148

Comm. - Nisan

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Comm. Mag Nisan

Citation preview

İmtiyaz Sahibi Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü

Proje Koordinatörü Anıl Nazım Çebi

Genel Yayın Yönetmeni Canberk Ulusan Bölüm Editörleri Ahmet Sedat Tözün Alper Küçükbezirci İpek Kesici Yağmur Yarkent

Tasarım Çetin Can KaradumanGöksu ÖzerHalil Beydilli

Yazılım Rameş Aliyev

YazarlarArmağan Abanuz, Aykut Coşkun, Aysun Yapıcıoğlu, Ekin Çiftçi, Emre Yener Namaz, Esen Özay, Gamze Konakçı, Hakan Alper Yavaşçalı, Hasan Mert Kozbe, Helin Görkem Akın, Irmak Dokuzcu, Sedef Oral, Seher Önem-li, Ufuk Özkan

Teşekkürler Ali Öz, Alişah Deniz, Berkay Koçak, Berke Gülbakan, Cen Erdoğan, Engin Dağlık, Enis Bahadır, Esra Kayıkçı, Güvenç Özçay, Hakan Kamalı, Yalçın Pembecioğlu

RedaksiyonBerrak Gürbüz

Reklam Pazarlama Gizem Aktuğ Tel: 0505 319 30 89E-Posta: [email protected]

Seval TemelE-Posta: [email protected]

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi Nisan 2013 – SAYI 02 Adres: Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü, Öğrenci Merkezi, Kat 3, İletişim Kulübü, 26470, Eskişehir E-Poste: [email protected]İnternet Sitesi: www.commmag.com Facebook: facebook.com/CommMagTwitter: twitter.com/commmagazine

Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nde yayım-lanan tüm yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nin içeriği, tamamen ya da bölümler halinde dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz. İçeriğin her hakkı saklıdır.

Kapak GörseliÇetin Can Karaduman (2013)

Nisan’13Haber Derlemesi____________________________________________04Ara Güler’in Hayatından______________________________________14Nisan Ayı Yeni Çıkanlar_______________________________________19Tarihte Nisan Ayı____________________________________________20İkiBaşkent Arası Bir Ömür_____________________________________22Akşamüstü Gölgeleri_________________________________________23Savaşta Paris,Barışta İrlanda___________________________________23Godot’yu Beklerken__________________________________________23HayaletŞehir:Çernobil________________________________________24Enis Batur_________________________________________________25Ali Öz_____________________________________________________26Sony Fotoğraf Ödülleri_______________________________________34

Yalçın Pembecioğlu Röpörtajı__________________________________42Sahne Sırası Akbank’ın: ‘ ‘ZIT KARDEŞLER’’_______________________44 ‘‘Eti Eti Eti’ ’________________________________________________46‘‘Durdur !’ ’_________________________________________________47En İyi Durak________________________________________________48Magazin Hayatım____________________________________________49Tutkuyu Yaşatan Markalar: ‘ ’LOVEMARKS’’________________________51Markaların Cinsiyeti_________________________________________53Futbolda Reklam____________________________________________55Online Alışveriş_____________________________________________57Nostaljik Reklam___________________________________________59Effie Ödülleri_______________________________________________61Kampüste Reklam Var 9______________________________________62Sosyal Medyada İletişim Tasarımı Zirvesi 2013_____________________67Finansbank Career 2.0_______________________________________70Etkinlik Haberleri___________________________________________71

Dünden Bugüne Facebook____________________________________74Facebook Oyun Çılgınlığı_____________________________________80Reklamcılar İçin Facebook mu?________________________________81

Facebook ve Pazarlama_______________________________________82Facebook ve İlişkiler_________________________________________83Al pinimi, Ver pinini___________________________________________84Mobil’in Markalaşmış Çocuğu: ‘ ‘TEMPLE RUN’’_____________________86Mobilden Haberler___________________________________________87Teknoloji_________________________________________________90

10 Parmağı 10’u da Kısa______________________________________92Salonda Neler oldu?_________________________________________97Bana Bir Masal Anlat “Darren Aronofsky”________________________101The Royal Tenenbaums______________________________________104SXSW ve Oscar Notları______________________________________106Vizyon Takvimi_____________________________________________108

Ayı’n Kafası-İletişim Fakülteleri Açlık Oyunları_____________________116Galiba-Hergün Eşittir Ama Bazı Günler Daha Eşittir_______________117 Müzik Haberleri_____________________________________________118Anadolu Üniversitesi 11. Amatör Caz Müzisyenleri Festivali________123 Radyo A________________________________________________128 Vesaire - Ütopik Meyveler_____________________________________130Nimetle Oynanmaz__________________________________________131Gelecekten gelen müzik: Dubstep ve Skrillex_____________________134 Fütirizm Modası____________________________________________136Füturist Moda Tasarımcısı: Efsane McQueen______________________138Underrated:Radio Moscow___________________________________139

4

Haber Derlemesi

ABD Ordusunda Cinsel İstismar Amerika’nın Teksas Eyaletinde Lack-Land hava üssünde eğitim alan 50’den fazla kadın askerin tecavüze uğradığının ortaya çıkması ile birlikte ABD’de bir grup senatör, bu tür istismarların cezasız kaldığını belirterek ABD askeri yargılama sistemine eleştiri getirdi. Senatör üyelerinden olan Kristen Gil-librand yılda rapor edilen cinsel taciz sayı-sının 19 bin olmasına rağmen yargılanan kişi sayısının sadece 240 olmasına dikkat çekti. Yine bir cinsel saldırıdan suçlu bulunan bir yarbayın ordudan atılma ve bir yıllık cezasının bir general tarafından bozulmasına ve yarbayın geri dönmesine dikkat çekilerek, üst düzey subayların as-keri mahkemelerdeki jüri kararını bozma yetkileri eleştirildi. Emekli Deniz Piyade Yüzbaşısı Anu Bhagwati ordu görevindeyken cinsel ay-rımcılığa ve tacize maruz kaldığını belirte-rek 2010’da 19.300 cinsel saldırı vakası-nın yaşandığını, kurbanlardan 8600’ünün kadın, 10.700’ünün erkek olduğunu kaydetti.

Chavez’e Veda Dünya’nın ve Latin Amerika’nın yakın tarihteki en önemli siyasi adamla-rından biri olan Hugo Chavez, kanser rahatsızlığı ve solunum problemlerinin aşılamaması sonucu 5 Mart 2013 tarihin-de, dünyaya veda etti.

Chavez, Beşinci Cumhuriyet Hareke-ti’nin liderliğini yapmıştır. Chavez’in poli-tik ideolojisi ise – 21.yy Sosyalizmi.- ola-rak özetlenebilir. Chavez iktidara geldiği ilk andan itibaren ülkedeki sosyal politi-kaları geliştirdi. Chavez döneminde petrol şirketlerinin kamusallaştırılması, sağlık ve eğitim alanında yeni sosyal projlere imza atılması gibi siyasi faaliyetler, Chavez’in her zaman için yoksul kesimden destek almasını sağladı. Bunun yanı sıra İsrail-Fi-listin olayları ve Irak‘ın işgali karşısında takındığı tutumlar da Chavez’in sosyalist yönünün sadece bir politika olmadığı, aynı zamanda bir düşünce yapısı olduğu-nu kanıtlar nitelikte.

5

Google’ın Street View uygulaması 7 milyon dolara mal oldu. Google’ın Street View uygulamasın-daki verilerin kaynağı 2008-2010 yılları arasında sokakta izinsiz olarak kaydettiği görüntülerin özel kişilere ait olan kablo-suz internet ağları üzerinden edinildiği ortaya çıktı.

Google’ın olay üzerine yaptığı açıklama, kişisel verilerin şirket tarafından hiçbir şekilde kullanılmadığı yönünde oldu. Google ile hukuki düzeyde anlaşmaya varıldığını açıklayan kişi ise New York başsavcısı Eric Schneiderman oldu. Sche-inderman açıklamasını şu şekilde kaydetti. “Tüketicilerin önemli kişisel ve finansal bilgilerini, Google gibi şirketlerin uygun-suz ve istenmeyen şekillerde kullanımına karşı korumaya hakları var.”.

Nisan’13

Şirket dava sonrasında 38 ABD Eyaleti ile yaptığı anlaşma dahilinde şirketin elinde bulunan e-mail, şifre ve internet arama tarihçesini silmeyi kabul etti. Ayrıca olay sonrasında Başsavcı izin-leri olmadan bilgileri toplanan kişilerinin bilgilerinin muhafaza edildiğini ifade etti. Google’ın ise insanların kişisel bilgilerine internet ağları üzerinden izinsizce nasıl erişilebildiğine dair bilgilendirici bir rek-lam kampanyası yapmasına karar verildi. Bir Telekom uzmanı olan Jan Daw-son bu cezanın bugüne dek verilmiş en büyük ceza olmasına rağmen Google için ‘devede kulak.’ olduğunu belirtti.

6

İngiltere’de Genç İntiharlarında Kor-kulan Artış İngiltere’de 15-29 yaş grubundaki ölüm oranlarındaki en büyük payın intihar olması İngiltere’yi alarma geçirdi. 2011’de 30 yaş altındaki erkeklerde ölüm oranın son dokuz yılın en yüksek oranına sahip olması ve istatistiksel bilgilere göre 2011 yılında bu yaş grubundaki 844 kişinin intihar etmesi, durumu daha ciddi bir bo-yuta getiriyor. Olayla alakalı olarak Sosyal Yardımlardan Sorumlu Bakan Yardımcısı Norman Lamb ‘’1 intihar bile çok.’’ dedi. Geçen yıl Sağlık Bakanlığı’nın inti-harları önlemek amacıyla bir program başlatmış olması ve intihar eğilimli kişile-rin önceden tespit edilip tedavi edilmeye çalışılması ise alınan önlemlerden.

Mehmet Turgut’a Gümüş Madalya Fotoğrafçı Mehmet Turgut, hayvan haklarına dikkat çekmek amacıyla 2011 yılının Aralık ayında açtığı “5199” adlı sergi ile The One Eyeland Awards’ta “Fine Art-Portreler” kategorisinde gümüş madalyaya layık görüldü. Serra Yılmaz, Yekta Kopan, Demir Demirkan, Rıza Kocaoğlu gibi isimler hayvanlar için objektif karşısına geçti.

Turgut “Su altında İntiharlar/Underwater Suicides” sergisiyle de su kaynaklarının düşüncesizce tüketilmesine değindi. Sergi Eylül 2012’de açıldı. İçinde bulunduğu-muz çevreyi, doğayı ve denizleri kirle-terek kendi sonumuzu hazırladığımızı vurgulayan bu sergisi de başarılı fotoğraf-çıya, aynı kategoride uluslararası gümüş madalyayı kazandırdı.

7

Türkiye Umberto Eco’yu ağırlayacak. Günümüz edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan İtalyan yazar Um-berto Eco 10 Nisan Çarşamba günü saat 18.00’de İstanbul Tepebaşı’nda bulunan Casa d’Italia Tiyatro Salonu’nda olacak. ‘’Umberto Eco ile Buluşma’’ adındaki etkinlik İtalya Konsolosluğu ve Büyükel-çiliği tarafından düzenleniyor. Etkinliğin moderatörlüğünü ise Profesör Cemal Ka-fadar ve Profesör Patrizia Violi yapacak.

İnsan Beynini Farklı Etkileyen 10 Roman Edebiyatın bilimsel ve insanlar üze-rindeki –iyileştirici- etkisinin merakıyla yola çıkan Toronto Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikiyatr Keith Oatley ve İngrid Wickelgren tarafından “Scientific Ameri-can”da yayınlanan makaleye göre nitelikli kitaplar insanların sosyal bağlarını güç-lendiriyor ve insan beyninini geliştiriyor. Öte yandan roman okuyucularının roman kahramanlarıyla kendilerini özdeşleştir-mesi hayal dünyalarına katkıda bulunuyor. Oatley ve Wickelgren’in araştır-malarına göre ise insan beynini en çok geliştiren romanlar şu şekilde:

Johann von Goethe

Nisan’13

Genç Werther’in Acıları (1787)

Jane Austen

Aşk ve Gurur (1813)

Nathaniel Hawthorne

Kırmızı Leke (1850)

Gustave Flaubert

Madam Bovary (1856)

George Eliot

Middlemarch (1870)

Leo Tolstoy

Anna Karenina (1877)

Virginia Woolf

Bayan Dalloway (1925)

Toni Morrison

Sevgili (1987)

J.M. Coetzee

Utanç (1999)

Muhsin Hamid

Gönülsüz Köktendinci (2007)

8

Steve Jobs’un hayatı çizgi roman oluyor.2011 yılında pankreas kanserinden ölen Apple’ın CEO’su Steve Jobs’un hayatı, çizgi roman oluyor.Jobs’un hayatı Japonya’da manga olarak yayımlanacak. Mari Yamazaki mangayı Jobs’ın hayat hikayesini anlatan Walter Isaacson imzalı kitaba bağlı olarak çizecek.

Ünlü oyuncu saldırıya uğradı.“Game of Thrones” dizisinin Greathon Umber’ı Clive Mantle, “Ladykillers” adlı gösterisini sahnelemek amacıyla gittiği Birleşik Krallık’ta saldırıya uğradı. Oyun-cunun, aynı otelde gürültü yapan bir grup insanı uyarması üzerine büyük bir tartış-ma çıktı. Saldırganın bu kişilerin arasın-dan olduğu belirtildi.

Zayıflamak İsteyene Çözüm: Aşkİngiltere’de Birmingham Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre aşık olan in-sanlar ortalama 5 kilo zayıflıyor. Araştırmaya katılan kadın ve erkeklerin yarısından çoğu, ilişkiye başladıktan sonra zayıfladığını söyledi. Prof. Craig Jackson bu durumu “psikolojik baskı” ile açıkladı. İlişkinin insanlar üzerinde fiziksel bir baskı yarattığını belirten Jackson, mutlu insanların daha sağlıklı beslendiğini de vurguladı. Aldatanlar da, yalan söylemek ve birinin arkasından iş çevirmek nedeniyle yaşadığı stresten ötürü iştahsızlıktan zayıflıyor.

9

En Fazla Organ BağışıAntalya’da “1 Saatte En Fazla Organ Bağışı” dalında yapılan Guinness Dünya Rekoru denemesinde rekor, Çin tarafın-dan 7 dakika içinde kırıldı. Çin, rekoru 475 kişi ile kırdı. İlk yarım saatte ise 1940 kişi bağışta bulundu. Türkiye’den, yüz nakli gerçekleştirilen Uğur Acar, Antal-ya’daki rekor denemesinde tüm organları-nı bağışladığını belirtti.

Şam Üniversitesi’nde 15 ölüSuriye’de Şam Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi kantinine düşen ha-van topları 15 öğrenciyi canından etti, 20 kişi de yaralandı. Olay sonrası bölgedeki tüm ana yollar trafiğe kapatıldı.Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün duyurduğu saldırının teröristler tarafından gerçekleştirildiği düşünüldü.

İdrar tahlili akıllı telefonla mümkün olacak mı?Los Angeles’ta düzenlenen TED (Teknoloji, Eğitim ve Tasarım) Konferansında, kamera-ları üzerinden idrar tahlili ve çeşitli analizler yapacak akıllı telefonlar konuşuldu. Myshkin Ingawale’ın geliştirdiği “Ucheck” adlı test için kullanıcılar, idrar kaplarının içine standart test şeridi batırıyor ve şerit uygulama tarafından sağlanan matın üzerine yerleştiriliyor. Bu mat, ışık koşullarından bağımsız olarak renklerin normalleştirilmesi için kulanılıyor. Mat üzerindeki şeridin fotoğrafları çekildikten sonra uygulama tarafından incelenerek sonuç elde ediliyor.Yakında Android sürümü de çıkacak olan “Ucheck” adlı uygulama, Apple’ın uygulama mağazasından satın alınabilir.

Nisan’13

10

Facebook’un Görünmeyen Yüzü Cambridge Üniversitesi’nde yürü-tülen bir araştırma, insanların Facebook üzerinden –beğen- butonu ile insanların cinsel,dini,siyasi ve ırksal eğilimini ortaya koydu. Araştırma Cambridge ekibi tara-fından PNAS adlı bilimsel dergide yayın-landıktan sonra Facebook kullanıcılarının internet ortamındaki beğen butonu ile kişilikliklerinin örtüşmesi şaşkınlık verici bulundu. 58 bin denek üzerinden yapılan araştırmada denekler uzmanlara demog-rafik bilgilerini ve kişilik ölçen psikomet-rik testlerini açtılar. Diğer taraftan araştır-ma, internette özel hayatın mahremiyetini savunan gruplar tarafından eleştirildi. Araştırma tekniği ise insanların beğen butonlarına tıkladıkları bilgileri geliştirdikleri algoritmaya aktarmaları ve sonuçları karşılaştırmaları şeklinde gerçekleşti. Araştırmanın ilginç sonuçlarından bazıla-rı ise şu şekilde belirtildi. Beğen butonundan yola çıkılarak erkekle-rin cinsiyetlerinin %88’i doğru bir şekilde tahmin edildi. Yine insanların siyah ya da beyaz ırktan olduklarının doğru tahmin oranı ise %95 olarak belirtildi. Siyasal

olarak ise algoritmanın sonuçlarına göre deneklerin hangilerinin demokrat, hangi-lerinin cumhuriyetçi olduğu %85 ora-nında doğru tahmin edildi. Aynı şekilde dini ölçütler de şaşırtıcı sonuçlar verdi. Hristiyan ve Müslüman olanların doğru bir şekilde ayrılma oranları ise %82 olarak açıklandı.

Tahminlerin bu şekilde doğru sonuçlar vermesi sosyal medya üzerinden reklam uygulayan şirketlerin dikkatini çekse de araştırmanın proje başkanı olan Michael Kosinski internet üzerinden ya-pılan bu tür tahminlerin insanların kişisel hayatlarına dair bir tehdit oluşturduğunu kabul etti.

11

Basın özgürlüğünde 179 ülke arasında 154.sıradayız. Açıklanan 2013 Dünya Basın Özgür-lüğü raporuna göre Türkiye, basın özgür-lüğü sıralamasında 154.oldu. Açıklaması ise ‘’Çeşitli ve canlı bir medya ortamına rağmen, Türkiye hedeflediği belgesel model olma duruma uygun olmayan bir yerde.’’ şeklinde oldu. RSF (Reportes Without Borders)’nin raporuna göre AB ülkeleri arasında Fran-sa 37.sırada yer alırken, İtalya 57.sırada yer aldı. Listenin ilk üçü; Finlandiya, Hol-landa ve Norveç olurken, Kuzey Kore 178., Eritre ise sonuncu oldu.

8 bin kişi Facebook adresini sigortalattı.“Hesabım tanımadığım kişilerin eline geçer, anılarım kaybolursa” sloganı ile başlatılan uygulama kapsamında 8 bin kişi ücretsiz olarak facebook adresini sigor-talattı. Uygulamayı gerçekleştiren şirketin Kurumsal İletişim Müdürü Arzu Tan, bu uygulama ile Türkiye’de bir ilke imza attıklarını belirterek şöyle konuştu: ’’Şir-ket olarak Facebook kullanıcılarına hem hesapları eğlence altına alabilecekleri hem de eğlence yaşayabilecekleri bir uygulama geliştirdik. Uygulamamız hesabın ele geçi-rilmesini engelleyemiyor ancak böyle bir durumla karşı karşıya kalındığında kulla-nıcılarına anılarına tekrar kavuşma imkanı sunuyor. Hedefimiz Türkiye’deki 32 milyon kullanıcıyı şirketimizin Facebook sigortası ile tanıştırarak hem eğlence hem güven sunmak.’’.

Nisan’13

12

MSGSÜ’den Ara Güler’e“Fahri Doktora”

Foto muhabiri Ara Güler’e, Mimar Sinan Güzel Sanat-lar Üniversitesi (MSGSÜ) tarafından ‘’fahri doktora’’ unvanı verildi.

Üniversite senatosunun 19 Şubat 2013 tarihinde aldığı karar doğrultusunda, yarım yüzyılı aşkın süredir, ‘’kendi deyimiyle’’ foto muhabirliğini sürdüren, Türk fotoğrafının dünyada tanıtılmasını sağlayan fotoğ-raf sanatçısı Ara Güler’e, Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi Beş Kub-be Salonu’ndaki törende, fotoğraf sanatına katkıların-

dan dolayı ‘’fahri doktora’’ unvanı verildi.

Törende; Güler’e, MSG-SÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız tarafından ‘’fahri doktora beratı’’ sunulurken, MSGSÜ Fotoğraf Bölüm Başkanı Prof. Yusuf Murat Şen tarafından da cübbesi giydirildi.

Ara Güler yaptığı konuşma-da, şunları söyledi:

‘’Aslında insan düşünüyor: Niye bana bu kadar şey yapıyorlar? Demek ki bir şey yapmışım. Bu, benim ikinci fahri doktora almam-dır. Biraz alıştık. Bunlar iyi oluyor. Çünkü insana şevk

veriyor. Demek ki ben işimi yapmışım. 60 sene gazeteci-lik yaptım. Foto muhabirleri görsel tarihi yazmaktadırlar. İnsanlık tarihinin görsel kısmını yazıyorlar. Foto muhabirliği, yaşanan devrin aynasını tarihe yazmaktır. Biraz tarihçi sayılır foto muhabiri.’’

13

2012 Medya Etik Ödülleri sahipleriyle buluşuyor.Medya Etik Konseyi tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen 2012 yılı medya etik ödüllerini kazanan gazeteciler belir-lendi.

2012 yılı Medya Etik Ödülleri 6 kategori ve 29 dalda (alt başlıkta) toplam 38 ga-zeteciye verildi. Ödül töreni 18 Nisan’da Fatih Ali Emiri Efendi Konferans Salo-nunda yapılacak.

Medyada ciddi, seviyeli, ilkeli ve meslek etiğine uygun olarak mesleği icra eden ga-zetecileri teşvik için düzenlenen 2012 yılı

Nisan’13

Medya Etik Ödülleri, Medya Etik Konse-yi Ödül Kurulu tarafından belirlendi.Bu yıl üçüncüsü yapılan ve geleneksel hale getirilen Medya Etik Ödülleri 2012 yılı içinde Yazılı Basın (Gazete-Dergi), Televizyon, Radyo, Haber Ajansçılığı, Yerel Medya ve İnternet Haber Sitele-rinde Yer Alan Yayınlara verildi. Medya Etik Ödülleri 6 kategori ve 29 dalda (alt başlıkta) toplam 38 gazeteciye verildi. Abdurrahman Şen, Mehmet Atalay,

Hakan Sarıhan, Nevzat Bayhan, Erkam Tufan Aytav, Mehmet Şeyho, Zeki Gü-müş, Hüseyin Gökçe, Nejat Sezik, Nuh Gönültaş, Fatih Karaca, Ünal Tanık, Ser-vet Engin ve Hakan İnce’den oluşan ödül kurulu, kurumsal ve şahsi başvuruların yanı sıra MEKYK ve MEK Ödül Kurulu üyelerinin tekliflerinin değerlendirildiği toplantılar sonucu, ödül kazanan gazete-cileri belirledi.

3. Medya Etik Ödülleri’nin verileceği ödül töreni, 18 Nisan 2013 Perşembe günü Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi Konferans Salonunda gerçekleş-tirilecek.

14

BEN DİKİŞ MAKİNESİYLE BİLE FOTOĞRAF ÇEKERİM!

‘‘

‘ ‘

15

1928 Ağustos ayında Türkiye Cumhuriye-ti’nde yeni harflerin kabulünün heyecanı-nı yaşarken 16 Ağustos saat 6’yı 16 geçe Derderyan ailesinin Taksim Talimha-ne’deki evine yeni bir üye katılmıştı. Evde ebe yardımıyla doğan bebeğe Ara ismi konuldu. Ara Geghetsik, tarihte ‘Yakı-şıklı Ara’ olarak da bilinen talihsiz Ararat Kralı’ydı.Ara, sessiz sakin bir çocuktu. Çekildiği köşesinde etrafına dizdiği kurşun asker-lerle uslu uslu askercilik oynardı. Adına Çiçoni dediği bembeyaz bir kedisi vardı.Küçük yaşlarda dadısı sayesinde gös-teri sanatlarıyla tanıştı. Ara’nın ilk fotoğraf deneyimi ise Beyoğlu’nda aile fotoğ-rafları çeken stüdyolar aracılığıyla oldu. Göbek adı Mı-gırdıç olan Ara Derderyan, halk arasında Pangal-tı Lisesi olarak bilinen ve 1825 yılında Mıhtiaryan Manastırı tarafın-dan kurulan Katolik misyoner okuluna yaz-dırıldı. Ailesi Gregoryan olmasına rağmen çocuklarının iyi eğitim alması için Katolik mektebine göndermişlerdi. Müfredatı Fransızca olan okulda; keman, flüt ve piyano derslerini almak zorunluydu. Bu dersleri vermeden geçemiyordu. Böylece okul sayesinde zoraki de olsa müzik bilgisi de gelişmişti. Beyoğlu’ndaki Hacopulo Hanı 16 numa-rada meslektaşı Panosyan ile ortaklaşa eczacılık yapan Dacat Bey, Beyoğlu’nun sekiz eczanesinden birinin sahibiydi.

Nisan’13

Dükkanı Kanzuk, Rebul gibi büyük ve meşhur markalar ile birlikte anılıyordu. Dacat Bey’in eczanesinde ürettiği Silva marka kolonyalar da meşhurdu.

Eczacı Dacat Bey 1934 yılında çıkarılan Soyadı Kanunu ile nüfus kağıdının ‘‘Aile

ismi, yani lakap ve şöhreti’’ hanesinde yazılı olan ‘‘Keşişoğullarından’’ ibaresinin

üzerine çizdirip Güler yazdırdı. Ara Güler, üçüncü sınıftayken 10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ü

kaybetti. Dacat Bey, 10 yaşındaki oğlu Ara’yı alıp Atatürk’ün naaşının konuldu-

ğu Dolmabahçe Sarayı’na götürmüştü. Küçük Ara, Atatürk’ü Florya’dan

hatırlıyordu. Yaz aylarında de-nize girmek için gittikleri

Şenlikköy’de ormanda yapılan yürüyüşler-den sonra ulaşılan

Florya plajında Atatürk için yaptı-rılan Deniz Köşkü

bulunuyordu. Savaş yıllarını ise

‘‘Yani harp oldu da harbin ne olduğunu

da bilmiyordum aslın-da.’’ cümleleriyle anlatan

Ara Güler’in o zamanlarda en korktuğu şey sıkı yönetim

ilan edilen kentlerde olası hava saldırısına karşı alınan geceleri karartma tedbiriydi.

Harp her şeyi olduğu gibi Ara’nın eğitimi-ni de etkilemişti. Nazilerin savaşı kaybet-

mesinden sonra okulundaki bütün Alman hocaları toplayıp Kütahya’ya sürdüler.

Fransızca’ya da aşina olan Ara Güler bir süre Galatasaray Lisesi’nde de okumuştu.

Eline ne geçse okuyan ve kendi çapında öyküler de yazan Ara, ortaokul yıllarında

16

Haber Akşam Postası gazetesinin çocuk sayfasına “Mahkum” adlı kısa bir öykü-sünü yolladı. Ve bir ortaokul öğrencisine göre ender rastlanacak mantık örgüsüne sahipti öyküsü. Ortaokul eğitimini Pangaltı Lisesi’nde tamamlayan Ara, Getronagan Ermeni Lisesi’ne kaydoldu. valara uçan Ara, makinesini alıp okulda, aile meclislerinde filmler göstermeye başlamıştı. Ancak bu filmcilik işini biraz abartıp, okulunu da aksatmaya başlamıştı. Ara Güler o zamanları kendi ifadeleriyle şöyle anlatıyor: ‘‘Sinema oynatmaktan ve okula devamsızlıktan üç sene sınıfta kaldım, ailem okula gidiyorum zannediyor; hâlbuki ben başka bir yere gidip sinema oy-natıyorum. Aile bilmez olur mu biliyorlar abi, mek-tebin parasını ödüyor bir sene daha.’’.Doğan Film Stüdyosu’na ge-lip gittiği günlerde stüdyoda çıkan yangından çok korkan Ara Güler, o olaydan sonra bir daha stüd-yolara adım atmadı.

Filmcilikten baba zoruyla ayağı kesilen Ara, anne tarafının mesleklerinden biri

olan tiyatroya yöneldi. Babası makyaj malzemeleri de yaptığı için, eczane tüm

tiyatrocuların uğrak yeriydi. Muhsin Ertuğrul, Behzat Butak, Muammer Ka-raca… Hepsi gelip Dacat Bey’in yaptığı

özel kremlerden alırdı. Dacat Bey ürettiği

bu özel kremlerden birine Ara’nın AR’ını Dacat’ın DA’sını alarak AR-DA adını

vermişti.Babasının ürettiği makyaj malzemeleri-

nin sadık müşterilerinden biri de Çağdaş Türk Tiyatrosunun kurucusu Muhsin

Ertuğrul’du. Ara, babasının yakın arkada-şı olan ve sık görüştükleri Muhsin Er-

tuğrul’un kurduğu Tiyatro Mektebi’nde ders almaya başladığında Türkiye’de

konservatuar yoktu. Katıldığı kurslardan büyük bir heyecan duyan Ara’nın

amacı sınıf arkadaşlarının-kinden biraz farklıydı. O diğerleri gibi aktör olmak değil, tiyatro-

nun kokusunu almak istiyordu. Tiyatroyu sahne

gerisinden izlediği zaman

anlıyor ve tat alıyordu.

Pangaltı Lise-si’nde Yetişenler

Derneği’nin tiyatro koluna el atmış ve

profesyonellere parmak ısırtacak bir kadro kurmuş.

Eugene O’Neill’in Anna Christie ile diğer oyunlarını sahneye koymuştu.

20 yaşındayken ‘‘Bir Garip Yılbaşı Gece-si’’ adlı tek perdelik bir oyun kaleme almıştı. 1950’lerin Temmuz ayında ise “Yeni İstanbul” gazetesinin ‘‘Dünya en iyi hikayesini arıyor’’ ve birinciye ‘‘5.000 dolar’’ sloganlarıyla duyurduğu hikaye yarışmasına öykü haline getirdiği bu tek perdelik oyunuyla katılmıştı. Orhan Veli, Ahmet Hamdi Tanpınar, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Eyüboğlu, Refik

17

Nisan’13

Halid Karay gibi isimlerden oluşan jüri, değerlendirmelerinin ardından 422 öykü içinde Ara’nın ‘‘Bir Garip Yılbaşı Gece-si’’ adlı hikayesini yayınlanmaya değer 30 eserden biri olarak seçti.Ara Güler, bu işleri meslekten saymayan babası Dacat Bey’in zoruyla üniversiteye başlayabilmek için gerekli olan Olgunluk İmtihanı’na girdi ve bir zamanlar Dü-yun-u Umumiye binası olarak kullanılan İstanbul Erkek Lisesi’nde değişik okul-lardan gelen öğretmenlerin oluşturduğu Mümeyyiz Heyeti’nin karşısına çıktı.Babasının verdiği paray-la ilk fotoğraf maki-nesi Rolleicord 2’yi Tünel’de fotoğraf malzemeleri satan Mösyö Kalime-ros’un dükkanın-dan aldığında 22 yaşındaydı Ara. Önüne çıkan her şeyi gördüğü gibi çekmeye başladı. Fotoğrafları çektikten sonra nasıl çıktıklarını gör-mek için meraktan ölüyordu. Ancak fotoğrafların banyosu ve baskısı bayağı pahalıya mal olunca babasının ec-zanesinin üzerindeki depoyu zapt ederek karanlık odaya dönüştürmek zorunda kaldı. Ara Güler’in fotoğraflarının ilk ya-yınlandığı yer Türkiye’nin en eski gazete-lerinden biri olan “Jamanak”tı.İlk röportajı için konu olarak kendisine Kumkapı balıkçılarını seçmişti. Balıkçılar-la birlikte denize açıldı, günlerce yaptıkları işin her anını görüntüledi.

Gazeteciliğe cemaat gazetelerinde baş-

layan Ara Güler, daha geniş kitlelerle buluşan gazetelerde çalışmayı, fotoğrafla-

rını herkesin görmesini istiyordu. “Yeni İstanbul Gazetesi”ni çok beğeniyordu ve üst katta oturan gazetenin yönetimiyle iyi

ilişkileri olan komşuları sayesinde “Yeni İstanbul” gazetesinde muhabir olarak işe

başladı.Ara Güler hayalindeki fotoğrafları ancak

Leica ile çekebileceğine inandı. Çünkü ustalar hep Leica kullanıyordu.

Eserleriyle Türkiye’deki aydınlanma düşüncesinin önünü açan Saba-

hattin Eyüboğlu’nun Ara’nın Ara Güler olmasında

çok büyük bir payı vardı. Bu konuda

Ara Güler şöyle demiştir: ‘‘Beni

yetiştiren adamlar-dan biridir Saba-hattin Eyüboğlu.

Yazdıklarından konuşmalarından çok şey öğrenmi-

şimdir.’’ Ara’nın her fırsatta danıştığı Sabahat-

tin Eyüboğlu adeta etrafına ışık saçan bir deniz feneri gibiydi.

Ayrıca Orhan Veli Kanık ve Sait Faik Abasıyanık gibi isimlerle tanışması da

Ara’ya çok şey kazandırmıştı. Ara Güler, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi bünyesinde, Türkiye’nin gaze-tecilik alanında eğitim veren ilk eğitim kurumu olan Gazetecilik Enstitüsü’nün hizmete girdiğini öğrendi. Gazetecilik Enstitüsüne kayıt yaptırmak için öğren-cilerin lise diplomasına sahip ve Türkçe kompozisyon sınavından geçmiş olma-ları şartı aranıyordu. Ara bunları yerine

18

getirdi.1961’de askerliğini de tamamladıktan sonra “Hayat” dergisinde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıllarda Paris Magnum ajansına katıldı ve İngil-tere’de yayımlanan “Photograpy Anual” antolojisi onu dünyanın en iyi yedi fotoğ-rafçısından biri olarak tanımladı. Ameri-kan Dergi Fotoğrafçıları Derneğine tek Türk üye olarak kabul edildi. Yaklaşık bir yıl sonra Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen Master f Leica unvanını kazandı. Dünyanın birçok yerinde sergiler açtı ve dünyayı gezerek birçok ünlü ismin fotoğrafını çekip, onlarla röportaj yap-tı. Bunların arasında hiçbir fotoğrafçıya poz vermeyen Picasso röportajı olduğu gibi; Salvador Dali, Bertnard Russell gibi isimlerle de röportajı vardı. Bunların yanı sıra Ara Güler, gazetecilik hayatı boyunca üç önemli iş yaptığına inanıyor. Bunlardan biri Nuh’un Gemisi, diğeri Nemrut Dağı ve diğeri ise Afrodisias’tır. Fotoğrafçılık ile ilgili ise şunları söylüyor: ‘‘Fotoğrafçılık hastalık gibi bir şey, kanser. Hastalıktır, kurtulamaz insan ıstırap çeker. Bir kere bu bir kültür olayıdır. Bizimkiler işin bu tarafı ile uğraşmıyorlar.’’ demiştir ve röportaj yapmayı en çok istediği ancak yapama-dığı ismin Charlie Chaplin olduğunu her zaman belirtmiştir.Kendini her fırsatta, fotoğraf sanatçısı değil de foto muhabiri olarak tanımlayan Ara Güler, ikisinin arasındaki farkı şu şekilde açıklamıştır: ‘‘İkisi çok farklıdır. Foto muhabiri bomba patladığı zaman bombaya doğru giden adamdır. Halbuki fotoğrafçı bombadan kaçar gider. Karısı-nın yanına kaçar; ötekisi ise ölüme kaçar, kendisini tehlikeye atan adamdır. Aradaki fark budur. Fotoğrafçı yoktur benim için,

yalnızca foto muhabiri vardır. Foto mu-habiri tarihi, makinesiyle yazan adamdır.’’ Ara Güler, meslek hayatı boyunca yaşadığı deneyimleri anlattığı ve çektiği fotoğrafların yer aldığı çok sayıda kitap çıkarmıştır..

