64
Eylül 2015 öyle bir ağlasam, öyle bir ağlasam ki çocuklar size hiç gözyaşı kalmasa. öyle bir aç kalsam, öyle bir aç kalsam ki çocuklar size hiç açlık kalmasa. öyle bir ölsem öyle bir ölsem ki çocuklar size hiç ölüm kalmasa “

Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Eylül 2015

“ öyle bir ağlasam,

öyle bir ağlasam ki çocuklar

size hiç gözyaşı kalmasa.

öyle bir aç kalsam,

öyle bir aç kalsam ki çocuklar

size hiç açlık kalmasa.

öyle bir ölsem

öyle bir ölsem ki çocuklar

size hiç ölüm kalmasa “

Page 2: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?
Page 3: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Anton Çehov bir öyküsünde der ki;

“ Kimse huzurlu değil, çünkü içinde bulundukları gemi fırtınaya

tutulmuş ve yalpalıyor. ”

Ülkemiz ve dünyada umutsuzluğun verdiği bulantıyı hissettiren

günler yaşıyoruz.

İnsanlık yüzyılardır acılarla biriktirdiği sayısız duyguyu, düşünceyi,

edebiyatı, sevgiyi, sanatı, estetiği, dostluğu, barışı sanki bir iki gecede

unutmuş gibi.

Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz,

katı olduk?

Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden

mi fark edemedik?

Bunun getirdiği savaş ve korku ortamının 1 Eylül Barış Günü’ne

yüklediği burukluğun gölgesinde yine barışı yazıyoruz.

Adana Eczacı Odası

Yayın Komisyonu

Adana Eczacı Odası Bülteni

3

Page 4: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

SAHİBİ

Ecz. Ersun ÖZKANTEB 4. Bölge Adana Eczacı Odası Başkanı

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Ecz. Ö. Mürsel YALBUZDAĞAdana Eczacı Odası Genel Sekreteri

YAYIN KURULU ÜYELERİ

Ecz. Zühal Seher CENGİZ

Ecz. Kezban TANGERLİ ATICI

Ecz. Betül TAŞTEPE

Ecz. Buğra ÜSGÜLOĞLU

Ecz. Esra HAKÖVER

Ecz. Fatma Feyza ÇETİN

Ecz. Gürkan KÖSE

Ecz. Hayriye GÜLTEKİN KARABULUT

Ecz. Hikmet GÜNEŞ

Ecz. İbrahim ŞUMNU

Ecz. Mehmet Serkan KILIÇ

Ecz. Nihal ŞEN

Ecz. Özlem DÜNDAR

Ecz. Sevilay ÇAKMAK

Ecz. Zeynep BİÇER

YÖNETİM YERİ ve YAZIŞMA ADRESİ

Reşatbey Mah. Adalet Caddesi No : 24

Seyhan / ADANA

Tel : 0 322 458 10 50

Faks : 0 322 454 78 96

web : www.adanaeo.org.tr

e-posta : [email protected]

e-posta : [email protected]

GRAFİK TASARIM

Artı Tanıtım Ltd. Şti. / Adana

Tel & Fax : 0 322 453 56 97

e-posta : [email protected]

BASIM YERİ

Ulusoy Matbaa / Adana

Tel : 0 322 432 22 32

05Mesleğimize Sahip Çıkalım

07Nükleer Enerji

15Barış İçin Son Çıkış

17Çağın Hastalığı Hangisi?

24Sevmek İnanmaktır

26Barışa Kaçışın Karşılığı Var Mı?

33Hepimizin Mesleği

35Şimdi Reklamlar

37Endorfin

40Eczanede Hareket

43Şampuanlar

46Şiir Sayfası

49Faaliyetlerimiz

60Basında Adana Eczacı Odası

Eylül

2015Adana Eczacı OdasıYayın Organı

7

17

26

37

40

Page 5: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Değerli Meslektaşlarım,

Her gün biraz daha Ortadoğu bataklığına çekil-

meye çalışıldığımızı konuşurken bu gün maalesef iç

savaşın eşiğine getirilen bir ülke olduk. Tahammül-

süzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün egemen olduğu bir

ortamda siyasi inatlaşmalar ve yanlış tercihler sonu-

cu içeride ve dışarda adı konmamış bir savaş yaşanı-

yor. Her gün gelen yeni şehit haberleri ile kutuplaş-

maların nefrete dönüştüğü, toplumsal gerginliğin

sürekli tırmandığı günleri yaşıyoruz.

7 Haziran Genel Seçimleri öncesi konuştuğumuz

demokrasi, insan hakları, hukuk, laiklik, yolsuzluk

söylemleri yerini iç savaş söylemlerine bıraktı. Siyasi

inatlaşmaları uğruna halka ağır bedeller ödeterek

gencecik insanların kanını akıtanların er ya da geç

bunun bedelini ödeyeceklerini bilmeleri gerekiyor.

Maalesef 2002 yılında başlayan ve süslü söylem-

lerle sunulan politikalar geldiğimiz noktada yıkımla

sonuçlanmış, kamu vicdanında ciddi hasarlar oluş-

turmuştur.

Umut ediyor ve diliyorum ki, 1 Kasım tarihinde

yapılacak olan erken seçim daha fazla geç kalma-

dan bu yıkım sürecinin sonu ve yeni bir başlangıç

olarak belki yıllarca sürmesi gerekecek bir onarım

döneminin başlangıcı olur.

Böylesi yoğun ve ağır bir gündemin gölgesinde

2015 Seçimli Olağan Genel Kurulumuzu mesle-

ki geleceğimiz açısından karamsar ve bir o kadar

umutsuz bir tabloda gerçekleştireceğiz. Çünkü

2002 yılından günümüze eczanelerimizin yaşadığı

Ecz. Ersun ÖZKANTEB 4. Bölge Adana Eczacı Odası Başkanı

Adana Eczacı Odası Bülteni

5

Page 6: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

ekonomik çıkmazların aşılamadığı, binlerce ecza-

cının yoksulluk ve hatta açlık sınırında mücadele

verdiğini ve her gün daralan eczane ekonomileri

ile eczacının elinden alınarak birilerinin cebine ak-

tarılan eczane cirolarıyla eczacılık hizmeti verileme-

yeceği ve buna ilave olarak Sağlık Bakanlığı verileri

ile 2023 yılında yaklaşık 9000 işsiz eczacı ile yeni ve

daha büyük problemler bizleri beklerken, yönetim

anlayışlarımızla bir şeylerin değişmesi artık zorun-

luluk halini almıştır.

Bu anlamda 19 – 20 Eylül 2015 tarihinde yapaca-

ğımız Seçimli Olağan Genel Kurulumuz da Adana

Eczacı Odası yönetim kadroları belirlenirken nasıl

bir TEB sorusuna da yanıt bulunacak olması gerek-

çesiyle tüm eczacı kamuoyu tarafından sonucu me-

rakla beklenen bir genel kurul olacaktır.

Bizler Adana Eczacı Odası yöneticileri olarak 4 yıl-

lık görev süremiz boyunca var olan TEB yönetim an-

layışına destek vererek bir şeylerin değişerek düzel-

mesi için emek harcadık ve sabırla bekledik. Fakat

geldiğimiz noktada tüm eczacılar olarak önce bir-

lik ve beraberliğimizi kaybettik. Ardından yaşanan

ekonomik kayıplarla birlikte mücadele gücümüzü

sonrasında örgütlerimize ve örgütlülüğümüze olan

inancımızı yitirdik. Şimdi sıra geleceğe dair umutla-

rımızın kaybolmasına geldi. İşte bu nedenlerle biz-

ler taşıdığımız sorumluluk gereği zor gibi görünen

aslında çok basit bir karar verdik. Ya duygularımızla

davranarak ilaç ve eczacılık alanında yaşanan çökü-

şü seyretmeye devam edecektik. Ya da doğruları-

mızla hareket ederek olanlara seyirci kalmayacaktık.

Bizler ikinci yolu seçerek “kral çıplak” demeyi mes-

leğimize ve dolayısıyla geleceğimize sahip çıkma

yolunu seçtik. Biliyoruz ki tıpkı 2011 yılında söyle-

diğimiz gibi yine “artık hiçbir şey eskisi gibi olma-

yacak” ve TEB yönetim anlayışı değişerek yeniden

şekillenecek. Çünkü Adana Eczacı Odası tarafından

seslendirilen bu değişim isteği birçok eczacı oda-

sında ve TEB yönetim kadrolarında karşılığını bula-

rak amacına ulaşmıştır.

Bu anlamda 19 - 20 Eylül tarihlerinde gerçekleşti-

receğimiz Seçimli Olağan Genel Kurul sonucu Ada-

na Eczacı Odası’ nın önümüzdeki dönemde yaşana-

cak değişim ile birlikte yeni oluşacak yapılanmanın

neresinde olacağının belirlenmesi adına anlam ifa-

de etmektedir.

Değerli Meslektaşlarım,

Bizler 2011 yılında sizlerin onayı ve yol arkadaşlığı

ile bu yola çıktık. Bu yolda inançlarımız ve mesle-

ki sorumluluğumuz doğrultusunda doğru olarak

bildiklerimizi söylemekten ve bunları hayata geçir-

mekten çekinmedik. Bu gün yine inandığımız doğ-

rularımızla sizlerin karşısına çıkarak geçmiş 2 yılın

değerlendirmesi ile birlikte nasıl bir Eczacılık ve Türk

Eczacıları Birliği sorusunun yanıtını sizlerin vermesi-

ni istiyoruz.

İlaca, Eczacılığa ve Eczacılara sahip çıkan; geç-

mişte ve bugün yöneticilik yapan tüm meslektaş-

larıma, mesleğine sahip çıkan tüm eczacılarımıza,

bizlerden desteğini esirgemeyerek çıktığımız bu

yolda cesur ve kararlı bir duruş sergileyen yol arka-

daşlarıma şükran ve minnet duygularımla teşekkür

ediyor, barışın ve demokrasinin hakim olduğu, in-

san hayatının hakkettiği değere kavuştuğu yarın-

larda sağlık emekçileri olarak hakettiğimiz günleri

yaşamak dileğiyle...

Adana Eczacı Odası Bülteni

6

Page 7: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Ecz. Buğra ÜSGÜLOĞLU

NükleerEnerji

Adana Eczacı Odası Bülteni

7

Page 8: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Füzyon (çekirdek birleşmesi), doğada yıldızla-

rın enerji kaynağı olarak görülür, iki küçük atomun

daha ağır bir atom çekirdeği meydana getirecek

şekilde birleşerek enerji açığa çıkartmasıyla oluşur.

Füzyon enerjisini kullanabilmek adına çalışmalar

devam etse de bizim için şimdilik önemli olan nük-

leer reaktörlerin kullandıkları fisyon reaksiyonudur.

Fisyon reaksiyonu kısaca ağır atom çekirdekleri-

nin nötron yakalayarak parçalanmasıdır. Örneğin

bir nükleer santralde uranyumun fisil (fisyona gire-

bilen) izotopu olan U-235 nötron bombardımanına

tutulunca ağır atom çekirdeği daha hafif iki çekir-

değe bölünür, ortalama 2.5 nötron ve enerji açığa

çıkar. Açığa çıkan nötronlar da diğer uranyum çe-

kirdekleriyle fisyon oluşturarak zincirleme bir reak-

siyon başlatabilirler. Kontrollü enerji elde edilmesi

için 2.5 nötronun 1 tanesinin yavaşlatılması gerekir.

Bu sağlanamazsa zincirleme reaksiyon kesilir, 1’den

fazlası yavaşlatıldığında ise zincirleme reaksiyon

kontrolden çıkarak reaktör çekirdeğinin erimesine

yol açar. Nötronları yavaşlatmak amacıyla nükleer

reaktörlerde grafit, su veya ağır su kullanılır. Tek bir

uranyum atomunun fisyonundan 200 MeV (milyon

elektron volt) enerji elde edilir. Bir kömür atomun-

dan ise yaklaşık 4 ev enerji elde edilir, verimlilik farkı

çok büyüktür.

Doğada bulunan uranyum genellikle U-238 şek-

lindedir, fisil U-235 izotopu doğadaki uranyumun

yalnızca %0.711 kadarını teşkil eder. Çoğu nükleer

santral U-235 kullandığı için öncelikle %3-5 oranın-

da zenginleştirilir.

Nükleer reaktörler nükleer yakıtın bulunduğu

ve kontrollü bir şekilde nükleer zincirleme reaksi-

yonun sürdürüldüğü aygıtlardır. Tercih edilen yakıt

genellikle U-235’tir. Silindirik yakıt çubukları halinde

bulunan U-235’in fisyonu sonucu oluşan ısı soğu-

tucu olarak görev yapan sıvıya iletilir. Soğutucu sıvı

ısıyı ayrı bir su bölmesine taşır. Buradaki su yüksek

basınçlı buhara dönüşerek türbini döndürür ve me-

kanik enerji elde edilmiş olur. Bu mekanik enerjiyle

jeneratörden elektrik üretimi gerçekleşir.

Adana Eczacı Odası Bülteni

8

Page 9: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Nükleer Kazalar

Dünyada nükleer kaza ve olayların derecelendiril-

mesi için 1990 yılından beri Uluslararası Radyolojik

Olay Ölçeği (INES) kullanılmaktadır. 7 seviyeden olu-

şan ölçekte ilk 3 seviye “olay”, 4. seviyeden itibaren

ise “kaza” olarak nitelendirilmektedir. Bu ölçeğe göre

şu ana kadar Çernobil ve Fukuşima’da olmak üzere

2 tane 7. seviye kaza (Planlı ve uzun süreli karşı ön-

lemlerin uygulanmasını gerektiren, sağlık ve çevre

üzerinde yaygın etkileri olan büyük miktarda radyo-

aktif madde salımıyla sonuçlanmış kazalar) gerçek-

leşmiştir.

Çernobil Faciası, 26 Nisan 1986 tarihinde reaktör

aniden çalışmayı durdurursa türbinin acil soğutma

sistemine ne kadar süreyle güç sağlayabileceği test

edilirken gerçekleşen bir hatalar dizisi sonucunda

gerçekleşti. Sonuç korkunçtu. Hiroşima ve Naga-

zaki’ye atılan atom bombalarının yaydığı radyasyo-

nun 200 katı havaya, suya ve toprağa karışmıştı. 8

gün yarılanma ömrü olan iyot-131 ve 30 yıla kadar

yarılanma ömrü olan sezyum-137 halkın maruz kal-

dığı radyasyon dozunun çoğundan sorumluydu. İlk

günkü radyasyon dozu (20000 milisievert- mSv) 6’sı

kazaya müdahale eden itfaiyeciler olmak üzere 28

ölüme yol açtı. Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’da

kontamine olan bölgelerde yaklaşık 5.5 milyon kişi

yaşıyordu. Bu bölgelerdeki insanların karşılaştıkları

kanser vakalarının ne kadarının Çernobil faciasıyla

doğrudan ilişkili olduğu konusunda oldukça çelişki-

li sayılardan bahsediliyor. Dünya Sağlık Örgütü uzun

vadede toplam ölü sayısının 4000 civarına ulaş-

masını beklerken Uluslararası Kanser Araştırmaları

Ajansı (IARC - The International Agency for Resear-

ch on Cancer) 2065 yılına geldiğimizde Çernobil’e

bağlı 16000 tiroid kanseri ve 25000 farklı kanser va-

kalarının görüleceğini, bunların 16000’inin ölümle

sonuçlanacağını tahmin etmektedir. UCS (Union Of

Adana Eczacı Odası Bülteni

9

Page 10: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Concerned Scientists) örgütü yaklaşık 27000 ölüm

gerçekleşeceğini iddia ederken Dünya Sağlık Ör-

gütü’nü eleştiren bir Greenpeace raporunda kayıp

sayısının 200000’i bulabileceği belirtiliyordu. Çeşitli

araştırmalarda bu kadar büyük farkların oluşması

hem kullanılan yöntemlerin ve verinin yetersizliğini

hem de siyasal yönelimlerin etkisini gösteriyor. He-

saplanamayacak dolaylı etkileri eklediğimizde ise

durumun korkunçluğu artıyor; travma sonrası stres

bozukluğunun yol açtığı sosyal sorunlar, %20-30

oranında artmış bebek ölüm oranı, sakat doğum

korkusuyla zorlanmış düşükler, alkolizm ve mad-

de bağımlılığında artış, genetik bozukluklar, organ

deformiteleri, tiroid kanserine yakalanmış sayısız

çocuk ve travmaya uğramış nesiller ödenen bedeli

gerçekleşen ölüm sayısının çok daha üzerine çıkar-

tıyor.

