeni bir balayının yaşandığını haber etti. Léa bu ahlâklı hikâyeyi ilgisizce dinledi. Ama ertesi gün kapısı önüne park eden mavi limuzini tanıyıp, Charlotte Peloux’nun avluya girişini gördüğünde, yüzü berbat bir heyecanla soldu. - Nihayet! Nihayet! Sana kavuştum! Léa’m! Canım! Her zamankinden güzelsin! Geçtiğimiz yıldan da incesin! Dikkat Léacığım, bizim yaşlarda bu fazla kilo vermeler... Bu kadarı iyidir de, daha fazlası değil! Hatta bu bile... Ne mutluluk ama, seni görmek! Bu kırıcı ses Léa’ya hiçbir zaman böylesine tatlı gelmemişti. Bırakıyordu Madam Peloux konuşsun; ona zaman bahşeden ekşi sese şükrediyordu. Charlotte Peloux’yu basık bir koltuğa, duvarları resimli ipeklerle döşenmiş küçük salonun yumuşak ışığı altına oturtmuştu, eskisi gibi. Kendisi de, gayri ihtiyari, eskisi gibi, onu dik durmaya, çenesini kaldırmaya zorlayan sert arkalıklı iskemleyi çekmişti. Aralarındaki masanın kabarık işlemeli antika örtüsü üzerinde, eskisi gibi, yarı yarıya beyaz alkol dolu kristal sürahi, mika yaprağı kadar ince titreşen kadehler, buzlu su ve tuzlular...

Page 75: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

75

- Güzelim! Rahat rahat görüşebileceğiz gene, rahat rahat, diye ağlıyordu Charlotte. Benim düsturumu bilirsin: Başınız dertteyken dostlarınızı aramayın, onlarla sadece mutluluğunuzu paylaşın. Caniko evden uzak kaldığı sürece seni özellikle aramadım, anlıyor musun? Şimdi ki her şey yolunda, çocuklarım mutlu, bak bunu haykırıyorum, kendimi senin kollarına atıyorum, o güzel hayatımızı bıraktığımız yerden sürdüreceğiz... Durdu, bir sigara yaktı, aktris kadar yetenekliydi bu eslerde: - ...Caniko’suz, elbette. - Elbette, diye onayladı Léa, gülümseyerek. Léa eski düşmanını şaşkın bir memnuniyetle izleyip dinliyordu. Gayri insani gözler, geveze ağız, bıngıl bıngıl hareketli kısa beden; bütün bunlar buraya sadece, Léa’nın metanetini sarsmak, onu eskisi gibi küçük düşürmek için gelmişlerdi, hep eskisi gibi. Ama Léa da, eskisi gibi, cevabı yapıştırmayı, küçümsemeyi, gülümsemeyi, doğrulmayı başaracaktı. Dün ve daha evvelki günler sırtına binmiş o kederli ağırlık dahi erir gibiydi. Doğal, bildik bir ışık salona doluyor, perdelerde oynuyordu. “İşte” diye düşündü Léa, neşeyle. “Geçen yıla göre biraz daha yaşlanmış iki kadın, her zamanki kırıcılık, rutin laflar, bön bir şüphecilik, birlikte yenen yemekler; sabah finans gazeteleri, akşam üstü rezaletlerin dedikodusu, tüm bunlara tekrar girişmeli, madem ki hayat bu, madem ki benim hayatım bu. Aldonza’lar, la Berche’ler, Lili’ler ve kimsesiz birkaç yaşlı bey. Hepsi, içki kadehinin, iskambil kağıtlarının ve belki, pek yakında peyda olacak çocuk için örülmeye başlanmış bir çift patiğin yan yana durduğu oyun masasının etrafında sığışmış... Tekrar başlayalım, madem elimizi eteğimizi çekiyoruz. Hadi neşeyle girişelim bu işe, madem bunlara aşinayım, eski bir yaranın izine aşina olunur gibi...” Ve Léa, açık renkli gözler ve gerginliğini kaybetmiş bir ağızla gelinini oburca anlatan Charlotte Peloux’yu dinlemek üzere kuruldu. - Biliyorsun sen Léa, değil mi, benim hayattaki en büyük arzum hep rahat ve huzur olmadı mı? İşte nihayet onlara kavuştum. Caniko’nun kaçışı, sonuçta bir gençlik çılgınlığıydı. Niyetim hiç seni suçlamak değil Léa, ama kabul et, on dokuz ile yirmi beş yaş arası delikanlı hayatı sürecek hiç zamanı olmadı Caniko’nun, değil mi? İşte bu kez, üç ay delikanlı hayatı yaşadı! Dünyanın sonu mu! - Böylesi daha da kıymetli, dedi Léa, ciddi havasını koruyarak. Genç karısına teminat vermiş oluyor. - Tam bu sözcüğü arıyordum! diye ciyakladı Madam Peloux, yüzü ışıldayarak. Teminat! O günden beri, sanki rüyalar alemindeler. Ve biliyor musun, iyice kurtlarını döktükten sonra eve dönen bir Peloux erkeği, bir daha hiç çıkmaz o evden! - Aile geleneğiniz midir? diye sordu Léa. Ama Charlotte duymazlıktan geldi.

Page 76: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

76

- Evde de zaten fevkalade karşılandı. Küçük karıcığı, ah! İşte o kız, Léa... Biliyor musun, ne çok küçük karı gördüm, ama Edmée ayarında birini hiç görmedim. - Annesi pek takdire şayandır, dedi Léa. - Düşün, düşün ki güzelim, Caniko onu bana bırakalı üç ay olmuştu, bu arada bir parantez açayım, kız şanslı ki, ben vardım. - Ben de tam bunu düşünüyordum, dedi Léa. - Ve dostum, ne bir sitem, ne bir patırtı, ne acemice bir girişim, hiç, hiç! Sabrın, yumuşaklığın ta kendisi, bir azize suratı, azize! - Korkunç, dedi Léa. - Ve bizim haydut oğlan, bir sabah, orman gezintisinden dönercesine ağzı kulaklarında çıkageldiğinde, tek sitemde bulundu mu sanıyorsun? Hayır! Tık yok! Tabii Caniko da, dibinde kendini pek rahat hissetmiyor olmalıydı... - Ya? Niye ki? dedi Léa. - E canım, ne de olsa... Ama güzel karşılanmak hoşuna gitti ve yatak odasında barıştılar, şrak, öylesine, hiç beklemeden. Ah! Yemin ederim, o saat, yeryüzünde benden mutlu kadın yoktu! - Edmée hariç belki, diye önerdi Léa. Ancak Madam Peloux tepeden tırnağa ruhaniydi; kanatlarını muhteşem bir biçimde çırptı: - Aklın nereye gidiyor senin! Ben sadece yeniden kurulan yuvayı kastediyordum. Ses tonunu değiştirdi, gözünü ve dudağını büzdü: - Zaten ben bu kızcağızı kendinden geçmiş, zevkten çığlığı basarken tahayyül edemiyorum... Yirmi yaş... peh... daha kem küm yaşıdır. Sonra, laf aramızda, tahminimce annesi soğuk bir kadın olmalı. - Aile kültün seni saçmalatıyor, dedi Léa. Charlotte Peloux masumiyetle kocaman gözlerinin dibini gösterdi; okunacak hiçbir şey barındırmayan. - Yok canım, yok canım! Irsiyet, ırsiyet! İnanırım ben buna. Ve oğlum ki fantezinin ta kendisidir... Ne yani, fantezinin ta kendisi olduğunu bilmiyor musun? - Unutmuş olmalıyım, diye özür diledi Léa. - Oğlumun geleceğine inanıyorum ben. Evini sevecek, ben evimi nasıl sevmişsem, servetini idare edecek, çocuklarını sevecek, ben onu nasıl sevmişsem... - Bu kadar kederli şeyi birden öngörme! diye rica etti Léa. Genç insanların evleri nasıl? - Kasvet, diye miyavladı Madam Peloux. Kasvet! Menekşe rengi halılar! Menekşe rengi! Siyah ve altın yaldızlı bir banyo. Mobilyasız bir salon, benim kadar şişko bir alay Çin vazosu! Dolayısıyla, ne oluyor: Hep Neuilly’deler. Zaten, kendini beğenmişlikten sayma, kız bana tapıyor. - Sinirleri bozulmadı mı? diye sordu Léa, ilgiyle.

Page 77: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

77

Charlotte Peloux’nun gözü parladı: - Onun mu? Öyle bir risk yok, güçlü biriyle muhatabız. - Muhatabız derken, kimi kastediyorsun? - Özür dilerim, tatlım, alışkanlık işte... Karşımızda nasıl diyeyim, bir beyin var, gerçek bir beyin. Sesini yükseltmeden emirler verişi, Caniko’nun esprilerini kaldırışı, bir kan kusup kızılcık şerbeti içtim deyişi var ki... Hakikaten merak ediyorum, oğlum için gelecekte gerçek bir tehlike arzetmesin bu. Léa’cığım korkuyorum ki kız, o çok orijinal mizacı söndürmesin... - Ne? Caniko yelkenleri suya mı indirdi? diye kesti Léa. Az daha içki al, Charlotte, Speleieff’inki bu, yetmiş dört yıllık, bebelere içirtebilirsin... - Yelkenleri suya indirdi doğru laf değil de, pek, pek bir... kanı donuk... - Soğukkanlı mı? - Aynen dediğin gibi. Mesela, seni görmeye geldiğimi öğrendiğinde... - Nasıl, buraya geldiğini biliyor mu? Yanaklarına kan sıçrayan Léa, duyduğu taşkın heyecana ve ufak salondaki aydınlığa lanet etti. Madam Peloux, yumuşacık bakarak Léa’nın heyacanlanmasının tadını çıkarıyordu. - Tabi ki biliyor. Kızarma böyle tatlım! Ne çocuksun! - Bir kere, döndüğümü sen nasıl öğrendin? - Aman Léa, sorma yle sorular. Her yerde görülmüşsün... - Caniko’ya döndüğümü söyledin demek... - Hayır tatlım, ben ondan öğrendim. - Ha, o sana... Tuhaf. Léa, kendi sesinde kalbinin atışını duyuyor, uzun cümleler kurma riskini göze almıyordu. - Hatta şunu ekledi: Madam Peloux, gidip Nunun’un hâl ve hatırını sorsanız, memnun olurum. Sana hâlâ öyle bir şefkat duyuyor ki, bu çocuk! -Ne teveccüh! Madam Peloux, pancarlaşmış bir yüzle yıllanmış alkole kendini kaptırmış, rüyadaymış gibi başını salla sallaya konuşuyordu. Ama menevişli koyu renk göz hâlâ sağlam ve sert, Léa’yı gözetliyordu; dimdik, kendine karşı zırhlarını kuşanmış, kimbilir hangi darbeyi bekleyen Léa’yı. - Teveccühmüş. Ama bu çok tabii bir şey. Bir erkek senin gibi kadını unutmaz, Léa’m. Ve... fikrimi sorarsan... Senden tek işaret gelsin, o ân... Léa, elini Charlotte Peloux’nun koluna dayadı: - Fikrini sormuyorum, dedi, yumuşaklıkla. Madam Peloux ağız kenarlarını sarkıttı: - Ah! Seni anlıyorum, seni onaylıyorum, diye iç geçirdi, ruhsuz bir sesle. İnsan senin gibi hayatını başka bir düzene sokunca... Bak, seni hiç konuşmadık bile! - Oysa bana öyle geldi ki...