Fotoğraflar – 1980

Ara Güler’in Sinemacıları – 1989

Sinan, Architect of Soliman the Magnificient – 1992

Living in Turkey – 1993

Archipelago Pres – 1993

Eski İstanbul Anıları – 1994

Bir Devir Böyle Geçti, Kalanlara Selam Olsun – 1994

Yitirilmiş Renkler – 1995

Yüzlerinde Yeryüzü – 1995

Ara Güler’e Saygı – 1998

Babil’den Sonra Yaşayacağız – 1996

İstanbul des Djinns – 2001

Yeryüzünde Yedi İz – 2002

Sedef Oral – [email protected]

19

Comm. Nisan Ayı, Yeni Çıkanlar

Nisan’13

Divandaki Düşmanlar

Vamık D. Volkan

Şipşak Freud Christfried Tögel

Smokinli Berduş Enis Batur

Şipşak Kafka Karla Reiment

Hasret Canan Tan

Ahmet Altan Son Oyun

Sende Kendimi Buldum

Sylvia Day

Erteleme Steve Chandler

Büyü Ustası Maria V. Syender

Sokrates Yeşil Sahalarda

Mathias Roux

Yemek, Mutfak, Sınıf

Jack Goody

Karaköy’de Günbatımı

Baki Can Ediboğlu

08

15

22

29

02

09

16

23

30

03

10

17

24

31

Tarihte Nisan 1962 - Eleştirmenlerin bilim kurgu sinemasının dönüm noktası olarak tanımladığı “2001: A Space Odyssey” adlı film ilk kez gösterildi1948 - Yazar Sabahattin Ali, Türki-ye-Bulgaristan sınırında öldürüldü.

1996 - Deli dana hastalığı, ‘bildirimi zo-runlu’ hastalıklar kapsamına alındı.

1848 - Ünlü İtalyan opera bestecisi Donizetti vefat etti. 1973 - Ressam Pablo Picasso öldü. 2001 - Mars Odyssey adlı uzay aracı, kızıl gezegen Mars’ı keşfetmek üzere Cape Canaveral uzay üssünden fırla-tıldı.

1588 - Mimar Sinan vefat etti. 1970 - Ünlü müzik grubu Beatles da-ğıldı. Grup elemanları bundan sonra solo albüm çalışmaları yapacaklarını açıkladı. 1845 - Emniyet Teşkilatı kuruldu. 2004 – İş Adamı Sakıp Sabancı vefat etti.

1922 - Kanadalı bilim adamları Frederi-ck G. Banting ve Charles H. Best, şeker hastalığına karşı kullanılan ‘insülin’i buldular.

1972 - Apollo 16 adlı uzay aracı aya gönderildi.

1993 - Türkiye’nin 8. cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat etti.

1924 - Demiryolları Genel Müdürlüğü kuruldu.

1920 - Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. 1982 – TRT, renkli yayına geçti. 1984 - AIDS’e neden olan virüs belir-lendi.

1512 - I. Selim (Yavuz) tahta çıktı.

1935 - İstanbul-İzmir arasında ilk tele-fon hattı devreye girdi. 1980 - Gerilim ve korku türünün ünlü yönetmeni Alf-red Hitchcock öldü.

1945 - Adolf Hitler intihar etti.

011945 - Türkiye’nin en uzun süre yayın-lanan çocuk dergisi “Doğan Kardeş” yayın hayatına başladı.1937 - Yılmaz Güney doğdu.

04

11

18

25

05

12

19

26

06

13

20

27

07

14

21

281512 - I. Selim (Yavuz) tahta çıktı.

. 1949 - Norveç ve Portekiz arasında im-zalanan bir anlaşmayla Kuzey Atlantik Paktı (NATO) kuruldu. 1968 - ABD’li sivil haklar savunucusu Martin Luther King, Memphis’te uğra-dığı suikastle yaşamını yitirdi.

1941 - Anıtkabir için açılan proje yarış-ması sonuçlandı; Emin Onat ve Orhan Arda’nın teklif ettikleri proje seçildi.

1896 - İlk modern olimpiyat, Atina’da baş-ladı. 1909 - ABD donanmasından Yüzbaşı RobertPeary, Kuzey Kutbu’na ilk ulaşan insan oldu. 1973 - Fahri Korutürk cumhurbaşkanlığına seçildi.

1948 - Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kuruldu. 7 Nisan 1984 - Türkiye’nin ilk paralı otoyolu hizmete girdi.

1920 - Mebusan Meclisi kapatıldı. 1893 - Döneminin en büyük transat-lantiği olan ve “asla batmaz” diye nitelendirilen Titanic, bir buzdağına çarparak battı. Kazada 1517 yolcu ha-yatını kaybetti. 1981 - Mebusan Meclisi kapatıldı.

1906 - İrlandalı yazar Samuel Beckett doğdu.

1865 - ABD Başkanı Abraham Lincoln bir suikastçi tarafından öldürüldü. 1912 - İstanbul’da Galata Köprüsü açıldı.

1949 - İrlanda Cumhuriyeti ilan edildi. 1948 - ABD yeni bir atom silahını Mars-hall Adası’nda denedi.

1924 - 1924 Anayasa’sı kabul edildi. 1864 - Toplumbilimci Max Weber doğ-du.

1953 - Cambridge’den iki bilim adamı, kalıtsal özellikleri ebeveynden çocuğa taşıyan ve ‘dezoksiribonükleik asit’ (DNA) ismini verdikleri molekül yapı-sını buldular.

1986 - Dünyanın ilk elektron mikrosko-bu basına tanıtıldı. 1986 - Rusya’daki Çernobil Nükleer Santrali’nde patlama oldu, 7 milyon kişi patlamadan zarar gördü.

1934 - Haftalık resmi tatil, cuma gü-nünden pazar gününe alındı.

1945 - İtalyan diktatör Mussolini ve metresi Clara Petacci kurşuna dizile-rek öldürüldü.

22

İKİ BAŞKENT ARASI BİR ÖMÜRSamuel Beckett

Çektiğim acılar varlığımın inşasının irili ufaklı parçalarıdır. Sadece düşünmek var etmez insanı; duygularını, ruhunu ve hatta zekâsını geliştiren asıl öğreticiler acılardır. O halde varım çünkü acı çekiyorum.Doğduğum günden beri anlatmak istediklerim var ve elbette asla anlatmayacaklarım ve anlatıyor gibi yapıp asla anlatmadıklarım. Önce akciğerlere de-ğen oksijenin yakıcılığıyla başladı ilk acılar, sonra dünyanın anlamsızlığını düşünüp duran beynimin kıvrımlarındaki patlamaların elektrik çarpmalarıyla.Doğduğumu anımsıyorum, ölümü ise düpedüz hatırlıyorum. Bir insan doğduğunda gözyaşları dökülür sevinçten. Bir insan öldüğünde gözyaşları dökülür, üzüntüden. Yani hayat boyunca değişmeyen tek şey gözyaşlarıdır ve yeryüzünde gözyaşları sonsuzdur. Biri ağlamaya başladığında, bir baş-ka yerde de, bir başkasının gözyaşları diner. Biri doğarken başka birinin de öldüğü gibi. Geriye kalan sadece gözyaşları ve hiçtir. Ve arada ağzımızda bir ömür dolandırıp durdu-ğumuz onca laf, kâğıtlara döktüğümüz onca kelime sadece bir tür duygu kalabalığıdır. Tutsaklığımızdan kurtulmaya çalışmanın beyhude uğraşlarıdır bunlar.Asla gerçekten bir şey anlatılamaz, ancak bir şeyin hayali anlatılabilir, kendisi değil. O yüzden anlatmaya değil, anlatmamaya bakarım. Anlatma derdinden çok anlatmamanın zevkine kurulurum. Ama yine de hiç susmam, eğer bir gün susarsam, bu artık söylenecek hiçbir şey kalmadığı içindir, her şey söylenmiş, hiçbir şey söylenmemiş olsa bile.

‘ ‘

‘‘

23

Nisan’13

Vlamidir - ‘‘Gidelim.’’Estragon - ‘‘Gidemeyiz.’’Vladimir - ‘‘Neden?’’Estragon - ‘‘Godot’yu bekliyoruz.’’

Akşamüstü Gölgeleri 13 Nisan 1906’da İrlanda’nın başkenti Dublin’de dünyaya gözlerini açtığında Beckett, içine düştüğü 20.yy edebiyatının en önde gelen isimlerinden biri olacağını nereden bile-bilirdi ? Hem kendisi gibi İrlandalı bir yazar olan James Joyce’u izlediği için ‘son moder-nist’lerden hem de kendinden sonraki yazar nesil üzerindeki etkisinden ötürü ‘ilk post-modernist’lerden kabul edildi oysa. “Absürt Tiyatro Akımı”nın en önemli yazarlarından biri oldu.“Hepimiz deli doğuyoruz. Bazıları böyle kalıyor.”Paris’te tanıştığı yazar James Joyce ile olan inişli çıkışlı ilişkisi Beckett’in hayatını önemli ölçüde etkiledi. Joyce ailesiyle olan samimi ilişkisi, James Joyce’un kızı Lucia’nın aşkına karşılık vermemesi nedeniyle bozuldu. Aynı dönem, ilk kısa öyküsü olan “Assumption (Varsayım)”, “Transition” adlı edebiyat dergisinde yayımlandı. Kimine göre modern

insan hakkında çok kötümser, hatta hiççi bile kabul edildi. Bu kötümserliğiyse “kara mizah”a başvurarak dile getirdi eserlerinde. Eserlerini modern insanın yoksulluğu üzerine kurgulaması, ona 1969’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandırdı.Edebiyattaki ünü ve ba-şarısı Saoi unvanını adına kattı. Bu onurlu unvanı İrlanda’da sanat alanında büyük başarı elde etmiş kişilerin oluşturduğu Aosdána üyeleri alabiliyordu ancak.Savaşta Paris, barışta İrlanda... Beckett, eserlerinin çoğunu öğrenimini gördüğü dillerden biri olan Fransızca ile yazdı. Sonra kendi diline çevirdi. İkinci Dünya Savaşı yıllarını da eserlerini yazdığı dilin ana vatanı olan Fransa’da geçirdi. 1940 yılındaki Alman İşgali sonrasında Fransız Direnişi’ne katıldı. Fransız Hükümeti, Alman İstilâsı karşısındaki çabaları sonucu ona “Savaş Haçı” ve “Direniş Madalyası” armağan etti.1946 ise, kısa hikâyesi Suite’in ilk bölümünün Sartre’ın dergisinde yayımlandığı ve 1970’e dek yayımlamayacak dördüncü romanı Mercier ile Camier’yi yazmaya başladığı yıldı. Bu romanı, Beckett’in meşhur Godot’yu Beklerken’inin adeta habercisiydi.

24

HAYALET ŞEHİR: ÇERNOBİL(26 Nisan 1986)

‘Büyük Kaza’da neler oldu? Çernobil, 1972’de Kiev’in 140 km kuze-yinde kuruldu. Santral, her biri 1000 mW gücünde dört reaktörden oluşuyordu. 26 Nisan 1986’da 4 numaralı reaktör-de yapılan bir deney sırasında patlama gerçekleşti. Santralin içinde 30 ayrı yangın çıktı. Büyük miktarda radyoaktif madde pat-lamada atmosfere karıştı. Patlama sırasında 31 kişi öldü. Gönüllü olarak kaza sonrası temizleme çalışmalarına katılan 200 bini aşkın kişi acılar içinde can verdi. Beyaz Rusya’da yaşayan kadınların orta-lama yaşam süresi, 74 yıldan 58 yıla indi. 100 bine yakın insan evini terk etmek zorunda kaldı. Doğu Karadeniz’de kanser vakalarında artış görüldü. Tiroit kanseri oranı 200 kat arttı. Gelişme çağında oldukları için faciadan en fazla etkilenenler çocuklar oldu. Çok ağır fiziksel hasara uğrandı. Birçok canlıda mutasyon görüldü. Kaza, hayvanların da yaşam hakkını ellerinden aldı. Türkiye’nin tavrı ‘biraz radyasyon iyidir’ yönünde oldu. Acı kayıplarımızdan biri de Laz müzis-yen Kazım Koyuncu’nun ölümüydü. Patlamanın etkisi uzun yıllar sürdü. Ve sürmekte…

Esen Özay [email protected]

25

ENİS BATUR

Nisan’13

Ben amansız çatlak, sudan ve çıradan çıkma yangın lehçesi: Her şey geçer ben kalırım.‘ ‘ ‘‘

Türkiye’nin en zengin kalemlerinden biri olan Enis Batur’u bir kalıba sığdırmak çok güç. Şair, Deneme yazarı, Yayıncı, bazı öğrencilerin hocası ve eminiz ki edebiyat severler için daha birçok şey, Enis Batur. Batur, denemeleri ile merakın bir insanı ve beraberinde okuyucuları nerelere götürece-ğine dair somut bir kanıt. Hesaplaşmaktan kaçmayan nadir yazarlarımızdan biri. Şehir tarihlerine olan merakı sayesinde Şehrengiz adını verdiği İstanbul, Ankara ve İzmir’i kapsayan yazıları ile ilgili çalışmaları Fransa’da tanındı ve Ara Güler ile birlikte Fata Mor-gana’da “İstan-bul dee Djinns”i imzaladı. Ayrıca şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Por-takal, Sibilla Aleramo, Necatigil ödüllerini ve denemeleriyle TDK ödüllerini kazandı. Aynı zamanda yayıncı kimliği ile hem kendi öğrenme merakını bir ölçü de olsa tatmin ederken hem bizlere bastığı kitapları ile yeni yollar açmayı ihmal etmiyor. Enis Ba-tur’un “Smokinli Berduş” adlı kitabı ise şiir ile denemeleri –şiir yazıları- harmanladığı tabiri yerindeyse kafa açıcı bir kitap. Yazarın önceden yayınlanmış “Yazının Ucu”, “E/Babil Yazıları”, “Azizçağ”, “Faltaşı” gibi

kitaplarından şiirle alakalı denemelerinin derlemelerini içeren kitap aynı zamanda hiç yayınlanmamış yazılara kapı açıyor. Modern şiirin nasıl doğduğunu ve önceden yayın-lanmamış denemeleri merak ediyorsanız sizin için önemli bir kaynak niteliğinde ola-bilir kısacası ‘Smokinli Berduş.’ Şiiri ve de-nemeyi çok iyi bilen bir yazardan okunmayı ve üzerine düşünülmeyi kesinlikle hak etmiş

bir kitap olarak karşınıza çıkıyor. “Şiirin yolu, nice-dir toplumların güzergâhından ayrılan bir eğri çiziyor. Damı-tık söz, işlenmiş yazı, soyutlama dozunun artışı, “güzelleme” ge-leneğinin geniş ölçüde terk edil-miş olması; ile-tişimi, paylaşımı,

geçişimi güçleştirdi. Maddî yaşam, kapita-list düzen, insan değerlerini törpüledi. Bas-makalıp görünse de şimdi: Auschwitz’den sonra yeri iyice daraldı şiirin, müziğin, has sanatın. İşin tuhafı, Felsefe’nin ve bilimle-rin aynı dönemde ilgililerinin nüfusunun artmış olması. Bu eğilim, ileriki bir dönem-de şiire dönülmesini sağlayabilir de. (...)”

İpek Kesici [email protected]

Kentsel dönüşüm adı altında yok olan bir semt var İstanbul’da: Tarlabaşı. Belki de İstanbul’un en çok kültürlü yapısına sahip olan bu sem-tin sahip olduğu kültürün yok edilişini fotoğraflayan bir de foto muhabiri var: Ali Öz. 2010 yılından bu yana 30.000 fotoğraf çekerek Tarlabaşı’nı ve içerisinde barındırdığı zenginlikleri Tarlabaşı’nın ölümünden önce tarih sayfalarına kattı. Bu sayfalar Fotoğraf evi’nin öncülüğünde ve Yur-tiçi Kargo’nun desteğiyle ‘’Ayıp Şehir’’de kitaplaştı. Biz de Ali Öz ile Tarlabaşı, kentsel dönüşüm, Türkiye’de basın sektörü gibi konuları konuştuk.

rojeye başlama fikrinin 2010 yılında çıktığını belirtmişsiniz. Bu projeyi incelediğimizde

duyguların geri plana atılmadığını gö-rüyoruz. Bu ilk anda sizi ‘’Ayıp Şehir’’ projesine iten duygu neydi?

P Önce şunu düzelteyim: Ben hiçbir çalışmama proje olarak bakmıyorum. ‘’Proje’’ sözünü de alışkanlıkla kullanıyorum aslında. Ben fotoğraf çekmeyi, hayatı belgelemeyi seviyorum. Dolayısıyla ben bir şeyin karşılığı olarak fotoğraf çekmiyorum. Fotoğrafı çok seviyorum. Fotoğraf yaşam biçimim. Fotoğrafla in-sana bir yolculuk yapıyorum bir anlamda. Dolayısıyla hiçbir çalışmamı projecilik olsun diye yapmıyorum. Projecilikten kastım şudur: Projelerin hep bir be-deli vardır. Projeyi bir iş için yaparsın. Orada özgürlüklerin kısıtlanır ve işin içerisine para girer. İşte benim çalışmalarımda hiçbir zaman başkalarının istek-leri değil, benim kendi kafamdakiler olur. Dil alışkanlığıyla ‘’Proje’’ sözünü kullanıyoruz. Ben buna hiçbir zaman ‘’Proje’’ demedim. 2010 yılı civarında ben burada dolaşırken burada kentsel dönüşüm olacağını duydum. Bir anda kafamda şimşekler çaktı. Burası Nişantaşı olacaktı, Şanzelize olacaktı. Ben burayı eski haliyle – onlarca, yüzlerce yıldır hayat yaşanılmış haliyle – yıkılmadan önce, mimari dokusuyla, insan dokusuyla, yaşamıyla, çeşitliliğiyle fotoğraflamak

27

Nisan’13

Kentsel dönüşüm adı altında yok olan bir semt var İstanbul’da: Tarlabaşı. Belki de İstanbul’un en çok kültürlü yapısına sahip olan bu sem-tin sahip olduğu kültürün yok edilişini fotoğraflayan bir de foto muhabiri var: Ali Öz. 2010 yılından bu yana 30.000 fotoğraf çekerek Tarlabaşı’nı ve içerisinde barındırdığı zenginlikleri Tarlabaşı’nın ölümünden önce tarih sayfalarına kattı. Bu sayfalar Fotoğraf evi’nin öncülüğünde ve Yur-tiçi Kargo’nun desteğiyle ‘’Ayıp Şehir’’de kitaplaştı. Biz de Ali Öz ile Tarlabaşı, kentsel dönüşüm, Türkiye’de basın sektörü gibi konuları konuştuk.

Önce şunu düzelteyim: Ben hiçbir çalışmama proje olarak bakmıyorum. ‘’Proje’’ sözünü de alışkanlıkla kullanıyorum aslında. Ben fotoğraf çekmeyi, hayatı belgelemeyi seviyorum. Dolayısıyla ben bir şeyin karşılığı olarak fotoğraf çekmiyorum. Fotoğrafı çok seviyorum. Fotoğraf yaşam biçimim. Fotoğrafla in-sana bir yolculuk yapıyorum bir anlamda. Dolayısıyla hiçbir çalışmamı projecilik olsun diye yapmıyorum. Projecilikten kastım şudur: Projelerin hep bir be-deli vardır. Projeyi bir iş için yaparsın. Orada özgürlüklerin kısıtlanır ve işin içerisine para girer. İşte benim çalışmalarımda hiçbir zaman başkalarının istek-leri değil, benim kendi kafamdakiler olur. Dil alışkanlığıyla ‘’Proje’’ sözünü kullanıyoruz. Ben buna hiçbir zaman ‘’Proje’’ demedim. 2010 yılı civarında ben burada dolaşırken burada kentsel dönüşüm olacağını duydum. Bir anda kafamda şimşekler çaktı. Burası Nişantaşı olacaktı, Şanzelize olacaktı. Ben burayı eski haliyle – onlarca, yüzlerce yıldır hayat yaşanılmış haliyle – yıkılmadan önce, mimari dokusuyla, insan dokusuyla, yaşamıyla, çeşitliliğiyle fotoğraflamak

28

istedim. Tabii benim burada önceliğim daha çok sosyal konulara ilgili olduğum için insan hayatları, insan duygularıydı. Dolayısıyla bu-radaki insanlar, onların hikayeleri ve duygu-ları benim fotoğraflarımda anlatım dili ola-rak kullanıldı. Onlarla iki yılım geçti. Başta zor bir proje gibi geliyordu. İnsanların giril-mesi sakıncalı diye düşündüğü bir bölgeydi. Oysa ben 30 yıldır Tarlabaşı’nı tanıyordum. Daha önce defalar-ca burada çalışmala-rım oldu. Hatta 30 yıl önce 3 ay kadar burada oturdum. ’89 Bulvar Yıkımları sırasında buraday-dım. Daha sonra burada IMF Çatış-maları, 1 Mayıs Ça-tışmaları, Kürt Ça-tışmaları sırasında bulundum. Mesleki olarak uzak olma-yan bir bölgeydi. Çekime başladığım vakit konu beni çok içine çekti. İlginç ol-duğunu hissetmeye başladım. Her gün yeni, güzel fotoğraflar çıkıyordu. Sonuçta burada 4 bayram, 2 yılbaşı geçirdim. Buranın bütün özel zamanlarında burada bulundum. Bu-radaki insanlarla dostluk kurdum. Burada-ki insanları ben çok sevdim çünkü gerçek insanlardı. Buradaki insanlara dokunabili-yorsun, sahte veya yapmacık değiller. Onlar da beni çok sevdiler. Başta ikaz ediyorlardı ama süreç içerisinde bana alıştılar. Kapıları-nı 2 yıl, neredeyse 300 iş gün giden bir adam vardı. Artık beni gördüklerinde poz ver-

meyip normal işlerine devam ediyorlardı. Ben de rahat rahat çekim yapabiliyordum.

Tarlabaşı ile tanışıklığınızın başladığı günden çalışmaya başlamaya karar ver-diğiniz güne kadar Tarlabaşı’nda işlerin bu seviyeye gelebileceğini hiç düşün-müş müydünüz? Burada fotoğrafladığı-nız eylemlerde, çatışmalarda olaylara ev

sahipliği yapan bir mekanın bir bakıma ‘’ölümü-nü’’ fotoğraflaya-cağınız aklınıza gelmiş miydi? Buranın kentsel dönüşüme uğraya-cağını bilmediğim için öyle bir bakış açım da yoktu. Ne zaman ki burada kentsel dönüşüm, kentsel yıkım ya da kentsel katliam, ne dersek, burada bir yıkım olacağı-nı duyduğumuz an

bu yaptığım çalışmanın çok kıymetli oldu-ğunu düşündüm. Yaptığımız işin iki önemi vardır. Birincisi günlük olayları kamuoyuna duyurur. Bu anlamda bir işlevimiz var. Bir de çektiğimiz fotoğraflarla bugünü yarına taşırız. Deprem olur, o anda çekersin ve ha-ber değeri vardır. Sonra o depremi belgesel olarak geleceğe taşırsın. Böyle bir hafızayı tazeleme meselemiz vardır bizim. Dola-yısıyla ben burayı hızla, bir projeden öte çekip, belgeleyip, geleceğe taşıma niyetim-deyim. Ancak daha sonra bir şey gördüm:

29

Nisan’13

Buradaki insanlara bir şey yapmam gerektiğini düşündüm. Çünkü burada bir yıkım var, insanlar evlerinden atılıyorlar. Çok ucuza kapatıyorlar. Ben de buradaki insanların sesi ol-malıyım diye düşündüm. Ben basında çalışmıyorum. ‘’Ne yapabilirim?’’ diye düşündüğüm vakit sosyal medyayı kullandım, iyi ki kullanmışım. Önce tereddütlerim oldu ‘’Burada-ki insanları deşifre etmek doğru mu, yanlış mı?’’ diye. Bizim dostluklarımız o kadar iç içeydi ki, sonuçta onlar buradan söküldü. Zaten buradaki insanlar toplumun en alt kül-türündeki insanlar, savunmasız insanlar. Yani kaybedecek bir şeyleri yok. Ben bu çalış-mayı Facebook’ta kullanarak bu insanların sesini hem Türkiye kamuoyuna hem dünya kamuoyuna duyurdum. Bu nedenle basın, konuyla ilgilenmeye başladı. Hatta olayın öz-nesini ben yaparak, sürekli benimle röportaj yaptılar. Televizyon kanallarında, dergilerde röportajlar yayınladılar. Çünkü ‘’Bir adam çekmiş. Hazır malzeme, kullanalım.’’ mantı-ğındaydılar. Ülkemizde maalesef ciddi anlamda gazetecilik olmadığı için burada bir yı-kım var ama çoğunluk kalkıp, gelip burada çok fazla bir çalışma yapmadı. Yani buradaki yıkımı önce ben duyurmuş oldum. Neticede bu benim çalışmamdan sonra insanlar çok ilgi göstermeye başladı, özellikle Facebook’ta. Ben burada yüzlerce fotoğrafçıyı taşıdım. Benim sayemde onlarca video belgesel çekildi. Dizilere ilham kaynağı oldu. ‘’Kayıp Şe-hir’’ dizisi bu çalışmadan etkilenmiştir. Muhtemelen ki ‘’Ağır Roman’’ dizisindeki kent-sel dönüşüm etkilenmeleri buradandır. Benim bildiğim iki tiyatroya örnek teşkil etmiştir.

Ben tek başıma buradaki kentsel dönüşümü durduramam.Çünkü ekonmik güçler karşısında bizim gücümüz bir hiçtir. Biz burada belge görevini yaptık.

‘ ‘

‘‘

Önceki soruyu cevaplarken bu sesi Türkiye’ye ve dünyaya duyuruyorum dedi-niz. Bunu gerçekleştirirken Tarlabaşı’nın geleceğine ait hala bir umudunuz var mıydı?

Hayır yoktu. Ben tek başıma buradaki kentsel dönüşümü durduramam. Çünkü ekonomik güçler karşısında bizim gücümüz bir hiçtir. Biz belge görevini yaptık. Yani belgeleme ve geleceğe aktarma görevini yaptık. Kentsel dönüşüme engel olabileceğim gibi bir iddiam yoktu. Ben burayı bir çalışma olarak belgelemek ve yok olmadan tarihe bir dipnot düşmek

30

niyetiyle yaptım. Bunu yaparken de aynı zamanda buradaki insanların sesini yine de duyurdum. Burada asıl çalışması gerekense Mimarlar Odası, sivil toplum kuruluşları ve sosyologlardır. Burası alan araştırması için çok önemli bir yer. Bizim insanımız, aydını-mız alan araştırması için Bingöl’ün bir köyü-ne giderler ama burunlarının dibindeki ola-yı görmüyorlar. Fotoğrafçılar da öyle. Her gün Taksim’in göbeğinde dolaşıyorlar ama buradaki kentsel dönüşümü çok az fotoğ-rafçı gördü. Ben burayı bir anlam-da ehlileştirdim. Fotoğrafçılarla bu-radaki o tehlikeli durum ile insanlar arasında bir köp-rü görevi gördüm. Yani buradaki in-sanların korkula-cak, tehlikeli in-sanlar olmadığını gördüler. Dokun-dukları ve insanca bir yaklaşım yap-tıkları vakit burada-ki insanların onlara daha insanca yak-laştığını gördüler. Sonuçta iki yıl boyunca ufak bir iki olay dı-şında ben hiçbir şey yaşamadım. Hatta tam tersi buradaki insanlar beni korumaya bile aldılar. Bir gün bir hırsız yanımdaki çantayı çalmak istemişti. Bir baktım yanımdaki fa-hişe ‘’Çek ulan elini o bizim arkadaşımız.’’ diye kovaladı. Şunu anladım ben – hayat felsefem de bu zaten – insana nasıl yakla-şırsan o sonucu alıyorsun. Sevgiyle yak-laşırsan sevgi, yabancı ve kötü bakıyorsan ona göre sonuç alıyorsun. Dolayısıyla bu-

radaki insanları ben çoğu insana değişmem.O halde Tarlabaşı için olma-sa da Tarlabaşı’nda yaşayan in-sanlar adına somut bir değişik-lik yarattığınızı söyleyebilir miyiz?

Evet ancak yine de dikkatli olunması lazım. Çünkü fotoğrafçıların bir insana izin alma-dan sadece meta gibi saldırması yanlış bir şey. Oysa buraya gelip buradaki insanlara hal hatır sordukları vakit, insani bir ilişki

kurdukları vakit daha kolay bir ça-lışma yapabiliyor-lar. İnsanlar mal değil, meta değil. Onların da insan olduğunu, duygu-ları olduğunu his-setmek lazım. Bu-radaki insanlar bir tuzluk, bıçak değil, yaşayan organiz-malar. Dolayısıyla onların duygularını iyi hissetmek, em-pati yapmak lazım bu tür çalışmalar-da. Bir de parantez açayım: ‘’Fotoğraf

çekmelere doyamadınız, Ali Beyler hariç.’’ sözü bu nedenle yazılmış bir şey. Fotoğraf-çılar buraya geliyordu. Günü birlik bir iki çalışma yapıyordu. Yalap şalap bir şeyler çe-kiyorlardı ve kayboluyorlardı, hemen Face-book’ta yayınlamak üzere. Orada kişisel bir rant elde etmek üzere bunu yaptıkları için buradaki insanlar rahatsız oluyordu. Önem-li bir örnek var ki ben burada en az 300 iş günü bulundum. Şu an benim çalışmam bit-tiği halde ben burada hala dolaşıyorum. Es-

31

Nisan’13

kisi kadar olmasa da buradaki gelişmeleri takip ediyorum ve sonuna kadar takip edeceğim. Çünkü benim bütün çalışmalarım gücüm yettiği kadar sonsuzdur. Ben 30 yıldır Türkiye toplum tarihini çekiyorum. 30 yıldır YÖK öğrenci eylemlerini çekiyorum, 30 yıldır 1 Ma-yıs’ı çekiyorum. Her çektiğim olay benim için süreklidir. 20 yıldır Kürt meselesini çekiyo-rum. Ülkemizde ne hikaye varsa onu çektim. 18 yıldır neredeyse hiç aksatmadan Cumartesi Anneleri’ni çekiyorum. Dolayısıyla hayat devam ettiği müddetçe fotoğrafın da devamlılığı gerekir ancak insanlar şunu yapıyorlar: Bir şey çekip, proje yapıp sonra kaybolup gidiyorlar.

Sizce Tarlabaşı’nın bu duruma gelmesinin suçluları kim? Sizin gözünüzde kent-sel dönüşümün sorumluları kim?

Burada kentsel dönüşüm sorumluları sistem, para… Sadece bugünkü hükümet değil, gelmiş geçmiş bütün hükümetler burada suçlu. 6-7 Eylül olaylarını yaratanlar da bura-da suçlu. ’89 yılında Tarlabaşı Bulvarı’nı açan Dalan da suçlu. Buraya hiç el uzatmayan, burayı ölüme terk eden bütün iktidarlar suçlu. Bunlar enkaz kaldırdılar ancak bu enkazı kaldırırken rantsal bir sömürüye dayandırdılar. Adamın 2 milyon liraya satılacak evini 100 bine kapatmaya çalışıyorlar. Böyle bir adaletsizlik olmaz ki. Burayı yaptıkları vakit, bu-radaki fiyatlar 20 katına çıkacak. Bu da adaletli bir tavır değil. Burada 100 metrekare bir daire almaya kalksan inşaattan sonra, en az 2-3 milyon dolar olur. Şu anda adamın evini sen 100 bine kapatıyorsun. Bunu da devlet, belediye ve özel sektör, iş birliğiyle yapıyor. Buradaki küçücük evi olan insanların avukat tutabilme gücü yok ki. Dolayısıyla çoğu peşin peşin 3-5 kuruş alıp boşaltmak zorunda kaldılar. Daha sonra insanlar yollandık-tan sonra boş kalan yerlere TOKİ’nin adamları şunu söylediler, ben de ses kayıtları var: ‘’Gidin yıkın, yağmalayın.’’ Dolayısıyla buradaki evleri restore edilemez hale getirdiler. Temeller kazıldı ve evler kendi kendine yıkıldı. Oysa burası Venedik Mimarisiyle yapılmış ve depreme en dayanıklı bölge. Altyapısı, temeli, mimarisi çok önemli. Yıllardır devlet burayı kontrol etmediği için kaçak binalar da yapılmış aralara. Ancak büyük çoğunlukla da tarihi bir miras var burada.

Ayıp Şehir’deki fotoğraflarınızda çoğunlukla sokakların yıkılmış, çürümüş hal-lerini görüyoruz. Sokaklarla birlikte insanların evlerinin içindeki fotoğraflarını da görüyoruz. İnsanların evlerindeki ruh halleri nasıl? Sonuçta yaşadıkları semt ellerinden gidiyor. Ne düşünüyorlar?