INES ölçeğine göre 7. seviye sayılan ikinci kaza

Fukuşima Nükleer Santrali kazasıydı. 2011 yılın-

da Japonya’nın Tohuku bölgesinde gerçekleşen

9.0 şiddetindeki depremin tetiklediği tsunami 10

metrelik koruma duvarını aşarak soğutma sistemi-

nin pompasını besleyen güç birimlerinin ve yedek

güç birimlerinin bozulmasına

yol açtı. Yakıt çubuklarının so-

ğutulması için helikopterlerle

ve karadan pompalarla reaktöre

su doldurulması işe yaramadı ve

santralin 6 reaktöründen 3’ünde

çekirdek erimesi gerçekleşti.

Bölgede yaşayan 160000 insan

evlerini terk etmek zorunda kal-

dı. Kısa dönemli radyasyon ma-

ruziyetinden hayatını kaybeden

olmadı. Uzun vadeli sonuçların

ne olacağını bilmek için henüz

erken olsa da özellikle çocuk-

larda tiroid kanseri, lösemi, meme kanseri ve diğer

kanser vakalarında artış olacağına kesin gözüyle ba-

kılmakta.

Nükleer Atık Sorunu

Nükleer enerjinin risklerinden bahsederken akla

ilk gelen çekirdek erimesi olsa da nükleer atık soru-

nu her gün büyüyen ve çözüm bekleyen ciddi bir

tehdittir. Nükleer yakıt reaktörde kullanıldıktan son-

ra elde kalan materyal nükleer atıktır.

Uranyum nötron bombardımanına tutulduğun-

da her zaman fisyon reaksiyonuna girmez, bazen

nötronu absorbe ederek U-239 gibi daha ağır bir

izotopa dönüşür. Bundan sonra daha ağır izotop da

nötron absorbe ederek daha da ağır başka izotop-

lara dönüşebilir. Nükleer atığın kompozisyonu kul-

lanılan yakıta, reaktörün ne kadar süredir çalıştığına

ve nükleer atığın ne kadar süredir beklediğine göre

değişmekle birlikte en çok kaygı yaratan bileşenler

neptünyum, amerikyum, küryum gibi minör akti-

nidlerdir. Bunlar yarılanma ömrü çok uzun, 100000

yıldan daha uzun olabilen elementlerdir.

Adana Eczacı Odası Bülteni

10

Page 11: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Bu süre günlük hayatta kullanmadığımız bir öl-

çekte olduğu için kavramak güç olabilir. Tüm yazılı

tarihimizin 5000 yıl, tarımın icadının 12000 yıl kadar

önce olduğunu düşünerek bu sürenin gözümüzde

canlanmasını kolaylaştırabiliriz.

Şu anda dünya genelinde depolanmış 230000

ton kullanılmış yakıt bulunmakta. Bu atıkların ço-

ğunluğu, bir kısmı on yıllardır olmak üzere, reak-

törlerin yanında kurulmuş depolama havuzlarında

saklanmakta. Buna her yıl 7000 ton kullanılmış yakıt

daha eklenmekte. 2005 yılında, radyoaktif atıkları

uygun koşullarda saklamak yerine Somali açıklarına

dökmenin bazı şirketler tarafından kullanılagelen

bir çözüm olarak görüldüğü ortaya çıkmıştı. UNEP

(Birleşmiş Milletler Çevre Programı) sözcüsüne göre

bir tsunami sonucu bu atıkların sahile vurmasıyla

balıkçılıkla uğraşan köylüler sağlıklarını ve başlıca

geçim ve besin kaynakları olan balıkları kaybedi-

yorlardı ama bu durum Somali’de hükümet olma-

masından faydalanan şirketler açısından maliyet

yaratmayan bir tatsızlık olarak görülmüş olmalı...

Daha mantıklı fakat pek de nihai olmayan çözüm

önerilerinin arasında en çok öne çıkan yöntem de-

rin jeolojik depolamadır.

Derin jeolojik depolama kısaca atıkların birkaç

yüz metre derinlikte uygun depolama alanlarında

toksisitelerini kaybedene veya bunları yeniden iş-

leyecek etkili bir yöntem bulunana kadar saklan-

ma yöntemidir. Derin jeolojik depolamanın başlıca

ögeleri nükleer atık, atığı saracak koruyucu, kon-

teynerin etrafındaki diğer bariyerler, konteynere

ev sahipliği yapacak tüneller ve bölgeyi oluşturan

jeolojik yapının kendisidir. ABD’nin Nevada eyaleti-

nin sınırları içinde yer alan Yucca Dağı’nda dizayn

edilen depolama alanı karşılaştığı ciddi muhalefet

nedeniyle faaliyete geçirilemedi. New Mexico eya-

letindeki Waste Isolation Pilot Plant (WIPP) ise 2014

yılında yaşanan radyoaktif sızıntı nedeniyle devre

dışı bırakıldı. İsveç, Kanada, Fransa, İsviçre ve İngil-

tere’nin derin jeolojik depolama alanları oluşturmak

Adana Eczacı Odası Bülteni

11

Page 12: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

için çalışmaları olsa da henüz tamamlanmış bir pro-

je bulunmamakta. Şimdilik nükleer atık sorununu

çözebilmiş hiçbir ülke yok.

Dünyada Durum

Şu anda dünyada 30 ülkede, üretimde olan

nükleer reaktör sayısı 391’dir. Bu sayı, 438’le zirve-

nin görüldüğü 2002 yılına oranla oldukça düşmüş

durumda. Toplam kurulu kapasite 20 yıl öncesiy-

le kıyaslanabilecek bir seviye olan 337 GW, bu da

2010’daki 368 GW değerinde yaşanan düşüşü or-

taya koyuyor. Dünyanın güç üretiminde nükleer

enerjinin payı 1996’daki tarihi zirvesi olan %17.6’dan

sabit hızla %10.8’e düşerek son 3 yıldır bu oranda

stabil kalmış gözüküyor. Nükleer enerji üretiminde

görülen bu düşüşün altında yatan başlıca nedenler

Fukushima sonrası güvenliği arttırma çabalarının

yarattığı maliyet artışı ile doğalgaz ve yenilenebilir

enerji maliyetlerindeki düşüştür. Avrupa Birliği’nin

Fukushima sonrası Avrupa’daki nükleer santrallerin

güvenliğini gözden geçirmek üzere yürüttüğü stres

testi tedirgin edici bir durumu işaret ediyordu; nük-

leer reaktörlerin neredeyse tamamında güvenlik iyi-

leştirmeleri gerekiyordu. Rapora göre güvenlik açı-

sından en kötü durumdaki ülke Fransa’ydı. Raporda

özellikle dizel jeneratörler ve kontrol odalarıyla ilgili

alınması beklenen önlemler sıralanmıştı. Bu önlem-

lerin maliyetinin 2025 yılına gelmeden harcanacak

55 milyar Euro olduğu hesaplansa da bu bedelin

oldukça iyimser olduğu tartışılmaktadır.

Toplamda 14 ülkede, 24 tanesi Çin’de olan 62

nükleer reaktör yapım aşamasında olsa da bunların

47 tanesi durdurulmuş veya ertelenmiş durumda.

1951 yılından beri başlanan her 8 reaktör proje-

Adana Eczacı Odası Bülteni

12

Page 13: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

sinden 1’i, toplam 92 proje, bir kısmı inşaatın son

aşamasında veya tamamen bitmiş olsa bile çeşitli

sebeplerle üretime geçmeden terkedildi. Fukushi-

ma sonrası artan maliyetler ve hızla gelişen yenile-

nebilir enerji seçeneklerinin bu inşaatlar üzerindeki

etkisini ilerleyen yıllarda görebileceğiz. Terkedilmiş

reaktör projelerinin yarattığı mali kayıp hakkında ise

detaylı bir çalışma bulunmamakta.

Nükleer Enerji Zorunluluk Mu?

Nükleer enerjiyi savunan belki en önemli argü-

man karbon salınımı yapmaması, fosil yakıtlardan

temiz olmasıdır. Küresel ısınmanın geldiği noktanın,

dünyanın insan türü için yaşanabilir halde kalması

açısından fosil yakıtlardan kurtulmamızı zorunluluk

haline getirdiği konusunda fikir birliği olduğuna

göre geleceğin anaakım enerjisinin hangisi olaca-

ğına karbon salınımına yol açmayan enerji türleri

arasında karar vermemiz gerekecektir. Ülkelerin bu

konuda farklı bakış açıları ve yatırımları olsa da ge-

nel gidişatı öngörmek için yenilenebilir enerji cep-

hesinde gerçekleşen bazı gelişmeleri örneklendire-

biliriz.

Almanya’nın yenilenebilir enerji yatırımları karşılı-

ğını vermeye başlamış gözüküyor. 25 Temmuz 2015

tarihinde Almanya günlük enerji ihtiyacının %78’ini

rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakla-

rından karşılayarak kendi rekorunu geliştirmiş oldu.

Almanya bu başarısının önemli bölümünü güneş

enerjisine borçlu. 9 Haziran 2014 günü Almanya’nın

günlük enerji ihtiyacının %50’sini güneş enerjisin-

den elde ettiği bildirilmişti. Bu başarı geniş ölçekli

güneş tarlalarından ziyade vatandaşların çatılarına

güneş enerjisi panelleri kurmalarının teşvik edilme-

siyle elde edilmişti.

Adana Eczacı Odası Bülteni

13

Page 14: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Başta fotovoltaik güneş enerjisi olmak üzere ye-

nilenebilir enerji üretim maliyetlerinde yaşanan

düşüşler gittikçe daha fazla sayıda yatırımcının

dikkatini çekmekte. 2014 Mart’ında ABD’de Austin

Energy şirketi, Recurrent Energy şirketinden 5 cent/

kWh bedeliyle güneş enerjisiyle üretilmiş elektrik

alımı anlaşması yaptı. Bu o zamana kadar görülmüş

en düşük bedeldi. Fakat anlaşmanın imzalanması-

nın üzerinden 1 yıl bile geçmeden şirkete bu be-

delin %20 altında fotovoltaik güç önerilecekti. ABD

dışında da benzer fiyat düşüşleri gözleniyor. Ocak

2015’te Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılması plan-

lanan bir güneş enerjisi santrali için kazanan teklif

5.84 cent/kWh bedelindeydi. Bu bedel son 5 yılda

güneş enerjisi bedelindeki %75’lik düşüşü gösteri-

yordu. Ülkelerin koşulları farklı olsa da fikir vermesi

açısından 2011 yılında TETAŞ’ın (Türkiye Elektrik Ti-

caret ve Taahüt A.Ş.) enerji alım ortalama fiyatının

8.35cent/kWh olduğunu ve Akkuyu Nükleer Santra-

li için Rus şirketiyle yapılan anlaşmaya göre üretilen

enerjinin %50’sini 15 yıl boyunca 12.35cent/kWh

bedeliyle alacağını ekleyelim.

Nükleer enerji elde etmek kaza riski düşük, bu

risk gerçekleşmediği sürece temiz, ancak risk ger-

çeğe dönüştüğü zaman korkunç yıkım oluşturan

bir yöntem. Doygunluğa ulaşmış bir teknoloji ola-

rak yakın zamanda büyük ilerlemeler vadetmiyor,

Fukushima’nın ardından uzun bir süre ucuzlaması

da beklenmiyor. Bir süre daha enerji üretiminde

önemli yere sahip olacak olsa da yerini yenilenebilir

enerji kaynaklarına bırakması kaçınılmaz gözükü-

yor. UBS’nin (Union Des Banques Suisse) Haziran

2015’te yayınladığı raporda şu ifadeler yer alıyor:

“İnanıyoruz ki güneş enerjisi nihayetinde kömür

ve nükleerin yerini alacak ve elektrik üretmek ve

dağıtmak için varsayılan teknoloji haline gelecek”.

Tartışma konusu sadece bunun ne zaman gerçek-

leşeceği, son yıllarda yaşanan gelişmeler bu konuda

iyimser olmayı kolaylaştırıyor. Güvenlik kültürü ge-

lişmiş, sorumluların hesap verebildiği birçok ülke-

de nükleer enerji hakkında sert tartışmalar devam

ederken, Soma ve Ermenek faciaları henüz hafıza-

larımızda tazeyken, nükleer atıkların deniz ve bo-

ğazlar yoluyla Rusya’ya geçirileceği söylenirken ve

daha güvenli alternatifler üst üste verimlilik rekorları

kırarken, Almanya’nın bizden daha düşük ısınım şid-

deti ve 2/3’ümüz kadar güneşlenme süresiyle elde

ettiği başarı ortadayken, belki de tekrar düşünmek

için geç değildir.

Kaynakça

1- http://www.who.int/mediacentre/news/releases/2005/pr38/en/

2- Cardis, E., Krewski, D., Boniol, M., Drozdovitch, V., Darby, S. C., Gilbert, E. S., Akiba, S., Benichou, J., Ferlay, J., Gandini, S., Hill, C., Howe, G., Kesminiene, A., Moser, M., Sanchez, M., Storm, H., Voisin, L. and Boyle, P. (2006), Estimates of the cancer burden in Europe from radioactive fallout from the Chernobyl accident. Int. J. Cancer, 119: 1224–1235. doi: 10.1002/ijc.22037

3- http://allthingsnuclear.org/how-many-cancers-did-chernobyl-really-cause-updated/

4- “The Chernobyl Catastrophe. Consequences on Human Health” Greenpeace. 2006.

5- http://www.theguardian.com/environment/2010/jan/10/chernobyl-nuclear-deaths-cancers-dispute

6- http://www.reuters.com/article/2013/02/28/us-japan-nuclear-cancer-idUSBRE91R0D420130228

7- Civilian nuclear incidents: An overview of historical, medical, and scientific aspects

Rojavin Yuri, Seamon Mark J, Tripathi Ravi S, Papadimos Thomas J, Galwankar Sagar, Kman Nicholas, Cipolla James, Grossman Michael D, Marchigiani Raffaele, Stawicki Stanislaw P.A Year : 2011 | Volume: 4 | Issue Number: 2 | Page: 260-272

8- http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/4312553.stm

9- http://www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-18959c.pdf

10- http://energytransition.de/2015/07/renewables-covered-78percent-of-german-electricity/

11- http://www.sciencealert.com/germany-can-now-produce-half-its-energy-from-solar

12- http://www.greentechmedia.com/articles/read/cheapest-solar-ever-austin-energy-gets-1.2-gigawatts-of-solar-bids-for-less

13- http://www.thenational.ae/business/energy/uae-beats-renewables-cost-hurdle-with-worlds-cheapest-price-for-solar-energy

Adana Eczacı Odası Bülteni

14

Page 15: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Doğduklarında bütün insanlar son derece masumdurlar. En

temiz duyguları barındırırlar içlerinde. Ancak yaşadıkça hızla kir-

lenirler, o güzel duyguların yanında masumiyete yakışmayan ve

başka canlılara zarar verecek kavramlar da dolaşmaya başlar be-

yin kıvrımlarında.

İnsanlara göre kendi dışında kalan tüm canlılar aslında vahşi-

dirler. Ancak vahşi olarak suçladığımız o dünyanın sakinleri ye-

mek ve korunma gibi doğal dürtülerin dışında asla başka bir can-

lıya zarar vermezken, uygar dünyanın en mükemmel canlısı olan

insanoğlu beslenme ve korunma güdülerinin dışında da başka

bir canlıya zarar vermekten ya da onu öldürmekten müthiş bir haz

alır. Hatta mevcut durum ile de yetinmeyip daha çok acı verecek,

daha çok kişi öldürecek aletler ve yöntemler üzerine kafa yorar,

daha güzel bir dünya için kullanılması gereken mali kaynakların

azımsanmayacak bir bölümünü buna ayırırlar.

Afrika’ da açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun tepesinde bekle-

yen leş kargası ile sanal düşmanlar yaratarak insanları birbirine kır-

dıran ve bu yöntemle aslında beslenme ve barınma için kullanılma-

sı gereken paraları cebine indiren adam arasında hiçbir fark yoktur.

Ecz. İbrahim ŞUMNU

barıș içinson çıkıș

Adana Eczacı Odası Bülteni

15

Page 16: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Savaşı o kadar içselleştirmişiz ki; tüm canlıları po-

tansiyel düşman olarak kabul ederiz, savaş ismini

gururla taşırız, ulusal bayramlarda ne gereği varsa

tören alanından geçen ölüm makinelerini göğsü-

müz kabararak izleriz, ya ölesiye ya da öldüresiye

severek sevgiye bile çeşni olarak ölümü katarız. İç-

lerindeki sevgiyle elele olan bir çift gördüğümüzde

mahallenin namusu damarımız kabarır da kadını

döven bir erkek gördüğümüzde mahallenin barışını

sorgulamak aklımıza bile gelmez.

Hatta edebiyat gibi baştan sona güzelliklerin,

sevginin, hoşgörünün hakim olması gereken alan-

da bile yer yer ölüm, silah ve savaş imgeleri haki-

miyet kurmuş, camiler süngüye kubbeler miğfere

dönüşmüştür.

