Click here to load reader
Upload
turanian
View
256
Download
2
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçakların Rolü Dr. Salim CÖHÇE
Citation preview
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN TÜRKLEŞMESİNDE KIPÇAKLAR'IN ROLÜ
Dr. Salim CÖHÇE*
Tarihin en eski devirlerinden itibaren çeşitli Türk boylarının gelip yerleştikleri bir bölge olan
Doğu Avrupa bozkırları ile Orta Asya bozkırları arasındaki sahada ortaya çıkan Kıpçaklar'ın ilk
defa nereden ve nasıl geldikleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. O sebeple, Kun, Kimek
ve Kanglı gibi Türk zümreleri ile birlikte eski zamanlarda Batı ve Doğu Türkistan'ın güney
kısımlarında yaşayıp oradan Uzak-Doğu ve Avrupa içlerine yayılan Kıpçaklar'ın Milâd başlarında
Maveraünnehir civarında görüldüklerini, ancak daha sonra Kun, Kimek ve Kanglılar ile beraber
UraI- Altay Dağlarıarasında kalan sahayı işgal ettiklerini belirten ilim adamlarının1 yanında
Kıpçaklar'ı Kuzey Türkleri'nden sayan ve Oğuz Destanındaki bilgilerden hareketle onların
Sibirya'da İrtiş Nehri ile Ural Nehirleri arasında yaşayan Türkler olduklarını kaydedenler de
vardır.2 Bu kayıtlara göre VI. yy.'da Güney Rusya bozkırlarına yayılmaya başlıyan Sabirler de
kök itibariyle muhtemelen Kıpçaklar’a dayanmaktadır. Kaynaklarda “Kimek, Kun” gibi Türk
zümreleri yanında zaman zaman Başkurt, Uz, As ve Becne (Peçenek) gibi müstakil sayılan
boylar da Kıpçaklar içerisinde veya onlarla birlikte zikredilmişlerdir.3 Ancak bu zümreler ile
Kıpçaklar arasındaki münasebet de bugün için tam olarak ortaya konulabilmiş değildir.
Dolayısiyle Kıpçak ismi X. yy.'da geniş bir sahaya yayılmış ve bu isim altında birçok Türk boyunu
içine alan büyük bir birliğin ifadesi olarak görülmektedir.
Başlangıçta, Kıpçak-Uruğlar birliğini meydana getirenler; IV. yy.'dan itibaren ağırlığını batıya
kaydırmaya başlıyan Hun Devletinin, Hazar Denizinin kuzeyine kadar uzanan bölgelerde yaşayan
alanları buralardan sürmesiyle ortaya çıkan boşluğu birbirlerini takiben dolduran Kun, Peçenek,
Bulgar ve Oğuzları daha batıya iterek onların yerlerini alan Türk zümreleridir. Bunların hepsine
birlikte Kıpçak adı verilmiştir.
Orta Asya'da Göktürk hakimiyetinden sonra, VIII. yy'da bir müddet Uygurlar'a tabi olan Kıpçaklar,
daha sonra müstakil göçebe beylikleri şeklinde ayrı bir teşekkül haline gelmişlerse de,
muhtemelen Karahıtaylar'ın Orta Asya'da yükselemeye başlamasıyla, 1017 yılından itibaren
büyük kitleler halinde batıya kaymak zorunda kalmışlar ve 1050 yıllarına doğru 4 Doğu Avrupa'ya
yayılarak, Güney Rusya, Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Suriye ve Mısır gibi birbirlerinden çok
farklı bölgelerde önemli roller oynamışlardır. Esasen Gazneliler döneminde Harezm ve ona yakın
yerlerde oturan5 Kıpçakların bir kısmı Selçukluların güçlü oldukları devirlerde Avrupa içlerine,
Kafkaslar ve Balkanlara yönelirlerken, geriye kalanlar daha sonra diğer Türk boylarıyla birlikte
Selçuklu savunma teşkilâtını yıkarak güneye, Seyhun kıyılarına kadar inmeyi başarmışlar ve son
devirlerinde Harezmşâhlar Devleti içerisinde de etkili olmuşlardır.6 Ancak buralardaki faali-
yetleri çok uzun sürmemiş, XIII. yy başlarında Çingiz'in gelişiyle takriben 1217 veya 1218'lerde
Orta Asya'daki hakimiyetleri ile birlikte son bulmuştur.
