21
Sahabeden Ebu Ma’lek’in Duası Ayşe Gül PINAR İslâm İnancı ve İman Sümeyye Büşra YILDIZ Gençlik ve Din Öğretimi Cansever DOKUZ Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir. NİSAN 2018 YIL: 24 - SAYI: 210 KASIM 2019 YIL: 26 - SAYI: 229

Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Biz bulalım çâreyi,Ağlamasın analar,Ak yerine karayı,Bağlamasın analar…

Buna dayanmaz yürek,Feryâdı duymak gerek!Oğlum-kızım diyerekÇağlamasın analar…

Sen büyüt bin zahmetle,Aldatsınlar nefretle,Göğsünü hep hasretle,Dağlamasın analar…

Bu din kardeşlik dini,Terör bölmesin seni,Zâlimin ekmeğini,Yağlamasın analar…

Al bayrağa kurban bol,Birliktir tek çıkar yol!Celil sen de destek ol,Ağlamasın analar…

Halil GÖKKAYA

Diyarbekir

Anaları

SahabedenEbu Ma’lek’in Duası

Ayşe Gül PINAR

İslâm İnancıve İman

Sümeyye Büşra YILDIZ

Gençlik veDin Öğretimi

Cansever DOKUZ

Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir.

NİSAN 2018YIL: 24 - SAYI: 210KASIM 2019YIL: 26 - SAYI: 229

Page 2: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şe�at, çıplaklara elbise

giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri zayıfları ikram ile korumak âdetin olsun. Bu işlerin Allahu Teâlâ katında kaybolmaz.

Ey öğrencim! Zikre, Allahu Teâlâ’yı anıp, hatırlamaya devam et. Bir an bile Allahu Teâlâ’dan gafil olma, O´nu unutma. Gece kıldığın bir rekât namaz, gündüz kıldığın bin rekâttan daha üstündür. Allahu Teâlâ’yı zikretmek kalp ile olur, sadece dil ile

olmaz. Allahu Teâlâ’yı hazır bir kalp ile an. Allahu Teâlâ’dan gafil olmaktan sakın. Çünkü bu gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahu Teâlâ’nın hükmüne rıza göstermektir. O´nun hükmüne rıza göstermek ve emrine teslim olmak demek,

nimete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musibet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim Allahu Teâlâ, Bakara

Suresi’nin 155. ayet-i kerimesinde mealen, Peygamber Efendimiz’e hitaben; "Ey habibim! Musibet ve ezaya) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele!"

buyuruyor. Zühd sahibi olmak, dünyaya düşkün olmamak demek, dünyevî arzu ve istekleri terk etmek suretiyle, nefse muhalefet etmek demektir. Harama düşmek

korkusundan dolayı, yetmiş tane helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakikati, Allahu Teâlâ’nın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahu Teâlâ’nın zâtı

hakkında düşünmemektir.

Ey öğrencim! Allahu Teâlâ’nın kullarından birine bir musibet gelse, bunun için sakın sevinme. Gıybet ve dedikodu yapma. İnsanlar arasında söz taşıma. Sana

eziyet vereni, zulmedeni affet! Kötülük yapana iyilik et. Sana vermeyene ver.

Ey öğrencim! Dervişliğin, talebeliğin şartları; kötü iş ve sözlerden sakınmak, harama bakmamak, iffetli olmak, her zaman Allah korkusuna sahip olmak,

Allahu Teâlâ’nın emirlerine uygun yaşamak, Allahu Teâlâ’yı hiç unutmamak, ahirette başa gelecekleri düşünerek hep uyanık ve dikkatli olmaktır.

Ahmed-i Bedevî Hazretleri’ninTalebesine Vasiyeti

El-Kahhâr“Yüce Kudretiyle Gâlip Gelen, Yenilmeyen”

El-Kâhhâr, kudretiyle gâlip gelen, yenilmeyen demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Kahhâr, Kur’ân-ı Kerim'de şöyle geçmektedir: "O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir." El-Kahhâr, Allah'ın hâkimiyet

ve kudretinin sonsuzluğunu ifade eder. Hiçbir irade O'nun mutlak iradesi karşısında duramaz. Kur’ân'dan öğrendiğimize göre, Allah'a isyan eden, O'nun elçilerinin getirdiklerini tanımayan nice zorba şahsiyetler ve milletler, el-Kahhâr ism-i şerifinin tecellîsiyle yerle-yeksan olmuşlardır. Çünkü O'na üstün gelecek, O'na galebe çalacak hiçbir

güç ve kudret yoktur. Dünyanın en üstün teknolojisine sahip güçlerin gücü bile O'nun el-Kahhâr isminin yanında anlamını kaybeder. Tarihte Yüce Allah'a kafa tutan nice zorbalar ve bu zorbaların peşinden gidenler, O'nun

el-Kahhâr ismiyle tecellî etmesinin önüne geçememişlerdir. Burada şu hususun altını iyi çizmemiz lazım. Yüce Allah'ın el-Kahhâr isminden, sürekli kullarını cezâlandıran bir ilâh tasavvuru çıkarmak doğru değildir. O, bütün bir

varlığa adaletiyle muamele eder. Nasıl ki O'nun affediciliği, engin şefkat ve merhameti adaletinin bir gereği ise, bütün af yolları tüketildikten sonra aynı şekilde cezâlandırması da adaletinin bir gereğidir. Yaşadığımız dünyada öyle acıklı, haksız ve fütursuz olaylar meydana geliyor ki, haklı olarak bütün merhameti kuşanan Allah dostları, adaletten

yana tavır koyuyor, eğer hidâyete ve intibâha gelmezlerse, Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismiyle bütün zâlimlere, bütün hâinlere, bütün zorbalara tecellî etmesini istiyor. Öte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün

mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü hakları haksız yere ellerinden alınanların, iftiraya kurban giden masumların sığındığı sonsuz güven kaynağı oluyor. Bu güzel esmâ, onlara teselli ve ruhlarını rahatlatma olarak geri dönüyor. İyi ki Allah'ın el-Kahhâr ismi var. El-Kahhâr ismi, Allah düşmanlarına korku;

dostlarına ümit ve güven veriyor.

Page 3: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Hicret’in dokuzuncu senesinde Arap Yarımada-sı’nın muhtelif bölgelerinden insanlar, heyetler hâlinde Medine’ye gelir, Sevgili Peygamberimiz’i ziyaret eder, ondan İslâm hakkında bilgi alırlar. Çok sayıda heyetin Medine’yi ziyaret etmesinden dolayı İslâm tarihinde, Hic-ret’in dokuzuncu senesi “Heyetler Yılı” olarak isimlendirilir. Bu meyanda Bahreyn Bölgesi’nde yaşayan Rabia Kabilesi’nin Abdül-kays Kolu’na mensup on üç kişilik bir heyet, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Medine’ye gelir. İslâm’ı öğrenmek için birçok zahme-te katlanan heyet Allah Rasûlü’nün huzuruna çıktığında Hz. Peygamber onları, “Hoş geldiniz!” diyerek karşılar.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in karşılamasının ardından heyet adına Abdullah b. Avf söz alır ve “Ey Al-lah’ın Rasûlü! Bizler sana uzak beldelerden, meşakkatli yolculuklar yaparak geliyoruz. Ayrıca bizim memleketimizle Medine arasında, kâfir olan ve bize düşmanlık eden Mudar Kabilesi yaşadığından bizler sana ancak savaşmanın yasak olduğu haram aylarda gelebiliriz. Bize özlü bir şeyler tavsiye et de onları geride bıraktığımız kabilemizin insanlarına anlatalım, hem de cennete girmemize vesile olsun.” der. Bunun üzerine Allah Rasûlü, onlara yalnızca tek olan Allah’a iman etmelerini söyler. Peşinden de “Yalnızca tek olan Allah’a iman etmek ne demektir, bilir misiniz?” diye sorar. Onların “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” diyerek cevap vermeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna iman etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmaktır.” buyurur. Daha sonra da onları “Söylediklerimi iyice ezberleyin ve geride bıraktığınız kabile halkına da anlatın.” diyerek uğurlar.

Allah Rasûlü’nün, dünya ve ahiret saadetini elde edebilmek için bilgi isteyen Abdülkays Heye-ti’ne tavsiye ettiği Allah’a iman, “kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlar ile amel etmek”ten oluşan bir bütündür. Yani Allah’a iman etmek; Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun eşi, benzeri, ortağı ve dengi hiçbir varlığın olmadığını bilerek tasdik etmek, bu bilgiyi ikrar etmek ve bu doğrultuda yaşamaktır.

Kur’an’da İslâm, Allah katındaki hak dinin karşılığı ve özel adı olarak belirlenmiş, ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır. Ayrıca Müslümanlara din olarak İslâm’ın uygun görülmesi, hidayete erme yönünde Allah’ın yardım ve desteğinin en üst düzeyi şek-linde nitelendirilmiştir. Din, milletleri ayakta tutan en büyük güç ve toplumlar için hayat nizamıdır. Din, aynı zamanda diriliş kaynağıdır. Aslında din, haya-tın kendisidir. “Allah nezdinde hak din İslâm’dır.” (3/Âl-i İmrân, 19) ifa-desinde zikredildiği üzere, Allah’ın razı olduğu din İslâm’dır. Bütün insanlığa gelmiş son ve en mükemmel dindir. İslâm insanlık için kurtuluş vesilesi, iyilikler ve güzellikler dini-dir. İnsanların ruhunu huzur ve mutluluğa kavuşturabi-lecek hususiyetlere haizdir. Hayatın bütün safhalarını ilgilendiren her konuda ışık tutmaktadır. Batıl inançlara saplanan Batı toplumları, ekonomide, ticarette, sanayi-de, teknolojide en üst seviyede olmasına rağmen İslâm’ın hakikatinden beslenmedikleri için fertleri ve toplumları buh-ranlara sevk etmişlerdir. İslâm, fıtratın gereği olan dindir.

Editör’den...