İnsanların öldürme eyleminde duydukları hazzı

paraya dönüştüren silah tüccarları da savaşların bit-

memesi ve yeni savaşların başlaması için hiç bir ça-

badan kaçınmamışlardır. O nedenle silaha harcanan

para 2005 yılında 1 trilyon 118 milyar iken 2008 yılın-

da bu para 1 trilyon 460 milyara ulaşmıştır. Bu raka-

mın 607 milyar doları ABD’ ye aittir. Diğer taraftan ise

2025 yılında dünya nüfusunun 11 milyarı geçeceği

düşünüldüğünde bu rakam dünya nimetlerini hiç

kimse ile paylaşmak istemeyen elit insanları korkut-

maktadır.

Çünkü bu tip insanlar için paylaşıma dahil olan

her insan gereksiz bir canlıdır.

Bir rivayete göre son 300 yıl içinde 26 gün, başka

bir rivayete göre ise son 6000 yıl içinde sadece 236

gün savaş olmamış. Görülüyor ki öldürmeye karşı

bu dayanılmaz istek “vahşet” kavramı ile dahi açık-

lanamayacak boyutlarda, insanlar dayanılmaz haz

duydukları bu eylemi icra etmek için sayısız baha-

ne de yaratmışlar. İlk çağlarda mülkiyet kavramının

varolması ile başlayan sahip olma isteğinin neden

olduğu katliamlar zaman içinde yerini inanç çatış-

malarına daha sonra ise hedef daha da büyütülerek

“paraya” sahip olma boyutuna ulaşmıştır. Nispeten

küçük ölçekli toprak kazanımı amaçlı yapılan katli-

amlara seyirci kalınırken başka bir ülkeye barış ve

demokrasi gibi süslü kavramlarla savaş ilan etmek

tüm dünyanın ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.

Ortadoğuya demokrasi getirme aldatmacası ile

arap baharı adı altında başlatılan katliamlar artık

bu coğrafyadaki tüm ülkeleri tehdit eder duruma

gelmiştir. Altında sonsuz zenginlik anlamına gelen

petrol olmasa kimsenin dönüp yüzüne bakmayaca-

ğı bu ülkelerde hakimiyeti ele geçirebilmek ve Or-

tadoğu’nun petrolünü belli ülkelerin denetiminde

Akdeniz’ e akıtabilmek için milyonlarca kişi katledil-

miş, şehirler harebeye dönüştürülmüştür. Bu arada

biz de ülke olarak üzerimize düşeni yaptık, bazen

demokrasi (!) havarisi askerlerin sağsalim ülkelerine

dönmeleri için dua ettik, bazen ise Ortadoğu petrol-

lerini ele geçirmeye çalışan insanların Ortadoğu’da

daha rahat katliamlar yapması için olanaklar sunduk.

Ünlü medyumun kehanetlerinde der ki; dünyayı

tutuşturacak ateş Ortadoğu’da başlayacaktır. Ve biz-

ler de hep birlikte bu medyumu mahçup etmemek

için elimizden gelen gayreti esirgemiyoruz.

Artık topyekün savaşa sürüklendiğimiz bugün-

lerde, yapılması gereken tek şey savaş çığırkanlı-

ğı yapanları izole etmek, etkisizleştirmek ve barış

için yananlarla biraraya gelmenin zeminini oluş-

turmak. Çünkü barış için haykırmamak savaş çı-

ğırtkanlığı yapmaktır.

Adana Eczacı Odası Bülteni

16

Page 17: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Çağın Hastalığı Hangisi;

D Vitamini Eksikliği Mi ?Sistemin Kazanma Hırsı Mı ?

Ecz. Fatma Feyza ÇETİN

Adana Eczacı Odası Bülteni

17

Page 18: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

D vitaminin vücut için gerekliliği ne kadar tar-

tışılmazsa da, eksikliğinin son yıllarda neredeyse

her hastalığın nedeni olarak gösterilmesi de o de-

rece tartışılmalı…

Vücut için gerekli vitaminler vücutta üretilemediği

için dışarıdan sağlanır (kalın bağırsakta sentezlenen

K ya da B vitamini örneği gibi bazı vitaminler hariç).

Besinler içerisinde karışımlar halinde bulunan vitamin-

ler sağlıklı bir günlük besleme programı ile yeterli mik-

tarda alınabilir. Fakat bazı hallerde vitamin gereksimi

artmaktadır. Eksiklikleri ile oluşan hastalıkların tedavi-

sinde ameliyat sonrasında, gebelik, emzirme, menopoz

dönemlerinde, diyetlerde ya da sporcu beslenmelerin-

de, bazı organ hasarlarında, beslenme bozuklukların-

da, travmalarda vs. dışarıdan besin destek ürünleri ile

vitaminler kullanılmaktadır. Fakat besin destekleyicileri

olarak hazırlanmış olan formları doğal yollardan alın-

maları kadar yarar sağlayamazlar.

D Vitamini ölçümleri kimlere yapılmalı?

Doğal olarak D vitamini eksikliği kuşkusu du-

yulan durumlarda yapılması gerekli ve yeterlidir.

Örneğin :

Gelişme eksikliği, kemik hastalıkları, D vitamini

eksikliği konusunda riskli durumlar (yaşlılık, hamile-

lik ve emzirme, obezite, koyu cilt rengi, beslenme

eksiklikleri, bazı ilaçların uzun süre kullanımı gibi...)

Kaldı ki kanda D vitamini düzeyinin kişinin D vitami-

ni gereksinimini belirlemede gerçekçi bir veri oldu-

ğu da tartışmalıdır. Asıl ölçülmesi gerekenin serbest

D vitamini düzeyi olması gerektiği benimsenmek-

tedir. Ve bu iki farklı ölçüm arasında da doğrudan

bir ilişki yoktur. Yani kan D vitamini düşük olması

mutlaka serbest D vitamini düzeyininin de düşece-

ği anlamına gelmemektedir. (5)

Yine de son yıllarda D vitamini eksikliği nere-

deyse tüm hastalıkların nedeni gibi görülmekte. Bir

sağlık sorunu için başvuran hastalara bir ön gerek-

lilik gibi hemen D vitamini kan düzeyleri analizle-

ri yapılmakta ve nedense de hep eksik çıkmakta .

Güneyde yaşayanlarda güneşli iklimde de olsalar

D vitamini eksik çünkü süt ve süt ürünleri beslen-

me listelerinde yeterince bulunmuyor deniliyor,

kuzey ülkelerinde süt ve ürünlerinden zengin bir

beslenme var ama bu kez de güneş ışınlarının ye-

terli olmayışı nedeniyle D vitamini takviyesi önerili-

yor. Kısacası “D vitamini eksikliği ” tanısını yemekten

kurtuluş yok gibi...

Zaten öncesinde magazin dergilerinde sayfa say-

fa D vitamini eksikliği hakkında yazılar kaynakları

araştırılmadan yayınlanıyor, anlı şanlı tv kişilikleri- ki

sağlıkçı olup olmamaları pek de önemli değil po-

püler olmaları yeterli - bu eksikliklerin nedenleri ve

sonuçları hakkında halkı panik haline getirecek ka-

dar bilinçlendirmiş (!) oluyor. Yayın izleme ve meslek

Adana Eczacı Odası Bülteni

18

Page 19: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

içi eğitim eksikliğinden muzdarip sağlık mensubları

ise aynı yolla ya da ilaç firmalarının bilgilendirmesi

(!) ile çarka dahil oluveriyor.

Vitamin eksikliği hastalıklara neden olur elbette.

Ama öncelikli kural vitamin ya da destek ürünleri

olarak alınacaklarsa gerekli ve yeterli doz alınmaları

olmalıdır. Ne yazık ki tıp dünyası bunda da “kazan,

kazan, kazan ” tuzağına düştüğünden ipin ucu bir

hayli kaçmış durumda ve besin destek ürünleri kul-

lanımı neredeyse çılgınlık halini almakta... Dünyada

büyük pazar haline gelmiş olan D vitamini ve kalsi-

yum destek ürünlerinin yıllık satışı 2013’te 6 milyar

dolara ulaşmakta. Amerika ‘daki D vitamini satışları

2012’de 748 milyon dolara ulaşırken, Avustralya’da

2001 yılında 800 bin dolardan 2010’da 71 milyon

doların üzerine çıkmış durumda... (2)

D vitamini kullanımı, dozu, oral yada enjektabl

olarak alınımı, yokluğunda ya da fazla alımında

olabilecekler konuları ise tıp dünyasında hala fark-

lı açıklamalarla gündeme gelmekte... Eksikliğinde

kanser oluşabileceği konusunda araştırmalar ya-

nında fazlalığında kanser oluşabileceği ile ilgili araş-

tırmaların da var olması gibi... Dr Barbara Berkeley

bu konuda çarpıcı bir kuşkusundan da söz etmekte

ve D vitamini eksikliğinin kanser ve kalp hastalığı

arasındaki ilişkinin “D vitamini eksikliğinin bu has-

talıklarla yol açtığı” gibi kesin bir sonuç yerine, bu

eksikliğin bu hastalıklar sürecinde oluşan yan etkiler

anlamına da gelebileceğini söylemekte...

Günlük D vitamini dozu : 1 mikrogram=1 ünitePrematüre : 800 üniteBebeklerde : 400 üniteYetişkinlerde : 1000 ünite

D Vitamini Hakkında…

Hem vitamin hem de hormon olan D vitamini Pro-

vitamin olarak alınıp cilt tarafından sentezlenmekte.

Besinlerle alınan 7-dehidrokolesterol, cilt hücrelerin-

de güneşin (UVB) yardımıyla ön inaktif D vitaminine,

karaciğerde yarı aktif D3 vitaminine dönüşüyor. Ora-

dan böbreğe giderek aktif D vitamini yani kalsitriole

dönüşüyor ve yağ hücrelerinde depolanıyor. Vücudun

gereksinim duyduğu miktar ise karaciğer ve böbrekler

yardımı ile kana veriliyor. Karaciğerdeki oranı ise, bir

insanın 3-4 ay dışarıdan almasa da D vitamini ge-

reksinimini karşılayacak miktarda. Kısacası vücutta

kullanılmak üzere sürekli D vitamini bulunmakta ve

gerektiğinde kullanıma geçmektedir. (5)

D VİTAMİNİ KAYNAKLARI

En önemli kaynak güneştir. Ayrıca karaciğer, balık,

yumurta, tereyağı, peynir ve mantarda bulunur. Gü-

neş ışınlarını, haftada iki kez,15-20 dakika kısa süreli,

koruyucu sürmeden, öğle saatlerinde olmak üze-

re, sadece el yüz ve sırttan alınması yeterli olmak-

ta. Uzun süre güneşte bronzlaşma halinde (esmer

tenlilerde olduğu gibi ) melanin pigmentlerinin

artması ile D vitamini dönüşümünün azalacağı be-

lirtilmekte.

Adana Eczacı Odası Bülteni

19

Page 20: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Önemli besin kaynakları süt ve süt ürünleri pey-

nir, tereyağı vs. Ama bunda da yararlı olması için

market sütleri yerine gerçekten doğal beslenen

ineklerden alınan (ve kesinlikle kutu sütü olmayan)

sütlerin tercih edilmesi gerekiyor.

EKSİKLİĞİ

Ana görevi kalsiyum ve fosfor gibi minerallerin

kemik dokusu tarafından emilimini düzenlemektir.

Çocuğun yaşamının ilk yılında alması gereken, bü-

yüme ve gelişim için gerekli en önemli vitaminler-

den biridir. Eksikliğinde çocuklarda kemik gelişmesi

problemleri, raşitizm yetişkinlerde ise osteomalazi,

kemik ağrıları gelişebilir. İdrarla fosfor-kalsiyum atı-

lımını azaltır, kan kalsiyum oranı düştüğünde parat-

hormon ile birlikte kemikten kana kalsiyum geçişini

artırmaktadır; (öyle ki dışardan alınan fosfor ve kal-

siyum D vitamini eksikliğinde yararlı olmamakta),

ayrıca bağışıklık sistemi fonksiyonlarında da rol oy-

nadığı düşünülmekte, yorgunluk, halsizlik ve ayrıca

depresyona neden olabileceği düşünülmektedir.

Elbette bütün bu etkiler bu hastalıkların tek nede-

ni D vitamini eksikliğidir biçiminde bir çıkarımı gerek-

tirmemekte ve bir çok başka etkenin bu hastalıklara

neden olabileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir...

FAZLALIĞI

Öncelikle kabul edilen ciddi oranda eksiklikle-

rinde çeşitli hastalıklar olacağı ama fazlasının da

yarar sağlamayacağıdır... Fazla alımı halınde iştah-

sızlık, idrar artışı, bulantı, kusma, ishal ve kabızlık,

kireçlenmeler, damar sertliği, kan kalsiyum oranı

artması(10.5 mg/dl), daha ileri düzeyde ise böbrek

yetmezliği görülebilir...

Yağda depolanır, yarılanma ömrü 1 ay kadardır.

Toksisite görülme olasılığı enderdir. Ancak böbrek ve

karaciğer depoları azalmış ve her gün kalsiyum alan

hastaya her ay 300.000 ünite D3 ampul verilmesi ha-

linde 3-4 ay sonra toksisite görülebilir. Öte yandan

böbrek, karaciger, kemik iliği rahatsızlıkları olanlar

yüksek doz D vitamini ve kalsiyum almamalıdır.

Genel cerrahi uzmanı Dr. Semih Aydıntuğ

“Birçok insan 2 ayda bir, 1 ampul Devit–3

içtiğinde yeterli D vit düzeyini korur. Bu doz-

da alınan D vitaminine Kalsiyum eklenmesi

(Özellikle Menopoz çağındaki kadınlarda)

mahsurlu değildir. Daha önce söylediğim gibi

ezbere D vitamini almak yerine D vit düzeyini

kanda ölçmek gerekir. Verilen bilgiler erişkin-

ler için geçerlidir” diyor ve ekliyor.

Kan değerleri;15 ng/ ml altındaki değerler

çok şiddetli D vitamini eksikliği olarak kabul

edilir.

80 ng/ml üzerine çıktığı zaman ilaç olarak

“Ek” alımı bir süre durdurulmalıdır.

Ancak benim tespitlerimde fazla ek D vitami-

ni alan hastalarımda bazen 125 ng/ ml gibi de-

ğerler ölçtüğüm oluyor. Herhangi bir hastalık

tablosu gelişmiyor. Ancak bunu önlemek için ek

D vitamini (Devit–3 ampülun kırılarak içilme-

si veya intramuskuler yoldan vücuda iğneyle

zerk edilmesi) Türkiye’de Temmuz ve Ağustos

aylarında uygulanmamalıdır. Tabii bazen özel

gereksinmeler olabiliyor. Bunu anlamak için

kanda D vit düzeyi ölçülmelidir. Ölçüm için ter-

cih ettiğimiz yöntem pahalı olmakla beraber

yüksek performanslı likid kromotografi yönte-

midir (HPLC). Ek D vit alanlar yılda veya en geç 2

yılda 1 kanda D vitamini düzeylerini ölçtürme-

lidirler. (1)

Adana Eczacı Odası Bülteni

20

Page 21: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

İNTOKSİKASYON

D vitaminin aşırı ya da uzun süre alınması ile intok-

sikasyon yani D vitamini zehirlenmesi çok sık görül-

mese de akıldan çıkarılmaması gerekli bir durumdur.

2014 yılında Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi

uzman doktorları Salih Uytun, Ufuk Ertural, Veysel

Nijat Baş, Yasemin Altuner Torun’un yaptıkları araştır-

ma çarpıcıdır. Araştırmada gelişme geriliği nedeniy-

le kendileri başvuran 14 yaşında bir genç kızın aile

hekimi tarafından D vitamini düzeyine bakılmadan

bir yıl boyunca yedi gün ara ile devit-3 (1 ml- 1 am-

pul=300 000 IU parenteral d-3 vitamini)kullandığı ve

toplam dozun 14.400.000 IU olduğu belirlenmiştir.

Literatüre bakıldığında genelde çocukluk çağında D

vitaminine bağlı zehirlenmeler daha küçük yaşlarda

ve akut zehirlenme bulguları ile başvurmakta iken

buradaki olgu daha ileri yaştadır ve kronik zehirlen-

me bulguları vardır. Çok yüksek dozda D vitaminini

almış olmasına rağmen kalsiüri ve nefrolitiazis dışın-

da bulguya rastlanmaması, intoksikasyonun gerek

uzun bir süreçte bu dozu almış olmasına gerekse de

D vitamini duyarlılığının daha düşük olmasına bağlı

geliştiğini düşündürmektedir.

100.000 IU üzerindeki D vitamininin aralıklı olsa da

tekrarlanması sonucu klinik bulgular ortaya çıkabi-

lirken, D vitaminine duyarlı kişilerde ise daha düşük

dozlarda bile vitamin D intoksikasyon bulguları orta-

ya çıkabilir. Araştırmalarda 1.200 IU D vitamini kulla-

nımı ile dahi intoksikasyon geliştiği belirtilmiştir.