Page 78: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

78

- Mutlu musun? - Mutluyum. - Büyük aşk mı? Yolculuk iyi geçti mi? Nazik mi? Fotoğrafı nerede? Rahat bir nefes alan Léa, gülümsemesini bıçak biler gibi biliyor, başını sallıyordu: - Hayır, hayır, hiçbir şey öğrenemeyeceksin! Kendin bul!... Hafiyelerin kalmadı mı Charlotte? - Hiçbir hafiyeye güvenmiyorum, diye karşılık verdi Charlotte Peloux. Filanca ya da falanca anlatıyor diye... yeni bir hayal kırıklığını yaşadığını... sıkıntıların olduğunu, hatta parasal sıkıntıların... Hayır! Sen benim dedikodulara karşı tavrımı bilirsin! - Kimse benim kadar bilemez. Charlotte’çuğum, tasalanmadan git. Dostlarımızın kaygılarını da dağıt. Aralık’la Şubat arası petrollerden kazandığımın yarısını onlar da kazanmıştır inşallah, sen onlara bunu temenni et. Madam Peloux’nun hatlarını yumuşatan alkolik bulut uçuverdi; net, kuru, ayılmış bir yüz ortaya çıktı. - Petrol hisseleri mi satın aldın! Tahmin etmeliydim! Ve bana söylemedin! - Hiç sormadın ki... Sadece aileni düşünüyordun, gayet doğal... - Sıkıştırılmış kiremitleri de düşünüyordum, çok şükür, diye üfürdü, boğuk boru sesi. - Ya! Sen de onu bana söylemedin. - Bir aşk rüyasını mı bölseydim? Asla! Léa’m gidiyorum, ama gene geleceğim. - Perşembe gelirsin, çünkü şimdi, Lolotte’um, senin Neuilly’deki Pazar günlerin... benim için bitmiştir. Perşembeleri burada toplanalım, ister misin? Sadece iyi dostlar, Aldonza ana, Bizim Muhterem Peder Barones’imiz, kısaca senin pokerin, benim örgüm... - Örüyor musun? - Henüz değil, yakında o da olur. Hı? - Sevinçten uçuyorum! Bak nasıl uçuyorum. Hem biliyor musun, evde bundan kimseye söz etmeyeceğim: ufaklık Perşembe’leri gelmeye, portonu içmeye kalkar! Bir öpücük daha tatlım... Tanrım, ne güzel kokuyorsun! İnsanın derisi daha az gergin olunca parfüm çok daha rahat nüfuz ediyor, fark ettin mi? Çok hoş oluyor. “Hadi git, hadi git...” Léa titreyerek, avluda uzaklaşan Madam Peloux’yu izliyordu. “Kötü yürekli planlarına koş! Kimse seni durduramaz. Ayağın burkuluyor! Ama düşmeyeceksin. Dikkatli şoförün arabayı kaydırmayacak, ağaca bindirmeyecek. Neuilly’ye varacaksın ve uygun bir ânı seçip –bugün, yarın, gelecek hafta- hiçbir zaman telaffuz etmemen gereken sözleri söyleyeceksin. Belki huzuru bulmuş olanları allak bullak etmeye

Page 79: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

79

çalışacaksın. Hiçbir şey yapamazsan, onları geçici olarak biraz titretebileceksin, tıpkı beni titrettiğin gibi...” Bacakları yokuş tırmanmış bir at gibi titrese de, Léa acı çekmiyordu. Kendisine ve verdiği yanıtlara öylesine özen göstermişti ki, memnundu. Teninde, bakışında hoş bir canlılık kalmıştı, mendilini avucunda yoğurup duruyordu, zira hâlâ harcayacak enerjisi vardı. Aklı Charlotte Peloux’ya takılmıştı. “İki köpek her zaman parçaladıkları terliğe nasıl kavuşursa, biz de birbirimizi öyle kavuştuk. Ne tuhaf! Düşmanım bu kadın ve teselliyi bana o getiriyor. Ne bağlıyız birbirimize...” Uzun uzun hayallere daldı, kaderinden kâh ürkerek kâh onu kabullenerek. Sinirlerinin gevşemesi ona kısa bir uyku bahşetti. Oturduğu yerde yanağını dayamış, rüyasında, yanıbaşındaki ihtiyarlığına daldı, birbirinin eşi günleri düşledi, olgun kadınları önce korseden, sonra saç boyasından, nihayet güzel iç çamaşırlarından caydıran o alçaltıcı boşvermişlikten korunmuş gördü kendini; Charlotte Peloux’yla aralarındaki o canlı, saatleri kısaltan rekabet sayesinde. Ve şimdiden, ihtiyarların vicdansız zevklerini tattı: Gizli mücadele, cinayet arzuları, evrende tek varlığı, sadece tek noktayı esirgeyen o dipdiri, her daim taze fekelaketler beklentisinden ibaret zevkler, ve şafağınkine benzer pembe bir gurubun ışığında şaşkınlıkla uyandı. “Ah! Caniko...” diye iç çekti. Ama bu, geçen yılki boğuk ve aç çağrı değildi, ne de geçen yılki gözyaşları, ne de acı çeken ve bir zihinsel kötülük sizi mahvetmek istediğinde doğrulan tüm bedenin isyanı... Léa kalktı, yastıktaki nakışların izi geçmiş yanağını ovdu... “Zavallı Caniko’m... Ne tuhaf, düşündükçe ki, sen yıpranmış eski metresini, ben de skandal kahramanı genç aşığımı kaybedince yeryüzünde sahip olduğumuz en saygın şeyi kaybettik...” Charlotte Peloux’nun ziyareti üzerinden iki gün geçti. Léa, kendisine uzun gelen o iki gri güne sabırla, çırak ruhuyla katlandı. “Madem artık böyle yaşamak gerekecek, o zaman işe koyulalım” diyordu içinden. Ama öylesine sakarlıkla ve yersiz bir gayretkeşlikle işe girişiyordu ki, acemilikten yılıyordu. İkinci gün, sabah on bire doğru çıkmak, Göller’e kadar yürümek istedi. “Köpek alırım” diye planladı. “Bana arkadaşlık eder, beni yürümeye zorlar.” Rose, yazlık dolapların dibinde, kalın tabanlı bir çift sarı postal, otlak ve orman kokan bir süssüz kostüm aramak zorunda kalmıştı. Léa, kimi ayakkabıların, kumaşı sert kimi giysilerin insana yüklediği kararlı havayla, dışarı çıktı. “On yıl önce olsaydı, yanıma bir de baston almaya cesaret ederdim”, dedi içinden. Daha evinin civarında, ardından gelen hafif ve hızlı adımı tanır gibi

Page 80: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

80

oldu. Kovmaya vakit bulamadığı şaşırtıcı bir korku onu adeta uyuşturdu, farkına varmadan durdu. Tanımadığı bir genç adam yetişti, sonra önünden geçti; ona hiç bakmadı bile. Léa rahatlayarak nefes aldı: “Çok aptalım!” Ceketine takmak için koyu renk bir karanfil satın aldı, yoluna devam etti. Ama karşısında, otuz adım ötede, caddedeki çime inmiş yarı saydam siste, bir erkek silueti dimdik bekliyordu. “Bu kez bu ceketi, bastonunu döndürme şeklini tanıyorum... A hayır, teşekkürler, ayağımdaki postallar ve şişman gösteren ceketle görsün istemem. Onunla karşılaşacaksam, bari başka türlü görsün, kahverengiye hiçbir zaman tahammül edemedi bir kere... Yok, yok, ben eve dönüyorum...” O anda, bekleyen adam boş bir taksiyi durdurdu, bindi ve Léa’nın önünden geçti; kısa küçük bıyıklı, sarışın bir delikanlıydı. Léa gülümsemedi, artık rahatlayıp iç geçirmedi, tornistan etti, gerisin geri eve döndü. - Bir üşendim ki Rose... Bana şeftali çiçeği rengi *teagown’umu ver, yenisini, bir de kolsuz işlemeli maşlahımı. Boğuluyorum bu yünlüler içinde. “Israr etmenin alêmi yok. İki kez üst üste, Caniko değildi; üçüncüsünde Caniko olur. Kaderin bu pusularını ben bilirim. Buna karşı hiçbir şey yapılamaz ve bugün böyle şeyleri göğüsleyecek güçte değilim, lapa gibiyim.” Gün boyunca yalnızlık deneylerini sabırla uyguladı. Öğle yemeği sonrasında sigaralar ve gazeteler ona eğlenceli geldiler ve telefonları kısa süren bir seviçle karşıladı: Önce barones de la Berche’inki, sonra eski aşığı, bir gün önce evin önünden geçerken gördüğü, şimdi ona bir çift at satmayı teklif eden yakışıklı Speleyf’inki. Sonra, bir saatlik korkutucu mutlak sessizlik. “Dur, dur....” Elleri iki kalçasında, çıplak kollarını açıkta bırakan altın ve gül işlemeli şahane maşlahın kuyruğunu sürüyerek yürüyordu. “Dur, dur... anlamaya çalışalım. Artık bu çocuğa ölüp bayılmadığım anda moralimin bozulmasına izin verecek değilim. Altı aydır yalnız yaşıyorum. Güney’de çok iyi idare ettim. Bir kere, orada hep hareket hâlindeydim. Riviera ya da Pirene ahbaplıklarının iyi yanı şuydu: Çekip gittiklerinde öyle taze hissediyordum ki kendimi... Yanığa ilaçlı yakı dayamak gibi: İyileştirmez ama acıyı azaltır. Tabii... pansumanları sürekli tazelemek koşuluyla. Ama altı ay süren bu avarelik, bir hilkat garibesiyle evlenmiş *teagown: çay saatinde giyilen ev elbisesi