Page 4: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Aile EkiYıl: 5 Sayı: 59

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR

Yapım

www.grafiturk.com.tr

BaskıSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

KASIM 2019 / YIL: 26 - SAYI: 229

04

08

14 18 2428

16 2230

İslâm İnancı ve İman

“Bu Gidiş Nereye?”

Sahabeden Ebu Ma’lek’in Duası

Büyük Mahrumiyet

III. Ahmed’in Eşi Emetullah Hatun

Şehr-i ÜsküdarDeizm:

Sorumluluktan Kaçış

Gençlik ve Din ÖğretimiSümeyye Büşra YILDIZ

Raziye SAĞLAM

Zühal ÇOLAK

A. Tuba BÂKİLER

Ayşe Gül PINARHalide YENEN

E. Büşra YÜKSEL

Cansever DOKUZ

26

Mevlâna’dan Hikâyeler

Sait ÖZER

Çocukluğunu Yaşayamayan Çocuklar

M. Emin KARABACAK

Page 5: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

İSLÂM İNANCI VE İMANSümeyye Büşra YILDIZ

“Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderilen son dinin adı İslâm olduğu gibi, önceki peygamberlere gönderilen dinler de aslında İslâm’dır. Nitekim ‘Hiç şüphesiz din,

Allah katında İslâm’dır.’ ayeti de bunu açıkça ortaya koymaktadır.”

İslâm dininin özü iman esaslarıdır. İman yoksa hiçbir değer ifade etmez. Bunu İs-tiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy

ne güzel dile getirmiş: “İmandır o cevher ki,

ilâhî ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek,

sinede yüktür.”

İslâm dininin temeli imandır. İman, hem

dinin özünü oluşturur hem de yaratılışın ve

evrenin sırrını açıklar. İslâm inancında ima-

nın altı esasını âmentüde görüyoruz. İslâm,

herhangi bir zorlama olmaksızın gönülden

ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim

olmak, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız

boyun eğmek, Allah’a ortak koşmaktan te-

mizlenmek, uzaklaşmak demektir. İslâm dini;

Yüce Allah’ın son peygamber Hz. Muham-med (s.a.v.)’e vahiy yoluyla bildirerek tüm insanlara ulaştırdığı şeylerin tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmek için gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. İslâm’ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir. İslâm di-nini kabul eden kimseye “Müslüman” denir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderilen son dinin adı İslâm olduğu gibi, önceki pey-gamberlere gönderilen dinler de aslında İslâm’dır. Nitekim “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır.”1 ayeti de bunu açıkça or-taya koymaktadır. Ancak tarihte bu dinlere farklı isimler verilmiştir. Öncelikle Allah’a iman: İslâm dini; teslimiyet ve kulluğu esas alır. Müslüman, diliyle kelime-i tevhidi söy-leyerek, kalbiyle de tasdik ederek, Rabb’ine yönelttiğini ve hayatın her alanında Allah’ın kanunlarına itaat etmeye razı olduğunu ilan etmiş olur. Böyle kayıtsız şartsız bir itaatin gerçekleşmesi için öncelikle kişinin Allah’ın varlığına, birliğine ve mükemmel sıfatlarına sarsılmaz bir imanla inanmış olması gerekir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim, Mekke’de ilk na-zil olan ayetlerde Allah’a imanı kuvvetlendi-recek, kula Rabb’ini tanıtacak konulara çok-ça temas etmiştir.

Allah’a imandan sonra inanılması gere-ken en önemli inanç ise ahiret gününe yani ölümden sonra dirilmeye ve ebedî bir ha-yatın varlığına inanmaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in insanları inanmaya davet ettiği üç temel husustan biri de budur. Hz. Muham-med (s.a.v.), insanları öncelikle Allah’ın birli-ğini ve kendisinin O’nun kulu ve Rasûlü ol-duğunu kabul etmeye, hemen ardından da ahiret gününe iman etmeye davet ediyordu.

4 5

Page 6: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Helaller ve haramlar ile belli başlı farzla-rın dışında İslâm dini, itikad (inanç sistemi), ibadet (kulluk görevleri), muamelât (hukuk sistemi), ukûbat (cezalar) ve ahlâk esaslarıy-la bir bütündür. Bunlardan bir tanesini dinin içerisinden çıkardığınızda artık ona İslâm demek mümkün olmaz. Konulan emir ve yasaklar, helaller ve haramlar fert ve toplum için beş şeyin emniyetini sağlamayı amaçlar. İslâm dininin, yaşandığı takdirde emniyet altına almayı garantilediği beş şey şunlardır: Can emniyeti, mal emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti ve din emniyeti. İslâm dininin hakkıyla yaşandığı toplumlarda insanlar bu beş şey açısından güvendedir.

İslâm’ın en son ve Allah katında yegâne muteber din olduğu, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde belirtilir: “Bugün sizin dininizi ke-mâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nimetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim (yalnız İslâm’dan razı ve ondan hoşnut oldum).”2

Allahu Teâlâ katında da insanı üstün ve

hayırlı kılan , “Allah, iman edenlerin yardım-cısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıka-rır.”3 ayet-i celilesindeki lütfa mazhar eyle-yen imandır. Ve şöyle belirtilir mü’minlerin özellikleri: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah’a, peygamberlerine iman ettikten son-ra şüpheye düşmemişler ve mallarıyla, can-larıyla Allah yolunda mücâhede etmişlerdir. İşte bunlar (imanlarında) sadık olanların ta kendileridir.”4

Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kendi için istediğini din kardeşi için de iste-mek, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker’i her hâlükârda ifa etmek, namaza mutlak surette devam etmek, komşuya eziyet etme-mek, misafire ikramda bulunmak, hayır söy-lemek ya da susmak, ahlâkı güzelleştirmek ve ailesine karşı yumuşak davranmak Müslü-manın görevlerindendir.

Mikroplar artık antibiyotiklere kar-şı direnç kazanmaya başladı; bu yüzden antibiyotikler etkisini ya-

vaş yavaş kaybediyor. Peki, ileride antibiyotik yerine ne kullanacağız? Bilim insanı Biyokim-yacı Prof. Dr. Sevgi Kolaylı, bu konuda yaptığı açıklamada, antibiyotik yerine arılar tarafın-dan üretilen propolis tüketilmesi önerisinde bulundu. Kolaylı, bal arılarının kovanlarını her türlü tehlikeye, hastalığa, soğuk ve sıcağa karşı korumak için doğadan topladıkları ve propolis adı verilen bu karşımın çok zengin içeriğe sahip olduğunu söyledi. Propolisin içerisinde polifenoller ve bileşenler olduğu-nu anlatan Kolaylı, çok yüksek antioksidan kapasitesinin olduğunu vurguladı.

Propolisin her derde deva olduğunu ifade eden Kolaylı, “Propolisin antibiyotik değeri var. Piyasada 3 ya da 5 çeşit antibiyotik var, bu antibiyotiklere karşı da mikroplar giderek direnç kazanıyor. Belki de gelecek 15-20 yıl sonra antibiyotik kullanmayacağız. Ama pro-polis öyle değil, doğal olduğu için çok iyi bir antibiyotik özelliği taşıyor. Antibiyotik yerine propolis tüketilmelidir.” dedi. Özellikle meşe

propolisinin dünyaca bilinen Brezilya’nın kırmızı propolisinden daha değerli olduğu-na dikkat çeken Kolaylı, ancak bu ürünün Türkiye’de arıcılar tarafından yeterince top-lanmadığına dikkat çekti. Kolaylı, propolisin tıbbın birçok alanında kullanıldığını ve kan-ser hücrelerinin büyümesini de önlediğini belirtti. Propolisin vücuttaki sağlıklı hücreleri korurken, kanser hücrelerinin gelişimini dur-durduğunu vurgulayan Kolaylı, yan etkisinin ise yok denilecek kadar az olduğunu açıkladı.

Gribe Karşı Propolis, Bal ve Zencefil

Kolaylı, özellikle kış aylarında yaygınla-şan grip enfeksiyonlarına karşı, propolis, bal ve zencefil tüketilmesi gerektiğini bildirdi. Propolisin yeterince tanınmadığı için tüketi-minin de az olduğuna değinen Sevgi Kolaylı, “Özellikle kışın bu aylarda, gripsel enfeksi-yonlar çok yaygın. Propolis, bal ve polenli karışımlar bir şifa kaynağı. Özellikle sıcak bir şerbet şeklinde bu üç karışımın içerisine bir miktar zencefil, birkaç damla limon ve kabu-ğu harika bir grip ilacıdır. Gribe karşı antiviral bir ilaç üretebilirsiniz.” diye konuştu.

Nesibe AYDIN

EN DOĞAL BESİN:ANTİBİYOTİK ETKİSİ GÖSTEREN

PROPOLİS

Dipnot

1. 3/Âl-i İmran, 19.2. 5/Maide, 3.3. 2/Bakara, 257.4. 49/Hucurât, 15.

6 7

Page 7: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

A. Tuba BÂKİLER

BU GİDİŞNEREYE?

Bazen yıldızların üzerinde oturup dün-yayı izliyorum kuşbakışı. Mavi geoidin üzerine konup göçenler, gelip giden-

ler takılıyor ağıma. Kara kıtadan buzullara, ekvatordan Lût Gölü çukuruna varıncaya değin ince ince elerim var olanı. Sonra da büyüğünden küçüğüne, gencinden yaşlı-sına kadar sorarım sessiz çığlıklarla zaman zaman: “Fe eyne tezhebûn/Nereye gidiyor-sunuz?”1

Beyoğlu’nun, New York’un, Şam el Şeyh’in renkli ışıkları altında eğlenip dünya-nın en güzel sahillerini mülkiyetine geçiren, küfür ve isyan mekânlarında sabahlayan insancıklara… Yahut işgal altında olmasına rağmen şükründen, sabrından, İslâm’ın ver-diği asaletten bir şey kaybetmeden tevekkül yudumlayan mazlumlara… Ya da baş döndü-ren konfor ve israfla lüks yaşamaya çalışan çılgınlara, özellikle de alış veriş çılgınlarına yöneltiyorum sorumu, kısık sesimle: “Fe eyne tezhebûn?”