Şimdi burada görüyorsunuz sokaklarda çocuklar neşe içerisinde top oynayabiliyorlar. Yoksul insanlar bunlar. Sığınmacılar aslında. Burada Dünyanın her tarafından insanlar var. Son yıllarda büyük çoğunlukla siyahlar var. Siyahlar burada bir evin içinde on kişi sığınmışlar. Bir yatak koymuşlar boydan boya. Beş kişi altı kişi aynı yatakta yatıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Bu hiç insani değil. Burada Pakistanlı Muhammed var. Res-men mağara gibi sıçanın bile yaşayamayacak olduğu bir mağara içerisinde yaşıyor. Burada çöp dağları oluşmuş. Belediye gelip çöp almıyor. Ben burada zaman zaman kokudan

32

bayılmak üzere olduğum anlar oldu. Burada özellikle yazın, inanılmaz bir koku sokaklara yayılıyor. Buradaki insanların ruh halleri yok. Peki insanlar ne yapacaklarını biliyorlar mı? Hayır, yok. Bir kere Tarlabaşı Pazarı, İstan-bul’un en ucuz pazarı. Burada adam pilav yapı-yor, midye yapıyor, gidiyor Taksim’in göbeğin-de satıyor. Tabii ki bunun sıkıntılarını yaşıyor. Uzaklara gittikleri vakit bu ekonomiyi devam ettiremezler. Çocukları burada okula başlamış-lar, hayatları burada geçmiş. Rum Ortodoks Süleyman Amca var, burada doğmuş, burada büyümüş. Annesi babası evini satın almış. ‘’Ben başka bir yer bilmem ki.’’ diyor. Hasan Bozdağ var, ‘’Para, delikanlıyı bozar. Ben evimi istiyorum, evimde yaşamak istiyorum.‘’ di-yor. ‘’Sen nasıl beni dışarı atarsın?’’ şeklinde tepkiler var. Ancak çoğu yoksul ve dar gelirli insanlar olduğu için de kendilerini koruyabilme güçleri yok. Dolayısıyla burada ciddi bir yok-sulluk var ve o insanların korkuları var, gelecek korkuları var. Buradaki insanlar bir gecede bu-harlaştı. Takibinde ben bile zorlandım. Çünkü herkes bir delik bulup sığınmak istedi. Barlar kapatıldı. Buradaki travestileri kovuyorlar. Ne olacak? Başka bir yere taşınacaklar. Bu ülkenin gerçeği buysa sen bunu yok edemezsin ki. Do-layısıyla herkes yine bir yaşam oluşturmak için mücadele vermek durumunda. Burada alıştık-ları bir hayat vardı. Burada pilavını yapıyordu, kestanesini yapıyordu, midyesini yapıyordu, bir adım ötede satıyordu. Yol parası harcamı-yordu. Bunu uzaklara gittiğinde yapamaz ki. Çocuklar burada, bir adım ötede okulları var. Çok dramatik hikayeler var. -Onlar da umutsuz yani ve İstanbul’un hep bir Tarlabaşı’sı olacak sonuçta. Tabii, tabii. Varoşlarda bin tane Tarlabaşı var. Ben burayı göz önüne serdiğim için böyle. Varoşlarda da başka bir yaşam yok. Gecekon-

dularda, kenar mahallelerde…

Çalışmanız için 30.000 fotoğraf çekmişsi-niz ancak bunların bir kısmını kitabınızda görebiliyoruz. Bu fotoğraflar dışında kalan fotoğraflara bir şekilde ulaşma imkanımız olacak mı?Ben burada 30.000 karenin yanında aynı zamanda 10 saatlik ses kaydı aldım. Buradaki insanların kendi ağızlarından, kendi hikaye-leri var. Dolayısıyla bunun DİA gösterisi bir kitaptan daha etkili. Bugüne kadar Tür-kiye’de 50 defa sunum yaptım. İçerisinde 350 fotoğ-raf var. İnsanlar ‘’Ali Bey, bu film tadında izlenebilir.’’ diyorlar, sıkılmadan izlediler. Türki-ye’nin en hassas, en titiz fotoğrafçılarından Sabit Kalfagil bana ‘’Ulan yarım saat gösterim olur mu?’’ dedi. İzledikten sonra ‘’Soluksuz izledim.’’ dedi. Bunlar çok önemli. Hayat ne getirir bilinmez ama bu çalışmanın kendi içerisinde spesifik bir sürü konu çıkar. Sokak-larda oynayan çocuklar, travestiler, yaşamlar, bayramlar… Şimdi siyahlar üzerinde çalıştı-ğım başka bir konum daha var. Ben görevimi yaptım. Belge olarak geleceğe aktarmak üzere ancak bu ülkede sanatçılar, yaratanlar çok sa-

33

Mart’13

hipsiz. Ben bu kitap projesi için çok mücadele verdim. Sergiler devam ediyor; Mersin, Ada-na, Ankara ve İstanbul gibi yerlerde. Adana Belediye Başkanı herkesin önünde söz verdi ve sonra kaytardı. Çankaya Belediye Başkanı söz verdi, sonra bürokratik engel çıkardılar. Beni zora soktular. Aslında hayatlarının PR’ını ka-çırdılar. Şimdi bu kitap 4000 adet basılmış ol-saydı arkasında Çankaya Belediyesi logosuyla, Çankaya Belediyesi’nin büyük reklamı olacaktı. Yurtiçi Kargo’nun Genel Müdür Yardımcısı

arkadaşımdı. Onların sağladığı 10 bin liralık bir destekle ve kendi cebimden koyduğum parayla ben bu kitabı çıkardım. Politikacılardan kazık yediğimiz için bir miktar parasını da cebimden ödedim. Şimdi bu benim ana rahminden çık-mış çocuğum gibi. Benim arkamda bir holding yok, PR şirketi yok. Basın PR’ını ben yapı-yorum, her şeyini ben yapıyorum, dolayısıyla zorluyor tabii. Oysa ben bu işlerle uğraşmayıp fotoğraf çekmek istiyorum. Bu ülkede burjuva sanatı yapmıyorsan zorlanıyorsun. Burjuva sa-

natı yaparsan alıcısı da vardır, satışı da kolaydır. Benim kendi gücümle gazetelerde, kanallarda çalışmalarım yayınlandı. Muhtemelen kitap da aynı şekilde olacak. Bu benim biraz da müca-deleci kişiliğimden gelen bir özellik Uzun bir süredir herhangi bir basın-yayın organından bağımsız olarak sosyal medya aracılığıyla çalışmalarınızı yayınlıyorsu-nuz. Bu da sizin daha demin de belirttiği-niz burjuva sanatından ve holdinglerden uzaklaşma isteğinizden mi kaynaklı yoksa Türkiye’deki basın-yayın sistemiyle bir sorununuz mu var? Şu an Türkiye’de gazetecilik yapılmıyor. Kim söylüyorsa yalan söylüyor. Gerçek anlamda bir gazetecilik yok. Daha yeni TV’de söylediğim gibi, gazetecilik çok ulvi bir meslek. Kamusal bir iş yapıyoruz. Toplum adına bir iş yapıyoruz ve yaptığımız iş çok önemli ancak gerek çalı-şanlar, gerek patronlar düzeyinde gazetecilik yapılmıyor. Gazetecilik, patronların çıkarlarını, holdinglerin çıkarlarını savunmak için, top-lumu uyutmak için kullanılan bir araç haline geldi. Şu an istenilen gazeteci işten attırılıyor, istenilen işe alınıyor. İstenilen yeni televiz-yon kuruluyor. Halk nasıl doğru bilgi alacak? Alamazsın. Zaten karnını doyurmak derdinde. Dolayısıyla bugün toplumsal problemlerimiz çok fazla. Çelişkiler çok fazla. Bir gün bir nok-taya gelecek ve insanlar patlayacak. Bu böyle gitmez. Milyon dolarlık cam kafeslerde insanlar yaşamak için para harcıyorlar. Milyon doların olduktan sonra neden cam kafeste yaşayacak-sın ki? Git açık havada başka bir şekilde yaşa. Çocuklar gelecekte sokağı bilmeyecek, top oynamayı unutacaklar. Kapalı mekanlara tıkış tıkış bir hayat. Değişen hayat diyoruz biz buna ama insani değil. Canberk ULUSAN [email protected]

34

Sony Dünya Fotoğraf ÖdülleriSony sponsorluğunda gerçekleştirilen Dünya Fotoğraf Organizasyonu tarafından düzen-lenen Dünya Fotoğraf Yarışması ödüllerini dağıttı. Yarışma 2007 yılından beri düzenle-niyor ve yarışmada bu yıl ilk kez Türkiye’ye özel bir değerlendirme oldu. Dünya’nın bir çok yerinden katılım sağlanan yarışmada fotoğraflar Açık, Türkiye özel ödülü, Gençler ve 3D kategorilerinde yarıştı. Beklenen ödüller sahiplerini buldu.

Türkiye’ye Özel Açık yarışma kazananları

Dünya çapındaki yarışmanın Açık kategorisine bu yıl ilk kez Türkiye’den katılan fotoğ-rafçıların eserleri, Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri Türkiye Özel Kategorisi olarak ayrı değerlendirildi. Türkiye Ulusal Özel Ödülünü kazananlar, bu kategoriye özel seçilen jüri tarafından seçildi. Uluslararası savaş fotoğrafçısı, gezgin, macera insanı, belgesel yapım-cısı Coşkun Aral, Dünya Fotoğraf Organizasyonu Yaratıcı Direktörü Astrid Merget, İF-SAK İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Tanju Akleman, EFIAP Cemil Ağacıkoğlu ve Sony Eurasia A.Ş. Pazarlama Direktörü Richard de Barbanson’dan oluşan jürinin belirlediği isimler şöyle:

1987 doğumlu olan Serkan Çolak, Kadir Has Üniversitesi, İletişim fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu. Amsterdam’da katıldığı Photography&Images adlı staj programından sonra, fotoğrafı profesyonel hayata taşıdığı ve halen çeşitli projeleri devam etmekte.

Birinci - Serkan Çolak

35

Nisan’13

İkinci - Serkant Hekimci

Fotoğrafa olan ilgisinin sinema ile başladığını daha sonra sinemayı kişiselleştirerek fo-toğrafa uyarladığını söyleyen ve başarılı olan bir isim Serkant Hekimci. Fotoğrafları ise genelde kentsel yaşamı ve insanı içeriyor.

Üçüncü - İhsan İlze 1970 doğumlu olan İlze, İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden mezunudur. Lise yıllarından itibaren fotoğrafla ilgisi olan İlze fotoğraf dalında yaklaşık 30 ödüle sahip başarılı bir fotoğrafçı.

36

Değerlendirmenin bir amatör fotoğrafçı tarafından çekilmiş tek bir kare üzerinden yapıl-dığı Açık Kategori’de kazanan fotoğrafçılar neredeyse 55.000 yarışmacı arasından seçildi.Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri Açık Kategoride kazanan on isim arasından seçilecek olan Yılın Fotoğrafçısı Ödülü içinse heyecan sürüyor. Ödül alan fotoğrafçı 25 Nisan tarihinde düzenlenecek olan gala töreninde açıklanacak. Genel kategorisi birincisi olan fotoğrafçı aynı zamanda 5.000 ABD doları tutarındaki ödülün sahibi olacak. Açık Kategoride kazananlar isimler ise şu şekilde;

Şili Seyahat – Manny Fajutag, Filipinler

Geliştirilmiş - Hoang Hiep Nguyen, Vietnam

37

Mart’13

Düşük Işık - Elmar Akhmetov, Kazakistan

Doğa & Vahşi Yaşam - Krasimir Matarov, Bulgaristan

38

Panoramik - Yeow Kwang Yeo, Singapur

İnsanlar - Hisatomi Tadahiko, Japonya

39

Mart’13

Gülümseme – Ming Huo Guan, Çin

O An - Matías Gálvez

40

Mimari - Martina Biccheri, İtalya Kültür ve Sanat - Gilbert Yu, Hong Kong

41

Mart’13

Kültür Sanat- Gilbert Yu, Hong Kong

Göksu Ö[email protected]

Kampüste Reklam Var 9’daki oturumu-nuz esnasında Bigumigu’nun kurulum aşamasından günümüze kadar hep sorunsuz yürüdüğü izlenime kapıldım. Sekiz sene boyunca büyük çapta bir sorunla karşılaştınız mı?Farklı sorunlar yaşadık. Teknik sorunları (sunucunun çökmesi, siteye ulaşılamaması gibi) bir kenara bırakırsak, şimdiki sosyal medya uzmanlarının sıkça yaşadığı “ad-min” özneli dertleri biz yıllar önce yaşa-mıştık. Bir kullanıcı, eklediği haberi yayına almadık diye kızıp sinir krizi geçirmiş, internette araştırıp bulduğu telefon numa-ramızı ve kişisel bilgilerimizi tüm sitede yorumlara yazıp isyan etmişti örneğin bir seferinde. Amatör bir site olarak “şu yazıyı kaldırmazsanız dava açacağız” gibi mesaj-lar aldığımız da oldu. Reklam eleştirisinin kişilik haklarına saldırıya dönüştüğü bazı yorumlar yazıldı. Bunlar yüzünden ajans yöneticilerinden telefon aldığımız oldu. Konuyu hep kendi inandığımız şekilde çözmeye çalıştık. Artık uzman bir bilişim hukuku ofisiyle de çalışıyoruz, bu gibi du-rumlarda doğru aksiyonu alabilmek için.

İletişim trendleri danışmanlığı kulağa çok hoş geliyor. Peki bu iş tam olarak nedir? Bu mevkide çalışmak kulağa geldiği kadar güzel mi?

İş güzel. Ancak bu işte çalışabilmek için başka bazı masalarda deneyim kazanma-nın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Trend takibi bir özellik, yetenek olabilir ancak sektörel iş tecrübesi olmadan trend açıkla-maya çalışmak, gazeteciliğin ötesine geçe-meyebiliyor. Reklam ajansı, marka yöneti-mi, iş geliştirme gibi tecrübeleri daha sonra trend avcılığı özelliği ile harmanlayanlar bu alanda çalışabilir. Dışarıdan hoş görünüp de içerde o kadar hoş olmayan durumlar da var tabii. Trend takibi ve analizi asıl işim olmadan önce hobi olarak bir zevkti. Şimdi sürekli gündem ve yenilik takip etmek zo-runda olduğum için belirli kanallara (dijital medya gibi) çok daha fazla bağımlı yaşa-mak durumundayım.

43

Nisan’13

Bigumigu’yu mobil ortama taşımayı düşünüyor musunuz? Belki farklı bir uygulama?

Bigumigu gibi dijital mecraların mobil-de düzgün okunabilen bir arayüzlerinin olmasının yeterli olduğuna inanıyorum. Yeni internet sitemiz çok yakında mobil-de de doğru boyutlarda açılan bir arayüze kavuşuyor. Bunun ötesinde Bigumigu olarak farklı mobil uygulama geliştir-me projelerinde yer almak da mümkün ancak marka konumlandırmamızdan çok uzaklaşmadan yapmak isteriz bu marka genişleme çalışmalarını.

Arabalara olan ilginiz yadsınamaz bir gerçek. Peki ilerde carluvr’ın çizgisin-den farklı, daha öznel içerik üretebile-ceğiniz bir site görecek miyiz?

Muhtemelen hayır. Carluvr’ı güncellemeyi bıraktım. Artık otomotiv içeriklerini de Bigumigu içinde yazıyorum. Hatta 4 yıl sonra Bigumigu’da otomotivi yeniden ana kategorilerden birisi yaptık.

Bigumigu’nun maskotları içerisinde Han’ı da görecek miyiz?

Han şimdiden Aygül’le benim maskotu-muz oldu ancak Bigumigu’ya taşır mıyız bilemiyorum.

Siteye iş ilanları koymak bizzat benim siteye girişimi arttıran bir faktör. İş ilanlarının siteye maddi boyutu dışın-da bir katkısı oluyor mu?

İş ilanlarımızın geri dönüşlerini ilanı veren kurumlara sorarak takip ediyoruz. Sonuçlar neredeyse her seferinde çok iyi oluyor. Yaratıcı sektörler ve pazarlama alanı dışında iş ilanlarını çok nadiren ya-yınlıyoruz. Bu da hedef kitlemizi tarif ve ifade etmemizi kolaylaştırıyor. Bugün bir reklam ajansı eleman aradığında ya da bir reklamcı iş aradığında ilk akıllarına gelen yer olabiliyorsak, sektör için de en önemli mecra olabildik demektir.Bigumigu’yu daha iyi anlamak, bugünün nabzında olan bitenden haberdar olmak için buyrun bigumigu.com’a!

Ahmet Sedat Tözün

44

Sahne Sırası Akbank’ın: ‘ ‘ZIT İKİZLER’’

2012 Yılı ortalarında başlayıp hala devam etmekte olan bankacılık reklamı rüzgarına Türkiye’nin saygın bankalarından Akbank da katıldı. Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil’in düzenlediği basın toplantısında duyurulan bu yeni kampanya Akbank’ın kısa süre önce anlaştığı TBWA/İSTAN-BUL tarafından ve Bahadır Karataş’ın yönetmenliğinde yürütülüyor. ‘’Zıt İkizler’’ temalı, birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip olan iki erkek kar-deşin hikayesinin anlatıldığı reklam filmin-de “Kelebeğin Rüyası” isimli beyaz perde çalışmasıyla yeniden gündeme oturan Kıvanç Tatlıtuğ ‘Ali’; sunduğu televizyon programı ile son dönemlerin popüler ismi olan ünlü oyuncu İlker Ayrık ise ‘Nuri’ isimleriyle yer almaktalar.Yayınlanan ilk reklam filminin içeriğine dönüp baktığımızda: Ali ve Nuri isimli zıt karakterli iki kardeş doğumdan itibaren her

alanda çatışma içerisinde olup ‘iyi aile ço-cuğu’ ve tabiri caizse ‘dış kapının mandalı, haylaz çocuk’ gibi özellike toplumumuzda oldukça sivrilmiş iki farklı imajı başarılı bir biçimde yansıtmakta diyebiliriz.’Akbanklı Hep Farklı’ sloganıyla yola çıkan şirket, kampanyada ideal(!) karakteri Akbank müş-terisi olarak göstermiş ve herkes tarafından bilinen iyi-kötü karşılaştırılmasının yapıldığı deterjan reklamlarının tadına yaklaşmış. Reklam kısa sürede öylesine ilginç eleşti-riler aldı ki birisi çıkıp ‘Keşke tam olarak deterjan reklamları tadında olsaydı’ diye konuşsa birçok kişinin duygularına tercü-man olurdu. Tüm bu eleştirilere rağmen tasarlanan bu kampanyayla Türkiye’de bankasız yaşayan 18 milyon vatandaşa ula-şarak yıllık müşteri artışını 1 milyon kişinin üzerine çıkarma amacı olan Akbank, oyun-cu seçimlerinde son dönemlerde her banka gibi popüler isimlere yönelerek doğru bir

45

Nisan’13

iş yapmış diyebiliriz. Bu bağlamda doğru bir iş yaptılar dedik ancak kampanyanın ‘tek kozları’ olan Kıvanç Tatlıtuğ ve İlker Ayrık hedeflenen 18 milyon kişinin hayatının ne kadarında yer alıyor? Umarız Akbank, kitlesini iyi araştırmıştır ki bu kadar emek harcanan, çekimlerinde en ufak ayrıntılara dahi dikkat edilen böyles-ine bir proje çöpe gitmez. Gelgelelim günümüzde hangi bankanın reklam kam-panyası kendi kitlesine ulaşmakta doğru kararlar veriyor?Akbank’ın konkur sonucu TBWA/İSTANBUL ile anlaştığı süreçte yazar Bilal Özcan’ın yayınladığı bir yazı yazıldığı dönemden ziyade ‘Zıt Kardeşler’ kampanyasından sonra kafa karıştırdı di-yebiliriz. Bilal Özcan, yazısında TBWA/İSTANBUL’un konkura Şahan Gökbar’ın yer alacağı bir projeyle katıldığını ve Şah-

an’ın projeden 7 milyon lira alacağını kes-in bir ifadeyle dillendirmişti. Bu ayrıntıyı okuduktan sonra belki birçoğunuz o sihirli kelimeyi söylediniz ‘Keşkeee. An-cak projede çekilmesi beklenen devam filmlerinin eğlenceli olacağı düşüncesini taşımaktayım ve bu durum illa ki Ak-bank’ın avantajına olacaktır.

Aykut Coş[email protected]

46

‘ ‘Eti Eti Eti’ ’

Ürünlerinin verdiği mut-luluğun tüketicinin gülüm-semesiyle bize geçmesini sağlayan Eti, yeni imaj kam-panyasında “Bir Bilmecem Var” isimli reklam müziğini kullandı. 2 Şubat günü gösterime giren ilk reklam filminde demir ustasından ev hanı-mına, balıkçıdan lise öğren-cisine, berberden çiçekçiye, üniversiteli gençlerden nalbura kadar pek çok kesimden insana Eti’nin bu nostaljik reklam müziği dinletildi ve sonunu tamam-lamaları istendi. “Eti, Eti, Eti” Eti bu kampanya ile hayat-

larında ilk kez bir reklam filminde oynayan insanların doğal mutluluklarının yansı-tılmasını amaçladı. Günlük hayat akışında Balat’tan Kü-çükyalı sahiline, Zekeriya-köy’den Bağdat Caddesi’ne İstanbul’un farklı semtlerin-de yapılan çekimler 3 gün sürdü. İkinci reklam filminde ise çocukların dünyasında mutluluğun ne olduğunu kendilerine soran Eti, her birinden farklı ve ilginç yanıtlar aldı. Mutluluk kimi için tavşan, kimi için annesini güldürmek, kimi içinse yumuşak bir şey, kimi içinse çikolatalardan dev bir

ev! “Hepsi için mutluluğun tanımı farklı ama tadı aynı” sloganıyla biten reklam filminde tüm çocuklara Eti ürünleri verildi ve yine doğal mutlulukları gözlem-lendi.Televizyon, radyo, internet ve açık hava uygulamalarıyla tüketiciyle buluşan reklam, Güzel Sanatlar/Saatchi&Sa-atchi imzasını taşıyor. Rek-lam filmlerinin çekimlerini ise Pow Films’den Burcu Matur üstlendi.

Yağmur [email protected]

47

Nisan’13

‘ ‘Durdur!’ ’Uluslararası Af Örgütü’nün 41? 29!’a hazırlattığı Durdur isimli, kadına şiddete karşı toplumsal farkındalığı artırmayı amaçlayan reklam filmi tam da gününde, 8 Mart Dünya kadınlar gününde yayınlandı.

http://www.amnesty.org.tr/durdur/

Videoda ilk aşamada şiddete maruz kalan savunmasız bir kadını görüyoruz. Kadın gördüğü şiddetten dolayı adamdan dur-masını istiyor. Video ilerledikçe kadının aslında adamdan değil bizden ‘videoyu’ durdurmamızı istediğini anlıyoruz. Bu alışık olmadığımız durum karşısında videoda izleyiciye ‘’neden durdurmadın?’’ sorusunu sorup kadının izleyiciden yar-dım istediği farkettiriliyor, daha sonra da izleyiciye geç kalmadığını ve videoyu tek-rar oynatması seçeneği sunuluyor. Bunun üzerine videoyu tekrar oynatıp durdurul-ması gerektiği yerde videoyu durdurdu-ğumuzda kadının bize teşekkür ettiğini ve kadına şiddeti sadece bizlerin durdu-rabileceği şeklinde bir yazı görüyoruz. Reklamın izleyiciyi de işin içine sokması,

özellikle kadına şiddete seyirci kalınma-sını eleştirmesi, herkesin bu sorunun azalmasında bir şeyler yapması gerektiğini düşündürtmesiyle 41? 29! başarılı olduğu kadar duyarlı bir reklam hazırlamış.

Hasan Mert Kozbe [email protected]

48

En İyi Durak

Quallcom mobil teknoloji şirketi, otobüs duraklarında sıkılan, acelesi olan insanla-rın mobil teknoloji sayesinde neler elde edebileceğini gösteren eğlenceli bir dijital reklam hazırlamış. Reklamda duraklara konulan bilboardlarda ‘’Are you bored?’’ veya ‘’In a hurry ? ‘’ şeklinde sorular sorulmuş, onun altına da bir link ko-nulmuş. Bu linki ziyaret eden duraktaki insanlara daha sonra çeşitli sürprizler yapılıyor. Şöyle ki bazı insanları Lambor-ghini ile gideceği yere bırakıyor, bazılarını ise gideceği yere köpeklerin çektiği bir kızakla götürüyor.Bir diğerindeyse içi yav-ru köpeklerle dolu bir araçla götürüyor.

Reklam yayınlandığı günden itibaren izlenme, paylaşma ve beğenilme sayılarına bakılacak olursa gerçekten başarıya ulaştı-ğını söylemek yanlış olmaz.

http://www.youtube.com/watch?v=zpd-cUakdQVA

Hasan Mert Kozbe [email protected]

49

Nisan’13

Magazin Hayatım

The Sims oyun serisinin başarısını merak edenler için çok basit bir açıklama var. İnsanlar olduklarından farklı hissetmeyi, gerçekte yapamadıklarını yapmayı her zaman severler. İşte bu uygulama da tam olarak bu içgörüyü hedef alıyor. Yine başarılı bir C-Section işi olan “Magazin Hayatım” aslında herkesin deneyim-lemek istediği ünlü olma hissini kısa bir süre de olsa tattırıyor.Ünlü olma hissinin yarattı-ğı etkinin yanı sıra marka, bulunmak istediği yeri iyi seçmişe benziyor. Nitekim çantaların kadınların vazge-çilmez aksesuarları arasında

yer almalarının sebebi yal-nızca kıyafeti tamamlama amaçlı değildir. Erkekler yanlarına alacakları şeyleri ceplerine sığdırabilirken kadınlar genellikle çanta kullanmak durumunda ka-lır. Kadınların çantalarının vazgeçilmezleri arasında da kozmetik ürünleri yer alır. Tıpkı kozmetik ürünleri gibi kadınların çantalarına girmeyi amaçlayan Signal White Now yeni dijital uygulaması için bir web sitesi tasarlıyor. Kullanıcı-lar bu sitede kendileri ya da arkadaşları için maga-zin haberi oluşturabiliyor. Televizyonda izlediğimiz magazin haberlerini arat-

mayan videodaki dış ses ise gerçek magazin haberlerini seslendiren Ömür Varol. Bu uygulama ile magazin hayatınızı gözler önüne sermek çok basit! Siteye giriyorsunuz. “Hemen Başla” butonuna tıklaya-rak Facebook hesabınız ile bağlantıyı kuruyorsunuz. Siz mi yoksa bir arkada-şınız mı? Magazincilerin hanginizin hayatını masaya yatıracağına karar verdik-ten sonra seçilmiş kişinin cinsiyetini belirtiyorsunuz. Ad – Soyad bilgilerini girip iki tane de fotoğraf yüklediniz mi tamamdır, artık siz de bir ünlüsünüz! nıp magazin

50

basınına nasıl malzeme olduğunuzu bir güzel izleyebilirsiniz. Gündem ne mi? Tabii ki aşk hayatınız. Evet, siz sadece arkadaşsınız. Birden bire kendinizi bu klişenin tam ortasında buluyorsunuz. Ardından kaçma kovalamaca, bir koşuş-turmadır giderken çantanızı düşürüyorsu-nuz. Farkındaysanız buraya kadar mar-kadan bahsetmedik. İşte bu minik oyun da tam olarak bunu yapıyor ve insanları birçok güzel kampanyadan uzaklaştırma ihtimali olan yoğun reklam kokusuyla baş edebilmek için başlangıçta markadan hiç

bahsetmeyip vurucu kısmı sona saklıyor. Devam edecek olursak, çantanın içinden kozmetik ürünlerinizle birlikte Signal White Now saçılıyor ve beyaz dişlerin sırrı ortaya çıkıyor. Eğer kameralara yaka-lanan kişi bir erkek ise kozmetik ürün-leri yerine diş fırçası ve anahtar çıkıyor çantadan. Bu arada diş macunu yeterince ön planda olduğu için gözler ayrıntıdaki şeytanı arıyor ve Eastpak marka çanta göze çarpıyor. Bunu görmezden gelelim. Ancak biraz reklam solumanın vakti geldi artık. Kırmızı çember içinde duran diş macunu, magazin haberlerinden görmeye alıştığımız bir sahne olsa da sizi kendi-nizi kaptırdığınız magazin hayatınızdan çıkarıp reklam kokan gerçek dünyanıza

döndürüyor. Tüm bu aşamaları tamamla-dıktan sonra dilerseniz formu doldurup Sephora kozmetik ürünleri ya da Furla marka çanta veya cüzdan kazanma şansı-nı yakalıyorsunuz.

C-Section ekibi eğlenceli ve sosyal medy-ada çokça paylaşılan bir işe daha imzasını atmayı başarıyor. Siz de birkaç dakikalığı-na da olsa magazin gündemine oturup eğlenceli vakit geçirmek istiyorsanız, buradan buyrun: http://www.magazinhayatim.com

Yağmur Yarkent [email protected]

51

Nisan’13

TUTKUYU YAŞATAN MARKALAR: ‘ ’LOVEMARKS’’Markalaşmanın ileri bir boyutu olan sevgi ve saygının ötesinde, tutkuyu ifade eden markalardan bahsediliyor artık. Saatchi&-Saatchi’nin CEO’su Kevin Roberts “Lo-vemarks” adlı kitabında tanıştığımız aşk markası trendini şöyle tanımlıyor : ‘Önce ürün vardı sonra markaya dönüştü. Mar-kalaşamayanlar yok oldu. Artık ayakta kalmanın tek yolu aşk markası olmak.’Bireyselleşmenin zirvesinde olduğumuz son yıllarda duy-gusal boşlukları-mız aşk marka-larıyla yeniden konumlandırılı-yor. Markalaşma-da öncü olmanın yollarından biri de tüketiciy-le duygusal bağ kurmaktan ge-çiyor. Duygusal bağı oluşturan etmenler öznel olsa da amaç in-sanların ortak duygularına seslenerek (sev-me, şaşırma, korku vb.) aidiyet ve içtenlik duygularını bir arada sunabilmekten ve tüketicinin kalbini o ana kadar yokluğunu hissetmediği bir ürünle buluşturarak ha-yatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirebilmekten geçiyor. Tıpkı ilk aşkın verdiği doyumsuz mutluluk gibi. Bilgi pat-lamasının yaşandığı dijital dünyamızda gi-zem duygusunu ön plana çıkaran markalar merak güdümüzü tetikleyerek ürünle ilgili her bireyi kendine ait bir tanıma sahip ol-maya yönlendiriyor. Pazarlama dünyasının

diğer bir önemli ismi Marc Gobe ise tü-keticiyle duygusal bağ kuramayan marka-ların ölüme mahkum olduğunu söylüyor.Yapılan araştırmalara göre tüketici bir ürünü satın alırken ilk üç saniyede karar veriyor. Bu noktada ürün tüketiciyi tah-rik edecek ve benzerlerinden sıyrılacak bir tasarıma sahip olmalı. Sürekli yenilik ve canlılık peşinde koşarak yeri geldiğin-de duygu çağrışımları yaratan reklamlarla,

müziklerle akılda kalı-cı olmayı hedeflemeli ve bizi etkilemelidir. Popüler kültürün en önemli simgesi olan ünlüleri doğru mar-kalarla eşleştirmek, marka devamlılığını sağlayabilmek adına önemli olmaktadır.Aşk markalarının tanımı herkes için farklı olsa da on-suz yapamayacağı-mız aşk markaların-

dan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:Arçelik: Bayi teşkilatı sistemini Türki-ye’de ilk defa kullanan beyaz eşya devi Arçelik ‘Yeniliği aşkla tasarlar.’ sloganını Arçelik ve Çeliknaz reklamlarıyla somut-laştırarak markaya hem sevimli ve eğlen-celi bir hava kattı hem de alanında akla ilk gelen markalardan biri olmayı başardı.Coca Cola: Global bir içecek devi ol-masına karşın ülkemizde yerelleştirme stratejisini başarıyla yürüten, satış nok-talarının fazlalığı ile tüketiciye değer ve-ren ve reklamlarının çeşitliliği ile her

52

kesimin ilgisini çeken bir marka haline geldi. Özellikle de kalabalık yemek ma-saları denilince akla ilk gelen marka.Efes Pilsen: ‘Bira bu kapağın altında.’ slo-ganıyla en başarılı reklam sloganlarından birini yaratan Efes Pilsen, bira olmanın ötesinde nostaljik devlerden biri olarak görülüyor. Özellikle son aylarda Anadolu

Efes oyuncularının yer aldığı viral reklam kampanyası milli duygularımızı kabar-tarak kalplerimize dokundu.Pınar: Anne sütü ile başlayan ve öm-rümüzün sonuna kadar devam eden bir süreçtir süt yolculuğu. Anne sevgisinin ve tabiatın eşsiz buluşmasıdır da aynı zamanda. Ancak annesi hayatta olmayan çocuklar düşünüldüğünde Pınar’ın son zamanlarda tüm reklamlarını anne-çocuk ilişkisi üzerine konumlandırması tepkilere

sebep olsa da Nil Karaibrahimgil tarafın-dan seslendirilen ‘Büyüdüm’ isimli reklam müziği çoğumuzun hafızasında yer etmiş gibi gözüküyor.Turkcell: ‘Hayat paylaşınca güzel’ sloganı ile paylaşmanın önemine vurgu yapan Turkcell, yapılan araştırmalarda heyecan verici, samimi ve yenilikçi olarak ni-

telendiriliyor. Reklamlarındaki duygusal çağrışımları ve doğru ünlü kullanımı ile duygusal bağın yaratıcısı olan öncü markalardan.Nike: Sporseverlerin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamanın yanında basketbol devi Michael Jordan’ın adıyla bütünleşen Air Jordan marka ayakkabılar tasarladı ve onun gibi olmak isteyen hedef kitlenin sayısını arttırarak adeta çığır açtı. Irmak Dokuzcu [email protected]

53

Nisan’13

Markaların Cinsiyeti

Markalar kendilerine birer kimlik ya-ratmayı pek severler. Bununla paralel biz tüketiciler de çıkarımda bulunmayı severiz. İşte bu yüzden çoğu zaman mar-kanın sergilemek istediği kimlik ile bizim algıladığımız bir olmayabilir. Bu, bizim markayı tam olarak anlayamadığımızdan kaynaklanabileceği gibi, markanın temeli olmayan bir zemine bodoslama kimlik ögelerini yığması nedeniyle de gerçekle-şebilir. Aşağıda okuyacağınız yorumlar gerçeği ve doğruyu yansıtmamaktadır.

OXXO: İki boyutlu bir kız. İki boyutlu diyorum çünkü hanım ablanın beli sıfırın altında on sekiz. Ancak önden ve arka-dan görebiliyoruz kendisini. Öyle ki o, dar paçalı pantolonları tulum niyetine giyer, kalan boşluklara da bir arkadaşını sığdırır.

ZARA: Sen kariyer basamaklarını ikişer ikişer atlarken tüm arkadaşların evlendi de ikinci çocuğu bekliyor. Elde ettiğin kariyer başarısını bir yana koyarsak sen hâlâ bir sevgilinin sıcaklığından uzaksın.

Umarım bir gün madalyonun kısmet yüzü sana da gözükür.

Marks & Spencer: Hâlâ menopozu atlatma dönemindesin. Üzerindeki ateş ve enerji seni sürekli farklı işlere sürüklüyor. Bir gün tüm mahalleyi turluyorsun diğer gün ise bahçeni yüzde yetmiş beş oranın-da büyütmüşsün. Arada bir rahatlaman lazım. Bu yüzden bol giymeyi seviyorsun tatlım.

Apple: İlk başlarda ulaşılmaz bir deli-kanlıydın. Işıldayan yeşil gözlere ve koyu kumral saçlara sahiptin. Sonra ebeveyn-lerin seni terk etti ve sen kendini saldın. Elindeki parayla estetik ameliyatlara gir-din, boyunu uzattın. Olmadı. Artık herkes gibisin ve herkesin elindesin.

Facebook: Bunları daha önce de konuş-muştuk annem. Artık daha rahat bir kız arkadaş olacaktın. Bırak o ne zaman ne yaparsa yapsın. Yazdıklarına istediği za-man cevap versin. Görüldü deyip adamı

54

defalarca aramak niye? Bir de sürekli kendini yeniliyorsun. O seni sen olduğun için seviyor zaten. Rahat ol biraz.

Twitter: Benden duymuş olma ama (retweet), Aslı geçen gün senin hakkın-da konuşuyordu (mention). Valla dedim ne güzel konuştun kız (favorite). Tabii çaktırmadım durumu. Sonra döndüm eve ağzıma geleni söyledim. Hepsini söyle-yemedim gerçi. Kısıtlı kelimem var ya, ondan.

Jack Daniels: Loş bir ortamda deri koltuğuna oturmuş bir elinde puron diğerinde viski kadehin keyfine bakıyor-sun. Saçlarına ak düşmüş ve sen çok şey görmüşsün. Biraz duraklamak, hazmet-mek istiyorsun yaşananları ve ben bunu inan ki anlıyorum.

Ruffles: Bir zamanlar tam bir rock stardın. Hayat sana güzel, her şey seni mutlu etmek içindi. Yıllar geçti, o günler

unutuldu. Sen hâla babangillerin evinde bodrum katta yaşıyorsun. Bira göbeğin almış başını gitmiş. Başında en sevdiğin takımın şapkası var. Elinde ise kumanda, yıldız olduğun günleri gösteren televizyon programı arıyorsun.

Vivident: Yaz günleri başının iki katı plaj şapkasıyla, üzerinde +50 güneş kreminle kumsalda gezinen o kız sensin. Sensin çünkü senin dışında hiçbirimiz beyazı öyle metalaştırmadık. Neden böyle yapıyosun ablam? Irkçı derler sonra bak.

Ahmet Sedat Tözün [email protected]

Nokia: Kavgada çağıracağım baş adam. Yiğit, omuzları var böyle geniş. Eskiden çok sevilir, mahallede çok saygı duyu-lurdu. Sonradan mertlik bozulup hassas oğlanlar sokağa üşüşünce ismi cismi unutuldu.

