Upload
cengiz-karaman
View
347
Download
36
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Diyarbakır'da Çevre ve Doğa
Citation preview
EditörlerProf.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi)Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi)Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)
DİYARBAKIR’DAÇEVRE VE DOĞA
CİLT II
01-03 HAZİRAN 2010
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
DİYARBAKIR VALİLİĞİDİCLE ÜNİVERSİTESİDİYARBAKIR’DA TARIM, DOĞA VE ÇEVRE SEMPOZYUMU 1-3 HAZİRAN 2010
Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları Cilt II
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
EditörlerProf.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi)
Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi)
Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
ONURSAL BAŞKANLARMustafa TOPRAK - Diyarbakır ValisiAyşegül Jale SARAÇ - Dicle Üniversitesi Rektörü
DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULUBaşkan: Prof.Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp FakültesiEşbaşkan: Prof.Dr. Kemal GÜVEN D.Ü. Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi MüdürüSempozyum Sekreteryası: Öğr.Gör. Ali EM D.Ü. Mühendislik Fakültesi
ÜYELERMehmduh TURA - Vali YardımcısıSuat SEYİDOĞLU - Vali YardımcısıŞaban AKÇA - Vali YardımcısıM.Ali KOÇKAYA - İl Tarım MüdürüMurat HASPOLATLI - İl Çevre ve Orman MüdürüTimur DAĞOĞLU - Diyarbakır Meteoroloji Bölge MüdürüTurgay ÖZGÜR - DSİ X. Bölge MüdürüNecati PİRİNÇÇİOĞLU - Yerel Gündem 21 Genel SekreteriGalip ENSARİOĞLU - Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası BaşkanıElif TUZLUYALÇIN - ÇEVGÖN BaşkanıSevgi EKMEKÇİLER - DİHAYKO Başkanı Doç.Dr.Ali CEYLAN - D.Ü. Tıp FakültesiDoç.Dr.İsmail GÜL - D.Ü.Ziraat FakültesiYrd.Doç.Dr.Ahmet YARDIMEDEN - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Dekan Yrd.Yrd.Doç.Dr. Harun ALP - D.Ü.Veteriner Fakakültesi Dekan Yrd.Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK - D.Ü. Mühendislik FakültesiYrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Z.Fuat TOPRAK D.Ü. Mühendislik FakültesiYrd.Doç.Dr.Reyhan GÜLGÜVEN D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
BİLİMSEL KURULProf.Abdünnasır YILDIZ - D.Ü.Fen FakültesiProf.Dr.Ahmet KILIÇ - D.Ü.Fen FakültesiProf.Dr.Cengiz YALÇIN - D.Ü.Veteriner Fakültesi DekanıProf.Dr.Ferit Kemal SÖNMEZ - D.Ü.Ziraat Fakültesi DekanıProf.Dr.Kemal GÜVEN - DÜÇAM MüdürüProf.Dr.Kenan HASPOLAT - D.Ü. Tıp FakültesiProf.Dr.M.Salih ÇELİK - D.Ü. Tıp Fakültesi-Türk Biyofizik Derneği Bşk.Prof.Dr.Mahmut AYDINOL - D.Ü.Fen FakültesiProf.Dr.Mehmet AKIN - D.Ü.Mühendislik Fakültesi DekanıProf.Dr.Sait YÜCEL - D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi DekanıProf.Dr.Selçuk ERTEKİN - D.Ü.Fen FakültesiDoç.Dr.Sema BAŞBAĞ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Prof.Dr.Tahsin KILIÇOĞLU - Batman Ün. Rektör Yrd.Prof.Dr.Yüksel COŞKUN - D.Ü.Fen FakültesiProf.Dr.Zülküf GÜNELİ - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Dekanı* Alfabetik sıraya göre sıralanmıştır.
İçindekilerBölüm Editörü : Prof.Dr.Kemal GÜVEN
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE14 - Diyarbakır’da Çevre Konusunda Yapılan Çalışmalar • İbrahim Murat KARGIN
18 - Diyarbakır’ın Başlıca Çevre Sorunları • Ali EM
32 - Diyarbakır Özelinde Çevre Eksenli Bir Örgütlenme Deneyimi Olarak Çevgön • Elif YALÇIN
38 - Dicle Nehri Kirliliğinin Kaynaklar ve Kalite Kontrol Parametreleri Yönünden İncelenmesi • Nizamettin HAMİDİ
62 - Çevre Psikolojisi • Remzi OTO
68 - Diyarbakır’da Çöp Sorunu ve Katı Atık Yönetimi • Deniz KIRAÇ
74 - Çevre Yönetimi • Murat HASPOLATLI
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Zülküf GÜNELİ, Yrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI
DİYARBAKIR’DA KENTLEŞME SORUNLARI82 - Diyarbakır’da Şehircilik ve Çarpık Kentleşme • Türkan KEJANLI
92 - Şehirleşmede İnancın Etkisi: Diyarbakır Örneği • Alaattin DİKMEN
102 - Tarihi Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi • Meral HALİFEOĞLU
112 - Bazalt Taşlı Kent’te Bir Mekan (Cahit Sıtkı Tarancı Evi) • Mine BARAN, Aysel YILMAZ
127 - Tarihten Günümüze Diyarbakır’da Su Sorunu • Kenan HASPOLAT
Bölüm Editörü : Doç.Dr.Ali CEYLAN
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE SAĞLIĞI142 - İklim Değişiklikleri Küresel Isınmanın Sağlığa Etkileri • Günay SAKA
150 - Elektromanyetik Kirlilik ve Sağlık Endişeleri • Süleyman DAŞDAĞ
160 - Radyasyon, İnsan ve Çevre • M.Salih ÇELİK
170 - Endokrin Çevre Bozucular ve Ergenlik Üzerine Etkisi • Kenan HASPOLAT
178 - Diyarbakır’da Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği • İbrahim Murat KARGIN
184 - Diyarbakır’da Motorlu Taşıtların Çevre Kirliliğine Etkisi • Hasan BAYINDIR
192 - Hava Kirliliği ve Akciğer Hastalıkları • Abdurrahman ABAKAY
204 - Diyarbakır’da Çölyak Hastalığı • Veysi ÇOBAN
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Sait YÜCEL
ÇEVRE EĞİTİMİ210 - Plastik Poşet Kirliliği ve Çevre Eğitimi • Hamdi TEMEL
224 - Çevre Eğitimi • Murat HASPOLATLI
230 - Çevrenin Önemi, AB’de Çevre ve Sağlanan Fonlar • Ercan TÜRKMEN
240 - Eğitim - Zihinsel Kirlilik ve Çevre • Mikail SÖYLEMEZ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
Kitapta yer alan yazılar, yazı sahiplerinin sorumluluğundadır.
DİYARBAKIR’DA AĞAÇ VE ORMAN250 - Geçmişten Günümüze Diyarbakır’da Ağaçlandırma • Yaşam ALHAS
256 - Orman Fidanlığımız • Murat HASPOLATLI
Bölüm Editörü : Prof.Dr.Kenan HASPOLAT
DİYARBAKIR VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ264 - Doğal Güzellikleriyle Diyarbakır • Kenan HASPOLAT
DİYARBAKIR MAĞARALARI284 - Tarihin İlk Yerleşim Yeri Olan Ergani Hilar Köyü (Çayönü) • Cihat
GÜZEL
290 - Bilinmeyen Bir Miras Üzerine; Birklin Mağaraları • Ahmet ÇİMEN
302 - Silvan Hasuni Vadisi ve Hasuni Mağaraları • Nejat SATICI
DİYARBAKIR İLÇELERİ VE DOĞA GÜZELLİKLERİ314 - Hani İlçesi • Mehmet Ali ABAKAY
328 - Kocaköy (Karaz) • Yahya KAMÇI
342 - Çinar, Bismil, Dicle İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış Denemesi
• Mehmet Ali ABAKAY
348 - Ergani Tarihi ve Doğal Güzellikleri • Cihat GÜZEL
358 - Silvan’daki Tarihi Eserler • Nejat SATICI
378 - Eğil ve Kulp İlçelerinin Doğal ve Tarihi Güzellikleri • İrfan YILDIZ
Bölüm Editörü : Murat HASPOLATLI
DİYARBAKIR’DA MESİRE MEKÂNLARI392 - Kent Ormanı • Murat HASPOLATLI
400 - Anzele’nin Gözyaşları • Mehmet Ali TAŞ
406 - Hevsel Bahçeleri • Mehmet Ali ABAKAY
414 - Dicle Kenarındaki Bağ ve Bostanlar • Ali Haydar CANLI
418 - Kırklardağı • Kenan AKSU
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
Kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların hepsini kapsayan doğa ile canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri, sağlıklı ve düzenli bir ortamda bulunabilmeleri için bir çerçeve olan çevre, en çok ihtiyaç duyduğumuz ama en çok yıprattığımız değerlerimizdir.
Meselemiz, bu ortam içerisinde doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal kaynakların korunarak en uygun şekilde kullanılması ile birlikte her türlü kirliliğin ön-lenmesidir.
Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için doğanın korunması ile birlikte, tarihi boyunca doğası ve kültürü ile bölgede bir yıldız gibi parlayan Diyarbakır şehrini bu tahribattan korumak hede-fimiz olmalıdır.
Diyarbakır, tarih boyunca konumu itibariyle önemli bir ticari kavşak olmuş, bereketli toprakları sebebiyle bölgesinde bir ca-zibe merkezi olarak kabul edilmiş ve birçok uygarlığa beşiklik etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, bölgedeki kül-türlerin gelişiminde etkin olduğu gibi kendisi de birçok kültürü içinde barındırmış ve korumuştur.
Diyarbakır’ın, huzur, sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin hakim olduğu taş evlerini, surlarını, çevresinde bin bir güzellik barındıran Dicle’yi, tarımsal potansiyelini, alabildiğine zengin bi-yolojik çeşitliliğini korumak, bu mirası zenginleştirerek nesillere aktarmak görevimizdir.Bu sempozyumun düzenlenmesinde başta Diyarbakır Valiliği ve Dicle Üniversitesi olmak üzere emeği geçen herkesi yürekten kutluyor, başarılar diliyorum.
Mehmet Mehdi EKER
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
Mustafa TOPRAKDiyarbakır Valisi
İçinde yaşadığımız dünyada doğa, çevre ve tarım birbirinden ayrılmayan ve dolayısıyla etkileşim içinde olan üç ana ögedir. Binlerce yıl boyunca doğayla yapılan tarımsal faaliyetler çevreye zarar vermemiş ve çevre sorunlarına neden olmamıştır. Tarımın önemi insan hayatı için yadsınamaz bir gerçek iken, doğa ve çevre ile olan bağlantıları ve ortaya çıkardığı sonuçları son derece önemlidir. İlimiz; tarih bilgileri ve arkeolojik bulgular incelendiğinde tarımın ilk olarak yapıldığı yerdir.Tarım potansiyeli incelendiğinde ve ülkemiz istatistiklerine bakıldığında ekiliş arazisi bakımından Diyarbakır üçüncü sırada yer almaktadır. Yine birçok bitki çeşidinin yetişebiliyor olması sebebiyle geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Özellikle dağlık ilçelerde ve küçük parçalı arazilerde kimyevi gübre ve tarımsal ilaçların kullanımının az olması da ilimizin organik tarım açısından hazır bir potansiyelinin olduğunun göstergesidir. Tarımda hedef, yüksek verim, birim alandan daha fazla ve kaliteli ürün elde etmek ve elde edilen bu ürünlerin sanayiye kazandırılarak ekonomik gelişmenin sağlanmasıdır. Ancak tarımsal faaliyetlerde yüksek hedeflere ulaşılmaya çalışılırken doğayı ve çevreyi korumak da esas olmak zorundadır. Doğa ve çevre dediğimizde içtiğimiz su, soluduğumuz hava ve canlı hayata dair her ayrıntı hayatımızın bir parçası demektir. Bu nedenle tarımı, doğayı ve çevreyi bir bütün olarak irdelemek; mevcut durumu tespit etmek ve insanlığa faydalı olabilecek en iyi şekilde geliştirmek gerekir. Bu sempozyumun amacı Diyarbakır’da tarım, doğa ve çevre ile ilgili mevcut durumu tespit etmek, geliştirme olanaklarını araştırmak ve öneriler sunmaktır. Bu çalışmada emeği geçen herkese başta Dicle Üniversitesi Rektörlüğü, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü, Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne teşekkür eder; bu ve benzeri sempozyumların ilimizde tekrar düzenlenmesini ve sempozyum bildiriler kitabının faydalı olmasını temenni ederim.
Diyarbakır’ımız; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir.
Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı, ilk nohudu ve ilk yabani üzümünün yetiştiği; Türkiye’nin toplam kırmızı mercimek üretiminin %75-80’inin karşılandığı, buğday, arpanın önemli oranda yetiştiği, Türkiye pamuğunun % 10’unun üretildiği, 1930’larda bir milyon koza üretimiyle Bursa’nın önünde olan, Anadolu’da avcılığın ilk yapıldığı, gül yetiştiriciliğinin 4600 yıl öncesine kadar uzandığı bir şehir.
Hamamlarıyla, temizlik ve güzelliğe verdiği önem ile tarihe geçmiş bir şehir. 1853’te Diyarbakır’ı ziyaret eden Peterman’a göre, yabancılar kente girmeden önce kapıların hemen bitişiğindeki hamamlara sokulup, yıkandıktan sonra şehre girmelerine izin verilirdi. 1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde; kimyevi usullerle balık avlayanların cezalandırıldığı, hayvan öldürmenin, cami, kilise ve evlerin civarına cenaze gömmenin yasaklandığı, nehir ve bataklıkların ıslahı gibi çevreyi korumaya yönelik pek çok tedbirin alındığı bir şehir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
Bugün çevrecilerin önerdikleri koruyucu tedbirlerin, 200 yıl öncesinde hayata geçirildiği, 27 medeniyete ev sahipliği yapmış bir tarih, kültür ve medeniyet şehri. Ancak maalesef bugün; geçmişi ile bağları kopmuş, gerçek değerlerinin üzeri örtülmüş, hak etmediği imajla sunulan bir şehir.
Dicle Üniversitesi olarak biz, bir yandan şehrimizin var olan değerlerine sahip çıkma, Diyarbakır ve bölgemizin biriken sorunlarına çözüm bulma adına çaba gösterirken; diğer yandan Diyarbakır’ımızın kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini gün yüzüne çıkarma, tarihte sahip olduğu gerçek değeri yeniden kazanmasına yardımcı olma gayreti içerisindeyiz.
Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve ev sahipliğini yaptığımız “Tarım-Doğa ve Çevre Sempozyumu” 1 Haziran 2010 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezi büyük salonunda gerçekleştirildi. Söz konusu sempozyumda Diyarbakır’ın çevre-doğa sorunları ve potansiyelleri ele alındı, tartışıldı, görüşüldü. Bu sempozyumun ve sempozyum kitabının düzenlenmesinde emeği geçen herkese çok teşekkürler.
Artık Diyarbakır’ımız adına, kentimizin geleceği adına, düne göre çok daha ümitliyiz. Yapılan sempozyum konusuna, destekleyen kurum ve kuruluşların listesine baktığımızda şunu açıkça görüyoruz: Diyarbakır; Üniversitemiz ve Valiliğimiz başta olmak üzere tüm kurum-kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle (bu sempozyumda toplam 14 kuruluş) el ele vererek, işbirliği içerisinde; tarihine, kültürüne, maddi-manevi değerlerine ve geleceğine sahip çıkıyor. Aynı sorunlar ve aynı dertler etrafında işbirliği yapıyor.
Dicle Üniversitesinin öncülüğünde yapılan bu çalışma ve işbirliği Diyarbakır’ın geleceği açısından ümit vaad ediyor. Bu gayret ve birliktelik sonucunda, hiç şüphesiz Diyarbakır’ımız o eski ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacaktır. Gelin, bu hedefe hep birlikte yürüyelim…
Saygılarımla.
Prof.Dr.Ayşegül Jale SARAÇ Dicle Üniversitesi Rektörü
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE
14
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE KONUSUNDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
15
İbrahim Murat KARGINDiyarbakır İl Çevre ve
Orman Müdürlüğü,
Şanlıurfa Karayolu 2. Km
Kayapınar / DİYARBAKIR
tr
15
ÖZET2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun, Çevre ve Orman Bakanlığı Taşra Teşkilatının
Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile illerde Çevre
ve Orman İl Müdürlükleri kurulmuş ve hava, su, atıklar vb çevresel işlerde
inceleme yapma, izin işlemlerini yürütme ve denetim yapma yetkisi
verilmiştir.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI’ NA AİT YASAL DAYANAK, İDARİ YAPI, GÖREV VE YETKİLERİ2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun, Çevre ve Orman Bakanlığı Taşra Teşkilatının
Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile illerde Çevre
ve Orman İl Müdürlükleri kurulmuş ve hava, su, atıklar vb çevresel işlerde
inceleme yapma, izin işlemlerini yürütme ve denetim yapma yetkisi
verilmiştir.
Yetki merkez teşkilatta ( Bakanlık ) Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünde
taşrada ise İl müdürlükleri bünyesinde bulunan Çevre Yönetimi Şube
Müdürlüklerindedir. Çevre konusunda yapılan çalışmalarda paydaşlarla
ortak hareket edilmektedir, paydaşlara örnek olarak;
Belediyeler, Kamu kurum ve kuruluşları, Sivil toplum örgütleri, vb. verilebilir.
HAVA KİRLİLİĞİ“Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Egzoz Gazı Emisyonu
Kontrolü Yönetmeliği, Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü
Yönetmeliği, Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği.”
Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği kapsamında
işletmelere B grubu emisyon izin belgesi verilmekte, emisyon ölçümleri
yaptırılarak takip edilmektedir.
Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği kapsamında motorlu
taşıtların egzoz emisyon ölçümleri yaptırılmakta ve egzoz emisyon ölçüm
istasyonlarının izinleri verilerek yaptıkları ölçümler takip edilmektedir.
Isınmadan kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği kapsamında
16
yakıtların kalite kontrolü yapılmakta, yakıt
satıcılarının ve markalarının izinleri verilmekte
ve ısınmayla ilgili diğer işler ( Isıtma sistemleri,
bacalar vb. ) yapılmaktadır.
Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi
Yönetmeliği kapsamında Bakanlığımıza ait hava
kalitesi ölçüm istasyonları çalıştırılmaktadır.
SU KİRLİLİĞİYapılan çalışmalar “Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği” ne dayanılarak yapılmaktadır.
Bu çalışmalar içersinde, gerekli olan tesislere
deşarj izinleri verilmekte, “Atıksu Arıtma Proje
Dosyaları” onaylanmakta, ilgili işletmelerden
atık su numuneleri alınmakta, analizleri
yaptırılmakta, belediyelerin atık suyla ilgili
çalışmaları incelenmektedir.
ATIKLARAtıklar konusunda,evsel nitelikli atıklar ve tıbbi
atıklar belediyeler tarafından toplanmaktadır,
belediyelerin yaptığı çalışmalar periyodik olarak
incelenmektedir.
İl Müdürlüğümüz tarafından atık madeni ve
bitkisel yağlar ile atık akümülatör ve pillerin
toplanarak geçici depolama alanlarında
bekletilmesi sağlanmakta, toplanan atıkların
bertarafa gönderilmesi sağlanmaktadır.
GÜRÜLTÜMücavir alan dışında kalan yerlerde şikayete
konu olan durumlarda ölçüm ve tespit
yapılmaktadır, Mücavir alan içersinde olan
gürültü ölçümlerinde yetki Büyükşehir Belediye
Başkanlığı’ na devredilmiştir.
EĞİTİMMilli Eğitim Bakanlığı ile yapılan protokolle
“ Uygulamalı Çevre Eğitimi” projesi il
sınırları içersinde okullarda eğitim öğretim
dönemlerinde yürütülmektedir.
1818
DİYARBAKIR’IN BAŞLICA ÇEVRE SORUNLARI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
19
Ali EMMühendislik Fakültesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü
Diyarbakır
19
GİRİŞDiyarbakır, doğuda Batman, kuzeydoğuda Muş, kuzeyde Bingöl ve Elazığ,
batıda Malatya ve Adıyaman, güneyde Şanlıurfa ve Mardin illeriyle çevrilidir.
37°30’ ve 38°43’ kuzey enlemleri ile 40°37’ ve 41°20’ doğu boylamları
arasında yer alır. Güneydoğu Anadolu’nun ikinci gelişmiş şehridir.
KENTLEŞME Kent, tarihsel düzlemde kent olgusu insanoğlunun yerleşik hayata
geçmesiyle birlikte tartışma konusu olmuştur. Kent kavramı, her toplumun
kendi tecrübeleri sonucunda, özelliklerine uygun olarak oluştuğu için
toplumdan topluma semantik açıdan farklılık göstermektedir. Bununla
beraber kent kavramı aynı toplum içerisinde gelişimsel niteliklere bağlı
olarak farklı anlamlar kazanmaktadır. Kent kavramının özellikle sosyolojide
önem arz eder duruma gelmesi ile birlikte, kentsel mekân içinde yaşanan
ilişkiler, bireylerin davranış örüntüleri ve kentte yaşama bilincine sahip
olma durumu kentleşme ve kentlileşme kavramları literatüre katılmıştır.
Kentleşme, genel anlamda kent olma niteliğine atıfta bulunurken,
kentlileşme ise bireylerin kentte yaşama anlamında bilişsel düzeylerinin
altını çizmektedir.
Kentleşme olgusunu doğuran ve onun en fazla kullanılan kavramlardan
biri olmasını sağlayan etken, sanayileşme süreci olarak genel kabul
görmektedir. Özellikle sanayi devrimi ile birlikte kentsel mekânda bulunan
fabrikalara yapılan akın göç olgusunu da kentleşmeyle birlikte anılır
duruma getirmektedir. Hatta bazı durumlarda kentleşmenin en başat
faktörlerinden biri göç olarak görülmektedir. [1]
Diyarbakır’da da Sur içi, Yenişehir, Ofis, Şehitlik, Bağlar merkez ilçelerinin
bulunduğu eski şehir kentleşmenin kötü örneklerini oluşturmaktadır. Arsa
payının tümüne yapılan binalar, bunların arasındaki mesafeler oldukça
düşük, yollar dar, parklar ve yeşil alanlar yok denecek kadar az, dar olan
bina aralarına imara aykırı izinsiz yapılan işyerleri, binaların bodrum
katlarında bulunması gereken sığınak ve otopark yerine işyeri yapılması
ve alt yapısı oldukça zayıftır.
Yeni şehir bölgelerinden ikisi olan Huzurevleri ve Gaziler eski şehirde
bulunan hataların tekrarlandığı bölgeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bunlardan farklı olarak Diclekent semti ise daha modern ve kentleşme
20
açısında iyi örnek olabilecek yerdir. Genellikle
sitelerin bulunduğu, kendine ait yeşil alanları ve
yüzme havuzları, geniş caddeler ve parkları ile
yaşam alanları bulunan bölgedir.
NÜFUS ARTIŞINüfus artışının hızlı olduğu şehirlerde,
göç olgusunun tartışılması ile birlikte
kentlerdeki sorunlar toplumbilimin gündemini
oluşturmaya başlamıştır. Kente yerleşenlerin
uyum problemleri, beklentilerin karşılanıp
karşılanmadığı, kente nüfuz edebilme konusunda
tampon mekanizmalar, hemşeri dernekleri,
çarpık kentleşme vb. konular göç olgusunun
beraberinde getirdiği konu ve sorunlar olarak
kendini göstermiştir.
Göç olgusu bu tür sorunlarla anılmakla beraber
kendi içinde belli tiplere de ayrılmaktadır.
Bir ülkeden diğerine yapılan göçler dış göç;
bir toplumun kendi içinde yapılan kalıcı yer
değiştirmeler iç göç olarak nitelendirilmektedir.
Aynı zamanda iç göç kavramı da kendi içinde
kırdan kente, kentten kıra ve kentten kente olarak
ayrılmaktadır. Bunun yanında mevsimlik göçler
gibi diğer göç türlerinden de bahsedilmektedir.
Ancak aynı kent içinde bir yerden bir yere
yapılan geçiş anlamında kent içi hareketlilikten
pek fazla bahsedilmemektedir. Aslında kent içi
hareketlilik kent konusunda ele alınması zorunlu
olgulardandır.
Çünkü yukarıda saydığımız kente özgü
problemlerin çözümünde önemli ayraçlardan
biri kent içi hareketliliğin niteliğini, nicel
değerlerini ve doğrultusunu incelemekten
geçmektedir. Aynı zamanda bireylerin toplumsal
hareketlilik parametrelerinin analiz edilmesi
kent içi hareketlilik kavramının araştırılmasıyla
mümkün görünmektedir. [1]
Diyarbakır ili nüfusu 200,00 iken bölgedeki
olaylar sebebiyle hızlı bir göç e maruz kalmış
ve nüfusu 834.854 ‘a ulaşmıştır. Bu kısa zaman
kentin alt yapısını yetersiz kalmasına ve gece
konduların sayısının artmasına sebep olmuştur.
Kentteki Güncel Nüfus Durumu
Bağlar belediyesi : 332.658 kişiKayapınar Belediyesi 203.222 kişiYenişehir Belediyesi 190.244 kişiSur Belediyesi 108.558 kişiBüyükşehir belediyesi sınırları toplam
nüfus834.854 kişi
Tablo.3,1.Diyarbakır’daki Nüfus [2]
EĞİTİM VE KÜLTÜR YOZLAŞMA Diyarbakır’daki göç ile birlikte hızlı nüfus artışı
var olan kent kültürünü yok etmiş, bunun
yerini kent kültüründen uzak ve eğitim düzeyi
eskiye oranla düşük bir şehir görünümüne
bürünmüştür. Kentin kültüründe bulunan
birbirine saygı, sevgi oldukça azalmış, şehrin
tarihini, kültürünü bilmeyen bireyler yetişmeye
başlamıştır.
Fotoğraf.4,1. Caddede Çocuk bezi
Yukarda görülen fotoğraf kültür yozlaşmasın
gösteren en iyi örneklerden biridir. Fotoğraf
istasyon caddesinde çekilmiştir. Yoldan geçen
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
21
bir insanın kafasının yanında geçen bu nesne kullanılmış çocuk bezidir.
Çocuğunun altını temizledikten sonra bunu balkondan fırlatmak kültür
yozlaşmasının yanında çevre eğitimlerinin ne kadar eksik ve gerekli
olduğunu göstermektedir.
KİRLİLİK Kirliliği 6 başlık altında inceleyeceğiz,
1.Katı atık Kirliliği
2.Gürültü Kirliliği
3.Su Kirliliği
4.Hava Kirliliği
5.Görüntü Kirliliği
6.Elektromanyetik Kirlilik
Katı Atık KirliliğiÜlkemizde günlük kişi başına ortalama1.38 kg katı atık oluşmaktadır. Katı
Atıkların Kontrolü Yönetmeliği 14.3.1991 tarih ve 20814 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanmış, sonraki yıllarda da çeşitli değişiklikler yapılmıştır.
Yönetmeliğe göre;
• Katı atıkların, üretici veya taşıyanları tarafından denizlere, göllere ve
benzeri alıcı ortamlara, caddelere, ormanlara ve çevrenin olumsuz
yönde etkilenmesine sebep olacak yerlere dökülmesi yasaktır.
• Çöpü üretenler, çöp biriktirme kaplarını, çevrenin sağlığını bozmayacak
şekilde kapalı olarak muhafaza etmek ve çöp toplama işlemi sırasında
yol üstünde hazır bulundurmak zorundadır.
• Evsel katı atık ve evsel nitelikli endüstriyel katı atık üreten kişi ve
kuruluşlar, katı atıklarını belediyelerin ve mahallin en büyük mülki
amirinin istediği şekilde konut, işyeri gibi üretildikleri yerlerde hazır
etmekle yükümlüdürler.[3]
Katı Atıkların Toplanması ve Bertarafında SorumluluklarÜlkemizde katı atıkların toplanması, taşınması ve geri kazanılması ile
çevre ve insan sağlığına olumsuz etki yapmadan nihai bertarafına ilişkin
yükümlülük, yetki ve sorumluluklar 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 14.
ve 15. maddeleri ile 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7.
maddesi ile belediyeler ve Büyükşehir belediyelerine verilmiştir.[3]
22
Aktarma İstasyonlarıKatı atıkların taşınmasının ekonomik
olmasını sağlamak, taşıma hattındaki trafiğe
fazla yüklenmemek için şehirlerin merkezi
yerlerinde aktarma istasyonları kurulabilir.
Bu istasyonlarda küçük hacimli araçlarla
toplanan katı atıkların daha büyük hacimli
araçlara aktarılarak, bu araçlarla işleme ve
depo yerlerine taşınması sağlanır. Aktarma
direkt taşıma aracına yapılabileceği gibi, bir
ara depoya (bunker) boşaltıldıktan sonra, yeni
araca doldurmak şeklinde, dolaylı olarak da
gerçekleştirilebilir. Aktarma istasyonlarının
koku, toz, gürültü ve görünüş yönünden çevreyi
kirletmemesi için, boşaltma işleminin yapıldığı
yerlerin, kapalı olarak inşa edilmesi zorunludur.
Katı Atıkların Düzensiz Depolanmasının Sakıncaları
• Katı Atıkların Düzensiz Depolanması,
• Yer altı, içme ve kullanma sularının kirliliği,
• Depo gazının meydana getirdiği hayati
tehlike ve kirlilikler,
• Görüntü kirliliği,
• Hava kirliliği,
• Taşıyıcı haşere üreme riski,
• İnsan sağlığı üzerinde kısa ve uzun vadedeki
olumsuz etkisi,
• Heyelan riski, gibi olumsuzluklara neden
olmaktadır. [3]
Kişi başına düşen günlük katı atık
Diyarbakır Kent sınırları içinde : 0,71 kg
Bismil sınırları içinde : 0,69 kg
Eğil belediyesi sınırları dâhili : 0,42 kg
Ergani belediyesi sınırları dâhili : 0,46 kg
İlçeler Atık Miktarı NüfusBağlar 236,19 ton/gün 332.658 kişi
Yenişehir 135,07 ton/gün 190.244 kişi
Sur 77,07 ton/gün 108.558 kişi
Karapınar 144,29 ton/gün 203.222 kişi
İlçelere Göre Katı Atık Miktarı[2]
Diyabakır’da katı aşırı nüfus yoğunluğu ve çevre
bilincinin oluşmaması sonucu şehrin genelinde
katı atık sorunu vardır. Çöp kutusu yerine
yere atılan çöpler, evlerden dışarı gelişi güzel
bırakılan çöpler başlıca sorunlar arasındadır.
Bütün bunların yanında katı atık ayrışma
istasyonlarını bulunmaması ve geri dönüşüm
gerekli önem verilmeyişi önemli bir sorun
oluşturur.
Yaz ortalama :592,62 kg/günKış ortalaması :615,89 kg/gün
sıra Bileşenler Oranlar
1 Kağıt 3,26%
2 Karton 1,50%
3 Plastik Torba (Folyo) 5,01%
4 Plastik Şişe 2,28%
5 Diğer Plastikler 0,05%
6 Hurda Metal 0,07%
7 Ambalaj Metali 0,52%
8 Diğer Kombine Mat. 0,02%
9 Tetra Pak 0,33%
10 Mobilya 0,01%
11 Mineral 0,02%
12 İnşaat Atıkları 0,00%
13 Mutfak Atıkları 53,57%
14 Bahçe Atıkları 0,12%
15 Ağaç 0,00%
16 Diğer Ağaçlar 0,01%
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
23
17 Tehlikeli Atıklar 0,01%
18 Kemik ve Et 0,41%
19 Cam 0,96%
20 Tekstil 1,46%
21 Diğer Tekstil 0,25%
22 Artıklar 10,65%
23 Çocuk Bezleri 3,91%
24 Elektronik Atıklar 0,01%
Tablo5.21Katıatık detayı [2]
GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİGürültü kirliliğini Resmi Gazete Tarihi: 11 Aralık 1986,Resmi Gazete Sayı:
19308 tanımlarıyla ele almak istiyoruz.
Amaç ve Kapsam Madde 1 - Bu yönetmeliğin amacı, kişilerin huzur ve sükûnunu beden
ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesini
sağlamaktır. Bu amaca uygun olarak gürültü ile ilgili terimlerin tarifi ile
gürültü kontrolünün uygulanacağı sınırların belirlenmesi esaslarını kapsar.
Tanımlar Madde 4 - Bu yönetmelikte sözü geçen ve açıklanması gerekli görülen
deyimler aşağıda belirtilmiştir.
1. Ses: Titreşim yapan bir kaynağın hava basıncında yaptığı dalgalanmalar
ile oluşan ve insanda işitme duygusunu uyaran fiziksel bir hadisedir.
2. Gürültü: Gelişigüzel bir yapısı olan bir ses spektrumudur ki, subjektif
olarak, istenmeyen ses biçiminde tanımlanır.
3. Gürültüden Etkilenme: Gürültünün insan sağlık ve konforu üzerindeki
etkileri, işitme hasarları şeklinde görülen fiziksel tesirleri, vücut
aktivitesinde görülen fizyolojik tesirleri, rahatsızlıklar, sinirlilik
gibi psikolojik tesirleri ve iş veriminin azalması, işitilen seslerin
anlaşılmaması gibi görülen performans tesirleri olarak 4 grupta
toplanabilir.
4. Vibrasyon: Genellikle katı ortamlarda yayılan ve dokunma duygusu ile
hissedilen alçak frekanslı ve yüksek genlikli mekanik titreşimlerdir.
5. Vibrasyondan Etkilenme Sınırı: Vibrasyonun insan sağlığı, performansı
ve konforu üzerinde oluşturduğu hareket hastalığı gibi fizyolojik ve
24
psikolojik etkilerle yapılarda hasarların
başlama sınırlarıdır ki, vibrasyonun hızı,
ivmesi, genliği, frekansları veya süresi ile
ortaya konulmuş kriterlerdir.
6. Ses basınç seviyesi veya gürültü seviyesi:
Ses yayılması sırasında değişen atmosferik
basıncın denge basıncına göre farkıdır.
0.0002 Newton/m2 lık standart referans
ses basınç seviyesine oranlanan ses basınç
düzeyinin birimi desibel (DB) dır dır. Desibel:
Verilmiş bir ses şiddetinin kendisinden
10 kat az diğer bir ses şiddetine oranının
10 tabanına göre logaritmasına eşit ses
şiddetine Bel; bunun 1/10‘una da desibel
denir. Ses şiddeti seviyesi tarzında tarif
edilir.
Burada: Lp = Ses şiddeti seviyesi (dB) P =
Ses basıncı (N/m2) Po = Referans ses basıncı
(TS 187‘e göre 2x10-4N/m2) dir.
7. dBA: İnsan kulağının en çok hassas olduğu orta
ve yüksek frekansların özellikle vurgulandığı
bir ses değerlendirmesi birimidir. Gürültü
azaltılması veya kontrolünde çok kullanılan
DBA birimi, ses yüksekliğinin sübjektif
değerlendirmesi ile de ilişkilidir.
8. Frekans: Ses dalgasının birim zamandaki
titreşim sayısı olan frekansın birimi Hertz‘dır.
9. Frekans spektrumu: Gürültü içinde mevcut
farklı frekanslara sahip ses dalgalarına
ilişkin ses basınç düzeylerinin analiz edilmesi
sonucunda ortaya konulan grafiklerdir.
10. Eşdeğer gürültü seviyesi (Leq): Verilmiş
bir süre içinde süreklilik gösteren ses
enerjisinin veya ses basınçlarının ortalama
değerini veren dBA biriminde bir gürültü
ölçeğidir. Simgesi Leq olup aşağıdaki gibi
hesaplanmaktadır.
dBA
n: gürültü sayısı
Li: gürültü düzeyleri, dBA
11. Demiryolu Leq seviyesi: Demiryolları
gürültüsünün değerlendirilmesinde
kullanılan ve ulaşım yoğunluklarını ve
lokomotif ve vagonların ses düzeylerini ayrı
ayrı hesaba katan gürültü ölçeğidir.
Aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır:
LACmax ve LALmax : Vagonların ve
lokomotifin geçişi sırasında tepe düzeyler,
dBA.
Tc ve TL : Vagon ve lokomotifin efektif geçiş
süreleri, s.
12. En yüksek ses seviyesi = Tepe düzeyi =
Üst düzey (Lmax) : Zamana göre değişen
gürültünün herhangi bir anda sahip olduğu
en yüksek değerdir.
13. Gürültü Endeksi, (WECPNL) Havaalanı ve
yakın çevresinde hava aracı gürültüsünün
değerlendirilmesinde kullanılan ve
Uluslararası Sivil Havacılık Organizasyonu
(ICAO) tarafından öngörülen bir birimdir
ve uçak tiplerini, gürültünün frekans
spektrumunu, uçağın geçiş süresini, günlük
uçuş yoğunluğunu hesaba katmaktadır.
ECPNLD : Gündüz ECPNL (07-22)
ECPNLN : Gece ECPNL (22–07)
S : Mevsimsel ayarlama faktörü (-5 ile +5 dB
arasında)
EPNL: Efektif gürültü seviyesi, n: Gürültü
olayı sayısı, T: Değerlendirme periyodu,
T0, t0: Ölçüm özelliklerine göre belirlenen
sabitler.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
25
Görev Yetki ve Sorumluluklar Madde 5
1) Bu yönetmeliğin, kendi yetki alanları içerisinde uygulanmasından,
mahallin en büyük mülki amiri, belediyeler ve köy tüzel kişilikleri sorumludur.
Mahallin en büyük mülki amiri, belediyeler ve köy tüzel kişilikleri teknik
konularda Mahalli Çevre Kurulları‘nen görüşünü alabilirler ve yardım
isteyebilirler. Mahalli Çevre Kurulları bu istekleri yerine getirmekle
yükümlüdürler.
2) Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü, gürültü kontrolü konusunda ilgili
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamakla yükümlüdür.
Denetim Madde 31 - Bu yönetmelikle getirilen sınırlamalar ve yasaklamalara uyulup
uyulma-dığının denetimi, gerekli müsaadelerin verilmesi; Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı‘nın imar mevzuatları, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü,
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 1580
sayılı Belediyeler Kanunu ve 3030 sayılı Büyükşehir Yönetimi Hakkındaki
Kanun hükümlerine göre yapılır. Mahallin en büyük mülki amiri ve onların
yetkili kılacağı belediyeler ve köy tüzel kişilikleri tarafından tatbik edilir.
Ceza Hükümleri A. Madde 32 - Her kim kasten veya ihmal ile bu yönetmelik ile getirilen,
B. Madde 6‘ya göre sanayi, yol ve inşaat makinelerinin çalıştırılmasında,
hizmete sokulması ve kullanılmasında yasaklara, şantiyeler için
belirlenmiş gürültü sınırlarına uymazsa,
C. Madde 7‘ye göre karayolu taşıtları ile ilgili tedbirlere, gürültü sınırlarına
ve yasaklara riayet etmezse,
D. Madde 8‘e göre, taşıtların iç gürültü düzeyleri için verilen sınır değerleri
aşarsa,
E. Madde 9‘un 1‘nci fıkrasına göre uygulamayı ihlal ederse,
F. Madde 9‘un 2‘nci fıkrasına göre banliyö ve şehirlerarası trenler, ağır ve
hafif yeraltı treni için verilen gürültü sınırlarını aşarsa,
G. Madde 11‘e göre işyerleri için getirilen işitme sağlığı açısından
düzenlemelere uymazsa,
H. Madde 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27 ve 28‘e göre
getirilen tedbirleri almaz ve yasaklara uymazsa,
I. Madde 30‘a göre gürültü verilerinin sağlanması ve denetime hazır
26
bulundurulması mecburiyetini yerine
getirmezse, yönetmeliği ihlal etmiş olur.
Bu durumda 2872 sayılı Çevre Kanunu ve
2872 sayılı Çevre Kanunu‘nun Bazı Maddelerini
Değiştiren 3301 Sayılı Kanunun ilgili hükümleri
uygulanacağı gibi fabrika, atölye, işyeri ve
eğlence yeri sahipleri de mahallin en büyük
mülki amirince verilecek bir aylık süre zarfında
durumu düzeltmedikleri takdirde müesseseleri
kısmen veya tamamen süreli veya süresiz olarak
kapatılır.
Geçici Madde 1 - Bu yönetmelikte gürültü sınırları
belirlenen araçların ve gürültü kaynağı olarak
liste halinde verilen makinelerin, öngörülen
sınırları aşıp aşmadıklarının kontrol edilebilmesi-
aşmaları halinde tedbirlerin alınabilmesi; ayrıca
bu Yönetmelik doğrultusunda gerekli diğer
düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, süreye
ihtiyaç duyulan hususlarda, ilgili kuruluşlara
Yönetmelik hükümlerine uyulması için işbu
Yönetmeliğin yayımlandığı tarihten başlayarak
2 (iki) yıl süre verilir. Bu süre dördüncü bölüm
hükümleri için geçerli değildir.
Taşıt Türü Üst Gürültü
Seviyesi dBA Otomobil 75 Otobüs (Kent içi) 85 (Kent dışı) 80 Ağır müteharrik araç (Sürücü kabininde)
ve Kamyonlar (80 km/h hızda) 85
Lokomotif içi (Dizel motorlu tam güçte
ve yükle çalışırken hız 80 km/h ve
pencelereler kapalı iken)
85
Elektrikli tren lokomotiflerinde 80 Vagonların içinde 70
TABLO 5.3. Trafik sınır değerler
Gürültüye Maruz kalınan Süre
(saat/gün)
Max. gürültü
Seviyesi (dBA) 7,5 80 4 90 2 95 1 100
0,5 105 0,25 110 1/8 115
TABLO 5.4.Gürültü Süre değer limitleri
(Darbe gürültülerinin üst seviyesi 140)
SU KİRLİLİĞİİnsanoğlu gün geçtikçe artan nüfus ve ihtiyaçları
nedeniyle hidrolojik çevrimi zehirlemeye buna
bağlı olanakta su kaynaklarını kirletmeye
başlatmıştır. Artan nüfus bir yiyecek ihtiyacını
artırdığından ötürü tarımla bitlikte zirai ilaçlama
bir yandan oradaki canlı çeşitliliğini yok ederken,
diğer taraftan yer altı sularını zehirlemektedir.
Nüfus artışı bunun yanında enerji ihtiyacını
körüklerken enerji temin edilmesinde
kullanılan yöntem radyoaktif kirlenme ile fosil
yakıtlar atmosferdeki bulutlarını kirleterek
asit yağmurlarının meydana gelmesine sebep
olmaktadır.
Diyarbakır’da tarım ilaçlarının bölgedeki yer
altı ve yerüstü sularını kirlettiği gibi, buradaki
canlılarıda yok etmektedir. Yakın zamana kadar
petrol şirketlerinin petrol çıkarırken yan ürün
olan zehirli suları Akiflerin altına basmaları
gerekirken üstüne basmış ve şehirde kanserden
ölümleri artırmıştır.
HAVA KİRLİLİĞİ(Sülfürdioksit (SO2)24 saatten kısa süreli maruz kalımda ,
inhalasyondan sonraki ilk bir kaç dakika içinde
akut yanıt oluşur. Etki solunum fonksiyonlarında
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
27
değişme, hırıltılı solunum ve nefes darlığı gibi semptomlarda artış şeklinde
ortaya çıkar. Hem normal kişiler hem de astmatik kişiler etkilenir, ancak
astmalılar en duyarlı gruptur. 24 saatin üzerinde maruz kalımda duyarlı
hastalarda semptom alevlenmeleri görülür. Bu sürede yıllık ortalama değer
50 mg/m3 günlük değer 125 mg/m3 ü geçmeyen düşük düzeylerdeki maruz
kalımda bile kalp ve solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölümlerde,tüm
solunum yolu hastalıkları ve KOAH nedenli hastane başvurularında artışlar
gözlenmiştir.
Son çalışmalar önemli sağlık sorunu yaratacak etkilerin çok düşük
düzeylerde bile gözlendiğini göstermiştir. Bunların sonuçlarına göre
önerilen SO 2 düzeyi 24 saat ortalaması 125 mg/m3, yıllık ortalaması ise
50 mg/ m 3 olarak belirlenmiştir. Ancak bu eşik değerlerin altında bile
sağlık sorunlarının görülebileceği akılda tutulmalıdır. [4]
Sağlık üzerine etkisi partikül büyüklüğü ve konsantrasyonuna bağlıdır.
PM10 (10m çapından küçük partiküller) ve PM2.5’un (2.5m çapından küçük
partiküller) günlük dalgalanmalarına göre sağlık etkileri de değişir.
Akut etkileri günlük mortalitede artışa, solunum sistemi hastalıklarının
alevlenmesine, hastane başvurularında artışa, bronkodilatatör kullanımı
ve öksürük prevalansında artışa, solunum fonksiyonlarında azalmaya yol
açmaktadır.
Çok düşük değerlerde bile (100 mg/m3den az) kısa süreli maruz kalım sağlığı
etkilemektedir. PM’nin düşük değerlerde uzun süreli etkileri de mortalite
ve solunum sistemi hastalıklarında artış ve solunum fonksiyonlarında
azalma gibi kronik etkilere yol açmaktadır.
Son zamanlarda yapılan çalışmalarda çok düşük düzeylerde bile sağlık
sorunlarına neden olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle hem kısa süreli hem
de uzun süreli ortalama konsantrasyon için önerilen bir eşik değer yoktur.
SO2 ve PM, diğer atıklara göre iki yönden farklılık göstermektedirler.
Birincisi ülkemizde sadece bu iki maddenin ölçülüyor / izleniyor olması,
diğeri ise termik santraller için geliştirilmiş filtrasyon yöntemlerinin yine
sadece bu iki maddeye özgü olmasıdır. Diğer bir deyişle bu iki maddenin
dışındaki kirleticiler ne izlenmekte, ne de filtre edilmektedir. Oysa bu
maddeler de insan ve çevre sağlığı açısından önemli etkilere sahiptirler.
28
Ayrıca burada göz ardı edilmemesi gereken
bir diğer nokta, tüm bu zararlı maddelerin
birbirleriyle etkileştikleri ve ortamda birlikte
bulunduklarında zararlarının arttığıdır. Dünya
Sağlık Örgütü’nün 1999 yılında yayımladığı
Hava Kalitesi Kılavuzu’na göre bu maddeler ve
zararları şöyle belirtilmektedir:[4]
Azot Oksitler NOx
Kısa Süreli Maruziyet EtkileriNormal sağlıklı kişiler, 4,700g/m3 (2.5 ppm)
üzerinde bir konsantrasyona maruz kaldıklarında
akciğer fonksiyonlarında bir azalma görülür. 560
g/m3’e yaklaşık 4 saat maruz kalındığında kronik
obstrüktif akciğer hastalığı olanların solunum
şikâyetlerinin ortaya çıktığı gösterilmiştir. Aynı
konsantrasyona 30-110 dk. maruz kalan astım
hastalarında ise çeşitli yakınmalar oluşmaktadır.
Akciğerlerde geri-dönüşlü ve geri-
dönüşsüz birçok etkisi olduğu saptanmıştır.
Akciğer dokusunda yapısal değişikliklere
yol açabilmekte ve amfizem benzeri bir
tabloya neden olabilmektedir. Düşük seviyeli
konsantrasyonlara uzun süre maruz kalınması
hücresel düzeyde değişikliklere yol açmaktadır.
Ayrıca bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı
direnci düşürmektedir. Yapılan çalışmalar
uzun süre azotdioksite maruz kalan çocukların
solunum sistemi semptomlarında artış ve
akciğer fonksiyonlarında azalış olduğunu
göstermiştir. Ancak erişkinlerde benzer bir ilişki
net olarak gösterilememiştir. [4]
CO alveolar, kapiller ve plasental
membranlardan hızla geçer. Hemoglobine
affinitesi oksijenden yaklaşık 250 kat daha
fazladır ve hızla hemoglobine bağlanarak
karboksihemoglobini (COHb) oluşturur. Düşük
konsantrasyonlarda hipoksiye bağlı belirtiler
oluşurken, yüksek konsantrasyonlarda yaşamsal
tehlikeler ortaya çıkar. Toksik etkileri öncelikle
beyin, kalp, iskelet kası ve fetüs gibi yüksek
düzeyde oksijen kullanan organ ve dokularda
oluşur.
Koroner arter hastalığı olan hastalarda artmış
COHb miktarının, angina oluşum zamanını
kısalttığı, EKG değişiklikleri ve sol ventrikül işlev
bozukluklarına neden olduğu gösterilmiştir.
Ayrıca sigara içme ile çevre ve işyerinde CO
maruziyetinin kardiyovasküler mortaliteyi
artırdığı bilinmektedir.
Ozon (O3) ve Diğer Fotokimyasal OksidanlarO3 toksisitesi kısa dönemde akciğer
fonksiyonlarında değişikliğe, solunum
yollarında enflamasyona ve diğer bulgulara
yol açmaktadır. Bu etkiler 160 g/m3’lük (0.08
ppm) bir konsantrasyona yaklaşık 7 saat maruz
kalan sağlıklı yetişkinlerde görülmektedir.
Çocuklar ise 2 saat boyunca 240 g/m3 O3’e
maruz kaldıklarında akciğer fonksiyonlarında
azalma meydana gelmektedir. Ayrıca O3
maruziyetinin solunum sistemi yakınmalarına
bağlı hastane başvuruları ve astım hastalarının
yakınmalarında artışa yol açtığı gösterilmiştir.
[4]
GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİİnsanoğlu yerleşim merkezleri oluşturmak
için ormanları kesmeye ve tabiatı yok
etmeye başlamasından itibaren görüntü
kirliliği başlamıştır. İnsan doğasında var olan
çiçek, ,orman, yeşillik en güzel görüntüleri
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
29
oluştururken yüksek kale gibi binalar, beton yapılar insanın psikolojisini
bozmakta ve doğal bir canlı olan insan zaman zaman yeşil alanlara gitme
ihtiyacını duymanlarına sebep olmaktadır. Kentleşme çalışmalarında
dikkat dilmesi gereken dikkat en önemli hususlardan biri görsel olarak
doğa ve çevre uyumlu göz zevkini bozmayan yapılaşmanın olmasıdır.
Diyarbakır’da görüntü krililği açısından oldukça kötü durumdadır. Çarpık
kentleşme sonucu yüksek binalar, yeşil alanların çok az oluşu ve işyerleri
tabelalarının gelişi güzel hiçbir kurala bağlı olmadan istenildiği gibi asılmış
olmasıdır.
ELEKROMANYETİK KRİLİLİKTeknolojik gelişmeyle birlikte yaygın olarak kullanılan çep telefonu ve
kablosuz aletler, manyetik dalgalar yayan elektronik aletler her bölgede
olduğu gibi Diyarbakır’da da önemli çevre sorunları arasında yer almaktadır.
Özellikle büyük küçük herkesin elinden düşmeyen cep telefonlarıyla
konuşma süresini 6 dakikayı geçmemesini uzmanlar önermektedir. Bu
dalgaların insanlar üzerindeki etkilerini şöyle sıralayabiliriz;
• Eritrositlerde ve lenfoblastlarda artış (3.1 GHz; günde 120 dk/6 gün); T
ve B lenfositlerde artış (0.026 GHz; günde 15 dk/1 gün); Blastogenesis
de artış.
• Hipotalamusta norepinefrin düşüklüğü (1.6 GHz; günde 10 dk/1 gün);
Hipotalamusta dopamin düşüklüğü (1.6 GHz; gündü 10 dk/1 gün);
Hipotalamusta nöron büyümesi (1.7 GHz; 22 gün); Beyin hücreleri
sıcaklığında artış (2.45 GHz; günde 2.5-7 dk/1 gün) ; EEG frekanslarında
değişim; kan-beyin bariyeri geçirgenliğinde artış (1.3 GHz; günde 20
dk/1 gün); Miyelin dejenerasyonu (3 GHz; günde 180 dk/90 gün); Glial
hücre proliferasyonu (3 GHz; günde 180 dk/90 gün).
• Hematokrit seviyesinde artış (24 GHz; günde 180 dk/1 gün); Beyaz kan
hücrelerinde azalma (24 GHz; günde 180 dk/1 gün); Lenfosit seviyesinde
yükselme
• (0.425 GHz; günde 240 dk/47 gün); Lökosit seviyesinde düşme (24 GHz
günde 180 dk/1 gün) ; Eritrosit sayısında düşme (2.45 GHz; günde 5
dk/1 gün).
• Kalp hızında düşme (0.96 GHz; günde 60 dk/1 gün); Bradikardi (0.96
GHz; günde 5-10 dk/1 gün); EKG de değişmeler (2.4 GHz; günde 20
dk/10 gün)
30
• Troid hormonu sevisinde yükselme (3 GHz
günde 180 dk/48 gün); Serum thyroxine
seviyesinde düşme (2.45 GHz; günde
240/480 dk/1 gün); Adrenal bezde ağırlık
artışı (2.45 GHz; günde 5 dk/6 gün)
• Vücut- beyin ağırlığında azalma (2.45 GHz;
günde 300 dk/16 gün); Fetus ağırlığında
azalma (2.45 GHz; günde 100 dk/12 gün);
Doğum sonrası ölümde artış (2.45 GHz;
günde 10 dk/1 gün).
• Akciğer hücrelerinde kromozom aberasyonu
(0.019 GHz; günde 30 dk/1 gün); Sperm
hücrelerinde kromozom translocation (9.4
GHz; günde 60 dk/10 gün); Mutasyon da
artış (9.4 GHz; günde 0.03 dk/1 gün); Doku
nekrozu (1.6 GHz; günde 100 dk/1 gün)
• Serum glikoz seviyesinde artış (2.45 GHz;
günde 120 dk/1 gün); Ürik asit sevisinde
artış (2.45 GHz; günde 120 dk/1 gün); Metabolik hızda azalma (2.45 GHz; gündü 30
dk/1 gün); ATP sevisinde azalma (0.591 GHz;
günde 0.5 dk/1 gün).
• Testiküler dejenerasyon (9.27 GHz; günde
4.5 dk/295 gün); Testiküler lezyon (10 GHz;
günde 5 dk/1 gün).
• İntraküler sıcaklıkta artış ve katarakt
gelişimi.
ÖNERİLERDiyarbakır Şehri Dicle Nehrinden kaçmamalı,
Özlem bitmeli Diyarbakır Dicleyle buluşmalıdır.
Prag
Venedik
Paris
Amsterdam
Londra
Bankok
Fotoğraf.6.1 Dünyada nehirle kuçaklaşmış
şehir örnekler
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
31
2. Kentleşmeyle ilgili projeler geliştirilmeli
Fotoğraf 6.2 Kentleşme önerileri
1. Dicle yatağı ıslah edilmeli
2. Parklar artırılması yeşil alan kişi başına en az 7-8 m2 çıkarılmalı
3. Arsanın sadece %25’i bina yapılmalı
4. Çevre eğitimleri önem verilmeli
5. Katı atık ayrılmalı ve geri dönüşüme kazandırılmalıdır
6. İçme suyu havzasındaki yapılaşmanın önüne geçilmeli
7. Tarımda kullanılan kimyasal ilaçlar yerine organikleri kullanılmalı
8. Gece kondular toplu konut idaresiyle anlaşmalı olarak eritilmeli
9. Petrol şirketleri petrol çıkartırken yan ürün olan atık su Akifler
tabakasının altına basılmalı
KAYNAKLAR1. www.odevturk.com
2. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
3. www.cevreonline.com
4. www.ttb.org.tr
3232
DİYARBAKIR ÖZELİNDE ÇEVRE EKSENLİ BİR ÖRGÜTLENME DENEYİMİ OLARAK ÇEVGÖN
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
33
Elif YALÇINÇevre Gönüllüleri Derneği,
Elazığ Cad. Verem Savaş
Derneği Binası
B. Girişi No:1 Yenişehir/
DİYARBAKIR
33
ÖZETÇevre Gönüllüleri Derneği (ÇEVGÖN) 1994 yılında bir grup çevreci aktivistin
bir araya gelmesiyle kurulmuş bir dernektir. Derneğin merkezi Diyarbakır
olup, çevrenin korunarak geliştirilmesi için çalışmalar yürütmektedir.
Bölgede yaşanan zorlu bir süreçte hayata geçen ve halen ayakta
kalarak Diyarbakır ve bölge genelinde yaşanan çevre sorunları hakkında
bilgilendirme ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yapmaktadır.
Çevrenin korunması alanında yapmış olduğu bir çok faaliyetleri başta
Diyarbakır olmak üzere bölge genelinde önemli bir çok ilke imza atmış olan
ÇEVGÖN bundan sonraki süreçte de aynı azim ve kararlılıkla çalışmalarına
devam edecektir.
BİR İLKİN BAŞLANGICI OLARAK ÇEVGÖN; Diyarbakır Çevre Gönüllüleri Derneği (kısa adı ÇEVGÖN) merkezi Diyarbakır
olup, 1994 yılında resmi kuruluşunu gerçekleştirerek faaliyetlerine
başladı. Sosyal, siyasal ve ekonomik olarak en zorlu bir dönemi yaşıyorken
Diyarbakır, zorluklara inat bir ilki daha başarıyordu. Çevreci oldukları kadar
sivil toplumculuk bilincine de sahip bir grup aktivistin bir araya gelerek
kurdukları Diyarbakır ÇEVGÖN kısa sürede oldukça önemli ilklere de imza
attı.
İşte bu ilk deneğimin ürünü olan ve tüzükte yazıldığı haliyle derneğin amacı;
“Ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii zenginliklerinin korunması,
geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal
kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması ile her türlü çevre
kirliliğinin önlenmesi için üyelerinde çevre bilinci oluşturarak ve geliştirerek
bilgilendirilmelerini sağlamaktır.” olarak kayıtlara geçmişti.
Bu amaçla; derneğin faaliyet ve işbirliği ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanarak
dönemim Dernekler Masası’na kabul ettirilmişti.
1. Toplumda çevre bilincini geliştiren değer yargılarının oluşmasına
katkıda bulunmak.
2. Her seviyede çevre eğitimini teşvik etmek ve gerektiği hallerde kurslar
ve seminerler tertiplemek.
3. Çevre bilincinin oluşması ve gelişmesi için çeşitli etkinliklerde bulunmak,
fotoğraf, film, slayt, sergi, temsil, gösteri, konser, panel, konferans, gezi,
34
festival ve toplantılar düzenlemek.
4. Çevre, insan, tabiat, kent hayatı sorunları ile
ilgili eleştiri, görüş ve önerilerini, haber ve
yayın organları yoluyla yetkili mercilere ve
kamuoyuna duyurmak.
5. Dernek bünyesinde oluşturulacak komiteler
veya görüşülecek uzman kişiler aracılığı
ile araştırma, inceleme ve etütler yapmak,
öneri ve dilekleri tespit etmek.
6. Çevreye olumsuz etki yapan her türlü faaliyeti
dernek yönetim kurulunca görevlendirilen
üyeler vasıtasıyla izlemek, gerektiğinde
yetkili ve sorumlu kamu kuruluşlarının
denetimini sağlamak.
7. Amaç ve faaliyet konuları ile ilgili projeler
yapmak, yaptırmak veya desteklemek ve
yarışmalar tertip etmek.
8. Çevrenin korunması ve iyileştirilmesine
yönelik altyapı çalışmalarının inşasını
gerçekleştirmek veya imkanları ölçüsünde
desteklemek ve katkıda bulunmak.
9. Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin tespiti
ve önlenmesine ilişkin olarak yapılacak ve
yaptırılacak araştırmalarda kullanılması
gereken her türlü araç ve gereçlerin
temininde yardımcı olmak ve konuyla ilgili
ölçümler yapılmasını sağlamak, gezici ve
sabit laboratuarlar kurmak veya kurulmasına
katkıda bulunmak.
Sonraki yıllarda dernek tüzüğü yasal
düzenlemelerin elverdiği olanakları hayata
geçirebilecek şekilde kısmi olarak değiştirildi.
Günümüzde ise çok daha kapsamlı ve derneğin
katılımcı ve şeffaf yönetiminin önünü açacak
düzenlemelere ihtiyacı ihtiyacı var. Dernek
kurulduğu dönemdeki sıkıntılara ve yasal
engellere dayalı kısıtlardan dolayı zorlu süreçte
üye bulmakta oldukça büyük sıkıntı yaşıyor,
faaliyetlerini dönemin yasaları gereği bin bir
türlü bürokratik engelleriyle mücadele etmek
zorunda kalıyordu.
Özellikle AB Uyum Süreci adı altında hızla
yürürlüğe sokulan yasal değişikliklerle birlikte
özellikle kamu personelinin dernek üyeliği için
izin alma zorunluluğunun ortadan kalkması sivil
toplumculuğun gelişmesi için devrim niteliği
taşıyordu. Buna bir de Dernekler İl Müdürlüğü
gibi daha sivil bir kurumun varlığı eklenince
insanların kaygılarını daha çok azalttı. Her ne
kadar sivil toplumun örgütlenmesini teşvik
etmek için daha yapılması gereken birçok
düzenleme ihtiyacı var olmakla birlikte düne
göre çok daha iyi bir ortamı yaşıyor olmak bizler
açısından çok sevindirici bir durum.
Bugün ise geriye dönüp baktığımızda, o sıkıntılı
ve bir o kadar da zorlu süreçte yola çıkan bir
grup çevre gönüllüsünün bugünkü şartlarda
aslında çok daha büyük başarılara imza atmaları
gerekirken, tam tersi bir süreci yaşıyor olmaktan
son derece büyük bir üzüntü duyduğumuzu
belirtmeliyim. Bir anekdot olarak belirtmekte
yarar gördüğüm bir anıyı paylaşmakta yarar
görüyorum. Uzun yıllar bölgede petrol arama
çalışmaları yapan Shell şirketine karşı bir
kampanyaya öncülük etmişti ÇEVGÖN.
Petrol kuyularından çekilen ve çekildiği derinliğe
geri pompalanması gereken atık suyu Shell
şirketi maliyeti az olması için Diyarbakır yeraltı
içme suyu kaynaklarının bulunduğu 200 metre
derinliğindeki Midyat Akiferine pompalıyordu.
Yani geleceğimizi tehlikeye sokuyordu. İşte
buna tepkimizi ortaya koymak için Dağkapı
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
35
meydanında toplandığımızda yine o günlerin bir avuç çevreci aktivisti
arkalarında kitleyi bulamamış, ama inadına sesini yükselterek Shell
şirketinin bölgeden elini ayağını çekmesini sağlamıştı.
Şimdilerde çok daha büyük tehlikelerin çok daha kısa süre sonra kapımıza
dayanacağının somut örneklerini görmekteyiz. Bilim adamları yakın
bir zamanda küresel ısınma felaketinin bütün dünyayı tehdit edeceğini
haykırmaktadırlar. Aslında bilim adamlarının haykırmasına bile gerek
duyulmuyor artık. Küresel ısınmanın yarattığı tahribatları artık gözle
görür olduk. Düzensizleşen iklimler, çölleşen alanlar, kuruyan su kaynakları
ve daha birçok belirtiler yakın bir gelecekte bizleri bekleyen tehlikelerin
birer işaretleri olarak görmekteyiz. Kısacası bugünlerde çevreye olan
hassasiyetimizi düne göre çok daha ileri seviyede tutmalıyız.
Diyarbakır özelinde bir değerlendirme yaptığımızda; çevresel anlamda
çok daha farklı konularda faaliyetlerimizi yoğunlaştırmamız gerektiğini
vurgulamakta yarar var. 1990’lı yıllardan bölgede genelinde yaşanan
şiddet ortamından kaynaklı zorunlu göç süreci kentsel yaşamı ters düz
etmiş, insani yaşamın gereği olan tüm sosyal ve kültürel değerler ayaklar
altına alınmıştır. Kentsel yaşama adapte olmakta zorlanan vatandaşlar bir
yandan zorlu yaşam koşulları ile mücadele ederken, diğer yandan kentsel
alanlarda yarattığı aşırı nüfus baskısı ile çevresel sorunların da artmasına
neden olmuştur. Ekonomik sebeplerle artan kaçak kömür kullanımı ve
eklenen egzoz gazları hava kirliliğini artırırken, ses ve görüntü kirliliğini de
tetiklemiştir.
Bütün bu olumsuz koşullarda yaşama tutunmaya çalışan kentli nüfusun
minimal düzeyde bile soluklanacağı yeşil alan ihtiyacı bile karşılanamamıştır.
Bu alandaki ihtiyacın giderilmesi için ÇEVGÖN olarak mülki ve yerel
yönetimler ile işbirliği içerisinde ağaçlandırma çalışmalarına büyük önem
verdiğimizi belirtmek isteriz. Nihayetinde “Barış Ormanı” çalışmalarıyla
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, “Kent Ormanı” çalışmalarıyla Çevre ve
Orman İl Müdürlüğü öncülüğünde yapılan çalışmalar ümit verici çalışmalar
olarak devam etmektedirler. Bundan sonraki süreçte bu kentin tüm
bireylerine büyük görev ve sorumluk düşmektedir. ÇEVGÖN bu sorumluluk
bilinciyle üzerine düşen görevi yerine getirmenin azim ve kararlılığında
olacaktır.
36
ÇEVGÖN’ÜN GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUĞU FAALİYETLERDEN BAZILARI;
Bilgilendirme Faaliyetleri; 1. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya
Anabilim Dalı öğretim üyesi Dr. Emrullah
GÜNEY tarafından “Kapadokya’da Doğa,
İnsan ve Konut – Çevresel Bozulmalar”
konulu seminer verildi.
2. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik
Eğitimi Anabilim Dalı öğretim üyesi ve aynı
zamanda derneğimiz üyesi Dr. Abdulkadir
MASKAN tarafından derneğimiz ofisinde
“Cep telefonları Ne kadar Güvenli? Elektro
Manyetik Kirlenme” konulu brifing verildi.
3. Her yıl geleneksel olarak kutlanan “5
Haziran Dünya Çevre Günü” derneğimiz
tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanmıştır.
Bu faaliyetlerimizde de farklı kurum ve
kuruluşlarla işbirliği yapılmış, katılımcı
yöntemlerle geniş kitlelere ulaşılmaya
çalışıldı.
4. GAP idaresi tarafından düzenlenen “GAP
Çevre Eğitimi Projesi” kapsamında Midyat
ve Nusaybin ilçelerinde çevre eğitimleri
derneğimiz tarafından verildi.
5. Diyarbakır Sur Belediyesi tarafından
düzenlenen 3. Çocuk Şenliği kapsamında İl
Milli Eğitim Müdürlüğü ile koordineli olarak
okullarda çevre konulu seminerler verildi.
GÖSTERİ VE YARIŞMALAR1. Bisiklet yarışmaları; Özellikle genç
bireylerde çevre duyarlılığını arttırmak ve
motorlu taşıt trafiğinden kaynaklı hava ve
gürültü kirliliğine dikkat çekmek amacıyla
her yıl geleneksel olarak bisiklet yarışmaları
düzenlenmektedir. Bu yarışmalara
derneğimiz tüzüğünde de dikkat çekildiği
gibi çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbirliği
yapılmış, ortak çalışma kültürünün
yaygınlaştırılmasına önem verilmiştir.
2. Resim ve Fotoğraf Yarışmaları; Çevrenin
korunması ve yaşatılması konularında
gençlerin ilgi ve duyarlılığını arttırmak
amacıyla çeşitli dönemlerde fotoğraf, resim,
makale vb. kültürel yarışmalar düzenlenerek
çevreye olan ilginin arttırılmasına
çalışılmıştır.
3. Tiyatro oyunları; Çocuk ve gençlerin
çevre bilincini yükseltmek ve bu alanda
duyarlılıklarını arttırmak amacıyla tiyatro
oyunları sahnelendi. Bu kapsamda
sahnelenen “Yeşil Trampetçi” konulu çocuk
tiyatrosu büyük bir ilgiyle izlendi.
KÜLTÜR/SANAT ETKİNLİKLERİ,1. Derneğimiz üyelerinin tanışması amacıyla
çeşitli tarihlerde eğlence toplantılar
düzenlendi.
2. Çevre il ve ilçelerimizin tarihi ve kültürel
zenginliklerini yerinde incelemek ve
üyelerimizin bu konularda bilgilenmelerini
sağlamak amacıyla çeşitli tarihlerde geziler
düzenledik.
3. “Önemli Kuş Alanlarının İzlenmesi Eğitim
Programı” kapsamında Hasankeyf sit
alanında inceleme gezisi yapıldı. Bu gezide
hem tarihi ve kültürel bir zenginliğe, hem
de doğal bir kul alanı olan dizle vadisine
üyelerimizin dikkati çekilmiştir.
SÖYLEŞİLER1. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
ABD Hepatoloji birimi öğretim üyesi Dr.
Kendal YALÇIN tarafından derneğimiz üye
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
37
ve gönüllülerine “Viral Hepatit – Bulaşma ve Korunma Yolları” konulu
brifing verildi.
2. Araştırmacı/yazar Şeyhmus DİKEN tarafından “Şeyhmus Diken
Diyarbakır’ı Anlatıyor” söyleşisi yapıldı.
KAMPANYALAR1. Yere Tükürme Aynaya Tükür! Kampanyası ile kent merkezinde oldukça
yaygın olan yere tükürme sorununu ortadan kaldırdık.
2. “Çöpüme Sahip Çıkıyorum” kampanyası ile kent sakinlerinin çöplerini
rastgele sokağa atmalarını önleyerek çevre kirliliğini kısmen engellemiş
olduk.
3. “Kırk Bin Ağaç Kampanyası” ile Barış Ormanına fidan diktik.
4. “Kağıt Toplama Kampanyası” çerçevesinde okullar, kamu kurum/
kuruluşları ve özel sektöre ait işletmelerden atık kağıtları toplayarak
geri dönüşümünü sağladık.
PROJELERİMİZ1. UNDP tarafından finanse edilen “Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki
Baraj Göllerinin Kuşlar Açısından Öneminin Belirlenmesi ve Yörede Kuş
Gözlemciliğinin Geliştirilmesi Projesi” ile bölgedeki kuş popülasyonunu
tespit ettik.
2. Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen “Küresel Isınmaya Karşı
Çevre Dostu Üretim Projesi” ile Diyarbakır ve ilçelerindeki KOBİ’lere
yönelik bilgilendirme faaliyetleri yürüttük.
3. Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen “Güneş Evi Projesi”
kapsamında güneş enerjisi ile ilgili eğitimler düzenledik.
38
DİCLE NEHRİ KİRLİLİĞİNİN KAYNAKLAR VE KALİTE KONTROL PARAMETRELERİ YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
39
Nizamettin HAMİDİ Dicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü,
Diyarbakır,
39
ÖZETÇağımızda su kirlenmesi sorunu, su kaynakları kullanımının, sana yileşme
ve kentleşmenin düzensiz ve denetimsiz oluşu gibi nedenlerle son
yıllarda önemli boyutlara ulaşmıştır. Su kaynaklarının ekonomik şekilde
ve kirletilmeden kullanılması çevre sağlığı ve su ürünleri potansiyeli
yönünden oldukça önemlidir. Su kaynakları zamanla nicelik yönünden
azalmakla kalmayıp aynı zamanda kalitesi de bozulmaktadır. Evsel,
endüstriyel ve tarımsal atıkların verilmesiyle akarsu kalitesinde meydana
gelen bozulma, yararlı kullanımların bir kısmını veya tamamını olumsuz
yönde etkilemektedir.
Bu çalışmada Dicle Nehri’nin su kalitesi; evsel, endüstriyel, tarımsal,
toprak ve sediment kaynaklı atıklar ile kalite parametreleri yönünden
yerleşim alanlarına yakın istasyonlarda incelenmiş, kirlilik değişkenlerinin
su kalitesi standartlarında öngörülen sınır değerlerle karşılaştırmaları
yapılmış ve suların kullanım amaçlarına göre kalite sınıfları belirlenmiştir.
Evsel ve tarımsal kaynaklı kirletici parametreleri temsil eden azot ve
fosfor bileşiklerine ilişkin ölçülen kalite parametre değerleri, standartlarca
tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin ve su kalite sınıfları
için belirlenen standartların üstünde olduğu görülmüştür. Endüstriyel
kaynaklı kirletici parametreleri temsil eden inorganik ve ağır metallere
ait ölçülen bakır, demir ve krom değerleri oldukça yüksek bulunmuştur.
Yağmurların fazla olduğu aylarda taşınan sediment miktarında artış olduğu
belirlenmiştir. Askıdaki katı madde ile ilişkili olan bulanıklık değeri izin
verilen maksimum değerlerin üstünde gözlenmiştir. Güneydoğu Anadolu
Projesi (GAP) faaliyetleri içinde yer alan Dicle Nehri, evsel, endüstriyel,
tarımsal ve sediment kaynaklı kirlenme tehdidi altında olduğu ve kirlilik
riski taşıdığı görülmüştür. Ayrıca kirliliğin had safhaya ulaşması ve yeterli
önlemlerin alınmaması durumunda GAP içinde olan yararlı kullanımları
etkilemesi muhtemeldir.
GİRİŞSu kaynakları, yeryüzünde insanlığın varlığı için hayati önem taşıyan
bir unsur olduğu kadar, kalkınma çabası içindeki ülkelerde sosyal ve
ekonomik önemi olan ve medeniyetin ilerlemesinde başlıca rol oynayan
faktörler arasında bulunmaktadır. Yeryüzünde kullanılabilir su miktarının
sınırlı olması ve su kaynaklarının kullanımları ve kullanıcıları arasındaki
paylaşılma sorununun artması, su kaynaklarının korunması ve yararlı bir
40
şekilde kullanılmasının sağlanmasını zorunlu
hale getirmektedir.
Dünya nüfusunun gittikçe artması, yükselen
yaşam standardı ve endüstrileşme, diğer su
kaynakları gibi akarsuların önemini de gün
geçtikçe arttırmaktadır. Tarıma, endüstriye ve
yerleşim alanlarına su kaynağı oluşturmanın
yanı sıra akarsular, evsel, endüstriyel, tarımsal
amaçlar için su temini, ulaşım, balık üretme ve
avlanma, hidrolik enerji üretimi, rekreasyon
amaçlı spor, eğlence ve dinlenme gibi yararlı
kullanımlara da kaynak olmaktadır. Akarsuların
bir diğer kullanımı da insan etkinlikleri sonucu
oluşan atıklar için bir alıcı ortam olmasıdır.
Su kaynaklarının yararlı kullanımları halinde
kalitesinin de arzu edilen bir seviyede tutulması
gerekmektedir.
Yerleşim yerlerinin atıkları ve endüstriyel
sıvı atıklar, hiç bir ön arıtıma tabi tutulmadan
akarsular içerisine boşaltılmaktadır. Akarsulara
taşınan kirletici maddelerin yanı sıra, akarsu
debisi, yağış, sıcaklık ve sediment miktarı su
kalitesini etkilemektedir. Akarsular atmosferden
aldıkları oksijenle kendini temizleme
kapasitesine sahiptir. Akarsu debisi, bu
ortamlara verilen kirleticilerin seyreltilmesi ve
taşınmasında etkili olarak kirlenmenin etkisini
azaltabilir. Yağışlar, yüzeysel akış ile akarsulara
önemli kirlilik yükü getirir. Sıcaklık, akarsudaki
canlı türlerinin yaşamını etkiler. Erozyon
sonucu oluşan sediment, nehir yatağını bozar,
su yapılarını doldurur ve dolayısıyla akarsuyun
hidrolik özelliklerini etkiler.
Nehir kirliliğini oluşturan önemli kirlilik
kaynakları, evsel, endüstriyel, tarımsal
ve sediment kaynaklı kirletici maddelerin
oluşturduğu atıklar olmak üzere dört farklı
sınıfta tanımlanmaktadır. Bu amaçla Türkiye’de
nehir kirliliği ile ilgili birçok araştırma yapılmıştır.
Erzurum ilinde kirlenmeye maruz kalan ve
Keban Baraj gölüne dökülen Karasu ırmağı ele
alınarak, tarımsal, yerleşim yeri ve endüstriyel
kaynaklı kirleticilerin neden olduğu su kirliliği
etüt edilmiştir. Yapılan analizlerde çözünmüş
oksijen miktarlarının çok düşük, azot miktarının
fazla olduğu, bunun sonucunda akarsu boyunca
ekolojik dengenin bozulduğu ifade edilmiştir [1].
Önemli kirlilik kaynağı sayılan şehir atık suları
herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan akarsulara
karışması sonucunda, fiziksel, kimyasal,
fizyolojik ve biyolojik kirlenmeye, akarsularda
oksijen azalmasına, azot ve fosfor değerlerinin
artmasına neden olduğu belirtilmiştir [2]. Elazığ
evsel atıklarının döküldüğü Mürü Çayı’ndan
alınan su örneklerinde, O2 2,43 mg/l, pH 5,47,
CO2 32,46 mg/1, PO4 2l,76 mg/l, NO2 2,25 mg/1
ve NO3 5,15 mg/l olarak bulunmuştur. Bu kirlilik
değerleri ile Mürü Çayı’nın Keban barajına
döküldüğü noktalarda su ürünleri ve balıkların
yaşamasının imkânsız olduğu sonucuna
varılmıştır[3].
Türkiye’de birçok endüstri kuruluşu, atık
arıtım sistemini kurmadan çalışmakta ve
akarsuları rahatça kirletebilmektedir. Endüstri
kuruluşlarının kirletme etkileri incelendiğinde,
renk, koku, sıcaklık, toksik etkiler, yağ ve ağır
metal konsantrasyonlarında artma, askıdaki
katı maddelerin artması ve oksijensiz kalma
gibi sorunlar oluşturduğu ve alıcı ortamın
fiziksel ve kimyasal özelliklerini değiştirdiği
belirtilmektedir[4]. Elazığ ili Maden ilçesindeki
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
41
Ergani Bakır Tesislerinin Dicle nehri üzerindeki etkisini araştırmak
amacıyla, çeşitli noktalarda alınan su örneklerinde, Cu, Zn, Fe, Pb, Ni gibi
ağır metaller ile Dicle nehrinin kirletildiği sonucuna varılmıştır [5]. Maden
Çayı’nın belirli noktalarında pH, sıcaklık, iletkenlik, çözünmüş oksijen,
kimyasal oksijen ihtiyacı ve toplam katı madde miktarı ölçülerek, Maden
Çayı’nın Ergani Bakır İşletmesi sıvı atıklarıyla kirletildiği ve suyun sulama
amacı ile kullanılamayacağı belirtilmiştir[6].
Tarım alanlarındaki aşırı miktarda gübre ve ilaç kullanımı yaz döneminde
sulama ile kış döneminde ise yüksek yağış ile taban suyu ve akarsuları
etkileme eğilimindedir. Fosfat, yüzeysel sulama yoluyla akarsularda ve
taban sularında kirliliğe neden olmaktadır. Fosfat miktarı 0,5 mg/l’nin
üstüne çıkması halinde suların aşırı yosunlaşmasına, suda oksijen sarfiyatı
artmasına ve dip çamuru oluşumuna neden olmaktadır.
Evsel ve endüstriyel atık sularla taşınan askıdaki katı maddelerin yanı
sıra, erozyon nedeniyle toprak örtüsünün yok olması ile verimli toprak
üst katmanları su ortamlarına taşınarak, akarsuların toprak ve sediment
kaynaklı kirlenmesine neden olmaktadır. Askıdaki katı maddeler(AKM),
deşarj edildiği ortamlarda, bir kısmı asılı halde kalır, bir kısmı tabana
çökelir. Asılı halde bulunan maddeler suyun bulanıklığını artırırlar ve ışık
geçirgenliğini azaltıp, fotosentezi etkileyerek sudaki çözünmüş oksijenin
azalmasına neden olur. Tabana çökelen katı maddeler, alıcı ortamlarda
birikintilere ve dip çamuru oluşumuna neden olup, su ortamlarının
tabanında gelişen canlıların yaşamını etkiler ve ortamın oksijensiz
kalmasını sağlar. Bu maddeler, akarsular üzerinde kurulan barajlar için
de olumsuz etkiler yapmakta ve su kaynaklarının estetik görünümlerini
bozmaktadır [7,8]. Kırımhan ve Aydeniz [9], yaptıkları bir çalışmada,
sediment taşınımının özellikle Nisan ve Mayıs aylarında en yüksek düzeye
ulaştığı, yıllık sediment miktarının %77’isinin bu iki aylık dönem içerisinde
meydana geldiği belirtilmiştir. Nisan ve Mayıs aylarında oldukça yoğun
olan toprak erozyonu ile Fırat ve Murat nehirleri ile suyunu Keban Baraj
Gölüne boşaltan diğer akarsularla önemli miktarda sediment taşındığı
ifade edilmiştir [10].
Ormanlık alanların yüzey akışı düzenleyici etkisi bulunmaktadır. Çıplak ve
işlenmemiş arazi yüzeyi ile ormanlık olmayan arazilerde yüzey akış miktarı
artarak toprak aşınması sonucu nehirler sedimentlerle dolmaktadır. Dicle
42
Nehri çevresinin de ormanlık alandan yoksun
oluşu nedeni ile bölgedeki araziler erozyona
uğramıştır. Hamidi [11] tarafından yapılan bir
çalışmada Dicle Havzasında yılda ortalama
olarak 19,09 milyon ton toprağın taşınmakta
olduğu ve havzanın taşınan sediment miktarı ile
kirletildiği, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak
nehir kalitesini etkilediği belirtilmiştir.
Bu çalışmada, Dicle Nehri’ni alıcı ortam olarak
kullanan ve tüm atıklarını bu nehire boşaltan
yerleşim alanlarının evsel, endüstriyel,
tarımsal ve sediment kaynaklı atıkların kirlilik
araştırmaları yapılmıştır. Hazar Gölü’nün
yakınlarından doğan ve güneydoğuya doğru
Cizre ilçesi yakınlarında ülkemiz sınırlarını
terk eden Dicle Nehri’nin su kalitesi, kirlenme
kaynaklarının önem teşkil ettiği istasyonlarda
incelenmiş ve kirlilik değişkenlerinin su kalitesi
standartlarında öngörülen sınır değerlerle
karşılaştırmaları yapılmıştır. Çalışmadan
elde edilen bulgular dikkate alınarak, gerekli
değerlendirmeler yapılmış ve en uygun öneriler
sunulmuştur.
Çalışma Alanı ve Kullanılan VerilerDicle Nehri veya Dicle Nehir sistemi, Türkiye’nin
Fırat Nehri’nden sonra ikinci büyük nehridir.
Diyarbakır, Batman, Bitlis, Siirt, Şırnak ve
Hakkari illerini sınırları içine alan Dicle Nehri,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Fırat Havzası
ile Dicle Havzasının yağışlı alanlarını ayıran
Karacadağ’ın doğusunda yer almaktadır. Mestan
ve Murtazan dağlarından başlayan önemli su
kaynağı olan Dicle Nehri çeşitli kollar alarak
Cizre ilçesi civarında Türkiye’ye sınırlarını terk
eder. Fırat Nehri ile birleşerek Basra Körfezinde
denize dökülür. Dicle Nehri’nin toplam uzunluğu
tüm yatak 1900 km ve Hazar Gölü-Irak sınırı
ülkemiz sınırlarındaki uzunluğu 573 km.dir.
Hazar Gölü’nün yakınlarında yükseltisi 1248
m ve sınırlarımızı terk ettiği yerdeki yükseltisi
yaklaşık olarak 320 m.dir[12]. Dicle Havzası’nı
Murat Havzası’ndan ayıran Hazar Gölü
yakınlarından başlayarak güneye doğru akan
Dicle Nehri, Diyarbakır’ın hemen güneyinde
doğuya yönelir, doğudan Botan kolunu aldıktan
sonra Botan’la birleştiği noktanın hemen
aşağısında, Razuk’ta güneydoğu yönünde
akarak Cizre’ye varır. Cizre’nin aşağısında Suriye
sınırı boyunca akarak Irak topraklarına girer
[13]. Dicle Nehir sisteminde nehrin havza alanı
38295 km2, ana kol üzerinde en aşağıda bulunan
Cizre ilçesinde uzun yıllar ortalaması olarak
yıllık su potansiyeli 16,8x 109 m3 olduğu tahmin
edilmiştir. Bu miktar Türkiye su potansiyelinin
yaklaşık % 10’u kadardır [12].
Dicle Nehir sisteminin yüzeysel su kaynaklarını
genellikle akarsular oluşturmaktadır. Pınar
ve doğal göl olarak önemli bir su potansiyeli
bulunmamaktadır. Dicle Nehrini kendi adı
ile anılan ana kolu ile birlikte bu ana koluna
kuzeyden Anbarçayı, Pamukçay, Salat Çayı,
Batman Çayı, Garzan Çayı, batıdan Devegeçidi
Çayı; güneyden Dankıran Deresi, Pamukluk
Deresi, Göksu Çayı, Kuşi Deresi ve Savur Çayı
ve doğudan Botan Çayı ve yan kolları katılarak
başlıca su kaynaklarını oluşturmaktadır. Doğal
Botan gölü ve faaliyet halinde Dicle, Kralkızı,
Batman, Göksu ve Devegeçidi baraj gölleri, inşa
halinde Ilısu barajı ve inşası planlanan Silvan,
Kayser, Cizre barajları ile Botan Çayı üzerinde
birkaç hidroelektrik enerji amaçlı yapay baraj
gölleri diğer su kaynaklarını oluşturmaktadır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
43
Dicle Nehri kirliliği ile ilgili olarak yapılan bu çalışmada kullanılan veriler
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü [14,15] ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi [16]
kurumlarından temin edilmiştir. Kirlenme kaynaklarının önem teşkil ettiği
su kalitesine ait veriler Maden Çayı İlçe Çıkışı (MÇ), Dicle Baraj Aksı (DBA)
ve Diyarbakır Ongözlü Köprü (DOK) istasyonlarında, taşınan sediment
miktarına ait veriler sadece Diyarbakır(D) istasyonunda incelenmiştir.
Seçilen istasyonlarının özellikleri ve konumları Tablo 1’de, Dicle Nehri
ve kolları ile seçilen istasyonların yerini gösteren haritada Şekil 1’de
verilmiştir.
NO İstasyon Adı Özellikler ve Açıklamalar
MÇ Maden Çayı İlçe Çıkışı
Maden ilçesi çıkışındaki Maden ilçesi evsel ve Maden
Bakır fabrikası atıklarının
karıştıktan sonraki DSİ su kalitesi ölçüm istasyonu
DBA Dicle Baraj Aksı
Dicle Nehri ile Dibni Çayının birleştiği ve faaliyet
halindeki baraj aksındaki DSİ su
kalitesi ölçüm istasyonu
DOKDiyarbakır Ongözlü
Köprü
Diyarbakır’ın güneydoğusunda kent merkezinden
yaklaşık 5 km uzaklıkta Ongözlü
Köprüsü’ndeki DSİ su kalitesi ölçüm istasyonu
D Diyarbakır
Diyarbakır’ın güneydoğusunda kent merkezinden
yaklaşık 5 km uzaklıkta Ongözlü
Köprüsü’nün 250 m akış yukarısında EİEİ akım ve
sediment ölçüm istasyonu
Tablo 1. Dicle Nehri’nde su kalitesi ölçümü yapılan seçilen istasyonların özellikleri
Şekil 1. Dicle Nehri ve kolları ile seçilen istasyonların yerini gösteren harita
DOK ve D
MÇ DBA
DİCLE NEHRİ
44
Su Kalitesi StandartlarıTürkiye’de su kaynakları potansiyelinin
korunması ve su kirlenmesinin önlenmesi
ile ilgili konuyu doğrudan veya dolaylı olarak
ilgilendiren bir dizi kanun, yönetmelik, tüzük
ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler
bulunmaktadır. Bu nedenle akarsu ve yeraltı
sularında kirlenme durumunu tespit eden
suların kullanılma amaçlarına ve ekolojik yapıya
göre standartlar geliştirilmiştir.
Kaynaktan alınan suda gerekli arıtımlar
yapıldıktan sonra kalite parametrelerinin
tavsiye edilen ve maksimum değerleri açısından
Avrupa Topluluğu, Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) ve Türk İçmesuyu Standardı (TS 266) [17]
kullanılmaktadır.
Ayrıca 1988 yılı Resmi Gazetede[18] yayınlanan
Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ndeki (SKKY)
standardı, suların kalitesini kirlilik parametreleri
yönünden sınıflandırmaktadır. Bu standartta
evsel, endüstriyel, tarımsal ve çeşitli kullanım
amaçlarına göre su kaynaklarının tanımlanması
ve kirlilik parametreleri açısından dört farklı
su kalite sınıfı ve kalite limitleri belirlenmiştir.
Bunlar dezenfeksiyondan sonra içme suyu,
canlı yaşamının korunması ve geliştirilmesi,
yüzme, dinlenme ve eğlence amaçlı I. sınıf sular,
rekreasyon amaçlı kullanma suyu II. sınıf sular,
endüstriyel amaçlı III. sınıf sular ve tarımsal
amaçlı sulama suyu olarak IV. sınıf sular
değerlendirilmektedir. Bu çalışmada ölçümü
yapılan kirlilik parametrelerinin kısaltmaları
ve birimleri Tablo 2’de verilmiştir. Nehirlerin
su kalitesini belirlemek amacı ile verilerin
değerlendirilmesinde Tablo 3’te verilen SKKY
ve TS 266 standartların esas alınması uygun
görülmüştür.
Parametre Adı Simge BirimParametre
AdıSimge Birim
Su Sıcaklığı T oC Sulfat SO4 mg/l
pH - - Demir Fe mg/l
Elektriksel
İletkenlikEC
µmhos/
cmMangan Mn mg/l
Toplam
Çözünmüş
Katılar
TDS mg/l Sodyum Na mg/l
Askıdaki Katılar SS mg/l Potasyum K mg/l
Bulanıklık Turb. NTU Kalsiyum Ca mg/l
Renk Col Pt-Co Magnezyum Mg mg/l
Toplam
AlkaliniteM-Al
mg/l
CaCO3
Krom Cr mg/l
Klorür Cl mg/l Bakır Cu mg/l
Amonyak Azotu NH3-N mg/l Kurşun Pb mg/l
Nitrit Azotu NO2-N mg/l Çinko Zn mg/l
Nitrat Azotu NO3-N mg/l Civa Hg mg/l
Çözünmüş
OksijenDO mg/l Arsenik As mg/l
Biyokimyasal
Oksijen İhtiyacıBOİ5 mg/l Bor B mg/l
Permanganat
DeğeripV mg/l Kadmiyum Cd mg/l
Toplam Sertlik THmg/l
CaCO3
Yağ - mg/l
Orto-Fosfat O-PO4 mg/l Deterjan - mg/l
Tablo 2. Ölçülen su kalitesi parametreleri ve
kısaltmaları
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
45
ParametrelerSu Kalite Sınıfları TS 266
Birim I II III IVTav.
EdilenMax.
T oC 25 25 30 > 30 12 25
pH - 6,5–8,5 6,5–8,5 6,0–9,0<6,0 ve
>9,07,0–6,5 6,5–9,2
EC µmhos/cm 0–250250–
750
750–
22502250–5000 400
TDS mg/l 500 1500 5000 >5000 SS mg/l 20
Turb NTU 5 25Col Pt-Co 5 50 300 > 300 5 50Cl mg/l 25 200 400 > 400 200 600
NH3-N mg/l 0,2 1 2 >2 NO2-N mg/l 0,002 0,01 0,05 > 0,05 NO3-N mg/l 5 10 20 > 20
DO mg/l 8 6 3 < 3 BOİ5 mg/l 4 8 20 > 20 pV mg/l 2 5TH mg/l CaCO3 50 50
O-PO4 mg/l 0,03 0,2 0,5 >0,5 0,4 5SO4 mg/l 200 200 400 > 400 200 400Fe mg/l 0,3 1 5 > 5 0,3 1Mn mg/l 0,1 5 3 >3 0,1 0,5Na mg/l 125 125 250 >250 K mg/l 10 12Ca mg/l 75 200Mg mg/l 50 150Cr mg/l 0,02 0,05 0,2 >0,2 0,05Cu mg/l 0,02 0,05 0,2 >0,2 1 1,5Pb mg/l 0,01 0,02 0,05 >0,05 Zn mg/l 0,2 0,5 2 >2 5 15Hg mg/l 0,0001 0,0005 0,002 >0,002 As mg/l 0,02 0,05 0,1 >0,1 0,05B mg/l 1 1 1 >1 Cd mg/l 0,003 0,005 0,01 >0,01 0,0005Yağ mg/l 0,02 0,3 0,5 >0,5
Deterjan mg/l 0,05 0,2 1 >1,5
Tablo 3. Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği (SKKY) ve TS 266’ya göre su kalitesi kriterleri
Bulgular ve TartışmaDicle Nehri’nin kirlenmesine neden olan kaynaklar, noktasal kaynak
olarak, evsel ve endüstriyel kirletici kaynaklar ile alansal kaynaklar olarak,
nehir boyunca yer alan tarımsal alanlar, doğal araziden kaynaklanan
toprak aşınması ve sediment kirletici kaynaklarını oluşturmaktadır. Dicle
Nehri’ndeki kirlenme sorununun anlaşılması için nehre deşarj edilen
46
atıkların miktarlarının belirlenmesi gerekir. Bu
bakımdan aşağıda evsel, endüstriyel, tarımsal
kirletici kaynakların ve onların Dicle nehrine
deşarj edilen yük miktarları ile nehir kalite
değişimi hakkında bilgiler verilmiştir.
Evsel Kaynaklı KirlenmeEvsel atık sular genel olarak organik
bileşiklerden ve bazı inorganik maddelerden
oluşmaktadır. Biyokimyasal oksijen ihtiyacı
ile temsil edilen organik maddeler, askıdaki
katı maddeler, azot ve bileşikleri, fosfor, besin
maddeleri, patojen mikroorganizmalar, köpük,
deterjan, şehirdeki endüstriyel ve radyoaktif
madde içeren hastane atıkları evsel kaynaklı
kirletici maddelerdir. Birkaç istisna dışında bu
maddeler, doğrudan yüzeysel su kaynaklarına
veya geçirimli zeminlere verilmektedir.
Nehirlere verilen evsel atık sular hakkında
doğru bilgi edinebilmek için debilerin ve
diğer anlamlı karakteristiklerin doğrudan
ölçülmesi gerekmektedir. Evsel kirlilik
yükleri, şehrin nüfusuna bağlı kişi başına
kullanılmış su harcamaları dikkate alınarak
hesaplanabilmektedir. Kişi başına kullanılmış
su harcamaları şehrin nüfusuna bağlı olarak
değişmektedir. Kasaba ve şehirlerimizde, nüfus
başına günde 80–400 l atık su kullanılmaktadır
[19,20].
Su kaynaklarının müsait olduğu şehrin ekonomik
yapısı ile diğer karakteristikler göz önünde
tutularak, yerleşim merkezlerinin evsel atık su
debisi, biyokimyasal oksijen ihtiyacı ile temsil
edilen organik madde, toplam katı madde, azot
ve fosfor yükleri, evsel atık su yükleridir. Evsel
atık su miktarları, nüfus başına hesaplanan
birim atık su debilerine dayandırılmıştır. Birim
atık su debisi ve evsel atık sularla ilgili kirlilik
değişkenlerin birim kirlilik yükü Tablo 4’te
verilen ve yönetmelikçe belirlenen yerleşim
alanlarının nüfusuna bağlı olarak kullanılmış su
miktarlarının değişim aralıklarındaki değerler
seçilerek kabul edilir. Evsel atık su debisi ve
atık yükleri aşağıda verilen denklemlerle
hesaplanmaktadır.
Qas = Nx Bas (1)
Qa = Nx By (2)
Burada, Qas atıksu debisi (m3/gün), N Nüfus (kişi),
Bas Birim atıksu (l/N-gün), Qa atık yükü (kg/gün)
ve By birim yük (g/gün) olarak gösterilmektedir.
Dicle Nehir sistemi içinde yer alan yerleşim
alanların atık suları doğrudan veya dolaylı
olarak nehrin içine deşarj edilmektedir.
Diyarbakır, Maden ve Bismil yerleşim merkezleri
doğrudan, diğerleri dolaylı olarak evsel atık
sularını Dicle Nehri ve kollarına boşaltmaktadır.
Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim alanlarının
evsel atık su yükleri, 2009 yılı nüfus değerlerine
göre hesaplanmış ve bulunan değerler Tablo
5’te verilmiştir.
Buna göre bu üç yerleşim merkezinden toplam
olarak Dicle Nehri’ne günde 261233,8 m3 atık
su, 61720,9 kg organik madde, 79733,9 kg
toplam katı madde, 8831,1 kg azot ve 2650,2
kg fosfor verilmektedir.
Evsel atıklar yönünden %94 ile Diyarbakır, Dicle
Nehri’ni en fazla kirleten kent merkezi olarak
görülmektedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
47
Yerleşim alanı nüfusuna göre kabul edilen kullanılmış su miktarları
Yerleşim alanı Nüfus, N (kişi) Atık su miktarı, Q (l/N-gün)
Çok büyük şehirler >500000 275–400
Büyük şehirler 100000–500000 200–275
Orta büyük şehirler 20000–100000 150–200
Kasaba 5000–20000 120–150
Kırsal kasaba <5000 80–120
Evsel atık sulara ait kirlilik parametrelerinin değişim aralığı
Parametreler Değişim aralığı
Atık su miktarı, Q((l/N-gün) 80–250–400
Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı, BOİ5 (g/N-gün) 45–54–77
Toplam Azot, N(g/N-gün) 6–8–12
Fosfor, P (g/N-gün) 0,9–2,5–4
Toplam Katı Madde, TKM (g/N-gün) 70–105
Tablo 4. Yerleşim alanı nüfusuna göre kullanılmış su miktarları ve evsel kirlilik
parametrelerinin değişim aralığı [19,20].
Yerleşim
alanı
Nüfus 2009
yılı
(ADNKS göre)
Tablo 4’e göre kabul edilen birim atık su yükleri
Q(l/N-gün) BOD5 (g/N-gün) N(g/N-gün) P (g/N-gün)TSS (g/N-
gün)
Maden 5314 120 45 6 0,9 70
Diyarbakır 834854 300 70 10 3 90
Bismil 56333 180 54 8 2,5 75
Yerleşim alanıTablo 4’e göre hesaplanan evsel atık su yükleri
Q (m3/gün) BOD5 (kg/gün) N(kg/gün) P (kg/gün) TSS (kg/gün)
Maden 637,7 239,1 31,9 4,8 372,0
Diyarbakır 250456,2 58439,8 8348,5 2504,6 75136,9
Bismil 10139,9 3042,0 450,7 140,8 4225
Toplam 261233,8 61720,9 8831,1 2650,2 79733,9
Tablo 5. Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim alanları için hesaplanan evsel atık su
yükleri
Endüstriyel Kaynaklı KirlenmeOrganik, kimyasal, toksik, yüzey aktif ve radyoaktif maddeler ile tuzlar, ağır
metaller, soğutma suları, enerji santrallerindeki ısıtılmış sular, madensel
48
cevherler endüstriyel kaynaklı kirletici
unsurlardır.
Dicle Nehri’nde az sayıda önemli endüstriler
yer almaktadır. Bu endüstriler, mineral,
besin, mezbaha, metal, plastik ve tekstil gibi
üretimleri birbirinden farklı olan endüstrilerdir.
Dicle nehrine verilen ve dolaylı olarak nehri
etkileyen bu endüstrilerin atık suları, hem
kalite hem de miktar bakımından son derece
değişik sonuçlara sahiptir. Diyarbakır ili ve diğer
yerleşim merkezlerinde çeşitli büyüklüklerde
tekstil, boya, otomobil yan sanayi, makine
imalatı, teneke, plastik, yem sanayi, tuğla ve
kiremit, un sanayi, ısı ve soğutma konularında
işletmeler kurulmuştur. Bu işletmelerin atık
sularının bir kısmı doğrudan, bir kısmı evsel atık
sularla beraber kanalizasyon sistemi aracılığı
ile Dicle nehrine ulaşmaktadır. Dicle nehrindeki
endüstriyel atık sulara ve atıklara ait çevresel
kirlenme sorunları henüz çözülmüş değildir.
Sanayi ve işletmelerden, atıklarını Dicle
Nehri’ndeki su kaynaklarına verenler arasında
belirlenen en önemli işletmelerin başında
Ergani Etibank Bakır İşletmesi, Diyarbakır’ın 10
km.’sinde Tekel İçki Fabrikası, Diyarbakır Kenti
içinde bulunan ve atıklarını kanalizasyon sistemi
ile Dicle Nehri’ne boşaltan küçük boyutlarda
endüstriler yer almaktadır.
Tarımsal Kaynaklı KirlenmeErozyon sonucu taşınan silt, sedimentler,
gübreler, zararlı canlıları yok eden pestisitler,
organik maddeler ve mikroorganizmalar
tarımsal kaynaklı kirletici unsurlardır. Dicle
Nehri’nde su kalitesini etkileyen en önemli
kirletici kaynaklardan birisi de tarımsal
alanlardan kaynaklanan kirlenmedir. Bu
kirlenmeyi yapıları nedeniyle iki gruba ayırmak
mümkündür. Birinci grup kirlenme, meraların
ve sulanan tarım arazilerinin yer aldığı havza
su toplama alanı içindeki tarımsal alanlardan
kaynaklanan atık suları içermektedir. İkinci grup
kirlenme ise sulamalardan gelen geriye dönüş
akımlarıdır. Bunlar tekrar Dicle Nehri’ne deşarj
edilmektedir.
Tarımsal alanlardan kaynaklanan atık sular
içerdikleri fazla miktarlardaki organik
maddeler, azot, fosfor, potasyum ve kalsiyum
içeren gübre elementleri Dicle Nehri’ne geri
dönmektedir. Sulama alanlarından geri dönen
akımlar sulama suyu debisinin %25’i olarak
tahmin edilmektedir. Yeterli drenaj olmaması
nedeniyle drenaj suları ile nehre geri dönen
tarımsal mücadele ilaçları ve yapay gübre
kalıntıları Dicle Nehri’ni kirletmektedir. Ayrıca
bilinçsizce yapılan bu sulamalar sonucu Dicle
Nehri’nin suyunun çekilmesiyle nehir debisi
azalmaktadır. Evsel atık suların eklenmesi ile
düşük debideki nehrin oksijeni azalmakta, kendi
kendini temizleme ve havalanma kapasitesinin
düşmesine neden olmaktadır.
Toprak ve Sediment Kaynaklı KirlenmeHerhangi bir su toplama havzasında meydana
gelen rüzgar ve su kuvvetlerinin etkisi ile
bulunduğu yerde aşındırılarak, taşınan ve başka
bir yerde biriken toprak kütleleri, hem oluştuğu
ortamın orijinal durumunun bozulmasına
ve hem de birikmiş oldukları su kaynakları
içerisinde kirlenme sorununa neden olmaktadır.
Su ve rüzgar erozyonu ile aşınıp taşınan
topraklar ve oluşan toprak erozyonu yamaç
arazideki bitki örtüsünü yok etmektedir. Öte
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
49
yandan yüksek miktarda toprak kayıpları meydana gelmektedir. Taşınan
bu toprak materyalinin büyük bir bölümü, Dicle, Fırat ve Aras havzalarında
görülmektedir.
Erozyonla başlayıp sedimantasyonla sona eren olaylar zincirinde doğal
denge kısmen tahrip olmaktadır. Doğal dengenin çok önemli unsuru olan
vejetasyon, insanın arazi kullanma şekline bağlı olarak orman ve mera
örtüsünün tahribi, ormanlık alanların tarıma açılması şeklinde değişime
uğrayarak doğal dengeyi süratle bozmaktadır. Dicle Nehri’ni kullanma
şeklinin vejetasyonu ve dolayısı ile doğal dengeyi koruyucu nitelikte olmadığı
bir gerçektir. Bunun sonucu olarak doğal dengede bozulmalar oluşmuş,
erozyon ve sedimantasyon olayları önem kazanmıştır. Dicle Nehri’nde çok
ciddi erozyon ve sediment problemi söz konusudur. Sediment birikmesi
neticesinde taban arazide meydana gelen kayıplar, tabii ve suni mecraların
sedimentle dolması sonucu oluşan taşkınlar ve rezervuarlardaki siltasyon
problemleri küçümsenmeyecek bir seviyededir.
Dicle Nehri Havzası’nda kirlilik sorunu, su toplama havzalarındaki
topraklardan ele alınarak, akarsularla toprakların etkileşimleri sonucu
taşıyıcı rolü üstlenen suyun gerek miktarı ve gerekse taşıdığı katı
madde içerikleri bugüne değin elde edilen ölçüm ve gözlem sonuçlarına
dayandırılarak değerlendirilmiştir. Türkiye’de ortalama sediment taşımının
426039 ton/gün ve bunun da yıllık ortalama değerinin 155,504x106
ton olduğu saptanmıştır. Fırat Havzası’nda taşınan sediment miktarı
41,528x106 m3/yıl ile ülkemizin yaklaşık %26,7’si, Dicle Havzası’nda
ise taşınan sediment miktarı 15,189x106 m3/yıl ile ülkemizin %9,8 ini
oluşturmaktadır. [21]. Bir başka çalışmadan Türkiye’de akarsular vasıtasıyla
süspanse halde taşınan katı madde (sediment) miktarı yılda ortalama
450 milyon ton ve Dicle Havzası’nda bu değer yaklaşık olarak Türkiye
toplamının %4,9’ una tekabül etmek üzere yılda 22 milyon ton olduğu
saptanmıştır [22]. Erozyon-sedimentasyon olayları sonucu toprağın orijin
yerlerinden koparılıp toprak kaybının yanı sıra, Dicle Nehri Havzası taşınan
sediment miktarı ile kirletildiği ve biriken sediment nedeniyle fiziksel
olarak su biriktirme kapasiteleri azalırken fiziksel, kimyasal ve biyolojik
olarak su kalitesi önemli ölçüde etkilenmektedir. Özellikle Maden ilçe çıkışı-
Diyarbakır il çıkışına kadar erozyon sonucu oluşan toprak ve sediment
kaynaklı bu kirlilik potansiyeli belirgin olarak kendini göstermektedir.
50
Dicle Nehri Diyarbakır İstasyonunda Tablo 6’da
görüldüğü gibi yağışların etkisi ile akımın en
fazla olduğu Ocak ve Şubat aylarında sediment
taşınımının en yüksek düzeye ulaştığı, yıllık
sediment miktarının 60,7’sinin bu iki aylık
dönem içerisinde meydana geldiği saptanmıştır.
Bu istasyondaki yıllık ortalama taşınan
sediment miktarı 5,275x106 ton/yıl ile Dicle
Havzası’nda 15,189x106 ton/yıl olarak bulunan
taşınan sediment miktarının yaklaşık %34’ünü
oluşturmaktadır.