Depremlerden kaçıp sellerden bunalan, mikroskopla zor görülen küçük mikrobun esiri olup sağlığını, keyfini, kurduğu planları kaybeden bey amcalara, hanım teyzelere de ithaf ediyorum bu ayet-i kerimedeki dehşe-tengiz soruyu: “Fe eyne tezhebûn?”

Koltuğu pahasına gözü perdelenenle-re, iktidarı uğruna ihtilaller yapanlara, millet meclislerinde, milletin gözü önünde rezil duruma düşenlere, dünya menfaati uğruna ahiretini satanlara -hafazanallah-, zimme-te geçirdiği malı ganimet bilenlere… Bunun yanında çelik iradesiyle dürüstlüğünden ödün vermeyen kahraman vatan evlatlarına, “Âsım’ın Nesli”ne, Afra Hatun’dan Ümmü Ümâre, Nesîbe Hatun’lara, Kara Fatma’lar-dan Nene Hatun’lara kadar geçen silsile içindeki mücahide kadınlara da soruyorum: “Fe eyne tezhebûn?”

Güneşin sarartıp solduran ışıkları altında bitkin düşen, derisi kemiğine yapışmış yavru-cağın suyuna, ilacına, mamasına göz diken sömürücü vampirlere, “hızlı yeme yarışması” düzenleyip “ölünceye, tıksırıncaya, patlayın-caya” kadar yiyenlere, lokanta, hastane, yurt yemekhanelerinde çöpe giden, israf edilen mis gibi yemekleri heba edenlere… Çöpten yiyecek arayıp hayatını idame ettirmeye çalı-şanlara ve Hesap Günü ilâhî huzurda davacı olmaya hazırlananlara da soruyorum yıldız-ların üzerinden, bu sefer kısık sesle değil, bü-tün insanlığın kulağını sağır edecek desibelle sesleniyorum: “Fe eyne tezhebûn?”

Ve sen ey okuyucu! Aziz kardeş, sadık dost, iyi günümün yoldaşı, kederli günü-mün sırdaşı güzel insan! Sen, ben, insanlık, bütün bir beşeriyet olarak, yıldızların öte-sinden süzülen şu kutlu sorunun muhata-bıyız: “Fe eyne tezhebûn?” Elimi sana doğru yöneltip şehadet parmağımla iki kez seni, üç kez kendimi gösterip soruyorum. Senden daha çok kendimi muhatap alarak: “Fe eyne tezhebûn?” diyorum. “Eyne’l-mefer/Kaçış nereye?”2 sorusu ile de çıktığımız noktaya dönüşümüzü hatırlamış oluyorum. Çınlıyor zihnimde “Ey Âdemoğlu! Fe eyne tezhebûn, eyne’l-mefer?”

Mahşer günü yüzümüzü aklayacak bir cevap vermeyi arzu ettiğimiz kadar bu mez-rada çapa yapmak, çaba göstermek gereki-yor dostlar. Defterler uçuşurken sağdan al-mayı, hesabınızın âsân geçmesini ve bu fakiri de dualarınıza ulamanızı diler, sizi güzel yü-reğinizin sahibine emanet ederim efendim. Sağlıcakla…

“Sen, ben, insanlık, bütün bir beşeriyet olarak, yıldızların ötesinden süzülen şu kutlu sorunun muhatabıyız:

‘Fe eyne tezhebûn?”

Dipnot

1. 81/Tekvir, 26.2. 75/Kıyame, 10.

8 9

Page 8: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, mu-habbetli bir arkadaş. O anlatıyor, ben

dinliyorum. Tam iş yerinin önüne geldik. An-kara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyor-muş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenir-siniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı, diye aranmaya başladı. “Üstü kalsın karde-şim.” dedim. Döndü, bana doğru “Vaktin var mı ağabey?” dedi. “Evet.” dedim (tek ayağım hâlâ dışarıda).

Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şey-ler konuşup geldi. Bana 25 kuruş uzattı. Belli ki para bozdurmuş. “Birader!” dedim, “9.75 değil, 10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?” “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu?”, “Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın, üstü kal-sın.” demiştim. Döndü bana, attı kolunu arkaya; “Vaktin var mı ağabey?”, “Var.”, “Çek kapıyı o za-man.” Muhabbetli bir taksici ile karşı karşıyayız. 5 dakika konuştuk. İngiltere’de profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar hafta-larca verdikleri derslerde öğretemediler.

“Ağabey, biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Ba-bam rençperdi, günlük yevmiyeye giderdi. Ar-tık inşaat falan ne bulursa çalışır gelirdi. O gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize “Durun, kalkmayın!” derdi. Önce dua ederdik, sonra babam bize sofrada ko-nuşma yapardı. “Aha!” dedim, “Bizim meslek; seminerci. Ne anlatırdı baban?”, “Hayatta nasıl başarılı olunur?” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı tekniklerini anlatıyor.

“Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun cep-lerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın.” diye an-latırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, “Baba-nızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de ça-lışkandır.” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatır-dı. Bizim yeni hiçbir şeyimiz olmadı, hep o iki-sinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak geti-re. Ağabey, biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?” “Ne bıraktı?”, “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı: ‘Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın...’ falan filan. Ağabey, aradan 15 yıl geçti, diğer 2 kar-deş cezaevindeler, ne ev kaldı, ne birahane. Ailesi dağıldı.

Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören’de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ai-lesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki; ‘Asıl mirası bizim baba bırakmış.’ Hepi-miz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımız-dan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.” Çok duygulandım, veda ettim, tam ine-ceğim, “Dur ağabey, asıl bomba şimdi.”, “Nedir bomban?”, “Nerede oturuyoruz, biliyor mu-sun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kav-ramlarını bırakırsınız. Bakın, iki baba da evlatla-rına değer kavramlarını bırakmışlar.

ÇOCUKLARIMIZA

BIRAKABİLECEĞİMİZ DEĞERLER

Sema KORKMAZ

“Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras.Evlada sadece değer kavramlarını bırakırsınız.”

10 11

Page 9: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Eşref BOLUKÇU

“Her şeyi anne babası tarafından yapılan çocuk korkak, kendine güvensiz ve sorumluğunu almayan bir birey olur.”

Sorumluluk, kendimize ve çevremize kar-şı görevlerimizi ve yükümlülüklerimizi zama-nında yerine getirme zorunluluğu anlamına gelir. Sorumluluk bilinci oluşumunda en bü-yük rol, çocuk gelişiminde her basamakta olduğu gibi bu noktada da anne-babadadır. Aile içinde başlayan sorumluluk gelişimi, ço-cukların sosyalleşmesi ile birlikte girilen tüm ortamlarda devam eder.

Sorumluluk, erken çocukluk döneminden itibaren kazandırılması gereken bir görevdir. Bu işe çocuğun yaşına, cinsiyetine ve gelişim düzeyine uygun görevler vermekle başlamak gerekir. İki buçuk yaşındaki bir çocuğun döke döke yemeğini yemesine izin verilmelidir, kendi üstünü ve etrafı kirletse de. Ya da kendi oyuncaklarını toplaması için çeşitli yönergeler verilmelidir. Çocuk bunları yaparken cesaret-lendirilmelidir. Bu uygun ortam, destekleme ve cesaret, çocuğun kendine olan güvenini sağlayacak, kendi başına iş yapma zevkini ve-recek, çocuk zamanla sorumluluk kazanacak-tır. Sorumluluk becerisinin gelişiminde unu-tulmaması gereken; sorumluluk kazanımının bir anda olmayacağı, uzun ve sağlam adımlar-la ilerlenmesi gereken bir kazanım olduğudur. Bir beceriyi ne kadar çok pratik etme şansınız olursa, o alanda kendinizi o kadar çok gelişti-rebilirsiniz. Bu nedenle çocuğunuzun bunları yapmasına fırsat vermek, her yaptığında, bu davranışı beğendiğinizi sözel pekiştireçlerle fark ettirmek “Süper, yemeğini kendin yedin, harikasın.” gibi ve çocuğunuzu bu becerileri sergilemesi için teşvik etmek çok önemlidir. Çocukların, başardıklarını ve çevreden takdir gördüklerini fark ettikçe kendilerine olan gü-ven düzeylerinde artış görülür. Tam tersine, her şeyi anne babalar ve yetişkinler tarafından yapılan çocuklar, cesaretsiz olur. Kendine gü-venleri olmaz; kendi başlarına iş yapamazlar ve bir işe girişemezler. Cesaretleri olmadığı

için sorumluluk almazlar. Hep birilerinin baş-lamalarını, yönerge vermelerini beklerler. Me-sela bazı anne babalar, çocuklarının ödevini öğretmenden alma hatta ödevini evde yapma gibi yanlışlara düşerler. Ödevini almayan ya da yapmayan çocuğunuz, bırakın bunun sonuç-larına katlansın ve böylece sorumluluğunu alması gerektiği bilincine varsın.

Çocuğun üzerine titremek, onu korumak, onu kanatlarının altında büyütmek, yerine göre kendi sorumluluğu veya sorunuyla baş başa bırakmamak çocuğa zarar verir. Benlik saygısının tohumları, sorumluluk verilirse ge-lişir. Benlik saygısı gelişmiş, kendine güvenen çocuklarda aynı zamanda sorumluluk duygu-su da gelişmektedir. Aşırı koruyucu ebeveyn-lerin çocuklarının kendine güvenleri az oldu-ğu gibi, bu çocukların sorumluluk duyguları da zayıftır. Çünkü bu anne babalar, çocukla-rının her şeyini kendileri yaparlar. Yemeğini kendileri yedirirler, oyuncaklarını ve odalarını kendileri toplarlar. Hatta bazı uç vakalarda, çocuğun tuvalete gitme zamanı bile ebeveyn-ler tarafından belirlenmektedir. Sonuçta, her şeyi anne babası tarafından yapılan çocuk korkak, kendine güvensiz ve sorumluğunu almayan bir birey olup çıkmaktadır.