Bu bölgedeki Kıpçakların büyük kitleler halinde Hindistan'a göç ettikleri, ve Delhi Türk
Sultanlığının kuruluşunda, dolayısiyle Hindistan'daki Türk hakimiyetinin doğuşunda büyük rol
oynadıkları da bilinen bir gerçektir.7 Kıpçaklar, belirtildiği gibi, çeşitli bölgelerde ayrı ayrı etkili
hamleler yapıp Türk tarihinde önemli bir yer tutmalarına rağmen, büyük bir boy birliği olarak
hiç bir zaman belirli bir merkez etrafında toplanarak güçlü bir siyâsî birlik meydana
getirememiştir. Bu sebeple de, bozkır rüzgarları gibi, her yönde devamlı hareket halinde bulunan
Kıpçaklar ile karşılaşmaktayız. Bunun sebebini Kıpçak uruğlarının büyük çoğunluğunun koyu
göçebe olmalarında, yani göçebelik gelenek ve usûllerini titizlikle muhafaza etmelerinde aramak
yerinde olur.8
Onun içindir ki, hiç bir yerde tutunamayan Kıpçakların hakim oldukları sahalarda hızlarının
kesildiği ve diğer Türk boyları veya başka milletlerin hakimiyetleri altına düştükleri andan
itibaren, daha çok hakim toplulukların baskısıyla yerleşik hayata geçtikten sonra şu veya
bu şekilde eriyip gittiklerini görmekteyiz.
Yayıldıkları geniş bölgelerde münasebette bulundukları çeşitli kavimler tarafından hepsi de,
"Sarışın / Sarışınlar / Sarımtırak / Solgun" manalarına gelen farklı isimlerle anılan, dolayısiyle
kaynaklarda değişik ad- larla yer alan9 ve bu bakımdan da bozkırlı Türk toplulukları arasında
bir istisna teşkil eden Kıpçaklann 1080 yıllarında doğuda; Talas havalisinden başlayarak batıda;
Tuna ağzına kadar uzanan sahada hakim oldukları görülmektedir Bu geniş sahada, her biri kendi
hanlarının idaresinde olmak üzere ayrı bölükler halinde yaşayan Kıpçaklar, Moğol istilâsına kadar
bir buçuk asırdan fazla bir müddetle hakim olarak, Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler
bırakırlarken, bunlardan Ten (Don) ve Kuban dolaylarında yaşamakta iken yakın münasebette
bulundukları Gürcüler vasıtasıyla veya daha sonra Moğolların baskısıyla Kafkasların güneyine
geçenler de Azerbaycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerinde derin
tesirler bırakmışlardır.
Büyük Selçuklu İmparatorluğumun Melikşah'ın ölümüyle içine düştüğü taht kavgaları, Haçlılar ile
yapılan mücadele ve bilhassa mahallî Türk hükümdarlarının kendi aralarındaki mücadeleler, daha
önce Türk baskısı ile dağlara sığınan Gürcülerin bulundukları bölgelerden inerek Azerbaycan
ve Doğu Anadolu'da bir takım faaliyetlerde bulunmalarına zemin hazırlamıştır.
Gürcü Kralı Bagratlı David II (1088-1125), Il.'yy'ın sonlarına doğru en kudretli devirlerini yaşayan
ve bu arada; 1091'de Peçenekleri imha ederek Bizans'ı büyük bir felâketten kurtardıkları gibi, Rus
Knezlikleri hatta Lehistan'a kadar akınlarda bulunan10 Kıpçaklardan sağladığı büyük
destekle, bölgedeki göçebe Oğuzları Çoruh Nehri havzasına ve Pasinler'e doğru çekilmeye
mecbur bırakmıştı. 11 Küçük Gürcistan'ın gösterdiği bu başarılar ilk bakışta hayret uyandırır.