Aylar
Oca
k
Şuba
t
Mar
t
Nis
an
May
ıs
Haz
iran
Taşınan
Sediment
Miktarı (ton/
gün)
58978,5 46336,1 10879,7 26733,5 12090,5 612,5
Aylar
Tem
muz
Ağu
stos
Eylü
l
Ekim
Kas
ım
Ara
lık
Taşınan
Sediment
Miktarı (ton/
gün)
147,8 121,2 179,9 894,4 6619,4 9814,2
Yıllık
Ortalama
(ton/gün)
14450,7
Tablo 6. Dicle Nehri Diyarbakır istasyonunda aylık
ortalama taşınan sediment miktarı
Su Kalitesi Parametrelerinin İncelenmesiDicle Nehri kirlilik araştırmasında seçilen üç
istasyonda ölçümü yapılan kalite parametrelerin
analizleri için 1996 yılı öncesi uzun yıllar ölçümü
yapılan parametre lere ait değerlerin tümünü
vermek olanaksız olduğundan, istasyonlara
ait ölçüm sayısı, minimum, ortalama ve
maksimum değerler ve 2009 yılı aylık ölçümlere
ait veriler Tablo 7-9’da verilmiştir. Ayrıca tüm
kalite parametreleri açısından standartlarca
belirlenen su kalitesi sınıflandırılmış ve önemli
bulunan fiziksel ve inorganik, organik, inorganik
endüstriyel kirlenme ve bakteriyolojik kalite
kontrol parametreleri yönünden elde edilen
sonuçlar değerlendirilmiştir.
Maden İlçe Çıkışı Verilerinin AnaliziMaden ilçe çıkışında 1996 yılı öncesi ortalamalar
açısından ilgili standartlara göre ölçülen su
kalitesi parametrelerinin sınıflandırılması
yapılmış ve Tablo 7’de verilmiştir. Su Kirliliği
Kontrol Yönetmeliği’ne (SKKY) göre, sıcaklık,
pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş
oksijen, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, sülfat,
sodyum, arsenik ve bor I. sınıf; elektriksel
iletkenlik, renk, nitrit azotu, orto fosfat, demir,
mangan ve civa II. sınıf; nitrat azotu ve çinko
III. sınıf; amonyum azotu, krom ve bakır IV.
sınıf yüzeysel sular kategorisinde olduğu
görülmektedir. Diğer parametrelerin bir kısmı
ise TS 266 standardı yönünden tavsiye edilen
değerleri geçtiği görülmüştür.
Elektriksel iletkenlik değeri 100–1383 µmhos/
cm, bulanıklık 0–139,5 arasında ve renk ise
0–45 arasında değişmektedir. Bu aralıktaki
maksimum değerler, standartlarca tavsiye edilen
değerlerin üstünde ve izin verilen maksimum
değerlerin altındadır. Sertlik değerinin 75–825
mg/l CaCO3 arasında gözlendiği, minimum
değerinin bile kriterlerde belirlenen maksimum
değeri aştığı ve suyun aşırı sertlikte olduğu
görülmektedir. Ölçülen değerlerde klorür, sülfat,
kalsiyum, magnezyum, sodyum ve potasyum
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
51
değerleri standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin
altındadır. Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri yüksek bulunmuştur.
Parametreler1996 yılı öncesi ölçümlerin özeti 2009 yılı su kalitesi değerleri Kalite
Sınıfın Min. Ort. Maks. Mayıs Ağustos Aralık
T 47 0 13 30 17 26 - I
pH 34 7,1 7,9 8,6 8,16 7,58 8,41 Ia
EC 35 100 562 1383 364 520 357 IIb
TDS - - - - 248 353 243 ISS 1 38 38 38 - 4 5 >
Bulanıklık 53 0 60,6 139,5 15 40 2,6 > Renk 52 0 2 45 5 20 5 II
Cl 59 1,2 9,8 23,4 12,76 20,56 13,47 I
NH3-N 56 0 1, 12 3,6 0,33 0,44 0,038 IVa
NO2-N 31 0 0,02 0,114 0,004 0,05 0 II
NO3-N 45 0 1,22 16,4 0,4 11,5 0 III
DO 21 4,7 8 15 8,16 5,93 10,63 Ib
BOİ5 5 0,6 1,9 3,6 - 6 - I
pV 41 0,2 4,32 22 1,4 2 >TH 62 75 276 825 188 270 193 >
O-PO4 45 0 0,13 1,95 0,11 0,2 0,18 IIa
SO4 28 13 39,8 360 64 91 8 I
Fe 18 0,01 0, 34 2,13 0,001 0,001 0 IIa
Mn 15 0,01 0, 49 2,36 - - - IINa 55 0,2 5,03 15,3 7,5 24 6,06 IK 52 0 0, 83 3,6 0,47 9,35 0,42 <Ca 56 6,8 53 150 27,7 64,93 54,91 >Mg 59 1,2 31,7 109,4 28,8 26,27 13,5 >Cr 9 0,028 0,252 0,702 0,00209 0,0037 0,00837 IVCu 20 0 2,328 7,85 0,86135 2,129 1,383 IV
Pb 9 0,018 0,049 0,118 0,00014 0,0013 0,00194 IIa
Zn 9 0,33 1,441 6,12 0,17255 0,3098 0,2017 IIIa
Hg 8 0,0001 0,0004 0,0007 0,0001 0 0 IIAs 8 0,008 0,023 0,045 0,00052 0,00095 0,00089 I
B 12 0 0,27 1,3 0,00034 0,00092 0,00051 Ia) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor.b) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin altında
Tablo 7. Maden İlçe Çıkışı su kalitesi analiz sonuçları ve su kirliliğinin sınıflandırılması
Amonyum azotu 0–3,6 mg/l, nitrit azotu 0–0,114 mg/l ve nitrat azotu
0–16,4 mg/l ile orto-fosfat 0-1,95 mg/l arasında olup su kalite sınıfları için
belirlenen standartların oldukça üstünde bulunmaktadır.
Yerleşim alanının kanalizasyon sularının arıtılmadan doğrudan Maden
Çayı’na verilmesi, aşırı gübre kullanımı ve hayvan atıkları, azot bileşikleri
52
ve fosfor değerlerinin yüksek çıkmasına neden
olduğu tahmin edilmektedir.
Ağır metaller için yapılan analizler
incelendiğinde 2,13 mg/l demir, 0,702 mg/l
krom, 7,85 mg/l bakır, 0,118 mg/l kurşun ve
6,12 mg/l çinko olarak ölçülen bu maksimum
su kalitesi değerleri yüzey suyu standartlarının
oldukça üzerindedir. Burada önemli miktarda
artış gösteren bu kirlilik parametrelerine ait
yüksek değerler, Maden ilçesinde bulunan
bakır fabrikasının ve çevrede mevcut maden
alanlarının kirletici etkisi olarak görülmektedir.
Nitekim Maden Çayı üzerinde dağlık arazide tesis
edilen Maden Bakır işletmesi faaliyet halinde iken
sadece flotasyon ünitesinden yaklaşık 1000–
1200 ton/gün çıkan atık malzeme belirlenmiştir
[14]. Bu atıklar atık dökme havuzuna verilmekte,
burada tesis edilen çökeltim havuzlarının
verimli çalışmaması durumunda atıklar taşarak
çevredeki su kaynaklarını kirlettiği gözlenmiştir.
Dicle Baraj Aksı Verilerinin AnaliziDicle baraj aksı istasyonunda uzun yıllar
ortalamalar açısından ilgili standartlara
göre ölçülen su kalitesi parametrelerinin
sınıflandırılması yapılmış ve elde edilen bulgular
Tablo 8’de verilmiştir. SKKY standardına
göre, sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar,
klorür, çözünmüş oksijen, nitrat azotu, sülfat,
sodyum, kalsiyum, krom, çinko, arsenik, bor
ve deterjan yönünden I. sınıf; elektriksel
iletkenlik, renk, biyokimyasal oksijen ihtiyacı,
fosfat, demir, kurşun, civa ve kadmiyum II.
sınıf; bulanıklık, amonyum azotu, nitrit azotu,
bakır ve yağ yönünden IV. sınıf yüzeysel sular
olarak görülmektedir. TS 266 standardına
göre, elektriksel iletkenlik, asıdaki katı madde,
bulanıklık, toplam sertlik ve bakır tavsiye edilen
değerleri geçtiği, çözünmüş oksijen, potasyum
ve magnezyum, tavsiye edilen değerlerin altında
gözlenmiştir.
Dicle baraj aksında yapılan analizlerde pH değeri
7,2–8,4 arasında değişmektedir. Bu aralık yüzey
suları standartlarında verilen aralığın içinde
kalmaktadır. 2009 yılı Haziran ayında 8,62 değer
belirlenen sınıfı aşmıştır. Ölçülen değerlerde
sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür,
çözünmüş oksijen, nitrat azotu, sülfat, sodyum,
kalsiyum, krom, çinko, arsenik, bor ve deterjan
değerleri standartlarca tavsiye edilen ve
izin verilen maksimum değerlerin altındadır.
Elektriksel iletkenlik değeri 225 ile 740 µmhos/
cm arasında değişmektedir.
Renk ve bulanıklık değerleri maksimum 30 Pt-
Co ve 370 NTU olarak ölçülmüştür. Renk için
ölçülen değer ham yüzey suyu kalite sınıfı için
verilen standardın oldukça altında kalmaktadır.
Bulanıklık değerinin standartlarca tavsiye edilen
ve izin verilen maksimum değerlerin üstündedir.
Bu durum baraj koruma alanının bitki örtüsünden
yoksun oluşu, askıdaki katı maddelerin yüksek
ve erozyon ile taşınan sediment miktarından
kaynaklanmaktadır. Sertlik değerinin 113–350
mg/l CaCO3 arasında olması, baraj gölünün sert
su özelliğine sahip olduğunu göstermektedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
53
Parametreler
1996 yılı öncesi
ölçümlerin özeti2009 yılı su kalitesi değerleri Kalite
Sınıfın Min. Ort. Maks. Mayıs Haziran Eylül Aralık
T 56 3 15,6 34 - - - - Ia
pH 40 7,2 8 8,4 7,73 8,62 7,72 8 Ib
EC 41 225 433 740 294 209 348 330 II,>
TDS - - - - 200 142 237 224 I
SS 2 14 20 25 - - 4 5 >
Bulanıklık 55 0 38 370 10 1,2 1 6,42 IV, >
Renk 64 0 11 30 5 5 5 8 II
Cl 64 0 13,7 35 12,76 11,34 14,2 15,6 Ia
NH3-N 64 0 0,37 9,5 0,038 0,038 0 0,08 IV
NO2-N 54 0 0,13 1,82 0,009 0,0032 0,01 0,022 IV
NO3-N 46 0 0,96 2,6 0,65 0,88 2,7 0 I
DO - - - - 7,9 8,65 6,62 8,41 I,<
BOİ5- - - - - - 8 3 II
pV 48 0 1,71 13,3 1,6 0,9 1,2 1,28 Ia
TH 62 113 226 350 158 104 174 175 >
O-PO437 0 0,11 1,45 0,09 0,02 0,2 0,325 IIa
SO436 6 36,5 63,4 26 23 26 20 I
Fe 25 0 0,46 5,5 0,05 0 0 0 IIa
Na 65 0,92 5,38 10,6 7,5 9,37 5,58 8,17 I
K 66 0 0.79 1,66 0,86 3,43 1 0,99 <
Ca 65 22 51,6 88 52,5 35,07 49,9 55,51 Ia
Mg 65 6 23,4 52,2 6,6 4,01 11,92 8,88 <
Cr 2 0,029 0,046 0,062 0,0003 - 0,00132 0,00437 I
Cu 9 0 0,227 1 0,0015 - IV, >
Pb 2 0,008 0,016 0,024 0,00063 - 0,00049 0,00123 II
Zn 3 0,015 0,054 0,125 0,01067 - 0,02863 0,00777 I
Hg 2 0,0005 0,0005 0,0005 0,00046 - II
As 2 0 0,004 0,007 0,00065 - 0,00104 0,00114 I
B 20 0 0,38 1,7 - 0 - - Ia
Cd 3 0,005 0,005 0,005 0,00003 - 0,00018 - II
Yağ 2 1 1 1 - - - - IV
Deterjan 1 0,004 0,004 0,004 - - - - I
a) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor.b) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin
altındaTablo 8. Dicle Baraj Aksı istasyonu su kalitesi ölçüm sonuçları ve su kirliliğinin
sınıflandırılması
Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri nitrat azotu dışında yüksek
bulunmuştur. Amonyum azotu 0–9,5 mg/l, nitrit azotu 0–1,82 mg/l ve
orto-fosfat 0–1,45 mg/l arasında olup su kalite sınıfları için belirlenen
standartların üstündedir.
Ancak 2009 yılı verilerine bakıldığında azot ve fosfor bileşiklerine ait
değerler oldukça düşük olup baraj gölünün su kalite parametrelerinin
54
konsantrasyonlarını dengelediği söylenebilir.
Yağ ve deterjan ölçümleri yapılmış, yağ değeri 1
mg/l ile standartların oldukça üstünde bulunmuş,
deterjan değeri ise önemli bulunmamıştır.
Dicle baraj aksında demir 0,46 mg/l, kurşun
0,016 mg/l, civa 0,0005 mg/l ve kadmiyum
0,005 mg/l olarak ölçülen ortalama değerler
belirlenen II. sınıf sular ile uyumludur. Ancak
demirin 5,5 mg/l ile ölçülen maksimum değeri
kalite limitlerini aşmıştır.
Krom, çinko, arsenik ve bor ağır metal değerleri
tariflenen standartların oldukça altındadır.
Ancak bakır 0,227 mg/l ortalama ve 1 mg/l
maksimum değeri ile standartlarca belirlenen
en yüksek değerin üzerindedir.
Diyarbakır Ongözlü Köprü Verilerinin AnaliziDiyarbakır Ongözlü istasyonunda uzun yıllar
ortalamalar açısından ilgili standartlara
göre ölçülen su kalitesi parametrelerinin
sınıflandırılması yapılmış ve elde edilen bulgular
Tablo 9’da verilmiştir. SKKY’ göre sıcaklık, pH,
toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş
oksijen, permanganat, sülfat, demir ve sodyum
yönünden I. sınıf; elektriksel iletkenlik, renk,
nitrat azotu ve fosfat II. sınıf; nitrit azotu
yönünden III. sınıf; bulanıklık ve amonyum azotu
IV. sınıf yüzeysel sular olarak görülmektedir.
TS 266 standardına göre, toplam sertlik ve
bulanıklık tavsiye edilen değerleri geçtiği,
asıdaki katı madde, potasyum, kalsiyum ve
magnezyum tavsiye edilen değerlerin altında
gözlenmiştir. Krom, bakır, çinko, arsenik, bor
biyokimyasal oksijen ihtiyacı, kurşun, civa ve
kadmiyum, deterjan ve yağ gibi su kalitesi
parametreleri ölçülmemiştir.
Diyarbakır Ongözlü köprü istasyonunda yapılan
analizlerde sıcaklık, pH, toplam çözünmüş
katılar, klorür, çözünmüş oksijen, permanganat,
sülfat, demir, sodyum, potasyum, kalsiyum ve
magnezyum değerleri standartlarca tavsiye
edilen ve izin verilen maksimum değerlerin
altındadır.
Ancak demir 0,41 mg/l ortalama ve 0,88 mg/l
maksimum değeri ile belirlenen sınıfı aşmıştır.
Elektriksel iletkenlik değeri 298 ila 525 µmhos/
cm arasında değişmektedir. Renk ve bulanıklık
değerleri maksimum 30 Pt-Co ve 190 NTU olarak
ölçülmüştür. Bulanıklık değerinin standartlarca
tavsiye edilen ve izin verilen maksimum
değerlerin üstündedir. Sertlik değerinin 153–
265 mg/l CaCO3 arasında olup tavsiye edilen
tavsiye edilen değeri geçmektedir.
Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri yüksek
bulunmuştur. Amonyum azotu 0,006–2,8 mg/l,
nitrit azotu 0,001–0,052 mg/l ve nitrat azotu
0,09–7,81 mg/l ile orto-fosfat 0,025–0,225 mg/l
aralığında değişmektedir. Maksimum değerler
su kalite sınıfları için belirlenen standartların
oldukça üstünde bulunmaktadır.
Diyarbakır yerleşim alanının kanalizasyon
sularının arıtılmadan doğrudan Dicle Nehri’ne
verilmesi, tarımsal sulamadan dönen sular
ve diğer atıkların azot bileşikleri ve fosfor
değerlerinin yüksek çıkmasına neden olmaktadır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
55
Parametreler
1996 yılı öncesi
ölçümlerin özeti2009 yılı su kalitesi değerleri Kalite
Sınıfın Min. Ort. Maks. Mayıs Haziran Eylül Aralık
T 6 3 17 31 20 21 Ia
pH 6 7,2 8 8,4 8,16 8,15 8,12 8,11 IEC 6 350 464 525 298 303 352 361 II
TDS - - - - 203 206 240 245 ISS - - - - 11 <
Bulanıklık 6 7 107 190 1,7 16 3,4 7,5 IV, >Renk 6 5 13 30 5 10 15 17 II
Cl 6 8,5 14,7 21,3 10,64 12,76 17,7 16,31 INH3-N 6 0,006 0,94 2,8 0,44 0,27 0,62 0,132 IV
NO2-N 6 0,001 0,028 0,04 0,01 0,013 0,04 0,052 III
NO3-N 3 0,09 0,24 0,5 1,2 1,5 6,2 7,81 IIa
DO - - - - 8,19 7,7 7,42 9,88 IpV 5 1,3 2,9 4,4 0,96 0,64 1,8 0,8 Ia
TH 6 200 225 265 153 155 179 180 >
O-PO4 1 0,025 0,2 0,17 0,225 0,3 IIa
SO4 3 20 45 83 36 33 32 25 I
Fe 3 0,012 0,41 0,88 0 0 0 0 Ia
Na 6 3,6 9,02 15,2 6,9 9,15 9,06 8,4 I
K 6 0,85 1,77 2,69 0,78 2,18 5 1,29 <
Ca 6 30 50,33 66 23,6 31,06 48,3 43,89 <
Mg 6 18,8 24,28 30,3 22,9 18,85 14,23 17,15 <a) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor.b) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin
altında
Tablo 9. Diyarbakır Ongözlü Köprü su kalitesi ölçüm sonuçları ve su kirliliğinin
sınıflandırılması
Sonuç ve Öneriler
Dicle Nehri’nde su kirlenmesinin önlenmesi ve giderilmesi konusunda
bugüne kadar yapılan çalışmalar gerekli etkinliği göstermemiştir. Dicle
Nehri kirliliği ile ilgili olarak yapılan bu çalışmada evsel, endüstriyel, nehir
boyunca yer alan tarımsal alanlar, doğal araziden kaynaklanan toprak
aşınması ve sediment kaynaklı kirlenmeler incelenmiştir. Ayrıca nehir
boyunca yer alan yerleşim alanlarına yakın seçilen Maden ilçe çıkışı, Dicle
baraj aksı, Diyarbakır Ongözlü Köprü ve Diyarbakır istasyonlarında ölçümü
yapılan su kalite parametrelerinin minimum, uzun yıllar ortalaması ve
maksimum değerleri ile 2009 yılına aylık ölçüm değerlerine göre ilgili
standartlarda tariflenen kalite kriterlerine göre karşılaştırmaları yapılmış
ve suların kullanım amaçlarına göre kalite sınıfları belirlenmiştir.
Dicle Nehri ve kolları üzerinde yer alan yerleşim merkezlerinin çoğunda
56
yeterli atıksu arıtma tesisleri olmayışı ve
herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan doğrudan
veya dolaylı olarak nehre verilen evsel atıklar,
nehrin kirlenmesine neden olmuştur. Buna göre
seçilen Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim
alanlarının evsel atısu yükleri hesaplanmış ve
toplam olarak Dicle Nehri’ne günde 261233,8
m3 atıksu, 61720,9 kg organik madde, 79733,9
kg toplam katı madde, 8831,1 kg azot ve 2650,2
kg fosfor verildiği belirlenmiştir. Ölçüm yapılan
istasyonlarda azot ve fosfor bileşiklerine ilişkin
amonyum, nitrit ve nitrat azotu ile fosfata ait
su kalite parametre değerleri standartlarda
belirlenen limitleri aştığı görülmüştür.
Dicle Nehri’nde Maden ilçesinde Maden
Çayı üzerinde Maden Bakır Fabrikası,
Diyarbakır çıkışının 10. km.’sinde Tekel İçki
Fabrikası ve yerleşim merkezlerindeki ufak
çaptaki endüstriler doğrudan, organize
sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri ve
diğer endüstriyel faaliyetler dolaylı olarak
atıklarını Dicle Nehri’ne vermektedir. Buna
göre endüstriyel kaynaklı kirlenme açısından
yapılan analizlerde, Maden ilçe çıkışında demir,
krom, kurşun, çinko, özellikle bakır değerleri,
belirlenen yüzey suyu standartlarının oldukça
üzerinde yüksek bulunmuştur. Bu değerler,
Maden ilçesinde bulunan bakır fabrikasının
ve çevrede mevcut maden alanlarının kirletici
etkisi olarak görülmektedir. Diğer parametreler
ise tarif edilen yüzeysel su kalitesi sınıf sular
ile uyum içerisinde olduğu gözlenmiştir. Dicle
baraj aksındaki istasyonda bakır ve demir
dışında kalite limitini aşan endüstriyel kirlilik
parametrelerine rastlanmamıştır.
Tarımsal alanlardan kaynaklanan atık sular
içerdikleri fazla miktarlardaki organik maddeler,
azot, fosfor, potasyum ve kalsiyum içeren gübre
elementleri ile sulama alanlarından nehre geri
dönen akımlardaki tarımsal mücadele ilaçları
ve yapay gübre kalıntıları Dicle Nehri’nin
kirlenmesine etki eden unsurlar olarak
görülmüştür. Azot ve fosfor bileşikleri ile ilgili su
kalite parametre değerlerinin kriterleri aşması
bunu doğrulamaktadır.
Maden ilçe çıkışı, Dicle Baraj aksı ve Diyarbakır
Ongözlü Köprü istasyonlarında sırasıyla
elektriksel iletkenlik değeri 100–1383, 225–
740, 298–525 µmhos/cm arasında; maksimum
renk değerleri 45, 30 ve 30 birim olarak
ölçülmüştür. Bu değerler, ham yüzey suyu kalite
sınıfı için verilen standartların altında kalmıştır.
Yine aynı istasyonlarda toplam sertlik değerleri,
sırasıyla 75–825, 113–350 ve 113–350 mg/l
CaCO3 arasında değiştiğ i, kriterlerde belirlenen
maksimum değeri aştığı ve suyun aşırı sertlikte
olduğu gözlenmiştir.
Maksimum bulanıklık değerleri, Maden ilçe
çıkışında 139,5 NTU, Dicle Baraj aksında 370
NTU ve Diyarbakır Ongözlü Köprü’sünde 190
NTU olarak ölçülmüştür. Bulanıklık değerinin
standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen
maksimum değerlerin üstünde olması Dicle
Nehri’nin çoğu zaman bulanık olarak görülmüş
olduğunu teyit etmektedir. Bu durum nehir
havza koruma alanının bitki örtüsünden yoksun
olması, askıdaki katı maddelerin yüksek ve
erozyon ile taşınan sediment miktarından
kaynaklanmaktadır. Dicle Nehri Diyarbakır
istasyonunda yıllık ortalama taşınan sediment
miktarı 5,275x106 ton/yıl olarak tespit edilmiş
ve akımın en fazla olduğu Ocak ve Şubat
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
57
aylarında sediment taşınımının en yüksek düzeye ulaştığı görülmüştür.
Akarsularda sediment taşınımı yatak yükü ve asılı yük olmak üzere başlıca
iki ayrı biçimde olur. Dicle Nehri fazla eğimli olmayan ova akarsular niteliği
taşıdığı için genelde sediment taşınımı asılı yük halinde olmaktadır. Su
içinde asılı duran sedimentler, Dicle Nehri’nde çözünmüş oksijen dengesini
bozmakta ve su bitkilerinin ihtiyacı olan ışığı azaltmaktadır.
Dicle Nehri’nin çevresinde ve havzadaki araziler erozyona uğramıştır.
Sedimentlerle kirletilmiş ve silt yüklü bir akarsu görünümünde olan Dicle
Nehri görünüş ve estetik olarak bozulmuş ve bölgenin dinlenme yeri olma
niteliğini azaltmıştır.
Yerleşim alanlarından kanalizasyon sistemlerine verilen atık sular, yerleşim
merkezlerinin içinde ve dışındaki endüstriyel atık sularının yan ve kuru
dereler vasıtasıyla taşınması, tarım sahalarından gelen gübre ve tarım
koruma ilaçları, erozyon sonucu taşınan toprak materyalleri ve sediment,
Dicle Nehri’nin kirlenme tehdidi altında olduğunu göstermektedir. Dicle
nehrine atılan evsel ve endüstriyel atıklar, insan yaşamını etkilemekte,
tarımsal sulama amacı ile çekilen nehir suyu ve nehir debisinin azalması
nedeniyle nehirdeki canlı yaşam için gerekli oksijen azalması, su ürünleri ve
balıkların ölmesine sebep olmaktadır. Ayrıca kirlenmiş suların kullanılması
durumunda, yaşam için mutlak gerekli olan su vasıtasıyla birçok hastalık
kolaylıkla yayılmaktadır. Özellikle hastalık yapıcı organizmaların su
kaynaklarında daha kolay gelişebildiği sıcak yaz aylarında, aşırı kullanım
ve buharlaşma gibi kayıpların neden olduğu su yetersizliği, hastalıkların
yayılma hızında artış meydana getirmektedir. Kırsal kesimlerde yaşayan
köylerin büyük bir kısmının içme ve kullanma suyu gereksinimlerini
Dicle nehri ve kolları ile nehir kenarındaki keson kuyulardan karşılaması
durumunda, yaz aylarında tifo, sarılık gibi su ile bulaşan salgın hastalıkların
oluşması muhtemeldir.
Yüzeysel ve yeraltı su kaynakları estetik ölçüler ötesinde yaşamsal ve
ekonomik değer taşımaktadır. Sınırlı olan tatlı su kaynakları hızla artan
kentsel içmesuyu, endüstriyel ve tarımsal su talebini karşılayabilmeleri için,
ciddi ve etkili bir biçimde uzun vadeli programlar çerçevesinde korunmaları
gerekmektedir. Dicle Nehri’nde su kalitesinin değişik kullanım amaçlarına
uygun olarak korunması ve geliştirilmesi amacıyla, kirlilik durumu ile ilgili
58
bilgiler güvenilir ve zamanında elde edilerek, bunların olumsuz etkileri önceden tahmin edilmeli ve
aşağıda belirtilen önlemler ve önerilere dikkat edilmesi gerekir.
1. Su toplama havzalarındaki toprak erozyonunun azaltılması, bu amaçla toprakların ekolojik
kaynaklar olarak kabiliyetlerine uygun biçimde kullanılması, ağaçlandırma faaliyetlerine önem
verilmesi, aşırı ve erken havyan otlatılmasının önlenmesi, ağaçlandırılmış alanların etkili bir
eğitim ve denetim programı ile korunması, taşkın, sulama ve muhtelif amaçlı ardışık barajların
inşa edilmesi,
2. Tarım alanlarından akarsu ortamına karışan drenaj sularındaki kalite standartlarının korunması
amacıyla, öncelikle azotlu gübrelerin seçiminde daha az yıkanan amonyumlu gübrelerin seçilmesine
dikkat edilmesi, pestisid kullanımında yıkanmayan ve kalıcı olmayan kimyasalların seçimine özen
gösterilmesi, çiftçilerin bu konuda eğitilmesi ve yağmurlama veya damlama sulama sistemine
geçilmesi,
3. Her türlü endüstriyel atıkların çevre mevzuatına göre kontrolü yapılmalı ve kirlenmenin en
aza indirilmesi amacıyla alıcı ortam standartlarına uygun atık deşarjını temin edebilecek arıtma
tesisleri kurulmalıdır,
4. Yerleşim yeri evsel ve diğer kaynaklı kirleticiler denetim altında tutulmalı, özellikle kentsel sıvı
atıklar uygun arıtım tesislerinde yeterince temizlendikten sonra akarsu sistemine boşaltılmalıdır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
59
KAYNAKLAR1. Kırımhan, S., Boyabat, N. ve Keskinler, B., “Karasu (Kaynak-Aşkale
Arası) Kirlilik Araştırmaları”, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin
Doğal Su Kaynakları ve Sorunları Sempozyum-611 11-15 Haziran 1984,
Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi. s. 454–470,
Erzurum,1984.
2. Kırımhan, S., “Erzurum İlinin Genel Çevre Sorunları ve Çözüm Önerileri”,
TÜBİTAK-Ulusal Çevre Sempozyumu, 12-15 Kasım 1984, s.707-732,
Adana, 1984.
3. Özdemir, N., “Elazığ Şehir Kanalizasyonunun Keban Barajına Döküldüğü
Yer ve Çevresinde Meydana Getirdiği Kirlilik ve Bunun Su Ürünleri
Bakımından Olumsuz Etkileri”, Fırat Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, 13-15 Ekim 1988, s. 315-318, Elazığ,1988.
4. Kocasoy, G., “Çevre Kirliliğine Genel Bakış”, Atıksu Arıtma Sistemleri,
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası, İstanbul Şubesi, II. Baskı, s.1–
10,İstanbul,1991.
5. Kaya, M., Alkan, C. ve Çetintaş, A., “Dicle Nehri Ağır Metal Kirlenmesi”,
Fırat Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, Fırat Üniversitesi, 13–15
Ekim 1988, s. 191-194, Elazığ,1988.
6. Özberk, H., (1985) “Ergani Bakır İşletmesinin Maden Çayı Üzerindeki
Kirliliğin Araştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, F.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü,
Elazığ, Haziran 1985.
7. Uslu, O., “Çevresel Etki Değerlendirmesi”, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı
Yayını, Önder Matbaa, 168 sa., Ankara, Ekim 1986.
8. Karpuzcu, M, “Çevre Mühendisliğine Giriş”, İstanbul Teknik Üniversitesi
Kütüphanesi, İkinci Baskı, Sayı :1356. İstanbul,1988.
9. Kırımhan, S. ve Aydeniz, A., “Fırat Nehri Havzasında Peri Suyu ile Keban
Baraj Gölüne Taşınan Sediment Miktarının Yağış ve Akış İlişkileri”, Fırat
Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, Fırat Üniversitesi 13-15 Ekim
1988, s.227-235, Elazığ,1988.
10. Kırımhan, S., “Elazığ İlinin Genel Çevre Sorunları ve ÇözümÖnerileri”,
Çevre’89 Beşinci Bilimsel ve Teknik Çevre Kongresi, Başbakanlık Çevre
Genel Müdürlüğü ve Çukurova Üniversitesi, s.361–381, Adana, 1989.
11. Hamidi,N., “Dicle Nehri Kirliliğinin Kaynaklar ve Değişimi Yönünden
Matematiksel Modellerle Belirlenmesi”, Doktora Tezi, F.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, 199 sa.,Elazığ,1994.
12. DSİ., “Dicle Havzası İstikşaf Raporu”, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
DSİ Matbaası, Ankara, 1971.
60
13. DSİ., “Güneydoğu Anadolu Projesi”, DSİ Genel Müdürlüğü Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı,
Ankara, 1980.
14. DSİ., “ Diyarbakır Kenti İçmesuyu Kaynakları Çevre Koruma Projesi”, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü, Dolsar Mühendislik Limited Şirketi,Ankara, Nisan 1997.
15. DSİ., “ Su Kalitesi Analiz Değerleri 2010 Yılına ait Veriler”, Devlet Su İşleri X. Bölge Müdürlüğü
laboratuarı, Diyarbakır, 2010.
16. EİE., “Türkiye Akarsularında Sediment Gözlemlen ve Sediment Taşınım Miktarları”, Elektrik
İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü, Yayın No: 87-44, s.457-494, Ankara,1987.
17. TS 266, “Türk Standartları, İçme Suları”, Türk Standartları Enstitüsü, Ankara, Nisan 1986.
18. Resmi Gazete, “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”. T.C. Resmi Gazete 4 Eylül 1988, Sayı: 19919,
s.13–73, Ankara, 1988.
19. İller Bankası, “Kanalizasyon İşlerinin Planlanması ve Projelerinin Hazırlanmasına ait
Talimatname”, İller Bankası Genel Müdürlüğü, Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara,1971.
20. Muslu, Y., “Su Temini ve Çevre Sağlığı Cilt III”, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi. Sayı:
1314, İstanbul,1985.
21. Uygun İ., Barlas, S. ve Köseoğlu, R., “Su ve Çevre Kirliliği”, Çevre’89, Beşinci Bilimsel ve Teknik
Çevre Kongresi, Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü ve Çukurova Üniversitesi, s.156-175,
Adana,1989.
22. Alışık, A., “Dicle Havzasında Erozyon Sonucu Taşınan Yıllık Toprak (Sediment) Kaybının
Hesaplanmasına ait Bir Uygulama”, Çölleşen Dünya ve Türkiye Örneği, Atatürk Üniversitesi
Çevre Sorunları Araştırma Merkezi, Sempozyumu-7, 13-17 Mayıs 1985, s.21-45, Erzurum,
1985.
62
ÇEVRE PSİKOLOJİSİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
63
Prof.Dr.Remzi OTOD.Ü.T.F. Psikiyatri Anabilim
Dalı-Diyarbakır
63
ÖZETÇevre –insan ilişkisinin psikolojik boyutu 1960’lardan sonra ele alınmaya
başlanmıştır. Çevre–birey etkileşiminde, birey aktif bir rol oynar. Günümüz
yurttaşlığının temel özelliklerinden olan “Aktif Vatandaşlık” çevreye ilgiyi
arttırmış ve çevre odaklı sivil girişimler artmıştır.
GİRİŞİçinde yaşadığımız çevremizin, gelişimimiz, ruhsal yapımız ve kişiliğimiz
üzerinde önemli etkileri vardır. Evliya Çelebi, (1611 - 1682) Bımarhanelerde
(Bimarhane :Osmanlı İmparatorluğu döneminde çoğu zaman cami ve medreselerin
bitişiğinde yer alan tedavi merkezleri.Ancak zamanla yalnızca akıl hastalarının
bakıldığı,tedavilerinin yapıldığı yerlere dönüşmüşlerdir.) psikiyatrik hastaların
tedavisinin, müzik (ney), banyo, su sesi vb. ortam düzenlenmeleri ile
sazendeler ve nazendeler” eşliğinde yapıldığını yazar. Bu dönemde
İstanbul Bayezit ve Amasya Bimarhaneleri en ünlüleri idi. Ancak daha
sonra gelişen psikoloji bilim dalı, 1960’lı yıllarda çevre ile ilgilenmeye
başlamıştırç. Çevre, psikoloji alanında da ilgi odağı olmaya başlamış ve
başta ABD olmak üzere Fransa’da ve diğer ülkelerde makale ve kitaplar
yayınlanmaya başlanmıştır (Barker “Ekolojik Psikoloji” kitabı 1968,Erpicum 1972
de bir makalesinde ele alır.) (MORVAL, J.(Çev:N.Bilgin,): Çevre Psikolojisine Giriş,Ege
Ü.Basımrvei,1995).
Resim 1:Osmanlı Dönemi Anadolu Bimarhanelerinden bir örnek.
İnsan Gelişimi ve Çevre İçinde yaşadığımız çevremiz; kentimiz,semtimiz,evimiz, caddeler ve cami/
kilise gibi inanç mekanları ile okul gibi eğitim kurumlarımızın, ağaçlar,
orman, göl/akarsuların başta kişiliğimiz olmak üzere ruhsal yapımız
üzerinde oldukça önemli etkileri vardır. Bu çevre faktörleri her bireyin
psikolojik haritasında bir şekilde yer alır. Bu harita, bireyin bir yerle ilgili
kurduğu iç imgedir. Mekanlar, sokaklar, evler bunların duygusal yükleri
ve aralarındaki bağlanış biçimidir. Bu psikolojik haritada birey, aşağıdaki
şemada da gösterildiği gibi çevrelenmiş durumdadır. (Şema 1). Bireyler
64
yaşadıkları mekanlarla bazan bir “psikolojik
özdeşleşme” yaşarlar ve bu mekanlar onlara
geçmişten geleceğe önemli psiko-sosyal etkiler
yaşatırlar. Bazı mekanlarda huzur ve mutluluk,
bazılarında hüzün ve keder hissedilebilir.
Psikolojik haritada yer alan her mekanın bireyin
düşünce, duygu ve davranışı üzerinde kendine
özgü bir etkisini bulmak her zaman olasıdır.
Şema 1:Birey ve Çevre
Çevre ve StresStres bilindiği üzere bireye bir psikolojik tehdit
oluşturan ve bireyin psikolojik dengesini
bozmaya yönelik her hangi bir baskı olarak
tanımlanabilir. Bu durum uygun bir uyaran
düzeyinde ise bireyin gelişimine katkıda
bulunabilirken, sürekli ve yoğun olduğunda başta
psikolojik sorunlar (depresyon, anksiyete vb)
olmak üzere sosyal (uyumsuzluklar,çatışmalar
vb) ve organik sonuçlara (ağrılar,kalp ve damar
sorunları vb.) yol açabilir.
Son yıllarda özellikle kentleşme ve bireyselleşme
sonucu insanların yeni bir stresle tanıştıklarından
sık sık söz edilmeye başlanmıştır.Bu nedenle
insanı kalabalık içinde yalnızlaştıran ve “Kır”ın
doğal güzelliklerinden (yeşil alanlar) yoksun
kentlerin çevre psikolojisi açısından ele alınması
zorunlu hale gelmiştir. Yukarıda da değinildiği
gibi, çevre psikolojisi bir psikososyal alan olarak
çevrenin kişinin düşünce, davranış ve duyguları
üzerindeki etkisini inceleme alanı olarak ele alır.
Kentin yaşam koşullarında bireyin algılamaları,
davranışları, beklentileri ve ilişkilerinin ele
alındığı şemada (şema 2) bu karmaşık durum
gösterilmeye çalışılmıştır. (Bilgin,N: Çevre Psikolojisi)
(Güvenç,B.:İnsan Ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994)
Şema 2:Kentin Bireye Etkisi
Birey, Kültür ve ÇevreÇevre-birey etkileşimi sorunlu olabileceği
gibi, çözüm de üretebilir. Son on yılda çevreye
ilginin altında yatan temel nedenlerden biri
de çevrenin yeniden düzenlenerek bireye ve
topluma katkısının arttırılmasıdır. (Bulut.Y.,Göktuğ
,T.H.:Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak
İyileştirme Bahçeleri.GOÜ Ziraat F.Derg.2006,23(2),9-15.)
Birey açısından çevre bütüncül olarak ele
alındığında üç ayrı çevreden söz edilebilir;
a. Micro çevre:Kişsel alan, mahremiyet alanı
b. Mezzo çevre; Evlerimiz,ailelerimiz, komşuluk
ilişkileri,mahallelilik.
c. Makro alan:Kentlerimiz,Kentsel Nüfus,Ulusal
Bağlar vb.
Kişiliğimizin karakteristiklerini oluşturan
algılarımız ve tutumlarımız bu çevrelerle
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
65
ilişkimiz sonucu oluşur. Microçevrede birey kendi çevresel sınırlarını
resimdeki gibi sınırlamıştır; bireyin yer aldığı merkezden çevreye doğru,
özel alan (0-0.50 m.), kişisel alan (0.50-1.20 m.), sosyal alan (1.20-3 m.) ve
ortak alan (3.m sonrası) ortalama uzaklık birimleri ile birlikte verilmektedir.
Bu sınırlar bireyin algı ve tutumlarını doğrudan etkiler.Sınırların çeşitli
şekillerde ihlali bireyde kaygı yaratır.Özellikle batı bireyci kültürlerinde
bu sınırlar oldukça belirgin iken, bizim gibi gelenekçi -toplulukçu Asya
kültürlerinde bu sınırlar biraz daha geniş ve esnektir. (şema 3 ve şema 4)
(Kağıtçıbaşı,Ç:İnsan ve İnsanlar) (Şerif,M.,Şerif,C.:Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal
Yayınları,1995).
Şema 3:Bireyci Kültürde Birey-Çevre İlişkileri
Şema 4:Toplulukçu Kültürde Birey-Çevre İlişkileri
66
Sağlık ve ÇevreBirey – çevre ilişkileri düzenlendiğinde kültürel
özellikler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Birey çevreyle özdeşleşmeyi kendi kültürü
doğrultusunda gerçekleştirmektedir. Yeşil
alanlar, yaşam alanları oluşturulurken bireye
ve topluma huzur veren, olumlu çağrışımlar
yaptıran ve sonuçta stresini azaltan ya da
stresiyle başa çıkmasının kolaylaştıran etkenler
öncelikli olmalıdır.
Psikiyatrik tedavi girişimlerinde de yaşam ve
yeşil alan düzenlemelerinin özel bir önemi
bulunmaktadır. Hastalara yönelik meşguliyet
yada beceri kazandırma tedavilerinde bahçe
düzenlemeleri özel bir öneme sahiptir. Hastaların
birlikte etkinlikte bulundukları bu bahçelerde
peysajdan, ürün elde etmeye kadar birçok
etkinlik düzenlenebilmektedir. Hastalar birlikte
olmanın, öğrenmenin, deneyimini paylaşmanın,
üretmenin ve belki de en önemlisi kendi bedeni
dışında bir şeylerle olumlu uğraşmanın verdiği
etki ile iyileşmelerinde önemli gelişmeler
olabilmektedir.
Yerel yönetimler son yıllarda özellikle büyük
kentlerde (İstanbul, Ankara, Bursa) “hobi
bahçeleri” oluşturmuşlardır. Yalnızca hasta
insan değil sağlıklı insanın da sağlığını korumak
ve daha sağlıklı bir yaşamı için yeşil alana
olan gereksinim ve ilgi günümüzde giderek
artmaktadır.Kentli bireyin kentiyle “aidiyet
bağı” kurması için çevre düzenlemelerinin özel
bir yeri vardır.Bu bağlamda yerel yönetimlerin
bu alana ilgilerinin artacağı beklenmektedir.
SONUÇİster dağlar ovalar gibi doğal olsun, ister
binalar,köprüler, cami ve kiliseler gibi yapay,
ister diğer insanlarla ilişkileri düzenleyen
sosyal, ister uzaklıkla ilişkili micro,mezzo ve
makro insan ilişkileri olsun, çevre gelişimin her
döneminde önemlidir. Kültürle de ilişkili olarak
algılanan ve içselleştirilen/özdeşleştirilen
çevreye ilgi gelecek on yıllarda da önemli yerini
koruyacaktır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
67
KAYNAKLAR1. Morval, J.(Çev:N.Bilgin,): Çevre Psikolojisine Giriş,Ege Ü.Basımrvei,1995.
2. Güvenç,B.:İnsan ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994
3. Kağıtçıbaşı,Ç:Sosyal Psikoloji,Evrim yayınevi,1984.
4. Şerif,M.,Şerif,C.:Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal Yayınları,1995
5. Güvenç,B.:İnsan Ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994
6. Bulut.Y.,Göktuğ ,T.H.:Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak
İyileştirme Bahçeleri.GOÜ Ziraat F.Derg.2006,23(2),9-15.
68
DİYARBAKIR’DA ÇÖP SORUNU VE KATI ATIK YÖNETİMİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
69
Deniz KIRAÇÇevre Müh. (Diyarbakır
Büyükşehir Bel. Çevre
Koruma ve Kontrol Daire
Bşk. )
69
Kentlinin Temizlik Kültürü ve DeğişimiOrtak kullanım alanlarında yaşamsal faaliyetlerin yürütülmesinde üretim
ve tüketim faaliyetleri sonucu atık üretilmektedir. Kentlerdeki insan nüfusun
gün geçtikçe artması ile beraber üretilen atık miktarı ve çeşitliliğinde
artışı beraberinde getirmektedir. Diyarbakır’da 1970 öncesinde kentli
yaşam kültüründe temizlik olgusu önemli bir yer tutmaktaydı. Genel
itibariyle 2-3 kat olan evlerde kent sakinleri her sabah kültürleri gereği
yaşam konutlarının sokaklara açılan kapılarını komşularının konutuna
kadar temizlemekteydi. Ancak kentlere göçlerin artması ve çok katlı
binaların inşasıyla bu kültürdeki alışkanlıklar terk edilmeye başlamıştır. Bu
bozulmayla beraber kirli bir Diyarbakır ile kentli yüz yüze kalmıştır.
Kent merkezinde toplanan atıkların bertarafı ile ilgili 1989-1994
tarihlerinde Urfa Yolu Talaytepe yamacındaki çukur alanlara ve 1989 yılı
öncesi Dicle nehir yatağına ve 10 gözlü köprü civarına atıklar istiflenmiştir.
Mevcut durumda da eski Urfa Yolu 37. km.’deki Keşiştepe mevkiinde vahşi
depolama sahasında atıklar bertaraf edilmektedir.
Kent Temizliği Sorunu ve ÇözümleriYukarıdaki kent temizliği gültürünün aşınmasıyla özellikle 1980 yıllarından
sonra kirli bir Diyarbakırı temizlemek amacıyla çalışmalar başlatılmış ve
bu çalışmalar 2000 yılından sonra sistematik bir şekilde yürütülmeye
başlandı. Ticari alanların yoğunluğu nedeniyle ana caddelerdeki kirlenme
oranı diger alanlara göre daya yüksektir. Bunun nedeni esnafın atıklarını
geçici biriktirme kutularının olmaması ve zamansız yapılan temizlik sonucu
toplanan atıkların caddeye atılmasıdır.
Bir diğer etken ise ticari alanlarda alış-veriş amacıyla bulunan kentlinin
aparatif yiyecek ambalajlarının caddelere gelişi güzel atmasıdır. Ana
caddelerdeki kirliliğin azaltılması esnafın iş yerlerinde geçici atık biriktirme
kutuları bulundurmaları, caddelere ambalaj atıkları biriktirme kutularının
bırakılması ve temizlik bilincinin geliştirilmesi ile sağlanacaktır.
Ticari alan dışındaki mekanlarda kirliliğin birincil etkeni kentlinin
günün her saatinde atıklarını sokak ve caddelere bırakılmasından
kaynaklanmaktadır. Mevcut sistemde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
sınırları içinde evsel nitelikli katı atıklar poşetlenerek sokak ve caddelewre
bırakılmaktadır. Evsel mutfak atıklar ambalaj atıkları ile poştlenmeleri
70
nedeniyle poşetlerde büyük oranda yırtılma ve
bunun sonucu olarakta yaş atıklardaki sızıntı
suların sokak ve caddelerdeki sert zeminlere
sızmasına neden olmaktadır. Sızıntı sularının
sokak ve caddelerin sert zeminlerinde uzun
süre kalarak koku ve kenli sağlığını tehdit eden
bir etken olmaktadır. Bu sorunun temel çözümü
kent geneline öncellikle çok katlı yapılaşmanın
olduğu bölgelerde hane halının sayısına göre
uygun alanlara yeterli sayıda evsel atıkların
geçici bırakılacağı konteynırların bırakılmalı.
Ambalaj atıklarının geri dönüşü içinde
siteleşmenin olduğu bölgelerde sitelerin uygun
alanında ambalaj atıkları geçici biriktirme
üniteleri yapılmalıdır. Bu uygulamalarda eş
zamanlı olarak ve sürekli halkı bilgilendirme
faaliyetleri yürütülmelidir.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları
içinde toplanan atıklar eski Urfa Yolu 37.
km.’deki keşiştepe mevkinde bulunan bir
alanda depolanmaktadır. Depolama yöntemi
vahşi depolamadır. Vahşi depolama nedeniyle
depolama alanı bölgesinde bulunan yer altı
suları sızıntı suları nedeniyle ciddi risk altında.
Yaz aylarındaki kontrolsüz yanmalar nedeniyle
oluşan emisyonlar hava kirliliğine neden
olmaktadır. Depolama sahasın bu şekilde
işletmesi ciddi çevre ve halk sağlığı riskini
beraberinde getirmektedir.
Diyarbakır’ın Yeni Entegre Katı Atık Yönetimi Planı Entegre katı atık yönetim planı il diyarbakırdaki
11 belediyenin atık yönetimi oluşturularak,
katı atıklarardan kaynaklı kirlilik ve yaşanan
olumsuzluklar tamamen ortadan kaldırılacak.
Bu hizmetin yürütülmesi amacıyla Diyarbakır
İli Çevre Hizmetleri Birliği kuruldu. Birlik birlik
büyükşehir, Bağlar, Yenişehir, Kayapınar ve Sur
Belediyelerinden oluşmakta.
Diyarbakır EKAY projesiyle ;
• Toplumsal bilinçlenme, katılım ve atıklardan
kaçınma
• Geri kazanım
• Atık toplama ve cadde/sokak süpürme
• Atık aktarma ve taşıma
• Atıkların işlenmesi
• Atıkların bertarafı
• Tıbbi atıklar dahil özel atıkların yönetimi
• Kurumsal yapı
Konularında yaşanan sorunlar çözülecektir.
Birlik Belediyesi sınırları dahilinde sürekliliği
olan eğitim çalışmaları başlatılacak. Bu eğitim
çalışmaları basın yayın yoluyla, okullarda
verilecek eğitimlerle ve halkla yüz yüze
gerçekleştirilecek görüşme progremlarla
yürütülecektir.
Yürütülecek eğitim çalışmalarında temel amaç
kent sakinlerinin tüketim alışkanlıklarından
kaynaklı atık üretimini minimize etmek ve geri
kazanımın desteklenmesi sağlanacak.
Sürdürülebilir bir çevre için geri dönüşü
mümkün olan kuru ve yaş atıkların ayrı
toplanması ve yeniden kullanımı sağlanacak.
Dönüştürülebilecek atıklar kaynağınada ayrı
biriktirilecek ve toplanacak. Diyarbakır kent
merkezinde kurulacak ayırma tesisinde atıklar
sınıflarına göre ayrılarak atık işleme tesisilerine
nakil edilecek. Yaş atıklarda yıllık 15.000 ton/yıl
kapasiteli kompost tesisinde işlenerek tarımsal
alanda kullanımı sağlanacak.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
71
Birlik sınırları içindeki 11 belediyenin sokak ve caddelerindeki atıkların
süpürülmesi ve toplanması işlemi birlikteki tek organizasyon ile
yürütülecek. Sokakların temizliğinde vokumlu süpürme araçlarına öncelik
verilecek. Toplama sisteminde geçici biriktirme için sokak ve caddelere
yeterli sayıda alandaki yapı goğunluğunun dağılımına göe aralıklı olarak
konteynır bırakılır. Atık toplama işleminde hidrolik sıkıştırmalı kapalı
sistem araçlar kullanılacak.
Atık aktarma istasyonları birlik üyesi belediyelerinin nüfus durumuna göre
inşa edilecek. Büyükşehir belediyesi sınırları içindeki atıkların aktarımı
mevcut aktarma istasyonu revize edilerk kullanılacak. Ancak aktarma
istasyonu olmayan merkez ileçelrin dışındaki ilçelere yeni aktarma
istasyonları inşa edilecektir. Aktarma istasyonlarından bertaraf sahasına
taşıma işlemi kapalı sistem araçlarla yapılacak.
Düzenli depolama sahalarında depolanabilecek atıkların nihai depolaması
için bir düzenli depolama sahası inşa edilecektir. Bu düzenli depolama sahası
AB sıtandartlarına göre dizayn edilecek. Zemin sızdırmazlık, sızıntı suların
toplanması ve ileri düzeyde arıtılması ve depolanan atıkların sıkıştırılarak
günlük örtülmesi ile olumsuz çevresel etkiler ortadan kaldırılacak.
Depolama sahasında oksijensiz yanmadan kaynaklı meydana gelen gazlar
elektrik enerjisine dönüştürülecek . Elektrik üretimi demoplama sayasının
işletime açılmasından 5 yıl sonra yapılacak. Üretilen elektrik enerji ilgili
kurumlarla yapılacak anlaşmalar ile satışı sonucu gelir elde edilecek.
Elde edilecek bu gelir saha işletme giderlerini 10. yıldan sonra tamamen
karşılayacak miktardadır.
Birlik sınırları içinde sağlık kurum ve kuruluşlarında üretilen tıbbi atıklar
ilgili yönetmenliklere uygun olarak toplanacak. Diyarbakır merkezdeki
aktarma istasyonu alanında kurulacak sterilizasyon tesisinde toplanacak
atıklar sterilasyon tesisinde işlendikten sonra evsel nitelikli atıklarla
depolama sahasına taşınacaktır.
Tehlikeli atıkların geçici depolama ünitesi düzenli depolama sahası alanı
içinde gerçekleştirilecektir.
Yukarıdaki çalışmaların tek elden daha iyi ve daha hızlı yürütülmesi için
72
kurumsal yapı güçlendirilecek. Mevcut durumda yönetmenlikler gereği atık hizmetlerini her belediye
kendi sınırları içinde yürütmektedir. Bu durum hizmetlerde farklılık ve hizmetlerin yürütülmesinde
daha yüksek maliyetlerin harcanmasına neden olmaktadır. Diyarbakır EKAY projesinin hayata
geçmesiyle beraber birlik üyesi belediyelrin atık yönetimindeki hizmetleri birlikçe yürütülür. Bu
hizmetlerin karşılığı olarak ilgili belediylere nüfusları ve yönetmenliklerdeki görevleri oranında
mali aktarım yapacaktır.
Diyarbakır EKAY projesinin hayata geçmesiyle Diyarbakır İli Çevre Hizmetleri Birliği üyesi 11
belediyenin atık yönetim sistemi 20 yıllık süreyle oluşturulacak ve AB standartlarında atık yönetimi
hizmeti verilecektir.
74
ÇEVRE YÖNETİMİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
75
Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürü
75
Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü
Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü’nün Görevleria. Çevre kirliliği ile ilgili olarak mahallinde ölçüm ve tespit yapmak,
b. Kurulacak tesisler için Bakanlık ve Valilik Makamı’nca istendiğinde alıcı
ortam özelliklerine göre çevre kirliliği yönünden görüş vermek, izlemek
ve gerektiğinde müdahale etmek,
c. Atıklar ve kimyasallar ile ilgili olarak belirlenen esaslara göre verilen
görevleri yapmak,
d. Gerekli durumlarda hazırlanan acil müdahale planına göre verilen
görevleri yapmak,
e. Kara kökenli kirleticilerin neden olduğu kirliliği önlemek ve azaltmak
için alınan önlemleri uygulamak,
f. Su kaynaklarının ekolojisini bozacak kirlenmeye neden olacak her türlü
faaliyetin kuruluş aşamasından itibaren denetimini yapmak,
g. Kuruluşlarca yapılan ve yerel yönetimler tarafından izin verilen tesisler
ile yerel yönetimlerce yapılan atık toplama ve deşarj sistemlerinin
Çevre Kanunu ile ilgili Yönetmeliklerde belirtilen çevre standartlarına
göre kontrolünü yapmak,
h. Mahallinde çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti izlemek,
denetlemek, tehlikeli hallerde ya da gerekli durumlarda faaliyetleri
durdurmak için gerekli işlemleri başlatmak, ayrıca mahallinde mevcut
uygulayıcı kurum ve kuruluşların bu konudaki taleplerini Bakanlığa
iletmek,
i. İlin doğal zenginliklerini göz önünde bulundurarak korunması gerekli
görülen alan ve kaynakları tespit etmek, özellikleri ile birlikte Bakanlığa
sunmak,
j. Arazi kullanım kararlarına uygun olarak tespit edilen alanlarda koruma
ve kullanım esaslarına ilişkin olarak yapılacak uygulamalara katılmak
ve İldeki kuruluş temsilcileri ile işbirliği yapmak,
k. Mahalli Çevre Kurulu kararı gereğince, çevre kirliliğinin önlenmesi ve
çevrenin iyileştirilmesine ilişkin il düzeyinde uygulama programları
hazırlamak, uygulamaları izlemek, diğer bakanlıkların ilde mevcut taşra
teşkilatları ve kuruluşlarla işbirliği yapmak ve koordinasyonu sağlamak,
l. Çevre Kirliliğini Önleme Fonu gelirlerinin diğer Bakanlıkların il
düzeyindeki Taşra Teşkilatları kuruluşlarca yapılan tahsilâtlarını izlemek
ve fona ilişkin gelir paylarının fona intikalini sağlamak,
m. Mahalli Çevre Kurulunun sekretarya işlerini yürütmek,
76
n. İldeki çevre ile ilgili eğitim faaliyetlerini
düzenlemek.
Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü Mevzuatı2872 Sayılı (Değişik 5491 sayılı) Çevre Kanunu
Hava Yönetimi • Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi
Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi :
06.06.2008 | Sayısı : 26898)
• Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü
Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi :
03.07.2009 | Sayısı : 27277)
• Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği
(Resmi Gazete Tarihi : 04.04.2009 | Sayısı :
27190)
• Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin
Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi
: 13.01.2005 | Sayısı : 25699)
• Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve
Yönetimi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi :
04.06.2010 | Sayısı : 27601)
• Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin
Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik
(Resmi Gazete Tarihi : 12.11.2008 | Sayısı :
27052 )
Atık Yönetimi• Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
(Resmi Gazete Tarihi : 14.03.2005 | Sayısı :
25755)
• Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi
Gazete Tarihi : 14.03.1991 | Sayısı : 20814)
• Atıkların Yakılmasına İlişkin Yönetmelik
• (Resmi Gazete Tarihi : 06.10.2010 | Sayısı :
27721)
• Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin
Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 05.07.2008
| Sayısı : 26927)
• Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi
Gazete Tarihi : 22.07.2005 | Sayısı : 25883)
• Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği
(Resmi Gazete Tarihi : 19.04.2005 | Sayısı :
25791)
Kimyasallar Yönetimi• Büyük Endüstriyel Kazaların Kontrolü
Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi :
18.08.2010 | Sayısı : 27676)
• Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların
Sınıflandırılması, Ambalajlanması ve
Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelik (Resmi
Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092)
• Tehlikeli Maddelere ve Müstahzarlara İlişkin
Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve
Dağıtılması Hakkında Yönetmelik (Resmi
Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092)
• Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların
ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve
Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında
Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi :
26.12.2008 | Sayısı : 27092)
• Kimyasalların Envanteri ve Kontrolü
Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi
: 26.12.2008 | Sayısı : 27092)
Su ve Toprak Yönetimi• Atıksu Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf
Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde
Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik
(Resmi Gazete Tarihi : 27.10.2010 | Sayısı :
27742)
• Evsel ve Kentsel Arıtma Çamurlarının
Toprakta Kullanılmasına Dair Yönetmelik
(Resmi Gazete Tarihi : 03.08.2010 | Sayısı :
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
77
27661)
• Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara
• Dair Yönetmelik , Yönetmelik Ekleri (Resmi Gazete Tarihi : 08.06.2010
| Sayısı : 27605)
• Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 31.12.2004 |
Sayısı : 25687)
• Kum Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması ve İşletilmesinin Kontrolü
Yön (Resmi Gazete Tarihi : 08.12.2007 | Sayısı : 26724)
Ölçüm ve İzleme • İyi Laboratuvar Uygulamaları Prensipleri, Test Birimlerinin
Uyumlaştırılması, İyi Laboratuvar Uygulamalarının ve Çalışmalarının
Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 09.03.2010
| Sayısı : 27516)
• Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliği (Resmi
Gazete Tarihi : 05.09.2008 | Sayısı : 26988)
İzin ve Denetim • Çevre Görevlisi ve Çevre Danışmanlık Firmaları Hakkında Yönetmelik
(Resmi Gazete Tarihi : 12.11.2010 | Sayısı : 27757)
• Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında
Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.04.2009 | Sayısı : 27214)
• Çevre Denetimi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 21.11.2008 | Sayısı
: 27061)
Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü – Teknik Eleman Durumu9 adet Mühendis
Çevre Yönetimi Şube MüdürlüğüAtıksu Arıtma Tesisi
• İlimizde Büyükşehir Belediyesi yönetiminde 135.000 m3/gün kapasiteli
1 adet atıksu arıtma tesisi bulunmakta, tesis fiziki arıtma olarak hizmet
vermektedir.
• Tesisin biyolojik arıtma kısmı IPA kapsamında projelendirilmiştir.
• Katı Atık Depolama Sahası
• İlimizde evsel nitelikli katı atıklar vahşi depolama yöntemiyle
biriktirilmektedir.
• Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığınca Düzenli Depolama
78
Tesisi Projesi hazırlanmış olup projenin ÇED
ve fizibilite süreci bitmiştir. Bakanlığımız
tarafından gerekli finansmanın sağlanması
halinde proje faaliyete geçirilecektir.
İlimizde günlük;• 580 ton evsel nitelikli katı atık,
• 4,25 ton tıbbi atık
toplanmaktadır.
2010 yılı sonu itibariyle;• 75 Adet B Grubu Emisyon İzni,
• 7 Adet deşarj İzni verilmiş,
• 36 Adet Atık Su Arıtma Projesi onaylanmıştır.
Isınmadan Kaynaklı Hava Kirliliği• İlimizde 4 yıl öncesine kadar kalorifer yakıtı
satan firmalara hiçbir cezai müeyyide
uygulanmamışken son 5 yılda toplam 53
firmaya cezai müeyyide uygulanmıştır.
• 1990 - 2004 yılları arasında ilimizde
SO2 miktarı ortalama 172 µg/m3 iken
İl Müdürlüğümüzce yapılan çalışmalar
neticesinde son 5 yılda bu oran ortalama 44
µg/m3 olmuştur.
Ülkemizde bir ilk olarak İl Müdürlüğümüz
tarafından hazırlatılan internet tabanlı bir
yazılım ile ilimize girişi yapılan kömürlerin tüm
detaylarıyla bilgisayar ortamında anlık olarak
izlenebilmesi sağlanmıştır.
Geri Dönüşüm• Ülkemizde bir ilk olarak İl Müdürlüğümüzce
başta okullar olmak üzere tüm Kamu Kurum
ve Kuruluşları ile Sivil Toplum Örgütlerinin
kağıt ve plastik atıklarının toplanarak
tekrar ekonomiye kazandırılması işlemine
başlanmıştır.
• Başta okullar olmak üzere tüm Kamu Kurum
ve Kuruluşlarına geri dönüşüm kutuları
dağıtılmıştır.
Geri dönüşümün sağlanması için bir araç ve bir telefon
hattı (444 10 21) tahsis edilmiştir.
• İl Müdürlüğümüzce, ilimizdeki kamu
kurumlarında gizlilik arz eden evrakların
geri dönüşüme kazandırılması amacıyla bir
kağıt imha makinesi alınarak kurumların
hizmetine sunulmuştur.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
7979
Çevre Eğitimi• Çevre eğitimi ile ilgili profesyonel bir eğitim CD si, bir kitap, birer adet
Çevre ve Orman Andı hazırlanarak ilimizdeki tüm okul ve öğretmenlere
dağıtımı yapılmıştır.
• İlimizdeki tüm okullarda (ilçe ve köy okulları dahil) slayt destekli çevre
eğitimleri verilmiştir.
• Bu eğitim seti ülkemizdeki
• Tüm İl Çevre ve Orman Müdürlükleri,
• Tüm İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine dağıtılmıştır.
DİYARBAKIR’DA KENTLEŞME SORUNLARI
82
DİYARBAKIR’DA ŞEHİRCİLİK VE ÇARPIK KENTLEŞME
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
83
Türkan KejanlıDicle Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi
83
ÖZETDiyarbakır, tarih boyunca konumu, önemli tarihi ticaret ve askeri ulaşım
aksında yer alması, bölgesel merkez olması, toprağın verimi gibi
özelliklerinden dolayı nüfus hareketlerine maruz kalmış ve birçok uygarlığa
beşiklik etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, Mezopotamya
bölgelerindeki kültürlerin kent gelişiminde etkin olmasına bağlı olarak
karma bir kentsel morfolojiyi de bünyesinde barındırmıştır.
Bulunduğu dönemin şartlarına ve özelliklerine göre şekillenen kentin
bilinen ilk şehircilik uygulaması, biri birini dik kesen ana yolları ve bu yolların
altından geçen kanalizasyon ağının yapımı ile Helen ve Roma dönemine
tarihlenmiştir. Kent, Cumhuriyet dönemine kadar da egemenliğinde
kaldığı devletlerin özelliklerini yansıtır biçimde gelişmiştir. Evler, camiler,
kiliseler gibi anıtsal ve sivil mimarlık yapılarının konumu, sokak dokusu ve
bu dokuyla ilişkisi gibi kentsel belirleyiciler, kentin şekillenmesinde etkili
olmuştur.
Cumhuriyet dönemi ile birlikte birçok Anadolu kentinde olduğu gibi
Diyarbakır’ın kentsel gelişiminde Türkiye’de yaşanan tarihsel dönüm
noktaları ve yaşanan nüfus hareketleri etkin rol oynamıştır. Bunların yanı
sıra, kentin mekânsal yapısının ve makro formunun oluşumunda Dicle
Vadisi, topografik yapı, surlar, ana ulaşım bağlantıları, imar planları gibi
tarihi, coğrafi etkenler ile yatırım ve planlama kararları, kısıtlayıcı, çekici
veya düzenleyici etkenler olarak belirleyici olmuşlardır.
Diyarbakır’da Tanzimat Dönemi ŞehircilikDiyarbakır’da Tanzimat sonrası bayındırlık çabalarının ilkine 1868–1875
yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapan Kurt İsmail Paşa döneminde
rastlanılmaktadır. İlk kent dışına çıkış hareketi bu valinin Elazığ yolu
üzerinde “Seyran Tepe” olarak bilinen yerde bir hastane, bir kışla, bir
cami (Resim 1) ve “Mülkiye Dairesi”ni yaptırmasıyla başlar. Daha sonra ise
bunları Rüştiye Okulu ile “Fis Kayası” üzerinde yaptırdığı bir sanat okulu
izler.
1870 tarihli Vilayetler Kanunu ile vilayet merkezlerine İstanbul’dan gelen
devlet memurlarının yerleştirilmesi, yeni tanımlanan yönetim işlevlerini
barındırması için bir merkez inşa edilmiştir [1].
84
Resim-1 1940 Yılında Cami, Hastane ve Kışlanın
Görünümü
XIX. yüzyıl sonlarına kadar kent sınırlarını
korumuş, bu tarihten itibaren dış etmenler
sonucu, kentsel arazi kullanımına eklenen
demiryolu, yönetici merkez, göçmen mahallesi,
askeri kışla gibi yeni öğeler ile birlikte büyüme
ve değişme sürecine girmiştir [1]. Diyarbakır sur
içi bölgesi kapalı orta çağ kenti olma özelliğini,
XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki bazı politikalarla
dışa taşmaya başlayana kadar korumuştur.
Cumhuriyetle birlikte bu kapalılık bozulmaya
başlayacaktır.
1916 yılında sur içinde bir imar operasyonu
yapılmış, Dörtyol-Saray kapısı arasındaki cadde
açılmış, Dağ kapısından yeni gelişme alanlarına
doğru geniş bir çıkış açılmış, bu sayede
Dörtyol-Dağ kapı caddesi oluşarak Elazığ yolu
ile ilişkilendirilen bulvarla bütünleştirilmiştir
(Şekil 1). Dörtyol-Urfa kapı arası batı surlarına
içten paralel giden bir cadde de sur içi ulaşım
aksı olarak açılmıştır. Böylece Dörtyol bir trafik
odağı haline getirilmiştir.
Aynı zamanda bu operasyonlar, geleneksel
ticaret aksının yeni caddelere doğru kaymasını
sağlamış, kentin gelişme doğrultusunda yer
alan Elazığ caddesinin “prestij ekseni” olarak
gelişmesi sürecini başlatmış ve mevcut ticaret
aksının da yenilenmesine yol açmıştır.
Şekil-1 1916 yılında yapılan imar operasyonları
Diyarbakır’da Cumhuriyet Sonrası Şehircilik ve 1932 Yılı İmar PlanıCumhuriyetin ilanı ile birlikte Ankara merkezli
kent planlaması öne çıkmaya başlamıştır.
Ankara’nın başkent olması ve modern kent
yaratma çabaları Anadolu’daki birçok kent
gibi Diyarbakır’ı da etkilemiştir. Jansen’in
Diyarbakır’ı ziyareti ve bazı önerilerde
bulunduğu sur dışı planında yer alan geniş bir
alanın kamulaştırılması, ilk defa sur dışında
kamu kuruluşlarının yerleşmesi şeklinde kentsel
ölçeğe yansımıştır.
Cumhuriyetten sonra büyük bir hızla başlayan
imar faaliyetlerinin amacı, sur içine sıkıştırılan
Diyarbakır şehrini dışarı çıkarmak ve yeni bir
şehir kurmaktır [2]. Kent dışında da yeni bir
yerleşim odağı yaratılmış ve kentin sur dışına
taşması sağlanmaya çalışılmıştır. 1932 yılında
Birinci Umum Müfettişinin yardımı ile “Nafia
Vekaleti”nden Diyarbakır’a gönderilen bir fen
heyeti Diyarbakır şehrinin imar planını yapmıştır
(Şekil 2). Bu imar planına göre meydanları,
caddeleri, parkları ve bütün modern ihtiyaçları
ile eski Diyarbakır kenti yanında, Dağkapı ile
İstasyon arasında modern bir kent kurulacaktır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
85
Cumhuriyet döneminde oluşan Avrupalılaşma ve “Bahçe Şehir” ütopyasının
Türkiye’ye yansımasının bir sonucu olan sur dışına taşma ve batıya doğru
genişleme biçimi Diyarbakır’da da yansımasını bularak, sur dışında bahçeli
evler yapılması döneminin başlanmasına yol açmıştır [3]. Bu durum, sur
içindeki kullanıcıların sur dışındaki bahçeli evlerde yerleşmeyi prestij
meselesi sayarak o bölgelere kaymaları sürecini başlatmıştır.
Yeni kent için öngörülen alanın Belediye tarafından tamamıyla istimlâk
edilmesi, Devlet planlarına ve umumi yerlere ait kısımların ayrılarak
diğer kısımlarının çok ucuz bir fiyat karşılığında halka satılması ve planın
uygulanmasına başlanması dönemini ortaya çıkarmıştır. Yeni kent alanında
1 yıl içinde; Birinci Umumi Müfettiş Konağı, Kolordu Komutanı Konağı
ve büyük bir garaj yapılmıştır. Dağkapı çıkışında ise, yolun iki kenarında
Halkevi Binası, Ordu Evi, Halkevi Kütüphanesi, Vali Konağı, Nafia Binası,
Belediye Evi ile özel bir ev yapılmıştır [2] (Resim 2, Şekil 3).
Şekil 2 1932 yılı İmar Planı. Kaynak: Neslihan Dalkılıç arşivi.
Resim 2 1933 yılında Dağkapı çıkışında, yolun iki kenarında, yer alan yeni binalar.
(Kaynak: Gabriel, 1940)
86
Şekil 3 Sur dışına çıkış. (Kaynak. Kejanlı, 2004)
Bunların yanı sıra, sur içi’nden başlayarak
batıda demiryolu ile sınırlanan Yenişehir,
Kooperatif ile Şehitlik mahallesinin bir kısmını
kapsayan “Yenişehir bölgesi” gelişmeye
başlamıştır. Yenişehir mahallesini Kooperatif
ve Şehitlik mahallerinin kurulması izlemiş ve
kent, bu bölgelerde planlı gelişme göstermiştir
[4]. İmar planı yapılan alanlarda bahçeli ve
düşük yoğunluklu konut dokusu, kamu yapıları
ve kentsel donatı alanları yer almıştır. Sur içi
bölgesinde yaşayan yüksek gelirli gruplar ile
memurlar, Yenişehir Mahallesine doğru yer
değiştirmiş ve sur içindeki konut alanlarının
toplumsal açıdan niteliği farklılaşmış, sur
içi, yaşanan bu süzülme hareketi ile küçük
memurların ve köyden göçle gelenlerin yerleşme
bölgesi durumuna gelmiştir [3]. Devlet İstatistik
Enstitüsü verilerine göre kentin 1927 yılında 47
397 olan nüfusu, 1935 yılında 50 316 kişiye,
1940 yılında 66 103 kişiye, 1950 yılında 72 267
kişiye ulaşmış ve sur içindeki yoğunluk artarak
tarihsel ekolojik avlulu evlerin yerine, niteliksiz
yapıların inşa edilmesi sürecini başlatmıştır.
Kent merkezini, içeriden ve dışarıdan saran ve
sur diplerine yaslanan gecekondular, birer kuşak
oluşturmuştur. 1950’li yıllar özellikle, Saray
kapıdan itibaren kentin doğusunu çevreleyen
sur diplerinin, teneke ve diğer metal artıklarıyla
yapılan barakalarla çevrelenmesine yol açtığı
yıllardır. 1960’lı yıllara kadar sur dışındaki
Yenişehir ve Kooperatif mahalleri ise planlı
gelişmesini sürdürmüştür. Yenişehir Bölgesi,
zamanla ticari ve merkezi işlevlerin geliştiği bir
bölgeye dönüşmüştür.
1960’Lardan Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1962–1964 Yılı İmar PlanlarıTürkiye’de 1960’lı yıllar ülke yönetiminde
yeni bir dönemin başladığı yıllar olurken
1961 Anayasa’sı, devlet yapısında önemli
değişikliklere yol açıp, önemli kurumsal yapıların
oluşumuna öncülük etmiştir. Bunu takiben yerel
yönetimlerde de yeni bir yapılanma sağlanmaya
çalışılmış ve 1960–1963 yılları arasında yerel
yönetimler merkezi idarenin yönetiminde
kalmıştır. Merkezi idarenin tüm kentlerin
sağlıklı planlanması yönündeki çalışmaları
sonucu, 1962 yılında birçok kentte olduğu gibi
Diyarbakır sur içini ve dışını kapsayan 6 paftalık
1/1000 ölçekli imar planları yapılmıştır [3].
Ancak, Diyarbakır’ın nüfusunun 1960 yılında ilk
kez 100 binin üzerine çıkarak 124.718 kişiye
ulaşmış olması, bu planların yetersiz kalmasına
neden olmuştur. Bu dönemler, kırdan kente
nüfus hareketlerinin yoğunlaştığı dönemlerdir.
Tarımsal yapı çözülmüş, büyük köylü kütleleri
kente göç etmeye başlamıştır.
Diyarbakır, 1960’lara dek kamu yatırımları
ve dengeli nüfus artışının getirdiği sosyo-
ekonomik ortam içinde dengeli ve planlı
kentsel gelişmeyi sürdürmekte iken, 1960
sonrası göç ve nüfus artışının baskısı, merkezi
ve yerel yönetimlerin planlı kentleşmeyi
yönlendirmedeki yetersizlikleri nedeniyle, genel
olarak plansız bir gelişme süreci yaşamıştır [4].
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
87
Ancak kontrolsüz olarak gelişen bu durum, çevre tahribinin hızlanmasına
yol açmıştır. Bunun bir yansıması, Bağlar Bölgesi’nin plansız biçimde hisseli
parseller üzerinden denetimsiz olarak yapılaşması olarak görülmektedir.
Kuzey doğusu demiryolu, batı ve kuzeyi karayolu ile sınırlanmış olan Bağlar
Bölgesi, 1960 öncesi Anadolu kentlerine özgü bağların yer aldığı bir bölge
iken, 1963’ten başlayarak kuralsız ve denetimsiz biçimde yapılaşmıştır.
Başlangıçta hisseli parseller üzerinden gecekondu niteliğinde kaçak
yapılaşma biçiminde süren gelişmeler, göç ve nüfus artışının da baskısı
ile kaçak apartman yapımına dönüşmüştür. 1960’ların ikinci yarısında
Diyarbakır’ın nüfusu 162.467 kişiye ulaşmış, Bağlar’da başlayan plansız
gelişme devam etmiş, 1970’lere kadar demiryolu istasyonunun doğusu
planlı, batısı plansız gelişen ikili bir kent yapısı oluşmuştur.
Diyarbakır’ın 1965–1967 yıllarında da 1/1000 ölçekli sur içi ve sur dışı
planları hazırlanarak yürürlüğe konmuş, kent, kale dışındaki gelişimini
bu plan çerçevesinde gerçekleştirmiştir [3]. Bu plan, sur dışındaki
apartmanlaşmayı yaygınlaştırıcı nitelikteki kararlara sahipken, sur içinde
de çok katlı betonarme binaların yapılmasının yasal zeminini oluşturmuştur.
Sürekli bir nüfus artışına maruz kalan Diyarbakır’ın nüfusu ise, 1970 yılında
238 504 kişiye, 1975 yılında 281 960 kişiye ulaşmıştır. Artan nüfusun konut
talebi Kayapınar Bölgesinde başlangıçta kırsal nitelikli Kayapınar (Peyas)
yerleşiminin çevresinde ve 1970’lerde Huzurevleri bölgesinde plansız
gelişmeler biçiminde olmuştur.
Diyarbakır kentinin gelişmesini kısıtlayan doğal ve yapay eşikler aynı
zamanda gelişme yönlerini etkilemiş, kentin makraformunun oluşumunda
belirleyici olmuş, Dicle vadisinin batı yamaçlarının topografyası doğu
yönündeki gelişmeyi sınırlandırmıştır. Havaalanı güney-batıdaki
gelişmeleri, kuzeydeki askeri alan ise bu bölgedeki gelişmeleri kısıtlamıştır
(Şekil 4).
Şekil 4 Diyarbakır çevre yolları planı ve kentin sınırları
88
1960 sonrası plansız ve yağ lekesi gibi yayılma
eğilimi gösteren kent, mevcut yollar ve yeni
açılan karayolu bağlantıları boyunca gelişme
göstermiştir[4]. Kent dışında kamu tarafından
1978’de kurulan Tekel Tütün Fabrikası, 1968’de
başlanan küçük sanayi sitesi, Sümerbank İplik
Fabrikası gibi çalışma alanları ile kent dışında
yer seçen kamu kuruluşlarının çekiciliği de kent
makroformunun oluşmasında etken olmuştur.
Bu ve benzeri etkilerle kuzeyde 1975’lerde Elazığ
yolu çevresinde Seyrantepe, 1970’lerde Sanayi
civarında Huzurevleri, Şehitlik Mahallesi’nde
Ben-u Sen Bölgesi’nde kamu arazisi işgali ya da
hisseli parseller üzerinde yapılmış gecekondu
bölgeleri oluşmuştur [4].
1980’lerden Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1985-1994 Yılı İmar PlanlarıDiyarbakır kentinin nüfusu, 1980 yılında
374 264 kişiye, 1990 yılında ise, 600 640’a
ulaşmıştır. Bağlar bölgesinde 1960’lardan
sonra başlayan plansız yapılaşmaya, 1985
planı ve 1994 planı ile planlanma ve denetim
arayışı getirilse de bu çabalar yeterli olamamış,
altyapısız, plansız gelişme yoğunluk artışı ile
sürmüştür. 1985’lerde, yeni Mardin ve Urfa
yollarının da etkisiyle gelişmeler bu yolların
çevresine kaymış, bu bölgelerde işyerleri ve
kamu kuruluşlarının yanı sıra planlı ve plansız
konut gelişmeleri yoğunlaşmıştır. 1985 yılında
yürürlüğe giren planın alanı Sur, Yenişehir,
Bağlar ve o dönemde köy statüsünde olan
Kayapınar bölgesidir [4]. 1985 sonrası kentin
yayılma alanı Şanlıurfa ve Elazığ yolu ile
bu yollar arasındaki Kayapınar Bölgesi’nde
yoğunlaşmıştır. Bu dönemde, güneyde Şehitlik
bölgesi büyümesini sürdürmüştür. Kentin
mekânsal gelişme sürecinde, bazı eski kırsal
yerleşme alanları da kentin yayılma alanı içinde
kalmıştır [4].
1990 yılının temel olgularından biri, Doğu
Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde
yaşanan ve “zorunlu göç” olarak adlandırılan
nüfus hareketinin oluşması ve kentlerde nüfusun
artmasına bağlı olarak yaşanan yoğunlaşma
baskısıdır. Türkiye’deki birçok kent merkezinde
olduğu gibi Diyarbakır da bu durumdan
etkilenmiş ve göç eden kesimin tercih ettiği
kent merkezlerinden biri olmuştur. Yaşanan bu
durum yerleşme alanlarını etkilerken, geleneksel
ticaretin yoğun olduğu sur içi bölgesi ile zaten
bir kısmı çarpık gelişen bağlar bölgesi daha fazla
yoğunlaşma baskısına maruz kalmıştır. Yeni göç
edenler, genellikle daha önce köyden göçerek
yerleşen ailelerin yanına sığınmış ya da aynı
avlu üzerinde niteliksiz kaçak yapılar yaparak bu
alanlara yerleşmiş, böylelikle mevcut parseller
kendi içinde bölünmüş ve yoğunluk artmıştır.
Bu bölgeler, yapılaşma, sosyal ve teknik altyapı
eksikliği, nüfus yoğunluğu ve sosyo-ekonomik
açılardan kentin en sorunlu bölgelerinden birisi
olmuştur.
Ayrıca, yoğun göç bir taraftan, 5 Nisan, İplik
Fabrikası ve Beşyüzevler gibi hiçbir altyapı
hizmetinin gitmediği yeni semt ve mahallelerin
doğmasına yol açmış, diğer taraftan da öncelikle
Bağlar ve sur içinin dışında Şehitlik, Ofis,
Yenişehir, gibi kentin eski yerleşim alanlarının
değişmesine ve özellikle bu bölgelerde dikey
büyümelerle konut ve nüfus yoğunluklarının
artmasına neden olmuştur. Gözeli, Yolaltı ve
Dokuzçeltik gibi köy yerleşmeleri kent alanına
katılmış, Huzurevleri, Kayapınar, Dicle Mahallesi
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
89
ve Benu-Sen gibi mahallelerde gecekondulaşma katlanarak artmıştır [4].
Şekil 5’de Diyarbakır’da göç alan bölgeler verilmiştir.
Şekil-5 Diyarbakır’ın hali hazır durumu ve göç alan bölgeler. Kaynak: Yıldırım, M. 2001
1990’ların ikinci yarısında yaşanan bir gelişme süreci de Seyrantepe, Aziziye
mahallesindeki toplu konut gelişmesidir. 1970’lerde Seyrantepe civarında
başlayan gecekondulaşmayı önlemek amacı ile 1983’te Gecekondu
Önleme Bölgesi olarak planlanan arazi kamu eline geçmiştir [4]. Toplam
266 hektarlık bölge 1994 yılında Toplu Konut bölgesi ilan edilmiştir.
Bunun 165 hektarlık bölümü Gecekondu Önleme Bölgesi olarak 1983’te
kamulaştırılmıştır. 22 hektarlık bölümü üzerinde kaçak yapılaşma ve
gecekondu bulunan bölgede 1994’ten bu yana 3 etapta 3586 konut
üretilmiştir. Bunun yanı sıra, Elazığ yolu üzerinde Üçkuyu Bölgesi’nde de
188,24 hektarlık toplu konut alanı planlanmıştır. Alanın %57’si TOKİ’ye
ait olup, diğerleri özel mülkiyettedir. Toplu konut alanında yaklaşık
4600 konuta (23,000 nüfusa) yönelik planlama yapılmıştır. 1. etap proje
çalışmaları TOKİ tarafından sürdürülmektedir.
Son dönemlerde, özellikle 1990 sonrası gelişmeler Elazığ ve Şanlıurfa
yolları arasındaki Kayapınar Bölgesine kaymıştır. Bu bölgenin plansız
gelişimi, 1985 planı ile kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu bölgede
düşük yoğunluklu Diclekent konut kooperatifi ve benzeri gelişmeler
bölgenin çekiciliğini arttırarak planlı gelişmeyi de özendirmiştir. Ancak
1994 ve daha sonraki planlar ile yapılan revizyonlar ve yeni plan çalışmaları
90
ile bölgenin yoğunlukları 1985 planına göreli
olarak 3–4 kat artırılmıştır. Bu bölge kentin
başlıca gelişme alanlarından birisi olup, temel
sorunu aşırı yoğunlukla gelişme eğilimidir.
Şanlıurfa, Elazığ, Silvan ve Mardin yolları
ulaşabilirlikleri nedeniyle çeşitli kullanımların
ve kentsel fonksiyonların çekim alanları
durumundadır. Kentin makroformu bu yollar
üzerindeki gelişmelerle saçaklanmaktadır.
Yolların çevresinde akaryakıt ve servis
istasyonları gibi yolboyu tesisler, satış yeri,
galeriler, sanayi, depolama tesisleri, kamu
kurumları, farklı nitelikte yerleşim alanları
gibi kentsel kullanışlar yer seçmektedir. Bu
yollardan Şanlıurfa ve Elazığ yollarının çevresi,
mikroklima vb açılardan çekici olması nedeniyle,
konut yerleşimi açısından da çekicidir.
Yenişehir Bölgesi ile Şehitlik, Bağlar ve
Kayapınar yerleşmelerinin bir bölümü düzenli
ve planlı gelişme gösteren kent parçalarıdır.
Toplam konut alanlarının %36’sı düzenli gelişen
bölgelerden oluşmuş, Bağlar, Huzurevleri,
Seyrantepe, Şehitlik, Dicle yamaçları Yeniköy
gibi bölgelerde ise, konut alanlarının %26’sı
düzensiz ve plansız gelişmiştir [4].
Kayapınar yerleşmesinin, Diyarbakır Belediyesi
Mücavir alandan çıkarak ayrı belediye olarak
örgütlenmesi ve bu bölgedeki gelişme
baskıları gelişmelerin plan değişiklikleri ile
yönlendirilmesini önlemek amacı ile Kayapınar
bölgesi 2005 yılında bütün olarak planlanmıştır.
Bu planla, plan sınırları batı ve kuzey batı yönünde
genişletilmiştir. Planlama raporuna göre, 2287
hektar alan planlanmış olup bunun 143 hektarı
mevcut, 723 hektarı gelişme konut alanı
niteliğindedir. Kayapınar İmar Planı ile bölgenin
yoğunlukları artırılmış, 1985 onaylı planlara
göre yoğunlukları iki katına çıkartılmıştır. Halen
kentin en fazla gelişen bölgesi niteliğinde olan
bölgede imar planlarının en önemli sorunu
yoğunlukların yüksek olmasıdır.
SONUÇ Kent, belirli dönemlerde yaşanan hızlı nüfus
artışı ve paralel olarak kentsel hizmetlerin
sunulamaması problemiyle karşı karşıya
kalmıştır. Aşırı nüfus artışı nedeniyle uzun
aralıklarla yapılan imar planları büyüyen nüfusun
ve ihtiyaçların gerisinde kaldığı için yetersiz
kalmış, plan hazırlamada ve uygulamada
sorumlu yerel yönetimlerin ihmali sonucu,
gecekondulaşma ve sağlıksız yaşam çevreleri
oluşmuş, önemli mekan, planlama ve altyapı
sorunları doğmuştur. Yetersiz yaya ve trafik yolu,
yetersiz yeşil alan, tarım topraklarının, doğal ve
tarihi değerlerin zarar görmesi, güvenlik, görsel
ve işitsel kirlilik, hava kalitesinin bozulması gibi
problemler de çoğalmıştır. Son yıllarda yaşanan
planlı kentsel bölgelerin gelişimi kısmen iyi olsa
da yoğunlukların yüksek tutulması ayrı bir sorun
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak, Diyarbakır kenti aldığı göçler ve
bunu karşılamayan imar planlarının bir sonucu
olarak çarpık kentleşmeye maruz kalmış bir
örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
91
KAYNAKLAR1. Arslan, R., “ Diyarbakır Kentinin Tarihi ve Bugünkü Konumu”, Diyarbakır:
Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 80–107, 1999.
2. Cumhuriyetin 15. Yılında Diyarbakır, 1935.
3. Kejanlı, D. T., “Anadolu’da Kale Kentler ve Koruma Sorunları: Diyarbakır
Kale Kenti”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2004.
4. Diyarbakır Nazım İmar Plan Raporu, 2005.
92
ŞEHİRLEŞMEDE İNANCIN ETKİSİ: DİYARBAKIR ÖRNEĞİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
93
Alaattin DikmenDicle Ü. İ. F. Din Sosyolojisi
Anabilim Dalı
93
ÖZET Şehir, sosyo ekonomik ve kültürel hayatın merkezini oluşturan ve kontrol
eden bir yapıyı ifade eder. Şehirleşmede o toplumun inanç, kültür ve sanat
değerleri en açık görünen öğelerdir. İslâm dini şehirde doğmuş bir cemiyet
dinidir. Ortaya koyduğu prensiplerin ve ibadetlerin çoğunun cemaat halinde
yapılması ve yaşanması gerektiği için yayıldığı her yerde şehirleşme kriteri
hemen ön plana çıkmıştır.
Diyarbakır, çeşitli uygarlıklara ait pek çok tarihi ve kültürel eserleriyle
insanlık tarihinin bilinen ilk dönemlerinden itibaren her devirde önemini
korumuş bir yerleşim alanıdır. Anadolu’nun bu eski yerleşim yeri, farklı din,
dil ve kültüre sahip insanları barındırmıştır yüzyıllarca. Sahip olduğu tarihi
ve kültürel mirası, birçok kırılmalar ve savrulmalara rağmen, kısmen de
olsa günümüze kadar taşımasını başarabilmiş şehirlerdendir. Her kültür,
Ulucami’de olduğu gibi eserlere inanç değerleriyle yoğrulmuş olan kendi
kimliğini nakşetmiştir.
XVII. yüzyıl başlangıcında kent, tarih boyunca olduğu gibi bir din ve bilim
merkezidir. Çünkü Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine referans
veren cami, mescit, külliye, medrese, zaviye, türbe, hamam gibi yapı türleri
şehir dokusuna Türk-İslam kimliğini eklemiştir.
ŞehirŞehir bir mekândır. İnsanların uğraşları ve etkinlikleri sonucu ortaya çıkmış,
daha çok insanın birbirini bir şekilde etkileyen aktiviteleri ile oluşturdukları
geniş bir mekândır. İnsanların karşılıklı etkileşimleri ve ilişkiler ağı şehrin
şehir olma kriterlerini belirlediği gibi canlılığını ve sürekli oluş halini
de belirler [1]. Diğer taraftan bağlı olduğu toplumun kültürünü çeşitli
yönleriyle içinde taşıyan [2] ve aynı zamanda sosyo ekonomik ve kültürel
hayatın merkezini oluşturan ve kontrol eden bir yapıyı ifade eder şehir [1].
Bu yönüyle şehirlerde ve şehirleşmede o toplumun inanç, kültür ve sanat
değerleri en açık görünen öğelerdir.
Şehir inanç değerlerini gizleyemeyecek kadar büyük ve açık kültürlüdür.
Bu yönüyle şehirlere bakarak toplumların her alanda taşıdıkları kıymet,
değer ve insan ilişkileri konusunda bir fikir sahibi olabiliriz. Dahası, siyasi,
ekonomik, kültürel ve sosyal oluşum ve gelişimler şehirlerde sistemleştiği
için şehir uygarlığın, uygarlıkların da merkezi olmuştur.
94
Sosyoloji literatüründe; toplum-topluluk
ayrımında, toplum gi bi tutum ve davranış
sergileyenler şehirleşenler, kentlileşebilenlerdir.
Söz konusu tutumlar ise, çevreye, siyasete, aileye,
dine ve yasalara yönelik olanlar doğrultusunda
şekillenmektedir. Her ne kadar kentleşme ilk
etapta nüfussal yoğunluğu çağrıştırsa da asıl
kentleşme göstergeleri üretim biçimi, doğum
ve ölüm oranlan, toplumsal örgütlenme ve
diğer bireylerle olan ilişkilerde belirleyici olan
de ğerlerdir [3].
İslamiyet, Şehir Ve Şehirleşmeİslâm şehirde doğmuş bir cemiyet dinidir. Ortaya
koyduğu prensiplerin ve ibadetlerin çoğunun
cemaat halinde yapılması ve yaşanması
gerekmek tedir. Bu ibadetlerin sonuçları
da doğrudan toplumla ilgilidir. Bu itibarla,
İslâmiyet’te inancı hayata aktarabilmek, mukim,
teşkilâtlı bir cemiyet halinde bulunmakla
mümkün olagelmiştir. İslâmiyet’in yayılmasıyla
birlikte, Müslümanların hâkimiyet alanına giren
topraklarda siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel
pek çok sebepten dolayı hızlı bir şehirleşme
faaliyetinin cereyan ettiği, daha önce çadır
altında yaşayan bedevî Araplar’ın yerleşik
hayata geçtikleri görülmektedir [4].
Tarihi süreçler itibariyle bakıldığında İslam
şehirciliğinde Müslümanlar sürekli doğallığı,
tabii ve fıtri oluşu gözetlemiştir denebilir. Çünkü
Semavi dinlerin ortak atası olarak kabul edilen
Hz. İbrahim’den bu yana inanç sistemlerinde
şehirleşme ve şehircilikte doğallık ve doğal
denge hassasiyetle korunmaya çalışılmıştır.
Mesela, belli bölgelerin, olduğu gibi doğallığı
içinde kalması, ağaçlara ve av hayvanları dâhil
canlılara dokunulmaması Hz. İbrahim’den beri
Mekke’de bir gelenek ve dini bir emir olarak
uygulanmakta idi. Bu uygulamaya hicretten
sonra Hz. Peygamber tarafından Medine şehri
ve çevresi de dâhil edilmiştir.
Öyle ki muhkem bir kale ile korunmakta olan
Taif şehri de daha sonraları bu kervana katılmış
bir şehirdir. Yani şehir tabiatın bir parçası
olarak düşünülmüş ve geliştirilmiştir. Bu anlayış
günümüzdeki milli park uygulamasının benzeri
ve daha kapsamlısı olarak düşünülebilir [5].
İslâm’ın şehir hayatını gerektiren en önemli
prensibi, cami veya mescit denilen bir mekânın
zorunlu olmasıdır. Cuma ve bayram namazları
ile beş vakit namazın cemaatle kılınması
Müslümanlar için önemli bir vecibe olarak
düşünülür. Bu namazlar için bir belde (yerleşim
merkezi) veya belde hükmünde bir yerde kılınma
zorunluluğu vardır [6]. Görüldüğü gibi namaz
ibadeti, özellikle de cuma nama zı, yerleşik
hayat tarzını gerektiren bir özelliğe sahiptir.
Namazların cemaatle kılınması keyfiyeti, tabii
olarak bu cemaati içine alacak bir mekânın
yani cami ve mescitlerin kurulmasını zarurî
kıl mıştır. İbadet için mabetle rin kurulması
zarureti, yerleşik hayata geçişi gerektiren
diğer faktörlerle birleşerek, göçebe ya da yarı
yerleşik Müslümanların şehirler inşa ederek,
hızlı bir şekilde yerle şik hayata geçmelerinde
etkili olmuştur [4].
İslâm çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Orta
Asya’dan İspanya’ya, Afrika kıtasından Çine
kadar uzanan coğrafya üzerinde, Müslümanlar
tarafından kurulmuş veya fetihle birlikte
Müslümanların hâkimiyetine geçmiş çok sayıda
şehir mevcuttur. Bu kadar geniş bir saha
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
95
üzerine serpilmiş İslâm şehirlerinin tümünü veya belirli bir kısmını “İslâm
şehri” gibi karakte ristik özellikleriyle belirli bir plan tipini ifade eden ortak
bir kavramın kapsamında görmek, yani “İslâm şehri” kavramıyla ifade
edebilecek bir şehir tipi, bir şehircilik anlayışı kesin sınırlarla belirlenmiş
değildir. Bazı araştırmacılar İslâm şehrinin karakteristik özelliği olarak
çarşıyı gösterirler. Bunun dışında pek çok ba kımdan diğer Ortaçağ
şehirlerine benzerlik arz ettiği bilinmektedir. Belki temelde çok farklar
olmamakla birlikte var olan ayrımı “İslâm Şehri” kavramı yerine “Dârü’l-
İslâm” (İslâm Diyarı) kavramı ile ifade etmek daha tutarlı, daha doğru gibi
gözükmektedir. Bir kısım araştırmacılar ise, İslâmiyet’in tam olarak ancak
şehirlerde yaşa nabileceğini belirterek, İslâm şehrinin Müslümanların
hayat anlayışıyla şekillendiğini ve karakteristik özellikleriyle belirli bir
İslâm şehri tipinin mevcut olduğunu kabul etmektedirler [4]. Nitekim
Müslümanların kurduğu Basra, Kûfe, Fustat, Kayravan, Bağdat, Samarra
ve hatta bir İslam şehri olarak bütün yönleriyle adeta yeniden inşa edilen
İstanbul dikkate alındığında Müslümanların inançlarından kaynaklanana
değerler sistemiyle örgülenmiş ve şekillenmiş bir şehircilik algısından
bahsedilebilir. Ama fetihler yolu ile uzun zamanlı süreçlerde tamamen
Müslümanlaşan şehirlerde durum biraz daha farklıdır. O durumlarda şehir
bir inanç sisteminin algı ve yapılanma alanı olmaktan öteye kültürlerin
ortaklaşa hareket ettiği ve kendine tesir alanı sağladığı bir yapılanmalar
manzumesi olmuştur. Diyarbakır örneğinden gidilecek olursa, “Diyarbakır
gerçek barışı 1515 ile başlayan Osmanlı Döneminde buldu ve hızla onarıldı”
[7]. Güçlü bir “Lonca” düzeni olan Osmanlı Amida’sında yaptıranın siyasal,
ekonomik gücüne göre birçok mimari eser “Hassa Mimarları” yorumuyla
somutlaşmıştır.
Kanunî döneminde 25 yıl arayla yapılan iki sayımın sonuçlarına bakarak
Müslüman çoğunluğun Yeni Kapı/Urfa Kapı aksında yoğunlaştığı, şehrin
güneyinin Hıristiyanlara, kuzeyinin Müslümanlara ayrıldığı yazılıp söylense
de bunun kesin bir kural olmadığı tarihi örnekleriyle bilinmektedir. Kentin
doğu yarısı kilise açısından zengindir (Saint George dâhil 6 tane). Güney
yarısında sayıları 5’i bulur. Yahudiler de buraya odaklanmıştır. Kiliselerin
güney yarıda ve özellikle güneydoğu çeyrekte sıklaşması, “Gavur”
Mahallesi’nin burada oluşu, fiziksel ve pratik verilerdir. Ancak evleri
incelerken Müslüman veya Zımmî açısından çok belirgin fiziksel farklılıklar
olmadığı ve bu akılcı tasarımın dil, din, ırk ve rengi aştığı bir gerçektir [7].
96
Diyarbakır Şehirleşme Örneğinde İnanç EtkisiDiyarbakır ve çevresi, coğrafi konumu, üzerinde
12 medeniyete ait kitabeler bulunan surları,
şehirleşmenin bir gerekliliği ve neticesi olarak
ortaya çıkan çeşitli uygarlıklara ait pek çok
tarihi ve kültürel eserleriyle insanlık tarihinin
bilinen ilk dönemlerinden itibaren her devirde
önemini korumuş bir yerleşim alanıdır. Sadece
kalıntılarına rastladığımız eşdeş şehirlere
bakarak Diyarbakır, sahip olduğu tarihi ve
kültürel mirası, birçok kırılmalar ve savrulmalara
rağmen, kısmen de olsa günümüze kadar
taşımasını başarabilmiş şehirlerdendir.
Anadolu’nun bu eski yerleşim yeri, farklı din,
dil ve kültüre sahip insanları barındırmıştır
yüzyıllarca. Bu insanlar sahip oldukları inanç ve
değerlerle şehre bir şeyler katmış, şehir de o
insanların değerlerine dayelik yapmış ve onları
asırlar boyunca gelecek zamanlara taşıma
vazifesini üstlenmiştir.
Diyarbakır tarihi M.Ö. 3000 yıllarına,
Subarrular’a kadar uzanmaktadır. Sonra Hititler,
Mittaniler, Âramiler, Asurlular, Urartular,
İskitler, Medler ve Persler’in bu coğrafyada
izine rastlamak mümkündür. Büyük İskender
dönemiyle birlikte Helenlerin egemenliğine
giren şehir sonrasında, Selevkoslar, Partlar ve
Büyük Tigran’ın egemenliğine şahitlik etmiştir.
Miladi ilk 3-3,5 asır Romalılar arkasından 2,5
asır Bizans egemenliğinde kalmıştır. “Bizans
egemenliğini sırasıyla; Bekr Bin Vail’e bağlı
Arap kabilesi, Emeviler, Abbasiler, Şeyh Oğulları,
Hamdaniler, Büveyhoğulları, Mervaniler, Büyük
Selçuklular, Suriye Selçukluları, İnaloğulları,
Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu
Selçukluları, Mardin Artukluları, Akkoyunlular
ve Safevilerin egemenliği takip etmiştir. Bunları,
MS. 1515-1920 yılları arasında 405 yıl sürecek
olan Osmanlı egemenliği izlemiştir” [8].
Bazı kaynaklarda, Diyarbakır için eşsiz birer tarihi
miras olan Dışkale surlarına ilk taşların 346-
349 yıllarında Roma İmparatoru II.Constantin
döneminde konulduğu belirtilmektedir.
Sonraları bu bölgede hüküm süren Bizans,
Abbasi, Eyyübiler, Artuklu, Akkoyunlu, Selçuklu
ve Osmanlılar gibi egemen unsurlar Romalıların
koyduğu taşların üzerine yeni “taşlar” koymuşlar
ve “kültürlerin birbirinin üzerinde yükselmesi”
diyeceğimiz bir tarzda, surlar ve başka birçok
eserin temel mimari karakterini bozmadan daha
da geliştirmişlerdir. Bu geliştirme sürecinde her
kültür, eserlere inanç değerleriyle yoğrulmuş
olan kendi kimliğini nakşetmiştir [3]. Diyarbakır
Ulucami bunun en güzel örneklerinden birisidir.
Çünkü ilk yapıldığında bir ibadethane olarak
yapılmış ve her dönemde, farklı din ve inançların
hüküm sürdüğü egemen anlayışlara rağmen,
varlık ve yapılış amacının dışına çıkarılmadan
asli işlevi olan ibadethane olarak asırlarca
kullanılagelmiştir. Özellikle Osmanlı dönemine
gelindiğinde kurumsal anlamda bir şehir
yapılanması anlayışının geliştiğini görürüz.
Bundan Diyarbakır da nasibini almıştır. “Osmanlı
Devleti kendi çağlarının en modern ve en güzel
şehirlerini inşa ederken fethettikleri şehirlere
öncelikle camiler inşa etmişler, şehirler ise
bu camilerin etrafında kurmuşlardır. Özellikle
camilerin etrafında medreseler, kütüphaneler,
şifahaneler, hamamlar, hanlar, vakıflar kurarak
şehirleri yaşanır hale getirirken insanların
tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bulundukları
coğrafyalarda Müslüman ve gayrimüslim
farkı gözetmeden bu çalışmaları sürdürürken
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
97
‘Yaratılmışı Yaratan’dan ötürü sevmek’ düsturunu hiçbir zaman ihmal
etmemişler böylece tüm coğrafyaların İslâmlaşması sağlanırken şehirlere
İslâm kültürü nakış nakış işlenmiş, insanların gönüllerinde bu izler çok
geniş yer tutmuştur.
Osmanlı Devleti fethettiği tüm bölgelere gönderdiği vilayet mimarlarıyla
şehrin planlı bir şekilde imar edilmesini sağlamıştır. Buna örnekler verecek
olursak; 1516’da Bosna’ya, 1556’da Erzurum ve Diyarbakır’a mimarlar
atanarak şehirlerin sistemli ve planlı bir şekilde imar edilmesi sağlanmış
ve bu gelişmeler ise merkezden takip edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde
vilayet mimarlıkları, her vilayete bir mimar tayin edilmesi XVI. yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren görülmektedir. Bu suretle ki Osmanlı şehirleri dünya
medeniyeti içerisindeki mümtaz yerini almıştır” [9].
Diyarbakır şehirleşmesinde kültürel dokuyu oluşturan ve şehirleşmenin
temel göstergesi olarak kabul edilebilecek, cami ve mescitler, medreseler,
bir dönem 1.040.000 cildi bulan kitaplık ve kütüphaneler, İbrahim Gül-şeni,
Aziz Mahmud Urmevi, gibi tasavvuf sahasında çaplı mütefekkirler çıkarmış
Tekkeler, sebil düşüncesinin ürünü onlarca çeşme, hamamlar, bedestenler,
köprüler bu şehre inanç kaynaklı bir kimlik kazandırmıştır. Bunların
yanında eski dönem kıraathaneler bile birer insan yetiş tirme mekânları
olarak zikredilmektedir [10].
XVII. yy. başlangıcında kent, tarih boyunca olduğu gibi bir din ve bilim
merkezidir. Çünkü Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine referans
veren cami, mescit, külliye, medrese, zaviye, türbe, hamam gibi yapı
türleri şehir dokusuna Türk-İslam kimliğini eklemiştir. Hanların arkasında
başlayan konutların aralarında seyrek olarak hamam ve çokça mahalle
mescidi de yer almıştır. XVI. yüzyılın ilk yarısından itibaren mahallelerde
çeşme yapımına bir hayli önem verilmiştir [8].
Şehirlerin dini bir kimlikle inşasında kuşkusuz vakıf kültürü ve geleneği
çok derinden etkileyici ve belirleyici olmuştur denebilir. Çünkü çok geniş
bir alanda hizmetler yürüten vakıflar şehirleşmenin en önemli dinamikleri
olmuşlardır. Aynı zamanda şehirlere kendi anlayış ve algı tarzlarının temel
ilkelerini de katmışlardır. Bu boyutuyla dini kaygılarla oluşturulan vakıf
geleneğinin bizzat şehirlerin nüvesini oluşturduğu ve vakıf anlayışının
şehirleşmede çok önemli işlevler üstlendiği söylenebilir
98
Vakıflar, Osmanlı şehirlerinde ayrı bir belediye
teşkilatı veya bu işleri yerine getiren devletin bir
kurumu konumunda olmuşlardır. Vakıfların yol
inşaatı, köprü inşaatı, bahçeler oluşturulması,
aydınlatma gibi çalışmaları da vardır. Yol inşaatı
konusunda büyük vakıflardan pay ayrıldığı,
köprü inşaatı ve bakımı konusunda Diyarbekir
ve Hasankeyf’te birer vakfın hizmet verdiği
bilinmektedir.