Page 81: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

81

çirkin Sarah Cohen’in öyküsüne benziyor. Kadın dermiş ki, ‘Ne zaman kocama baksam, sanırım ki güzelim’. “Ama ben altı ay öncesinde de, yalnız yaşamanın ne olduğunu biliyordum. Örneğin Speleieff’i terkettiğimde nasıl yaşamıştım ki? Ha evet, Patron’la barlarda, meyhanelerde sıkı sürtmüştük ve çok çabuk Caniko yanımda bitmişti. Ama Speleieff’ten önce, küçük Lequellec’i ailesi benden söküp almış, evlendirmişti... Zavallı yumurcak, gözündeki o yaşlar... Ardından dört ay yalnız kaldığımı anımsıyorum. Ne ağlamıştım, ilk ay. Yok canım, Bacciocchi’nin ardından ağlamıştım öyle... Ama ağlamalar bittiğinde, yalnızlığımdan öyle memnundum ki, kabıma sığamıyordum. Evet! Ama Bacciocchi döneminde yirmi sekizimdeydim, Lequellec’den sonra otuzumda, ve ikisi arasına kim girmişti? Önemi yok. Speleieff’ten sonra, onca paranın bunca kötü çarçur edilmesi midemi bulandırmıştı. Caniko’dan sonra ise.... elli yaşındayım ve onu yedi yıl yanımda tutma ihtiyatsızlığını gösterdim.” Alnını kırıştırdı, somurtgan bir dudak büzmeyle kendini çirkinleştirdi. “Oh olsun bana, benim yaşımda aynı aşıkla yedi yıl oturulur muymuş? Yedi yıl! Bende kalan ne varsa, hepsini tüketti. Bu yedi yıldan, koskoca bir acı yerine, iki üç minik rahat mutluluk sökebilirdim... Yedi yıllık ilişki, koca peşinden sömürgelere gitmek gibi bir şey: Döndüğünüzde kimse artık sizi tanımaz, doğru düzgün giyinmeyi de unutmuşsunuzdur.” Léa gücünü idareli kullanmak için zile basıp Rose’u çağırdı, ufak boy danteller dolabını birlikte düzene soktular. İnen gece, lambaları yaktı ve Rose’u ev işlerine alıp götürdü. “Yarın” dedi içinden Léa. “Arabayı çağırtıp Speleieff’in Normandiya’daki harasını ziyarete gidiyorum. İsterse la Berche anayı da götürürüm, eski atlarını hatırlar. Ve açıkçası, Speleieff bana göz süzerse, o zaman belki de...” Tuvalet masasının ve gölgede parlayan şahane yatağının etrafında dolanabilecek hayaletleri yanıltmak için, bir gayret, esrarengiz, kışkırtıcı,

Page 82: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

82

gülümsedi. Ama kendini buz gibi, başkasının şehvetine karşı küçümsemeyle dolu hissetti. İnce balık dilimi ve tatlıdan ibaret akşam yemeği teneffüs gibi geldi. Bordeaux yerine sek şampanya içti ve masadan ayrılırken şarkılar mırıldandı. On bir olmuştu ki, Léa odasında iki pencere arasındaki panoları bastonla ölçüyor, tüm boy aynaların yerine çiçekli, balkonlu eski resimler asmayı tasarlıyordu. Esnedi, başını kaşıdı, gece hazırlığı için zile bastı. Rose uzun ipek çoraplarını çıkarırken, Léa, hakkından geldiği, geçmişe yuvarladığı gününü gözden geçiriyor ve bu geçmiş gün, yerine getirilmiş bir ödev gibi onu hoşnut ediyordu. Gece aylaklık tehlikesinden koruyacağı için, uyku ve uykusuzluk saatlerini hesaplamaya çalışıyordu. Huzursuz insan, geceyle birlikte yüksek sesle esneme, iç geçirme, sütçü arabasına, çöpçülere, öten kuşlara lanetler yağdırma hakkına da kavuşur. Tuvaletini tamamlarken, zararsız ve hiç gerçekleştirmeyeceği projeleri tasarlıyordu. “Aline Mesmacker bar-lokanta açtı, muazzam para basıyor... Tabii bu hem meşguliyet, hem yatırım... Ama kendimi kasaya kurulmuş göremiyorum, yönetici tutarsam da, o zaman işin ne manası kalır? La Berche ana dedi ki, Dora’yla şişman Fifi birlikte gece kulübü işletiyorlarmış. Çok moda bu. Özel bir müşteriyi çekmek için kolalı yakalar, smokin ceketler de giyiyorlarmış. Şişman Fifi’nin yetişme çağında üç çocuğu var, bu bir bahane sayılır... Kühn de sıkılıyor, birikmiş paramı alıp yeni bir terzi dükkânı açmaya can atıyor...” Pompei hamamlarını andıran banyosunda, kiremit pembesi bir ışığın vurduğu çıplak bedenine sandalağacı parfümü sıkıyor, katlanmış bekleyen uzun ipekli geceliğini bilinçdışı bir hazla açıyordu. “Bunlar laf-ı güzaf. Ben çalışmayı sevmediğimi gayet iyi biliyorum. Haydi yatağa, Madam! Sizin başka tezgâhınız olmaz, müşterileriniz de çekip gittiler.” Astarı pembemsi ışık saçan beyaz ganduraya sarındı, tuvalet masasına döndü. Yukarı kaldırdığı iki kol, boyadan sertleşmiş saçlarını tutup taradılar, yorgun yüzünü çepeçevrelediler. Kolları, dolgun ve adeleli koltukaltından yuvarlak bileğe kadar hâlâ öyle güzeldi ki, Léa onlara bir süre hayranlıkla baktı. “Bu kadar eski bir vazo için, ne güzel kulplar böyle!” Ensesine gelişigüzel sarı bir tarak sapladı, karanlık bir dolap rafından fazla heveslenmeden bir polisiye roman çekip aldı. Güzel ciltlere merakı yoktu ve kitaplarını dolap diplerine, boş kartonlarla ilaç kutuları arasına atma alışkanlığını hiç yitirmemişti. Eğilip, örtüsü kaldırılmış geniş yatağının ince, soğuk patiskası üstünde elini gezdirirken, avlunun gürültülü zili çınladı. Kalın, yuvarlak, tuhaf ses gece yarısına meydan okudu. “Bu da nenin nesi...” dedi Léa, yüksek sesle. Ağzı açık, nefesini tutarak dinliyordu. İkinci zil, ilkinden de dolu doluydu ve Léa, korunma ve edep içgüdüsüyle yüzünü pudralamaya koştu. Rose gelsin

Page 83: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

83

diye zile basacaktı ki, giriş kapısının çarptığını, holde yürüyen ve merdivenleri tırmanan adımları, birbirine karışan iki sesi, hizmetkârınkini, bir de ötekini duydu. Karar verecek zamanı olmadı, hoyrat bir el kapıyı açtı. Caniko karşısındaydı, solgun ve aksi suratlı; açık pardösüsünün altında smokini, başında şapkası. Caniko kapattığı kapıya sırtını dayayıp kıpırdamadı. Saldırıya uğrayacak bir adamın serseri bakışıyla, özel olarak Léa’ya değil, tüm odaya bakıyordu. Daha bu sabah, siste hayal meyal seçilmiş siluet karşısında titreyen Léa, şimdi, yatmaya hazırlanırken yakalanmış bir kadının hoşnutsuzluğundan başka rahatsızlık hissetmiyordu. Sabahlığını örttü, tarağını doğru düzgün yerleştirdi, düşürdüğü terliği ayağıyla aradı. Kızardı, ama yanakları eski renklerine kavuştuğunda, eski sükûneti de görünürde geri gelmişti. Başını kaldırdı ve siyahlar içinde beyaz kapıya dayanmış bu delikanlıdan daha uzun boylu göründü. - Bu ne biçim giriş böyle, dedi Léa, epeyce yüksek sesle. Şapkanı çıkarıp merhaba diyebilirsin. -Merhaba, dedi Caniko, kurumlu bir sesle. Kendi sesine şaşırmış göründü, etrafına daha insan gibi baktı, gözlerinden ağzına bir nevi gülümseme indi ve yumuşakça tekrarladı: - Merhaba... Şapkasını çıkardı, iki üç adım ilerledi. - Oturabilir miyim? - Canın istiyorsa, dedi Léa. Caniko pufa oturdu ve Léa’nın ayakta kaldığını gördü. - Giyiniyor muydun? Çıkmıyor musun? Léa, hayır diye işaret etti, uzağına oturdu, eline bir tırnak parlatıcı aldı ve konuşmadı. Caniko bir sigara yaktı ve yaktıktan sonra sigarayı içmek için izin istedi. - Canın istiyorsa, diye yineledi Léa, kayıtsız. Caniko sustu, gözlerini indirdi. Sigara tutan eli hafifçe titriyordu, bunu fark etti, elini masanın kenarına dayadı. Léa ağır hareketlerle manikürüne dalmıştı, ara sıra Caniko’nun yüzüne, özellikle indirilmiş gözkapaklarına, kirpiklerin koyu saçağına kısa bir bakış fırlatıyordu. - Kapıyı gene Ernest açtı, dedi Caniko, nihayet. - Niye Ernest açmayacaktı? Sen evleniyorsun diye personelimi de mi değiştirmeliydim? - Hayır... Onu demek istemedim... Yeniden sessiklik çöktü. Léa sessizliği bozdu. - Şu pufun üstünde daha çok oturmaya niyetli misin, öğrenebilir miyim? Gece yarısı niçin evime girmeye cesaret ettiğini bile sormuyorum... - Sorabilirsin, dedi Caniko, heyecanla. Léa başını salladı: - Beni ilgilendirmiyor.