55

Nisan’13

Futbolda Reklam

Olamaz da…Daha ilkokul çağında babasının elinden tutup, renkler ve arma için sesi kısılana kadar bağırmaya giden çocuklar elbette kafalarında bir mantığa oturtmamıştı bu işi. Zaten oturtamazlardı da. Futbol mantık değil, duygu işiydi taraftar için.O çocuklar, büyüdüklerinde sevgilileri yerine armayı, renkleri tercih etti. Formala-rını giyip, her maç gününü bir bayram gibi geçirdiler, hem de öyle bayram harçlığı gibi galibiyet sevinci beklemeden. Cefakarlığı da futboldan öğrendiler, sevgiyi de.Hayatı futboldan öğrenenler, duygu insanı oldukları için markalar için daha kolay bir

hedefti. Bunun fark edilmeye başlanma-sıyla birlikte, futbolda reklama harcanan para da çığ gibi büyümeye başladı.1973’te Almanya liginde, 1979’da İngiltere liginde fark edilen bu yeni reklam mecrası, büyük paraların da döndüğü bir yer haline geldi. Kulüp geleneği olarak, kurulduğu 1899 yılından beri hiçbir forma reklamı almamış olan (2006-2010 yılları arasında hiçbir üc-ret almayarak Unicef ’in reklamını yapmış-lardı formalarında) Barcelona dahi 2010 yılında Qatar Foundation ile yıllığı 30 mil-yon Euro’yu bulan bir anlaşmayla, forma reklamında yıllık gelir anlamında zirveye oturdu.Yaklaşık yıllık forma reklamı geliri

“Futbol asla sadece futbol değildir.” Simon Kuper

bazındaki sıralamanın ilk 11’i de şu şekilde;1. Barcelona - € 30.000.000(Qatar Foundation)2. Bayern Munich - € 28.000.000(Deutsche Telekom)3. Manchester United - € 23.000.000(Aon)4. Liverpool - € 23.000.000(Standard Chartered)5. Manchester City - € 23.000.000 (Etihad Airways)

6. Sunderland - € 23.000.000(Invest in Africa)7. Real Madrid - € 20.000.000(Bwin)8. Chelsea - € 16.000.000(Samsung)9. Tottenham Hotspur - € 12.000.000 (Autonomy & Investec)10. AC Milan - € 12.000.000(Emirates)11. Newcastle United - € 12.000.000(Virgin Money)

56

Futbolcular ise bu reklam ve halkla ilişkiler faaliyetleri gibi alanlarda markalarla işbirliği yaparak kazançlarını katlıyor diyebiliriz.Aktif futbol kariyerinin sonunda olsa da, David Beckham yılda 46 milyon dolar ile yıllık geliri en fazla olan futbolculardan biri ve reklam gelirleri, aldığı maaşın yaklaşık 4 katı.Türk markaları da son yıllarda bu mec-raya büyük yatırımlar yapmaya başladı;3 yıl önce, Barcelona ve Manchester United’a sponsor olan Türk Hava Yolları, geçtiğimiz günlerde de Japonya futbol 1. ligi ekiplerin-den Omiya Ardija’nın sponsorlarından biri olurken, bir futbol ülkesi olan İngiltere’nin

en prestijli kupası FA Cup’ın sponsorla-rından biri de Beko oldu. Sarar ise İngiliz futboluna ilk kez forma reklamını sokan Liverpool’un giyim sponsorluğuna devam etmekte.Ülke takımları açısından da işler büyüdü diyebiliriz. Galatasaray, sadece Türk Telekom ile olan stad isim hakkı ve forma reklamı gibi anlaşmalarla yılda yakla-şık 15 milyon dolar kazanırken, yine tribün isim hakkı ile Pegasus Airlines’tan yıllık 4, Ülker’den 2, Opel’den 4 milyon dolar kaza-nıyor. Fenerbahçe ise, sadece formasındaki Türk Telekom, Ülker ve Avea reklamla-rından yıllık 15 milyon dolar kazanırken,

Armağan Abanuz [email protected]

toplam sponsorluk ve reklam gelirleri yıllık yaklaşık 19.5 milyon doları buluyor. Be-şiktaş da, formasındaki Toyota reklamıyla kasasına yıllık 3 milyon dolar para koyuyor.Forma sponsorluğunda tek Türk markasını tercih eden Spor Toto Süper Lig takımı Kardemir Karabükspor (Lescon) iken, tek forma reklamı olmayan takım ise ülkenin futbolcu fabrikası haline gelen Kayserispor.Her ne kadar rakamlar sürekli büyüse, rek-

lam için yeni mecralar aransa da futbolda, renk ve arma aşıkları bu rantı sağlayan ta-raf olacak. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin bu yılki Avrupa serüveni, taraftar için mut-luluk, reklam veren ve kulüpler içinse para kaynağı olmaya devam edecek. Tabii her sezon başında da takımın anlaşmalı kredi kartıyla, kombine adındaki mutluluk satın alınacak binlerce.

57

Nisan’13

Teknoloji ilerledikçe her işi olduğu gibi alışverişi de online yapar olduk. Son dö-nemde online kıyafet alışverişi çok moda ve bu iş için yüzlerce internet sitesine sahibiz. Tüketiciler için online alışveri-şin artıları, eksilerinden çok daha fazla. Binlerce model inceleyebiliyoruz, fiyat ve kalite karşılaştırması yapabiliyoruz üstelik bunları yaparken yorulmuyoruz. Online alışverişin erkekleri çeken yanı da bu olsa gerek: ‘’yorulmamak’’. Kadınlar için alışveriş yapmak bir zevk ama çoğu erkek için işkenceye dönüşen gereksiz bir uğraş. Erkeğin kafasında ihtiyacı olan bir ürün vardır,tek mağazaya girer, alır ve çıkar. Online alışveriş, erkeklere birkaç tıkla alışveriş yapma imkanı sağlarken aynı zamanda erkekleri, eşleri ya da kız arkadaşlarıyla birlikte alışveriş yapma zo-runluluğundan da kurtarıyor çünkü artık

kadınlar da online alışverişi tercih ediyor. Alışveriş için gezmek her ne kadar kadın-lara keyif veriyor olsa da günümüzde ka-dınların iş hayatındaki yerinin artmasıyla birlikte zamanı doğru kullanma gerekliliği de artıyor. Online alışveriş bazı kadınlar için yoğunluktan dolayı tercih ettikleri bir alışveriş biçimi iken bazıları için de zevk

Online Alışveriş

58

ve hobi. Yani her koşulda tüketiciye yarar sağlıyor ve ihtiyaçlarını karşılıyor. Online alışveriş yaparken saatlerce vitrin bakı-yormuş hissi yaşayabiliyorsun, binlerce harika model görüyorsun, her markaya ulaşabiliyorsun ve kaliteli ürünlere daha uygun fiyatlara sahip olabiliyorsun. Belki de her baktığın modelde “Bu benim olmalı! ” tepkisini veriyorsun, bazen kredi kartlarının limiti sana izin vermese de is-tediğini alana kadar yılmıyorsun, her gün siteye girip kaç tane kalmış diye tekrar tekrar inceliyorsun çünkü o elbise senin olana kadar bir yanın hep eksik kalacak biliyorsun. Online alışverişin en güzel, en harika, en mükemmel tarafı ise kimse-nin yanına gelip, sana insanı alışverişten

soğutan ve mağazadan hızla uzaklaşmana sebep olan o berbat cümleyi söylemiyor olması ‘’Buyrun yardımcı olabilir miyim, ne bakmıştınız?’’. Aslında bu bile online alışveriş yapmamız için yeterli bir sebep sayılabilir.Online alışveriş sadece bize kolaylık sağlamakla kalmıyor. Bilgisayar ortamın-da bize verdiği somut verilerle de belge niteliği taşıyor. Öyle ki bir online alışveriş sitesi kendi 2012 yılı verilerine dayanarak Türk kadının online alışveriş alışkanlık-larını belirlemiş. Her ülkenin kendine has farklı stilleri varken ‘’ Türk kadını modayı nasıl temsil ediyor? ‘’ sorusunun cevabını aramışlar ve ortaya güzel bir online stil haritası çıkmış.

http://www.campaigntr.com/2013/03/18/37582/markafo-ni-turk-kadininin-stil-haritasini-cikardi/

Bütün bu özellikler tüketicilerin online alışverişi tercih etmelerini sağlıyor. Online alışveriş piyasası gittikçe gelişiyor ve gelişmeye de devam edecek gibi görünüyor.

Aysun Yapıcıoğlu [email protected]

59

Nisan’13

Malumunuz ceridemizin ikinci sayısına vasıl olabilmekle muvaffak haldeyiz. Hâli hazırda geçen sayıyı okumuş olanlarınız bendenizi vazifesi hakkında yeterli bir malumata sahip durumda lakin yine de üstünden bir kez daha geçmeyi ısrarla faydalı bulmaktayım. Bu kalem sahibi kişi sizler için, evvel dönemlerin tanıtım filmlerini mürekkep yetirebildikçe yorum-lamak ve siz kıymetli okuyanlara o dönem anlayışına ait bir göz olmak hatta ve hatta eğer imkanlar dahilinde ise sizi reklamın tarihinde bir seyahate çıkarmak. Velhasıl kelam lafı fazlaca uzatmadan sizlerle bu ay dahilinde değerlendireceğimiz tanıtım filmini paylaşmak isterim. Bu ayki reklam filmimizi yakın dönem ile birlikte işlemek mümkün olacağı için ayrı bir memnuniyet taşıdığımı da belirtmeden geçemeyece-ğim.Reklamda müziğin kullanılması kadar müzik sanatını icra edenin kullanılması da eğer yerli yerinde yapıldıysa hayli önem arz eder. Bu ayki konuğumuz olan Albeni müzisyen sima kullanımını siz gençle-rin hatırlayamayacağı zamanlardan beri yapmakta. Hatta mübalağaya kaçmadan

diyebiliriz ki tercihlerinde hayli başarılılar. Tahminimce hepinizin aklına gelen son zamanlarda izlencelerde sıkça rast geldi-ğimiz üç farklı müzik sanatçısının müzik-lerini icra ettiği reklam. Lakin sizlerin de tahmin edebileceği gibi bu reklamın son kullanma tarihi bendenizin yorumlaya-bileceği kadar geçmemiştir henüz. Ben sizleri çok daha eski bir Albeni reklamına yolculuğa davet edeceğim. Hafızam beni yanıltmıyorsa 1996 yılına denk gelen bu film o kadar sağlam bir fikir temeline sa-hipti ki bugün aynı fikir ufak revizyonlarla tekrar hazırlanıp seyirciye sunulabiliyor ve ilgi çekebiliyor. Üç farklı lezzet katmanın-

Nostaljik Reklam

60

dan oluştuğu vaat edilen ürünün her bir katmanı için bir ünlü kullanımı düşüncesi son dönem reklamında daha oturaklı olarak siz izleyenlere verilmiş olsa da Mazhar-Fuat-Özkan (MFÖ) üçlüsünün oynadığı ilk reklamda dahi bu fikrin kırıntılarını fark etmek hayli mümkündür. Müzikte zaten ziyadesiyle başarılı olan üçlü, tanıtım filminin müziğini dönem dinleyicilerini hoş tutacak bir halde yapa-rak ana görevlerini hakkıyla eda etmişler-dir. Topluluk olarak neşeli ruh halleri ve sıcak tavırları ile bilinen üçlü bu hâllerini tanıtım filmlerinde de sergileyerek mar-kaya olan samimiyeti yükselttiler. Bireysel kanaatimce dönem için gerçekten başarılı bir reklamdır. Dönem esasınca süresi kı-salmaya başlayan tanıtım filmleri arasında birim zamana en faydalı halde kullanarak mesajını veren ekip. Hem başarılı müzik hem de başarılı bir kamera önü ekibiyle çalışmaları da marka için çok önem arz eden bir kazanımdır.

Bu ay için sizlere veda ederken ilk sayı-daki kusurlarım için af dileyip, bu yazı-daki olması muhtemel hatalarım için de

hoşgörünüze sığınıyorum. Bu yeni nesil alet ve edevatı kullanırken hayli sıkıntı yaşamaktayım. Bütün samimiyetimle umut ediyor ve istiyorum ki bu gençler yayın hayatlarında başarılı olurlar ve dahi bana sizlerle buluşma şansı verirler. Kim bilir belki yeteri kadar zamanı bu aletleri kullanmaya vakf ettikten sonra daha iyi bir kullanıcı haline gelebilirim. Bir sonra-ki yazıya kadar sıhhatle kalın.

İhtiyar Delikanlı

61

Nisan’13

Effie Ödülleri

Reklamcılar Derneği ve Reklamverenler Derneği tarafından iki yılda bir düzenlenen “Effie Türki-ye Reklam Etkinliği Yarışması”, 1 Nisan Pazartesi akşamı Four Seasons Bosphorus Otel’de 5. kez sahiplerini buldu. Temel amacı; ticari etkinliği yüksek, sonuç getiren reklam ve pazarlama iletişim kampanyalarını seçerek ödüllendirmek; reklam, pazarlama hedeflerine ulaşmadaki katkısı ve rolüyle değerlendir-mek olan “Effie Türkiye Reklam Etkinliği Yarışması”nın sponsorluğunu Eti, Şekerbank, Turk-cell, Vivaki ve ThinkNero üstlendi. 28 kategoride verilen 51 ödül ise şu şekilde:

Başvuran Ana Ajans Marka Adı Kampanya Adı Reklamveren

Katkıda Bulunan Ajanslar

1. Temel Gıda Maddeleri

Bronz Y&R Reklamevi Tikveşli Efsane Lezzet DanoneMPG, RDM, Ayda

Bronz TBWA\İstanbulKomili Zeytin-yağı

Sıcak – Soğuk Lezzetler Anagıda

Tempo OMD, AD Interaktif, BED, G2

Gümüş Medina Turgul DDB TATTAT Domatesli Ürünler Koç Gıda

Mindshare, Lob-by İletişim ve Etkinlik Danış-manlığı

Altın Alametifarika PınarPınar Labneli – Obama

Pınar Süt A.Ş.

Universal Mc-Cann

62

2. Tatlı-Tuzlu Yiyecek

Bronz Alice BBDO Lay’sLay’s Fırından Lansmanı

Frito Lay – Lay’s

Platform Rek-lam, OMD, Cin Fikir İletişim, Zarakol

Gümüş Mindshare Algida Max Max Maceraları UnileverExcel, Lowe, Calide

Gümüş Alametifarika Ülker MetroMetro Enerji Testi 1

Ülker – Metro

MediaVest, DBI, 41!29, Medusa

Altın

Medina Turgul DDB & Tribal Worldwide Doritos

Doritos Aka-demi Frito-Lay

OMD, Za-rakol, Mo-biwan, Ant Travel

3. İçecek

BronzGüzel Sanatlar Saatchi & Saatchi

Lipton Yellow Label

Konuşan Poşet Çay

Unilever, Lipton

Ping, Excel, Mindshare, Digiyouth&Ho-rizon

Gümüş Alice BBDO ErikliLezzet Kampan-yası

Erikli & Nestle Waters Türkiye

Altın BLAB Yeni Rakı Bi’ Büyük SofraMey İçki / Diageo

Zarakol 2.0, Universal McCann, Arox Bilişim Sis., Click the Bliss

Altın Rafineri IstanblueŞehrin Ta Kendisi Mey İçki

41?29!, Universal McCann, Za-rakol, DPN, DDF, Boogy

4. Kart Öde-me Sistemleri

Bronz Alametifarika Bonus Bonus Kafa

Garanti ödeme Sistemleri AŞ. Cereyan

GümüşMedina Turgul DDB

İş Bankası Maximum Üstü Kalsın

Türkiye İş Bankası Carat, MPR

5. Banka-Si-gorta ve Fi-nansal Hiz.

Bronz Alametifarika GarantiEmekli Banka-cılığı

Garanti Bankası

Cereyan, Digi-touch

Gümüş TBWA\İstanbul TEB “TEB Selahattin”

Türk Eko-nomi Ban-kası

OMD, C-Se-ction

63

Nisan’13

Altın RabarbaFinansbank Enpara.com

Herkese Zen-gin Faizi

Finans-bank

People Com-munications

6. Dayanıklı Eşyalar

Bronz TBWA\İstanbul BekoBeko Aile Kam-panyası Beko

Universal McCann, On-Target

Bronz Alametifarika Daikin Daikin EskimoDaikin Tür-kiye Cereyan

Gümüş Y&R Reklamevi ArçelikArçelik Relans-man Arçelik

Mindshare, Medusa Plus, C-Section, On Target, Tribal DDB

7. Temizlik Ürünleri

Bronz BOOGY SelpakTuvalete Mer-haba İpek Kağıt

Rabarba, McCann Erickson, Ult-raRPM, Carat ; Mese

8. Kozmetik – Kişisel Bakım

GümüşGüzel Sanatlar Saatchi & Saatchi Bruno Bebekler

Abdi İbra-him

Brothers&Sis-ter, Igloone, Ünite, Kollektif

AltınExcel İletişim Danışmanlığı Elidor

Muhteşem Yüz-yıl’ın Muhte-şem Saçları… Unilever

Mindshare, Manajans JWT

11. Otomotiv

BronzLeo Burnett İs-tanbul Fiat Linea

Yeni Linea Lans-manı Fiat

People Com-munications, Pure New Media

Bronz Publicis Yorum DaciaMarka Bilinirlik Kampanyası Dacia

OMD, Ala-fortanfoni, Directcomm, Orangemind

GümüşMedina Turgul DDB Volkswagen

Volkswagen Tüm Modeller Kampanyası

Doğuş Otomotiv / Volkswa-gen Ticari Araç Mediacom

12. Otomotiv Ürünleri

Bronz TBWA\İstanbul AygazAygaz Otogaz Takip Aygaz A.Ş

Universal Mcccann, OnTarget

Gümüş TBWA\İstanbul MogazMogaz Git Git Bitmez Aygaz A.Ş

Universal Mccann

64

13. Medya – Yayın

Gümüş TBWA\İstanbul TTNET

Tivibu Ev ‘Oğ-lum’ Kampan-yası TTNET A.Ş

Gümüş Rabarba Turkcell

Turkcell Yeni Medya Lans-manı Turkcell Alametifarika

Altın TBWA\İstanbulYemeksepeti.com

Şehrin Restoranları Parmağınızın Ucunda

Yemekse-peti.com OMD

14. Bilgi Tek-nolojisi

Bronz Team Red VodafoneHer Şeyin Bir Kolayı Var Vodafone

OMD, C-Se-ction

Bronz Alametifarika TurkcellTurkcell T serisi Akıllı Telefonlar Turkcell Mindshare

Gümüş Alametifarika TurkcellHayat Paylaşın-ca Güzel Turkcell

Rabarba, Min-dshare

Altın TBWA\İstanbul Avea

Avealı Olmayan Çocuk’la Nu-mara Taşıma…

Avea İletişim Hizmetleri A.Ş

People Com-munications

16. Peraken-de

BronzHappy People Project Electro World “Çılgın Teklif”

Electro World

Colors, Medya Team

Bronz Y&R Reklamevi Markafoni Markafonik Aşk Markafoni

Universal Mccann, Mar-jinal/Portel, Fakülte İstan-bul

GümüşLeo Burnett İs-tanbul McDonald’s ye-Mc Şahane

Mc Do-nald’s OMD, MPR

Altın Publicis Bold Migros NostaljiMigros Ticaret A.Ş Mindshare

18. (A) Hayır’lı İşler

Altın Propaganda Eti Burçak Eti Burçak WWF Eti Gıda19. Mağaza İçi Pazarlama

Altın ARTA Tanıtım AlgidaDokun Ekrana Gelsin Kasaya Unilever Exper Event

20. Sınır Ötesi Başarı

Altın TBWA\İstanbul BekoBeko Aile Kam-panyası Beko

OMD Türkiye, OMD Worl-dwide

65

Nisan’13

Altın PropagandaADICTO IN-TENSE

Adicto Intense Azerbaycan Lansman Eti

21. Küçüğün Fendi

Altın Concept Elit ÇikolataLansman Kam-panyası

Elit Çikola-ta ve Şek. San. A.Ş.

MediaCom İstanbul, Cre-asoup

22. Bütçesi Küçük / Etkisi Büyük

Altın C-Section

Efes Pazar-lama ve Da-ğıtım

“Bu Sene O sene”

Efes Pa-zarlama ve Dağıtım

24. Lansman-da Başarılı

AltınProximity İstan-bul Biscolata

Biscolata Lans-man Kampan-yası

Şölen Çikolata Gıda Sanayi

25. Sürdürü-lebilir Başarı

Altın

Güzel Sanatlar Saatchi & Saat-chi ETİ Tutku Gerçek Tutku ETİ MG-Initiative

Altın Alice BBDO RufflesRuffles EN’ler Kampanyası

Frito-Lay – Ruffles

OMD, Wanda Dijital, Crea, Proximity, Elli5

26. Özgün Marka Dene-yimi

Altın C-Section Coca- Cola

Coca – Cola “Gerçek Mutlu-luklar”

The Co-ca-Cola Company

Universal McCann, Mc-Cann, Boogy, Plasenta

27. Tekil Med-ya Uygulama-ları

Altın Mindshare Algida Max Max Maceraları UnileverExcel, Lowe, Calide

28. Dijital Uy-gulamalar

Altın

Medina Turgul DDB & Tribal Worldwide Doritos

Doritos Aka-demi Frito-Lay

OMD, Za-rakol, Mo-biwan, Ant Travel

Kaynak: http://www.effieturkiye.org , www.campaigntr.com Derleyen: Yağmur Yarkent [email protected]

66

Kampüste Reklam Var 9

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi ve İletişim Kulübü tarafından bu sene dokuzuncusu düzenlenen “Kam-püste Reklam Var” etkinliği 16-17 Mart 2013 tarihlerinde Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde reklam duayenlerini öğrencilerle buluşturdu.Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü’nün üyeleri tarafından hazırlanan etkinlikte, öğrenciler reklam sektörünün önemli isimleri ile bir araya geldi. Bu yıl 90’lar konseptiyle karşımıza çıkan Kampüste Reklam Var 9 etkinliğine katılan beş yüze yakın kişi keyifli, her anı eğlence dolu iki gün geçirdi. Reklamcılığa aday ve reklam sektörüne ilgi duyan öğrenciler iki gün boyunca reklamları, reklamların oluşum sürecini, reklam ajanslarının yapısını ele alan konferanslara katıldı.

Etkinlik, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ayhan Yılmaz’ın konuşmasıyla başladı. Yılmaz konuşmasına “ Keşke 20 yıl öncesine dönebilsem ve böyle etkin-liklere katılabilsem” diyerek başladı ve yalnızca Eskişehir sınırları içinde kalma-yıp Türkiye’nin çeşitli şehirlerdeki üniver-site öğrencilerinin katılımının sağlandığı bu etkinliğin marka olmasını sağlayan herkese teşekkür ederek konuşmasını sonlandırdı.

Hemen ardından mikrofonu devralan Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ferruh Uz-tuğ öğrenci emeğine dayalı etkinliklerin önemini vurgularken “Tüm zorluklara rağmen 40 öğrencinin böyle bir etkinlik yapması, tüm derslerden AA almaktan daha önemlidir. Bir şeyin ’9′ olması, kurucularının hala takip ediyor olması çok değerlidir” sözleriyle organizasyon ekibine teşekkürlerini iletti.

67

Nisan’13

İlk oturum Alametifarika Reklam Ajan-sı’nın yaratıcı yönetmenlerinden Emrah Karpuzcu’nun “İçerik İstanbul’da olduğu için Eskişehir dezavantaj gibi gözükse de enerji biriktirmek için çok doğru bir yer” sözleriyle başladı. Reklamcılığın teorik bir şey olmadığını söyleyen Karpuzcu, bu sektörde reklamcılık mezunu olmanın bir artısı olmadığını ve kişisel gelişimin önemini vurguladı. Reklamcılık dijitale kayıyor dense de bütün işinin vitrinin hala televizyon reklamları olduğunu değindi.

Günün ikinci oturumunda reklam filmi-nin çekim sürecinde ajans-marka-prodük-siyon üçgenini anlatan PTT Films yönet-menlerinden Ozan Açıktan sözlerine “İlk olarak reklam filminin vazgeçilmez öge-sinin ne olduğunu belirliyorum ve bunu son ana kadar darbelerden koruyorum”

diyerek devam etti. Çalışmaları arasından seçtiği birkaç reklam filmini izletip her birinin çekim hikayesini katılımcılarla paylaştı.

Öğle arasından sonra sahneyi devralan Y&R İstanbul ve Team Red Stratejik Planlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Bediz Eker stratejik planlamanın ne olduğunu anlatarak konuşmasına başladı. Yaptığı sunumda ‘ödül almak’ kavramı üzerinde duran Eker “Ödül alan işler-in büyük bir kısmı gerçek müşteri ya da brief için değil, yalnızca iyi bir fikir bulunduğu için, ödül almak için yapılan işlerdir. İdeal olanı olağan işlerle ödül almaktır” sözleriyle devam etti. Markalara anlam yüklemenin önemini vurgulayan Eker, GSM savaşlarının eksilerinden ve artılarından söz etti.

68

Konuşmasına “Eskiden ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ diyorduk, şimdi ‘inter-net, öyleyse varım’ diyoruz” sözleriyle başlayan Alice BBDO Reklam Ajansı’nın Stratejik Planlamadan Sorumlu Yöne-tim Kurulu Üyesi ve Reklamcılık Vak-fı Başkanı Haluk Sicimoğlu, gerçek değişmeyenin insan olduğunu söyledi. “Ben reklamcılığı basın reklamlarından öğrendim” diyerek basın reklamlarının önemini ifade etti. TV reklamlarının bitişi hakkındaki tahminler üzerine de “Eğer TV olsam ‘benim ölümümle ilgili konular abartıldı’ derdim” diyerek TV reklam-cılığının hala güçlü bir mecra olduğunu dile getirdi.

İlk günün son konuşmacısı olan reklam yüzü Gupse Özay, üniversite anılarını an-latarak söze girdi. Konuşmasına mesleğe atılma hikayesiyle devam etti ve asıl hedefinin yönetmenlik yapmak olduğunu sözlerine ekledi. Oturumuna soru-cevap devam etmeyi tercih eden Özay, gelen bir soru karşısında reklam yüzü olduğu mar-kanın ‘Nurhayat’ karakteriyle uyguladığı stratejiyi ve markanın vermek istediği mesajı anlattı.

Etkinliğin ikinci günü Über Ajans ek-ibinin sunumuyla başladı. Reklamcılıkta yapılıması ve yapılmaması gereken 10 şeyden bahseden ekip, sektörde yaşanan-ları kendi tecrübeleriyle örnekledi.

Eğitim hayatından ve mesleğe nasıl başladığından bahsederek sahneyi devralan Bigumigu’nun Kurucu Ortağı Yalçın Pembecioğlu, ilk müşterisinin makyaj temizleme pamuğu olduğunu ve bundan öğrendiği şeyin kullanmaya-cağımız ürünlere de reklam yapabilmemiz gerektiğini söyledi. “Asla bankacı olmay-

69

Nisan’13

Oturumuna şüphe duymanın önemi-ni vurgulayarak başlayan ve şu anda bağımsız sanat yönetmenliği yap-an Barış Sarhan, sekiz yıllık meslek hayatı boyunca çalıştığı ajanslarda yaşadıklarından ve reklamın iyi kötü yanlarından bahsederek konuşmasına devam etti. Ürünü sattırmada, tüketici-nin bilinçaltına girebilmeyi başarmanın önemini belirten Sarhan, dünyanın en büyük markalarının yapmak istediği şeyin logoları gözükmeden tanınır ola-bilmek olduğunu ifade etti.

acağım” diyerek iletişimci olup çalıştığı tüm şirketlerde bankalar için reklam yaptığını dile getirdi. Eşiyle kurdukları Bigumigu’nun ortaya çıkış sürecini, ismin nasıl ortaya çıktığını, bu ismin avanta-jlarını ve dezavantajlarını, uygulanan iş modelini ve gelinen son noktayı anlatan Pembecioğlu, kısa vadede içerik kalitesini daha da arttırmak istediğini, uzun vadede ise Bigumigu’yu satmayacağını sözlerine ekledi.

İnternetin kullanımını hem markalar hem de tüketici tarafından anlatan sosyal medya ve dijital iletişim danışmanı olan Ercüment Büyükşener, değişen sosyal medya düzenlerini anlamak üzerine “İş sadece Facebook ve Twitter kullanmak değil, önemli olan yeni ekonomik düzeni de anlamak. Medya patronları yerini bi-reylere bırakıyor. Artık Twitter kullanan-lar da birer medya üreticisi haline geldi” sözlerini söyledi.

70

Ercüment Büyükşener aynı zamanda Kampüste Reklam Var’da bir ilk olan ve öğrencilerin seçtiği reklamların yine öğrenciler tarafından değerlendirildiği interaktif oturumun moderatörlüğünü üstlendi.

Organizasyona Eskişehir dışından da ilgi yoğundu. Ankara Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Konya Selçuk Üniversitesi’nden öğrencileri ağırlayan Kampüste Reklam Var’da Wall Street Insti-tute, Hoşcan Lojistik, Campaign Türkiye, Lenovo, yenibiris.com, Burn, Varuna Gezgin,

Cafe Del Mundo, Kurukahveci Mehmet Efendi, Peyman, Nuh’un Ankara Makar-nası, StarGundem.com, Tamindir.com, Sony FunMaker, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Püskül Tasarım ve Tiyatro Alegori etkinliğe destek verenlerdi.

71

Nisan’13

SOSYAL MEDYADA İLETİŞİM TASARIMI ZİRVESİ 2013Bu sene “Sosyal medya bir devrimdir.” sloganıyla ikincisi düzenlenen SMIT SUMMIT yani Sosyal Medyada İletişim Tasarımı Zirvesi, 19 Mart Salı günü, Ana-dolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Konuşmacıların sosyal medyanın doğuşu gelişimi ve hayatımıza kattıklarına değin-meleriyle başlayan etkinlik; viral reklam, internet reklamcılığı, dijital reklam ajansı mantığı ve yönetimi, yaratıcı fikir süreçleri gibi konularla devam etti.

İlk 37 saatte toplam 550 bilet satılarak tüm biletler tükendi. Smit Summit’in bir sürprizi de yoğun istek üzerine bilet bulamayanlara canlı yayınla ulaşmasıydı. Salon dışından 502 kişi de canlı yayınla etkinliğe izleyici olarak katıldı. Klibinde Sosyal Medya Kulübü aktif üyelerinin ve izleyicilerin yer aldığı etkinlik jingle’ı “Geliyor!”u toplam 3500 kişi izledi. Klip Youtube’da 2712 kere tıklandı. Etkinlik süresince 345 kişi Forsquare’den check-in yaptı ve 4800’den fazla fotoğraf çekil-di. Etkinlik için 28kişi yaklaşık 650saat çalıştı.

Etkinlik Sosyal Medya Kulübü danışmanı Yavuz Tuna’nın konuşmasıyla başladı. Ardından sırasıyla Kadir Has Üniversi-tesi Yeni Medya Bölümü hocası İsmail Hakkı Polat, Wanda Digital’den Lara Akış Baruh, SponsorPay Türkiye ve Yunanis-tan sorumlusu Afşın Avcı, Alkışlarlaya-şıyorum.com ve 59saniye.com sitelerinin kurucusu ayrıca Twitter fenomeni Fatih Aker nam-ı diğer Mesut Bahtiyar, V 4 Viral’in kurucusu Burcu Sarar, Karbo-nat Reklam Ajansı’ndan Melih Dinçer ve Cenk Gümüşçüoğlu ile devam etti. Viral videolarla hayatımıza giren Bates-motelpro ekibi üyeleriyle kapanışı yapan etkinlik büyük ilgi gördü.

72

‘’Tüketici markalardan reklam dışında farklı mesajlar almak istiyor”‘’Dijital ortamlarda uzun soluklu projeler hazırlamak sağlıklı değil.’’ “Kitleyi belirle, ne söyleyeceğine karar ver, görsel yapıyı ve metinleri hazırla, trendlere ayak uydur.” Lara Akış Baruh

‘’Türkiye’de %90 hayal, %10 emek; Al-manya’da %10 hayal, %90 emek! ‘’ ‘’Doğru kampanya kurgularıyla tüketiciye ulaşılırsa, tüketiciden verimli geri bildirim ve alınabilir. ‘’ ‘’İnsanlar beğenmeseler de reklamları paylaşıyorlar.’’ Afşın Avcı

“Haber yarışına gireceğiz diye başka insanları üzmemeliyiz” ‘’ Yeni medya haber odaklı değil, içerik odaklı.’’ “Yeni medya; sadece internet, sadece sosyal medya, sadece yayincilik ya da bir duzen degildir.” ‘’1 Ocak 2000 bir milat. Kimisi 20. yüzyıl-da kaldı, kimisi 21. yüzyıla geçti.’’ İsmail Hakkı Polat

“Alkışlarla Yaşıyorum, bir site için seçile-bilecek en yanlış isimdi.” “Google, alanında ilk değil. Ama Google, Altavista ve Yahoo’nun verdiği hizmeti çok daha başarılı hale getirdi.” Fatih Aker

73

Nisan’13

“Elinizde iyi bir hikayeniz varsa bir şekil-de başarılı olur.”

“Hızlı hamleler içeriğinizi daha paylaşılır hale getirebilir” Burcu Sarar

“Komiklikle marka virali yapamazsın. Bu sebeple Turkcell Style tutmadı.” “Hiç görülmemiş, yeni bir ürüne viral reklam ya da sosyal medya kampanyası hazırlamak oldukça zordur.”

“Marka ekipleri cesur olmalı.”

‘’Sosyal medyada gündem ritmi kestirile-mez.’’

Karbonat Ajans adına, Melih Dinçer ve Cenk Gümüşçüoğlu

“Fransızca şarkı çevirmekten illallah ettik.”

“Viral ne yaptığını belli eden bir sözcük değil nasıl yaptığını belli eden bir şeydir”

Batesmotelpro

74

Finansbank Career 2.0

Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü tarafından bu yıl ikinci kez düzenlenen “Finansbank Career 2.0” söyleşisi 28 Mart 2013 tarihinde Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Öğrenci Merkezi Salon 2009’da gerçekleşti.

Youth Republic Reklam Ajansı ve Fi-nansbank işbirliğiyle gerçekleşen söyleşi-nin konuşmacısı olan Finansbank İnsan Kaynaklarından Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Barış Yeşilyurt, bankacılık ve insan kaynakları konusunda uzmanlaşmak isteyen öğrencilerle buluştu. Söyleşinin temelinde iş dünyasına hazırlanan gele-ceğin bankacılarına nasıl bu dünyanın bir parçası olacaklarını anlatmak ve bu dün-yada neler ile karşılaşacaklarını göstermek vardı. Barış Yeşilyurt’un kendi deneyim-lerini paylaştığı, başarılı bir kariyer için tavsiyelerde bulunduğu ve bankacılık sektörünün gelecekteki yerinden bahsetti-ği söyleşi tam anlamıyla “Neden bankacı-lık?” sorusuna cevap niteliğindeydi.

Finansbank’ın üniversite öğrencileri için sunduğu fırsatların anlatılması ve ödüllü yarışma sonucu kazanana hediyesinin verilmesiyle son bulan söyleşide meslek seçerken bilinçli bir seçim yapmanın ve mesleğini sevmenin önemline bir kez daha vurgu yapıldı.

75

Nisan’13

Etkinlik Haberleriİzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden Sosyal Medya Uygarlığında Reklamcılık İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden oluşan Şapka Takımı tarafından geleneksel hale getiri-len sosyal medya etkinliği bu yıl Gnctrkcll ana sponsorluğunda 26 Mart 2013 tari-hinde İzmir Hilton’da yapılacak. Etkinli-ğe, alanlarında uzman isimler konuşmacı olarak katılacak. Ücretsiz olan bu etkinli-ğe katılmak isteyenler online kayıt formu doldururak bu etkinliğe katılım sağlayabi-lecekler.

İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Medya Kulübü’nün düzenlediği Sos-yal Medya Zirvesine davetlisiniz İTÜ Sosyal Medya Kulübü tarafından organize edilen Sosyal Medya Zirvesi 11 Mart Pazartesi günü İTÜ Süleyman De-mirel Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Etkinlikte, “sosyal medya” A’dan Z’ye

masaya yatırılacak. “Trending Topic nasıl olunur?” gibi Sosyal Medya’ya başlangıç sorularından “İnternette marka bilinirliği-mi nasıl artırırım?”, “Tekil ziyaretçi sayımı artırırken bunları nasıl müşteriye dönüş-türebilirim?”, gibi uzman sorularına yanıt aranacak. Ayrıca etkinliğe her isteyen katılabilecek.

YTÜ Kalite ve Verimlilik Kulübü tarafından düzenlenen Ulusal Kalite Günleri bu yıl 15. yılını kutluyor Yıldız Teknik Üniversitesi Kalite ve Verimlilik Kulübü tarafından 15.si dü-zenlenen Ulusal Kalite Günleri bu yıl da heyecanla bekleniyor. Pazarlama, stratejik yönetim, online alışveriş, markalaşma gibi konular üzerine, alanında uzman isimler öğrencilerle buluşacak. Bu konuların yanı sıra eğlenceli fuarı, parti, fasıl ve kokteyl gibi eğlenceleriyle devam edecek olan et-kinlik 13-15 Mart tarihinde gerçekleşecek.