Şehirlerin su ihtiyacı çoğu zaman vakıfların ilgi
alanına giriyordu. Suyun sağlanması yanında,
taksimi sonucu ortaya çıkan çeşmelerin kırsal
alanda su kuyularının, yazları soğuk su ihtiyacını
karşılayan sebillerin korunup, bakılması
hizmetleri vakıflarca karşılanıyordu.
Bu vakıflardan XVI. yüzyılda Diyarbekir
Beylerbeyliği’nde 11 tane vardır ve bu tutar
tüm vakıfların % 3,24’ünü teşkil eder. XVI.
yüzyılda Diyarbekir Beylerbeyliği vakıflarında
bu ünitelerden elde edilen gelir 2.652.061
akçelik bir meblağa ulaşmakta olup, bu miktar
o dönemde bölge ekonomisi için oldukça önemli
bir unsuru oluşturmakta idi.
Diyarbekir Eyaleti’nde bulunan vakıflarda 1.371
kişi görev yapmaktadır. Bu insanlar vakıfların
bulundukları şehirlerde ihtiyaçlarını karşıladıkları
için aldıkları yevmiye de bölge ekonomisinde
canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu.
Çalışan her bir kişinin bir aileyi temsil ettiği ve
bir ailenin de 5 kişi olduğu varsayılırsa 6.855 kişi
vakıf ödenekleri ile geçinmektedir. Bu rakam de
XVI.yüzyıl ölçülerinde orta büyüklükte bir belde
nüfusuna denktir. Dolayısıyla inanç temelli
kurumların şehre kattığı ivme açısından bu
durum dikkate değerdir. Tablo 1’de Diyarbakır
Beylerbeyliği’ndeki Vakıfların Dağılımı
verilmiştir.
Vakfın Adı Sayısı Genele %’si
Camiler 34 10,05
Mescidler 172 50,88
Medrese ve
Mektepler21 6,21
Zâviyeler 43 12,72
Mezarlar 21 6,21
Çeşme ve Sebiller 9 2,66
Su Kuyusu 1 0,29
Köprüler 2 0,59
Hanlar 4 1,18
Haremeyn vd. 5 1,47
Su Vakfı 1 0,29
Hamamlar 1 0,29
Cüz ve Sure Okuma 6 1,77
Diğerleri 18 5,32
Toplam 338
Tablo1
• Bir genelleme yapılacak olursa Diyarbakır’da
inanç etkisiyle ortaya çıkan yapılar dolayısıyla
şehirle ilgili şu genel bilgiler verilebilir:
• Sur içinde tarihi değere sahip 150-200 ci-
varında cami, medrese, kilise ve mescit
bulunmaktadır.
• *Kentin dört kapısının girişinde bir cami,
bir hamam ve bir han, bir camiye bağlı 13,
bağımsız 5 adet olmak üzere toplam 18
medrese, bulunmaktadır
• 1873 ve 1885 yıllı “Diyarbekir Vilayeti
Salnamesi”ne göre Diyarbakır kentinde
artık, 4164 hane, 3916 dükkan, 28 cami,
32 mescit, 4 medrese, 1 Mülkiye Rüştiyesi,
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
99
1 Askeri Rüştiye, 35 mektep, 7 kütüphane, 5 tekke, 130 çeşme, 11
kilise, 6 Hıristiyan mektebi, 7 İslam kabristanı, 4 Hıristiyan mezarlığı
bulunmaktadır [12, 13].
• Hıristiyanlığa ait beş ayrı mezhep ve bunların oluşturduğu 22 kilisenin
bulunduğu bildirilmektedir [14].
İnançla Şekillenen Diyarbakır EvleriDiyarbakır evleri insanın doğa yı belli bir ritim ve düzen içinde algılayıp
dönüştürmesinin en açık örnekleri olarak görülebilirler. Evler, üç ana
öğeden oluşmaktadırlar. İç mekânlar, dış mekân ve bahçe. Evlerde
geleneksel İslam kültürünün oluşturduğu mimaride rastlanan haremlik ve
selamlık kısımları ana birer unsur olarak bulunmaktadırlar [3].
Geleneksel Diyarbakır evleri, iklimin ve mahremiyetin şaşırtıcı ve bir o kadar
da etkileyici kullanıldığı evlerdir. Evlerin kapılarında, topuzlu bir el şeklinde
veya 15-20 cm. uzunluğunda belirli bir biçim verilmiş bir demir parçası
olurmuş. Aslan başı olan tokmaklar erkekler için, hanım eli güzelliğinde
işlenense kadınlar ve bebek başlı motifli olanı da çocuklar içinmiş. Her biri
ayrı bir ses tonuna sahip olduğu için, ev sahibi çalan tokmaktan gelenin
erkek mi kadın mı yoksa çocuk mu olduğunu anlar, tedbirini ona göre
alırmış [15]. Kapı üstlerinde bazen evlerin yapıldığı tarihi belirten ve
ebced hesabına göre tarih düşürülmüş bir taş levha, bazen de ev sahibinin
hacı olduğunu belirten bir ayet veya Esma-i Hüsna’dan bir ismin yazıldığı
seramik levha olurdu [10].
SONUÇDiyarbakır şehri Müslüman unsurlarla tanışmadan evvel kadim kültür
ve inançların bir şehri iken Müslümanların bu coğrafyalara gelmesinden
sonra tamamıyla inanç eksenli bir şehir olarak kurulmuş ve varlığını öyle
sürdürmüştür. Şu oluşumlardan dolayı Diyarbakır İslam inancının etkilediği
bir şehir olarak kurulmuş ve aynı duyarlılıkla varlığını sürdürmektedir:
İslam şehrinin çekirdek kısmında Cuma namazı kılınan büyük bir cami
bulunmaktadır.
1. Ticari faaliyetlerin hemen hemen tamamı şehir merkezindeki büyük
caminin etrafında toplanmıştır.
2. İslam şehirleri genellikle, şehir çekirdeğindeki büyük camiye odaklı,
eğri büğrü, dar ve çok sayıda çıkmaz sokağı içeren, labirente benzer bir
100
yol şebekesine sahiptir.
3. Mahalleler birbirinden belirgin şekilde ayrılmıştır. Mahalleleri oluşturan evler ise, avlusuz ev
tipine rastlamak mümkünse de genellikle avlulu ev formu yaygındır.
4. İslam şehirlerinde heykel, anıt ve benzeri unsurlar yoktur. Buna karşılık III. yüzyıldan itibaren
giderek yaygınlaşan mezarlar üzerine kurulmuş türbelere rastlanmaktadır [4].
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
101
KAYNAKLAR:1. ÇELİK, C., Şehirleşme ve Din, Çizgi Kitapevi, , ss. 16-21,29-52, 2002.
2. GİDDENS, A., Sosyoloji Eleştirel Bir Yaklaşım, çev. Ruhi Esengün, İsmail
Öğretir, İhtar Yay., s. 101, 1993.
3. BAĞLI, M., BİNİCİ, A., Kentleşme Tarihi ve Diyarbakır Kentsel Gelişimi,
Bilim Adamı Yay., s. 21, 2005.
4. CAN, Y., İslam Şehirlerinin Fiziki Yapısı, TDVY, ss. 24,25, 1995.
5. CANAN, İ., İslam’da Çevre Sağlığı, Cihan Yay. ss. 47-59, 1986.
6. BİLMEN, Ö. N., Büyük İslam İlmihali, İstanbul, ss. 161-164, 1975.
7. TUNCER, O. C., “Diyarbakır Kent Kimliği”, I. Diyarbakır Sempozyumu,
Neyir Matbaası, s.166, 2000.
8. KEJANLI, D. T., “Diyarbakır Sur İçinin Tarihi Gelişim Evreleri”, Nebiler,
Sahabiler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, ss.
350-351, 2010.
9. www.bilinmeyendiyarbakır.com
10. KORKUSUZ, M.Ş., Eski Diyarbekir’de Günlük Hayat, Kent Yay., ss. 104-
105, 2007.
11. BİZBİRLİK, A., “Vakıf Şehir İlişkisine Bir Örnek, XVI. Yüzyıl Diyarbakırı”,
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Diyarbakır Valiliği, ss. 439-442,
2008.
12. ARSLAN, R., “ Diyarbakır Kentinin Tarihi ve Bugünkü Konumu”,
Diyarbakır: Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, ss. 80-107, 1999.
13. YILMAZÇELİK, İ., XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, TTK, ss. 54-73,
1995.
14. YILDIZ, M., “Diyarbakır’da Hıristiyan Rumlardan Arda Kalanlar”, Nebiler,
Sahabiler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, s.
194, 2010.
15. YILMAZ, A., BARAN, M., “Diyarbakır Küçeleri”, Nebiler, Sahabiler, Krallar
Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, s. 462, 2010.
102
TARİHİ DİYARBAKIR SURLARI VE SURİÇİ BÖLGESİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
103
Meral HALİFEOĞLUDicle Ünv. Mimarlık.Fak.
Mim.Böl. Diyarbakır
103
ÖZETDiyarbakır şehrinin ve surlarının ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber,
İçkale kesiminin ilk yerleşme yeri olduğu düşünülmektedir. Gabriel’e göre
buradaki höyük kentin ilk yerleşim alanıdır. En az beşbin yıllık geçmişi olan
Diyarbakır, farklı dönemlerde farklı medeniyetlerin yerleşim alanı tarihte
yerini almıştır.
Surların sınırladığı Suriçi Bölgesi ve İçkale’de farklı dönemlerin yapım
tekniği, tasarım, tarih ve sanat anlayışını yansıtan pek çok mimari eser
bulunmaktadır. Bunların bir kısmı günümüze özgünlüklerini koruyarak
ulaşmıştır. Hızlı göçle artan nüfus, yöneticilerin ilgisizliğ ve yetersizliğii,
halkın bilinçsizliği, çıkar çatışması gibi nedenlerle geleneksel dokunun
temel taşları olan bu yapılar önemli ölçüde tahrip olmuştur.
Oysa geleneksel kent alanlarının korunarak yaşatılması, tanıtılması,
sağlıklı yaşam alanları şeklinde değerlendirilmesi modern kentleşme
çabası içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Son zamanlarda edinilen
bu bilinçle Suriçi’nde tek yapı ve bölgesel ölçekte restorasyon ve sokak
düzenleme çalışmaları yapılmaktadır. Kamu kurum, kuruluş ve sivil toplum
örgütlerinin çabalarıyla yapılan bu uygulamalarla birçok geleneksel yapı,
korunarak yeniden işlevlendirilmektedir.
Kısa Kent TarihiAntik çağlardan günümüze kadar birçok uygarlığın izlerini taşıyan
Diyarbakır, bir yandan Batı dünyasını Uzakdoğu’ya, diğer yandan da kuzeyi
güneye bağlayan önemli bir kavşak konumundadır. Bu bakımdan Kent,
hemen her dönemde bir yönetim, ticaret, sanat ve bilim merkezi olarak bu
özelliğini mimarlığına da yansıtarak günümüze gelmiştir.
Başlangıcından Osmanlı hâkimiyetine kadar geçen uzun zaman diliminde
Diyarbakır, çoğunluğu savaş nedeniyle, çok azı da anlaşmayla olmak üzere,
sık sık hâkimiyet değiştirmiştir. Kente hâkim olanların her seferinde ilkin
sur duvarlarının onarılmasıyla ilgilendikleri duvar ve burçların üzerine
yerleştirilen kitabelerden takip edilebilmektedir. Zaman içinde yıkılan ya
da yeni yapılan binalarla biçimlenerek günümüz dokusuna kavuşan kentin,
bu durumu zengin tarihi dokusuna da yansımıştır. Doğal afet ve savaşlara
rağmen 19.yüzyıla kadar sur dışına taşmamış oluşuyla da Diyarbakır,
Anadolu kentleri içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir (1).
104
Diyarbakır ve çevresinde İ.Ö.7000’li yıllara
kadar inen ve tarımı bilen yerleşik bir düzenin
varlığı Ergani İlçesi, Çayönü bölgesinde yapılan
arkeolojik kazılardan öğrenilmektedir.
Yukarı Mezopotamya Bölgesi araştırma
kazılarında Ergani Hilar ve Silvan Hasuni
Mağaralarındaki buluntular, tarımla uğraşan
yerleşik kültür düzeninin İ.Ö.3000 yıllarından
başlayarak Subaru, Hurri, Mitanni, Asur,
Urartu (İ.Ö.1260-653), Makedonyalı İskender
İdaresi (İ.Ö.331-323), Selevkos (İ.Ö.323-140),
Roma (İ.Ö.523)-Part ve Bizans (395-639)
idaresinde kalan Kent, 639 yılında Arapların
eline geçmiştir. Kentte Emeviler (661-750),
Abbasiler (750-869), Şeyhoğulları (869-899),
Hamdaniler (899-930), Büveyhoğulları (978),
Mervaniler (984-1085), Büyük Selçuklular
(1085-1093), Şam Selçukluları (1093-1097),
İnanoğulları(1097-1142), Nisanoğulları (1142-
1183), Hasankeyf Artukluları (1183-1232),
Mısır ve Şam Eyyubileri (1232-1240), Anadolu
Selçukluları (1240-1302), Mardin Artukluları
(1401-1507), Safeviler (1507-1515) egemen
olduktan sonra, 1515’te Osmanlıların eline
geçmiş ve en önemli eyaletlerden birinin (Amida)
merkezi olmuştur. Osmanlıların, Safevi ve
Memluk siyaseti nedeniyle uzun süre orduların
toplanma ve hareket üssü, kışlağı ve bir ara aynı
nedenle Anadolu Beylerbeyliği yönetim merkezi
görevini üstlenmiştir (2).
M.Ö.69 yılından itibaren kentte egemenlik
kuran Romalılar, IV.y.y’ın ortalarından itibaren
kenti Roma Mezopotamyasının baş şehri haline
getirdiler. II.Contantius 330 yılında mevcut
kaleyi onartmış ve yarım daire şeklinde doğu
surlarını yaptırmıştır (3). Kentin batı surları
yaklaşık olarak bugünkü Gazi Caddesi’nin yerine
rastlıyordu.
M.S.367-375 yılları arasında, İranlıların
egemenliğinde yaşamak istemeyen Nusaybin’in
Hıristiyan halkı Diyarbakır’a göç ederek kentin
batısındaki düz alana yerleşmiş, surlar bu halkı
da içine alacak şekilde bugünkü biçimini almış
ve daha sonra kenti ikiye bölen kentin batı
surları yıktırılmıştır.
Yapılan bu genişletmeyle Gazi Caddesini izleyen
yeni bir surun yapıldığı, henüz arkeolojik
kazılarla ortaya çıkarılamayan bir tiyatronun
İçkale’de bulunduğu tahmin edilmektedir (3).
Tarihi Diyarbakır SurlarıDiyarbakır Surlarının ne zaman yapıldığı
bilinmemekle beraber, Şehrin doğusunu
sınırlandıran ve Dicle yatağından 100 m. kadar
yükseklikte bulunan ‘Fis Kayası’ isimli sarp
kayalığın, İçkale kesiminin ilk yerleşme birimi
olduğu sanılmaktadır (4).(Resim1)
Resim1.Kent dışından Diyarbakır Surları
Surlar, yapılışından başlayarak Diyarbakır’ı
oluşturan en önemli kentsel eleman olmuştur.
Boyutları ve malzemesiyle, savunma amacının
yanında sembolik bir işlevde yüklenmiştir.
Yapılan onarım, tamamlama ve ilaveler mimari
bir özenle tanımlanmış, kentlilerin can ve mal
emniyetinin garantisi olmuş, gerektiğinde dış
dünyadan ayırıcılık görevini üstlenmiştir (5).
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
105
Resim2-3.Surlardan (İl Kültür Müd.arşivi) ve Evli Beden Burcu’ndan
görünüş.
Diyarbakır Surları, Dışkale ve İçkale olmak üzere iki ana kısımdan meydana
gelmiştir. Diyarbakır’ın hemen hemen her devirde onarım gören Dışkale
surlarının uzunluğu 5 km. kadardır. Bu surların kuşattığı alan doğudan
batıya 1700 m., kuzeyden güneye 1300 m. yi bulur. Surların yüksekliği
bugün yaklaşık 10–12 m. kadardır. Kalınlıkları ise 3-5 m arasında değişir
(2).
Dışkale’nin dışa açılan dört kapısı vardır. Kuzeydeki Harput (Dağ) Kapı
ile Elazığ’a, güneydeki Mardin Kapı ile Mardin’e, batıdaki Urfa Kapı ile
Şanlıurfa’ya bağlantı sağlanmaktadır(Şekil1). Kentin Dicle Vadisine
tek bağlantısı da doğu yöndeki Yeni Kapı iledir. 82 adet burcu bulunan
Dışkale’nin dirsek yerlerinde Evli Beden, Yedi Kardeş, Keçi, Nur Burcu gibi
özellikli olanları vardır.(Resim2-3-4)
İçkale, kentin kuzeydoğu köşesinde, savunulmasındaki kolaylığı açısından
düzlüğün son noktasında, vadinin en dik yerine kuruludur. İçine ayrıca
burçlarla güçlendirilmiş bir höyük (Hemedek-Viran Tepe) yapılarak, saray
ve savunma birliğinin bunun üstüne alındığı kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Dağ Kapı (Harput Kapı) Urfa Kapı (Rum Kapı) Mardin Kapı Yeni kapı
Şekil 1.Diyarbakır Surlarında dört ana kapı
106
Sur içine bakan 16, kentin kuzeydoğusunu
sınırlayan kayalık alanda bakan 4 adet burcu
bulunmaktadır. Fetih ve Saray kapıları ile
Suriçine, Oğrun Kapısı ile Dicle’ye, Küpeli Kapı
ile de değirmenlere açılmaktadır. İç kale, 1819
yılında Diyarbakır’da meydana gelen olaylarda,
Vali Behram Paşa tarafından bir savunma
merkezi olarak kullanılmıştır (6).
Şekil2. Surların sınırladığı Suriçi Bölgesi
Resim4. Dış surlardan görünüş
Surların ana yapım malzemesi yöreye özgü bir
malzeme olan bazalt taşıdır. Sur duvarlarında,
burçlarda dış ve iç duvarlarda, döşemede,
kemerlerde ve dendanlarda bazalt kullanılmış,
dış cephe yüzeyleri kesme taş biçiminde, iç
yüzeyler ise genellikle daha az işlenmiş taşlarla
örülmüştür. Bazı burçların dış duvarlarında
kılıcına (dış yüzeye dik olarak) yerleştirilmiş
silindirik taşlar da bulunmaktadır. Burçlardaki
kapalı ve yarı kapalı alanların üst örtülerini
oluşturan kubbe ile tonozlar ise tuğla örtülüdür.
Burçlar plan tiplerine göre dikdörtgen, çokgen
ve silindirik olmak üzere üç grupta toplanabilir.
Kapalı mekanları iki kattan oluşan burçların
zemin katları depo, birinci katları ise askerlerin
kaldığı bölümler olara kullanılmıştır. Teras
katları savunma amaçlı tasarlanan burçların
bazılarında iki teras katı bulunmaktadır. Bu
burçlar üç veya dört kattan oluşmuştur.
Sur İçi BölgesiDiyarbakır, yüzyıllar boyunca birçok uygarlığı
barındırdığından köklü bir kültürel birikime
sahiptir. Geçen her dönem, kentte birçok sanat
eseri niteliğinde mimari yapıt bırakmıştır. Ancak
günümüzde, surların sınırladığı yerleşim alanı
içinde ne yazık ki sadece Artuklu, Akkoyunlu
ve Osmanlı Dönemi eserlerinden bazılarını
bulabiliyoruz. 4. yüzyıldan başlayarak surlar,
dini yapılar, hanlar, hamamlar, medreseler,
konaklar, köşkler ve evler dönemlerinin mimari
özelliklerini günümüze yansıtmaktadır.
Dağ Kapı’yı Mardin Kapı’ya bağlayan Gazi
Caddesi ile Yeni Kapı’yı Urfa Kapı’ya bağlayan
Melek Ahmet Paşa Caddesi, sur içini dört dilime
ayırmaktadır (Şekil2). Her dilim içerisinde de çok
sayıda anıtsal yapı bulunmaktadır (Resim5-6).
Bunlar içerisinde camiler ve mescitler özgün
işlevlerini sürdürürken, pek çoğu farklı işlevde
kullanılmakta ya da kendi haline bırakılmış
durumdadır.
Kiliselerden ikisi hizmet verirken, üç
tanesi restore edilerek kültürel olarak
değerlendirilmeyi, diğer üç tanesi ise kaderini
beklemektedir. Aynı durum hamamlar içinde
geçerli olup, ya ticarethanelerin deposu olarak
kullanılmakta, ya da boş bırakılmaktadırlar.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
107
Resim5-6Anıtsal yapılardan Ulu Cami ve Meryem Ana Kilisesi
Kentin surlarla çevrili oluşu, tüm yerleşim alanını bu sınır içinde gelişmek
zorunda bırakmıştır. Zamanla nüfus artsa da sur dışına yayılma olmamış,
var olan yapıların yanına yeni yapılar eklenerek, birbirine bitişik yapılardan
oluşan mahalleler meydana gelmiştir.
Suriçi, düz bir arazi üzerinde kurulmuştur. Manzara tercihi olmadığından,
iklim yerleşmeyi biçimlendiren etkenlerin başında yer almıştır. Arazinin
düzlüğü ile belli bir yön endişesinin olmayışı organik sokak dokusunun
oluşmasını sağlamıştır.
Sur içerisindeki evler küçük çapta bir kale gibi duvarlarla sokaktan tecrit
edilmiş, sokağa mümkün olduğu kadar az ve küçük pencereler açılmıştır.
Sokakların darlığından, cumbalarda cephe yerine yan kısımlara pencere
açılmıştır. Sert siyah bazaltın büyük bir ustalıkla işlenerek dar sokaklar
etrafında dış dünyaya kapalı, ancak kendi içinde her biri ayrı birer dünya
olan bu evler, kültürel etkenlerin, yaşam biçiminin, gelenek ve görenekler
ile coğrafik koşulların sentezinde oluşmuş yapılardır.
Surlarda ve Sur İçi Bölgesinde Koruma ÇabalarıDiyarbakır; surları, anıtsal yapıları ve geleneksel konutları ile binlerce yıllık
tarihi geçmişe sahip bir yerleşim yeridir. Surlar ile çevrili alanda bulunan
geleneksel yerleşim dokusu; köyden kente göç ile artan nüfus baskısı,
kentin hızlı büyümesi, düzensiz kentleşme, sur içine sıkışma zorunluluğu,
bakımsızlık, ekonomik sorunlar vb birçok sebepten dolayı bozulma sürecine
girmiştir. Özellikle 90’lı yıllarda Güneydoğu kırsalından, Diyarbakır kent
merkezine doğru yaşanan yoğun göç, bu alandaki bozulmayı daha da
hızlandırmış ve oluşan tahribat neredeyse geri dönülmez bir hale gelmiştir.
Türkiye’nin birçok tarihi kent merkezinde olduğu gibi, kent ölçeğinde de
koruma kavramı geç ele alınmış ve koruma amaçlı imar planı ancak 1990
108
yılında hazırlanabilmiştir. 2010 yılında yeni
koruma amaçlı imar planı hazırlanmaktadır.
Surların tarihi ve turistik önemi anlaşılınca,
1942 yılından itibaren koruma altına alınarak
onarımlara başlanılmıştır. İlk olarak Urfa Kapı ve
Dağ Kapı onarılmış, Hindibana kapısı açılmıştır.
Dağ Kapı surlarının yıkılan kısmının enkazı
temizlenmiş ve bazı burçlar onarılmıştır. Kentin
sur dışına doğru gelişimini kolaylaştırmak
ve ulaşımı rahatlamak için mevcut kapıların
yanına veya gerekli görülen yerlere, zamanın
ulaşım araçlarının rahatlıkla geçebileceği
boyutlarda yeni kapılar açılmıştır. 1952–1954
yılları arasında “Keçi Burcu” esaslı bir onarım
geçirmiştir. Son yıllarda Kültür Bakanlığı
ve Valilik tarafından surların restorasyon
çalışmalarına ağırlık verilmiştir.
Bugün Diyarbakır tarihi kent merkezinin
özellikle çevre boyutunda niteliklerini
yitirdiği, çoğu eski yapının ya değiştirilerek,
ya da yıkılıp yerine çok katlı yapılar yapılarak
niteliksiz alanlara dönüştüğü görülmektedir.
Bu çevrelerin gerçek değerlerinin anlaşılması,
zengin kültürel mirasının korunması gerekliliğini
de beraberinde gündeme getirmiştir. Kentsel
dokuyu oluşturan kültürel varlıkları koruma
çabaları geçmişle karşılaştırıldığında olumlu
yönde gelişmektedir. Konuyla ilgili tüm resmi ve
sivil kuruluşların tarihi çevre koruma konusunda
ilgi ve duyarlılıkları artmakta, daha bilinçli
uygulamalar yapmaya çabalamaktadırlar (7).
Son yıllarda Diyarbakır’da bazı kamu kurum,
kuruluş, sivil toplum örgütleri ve özel girişimciler
tarafından anıtsal yapılar ve geleneksel evler
de restorasyon çalışmaları yapılarak, günümüz
değerlendirilmesinde yenilen kullanılmaktadır.
Bu çalışmalar genelde tek yapı ölçeğinde olsa
da, yer aldıkları sokak ve mahalleye geleneksel
yaşam biçiminin ve kültürünün koruma ve
yaşatma duyarlılığı yansımaktadır(Şekil3.).
Sağlıklı kentleşme çabası içerisinde olan bir
şehirde geleneksel kent alanlarına verilecek
değer, koruma ve kimliğe sahip çıkma gayretiyle
kentlilik bilincini de beraberinde getirmektedir.
Bu bakımdan sokak, ada, mahalle kapsamında
geliştirilecek uygulamalar ile kent ölçeğinde
koruma sonuçlarına ulaşılabilecektir.
Şekil3. Koruma altına alınmış geleneksel ev örnekleri
1999 tarihinde İçkale’de başlayan kentsel
dönüşüm çalışmaları, bölgesel ölçekte önemli
bir koruma örneğidir. Kültür ve Turizm Bakanlığı
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
109
ve ÇEKÜL’ün işbirliği ile yapılan çalışmalarda, yapıldıkları dönemin
özelliklerini yansıtan mimari yapıtlar kimliklerine uygun restore edilerek,
kentin kültürel yapılarıyla yeniden işlevlendirilmektedir. Gazi Caddesi,
Melek Ahmet Caddesi ile Yeni Kapı Sokak’ta yapılan rehabilite ve yenileme
çalışmaları da geleneksel kent alanı olan Suriçi’nde koruma ve sağlıklı
yaşam alanları oluşturma çabalarının bir parçasıdır(Resim7-8-9).
SONUÇGüneydoğu Anadolu Bölgesi’nin önemli tarihi merkezlerinden biri olan
Diyarbakır, hemen her dönemde yönetim, ticaret, sanat ve bilim merkezi
olarak çeşitli uygarlıkların tarihi ve kültürel mirasını günümüze kadar
taşımıştır. Bunlar içerisinde en önemlisi, tarihi kent merkezini çevreleyen
ünlü Diyarbakır surları ve Suriçi bölgesidir. Yapıldıkları dönemlerin izlerini
taşıyan anıtsal yapı ve geleneksel evlerden oluşan Suriçi, 20. yüzyıla kadar
özgün kent siluetini korumuş, özellikle 1960’lı yıllardan sonra hızlı bir
bozulma sürecine girmiştir.
Dünyada eşine ender rastlanan savunma yapılarından Surlar ile suriçi
bölgesinde yer alan çok sayıdaki varlığımız, Diyarbakır’ın özgün değerlerinin
somut örnekleridir.Bu zenginliğin korunması ve yaşatılması gereği
geçte olsa kabullenilen ve çaba gösterilen gayretlerdendir. Gerek devlet
ve gerekse halk tarafından koruma düşüncesinin ve bilincin gelişmesi,
kültürel mirasın korunması adına önemli gelişmelerdir. Surlarda yapılan
110
restorasyon çalışmaları ile çevresinin niteliksiz yapılardan arındırılması, bazı anıtsal yapılar,
geleneksel konutlar ve İçkale’ de yapılan koruma çalışmaları geleneksel dokunun ve kent kimliğinin
korunması için atılmış büyük adımlardır. Çünkü hızlı kentleşme ve teknolojik gelişim içerisinde
kentlerin özgün değerlerini korumaları, kimliklerini sürdürülebilmelerini güçleştirmektedir. Bu
bakımdan Diyarbakır Suriçi’nde uzun ve kısa vadede yapılacak doğru, planlı ve bilinçli çalışmalarla
tarih, kültür ve sanat değerleri yüksek eserlerimiz gelecek kuşaklara sağlıklı biçimde aktarılmış
olacaktır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
111
KAYNAKLAR1. Parla, C. “ , I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
Sempozyumu, 2004, Diyarbakır.
2. Sözen,M.,, Diyarbakır’ Tanıtma ve Turizm Derneği Yayını, 1971, İstanbul.
3. Gabriel,A., , 1940, Paris.
4. Beysanoğlu, Ş. “, ciltII, 1987, Ankara.
5. Can, C., Diyarbakır’ı Tanıtan Şevket Beysanoğlu’na 70 Yaş Armağanı,
1991, Ankara.
6. Yılmazçelik,İ., Türk tarih Kurumu, 1975, Ankara.
7. Dalkılıç, N., ve Halifeoğlu, M., , Korumada 50 Diyarbakır’da Koruma
Çalışmaları, Uygulama Sorunları ve Öneriler”, Korumada 50 Yıl, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, 2005,İstanbul.
112
BAZALT TAŞLI KENT’TE BİR MEKAN(Cahit Sıtkı Tarancı Evi)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
113
Yrd.Doç.Dr.Mine BARANÖğr.Gör.Aysel YILMAZ Dicle Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
113
ÖZETTarihsel konumuyla ülkemizin değil, dünyanın da sayılı kentlerinden biri
olan Diyarbakır, siyasal ekonomik ve ticari alanda olduğu gibi kültürel
alanda da bu niteliğini korumuştur. Şehir, musiki, şiir, edebiyat, felsefe
ve el sanatları alanında pek çok ünlü yetiştirmiş, böylece ilim ve sanat
dünyamıza ışık tutmuştur. Kültür ve sanat bütünlüğü içinde ki böylesi bir
gelişme doğaldır ki mimarlık alanına da yansımıştır. Diyarbakır evleri başlı
başına birer plastik sanat ve içinde yaşanan bir şiir dünyasıdır.
Çalışma, huzur sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin kara bazalt taşlarıyla
nasıl sağlandığı, bazalt taşlı kentin yetiştirdiği dünyaca ünlü bir şairimiz
olan Cahit Sıtkı Tarancı ve onun yaşadığı evin sanatla buluşmasını
anlatmaktadır.
Bazalt Taşlı Kent: DiyarbakırDiyarbakır, uygarlık geçmişi M.Ö.7000 yıllarına kadar uzanan hemen her
dönemde önemini koruyan tarihi bir ilimizdir.
Yazılı tarih dönemine göre yörede yaşayan ilk uygarlık Huri ve
Mittani’lerdir(M.Ö.3000).Tarihçe sonra Asurlular, Aramiler, Urartular,
İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar,
Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Akkoyunlular başta olmak
üzere Osmanlılar’a kadar uzanır. Şehir bu özel konumuyla 26 medeniyete
beşiklik etmiştir. Amida, Amid bazen de kara bazalt taşlarından dolayı Kara
Amid adı verilen şehir, Anadolu ile İran, Irak ve Suriye arasında bir geçiş,
köprü görevi yapmıştır.
Diyarbakır, Karacadağ’dan Dicle’ye akan lavlardan dolayı tümüyle volkanik
bir düzlük içindedir. Ayrıca bu oluşum, şehrin 650 m. yükseklikteki bazalt
platformunun doğusunda yer almasına neden olmuştur.
Diyarbakır’da bugün karşımıza çıkan mimarlık ürünleri, bu kentin hangi
kültür çevreleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Şehir surları,
evleri, camileri, kiliseleri, han, hamam ve türbeleriyle bir açık hava
müzesini andırır. Diyarbakır’a egemen olmuş devlet ve medeniyetlerin açık
göstergelerinden biri olan evler, yerleşim içinde köklü bir yapı geleneği
oluşturmuşlardır.
114
Şehir, uzunluk bakımından Dünyada Çin
Seddi’nden sonra ikinci; Yapı eskiliği bakımından
birinci olan, 5 km. uzunluğunda surlarla
çevrilmiştir. Kalkan balığı görünümünde ki sur
yerleşimi, topoğrafik koşullara uyum göstermesi
yanında, kentsel arazi kullanımını etkileyerek,
evlerin oldukça bitişik ve dar sokaklar içinde
planlanmasına yol açmıştır
Doğal yapı gereği, kuzeyde bulunan Güneydoğu
Torosları’nın engel oluşturduğu il, yazları
oldukça sıcak ve kurak, kışları soğuk ve az
yağışlıdır.
1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı
üzerine kurulmuş tek katlı yapılar çoğunlukta
iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya
başlamıştır.
İl, volkanik bir arazi üzerinde kurulu
olduğundan, çevresinde bol miktarda bazalt
taş bulunmaktadır. Bölgenin bitki örtüsü
bakımından fakir olması nedeniyle yerleşim
birimini oluşturan yapılarda ana malzeme
olarak taş kullanılmıştır.
Türk İslam mimarisinin özelliklerini taşıyan
Diyarbakır Evleri, son 20-30 yılda sur içindeki
düzensiz yapılaşma sonucu yok olmaya
başlamıştır. Ancak son yıllarda koruma bilincinin
artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır.
Bu evlerden biri, günümüzde Kültür Müzesi
olarak kullanılan Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı
Tarancı’nın doğduğu evdir. Ev, aynı zamanda
şehrin kültürel yapısı ve yaşamı hakkında
ipuçları veren en iyi sivil mimarlık örneklerinden
biridir.
Cahit Sıtkı Tarancı Eviİl merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit
Sıtkı Tarancı Sok. No:3’te bulunan ev, 1733
yılında inşa edilmiştir. Daha sonra Cahit Sıtkı
Tarancı’nın ailesine geçmiştir.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik
yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev,
1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın
alınarak onarıldıktan sonra, Cumhuriyet’in 50.
yılında 29 Ekim 1973 yılında Cahit Sıtkı’nın
anısını yaşatmak amacıyla müze olarak hizmete
açılmıştır. 32 yıldan beri kültür müzesi olarak
hizmet veren bu evde, şairin şahsi eşyaları, el
yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları
ve kitapları yer almaktadır. Bu sanat yapıtı,
272 yıllık tarihi geçmişi ve mimari üslubuyla,
yapıldığı dönemin izlerini taşımaktadır.
Diyarbakır’da ev mimarisini etkileyen 3 önemli
unsur vardır. Bunlardan birincisi sosyokültürel
yapı, ikincisi iklimin olumsuz etkisi, üçüncüsü
volkanik bir arazi üzerinde kurulu olan yerleşimin
sur içine sıkışıp kalmasıdır.
Bütün bu etmenlerin etkilerini Cahit Sıtkı
Tarancı Evi’nde görmek mümkündür. İslami
inançlardan kaynaklanan kadın ve erkeğin bir
arada bulunmaması gereği ev, haremlik ve
selamlık bölümlerine ayrılmıştır. Selamlık, eve
gelen yabancı misafirlere ayrılmış olup harem
kadınların yaşadığı bölümdür. Ancak günümüze
ulaşan, evin haremlik bölümüdür.
Yazların çok sıcak ve kurak, kışların ise oldukça
soğuk ve yağışsız geçmesi, evin mevsimlere
göre yönlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Evin
merkezi durumundaki avlunun (mahalli dilde
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
115
havş) çevresi yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümlere ayrılmıştır.
Surların sınırladığı yerleşim dokusundaki birçok ev gibi Cahit Sıtkı Tarancı
Evi de, dar sokaklar (küçe) arasında yer almaktadır.
Yapıda kullanılan ana malzeme bazalt taşıdır. Erkek ve dişi taş olarak
adlandırılan bu taşın gözenekli olanı dişi taş, gözeneksiz olanı ise erkek
taştır. İklimin olumsuz etkilerini azaltarak, yazın serin kışın sıcak mekanlar
oluşturan Kara bazalt taşın ağır görüntüsünü hafifletmek için avluya bakan
duvarlar, kapı ve pencere kemerleri “Cıs” adı verilen sönmüş kireçten
yapılan daha çok bitkisel bezemelerle cepheler rahatlatılmıştır.
Odaların hemen hepsi oturma, yatma, yemek yeme, misafir kabul etme
gibi çeşitli ihtiyaçları karşılar.
Evlerin üstü “dam” adı verilen düz toprak ile örtülüdür. Yağmurdan sonra
bu toprak damlar silindir şeklindeki “loğ” adı verilen taşlarla sıkıştırılarak
damın akması önlenir. Bu toprak örtü , sıcak iklime karşı yalıtım görevi
de görmektedir. Damlar, aynı zamanda sıcak yaz gecelerinde ev halkının
uyuma işlevine de yanıt verir. “Taht” adı verilen ahşap karyolalara “stara”adı
verilen örtüler gerildiği için kimse birbirini görmezdi. Diyarbakırlıyı açık
havada ve yüksek bir yerde yatmaya iten bir başka sebep de özellikle yaz
aylarında görülen akreplerdi.
Evin Bölümleri
Sokak Girişi Sokak şekillenmesinde surların etkisi büyüktür. Surlar, evleri iki yönlü
etkilemiştir. Birincisi yazları çok sıcak bir bölgede serinletici rüzgarları
keserek, ikincisi ise tam tersi bir etkidir. Kentin genişlemesini sınırladığı
için sur içindeki alanda bir yoğunlaşma olmuş, evler birbirine yaklaşmış ve
sokaklar daralmıştır. Böylelikle gölgelik alan çoğalmış, serinletici öğeler
belirmiştir. Ev sokaktan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Sokakların darlığı
nedeniyle şahnişlerden (evin sokağa taşan bölümü) cepheye pencere
açılmamış, yan taraflara ve cephenin üst kısımlarına açılmıştır.
Sokaktan eve sade bir kapıdan girilir. Sokak cephesi yontma taştan
örülmüştür. Eve giriş, oldukça küçük ve insan boyutundan daha az olan
116
kemerli bir kapıdan sağlanır. Bu, insanların
birbirine saygısından kaynaklanır. Eve gelen
misafir, başını, alçak olan kapıdan eğerek
içeriye girer. Ev sahibine saygısını bu şekilde
ifade etmiş olur.
Sokak kapısı üstündeki saçak, kapı eninden fazla
tutulan birer bingiyle oturtulan sal taşlıdır. Bu
eleman kapıyı vurgulama yanında, yağmurdan
korunmadır. Bir kale gibi dış çevreye kapalı
tutulan evin içi oldukça süslü ve gösterişlidir. Eve
“sokak arası” veya “kapı arası” denilen dar bir
geçitten girilir. İç dış yaşamı birbirine bağlayan,
bazı evlerde ahır bağlantısının da yapıldığı bu
mekanlar evin merkezi sayılan “avlu” ya açılır.
Resim 1 : Cahit Sıtkı Tarancı Sokak ve Giriş Bölümü
AvluAvlu, yazın günlük yaşamın büyük bölümünün
geçirildiği, dikdörtgen planlı bir alandır. Bu
alan yüksek duvarlarla çevrili olduğundan,
içerideki yaşam dışarıdan görülmez. Avluya
doğrudan bağlantısı olan birimler, yarı açık,
kapalı ve ıslak alanlardır. Üst kata bağlanan ve
bodruma inen merdivenler de yine bu alandadır.
İçindeki havuzu, bahçesi ve kuyusu ile doğa,
içeride yaşatılmaya çalışılmıştır. Avlu döşemesi,
dişi bazalt taştır. Yaz aylarında gün batımına
doğru avlu yıkanarak taşın boşluklarına dolan
su aracılığıyla sonradan doğal bir serinlik
yaratılmış olur.
Resim 2 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde “Avlu”
Bodrum Kat Evin bodrum katları, kuzey ve doğu kanadında
bulunan ve zeminden 3-4 basamakla inilen
mekanlardır.
Bodrum, zerzembe adı verilen (kiler) kat,
yaşamdan ziyade, depolama amaçlı servis
alanlarıdır. Bodrum avludan yükseltilerek, içinin
ışık ve doğal hava alması sağlanmıştır. Kışlık
yakacak yanında küplere konan yiyecek ve
içecek nemsiz, havadar ortamda saklanmış olur.
Bol pencereli oldukları için depolamaya uygun
koşullara sahiptirler.
Resim 3 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Bodrum
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
117
Zemin Kat
Cahit Sıtkı Tarancı Evi, mevsime göre yönlenerek yazlık, kışlık ve baharlık
bölümlere ayrılmıştır. Güneye bakan kışlık bölüm, avlu kodundan 5
basamakla yükseltilmiş ve sofa aracılığıyla odaya bağlanmıştır. Oda’nın
kat yüksekliği ve boşluklar yazlık bölüme göre azaltılmıştır. Odada ısınma
donanımı yoktur. Yaygı, sergi giyim kuşam hep yündendir. Dışarıda
karbonmonoksidi atılmış
Resim 4 : Evin Kışlık Bölümü
meşe kömürü “köz” haline getirilince mangalla içeriye alınır. Kışın bir masa,
hamur tahtası veya o görevi yapan bir yükseltinin üstüne örtülen büyük
yün battaniyeye bağdaş kuranlar yaklaşır, çevresini sarar. Mangal alttadır.
Tek ocak mutfaktadır. Bu nedenle kış odası, mutfağa yakın ve korunaklıdır.
Bir yönü de sofaya açılır. Doğu kanadında yer alan ve baharlık olarak
düzenlenen bölüm, iki oda ve eyvandan oluşur. Mutfak bağlantılı oda aynı
zamanda üstünde bulunan koltuk oda ile de ilişkilidir.
Resim 5 : İlkbaharlık Bölüm
118
Resim 6 : Evin İlkbaharlık Bölümünden İç Mekan
Düzenlemesi
Avlu kodundan 3 basamakla inilmesine rağmen,
zemin katta kuzeye dönük planlanan bir
başka mekan da “serdap” adı verilen soğukluk
alanlarıdır. Bölgesel bir özellik olarak bazı
evlerde bulunan serdaplar, sıcak yaz günlerinde
ev halkının serinleyebileceği, ortasında süs
havuzlarının bulunduğu özel mekanlardır.
Resim 7 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Serdap’ın Girişi”
Zemin kat, aynı zamanda hela, hamam, bahçe
gibi hizmet alanlarından oluşur.
Üst KatEvin yazlık ve baharlık bölümlerini oluşturan
bu katın batı kanadı, günümüzde Cahit Sıtkı
Tarancı’nın eserlerinin bulunduğu bir sofa ve iç
içe geçen iki odadan meydana gelmiştir.
Resim 8 : Evin Sonbaharlık Bölümü
Resim 9 : Cahit Sıtkı Tarancı’ya Eşyaların Bulunduğu
Bölüm (Sonbaharlık Bölüm)
Avlu kodundan 9 basamakla çıkılan bu bölüm,
yazlık bölüm ile yakın ilişkilidir. Bu tarihi evin
belki de en iyi cephelerinden biri, yüksek
eyvanlarla zenginleştirilmiş yazlık bölümdür.
Avlu kodundan bir merdivenle çıkılarak
ulaşılan bu bölüm, kuzeye yönlendirilerek serin
rüzgarlardan faydalanma amaçlanmıştır.
Evin en büyük ve en gösterişli odasının da
bulunduğu bu kat, zengin taş işçiliğinin de iç
cephede daha iyi hissedildiği bölümdür.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
119
Resim 10 : Evin Yazlık Bölümü
Resim 11 : Yazlık Bölüm Girişi
Diğer odalardan daha çok görsel zenginliğe sahip üst katta bulunan yazlık
oda, işlevsel ve görsel amaçlı, alçı bezemeli kenarları yaldızlı nişler (paca),
kapakları oymalı, aynalı dolaplar ve renkli vitraylı tepe pencereleriyle
oldukça zengin bir iç süslemeye sahiptir.
Resim 12 : Yazlık Bölümde Tepe Penceresi
Resim 13 : Yazlık Bölümde Oda ve Aynalı “Niş”
120
Özellikle özel günlerde sıkça kullanılan odanın
iki tarafı boydan boya oturma amaçlı sedirlere
ayrılmıştır.
Pencere açıklıkları ve kat yüksekliği fazla
tutularak, uygun hava akımı sağlanmıştır.
Resim 14 : Yazlık Bölümde Pencere Detayı
Üst katta yer alan bir başka mekan da koltuk
odadır. Evin kuzeydoğu bölümündeki bu
mekanlara, zemindeki odadan birkaç basamakla
çıkılarak ulaşılır. Bu oda özellikle kışlık kuru
gıdanın (ceviz, sucuk, pestil, kuruyemiş vb.)
kilerlere inmeden odaya servisine uygun
düşünülmüştür.
Resim 15 : Oda İçlerinden “Koltuk Oda” Girişleri
Evin kuzeydoğu kanadında yer alan üst kat
odasının daha büyütülmesi amacıyla genellikle
dört tarafına çıkıntı yapılmıştır. Sokağa taşan
bu bölümün (cumba, şahniş), geniş yüzeyi
karşı komşuyu görmemek amacıyla sağırdır.
Pencereler yan taraflara sokağı boyunca
görebilecek şekilde açılmıştır. Sokağa taşan
kısmın yükünü hafifletmek amacıyla ahşap
karkas yapılan bu alan, pencere yönünde sedir ve
yastıkların yer aldığı oturma düzeniyle çevrilidir.
Bütün odaların tavanı ahşap kirişlemedir.
EyvanKonutun odağı avlu ve bunun en önemli öğesi
eyvandır. Eyvan, avlu ve kapalı alanlar arasında
yarı açık bir alandır. Özellikle yaz aylarında ev
halkının en çok tercih ettiği mekanlardan biri
olmuştur. Evin güney kanadının üst bölümünde
yer alan bu alan, iki kemerli önü kuzeye dönük
bir yaz odası görünümündedir. Aynı zamanda
odalara geçişi de sağlayan bu eyvan, paca adı
verilen dolap ve nişlerle süslenmiştir. Evin en
büyük açıklıkları oldukları için kemerleri süslü
ve göz alıcıdır. Üst örtüleri kavak kirişli “dam”dır.
Resim 16 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde “Eyvan”
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
121
Resim 17 : Eyvan’da “Paca”
Sahanlık ve GezemekCahit Sıtkı Tarancı Evi’nde merdiven genellikle bir sahanlıkla son bulur.
Sahanlığın uzatılarak eyvan ve odalara geçiş yapan bölümüne “gezemek”
adı verilir. Bu bölüm evin batı kanadındaki odanın önünde yer almaktadır.
Merdivenler yapının diğer bölümlerinde olduğu gibi dişi bazalt taştandır.
Korkuluklar demir işçiliğinin en güzel örnekleriyle çevrilidir.
Resim 18 : Yazlık Bölümde Sahanlık ve “Gezemek”
BahçeDiyarbakır evi bahçesiz düşünülemez. Küçük de olsa avlunun bir köşesi
bu yeşil alana ayrılmıştır. Bahçe alanı Tarancı Evi’nde oldukça büyük
tutulmuştur. Bu alanın ortasında çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçları
bulunmaktadır. Evin kara taşlı kasvetli havası bu yeşil doğa parçasıyla
giderilmeye çalışılmıştır.
Resim 19 : Evin Bahçesi
122
HavuzHavuz, çoğu Diyarbakır Evinin vazgeçilmez bir
öğesidir. Kanuni döneminde şehre getirilen
kanalizasyon ve içme suyu tesisatının çok iyi
olması, evlerde çok sayıda havuz yapılmasına
olanak vermişti. Havuz, sıcak iklimin ve doğadan
kopuk olarak içe dönük planlanan evlerde klimal
ve görsel amaçlara hizmet eder. Avlunun içinde
yer alan elips şeklindeki havuz, ortada fıskiyeli
ve bahçeye bitişiktir. Havuz kadar önemli ve onu
tamamlayan bir unsur, boşalan su için düşünülen
(görsel su oyunları) kanalcıklarıdır. Havuz
onunla orantılı dikdörtgen bir sekiye alınmış
ve boşaltma haznesiyle zenginleştirilmiştir.
Taşan su, bu sekizgen yuvadan düşey olarak
boşalmakta, buradan taşanlar da 2. bir çanaktan
yollanmaktadır. Bu küçük su haznesi, aynı
zamanda bahçede bulunan kuşların su içimine
de elverişli yapılarak insanlar kadar hayvanların
bile unutulmadığı detaylar yaratılmıştır.
Resim 20 : Avluda Havuz
Resim 21 : Havuzda Su Haznesi
MutfakMutfak, kuzey kanatta olup bir kemerle avluya
ve böylece güneşi bol, rüzgarı az güneye
yönlendirilerek, işlevlerine en uygun noktada
yer almıştır. Çünkü eyvanlar gibi önü açık
düşünüldüğünden kış aylarının olumsuz etkileri
kesilmek istenmiştir.
İçinde ocakları olan mutfak, evin kullanım
kolaylığı bakımından harem bölümünde kilere
yakın olarak düzenlenmiştir. Mutfak aynı
zamanda kışlık bölüme yakınlaştırılarak sıcak
havadan faydalanma amaçlanmıştır.
Mutfak içinde yemeğin pişirildiği yerlere “maltız”
denir. Üç-dört ocağı olan maltızın içinde kömür
ateşi yakılırdı.
Ayrıca mutfağın içinde yer alan bacalara
tütmekten gelen “tütünlük” adı verilirdi. Çamur
ve sıvalı olan bacanın yanında yemek pişirmede
kullanılan kazan, kepçe, bakraç vb. mutfak
eşyaları yer alırdı.
Evin mutfağı sokak yönünde, cumba altında
olup kafesli kemeriyle kendini hissettirir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
123
Resim 22 : Mutfağın İçi
HelaHela, günlük kullanımın yoğun olduğu zemin kat avlusu içinde yer alarak
gözden uzak yapılmıştır. Aynı zamanda kanalizasyon tertibatı ve sağlık
nedeniyle sokağa en yakın yerde, girişin yakınındadır. Helaya düz olarak
girilir. Alaturka tipte iki basamak taşının belli aralıklarla konmasından
meydana gelir.
Resim 23 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Hela
HamamEski Diyarbakır’da yıkanmak için genellikle mahalle hamamlarına gidilirdi.
Ancak Cahit Sıtkı Tarancı Evi gibi büyük ev ve konaklarda ayrı hamamlar
yapılmıştır. Evin hamamı avlunun batı kanadında zemin katta yer alır. Giriş
bölümünde, elbise çıkarma ve hemen yanında dinlenme yeri bulunur. İç
kısım, sıcak ve soğuk su borusunun döşendiği bir köşede kurnanın yer
aldığı yıkanma bölümüdür.
Resim 24 : Evin hamamı
124
Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik
yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev,
hem Diyarbakır sivil mimarlık örneğinin en
güzel yapılarından birini yansıtmakta, hem de
bu havayı soluyan önemli bir şairin yaşamından
ve eserlerinden kesitler sunmaktadır.
KAYNAKÇA:1. Tuncer, O.C, (1999), “Diyarbakır Evleri”
Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Kültür ve
Sanat Yayınları
2. Diyarbakır Valiliği Yayınları
3. Sözen, M. (1971), “Diyarbakır’da Türk
Mimarisi” Diyarbakır’ı Tanıtma Ve Turizm
Derneği Yayını
4. Baran, M. (2000), “Halkbilimi Bağlamında
Anadolu-Türk Konutunun Mekansal
Oluşumu” Yayınlanmamış Doktora
Tezi YTÜ. İstanbul
5. A. Gabriel (1940), “Voyages Archeolog’iques
dans la Turquie Orientale, Paris,s.95-182
6. Erginbaş, D. (1953), “Diyarbakır Evleri”
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İTÜ, İstanbul
126
TARİHTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA SU SORUNU
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
127
Prof.Dr.Kenan HaspolatDicle Üniversitesi
127
Diyarbakır’ın bilinen en eski su isale hattı, kesin tarihi belli olmamakla
beraber 1535 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
Şehre 14 km mesafede bugün Serapgüzeli köyü diye bilinen ve Gözeli
mevkiinde bulunan kaynaktır. Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahip
olan kaynak Hamravat Suyu adıyla ünlüdür.
Hamravat Suyu’nun şehre getiriliş tarihi, ilgili kaynaklarda değişik olarak
verilmiştir. Evliya Çelebi, suyun h. 941(m. 1535) tarihinde getirildiğini
yazar.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970.
Evliya Çelebi Hamravat suyu için der ki: “….Eski bilginler, bu Hamravat suyu
içine pamuk koyup sonra yine tartmışlardır….İstanbul’da Eski Saray kapısı
önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile, bu Diyarbekir
Hamravat Suyunun pamukları beraber tartılmıştır. Bu kadar hafif sudur.
Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi.
Bu Hamravat Suyu’nun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile
malumdur. Hatta Osmanoğullarından İbrahim Han bu suyun vasıflarını
duyunca, “Elbette bana Diyarbekir’den Hamravat Suyu gelsin!” diye hat-ı
şerif ile dergah’ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir’e gelmiştir. O zaman
efendimiz Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi. Paşa, padişah emrini
görünce baş üstüne deyip, onar okka su alır, altı adet gümüşten ve altı
kurşundan ve altı adet tutyadan ve altı adet çam boduçlarından, toplam
olarak 24 adet gümgümlere sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip,
gelen kapıcı-başıya on kese de ihsan verip teslim eyledi. Onatlı kese dahi
gümgümlerin masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Hana gönderdi.
Allah’ın hikmeti bu soğuk saf su İstanbul’a girdiği gün, yeni padişahın tahta
oturduğu gün olup, bu Hamravat Suyu, Sultan İbrahim’in oğlu Dördüncü
Mehmet Han’a nasip olmuştur.
1056 Recebinin onsekizinci cumartesi günü, ikindiden sonra tahta
oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası bu Hamravat
Suyu Diyarbekir’in yüz suyudur.”
Basri Konyar da aynı görüşe katılmakta ve şunları eklemektedir:
“Kanuni bu suyun yayılan şöhretine alaka göstermekten fariğ olamadı.
Mimar Sinan’ın kalfası Kastamonulu Kasım Çelebi’yi bu hayırlı işi
128
başarmaya memur etti. Şehre 14 kilometre
mesafede bulunan bu su, fen erbabının bugün
bile hayretle gördükleri en ince ve derin
hesaplarla, kaynağındaki irtifa seviyesini, geçtiği
ivicaclı ve tümsekli yerlerde hiç kaybetmemek
için tünellerden geçirilerek ve Bağlar mevkiinde
Hükümet Konağının bulunduğu yerden otuz
bir metre yüksekliği sağlanarak bu suretle en
yüksek evlerin en üst katlarına çıkabilecek bir
boy ve durumda kalması temin edilmiştir. (1)(2)
(3)
Kantaralar Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar
Sinan’ın Kastamonulu kalfası Kası Çelebi
tarafından taş kanallar içinde güney surlarına
kadar getirilen Hamravat suyunun kente
dağılımını sağlamak üzere 27 müstakil ayak
üzerine yaptırılan KANTARALAR (Su kemerleri)
asırlarca kullanıldıktan sonra, 1935 yılında Vali
Nizameddin Beg zamanında suyun künklere
alınması sırasında yıktırıldı ve taşları alınarak
resmi binaların yapımında kullanıldı(4) (Diyarbakır
kalesi ve kantaralar(N.satıcı)
Su Kemerleri (Kantaralar) - DİYARBAKIR).(N.satıcı)
Mustafa Akif Tütenk Diyarbakır suları ile
ilgili makalesinde; Diyarbakır sularının sur
içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen
menbaalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı
Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal’a suyu
olmak üzere üç kaynağın varlığını ifade eder
ve ekler Tütenk: “Şehir içi menbaalarında Çift
Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal’a)
suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin
ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapıda’ki)
Sultan Şuca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır.” (5)
Diyarbakır’ın Önemli Su Kaynakları Şöyle Özetlenebilir
• Urfa kapısının hemen dışında,sur duvarının
eteğinde,tepe üzerinde bir su fışkırmaktadır
• Kente girdiği yerde Ulu cami ve çeşmelere
doğru kollara ayrılan,dereyi andırır(Bakıla)
bir 3.kaynaktan
• Kale içinde yer alan 3 çeşmeyi ve buna bağlı
bir çok değirmeni çalıştıran bir su Nasır-ı
Hüsrev beş değirmen taşını çevirecek kadar
bir sudan sözediyor.Evliya Çelebi buna kent
sularından kaynaklanan bir su,değirmenleri
döndürüyor,saraya kadar ulaşıyor,şelale
ve sel haline dönüşerek Dicle’ye karışıyor
bilgisini ekler.
Bilindiği gibi, Diyarbakır surlarını batı ve kuzey
yönünde bir yapay kanal savunmada yardımcı
olmak üzere dolanıp, Fis kayasından aşağıya
akıyordu. Bu kaynaklar, böylesine bir kanalı
besliyor olabilir. Bilindiği gibi Urfa kapısının
biraz güneyinde içeride,sur duvarına bitişik
günümüze gelen bir değirmen vardı.
Diyarbakır batıdan doğuya (Bağlar semtinden
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
129
kente doğru) az inişli (eğimli) bir düzlük üstünde olduğundan kentin (suriçi)
batı yakasından surlarla beslenmesi topoğrafyasından kaynaklanır. Ali
Pınar Köyü ve kaynağı, Hamravat suyu, Çift kapının hemen içindeki Ayn
Zeliha gözesi hep bu yöndedir. Kentin kuzeydoğusunda yer alan İç kale
suyunun nereden geldiği gizli tutulduğu için bilinmemektedir ve buradan
doğuya akan suları günümüzde de birkaç değirmen çalıştırıp, bahçeleri
sulayarak Dicle’ye karışır(9)
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini
Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu
izlenimlerini detaylandırmıştır. ’1928’de Vali Nizamettin Ataker, Kanuni’nin
getirdiği suyu demir boruya aldırmıştır. Suyun kaynağında saniyede 160 litre
su akar.1948 yılında Bayındırlık Bakanlığı 1.841.184 lira vermiştir. 3600
tonu bulan su borusu, Karabük Demir ve Çelik fabrikasına ısmarlanmıştır.
Su davasının bu şekilde halledilmesi ile Diyarbakır’ın 5o senelik inkişafının
ihtiyacı da karşılanmış olacaktır(10)
Hamravat’ın SonuDiyarbakır’ın simgelerinden biri sayılan Hamravat, ne yazık ki, kentin son
30 yıl içinde büyüyüp, genişlemesi sonucu, yetmez olunca çeşitli sularla
karıştırıldığı için değerini ve özelliğini yitirdi.
Hamravat suyuna başka suların karışımı il kez olmuyordu tabi… Eldeki
kayıtlara göre ilk karışım 1902 yılında olmuş. Bu tarihlerde Hamravat
suyuna “Nehr-i Cedid” adında bir suyun karıştırıldığı belirtilir.
Yakın yıllarda ise İçkale, Balıklı, Anzele gibi çok değişik suların karıştırılması
ile Hamravat suyu iyice bir bozuldu, özelliğini ve güzelliğini yitirdi. Ayrıca,
Karacadağ eteklerinde, özellikle kaynakların yoğun olduğu Gözeli’de son
20 yıl içinde başlatılan yapılaşma yanında bazı sanayi tesislerinin oluşması
da Hamravat kaynaklarını olumsuz etkiledi.
Hatta zaman zaman buradaki sanayi tesislerinin kimyasal atıklarının
Hamravat’a karıştığı da saptandı. Anlayacağınız, her derde deva bu şifalı
suyu da kaybettik ve ne yazık ki Evliya Çelebi’nin “Diyarbekir’in yüz suyu”
dediği Hamravat da diğer pek çok güzellik gibi artık anılarda kaldı ve ne
yazık ki şimdilerde Diyarbakır’da yaşayanların pek çoğu Hamravat’ın adını
bile bilmiyor.
130
Günümüzde kentin çok büyük bir bölümüne
artık “Kral Kızı Barajı”ndan getirilen su veriliyor.
Yüksek basınçlı, soğuk, ama ne yazık ki bu suda
Hamravat’ın tadı ve güzelliği yok. (6)
Arbedaş Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray
kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği
yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni
sultan Süleyman zamanında l531 yılında
yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden
aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir
merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu
bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır.
(www.sudemle3.blogcu.com/3499347)
E.Çelebi bu suyu şekilde tanımlar “Erbaataş
suyunun özellikleri:İsminin nedeni şöyledir: Çok
soğuk olduğundan içinden dört taş çıkaramaya
yaratılmış bir kişinin gücü yetmez.Onun için
erbaa (dört)taş denilen temiz bir sudur. Bu
saf su Nasuhpaşa Meydanı semtinde içkale
duvarına bitişiktir”. (Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten.Evliya Çelebi Diyarbekir’de.İst.1997.s.265)
Belediye Başkanı Adil Tekin’in Nutku(10Şubat 1953 günlü Diyarbakır gazetesinden)
Suyun işletmeye açılması münasebetile belediye
önünde yapılan törende Belediye Baş kanı Adil
Tekin tarafından söylenen nutku ay nen aşağıya
yazıyoruz;
“Aziz hemşerilerim, muhterem vatandaşla rım,
Her fırsatta şehrimizin iktisadî, coğrafî,
kültürel durumlarından ve her bir köşesi
tarihin bir devrini şahit olarak gösteren, tarihî
âbidelerden iftiharla bahsederken, asıl hayat
kaynağı olan Hamravat suyundan bahse ce saret
edemiyorduk. Bunun sebebi aşikârdır.
Abı hayat namile maruf olan Hamravat suyu,
Türkiye’mizin belli başlı sularının en sıhhî ve
içmeye en müsait olanıdır. Fakat bir zaman lar
künklerle, bir zaman toprak kanallarla şehre gelen
bu su 930 sene sinde bir dereceye kadar tamire
uğramış, Bağlarbaşı su deposundan şehre kadar
borularla gelmişse de, bu tesisler de esas gayeye
cevap ver memiştir.
Muhterem dinleyicilerim,
Bu vesileden bilistifade evvelâ bu suyun tarihinden
bir nebze bah setmeyi faydalı buluyorum. Bu suyun
ilk olarak Diyarbakır’a ne suret le geldiği hakkında
tam bir malûmat bulunmamasına rağmen eldeki
mevcut “vesikalara göre, bu suyun ilk defa
400 küsur sene evvel Kanunî Sultan Süleyman
tarafından menbaı olan Gözeli’den kanalla şehre
ge tirildiği ve bu suya 318 ve müteakip senelerce
su yollarının bozulması üzerine o zamanki Vali
Nazım Paşa tarafından teşkil edilen bir heyet
marif etile su sahiplerini tesbit ve halktan alınan
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
131
altun para ile tekrar yeniden tamir edilerek, şehre akıtıldığı ve bu halin
930 Cumhuriyet devrine kadar devam ettiği su yollarının tekrar bozulması,
kanalların arıza yapması yüzünden bu iş o zamanki Vali Nizamettin Ataker
ve Belediye Reisi Gafur Bey ta rafından bu işe Önem verildiği ve nihayet
Bağlarbaşı’ndan şehre kadar üçyüzlük borular düşemek suretile şehre
getirildiği ve Bağlarbaşı’ndan Gözeli’ye kadar kanalların tamir edildiği, bunu
müteakip de şehrin bir denbire genişlemesi ve bilhassa yeni şehrin inkişafı ve
çok su sarf eden istasyon ve civarı, tayyare alayı gibi yerlere suyun tahsisi
üzerine, şeh re su az geldiği gibij gerek miktar ve gerekse tazyik bakımından
artık ihtiyaca cevap veremediği anlaşılmış, gerek memleket büyüklerinin ve
gerekse seleflerimizin alâkasile 949 yılında su işi tekrar ele alınmış ve keşifleri
yaptırılarak inşaatına başlanmıştır.
Kıymetli hemşerilerim,
Bu su tam Hamravat suyunun menbaı olan Gözeli köyünden doğ rudan
doğruya beşyüzlük demir boruya alınmak suretile şehre getiril mekte ve hiç
bir yerde el sürülmeden ve mikrop almadan vatandaşla rın istifadesine arz
edilmiş bulunmaktadır. Bu su için şimdiye kadar iki milyon lira sarf edilmiştir.
Bunun bir milyon üç yüzbin lirası, demir bo rulara, altı yüzbin lirası inşaat
müteahhidine, elli bin lirası bu işde ça tışan mühendis ve personellere ve
elli bin lirası da müteahhitten nok san alınan işlerin ikmaline sarf edilmiştir.
Bu suretle bugün huzurunu za açılacak olan su, bu suretle şehre gelmiş
bulunmaktadır.
Aziz hemşerilerim,
İşletmeye bugün açacağımız su tesisatı sur dışı tamamen ikmal edil miştir. Sur
içinde ise, Urfakapı - Balıkçılarbaşı - Alipaşa Mahallesi ve Melik Ahmed’in iki
tarafının boruları döşenmiştir. Ayrıca Dağ kapısın dan Mardin kapısı karakoluna
kadar Gazi caddesi döşenmiştir. Boru döşenen bu yerdeki vatandaşlara Mart
birden itibaren su verilmeğe baş lanacaktır. Bu semt ve mahallelerin haricinde
kalan yerlerin de keşifl eri yapılmaktadır. Önümüzdeki yılda bunlar da ikmal
edilerek, su ve rilmek için çalışılmaktadır.
Sayın hemşerilerim,
Bugün huzurunuza açacağımız su, vaad edilen tarihde aktılamamıştır. Biraz
geç kalmıştır. Takdir edersiniz ki, su işi yeraltı inşaatıdır. Di ğer inşaatlar gibi,
çabuk yapılabilecek bir iş değildir. Belediyeniz, bu suyu akıtmak için iki seneden
beri çok emek vermiştir. Fakat bazı hak lı sebepler dolayısı ile uzamıştır.
132
Bununla beraber, yine su akıtılmıştır. Belediyeniz
bugünkü neticeyi almak için çok emek sarf etmiş
ve büyük fedakârlıklara katlanmıştır.
Bu suyun ilk banisi olmak itibarile Sultan
Süleyman hazretlerini burada yad etmeyi bir
borç bilirim. Bunu müteakip bu suyun 318 tari-
hinde yeniden ele alınması ve bir esaslı şekle
konulmasında büyük hiz meti geçen merhum
eski Diyarbakır Valisi Nazım Paşa hazretlerine de
Allah’tan rahmet diler hürmetle anarım. Yine bu
suyu tekrar ihya et mek için çok emeği geçen ve
bugün hâlâ içmekte olduğumuz suyun şeh rimizde
akıtılmasmda büyük rolü olan eski Diyarbakır
valilerimizden Nizamettin Ataker’i hürmetle anar
kendisine minnet ve şükranlarımızı şehir namına
sunarım.
1949 senesinden bugüne kadar bu su işinde esaslı
yardımları bulu nan ve hizmetleri geçen eski ve
yeni milletvekillerile belediye reis ve heyetlerinin
büyük mesailerini de burada huzurunuzda anmayı
büyük bir vazife bilirim.
İçme su müteahhidile belediye arasında hasıl
olan ve uzun müddet devam eden ihtilâfın halli
hususunda ve bugünkü suyun fiilen akıtılma-
smda fiilen büyük bir hissesi ve yardımı olan
maddî, manevî hiç bir mü-zaharetini esirgemeyen
ve bu suretle geçmişteki selefine yakışır bir
şekilde hareket ederek şehrimize hizmet eden
valimiz sayın Servet Sürenkök’e, huzurunuzda
şehir namına alenen teşekkür ederim. Bu arada
muhterem vatandaşlarım, şehrimizin bu önemli
derdi olan su işinde bütün isteklerimizi büyük
bir anlayış göstererek aynen kabul eden devlet
rical ve erkânımıza da şükranlarımızı sunar,
memleketimize hayırlı ol ması için suyu işletmeye
açarım”.
Diyarbakır da ilk şebekenin tarihi 1935’li
yıllara gitmektedir. Vakıflar İdaresi tarafından
yaptırılan şebeke font olup, şebeke kayıpları
yüksektir. Diyarbakır kentinin artmakta olan
içmesuyu ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk
planlı ve sağlıklı çalışmalar 1972 yıllarında
başlamıştır. Gözeli Kaynağından 11 km.
uzunluğunda 1000 mm çapında öngerilmeli
beton borularla bir isale hattı teşkil edilmiş ve
bu hattın sonunda 9000 m3 hacimli bir toplama
deposu inşa edilmiştir.
1990’ lı yıllarda artan yoğun göç nedeniyle
mevcut su miktarı ve tesisler ihtiyacı
karşılayamaz hale gelmiştir. Gözelide ilave
kuyular açılmış ve isale hattının 1 km.’si
yenileme çalışmaları başlatılmış ancak devam
etmemiştir.
1995 yılında altyapının tamamen felç olması
nedeniyle şehrin 2030 yılına kadar sorunsuz
su temini için yeraltı suları yerine yüzeysel su
kaynakları alternatifi üzerinde durulmuş; evvela
Devegeçidi Barajı daha sonra kirlilik nedeniyle
vazgeçilerek Dicle Barajı’na yönelenmiş ve
kaynak olarak seçilmiştir.
Son yıllarda yaşanan göçle, kent nüfusunun
artması ve şebeke sisteminin eski ve
kayıplarının fazla olması nedeniyle büyük
oranda su sorunu yaşanmakta idi. Diyarbakır
İçmesuyu Arıtma Tesisi Projesi kentin içme,
kullanma ve endüstri suyu gereksinimini 2025
yılına kadar karşılayacaktır. Proje 2 kademeden
oluşmaktadır. Şu anda işletilen kısım projenin
1. kademesini oluşturmaktadır. Kentte su
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
133
sorununun oluşmasıyla birlikte 2. kademe programa alınacak ve ihale
edilecektir.
Önceki yıllarda kentin ihtiyacına cevap veremeyen su üretimimiz, 2001
Haziran ayında DSİ tarafından yapılan ve şu an DİSKİ tarafından işletilen
Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi’nin devreye alınmasıyla yeterli hale
gelmiştir.
Diyarbakır’ın kullanımına verdiğimiz su; son derece kaliteli ve Avrupa
Topluluğu Standartları ve TSE 266 Standartlarına uygundur. “ Çağdaş bir
kent” olgusunun en önemli temel taşlarından biri olan altyapı konusunda
DİSKİ çalışmalarını son yıllarda hayata geçirdiği dev projelerle daha
modern ve etkin hale getirdi. (3)
Günümüzde Su tesisleri
DİSKİ-Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi 4 Mayıs 1995 tarih ve 22277
sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanan 95 / 6750 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
kurulmuş olup 01.01.1996 tarihinde Kamu Tüzel Kişiliği’ni kazanmıştır.
Diğer bir ifadeyle, Diyarbakır’ın su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek
görevi, DİSKİ Genel Müdürlüğü’ ne verilmiştir.
Hamsu arıtma tesisi
Atıksu arıtma tesisleri (DİSKİ)
134
Kanuni’nin Karacadağ’dan su getirdiği
Gözeli’deki Belediyeye ait su merkezi
DSİ
Diyarbakır içme ve kullanma sularının temin yerleri:1. Gözeli suyu kaynağı(Kaptaj):Ana kaynak
serap gözelidir.Bu kaynak Urfa istikametinde
16.5 km. mesfededir. 5 sertlik derecesinde
olan bu sus 1000 mm.lik borular vasıtasiyle
850 lt/sn.lik bir debiyle bağlarbaşındaki
depolardan birine depolanarak kente
verilmektedir
2. Anzele kaynağı: Kaynağı sur içinde,şehir
merkezinde olan anzele su deposunıun
gözeli Alipınar kaynakları istikametindedir,
Debisi 150 lt/sn.dir.İçilebilen bu su 5 sertlik
derecesindedir. İskenderpaşa, Yenişehir,
Alipaşa, Melik Ahmet paşa ve Lalabey
mahallelerinin su ihtiyacını karşılamaktadır.
3. İçkale kaynağı suyu 12 sertlik derecesindedir.
Fatihpaşa, Cevatpaşa ve Dabanoğlu
semtlerinin su ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
4. 4.Alipınar: Su deposuna toplanan su şehrin
batısındaki bir kaynaktan çıkmaktadır.debisi
150 lt/sn olan bu su 6 sertlik derecesine
sahiptir
5. Koşu meydanı kaynağı:Sondajla çıkartılıp
koşu meydanı su deposuna toplamam 0
sertlik derecesindedir ve debisi 10 lt/sn’di.Bu
depo bağların bir kısmı ile cezaevi civarının
su ihtiyacını karşılamaktadır (7)
Diyarbakır Su Sistemiİlimizdeki mevcut içmesuyu iki ana gruptan
ibarettir; kaynak suları ve derin kuyulardan
dalgıç pompalarla çıkarılan sular.
Gözeli su kaynakları ve 20 kuyudan dalgıç pompa
ile çıkarılan sular Bağlarbaşı ana su deposuna
isale hattı ile gelmekte ve dağıtımı yapılmaktadır.
Ayrıca şehirdeki mevcut depolardan dalgıç
motorlarla su çıkarılıp dağıtılmaktadır.
İçmesuyu ana kaynaklarının başında Gözeli su
membası gelmektedir. Diyarbakır’ın en eski
su kaynağıdır. Zamanla kaynağın su kapasitesi
artırılmıştır. Bu kaynaktan sağlanan içme
suyu 810 L/s kapasiteli bir isale hattı ile şehir
şebekesine verilmektedir. Ayrıca şehrimizin
değişik semtlerinde bulunan 3 kaynak ve bir su
sondaj kuyusu mevcuttur.
Bunlardan Alipınar su kaynağı 50 L/s civarında
bir debiye sahip olup kaynak üzerinde
kurulmuştur.
Aynı şekilde pompa sistemi ile suları şehir
şebekesine verilen Anzele su kaynağı 150
L/s, İçkale su kaynağı ise 40 L/s’lik bir debiye
sahiptir. Koşuyolu su sondaj kuyusunun debisi
ise 15 L/s’dir. Bu su direkt olarak şehir içme
suyu şebekesine verilmektedir. Halen 34 su
kuyusu mevcuttur.
İlimizde kullanılan yıllık ortalama içme suyu
miktarı 30.000.000 m3’dür. İlimizde içme ve
kullanma suyu ile ilgili paket proje kapsamında
Dicle Barajı şehir içme suyu isale hattı, isale hattı
üzerinden yapılacak hamsu arıtma tesisleri,
şehir içi içme suyu projesi, şehir içi kanalizasyon
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
135
şebekesi projesi, yüklenici firma tarafından yapılmaya başlanmıştır.
Su kirliliği için özel klorlama cihazları kullanılmaktadır. Klorlamanın sağlıklı
yapılıp yapılmadığı her gün Çevre Sağlık Müdürlüğü teknisyenlerince şehrin
çeşitli yerlerinden alınan su numunelerin tahlili ile denetlenmektedir.
İlimizde içme ve kullanma sularının Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından
kimyasal ve bakteriyolojik analizleri yapılmakta olup Çevre Sağlık
Müdürlüğü’nce kontrolü yapılmaktadır.
Atık Su Sistemi, Kanalizasyon ve Arıtma SistemiDiyarbakır Büyükşehir Belediyesi, atık su arıtma tesisi DİSKİ Genel
Müdürlüğü tarafından faaliyete geçirilmiştir. Büyükşehir Belediyesine tabi
olan atık su arıtma tesisi, şu anda % 30 verimle, mekanik olarak arıtma
yapmaktadır.
Şehirdeki evsel atıksular yaklaşık 300 km uzunluğunda toplama sistemi ile
toplanarak, toplam 17 km uzunluğunda çapları 700 mm ile 1800 mm
arasında değişen kolektör hatlarına bağlanarak 2000 mm’ lik tek bir
kolektör hattı ile cazibeli bir şekilde arıtılmak üzere atık su arıtma tesisine
verilmektedir.
Kent içindeki atık suların toplanıp bunların tekrar kullanıma sunulması
amacıyla yapılan toplama sistemleri üç alt kademe belediyesinden,
Suriçi ve Yenişehir Belediyesi sınırları dahilinde tamamlanmış olup,
Bağlar Belediyesi sınırları dahilindeki yerleşim alanlarında tamamlama
çalışmaları sürdürülmektedir.
Alt yapısı tamamen yenilenmiş olan Suriçi Belediyesi sınırları dahilinde
evsel atık sular ve yağmur suları için ayrı toplama sistemleri yerleştirilmiş
olmakla birlikte, büyük oranda eski toplama sistemlerinin kullanıldığı diğer
yerleşim alanlarında evsel atık sular ve yağmur suları henüz aynı sistemle
toplanmaya devam etmektedir (Kaynak: Diski Genel Müdürlüğü).
Atıksu arıtma tesisi çamur arıtım ünitesinden çıkan çürümüş çamurlar
gerekli analiz ve araştırmalardan sonra uygun bulunursa tarım arazilerinde
toprak iyileştirici ve gübre şeklinde kullanılması düşünülmektedir. Çıkacak
olan metan gazının ise ısınma amaçlı kullanılması planlanmaktadır.(8)
136
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİ Genel Müdürlüğü, kentin su kapasitesini artıracak 15’er bin tonluk iki depo yapıyor.14 Kasım 2008
30 bin tonluk su deposuDiyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİ Genel
Müdürlüğü, kentin su kapasitesini artıracak
15’er bin tonluk iki depo yapıyor.
Depo çalışmalarının bir ay sonra tamamlanması
hedeflenirken içme suyu rezervine çok büyük
katkı sağlayacak toplam 30 bin tonluk depolar
sayesinde, su arızaları sırasında kesintilerin
önüne geçilmiş olacak.
Televizyon vericilerinin bulunduğu
Talaytepe’deki iki ayrı içme suyu deposunda
aralıksız devam eden çalışmanın 1 ay sonra
tamamlanması hedefleniyor. Çalışmaları
aralıksız sürdürdüklerini belirten DİSKİ Genel
Müdürü Yaşar Sarı, Talaytepe su depolarının
çok önemli olduğunu ifade etti. Kentin önemli
bir açığını kapatacağını belirten Sarı, sözlerini
şöyle sürdürdü:
“Talaytepe 4-2 deposu içme suyu depolarımızdan
birisidir. Hacmi 15 bin tondur. İzolasyonunu
tamamladığımızda bir ay içerisinde kente 15 bin
tonluk bir rezerv daha kazandırmış olacağız. Yine
bu depomuzun hemen 300 metre yakınında 5-2
depomuz var. O da 15 bin tonluk depodur. İki adet
5 bin topluk depolarımız da var. Hedefimiz bunları
tamamladığımızda kentimize 40 bin tonluk rezerv
kazandırmış olacağız. Bunun anlamı şudur;
su arızalarında kente abonelerimize bu arızayı
hissettirmeden gidermektir. Bu depolarımız
hizmete girdiğinde arızalarımızı da rahatlıkla
onarabileceğiz.” (www.diyarinsesi.org)
Diyarbakır’da 83 yerleşim birimine su verilecek22 Şubat 2010
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Su ve
Kanalizasyon İdaresi’nin (DİSKİ) Merkez Sur
ilçesinin mahallesine dönüşen toplam 83
yerleşim birimine 120 kilometrelik kazı yaparak
şehir şebekesinden su vereceği bildirildi.
DİSKİ’den yapılan açıklamada Büyükşehir
Belediyesi’ne bağlanan ve yapılan sondaj
çalışmalarında suyu yetersiz ve kalitesiz olan
35 köy (çevre mahallesi) ve 48 mezraya (küme
evlerine) olmak üzere 83 yerleşim birimine
ortalama 120 kilometrelik hat döneyerek
şebeke suyu verileceği bildirildi. Açıklamada
Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet sınırlarının
20 kilometre yarıçapına çıkarılmasıyla köy
statüsü kaldırılıp Büyükşehir’in mahallesine
dönüştürülen yerleşim birimlerinin
su sorununu çözmek için mevcut su
kaynaklarını revize çalışması yürütldüğü
kaydedildi.
“Diyarbakır’a yakın yerleşim yerlerinde yılların
ağır ihmali ve hizmetten yoksun bırakılmışlıktan
kaynaklanan susuzluk sorununu derinden
yaşayan köylerden birçoğunun suyunun
olmadığı, olanların da sağlıksız çeşmelerden
bu ihtiyaçlarını giderdiği tespit edildi’’ bilgileri
aktarılan açıklamaya şöyle devam edildi:
“İlk etapta, su kaynağına ulaşmak ve kısmen de
olsa su rezervini artırmak amacıyla yapılan sondaj
çalışmalarıyla elde edilen suların mevsimsel
koşullara bağlı olarak yetersiz kaldığı ya da su
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
137137
kalitesinin yetersiz olduğu görüldü. Bu nedenlerle DİSKİ suyu az veya kalitesiz
olan Merkez Sur ilçesine bağlı 35 mahalle ile buna bağlı 48 ayrı küme evlerine
yönelik dev bir proje hazırladı. Proje kapsamında Bağpınar, Büyükkadı, Erimli,
Hacıosman, Karaçalı, Karpuzlu, Köprübaşı, Nahırkıracı, Sati, Yiğitçavuş gibi
toplam 83 yerleşim birimi bulunuyor ve bu yerleşim birimlerine uluslararası
standartlarda mineral zenginliği ve sertlik derecesi bakımından yüksek kaliteli
arıtılmış su verilecek.’’ DİSKİ Genel Müdür Vekili Fahrettin Çağdaş, toplam
nüfusu 33 bin 434 olan 83 yerleşim birimine Su Arıtma Tesisi’nden su
götürmek için ortalama 120 kilometrelik kazı yapacaklarını söyledi.
Çağdaş, 83 yerleşim biriminin nüfusunun Kaynartepe ile aynı
olduğuna dikkat çekerek, “Aynı hizmeti kent merkezinde yapmış
olsaydık sadece 6 kilometrelik hat döşememiz gerekecekti, yani
aynı hizmeti kent merkezinde yapmak ile bu 83 yerleşim birimine
yapmak arasında maliyet açısından 20 kat fark vardır. Projemiz son
aşamaya geldi. Maliyetin 20 milyon TL olduğunu tahmin ediyoruz” dedi.(www.diyarinsesi.org)
Nisan 2011: 11 yılda 1128 km su isalesi ikmal edildi.
Diyarbakır’da Suyun Görselliği için Koşuyolu Parkı
138
KAYNAKLAR1. Basri KONYAR Diyarbekir Yıllığı Ankara 1936, sf 207, 211-2122
2. Şevket BEYSANOĞLU Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi 2. cilt
3. (DİSKİ)
5. Mustafa Akif TÜTENK « «Aımid Şehrinin Hicretten Evvel Menba Suları. Karaamid Dergisi.1956-
1957-1958.s— 365
6. Mehmet MERCAN Yahoo Diyarbakır Mail Grubu
7. M.Faruk Albayrak: Diyarbakır Merkez İçme Suları. D. Ü. Coğrafya eğitimi bölümü.Diyarbakır.
1996. s. 19
8. T.C.Diyarbakır Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Diyarbakır 2004 İl Çevre Durum Raporu
Diyarbakır – 2005
9. (O.Cezmi Tuncer Diyarbakır Evleri Büyükşehir Belediye yayi.1999.s.10)
10. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman Ulus Basımevi Ankara 1949.s.16
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE SAĞLIĞI
142
İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİKÜRESEL ISINMANIN SAĞLIĞA ETKİLERİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
143143
GİRİŞ İklim değişiklikleri sağlık için temel gereksinimleri etkiler :temiz hava,
güvenilir içme suyu, yeterli gıda, güvenli barınak gibi. 1970 lerden 2004’e
kadar küresel ısınmaya bağlı fazladan her yıl 140 000 ölüme sebep olduğu
hesaplanmıştır. İshalli hastalıklar, malnürtisyon, sıtma ve dang hastalıkları
başlıca ölümlere sebep olan hastalıklardır. Bu hastalıkların iklim
değişiklikleriyle daha da artacağı beklenmektedir. Özellikle gelişmekte olan
ülkelerde yetersiz sağlık altyapısı olan bölgelerde, yardım olmadan hazırlık
ve yanıt vermeye yetersizlik olabilecektir. Sera gazları emisyonlarında
azalma, gıda ve enerji kullanım seçenekleri ise sağlıkta gelişme sağlar.
İklim Değişiklikleri ve Küresel IsınmaKüresel iklim değişiklikleri küresel çevresel değişikliklerinin (çevre
kirliliğinin) geniş etkilerinden bir kısmını oluşturur. Çevre kirliliği, küresel
ısınmanın yanısıra stratosferdeki ozon tabakasında incelme ve hava
kirliliğine, polen ve sporların artışına da neden olur. İklim değişikliklerinin
en büyük nedeni sera gazlarının etkileridir. Son 50 yıldan beri, özellikle
fosil yakıtların yakılması gibi insan aktiviteleri sonucu karbondioksit ve
diğer sera gazları atmosfere yayılmıştır.
Bu gazlar alt atmosferde ilave ısınmaya yol açarak küresel iklimi etkilerler.
Güneşten gelip dünya yüzeyinden yansıyan kızılötesi ışınların bazıları sera
gazları molekülleri tarafında tekrar yayılır, alt atmosfer ve dünya yüzeyi
ısınır. Buna “sera etkisi” denir. Sera gazları çoğunlukla insan eliyle ve
fosil yakıtların kullanımına bağlı olarak atmosfere yayılmaktadır. Başlıca
sera gazları su buharı, karbondioksit (CO2), metan (CH4), Nitroz oksid
(N2O), koloroflorokarbon-11 (CFC-11), hidroflorokarbon – 23 (HFC-23),
perflorometan (CF4) ve ozondur.
Son 100 yılda dünya yaklaşık 0.75 oC ısınmıştır. Son 25 yılda ise küresel
ısınma artarak hızı dekatta 0.18 oC ye yükselmiştir. Dünya iklimindeki
değişme pek çok ekosistem ve canlı ve bitkisel hayat fonksiyonlarını
etkileyebilir. İklim değişiklikleri sonucu yeryüzünün ortalama sıcaklığı
artmakta, deniz seviyeleri yükselmekte, buzullar erimekte, yağış kalıpları
değişmektedir. Aşırı hava olayları şiddetli ve sıkça olmaktadır.
İklim Değişikliklerinin Sağlığa Olası EtkileriHer ne kadar küresel ısınma kış koşullarına bağlı ölümleri azalma ve
144
bazı yörelerde gıda üretiminde artmaya yol
açsabilse de, iklim değişikliklerinin sağlık etkileri
üstesinden gelinemez şekilde olumsuz olabilir.
İklim değişiklikleri sağlık için temel insan
gereksinimlerini etkiler: temiz hava, temiz su,
yeterli gıda ve güvenli barınak gibi.
Küresel ısınma sonucu ortaya çıkan iklim
değişikliği insan sağlığını doğrudan ve dolaylı
olarak etkileyebilir. Doğrudan etkiler sıcak
dalgalarına, aşırı hava olaylarına, hava
kirliliğine ve aeroallerjenlere bağlı ani hastalık
ve ölümlerdir. Dolaylı olarak ise ekosistemlerde
oluşan değişiklikler sonucu vektörlerin yaşam
alanlarında artış ve değişimler ve bunlarla
bulaşan hastalıklarda artma (sıtma, Dang
humması v.b.) beklenir.
Hastalık etkenlerinin virulansında ve çoğalma
hızında artış sonucu yeniden baş kaldıran
hastalıklarda (tüberküloz, frengi, HIV) artışlar
olabilir. Yine dolaylı olarak kutup buzullarının
erimesiyle deniz suyunun termal genişlemesi,
deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak kıyı
ekosistemlerinde bozulma, sularda tuzlanma
bulaşıcı hastalık artışlarına neden olabilir. Diğer
yönden su kaynaklarının azalması, çölleşme
sonucu otlakalrın azalması ve tahıl üretiminde
düşme insanları göç etmeye zorlar ve buna
başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere sağlık
sorunları gelişir.
Dolaylı sağlık etkileri: besin üretim ve ikmali
sorunlarına bağlı sağlık etkileri, vektörler ve su
kaynaklı enfeksiyon hastalıklarıdır.
Bölgesel hava değişiklikleri (Sıcak dalgalar,
aşırı hava olayları, sıcaklık artışı, yağışlar)
mikrobiyal kontaminasyon yollarını,
transmisyon dinamiklerini, agro-ekosistemleri,
sosyoekonomik durumu etkileyebilir ve
demografik değişikliklere yol açabilirler. Sonuç
olarak sıcaklık artışları, aşırı hava olayları,
hava kirliliği, su ve gıdalara bağlı, vektörlere
ve kemirgenlere, gıda ve suların azalmasına
bağlı sağlık etkileri gelişir. Mental, nutrisyonel,
enfeksiyöz ve diğer sağlık etkileri gelişebilir.
Aşırı SıcaklıkAşırı yüksek hava sıcaklıkları, özellikle
yaşlılarda, doğrudan kardiyovasküler ve
solunum sistemi hastalıklarından ölümlere yol
açar. Avrupa’da 2003 yazındaki sıcak dalgada
70 000’den fazla ölüm kaydedilmiştir. Yüksek
ısılar havada ozon ve diğer kirleticilerin artması
yoluyla da kardiyovasküler ve solunum sistemi
hastalıklarının artışına yol açarlar. Kentsel
hava kirliliği her yıl 1.2 milyon ölüme neden
olmaktadır. Polen ve diğer aeroallerjenler de
havaların ısınmasıyla artarlar. Bunlar 300
milyon kişiyi ilgilendiren astımı tetikleyebilir.
Sıcaklık artışının devam etmesi bu sayıyı daha
da arttıracaktır.
Doğal Afetler Ve Değişen Yağış KalıplarıKüresel olarak, bildirilen hava ile ilgili doğal
afet sayıları 1960’lardan beri üçe katlanmıştır.
Bu yıkımlar her yıl,özellikle gelişmekte
olan ülkelerde, 60 000’den fazla ölümle
sonuçlanmaktadır.
Deniz seviyesinin yükselmesi, giderek artan aşırı
hava olayları evleri, sağlık tesislerini ve diğer
gerekli servisleri yıkabilir. Dünya nüfusunun
yarıdan fazlası denizlerin 60 km yakınında
yaşamaktadır. İnsanlar göç etmek zorunda
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
145
kalabilir. Göçler ise bulaşıcı hastalıklardan mental hastalıklara kadar sağlık
risklerini arttırır.
Artan değişken sağnak yağışlar temiz su teminini etkileyebilir. Güvenli
su olmadığında hijyen sağlanamayacağından ishalli hastalıklar yılda 2.2
milyon ölüme yol açar. Aşırı durumlarda yağış azlığı kuraklığa yol açabilir.
Kuraklığın etkilediği alanların hızla artacağı tahmin edilmektedir.
Su baskınlarının sıklık ve yoğunluğu artar. Su baskınları temiz suları
kontamine ederek su kaynaklı hastalık riskini arttırır. Sivrisinek gibi hastalık
taşıyıcı böceklerin üreme alanları artar. Ayrıca boğulmalar, travmalara yol
açar. Konutların, sağlık tesislerinin yıkımına yol açabilir.
Artan sıcaklıklar ve değişken yağışlar pek çok yoksul yörede asıl tarım
ürünlerinin üretiminde azalmaya yol açabilir (2020’ye kadar bazı Afrika
ülkelerinin %50’siner kadar). Bu durum halen her yıl 3.5 milyon ölüme
neden olan malnütrisyon prevalansını arttıracaktır.
Enfeksiyonlarİklim değişiklikleri su kaynaklı hastalıkları ve böcek, salyangoz ve diğer
soğukkanlı hayvanlarla geçen hastalıkları kuvvetle etkiler. İklim değişiklikleri
önemli vektör kaynaklı hastalıkların bulaşma sezonunu ve görüldüğü
yerleri genişletir. Çin’de salyangozlardan kaynaklanan schistosomiasisin
görüldüğü alanlar önemli derecede artmıştır.
Sıtma iklimden çok etkilenen bir hastalıktır. Anofel türü sivrisinekle bulaşır
ve çoğu Afrikada 5 yaşından küçük çocuklar olmak üzere yılda 1 milyon
kişinin ölümüne neden olmaktadır. Dang hastalığının vektörü ola Aedes
türü sivrisinekler de iklimsel durumlardan çok etkilenirler. Çalışmalar
2080’e kadar 2 milyar kişiye bulaşma olabileceği gösterilmiştir.
İklim Değişikliklerine Bağlı Gelişebilecek Sağlik Sorunları1. Astım, solunumsal alerjiler, hava yolu hastalıkları,
2. Kanser,
3. Kardiyovasküler hastalıklar ve inmeler,
4. Gıda ve su kaynaklı hastalıklar ve beslenme sorunlar,
5. Sıcakla ilişkili hastalık ve ölümler,
6. İnsan gelişimine etkiler,
146
7. Mental sağlık ve strese bağlı sorunlar,
8. Nörolojik sorunlar,
9. Vektörlerle bulaşan hastalıklar, zoonotik
hastalıklar,
10. Sudan kaynaklanan hastalıklar,
11. Aşırı hava olaylarına bağlı hastalık ve
ölümler,
İklim değişiklikleri sonucu solunumsal alerjiler
ve hastalıklar daha sık görülebilecektir.
Bunun Olası Nedenleri:• Değişen büyüme sezonu nedeniyle polenlere
maruziyetin artması
• Aşırı ve sık yağışlar sonucu küf oluşumu
• Hava kirliliği,
• Denizlerden toksinlerin havaya karışması
( artan ısı, kıyılardaki akıntılar ve nem
nedeniyle)
• Kuraklık nedeniyle oluşan tozlar
• Tüm kirleticilerin birlikte etkisi
Kanser oluşumuna iklim değişikliklerinin potansiyel direkt ve dolaylı etkileri vardır;• Ultraviyole radyasyon maruziyetinin artması
• Kimyasallar ve toksinlere sunuk kalma
yollarının değişmesi (!)
Kardiyovasküler hastalık ve inmeleri arttırabilecek olası nedenler var olan hastalıkları şiddetlenebilir;• Artan sıcaklık,
• Havadaki partiküllerin vücuda etkisi
• Kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili
hastalıklara yol açan zoonotik vektörlerin
dağılımında değişiklikler
• Sıcak dalgaları, aşırı hava olayları, hava
kalitesinde değişmeler
İklim değişiklikleri gıda üretiminde azalmaya,
malnütrisyona, gıdaların kontaminasyonuna
(deniz ürünlerinde kimyasallar, biyotoksinler,
patojenik mikroorganizmalar, pestisidler) yol
açabilir.
Kontamine olmuş suların içilmesi, bu sularla
temas etmiş yiyeceklerin yenmesi, kirli suların
rekreasyon amaçlı kullanımı ile su kaynaklı
enfeksiyonlar insana bulaşabilir. Sıcaklıktaki
değişiklikler, aşırı hava olayları, seller, yağış
artışları v.b. bu hastalıkları arttırır.
İklim değişiklikleri sonucu sıcakla ilgili hastalık
ve ölümlerde artma olasıdır. Sıcak dalgalara
karşı alınacak önlemlerin planlanması, erken
uyarı sistemleri gibi etkili halk sağlığı önlemleri
hastalık ve ölümleri minimize eder.
İklim değişiklikleri insan gelişimini etkiler:
Özellikle prenatal dönem ve erken çocuklukta
azalmış gıda desteği nedeniyle malnütrisyon
gelişir. Aşırı hava olayları ve artan pestisid
kullanımı gibi nedenler toksik kirleticiler ve
biyotoksinlerin besinlerde birikmesine yol açar.
İklim değişiklikleri, insanların göç etmelerine
yol açarak, yoksullaştırarak, sevdiklerini
kaybettirerek ve kronik strese yaratarak mental
sağlığı olumsuz olarak etkileyebilir.
Bazı nörolojik hastalık ve rahatsızlıklar iklim
değişikleri nedeniyle artabilir. Biyotoksinlerin,
yeni pil teknolojisinde kullanılan metallerin,
floresan ışınların, pestisidlerin potansiyel
etkilerinin mekanizmaları araştırılmaktadır.
İklim değişiklikleri vektörlerin ürediği alanları
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
147
genişletir, patojenlerin inkübasyon süreleri kısaltır giderek daha büyük
insan topluluklarını etkileyebilirler. Artan hava sıcaklığı, yağış sıklığı ve
şiddetindeki değişmeler, buharlaşma hızı, suya bağlı ekosistemlerdeki
değişiklikler suların zararlı patojenlerle, kimyasallarla kirlenme insidansını
arttırır, insanların bu sulara maruziyeti artar.
Kasırgalar, seller, kuraklık, yangınlar insan sağlığını olay anında ve
sonrasında olumsuz etkiler.
Kimler Risk Altında?Herkes, bütün toplumlar iklim değişikliklerinden etkilenecektir ancak
bazıları diğerlerinden daha yatkındır. Küçük adalarda, sahillerde yaşayan
az gelişmiş bölgeler, megakentler, dağlık ve kutup bölgelerinde yaşayanlar
etkilere daha açıktırlar.
Özellikle yoksul ülkelerde yaşayan çocuklar en çok etkilenecekler olanlardır.
Ayrıca yaşlılar, güçsüzler va sağlık sorunu olanlar diğer olumsuz etkilere
yatkın gruplardır.
Zayıf sağlık altyapısı olan bölgeler olabilecek sorunlarla yardımsız baş
etmede yetersiz kalabilecektir.
SONUÇİklim değişiklikleri ve küresel ısınma insan yaşamı için giderek artan bir
tehdit oluşturmaktadır. Ancak bu durumu engelleyecek önlemler vardır.
İnsan sağlığı üzerinde şimdiki ve gelecekteki etkilerin, toplumların sera
gazı etkilerini azaltarak ve adaptasyon stratejileri geliştirerek azaltması
olasıdır.
148
KAYNAKLAR1. A Human Health Perspective On Climate Change. The Interagency Working Group on Climate
Change and Health1 APRIL 2010.Published by Environmental Health Perspective and National
Institue of Environmental Health Science (www.niehs.nih.gov/health/docs/climatereport2010.
pdf (erişim 25,05,2010).
2. WHO, WMO, UNEP Climate Change and Human Health, Risks and Responses, Edit McMichael AJ,
Campell-Lendrum DH et.al. World Health Organization 2003.
3. Tekbaş ÖF ve ark. Küresel Isınma İklim Değişikliği ve Sağlık Etkileri. Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Basımevi, 2005.
4. Güler Ç. İklim Değişikliği ve Sağlık. Hacettepe Tıp Dergisi, 2002; 33(1): 34-39
5. Potensitial Health Effect of Climate Change Report of a WHO Tas Group, World Health
Organization 1990.
6. www.ipcc.ch/publications_and_data/publications_and_data_technical_papers.htm(erişim
25.05.2010)
150
ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK VE SAĞLIK ENDİŞELERİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
151
Süleyman DaşdağD.Ü. Tıp Fakültesi Biyofizik
Anabilim Dalı öğretim Üyesi,
Diyarbakır
151
ÖZETBu makalenin amacı kamuoyunun dikkatini elektromanyetik kirliliğe
çekmektir. Bu amaçla elektromanyetik spektrumda yer alan ve günlük
yaşamda sıklıkla karşılaştığımız elektromanyetik dalga veya enerjilerin,
biyofiziksel özellik ve etkileri özetlenmeye çalışıldı. Doğal ve yapay
elektromanyetik dalga kaynaklarının neler olduğu ve nelere dikkat edilmesi
gerektiği, elektromanyetik dalgaların biyolojik veya biyofiziksel etkileri,
iyonlaştırıcı ve iyonlaştırıcı olmayan dalgalar şeklinde sınıflandırılarak
incelendi. Sonuçlar, toplumun elektromanyetik dalga/enerji veya alanların
biyolojik etkilerine ilişkin riskler konusunda duyarlı olmasının, ayrıca
süre, mesafe ve zırhlama gibi radyasyon korunma kurallarına uymasının
gerektiğini ortaya koydu.
Çevre veya çevre kirliliğinden söz edilince, insanların ilk algılamaları
genellikle hava ve su kirliliği şeklinde olmaktadır. Oysa günlük yaşantımızı
kolaylaştıran ve hızına zaman zaman yetişemediğimiz ve günlük yaşamda
neredeyse vazgeçilmezlerimiz arasında bulunan teknolojik ürünlerin
oluşturduğu yeni çevre kirliliği etkenleri uzun süredir yaşamımızda yer
almaktadır. Kamuoyunun konuya ilgisi ise yavaş yavaş artmaktadır.
Teknolojik gelişim kaynaklı yeni çevre kirleticileri söz konusu olduğunda,
bilinmesi gereken en etkin çevre kirleticisi elektromanyetik dalga/
enerji kaynaklı kirliliktir. Elektromanyetik kirliliğe paralel olarak artan ve
özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyunun gündemini meşgul eden gürültü
ve ışık kirliliklerinin de sağlık üzerine zararlı etkiler oluşturabileceği
tartışılmaktadır.
Elektromanyetik çevreyi doğal ve yapay olmak üzere iki grupta incelemek
mümkündür. Doğal elektromanyetik çevre Dünya’nın kendi yapısından,
hareketinden, Atmosferden, Güneş ve Ay ile etkileşim vb olaylar sonucu
oluşan elektromanyetik etkileşimleri kapsamaktadır. Elektrikle çalışan,
elektromanyetik dalgalar yayan veya alanlar oluşturan insan yapımı araç,
gereç ve sistemler ise yapay elektromanyetik çevreyi oluşturmaktadır.
Doğal çevrede oluşan elektromanyetik alanlar, insan yapımı radyo frekans
kaynaklarının yerel olarak oluşturduğu alan değerlerinin altındadır ve
teknoloji geliştikçe yapay elektromanyetik çevre etkileri artmakta ve yeni
sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.
152
Elektromanyetik DalgalaElektromanyetik çevreyi oluştruran
dalgaların tümünün dalga boylarına ve enerji
düzeylerine göre sınıfl andırıldığı tabloya
elektromanyetik spektrum adı verilmektedir
(Şekil 1). Elektromanyetik spektrumda yer alan
dalgalar da geçtikleri ortamda iyonlaşmaya
neden olan ve olmayan olmak üzere iki gruba
ayrılmaktadırlar. İyonlaşma, elektromanyetik
dalgaların geçtikleri veya çarptıkları ortamda
bulunan bir atomun ya da atom grubunun
elektron kaybı ya da kazanımı yoluyla artı veya
eksi elektrik yüklü hale gelmesidir.
Şekil1. Elektromanyetik dalgaların frekans değerlerine
bağlı sınıfl andırılması
İyonlaştırıcı RadyasyonlarMadde ile etkileştiğinde artı ve eksi elektrik
yüklü parçacıklar veya iyonlar oluşturarak
iyonizasyon meydana getiren X-ışınları ile
radyoaktif maddelerden yayılan alfa, beta,
gama ışınları gibi radyasyonlar, iyonlaştırıcı
radyasyon olarak tanımlanırlar2. İyonlaştırıcı
radyasyonlar da kendi aralarında dalga ve
parçacık özelliği gösteren olmak üzere iki grupta
incelenmektedir.
Dalga özelliği gösterenler radyasyonlar yukarıda
da sözünü ettiğimiz X- ve gama ışınlarıdır.
Parçacık özelliği gösteren radyasyonlar ise alfa
ve beta parçacılarıdır. Dalga özelliği gösteren
X- ve gama ışınları madde veya vücuttan
rahatlıkla geçtikleri için iç radyasyon tehlikeleri
yoktur. Buna karşın, alfa ve beta parçacıklarının
kütlelerinin ağır olmasından ötürü havada
uzun bir yol kat edemezler ve dolayısıyla
ancak solunum, sindirim veya yara yoluyla
vücut içerisine alındıklarında oldukça tehlikeli
olabilmektedirler.
Günlük Yaşam ve İyonlaştırıcı RadyasyonlarSağlık alanında, özellikle görüntülemede
kullanılan X- ve Gamma ışınları hastalıkların
teşhisinde çok önemli görevler üstlenmektedirler.
Bugün neredeyse hastanelerin tümünde
kullanılan röntgen filmleri, tomografi,
gamma kamera vb cihazlarla öyle ya da böyle
karşılaşmışızdır. Ancak bunların gerek konuya
ilişkin bilgilerden uzak hekimler ve gerekse
hastalar tarafından gerekli, gereksiz kullanılması,
yeni sağlık risklerinin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Çoğu hastanın “gidip bir tomografi
çektireyim” cümlesiyle sık karşılaşmış biri
olarak, toplumun bu konularda yeterince
eğitilmediğini düşünmekteyim. Oysa radyasyon
uygulamalarında veya korunmasında en temel
ilke “kar-zarar” hesabının yapılmasıdır. Yani
hastaya teşhis veya tedavi amacıyla kullanılacak
radyasyon uygulamalarında; eğer radyasyon
uygulaması hastanın lehine ise uygulanmalı,
değilse uygulanmamalıdır. Günümüzde ticari
kaygılar güderek gelişigüzel röntgen filmleri,
tomografik incelemelerin istenmesinin ise
aff edilmeyecek bir hata olduğunu bilmek
gerekir. Çünkü radyasyonun “stokastik” ve
“stokastik olmayan” olmak üzere iki tür etkisi
bulunmaktadır. Stokastik etkiler; her hangi bir
radyasyon dozunda ortaya çıkabilecek etkilerdir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
153
Yani düşük de olsa radyasyonlar kişiden kişiye değişim gösterebilecek
etkilere neden olabilirler. Stokastik olmayan etkiler; belirli bir radyasyon
dozunun aşılması durumunda canlılarda gözlenebilecek biyolojik etkilerdir
ve güvenlik sınırı olarak belirlenen dozlar aşılmadığı sürece güvende
olduğumuz düşünülür. Dünya’da da radyasyon korunmasında dikkate alınan
etkiler “Stokastik olmayan etkiler”dir. Çünkü bu etkilerin ortaya çıkması
için belirli bir radyasyon dozunun ve etkileşim süresinin aşılması gerekir.
Etkileşim süresi de radyasyon korunmasında dikkate alınması gereken
son derece önemli bir etkendir. Yani radyasyonlarla ne kadar az süre
etkileşirsek o kadar kazançlıyız. Şimdi tekrar stokastik etkilere dönelim.
Son yıllarda Dünya’da “kişiye özel tedavi” diye bir yöntem gelişmektedir.