Dışarıdan verilen D vitamini bağırsaktan Ca emili-

mini ve kemiklerden Ca rezorbsiyonunu artırarak hi-

perkalsemi meydana getirir. D vitamini hipervitami-

nozunda gastrointestinal, bilateral nefrokalsinozis

bulgular; iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık, karın

ağrısı, pankreatit, kardiyak bulgular; hipertansiyon,

QT intervalinde kısalma, aritmi, santral sinir sistemi

bulguları; letarji, hipotoni, konfüzyon, depresyon,

psikoz, halüsinasyon ve koma görülebilir. (3)

Adana Eczacı Odası Bülteni

21

Page 22: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

D vitamini ile ilgili doğru sanılan yanlışları bu konu-

da çalışmaları bilinen Dr. Şükrü Hatun açıklıyor :

* Bebeklerin fazladan D vitamini verilmesi ile diş-

leri daha çabuk çıkmaz, erken yürümez.

* Yalnızca D vitamini düzeyi düşük/eksik (20 ng/ml al-

tında) diye yüksek doz D vitamini vermeye/almaya, yani

gelişigüzel D vitamini ampulü içmeye de gerek yoktur.

* Bacak eğriliği olan çocuklara yeterli inceleme

yapılmadan yüksek doz D vitamini verilmesi yanlış-

tır. D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm bacak eğrili-

ğinin bir nedenidir ama tek nedeni değildir.

* Bacak eğriliği olan çocuklarda “ailesel/fizyolojik

bacak eğriliği”, genetik kemik hastalıkları gibi nedenler

de söz konusu olabilir. Gelişigüzel yüksek doz D vita-

mini verilmemeli, bu vakaların mutlaka bir çocuk en-

dokrin uzmanınca muayenesi sağlanmalıdır.

* Ülkemizde bazı hekimler ilk aylarda çocukların

“bıngıldakları”nın küçük olduğunu söyleyerek D vi-

taminini kesmektedir. Bu da yanlış bir uygulamadır.

D vitamini eksikliğinde bıngıldak geç kapanır ama

D vitamininin normal hatta yüksek dozlarının bın-

gıldağın küçük olmasına veya erken kapanmasına

hiç bir etkisi yoktur.(5)

D vitamini alımı ile kemik kırılmaları gerçekten azalmakta mı?

Yeni Zelanda’dan (Univercity of Aukland ) iki en-

dokrinoloji uzmanı olan Andrew Grey and Mark

Bolland’ın yaptığı araştırma sonuçları oldukça ilgi

çekici. Osteoporoz da kemik kırıklarının azaltılması

amaçlanarak kullanılan bu destek ürünleri ile ilgili

bir çalışma yapan bu araştırmacılar calcium ya da

D vitamini birlikte ya da yalnız kullanıldığı çalışma-

ları inceledi. 2010 yılına dek yapılan 14 geniş çaplı

araştırmadan 9’unda bu çalışmaların yararsız ol-

duğu, 2’sinde kırık riskinin artmış olduğu ve sade-

ce 3 tanesinde azalma bulunduğu saptandı. Ama

bu bulguların gerçekliğine karşın ilaç endüstrisi ve

akademik çevreler arasındaki karmaşık etkileşim ağı

nedeniyle, bu konudaki yönlendirmeler kalsiyum

ve D vitamini desteklerinin alınması şeklinde tavsi-

ye edilmeye devam edilmesi yönünde olmakta (4)

KUŞKULARIMIZ VAR

Neden birdenbire bu eksiklik bu kadar fazla sayıda

insanda görülmeye başlandı?

Reçete edilmeden önce ve kullanım süresince HAS-

TALARIN serum D vitamini ve kalsiyum düzeyleri kont-

rol edilmekte midir? (Öte yandan sadece kandaki

düzeylerine bakılması ve serbest D vitamini düzeyleri

bakılmaması da gereksiz yere tüketimi artıran bir baş-

ka unsurdur.)

Bu düzeydeki standartlar ve ölçüm gerekçeleri neye

göre kabul edilmektedir?

Ve hangi iklim koşullarında, hangi bölgede yaşarsa

yaşasın aynı değerler uygulanması gerçekçi midir...?

D vitamini kullanımının neredeyse ilaç bile sayılma-

yarak gelişigüzel kullanımı ve reçete edilmesindeki ar-

tışın yapabileceği toksik etkiler takip edilmekte midir?

SONUÇ

Sadece D vitamini değil, tüm vitamin-mineral des-

teklerinin gerekliliği konusunda kafalar epeyce karışık

durumda.. Oysa yanıt gayet basit aslında bu ürünler

eksik olanı yerine koyma amacı ile kullanılmalı. Bu

durumda asıl soru “eksiklikten ne anlıyoruz ?” olmalı.

Gerçekten gerek duyulması durumlarında- ki hasta-

Adana Eczacı Odası Bülteni

22

Page 23: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

lık hali ya da ciddi yetersizlik durumlarıdır bunlar-bu

ürünlerin kullanılmasına kimsenin itirazı olamaz.

Bir bitkiden vitamin ya da mineralin doğal yolla

alınması ile, aynı vitaminin ilaç olarak alınması

arasında fark olacağı da unutulmamalıdır. Bitki,

meyve ya da sebzeler birçok karışımın bir arada ol-

duğu bir içeriğe sahiptir. İçerdikleri bileşenlerin bir-

birleriyle etkileşimleri ile yaptıkları etki değişmekte-

dir ki bu konuda yeterli bilgiye de sahip değiliz.

Ama aynı bitkiden herhangi bir maddeyi ayrış-

tırdığınızda ve tek başına yada birkaç ürün karışı-

mı olarak kullandığınızda aynı etkiyi göstermesi

(yararlı ya da zararlı olma )bu nedenle beklenemez,

hatta yapacağı zararlı etkiler de öngörülemez.

Alınan besin destek ürünlerinin farklı etkiler yara-

tacağı konusu bu kadar belirsizken deneysel çalış-

malarda işine geldiğini yayınlama konusunda sicili

pek de parlak olmayan uluslararası ilaç ve tıp çev-

relerinde benimsenen bu değerlere hangi kanıtlarla

ulaşılmaktadır?

Olanlar tıp dünyasının hasta odaklı tedavi biçi-

mini benimsemesi gerekirken tam aksi yönde geliş-

me göstermekte oluşudur...

Hem beslenme kaynakları hem de iklim koşulları

ile değerli topraklarda yaşıyor insanımız.

Fark edilmesi gereken şey yeterli vitamin- mine-

ral alamama değil ALMAMA durumuna gelmemiz

belki de.

Sorgulamayan, reklamlarla bilgilenen ve TV ile

eğitilen insanımızın; geleneksel beslenme ve insa-

na yakışır yaşam biçimi yerine kapitalist sistemin

(adları değişik de olsa kâr ya da kazanca dayalı tüm

yönetme biçimlerinden söz ediyoruz) dayattığı, po-

pülaritenin benimsettiğini yaşamanın sonucunu

tartışmaktadır şimdilerde.

Ama yanlış yerlere bakarak yapmakta bunu.

Başka türlüsünün mümkün olabileceği gerçeğini

tamamen silmiş olarak hem de... Doğruluğu araş-

tırılmadan hızla yutulan ve itiraz etmeden değişen

yeni beslenme alışkanlıkları ile sağlığı için gerekli

her şeyi bile bile eksiltip, sonra da olmazsa olmaz

deyip bu ürünleri sistemin istediği yollarla kullana-

rak yerine koymaya çalışmakta...

Böyle bakıldığında komik ama gerçekten trajik

sonuçları olabilecek bir durum söz konusu olan...

Vücudumuza giren her şey bizim bir parçamız haline

gelebilir. Evinize girecek kişiyi bilmeden,tanımadan

nasıl izin vermiyorsanız vücudunuza girecek olanı

da tanımalısınız ve izni siz vermelisiniz bilinçle...

KAYNAKLAR

1 http://semihaydintug.com/d-vitamini-yetmezligi.phtml

2 http://health.economictimes.indiatimes.com/news/industry/

journal-says-role-of-vitamin-d-calcium-in-curing-osteoporo

sis-a-fallacy/48168125

3 http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2014/11/

Tahud-2014-18-4-adolesan-bir-olguda-yuksek-doz-d-vitami

ni-asemptomatik-intoksikasyon-olgu.pdf

4 http://www.bmj.com/content/351/bmj.h3170

5 http://t24.com.tr/yazarlar/sukru-hatun/d-vitamini-kullanimin

da-asiri-artis-ne-kadar-ihtiyac-ne-kadar-saglik-modasi,11274

Adana Eczacı Odası Bülteni

23

Page 24: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

inanmaktır

Dünyayı düşünce ve

hayal gücü yönetir.Einstein

Adana Eczacı Odası Bülteni

24

Page 25: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Son zamanlarda mesleğimizin güncel konusu

protokol. Herkesin üzerinde birkaç cümle olsun

söz söylediği, sonucun merakla beklendiği pro-

tokol. Şurası eksik olmuşlarıyla, çok beğenilmişli-

ğiyle, şu da şöyle olsa daha iyi olurdu denilmişli-

ğiyle protokol...

Hepimizi ilgilendiren protokol herkesce farklı

yorumlanıp, farklı tepkilerle karşılandı. Kimimiz çok

ütopik buldu protokolü, kimimiz beklentilerin üs-

tünde, altında bir çalışma olarak değerlendirdi.

Eksikleriyle fazlalıklarıyla protokol maddelerini

tartışmak bir kenara dursun; benim için protokolün

en büyük eksiği; İNANÇ oldu.

Farklı farklı yapılan yorumlar pek çok kişiyi dü-

şüncede karşı karşıya getirse de; protokol hiçbiri-

mizi yarınların bugünden ve de dünden iyi olaca-

ğına inandıramaması ile çoğunluk düşüncede birlik

oluşturdu. Üzerinde onca zaman çalışılan projenin

vermesi gereken mesajın umut olması gerekirken;

‘’Kabullenilmiş Son: Eczacılık!’’ olması düşündürücü

ve de üzücü doğrusu.

İnancımızı nerede, ne zaman kaybettik diye dü-

şünmekte geç kalmış olabilir miyiz? Kabullenilmiş

sona; bu mesleği icra eden, tüm sıkıntılarını yaşayan

bizlerin, bu sıkıntılara en derinden inanmamamız

götürmüş olabilir mi? Acaba sorunlarımızın sorun

olduğuna düşünce olarak, inanç olarak eksikliğimiz

mi vardı ki bu proje mutlu yarın inancı oluşturma-

dı? Benden öte bizi düşünmemiz gerekirken, tam

metin öneriyi hayata geçirme düşüncesi dururken,

okyanusun varlığını bilip bir damla su alabilirsek

susuzluğumuzu gideririz düşüncesi mi inançları kır-

dı? İleriyi görüp zirveye ulaşmalıyızın yerine küçük

adım atsak edindiğimiz mesafe bize yeter dediği-

miz için mi inancımız bir yerlerde kayboldu? Görü-

nen engellere gücümüzün yetmediğini düşünüp,

o engeli geçmek yerine, o yoldan geri dönmeyi ya

da bulunduğumuz yerde kalmayı kabul edip; ama-

ların ardına sığındığımız için mi inancımız yok oldu?

Çözüm önerilerimize kendimiz dahi inanmıyorken

başkalarını inandırmak ne derece mümkündür,

mümkün müdür?

Belki de en büyük hatayı ikilemlerle yaptık. Sev-

mek inanmaktır, mesleğimizi sevdiğimizi söylerken

yarınının olmadığını ifade ederken mi yok ettik

inançları fark etmeden? İhtimaller uzar ve gider…

Parçadan geçip bütüne baktığımızda hepimizde

varolan düşünce aslı ve istek; meslek üyeleri olarak,

mesleğimizi icra eden kişiler olarak, mesleğin tüm

sıkıntılarını tüm gerçekliğiyle yaşayan kişiler olarak;

öncelikle bu sorunları bizden birilerinin kabul etme-

si, bu sorunların çözülmesi, umutlu yarın inancı ile

biz olarak, bir olarak, Eczacı olarak yol katetmektir.

Pek çoğumuzda hissedilen, bu süreçte verilen

mesajın; eczacılığın kabullenilen bir son olmasıdır.

Bir proje çözüm yolunda her ne kadar kabul edile-

bilecek en donanımlı, en akılcı yol dahi olsa inancı

eksikse en zayıf projedir. Sorunlar bizim cesaretimizi

ortaya koyar. Bunca çözüm bekleyen sorunumuz

varken belki de ihtiyacımız olan tek şey inancımızı

harekete geçirecek küçük bir umut ışığıdır. Belki de

mesleğimizin bulunduğu bu süreci en iyi Bill Mar-

riott özetlemiştir. Eğer heyecan üretemezseniz pek

fazla şey üretemezsiniz...

Umutla kalmanız dileğiyle;

Ecz. Sevilay ÇAKMAK

Adana Eczacı Odası Bülteni

25

Page 26: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Barışa Kaçışın

Suriyeli Değil, Adana’ dakiSuriyeli Sığınmacıların Durumu

Adnan GÜMÜŞ, Prof. Dr. Sosyolog ; M. Sezai DURGUN, Emekli Öğr. Gör., Sosyolog

Adana Eczacı Odası Bülteni

26

Page 27: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Şiddetin Karşıtı Barış

Barış günümüz dilinde insanlar, sosyal gruplar

veya devletler arasında var olan mevcut çatışmaların

hukuk temelinde saptanan normlar çerçevesinde

zora şiddete başvurmadan çözümlenmesi gerektiği

anlamında kullanılmaktadır. Kavram, halklar ve dev-

letlerarasındaki ilişkiyi, şiddet ve savaş yolu ile bir-

birine kabul ettirilmesi dışındaki, pratikte öncelikle

şiddet karşısındaki anlamları ifade etmektedir.

Sözcüğü biraz daha açarsak; birinci derecede an-

lamamız gereken şiddetin, zorun ve savaşın yoklu-

ğu anlamına gelmesi durumudur. Bu anlamda barış,

ulus devletlerin, dinlerin, halk içerisindeki grupların

içerisinde yaşayan bireylerin ve bunun yanı sıra da

özellikle Birleşmiş Milletler’in de temel gerekçesi ve

hedefidir.

Böyle bir barış ortamının tesis edilebilmesi için

belli başlı yolları kısaca şöyle tanımlayabiliriz.

-

dan kaçınmak, potansiyel karşıt tarafların rızasıyla

mümkün olabilir.

-

ların uygulanmasıyla veya

savaşı men etmesiyle tesis edilebilir.

Bu tanımlamaların ışığında etrafımıza baktığımız-

da barışın mı yoksa savaşın mı var olduğunu öyle

derin bilimsel kuramlara bakmadan da rahatlıkla bir

fikir edinmemiz mümkün. Böyle bir sorunun varlığı-

nı TMMOB’un da görüp Adana Kent Sorunları Sem-

pozyumunun ana konularından biri haline taşıması,

görünürlüğü açıkça ortaya koymaktadır.

Gelenler barışı aramaktalar. Gelenlerin barışı bu-

lup bulmadıklarını aşağıda vereceğimiz araştırma

sonuçlarından okuyucuların kendileri rahatça göre-

ceklerdir.

Artık Suriyeli Değil, “Adana’daki Suriyeli Sığınmacılar”

Bu araştırma, 453 sığınmacının, eşiyle çoluk ço-

cuğuyla birlikte, 3 binleri bulan Suriyeli sığınmacı-

nın, hatta artık Suriyeli’den öte “Adanalı sığınmacı”

diyebileceğimiz sığınmacıların durumunu ortaya

koymak için hazırlanmıştır.

Bilgiler, Türkçe-Arapça hazırlanmış görüşme

formları yoluyla 2015 Ocak ayında toplanmış olup

TMMOB Adana “Kent Sorunları 3 Sempozyumu” için

hazırlanmıştır ve ilk sonuçları Mayıs ayında sempoz-

yumda sunulmuştur.

Adana Eczacı Odası Bülteni

27

Page 28: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Biz araştırmamızı Adana için yapmıştık ancak Tür-

kiye’nin dört bir tarafına yayılan bu insanların du-

rumunun buradan pek de farklı olmadığını, hatta

pek çoğunun durumumun Adana’dan da (barınma,

geçinme, iletişim açısından) daha kötü olduğunu

rahatlıkla söyleyebiliriz.

Adana’daki veya Adanalı Suriyeli Sığınmacılar Kim?

Adana’daki Suriyeli sığınmacıların

Çatışmalar başladığında, Türkçe bilenler veya

az da olsa anlayanlar görece daha erken gelmiştir.

2012’de gelenlerin %30’u önceden Türkçe bilirken

2014’te bu oran %15’e düşmektedir.

Adana’daki sığınmacılar arasında evli (yetişkin) erkeklerin

eğitimli bulunmaktadır.

Adana’daki sığınmacılar arasında evli (yetişkin) kadınların ise

eğitimli bulunmaktadır.

