Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
f Jkapıyı calmca
G ö k k u K İ T A P L A
francesco alberoni
'
Çeviren: Emre Bayoğlu
OH
Fra n ce sco Alberoni:1929 yılında doğdu. Milano Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü olan Alberoni özellikle kolektif hareketler ve insan ilişkilerini ele alan kitaplar yazdı. İtalya'nın en saygın gazetelerinden Corriere della Sera’da köşe yazıları yayımlanan yazarın L ’erotismo [Erotizm], Ti Amo [Seni Seviyorum], L ’am icizia [Dostluk] ve G li Invidiosi [Haset] adlı kitapları Literatür Yayıncılık’ın Gökkuşağı Kitapları dizisinden yayımlanacaktır.
"Ne demektir âşık olmak? Âşık olmak ikili bir kolektif hareketin doğuş durumudur" diye başlıyor elinizdeki kitap. Ve devam ediyor: Aşk, günlük yaşamı dönüştürmeye yönelik bir devrimdir. Aşk gündelik yaşamın tekdüzeliğine karşı çıkmaktır. Aşk farklı olanı birleştirirken, birlikte olanı ayıran bir güçtür. Aşk insanı yalnızlıktan, umutsuzluktan, sıradanlıktan kurtaran bir yenilenmedir, bir diriliştir, yeniden doğmaktır...
Kurumların nişanlanma, evlenme, boşanma gibi dayatmalarla evcilleştirmeye çalıştığı, toplumsal hareketlerin bencillikle, içedönüklükle suçlayıp küçümsediği aşk, gerçekte tarihteki büyük kolektif hareketlerle benzer özellikler gösterir. Toplumsal hareketlerde olduğu gibi bir coşku durumu yaratarak kendinden feragat etmeye, kendini tümüyle "biz"e adamaya yöneltir insanı. Başkaldırıcı, sarsıcı bir güç olduğundan kurulu düzen için de bir tehdittir. İsyankâr yapıda olan aşk mutluluğu ve tutkuyu şiddetlendiren engellere, kurallara karşı bir duruştur.
Francesco Alberoni bugüne kadar daha çok güzel sanatların, edebiyatın ilgi alanına giren aşk olgusunu gerçekçi saptamalar ve çarpıcı gözlem gücüyle ele alırken. Doğu ve Batı kültürlerinde bu olgunun ne denli farklı olduğunu da gözler önüne seriyor. Aşk Kapıyı Çalınca aşkın doğuş anına ilişkin nice soruya ve soruna yanıt olabilecek, etkileyici bir çalışma.
9799750403841
GÖKKUŞAĞIKİTAPLARI
Francesco Alberoni
Aşk Kapıyı ÇalıncaA şkın D oğuş Anı Ü zerine D en em eler
Ç eviren :
E m re B ay o ğ lu
m
LİTERATÜ R YAYINLARI: 427
Gökkuşağı Kitapları: 01
A Ş K K A P I Y I Ç A L I N C AFrancesco Alberoni
Kitabın Özgün Adı:Innamoramento e amore
Fransızca'dan ÇevirenEmre Bayoğlu
Yayın Yönetmeni Abdullah Yılmaz
Yayına Hazırlayan Işıl Özgüner
Kapak Tasarımı Mithat Çınar
Baskı Öncesi HazırlıkEmel Atik
Birinci Basım , Ağustos 2006
Baskı ve Cilt:Şefik Matbaası
Tel: (0212) 472 15 00
I SBN: 9 7 5 - 0 4 - 0 3 8 4 - 3
© 1996 by Francesco Alberoni© Copyright 2006, Literatür: Yayıncılık
Bu kitabın yayın hakları Literatür: Yayıncılık, Dağıtım, Pazarlama San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne aittir.
Kitabın tamamı veya bir bölümü hiçbir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yeniden elde edilmek üzere saklanamaz.
LİTERATÜR0Yayıncılık, Dağıtım, Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
İstiklal Caddesi, Meşelik Sokak. Dünya Han,No: 18-20 Kat: 5 Beyoğlu 34433 İstanbul
T 0(212) 292 4120 F 0(212) 245 5987
E [email protected] www literatur.com.tr
«Ğ? i f H / ı a ö / ¿ ¿ m
/ 4 / ^ e dem ek tir âşık olm ak? Âşık olm ak, ikili bir ko- c / V lek tif hareketin doğuş durum udur. Bu tan ım , olgu lar ve yo rum larla dolu uzun b ir tah lilin yolunu açar.
Hepim izin tanıdığı b ir alandaki bu kısa yolculukta bize yol göstermesi için bu tanım ı giriş bölüm üne koymayı te rcih ettim; zira gizemini ve anlaşılmazlığını korusa da, hepimiz dolaysız olarak aşk deneyimini yaşamışızdır. Yukarıdaki tanım , âşık olm ak sorununu yeni b ir biçim de ortaya koyup psikolojinin, sosyolojinin hatta sanatın bizi alıştırdığı yaklaşım lardan farklı b ir bakış açısına yerleştirir.
Âşık olm ak, ne gündelik b ir olay ne cinselliği yüceltmek ne de b ir hayal k u ru n tu su d u r. Âşık olm ak, su i generis, sözle an la tılam ayan , ilahi veya şeytani b ir olay da değildir. Yine de bu olay, kolektif hareke tler o larak b ilinen kategori iç inde ele alınabilir. Ne var ki aşk, kend isini d ikkat çeken b ir özgünlükle o rtaya koyar: O nu ö rn e ğin P ro testan R eform hareketi gibi hareketlerle ya da öğrenci hareketi, fem inist hareket, David Lazzaretti* hareketi veya H um eyni’nin İslam cı hareketiyle b ir tu tm ak m üm kün değildir. A ralarındaki farklılık lar son derece açıktır. H er ne kad ar aynı o laylar g ru b u n a dahilse de, âşık o lm an ın özel b ir d u rum olduğu söylenebilir.
* David L azzaretti (1834-1879): Belli b ir başarı kazan m ış d insel b ir h a rek etin ku rucusu . İsa 'n ın kend is in d e vücu t b u ld u ğ u n u ilan ettiği s ırad a, ja n d a r m ala r ta ra fın d a n vu ru larak ö ld ü rü ld ü , (ç.n.)
1
Öte yandan tarihteki büyük kolektif hareketlerle âşık o lm a olayı a rasında büyük b ir yakınlık da söz konusudur. B unların hepsinde, serbest kalıp harekete geçen güçlerin doğası aynı tü rdend ir; o rtaya çıkan dayanışm a, yaşam a sevinci, yenilenm e hepsinde benzerdir. Yine de a ra la rın d a tem el b ir farklılık görülür. Büyük kolektif hareketler kalabalık b ir insan g rubunu içerir ve d iğer b ireylerin katılım ına açıktır. Oysa ne denli kolektif b ir h a reket de olsa âşık olm ak, sadece iki kişiyi kapsar ve iç in den doğabilecek evrensel değer ne o lursa olsun, aidiyet u fku yalnızca iki kişiyle tam am lanm a, bü tün leşm e olgusu n a sıkı sıkıya bağlıdır. İşte bu olaya benzersizliğini, özgüllüğünü, ayrıksı özelliklerini veren de budur.
B ugüne kadar birçok sosyolog, kolektif hareketleri analiz edip ortaya çıkan deneyim leri bize açıklam ıştır. Ö rneğin kolektif hareketlilik d u ru m ların ı inceleyen D urkheim şunları yazar: "B unlara m aruz kalan insan, kendisine yabancı güçlerin egem enliği a ltında olduğu izlenim ine kapılarak, hâkim olm adığı güçlerin kendisini yönlendirdiği, (...) varo luşunun özgün akışından farklı b ir dünyaya sürüklendiği duygusunu taşır. B u rada yaşam sadece yoğun değil, nitelik bak ım ından da d a ha farklıdır. (...) Birey kendisine ilgisizleşip kendisini u n u tu r, tam am en ortak am açların h izm etine sunar. (...) (Bu güçler) am açsızca, öylesine yayılm ak için yayılm a ihtiyacı duyarlar. (...) Böyle durum larda, bu yücelm iş yaşam öylesine yoğun ve özgün b ir şekilde yaşan ır ki, nerdeyse bilincin tam am ın ı kapsayıp bencil ve basit uğraş la ra pek fırsat tanım az."* D urkheim bu satırları yazdığında, aklındaki doğm akta olan aşk değil, F ransız Devrim i ve d iğer büyük devrim ci olaylardı. G erçekten de, D urkheim bu rad a son derece bildik heyecanları betim lem ektedir. B unları sadece F ransız Devrimi, İslam ’ın veya H ıristiyanlığın gelişmesi gibi büyük tarihsel
* E. D urkheim , Jugem ents de valeur et jugem ents de réalité, “Philosophes et sa v an ts français ’de, L ibrairie Félix Alcan, 1930, s. 42, 43, 44.
2
süreçlerde değil, çok daha az önem e sahip d iğer kolektif hareketlerde de gözlem ek olanaklıdır.
Doğuş d u rum unda dive tan ım layacağım ız bü tün kolektif hareketlerin başlangıç evresinde yukarıdaki özellikler bu lunur. D urkheim ’ın tah lilin in aşk tu tk u su n a da uygulanabilm esi gerçekten ilginçtir. Max W eber inan cın, coşkunluğun ve yaratıcılığın bü tünüyle açığa çıktığı olayları incelerken bize ikinci b ir örnek sunar. Ancak, o bunları, ik tidarın b ir görünüm ü, d iğer b ir deyişle ka- rizm atik b ir liderin ortaya çıkm asına bağlı b ir şey gibi ele alır.* K arizm atik lider gelenekten kopuşuyla kendini gösterir; takipçilerin i soylu m aceralara sürükleyip kend ilerinde b ir yenilenm e duygusu, Aziz P au lu s’un ku llandığı an lam da b ir "m étano ia”** doğurur.
K arizm atik b ir liderin itkisi altında ekonom ik kaygılar yerini inancın, idealin ve tu tkulu b ir yaşam ın serbestçe gelişm esine bırakır. W eber bü tün bu davranışları liderin, liderlik vasıflarına atfeder. G erçekte b u rada W eber herkesin âşık o lduğunda yaptığı yanlışa, yaşanılan o lağanüstü deneyim i sevilen kişinin niteliklerine bağlam a yanlışına düşüyor. Oysa nasıl h içbirim iz diğerinden farklı değilsek, sevilen kişi de diğerlerinden farklı değildir. Sevdiğim iz kişiyle bizim aram ızda kum lan ilişki ve yaşadığım ız o lağanüstü deneyim in doğası, sevilen kişivi ve daha da derinden her ikimizi sıra dışı ve farklı kılar.
İşte çıkış noktam ız budur. Tarihte, top lum sal yaşam da vaşam kalitesinin arttığı, deneyim in güzelleştiği, b ireyler arası ilişkilerin tem elden değiştiği özel olaylar -ko lek tif h a rek e tle r-v a rd ır . Dinler, M üslüm anlık, H ıristiyanlık, Reform hareketi ya da m ezhepler, sapkın inançlar, ha tta sendikal hareketler veya öğrenci h are ketleri bu an larda doğar. Aşkın bağladığı sadece iki kişiden o luşm uş yeni b ir kolektif olan "biz” de, benzer an larda o rtaya çıkar. Mevcut toplum sal yapıda bu hareket,
* Max W eber, Econom ie et société, Pion, 197 !.** Bilinç değişim i, (ç.n.)
30 ^
yeni b ir kolektif özneyi, “b iz”i yaratm ak için birleşm iş olanı ayırırken, ayrılm ış olanı b irleştirir. Aşk tu tkusu söz konusu o lduğunda bu “b iz”i o luştu ran , seven-sevi- len çiftidir. H er du ru m d a da etken olan güçler aynı şiddette ve kararlılık tad ır.
Ş im diye k ad ar sosyologlar, psikologlar ve filozoflar; İslam , F ransız Devrimi, Rus Devrimi gibi büyük tarihsel süreçlerle gündelik ve aşk tu tkusu tü rü n d en özel olaylar a ras ın d a o rtak noktalar, h a tta benzerlik o lduğunu kabul etm e konusunda b ir tü r rahatsızlık ya da u tanç duydular. B üyüklük kibri diye b ir şey vardır. Bu bilginler, an lam yüklü, top lum sal yaşam ın m erkezinde bu lunan önem li şeylerle uğraşm ayı te rc ih ettiler. İki küçük b u rjuva veya herhang i iki genç arasındak i aşk, yoksul b ir ilkokul öğretm enin in b ir bahçıvana, ileri yaştaki b ir b eyin sekreterine duyduğu sevda bu bilginlere öylesine b a yağı, itici, an lam d an yoksun göründü ki, ak ıllarına b ir an bile devrede olan güçlerin sözü edilen ta rihsel olay- lardakiyle aynı olduğu fikri gelm edi. Eskiden biyolojinin de başına aynı şey gelm işti. En üst basam ağa, T anrı g ö rün tü sünde tasarlanm ış, yaratılışın efendisi insanı, b ir a ltına görkem li aslan, a t gibi ü s t dereceden hayvanları koyar, en a lta da, böcekler, karıncalar, yum uşakça- ları yerleştirird i. Artık bugün, tüm hayvanların aynı h ücre yapısına sah ip o lduğunu biliyoruz; DNA, hücreleri o lu ştu ran p ro tein ler, s in ir hücrelerin in birliği, hepsi aynıdır. E lbette insan ve üst dereceden hayvanlar farklılık arz eder. B ir atı so lucandan ayırt etm eyi gayet iyi biliriz. Ancak fark lılık ların ın tem elinde, ilkinin, tem el biyolojik, biyokim yasal ve genetik m ekanizm aların ın son derece karm aşık sistem lere dahil olm ası yatar. O layları an lam ak için, on ları tek tek ele alıp o rtak ve farklı m ekanizm aları tahlil etm ek gerekir. Âşık olm ak, kolektif b ir hareketin en basit b iç im id ir ve ne Fransız D evrim i’yle ne de ilk P ro testan ların coşkusuyla karıştı- rılabilir. Nasıl ki, b ir devrim birçok aşk tu tk u su n u n to p lam ı değilse, aynı şekilde b ir at da birçok so lucanın to p
4
lam ı ya da çok büyük b ir so lucan değildir. H er ikisi de farklı iki canlı olup aynı hayvanlar âlem ine d ah ild ir ve aynı sü reçler sonucu var o lm uşlard ır.
B aşta yapılan tan ım -â ş ık olm ak, ikili b ir kolektif h a reketin doğuş d u ru m u d u r- bize, esrarengiz aşk olayını dah il edeceğim iz teorik b ir çerçeve (b ir biçim ) sundu: kolektif hareketler alanı. Öte yandan, âşık o lm anın kolektif b ir hareket o lduğunu idd ia etm ek, genel olarak kolektif hareketleri incelem em iz için bize harika b ir o lanak sunuyor. Aslında, bu kolektif hareketler seyrek o larak o rtaya çıkar. B ir kim se, yaşam ı boyunca b u n la ra hiç dahil o lm ayabilir veya b ir kez dahil olur. D ahası, b in lerce insan söz konusu o lduğunda ve her b iri ekonom ik, sınıfsal ve çeşitli ideolojik k uşa tm a altındayken tem el m ekan izm aların incelenm esi son derece güç hale gelir. B unun la birlikte, hepim iz âşık o lm akla ilgili b ir deneyim e sahibizdir; herkes yaşadığ ın ın ne o lduğuna ilişkin iyi b ir tan ık tır; isterse b u ndan bahsedebilir. Böylece aşk tu tk u sunun analizi, tek b ir kişinin deneyim le kavrayam ayacağı, çok d ah a karm aşık o layların kapısını açan a n a h ta r işlevi görür.