Yalnız, Gürcü Kralı David'in Kıpçak beylerinin en mümtazı Karahan'ın oğlu Atrak (Otrok)'ın güzel
kızı ile evlenerek, "Büyük, kahraman, hücumlarda mahir Kıpçak Türklerine" dayandığı ve Kıpçak
kütlelerinin de "Kür ve Çoruh dolaylarını görülmemiş bir kudret ve genişlikte canlandırdıkları"
12 düşünülürse, bu başarılara şaşmamak gerekir.
Nitekim David, aileleri ile birlikte getirdiği büyük Kıpçak kütlelerini memleketinin en güzel
yerlerine yerleştirirken, onlardan 40.000 kişilik seçkin bir ordu kurmuş ve bu orduyu'da Türk
usulüne uygun bir şekilde donatmıştır. Hatta Selçuklu örneğine göre sarayına aldığı 5000 Kıpçak
gencini de Hrıstiyan terbiyesi ile yetiştirerek kendi muhafız kıtasını da bunlardan teşkil
etmiştir.13 Bu arada Kıpçak akınlarından bunalan ve 1113'de Kiev Knezliğine getirilen Vladimir
Monomarh etrafında toparlanan Rus Knezleri karşısında tutunamayan Kayınbabası Atrak ve
kayınbiraderlerini de Gürcistan'a davet eden David, bunlarla beraber gelen Kıpçaklar14 ile
birlikte 1120 yılında Gürcistan'da kışlayan Türkmenler'e saldırmış ve bu kalabalık göçebeleri
imha, esir ve kaçmaya mecbur etmiştir.
Böylece takriben 400 yıl Müslüman Arap ve Türk fatihlerinin elinde kalan, ilmî, dinî ve hayır
müesseseleri ile Türk - İslâm medeniyet merkezlerinden birisi haline gelmiş bulunan Tiflis'i de
1121 veya 1122'de zaptederek, burasını Gürcü Krallığının başşehri haline getirmiştir.15 Kral
David, Türkler'e karşı kazandığı zaferler ve başardığı mühim işlerden sonra Karabağ ve
Azerbaycan'a yönelmiş, başında bulunduğu Kıpçak ordusu ile birlikte 1124 yılında İspir ve Oltu'ya
kadar ilerleyerek Şirvan Şahlar'ı vergiye bağladığı gibi Saltuklu, Sökmenli, Mengücekli, Artuklu
Beyleri ve daha sonra Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı bir mücadelenin temellerini atmıştır.16
Bu arada Haçlılar'a karşı büyük başarılar elde eden Mardin Artuklu hükümdarı İlgazi'yi de Tiflis
yakınlarında büyük bir hezimete uğratmayı başaran (1122 Ağustos) David, Kafkas geçitlerini
de ele geçirmek üzere harekete geçmiş bulunuyordu. Ancak 1124 yılında Temür-Kapı (Derbent)
kumandanı, kendisine bağlı Kıpçaklar ile karşısına çıkmıştır. Böylelikle karşı karşıya gelen iki
Kıpçak ordusundan David'in emrinde bulunanlar ile Gürcüler arasında anlaşmazlık çıkmış ve
kendi soydaşları ile savaşmak istemeyen Gürcü ordusundaki Kıpçakların isyan etmesi üzerine
Kral David bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. 17 Bu sırada Hartli'de kışlık
mahaller inşa eden Kıpçakların Kür ve Çoruh havzasında kışlayan Türkmenler'e saldırdıklarını ve
Ahalkelek'i işgal ederek Oltu'yu da yaktıklarını görmekteyiz.18
Ancak Kiev Knezi Vladimir Monamach'm 1125 yılında ölümünden sonra Kıpçak Beyi Atrak'ın da-
madınnı daveti üzerine geldiği Gürcistan'dan tekrar kendi yurduna döndüğü anlaşılmakta ise de,