Bu oranlar yaklaşık değerlerle eşleri için de

geçerlidir.

Yetişkin nüfus arasında sadece istihdam düzeyle-

ri değil kadın erkek istihdam oranları da Türkiye ile

benzerlik göstermektedir. Evli çiftler arasında eşler-

den erkek olanların %83,7’si, eşlerden kadın olan-

ların %27’si geçmişte Suriye’de bir işte veya tarlada

çalışmış bulunmaktadır.

Kimse Keyfinden Gelmiyor ; Şiddetten, Ölümden, Yıkımdan Kaçıyorlar.

Türkiye’ye gelenler hiç şüphesiz barıştan kaçarak

gelmediler, aksine barış aramaktadırlar.

Örneğin gelenlerin %80’e yakını bir mülk eve sa-

hip olup %30’u evlerinin yıkıldığını, %26’sı da artık

oraya giremediklerini ifade etmektedir. Mülk evi

olanların kendi arasında alındığında bu oran üçte

ikiyi geçmektedir.

Çatışmalardan doğrudan etkilenme durumu da

çok yüksektir.

Sığınmacıların

Türkiye’ye gelmeye karar vermiş veya

gelmek zorunda kalmış bulunuyor.

bozulduğu veya burada daha iyi

sosyoekonomik olanaklar bulmak için geliyor.

Adana Eczacı Odası Bülteni

28

Page 29: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Savaştan doğrudan etkilenme düzeyinin %70’leri

bulması çatışmaların ne kadar yaygın olduğunu

göstermektedir ki geriye kalanlar da dolaylı etkile-

rine maruz kalmış bulunmaktadır.

“ Çatışmalardan etkilenme ” şekli olarak

hususlar ifade edilmektedir.

Üçte İkisi Sıkıntılı Bir Yolculuk Yapmış

Türkiye’ye geliş ve geçişler de öyle kolay olma-

mıştır.

Görece kolay sayılabilecek uçak, vapur, özel araç-

la gelenlerin toplamı %31 düzeyindedir. Kamyon-

lar, traktörler, toplu araçlar kullanılmış, %35’i ise tüm

yolu veya bir kısmını yaya gelmiştir.

Sınırlarda, geçiş esnasında daha pek çok güçlük yaşanmış, yaşanmaktadır.

Geçişte yaşananlar arasında

hâkim olduğu yerlerden geçmek zorunda kalınması,

fiziki güçlükler,

uzun beklemeler,

hastalanmaları,

Adana Eczacı Odası Bülteni

29

Page 30: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Adana’ya “Sığınmışlar”, Hayatta Kalabilmek İçin Gelmişler

Adana’yı tercih nedenleri arasında “Burada tanı-

dıklarım vardı/birlikte geldiğim kişilerin akrabaları

vardı” diyenlerin oranı %51,6’yı bulmaktadır. Bir baş-

ka deyişle buralarda akrabaların-tanıdıkların yanına

sığınma arayışı ilk saiki oluşturmaktadır.

İkinci sebep ise iş-aş umududur. %18,9’u “Tanıdı-

ğımız yoktu ama büyükşehir/iş buluruz diye buraya

geldik” demektedir. %18,2’si “tamamen tesadüf/ka-

der/kısmet” şeklinde ifade etmektedir.

Kafalarını Sokacak Bir Yere Razılar

TTB’nin Ocak 2014’te açıkladığı “Suriyeli Sığınma-

cılar ve Sağlık hizmetleri Raporu”na göre “Barınma

koşullarının oldukça sağlıksız olduğu, evlerde birkaç

ailenin bir arada kaldığı, odabaşına düşen kişi sayısı-

nın oldukça yüksek olduğu, hijyen ve olanaklar açı-

sından yoksunlukların yaygın olduğu gözlenmiştir.

Sağlıksız barınma koşullarının yanında önemli bir

sorun da kiraların yüksekliği olarak ifade edilmiştir.

Yıkıntı binalarda, dükkânlarda ve parklarda yaşayan

ailelerin sayılarının da az olmadığı belirlenmiştir.”

Sağlıksız barınma koşulları, en başta da kalabalık

kalma sorunları sürmektedir.

Adana’daki Suriyeli sığınmacıların oturduğu konutların

Isınma açısından %21’inin hiçbir ısınma aracı

olmayıp soğukta idare etmektedirler.

Yevmiyelerin 30-32 lira olduğu koşullarda her

tür kira meblağı da sığınmacılar için ağır bir yük

oluşturmaktadır.

Kölelik ve Çocuk İşçiliği: “Sığınmacılara Yardım Yapıldığı” Aslı Olmayan İçi Boş Bir Söylenti

Sığınmacıların çok yüksek bir maliyeti olduğu

aşikâr. Sadece sağlık giderleri bile önemli bir yekûn

tutmaktadır (Eylül 2015 için 2 milyon sığınmacıdan

söz edilmektedir). 260 bin kişinin kamp noktaların-

da iaşelerinin karşılanması, AFAD’ın 70 binin üze-

rinde çocuğa eğitim verildiğini söylemesi, bunların

ekonomik maliyeti bile büyük maliyetlerdir. Örneğin

İngiltere önümüzdeki 5 yılda sadece 20 bin Suriyeli

sığınmacı kabul edeceğini söylemektedir.

Ancak tek tek sığınmacıların durumuna bakılırsa

durum feci sayılır. Sanıldığının aksine kamp noktala-

rının dışındaki sığınmacılar hemen hiç yardım ala-

mamakta, alanlar da bir defaya mahsus 50-800 TL

arasında bir yardım almış bulunmaktadır.

Evli erkeklerin %86’sı çalışıyor. Çocuklu aileler-

den kendisi, eşi veya çocuklardan birini çalışma

durumu ise %94’ü buluyor (hiçbiri çalışmayan

çocuklu aile oranı sadece %6’da kalıyor).

Dahası çocuklardan en az birinin çalışma duru-

mu %42’leri buluyor.

Adana Eczacı Odası Bülteni

30

Page 31: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Her tür işte çalıştıkları gibi 11-12 saat çalışma kar-

şılığı 30-32 lira alabiliyorlar. Bunların bir kısmı öden-

mediği gibi hiçbir iş ve sosyal güvenceleri de bu-

lunmuyor.

Çocukların çalıştığı işlerin hemen tamamı ise ta-

mirci çıraklığı başta olmak üzere pis ve tehlikeli iş-

lerden oluşuyor.

TTB’nin Ocak 2014’te açıkladığı “Suriyeli Sığınma-

cılar ve Sağlık hizmetleri Raporu”na göre çeşitli teda-

vi sorunları, aşı sorunları, aile planlaması hizmetleri,

gebe izlemleri, danışmalık hizmetleri, mineral-vi-

tamin desteği vb. hizmetlerin oldukça yetersiz ol-

duğu gözlenmiştir. Dil sorununun kadınlarda daha

yaygın olduğu, bu nedenle kadınların eve hapsol-

duğu, sosyal yaşamla bağı koparılmış durumda ol-

duğu gözlenmiştir. Türkiyeli (en çok da Şanlıurfalı)

orta yaş ve yaşlı erkeklerin sığınmacı genç kızlar ile

2., 3. evliliklerini yaptıkları, başlık parasının 40 bin

TL’den 5 bin TL’ye düştüğü, belirsizlik, korku ve umut

beklentisi ile sığınmacıların bu işe daha çok razı ol-

maya başladıkları sıklıkla dile getirilmiştir. Çok eşlilik,

çocuk evliliği, kadınların satılması ile ilgili yerli ka-

dınların tepkilerinin yüksek olduğu da paylaşılmıştır.

Adanalılarla karşılaşılan sorunların türü so-

rulduğunda önyargı ve ayrımcılık türü zorluklar

arasında;

Hor görme, kötü bakış,

dışlamaya maruz kalması gibi hususlar söylenmektedir.

Önyargı ve ayrımcılıktan farklı olarak bir de

edilmektedir.

Yaşadıkları sıkıntılar arasında

elektrik, yoksulluk, yardım,

ücretini alamama,

kalabalık oturma,

sevilmeme hissi, yadsınma, küfür, ırkçı söylemler,

güçlükler,

karşılanamaması,

sorunları,

olması sayılmaktadır.

Adana Eczacı Odası Bülteni

31

Page 32: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Geri Dönüş Umudu Korunmaya Çalışılıyor Ama Zor...

Şu andaki algı ve umutları içinde Suriye’ye dön-

me isteği %65 düzeyinde bulunmaktadır. Çatışma-

lar bitse bile %20’si geri dönüşte kararsız bulunuyor,

%13’ü Türkiye’de kalmak istiyor. %2’si de farklı bir

ülkeye gitmek istiyor (faklı bir ülkeye gitmek isteyen

11 kişinin biri Çeçenistan’ı, biri S.Arabistan’ı, 9’u ise

Batılı bir ülkeyi istiyor).

%65’lik geridönüş isteği de, aslında karşılığı ola-

mayacak büyük oranda boş bir umut korumu arzu-

sundan oluşuyor. İsteseler de artık birçoğunun evi

barkı iş yeri kalmamış durumda. Düşmanlıklara yö-

nelik travmaların tamiri ise çok uzun zaman gerekti-

recektir. Bu koşullarda, çoluk çocuğunu yeniden eski

topraklara taşımak zor olacaktır. Geride kalanlar ve

geri dönecekler daha çok yaşlılarla sınırlı kalacaktır.

Yüzyıllılara Yayılacak Sorun veya Yeniden Harmanlanma

Savaş dışında, toplumsal yaşamın bir parçası ola-

rak barışı düşünürsek, barış, “Uyum, karşılıklı anlayış

ve hoşgörü ile oluşturulan ortam” (TDK) olarak ta-

nımlanmaktadır. Sadece Suriye’de değil, şiddetten,

işgalden, savaştan, yıkımdan kaçan bu insanların

Adana’da da barışçıl ortamlara ihtiyaçları var.

Gelen göçmenler, her insanın temel hakkı olan

“onurlu bir yaşam”, barış ve mutluluk aramaktadır.

Belki canlarını kurtardılar ama geriye ne kaldıysa üç

aşağı beş yukarı kaybettiler. Burada da barışı bul-

dukları, buralarda da barışın garanti olduğu söyle-

nemez. Suriyeli sığınmacıların durumu, yüz yıllara

yayılacak bir sorun veya Adana’nın, Türkiye’nin, Or-

tadoğu’nun, hatta tüm dünyanın yeniden harman-

lanması vakıasını oluşturmaktadır. Bu insanların çok

az bir sorumluluğu olduğu ama her tür sonucunu

yaşadığı bir vakıa. Adanalıların çok az bir sorumlulu-

ğu olduğu ancak her tür sonucunu yaşamak duru-

munda kaldığı bir vakıa.

Suriyeli sığınmacıların bireysel sorunları belki bir

süre sonra önemli oranda giderilebilir. Ancak top-

lumsal sonuçları, siyasal sonuçları çok derin ve acı

bir harmanlanma olacağa, aynı zamanda kalıcı ola-

cağa benzer.

Adana’mızın ve insanlığın, yüz yıl sonra da, 2115

Eylül’ünde de yine barıştan, özellikle de toplumsal

barıştan söz etmek zorunda kalmaması dileğiyle. Bu

dileğin gerçekleşebilmesi için birincil şart Suriye’de,

Irak’ta, Libya’da, Yemen’de... tüm Ortadoğu ve dün-

yada uluslararası çatışmaların, yayılmacılıkların biti-

rilmesidir. İkincisi ise dünya kaynaklarının eşit, adil

bir şekilde paylaşılmasıdır.

Sığınmacılık sorunlarının çözülebilmesi ve uyum-

larının kolaylaştırılabilmesi için yurtta barış, dünya-

da barış, toplumsal barış temel şartları oluşturuyor.

Adana Eczacı Odası Bülteni

32

Page 33: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

2014 yılında Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ nden mezun oldum. Yaklaşık 10 ay süren işsizlik serüvenimin

ardından Mayıs/2015 tarihinde EDAK Ecza Kooperatifi’ nde çalışmaya başladım. Çalışmaya başlamadan önce bir süre dikiş

kursuna gittim:), yemek tarifi kitapları alıp inanılmaz derece de tarif denedim :).

Stresten kurtulmak ve düşünmemek için kendimi yoracak işler buldum kendime sürekli... Ne kadar çabalasam da her gün

uyumadan önce beynimde yine o meşhur soru; ‘‘Bundan sonra ne olacak mesleğimle ilgili?’’ Bu soruyu geceleri aklıma her

gelişinde yaklaşık olarak 9 ay susturdum.

Ne yapacağıma, ne yaparsam daha çok mutlu olaca-

ğıma bir türlü karar verememiştim. Fakülteye başlarken

aklımda sadece eczane açma fikri vardı, ancak okul sü-

resince eczacıların eczane, hastane, endüstri (İlaç ve/

veya kozmetik vb. üretim sanayi), Sağlık Bakanlığı ve bir

de akademik olarak üniversitede kariyerlerine devam et-

mek gibi çeşitli seçenekleri olduğunu öğrendim. Bunlar

azımsanacak kıymette değiller, birçok meslekte böyle

seçenek neredeyse yoktur. Bu kadar çok alan varken ben

ne yapmalıyım diye düşünüp durdum.

Herkesin bir sabrı vardır derler ya... Sanırım benim sab-

rımın bittiği bir günde aileme ‘Yeter artık yer bakın!’ cüm-

lesini kuralı bir kaç saat geçmişti ki EDAK Ecza Kooperatifi

için mesul müdür aranıyor haberini duydum. Bir umut,

belki de bir işaret bu bana hayattan deyip başvurumu

yaptım, kabul edildim. Şimdi neredeyse 4. ayımı doldur-

mak üzereyim. İlk iş deneyimimin kooperatifte olması

özellikle EDAK´ta olması kendimi çok şanslı hissettiriyor.

Yinede çoğu zaman mesleğimize yasalarla gelen deği-

şikliklere üzülmüyor değilim.

Ecz. Esra ÇALIŞKAN

Karanlığı Yaşamasaydık

Güneşe Anlamlar Yüklemezdik...

Adana Eczacı Odası Bülteni

33

Page 34: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Bu genç yaşımızda bu kadar çok sorumluluk ve

bu kadar çok gelecek kaygısı fazlaydı bence. Gün

geçtikçe şartlar değişiyor ve ben daha yolun çok

başında olduğumu düşününce geleceğim/gelece-

ğimiz için ister istemez karamsar gözlüklerimi takı-

nıyorum... Bundan 6 yıl önce üniversiteye kayıt yap-

tırırken çok farklıydı hayallerim, her şey çok güzel

olacak ve ben eczane açacaktım. Gelgelelim mezun

oldum, düşünceler şartlar değişti. Sonbahara hazır-

lanan ağaçların yorgunluğu çöktü bedenime sanki.

Çoğu arkadaşım eczane açtı, bazıları kamu eczacısı

oldular, az bir kısmı da özel hastane, ilaç sanayi ve

ecza depolarında iş buldular. Memnunlar mı derse-

niz, çoğu memnun değil. Böyle nereye kadar gide-

cek? Mesleğimizin iyileşmesi için birşeyler değişe-

cek mi?...Yoksa gerçekten bir çıkmaza mı girdik ?...

Gelelim diğer meslektaşlarımızın ifade ettikle-

ri 6197 sayılı yasamıza; yasamız kısa bir süre önce

değişti ve bu yasaya göre çeşitli gereklilikler ve dü-

zenlemeler eklendi. Bu yasayı okumanızı ve ciddi bir

şekilde yorumlamanızı tavsiye ederim. Bu yasadan

kısmen bahsedecek olursak; hali hazırda fakülte-

de okuyan meslektaşlarımız bu yasadan bir defaya

mahsus muaf tutulmaktadır, bu nedenle bu istisnaya

girmiyorum. Bu yıl ve daha sonraki yıllarda eczacılık

fakültesine yerleşecek arkadaşlar eczane eczacılığı

yapmak istedikleri takdirde öncelikle mezuniyetten

sonra 1 yıl bir eczanede yardımcı eczacılık yapma-

ları şartı getirildi. Daha sonra eczane açmak istediği

ilçede 3500 kişiye 1 eczane açılmasına izin veriliyor.

Nüfus 3500 altındaysa böyle bir kısıtlama yok. Dedi-

ğim gibi bu durum tam bir muamma ne olacağı he-

nüz belli değil. Şu nokta da çok önemli hali hazırda

fakültede okuyan arkadaşlarımız bir defaya mahsus

istediği yere eczane açabilecek. Bundan sonra o da

nüfus ve puanlama kriterine tabi olacak. Bu noktayı

iyi düşünmenizi tavsiye ederim.