Yıldız İşletme Kulübü sunar Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Kulü-bü tarafından düzenlenen Kariyer Pana-yırı 26-27 Mart tarihlerinde gerçekleşiyor. Bu renkli aktivitede; şirketler kendilerine ayrılan standlarda tanıtımları için hem ürünlerini dağıtacak hem de iş hayatı-na adım atmak için staj yapmak isteyen öğrencilerin CV’lerini, bilgilerini alacak. Şirketlerden bazıları ise şöyle : Albaraka, Alkom, Arçelik A.Ş… Ek olarak Mehmet Turgut ve Erdem Yener de gerçekleştirecekleri söyleşilerle

76

Kariyer Panayırı’nda Yıldızlı öğrenci-lerle buluşacaklar. Birbirinden eğlenceli yarışmalar, atölye çalışmaları, eğitimler, turnuvalar yiyecek içecek ve daha fazlası için 26-27 Mart tarihlerinde öğrencileri bekliyor.

Ege Üniversitesi Öğrencileri ‘’Hit Fikirler’’ için bir araya geliyor Ege Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğrenciler tarafından düzenlenen Hit Fikirler Atölye Çalışması 28 Mart 2013 tarihinde Ege, İzmir Eko-nomi, Yaşar ve Gediz Üniversiteli halkla ilişkiler öğrencilerinin katılımı ile gerçek-leşecek ve hit fikirler yarışacak. İzmirli Halkla İlişkiler öğrencilerinin, iletişim sektörü ve akademisyenleri ile buluşacağı ve yaratıcılığın sınırlarını zorlayacakları etkinliğe herkes katılabiliyor. Uzman Reklamcılar ve Çıraklar Bir Arada

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Rek-lam Topluluğu olan Reklam Durağı’nın (RED) düzenlemekte olduğu ŞANTİYE etkinlikleri 3.yılında yine reklam sektö-rünün ustalarını geleceğin çırakları genç reklamcılarla buluşturuyor. İlk konuk ise Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi Kreatif Direktörü Gökhan Atasoy olacak. Rek-lamda yaratıcılığın ve bunun, reklamın neresinde olması gerektiğinin konuşula-cağı etkinlik 1 Nisan 2013 Pazartesi günü gerçekleşecek.

Kariyer Günleri 2013 Konuklarını bekliyor

Marmara Community tarafından her yıl düzenlenen Kariyer Günleri’nin amacı, öğrencileri, kendilerini bekleyen kariyer alternatifleri hakkında bilgilendirmek ve onlara, iş dünyasının önde gelen şirketle-rini tanıma fırsatı sağlamak olarak belir-tiliyor. Bu sene etkinlik tarihi ise 12-13 Mart 2013 olarak belirlenmiş.

Sabancı Üniversitesi’nden Pazarlama Sohbetleri

Son sekiz senedir geleneksel olarak Sa-bancı Üniversitesi MBA Kulübü Pazarla-ma Komitesi tarafından düzenlenmekte olan “Pazarlama Sohbetleri” etkinliğinin bu sene 9.su düzenleniyor. Pazarlamaya ilgi duyan ve kariyerleri-ne bu alanda devam etmek isteyenlerin, önde gelen firmaların en başarılı lansman çalışmaları ve bu çalışmaların sektörlere göre nasıl farklılık gösterdiği hakkında fikir edinme olanağı bulunulabilecek et-

77

Nisan’13

kinlik 23-24 Mart 2013 tarihinde gerçek-leşecek.Marketing Communication News Galatasaray Üniversitesi’nde Galatasaray Üniversitesi İletişim Kulü-bü’nün, pazarlama iletişimi alanındaki gelişmeleri takip etmek ve geleceğin pazarlama trendlerini yakalamak amacıyla düzenlediği “Marketing Communication News” 24 Mart 2013 tarihinde Galatasa-ray Üniversitesi Aydın Doğan Oditoryu-mu’nda gerçekleşecek. Etkinliğin konukları arasında ise Alemşah Öztürk, Cem Batu, Özgür Do-ğan gibi alanında uzman kişiler yer alıyor.

Maske Düştü İletişim Göründü

Boğaziçi Üniversitesi, öğrencileri PR ustalarıyla buluşturmaya hazırlanıyor. PR, basın-PR ilişkisi, STK’larda PR, Türkiye’nin marka değeri, kriz yönetimi, kitle iletişimi, sosyal medya ve PR gibi konuların tartışılacağı etkinlik 30-31 Mart tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşecek.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Reklamcı-lık Yarışması

Bu sene TTNet’in proje ortaklığında, 41!29?’un danışmanlığında yapılacak olan aktivite 10-11-12 Mayıs tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nin şahane kampü-sünde yapılması planlandı.Katılımcılar tek başvuru yapacak. 30 saniyelik hazırlanan videonun siteye yükleniminin ardından, başvurunun son kısmı hayli interaktif olarak düzenlene-cek. 10-11-12 Mayıs tarihlerinde ise finale kalanlar ve ardından kazananların belir-lenmesiyle son bulacak olan etkinliğe son başvuru tarihi 10 Nisan.

Medya Günü Sempozyumu

Marmara Üniversitesi Genç Vizyon Kulübü tarafından gerçekleştirilecek olan Medya Günü Sempozyumu etkinliğinde asıl amaç, öğrencilere medya dünyasında kendini ispat etmiş isimlerin tecrübe ve görüşlerini anlatmasını isteyerek onla-rı nasıl bir alanın beklediği konusunda bilgilendirmek ve akademik hayatlarında başarılı olmaları adına çıkmaları gereken kariyer basamaklarını anlatmak olarak belirtiliyor. Vizyonları ise etkinliği gele-neksel hale getirerek daha fazla insana ulaşmak, daha fazla fayda sağlamak. Et-kinliğin düzenleneceği tarih ise 14 Mart.

Sosyal medya denince ilk akla gelen, hepimizin hayatına girmiş olan, eğer bir ülke olsaydı dünyanın en büyük ülkelerinden biri olacak olan bir siteden bahsedeceğiz. Evet arkadaşlar bu şekilde bir sayfa daha yazmak işten bile değil ancak hepimizin bildiğini yazmanın zamanı geldi. Bu ayki konuğumuz “Facebook”, aslında kuruluşundan itibaren ele alacağımızı düşünürsek “The Facebook” Peki neydi Facebook, neydi Facebook’u bu kadar hayatımızın içine sokan ve onu vazgeçilmez kılan? Gerçekten sonu olmayan kudretli bir krallık mı, yoksa daha önceki bir çoğu gibi anlık parlayan bir illüzyon mu? “Comm.” ekibinin kendine sorduğu soruların cevaplarını arayan bu yazıdan sonra, ortak meraklarımıza bir parça ışık tutmuş olabileceğiz.

75

Nisan’13

Sosyal medya denince ilk akla gelen, hepimizin hayatına girmiş olan, eğer bir ülke olsaydı dünyanın en büyük ülkelerinden biri olacak olan bir siteden bahsedeceğiz. Evet arkadaşlar bu şekilde bir sayfa daha yazmak işten bile değil ancak hepimizin bildiğini yazmanın zamanı geldi. Bu ayki konuğumuz “Facebook”, aslında kuruluşundan itibaren ele alacağımızı düşünürsek “The Facebook” Peki neydi Facebook, neydi Facebook’u bu kadar hayatımızın içine sokan ve onu vazgeçilmez kılan? Gerçekten sonu olmayan kudretli bir krallık mı, yoksa daha önceki bir çoğu gibi anlık parlayan bir illüzyon mu? “Comm.” ekibinin kendine sorduğu soruların cevaplarını arayan bu yazıdan sonra, ortak meraklarımıza bir parça ışık tutmuş olabileceğiz.

76

Önce minik bir zaman yolculuğuna çıkıp bizi yaşlandıran zamanın, Facebook için nasıl işlediğini göreceğiz. Her yıl için minik değişimleri akılda tutmakta fayda gördüğümüz için her görselin yanına da minik notlar düşeceğiz. İşte “Thefacebook”, bugün elimiz ayağımız olan halinden hayli uzakta. Sadece belirli bir zümreye açık ve anlık mesajlaşma hizmeti yok. Tasarımlarıyla

dikkat çeken yapısından bahsetmek de pek mümkün değil. Ve ufaktan büyümeye başladı minik. Sitemiz artık Facebook olarak karşımızda ve biz onun emeklemekten ayaklanma dönemine geçişine şahit oluyoruz. İşte bu benim yakaladığım tren ki sanı-rım birçoğumuz da aynı duraktan bindik Facebook trenine ve kaptırdık gittik. Oyun çılgınlığının yavaş yavaş başladığı bu dönemde Facebook profil sayfamızı kişiselleştirmemizde bir daha asla izin vermediği kadar özgür bırakmıştı bizi.

Kutucuklar ekleyebiliyor, müzik çalar ve fotoğraf ekleyebiliyor, arkadaş kutuları-mızı dahi sürükleyerek istediğimiz yere yerleştirebiliyorduk. Facebook’un patlama yaptığı dö-nemdeki ara yüzü diyebiliriz. Buradan sonra aldı yürüdü. Gelecek görsellerde zaten paylaşacağımız gibi marka sayfaları eklenecek. Bu dönemin yeniliği ise sol tarafta ulaşım için sekmeler getirilmesi ve

Facebook’un artık bizi bir şeyler yazmaya teşvik eder hale gelmesi. Artık küçük çocuğumuz yok ortada. Reklam sektörüne al atan, büyük şir-ketleri kendisine dahil olmaya mecbur bırakan, ilişkilerin kurulup bitirildiği ve kullanıcı sayısı olarak dünyanın en büyük ülkelerinin nüfusu ile yarışmaya başladığı dönemdeyiz.

Meyve veren ağaca ne yapıldığı he-pimizin bildiği bir şey. Eleştiriler tabi ki oluyordu ancak hiçbir zaman değişmeye

77

Nisan’13

doymayan Facebook artık her minik deği-şimiyle yüz milyonlarca insana etki ettiği için ufacık oynamalar büyük eleştirilere sebep oluyordu. Ancak artık ikinci yaşa-mımız haline gelen bu platform bugün olduğu gibi dün de değişmekten ve onun sebep olacağı eleştirilerden hiç korkmu-yordu. 2010 yılının Facebook’a kattığı ise etiketlendiğimiz fotoğrafların profilimizin temel unsurlarından biri haline gelmesiy-di.

2011 Facebook için görsel değişim bakımından yavaş geçen bir yıl oldu. Se-bebini bir sonraki yıl gelen zaman tüneli ile anlasak da bu yıl yapılan tek değişim hepimizi mutlu eden sağ alta dayalı Face-book Chat paneli oldu. Şimdi ise sahne hala isteyerek yahut is-temeyerek kullandığımız zaman tünelinin ilk başta çok tepki toplasa da istediğimiz tarihe hızla ulaşabilmemiz ve her payla-şımın hedef kitlesini ayarlayabilmemiz ile ayrıntılara hakim olmak isteyen kulla-

nıcılara fayda sağladığı su götürmez bir gerçek ki ben de bu tarz minik kararları alıp her paylaşımı başka bir kitleye suna-bilmekten hayli memnunum. Peki bu kadar mı? Tabi ki değil. Şimdi de sizlerle Facebook’un en son tanıttığı, yakında hepimizin kullanacağı site ara yüzünü paylaşacağız. Mobilde son hali ile kullanıcıları mutlu etme konusunda en başarılı olduğu dönemi geçiren Facebook,

masaüstü sitesinde de ona çok benzer bir görünüm ile yakında bizlerle olacak. “Karmaşaya Elveda” diyerek yola çıkan yeni tasarım, bakalım masaüstü kullanıcı-ları memnun etmeye yetecek mi?

78

Peki ya Facebook neydi, ne oldu, ne olacak?

Facebook sevgiydi, Facebook emekti diye ahkam kesmenin alemi yok. Facebook farkında olmadığımız bir ihtiyacımızdı aslında ve çık-tığında sanki hepimiz ona mecburmuşuz gibi hissettik. Kısa süreliğine sunduğu şeyler lüks ve büyük yeniliklerken artık Facebook ve sunduğu imkanlar yaşamaya devam etmemiz için önem taşıyan unsurlar haline geldi. Kendisini sürekli geliştirmesi de bunun devamlı olmasını sağladı. Her zaman bir adım önümüzdeydi. Biz sadece mesaj yollamaktan memnunken, anlık yazışma imkanı vermesi gibi. Bunu sağlayan en önemli unsurlardan biri de yönetici ekibin siteyi sadece yönetmek dışında herkes gibi aktif olarak

siteyi kullanıyor olmasıydı. Birebir yaşıyor, eksiklikleri tespit ediyor ve kendi problemle-rini çözer gibi bununla uğraşıyorlardı.Ancak hiçbir zaman süreç kusursuz ilerlemediği gibi Facebook içinde torpil geçilmedi. Kurucular arasında olan bitenden hepimiz bir parça da olsa haberdarız. Artık Facebook profesyo-nelleşiyordu. Artık çatı katında arkadaşlarıyla birlikte kurdukları bir site değil, yakın gelecekte şirketlerin reklamlarında rakamlarını dikkate alacağı, insanların ilişkilerini kurup bitireceği ve satışın yeni bir boyut alacağı kocaman bir platform halini alıyordu. Minik Thefacebook artık sosyal medya bayrağını en önde taşıyan Facebook’a dönmüştü ve her şeyi rakamlar-la ölçülür hale gelmişti. İlk başta tamamen kullanıcı dostu olan Facebook para kazanmaya

79

Nisan’13

başlamış ve kazandıkça daha fazlasını kazan-manın yollarını arar hale gelmişti. Kullanıcı için yapıldığı söylenen birçok değişimin temelinde aslında reklam alınan alanların değiştirilmesi ve daha verimli kullanılması yatıyordu. Tabii şimdi o dönemi de geride bırakmış bulunuyoruz. Artık Facebook istediği değişikliği yapamıyor-du, insanlar vazgeçilebilir olduğunun farkına varmıştı. Facebook artık masum değildi ve kimse bunu inkar etme gereği duymuyordu. Borsa denemesi de başarısız olan Facebook şu anki dönemde ikinci kez kullanıcı bazlı bir politika içine giriyor. Mobilde son dönemde başarıyı yakalayan ve reklam olarak da kullanı-cıyı rahatsız etmeyecek düzeye yaklaşan Face-book için masaüstünde de bu tarz bir değişime gidecek demek garip kaçmaz. Her ne kadar

Facebook’un en büyük geliri reklam olsa da herkesin fark ettiği gibi Facebook kullanıcıları ile var olan bir yatırım. Eğer bir gün kullanıcı-lar bu ülkeyi terk ederlerse genç milyarderimi-zin yapabileceği hiçbir şey yok. O sebeple her ne kadar iddialı bir cümle de olsa Facebook kullanıcıları kendilerinin farkına vardığı anda Facebook’u çok daha büyük bir tehlike bekli-yor. Belki yakın gelecekte Facebook’un kul-lanıcıları ile gelirini paylaştığı bir pay dağıtım sistemine geçtiğini görebiliriz desem inanılmaz gelebilir ama yarının bizler için ne hazırladığını hiçbir zaman bilemeyiz değil mi?

80

Facebook Oyun Çılgınlığı

Birbirimizi kandırma-nın alemi yok. Eğlenceli oyunlar da yok değil hani. Hepimizin sevdiği birkaç bir şey çıkar ama bu yazı, işin çılgınlık tarafı için, bi-zim sevdiğimiz oyunlar için değil, annelerimizin sanal tarlaları hiç değil. Asıl olay, dönen rakamlar. Facebook oyunları çok seviyor çün-kü biz kullanıcıların sitede kalmasını sağlamanın en masrafsız yolu. Yazılımı, oyunu hazırlayanlar yapıyor ve Facebook’ta pastanın minik bir dilimini onlarla paylaşıyor.Çevrenize bakarsanız aslında bu verilen ra-kamların hiç de imkansız olmayacağını görürsünüz.

San Fransisco’da bir oyun geliştiricileri konferansına katılıp kullanıcıları bilgilen-diren Facebook yetkilileri aylık 250 milyondan daha fazla kişinin aktif olarak oyun oynadığını ve bu 250 milyon kişinin %20’sinin oyun ziyaretini günlük olarak yaptığını açıkladı. Oyun geliştiricilerini Face-book üzerinden çalışmanın karlı olduğuna ikna etmeye çalışan Facebook yetkili-leri sadece masaüstü değil mobil uygulamalarda da Facebook entegrasyonunun önemli olduğunu anlattı. İşin maddi kısmında 100’ü aşkın oyunun yıllık gelirinin 1 milyon dolardan fazla olduğunu açıklayan yet-kililerin elindeki bir diğer önemli koz ise Zynga gibi sadece Facebook üzerin-

den içerik üreterek hatırı sayılır başarılara ulaşmış şirketler. Araştırma şirket-lerine göre 6 milyar dolar değere ulaşmış olan sosyal ağ oyunları, pastasının en büyük pay sahibi Facebook, daha fazlasını getirdikleri sürece oyun geliştiricilerine kazanç sağlamaktan mutlu olacaktır.

81

Nisan’13

Reklamcılar için Facebook mu?

Şimdi sıra Facebook’un son yeniliklerin-den birinde “Facebook Studio”. Basite indirgersek biraz daha reklamcılara ve reklama ilgi duyanlara yönelik hazırlandı-ğını söyleyebiliriz. Facebook için reklam verenlerin ne kadar önemli olduğunu artık anlatmanın bir gereği yok. Peki nedir bu Facebook Studio, niye yapılmış? Açıkçası bunun şu anda net bir cevabını verebileceğimizi sanmıyorum. Ancak şu anki işleyişinden tahminlerde bulunarak ileride nasıl bir hale geleceği-ne dair akıl yürütebiliriz. Şu anda dünya çapında ajansların yaptığı işleri gözleye-bildiğimiz bir site olarak işleyen Facebo-ok Studio aynı zamanda bize de içerik ekleme şansı sunuyor. Kullanım arttıktan sonra büyük ihtimalle içerikte seçiciliğe gidecek olan yaratıcı ekip, Facebook’un çalışan kesime de hitap eder hale gelmesi için uğraşıyor olabilir. Bunun için de en çok iç içe çalıştığı sektörlerden biri olan reklamcılıkla başlaması mantıklı.

İşin reklamcılarla ilgili kısmı ise ora-da reklamınızın ne kadar başarılı olup olmadığını bir şekilde görebilmeniz ile başlıyor. Bütün diğer ajansların da işini sergilediği bir alanda siz de bulunuyorsu-nuz ve işlerinizi sergiliyorsunuz. Bunun dışında reklamcılık için hala tartışma konusu olan ödül almak konusu da bu platform üstünden tekrar konuşulacak gibi çünkü platform üstünden “Facebook Studio Awards” ödülleri olduğuna dair bir duyuruya ana sayfada ulaşabiliyoruz.

Kim bilir kendisinden ufak parçalar alıp büyüyen siteleri gördükten sonra Facebo-ok ekibi de LinkedIn’in bazı özelliklerini kendilerine uyarlayarak çalışan kesimin de düzenli olarak kullandığı bir site haline gelmeye çalışacaktır.

Alper Küçü[email protected]

82

Facebook ve Pazarlama

9 yıldan fazla bir süredir hayatımızda olan, sosyal bir ağ olmanın ötesinde hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan Facebook’u, kurucusu Mark Zuckerberg ‘’dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi’’ olarak tanım-lıyor. Pazarlama iletişimi yönetimleri, sosyal ağlardaki gelişmeye göre yeniden anlam kazanıyor.Tüketici-lerin dilek ve şikayetlerini, önerilerini belirtmesinde markaların konumlandırma-sında, online dünyanın kilit noktası da diyebiliriz Face-book için. Facebook’un ge-lirlerinin yüzde seksen beşi, reklam gelirlerinden elde ediliyor. Son dönemde Pin-terest’in, kullanıcıların çoğu tarafından tercih edilmeye başlanması Facebook’ta içeriklerin daha çok görselle harmanlanmasını sağladı. Özellikle internet kullanı-cılarının görsel içeriği fazla

olan web sitelerine girmeyi tercih etmesi zaman tü-neline olan ilgiyi artırdı. Görsel içeriklerin öneminin artması ile hayatın eğlenceli yönüne vurgu yapan reklem sayısında da artış yaşandı.

Facebook’ta dikkatleri üze-rine çekmenin yolu marka-da somutlaştırıcı etkenlere yer vermekten, sürprizler yaratarak tasarımda farklılığı ve canlılığı ortaya koya-cak profil oluşturmaktan geçiyor. Tüketiciyi katılımcı yaparak fanların o ürün hakkında konuşmasını sağ-lamak ve üçüncü şahısların marka hakkındaki düşün-celerini olumlu bir şekilde konumlandırmak viral ya-yılımın sağlanmasında etkili oluyor. Yapılan promosyon çalışmaları marka bilinirliği-ni artırarak hizmetlere daha kolay ulaşılmasını sağlıyor.

Boston Consulting araştır-ma şirketinin yaptığı araş-tırmalarda internet erişimi 2016 yılında üç milyara ulaşacak ve Facebook’un mobil cihaz kullanımını artırmasıyla birlikte dört yılda bir milyarın üstünde kullanıcıya sahip olacak. Bir başka araştırma şirketi Social Bakers’ın yaptığı araştırmaya göre fanların sadece yüzde beşi marka ile ilgili sorulara cevap vererek etkileşimi gerçekleştiriyor ve beğeni sayıları anlık be-ğenilerden öteye gidemiyor. Media Kitchen’ın yaptığı araştırmalarda ise tüketici-lerin yüzde elli üçü Facebo-ok’u alışveriş ortamı olarak görmüyor. Yüzde kırk beşi Google’ı reklam ve marka alanında araştırma yapmak için daha çok tercih ediyor.

Irmak Dokuzcu [email protected]

83

Nisan’13

Facebook ve İlişkilerFacebook, hayatımızın merkezine yerleş-miş durumda. Uyanır uyanmaz telefonu-muzdan bildirimlerimizi kontrol ederiz. Her gün mutlaka birkaç saat amaçsızca arkadaş listemizdekilerin profillerine ba-karız. “Ayşe ne giymiş?, Ahmet’in sevgilisi kim?, Özlem ve Büşra her zamanki ka-fede ’check in‘ yapmış ama beni çağırma-mışlar.” derken zamanın nasıl geçtiğini an-lamayız. Artık Facebook bağımlılığı öyle bir hal aldı ki fotoğraflar güzel anları hatır-lamak için değil Face-book’a konup insanla-ra ‘’like’’ettirilmek için çekiliyor. Peki bütün bunların yanında Face-book, sevgilileri nasıl etkiliyor? Veya çiftle-rimizin ilişkileri Face-book’a nasıl yansıyor? Uzun zamandır bi-rinden hoşlanıyorsun ve nihayet artık birliktesiniz. Teklif kabul edildikten en geç 1 saat sonra ilişki duru-mu ‘’ilişkisi var’’ olarak değiştirilir. İlk 2 hafta, “kıskananlar çatlasın, aşk böceğim, pıtırcığım” gibi duvarlarda karşılıklı yazılar paylaşılır. İlk ay durumlar yarım saatte bir aşkla ilgili yazılan şiirler ve sözlerle gün-cellenir. Artık çiftlerimiz adeta birer Can Yücel olmuşlardır. 1. aşamanın bitişi, çif-timizin birbirlerine listelerindeki kişilerin kim olduğunu sormasıyla kendini gösterir ve artık 2. aşamaya geçilmiş olur. “O kim? Bu kim? Halamın oğlu, mahalleden kız arkadaş” derken olay, “listendeki bütün kızları siliceksin, ben kızları siliyorsam sen

de erkekleri siliceksin”e kadar gelir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yakla-şan tehlike artık kendini iyice belli etmiştir. 3. aşama karşılıklı şifre verilme aşamasıdır. Artık kendi Facebook’undan çok sevgilisi-nin Facebook’unda dolaşan çiftlerimiz ne yapsam da bir açık bulsam moduna çoktan girmişlerdir ve çok geçmeden mahalleden Recep, kıza ’’Naber? Hayat nasıl gidiyor?‘’ mesajı atar. Mesajı gören erkeğimiz, sanki sevgilisine tecavüz edilmişçesine çılgına

döner. Recep’e atarlı bir mesaj atıldıktan sonra hesapların dondurul-ması gerektiğine karar verilir. Bu dönemde ya ortak bir hesap açı-lır ya da çiftimiz derin bir sessizliğe bürünür. Belirli bir süre haber alamadığmız çiftimizin hesapları aniden tekrar

ısıtılmıştır. Ve evet artık her ikisinin de ilişki durumu ‘’ilişkisi yok’’ olarak değiş-tirilmiştir ve yakın arkadaşların ’’boşver kanka/ayyy tatlım üzülme zaten hiç ya-kışmıyordunuz’’ yorumlarıyla ilişki biter. Bu sürecin en son aşaması Türkçe Pop tarihinin en atarlı, en giderli şarkılarının paylaşılmasıyla sona ermiştir. Uzun uğ-raşlar sonucu ayarladığın kızı/erkeği kay-bedersin ve sen yanlış kişiyi seçtiğine mi yoksa hayatını facebookta ortalık malı ettiğine mi üzülürsün, karar veremezsin.

Aysun Yapıcıoğlu [email protected]

84

Al pinimi, Ver pinini

“MessageMe PIN” çılgınlığı sardı yine dört bir tarafımızı. Hadi itiraf edelim ama seviyoruz biz de. Bakın bu hikaye-nin en başını anlatayım size de, hak verin bana. BBM (Blackberry Messenger) girdi hayatımıza, ona özel kodlar vardı ve sadece BBM sahipleri birbirleri ile iletişim kurabiliyordu. İnsanların bir zümreye ait olma hissiyatını tüketime yönlendiren bu uygulama gibi başka bir uygulamadan bahsedelim şimdi de: WhatsApp. BBM sadece tek marka kullanıcıları içindi ama WhatsApp bütün akıllı telefonları des-tekliyordu. WhatsApp için bu bir avantaj olabilir belki ancak WhatsApp’ta BBM gibi ilk başta sadece sadece bir mobil platform –AppStore- üstünden başlamıştı hayatına, arkasından diğer telefonlar için geldiğinde insanların kendisini Apple ürü-nü kullananlara yakın hissetmesi içgüdü-sü ile hızla yükseldi ve artık hepimizin vazgeçilmezi haline geldi.

Uygulamayı tanıtmak için yazdığım bu yazıda böyle bir giriş niye diye soranlara MessageMe furyası işte tam olarak bu

kafadan ilerliyor diyebilirim. Sosyal med-ya trendleri ne kadar anlık değişkenliğe sahip olsa da kalıcı bazı davranışlarımız var. Mesela check-in yapma huyumuz. Foursquare ve türevi programlar tama-men kendileri ayrı birer mecra olsalar bile bunu çoğunluğumuz Twitter üstünden paylaşmadan edemiyoruz. İşin Message-Me kısmında ise şu ana kadar Blackberry dışında hiç kimse kullanıcılarına telefon numaralarını paylaşmadan, sadece ken-dilerine özel bir kodla ve herkesin onayı

85

Nisan’13

dahilinde konuşma imkanı tanımadı. WhatsApp ile iletişim için artık en özel bilgilerimizden biri haline gelen telefon numaramızı insanlarla paylaşmak zorun-daydık ve bu numara kaçınılmaz olarak bizlere WhatsApp haricinde de onayımız dışında iletişim sorumluluğu veriyordu. Lakin MessageMe bize özel verdiği kod sayesinde sadece programdan iletişimi ga-ranti altına alırken, onay sistemi getirerek istemediğimiz kimselerin bize ulaşmasını engelliyor. Peki WhatsApp rehberimizde-kileri ne güzel buluyordu diyenler, sizleri de duyuyorum. MessageMe de numara-sına sahip olduğunuz insanları otomatik tanıyor. Ancak sizi başkalarına telefonu-nuzu vermeye mecbur bırakmıyor.

Peki bu MessageMe sadece PIN’den mi ibaret arkadaşım. Ne yani PIN koyunca popüler program mı oluyoruz. Hayır! MessageMe programcıları PIN boşlu-ğunu tespit ettikleri gibi birçok başka eksikliği de tespit edip aynı kulvarda yarıştıkları rakiplerinin hatalarından ders çıkarmışlar. Çizerek anlatma özelliği gerçekten dikkat çekici. Telefon uygula-malarında sadakatin çok düşük olduğu şu dönemde yeni bir uygulamaya geçmek sadece birkaç megabyte ve MessageMe getirdiği yeniliklerle kendini denettirecek gibi. Bu akımın biraz daha devam ede-ceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Önümüzdeki aya kadar ya-zılmaya değer yeni uygulamalar çıkması dileğiyle.

Alper Küçükbezirci [email protected]

86

Mobil’in Markalaşmış Çocuğu: ‘ ‘TEMPLE RUN’’

Hayatın çoğu alanındaki değişikliğe alıştık ancak mobil oyun platformundakiler biraz şaşırtıyor sanki bizi. He-nüz geçen ay yayınlanan ilk sayımızda, Temple Run gibi markalaşmış bir oyunun Subway Surfers hegemonyasına girişini konuşurken bu ay işler tamamıyla değişti. Kaçış oyunları piyasasına bomba gibi düşen, birinci oyunun devamı olan Temple Run 2 gerek IOS gerekse Android marketlerde beklenilenden fazla ilgi gördü.Imangi Studios tarafından tasarlanan oyunda rakiplerini geride bırakacak nitelikte atılmış çok mantıklı adımlar var. Bu mantıklı adımlardan birkaçı grafiğin gelişimi doğrultusunda oyuna vagona binip ilerleyebildiğimiz bir tünel ve halat geçitlerinin eklenmesi olmuş. Oyna-nabilirliğe baktığımızda önceki oyuna göre daha rahat, dönüşlerin daha soft ve anlaşılır olduğunu söyleyebiliriz. Oyun devamlılığı açısından kaçış oyunlarında pek tercih edilmeyen ‘Save Me - Gem’ sistemi de iyi bir şekilde empoze edilmiş. Tüm bunların yanında belki de en temel yenilik ‘Güç Metresi’nin yenilenmesi olmuş. Al-tınlarla doldurulan güç metresi sayesinde itemleri oyun içerisinde kendi isteğimize göre kullanabilmekteyiz.Görevlerin ilk oyuna göre zor olmasıyla birlikte karakter sayısının azlığı, durumu biraz can sıkıcı hale getirmiş.İstatistiklere bakarsak hem IOS hem de Anroid market-lere 2 günde 10.000.000’dan fazla kullanıcıya ulaşabilen ve rakiplerini aniden geride bırakan Temple Run 2, mobil oyun platformunun yeni göz bebeği desek asla yanlış olmaz.

Aykut Çoşkun [email protected]

87

Nisan’13

Mobilden Haberler

- 2012’nin son çeyreğinde 6 milyon akıllı telefon satan Blackberry bu satışlardan 94 milyon dolar kâr elde etti ve daha önceki çeyrekteki kârının yaklaşık 5 katına ulaştı.

- Yandex, Money ile Twitter üzerinden para aktarma işlemine başladı. Şimdi-lik sadece Rusya içinde aktif kullanı-ma açılmış olsa da Twitter üzerinden yapılabilecek işlerin çeşitlendiği açık.

- IDC araştırmasına göre günde 13.8 kez mobil olarak Facebook uygulamasına erişiyoruz.

- Google Translate’i çevrimdışı da kulla-nabilirsiniz! Yeni Android güncellemesi, Google Translate’i çevrimdışı kullanma imkanı sunarak, internetin olmadığı yer-lerde de çeviri desteği sağlıyor.

88

- “Mekanist” uygulaması 1 milyon kulla-nıcıya ulaştı.

- Google’dan Evernote’a bir rakip! Artık Keep’e Android tabanlı cihazlardan ve web tarayıcınızdan erişebilirsiniz.

- Message.Me durdurulamıyor! 7 Mart itibariyle kullanıma açılan uygulama, 1

milyon kullanıcıya ulaştı ve 1.9 milyon dolarlık bir yatırım aldı.

- Samsung Galaxy S4 geliyor. Nisan sonu 155 ülkede satışa çıkması beklenen cihazın, 2 gb ram, 13 mp kamera ve 5 inçlik Full HD Super AMOLED ekrana sahip olacağı belirtildi.

-Mobil İnternet kullanıcı sayısı yüzde 108 arttı ve geçen sene 4.9 milyon olan rakam bu yıl 10.2 milyona ulaştı.

89

Nisan’13

- Windows Phone işletim sistemli ci-haz satış sayısı 7 ülkede iPhone’u geride bıraktı.

- IDC raporuna göre 2013 yılında tablet satışı, masaüstü bilgisayar satışını geçecek.

- Hastane Randevu Merkezi Mobil Uygu-laması yayında! Sağlık bakanlığı, Hasta-ne Randevu Sistemini Android ve IOS tabanlı cihazlara açtı.

- Samsung, yoluna üç CEO ile devam etme kararı aldı ve hali hazırdaki CEO Oh-Hyun Kwon görevine devam eder-ken, diğer iki CEO da Boo-keun Yoon ve J.K. Shin oldu.

- IDC yine diyor ki: “2013 yılında tablet dünyasının lideri Android olacak.”

Armağan Abanuz [email protected]

90

Teknoloji

Windows 8 İçin Twitter Uygulaması Yayınlandı

Uzun süredir beklenen Windows 8 için Twitter uygulaması nihayet mağazadaki yerini aldı. Uygulamada bildirim desteği ve tek sütunda kullanma gibi özellikler de yer alıyor. Böylece kullanıcılar hem Twit-ter uygulamasını hem de istediği başka bir uygulamayı aynı anda kullanabiliyorlar.

Twitter Kendi Müzik Uygulamasını Çıkarmaya Hazırlanıyor

CNET tarafından yapılan habere göre yetkililer, satır desteğinden sonra şimdi de

“Twitter Music” isimli iOS uygulamasını karşımıza çıkarmayı amaçlıyor. Böylece kullanıcıların daha fazla sanatçı ve parçayı keşfetmeleri amaçlıyor. Uygulamanın ge-liştirilmesini ise geçen yıl satın alınan “We Are Hunted” ekibi üstleniyor.

En Sevilen CEO Mark Zuckerberg

Glassdoor ekibi tarafından hazırlanan rapor, yöneticiler hakkında birçok ipucu veriyor. Şirket çalışanlarının doldurduğu anketlere göre Mark Zuckerberg yüzde doksan dokuz ile en sevilen isim oldu. Geçen yıl ilk yirmi beşe bile giremeyen Zuckerberg, önemli bir çıkış yakalamış oldu. Diğer tarafta Google’ın CEO’su Larry Page on birinci, Aplle’ın CEO’su Tim Cook ise on sekizinci oldu.

91

Nisan’13

Google Görsellere Animasyonlu Filt-resi Eklendi

Bir fotoğraf aradığımız zaman ilk başvur-duğumuz yer olan Google’ın görsel ara-ma özelliği, iki yeni filtreyi kullanıcıların hizmetine sundu. Bu filtreler sayesinde animasyonlu ve saydam görseller arana-biliyor. Son dönemlerde özellikle Tumblr sayesinde epey popüler olan gif ’lere ulaşmak artık daha kolay.

SXSW’da Google Glass Uygulamaları Tanıtıldı

Teksas’ta düzenlenen SXSW etkinliğinde Google Glass’ta bulunacak üçüncü parti uygulamaları tanıtıldı. Bu uygulamalar arasında; The New York Times, Gmail,

Skitch, Evernote ve Path göze çarpıyor. Ancak Google uygulama geliştiricelere belli kısıtlamalar getiriyor. Örneğin, The New York Times uygulaması sadece son dakika haberlerini kullanıcılara sunuyor. Google’ın bu tasarım mantığı diğer uygu-lamalar için de geçerli.