Bu eğilimin ortaya çıkmasının ana nedeni aynı kimyasal ajanların, ilaçların
veya fiziksel ajanların tüm insanlarda aynı etkiyi oluşturmadığının ortaya
çıkmasıdır. Örneğin aynı hastalık için kullanılan bir ilaç aynı hastalığa
sahip her hastada aynı düzeyde etki göstermeyebilmektedir. Dolayısıyla,
hastaların çoğunun organları gereksiz yere yorulmakta veya zarar
görmektedir. Kişinin bağışıklık sistemi, fizyolojik yapısı, psikolojik yapısı vb
kişisel özellikler, fiziksel veya kimyasal bir ajanın kişi üzerinde oluşturacağı
etkiyi değiştirebilmektedir. İlaç olarak verdiğimiz bu örneği radyasyonların
etkileri için de söylemek mümkündür. Dolayısıyla radyasyonların da her
insan veya canlı üzerine aynı düzeyde etki oluşturması beklenmemelidir.
Günlük yaşamda hastanelere veya tıp merkezlerine yolumuz düştüğünde
X- veya Gamma ışınlarının kullanımıyla karşılaşma şansımız yüksektir.
Aslında, şans olarak vurguladığımız bu etkenle ne kadar az karşılaşırsak
o kadar şanslıyız demek daha doğru olur. Çünkü güvenlik sınırlarının
altında bile olsa radyasyonun hangi insan üzerinde ne kadar olumsuz
etki yaratabileceği henüz tam anlaşılamamıştır. Örneğin, düşük dozlu X-
ışınları ile guatr, göğüs, akciğer kanseri ve lösemi arasında bir ilişki olduğu
ileri sürülmektedir. Ayrıca X ve gamma ışınlarının insanlar için kanser riski
taşıdığı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) ve Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) tarafından da kabul edilmiştir3. Sizinle ilgilenen hekimin radyasyon
uygulaması için kar-zarar hesabını iyi yapan biri olması koşuluyla,
elbette gerektiğinde tıbbi amaçlarla bu radyasyonlardan yararlanmaktan
kaçınmamak gerekir. Son yıllarda ülkemizdeki sağlık alanındaki hızlı ve
zaman zaman da çarpık şekilde gelişen sistem sayesinde bir sürü tıp
merkezi açıldı. Bu tıp merkezleri sınıflara ayrılmakla birlikte, apartmanların
154
alt katlarında veya bir bölümünde halka hizmet
sunabilmektedir. Tomografi, Gamma Kamera
veya Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR)
sistemlerinin kullanım iznine sahip olan ve
genellikle apartmanların alt katlarında bu
hizmeti veren tıp merkezlerinin radyasyon
riskleri genel olarak vatandaş tarafından iyi
algılanamamaktadır.
Örneğin bu tür merkezlerde bulunan radyasyon
kaynakları yeterince kurallara uygun bir
şekilde zırhlanmış mıdır? Yani radyasyonun
diğer odalara veya evlere sızmasını önleyecek
şekilde önlemler alınmış mıdır? Bunlar
üzerinde durulacak sorulardır. Bir başka soru
ise bu merkezlerdeki radyasyon güvenliğine
ilişkin denetlemelerin ciddiyetidir. Elbette
yasal düzenlemeler bunları zorunlu kılıyor.
Ancak, kamuoyunun da bu konulara duyarlı
olması gerekmektedir. Aslına bakılacak olursa
radyolojik uygulamaların yapıldığı birimlerin
veya tıp merkezlerinin bağımsız binalar içinde
yer alması en akıllıca yoldur.
Ultraviyole (Morötesi) Işınlar (UV)Günlük yaşamımızda dikkat edilmemesi
durumunda sağlık üzerine zararlı etkiler
oluşturacak elektromanyetik dalgalardan
biri de UV ışınlarıdır. Elektromanyetik
spektrumun görünür ışık ile iyonize ışınlar
arasında kalan bölgesinde yer alan bu ışınlar
iyonlaştırıcı radyasyonlardan sonra enerjisi
en yüksek elektromanyetik dalgalardır.
Ayrıca UV ışınlarının belli bir kısmının da
iyonlaştırmaya neden olduğunu bilinmelidir.
Ancak bunların engellenmesindeki en önemli
etken, insanoğlunun son yıllarda önemine
vardığı ozon tabakasıdır. Diğer iyonlaştırmayan
radyasyonlara nazaran daha yüksek foton
enerjisine sahip olan UV ışınları da doğal ve
yapay olmak üzere iki şekilde yaşamımızda
yer almaktadır. Doğal olan en önemli kaynak
Güneş’tir. Yapay olarak elde edilen UV kaynakları
sterilizasyon, tedavi, estetik, aydınlatma vb
amaçlarla günlük yaşamımızda sıkı sık karşımıza
çıkmaktadır. UV ışınları UVA, UVB ve UVC olmak
üzere farklı şekilde sınıflandırılmaktadır. UVA
(305 – 400 nm) ile etkileşen cisimlerin çoğu
floresan özellik gösterir. UVB (280-315 nm)
güneşten yer yüzüne ulaşan ve biyolojik açıdan
önemli olan ve zararlı etkileri bulunan UV
lerdir. UVC (280 nm den küçük) ler sterilizasyon
amacıyla kullanılan lambalar tarafından
üretilmektedir.
İnsan üzerinde UV ışınlarının oluşturabileceği
etkiler soğrulan enerji miktarıyla doğrudan
ilişkilidir ve bu ışınların zararlı etkilerinden
korunmak için de uluslararası güvenlik
sınırları belirlenmiştir. UV ışınları fotokimyasal
reaksiyonları başlatabilir ve yüksek dozlarda
UV ışınlarını soğurmak, deride ve gözlerde ani
zararlı etkilerin oluşmasına neden olabilir. UV
ışınlarının iki tür etkisi bulunmaktadır. Bunlar;
ani olarak ortaya çıkan etkiler ve geç ortaya
çıkan etkilerdir. Sürekli olarak düşük dozlarda
UV ışınlarını soğuran insanlarda, UV’nin geç
ortaya çıkan etkilerine örnek olarak; deri
elastozisi, keratozis ve deri kanserleri örnek
olarak verilebilir. Bu yüzden özellikle yaz
aylarında güneş ışınlarının etkisinin yüksek
olduğu saatlerde güneşlenmekten kaçınmak
veya çok kısa sürelerle güneşlenmek gerekir.
Mümkün olduğunca 10:00 ile 16:00 saatleri
arasında güneşlenmekten kaçınmak gerekir.
“Sağlığın bronzlaşmadan daha önemli
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
155
olduğunu unutmamak gerekir”. Bronzlaşma deyince solaryumlara
değinmek gerekir. İnsanlar genellikle daha bronz bir tene sahip olmak
için son yıllarda solaryumlara fazla ilgi göstermektedirler. Solaryumlarda
da radyasyondan korunmasında dikkate alınan “süre” faktörü son derece
önem kazanmaktadır. Bu tür uygulamaların kontrolsüz kullanılabilme
riskinden kaynaklanabilen deri üzerinde oluşan zararlı etkiler de zaman
zaman kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. “Her mevsimin ten rengi en güzel ten rengidir” sloganı, insanlar için doğru bir yaklaşım
olarak algılanmalı ve olabildiğince yapay radyasyon kaynaklarından
uzaklaşılmalıdır. Doğal veya yapay ultraviyole ışınları ile etkileşme
sırasında açık tenli insanların koyu tenli insanlara nazaran daha fazla risk
altında olduğunu da hatırlatmak gerekir1. UV’ nin en iyi etkilerinden biri,
insanlarda raşitizm oluşmasını önleyen D3 vitamini oluşturmasıdır. UV
ışınlarının organlarımız üzerine etkilerini kısaca özetleyelim. UV ışınları
ciltte kısa süreli etkiler oluşturabilir. Bunlar; pigmentlerde kararma, güneş
yanıkları, melanin granüllerinin üretimi ve deri yüzeyinde leke oluşumu
ve epidermal hücre büyümesinde değişmelerdir. Ayrıca güneş ışınları ile
aşırı etkileşme derinin dermis tabakasını deforme edebilir ve esnekliğini
bozabilir.
Diş hekimliğinde kullanılan UV’ler ağız mukozasında değişimlere neden
olabilir. Uzun süre UV’ye maruz kalan kişiler de ileri yaşlarda katarakt
gözlenebilir, göz içi tümörler gelişebilir. Fotokeratozis oluşumu sonucu
gözde aşırı duyarlılık ve göz kapağında kasılma gözlenebilir. Bazı kalıtsal
hastalıklardan ötürü UV ışınlarına aşırı duyarlılık gözlenebilir. Özellikle UV-B
nin bağışıklık üzerine etkileri olabileceği ileri sürülmektedir. UV ışınları söz
konusu olunca floresan ve kompakt floresan ampullere (tasarruf ampulleri)
de değinmek gerekir. Tasarruflu ampullerin üç türlü etkisi bulunmaktadır.
Bunlar sırasıyla; elektromanyetik alan oluşturmaları, UV ışınları yaymaları
ve civa içermeleridir. Dolayısıyla bu tür ampullerin kullanılması ve atık
yönetimi konusu çevre ve elektromanyetik kirlilik açısından önemli
konulardır. Çalışma masaları veya yataklarımızın başuçlarında yer alan
abajurlar vb. konumlarda bu tür ampullerin kullanımından kaçınmalıyız.
Uluslar arası kuruluşların önerileri bu tür ampullerin en az 1 m. uzakta
kullanılması şeklindedir. Bu tür ampuller kullanılırken de çift zarflı olanlar
tercih edilmelidir. Bu ampullerin atık yönetimi de civa içermesi açısından
da ilgili kuruluşlarca dikkatle yapılmalıdır.
156
Infrared (Kızıl Ötesi) IşınlarKızıl ötesi diğer adıyla infrared (IR) ışınları
da elektromanyetik dalga spektrumunda yer
alan ve cisimler tarafından soğurulduğunda
ısı etkisi oluşturan bir enerji türüdür. IR
ışınları dalga boyu 0.78 µm ile 1000 µm
aralığında olan elektromanyetik dalgaları
kapsar. UV ve görünür ışık yayan kaynakları
da IR ışınları yayabilmektedirler. Bu doğal
ve yapay radyasyonların zararlı etkileri
değerlendirildiğinde dikkat edilmesi gereken
bir faktördür. IR ışınlamalar genellikle ısıtma,
eritme veya kaynatma amacıyla endüstride sıkça
kullanılan bir elektromanyetik enerji türüdür1,5.
IR ışınları üzerine yapılan araştırmalar büyük
çoğunlukla göz üzerine etkiler alanında
yapılmıştır. IR ışınlarının gözler üzerine etkisini
pratikte en iyi bilen veya gözler üzerine etkisini
sorabileceğimiz meslek grubu kaynakçılardır.
Özellikle bilinçsizce kaynak yapanların göz
ağrılarından ne kadar şikayetçi olduğu bilinen
bir gerçektir. Gözlerimizin kendine özgü
koruyucu mekanizmaları bulunmaktadır. En iyi
doğal IR kaynağının güneş olduğu düşünülürse,
yoğun gün ışığına IR ışınlarının da eşlik ettiği
düşünüldüğünde, gözlerimizin bu doğal koruma
mekanizmalarının ne kadar önemli olduğunu
günlük yaşantımızda kolaylıkla fark ederiz.
Örneğin gözümüze gelen yoğun bir ışık
huzmesine karşı gözlerimizi kırpmamız veya göz
bebeğimizin buna karşı kendini ayarlaması. Göz
kapaklarının ışınlara karşı gösterdiği tepki olan
göz kırpmaları sırasında gözün ön yüzeyinde
bulunan sıvının yenilenmesi veya ayarlanması
da gözün kendini korumasına bir başka
örnektir. Dolayısıyla göz kapaklarımız yoğun IR
vb. ışınların zararlı etkilerinden korunmamızı
sağlayan en önemli organımızdır diyebiliriz.
Infrared ışınlarının da yakın ve uzak alan olmak
üzere iki sınıfa ayrıldığı düşünüldüğünde, yakın
alan IR ışınlarından gözlerimizi olabildiğince
korumaya çalışmalıyız. Yani gözlerimizi yakın
alan IR ışınlarından kaçırmalıyız veya koruyucu
gözlükler kullanmalıyız. Zaten gözlerimiz yoğun
IR ışınlarına maruz kaldığında gözlerimiz doğal
olarak kapanır ve tepki olarak başımızı çeviririz.
Gözün korneasına kadar ulaşan duyu sinirlerinin
küçük ısı değişikliklerine oldukça duyarlı olduğu
yapılan araştırmalarca ortaya konmuştur.
100 kW/m2 lik enerjinin kornea tarafından
soğrulmasına karşılık gelen 45oC lık bir sıcaklık
gözde anlık bir ağrı oluşumuna neden olur
ancak göz kapakları tepki olarak devreye girdiği
için korneada genellikle yanık oluşmaz. Ancak
yanık oluşturabilecek sıcaklıklar için bu durum
geçerli değildir. Gözün lens tabakasının netliği
de metabolik hastalıklar, göz iltihaplanması,
zedelenmeler ve farklı türde elektromanyetik
ışınlardan etkilenebilir. Bu tür etkenlere karşı
gözün cevabı ise genellikle yaşa bağlı olarak
ortaya çıkan katarakttır.
Sonuç olarak, IR ışınlarının ışınlama dozuna ve
süresine bağlı olarak, göz ve deri üzerine etkiler
oluşturabileceği söylenebilir. Bu yüzden cam
işçileri vb çalışma gruplarında yer alan ve düzenli
olarak yüksek düzeyli IR ışınlarına maruz kalan
çalışanlar, koruyucu araç ve gereçlerle, ortamın
düzenli havalandırılması ve radyasyondan
korunma ilkelerine dikkat ederek oluşabilecek
zararlı etkileri asgari düzeye indirebilirler.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
157
Mikrodalgalar, Radyofrekanslar ve Oldukça Düşük Manyetik AlanlarManyetik Rezonans (MR) görüntüleme, derin ısıtma, yüksek ısıtma, teşhis,
tedavi ve cerrahi amaçlarla kullanılan radyo frekans üreten değişik türde
tıbbi cihazlar hastanın bulunduğu ortamda veya vücudunda, yüksek düzeyli
yerel elektromanyetik alanlar oluşturabilirler. Bu tür tıbbi uygulamalar bazı
çalışma alanlarında yüksek alanların oluşumuna neden olabilirler. Radyo
ve televizyon yayınlarında kullanılan radyo frekansların (RF) güç yüksekliği
veya düşüklüğü kapsama alanının büyüklüğüne göre değişir. Ancak bu tür
yayınların gerçekleşmesini sağlayan ve verici istasyonlarında bulunan
antenlerin yakınındaki elektrik alan şiddeti yüzlerce V/m lik düzeylere
ulaşabilir. Hatta ısıtma yoluyla değişik maddeleri işlemede kullanılan ve RF
yayan bazı cihazların yakınında bu değerler daha da yükselmektedir. Böylesi
durumlarda RF güvenlik problemler artmaktadır. Çünkü yüksek düzeyli
radyo frekanslara neden olan kaynaklardan korunmak bazen oldukça
güç olabilir. Kablosuz iletişim araçları, veri aktarımı veya gıda işleme
gibi normal halkın kullandığı kaynakların oluşturduğu elektromanyetik
alanlar, yukarıda anlatılan düzeylere nazaran oldukça düşüktür. Ancak bu
düzeyler de kullanıcıların bu cihazları kullanım sürelerine ve kaynağa olan
uzaklıklarına bağlı olarak değişim göstermektedir.
Kablosuz iletişimde kullanılan ağların genelde düşük düzeylerde
elektromanyetik alanlar oluşturduğu ve bu değerlerin kabul edilebilir
aralıkta olduğu kabul edilmekle birlikte, bu yaklaşım stokastik etkiler
açısından doğru değildir. Cep telefonları son yıllarda zararlı etkileri olduğu
iddia edilen ve günlük yaşamda sık kullanılan bir cihazdır ve kullanım
süresine bağlı olarak yüksek düzeylerde ışınlanmalara neden olabilir. Baz
istasyonları da elektromanyetik kirlenme kaynaklarından biridir. Bunlara
ilişkin endişeler kamuoyunu ciddi bir şekilde meşgul etmektedir. Elektronik
nesne gözetleme sistemleri (EAS) ve Radyo frekans ile tanımlama sistemleri
(RFID) genelde düşük seviyeli alanlara neden olmakla birlikte, bazı EAS
kapılarının içindeki elektromanyetik alanlar mevcut ışınlama limitlerine
yakın değerlere ulaşabilmektedir. Radarlar ise çalışma süresince güçlü
elektromanyetik alanlar oluştururlar. Radar antenleri döndüğü ve sinyaller
puls şeklinde olduğu için ortalama ışınlama düzeyi düşer1,7. Sonuç olarak
toplumun tüm radyasyon türlerinden korunmada süre, mesafe ve zırhlama
(araç ve gereçlerle) gibi etkenler konusunda son derece duyarlı olmasının
gerekli olduğu söylenebilir.
158
KAYNAKLAR1. Dasdag S, Elektromanyetik Kirlilik ve Sağlık. Kent ve Elektromanyetik Dalga Kirliliği Sempozyumu
Bildiri Kitabı, sf: 15-22, Antalya
2. www.taek.gov.tr/tr/bilgi-kosesi/radyasyon-insan-ve-cevre/65-radyasyon-ve-radyoaktivite/83-
yonlatrici-radyasyon.html
3. www.cancerwa.asn.au/resources/2009-05-20-medical-imaging-xrays-cancer-myth-fact-
sheet.pdf
4. Dasdag S, İyonlaştırıcı radyasyonlar ve kanser, Dicle Tıp Dergisi, 2010 (Baskıda).
5. Anderson LE, Kaune WT, Electric and magnetic field at extermely low frequencies ( In Nonionizing
radiation protection, Sec. Ed. World Health Organization Regional Office for Europe, European
Series, No.25: 176-177. 1989
6. WHO, Exteremely Low Frequency Fields, Environmental Health Criteria 238. 2007
7. Vecchia P, Matthes R, Ziegelberger G, Lin J, Saunders R, Swerdlow A. Exposure to high
frequency electromagnetic fields, biological effects and health consequences (100 kHz-300
GHz). International Commission on Non-Ionizing Radiation Protection. ICNIRP 16/2009.
160
RADYASYON, İNSAN VE ÇEVRE
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
161
Prof.Dr.M.Salih ÇelikD.Ü.Tıp Fakültesi Biyofizik
Anabilim Dalı, Diyarbakır.
161
ÖZETRadyasyon , insan ve çevre günümüzde ön plana çıkan konular arasında yer
almaya başlamiştir.Teknolojik gelişmeler, yaşam standartlarını arttırmak
adına sürekli olarak çevre ve insan arasında kurulu dengenin bozularak
insan yaşamını tehdit edecek düzeye ulaşmıştir.
Çevrenin sahip olduğu doğal radyasyon kaynakları yetmiyormuş gibi,
durmadan yapay radyasyon kaynaklarını üretmede de adeta yarışıyoruz.
Çevre ile sürekli ve düzeyli, madde ve enerji etkileşimi halinde insan,
beklenenin üzerinde radyasyona maruz kalmaktadır.Bunun sonucundada,
radyasyondan kaynaklanan ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşılmaktadır.
Halbuki radyasyonun bilinçli kullanımının zarardan çok fayda sağlayacağı
bilinmelidir. Nitekim günümüzde, radyasyonu, yaşamın lehine;
aydınlatmada, haberleşmede, sağlıkta (Teşhis, tedavi ve araştırmada),
sanayi de, v.s. rutin olarak kullanmakta ve yararlanmaktayız.
İnsanlar, istem dışı de olsa, daima radyasyonla müşterek yaşamını
sürdürmek zorunda olduğunu ve bu ortamlarda nasıl yaşanılacağı
konusunda aydınlatılmaları gereklidir.
İnsan ve çevre yaşam boyunca ve yaşamın gereği, sürekli olarak madde
ve enerji etkileşimi halindedir. Enerji etkileşimi büyük ölçüde radyasyonla
olmaktadır.
Radyasyon Nedir?Noktasal bir enerji kaynağından yarıçaplar doğrultusunda (Şekil:1) çevreye
her türlü kütleli, yüklü, enerjetik tanecik veya dalgasal enerji yayılması.
Şekil:1
162
Radyasyonlar, canlı veya cansız madde içine
nüfuz ederek atomlarını iyonlaştırması ya da
iyonlaştırmamasına ve ortamdaki yayılma
şekline göre de, Tablo:1’de görüldüğü gibi
sınıflandrılabilir.
İyonizan Radyasyonlar Non-iyonizan Radyasyonlar
Parçacık
TipiDalga Tipi* Dalga Tipi
Mekanik
orijinli
-Alfa
parçacıkları
- Beta
paçacıkları
- Nötron
parçacıkları
- Gama
ışınları
- X ışınları
- UV ışınları
(yüksek
frekanslı)
- UV(düşük frekanslı)
- Görünür ışık
- Mikrodalgalar
- Radar ve TV
dalgaları
- Radyo dalgaları
- Ses
- Ultrases
a. Hyposes
b. Ses
c. Ultrases
d. Hyperses
İnsan Nedir?Bulunduğu çevre ile yaşam boyunca sürekli
etkileşim halinde olan, doğan, gelişen, düşünen
ve düşünerek projeler üreten-gerçekleştiren bir
varlıktır.İster canlı ister cansız olsun her varlığın
temelinde atomların(Şekil:2) olduğu;
• Bütün varlıkların(canlı-cansız) temel yapısını
oluşturdukları,
• Atom bir elementin en küçük parçası; proton,
nötron ve electronları içerdiği,
• Proton ve nötronlar atomun çekirdeğinde,
elektronlar ise atomun dış yörüngelerinde
olduğu bilinmektedir.
Şekil:2
Atomlar bir araya gelerek molekül’ü,
molekuller bir araya gelerek makromolekül’ü,
makromoleküller bir araya gelerek hücre
oraganeli’ni, hücre organelleri bir araya gelerek
hücreyi(temel canlı birimi), hücreler bir araya
gelerek dokuyu, dokular bir araya gelerek organı,
organlar bir araya gelerek sistemi, sistemler
bir araya gelerek canlı organizmayı(Şekil:3)
oluşturmaktadır.
Şekil:3
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
163
Çevre Nedir?İnsanların (ve canlıların) doğup büyüdükleri, yaşamları boyunca enerji ve
madde alışverişini yaptıkları dış ortamdır. Çevrenin fiziksel elemanlarını;
hava, su ve toprak biyolojik elemanlarınıda; insan, hayvan, bitki ve diğer
mikroorganizmalar oluştururlar.
Çevreyle hayatı (yaşamsal) ilişkileri olan insanlar çevre ile adeta ortaklık
kurmuşlardır.
Toplumsal yaşam ilişkiler içerisinde doğal kaynakları kullanarak, teknoloji
geliştirerek, ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerin gelişimi ile
insanlar kendilerine yapay çevreyi oluştururlar.Yapay çevre içindeki yaşam
koşullarını geliştirirken doğa ile sürekli ilişki halindedirler. İnsan ve doğa
arasındaki bu ilişki, ekolojik sistemin bir parçasıdır. İnsan kendisine ait yapay
çevre oluşturmaya başlamasından bu yana insan ve doğa arasındaki denge,
insan aleyhine devamlı olarak bozulmuş ve bozulmaya devam etmektedir.
Bozulan bu denge beraberinde ciddi sağlık sorunlarını getirmiştir.
İnsanoğlu varoluşundan bu yana sürekli olarak radyasyonla iç içe yaşamak
zorunda kalmıştır(zaten dünyamız rayda oaktiviteye sahip bir gezegendir)
.Dünyada insanlar yaşamaya başladıkları günden geçen yüzyılın başlarına
kadar, çevre ile arasında bir doğal radyasyon dengesi söz konusu idi.
Geçtiğimiz yüzyılda bu doğal denge nükleer denemeleri ve bazı teknolojik
ürünlerin kullanımı ile bozulmaya başlamıştır. Çevrede, insanı etkileyen
çok önemli etmenlerin olduğunu bunlardan birisinin doğal radyasyon
kaynakları olduğu ve bu kaynakların başında da Radyoaktif maddelerin
çoğunlukta olduğu bilinmektedir.
Şekil:4 Dünyada doğal ve yapay Şekil:5 Dünyadaki %’de radyasyon
radyasyon oranları kaynakları
164
Radyoaktif Madde Nedir?Atom çekirdeğinin kendiliğinden parçalanarak
ve parçalandıkça da etrafa radyasyon yayarak
baska çekirdeğe dönüşme olayıdır(Şekil:5).
Bir atom çekirdeğinin ne zaman ve hangi
çekirdeğin bozunmaya uğrayacağını tahmin
etmek mümkün değildir.
Şekil:5 Radyoaktif Bozunma
Radyasyon, İnsan ve Çevre
Şekil:6 İnsan’ın maruz kaldığı radyasyon ve kaynakları
Şekil:7 Çağdaş yaşam koşullarında insan’ın maruz
kaldığı radyasyon kaynakları
Şekil:8 İnsan’ın maruz kaldığı (düşük doz) radyasyon ve
kaynakları
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
165
Şekil:10 Nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde tasarım hatası nedeniyle yapılan
deneyde güvenlik sistemi devre dışı brakılması sonucu, 26 Nisan 1986 günü meydana
gelen nükleer kaza sonrası görüntü
Şekil:11 Atom bombasının patlatılması ve açığa çıkan % enerji oranları
Bütün bu olaylar sonrasında ortaya çıkan radyasyonlar, insan sağlığını
etkilemektedir.
Kemik iliği, dalak, kan ve üreme hücrelerinin oluşturdukları (hayati önemi
fazla olan) dokularda radyasyonun etkisi daha erken görülür. Çünkü bu
hücreler daha hızlırlar.Burada radyasyondan etkilenen bir hücre çoğalarak
çok sayıda, etkilenmiş(hasar görmüş) hücreler oluşturur.
Bu hücreler bir zaman diliminde bir tümör oluşumu (kanser) ile
sonuçlanabilir.
Etkilenen hücrenin DNA’sının taşıdığı bilgi değişmesi dolayısıyla mutasyona
uğrayabilir. Radyasyondan kaynaklanan bu değişiklik bu durum, bireyin üreme
hücrelerinde gerçekleşirse gelecek nesillere de aktarılması kaçınılmaz olur.
Yüksek dozda radyasyona maruz kalmış bireylerde görülebilecek baslıca
hastalıklar;
166
• Kanda ve kan yapan organlarda tahribat
(anemi, lösemi),
• Ciltte ateş yanığını andıran yaralar,
• Gözde katarakt,
• Kısırlık,
• Kanser ve
• Kalıtımsal bozukluklar.
Doz(Sv) Etkileri
0,5
-Gözlenebilir bir biyolojik etki meydana getiren en
küçük radyasyon dozudur, ve akyuvarların sayısında
geçici bir değişiklik meydana getirir.
1 - 2
-3 saat içerisinde kusma ile birlikte
yorgunluk ve iştahsızlık görülür.
-Hastalarda bir kaç hafta içinde iyileşme gözlenir.
3
-2 saat içinde kusma ve halsizlik baslar.
-2 hafta sonra ise saçlar dökülmeye baslar.
-Bu insanların %90’i 1-12 ay arasında iyileşir.
4
-Bir kaç saat içerisinde bulantı ve kusma başlar
-İştahsızlık, halsizlik, ateş ve saç dökülmesi izler.
-İki hafta sonra ağızda iltihaplanma görülür,
ishal ile birlikte hızlı kilo kaybı baslar.
-Bu radyasyona maruz kalan insanlarin %50’si 2 ile 4
hafta içinde ölür.
6-Ölüm oranı %90’a çıkar.
-İyileşmesi ise çok uzun süren tedaviler gerektirir.
Tablo:2 Radyasyon dozlarına maruz kalan insanlarda
görülebilecek etkiler
Doğal Radyasyon Kaynakları
Kaynak Yıllık Doz (mSv)
Tprak ve kayalardan sızan Rn-222, Rn-
220 Gazları 1200
Yeryüzeyinden gelen Gama ışınları 500
Vücuttaki Karbon, Potasyum, Polonyum 300
Yeryüzeyine gelen Kozmik ışınlar 400
Toplam 2400
Yapay Radyasyon Kaynakları
Medical kullanıcılar – x-ışın, vs. 400
Çernobil (ilk yıl) 50
Test amaçlı kullanılan silahlardan 10
Çalışma(iş) ortamı (ortalama) 5
Nucleer endustri (atıkları vs.) 2
Diğerleri (TV, uçak seyahatı, vs.) 11
Toplam 478
Tablo:3 Dünya genelinde alınan yıllık ortalama kişisel
dozlar
Organ - Doku
Radyasyon
Çalışanları İçin
Müsaade Edilen
Maksimum dozlar
Serbest
Çalışanlar
İçin Doz
SınırlarımSv / yıl
Bütün Vücüt 50 5Gonadlar ve Kırmızı
Kemik İliği50 5
Cilt, Kemikler ve Troid 300 30
Ayaklar, Bacaklar, Kollar,
Eller750 75
Diğer (Herhangi Bir Tek
Organ)150 15
Tablo:4 ICRP Tarafından Önerilen Doz Sınırları
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
167
SONUÇSoluduğumuz hava ile, içtiğimiz sularla, yediğimiz gıdalarla, yaşadığımız
evlerimizin yapı malzemeleri ve topraktan gelen radyasyonlara sürekli
maruz kalmaktayız, kaldı ki insanın yapısında ki Karbon-14, Potasyum-40
ve Polonyum-210 radyoaktif elementlerin yaydığı radyasyonlara da maruz
kalmaktayız.
Ayrıca düyamız da radyoaktif bir gezegendir.
Yukarıda da belirttiğim gibi geçmişten bu güne ve gelecekte de insanlar
daima radyasyonla iç içe yaşamış ve yaşamaya devam edecektir.
Burada bize düşen en büyük görev; çevre ve insan arsında kurulu dengeleri
bozmaya yönelik faaliyetlerden mutlaka sakınmamız gereklidir.
Çevredeki radyasyon düzeyi belli sınırlarda tutabildiğimiz ve kurulu dengeyi
koruduğumuz sürece radyasyondan korkmanın hiçbir anlamı olmayacağı
bilakis bu enerjiden insanlık adına yararlanma yollarının araştırılmasının
daha iyi olacağı kanısını taşımaktayım.
Görünmez, kokusuz, tatsız, işitilmez ve hisedilmez fiziksel özelliklere sahip,
zararları yanında yararları da olan radyasyonlar;
I- Yaşama şartlarının iyileştirilmesinde;
- Sanayide,
- Taşımacılıkta,
- Haberleşmede,
- Aydınlatmada, adeta insanlığa hizmet amacıyla
II- Sağlık alanında;
- Teşhis,
- Tedavi
- Araştırma daki katkıları tartışılamaz düzeyde fayda sağlamaktadır.
168
Şekil:12 Radyasyonun insanlığa hizmet amacıyla
kullanımı ve elektromanyetik Spektrum.
Şekil:13 Çevre(Doğal dengenin korunduğu..)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
169
KAYNAKLAR1. Pehlivan, F. Biyofizik, Feryal Matbaası, Üçüncü Baskı, Ankara, 2004.
2. www.taek.gov.tr/index.html, 2009
3. Wikipedia, the free encyclopedia, (http://en.wikipedia.org/wiki/),
2010
4. Engizek, Tülay, Sağlık Fiziği, İ.Ü. Fen Fakültesi Basımevi, İstanbul,
1999.
170
ENDOKRİN ÇEVRE BOZUCULAR VE ERGENLİK ÜZERİNE ETKİSİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
171
Prof.Dr.Kenan haspolatDicle Üniversitesi Tıp
fakültesi-Diyarbakır
171
ÖZETEndokrin çevre bozan kimyasallar; plastiklerde, deterjanlarda, böcek
ilaçlarında ve endüstriyel kimyasallarda bulunmaktadırlar.
Endokrin çevre bozucu; endokrin sistemin çalışmasını değiştiren ve
sonunda sağlıklı organizmada veya onun nesillerinde sağlık üzerine
ters etkilere neden olan, dışarıdan alınan madde veya bileşikler olarak
tanımlanır. Endokrin çevre bozucu üreme sistemini etkiler. Testis yapısında
gerileme,sperm sayısında azalma erkeklerdeki olan olaylardır. Kızlarda
ters istikamette gelişim olur. Rahim boyutunda artma ve erken ergenlik
olur. Gebelikte cenin üzerinde de etki olmakta,gelişim bozukluğuna neden
olmaktadır. Kadınlarda meme ve rahim kanserine neden olur.Tiroid bezi
üzerinde olumsuz etkide bulunur.
Endokrin bozucular, endokrin(hormonal) sistem tarafından sentezlenen
kimyasalların aktivitelerini bir şekilde taklit ettikleri, blokladıkları ya da
değiştirdikleri için özel ilgi konusudurlar. Diğer birçok organın yanında,
özellikle idrar yollarını ve tiroid bezlerini etkilemektedirler. Son on yılda
üreme organ anormallikleri, testis kanseri, erkek doğum oranlarında
azalma ve meni kalitesinde düşme rapor eden birçok çalışma yayınlanmıştır.
Son dönemde çıkan yazılarda sıklıkla besinlerdeki veya çevremizdeki
estrojen benzeri bileşiklerin üreme sağlığı üzerine olan zararlı etkilerinden
bahsedilmektedir. Testis kanseri, testislerin torbaya inmemesi ,penis
ucunun aşağıda oluşu , gibi erkek üreme sistemi hastalıklarında görülen
belirgin artış ve sperm kalitesinde muhtemel düşüş, bu bozuklukların
rahim içi hayatta estrojene maruz kalınmasına bağlı olarak ortaya çıktığı
hipotezinin geliştirilmesine neden olmuştur.
Endokrin-bozucu maddelere maruziyet en sık olarak alınan gıdalar yoluyla
olmaktadır. Endokrin mekanizmalarla insan üreme sistemi üzerinde etkileri
olduğu bilinen bazı moleküller: DDT ve metabolitleri, Poliklorine bifeniller,
dioxinler, doğal bitki kaynaklı östrojenler (fitoöstrojenler) ve mantar
zehirleridir. Bunun dışında böcek ilaçları üretiminde ve kullanımında
maruz kalınan dioksinler, endüstriyel kazalar sırasında maruz kalınan
klorofenoller sayılabilir. 680 insan yapımı madde ve 9 sentetik/doğal
hormon, potansiyel endokrin-bozucu madde olarak belirlenmiştir.
172
Fitoöstrojenler, vücutta üretilen östrojenlere
göre daha zayıf etki gösterirler ve günlük hayatta
sık olarak tüketilen besinlerde (sarımsak,
maydanoz, hububat, havuç, patates, vişne, elma
ve kahve) bulunurlar. Ancak fitoöstrojenler,
yoğun ve çok miktarlarda alınmaları sonucunda
belirgin etkiye neden olurlar.
Belli Başlı Çevresel Endokrin BozucularDioksinler, Furanlar, Poliklorlu bifeniller
(PCB), Biosidler, Hakesklorobenzen, Fitatlar,
Alkifenoller, Bisfenol A
Çevre Bozucularının Özet Olarak Yan EtkileriErişkin kadınlarda. Meme kanseri, rahi ru,
ceninde anormallikler.
Kız çocuklarında: Erken ergenlik, vajinal kanser,
cinsiyet organlarında anormallikler, sinir
sistemi gelişim bozuklukları, düşük doğum
tartısı, hiperaktivite, öğrenme bozuklukları,
zeka düşüklüğü.
Erkek çocuklarında: Penis ucunun olması
gereken yerinin aşağısında olmaması, testislerin
torbaya inmemesi, sperm azıklığı, erkeklik
hormon düşüklüğü.
Erişkin erkeklerde. Testis ve prostat kanseri,
sperm sayı ve nitrlik azlığı, troid hormon
bozukluğu.
Genel olarak bağışıklı sisteminde azalma,
hastalıklara duyarlılık.
Endokrin Sistemi Bozan IlaçlarPlastik ile ilişkili ürünler:
• Polivinilkarbon (PVC) ürünlerde bulunurlar.
• Vernik: Verniklenmiş tüm ürünlerde
bulunurlar.
Böcek ilaçları :
• Temizlik malzemeleri,
• Fungusitler (mantar ilaçları),
• Pestisitler (zararlı canlıları öldüren ilaçlar),
• Herbisitler (yabani otları yok eden ilaçlar) ile
boyalar,
• Plastikler ve çözücüler gibi organik
kimyasalların endokrin bozucu olma
potansiyeli vardır.
Endokrin bozucu kimyasallar ve ergenlik
gelişimi arasındaki ilişkilerle ilgili yapılan
pek çok epidemiyolojik çalışmada PCB, PBB,
dioksin, DDE ve diğer persistan pestisitler
üzerine yoğunlaşılmıştır. Ancak yumuşak plastik
oyuncakların yapıldığı polivinil klorid plastikler
ve besin paket materyallerinde bulunan fitalatlar
gibi ev içi kimyasalların gündeme gelmesi daha
sonra olmuştur.
Fitalatlar, evlerde ve hastanelerde kullanılan
birçok malzemenin içinde bulunmaktadır.
Fitalatların özellikle testisi engelledikleri kabul
edilmektedir.
Bu nedenle fitalatlar, emzik ve oyuncakların
içerisinden çıkartılmıştır.Özellikle rahim içi
yaşamda endokrin bozuculara maruz kalınması,
üreme organlarında ciddi ve geri dönüşümü
olmayan anormaliklere neden olabilir; bu
dönemde östrojenik ya da antiandrojenik etkili
bir endokrin bozucu maddeye maruz kalınması
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
173
halinde prostat bezinin gelişimi kalıcı olarak bozabilir.
Endokrin Bozucular-ErgenlikSon yıllarda özellikle çevresel koşulların (beslenme tarzı gibi) etkisi ile
ergenlik başlangıcı ve adet yaşının erken yaşlara kaydığı gözlenmektedir.
Ancak bunun dışında, bazı endokrin bozucuların ergenliğin erkene
kaymasında etkili olduğu da ileri sürülmektedir.
Yer cilası ve onların çözücüleri ile temas halindeki kız çocuklarda, erken
ergenlik tespit edilmiştir Endosulfan, tarımda kullanılan bir insektisitdir.
Hindistan’da endosulfana maruz kalan erkek çocuklarda ergenlik gecikmesi
ve seks hormon sentezinde bozuklukların olduğu saptanmıştır.
Troid Dokusuna Yan Etkide BulunanlarBöcek öldürücüler içerisinde en sık troid fonksiyonları ile etkileşime
girenler 2-4 dikloroasetikasit, asetoklor, aminotirazol, amitrole, bromasil,
bromoksinil, pendatemalin, thiourea’lardır. Troid hormanları rahimiçi
hayatta ve sonrasında beyin gelişimi üzerinde önemli etkileri vardur.Bu
durum sinir hücreleri üzerine olumsuz etkide bulunmaktadır.
Poliklorlu bifeniller(PCP) içeren kimyasal maddeler troid dokusu üzerinde
etkisi önemli sayılabilecek bozukluklara neden olur.
Dioksinler de cenin üzerinde olumsuz etkide bulunur.
Yanmayı önleyici kimyasallar: Tetrabromobisfenol A(TBBPA),polibrominli
difeni eterler(PBDE) ve polibrominli bifeniller bu gruba girer.
PBDE yanmayı önleyici madde olarak plastikler, boyalar, elektirk
maddeleri, sentetik tekstillerde bulunur. TBBPA,bisfenol A(BPA) derivesi
olup tv, bilgisayar, fotokopi makinası, video ve lazer printerda bulunur. Bu
maddeler troid dokusu üzerine etkide bulunarak hipotroidiye neden olur.
Özellikle hamile bayanların bu noktada uyanık olması gerekir,cenin üzerine
olumsuz etki söz konusudur.
Pentaklorofenol(PCP)’ya maruziyet yenidoğanlarda hipotroidiye
neden olarak beyin gelişimini bozar. Bu madde böcek ilaçları ve deri
endüstrisinde kullanılır, plastik, deterjan, toz boya, diş malzemeleri de
174
diğer kullanım alanlarıdır. Fitalatlar plastik
yapımında ve plastiklerin yumuşatılmasında
kullanılır.Bu maddelerin en önemli kullanım
alanları hastanedeki yenidoğanlarda kullanılan
beslenme tüpleridir.
Ayrıca damar içi kateterler,serum torbaları da
değişik miktarda fitalat içerir. Diğer kullanım
alanları PVC borular, çocuk oyuncakları, otomobil
parçaları, sebze ve meyve kontainerlerinin
yüzeyleridir. İçme suları da değişik oranda
fitalata maruz kalır. Fitalatlar üreme sistemi
üzerine olumsuz etkide bulunur. Fitalatlar
özellikle ceninler üzerinde olumsuz yan etki
yapar, hamile bayanların bu noktada dikkatli
olması gerekir.
Böcek öldürücülerden DDT ve HCB özellikle
cenin troid dokusuna olumsuz etkide bulunarak
beyin gelişimine negatif etkide bulunur.
Bitki Büyüme Düzenleyici HormonlarGünümüzde, bitkilerde verimi arttırmak ve
saklama sürelerini uzatmak için BBDH (=bitki
büyüme düzenleyici hormonlar = bitki büyüme
düzenleyiciler = bitki büyüme ve gelişme
düzenleyiciler) adı verilen çok çeşitli maddeler
kullanılmaktadır. Günümüzde yaygın olarak
kabul edilen görüşe göre; uygun doz ve doğru
zamanda uygulanan BBDH’ın bitkilerde kalıntı
bırakmadığı veya insan sağlığı açısından
tehlike arz etmeyecek kadar kalıntı kaldığı
düşünülmektedir. Ancak, aşırı doz ve uygun
olmayan zamanda yapılan uygulamalar halinde,
bu hormonların meyve ve sebzeler üzerinde
kalıntı etkilerinin fazla olmasından dolayı zararlı
olabilecekleri ileri sürülmektedir. Danimarka’da
BBDH olan klormekuat kullanılarak yetiştirilen
buğdayla beslenen domuzlarda üremenin
azaldığı tespit edilmiş ve bu nedenle üreme
çağındaki domuzların, bu buğdaylarla
beslenmesi yasaklanmıştır Diğer ülkelerde
de yapılan çalışmalarda BBDH grubundan
olan 2, 4-diklorofenoksi asetik asit (2,4-D)’in
üreme sisteminde bozukluğa çok yüksek
dozlarda neden olduğu bildirilmiş ve kullanımı
yasaklanmıştır. Ancak halen bu hormonlar başta
Hollanda, İspanya, İtalya gibi ülkeler olmak üzere
tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır.
Türkiye’de 1970’li yılların başlarında BBDH
kullanılmaya başlanmış ve sürekli gelişen pazar
ekonomisi nedeniyle, sebze ve meyvelerin hızlı
bir şekilde üretilip olgunlaştırılması ve piyasaya
sürülmesi istenmesi nedeniyle 2002 yılına kadar
kullanımı %45.29’luk bir artış göstermiştir .
Ülkemizde BBDH’ın en başta gelen kullanım
alanlarından biri örtü-altı (sera) sebzeciliğidir.
Bu amaçla 1984 yılına kadar ülkemizde fenoksi
türevlerinden olan 2,4-D kullanılmıştır . Ancak
bu maddeyle temas eden memeli hayvan ve
kuşlarda cinsiyet organı anomalileri ile ani
ölümler gözlenmiştir. Ayrıca 2,4 D’ye maruz
kalan insanlarda çeşitli kanserlerin sık görülmesi
ve temas eden kişilerin çocuklarında da
ürogenital anomaliler saptanması nedeniyle 2,4
D’nin kullanımı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca
yasaklanmıştır .
Ülkemizde örtüaltı yetiştiriciliğinin %87.17
gibi çok önemli bir kısmını gerçekleştiren
Akdeniz bölgesinde yapılan bir anket
çalışmasında, seralarda en fazla (%44.4)
domates yetiştirildiği, BBDH kullanıldığı,
ancak çiftçilerin % 50’sinden fazlasının
hormonlar hakkında bilgilerinin yetersiz
olduğu saptanmıştır. Ayrıca çiftçilerimizin
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
175
“ne kadar hormon verilirse o kadar ürün alınabilir” inanışına sahip
olmaları bu maddelerin olumsuz etki yapma ihtimalini artırmaktadır
BBDH, yapılarına göre de başlıca beş grupta incelenmektedirler: Oksinler,
giberellinler, sitokininler, etilen ve dorminler (absissik asit). Oksinler, tarımda
en eski kullanılan hormonlardandır ve çekirdeksiz meyve oluşumunu
sağlar ve ürün kalitesini artırır. Ülkemizde oksin preparatlarından Beta-
naftoksi asid (BNOA), Naftalen asetik asit + Naftalen asitamit (NAA-NAD) ve
4-klorofenoksi asetik asit (4-CPA) ruhsatlıdır. Bu oksin preparatları Tarım
Bakanlığı’nın izni ile özellikle seralarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Turfanda yetiştiricilikte özellikle soğuk havalarda meyve gelişimi ve
verimi için hormon kullanımı gerekmektedir, bu da 10 Nisan ile 15
Mayıs arasındaki dönemde hormonlu meyve hasat edilmesi anlamına
gelmektedir. Domatesin kabuğunun soyulmasının domates üzerinde
kalıntı miktarını %36 azalttığını tespit etmişlerdir. Bu nedenle, özellikle
serada üretimin yapıldığı kış aylarında hormon kullanıldığı için domatesin
kabuğunun soyulmasının, vücuda alınacak kalıntı miktarını azaltacağı ifade
edilmektedir.
SONUÇEndokrin çevre bozular hakkında pratik notlar:
• Plastik maddelere sarılı ve plastik kaplarda saklanan ürünlerin, özellikle
mikrodalga fırında ısıtılmaması, seramik kapların bunların yerine tercih
edilmesi.
• Plastik şişedeki anne sütü ve mamaların mikrodalga ile temasının
engellenmesi.
• Besinlerin plastik maddelerle örtülmemesi ve plastik maddelerle
temasının engellenmesi.
• Bebeklerin plastik ürünler çiğnemesinin engellenmesi.
• Çocukların top v.b. oyunlardan sonra, olası pestisid v.b. maddelerle
karşılaşmaları açısından ellerinin yıkanması.
• Toksik kimyasalla karşılaşma ihtimali olan balıkların haftada üç
defadan fazla tüketilmemesi, küçük balıkların tercih edilmesi (Daha az
kimyasalla karşılaşma sözkonusu olduğundan).
• Hayvansal yağlar (Çevresel bozucular en fazla yağda depolanır).
176
KAYNAKLAR1. Bigsby R, Chapin RE, Daston GP et a. Evaluating the effects of endocrine disruptors on endocrine
function during development. Environ Health Perspect 1999; 107: 613-8.
2. Çetinkaya S. Endokrin Çevre Bozucular ve Ergenlik Üzerine Etkileri.
3. Darendeliler F.Çevre ve Endokrin sistem.XI.Ulusal Pediatrik Endokrinoloji Kongresi. 14-17 Eylül
2006.Konya.s.49
4. Lee MM. Endocrine Disrupters. A Current Review of Pediatric Endocrinology 2007; 109-18.
5. Özkan B. Çevresel endokrin bozucuların troid fonksiyonları üzerine etkisi.XI.Ulusal Pediatrik
Endokrinoloji Kongresi.14-17 Eylül 2006.Konya.s53
6. Skakkebaek NE, Rajpert-De Meyts E, Main KM. Testicular dysgenesis syndrome: an increasingly
common developmental disorder with environmental aspects. Hum Reprod 2001;16:972-8.
7. Yeşilkaya E. Endokrin Bozucular. Güncel Pediatri 2008; 6: 76-82
8. Weber R, Pıerık, fh , . Dohle gr,, a Burdorf. A. dr. (Terc Sevinç,C, Karadeniz,T.Erkek
9. üremesi üzerinde çevresel etkiler.BJU International (2002), 89, 143-148
178
DİYARBAKIR’DA ISINMADAN KAYNAKLANAN HAVA KİRLİLİĞİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
179
İbrahim Murat KARGINDiyarbakır İl Çevre ve
Orman Müdürlüğü
Kayapınar / DİYARBAKIR
tr
179
ÖZETHava kirliliği canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi
zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin
üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır. Bir başka deyişle hava kirliliği;
havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı
hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede
atmosferde bulunmasıdır.
Hava Kirliliği Nedir?Hava kirliliği canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi
zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin
üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır. Bir başka deyişle hava kirliliği;
havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı
hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede
atmosferde bulunmasıdır.
Hava Kirliliğini Kaynaklarına Göre 3’e Ayırabiliriz. • Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği.
• Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği.
• Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği.
Hava Kirliliğinin Sağlığa Etkileri Kirli hava, insanlarda solunum yolu hastalıklarının artmasına sebep
olmaktadır. Örneğin; kurşunun kan hücrelerinin gelişmesini ve
olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz
yönde etkilediği,karbonmonoksit (CO)’in ise, kandaki hemoglobin ile
birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte
kükürtdioksit (SO2)’in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş
edici etkileri ve Partikül Maddelerin ( PM 10 / 2.5 ) akciğerlerde kalıcıetkisi
vardır.
Uzun vadede kansere sebep olabilmektedir.Kısa vadede ani canlı ölümleri
meydana gelebilmektedir nitekim Londra’da duman ve sisin yoğun olduğu
bir dönem olan 1873 yılında 700 kişi, 1911 yılında ise 1150 kişi, Belçika’da
1990 yılında 63 kişi. ABD’ nin Pensilvanya kentinde ise 20 kişi yaşamını
yitirmiştir.
180
Isınmadan kaynaklanan hava kirliliğinin sebepleriFosil yakıt kullanımı. ( Kömür, Petrol ve türevleri),
Yakma sistemlerinin teknolojisi, Yapıların
yalıtım teknolojisi (Sıcak ve soğuk için),Yanlış ve
aşırı enerji kullanımı olarak sıralayabiliriz.
Isinmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğine İlişkin Yasal Mevzuat 13/01/2005 tarihli ve 25699 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
“Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin
Kontrolü Yönetmeliği” dir.
Yapılan düzenleme ile kömürler torbalanarak
satışa sunulmaya başlanmış ve kükürt
oranı düşük kömür (Tablo 1 – 2) ve fuel – oil
kullanılmaya başlanmıştır.
İthal Kömür Özellikleri Sınırlar
Toplam Kükürt (kuru
bazda): En çok. % 0,9 (%+0,1 tolerans)
Alt Isıl Değer (kuru
bazda)
: En az 6400 Kcal/kg (- 200
tolerans)
Uçucu Madde (kuru
bazda): % 12-28 (+1 tolerans)
Toplam Nem (orijinalde) : En çok % 13
Kül (kuru bazda) : En çok %16 (+2 tolerans)
Boyut* (satışa sunulan): 18-150 mm ( en çok ±% 10
tolerans)
Tablo 1
Yerli Kömürlerin
Özellikleri Sınırlar
Kullanılacağı
İller ve İlçeler
Toplam Kükürt
(kuru bazda)max. % 2
Yönetmeliğin 28
inci maddesine
göre sınır
değerlerinin
aşıldığı (I.Grup) İl
ve İlçeler
Alt Isıl Değer
(orijinalde)
min. 4000 Kcal/kg
(-200 tolerans)
Toplam Nem (satışa
sunulan)max. %25
Kül (kuru bazda) max. %25
Boyut
18-150 mm (18
mm altı max. %10
tolerans
150 mm üstü max. %
10 tolerans)
Tablo 2
Diyarbakır’ da Isınma Amaçlı Yakıt Kullanımıİlimizde merkezi ısıtmalı katı ve sıvı yakıt
kullanan 3057 adet bina bulunmaktadır. Yakıt
olarak 120.000 ton ithal kömür, 15.000 ton yerli
kömür, ( Başbakanlık S.Y.D.V tarafından yoksul
ailelere dağıtılan ), 10.000 ton sıvı yakıt. ( Özel
Kalorifer Yakıtı KALYAK ) kullanılmakta ve 5000
adet doğalgaz abonesi bulunmaktadır. (2008
yılından itibaren doğalgaz kullanımına başlanmıştır.)
ISINMA AMAÇLI YAKIT KULLANIMININ HAVA KALİTESİNE ETKİSİIsınma amaçlı yakıt kullanımı özellikle kış
sezonunda ( 01 Kasım – 15 Nisan arası ) SO2 ve
PM10 oranında artışa sebep olmaktadır.
Diyarbakır için baskın hava kirletici PM10’ dur.
1999 yılından bu yana ölçülen hava kalitesi
verileri tablo 3 ve 4 de verilmiştir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
181
YILLAR SO2 PM10 µg/m³
1999 82 83
2000 110 114
2001 109 112
2002 119 124
2003 98 104
2004 108 109
2005 95 105
Tablo 3 (Veriler ısınma sezonu olan Ocak – Şubat – Mart – Kasım – Aralık aylarının
aritmetik ortalamasıdır.)
YILLAR SO2 µg/m³ PM10 µg/m³
2006 56 98
2007 51 125
2008 28 96
2009 11 95
Tablo 4 (Veriler ısınma sezonu olan Ocak – Şubat – Mart – Kasım – Aralık aylarının
aritmetik ortalamasıdır.)
Pm10 Nedir? ( Partiküler Maddeler)Partiküler madde (PM) terimi, havada bulunan katı partiküller ve sıvı
damlacıkları ifade eder. İnsan faaliyetleri sonucu ve doğal kaynaklardan,
doğrudan atmosfere karışır.
Atmosferde diğer kirleticiler ile reaksiyona girerek PM’i oluşturur ve
atmosfere verilirler. Katı ve sıvı partiküllerin boyutları geniş bir aralığa
yayılır. Sağlığa konu olan partiküller, aerodinamik çapı 10 µm. nin altındaki
partiküllerdir. Bu boyut aralığındaki partiküller, solunum sistemi içine
girerek birikim yapabilir. Isınma faaliyetleri ve doğal olaylar neticesinde
oluşmaktadır (toz fırtınaları) ısınma sezonu dışında da oranı yüksektir.
Partiküler maddelerin hava kalitesine ve sağlığa etkisi tablo 5’te verilmiştir.
182
İndeks
Sağlık
Seviyesi
Uyarılar
0-50 İyi Yok51-100* Orta Yok
101-150 Hassas gruplar için
sağlıksız
Astım gibi solunum hastalığı olan
kişiler, dış ortamdaki efor sarfını
sınırlandırmalıdır.
151-200Sağlıksız
Astım gibi solunum hastalığı olan
kişiler, dışarıda efor sarfetmemeli;
Bunun dışında herkes, özellikle yaşlı ve
çocuklar dış ortamda uzun süreli efor
sarfını sınırlandırmalıdır.
201-300
Çok Sağlıksız
Astım gibi solunum hastalığı olan kişiler,
dış ortamda herhangi bir aktivitede
bulunmamalı ; bunun dışında herkes,
özellikle yaşlı ve çocuklar dış ortamdaki
efor sarfını sınırlandırmalıdır.
301-500Tehlikeli
Hiç kimse dış ortamda herhangi bir efor
sarf sarfetmemeli; astım gibi solunum
rahatsızlığı olan kişiler iç ortamda
kalmalıdır.
Tablo 5
HAVA KİRLİLİĞİNİN AZALTILMASI İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER.• Fosil yakıt kullanımının azaltılması, doğalgaz kullanımının yaygınlaştırılması.
• Bireysel değil merkezi ısıtma yapılması.
• Yakma sistemlerinin revize edilmesi.
• Yapılarda ısı yalıtımı uygulanması.
• Enerjinin ihtiyaç kadar kullanılması.
• Yeşil alanların çoğaltılması.
şeklinde sıralayabiliriz.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
183
KAYNAKLAR1. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği
2. Sağlık Bakanlığı’ na ait Hava Kalitesi Ölçüm Cihazları.
3. Çevre ve Orman Bakanlığı Ulusal Hava Kalitesi İzleme ağı.
184
DİYARBAKIR’DA MOTORLU TAŞITLARIN ÇEVRE KİRLİLİĞİNE ETKİSİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
185
Hasan BAYINDIRDicle Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Makina Mühendisliği
Bölümü – DİYARBAKIR
185
ÖZETDünyada insan nüfusunun giderek artması ve insanların konforlu yaşama
talebi beraberinde motorlu taşıt sayısını da hergün arttırmaktadır.
Günümüzde hala fosil kökenli yakıt tüketen söz konusu bu araçlar ciddi bir
şekilde çevre kirliliğine neden olmasının yanı sıra egzoz emisyonlarından
atmosfere atılan karbon dioksit gazları da küresel iklim değişikliğine etki
etmektedir. Çevre kirliliği yaratan sanayi atıkları, ısınma amaçlı kullanılan
yakıtların ve motorlu taşıtların emisyonlarının azaltılması zorunluluk
arzetmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada Diyarbakır ilinin trafik yoğunluğu,
motorlu taşıtların emisyon kirlilik durumları ve şehir merkezine yakın
çevre yolunda seyreden araç yoğunluğu araştırılmış olup şehir atmosferi
üzerindeki etkisiirdelenmiştir.
GİRİŞIsınma amaçlı kullanılan yakıtların, motorlu taşıt ve sanayi kaynaklı
emisyonların, küresel ısınmaya neden olduğu, ozon tabakasını deforme ettiği
ve birçok canlı organizmaya zarar verdiği dikkate alındığında çevre kirliliği
bakımından incelenmesi gereken önemli bir konudur. Dünya genelinde
kullanımda olan motorlu taşıt sayısı her gün artan nüfusla doğru orantılı
bir şekilde artmaktadır. Bu nedenle egzoz emisyonlarının iyileştirilmesiyle
ilgili yasalar mevcut olup uygulama eksikliği söz konusudur [1, 2]. İçten
yanmalı motorlarda, sürtünme kayıplarının azaltılması, sıkıştırma
oranlarının arttırılması, hacimsel verimin artırılması, uygun H/Y karışım
kompozisyonu ve avantajlı çalışma koşullarının elde edilmesiyle, küçük
çaplı, hafif ve yüksek verimli motorlar geliştirilerek egzoz emisyonları
azaltılabilir.
Özellikle gelişmiş ülkelerde çalışmalar hükümetlerin de teşfikiyle yeni
yenilenebilir enerji kaynakların geliştirilmesi ve biyoyakıtların günümüz
konvansiyonel yakıtlarıyla harmanlanarak kullanılması sonucu HC, CO ve
NOx’lerin azaltılması hedeflenmiştir [3, 4, 5].
Trafikte Seyreden Motorlu Kara Taşıtlarından Kaynaklanan Egzoz Gazı
Emisyonlarının Kontrolüne Dair Yönetmelik kapsamında, Egzoz gazı
emisyon ölçümü yaptırma periyotları; Madde 6- Taşıtlar, bu Yönetmeliğin
(Ek-1)’inde belirtilen sınıflar esas alınmak kaydıyla cinslerine, kullanılma
amaç ve şekillerine uygun olarak aşağıda belirtilen periyotlarda egzoz
emisyon ölçümüne tabi tutulur[6].
186
a. Hususi otomobiller ilk üç yaş sonunda ve
devamında her iki yılda bir.
b. Resmi otomobiller ilk iki yaş sonunda ve
devamında yılda bir.
c. Diğer motorlu taşıtlar ilk bir yaş sonunda ve
devamında yılda bir.
d. Trafikte seyreden tüm motorlu taşıtlar on
yaş sonunda yılda bir.
Taşıtın trafiğe çıkışından sonraki muafiyet
süresinin bitim tarihinden itibaren bir ay
içerisinde egzoz gazı emisyon ölçümü
yaptırılması zorunludur. Takip eden emisyon
ölçümleri ise taşıtın trafiğe çıkış tarihi esas
alınarak uygulanır, hükmü yeralmaktadır.
Çevre Kirliliğiİnsanların ve diğer canlıların yaşamları
boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı
olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki,
biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır.
Örneğin dünyada nüfusun hızla artması,
konfor gereksinimleri doğrultusunda artan
kentleşme oranı insanoğlunun ihtiyaç duyduğu
çeşitliliği arttırmıştır. İnsanoğlu dünyayı keşfe
koyulmasıyla beraber enerji üretimi-tüketimiin
yanısıra doğal yaşamı tehdit etmeye ve çevre
kirliliğine neden olmaya başlamıştır. Gelişen
teknoloji ve köylerden şehirlere meydana gelen
göç olaylarıyla ortaya çıkan zararlı ve rahatsız
edici etkiler ortaya çıkmıştır. Şehirlerde nüfusun
hızla artması, yerleşim alanlarının daralmasına
ve sonuçta çevrenin kirlenmesine neden
olmuştur.
Önceleri sadece bölgesel olduğu düşünülen
çevresel sorunların bir başka ülkeyi de etkilediği
zamanla görülmüştür. Rüzgar, akarsu, toprak
gibi sadece bir ülkeye ait olmayan ve ülkeler
arasında paylaşılan doğal yaşam ortamları
zararlı duman ve gazlar rüzgarın etkisiyle,
sanayi atıkları akarsuların akmasıyla etkisi
az da olsa diğer ülke içinde kirletici faktör
oluşturabilmektedir[2, 3, 4]. Bu nedenle çevre
sorunları ve kirliliği toplumsal hayatın bütün
alanlarını kapsamış ve etkilemiştir.
Çevre unsurlarına göre çevre kirliliği 4 gruba
ayrılır.
• Hava Kirliliği
• Toprak Kirliliği
• Su Kirliliği
• Gürültü Kirliliği
Bir insanın susuzluğa 6 gün, açlığa 60 gün
dayanabildiği halde havasızlığa ise 6 dakika dahi
dayanamayacağı düşünülürse, çevre kirliliği
içersinde insanları en çok korkutan unsurlardan
birisinin hava kirliliği olduğu gerçeği karşımıza
çıkar.
Hava KirliliğiGelişmiş ülkelerde özellikle çalışmalar
hükümetlerin de teşfikiyle HC, CO ve NOx’lerin
azaltılması üzerinde yoğunlaşmıştır. Hava, içinde
yaşadığımız gaz ortamı oluşturmanın yanında
yaşam için temel bir gaz olan oksijeni tutar.
Temiz hava olarak nitelendirilen atmosferin alt
katmanı; azot, oksijen, karbondioksit ve çok az
miktarda diğer gazlardan oluşur. Isınma kaynaklı
ve sanayi bacalarından çıkan dumanlar, motorlu
taşıtlardan çıkan egzoz gazları içinde bulunan
ve canlılar için zararlı olan çeşitli maddelerin
havaya karışması ve havanın bileşimini bozması
sonucu hava kirliliği meydana gelmektedir [5,7].
Genel olarak havadaki kirleticilerin sağlığa
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
187
etkileri şöyle sıralanabilir;
• Solunum fonksiyonlarında bozulma
• Solunum rahatsızlıklarında artış
• Kronik solunum sistemi hastalığının alevlenmesinde artış
• Kronik kalp hastalığının alevlenmesinde artış
• Kanser artışı
• Erken ölüm artışı
Hava kirliliği kaynaklarına göre 3’e ayrılabilir;
Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği: Kükürt oranı yüksek kömürlerin
kullanılması ve yanlış yakma şekilleri hava kirliliğine sebep olmaktadır.
Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği: Sanayi tesislerinin kuruluşunda
yanlış yer seçimi, bu tesislerin baca filtrelerinin bulunmaması ve kalitesiz
yakıt kullanımı sonucu önemli ölçüde hava kirliliği oluşmaktadır.
Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği: Nüfus artışıyla beraber
artan motorlu taşıtlar ve bu taşıtlarda zehirli gaz emisyonu yüksek oranda
olan petrol türevi yakıtların kullanılması hava kirliliğinde önemli bir faktör
oluşturmaktadır.
Hava kirliliği insan sağlığı ve doğal çevre üzerinde doğrudan olumsuz
etki yapmaktadır. Motorlu taşıtların hava kirliliğine neden olan zehirli
egzoz gazı emisyonlarının bıraktığı kötü etkilerin yanı sıra egzoz gazları
bünyesinde bulunan partiküler madde(PM) gibi bileşenler de insan sağlığını
olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de mevcut bulunan araçların motor
hacmi, kullandıkları yakıtın cinsi, yaşı, sayısı ve günlük çalışma süreleri gibi
faktörler dikkate alındığında(Şekil 1) atmosfere salınan egzoz emisyonları
hakında çarpıcı bir fikir verir.
Şekil 1 . Türkiyedeki Motorlu Taşıtların İstatiği [8].
188
Materyal ve MetotBu çalışmada, Diyarbakır ilindeki motorlu
araçların sayısı yaklaşık olarak tespit edilmiş ve
buna ek olarak şehir merkezi yakınında geçen
çevre yollarından yıllık bazda günlük seyreden
motorlu taşıt sayısı belirlenmiştir. İldeki egzoz
emisyon ölçüm istasyonlarından alınan HC ve
CO emisyon değerleri dikkate alınarak motorlu
araçların kirletici bileşenleri yaklaşık bir metotla
saptanmıştır.
Diyarbakır ili şehir merkezinde trafikte
seyreden motorlu taşıt sayısı yaklaşık 130.000
civarındadır, bunlardan yaklaşık 60.000 ‘i
Diyarbakır plakalı olup diğerleri ise il dışı
plakalıdır. Şehir içinde, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesine bağlı 62 adet otobüs mevcut
olup bunlardan 57 tanesi hatta çalışmaktadır.
100 adet özel halk otobüsü, 300 adet minibüs
mevcut olup bu minibüslerin 82 adeti Çarıklı-
Bağıvar arası çalışmaktadır. İlde 1200 adet
ticari taksi ve 1000 adet sevis (s plakalı bu
servislerin 200’ü otobüs, 800’ü minibüstür)
çalışmaktadır. Mevcut haritada metrocount
ölçüm cihazı ile Şanlıurfa-Elazığ-Mardin-Bitlis
illerinin Diyarbakır merkez bağlantılı çevre
yollarının belli bölgelerinde trafikte yıllık bazda
günlük olarak yapılan ölçümler neticesinde
geçen araç sayısı sunulmuştur(Şekil 2).
Şekil 2 . 2008 yılı Ortalama Günlük Trafik Değerleri [9].
Son yıllarda bütün dünyada devlet veya hükümet
organları, motorlu taşıtların egzoz emisyon
değerlerinin tespiti ve azaltılması ile ilgili yasa
ve yönetmelikler çıkarmıştır. Ülkemizde de
konu ile ilgili yasa ve yönetmelikler mevcuttur.
Bir motorlu taşıtın egzoz gazı emisyon
ölçümlerinde(Şekil 3) CO, HC, NOX, PM, SOX, CO2,
H2O gibi gazlar mevcuttur.
Şekil 3 . Motorlu taşıtların egzoz emisyonları ölçüm
tekniği
Egzoz Emisyonları Karbon Monoksit (CO) Karbon monoksit oksijen eksikliği durumundaki
yanma sonucu meydana gelmektedir.
Zehirleyici etkiye sahip olup kanın oksijen
taşıma yeteneğini zayıflatmaktadır. Karbon
monoksitin atmosferde kalıcılık süresi iki aydan
fazladır. Dünyadaki CO emisyonunun yaklaşık
olarak % 70’inden fazlası motorlu taşıtlardan
gelmektedir. CO ve HC emisyonlarına etki eden
işletme şartları; yakıt türü, taşıtların modelleri,
taşıtların motor güçleri, şehir içi trafiğindeki
yoğunluk, taşıt kilometreleri ve taşıtların
seyir şekilleridir. Şekil 4’te Diyarbakır ilinde
ölçümü yapılan ve gelişigüzel seçilen 50 adet
benzinli motorlu taşıtın CO emisyon değerleri
görülmektedir. Şekilden de anlaşıldığı gibi,
araçların % 52’si mevcut egzoz emisyon sınır
değerlere uygun çıkmış, % 48’inin ayarlanması,
bakımının yapılması ve hatta bu sınır değerler
tutturulamazsa trafikten alıkonulması gerekir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
189
Şekil 4. Diyarbakır ilinde gelişi güzel seçilen 50 adet benzinli aracın CO Emisyon
Değeri
Hidro Karbonlar (HC)Yanmamış hidrokarbonların kanser yapıcı etkileri vardır. Hidrokarbonlar
atmosfere başlıca aşağıdaki yollardan girerler; motorlu araç egzoz
emisyonlarından çıkan yarı yanmış ya da yanmamış hidrokarbonlar
atmosfere geçer. Benzin istasyonlarında, araç depolarına benzin
doldurulurken ve boşaltılırken doymuş hidrokarbonlar atmosfere geçer.
Metal, boyama işleri ve kuru temizlemede kullanılan organik çözücüler,
buharlaşarak atmosfere geçerler. Organik ürünler, petrol rafinerilerinde
proses aşamasında ve kimyasal imalat yapan fabrikalardan atmosfere
kaçarlar. Şekil 5’te Diyarbakır ilinde ölçümü yapılan ve gelişigüzel seçilen
50 adet benzinli motorlu taşıtın HC emisyon değerleri görülmektedir. Buna
göre araçların % 58’inin mevcut egzoz emisyon sınır değerlere uygun
değerde olduğu, % 42’sinin ayarlanması ve bakımının yapılması gerekir.
Şekil 5. Diyarbakır ilinde gelişi güzel seçilen 50 adet benzinli aracın HC Emisyon
Değeri.
190
SONUÇDiyarbakır ilinde sanayi çok iyi gelişemediğinden fabrika bacalarından kaynaklanan önemli
ölçüde kirletici bileşen mevcut olmayıp, daha çok ısınma amaçlı kullanılan yakıtlardan kaynaklı
emisyonların yanı sıra motorlu taşıtların emisyonları da şehir atmosferini kirletmektedir. Bunlara
ilaveten özellikle son yıllarda Afrika çöllerinden Arap yarımadası üzerinden taşınarak Türkiyenin
daha çok Güneydoğu Bölgesini etkileyen kum(toz, PM) taşınımı önemli ölçüde hava kirliliği
yaratmaktadır. Aşağıda kısaca sıralanan önerilere uyulduğu takdirde Diyarbakır ilinde motorlu
taşıtlardan kaynaklanan hava kirliliği azalacaktır;
• Motorlu araçların periyodik bakımlarının zamanında yapılması,
• Gereksiz hızlanma ve frenlemeden kaçınılması,
• Özellikle LPG’li araçların sızdırmazlık testi ve bakımlarının zamanında yapılması,
• Toplu taşıma araçlarının tercih edilmesi,
• Motor yağının zamanında değiştirilmesi,
• Periyodik olarak egzoz emisyon testlerinin yaptırılması,
• Biyoyakıtların yasalar dahilinde harmanlanarak kullanılması,
• Hibrid araçların kullanımının yaygınlaştırılması vb. gibi tedbirlerin alınması atmosfere atılan
emisyonların miktarını azaltacaktır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
191191
KAYNAKLAR • JOSHİ, S.K., Solid biomass fuel: Indoor air pollution and health effects.
Kathmandu University Medical Journal Vol. 4, No. 2, Issue 14, 141-142,
2006.
• VELLGUTH, G., Eignung von Pflanzenölen und Pflanzenöldefivaten
als Kraftstoff für Dieselmotoren. Grundl. Landtechnik 32, pp. 17-186,
1982.
• TSOLAKİS, A., & Megaritis, A., Exhaust gas assisted reforming of
rapeseed methyl ester for reduced exhaust emissions of CI engines.
Biomass and Bioenergy, 27 493–505, 2004.
• WESTERHOLM, R., Almén, J., Li, H., Rannug, U. and Rosén, A., Exhaust emissions from gasoline-fuelled light duty vehicles
operated in different driving conditions: A chemical and biological
characterization. Atmospheric Environment. Part B. Urban Atmosphere,
Volume 26, Issue 1, 79-90, 1992.
• BUDAK, N., Bayındır, H., Yücel, H.L., Dizel motorlarda biyodizel kullanımının
performans ve egzoz emisyonları açısından değerlendirilmesi. V.
yenilenebilir enerji kaynakları sempozyumu, Diyarbakır, 123-130, 2009.
• Trafikte Seyreden Motorlu Kara Taşıtlarından Kaynaklanan Egzoz Gazı
Emisyonlarının Kontrolüne Dair Yönetmelik, 2007, Ankara.
• BAYINDIR, H., Yücesu, H.S., Etanol-benzin karışımları ve sıkıştırma
oranının motor performansına etkisi. Teknoloji, Z.K.Ü. Karabük Teknik
Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 2. Sayı:1-2, 1999.
• Türkiyedeki motorlu taşıtların istatiği, Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik
Daire Başkanlığı, 2008, Ankara.
• Ortalama günlük Trafik yoğunluk değerleri, Diyarbakır Karayolları 9.
Bölge Müdürlüğü, 2008, Diyarbakır
192
HAVA KİRLİLİĞİ VE AKCİĞER HASTALIKLARI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
193
Dr. Abdurrahman ABAKAYDicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Ana Bilim Dalı
arahmanabakay@hotmail.
com
193
ÖZETHava kirliliği günümüzün önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir. Hava
kirliliğinin insan sağlığı üzerinde, özellikle de akciğerler üzerinde olmak
üzere, çok sayıda olumsuz etkileri mevcuttur. Geleneksel fosil yakıtların aşırı
kullanımı sonucu, atmosferde sülfür dioksit (SO2) ve partikül artışına bağlı
olarak solunum hastalıklarına bağlı ölümlerde ciddi artışlar görülmüştür.
Hava kirliliği ile akciğer fonksiyonlarında azalma, akciğer gelişiminde
gerileme, astım semptomlarında kötüleşme, respiratuvar semptomlarda
artış, astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklarına (KOAH) bağlı acil
hastane başvurularında artış ve kardiyopulmoner mortalitedeki artış
arasında belirgin bir ilişki vardır.
Hava kirliliğinin önlenmesi sağlık üzerinde oluşturduğu olumsuz sonuçların
tedavisinden daha kolaydır ve daha az maliyet gerektirir.
GİRİŞHava kirliliği günümüzün önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir (1).
Daha çok büyük kentlerde rastlanmakta ve kış aylarında artmaktadır. Bu
da önemli sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Hava kirliliğinin insan
sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, özellikle de akciğerler üzerinde olmak
üzere, yapılan pek çok çalışma ile gösterilmiştir (2-6).
Hava kirliliği, endüstri devrimiyle birlikte özellikle Batı ülkelerinde önemli
bir halk sağlığı sorunu olmaya başlamıştır. Yirminci yüzyılın başlarında
geleneksel fosil yakıtların aşırı kullanımı sonucu, atmosferde sülfür
dioksit (SO2) ve partikül artışına bağlı olarak solunum hastalıklarına bağlı
ölümlerde ciddi artışlar görülmüştür.
Epidemiyoloji1473 yılında Ellenbog tarafından kömür dumanı, civa buharı ve
kuyumcularda görülen aerosol asit maruziyetinin zararlarının anlatıldığı
çalışma, bilimsel anlamda ilk çalışmadır. 1930 yılında Edward endüstriyel
hava kirliliği ve akciğer hastalığı arasındaki ilişkiyi tanımlarken 1952
yılında Londra’da ortaya çıkan hava kirliliği sonucu yaklaşık 6000 ölüm
olmuş, 1956 yılında “Temiz Hava Hareketi” ve “Temiz Hava Konseyi” ile
“Tıbbi Araştırmalar Konseyi Hava Kirliliği Ünitesi” ortaya çıkmıştır (7).
1950 yılından önce hava kirliliğine bağlı ortaya çıkan semptomlarla ilgili
194
araştırmalar ön planda iken 1950 yılından
sonra inhale ajanların yaptığı histopatolojik
değişiklikler önem kazanmıştır. 1990 yılında
sonra histopatolojik değişikliklere sebep
olan inflamatuvar ve immünolojik hadiseler
araştırmacıların merak konusu olmuştur (8).
Ülkemizde ise 1930 yılında kabul edilen
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda yer alan
Müesseseler’le ilgili hükümlerle ilk kez çevre
sağlığı konusuna değinilmiştir. Ülkemizde
hava kirliliği çalışmaları ilk olarak 1961 yılında
Sağlık Bakanlığı bünyesinde Ankara’da iki adet
yarı otomatik kükürt dioksit ve duman ölçer
cihazla başlatılmıştır. 9 Ağustos 1983 tarihinde
Çevre Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanun;
çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve
kentsel alanlarda arazinin ve doğal kaynakların
en uygun şekilde kullanılması, doğal ve tarihsel
zenginliklerin korunarak bugünkü ve gelecek
kuşakların sağlık, uygarlık düzeylerini korumak
amacıyla alınacak önlemler ve düzenlemeleri
kapsamaktadır. Hava Kalitesi’nin Korunması
Yönetmeliği 2 Kasım 1986 tarihinde kabul
edilmiştir.
Türkiye’de hava kirliliği özellikle 1950’lerden
sonra hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme,
endüstrileşme sonucu yoğun enerji kullanımı
nedeniyle bir halk sağlığı sorunu olmaya
başlamıştır. Endüstrileşme başlamadan önce,
yaklaşık nüfusun %80’i kırsal kesimde yaşarken,
günümüzde nüfusun %60’ından büyük bölümü
şehir ve metropollerde yaşamaktadır (9).
Artan enerji talebi, genellikle petrol ve kömür gibi
fosil yakıtlarla karşılanmıştır. Bu tür yakıtların
(özellikle düşük kaliteli linyit) aşırı tüketimi,
özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük
kentlerde şiddetli hava kirliliği epizotlarına yol
açmıştır (10). Buna ilave olarak, topografik ve
meteorolojik özelliklerin dikkate alınmadığı
yanlış kentleşme, uygunsuz ve yetersiz yakma
teknikleri, yeşil alanların azalması, motorlu
araç sayısındaki artış, atıkların yetersiz atılımı
hava kirliliğini daha da artırmıştır (9).
Hava kirliliği oranının giderek artmasına paralel
olarak insan sağlığının kirlilikten etkilenmesi de
giderek artmaktadır.
Hava Kirliliği ve Akciğer HastalıklarıÖzellikle endüstrileşmiş ülkelerde aşırı
kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan kükürt
dioksit (SO2) ve asit aerosollerden oluşan
şiddetli hava kirliliği epizotları yaşanmış, bu
durum respiratuvar hastalık morbiditesi ve
mortalitesinde ciddi artışlara yol açmıştır
(10). Epidemiyolojik çalışmalar, hava kirliliği
ile akciğer fonksiyonlarında azalma, akciğer
gelişiminde gerileme, astım semptomlarında
kötüleşme, respiratuvar semptomlarda artış,
astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklarına
(KOAH) bağlı acil hastane başvurularında artış
(11,12) ve kardiyopulmoner mortalitedeki artış
(12-14) arasında belirgin bir ilişki olduğunu
bildirmektedir.
Hava Kirliliğine Neden Olan MaddelerSon yıllarda, özellikle gelişmiş ülkelerde artan
oranlarda petrol ve doğal gaz kullanımı sonucu
atmosferik hidrokarbonlar, nitrojen oksitleri
(NOx), ozon (O3) ve 10 µm’den küçük inhale
edilebilen partiküllerden (PM10) kaynaklanan
yeni bir tip hava kirliliği etkili olmaya başlamıştır
(13). Diğer yandan, gelişmekte olan ülkelerde
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
195
bu yeni tip hava kirleticilerine ilave olarak, halen geleneksel kirleticiler
SO2 ve duman emisyonu hava kirliliğini önemli ölçüde artırmakta, özellikle
kış aylarında tehlikeli düzeylere çıkartmaktadır (16,17).
Atık gaz emisyonlarının motorlu taşıtlarda yer seviyesine çok yakın olması
nedeniyle diğer kirletici kaynaklara oranla daha fazla zararlı olduğu kabul
edilmektedir. Karayollarında ulaşılan atık gaz seyrelme oranları 1/1000
iken konut bacalarından çıkan gazlar için bu oran 1/50.000, endüstriyel
tesislerden çıkan gazlar için ise 1/100.000’dir (18).
Hava kirliliğine neden olan maddeler Schwartz ve arkadaşları tarafından
iki grup olarak ele alınmıştır (Tablo 1)(19).
I. Grup II. GrupOzon (O3)
Karbonmonoksit (CO)
Nitrojenoksit (NOx)
Sülfüroksit (SOx)
Kurşun (Pb)
Aerodinamik çapı < 10 µm
maddeler (PM10)
Asidik
aerosoller
Diğer kimyasal
maddeler
Tablo 1. Hava kirliliğine neden olan maddeler.
OZON (O3)Ozon, atmosferde nitrojen oksitler (NO) ile hidrokarbonlardan fotokimyasal
reaksiyonlar sonucu oluşur. Ozon, güçlü bir oksidatif ajan olup, troposfer
tabakasında güneş ışınları ile azot dioksit (NO2) ve hidrokarbonların yer
aldığı bir dizi kompleks reaksiyon sonucu oluşmaktadır (20,21). Ozonun kent
merkezlerindeki düzeyi, NOx’lerin O3’ü tutması sonucu, kırsal kesimlerdeki
düzeyine göre daha düşük olabilmektedir (20,21). NOx’ler, büyük oranda
fosil yakıtların santrallerde (ısı ve elektrik üretimi) ve motorlu araçlarda
yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Dış atmosfer koşullarında NOx, O3
gibi oksidanların etkisiyle hızla NO2’ye dönüşmektedir (20,21)
Suda çözünürlüğü azdır ve üst solunum yoluna zarar vermeden alveoler
düzeyde hasar meydana getirir. Çapı ortalama 0.5-3 µm’dur. Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ)’nün O3 için belirlediği eşik değer 150-200 µg/m3/saat (0.076-
0.1 ppm) veya 100-120 µg /m3/8 saattir (0.05-0.06 ppm). Metreküpteki
parçacık sayısı “ppm” olarak bilinmektedir.
196
Ozon maruziyeti küçük hava yollarında
izovolüm akımını azaltır ve bu etki maruziyet
kesildikten sonra 24 saat kadar sürer. M2
muskarinik reseptör etkisini azaltarak bronşiyal
hiperreaktiviteye sebep olur. Alveoler makrofaj
fonksiyonlarını bozar. Özellikle Candida
albicans’ın alveoler makrofajlar tarafından
fagositoz işlemini bozar. Sigara dumanındaki
arilaminleri oksidize ederek DNA’ya toksik
maddelerin oluşumuna sebep olur. Doza
bağlı kromozom hasarı oluşturur. Olson ve
arkadaşları, iki yıl süreyle ozon inhalasyonu
uygulanan sıçanlarda K-ras mutasyon oranında
ve akciğer kanseri sıklığında artış saptamışlardır
(22).
Akut maruziyetin akut etkisiyle öksürük,
substernal göğüs ağrısı, ekspirasyonun birinci
saniyesindeki volümü (FEV1)’nde azalma ve
zorlu vital kapasite (FVC)’de azalma olurken,
akut maruziyetin kronik etkisiyle özellikle
asinusun santral kısmı etkilenerek remodeling
ile interstisyel alanda kollajen depolanır ve
daha çok küçük hava yolları tutulur.
Sülfüroksitler (Sox)Hava kirliliği oluşturan, bazı iş kollarındaki
işçilerin maruz kaldığı irritan bir gazdır.
Solunum fonksiyon testleri (SFT)’nde obstrüktif
patern oluşturur. Sağlıklı kişilerde 5 ppm’den
yüksek konsantrasyonlar, astımlı kişilerde
ise 1 ppm’den yüksek konsantrasyonlar hava
yolu obstrüksiyonu yapar. SO2, sülfürik asit ve
tuzlarının aerodinamik çapları 1 µm’den az olup
dış ortam havasında bulunan solunabilir en
küçük partiküllerdir (23).
SO2’nin akut etkisi bronkokonstrüksiyon
olup kronik etkisi kronik bronşit, pnömonitis,
bronşiyolitis obliterans, akut sıkıntılı solunum
sendromu (ARDS) olabilir.
Sağlıklı bireylerde yapılan kontrollü çalışmalarda
1 ppm’e kadar olan konsantrasyonlarda SO2’ye
maruz bırakılanlarda solunum mekaniklerinde
değişiklik gözlenmez iken, astmatiklerde 0.25
ppm’de semptomatik bronkokonstrüksiyon
geliştiği bildirilmiştir (23). SO2 için önerilen eşik
değerler; 365 µg/m3/24 saat veya 80 µg/m3/
yıldır (23).
Karbonmonoksit (Co)Sigara, odun, kömür gibi karbon içeren
maddelerin yanması ile açığa çıkan renksiz
kokusuz bir gazdır. Zehirlenme sebepleri;
içten yanmalı motor egzosları, buz pistlerinin
yüzeyini düzelten araçlar, sigara, yangın, iyi
havalanmayan ısıtma sistemleridir (kömür
sobası, şofben, kombi, fırın, mangal). Ülkemizde
en sık sebep ise şofben ve kovalı kömür
sobalarıdır.
Endojen CO artışı sebepleri ateş, hemoliz,
eritropoez bozukluğudur ve genelde
karboksihemoglobin (CO-Hb) düzeyi %3-4’tür
(24).
Etkilediği meslek grupları, paralı geçiş
yollarındaki köprü ve turnike görevlileri,
itfaiyeciler, dökümhane işçileri ve madencilerdir
(24). Hb’nin CO’ya afinitesi O2’ye olan
afinitesinden 240 kat yüksektir. %CO-Hb değeri
ile klinik arasında korelasyon vardır. %10-20’de
baş ağrısı, efor dispnesi, yorgunluk; %20-30
düzeylerinde zonklayıcı baş ağrısı, halsizlik,
bulantı, nezle benzeri sendrom; %30-40 ile
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
197
baş dönmesi, sinirlilik, muhakeme bozukluğu, taşikardi, takipne; %40-
50’de koma, konfüzyon, senkop; %60-70 ile koma, konvülziyon, solunum
yetmezliği ve nihayetinde %70 ve üzerindeki düzeylerde ölümcül koma
ortaya çıkabilir (24). Tedavi şekilleri, %100 O2 uygulanması, hiperbarik O2
uygulanması veya kan transfüzyonudur. (24,25).
Kurşun (Pb)DSÖ’nün Pb için belirlediği üst sınır 25 µg/dL’dir. Şehirde yaşayanlarda
ortalama 10-15 µg/dL olarak tespit edilmiştir. Havadaki kurşun %90
inhalasyon yolu ile %10 gastrointestinal sistem (GİS) yolu ile vücuda
alınmaktadır. Genellikle kolay çözünen kurşun bileşiklerinin toksisitesi
daha yüksektir. Buna göre kurşun nitrat, kurşun klorür, kurşun asetat,
kurşun oksit, kurşun sülfür ve kurşun fosfat bileşiklerinin toksik etkileri
çoktan aza doğru sıralanabilir.
Bir defada verilince akut kurşun zehirlenmesi doğuran dozlar, küçük dozlara
bölünerek verildiğinde de kronik zehirlenmeye neden olabilmektedir (26).
Etkilenen meslek grupları su tesisatçıları, akümülatörcüler, matbaacılar,
ressamlar, seramikçiler, sprey boyacıları ve bataryacılardır. Otomobil
motorları ve endüstriyel tesislerden açığa çıkan Pb havayı önemli ölçüde
kirlettiğinden dolayı Pb zehirlenmesi sanıldığından daha fazladır (27).
Akciğerlerden tama yakın absorbe olduğundan dolayı özellikle buharlaşan
Pb tehlikelidir. GİS’ten alınan Pb’nin çok az bir kısmı absorbe olur. Şehirde
yaşayanlar su ve yiyeceklerle 150 µg/gün Pb alırlar, erişkinlerde %10’u,
çocuklarda %50’si absorbe olur. Absorbe olan Pb’nin %80-85’i kemik, %5-
10’u kan ve geri kalanı da yumuşak dokuyu tutar (27).
Pb’nin etkileri değişik sistemlerde kendisini gösterir. Çocuklarda kıkırdağın
ve kemik gelişimini bozar. Pb, anemiye yol açabilir. Çocuklarda duyusal,
motor, entellektüel ve psikolojik bozukluk yapabileceği gibi zeka azalması,
öğrenme bozukluğu, psikomotor gelişim geriliği, körlük, psikoz, nöbet,
koma da yapabilir. Erişkinlerde ilk bulgu düşük ayak olup son bulgu düşük
eldir (27). Akut batını taklit eder tarzda, analjeziğe yanıt vermeyen kolik
tipte karın ağrısı ve konstipasyon, GİS etkileridir.
Nitrojenoksitler (NoX)Atmosferdeki O2 ve organik maddelerin yer aldığı oksidasyon reaksiyonu
sonucu NO, NO2’ye dönüşür. NO2 güneş ışığının varlığında hidrokarbonlar
198
ve O2 ile reaksiyona girerek ozon ve diğer
fotokimyasal oksidanları oluşturur. NO2 ve
asit aerosoller birleşerek nitroz ve nitrik asit
oluştururlar. Motorlu taşıt emisyonları, fosil
yakıtların kullanıldığı endüstriyel tesisler başlıca
NOx kaynaklarıdırlar. DSÖ’nün belirlediği eşik
değer 400 µg/m3/saat veya 150 µg/m3/24
saattir (28).
NOx en çok NO2 şeklinde karşımıza çıkar.
NO2 solunum yolu mukozasından absorbe
edilen irritan bir gazdır. Sağlıklı bireylerde
akut maruziyet ile ilgili çalışmalarda NO2’nin
pulmoner fonksiyonlar üzerinde anlamlı bir
etkisi gözlenmemiş olup; astımlı hastalarda
ise düşük dozlarda (0.1 ppm) nonspesifik
provokasyon testinde görülen yanıtta ve
egzersize bağlı gelişen bronkospazmda artışa
neden olduğu saptanmıştır (28). Mukozal
inflamatuvar yanıt, bronşit, bronkopnömoni,
akut pulmoner ödem, KOAH’lılarda restriktif
bozukluk, Alfa1-antitripsin azalması ve alveoler
makrofaj fonksiyon bozukluğu başlıca görülen
etkileridir (27-29).
Partiküler Maddeler (Pm10)Fosil yakıtları yanma işlemi ile ortaya çıkarlar.
SOx ve asit aerosollerle birlikte bulunurlar.
Havada asılı bir şekilde bulunan kaynağı,
bileşimi, büyüklüğü farklılık gösteren katı ve sıvı
partiküllerin karışımı şeklindedir. Aerodinamik
çaplarına göre; 2 µm’den küçük olanlar ince olup
bu gruba karbon, kurşun, vanadyum, bromür,
SOx ve azotoksit girer. 2-10 µm olanlar kalın
olup bu gruba silikon, titanyum, alüminyum,
demir, klor ve sodyum girer.
Total mortalite ile PM10 seviyesi arasında
doğru orantı vardır. PM10’da 10 µg/m3‘lük
artış solunum sistemi ile ilgili mortalitede %3.4
oranında artış vekardiyovasküler sistem ile ilgili
mortalitede %1.8 oranında artışa neden olur
(30,31).
Çapı 5 µm’nin üstünde olanlar üst solunum
yolu irritasyon semptomları yaparken, çapı 5
µm altında olanlar alt solunum yolu irritasyon
semptomlarına sebep olurlar (30,31).
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hava
kirliliği ölçümleri düzenli bir şekilde yapılmakta
ve hava kirliliğini önleme amaçlı çalışmalar her
geçen gün daha da hızlanmaktadır.
Epidemiyolojik çalışmalar Türkiye’de yapılan
çalışmalarda, endüstriyel kirliliğin yoğun olduğu
kentlerdeki kardiyorespiratuar ölüm oranlarının,
kirliliğin az olduğu kentlere göre daha yüksek
olduğu saptanmıştır (32). Hava kirliliği
düzeyindeki düşüşlerin mortaliteye etkisini
araştıran ilginç bir çalışmada, siyah duman
düzeyindeki %70’lik düşme sonucu, travma dışı
genel ölümlerde %5.7, respiratuar ölümlerde
%15.5, kardiyovasküler ölümlerde %10.3’lük
bir azalma gözlenmiştir (33). Hava kirliliğinin
hastane kabulleri üzerindeki etkilerini araştıran
çalışmalarda, PM10 düzeylerindeki artışa bağlı
olarak 65 yaş ve üzerinde astım ve kronik
obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’na bağlı
hastane kabullerinde artış saptanmıştır (34,35).
Türkiye’de yapılan çalışmalarda da, SO2 ve
PM10 gibi kirleticiler ile solunum hastalıklarına
bağlı hastane başvuruları arasında anlamlı bir
ilişki saptanmıştır (13).
Hava kirliliği ile astım ve allerjik hastalıkların
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
199
prevalansı arasında direkt bir ilişki kurmak zor olmuşsa da, çalışmalar hava
kirliliğinin bu hastalıkların artışında rol oynayabileceğini düşündürmektedir
(37). Türkiye’de yapılan çalışmalarda, İstanbul gibi kentlerde, artan hava
kirliliği düzeyleri ile allerjik hava yolu hastalıklarının prevalansı arasında bir
ilişki olduğu gözlenmiş, rinit insidansının 1994 yılında (doğal gazdan önce),
doğal gaz uygulamasının başlamasından iki yıl sonraki (1996) değerlere
göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (38).
Bütün bu bulgular ele alındığında, hava kirleticilerinin solunum yolu
hastalıklarının prevalansını, morbidite ve mortalitesini etkilerken, bu
hastalıkların patogenezinde önemli rol oynayabileceklerini göstermektedir.
Hava kirleticileri bu etkilerini;
• Solunum semptomlarında artışa ve solunum fonksiyonlarında
bozulmaya yol açarak,
• Bronş hiperreaktivitesi yaparak,
• Lokal immün cevabı modifiye ederek,
• Hava yollarında inflamatuvar mediatör salınımı
• Hava yollarındaki lokal hücrelerin yaşam siklusunu ve apopitozisini
etkileyerek göstermektedir (39).
Hava kirliliğinin önlenmesi sağlık üzerinde oluşturduğu olumsuz sonuçların
tedavisinden daha kolaydır ve daha az maliyet gerektirir.
200
KAYNAKLAR:1. Metin B. (Çeviri editörü). Dünya Sağlık
Raporu 1997. Sağlık Bakanlığı, Dış İlişkiler
Dairesi Başkanlığı, Ankara, s75, 1997.
2. Brunekreef B, Dockery DW, Kryzyanowski
M, Epidemiological studies on short-term
effects of low levels of major ambient
air pollution components, Environ Health
Perspect, 103, l 2, 3-13, 1996.
3. Committe of the environmental and
occupational Health Assembly of the
American Thoracic Society: Health effects of
outdoor air pollution, Am J Respir Crit Care
Med, 153, 1, 3-50, 1996.
4. Corbo GM, Respiratory impairment in
environmental epidemiology, Epidemiol
Prev, 19, 59-65, 1995.
5. Viegi G, Indicators and biological mechanisms
of impairment of the respiratory system by
environmental pollutants, Epidemiol Prev,
19, 66-75, 1995.
6. Wichmann HE, Heinrich J, Health effects of
high level exposure to traditional pollutants
in East Germany, Environ Health Perspect,
103, 2, 29-35, 1885.
7. Logan WPD, Mortality in the London fog
incident, 1952, Lancet, 14, 1(7), 336-8, 1953.
8. Zelikoff JT, Kraemer GL, Vogel MJ,
Immunomodulating effects of ozone on
macrophage functions important for tumor
surveillance and host defense, J Toxicol
Environ Health, 34, 449-67, 1991.
9. Özer U, Aydın R, Akçay H, Air pollution profile
of Turkey. Chemistry International, 19, 190-
1, 1997.
10. TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı
(DPT). Enerji sektöründen kaynaklanan hava
kirliliği. Ulusal Çevre Eylem Planı. Ankara;
1997.
11. Rusznak C, Bayram H, Devalia JL, Davies RJ,
Impact of the environment on allergic lung
diseases, Clin Exp Allergy, 27, 26-35, 1997.
12. Gauderman WJ, Gilliland GF, Vora H,
Association between Air pollution and lung
function growth in Southern California
children results from a second cohort, Am J
Respir Crit Care Med, 166,76-84, 2002
13. Atkinson RW, Anderson HR, Sunyer J,
Acute effects of particulate air pollution
on respiratory admissions: results from
APHEA 2 project. Air Pollution and Health:
a European Approach, Am J Respir Crit Care
Med, 164, 1860-6, 2001.
14. Kunzli N, Kaiser R, Medina S, Public-health
impact of outdoor and traffic-related air
pollution: a European assessment, Lancet,
356, 795- 801, 2000.
15. Samet JM, Dominici F, Curriero FC, Fine
particulate air pollution and mortality in
20 U.S. cities, 1987-1994, N Engl J Med,
343:1742- 9, 2000.
16. Elbir T, Muezzinoglu A, Bayram A, Evaluation
of some air pollution indicators in Turkey,
Environ Int, 26, 5-10, 2000.
17. Bayram H, Türkiye’de hava kirliliği sorunu:
Nedenleri, alınan önlemler ve mevcut
durum, Toraks Dergisi, 6, 159-65, 2005.
18. Uslu O, Moturlu taşıt araçlarının çevresel
etkileri, Endüstri Mühendisliği Dergisi, 1,
202-7, 1992.
19. Schwartz J, Dockery DW, Increased mortality
in Philadelphia associated with daily air
population concentrations, Am Rev Respir
Dis, 141,62-7, 1992.
20. Bayram H, Dış ortam hava kirliliği ve etkileri,
Türkiye Klinikleri-Göğüs Hastalıkları, 2, 112-
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
201
8, 2004.
21. Bayram H, The effect of air pollutants on functional and biochemical
changes in bronchial epithelial cells from atopic patients with mild
asthma and non-atopic non-asthmatic volunteers, London, Univ of
London, p75, 1998.
22. Sills RJ, Hong HL, Increased frequency of K-ras mutations from female
B6C3F1 mice exposed to ozone for 24 to 30 months, Carcinogenesis,
16, 1623-8, 1995.
23. Sheppard D, Saisho A, Exercise increases sulphur dioxide induced
bronchoconstriction in asthmatic subjects, Am Rev Respir Dis, 123,
486-91, 1981.
24. Stewart RD, Peterson JE, Experimental human exposure to carbon
monokside, Arch Environ Heart, 21, 154-64, 1970.
25. Aronow WS, Aggravation of angina pectoris by two percent
carboxyhemoglobin, Am Heart J, 101, 154-7, 1981.
26. Özçelik D, Toplan S, Darıyerli N, The effect of lead concentration on
blood viscosity and erythrocyte osmotic resistance, Cerrahpaşa J Med,
31, 129-33, 2000.
27. Upton A, Environmental medicine: Introduction and overwiew, Med Clin
North Am, 74, 235, 1990.
28. Henry MC, Findley J, Chronic toxicity of NO2 in monkeys, Arch Environ
Health, 20, 566-70, 1970.
29. Kerr HD, Kulle TJ, Effects of NO2 on pulmonary function in human
subjects: An environmental chamber study, Environ Res, 19, 392-404,
1979.
30. Dockery DW, Air pollution and daily mortality associations with
particulates and acid aerosol, Environ Res, 59, 362-73, 1992.
31. Schwartz J, Particulate air pollution and daily mortality: A synthesis,
Public Health Rev, 19, 30-60, 1991.
32. Doğan F, İl merkezlerindeki dumanlı sanayi sıklığı ile göğüs
hastalıklarından ölüm hızlarının artış ilişkisi üzerine bir araştırma, Ege
Tıp Dergisi 31, 299-302, 1992.
33. Clancy L, Goodman P, Sinclair H, Dockery DW, Effect of air-pollution
control on death rates in Dublin, Ireland: An intervention study, Lancet,
360, 1210-4, 2002.
34. Samet JM, Dominici F, Curriero FC, Fine particulate air pollution and
mortality in 20 US cities, 1987-1994, N Engl J Med, 343, 1742-9, 2000.
35. Atkinson RW, Anderson HR, Sunyer J, Acute effects of particulate air
202
pollution on respiratory admissions: results from APHEA 2 project. Air pollution and health: A
European approach, Am J Respir Crit Care Med, 164, 1860-6, 2001.
36. Fişekçi F, Özkurt S, Başer S, Effect of air pollution on COPD exacerbations, Eur Respir J, 14(Suppl
30), 393, 1999.
37. D’Amato G, Liccardi G, D’Amato M, Holgate S, Environmental risk factors and allergic bronchial
asthma, Clin Exp Allergy, 35, 1113-24, 2005.
38. Keleş N, Ilicali C, Değer K, Impact of air pollution on prevalence of rhinitis in İstanbul, Arch
Environ Health, 54, 48-51, 1999.
39. Bayram H, Dikensoy Ö, Hava kirliliği ve solunum sağlığına etkileri, Tüberküloz ve Toraks Dergisi,
54(1), 80-89, 2006.
204
DİYARBAKIR’DA ÇÖLYAK HASTALIĞI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
205
Veysi ÇOBANGüneydoğu Çölyakla Yaşam Derneği Başkanı
205
Çölyak; buğday, arpa, yulaf ve çavdarda bulunan “gluten” adı verilen
proteinden kaynaklanan bir ince bağırsak hastalığıdır. Kalıtsal olarak geçen
ve yatkın bireylerin beslendiği gıdalarda buğday, arpa, yulaf, çavdar gibi
tahılların yer alması sonucu ortaya çıkar. Günlük beslenmemizde sıklıkla
yer alan ekmek, pastalar, kekler, tatlılar, gofret, çikolata, makarna, bisküvi
ve pek çok hazır gıdada bu tahıllar yer almaktadır.
Çölyak hastalarında, sindirim sistemindeki hasara bağlı olarak; ishal,
kabızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı, karında şişkinlik, iştahsızlık, kilo
alamama, gelişme geriliği, diş gelişiminde bozulmalar, boy kısalığı, kansızlık,
kemik zayıflığı ve karaciğer hastalıkları gibi şikayetler görülebilmektedir.
Çölyak hastalığının ilaçla tedavisi olmayıp tek tedavisi ömür boyu gluten
içeren gıdalarla beslenmekten kaçınmaktır. Ancak gluten içermeyen
ürünler oldukça pahalı ( 1 kg un 5-25 TL arasında 150gr bisküvi 15TL) ve
SGK ürünlerin bir kısmını karşılamaktadır.
Çölyak hastalığının her 150 kişiden 1 kişide görülen yaygın bir hastalık
olduğu saptanmıştır. Çölyak hastalığı konusunda hastaları ve toplumu
bilinçlendirmek, hastalarına ve ailelerine diyet eğitimi vermek, resmi
makam ve kuruluşlarla çölyak hastalarının ihtiyaçlarını karşılamak ve
yaşam kalitelerini artırmak amacıyla Eylül 2008’de Güneydoğu Çölyakla
Yaşam Derneği’ni kurduk.
Derneğimiz;
1. 1,5 yıl içerisinde Diyarbakır’da 300’e yakın hastaya ulaşarak glutensiz
diyet konusunda bilgi verdi. Ulaşamadığımız yüzlerce hasta var ilimizde.
2. Hastalık konusunda toplumu bilinçlendirmek için televizyon programları
ve gazetelerde haberler düzenledi.
3. Hastalığa dikkat çekmek için sağlık kuruluşlarında broşür dağıtıldı ve
afişler asıldı.
4. Bir firma, Yerel Gündem 21 ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin
katkılarıyla hastalara 2 ton glutensiz un dağıtıldı.
5. İthalatçı firmanın katkılarıyla yaklaşık 10000TL’lik glutensiz ürün
dağıtıldı.
6. Diyarbakır Valisi’yle yapılan görüşmeler sonucu Valilik 42 yeşil kartlı
çölyak hastasına ayda 150 TL maaş bağladı. (bu sadece Diyarbakır’da
gerçekleşen bir olaydır.)
206
7. Çölyak hastalığı genetik bir hastalık olduğundan 250 hasta yakınına çölyak taraması yapıldı.
Yerel Gündem 21, ithalatçı firma ve Fırat Üniversitesi Çocuk Gastroenteroli Ana Bilim Dalı’nın
katkılarıyla
8. Çölyak derneklerinin SGK’ye başvurusu ve bir milletvekilinin girişimi sonucu yetişkin bir hastaya
sağlanan ayda 2 kiloluk glutensiz ürün desteği 2,5 kiloya çıkarıldı.
Sorunlar ve Çözüm ÖnerileriSGK hastalık maliyetinin yarısını bile karşılamamaktadır. SGK yetişkin bir hastanın ayda 4 kg
ununu reçete kapsamında karşılamakta (kg başı 5TL’sini) Bu, hastanın ihtiyacını giderecek şekilde
düzeltilmeli.
Glutensiz ürünlerin çoğu ithal. Glutensiz ürünleri bulmak zor.
Sosyal yardımın artırılması ve yerli üretimin teşvik edilmesi gerekiyor.
Hastaların büyük bir kısmına tanı konulmuş değil. Üniversitelerin bu konuda çalışma yapması
gerekir.
207
208
ÇEVRE EĞİTİMİ
210
PLASTİK POŞET KİRLİLİĞİ VE ÇEVRE EĞİTİMİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
211
Prof. Dr. Hamdi TemelD.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü Müdürü
211
“Bilmeden Çevre ve Hayvan Katili Olmayalım Plastik Poşet Kullanımına Son Verelim veya En Aza İndirelim”
ÖZETPoşetler, hayatımızın her alanına girmiş ve kullanım kolaylılığı, hafifliliği
ve ucuzluğu sayesinde yaşantımıza müthiş bir kolaylık vermiştir. Ancak bu
kullanım sıklığı ile beraber çok önemli problemleri de ortaya çıkarmaktadır.
Çevremiz gün geçtikçe bilinçsizce hareketlerimiz sonucunda kirlenmekte
ve dağ yığınları gibi çöplükler, nahoş görüntüler oluşmakta ve pis kokular
yayılmaktadır. Çevremize attığımız naylon poşetler çevrenin kirlenmesine,
canlıların özellikle hayvanların ölmesine, yaralanmasına, kanalizasyon
sistemlerinin tıkanmasına neden olmaktadır. Bu bildirimizde poşet
kirliliğinin önüne geçemediğimiz kadar çevreyi kirletmesinin nedenlerini
ve önleme noktasında bize düşen görevleri irdeleyeceğiz.
Plastik MaddelerKimyacıların büyük kısmı polimerlerle endüstri dallarında çalışmaktadır.
Sentetik yüksek polimerler 1925’den sonra ilerledi. Yüksek polimerler
kovalent bir yapı gösterirler. Uzun zincirli moleküler yapıları vardır. İnsanın
günlük ihtiyaçları içinde yararlandığı hemen bütün maddeler, doğal organik
ürünlerden sağlanır.
Plastik madde kavramına gün be gün örneğin plastik, plastlar, lastik,
sentetik ve aynı zamanda PVC, poliamid veya ABS gibi farklı şekillerde
rastlıyoruz.