Kötü gidişata, yeni açılan eczacılık fakülteleri ve

kontenjanların artışı, sıralamada geride olan öğren-

cilerin eczacılık fakültelerine alınmalarının eklen-

mesiyle ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımız

daha iyi anlaşılıyor. Üniversitelerimizde verilen eği-

tim teorik olarak çok yoğun ve gerçek iş hayatımız-

da neredeyse çoğunu kullanmayacağımız bilgilerle

dolu. Kaliteli eğitim anlayışı da çoğu fakültelerde

düştü zannımca. Dilerim ki bundan sonra geçen

her günde mesleğimizle ilgili güzel haberler ve ge-

lişmeler duyalım.

Karamsar olmak için çok geç biliyorum... Herşeye

rağmen mesleğine sahip çıkan ve yeni mezunlara

umut dağıtıp, moral veren eczacılar yok mu? Var el-

bette. Kazandığının bir miktarını her ay bağış yapan,

durumu kötü öğrencilere burs veren, yeni mezun

meslektaşlarımızı yardımcı eczacı olarak işe alıp

meslek deneyimi kazandıran, eczacılık fakültelerine

laboratuvar gereçleri ve kitap yardımları yapan bir

çok eczacımız var. Buradan sesimi duyurabildiğim

duyarlı meslektaşlarıma çok çok sevgilerimi su-

nuyorum. Meslek sadece benim, senin, sizin değil

hepimizin mesleği... Birbirimize destek olursak bir-

çok şeyin atlatılabileceği kanaatindeyim. Ne kadar

sorunumuz, sıkıntımız olursa olsun, hastalarımızın

yüzündeki ufacık bir memnuniyeti, tebessümü

görmek ne kadar güzel bir meslekte olduğumuzu

tekrar tekrar hissettirmeli. Bu sıkıntılı günler geçecek

biliyorum.

Karanlığı yaşamasaydık

güneşe anlamlar yüklemezdik..

Herkese güneşin bol olduğu,

kıymet bilinen güzel günler diliyorum...

Adana Eczacı Odası Bülteni

34

Page 35: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Adı Deniz...

Benim oğlum olur.

Kendisi onbuçuk yaşında olduğunu söylese de

henüz beş yaşını yeni bitirdi.

Büyük bir ciddiyetle on farklı konuda on farklı

akıllara zarar soru sorabilen bir potansiyele sahip.

Sonra geçer karşıma dikkatlice yüzüme bakar.

Bilgiye aç sabrını dizginlemeye çalışan gözleriyle.

Cevap veriyor olmam kesinlikle yeterli değildir. İkna

etmem de gereklidir çoğu zaman. İkna edemeyen

her sallantılı cevap, karşılığında kaşı kalkık üç yeni

yaratıcı soru olarak geri döner.

‘’Kadın olan çocuklar hep mi küserler?’’, ‘’Beni ne-

den babam doğurmadı?’’, ’’Tencereleri birbirine vu-

rup gürültü yapacağımıza, ağaçları kesenlere bah-

çede bisiklete binmeme cezası versek anlamazlar

mı?’’, ‘’Uyurken neden gözlerimizi kapatıyoruz, ku-

laklarımızı kapatsak daha sessiz olmaz mı? ‘’Kirpik-

lerin beyazlayınca onları da saçların gibi boyayacak

mısın?’’, ‘’Daha kaç yaşına kadar domates yemem

gerekiyor?’’ gibi sonsuz çeşitlilikte bir yığın soru…

Yanlış anlaşılmasın şikâyetçi değilim, aslında bun-

ları şu yüzden anlatıyorum. Neşeli bir çocuk koro-

su ‘’Brokoli var da Maret yok mu?’’ diye soruyor, el-

lerinde salam, sosis temalı, yeşilliklerin süs olarak

kullanıldığı tabakları ekranlara doğru sunarken…

Hedef, brokoli özelinde sebze tüketmeyi anneleri

için ömür törpüsü haline getirmiş geniiiiiş bir çocuk

kitlesi… Üstelik bunu reklamlarında çocukları kulla-

narak yapıyor kapitalist deha…

Reklam bittince Deniz düşen pijamasını çekişti-

rerek; ‘’Bence de anne… Yeşil ağaçlardan yemicem

artık’’ diyerek döndü ve sorgulayıcı bakışların eşlik

ettiği kararlılıkla kollarını göğsünde bağladı.

ȘimdiReklamlar...

Ecz. Hayriye GÜLTEKİN KARABULUT

Adana Eczacı Odası Bülteni

35

Page 36: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Bana kalan mı?

Geçmek bilmeyen çaresiz 5-10 saniye, gülümse-

meye çalışan bir yenilmişlik duygusu ve ardından

bamya ve pırasa için gelmesi muhtemel başkaldırı-

nın korku dolu huzursuzluğu…

Aslında derdim reklamlardaki görsel ve işitsel

göndermelerin simgesel veriler üzerinden değil

de henüz yeterince gelişmemiş gerçeklik duygu-

ları ve muhakeme yetenekleri ile çocukların masu-

miyet dünyalarını hedef almaları... Bunun etik olup

olmadığını tartışmak gerekli midir sorusunu ötele-

yip hukuki bir uygulama olup olmadığı ve hukuk-

sal normlar dışında ise meşru cezai yaptırımlarının

- günümüz Türkiye’sinde - sınırları ve denetimleri

üzerine soru sormak gerekli görünüyor.

Birleşmiş Milletler tarafından 1989 tarihinde ka-

bul edilen ve Türkiye’nin de imzasının bulunduğu

‘’Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’’ gereği, ‘’Her çocuk

için sağlık, eğitim, eşitlik, koruma, çocuğun yüksek

yararı ve insanlığın gelişimi’’ temel felsefi yaklaşımı

ilke olarak belirlenmiş bulunuyor.

Mersin Akkuyu Nükleer Santrali’ni inşa edip (ne-

dense) onlarca yıl işletecek olan ve 29 yıl önce Çer-

nobil Nükleer Santrali’ni inşa eden Rus devlet şirketi

Rosatom’un Türkiye’de kurduğu Akkuyu NGS şirke-

tinin reklamları uzunca bir süre bilboard ve televiz-

yon kanallarında boy gösterdi. Bulutsuz, parlak, gü-

leryüzlü bir gökyüzü; ışıl ışıl parlayan yapraklarıyla

ağaçlı, masalsı çağrışımlı bir orman yolu; pürüzsüz

tenli, karnı tok, güvende olduğunun farkında büyük

adam gülüşlü küçük çocuklar...

Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönet-

meliği’nin 24/a bendi ‘’Hedef kitlesindeki çocukların

yaş gruplarının özellikleri dikkate alınarak, çocuklar

da gerçek dışı beklentilere neden olan veya kurgu

ile gerçeklik arasındaki farkı ayırt etmeyi zorlaştı-

ran unsurlar içeremez’’ diyor. Altında Türkiye’nin de

imzası var elbette.

Ancak reklamın içeriğinde nükleer santrali iyi ya

da kötü çağrıştıran hiçbir görüntünün olmaması

dikkat çekici değil mi?

Bu reklamın bir pazarlama yönteminden daha

çok bir propaganda amacıyla kullanılmasının kötü

niyeti bir yana, çocukların reklam objesi olarak istis-

mar edilmesi suç değil mi?

Bir nükleer santral kurulum sürecinin medyada

yer alma şekli; dünyadaki olumlu ya da olumsuz de-

neyimlerden, kamuoyunun konu hakkındaki bilinç

ve farkındalık düzeyinden, güvenlik ve denetim krı-

terlerinden, atık yönetimi ve kaza risklerinden ba-

ğımsız düşünülebir mi?

Nükleer enerji teknolojisinin nimetlerinin ‘’Yeni

Türkiye’’ imajıyla ilişkilendirilerek biz luzumsuz ka-

labalığa anlatıldığı bu reklamda, tamamen insan

gücü ve emeğiyle çalışan bisikletin kullanılması de-

rin bir yaratıcı zekanın ürünü değil mi?

Bende oğlum gibi ne çok soru sordum böyle…

Son bir soru…

-

nız ülkenin toplumsal bellekleri dumura uğramış

olsa da tarih bilimi notlarını alıyordur değil mi kro-

nolojik bir netlikle?

Adana Eczacı Odası Bülteni

36

Page 37: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Ecz. Ayşegül Sena KIRPIK

Avrupa Hospital Mesul Müdür Eczacı

Adana Eczacı Odası Bülteni

37

Page 38: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Endorfin Nedir?

Nörotransmitterler sinir hücreleri arasında elekt-

rik sinyallerini taşımakla görevli hormonlardır.

Elektrik sinyalleri formunda gelen mesajları bir sinir

hücresinden diğerine kimyasal olarak aktarırlar.

Nörotransmitter olarak adlandırılan bu yapılar bey-

200’ün üzerinde nörotransmitter tespit edilmiştir.

Endorfin de bunların en önemlilerindendir.

Genelde hazla ilişkilendirilse de, endorfinin bi-

rincil tetikleyicileri stres ve acıdır. Hipotalamus ola-

rak bilinen beyin bölgesi cinsel fonksiyonlar, nefes

alma, açlık ve duygular gibi birçok fonksiyondan

sorumludur. Hipotalamus duygu durumları ile ya-

kından ilişkili limbik sistemin bir parçasıdır. Eğer

endorfin bu bölgeye erişirse, haz ve mutluluk hissi

ortaya çıkar.

Bununla birlikte, aşırı endorfin salgısı öfkeye, çok

nadir olmakla birlikte obsesif-kompulsif bozukluğa

sebep olur. Uyarıya verdiğiniz tepki beynin salgıla-

dığı endorfine bağlıdır.

Endorfin vücut tarafından üretilen en güçlü

uyuşturucudur. Doğal afyondur (morfin). İşlevi ağrı-

nın şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık

vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır.

Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık

30 kat daha fazladır. Daha çok mutlu bir haber alın-

ca, çikolata veya güzel bir tatlı yendiğinde salgılanır.

Umutsuz bir aşkın ilacı endorfindir. Endorfin salgı-

sının artması için yapılabilecek en verimli ve kolay

aktivite spordur.

Adana Eczacı Odası Bülteni

38

Page 39: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Spor Yaparak Depresyou Yenmek

Son yıllarda yapılan birçok bilimsel araştırma spor

yapmanın depresyon tedavisinde etkili olduğunun

altını çizmektedir. Spor yaparak depresyonu tama-

men tedavi etmek bile mümkün olabilmektedir.

Spor yapmanın hem vücut hem de beyin üzerin-

de pozitif etkileri vardır. Spor yapan bireylerin ken-

dilerine güveni gelir, bir şeyler başarmanın ve ken-

dini geliştirmenin pozitif etkileriyle hayat bakışları

daha pozitif olur.

Bilimsel kanıtlar da spor yapmanın beyin kimyası

üzerindeki pozitif etkisini göz önüne sermektedir.

Spor yapanlarda beta-endorfin hormonlarının daha

fazla üretildiği gözlenmiştir.

Aynı şekilde, spor yaparak artan serotonin hormo-

nu salgılanması kişinin kendini daha iyi hissetmesine

sebep olmaktadır. Beynin normal çalışabilmesi için

gerekli olan serotonin seviyesine ulaşmak için spor

yapmanın en az antidepresan ilaçlar kadar etkili ol-

duğu görüşü artık tıp dünyasında kabul edilmiştir.

İskoçya’daki Stirling Üniversitesi’nden araştırma-

cılar yürümenin etkilerini test etmek için 341 hasta

üzerinde 8 çalışma yaptı.

Ruh Sağlığı ve Fiziksel Aktivite dergisinde yayın-

lanan araştırma sonuçlarına göre, fiziksel egzersizler

depresyon semptomlarını kontrol edebiliyor. Yü-

rüyüş depresyonun hafif ve orta derece belirtilerini

azaltmaya yardımcı oluyor. Depresif belirtilerin tekrarı

spor yaparak önleniyor.

Bu konuyu araştırmak üzere ülkemizde Muğla

ve Marmara Üniversitelerinin ortaklaşa yaptığı bir

çalışmada kontrol grubu olarak 15 kız, 15 erkekten

oluşan ve 8 hafta boyunca durağan bir yaşam süren

üniversite öğrencileri kullanılmıştır. Deney grubu

olarak ise yine 15 kız, 15 erkekten oluşan ve hafta-

da 3 kez 1’er saatlik hafif ve orta derecede egzersiz

yapan üniversite öğrencileri kullanılmıştır. 8 hafta

boyunca veri toplama aracı olarak ise, depresyon

puanlarını belirlemek için Beck Depresyon Envante-

ri (BDA) ve atılganlık durumunu belirlemek için Rat-

huss Atılganlık Envanteri (RAE) kullanılmıştır. Sonuç

olarak düzenli olarak yapılan egzersizin öğrencilerin

depresyon ve atılganlık düzeylerini her iki cinsiyette

de anlamlı biçimde olumlu etkilediği gösterilmiştir.

Kaynaklar: tıpbaskent.edu.tr psychologytoday.com geneltip.org bilim.org

sabah.com.tr blog.radikal.com.tr wikipedia.org

Adana Eczacı Odası Bülteni

39

Page 40: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Çoğu meslektaşımız bilgisayar başında uzun zamanlar geçirmektedir.

Bu nedenle bir tür ofis çalışanı durumundayız. Reçete işlemleri dışında

TEB sayfası, oda sayfası, sağlık müdürlüğü duyuruları, sgk duyuruları, sosyal

medya derken tüm günümüz bilgisayar başında geçmekte. Sokaklara çıkan

bir meslek grubu da olamadığımızdan sabah 8’den akşam kapanış saatine

kadar masabaşı işi yapmaktayız. Bu durumda tıpkı ofis çalışanları gibi aynı

sağlık sorunları ile karşı karşıyayız.

Eczanede Hareket

Ecz. Dinçay BAHÇECİ

Adana Eczacı Odası Bülteni

40

Page 41: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

İngiliz Spor Hekimliği yayınlarına (BJSM) göre

ofis çalışanları bir çalışma günü içinde en az iki saat

ayakta durmalıdır. Yazarlar İngiltere’de uyanık kalı-

-

-

makta. Çalışanların günlük iki saat ayakta durması

ve hafif aktivitiler yapması, bu sürenin zaman içeri-

sinde dört saate çıkarılması, gerektiğinde ayakta da

çalışılabilecek modüler masalar dizayn edilebilece-

ği gibi işverenin de personeli bu konuda uyarması,

ayakta ve sağlıklı molalar için yatırım yapması ge-

rekmektedir. Tüm bu uzun iş saatleri içinde elbette

alkol ve sigaradan uzak durmak, dengeli beslenmek

ve stresten kaçınmak gereklidir.

Klavye ve mouse kullanılması gibi bazı tekrarla-

yıcı aktiviteler, yanlış postür (duruş), stres ve kötü

ergonomiye bağlı olarak bir süre sonra ofis çalışan-

larında kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarının ortaya

çıkmasına neden olur.

Boyun, sırt, kol ve belde ağrı, kollarda, parmak-

larda uyuşma, hareket güçlüğü gibi belirtiler ortaya

çıkar. Ofis çalışanlarında en sık görülen kas-iskelet

sitemi rahatsızlıkları boyunda kas zorlanması, el bi-

leğinde sinir sıkışması, omuz, dirsek, el bileği ve baş-

parmakta tendon hasarıdır. Bu rahatsızlıklara bağlı

olarak her geçen gün yaşam kalitesi biraz daha bo-

zulmaktadır. Oysaki bu rahatsızlıklar ergonominin

desteklenmesi, çalışma sırasında kısa molalar veril-

mesi ve iş yerinde yapılabilecek ve vakit almayacak

bazı basit egzersizlerle önlenebilir.

Bilgisayar karşısında çalışanlar için ergonominin

desteklenmesi gereklidir. Bunun için yapılması ge-

rekenler kısaca şunlar olabilir:

kişinin tam karşısında ve kol uzunluğu mesafesinde

ve mouse’un aynı hizada olmasına

-

lırken çok sıkmadan hafif dokun-

nötral (düz, 0 derecede tutulması)

pozisyonda olması, el bileğinde

sinir sıkışması riskini azaltır. Nor-

malde klavyeler 6 derece eğimlidir.

Bu eğimin aşağı doğru indirilmesi

ile el bileğinin nötral pozisyonda

Uzun süre oturulmamalıdır. Çünkü

oturma omurga üzerine fazla baskı

olmasına neden olur. Ayrıca, bacak

ve ayaklar için de sakıncalıdır. Kan

dolaşımı zorlaşır, bacaklarda kan

göllenir.

Adana Eczacı Odası Bülteni

41

Page 42: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

özen gösterilmelidir. Bel-kalça açısı 90 derece, ayaklar

yere değecek şekilde oturulmalıdır. Gerekirse ayakaltı-

seviyede olmalıdır. Diz arkaları sandalyeye değmeme-

-

yarda yapılacak işlerin dışında da işler varsa bunlar

dönüşümlü olarak yapılmalıdır.

Bütün bu öneriler ve ofis egzersizlerinin yanı sıra

ağrı ve diğer şikâyetler birkaç gün içinde geçmiyor-

sa, tekrarlayıcı ise doktora başvurulması gerektiği

unutulmamalıdır.