onunla birlikte gelen Kıpçaklar'dan büyük bir kısmı geri dönmeyerek orada kalmış ve
bugünkü Kür, Çoruh ve Çıldır gölühavalisinde yaşayan Türklerin atalarını teşkil etmişlerdir. 19
Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında da askeri gücü meydana getiren Kıpçaklar, 1177'den
itibaren Gürcü krallığının büsbütün hakimi haline geldiler. Güzel kraliçe Thamara (1184-1213)
zamanında ise kuzeyden Sevinç başkanlığında gelen yeni Kıpçak kütleleri bu krallığın askeri ve
siyâsî alanda tarihinin en parlak çağını yaşamasına sebep olmuştur. 20 Ancak bu sırada Karahıtay
baskısıyla Türkistandan göçederek denizdeki kumlar misali Azerbaycan ve Karadağ'ı dolduran
Türkmenler,21 Kıpçaklar eliyle gerçekleştirilen Gürcü yayılmasını önemli ölçüde durdurdukları
gibi, bizzat bu krallığın topraklarına karşı da yeniden akınlara başlamış bulunuyorlardı.22 Buna
rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faaliyetlerini bir müddet daha devam ettirdiklerini ve
1207'de Erzurum'a girdikleri gibi, 1210 yılında da o dönemin önemli Türk-İslâm merkezlerinden
birisi olan Ahlat Önlerine kadar ilerlediklerini görmekteyiz.23 Bu faaliyetlerde gösterilen
kudretin temelinde yatan Kıpçak unsurunu görmek istemeyen Avrupalılar, Türk-İslâm
dünyasını arkadan vuran söz konusu Gürcü taarruzlarını "Gürcülerin Haçlı Seferleri/La croisade
Georgiens" olarak nitelendirmekte24 iseler de; 1225'de ölen Atabeg Özbeg'in ülkesine hakim
olarak yeni bir devlet teşkil etmek için harekete geçen ve ilk iş olarak Gürcistan üzerine yürüyen
Celâleddîn Harezmşâh karşısında, geçmişte Harezmşâhlar ile olan "tuz hakkı"na saygı göstererek
Gürcü ordusunda yer alan yirmibine yakın seçme Kıpçak askerinin cepheden çekilmesi sebebiyle
yaklaşık yüz yıldır başşehir halinegetirdikleri Tiflis'i dahi kaybederek (1226) Doğu Anadolu ve
Azerbaycan'daki Türk varlığı için artık bir tehlike olmaktan çıkan25 Gürcülerin yükselişinde
Kıpçakların oynadıkları rolün önemini inkar etmek mümkün değildir.
Esasen Moğolların hâlâdoğuda uğraştıkları bir sırada Gürcüleri tenkil ederek Moğol tahribat ve
kıtalleri karşısında Türkistan’dan kopan sel misali Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya akan Türk
dalgalarının göç yollarını emniyete alan Celâleddîn Harezmşâh'ın önce Hindistan'a, sonra da Doğu
Anadolu'ya sığınması da sebepsiz olmayıp, büyük Ölçüde bu bölgelerde yaşayan Kıpçaklar ile
alâkalıdır. Nitekim onun Hindistan'da olduğu gibi Doğu Anadolu'da da Kıpçaklara
dayanmaya çalıştığı gözden kaçmamaktadır.
Gürcüler vasıtasıyla veya Rus baskısıyla Kafkaslar'ı aşıp Karadeniz'in doğusuna ve Azerbaycan'a
yerleşerek yukarıda bahsedildiği şekilde önemli hadiselere karışan Kıpçakların da Türklük alemi
için büyük bir felâket haline gelen Asya'daki Moğol yükselişinden kısa sürede etkilenmeye
başladıkları görülmektedir.