İlk belirttiğimiz terimler daha çok plastik maddenin değişik isimlerini
belirtirlerken, diğerleri ise farklı özelliklere sahip plastik maddeleri
tanımlamaktalar.
Terim çeşitliliği ile ortaya çıkan karışıklık, çoğu zaman o kadar fazla ki
örneğin herhangi bir plastik maddesi kastedilirken PVC den bahsediliyor.
Neticede PVC bir plastik madde olduğu için, her plastik maddeye PVC
deniyor, ama bu da er geç bazı sevimsiz sürprizlere sebep oluyor.
Yani çok çeşitli, suni, kimya laboratuvarlarında üretilen, kıymetli özelliklere
sahip maddeler, plastik madde terimi özetleniyorlar.
212
Plastik maddelerin yıllık üretimi, hacimce
dünya çelik üretimine yaklaşmaktadır. Sentetik
polimerik maddeler: plastikler, fiberler,
elastomerler, reçineler, yapıştırıcılar vs.
Doğal organik polimerler: selüloz, lignin, reçine,
nişasta, proteinler.
Polimerik maddelerin yapısı ve özellikleri:
polimerik maddeler katı, sıvı ve çözelti halinde
bulunur.
Bazı polimerler uçak camları, güvenlik
camlarının iç katmanları, operasyonlar insan
vücudunun çalışmayan organlar yerine konur.
Bu tür maddelerin biyokimyasal davranışları bu
amacı karşılamaktadır.
Termal ÖzelliklerSentetik polimerlerden sert, camsı, reçineler
(resin) yumuşak yapıştırıcılar, kuvvetli sağlam
dokuma lifleri, kauçuk davranışlar gösteren
elastomerler, dayanıklı kaplayıcılar gibi
maddeler yapılabilir.
NaylonNaylon, ortaya çıkarılan ilk sentetik madde.
ABD’de 1930’da bulunduğunda, Amerikalı,
laboratuarda adı henüz konulmamış bu
harika maddeye bakarak şöyle mırıldanıyor:
“Now You Lost Old Nippon”. Bu sözcüklerin
baş harflerindende “NYLON” adı doğuyor.
Cümlenin Türkçesi şöyle: “işte şimdi kaybettin
yaşlı Nippon”. Nippon, Japonların kendilerine
verdikleri ad. Bugün bilinen en önemli
sentetik elyaf türleri şöyle sıralanıyor.:
Naylon, polipropilen, polyester, akrilik elyaf
ve selülozik elyaflar.6 Bunlara ve hammaddesi
olan malzemelere, birleşik, karma anlamında
‘kompozit malzemeler de deniliyor. Naylon
poşetler petrol türevi olan uzun polietilenden
üretilir. Naylon torbalar ilk önce ABD’de 1955’de
ortaya çıktı. 1970’de büyük bir hızla çoğalarak
yayıldı.
Yoksul ülkelerde ise bu oran %4 ‘e denk geliyor.
Hindistan’da 1990’lı yılların başında naylon
torba kullanımını azaltmak için “Naylona Hayır”
günü düzenlediler ve o günden bu güne Mayıs
ayının ilk günü “Naylona Hayır” günü olarak
kutlanıyor.
Naylon poşet sorununa ülkeler tepki gösteriyor,
birçoğu da önlem almak için harekete geçiyor.
Güney Afrika’da naylon poşetlere hakaret
anlamında “Ulusal çiçek” adı takılmış. Çünkü
ülkede her yerde bulunuyorlarmış. Çin’de
caddelerde uçuşan naylon poşetlere “beyaz
kirlilik” adı verilmiş. Bangladeş, ülkenin üçte
ikisini su altında bırakan yıkıcı 1988 ve 1998
sellerinin nedeninin naylon poşetler kanalizasyon
sistemini tümüyle tıkamıştı. Bangladeş ondan
sonra başkent Dhaka’da polietilen poşet
kullanımını yasakladı ve ekonominin unutulan
bir kısmı yeniden canlandı.
Bunun yanı sıra, naylon poşet üretimi petrol
ve doğal gaz gibi yenilenemeyen enerjinin
git gide azalmasına ve kirliliğe yol açıyor. Bir
naylon poşet üretmek için gerekli olan enerji bir
arabaya 115 metre boyunca güç sağlayabiliyor.
Daha da fazlası, naylon poşet çöplerinin
temizlenmesi pahalıya mal oluyor, bu da daha
çok vergi demek. Bu sözde “ücretsiz” naylon
poşetlerin aslında ücretsiz olmadığını, çünkü
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
213
maliyetlerinin satın aldığımız öteki ürünlere eklendiğini unutmayın.
Türkiye’de üretilen plastik malzemeler çok pahalıya mal oluyor. Nedeni
plastik ham maddesinin ülkemizde olmaması (petrol türevi olması
nedeniyle) ve bunu bilen fırsatçılarda oldukça pahalıya satıyorlar. Bu
nedenle Türkiye’de üretilen plastik pahalı fiyatlarda satılıyor. Plastiği
şekillendiren firmalarda daha ucuz olması nedeni ile Çin ürünlerine
yöneliyorlar. Tehlike bir kat daha artıyor.
Dünyada tüketimin artması için teşvik vardır. Plastikte bunlardan birisidir.
Plastik işi oldukça karlı bir iş olduğu içinde reklamı boldur. Tüketimi de
Türkiye’de artmakta olan ülkeler içindedir.
Neden Naylon Poşetler Bu Kadar Yaygın Olarak Kullanılıyor?Sanayinin ilerlemesi ile birlikte başlayan insanın doğaya yönelik acımasız
tahribi artık geri döndürülmesi güç aşamalara ulaştı. Buzdolaplarında,
klimalarda ve spreylerde kullanılan itici gazlardan ozon tabakası deliniyor,
cilt kanserleri yayılıyor. Atmosferdeki ısınmadan kutuplardaki buzullar
eriyor, deniz seviyesi yükseliyor ve sonuç olarak deniz seviyesine yakın
toprak parçaları yaşanabilir olmaktan çıkıyor. Yağmur ormanları kesiliyor,
yok olan ormanlar yüzünden daha az yağmur yağıyor, kuraklık ve çölleşme
yaygınlaşıyor.
Çöp dağları kentleri boğacak kadar çevrelerinde yığınlar oluşturuyor.
Çöplerin ortadan kaldırılması çağdaş kentin başta gelen sorunlarından
birini oluşturuyor. Bu çöpler içinde önemli bir kalemi plastik ürünler
oluşturuyor. Çok değil, daha 70-80 yıllık bir teknolojiye sahip olan plastik
ürünler diğer temel maddelerle kıyaslanabilir bir tüketim seviyesine kısa
bir sürede ulaştı.
Dünyada plastik sanayisi hızla gelişiyor ve Türkiye’de de plastik ürün
ithalatı birçok üründe giderek artıyor. Biraz teselli verecek bir nokta ise
ülkemizdeki plastik tüketiminin dünyaya göre iki kat daha az olmasıdır.
Bir naylon poşet ortalama 12 dakika kullanılıyor. Her hafta milyonlarca
poşeti serbest olarak doğaya atıyoruz. Yeryüzüne çıkarılan petrolün yüzde
4’lük bir kısmı plastik üretimi için kullanılır. Dünyada her yıl değişik boyutta
1 trilyonu aşan plastik torba kullanıldığı, bu torbalar için yaklaşık 250
214
milyon ton plastik kullanıldığı tahmin ediliyor.
Sadece ABD’de yıllık plastik torba tüketimi 400
milyar adet.
Plastik malzemenin son derece ucuz olması,
hafifliği ve kullanımının kolay olması, metal
ve ağaç gibi yapı malzemelerine karşı avantaj
doğurmaktadır.
Pazara eli boş gider, poşetle geliriz. Marketten
ne alırsak gereğinden fazla poşete koyarız.
Fırından aldığımız mis kokulu sıcacık ekmekleri
ıslanma pahasına naylonda taşırız. Kıyafet,
ayakkabı aldığımızda bile kutularıyla yetinmez
mutlaka poşete de yerleştirdiğimiz, eve
giderken beş dakikalığına bile, simidi, ekmeği
poşette taşımak, o poşetin doğayı 3009 yılına
dek kirleteceği anlamına gelmektedir.
Kısacası poşetler, naylon çantalar hayatımızın
önemli bir parçası olduğunu ve bundan 30 yıl
önce sadece çöplerimizi koymak için köşe bucak
poşet ararken, şimdi ise kucak dolusu poşetleri
çöp diye attığımızı ve tam bir poşet çöplüğüne
dönmekte ve sağımız solumuz her yanımız
poşet dolu olduğu gözlenmektedir. Böylece,
plastik poşetleri birkaç dakika veya birkaç
saat kullanılıyoruz. Oysa bu kısacık kullanımın
bedeli çok ağır. Plastik poşetlerin doğaya tekrar
karışması onlarca yıl alabiliyor7.
Türkiye güzel bir ülke ancak yakından
baktığımızda bu sıra dışı güzelliği bozan şeyler
var; çöpler, atıklar, özellikle de naylon poşetler.
Ağaçların dallarında sallanıyorlar, nehirleri
kirletiyorlar, çitlerde asılı kalıyorlar,
kanalizasyonları tıkıyorlar, hayvanların
boğazlarını tıkayıp boğularak ölmelerine neden
oluyorlar. Doğal görünümün bozulmasında
büyük etkiye sahip olan da bu naylon poşetler.
Kullanışlı olmadıklarından değil, son derece
işlevsel, hijyenik, hafif, dayanıklı ve ucuzlar.
Hatta ücretsizler!
Ne yazık ki çoğunun sonu çöplük ya da çevre
oluyor. Polietilen poşetlerin üretimi yaklaşık 35
veya 40 yıl önce moda olmaya başladığından
buyana, dünyada hemen her ülkede
kullanılıyorlar. Her gün onlarla karşılaşıyoruz.
Sebze ve meyveden kıyafet ve kitaplara değin
her şeyi taşımaya elverişliler.
Poşette yoğurt, süt ve canlı akvaryum balığı bile
satın alıyoruz!
Onları çanta gibi kullanıyor, evde çıkan
çöplerimizi de onlara koyuyoruz.
Plastik poşetler yılda bir milyon deniz
kuşunun, 100 bin deniz memelisinin hayatına
mal oluyor. Kutup yakınlarındaki bölgelerde
yaşayan Fulmarus Glacialis adlı deniz kuşu
türü de plastik kirliliğinden etkilenen türler
arasına girdi. Grönland’dan Kanada’ya, oradan
Fransa’nın kuzey bölgelerine kadar yayılan,
kuzey yarıkürenin büyük kısmında yaşayan
Fulmarus Glacialis üzerine Kanada’nın endüstri
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
215
bölgelerinden görece uzak Devon adasında yapılan bir bilimsel araştırma
sorunun ciddiyetini ortaya çıkardı. Bu kuş nüfusu Atlantik Okyanusu’nun
kuzeyinde kışladıktan sonra, baharda Davis Körfezine göçüyorlar. Bu iki
bölge onların plastik çöpleri yedikleri yerler olarak tahmin ediliyor. Bu
kuşların kursakları ve taşlıklarında 236 çeşit plastik bulundu. Bunların
ancak yüzde 2’sinin endüstriyel atık olduğu, geri kalanın ise evsel atıklardan
oluştuğu saptandı. Araştırmacılar, kuşların mide muhtevasında yumuşak
plastikler (kauçuk gibi), balıkçı ağları, hazır yiyecek kapları parçaları,
şişe mantarları, yara bantları ve çoğunlukla plastik kutu parçalarından
oluşan katı cisimler buldu. Kuşların yüzde 31’inin bu kirlilikten etkilendiği
belirlendi. Aralarında en şansız olanınınsa sindirim sisteminden 54 parça
plastik çıkarıldı. Kuzey Pasifik bölgesinde kuşların kirlilikten etkilenme
oranı Yüzde 79’a yükseliyor. Arktik bölgede son otuz yıldır bu oranlar artıp
durmakta. Bu durum Pasifik’te bir olgu haline gelen kutuplara yayılma
tehlikesi taşıdığını da gösteriyor. Çöp anaforu özellikle Hawaii ile California
arasındaki akıntılarla yüzen büyük çöp yığınlarına verilen isim. Bu adalarda
bulunan polietilen torbalar deniz omurgalılarının özellikle de onları
denizanası sanıp yiyen deniz kaplumbağalarının ölümüne yol açmaktadır (MASQUILIER, M.L, INIST-CNRS).
Naylon poşetlerin olmadığı bir yaşam düşünmek güç.
Ancak, eğer gezegenimizin korunmasına katkıda bulunmak istiyorsak,
onları tekrar tekrar kullanarak naylon poşet üretimini azaltmalı, olanaklı
olduğunda ise naylon olmayan poşet ve çanta kullanmalıyız.
Çirkin bir görüntü oluşturmanın yanı sıra, neden oldukları daha kötü şeyler
de var. Birden öteki yere bir şey taşırken naylon poşeti yalnızca birkaç
dakikalığına kullanıyor olsak da, bir naylon poşet doğada tümüyle yok
olana değin aradan bin yıl geçmesi gerekiyor.
Eve giderken veya kantinde oturacağımız sandalyeye giderken beş dakika
simidi poşette taşıma, o poşetin doğayı 3007 yılana dek kirleteceği
anlamına geliyor!
Naylon poşetler yavaşça bozulmaya başladığında, çevreye zararlı
kimyasallar yayılıyor ve besin zincirimizi yavaş yavaş kirletiyor.
216
Bunun yanı sıra, naylon poşet üretimi petrol
ve doğal gaz gibi yenilenemeyen enerjinin
git gide azalmasına ve kirliliğe yol açıyor. Bir
naylon poşet üretmek için gerekli olan enerji bir
arabaya 115 metre boyunca güç sağlayabiliyor.
Daha da fazlası, naylon poşet çöplerinin
temizlenmesi pahalıya mal oluyor, bu da daha
çok vergi demek. Bu sözde “ücretsiz” naylon
poşetlerin aslında ücretsiz olmadığını, çünkü
maliyetlerinin satın aldığımız öteki ürünlere
eklendiğini unutmayın.
Burada ele almak istediğimiz konu ise plastik
ambalajların yarattığı problemler ve yol açtığı
zararların en aza indirilmesi için alınabilecek
bazı önlemlerdir.
Çok zararlı... Her yana yayılıyor... Ortadan
kaldırılması daha da zor...
Daha 1975 yılında yapılan bir araştırmaya göre,
yeryüzünde dolaşan gemiler yılda yaklaşık 3
milyon 700 bin kilo plastik torbayı denizlere
boşaltıyor.
Dünya yüzeyi henüz bir plastik çöplüğüne
dönüşmemişse, bunun nedeni deniz diplerinin
çöplük olarak kullanılmasıdır. (U.S. National
Academy of Sciences). Ancak plastik torbalar
az zamanda çok uzak yerlere taşınabiliyor.
Bu yüzden, Kuzey kutbunda Spitzbergen
yakınlarından, güneyde Fakland adalarına kadar
geniş bir çevrede, deniz yüzeyinde bu torbalara
rastlanıyor.
Amerikan doğa koruma kuruluşlarının
araştırmalarına göre dünyada plastik torba
kullanım adedi yılda 500 milyon ila bir milyar
arasında değişiyor. (September 2, 2003).
Neden Plastik Poşetler Bu Kadar Zararlı?Plastik poşetler beyaz ya da şirin renklerde
görünse de karbon türevidir. Bunun sonucu
olarak sıcaklık gün ışığı v.s nedenlerle kimyasal
değişikliklere uğrayabilir. İnsanda karbon türevi
bir varlık olduğu için etkileşimleri doğal olarak
vardır.
1. Plastikler güneşe veya ısıya çok duyarlıdır.
Işık plastikte kimyasal değişime yol
açıyor. Zaman içinde zehirli petro-
polimerler oluşuyor. İçindeki polimer
maddeler yağ ile çözünüp kansorejen
maddeye dönüşüyor. Plastik ambalajların
zararı çevreye yayılarak kirletmek düzeyinde
kalmıyor. Örneğin PVC şişeler sıcak
kalıplamayla yapılıyor. Bu işlem esnasında
gaz haline dönüşen uzun zincirli klor
bileşikleri sıkışarak şişe içinde kalmaktadır.
Eser oranda çözülme ihtimali vardır ki, klor
gazı kanserojen özellik taşır ve yağlarda
birikebilir.
2. Plastik poşetler ışık altında kimyasal
çözünmeye uğrar. Zaman içinde daha küçük
ve daha zehirli petro-polimerlere bölünürler.
(CNN.com/technology November 16, 2007).
Dolayısıyla toprak ve suyumuz zehirlenir.
Sonuçta bu mikroskopik zehirli parçacıklar
besin zincirine girer. İşte o zaman doğal
hayatın geleceği tehlikededir. (World Wildlife
Fund Report 2005). Bu çözünmenin de
Küresel Isınma kadar tehlikeli olduğunu
söyleyebiliriz.
3. Denizlere her yıl milyonlarca kilo
plastik torba atılıyor. Dünya yüzeyinin
bir plastik çöplüğüne dönüşmemesinin bir
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
217
önemli nedeni deniz diplerinin çöplük olarak kullanılması. (U.S. National
Academy of Sciences).
4. Çevreye saçtığımız bu atıklarla bilmeden bir veya birçok hayvanın katili
olabiliriz. Plastik torbaların çevreye saçılması nedeniyle balina, yunus,
fok gibi memeli hayvanların yanı sıra balıklar ve deniz kaplumbağaları
gibi 200 farklı deniz canlısının hayatı tehlikeye girmektedir. (World
Wildlife Fund Report 2005). Çöpten beslenen kara hayvanları veya
kuşlar da bu tehlikeden etkilenmektedir. Dünya Doğa Vakfı’na göre
deniz hayvanları, denize atılan naylon poşetleri yiyecek sanıp yedikleri
için, her yıl 100,000’in üzerinde balina, fok, su kaplumbağası kuş,
ya sindirim sistemleri bozuluyor, yaralanıyor ya da ölüyor. Karada
ise inekler, keçiler ve öteki hayvanlar yem ararken genellikle plastik
parçalar yiyorlar. Bu nedenle hastalanabiliyor ve hatta ölüyorlar.
5. Kimyasal maddeler içeren naylon poşetler, sadece toprağa değil, içine
koyduğumuz sebze ve meyveler aracılığıyla insan sağlığına da zarar
verebiliyor. Özellikle incir, üzüm, çilek gibi poşetle temasta olabilen
meyveler taşınmamalı.
6. Kanserojen madde içeren siyah poşetler (hurda poşet) ise insan sağlığı
açısından çok daha ciddi tehdit... Atık maddelerden üretilen siyah
poşetler, insan sağlını tehdit ediyor. Genellikle seyyar satıcı ve pazar
esnafının kullandığı siyah poşetler, pet şişe, kova ve tıbbi atık gibi
maddelerin toplanarak tekrar işlenmesiyle üretiliyor.
7. Plastik torbaların yok edilmesi için çöplüklerde yakılması halinde çıkan
gazlar çok zararlı. Yapılan araştırmalarda bir yıl içinde sadece ABD’de
12 milyon varil petrol, plastik poşet yapımı için kullanılıyor. Dört kişilik
bir ailenin bir yılda kullandığı poşet sayısı ise tam 1460’ı buluyor.
Yapılan hesaplamalardan, ortalama olarak her gün bir kişinin bir poşeti
kullandığı ve sonra da attığı ortaya çıkıyor.
218
Ne Yapabiliriz?Hızlı ve kötü kentleşmenin bütün sonuçlarını
fazlasıyla yaşayan çoğu illerimizde çöp
tepeciklerinden sızan sular küçük dereler
halinde yol kenarından akmakta, kanalizasyon
boruları yer yer patlamakta, sokaklar, caddeler
ve tarım arazilerinde dahi plastik poşetler,
pet şişeler uçuşmaktadır. Belediyenin tek
yönlü olarak, sokakların süpürülmesi, çöpün
toplanması çabasıyla sorunun çözülmesi biraz
zor görünmektedir.
Birçok karmaşık problemi olan kentimizde
çözüm arayışı, ancak kenti oluşturan kuruluşların
işbirliği ile sonuç verebilir. Üniversiteler olarak,
tüketim kalıplarını değiştirmeyi, kentimizde
yaşam kalitesini yükseltmeyi ve kenti daha
yaşanılır kılmayı amaçlayan bir projeye, valilik
ve belediye ile işbirliği içinde önayak olabiliriz
ve halkı bilinçlendirebiliriz.
Az Poşet TüketimiTüketicilerin de bu konuda hassas olarak daha
az poşet tüketeceği bilincini vermek
Türkiye, dünyadaki bunca deneyim ve görece
düşük plastik torba tüketimi açısından şanslı
sayılabilir. Değişik ülkelerin deneyimlerinden
ders çıkarabiliriz.
Örneğin, mağaza zincirlerinde ince poşetin
kullanımını tümden kaldırıp, daha kalın ve kaliteli
poşetin de parayla satılması uygulamasına
geçilebilir. File ve bez torba kullanımına geri
dönüş yapılabilir.
Pazar Filemizi Geri İstiyoruzTekrar file alsak, en alta patatesleri yerleştirsek,
üste patlıcanları dizsek, patlıcanın uzun sapları
fileden dışarı çıksa, kese kâğıdında aldığımız
domatesleri de koyup son sıraya salata
malzemelerini yerleştirsek. Zamanında 60
yaşlarındaki emekli amcaların taşıdığı fileyi veya
eski Türk Filmlerinden gördüğümüz fileleri şimdi
çoluk çocuk hepimiz taşısak. Yani fileye itibarı
yeniden kazandırsak fena mı olur sanki? Aşağıda
çok şık ve güzel file örneklerini görmekteyiz ki
son derecede şık ve hoş görünümlüler.
Peki Ya Kese Kağıdı?Atık maddelerin işlenmesiyle elde edilen
hastalık riski yüksek naylon poşetlerin insan
sağlığı açısından risk taşıdığından dolayı, bu tür
malzemeler yerine geçmişte yaygın kullanılan
geri dönüşümü mümkün kese kâğıdı tercih
edilebilir.
Oysa kese kâğıdı kullanarak hem kâğıt
israfını önlüyorduk (Çünkü çoğunlukla
gazete kağıtlarından yapılıyordu), hem de
yiyeceklerimizi, kendi sağlığımızı ve tabiatı
koruyorduk. Kese kâğıtları o kadar sağlıklıydı
ki yapışkanı bile hamur ile yapılıyordu. Kese
kâğıtlarına ve fileye yaklaşık 20- 25 yıl
önce veda ettik. Yani 25 yıldır bu zehirle,
taşıyoruz yiyeceklerimizi. Filelerin uzun süreli
kullanımının ardından büyük pazar çantaları
kullanıldı, sonrasında da naylonun pazardaki
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
219
yeri keşfedildi.
Bununla birlikte, kese kâğıdı noktasında da bilinçli olmalıyız. 1999’da
sadece Amerika’da kullanılan 100 milyar kesekâğıdının üretilmesi için 14
milyon ağaç kesildi. Kese kâğıdının yaşam döngüsüne baktığımızda (kesilen
ağaçlar, yitirilen ormanlar, üretim aşaması, nakliye ve geri dönüşüm)
dünyada bıraktığı ayak izi neredeyse naylon torbadan daha bile fazla. Kâğıt
endüstrisi, dünyada çevreye en fazla zarar veren 10 endüstriden biridir.
Kaynak: Birleşmiş Milletler Çevre Konseyi, The Environmental Literacy
Council (Çevre Bilinç Konseyi) ve The Green Consumer (Yeşil Tüketici).
Bez torba kullanmakla:HAFTADA 6 plastik torbayı kullanımdan çıkartmış oluruz. Bu da AYDA 24
torba YILDA 288 torba, ortalama bir yaşam sürecince, yani HAYATTA 22 bin
176 torba eder. ÜLKEMİZDE her beş kişiden biri bunu yapsa yaşamımız
süresince 31 milyar 46 milyon 400 bin plastik torbadan kurtulmuş/
kaçınmış oluruz.
Büyük marketler bir araya gelerek, kaliteli ve paralı poşet uygulamasına
geçmeye başlamışlardır. O her yanı kaplayan ince poşetler büyük satış
merkezlerinin öncülüğünde ortadan kaldırılmaya başlanmıştır ki bunlar
son derece önemli gelişmelerdir. Hem üniversiteler, hem belediye, hem de
valilik düzenleyecekleri etkinliklerde bu konuyu öne çıkarabilir, promosyon
olarak sadece ve özellikle bez torba dağıtarak bu işe öncülük edilebilir.
Yılbaşı promosyon siparişlerinin de, firmalara ajanda, kalemlik, çakmak
vs. yerine üzerine firma logosunu bastırarak bez torba dağıtmalarını
önerilebilir.
Artık ülkemizde de naylon poşet kullanımı sınırlanmalıdır. Çevre ve Orman
Bakanlığı bu konuda sorumluluğunu yerine getirmelidir. Gereken hukuki
düzenlemeleri yaparak, naylon poşet kullanımını azaltacak önlemler
almalıdır.
Örneğin naylon poşetler üzerinde hiçbir şekilde tanıtım amaçlı mesajların
yer almasına izin verilmeyebilir. Bu amaçla kâğıt veya kumaş gibi diğer
alternatif ürünlerin kullanımı teşvik edilir.
Özendirici, şık naylon poşetlerin kullanımına özel vergiler getirilebilir.
220
Mağazalarda naylon poşetlerin ihtiyaçtan fazla
kullanımını azaltmak üzere, tüketiciye ücretsiz
naylon poşet verilmesi engellenebilir.
Okullarda, halk eğitimlerinde, medyada naylon
poşet kullanımıyla ilgili bilgilendirici eğitim
programları yapılabilir. Gıda sektörü dışında
naylon poşet kullanımı zaruri olan alanlarda,
yeniden dönüştürülen materyal kullanımının
teşvik edilebileceğini belirten Özlü, “Yeniden
dönüşümü teşvik etmek üzere, eğitim
çalışmaları yapılmalı ve naylon poşet toplama
sistemleri geliştirilmelidir.
Naylon poşetler için açık alanlarda belediyeler,
kapalı alanlarda kurum veya işletme
sorumluları ayrı çöp toplama kutuları tahsis
etmelidir. Dünyamızı naylondan korumak üzere
adım atmakta, daha fazla gecikmememiz
gerekmektedir.
Halkımız Duyarlı OlsunBu konuda herkese sorumluluk düşüyor. Temiz
ve yaşanılabilir bir dünya için insan sağlığı
ve çevre temizliğine azami dikkat etmemiz
gerekir. Yıllar önce yaptığımız gibi pazara,
çarşıya çıktığımızda file ve bez torba kullanırsak
temiz bir dünya yolunda önemli bir adım atmış
olacağız.
Bizler doğanın sahibi değil, emanetçisiyiz.
Çocuklarımıza yaşanabilir bir doğa bırakmak
için üzerimize düşen sorumluluğu yerine
getirmeliyiz.
Türkiye`de neredeyse tüm mağazalarda ve
alışveriş alanlarında naylon poşetlerin tüketiciye
ücretsiz ve sınırsız olarak sunulmaktadır ve
kâğıt veya dönüştürülebilir diğer ürünler yerine
naylon kullanılması yanlıştır. Bu ürünün ücretsiz
sunulması, ihtiyacın üzerinde poşet kullanımını
teşvik ediyor. Oysa birçok gelişmiş ülkede
alışveriş sonrası kasiyer, müşteriye poşete
ihtiyacı olup olmadığını sorar. Cevap `evet`
olursa, bedeli hesaba ilave ederek istenilen
sayıda poşet verir.
Türkiye’de de Naylon Poşet Kullanımı SınırlanmalıDünyanın pek çok ülkesinde naylon poşet
kullanımına yasaklamalar getirilmektedir.
Artık ülkemizde de naylon poşet kullanımı
sınırlanmalıdır. Çevre ve Orman Bakanlığı bu
konuda sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Gereken hukuki düzenlemeleri yaparak, naylon
poşet kullanımını azaltacak önlemler almalıdır.
Örneğin naylon poşetler üzerinde hiçbir şekilde
tanıtım amaçlı mesajların yer almasına izin
verilmeyebilir.
Bu amaçla kağıt veya kumaş gibi diğer alternatif
ürünlerin kullanımı teşvik edilir. Şık naylon
poşetlerin kullanımına özel vergiler getirilebilir.
Mağazalarda naylon poşetlerin ihtiyaçtan
fazla kullanımını azaltmak üzere, tüketiciye
ücretsiz naylon poşet verilmesi engellenebilir.
Okullarda, halk eğitimlerinde, medyada naylon
poşet kullanımıyla ilgili bilgilendirici eğitim
programları yapılabilir.
Gıda sektörü dışında naylon poşet kullanımı
zaruri olan alanlarda, yeniden dönüştürülen
materyal kullanımının teşvik edilebileceğini
belirten özlü, yeniden dönüşümü teşvik etmek
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
221221
üzere, eğitim çalışmaları yapılmalı ve naylon poşet toplama sistemleri
geliştirilmelidir.
Naylon poşetler için açık alanlarda belediyeler, kapalı alanlarda kurum
veya işletme sorumluları ayrı çöp toplama kutuları tahsis etmelidir.
Türkiye’nin de bir an önce organik maddeden üretilen ve 6 ay ile 2 yıl
içinde doğada tümüyle yok olan biyo-bozunur özellikteki çöp torbaların
kullanımına geçilmelidir.
Naylon poşet kirliliğininde özellikle Büyükşehir Belediyelerinin geri
kazanıma önem verilmelidir.
Dünyamızı naylondan korumak üzere adım atmakta, daha fazla
gecikmememiz gerekmektedir.
222
KAYNAKLAR1. www.standox-tr.com/standothekplastik4.php
2. www.hurdadaparavar.com/www.old/pvcnedir.html
3. www.sacanplastik.com/default.aspx?pid=54799&nid=44111
4. Plastik Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Raporu
5. www.plastikpvc.com/bilgibankasi_10-polikarbonat--pc--nedir.html
6. İ. Unutmaz, Türkiye Karbon Elyaf’ta Dünya ile rekabette, Bilim ve Teknik, kasım, Yıl 42, Sayı,
504, 68-73, 2009.
7. www.umweltjournal.de/fp/archiv/NaturKosmos/6548.php
8. recherchespolaires.veille.inist.fr/spip.php?article377)
224
ÇEVRE EĞİTİMİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
225
Murat HASPOLATLIİl Çevre ve Orman
Müdürlüğü – Diyarbakır
225
ÖZETDuyarsızlık ve eğitim eksikliğinin daha da arttırdığı Çevre Kirliliği ortamında
çevre bilincine sahip bir toplumun çevre sorunlarının çözümünde daha
başarılı olacağı gerçeği göz önünde bulundurularak başta eğitim ve öğretim
kurumlarımız olmak üzere resmi ve özel kişi, kurum, ve kuruluşların
çevre ve çevre eğitimi konusunda geliştireceği fikir ve önerilerin yanısıra
faaliyetlerinde ve işlevlerinde çevre eğitimi konusuna biraz daha öncelik
vermeleri gerekmektedir.
Çevre Eğitimi Yaşadığımız yüzyılın sonlarına doğru hızla artan çevre sorunlarının etkileri
doğrudan doğruya canlı yaşama üzerinde görülmektedir. Çoğunluğu
insan faaliyetleri neticesi ortaya çıkan bu sorunların önlenmesi ve çevre
kirliliğinin durdurulmasındaki görev yine insanoğluna düşmektedir.
Diyarbakır hızlı nüfus artışının beraberinde getirdiği plansız kentleşme
ve bunun yanında sanayileşmenin hız kazanmasıyla çevre ile gelişim
arasındaki dengenin sağlanması gereken bir kenttir. Giderek önem kazanan
çevre sorunlarının çözümlenmesi için sadece bu konuda görev yapan kamu
kurum ve kuruluşlarının değil, bütün halkın bilinçli ve çevreye duyarlı bir
şekilde çevre korunmasına, çevrenin güzelleştirilmesine, doğal kaynakların
en ekonomik şekilde kullanılmasına katkıda bulunması gerekir.
Bu nedenle de yapılması gereken ilk iş Kamu kurum ve kuruluşlarında
görevli personelin, öğretmen – öğrencilerin ve halkın çevre konusunda
eğitilmesidir. Bu amaçla İl Çevre ve Orman Müdürlüğü olarak uzun soluklu
bir “Çevre Eğitimi Projesi” hazırlanmış ve faaliyete geçirilmiştir.
Proje Kapsamında Yapılan Faaliyetler :1. Yapılacak eğitimin görsel ve basılı materyallerle desteklenmesi
2. Katı atıklar ve geri dönüşümü konularında öğrencileri bilgilendirmek
amacıyla bir geri dönüşüm tesisine gezi düzenlenmesi
3. Çevre sorunlarını oluşturan faktörlerin ve bunlar için alınabilecek
tedbirlerin anlatılması
4. Çevrede bulunan bitki ve hayvan türlerinin tanıtılması
5. Doğal kaynakların tanıtılması ve sürdürülebilir kalkınma için öneminin
anlatılması
226
6. Biyolojik çeşitliliğin korunmasının önemi
doğrultusunda farklı ekosistemlerin (orman,
göl, akarsu vb) tanıtımı ile ilgili uygulamalı
eğitim
7. Çocukların doğa ile ilgili duygusal bağlarının
geliştirilmesi yönünde doğal ortamların bir
derslik olarak kullanılması (piknik, botanik
bahçeleri, milli park, sit alanı vb)
8. Öğrencilere yakın çevrelerini nasıl ve ne
şekilde etkileyeceklerinin öğretilmesi, olumlu
davranış değişiklikleri kazandırılmasının
sağlanması
9. Çevreden iyi ve kötü örnekler gösterilerek
çevrenin insan sağlığı için öneminin
kavratılması
10. Koordinatör öğretmenlerin sorumluluğunda
okullarda oluşturulacak çevre timleri
tarafından tüm okul öğrencilerinin projeye
aktif katılımının sağlanması
11. Branş derslerinde çevreyle ilgili konuların
işlenmesi
Kamu Kuruluşlarının Çevre Eğitimi ile İlgili Faaliyetleri İlimizde kamu kuruluşlarının çevre eğitimi ile
ilgili faaliyetleri henüz yeterli düzeyde değildir.
Bu konuda yapılan çalışmalar şöyle sıralanabilir.
İlimizde öğrencilerin eğitimi amacıyla
Müdürlüğümüz tarafından okullarda çevre
sorunları, çevre ve insan ilişkileri, ağaçlandırma
ve erozyonla mücadele, fidan dikiminin önemi
konularında konferanslar verilmektedir.
İlimizde bulunan yerel televizyon ve basın
yoluyla halkın çevre konusunda eğitilmesi
sağlanmaktadır. TRT GAP’ta ilimiz çevre
sorunları ve çözümleri için alınan tedbirler,
ilimiz ağaçlandırma ve erozyonla mücadele
konularında yapılan çalışmalar hakkında radyo
ve televizyon programları düzenlenmektedir.
Bu amaçla; Bakanlığımızın Milli Eğitim
Bakanlığıyla yapmış olduğu protokol gereği İl
Müdürlüğümüz 2006 - 2007 ders yılı programına
dahil edilmiş, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı
16 ilköğretim okulunda ‘UYGULAMALI ÇEVRE
EĞİTİMİ PİLOT PROJESİ’ başlatılmıştır. 2007-
2008 ders yılında 16 okul daha projeye alınarak
proje kapsamında 32 okulla çalışmalara devam
edilmektedir. 2008 - 2009 yılı itibariyle 40
Resmi okulda, 11 özel okulda proje kapsamında
çalışmalar yapılmıştır. Bu okullardaki hedef
kitle 4., 5., 6. ve 7. sınıflardır.
Bu kapsamda proje okullarında öğrencilere;
çevrenin önemi, bitki ve hayvan varlıklarının
korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve
olumlu tüketim alışkanlıklarının kazandırılması
konularında görsel ve basılı materyaller desteği
ile eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Bununla
birlikte proje okullarında geri kazanılabilir
atıklar değerlendirilmek üzere kaynağında ayrı,
ayrı toplanmakta, çevre köşeleri hazırlanmakta
ve başarılı okullar her yıl 5 Haziran Çevre
Günü münasebetiyle düzenlenen etkinlikler
çerçevesinde ödüllendirilmektedir. Projeli
okullarda oluşturulan Çevre-Orman Panosu
devamlı güncel çevre ve orman haberleriyle,
afişlerle, broşürlerle ve öğrenci yazılarıyla
donatılmaktadır. Ayrıca proje okulları arasında
çevre ve doğa konulu yağlı boya resim, çevre
ve orman konulu bilgi, çevre ve orman konulu
şiir vb. yarışmalar düzenlenerek öğrencilerin
ve kamuoyunun çevre bilincinin artırılması
sağlanmaktadır. Düzenlenen bu yarışmaların
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
227
finalleri yerel TV’lerde gerçekleştirilmektedir.
Bu proje kapsamında Merkez ilçede ağaç dikilebilecek alanı bulunan
tüm okullarda ağaçlandırma çalışması öğrenci ve öğretmenlerle birlikte
yapılmıştır. Temin edilen yağlı boyalarla okulların duvarları resim
öğretmenleri ve öğrenciler tarafından çevre ve orman konulu resimlerle
boyanmıştır.
Özellikle öğrencilerde kağıt ve plastik atıkların, geri dönüşümü ile ilgili bir
bilinç oluşturmak için İl Müdürlüğümüzce, binlerce geri dönüşüm kutusu
dağıtılmıştır.
Kağıt ve plastik atıkların kaynağında toplanması amacıyla İl Müdürlüğümüzce
bir araç tahsis edilmiştir. Geri dönüşüm kutusunun verildiği okullar ve kamu
kurum – kuruluşları İl Müdürlüğümüze ait olan 444 21 10 nolu telefon
hattını arayarak toplanan kağıt ve plastik atıkları teslim edebilmektedirler.
Daha sonra toplanan atıklar geri dönüşüm işletmelerine gönderilip
değerlendirilmektedir. Bu çalışmanın en önemli gayesi; toplanan atıkların
tekrar ekonomiye kazandırılmasıdır.
Projeli okullarımızın çevre bilincini artırmak için; • İl Müdürlüğümüzce Silvan yolu Güneydoğu Tarımsal Araştırma sahasına
kurulan ve Diyarbakır halkının piknik ihtiyacını karşılayan KENT ORMANI
’na,
• Kapatılma süreci yaşandığından dolayı atıl duruma düşen yine İl
Müdürlüğü’müzün uzun uğraşıları neticesinde iyi bir konuma getirilen
fidanlık Mühendisliğimize,
• Büyükşehir Belediyemizce Sümerpark alanında kurulan ve her tür
enerji ihtiyacı kurulan panellerle karşılanan Güneşevi’ne,
vb. alanlara teknik geziler düzenlenmektedir. Ayrıca; çevre ve orman
konulu tiyatro etkinlikleri, yarışma sonucunda elde edilen resimlerle
yapılan sergiler projeye güç katmakta, daha canlı tutmaktadır.
Her Eğitim-Öğretim yılı başladığında; İlimize bağlı 17 İlçede 1192 okulun bir
yöneticisi, bir öğretmenine İl Müdürlüğümüzce hazırlanan çevre ve orman
konulu sunum yapılmış olup her katılımcıya okullarında gösterilmesi ve
anlatılması için sunum CD’si verilmiştir. İl Müdürlüğümüzce hazırlanan
228
bu CD’ler Türkiye’deki ilgili tüm kurumlara
gönderilmiştir. Ayrıca 26-30 Nisan 2010
tarihleri arasında Antalya’da yapılan ‘Eğiticilerin
Eğitimi Seminerinde ‘81 İlin Çevre-Orman
Eğitimcilerine İl Müdürlüğümüzce hazırlanan
çevre-orman CD’si, Kitabı ile çevre ve orman
Andlarından oluşan Sunum seti dağıtılmış
olup, tanıtımları yapılmıştır. Her Eğitim-
Öğretim yılında Merkeze bağlı 170 okulun
rehber öğretmenlerine aynı sunum yapılarak
bulundukları okullarda bu çalışmayı yapmaları
istenmiştir. Bu projeye Milli Eğitim Müdürlüğü,
Dicle Üniversitesi, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi ve Sivil Toplum Kuruluşları destek
vermektedir.
Başarılı okulların ödüllendirilmesi diğer
okulların daha fazla teşvik edilmesi amacıyla
projeye dahil olan 51 okul ile kurum ve
kuruluşların katılımıyla; 21 Mart Dünya
Ormancılık Günü, 22 Mart Dünya Su Günü ve
5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinliklerinde
başarılı okullara ve öğrencilere ödülleri
verilmiştir. 21 Mart 2010 Dünya Ormancılık
Günü Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Alanında düzenlenmiştir. Çeşitli etkinliklerden
sonra Fakültenin sahasında ağaçlandırma
çalışması yapılmıştır.
Ayrıca 2008-2009 Eğitim- Öğretim yılında İl
Müdürlüğümüz ile Milli Eğitim Müdürlüğünün
ortaklaşa yürüteceği ‘BİR ÖĞRENCİ BİR FİDAN
PROJESİ’ İlimizde 15 okulda başlatılmıştır. Bu
projeden amaç; öğrencilerin hazırlanan harcı
elleriyle torbalara doldurup, tohumu ekip, bir
yıl boyunca bakımını yapıp fidan elde etmektir.
Fidan elde etmenin zorluğunu anlayıp yeşillik
sevgisini artırmak, zarar vermemek, zarar
verenleri engellemektir. Bu amaçla;15 okulla
başlanan proje sonucunda elde edilen binlerce
badem fidanı binlerce öğrencinin katılımıyla
mutlu bir sonla noktalanmıştır. Yetiştirilen
fidanlar, fidanları yetiştiren öğrencilerle
beraber 13 Mayıs 2010 tarihinde Barış
Ormanına dikilmiştir. 2009-2010 Eğitim yılında
“Bir Öğrenci Bir Fidan Projesi” kapsamındaki
okul sayısı 26’ya çıkarılmıştır.
Öğrenciler tarafından ekimi yapılan badem
tohumu sayısı 6000’dir. Önümüzdeki Eğitim-
Öğretim yılında 6000 adet fidanın dikimi
yetiştiren öğrenciler tarafından yapılacaktır.
Projeli okullar haricinde fakültelerde, liselerde,
özel okullarda bu tür çalışmalar yapılmıştır. İl
sınırlarımız dahilinde faaliyet gösteren işçi
sayısı 50 ve üzerinde olan fabrikalarda çevre
sorunları, çevre ve insan ilişkileri konularında
konferanslar verilmiştir.
Çevre Eğitimi İle İlgili Faaliyetlerimizi Genel Olarak Özetleyecek Olursak;Türkiye’de ilk defa;
Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğümüzce
başta okullar olmak üzere tüm kamu kurum ve
kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin kağıt ve
plastik atıkları toplanarak tekrar ekonomiye
kazandırılması işlemine başlanmıştır. Bu iş için
bir araç (minibüs) ve bir telefon hattı (444 10
21) tahsis edilmiştir.
Türkiye’de ilk defa;
Başta okullar olmak üzere tüm kamu kurum
ve kuruluşlarına geri dönüşüm kutuları
dağıtılmıştır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
229
Türkiye’de ilk defa;
Çevre ve Orman bilincini geliştirmek amacıyla profesyonelce bir kitap ve
TRT stüdyolarında seslendirilmiş şekilde bir CD hazırlanarak ilimizde tüm
ilçe ve köyler dahil olmak üzere bütün ilköğretim okullarına dağıtılmıştır.
İl Müdürlüğümüzce hazırlanmış olan vbu kitap ve CD Türkiye’deki tüm İl ve
İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderilmiştir.
İlimizdeki Çevre ile İlgili Gönüllü Kuruluşlarİlimizdeki aktif olarak çalışan gönüllü çevre kuruluşları şunlardır;
1. Diyarbakır Çevre Gönüllüleri Derneği
2. Dicle Üniversitesi Çevre Araştırma ve Uygulama Merkezi
3. Milli Eğitim İl İzci Kurulu Başkanlığı
4. İl İzci Temsilciliği
5. Gönüllü İzci Kuruluşları
230
ÇEVRENİN ÖNEMİ, AB’DE ÇEVRE VE SAĞLANAN FONLAR
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
231
Uzman Ercan TÜRKMENDÜ Yabancı Diller
Yüksekokulu AB Proje
Koordinasyon Ofisi Kat: 4
231
ÖZETBu çalışmada, çevre ve çevrenin önemi hakkında bilgi verilerek, bu konuda
nasıl bir duruş içerisinde olunması gerektiğine değinilmiştir. Avrupa
Birliğinde çevrenin önemi üzerinde durulmuş ve Avrupa Birliğinin geçmiş
yıllara oranla çevre konusuna verdiği önemin arttığı bazı çalışmalarla
gösterilmeye çalışılmıştır. Bu konuda Avrupa Birliğinin politikaları,
hedefleri, ilkeleri üzerinde durularak diğer ülkeleri de çevre konusunda aktif
bir iyileştirici konuma getirmek için yapılan konferanslara, protokollere,
kriterlere ve çeşitli çalışmalara değinilmiştir. Bunun yanında Türkiye’nin AB
müzakereleri sürecinde çevre konusunda yapması gerektiği çalışmalar ve
kriterlere göre Türkiye’nin hangi aşamada olduğu aktarılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca Avrupa Birliğinin çevre konusunda sağladığı fonlara da bu çalışma
içerisinde yer verilmiştir.
Çevre ve ÖnemiDünyada birçok canlı türü hızla yok olmaktadır. Radyoaktif maddeler
yaygınlaşmakta ve buna bağlı olarak ta çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
Birçok yerde asit yağmurları görünmekte, sera etkisi meydana gelmekte,
verimli topraklar parçalanarak çoraklaşmakta, birçok insan olumsuz
şartlardan etkilenerek açlık ve hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır.
Bahsettiğimiz bu olumsuz şartların kaynağında ise yine insan faaliyetleri
yatmaktadır. Çünkü insanlar çevreye verdikleri zararların bedellerini ileriki
yaşamlarında ağır bir şekilde ödemektedirler. Buradan da anlaşılacağı
gibi insan ve çevrenin sürekli bir etkileşim içinde olduğunu görmekteyiz.
Çevrenin yapılan tanımı da bu etkileşimi yansıtmaktadır. “Canlı varlıkların,
hayati bağlarla bağlı oldukları, etkiledikleri ve etkilendikleri mekan
birimlerine o canlının veya canlılar topluluğunun yaşam ortamı veya çevre
denir.”(1) Ancak çevreden faydalanırken, geleceğimiz için onu korumaya
çalışmalıyız. Yapılan çalışmalarda da çevreyi korumanın ne kadar önemli
olduğu vurgulanmıştır. “Yaşanabilir bir dünyaya sahip olmanın ilk koşulu,
doğal varlıkların korunmasıdır. Çünkü şimdiye kadar sadece kar amacıyla
işletilen doğal kaynaklar, verim gücünün ve kapasitesinin sınırına gelmiştir.
Bütün çevre kuruluşları ve bilim adamları, tüm insanlığın büyük tehlikelerle
karşı karşıya bulunduğunu ve acil önlemlerin alınması gerektiğini
bildirmektedirler.” (2)
Çevre sadece belirli bir kesim ya da kuruluşun, bir ülkenin, dünyadaki
belirli bölgelerin korunmasıyla üstesinden gelinebilecek bir kavram
232
değildir. Ekolojik dengenin korunması, çevrenin
korunması ve geliştirilmesi artık geçici, parçal ve
palyatif düzenlemelerle gerçekleştirilebilecek
bir sorun olmaktan çıkmıştır. İnsanlığın,
sorunların kaynaklandığı yer ve alanları doğru
tesbit ederek sorunların çözümüne yönelik
adımlar atmaları gerekmektedir. Ayrıca bu
ne insanların tek başına, ne de toplumların
ve devletlerin tek başlarına yapacakları bir
eylem olmaktan çıkmıştır.(3) Küreselleşmenin
de etkisiyle bir ülkede yaşanan olumlu veya
olumsuz şartlar diğer ülkeleri de etkilemekte,
ülkeler birbirinden tamamen bağımsız hareket
edememektedir. Onun için de başta AB olmak
üzere dünyadaki birçok topluluk ve kuruluş
çevre üzerine çalışmalar yapmakta ve çevre
çalışmalarına fon sağlamaktadır.
AB ve ÇevreAvrupa Birliğinin çevreyle ilgili ilk ciddi adımları
1970’li yıllardan sonra atılmıştır. Özellikle
1973’ten sonra bu konuda önemli ölçüde artış
gösteren yönerge, belge ve tüzüklerin Avrupa
Birliğinin bu tarihten sonra çevre konusuna
ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Avrupa Birliğini çevre konularına verdiği
önemin artmasını ise şu şekilde açıklayabiliriz.
Birliğin yayınlarına bakıldığında ortak bir çevre
politikasının gerekçesi olarak, “Avrupa’da
çevre üzerindeki baskının giderek ağırlaşması;
doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi;
sel, kuraklık, orman yangını gibi yıkımların
çoğalması; evlerden ve ulaşım araçlarından
kaynaklanan karbondioksit emisyonunun sürekli
artış göstermesi; özellikle kentsel yerleşim
yerlerinde kirlilik ve gürültüden dolayı yaşam
kalitesinin düşmesi; her yıl yaklaşık iki milyar
ton atığın üretilmesi ve bunun yılda ortalama
%10 artması…” gibi sorunların ön plana
çıkarıldığı görülmektedir. Gerçekten de, “nitelik
ve nicelik olarak giderek büyüme gösteren
çevre sorunları, Birlik çapında ortak politikalar
belirlenmesini zorunlu kılmıştır”(4)
Avrupa Birliğinin Çevre PolitikasıAvrupa Birliği’nin Çevre Politikası, AT
Antlaşması’nın birçok maddesinde yer
almaktadır. Bunların arasında iki tanesi
önemlidir.(2. ve 174. Madde) 2. Madde: Ortak
eylemlerin ve politikaların yürürlüğe konulması
yoluyla, Avrupa Topluluğu’na, diğer görevlerinin
yanı sıra, çevre kalitesinin yükseltilmesi ve
yüksek düzeyde korunmasını sağlamak görevini
yüklemektedir. 174. Madde: Topluluğun yasama
kapasitesini ve Topluluk Çevre Politikası’nı
yönetmede temel ilkeleri belirlemektedir.
1992 Maastcriht Antlaşması ile çevre alanına
politika statüsü verilmiş ve AB hukukunda
“sürdürülebilir kalkınma” kavramı resmen
oluşturulmuştur. 1997 Amsterdam Antlaşması
ile sürdürülebilir kalkınma kavramı AB’nin ana
hedeflerinden birisi haline getirilmiştir. Sonraki
yıllarda bu çalışmalar daha da genişletilmiş ve
6.Çevre Eylem programıyla AB’nin önümüzdeki
10 yıl içindeki çevre hedefi ortaya konmuştur.
“Çevre 2010: Geleceğimiz, Tercihimiz” başlıklı
programın öncelikli hedefleri şunlardır:
• İklim Değişikliği: 19.yüzyıldan bu yana Dünya
yüzey sıcaklığı ortalama 0.3-0.6 C° derece
artmıştır. Fosil( kömür, doğal gaz ve petrol)
yakıt kullanımı ve ağaçların yok edilmesinden
dolayı oluşan sera gazalarının (CO2 , CH4 ,
O3 ...) küresel ısınmaya yol açması, AB üye
devletlerin 2008-2012 yılları arasında sera
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
233
gaz emisyonunu % 8 oranında azaltması programına gidilmiştir.
• Doğa ve Biyolojik Çeşitlilik: Farklı canlı türlerinin korunması ve
endüstriyel kazaların önlenmesi.
• Çevre ve Sağlık: AB hava, su, gürültü kirliliğin insan sağlığı üzerindeki
olumsuz etkilerini önlemek.
• Doğal Kaynaklar ve Atıklar: Kaynakların doğru kullanılması ve atıkların
doğru şekilde ayrılmasıyla geri dönüşüm sağlanarak çöp sorununu
çözmek.(5)
AB Çevre Politikası’nın Hedefleri• Çevrenin korunması, kollanması ve kalitenin yükseltilmesi
• Doğal kaynakların ve doğanın ekolojik dengeye zarar vermeyecek
şekilde işletilmesi
• Toprak kullanımında Çevre Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) dikkate
alınması
• İnsan sağlığının korunması
• Çevre problemlerine ortak çözümlerin aranması
AB Çevre Politikası’nın İlkeleri(6)• Kirleten öder ilkesi: Topluluğun temel hedefidir. Kirletenlere, sebep
oldukları kirlilik ile mücadelenin bedelinin ödettirilmesi, onları kirliliği
azaltmaya ve daha az kirleten ürün ve teknolojiler bulmaya teşvik
etmektedir.
• Bütünleyicilik ilkesi: Çevrenin korunmasında topluluğun diğer politikalar
içine entegre edilmesi
• Kaynakta önleme ilkesi: Atığın üretildiği yerin yakınında bertaraf
edilmesi
• Önleme ilkesi: Zararın ortaya çıkmasından önce gerekli önlemlerin
alınması
• Tedbirli olma ilkesi: Çevre açısından olumsuz sonuç oluşturacak belli
bir fiilin bilimsel kanıtı beklemeden önlem alınması
• Yüksek seviyede koruma ilkesi: Bütün kurumlar, Topluluğun farklı
bölgelerindeki çevre koşullarını da hesaba katarak yüksek seviyede
çevre korumasını amaç edinmelidir.
Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Yapılan ÇalışmalarStockholm Konferansı (1972): Stockholm Deklarasyonu, “çevre hakkı”
konusunda uluslararası düzeydeki ilk ve en önemli belge olma niteliğini
234
taşımaktadır. Konferans’ta kabul gören “sağlıklı
ve insan onuruna yaraşır bir çevrede yaşama”
ilkesi ile çevre hakkı, sağlık hakkından bağımsız
bir şekilde ele alınmıştır. (7)
Helsinki Nihai Senedi: 1975 yılında Helsinki’de
yapılan zirvede, çevre konusunun ekonomi,
bilim ve teknoloji alanlarıyla işbirliği
yapılarak ele alınması kararlaştırılmıştır.
Bir ülkedeki problemin diğer ülkeleri de
etkileyeceği belirtilmiştir. Bugünün ve
geleceğin kuşaklarının çıkarları için çevrenin
korunması ve iyileştirilmesi, ülkelerin ekonomik
kalkınmaları için önemli olduğundan birçok
çevre sorununun, özellikle Avrupa’da, yalnız sıkı
bir uluslararası işbirliği yolu ile etkili bir biçimde
çözümlenebileceği açıklanmıştır.
Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı (1990): Çevre
sorunlarının acil olarak üstesinden gelinmesi
gereğini ve bu alanda toplu veya bireysel
çabaların önemi vurgulanmıştır. Hava, su ve
toprakta sağlam bir ekolojik dengenin yeniden
inşa edilmesi gerektiğine ve bu konuda çevre
korumasının ne kadar önemli olduğuna vurgu
yapılmıştır.
Kopenhag Kriterleri (1993): AB katılım
sürecinde, adaylık için başvuruda bulunan
ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce
karşılaması gereken kriterlerdir. “Topluluğun
tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre,
ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları,
adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim
ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel
politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi
alanlardaki her türlü düzenlemesine uyum
sağlanması.”
Aarhus Sözleşmesi (Çevresel Bilgiye Erişme
Hakkı-2001): Sözleşme, herkesin çevreyle ilgili
bilgilere ulaşma, çevre ile ilgili konularda karar
alma sürecine katılma, yargı yoluna başvurma
hakkının güvence altına alınması konusunda
kararlar alınmış, bu amaca ulaşmak için taraf
devletler, çevre ile ilgili verileri derleme ve
bu verileri dileyen herkese istediği takdirde
vermekle yükümlü kılmıştır. (7)
Kyoto Protokolü: Sürdürülebilir kalkınma
bağlamında iklim değişikliğine (climate change)
neden olan seragazları (GHG) emisyonlarının
azaltılmasına yönelik, ilk olarak 1992 Rio
Konferansı’nda (UNFCCC) özellikle gelişmiş
ülkelerin ciddi önlemler alması konusu gündeme
getirildi. Bu amaca yönelik olarak, daha sonra
Kyoto’da bir araya gelen BM ülkeleri, daha
somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar
aldılar. Bu kararlardan en önemlisi, özellikle
gelişmiş ülkelerin GHG emisyonlarını 2008-
2012 yılları arasında 1990 seviyesinin ortalama
%5 altına indirmesini öngörüyordu.(8)
Türkiye’nin AB’ye Uyum Sürecinde ÇevreTürkiye’nin AB’ye uyumu konusunda en çok
güçlük çekeceği alanlardan birinin çevre
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İlk
bakışta belki de şaşırtıcı gelebilecek bu durum,
çevre sorunlarının niteliğinden, çevresel
değerlerin insan yaşamını bütün yönleriyle
kuşatmasından kaynaklanmaktadır. Gündelik
yaşamda karşılaşılan bütün sıkıntılar bir
biçimde çevre yönetiminin, çevreyle ilgili yasal
düzenlemelerin ilgi alanı içine girmektedir.
İçme suyunun sağlanmasından, katı atıkların
denetimine değin bütün bu yaşamsal sorunların
çözümü için büyük mali kaynaklar gerektiği
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
235
açıktır. Çevre yönetiminin en önemli aktörlerinden biri sayılan, çevreyle ilgili
yasal düzenlemelerin yaşama geçirilmesinden birinci derecede sorumlu
olan yerel yönetimlerin içinde bulunduğu durumu göz önüne getirmek
konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Türkiye’de çevre ile ilgili
düzenlemelerin AB müktesebatına uyum düzeyini değerlendirebilmek için
2005 yılında yayımlanan İlerleme Raporu’na bakmak yararlı olabilecektir.
Buna göre, Türkiye’de yalnızca atık yönetimi, doğanın korunması ve gürültü
alanlarında bazı ilerlemeler gerçekleştirilmiştir.(9)
2008 İlerleme Raporuna Göre Türk Çevre Politikasını özetleyecek olursak;
Türkiye, hava kalitesi konusunda ilerleme ve merkezi düzeyde idari
kapasitenin güçlendirilmesi konusunda iyi ilerleme kaydetmiştir. Atık su ve
doğa koruma alanlarında bazı ilerlemeler mevcuttur. Ancak, genel uyum
düzeyi düşüktür.
Türkiye, endüstriyel kirlilik, risk yönetimi ve genetiği değiştirilmiş
organizmalar konularında hiçbir ilerleme kaydetmemiştir. Kimyasallar
alanında sınırlı ilerlemeden söz etmek mümkündür. Çevresel Etki
Analizi’nin yapılmasında yaşanan gecikmeler, uygulama ve uygulatmada
ilave iyileşme sağlanmasına engel olmaktadır. (10)
AB, yardımlarının, katılım hedefini dikkate alarak belli sorunların aşılmasına
yardımcı olmak üzere her bir aday ülkenin belirli ihtiyaçlarına yönelik
olmasını hedeflemektedir. En son 18.02.2008 tarihli Türkiye ile Katılım
Ortaklığının Kapsadığı ilkeler, öncelikler ve koşullara dair konsey kararı, AB
resmi gazetesinin 26.02.2008 tarihli L 51/4 sayılı nüshasında yayınlanarak
Kararın dördüncü maddesi uyarınca 1 Mart 2008 tarihi itibariyle yürürlüğe
girmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki öncelikler şu şekildedir.
Katılım Ortaklığı Belgesi’nde çevre açısından kısa vadeli öncelikler olarak; • Müktesebatın kademeli olarak iç hukuka aktarılması, uygulanması ve
yürürlüğe girmesi için, kilometre taşlarının ve takvimin belirlendiği,
ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde gerekli kurumsal kapasitenin ve
mali kaynakların oluşturulmasına yönelik planları da içeren kapsamlı
bir stratejinin kabul edilmesi.
• İdari kapasitenin güçlendirilmesinin yanı sıra, özellikle, sınır aşan
durumları da içeren çevresel etki değerlendirmesi gibi yatay ve
236
çerçeve mevzuatın iç hukuka aktarılması,
uygulanması ve yürürlüğe konmasına devam
edilmesi.
• Ulusal Atık Yönetimi Planı’nın kabul edilmesi.
Katılım Ortaklığı Belgesi’nin çevre açısından orta vadeli öncelikleri olarak; • Çerçeve mevzuat, uluslararası çevre
sözleşmeleri ile doğa koruma, su kalitesi,
kimyasallar, endüstriyel kirlilik, risk yönetimi
ve atık yönetimi ile ilgili müktesebatın iç
hukuka aktarılmasına ve uygulanmasına
devam edilmesi.
• Çevresel gereksinimlerin diğer sektörel
politikalara entegre edilmesinin izlenmesi.
• AB Belgelerinden olan İlerleme Raporları
ile AB Türk Çevre Politikası ve AB’nin bizden
beklentilerini ortaya koymaktadır. (11)
Aday ülkelerin verilen hedeflere daha kolay
ulaşmaları ve aynı zamanda Sivil Toplum
Kuruluşlarının (STK) bunda aktif olmaları için
AB çevre konusunda çeşitli fonlar vermektedir.
AB Çevre FonlarıAvrupa Birliği Çevre Fonları üye ülkeler için 6 yıllık
dönemlerde sunuluyor. İçinde bulunduğumuz
dönem olan 2007-2013 yılları için ilanlar her
yıl çıkıyor. Çevre fonları temel olarak 3 başlıkta
toplanıyor. (ec.europa.eu/environment/funding/intro_
en.htm)
• LİFE Fonu (ec.europa.eu/environment/life/funding/
lifeplus.htm) Avrupa Birliği içinde ve bazı
aday ve komşu ülkelerdeki çevre ve doğa
koruma projelerine fon sağlıyor. “Türkiye
bu program kapsamında 1996’dan beri 6-7
milyon Euro’luk destek aldı”(12)
• Eco-Rekabet ve Yenilik Programı(CIP)
Ekolojik teknolojiler geliştirme alanında
işbirliği sağlamak üzere sunulan fonlardır.
• STK Fonları (ec.europa.eu/environment/
ngos/index_en.htm)
Çevre konularında faaliyet gösteren çeşitli
STK’lara destek sağlamak amaçlı sunuluyor.
AB IPA Fonları: AB aday ülkelerine katılım öncesi uyum
sürecinde destek sağlamak amaçlı verilen
fonlar. Yine 2007-2013 yılları arasında her yıl
ilan çıkıyor. Beş ayrı başlıkta fon sağlanıyor:
• Kurumsal Kapasite Geliştirme (Institution
Building)
• Bölgesel ve Sınır Ötesi İşbirliği (Regional and
Cross-Border Co-operation)
• Bölgesel Kalkınma (Regional Development)
• İnsan Kaynaklarının Gelişimi (Human
Resources Development)
• Kırsal Kalkınma (Rural Development).
Bu başlıklardan ilk üçü çevre ve çevre politikaları
konusundaki girişimleri desteklemektedir. (www.ipa.gov.tr/v.aspx?&cID=18358c71-7492-4a87-
b8d1-7ed939d6f13e&cM=1) ya da (www.cfcu.gov.tr)
adreslerinden IPA çağrıları veya diğer çevre
çağrıları takip edilebilir.
AB Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik (Youth) FonlarıTürk Ulusal Ajansı tarafından çağrıya çıkılan ve
kabul edilen projeleri içermektedir. Hayatboyu
Öğrenme programında, Leonardo kapsamında
çevre projeleri yapılabilir. Gençlik Fonları ise
“Eylem(Actıon)” dediğimiz küçük çaplı projelerdir.
Hayatboyu öğrenme ve Gençlik projelerine;
(www.cfcu.gov.tr) sitesinden ulaşılabilir. Bunların
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
237
yanında AB Bölgesel İşbirlikleri Fonları: AB’nin özellikle çevre ve enerji
politikaları açısından öncelik alanı olarak gördüğü komşu coğrafyalarla
(örneğin Karadeniz) işbirliği çerçevesinde sunulan fonlardır.
REC TürkiyeREC (Regional Environment Central) Türkiye 2004 yılında Türkiye’de
resmi olarak faaliyete geçmiştir. Avrupa Komisyonu tarafından sağlanan
mevcut mali destek çerçevesinde ülke ofisinin genel amacı ise, Türkiye’nin
çevre konusunda hukuki, kurumsal, teknik ve yatırım alanlarına yönelik
kapasitesini güçlendirmek, böylelikle AB çevre müktesebatının etkili bir
şekilde uygulanması sürecini hızlandırmaktır. http://www.rec.org.tr/
sitesinden çevre çağrıları ve çevre konularında yapılan çalışmalar takip
edilebilir.
238
• KAYNAKLAR• Görmez, K. Çevre Sorunları ve Türkiye, Gazi Kitabevi, 2003, Ankara.
• ÇEPEL,N.Toprak ve Orman Kaynaklarımızın Ekolojik Değerlendirilmesi, TEMA,14, 2006
• kentcevre.politics.ankara.edu.tr/duruabcevre.pdf
• www.edirneyambolcbc.com/cevre_mudurlugu_sunumlari/avrupa_birliginde_cevre_politikasi.
ppt
• www.gapsel.org/condocs//ekutuphane/abÇevrepolitikaları.pdf
• web.deu.edu.tr
• (Karakaya,E Özçağ,M. Türkiye Açısından Kyoto Protokolü’nün Değerlendirilmesi Ve Ayrıştırma
(Decomposıtıon) Yöntemi İle Co2 Emisyonu Belirleyicilerinin Analizi, 2003, VII. ODTÜ Ekonomi
Konferansı.
• Mazı,F Yıldırım,U. Çevre Politikası Bağlamında AB-Türkiye İlişkilerindeki Son Gelişmeler, 2009
• Sarıgül,G. Çevre: 300’den fazla AB yasasının Türk mevzuatına aktarılması, Görünüm,4,11,2006
240
EĞİTİM - ZİHİNSEL KİRLİLİK VE ÇEVRE
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
241
Yrd.Doç.Dr. Mikail SÖYLEMEZDicle Üniversitesi Ziya
Gökalp Eğitim Fakültesi
Eğitim Bilimleri Bölümü
soylemezmikail@hotmail.
com
241
ÖZETBu çalışmada öncelikle günümüzde çözüm bekleyen problemler ile
ülkemize has problemlere yer verildi. Daha sonra, bilimin olaylara objektif
bakmayışı, bilim ve eğitim vasıtası ile metafiziğin insan zihninden silinmeye
çalışılması, bundan dolayı da farklı insan tiplerinin ortaya çıkışı anlatıldı.
Devamında sosyal ve tabii çevrenin bizden istediklerine vurgu yapıldı.
Zihinsel kirliliğin anlamı ve bize nereden bulaştığı üzerinde duruldu. Sonuç
kısmında ise, zihinsel kirliliğin çevreyi nasıl etkilediği vurgulanarak, bundan
kurtuluş yolunun da eğitimin yeni insan tipi yetiştirmesi olduğu anlatıldı.
ABSTRACTIn this study, first in our country with unresolved problems has been given
to the problems. Later, were told look to the lack of objective science
events, science and education by means of metaphysics on the human
mind to attempt to remove, hence the emergence of different types of
people. Later, social and natural environment was emphasized what
they want from us. And emphasized to the meaning of mental pollution
and contamination from us. In the results, was emphasized the mental
pollution affect the environment and the way out of education is to train
a new type of man.
GİRİŞBu makalede, çevrenin kirlenme oranının rakamsal olarak yüksek oluşu,
çok çeşitli olan sebepleri, insan sağlığını tehdit etmesi ve sebep olduğu
hastalıklar üzerinde durmayacağım. Bu çalışmada, eğitimin ve bilimin
ideolojiye kaydırılması sonucu insan zihninde oluşan kaosun etkisiyle,
çevreye olan bakış açısı çizgisinin kayboluşu neticesinde tabiata ve çevreye
saygının kaybolmasını konu edindim.
GENELGünümüzde çözüm bekleyen zor meseleler vardır. Bunların başında
cehalet, yoksulluk, hastalık, işsizlik, peşin hükümlülük, çevre tahribi,
insana saygının kayboluşu vb. konular gelmektedir. Bu problemlere bir de
inançlarından, anlayış farklılıklarından, tabii kaynaklarından dolayı zulüm
görmeler de eklenince ve altını çizerek arz ediyorum bu problemlerin bir
kısmının temelinde mürekkep yalamış insanlar rol oynayınca, günümüzde
bilimin varlık ve hadiselere objektif bakmadığı, eğitimin de görevini tam
yerine getiremediği düşüncesi karşımıza çıkıyor.
242
Saydığım problemlerin yanında ülkemize has
problemler de mevcuttur. “Hızlı bir şehirleşme,
endüstrileşme yoluna çevrenin feda edilmesi,
bölgeler arası dengesizlik, kültür ve inanç
zenginliklerimizin yok edilmeye çalışılması,
değerlerin menfaat uğruna amaçsallaşması,
insan zihninin ve çevrenin kirlenmesi bunlardan
bazılarıdır”(1).
Bilimin varlık ve olaylara objektif bir bakışla
bakmaması, eğitimin de ideal insan tipini
yetiştirmeden uzak kalışı sonucunda,
günümüzde, karşımıza değişik insan tipleri
çıkmaktadır. Bu Tipler; inançsız Müslüman,
vatansız vatansever, çevresiz çevreci, kültürsüz
kültürlü insanlardır. Bu manzara gelecek hayat,
temiz bir dünya, huzurlu bir toplum için tehlike
arz eder. Dolayısıyla kimlikler ne olursa olsun,
manevî değerlerin kalplerde silinişi neticesinde,
insanların birbirlerine benzemesi tam anlamıyla
zihinsel bir kaostur.
Güçlü toplumların tükeniş sürecine girişinin
sebeplerinden biri de zihinsel kirlenmedir. Güçlü
gelenekleri ve standartları olan bir toplumun
çözülmesi, düşünce platformundaki iletişimsizliği
zihinsel arızasının en belirgin göstergesidir. Bu
zihinsel arıza bir değişim sürecinden geçen
modern hayata kayarken, temel kavram ve
toplum değerlerinin göz ardı edilmesiyle ortaya
çıkar. Osmanlı devletinin Tanzimatla başlayan
sosyal çözülmesi buna güzel bir misaldir.
Aslında her değişim modernleşme demek
değildir. Modernleşme kavramına yüklediğim
mana; toplumun gelişme ve refahını engelleyen
statükocu geleneklerin bertaraf edilmesi, refahı
sağlayan akılcı geleneklerin, değerlerin, varlığa
ve olaylara objektif bir gözlükle bakan bilimin
getirdiği yeniliklerle takviye edilmesidir. Bu da
akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari birlikteliğin
ahengi içinde, toplumun hayatına yön vermede,
birlikte hareket etmesi demektir.
Modernite vasıfları taşıyan toplum veya toplumu
idare eden idari düşünce, yalnızca bilimsel
ve teknik etkinliği yönetmekle kalmamalı;
insanların, nesnelerin, çevre faktörlerinin
yönetimini de kendine vazife bilmelidir. Bu
vazifenin zihinlerdeki tablosunu oluşturmak
da eğitimin görevidir. Burada eğitim, insan
eylemiyle, çevrenin düzeni arasındaki
karşıtlığı oluşturan bilimi ve uygulamalarını
yönlendirirken, çevreye saygıyı kulak ardı
etmemelidir.
Sosyal çevrenin bir dili olduğu gibi, fiziki çevrenin
de bize hitap eden bir dili vardır. Sosyal çevrenin
bize uyarıda bulunduğu dile etki-tepki yoluyla
reaksiyonlarda bulunuyoruz. Çünkü toplumun,
sosyal olayların karakteristik zorlayıcılık
özelliği vardır. Mesela; bir mabette enstrüman
çalarak, şarkı-türkü söyleyerek oynayamayız.
Bir düğünde ağlayarak, ağıt yakarak matem
tutamayız. Bir cenaze merasiminde saz çalarak
eğlenemeyiz. Bunları yaptığımız taktirde en
azından kınanırız. Toplum veya sosyal olaylar,
bizim reaksiyon göstermemizi zorunlu kılıyor.
Fakat fiziki çevrenin bize verdiği mesajları, çok
kere faydalı gelenekleri göz ardı eden modernite
adıyla ve bizde oluşan zihin kirliliğinin etkisiyle
kulak ardı ediyoruz. Çünkü fiziki çevre, belirli
bir süre içinde bizi reaksiyona zorlamıyor. Bize
bir zaman tanıyor. Bize kendi diliyle; “bana
değer ver. Benim standartlarımı akılcı bir yolla
gözetle. Bana saygılı ol” diyor. Aklımıza bir
kapı açıyor. Bizi bu kapıdan girip girmemeyi
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
243
aklımız ve vicdanımızla baş başa bırakıp, serbest seçimi bize bırakıyor.
Ama kaosla kirlenen aklımızı doğru seçimde kullanamıyoruz. Oysa gerçek
modernitenin entelektüel yapısında aklın düzeni her insan için a apriori
olarak iyi sayılan tüm değerlere saygılı olmayı yeğlerken, bunun ışığında,
çevre faktörü ile ilgili bilimsel değerler bizim için uyulması zorunlu normlar
olması gerekirken, kirlenen insan zihni neticesince uluslar platformunda
bu çağrı kulak ardı ediliyor. Bu kulak ardı edişin sebebi ise; günümüzün
insanı, varlığı ve doğayı deneyci/tecrübî aklıyla defalarca hallaç etmesine
rağmen, onu “kendi iç dinamikleri”, parçaları ve parçacıklarıyla “fizik ve
metafizik” bütünlüğü içinde ele almadı. Metafiziği dışladı. Sonuçta çağdaş
insan, kendi aklı, fikri ve ruhuyla çelişir hâle geldi. Ruhu da bu üst üste
dayatmalar karşısında kendi enfüsî gerçeklerine karşı yabancılaştı.
Vicdanındaki etik değerlerin yerine , faydacılık üzerine kurulu, natüralizm
ve rasyonalizmin değerleri konuldu. Bu değişiklikler bilimsel değer ve
ahlakını sarstı. Tabiatı yaratıp ve kanunlarını koyan iradeye karşı mesuliyet
ve hesap verme muhasebesini kaybetti. Çevre ve insan dengesi kayboldu.
Bu dengesizlikten zihinler bulandı. İşte ben buna “zihinsel kirlenme”
diyorum. Bu terim/kavram bu çağa verilen isimlerin başında yer almalıdır.
Çünkü zihinsel kirlenme, çevreye dolayısıyla her şeye saygının kaybolduğu
bir ortamdır. Bu hastalık bize batı rüzgârıyla bulaştı.
Batıda birkaç asırdır pozitivist ve materyalist teoriler bilim ve düşünce
hayatını bütünüyle baskı altına aldı. Varlık ve eşya, kâinat ve hadiseler,
metafizik mülahazalar dışlanarak pozitivistçe yorumlandı. Bu maddeci
görüş kâinat ve hadiselerin yorumunu tek bir tipe irca ederek, hakikatin
ilmine ulaştıran yolları daralttı. Bu daraltma bizde Tanzimat fermanıyla
batı karşısında yitirdiğimiz inanç ve ahlak zaafımızla kendini gösterdi. Bu
cümleden Şerif Mardin, “Askeri Tıbbiye öğrencileri kendilerine okutulan
derslerin icabı olarak, hayatı, Allah’ın iradesinin bir ürünü olmaktan daha
çok, biyolojik ve fizyolojik süreçlerin bir sonucu olarak görüyorlardı. Pozitif
bilimle kâinatın bütün sırrına vakıf olabileceklerini ve bunun kendilerine
daha önceki kuşakların elinde olmayan bir gücü temsil edeceğine
inanmışlardı.”2 diyor. Yine bu paralelden, insanlığın beşiği ve ana kucağı
olan dünyayı, tabiatı da ilahi kudretin insanlığa armağanı, bundan dolayı
da insanoğlunun nazarında kutsallığını ret ederek, tabiidir. Kudsiyet söz
konusu olmadığı görüşü ile ondan gelen mesajı dolayısıyla tabiata saygı
düşüncesini unuturdu. Böylece insanımız birçok manevi değerleri yanında,
244
zihninde çevre estetik forumunun tablosunu
da parçalayarak, kudsiliğini de kaybetti. Bu
kayboluş, ekonomik gelişme ve ilerleme
ahlakına uyulmayan mitlerin yol göstericiliğiyle
hızlandı. Bu zihinsel kirlenme olmasaydı,
insan merkezli çevre projeleri akıl ve akılla
somutlaşan realist ilkeleri, kendi menfaatinin
dışındaki dünyalar için ayaklar altına alabilir
miydi? Yine bu cümleden toplumsal kurumlar,
toplum için faydalı gelenekleri akıl ve bilgi ile
geliştirerek, insanların daha sağlıklı bir çevrede
yaşamalarını, projelerine koymaları gerekmez
miydi?
Bu gereklilik neden az bir maliyetle çok kazanç
elde etme uğruna çevre kirliliğini tehdit eden
fabrikaların önüne geçmiyor? Herhalde her akli
selimin vereceği cevap; zihinlerdeki kaos, ahlak
kirliliğini tetikleyerek adım attırmıyor. Evet,
herhalde bu cevap genel geçer bir doğruluktadır.
Çünkü üretim ve tüketim prensibine endeksli
ticari ahlaka uyulmadan bir yeryüzü menfaati
cenneti kurulması hedeflenmektedir. Çok
kazanç girişimciliğinin ahlaki, insani hayat verici
değerlerini göz ardı ederek, rekabetçi tabiatının
gereği çok kazanma hırsına bürünerek, teknolojik
gelişme ve yenileşmeyi de kullanarak bir cennet
inşa etmek, eğer doğruysa bu cennet nükleer
reaktörleri sebebiyle insanlık için cehenneme
dönüşmeyecek mi?
“Kirlenen zihin anlayışına göre bir faaliyet eğer
yarar sağlıyorsa, makyavelist bir düşünceyle
daha çok yarar elde etmek ve bu yöndeki
çabalara ivme kazandırmak gerekir. İşte ne
olduğu bilinmeyen, ancak sonuçlarının insanlığı
çok tehlikeli bir geleceğe doğru sürüklediği
ilerlemenin tek hareket noktası da budur.”(3)
Eğer bu faydacılık etik değerleri hesaba katarsa,
tabiata zararı olamayacağı kanaatini taşıyorum.
Yoksa kirlenen zihinler “Varlığın varoluşu demek
olan manevi ve ilahi boyutunu göz ardı eder,
mekanik ve materyalist evren görüşü, canlı
sistem fikrini öldürür, Makyavelist, düşünceyle
acımasız ve saldırgan bir iştahla tabiî çevreye
saldırır, duyarlı dengesine tecavüzü mümkün
kılar.” (4) ve kılmıştır.
Günümüz teknolojisinin insanın rahatını
sağlamasını bir yana bırakırsak, hiçbir şey onun
kadar insanın mahvını hazırlamamaktadır.
Bilim ve teknolojinin çevresel felaket gibi
negatif neticelerini bir tarafa bırakmaması
kirlenen zihinsel etkileşimin bir neticesidir.
Bu zihinsel kirlenmenin etkisiyle tabiatı kutsal
bir anne kucağı olmaktan çıkarmış, insan ve
evren ilişkisini sömürü ve tahriple, çevreyi
kirleten nükleer reaktörlerle doldurmuştur.
Çünkü bilimsel bilgi çıkara yönelik amaçlar için
kullanılıyor. Bunun çevreye yansıması da doğal
dengenin bozulmasına yol açıyor.
Yukarıda dile getirdiğim problemlerin bizde
yaşanması kaçınılmazdı. Çünkü eğitim
modelimizin rasyonel, tutarlı ve şümullü olması
için ciddi adımlar atmamışız. Bir taraftan eğitim
felsefemizde “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür”
nesiller yetiştirmek telaffuz edilmiş, diğer
taraftan fikri, irfanı ve hatta vicdanı çok sıkı bir
sansüre tabi tutmuşuz.
Siyasetin uygun gördüğü düşüncelerin
açıklanmasına, ona sunduğu bilginin alınmasına
ve onun iyilik ve kötülüklerin ilahi fazilet
değerlerine göre değil de, menfaat üzerine
yetişmesini hedeflemişiz. Bu hedefin son
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
245
noktası da zihin kirliliğinden başka olamazdı. Bu cümleden ahlakın
değerlere ve çevreye saygının kaybolması neticesinde toplumun ahengini
ve sağlığını bozacak pek çok değerleri kulak ardı etmişiz. Sadece “vatan”
kavramının başına gelenleri düşünmek, kültürel bölünmüşlüğümüzün nasıl
bir dejenerasyona uğradığını, arz edeyim: “Vatan sadece, değerini bize
yedirdiği ekmekten, içirdiği sudan almıyordu. Toprağın üstünde dinlettiği
ezandan, altında barındırdığı şüheda’dan, korunmasına vesile olduğu arz-ı
namus’tan alıyordu”(5). Kirlenen zihinlerle, büyük değer zafiyetine sebep
olmuş vatan’a (üzerinde yaşadığımız tabii çevre) bakış açısı ve saygı manevi
buuddan soyutlanmış, sadece ekonomik çıkar felsefesine kaydığından
onu hor kullanmaya başlamışız. Çünkü eğitim modelimizin vermesi
gereken ahlak eğitiminin içeriğinde, insan yaradılışı ve manevi değerlerin
korunması, başkalarına zararı dokunmayan ticari kazanç ve çevreye saygı
temalarını eksikliği söz konusudur.
Zihinsel kirlilikle çevre kirlenmesi arsındaki etkileşime başka bir açıdan
baktığımızda şunları görmekteyiz. Evreni kuran irade, belli ölçülerde eşya
ve tabiata müdahale hak ve salâhiyeti insanın yeryüzünde halife olması
cihetiyle, yeryüzünü imar ve bunun için ilimleri icat ve geliştirme adına
bir müdahale hakkını tanımıştır. Fakat bilimin ideolojik bir aygıt haline
getirilmesi, azınlık bir zümrenin menfaatının insan sağlığına tercih edilmesi,
son iki asırdan beri, geri kalmış ülkelerin çevrelerine gereken saygının
gösterilmemesi, gelecek nesiller için temiz bir dünya bırakılmaması
hakkını vermemiştir. Bu hakkın yerinde kullanılmamasıyla bakınız neler
oldu: Modern bilim adına, binlerce kültürel ve medenî unsurlar tahrip
edildi. Hayatî zenginlikler talan ve yok edildi. İdeolojikleştirilmiş bilim,
her şeyi kendine benzetmeye çalıştı. Diğer taraftan tabiî tabiatı ve ekolojik
düzeni de tahrip etti. Tabiat düzenine müdahale o mertebeye vardı ki, artık
yeryüzünde insan neslini ve yaşamını tehdit eden bir ekolojik kirlenme
meydana geldi,
Çeşitli radyasyonların, kimyevî maddelerin ve daha başka çevre şartlarının
tesiriyle canlıların genetik şifre ve programında bir kısım değişiklikler
meydana geldi, Çevre kirlenmesi riskinin en çok görüldüğü sanayileşmiş
ülkeler, her ne kadar bu konuda belli bir mesafe kat etmiş olsalar da,
özellikle kimya endüstrisine dayalı üretim sektörleri piyasaya her gün
yeni ürünler sunduğundan ve bütün bu sentetik maddelerin çevre ve
insan sağlığına ne ölçüde zarar vereceğinin anlaşılması da zamana bağlı
246
bir husus olduğundan, yeryüzü atmosfer,
biyosfer, hidrosfer ve litosferiyle, deneme-
yanılma metodunun uygulandığı büyük bir
test sahası olmaktan kurtulamamakta, çevreci
müdahalelerin en gerçekçi olanları bile
ancak arkadan seyretmekteler. Çünkü zihin
kirliliği ahlakî değerleri de sarsmıştır. Eğer
ahlakı sadece topluma karşı yükümlülüğümüz
olarak tanımlarsak, tabiata/çevreye karşı
yükümlülüğümüz ne olacaktır. Anız yakan
bir çiftçinin ahlaki sorumluluğu ne kadardır.
Okyanuslarda batan petrol yüklü tankerler,
geri kalmış ülkelere gönderilen nükleer
atıklar, patlayan nükleer santraller, virüs yayıp
bilgisayarları çökertenler, internet suçları gibi
problemlerin temelinde ahlakın kirlenmesi
karşımıza çıkmıyor mu!
Gerek cıva ihtiva eden endüstriyel atıkların
arıtılması problemi, gerek zirai ve atmosferik
kirleticiler, gerek ani risk grubunu oluşturan
kimya endüstrisindeki kaza ve felaketler, kanunî
düzenlemelere ve teknolojik yapılanmaya
bağlıdır. Hele şehir atmosferlerinin kalitesi
problemi ne bir araştırma ne de bir bilimsel
metot konusudur. Bu tamamen siyasi karar
ve yatırım tercihiyle ilgili bir meseledir. Bu
problemlerin birikmesi günübirlik düşünce ve
tedbir anlayışından, karar mercilerinin, meyvesi
uzun vadede alınan fakat sonuçta ülke genelini
ilgilendiren zor yatırımlara girmekten kaçınıp,
siyasi ve şahsi, ayrıca ucuz prestij sağlayan
sadece kısa vadeli meselelerle ilgilenme
veya ilgileniyor gözükme kolaycılığından
kaynaklanmaktadır(6).
Hariçten bir el imdadımıza yetişir düşüncesiyle,
evlerimizde oturup sürpriz şeyler beklemek
doğru değil. Biz bu hayatın içinde miyiz, değil
miyiz şüpheciliğini bir kenara bırakmamız
gerekir. Eğer zihnimizde; “ biz bu dünyada
vaktimizi iyi geçirmeye bakmalıyız, gelecek
adına çok fazla kafa yormaya gerek yok.
Ömer Hayyam’ca geçmiş gelecek masal. Hep;
eğlenmemize, hayatın keyfine bakmalıyız.
Dünyayı biz mi kurtaracağız? Çok fazla
düşünmeyelim deliririz. Allah’ın nimetlerinden
istifade etmek de bir ibadettir… gibi neme
lazım düşünceler hakim ise, zihnimiz kirlenmiş,
ruhta ve mânâda ölmüşüz demektir. Böyle bir
durumda eğitime düşen vazife; bizi bu korkunç
zihin kirliliğinden ve ruh kaymasından kurtarıp,
yüksek hedeflere yönlendirmek suretiyle
gelecek için iyi bir çevre bıraktırmaktır. Bunun
yolu da eğimin kendini bilen, kendini bulan insan
tiplerini yetiştirmesine bağlıdır. Ortaçağ insanı,
kendi saadetini gökte aradı. Çağımızın insanı
da tabiatta arıyor. Tek taraflı bu iki anlayış da
yanlıştır. İnsan saadetini, metafizik bir bakışla
temiz ruhunun enginliğinde ve gelecek vadeden
yaşadığı çevrede aramalıdır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
247
KAYNAKLAR1. SÖYLEMEZ, M., Problem ve Çözümleriyle Eğitimimiz, Çağlayan Yayınları,
s. 67, İzmir, 1997.
2. İNAM, A., Teknoloji Benim Neyim Oluyor, Alamut Yayınları, Ankara, s.24,
1993.
3. MACİT, N., Zihinsel Kirlenme Bağlamında Eğitimimiz (Eğitim Kongresi
– 1994, Van.)
4. Zihinsel Kirlenme Bağlamında Eğitimimiz (Eğitim Kongresi – 1994,
Van.)
5. AYDIN S.M., İnsan Yetiştirme Modelimiz ve Değer Eğitimi, I. Eğitim
Felsefesi Kongresi. Van 1994
6. ULUGBAY, H., Çevre Kirliliği II, Sızıntı.com.tr. 26 Nisan 2008.
DİYARBAKIR’DA AĞAÇ VE ORMAN
250
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA AĞAÇLANDIRMA
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
251
Yaşam ALHASİl Çevre ve Orman
Müdürlüğü – Diyarbakır
251
ÖZETDiyarbakır’da ağaçlandırmaların 1980’li yıllarda aktif olarak başlamakla
birlikte bölgenin sosyo – ekonomik durumu, halkın ağaçlandırma kültürü
konusunda bilgi noksanlığı gibi durumlardan dolayı son 15 yıl içerisinde bilinç
seviyesinin yükselmesi sonucunda başarılı çalışmalar gerçekleştirilmiş ve
artarak devam etmektedir.
Geçmişten Günümüze Diyarbakır’da Ağaçlandırma
İklim Diyarbakır’da karasal iklim egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama kış
soğukları Doğu Anadolu’da olduğu kadar şiddetli değildir.
En düşük sıcaklık : -23 oC
En yüksek sıcaklık : 41,8 oC
Ortalama yağış miktarı : 485,4 mm
Ortalama nispi nem : %53
TopoğrafyaGenelde geniş ovalar ve platolardan oluşmaktadır. Güneydoğu Anadolu Geçiş
Bölgesi coğrafi açıdan Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu’nun
Hakkari Bölümü’nü kapsar. Bölge batıda Antalya – Kahramanmaraş
oluğunun doğusundan başlayarak kuzeyde Güneydoğu Toros dağlarının
doruk hattına kadar uzanır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu ile Akdeniz Bölgeleri arasında
bir geçiş özelliği gösterir. Akdeniz ikliminin etkisi olan bölgenin batı
bölümünden doğuya doğru karasal etkilerin arttığı Hakkari Bölümü’ne
geçilir. Güneydoğu Anadolu’nun güney kesimindeki alçak sahalarda
252
ise cılız bozkırlar yer alır. Bu koşullara bağlı
olarak batıda kızılçam ormanları yetişirken
doğuya doğru, özellikle yüksek sahalarda meşe
ormanların yaygınlaşır.
Diyarbakır’ın Orman VarlığıNormal Ormanlar : 78.400 ha
Bozuk Ormanlar : 274.426 ha
Toplam Orman Alanı : 352.826 ha
Ormansız Alanlar : 1.155.310 ha
Genel Alan : 1.508.136 ha
Ağaçlandırma ÇalışmalarıAğaçlandırmalar;
• Üretim (Ekonomik)
• Koruma (Hidrolojik ve yetişme ortamı ıslahı–
ekolojik)
• Estetik, rekreatif ve çevrenin korunması
(sosyal)
amaçlarla yapılmaktadır.
Dünyada; hızlı nüfus artışı, sanayileşme, yüksek
hayat standardı ve aşırı tüketim alışkanlıkları
nedeniyle doğal kaynaklar hızla tüketilmekte
ve kirletilmektedir. Atmosfere salınan sera
etkisi yaratan gazların artışı ile oluşan
küresel ısınma sonucu oluşan iklim değişikliği
günümüzün çözüm bekleyen en önemli
sorunudur. Yapılan ağaçlandırmalar ile küresel
ısınma ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini
azaltmak için karbon yataklarının arttırılması
amaçlanmaktadır. Yapılan ağaçlandırmalar
ile bitki, toprak ve su arasında bozulan doğal
dengenin yeniden kurulması, su rejiminin
düzenlenmesi ile su kalite ve kantitesinin
arttırılması, su depolama tesislerinin korunması,
yaşam ortamlarının iyileştirilmesi, erozyon, sel
ve taşkınların önlenmesi hedeflenmektedir.
Şehirlerin düzenli gelişmesini sağlamak,
insanların kollektif kültürel ve sağlık amaçlı
ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yeşil
alanlar, kent ormanı oluşturmak ve yol
güzergahlarını yeşillendirmek, çevre kirliliğinin
önlenmesi veya azaltılması, artan nüfusun,
sürekli gelişen sanayinin ihtiyaç duyduğu odun
hammaddesinin plantasyonlardan karşılanarak
doğal ormanlar üzerindeki üretim baskısının
azaltılması ile orman varlığının arttırılması
ağaçlandırmalar ile gerçekleşecektir.
2002 Yılından 2009 Yılına Kadar Diyarbakır’da Yapılan Ağaçlandırma Çalışmaları
Faaliyet Türü2008 Sonu
İtibariyle (ha)
2009
(ha)
Toplam ağaçlandırılan alan 8.013 -
Erozyon Kontrolü uygulamaları
yapılan alan4.861 800
Mera Islahı uygulamaları yapılan alan 165 -
Özel Ağaçlandırma yapılan alan 419 48,92
Rehabilitasyon uygulamaları yapılan
alan510 -
Fidan Üretimi (1.000 Adet) 101.082 1.713
Tohum Üretim Miktarı (Kg) 85.800 7.500
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
253
Ülkemizdeki çölleşme ve kuraklığın etkilerinin ortadan kaldırılması veya
azaltılmasına yönelik başta erozyonla mücadele, ağaçlandırma, bozuk
ormanlık alanların ve meraların ıslahı için 4122 Sayılı “Milli Ağaçlandırma
ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu” gereği Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Genel Müdürlüğünce gerçekleştirilecek olan Ağaçlandırma
Seferberliği Eylem Planı 2008 – 2012 yılları arasında uygulanacak olup
Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Ağaçlandırma Şube Müdürlüğünce
bu plan kapsamında 5 yıl içerisinde 1.800 ha erozyon kontrolü ve 2.500 ha
rehabilitasyon çalışması gerçekleştirilecektir.
254
KAYNAKLAR : 1. ATALAY, İ., Türkiye’nin Ekolojik Bölgeleri, 2002
2. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü, AGM
Faaliyetleri, Ankara, 2009
256
ORMAN FİDANLIĞIMIZ
Murat HASPOLATLIİl Çevre ve Orman
Müdürlüğü – Diyarbakır
DİYARBAKIRDA TARIM VE HAYVANCILIK
257
ÖZETGüneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ekonomik büyüme, sosyal gelişme ve
istihdam artışı sağlayarak bölgede yaşayan vatandaşlarımızın refah, huzur
ve mutluluğunun artırılması temel amaçtır. Ağaçlandırma ve fidan üretimi
ile nitelikli istihdam gücü elde edilip fidanların büyümesiyle bölgemizin yeşil
alan oranı artacak, bölgede ekonomik kalkınmanın ve sosyal gelişmenin
hızlandırılması hedeflenmektedir.
Orman Fidanlıklarının AmaçlarıÇevre ve Orman Bakanlığının kuruluş amacı doğrultusunda, bakanlığımız
ile kamu kurum ve kuruluşların gerçek ve tüzel kişilerin ağaçlandırma,
erozyon kontrolü ve peyzaj düzenleme çalışmalarının ihtiyacı olan her
türlü orman ağacı ve süs bitkisini üretmektir.
Hizmet KonusuFidan Üretmek (Bölgenin fidan ihtiyacını karşılamaktır.)
Kurum / Kuruluş TarihçesiDiyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğümüze bağlı Ağaçlandırma Şube
Müdürlüğü bünyesinde görev yapmaktadır.
08 Mart 1990 gün ve 2045 sayılı Resmi Gazete Bakanlar kurulunun
9/142 sayılı kararı ve Elazığ Orman Bölge Müdürlüğünün 29.05.1990
gün ve 08.02.005/44 4567 sayılı emirleriyle Diyarbakır Toprak Muhafaza
Proje Müdürlüğü, 04.06.1990 tarihinde Diyarbakır Fidanlık Müdürlüğü
binasında kuruluşunu tamamlayarak faaliyete başlamıştır. Daha sonra
1991 yılı sonlarında Şanlıurfa’da kurulan GAP Orman Bölge Müdürlüğüne
bağlanarak çalışmalarını sürdürmüştür.
92/3553 sayılı kararname ile yürürlüğe giren ve 3800 Sayılı Orman
Bakanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki yasa gereğince; Toprak Muhafaza
Proje Müdürlüğü ismi değiştirilerek iş yeri unvanı Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Başmühendisliği olarak Siirt,Şırnak,Batman ve Mardin İllerini
bünyesine alarak 03.05.1993 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır.
Diyarbakır Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Başmühendisliği; Orman
Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü,Güneydoğu
Anadolu Bölge Müdürlüğüne bağlı olarak görev yapmakta iken,
258
Diyarbakır Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü
Başmühendisliği mülga edilerek 07.08.2003
tarihinden itibaren Diyarbakır Çevre ve Orman
İl Müdürlüğü’ne bağlı Şube Müdürlüğü olarak
aynı yerde faaliyetine başlamıştır.
Fidanlık SahasıSilvan Yolu Üzeri 3. km adresinde bulunan
fidanlığımız 1962 yılında kurulmuş olup rakımı
580 metredir. Toplam üretim alanı 60 Ha olup,
üretim kapasitesi 2.500.000 adettir. Fidan
talebi olması halinde fidanlığımızda üretim
kapasitesi arttırılabilmektedir. Sahamız 52
parsele bölünmüş ve her parsel 10 dönümlük
alana sahiptir. Yıllık 2 milyon Adet civarında
fidan üretimi ve 5 ton civarında tohum üretimi
yapılmaktadır. Diyarbakır ve çevresinin fidan
ihtiyacı büyük oranda fidanlığımız tarafından
karşılanmaktadır.
Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü olarak
özel fidanlıklarla irtibat halinde yaptığımız
araştırmalar ve çalışmalar sonuncunda
Diyarbakır ilinin ve bölge iklimine uygun
dayanıklı, hızlı gelişen ve yetişen türler tespit
edilmiştir.
Bu türler repikaja alınarak belli bir boy ve çapa
(bakım çalışmalarıyla birlikte uygun ilaçlama,
gübreleme metotlarını kullanarak) geldikten
sonra ilin, bölgenin, belediyelerin, kamu
kuruluşlarının; park, bahçe ve özel fidanlıkların
fidan ihtiyaçlarını karşılayabilecek kapasiteye
ulaşılmıştır.
İl Çevre ve Orman Müdürlüğümüze bağlı
Fidanlık Mühendisliği’nde özellikle köy
kesiminde yaşayan insanlarımızın, gelir
düzeyini yükseltmek amacıyla Diyarbakır ilimiz
tarihinde ilk defa aşılı badem ile fıstık üretimine
başlanmıştır.
Müdürlüğümüz ile Tarım İl Müdürlüğü ile
ortaklaşa yapılan proje kapsamında üretilen
bu fidanların dağıtımına başlanılmış olup, bu
uygulama her sene devam edecektir.
Fidan üretim şeklimiz rootball, tüplü, torbalı,
saksı, sepet ve çıplak köklüdür. Fidanlarımız
hastalıksız, sağlıklı ve dikim mevsiminde uygun
bakım koşulları altında tutma olasılığı yüksektir.
Fidan üretim sahasın da repikajlı, boylu fidan
üretimine yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
Üretimimiz olan boylu fidanlar hastalıksız,
çevresel koşullara uyum sağlayan yapraklı ve
ibreli türler olup kamu ve kamu kuruluşlarının
istediği boy ve çap özelliklerine sahiptir.
Orman Fidanlığımız ülkemizdeki Devlet
Fidanlıkları içerisinde en fazla boylu yapraklı
fidan üreten fidanlık olmuştur.
Bu üretilen boylu ağaçlarla ilimizin ve bölgemizin
karayolları ağaçlandırması, kamu kurum ve
kuruluşlarının, askeri birliklerin, okulların
ve vatandaşların boylu fidan ihtiyaçlarının
karşılanması hedeflenmektedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
259
Çalışmalarımız yoğun iş gücü ve masraf gerektiren çalışmalar olmasına
rağmen temel amacımız emek sarf edilerek ürettiğimiz fidanların toprakla
buluşmasını sağlayıp daha yeşil çevre sağlamaktır.
YILLARA GÖRE FİDAN ÜRETİM MİKTARLARI
FİDANLIĞIMIZDA ÜRETİLEN / SATIŞI YAPILAN TÜRLER :
Ağaçlandırma Amaçlı Türler:
Altuni Mazı Aylantus Ceviz Çınar Dallı Servi Dişbudak Dut Gladiçya Fıstık Çamı Japon Ayvası Karaağaç Kızılçam Mahlep Mavi Servi Oya Piramit Servi Tesbih Yalancı Akasya
Süs Bitkileri:
Acem Borusu Altınçanak Ateş Dikeni Berberis Dağ Muşmulası Diken Ardıcı Hanımeli Kapari Keçi Sakalı Leylak Ligustrum Mahonya Orman Sarmaşığı Sabin Ardıcı Süs Narı Taflan
260
KAYNAKLAR1. Aktan, N. ve Kalkan, H. 2000. Şarap Teknolojisi. Kavaklıdere Kültür Yayınları. 614 s. Ankara.
2. Anonym. 2009. Dramatic increase of hail damage in Austria. Der Winzer, Klosterneuburg, 65
(9) 32-33.
3. Caretta, A. Salcedo, C. and Ortiz Maldonado, A. 2003. Damages by hail in grapes. Its consequences
in future harvests. Revista de la Facultad de Ciencias Agrarias. Universidad Nacional de Cuyo,
35 (1) 83-88.
4. Chanev, Ch. 1997. Influence of hail damage on the development of the vine and grape yield and
quality. Experimental Station of Viticulture and Enology, BG-9000 Varna, Bulgaria, (2) 15-17.
5. Cooke, J.2009. Bordeaux Winemakers Assess Hail Damage. A week after storms pound vines,
producers predict lower yields in 2009. www.winespectator.com.
6. Coombe, B.G. ve Dry, P.R. 1988. Viticulture-1. 211p.
7. Çelik, H. Ağaoğlu, Y.S. Fidan, Y. Marasalı, B. ve Söylemezoğlu, G. 1998. Genel Bağcılık. Sunfidan
A.Ş. Mesleki Kitaplar Serisi: 1, 253s.
8. Çelik, S. 2007. Bağcılık (Ampeloji). Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Bölümü, 428s.
9. Fox, R. 2009. Early hail damages: What’s to do?. Das Deutsche Weinmagazin. (11) 13-15.
10. Garcia, R. A. and Cavagnaro, J. B. 1997. Bud sprouting and fertility of grape cultivars ( L.)
affected by hail. Revista de la Facultad de Ciencias Agrarias. Universidad Nacional de Cuyo. 29
(1); 63-74.
11. Götz, G. 2006. Measures after severe hail damages. Das Deutsche Weinmagazin, (14) 8-11
12. Redl, H. and Rosmanitz, M. 1986. Effects of early hail damages with the vine variety Gruener
Veltliner. H - Plant Pathology. 36: 89-95.
13. Schubert, T. 1991. Hail Damage to plants, Plant Pathology Circular No. 347, Fla. Dept. Agric. &
Consumer Serv., Division of Plant Industry.
14. Sioutas, M. Meaden, T. and Webb, J.D.C. 2009. Hail frequency, distribution and intensity in
Northern Greece. Atmos.Res.,93: 526-533
15. Winkler, A.J. Cook, J.A. Kliewer, W. M. and Lider, L.A. 1974. General Viticulture, Univ. of California
Press, California.
DİYARBAKIR VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ
264
DOĞAL GÜZELLİKLERİYLE DİYARBAKIR
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
265
Prof.Dr.Kenan HaspolatDicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi
265
ÖZETDiyarbakır doğal güzellikleriyle tanıtılması gereken bir ildir. Baraj gölleri,
kuş çeşitlerinin bolluğu, dünyanın en büyük leylek kolonisini Bismil ilçesinde
bulundurması, kendine özgü güvercin türlerinin olması, harika mağaralarını
oluşu, yeşilin bolluğu, tarihinde orman kenti olarak vasıflandırılması,
orijinal doğa oluşumuna sahip olması, kadim tarihten beri gül şehri oluşu
Diyarbakır’a doğa şehri Diyarbakır dedirtecek özellikleridir.
Diyarbakır’ın doğal güzelliklerinin başında Dicle nehrinin bize getirdiği
güzellikler gelmektedir. Diyarbakır tarih öncesi suyla daha büyük bir oranda
muhataptı. Zira Diyarbakır Tetis deniziydi. Kocaköy ve Eğil ilçesinde daha
önce burada yaşamış deniz varlıklarının fosillerine rastlıyoruz.
Tarihte Kocaköy ilçemiz de denizdi.
1- Eğil ilçesinde bir ilkel istiridye 2-Tetis denizi ve Midye kabukları
Her ne kadar şu an Diyarbakır’da deniz olmasa da ona vekaleten baraj
gölleri vardır.
Eğil Baraj Gölü
266
Baraj gölü her türlü su sporlarına açıktır.Örneğin
yüzme,motorlarla gezi,kanolar vs.
3-Asur kral mezarı önünde yüzme sporu
4-Eğil baraj gölünde tekne gezisi
Eğil baraj gölü aynı zamanda doğal harikalara
da ev sahipliği yapmaktadır
5-Baraj gölünde doğa harikaları
6-Baraj gölünde Piramitler
7-Asur kalesinden inen merdivenler
8-Eğil ilçesi Selman yolunda doğa harikaları
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
267
Kocaköy ilçesinde kalkan taşı bizi büyülüyor
9-Kocaköy ilçesi kalkan taşı 10-Kulp çayı
Kulp’ta rafting’e ne dersiniz?
İsterseniz Çermik ilçesine gidelim,Gelincik dağının eşsiz güzelliğini
seyredelim ve gelincik dağı efsanesini dinleyelim.Gitmişken Şeyhandede
şelalesine de uğrayalım.
11-Gelincik dağı
Hani ilçesi Sergen köyü Kapadokya’yı aratmaz. Lice-Dibekköy Pamukkale’yi
hatırlatıyor.
12.Peri masaları
268
Sergen köyünde başka doğal harikalara da
rastlıyoruz
Gelin bir de Kulp ilçesine gidelim(24)
Demirli
Kefrun kalesi
Koruklu mağaraları
Salkımlı
Kulp çayı
Dicle’de zerafet
Dicle-Hani arası Dicle nehrinde gurub
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
269
Dicle barajı önünde Dicle nehri (23)
Yeşil Şehir DiyarbakırDiy arbakır’da Hevsel bahçelerinde yeşilin nasıl arzı endam ettiğine bakalım
13-Hevsel bahçeleri Surların etrafı ormanlıktı
İsterseniz Diyarbakır’daki yeşili seyyahlardan dinleyelim.
Buckingham seyahatnamesinde Diyarbakır’ın bahçelik olduğunu ifade eder
H.Peterman Doğu’da Yolculuk isimli seyahatnamesinde Diyarbakır’ı şöyle
anlatır;
“2 saat boyunca Dicle’nin kıyısından çeşit çeşit meyvelerle dolu bahçelerin,
Diyarbekir’in ismiyle ün yapmış muhteşem büyüklükteki karpuzların yanından
geçtik.”
Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır;
“Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler,çeşitli nehir kollarının akmasıyla
da,Diyarbekir’in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor.Bu
alanda çeşitli sebze ve meyve yetiştiriliyor ki, bunlar arasında en ünlü ikisi
şehrin adıyla anılan kavun ve karpuzdur. Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı
ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle
gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle
kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bahçeler çok ünlüdür.”