OFİS EGZERSİZLERİ

Öğle yemekleri masa başında atıştırarak geçişti-

rilmemelidir. Göz yorgunluğunu önlemek için gözü

zaman zaman ekrandan ayırıp uzakta bir noktaya

odaklanmalı, 10-15 sn gözler kapatılıp dinlendirilme-

lidir. Saat başı 5-10 dakika mola vermeli ve basit bazı

egzersizler yapılmalıdır. Ofiste yapılabilecek egzersiz-

ler için bazı örnekler aşağıdadır :

Boyun egzersizleri : Nefes alıp başı yana dön-

dürüp tekrar nefes vererek nötral (karşıya bakar po-

zisyona) doğal pozisyona getirin. Başı nefes alıp yu-

karı kaldırıp, nefes vererek çene göğüse değecekmiş

gibi aşağı indirin. Başı saat yönünde ve aksi yönde,

başı omuzlara değecekmiş gibi döndürün. Bu hare-

ket sırasında normal nefes alıp verin. Her hareketi 5

kez tekrarlayın.

Nefes egzersizleri : Ayakta veya rahat bir pozis-

yonda bir el karında diğer el göğüs üzerindeyken

Ağızdan yavaş yavaş nefes verin. Hareketi 5 kez tek-

rar edin.

Omuzlar : Omuzları kulaklara yaklaştırır gibi yu-

karı kaldırın, 3 saniye bu şekilde bekleyin. Omuzları

kendi ekseni etrafında arkaya ve aşağı doğru, daha

sonra öne ve aşağı doğru döndürün. Otururken el-

lerinizi başın arkasında birleştirin, dirsekleri iyice

geriye alın derin nefes alıp 30 saniye bekleyin. Nefes

verin ve gevşeyin. Bu hareketleri 5 kez tekrarlayın.

Ayak egzersizleri : Otururken ayakları ayak bi-

leklerinden kendi ekseni etrafında çevirin. Her yöne

5 kez tekrarlayın.

El bileği germe : Parmaklar yukarı bakacak şe-

kilde kolları dümdüz öne uzatın. Bir elinizle diğer

elin parmaklarını kendinize doğru çekin. 20 saniye

bekleyin. Sonra bırakın ve gevşeyin. Aynı hareketi

diğer eliniz için yapın. Her iki el için hareketi 5 kez

tekrarlayın.

Sağlıklı günler...

*** Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı

Yrd. Doç. Dr. Duygu Geler Külcü’nün yazısından alıntılar içermektedir.

*** http://bsjm.bsjm.com/cotent/early/2015/04/23/bjsports-2015094518

Adana Eczacı Odası Bülteni

42

Page 43: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Hangi Şampuan bebeğime zarar vermez ?

Doğumdan hemen sonra bebeklerimize şampuan kullanmalı mıyız?

Kepek nasıl oluşur?

Hangi şampuan kepek oluşumunu engeller?

Şampuan ne işe yarar ?

Şampuan tipleri var mıdır?

Saçlarımızın yapısının bozulmasını önlemek için günümüzde bir çok kozmetik preparatlara başvururuz. Bu koruyuculardan biridir şampuanlar.

Şampuanları deri temizleyicisi olarak kullanırız.

Şampuanların Ph dereceleri, yapıları çok önemlidir.

ŞampuanlarEcz. Nihal ŞEN

Adana Eczacı Odası Bülteni

43

Page 44: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Yeni Doğanlarda…

Yeni doğan bebeklerin deri yapısı erişkinlerin deri

yapısına göre farklıdır. Kornea tabakası erişkinlere

göre daha incedir. Anne karnındaki bebeğin stra-

tum corneum’un gelişimi 24. haftada başlayarak za-

manla kalınlaşmaya başlar. Yeni doğan bebeklerin

derideki PH derecesi 6,5-7,5 arasında olup zamanla

normal düzeye erişkinlerin derecesine indiği göz-

lenmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün

klavuzuna göre yeni

doğan bebeklerin

ilk 6 saat boyunca

yıkanmasının uy-

gun olmadığını,

bütün yaşam-

sal faaliyetler

stabil olduktan

sonra yıkan-

ması gerektiği

be l i r t i lmiş t i r.

Yapılan bazı araş-

tırmalar sonucun-

da göbek kordonu

düştükten sonra birkaç

hafta boyunca sadece su

ile yıkanması öngörülmüştür.

Şampuan kullanmak istersek de, onun

yerine vücut için kullanılan sabunla baş bölgesinin

de yıkanması gerektiği belirtilmiştir.

Deri Temizleyici…

Deri temizliğinde kullanılan temizleyiciler; su,

surfactan, nemlendiriciler, köpük artırıcı maddeler,

dolgu maddeleri, bağlayıcılar, koruyucular, parfüm-

ler, boya ve pigmentlerdir.

Surfactanlar (Deterjanlar)

Surfactanlar, iyonik ve non-iyonik olmak üzere

ikiye ayrılır.

İyonik Surfactanlar (Deterjanlar)

- Anyonik deterjanlar; negatif yüklü olup, hidrofi-

lik polar grubuna sahip temizleyici özelliğinden do-

layı sık kullanılan, köpürme durumu diğerlerine

göre yüksek temizleyicilerdir. Örne-

ğin; lauril sulfatlar; suda çok

iyi köpürdükleri için, kolay

durulanırlar. Genellik-

lede yağlı saçlarda

tercih edilerler.

- Katyonik de-

terjanlar; pozi-

tif yüklü olup,

hidrofilik polar

grubuna sahip

temizleyici ve

köpürme özelli-

ği düşük olan bir

moleküldür.

- Amfoterik deterjan-

lar; hem anyonik hemde

katyonik grubuna sahip surfa-

ctanlardır. Deride PH yüksekse anyo-

nik özelliği vardır. PH düşük ise katyonik özelliğini

gösterir. Örneğin bebek şampuanları...

Non-iyonik Surfactanlar (Deterjanlar)

İyonik surfactanlarla en sık kombine edilen, iyi te-

mizleyici ve az köpüren deterjanlardır. En sık kulla-

nılan polioksietilen yağ alkolleri, polioksietilen sor-

bitol esterleri ve alkanolamidlerdir.

Adana Eczacı Odası Bülteni

44

Page 45: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Doğal Surfactanlar

Doğal deterjanlar denildiğinde aklımıza ilk gelen

bitkilerdir. Bunlar, sabun kabuğu, çöven, saparna

bitkilerinden elde edilen saponinlerdir. Saponinler

köpürme özelliği iyi olmasına rağmen, iyi bir temiz-

leyici değillerdir.

Bebek Şampuanları

Bebeklerde sebum salgısı az olduğundan Ph

hem anyonik hem katyonik olabilen, amfoterik

grup hafif temizleyici şampuanlardır. Ph derecesi,

göz yaşına yakın olduğundan tahriş edici özelliği

azdır. İçeriğinde yardımcı maddeler olarak parfum

esası bulunabilir. Bebek şampuanları hergün saçla-

rını yıkayan kişiler içinde oldukça idealdir.

KEPEK???

Kepek nedir? Nasıl Önleyebiliriz…

Kepek oluşumu genellikle ergenlik çağında baş-

lar, 50’li yaşların sonuna doğru azalmaya başlar.

Kepeğe ilk olarak ‘’ Pityrosporum ovale ‘’ maya türü

bir mikroorganizmanın neden olduğu bulunarak,

bilim adamının isminden esinlenerek ‘’Malassezia

furfur’’ olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde bazı

olgularda da kepek oluşumunu arttırmaktadır. Bu

faktörler stres, kimyasal maddeler, genetik, sebum

bozulmaları gibi...

Üst derimiz (epidermis); canlı (viable epidermis)

ve cansız (stratum korneum) iki tabakadan oluş-

maktadır. Cansız tabaka kendini sürekli yenilerken,

canlı tabaka hücre bölünmesiyle yeni hücrelerin yu-

karı çıkarılması sonucu, üst dermiste ölü hücrelerin

atılmasıyla işlem sona erer. Hücre yenileme olayının

normalden daha hızlı gerçekleşmesi sonucunda

deride pulcuklar halinde kümelenmeye başlayarak

kepek sorunu ortaya çıkar.

Ne tür şampuanlar kullanmalıyız?

Normal şampuanlar yerine antifungal şampuan-

ları tercih etmeliyiz. Örneğin; zinc pyrithione, piroc-

tone olamine, ketaconazole, climbazole, selenium

sulfide, kükürt ve kömür katranı içeren şampuanları

tercih etmeyiz.

Kepek insanlar için çok sıradan görünse de önemli kafa derisi rahatsızlığıdır.

Günümüzde iyi bir şampuan demek, çok köpü-

ren şampuan değildir. Banyoda kullandığımız şam-

puan ne kadar çok köpürürse saçımızın o kadar

temiz olacağına inanılır. Halbuki bir çok şampuanın

içinde yardımcı madde olarak köpürtücü ajanlar yer

almaktadır. Kirli saç fazla köpürmez.

O yüzden banyoda fazlaca kullandığımız şam-

puanların sadece bizim cebimize zararı olmazken,

saçımıza da zararı dokunur.

Kaynaklar

1. Müştak Koçyiğit P., Yenidoğan Deri Yapısı ve Deri Bakımı,

Türkiye Klinikleri J Int Med Sci, 3(17):1-6 ,Ankara

2. Yaylı S., Şampuanlar ve Deri Temizliğinde Kullanılan Diğer Maddeler,

Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 3(17): 15-19, Trabzon

3. Şentürk N., Şampuanlar ve Saç Kremleri, Turkiye Klinikleri J Cosm

Dermatol-Special 6(3): 39-49 ,2013 ,Samsun

4. Akyol M.,Hayta S.,Şaç Bakımında Doğal Ürünler,Türkiye Klinikleri

J Cosm Dermatol –Special 6(3):32-8, 2013

5. Kundakçı N., Şaçın Anatomik ve Histolojik Yapısı,Türkiye Klinikleri

J Cosm, 127-133, 1998, Ankara

Adana Eczacı Odası Bülteni

45

Page 46: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

AŞK OLSUN SANA ÇOCUK, AŞK OLSUN !

Arama motorları çıktığından bu yana şiirler kitaptan

değil,internetten okunur oldu. Fakat internette o kadar

çok sahte şiirler (!)dolaşıyor ki,uydurma birkaç dize yazıp

altına ünlü şairlerden birinin (en çok Nazım Hikmet,

Can Yücel vb) adını yazan, facebookta beğeniler alıyor,

kopyala-yapıştır yöntemiyle de bu sahte ” şiir” ler

yayılıyor, ayıklamak zor.

Gerçek şiir okurları tarafından hemen

farkedilseler de kimbilir kaç sahte “şair” bıyık

altından gülerek izliyor belli değil.

Birkaç yıl önce ünlü bir kadın

gazeteci(Nazlı Ilıcak) köşesinde” bakın

Mevlana ne yüce şeyler söylemiş”

diyerek, gazeteci - yazar Can Dündara

ait olan aforizmaları yayınlamıştı. Tabii

bilmeyerek..! O zaman durumlar karışmıştı,

mutlaka Nazlı hanım çok mahçup olmuştur

ama bir daha interneti kaynak alarak yazı

yazmadığını düşünüyorum.

İşte bu sahte şairlerin en çok kullandığı isim Can Yücel. İnternette

onun adıyla gezen ama ona ait olmayan 40 civarında şiir tespit edilmiş.

Bağlanmayacaksın

Aşk

Boşver be yaşı başı

Olmuyorsa zorlamayacaksın

Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda

Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan

Farkında Olmalı İnsan

Bir Eşi Olmalı İnsanın

bunlardan birkaçı..

Onun uslubuna, felsefesine,ince alayına, kişiliğine uymayan bu şiirimsi metinleri görseydi

eminim Can Yücel kahrolurdu ve sıkı küfürler sallardı!

Hatta “Pes” dedirten bir bilgi; sahte Can Yücel şiirlerinden bir tanesi (herşey sende gizli)

MEB 2013-2014 ilköğretim okulları 10. sınıf ders kitabına bile girebilmiş!!!

O, elbette bu kof ve kötü şiirlerin yazarı değil, çağdaş Türk şiirinin en iyi şairlerinden biridir.

Adana Eczacı Odası Bülteni

46

Page 47: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Can Yücel’in Adana cezaevinde 3 yıla yakın

bir süre kaldığını biliyor muydunuz?

Ama nerede?

1971 askeri darbesinden sonra Türkçe’ye

çevirdiği 3 kitap için 15 yıl ceza alır ve

1974 affına kadar Adana Cezaevi’nde yatar.

İşte cezaevine getirilirken yazdığı şiir;

Bir Sen Eksiktin Ayışığı

Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri,

Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra

Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,

Başımızda perensip sahibi bir başçavuş.

Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayışığı

Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya !

Ve darbeden sonra idam edilen Deniz Gezmiş’e belki de en güzel şiiri burada, Adana Cezaevi’nde yazar ;

Mare Nostrum (Latince : Bizim Deniz)

En uzun koşuysa elbet

Türkiye’de de Devrim

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez luverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizin,

En önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun

Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun

“ Hayatta ben en çok babamı sevdim” şiirini adadığı Hasan Ali Yücel, cumhuriyetin aydınlanmacı en önemli, en çalışkan milli eğitim bakanıdır ve şair oğlu üzerinde çok büyük bir etki ve sevgi yaratmıştır.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk

Çırpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek

Nasıl koşarsa ardından bir devin,

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,

Geldi mi de gidici hep, hep acele işi!

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.

Atlastan bakardım nereye gitti,

Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a,

Bi helalleşmek ister elbet, diğmi, oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oyununu,

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin,

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, can evim.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Adana Eczacı Odası Bülteni

47

Page 48: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Sevgi Duvarı

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa

kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

dilimizde akşamdan kalma bir küfür

salonlar piyasalar sanat sevicileri

derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni

yakanda bir amonyak çiçeği

yalnızlığım benim sidikli kontesim

ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık

önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi

aramızda görevliler ekipler hızır paşalar

sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

çöpçülerin elleriyle okşardın beni

yalnızlığım benim süpürge saçlım

ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak

bol çelik bol yıldız bol insan

bir gece sevgi duvarını aştık

düştüğüm yer öyle açık seçik ki

başucumda bir sen varsın bir de evren

saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

yalnızlığım benim çoğul türkülerim

ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

“Avuçlarındaki ter kokusunu özlediği” karısı Güler Yücel’le 1956 yılında evlenir. Bir söyleşisinde

Güler Yücel’den “Pek severim karımı haa! Babam bana, ‘sen tek karıyla yaşamaya mahkumsun’ derdi.

Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum canımın içini” sözleriyle bahseder. Can Yücel ölünceye kadar

ömürlerinin 43 yılını birlikte geçirirler.

Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. ‘Maaile’ şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad.

Can Yücel için ailesi çok önemlidir : Eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu

yaşamı şiirlerine yansımıştır.

“Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum! “ diye seslendiği üç çok sevdiği çocuğu oldu..

Onlar için aşk ve mutluluk diledi.

Annesi içinse;

“Anneme şiir yazacak kadar şair değilim” dedi

Ben ömrümce muhalif yaşadım.

Devletçe de menfi bir TİP sayıldım

Onun için kan grubum

RH NEGATİF

Hâl tercümesi sayılır bu dizeleri. Bir de ve elbette “harbi konuşmak”tan söz eder. “Küfür etme

özgürlüğü”ne sahip çıkarak. “ Türkiye’deki insanların tek özgürlüğü olan küfürü ele vermemek lazım!

Sahip çıkmak lazım! ” diyerek.

Küfürlü yazıyor eleştirisi yapılır ama neden yaptığı anlaşılmaz, pek çok davalar açılır hakkında.

En güzel şiirlerinden biriyle bitirelim;

Adana Eczacı Odası Bülteni

48

Page 49: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

03 Mart 2015CHP Adana İl Başkanlığı görevine atanan Oda Eski Başkanımız

Sayın Ecz. Burhanettin BULUT ve CHP Adana İl Yönetimi, Oda-

mızı ziyaret etti. Yapılan ziyarette; yaklaşan genel seçimlerle

ilgili görüş alışverişinde bulunuldu.

04 Mart 2015Adana Tabip Odası 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri ve özellikle

Beyaz yürüyüşe davet için Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.

06 Mart 2015Türk Eczacıları Birliği tarafından “Kamuda Görünmeyen Bilgi ve

Emek: Eczacı” temasıyla gerçekleştirilen Kamu Eczacıları Kong-

resi 6-7 Mart 2015 tarihinde Ankara Bilkent Otel’de yapıldı.