Bu bizim konum uz değil, sosyologların, ta rihçilerin ve filozofların konusudur. Bizim esas ilgi alan ım ız, özel b ir kolektif olay çeşidi o lan âşık o lm aktır. B unun için, önce bu deneyim in derin liğ ine inip en az ından özgün b ir niteliğini belirleyebilm em iz gerekir. Bu da, aşk tu tkusuna cinselliğin ve gündelik hayatın d ışında b ir statü tan ım ayan ortak kanıyı b ir kenara b ırakm am ızı gerektirir. Âşık o lm ak so ru n u n u m askeleyen bu yaygın kanıyla m ücadele etm ek için, farklı iki tü rü o lduğunu göreceğim iz cinsellikten yola çıkacağız: biri s ıradan , diğeri sıra dışı. Âşık olm ak -b ü tü n kolektif hareke tle r g ib i- sıra d ışı a lan ın konusudur.
f / / i f / l C f { / ) ( ) / ( / / ) l
s? 7) ldukça yaygın b ir kanıya göre, hayvan cinselliği in- ( _ / 's a n cinselliğinden farklıdır: Çevrimsel olan hayvan cinselliği çiftleşm e zam anı do ruğuna u laşır ve d ah a sonra da ortaya çıkm az. B una karşılık in sanda ise, cinsel arzu süreğen ve şiddetlidir; yokluğu, bastırılm ış o lduğunu gösterir.
Cinsellik böylece, sabit ve b ir günden diğerine hem en hem en aynı yoğunluktaki, uyku veya açlık gibi d iğer “ih tiyaçlar” a rasın a dah il edilebilir. Bu inanış, psikanalizin geniş kesim ler ta ra fın d an kabul görm esiyle yayıldı. Fre- ud, ilk d irim sel enerjiyi araştırırken , bunu önce cinselliğe bağladı. D irim sel enerji, bizi yaşam da tu ttu ğ u n a göre süreğen olm alıydı. Bugün, ik tidar ve bastırm an ın ü rü n ü cinsel yoksunluk üstüne tüm söylem lerim iz yukarıdaki ön gerçek tem el alınarak oluşuyor. M arcuse ve R eich’ın m uğlak düşüncelerin in etkisi altında, bu söylem ler çeşitli top lum sal a raştırm alarla ilgili yorum ları harekete geçirm eyi başarm ıştır.*
B ütün bu a raştırm ala rın bize gösterdiği nedir? E rkekler ve kad ın ların hem en hem en hep aynı partnerle , haftada sınırlı sayıda ve genelde kısa süreli cinsel ilişkiye girdikleri. Böylece cinselliğin, neredeyse açlık ve su suzluk gibi süreğen ve belirtilerin in seyrek ve yoğunlu
* Slıere Hite, Le Rapport Hile, Lal font ("Reponses"), 1977. (ç.n.)
6
ğunun az o lduğunu görüyoruz. Öle yandan, her şeyin farklı olabileceğine ilişkin his kalıcılığını koruyor.
Böyle b ir kanıya nasıl sah ip oluyoruz?B ana öyle geliyor ki yanıtı şu şekilde verebiliriz: B ü
tün erkekler ve kadınlar, yaşam ları boyunca, cinsel deneyim in sık sık tekrarlandığı, yoğun, sıra dışı, coşku verici o lduğu b ir dönem geçirm işler ve bu dönem in öm ür boyu sürm esini dilem işlerdir. Bu sıra dışı anlar, top lum sal araştırm aların analiz ettiği, b izim norm al olarak yaşadığım ız sıradan cinselliğin ölçü b irim in i o lu ş tu ru rlar.
B ununla birlikte, iyice düşündüğüm üzde, insanda da cinselliğin açlık ya da susuzluk gibi süreğen olm adığını, hepim izin kısa süreli o lağanüstü cinsel deneyim yaşayıp uzun süren sıradan b ir cinselliğe sahip o lduğum uzu an larız. Cinsellik, diğer “ih tiyaçlar” gibi sıradan biçimde varlığını sü rdürü r; ne var ki belirli b ir süre boyunca, doğm akta olan aşk s ırasında aynı cinsellik tam am ıyla farklı b ir yoğunluğa u laşarak , sıra dışı b ir biçim alır.
İnsan cinselliği biyolojik b ir döngüye sahip değildir. B ununla birlikte, hayvan cinselliği gibi insan cinselliği de kesintili olup tüm ih tişam ıyla sadece aşk sırasında açığa çıkar. Böyle b ir d u ru m d a cinsellik tükenm ez ve bü tünüyle ta tm in edici olur. G ünlerce sevilen kişiyle sa rm aş dolaş yaşar, “cinsel ilişki” sayısını, süresin i u m u rsa m am akla kalm az, aşkım ızın nesnesiyle bağlantılı her bakışın, dokunuşun, düşüncen in sıradan “cinsel ilişkiden” bin kat daha erotik b ir yoğunlukta o lduğunu hissederiz.
Bedensel, duyum sal tüm yaşam ım ız genleşip keskinleşir; daha önce fark etm ediğ im iz kokuları, renkleri ayırt ederiz. Entelektüel dünyam ız bile gelişir, zira eskiden karan lık ta kalan bağlan tıları açığa çıkarırız.
Sevilen kişinin tek b ir jesti, bakışı, hareketi içim izin derin lik lerinde onu, geçm işini, çocukluğunu hissettirir; onun duygularını ve kendi mi zinkileri idrak ederiz. Artık biz de içten birisi o lduğum uzdan , hem kendim izde hem
7
de diğer in san larda neyin içten o lup neyin içten o lm ad ığının anlık içgüdüsüne sah ip o luruz. Öte yandan , sevdiğim iz kişiyi tek ra r tek ra r bu lm ak tan hiç sık ılm adığ ım ız b ir rüyala r âlem i yaratm ayı da biliriz. Ve böylelikle ta şkın cinsellik, hoşa gitm e ve zevk verm e arzusu sevdiğim iz kişiye ait he r şeyi kaplar. O nunla ilişkili h e r şeyi, h a tta vücudunun içini bile, karaciğerin i, akciğerin i severiz.
Böylece cinsel ilişki, ö tekinin vücudunun içine g irme, ö tekinin içinde yaşam a ve o n u n zayıflıklarının, saflıklarının, kusu rların ın , ha ta la rın ın şefkatle sa rm a lan dığı bedensel b ir b irleşm ede öteki ta ra fın d an yaşanm a a rzu su n a dönüşür.
Ancak tüm b u n la r sadece b ir tek kişiye ilişkindir. Bu kişinin kim o lduğu ise, pek de önem li değildir. En önem lisi, âşık o lduğum uzda m üth iş b ir gücün açığa çıkıp ikim izin varlığını b irleştirm e, her b irim izi yeri do ldu ru lam az ve diğeri için biricik kılm a eğilim inde o ldu ğunu görm em izdir. Öteki, sevilen kişi, kend isin in d ış ın da başka kim senin olm adığı, m utlak o larak b iric ik hale gelir. Uzun süre boyunca, sevdiğim iz kişiden vazgeçebileceğim izi ve aynı m utlu luğu b ir başkasıyla da yaşayabileceğim izi düşünm eye devam etsek de, bu dönüşüm iradem iz d ışında gerçekleşir.
Ancak hiç de böyle olm az: K ısa b ir ayrılık bize b ir kez daha, sevdiğim iz kişinin yokluğunu h e r zam an h issettiğim iz ve kendisi sayesinde açığa çıkıp onsuz b ir d a ha asla kavuşam ayacağım ız eşsiz b ir şeye sah ip o lduğunu kan ıtlam aya yeter. Çoğu kez bu şeyin b ir ayrın tısın ı biliriz: eller, b ir göğüs kavisi, vücudun b ir kıvrım ı, ses, farklılığını ve tekliğini tem sil eden herhang i b ir sem bol. Bu, “işare t”tir, "etkileyicilik”tir. Eros, s ıra dışı cinsellik, tekeşlidir.
Öyleyse o lgu lar bize, cinselliğim izin bazen sıradan , gündelik b ir şekilde açığa çıktığını, bazen de aralıklı o larak sıra dışı b ir şekilde, doğm akta olan aşk ve tu tk u lu özel aşk lara ait özel an la r sırasında belird iğini göste
rir. Açlık ve susuzluğa eşdeğer olan sıradan cinsellik, yaşam ım ız saatin tek yönlü hareketi gibi tekdüze b ir şekilde akıp giderken bize eşlik eder.
B una karşılık sıra dışı cinsellik, d irim sel coşku yeni ve farklı yollar a rad ığ ında belirir. Bu d u ru m d a cinsellik, yaşam ın, m üm kün o lan ın sın ırların ı, doğanın ve hayal dünyasın ın ufkunu keşfe çıktığı araç olur. Bu, doğuş d u rum udur. Bu cinsellik zekâya, fanteziye, coşkuya, tu tkuya bağlı cinselliktir. Tüm bun la rdan ayrı d ü şü n ü le mez. Bu cinselliğin doğası, eski bağları a ltüst etm ek, d ö nüştü rm ek ve koparm aktır. İki kişiyle sınırlı da olsa, eros devrim ci b ir güçtür. Y aşam da ise devrim ler seyrek yapılır. Kendi isteğim ize bağlı o larak da sıra dışı cinsel- liğe yönelem eyiz. S ıra dışı cinsellik, yaşam ım ızın d ö nüm nok ta larına ya da dönüm noktası girişim lerim ize dam gasını vurur. B undan ö tü rü de risklidir. B izim için sürekli b ir arzu ve sürekli b ir nostalji kaynağıdır. Yine de bu sıra dışı cinsellikten kaçınırız. K endim izi sak ın m ak için, erosu ve s ırad an cinselliği aynı adla, to p lu m sal araş tırm aların kullandığı ve hep aynı şeyleri b u ld u ğu, açlık ve cinsel susuzlukla anarız. Bu a raş tırm a la rın bulduğu önceden bild iğ im iz şeylerdir; yine de bizi ra hatlatır, çünkü d iğerlerin in de aynı “cinsel fakirliği” yaşadığını gösterir. Sıkıcı günlük yaşam ım ızd ır bu.
Öte yandan a ra ş tırm a la r bizi yan ıltır da. Ö rneğin, eğer dö rt cinsel ilişkiden on cinsel ilişkiye geçip b u n la rın sürelerin i uzatırsak ve h a tta d aha d a heyecan verici olan, partne rle ri de değiştirirsek bizi d ah a m u tlu o lacağım ıza inand ırırla r. Bu a raş tırm a la r bizi a lda tırla r, çü n kü sıradan cinselliğin içine göm üldüğüm üzde aynı kişiyle ya da doksan sekiz ayrı kişiyle ilişkide bu lunm ak h içb ir şeyi değiştirm ez. B unu denem iş o lan lar bilirler, çünkü bu tü r ilişkilere, tam da yaşam larındak i o biricik kişi yerine başkaların ı koym ak istediklerinde y e ltenm işlerdir. H albuki o tek kişi kendilerine, öznel b ir bakış açısıyla sonsuz gibi gelen o zam an dilim lerinde doyum u ve huzuru sağlayabilecek kişidir. H er şeyi zam an ın o d ü
zenli saatine göre ölçm e alışkanlığına sah ip olan bizler, aşka eşlik eden sıra dışı cinsellikte zam anın farklı ak tığını unu tu ruz.
İki m utlu yaşam tarz ın ı an la tm ak için, Japon Budiz- mi, ııin ve teıı deyişlerini kullanır.
N in, barışı ve günlük h uzu ru tem sil ederken, ten, sıra dışı aşkı ve heyecan an ın ı sim geler. Bövlece nin tek başına b ir sevinç kaynağıdır ve tek b ir nin günü acıyla dolu b ir dünyada b ir yıla eşdeğerdir. Ancak b ir ten günü, bin, on bin yıla bedeldir. Doğuş d u rum unda, şim di, sonsuza dönüşür. Aşkımızı kaybettiğim izde, b ir saatlik bekleyiş, yılların, yüzyılların bekleyişine dön ü şü r ve bu sonsuzluk an ın ın nostaljisi de bizim peşim izi hiç b ırak maz.
10
l/iÇtİ/tC/İ ()/fİ/tt
> n m ahrum , en sıradan insan bile, âşık o lduğundakendini ifade etm ek için şiirsel, m asalsı, kutsal b ir
dil kullanm ak zonanda kalır. B unu gülünç bulabiliriz am a hep böyle olur. Zira, kutsallık ve m it de değişik h areketlere özgü o lağanüstü deneyim den, başka b ir deyişle doğuş d u ru m u n d an kaynaklanır. D avud Peygam b e rin M ezm urları, D ante 'nin ya da R um i’n in m istik şiiri, N eruda ve Q uasim odo’nun* eserleri, farklı aşk nesnelerine seslenir. R um i’ninki T anrı’dır, D an te’de kadının m istik yüceltilm esi görülür, N eruda ve Q uasim o- d o ’da ise bu aşk nesnesi vatan, kardeşlik ve dostluktur. Yine de hepsinde tarz , kader duygusu ve gelenekler aynıdır.
Dahası, leveller ların** insan hakları bildirisi, tek bir sözcüğüne dokunm aksızın , b irb irlerin i sevm elerine en gel o lunan kişiler ta rafından da ilan edilebilirdi. Öyleyse, her şeyden daha fazla istenen b ir şey için a rzunun evrensel dili karşım ıza çıkıyor; hakkın ve özgürlüğün evrensel dili; etik hale gelen m utlu yaşam ın dili. Doğuş durum undak i aşk ta olduğu gibi, bü tü n kolektif hareke tlerde o rtaya çıkan şey, geleneksel k u rum lara ve çıkarla-
Salvatore Q uasim odo (1901-1968): H orm ctik İtalyan şairi. 1959 N obel E d e biyat Ö dülü sahibi.
Ingiliz iç savaşı s ıra sın d a o rtay a çıkan ve yasa ö n ü n d e eşitlikle dinsel h oşgörüyü savunan rad ik a lle r grubu, (ç.n.)
1 1
ra karşıd ır. Bu karşı çıkışın olm ası için, bun d a “hak" idd ia edebilm esi için, eşit değerlere sah ip olm ası gerekir. D oğuş d u rum undak i aşk, k u ru m la n tem ellerinden sa rsar. G erçekten de, aşkın doğası ne kişisel b ir kaprisle ne de tu tkuyla açıklanabilir. Bu d ah a çok b ir proje vaadi ve yeni k u rum ların yaratılm asıy la ilgilidir.
B ü tün kolektif hareketler b irleşm iş olanı ay ırır ve ayrılm ış o lanı b irleştirir (her defasında gelenek, töre, k u ru m la r aracılığıyla). B aşlangıcında, H ıristiyanlık M use- vileri u lusal d in lerinden, R om a y u rttaşların ı im p ara to r kü ltü n d en koparıyor, îb ran ile ri ise yabancıla rla b irleştiriyordu . İslam , M ısırlıları k ra lların ın kü ltünden , Acemleri Z erdüşt’ten uzaklaştırıyor ve A raplar, A cem ler ve M ısırlılar a ras ın d a yeni bağ lar kuruyordu .