Çocuğunuzun kendi kendine yeten bir birey olmasını istiyorsanız, görev ve sorum-luluklarıyla onu baş başa bırakın. Ona yaşına ve yerine göre cinsiyetine uygun sorumlu-luklar verin. Onun seçim yapmasına, karar vermesine izin verin ve cesaretlendirin. Ça-basını destekleyin. Onun adına düşünmek yerine, kendi başına düşünmesini sağlayın. Onun sorununu çözmektense, kendi soru-nunu çözmesine fırsat verin. Onlara model olun. Yapmasını istediğiniz davranış ve gö-revleri önce kendiniz yapın. Sabırlı ve des-tekleyici olun. Sorumluluk kazanımı, yavaş gelişen bir kazanım alanıdır.

Yazının başlığı, birçok anne babanın günlük hayatta kullandığı bir yakınma cümlesi…

“… Hocam, kendi başına hiçbir şey yap-mıyor, hep beni bekliyor. Kendisi derse baş-lamıyor; ben başlamazsam ödevini yapmaz. Çok dağınık; kitaplarını, çantasını toplamaz.

Okuldan gelince çantasını, formasını bir

yana fırlatıyor... Arkasından kırığını döküğü-

nü ben topluyorum…”

Sorun ne? Sorun, sorumluluk duygusu…

Peki, çözüm ne? Çözüm, anne baba ve

yetişkinlerde elbette…

BU ÇOCUK NİYEBU KADAR SORUMSUZ?

12 13

Page 10: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Ayşe Gül PINAR

SAHABEDENEBU MA’LEK’İN DUASI

“Ey Allah’ın kulu! Şunu bil, kim başına gelen her türlü sıkıntı ve musibette senin yaptığın dua ile dua ederse, Allahu Teâlâ onun sıkıntısını giderir, kendisine yardım eder.”

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabı içinde Ebu Ma’lek diye birisi vardı. Bu zat, Şam ile Medine arasında tüccarlık

yapardı. Kendisi Allahu Teâlâ’ya tevekkül ede-rek bir kafileye katılmaz, yalnız gidip gelirdi. Bir defasında Şam’dan Medine’ye doğru ge-lirken önüne at üzerinde bir hırsız çıktı.

“Dur dur!” diye bağırdı. Ebu Ma’lek durdu ve hırsıza: “İşte malım, al senin olsun; beni bı-rak.” dedi. Hırsız,

“Ben malı istemiyorum, seni öldürmek isti-yorum.” dedi. Ebu Ma’lek:

“Beni öldürüp eline ne geçecek? İşte ma-lım, senin işine yarar, al da beni bırak.” dedi. Hırsız aynı sözleri tekrar etti, onu öldüreceği-ni söyledi. Ebu Ma’lek:

“Öyleyse bana biraz müsaade et de bir ab-dest alıp namaz kılayım, Yüce Rabb’ime son kez bir dua edeyim.” dedi. Hırsız da, “İstedi-ğini yap.” dedi. Ebu Ma’lek, abdest aldı, sonra namaz kıldı. Namazdan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti: “Yâ Vecûd, Yâ Vedûd, Yâ Zel-Arşi’l-Mecîd, Ya Mübdiü Ya Müîd, Ya Fe’alün Limâ yürîd, es-elüke bi nûri vechike’l-lezî me-lee erkâne arşik. Ve es-elüke bi kudretike’l-leti kaderte bihâ alâ halkık. Ve bi rahmetike’l-leti vesiat külle şey’in, lâ ilâhe illâ ente, Yâ Mü-ğis, eğisnî/Ey yüce dost, ey yüce arşın sahi-bi! Ey yoktan var eden, var ettiğini yok eden Rabb’im! Ey her istediğini yapan Allah’ım! Arşın her yanını dolduran Zat’ının nuru hür-metine, Bütün mahlûkata hükmettiğin kudre-tinin azametine, her şeyi kuşatan rahmetinin bereketine, Senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur. Ey çaresizlerin yardımına yetişen Allah’ım, bana yardım et.”

Bu duayı üç kez tekrarladı. Duasını bitirir bitirmez boz renkli, yeşil elbiseli bir atlı belirdi. Elinde nurdan bir mızrak vardı. Hırsız kendi-sine yaklaşınca atlı ona hücum edip mızrağı

öyle bir vurdu ki, hırsız atından yuvarlandı. Sonra Ebu Ma’lek’e dönerek:

“Kalk, onu öldür.” dedi. Ebu Ma’lek: “Sen kimsin? Ben bu zamana kadar hiç kimseyi öl-dürmedim. Onu öldürmek hoşuma gitmez.” dedi. O zaman atlı gidip hırsızı öldürdü, sonra Ebu Ma’lek’in yanına geldi ve ona şöyle dedi:

“Ben üçüncü kat gökte bulunan bir mele-ğim. Sen ilk dua ettiğin zaman göğün kapıla-rının gıcırdayıp ses verdiğini işittik ve ‘Yeni bir olay oluyor.’ dedik. Sen ikinci kez dua yapınca göğün kapıları açıldı. Sonra üçüncü kez dua edince, Cebrail gelerek: ‘Şu anda darda kal-mış kula kim yardım eder?’ dedi. Ben Yüce Al-lah’tan o hırsızı öldürme işini bana vermesini istedim, izin verildi ve sana yardıma geldim. Ey Allah’ın kulu! Şunu bil, kim başına gelen her türlü sıkıntı ve musibette senin yaptığın dua ile dua ederse, Allahu Teâlâ onun sıkıntısını giderir, kendisine yardım eder.”

Ebu Ma’lek, sağ salim Medine’ye döndü. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına geldi, başın-dan geçenleri ve yaptığı duayı kendisine an-lattı. Hz Peygamber (s.a.v.) ona:

“Allahu Teâlâ sana kendisiyle dua edilin-ce kabul ettiği, bir şey istenirse verdiği güzel isimlerini öğretmiş.” buyurdu.

14 15

Page 11: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

500 binleri geçen nüfusu, sahili, Kız Kulesi, Marmara’sıyla güzel olduğu kadar kalabalık bir ilçe Üsküdar. İn-

sanların oturdukları yerlerde, orayı tercih

etme sebepleri vardır. Evleri büyüktür, eko-

nomik olarak ucuzdur ya da ulaşımı kolaydır

gibi. Her ne kadar çok kalabalık olup devamlı

hareket halinde olsa da, merkez ve çevresin-

deki mahallelerde oturanların Üsküdar’ı bi-

rinci tercih sebebi ulaşım kolaylığı. Yanı sıra

başka önemli konular var tabii. Mesela ben

tarihî yapısını ve sürekli

olan kültür etkinlikleri-

ni çok severim. Bir de

Aziz Mahmut Hüdâyî

Hazretleri, Gülnuş Emetullah Valide Sultan

ve Şeyh Devati Hazretleri gibi hem tarihî hem

tasavvufî yönden değerli zatların türbeleri

var. Özellikle Mihrimah Sultan Camii, Yeni

Valide Camii, Kuşkonmaz Camii ve burada

adını sayamayacağımız daha birçok cami ve

kütüphaneler, bence Üsküdar’ı önemli kılan

yapılar. İstanbul’un her yerinden Üsküdar’a

gezmeye gelinir. Aileleri ya da arkadaşlarıyla

sahil boyunca yürüyen insanların yüzünde

mutlu bir ifade görmek mümkündür. Bunu

Fethipaşa Korusu, Çamlıca Tepesi gibi yer-

lere gidip canım İstanbul’u yukarıdan seyre-

den insanların yüzünde de görebilirsiniz.

Kuşkonmaz Camii ve Kütüphanesi, başlı başına insanın yenilendiği bir ortam gibi ge-lir bana. Martı çığlıkları ve denizin sesi eşli-ğinde namaz kılmak, kütüphanesinde kitap kokuları içinde çalışmak, bitmesini hiç iste-mediğim zamanlardır. Zeynep Kamil’e doğ-ru çıkıldıkça belki de çoğu İstanbullunun bilmediği ama Anadolu yakasının en büyük külliyesi olan Atik Valide Camii ve Külliyesi yer alır. Atik Valide Külliyesi, eserlerini gör-dükçe hayranlığımın daha çok arttığı büyük usta Mimar Sinan’ın son eseridir ve 1570’de II. Selim’in eşi, III. Murat’ın annesi Nurbanu Valide Sultan adına yapılmıştır. Bu eserden de görüleceği üzere, valide sultanlarımız, hayatları boyunca, banisi oldukları eserler ve sayısız hizmetleriyle halkın gerçek birer ana-sı gibi davranmışlardır.

Valide-i Atik Külliyesi, cami, sübyan mek-tebi, aşevi, tekke, darüşşifa, hamam, darülha-dis, darülkurra, kervansaraydan oluşan çok büyük bir külliye. Üsküdar’da yaşayan ya da yaşamayan herkesin mutlaka gezip, Mimar Sinan’ı ve Nurbanu Valide Sultanı hayırla yâd etmesi gereken çok önemli bir eser.

Ünlü şairimiz Yahya Kemal, “Atik Val-de’den İnen Sokakta” şiirini külliyenin bulun-duğu sokak için yazmıştır. Yazımızın ilk bölü-münü bu şiirin ilk dizeleriyle bitirelim:

İftardan önce gittim Atik Valde Semti’ne.

Kaç defa geçtiğim bu sokaklar yine

Sessizdiler. Fakat Ramazan maneviyatı

Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti

Raziye SAĞLAM

ŞEHR-İ ÜSKÜDAR

“Mihrimah Sultan Camii, Yeni Valide Camii, Kuşkonmaz Camii ve burada adını sayamayacağımız daha birçok cami ve kütüphaneler,

bence Üsküdar’ı önemli kılan yapılardır.”

16 17

Page 12: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

BÜYÜK MAHRUMİYETHalide YENEN

İnanmak, insanın en temel manevî ihtiyaç-larındandır. Bilmekten daha çok inanmak isteriz. O ya da bu şekilde inanmak bize

iyi gelir; hayatı anlamlandırmamızı, yaşa-mımızı biçimlendirmemizi sağlar. Bu pratik faydası nedeniyle inançlarımızı düşüncenin konusu yapmaya, inandığımız değerleri sor-gulamaya ihtiyaç duymayız.