Lord Warkworth 1898 yılı intibalarında’Güneye doğru uzanan vadi dut
270
bahçelerinin devamlı bir uzantısı diye bahseder.
Lowthıan Bell isimli seyyah seyahatnamesinde
“Güneybatı tarafı dut bahçeleri ve bağlarla
süslüdür’derArmand Colin ise seyahatnamesinde
‘Diyarbekir.Nehrin ötesinde ilginç ve hoş bir
manzara arzeden yeşil bir vadiye bakmaktadır.”
demektedir. (1)
Şair ne güzel demiş
Diclenin kenarı bağ ile bostan
Suyundan içerdi tarla, gülistan
Masmavi tül gibi her baharistan (M.Mergen)
14-Dicle nehir kenarında yeşillikler
Foto:Aydın Bolakan
Kutsal Çiçeklerimiz Makam çiçeğiZambakgillerden Lillium cinsini oluşturan,
alımlı, dik gövdeli, taşlar arasında 15-20 cm.
boyunda yeşil ince uzun yaprakları arasında tek
tek huni biçiminde eflatuni çiçekler açan narin,
güzel kokulu bir çiçektir. Yabanıl olarak yetişir.
Hem kutsal olduğuna inanıldığı için hem de
güzel kokusundan ötürü evlerde kurutulmuşu
saklanır.(18)
Makam çiçeği
Ters lale (24)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
271
TerslaleŞehmuz Diken ters lalenin anavatanın Karacağ olduğunu ifade etmektedir
Terslale’nin anavatanı Karacadağ dersek gerisini siz düşünün (21)
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Doç.Dr. Süleyman Kızıl, bu alanın uzmanı.
Kendisi Karacadağ’da yetiştiricilikte rehber olarak çiftçilere yol gösteriyor.
Bu çiçeğin Çermik-Çüngüş arasında yetiştiğini, ifade etti. Kulp ilçesinde
ters lale yaygın şekilde yetişmektedir (24)
Dünyada bir benzeri daha bulunmayan ve anavatanı “Dağların Kenti”
olarakta bilinen ilimizde yetişen Ters Lale, dünyanın en nadide çiçeklerinden
biridir. Kan kırmızı, göz kamaştırıcı rengiyle kadife hassaslığındaki çiçeği
ile estetik görünümlü tersliğiyle adeta bir doğa harikasıdır.
Her sabah göbeğinde su yaydığı “Ağlayan Lale”, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği
zaman Meryem ananın göz yaşlarından yere akan damlalarla yetiştiğine
inanılan, adına “Ağlayan Gelin”de denilen Ters Laleler, aynı zamanda
Hıristiyan aleminin kutsal çiçeği olarak da kabul ediliyor. (22)
Türk Mimarisinin en büyük eserlerinden birisi olan Selimiye Camisinde
Ters Lale motifleri kullanılmıştır. Bu sayede Türk mimarlık tarihindeki
yerini almıştır.
Ters lale” yahut “Ağlayan Gelin” çiçeği olarak adlandırılan bu çiçek Doğu
ve Güney Doğu Anadolu’ da baharda açan bir bitkidir. Osmanlı döneminde
ölen genç kızların mezarlarına nakşedilirmiş. Hz. İsa çarmıha gerildiğinde
Hz. Meryem’ in gözyaşlarıyla yetiştiğine inanılan bu çiçek, Asurlularda da
her sabah göbeğinden su aktığı için “Ağlayan Lale” diye adlandırılmıştır.
(19)
Adı Ferhat ve Şirin’in aşklarına konu olan ters lale, büyük ozan Aşık Veysel’in
dizelerinde de yer almaktadır. Ters lalenin, Hıristiyan alemi için de kutsal
sayıldığı idea edilmekte, Meryem Ana’nın Hz. İsa çarmıha gerildiğinde
döktüğü gözyaşları ile yetiştiğine inanıldığı için de buna Ağlayan lale
isminin verildiği söylenmektedir.
Ters lale zambak, nergis, sümbül ve çiğdem bitkileri ile birlikte aynı yer
272
bitkileri grubuna girmektedir. Soğan, rizom
ve yumru kök yapısına sahip olan bu süs
bitkisi, daha çok 1200-2500 metre arasındaki
rakımlardaki dağların eteklerinde doğal bir
şekilde yetişmektedir. Soğuk iklim bitkisi olan
ters lale, karların erimesiyle birlikte baharın
ilk aylarında (Nisan ve Mayıs) kırmızı, sarı ve
turuncu renklerinde çiçekler açmaya başlar. Nar
kırmızısı rengi gösterişli ve estetik görünüşüyle
baharın ilk müjdeleyicisidir adeta. Parlak mızrak
şeklindeki yeşil yaprakları ve ortalama olarak
70-100 cm boyuna kadar büyüyebilen ters lale
bitkisinin her dalında 5-8 adet yüzü toprağa
dönük lale bulunmaktadır. (20)
Orman Şehri DiyarbakırGeçmişte Diyarbakır ormanlıktı. Yüz sene
evveline kadar Diyarbakır bölgesinin büyük
bir kısmı ormanlıktı. Karacadağ çevresi,
Çermik, Çüngüş, Ergani, Piran, Eğil, Hani, Lice,
Kulp ve Hazro dağlık mıntıkaları baştan başa
meşe ormanıyla örtülüydü. Köylerimiz bağ ve
bahçelerle donatılmıştı. Diyarbakır şehrinin
hemen civarında (Seyrantepe’den) başlayan
ormanlık saha, kuzeye yani Eğil’e doğru gittikçe
genişler ve yükselirdi.
Sur dışı bahçeleriyle Alipınar ötelerine kadar
üzüm bağlarıyla kaplıydı.Kıtırbil önlerinden
başlayarak kaynaklarına değin Dicle vadisi bağ
ve bahçelerle doluydu. 50 yıl önce bugünkü
şehitlik mevkii ormandı.Sarıkız ormanı ismi
verilen bu Alipınar’a kadar uzanıyordu(2)(3)
1869 seneli tahrirde 76 kereste ambarı,22
kavaklık, Dicle kenarında iki odun iskelesi olduğu
belirtilmektedir (4)
1916 yılında Iraktaki Türk ordusunun nehir
taşımacılığında kullandıkları kelekler için
ağaçlar Diyarbakır’dan gönderiliyordu.(5)
Ormanların muhafazası hakkında 11 teşrin-i
sani 1291’de talimat gönderilmiş ve bu hususla
ilgili memur tayin edilmiştir (6)
15-Silvan ormanları
16- Lice ormanları.
17-Hazro ormanları
Diyarbakır’da yetişen önemli bir ağaç mazıdır
18-Mazı
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
273
Mazı’nın geçmişte sanayide önemli bir alanda kullanıldığı, önemli bir ihraç
ürünü olduğunu görüyoruz Diyarbakır, Kayseri’ye önemli lojistik destekte
bulunmuştur.
Bu noktada Osmanlı belgeleri bize yol göstermektedir.Mazı geçmişte
ayakkabıcıların ihtiyaç duyduğu bir hammadde idi.Diyarbakır bölgesinden
sağlanıyordu.Diyarbakır bunu daha çok Avrupa’ya İzmir üzerinden ihraç
ediyordu. Ancak bu noktada bu hammadde yönünden sıkıntıya düşmüştü. (BOA-Cevdet İktisat No.1741)
10 Temmuz 1815 yılı bir emirnamede’Diyarbekir yöresinde elde edilen
mazı’nın yabancı ülkelere satılmayıp yalnız Kayseri Debbağlarına satılması
hükmü vardır(7)
Diyarbakır’ın çevresinin orman olduğunu anlamak için Diyarbakır-Ergani-
Maden yolunun açılış hikayesine göz atmak gerekir.
Kurt İsmail Paşa çevresindeki eşrafa bu yolun açılmasında yardımcı
olunmasını ister. Bu noktada Ahmet Cemil Paşa ön plana çıkar.
A.Cemil Paşa’nın Ambar Çayı civarında kendine ait 20 köyü ve ayrıca
kendisine bağlı ilaveten 30 köyü vardı. Aşiretine verilen talimat üzere
yol açma çalışması başlar’Yol patika yol, ancak bir hayvan geçebiliyor. İşe
başlıyorlar.
Yirmibeşer metre mesafe ile başlıyorlar çalışmaya. On beşi ağaç kesiyor,
on beşi kesilen meşe ağaçlarını kenara taşıyor, on beşi de yolu tesviye
ediyor. Bu şekilde kısa zamanda yollar açılıyor.(8)
274
Diyarbakır MağaralarıDiyarbakır mağara yönünden zengin bir ildir
İ.Kılıç Kökten’in bir araştırmasına göre
Diyarbakırda 1161’i yapay,2418’i doğal 3579
mağara vardır.Örnek olarak Hasuni, Bırkleyn,
Hilar ve Eğil mağaraları.
19-Eğil mağaraları
20-Hasuni mağaraları
21-Bırkleyn mağaraları
22-Hilar mağaraları
Hilar ve Doğal Güzellikler
23-Hilar bölgesinde doğal harikalar
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
275
Gül şehri diyarbakır19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde ‘gülistanlar tesis ve teksir edilmiştir’
yazılıdır.
Diyarbakırla ilgili kitaplarda Diyarbakırda yetişen 24 gül ismi verilmektedir.
Evliya Çelebi seyahanamesinde “Fis kayası mağaraları bu yüksek
kalenin altındadır.Yunus Aleyhisselamın makamı da buradadır.” Büyük
nehir aktığından iki tarafı da gül bahçeleri,güzel kokulu bostan ve
reyhan bahçeleridir’denilmektedir. Diyarbakır’da çok değişik türde gül
yetişmektedir
Diyarbakır’daki Gül Çeşitleri
1.Yediveren gülü,
2.Muhammedi gülü,
3.Yüz yaprak gülü
4.Nesrin gülü,
5.Sarmaşık gülü,
6.Sultan gülü.
7.Yabani beyaz gülü
8.Çeper gülü
9.Asma gülü
10.Viktorya gülü
11.Pembe esans gülü
12.Dantel amor gülü
13.Cevat paşa gülü.
14.Hacı İbrahim gülü,
15.Rumkale gülü,
16.Arif bey gülü
17.Mikado gülü
18.Üç renk aşılı gül
19.Malatya gülü
20.Fes kırmızısı gülü
21.Açık sarı gül
22.Koyu sarı gül
23.Krem gül
24.Beyaz gül
Diyarbekir güllük gülistanlıktı, her tarafı gül bahçeleriyle doluydu. Şimdi
o güller yok. O güllerin yağları işte o imbiklerde çıkarılırdı. Şimdiki
Kervansaray oteli o zamanlar Deliller hanıydı. Hacca giden deliller
(rehberler) kendi gruplarını alıp hacca götürürken armağan olarak
işte o gül yağlarını götürürlerdi.Diyarbekir’in menekşe yağı ve gül yağı
276
Diyarbekirli hacılarla beraber giderdi. İşte o
Diyarbekir imalatı imbiklerde kaynatılarak yağı
çıkarılırdı(9)
Osmanlı döneminde belgelerden Diyarbakır’da önemli
gülcülük çalışması olduğunu görüyoruz. Diyarbakır
vilayetinde gül bahçeleri tesisi ve gülyağı imalatı
sanatı hakkında ahaliyi bilgilendiren Mustafa Efendinin
ödüllendirilmesi. (27 Haziran 1900) (10)
Şemseddin sami. Kamus-u alam’da Diyarbakır
ilinin gülleriyle diğer çiçekleri çoktur
denmektedir.(11)
Yabancı seyyahların gözlemleri de Diyarbakır’ın
gül yönünden mümtaz bir kent olduğunu
vurgulamaktadır.
Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini
şöyle anlatır:
“Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir
kollarının akmasıyla da, Diyarbekir’in güneyinde
ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Verimli
alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe
bahçesine dönüşmektedir” (12)
19. asırda valilik yıllıklarına salname denirdi.
1869 senesine ait resmi devlet belgesi olan
Diyarbakır salnamelerinde Bahçelerde menekşe
ve güllükler vardır ki; “ilkbaharın ilkinde
menekşe nihayetinde gül ve feryad-ı andelib
zamanı hulul ederek temaşaları yüz göstermeye
başlar“ ifadesi geçer. (13)
Diyarbakır’ı resmeden Matrakçı Nasuh‘un (d. ?
- ö. 1564) minyatüründe Diyarbakır’ın önlerinin
gülbahçesi olduğunu görüyoruz
24-Matrakçı Nasuh’un Diyarbakır’ın minyatüründe üstte
gül bahçeleri
Kuş Cenneti DiyarbakırDr. Ayşe Başaran Diyarbakır kelebeklerini
araştırıyor.
Diyarbakır’da 7 familyaya ait 62 cins ve 97 tür
saptıyor 97 türden 89 tanesi Diyarbakır için,
bir tanesi Türkiye için yeni bir tür olarak tespit
edilir.(14)
Dicle Üniversitesinden Dr.Karakaş, Dr.Biricik,
Diyarbakır Çınar-Göksu baraj gölünde 141 kuş
türü, Dicle ve Kralkızı baraj gölünde 163 kuş
türü tespit etmiştir.
Prof. Dr. Ahmet Kılıç :
“Türkiye’deki 450 kuş türünün 270’ten fazlasının
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
277
Diyarbakır’da yaşamaktadır” demektedir. Eğil baraj havzasında kuş
mağaraları yönünden zengindir.
25- Eğil baraj havzasında kuş mağaraları
Dicle Üniversitesi kampusü kesiminde en az 175 kuş türü tek tek
belirlenmiş durumda. Özellikle ilkbahar ve sonbahar göçleri sırasında
alanda konaklayarak kendilerini yenileme fırsatı bulan bu kuşlar arasında
bıldırcın kılavuzu, doğu ve orman söğütbülbülleri, kuzey kamışçını, küçük
çinte, İzmir yalıçapkını ve toy gibi Türkiye’de her görüldükleri yerde heyecan
yaratan nadir kuşlar da var.
Yine bu grup kuşlardan çizgili ishakkuşu Güneydoğu Anadolu’ya özgü bir
baykuş türü ve yakın zamana dek ülkemizde bu kuşun yaşadığı bilinen
yalnızca iki yer bulunuyordu; bunlardan Birecik’e uğrayan Avrupalı kuş
gözlemcileri hâlâ bu kuşları görmeden gitmiyor. Göç dönemlerinde Dicle
vadisi üzerinden binlerce yırtıcı kuş geçiyor.
Bu kuşlardan bazıları vadideki ağaçlara konarak dinleniyor ve yola devam
etmek için uygun hava koşullarının oluşmasını bekliyorlar. Özellikle Efsel
bahçeleri kendilerine (yerli kuş türlerinin de yoğun olarak kullandıkları)
güvenli bir geceleme alanı sunuyor.(26)
Dağ kırlangıcı=Ebabil kuşları Fil süresinde bahsedilen mübarek bir kuş
Bu kuşlar bahar aylarında Bırkleyn çayının içinden aktığı karstik mağarada
yuva yaparlar.
Leylek (Hacı laklak)Prof.A.Kılıç’ın çalışmasına göre Avrupa ve Asyadaki en büyük leylek
kolonisinin Diyarbakır-Bismil arasında olduğu saptanmıştır.
278
26-Kurşunlu camide leylekler
Camide leylek(25)
Tarihte surlarda güvercin
Güvercin Diyarbakır’da güvercin yetiştirme ülkede ön
sıralardadır. Diyarbakır’lılar Diyarbakır’a özgü
ve dört ana grupta toplanan 23 tür güvercin
üretimini başarmışlardır.
Dünyanın hiçbiyerinde bulunmayan ve
Diyarbakır’da ıslah ile dört Diyarbakır güvercin
grubu elde edilmiştir. Göğsü ak, Ketme, İçağlı,
Kızılbaş (15)
27-Diyarbakır güvercinleri
28- Güvercin evleri (Boranhaneler)
Güvercinle ilgili Diyarbakır salnamelerinde
şunlar yazılıdır; “Derûn-ı şehirde ashab-ı merak
güvercinin envâ’ını beslemektedirler ki, bunların
başka başka nevileri ve isimleri olup sayılan
esâmî yüzü mütecavizdir.
Bu güvercinler de çifti yüz kuruşa kadar alınır
satılır ve uçuruldukça seyre şayan cünbüş ve
hareketlerde bulunur. Makbul olanları vardır.
Karyelerde boranhane denilir mahsusan masraflı
güvercinhaneler inşa olunmuştur ki her bir
güvercinhane on-onbeş bin kuruşla ve bazısı
daha ziyade masrafla husule gelmiştir. Bu
güvercinhanelerin her birinde bir kaç bin aded
sepet konulmuş ve boran denilen kuşlar o sepetleri
yuva ittihâz etmiştir.
Kuşların koğası (gübresi) orada yığılıp bostan-
lara nakledilir ki bostan mahsulünün lezzetine
ve kıt’aca büyüklüğüne koğanın yardımı olduğu
bedîhîdir. Koğalar batmanla bostan ashabına
satıldığından güvercinhanelerden bu suretle
istifade olunuyor.”(Salname 3/362 ) (6)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
279
Diyarbakır Doğasının Güzelliğini Hatıralar da Teyit Ediyor• 1900’lü yılları Nazime Cemiloğlu şöyle anlatıyor:
• Baharın Dicle’nin sefası başkaydı.Hele hele karpuz vakti sonbaharda.
Çadırlar kurulurdu.Hülleler yapılırdı.Hüllenin ayakları Dicle’nin içinde.
Geceleri hanımlar toplanırlardı.Geceleri ut çalınırdı.
• Şarkılar söylenirdi.Karpuzun içi oyulurdu.İçine kül konurdu.İçine gaz
dökülür ve yakılırdı.Ay ışığında yukarıdan suya bırakılırdı.O karpuzlar
yana,yana art ara suda gelirdi.Seyrine doyum olmazdı o manzaranın’(16)
Faik Ali Ozansoy ise duygularını şöyle dile getirir:
Dicle maşukadır(sevgili),kamer(ay) aşık
Suyun üstünde titreşen ışık
Busedir, Neş’edir, nüvaziştir (Gönül okşayıcı)
Salnamelerde MehtapMehtabın vukuu gecelerde Dicle bahar mevsiminin yetiştirdiği çimenler
arasında tabii açılıp da mehtaba karşı arz-ı endam-ı letafet eyleyen berrak
su cedvellerinin husule getirdiği nezaret-i dil-küşanın birkaç mislinde
letafet peyda eder.
Mehtab olduğu gecelerde Dicle nehri adeta yekpara ay ayinesine ve mehtap
olmayan gecelerde de yıldızların iniksaından ve ashab-ı zevk ü safanın iş’al
eyledikleri gaz fenerleriyle kanadilin şule ve ziyasından yıldızlanmış gümüş
deryasına benzer.(17)
280
KAYNAKLAR1. Korkusuz M.Ş. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.İst.2003, s.93, 94; 127, 157; 158; 192,
213; 219
2. Altunboğa B:Diyarbakır Folklorundan Kesitler.Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.s.30,31
3. Diken Ş.Diyarbekir diyarım,yitirmişem yanarım.İletişim yay.İst.2003.s.83131
4. Diken Ş:Gezginlerin güncelerinde Diyarbakır.Diyarbakır 1. Uluslar arası Suriçi sempozyumu.20-22
Nisan.2006.s.120
5. Avcı.OIrakta Türk Ordusu.1914-19189.Vadi yay2004.S.86
6. Tellioğlu O.Diyarbakır Salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.180
7. Hezarfen A,Şener: C.Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır tarihi.Etik yay.İst.2003.s.28,54)
8. Malmisanj.Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği.Avesta yay.İst.2004.s.22
9. Diken Ş:Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım.İst.2003.s:77,233
10. 2.uluslarası Diyarbakır Sempozyumu.Osmanlı belgelerinde Diyarbakır
11. Şemseddin sami.Kamus-u alam.1889 c.3 s.2203’
12. Korkusuz M.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.158
13. Tellioğlu Ö:Diyarbakır Salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:1869-1905. cilt:4.
İstanbul.Acar matb.1999
14. Başaran. ADicle Tıp Derg.3(1):544,1974
15. Cemiloğlu E Diyarbakır Kuşları. 1968.s.4,6
16. Diken Ş.İsyan Sürgünleri.İletişim yayi.İst.2005.s.171
17. Tellioğlu O.Diyarbakır Salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.63,270
18. Üzülmez. MMakam Çiçeği ve Bülbül.İst.2010s.273
19. serefraz.wordpress.com/2007/04/15/ters-lale/
20. Denli M. Ters Lale; Ağlayan Gelin23-3-2010. Güneydoğu ekspres
21. Diken Ş.Karacadağ’ın söyleyemedikleridir.Evrensel gazetesi
22. Kaçmaz S.Ters lale.Ekoloji Magazin Sayı : 16. Sayı (Ekim - Aralık 2007)
23. terkanlilardernegi.com
24. Çelik MM.Fotoğraflarla Kulp.İst.2009.s.53,55,58,84
25. Matur B.Doğunun Kapısı Diyarbakır.DKSV.İst.2009 s.149
26. Biricik M/ Atlas Kasım 2007, sayı 176
DİYARBAKIR MAĞARALARI
284
TARİHİN İLK YERLEŞİM YERİ OLAN ERGANİ HİLAR KÖYÜ (ÇAYÖNÜ)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
285
Prof.Dr.Cihat GÜ[email protected]
D.Ü.Tıp Fak.Fizyoloji
Anabilim dalı Öğretim Üyesi
285
ÖZETDiyarbakır’ın Ergani İlçesi sınırları içersinde yer alan Sesveren Pdınar
Köyü (Resim-1), Hilar Kayalıkları yakınlarında bulunan Çayönü Tepesi,
günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak
M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan
edilmiştir. tarımın, köy yaşantısının, ilk mimarinin ve toplumsal yapının en
iyi izlendiği bir neolitik çağ köyüdür. 1890 yılında “Kıtalar Arası İklim ve Yer
Yapısı” konularında araştırma yapan Ellsworth HUNTINGTON, Ergani’ye
gelerek Hilar Köyü çevresinde incelemelerde bulunmuştur. Gördüğü
buluntuları Hitit sanatının ürünleri olarak tanımlamıştır. Yazdığı Uygarlığın
Akışı “Springs of Civilizations” adlı kitabında bu buluntulara geniş yer
vermiştir. Kazı çalışmaları 1963 yılında başlayıp, çeşitli aralıklarla 1991
yılına kadar sürmüştür. Bu kazılar sonunda Çayönü Höyüğü, Anadolu’nun
en eski köy(kent) yerleşiği olduğu anlaşılmıştır.
Höyüğün Eski TopografyasıProf.Dr. Mehmet ÖZDOĞAN başkanlığındaki bilim heyeti 1989 yılında
höyükte iki sondaj kazısı yapmıştır. Kazı sonuç raporunda eski höyük
hakkında şu bilgiler verilmektedir. “Bugün bir tepe gibi görünen Çayönü
höyüğü, yerleşiğin ilk kurulduğu dönemlerde aslında iki tepeden oluştuğu
ve aralarında olasılıkla bir nehir bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Büyük
olasılıkla halen Çayönü tepesinin doğusunda geçen Bestakot Deresi, daha
önceleri bu iki tepenin arasında iken, yerleşiğin gelişmesi ve yatağının
dolması nedeniyle Kalkolitik çağ içinde yatağını doğuya doğru kaydırmıştır.
Resim-1 Ergani Hilar (Sesveren) Köyü (Prof.Dr.Kenan Haspolat)
”Zamanımızdan yaklaşık 11.000 yıl önce kurulmuştur.Halk arasında daha
çok cilalı Taş devri olarak bilinen bu çağ Yakın Doğu’da Proto-Neolitik, Çanak
çömleksiz neolitik, Geçiş Evresi ve Çanak Çömlekli ilk Neolitik Çağ gibi çeşitli
bölümlere ayrılmıştır. Çayönünde proto-Neolitik dışında tüm kültür evrelerine
rastlanmıştır. Çayönü, kültür tarihi açısından birçok ilki içermektedir.
286
Avcılık - toplayıcılık geçim ekonomisinden
yerleşik yaşam biçimine geçiş sürecini en iyi
yansıtan bir Cilalı Taş Devri köyüdür.
Çayönü’nde hayvan evcileştirilmesi çanak
çömleksiz daha geç evrelerinde karşımıza çıkar.
Evcil koyun ve keçinin Çayönü’ne zamanımızdan
aşağı yukarı 8.000 yıl öncesine doğru geldiği
anlaşılmaktadır. Sığırın ise nasıl evcileştirildiği
tam olarak bilinmemektedir. Evcil hayvanların
günlük yaşama girmesi, Çayönü halkına yeni
bir toplumsal düzen sağlamış. Tapınakları,
ticaret sistemi, madencilik, taş ve kemik işçiliği
ile Çayönü köyü, Yakın Doğu’daki çağdaşları
arasında ön sırada gelmektedir.
Halkın barındığı evler (Resim-2-3-4), ortak köy
meydanı, zemini mozaik döşemeli bina, anıtsal
yapılar ve büyük odalı binalarına bakılacak
olursa, Çayönü’nde Çanak Çömleksiz Neolitik
Çağ’da Bir sosyal tabakalaşmadan söz edilebilir.
Yaklaşık 10.000 yıl önce, Anadolu toplulukları
bir ilke imza atıyordu; o da dört mevsim aynı
yerde yaşamayı sağlayacak köy hayatını
oluşturmuşlar. Oysa aynı tarihlerde Avrupa’daki
köylerini kuramamışlardı.
Resim-2-3:Hilar mağaraları (Prof.Dr.Zülküf Güneli)
Resim-4: Çayönü kazısı(Prof. Dr. Zülküf Güneli)
Doğal cam ve Çakmaktaşından yapılmış
irili ufaklı çeşitli aletler arasında bıçaklar,
kazıyıcılar,deliciler, havan elleri ve taş tokmaklar
Çayönü insanının günlük yaşamında önemli bir
yere sahipti.Yoğun biçimde ele geçen bazalt
öğütme taşları, tahılların öğütülüp un haline
getirilmesine yarıyordu (Resim-4).
Resim-4:Çayönü insanları tahılları bazalt taşlar üzerinde
öğüterek un haline getiriyorlardı (Metin Özbek).
Doğal bakır ısıtılıp levha haline dönüştürülüyor
ve boncuk gibi çeşitli süs eşyalarının imalinde
kullanılıyordu. Ergani’deki zengin bakır
yatakları Çayönülü insanlarının çok yakınında
bulunmaktadır. Çayönü’nde metalurjinin
başlangıcı görülmektedir. Çayönü köy
yerleşmesi, kemik aletler açısından son derece
zengindi. Burada yaşayan insanlar geyik
boynuzundan orak ve bıçak sapları yapıyor,
tahıl ve diğer bitkileri bu oraklarla biçiyordu.
Çayönü halkı önemli ölçüde sebzelerden de
yararlanmışlar. Çayönü’nde doğal çevre ve iklim
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
287
bugünkü gibi değildi. Bölge bu güne oranla daha fazla yağış almaktaydı.
Kara hayvanlarının yanı sıra, yakınlarında bulunan akarsulardan balık
tuttular. Kazılarda bulunan balık kemikleri bunun açık göstergesidir.
Çayönü, Hallan çemi ve Demirköy gibi meşe ormanı kuşağında bulunan,
yuvarlak planlı yapılara sahip bir açık hava yerleşmesidir.
El ile toplanan kömür parçaları tür saptamaları yapıldıktan sonra,
radyokarbon tarihlemisine yollanmıştır. Bu örnekler, meşe, doğuya özgü
menengiç, gülgiler, dışbudak ve teke dikeninin varlığını göstermektedir.
Zooarkeolijik veriler yaban domuzu, kızıl ve alageyik, sığır ile yabanıl koyun
ve keçiden oluşan bir hayvan topluluğunu gösterir.
Nüfus YapısıEski insan toplulukları incelenirken,sağlıklı bir cins ve yaş belirlenmesi,
nüfus profilinin çıkarılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Çayönü
topluluğu, yaş gruplarına göre değerlendirilmesi; erişkinler-genç erişkinler
(15-30), orta yaşlı (30-44) ve yaşlı (45 ve üzeri) olmak üzere üç gruba
ayrılmış.
0-14 yaş grubu içinde yer alan, erişkin olmayan bireyler, bir başka değişle
bebek ve çocuklarda, ölüm yaşı için dişlerdeki sürme durumu ve uzun
kemiklerin gövde uzunlukları göz önünde bulunduruldu. 0-2,5 yaş arası
bebek; 2,5- 14 yaş arası ise çocuk kabul edildi.
Çayönü’nde 1992 yılına kadar sürdürülen kazılar sayesinde, en az 626
insanın iskelet kalıntısı bulundu. Çayönü, hemen her yaş grubuna ait iskelet
kalıntısı veren Anadolu’nun tek çanak çömleksiz Neolitik köy yerleşmesidir.
Yapılan kazılarda doğma şansına erişmeden anne karnında ölen 7 fetüs
bulundu.Bu kazılarda elde edilen 206 çocuk iskeletinden %31 bebek tespit
edilmiştir.
Çayönü bebeklerinin körpe vücutları, çok çeşitli mikrop ve parazitlerle
mücadele etmek zorunda idi. Onların yardımına koşacak antibiyotikler o
çağlarda yoktu. Çayönü iskeletlerinden 420’si erişkin gruba girmektedir.
Erkekler, toplam erişkin nüfusun %46’sını,kadınlar ise %54’ünü teşkil eder.
Erişkinlerin ortalama ölüm yaşı 35 tir. Erkeklerde ortalama ölüm yaşı 37,
kadınlarda 33’tür.
288
Resim-5 Çayönü kadını (www.1001kitap.com)
Çayönü’nde kadın nüfusun (Reim-5) yarıdan
fazlası 30 yaşına gelmeden, genç yaşlarda
ölmüştür. Kadınların bu yaş aralığı içinde sıklıkla
yaşamlarını yitirmelerinin temelinde,hamilelik
ve doğum sırasında karşılaştıkları riskler
yatmaktadır. Çayönü Neolitik köyünde yaşlı
kesim çok azdı. Erkeklerin ancak %6’sı,
kadınların ise %2’si Bu kritik eşiği aşmışlardır.
Fiziksel YapıÇayönü insanları Akdenizli idi. Burunları dar
ve çıkıntılı, burun sırtı düzdü. Yüzleri dar
ve uzundu. Anadolu’da Cilalı Taş Devrinde
köy yaşantısını başlatan ve tarıma ilk geçen
topluluklar Akdenizlidir. Bazı Çayönülü erkek ve
kadınları, köyde günlük yaşamlarında, topukları
yere dayalı olduğu halde çömelerek iş yapma
alışkanlığına sahiplerdi.Tibia kemiğinin alt
ucunda, aşık kemiğine bakan kenarda sonradan
oluşan eklem yüzeyi bunun açık göstergesidir.
İnanış SistemiÇanak Çömleksiz Çayönü yerleşmesi, o yöre
insanlarının çeşitli inanış sistemleri, ölü gömme
adetleri gibi kültürel örüntülerin zaman içindeki
değişim sürecine ilişkin çok değerli bilgiler
elde edilmiştir. Çayönü’nde, en eski evrede
ölüler, evlerin taban altlarında gömülüyorlardı.
Büzülmüş pozisyonunda gömülen ölülerde dizler
göğse çekilmiş,eller ise yüz hizasındadır. Aşı
boyası dışında, ölülerin yanlarında herhangi bir
buluntuya rastlanmamış. Izgara planlı yapılarda
da ölüler büzülmüş pozisyonda gömülmüşlerdir.
Onları bu evrede evlerin taban altlarında değil,
genelde iç avlunun kuzeybatı yada kuzey doğu
köşesinde, zaman zaman da iki avlu arasındaki
ızgara açıklarında bulunmuş. Bu evrede ölü
hediyesi olarak mezarlarda öğütme taşı, balta
ve arada sırada kabuk boncuğa rastlanmıştır.
1991 yılında yapılan kazılarda, hücre planlı
yapılar evresinde bulunan bir erkek iskeletinin
yanında yaklaşık 25 taş alet ele geçmiştir.En
son kullanım evresinde görkemli bir yapı ele
geçirmiş ve burada 70 kadar insan kafatası
bulunmuştur.
Sağlık SorunlarıBugün rastlanan bir çok hastalık Cilalı Taş
Devri’nde de vardı. Verem, frengi, cüzam, kanser,
sıtma,demir eksikliğinden kaynaklanan kansızlık,
kemik ve kemik iliği hastalıkları ve daha bir çok
hastalık kemiklerden anlaşılmıştır. Bu bilgiler,
dört mevsim bir yerde yaşayan, zamanla tarım
ve hayvancılığa dayalı bir geçim ekonomisine
kavuşan kalabalık bir nüfusun, ne gibi sağlık
sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğunu ortaya
koyması açısından çok önemlidir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
289
KAYNAKLAR• Özbek M., Çayönü’nde İnsan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,1-52,2004.
• Aslan Ş., Kuzey Mezopatamya’nın Gani kenti Ergani, Amid Gazetecilik
Mat. Basım yayın Dağıtım A.ş,1-38,1998
• Özdoğan M., Başgelen N., Türkiye’de Neolitik Dönem, Arkeoloji ve sanat
yayınları,427-440,2007.
• Üzülmez M., Çayönü’nden Erganiye :Uzun Bir Yürüyüş, ladin
matbaacılık,30-42,2005.
290
BİLİNMEYEN BİR MİRAS ÜZERİNE; BIRKLİN MAĞARALARI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
291
Ahmet ÇimenDicle Üniversitesi Eğitim
Fakültesi
291
ÖZETTarihi yapılar, geçmişi geleceğe aktararak kültürel devamlılık sağlar. Bu
çalışmayı yapmaktaki amacımız yaşadığımız dünyada ülkemizin önemli
tarihini, kültürel ve turistik değerlerinden biri olan Bırklin Mağaralarını
tanıtmak, kentimiz Diyarbakır için nasıl bir sosyal ve ekonomik değer
taşıdığını gözler önüne sermektir.
Bırklin MağaralarıDiyarbakır – Bingöl karayolunun 104. km’sinde Lice ilçesi sınırları
içerisinde bulunan Bırklin Mağaraları, zengin karstik yapıları ve Asurlulara
ait kitabeleri ile ünlüdür. Asur kralları III. Salmanasar ve I. Tiglatpleser’e
ait çivi yazılı stel ve kitabeler, milattan öncesini günümüze taşıyan şahit
kayalardır. Bu kayalar, tarihi belge ve yazıtları ile adeta bir açık hava
müzesini andırmaktadır.
Tanrıların temsilcisi sayılan bu iki ihtişamlı Asur Kralının kabartma ve çivi
yazılı rölyefleri, mağaraların girişindeki kayalara kazılmıştır.
Güneydoğu Torosların güneye bakan yamacında bulunan Bırklin
Mağaraları, dördüncü zamanda bir göçme ile Bırklin Çayının önünün
tıkanması neticesinde çayın sol sahildeki kalkerleri aşındırarak kendisine
yollar açması ile oluşmuştur. Bırklin Mağaralarının çayı, birbirine paralel
uzanan iki kayalığın arasında akarak burada üç mağara oluşturmuştur.
Mağaralar, derinlik, uzunluk ve hakkında söylenegelen efsaneleri dışında
astım hastalarını iyileştirmekle de ünlüdür. Bırklin Mağaraları antik çağda
ölülerin yer altı dünyasına girdiği kapı olarak kabul ediliyordu.
Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Bırklin Mağaralarında yapılacak yeni bilimsel
araştırmaların bölge tarihi, kültürü ve turizmine değişik bir bakış açısı
kazandıracağını umuyoruz.
Yaşlı dünyamız insanlığın var olduğu günden bu güne sayısız kültür
ve medeniyete sahne olmuştur. Bu kültür ve medeniyetlerin bir kısmı
izlerini yitirirken bazıları da geride unutulmaz izler bırakmışlardır.
Kültürel bir varlık olan insan bu izlerin peşine düşmüş, birçok esrarengiz
medeniyetin kalıntılarını ortaya çıkarmış ve daha birçoğunu ortaya
çıkarmaya devam edecektir. Zira kültür ve medeniyetler tüm insanlığın
ortak mirasıdır. Bu bağlamda tarih boyunca Mezopotamya Bölgesinin her
292
karışı insan yaşamına beşiklik etmiştir. Hele
yukarı Mezopotamya’da “verimli hilal” denen
bereketli topraklar ve çevresindeki dağlık
alanlar sürekli el değiştirmiştir; çünkü buralar
tarıma, hayvancılığa kısaca o günün şartlarında
insan yaşamına oldukça elverişli olduğundan
paylaşılamamış ve sürekli savaşlara sahne
olmuştur. Milattan 4000 yıl önce Huriler onları
takiben Asurlular, Medler, Persler, Partlar,
Romalılar, Sasaniler, Bizanslar, Selçuklular,
Osmanlılar buraları yurt edinmişlerdir.
Denilebilir ki yukarı Mezopotamya’da yer alan
Diyarbakır, dünyanın en eski medeniyetlerine
beşiklik etmiştir. Bilinen en eski yerleşim
alanlarından Çayönü-Hilar Mağaraları yanı
sıra bu ilin dört bir yanında insanlık eser ve
medeniyetine şahitlik eden, tarih ve kültür kokan
manzaralar görenleri heyecanlandırmaktadır.
Bırklin Mağaraları bu manzaraların en çarpıcı
örneklerindendir. Bu mağaraların özellikleri
incelendiğinde kadim Diyarbakır ilinin tarihi
coğrafyasının ne kadar zengin olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Asur hükümdarı ADAD NİRARİ’nin kılıç
kabzasındaki çivi yazısında “AMİD” kralı diye
yazması kentin tarihi hakkında çok önemli bir bilgi
olduğu gibi Diyarbakır-Bingöl-Lice karayolunun
kesiştiği yerde Bırklin mağaralarının kayalarına
kazınmış rölyef ve kitabeler; buradaki Asur
hâkimiyetinin en çarpıcı belirtileridir.
Bırklin KitabeleriBırklin Mağaraları, Lice ilçesinin sınırları
içinde, Diyarbakır – Bingöl karayolunun 104.
kilometresi üzerinde ve yolun doğu kenarındadır.
Bu mağaraların birinde I. Tiglatpileser’e (M.Ö.
1116–1090) ait stelle iki kitabe mevcuttur.
Stel ve kitabeler mağaranın kuzey yönünde ve
oldukça yüksekte bulunduğu için ciddi bir zarar
görmeden günümüze dek ulaşmayı başarmıştır.
Buraları 1899’da C. F. Lehmann - Haupt
inceleyerek, I. Tiglatpıleser’in bu stelinin resmini
çekmiş ve kitabeleri ile birlikte yayımlamıştır.
Ayrıca bahsi geçen mağaranın daha ötesinde
ve daha yüksekte bulunan başka bir mağaranın
batıya bakan yüzünde de III. Salmanassar’a
(M.Ö. 859 – 825) ait olduğu zannedilen başka
bir kitabe ile stel bulunmaktadır.
Hem I. Tiglatpileser’in hem de III. Salmanassar’ın
kitabeleri iki bölümden oluşmaktadır.
I.Tiglatpileser’e ait ilk kitabe şöyledir:
“Nairi memleketlerinin fatihi,
Dünyanın dört bucağının kralı, Asur kralı,
Kuvvetli kral Tiglatpileser
Tunni, Dayani, Kirhi memleketinden büyük
denizlere kadar zaptettim.”
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
293
I.Tiglatpileser’e ait ikinci kitabe:
“Beylerim büyük tanrılar Aşur, Şamaş,
Adad’ın yardımları ile
Asur memleketi kralı Muttakıl-nusku’nun oğlu
Asur kralı Aşur-reşi-işi’nin oğlu
Asur kralı ben Tiglatipileser,
Amuru memleketinin büyük denizi ve Nairi memleketi denizinden
Nairi memleketine üçüncü defa gittim.”
III. Salmanassar’ın ilk kitabesi:1. Salmanassar, büyük kral, kuvvetli kral, Asur’un kralı, büyük halk
topluluklarının kralı Prens,
2. Asur’un rahibi, onun inandığı tanrılar Şamaş ve Adad tarafından
desteklenmiş olan o, yürüdüğü zaman
3. Güneşin doğuşundan batışına kadarki büyük dağlara hâkim oldu
4. Ordusunun başında savaştığı ve ve düşmanları takip ettiği zaman
yenilmez olan o,
5. Tufanın enkaz yığınını sürüklediği gibi, onları muzaffer bir şekilde
çiğnedi
6. Nairi memleketinin denizinden, güneşin batışının denizine kadarki
ülkeyi fethetti. Hatti ülkesini bütün kapsamıyla, Melitene’yi, Dayana’yı,
Suhme,
7. Urartu’lu Aram’ın kral şehri Azzaşkun’u, Gilzan’ı
8. Hubuşkia, Dicle’nin kaynağından
9. Fırat’ın kaynağına kadar olan yeri, bundan başka, Zamua memleketinin
10. Bizim hanedana ait olan kısmının denizinden, Kalde ülkesinin denizine
kadar olan sahayı ben boyunduruğum altına aldım
11. Babil’e gittim, Borsippa’da, Kutha’da kurban sundum, Kaldelilerin
ülkesine indim
12. Şehirlerini fethettim. Kalde ülkesinin krallarının vergilerini kabul ettim.
13. Silahlarımın korkusu tuzlu denizlere kadar yayıldı
14. Şam’ın kralı Adadiri, Hatti memleketinin 12 kralı ile bana karşı yürüdü
15. Onlarla savaştım, bozguna uğrattım, harp arabalarını, atlarını
16. Harp silahlarını onlardan aldım, onlar hayatlarını kurtarmak için
kaçtılar.
294
III. Salmanassar’ın ikinci kitabesi:1. Salmanassar
2. Büyük kral, kuvvetli kral
3. Dünyanın kralı, Asur’un kralı
4. Büyük halk kitlelerinin kralı ki o,
5. Onun itimad ettiği tanrılardan Şamaş ve
Adad’ın yardımı ile
6. Azametli bir şekilde
7. Vakarlı adımlarla yürüdü ve
8. Güneşin doğuşundan batışına kadar olan
9. Kudretli dağlara hakim oldu
10. Düşmanları takip ettiğinde
11. Bir su baskınının bir moloz yığınını yıktığı
gibi mağlup edilemez büyük kral
12. Irmakları ve geçilemez dağları muzaffer bir
şekilde çiğneyip geçti
13. Asur’un kralı Tukulti-Ninurta’nın oğlu
14. Asur kralı Asurnasirpal’in oğlu (Salmanassar)
15. Nairi memleketinin denizinden güneşin
batışının büyük denizine kadar olan her yeri
fethetti
16. Bütün kapsamı ile Hattiler memleketini,
Melitene’yi, Dayani memleketini, Suhme
memleketini ve Azaşkun şehrini
17. Urartulu Aram’ın kral şehrini, Gilzan
memleketini, Hubişkiya memleketini
18. Dicle’nin baş kaynağı sahasından, Fırat’ın
kaynağına kadar bizim hanedanın Zamua
memleketinin denizinden
19. Kalde memleketinin denizine kadar ben
kendime ram ettim. Babil’e gittim, kurban
sundum, Kaldelilerin memleketine indim
20. Şehirlerini fethettim ve vergilerini aldım
21. Şamlı Adadidri, Hamatlı İrhilini, deniz
sahilindeki 15 şehirle birlikte
22. Bana karşı hücuma geçtiler. Onlarla
savaştım. Onları bozguna uğrattım.
23. Harp arabalarını, binek atlarını tahrip ettim.
Ve muharebe silahlarını
24. Onlardan aldım
25. Hayatlarını kurtarmak için onlar kaçtılar.
Mağaralar Kökeni Hurri diline dayanan, bugünkü Kürtçe’de
Bırklin(Bılk) sözcüğü; yükselme, kabarma,
kaynama (suyun fışkırması) anlamlarına gelir.
Bırklin Mağaraları hem jeolojik devir açısından
hem de tarihsel olarak çok eskilere dayanır.
Tersiyer dönemine ait Güneydoğu Torosların
(6,5–2,5 milyon yıl önce) Kuvarternerde (2,5
milyon yıl öncesi 4. Jeolojik Zaman) kalkerlerin
vadide çökerek suyun önünü tıkamasıyla,
akarsuyun aşındırma, eritme ve çökeller
oluşturması sonucunda bugünkü mağaralar
oluşmuştur. Kilometrelerce uzun tüneller,
pek çok sarkıt ve dikitler, nerede bittiği
kestirilemeyen karanlık dehlizler meydana
gelmiştir. Mezopotamya’ya hayat veren Dicle
nehrinin II. kolu olan Bırklin Çayı birbirine paralel
uzanan iki kayalığın içinden akarak üç muazzam
mağara oluşturmuştur. Bu mağaralar ilk kez
1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından
keşfedilmiş ve incelenmiştir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
295
Sir Andreas, 5 yazıt ve 3 kaya kabartmasına ve mağaralarda bulduğu insan
yapımı kalıntıların varlığına dayanarak buranın M.Ö. 6000 yılından itibaren
kullanıldığını; ayrıca Bizans ve Selçuklu dönemlerinde yoğun bir şehirleşme
yaşandığından bahseder.
1.Mağara: Bırklin suyunun açıktan aktığı bir numaralı mağaradır. Asur
Kralı I.Tiglatpleser’e ait iki stel ile iki kitabenin bulunduğu mağaradır.
Kitabelerden biri stelin ön cephesindedir. Hükümdar eliyle kitabeyi işaret
etmektedir. Diğer kitabe stelin arkasına düşmektedir. Kitabe yosun
bağlamış ve zamanla silindiği için resmi anlamak mümkün olmamaktadır.
2.Mağara: III. Salmanassar’a ait olan stel ile 2 çivi yazılı kitabe bu
mağaranın biraz ötesinde ve yüksekte bulunan başka bir mağaranın batıya
bakan yüzündedir. Stel ve kitabe insan elinin yetişebileceği bir yükseklikte
olduğundan taşlarla tahrip edilmiş ve bugün zor fark edilir bir haldedir.
Bu stelde hükümdar mağara içinde bulunan ikinci bir mağarayı işaret
etmektedir. Bu ikinci mağara, birincisinin devamı gibi ise de 15 metre
yükseklikte ve 12 metre genişlikteki ağzında 1.5 metre kalınlığında çok
eski olduğu belli olan bir duvar temeli vardır. Mağara çok derindir. İçinde
saatlerce yürümelerine rağmen sonunu göremediklerini söyleyen köylüler
pek çoktur. Mağaranın en azından birkaç kilometre uzunluğa sahip olduğu
belli olmaktadır. Mağaraların astım hastalığına iyi geldiği söylenmekte ve
yöre halkı tarafından bu amaçla ziyaret edilmektedir.
3. Mağara: Mağaralar arasında en uzunu ve kayalıkların yukarı kısmında
kalan mağaradır. Yaklaşık iki kilometre uzunluğa sahip olan bu mağara
tümü ile sarkıt ve dikitlerle doludur. Giriş ağzı dar olmakla birlikte içinde
yer yer 6–7 metreyi bulan genişlikte ve yükseklikte salonları vardır.
Bırklin Mağaralarındaki Yüzey Çalışma Komisyonu Başkanı Sir Andreas,
bir ay boyunca mağaralarda çalışmalar yapmış ve araştırma sonuçlarını
Diyarbakır Müze Müdürlüğü toplantı salonunda ilgililere ve basın
mensuplarına anlatmıştır. Buna göre Asur yazıt ve kabartmaları milattan
önce 100–850 yıllarına aittir. Mağaralarda büyük ölçüde tahribat meydana
gelmiştir. Bu tahribatın ana sebebi define bulma ümidiyle bilinçsiz kazı
yapan duyarsız kişilerden kaynaklanmıştır. Tahribatla ilgili olarak civarda
bulunan Korha köyü sakinlerinin anlattığına göre, 1962 yılında Lice
Kaymakamı olan Erol Yavuz, arkadaşları ile mağaraları gezdikten sonra
296
bir çilingir sofrası kurup Zebene Çayının geçtiği
mağaranın önünde içmeye başlamışlar. Bir
süre sonra kaymakam silahına sarılıp çivi yazılı
kitabeleri ve III. Salmanassar’ın rölyefine ateş
açmaya başlamış. Misafirleri ile birlikte rölyef
ve kitabeyi nişan tahtası olarak kullanmışlar.
mealindeki söz böyle durumlar için söylense
gerek.
Bırklin Mağaralarında, bilinçli kazı çalışmaları
yapılırsa Asur ve Urartu medeniyetlerinin
tarihsel altyapısını detaylı bir biçimde
öğrenmek mümkün olabilecektir. Burada
yapılan incelemelerde Hassuna dönemine ait
çanak ve çömleklere rastlanılmıştır. Katmanda
mineral katkılı açık ocaklarda pişirilen çömlek
ve seramiklere buradaki civar yerleşim
birimlerinde rastlanılmıştır. Gelecekte yapılacak
kazılarda önemli bulgulara ulaşılabilinir.
Etimoloji ve Civar KöylerBırklin Mağaralarının yukarısında kalan
kayalıkların üzerinde “KORHA” denen bir köy
yer almaktadır. Bu köyün kitabelerde geçen
“KİRHİ“ memleketi olduğu tahmin edilmektedir.
Bölgenin batısı boyunca, Hani ilçesi ve
ardındaki Nerip köyleri (yedi tane nerip köyü
bulunmaktadır), alan olarak Hazar Gölüne dek
uzanmaktadır. Bu alanın da kitabelerde geçen
Nairi memleketi olduğu sanılmaktadır. Nairi
denizi, Elazığ’daki Hazar Gölü, “Güneşin battığı
büyük deniz“ ve “Tuzlu deniz“ Akdeniz, “Fıratın
kaynağına dair bizim hanedanın, Zamoa
memleketinin denizi” Van Gölü “Kalde ülkesinin
denizi”de Basra Körfezi olmalıdır.
III. Salmanassar, Babil’e gidip Kalde Ülkesine
indiğini ve şehirlerini fethedip vergilendirdiğini
söylemektedir. Ayrıca Şam Kralı Adadiri ve
Hatti Memleketinin 12 kralını yenerek deniz
sahilindeki 15 şehirle birlikte teslim aldığını
ifade etmektedir. Nitekim III. Salmanassar
dönemindeki bulgulara bakılırsa bu
tahminlerimiz daha net bir şekilde anlaşılır.
Bırklin Mağaralarının yakınındaki köylerden
birinin adı da “Kılıdar” dır. Aslında bu ismin
Arapçadan devşirildiği, asıl adının Kal’a-Dar
olduğu sanılmaktadır. Kal’a-Dar ise “Kale Evi”
anlamına gelmektedir. Yine Bırklin Mağaralarına
varmadan hemen önce karayolu üzerinde sol
tarafta tarihi harabe ve kalesi bulunan bir köy
bulunmaktadır. Bu köyün adı “Xana Kelê”dir.
Han,” gerek yol üstünde gerek şehrin içinde
yolcu, misafir ve yabancıların konaklamalarına
ve oturmalarına mahsus veyahut tüccar ve
işadamlarının iş gördükleri, mal depo ettikleri
küçük atölyeler ve işyerlerini içine alan büyük
yapı” anlamındadır. “kel” ise Kürtçede “kale”
anlamına gelir. Buradaki halk zaman içinde
kendi yöresel terminolojisini geliştirmiştir.
Doğal Bitki Örtüsü ve Kültür BitkileriYörenin bitki örtüsü, bozulmuş meşe ormanları
ve bozkır şeklindedir. Mazı, meşe palamudu ve
mağara kayalıklarında devasa incir ağaçları
bulunmaktadır. Yer yer yabani kiraz ve menengiç
ağaçlarına rastlanmaktadır. Ot ve çalı topluluğu
ise çok çeşitlidir. Mağara alanı yakın köyler
ile birlikte ele alındığında şifalı otlar dikkat
çekmektedir.
Güçlü bir antiseptik ve çayı içildiğinde doğal
bir antibiyotik olan Civan Perçemi, Hapşırık
otu, öksürük ve soğuk algınlığına iyi gelen Sığır
Kuyruğu, Gut hastalığı ve strese karşı kullanılan
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
297
aynı zamanda bir antioksidan olan Peygamber Çiçeği, Dağ Kekiği ve Ada
Çayı çeşitleri bunlardan birkaçıdır.
Ayrıca Hepatit B ve C’nin yardımcı ilaçları olan Kantaron ve Butaf,
Karaciğerin dostları Hindiba ve Kuzu Kulağı, yine güçlü bir antioksidan
olan Şahter Otu, Deve Dikeni çeşitleri ve Geven çeşitleri ile Bırklin yöresi
tam anlamıyla bir açık tabiat eczanesi gibidir.
Köylerde daha çok bağ, bahçe ile ilgilenilmektedir. Meyve ve sebze çeşitleri
oldukça fazla ve kalitesi yüksektir. Meşhur Lice Domatesi ve Kılıdar Soğanı
bu yöreye aittir.
Mağara TurizmiMaalesef ülkemizde tarihi ve turistik değerlere verilmesi gereken önem
daha yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Oysa dünya baş döndürücü bir
hızla kalkınmakta, gelişmiş ülkelerde sosyal ve ekonomik değerler turizmin
lehine yer değiştirmektedir.
Günümüzde sanayisi güçlü birçok ülkenin turizm geliri, silah satışından
elde ettikleri geliri katlar durumdadır. Türkiye son yıllarda bu alanda ciddi
sayılabilecek ataklar geliştirmiş ve turizm gelirini arttırmıştır. (bugün turizm
gelirimiz 20 milyar dolar sınırına dayanmıştır)
Ülkemiz, özel konumu, tarihi, jeolojik, jeomorfolojik ve jeostratejik
durumu ile aynı mevsimle yaşanan iklim çeşitliliği ile turizm alanında daha
fazla kazanımlar elde etmeğe müsait bir yerdedir. Geçirdiği jeolojik ve
jeomorfolojik süreçler nedeniyle de çok ilginç şekillere ve doğal karstik
mağaralara sahiptir. Akdeniz bölgemizde, Torosların üzerindeki karstik
şekiller ve mağaralar tüm dünyaca bilinmektedir. Aynı karstik şekil ve
mağaralar ve tarihi anıtlar, Güneydoğu Toroslar üzerinde de mevcuttur.
Bu bağlamda Lice’deki Bırklin Mağaraları bu harika oluşumların başında
298
gelmekteler. Burası sağlık alanında olduğu
gibi tarihi ve doğal güzellikleri ile de hizmete
açılabilir. Göğüs hastalıkları uzmanı merhum
Prof. Dr. Selahattin Yazıcıoğlu bu mağaraların
içlerine doğru oluşan temiz havanın özellikle
nefes darlığı çeken hastalar için rahatlatıcı
özelliğe sahip olduğunu, bu mağaraların
sağlık turizminde kullanılması gerektiğini
savunmuştur.
Görkemli manzarası, yüksek tünel ve
kitabeleriyle, çok miktarda sarkıt ve dikitiyle,
genişleyip daralan karanlık dehlizleriyle Bırklin
Mağaraları tarih boyunca dikkatleri üzerine
çekmiştir. Bunca yerin hâkimiyetini elinde
tutan III. Salmanassar ve diğer hükümdarlar
kitabelerini neden buraya kazdırmışlardır. Bu
konu gerçekten birçok araştırmacının dikkatini
ve merakını çekmiştir. Gerçekten Asurlular,
yukarı Kızılırmak’tan Akdeniz’e, Hazar Gölünden
Van Gölüne, oradan Basra Körfezine kadar bir
bölgeyi egemenlikleri altına almışken Bırklin
Mağaraları ve civarına neden bu derece önem
vermiş olabilirler? Benim şahsi kanaatim şudur:
Diyarbekir bölgesi, eski çağlardan bu yana
Akdeniz’den Basra Körfezine, Karadeniz’i
Mezopotamya’ya bağlayan aynı zamanda Bitlis
ve Van Gölü havzası üzerinden İran’a ulaşan
yolların düğüm noktası üzerinde bulunmaktadır.
Bu düğüm noktasının merkezi kontrol noktası
olarak da Bırklin Mağaraları ve civarı seçilmiştir.
Burası konum itibariyle savunmaya elverişli
bir pozisyondadır. Önemli ticaret yolları,
geniş ve verimli ovalara açılan yollar buradan
geçmektedir. İşte Kırhi (Korha Memleketi)’nin
önemi buradan kaynaklanmaktadır.
O halde tarihte bu derece önemli bir yere sahip,
hem doğal hem de tarihi ve kültürel yönleriyle
nadir bulunan türdeki Bırklin Mağaraları
nasıl oluyor da yurtta ve dünyada böyle
unutuluveriyor? Bu soruyu cevaplandırırken
aynı zamanda dünyada mağara turizmi adına
ne tür faaliyetlerin yapıldığına da bir göz atalım.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan
Mammoth Mağarası 100 km uzunluğa sahiptir.
İsviçre Höll-Loch (cehennem ağzı) Mağarası 62
km,
Avustralya’da Weit Mağarası 40 km,
Fransa’da Glaz Mağarası 17 km,
Yugoslavya’da Postonya Mağarası ise 20 km
uzunluktadır. Çoğu sarkıt dikit ve tünellerden
oluşan bu mağaralar ıslah edilmiş, havalandırma,
elektrik tesisleri, aydınlatma hatta tünellerde
küçük elektrikli trenler dahi işletilmektedir.
Avrupa’da “Mağara Bilimi” diye özel bir
alan bulunmaktadır. Bilim insanları, mağara
hayvan ve bitkilerini NBC silahlarına karşı
mağaralardan faydalanma yollarını, soğuk hava
deposu, santral, fabrika kurabilme imkânlarını,
yer altı geçidi olarak kullanabilme imkanlarını,
sel baskınlarının mağaralara aktarılmasını,
elektrik enerjisi üretimi gayesiyle yer altı
sularının toplanması konularında araştırmalar
yapmakta ve araştırma sonuçlarının tatbikine
çalışmaktadır.
Duvarlarında bulunan motif ve resimlerden
ötürü Milattan önceki yıllarda insanlar tarafından
kullanıldığına dair izler taşıyan mağaralar gibi
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
299
Bırklin Mağaraları da dünyadaki örnekleriyle mukayese edilerek bir an önce
ve layıkıyla turizm hizmetine kazandırılmalıdır. Bırklin Mağaraları, sarkıt
ve dikitleriyle, kitabeleriyle, eski medeniyetlerin kalıntılarıyla, Antalya
yöresinin Damlataş ve Karain Mağaraları ile kıyaslanabilirken; tünellerinin
uzunluğu ve yüksekliği ile de Fransa ve Yugoslavya’daki mağaralarla
kıyaslanabilir.
SONUÇBırklin Mağaraları, Diyarbakır ilimizin Lice ilçesinde yer almaktadır.
Ülkemizin ve de dünyanın ender bulunan doğal güzellikleri, tarihi ve
kültürel değerlerle süslenmiş varlıklarındandır.
Bu mağaralar bugün maalesef kaderine terk edilmiş durumdadır. Oysa bu
dünya harikası doğa ve tarihi değerleri korumalı, turizme ve ekonomiye
kazandırmanın yollarını aramalıyız. Belki doğal mağaralar oldukça çoktur
ama hem doğal hem de tarihsel stil ve belgeler içerenleri oldukça nadirdir.
Bu benzersiz eserleri turizme açmak için bir an önce hareke geçilmelidir.
Öncelikle burası SİT Alanı ilan edilmeli ve daha fazla tahribata uğramasının
önüne geçilmelidir. Turizme açılması için gerekli olan çalışmalar da bir
an önce başlamalıdır. Öncelikle burada gerekli turistik tesisler, astım
hastaları için yataklı hastane, Bırklin suyunun şişelenmesi gibi ekonomiye
kazandırılabilecek yönleri özel firmalara ihale edilebilir. Mağara yolunda
bazı spor ve entegre tesisleri kurulabilir. Kişi sağlığını düzeltmeye yönelik,
rahatça kalınabilinecek, yöredeki şifalı bitkilerden faydalanma imkânı
sunan profesyonel bir tesis oldukça güzel olacaktır. Eminiz ki bir süre sonra
gerek çevre halkı gerekse turistlerin teveccühü ile burası doğal bir tanıtım
sürecine girecek ve kendi adını tüm dünyaya duyuracaktır.
Şu an itibariyle özellikle üniversitemizden bu konuda bir atak yapmasını
beklemekteyiz. Burası Üniversite ile senkronize olarak İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü işbirliğinde en kısa zamanda “Kültür ve Tabiat Anıtı” ilan
edilmeli ve böylece daha fazla tahrip edilmekten kurtarılmalıdır.
300
KAYNAKÇA:1. Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Şevket Beysanoğlu, 1.Cilt, Ankara 1996, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Yayınları
2. M.Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, s: 38
3. M.Ş. Günaltay, Yakın Şark ve Mezopotamya, s: 557
4. Kemalettin Köroğlu, Üçtepe I, Ankara 1992
5. xa.yimg.com/kq/groups/18647608/868604471/name/28-+Býrklin.doc
6. www.diyarbakirturizm.com/diyarbakir/haber/259-kultur-sanat-birklin-magaralari-
arastirilmali.html
7. www.diyarbakirturizm.com/diyarbakir/haber/230-guncel-diyarbakir-kaleleri.html
8. www.diyarinsesi.org/yazi/diyarbakiri-anlatmak-24-bereketli-hilalin-icindeki-yildiz-13559.htm
9. www.turkansiklopedi.com/turkiye/66-iller/21025-diyarbakir.html
10. www.turuncusohbet.com/forum/showthread.php?p=8644
302
SİLVAN HASUNİ VADİSİ VE HASUNİ MAĞARALARI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
303
Nejat satıcı[email protected]
303
ÖZETHasuni Mağaraları, Silvan’ın 6 km. doğusunda Uluslararası bir yol olan
Silvan-Malabadi köprüsü (Tatvan-Van- İran yolu) yol güzergahında yer
almaktadır. Antik şehir, Albat dağı’nın güney eteklerindeki Hasuni Vadisi’nde
kurulmuş olup Silvan Ovasına hakim bir noktadadır. Hasuni vadisinin doğal
ve arkeolojik yönü bu makalede ele alındı
Hasuni MağaralarıAnadolu’nun en eski mağara yerleşim yerlerinden biri olan Hasuni
mağaraları arkeolojik değere sahip olup, Mezolitik (Epipaleolitik) döneme
kadar tarihlenmektedir. Yontma taş devri olarak bilinen bu dönemde
insanlar yerleşik hayata geçmiş, kendilerini korumak ve avlanmak için
taşları yontmaya başlamıştır. Hasuni’de bu dönemde kurulmuştur.
Bir kaleyi andıran yekpare kaya parçaları üzerinde oyularak yapılan ve
irili ufaklı 300 odadan oluşan Hasuni Mağaraları kapladığı alan ve mağara
sayısı itibari ile Anadolu’da emsal teşkil etmektedir. Biri kaya kilisesi
olmak üzere iki kiliseye sahip olan Hasuni Mağaraları koridorlarla birbirine
bağlıdır.
Hasuni Mağaraları, antik dönemde özellikle Hıristiyanlığın ilk yayıldığı
dönemlerde ve orta çağda önemli yerleşim alanlarından biri olmuştur.
304
Birçok odadan oluşan kaya kilisesinin yanında,
Ortaçağ’da mağaraların alt kısımlarındaki düz
alanda Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlar
kullanılarak bir kilise daha inşa edilmiştir.
Kaya parçalarının dizilmesiyle taş yollar ve
kayaların oyulması ile çıkış merdivenleri,
sarnıçlar, su arkları, kiliseleri, dokuma atölyeleri
gibi şehirleşmenin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını
karşılayan önemli yapılara sahiptir.
Hasuni mağaraları Diyarbakır’ın en büyük
ilçelerinden biri olan Silvan’ın 6 km. uzaklığında
Silvan-Malabadi karayolunun sol tarafında
bulunan ve yörede Hesune, Hasune veya Hasuni
olarak adlandırılan mağara topluluğudur.
Anadolu’nun en eski mağara yerleşim
yerlerinden biri olan Hasuni Mağaralarını
araştıran Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten, Diyarbakır
çevresinde 1.161’i yapay, 2.418’i doğal
olmak üzere toplam 3.579 mağara ve kaya
sığınağını tespit etmiştir. Diyarbakır’daki yapay
mağaraların ¼’ü Hasuni’dedir
Diyarbakır Müze Müdürlüğü tarafından bir
dönem kurtarma kazısı yapılmıştır.
Yapılan bu kazılar yüzeysel olup çok yetersizdir.
Geniş çaplı bir kazı ve araştırmaya ihtiyaç
duyulmaktadır. Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten 1946’da
Silvan çevresinde kalkolitik, bakır veya tunç
çağına ait yerleşme tabakaları tespit etmiştir.
Hasuni Mağara Şehri, Kültür ve Tabiat Varlıkları
Kurulunca 1990 yılında doğal sit alanı olarak
ilan edilerek birinci derece arkeolojik alan
olarak tescil edilmiş ve yasal koruma altına
alınmıştır. Diyarbakır il sınırlarındaki en büyük
mağara topluluğu olan ve koridorlarla birbirine
bağlı 300 mağaradan oluşan hasuni mağaraları
bir ortaçağ şehri görünümündedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
305305
Kayalara oyularak yapılan ve bir kaç bölümden oluşan Hasuni Kaya kilisesi
dini amaçlı kullanılan en eski mabetlerden biridir. Tepesi huni şeklinde
olan dört katlı kaya kilisesinin yanında muhtemelen eğitim amaçlı olarak
kullanılan ve bir mini amfi tiyatroya benzeyen beş basamaklı merdiven
vardır.Tahrip edilen Hasuni Kaya Kilisesi, Hıristiyanlığın yayıldığı ilk
dönemlerden 13. yy.a kadar kilise olarak kullanılmıştır.
Antik Hasuni Kaya kilisesi’nin tüm duvarlarında kayaların kazınması ile
duvar delikleri ve kulplar yapılmıştır. Ayrca kapı üstlerinde ve pencere
kenarlarında kazınmış farklı kabartmalar da bulunmaktadır.
Kilise duvarındaki pencere ve işaretler
Mini amfi tiyatroya benzeyen ve kaya kilisesinin devamı sayılan önü açık
bir mağara odası bulunmaktadır. Kilisenin yanındaki bu alanının eğitim
amaçlı kullanıldığı tahmin edilmektedir.
306
Mini amfi tiyatro
Kilise ile amfi tiyatronun arasındaki boşluğun
tavanı tuğla ve taş ile örülerek kapatılmıştır.
Kapatılan yerin kubbe kısmı yıkılmış olup
Bizanslılar tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
Arkeolojik değere sahip olan antik Hasuni Kaya
kilisesi define avcıları ve ziyaretçiler tarafından
halen tahrip edilmektedir. Konuşulan odur ki
definecilerin sahip olduğu bilgi, ilgili birimlerin
SAHİP OLDUĞU bilgilerden daha fazladır. Ve biz
burada bir kültür mirasının yok edilmesini ilgi
ile seyrediyoruz sadece....
Hasuni Mağara Şehri’nin eteklerindeki düzlükte
kesme taşlarla yapılan bir kilise vardır. Tavanı
yıkık olan ve kimler tarafından yapıldığı
bilinmeyen kilisenin yapım tarihi de belli değildir.
13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmekte Silvan
yöresine özgü beyaz kesme taşlarla 13. yüzyıl
da yapılan Hasuni Kilisesi yapımında Silvan
yöresine özgü renkli kesme taşların kullanıldığı
kilise, define avcıları tarafından tahrip edilmiş
olup gerçek bir korumaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Hasuni’de yaşayan insanlar kendi teknolojilerini
yaratarak Yaşamlarını kolaylaştırma yoluna
gitmişlerdir.Yer şekillerini kullanarak sarnıçlar
yapmış ve kayaları oyarak arklarla (Kanallarla)
sarnıçları birbirlerine bağlamışlardır.
Kışın yağan kar ve yağmur suları ile sıralı
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
307
olarak yapılan sarnıçlar su ile doldurulmuştur. Belli aralıklarla oluşturulan
sarnıçlardan ilki dolduktan sonra taşan su kanallar aracılığıyla ikinci
sarnıca akmaktadır.İkinci sarnıçtan taşan su yine kayaların kanal şeklinde
oyulması ile üçüncü sarnıca akmaktadır.
Birbirlerine kanallarla bağlı olan su depoları (sarnıçlar) sayesinde İnsanlar
mevcut su ihtiyaçlarını kışın karşıladığı gibi depolanan suyu yazın da
kullanmışlardır.Ayrıca mağaraların içinde yapılan sarnıçlar da vardır.
Birbirlerine kanallarla bağlı olan su depoları (sarnıçlar) dışında arklarla
sular mağara içlerine akıtılmıştır. Yine arklarla suya yön vererek tahliye
etmişler veya ihtiyaçlarına göre tasarlamışlardır.
Hasuni mağara şehrinde ulaşımı rahat yapmak için kaya merdivenleri
yapılmıştır.Kayalar kazınarak merdiven basamakları haline getirilmiştir.
Bu çıkış-iniş merdivenlerinin bir kısmı zamanla aşınmıştır. Bazı kaya
merdivenleri günümüzde kullanılır durumdadır.
Hasuni Mağara Şehrindeki en yüksek nokta piramide benzemektedir. Ne
amaçla yapıldığı bilinmeyen ve dört bir tarafı uçurum olan kaya kütlesinin
tepesi düzleştirilmiştir. Buraya muntazam şekilde yontulmuş kaya
merdivenlerle çıkılmaktadır. Mabet veya Sunak yeri olarak kullanıldığı
sanılmaktadır.
308
Şehrin giriş kısmında taşların döşenmesiyle geniş
basamaklı taş döşeme yollar yapılmıştır.
Koruma amaçlı yapılan mağaralara ait kapı girişleri
Hasuni Mağara Şehrindeki koridor, oda ve pencereler
Hasuni’de mağaraların sütun ve duvarlarına oyulmuş
asma yerleri
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
309
Hasuni’de mağaraların iç kısımlarında küçük havuzlar bulunmaktadır
Odaları bir birinden ayıran kaya duvarlar
Çok katlı mağaralar tarihin ilk gökdelenlerinden biri olan ve antik çağdan ortaçağa kadar
yerleşimesahne olan hasuni mağara şehri bulunduğu vadidenSilvan ovasını gözlüyor.
Hasuni Mağaralarının turizme kazandırılması Silvan ve bölge ekonomisi
için önemlidir. Bir mağara cenneti olan Silvan, tarihi, doğal ve kültürel
zenginlikleriyle turistik çekiciliğe sahip önemli yerlerden biridir.
Hasuni Mağaraları gün geçtikçe yerli ve yabancıların ilgisini çekmektedir.
bacasız sanayi denen turizmi canlandırmak İçin Hasuni’ye turlar
düzenlenmelidir. Antik Hasuni mağara şehri yeterince tanıtılmamıştır.
300 mağaradan oluşan Hasuni Mağaraları turizme kazandırılmalıdır.
Antik Hasuni mağaralarının turizme kazandırılması için öncelikle yolunun
asfaltlanması, insanların rahatça çıkabilmesi için yöreye özgü taş
döşeme merdivenlerin yapılması, aydınlatma ve çevre düzenlemesinin
310
yapılması gerekmektedir. Hasuni’nin turizme
kazandırılması ile başta Silvan olmak üzere tüm
bölgenin sosyo-ekonomik gelişmesine katkı
sağlanacaktır.
Silvan ilçesi tek başına tarihi, doğal ve kültürel
zenginlikleriyle bölgenin turizm merkezi
olabilecek kapasitededir.
Antik Hasuni Mağara Şehri dışında Diyarbakır il
sınırlarındaki yapay mağaraların yaklaşık yarısı
Silvan ilçe sınırların-dadır.Başta 300 mağaradan
oluşan Hasuni olmak üzere, muhteşem doğası
ile Derika Mukure mağaraları, döneminin kral
dairesi olan 2 yataklı Temtemburg mağarası,
Doğal ve yapay mağaların bulunduğu Hamido
Mağarası, Kral koltuğu denen Pezan Mağarası,
Keftar Mağarası ve Ga mağarası gibi pek çok
mağara vardır.Yapay Ve doğal Mağaraların
Bulunduğu Derika Mukure Bölgesi Silvan,
Malabadi Köprüsü civarında.
Derika Mukure Mağaraları 1- Silvan
Çağının kral dairesi olan Temtemburg
Mağarasına oyulmuş kaya merdivenlerle
çıkılmaktadır. Girişin sağ ve sol tarafında
kayaların oyulması ile divana benzeyen oturma
veya yatma yerleri yapılmıştır.
Temtemburg Mağarası - Silvan
Başta dünyada dolgu sistemiyle yapılan tek
kale-şehir olan Silvan kalesi, Dünyanın en geniş
taş kemerli köprüsü olan Malabadi Köprüsü,
bölgemizin en büyük ve eski camilerinden biri
olan Selahaddin-i Eyyubi Cami, Efsane aşka
konu olan Zembilfroş Burcu, Eyyubi eseri Kot
Minarenin yanında Kaleleri, camileri, kiliseleri,
köprüleri,mağaraları, efsaneleri, eşsiz köşk
ve konaklarıyla bin yılı aşkın süredir kutlanan
Gülan ve Murat Şenlikleriyle tanıtılması gereken
bir turizm merkezidir. Silvan, sahip olduğu
değerleriyle bölge ekonomisini canlandıracak
önemli yerlerin başında gelmektedir.
DİYARBAKIR İLÇELERİ VE DOĞA GÜZELLİKLERİ
314
HANİ İLÇESİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
315
Mehmet Ali AbakayAraştırmacı-Yazar
diyarbekirimtv21@hotmail.
com
315
ÖZETHani, Diyarbakır’ın ele alınmamış ve tarihte kimi kalkışmaların, savaşların
yapıldığı alanda yer alan ilçelerinden biridir. Bu tebliğimizde Hani hakkında
eserlerde yer almış kimi saptamaları sunacağız, konu hakkında kimi
eleştirileri beraberinde vereceğiz.
Cumhuriyet Dönemi’nde Hani İçin Belirtilen BilgilerDiyarbekir İl Yıllığı (Basri KONYAR): “Diyarbekir’den çıkılarak (Telalo) köyü
altından sola sapılırsa (Baybuni) ve (Ağviran) köylerine uğranır. Ağviran’ın
bir az ilerilerine kadar, çorak bir yükseklikte dümdüz uzanan ham bir yol
takip edilerek birden Bodur meşelerle bezenmiş bir sırta çıkılır.Soldaki
tepeler yemyeşildir., bu ağaçların arasında kırmızı çamurdan yapılmış
birkaç ev görünür. Az aşağısında bir pınar vardır. Fakat adı üç pınardır.
Suyu derinden gelir ve toprak kokar.
(Seypin) den sonra ağaçlıklar biter. Karşıyı saran sıra dağlar iki büyük ve
güzel köyü yamaçlarında saklarlar. Yol üzerinde yıkılmış taşlıklar burada
bir vak’a geçtiğine ve birinin öldürüldüğüne işarettir. Bu muhitte bir vak’ayı
hatırlatmak için böyle basit ve amelî abideler yığılması yayğın bir adettir.
Buradan sonra güzel bir şose, tekerleklerin altına serilmiş bulunur. İki taraf
ağaçlıklıdır. Ve artık Hani görünmeye başlar.
Hani Kasabası Diyarbekir’e 60, Lice’ye 25 kilometredir. Denizden 1200
metre irtifaında, şarktan garba uzanan iki silsilenin ortasında beş kilometre
arzında gayet mümbit ve mahsuldar bir ova üzerindedir. Suları güzel,
havası sağlamdır. Hani’de 327 ev ve 46 dükkân mevcut bulunması iktisadi
vaziyetini gösterir.
Oldukça muntazam bir hükûmet konağına maliktir. Bu konak önünde
meşhur ve eski bir kaynak olan (Aynı Kebir)) bulunmaktadır.
Bu su, Hani dağının eteklerinden kaynar ve dokuz kemerli bentlerden
çıkarak büyük bir havuz teşkil eder. Bu gözlerin yedisi havuz içine alınmıştır.
Yazar,”Hani’nin bazı evleri taş yapı ve sıhhî şeraite muvaffaktır. Yalnız
sokakları dardır.” şeklinde genel bilgileri sıralar. Diyarbekir İl Yıllığı’nın
hazırlayıcısı olan Basri KONYAR’ın 1934’te yaptığı bu tespit üzerinden
yıllar geçti. Şimdi Hani’ye baktığımızda değişen fazla bir durum yoktur,
316
adeta. Hani, iş alanlarının olmadığı, daima
göç veren bir ilçedir. Şehirle fazla bağlantısı
olmayan, kendi ürettiği ile yetinmeye çalışan,
kısıtlı ekim alanlarına sahip olmasına rağmen
toprakla didişen insanın emeğinin karşılığını
aradığı ve bulduğu bir ilçemizdir.
Basri KONYAR’ın Hani hakkında verdiği diğer
bilgiler:
“1291 de Palo kasabasına merbut olan Hani bu
gün Lice kasabasına bağlı otuz beş köylü ve on
bin yüz elli üç nüfuslu büyük bir nahiyedir.
Buğday, arpa, pamuk, darı mahallî mahsulatın
başlıcalarını teşkil eder. Ziraat usulü iptidaidir.
Civar dağlardaki meşelikler odun ihtiyacını temin
etmektedir. Üzüm ve meyva bahçeleri çoktur.
Güneşe mütevvecih cebhelerde hemen hüdayinabit
denecek kadar az bir emekle mükemmel başlar
vücuda getirilmiştir. Üzüm mühim bir varidat
temin eder.
Söğüt ağaçları burada zikre değer bir varlıktadır.
Dağlık ve meşelikli olan arazide en çok beslenen
keçidir. Koyun, at, öküz, eşek dahi beslenmekte ve
mahsulâtı hayvaniyeden istifade edilmektedir.
Bu gün belli başlı bir san’atı olmayan nahiyenin
ihracatı hububat, pamuk, yaş ve kuru meyvalarla
kereste, bilhassa ceviz tahtalarıdır.
Çiftçilik ve çobanlıkla meşgul olan halk iptidaî bir
saffet içindedir. Ev işlerini görmek, ekin ve harman
işlerine yardım etmek bilhassa kasabalarda
kurulan pazar yerlerine gitmek kadınların esas
meşguliyetlerini teşkil eder.”
Tarihi EserlerBu bölümde yaptığımız araştırmalardan elde
edilen kaynaklardan İlçemize ait tarihî eserlere
ilişkin verilen bilgiler sunulacaktır. Kaynaklar
arasında benzer yönler, tekrarın olmaması için
gerekmedikçe alınmamıştır.
Yasin MinaresiYasin Minaresi olarak adlandırılan yapı, daha
önce yıktırılan bir camii’den kalmıştır. Kimi
kaynaklarda yapının gözetleme kulesi olarak
yapıldığı yer alsa da minare, teknik ve biçim
olarak Silvan’da bulunan Kırık Minare ile
benzerlikler taşımaktadır. Muhtemelen Moğol
Saldırıları döneminde camii yıktırılmış bir
minaredir. Yapının deprem sonrası yıkılması
ihtimali üzerinde durulsa bile Silvan’daki
benzer minare tarzını taşıması ve yarıya
kadar yıktırılmış olması, akla Moğol Dönemi’ni
hatırlatır.
Basri KONYAR“Hatuniye Medresesinin bir az ilerisinde kasaba
haricinde kalmış bir minare ile harab bir cami
görülür. Diyarbakır minareleri gibi dört köşeli
olan bu minarenin üç katlı olduğu anlaşılıyorsa
da üst kısmı yıkılmıştır. Birinci kısım 15-18
metre irtifadadır. İkinci kısım 12, üçüncü kat
da 10 metre yükseklikte vardır. Birinci kemerin
altında çepeçevre (Ayetülkürsi) yazılmıştır. İkinci
kemerin altında ve şimale müteveccih cebhesinde
diğer bir yazı mevcud ise de tesiratı havaiye
ile okunamaz bir hale gelmiştir. İnşa tarzı ve
yazıların fark edilebilen karakterine göre bu eser
Artukoğullarına aid olmalıdır.” Minare hakkında
ayrıntılı bilgi veren KONYAR, Silvan’daki yıkık
minare ile bağlantı kurmamıştır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
317
YatırlarBasri KONYAR’ın tespitleri:
“Bu minarenin (Yasin) az ilerisinde Seyit Bedreddin yatırı vardır. Vaktile çocuğu
olmayan kadınların, hastalığa tutulanların, müşkül vaziyette kalanların şifa
ve necat umdukları bir makam imiş. Sık sık vaki olan ziyaretlerde kurbanlar
kesilir, hep gelenlere helva ve ekmek dağıtılırdı. Kasabanın şimal tarafında
bulunan küçük bir mescide (Caferi Tayyar) medfundur. Torunları merkadin
etrafındaki evlerde oturmaktadırlar. Yakın zamanlara kadar bir iki köyle
kasabadaki bazı evlerin zemini iş bu yatırın evkafından idi. Kasabanın iki
saat garbı cenubisinde (Piri Leşkeriyan ) köyünde peygamber oğullarından
Mehmed Askeri’nin kabri vardır. Bu da vaktile çok ziyaret edilen bir makam
imiş.”
Kazım BAYKAL’ın 1939 Yılındaki tespitleri:
“Hani’de Şeyh Bedrettin Türbesinin yanında tepesi yıkılmış eski büyük bir dört
köşe minare var. Okunması güç iki kitabesinden üstte dört yüzü kuşatan bir
ayetel-kürsü ile altında yalnız (hams) kelimesi okunabilen ve diğer kelimeleri
okunamayan evvelki kitabenin bir parçası var. Yazı Artık oğullarının Nesih
yazısıdır. İsim ve tarih olmadığı için kime ait olduğu anlaşılamadı.
Yine Kasabanın üstünde (Cafer Tayyar) dedikleri bir türbe ve minare var.
Yanında metrûk bir mescit görülüyor. Türbede isim ve kitabe yoktu. Yalnız
duvarlarında Artık-Beysan oğullarına ait süslü kûfi yazılı kitabe kırıntıları
görülüyor. Minare dört köşe üstünde ve yan yüzlerinde küçük mihraplar
var. Asıl makberin sandukasının baş ucunda mevcut lafzayı celâl diğerinde
Allah, Muhammet yazılı. Bu madeni alem alevilik arzediyor. Halk asıl Cafer
Tayyar’dır diyor, fakat değildir. Çünkü o zat bu civarda ölmemiştir Olsa, olsa
Ali’nin ahfadından biridir.
Hani’de bize bir kupa gösterdiler., onbeş santim kutrunda sadeftir. İçinde oyma
ve çok kıymetli sanat eseri olan ince yazılar var. Bu kupanın bir muhabbet
tılsım tası olduğu zannedilir. Yazılar birkaç ayet, on iki imamın ve eshabı
kehfin adlarını ihtiva ediyor. Kupanın bir köşesi kırılmış, bu çok kıymetli sanat
eserinin iyi muhafaza edilmesi gerekiyor.”
Halkın psikolojik rahatsızlıklar için Şeyh Bedreddin Yatırı’na, sarılık hastalığı
için de Aynkesir’e hastalarını götürmesinin beraberinde çevre illerden ve
ilçelerden de bu iki mekâna ziyaretçi eksik olmaz.
318
Şeyh Bedreddin Türbesi, ilçe merkezinde olduğu
için iyi korunmuş ve dış tahriplerle karşı karşıya
kalmamıştır. Sarılık hastalığına iyi geldiği
söylenegelen suyun da folklorik bir zenginliğe
dayalı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü
bu hususta birçok yerde bu tarz gelenekten
kaynaklanan tedavi biçimlerine rastlanır.
Şeyh Muhammed Askerî Mezarı, Hani ve Dicle
sınırında yüksekçe bir tepede bulunmaktadır.
Gittiğimiz bu mezarda Şeyh Muhammed
Askerî’nin bayrağı-sancağının oldukça yıpranmış
olduğu görüldü. Kabrin onarımında kitabenin
aslının dış cephede bölünerek yerleştirilmiş
olduğu görüldü. Leşkeriyan Köyü’ne bakan
tepede bulunan mekânda içme suyunun
bulunmayışı, yolunun yapılmamış oluşu, bu
ziyarete ulaşmayı güçleştirmektedir. Seyyid
olan Şeyh Muhammed Askerî’nin ayrıca soy
kütüğü de türbede çerçevelenmiş biçimdedir.
Halkın Caferî Tayyar olarak saygı gösterdiği
türbe ve türbenin ismini alan camiî, son
dönemde restore edilmiştir. Tarihî kabristanın
deprem sonrası ortadan kaldırılması ile birçok
kitabeli mezar tahrip edilmiştir. KONYAR’ın
verdiği bilgiye dayanan kimi araştırmacılar,
Caferî Tayyar’ın burada olduğunu zannederek,
eserlerine de bu bilgiyi aktarmışlardır. Sancaktar
olan Caferin şehid düşmesi ile gömüldüğü
alan belli iken, halkın maneviyatta bir
parçasının buraya düştüğünü ifadesi, hakikatle
bağdaşmamaktadır. Belki de bu katıldığı
savaşta yaralar almasına, kollarının kesilmesine
rağmen sancağı düşürmeyen Cafer’in hatırasını
canlı tutma adına söylenegelen ifade, Hadis-î
Şerif’te Hazreti Muhammed’in kendi akrabası
olan Cafer’e “Tayyar” lakabını vermesi de
söz konusudur. Cennetle müjdelenen isimler
arasında yer alan Caferî Tayyar’a hürmeten bu
hatıra yaşatılıyorsa da doğru olan belirtilmelidir.
Ulu Cami Basri KONYAR, camii için şu tespitlerde bulunur:
”Kasabada iki cami bulunur. Büyük cami, sade
ve metin bir tarzda işa edilmiştir. Minaresindeki
mahkûkât üç asır evvel yapıldığını gösteriyor.
Kapısı üstündeki kitâbe 1091 de tamir edildiğini
bildirmektedir.”
Kazım BAYKAL ise, yapının Osmanlı olduğunu
belirtir:
“Hani’nin Ulu Camii de eski fakat kitabesi yok, tip
Osmanlı tipidir. Sonradan tamir görmüş yanındaki
ikinci parça yıkılmak üzeredir.”
Ara ALTUN, 1971 yılında Ulu Cami için şu
tespitleri sıralar:
“Dikdörtgen bir alanı kaplayan ve kuzeyinde
bir minaresi olan yapı, çeşitli onarımlara işaret
etmektedir. Doğuda ve batıda birbirinden
yükseklik farkları bulunan iki bölümden meydana
gelmektedir. Özellikle doğuda fevkâni bir durumu
vardır. Bir su kaynağının kenarında olması
yüzünden yüksekçe bir setin üzerine yapılmıştır.
Doğu kısmının altında bir sıra dükkân seçilir.
Bunların basık kemerli dört kapısı sete açılır.
Setin istinat duvarını meydana getiren taşlardan
bazılarının işlenmiş oldukları görülür. Minare
bu gün yapıdan dışarıda kalmış, kuzeyde, evler
arasına sıkışmıştır. Kare plânlı minarenin kesme
taş yapısı ortada bir silmeyle ikiye ayrılmıştır.
Şerefe bölümünde de konsolları çok aşınmış bir
silme seçilirse de bundan yukarı kısmı yuvarlak
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
319
ve geç devir eklidir. Birinci kısmın üst silmesinde kitabe bozuğu birkaç işli taş
seçilebilir.”
ALTUN, incelemesinin sonunda “Artuklu devrine konması şüpheli bir yapı
olmakla birlikte bazı kısımları ve minaresi hakkında genellikle Artuklu yargısı
bulunduğundan “ dolayı eseri çalışmasına aldığını belirtir.
Rahmi Hüseyin ÜNAL’ın Tespitleri:
Ulu Cami: Hani ilçesi içinde, belediye ve kaymakamlık binalarının yer aldığı küçük meydanda, Ayn-i Kebir adı ile anılan su kaynağının kenarındadır. Muhtelif devirlerde geçirdiği onarım ve değişikliklerle ilk şekli bozulmuştur.
“Yapının batı yüzüne yerleştirilmiş taçkapıdan, bu gün avlu olarak kullanılan
bir mekana girilmektedir. Caminin üzerinde yer aldığı arazi kuzey-güney
yönünde eğimli olduğundan, güneyde, su kaynağına bakan cephenin zemin
katına küçük dükkanlar inşa edilmiştir. Ortada iki dikdörtgen paye, yanlarında
ise duvarlar üzerine dayanan üç kemer gözü avluyu ikiye bölmektedir. Bu
bölmelerden kuzeydekinin üzeri açıktır. Güneyde kalan ve üzeri düz beton bir
çatı ile örtülmüş olan kısım, silindirik sütunlar üzerine oturan üç kemer gözü
ile cepheye açılmaktadır. Kırık kemerlerin güneye bakan yüzleri, bir dizi silme
ile belirlenmiştir.
Avlunun kuzeybatı köşesinde, biri batı, diğeri de kuzey duvarına yerleştirilmiş
iki kapı görülmektedir. Cami hariminin iki ayrı bölümüne açılan bu kapılardan
batıdaki lışılmamış formdan üç dilimli bir kemer içine açılmaktadır.
Muhtelif tarihlerde yapılan köklü onarım ve değişiklikler, yapının il şekli
hakkında kesin önerilerde bulunmamızı engellemektedir.”
ÜNAL, batı harimi taç kapısı üzerinde yer alan kitabe çözümlemesi:
”1093/1682 yılında yenilenmiştir. Sene 1093/1682 “ Minarenin çatıdaki
kapısı üzerindeki kitabeyi de “1067/1656-57 yılında yenilenmiştir.” olarak
kayda geçmiştir.
Yazar, “Bu iki kitabeye göre 1657 ve 1682 yıllarında iki defa onarım görmüş
olan yapının ilk inşa tarihi, (...) bilinmemektedir. İlk yapı muhtemelen Artuklu
devrinde inşa edilmiş, tarihi bilinen ve bilinmeyen onarımlarla asli hüviyetini
320
kaybederek bu günkü şeklini almıştır.” der.
Yapının yabancıya aidiyeti konusunda halk
arasında “Acem” ifadesi, akla İranlıları getirir.
Bu yanlış bir bilgilemedir. “Acem”, Arapça’da
yabancı manasını taşıdığı için, ifade edilen,
yapının yerlilerce yapılmadığıdır. Silvan’da,
Hazro’da bulunan camiiler için de “Acem Camii”
denilmektedir.
Camiî’nin altından akan su gözeleri’nin mutlak
surette Roma Dönemi veya öncesine dayandığı
muhtemeldir. Hani’ye hâkim üst kısımdaki
dağların eteğinden akıp gelen su kaynağı,
ilçenin bahçe ve ekin sulama ihtiyacını geçtiği
alan itibariyle karşılamaktadır. Yalnız suyun
geçtiği alanda bulunan Zeynebiye Medresesi ve
Yasin Minaresi, su arklarının sağlam yapılmamış
olması sebebiyle daima nemli olmasıyla dikkat
çekmektedir. Özellikle Medresede olan nem
oranını azaltmak için su kanalının iyi bir biçimde
yapılması esastır.
Medrese KONYAR, 1932 senesinde araştırmalarda
bulunduğu Hani Medresesi için “Diyarbekir
Yıllığı’nda şu bilgileri verir:
“Hani’de en şayanı dikkat bir eser olan bu medrese
görülmeğe değer bir san’at mahsûlüdür. Beyaz bir
taştan kubbeli yapılmış ve biraz eksamı yıkılmış
olmasına rağmen mimarı henüz içinden çıkmışa
benzemektedir. Alınan fotoğraflar iç kısmın
büyük eyvanını ve diğer aksamı göstermektedir.
Eyvan, tavana kadar münakkaştır. Arka tarafa
küçük fakat müsenna dört kapı açılmıştır.Büyük
avlunun etrafında çok güzel hatt ile çepeçevre
(İnnafetahna) yazılıdır.Asıl kapısı örtülüştür.
İç havuza su giden kısmın etrafına da boydan
boya (Yasin) yazılmıştır. Bu yazı ezıcık bozuktur.
Medresenin en mühim kısmı dört kemer üzerine
oturtulmuş olan ve şimdi kubbesi yıkılan
parçasıdır. Burada da büyük ve okunaklı çok güzel
bir sülüs ile çepeçevre (Ayetülkürsi) yazılıdır.
Halk(Zeynep) adında bir kadın tarafından
yaptırıldığını beyan etmektedir.
1292 Tarihli bir kayıtta Hani kasabasının
Hatuniye medresesile merbutatından olup Mardin
sancağına tabi Hasankeyf’te bulunan Zeynebiye
zaviyesinden bahsedilmektedir.
Mardin’e bağlı (Kızıltepe)den ileride Hatuniye
kalesi vardır ki Sancar şahın validesi tarafından
bina edilmiştir. Buna(Suri Hatuniye) denilmektedir.
Şu halde hani’deki bu emsalsiz eser de kıymetli
nümunelerindendir.”
Kazım BAYKAL’ın açıklaması:
“Hani’de Zeynebiye medresesinin yalnız
kitabelerini ihtiva eden mihrabı var. Selçuk-Artık
devri sanatının ilk enmüzecidir. Mihrabın üstünde
müstatil bir şekil süs, iki tarafında sekiz köşeli
ikişer yıldız görülüyor. Bunların içinde isim ve
tarih yazılı fakat okunamıyor.”
1971 yılında yaptığı incelemede, Metin SÖZEN’in
ve Z.YALAZKAN’ın incelemelerinden yararlanan
Ara ALTUN,
“Bu gün sadece mihrap duvarı ile bunun iki
yanındaki iki kubbeli mekan ile avlunun bir
kısmına ait duvarlar ayaktadır. Bir eyvanın
iki yanındaki kubbeli odalar düzeninin
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
321
kuzeyinde muhakkak ki bir avlu vardı. B. Konyar’ın kaydından avlunun
kubbeli olabileceği bir anlam çıkmaktaysa da bu gün için bunu kesinlikle
anlayabilmek mümkün değildir.” demektedir.
Yazar, incelemesinin sonucunda karşılaştırmalar yaparak, medresenin
Artuklu yapısı olarak kabul edilmesinin şüpheli olduğunu belirtir : ”B.
Konyar’ın ‘Üslûp Selçuk tarzının kıymetli numunelerindendir’ dediği
ve Mardin/Kızıltepe Hatuniye Kalesi, Hasankeyf Zeynebiye Zaviyesi ile
bağlantılar kurmağa çalıştığı yapı için m. Sözen, XIII. Yy. ortası ve sonunu
ileri sürer. A. Gabrıel, yapıyı süsleme ve dinî kitabeler uslubundan XIV.-XV.
yy. a koymak ister. Artuklu devri yapısı olup, Çermik / Haburman köprüsünü
yaptıran Necmeddin Alpi’nin kızı Zübeyde Hatun tarafından inşa ettirilmiş
olduğu görüşüne katılacak verilere sahip değiliz. Yapının Artuklu Mimarî
Uslubu hakimiyetindeki bölgede daha geç devirde XIII: yy.ın sonlarında
yapılmış olabileceğini düşünmek mümkündür. Bu bakımdan şimdilik
Artuklu devrine konması şüpheli bir yapı olarak görülmelidir.”
Metin SÖZEN’in Tespitleri:
“XIII. Yüzyılın başlarından kalmış olması muhtemel ve bezemelerinin
zenginliği ile beliren bir medrese örneği de Hani’de bulunmaktadır. Hatuniye
Medresesi adıyla tanınan bu medresenin bir Artukoğuları Devri yapısı olması
muhtemeldir. Aynı devirden kalma daha erken, 1211/1212 tarihli Harzem
Medresesi gibi, Hani Hatuniye Medresesi de yıkılmış, çok az kısmı ayaktadır.”
Rahmi Hüseyin ÜNAL’ın Tespitleri:
“Zeynebiye (Hatuniye) Medresesi: İlçe merkezinde, Ulu Cami’nin birkaç yüz
metre güney-batısında , mahalle içindedir. Büyük bir kısmı harap olmuş,
yalnız kıble eyvanı ile eyvanın iki yanındaki kubbeli hücrelerin temelleri
ayakta kalabilmiştir. Kuzey kesimi tamamen yıkılmış, taş ve toprak yığını
haline gelmiştir. 1940 yıllarında , kesme taşlardan bir kısmı sökülerek bir
ilkokul inşaatında kullanılmıştır. Birkaç yıl önce, eyvanın ve yanlarındaki
hücrelerin içindeki molozlar temizlenmiş, eyvanın ağzı kırma taştan bir
duvarla kapatılmıştır.
Temellerin büyük bir kısmı moloz yığını altında kaldığından, mekanların
dağılışı tesbit edilmemekte ve yapının tamamının plânı çıkarılamamaktadır.
Medreseyi nispeten sağlamken görmüş olan B. Konyar’ın verdiği bilgiler açık
değildir. Tahminlere göre yapı avlulu medreseler grubundadı. Ortadaki avlu
322
tamamen mutemelen bir kubbe ile örtülüydü.”
ÜNAL’ın medreseye ilişkin diğer tespitleri:“Medresenin halen görülebilen kesiminde
duvarlar içten ve dıştan düzgün kesme taşlarla
kaplıdır. Güneybatı köşesindeki dikdörtgen
plânlı hücreye(B) (5 m 10 x 6 m 20 ), kuzeydoğu
köşesindeki küçük bir kapıdan girilmekteydi. Bu
hücrenin pandantifler üzerine oturan kubbesinin
bir kısmı, 40 yıl kadar önce ayaktaydı. Küçük Bursa
kemerlerinden oluşan bir kemerleme şeridinin üst
kısmında, ikişer burmalı kaytan arasına alınmış
bir ayet şeridi kubbe eteğini dolanmaktaydı. Ayet
şeridinin üst kısmında da, ince bir mukarnas
şeridi mevcuttu. B. Konyar’ın yayınladığı resimde,
kubbe içinde nebati örnekli şeritlerin de yer aldığı
görülüyor. Bu gün, yazı ve süsleme şeritlerin
tamamı yok olmuştur.”
ÜNAL, detaylı incelediği medrese ile ilgili
bilgileri verirken mimari özelliklere değinir.
Yazar, medresenin süsleme çizimlerinin önemli
bölümünü çizmiş, çalışmalarını bir arada
yayınladığı eserinin kapağına da mihrabın
üst kısmında yer alan panolardan birine yer
vermiştir.
Diğer çizim örneklerini alıntıladığımız ÜNAL’ın
medrese için belirttiği son tespitlerinden:
“Yapının plânı tam çıkarılamadığından, plân
yönünden benzer karşılaştırma yapmak mümkün
olmamaktadır. Yapının nisbeten ayakta kalabilmiş
güney kesiminde, kırık kemer tonozlu bir eyvan ile
eyvanın iki yanında kubbe ile örtülü birer hücre
mevcuttur. Aynı zamanda mescit görevi gören
eyvanlarının iki yanında kubbeli birer mekana sahip
kapalı avlulu medreselerden tespit edebildiğimiz
örnekler şunlardır:621/1224 tarihli Mübarizeddin
Ertokuş Medresesi (Atabey, Isparta)), 649/1251
- 52 tarihli Karatay Medresesi (Konya) 1260-65
tarihli İnce Minareli Medrese (Konya) 677/1279
tarihli Çay Medresesi, 714/1314-15 tarihli
Vacidiye Medresesi (Kütahya), 757/1356 tarihli
Emir Musa Medresesi (Karaman) ve 836/ 1432-
33 tarihli İbrahim Bey İmareti (Karaman) 849) .
Büyük bir kısmı Konya ve yakınlarında bulunan bu
medreseler 15. yüzyıl başlarına kadar uzanan bir
tarih dilimi içinde sıralanmaktadır.
Hatuniye Medresesinin inşa tarihini gösteren
herhangi bir kitabe mevcut değildir. Ayakta kalabilen
kısımlarda taşçı markasına da Hatuniye Kalesi’ni
Sancar Şah’ın annesinin inşa ettirdiğinden söz
etmekte ve hiçbir delile dayanmaksızın Hatuniye
Medresesi’ni de aynı hatunun inşa ettirdiğini öne
sürmektedir. M. Sözen ise B.Konyar’ın verdiği
tarihin müphemliğine işaret etmekte ve geçiş
unsuru olarak pandantiflerin kullanılmış olması
süslemelerdeki istifçilik ve örneklerin şekline
dayanarak yapıyı 13. yy. sonları ile 15. yüzyılın
başlarına tarihlemektedir. A. Gabriel XIV-XV
yüzyıl karakterine uygun olduğunu söylemektedir.
Söylediklerimizi özetleyecek olursak nebati
süslemedeki özelliklere dayanarak medreseyi
en geç 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlememiz
mümkündür. Güney eyvanındaki tarih şeridi ile
benzerlik arz eden diğer kitabelerin tarihleri,
yapının tarihini biraz daha öne almamıza imkan
vermektedir. Bu durumda medreseyi 12. yüzyılın
sonu ile 13.yüzyıl başlarına tarihliyoruz.”
Medrese’de yapılan onarımların orijinaliteye
yer yer uymadığı görülmektedir. Bu medresenin
onarımının yapılmasından sonra tanıtımının
olmayışı, sadece onarım ile özelliğini ortaya
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
323
koyan anlayış, mimarî üslûbun dışına çıkmasıyla değerini koruyamamıştır.
“Zeynebiye” olarak bilinen Medreseye halkın “Hatuniye” demesinin bir
başka yansımasını mermer ocaklarının yaygın olduğu, Kocaköy’e yakın
alanda bulunan eski yerleşimdeki kayalık alandaki oyma mekânların
birinde “Hatun Köşkü”(Koşka Hatuné) olarak görülür.
İlçelerdeki en önemli medreselerden biri olan Zeynebiye Medresesi,
Çermik’teki Çeteci Abdullah Paşa Medresesi gibi Diyarbakır Medreseleri
arasında bugün de anılmamaktadır, bunu bu medreselerden habersizliğe
bağlamaktayız.
İl Yıllıklarında HaniHani hakkında tespit ettiğimiz bilgileri, Osmanlı Salnamelerinden ve
Cumhuriyet Dönemi il yıllıklarından verirken, tekrar bilgiler, bilgiler arasında
birbirini tekzip eden açıklamalar bulunabilir. Bu konunun araştıranı olarak,
objektif kalma adına yazılanları vermek zorunda olduğumuzu belirtelim.
1967 Yıllığı:”Diyarbakır’a 94 km uzaklıktadır.İlçenin yüzölçümü 415 km
karedir.Toplam nüfusu 13.231 olup bunun 3.573 ü ilçe merkezinde, 9.658
i köylerdedir. Nüfus yoğunluğu 32 dir. 1965 nüfus sayımı geç,ci neticelerine
göre ise ilçenin toplam nüfusu 15.831 dir. Bu nüfusun 4.766 sı ilçe merkezinde,
11.065 i köylerde oturmaktadır. İlçenin 17 köyü, bu köylere bağlı 12 mezrası
ve merkezde 4 mahallesi vardır.” Yıllıkta geçen köylerle mezraların eski ve
yeni isimleriyle nüfusları tablo olarak verilmiştir.
1973 Yıllığı:”Hani kasabası, Diyarbakır havzasının kuzey kenarında, yükseltisi
900 m.ye yaklaşan bir alanda kurulmuştur. 15’km.lik bir şoseyle Diyarbakır-
Genç-Bingöl yoluna bağlıdır. İl merkezine uzaklığı 80 km.dir. Çok eski bir
yerleşme merkezi olan Hani’de belediye teşkilâtı 1887 tarihinde kurulmuştur.
Kasabanın nüfusu, 1970 genel nüfus sayımına göre 5.500 dür. Bunun 2.806
sı erkek, 2.694 ü kadındır. Çarşı, Dereğan, Hamşik ve Zive isminde 4 mahallesi
ve 900 hanesi vardır. Daha önceleri Lice’ye bağlı bir bucak merkezi iken 1958
de ilçe olmuştur.
Hani ilçesinin yüz ölçümü 415 kilometrekaredir. Toplam nüfusu 18.192 olup
bunun 12.692’si köylerde yaşar.”
324
Yıllığın ilçeye ayrılan bilgileri, ilçeye bağlı
köylerle meraların eski-yeni isimleri ve kadın-
erkek nüfuslarını gösteren tablo ile sınırlıdır.
1995 İl Yıllığı: “Tarihçesi: Kuruluş tarihi çok eski
olan Hani ilçesinin kuruluş tarihi kesin olarak
bilinmemektedir. Hani ile ilgili ilk bilgiler M.Ö.
8. yüzyılda başlar. Urartu Devleti ve Asurlular
arasında önemli çatışmalara sahne olduğu
bilinmektedir. Daha sonra Nirbi’lerin yerleşme
merkezi olan Hani’nin tarihçesi Diyarbakır
merkezinin tarihçesiyle koşul gitmiştir.
1875’te Palo’ya bağlı bir bucak olan Hani, daha
sonra Lice’ye bağlanmıştır.
Hani’de belediye 1878’de kurulmuştur.
Genel Durum: M.Ö. 1280 yılında Asur Hükümdarı
I.Salmanasar ile yaptıkları savaşta yenilerek
dağılan Nirbi’lerin yerleşme merkezi olan Hani,
Cumhuriyet döneminde Lice’ye bağlı bir belde
idi. Daha sonra gelişerek ilçe oldu.
Denizden 1200 metre yüksekte, dağlık bir
bölgede olan Hani, Artuklulardan kala Hatuniye
Medresesi, Ayn-Kebir Su Kaynağı, Yasin Minaresi
ve Cafer-i Tayyar Yatırı ile tarihi bir zenginliğe
sahiptir.
Hani, dağlık bir bölgede kurulmuş olup , ilin
küçük bir ilçesidir. Ancak Silvan’dan sonra
nüfus yoğunluğu en çok olan bir ilçedir.
Kilometrekareye 63 kişi düşer. Ayrıca 100
kilometrekareye otalama 4 köy düşer. Köyler
ilçenin kuzeyindeki küçük ova çevresinde
toplanmıştır.
Hani’de geçim tamamen tarım ve hayvancılığa
dayanmaktadır. Buğday, arpa, pamuk ve darı
önemli gelir kaynaklarındandır. Üzüm ve
meyve bahçeleri de önemli bir gelir kaynağı
olmuştur. Güneşe bakan yerlerde bağlıklar
oluşturulmuştur. Dağlık kısmındaki Meşelikler
odun ihtiyacını karşılar. Bir de önemli ölçüde
söğüt ağaçları vardır.