Aşk, B atı ta rih in d e o rtaya ç ık tığ ında da, avnı şekilde b ir y ırtılm a, ayrılık o larak görü ldü . Feodal ve ta rım to p lu m la rın d a o lduğu gibi b ü tü n arka ik to p lu m la r ak rabalık yapısı üzerinde şekillenm işti. Lévi-Strauss, ak rab a lık sistem in in b ir farklılık ve takas sistem i o lduğun u o rtay a koym uştu. B ir kabile, b ir oym ak, b ir klan kad ın la rın d an b irin i d iğer b ir k lana veriyor ve karşılığ ın d a başka b ir kadın alıyordu. Çift, b u yapısal ilişkilerden doğuyor, eş seçim i, iki klan arasındak i genelde dolaysız o lan an laşm ay la sağlanıyordu . Bazı d u ru m la rd a , b ireylerin b irb irle rin i seçtikleri de o luyordu; ancak b u sadece belli b ir k lan ın içerisinde m üm kündü . Feodal sistem de, feodal a ileler ve sadece bazı a ile ler içerisinde geçerliydi. Feodal sistem in sona erip bu rjuvaz in in gelişm esiyle birlik te , elde edilen zenginlikleri b irik tirip ik tid ara sahip olm ak m üm kün hale geliyordu; kü ltü rü n gelişm esiyle de prestij sah ib i o lunab iliyordu . Bu du- ru m d a , bu katı bağ lar gevşiyor ve başka yolların önü açılıyordu.
E lbette, akrabalık sistem in in kuralları hâlâ geçerli; on la ra uym am ak on la ra karşı gelm ektir ve yap tırm ışız kalm az. Ne var ki, eskiden akrabalık sistem inden çıkm ak hayal edilem ezdi; bugün bu öngörülebilir.
12
K olektif hareketlerin o luşm asın ı önceleyen koşullar hâlâ aynı: B ir ta ra fta ku ra lla r sistem i ve k u ru m lar y aşam aya devam ederken, d iğer yanda top lum sal değişim lerin açtığı gedikten yeni sınıflar, yeni ik tid arla r ve im kân lar doğuyor.
Bu, doğm akta olan aşk için de geçeri idir. Feodal to p lum da, akrabalık bağları yapısı devam ederken aynı sırada, yeni b ir burjuvazi ve entelektüel sın ıf doğduğundan, aşk, iki farklı sistem e dahil olan ve iletişim k u rm aları m üm kün olm ayan iki birey a rasın d a b ir kıvılcım gibi çakıyordu. Bu iki birey b irb irlerin i arıyorlar, birleşi- yo rlar ve sın ıf ya da akrabalık sistem inin iç evlilik k u ra llarını ihlal ediyorlardı. Bu, Heloi'se ile A baelardus’un d u ru m u d u r. O nların aşkı, örnek o lu ştu racak b ir ihlal e tm e ve b ir hak o larak kendini dayatm aktad ır.
Heloi'se ve A baelardus’u n aşkı, cinsel-erotik kaynaklı o lsa da, bu tu tkuyu aşka d ö n üştü ren cinsellik değil, özü nü o luştu ran sevginin, tu tkunun , zevkin ve cinselliğin, sınıf ve akrabalık ku rallarına aykırı ilişkiler ku rm ak b ir hakm ışçasına kendini o rtaya koyup onaylam asıd ır. H eloi'se ve A baelardus evli o lsalar da, on ların evliliğini m eşru laştıran asıl şey tu tku larıd ır. B irkaç yüzyıl sonra, Shakespeare, Rom eo ve Ju lie t’in aşkını tasvir ederken benzer b ir d u ru m u sahneye taşıyacaktı: A ralarında evliliğin yasak o lduğu d üşm an aileler. B urada da, aşk b ir ihlal etm e o larak kendini gösterm ektedir. B irleşm iş o la nı ay ırm ak ta (Juliet ailesinden, Rom eo da kend isin in kinden) ve ayrılm ış- olanı b irleştirm ek ted ir (iki d ü şman).
B ir fark lılık tan kaynaklanm ayan kolektif hareket yoktur. B ir yasağın ihlali olm aksızın aşk tu tkusu yoktur. Belli b ir ihlal ve farklılık olm ası şart değil. Ayıran ve ih lal edilen her defasında farklıdır. G ünüm üzde karşım ıza çıktığı gibi, annesine (ya da babasına) duygusal o larak bağlı ergenlik çağındaki b ir delikan lıda ihlal ta m am ıyla içsel olur: D elikanlının, çocukluk ailesiyle olan bağını koparm ası. Y üzyıllar boyunca, doğuş d u n ım u n -
13
daki aşk evli çiftlerin sonunu getirdi: zina. Ne var ki, zina, genel b ir kuralın özel b ir du ru m u n u o luştu ru r: Aşk, ancak, birleşm iş olanı ayırdığında ya da ayrılacak olanı b irleştird iğ inde kendini belli eder. Levi-Straııss’un yapısalcılığına göre, başka türlü b ir takas ve farklılık sistem i kuru lur. Böylelikle, Deniş de R ougem ont'un* yazdık ların ın sın ırım daha iyi anlayabiliriz. O na göre, B atı’da aşk her zam an yasaklanm ış, karşı çıkılm ış b ir aşk o larak o rtaya çıkar. G erçekte, bü tün bu engeller istenm iş, arzu edilm iştir. İddiasına göre, âşık lar gerçekten b irb irlerini sevmiyor, esas zevki ayrılık d u ru m u n d a buluyor ve ancak im kânsıza u laşm ak için kendilerini tükettik lerinde m utlu olabiliyorlar. Doğrusu, edebiyatta da aşk engellenen veya gerçekleştirilem eyendir (D ante, Petrar- ca, Shakespeare, G oethe vb). B unun nedenine gelince, eğer engel yoksa, hareket de yoktur, böylece kim se âşık o lam az. Başka tü rlü söylersek, farklılık o lm adan, engel o lm adan başka b ir farklılık ve takas sistem i, yani başka b ir ku ıum o luştu rm aya da ihtiyaç olm az. Edebi ku rgu da engel, anlam ı olan b ir aşk hikâyesi inşa etm eye yönelik b ir hiledir. Sanat, bu d u ru m u gösterm ek için böylece hayali engeller yaratır: Shakespeare’in düşm an aileleri, Isolde’nin evliliği, G oethe’n in “W ahlverw andtschaf- te n ”inde** b ir çocuğun doğum u, D ante’de B eatıice’in ö lüm ü vb. İlerleyen sayfalarda bu sanatsal ku rgunun , kolektif hareketlerin ve dolayısıyla doğuş d u rum undak i aşkın b ir başka karak teristik öğesini - ik ilem i- ve daha da derinden , doğuş durum undak i aşkı devam ettirm e so ru n u n u gündem e getirdiğini göreceğiz. Yine de, çalışm am ızın bu noktasında, bu öncüllerle yetinebiliriz. Sonuçta önem li olan, hangi tü r engelin olduğu değil, b ir engelin olm asıdır. Bu engel, eskiden akrabalık yap ısın da bulunuyorsa, son radan ilk evlilikte, politik b ir inanç
* Deııis de R oııgem ont, L 'A ın o u r et l ’O ccid cn t, Plon, 1939.** G ö n ü l Y a k ın lık la rı, L & M, 2006. (ç.n.)
14
ta, kültürel veya dilsel b ir farklılıkta veya yaş farklılığında ve h a tta eşcinsel aşk ö rneğinde olduğu gibi cinsel b ir sap m ad a bulunacaktır. Aşk tu tkusu her zam an için, iki farklı yapıdan vola çıkıp yeni b ir şeyin inşasını beraberinde getirir.
Şim di geriye doğru b ir adım atalım . Âşık o lm adan önce birey ailesiyle, sınıfıyla, kilisesiyle, eşiyle, etnik ya da dil grubuyla, başka b ir deyişle aşk tu tkusunun bağlarını koparm aya m ecbur bırakacağı kişilerle nasıl b ir ilişki sü rdürüyordu? B aşlarda güzel o lm asa da en az ın dan m eşru, norm al görülen, kabul edilebilir b ir ilişki o lduğunu varsayabiliriz. G erçekten de, ne tü rden olursa olsun bü tün insani ilişkilerde az çok tatm insizlik , hayal kırıklığı yaratan belli belirsiz b ir sın ır vardır. Çift ku tu p luluk her zam an geçerlidir. Çocuk, ailesinde hem b abasını, annesin i, kardeşlerin i sever hem de ailesini ayrı bir b irim olarak sever. Aile, hem kolektif b ir aşk nesnesid ir hem de gerilim lerle m ahrum iyetlerin , kin ve sa ld ırganlığın olduğu b ir alandır. Avnı anda aşk ve saldırganlık nesnesi olduğu için çift ku tup ludur. F reud, psikolojisini çift ku tuplu luk üzerine ku rm uştu r; O idipus kom pleksi, kuşkusuz sevilen am a nefret de edilen anne ve babaya karşı çift ku tup lu luğun ortaya çıkm asıdır. Bu kin ve nefret, kendini açıkça belli etm ez. Çift ku tup lu luk olsa bile, baban ın , annen in ve ailenin im geleri yine de o lum ludur. G erçekten de, içim izde aşk nesnesini m üm kün o lduğunca uzun, saf ve lekesiz (çift ku tup lu olm adan) koru m a arzusu (belki de gerekliliği dem eliyiz) vardır. Çocuğun kafasındaki anne ve baba im gesi, yetişkinin kilisesine, partis ine ilişkin im gesi kusu rsuz b ir im gedir. Böylece, bu im genin, gözündeki kusursuz yerini ko ru mak için her şevi yapar. B unu başarm ak için, b ir yan dan saldırganlığını bastırıp suçluluk duygusuna dön ü ştürm eyi öğren ir (bu bir depresyon sürecidir), d iğer yandan da, gördüğü kusuru b ir d üşm ana mal ederek bu kusuru m eşru laştırır. Baba çok çalıştığı için öfkeli, vatan ya da parti ya da kilise, içeride ve d ışarıda düşm anlar,
kötü in san lar olduğu için ku su rlu d u r (bu b ir zulüm sü recidir). Bu yolla, aşk nesnesi m üm kün o lduğunca ideal b ir aşk nesnesi özelliklerini m uhafaza eder. İşte, norm al o larak görülen du ru m budur.
Ancak, etrafım ızdaki şeyler değiştiğinde, biz değ iştiğim izde (örneğin ergenlik çağı sırasında), başka o lasılıklarla, gerçeklerle karşılaştığım ızda, aşk nesnelerim izle ilişkilerim iz bozulduğunda, bü tün depresyon ve y an sıtm a süreci boyunca bu ideal imgeyi ko rum ak gittikçe zor hale gelir. K olektif b ir hareketi önceleyen b ü tü n ta rihsel süreçlerde, b ir aşkı önceleyen b ü tü n kişisel ta rih lerde, sevilen kişiyle ilişkilerin yavaş yavaş kö tü leşm esinden, değişm esinden kaynaklanan uzun b ir hazırlık evresi olur. Bu evre boyunca, iki eski m ekanizm a, depresyon ve zulüm , işlem eye devam eder: S o runu b a s tıra rak bü tü n gücüm üzle idealim izi koruruz. Öyle ki, b u nun so nucunda kolektif hareket (doğuş d u ru m u n d ak i aşk) her zam an an iden beliriverir. “Öylesine nazik, şefkatliydi ki” der terk edilm iş koca (ya da kadın), “benley- ken çok m utluydu .” Gerçekte, eşi yeni b ir seçenek aray ışına başlam ıştır; ne var ki sert b ir şekilde bu arayışı b astırm ak tad ır. K ocasını sevmeye devam etm ek için b ilinçli b ir çaba sa rf eder, onun sevimli, harika b irisi o lduğunu düşünm ek için elinden geleni yapar. B una rağm en, gitgide d ah a az konuşup depresif o lm aya başlar. S ald ırganlık duyguların ı gitgide d ah a çok bastırm ak zo ıu n d a kalır. Aynı zam anda, sürekli a rtan b ir kendini feda etm e duygusuna kap ılm aktad ır. İdeal olan -T a n r ı- hep d ah a fazla özveriyle beslenm ezse yaşayam az. B enzetm eye devam edecek olursak, başlangıçta, ideal o lan ın ihtiyacı ilk ü rün lerd ir; a rd ın d an esas ürün gelir; so n rasın d a to h u m lar ve en so n u n d a kendini yok etm ek şeklinde devam eder. Fazladan depresif yük, bü tün kolektif hareke tleri öncelediği gibi doğuş durum undak i aşkı d a önceler. K endini yok ediş karşısında korku bile aza lır ve o ana kadar kaçın ılan b ü tü n çekici d u ru m la r farklı b ir gözle görülür. Bu g irişim lerin de hayat bulm ası m üm kün o la
16
m az mı? Farklılıkları, ille de düşünü ldüğü gibi kötü m ü dür? Eros, içinde bu lunduğu çerçeveden taşıp yasak alan ları işgal etm e sürecine girer. B ununla beraber, uzun süre bastırılm ış şiddet de, bağ larından kurtu lup kendisini zehirleyen yasakların a ras ın a sızarak onları o lta d a n kald ırm aya çalışır: İşte doğuş d u ru m u budur.
Böylece, iki kuvvet serbest kalır. Biri, eros, yeni nesneleri şiddetle ele geçirip onları sıkıca sarm alayarak ideallere dönüştü rü r. Diğeri, şiddet, kabul edilip m aruz kalınan yciptırım larla olan bağını koparır. Bu da b ir özgül leşm e, doygunluk ve m utlu luk deneyim idir. M üm kün olanın s ın ırları aç ılır ve böylece erosun saf nesnesi o rtaya çıkar. İçinde çift ku tup lu luğu barınd ırm ayan bu nesnede, görev ve zevk buluşur; h e r tü r yabancılaşm a o rtad an kalkar.
17
& ö f ' c /ii / ı c ir £ 8 ö / ü / ji
oğuş durum undak i aşk birleşm iş olanı ayırır veayrılm ış olanı b irleştirir. Ne var ki, bu birleşm e
özgün b ir şekilde gerçekleşir; çünkü yapısallaşm ış bir ilişkiye yapısal b ir a lternatif sunar. Yeni yapı, eski yapıya köklerine kadar m eydan okur ve onu, her tü rlü değerden yoksun kalm ış b ir şeye indirger. B enzer şekilde, bu yeni yapı, yeni ortaklığı m utlak b ir değer, m utlak b ir hak üzerine inşa edip geri kalan h e r şeyi bu hakkın etrafında yeniden organize eder. Bu yeni organizasyon hem en değil, b ir süreç boyunca oluşur. O anda ortaya çıkan ise, erosun sa f nesnesidir. Bu nesne bize b ir işaret gibi görünür.
Ancak, doğuş durum undak i aşk, yukarıda sözü geçen an değildir. Bu daha çok, erosun saf nesnesinin aniden belirdiği ve kaybolduğu, sonra tek ra r ortaya çıktığı ve yine kaybolduğu, b ir daha belirdiğinde d aha zengin, d aha som ut b ir şekilde kendini dayattığı b ir süreçtir. Âşık o lduğum uzda, uzun süre kendim ize, aslında âşık o lm adığım ızı söyleriz. O lağanüstü olayın o rtaya çıktığı an geride kald ık tan sonra, gündelik yaşantıya geri döner ve esasında, b u nun geçici b ir şey o lduğunu düşünürüz. Ancak, son derece şaşırtıcı b ir şekilde, bu olay zihnim izde tek ra r can lan ır ve sadece belli b ir sesi duyduğum uzda ya da belli b ir kişiyi gördüğüm üzde yatışan b ir arzu , b ir acı doğurur. Sonra bu aııı tekrar kaybolur. Biz de, b u nun geçici b ir tutku olduğu ve bizim için h içb ir önem i
18
pr
olm adığı kanısına varırız. Bu belki de doğrudur. G erçekten de, başlangıçtaki du ru m u n doğuş du rum undak i aşk o lduğundan, başka tü rlü söylersek, bizim de dahil o lduğum uz ve bizi biz yapan sosyal dünyanın radikal b ir tek ra r yapılanm ası o lduğundan tam olarak em in olam ayız. Yine de, eğer bu tu tku tek rar o rtaya çıkıp kendini bize dayatırsa, o zam an âşık olduk dem ektir.