İnançlarımızı, inandığımız değerleri dü-şüncenin konusu yapmaktan uzaklaştıkça, bir süre sonra onlarla bilinçli bir ilişki kura-maz hale geliriz; ya kutsalımız olarak yüce bir yerde muhafaza ederiz ya da sadece manevî bir doyum sağladığımız ritüellere hapsederiz. Böylece parçalanmış, maddî-manevî ya da dinî-dünyevî dediğimiz ikili bir yaşam tarzı içinde tutarsız kimlikler geliştiri-riz. Bireysel varlığımız içinde, inançlarımızla düşüncelerimizi, bedensel yapımızla ruhsal yanımızı bir türlü tevhid edemeyiz. Öyle

sanıyorum ki günümüzde inanç açısından yaşadığımız sorunların temelinde de bu par-çalanmışlık vardır.

İster ateizm olsun isterse deizm ya da agnostisizm olsun, imanî sapmaların teme-linde insanın kendi varlığının kökeninden, ferdî bütünlüğünden uzaklaşması, varoluş sorumluluğunun ağırlığından bir kaçış vardır. Çünkü bir yaratıcıya iman eden insan O’na yönelir, O’nunla bir ilişki içerisine girer, O’na karşı sorumluluğu olduğunu kabul eder. Bu kabul ise birtakım davranışsal sonuçları beraberinde gerektirir. Oysa bir yaratıcının varlığını, onun yarattığı varlıklarla ilişkisinin devam ettiğini, onlar üzerindeki kudretini reddeden kimse bu sorumluluğun ağırlığın-dan zihnen kurtulmanın ve bu kurtuluşun getirdiği yaratıcı karşısındaki sorumsuzlu-ğun sözde konforuna sahip olacaktır.

Ayrıca bir yaratıcının varlığını veya onun yarattığı varlıklar üzerindeki irade ve kudreti-ni reddetme, düşünme, araştırma neticesin-de ulaşılan, ispatlanabilir bir bilgi değil, bir inançtır. Bir inancı başka bir inançla reddet-mek ise anlamsızdır. Bugün ateizm, deizm, agnostisizm gibi akımların yaptığı ise budur; bir inancı reddederken başka bir inanç içine düşmek. Bir duvarın arkasını görmüyoruz diye orada herhangi bir varlığın bulunmadı-ğını söyleyemediğimiz halde; görmüyoruz, duymuyoruz, anlamıyor ya da anlamak iste-miyoruz diye bir yaratıcının varlığını ve onun yarattığı varlıklarla ilişkisinin devam ettiğini reddetmek saçmadır.

Bugün toplumumuzda yaşanan inanç sorunları aslında yaratıcı ile ilişki sorunudur. Din de esasen Yaratıcı ile ilişki, O’na bağlan-ma eylemidir. Çağımızda sınırsız bir özgür-lük arayışına, hazların tatmini üzerine kurulu bir yaşam biçimine yöneliş, kendisini sınırla-yan hiçbir otoriteyi tanımak istememekte ve

“İnançlarımızı, inandığımız değerleri düşüncenin konusu yapmaktan uzaklaştıkça, bir süre sonra onlarla bilinçli bir ilişki kuramaz hale geliriz; ya kutsalımız olarak yüce bir yerde muhafaza ederiz ya da sadece manevî bir

doyum sağladığımız ritüellere hapsederiz.”

18 19

Page 13: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Bekleriz

Biz ki âciz kullarız mesud sabah beklerizRuhumuza göklerden bir inşirah bekleriz

Zikrederiz Allah’ı mutmain olmak içinKendisine götüren ulvi bir râh bekleriz

Eşyanın hakikati nurunun aynasıdırHer zerreye bakarak tam intibah bekleriz

Ahsen-i takvim üzre yaratıldık çok şükürErhamürrahimin’den kalbe nigâh bekleriz

Muhtacız ömrümüzce rahmetine dâimâSeherde vuslat için elbet âgâh bekleriz

“Fezkürûnî” emrine uymaktır murâdımız“Ezkürküm” esrârına tam müreccah bekleriz

Kâfî Hakk’a kul olmak Rasûl’e itaattirYoksa mahşer gününde eyvâh eyvâh bekleriz

Ekrem KAFTAN

bu nedenle yaratıcıyı yaşamından çıkarmak istemektedir. Oysa sınırsız özgürlük bir ya-nılsamadan ibarettir. Varlığını ve hayatını borçlu olduğu yaratıcısı ile bağlarını koparan kimse, yaşamını ya kendi arzularına ya da di-ğer insanların arzularına teslim etmektedir ki bu, özgürlük değil köleliktir.

Yaratıcı ile bağı koparma, yaratıcısına nispetle kendisini tam ve mutlak bir özerk-lik içine yerleştirme arzusu aslında yeni bir şey de değildir. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği çağda cahilî Araplar arasında da yaygın bir durumdur bu. Onlarda da yaratma kavramı, Allah inancı vardı; fakat fiilî yaşamlarında

hiçbir etkisi yoktu. Kendi varlıklarının kayna-ğını umursamadan, gayet rahat bir şekilde yaşamlarını sürdürebiliyorlardı. İşte Allah, gönderdiği son Peygamber’i ve indirdiği Ki-tap’la bu bağı tekrar tesis etmeyi dilemiştir. Şöyle ki; Allah bu kâinatı ve insan da dâhil onun içindeki her şeyi yaratmış ve yaratma-ya da devam etmektedir. Hayatın içindeki en küçük, en önemsiz sayılabilecek ayrıntılar dahi Allah’ın sıkı gözetimi altındadır. Ölüm hayatın son noktası değil, tersine, yeni ve ta-mamen farklı türde bir hayatın, ebedi hayatın tam da eşiğidir. İnsanın hem dünya hem de ahiret hayatını kapsayan süreç, Allah’ın ira-desi ve kudreti altındadır.

Allah ile insan arasındaki iletişim de-vamlıdır. Bu iletişim, dilsel ve dilsel olmayan ayetlerle gerçekleşmektedir. Dilsel iletişimin tipik formu vahiydir ve peygamber aracılığı ile insanlara ulaşmaktadır. Yağmur, rüzgâr, göğün ve yerin yapısı, gece ve gündüzün değişmesi, yani tabiat olaylarının tümü, ba-sit doğal olgular olarak anlaşılmamalıdır; onlar dilsel olmayan ayetlerdir (işaretler) ve Allah bu ayetlerini hiçbir ayırım yapmadan, bütün insanlara ulaştırmaktadır. Bu ayetler, yeryüzündeki insanların iyiliği için Allah’ın gücünün, lütfunun, egemenliğinin, adaleti-nin delilleridir.

Allah sözel ve sözel olmayan ayetlerle bütün insanlara seslenmektedir. Bu sesi du-yabilmek, anlayabilmek çaba gerektirmekte-dir. Bu ayetlere gözlerini, kulaklarını, kalple-rini kapatanların verecekleri cevap inkârdır. Oysa inkâr etmekle varlıklarını ve hayatlarını borçlu oldukları Yaratıcı ile bağ kurmaktan kendilerini mahrum bırakırlar.

Kaynakça

Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Tanrı ve İnsan, Pınar Yayınları, İstanbul 2017.

Martin Buber, Tanrı Tutulması, çev. Abdüllatif Tüzer, Ankara 200, Lotus Yayınevi.

20 21

Page 14: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

“DEİZM”SORUMLULUKTAN KAÇIŞ

Emine Büşra YÜKSEL

“Deistlerin ilahı, aslında akla mutlak bir otorite verdiklerinden akıldır. Referansları akıl, rehberleri ise nefsanî arzularıdır.”

Yaradancılık anlamına gelen deizm, ev-renin bir Tanrı tarafından yaratıldıktan sonra, insanın kendi haline bırakıldığını

iddia eden felsefî bir düşüncedir. Deistler; pey-gamber, vahiy, peygamberlerin getirdiği kutsal kitabı ve dini reddederler. Deistler: cennet, cehennem, melek ve şeytana da inanmazlar. Deistlere göre mutlak bilginin kaynağı akıldır; Tanrı, evrene ve insana müdahale etmez.

Deizmin fikir babası İrlandalı Katolik bir ai-lenin ferdi olan John Toland’dır. Düşüncelerini

“Pentheistikon” adlı kitabında yayınlamış, Vol-taire ve J. J. Rousseau gibi ünlü düşünürler de bu düşünceyi savununca Avrupa’da yayılmaya başlamıştır.

Deizmin, pandeizm, panendeizm, spritu-el deizm gibi kısmî farklılığı olan kolları vardır. Pandeizm, evrenin tümünü tanrı olarak kabul eder. Onlara göre, her şey tanrıdır ve tanrı her şeydir ve tanrının evrenden bağımsız bir varlığı yoktur. Panendeizm ise tanrının evreni kendi özünden yarattığı, evrenin bilincinde

değişmez ve mutlak varlık olarak hâkim ol-duğu düşüncesini taşır. Spritüel deistler de, diğerleri gibi tanrının tabiata müdahale ettiği-ni reddeder, tanrının hissedilir bir varlığından bahsederler, manevî olguları kabul etmekle birlikte manevîyatın dinî kaynağını reddederler. Deistlerin ilahı, aslında akla mutlak bir otorite verdiklerinden akıldır. Referansları akıl, reh-berleri ise nefsanî arzularıdır. Casiye Suresi 23 ve 24. ayetler, sanki bunlara işaret etmektedir: “Keyfini tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gö-zünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah’tan sonra kim doğru yolu gösterecek? Düşünmüyor musunuz? Dediler ki: ‘Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur, ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sa-dece zanda bulunuyorlar.”

Bu inanışta olanlara İmam-ı Gazalî “dehriy-yun” demiştir. Dehriyyun, tamamen maddeci ve inançsızdır. Deistlerin dehrîlerden farkı, bir tanrı inancına sahip olmalarıdır fakat bunlar da tanrıyı adeta maddeleştirmiştir.