Dışarıya sattığı en önemli ürünler tahıl, pamuk,
yaş ve kuru meyvalar ile birlikte ayrıca ilçeden
her yıl kereste satışı yapılmaktadır.
Dicle Nehri Hani’ye 18 km. uzaklıktadır. İlçenin
kum ihtiyacı buradan karşılanır
Yıllıkta “Turistik Yerleri” başlığı altında verilen
bilgiler:
“Hatuniye Medresesi: Sancar Şah’ın Validesi
Zeynep Hanım tarafından 13. yüzyılda yapıldığı
sanılmaktadır.
Ulu Camii: Kesin olarak tarihi bilinmemekle
beraber bir Selçuklu eseri olup, 15. yüzyılda
yapıldığı sanılmaktadır.
Aynkeris Şifalı Suyu: İlçe merkezinden 2 km.
mesafededir, sarılık hastalığına iyi geldiği
sanılmaktadır. Pek çok kişi ziyarete gelip
yıkanmaktadır. Yıllık ziyaretçi sayısı 10.000 kişi
dolayındadır.
Koki Çayı Mesiresi: İlçe merkezinden 8 km.
mesafededir. Burada kaynayan suda bol
miktarda alabalık bulunur. Saniyede 6 metreküp
su akmaktadır.
Aynkebir Havuzu: Aynkebir su havuzu Ulu Camii
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
325
ile Hatuniye Medresesi arasında bulunan büyük bir havuzdur. Bu su Hani
Dağının eteklerinde kaynar ve 9 kemerli bentlerden çıkarak bir havuz
oluşturur. Havuza 7 gözden su akmaktadır. Akan su ile ilçenin tüm arazileri
sulandırılmaktadır. Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır. M.
Ö. 2000 yılında Huriler tarafından yaptırılmıştır.”
Hani’nin hakkında bu bilgiler verildikten sonra nüfusa ilişkin rakamlar, bazı
istatistikler bulunmaktadır:
“Hani ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 97
km.dir. Merkez, Çarşı, Dereli, Zirve Mahallesi olmak üzere ilçe merkezi 4
mahalleden ibarettir.
Hani ilçesinin 1990 yılı genel nüfus sayımına göre toplam nüfusu 37.818
dir. Bu nüfusun 10.302 si ilçe merkezinde geri kalan 27.516’sı köylerde
yaşamaktadır. İlçe merkezinde yaşayan nüfusun 5.298’i erkek, 5.004’ü
kadınlardan oluşmaktadır.”
İlçenin nüfusunun aşağı-yukarı aynı sayılarda seyri, ilçenin daima göç
verdiğini gösterir. Diyarbakır Merkezde tahminen 8000 civarında Hani
nüfüsuna kayıtlı göç eden bulunmakla beraber, İstanbul, İzmit, Manisa,
İzmir, Antalya merkez ve ilçelerindeki Hani nüfusuna kayıtlı çoğu çalışan
15000 civarında Hani’den göç eden nüfus vardır.
Yurt Ansiklopedisi-Diyarbakır Maddesi“Mimarlık tarihinde önemli yeri olan, Hatuniye Medresesi’yle ünlüdür.
Ulu Cami: Belediye ve kaymakamlık yapılarının yer aldığı küçük alandadır.
Yapım tarihi ve yapımcısı bilinmemektedir. Yazıtlarından 1657 ve 1682’de
onarıldığı anlaşılmaktadır. Dikdörtgen planlı, birbirinden farklı yükseklikte,
iki bölümden oluşan bir yapıdır.
Eğimli bir alana kurulduğundan, güney yüzüne dükkânlar yapılmıştır. Batı
yüzündeki taçkapıdan, iki sütunla bölünmüş avluya geçilmektedir. Ana
mekân mihrap duvarına koşut üç neflidir.
Hatuniye Medresesi: Ulu Cami’nin güneybatısındadır. Çok yıkıktır. Yalnızca
mihrap duvarı, bunun yanındaki iki kubbeli mekân ve eyvan duvarları
326
ayaktadır. Yapım tarihiyle ilgili çeşitli görüşler
vardır. Bitkisel süslemesi ve yazılarıyla XIII.
yy’da yapıldığı sanılmaktadır. Mihrap duvarı
tonoza dek taş süslemelidir. Mihrap nişi halat
kıvrımlı silmeyle çevrelenmiştir. Bunun dışında
geometrik süslemeli çerçeve ve en dışta üç dizi
mukarnas bezeme bulunmaktadır. İki yanda
kubbeli mekânların bulunduğu, kapalı avlulu
medreseler planında olduğu sanılmaktadır.”
Borsa 21 Dergisi’nde İlçeler Dizisi’nde Hani Için Yazdığımız Kimi Tespitler“Tarihte Asurluların, Urartuların hüküm sürdüğü
alanlardan biri olan Hani, aynı zamanda
Hurilerin, Nirbilerin merkezi bölgelerindendir.
Nirbilerin başkentliğini yapmış Hani’de bu gün
‘Nirbi’ adını taşıyan köyler halen bulunmaktadır.
40.000 civarında olan toplam nüfusun yaklaşık
11000’i ilçe merkezinde yaşamaktadır.
Dicle Nehrine 18 km uzaklıkta olan Hani’de
tarım, Aynkebir su kaynağından alınan suyla
yapılmaktadır. Meyve bahçeleri, üzüm bağları,
tarım ve hayvancılık geçim kaynaklarını
oluşturur. Kereste üretimi de çevre illere ve
ilçelere pazarlanmaktadır.
1875’te Palu’ya bağlı bir bucak konumundan
çıkartılan Hani, Lice’ye bağlandıktan sonra
1878’de belediyelik olmuştur. Daha sonra ilçe
merkez olan Hani’de günümüzde nüfus, daha
çok kuzeydeki ovada yoğunlaşmıştır.
İlçenin Tarihi Eserleri-Turistik Yerleri: Hatuniye
(Zeynebiye) Medresesi, Ulu Cami, Aynkebir
Havuzu, Yasin Minaresi, Cafer-i Tayyar Türbesi.
Aynkeris suyunun sağlık açısından sarılığa
iyi gelmesi her yıl ilçe nüfusu kadar ziyaretçi
çekmesini sağlamaktadır.
Küçük ve şirin bir ilçe olan Hani, Kocaköy-Dicle-
Lice ve Hazro ilçesiyle komşudur. Bingöl’ün
Ayrıca ilçesiyle kısmen Adıyaman’la sınırı
bulunmaktadır.”
Elbette “Hani” denince Serde (Seren) Köyü’nden
de bahsetmek gerekir. Bunun yanında Cevzé
(Gürbüz), Mukriyan da gezilip görülmesi gereken
köylerdir. Özellikle Serde’de tahrip edilen heykel
ve kaya mezar alanları tarihe duyarsızlığın
işaretidir, geçmişte. Hani, Deyr-î Rakîym (Der-
kâm-Duruköy) ve Ashab-ı Kehf Mağaraları’na
yakınlığıyla önemlidir. İlçe merkezde yer
alan eski mezarlık alanın ilgisizliği de ayrı bir
husustur.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
327
KAYNAKLAR
1. Konyar Basri Diyarbekir Yıllığı sh 363-364 Diyarbekir Vilayeti
Neşriyatı Ankara 1936
2. Diyarbakır İl Yıllığı 1967 Şevket BEYSANOĞLU vd.
3. Cumhuriyetin 50. Yılında Diyarbakır 1973 İl Yıllığı Şevket
BEYSANOĞLU vd.
4. 2000’e Beş Kala Diyarbakır 1995 İl Yıllığı Sh 387-388
5. BAYKAL Kazım Karacadağ Mecmuası Diyarbakır Halkevi Yayın Organı
Cilt 2 Diyarbakır 1939
6. ABAKAY Mehmet Ali Diyarbekirden Esintiler : Hani Borsa
7. 21 Dergisi Diyarbakır Ticaret Borsası Yayın Organı 2003
8. Yurt Ansiklopedisi Diyarbakır Maddesi 1982 İstanbul
9. Beysanoğlu Şevket Anıtları ve Kitâbeleri ile Diyarbakır Tarihi Cilt 1 Sh:
339 vd. Diyarbakır Beldiyesi Yayını Ankara 1987
10. ÜNAL Hüseyin Rahmi Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları
Üzerine Bir İnceleme Sh 51 Erzurum 1975
11. SÖZEN Metin Diyarbakırda Türk Mimarisi İstanbul 1971
12. ALTUN Ara Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi
İstanbul 1978
13. Abakay.MA. Hani. 2005 yılında Hani Kaymakamlığı “Hani Arkadaş
Matbaası Diyarbakır 2005
328
KOCAKÖY (KARAZ)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
329
Yahya KAMÇIEğitimci-Yazar
329
ÖZETİlçemizin taş çağlarından beri yoğun bir iskân dokusu ile meskun olduğu,
çevrede bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılmakta olan
araştırmalarda, başta yörede karga bıçağı denen obsidiyen ve sileks olmak
üzere, çeşitli çakmak taşlarından yontulmuş araç gereç, bol miktarda
bulunmaktadır. Hatta, Ambar vadisinin Goza Çelo mevkiindeki Karna
(Kocaköy’den Görünüm)
höyüğünün 150 m kadar uzağına düşen bir tarlada obsidiyen malzeme
o kadar bol bulunur ki, zamanında bir obsidiyen satış merkezinin burada
bulunduğuna, yahut en azından buranın, bu malzemeyi taşıyan kervana her
nasılsa son durak olduğuna dair kanaat hasıl olmaktadır.. İlçe çevresindeki
tarihi alanlardan hiçbirinde bilimsel bir kazı çalışması yapılmadığı gibi,
bu gibi yerler, definecilerin de tahrip ve yağmasına açık coğrafyadadır.
Bununla birlikte yöre, oldukça zengin tarihi ören yerlerini ihata etmektedir.
Sözgelimi, ilçe merkezinde yarım düzine kadar sarnıç ile bir o kadar kaya
mezarı bulunmaktadır.
Merkez kasabanın 4 km kadar batısından güneye doğru akmakta olan
Ambar Çayı civarında bulunan tabii mağaralardan birkaçı ve özellikle
de Uyuz Mağara, ihtiva ettikleri kalıntılardan, tarihöncesi çağlardan beri
barınak olarak kullanıldıkları açıkça anlaşılmaktadır.
Söz konusu vadide, ayrıca beş altı tane höyük, bir şehir kalıntısı, bir kale,
ikisi yüksek uçurumlara oyulmuş ondan fazla kaya mezarı, barınak olarak
330
kullanılmış bir suni mağara, taş havanlar,
bulunmaktadır. İlçemizde on kadar höyük, iki
yüzden fazla oyma mağara (bunların önemli
bir kısmı Karaz, (KANİYAALA MAH.ile ARKBAŞI
KÖYÜ arasında 91) Şaklat ve Mendan mağara
köylerinde toplanmıştır. ikincisinde ise 15,
üçüncüsünde ise 10 kadar mağara bir aradadır),
Ambar, Şaklat, Arkbaşı köylerimizdeki üç
ayrı tip kaya mezarının mevcudiyeti ve
burada sayılamayacak daha pek çok tarihi
kalıntı, yörenin, dünya çapında bilinen en eski
medeniyetlerden olan Çayönü ile emsal ve
çağdaş olduğunu düşündürmektedir. İlçemizde
Hurri-Mitanni, Urartu (bu medeniyetten kaldığı
düşünülen Hatun Köşkündeki kale, kaya mezarı,
tüp geçit ve ören yeri kalıntıları, Ambar vadisinin
yukarı mecralarında, Hani ilçemize bağlı Yayvan
Köyünün 5 km kadar batısında bulunmaktadır),
Asur (Speleolojik bakımdan pek kıymetli ve
bakir bir hazine olan, fakat araştırılmadığı için
amatör maceracıların hoyratça gezileri ile
yörenin tamamında olduğu gibi definecilerin
tahripkâr kaçak kazılarına mahal olmaktan
kurtulamayan Bırklin mağaralarında bunlardan
kalan yazıt ve kabartmalar ile duvar kalıntıları
mevcuttur), Med, İskit, Pers, Helenistik/
Selefkos, Roma (Bunlardan kalan Dakyanus
Şehri harabeleri Fis Ovasının batısında yükselen
tepede bulunmaktadır.
Yöre halkı tarafından meşhur Ashâb-ı Kehf
hikâyesinin burada geçtiğine inanılmakta
ve bunların bir makamı da bu civarda
bulunmaktadır.), Bizans, Abbasi, Mervani,
Selçuklu, Artuklu, Eyyubi, Kölemen, Akkoyunlu
ve Osmanlı egemenlikleri yaşanmıştır. Yaklaşık
yüz elli senelik bir tapu kaydından, Karaz’ın o
zamanlar Palu İlçesine bağlı bir köy olduğu
anlaşılmaktadır. Gene yaklaşık yüz yıl önceki bir
sâlnâmeden, ilçe merkezinin bir nahiye olduğu
sonucuna varılmaktadır. Ankara’da, halen müze
olarak kullanılan eski TBMM binasında bulunan
haritada ilçenin ismi (Karaz iken, eski yazıdaki
kaf ve sin harfleri ile) “Karas” olarak yazılıdır.
İlçeye bağlı köylerden Boyunlu, Yazı ile
Şaklat dağlık kesimde; Bozbağlar, Bozyer,
Çaytepe, Suçıktı ve Günalan ovalık kesimde
kurulmuşlardır. Doğuda Arkbaşı ile Tepecik,
batıda ise Ambar köyü, bu iki kesimin sınırına
kurulu bulunan köylerimizdir.
KARAZKürtçe bağ işi anlamına gelen Kar- rez
kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. İlçenin
sınırları içinde çok sayıda bağın bulunması
bunu kanıtlar niteliktedir.
NOT: İlçede son yıllarda sondaj çalışmalarından
dolayı halk genelikle bağlarını bozup sebze,
meyve,tütün ve pamuk üretimine yönelmiştir.
Yörede, tarihi canlandıracak çok sayıda kalıntıya
raslamak mümkündür. İlçede çok sayıda höyük
(örn.Çaytepe Höyüğü), mağara (Karaz,Şaklat
Ambar mağaraları gibi), koruganlık (Kela kafıran
ile kevıri kellı), geçit (Nıkeba wehşan,Nıkeba
tumas gibi) , yol(riya doşırme;kokulupınar mah.
halen kalıntıları bulunup, Urartular döneminde
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
331
kaldığı sanılmaktadır.
Tarihi Eserleri Ulu Cami: Üzerindeki kitabeden H.756 yılını göstermektedir.Bu tarihte
bölgeye Artuklullar hakimdi(M.1355)Son yıllarda ilçenin ihtiyacından
camiye ilaveler yapılınca caminin tarihi dokusunda da büyük bozulmalar
olmuştur.Şeyh İsmettullah Efendinin camiye büyük katkısı olup caminin
avlusundaki sutunlar Fis Ovasındaki Dakyanus Harebelerinden getirilmiştir (Şuan ilçe merkezinde dördü minareli olmak üzere, beş adet cami bulunmaktadır.)
Herem:Panayır olarakta bilinir.Burada çok sayıda bazltan yapılmış eşyaya
rastlanılmıştır.
Derun Cami: Gökçen’de Derun Köyünde bulunup,Kocaköy Ulu camiye
benzerlik arz etmekte dir.
Karaz Mağaraları (Kaniya Âla): Kokulupınar Mah. 5 km doğusunda, Seri
Kaniyan mevkiinde 90 adet civarında olup,son zamanlara kadarda barınak
olarakta kulandığı yöre sakinleri dile getirmektedir. Mağaralar yumuşak
kalkere oyulmuş durumdadırlar.Bugüne kadar herhangi bir arkeolojik
çalışma yapılmamıştır.
(Karaz Mağaraları)
Mendo Mağaraları: Karaz mağaralarının bir km doğusunda
332
olup 13 adettir.
Derindere Civarı: Bu alanda Kortık, Diyarı
Malan eski ev kalıntıları ve seramik parçalara
rastlanılmıştır.
Şaklat Kalesi: Şaklat Köyünde bulunan yapı
harç kullanılmadan yapılmıştır.
Arduç: Burada da kulanılmadan örülmüş sadece
irili birkaç taş bulunmaktadır.
Kafiran Kalesi: Kokulupınar mah hemen
güneyinde bulunan yapı, 1514 yılından sonra
Yavuz Sultan Selimin çaldıran seferi sonrasında
kervanları korumak amacıyla yaptığı
söylenmektedir.
Çıkeyri: Nevala harebenin doğusunda olup
tarımsal etkinliklerin etkisiyle tanınamaz hale
gelmiştir.
Cimeke: Kocaköy’ün Güneyindedir.
Zıbeydi:Tepecik’tedir.
Harem: Kocaköy’ün Güneydoğu’sundadır.
Gundor: Bozbağlar’dadır.
Kalender Kalesi: Çaytepe’dedir.
Mala Hopo: Günalan Köyündedir.
Serkuran: Çaytepe yakınlarındadır.
Kani Karvanan: Çaytepededir.
Mehmediyan: Arkbaşı köyündedir.
Ambar Köyü: Ambar çayı vadisi civarındadır.
Hayderakan: Bozbağlar köyündedir.
Eyüban: Eyüpler mah.
Not 1: Bozbağlar Köyü’nde 13 adet sahabenin
mezarı bulunmaktadır.
Not 2: Çaytepe, Bozbağlar, Suçıktı, Navale Harabe
alanlarında petrol kuyuları bulunmaktadır.
334
LİCE’NİN TARİHİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
335335
ÖZETLice bölgesinde çok eski tarihlerde yerleşik hayatın başladığı bilinmektedir.
Lice’deki Asur kitabeleri M.Ö.7000’li dönemlerdeki arkeolojik bakır çağı
son Neolitik döneme tanıklık etmektedir. Yörede M.Ö. 3000’lere ilişkin
ilk bilgiler Hurri – Mitanni halkına dayanmaktadır. Nirbi Prensliği’nin Lice
ve Hani yörelerinde hüküm sürdüğünü Asur ve Urartu kaynaklarından
öğreniyoruz.
(Lice’den Görünüm)
Bu dönemden sonra Lice’de çeşitli medeniyetler hakim olmuşsa da Lice
daha çok Asur hakimiyetinde olmuştur. Daha sonra bölgede sırasıyla Med,
Pers, Makedon, Partlar ve Roma hâkimiyeti sürmüştür.
Lice M.S 622 – 639 yılları arasında Bizans ( Doğu Roma ) hâkimiyetine
girmiştir. Halife Hz. Ömer zamanında Iyaz Bin Ganem ve Halid bin Velid
komutasındaki ordular Bizans’la savaşarak tüm Diyarbakır ve ilçelerini ele
geçirdiler. Emevi Devleti kurulunca bölge Emevilerin hakimiyetine geçti.
Daha sonrada bölgeye Abbasiler hakim oldu. Abbasilerin zayıflamasıyla
Mervanilerin bölgedeki hakimiyet belirgin hale geldi. Mervaniler’den sonra
Lice ve Diyarbakır Büyük Selçukluların hâkimiyetine geçti.
(Eski Lice)
336
Melik Şah’ın ölümünden sonra büyük bir otorite
boşluğu yaşandı. O sırada Suriye’de yaşayan
Melik Şah’ın kardeşi Tutuş kendi hükümdarlığını
ilan etti. Tutuş 1098 yılında haçlılarla girdiği
savaş sonrası ölünce bölge 1121 yılına kadar
Ahlatşahlıların elinde kaldı. 1121 yılından
sonra bölge Mardin Artukluları ile Hasankeyf
Artukluları arasında el değiştirdi. 1222 yılında
Diyarbakır ve çevresindeki tüm kaleler İlhanlılar
tarafından yağmalanmış ve bir süre sonra
Eyyubi hâkimiyetine geçmiştir. Bundan sonra
bölge Eyyubi - Anadolu Selçuklu savaşlarına
sahne oldu. Bölge 1259–1302 yılları arasında
Anadolu Selçuklu Devletine bağlı kaldı. İlhanlı
hükümdarı Gazan Han (1259-1304) II. Suriye
seferi sırasında Diyarbakır ve bölgesini Mardin
Artuklularına bıraktı. Böylece bölgede İlhanlılara
bağlı bir Artuklu yönetimi tekrar başlamış oldu.
1394’te Timur Diyarbakır’ı kuşatarak aldı.
Timur daha sonra bölgenin yönetimini Kara
Yülük Osman’a bıraktı. Böylelikle yöre 1401’de
Akkoyunlu yönetimine girdi.
Safavi’ler 1502’de Şurur Savaşı’nda
Akkoyunluları yendikten sonra ülkenin her
yanına hâkim oldu. Bu durum 1517 yılında
Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeye hâkim
olmasına kadar devam etti. 1517 yılında
Osmanlı egemenliğine giren Lice bu sırada
önemli bir yerleşim yeri olup Atak sancağına
bağlıydı. Bundan sonra giderek önem
kazanmaya başlayan Lice 1871 yılında ilk defa
Diyarbakır’a bağlı bir ilçe konumuna gelmiştir.
Genç, (Dara- Hine] Hani (Hêni) ve Kulp(Pasur)
Lice’nin bucakları olarak görülmüştür 1890’da
da Kocaköy (Karaz) Lice’ye bucak olarak
bağlanmıştır. 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı
Esasiye kanununun 89. maddesi sancakları
kaldırmıştır. Bu konuma dayanılarak Lice,
Diyarbakır iline bağlı bir ilçe olmuştur. İlçe 6
Eylül 1975 yılında büyük bir deprem felaketi
geçirmiştir. 2367 kişi hayatını kaybetmiş, ilçe
merkezi tümüyle hasar gördüğü için dağın
aşağı tarafına yeniden inşa edilmiştir. Yine aynı
depremde yaklaşık 35 köyde birçok can kaybı ve
ağır hasar meydana gelmiştir.
Lice Adının Kökeni Diyarbakır’ın en eski tarihe sahip ilçelerinden
biri olan “Lice”nin adına ilk kez Asur
kaynaklarında rastlanmaktadır. Bu kaynaklara
göre bölge “ŞİRİŞA” olarak adlandırılmakta idi.
Lice” adının ne zaman kullanılmaya başlandığı
bilinmemekle birlikte “Holuris” ten geldiği
sanılmaktadır. Holuris, İllirisis, İlice ve daha
sonra Lice biçiminde değişmiştir.
(Barış Baba Ruhun Şad Olsun…)
Hacı Sait ÖZŞANLI 800’den fazla kan davasını
barışla sonuçlandırdığı için Nobel Barış Heyeti
tarafından ziyaret edilen, Türkiye’de insanların
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
337
takdir ettiği, başkalarının sorunlarına ağlayan değerli bir kişilik ve barış
elçisiydi.
Atak’ın Tarihi Ve Atak Kalesi (Kabakkaya, Antak)İlçe merkezinin yaklaşık 15 km. Güneydoğusunda, Kayacık (Hézan)
bucağının ise 15 km. doğusundaki Kabakkaya (Antak) köyünde bulunan bu
kalenin,kimler tarafından ve hangi tarihte kurulduğuna dair kaynaklarda
bir bilgi mevcut değildir. Kalenin tarihiyle ilgili en eski bilgi Ebu Abdullah
Muhammed Bin Ömer-ül Vakıdi’nin kaleme aldığı ‘VAKIDI’ adlı kitaptadır
(Kitap Mısır,Irak ve Diyarbakır’ ın tarihini yazmaktadır).
(Atak Köyü’nden görünüş)
Kitaptaki bilgilere göre Kale Hicret’in 17. Yılında Diyarbakır bölgesini
fethetmeye gelen Iyaz Bin Ganem ve Halid Bin Velid tarafından, Diyarbakır’ın
fethinden hemen sonra fethedilmiştir. Kale fethedilirken, Kalenin sahibinin
ise ‘Batis Bin Selimus’ olduğu belirtilmektedir.
Kalenin adı konusunda değişik kaynaklarda farklı isimler geçmektedir. Eski
Arap-İslam kaynaklarında ‘Hetax’ şeklinde yazılıdır . Komşu ilçemiz olan
Silvan’ın yetiştirdiği değerli tarihçi ibnü’l-Ezrak ise kaleden ‘Hatak’ olarak
bahsetmektedir. 1967 ve 1973 Diyarbakır il yıllıklarında ‘Antak’, yöre halkı
tarafından ‘Entak’ olarak (telaffuz edilen) adlandırılan bu Kale-Kent bir çok
yazılı metinde ise ‘Atak’ şeklinde benimsenmiştir.
(Atak Kalesi)
338
Entak şehrinin Mervaniler ve Artukoğulları
döneminde (X,XI,XII,XIII y.y. da) önemli
kalelerden biri olduğu bilinmektedir. Daha
sonraları Safevi hükümdarı Şah İsmail
Diyarbakır bölgesini istila edince, kaleyi
ZIRKAN Aşireti ve liderleri Ahmed Bey Bin Mir
Muhammed’in elinden alarak KAÇAR Aşiretine
verdi. Ancak bu durum 1514 yılındaki Çaldıran
Savaşına kadar sürdü. Çaldıran Savaşında
Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, Safevi
hükümdarı Şah İsmail’i yenince, diğer Kürd
aşiretleriyle birlikte Zırkan Aşireti de mülklerini
ve kaybetmiş bulundukları hükümetlerini geri
almak için harekete geçtiler. Kısa bir zaman
sonrada kalelerini Kaçar Aşiretinden geri
aldılar. Bu tarihten sonra kale sürekli olarak
Osmanlı imparatorluğuna tabi kalmıştır.
Kaleyi meşhur Osmanlı gezgini Evliya Çelebi’de
gezmiş, görmüş ve en az kendisi kadar meşhur
kitabı Seyahatname’sinde buradan: “Kale nehir
kenarında, yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe
taş yapı, güzel bir kaledir” diye bahseder.
(Heşşo Çayı Atak civarı)
Diyarbakır bölgesi üzerine araştırmalar
yapan Kazım BAYKAL, 1939 yılında kale
civarında yaptığı incelemeler sonucundaki
gözlemlerini Diyarbakır’da yayınlanan ve
genelde bölge üzerine yazıların yer aldığı
KARACADAĞ Dergisinde kaleme almış:
“Hézan nahiyesinin doğusunda 15 kilometre
şarkında meşhur bir kale var. Şarktan garba
uzanan ve ovaya kadar varan bir sırtın tam
bel noktasında. şimdi Şeyh Şarani (?.) denilen
beş türbenin bulunduğu yerle ve civarı Atak
Kalesidir. Kalenin yalnız temelleri mevcuttur.
Kitabe ve resim yok, semtin ismi de Atak’tır.
(Atak Cami Minaresi)
Tarihi değeri çok olan bu mühim yere ait
maalesef bizi tenvir edecek bir şey kalmamış.
Kalenin üstünde ve garp tarafında bir yıkık
Cami var. Yarım kubbe halinde ve ön tarafında
mihrabı görülüyor. Şarkta ve sırtın tam üstünde
Ak Kilise adlı bir harabe görülüyor. Bu civarda bu
şekilde harabeler daha var. Ak Kilisenin Timur
zamanında yıkıldığı söyleniyor. Kiliselerin hepsi
en hakim noktalardadır. Kalenin tam dibinde
küçük bir köy vardır. Yanındaki minaresinin
yarısı yıkılmış olan cami kıymetlidir. Atak’ın
batısındaki halk dilinde Ordu Pazarı olarak bilinen
alanda 4 adet Sahabe mezarı bulunmaktadır.
Çeper Kalesi (Xana Kelê)Diyarbakır, Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında
bulunan bu kale dağların ovalara açıldığı dar
bir geçidin ortasındadır. Ovaya hakim bir
konumdadır. Halk arasında bu kaleye Çeper,
Şeter kalesi gibi isimler de verilmiştir. İskender-i
Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve bu kalede
misafir edildiği, bundan ötürü de bu kaleye
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
339
Zülkarneyn Kalesi isminin verildiği yöre halkı tarafından söylenmektedir.
Bununla birlikte kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik
kazanamamıştır. Büyük olasılıkla MÖ.VI.yüzyılda bölgeye hakim olan
Persler tarafından kurulduğu sanılmaktadır.
(Çeper Kalesi)
Çeper Hanı
Kervansaray (Han), Diyarbakır-Bingöl yolunda, 81.km,Lice yol ayırımından
yaklaşık olarak 5 km kuzeyde, Biryas Köyü yakınındadır. Bugünkü Bingöl
yolunun sol kenarında yer alan bu Han küçük bir tepenin eteğinde, hafif
meyilli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Han 40 m 90X23 m 40 ölçüsünde
dikdörtgen bir yapıdır. Çeper hanı ile aynı düzene sahip bildiğimiz tek yapı
Ceyhan’ın (Adana) Kurtkulağı Köyü’ndeki Handır. Çeper Hanı gibi üç sahınlı
bir ahıra ve bu ahır önünde bir kaç hücreye sahip olan Kurtkulağı Hanının
hücreleri bugün çok harap durumdadır. Gerek Çeper Hanı’nda, gerekse
Kurtkulağı Hanında ahırların dışa tamamen kapalı durumda olmalarına
mukabil öndeki hücreler için her hangi bir korunma tedbiri olmamış olması
düşündürücüdür. Fakat Kurtkulağı Hanı’nın tarihi belli olmamakla birlikte
H.1116/M.1693 tarihli bir vakfiyede adı geçmektedir. Çeper Hanı’nın da
XVII. Yüzyılda inşa edilmiş olduğunu kabul etmemiz mümkündür. Yapının
planı ilk olarak Metin Sözen tarafından yayınlanmış ve hakkında bir kaç
cümlelik bilgi verilmişti. Basri Konyar’da yapı hakkında verdiği kısa bilgide,
Hanın IV. Murat zamanında kaldığı rivayetini nakletmekte ve Lice’nin II.
Kolordu Merkezi olduğu sıralarda yapının onarıldığını söylemektedir.
340
Ashab-I Kehf’in Lice’de Olduğuna Dair Deliller1.) Mağaranın durumunun Kur’an daki ifadelere
(ipuçlarına) uyuyor olması.
Mağaranın durumu, Kur’an-i Kerim’de Kehf
Suresi 17. Ayette geçen: “(Resulüm! Orada
bulunsaydın güneşi görürdün: Doğduğu zaman
mağaralarının sağına meyleder; batarken de
sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi.
(böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız
olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı”
şeklinde ki ifadelere tamamen uymaktadır.
(Ashabı Kehf Mağarası)
2.) Mağaranın hemen yanında bir Kilise
kalıntısının bulunması. Yöre halkı tarafından
‘Dér’i Rakim’ (Rakim Kilisesi) olarak adlandırılan
çok eski bir Kilisenin kalıntıları mağaranın
hemen yakınında bulunmaktadır. Buralarda
araştırmalar yapan Şevket Beysanoğlu
Bey bu kilise kalıntılarının fotoğraflarını da
yayınlamıştır.
3.) Mağaranın ağzındaki duvar kalıntısı.
Mağaranın ağzında Dakyanus’un ördürdüğü
söylenen bir duvar kalıntısı vardır.
4.) Birçok müfessir tarafından Dakyanus’un hem
şehir, hem kral adı olarak anılması: Dakyanus,
bir çok araştırmacı ve müfessirce kabul gördüğü
gibi hem Eshab-i Kehf olayının yaşandığı şehrin,
hem de bu Allah dostlarına zulmeden Kralın
ismidir. Lice’de bulunan Antik şehrin ve Kralının
adı Dakyanus’tur. Lice`deki Dakyanus Antik
Kenti gibi, Kralının adının da Dakyanus olması
sadece bir tesadüf olabilir mi ?
(Dakyanus Harabeleri)
5.) Dakyanus Antik kentinin bulunduğu
Fis ovasının adı Efsus’tan bozmadır.
Şevket Beysanoğlu Bey, Fis adının aslında
Efsus’tan bozma olduğunu belirtmektedir.
6.) Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab-ül
Kehf ve/veya Rakim dağı adını taşıması. 1977
yılına kadar Resmi kayıtlarda da Eshab-ül Kehf
Dağı olarak geçen Dağın adı bu tarihte Harita
Genel Müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte
değiştirilmiş ve İnceburun Dağları adını almıştır.
1976 yılında 1.Uluslararası Türk Folklor
Kongresine bildiri olarak sunulan ve daha sonra
Kongreye sunulan diğer eserlerle birlikte kitap
haline getirilen Eshab-ı Kehf’in yeri konulu
çalışmasını kaleme alan Şevket Beysanoğlu
Bey bu dağdan RAKİM DAĞI olarak bahsetmiş,
Parantez içinde de Eshab-ül Kehf Dağı olduğunu
belirtmiştir.
7.) Mağaranın bulunduğu Dağın tepesinin bazı
haritalarda ‘Rakim’ tepesi olarak geçmesi.
Yakın tarihlere kadar birçok haritada Mağaranın
bulunduğu dağın adının Eshab-ül Kehf, Tepesinin
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
341
ise ‘Rakim Tepesi’ olarak geçtiği bilinmektedir.
8.) Olayın geçtiği dönem bölgenin Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetinde
bulunması.Olayı araştıranlarca olayın geçtiği dönem olarak Roma
İmparatorluğu genel kabul görmüştür. Hıristiyan kaynaklarına göre
olay Hz. İsa’dan sonra 201 ile 254 yılları arasında hüküm süren Decius
(Dekyus=Dakyanus) döneminde yaşanmıştır. Lice bölgesi, M.S 226 yılına
kadar Roma-Part, 226 yılından sonra ise Roma-Sasani egemenlikleri
arasında iktidar savaşlarına sahne olmuştur. Dakyanus Antik Kentinin
Roma döneminden kaldığı neredeyse % 100’e yakın bir oranda
ispatlanmıştır. Selevkoslar dönemine ait olabileceğini iddia edenler varsa
da, Dakyanus Kentinin ROMA mimari yapılarını barındırması bu iddiamızı
güçlendirmektedir. (Bkn. Tarihi Eserler bölümü)
9.) Yöremizde Eshab-ül Kehf ile ilgili birçok Efsanenin olması : (Bkn:
Efsaneler bölümü).
(Bezirgan Vadisi-Newala Barga)
10.) Kehf Suresine konu olan 3 olaya ait bulguların da bölgemizde varolması.
Kehf suresindeki başlıca üç olayın izlerine de bölgemizde rastlanmaktadır.
a.) Eshab-ı Kehf kıssası: Yukarıda detayları ile açıklamaya çalıştığımız gibi
Eshab-ı Kehf olayına ait birçok bulgu ve Efsane bölgemizde mevcuttur.
b.) Hz. Musa ve Hızır Aleyhisselam Kıssası : Diyarbakır’ın doğusunda ve Dicle
Nehrinin kuzeyinde Hızır İlyas Köy’ü vardır. 1970 sayımına göre burası 40 haneli ve
212 nüfuslu bir yerleşim merkezidir. Daha kuzeyde Kani Hızır [= Hızır Pınarı] vardır.
Hızır Aleyhisselamın Bırkleyn Mağaralarında Hz. Musa ve İskender-i Zülkarneyn ile
buluştuğuna dair efsaneler halk arasında anlatılmaktadır. (Bkn; Efsaneler bölümü)
c.) Zülkarneyn Kıssası : Eshab-ı Kehf’in 10-12 Km. kadar kuzeyinde
Zülkarneyn Mağaraları vardır. Bu Mağaraların 9-10 Km. kadar batısında ise
Zülkarneyn Kalesi harabeleri mevcuttur. (Bkn. Tarihi Eserler bölümü) eticisi yoktur.
O, kendi hükümdarlığına kimseyi ortak etmez. a bir bakmamız isabetli olacaktır. (Molla Muhammed Recai KARAKOÇ- Zeki DİLEK, LİCE, Diyarbakır 2002)
342
ÇINAR, BİSMİL, DİCLE İLÇESİ TARİHİ ESERLER ENVANTERİNE BAKIŞ DENEMESİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
343
Mehmet Ali ABAKAYArştırmacı Yazar
diyarbekirimtv21@hotmail.
com
343
ÖZETÇınar, Bismil, Dicle ilçelerinin tarihi ve doğal güzellikleri ele alındı.
Çınar İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış ÇınarÇınar ilçesinde yaptığımız araştırmalarda tespit ettiğimiz en önemli tarihî
eser kapsamında olan Zerzevan Kalesi’nin gereği gibi kaynaklarda yer
almayışı ve kalenin incelenmeden, gezilmeden ve görülmeden, bir taşının
bile kalmadığı iddiasının dillendirilmesidir.
Bizim yaptığımız araştırmaların kısmen yayınlanması ile gündeme taşınan
bu kalenin varlığı ne kadar mevcut ise de kaynaklarda yokluğu o denlidir,
araştırmacılar açısından.
Zerzevan Kalesi’nin iç kısmının merdiven yapısı, Eğil Kalesi ile aynıdır.
Su yatağına kalenin içindeki geçit ile inilmektedir. Geçidin su için olup
olmadığını bilmiyoruz Bu geçit, aynı zamanda dışa açılan kapıdır. Belki de
kalenin içine alınan az sayıdaki kişinin kontrollü biçimde kaleye girmesi
için tedbirdir.
Zerzevan Kalesi’nde oldukça sarnıç söz konusudur. Bu sarnıçlar göz
önünde bulundurulursa kalenin iç kısmından dışa açılan basamaklı geçidin,
su almak için dereye inilen yol olmadığı görülür. Kalenin içinden kayalık
zeminin oyularak merdivene dönüştürülmesi, sadece su amaçlı değildir.
Zerzevan Kalesi’nin son yıllarda tescili, yapılan tahribatın önüne geçilmeye
engel olmamıştır. Köydeki bir çok yapının esas malzemesini oluşturan
kale taşları, çoğunlukla tepeden yuvarlanarak, parçalanmış, evlerde
kullanılmıştır.
Kalenin ayakta duran “saray kısmı” diyebileceğimiz bölüm ve yer yer toprak
altında kaldığı belli olan yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların arkeolojik
kazılarda gün ışığına çıkarılması beklenmektedir.
Zerzevan Kalesi’nin yapılışı, Roma dönemi İpek Yolu’nun korunmasına
bağlanabilir. Kalede yaptığımız araştırmalarda yazı, kabartma ve işareti
çağrıştırabilecek belgeye rastlanmamıştır. Zaman içinde köylülerin
bulduğu söylenilen sikkelere de ulaşmamız söz konusu olmamıştır.
344
Kalede muhtelif yapılara ait oturma alanları,
sığınak kümeleri görülmekteyse de bu
kalıntıların esaslı biçimde ele alınmayışı, bizim
tahminlerde bulunmamızı güçleştirmektedir.
Çınar’da Zerzevan Kalesi’ne yakın mağaralar
bulunmaktadır. Bu mağaralarda bir dönem
yaşantının sürdüğünü bilmekteyiz. Yine Çeme
Reş’e nazır kaya kütlelerinde yaşama dair izler
kendisini göstermektedir. Odalar biçiminde
yontulmuş kaya kütlelerinde yaşamın yaklaşık
3000-3500 Yıl öncesine aidiyetini tahmin
etmekteyiz.
Elbette bu yapıların destekçisi olan kaya
mezarların varlığı da söz konusudur. Çeme
Reş’in yanı başında bu tarz yapılaşmaların bir
arada oluşu, yerleşik hayata geçişin izlerinin de
sorgulanmasını gerektirir. Kazıların yapılmayışı,
söylemlerimizin sadece bir tahminden öte
anlam taşımamasına zemin hazırlar.
Çınar’ın Bağacık Köyü’nde kaya mezarların
sıklıkla görülmesi ve bunun bir alanda
kümelenmesi, “Arbane Tepesi” (Tılle Arbane)
denilen tepede ziyaretgâh alanının bulunuşu,
bu tepenin Zigurata benzer yönünün
sorgulanmasını gerektirir. En son dört yıl
önce ev için kayalıklardan taş çıkaran birkaç
köylünün açılmamış bir kaya mezarını bulması,
yerel ve ulusal basına yansımış, detaylar
açıklanmamıştır.
Çınar’ın inanç merkezi olarak iki önemli noktası
vardır. Bunlardan biri Aktepe Köyü, öbürü
Altunakar Köyü’dür.
AktepeŞeyh Abdurrahman’ın Medresesi’nin bulunduğu
köydür. Şeyh Abdurrahman, Aktepe’de
medresesiyle bir dönem, bölgenin ilim dünyasını
kendisine çekmiştir. Astronomi, edebiyat ve
ilahiyat alanında önemli eserler veren Şeyh
Abdurrahman-ı Aktepî, son yıllarda gündeme
sempozyumlarla toplantılarla gelmiş ve yeniden
tanınmaya başlanmıştır, mevcut el yazması
eserleri basılmaya başlanmıştır.
Aktepe’de Medreseden kalma yarıya yakını
yıkılmış bir minare bulunmaktadır. Bunun
yanında Aktepe’nin isminin de Ah Tövbe’den
geldiği söylenmektedir. Aktepe’ye gelip tövbe
eden mürid sayısının çokluğu, burayı bir tövbe
merkezi yapmış ve zaman içinde yaptıklarından
pişman olanların dilinde “Ah Tövbe”, köye bakan
ziguratı andıran tepeye nispetle, “Aktepe”
biçiminde Türkçe’de yerini almıştır. Şeyh
Abdurrahman ve oğullarının mezarının yer
aldığı türbe, her mayıs ayında yapılan anma
etkinlikleriyle adından söz ettirir. Aktepe, Çınar
merkeze 20 kilometre uzaklıktadır.
Altunakar KöyüAktepe’den sonra ikinci noktadır. Şeyh
Kasım’ın defnedildiği mekânda, onun soyundan
gelenlerin mezarları türbe içinde ve türbe
etrafında bulunmaktadır. Vaktiyle Toşhana
Devleti’nin merkezi olan Altunakar’da halen
“Toşhana” isminden bozularak günümüze
gelen höyük, “Tavşantepe” ismini taşımaktadır.
Son yirmi yılda köydeki yapılaşma, höyük ve
çevresinde yaygınlaşmıştır. Altunakar, Osmanlı
Salnamelerinde yerini almış, yapı olarak çok
eski bir yerleşim alanıdır.
Bağacık KöprüsüBarajın yapılması ile sulara gömülmüştür. Göksu
Barajı’nın sularının azaldığı yaz mevsiminde
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
345
köprünün bir kısmı görünebilmektedir. Bu köprünün tek gözlü yapısı vardır.
Köprünün Artuklulara ait olduğu ifade dilmektedir.
Çınar’ın Güzel Şeyh Köyü’nde yer alan ve kısmen yıkık olan Konak,
Cumhuriyetin ilk yıllarında korumasız kalmıştır. 2. Sultan Abdulhamid
Dönemi’nde, 1905 Yılında yapılan Konak, beyaz taştan ve süslemeli biçimde
yapılmış, ilçenin nadir yapılarındandır.
Çınar’da bulunan eski konak, Şeyhlere ait gösterilmektedir. Üç katlı
duvarları taştan ve iç kısımları kerpiçten yapılmış konağın günümüzde ilk
katı ayakta kalmıştır. Konak oldukça bakımsızdır.
İlçenin ilk Camii olan Yeşil Camii, 1950’lerde yapılmıştır. Minaresi “Mimar
Timur” kitabeli Camii, 2000’li yıllarda yıktırılmış, yeniden yaptırılmıştır.
Karacadağ’da bulunan Mir Hıdır (Mir Hızır) Kalesi, yıkılmış, geride kalan
kimi zor seçilen temelleri ile özelliğini kaybetmiş bir kaledir.
İlçenin Diyarbakır Karayolu üzerinde bulunan Kara Köprü (Pıra Reş), ismini
bazalt taşlardan alır. Bu köprünün IV. Murad’ın Irak fethine çıkışı öncesi
ordunun geçişi için yapıldığı rivayet edilir. Karacadağ’da orduya ait topların
geçirildiği bir top yolu da bulunmaktadır.
Ayrıca Diyarbakır’dan Karacadağ’a gidildiğinde Çınar’ın Karacadağ
kısmında yer alan iki köprü bulunmaktadır. İlk köprü yıkılmış ise de
kalıntıları büyük ölçüde mevcuttur. İkinci köprü faal haldedir.
İlçenin diğer köylerinde bulunan höyükler de tarihi öneme sahip olmasına
rağmen, arkeolojik kazıların yapılmayışı sebebiyle bizim, konu hakkında
yorum yapmamız yanlış olur.
Çınar’ın 1937’de İlçe statüsüne kavuşmasıyla ismi “Hana Ahpar” olan
yerleşim birimi, zamanla ilçenin karayolu üzerinde olmasıyla gelişmiştir.
1975 - 1980 arası yapılan inşaat amaçlı kazılarda Merkez Atatürk
İlköğretim Okulu’nda İlçenin tek dinlenme parkına uzayan alanda eski
mezarlık alanlara rastlanmıştır. Şimdi faal olmayan İlçe Hamamı, Askerlik
Şubesi, Hükümet Konağı, Kaymakam Evi, Postahane, olmak üzere resmî
346
yapıların sıralandığı alanın en az 2000 yıllık bir
yerleşime ait mezarlık olduğunu, bu alandaki
mezarların gün doğumu esas alınarak yapıldığı,
ölenlerin defnine göre alanın ya Hıristiyanlara
ya da Şemsilere ait olduğu söylenebilir. Yezidî
mezarlığı ile ortak özellik taşıyan mezarlığın
Yezidîlere aidiyetine ihtimal verilmemektedir.
Mitannî Devleti’nin bir dönem egemen olduğu
Karacadağ Bölgesi’nde halen kendisine “Metina“
diyen köyler bulunmaktadır. Ayrıca Mitannî
Devleti ile komşu olan Hurilerin varlığı da ilçede
söz konusudur. Çınara bağlı “Hurhurik”, “Besta
Huriyan” isimleri Huri Devleti’ne ait yer adları
olarak belirtilir.
Gürses (Davudî) Köyü, vaktiyle Yezidî köyü idi.
Buradaki mezarlıklar incelendiğinde mezarların
güneşe, güneşin doğduğu doğuya baktığı
anlaşılmaktadır.
Bağacık’taki kaya mezarların birinde
gördüğümüz Haç işaretinin Hıristiyanlık
Dönemi‘ne ait olduğu söylense de Hıristiyanların
kaya mezarlarda ceset saklama geleneğinin
bölgede söz konusu olmadığı bilinmektedir. Bunu
Diyarbakır’da rastladığımız Hindû Geleneği’nde
de var olan Güç Sembolü’ne bağlamak, ne
derecede doğrudur, bilemiyoruz.
Bismil İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış Bismil, geçmiş olarak 250-300 yıl öncesine
dayanan bir yerleşim alanı olarak görülmektedir.
Bu güne değin yapılan değerlendirmelerde
ileri sürülen görüş, ilçe merkezine isim olarak
verilen ad, Bistmal, Pismil ve Basmil’dir.
Bistmal, yirmi ailenin yer aldığı yerleşim alanını
çağrıştırır. İran’dan gelen köle tacirlerine karşı
ayaklanan kişiler, tacirleri ortadan kaldırarak,
özgürlüklerine kavuşur. Bu sebeple isim
kaynağına bu ayaklanma gösterilir.
İkinci adlandırma, Dicle’nin beraberinde
getirdiği milin bu alanda birikmesi gösterilir.
“Geçişi zorlaştırdığı için bu alana Pismil”
denildiği rivayet edilir.
Üçüncü adlandırma, Musul’dan gelen Basmil
Aşireti’nin bu alanda yerleşmesine dayandırılır.
İlçenin son dönemde höyüklerde yapılan
kazılarla birlikte varılan tarihî bulgularla
kazandığı önem, son on yılda sıklaştırılan
ve Hasankeyf Barajı’ndan dolayı etkilenecek
alanlardaki arkeolojik kazılardan kaynaklanır.
Birçok höyükte yapılan kazılar sonrasında
Mittanilerden Asurlulara uzanan çizgide elde
edilen buluntular, arkeoloji alanında eşsiz
değerdedir.
İngiliz Seyyah TAYLOR’un Üç Tepe’deki kazılarda
bulduğu Asurî iki dikili taş, bu gün İngiltere’deki
British Müzesi’nde sergilenmektedir.
Arkeologların ilgisini çeken alandaki höyüklerde
zamanla yapılan kazılardan elde edilen
arkeolojik buluntular, Diyarbakır Arkeoloji
Müzesi’nde kısmen sergilenmektedir.
Ovalık alanda kurulu olan ilçe merkezi, daha
çok tarıma ve hayvancılığa dayanan geçim
kaynakları sebebiyle stratejik bir öneme sahip
olmadığı için bildiğimiz manada tarihî yapılara
sahip değildir. Fakat, höyükler açısından
zenginliği sebebiyle zaman içinde yapılacak
kazılarla tarihin yön göstericiliği açısından
önemli bir yere sahiptir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
347
Gredimse, Salat, Tepe höyükleri olmak üzere onları bulan höyüklerin, ilçe
tanıtımında büyük yeri vardır.
Dicle İlçesi’ne BakışDicle’ye beş altı kez gittim, kendimce kimi tespitlerde bulunma ve
okuduklarımla gördüklerimi karşılaştırma imkânı bulma adına. İlk önce
Dicle Kalesi’ne çıkmak istedim. Gittiğim yükseltide kalenin alanında
temelleri boşuna aradığımı belirteyim. Kaynaklarda yer alan kale alanında
bizim anladığımız manada ne taşlar vardı ne temeller. Zaman içinde kale,
bir taş ocağı olarak görülmüş ve yapılarda kale taşları ana malzeme olarak
kullanılmıştır.
Dicle’de görülmesi gereken en önemli tarihî mekânlar, Kral Kızı Kayası,
Dicle’nin ilk yerleşimcileri olarak gösterilen Pir Bedir, Pir Musa çevresinin
mezarları, sık rastlanmasa da kimi yerlerdeki kaya mezarlardır. Büyük
camii sağında yer alan çeşmeler, Camii yukarısında bulunan kitabe
taşıyan ev, İlçenin Pîran olarak anılmasının sebebi Pir Musa ve Pir
Bedir’den gelmektedir. Pir’in çoğulu olan “Pîran”, halen günümüzde de
kullanılmaktadır.
Bir evde gördüğümüz kaya mezar alanı, kiler olarak görüntülenmiştir.
Dicle Barajı’nın (Kral Kızı) yapılması ile beraber sular altında kalan Bırdinç
Köprüsü, Dibni Hanı ve handa olduğu için suda kalan kayadan oyulan
alanlar maalesef günümüze gelecek şekilde görüntülenmemiştir.
Kral Kızı Efsanesi, bu gün ilçede anlatıla gelen ve baraja ismini veren bir
söylencedir.
Dicle hakkında günümüze kadar yapılmış bir envanter ve kitap çalışması
yapılmamıştır. Bir iki dergi çalışması dışında çekilen fotoğrafların
yayınlandığı görülmeyen Dicle’nin tarihten gelen önemli bir yeri vardır.
Hani- Eğil-Ergani arasında bulunan ve Palu ile Maden ile de sınır komşuluğu
bulunan Dicle, baraj alanları ile yayla turizminin teşvik edilmesi halinde
gelişecek ilçelerimizdendir.
348
ERGANİ TARİHİ VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
349
Prof.Dr. Cihat GÜZEL
349
Ergani,Yukarı Mezopotamya’nın sayılı yerleşim birimlerinden biri olup,
Akranya, Erkenin, Erkanikana, Yanari, Zülkarneyn , Arsania, Urhana,
Aşat isimleri ile anılmıştır. Çayönü Örenyeri Ergani yöresinde arkeolojik
kazılar XIX.yüzyılda başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir.
İlçenin 7 km. güneybatısındaki Sesverenpınar (Hılar) Köyü’ndeki Çayönü’nde
yapılan araştırmalar yöredeki yerleşimin MÖ.7250-6750 yılları arasında
başladığını göstermiştir. Burası insanın yerleşik düzene geçiş sürecini en iyi
yansıtan bir arkeoloji merkezidir. Bu bölgede, günümüzden 10.000 ile 5.000
yıl öncesi arasında kalan 5.000 yıllık dönemi ortaya koymuştur. Burada
Neolitik Çağa ait örme yuvarlak evler, basit kulübeler ortaya çıkarılmıştır.
Çayönü kazılarında bulunan en görkemli yapı “Saltaşlı Yapı” olarak bilinen
yaklaşık 10 metre genişliğinde, yüzeyleri düzletilerek parlatılmış, iri
kalker bloklarından olan anıtsal yapıdır. M.Ö.1220 tarihinde Büyük Hitit
İmparatorluğu dağılınca, bir takım beyliklere ayrılmıştır. Asur Krallığı
devrinde Ergani Asur devletine bağlı kendi başına egemen bir şehir
olarak kalmıştır. Ergani MÖ.XI.yüzyılda Asurluların egemenliğinden sonra,
Makedonyalılar buraya hakim olmuş, İskender’in ölümünden sonra da
yöre, Seleukosların, Partların ve Romalıların arasında el değiştirmiştir.
Bizanslılar ve Araplar çoğu kez burasını ele geçirmek için karşı karşıya
gelmişlerdir.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra, 1240’da Anadolu Selçukluları buraya
egemen olmuştur. Timur’un Anadolu istilasından sonra Ergani Akkoyunluların
başkenti olmuş, XVI.yüzyılda kısa bir süre Safevi egemenliğinde kalmış,
1515’te de Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
XIX.yüzyılın sonlarına doğru bugünkü kentin yerinde Osmaniye ismiyle
yeni bir kent oluşmuş ve eski Ergani sönükleşmiştir. Ancak buraya verilen
Osmaniye ismi Adana’daki Osmaniye ile karışmış ve Cumhuriyetin ilânından
sonra yeniden Ergani ismi verilmiştir. Ergani’de günümüze gelebilen tarihi
eserler olarak Hz.Meryem Kilisesi bulunmaktadır.
350
Şehrin en üst kısmında Yüce Meryem adını
taşıyan Kargir ve Kubbeli bir kilise vardır. Mucize
yaratan eski bir mabed olduğu rivayet edilir.
Bunun dışında Kızılca köyünde Enüş Peygamber
Mezarı, Zülküfil Peygamber Makamı hala
önemini koruyan tarihi yerlerdendir. Halkının
tarım,hayvancılık ve meyvecilik ile geçinmektedir.
Diyarbakır ili, Ergani ilçesi, Sesverenpınar
Köyü, Hilar Kayalıkları yakınlarında bulunan
Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce
M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak
M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha
sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. Yerleşme
bilim dünyasındaki ününü “Esas Çayönü
Evresi” olarak bilinen M.Ö. 7500-6500 yılları
arasındaki bin yıllık döneme. ait olan kalıntı ve
buluntuları ile sağlamıştır Günümüzdeki kent
uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem,
insanların göçebelikten köy yaşantısına, avcı
ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri
“Neolitik Devrim” olarak da bilinen teknolojik
yaşam biçimi, beslenme ekonomist ve insan-
doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği Kültür
Tarihi ile ilgili buluşlarla birçok “ilki” de içeren
canlı ve ilginç bir dönemdir.
Ergani yeri itibariyle hakim bulunduğu Gevran
Ovası ve civar dağlarda bir çok tarihi höyük ve
sehir harabeleri vardır. Ancak bunlar-dan Hilar
Tilhizur ve Papazgölü harabeleri tescillidir.
Birçok tarihi harabeler tespit dahi edilmemiştir.
Nevada Üniversitesi Antropoloji Bölümünden
Peter BENEDICT, Güneydoğu Anadolu Yüzey
Araştırmaları projesi çerçevesinde Ergani
çevresinde de araştırmalar yapmıştır. Bulduğu,
çanak çömlek, delgi, doğal cam, uçlu parçalar,
yongalar, kazıyıcılar, sürtme taşları vb. listesini
çıkartmıştır. Buluntuları ait oldukları zamana
göre tasnif etmiştir. Ergani çevresinde 39 höyük
ve buluntu yeri tespit etmiş, bunları tanımlamış
ve haritada göstermiştir.
Bizim bildiğimiz Ergani ilçe sınırları içinde
bulunan eski yerleşim yerleri şunlardır.
Boğaz Çayı kenarındakiler: (Diyare sirt) Boğaz
Köyü, (Kalgana) Yol Köprü Köyü, Hilar Köyü ve
çevresinde 10 yer, (Tilhizur) Yayvantepe Köyü,
(Poze Çiye Hersine) Tastepe Mezrasi, (Kolbegt)
Bozyer Köyü, (Inko)Yeni Köy, (Torçe Rize) Bozyer
ile Yeni Köy arasında, (Zengetil) Bereketli
Köyü, Siyahmedi, (Kote Pire) Köprü Köyü gibi
Diyarbakır sınırında başka yerleşim alanları ile
devam ediyor.
Ovada yer alan höyükler: (Arseniya Hersina
Girabe) Yazacağın mezrası, (Izinob) Uzun oba
yıkılmış köy, (Çahlika) (Ziyaret) (Tahle) Hosan
Köyü, (Elmedin) Coşkun Köyü, (Girya) Güneş alan
Mezrası, (Tilkadi) Tüm Tepe Mezrası, (Igirmi)
Uzun Ağaç Mezrası, (Tilhum) Yüksel Köyü,
(Cingirsin) Çakartas Köyü, (Agcimirik) Açıkdilek
Köyü. (Acakale) Akçakale Köyü, Kuçakera,
(Mego) Azıklı Köyü, (Ferasik) Otlak Mezrası,
(Gire Gozli) Gözlü Köyü, Incehidir Köyü, (Güla)
Yeşilçayır Mezrası, Kabasakal, (Hana Gevra)
Hanköy, Siltantepe, (Algo), Seggur Mezrası,
(Girberes) Yediören Mezrası, (Tirbesipi) Aydoğdu
Mezrası vb yerler.
Dağlık alanda: Eski Ergani, Papazgölü, (Kilisa
Kira) Kırlar Kilisesi, (Kotekan) Yakacık Köyü,
(Kiles Kiliç Baba Tepesi ve Çeka Pira) Sölen
Beldesi, (Geltujka) Dereboyu Köyü, Salhi Köyü,
Ziyaret Köyü, Gomayik Köyü, (Amedi) Armutova
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
351
Köyü, Zülküf Dagi, Bervan Dağı, Hersin Dağı, Mil Dağı, (Gisgis)
Kesentaş Köyü , (Gire Korkiye) Yolbulan Köyü, (Kikan) Kikisan Köyü,
(Sahbesor) Otluca Köyü, Hendeka Köyü, (Kel) Ziyaret Köyü vb. yerlerde
birçok şehir harabeleri vardır.
Asurlulardan evvel buralarda Sabarular ve Hititler hüküm sürmüşlerdir.
Eski tarih ve coğrafyalarda bölgenin ismi Sofana ve Ingilena olarak
geçmektedir. Eskiden bölgede madencilik ve toprak eşya imalatı çok
ileri idi. Ergani bölgesinde, nerede bir kazı yapılsa, bir tarih hazinesine
rastlanmakta, çeşit çeşit toprak kaplar, süs eşyaları ve küpler çıkmaktadır.
Ayrıca Ergani’de birçok şehir harabeleri vardır. Amedi Kalesi deprem sonucu
yıkılmıştır. Germik şehir harabeleri de Mar-Yusa’nın Vaka-i Namesinde adı
geçen sıcak su kaynağı ve şehri olma ihtimali vardır. Burası Ergani, Çermik
ve Çüngüs ilçelerinin ortasındadır. Hilar, Kikan, Giresor ve Hendekan şehir
harabelerinde tarihin her devrindeki izlere rastlamak mümkün. Dünyada
ilk insanların burada yaşadığı rivayet edilir.
Girésor(Xanîsorka) Bu ismimle anılmasının sebebi, Burası kırmızı çakmak
taşlarında yapılı harabeler olduğu için (Xanîsorka) Kırmızı Evler deniliyordu.
1940’li yıllarda bur şehir harabesinin taşları Etibank İşletmesine taşındığı
için, geriye kırmızı bir tepe kaldı. Ondan sonra (Girésor) Kırmızı Tepe olarak
anıldı. Giresor denilen yerde bulunan şehrin, kalıntıları hala görünmektedir.
Burada arkeolojik kazı yapılırsa değişik medeniyetlerin izleriyle ilgili ciddi
buluntular bulunacaktır. Yörede anlatılan efsanelere göre bu şehir Hz. İdris
tarafından kurulmuştur. Yine bir efsaneye göre Hz. İdris buradan yedi km
uzaktaki Hilar’in Goskar mağarasında terzilik yapmıştır. Xanîsorka ismi,
Şemsettin Günaltay’ın İran Tarihi adlı kitabında da geçmektedir. 1. Cilt 100.
sayfa da M.Ö. 9. yüzyıl Asur kralı Şemsi Adad İran’a doğru yürüdüğünde
Matepin memleketinde Xanîsorka adında bir başbuğla karşılaşır. Bu bilginin
Şemsi Adad’ın tabletinde yazılı olduğunu da söylüyor.?
Hz. İdris’in burada yaşadığı, ilk yazının onun tarafından burada yazıldığı, ilk
olarak demirin onun tarafından eğitildiği, ilk defa onun tarafından elbise
dikildiği, cennete sağ olarak girdiği, hala cennette terzilik yaptığı anlatılan
efsaneler arasındadır.
Tarihin eski çağlarında; Amedi ve Kalhana köylerinde bakır işletildiği
352
biliniyor. Buralarda pişirilmiş bakir artıklarına
halen rastlanmaktadır. Gisgis’te gümüş,
Giresor’da demir madeni işletildiği söylenir.
Kiles Köyünün kuzeydoğusunda ki, Dicle Nehri
üstünde ve Hersin Dağı burnunda Boğaz Çayı
üstünde eskiden yapılan barajların kalıntıları
hala durmaktadır. Eskiden bu barajlarla Hosot
ve Gevran ovalarında geniş araziler sulanırmış.
Evliya Celebi Seyahatnamesinde Ergani“Ergani, Miladi 1501 yılında Bitlis’li Kürt, Molla
İdrisin aracılığı ile Harpsız Bıyıklı Mehmet
Paşa’ya teslim olmuştur. Kale anahtarı halk
tarafından Paşa’ya verilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman`nın yazılı emriyle
Diyarbakır Eyaletine bağlı Sancak Beyliği oldu.
Beyleri devlet tarafından tayin edilir. Babadan
evlada geçmez. Beyinin devletçe kabul edilen
ödeneği 200-515 akçedir. 10 zeamet 123 tımar
vardır. Çeribaşısı, Olay Beyi vardır. Askerleri,
kale beyinin komutanlığı altında savaşa gider.
Kale dizdarı, neferleri, sipahi kethudasi,
çeribaşısı hasap memuru (Mal Müdürü), şehir
Subaşısı vardır. Seyhülislam (Müftü) ve Nakibül
Eşrefi Şeyhler şeyhi Diyarbakır’dadir. Kale çok
güzel yontulmuş taşlarla yapılmış sağlam bir
sığınaktır. Kaleye lazım olan cephane ve topları
Kale Beyi alır. Hudut boyunda olmadığı için
savaş araç ve gereçlerini devlet vermez. Üzüm
ve şarabı çok meşhurdur.
Dicle nehri, civar dağlarından doğup Diyarbakır
tarafına akar. Ergani’den, batıya düzgün bir
yolla Çermik Kalesi`ne gidilir. Çermik buraya bir
menzillik yoludur. Siverek, Karakayık, Gerger,
Çünküş, Samsat, Suruç, Besni, Kale ve kasabaları
da bu civardadırlar.
Ergani Beyi’ne Melik Ahmet Paşanın mektubunu
verdim. Bey, paşaya 200 deve yükü yiyecek,
5 adet Seyhani kılıç, 1 katar kızıl katır hediye
verdi. Ergani Bey`inin 3000 Kürdistan askeri ile
Paşa’yı karşılamaya gittik. Kuzeyden Bashan`a
geldik. Bashan Diyarbakır toprağında güzel ve
sağlam konaktır. Ergani Bey`i hediyeleriyle
Paşanın huzuruna çıktı.
Paşa kendisine bir samur kürk verip çadırına
aldı. Günden güne Paşanın askeri arttı. İpisir
Paşa (Devlete baş kaldıran eski Sivas valisi)
korkusundan kaçtı. Ertesi gün, Pasa beni bir
mektupla Diyarbakır Beyi’ne gönderdi”
Hilar MağaralarıHilar Köyü heybetli kayalarla çevrili tabii bir
kale görünümündedir. Köye dar bir yoldan
girilir. Girişin sağında ve solunda mağaralar
vardır. Yolun kuzey kısmında Han Mağarası göze
çarpar. İçerisi çok geniş olan mağara düzgün bir
şekilde oyulmuştur. Halen birçoğu kış aylarında
hayvan barınağı olarak kullanmaktadırlar.
AkropolKayalığın güneydoğu kesiminde yer alan ve en
yüksek alanı oluşturan birim akropol olarak
tanımlanmıştır. Burası dıştan dikçe yarlarla
ovadan ayrılmış, etrafı doğal kaya duvarlar
ile çevrilmiş olan geniş yüksek bir düzlüktür.
Girişi doğal kayalara oyulmuş basamaklar
ile kuzeydoğu yönündedir. İç kısmında doğal
kayaya oyulmuş mekanlar ve bunları kapatan
duvar izleri belli olmaktadır. İçteki diğer yapı
kalıntıları köylülerin tas çekmesi sonucu yok
olmuştur.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
353
Kaya MezarlarıKayalığın çevresinde, özellikle doğu ve batı yüzünde çok sayıda mezar
odaları bulunmaktadır. Hepsi kayaların içine oyulmuştur. Bu bölgede yaygın
olarak bulunan, Roma mezarlarıyla ayni özellikleri gösteren mezarlar üçlü
gruplar halinde düzenlenmiştir. Bazılarının dış yüzeylerinde Roma eyalet
üslubunda kabartmalar mevcuttur. Kabartmalarda görülen giysilerin İran
üslubunda olması, yazıların Kuzey Suriye Sami yazısını kullanması ilginçtir.
KaleHilar Köyünün güneyindeki dik kayalık kale olarak tanımlanmıştır.
Ergani KalesiErgani Kalesi’nde bugün çok az iz kalmıştır. Kale 1526 metre yükseklikteki
Zülküf’ül Dağı’nın kasabaya hakim yaygın bir tepesi üzerinde idi. Burası,
deniz seviyesinden 1000 m. yüksekliktedir. Zülküf’ül Peygamber Makamı
da buradadır. Burayı 25 Eylül 1932 tarihinde inceleyen Basri Konyar
kalenin o günkü kalıntıları hakkında şu bilgileri veriyor.
“Uzun Hasan’ın dedesi Kara Hasan, kaleyi tamir etmiş ve baştan başa
yazıtlarla dolu kale anahtarını kasabaya hediye etmişti. Kaleye çıkmak
için dar bir yokuşu terleyerek çıkıyoruz. Yol yükseliyor ve bir dönemece
giriyor. Burada ihtişamını Zülküf Dağından alan kalenin tek bir burcu
kalmıştır. Döne dolaşa yol bu burcunun altına varır. Dibi tuğla ve harçla
tutturulmuş. Üst yanları tasla örülüdür. Fakat bu taslar çok güzel
yontulmuştur. Ergani Kalesi’nin (1402-1403) tarihinde Karayüllük Osman
Bey tarafından onarıldığına dair başka bir belge bulamadı. Ergani,
Akkoyunlular’ın hakimiyetine geçen ilk kaledir. Birçok defalar kuşatılmış,
önünde savaşlar yapılmıştır. Akkoyunlular döneminde belki de birkaç defa
onarım görmüştür. Ancak bunu teyit eden belgeler henüz yok, mahallinde
yaptığımız araştırmada Zülküfül Makamı’nı çevreleyen duvarlarda
kullanılmış yazılı taşlara rastladık. Belki de bu taşlar kale duvarlarına aittir.
Taşlar parça parça ve dağınık olduğu için bunlardan bir sonuç çıkarmak
mümkün olmadı. “
Zülküf’ül MakamıZülküf Peygamberin makamı buradadır. Zülküf dağında yattığı
söylenir. Bir rivayete göre mezarı Eğil ilçesinde, Makamı buradadır.
Bir rivayete göre de Zülküf Peygamber Hanilidir. Hani’de yaşamıştır
354
“Vefat ettiği zaman, çocukları mezarını bir
tepede kazmışlar. Aksam olmuş, kazma-
küreklerini orda bırakıp eve gelmişler. Sabah
tekrar kazmaya gittiklerinde hiçbir şey
bulamamışlar. Dağ silsilesini takip edip Zülküf
Dağına gelmişler. Bakmışlar kazma kürekleri
ve kazılmış hazır bir mekan. Artık babalarını
buraya gömüp üstüne kubbe yapmışlar.”
Bir başka rivayet ise şöyledir: “Hz. Eyyüp’ün
oğlu Beşer, Hilar düzlüğünde yapılan bir
savaşta esir düsen askerleri için hayatı
pahasına kefalette bulunduğundan Zülküfil
ismini almıştır. Zülküfil Peygamber, ümmeti
için dini merkez olarak Ergani’yi seçmişti.
Zamanında Yukarı Mezopotamya’yı, Suriye’yi,
Filistin’i ve Arabistan’ı egemenliği altına
almıştı. Makamı Zülküfil Dağı’nın tepesindedir.”
Kış mevsimi hariç her zaman burası hareketlidir.
Özellikle yaz mevsiminde çok canlı olur. Cuma
ve Pazar günleri ziyaret edilir. Çocuğu olmayan
aileler; ziyaretten sonra çocukları olursa, adini
Zülküf veya Zülfiye koyarlar. Makama kaderi
açılmayan kızlar; isi bozulan esnaf ve sevap
kazanmak isteyenler ziyarete gelirler. Buraya
gelenler Kur’an ve mevlit okuturlar. Kurbanlar
keserler. Murat dileyenler duvara tas yapıştırırlar.
Eskiden burada büyük bir mescit vardı. Bu
tarihi yapının 400 yıl kadar önce yapıldığı
rivayet edilir. Mescit kargır bir bina idi. Batıya
dönük bir merdivenle girilirdi. Duvarlarında
birçok dini levha mevcuttu. 1939 yılında
bilinmeyen bir sebeple camii ve makamın bir
kısmi 1. Genel Müfettişin emri ile yıktırılmış.
Çok kıymetli altın ve gümüş eşyalar, halılar,
Eyyubilerden kalma levhalar, Uzun Hasan’ın
armağanı şamdanlardan bir kısmi Vakıflar
İdaresince İstanbul’a gönderildiği, bir kısmının
da kayıp olduğu söylenmektedir. Zamanın
belediye çavuşu Hoca Mahmut’un deyisine
göre yıkımdan önce zamanın Diyarbakır valisi
Basri Konyar makamı gezdi fotoğraflar çekti.
Bu günkü bina, 1958-1959 yılında Ergani
Hayır Cemiyeti tarafından yeniden yaptırıldı .
Zülküf’ül SuluklarıZülküf Dağı’na çıkanların ilk uğrak yerleri bu
suluklardır. İki tane suluk vardır. Biri yolun son
virajını dönerken, zirvenin batı yakasındadır. Bu
suluk tamamıyla su doludur. Yaz, kış su seviyesi
aynıdır. Hakkında birçok rivayetler anlatılır.
Bunlardan biri de şöyledir: Bir zamanlar gelin
ile görümce bu suluğun içine girmişler bir
daha çıkamamışlar. Onun için halen gelin
ile görümce beraber bu suluğa inmezler.
Diğeri, zirvenin kuzey yakasındadır. Bu suluk üç
geniş kemer altında yapılmış büyük bir havuzdur.
Buranın içine rahatlıkla girilir. Sulukların suyu zirve
kayalıklarından gelen damla damla akan suyun
birikmesinden oluşur. İlginç olan bu havuzlarda
buharlaşmanın hemen hemen hiç olmayışıdır.
Enüs Peygamber (Abbas Peygamber)
Kızılca Köyü yakınında Enüs Peygamber denilen
bir yatır (Ziyaret) vardır. Buna Abbas Peygamber
de denir.
Kümbette bulunan taşlarda su isimler yazılıdır:
Yerd Bin-i Mehlail, İbn-i Kinan, İbn-i Enüs,
İbn-i Sit, İbn-i Adem. Bu yazıta göre, türbe
Hz. Adem’in batin torunu Hz. Yerd’e aittir.
Bir rivayete göre de Enüs Peygamber Zülküf
Peygamberin kardeşidir. Sit Peygamberin
oğlu Hz. Adem’in torunudur. Gök bilimi
hakkında derin bilgisi olan bir zattır. 960 yıl
ömür yasamıştır. Bundan dolayıdır ki; Hilar,
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
355
Kızılca ve Kikan üçgeni dünyanın ilk yerleşim yeri olarak kabul edilir. Yani
insanin yaratılışı ve çoğalımı burada başlayıp sonra dünyaya dağılmıştır.
Her cuma günü buraya ziyaretçiler gelir. Mekanda dualar ederler, murat
dilerler, adaklar veriler, şeker dağıtırlar.
Açan Pişman Açmayan Pişman
Ergani’de, biri Zülküf Dağı’nda biri de Kikisan Vadisi’nde olmak özere iki
tane “Açan Pişman Açmayan Pişman” kapısı vardır. Zülküf dağındaki yalnız
rivayet olsa gerek çünkü herhangi bir izi yoktur. Kikisan Köyündeki ise
kayada izleri belirgindir. Rivayete göre kapısı kemerle bağlı olan bu yerde,
eski krallara ve şehir beylerine ait gizli hazineler vardır.
Kapı, tahminen 2 veya 2,5 m boyunda 1 m eninde bir tasla kapanmıştır.
Bu yekpare taşın üzerine “Açan Pişman, Açmayan Pişman” ibaresi yazılıdır.
Bu ibarenin vermiş olduğu korku ve dehşet yüzünden kimse bunu açmaya
cesaret edememiştir.
Tilhizur Höyüğü KazısıTilhizur Köyü, Ergani ilçesinin 4 km kadar güneyinde, Çayönü tepesinin 2 600
m kadar doğusundadır. Höyüğün büyük bir kısmi Yayvan tepe Köyü evleriyle
kaplanmıştır. 80 m çapında 9-11 m yükseklikteki höyükte, I. Ü. Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Mehmet ÖZDOGAN tarafında iki dönem kazı yapılmıştır.
Diyarbakır Müzesi Adına Güneydoğu Anadolu Karma Prehistorya
Projesi Çayönü Ekibi tarafında 1991 yılında bir kurtarma kazısı
yapılmıştır. kazı sonuç raporunda özetle su bilgiler verilmektedir.
“kazı çalışması 6 açma biçiminde yaklaşık 150 metrekarelik alanda
yapılmıştır. Tilhizur Höyüğü kurtarma kazıları M.Ö. 5800-5000 yılları
arasındaki döneme ait bilgi ve malzeme vermiştir. Daha çok Orta çağ, Orta
Demir çağ, İlk Demir çağ az miktarda Orta Demir ve Son Tunç çağ, Son
Kalkolitik- İlk Tunç Geçiş ve İlk Tunç çağ malzemesi karışık olarak bulunmuştur.
kazı alanında Halef kültür katının hemen hemen tümüyle tahrip
olduğu; buna karşılık Son Neolitik çağ yapı katının daha iyi durumda
olduğu görülmüştür. Altta daha eski katmanın olup olmadığı henüz
anlaşılmamıştır. İlginç olan Çayönü ile çok yakin bir konumda olmasına
karşın, farklı bir mimari yapı sergilenmesidir. Çayönü sakinleri yapılarında
taş kullandığı halde Tilhizurdakiler tamamen kerpiç kullanmıştır.
Odalarının iç bölümleri Çayönü’ndekilere göre daha küçüktür.
356
Bu kültür kati, Çayönü tepesinin üstünde tarımsal faaliyetlerle çok asınmış bulunan, bu nedenle
tam belgelenmemiş olan kültür katı ile çağdaştır. Bu bakımda Tilhizur, Çayönü’nün eksik kalan
kültür sürecini tamamlamaktadır. Halef Dönemine geçiş ile ilgili geniş bilgi vermektedir.
İleride yapılacak yeni çalışmaların Yakın doğuda hemen hemen hiç aydınlamamış bir dönemi
aydınlatacak malzeme vermesi beklenmektedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
357
KAYNAKLAR1. Ergani Kaymakamlığı resmi internet sitesi
2. Ergani Belediyesi resmi internet sitesi
3. Ergani tarihi ve tarihi Eserleri – mezuniyet tezi- Cenk YOLCU.
4. Çay önünden Erganiye uzun bir yürüyüş-Müslüm ÜZÜLMEZ.
358
SİLVAN’DAKİ TARİHİ ESERLER
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
359
Nejat Satıcı
359
ÖZETTarihi eserleriyle önemli bir turizm merkezi olan Silvan’da doğa ve inanç
turizmi de ön plandadır.
Silvan ve çevresinde başta anıtsal değere sahip ve dünyada dolgu sistemi
ile yapılan tek Kale-şehir olan Silvan Kalesi olmakla birlikte, Boşat Kalesi,
Helda Kalesi, Deruni Köyünün yanındaki Şemrekh’ta bulunan Şemrekh
Kalesi kalıntıları ve Roma eseri olan Başka Kalesi de bulunmaktadır.
Silvan Kalesi
Dünyada Dolgu Sistemi ile Yapılan Tek Kale-şehir SİLVANMevcut bilgilere göre Silvan Kalesi iki surla çevrili dörtgene yakın bir
şekildedir. Kapsadığı alan doğudan batıya 600 Metre kuzeyden güneye
500 metredir. Yaklaşık 2200 Metre uzunluğunda olan Silvan Kalesinin
surlarında 50 burç ve kule vardır.
Roma-Bizans devrine ait olduğu sanılan ve kuruluş tarihi kesin olarak
bilinmeyen Silvan kalesi Helenistik ve orta çağın en önemli merkezlerindendi.
Tarihteki etkin ve uzun serüveninde yıkımlar ve onarımlar yaşayan Silvan
Kalesi M.S. 410 yılında bir başka kurucusu olan tıp ve din adamı Mar
Maruthas tarafından II. Şapur zamanında yapılan savaşta İran’da şehit
düşen 40 Hıristiyan şehidinin kemiklerini getirip büyük bir merasimle
Silvan’a gömdürmesinden dolayı önem kazanmıştır. Bizanslılar bundan
dolayı Silvan’a şehitler şehri anlamına gelen Martyropolis adını vererek bu
adı resmen kullanmışlardır. Kaleye bu dönemde de onarımlar ve eklemeler
yapılmıştır.
İki sur ile çevrili Silvan Kalesi VI. Yüzyılda Bizans İmparatoru I. Justinianus
zamanında esaslı bir şekilde onarılmış ve surlar son şeklini almıştır.
360
M.S.532 yılında tekrar eski heybetine kavuşan
bu kale şehir yeni kurucusu Justinianus’un
adını alarak Justinianopolis adıyla Bizans’ın en
önemli garnizon merkezi olarak tarihteki yerini
alıyordu.
Müslümanlar döneminde Silvan’ın ortaçağın
en parlak ve en gelişmiş kentlerinden biri olan
Silvan, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular
ve Eyyubiler zamanında tarihte önemli bir
rol almış, bu dönemde Kale-şehir yeniden
yapılırcasına onarılmış, kaleye yeni burçlar ve
surlar eklenmiştir.
Meyafarkin Eyyubileri yönetiminde iken
Moğolların saldırısı sonucu 1258-59 yıllarındaki
2 yıllık kuşatmadan sonra kale-şehir tamamen
tahrip edilmiştir.
Silvan kalesinin çeşitli burç ve kapılarında
yapım ve onarım kitabeleri vardır. Bu kitabeler
surlara hareketlilik kazandırmakta bu da kalenin
geçirdiği dönemler hakkında bilgi vermektedir.
1899 tarihinde Silvan bölgesinde araştırma
yapan Lehmann Haupt , Silvan kalesinin kuzey
kapısı yıkıntıları arasında sağlam kalmış bir
duvarda rast gele konmuş ve eski Yunanca
yazılmış kitabeler görmüş ve yayınlamıştır.
Lehmann Haupt, kitabenin M.S.4. yüzyıla ve
Ermeni bir valiye ait olduğu görüşündedir.
1944 yılında kaleyi inceleyen Süleyman Savcı,
Silvan Kalesi hakkında şu bilgileri verir.
Yer yer görülen tamir ve kitabelerin işaretine
göre iç içe birbirini çemberleyen her iki surun
istila sadmelerine uğradığı anlaşılıyor. İlk inşaat
zamanından kalıp tamir görmeyen burçlarla
duvarları hep aynı tarzda yapılmıştır. Burçların
dıştan uzunlukları, 10.5 metre ve enlileri de 7
metre kadardır. Yükseklikleri ise 25 metreyi
geçmekte ve genellikle iki burcun arasında
birer destek duvarı bulunmaktadır. İki burcun
arasındaki mesafe 20 metreden fazladır. Burçlar
genellikle tahribe uğramıştır. Bir kaçı müstesna
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
361
olmak üzere ikinci katları da tamamen yıkıktır.
Surun taşları Malta taşına benzeyen beyaz sert bir cins taş olup muntazam
yontulmuştur. Yüksek suru çevreleyen ikinci dış sur daha fazla tahrip
edilmiştir. İyi bakılınca öteki ile paralel yürüdüğü görülür. Bir çok burcun
ev haline getirildiği görülür. Zengin aileler burçların üzerine yeniden birer
ev inşa ederek ikametlerine elverişli bir duruma getirmişlerdir. Bunlara
Sadık Bey Kasrı ve Azizoğulları Konağı iyi birer örnektir.
Kale Kapıları Silvan Kalesinden kolayca dışarı çıkabilmek için dokuz kapısı varmış.
Bunlardan dördü güneyde, ikisi kuzeyde, ikisi batıda, biriside doğuda
bulunmaktadır. Bir kısmı tamamiyle ve bir kısmının da sağı solu, eşi
veya lentosu mevcuttur. Kapılara özel bir güzellik ve yine özel bir önem
verildiği,bir kısmınında kitabelerle süslendiği göze çarpmaktadır. Hele
Kulfa kapısının zarafeti ve kitabesindeki yazının mükemmeliyeti ve süsü
insanı büyülemektedir. Bugün mevcut kapılardan yalnızca şunların adı
bilinmektedir. Kuzey batı köşesinde Boşat Kapısı, batı surlarına doğru
Meyhane kapısı, Batı güney köşesinde Diyarbakır Kapısı,Güneyde Aşağı
mahalle kapısı, güneydoğuda Bırcuşah kapısı, doğuda ise Kulfa Kapısıdır.
Silvan’daki Kale Burçları
Zembilfroş BurcuSilvan’da ve bölgede en çok tanınan burçtur. Zembilfroş Burcu bölgemizde
bilinen efsane aşka da konu olmuştur. Kalenin kuzeydoğusundadır.
Aslanlı Eyyubi BurcuEyyubi eseridir. Burcun üzerinde birbirlerine bakan aslan ile kaplanın
arasında güneş kabartması bulunmaktadır. Üzerindeki kitabe Meyyafarıkin
Eyyubileri hükümdarı Melik Evhad Necmeddin’e aittir. Nefis bir yazı ile
yazılan kitabesi ünlüdür. Kalenin doğu tarafında, Gazi Caddesi üzerinde
362
olup Şeyh Halil Mezarlığı bitişiğindedir.
Burcu Şah Azizoğulları konağının bulunduğu yerdedir.
Burcu Şah kapısı bu burcun yanında olup kalenin
güneydoğusundadır.
Eyyubi Aslanlı burç
Mervani Burcu
Zembilfroş Burcu
Artuklu Burcu
Eyyubi BurcuSilvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde
olan Eyyubi burcu ayakta duran en sağlam
burçlarımızdan biridir. Boşat Kapısı’nda olan
burcun batı tarafında Meyafarıkin Eyyubileri
hükümdarı Melik Adil’e ait bir kitabe
bulunmaktadır. Üstün’lere ait Sadık Bey Kasrı bu
burcun üzerinde yapılmıştır. Yapının tüm köşe
başlarında insan kafası figürü kullanılmıştır.
Mervani BurcuSilvan Kalesi’nin kuzeyindeki burcun üzerinde
Mervani’lere ait bir kitabe bulunmaktadır.
Şador Caddesi üzerinde bulunan burcun ön
kısmı sağlam, güneye bakan sur duvarları ise
yıkık durumdadır.
Artuklu BurcuKulfa kapısının yanındaki burçlardan biridir.
Silvan Kalesi’nin doğu tarafında bulunan burcun
ikinci katı kısmen yıkıktır. En büyük özelliği
üzerindeki kitabe ve aslan kabartmalarıdır.
Birbirlerine bakan kanatlı bir aslan ile kaplanın
gövdesinin üzerinde kafaların birleştiği yerde
aslan kafası yerine figür olarak insan başı
kullanılmıştır. Herkül’e ait olduğu rivayet
edilen bu kabartma bir hükümdar veya Tanrı
gücünü göstermesi bakımından önemlidir.
Kabartmaların yapım tarihi ve kimler tarafından
yapıldığı veya nereden getirildiği belli değildir.
Bunun dışında iki aslan kabartması daha
bulunmaktadır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
363
Herkül başı ve kanatlı aslan Artuklu Burcu
Boşat kalesi Kaplan figürü
Silvan’daki Diğer KalelerBoşat Kalesi Silvan’a bağlı Boyunlu köyünde bulunan Boşat Kalesi üzerinde bulunan
I.Ardeşir’e ait kabartmasıyla ünlüdür. At üzerindeki I.Ardeşir’in arkasında
ayakta duran bir insan figürü bulunmaktadır. M.S.226-395 tarihlerinde
önemli merkezlerden olan ve daha sonra da önemini kaybetmeyen Boşat
Kalesi, Roma ve Sasanilerin ortak eseridir.
Helda Kalesi Silvan’a bağlı Görentepe köyünde bulunan Helda kalesi’nin kimler
tarafından yapıldığı belli değildir. Boşat kalesine yakın olan bu kale altın
arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir.
Başka Kalesi Silvan’a bağlı Altınkum Köyü yakınında sarp kayalar üzerinde inşa edilen
Başka Kalesi bir Roma eseridir. Başka Kalesi’de diğer kalelerimiz gibi
altın arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir. Kalenin doğu tarafı uçuruma
bakmaktadır. Sağlam kalan ve batıya bakan yüksek duvarlarından biri
günümüze ulaşmıştır.
Şemrekh Kalesi Silvan’a bağlı Deruni Köyünün yakınlarında olan ve Şemrekh mezrasında
364
bulunan şemrekh kalesi yıkılmış durumdadır.
Kale duvarlarının kalıntıları vardır.
Silvan Kalesi’nde bulunan kitabelerin bir kısmı.
CamilerSelahaddin-İ Eyyubi Camii - Silvan Halk arasında camiya acem olarak adlandırılan
Silvan Ulu cami, Mervaniler zamanında
yapılmıştır. Halk arasında kullanılan bu ismin
nereden kaynaklandığı tespit edilememiştir.
Mervaniler tarafından inşa edilen cami
Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar tarafından
onarılarak, yeni eklemelerle günümüze kadar
ulaşmıştır.
Bizans bazilikaları kullanılarak yapılan Silvan
Ulu camiyi bir medeniyete mal etmek doğru
değildir.
Eyyubi Hanedanlığının kurucusu Selahaddin-i
Eyyubi’nin adını taşıyan ve bölgemizin en eski
ve en büyük camilerinden biri olan bu eser, bir
kaç medeniyetin ortak eseri olup Silvan’a bir
kültür mirası olarak sunulmuştur.
Dış cephesi çok gösterişli mimari süslemelerle
canlandırılan caminin dört kapısı vardır.
Bu kapılardan ikisi sade, diğer ikisinin taş
işçiliğinin mükemmeliyeti ve zarafeti insanı
büyülemektedir.
Cami yapılış tarzıyla Anadolu’daki diğer eserlerin
yapımında etkili olmuş ve örnek alınmıştır.
Bu caminin yerinde daha önce 1031 yılında
yapılmış musalla biçimi bir caminin varlığı bir
çok kaynakta geçmektedir.
Mervani’ler zamanında yapılan Selahaddin-i
Eyyubi cami, Bizans bazilikasının sütunları
kullanılarak yapılmıştır. Camiden önce Büyük
Kilise olarak adlandırılan tarihi yapının yerinin
burada olması da muhtemeldir.
28 Kasım 1046’da Meyafarkin’i ziyaret eden
İran’lı şair ve bilginlerden Nasır-ı Hüsrev cami
için şunları yazmaktadır. “Bir camisi var ki
anlatmaya kalksam uzun sürer. Her ne kadar
kitap sahibi her şeyi tafsilatiyle yazmış, anlatmış
ve ‘O mescide bir abdesthane yapmışlar ki ön
tarafta 40 (kırk) hücresi var. İki büyük akar su
o abdesthanelere akmakta. Biri kullanılmak için
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
365
öbürü yer altından akmada ve pisliği götürmede, çukurları temizlemektedir.
Nasır-ı Hüsrev Caminin heybetini bir çok seyyahın ayrıntısıyla yazdığını
dile getirmiş ve abdesthanesini anlatırken şaşkınlığını gizleyememiştir.
Artuklular zamanında yaşayan ve Artuklu devleti adına ticaretle uğraşan
Silvan’lı ünlü tarihçi İbn-ül Ezrak, “Tarihi meyafarkin ve Amed “ adlı
kitabında Caminin kubbesinin H.547’de Artuklular zamanında yapıldığını
ve H.552 yılında tamirinin tamamlandığını belirtmektedir.
Dolayısı ile İbn-ül Ezrak’ın gözlerimle gördüm dediği ve 1152-1157 yılları
arasında yapılan onarım 5 yıl sürmüştür.
Sonradan yapılan eklemeler nedeniyle cami ilk mimari özelliklerini yitirmiş,
Artuklu mimarisinin etkisinde kalmıştır.
Yerinde incelemeler yapan Albert Gabriel ise kıble duvarına paralel
uzanan üç nefli eski plana, kubbeli kısmın Artuklular tarafından eklendiğini
söylemektedir.
1911 yılında Silvan’a gelerek camiyi inceleyen ve fotoğraflarıyla günümüze
taşıyan Gertrude Bell, caminin etrafı, bazıları tonozlu ve bazıları kubbeli
olmak üzere onbir bölüm halinde üç taraftan çevrilmiş büyük ve kubbeli bir
yapı olarak tarif ediyor.
G. Bell ayrıca tek kubbeli bir cami şekline, yan mekanların sonradan
eklendiğini belirtmiştir.
Yine Silvan’da yerinde incelemeler yapan Süleyman SAVCI ise cami için
şunları yazmaktadır. “Kubbe köşelerindeki süs ve oymalar çok eski olup
Bizanslılardan kalma bir eser değilse cami, Hamdani veya Mervaniler
devrine ait gibi görünmektedir”
366
Kubbenin kaidesinde Artuklulardan Necmeddin
Alpi’nin (1152-1157) bir kitabesi vardır. Nesih
bir yazı ile beyaz taşlar üzerine yazılmıştır.
İnce taş işlemeli mihrabı Eyyubilerden Emir
Şahabeddin tarafından yaptırılmıştır.
Ulu camideki ikinci kitabe 1227’de (H 624)
Eyyubilerden Ebu’l Muzaff er Gazi’ye aittir.
Doğudaki mihraptadır.Mihrabın iç kenarında, ilk
ve ikinci çevresinde kitabeler vardır.Asıl kitabe
mihrabın sağ ve sol köşelerini kaplar.
XV. Yüzyılda da sade ikinci bir mihrap yapılmıştır.
Silvan, Selahaddin-i Eyyubi Camii zamanla
tahribat ve yıkımlara uğramıştır.
Gertrude Bell’in 1911 mayısında çektiği
fotoğrafl ardan ulu caminin kubbesinin yıkık ve
kullanılamaz durumda olduğunu görüyoruz.
Caminin yıkık kubbesi Osmanlılar tarafından
tekrar onarılmıştır. Silvan ulu camii 1913
yılında Osmanlılar döneminde esaslı bir onarım
geçirmiş ve bugünkü şeklini almıştır. Caminin
minaresi sonradan yapılmıştır. Minare kare
planlı olup caminin kuzeydoğu köşesindedir.
Kara Behlül Bey Camisi Ve Medresesi (Mira Camii)Silvan şehir merkezinde aynı adı taşıyan cadde
üzerindedir. Mervani Şehir mezarlığına bitişik
olup Ulu Caminin 200 m. kuzeyindedir.
Caminin XVI.yy.da sancak beyi Kara Behlül Bey
tarafından inşa ettirildiği, minaresinin de l899
(H.1317) tarihinde yaptırıldığı sanılmaktadır.
Caminin dış duvarlarının tamamı Silvan yöresine
özgü bej renkli kesme taşlarla kaplanmıştır.
Son cemaat yerini ayakta tutan ahşap çatıyı
altı adet taş sütun ayakta tutmaktadır. Yapının
herhangi bir yerinde inşa kitabesi yoktur. Avlu
revaklarının kuzey kanadındaki kufi kitabe başka
bir yapıdan taşınmıştır. Seyfüddevle’nin gömülü
olduğu Kubbetül Sultan yerinin burada olduğu
söylenmektedir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
367
Caminin önünde üç kenarı revaklı geniş bir avlusu vardır. Avlunun üç tarafında
odalar, abdesthane, ve bir kapalı havuz vardır. Geçmişte Karabehlülbey
(Mira) medresesi olarak eğitim veren medrese günümüzde Kuran kursu
olarak kullanılmaktadır. Daha önce iki katlı olan tarihi medresenin ikinci
katı yıkılmıştır. Eğitim odaları ve eğitim veren hocaların ikamet ettiği
odaların pencereleri avluya bakmaktadır. Yola ve mezarlığa bakan kısımda
pencere yoktur. Yakın zamanda yeniden düzenlendiği anlaşılan Medrese
tek kat olarak kullanılmaktadır.
KOT MİNARE (Eyyubi Camii ve Minaresi) Cami tamamen yıkılmış olup minaresi ayaktadır. Halk arasında kot minare
olarak adlandırılan minarenin üzerinde enfes kabartma ve kitabeler vardır.
Kot Minare’nin en büyük özelliklerinden biri de minarenin üzerindeki
kabartma ve kitabelerin üç Eyyubi hükümdarına ait olması.
Meyafarkin Eyyubileri zamanında yapılan bu eser beş katlı ve kare şeklinde
olup üst kısmında dört yöne açılan pencerelere sahiptir. Bölgede kare planlı
yapılan minarelerin en görkemlisidir. Konumu itibari ile Silvan’a hakim bir
tepe üzerinde yapılmıştır.Silvan’ın sembollerinden biri olan Kot Minare
yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir.
368
BELEDİYE CAMİİ (Surp Stephanos Kilisesi)Silvan’daki Ermeni cemaatine mahsus 1892
tarihinde inşa edilen Surp Stephanos Kilisesi
hristiyanların şehri terketmesinden sonra ıssız
kalmış ve kilise olarak bir daha kullanılmamıştır.
Yakın tarihe kadar şehir sineması olarak
kullanılan kilise, 1992 tarihinde Silvan Belediyesi
tarafından camiye çevrilerek Belediye Camisi
adını almıştır.
Kiliseler
Hasuni Kaya KilisesiHasuni Mağaralarının içinde bulunan kilisenin
yapım tarihi bilinmemektedir. Hıristiyanlığın
ilk dönemlerinden başlayıp 13. yy.’a kadar
kullanıldığı sanılmaktadır.
Bir çok odadan oluşan kilisenin yanında mini bir
amfitiyatro ve su depoları bulunmaktadır.
Hasuni Şehir KilisesiYapım tarihi kesin olarak bilinmeyen kilise, Antik
Hasuni Mağara Şehrinde bulunmaktadır. Yüksek
bir tepenin üzerinde yapılan tarihi kilisenin
13.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Koruma
altına alınmasına rağmen yakın zamanda
define avcıları tarafından oldukça tahrip edilen
yapının duvarları sağlam çatısı yıkılmıştır.
Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlarla
yapılan Hasuni Kilisesi, Silvan-Malabadi-Bitlis
karayolunda olup silvan’dan 6 km. uzaklıktadır.
Gire HanikSırtını Albat dağına yaslayan Silvan’a 3 km.
uzaklıkta bulunan ve halk arasında Navdeşt
olarak adı geçen ovanın hemen girişindedir.
Boyunlu Köy yolunun sol tarafında Gıre Hanık
denilen tepede define avcılarının kazı sonucu
yeni ortaya çıkardığı höyüğün binlerce yıllık
bir tarihe sahip olduğu ve manastır olarak
kullanıldığı tahmin edilmektedir. Yapının içinde
6 kemer vardır. Han veya Kervansaray olma
olasılığı da yüksektir. Yapının kullanım amacı
ve kesin tarihi hakkında gerekli araştırmalar
yapılmamıştır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
369
Silvan’daki Köşk ve KonaklarSilvan şehir merkezi ve köylerinde şehrin ileri gelenlerinin oturduğu köşk
ve konakların sayısı hayli fazladır. Şehir merkezinde bulunanlar arasında
ikametgah olarak kullanılan Sadık Bey Kasrı ve Azizoğlu Konağı ile Bedri
bey tarafından yaptırılan, Atatürk’ün karargah olarak kullandığı günümüzde
ise Gazi İlkokulu olarak kullanılan Bedri Bey Konağı en ünlüleridir.
Bu tarihi eserlerle birlikte ayakta kalan Hatip bey konağı bugün müze
olarak kullanılmakta, Ünlü Zembilfroş burcuna bitişik Ziya bey konağı,
Kılavuz’lara ait Silvan kalesinin güney surlarının üzerinde bulunan Hasan
Beg konağı, Mervani tepesinin eteklerinde bulunan Özer’lere ait Kerim
Efendi Konağı ile geniş bir alan kaplayan ve gazi ilkokuluna bitişi olan
Aliağa Konağı bulunmaktadır.
Bu eserlerin yanında Silvan’a bağlı köylerde de köşk ve konaklar
bulunmaktadır. Bunlardan Sadık beye ait olan diğer köşk boşat köyünde,
Azizoğullarına ait olan köşk ise Ferhand köyünde olup kısmen yıkık
durumdadır.
Ali ağa’ya ait olan Köşk Helda Köyünde olup ayakta kalan köşklerimizden
biridir.
Sadık Bey KasrıÜstünlere ait tarihi yapı kesme taştan yapılmış,taş işçiliğinin zengin
olduğu eserlerden biridir.Binanın taşları yapının yakınındaki Mehmet bey
(Hazal’a Soro)’ya ait bahçenin içinde kesilmiş ve istifl enmiş bir şekilde
kazı sonucu tesadüfen bulunmuş ve tanesi bir kuruştan bin adet taş 1000
kuruşa alınarak yapılmıştır. Tarihi yapı tamamlandıktan sonra Mervani
tepesi eteklerindeki İpekçi ailesine ait evde ikamet eden Sadık Bey buraya
taşınmış ve ikametgah olarak kullanılmaya başlamıştır.
Silvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde olup Boşat kapısının bulunduğu
370
yerde kale burçlarının üzerinde inşa edilmiştir.
Konağın en büyük özelliği yapının tüm
köşelerinde taştan yapılmış insan kafası figürü
bulunmasıdır. Evin ana çıkış kapısı, Sadık beyin
kapıda öldürülmesinden sonra kapatılarak bir
daha (Bir asıra yakın) açılmamıştır.Günümüzde
kapı halen kapalıdır. İki burcun kullanılmasıyla
meydana gelen bu yapının kuzeybatı köşesinde
Meyyafarıkin Eyyubileri hükümdarı Melik
Kamil’e ait bir kitabede mevcuttur.
Azizoğlu KonağıSilvan Kalesinin güneydoğu köşesinde Burcu
Şah kale kapısının yanında olup Azizoğlu ailesi
tarafından kullanılmaktadır.
Hatip Bey KonağıM. Kemal Atatürk tarafından ikametgah olarak
kullanılan tarihi ev Yörük ailesinden alınarak
müze haline getirilmiştir.
Bedri Bey KonağıBudak’lara ait yapı Silvan Kalesinin batı
tarafındadır.Bir süre 16.Kolordu karargahı
olarak kullanılan bu tarihi eser günümüzde Gazi
ilkokulu binası olarak kullanılmaktadır.
Ali Ağa KonağıSilvan Kalesinin kuzeyinde olup Gazi İlkokuluna
bitişiktir. Kısmen yıkık durumdadır.
Kerim Efendi KonağıBeyaz kesme taştan yapılan bu tarihi ev
özer’lere ait olup Mervani Tepesi (Kela Mira)
eteklerindedir.
Ziya Bey KasrıSilvan Kalesinin Kuzeydoğu köşesinde olup
Zembilfroş burcu’nun bitişiğindedir. Ziya beyin
ölümünden sonra sahipsiz kalan köşk zamanla
yıkılmıştır.
Hasan Bey KonağıSilvan kalesinin güney tarafındadır. Silvanlı bir
Ermeni tarafından yaptırılan köşk Hasan Bey
tarafından kullanıldıktan sonra Kılavuz ailesine
satılmıştır. Kesme taşlarla kale burçlarından
birinin üzerine yapılan tarihi yapı halen ev
olarak kullanılmaktadır.
Ziyaret ve Türbeler
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
371
Şeyh Halil Ziyareti, Sahabe Muhammed Ziyareti Merşi Mun (Meşmuni)
Ziyareti, Şeyh Muhammed Ziyareti, Şeyh Hasan Ziyareti, Şeyh Belbelot
Ziyareti, Kaniya Navin (Sıte İbn-İ Mecnu) Ziyareti Dara Hıznahiye Ziyareti,
Gırkuvi Ziyareti (Derika Mukur Bölgesinde), Şeyh İbrahim Türbesi (Bahçe
Köyünde), Şeyh Emin Türbesi (Bezvan Köyünde) Komutan Sahabe Ziyareti
(Muaz Bin Cebel’in Kom.), (Ser Hıvde – Murat Şenlikleri )
Sahabe Muhammed ZiyaretiBazı kaynaklarda Silvan’ın fethi sırasında eğitim vermek için on sahabenin
Silvan’da bırakıldığı yazılmaktadır. Günümüzde bazılarının yeri belli değildir.
Yeri belli olan türbelerden biri Silvan Kalesinin Güney tarafında Burcuşah
Kapısının karşısındaki sur dışındadır. Şehit düştüğü rivayet edilen
sahabe türbesinin üzerinde çeşitli yazıt ve kabartmalar vardır. Ayrıca
çevre düzenlemesi sırasında türbenin yanında kazı sonucu bulunan taş
parçalarının üzerinde altı köşeli yıldız kabartması bulunmuştur.
Çarşamba günleri yoğun ziyaretçi akınına uğrayan türbe ve çevresinin
koruma altına alınması gerekmektedir.
372
Hamam Han ve KervansaraylarMira HanıSilvan ilçe merkezinde bulunan hanların
hemen tümü yıkılmıştır. Yakın zamana kadar
mevcut olan hanların kapıları ve duvarları da
inşaatlarda kullanılarak tamamen yok edilmiştir.
Karabehlülbey Caddesi üzerinde bulunan Mira
Hanının bir kısım kubbe ve duvarları mevcuttur.
Günümüzde marangoz atölyesi olarak kullanılan
hanın bir kısmı ise ahır ve ambar olarak
kullanılmaktadır.
Hanik HanıKulfa Köyü (Şimdiki Yüksek Mah.) ile Silvan ilçe
merkezi arasında Tekel Yaprak Tütün işletmesi
civarında idi.Yıkık durumda olan hanın güzel bir
suyu vardır . Hanın suyuyla çevredeki bahçeler
sulanmaktadır.
Kele Hanı (Kepo Hanı)Harabe durumunda olan ve halk arasındaki
adı “Hana Kele” olan Kepo Hanı, Malabadi
köprüsünün yakınındaki Kepolu köyündedir.
Mervaniler zamanında yapıldığı tahmin
edilmektedir. Geçmişte kervanların uğrak
yeri olan tarihi han günümüzde kullanılamaz
durumdadır.
Silvan Şehir HamamıGazi Caddesi üzerindeki tarihi şehir hamamı
günümüzde kullanılmamaktadır. Tarihi hamam
yıktırılarak yeniden yapıldığından eski özelliğini
yitirmiştir.
Bimaritan-İ Farıki - Silvan HastanesiSilvan’da yapılan ve Anadolu’da kurulan en eski
hastanedir. Mervani hükümdarı Nasruddevle
(1011-1061) zamanında Meyafarıkin’de akıl
hastalarının tedavi edildiği ve Bimaritan-i
Faruki adıyla bilinen bir Bimarhane faaliyet
göstermekteydi.
Silvan Kütüphanesiİslamiyetten önce Meyyafarikin (Silvan) ve
Amida (Diyarbakır)’da zengin birer kütüphanenin
varlığından kaynaklarda söz edilmektedir.
İslamiyetten sonra özellikle mervaniler
zamanında yine Meyyafarikin ve Amid’te zengin
birer kütüphane olduğunu ibnül Ezrak’ül Farıki
“Tarihi Meyyafarikin ve Amid” adlı yazma
eserlerinde anlatmaktadır.
Köprü Ve ÇeşmelerMalabadi Köprüsü – Silvan Diyarbakır-Bitlis karayolu üzerinde, Silvan ilçe
merkezine 20 km. uzaklıktadır. Kitabesinden
H.542 (M.1147 ) yılında Artuklu Devletinin
iki başkentin biri olan Meyafarkin’de (Silvan)
hüküm süren Timurtaş Bin-i İlgazi Bin-i Artuk
tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Malabadi Köprüsü dünyadaki taş kemerli
köprüler arasında kemeri en geniş olan
köprüdür. Farklı uzunluklarda kırık hatlar
halinde üç bölümden oluşan köprü Doğu ve
Batıda hafif eğilimlerle ana yola bağlanmıştır.
Orta bölümde ayakları kayalıklara oturtulmuş
38.60 metre açıklığı bulunan sivri bir kemeri
olan köprünün üstünde sepet kulpu şeklinde
ve 3 metre açıklıkta olan küçük bir kemer yer
almaktadır. Birinci yere paralellik gösteren
üçüncü bölümde sivri kemerli iki açıklık ve
ayrıca yola bağlanan kısmın yakınında da bir
açıklık görülür. Köprünün boyu 150 metre,eni 7
metre yüksekliği ise 19 metredir. Kemerin her
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
373
iki yanında kışın soğuğundan ve yazın sıcağından korunmak ve köprünün
güvenliğini sağlamak için iki oda bulunmaktadır.