Page 84: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

84

Caniko sertçe kalktı, puf arkasından yuvarlanırken Léa’ya doğru yürüdü. Léa, Caniko’nun dövecekmiş gibi üstüne eğildiğini hissetti ama gerilemedi. “Bu dünyada beni ne korkutabilir ki?” diye düşünüyordu. - Ah! Demek buraya niye geldiğimi bilmiyorsun? Demek niye geldiğimi öğrenmek istemiyorsun? Paltosunu söküp attı, şezlonga fırlattı, boğuk ve muzaffer bir tonla Léa’nın yüzüne çok yaklaşarak bağırdı: - Geri dönüyorum! Léa elindeki zarif pensi telaşsızca kapattı, sonra parmaklarını kuruladı. Caniko, tüm gücünü harcamış gibi, kendini yeniden pufa bırakmıştı. - Peki, dedi Léa. Geri dönüyorsun. Çok şeker. Bu konuda kime danıştın? - Kendime, dedi Caniko. Caniko’ya daha iyi hükmedebilmek için Léa da ayağa kalktı. Sakinleşen kalbinin atışları artık rahat nefes almasına izin veriyordu ve Léa kusursuz oynamak istiyordu. - Niçin fikrimi sormadın? Kabadayı adetlerini bilen eski bir kankanım. Buraya girerken nasıl rahatsız edebileceğini düşünemedin... birini? Caniko, başı öne eğik, yatay bakışlarla odayı, kapalı kapıları, metal zırhlı yatağı, yataktaki lüks yastıklar bayırını teftiş etti. Hiçbir tuhaflık, yenilik görmedi ve omuz silkti. Léa daha fazlasını bekliyordu, ısrar etti: - Ne demek istediğimi anlıyor musun? - Gayet iyi anlıyorum, dedi Caniko. “Beyefendi” dönmediler mi? “Beyefendi” yatıya gelmiyorlar mı? - Bunlar seni ilgilendirmez küçük, dedi Léa, sükûnetle. Caniko dudağını ısırdı ve sigara külünü asabiyetle mücehver çanağına silkti. - Oraya değil, kaçtır söylüyorum! diye bağırdı Léa. Kaç kere tekrarlamalı... Sustu ve gayri ihtiyari, alışılmış kavgaların tonuyla konuştuğu için kendine kızdı. Ama Caniko duymuş görünmüyor, bir yüzüğü, Léa’nın yolculukta satın aldığı zümrüt yüzüğü inceliyordu. - Ne... Nedir bu, diye geveledi. - Bu mu? Zümrüt. - Kör değilim! Demek istediğim: Bunu sana kim verdi? - Tanımazsın. - Harika valla! dedi Caniko, acılıkla. Bu ses tonuyla tüm otoritesi geri gelen Léa, üstünlüğü kendisine terketmiş çocuğu az daha şaşkına çevirme zevkine kapıldı. - Ne hoş değil mi? Her yerde pek iltifat alıyor bu yüzük. Çerçevesini gördün mü, şu küçük pırlantaları... - Yeter! diye bağırdı Caniko öfkeyle, yumruğunu narin masaya indirip. O şokla güllerin yaprakları döküldü ve bir porselen çanak, kırılmadan kalın halıya yuvarlandı. Léa’nın telefona doğru uzattığı eli Caniko sertçe durdurdu: - Telefondan ne istiyorsun? - Karakolu aramak, dedi Léa.

Page 85: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

85

Caniko iki kolundan tuttu, telefonu uzağa iterek yaramaz çocuğu oynadı. - Tamam, tamam, peki, şakanın sırası değil! Ne desek hemen drama çeviriyorsun... Léa oturdu, Caniko’ya sırtını döndü. Caniko ayakta kalmıştı, elleri boş, ağzı somurtgan bir çocuğunki gibi şişkin ve aralık. Siyah bir tutam saç kaşının üstüne düşüyordu. Léa, kaçamak bakışlar fırlattığı aynadan onu gözetledi; Caniko oturdu ve yüzü aynanın dışına çıktı. Bu kez Léa, Caniko’nun kendsini sırttan, dalgalı ganduranın genişlettiği bedeniyle gördüğünü hissetti ve rahatsız oldu. Tuvalet masasına döndü, saçlarını taradı, küçük tarağını gene saçına sapladı, sanki dalgınlıkla hareket ediyormuş gibi, bir parfüm şişesini açtı. Caniko başını kokuya döndürdü. - Nunun! diye seslendi. Léa cevap vermedi. - Nunun! - Özür dile, diye emretti Léa, dönmeden. Caniko sırıttı: - Daha neler! - Zorlamıyorum. Ama gideceksin. Hem de hemen... - Özür dilerim! dedi Caniko, aceleyle ve huysuzca. - Daha iyi bir özür istiyorum! - Özür dilerim, diye yineledi Caniko, pek alçak sesle. - Hah şöyle! Léa geldi, elini öne doğru eğilmiş başta hafifçe gezdirdi: - Anlat hadi. Caniko ürperdi ve silkindi: - Ne anlatmamı istiyorsun? Anlaşılmayacak bir şey yok. Döndüm, hepsi bu. - Anlat, hadi anlat. Caniko, ellerini dizleri arasında sıkarak, oturduğu yerde sallanıyordu. Başını Léa’ya doğru kaldırsa da ona bakmıyordu. Léa Caniko’nun beyaz burun kanatlarındaki iniş çıkışı, kendini dizginlemeye çalışan hızlı nefesi duydu. Bir kez daha “Hadi, anlat...” demesi ve onu düşürmek ister gibi parmağıyla itmesi yetti. Caniko seslendi: - Canım Nunun! Canım Nunun! Tüm gücüyle ona doğru atıldı; sarıldığı uzun bacakları büktü. Léa oturuyordu, Caniko’nun yere kayışına, gözyaşları, düzensiz sözler, dantellerine ve kolyesine takılan, elbise altındaki omuz biçimini, saçlarında kulağının yerini arayan el yoklamalarıyla üstüne yuvarlanmasına müdahale etmedi. - Canım Nunun! Sana kavuştum! Nunum’um benim! Nunun’um, omzun, sonra gene o kokun, ve kolyen, Nunun’um, ah şahane... Ve saçlarındaki o yanık tad, ah!... Şahane... Başını devirmişti ve göğsünden, son nefes gibi, bu aptalca sözcük yükseliyordu. Diz çöküp Léa’yı kucaklıyor, ona kâhküllü alnını, gözyaşların

Page 86: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

86

ıslattığı titrek ağzını, ışıldayan yaşlarla sevincin aktığı gözlerini sunuyordu. Léa, öyle derinden, Caniko olmayan her şeyi öylesine unutarak baktı ki, onu öpmek aklına gelmedi. Kollarını boynuna doladı, onu hafifçe sıktı, fısıldadığı sözcüklerin ritmiyle: - Küçüğüm... Kötü oğlanım... İşte buradasın... İşte geri geldin... Ne yaptın gene sen? Öyle kötüsün ki... Güzelim benim... Caniko ağzını kapamış, yavaşça inliyor, artık konuşmuyordu: Léa’yı dinliyor, yanağını göğsüne dayıyordu. Yalvardı, “Daha!” diye, ve ağlamaktan korkan Léa, sevecen mırıltısını kesip onu aynı tonda azarladı: - Kötü kalpli hayvan... Seni kalpsiz küçük şeytan... Seni serseri... Caniko gözlerini minnetle kaldırdı: - Evet, azarla beni! Ah! Nunun... Léa onu daha iyi görmek için uzaklaştırdı: - Beni seviyordun demek? Caniko çocuksu bir mahcubiyetle gözlerini indirdi: - Evet Nunun. Tutamadığı boğuk küçük kahkaha, Léa’ya, hayatının en korkunç sevincine kapılmak üzere olduğunu bildirdi. Bir sarılış, bir düşüş, açık yatak, aynı kesik hayvanın iki yaşayan parçası gibi birbirine kenetlenecek iki beden... “Hayır, hayır” dedi içinden Léa, “Daha değil. Ah, daha değil...” - Susadım, diye inledi Caniko. Nunun, susadım... Léa hemen kalktı, ılıklaşmış sürahiye dokundu, çıktı, hemen geri geldi. Caniko yerde yumak olmuş, başını pufa dayamıştı. - Sana limonata getiriyorlar, dedi Léa. Orada durma. Şezlonga gel. Şu lamba rahatsız ediyor mu? Léa hizmet etme ve emretme zevkiyle titriyordu. Şezlonga oturdu ve Caniko bedeninin yarısını onun üzerine yatırdı. - Şimdi anlat bana azıcık... Rose’un gelişi sözünü kesti. Caniko yerinden kalkmadan özlemle başını Rose’a doğru çevirdi: - Merhaba Rose. - Merhaba Mösyö, dedi Rose, ölçülülükle. - Rose, yarın sabah saaat dokuzda, şey isterim... - Çörek ve sıcak çikolata, diye tamamladı Rose. Caniko huzurlu bir nefesle gözlerini yumdu: - Beynimi okuyorsun!... Rose, yarın sabah nerede giyiniyorum? - Tuvalet odasında, diye karşılık verdi Rose, hoşgörüyle. Yalnız oradaki kanapeyi kaldırmak gerekecek, eskisi gibi tıraş takımlarınızı da yerleştirmeli, öyle değil mi? Gururla uzanmış yatan ve limonata içirdiği “kötü bebeği”ne eliyle destek olan Léa’yı gözüyle sorguluyordu. - Nasıl istersen, dedi Léa. Bakarız. Yukarı çıkabilirsin, Rose.