Doğuş durum undak i aşk, karşılaştığım ız ve kendim ize uygun olan d iğerin in kendini, tam b ir arzu nesnesi o larak bize benim settiğ i b ir süreçtir. Bu da bizi, en başta geçm işim iz o lm ak üzere, her şeyi tek rardan d ü şü n meye, organize etm eye zorlar. Gerçekte, tek ra r d ü şü n meyiz; tek ra r yaratırız . Bu ise b ir yenilenm edir. Doğuş durum undak i aşk (ister tu tkuda, ister diğer kolektif h a reketlerde olsun), geçm işi tek rar inşa etm e yönünde m üth iş b ir özelliğe sah ip tir. G ünlük yaşam da bu im kâna sahip değiliz. G eçm işim iz hayal kırıklıklarıyla, p işm anlıklarla, kederle yüklüdür. Anılar bize geçm işi d ü şündürdüğünde, kapanm am ış yaraları iyileştirm eye çalışırız. İh tiyacım olan şey bana neden verilm edi? Bu kad a r yorgunluk, acı ve nankörlük neden? Sevdiğim kişi beni niçin sevmedi? O nu zihnim den kovm ak için neden kin ve nefret dolu tepki verm ek zorunda kaldım ? G eçm işim iz bilincim izi etkiler. U nutm a, eğlence, geçm işi bilinçdışına göm en b astırm a yoluyla bu geçm işten kaçınırız. Ancak, F reu d ’u n da dediği gibi bilinçdışı ö lüm süzdür. N ietzche, insanın m utsuzluğunu in tikam duygusuna bağlar. İn tikam ise, değiştirem eyeceğim iz geçm işim izin, bu geçm işin doğurduğu nefretin ü rü n ü n d en başka b ir şey değildir. "Keşke zam an geriye doğru hareket edebilse, işte insan ın sap lan tısı b u rad ad ır” der Zerdüşt; '“o lm uş’ iradenin yerinden oynatam ayacağı büyük b ir taş p arçasıd ır.” İşte Z erdüşt’ün üstinsan aracılığıyla ilan ettiği özgürleşm e tam da budur. “Geçm işte kalanları telafi etm ek ve ‘o lm uş’u, olm asını isteyeceğim şekilde d ö nüştürm ek, işte benim için kurtu luş ancak bu o labilir!” N ietzche’nin ü stin san aracılığıyla vaat ettiği tam da do
19
ğuş d u ru m u n d a olan şeydir: geçm işin tek ra rd an yo ru m u, yani tarihselleştirm e. Âşık o lan lar (ve çoğu kez iki kişi de aynı anda) geçm işlerini tek ra r yaşayıp, onu o luştu ran olayların belli b ir b içim de ortaya çıktığını fark ederler, çünkü belli b ir anda seçim lerin i yapm ışlardır; isteyerek yaptık ları seçim lerd ir bun lar; ne var ki artık bun la rı istem iyorlard ır. G eçm işim izi saklam ayız, inkâr da etm eyiz; sadece gözüm üzdeki değerini azaltırız. K uşkusuz, kocam ı sevm iştim , son ra da ond an nefret ettim . A ncak artık ondan nefret etm iyorum ; h a ta yap tım am a değişebilirim .
Böylece, geçm iş tarihöncesi'ne d ö n ü şü r ve gerçek ta rih şim di başlar. B una bağlı o larak da hınç, kin, in tikam isteği yatışır; bizim için değeri olm ayan, geçerli o lm ayan b ir şeyden nefret edem eyiz. Bu deneyim , genelde âşık larda kaygı ve endişe doğurur. Sevgilim karşım da geçm işinden , aşk larından , evli o lduğu ya da b erab e r yaşadığı kişiden bahsediyor. B aşlarda, ondan bahsederken öfkeye kapılıyordu, son ra yavaş yavaş neredeyse şefkatle bahsetm eye başladı: “B ana kötü davrandı, am a beni seviyor ve ben de ona şefkat duyuyorum , ona acı çektirm ek istem iyorum , o n u n m utlu o lm asın ı istiyorum .'' Bu sözler, b ir uzak laşm an ın gerçekleştiğini gösterir. B undan böyle ne gerilim ne korku ne de in tikam olacaktır. Yine de bu sözleri, aşkın devam ı olarak yorum layab ilir ve bazen kıskançlık duyabiliriz. E ğer h e rhang i b ir engel çıkm azsa, sevgili, kocasın ın (ya da karısın ın) yan ında, ona k inden ziyade şefkat besleyerek yaşam aya devam edebilir. Yeni aşk ın ın ışığında, geçm işi başka b ir an lam kazanm ıştır. Sevgili tam da âşık o lduğu için, kocasına ya da karısına sevecenlik hissedebilir. B u yeni aşkın sevinci, onu sevgi dolu, yum uşak ve iyi k ılm aktadır. G enelde, diğeri bu d u ru m u şüpheyle karşılayıp b ir tü rlü kabullenem ez. Sevgiliyi tam am en kendisi için ister. Bu ayrıcalığı ve kesinliği h e r ikisi de kendisi için istediğinden, âşık lar istem eden de olsa ilişkilerindeki b irçok şeyi sık sık bozarlar.
20
Yeni b ir aşkın sevinci, başka b ir yan ılsam a d a doğurur. B una göre âşık lar geride b ırak tık ları kişilerin, yeni sevgilileri olay çıkarm aksız ın ve soğukkanlılıkla kabul edeceklerini san ırlar. Seven kişi, ne nefret edebilir ne de acı çekebilir. “Arkadaş kalalım " der ve bu n d a sam im id ir de. D ahası, hıncı o derece azalm ış, geçm iş o kad ar uzakta kalm ıştır ki, yeni aşkıyla ilgili her şeyi an la tm ak ister. K uru lm ak ta o lan yeni birliktelik, eski şeyleri, eski d ostlukları, eski ilişkileri dönüştü rerek kabul edebilir. Övle in san lar va rd ır ki, âşık o lm adan önce, ne kendi a ile lerine ne de çocuk larına karşı hoşgörülü o lab ilm işlerdir. B ir kez âşık o lduklarındaysa, on la ra derin b ir şefkat beslediklerini fark ederler. M utlu aşkları sayesinde, o n ları tek ra r keşfederler. Artık kin duym ayıp geçm işleriyle barışık o lduk larından , d iğerlerin in de benzer duygular içinde o lduk ların ı san ırlar. Ancak h içb ir zam an böyle olm az. İlişkiler bozu lup berbat b ir hale gelm iş olsa da, sadece nefretle ayakta d u ruyo r olsa da, doğuş d u ru m undaki aşk, te rk edilen kişide dayan ılm az b ir arzu uyandırır: Sanki, a rtık ona ihtiyacı olm ayan, o n u n için endişe duym ayan b irisine âşık olm uş gibidir. G ünlük yaşam ın tekdüzeliğ inde ilgisini çekm eyen h e r şey, tek ra r m erkezi önem e sah ip olur. Bu d u ru m ancak k u ru m lanın, top lum sal yap ıların içinde yaşadığım ız, tam am ıy la b u n la r ta ra fın d an çevrildiğim iz d ikkate a lınd ığ ında anlaşılır. P artnerin kaybı, bizi biz yapan her şeyin kaybıyla eştir. Bu kayıpla beraber, kendi özdeğerlerim izi, kendi im ajım ızı, özsaygım ızı da y itiririz. Âşık o lan in san, bağışlanm ası m üm kün olm ayan büyük b ir günah işlediğinin fark ına varm az. Bövlece anlayış beklediği yerde ret, um u tsu z lu k ve yakarışla karşılaşır. D uyduğu aşk, karşıs ına yaşam ın m utlu b ir güç, renklerin cap can lı, h e r şeyin güzel o lduğu b ir evren çıkarır.
Eros, nesnesin i bu lduğunda o lum suz olanı, va r o lm ayanı b ir gölge gibi d ip lere iter. Y unan felsefesinin henüz başlangıcında, Parm enides, aşkın doğuş d u ru m u n a ilişkin tem el b ir deneyim i o lu ştu ran b ir ilke o rtay a koy
21
m uştu: "Varlık vardır, yokluk yok tu r.” Ancak kolektif hareket ta rafından sarsılm ış olan dış dünya, toplum sal yap ılar tepki gösterir: Kendileri için b ir kayıp, b ir yaşam sal m ahrum iyet olanı reddederler (bu hareketlere eşlik eden tepkiler her zam an bunlard ır). Hayal kırıklığına uğram ış baba, ya fırtına koparır ya da suskunluğa göm ülür. K arısını a ldatm a alışkanlığı olan koca, bağlılığın değerini keşfeder. A ptallaşm ış, ihm al edilm iş eş, um utsuzca, kendini güzelleştirip yeni ortak nok talar bulm aya çalışarak kocasını geri kazanm ayı dener. B eraberliklerini cinsel hoşgörü üzerine kurm uş olan çiftler bile, doğm akta olan âşk karşısında katılaşır ve bu aşkı ölüm cül b ir günah gibi görürler. Bu aşka karşı çıkar, bu aşkı onaylam azlar. O nlar için bu aşk, çözüm süz so ran la r doğurur. Pes eden koca, “Tam am , git am a çocuklar benim le kalacak” der; eşi ise, “Tam am , o kadınla gidebilirsin am a bunu onayladığım ı sanm a; cesedim i to p la rsın a rtık ” diye konuşur. Böylece, sadece sevinçten ibaret olan, b ir zam an lar doğm akta olan aşkın değerli kıldığı tüm bu kişiler, bu erkek ya da bu kadın, bu çocuklar evet diyen b ir evrenin ışıltılı gö rün tü süne ters düşerler; çünkü on lar hayır diye cevap verirler ve b ir seçim dayatırlar. Seçim ini yap: Ya o ya çocuklar, ya o ya da ö lüm üm . Ancak aşk, çocukların kaybedilm esi için, b irisin i ö ldürm ek için, b irisine acı çektirm ek için doğm adı. Aşk, am acın ın m asum luğu sayesinde her şeyin yerli yerine o tu rm ası gerektiği yeni ve m utlu b ir ortak yaşantın ın , yeni b ir birlikteliğin kuru luşudur. G österilen tepki, bu ahenk u m u d u n a karşı çıkar ve b ir seçim dayatır: Ya d iğeri ya da ben. B ir aşkın hikâyesi, seçmeyi reddetm en in ve seçimi öğrenm enin hikâyesi olacaktır. Doğuş d u ru m unda, seçm e zorunlu luğu b ir ikilem in özelliklerini b arınd ırır. Bu durum , iki çocuğu kaçırılm ış b ir anneden hangi çocuğunun öldürüleceğine k a ra r verm esini iste- meve benzer. B urada çözüm yoktur. Doğuş durum u, bü tün kolektif hareketler, he r yeni aşk her zam an bir ik ilem ’le karşı karşıya kalır.
B urada da, ihlal etm e konusunda d aha önce değindiğim iz gibi, ne tü r b ir ikilem in söz konusu olduğu pek önem taşım az. Birçok olası örnekten iki tanesini seçtim; ancak, ikilem in devrede olm adığı h içb ir örnek yoktur. Peri m asallarında okuduğum uz, “Çok uzun yaşadılar ve m utlu o ldu lar” cüm lesini izleyen sessizlik, sadece günlük yaşantıya dönüşü, gerilim in ve buna bağlı olarak ra hatsızlığın son bulm asını belirtm ez. Bu sessizlik, aynı zam anda ikilem in ortaya çıkm asını da engeller. Peri m asallarından farklı olarak sanat, ikilem i, aşkı im kânsız kılan aşılm az engel kurgusuyla sunar. Aşkın yolunu du rm ad an tıkayan engel, ikilem in göstergesidir. Tris- tan , k ra lına olan bağlılığıyla Isolde’ye olan aşkı a ras ın da parçalan ır; Isolde de, k ralına olan bağlılığıyla Tris- ta n ’a olan aşkı arasında kalır. Ju lie t ve R om eo da ailenin ve nefretin acım asız ku ralların ı o rtad an kaldırm ak isterler, ne var ki ikisi de ailelerinden nefret etmez.
Aşk, kurallarla birey arasında b ir ayrılık yara tm a eğilimi taşır. Başka kurallar, no rm lar o luştu rm ak ister. V arlıkları yok etmeyi değil, onları sevmeyi ister. Ancak kurallar, eski kuralları tem sil eden ve yeni yasaya karşı olan kişiler aracılığıyla seslerini duyuru r. K uralları, o n ları tem sil eden kişileri çiğnem eden yıkam ayız. İşte ikilem buradad ır. Bu ikilem , her zam an açığa çıkar ve aşkı, m asum iyetin i kaybetm eye zorlar. Cahillikten, sınıf egem enliğinden, baskıcı b ir eğitim den ya da diğer he rhangi b ir şeyden kaynaklanan ikilem i, tarih in basit b ir ü rü n ü o larak görerek o rtadan kald ırm ak ve cinselliği, tu tkuyu, erotizm i bu ikilem den ku rtarm ak isteyenler, büyük b ir kand ırm acan ın içine sürüklen irler. Bu kişiler, devrim e övgüler düzenleyenlerde olduğu gibi, büyük b ir aşk ve dostluk bayram ı o larak düşledikleri avutucu b ir ideoloji ü retirler. Bir tür, devrim sonrası balayı gibi. Ancak daha sonra, devrim ci hareket iç ve dış engellerle karşılaşır ve seçim yapm ak zo runda kalır. B undan sonra da bize, bu hareketin katliam y ara tıp ortalığı kan gölüne çevirm em esini, H itler, S talin ya da Pol Pot gibi
vahşet yara tm am asın ı d ilem ekten başka b ir şey kalm az. Coşkun m asum iyetin -engellenm esi hem en hem en im kânsız o la n - evrim le her zam an karşı karşıya geldiğini unu tm ak , insanları şiddete ve m antıksızlığa sürükler. Bu ikilem i ayd ın latm anın , en azından ele alıp çözm enin yolu ise, yukarıdak in in tam aksine, doğuş d u ru m u n d a ki aşk ve gelişim inin gerçek hikâyesidir: am aç ve k u rum .
24
S/tCf { / ) ö /ü /J t
oğuş durum u, “evet” diyen insanı açığa çıkarır.H içbir şey, bu insanın evet yanıtı vereceğini doğ
ru layıp garan ti etm ese de, ağ ızdan çıkan sözcük bu olur.
Âşık o lan kim se, geçm işte b irçok defa kendini d iğerine verm eyi denem iştir zaten. Ne var ki, ya bu tü r deneyim e henüz hazır değild ir ya da isteği karşılıksız kalm ıştır. B ir karşılık bu lm uşsa da, b u n u n tam am ıyla doğru o lduğundan em in o lam am ıştır. H em kendi duyguların dan hem de daha fazla d iğerin in duygu larından şüpheye düşm üştü r. Âşık o lduğum uzda, başka b ir varo luşa açılırız; bu varoluşun m üm kün o lm asın ı ise h içb ir şey garan ti etm ez. Âşık o lduğum uzda, sanki çok yükseklere b ir şarkı yayılır am a b ir yankı bulacağı kesin değild ir bu şark ın ın . Büyük özlem ini duyduğum uz m utlu luk ve sonsuzluk an ları b a rınd ırd ığ ından yoğunluğu da um ut- suzcasına insanidir; ne var ki h içb ir kesinlik içerm ez. Yine de, sevgiliden b ir yanıt geldiğinde, bu yanıt, hak edilm em iş, sahip o lunm ası hiç düşünülem eyecek harika b ir arm ağan olarak g ö rü n ü r gözüm üze. Sevgili ta ra fın dan bü tünüy le bize sunulm uş, bilinçli b ir arm ağand ır bu. Bu arm ağan ı belirtm ek için teo loglar b ir sözcük icat etm işlerdir: lütuf. Sevgilinin bize, “Seni seviyorum ” dediğini duyduğum uzda, kendin i aşka teslim ettiğini gördüğüm üzde, gerçek m utlu luğa u laşırız ve zam an duru r. Bu an sonsuz o lu r bizim için. Bu anı hiç unu tam ay ız a r
tık. Seven kişi aşkının karşılıklı o lduğunu hissettiğinde, bundan böyle herhangi b ir zorluğa ya da acıya ka tlan m ası gerektiğinde bunu hatırlam ası yeterli olacaktır. Aşkı kendisi için b ir sığınak ve tüm arzu ların ın kaynağı olacaktır. Buna karşılık, günün b irinde diğeri kendisini artık sevmeyip terk ettiğinde, bu ha tıra tam da ö lüm süz olduğundan, m utsuzluğunun kaynağı olacaktır. K aybettiğiyle kıyaslandığında diğer her şey âşığa boş gö rünecektir. Yeni b ir doğuş du rum u geçm işi te k ra r yaratınca- ya kadar bu böyle devam edecektir.