Evliya Çelebi köprüyü şu şekilde tanıtmaktadır: “ Köprünün iki tarafında
kale kapıları gibi demir kapıları vardır. Bu kapıların içinde, sağ ve solda
köprünün temeli beraberliğinde, kemerin altında hanlar vardır ki gelip
geçen, sağdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri
altında birçok odalar vardır. Demir pencereler şahneşinlerine misafirler
oturup, kemerin karşı tarafındaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi ağ
ve oltalarla balık avlarlar. Bu köprünün sağ ve solunda da nice pencereli
odalar vardır. Köprünün sağ ve solundaki bütün korkuluklar Nehcivan
çeliğindendir. Ama demirci ustası da var kudretini sarf ederek bir türlü
sanatlı kafesli korkuluklar yapmış ve doğrusu elinin ustalığını göstermiştir.
Doğrusu, üstad mühendis var kuvvetini sarfederek bu köprüde öyle sanatlar
göstermiştir ki, bu işçiliği geçmiş mimarlardan hiç birisi göstermemiştir.”
Bir Artuk Şaheseri Olan Silvan Malabadi KöprüsüKitabesi, kabartmaları ve mimarisi ile dünyada eşsiz olan bu köprü için
Albert Gabriel şu bilgileri vermektedir. “...Modern statik hesabının olmadığı
devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir.
Ayasofya Cami’sinin kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir.
Balkanlar’da, Anadolu’da Orta Doğu’da bu açıklıkta, bu yaşta başka köprü
yoktur.”
374
Kemuk KöprüsüMalabadi Köprüsünün kuzeyinde olan Kemuk
Köprüsünün Malabadi Köprüsünden önce
yapıldığı ve Mervaniler dönemine ait olduğu
söylenmektedir. Yapının kesin tarihi hakkında
gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihi köprü
baraj suları altında kalmıştır.
Kemuk Köprüsü
Altıbulak Çeşmesi (Kaniya Derge) Altıbulak çeşmesi ilçenin güneyinde aşağı
kapının (Deri Jer) hemen yanındadır. Halk
arasında bu çeşmenin adı Kaniya Derge’dir. Bu
çeşmenin yanında Silvan’da 7 kızlar çeşmesi,
Kaniya Mase, Büyük Çeşme Kaniya Navin Kaniya
Ğılo ve Mervani çeşmeleri bulunmaktadır.
Bunların yanında kaniya Nure ve kaniya Alo
günümüze ulaşmayan çeşmelerdir.
Kaynak olarak en çok bilinen çeşmeler
Kolek,Ğanık,Hecicatık ve Ziraat’te bulunan
çeşmelerdir.
Altıbulak Çeşmesi
Mervani Çeşmesi
Kaniya Navin Çeşmesi
Mervani Çesmesi Mervani Çeşmesi, Silvan eski Devlet Hastanesinin
bulunduğu yolun üzerinde,Diyarbakır Kapı’ya
yakın bir noktadadır. Silvan kalesine bitişik
olarak yapılmıştır. Yapım tarihi belli değildir.
Silvan’daki MağaralarAntik Hasuni Mağara Şehri Hasuni mağaraları, Silvan’ın 6 km. doğusunda
uluslararası bir yol olan Silvan-Malabadi köprüsü
( Tatvan -Van- İran yolu ) yol güzergahında yer
almaktadır. Antik şehir, Albat dağı’nın güney
eteklerindeki Hasuni Vadisi’nde kurulmuş olup
Silvan Ovasına hakim bir noktadadır.
Yörede Hesune, Hasune veya Hasuni olarak
adlandırılan mağara topluluğu Diyarbakır il
sınırlarında bulunan en büyük mağara şehridir.
Diyarbakır çevresinde 1.161’i yapay, 2.418’i
doğal olmak üzere toplam 3.579 mağara ve
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
375
kaya sığınağını tespit edilmiştir. Anadolu’nun en eski mağara yerleşim
yerlerinden biri olan Hasuni mağara şehri arkeolojik değere sahip olup
Mezolitik ( Epipaleolitik ) döneme kadar tarihlenmektedir.
Bir kaleyi andıran yekpare kaya parçaları üzerinde oyularak yapılan ve
irili ufaklı 300 odadan oluşan Hasuni Mağaraları kapladığı alan ve mağara
sayısı itibari ile Anadolu’da emsal teşkil etmektedir. Biri kaya kilisesi
olmak üzere iki kiliseye sahip olan Hasuni Mağaraları Koridorlarla birbirine
bağlıdır.
Hasuni Mağaraları, Antik dönemde özellikle Hıristiyanlığın ilk yayıldığı
dönemlerde ve orta çağda önemli yerleşim alanlarından biri olmuştur.
Birçok odadan oluşan kaya kilisesinin yanında, Ortaçağ’da mağaraların
alt kısımlarındaki düz alanda Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlar
kullanılarak bir kilise daha inşa edilmiştir.
Hasuni mağara şehrindeki en yüksek nokta piramide benzemektedir. Dört
tarafı uçurum olan kaya kütlesinin tepesi düzleştirilmiştir. Sunak olarak
kullanıldığı tahmin edilen zirveye muntazam şekilde yontulmuş kaya
merdivenlerle çıkılmaktadır.
Kaya parçalarının dizilmesiyle taş yollar ve kayaların oyulması ile çıkış
merdivenleri, sarnıçlar, su arkları, kiliseleri, dokuma atölyeleri ve hamam
gibi şehirleşmenin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan önemli
yapılara sahiptir. Bir mağara cenneti olan Silvan, tarihi, doğal ve kültürel
zenginlikleriyle turistik çekiciliğe sahip önemli yerlerden biridir.
Hasuni Mağara Şehri, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunca 1990 yılında
doğal sit alanı olarak ilan edilerek birinci derece arkeolojik alan olarak
tescil edilmiş ve yasal koruma altına alınmıştır.
Hasuni Mağara Şehri
376
Temtemburg Mağarası Silvanın sırtını yasladığı Albat Dağının
eteklerinde olup Silvan-Boşat yolunun sol
tarafındadır. Büyük çeşmenin üst tarafına
denk gelmekte ve şehir merkezinden uzaklığı
yaklaşık 1 km.dir. Mağaranın en büyük özelliği
bir kaya parçasının oyulması sonucu yapılan
tek bir odadan oluşması ve yine kayalar oyulan
merdivenlerle çıkılmasıdır. Mağara odasının
içinde,sağ ve solunda oturmak veya yatmak için
yine kayalar oyularak iki divan oluşturulmuştur.
İsminin nereden geldiği belli olmayan
Temtemburg mağarasının çevresindeki
kayalıklarda da yontulmuş kaya parçaları vardır.
Derika Mukure Mağaraları - Silvan
Hasuni’deki Sunak Merdivenleri
Silvan Mağaraları - Derika MukureBu mağaralar hakkında gerekli araştırmalar
yapılmamıştır.Tarihleri hakkında herhangi bir
bilgi yoktur. Doğal ve yapay mağara odalarının
bulunduğu Derika Mukure bölgesi Silvan’a
20 km. uzaklıkta olup, Malabadi Köprüsünün
yakınlarındadır.
Pezan Mağarası (Kral Koltuğu)Bu mağara doğal ve küçük bir mağaradır. Bir
oyuk şeklindedir. Hayvanlar için barınak olarak ta
kullanılır. Mağaranın hemen yanında merdiven
basamakları şeklinde oyulan kayalar vardır. Üst
tarafında ise halk arasında kral koltuğu denen ve
konum itibarı ile bir koltuğa benzeyen oyulmuş
kayanın çevresinde de yontulmuş kaya parçaları
bulunmaktadır.
Hamido MağarasıAlbat Dağı eteklerinde olan mağara Silvan şehir
merkezinden rahatlıkla görülmekte olup Askeri
birliğin bulunduğu Alayın hemen arkasındadır.
Hamido Mağarasının en büyük özelliği iki çıkışlı
olmasıdır. İçinde derin uçurumların bulunduğu
mağara yaklaşık 500 metre uzunluğundadır.
378
EĞİL VE KULP İLÇELERİNİN DOĞAL VE TARİHİ GÜZELLİKLERİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
379
Yrd.Doç.Dr.İrfan YILDIZDicle Üniversitesi Ziya
Gökalp Eğitim Fakültesi
Güzel Sanatlar Eğitimi
Bölümü,
379
ÖZETEğil ve Kulp ilçeleri Diyarbakır ilinin iki önemli ilçesidir. Diyarbakır’a 52 km
uzaklıkta olan Eğil özellikle inanç turizmi bakımından önemli bir merkezdir.
İlçede bulunan peygamber türbeleri ve sahabe mezarları ziyaretçi akınına
uğramaktadır. Yine son yıllarda yapılan Dicle Barajı da ilçenin doğal
güzelliklerine renk katmıştır. Baraj üzerinde yapılan feribot turları ilçenin
doğal güzelliklerini yakında görme fırsatını sunmaktadır. İlçenin tarihi ve
doğal güzelliklerine sahip diğer yerleri, Eğil Kalesi, Selman Kalesi, Amini
Kalesi, Asur Kral Mezarları, Şerbetin Köyü, Eğil Kalesi’ndeki Gizli Tünel’dir.
Diyarbakır il merkezine 125 km uzaklıkta olan Kulp ilçesi ise yeryüzü şekilleri
ile daha çok Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşme yerlerinin özelliklerini
göstermektedir. İlçenin iki yanında geçen Kulp ve Şekran çayları ile Taş
Köprü Köyü mevkinde geçen Sarım Çayı ilçenin önemli mesire alanları
arasındadır. Kulp – Muş arasında bulunan Şen Yayla yaz mevsiminde önemli
piknik alalarından biridir. İlçe, sahip olduğu sahabe mezarları, din büyükleri
ve evliya türbeleriyle inanç turizmi açısında önem arz etmektedir. Kulp
ilçesinde bulunan tarihi yerlerin başında Kefrun Kalesi, Cıksi Kalesi, İnkaya
Mağaraları, Konuklu Köyü türbeleri ile taş köprü gelmektedir.
Eğil’in Coğrafi Konumu ve Tarihçesi (Bu çalışma DÜBAP (Dicle Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koorninatörlüğü )
tarafından desteklenmiştir. Kendilerine teşekkür ederim.)
(İlçede yaptığım çalışmada yardımlarını gördüğüm Eğil Kaymakamı Kemal Atasoy’a şük-
ranlarımı sunarım. Ayrıca yaptığım çalışmalarda yardımcı olan Mustafa Temel’e, Fatih
Pulu’ya, Sedat Öcal’a teşekkür ederim.)
Coğrafi KonumuEğil, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük şehri olan Diyarbakır iline
bağlı küçük bir ilçedir. İlçe, il merkezinin kuzeyindeki dağlık bir arazide
kurulmuş olup, yaklaşık 450 km2.’lik bir yüzölçümüne sahiptir.(1)
Diyarbakır’a 52 km. uzaklıkta olan ilçenin kuzeyinde Dicle ilçesi, doğusunda
Hani ve Hazro ilçeleri, batısında ise Ergani ilçesi yer almaktadır. Denizden
yüksekliği 825 m. olan ilçenin iklimi karasal iklim olup yazları sıcak ve
kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçmektedir.
Eğil’in doğal bitki örtüsü ormandır. Bu ormanlar meşe ağaçlarının
oluşturduğu topluluklardan oluşmaktadır. Bunun yanında nar, hurma, elma,
armut, erik, badem gibi meyve ağaçları ve üzüm bağları da bulunmaktadır.
380
İlçeye bağlı köylerin geçim kaynağı tarım ve
hayvancılıktır. Her çeşit tahıl ve sebzenin de
yetiştirildiği ilçede özellikle badem önemli gelir
kaynağıdır. İlçeye bağlı köylerde küçük ve büyük
baş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Günümüzde 26 köy ve 22 mezraya sahip
olan ilçenin arazi yapısı geniş düzlükler ve
engebeli alanlardan oluşmaktadır. Engebeli bir
arazide kurulan ilçe merkezi Kale, Yenişehir,
Gündoğuran, Dere ve Çarkören Mahallesi olmak
üzere 5 mahalleden oluşmaktadır. 2009 yılında
yapılan nüfus sayımına göre ilçenin toplam
nüfusu 23.239 dur. Bu nüfustan 2.577’si erkek
ve 2.569’u kadın olmak üzere toplam 5.146
kişi ilçe merkezinde yaşamaktadır. 26 köyde
ise 8.995’i erkek ve 9.098’i kadın olmak üzere
toplam 18.093 kişi yaşamaktadır.(2)
TarihçesiTarihi geçmişi M.Ö. 3000’li yıllara kadar inen
Eğil ilçesinin ilk yerleşimcileri olarak Huriler
kabul edilmektedir. Bölgeye sırasıyla Huriler,
Mittaniler, Asurlular, Urartulular, Medler, Persler,
Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler,
Abbasiler, Büyük Selçuklular, Artuklular,
Eyyübiler, Nisanoğulları, Akkoyunlular, Safeviler,
Osmanlılar hakim olmuşlardır.
Eğil, M.Ö. 3500-1260 yılları arasında Hurri
ve Mitanniler’in egemenliğinde kalmıştır.
M.Ö.1260-606 yılları arasında Asurlular ve
Urartular egemenlik kurmuşlardır. Bölge 369
yılına kadar Roma hâkimiyetinde kaldıktan sonra,
Roma İmparatoru Joviyanus döneminde, tarihte
“Uğursuz Joviyanus Barışı” olarak adlandırılan
bir barış antlaşması ile Sasaniler’e bırakılmıştır.
O dönemde bölgeyi idare eden Armenya Kralı II.
Arşak İran himayesine girmemekte ısrar edince
Sasani hükümdar II. Şapur büyük bir kuvvetle
bölgeye girerek buraları tahrip eder. Binlerce
aileyi esir alan II. Şapur Eğil Kalesi’ne girerek
buradaki Sup Kralları’nın mezarlarını açtırır.
Sonunda III. Arşak (379–391) devrinde bölge
Sasani hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır.
Daha sonra Roma İmparatoru I. Teodosyus
(379–395), Sasani Hükümdarı III. Şapur (383–
388) ile anlaşarak 387 yılında bölgeyi tekrar
Roma himayesine katmıştır.(3)
Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye
ayrılmasından sonra bölge 395–639 yılları
arasında Bizans egemenliğinde kaldıktan sonra,
Müslümanlar tarafından 639 yılında fethedilerek
İslam topraklarına katılmıştır.(4)
Bu tarihten itibaren, önemli yerleşim
birimlerinden biri olan Eğil 1515 yılında Osmanlı
İmparatoru I. Selim’in Diyarbakır bölgesini ele
geçirmesi ile Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Böylece Diyarbakır şehri de Osmanlı Devleti’nin
en geniş ve en önemli eyaletlerinden birinin
merkezi olmuştur.(5)
Toplam 24 sancağı kapsayan Diyarbakır
Eyaleti’ndeki 11 sancak Osmanlı sancağı iken, 8
tanesi idaresi özel bir şekle bağlanmış yurtluk,
5 tanesi de yönetimi babadan oğula geçecek
şekilde mahalli beylere bırakılan sancaklardı.
Eğil Sancağı da bu son gruba dahil olup, yönetimi
yerli beylerince yapılmaktaydı. Özellikle XVI. ve
XVII. yüzyılda bölgede hüküm süren Eğil Beyleri
ilçede güçlü bir beylik kurarak bir çok eser inşa
etmişlerdir.(6)
Tanzimat Dönemi’nde birlik idaresi kaldırılıp
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
381
vilayetler kurulunca , 1869’da yayınlanan ilk Diyarbakır Salnamesi’nde; Eğil
Maden Sancağına bağlı bir nahiyedir. Bu durum 1905 yılındaki salnamede
de geçmektedir.
1900–1924 yılına kadar Eğil bucağı, Maden sancağı ilçe merkezine bağlı
olarak gösterilmektedir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Diyarbakır’da
merkez de dâhil olmak üzere toplam 5 ilçe varken, 4 Ocak 1931 tarihine
Bismil ve Eğil bucaklarına ilçelik verilmiştir. Ne var ki 1939 yılında ilçelik
hakkı Dicle’ye verilince Dicle’nin adı Eğil, Eğil’in adı Dicle olarak değiştirilmiş
ve Eğil bucak haline getirilmiştir. 1950 yılında isimler düzeltilmiştir.
1957’de Dicle’den ayrılarak Diyarbakır il merkezine bağlanmış olan Eğil,
ilçe teşkilatına ise ancak 1988 yılında kavuşabilmiştir.(7)
Eğil KalesiAsurlular zamanında yapılan kale doğal kaya zemin üzerine oturtulmuş
olup üç tarafı derin vadilerle çevrilmiştir. İç kale ve dış kaleden meydana
gelmektedir. İç kalede yönetim yapıları, depolar, sosyal amaçlı kullanılan
çeşitli yapılar günümüze ulaşmıştır. Kalenin içinde doğal kayaların
yontulmasıyla yapılan irili ufaklı yüzden fazla sarnıç bulunmaktadır. Kale,
gizli tünellerle Dicle Vadisi’ne bağlanmıştır. Günümüzde bu tünellerden biri
açıktır. Dicle Nehrine inişi sağlayan bu tünel gizli su yolu olarak yapılmıştır.
Kalenin doğu tarafında bulunan kral mezarları dikkat çekicidir. Doğal kayanın
yontulmasıyla inşa edilen mezarların iç kısmı kaya mezar odalarında olduğu
gibi platform şeklinde düzenlenmiştir. Dıştan Anadolu’daki kümbetlere
anımsatan bu kral mezarları Anadolu’daki kümbetlerin prototipi gibidir.
Amini (Yemaniyye) Kalesi Kale Eğil ilçe merkezine 4-5 km. uzaklıkta Dicle nehrinin iki kolunun
(Bırkleyn ve Akdağ’dan gelen kol ile Maden’den gelen kolun) birleştiği
noktada yüksekçe bir kayanın üzerinde inşa edilmiş bir kaledir. Romalılar
tarafından İran’dan gelebilecek saldırıları engellemek amacıyla bir sınır
kalesi olarak inşa edilmiştir. Emeviler ve Abbasiler döneminde Bizansların
saldırılarına uğrayan kale ortaçağın önemli kalelerinden biridir.
Selman (Cebabir) KalesiKale, Eğil’in güneyinde Eğil ilçe merkezinden 10 km. uzaklıkta Dicle
Nehrinin kenarında nehre hakim bir tepede kurulmuştur. Ne zaman
kurulduğu bilinmeyen kale Amid’den (Diyarbakır) Elaziz’e (Elazığ) giden
382
ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla
kullanılmıştır.
Taciyan Camii: Eğil merkezde Eğil Kalesi’nin
güneydoğusunda kalenin en dıştaki suru
üzerinde yamaçta inşa edilen bir camidir.
Anadolu’da inşa edilen enine dikdörtgen planlı
mihrap önü kubbeli camilere örneklik teşkil
etmektedir.
Peygamber Türbeleri: İçenin güneyinde Neb-i
Harun Tepesi’nde bulunan peygamber türbeleri
inanç turizminin önemli yerlerinden biridir. Bu
tepede Hz. Elyase, Hz. Zülküf ve Neb-i Harun’un
kabirleri bulunmaktadır. Bu kabirler ziyarteçi
akınına uğramaktadır.
Yatır (Şahveliyan) Köyü KilisesiBu yapı Eğil’in 15 Km. güneyindeki Yatır
(Şahveliyan) Köyündedir. Kilisenin yanında
Eski Şahveliyan köyü harabeleri vardır. Yapı
Dicle Nehri vadisinde nehre hâkim bir yerde
bulunmaktadır.
Kalkanlı (Şerbetin Köyü)Şerbetin Köyü özellikle Eğil beyleri döneminde
önemli bir yerleşim yeridir. Bir dönem Eğil
Beyliği’nin merkezi olarak kullanılmıştır.
Köy, Amid (Diyarbakır) Elaziz (Elazığ) Kervan
yolunun üzerinde ikinci menzildir. 1658 yılında
köye uğrayan Evliya Çelebi köy hakkında bilgi
vermektedir. Köyde bir imaret, bir han, bir
cami, bir türbe ve bir çok dükkânın olduğunu
belirtmektedir. Günümüzde köyde birçok tarihi
eser bulunmaktadır.
Dicle BarajıEğil İlçesi’nin doğu tarafındadır. Dicle Nehrinin
üzerine kurulmuştur. Baraj ziyaretçilerine
feribot gezisi imkânını sunmaktadır. Ayrıca
Diyarbakır’ın sıcak yaz mevsimlerinde
serinlemek ve piknik yapmak için ideal bir yerdir.
Kulp’un Coğrafi Konumu Ve Tarihçesi(Kulp ilçesinde yaptığım çalışmada yardımlarını
esirgemeyen Kulp Kaymakamı Ahmet Günaydın’a, İlçe Milli
Eğitim Müdürü Hamdüsena TEL’e, çalışmaya fotoğraflarla
destek veren Mirza Mehmet Çelik’e arazi çalışmalarından
yardımcı olan Adnan Çelik’e, Vefa Akdoğan’a teşekkür
ederim.)
Coğrafi Konumuİlçe, Güneydoğu Anadolu’nun kuzeydoğu ucunda
bir geçiş bölgesi içindedir. Konum itibariyle
Güneydoğu Torosların güney eteklerine
kurulmuş olan Kulp ilçesi; kuzeyinde Bingöl,
kuzeydoğusunda Muş, doğusunda Sason,
batısında Lice ve güneyinde Silvan-Hazro ile
sınırdır. Batıda Lice İlçesi ile Sarum Çayı sınır
oluştururken, kuzey sınırında İnceburun dağları
ve Bingöl dağları ile Bingöl’ün Genç ilçesinden
ayrılır.
Kuzeydoğuda Kulp ile Murat Nehri su toplama
havzalarının birbirinden ayrıldığı su bölümü
çizgisini oluşturan Andok Dağı ve Şen Yaylası
ile sınır oluşturur. Doğuda Aygün Çayı ile
Batman’ın Sason ilçesinden ayrılırken, güneyde
Güneydoğu Torosların en güneyindeki dağ sırası
ile Silvan’dan ayrılır. (8)
Kulp ilçesi 1602 km’lik bir yüz ölçüme sahip
olup yer şekilleri özellikleri bakımından çeşitlilik
gösterir. İlçe merkezinin denizden yüksekliği
1132 m. olup bu özelliğiyle Türkiye ortalamasına
yakındır. İlçenin en yüksek yerini Kulp’un
kuzeydoğusunda, Kulp ile Muş arasındaki Andok
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
383
Dağı (2840 m) oluştururken, diğer önemli yükseltiler Sipan Dağı (2478 m),
Kendal Dağı (2123 m) ve Ömer Dağı’dır (2018 m).(9)
Fiziki koşullar bakımından daha çok Doğu Anadolu Bölgesinin özelliklerini
gösteren Kulp, iklim özellikleri bakımından da Doğu Anadolu karasal
iklimine benzer bir iklime sahiptir. Yazları sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve
yağışlıdır. İlçe bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Nitekim ilçe yüz
ölçümünün % 59’unu meşelik ve fundalık alanlar oluşturmaktadır. Özellikle
Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi türleri çok yaygındır. Ayrıca akarsu vadileri
boyunca Kavak ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır. İlçedeki diğer ağaç türleri:
Badem, Akçaağaç, Alıç, Ardıç ve cevizdir. En önemli akarsuları Kulp, Sarum,
Şekran ve Aygün çaylarıdır. İlçenin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.
İlçe merkezinde Yeni, Merkez, Yeşilköy, Tepecik, Ünal Erkan Mahalleleri
mevcuttur. Kulp ilçesine bağlı bir belde, 2 bucak, 50 köy ve 89 mezra
bulunmaktadır. 2009 yılı nüfus sayımına göre ilçenin toplam nüfusu 36.415
kişidir. Bunun 18.237 kişisi erkek, 18. 178 kişisi kadındır. İlçe merkezinin
nüfusu ise 5.141’i erkek ve 4.717’si kadın olmak üzer toplam 9. 858 kişidir.
(10)
Tarihçesiİlçenin bugün bulunduğu yerleşim yerinin eski adı Pasur’dur. Pasur,
çevresinde hendeği bulunan kale, başkale anlamına gelmektedir. Kulb
adı vaktiyle Kefrun kalesinde oturup bölgeye egemen olan Kulbo isimli
yöneticinin adına izafeten bölgeye verilmiştir. Kaynaklarda Kulb kentinin
Asur belgelerinde adı geçen Ullubu kenti olduğu belirtilmektedir. Ulluba’nın
Ulupa sözcüğünden türediği ve Ulu-Pa Koruluk-Suyu anlamına gelmektedir.
Ulluba kentinin daha sonra ana tanrıça Kuwa’ya izafeten kutsal, iyi, güzel
anlamına gelen Kulluba kenti olarak adlandırılmıştır.11 Kulluba ismi
zamanla Kulb’a dönüşmüştür. Mervani, Artuklu, Eyyubi, Akkoyunlu ve
Osmanlı döneminde Kulb Sancağının merkezi bu günkü Kefrun kalesinin
bulunduğu yerdir. Bugün ilçe merkezinin bulunduğu yer olan Pasur Köyü
1564-1574 tarihli Osmanlı Tahrir Defterleri’nde Ciska (Ağaçlı) Nahiyesi’ne
bağlı 28 hane, 32 nefer, 4 mücerred bulunan bir gayri müslim köyü olarak
geçmektedir.12 Pasur Köyü zamanla önem kazanmış ve ilçe merkezi
olmuştur. Ahalisi tamamen müslimdir(13). Daha sonraki dönemlerde Pasur
ismi Kulp şeklinde değiştirilmiştir.
Kulb bölgesi Geç Tunç Çağında (M.Ö. 13 yy) Hurri kökenli Uruarti ve
Nairi konfederasyonu egemenliğindeydi. Bu konfederasyonları (M.Ö.
384
9. yüzyılda) Urartular birleştirerek merkezi
devlet kurmuşlardır. M.Ö. 6. yüzyıla kadar
Urartu egemenliğinde kalan bölge Urartu Asur
mücadelelerine sahne olmuştur. Hellenistik
dönemde Büyük İskender İmparatorluğu
sınırları içinde kalan bölge, imparatorluğun
dağılmasından sonra Selevkoslar devletine
katılmıştır. Takiben Roma ve ikiye ayrılıştan
sonra Bizans egemenliğinde kalan Kulb bölgesi
530, 588, 590 yıllarında Sasani akınlarına sahne olmuştur.(14)
Bölge üzerinde Bizans-İran mücadelesi,
Müslüman ordularının 639 yılında bölgeyi feth
etmelerine kadar sürmüştür. İslam orduları
639 yılında bölgeyi feth edince 640 yılında
Kulp Sancağı ve bağlı karye Meyafarkin
sulhen alınmıştır. Bu dönemden sonra bölgeye
Emeviler, Abasiler hâkim olmuşlardır. Kulp
929-979 yılları arasında Hamdani Devleti’nin,
990-1085 yılları arasında Mervani Devleti’nin
egemenliğinde kalmıştır.(15)
XII. yüzyılda Artuklular döneminde Kulb Kalesi
Mardin Artuklu emirliğine ait müstahkem
mevkilerinden biridir. Kale, XIII. yüzyılda ise
Meyyafarikin Eyyubileri’ne bağlı bir kale olarak
geçmektedir.16 Safeviler döneminde Sıleymani,
Banuki, Hevedi, Dılhiran, Bociyan, Zilan, Besyan,
Zıkziyan ve Berezan aşiretlerinin oy birliği ile
Kulb Beyliği’nin yöneticiliğine Emir Diyadin
seçilmiştir. Bölgenin 1515 yılında Osmanlılar
tarafında feth edilmesiyle beraber Kulb Yurtluk
ve Ocaklık tarzındaki sancaklardan birisi olarak
Diyar-ı Bekr’e bağlanmıştır. Kulb Beyliği’nin
Osmanlı dönemindeki ilk beyi Şah Veled’dir.
Daha sonra sırasıyla; Ali Bey bin Şah Veled
Bey, Sultan Hüseyin bin Ali Bey, Seyyid Ahmet
Bey bin Sultan Hüseyin Bey ve Zeynel Bey Kulb
Beyliği’nin yöneticiliğini yapmışlardır (17). 1871-
72 tarihli Diyarbakır salnamelerinde Kulp Silvan
Kazası’na bağlı bir nahiye olarak geçmektedir.18
Bu tarihten sonra Bitlis Vilayeti’nin Muş
Kazası’nın bir nahiyesi konumunda olan Kulp,
1924 yılında ilçe statüsüne kavuşunca tekrar
Diyarbakır’a bağlanmıştır. Kulp’un doğal ve
tarihi güzelliklerine sahip yerleri şunlardır;
Sarum ÇayıBingöl ilinin Genç ilçesinden kaynağını alan
Sarum Çayı, Diyarbakır sınırları içerisinde Kulp
ile Lice ilçeleri arasında sınır oluşturarak akış
göstermektedir. Kaynağını Bingöl dağlarından
aldığı için debisi yüksektir. Lice ve Kulp
ilçelerinden aldığı değişik kollarla büyüyen çayın
üzerinde Taşköprü Köyü yakınında tarihi bir taş
köprü mevcuttur. Kulp’un mesire yerlerinden
biridir.
Şekran ÇayıKaynağını tamamıyla Kulp ilçesi sınırları
içerisindeki İslamköy ile Ağıllı Köyü’ne bağlı
Geli (Vadi) mezrasından alır. Kulp’un 6 km
kadar güneyinde Kulp Çayına karışır. Kaynak
noktasına doğru Çemigeldano ismini alan çay,
aşağı kısımlarda Narlıca Köyü’nden itibaren
Şekran Çayı olarak adlandırılır. Sulu tarımın
yapılmasına büyük katkı sağlayan çay aynı
zamanda önemli bir mesire yeridir.
Kulp ÇayıKulp’un en büyük akarsularından biridir. Akarsu
kaynağını Kulp-Muş sınırlarındaki Andok
Dağı’ndan alır. Alaca ve Yaylak köylerinden
çeşitli kollarla beslenir. Akarsu üzerinde Silvan
Barajı yapılmıştır. Çayda lezzetli balıklar yetişir.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
385
İlçenin en önemli mesire yerlerinden biridir.
Ciksi (Ağaçlı) KalesiAğaçlı Beldesi’nin kuzeyindeki tepede bulunan kale günümüzde harap
haldedir. Kale, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiştir.
Eser doğal bir tepe üzerine kırma taşlarla inşa edilmiştir. Sur duvarları
kuleler ve burçlarla desteklenmiştir. Kulb Beyliğine bağlı kalelerden biridir.
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Ağaçlı’daki ustaların demircilikte ileri
olduklarını belirterek imal ettikleri kılıçları beldenin batısındaki mevkiinde
kurulan panayırda geçen kervanlara sattıklarını belirtmektedir.
Kulb (Kefrun) Kalesiİlçenin 10 km. güneydoğusunda yer alır. Doğal bir kayalık üzerinde inşa
edilen kale Doğu Romalılar döneminde güvenlik amacıyla müstahkem
bir kale konumuna getirilmiştir. Kulp’a adını veren Derebeyi Kulpo’nun
da bu kaleyi kullandığı bilinmektedir. Eyyubiler ve Artuklular döneminde
kullanılan kale daha sonraki dönemlerde Kulb Beyliği’nin merkez kalesi
olarak kullanılmıştır.
Gomabelek Kalesi (Belek-i Ordu Kalesi)Kulp ilçesine 5 km. uzaklıkta olan Kale, Bağcılar Köyü’nün Gomabelek
Mezrası’nda bulunmaktadır. Pers döneminde inşa edilen kale, daha sonraki
dönemde de kullanılmıştır. Mevcut buluntulardan Ortaçağ Dönemi’nde de
kullanıldığı anlaşılan yapı, moloz taş malzemeden inşa edilmiştir. Şekran
Çayı’na hakim bir tepede kurulan kale Kefrun Kalesi’yle karşılıklıdır.
Osmanlılar döneminde Kulp Beyliği’ne bağlı kalelerden biri olan Gomabelek
Kalesi günümüzde tamamen yıkılmıştır. Yapının kuzeyindeki mezarlık
günümüzde mevcuttur.
TaşköprüYapı, ilçeden 30 km. uzaklıkta bulunan Taşköprü Köyü’nde Sarım Çayı
üzerindedir. Kulp İlçesini Silvan İlçesine bağlayan yapı eski Diyarbakır
yolunun üzerindedir. Köprü kuzey-güney istikametinde uzanmaktadır.
Kesme taş malzemeden yapılan eser iki gözlü, sivri kemerli yolunun düz
olduğu köprüler grubuna girmektedir.
Hüseyin Ağa KöprüsüKulp-Muş Kervan Yolu üzerinde bulunan yapı, Kulp’a 15 km. uzaklıktadır.
386
Kulp Çayı üzerinde doğu-batı doğrultusunda uzanan eser XVI. yy’da inşa edildiği tahmin edilmektedir. Kabayonu taştan inşa edilen köprü; tek gözlü, sivri kemer açıklıklı yolu eğimli olan köprüler grubuna girmektedir.
Konuklu TürbeleriKulp’un Konuklu (Duderya) Köyü’nde bulunan türbelerden biri Şeyh Ömer’e, Diğeri oğlu Şeyh Muhammed’e aittir. Kesme taş malzemeden inşa edilen yapılar sekizgen planlı olup içten ve dıştan kubbe ile örtülüdür. Ziyaretçi akınına uğrayan bu türbeler döneminin özelliklerini yansıtmaları açısından önemlidir.
Şeyh Ebubekir TürbesiKulp’un Özbek (Şeyhbuban) Köyü’ndedir. İnanç turizminin önemli merkezlerinden biri olan Şeyh Ebubekir Türbesi XVIII. yüzyılda inşa edilmiştir. Eser içten ve dıştan sekizgen planlı olup içten ve dıştan kubbe ile örtülüdür. Moloz taş malzemeden inşa edilmiştir. Türbenin çevresinde yazılı birçok eski mezar taşları bulunmaktadır.
Yaylak-Smetak KilisesiYaylak Köyü Smetak mezrasında bulunan tarihi kilise kabayonu taştan yapılmıştır. Doğu- batı doğrultusunda kareye yakın dikdörtgen planlı olan yapı günümüzde metruktur.
SONUÇEğil ve Kulp ilçeleri doğal ve tarihi güzellikleriyle insanı büyüleyen iki ilçedir. Bünyelerinde barındırdıkları peygamber, sahabe, din büyüğü ve evliya türbeleri ve mezarlarıyla önemli birer inanç turizm merkezidir. Ayrıca sahip oldukları tarihi eserleriyle tarihi ve turistik özelliklere sahiptir. Her iki ilçe de bünyelerinde barındırdıkları dağ ve yaylalarıyla doğa sporu
yapmaya elverişli merkezlerdir. Bu ilçelerimizin doğal ve turistik açıdan hak ettikleri yere en
kısa zamanda ulaşmaları en büyük dileğimizdir.
Fotoğraf: 1- Eğil İlçesi’nin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 2- Eğil Kalesi’nin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 3- Eğil Kalesi’ndeki Kral Mezarları.
Fotoğraf: 4- Eğil Kalesi’ndeki Gizli Tünel.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
387
Fotoğraf: 5- Amini Kalesi’nin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 6- Peygamber Türbelerinin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 7- Yatır (Şahveliyan) Köyü Kilisesi’nin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 8- Dicle Baraj Gölü.
Fotoğraf: 9- Selman Kalesi Civarında Dicle Nehri’nin Akışı.
388
Fotoğraf: 10- Kulp İlçesi’nin Genel Görünüşü (Mirza M.
Çelik’ten).
Fotoğraf: 11- Sarım Çayı ve Üzerindeki Taş Köprü’nün
Genel Görünüşü
Fotoğraf: 12- Kulp Çayı ve Üzerindeki Hüseyin Ağa
Köprü’nün Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 13- Ağaçlı (Ciska) Beldesi ve Kalesi’nin Genel
Görünüşü.
Fotoğraf: 14- Gomabelek Kalesi’nin Genel Görünüşü.
Fotoğraf: 15- Şeyh Ebubekir Türbesi’nin Genel
Görünüşü.
Fotoğraf: 16- Eskar Çayı (Mirza M. Çelik’ten).
Fotoğraf: 17- Geliye Hesika’nın Genel Görünüşü (Mirza
M. Çelik’ten).
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
389
KAYNAKLAR1. Menteş, A., , III, İstanbul, 1988, s.56.
2. www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 26 Nisan 2010.
3. Beysanoğlu, Ş., , I, Ankara, 2003, s.116–117.
4. Beysanoğlu, , s.80–81.
5. Beysanoğlu, , s.115,116,155.
6. Şerefhan, Şerefname (Çeviren: Mehmet Emin Bozarslan), İstanbul,
1998, s.144-149; Aydın, N., Diyarbakır Eğil Hükümdarları Tarihi,
İstanbul, 2003, s. 9 vd.
7. Menteş, , s.56–58; Anonim, , Diyarbakır, 1995, 381.
8. Zümrüt, M. S., Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nin Beşeri Coğrafyası, (Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Yayınlanmamış
Bitirme Tezi), Van, 2002, s.2; Anonim, , Diyarbakır, 1995, s.393-94;
9. Zümrüt, , s.2; Çelik, M. M., Fotoğraflarla Kulp - Pasur, İstanbul, 2009, s.
12; Anonim, , Diyarbakır, 1995, s.393-94.
10. www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 26 Nisan 2010.
11. Herzfeld, E., The Persian Empire Studies İn Geography and Ethnography
Of The Ancient Near Enst, Wiesbaden, 1968, s.147; Umar, B., Türkiye’deki
Tarihsel Adlar, İstanul, 1993, s.483.
12. Bizbirlik A., 970-80/ 1564-74 Tarihleri Arasında Kulp Sancağı (Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Konya, 1992, s.18; Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Tahrir Defteri,
Kulb, s.18a.
13. Anonim, 1967 Diyarbakır İl Yıllığı, Diyarbakır, 1967, s.104.
14. Bizbirlik, a.g.e., s.3.
15. Bizbirlik, a.g.e., s.3.
16. Çevik, A., XI-XII. Yüzyıllarda Diyar-ı Bekr Bölgesi Tarihi, (Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora
Tezi), İstanbul, 2002, s.159.
17. Şerefhan, a.g.e., s.211-213, Beysanoğlu, a.g.e., s.89.
18. Tellioğlu, Ö., Diyarbakır Salnameleri, C.I, İstanbul, 1996, s.219-36.
DİYARBAKIR’DA MESİRE MEKÂNLARI
392
KENT ORMANI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
393
Murat HASPOLATLIİl Çevre ve Orman
Müdürlüğü – Diyarbakır
393
ÖZETKent Ormanı, geleneksel piknik anlayışının dışında, daha çok ormanların
sağlık, spor, estetik, kültürel ve benzeri gibi sosyal fonksiyonlarını halkın
hizmetine sunmak, aynı zamanda teknik ormancılık faaliyetleri ile yöredeki
flora ve faunanın da tanıtılması amacıyla metropoller, iller ve büyük ilçeler
gibi yerleşim yerleri bitişiğinde veya civarında düzenlenen alanları ifade
eder.
Kent Ormancılığının Önemi ve PlanlanmasıKent ormancılığı, kent halkının dinlenme ve sağlığına hizmet eden, kent
ekosistemini düzenleyen, kentin içinde ve çevresinde bulunan ormanlar ve
bu alanların tesisi, yönetimi ve planlanmasıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde kentlerdeki nüfus artışı ile birlikte hızla çoğalan
çarpık yapılaşma plansız kentleşme sonucunda, kent ekosistemi ve buna
bağlı olarak kentsel yaşam kalitesi zarara uğramaktadır. Türkiye, özellikle
son 20 yılda hızlı ve çarpık bir kentleşme sürecine girmiştir. Türkiye’de
hızlı kentleşmeyle birlikte yanlış arazi kullanımıyla kentlerimizde
gecekondulaşmanın artması sonucunda doğanın tahrip edilmesi ve bunların
sonucunda doğal dengenin bozulmasıyla sel ve taşkınların olması ve birçok
kişinin hayatını kaybetmesi ve büyük maddi kayıplar üzerine, nüfusu fazla
olan kent çevresinde ağaçlandırma çalışmalarına başlanılmıştır.
Hava kirliliğinin artması, plansız kentleşme, su alanlarının rusubatla dolması
ve artan nüfus ile birlikte yeşil ortama duyulan özlem nedenlerinden,
çalışmalara son 15 yılda hız verilerek kent ormancılığı anlayışı gelişmiştir.
Kentlerimizde bugünkü yeşil alan yoksunluğu nedenlerinin başında;
imar planlarımızın eksiklikleri, yetersizlikleri ve imar planlarına uymama
alışkanlığı, vb gelmektedir. Kentlere, her yıl kırsal alanlardan akan nüfus,
kişi başına düşen yeşil alan miktarını giderek düşürmekte ve yeşil alanlar,
bağnazca tahrip edilmektedir. Üstelik bunlara eklenen çevre kirlenmeleri
yeşili ve yeşil elemanları da barınamaz duruma getirmiştir (PAMAY, 1988).
1965-1975 yılları arasında Türkiye, batı ülkeleri arasında hem nüfus artış
hızı, hem şehirleşmede birinci sırada yer almıştır. Bu dönemde ülkenin
nüfusu %25 oranında artarken, şehirleşme hızı bunun iki katı, %51
olmuştur. Kırsal alanlardan devamlı akıp gelen insanlar, şehirlerimizin her
394
yıl %8 oranında büyümesine neden olmaktadır.
Günümüzde büyük boyutlara ulaşan çevre
sorunları nedeniyle, özellikle oldukça fazla
nüfusu barındıran endüstri kentlerinde önemli
oranlarda ekolojik ortam yaratmak gerekli ve
zorunlu olmaktadır. Kentteki ekolojik çevre
gelişimini sağlama yanında, estetik görünüm
yani yaşam kalitesinin artışını gerçekleştirmek
için kent ormanı çalışmalarının gerekliliği
ortaya çıkmıştır.
Kent ormanları, kent insanının piknik için
faydalanmasından çok, kentin ekolojik ve yaşantı
değerini artırma, kent iklimini iyileştirme, kentin
kirli havasını süzme ve eğitim amaçlı (kent
ormanının belli bir kısmına botanik bahçesi
kurularak) planlanmalıdır.
Günümüzde kentler hızlı göç ve nüfus
artışı ile hızlı yapılaşma sonucu yaşanabilir
özelliklerini yitirmektedirler. Bozulan bu
dengeyi kent ormanları iyileştirmektedirler.
Gelişmiş ülkelerde kent ormanları kentin
nüfus ve yapılaşma oranına göre alansal oranı
saptanmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki kent
ormanları yaşam kalitesinin bir göstergesi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kent içi ve çevresinde kent ormanı planlanırken;
ekolojik, bölümleme, biyoklimatik, kenti
biçimlendirme ve estetik kazandırma, yaşantı
değerini artırma, alan saklama, insan-doğa
ilişkisi kurma, kent iklimini iyileştirme, kentin
kirli havasını süzme, kent gürültüsünün
azaltılması, kentli üzerinde ruh sağlığı yönünde
olumlu etkiler bırakmaları fonksiyonlarını yerine
getirecek şekilde planlanmalıdır.
Yeşil alanların olumlu etkilerinin alınabilmesi,
ekolojik verilerin sağlıklı bir şekilde toplanıp
gereği gibi değerlendirilerek en uygun kent
planının yapılması ve uygulamasıyla mümkün
olabilir. Aksi taktirde yeşil alanlar miktar
olarak yeterli olsalar dahi beklenen faydayı
sağlayamazlar. Kent ormancılığında, estetik
değeri ne olursa olsun, ekolojik istekleri uygun
bitkiler kullanılmalıdır (YÜCEL, 2004) (1).
Yapraklı ağaç türleri yapılarında reçine gibi
kolaylıkla yanabilen maddeler içermediklerinden
ve daha yüksek nem içerdiklerinden genellikle
ibreli türlere oranla daha güç, daha yavaş ve daha
az enerji açığa çıkararak yanarlar. Araştırma
çalışmaları ile çok şiddetli yangınlarda yangına
direnci ile bilinen servi-mavi servi türlerini
kent ormanını çevresine ve yangın emniyet
yollarına dikilmelidir. Yangın emniyet yolları
kent ormanın her tarafına ulaşılacak şekilde
yapılıp genişlikleri 6-10 metre yapılmalıdır.
Yangın emniyet yolları aynı zamandan yürüyüş
yolu olarak ta kullanılmalıdır.
Kent ormanları kurulurken tür seçiminde,
bilim eğitim bakımından önem taşıyan nadir,
kaybolmaya yüz tutmuş tehlike altındaki türlere
ait örnekleri bulundurarak bilim ve eğitim amaçlı
değerlendirilmelidir. Kent insanı dinlenirken
aynı zamanda doğa hakkında bilgilenir. Bunun
için kent ormanının en uygun bir yerinde
arboretum olarak değerlendirilir. (YALTIRIK)
1988’e göre arboretum; uzun ve pahalı
seyahatlere gerek kalmadan bilimsel çalışmalar
yapabilmek, hangi varyete ve formların o bölge
koşullarında yaşayabildiğini saptamak, doğal
olarak bulunmayan odunsu bitkileri getirerek
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
395
bölgenin güzelliğini, ekonomik önemini ve verimliliğini artırmak, bölge
halkına odunsu bitkiler arasında değeri yüksek olanları seçme olanağı
sağlamak, değişik tür ve varyeteleri insanlara tanıtarak onlarda ağaç
sevgisini yaymak, fidanlıklarda gerekli bitkisel üretim materyalini sağlamak,
bölge halkının rekreasyon ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
orijinleri belli, doğru ve özenli bir şekilde etiketlenmiş, çok sayıda ağaç
ve çalının koruma ve güvenlik altına alınmış oldukça büyük arazi parçaları
üzerinde sergilenmeleri ile oluşan tesislerdir.
Kent ormanında; çocuk oyun parkı, çeşme, oturma bankları, çöp kutusu,
ilan panosu, yağmur barınakları, yangın gözetleme kulesi (yangın ve
diğer koruma hizmetleri için), orman yangınları, ağaçlar, doğa ile ilgili
bilgilendirme yazıları, vb olmalıdır. Kent ormanında kent insanının en
çok faydalandığı bazı yerler ışıklandırılır. Kent insanının, kent ormanına
ulaşımı kolay ve rahat olacak şekilde, yollar kent ormanına kadar asfalt
yapılmalıdır.
Kent ormanları, insanlara bir çok fayda sağladığından (kentlerde tehlikeli
boyutlara ulaşan çevre, ses ve hava kirliliğini azaltmak, açık hava
rekreasyonuna olanak sağlamak ve doğal peyzajı düzenlemek, kentlerin
düzenli ve planlı gelişmesini sağlamak, toprak ve bitki arasında bozulan
tabi dengeyi yeniden kurmak ve böylece yerleşim alanlarını sel ve taşkın
zararlarından korumak, kent halkına temiz ve zengin içme suyu kaynağı
oluşturmak, vb hizmet üretimi ağırlıklı olarak yönetilip işletilmelidir.
Kent ormanları 6831 sayılı orman kanununa tabidir. Kent içi ve çevresindeki
parklar, yol ağaçlandırmaları orman karakteri taşımadığı için kent ormanı
kapsamı dışındadır. Kent içi ve çevresindeki park ve yol ağaçlandırmaları
peyzaj çalışmaları kapsamı içine girmektedir. 6831 sayılı Orman Kanunun
1. maddesine göre; “tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve
ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” 6831 sayılı orman
kanununda şehir içindeki parklar, şehir içi yollardaki ağaçlar ve dinlenme
alanları, mezarlıklarda bulunan ağaç ve ağaççıklar orman dışında
kalmaktadır.
Orman kanununda kent ormanı tanımı yapılmamaktadır. Kent ormanların
idaresi ve işletilmesi, kent ormanlarından yaralanma usul ve esasları, 6831
sayılı orman kanunun hükümlerine göre, hizmet üretimi ağırlıklı olarak
396
yönetilip işletilmelidir. Kent ormanları, orman
kanununun 23.- 24. (muhafaza -koruma), ve
25. maddeleri (milli parklar) kapsamında
düşünülmelidir. Hazine arazilerinde tesis edilen
kent ormanlarının kullanma ve mülkiyet hakkı
tesis eden kuruluşa ait olup 6831 sayılı orman
kanununa göre işletilir.
İnsanların ormanın her tarafında dolaşacak
şekilde izin verilmeyip kent ormanında yaya-
araç yolları belirlenmelidir. Çünkü ormanın her
tarafında piknik ve gezinti yapılırsa toprağın
sertleşmesine yağış sularının yüzeysel akışa
geçerek kent ormanlarının yağış sularından az
faydalanmasına ve gelişmesine olumsuz neden
olunur. Kent ormanının uygun yerlerine göletler,
çeşme, tuvaletler, vb tesisler yapılmalıdır. Kent
ormanında doğal göletler ve sulak alanlar varsa
muhafaza edilmelidir. Suni gölet oluşturmada
derelerin önleri kesilerek oluşturulmalıdır.
Diyarbakır Kent OrmanıTürkiye’de ilk defa; İlimizde, üzerinde orman
olmayan yaklaşık 900 dönümlük boş bir arazi
üzerinde Türkiye’nin en büyük KENT ORMANI ‘nı
kurduk.
Diyarbakır Kent Ormanı Projesi Çevre ve Orman
İl Müdürlüğümüzce başlatımış ve büyük bir kısmı
tamamlanmışken, Orman Genel Müdürlüğüne
bağlı Orman İşletme Müdürlüğüne devredlmiştir.
Kent Ormanı, Yukarıkılıçtaşı mevkiinde olup
il merkezine yaklaşık 4 km. dir. Genel alanı
892.637,84 m2(89 Ha) dır. Diyarbakır kent
ormanı alanına yörenin iklimine uyum sağlayan
boylu fidanlarla ağaçlandırma yapılmıştır. İlk
planda 10.000 adet 3-5 mt. boyunda boylu
fidan dikilmiştir.
Diyarbakır Kent Ormanı projesinin bitirilmesi
ile kişi başına düşen yeşil alan miktarı 0.5
m2 den 1.08 m2 ye çıkmıştır. Buda gösteriyor
ki 2008 yılı itibari ile Diyarbakır da yaşayan
insanlarımızın faydalanabileceği mevcut yeşil
alan 2 kat artmıştır.
Projenin Ekolojik BoyutuKent insanının piknik için faydalanmasından
ziyade, kentin ekolojik ve yaşantı değerini
artırma,kent iklimini iyileştirme , kentin kirli
havasını süzme ve eğitim amaçlı (kent ormanının
belli bir kısmına botanik bahçesi kurularak )
planlanmıştır.
Bilimsel, eğitsel , ekonomik rekreasyonel
işlevleri üstlenebilecek nitelikte bir botanik
bahçesinin oluşturulması düşünülmüştür.
Projenin Toplumsal BoyutuKentin ekonomik ve sosyal kalkınmasında spor
ve rekreasyonu ön plana çıkarmak. Diyarbakır’ın
stratejik planlama kararlarının uygulanmasında
mekansal çözümler üretmek bu projenin en
önemli hedeflerindendir.
FloraKent ormanımızda mavi servi,iran çamı, dallı
servi, çınar, ıhlamur, akçaağaç, dişbudak,
karaağaç, tesbih, katalpa, badem, ceviz, söğüt,
gibi türlerle tesis edilmiştir.
FaunaTavşan, Tilki, Sincap, Yılan, Kertenkele, Keklik,
Karga, Yaban ördeği, Serçe, Ağaçkakan, Bülbül,
Kaplumbağa, Karabatak kent ormanının yaban
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
397
hayatını oluşturacaktır.
TesislerYürüyüş parkuru, bisiklet yolları, çocuk oyun alanı, fitness grupları, seyir
terasları, kır kahvesi, çok amaçlı kule, yangın emniyet şeritleri, kamelya,
oturma bankları, gölet, çeşme, Wc tesis edilmiştir.
Kent Ormanı GirişiKent ormanına ulaşım eski Hani-Diyarbakır yol ayrımından sağlanmakta.
Girişi ve çıkış olmak üzere iki ana kapı vardır. Yükseklik 8 m. olup, uzunluğu
16 mt, genişliği 1.8 m.dir. Giriş kısmında, danışma merkezi, tanıtıcı levhalar
ve çiçek tarhları bulunmaktadır.
Çok Amaçlı Orta AlanÇok amaçlı alan festival, açık hava konseri,açık hava sergileri vb. amaçlar
için kullanılacaktır. Toplam alan 7200 m2dir.
YolProje alanı içerisinde mevcut bisiklet ve yürüyüş yolları 15 km dir.
ÇeşmeProje alanında toplam 10 adet çeşme mevcuttur.
Çok Amaçlı KuleMevcut iki kule proje sahasının hakim noktalarına konumlandırılmıştır.
Yangın gözetlemenin yanı sıra dürbünlerle vadi izleme ve kuş gözlemleri
de yapılabilecektir.
Botanik BahçesiBilimsel, eğitsel , ekonomik rekreasyonel işlevleri üstlenebilecek nitelikte
bir botanik bahçesinin oluşturulması düşünülmüştür. Botanik bahçesi
bünyesinde kurulması düşünülen ekoloji okulu ile öğrencilere çevre ve
orman bilincinin kazandırılması amaçlanmaktadır
GöletTesis edilen gölet; yangın söndürme faaliyetlerinde kullanılabilecek,
fidanlar sulanabilecek ve ayrıca estetik açıdan da zenginlik sağlayacaktır.
398
Patika Yollarİnsanların kent ormanının her tarafında
dolaşacak şekilde gezmelerine izin
verilmeyecektir. Yaya yolu yanında patika yollar
kullanılarak toprağın sertleşmesi önlenecek
yağış sularından faydalanılması sağlanacaktır.
Piknik MasalarıProje sahasının uygun yerlerine konulmak üzere
86 adet piknik masası kullanılmıştır
Özel Güvenlik KulubesiKent ormanını koruyan ve gözetleyen 3 adet
güvenlik kulübesi planlanmıştır.
Seyir TeraslarıKent ormanını koruyan ve gözetleyen 3 adet
güvenlik kulübesi planlanmıştır.
Kır GazinosuDicle kır gazinosu 120 m2’si kapalı 135m2’si
açık toplam 255 m2’dir
Spor KompleksiYılın dört mevsimi hizmet verecek şekilde
planlanmıştır.
Yön LevhalarıKent Ormanın çeşitli yerlerine bilgi ve yön
levhaları konulmuştur.
Çocuk Oyun AlanlarıKent Ormanın farklı yerlerine 8 adet oyun grubu
Fitnes Grupları30 adet fitness aleti yerleştirilmiştir.
KAYNAKLARKent Ormanları – Necati ÇOK
400
ANZELE’NİN GÖZYAŞLARI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
401
Prof.Dr.Mehmet Ali TaşDicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi
401
Çocukluğumuzda Anzele biraz da Çift kapı ile Urfa kapı arasındaki
surlara yakın bölgenin adıydı, aslında. Evi o mıntıkada olanlar “Anzele’de
oturuyoruz” derlerdi. Ben de İlk ve Orta Eğitimim sıralarında bu mahallede
oturdum. Falcı Gürcü Bacılara yakın bir evde otururduk. Dönemin en ünlü
falcısına gelen Türkiye’nin en ünlü kişilerini bu mahallede tanıdık. Devlet
adamları, Artistler, Turistler…
Anzele’nin ünlü mekânı, Balıklı denilen su kaynağının tam da üzerine
oturtulmuş bir havuzdu. Balıklı, üzeri kapalı küçücük bir havuzdu. Etrafında
ciğerciler vardı. Dıngılhava ve Küpelide yüzüldüğü halde, Balıklı’da çimilirdi.
Anzele’nin ünlü mekânı, Balıklı denilen su kaynağının tam da üzerine
oturtulmuş bir havuzdu. Balıklı, üzeri kapalı küçücük bir havuzdu. Etrafında
ciğerciler vardı.
Dıngılhava ve Küpelide yüzüldüğü halde, Balıklı’da çimilirdi. Anzele su
kaynağının suyu havuzdan sonra açıkta akarak dere oluşturduğundan
bölgenin biraz aşağısında da tabakhane ve salhane oluşmuştu. Anzele
suyu salhane ve tabakhaneden geçtikten sonra Haramsu adıyla yoluna
devam ederdi. Her ne kadar bazı kişiler bunun harem (kutsal) su anlamına
geldiğini söylerlerse de, aslında tabakhanede tabaklama işlemi için köpek
pisliği kullanıldığından, suyun Haram Su olarak anılması daha akla yakındır.
Hatta, çok acele eden, gereksiz bir telaşla koşuşturan kişilere, aşırı
samimiyeti olanlar tarafından “Ne bu acele! Tabakhaneye … mu
yetiştiriyorsun?!” diye alaycı seslenenler olurdu.
Konuşmacının Notu: Deri Debbağlanmasında taze köpek pisliğindeki
enzimlerden yararlanıldığından, acele edilirdi. Daha sonra suni enzimlerden
yararlanılmaya başlandı. Ayrıca, içi boşaltılan hayvanların barsak pislikleri
de bu suyun son bölümüne akıtılırdı ki, bu suyla sulanan marul bahçelerinin
marulları hayli yağlı ve lezzetli olurdu. Bu nedenle de Haram Su denmesi
olasıdır.
Haramsudan atladım
Mantin çarşaf topladım
Muradım olur diye
Her dertlere katlandım
Konuşmacının notu: Bayanlar belli günlerde evimizin arkasından akmakta
402
olan haramsuya gelerek üzerinden yedi defa
atlarlardı, muratları, dilekleri olsun diye...
İki bin yıl önce Ayn-ı Zeura isimli bir içme suyu
kaynağı vardı bu bölgede. (Konuşmacının notu:
Ayn: Göz, göze; Zeura: Beyaz, parlak)
İsa’dan sonra 5. yüzyılda aynı isimle bu kaynağın
üzerine bir kilise inşa edilir. Urfa Metropoliti
Mar Şem’un 629 yılında, Antalya Patriği Mar
Yuhannon ise 649 yılında ölür.
Cenazeleri öldükleri yerlerden getirtilerek bu
kilise civarına gömülür.
Yıllar sonra bu yapı yıkılır, yeri arsa haline
dönüşür. Ve Ayn-ı Zeura ismi de Ayn-i Zülal’e
çevrilir.
Konuşmacının notu: Zeura: Beyaz, Parlak. Zülal,
Zelal: Berrak, Parlak, Saf, tatlı, hafif, güzel,
soğuk su, Cennette akan bir su
1970’lerde “Türk Süryanileri Tarihi” eserini
yazan Horepiskopos Aziz Günel de bu bilgileri
doğrulayacak yakınlıkta bilgiler verir ve şöyle
yazar:
Mar Zuoro İsa’dan sonra 521’de yaşamış bulunan
ve azizlerden sayılan mümtaz bir kişiliktir.
Adına izafeten Diyarbakır Surlarındaki Urfakapı
geçitlerini de ihtiva eden büyük bir kilise
kurulmuştu.
Konuşmacının Notu: Önceki slaytta bahsi geçen
Ayn-ı Zeura ismi, bu kiliseye ait bir su kaynağı
olmasından da kaynaklanabilir.
Artuklularca bu kilise türbeye dönüştürülmüş ve
ismi de “Sarı Sadık”, “Sarı Saltuk” olmuştur.
Mustafa Akif Tütenk, Diyarbakır suları ile ilgili
makalesinde; Diyarbakır sularını, sur içindeki
kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbalar
olarak ikiye ayırır.
Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali
Dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynağın
varlığını ifade eder Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal
(Anzele) suyu İç Kale (Kal’a) suyundan daha
büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını
giderdikten sonra (Mardin Kapı’daki) Sultan
Şuca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır.
1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi
incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur içinde)
130 çeşmenin varlığı söz konusudur.
Bugün geriye dönüp baktığımızda bu
çeşmelerden hemen hiçbirinin yaşamıyor
olması ilginçtir.
Bir kısmının yerinde eskiden çeşme olduğuna
dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı
Çeşme, Mardin Kapı’da Hatun Kastal) suları
akmamaktadır. Arbedaş’taki, Arbedaş kaynağı
ise özel bir şahıs tarafından etrafına küçük bir
havuz yapılarak ticari amaçla kullanılmaktadır.
Üzerindeki kitabenin ise kimse farkında dahi
değildir. Diyarbakır 1950’lere kadar Sur içinde
yerleşikti.
Anzele’nin de Sur içindeki üç su kaynağından
biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesi’ nin Diyarbakır’la ilgili
bölümündeki anlatımların önemi daha net
anlaşılır.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
403
Çelebi’nin sözlerini günümüz Türkçesi’ne aktardığımızda ortaya şunlar
çıkıyor:
Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce
çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler.
Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları
eğilmiştir.
Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat’ı fethedip (1638) bir
dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp
havuz kan deryasına dönmüştür.
Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir’e gelip Şeyh Aziz Mahmud
Urmevi’yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur.
Bizzat Murad Han bu Balıklı’daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman
olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın
ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir.
İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp
humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden
kurtulmuşlardır.
İşte bu su böyle bir sudur. Ve bu suyun bir ayağı Ali Paşa Camisi’ne, oradan
da Mardin Kapı’daki hamama gider.” Evet, Evliya Çelebi ve bir dolu eski
zaman kentlileri ve gezginleri, beş bin yıllık Diyarbakır sur içinin eski bir su
kaynağı olan Anzele hakkında bunları söyler.
Peki Anzele ve kent sakinleri neyi bekler ?
Sular savaşının yaşandığı bir yeni çağda tıpkı binlerce yıllık surlarında
olduğu gibi suyuna da sahip çıkılmasını bekler.
404
Anzele Türküsü
Anzele suyunda yıkarlar halı
Sanırsın düğündür,eller kınalı
Halı’da dokunur aşkın masalı
Balıklı havzını görseydin hele,
Nasıl da kıydılar sana Anzele,
Eyvana benzerdin kantarman vardı,
Ali Par köyünden suyun akardı,
Tokmaklar türküyle iner kalkardı
Hatunlar türküyü dolardı dile,
Geçmişte pek şendin güzel Anzele,
Havzında balığın, mescidin nerde,
Düşürdün seveni, sen büyük derde,
Adın kaldı şimdi Diyarbekir’de.
Bilirim hasretsin, menekşe güle
Resmin takvimlerde kaldı Anzele
Urfa’da Anzelha, Amid’de sendin.
Örüldü kantarman yıkıldı bendin,
Silinmez tarihsin bir efsaneydin,
Kapıldık birlikte bir garip sele
Unut, unutanı, unut Anzele (M.Mergen)
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
405405
KAYNAKLAR1. Dr. Şevket BEYSANOĞLU, Diyarbakır Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları,
1999, s. 363, Süryaniler bölümü.
2. Şevket BEYSANOĞLU, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi,
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Cilt 1 , s. 132, Cilt 2, s. 487,
559, 656 ve devamı.
3. Prof. Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, (Yakında Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Yayınları arasında çıkacak) çalışmasından, Ayn-ı
Zuoro.
4. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Tam Metin, Üçdal Neşriyat, Cilt 3-4,
Diyarbakır.
5. Doç. Dr. M. Faruk Toprak, Evliya Çelebi’de Diyarbakır, Diyarbakır Müze
Şehir, YKY Kitabından s. 117.
6. Horepiskopos Aziz Günel, Türk Süryanileri Tarihi, Diyarbakır 1970, s.
108 dv.
7. Diyarbakır Şehrinin Suları ve Çeşmeleri, Prof. Dr. M. Mehdi İlhan, Diy.
Müze Şehir kitabından YKY. s. 247-48.
8. İbrahim YILMAZÇELİK, XIX. Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır, TTK yayını,
Ankara, 1995, s. 81.
9. M. Akif TÜTENK, Amid Şehrinin Hicretten Evvelki Menba Suları, “Kara
Amid” Dergisi, Sayı 2-4.
10. Metin SÖZEN, Diyarbakırda Türk Mimarisi, İSTANBUL 1971.
11. Diyarbakır Salnameleri, Diyarbakır Büyükşehir Bel. Yayını.
12. Şeyhmus Diken
406
HEVSEL BAHÇELERİ
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
407
Mehmet Ali ABAKAYAraştırmacı-Yazar
diyarbekirimtv21@hotmail.
com
407
ÖZETKâdim şehrin dünden bu güne gelen ve birçok efsaneye konu olmuş
mekânlarından biri olan Esfel Bahçeleri, kimi kaynaklara kutsallık
atfedilen, bir muamma olarak önümüzde duran yem yeşillikleriyle şehrin
sembollerinden biri olagelmiştir, geçmişten günümüze. Şiirde, edebiyatta
ve anlatımda Esfel Bahçeleri önemli bir yer edinmiştir, tarihten gelen
mirasla.
Dicle’nin asırlardan asırlara çağıldayan sesine şahit olmuş, savaşlara
tanıklık etmiş bu mekânda eksik olmayan bahçeler üzerine ses
sanatkârlarının söylediği birçok eser vardır, şairlerin dizelerinde saklı
olan hatıralar vardır, Kırklar Tepesi ile eşlik eden Esfel, yaşantının ana
merkezinde yer alır, hükümdarların avlandığı, sultanların gezindiği,
beylerin yaptırdığı konaklardan seyrine doyum olmayan güzelliklere
sahiptir, âşıkların maniler düzdüğü, işlemeli mendilleri koyunlarından
çıkardığı, hasretin şarkılara, gazellere karıştığı, Mardin Kapı’dan
Yeni Kapı’ya kadar Diyarbekir Kalesi’nden insan gönlünü hüzünden,
gamdan alıkoyan tabiî güzelliklerin tabiatla herc u merc olduğu alandır.
Diyarbekir’de bu bahçelerin kutsallık atfedilen dünyadaki Aden cennetine
benzetildiğine işaret eden Musevî ve İsevî kaynaklara dayanan kimi yazarlar,
işi o denli ileri götürmekte mahîr ki Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın
dünyada ilk buluştukları yer olarak işaret eder, Esfel Bahçeleri’ne.
Elbette insan, yaşadığı mekânı, mekânları sever ve doğduğu şehri,
yeri sever, onu yüceltir. Lakin sevginin bu denli aşırı biçimde
ikrarı, dillendirilmesi, abartmaya gidilerek mubalağaya taşınması,
zaman içinde yanlışlarla doğruların iç içe girmesine zemin
hazırlamış ve işin içinden çıkılamaz durumlara sebebiyet vermiştir.
Esfel Bahçelerinin isim kaynağı olarak, Nusaybin’den İranî güçlerin önünden
kaçıp şehre sığınan kırk bin olarak ifade edilen insanın şehre alınmayıp,
burada iskâna zorunlu tutulması söz konusudur. Arap dilinde “Esfel”,
hor görülen, alçaltılan manadadır. Bundan dolayı buraya yerleştirilen
halka “Esfel” denilmiştir. Halkın şehre alınmayışı beraberinde geçimin
zorlukları kendilerini ekmeye-biçmeye yöneltmiş ve tarıma endekslenen
hayat beraberinde bahçeleri ortaya çıkartmıştır:” Esfel Bahçaları”
Halkın dilinde Esfel’in ifadesinin güçlüğü, bu ifadeyi öncelikle Efsel, sonrasında
Hefsel ve günümüzde Hevsel’e dönüştürmüştür. Mesleğimiz gereği
kelimelerin etimolojik merhalelerini gereği gibi bilmekte ve araştırmaktayız.
408
Günümüzde Esfel’in Hevsel’e dönüşmesini
kabul etmeyenler vardır. İlmî açıdan Esfel’e
dair yaptığımız açıklamalar, zaman içinde kabul
görmüş ise de halen doğrusunun kullanılmaması,
gerçekten bizi üzmektedir. Birçok tabelada
yer alan Hevsel, ne yazık ki kitaplara da
geçen ve birçok araştırmacının makalelerinde
yer alış şekliyle genel kabul görmüştür.
Amacım kaynaklara başvurarak, bu yanlış
kullanımı halen devam ettirenleri eleştirmek
değil, doğru olanı ortaya çıkartmaktır. Bu nedenle
doğru olanı ifade ederken bile yanlışlık yapanlara
dair kimi atıflarda bulunmak istemiyorum.
“Esfel” tabir edilen halkın Sur içi’ne alınması,
insan kaynağına ihtiyaç duyulduğu dönemde
olmuştur. Bizans’ın uç kısmında yer alan
Diyarbekir’de kalenin genişletilmesi 600-630
yılları arasındadır. Meryem-i Dara Dönemi’nde
son şeklini bulan Kale Yapısı ile günümüzdeki
şekil aynıdır, farklılık arz etmemektedir. Zaman
içinde sayısı artan Nusaybinliler, kale içine
alınmakla birlikte şehrin kuşatılması başlamıştır.
İranî güçlerin mukavemetini kırmak üzere On
Gözlü Köprü’nün yarıya kadar yıktırılması da
bu kuşatmalardan birinin öncesine rastlar.
Bilinen tarihte bilgiler bunu gösterirken
köprünün Mervanî Yapısı olduğu iddiaları doğru
değildir. Fakat bu köprünün Mervanî döneminde
onarımının tamamlandığı, dar olan ve geniş
tutulan kısımlarından bellidir.
Esfel’in kelime kökenini ortaya çıkarttığımız bu
uzun girişten sonra daha neler söyleyebiliriz?
639’da Müslüman Arapların kuşatmasında
Esfel’de ikamet eden kimsenin bulunmadığı,
kaleye kapanan Meryem-i Dara’nın
kuvvetlerinden anlıyoruz. Şehrin sebze
ve meyve ihtiyacını karşılayan bu mekân
zaman içinde gelişmiş, Dicle kenarında
bulunduğu için su ile hayat bulmuştur.
Çayda Çıra’nın da Esfel ile ilişkili olduğunu
bir dönem yaptığımız ve yayınladığımız
araştırmamızda tespit ettik. Lakin akademik
çevrelerden bu konuya dair ne eleştiri ne de
olumsuz bir teki aldık. Çünkü “Şehir” denince
araştırmacılığın rafa kalktığını gördüğümüz
ortamda, son elli yıldır anlatılan bilgiler,
çoğunlukla tekrar bilgilerdir. Konuya duyarlı
olan araştırmacılar, Çayda Çıra üzerine
sunduğumuz iddiaları ele almalıdır.(*)
Esfel Bahçeleri, Osmanlı Dönemi’nde tümüyle
dutluk alanlarla kaplı ve çevrelenmiştir.
İpekçiliğin revaçta olduğu Osmanlı’da
Esfel Bahçeleri, bir yönüyle de sebze
ve meyve üretiminin gözde mekânıdır.
Cumhuriyetle birlikte Esfel’de görülen
değişim, dutluk alanların zamanla ortadan
kalktığıdır. Osmanlı’nın son döneminde şehrin
azalan nüfusu, Gayr-i Müslimlerin zaman
içinde şehirden göçü ile ipekçilik gerilemiştir.
!950’li yıllardan sonra ipekçiliğin can
çekişmesi, Esfel Bahçelerindeki dutluk
alanların seyrekleşmesine sebep
olmuş, “Kara Hübür”, “Leylası E’reb”
denilen dutlar da yenilmez olmuştur.
Daha önce şehre gelen kervanların dinlenme
merkezi olan Esfel Bahçeleri’nin üst kısmı,
şehir kapılarının Cumhuriyet sonrasında
açılmasıyla önemini yitirmiştir. Halen bu
hanların bir bölümünün kalıntıları mevcuttur.
Bu kervanların su ihtiyacını karşılayan
Hatun Katsalı da kurumuş, tarihî bir
çeşme olmasına rağmen korunmamıştır.
Esfel Bahçeleri’nde sıklıkla görülen su
değirmenleri de 1980 sonrası işletilmez
olmuştur. Atık suların bahçelere yönlendirilmesi,
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
409
un fabrikalarının artmasıyla azalan su değirmenleri, çalışamaz olmuştur.
Yer yer görülen eski yapılar da sahiplerinin göç etmesi ya da
yapıları terki sebebiyle harap olmuş, geride bazalt duvarlar,
geçmişin tanıklığının parçası konumundadır. Esfel Bahçeleri’ne nazır
yerleşim alanlarının gecekondulaşmaya açılımı sonrası bu mimarî
doku, Diyarbakır Kalesi’nin sur alanlarındaki yapılaşmanın önüne
geçmemiştir. Bunun nedeni de sur diplerindeki gecekonduların bir
kısmının Esfel Bahçeleri’nde ekili alanları bulunanlara ait oluşudur.
Sıklıkla görülen ve şehirde her yaz rastlanan ishal vak’alarının bir sebebi de
Esfel’deki sebzelerin atık sularla sulanmasıdır. Yaklaşık beş yıldır, alt yapı
çalışmalarının tamamlanması ile atık suların bir kısmı ortadan kaldırılmıştır.
Yine de yer yer bu atık sularla sulamanın yapıldığı bilinmektedir.
Denilebilir ki Dicle’ye sıfır noktada bulunan Esfel Bahçeleri’nin atık sularla
sulanmasının önüne geçilemez mi? Şehir alt yapısının bağlı olduğu Dicle’den
alınacak suyun da bir farkı olmadığı için Dicle Suyu kullanılmamıştır.
Esfel Bahçeleri’nin turizme açılmayışı da sorgulanabilir. Güvenlik gerekçesi
ile bu bahçelerin turizme kazandırılması uzun zaman söz konusu olmamıştır.
Esfel Bahçeleri’ne nazır Sem’anoğlu Köşkü (Gazi Köşkü), yakın zamanda
turistik çehre kazanmıştır. Bunu diğer dinlenme ve turistik yapılar izlemiştir.
Kırklar Tepesi -Ben buna dağ demiyorum, dağ denilmekten uzaktır-
Esfel Bahçelerine tümüyle hakîm bir yerdedir. Bu tepenin uzun zaman
NATO Üssü olarak kullanıldığını, genç kuşak bilmekten uzaktır. Bu üssün
kapatılmasından sonra atıl duran tepe, özel bir kuruluşa kiralanmıştır.
Esfel Bahçeleri’nin turizme kazandırılması amaçlı kimi projeler ortaya
çıkartılmış ise de bu projeler hayata geçirilmemiştir. Bu projelerin hayata
geçirilmesi gerçekleştirildiğinde Esfel Bahçeleri’nin değeri artacak ve
şehrin turizm alanı olacaktır. Ne yazık ki çoğu zaman siyasî argumanlarla
bu alanın canlandırılacağı söylense bile projeler hayata geçirilmedikçe bir
şey söylemek oldukça güçtür.
Ben, Esfel Bahçeleri’nin hakkında folklorda yer alan kimi manileri,
söylenen musıkî eserleri, şiirlerde yer alan örnekler üzerinde durma yerine
Esfel Bahçeleri’nin dünden bugüne uzayan hikâyesi’ni ele almak istedim.
“Mardin Kapı” denince akla şu mani gelmez mi?
“Mardin Kapi şen olur
Dibi değirman olur
410
Buralarda yar seven
Mutlaka verem olur “
Umarız ki dünün kaybolan güzellikleri, Esfel
Bahçeleri’nde tekrar canlanır, dünü tam
anlamıyla canlandıramazsak bile elimizde
mevcut bilgilerle, elli-altmış yıl öncesini
yaşayanların rehberliği doğrultusunda
Esfel Bahçeleri’nde nostaljiyi yaşarız.
Belki o zaman çevreye dair güzellikleri
tekrar hayata geçirebiliriz. Şehrin florası
tekrar canlanır, faunası eski özelliğine
döner. Elliyi aşkın kuş türünün yaşadığı Esfel
Bahçeleri, ekolojik yapısına döndürülebilir.
Kum şeftalilerini yeniden yiyebileceğiz, Leylası
E’reb Kara Höbür dutları tadacağız, Esfel
Bahçeleri’nin gölgesinde tadı unutulmuş
karpuzları bir öğle sıcağında serinletmek
için güneşe bırakacağız, Dicle’de çocuk
boyunu aşan balıkları görebileceğiz.
Ne diyelim? Gönlümüzden geçen bu, kalbimizden
geçen bu! (*)Çayda Çıra’ya dair yaptığımız
araştırmanın özeti:
Çayda Çıra’nın HikayesiÇayda Çıra’nın Diyarbakır Kalesi’yle ilişkisi, ilk
kez tarafımızdan ele alınmıştır. Çayda Çıra’ya
dair yayınladığımız dört makale, verdiğimiz ilgili
bir konferans ve gazetelerdeki araştırmamızı
konu alan bir makale ile yayınlanan röportaj
olmak üzere konu altı kez ele alınmıştır .”
Çayda Çıra’nın Hikâyesi–1 başlıklı makalemizde
yüzlerce yıl şehirde kutlana gelen bu şenliğin
üç çıkış kaynağı üzerinde durmuş, belirttiğimiz
kaynakları tartışmaya sunmamıza rağmen
hiçbir çevreden çağrımıza cevap alamadık.
Kaleyi konu alan bu çalışmamızda konunun
önemine binaen Çayda Çıra’yı yedinci kez ele
alarak, ileri sürdüğümüz iddiaların bilimsel
alanda tartışmaya açılmasını arzuluyoruz.
İleri sürdüğümüz veya doğru olduğunu kabul
ettiğimiz kale ile ilişkiyi açıklamadan önce ilk
iki kaynak hakkında bilgi verelim: Çayda Çıra,
karpuz hasadı sonrası bağ bozumu şenliğine
benzer yapıdadır. Çayda Çıra, halkın zaman
içinde eğlenme arzusundan doğmuştur.
Ateşin Zerdüşt inancındaki yeri bilinmektedir.
Mecusiler, Pers-Sasanî döneminde şehre hâkim
iken bu inancı, halka benimsetmişlerdir. Böylece
Çayda Çıra doğmuştur.
İlk iki maddede ele aldığımız hususun açılımı:
Dicle kıyılarında yetiştirilen ünlü şehir
karpuzunun kapak kısmından biraz aşağıya
doğru olan bölümü kesilir. İç kısmı çıkarılan
karpuzun kabuk suyunun çekmesi için toprak
ya da odun külü ile ovularak iç sıvanırcasına
kurutulur. Şenlikte kesimi yapılan hayvanların
kuyruk yağı ve iç yağları, yemekler pişirildikten
sonra arta kalan odun külleri ile karılıp karpuz
kabuklarına doldurulur. Fitil bırakılıp ateşlenen
çıralar nehre salınır. Folklorda değişime uğrayan
bu şenlik, halk oyunlarında kına gecesinde mum
yakmaya dönüşmüştür. Çıraların suyun akışıyla
yaylanırcasına yüzmesi, elde taşınan mumların
beden diliyle iki ileri bir geri alınmasında
şekillenmiştir.
Söylenegelen “Bir mumdur, iki mumdur, üç
mumdur, dört mumdur, on dört mumdur...” şarkısı,
suya salınan çıraların adeta sayılamayacak
kadar çokluğuna işaret gibidir. Ne kadar mum
yakılırsa düğün sahibinin o kadar varlıklı
olduğunu gösteren bu gelenek Güneydoğu’dan
çevre illere yayılmış gibidir. Bu mum yakma
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
411
âdetinin İsevî ve İbranî gelenekle bir bağlantısının olduğunu sanmıyoruz.
Mecusîliği kabul eden şehir halkının da Çayda Çıra ile ilgili olduğuna
dair araştırdığımız kaynaklarda bir veriye rastlanmamıştır. Konumuzla
ilgili olan önemli açılım öncesi üçüncü kaynak noktasına yer veriyoruz:
İslam Ordularının Şehri Almalarıyla Gelenekselleşen Kutlamalar-Üçüncü Maddenin Açılımı Diyarbakır Kalesi, tarih içinde en az 40–50 kez kuşatılmıştır. Yaptığımız
araştırmada bu kuşatmaların bazen bir yılı aşkın sürdüğü, kale alınamadığı
için kuşatmaların kaldırıldığına dair kaynak eserlerde bilgilere varılmıştır.
Kuşatmalarda genellikle muhasara altındakileri psikolojik açıdan baskı
altında tutmak, sindirmek için geceleri kuşatma boyunca ateş yakarak
asker çokluğunu gösterme taktiği yaygın savaş hilelerinden biridir.
Arapların savaş taktiklerinde geceleri ateş yakma yer almaktadır.
Meryem’in gizli geçitten Ermen-Dağ Kapısı’na çıkarak Bilad-ı Rum’a
gittiğini belirten Vâkidî’nin açıklamalarından Meryem’in askerlerinin
komuta ve özel muhafızlar dışında surlarda bulunduğunu gösterir. Çayda
Çıra’nın taktik olarak yakılan ateşlerden alındığı ve Doğu Roma’ya karşı
elde edilen bu zaferin kutlamalarının folklorda yer bulduğunu belirtiyoruz.
Evliya Çelebî’nin anlattığı Çayda Çıra Şenliği, bilindiği kadarıyla en son
Atatürk’ün misafir kaldığı Sem’an Köşkü’nde Bahçeci Şahin’e verilen
talimatla Atatürk için düzenlenmiştir. Kalenin alınmasıyla bağlantısını
tespit ettiğimiz Çayda Çıra, tümüyle bu tarihi olayın canlandırılmasıdır.
Bunun gibi canlandırılan, şehrin alınışını figürize eden diğer bir olay da
Selahaddin-i Eyyûbî’nin şehri fethidir.
Bu folklorik motifi kabul edip kökenine inmeyerek araştırma kitaplarına alan
Diyarbakırlı hemşehrîlerimizle ve Çayda Çıra’nın kendi şehirlerinden doğan,
geleneğinde var olduğunu belirten, bu alanda eserlerinde Çayda Çıra’yı
ele alarak şehir sembolü haline getirip festivale taşıyan Elazığlı yazarlarla
2000 yılında yaptığımız konuyu akademik alanda tartışıp, 60 yıldır süren
Çayda Çıra tartışmasına bir son verme isteğimizle bu bölümü noktalıyoruz.
Umulur ki bir gün iki şehrin ortak bilinen paylaşılan değerleri konusunda
araştırmacılar yan yana gelerek, içinden çıkılamaz bir hal alan kimi
412
kördüğüm haline getirilmiş ayrıntıları açığa kavuşturup, Harput ve Diyarbakır arasındaki bu
anlaşmazlığa son verir, Çayda Çıra, musıkî eserleri ve de diğer hususlarda.
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
413
KAYNAKLARÇayda Çıra Konulu Çalışmalarımızın Yayınlananları;1. Çayda Çıra’nın Hikayesi, “Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal
Güzelses-Diyarbakır Halk Musıkisi Üzerine İnceleme” adlı 1995’te
yayınlanan kitabımızın s 24 vd..
2. 5 Mayıs 2000’de İl Halk Kütüphanesi’nde verdiğimiz “Diyarbakır
Folklorunda Bayram-Kutlama Şenlik ve Hıdırellez Motifi” adlı konferans
metni.
3. Aynı konferans adını taşıyan makalemiz, Diyarbakır Kültür Sanat
Bülteni-İl kültür Müdürlüğü Yayın Organı Mayıs-Haziran 2000 s 1-2
4. Çayda Çıra’nın Hikayesi-1, Diyarbakır Kültür Sanat Bülteni Temmuz-
Ağustos 2000 s1-2
5. Çırayı İlk Kim Yaktı?–Aydın Öztürk’ün çalışmalarımızı konu alan makalesi
Diyarbakır Gün 30-Mart-2004 s 7
6. Çayda Çıra’nın Öyküsü –Hakim Turay’ın Röportajı-Güneydoğu Ekspres
8-Nisan-2004 s 4 ) Vâkidi, Kitabü’l-Fütühu’ş-Şam , Mısır 1302,c.2 s138-
154 (Şevket Beysanoğlu’ndan alınan tercüme.) Çayda Çıra’nın Hikayesi-
1’de şenliğe ve şenlikte yapılan uğraşılara dair açıklamalara bakınız.
7. Abdüssettar Hayati Avşar, Urfa Kapı’nın kapalı iki kapısının Selahaddin-i
Eyyûbi’nin şehre orta kapıdan girdiği için, yılda bir düzenlenen kutlamalarda
açılıp, tekrar kapatıldığını, 16-Ocak-1993 Tarihinde yaptığımız
görüşmede Çayda Çıra’yla ilgili verdiği bilgilerde belirtmiş, Çayda Çıra’nın
1940’lı yıllardan beri iki şehir arasında paylaşılmadığını vurgulamıştı.
Bakınız: Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal Güzelses...s 159-163
Çayda Çıra için Başvurulacak Kaynaklar: 1. Cumhuriyetin On Beşinci Yılında Diyarbakır 1938.
2. Barış İsmet “Elazığ ve Folkloruna Kısa Bir Bakış “Türk Folklor
Araştırmaları Nisan.1970
3. Elazığ İl Yıllığı 1997
4. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Diyarbakır Bölümü
5. Sunguroğlu-İshak “Çayda Çıra Oyunu ve Orijini “T.F.A. Haziran 1962/
Harput ve Elazığ’da Kadın Oyunları T.F.A Ağustos 1970
6. Mercan Mehmet Diyarbakır Türküsü GGC Yayını 2001
414
DİCLE KENARINDAKİ BAĞ VE BOSTANLAR
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
415
Ali Haydar CanlıDiyarbakır’ın eski yerlisi
Esnaf Melik Ahmet caddesi
415
ÖZETBu çalışmada Diyarbakır karpuz ve kavunlarının emsalsiz yönleri ve sırları
ele alındı. Borahaneler, hülleler, Kavs köşkü ve eğlenceleri incelendi. Dicle
kenarı şenliklerine değinildi.
Kumda karpuz: Kuyu kazarak her bir kuyuya üç veya beş çekirdek tohum
olarak bırakılır. Diyarbakır’lılar kuyuya ‘Boran gübresi’ni bırakırlar. Bu
karpuzların irice ve tatlı olması için yapılır. İlde büyük Kadıköy, Sımaki köyü,
Patrik köyü, Angevir köyü, Kıtıbil köyü, Sadi köyü, Kabi köyü, Hacıis köyü,
Çarıklı köyü, Mederis köyü, Şükürlü köyü, Zorova köyü, Arzuoğlu köyü, Karh
köyü, Hüceti köyü, Ulan köyü, Köseli köyü, Bismil’e kadar Dicle kenarında
kavun ve karpuz ekilir.
Bu köylerin halkı ev olarak Borahane yaparlar. Her bir borahanede üçyüz-
beşyüz boran beslerler. Güvercinlere ise ‘boran’ dierler.
Karpuz isimleri:Ferik Paşa karpuzu 80 kg ağırlığında olur. İki tanesi bir
deveye yük olur. Bir de Sürmeli karpuzu vardır, kalın kabukludur, lifli
ve çizgilidir. Et rengi kırmızı, tatlı ve lezzetlidir. Çekirdeği iri ve siyahtır.
Karpuzlar yaklaşık 80 kg. olduğundan dükkanlara satışa getirdiklerinde
karpuzu kılıç ile keserek karpuzu alan kişilere beş veya on beş kilo parça
halinde satılır. Çok büyük olduğundan tane halinde alınamaz.
Dicle kenarında Hülle ve Kulübe yapılır. Erkeklere ve bayanlara ayrı olacak
şekilde yapılır. Misafirliğe gelen erkekler erkek kulübesine, bayanlar da
bayan kulübesine geçer. Bu şekilde birbirlerini görmezler. Her hüllenin
önünde şadırvan yapılır. Hüllelerin etrafına Reyhan ekerler ayrıca gül ve
çiçek çeşitlerini ekerlerdi. Reyhan kokuları Dicle kenarını misk amber gibi
kokutur şehir halkı bostan sezonu bittikten sonra reyhanları kopartıp eve
getirirlerdi. Evde ocakta yakarlardı. Yaktıkları için reyhan kokusu bütün
şehri sarardı.
Karpuzun içini oyarak, kül doldurarak ve külün üstüne gazyağı doldurarak
yakılır ve çayda çıra diye tahtalara bağlayarak iple karşıdan karşıya
bağlarlardı.
Kavs bağı bölgede tanınmış olan bağlardan biridir. Bu bölgedeki üzümler
çok ünlüdür.
416
Bağdat fatihi Gazi Sultan Murat,Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiştir. Adaletle ilgili işlerini
yaptıktan sonra burada eğlenmiştir.Bu bağ (Kavs bağı) Şat nehri tarafından Cennet bahçesini
hatırlatan bir cennettir ki dil omu anlatmada yetersiz kalıp susar. Her gece Şat kıyısı kandil,fener
ve mumlarla donatılır. Her kulübede çalgıcılar, taklitçiler, hanendeler, meddahlar, çengiler, tanburi,
santuri, rebabi, musikari, ney ve dehenk çalanlar bulunurdu. Bu geceleri aydınlık gün gibi yaparlardı.
Müslümanlar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler bunların hepsi bir arada bağ ve bostanlarda
yaşıyorlardı.
Bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede bulunmaz. Çünkü özelliği çok farklıdır.Yalnız,
bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir.Fakat Diyarbekir kavunu iri,çok sulu ve yemesi hoştur. Misk
ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyen kişinin genzinden bir haftaya
kadar kavun’un kokusu gitmezmiş. Hatta Kuzey Irak alimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin ‘Hz.
Ebubekir kavun gibi kokardı’ sözüne karşılık, Diyarbakır alimleri ‘Bizim Şat kavun kokusu gibi kokar
demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardır ki, yiyenin yahut koklayanın genzine amber kokusu
dolar. Kırk ve ellişer kg. ağırlığında olup renkleri yeşildir.
418
KIRKLARDAĞI
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
419
Kenan Aksuİşadamı Galeri-Diyarbakır.
419
ÖZETDiyarbakır’ın yanıbaşında olan Kırklardağı bir mesire mekanıdır. Aynı
zamanda Müslümanlar ve Hristiyanlar için de kutsa yönü vardır. Bu
noktada bu dağla ilgili değişik efsaneler kulaktan kulağa geçerek günümüze
gelmiştir. Kendileriyle ilgili türkülerin derlendiği bu dağla ilgili bilgiler
verilecektir.
Diyarbakır şehrini cepheden soluna alan Gazi Köşkü ve Erdebil Köşkünün
karşısında, cennet bahçeleri olarak anılan HEVSEL Bahçeleri üstünde,
cennete dökülen dört nehirden biri olarak söylenen, ünlü DİCLE nehrinin
kıvrılarak kenarından geçtiği Kırklar dağı tarihin yükünü sırtında taşıyan
tarihi On gözlü köprünün hemen tepesinde düz bir tepsi görünümündedir.
birçok hikâye ve efsanelere konu olmuş MÜSLÜMANLAR ve HIRISTIYANLAR
için kutsal bir yer.
MS. Ocak 503 yılında İran kralı Kubad Diyarbakır’ ı alamamış 50.000 ölü
bırakmıştı. Bunun üzerine Amid’liler zaferlerinden çok emindi, nöbetçiler
çok şarap içmiş diğer nöbetçiler evlerine gitmişti. Kubatın askerleri
merdiven dayayarak içeri girmiş, 80000 kişi öldürmüş diğerlerini esir
almış ve kiliseleri soymuşlardı. Kiliseler ateş tapınağı yapılmıştı. Ancak bu
80000 kişi bir yana başka bir olay bir yana. Bu olaylardan sadece Dicle
nehri doğusundaki 40 şehit kilisesi kurtulmuştu.
Erzurum Ermeniler Valisi ve Ermeni Piskoposu Surp Enun bu kiliseyi
Kubbad’tan satın almış. Kilise binasını kurtarmıştı. Bu kilise M.S. 484
de Diyarbakır Metropoliti Mar Yuhanna Suar tarafından yapılır.M.S. 512
yılında birinci Anastatias o zaman ki kent halkının Kırklar dağı üstünde
bulunan kırlar kilisesine kolaylaştırmak amacı ile on gözlü köprünün
inşasını başlatır.
Bir zamanlar ünlü mesire yerlerinin bulunduğu Müslümanlar ve Hıristiyanlar
için kutsal kabul edilen Kırklar dağı şiirlere, şarkılara konu olmuş. Efsaneler
ve hikâyelerin yazıldığı Kavs Köşkünün güllerle süslü bahçelerinde akan
buz gibi suların içildiği, mayaların söylendiği Müslümanlar için kırklar
meclisinin, Kavs Köşkünde toplanıp şehrin sorunlarını konuştukları, önemli
Hıristiyanlar için kırk şehir kilisesi olduğu yazılı kaynaklardan bilinmektedir.
Diyarbakır’da ayrıca Kırklar Dağı efsanesi, Kırklar Meclisi ve kırk şehit gibi
olaylarda anlatılır. Tasavvufi gelenekte kırk sayısının bir özelliği vardır. Bu
420
da Hz. Musa’nın Tur Dağında Allah ile olan kırk
günlük münacatıyla temelini bulur. Kırklarla
ilgili bazı atasözleri ve değişler:
Kırk dükkân süprüntüsüHz. Peygamberimize Kırk Yaşında Peygamberlik Gelmesi Bazı deyişlerde ise kırkına gelmek, kırkını aşmak,
kırkına varmak, kırklanmak, tasın su ile kırk kere
Besmele okunup dökülmesi kırklanma geleneği
kırk hamamı diye kırkından sonra azanı teneşir
paklar kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr kırk
derviş bir sofrada yemek yer, iki padişah bir
ülkeye sığmaz. Gibi atasözlerinde ki kırkların
kullanımının önemi görülmektedir. Kırklar
meydanı (Hacı Bektaşi’deki merkezi tekkede iki
parmaklık içinde bulunan yere denir), kırklar
şerbeti (Bektaşilikte nasip gecesi içilen şerbete
denir.)
Yeryüzünde her zaman (Abdallardan) kırk kişi
bulunur. Her biri İbrahim( A.S). bereketlidir.
Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce
Allahu Teala onun yerine başkasını getirir.
Kırklar dağının kırklar içerisindeki önemi göz
önündedir.
Diyarbakır yakınlarında bulunan ve Kırklar dağı
olarak bilenen mevkii de bir kilise mevcuttur. Çok
zengin olan bu kilisenin altın ve gümüş kapları
ile ziynet eşyaları talan edilmiştir. Diyarbakır
Süryani topluluğunun başına gelen en büyük
bela bu olaydır. Bu kilisede 1746 yılında 20’den
fazla ruhani görev yapmaktaydı.
Diyarbakır’ın güney batısında Dicle kenarında
kırklar yükselir. Bu dağın arkasında da kırklar
ziyareti bulunur. 484 yılında Diyarbakır
Metropoliti Yuhanna Suar- Yuhanna El-Efesi
tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Mardin
Metropoliti Hana Dolapönü’nün aktarımına
göre Yunani 1525 ,Miladi 1214’de başka bazı
kiliselerle birlikte kırklar tepesindeki kırk şehit
Kilisesinin tahrip edildiği ifade edilmektedir.
Suzan Suzi EfsanesiGeçmiş zamanlarda çocuğu olamayan bir
Süryani aileye mensup bir kadın kırklar
ziyaretine gelip adak adamış. Dileğin ardından
bir kız çocuğu dünyaya getirmiş ve adını Suzan
koymuş (Suzi). Her yıl doğum gününde annesi
Suziyi süsler giydirir ve kırklar dağına götürür
ve kurban kesermiş. Suzan el bebek gül bebek
büyütülüp güzel bir genç kız olmuş. Gün gelmiş
Müslüman komşularının oğlu Adil’e âşık olmuş.
Yine bir doğum yıl dönümünde annesi Suzi’yi
hizmetçilerle beraber kırklar dağına kurban
kesmek üzere göndermiş. Hizmetçiler kurbanı
keserken Suzi arkalarından habersizce gelen
Adil’le buluşmuş. İşte bu hileli buluşma yüzünden
kırklar Suzi’yi affetmemiş. Buluşmadan dönen
Suzi’yi On Gözlü Köprüden geçerken suya düşüp
boğulmuş. Suzi’nin ölümünden sonra Adil de
akılın kaçırmış. Üzerlerine ‘’Suzan Suzi’’ türküsü
yazılmıştır.
Kırklar dağının düzü
Karanlık sardı bizi
Kör olasan zalim Suzan
Ziyaret çarptı bizi
Köprü altı kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu
Tarağ getir de tara
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
421
Gazi Köşkü serindir
Dicle suyu serindir
Ağlama sen garip anam
Kadir mevlam kerimdir
Köprünün orta gözü
Sular apardı bizi
Ben öleydim Suzan Suzi
Dicle ayırdı bizi
Gümüş Sakallı Paşa Efsanesi Eskiden Diyarbakır’da yaşayan Hıristiyanların, et yemelerinin yasak
olduğu, bahar ayı başındaki Paskalya Günleri’nde, Müslümanlar da
Kırklar Dağı’na pikniğe giderler, yer içer eğlenirlermiş. Adına “Cigaret”
(Ciğer-et) dedikleri ızgaralarla kendilerine ziyafet çekerlermiş.
Bu gelenek böyle sürüp giderken, Diyarbakır’a bir paşa gelmiş. Bu gümüş
renkli sakallı, ince düşünceli, nazik bir paşaymış. Hıristiyan komşuların
et yemedikleri özel bir günde, böyle pikniğe çıkıp et pişirmenin ve
kokusunu da çevreye yaymanın doğru olmadığını belirterek bu “Cigaret”
geleneğini yasaklamış ve zamanı geldiğinde de şehrin bütün kapılarını
kapattırarak, kimsenin dışarıya, kırlara çıkmasına izin vermemiş.
Bir araya toplanıp buna bir çare düşünen Diyarbakırlılar, altı - yedi tane
tabutu omuzlayarak, Mardin Kapı’ya gelmişler ve nöbetçiye “Cenazelerimiz
var, mezarlığa götüreceğiz, kapıyı aç” demişler. Kapı açılınca da doğruca
Kırklar Dağı’na gidip tabutları açarak, içlerindeki piknik malzemelerini
çıkarıp, yine her yıl yaptıkları gibi yiyip - içmeye, gülüp - eğlenmeye
başlamışlar. Bir yandan da hep bir ağızdan, şu türküyü söylüyorlarmış.
Ey paşa, paşa
Sakalı gümüş paşa
Şeftali çiçek açtı
Yasağı kaldır paşa...
Kırklar Meclisi Efsanesi ve DiyarbakırBir zamanlar Diyarbakır’ın Fatih paşa Mahallesinde küçük bir evde yaşlı, dul
ve yalnız bir adam yaşarmış. Yaşlı adam yalnızlığını evinde baktığı çiçeklere
ve kimi zamanda Diyarbakır surlarına konan güvercinlere, serçelere anlatır
ama en çok da surlarla paylaşırmış. Yaşlı adamın bu hali günden güne halkın
422
arasında o kadar yayılmış ki artık ona “sırrını
surlara anlatan adam” demeye başlamışlar. Yine
bir gün sabah erkenden cebine kuş yemlerini
doldurup bu eski kentin kadim surlarına doğru
yola çıkmış yaşlı adam. Kalenin yıkık duvarları
arasından yürürken birkaç yaramaz çocuğun sur
dibine sıkıştırıp kuyruğuna da teneke bağladığı
zayıf, kara bir kedinin acı, acı inlemelerini
duymuş. Yaşlı adam hemen sesin geldiği yöne
gitmiş, çocukları uyarıp kediyi onların elinden
kurtarmış. Korkudan tir, tir titreyen zavallı
kediyi sevgiyle kucaklamış. Tekrar sokaklara
bırakmaya gönlü razı olmayınca da evine
götürüp kediye bakmaya başlamış. Kısa sürede
kedi ile aralarında kimsenin anlayamadığı çok
güzel ve ilginç bir bağ oluşmuş. Yaşlı adam artık
surlara her çıktığında kedisini de kendisiyle
beraber götürüyormuş. Akşama kadar kedisiyle
birlikte geziyor sonra da eve dönüyormuş
Günler böylece geçip gitmiş. Kara kış yüzünü
göstermeye başlamış. Evlerde sobalar
yanıyor, insanlar da sıcak mekânlardan dışarı
çıkmıyormuş. Yaşlı adam da kapı ve pencerelerini
sıkı sıkıya kapatıp sobayı da devamlı yanık
tutuyormuş ki kedisi üşümesin. Gürül, gürül
yanan sobasının başına oturup kedisini
kucağına alıyormuş ve bir an önce bu soğuk
kış günlerinin geçip gitmesini düşlüyormuş.
Böylece yeniden çok sevdiği surlara çıkabilecek,
o büyük mavi göğün kanatlı güzelliklerini
doyasıya seyredebilecekmiş. Kenti kar altında
bırakan soğuk bir kış sabahı uyandığında
gözleri uzun zamandır yalnızlığının yoldaşı
kedisini aramış. Kedisini her zamanki yerinde
görünce yüzüne geniş bir gülümseme yayılmış.
Yatağından kalkıp kedisini kucağına almış ve
sevgiyle okşamış. Elini kedinin parlak siyah
tüyleri üzerinde gezdirirken şaşkınlık içinde
küçük kedinin tüylerinin soğuk olduğunu fark
etmiş.
Merakla evin içine göz gezdirmiş. “Acaba bir
yerden soğuk hava mı” giriyor diye düşünmüş
ve bütün evi kontrol etmiş. Kapıları, pencere
kenarların yoklamış ama soğuk havanın
nereden geldiğini bulamamış. Ertesi sabah
kedisinin tüylerini okşayınca yine soğuk
olduğunu hissetmiş. Bu durum birkaç gün böyle
devam edince yaşlı adam iyice meraklanmış.
Bir gece sabaha kadar uyumadan bekleyerek
neler olduğunu öğrenmek istemiş. Gece evin
tüm ışıkları kapattıktan sonra mutfağa gidip
parmağının ucunu bıçakla kesmiş. Yarasını
üzerine de tuz basmış. Böylece duyduğu acıdan
sabaha kadar uyumayacağını düşünmüş. Yatağına
uzanmış ve merakla beklemeye başlamış. Yaşlı
adamın yatağına uzanmasından epey bir vakit
geçtikten sonra kedi usulca oturduğu yerden
kalkmış ve yaşlı adamın başucuna gelmiş.
Karanlıkta alev topu gibi parlayan gözlerle
adamın uyuyup uymadığını kontrol ediyormuş
sanki. Sonra yavaşça ağzını açmış ve dilinin
altına sakladığı küçük mavi bir boncuğu
çıkarıp yaşlı adamın kulağına yerleştirmiş.
Sonrada yine sessizce kapıyı aralayıp dışarı
çıkmış. Kedinin dışarı çıkmasıyla yaşlı adam
da yatağında fırlayıp karanlıkta kediyi takip
etmeye başlamış. Kara kedi Diyarbakır’ın
kadim surlarının en büyük kapılarından birisi
olan Mardin Kapı’dan çıkarak Hatun Kastal
bahçelerine girmiş. Kastal bahçelerinden
çıktıktan sonra Kutsal Dicle Nehrini geçip Kırklar
Dağı’nın eteğindeki bahçesinde, şadırvanların,
envai çeşit çiçeğin bulunduğu muhteşem Kavs
DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA
423
Köşkünün avlusuna girmiş kara kedi. Tabii ki yaşlı adam da onun ardında
girmiş ve kendine iyice gizlenecek bir yer bulduktan sonra kediyi izlemeye
devam etmiş. Çok geçmeden kedi hafifçe silkelenmiş ve birden insan şekline
girivermiş. Yaşlı adam olduğu yerde heyecandan kaskatı kesilmiş. Derken
siyah kedisinin girdiği kapıdan daha başka birçok kedi girmeye başlamış
büyük avluya. Giren her kedi silkelenip insan şekline dönüşüyormuş.
Sayıları tam kırkı bulunca konuşmaya başlamışlar. Kendi aralarında bu
büyük ve kutsal şehrin ve insanların sorunlarını tartışıyorlarmış.
Yoksullarını dertlerine derman arıyorlarmış. Yaşlı adam saklandığı yerde
nefesini tutmuş bütün bu olup biteni büyük bir korku ve heyecanla izliyormuş.
Toplantıyı uzun süre izledikten sonra yine hiç ses çıkarmadan olduğu
yerden çıkmış ve sessizce köşkten uzaklaşıp evine dönmüş yaşlı adam.
Yatağına uzanıp boncuğu yeniden kulağına yerleştirmiş ve uykuya dalmış.
Sabah olup gözlerini açtığında kedisini her zamanki yerinde oturur
vaziyette görmüş. Sevinç ve hayranlıkla yatağından kalkıp kedisini
kucağına alıp yine her günkü gibi sevmeye başlamış: “Benim iyi yürekli,
canım kedim. Seni şimdi her zamankinden çok seviyorum. Dün gece kalkıp
seni takip ettim. Artık sırrını biliyorum. Şimdiye kadar neden benden
sakladın ki?” demiş kedisine. Ancak kedi hiç ses çıkarmamış. Yaşlı adam
da kalkıp kendisi ve kedisi için yiyecek bir şeyler hazırlamaya gitmiş.
Döndüğünde kedisinin yerinde olmadığını görünce çok üzülmüş. Meğer
kedi, sırrının açığa çıktığını öğrenince fırsatını bulup sırra kadem basmış.
Yaşlı adam hemen dışarı çıkıp şehrin her tarafında kedisini aramaya
başlamış. Yaşlı adam her gün surlara çıkıp derdini, sırrını ve kedisine olanı,
özlemini çok medeniyetler görmüş o yaşlı kale duvarlarına anlatıyormuş
Derler ki o zamanlarda kırk kediden oluşan “Kırklar Meclisi” bu yaşlı
şehrin sorunlarını çözmede, insanlarına sahip çıkıp şehir halkını mutlu
etmede insan yöneticilerden çok daha başarılıymış. Kedilerin bu sırrı
çözülünce yaşlı şehrin sorunları da, dertleri de artmaya başlamış. Bu
yüzdendir ki bu şehirde kediler el üstünde tutulup çok sevilirmiş...
Kırklar Ziyareti EfsanesiBu ziyaret Diyarbakır’ın güneybatısındaki kırlar dağındadır. Kırk evliya,
kırklar dağındaki bir mağaraya girmişler ve bir daha hiç görünmemişler.
Aslında insanlar arasında yaşıyorlarmış ama görünmüyorlarmış. Bu kırk
424
evliya her Perşembe akşamı toplanıp birer beyaz güvercin olurlar ve mağaranın tepesindeki bir
delikten içeri girerlermiş. Mağaranın içerisindeki kaynayan suların arkasındaki sularda geniş
bölmede ateş yakarlarmış. Bu ateşi çevreden görenler olmuş. Sabaha kadar ibadet ettikten sonra
Cuma namazını kılarlar ve yine dağılıp giderlermiş. Bu ziyarete gelen hastalar mağaradaki sudan
içer duvardan da toprak koparıp yerler. Ayrıcı doğum zorluğu çeken kadınlar bu mağaranın suyundan
içerler ve üstlerine dökerlermiş. Çocuğu olamayanlar da burada dilek diler ve adak adarlar.