Page 87: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

87

Rose gitti ve ardından gelen sessizlikte, sadece belli belirsiz bir rüzgâr mırıltısı ve ay ışığının yanılttığı kuşun sesi duyuldu. - Caniko, uyuyor musun? Caniko av köpeği soluğuyla yanıt verdi. - Hayır, Nunun, uyuyamayacak kadar iyiyim. - Söyle küçük... Orada kimsenin canını yakmadın, değil mi? - Evde mi? Hayır, Nunun. Katiyen, yemin ederim. - Kavga filan? Caniko, güven dolu başını kaldırmadan Léa’ya aşağıdan bakıyordu. -Yok ya, Nunun. Gittim, çünkü gittim. Kız çok şeker, hiçbir şey olmadı. - Hııı... - Ama mesela, bir şeyler sezmediğini iddia edemem. Bu akşam, yüzünde o yetimlik hâl dediğim şey vardı, biliyor musun, güzel saçları altında kopkoyu gözleriyle... Ne güzel saçları olduğunu biliyorsun, değil mi? - Evet... Léa tek hecelerle yanıtlıyordu, uykusunda alçak sesle konuşan birini dinlermiş gibi. - Hatta sanırım, beni bahçeden geçerken de gördü. - Ya? - Evet, balkondaydı, beyaz kehribar elbisesiyle, öyle donuk bir beyaz ki, öf! sevmiyorum o elbiseyi... O elbise bana akşam yemeğinden beri çekip gitme arzusu veriyordu... - Ya... - Evet ya Nunun. Beni gördü mü bilmiyorum. Ay henüz yükselmemişti. Ben beklerken yükseldi ay. - Sen nerede bekliyordun ki? Caniko elini belirsizce caddeye doğru uzattı. - Orada. Bekliyordum, anlarsın ya. Görmek istiyordum. Uzun süre bekledim. - Ama neyi? Caniko âniden koptu, uzağa oturdu. Barbarca şüpheci ifadesine büründü: - Mesela, burada kimsenin bulunmadığına emin olmak istiyordum. - Öyle mi? Şey mi düşünüyordun... Léa küçümsemeyle gülmekten kendini alamadı. Evinde bir aşık? Caniko hayatta olduğu sürece, bir aşık? Gülünçtü. “Ne aptal şey!” diye düşündü, coşkuyla. - Gülüyor musun? Caniko ayağa kalkıp önüne dikilmiş, alnına dayadığı eliyle Léa’nın başını itiyordu. - Gülüyorsun? Benimle alay mı ediyorsun? Bir... aşığın var mı? Biri var mı? Konuştukça öne eğiliyor, Léa’nın ensesini şezlongun arkalığına yapıştırıyordu. Léa hakaretler savuracak ağzın soluğunu gözkapaklarında duydu, alnını, saçlarını buruşturan elden kurtulmak için çaba harcamadı. - Cesaret edip söyle bakalım, aşığım var de!

Page 88: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

88

Léa, o güzel yüzün yaklaşmasıyla kamaşan gözlerini kırptı, nihayet boğuk bir sesle konuştu. - Hayır. Aşığım yok. Seni seviyorum... Caniko onu bıraktı ve smokininden, yeleğinden kurtulmaya koyuldu; kravatı havada ıslık sesiyle uçtu, Léa’nın şömine üstündeki büstünün boynuna dolandı. Bu arada Caniko Léa’dan kopmuyor, şezlongda dizlerini dizlerine dayamış, onu öylece tutuyordu. Léa Caniko’yu yarı çıplak gördüğünde, neredeyse utangaçça sordu: - İstiyorsun demek?… Öyle mi? - Caniko yanıt vermedi, pek yakında duyacağı hazla, Léa’yı yeniden alma

arzusuyla meşguldü. Léa boyun eğdi ve genç aşığına, dikkatli, ciddi bir aşık hizmeti verdi. Bu arada bir nevi dehşetle kendi çözülme anının yaklaştığını görüyor, Caniko’ya azapmış gibi katlanıyor, güçsüz elleriyle onu itiyor, güçlü dizleriyle tutuyordu. Nihayet kolundan yakaladı, hafifçe bağırdı, aşkın, ancak solgun yüzle, somurtganlıkla, ölüm arzusuyla yeniden yükselebildiği uçuruma düştü.

Birbirine kenetli kaldılar ve yeniden can bulduklarında uzun sessizliği hiçbir sözcük bozmadı. Caniko’nun gövdesi Léa’nın göğsüne kaymış, sevgilisi üstünde bıçaklanmışcasına, gözleri kapalı başı çarşafa sarkmıştı. Léa, az öte tarafa dönmüş, kendisine insaflı davranmayan bu bedenin neredeyse tüm yükünü taşıyordu. Hafifçe soluyor, ezilmiş sol kolu ağrıyordu. Caniko ensesinin uyuştuğunu hissetti. Ama her ikisi de, saygılı bir hareketsizlik içinde, hazzın kademe kademe azalan yıldırımı uzaklaşsın diye bekliyorlardı. “Uyuyor” diye düşündü Léa. Boş kalan eliyle tutmaya devam ettiği Caniko’nun bileğini yavaşça sıkıyordu. Ender biçimine aşina olduğu bir diz kendi dizini eziyordu. Kalbinin hizasında, bir başka kalbin düzenli, boğuk atışını duyuyordu. Caniko’nun favorisi, dayanıklı, etkin, yağlı çiçek ve egzotik ağaç karışımı parfüm ortalıkta dolanıyordu. “Burada işte” dedi içinden, Léa. Kör bir emniyet onu tepeden tırnağa sardı. İçinden “Ebediyen burada” diye haykırdı. Uyanık ihtiyatı, tüm hayatına rehberlik etmiş güleryüzlü sağduyusu, olgun yaşının kırgın duraksamaları, sonra vazgeçişleri, hepsi birden gerilediler, aşkın kendini beğenmiş âniliği karşısında uçup gittiler. “Burada! Evini, şapşal ve güzel küçük karısını terk ederek dönüverdi, bana döndü! Kim onu benden sökebilir ki? Şimdi, şimdi ben hayatımızı düzene sokacağım… O her zaman ne istediğini bilmez, ama ben bilirim. Bir süreliğine uzaklaşmak; bu mutlaka şart. Gizlenmiyoruz, ancak rahat etmek istiyoruz… Sonra ona bakmanın keyfini çıkarmalıyım. Onu sevdiğimi bilmediğim zamanlarda yeterince bakamamışım. Bana öyle bir diyar gerekli ki, onun kaprislerine de benim isteklerime de yeterince yer açsın. Ben ikimiz adına düşünürüm – o rahat rahat uyur…”

Page 89: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

89

Karıncalanmış ağrıyan kolunu, hareketsizliğin uyuşturduğu omuzunu ihtiyatla çekerken, Caniko’nun yana dönük yüzüne baktı, uyumadığını gördü. Gözünün akı parlıyor, siyah kirpikleri düzensizce kanat çırpıyordu. - Ne, uyumuyor musun? Léa onun ürperişini hisetti ve Caniko tek hareketle tüm bedenini döndürdü. - Sen de uyumuyordun, Nunun? Caniko başucu masasına doğru elini uzattı, lambaya erişti. Pembe ışık örtüsü yatağın üzerine serildi, dantellerin girinti çıkıntılarını ortaya çıkarttı, kuş tüyü yorganın şişko baklavaları arasına gölgelikler kazıdı. Caniko sırt üstü uzanmış, dinlenmelerinin ve şehvetli oyunlarının tanığı alana yeniden kavuşuyordu. Yanıbaşında dirseğine dayanmış Léa, sevdiği uzun kaşları okşuyor, Caniko’nun saçlarını geriye atıyordu. Uzanmış, saçları alnı etrafında dağılmış hâliyle, kudurmuş bir rüzgâr tarafından yere serilmiş gibiydi Caniko. Mineli duvar saati çaldı. Caniko âniden doğrulup oturdu. - Saat kaç? - Bilmiyorum. Bize ne? - Iı… öylesine soruyordum… Kısaca güldü ve hemen yatmadı. İlk sütçü arabası dışarıda camdan bir çanı salladı ve Caniko, caddeye doğru, belli belirsiz bir atılımda bulundu. Çilek rengi perdelerin arasından doğan gün, bir soğuk bıçak gibi içeri sızıyordu. Yeniden Léa’ya baktı; şaşkın çocuk, kuşkulu köpek dikkatini korkunçlaştıran bir kuvvet ve sabitlikle onu seyretti. Gözlerinin dibinden okunamaz bir düşünce yükseliyordu. Bu gözler, biçimleriyle, çok koyu şebboy tonlarıyla, sert ya da süzgün parlaklıklarıyla, bir şeyleri açık etmeyi değil, sadece yenmeyi bilmişlerdi. Omuzlarda genişleyen, belde incelen beden, dalgalardan sıyrılır gibi buruşmuş çarşaflardan sıyrılıyordu ve tüm varlığında mükemmel eserlerin melankolikliği vardı. - Ah! sen…, diye iç geçirdi Léa, esriklikle. Takdirleri sadelikle kabul etmeye alışkın Caniko, gülümsemedi. - Nunun, bakar mısın? - Söyle güzelim? Caniko tereddüt etti, gözlerini kırpıştırarak ürperdi: - Yorgunum… Hem sonra, yarın sen… Léa çıplak bedeni ve ağırlaşan başı şefkatle yastığa yatırdı. - Dert etme. Yat. Nunun burada değil mi? Hiçbir şeyi düşünme. Uyu. Bahse girerim, üşüyorsundur… Hadi, al şunu, ısınırsın… Léa, yatağın üzerinden topladığı kadın giysisinin ipeği ve yünüyle onu sarmaladı, ışığı söndürdü. Alacakaranlıkta omuzunu sundu, böğrünü mutlulukla çukurlaştırdı, kendisine eşlik eden soluğu dinledi. Hiçbir arzu duymuyor, uyumak da istemiyordu. “Onun işi uyumak, benimkisi düşünmek” diye kendi kendine tekrar ediyordu. “Gidişimizi öyle organize

Page 90: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

90

edeceğim ki çok şık, çok efendice olacak; asgari gürültü, asgari kedere yol açmak ilkesiyle hareket edeceğim… Baharda en hoşumuza gidecek yer Gündey’dir gene. Sadece kendimi dinlesem, rahat rahat burada kalmayı tercih ederdim. Ama Peloux ana, ama küçük hanım Peloux….” Léa bir an, pencere kenarına geceliğiyle dikilmiş merak içinde bir genç kadın imgesine takıldı, soğuk bir dürüstlükle omuz silkti: “Yapabileceğim bir şey yok. Kimine mutluluk... kimine... “ İpeksi siyah baş göğsünde kıpırdadı ve uyuyan aşık, rüyasında inledi. Léa yırtıcı bir kol hareketiyle onu karabasana karşı korudu. Daha uzun süre gözsüz, anısız, plansız kalsın, doğurmadığı “kötü bebeğe” benzesin diye salladı.