H epim iz, âşık o lduğum uzda atıldığım ız büyük riskin fark ında oluruz. Yine de bu riski kabul ederiz. Ama kabul etm eden önce, b ü tü n gücüm üzle karşı çıkar ve defalarca reddederiz. Doğuş d u rum undak i aşk -d a h a önce değindiğim iz g ib i- ortaya çıkıp kendini bize kabul e ttiren b ir şeydir.
İlk başta, evet dem enin ne an lam a geldiğini bildiğim izden, hayır deriz. İçe açılan bu kapının , bizi u m u tsuzluğa götürebileceğini de biliriz. B ir yanılsam ayla karşı karşıya o lduğum uzu kendim izden em in b ir şekilde dile getirir, bu d u rum u reddederiz. Ancak d ah a sonra, bilinç b ir avna gibi netleşir: B ir ta ra fta iyi b u lu n u rken, diğer ta ra fta günlük yaşam ın boşluğu vardır. Bilinç, değersiz olanı, iyi olm ayanı seçem eyeceğini keşfeder. İyinin d ışında h içb ir şeyi isteyem eyeceğini, kendi içindeki iyivle kıyaslandığında am pirik yaşam da tezah ü r eden iyinin h içb ir değerinin o lm adığını anlar. Bu m utlak iyivi arzu lam ak, her tü rlü gelecek korkusunu o rtadan kaldırır. Sevdiğim iz kişiyle her bu luşm am ız son karşılaşm a olabilir. Son kez olsa bile, tek isteğim iz sevdiğim izin yan ında olm aktır. N esnesini bu lm uş olan aşk, içinde bulunulan anda yaşar. Bu an, tüm geçm işim iz ve bü tün dünyaya denktir. İşte bundan ö tü rü aşkın içinde m utlu lukla b eraber her zam an b ir parça da hüzün b u lu nur: Zam anı “askıya ald ığ ım ızda”, aynı zam anda bü tün zenginliklerim izi ve em in o lduğum uz her şevi feda ederiz. Zam anı “askıva a lm ak”, m utlu luğu ta tm ak tır am a
26
diğer yandan olayların akışını ve üzerlerindeki denetim i de gözden çıkarm aktır. H er türlü ik tidardan ve kibirden vazgeçm ektir.
K endim izi varoluşun ve belirsiz b ir geleceğin içinde tasarlam am ız, zam anı "askıya" alm am ız sanatta ölüm le sem bolize edilm iştir. Âşık b ir kalbi istila eden belirsizlikleri, şüpheleri, şiddetli tu tkuyu ve daha sonra da b u n ların geçm işin ve geleceğin dışında, bü tün arzu ların ta tm in edildiği sonsuz b ir şim dide son bu lm aların ı an la tm ak için sadece b ir tek yola başvurulabilir: Ö lüm le sona eren aşk. Öyleyse san a tta ölüm , sevgilinin parçası o lduğu bu zam anın o rtad an kalkışını sem bolize eder. Bu büyüleyici kurgu, bize aşkı ararken çekilen acıyı h a tır la tıp tu tkuyu tek ra r yaşatır. Aynı şekilde, sevilen varlığın yokluğunun her tü rlü arzu son bu lana kad ar doğurduğu yürek sızlatan heyecanı hatırla tır; öyle ki, d iğerin in iç in de huzurlu b ir şekilde erim e isteğinden başka b ir şey kalm az. W erther kendini öldürerek, hem kendisi için hem de C harlotte için “zam anı du rduru r." Aşk tu tkusu , varoluşsal b ir gerçek o larak du rm ad an ötesine geçtiği sonsuzluk anlarıy la ö rü lüdür. Eğer aşk karşılıklıysa, sevilen varlık hep evet der. Zam an her zam anki gibi akıp gider, arzu tek ra r doğar ve yeniden nesnesini bulur. D oğm akta olan aşk, kavuşm a, kaybediş ve tek ra r kavuşm adır. K uşkusuz, karşılıklılığın sürekliliğini h içb ir şey garanti etm ez. Ne var ki, bu güveni doğuran asıl şey lü- tuftur. Yeni başlayan aşkın doğası bile d iğerine bel bağlam aya, güvenm eye, kendini teslim etm eye yol açar. Aşıklar kıskanç değildir. E lbette genellem e yapılam az, her türlü nüansı kapsayan özel d u ru m la r vardır. B ununla birlikte, yeni doğan aşkın belli b ir güven yara tm a eğilimi o lduğunu söyleyebiliriz. Aşk nesnesi, ikirciksiz olarak, başka tü rlü söylersek, iyi olarak o rtaya çıkar. Âşık insan b ir içtenlik, açıklık, doğru luk d u ru m u yaşar. B irbirini seven kişiler, yaşam ların ı en küçük ayrın tısına kadar b irb irlerine an la tm ak için saatler geçirirler; d iğerinin varlıklarını, buna bağlı olarak da geçm işlerini pav-
27
İaşm asını isterler. Dinleyici du ru m u n d ak i sevgili ise, büyü lenm iş b ir halde an latılan hikayeyi dinler; arada, kend isinden önce sevgilisini tam m ış kişilerden dolayı b ir kıskançlık h issine kapılır, çünkü son derece değerli m utlu luk an ların ı kaçırdığını düşünm ekted ir. Kendi kendin i teselli eder. Doğuş d u rum unda, günlük yaşan tıd a an laşılm az olan b ir kural işler: G eçm işin önem i yoktur. Incil’deki mesel örneğinde olduğu gibi, işin on b irinci saatinde çalışm aya başlayan işçi, tam gün çalışan işçiyle aynı ücre ti alır.
Doğuş du ru m u n d ak i aşk, b irleştirm e eğilim i taşır. Ancak, iki farklı kişiyi b irleştirm e eğilim id ir bu. Aşkın doğm ası için, b ir farklılığın o lm ası gerekir. Yeni başlayan aşk, var o lan ve var olm ası gereken bu farklılığı aşm ak için b ir irade, b ir güçtür. Sevilen kişi ilgi çeker, çünkü farklıdır; kendine özgülüğün taşıyıcısıdır. Bu özgünlüğü b ir başkasınınkiyle karıştırılam az. Yeni başlayan aşkta, bu özgünlük, bu teklik d ah a da yoğunlaşır. S ıra dışı, biricik, yeri do ldurulam az, kesinlikle kend im iz o lduğum uz için sevilmek isteriz. Bu am aca, yerim izin değiştirilebildiği, tüketildiği ö rgü tlenm elerde ulaşa- m ayız. Aynı şekilde bu am aca, b iricik ve yeri değiştirilem ez o lduğum uz ancak sıra dışı o lm adığ ım ız gündelik aile düzen inde de ulaşam ayız. Aile içinde, eğer biricik isek, bu ille de b ir am aç olarak kendim iz o lduğum uzdan değildir. Tam tersine, kendim izi m utlak am aç o larak h issetm ek isteriz. H erhangi biri ta ra fın d an hayran o lun m ak bize yetm ez. Biz daha çok bizim gibi biricik, sıra dışı, vazgeçilm ez olan b ir varlık ta ra fın d an bu şekilde görülm ek isteriz.
İşte b u ndan dolayı doğuş d u rum undak i aşk tekeşlidir ve tekeşli o lm ak zorundadır. K endim izin biricikliğini, s ıra dışı kişiliğim izin sıra dışı birisi ta ra fın d an tan ın m asını talep ederiz. K endim izi o kişiye teslim ederiz, çünkü b ir tek o bize neşe, zevk ve yaşam sunabilir. Böylece, ben m utlak o larak biricik o lurum . Hiç kim senin , h içb ir şeyin yerine geçem eyeceği sevdiğim kişi de m utlak o la
28
rak biricik olur. Sesinin, vücudunun , hareketlerin in her ayrıntısı, bu biricikliğin gösterenleri o lm aktadır. Bu ayrın tıla r dünyada b ir tek onda bu lunur, başka kim sede bulunm az. Bu kişi b iricik ve son derece fark lıd ır ve başka kim senin olam adığı k ad ar kendisi olan bu kişinin isteğim izi kabul etm esi aşkın m ucizesidir. H er b irim iz d iğerinden farklıyızdır ve b u n u biliriz. Ne var ki, sadece doğuş d u rum undak i aşkta, bu h içb ir şeye indirgenem ez bireysellik alg ılan ır ve tam am ıy la takd ir edilebilir. D iğerin in özgünlüğünü ve biricikliğini tak d ir etm ek, aşkın özel ve kesin b ir işaretid ir. D iğerinin bizi takd ir ettiğini hissetm em iz, bizim de kendim izi takd ir etm em izi sağlar ve benlik duygum uzu güçlendirir. Bu, bireyselleşm e hareketid ir.
Ancak aynı zam anda, doğuş d u rum undak i aşk yukarıdaki hareke tin tersi yönünde b ir başka hareket d aha yaratır. Bu da birleşm e yönündeki harekettir. B irleşm e, iki iraden in ortaklığ ın ı o lu ştu rm a eğilim indedir. Paylaşılan aşk, iki öznenin her biri için önem li olanı b e rab e rce istem esini içerir. B ireyselleşm e fark lılaştırıp bu fark lılıkları önce değerli hale getirir, a rd ından bun ları m u tlak değerlere d önüştü rü r. Aynı bireyselleşm e, sevilen varlığın te rc ih le rin in benim için ideal b ir m odel ve kural olm asını; kendi te rc ih lerim in gözüm de örnek b ir değer o lu ştu rm asın ı sağlar. B irleşm e, bu farklı zevklerin tek b ir irade etrafında top lanm ası yönünde hareket eder. Ancak, bu farklılık lar ve te rc ih ler önem li hale geld iklerinden, b irb irlerin in karşısında ü stün gelm e eğilimi ta şırla r ve sonunda da çarpışırlar.
Aşk, aynı zam anda b ir m ücadeled ir de. Aşkta, he r b irim iz kendim izde en iyi olanı, en ilginç, en özgün bu lduğum uz, d iğerin in tak d ir etm esini istediğim iz yönü m üzü yüceltm eye çalışırız.. Diğeri ise tam aksine, kişiliğim izin başka b ir yönünü d aha fazla takd ir edip bize gösterir. Aşk, sevilen varlığın bakış açısını ben im sem em izi sağladığı için, biz de kendi im ajım ızı yenilem ek d u ru m u n d a kalırız. Böylece, sevilen varlığın h oşuna git
29
m e arzum uz, bize kendim izi yenilem em izi şart koşar. Böylelikle, he r biri diğerine kendi yargılarım b en im setm eye çalışırken aynı zam anda kendini değiştirm e yoluyla ötekinin hoşuna gitm eye çalışır. Ve bü tün bun la r da, h içb ir zorlam a olm aksızın, sürekli b ir keşfetm e, d iğerin in sırla rına erm e sürecinde gerçekleşir. Sevilen varlığın tüm tavırları, m im ikleri, bakışları yo rum lanm ayı bekleyen sem boller haline gelir. Aynı şekilde biz de sürekli b ir sem bol kaynağına dönüşürüz.
D oğuş d u rum u b ir işare t bolluğu yaratır. Geçm işin ve şim din in dahil olduğu bu süreçte doğa da yerini alır. Y ağm ur, güneş, b ir bu lu tun biçim i artıdeğer kazanıp zenginleşerek sevilen varlığa ve aşka sıkı sıkıya bağlı b ir şeyin gösterenleri o lurlar. H epsinin b ir an lam ı vard ır artık ve ne yöne gidileceğini belirtirler. Yine de her zam an b ir engel o lduğundan, diğeri farklı o lduğundan, isteğim ize aldığım ız yan ıttan h içb ir zam an tam olarak em in olam adığ ım ızdan ya da yanıt, isteğim izle aynı o ran d a olm adığından; olgular, şeyler, en tesadüfi kom b inasyon lar yorum a haz ır işaretlere, davetlere, retlere ve kehanetlere dönüşür. Önemli b ir olayın m eydana geldiği bazı yerler kutsal hale gelir.
Aşk, dünyayı kutsal b ir coğrafya o larak işler. Bu yer, bu ev, denizin ya da dağların bu özel görünüm ü, bu ağaç, hepsi sevilen varlığın ya da aşkın kutsal sem bolleri haline gelir. K utsal yerlere, tapm ak la ra dönüşürler, çünkü sonsuz aşk an ların ı ya da b ir kehaneti b a rın d ırm ışlard ır içlerinde. M ekân nasıl kutsallaşıyorsa, zam an d a aynı şekilde kutsallaşır. Doğuş du rum unda, eğer m utlu luk zam anı sonsuz şim diyse, bu sonsuzluk an la rının birleşm esi de kutsal bayram larla dolu, b ir ayin yılı teşkil eder. B unlar b ir tü r değer ve an lam düğüm leri, ö rnek anlar, acılı ve m utlu an lar ya da sadece diğeri için an lam lı an la rd ır ve b izim için kutsal hale gelirler.
Övlevse doğuş d u rum undak i aşk, gelişimi içinde nesnel b ir kutsallık doğurur. Yoğun an ların belirlediği b ir m ekân, önem li günlerle örü lü kesintili b ir zam an. Aynı
30
din lerde olduğu gibi kutsal b ir zam anla kutsal b ir m ekân. Doğuş d u rum undak i aşk, dindışı o lanla d insel olan arasındaki bölünm eyi tekrar devreye sokar ve içinde çok güçlü b ir günah eğilimi barınd ırır. Âşıklar yıllar, h a tta on larca yıl ayrı kalm ış o lsalar da, yılın belli ta rih lerini ü rperm eksiz in yaşayam az, özlem e kapılm adan bazı yerlere geri dönem ezler. Bu kutsal m ekân ve zam an, ebedi şim dinin , askıya alınm ış zam an ın nesnelleşm iş yerleri olm uşlardır. Bu yerler u n u tu ld u ğ u n d a bi- linçd ışında varlıklarını sü rdürürler. Sadece başka b ir doğuş d u ru m u bun ları silebilir ve başka b ir m ekân ve zam an yaratab ilir.
31
t (/ f r /ı c t &$ö /ü/n
ayal kırıklığı gündelik yaşam ın b ir özelliğidir.H er zam an yapacak birçok şeyim iz vardır.