Android Oyun Konsolu “Ouya” Haziran’da Geliyor

Yenilikçi konsol Ouya tamamlanarak en sonunda satışa sunuluyor. Cihaz özellik-lerinin yanında 99 dolarlık etiketiyle de dikkat çekiyor. Android 4 işletim sistemi-ni kullanan konsol; Tegra 3 işlemci, 1 GB RAM, 1080p ekran çözünürlüğü ve Wi-Fi gibi özellikleri barındırıyor. Yenilikçi fikirlere finansal destek veren Kickstar-ter’da topladığı 8,6 milyon dolarlık rekor fonla ne kadar önemli bir proje olduğunu kanıtlayan Ouya, aralık ayının sonunda geliştiricilere gönderilmişti. Kuruculardan Julie Ohrman, yaptığı açıklamada Ou-ya’nın geliştirme sürecinin artık bittiğinin ve haziran ayında satışa sunulacağını müjdeledi.

92

Apple ve Samsung’tan Sonra Google da Akıllı Kol Saati Çıkarmayı Düşü-nüyor

Financial Times‘ın haberine göre Goog-le, Android işletim sistemli bir akıllı kol saati çıkarma hazırlığı içinde. Apple ve Samsung’un ardından Google’dan böyle bir atak gelmesi ise pek şaşırtıcı bir hamle olmadı. Nitekim Google’ın 2011 yılında yaptığı patent başvurusu da bu iddiayı doğrular nitelikte. Bu patente göre saatin, biri yukarı doğru açılır şekilde iki adet ekrana ve dokunmatik ara yüzüne sahip olduğu belirtiliyor.

Nexus 5’in Ekimde Çıkması Bekleni-yor

“Android and Me” isimli sitenin haberi-ne göre Google ve LG, Nexus 5’i piya-saya sürmeye hazırlanıyor. Söylentilere göre telefon bu yılın Ekim ayında piya-saya sürülecek. Full HD çözünürlüklü 5,2 OLED ekrana ve 2,3 Ghz hızında çalışan Qualcomm Snapdragon 800 işlemciye sahip olacağı söylenen akıllı telefonda 3 GB LPDDR3 RAM olacağı iddia ediliyor. En dikkat çekici özelliği ise 16 megapiksellik kamerasının Ultra HD (4K) çözünürlüğünde video kaydı yapabilmesi.

Sony’den İki Yeni Xperia

Sony, Xperia L ve Xperia SP adlarını ver-diği telefonlarını resmi olarak duyurdu. Orta sınıfa hitap eden Android 4.1 işletim sistemli Xperia SP’de, 1,7 GHz hızında çalışan çift çekirdekli Snapdragon işlem-ci, 720p çözünürlüklü 4,6 inç ekran ve 8 megapiksel kamera yer alıyor. Giriş sevi-yesi kullanıcılar için üretilen Xperia L’de ise 1 GHz hızında çalışan çift çekirdekli Snapdragon S4 işlemci, 854x480 piksel çözünürlüklü 4,3 inç ekran, 8 GB dahili depolama alanı, microSD kart desteği ve 8 megapiksel kamera bulunuyor.

93

Nisan’13

iPhone 6’da Parmak İzi Sensörü Ge-lebilir

Analist Gene Munster’a göre parmak izi sensörü bu yaz piyasaya sürülmesi bekle-nen iPhone 5S yerine seneye çıkacak olan iPhone 6’da olacak. Sensör Home tuşu üzerine konumlandırılacak. Ayrıca Muns-ter’a göre iPhone 5S, daha iyi bir işlemci, daha iyi bir kamera ve yeni yazılımla be-raber gelecek. Bu yazılımın iOS 7 olması bekleniyor.

Apple’ın 4K Televizyonu Yıl Sonunda Görücüye Çıkabilir

Digitimes’ın yakın kaynaklardan elde ettiği bilgiye göre Apple, iTV olarak çıkması beklenen televizyonunu bu yılın

sonunda veya 2014’ün başında satışa su-nacak. Apple, bu televizyonda 4K (Ultra HD) çözünürlük kullanmayı planlıyor. Televizyonun panellerini ise LG Display sağlayacak. Ayrıca televizyonda sesle ve hareketle komut, internet gibi özelliklerin olduğu ifade ediliyor.

Kendi Kendine Enerji Üreten Fotoğ-raf Makinesi

Superheadz Japan tarafından üretilen ve Sun and Cloud ismiyle piyasaya çıkan fotoğraf makinesi güneş paneli sayesinde kendi enerjisini kendi üretebiliyor. Cihaz, güneşsiz ortamlarda ise el çarkı yardımıy-la (kinetik enerji sayesinde) şarj edilebili-yor. Tabi cihaz, bunların haricinde USB bağlantısı üzerinden şarj edilebiliyor. 3 megapiksel çözünürlüğe sahip avuç içine sığan fotoğraf makinesinde, renkli LCD ekran, 800’e kadar çıkabilen ISO hassasi-yet değeri ve AVI formatında video kaydı (30fps) yeteneği de bulunuyor. Makinenin fiyatı ise 200 dolar.

Ufuk Özkan [email protected]

10 Parmağı 10’u da Kısa

Ülkemizde halen sinema – televizyon öğrencilerinin genel uğraş alanı olarak görülen, kendi içerisinde sektörünü oluşturamamış yapılardan biri kısa film. Verilen maddi desteğin azlığı ve teşvik edilmemesi gibi eksikler, Türkiye’deki kısa film çalışmalarının hız kazanmasını ciddi şekilde engelliyor. Dünya’da ise bu duruma oldukça aykırı duran ülkeler ve yapımlar mevcut. Sinemanın en önemli ögelerinden biri olarak tanımlayabileceğimiz kısa metraj filmler için de on filmlik bir seçki hazırladık. Bu on filmi beşi kısa metraj animasyon filmlerden, geri kalan beş film ise yakın geçmişte karşımıza çıkmış olan filmlerden oluşuyor. Sinemanın içiyle dışı bir olmayan yapımları tekrar tekrar incelenmeye değer.

93

Mart’13

Delivery (2005)

“Delivery’nin arkasındaki hikaye olduk-ça basitti. Birkaç temel fikirden, duy-gudan ve aklımda olan imajlardan yola çıkarak ‘bir şey’ yaratmak... Hepsi bu.”

3D sanatçısı Till Nowak tarafından yazı-lan ve yapımcılığı üstlenilen kısa animas-yon-film “Delivery”, alışık olduğumuz animasyon tarzından farklı bir mesaja sahip. Griden başka rengin olmadığı bir endüstri dünyasında, yaşlı bir adamın çi-çeğini -belki dünyada kalan son çiçekmiş gibi- sulayışını, bir fabrikanın karşısındaki evinde, son umudu olan çiçeğiyle dikkatle ilgilenişini izliyoruz. Daha sonra beklen-meyen bir kutu geliyor eve ve bu kutu-nun yaşlı adamın dünyasını, belki de tüm dünyayı nasıl değiştirebileceğine tanıklık ediyoruz.

150’den fazla film festivalinde gösterilen uluslar arası üne sahip “Delivery”, otuz-dan fazla ödülün de sahibi. Filmin yara-tıcısı Till Nowak, filmi mezuniyet projesi için yaratmış. Bitirdikten sonra birkaç film festivaline göndermiş ancak film bütün festivallerden ödülle dönünce festi-vallere katılmaya devam etmiş. “Delivery” sayesinde çok büyük bir fırsat yakaladı-

ğını ve yaratıcı dünya hakkındaki bütün fikirlerinin değiştiğini söyleyen Nowak, filmden sonraki hedeflerini reklam mal-zemeleri üretmek yerine, sinema ve sanat için belirlemeye karar vermiş.

Connected (2008)

Post apokaliptik olarak adlandırılan kıyamet sonrası filmler, sinemanın neredeyse her seferinde ilgi toplamış yapımları arasında-dır. Danimarka Film Enstitüsü desteğiyle izleyici karşısına gelmeyi başaran Conne-cted da bu yapımlardan biri. 7 dakika gibi oldukça kısa bir süreye sahip film, birbirine maskelerinden bağlı bir şekilde yaşamlarını sürdüren iki karakterin kısa süreli çatışma-sını ele alıyor. Herhangi bir diyalog içerme-yen filmde görebildiğimiz çatışma kaynağı var olanla yetinememek üzerine kurulu. Bir nevi üç kişilik, biraz da fütüristik bir düello izlediğimiz filmin vaad ettikleriyle birlikte bize sundukları da sınırlı. Prodüksiyon açısından başarılı olarak nitelendirilebilse de içerik olarak fazla adım atamıyor ve bir yerde tıkanıyor. Kafanızda yarattığınız ‘’gelecek’’ fotoğraflarına bir yenisini daha eklemek adınaysa belki tatmin edici olabilir ki daha önce gördüğümüz kıyamet film-lerinde yaratılan dünyadan farklı olduğu söylenebilirse.

94

Spielzeugland (2007)

Ayrılığın, acının ve ölümün esas kaynakla-rından biridir savaş. Yetişkinlerin gözünde her şey ne kadar gerçekse, çocuklar için de bir o kadar gerçek dışıdır savaşta. Savaşı yaşayan çocuklara, aileleri gerçeği göster-mek istemez. Çeşitli yöntemlerle savaşı ve getirdiklerini çocuğun hayal dünyasına en-tegre eder yetişkinler. O sefil dünyada öyle büyütürler çocuklarını. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan II. Dünya Savaşı’nın kurbanlarından Yahudi bir aile ile Alman bir ailenin çocuklarının arkadaşlık bağını eksenine oturtuyor Spielzeugland (Oyuncak Ülkesi). Kampa gönderilecek olan David’in Oyuncak Ülkesi’ne gide-ceğini düşünen Heinrich’in ve annesinin sonuca giden yoldaki kısa hikayesini izli-yoruz. On üç dakikalık kısa süresine göre kurguyu paralel olarak yerleştirerek göster-mek istediklerini doğru bir zaman dilimi içerisine sokmayı başaran film, hikayesi, oyunculukları ve sanat yönetimiyle göz doldurmayı başarıyor. Kadrosunda David rolüyle Tamay Bulut Özvatan’ı bulundu-ran film, tüm imkansızlıklar karşısında sonuca ulaşarak izleyiciyi başarılı ve akıcı bir kısa filmle karşı karşıya bırakıyor. Oscar da dahil olmak üzere bir çok ödüle sahip film, Jochen Alexander Freydank’ın temiz çalışmasıyla bize Oyuncak Ülkesi’ne giden farklı yolları bir çocuğun saflığında gösteriyor.

La Luna (2011)

Enrico Casarosa tarafından yazılan ve yönetilen “La Luna”, bir diğer keyifli Pixar animasyonu. Küçük bir çocuk olan Bambino, bir gece babası ve dedesiyle birlikte kayıkla denize açılır. Denizin or-tasında demir attıktan sonra, kayıktan bir merdiven çıkarırlar. Yapmaları gereken, merdivenle ayın üstüne çıkıp, ay yüzeyine düşen yıldızları süpürmektir. Bambi-no’nun babası ve dedesi, küçük ayrıntılar hakkında sürekli tartışmaktadırlar. Yine, Bambino’nun hangi süpürgeyi kullanma-sı hakkında tartışırlarken ayın yüzeyine kocaman bir yıldız düşer ve sonrasında filmin düğüm bölümleri görülür ekranda. Tüm yıldızları süpürüp aşağıya indiklerin-de, dolunay şeklinde duran ay hilal şeklini alır.

Enrico Casarosa, çocukluğunda büyük-lerinden duyduğu hikayelerden esinle-nerek La Luna’yı oluşturmuştur. Filmin teknik kısmında ise Hayao Miyazaki’nin animasyonlarından ve İtalyan çizgi filmi “La Linea”dan esinlenilmiştir.

95

Mart’13

Cracker Bag (2003)

Çocukluğun naif ve bir o kadar da sıcak atmosferini yansıtmayı kendine görev edinmiş filmlerden uzak durmayız ge-nelde. Duramayız. Sahip olduğumuz anıların oranında izledikçe daha da yakın hissederiz kendimize. Glendyn Ivin de bu durumu başaran isimlerden. Eddie karakteri çevresinde hareket eden film, hüznü, mutluluğu ve çocukluğa has küçük detayları iyi bir şekilde seyirciye sunuyor. 56. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülünü alan Cracker Bag, kısa filmlere has olan küçük unsurlardan etkin sonuca varma işlemini oldukça başarılı bir şekilde yerine getiriyor. Arkasındaki ekibe bakmak da bu durum için bir ipucu niteliğinde.

Oktapodi (2007)

Gobelins L’École de L’Image(-Gobelins, the School of Visual Com-munication)’dan çıkan, Julien Bocabeille, François-Xavier Chanioux, Olivier Dela-barre, Thierry Marchand, Quentin Mar-mier ve Emud Mokhberi’nin yönettiği, bitirme projesi olan “Oktapodi”, Fransa yapımı bir animasyon filmi. Bir restorant-ta, yemek olmak için bekleyen iki ahtapo-tun kaçış hikayesini anlatan film, Kenny Wood’un bestelediği müzikle diyalogsuz olarak hazırlanan, art arda gelen olaylarla seyirciyi sürekli gülümseten, iki buçuk da-kikalık neşeli bir gösterim. Yunanistan so-kaklarının renkli çizimiyle göz kamaştıran “Oktapodi”, bir öğrenci projesi olmasına rağmen en iyi animasyon dalında Oscar’a aday gösterilmiş ve birçok ödülün de sahibi olmuş, ayrıca yayınlandığı yıl sosyal medya ile geniş kitlelere ulaşmıştır.

96

Jurnal (2011)

Belediye otobüslerinin o karışık atmosferini deneyimleme imkanı bulup biraz da gözlem yapanlar bilir. Neredeyse her yolculuğun bir hikayesi vardır. Farklı farklı hayatlar, insan-lar, yüzler, ifadeler… Kime baksanız başka bir hikayeyi görürsünüz. Düşünür, düşünür kafanızda kurarsınız. Bir yerden sonra aynı insanları görmeye başlar, tanımak istersi-niz. Tanımasanız da kafanızda kurarsınız. ‘’Acaba?’’larınız vardır. İşte Jurnal de tam da böyle bir hikaye. Uğur Polat’ın bir karaktere her şeyiyle hayat vererek kendini gösterdiği, sekiz dakikalık bir film. Otobüsteki insan-ların hayatlarını, bilinenlerini ve bilinme-yenlerini bize oldukça başarılı bir kurguyla sunuyor. Yapılan tespitler ve daha önce görülenlere olan yakınlıklarıyla tatminkar bir Abdülbaki Yavuz kısası.

Baydara: Edra’nın Kaderi (2011)

Daha en başında dikkat çekmeyi başaran bir Türkiye kısası Baydara. Bunun en önem-li sebebiyse filmin tam anlamıyla uyum içerisinde işliyor olması. Asansör görev-lisi olarak oldukça mutlu bir yaşam süren Edra’nın annesi Jimnaz ile olan ilişkisi ve Edra’nın kaderi dahilindeki Jimnaz’ın hazin sonu üzerine kurulu olan filmin hikayesi, anlatım yöntemi, sanat yönetimi, müzikleri ve sinematografisi oldukça dikkat çekici bir uyuma sahip. Bu anlatımı da kara mizahın sınırları dahilinde gerçekleştirerek bir adım daha öne çıkmayı başarıyor Baydara. Yönet-menliğini Can Eren’in yaptığı Baydara, aynı zamanda Eren’in bitirme projesi. Bununla birlikte yazının başında bahsi geçen kısa filmlere olan destek ve bu desteğin Türki-ye’de arttırılması meselesi tekrar tekrar akla geliyor. Baydara ile getiriliyor.

Presto (2008)

Pixar yapımı bir diğer animasyon da “Pres-to”. Doug Sweetland tarafından yazılan ve yönetilen, bir sihirbaz ve tavşanı arasında-ki çatışmanın komik bir şekilde seyirciye

aktarıldığı film, klasik Looney Tunes çizgi filmleri gibi bir hikayeye sahip. Presto bir sihirbazdır ve tavşanıyla birlikte sahneye çık-madan önce son hazırlıklarını yapmaktadır. Bu sırada tavşanı ise kafestedir ve kafesin biraz uzağında duran havuca ulaşmak için çabalamaktadır. Havuca bir türlü ulaşamayan tavşan, Presto içeri girdiğinde ona havucu vereceğini sanarak sevinir, ancak Presto havucu vermeden tavşanı sahneye çıkarır. Bu durumdan hiç hoşlanmayan tavşan, sihirbazın gösterisini bozmak için her yola başvurur ve bir sürü komik olay birbirini iz-ler. Doug Sweetland’in yönettiği ilk film olan Presto, birçok ödüle aday gösterilmiştir.

Ekin Çiftçi - Canber Ulusan [email protected] [email protected]

97

Mart’13

Salonda Neler oldu?

Emek Sineması’nın da içerisinde bulun-duğu Circle D’Orient binasındaki inşaatın başlamasıyla birlikte, Emek Sineması’na sahip çıkanlar yeniden bir araya geldi. Buluşmada, Emek Sineması kıyımının mi-marlarından Kamer İnşaat’ın projesinin bir an önce durdurulması, yerinde ve ol-duğu gibi restore edilmesi, kamusal yarar gereği ticari olmayan, bağımsız bir kültür merkezi olarak düzenlenerek kurumların kullanıma açılması talep edildi.

İstanbul Film Festivali Açılışında Emek Protestosu

İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 32.kez düzenlenen İstanbul Film Festivali’nin açılışında bu yıl, Emek Sine-ması protestosu yer aldı. Sunuculuğunu

Mehmet Ali Alabora’nın üstlendiği ve Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu’n-da düzenlenen açılışta, sinemaseverler tarafından ‘’Emek bizim, İstanbul bizim’’ pankartı açıldı. Salondakiler tarafından alkışlanan bu durum, Mehmet Ali Ala-bora’nın ‘’Emek Sineması, İstanbullular için büyük bir kayıptır’’ sözleriyle daha da destek topladı. Protestoların ertesinde konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, ‘’Netice itibarıyla Emek Sineması yıkılmıyor, bulunduğu yerden bir kaç kat yukarıya taşınıyor.’’ İfadelerini kullanarak yapılan protestoların sebebine ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Emek Sinema-sı’nın son durumunu görmek için içeriye giren sinema eleştirmeni Atilla Dorsay ise bir görevli tarafından tartaklanarak dışarı atıldı.

Ang Lee’den TV Projesi

Bu seneki Oscar Ödülleri’nde ‘’The Life of Pi’’ ile En İyi Yönetmen Oscar’ını kazanan Ang Lee, ‘’Tyrant’’ isimli bir TV projesinin yönetmenlik koltuğuna otur-du. Amerikalı bir ailenin Ortadoğu’daki sıkıntılı yaşam ortamına olan geçişini ele alan Tyrant, Amerika’da FOX’ta yayında olacak.

98

Richard Griffiths Hayatını Kaybetti

Bir En Heyecanlı Yeri Kitabı

10 sene boyunca Ceylan Özçelik tara-fından hazırlanıp sunulan En Heyecanlı Yeri’nin sona ermesiyle birlikte yayınla-nan “Dikkat Çekim Var!”, Ceylan Özçe-lik’in 10 yıl boyunca konuk olarak ağırla-dığı önemli isimlerle olan röportajlarına yer veriyor. Kitabın içerisinde yer alan DVD’de Sırrı Süreyya Önder ve Engin Günaydın’ın sohbetleriyle En Heyecanlı Yeri’nin son bölümü izlenebilir.

Cannes’ın jüri başkanı Spielberg

Bu sene 66. Kez düzenlenecek olan Can-nes Film Festivali’nin jüri başkanı belli oldu. Festival başkanı Gilles Jacob’un uğraşları sonucunda bu yılki festivalin jüri başkanlığına Steven Spielberg geldi. Fes-tival başkanı Gilles Jacob, Spielberg’ün jüri başkanlığını kabulü üzerine “Bu yıl Spielberg’i aradığımda, sonunda bekledi-ğim yanıtımı aldım” değerlendirmesinde bulundu. Cannes Film Festivali bu sene 15-26 Mayıs tarihleri arasında düzenlene-cek.

Birçoklarının Harry Potter serisindeki Vernon Dursley rolüyle tanıdığı İngiliz sinema, tiyatro ve televizyon sanatçısı Richard Grifitths, 65 yaşında hayatını kaybetti. ‘’Hugo’’, ‘’The History Boys’’ ve ‘’Ghandi’’ gibi yapımlarda izleme imkanı bulduğumuz sanatçının, kalp ameliyatı sonrasında geçirdiği komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybettiği açıklandı.

99

Mart’13

Nuri Bilge Ceylan’a Avrupa’dan Destek

Haluk Bilginer, Demet Akbağ ve Melisa Sözen gibi isimlerin yer aldığı ve 2013 yılında vizyona girmesi beklenen, Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi ‘’Kış Uyku-su’’na, Avrupa Konseyi tarafından 1989 yılında Avrupa sinemasını geliştirmek için kurulan Eurimages tarafından destek ver-me kararı alındı. Eurimages, Almanya’da-ki toplantısında toplam 13 projeye destek olma kararını açıklarken bu projeler ara-sında yer alan Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmine, 450 bin euro destek vermeye karar verdi. Bu miktar, Türkiye yapımı bir filmin Avrupa’dan aldığı en yüksek destek.

Roger Ebert Hayatını Kaybetti

1967 yılından beri film eleştirmenliği ya-pan Roger Ebert hayatını kaybetti. 1975 yılında Pulitzer Ödülü sahibi olan 70 yaşındaki eleştirmen, tiroid kanseri teda-visinde iyileşmiş ancak hastalığının tekrar nüksettiğini geçtiğimiz günlerde blogunda duyurmuştu.

100

Türkiye sinemasındaki cinsiyetçi bakış açısına tepki olarak bu sene Filmmor Ka-dın Filmleri Festivali kapsamında düzen-lenen 5. Altın Bamya Ödülleri sahiplerini buldu. Altın Bamya Ödülleri’ne bu sene ‘’Bamya Kurusu’’ adı altında yeni bir dal daha eklendi. Gecenin en çok ödül kaza-nan filmi ‘’Dağ’’ın ekibinden ödül almaya kimse gitmedi. 5. Altın Bamya Ödülleri kazananları şu şekilde belli oldu:

Film: Dağ Yönetmen: Alper ÇağlarErkek Karakter: Dağ (Oğuz, Bekir) Yönetmen: Alper ÇağlarKadın Karakter: Zenne (Kezban) Yönetmen: Caner Alper, Mehmet BinaySenaryo: Dağ (Alper Çağlar) Yönetmen: Alper ÇağlarJüri Özel – Tek Taşlı Bamya Ödülleri: N’apcaz Şimdi, Seninki Kaç Para, Süper Türk, Oğlum Bak GitJüri Özel – Bamya Kurusu: Çakallarla Dans: Hastasıyız Dede İzleyici Bamyası: YeraltıYönetmen: Zeki Demirkubuz

Ankara Film Festivali ve ÖdülleriBu yıl 24. Kez düzenlenen Ankara Film Festivali’nde ödüller sahiplerini buldu. Sunuculuğunu Serdar Orçin ve Şenay Gürleri’in yaptığı ve Resim ve Heykel Müzesi’nde gerçekleşen törende En İyi Film Ödülü’nü Emin Alper’in ‘’Tepenin Ardı’’ filmi aldı. Törenin öne çıkan kaza-nanları şu şekilde:

En İyi Yönetmen Ödülü: Tepenin Ardı – Emin Alper En İyi Senaryo: Tepenin Ardı – Emin Alper En İyi Kadın Oyuncu: Şimdiki Zaman – Sanem Öge En İyi Erkek Oyuncu: Tepenin Ardı – Tamer LeventEn İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Tepenin Ardı – Banu Fotocan En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Tepenin Ardı – Mehmet ÖzgürEn İyi Ulusal Belgesel: Bülent Öztürk–Beklemek En İyi Kısa Film: İpek Kent

101

Mart’13

Bana Bir Masal Anlat “Darren Aronofsky”

Öğretmen bir ailenin çocuğu olarak 12 Şubat 1969’da Brooklyn’de dünyaya gelen yönetmen ve senarist olan Darren Aronof-sky, Yahudi asıllıdır. Küçüklüğünden beri sanata ilgi duyan bir çocuk olan Darren, çocukluğunda sık sık klasik filmler izlemiş-tir. Ayrıca ergen Aronofsky, zamanının ço-ğunu graffiti yaparak geçirmiştir. Liseden mezun olduktan sonra da 1987’de Harvard Üniversitesi’nin Live Action ve Animasyon Bölümüne girmiş, buradan da 1991 yılında mezun olmuştur. 1994 yılında Amerikan Film Enstitüsü’nden yönetmenlik alanında bir master derecesi almıştır. Amerikan sinemasının çoğunluğunu oluşturan filmlere baktığımızda gördü-ğümüz şey, dışı milyon dolarlık efektlerle süslenmiş, içi boş hikayelerdir. Bu tarz filmlerin izleyicide bıraktığı etki sadece film boyunca devam edebilir. Tabii bütün bunları başta da belirttiğim gibi Amerikan sinemasının çoğunluğu için söyleyebiliriz. Neyse ki bir azınlık kısım da var. Bunlar-

dan bazıları bizlere hem görsel efektleri hem güzel hikayeleri bir arada sunuyor, bazıları da sadece güzel hikayeleri sunuyor. Tabii ki elde sadece güzel bir hikayenin olması yetmez, onu güzel bir şekilde anlat-mak da gerekir fark yaratması açısından. Aronofsky’nin en iyi yaptığı şey de tam olarak bu: Anlatmak. Eğer Aronofsky kelebeklerin hayatını anlatan bir film çekeceğini açıklasa ve ben de bunun karşılığında rengarenk bir film görmeyi umarsam sanırım çok büyük bir yanılgıya düşmüş olurum. Aksine filmden sonra bir hafta ölüm korkusuyla yaşarım muhtemelen. Aronofsky’nin pesimist yaklaşımı sağ olsun. Öyle bir yaklaşım ki seyirciyi sadece film boyunca kıvrandır-mıyor, filmden sonra da etkisini devam ettiriyor. Bunu anlattığı her şeyi seyirciye yaşatmada son derece başarılı olmasına bağlayabiliriz. En iyi örneği olarak ise “Requiem for a Dream”i gösterebilirim. Ayrıca Aronofsky’nin anlatımının güçlü

102

olmasında hip hop montage tekniğini filme iyi yedirmesinin de katkısı büyüktür. Normal bir filmde altı yüz, yedi yüz cut varken “Requiem for a Dream”de iki bin-den fazla cut olmasının nedeni de budur.

Darren Aronofsky çoğu sinemacı gibi kısa filmlerle bu işe başlamıştır. 1991 yı-lında “Supermarket Sweep” ve ” Fortune Cookie”yi, 1993 yılında “Protozoa”yı, 1994 yılında “No Time”ı çekmiştir. Bir tez projesi olan “Supermarket Sweep”, “Students Academy Awards” yarışmasın-da finalist olmuştur. Yönetmenin ilk filmi ise 1998 yapımı olan “Pi”dir. Aronofsky yaptığı açıklamada “Pi”yi arkadaşlarından ve akrabalarından topladığı 100 dolarla çektiğini söylemiştir. Bu filmle “Sundan-ce Film Festivali”nde en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştır. “Pi”yi, tanınma-sında büyük paya sahip olan ve izleyicide büyük bir etki bırakan 2000 yılında çektiği “Requiem for a Dream” izlemiştir. Filmin bir dalda Oscar adaylığı bulunmaktadır. Daha sonra sürekli aksiliklerle boğuştuğu, bir dalda altın küreye aday gösterildiği filmi “The Fortune” 2006’da vizyona girmiştir. 2008 yılına gelindiğinde “The Wrestler”ı çekmiştir. Bu filminin de iki

dalda Oscar adaylığı bulunmaktadır. Aronofsky’nin son filmi ise 2010 yılında çektiği “Black Swan”dır. “Black Swan” beş dalda Oscar’a aday olup bunlardan birini kazanmıştır. Ayrıca çektiği film-lerden “The Wrestler” ve “Black Swan” haricindekileri kendi yazmıştır. Arronofsky’yi bu projeler arasında en çok uğraştıranı ise en yüksek bütçeli filmi olan “The Fountain”dir. Zaten Aronof-sky’nin başına bela açan şey de filmin bütçesidir. Arkadaşlarından ve akrabala-rından topladığı paralarla 60 bin dolara çektiği “Pi” ve 4.5 milyon dolara çektiği “Requiem for a Dream”den sonra minik bütçelerle başarılı filmler yapılabildğini kanıtlayan Aronofsky sonraki filmi “The

103

Mart’13

Fountain” için Warner Bros’la anlaşmaya varmıştır. Ancak Warner Bros yetkilile-ri fazla karışık olduğu için pek tutmaz gerekçesiyle bütçede kısıtlamaya gidin-ce ortaya belirsiz bir durum çıkmıştır. 2002’de başlanması planlanan proje, bek-lemekten sıkılan Brad Pitt’in ayrılmasıyla durdurulmuştur. Bunun üzerine Aronof-sky projeye dört elle sarılmış ve “The Fountain”den sonra çekeceği “Batman Begins”i Cristopher Nolan’a devretmiştir. Bu sarılmanın karşılığında ise 2005’te tek-rar filmin çekimlerine başlamış ve “The

Fountain” 2006’da gösterime girmiştir. Eğer Aronofsky’nin başına bu talihsizlik gelmesiydi Cristopher Nolan’ın efsanevi bir şekilde yeniden ele aldığı “Batman” projesinin başında olacaktı. Neyse ki Nolan bize keşke bu filmi Aronofsky çekmiş olsaydı dedirtmedi. Aksi takdirde “Batman” hayranları Warner Bros’a ateş püskürüyor olurdu. Aronofsky’nin gelecekte projesi ise Nuh’un hayatını anlatacağı “Noah (Nuh)”tır . Söylediğine göre bu filmin hi-kayesini 10 yaşından beri tasarlıyormuş. Ayrıca “The Fountain”in çekimleri sıra-sında verdiği röportojların birinde sağ-

lam bir Nuh filmi olması gerektiğinden bahsetmiştir. Filmde Russel Crowe ve Jennifer Connely’i “A Beautiful Mind”-dan sonra tekrar karı koca olarak izleye-ceğiz. Ayrıca kadroda Anthony Hopkins ve Emma Watson da yer alacak. Kendisi-ni Hermione olarak tanıyanların çoğun-lukta olduğunu düşünürsek film Emma Watson’ın kariyeri açısından da önemli bir yere sahip olacaktır. Filmde neler anla-tılacağı genel hatlarıyla belli ancak filmi çeken Aronofsky olunca insan seyirciyi üzen depresif sahneler bekliyor. Darren Aronofsky henüz genç bir yönetmen olarak tanımlanabilir. Bir sine-masever olarak da daha uzun süre genç kalmasını ummaktayım, en azından film çekecek kadar. Zaten iz bırakan filmlere sahip olan yönetmenden ilerleyen yıllar-da daha fazlasını beklemek de benim en doğal hakkım.

Ufuk Özkan [email protected]

104

The Royal Tenenbaums

Wes Anderson imzası taşıyan, komedi-dra-ma türündeki “The Royal Tenenbaums”, Tenenbaum ailesinin ironik yaşantısı hak-kındadır. Ansambl oyuncu kadrosuna sahip filmin senaryosu, yönetmen Wes Anderson ve aynı zamanda filmde oynayan Owen Wilson’ın ortak eseridir. Avukat olan aile babası Royal Tenenbaum(Gene Hackman), baba olma rolünü bir türlü üstlenememiş, ‘babalık vazifeleri’ni bir türlü yerine geti-rememiş ve evi terk etme kararı almıştır. Etheline Tenenbaum(Anjelica Huston), Royal Tenenbaum’un eşi, ünlü bir arkeo-log ve yazardır. Çocuklarının eğitimini her şeyden üstün tutar. Ailenin çok başarılı olan 3 çocuğu, babalarının evi terk etmesi üzerine hayal kırıklığı yaşamış ve başarıla-rının devamını sağlayamamışlardır. Babası-nın ona değer vermediğini düşünen Chas Tenenbaum(Ben Stiller), evlatlık olmasının sürekli konuşulmasından rahatsız olan

sırlarla dolu Margot Tenenbaum(Gwyneth Paltrow), çocukluğunda tenis şampiyonu olmasına rağmen sürpriz bir şekilde tenisi bırakan Richie Tenenbaum (Luke Wilson), babalarının ölüm döşeğinde olduğunu öğ-renmeleri üzerine çocukluğunu geçirdikleri eve dönerler. Onlarla birlikte gelen hikaye-leri film boyunca farklı şekillerde karşımıza çıkar, beklemediğimiz yollara götürür.Özgün senaryosuyla Oscar’a aday göste-rilen filmin müzikleri de bir o kadar etki-leyici. Indie-folk, indie-rock, folk-rock ve avant-garde tarzda müziklerin senaryoyla uyumu, kimi sahnelerde kendini o kadar hissettirir ki yüzümüzde oluşan tebessü-mün veya üzüntünün farkına sahne değiş-tiğinde varabiliriz ancak. Nico, Bob Dylan, Nick Drake gibi önemli sanatçıların da katkıda bulunduğu film, ailenin aslında bir kelime değil, bir cümle olduğu gerçeğinin en etkili mizahla dile gelmiş halidir.

105

Mart’13

TRACK LIST

1 .“111 Archer Avenue” - Mark Mothers-baugh2. “These Days” - Nico3. “String Quartet in F major (Second Movement)” - Maurice Ravel4. “Lindbergh Palace Hotel Suite” - Mark Mothersbaugh5. “Wigwam” - Bob Dylan6. “Look at That Old Grizzly Bear” - Mark Mothersbaugh7. “Lullaby” - Emitt Rhodes8. “Mothersbaugh’s Canon” - Mark Mot-hersbaugh9. “Police & Thieves” - The Clash10. “Scrapping and Yelling” - Mark Mot-hersbaugh11. “Judy Is a Punk” - Ramones12. “Pagoda’s Theme” - Mark Mothers-baugh13. “Needle in the Hay” - Elliott Smith14. “Fly” - Nick Drake15. “I Always Wanted to Be a Tenenba-um” - Mark Mothersbaugh16. “Christmas Time Is Here” - Vince Guaraldi Trio17. “Stephanie Says” - The Velvet Un-derground18. “Rachel Evans Tenenbaum (1965-2000)” - Mark Mothersbaugh19. “Sparkplug Minuet” - Mark Mothers-baugh20. “The Fairest of the Seasons” – Nico21. “Hey Jude” – The Mutato Muzika Orchestra

Ekin Çiftç[email protected]

106

SXSW ve Oscar Notları

South by Southwest Austin’de seminere katılan Danny Boyle yeni filmi “Trance”i anlattı. Biraz “Matrix” biraz “Inception” tadında duran filmde kadro sağlam. Danny Boyle’un önemli çıkış yakaladığı “Trainspotting” ardından yine aynı ki-tabın yazarı Irvine Welsh’in “Porno” isim-li kitabını uyarlayacağı konuşulmuş fakat bu proje hayata geçmemişti. Söyleşisinde Danny Boyle “Trance” filmi ardından bu projeye girişeceğini belirtti. Kısa-ca “Trainspotting” ardından bir Irvine Welsh kitabı daha sinemaya yönetmen tarafından uyarlanmış olacak. Söyleşide Shallow Grave, “Slumdog Millionare”, “28 Days Later”, “Beach” gibi filmleri üzerine anektodlardan bahseden Boyle, mütevazı karakteri ile gönlümü çalmayı başardı.

Oscar ödülleri en iyi film aday sayısının 10’a çıkarılması ile heyecanını kaybetti

gibi diyerek başlayabiliriz. Esasen aday sayısının arttırılmasının sebebi de sinema sektörünün (ya da Hollywood’un) sena-ryo konusunda kısırlaşması ile alakalıy-dı. Yani 5 tane çok iyi filmin yarıştığı dönemlerin arkada kalmasından sonra, 10 tane “eh” filmin yarıştığı bir hale gelmesi kaçınılmaz oldu. (tamam hepsi ehh değil tabii).

Bundan 15 sene önce Silver Linings “Playbook” gibi bir filmin Oscar’larda yarıştığını düşünebiliyor musunuz? İm-kansız.