Page 91: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

91

Caniko epeydir uyanıktı ve hareket etmemeye imtina ediyordu. Yanağını kıvrık koluna dayamış, saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu. Tertemiz gök erkenci bir sıcağı indirmiş olmalı, perdelerin canlı pembesini hiçbir bulutun gölgesi arşınlamıyordu. “Saat on olmuştur belki…” Açlıktan midesini kazınmıştı; akşam az yemişti. Geçen yıl olsa, fırlamış, Léa’nın sükûtunu altüst etmiş, korkunç bağrış çağrışlarla kremli çikolatasını, buzlu terayağını talep etmişti… Kıpırdamadı. Hareket ederse, bir sevinç kırıntısı da kaybolur gider, perdelerin kor pembesinden, odanın renkli havasında parlayan karyolanın çelik bakır kıvrımlarından aldığı optik zevk unufak olur diye korkuyordu. Geceki büyük mutluluğu, sanki su dolu kristalin kenarında danseden gökkuşağının içine kaçıp gizlenmiş, bir aksin içinde erimiş, minicik olmuş gibiydi. Rose’un dikkatli adımları giriş kapısının halısı üzerinde gidip geliyor, ihtiyatlı bir süpürge avluyu temizliyordu. Caniko mutfaktan gelen uzun bir porselen çınlaması duydu… “Bu sabah da ne uzadı…” dedi içinden. “Kalkacağım!” Ama tamamen hareketsiz kaldı, çünkü Léa arkasında esneyip bacaklarını gerdi. Yumuşak bir el Caniko’nun kalçalarına dokondu ama Caniko gözlerini yumdu ve tüm bedeni, nedenini bilmeden yalan söylemeye koyulup, uykunun gevşekliğini oynadı. Léa’nın yatağı terk ettiğini hissetti, perdeler önünden siyah bir siluet gibi geçtiğini, onları yarıya kadar açtığını gördü. Léa ona döndü, baktı ve muzaffer değil, kararlı, tüm tehlikeleri gögüsleyen bir gülümsemeyle başını salladı. Odadan çıkmakta acele etmiyordu ve bir ışık hüzmesinin gözlerini açmasına izin veren Caniko, Léa’yı gözetledi. Bir tren tarifesini açtığını, parmağıyla sayılar dizili sıraları takip ettiğini gördü. Sonra Léa, yüzünü göğe kaldırıp kaşlarını çatarak bir şeyleri hesaplar göründü. Henüz pudrasını sürmemişti, ensesinde cılız bir saç burmasıyla, çift gerdanı ve harabeye dönmüş boynuyla görünmez bakışa kendini ihtiyatsızca sunuyordu. Pencereden uzaklaştı, çekmeceden çek defterini aldı, birkaç yaprağı doldurup koparttı. Sonra yatağın ucuna bir beyaz pijama yerleştirip sessizce odadan çıktı. Yalnız kalan Caniko, uzun uzun nefes alırken fark etti: Léa’nın kalkışından beri nefesini tutmuştu. Ayağa kalktı, pijamayı giydi, pencereyi açtı.

Page 92: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

92

“Sıcaktan boğuluyorum” diye mırıldandı. Epeyce çirkin bir eylemde bulunmuşcasına belli belirsiz bir duygu ve rahatsızlık içindeydi. “Uyuyor numarası yaptığım için mi? Ama Léa’nın yataktan kalkışını ben yüz kere gördüm. Ne ki, bu kez, uyuyor numarası yaptım…” Parlak gün ışığı, odanın çiçek pembeliğini geri getirmişti ve Chaplin imzalı sarışın, gümüşî resmin yumuşak nüansları duvarda gülümsüyorlardı. Caniko başını yana eğdi, belleği ona bir gece önceki, karpuz içi gibi esrarengiz ve renkli odayı, lambanın masalsı kubbesini, hele hele büyük hazzına sallanarak teslim olduğu coşkunluğu yeniden iade etsin diye, gözlerini yumdu… “Kalkmışsın! Sıcak çikolata kâsesi peşimden geliyor.” Léa’nın birkaç dakikada saçlarını taradığını, hafifçe boyandığını, her zamanki parfümünü sürdüğünü minnetle fark etti. Candan iyi ses odaya, kızarmış ekmek ve kakao kokusuyla aynı ânda yayıldı. Caniko iki dumanlı fincan arasına oturdu, bolca tereyağlanmış ekmeği Léa’nın ellerinden kabul etti. Söyleyecek şeyler arıyordu ve Léa bundan kuşkulanmıyordu; Caniko’yu genelde suskun, yemek önünde müteffekkir bilirdi. Léa iştahla, bavullarını kapatmış, trenden önce kahvaltı eden bir kadının acelesi ve düşünceli neşesiyle yedi. - İkinci dilimin, Caniko. - Hayır, teşekkür ederim, Nunun. - Doydun mu? - Doydum. Léa gülerek parmağıyla tehdit etti: - Sana bir bağırsak sökücü çay içireyim de gör, çünkü kaşınıyorsun! Caniko şoke olup burnunu kırıştırdı: - Dinle Nunun, rahat bıraksana… - Hadi, hadi! Bu benim işim. Göster bakayım dilini. Dilini göstermek istemiyor musun? O zaman bıyığındaki çikolatayı sil, az ve öz konuşalım. Sıkıcı konuları hızla görüşmek gerekir. Masa üstünden Caniko’nun elini yakaladı, elleri arasında tuttu. - Döndün. Bu bizim kaderimizdi. Bana güveniyor musun? Seni üstleniyorum. Léa gayri ihtiyari durdu, zaferinin yükü altında bükülürcesine gözlerini kapadı. Caniko, sevgilisinin yüzünün coşkun bir kan sıçramasıyla aydınlandığını gördü. - Ah!, diye tekrarladı Léa, daha alçak sesle. Sana bugüne kadar vermediklerimi, söylemediklerimi düşündükçe… Düşündükçe ki seni ötekiler gibi, ötekilerden az daha değerli bir geçici sevgili sandım… Ne aptalmışım, nasıl anlayamamışım ki aşkımdın, aşktın, insana sadece bir kere nasip olan aşk… Yeniden açtığı gözleri daha mavi göründüler; gözkapakların gölgesine daldırılmış bir maviydi bu. Kesik kesik nefes aldı. “Ah!” diye yalvardı Caniko, içinden, “tek soru yöneltmese, şimdi tek karşılık istemese, tek söz edecek hâlim yok…”

Page 93: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

93

Léa, elini dürttü. - Hadi, hadi, ciddileşelim. Ne diyordum? Gidiyoruz, gittik bile. Orası için ne yapmayı düşünüyorsun? Maddi sorunu bırak Charlotte halletsin, en akıllıcası budur ve lütfen, büyük cömertlikle halletsin. Nasıl haberdar ediyorsun orayı? Mektupla, tahmin ederim. Kolay değil, ama az cümleyle işin içinden çıkabilirsin. Birlikte bakarız. Bir de bavullar meselesi var –burada artık sana ait hiçbir şey yok… Bu ufak tefek şeyler büyük bir karardan daha can sıkıcıdır, ama fazla dert etme… Başparmağının kenarındaki derileri yolmaktan hâlâ vazgeçemedin… Batıklar işte böyle oluşuyor! Caniko elleri arasında tuttuğu ayağı otomat gibi salıverdi. Kendi suskunluğu altında eziliyor, Léa’yı dinlemek için bitkin düşürücü bir dikkat sarf etmek zorunda kalıyordu. Dostunun canlı, sevinçli, buyurucu yüzünü inceliyor ve kendine belli belirsiz sorguluyordu: “Niye bu kadar memnun bir hâli var ki?” Caniko’nun şaşkınlığı öylesine barizleşmişti ki, artık ihtiyar Berthellemy’nin yatını satın almaktan bahsetmeye başlayan Léa âniden durdu: - Bakın hele, hiç kendi fikrini veriyor mu? Ah! Sen hep on iki yaşındasın! Uyuşukluğundan sıyrılan Caniko, elini alnında gezdirdi, melankolik bir bakışla Léa’ya baktı: - Seninle Nunun, korkarım ki yarım asır boyunca hep on iki yaşımda kalacağım. Léa defalarca gözlerini kırptı, sanki Caniko gözkapaklarının üzerine üflemiş gibi ve sessizliğin aralarına çökmesine izin verdi. - Ne demek istiyorsun sen? diye sordu, nihayet. - Ne diyorsam, onu, Nunun. Sadece gerçeği. Sen ki sözünün erisindir, bunu inkâr edebilir misin? Léa seçenekler arasında gülmeyi seçti ama gülüşündeki pervasızlık büyük bir endişeyi gizlemeye başlamıştı bile. - Bu çocukluk senin cazibenin yarısı, küçük şapşal! Daha ileride, sonsuz gençliğinin sırrı olacak. Sen de gelmiş bundan şikâyet ediyorsun! Bir de bana yakınma cüretini mi gösteriyorsun? - Evet Nunun. Kime yakınabilirim ki? Caniko Léa’nın çektiği eli yeniden tuttu. - Canım Nunum’um, benim büyük Nunun’um, ben sana yakınmıyorum, seni suçluyorum. Léa elini güçlü bir elin sıktığını hissediyordu. Ve parlak kirpikli kocaman koyu gözler, onunkilerden kaçacağına, acıklılıkla ona tutunuyordu. Léa yeniden titremek istemedi. “Bir şey değil, bir şey değil… İki üç kuru söz yapıştırırım, o bana kocaman bir küfürle karşılık verir, sonra somurtur, ben de onu bağışlarım… Her şey bundan ibaret…” Ancak o bakıştaki ifadeyi değiştirecek acil azarı bulamadı. - Hadi küçük, hadi… Bazı şakalara çok uzun katlanamayacağımı bilirsin. Aynı anda, sesinin tonunu gevşek ve sahte buluyordu: “Ne kötü bir ifade... Ne kötü tiyatro kokuyor...” Saat on buçuk güneşi aralarındaki masaya kadar