Son yirmi yılda, özellikle internetin ve sosyal medyanın etkin bir şekilde kullanımı sonucu, özellikle genç nesil üzerinde bu sapık düşün-cenin yayıldığı görülmektedir. Bu düşüncenin gençler arasında hızlı yayılmasının başlıca se-bebi, insana sınırsız bir özgürlük alanı açması ve hiçbir sorumluluk yüklememesidir. Bu dü-şünce gençlere adeta, “Aklını kullan, hayatını yaşa!” demektedir. Bu da gençlerin nefisini okşamaktadır. Haramlarla ve yerine getirilmesi gereken sorumluluklarla kısıtlandığını düşü-nen genç, işin kolayına kaçarak kafasına göre takılmayı tercih etmektedir. İşlediği günahların ahirette hesabının sorulacağı kendisine hatır-latıldığında da, hem dünyadaki sorumluluk-lardan kaçmak hem de ahirette hesap verecek olmanın zihninde oluşturduğu ağırlıktan kur-

tulmak için deizmi adeta bir sığınak olarak gör-mektedir. Bu duruma özetle “sorumluluktan kaçış, kolaycılığa sığınış” denilebilir. Peki, genç-ler, böyle bir kaçışla gerçekte sorumluluktan kurtulmuş mu oluyorlar? Elbette hayır. Sadece, vicdanlarını rahatlatarak kendilerini kandırmış oluyorlar. Gözünü kapatan birinin güneşi inkâr etmesi gibi bir basitlikle karşı karşıyalar.

Gençlerin bu sapık inancı kolayca kayma-larının sebeplerini de irdelemek gerekir. İslâm inancının, sahih bir şekilde anlatılmamış olması, evde ve çevrede gördüğü dinî görünümlü kötü örnekler, böyle din olacağına olmasın daha iyi deme noktasına getirmektedir. Din eğitimi veri-lirken, sosyal hayatta yaşanan olumsuzlukların, dinin aslından değil, aslının yanlış anlaşılmasın-dan hatta aslından uzaklaşılmasından kaynak-landığını iyi anlatmak gerekir. Günümüz deist-leri, ciddi bir yöntem hatası içindedirler. Dinle ilgili olmayan olay ve olguları sırf görünürdeki birtakım benzerlikler sebebi ile dinle ilişkilen-direrek İslâm dini hakkında olumsuz kanaate ulaşmaktadırlar. Bunda art niyetli sosyal med-yanın da önemli bir payı vardır.

İlkokuldan üniversiteye kadar hemen her hocanın, aklı kullanma usulünü öğretmeden mutlak anlamda akıllı olmayı, aklını kullanmayı telkin etmeleri de aklın yegâne kaynak olması sonucunu doğurmuş, böylece dinî bilgisi zayıf olan gençlerin de deizme evrilmesi kolay hale gelmiştir.

Gençlerimizi dipsiz kuyu diyebileceğimiz bu sapık inanıştan korumak için, daha çok sohbet etmek, düşüncelerini açıkça söyleme-sine imkân vermek, yanlış düşüncelerini suç-lamadan uygun bir üslupla anında düzeltmek, arkadaş çevresine dikkat etmek ve en önemlisi ise sahih bilgiye ulaşmasını temin ederek inan-cına göre yaşamasını temin edecek ortam ha-zırlamak gerekir.

22 23

Page 15: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Sait ÖZER

Mesnevi, kelime olarak “ikili, ikişer ikişer” gibi anlamlara gelir. Edebi-yatımıza İran edebiyatından geç-

miş Divan edebiyatı nazım şeklidir. Beyitler

halinde yazılan mesnevilerde beyit sınırlaması

yoktur. Destan konuları, aşk hikâyeleri, savaş-

lar, dinî ve felsefî konular bu nazım şekliyle ele

alınmıştır. Ancak bugün mesnevi nedir, diye

sorulduğunda hemen hemen herkesin aklına

Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin Mesnevi adlı

eseri gelmektedir. Oldukça

hacimli olan bu eser (yaklaşık

26 bin beyit), adıyla anılan

türü gölgesinde bırakmıştır.

Eser öğretici bir özellik taşır.

Mevlâna Hazretleri, çok derin

meseleleri rahat ve anlaşılır bir

şekilde, bu eserinde ortaya

koymuştur. Türkçeye birden

fazla çevirisi yapılan eser yine

pek çok yazar tarafından farklı

formlarda ele alınmış, değer-

lendirilmiştir.

Bu kısa bilgi aktarımından

sonra, Sadık Yalsızuçanlar’ın şiirsel üslubuy-

la kaleme aldığı, Mevlâna’dan Hikâyeler adlı

çalışmasından bahsedebiliriz. Öncelikle şunu

belirtmek isterim ki, gençlerimizin kitap oku-

maya başlamadan önce kararsız kaldıklarını

görüyoruz. Şu sözleri de sıkça duyuyoruz.

Ben kitap okumak istiyorum; ama acaba han-

gi kitaptan başlasam? Bu soru bizim kültürü-

müzden ne kadar uzaklaştığımızın da bir dı-

şavurumudur bence. O kadar zengin bir kül-

tür dairesi içerisinde ne okuyacağını, nereden

başlayacağını bilmemek büyük bir eksikliktir

kanaatimce. Ben de diyorum ki: “Sevgili ço-

cuklar, sevgili gençler! Elimizin altında Mes-

nevi gibi muhteşem bir eser var. Niçin ondan

başlamıyorsunuz? Bu hem de sizin geçmişini-

zi tanımanız açısından son derece elzemdir.”

İşte Yalsızuçanlar’ın hazırladığı bu kitap da

Mesnevi’ye kapı aralamamız açısından önem-

li bir çalışma olmuş. Kitapta, Mesnevi’den

alınan tam 163 hikâyeye yer verilmiş. Yazar

kendi üslubunca, yukarıda da belirttiğimiz

gibi, şiirsel bir üslupla hikâyeleri özünden/

aslından koparmadan okuyucuya aktarmış.

Seçilen hikâyelerin hepsi de

birbirinden ibretlik ve öğre-

tici. Bu hikâyeleri okurken

zaman zaman gülümsüyor,

zaman zaman hüzünleni-

yorsunuz. Tamamında ise

bir ders çıkarıyorsunuz.

İyilik, cömertlik, dostluk,

yardımlaşma, tembellik vs.

pek çok konuyu bu hikâye-

lerden okuyabilirsiniz.

Mevlâna’nın ifadesiyle

“sırlar bahçesi” olarak adlan-

dırılan bu eser, gerçekten de bitmez tüken-

mez hazineleri barındırıyor. Geçerliliğini 700

yıl önce olduğu gibi bugün de koruyor.

Yazarın kitabın girişindeki Mevlâna (Hz.)

ve Mesnevi hakkındaki şu sözlerine yer ve-

rerek yazımızı noktalıyoruz: “Hazret-i Mev-

lâna, aşk burcundandır. Aşk, varlığın özüdür,

mayasıdır. Mevlâna, bir Allah âşığı olarak,

Şems’in tutuşturduğu ateşte yanmış ve Büyük

Divanı’nda, aklı aşan ve onu da kuşatan aşk

dolu sözler söylemiştir. Büyük Bilge, bugü-

ne de ışıklar düşüren hikmetli öyküler anlatır

Mesnevi’de. Mesnevi, bir geleneğin, insanın

sonsuz macerasını meseller yoluyla anlatma

geleneğinin özel adıdır aynı zamanda.”

Yazar : Sadık Yalsızuçanlar Sayfa : 224 Yaş Aralığı: 13+

Yayınyeri/Yılı/ : Kayseri/2018 Yayınevi: İncir Yayıncılık

İşlenen Konular : Allah ve peygamber sevgisi, iyilik, cömertlik, yardımlaşma, tevazu…

MEVLÂNA’DAN HİKÂYELER

24 25

Page 16: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

L ale Devri padişahı III. Ahmed Han’ın baş kadınıdır. Devrin sadrazamı Da-mat İbrahim Paşa’nın eşi Fatma Sul-

tan’ın annesidir. Sultan IV. Mehmed’in eşi, Sultan II. Mustafa ve III. Ahmed’in de anne-leri olan Emetullah Gülnûş Sultan’la karıştı-rılmamalıdır.

Emetullah, Allah’ın kulu, kölesi manasına gelmektedir. Geçmiş hayatı hakkında fazla bir malumat yoktur. III. Ahmed, eşleri içinde en çok Emetullah Kadın’ı sevmiş ve saymış-tır. Emetullah Kadın, III. Ahmed’in padişah-lığının ikinci yılında, 1704’te Fatma Sultan’ı dünyaya getirdi.

Sultan Ahmed, 1705’te Galata’da Ba-yezîd Mahallesi’ndeki bir ekmekçi fırınını, 1707’de de yine Bâyezîd’daki -eşinin sonra-dan altın ve gümüş tel dokumacıların çalıştı-ğı Simkeşhaneye dönüştüreceği- Darphane ve çevresindeki arsayı, eşi Emetullah Sultan’a müzehheb (altın suyu ile yaldızlanmış) tuğ-ralı bir temlikname (tapu) ile temlik etti, yani mülk olarak verdi.

Pek çok hayır işi ve eseri olan Emetullah Sultan, III. Ahmed’in eşleri arasında hayırse-verlikte başta gelir dense abartı olmaz. 1707 yılında Simkeşhane içine kâgirden bir mescit ve yanına çeşme, mektep ve nefis bir de se-bil yaptırdı. Kaynaklar bu yapıları, eşi III. Ah-med’in kendisi adına yaptırdığını da rivayet etmektedir. Simkeşhane ve diğer emlâkini, yaptırdığı bu tesislere vakfetti.

Emetullah Sultan’ın vakfiyesi incelendi-ğinde, onun ne kadar hayırsever, ince düşü-nen zarif ve müşfik bir kadın olduğu anlaşılır. Yanı sıra 1728-1729’da, Üsküdar’da adına bir çeşme yaptırdı. Kitabesinde, III. Ahmed’in isteği üzerine kendi malından yaptırdığı yazı-

lıdır. Emetullah Kadın Çeşmesi ya da Baş Ka-

dın (Meydan) Çeşmesi ismiyle anılmaktadır.