Yarışacak filmler ortaya çıktıktan sonra, direkt olarak bir denge de ortaya çıkmış oldu. 2 farklı Amerikalının hikayesini konu eden “Lincoln” ve “Argo”, yönet-menlik gücünü arkasına alan “Life of Pi” ve “Amore”; “Chicago” ve “The Art-

107

Mart’13

ist” tarzı film sever, Broadway’ci akademi üyelerinin gönlünü çalmaya çalışan “Les Misrables”, bir adım önde gibiydi. Zaten gönüllerin Oscar’larını defalarca kez almış ama akademi tarafından hep es geçilmiş olan Quentin Tarantino’nun bu törende de çok iplenmeyeceği de az çok belliydi. Ne yalan söyeyeyim QT’nin filmi “Django Unchained” de ne vaktiyle Sundance’te esen “Reservoir Dogs” ne de Cannes’ı çalkalayan “Pulp Fiction” kadar güçlüydü. Gel gelelim akademinin hak edenden çok, zamanı gelene Oscar verdiğini düşünerek “Aca-ba Tarantino’nun zamanı gelmiş midir?” diye düşünmeden de edemedik. Zira akademi kariyerinde 3-5 adet baş yapıt olan Scorsese’ye bile “Departed” gibi “eh” bir filmle Oscar vermeyi başarmıştı. Amerika’da stüdyoların büyük lobi faaliyeti gösterdiği Oscar öncesi dönem-de at yarışını önde götüren iki film, sürüden ayrılmayı başardı: “Argo” ve “Life of Pi”. Ang Lee’nin 2 saat boyun-ca tahammül edilmesi zor bir hikayeyi inanılmaz bir seyirliğe çevirdiği “Life Of Pi” ile en iyi yönetmeni alması çok da şaşırtıcı olmadı. Zaten bir torba Oscar’ı olan Steven Spielberg’in de bu duruma üzüldüğünü sanmıyorum. Akademi için çok fazla “Cannes adamı” olan Haneke’ye en iyi yönetmen Os-car’ı vermesi de fazla sofistike kaçardı. En iyi film ve aldığı birkaç Oscar’la

yüreklendirilen Ben Affleck içinse yeni hedef, “En İyi Yönetmen Oscar”ı olarak belirlenmiş oldu. Bir Oscar daha böyle geçti.

108

Vizyon Takvimi

Barfi!Yapım: 2012 - HindistanTür: Komedi, Dram, RomantikSüre: 151 DakikaYönetmen: Anurag BasuOyuncular: Priyanka Chopra, Ranbir Kapoor, Ilena D’Cruz, Saurabh Shukla, Ashish Vidyarthi

Hem işitme hem de konuşma özürlü bir genç olan Barfi, Shuriti adındaki bir genç kıza aşık olur. Fakat Shuriti’nin ailesi onun normal bir erkekle evlenmesini istemektedir.Barfi de bu umutsuz aşktan yorulup yeni bir sevgili bulmuştur. Ancak bir yandan da polis tarafından aranmak-tadır. Tam da bu sırada Shuriti’nin tekrar karşısına çıkması sonucu bir seçim yap-mak zorunda kalmıştır.

Warm Bodies (Sıcak Kalpler)Yapım: 2013 – ABDTür: Komedi, Korku, RomantikSüre: 98 Dakika

Yönetmen: Jonathan Levine

Oyuncular: Teresa Palmer, John Malkovi-ch, Nicholas Hoult, Rob Corddry, Dave Franco

Filmde; erkek bir zombi olan “R”nin kız arkadaşının, kurbanlarından biriyle tehlikeli bir ilişiye başlamış olması sonucu bütün zombileri etkileyecek zincirleme bir reaksiyonun başlaması ve bunun so-nucunda gelişen olaylar anlatılmaktadır.

5 NİSAN

109

Mart’13

Now is Good (Aşk, Şimdi)Yapım: 2012 - ABDTür: DramSüre: 103 DakikaYönetmen: Ol ParkerOyuncular: Dakota Fanning, Kaya Sco-delario, Olivia Williams, Jeremy Irvine, Paddy Considine

Lösemi hastalığına yakalanmış, gördüğü dört yıllık kemoterapi tedavisinin ardın-dan doktorlar tarafından iyileşemeyeceği yönünde teşhis konulmuş genç bir kadın olan Tessa, ölümü kabullenmiştir. Bu süreci sevdikleriyle birlikte olabileceği hayat dolu anlarla değerlendirmeye karar veren genç kadın ölmeden önce yapmak istediklerini sıraladığı bir liste hazırlamaya koyulur.

Scary Movie 5 (Korkunç Bir Film 5)

Yapım: 2013 - ABD

Tür: Komedi

Süre: 85 Dakika

Yönetmen: Malcolm D. Lee

Oyuncular: Ashley Tisdale, Lindsay Lo-han, Charlie Sheen, Anthony Anderson, Regina Hall

Her zaman seçtikleri bazı popüler filmler-le dalga geçmesiyle bilinen Scary Movie serisi, 5. filminde Açlık Oyunları ve Para-normal Activity’i hedef olarak seçmiş

12 NİSAN

110

Oblivion

Yapım: 2013 - ABD

Tür: Bilimkurgu, Aksiyon, Macera

Süre: -

Yönetmen: Joseph Kosinski

Oyuncular: Morgan Freeman, Tom Cruise, Olga Kurylenko , Melissa Leo, Nikolaj Coster-Waldau

Askeri bir birim tarafından, bir zamanlar insanların yaşadığı “Dünya” isimli geze-gene keşif için yollanan deneyimli asker Jack’in karşısına hiç beklenmedik sürpriz-ler çıkacaktır.

The Croods (Croodlar)

Yapım: 2013 - ABDTür: Animasyon, Komedi, MaceraSüre: 98 DakikaYönetmen: Chris Sanders, Kirk De Mar-co

Seslendirenler: Nicolas Cage, Ryan Rey-nolds, Emma Stone, Catherine Keener, Zendaya Coleman

Filmde; kendilerini o güne kadar her türlü tehlikeden koruyan mağaraları yok edilen Croodların, uzun bir yolculuğa çıkmaları ve dünya üzerindeki ilk ailenin tarih önce-si ve komik maceraları anlatılmaktadır.

111

Mart’13

The Last Stand (Geçit Yok)

Yapım: 2013 - ABD Tür: Aksiyon, Gerilim, Suç

Süre: 107 Dakika

Yönetmen: Jee-won Kim

Oyuncular: Arnold Schwarzenegger, Forest Whitaker, Peter Stormare, Jaimie Alexander, Johnny Knoxville Filmde; sınır bölgesinde şeriflik yapan Owens’ın karşısına uyuşturucu kaçakçılığı yapan ve polislerce aranan bir uyuşturucu çetesi liderinin çıkmasıyla gelişen olaylar anlatılmaktadır.

Finding Nemo 3D (Kayıp Balık Nemo)Yapım: 2013 - ABD, AvustralyaTür: Animasyon, Komedi, MaceraSüre: 100 DakikaYönetmen: Andrew Stanton, Lee UnkrichSeslendirenler: Eric Bana, Geoffrey Rush, Willem Defoe, Ellen DeGeneres

Nemo bir gün okyanusta yüzebilece-ğini ve o sırada yüzeyde duran cisme dokunabileceğini iddaa eder ve kendi-ni bir anda bir insanın ellerinde bulur. Oğlunun insanlar tarafından yakala-nıp götürüldüğünü gören babası, çok kararlıdır ne olursa olsun Nemo’ yu bulacak ve eve geri gecektir.

19 NİSAN

112

Great Expectations (Büyük Umutlar)

Yapım: 2012 – ABD, İngiltere

Tür: Dram

Süre: 128 Dakika

Yönetmen: Mike Newell

Oyuncular: Helena Bonham Carter, Ralph Fiennes, Robbie Coltrane, Jason Flemyng, Jessie Cave

Filmde; bir yetimin birdenbire nereden geldiğini bilmediği bir yardımla beyefen-diye dönüşüşünün hikayesi anlatılmakta-dır.

Evil Dead (Kötü Ruh) Yapım: 2013 - ABDTür: KorkuSüre: 91 DakikaYönetmen: Fede AlvarezOyuncular: Shiloh Fernandez, Jessica Lucas, Lou Taylor Pucci, Jane Levy, Elizabeth Blackmore

1981 yapımı kült korku filminin merakla beklenen yeniden çevriminde, bir kulübe-de kapalı kalan yirmili yaşlardaki beş arka-daşın, Ölülerin Kitabı’nı bulduktan sonra, farkında olmadan ormanda yaşayan ve uyumakta olan şeytanları toplamaya baş-larlar. Bu şeytanlar birer birer gençleri ele geçirmektedir, ta ki geride hayatta kalmak için savaşan bir kişi kalana kadar.

26 NİSAN

113

Mart’13

Stoker (Lanetli Kan)

Yapım: 2013 – ABD, İngiltereTür: Dram, Gizem, KorkuSüre: 99 DakikaYönetmen: Chan-Wook Park

Oyuncular: Nicole Kidman, Lucas Till, Mia Wasikowska, Matthew Goode, Der-mont Mulroney Filmde; babasının ölmesiyle annesiyle bir başına kalan India’nın ilk kez tanış-tığı gizemli amcasıyla arasında korku ve öfkeden doğan garip ilişkiyi anlatılmakta-dır. India’nın babasının ölümünden sonra anne ve kızın evine gelen bu amcanın, ailenin düzenini de baştan aşağıya değiş-tirecektir.

Dead Man Down (İntikam Benim)

Yapım: 2013 - ABDTür: Aksiyon, Dram, SuçSüre: 110 DakikaYönetmen: Niels Arden OplevOyuncular: Collin Farrel, Terrence Howard, Noomi Rapace, Dominic Cooper

Patronu yüzünden ölen karısı ve kızının intikamını almaya çalışan ve aynı zamanda New York’un yeraltı suç örgütü liderinin sağ kolu olan Victor cesur bir infazcıdır. Patronu gizemli bir katil tarafından tehdit edilince, Victor da detektifliğe soyunur. Bu sırada da eski kurbanlardan biri olan Beatrice ise Victor’u baştan çıkarmaya ve ona şantaj yapmaya çalışır.

116

İletişim Fakülteleri Açlık Oyunları

Kimse bana iletişim fakültesinin bu kadar yıpratıcı olacağını söylememişti. Her gün okul kapısından içeriye girerken iç sesim gününü değiştirmek suretiyle bana aynı cümleyi kuruyor: ‘’168. Açlık Oyunlarına hoşgeldin Ahmet Sedat! May the odds ever be in your favor.’’

Şüphesiz ki İletişim Fakültesi, Açlık Oyu-nları’ndan onlarca kat daha zor. Burada kimseden nefret etmiyorsunuz. Kimse sizin ‘görünen’ düşmanınız değil. Herkes birer kontakt fakat arkadaş diyecek insan bulamıyorsunuz. Ormandaki en büyük kurt olmaya çalışıyorsunuz ve tek iste-diğiniz Capitol’un gözüne girmek.

Capitol = İstanbul

Capitol renkli makyajlarına bürünmüş insanların yuvası. İçinde bohem metin yazarları, fütüristik film yönetmenleri ve parlak yüzlü gazeteciler çalışıyor. Bede-nini çiğnediğiniz her öğrenci sizi ajansa bir adım daha yaklaştırmakta. Bu yüzden zaman içinde olabildiğine kurnaz, kibirli ve hırslı olmaya iteklenmektesiniz. İleride insanların algıları üzerinde oynayacağımız için birbirimizi denek olarak görmek-

ten kaçınmıyoruz. Bu süreç toplumsal doğamızdan çıkıp öz doğamıza yakından bakmayı gerektiriyor. Sonuçta hepimiz bencil ve kana susamış insanlarız.

Oyunun tek galibi olduğu için mıntıkanızını bilmeli ve özelliklerini iyi kullanmalısınız. Sizin gibi kalemi güçlü yüzlerce insan var etrafta. Eğer arena-da olsaydık kılıcı rakibinize saplamanızı önerirdim fakat gerçek dünyada kılıcınız, okuduğunuz kitap sayısı. Kılıcınız; sabır eşiğiniz, kılıcınız soğuk kanlılığınız.

Gündelik oyunda kendimi Peeta’ya yakın hissediyorum. Olabildiğince az insanı inciterek maksimum sonuca ulaşmak. Bu, şu ana kadar mümkün oldu. Kurallar değişmediği sürece de böyle gitmesini arzu ediyorum. Yine de Peeta ile benim aramda belirgin bir fark var: O, sevgili Katniss’ini koşul-suzca koruyup sevmesine rağmen ben gerektiği hâlde varlığını yok edebilirim.

Ahmet Sedat TÖZÜ[email protected]

117

Nisan’13Nisan’13

Her gün eşittir ama bazı günler daha eşittir. 21 Mart, 23 Eylül, gece gündüz eşit olur. 21 Aralık, en uzun gecedir 21 Haziran, en uzun gündüzdür…

Yıllar önceydi. Hayat bilgisi dersi çalışırken annemin görev yaptığı okulda, bir şarkı yapmıştık beni çalıştıran öğretmenle: Ebru Öğretmen. Bu tarihleri öğrenmem ve bir daha hiç unutmamam için. Öğretmene ‘öğretmen’ dediğimiz günler. Ebru Öğret-men gençti ve çok güzeldi; anlattığı her şey aklımda kalırdı.Düşünüyorum da, 21 Mart ve 23 Eylül mutlu mudur acaba? Ya da üne kavuştur-dukları ‘gece’ ile ‘gündüz’? Hani ‘eşit’likleri-yle. ‘Eşit’ler. Gece ve gündüz eşit. Ama cümlenin başındaki daha eşit. Belki de daha şanslı büyük harfle başlaması itibarı ile. Zıt iki kutup gibi olan iki kavram, eşit. Canlılar mıdır? Bence nefes alışları var; telaşlı ama huzurlu. Huzurlu ve “eşit”.‘Kuzey’le ‘güney’in eşit miktarda soğuk oluşu gibi. İki zıt kutup. Siyah gibi. Ve beyaz gibi. ‘Siyah’ ve ‘beyaz’ın eşit oranda renklilikten dışlanışı gibi. Renk olmaktan yoksun olmak…Öyleyse Beşiktaş bir hiç mi yani ?Yazık, siyah ile beyazı renk saymayanlarsa,

bu insanoğlu insanlar. O zaman siyahları neden yok saymış “beyazlar”? Hep Amer-ika’nın mı oyunları bunlar? Haydi siz uyuyun. Gece ve gündüz sizin. Siyah ve beyaz da. Kuzey sizin, güneyi bilemem. Uyuyun… Trenler, insanların midesi bu-lanmasın diye bazen durur. Bu duruştan istifade, bazı insanlar trenden inerler.Herkesin bir dahaki eşitliği için 23 Eylül’ü bekleyin. Siyah ve beyaz, 23 olduğunda eylül, eşit ve “renk” sayılacaklar. Kuzey, güneyden daha karanlık olmayacak hiçbir zaman. Gece ile gündüzün, “var”lığını siyahla beyaza armağan edişine tanık ola-cağız. Onları örnek aldığı vakit alnından öpeceğim insanoğlu insan adlı ‘var’lığın. Hak ediyor olacaklar.Peki alnında ‘enayi’ yazanlar ?Alınlarda neden hep ‘enayi’ yazar?! İnsanın alnında bir “deniz sülüğü” neden yazmasın? Ya da neden alnımızda “Hırdavatçı Meh-met Amca’nın japon balığı” yazmasın da enayi yazsın? Çok mu uzun diğer kelime ve cümleler..? Soruyorum. Sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. A ve Z’nin alfabe için aynı oranda ilk oluşu misâli, yan yanayken oluşturdukları kelimenin; harf sayısını nitelediğinin de tesadüf olmadığını hatırlatmak isterim.

Sevgili insan,“Bir gün gelecek ve sen çekip gideceksin.” Bu dizeyi seviyorum. Ve insan olduğun için ölüp biteceksin. Keşke insanoğlu insan olmasaydım, diyeceksin. Ve belki çok geç olacak. İşte bunun farkına vardığında öpeceğim alnından. Onurunun var olduğu ölçüde süren ‘var’lığının seni yarı yolda bırakma ihtimali-ni hiç düşündün mü?Her şey ne kadar da eşit, değil mi?

Esen Ö[email protected]

118

Yeni Kan Grubu: Bombay

İsmini ilk kez Hindistan’ın Bombay bölgesinde bulunmasından alan bu yeni kan grubu ileri tetkiklerle anlaşılabiliyor ve 250 bin kişide bir görülüyor. Sadece sıfır kan grubu olanlarda, H antijeninin mutasyona uğraması sonucu ortaya çıkan Bombay kan grubuna sahip hastaya bilinen kan gruplarından vermek hayati tehlike yaratabiliyor.

Bombay kan grubuna sahip olduğunu öğrenenler Facebook üzerinden grup-lar kurarak kendi küçük kan bankalarını oluşturuyor.

Türkiye’de bu yeni kan grubuna sahip kaç kişi olduğu henüz net olarak bilinemiyor.

Tunuslu Amina’ya Destek Yağıyor

Çıplak eylemleriyle dikkat çeken Feminist örgüt FEMEN’in sitesine koyduğu fotoğ-raflarla önce Tunus’un, sonra dünyanın gündemine gelen Amina’ya verilen destek büyüyor.

Ahlakı Koruma ve Suçu Önleme Komis-yonu Başkanı Almi Adil’in, şeriat yasaları-na göre 80 kırbaç cezası alabileceğini ama recm edilmesinin daha uygun olduğunu söylediği Amina için FEMEN, 4 Nisan’ı uluslararası eylem günü ilan etmişti.

Tunus’ta tanınan bir kadın hakları savu-nucusu olan ve Amina’nın avukatlığını üstlenen Bel Haj Hmida, Amina’nın kaybolduğu ya da ailesinin inisiyatifiyle psikiyatri kliniğine yatırıldığı iddialarını yalanladı. Henüz haklarında resmi bir suçlama olmadığını ifade eden Hmida, eğer dava açılırsa Amina’nın altı ay hapis cezası alabileceğini belirtti.

119

Nisan’13Nisan’13

İstanbul Sahnelerinin 100 Duayeni

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü dolayısıyla kentin kültür hayatına damga-sını vuran 100 duayenin yaşam öyküsünü “İstanbul’un 100 Sahne Sanatçısı’” adlı kitapta topladı.

Kitapta, Cumhuriyet öncesinden günü-müze, tiyatro, opera ve bale dallarında şehirdeki kültür hayatına damgasını vuran sanatçıların yaşam öyküleri, tiyatro sevda-lılarına armağan, sanatçılara saygı duruşu, araştırmacılara ışık olma amacıyla bir araya getirildi.

Kendı Kendıne Enerjı Üreten Fotoğ-raf Makınesı

Superheadz Japan tarafından üretilen ve Sun and Cloud ismiyle piyasaya çıkan fotoğraf makinesi güneş paneli sayesinde kendi enerjisini kendi üretebiliyor. Cihaz, güneşsiz ortamlarda ise el çarkı yardımıy-la (kinetik enerji sayesinde) şarj edilebili-yor. Tabii cihaz, bunların haricinde USB bağlantısı üzerinden şarj edilebiliyor ve 3 megapiksel çözünürlüğe sahip. Avuç içine sığan fotoğraf makinesinde, renkli LCD ekran, 800’e kadar çıkabilen ISO hassasi-yet değeri ve AVI formatında video kaydı (30fps) yeteneği de bulunuyor. Makinenin fiyatı ise 200 dolar.

120

Apple’ın 4K Televizyonu Yıl Sonunda Görücüye Çıkabilir

Digitimes’ın yakın kaynaklardan elde ettiği bilgiye göre Apple, iTV olarak çıkması beklenen televizyonunu bu yılın sonunda veya 2014’ün başında satışa su-nacak. Apple, bu televizyonda 4K (Ultra HD) çözünürlük kullanmayı planlıyor. Televizyonun panellerini ise LG Display sağlayacak. Ayrıca televizyonda sesle ve hareketle komut, internet gibi özelliklerin olduğu ifade ediliyor.

Apple ve Samsung’tan SonraGoogle da Akıllı Kol Saati Çıkarmayı Düşünüyor

Financial Times‘ın haberine göre Goog-le, Android işletim sistemli bir akıllı kol saati çıkarma hazırlığı içinde. Apple ve

Samsung’un ardından Google’dan böyle bir atak gelmesi ise pek şaşırtıcı bir hamle olmadı. Nitekim Google’ın 2011 yılında yaptığı patent başvurusu da bu iddiayı doğrular nitelikte. Bu patente göre saatin, biri yukarı doğru açılır şekilde iki adet ek-rana ve dokunmatik arayüze sahip olduğu belirtiliyor.

Superga’nın Yeni Yüzü Rita Ora!

Sokak modasının vazgeçilmezleri arasın-da yer alan Superga’nın yeni yüzü Alexa Chung’tan sonra Rita Ora oldu. Rita Ora markanın 2013 ilkbahar yaz koleksiyonu ile karşımıza çıkacak. İngiliz asıllı genç şarkıcının, rahat ve çarpıcı stili ile Super-ga, sokakları doldurmaya devam edecek gibi görünüyor.

121

Nisan’13Nisan’13

Bu Workshop Kaçmazİstanbul Moda Akademisi (İMA) Ni-san ayı workshop programını açıkladı. 13.03.2013 tarihinde başlayacak olan workshop 3 gün boyunca ilgililerle bu-luşacak. Dikiş teknikleri, perakendeciler için temel finans, stil danışmanlığı, moda çizim teknikleri başlıkları ile yoğun bir programa sahip olan workshop’un son kayıt tarihi 10.03.2013.

Çağlayan Tasarımları Mavi ile Türki-ye’deKıbrıs Türkü asıllı tasarımcı Hüseyin Çağlayan, ilk kez bir Türk markası için koleksiyon hazırladı.Vücudu denimle şekillendirip, modern ve zarif bir kolek-siyon tasarlamayı amaçlayan Çağlayan’ın jeanleri Chalayan /Mavi, 27 Mart’ta Mavi Jeans vitrinlerinde satışa sunuldu.

Lady’nin Elbiseleri Müzayede ile SatıldıTalihsiz bir trafik kazası ile 1997 yılın-da yaşamını yitiren Prenses Diana’nın kostümleri, müzayede ile satıldı. Toplam on elbisenin satıldığı Fit For a Princess isimli müzayedenin geliri hayır kurumları-na bağışlanacak.

Rolling Stones İlk Defa Glaston-bury’de Sahne AlacakBu sene Glastonbury’de sahne alacak isimlar arasında efsane İngiliz grup The Rolling Stones’un da olacağı açıklandı. Ayrıca festivalde Arctic Monkeys, Nick Cave & The Bad Seeds, Kasabian, Mum-ford & Sons, Vampire Weekend, Elvis Costello, The Vaccines, Kenny Rogers, Ben Howard, Rita Ora, Rufus Wainwri-ght, Jake Bugg, Professor Green, Laura Mvula, Billy Bragg, Rokia Traoré, First Aid Kit, Haim de sahne alacak.

122

Timberlake’in 20/20 Experience’i 1 Milyon Sattı Amerikalı sanatçı Justin Timberlake’in çıkardığı ‘’The 20/20 Experience’’ al-bümünün satışı 1 milyona ulaştı. Ayrıca Nielsen SoundScan’in yaptığı açıklamada, Timberlake’in üçüncü albümünün piyasa-ya girdiği ilk haftasında 968 bin sattığını belirtildi. Sanatçı en son 2006 yılında ‘’FutureSex/LoveSounds’’ isimli albümü piyasaya çıkarmış ve 2007’de Grammy Ödülü’nü almıştı.

Kings Of Leon’un Yeni Albümü Ey-lül’de ÇıkacakBir süredir sessiz kalan Kings Of Leon eylülde yeni albüm çıkarmayı hedefliyor. Grubun bassçısı Jared Followill yeni LP’nin “Youth and Young Manhood” albümüyle “Only By The Night” albümü arasında bir yerde durduğunu söylüyor.

Echo and the Bunnymen’in Yeni Al-bümü: “The Garden of Meedin”Post punk efsanesi Echo and the Bunn-ymen yeni albüm müjdesini verdi. Çıkış tarihi henüz belli olmamış olsa da grup bu yıl “The Garden of Meedin” adını verdikleri yeni LP’lerini dinleyici ile bu-luşturacak gibi görünüyor.

Daft Punk’ın Random Access Memo-ries’i 21 Mayıs’taFransız grup Daft Punk yeni albümünü 21 Mayıs’ta yayınlıyor. “Random Access Memories” adını verdikleri DP, 13 parça-dan oluşacak. Ayrıca “Columbia Records” etiketiyle satışa çıkacak. Söylentilere göre Animal Collective’den Panda Bear, söz yazarı Paul Williams, Feist’ten tanıdığımız Chilly Gonzales ve disko efsanesi Giorgio Moroder’in de albümde katkıları bulunuyor.

Derleyenler: Hakan Alper, Ufuk Özkan, Helin Görkem Akın

123

Nisan’13Nisan’13

CENK ERDOĞAN

124

Müziğe nasıl başladınız?Rivayete göre müziğe babamın zamanında çaldığı bir gitarı çalarak başladım. Babamı hiç çalarken görmedim ama gitarın varlığı yetiyordu bana. Ufak flörtler ettik o gitarla ve o flört aşka dönüşüp, bunca yıldır beni terk etmeyen bir sevgiliye dönüştü.

Perdesiz gitar maceranıza nasıl başla-dınız?İstanbul’a giden bir arkadaşımdan bana bir kaset getirmesini rica ettim, o da bana yan-lışlıkla “Bir Ömürlük Misafir” albümünü getirdi. İlk parçayı duyar duymaz şaşkınlık-tan öyle kaldım ve hemen bir pense bulup perdeleri söktüm.

Sizce cazı diğer müziklerden ayıran özellikler neler?Ben genelde müzik ayrımı yapmıyorum, içinde emek olduğunu hissettiğim her şeyi dinliyorum. Tabii ki caz başka bir yerde benim için. O bir ifade biçimi, doğaçlama ruhu. Birbirini dinlemek, armonik zengin-lik, melodik yapılar, germeler, çözmeler... Hepsi çok heyecan verici. Ama caz kadar Türk müziği de öyle. Yapılan taksimler, çıkılan seyirler inanılmaz derin. Kısacası müzik kendi içinde doyumsuz bir güzelliğe sahip.

Kendinize belirlediğiniz bir idolünüz var mı?Olmaz mı, yüzlerce var. Tek bir isme kal-mayı tercih etmedim ben. Tabii ki Erkan Oğur aynı dönemde yaşadığım için şanslı hissettiğim bir üstad. Onun gibi daha kim-ler var... Brad Meldhau, Pat Metheny, John Abercrombie, Aydın Esen... O kadar çok var ki yazmakla bitmez.Ceylan Ertem’le nasıl çalışmaya başla-dınız?

Ceylan Ertem’in ilk albümü “Soluk”ta “Sonbahar” adlı parçanın düzenlemesi-ni yapmıştım. İlk tanışmamız öyle oldu. Daha sonra onu sahnede izleyince, “Ya o sahnede ben olsam ne şahane olur.” diye düşündüm ve yıllar içinde bu noktaya kadar geldik. “Ütopyalar Güzeldir” albümü benim bu güne kadar yaptığım en içime sinen albüm oldu. Aranjörlüğün ve gitarist-liğin tadını çıkardım sonuna kadar.

Gelecekte çalışmak istediğiniz bir mü-zisyen var mı?Tabii ki. Vicente Amigo, Ibrahim Maalouf, Renaud Garcia Fons, John Abercrombie... Ve daha niceleri.

Bu güne kadar çıktığınız en etkileyici sahne hangisi?O değişiyor, en büyük ve sistemi en iyi olan sahne en kötü çaldığım konser ola-biliyor. Ama 60 kişilik bir mekanda 2 tane amfi ile çaldığımız konser de inanılmaz an-ları barındırabiliyor. Tamamen o güne bağlı bir şey ama özel olarak soruyorsanız pop çaldığım dönemde 900 bin kişiye çalmıştık, gerçekten çok etkileyiciydi.

Her ne kadar Türkiye’de caz denildi-ğinde akla gelen ilk isimlerden olsanız da, hala gelecekte kendinize koyduğu-nuz bir hedef var mı?Beni bilen bilir, ben plansız, hedefsiz yaşayamam. Şu anda bile kaydedilmeyi bekleyen 2 tane albüm var. Birisini bu yaz, diğerini de ilk fırsatta yapacağım ve yeni hayallerin peşinde koşmaya devam edece-ğim, ta ki doğa beni durdurana kadar.

Emre Yener Namaz [email protected] Fotoğraf: Görkem Demir

125

Nisan’13Nisan’13

ESRA KAYIKÇI

126

Müziğe flamenko ile baş-lamışsınız. Flamenkodan caza geçişiniz hakkında bizi bilgilendirir misiniz?Ben gitar çalmaya başla-dığımda 16 yaşındaydım. O dönemde Pera Güzel Sanatlar’da Ilgaz Benekay’la çalıştım. ‘”Rumba” adlı parçayı duymuştum ve evde sürekli o şarkıyı çalıyordum. Ardından caz dinlemeye başlayınca ve şarkı söyledi-ğim için doğaçlamalarımı daha rahat yapabileceğimi hissettiğimden dolayı caza yönelmeye başladım.Kontrbasa olan bir ilginiz var, bundan biraz söz eder misiniz?1.5 yıldır kontrbas çalışıyo-rum. Zaten bas seslerden oldum olası çok hoşlanmı-şımdır. Üniversitedeyken de “Genius” adlı bir grupta bas gitar çalıyordum. Bundan sonra da hedefime bas çalıp şarkı söylemeyi koydum.Anaokulunda müzikle İngilizce eğitimi veri-yormuşsunuz. Bunun hakkında bize bir şeyler söylemek ister misiniz?Öncelikle ben çocukları çok seviyorum, çocuklarla çok rahat iletişim kura-biliyorum. Arkadaşımın pasladığı bir durum oldu bu da aslında. Öğretmene ihtiyaçları vardı onların, ben de severek gönüllü oldum.

İngilizce’yi daha rahat öğre-nebilmeleri için basit sözlü şarkılar yazdım. Çocuklar da çok sevdiler ve gerçek-ten işe de yaradı.Türkiye’de caz hakkında ne düşünüyorsunuz?Son dönemlerde hem dinleyici sayısında, hem de müzisyenlerin proje sayıla-rında büyük bir artış oldu. Çok önemli müzisyenler var: Elif Çağlar, Ediz Hafı-zoğlu, Selen Gülün, Neşet Ruhacan gibi. Bu isimlerin dinleyicilerinde de bir artış olunca çok güzel projeler yapılmaya, çok güzel kon-serler verilmeye başlandı. İnsanlar istedikleri müziği dinlesinler diye çok büyük mücadele verdiler ve yavaş yavaş emeğinin karşılığını da alıyorlar bu insanlar.Türkiye’de amatör olarak caz yapmanın zorlukları neler?İsminiz duyulmadığı için kulüpler önceliği albümü olan ve ismi duyulmuş kişilere veriyor. O açıdan çok zorluk yaşadık mesela. Bir şeyler yapmaya çalışıyo-ruz ama çoğu zaman destek görmüyoruz.-Amatörlükle profesyonel-lik arasındaki o ince çizgi sadece albüm müdür peki?Türkiye’de öyle. Tabii ki de öyle bir şey değildir. Ama albümü olan müzisyenlere öncelik tanınıyor çünkü

onlar profesyonelliğe adım atmış gibi görünüyorlar. Mekanların dinleyici çekme kaygısı da olduğundan böy-le bir yola başvuruyorlar.İdolünüz var mı?Elif Çağlar, hem idolüm hem de öğretmenim. Emma Fitzgerald, Billie Holiday gibi efsaneleri ve Türkiye’den Sibel Köse gibi isimleri çok beğeniyorum.Hayalinizi süsleyen bir sahne var mı?Çınar Şenlikleri.Kendinizi şu an nerede görüyorsunuz?Bende biraz mükemmeli-yetçilik var. 2009’dan beri cazla uğraşan biri olarak kendimi bu işin daha başın-da görüyorum. Ama hep öğrenmeye açığım, sanatın bütün kollarından kendimi besleyip o şekilde şarkı söy-lemeye ve cazı öğrenmeye çalışıyorum. Ve tabii en çok da müzik dinleyerek kendi-mi besliyorum.Gelecek için bir hedefi-niz var mı?En kısa zamanda yaptığım şarkıları gün yüzüne çı-kartıp bir albüm çıkarmak şimdilik hedefim.

Emre Yener Yılmaz yener.yı[email protected]

127

Nisan’13Nisan’13

Nox Jazz Quintet Nox macerası nasıl başladı?

Berkay Koçak: Eylül 2001’den beri aktifiz. Nox’tan önce Güvenç’le ben lisede başka bir grupta yine caz üzerine beraber çalıyorduk. TED Ankara Koleji orkestralarında da çalmaya başladık. Grubun diğer elemanları eğitim hayatlarını yurt dışında sürdürmeye karar verince biz de Alişah’la Ankara’da böyle bir oluşum yaratmaya karar verdik.

Nox’u Nox yapan ögeler neler?

B.K: Öncelikle eğleniyoruz çalarken. Eğlence önemli bir faktör. Güvenç Özçay: Ama eğlenirken de disiplini elden bırakmıyoruz. Mesela ne kadar yoğun olursak olalım, her cumartesi üç saat stüdyo çalışmamızı yapıyoruz. Yani ne kadar eğlence olarak görsek de herkes fedakârlık yapıyor.

Bu maceraya atılırken cazda farklılık yaratmayı düşündünüz mü?

B.K: Bir gün elbet düşünürüz ama şu an işin çok başındayız. Kendimizi geliştirme aşamasındayız henüz. Ama pek tabii ilerideki hedeflerimizden biri de bu.

İdolünüz var mı?

Berke : Marcus Miller baba. Berkay Koçak: Wayne Shorter. Alişah Deniz: Chick Korea. Güvenç Özçay: Steve Gadd. Eniz Bal: Art Tatum.

Bu işin içinde biri olarak, amatörlükle

profesyonelliği ayıran o ince çizgiden bize biraz bahseder misiniz? Alişah Deniz: Ben öyle bir çizgi olduğunu düşünmüyorum. Profesyonellikten kasıt eğer para kazanmaksa, dünyanın hiçbir yerinde caz müzikten para kazanan insanlar yok. Tabii ki milyoner cazcılar da var ama hiçbiri cazla zengin olmamış.

Berke : Belki armoni bilgisi olmak ya da olmamak olarak ayırabiliriz.

Güvenç: Bana sorarsanız hiçbir hazırlık yapmadan önünüze gelen gamları rahat bir şekilde icra edebiliyorsan profesyonelliğe bir adım atmışsın demektir.

Cazda amatör olmanın faydaları var mı peki?

Mesleki, para kazanma gibi kaygılar olmadığı için rahatça çalabiliyorsunuz. Tüm zamanınızı da müziğe ayırmadığınızdan dolayı eğitim ya da sosyal hayat gibi şeylere de zaman ayırabiliyorsunuz.

Kendinizi şu an nerede görüyorsunuz ve bir hedefiniz var mı?

Alişah: Sahnelere çıkıp beraber çalma fırsatı bulduğumuz için mutluyuz. Zaten cazın asıl yapılma yeri sahneler. Hedef olarak da Ankara’da bir caz kulübü kurup sürekli olarak çalmak çok güzel olurdu.

B.K: Yaşımıza göre iyi bir konumda olduğumuzu düşünüyoruz. Bu festival gibi birkaç yerde sahne alma fırsatı bulduk. İleride kendi bestelerimize yoğunlaşarak albüm tadında bir şey çıkarmak şu anki hedefimiz

. Emre Yener Yılmaz

yener.yı[email protected]

128

Misafir Odası’nın konuğu Leyla ile Mecnun’un senaristi Burak Aksak

Oyuncuları ve senaryosu ile dizi tari-himize bambaşka bir soluk getiren “Leyla ile Mecnun” dizisinin senaristi Burak Ak-sak Radyo A’daydı. Nur Demir’in konuğu olan Aksak, Leyla ile Mecnun öncesinde neler yaptığını, senaryo yazım sürecini, yönetmen ve oyuncuların katkısını ve merak edilenleri anlattı.