Nitekim Orta Asya'daki Kıpçak Uruğlarını itaat altına aldıktan hemen sonra; 1220 yılında 11.yy'in
başlarından itibaren bilhassa askerî gücünün tamamına yakınını Kıpçakların meydana getirdiği
Harezmşâhlar Devletini de dağıtan Moğollar, Harezmşâh Muhammed'i takip bahanesiyle
Azerbaycan ve Gürcistan'ı yağmalayarak Şirvan'a girmişler ve burada yerleşmiş olan Kıpçaklarla
karşılaşmışlardır. Kıpçak Başbuğlarına elçiler île birlikte hediyeler gönderip kendilerinin de
aynı cinsten olduklarını belirterek onları müttefiki alanlardan ayırdıktan sonra aniden taarruza
geçen Moğollar karşısında Kıpçakların büyük bir kesimi dağlara, ormanlara sığınarak
yokolmaktan kurtulmayı başarırken çok az bir kısmı da Azak Denizi kıyılarına doğru
kaçabilmistir.26
Bu hadiseyi müteakip Moğol baskısı esas Kıpçak ilinde de kendisini hissettirmekte gecikmemiş ve
1223'de Kalka'da Birleşik Rus ordusuyla beraber Moğolların karşısına çıkan Kıpçaklar,
mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu anladıklarından Ruslardan ayrılarak hızla Kiev
Knezliği arazisine ve Balkanlara yönelmişlerdir. Bu arada Kırım'a sığınanlar ise devam
eden Moğol saldırılarısebebiyle meşhur ticaret şehri Sudak (Suğdak) üzerinden, deniz yoluyla
Sinop limanı'na çıkarak Karadeniz'in güney kıyılarına yayılmaya başlamışlardır.27 Sinop,
Kastamonu ve Zonguldak hattının kuzeyindeki bölgelerde halen varlığını devam ettiren Kıpçak
ağız özellikleri; Prof. Dr. Z. Korkmaz'ın incelemesinde belirttiği gibi, 28 daha sonraki dönemlerde
söz konusu bölgeye göç eden Kıpçakların hatırası olsa bile,29 başlangıçta bu hadise ile de ilgili
olabilir. Ancak Moğol baskısı ile Sinop Limanı'na çıkarak Anadolu'ya sığman Kıpçakların
yayıldıkları bölgeler ve buralarda ne gibi faaliyetlerde bulundukları hakkında bugün herhangi
bir bilgiye sahip değiliz.
Onun için bu Kıpçakların Sinop'un batısına ve iç kesimlere nüfuz etme imkanıbulamadan, belki de
doğudaki büyük Kıpçak kitleleri ile birleşmek arzusuyla Doğu Karadeniz bölgesine
yayıldıklarını kabul etmek mümkündür. Ayrıca yine Moğol istilâsı ve kıtalleri sebebiyle 1222'den
itibaren Kafkaslardan güneye inerek Şirvan, Azerbaycan ve Gürcistan'ı yağmalayan Kıpçaklardan
bir kısmı Gence valisi Atabeg Özbeg'in emrine girerek Gürcülere karşı savaşırken Gürcülerin
emrine giren ve daha çok hristiyan oldukları anlaşılan diğer kısmı ise güneydeki Türk ülkelerine
yapılan tecavüzlere iştirak etmişdir.30
Daha sonra büyük çoğunluğunun Celâleddîn Harezmşâh'ın etrafında birleştiği anlaşılan bu
Kıpçaklardan bir bölümü onun 1231'de ölümü üzerine Selçuklu ordusunda yer alırken geriye
kalanların ise 1239 yılında Batu komutasında tekrar harekete geçen Moğollar karşısında
tutunamayarak Azerbaycan ve Kafkasların güneyinden yine deniz yoluyla Doğu Karadeniz
kıyılarına yayılmaya başladıkları anlaşılmaktadır.31 Esasen bu Moğol taarruzlarıneticesinde;
etnik açıdan büyük ölçüde yine Kıpçak olarak kalmasına32 rağmen Karadeniz'in kuzeyindeki
bölgelerde önemli derecede nüfus kaybına uğrayıp yönetici kesimleri de imha edildiğinden
siyâsî rolleri biten Kıpçaklar, artık buraların hakimi olmaktan çıkarak yerlerini Altın Ordu
Hanlarının "Yeni Nizâmı”na terketmişlerdir. 33 Karadeniz'in güney sahillerine geçen ve
daha çok Doğu Karadeniz bölgesine yayıldıkları anlaşılan Kıpçaklar ise yine Moğol baskısıyla
Anadolu'nun kuzey ve güneyindeki dağlık kesimlere çekilerek buralarda büyük bir nüfus kesafeti
meydana getiren diğer Türk zümreleri sebebiyle iç kısımlara yayılma İmkanı bulamadan kıyılarda
ince bir şerit halinde tutunmak zorunda kalmış olmalıdır.