Page 94: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

94

vardı ve Léa’nın cilalı tırnaklarını parlattı. Güneş, biçimli ellerini de aydınlattı ve gevşemiş yumuşak cildin üzerindeki, elin sırtındaki, bileğin çevresindeki karmaşık ağları, kuraklığın yağmurlardan sonra killi toprakta kazıdıklarına benzer minnacık paralelkenarları da belirginleştirdi. Léa dalgın bir ifadeyle ellerini ovdu, Caniko’nun dikkatini sokağa çekmek için başını çevirdi; ama Caniko, köpeksi, alçakça seyrinde ısrar etti. Aniden, kemerinin kenarıyla oynar gibi yapan iki utangaç ele sarıldı, onları öptü, tekrar öptü, sonra üzerlerine yanağını yatırıp fısıldadı: - Nunun’um... Ah benim zavallı Nunun’um... - Bırak beni! diye bağırdı Léa, açıklanamaz bir öfkeyle, ellerini çekerek. Kendine hâkim olması zaman aldı ve zayıflığı onu dehşete düşürdü. Hıçkırarak ağlamanın eşiğindeydi. Konuşmayı başarabildiği anda konuşup gülümsedi: - Ne o? Şimdi bana acıyor musun? Az önce niye suçluyordun o zaman? - Haksızdım, dedi Caniko alçakgönüllülükle. Sen benim için öyle biriydin ki... Caniko, Léa’ya layık sözcükler bulamamanın kifayetsizliğini ifade eder bir harekette bulundu. -Öyle biriydin ki! diye altını çizdi Léa, ısırıcı bir tonla. Bu ne cenaze üslubu böyle, çocuğum! -Görüyorsun... diye sitem etti, Caniko. Başını salladı ve Léa, onu kızdıramayacağını gördü. Tüm kaslarını geriyor, içinden biteviye tekrarladığı iki üç sözcükle düşüncelerine gem vuruyordu: “İşte burada, karşımda... Canım, hâlâ burada... Ulaşamayacağım bir yerde değil... Ama gerçekten hâlâ burada, benim karşımda mı?” Düşüncesi bu ritmik disiplinin dışına kaydı; bir büyü gibi tekrarlanan sözcükler yerini koca bir inlemeye bıraktılar: “Ah! bana geri versinler, bana sadece, ‘İkinci dilimin Caniko?’ dediğim anı geri versinler. O an hâlâ öylesine yakınımızda ki, ebediyen yitirilmiş değil, henüz geçmişe kaymadı! Hayatımızı o ândan itibaren sürdürelim, ondan sonraki azıcık şeyin hiç önemi olmayacak, onu siliyorum, siliyorum... Sanki birkaç dakika öncesindeymişiz gibi konuşacağım, ona, dur bakalım, gidişimizden, bavullardan söz edeceğim...” Hakikaten de konuştu ve dedi ki: - Anlıyorum... Anlıyorum ki miskinliğiyle iki kadının düzenini bozan bir varlığa erkek muamelesi çekilemez. Anlamadığımı mı sanıyorsun? Yolculukları kısa seviyorsun sen, öyle değil mi? Dün Neuilly, bugün burası, ama yarın... Yarın neresi? Burası mı? Yok, yok, küçüğüm, yalan söylemeye gerek yok, bu idamlık adam suratı benden daha budalasını dahi kandıramaz, tabii etrafta öyle bir budalayı bulursan...” Neuilly istikametini gösteren şiddetli jesti pasta çanağını devirdi, Caniko çanağı doğrulttu. Léa, konuştukça acısını artırıyor, onu yakıcı, saldırgan, kıskanç bir kedere, bir genç kadının geveze kederine dönüştürüyordu.

Page 95: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

95

Yanaklarındaki allık şarap tortusu moruna çalıyordu ve maşayla bükülmüş bir tutam saç kuru yılan gibi ensesine indi. - Oradakini bile, karını bile, lütfedip evine döndüğün her sefer yerinde bulamayacaksın! Bir kadının nasıl fethedildiği muammadır küçüğüm ama, nasıl yitirildiği daha da muammadır!... Seninkine Charlotte bekçilik edecek, öyle mi? İyi fikir! Hah! Çok güleceğim, ne zaman ki... Caniko solgun ve ciddi ayağa kalktı: - Nunun!... - Ne Nunun? Ne Nunun? Beni korkutacağını mı sanıyorsun? Hah! Tek başına yürümek mi istiyorsun? Yürü! Marie-Laure’un kızıyla, bol bol diyar göreceğine emin olabilirsin! Kızın kolları yok, kıçı dümdüz, gene de... - Seni menediyorum, Nunun! İki kolunu tuttu, ama Léa ayağa kalktı, sertçe kollarını çekti ve kısık sesle patladı: - Tabii canım! ‘Karım hakkında konuşmanı menediyorum!’ Öyle değil mi? Caniko masanın çevresinde dolanarak onun iyice yakınına geldi, öfkeden titreyerek konuştu: - Hayır! Sana, beni duyuyor musun, Nunun’umu yıkmanı menediyorum! Léa odanın ucuna doğru gerileyerek mırıldandı: - Nasıl yani? Nasıl yani? Caniko, onu cezalandırmak ister gibi üzerine yürüyordu: - Evet! Nunun böyle mi konuşmalı? Bunlar ne biçim tavırlar? Şimdi Madam Peloux tarzı küçük pis hakaretler mi savruluyor? Ve bunlar, senden, sen Nunun’dan mı çıkıyor? Caniko başını kibirle geriye attı: - Ben bilirim Nunun’un nasıl konuşması gerektiğini! Ben bilirim onun nasıl düşünmesi gerektiğini! Bunu öğrenecek zamanım oldu. Bu küçük kızla evlenmeden az önce, bir gün, bana neler dediğini unutmuyorum: “Bari kötülük etme... Acı çektirmemeye gayret et... Bana öyle geliyor ki, tazıya ceylan teslim ediyorlar...” Konuşmak dediğin işte budur! İşte bu sensin! Ve düğünümden bir gece önce kaçıp seni görmeye geldiğimde, anımsıyorum, bana demiştin ki... Sesini toparlayamadı ve tüm hatları bir anının ateşiyle ışıldadı: - Caniko, git... Ellerini Léa’nın omuzlarına dayadı: - Dün gece bile, ilk kaygılarından biri, orada çok acı çektirmediğimi sormak olmadı mı? Nunun’um, seni esaslı biri olarak tanıdım, esaslı biri olarak sevdim, başladığımızda. Bitirmek gerektiğinde, öteki kadınlara mı benzeyeceksin? Léa övgünün altındaki kurnazlığı belli belirsiz hissetti, yüzünü elleriyle örterek oturdu: - Ne zalimsin, ne zalimsin... diye kekeledi. Niye döndün?... Öyle rahat, öyle yalnız, öylesine alışmıştım ki...

Page 96: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

96

Léa kendi yalanını yakaladı ve durdu. - Ben alışmamıştım! diye itiraz etti Caniko. Döndüm, çünkü... çünkü... Kollarını açtı, indirdi, gene açtı: - Çünkü sensiz yapamıyordum, başka bir neden aramana gerek yok. Bir an sessiz kaldılar. Léa, çökmüş hâlde, hafif ayaklarıyla, açık kollarıyla havalanmaya hazır duran bu sabırsız, martı kadar beyaz delikanlıyı izliyordu. Caniko’nun koyu gözleri Léa’nın üzerinde gezindiler. - Ah! övünebilirsin, dedi âniden Caniko. Bana üç ay boyunca öyle bir hayat... öyle bir hayat yaşattın ki.... Övünebilirsin... - Ben mi? - Kim olacak, tabii ki sen! Kapı açılsa, Nunun’dur derdim. Telefon çalsa; Nunun. Bahçedeki posta kutusuna atılan bir mektup: belki Nunun’dur.... İçtiğim şarapta bile seni arıyor, hiçbir zaman evinde içtiğim Pommery’yi bulamıyordum... Ve gece... Vay, vay vay! Halı üzerinde, enlemesine boylamasına yürüyordu; süratle ve büsbütün sessiz. - Diyebilirim ki bir kadın uğruna acı çekmek nedir biliyorum, evet! Senden sonrakiler gelsin bakalım, bekliyorum... Birer toz parçası! Ah! Ne iyi zehirledin sen beni! Léa yavaşça doğruluyor, gövdesinin üst kısmını sallayarak Caniko’nun gidiş gelişlerine eşlik ediyordu. Kuru elmacık kemikleri ateşli bir kızıllıkla parlıyorlar, bu kızıllık gözlerinin mavisini neredeyse katlanılmaz kılıyordu. Caniko başını eğerek yürüyor, durmadan konuşuyordu. - Dönüşümün ilk zamanlarında Neuilly’deki sensizliği düşünebiliyor musun? Zaten, her şey sensizdi... Çıldırabilirdim. Bir akşam, kız hastalanmıştı, nesi vardı şimdi unuttum, ağrılar, nevraljiler... İçim acıyordu, ama odadan çıktım, çünkü dünyada hiçbir şey beni şunu demekten alıkoyamayacaktı: “Dur, ağlama, Gidip Nunun’u getireyim, seni iyileştirir...” Zaten, gelirdin, değil mi Nunun? Vay vay vay, o hayat... Morris otelinde Desmond’u maaşa bağlamıştım, iyi bir maaşa, geceleri bazen ona anlatıyordum... Sanki seni tanımıyormuş gibi, ona diyordum ki: “İhtiyar, onunki gibi bir cilt, görülmüş şey değildir... Ve senin bu gökyakut taşın var ya, git onu bir yerlere sakla, çünkü onun gözlerinin mavisi, ışık altında grileşmiyor!” Ve ona, istediğinde ne kadar belâ olduğunu da söylüyordum, kimsenin seninle baş edemediğini, ne benim, ne ötekilerin... Ona diyordum ki : “Bu kadın ihtiyar, ona yakışan şapkayı bir giysin” – o kanatlı lâcivert şapkan Nunun, geçen yaz giydiğin- “onun giyimi kuşamı, yanına istediğin kadını koy, hiçbiri dayanmaz!” Ve insanı hayran bırakan konuşman, yürüyüşün, gülüşün, şık duruşun, ona diyordum ki, Desmond’a: “Ah! nedir sanıyorsun, Léa gibi bir kadın!”. Caniko, parmaklarını mal sahibi gururuyla şaklattı ve nefes nefese kalarak hem konuşmayı hem yürümeyi kesti.