Radyo A - Mart Ayı Ilk 10

1- David Bowie - Where Are We Now2- Mumford And Sons – Lover Of The Light3- The Maccabees - Ayla4- Unknown Mortal Orchestra – Swim And Sleep5- Zaz - On Ira 6- Local Natives – You & I7- Madness – Never Knew Your Name 8- Kristina Train – Lose You Tonight 9- The Strokes – One Way Trigger 10- Adele – Skyfall

Sigur Ros, 2 Temmuz’da Park Or-man’da Sahne Aliyor!

İzlandalı yaratıcı post-rock grubu Sigur Ros, “Vodafone İstanbul Calling” Şehir Festivali kapsamında 2 Temmuz Salı akşamı Park Orman’da sahne alacak!1994’te kurulan ve Jón Thor (Jónsi) Birgisson (vokal, gitar), Orri Páll Dýra-son (davul) ve Georg ‘‘Goggi’’ Holm’dan (bass) oluşan ambient/post-rock grubu Sigur Ros, 2012 yılında çıkardıkları 6. albümleri olan “Valtari”de yer alan 8 şarkı için farklı yönetmenlerle çalışarak çektikleri 16 kısa film ile farklılıklarını ve yaratıcılıklarını bir kez daha dinleyicilerine göstermişti. 16 “Valtari” filminin bir arada bulunduğu albüm, DVD ve Blu-ray formatların yanı sıra dijital formatta da hazırlandı.

129

Nisan’13Nisan’13

Folk-Rock’ın Yükselen Fransız Grubu Theodore Paul & Gabriel İle Tanışın!

Üç Parisli kadın müzisyenin bir araya gelip güçle-rini birleştirmesinden ortaya çıkan naif folk-rock grubu Theodore Paul & Gabriel, “Please her, please him” adlı ilk albümlerini tanıtacak-ları turnelerinde Türk dinleyicileri büyülemeye hazırlanıyor.

Pauline Thomson, Theodore Delilez ve Clemence Gabriel’den oluşan Fransız Theodore Paul &Gabriel’in bir araya gelme hikayesi tam da bir rock grubuna ya-kışır türden. Pauline ve Celemence’in şans eseri aynı barda bulunup radyoda çalan BB King parçası üzerine başladıkları soh-betleri, gruba Theodore’un eklenmesiyle birlikte onlar için hayallerinin de ötesinde bir müzik serüveninin başlangıcı oldu.

“Kadın milletinin eline bırakılamayacak” olarak düşünülen tüm konulara gönder-me yapmak üzere maskülen görünümle-riyle müziğe adım atan üç genç Fransız müzisyen, rock’n roll sevdasıyla yanıp tutuşan melankolik şarkıların yaratıcıları, The Beatles, Patti Smith, Eric Clapton ve Janis Joplin gibi ikonlardan etkilenen grup, albümlerinin kayıt aşamasında çeşitli müzisyenlerle birlikte çalışarak “Please her, please him” adlı naif ve özgün folk-rock albümünü yarattı. Albümün çıkış parçası olan “Silent Veil” ise müzik otoriteleri tara-fından kısa zamanda büyük beğeni topladı.

Theodore Paul & Gabriel’in “Please her, please him” adlı ilk albümü ise ülkemizde 5 Mart’ta Eterna Müzik etiketiyle yayınlandı.

Zarif, seksi ve klişelerden uzak duruşla-rıyla müzik dünyasına yepyeni bir soluk kazandırmaya hazırlanan Theodore Paul & Gabriel, StageArt organizasyonuyla 16 Nisan’da Ankara Eskiyeni’de, 17 Nisan’da Eskişehir 222 Park’ta, 18 Nisan’da Bursa Nazım Hikmet Kültür Merkezinde ve 19 Nisan’da İstanbul Salon İKSV’de müzikse-verlerle buluşacak.

*** RADYO A 17 Nisan’da Eskişe-hir’de gerçekleşen konser için 15 dinle-yicisine çift kişilik davetiye veriyor***

130

Ütopik Meyveler“Gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir. Gerçek zaman özneldir. İçinde taşırsın.”- Boris Vian

Üzerine düşünülen, söylenilen ve tama-mlandığına çoktan kanaat getirdiğimiz bazı mevzular vardır. Hatta bazılarımız Eski Yunan’a geri dönüp ‘’Güneş altında söylenebilecek her şey söylendi.’’ diyerek oldukları düşünce ek-seninden çıkmak için direnirler. Direnmekle kalmayıp, savunurlar bu yaptıklarını. Ne yazık ki düşünmemenin içinde olmamaya yetmediği gibi kaçmak da uzaklaşmayı getirmiyor hiçbirimize. Gerçekliğe dönmekten o denli çekiniyoruz ki öğrenemediğimiz tek zamanın ‘şimdiki zaman’ olduğunu unutuyoruz. Çünkü ‘şimdiki zaman’ ne yaptığımız, nasıl olduğumuz, baş edemediklerimiz ya da tam tersi sevinçlerimizdir. Bizler sevinçler-imizi yitirmemek ve üstesinden gelemediklerimi-zle bir köşe başında çarpışmamak adına ‘zamanı yitiriyoruz.’ Şimdiki zamanın içinde olamamak farkın-dalığımızı sürekli bir şekilde geriye itiyor. Geçmişte yaşamak ihtiyacı / özlemi, olanın bitenin sorumluluğu altında hiçbir zaman ezilemeyeceğimizden ya da taşın altına elimize sokamayacağımızdan geliyor. Zamana aitlik hissiyatını kaçırıyoruz böylece. Ve asıl önemli olan şeyin yaşanılan zamanları kanıksayıp, yaşanacak olan zamanlar için çeşitli öngörülerde bulunul-ması gerektiği gerçeğini görmezden geliyoruz.

Şimdiki zamanda yaşanılan birçok şey aslına bakarsak gelecek zamana ait. Bu farkındalığa sahip birçok yazar, eleştirmen ya da yönetmen geleceğe yönelik olan üretme gücünü buradan alıyor. George Orwell ‘1984’ adlı karşı-ütopyasın-da 1948’den itibaren yola çıkarak bireyselliğin önüne geçilemez bir şekilde çürütüldüğünü, insanların üzerindeki görünmez üniformalarla aynılaştırıldığını, aynılaştırılan insanlarınsa baskı karşısında nasıl köreldiğini ‘’ Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse arkası gelir.’’ diyerek aslında sadece gelecek kaygısını

değil günümüzün en temel kaygılarından bir-ine değinmesi aslında geleceğiniz için endişeye düşecekken birden evden çıkıp işinize gittiğiniz günler için de kaygılanmanızı sağlıyor. Normal çatısının giderek genişletildiği, gün ışığı alabilecek her deliğin yağmur, kar, fırtına gibi basit bahan-elerle çivilerle yamalandığı ve görüş mesafeniz-in günden güne kapatıldığı ve çatının üzerine merdivenler inşa etmeniz gereken şu günlerde “1984” romanı bir rehber niteliğinde olabilir. Ni-tekim Orwell’ın ABD’deki bir sendikacıya yazdığı belirtilen mektupta Orwell, “Kitapta anlattığım toplumun bir gün mutlaka gerçek olacağına in-andığımı söylemesem de ona benzer bir toplumun gerçek olabileceğine inandığımı söyleyebilirim.’’ derken zamanından yola çıkarak kaleme aldığı ütopyasının gerçekleşmesin pek de uzak olmadığı kanısında. Kısacası hiçbirimiz deneyimlenmiş, sağla-ması yapılmış olan formüller olmadığımız için deneyimleniyor, sözgelimi demleniyoruz. Bütün bu demlenmelerin çayı, suyu ve sıcaklığını zaman getiriyor bizlere. Zamanın yanında değişecek olan şeylerin zaten günümüzde hali hazırda değişm-eye başladığını tam olarak her şey buharlaşıp gitmeden önce fark etmemizi sağlayan ütopyalar kesinlikle gününü anlamak isteyen herkesin oku-ması gereken türler olarak artık raflarımızda değil ellerimizde olmalı. İpek [email protected]

131

Nisan’13Nisan’13

NİMETLE OYNANMAZ

Mutfakta Fütürizm: Moleküler Gastronomi

Bu ayki tema için havada uçan, karada kaçan arabalar, Jetgiller’deki Rosie’yi aratmayacak ev ro-botları ya da diğer gelecek varsayımları hakkında yazmak yerine, yemeğimizin geleceğini kurcala-mak istedim.

Bilimsel veriler elde etmek üzere hayata geçirilen, fakat dünyanın en iyileri olarak gösterilen resto-ranların ve dünyanın en etkili insanları listesine giren şeflerin ellerinde yeni nesil bir mutfak kültürü haline gelen moleküler gastronomiyi sorguluyorum.

Bilim ve teknoloji marifetiyle gıdanın moleküler yapılarıyla oynayarak yiyeceklere farklı tatlar veren ve değişik formlara sokan moleküler gastronomi, fazlasıyla derin, öngörülemez ve dolayısıyla merak uyandıran bir konu olmasının yanı sıra benden de bir o kadar uzak.

Moleküler gastronomiye bir bilim olarak saygı duysam da bir yemek tarzı ya da kültürü olarak her daim karşısındayım. Dünyadaki açlık ve olası kıtlık tehdidiyle GDO’nun tek çare olarak sevimli gösterilmeye çalışıldığı şu günlerde dahi doğala dönmenin, gıdaları olabilecek en doğal şekliyle elde etmenin ve tüketmenin en doğrusu olduğuna inanıyorum.

Huzurlarınızda, mutfağı laboratuvar, aşçıyı labo-rant, yemeği deney, yiyeni denek yapan moleküler gastronomi.

Laboratuvardan Mutfağa Moleküler Gastro-nomi

Temeli 1755 – 1826 yılları arasında Fransa’da ya-şayan avukat, yazar ve gastronom Jean Anthelme Brillat-Savarin tarafından atılıyor. Bey amca kafayı öylesine yemekle bozmuş ki ‘bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ ve ‘peynir-siz yemek, tek gözü olmayan bir kadın gibidir’ gibi özlü sözleri var. Yemeği ve yiyeceği ilk kez bir bilim dalı olarak ele alan Savarin’in moleküler ve transandantal gastronomi alanında kitapları da mevcut.

132

Brillat, ‘Tadın Fizyolojisi’ adlı kitabında yemeği fizik ve kimya açılarından ele alarak moleküler gastronomiye dair pek çok fikir veriyor, fakat mo-leküler gastronominin tüyünü resmi olarak 1969 yılında Oxford Üniversitesi’nde fizik bölümü başkanlığı yapan Prof. Nicholas Curti ve 1988’de birlikte çalışmaya başladığı Hervé This dikiyor. Önce mevzunun adını moleküler ve fiziksel gastronomi koymaya karar verseler de sonradan bugünkü haline kısaltmışlar.

Bu amcalar yemeğin suyuna ekmek banmak, ağzı şapırdatarak, damak çatlatarak yemek dururken ‘gıdaların pişirilmesi sırasında oluşan fiziko-kim-yasal tepkimeleri ve gıdayı oluşturan bileşenlerin neden olduğu algılamayı’ incelemeyi seçmişler. Araştırma alanlarıysa şunlar:

— Farklı pişirme metotları ile hammaddeler nasıl değişim gösterir?— Gıda beğenimizde tüm duyularımızın aldığı rol nasıldır?— Lezzet ve tadın algılanması ile aromanın oluş-masının mekanizması.— Tat ile ilgili duyu organlarımızın ve gıda beğeni veya beğenmememizin nasıl ve niçin değiştiği.— Gıdaların nihai tat ve yapısını pişirme teknikle-ri nasıl etkiler?— Yeni pişirme teknikleri tat ve yapıyı nasıl geliştirebilir?— Gıdanın tadını bize söyleyen duyularımızdan gelen sinyalleri beynimiz nasıl yorumlar?— Gıda beğenimiz nasıl başka etkenler, çevre-miz, psikolojimiz, gıdanın nasıl sunulduğu, kimin hazırladığı vb. tarafından etkilenir?

Yukarıda belirttiğim isimler bu işi bir bilim dalı olarak görüp, moleküler gastronomiyi laboratu-var ortamında icra eden insanlardı. O zamanlar çalışmalarından yola çıkarak köpük domates, ıspanak çubuk, jel kapsülde karpuz falan yapılabi-leceğini ya da salyangozlu yulaf lapası, yumurtalı dondurma, beyaz çikolatalı havyar gibi (yemek isimlerinde gayet ciddiyim) ‘rafine’ lezzetler elde edileceğini öngördüklerini pek sanmıyorum. Peki, nasıl oldu da bu iş şirazesinden çıkıp lüks resto-ranların mutfaklarına indi? Bu noktada spotlar iki kişiye çevriliyor.

Discovery Channel’da ‘Kitchen Chemistry’ prog-ramıyla adını duyuran ve üç Michelin Yıldızıyla taçlandırdığı restoranı The Fat Duck ile moleküler gastronomiden paranın belini kıran ilk şef olan Heston Blumenthal.

Yine üç Michelin Yıldızının yanı sıra dünyanın en etkili insanları listesine de giren ve restoranı elBulli ile 2006 yılında Dünya’nın en iyisi unvanını The Fat Duck’ın elinden alan ve üç yıl üst üste kimselere kaptırmayan Ferran Adria.

133

Nisan’13Nisan’13

Hem Rüya Hem De Kâbus: Michelin Yıldızı

Evet, bu tam da düşündüğünüz şey. Bildiğimiz lastik markası Michelin. Ta 1900 yılında, Fran-sa’nın gezilip görülmeye değecek yerlerine dair bir rehber yapıyorlar. Millet gezsin, lastikler aşınsın, Michelin’in ciro katlansın diye. İlk yıllarda rehberde lokantalar yer almazken daha sonra ekleniyor ve rehber önü alınamayan bir popülarite kazanıyor. Zamanla, bir yıldız bile kazanan şefin başının göğe erdiği; kaybedenin ise intihar ettiği bir derecelendirme sistemi haline geliyor.

The Fat Duck ve elBulli üçer beşer takıyor diye basit bir şey zannederseniz yanılırsınız. Bundan bir tane almak bile çok sağlam maşa istiyor, öyle ki Türkiye’de henüz alabilen bir yer yok. En fazla üç yıldız alınabiliyor, yani üç yıldız alan işletmeyi varın siz düşünün. Her yıl denetçiler tarafından güncellenen bu değerlendirmede yıldızlar verildiği gibi alınabiliyor da. Yıldızların alınması o işletme-nin iflası anlamına gelebileceği gibi, maalesef şef intiharlarına bile sebep oluyor.

Bir yıldızın karşılığı; ‘enteresan ve kendi kategori-sinde iyi bir restoran’, iki yıldızın karşılığı; ‘yemek-ler çok başarılı, yolu uzatmaya değer’, üç yıldızın karşılığı ise; ‘mükemmel bir mutfak, başlı başına o noktaya gezi tavsiye edilir.’ şeklinde.

Değerlendirmeler gizli misafir yöntemiyle yapılı-yor ve restoranlar, yıldızlı olanlar daha sık olmak üzere ortalama 18 ayda bir denetleniyor. Miche-lin denetçilerinin kimliğinin gizli olması mutlak esastır. Aksi takdirde denetçinin görevine derhal son veriliyor.

Michelin Yıldızları bugün dünyanın en önemli gastronomik değerlendirme kriteridir.

Moleküler Tevatürler

Her ne kadar restoranlar amiyane tabirle ‘full’ çek-se de, yetkin gurmeler moleküler gastronomiyi ve buradan para kazanan şefleri tasvip etmiyorlar. İn-sanın tat algısıyla oynamanın ya da marjinal olmak adına karma karışık mönüler icat etmenin yemek zevkine sekte vurduğunu, zamanla moleküler gastronominin pişirme tarzı ya da mutfak kültürü olarak önemini yitireceğini söylüyorlar.

Mutfak fütüristleri diyebileceğimiz moleküler gastronomlar ise fast-food’un yaptığı gibi, yıllar içinde yemek kültürüne ve zevkine yön verecekle-rine inanıyorlar.

Bilimin, fiziğin, kimyanın sofradan uzak durma-sından yana olduğumdan, içten içe gurmelerin haklı çıkmasını umuyorum. Tabağın dibini sıyı-rırken kimyasal tepkime yaratıp masayı tepe takla etme riskiyle sofraya oturamam ben!

Özellikle donmuş gıda ya da dayanıklı gıda sek-törünün göz bebeği olan moleküler gastronomi, evlerimizin mutfaklarına da taarruz halinde. Daha şimdiden moleküler mutfak kitleri satılmaya baş-landı. Meraklı hanımlar/beyler evlerinde sodyum aljinat ve kalsiyum klorür kullanarak, moleküler gastronomların ‘havyar’ adını verdiği dışı jöley-le kaplı, içi sulu sebze/meyve özleri yapmaya başladılar.

Pazar payını ya da kârlılığı arttırmak adına mole-küler gastronominin kullanılmayacağına inanmak da en hafif tabiriyle ‘Polyannacılık’ olur. Şimdiden gözümün önüne getirebiliyorum.

‘Bu kereviz bir harika dostum! Çünkü bu sütlü çikolata tadı verilmiş bir kereviz çubuğu! Artık çocuğunuz sebzeyi severek yiyecek!’

Ne kadar da güzel değil mi? Peki şuncacık bebe-ğin vücuduna girecek kimyasallar, E ile başlayıp yüzlü rakamlarla devam eden (E320, E340 vb.) gıda katkı maddeleri ne olacak?

Hala görüntüsü ve tadı arasında fark olmayan kuru pilav-cacık, mercimek çorbası, biber dolma-sı, yaprak sarması, sucuklu yumurta vs. yiyebili-yorken tadını çıkarın. Sahanda yumurtanın sarısını çıtır çıtır ekmekle patlatıp, dumanı üstünde lokmayı ağzınıza attığınızda brokoli tadı alacağınız günler sandığınızdan yakın.

Afiyet olsun.

Hakan ALPER [email protected]

134

GELECEKTEN GELEN MÜZİK: DUBSTEP ve SKRILLEX

Neyin nesi bu dubstep?Dubstep, 90’ların sonunda Londra’nın güneyinde çıkan bir akım. Temelini aksak ritimlerden, mekanik seslerden ve yüksek baslardan alıyor. Londra’nın gece kulüple-rinde popülerliğini yakalayan bu akım, önce şehre, sonra Avrupa’ya, son yıllarda ise tüm dünyaya yayıldı. Tüm dünyaya yayılmasın-daki en büyük isim şüphesiz Skrillex oldu.

Skrillex kimdir?Asıl adı Sonny John Moore olan 1988 Los Angeles doğumlu, Amerikalı bu genç adam, belki dubstepin öncüsü değil, ama dubstep’in bu kadar popüler hale gelme-sinde çok büyük bir etken. Nitekim o da müziğe dubstep ile başlamamıştı. Seneler 2004’ü gösterdiğinde California’da özel bir sanat akademisine başvurur ve kabul edilir. Bu sırada Los Angeles’ta punk gruplarında genç yaşına rağmen gitarist ve vokalist olarak görev almaya başlamıştı bile. 2004 yılında vokalistliğini yaptığı “From First to Last” adlı grubun ilk albümü “Dear Diary, My Teen Angst Has a Body Count”, Epitaph Records tarafından satışa çıkmıştı.

2006’da ikinci albüm “Heroine” çıkmış, bu sırada da çok başarılı turneler düzenlen-mişti. Ancak bu albümden sonra Moore’un sesinde sorunlar çıkmış, Moore kariyerine solo olarak devam edeceğini açıklamıştı. Yine bu sırada 2004’te başladığı sanat aka-demisi programını da yarıda bırakmıştı.Sene 2007, Moore solo çalışmalarına başlar.O zamanların ünlü ağı MySpace üzerinden “Signal”, “Equinox” ve “Glow Worm”u yayınlamıştır. Aylar boyunca pek çok de-mosunu daha yayınladıktan sonra “Team Sleep”, “All Time Low”, “The Rcket Summer” gruplarıyla da turnelere çıkmıştır. 2009’a gelindiğinde “Sonny and the Blood Monkeys” grubunu kurup o sene birçok turneye çıkmışlardır.

Peki Moore, nasıl Skrillex oldu?Seneler 2008’e geldiğinde Moore, “Skrillex” takma adıyla yapımcılık kariyerine başlamış-tır. 2010 senesinde ilk resmi çıkış EP’si “My Name is Skrillex” indirilebilir içerik olarak sunulmuştur. İkinci EP “Scary Monsters and Nice Sprites” ise Skrillex’in bu işte ne kadar başarılı olacağını gösteren nitelikte

135

Nisan’13Nisan’13

bir EP olmuştur.“My Name is Skrillex” ve “Scary Monsters and Nice Sprites” albümlerini çok beğenen ünlü müzisyen “Deadmau5” (asıl adı Joel Thomas Zimmerman), Skrillex’i 2010 sene-sindeki turnesine dahil ederek ün kazanma-sında büyük yardımcı olmuştur. 2011 yılın-da çıkardığı “First of the Year (Equinox)” ve Benny Benassi’nin “Cinema” remixi ile artık dünya çapında bir üne kavuşan Skrillex, Nisan 2011’de Korn’la “Get Up”ı çıkarıp 2011’de Coachella festivalinde aynı sahneyi paylaşmıştır. Bu sene çıkardığı “Scary Monsters and Nice Sprites albümü”, Skrillex’e 2012 Grammy Ödüllerine damga vurma fırsatı verdi. “En İyi Yeni Sanatçı”, “En İyi Dans Kaydı (Scary Monsters and Nice Sprites)”, “En İyi Dans/Elektronik Albümü (Scary Monsters and Nice Sprites)”, “En İyi Remix Kaydı (Benny Benassi ft. Gary Co. - Cinema)” ve “En İyi Kısa Müzik Videosu (First of the Year)” dallarına aday oldu, üçünü kazandı.2011’in sonunda çıkardığı “Bangarang EP” ise, Skrillex’in müziğini bambaşka yerlere taşımasını sağlayacaktı.Bangarang EP, 2011’in son haftasında, 23 Aralık’ta yine indirilebilir içerik olarak piyasaya sunuldu. Ocak 24’te ise cd ola-rak çıktı. Bu EP’de rock müziğin efsanevi ismi The Doors’la çalışma fırsatı buldu. The Doors’la yaptıkları “Breakn’ A Swe-at” adlı şarkı, kendisine “Need for Speed: Most Wanted” adlı oyunda da yer buldu. Sirah’in vokallerini üstlendiği “Bangarang” ve “Kyoto” adlı parçalar da bu albümün çok önemli parçalarındandı. 2013 Grammy Ödüllerinde “En İyi Dans Kaydı” ve “En İyi Dans/Elektronik Albüm” dallarında ödülleri “Bangarang” ile kazandı. Ancak kuşkusuz ödüllerin getirisinden çok, bu albümde The Doors ile yaptığı düet, birçok kişinin dubstep’e bakış açısını değiştirmesi

ve ön yargılarını yıkmaya başlaması açısın-dan önemliydi. Çünkü insanlar dubstep hakkında “hep aynı gürültü” gibi bir dü-şünce yapısına sahiptiler. Ancak “Breakn’ A Sweat”, belki de içinde The Doors da ol-duğundan, dubstep seven sevmeyen birçok kişi tarafından dinlendi ve başarılı bulundu.

“Dubstep Asyalılar gibi, güzeli çok güzel, ama bir çoğu aynı”Bu anonim söz, aslında dubstep’i özetli-yor. Birçok dubstep örneği, dinleyicilere çok büyük farklar sunamıyor. Ancak bu işi güzel yapan Skrillex, her albümde kendini de dubstep müziğini de geliştiriyor ve din-leyicisine dinleyici katıyor. Sanırım 2012 ve 2013 Grammy Ödüllerinde ödülleri David Guetta, Swedish House Mafia, Chemical Brothers gibi dans ve house müziğinin önde gelen isimlerin elinden kapmış ol-ması, Skrillex’in dubstep’i ne kadar farklı noktaya getirdiğini anlatıyor. Her ne kadar dubstep’in öncüsü olmasa da, bu akımın en tanınan ismi Skrillex, zannediyorum ki bundan sonraki senelerde dubstep’e yepye-ni anlamlar yükleyip hem dinleyicilere yeni tatlar sunacak, hem de ününe ün katacak.

Emre Yener NAMAZ [email protected]

136

Gün geçtikçe dijitalleşen dünyamızda tekno-lojide sınır tanımıyoruz. “Fütürizm” kelimesi de zaten bu dijital dünyanın geleceğe dönük sanatçılarının felsefesidir. Güç, kuvvet ve hıza karşı duyulan büyülenmeyle birlikte dinamizmi vurgulayan fütürizm, eskiyi ve ge-lenekselliği reddeder. İtalya kökenli bu akım tüm eski sanat konularının ve eserlerinin yok edilmesi ve hızla dolu, dinamik bir sanat orta-ya çıkarmayı amaçlar.

FÜTÜRİZM MODASI

137

Nisan’13Nisan’13

FÜTÜRİZM MODASI kullandığı hareketli teknolojiler Çağla-yan’ın tasarımcı kimliğinin yanında bir endüstriyel tasarımcı olduğunu da gös-teriyor. Ayrıca başarılı moda tasarımcısı Lady Gaga ve İngiltere kraliyet ailesi için de tasarımlar yapıyor.

Geçen aylarda dikkat çekici bir koleksi-yonla müşterilerinin karşısına çıkan Bur-berry Prorsum 2013’ te klasik kesimlerini metalik ve parlak kumaşlarla tekrarlayarak ve eski stilettolara dolgu topuk eklemesi yaparak daha dinamik ve dijital bir görün-tü verdi.

Dünya ekonomisine büyük etki eden sektörlerin sıralamasında ilk üçe giren moda sektörü de bu teknoloji furyasın-dan etkilendi elbette. Tabii modadaki yansıması da bir hayli ilginç ve göz alıcı.

2014 yaz trendlerinde fütüristik çizgilerin yer alacağı dünya trend ofisleri tarafın-dan duyuruldu. Kullanılacak kapsül renk skalasını da söylemek gerekirse bej, açık yeşil, turkuaz, gri ve siyah.

Hüseyin Çağlayan koleksiyonları da fü-türistik moda için harika örnekler gös-teriyor bize. Tasarımcının tasarımlarında

Seher Önemli [email protected]

138

FÜTÜRİST MODA TASARIMCISI: EFSANE MCQUEEN

Lee Alexander McQueen sıradan bir İngiliz ailenin altıncı ve son çocuğu olarak dünya-ya gelir. Daha çocukken kumaşa ve dikişe olan merakı dikkat çekicidir. Henüz küçük yaşlarda, kendinden büyük üç kız kardeşine kıyafetler dikerek başlar Alexander’ın öykü-sü. İlerleyen zamanlarda bir lise talebesiy-ken okulu bırakmaya karar verir. Londra’da modanın merkezi sayılan Savile Raw cad-desinde Anderson&Sheppard’de çıraklık yapmaya başlar. İş hayatına genç yaşta atı-lan McQueen, Gieves&Hawkes,Angels ve Bermans gibi markalarda çalışır. Daha şahsi bir markası bile yokken Londra’da çalıştığı zamanlarda aralarında Prens Charles’ın da olduğu seçkin bir müşteri kitlesi oluşur. Artık olması gereken yerdedir McQu-een,fakat moda eğitimi almak ister ve Milano’ya gider. 1994’te tekrar Londra’ya dönüp Saint Martins Sant okulunda alanın-da uzmanlığını yapar. Eğitimiyle geliştirdiği ve genişlettiği tasarımcı vasfıyla önce John Galliano daha sonra da Givenchy’de baş tasarımcı olarak çalışır. Dikkat çekici tarzı ve çalışmaları ile 1996-2003 yılları arası 4 kez yılın en iyi İngiliz tasarımcısı ödülünü alır. McQueen’in tasarımda ve çılgınlıkta sınırı yoktur. Zamanla Givenchy, beklentile-rini karşılayamaz ve 2001’de Givenchy’den

ayrılır. Kendi ismi ile anılan şahsi marka-sını oluşturur. Artık McQueen’in yolunu kesen kaygıları ve onu sınırlayacak kimse yoktur. Böylece eşsiz hayal gücü deryası ve fütürizm içinde yeni bir akım oluşturacak tasarım anlayışı özgür kalmıştır. Yaptığı her kıyafet, her parça tasarım sanat eseri nite-liğindeydi. İnsanlar ikinci derileriyle yani giydikleriyle artık güzel, estetik ve şık gö-rünmek dışında başka şeyler arzuluyorlardı. Herkes para harcayıp kırmızı halılarda, sah-nelerde ve cemiyetlerde şık olabilirdi fakat cesur, dikkat çekici ve sıra dışı olamazdı. En azından herkes McQueen’i taşıyamazdı. Müşterileri onun dünyasına girip ifadelerini, bakış açısını kabullenmeli ve beğenmeliydi. Her insanın şıklık anlayışının farklı olması gibi onu beğenenlerin de şüphesiz ki moda anlayışı farklıydı. Açıkçası her insan McQu-

139

Nisan’13Nisan’13

een’le giyinme konusunda aynı pencereden bakamazdı. Bu da her parası olanın McQu-een satın alamayacağı anlamına geliyor.Bu konuda tasarımcının tam olarak anlayışı ve moda diliyle kesişen en sıkı müşterilerin-den biri Lady Gaga’ydı. Gaga bir röpor-tajında McQueen’in ona ilham kaynağı olduğunu bile söylüyor. Tartışılmaz Alexander McQueen’in farklı bir moda tasarımcılığı lügatı vardı. Bence ayağına takılan bir parça gri taş bile ona ilham olmuştur. Gözleri görmenin dışında bir kontakt kuruyordu dünyayla. Romantizm ve gotizm, McQueen’i çokça besleyen akımlardı. Onu en çok çeken-lerden biri de bence ortaçağ dönemi ve efsaneleridir. Ürettiği kıyafetlerde;Ortaçağ savaşçılarına, gladyatörlerine, büyücüle-re, ütopik tanrıçalara, korsanlara, büyülü ormanları konu alan natüralist romantik bir imaja hatta gerçeküstü hayvan ve kuş figürlerine rastlayabilirsiniz. Alexander McQueen bize bunları alıştığımız kostüm formunun dışında fütüristik çizgide elbise-

lerle, ceketlerle, pantolonlar, gömlekler ve platformlu ayakkabılarla sundu. İşte tasarla-dığı her parçadan bu denli gözlerimizi ala-mamamızın bir sebebi de bu ultra modern stilidir. İki uç(geçmişle-gelecek) kavramı kendi sentez yorumu sayesinde birleşti. Bu da yaptığı işe bir kat daha öznellik kattı diyebiliriz. Mesela kıyafetlerini tasarlarken ilginç teknikleri var. Dikme, kesme,ekleme dışında parçalama, dondurma, sıkıştırma ve teknik açıdan nasıl meydana geldiğini çözemediğimiz ve bilemediğimiz daha nice yöntemleri var. Bu da onun müthiş bir dikiş ustası olduğunu gösteriyor. Moda ca-miasında sözü geçen baskın bir tasarımcıydı McQueen. Defilelerinde ve işlerinde yaptığı çılgınlıklarla modanın serseri çocuğu olarak da anılır, Jean Paul Gaultier’e benzetilirdi. Tabi Alexander McQueen sadece muhteşem bir moda tasarımcısı değil, aynı zamanda işini iyi bilen bir sahne ve show tasarımcısıydı. Zaten bu aşırılıkta hayal gücü ve çılgınlık kabiliyeti ile 80m’lik bir podyumda birbiri ile aynı kareografilere

140

sahip mankenlerin catwalk yürümelerini düşünmek hata olurdu. Asi aksesuarların(-geçen yıllarda sıkça gördüğümüz zımba ve kurukafa desenlerinin asıl sahibi McQue-en’dir) ilginç kesimlerin ve çılgın kumaşların efendisi, yaptığı tasarımların daha işin yarısı olduğunu söylüyordu adeta defileleriyle. Tasarladığı yüzlerce kıyafeti her defasında farklı konseptlerle sunuyordu. Cansız man-kenler, tek bacağı tahta kadınlar, podyumda sezona göre yağdırdığı yapay karlar, yağ-murlar, hologram teknolojisiyle podyuma çıkardığı mankenler, su altı defileleri, kon-sept değişikliğine göre alevler içinde kalan podyum veya mankenlerin yapay rüzgara karşı zor yürüdükleri defileler can alıcı showlarının bazıları.2005 yılındaki spring/summer defilesin-de ilginç bir sunum vardı. Dev bir satranç tahtası üzerinde McQueen tasarımlarını taşıyan mankenler bir satranç piyonu olarak oyun oynadılar. Fondaki dijital bir ses, oyu-nun akışını seslendirdi. Satranç tahtasında şah matla sona eren defile oldukça yaratı-

cıydı. Bir diğer ilginç şovu ise 1999 spring/summer defilesindeydi. Podyuma çıkan kabarık beyaz elbiseli manken, dönen bir diskin üzerindeyken yanındaki iki robotun elbiseye sarı ve siyah fosforlu boya sıkması McQueen’in yarım bıraktığı işi tamamla-mıştı. Sadece defileleri için yapılan yaratıcı şov ve görsel şölen için bile Alexander’in bir dahi olduğunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki bundan 3 yıl önce Alexander McQueen ve-fat etti.11 Şubat’taki ölümü evinde asılarak intihar ettiği iddiaları üzerindeydi. Yakın zamandaki annesinin ölümü sebebiyle ağır bir depresyonda olduğu bilinmekteydi. Lee Alexander McQueen gerçek bir efsa-neydi desek aşırı kaçmaz. Belki de dünya-nın görüp görebileceği en çılgın fütürist, en serseri moda tasarımcısı ya da en olmayanı olduran adamıydı.

Seher ÖNEMLİ [email protected]

141

Nisan’13Nisan’13

Radio Moscow, 2003’te Iowalı müzisyen Parker Griggs tarafından kurulmuş bir saykodelik rock grubu. Parker Griggs’in ka-yıtlarda vokallerini, gitarlarını ve davullarını üstlendiği grupta baslar Billy Ellsworth’e, Griggs’in bir klonu olmadığından canlıda davullar Paul Morrone’a ait. Peki nasıl du-yurdu bu adamlar isimlerini?Grup kurulmadan önce, Griggs çalışmaları-nı Garbage Composal adıyla kaydediyordu. İlk albümün çoğunu tek başına kaydettikten sonra Griggs, basçı Serana Andersen ile an-laşıp Colorado’da Radio Moscow grubunu kurdu. Bir konser sonrası demo The Black Keys’in frontman’i Dan Auerbach’in eline gitti. Tarzı çok beğenen Auerbach, Radio Moscow’un The Black Keys’in de anlaşmalı olduğu plak şirketi Alive Naturalsound Records’la anlaşmasını sağladı, yani bir nevi menajerliğini yaptı. Anlaşma imzalandıktan sonra Iowa’ya dönen Griggs, grubun bas-

çısını değiştirdi ve Luke McDuff ile anlaştı. 2006 senesinde Auerbach’in prodüksiyoner görevini üstlendiği “Radio Moscow” adlı albümün çalışmalarına başlayıp 2007 Ni-san’ında piyasaya sürdüler. Albüm çıktıktan sonra grupta bir ritüel haline gelen basçı değiştirme yine gerçekleşti ve Zach Ander-son ile anlaşıldı.2009’da “Brain Cycles”, 2011’de “The Gre-at Escape of Leslie Magnafuzz”, 2012’de ise “3&3 Quarters” albümlerini çıkaran Radio Moscow, hâlâ yaşattıkları retro rock ile dinleyenleri 70’lere götürüyor. Jimi Hendrix, The Allman Brothers Band gibi gruplardan etkilendikleri belli olan Radio Moscow, sert gitar ve bateri tonlarıyla, bitmek bilmeyen enerjileriyle saykodelik rock’ın tadını çıkarmanızı sağlıyor. 2013 se-nesindeki turnelerine Eskişehir’i de ekleyen Radio Moscow, 6 Mart’ta Peyote’de bizlere harika bir gece yaşatmıştı. Eğer siz de retro rock’ı özleyenlerdenseniz, Radio Moscow’a mutlaka bir şans vermelisiniz.

Emre Yener NAMAZ [email protected]

UNDERRATED: RADIO MOSCOW