Dolayısıyle Bizans eliyle Trakya'dan,34 Gürcüler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden gelenler
yanında çok çeşitli sebeplere bağlı olarak Selçuklular arasında da görülen35 ve Kafkasların güneyi,
Azerbaycan ile Anadolu'nun değişik bölgelerinin Türkleşmesinde Oğuzlardan sonra ikinci
derecede önemli rol oynadığı anlaşılan Kıpçaklardan yukarıda belirtildiği şekilde Doğu Karadeniz
kıyılarına yerleşenlerin de, bu bölgenin Türkleşmesinde hatırı sayılır bir yere sahip olduğu
muhakkaktır. Onun için, bugün daha çok Karadeniz bölgesinde görülen sarışın, yeşil gözlü ve
güzel bir yüze sahip olma36; temel gıdalardan birisi olarak Kıpçaklar'da olduğu gibi37 mısıra
(darıya) dayanma; bölgenin ağız özelliklerindeki farklılıklar38: Ibn Hurdadbih'de de
belirtildiği üzere39 “Kıpçak” kelimesine verilen bir diğer anlamın "öfkeli, birden kızan"
olması halinin bölge ahalisinin karekter yapısının izahına uygunluğu ve bir Kıpçak
oyunu olması büyük ihtimal dahilinde bulunan "Kozağı" oyununun hâlen Ruslar ile birlikte
Kafkaslarda bütün hareketliliği ile yaşayan özelliklerinin Doğu Karadeniz bölgesi oyunlarında da
aynen görülmesi gibi hususları büyük ölçüde bu bölgeye yayılan Kıpçakların bir hatırası olarak
düşünmek mümkündür. Kaynak eserlere ve bulunabildiği kadarıyla arşiv vesikalarına da-
yanılarak yapılacak incelemeler, üzerinde durulması gereken bu konuyu bütün yönleriyle olmasa
bile ana çizgileriyle ortaya koyabilir.
Kaynak: Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi (Samsun 13-17 Ekim 1986) Bildirileri,
Samsun 1988.
(*) Fırat Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü.
(1) Bkz. A.Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981. s. 159 vd.
(2) B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara 1979, s. 152.
(3) A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 162.
(4) Doğu Avrupa'daki Kıpçaklardan ilk defa bahseden Rus kroniği 1055 tarihlidir. Bkz. İ. Kafesoğlu, Türk
Milli Kültürü, Ankara 1977 s. 166: A.N. Kurat, IV-XVII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri
ve Devletleri, Ankara 1972, s. 72.
(5) A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 160.
(6) İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1984, s. 91 vd. O. Turan, Türk İslâm Medeniyeti ve
Selçuklular Tarihi, İstanbul 1980, s. 267; F. Köprülü, "Harezm11, İA. V, s. 250.
(7) Bu hususta Bkz. S. Cöhce, Şemsî Melikleri, Elazığ 1986, (Basılmamış doktora tezi).
(8) A.N. Kurat, a.g.e., s. 75.(9) Bizanslıların "Komanen", Macarlar'ın "Kun", Ruslar'ın "Polovtsı", Almanlar'ın
"Falben", Ermenilerin "Karteş", İslâmlar'ın "Kıpçak" diye isimlendirdikleri ve bugün batıda daha çok
Latinler'in verdikleri "Kuman" adıyla bilinen Kıpçaklar'ın kaynaklarda gösterildikleri dana başka sekliler için
Bkz. İ Kafesoğlu, a.g.e., s. 166: L. Rasonyi. Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 140.
(10) A.N. Kurat, a.g.e., s. 79.
(11) O. Turan, a.g.e., s. 269.
(18) M. Brosset, a.g.e., s. 369 vd.
(19) A.N. Kurat, a.g.e., s. 84: F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, 1, İstanbul 1953, s. 376 - 381.
(20) M. Brosset, a.g.e., s. 363 : İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 172.
(21) O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 271.
(22) O.Turan, a.g.e., s. 272 : A.Z.V. Togan, a.g.e., s. 200'de Gürcüler'e karşı savaşan müslüman Kıpçaklardan da
bahseder.