B unların küçük b ir kısm ı yapm aktan hoşlandığ ım ız şeylerdir; çoğunluğu ise bize diğerleri ta ra fın d an dayatılır. B aşkaların ın yapm am ızı istediği her şey aciliyete sah ip tir; öncelik s ıra lam asında ilk başta yer alır. Eğer bun la rı hem en yerine getirm ezsek, bize sitem de b u lu nur, bizi cezalandırırlar. O layların düzeninde m erkezde değilizdir. Bu düzenin kaynağı da değilizdir. O layların düzeni, bize uygulanan bask ılardan kaynaklanır. G erçekten arzu ettiğ im iz şeyi h içb ir zam an gerçekleştiremeyiz; ve belli b ir nok tada bu şeyi gerçekten isteyip istem ediğim izi bile bilem eyiz. G ünlük yaşan tıda a rzu la rım ız bize hayal gibi görünür: “Ne güzel o lurdu, eğer...” Ancak her zam an b ir engel çıkar. P artnerim iz in hep yapacak başka b ir şeyi o lu r ya da bizim yapm ak istediğim iz şeyi o yapm ak istem ez. Bazen de o istediğinde biz is tem iyoruzdur ya da isteğini bizim için en uygunsuz anda dile getirir. O lur da isteğini geri çevirir, b iraz sab retm esin i söylersek, bu sefer de partne rim iz a lın ır ve ikim izin de isteği kaybolur.
B ütün b u n la r hayal kırıklığı o luştu rur: H er zam an arzu ettiğim iz b ir şeyin olm ası am a her defasında da yapacak başka b ir işim iz o lduğundan bu arzuyu gerçekleştirem ediğ im iz duygusu. G ünlük yaşam da, sürekli o larak b ir başkası için istem ediğim iz b ir şeyi yapm a zorun-
Iuluğu bizi yer b itirir. B ütün hayatım ız b u n a indirgenir. H içbir zam an tam olarak anlaşıldığım ızı hissetm ez, derinden ta tm in olm ayız. H içbir zam an bizim isteklerim izle d iğerlerin inki örtüşm ez. Bu d u ru m hep sona erecekm iş gibi görünür. Bu kadar ap talca ve acılı b ir şekilde devam etm esin in im kânsız o lduğunu düşünürüz. B una rağm en, bu du rum aylarca, yıllarca sürer. Gerçek m utlu luğun , ilginç b ir şeyin olm adığı; sürekli hayal k ırıklığıyla dolu, neyi beklediğim izi pek de bilm ediğim iz, "sürüklenip gittiğ im iz” karanlık y ıllard ır bunlar.
D oğuş d u ru m u n d ak i aşkın, he r b irim iz üzerindeki derin çekim gücü, gecenin içinde kör edici b ir ışık gibi parlam ası ve tam b ir tehlike arz e tm esinden kaynaklanır. Yeni doğan aşk, a rzum uzu serbest b ırak ır ve bu a r zuyu h e r şeyin m erkezine yerleştirir. A rzularız ve kend im iz için m uhakkak b ir şey isteriz. Sevilen varlık için b ir şey yapm ak, istem ediğ im iz b ir şey yapm ak ya da başkası için b ir şey yapm ak değildir. B unu kendim iz, kendi m u tlu lu ğ u m u z için yaparız. Tüm yaşam ım ız, ödü lün m u tlu luğum uz olduğu b ir nok taya yönelir. K endi a rzu la rım ız la sevilen varlığın a rzu la rı kesişir. D oğm akta o lan aşk bizi, ya her şeyi kazanacağ ım ız ya da kaybedeceğim iz d ah a yüksek b ir yaşam çem berin in içine taşır. G ünlük yaşam ise, hep başka b ir şey yapm a zorun lu luğuyla, başkala rın ı ilg ilendiren şeylerin a ra sından b ir seçim yapm akla, büyük ya da küçük hayal k ırık lık ları a ras ın d a k a ra r k ılm akla tan ım lan ır. Yeni doğan aşk ta, he r şey ve h içb ir şey a ra s ın d a g ider geliriz. Sanki, gün lük yaşam da hayal edilem eyecek b ir şeyi her gün elde ed iyoruz gibidir: b ir krallık, ik tidar, m u tluluk ve zafer. Ancak bu krallığı, tek b ir savaşla kaybedebiliriz. D ahası, her gün en son savaşı verm ek zorun- dayızdır. G ünlük yaşam ın iki ku tbu , h u z u r ve hayal kırık lığ ıd ır. Yeni doğan aşkınki ise, coşku ve acıdır. G ünlük yaşam sonsuz b ir Araf’tır. Aşk yaşam ı ise, b ir cen net ya da b ir cehennem dir. Ya k u rtu lu ru z ya da lane tleniriz.
33
Bu vargının iki karşıt yönde itiraza yol açacağının farkındayım. İşte ilki: Günlük yaşam da, gerçekten de çeşit çeşit anlaşılm azlıklar ve sürekli m ahrum iyetler üst üste gelir. Bunun nedeni ise, toplum sal ilişkilerin doğru b ir şekilde kurulm uş olm am asıdır. Eğer iki eş, sürekli olarak kendilerini tatm in etmeyen b ir şey yaptıklarını düşünüyorsa, birbirlerini derinlem esine anladıklarına kanaat getirm iyorsa, bu eşlerin du rum u b ir aile terapisini ya da başka herhangi bir tedaviyi gerekli kılm aktadır. Terapi sayesinde (psikanalitik, davranışçı, Geştalt psikolojisi, La- can ya da Reich yanlısı, Katolik, Budist ya da M arksist) bu anlaşılm azlıklar, bu çatışm alar kaybolur. Bugün son derece yaygın olan bu terapötik eğilimin arkasında, tam amıyla hayali olan ideal norm ların tasarım ı yatar. Bireysel, toplum sal ya da politik terapilerin değerini inkâr edecek değilim; bun lar daha az acı çekilmesine, toplum sal koşulların iyileştirilmesine, toplum u daha ileriye götürm eye hizm et ederler. Ne var ki, h içbir şekilde günlük yaşam ın varoluşsal yapısını değiştirm ezler. Bir psikanaliz terapisine katılm ış olan b ir çift, artık daha iyi anlaşabilir, b irb irlerine daha az küfür edebilir. Yine de, bundan böyle tam bir dovgunluk halinde yaşam süreceklerini söyleyemeyiz.
İkinci itiraz, doğuş durum undak i aşkın coşku ve acı arasında b ir gerilim o larak tanım lanm asıyla ilgili. Yaygın kanıya göre gerçek aşk, küçük uyuşm azlıkların kendiliğinden aşıldığı sürekli b ir m utluluk ve m ükem m el b ir karşılıklı anlayış d u rum udur. Eğer böyle olm azsa, aşk da gerçek değildir. B aşkalarına göre ise gerçek aşk, sab ır ve bilgelik sayesinde yavaş yavaş elde edilir. Ö rneğin bu d ü şünce, Eric F rom m ’un herkese m utluluk için önerdiği “sevme sanatın ın '’ reçetesidir. Gerçekte, bu yargıların a rkasında peri m asalı m itinden başka b ir şey yoktur. "H uzurlu ve m utlu y a şad ıla r”: G ünlük yaşam ın b ir yanılsam ası ya da kim senin yaşam adığı sürekli b ir sevinç ve dinginlik k u ru n tu su d u r bu.
İki itirazdan söz ettim ; gerçekteyse bun la r tektir. Aile ya da aşk terap istleri, peri m asalların ın bu “m utlu ve
34
huzurlu yaşanV’ından başka b ir şey düşünm ezler ve b u nu sanki gerçekleştirilm esi en kolay şeym işçesine sağa sola önerirler. B ütün psikologlar, sosyologlar, sosyal görevliler, bazı terap ist g rupları aslında sadece tek b ir şev önerirler: sürekli ve eksiksiz m utluluk. Böylece de, ellerinde uzun yaşam ya da sonsuz gençlik iksirini sallayarak e tra fta dolaşan şarlatan dok to rlara benzerler. Doğrusu şu ki, eğer sonsuz gençlik biyolojik olarak im kânsız ve biyolojik açıdan saçm a b ir du rum sa, “M utlu ve huzurlu yaşadılar” nakara tındak i bu sonsuz hu zu r ve m utlu luk için de aynı şeyi söyleyebilmeliyiz. V aroluş deneyim i açısından bakıldığında, bu b ir anlam sızlık oluştu rur.
Öyleyse söz konusu olan b ir m ittir, hepim izin fark ında o lm adan yinelediği son derece yaygın b ir mit. O zam an kendim ize şunu sorabiliriz: Bu m it nasıl doğm uştur? G ünlük yaşam ı, hayal kırıklığı ve huzurdan ; yeni doğan aşkı ise, coşku ve acıdan oluşan b ir şey o larak ta nım lam ıştık . Bu iki diyalektik birliğin her b irin in b ir pozitif, b ir negatif eğimi vardır. Mit, sadece pozitif ku tup dikkate alındığında, a rd ından da, negatif ku tup (havai kırıklığı ve acı) göz önüne alınm aksızın iki pozitif ku tup (m utlu ve huzurlu) beraberce ele a lındığında o rtaya çıkar. B una bağlı o larak da, bu m itin nasıl o luşab ildiğini anlıyoruz. Aşk doğduğu sırada yaşanan sevinç, m utlu olm a arzusu her zam an içim izde nostalji o larak yaşar. G ünlük yaşam da, hayal kırıklıkları evreninde d a ha ta tm in k âr ve d aha heyecan verici b ir yaşam ı, gerçek ve doğal b ir şeyi arzu larız. Başka b ir deyişle, doğuş d u ru m u n u n coşkusunu ve m utlu luğunu arzularız. Bu doğuş d u ru m u n u n acıyla bağlantılı o lduğunu hatırlasak da bunu unutm ayı tercih ederiz. Ve böylece, tüm saflığı ve o lanca m uhteşem liğiyle aşkın sonsuzluğunu bu lab ilmeyi hayal ederiz.
Doğuş d u rum undak i aşkta, tutku, m utlu luk kadar acı, arzu, ıstırap da hissetsek, m utlu luk halini uzatm ak ister ve bu halin kalıcı olm asını, dinginliğe, huzu ra dö
35
nüşm esin i, b erabe rinde getirdiği her tü rlü o lum suz lu ğun uzak ta kalm asın ı dileriz. Bazıları, aşk d u ru m u n u n doğurduğu gerilim e katlanam az. Bu d u ru m u hem en gündelik yaşam kalıb ına sokup evcil hale getirm ek, kon tro l etm ek ister. Böylece doğuş d u ru m u n d ak i aşk b ir barış, h u zu r ve dinginlik arzusu doğurur.
G erçekte, gündelik yaşam ta ra fından kuşatılan kişi, m utlu luğun neden olduğu bu gerilim li istek ve arzu yoğunluğuna ulaşam az. B unun için, gündelik yaşam la bağını koparm ak, ih lalin yasak nehrin i aşm ak zorundadır. Bu k ararı ise, kendi isteğiyle alam az. D oğuş d u ru m u n daki aşk, yapısal koşullar yavaşça o lgunluğa u laştığ ında "görünür.” Doğuş durum undak i aşk, kendini bize dayatan b ir “olaydır." Aynı şekilde, âşık o lduğum uzda d in ginlik d u ru m u n a ne u laşab ilir ne de bu d u ru m u koruyabiliriz. Aşkımız b izim elim izde değildir; bizi aşıp sü rü k ler ve değişm eye zorlar. Bu d u ru m u günlük b ir h u zu ra dönüştü reb ilm ek için yıkm am ız gerekir. Ve tek ra r ediyorum , erkek o lsun kad ın olsun b irçok insan huzu ru ancak, aşk ların ın harika nesnesini kon tro l edilebilir, ta n ım lanm ış, s ın ırlanm ış, evcil b ir hayvana d ö n ü ş tü rd ü ğünde bulabilir. Bedel, coşkunun kaybolm ası ve aşk d u ru m u n u n sona erm esid ir. Geriye ise sık ın tın ın , kinin, "hayal k ırık lığ ın ın” d u rm adan böldüğü dinginlik ve gündelik yaşam ın sıradanlığ ı kalır.
Öyleyse, gündelik yaşam da sıra dışı o lanı a ra r, sıra dışı an la rd a ise gündelik olanı ararız. G ündelik yaşam da, coşkuyu arzu lar, sıra dışı o landa da dinginliği a rzu larız. G erçekleşm esi m üm kün olm ayan bu iki arzu b irb irine eklenip, eskinin sonsuz gençlik iksiri m itin in ve felsefe taşın ın yerine geçen "M utlu ve h uzu rlu yaşadı- la r”ı o luştu rur.
36
y y e d i n c i i / ) ö lü m
y ynı anda iki kişiyi sevm ek m üm kün m üdür? Kuş- kuşuz evet. B irini sevip diğerine âşık olm ak?
K uşkusuz evet. İki kişiye b irden âşık olm ak? Hayır. H erkes birçok kişiyi sever. Annem izi ve babam ızı, karım ızı ve çocuklarım ızı severiz. Bu aşkların h içbiri ne diğerini d ışla r ne de d iğerinden b ir şey eksiltir. Aynı şekilde, b ir erkek iki kadını sevebileceği gibi, b ir kadın da iki kocayı sevebilir. H er biri, b irinci kişiyi severken diğerine âşık olabilir. H atta b u n u n kural o lduğunu bile söyleyebiliriz. B una karşılık, iki farklı kişiye âşık olm ak im kân sızdır. İlk bakışta, bu s ın ırlam a saçm a görünür. H ep şöyle söylendiğini duyarız: "İkisine de âşığım " ya da hangisine d aha çok âşık o lduğum u bilm iyorum ." Bu
cüm leler farklı iki d u ru m d a telaffuz edilir. İlkine aşkın gelişm e d u ru m u diyebiliriz. D aha önce de değindiğim iz gibi, âşık o lm ak üzere olan kişi, b ir şekilde kendisine yanıt verecek birisini a ra r ve çoğu kez bu kişiyi bu lduğu izlenim ine kapılır. B aşka tü rlü söyleyecek olursak, bu kişi birçok defa âşık o lm aya başlar. B irçok kişiyle karşı- laştığım da düşünürsek , birçok kez âşık o labilir ve tu tkuları iç içe geçer. O zam an bu kişi şöyle diyebilir: “Ben her ikisine de âşığım ." Bu iç içe geçm e, iki farklı kadın, söz konusu bu kişiye âşık o lduğunda daha da kolay gerçekleşir. Erkek, aşka açık o lduğundan ve h e r iki kad ın dan da o lum lu b ir yanıt a ld ığından üç kişilik b ir grup oluşur. Şim di de erkeği seven bu iki kadının yakın a rk a
37
daş ya da kız kardeş o lduğunu varsayalım . H ep beraber, erkeğin m erkezde olduğu kaynaşm ış b ir grup o luştu ru l - lar. Bu tü rd en durum lar, san ıld ığ ından çok daha yaygındır. Kolektif hareketlerde sık sık, aynı lidere hayran olan kadın g rup larına rastlan ır. Freud, kitlenin, hem birbirleriy le hem de aynı zam anda liderleriyle özdeşlik ku ran bireylerden o luştuğunu söylem em iş miydi? G örünüşte kesintisiz b ir gelişm e sonucunda, aşkın eşiğindeki iki kişiden gruba, iki kişilik kolektif hareke tten g ru bun kolektif hareketine geçm iş olduk.