05 Mart ve 09 Mart 2015Adana Eczacı Odası Yönetim Kurulu olarak, 5 Mart 2015 Perşem-

be günü Ceyhan İlçemizdeki Meslektaşlarımızla, 9 Mart 2015 Pa-

zartesi günü Kozan İlçemizdeki Meslektaşlarımızla, İlçe Temsilcilik

Binamızda bilgilendirme toplantısı yaptık. Toplantıda; Adana İl

Sağlık Müdürlüğü’nün “ Reçetesiz İlaç Satışı” konulu duyurusu ile

ilgili bilgilendirme yapıldı, ayrıca 2015 Yılı SGK İlaç Alım Protokolü

ve güncel konular meslektaşlarımıza aktarıldı.

03 Mart 2015Yönetim Kurulumuz, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın

Hüseyin SÖZLÜ’yü ziyaret etti.

· Kalkınma ajansına sunulmak üzere hazırlanacak miadı dol-

muş ve kullanılmayan ilaçların evlerden ve eczanelerden topla-

narak doğaya, çevreye ve insan sağlığına zarar vermeden imha

edilmesine yönelik proje ile ilgili,

· Akılcı ilaç kullanımı ve nöbetçi eczanelere ulaşımı kolaylaştır-

maya yönelik olarak hazırladığımız akıllı telefon uygulaması-

nın halkımıza tanıtımı için Büyükşehir Belediyesine ait reklam

panolarının ve belediye otobüslerinin kullanılması,

Nöbetçi eczaneler ile akılcı ilaç kullanımına yönelik görselleri

içeren ekranların eczanelerimize yerleştirilmesine yönelik kat-

kıları istenmiştir.Faaliyetlerimiz

Adana Eczacı Odası Bülteni

49

Page 50: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

10 Mart 2015Adana Eczacı Odası ev sahipliğinde düzenlenen Güney Bölgesi

Eczacı Odaları Toplantısı Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş,

Mersin, Hatay, Aksaray, Osmaniye, Nevşehir ve Niğde Eczacı

Odalarının başkan ve yöneticilerinin katılımı ile Adana Hilton

Oteli’nde gerçekleşti.

11 Mart ve 12 Mart 2015Adana İl Sağlık Müdürlüğü ile koordineli olarak düzenlenen

Akılcı İlaç Kullanımı 2014/2017 Eylem Planı İçerisinde Antibi-

yotikler başta olmak üzere ilaçların reçetesiz satılmaması yö-

nünde bilgilendirmelerin yapıldığı toplantılar, Adana İl Sağlık

Müdürlüğü Eczacılık ve Tıbbi Cihaz Şube Müdürü Sayın Ecz.

Yüksel COŞKUN, Eczacılık ve Tıbbi Cihaz Şube Müdürlüğünde

görevli Ecz. Mustafa GÖKMEN ve Ecz. Hülya KAHRAMAN’ın ka-

tılımıyla Odamız Ecz. Ali Aysan Toplantı Salonunda gerçekleşti.

Ceyhan Temsilcilik;

Kozan Temsilcilik;

Adana Eczacı Odası Bülteni

50

Page 51: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

14 Mart 2015Adana Eczacı Odası olarak, 14 Mart Tıp Haftası Etkinlikleri çer-

çevesinde Adana Tabip Odası tarafından düzenlenen“GELENEK-

SEL BEYAZ YÜRÜYÜŞ” etkinliğine katıldık.

19 Mart 2015Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Tuba ULULAR DEVECİ Halk sağlığı

Müdürlüğünde yapılan İl Tütün Kurulu Toplantısına katıldı.

20 Mart 2015Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz. Betül TAŞTEPE Adana Çimento Sa-

nat Galerisinde Adana Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü

tarafından düzenlenen ve üyelerimizden Ecz. Ayhan EĞİN’in de

eserlerinin yer aldığı Resim ve Nostalji Sergisine katıldı.

01 Nisan 2015Ecz. Özlem DÜNDAR Ankara’da Türk Eczacıları Birliği’nde yapı-

lan Kamuda Çalışan ve Eczanesi Olmayan Eczacılar Komisyonu

toplantısına katıldı.

03-04 Nisan 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN ve Yönetim Kurulu Üyemiz

Ecz. Erdem KIZILTEPE Ankara Plaza Otel’de yapılan TEB Merkez

Heyeti, Oda Başkanları ve Yönetim Kurulu Üyelerinin bulundu-

ğu SGK Protokolü Çalıştayı’ na katıldılar. SGK ile TEB Üyesi Ec-

zanelerden İlaç Temin Protokolü’nün süresinin 30 Haziran 2015

tarihinde bitmesi nedeniyle, söz konusu Protokol’de yaşanan

sorunlar ve yeni protokol sürecinden beklentiler değerlendirildi.

18 Mart 2015Saymanımız Ecz. Sühendan TOKSÖZ, Ankara’da yapılan 39 uncu

Dönem Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti 4 üncü Başkanlar

Danışma Kurulu Toplantısına katıldı.

19 Mart 2015Ankara Eczacı Odası Başkanı Ecz. Süleyman GÜNEŞ, Genel Sek-

reteri Prof. Dr. Mustafa ASLAN, Saymanı Ecz. Candan AYDOĞAN,

Yönetim Kurulu Üyeleri Ecz. Necdet ŞENBABA, Ecz. Cem ÖZCİVA-

NOĞLU, Ecz. Mehmet AYDOĞAN ve Denetleme Kurulu Başkanı

Ecz. Müberra MEMİÇ odamızı ziyaret etti. Mesleğimizde yaşadı-

ğımız sıkıntıların ve çözüm yollarının konuşulduğu görüşmede;

Adana Eczacı Odası ve Ankara Eczacı Odasının işbirliği içerisinde

ortak projeleri hayata geçirerek, mesleğimize katkı sağlamaları

yönünde görüş alışverişinde bulunuldu.

Adana Eczacı Odası Bülteni

51

Page 52: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

08 Nisan 2015Mevzuat Komisyonu Başkanımız Ecz. Yelda ERTÜRK Ankara’da

Türk Eczacıları Birliği’nde düzenlenen Sosyal Güvenlik Yetkilile-

rinin de bulunduğu SUT Komisyonu Toplantısına katıldı.

16 - 20 Nisan 2015Adana Eczacı Odası olarak organize etmiş olduğumuz “Cosmo-

farma Uluslararası Sağlık Ve Sağlık Ürünleri Fuarı’na Kosgeb

Destekli İş Gezisi Fuarı”na 110 Meslektaşımız katıldı.

13 Nisan 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Bir-

liğinde düzenlenen 39. Dönem Merkez Heyeti Eczacı Emekliliği

Komisyonu ikinci toplantısına katıldı.

Adana Eczacı Odası Bülteni

52

Page 53: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Adana Eczacı Odası Bülteni

53

Page 54: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

24 Nisan 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Bir-

liğinde düzenlenen SGK Protokolü Komisyonunun ilk toplantısı-

na katıldı. Toplantıda, 30.06.2015 tarihinde sona erecek olan

SGK Protokolü hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu ile gerçekleş-

tirilecek revizyon görüşmelerinde izlenecek yol haritasından ve

beklentilerden bahsedildi.

26 Mayıs 2015Yönetim Kurulumuz, yeni mezun meslektaşlarımız ile ; Danış-

man Eczacı/ Koçluk Projesi tanıtım yemeğinde bir araya geldiler.

27 Mayıs 2015VATAN PARTİSİ Adana Milletvekili adayları yaklaşan genel

seçimler öncesi Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.

27 Mayıs 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN ve Genel Sekreterimiz Ecz.

Ö.Mürsel YALBUZDAĞ Çukurova Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

tarafından düzenlenen ödül törenine katıldı. Törende; Oda Baş-

kanımız Ecz. Ersun ÖZKAN’a, 4-8 Mayıs 2015 tarihleri arasın-

da gerçekleştirilen Çukurova Üniversitesi Öğrencilerine yönelik

“Sağlık Okuryazarlığı Yarışması 2015” sosyal sorumluluk pro-

jesine proje paydaşı olarak destek vermesinden dolayı teşekkür

belgesi verildi.

28 Nisan 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları

Birliğinde düzenlenen SGK Protokolü Komisyonu toplantısına

katıldı.

30 Nisan 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN, Yönetim Kurulu Üyemiz Ecz.

Betül TAŞTEPE ve Ecz. Zuhal Seher CENGİZ Çukurova Kalkınma

Ajansı Genel Sekreteri Dr. Lutfi Altunsu’ yu ziyaret etti.

30 Nisan 2015Adana Eczane Teknisyenleri Derneği Yönetim Kurulu Odamızı

ziyaret etti.

Adana Eczacı Odası Bülteni

54

Page 55: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

29 Mayıs 2015Denetleme Kurulu Üyemiz Ecz. Gülşah YILMAZ, Dünya Tütün-

süz Günü nedeniyle düzenlenen, Adana Valisi Sayın Mustafa

BÜYÜK’ün ve Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sayın Hüse-

yin ÇELİK’in katıldığı hiçbir çalışanın sigara içmediği kurum ve

kuruluşların özendirilmesi için yapılan ödül törenine katıldı.

30 Mayıs 2015Oda Başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Mersin’de yapılan Güney

Ecza Kooperatifi’nin Genel Kurul Toplantısına katıldı.

09 Mayıs 2015Odamız Ecz.Ali AYSAN Konferans Salonunda; Hacettepe Üniver-sitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı sayın Prof.Dr.Bülent GÜMÜŞEL, sayın Prof.Dr.Rümeysa DEMİRDMAR, TEB Eczacılık Akademisi Başkanı sayın Prof.Dr.Ahmet BAŞARAN’ın katılımıyla, Çukurova Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı sayın Prof.Dr.Nuran ÖĞÜ-LENER’in modaratörlüğünü yaptığı “AKADEMİK BAKIŞ İLE DEĞİŞEN ECZACILIK” konulu panel düzenlendi.

12 ve 14 Mayıs 2015Eczane teknisyenlerimize özel Metropol Sinemasında “NİYAZİ-GÜL DÖRTNALA” isimli film etkinliği gerçekleşti.

14 Mayıs 2015Bilimsel Eczacılığın 176. yılında 14 Mayıs Eczacılık Günü için

saat 9.30’da meslektaşlarımız ile birlikte ATATÜRK ANITI’NA ÇELENK konularak saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı

okundu.

Çelenk Koyma Töreninin ardından Odamız Ecz.Ali AYSAN Konfe-

rans Salonunda “14 MAYIS ECZACILIK GÜNÜ BASIN AÇIKLA-MASI” yapıldı.

14 Mayıs Etkinlikleri

Adana Eczacı Odası Bülteni

55

Page 56: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

14 Mayıs 2015Odamızda Sosyal Proje kapsamında Kızılay işbirliğinde bu yıl

2.cisi düzenlenen “HER DAMLA KAN BİR CAN” sloganıyla Kı-

zılay’a toplu halde kan bağışında bulunuldu.

14 Mayıs 2015Adana HiltonSA Otelinde Sunay AKIN’ın katılımıyla “TEK KİŞİ-LİK GÖSTERİ” düzenlendi.

16 Mayıs 2015Adana HiltonSA Oteli’nde düzenlenen “ GELENEKSEL ECZACI-LIK BALOSU” nda YONCA LODİ gecemize renk katarak meslek-

taşlarımızı eğlendirdi. Balomuzda meslekte 30 yılını dolduran

meslektaşlarımıza da plaketleri takdim edildi.

21 Mayıs 2015Seyhan Huzurevi sakinleriyle birlikte Adana Tarsus’a gezi dü-

zenlenerek yaşlılarımızla keyifli bir gün geçirildi.

Adana Eczacı Odası Bülteni

56

Page 57: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

24 Mayıs 2015Adana HiltonSA Otelinde “GELENEKSEL BAHAR KAHVALTISI” nda meslektaşlarımız ve aileleri ile bir araya gelindi.

01-02 Haziran 2015Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak protokol ile ilgili

çalışmalar başlamış, 3-4 Nisan tarihlerinde SGK Protokolü Ça-

lıştayı yapılmış, ayrıca SGK Protokol Komisyonu kurulmuştur.

Çalıştay ve Komisyon Toplantılarında ortaya çıkan talepler doğ-

rultusunda Sosyal Güvenlik Kurumu ile görüşmeler başlamıştır.

Yönetim Kurulumuz; SGK Protokolü çalışmaları ve süreç hakkın-

da bilgilendirme yapmak amacıyla 1 Haziran 2015 Tarihinde

Seyhan İlçesindeki meslektaşlarımıza, 2 Haziran 2015 tarihin-

de ise Yüreğir, Sarıçam, Çukurova, Aladağ, Feke, Karaisalı, Kara-

taş, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli ve Yumurtalık ilçelerindeki

meslektaşlarımız ile toplantı yaptı.

03 Haziran 2015Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak

Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgi-

lendirmek için Ceyhan Temsilcilik binasında toplantı yaptı.

04 Haziran 2015Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak

Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgi-

lendirmek için Kozan Temsilcilik binasında toplantı yaptı.

Adana Eczacı Odası Bülteni

57

Page 58: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

11 Haziran 2015Yönetim Kurulumuz Sosyal Güvenlik Kurumu ile yeni yapılacak

Protokol çalışmaları ve süreç hakkında meslektaşlarımızı bilgi-

lendirmek için İmamoğlu’nda meslektaşlarımız ile toplantı yaptı.

17 Haziran 2015Oda başkanımız Ecz. Ersun ÖZKAN Ankara’da Türk Eczacıları Bir-

liği tarafından düzenlenen SGK Protokolü Komisyonu Toplantı-

sına katıldı.

25 Haziran 2015Oda Saymanımız Ecz. Sühendan TOKSÖZ, Ankara’da Türk Ec-

zacıları Birliği 39. Dönem VI. Başkanlar Danışma Toplantısına

katıldı. Toplantıya, İlaç Teminine İlişkin Protokol ile ilgili tekrar

değerlendirme yapmak üzere TEB Merkez Heyeti, Denetleme Ku-

rulu ve 54 Eczacı Odasının başkan ve yöneticileri katıldı.

30 Haziran 2015Yönetim Kurulumuz Kozan İlçesindeki meslektaşlarımızla iftar

yemeğinde buluştu.

11 Haziran 2015Odamız ve Nobel İlaç işbirliğinde Probiyotikler ve bebeklerde

Pişik konularının işlendiği, “ BÜTÜN HASTALIKLAR BAĞIRSAKTA

BAŞLAR”-”BİR VARMIŞ PİŞİK YOKMUŞ” başlıklı eğitim düzen-

lendi. Eğitimin sunumu Nobel İlaç Sağlık Destek Grubu Medikal

Uzmanı Uzm.Dr.Necip KAHRAMAN tarafından yapıldı.

16 Haziran 2015Türk Eczacıları Birliği 39.Dönem Merkez Heyeti ve Denetleme

Kurulu, Odamızı ziyaret etti. Adana’daki meslektaşlarımıza TEB

Merkez Heyetinin çalışmaları aktarıldı.

Adana Eczacı Odası Bülteni

58

Page 59: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

23-24-25-26 Temmuz 2015Yönetim Kurulumuz ve Büyük Kongre Delegelerimiz, Samsun Ec-

zacı Odası’nın ev sahipliğinde gerçekleşen Türk Eczacıları Birliği

39.Dönem Merkez Heyeti 3.Bölgelerarası Toplantısına katıldı.

27-31 Temmuz 201527-31 TEMMUZ 2015 TARİHLERİ ARASI

Odamız tarafından stajyer eczacı meslektaşlarımızı meslek ör-

gütlerimizle tanıştırmak amacı ile Türkiye de ilk olan “1. STAJYER

ECZACI EĞİTİM PROGRAMI” yapıldı.Bu proje ile geleceğimizin

eczacılarına mesleğimizi tanıtmanın yanı sıra, stajyer eczacı

meslektaşlarımızın eczacılık mesleğini kavramalarına yardımcı

olabilmeyi ve stajyerlerin birbiriyle kaynaşmaları sağlanmıştır.

29 Temmuz 2015Haysiyet Divanı Üyemiz Ecz. Fahri MERT Ankara’da düzenlenen

Türk Eczacıları Birliği Deontoloji Komisyonu Toplantısına katıldı.

29 Temmuz 2015Yönetim Kurulumuz Odamız Ecz. Ali Aysan Konferans salonunda

Genişletilmiş Kurul toplantısı yaptı. Toplantıda; Mesleğimizde

yaşanan güncel sorunlar ve yaklaşan eczacı odası seçimleri hak-

kında görüşüldü.

Adana Eczacı Odası Bülteni

59

Page 60: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Basında Adana Eczacı Odası

Adana Eczacı Odası Bülteni

60

Page 61: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?

Basında Adana Eczacı Odası

Adana Eczacı Odası Bülteni

61

Page 62: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?
Page 63: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?
Page 64: Eylül 2015...Bu kadar hızla ne ara kirlendik, hoşgörüsüz, kaba, sevgisiz, katı olduk? Yoksa bu çürüme yavaştı da bizler gündelik oyalanmalar yüzünden mi fark edemedik?