Bugün Üsküdar İlçesi Doğancılar Semtinde,

İmrahor Camii’nin arkasında Rüstem Paşa

Mektebi’nin karşısında bulunmaktadır.

Hayır ve hasenat eli, kutsal topraklara ka-

dar uzanmış; Medine-i Münevvere’de de va-

kıflar kurdurmuştur. Medine’de hizmet eden

40 ağaya, Bab-ı Cibril kapıcısına, siliciye se-

nede 90 altın vakfettiği nakledilmektedir.

Lâle Devri’nin saadet dolu günlerini ya-

şayan Emetullah Sultan, eşinin 1730’da Pat-

rona Halil İsyanı neticesinde tahttan indiril-

mesi üzerine Eski Saray’a gönderildi. Ölüm

tarihi kesin olarak belli değildir. Kızı Fatma

Sultan’la aynı sene, 1733’te ölmüş olması

kuvvetli bir ihtimaldir. Mezarı Eyüp’tedir.

Kıbrıs Fatihi Mustafa Paşa’nın ayağı ucunda

metfundur.

III. AHMED’İN EŞİ

Zühal ÇOLAK

“Emetullah Sultan’ın vakfiyesi incelendiğinde, onun ne kadar hayırsever, ince düşünen zarif ve müşfik bir kadın

olduğu anlaşılır.”

EMETULLAH HATUN

26 27

Page 17: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

GENÇLİK VE DİN ÖĞRETİMİCansever DOKUZ

“İnternet, insanımızı tam anlamıyla bir bilgi bombardımanına tabi tutmakta ve yanlıştan doğruyu ayırma noktasında çoğu kere biçare bırakarak ciddi

bir zihin bulanıklığına yol açmaktadır.”

Son zamanlarda, ilahiyatçılar olarak, genç-lerin iman konusundaki yaklaşımları ile il-gili soru ve sorunlarla daha fazla muhatap

olmaya başladık. Meselenin daha rahatsız edici olan yanı ise bu sorunları yaşayanların bayağı bir kısmının toplumda dini bütün olarak nitelenen ab-destli namazlı ailelerin, din eğitimi veren elit kabul edilebilecek orta öğretim kurumlarından mezun olduktan sonra gözde üniversitelere devam eden çocukları olması.

Bunlardan bazıları, anne-babaların aşırı hassas kaygıları gibi görünse de eğer bu çocuklar, soruları-na, içinde yaşadıkları bilgi çağının ilmî seviyesi çer-çevesinde, kendi zihin dünyalarında da izah ede-bilecekleri, tatmin edici cevaplar bulamazlarsa so-run ciddi aslında. Maalesef mevcut literatürümüz bu ihtiyacı karşılayabilecek durumda da değil. İn-sanlar artık bilgiyi kitaplardan değil, internetten alı-yorlar. “Bilginin sınırsız bir ortamda kontrolsüz bir biçimde sunumu ilk bakışta sempatik görünse de, aynı zamanda korkunç bir bilgi kirliliğini de birlikte getirmektedir. Başka bir ifadeyle internet, insanı-mızı tam anlamıyla bir bilgi bombardımanına tabi tutmakta ve yanlıştan doğruyu ayırma noktasında çoğu kere biçare bırakarak ciddi bir zihin bulanık-lığına yol açmaktadır. Günümüz inanç problemleri bağlamında değişik kesimler tarafından önümüze konulan soruların pek çoğunun internet menşeli olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Değişik forum, blog ya da sosyal medya üzerinden ateist aforizmalar şeklinde paylaşılan bu türden sorular-la, toplumun değişik kesimlerinde sürekli yüzleş-mek zorunda kalıyoruz.”1

Böyle bir ortamda, 14 asırlık İslâm kültürünün tortularını taşıyan, hatta çoğu yerde geleneğin, Kur’an ve sünnetin önüne geçtiği bir İslâm anla-tımı, maalesef günümüz gençliğinin zihnindeki soruları cevaplamaktan çok uzak görünmektedir. Diğer yandan çocuklarımızın zihinlerini çeşitli yalanlarla çalanlar, maalesef çoğu zaman kendi kültürümüzde mevcut doneleri kullanmaktadırlar.

Tıpkı eğitim seviyesi oldukça yüksek olan insanla-rı, kendi çirkin emellerine alet ederek kullanan bir sürü yalancının, bu gençleri “Beklediğiniz Mehdi benim.” diyerek kandırması gibi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in 23 yıllık peygamberlik hayatının 13 yılı Mekke’de, kalan 10 yılı Medine’de geçti. Kur’an inmeye başladığı andan itibaren tam 13 yıl, şirki kaldırıp yerine sağlam bir tevhid inancı yerleştir-mekle uğraştı. Zira o zamanın müşrik Arapları, Al-lah’a inanıyorlar fakat meleklerin Allah’ın kızları ol-duğunu kabul ediyorlardı. İnanışlarına göre; putlar onları meleklere, melekler de Allah’a ulaştıracaktı. Bu inancı yıkmak için gönderilen Kur’an’ın, 30. cüzünün tamamına yakını Mekkî surelerden olu-şur. Bu sureler insanlara; yere, göğe, güneşe, aya, geceye, gündüze, kâinattaki dengeye bakarak bir Allah’a ve O’nun hesap gününe inanmayı anlatır. Kur’an’ın günlük vird olarak okuduğumuz sureleri hep Allah’ın birliğini vurgular.

Ayete’l-Kürsî, Kâfirun, İhlâs, Fâtiha ve diğerle-rinde Yüce Allah; varlığını değil, birliğini ispat eder. Çünkü zaten aciz olan insan ilk acziyet anında kendinden büyük bir güce mecburen inanacak ve sığınacaktır. Önemli olan; her şeyi yaratan, her şeyin sahibi olan ve her şeyin geri kendisine döne-ceği, eşi benzeri ortağı olmayan bir Allah’a inan-masıdır. Kur’an bunu hedeflemiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de ömrünü insanlara bu gerçeği anlatmak için harcamıştır. Kur’an’da Lokman (a.s.)’ın çocuk terbiyesinde tüm inananlara yol gösterecek öğüt-lerinin ilki “Yavrum, Allah’a ortak koşma!”2 şeklinde başlar. Sanırım bizim de Kur’an’ın başladığı yerden başlamamız; çocuklarımıza öncelikle “ama”sız, “fakat”sız, “katık”sız bir “tevhit” inancını; çağın bilgi yöntemlerini kullanarak, çağın ilmî seviyesine uy-gun bir şekilde anlatacak enstrümanlar geliştirme-miz gerekiyor. Aksi takdirde, mevcut birikimimizle bu çocukların sorularına cevap vermemiz zor gö-rünüyor.

Dipnot

1. Temel Yeşilyurt; Çağdaş İnanç Problemleri, s. 79.2. 31/Lokman, 13.

28 29

Page 18: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

M. Emin KARABACAK

“Yeteri kadar oyun oynamadan derslerine başlayan çocuk, görünüşte ders çalışsa da zihnen aklı oyunda, televizyonda, arkadaşlarında olacaktır. Aileler,

çocuklarının, okul dönüşlerinde dinlenmelerine veya oyun oynamalarına anlayış göstermelidirler.”

Sınavlara hazırlanma aşamasında sü-rekli ders çalışan bir öğrencimiz vardı. Kendisini sürekli ders çalışırken görür-

düm. Okulda, evde, dershanede hiç durma-dan ders çalışırdı. Boş derslerde, teneffüsler-de, yemekhanede, kantinde, serviste… Hatta bazı derslerde dahi sınavlara hazırlanırdı. Bu çocuğun hayatında oyun olmadığı gibi ken-dine ayırdığı bir zamanı da yoktu.

Öğrencimize vücudunun ihtiyacı olan oksijen için teneffüse çıkması ve kan dolaşı-mı için de hareket etmesi gerektiğini yoksa çalışmasının çok fazla faydalı olmayacağını anlatmaya çalışırdım. Bu sefer de çocuğu te-neffüste okul bahçesinde adımlayarak ders çalışırken görürdüm. Kısacası bu çocuğun hayatında yeme-içme, ders çalışma, tuvalet ve uykunun dışında başka bir şey yoktu.

Zihninde, temel ihtiyaçlarının dışında sa-dece sınavlar vardı. Annesinin yeter kızım, biraz kendine zaman ayır uyarı ve ricaları fayda etmiyordu.

Yine bir erkek öğrencimiz vardı; o da di-ğer kız öğrencimiz gibi çok zekiydi; fakat çocuk futbol oynamayı aşırı seviyordu. Ailesi ve çocukla görüşerek top oynama ve ders çalışma arasındaki dengeyi kurmak şartıyla, kendisini dershaneye gönderebileceğimizi söyledik. Kendisiyle gelecek ve farkındalık konusunda bir görüşme yaptık. Çalışma ko-nusunda bize söz verdi.

Çocuğun ailesinin maddî durumu olduk-ça kötüydü. Baba felçli olup sol elini kul-lanamadığından anne besicilik yapıp evin geçimini süt satarak sağlıyordu. Çocuğun zekâsını ve ailesinin durumunu göz önünde bulunduran dershaneciler kaydını çok uy-gun bir fiyata yaptılar.

Bir aylık zaman zarfında derslere karşı en küçük bir çalışma ve gayreti olmadı. Haya-

tında yine sadece top vardı. Bir ay sonra ço-cuk, sözünü tutamayacağını ve dershaneye devam edemeyeceğini söyledi. Ailesinin de onayıyla dershaneye devam etmesine son verildi. Çocuk için sınavlara hazırlanma ko-nusu da kapanmış oldu. Kendisinin de ders çalışma konusunda sınavlara kadar en küçük bir gayreti görülmedi.

Bu iki öğrencimizin ders çalışma konu-sundaki yanlış tutum ve davranışlarına rağ-men ikisi de sınavları kazanarak farklı okul-lara yerleştiler. Biri birinci tercihine (oysa bu çalışmayla Türkiye birincisi olması gerekir), öbürü de son tercihine yerleşti. İki öğrenci de zeki olmasına rağmen, kız çocuğunun kendine ayıracak zamanı; erkek çocuğunun da ders çalışmaya ayıracak zamanı yoktu.