Gerçekteyse geçiş aralıklıdır. K adınlar ta rafından hayran o lunan liderin m erkezde olduğu b ir grubu inceleyelim. Bu liderin, kadınların her b irine âşık o lduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. H er birinin, aynı yandaşların ın olduğu gibi yeri doldurulabilir. Bir gruptaki kolektif b ir h a rekette, kim se vazgeçilmez değildir; herkes tüketilebilir. Ve bu durum aynı şekilde üç kişiden oluşan b ir gruba da uygulanabilir. Üç kişiyle bile, eğer biri giderse topluluk var olm aya devam eder. Sadece çift du ru m u n d a eğer b irisi gitmeye k ara r verirse topluluk kaybolur. Yalnızca çift söz konusu olduğunda, birey, m utlak özgünlüğü ve biri- cikliği içinde vazgeçilm ezdir ve yerini başka biri doldura- maz. Yalnızca çift söz konusu olduğunda, birey, topluluğun varo luşunun nesnel koşuludur. Bu topluluk, bireyden yola çıkar ve ondan vazgeçemez. Öyleyse iki kişilik kolektif hareket, doğuş durum undaki aşk, diğer hareketlerden kesinlikle farklı ve özgün b ir şeye sahiptir. "Her ikisine de âşığ ım ” tü lü n d en ifadeler, kişiyi kolektif bir yapıya, b ir aşk d u ru m u n a ya da hiçliğe götüren b ir k ararsızlık ya da b ir geçiş d u rum unu belirtir. B ir lidere duyulan tu tkuya gelince, bu da uzaktan idealize etm ekle açıklanabileceği gibi, aynı zam anda tek taraflı b ir aşkla da açıklanabilir. Pek çok kim se aynı varlığa sahici b ir aşk besleyebilir. Ne var ki bu varlık gerçekte on lara âşık olm ayabilir. K arizm atik liderler bu tü rden ortak duygular uyandırabilirler; aynen ünlü oyuncuların ya da alımlı kadınların uyandırabileceği gibi. Bu tek taraflı aşktır.
Şim di, çıkış noktam ızdaki soruya geri dönelim . Avnı anda birçok kişiyi sevip bir başkasına da âşık o labileceğimizi söylem iştik. Bu durum da, bu yeni doğan aşk, duygularım ızın tek ra r yap ıland ırılm asında b ir çıkış noktası o luştu rur. Sevdiğim iz kişiler kendim izin, global gerçekliğim izin, yeni doğan aşkta kabul e ttirm ek ve sevdirm ek istediğim iz bu bireyselliğin bileşenlerdir. Başka b ir deyişle, yeni doğan aşk her zam an, kişisel b ir h ikâyeye, b ir duygu sistem ine, b ir tercih sistem ine sah ip iki kişi a ras ında cereyan eder.
Bu, aşk d u rum udur, çünkü b ir engel aşar, duygusal ilişkilerin her defasında yeniden yap ıland ırılm asın ı sağlar. D aha önce m erkezi önem e sahip b ir şeyden vazgeçer, değersiz görürüz. Öte yandan, yeni aşka dahil e tm emiz gereken başka b ir şeyi saklarız. Ö rneğin, eğer evli ve çocukları olan iki kişi b irb irlerine âşık olursa, he r b iri kendi duygusal ilişkiler sistem inde, eşini çocukların dan ayırır. E şim izden vazgeçm ek ister, bunu yapabiliriz de. Ona yönelik davranışım ızı tam am ıy la değiştirm ek isteriz. Çocuklara karşı olan tu tu m u m u zd a ise aynı şey söz konusu olm az. Onlar, yeni aşka dahil olabilirler. Eşim iz, benliğim izi o luştu ran çekirdeğe dahil değildir artık. Ç ocuklarım ız ise benliğim izin çekirdeğinde b u lunm aya devam eder. B ununla birlikte, iki kişinin b ir araya gelm esi, çevrelerinden yalıtılm ış kişiler a rasında da olabilir. Bu b ir araya gelişte çocuklar devrede değildir. B uluşm a, yalıtılm ış birey düzeyinde gerçekleşir. İsteğin dile getirilm esi ve alınan yanıt, çocukların devreye girm esinden önce gerçekleşir. H erkes aşkı kendisi için ister, çocukları için değil.
Doğuş d u ru m u n d ak i aşk gelişirken, ilişkin in içine, o ana kadar var olm ayan tarafları da dahil etm ek zo ru n d adır. B undan ö tü rü çocuklar da, ilk b aşta o lm asalar da aşkın parça ların ı o lu ştu ru rla r. Yine de âşık olan kim se, d iğerine âşık kalır, onun çocuklarına değil. Bu çocukları, diğeri sevdiği için severiz, kendileri olduğu için değil.
39
Bazı durum larda, aşkın seyri s ırasında çocuklar engel bile oluşturabilirler. Bu, aşılam ayan b ir engel de olabilir. Ö rneğin, çocuklar bu aşka karşı çıkıyor ya da çifti b ir ikilem e sürükleyen iki aile ta ra fından b ir baskı, biı şantaj aracı olarak kullanılıyor olabilirler. H er du ru m d a aşk, yalıtılm ış iki birey arasındaki b ir birlikteliktir. Bu iki b irey in her biri, kendi duygusal sistem ine sah ip tir ve bu sistem i beraberinde taşır. Aşk, bu sistem in biı kısm ını koruyup diğer b ir kısm ını yeniden yapılandırm ak isteyecektir. Aşkı, yalıtılm ış, m utlak yalnızlığı arayan, h içb ir bağı olm ayan iki şahsiyetin b ir araya gelmesi o larak gösterdiğim izde, b ir aldatm acayı devam ettirm iş oluruz. Gerçekte bu kişiler, kişiliklerinin m utlak birlikteliğini ararlar; am a aynı zam anda en yakın çevrelerini de b u n a dahil etm ek isterler. Şu veya bu kişi değil, hepsini is te rler. Sürekli, m utlak, tam b ir inzivaya çekilm e arzusu, b ir so runa işaret eder; yeni doğan aşk üzerindeki çevıe bask ısından kaçışı gösterir. Çevrenin gerçeği çok ağır o lduğunda, m evcut duygusal bağ ların tem sil ettiği kişiliğin o bö lüm ünü aşka dahil etm ek m üm kün olm adığında, yeni doğan aşk dünyadan kopm a eğilimi gösterip özgür ve özgürleştirici b ir a lan olm aya yönelir. Öyle b ir alan ki, içinde hem huzurlu b ir sığınak hem de dünyayla yeniden hesaplaşm ak için b ir fırsat bulunabilir. Eğer iki âşık da aynı durum daysa kaçm a, baskılardan tam am ıyla ku rtu lm a ve kaybettiklerini tek ra rd an kazanabilm ek için b irlikte uzun süreli b ir yaşam ku rm a isteği, geride kalan h e r şeyden baskın olur. B una karşılık, eğer so run sadece b irin i ilgilendiriyorsa, o zam an bu aşkı b ir sığmak, olası bask ılardan kurtulabileceği özgür ve özgürleştiren b ir alan olarak görm ek kendisine kalacaktır. Öte yandan, bu proje, d iğerinin aşkına dahil edebileceği her şeyi dahil edip, d ışarıda b ırakm ası gerekeni d ışarıda b ırakaıak , kendi aşkını som ut b ir b içim de yaşam a arzusuyla çelişkiye düşm ektedir. Biri için aşk, tam b ir kaçış, dünyadan uzakta b ir tatil, b ir lim an, gidip sığınılacak m utlu b ir ada, varoluş çölünün o rtasında karşısına çıkıveren b ir
gül bahçesiyken; diğeri için, bu rüya b ir vazgeçiş olabilir çünkü o, dünyayı b ir bahçeye dönüştü rm ek ister. Bu ö rnek, iki kişiyi b ir araya getiren yeni doğan aşkın, nasıl da iki farklı o lağanüstü yaşam projesi yarattığ ın ı gösteriyor. Projelerin uyuşm adığı bu durum da, ya pro jelerden biri ya da ikisi b irden terk edilecektir. Böylece, çelişkiden ö tü rü parça lanan aşk, sönm eye yüz tu tar.
B ir kişiyi sevip d iğerine âşık olabileceğim izi söylem iştik. Ancak, b irisine âşık o lup b ir başkasına da o lamayız. Doğuş durum undak i aşk, b ireyin e tra fında ö rm üş olduğu bü tün ilişkilerin yeniden yap ıland ırılm a sü recidir. Yeni aşk durum u, kendisini teşvik eden hareketin m utlak yönünü belirtir. İki kişiye b irden âşık o lm am ız im kânsızdır, çünkü kalbim iz iki m utlak am a farklı hedefe var gücüyle yönelem ez.
İki sevgilinin b ir çocuğu o lduğunda ne o lu r peki? İk isinden b irin in çocuk istem ediği d u ru m u inceleyelim . Çocuk doğduğunda, d iğerin in bu çocuğa beslediği aşkı, bu kişi b ir ihanet, b ir te rk ediş o larak görür. İslam -Fars efsanelerinde, Şeytan, Tanrı ya isyan eder, çünkü Tanrı, insanı yara ttık tan sonra ondan bu insan ı sevm esini ister. Ancak Şeytan bun u n im kânsız o lduğunu söyler, çünkü o, T anrı dan başkasın ı sevm iyordun ve Tanrı nın da insan ı sevm esini kabul edem ez. B undan ö tü rü de, Tanrı n ın gazabın ı üzerine çekm eyi, O’n u kaybetm eyi b ir başkasıyla paylaşm aya yeğ tu tar. Ş im di de iki sevgilinin b ir çocuk istediği d u ru m u inceleyelim . A rzulanan çocuk doğar ve yeni b ir aşk kutbu olur.
Böyle o lduğunda bile, yeni doğan aşk sona erer. B unu kabul etm ek zordur. Öte yandan, po p ü le r eski bilge görüşe göre, b ir çocuğun doğm ası aşkı güçlendirir, teh likedeki b ir aşkı kurtarır. Bu söylenen yerleşik b ir aşk için doğrudur, yeni doğan aşk için değil. G erçekten de, çocuk, iki sevgilinin aşk nesnesi haline gelir. İkisi de aynı an d a bu çocuğa âşık olur. İlişkileri a rtık sadece b irbirlerine değil, b ir üçüncü kişinin varlığ ına da bağlıdır. Bireysel karak terle rin in m utlak ve egoist istekleri yerini
41
diğer bireysel karakterin aynı şekilde bencil isteklerine bırakm az; b ir üçt'ıncününkine bırakır. Artık ikisi de b irbirleri için m utlak ölçüde en önem li değildir. İkisinden b iri d iğerin in Tanrı sı değildir. H er ikisi de, kendileri d ışında doğan yeni b ir T an rı’ya hayranlık beslem ektedir. Ve eğer ara larında b ir anlaşm azlık , b ir ilgisizlik baş gösterirse , ikisi de çocuğun aşkına sığınabilir. Bu d u rum özellikle, çocuğu karn ında taşım ış olan, besleyen, en azından ilk aylarda çocuğun m utlak nesnesi olan anne için geçerlidir. G erçekte, anne için b ir çocuğun doğm ası hem en hem en her zam an doğuş durum undak i b ir aşktır. B ütün ilgisi, bü tü n özeni, bü tün kaygıları çocuğa yöneliktir. Yeni tekel hakkı eskisiyle uyuşm az artık. Oi- d ipus kom pleksi ortaya çıkm adan önce, aile sahnesinde egem en olan Laios kom pleksidir, ki bu da baban ın çocuğa karşı kıskançlığı ya da daha doğru ifade edersek, iki sevgilinin o luştu rduğu sarsılm az çift d u ru m u n u n yerin i alan anne-çocuk çiftine yönelik kıskançlığıdır. Çocuğun doğm ası, çocuğa duyulan aşk, aradaki bağı güçlendirip aşkı dengede tu tar; am a yeni doğan aşkı ö ldü rür. Çelişkili b ir şekilde, eğer dış b ir güç sevgilileri ayırırsa, yeni doğan aşk devam edebilir. Çocuğa yönelik biı kıskançlık olm ası d u rum unda, bu aşk tek tara llı ve do layısıyla m utsuz b ir aşk olur.
K ültürüm üz, çocuğun doğm asıyla ortaya çıkan kesintiyi m askelem ektedir. Ve bundan dolayıdır ki, her b ilim iz diğerinin bizi ihm al ettiğini, bize önceden duyduğu a rzu yu ve sevgiyi gösterm ediğini şaşkınlıkla fark ederiz. G erçekte, her şey değişm iştir. Yeni doğan aşkın tem elde istikrarsız olan yapısının yerini, potansiyel olarak sürekliliği olan b ir yapı alm ıştır. Yeni doğan aşk bitse de, sevgililer b irb irinden ayrılsa da, topluluk yine de anne-çocuk ve baba-çocuk çiftleri aracılığıyla yaşam aya devam eder.
42
t JcA f zi/i e t {/) ö/ii/n
anrı insanı kovdu ve kerubileri, yaşam ağacınınyolunu korum aları için, sağa sola dönen ateşten
b ir kılıçla Cennet B ahçesi’nin doğusuna yerleştird i.” Yaratılış efsanesi bu şekilde söyler. Doğuş du rum unda, in san, ateşten kılıcı kerubilerin elinden kapıp Cennet B ahçesi ne girer. Ancak insan ne b u rada kalab ilir ne de b u rayı yurt edinebilir. Doğuş durum u , tan ım itibariyle geçicidir. B ir dinlence değil, b ir hareket, b ir şeye doğru harekettir. V arm ak dem ek, çıkm ış o lm ak dem ektir.
Doğuş durum undak i aşk, her şey yolunda gittiğinde aşka yol verir. K olektif hareket ise, he r şey iyi giderse b ir kurum doğurur. Ancak, veni doğan aşkla yerleşik aşk, doğuş durum uyla ku rum arasındak i ilişki havalanm ak, uçm ak ve varm ış olm ak arasındaki ilişkiye denk düşer. B ulu tların ü stünde gökyüzünde olm akla, ayakların b ir kez daha kesin b ir b içim de yere basm ası a ras ın daki ilişkiye benzer. B aşka b ir im geye başvuralım : çiçek ve meyve im gesine. Meyve çiçekten doğar, ancak meyve çiçek değildir. Meyve o rtaya çıktığında, çiçek artık yok o lm uştur. Gerçekte, çiçeğin m eyveden d ah a iyi olup olm adığını ya da tersini düşünm ek anlam sızdır. Aynı şekilde, doğuş d u ru m u n u n ya da ku rum un üstün lüğünü sorgulam ak da ap talcadır. Biri var o lm adan diğeri de olam az; ikisi de yaşam ın parçasıd ır. Öte yandan, farklı o lduklarından ikisini b irb irine karıştırm ak da an lam sızdır. Doğuş d u ru m u n a özgü yaşam ak, düşünm ek ve h is
43
setm ek, günlük yaşam a ve k u rum a özgü o landan fark lıdır. K endim izi sadece farklı düşünceler karşıs ında değil, aynı zam anda birçok düşünm e tü rü ve b ir başka kategori sistem i karşısında da buluruz.