Page 97: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

97

“Bunları hiçbir zaman Desmond’a söylemedim” diye düşündü. “Gene de yalan değil şu an anlattıklarım. Desmond gene de bunları algıladı.” Konuşmayı sürdürmek istedi ve Léa’ya baktı. Léa hâlâ dinliyordu. Şimdi dimdik oturmuş, kurumuş gözyaşlarıyla parlayan, soylu, yıkık yüzünü gün ışığında Caniko’ya sunuyordu. Görülmez bir ağırlık, çenesini ve yanaklarını aşağıya çekiyor, ağzının titreyen kenarlarını kederlendiriyordu. Bu güzelliğin batışında Caniko, o güzel fatih burnu, mavi çiçek rengindeki gözbebekleri hiç değişmemiş buluyordu.... - Nunun, aylarca böyle bir hayat sürdükten sonra buraya geliyorum, ve... Söylemek üzere olduğu şey onu dehşete düşürdü ve durdu. - Buraya geliyorsun ve bir yaşlı kadın buluyorsun, dedi Léa, sakince ve sesini alçaltarak. - Nunun! Dinle, Nunun! Caniko önünde diz çöküp ona sarıldı ve yüzünde, bir hatayı gizlemek için gereken sözcükleri bulamayan çocuğun korkak ifadesi belirdi. - Ve bir yaşlı kadın buluyorsun, diye tekrarladı Léa. Neden korkuyorsun, küçük? Kollarını Caniko’nun omuzlarına doladı; kendisi yaralı olduğu için, bu bedenin gerilişini ve kendini savunuşunu da hissetti. - Gel buraya, Caniko’m... Nedir seni korkutan? Beni üzmek mi? Ağlama, güzelim... Sana ne kadar teşekkür ediyorum ben, aksine... Caniko bir inlemeyle itiraz etti ve güçsüzce debelendi. Léa, yanağını onun dağınık siyah saçlarına doğru eğdi. - Hakkımda bunları mı söyledin sen, bütün bunları mı düşündün? Söyle, gözünde bu kadar güzel miydim? Bu kadar iyi miydim? Nice kadının hayata artık veda ettiği yaşta ben senin için kadınların en güzeli ve en iyisiydim ve sen beni seviyor muydun? Ne kadar teşekkür etsem, canikom... En esaslısı mı dedin? Zavallı küçüğüm... Caniko kendini bırakıyor ve Léa onu kollarında tutuyordu. - En esaslısı olaydım, sadece kendi bedenimin ve seninkinin hazzını düşüneceğime, seni adam gibi yetiştirirdim. En esaslısı, hayır, hayır, hiç değildim canikom, çünkü seni yanımda tutuyordum. Şimdi de, artık çok geç... Caniko Léa’nın kollarında uyuyor gibiydi ama inatla yapışık tuttuğu gözkapakları sürekli oynuyor, hareketsiz, kapalı bir el, ağır ağır yırtılan sabahlığa tutunuyordu. - Artık çok geç, çok geç... Gene de... Léa ona doğru eğildi. - Canikom, beni dinle. Uyan, güzelim. Gözlerini açıp beni dinle. Beni görmekten çekinme. Ben her şeye rağmen sevdiğin o kadınım, biliyor musun, kadınların en esaslısı... Caniko gözlerini açtı ve ilk ıslak bakışı bencil, dilenci bir umutla doluydu bile. Léa başını çevirdi: “Gözleri... Ah, acele edelim...”

Page 98: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

98

Yanağını Caniko’nun alnına dayadı: - Bendim, küçük, bendim, sana “Gereksiz yere incitme, ceylana kıyma...” diyen. Aklımdan çıkmıştı. Hatırlattığın iyi oldu. Benden pek geç kopuyorsun, kötü bebeğim, seni çok uzun yanımda taşıdım, şimdi taşıma sırası sende: bir genç kadın, belki bir çocuk... Sende eksik ne varsa, hepsinin sorumlusuyum... Evet, evet, güzelim, işte sayemde, yirmi beş yaşında ne kadar hafif, ne kadar şımartılmış, aynı zamanda ne kadar karamsarsın... Bu beni çok kaygılandırıyor. Acı çekeceksin –acı çektireceksin. Sen ki beni sevdin... Léa’nın sabahlığını yavaşça yırtan el kasıldı ve Léa, göğsünün üzerinde kötü bebeğin tırmıklarını hissetti. - ... Sen ki beni sevdin” diye devam etti, ara verip. Şunu becerebilir misin? Nasıl anlatsam... Caniko dinlemek üzere az uzaklaştı ve Léa az kalsın haykırıyordu: “Şu eli gene göğsüme koy, gene beni tırmıkla, etin benden koptuğu an gücüm beni terkediyor!” Bu kez kendisi, önünde diz çöken Caniko’ya yaslandı ve devam etti. - Sen ki beni sevdin, sen ki beni özleyeceksin... Caniko’ya gülümsedi ve gözlerinin içine baktı. - Ne övündüm ama?... Sen ki beni özleyeceksin, ceylanı ürkütmek üzereyken -o ceylan ki sana ait, ve yükümlüğü sende-, isterim ki kendini tutasın, o anlarda, sana öğretmediğim her şeyi kendin icat edesin... Sana gelecekten hiç söz etmedim. Beni bağışla Caniko: İkimiz de bir saat sonra ölecekmişiz gibi seni sevdim. Senden yirmi dört yıl önce doğduğum için, mahkûmdum, seni de sürüklüyordum... Caniko onu dikkatle dinliyor ve bu dikkat, ifadesini sertleştiriyordu. Léa, elini Caniko’nun endişeli alnında gezdirdi, kırışığını silmek istercesine. - Armenonville’de, öğle yemeğine giderken tahayyül edebiliyor musun bizi Caniko? Madam ve Mösyö Lili’yi davet ettiğimizi tahayyül edebiliyor musun? Hüzünle gülümsedi ve ürperdi. - Ah! Ben o ihtiyar karı kadar bitmişim... Çabuk, çabuk küçük, git gençliğini ara, olgun kadınlar yalnızca bir kısmını kemirdiler, gerisi sende ve seni bekleyen o kız çocuğunda. Gençliğin tadını artık aldın! Biliyorsun ki gençlik insanı tatmin etmez ama hep ona dönülür... Eh! Herhalde dün gece başlamadı karşılaştırmaların... Ya, öğütler vererek, yüce ruhumu sergileyerek ne yapıyorum ben burada? İkiniz hakkında ne biliyorum? Seni seviyor: artık titreme sırasında onda, o bir aşık gibi acı çekecek, bir sapık anne gibi değil... Sen de ona, kaprisli jigolo gibi değil, efendi gibi konuşacaksın... Git, çabuk git, hadi... Telaşlı bir yalvarış tonuyla konuşuyordu. Caniko, karşısına dikilmiş, göğsü çıplak, saçı başı dağılmış, dinliyordu. Öylesine baştan çıkartıcıydı ki, Léa az daha ona doğru atılabilecek ellerini kenetledi. Caniko belki bunu tahmin etti

Page 99: Caniko copy 2 - WordPress.com · “tutunamayanlar” çıkartılır. Edebiyat kültürümüzde bu damar birhayli güçlüdür. Feministlerimiz dahi hayatlarını intiharla noktalamış

99

ve kaçmadı. Aralarında, bir kuleden düşen insanların yakalandığı türde saçma bir umut yanıp söndü. - Git, dedi Léa, alçak sesle. Seni seviyorum. Artık çok geç. Git. Ama hemen git. Giyin. Léa kalktı, ayakkabılarını getirdi, buruşuk gömleği, çorapları önüne bıraktı. Caniko olduğu yerde dönüyor, parmak uçları soğuktan sızlıyormuşcasına parmaklarını acemice oynatıyordu. Léa askıları, kravatı bulup getirdi ama yaklaşmamaya gayret gösterdi ve ona yardım etmedi. Caniko giyinirken, Léa sık sık, bir otomobili bekliyormuş gibi avluya baktı. Caniko, giyindiğinde daha solgun göründü; gözleri, yorgunluk halkalarıyla daha da irileşmişti. - Kendini hasta mı hissediyorsun? diye sordu Léa. Gözlerini indirerek, utangaçça ekledi: - İstersen... dinlenebilirsin.... Hemen toparlandı ve Caniko büyük tehlikedeymiş gibi seslendi: - Hayır, hayır, evinde daha rahat edersin... Çabuk git, henüz öğlen olmadı, sıcak bir banyoyla kendine gelirsin, sonra açık hava iyi gelir... Eldivenlerini al... Evet, şapkan da yerde... Pardösünü giy, dışarıda üşürsün. Güle güle Caniko’m, güle güle... Evet... Dersin ki Charlotte’a... Arkasından kapıyı kapadı ve umutsuz, beyhude sözlerini sessizlik kesti. Caniko’nun merdivende tökezlediğini işitti, pencereye koştu. Caniko merdiveni inmiş, avlunun ortasında durmuştu. - Geri dönüyor! Geri dönüyor! diye haykırdı Léa, kollarını havaya kaldırıp. Uzun ince aynada nefes nefes bir yaşlı kadın aynı hareketi tekrarladı ve Léa, bu çılgın kadınla ne alakası olabileceğini kendi kendine sordu. Caniko sokağa yürüdü, kapının parmaklığını açtı, dışarı çıktı. Kaldırımda, dünden kalma gömleğini gizlemek için pardösüsünü ilikledi. Léa tuttuğu perdeyi bıraktı. Gene de görebilmişti, Caniko’nun, bahar göğüne, çiçek açmış kestane ağaçlarına doğru başını kaldırdığını ve yürürken, bir hapishane kaçkını gibi, göğsünü havayla şişirdiğini.