Çocukların oyunlarını boşa geçirilmiş za-man olarak görmek yerine; çocukluklarını yaşayıp kendilerine güvenmelerine, paylaş-malarına, sorumluluk almalarına, çevreleriyle iletişim kurmalarına, başkalarının haklarına saygı gösterip kendi haklarına razı olmalarına, kendi yeteneklerinin farkına varmalarına, ânı dolu dolu yaşamalarına fırsat verilmelidir.

“ÇOCUKLUĞUNU”YAŞAYAMAYAN ÇOCUKLAR

30 31

Page 19: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Anne babalar, çocuklarının okuldan ge-lir gelmez hemen ödevlerini yapmalarını ve ödevlerini yapmadan dışarı çıkmamalarını is-terler. Oysa dışarı çıkmaları kısıtlanan bu ço-cuklar, bir an önce oyun oynayabilmek için ödevlerini baştan savma yapacaklardır.

Okuldan fiziksel ve zihinsel olarak yor-gun dönen bu çocuklar, okul dönüşü ders-lere başlamadan önce dinlenmek ve kendi-lerine zaman ayırmak adına sevdikleri şeyleri yapmak isteyeceklerdir. Kendilerine zaman ayırmalarına ve hoşlandıklarını yapmaları için dışarıya çıkmalarına ve oynamalarına izin verilmelidir.

Bu oyun olur, televizyon olur, internet olur, gezme olur, arkadaş olur fark etmez. Önemli olan, çocuğun derse başlamadan önce psikolojik olarak dinlenmiş olmasıdır. Daha da önemlisi, hem çocukluğunu yaşa-masına hem kendine zaman ayırmasına hem de sosyalleşmesine imkân sağlanmalıdır.

Yeteri kadar oyun oynamadan derslerine başlayan çocuk, görünüşte ders çalışsa da zihnen aklı oyunda, televizyonda, arkadaş-larında olacaktır. Aileler, çocuklarının, okul

dönüşlerinde dinlenmelerine veya oyun oy-namalarına anlayış göstermelidirler. “Oyna-mayan tay, at olamaz.” misali, çocukların ders çalışmak adına oyunlarını aşırı kısıtlayarak başarı elde edilemez. Çocukluğunu yaşama-mış bir çocuk, yetişkinlikte de sorumlulukla-rını yerine getirmede sıkıntılar yaşayacaktır.

Hayata erken atılıp zengin olan iş adam-ları, maddî olarak her şeyleri olduğu halde, çocukluklarını yaşayamamanın sıkıntısını her zaman dile getirmişlerdir.

Oyuncakçı dükkânında çocuklarına oyuncak almaya çalışan bu tür anne babala-rın; çocuğundan daha çok içindeki çocuğu tatmin etmek için oyuncağa baktığını ve ona göre oyuncak seçtiğini bilmeyenimiz yoktur. Yine çocuklarıyla oyun oynayan bir babaya eşinin söylediği; “Bey, sen çocuklardan da çocukmuşsun!” sözü bunu en güzel şekilde ifade etmektedir.

Çocuklara sürekli; “Ödevlerini yaptın mı?” ya da “Derslerine çalıştın mı?” diye sorular so-rarak çocuklukların yaşamalarını engelleme-mek gerekir. Bunun yerine; “Çocuğum, bugün doya doya oynadın mı?” diyerek, ileride oluşa-bilecek bir eksikliği gidermeleri gerekir.

Elli yaşında bir adamın üniversiteyi ka-zanabileceği, okuma yazma öğrenebilece-ği, sanat sahibi olabileceği hatta ünlü bir iş adamı ya da ünlü bir sanatçı olabileceği dü-şünebilir. Oysa elli yaşındaki bir adamdan ne çocukluğunu yaşamasını bekleriz ne de ya-şayabileceğini tahmin ederiz.

Sonuç olarak, çocuğun ders çalışması için gereken zamanı da planlayıp oyun oy-namasına ve ânı yaşamasına izin verilmelidir. Bu konuda çocuklara engel olmak bir yana, çocukla zaman geçirmek adına derslerine yardım ettiğimiz gibi, oyunlarına da katılmak gerekir.

32

Page 20: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şe�at, çıplaklara elbise

giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri zayıfları ikram ile korumak âdetin olsun. Bu işlerin Allahu Teâlâ katında kaybolmaz.

Ey öğrencim! Zikre, Allahu Teâlâ’yı anıp, hatırlamaya devam et. Bir an bile Allahu Teâlâ’dan gafil olma, O´nu unutma. Gece kıldığın bir rekât namaz, gündüz kıldığın bin rekâttan daha üstündür. Allahu Teâlâ’yı zikretmek kalp ile olur, sadece dil ile

olmaz. Allahu Teâlâ’yı hazır bir kalp ile an. Allahu Teâlâ’dan gafil olmaktan sakın. Çünkü bu gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahu Teâlâ’nın hükmüne rıza göstermektir. O´nun hükmüne rıza göstermek ve emrine teslim olmak demek,

nimete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musibet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim Allahu Teâlâ, Bakara

Suresi’nin 155. ayet-i kerimesinde mealen, Peygamber Efendimiz’e hitaben; "Ey habibim! Musibet ve ezaya) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele!"

buyuruyor. Zühd sahibi olmak, dünyaya düşkün olmamak demek, dünyevî arzu ve istekleri terk etmek suretiyle, nefse muhalefet etmek demektir. Harama düşmek

korkusundan dolayı, yetmiş tane helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakikati, Allahu Teâlâ’nın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahu Teâlâ’nın zâtı

hakkında düşünmemektir.

Ey öğrencim! Allahu Teâlâ’nın kullarından birine bir musibet gelse, bunun için sakın sevinme. Gıybet ve dedikodu yapma. İnsanlar arasında söz taşıma. Sana

eziyet vereni, zulmedeni affet! Kötülük yapana iyilik et. Sana vermeyene ver.

Ey öğrencim! Dervişliğin, talebeliğin şartları; kötü iş ve sözlerden sakınmak, harama bakmamak, iffetli olmak, her zaman Allah korkusuna sahip olmak,

Allahu Teâlâ’nın emirlerine uygun yaşamak, Allahu Teâlâ’yı hiç unutmamak, ahirette başa gelecekleri düşünerek hep uyanık ve dikkatli olmaktır.

Ahmed-i Bedevî Hazretleri’ninTalebesine Vasiyeti

El-Kahhâr“Yüce Kudretiyle Gâlip Gelen, Yenilmeyen”

El-Kâhhâr, kudretiyle gâlip gelen, yenilmeyen demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Kahhâr, Kur’ân-ı Kerim'de şöyle geçmektedir: "O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir." El-Kahhâr, Allah'ın hâkimiyet

ve kudretinin sonsuzluğunu ifade eder. Hiçbir irade O'nun mutlak iradesi karşısında duramaz. Kur’ân'dan öğrendiğimize göre, Allah'a isyan eden, O'nun elçilerinin getirdiklerini tanımayan nice zorba şahsiyetler ve milletler, el-Kahhâr ism-i şerifinin tecellîsiyle yerle-yeksan olmuşlardır. Çünkü O'na üstün gelecek, O'na galebe çalacak hiçbir

güç ve kudret yoktur. Dünyanın en üstün teknolojisine sahip güçlerin gücü bile O'nun el-Kahhâr isminin yanında anlamını kaybeder. Tarihte Yüce Allah'a kafa tutan nice zorbalar ve bu zorbaların peşinden gidenler, O'nun

el-Kahhâr ismiyle tecellî etmesinin önüne geçememişlerdir. Burada şu hususun altını iyi çizmemiz lazım. Yüce Allah'ın el-Kahhâr isminden, sürekli kullarını cezâlandıran bir ilâh tasavvuru çıkarmak doğru değildir. O, bütün bir

varlığa adaletiyle muamele eder. Nasıl ki O'nun affediciliği, engin şefkat ve merhameti adaletinin bir gereği ise, bütün af yolları tüketildikten sonra aynı şekilde cezâlandırması da adaletinin bir gereğidir. Yaşadığımız dünyada öyle acıklı, haksız ve fütursuz olaylar meydana geliyor ki, haklı olarak bütün merhameti kuşanan Allah dostları, adaletten

yana tavır koyuyor, eğer hidâyete ve intibâha gelmezlerse, Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismiyle bütün zâlimlere, bütün hâinlere, bütün zorbalara tecellî etmesini istiyor. Öte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün

mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü hakları haksız yere ellerinden alınanların, iftiraya kurban giden masumların sığındığı sonsuz güven kaynağı oluyor. Bu güzel esmâ, onlara teselli ve ruhlarını rahatlatma olarak geri dönüyor. İyi ki Allah'ın el-Kahhâr ismi var. El-Kahhâr ismi, Allah düşmanlarına korku;

dostlarına ümit ve güven veriyor.

Page 21: Diyarbekir AnalarıÖte yandan, er-Rahîm olan Yüce Allah'ın el-Kahhâr ismi, bütün mazlumların, bütün mağdurların, bütün çaresizlerin, bütün güçsüzlerin ve her türlü

Biz bulalım çâreyi,Ağlamasın analar,Ak yerine karayı,Bağlamasın analar…

Buna dayanmaz yürek,Feryâdı duymak gerek!Oğlum-kızım diyerekÇağlamasın analar…

Sen büyüt bin zahmetle,Aldatsınlar nefretle,Göğsünü hep hasretle,Dağlamasın analar…

Bu din kardeşlik dini,Terör bölmesin seni,Zâlimin ekmeğini,Yağlamasın analar…

Al bayrağa kurban bol,Birliktir tek çıkar yol!Celil sen de destek ol,Ağlamasın analar…

Halil GÖKKAYA

Diyarbekir

Anaları

SahabedenEbu Ma’lek’in Duası

Ayşe Gül PINAR

İslâm İnancıve İman

Sümeyye Büşra YILDIZ

Gençlik veDin Öğretimi

Cansever DOKUZ

Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir.

NİSAN 2018YIL: 24 - SAYI: 210KASIM 2019YIL: 26 - SAYI: 229