(23) O. Turan. Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 107.
(24) O. Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 272.
(25) Nesevi, Celâlüttin Harezemşah, (nşr. N. Asım) İstanbul 1934, s. 75 vd.
(26) A.N. Kurat, a.g.e., s. 92: O. Turan, Selçuklular Tarihi., s. 274.
(27) O. Turan, a.g.yer.
(28) Bkz. Z. Korkmaz, "Bartın ve Yöresi Ağızlarındaki Lehçe Tabakalaşması" Türkoloji Dergisi, 11 (1965) s.
265-287.
(29) İbn-i Bibi, El-evâmirü'l Alâiyye fi'l umûri'l Alâiyye, (nşr. A.S. Erzi) An- kara 1956, s. 300-307 ve s. 323-
330'da Selçuklu Sultam Ala ed-dîn Key- kubâd'ın emriyle Hüsâm eddin Çoban'ın Suğdak Üzerine yaptığı sefer
ve buradan getirilen Kıpçak asıllı esirlerin Sinop ile Kastamonu arasını doldurduğu uzun uzadıya
anlatılmaktadır. (Ayrıca bu hususta Bkz. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 357 vd.)
(12)İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 172.
(13) O. Turan, a.g.e., s. 169.
(14) M. Brosset, Histoire de la Georgie 1, St. Petesburg 1849, s. 362.
(15) O. Turan, a.g.e., s. 270.
(16) Bu mücadeleler için Bkz. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi,
İstanbul, 1973, s. 6 vd., 19 vd., 62, 91, 105, 148.
(17) M. Brosset, a.g.e., s. 365 vd.
(30) O. Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 274.
(32) O. Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 491.
(32) İtalyan ve Alman misyoner tacirleri, tarafından 1303 yılında Kırım'da hazırlanan "Codex Cumanicus" bu
hususu teyid ettiği gibi Altın Ordu devletinin de daha çok Kıpçak ahali üzerinde yükseldiğini
göstermesi bakımından önemlidir. Bkz. A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi 11, İstanbul 1958, s. 168 - 195.
(33) A. Nimet Kurat, a.g.e., s. 97 : I. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 173.
(34) Lâtinlerln İstanbul'da kurdukları imparatorluğu (1204-1261) I. Baudouin'i 1205 yılında Edirne'de esir
alarak sarsan ve Nikea (İznik) Devletinin yükselmesini sağlayan Kıpçaklardan büyük bir bölüğü bir nevi ıkta
kargılığı Batı Anadolu'ya yerleştiren J. Vatatzes (122-1254) yanında Oğlu Theodor Laskeris de bir kısım
Kıpçakları Türkmenlere karşı koymaları için İznik Devletinin sınırlarına yerleştirmiştir. Bkz. L. Rasonyi,
Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 154: C. Chaen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, İstanbul 1979, s.
(35) Bu hususta Bkz. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniye ti, s. 265-276.
(36) El-Ömeri, Mesâlikü'l-Ebsâr adlı eserinde; huylarının iyiliği, cesaret, yiğitlik ve dürüstlükleri ile
Türkmenlerin en iyileri olduğunu belirttiği Kıpçakların vücud yapılarının güzelliğinden de bahseder.
Bkz. W.G. Tiesenhausen, Metinler 1, 1941, s. 373.
(37) Bu hususta Bkz. A.N. Kurat, a.g.e., s. 104.
(38) Ağız özelliklerindeki farklılıkların çeşitli Türk zümrelerinin tayininde kullanılması hususunda Bkz. 2.
Korkmaz, "Anadolu Ağızlarının Etnik Yapı İle ilişkisi Sorunu," TDAY, (1971) s. 21-23, Ayrıca; Kıpçak Lehçeleri
grubunda görülen g/v değişmesinin Varna ve Razgat ağızlarında olduğu gibi Ordu ağzında da görüldüğü
hakkında Bkz. 2. Korkmaz "Bartın ve Yöresi Ağızları" Türkoloji Dergisi, I/l, s. 105
(39) Bkz. İ Kafesoğlu, a.g,e., s. 166.