H erhangi b ir nok tadan yola çıkalım . G ünlük yaşam da ulaşm ayı am aç edindiğim iz hedefler, elde etm eye çalıştığım ız şeylerin hepsi elim izdeki im kân lara bağlıdır. G erçekleştirilem eyecek pro jeler yapm ayı^. Zaten a rzu larım ız da sın ırsızd ır. Eğer m asallardan fırlam ış biı cin bize görünüp arzu larım ızdan üçünü söylem em izi isteseydi, kararsız kalırd ık ve kafam ızda tu h a f b ir liste can lanırdı: Çok zengin o lm ak mı? Sürekli sağlıklı o lm ak mı? Sadece kendim iz mi, yoksa bizim için kıym etli olan diğerleri de mi? Sürekli genç kalm ak mı? Sadece kend im iz mi, yoksa diğerleri de mi? Y alnızca m u tlu olm ayı isteyebilirdik, ancak "m utlu olm ak” b ir şeye denk d ü şmez. B undan ö tü rü , sorun, bize m utlu luk verebilecek "şeyleri” tan ım lam ak tır. Öte yandan, seven kişi, ne tü r dileklerde bu lunacağ ın ı da bilir. "Beni sevsin.” Ve eğer hâlâ diğer iki dileğini söylem e olasılığı varsa, şun ları ekler: "Onu sevmeye devam edeyim; o da beni sevm eye devam etsin .” Âşık b irisin in , çok net ve sınırlı b ir arzusu vardır. Ama kendini bu am aca verirken, elindeki a raç la rın fark ına varm az. K im se şu şekilde düşünerek âşık o lmaz: "M adem b irisin i kendim e âşık etm e im kân ına sahibim , ben de on a âşık olm ayı seçiyorum .” H er şeyden önce, âşık o luruz, d iğerin in aşkını arzu larız , b u n d an son ra âşık o lduğum uzu elde etm enin araç ların ı b u lm aya çalışır, kendim izi sevdirm ek isteriz. G ünlük yaşam da, temel ihtiyaçlarla önem siz ihtiyaçlar a ras ın d a gerçek b ir fark yoktur. Doğuş du rum undaysa b ir tane fark vardır. Sevilen kişiye u laşm am ıza, onun ta ra fın d an sevilm em ize yarayan her şey önem lid ir bizim için. Gerisi önem li değildir. Eğer sevdiğim iz kişinin h o şu n a gidiyorsa, güzel yem ek yem ek çok hoştur. Ama yalnızsak, iyi b ir yem eğin h içb ir önem i yoktur. Sevilen varlıkla karşılaşm ak, onun yan ında olm ak için, en zo ılu yolcu
44
luklara çıkmayı, yemek yememeyi, uyum am ayı göze alı- ı ız. B ü tün bun la r bizi yormaz; tam tersine kendimizi m utlu hissederiz. Günlük yaşam da dayanılm az olan her şeyi farkına varm adan gerçekleştiririz.
Günlük yaşamda, eşit alışveriş ilkesi ağır basar. Eğer sana bir şey verirsem, karşılığında aynı değere sah ip bir şey isterim. Doğuş d u ru m u n d a ise, ko m ü n izm ilkesi h ü küm sürer: Herkes imkânı ö lçüsünde verir, herkes ihtiyacı ölçüsünde alır. Alman ve verilen şey aras ında he rhangi b ir m uhasebe yoktur. Herkes diğerine hediyeler alır: Sevilen kişinin hoşuna gidecek nesneler, ona kendisini hatırlatacak, kendisinden bahseden şeyler. Aynı şekilde, diğerinin bahsettiği ya da gördüğü, onun hoşuna gidecek hediyeler de alır. Bir şey sunm ak, bazı d u ru m larda ani bir harekettir; her şekilde sevdiğimiz için h a zır o lduğum uzu, kendimizin bir arm ağan o lduğunu sembolize eden bir jesttir. Ancak, a rm ağan karşılığında başka bir arm ağan beklenmez. Bir hediye verirken, eğer bu hediye diğerinin hoşuna gidip onu m utlu ediyorsa istenilen sonuca ulaşılm ıştır zaten. Diğerinin sevinci, he rhangi b ir nesneden çok daha değerlidir. Böylece, sevgililer, karşılığında b ir şey beklemeden birbirlerine hediye alırlar. H er biri isteği ö lçüsünde verir, ihtiyacı ö lçüsünde alır. Armağanların muhasebesi yapılmaya başlandığında -"Ben sana şunu verdim, sen karşılığında hiçbir şey verm edin”- aşk sönmeye başlamıştır. H er biri alacak ve verecek talebi yaptığında aşk o zam an ta m a mıyla bitmiştir.
K om ünizm de olduğu gibi, eşitlik y aşam a geçirilmeye çalışılır. Bu eşitlik, farklılıkları hiç göz önüne almaz. H er biri, özgün ve biricik b ir kişilik olarak arzulanır. B urada eşitlik, hakların m utlak eşitliği, her b irinin talep etm e hakkı olarak görülmelidir. Aşk tu tkusunda , önceden o luşturu lm uş haklar yoktur. İktidarın eşitliği vardır. A rzunun gerçekleşmesi tam am ıyla diğerine bağlı olduğundan, her birinin diğeri üzerinde m üthiş, gerçekten tam bir iktidarı vardır. Ancak, -eğer tek taraflı aşk
45
söz konusu değilse- bu iktidar simetriktir. Herkes, sevilen kişinin insafına kalmıştır.
Doğuş d u ru m u n u n diğer boyutları şunlardır: doğruluk ve özgünlük. Âşık olan kimse, özgünlüğünün en derin yerini arar, sonuna kadar kendisi olm aya çaba gösterir. Bu am aca da sevdiği kişi ve onunla kurduğu diyalog sayesinde; her birinin diğerinden, önceden ve şimdi olduğu haliyle kabul görmeyi, tanınmayı, anlaşılmayı ve onaylanm ayı beklemesi sayesinde ulaşır. D aha önce bahsettiğ im iz bu geçmişin değiştirilmesi âşığı zararsız hale getirir; her biri bundan bahsedebilir ve diğerine b u n d an bahsederken, bu yükten kurtu lm uş olur. Ne var ki, b u n d an kurtu lm ak için, "geçmişini tek ra r kazanm ak için” doğruyu söylemelidir; yalnızca doğru özgür kılar.”
B undan dolayıdır ki, herkes diğerine bü tü n doğruları söyleyerek, kendini anlatırken hem kendi gözünde hem de diğerinin gözünde tam am ıyla şeffaf olarak kendi geçmişini geri kazanır. Günlük yaşam da bu türden hiçbir deneyim im iz olmaz. Bir yabancıya doğruyu açıklayabiliriz, ancak bu doğru bize hiç yardım etmez, çü n kü açıldığımız kişinin üzerimizde hiçbir gücü yoktur. Doğruyu ancak iyilik dağıtıcısına söyleyerek kendi geçmişimizi geri kazanm a olanağı buluruz; kendimizi değiştirme, başka b ir deyişle kendimizdeki en iyinin gerçekleşebilmesi için olm am ız gerektiği gibi o lm a şansını elde ederiz. H asta psikanalistine doğruyu söyler, çünkü yeni doğan aşkta kendiliğinden gerçekleşen sü ıecin bir kısmını transfer sayesinde gerçekleştirmiş olur. Ama tu tkunun gücü, birkaç saat ya da birkaç saniyede bilinç- dışı engelleri yıkar; analiz söz konusu olduğundaysa bu engeller bazen yıllarca direnebilir. Bu m ü m k ü n d ü r çün kü geçmiş korkusu kaybolmuştur. İki âşık karşılıklı olarak geçmişlerini birb irlerine açarlar. H er b il in in diğerini ak lam a gücü vardır.
Bu çalışmada, çok sayıda dinsel referans bu lunduğundan dolayı şaş ırm am ak gerekir. Gerçekte, doğuş du-
46
m m unun derin dinamiği, şu ana kadar sadece metafizik ve dinsel dille açıklandı. Teolojiyi özellikle yeryüzüne in- diımeyi, bu ana kadar Tanrısallıkla ilişkileri an latan şeyleri insan ilişkilerine uyarlamayı düşünmeliyiz. Bundan ö tü rüdü r ki günah ç ıkarm a ve bağışlama, doğuş d u ru m undaki aşk deneyiminin temel iki bileşenidir. Sevgililer, sürekli birbirlerine o anda ne düşündüklerini sorarlar. Ne düşünüyorsun?” onların en kendiliğinden so ru larıdır. Kalplerinin derinliklerinde bunun anlamı şudur: “Beni düşünüyor m usun?” Ancak basit bir evet yeterli olmaz. Soru diğerini, yaşamını, en m ahrem düşüncelerini ilgilendirir. Aynı zam anda bu soru, özgün b ir aşk nesnesi olduğu kadar bir tercüm an, b ir teselli, b ir rehber de olarak diğerinin özgünlüğüne ve karmaşıklığına dahil olabilmek için diğerinden tam b ir’şeffaflık bekler. Böyle- ce, diğerinin “Seni düşünüyorum ” demesi yeterli olmaz, bunu söyleyinceye kadar izlediği yolun bireysel, som ut ve gerçek izini de göstermelidir. Bu “Seni düşünüyoru m ” her zam an çıkış ve varış noktasını oluşturur; bu da ancak şekil değiştirmiş som utun zenginliği aracılığıyla olur. İşte, bir diğer dinsel terim: m addenin değişimi. O ana kadar bayağı, hatta acınası olan aynı olay, bir kez dile gelip anlatıldığında, kabul edildiğinde ve bir aşk söylencesinin çerçevesine yerleştiğinde, daha güzelleşmiş, değerlenmiş olarak çıkar. Aynı şey bir kusur, bir zayıflık, bir acı ve bir hastalık için de geçerlidir. Âşık kimse, sevgilisinin yaralarını da sever, vücudunun içorganlarını da: karaciğerini, akciğerini. Aynı şekilde, ru h u n u n içor- ganlarını da sever: çocukluğunu, babası ve annesi için beslediği duygularını, bir oyuncak bebeğe olan bağlılığını. Ve yeni doğan aşk, aşka karşı bir direnç, b ir uzaklaşm a ve kopm a isteği de olduğundan, bu reddediş de itiraf edilmeli, aşılmalı ve bağışlanmalıdır. Bir adım daha ileri gitmeyi deneyelim. Sadece aşkımızın nesnesinin değeri vardır, geri kalan hiçbir şeyin yoktur.
Değeri olan bir şeyle değeri olm ayan bir şey a ras ın daki bu ayrım, m etafizik düşünce 'nin temelini o luşturur.
47
Öyleyse, doğuş d u ru m u n d a bir tü r metafizik d üşüncenin açığa çıktığını söyleyebiliriz. Bu tü r d üşünm e biçimi bizi, değeri olan b ir şeyle, b u n a bağlı olarak gerçek olan b ir şeyle m üm kün olan bir şey aras ında m utlak bir ayrım yapm aya götürür. Bu ayrım, her türlü şey ve bizim aracılığımızla gerçekleşir. Eğer gerçekle ilişki iç indeysek, daha güzelleşir, değerlerin ve temel hakların taşıyıcısı oluruz. Eğer gerçekle ilişki içinde değilsek, her türlü değerden yoksunuzdur, kesinlikle b ir hiçizdir. Ancak, yeni doğan aşk b ir süreci izlediğinden, bir seviyeden diğerine deneyimler, nesneler, olaylar arası sürekli b ir geçiş olur. Metafizik b ir sürekli geçiştir bu: m üm kün o landan gerçek olana, gerçek o landan m üm kün olana gidiş. Böylece, b ir ta rafta güzelleşme (ya da m addenin dönüşm esi), diğer ta rafta bozulm a olur. Elimizde incik boncuk var ve biz bunu sevdiğimiz kişiye hediye etm ek istiyoruz. O da kabul ediyor ve bu incik boncuğu seviyor. Bunları takıp takıştırıyor. Bu nesne artık onun bir parçası, bizim ondaki b ir parçam ız olacaktır. Kavga e ttiğimizi ve b undan dolayı kaygı duyduğum uzu varsayalım. Şans eseri olarak da sevdiğimiz kişiyle karşılaşıyoru z ve incik boncuğum uzu takıp takıştırdığını fark ediyoruz. O anda, bu incik boncuğun doğası değişir; baştan ayağa sevilen kişi o lur ve bize şöyle der: “Seni hâlâ seviyorum." Bize evet diyen kişi nesneye dahil olm uştur. Tam tersine, sevdiğimiz kişinin hoşuna gitmeyen b ir şey giydiğimizi düşünelim , b ir elbise ya da bir aksesuar. Bize bunu söyler söylemez, bu nesnenin değeri azalır. Çok kıymetli b ir şey olsa da, artık hiçbir değeri yoktur.
Şimdi çıkış noktam ıza geri dönelim. Şu ana kadar ta n ım ı yaptığımız bu düşünm e ve h issetm e biçimleri (an- sonsuzluk, mutluluk, am açlar, mutlaklık, ihtiyaçların gönüllü kısıtlanması, eşitlik, kom ünizm , özgünlük ve doğruluk, gerçeklik ve olasılık, vb) doğuş d u ru m u n u n yapısal ve süreğen özelliklerini temsil etmektedir. B undan dolayıdır ki, doğuş d u ru m u n d a farklı, temelden farklı b ir şekilde düşünür, hisseder ve evriliriz.
48
Sıra dışı olan bize gökten inm em iştir. Dış dünyaya bağlı olarak da gelişmemiştir. Değişen bizizdir ve buna bağlı olarak başka gökleri ve başka b ir toprağı, başka tip b ir insanı ve doğayı görürüz. Doğuş du ru m u , bu farklı düşünm e ve yaşam a biçim inden başlayarak dünyayı yeniden o luş tu rm a girişimine yol açar. Doğuş du rum u , bu m utlak dayan ışm a deneyimini dünya üzerinde gerçekleştirme ve her türlü yabancılaşm ayla her tü r gereksizliğe son verm e girişim idir de aynı zam anda. Gerçekten de doğuş du rum u , kendi içinde arzu edilebilir o landan yola çıkar; dünyada tam anlamıyla kendini ele verm eyen şeyden. Bu, deneyim ine sahip o lduğum uz m utlak dayan ışm anın dünyada gerçekleştirilmesi en olası girişimidir. Öyleyse bu, yeryüzünde cennet d u ru m u n u yala tab ilm ek için im kânsızdan başlayarak m üm k ü n ü n keşfid iı. İşte b undan ötürü, en başta, doğuş d u ru m u n d a insan kerubinlerden ateş kılıcını kapıp Cennet Bahçe- sı'ne girer dedim. Kuşkusuz, orayı kalıcı o larak yurt edinemez; yeni doğan aşk her zam an sürmez, sıra dışı olan hep s ıradan olanla beraberd ir ve tek ra rdan sıradanlığa döner. Ama yine de, sıra dışı olan Cennet Bahçesi’dir. Hepimiz bu bahçeyi biliriz. O rada bulunm uş, orayı yitil mişizdir. H epim iz görünce o bahçeyi tanırız.
m
49
Çfi o / u z ım c u iD ö/ü/it
m or c h ’al cor gentil ratto s ’apprende... am or ch annllo anıato am ar perdona"* diye yazar Dante.
İlk tüm cenin anlam ı nedir? Âşık olan kişinin, bazı koşullar mevcut o lduğunda, belli b ir hazırlık evresi yaşandıktan, denemeler, girişimler o lduktan sonra âşık o labildiğini gördük. Âşık olan kimse, o ana kadar zaten birçok kez âşık olm aya çalışmış, aşkı aram ıştır. Stil no- vo,** âşık olmaya olan bu eğilimi “gentilezza" (ruh soyluluğu) diye adlandırır . Burada b ir doğruluk payı vardır, çünkü doğuş d u ru m u n a götüren gerilim değişik yollara açılabilir. Kimisi din değiştirir, kimisi politik bir g ruba girer, kimisi de âşık olur. Kültür ve belli b ir zihinsel eğilim, bir şekilde zaten yeni doğan aşkın h ab e rcisidir. Doğuş d u rum undak i aşk deyişi bile, kültürel bir ürün , bir hazırlığın sonucu ve belli tipteki bir deneyimin tanımıdır. Y unan ve R om a dünyasında, insanlar şüphesiz ikili doğuş du rum ları yaşamaktaydı; ancak o zam an la r da doğuş durum undak i aşktan bahsedilm iyordu. İslam, çok zengin mistik b ir aşka ilişkin şiire sahiptir; ancak, H ıristiyanların ortaçağda, yeni doğan aşkın “gerçek yüzü”n ü tan ım layan edebiyatından da yoksundur. İki kişilik doğuş d u ru m u n d a bir çözüm arayan
* "Tez can lan ır soylu yü rek te aşk... Sevnıem işe yüz verm ez aşk", Cehennem, V. (ç.n.)** 13. ve 14. yüzyıl İtalyan ş iir okulu , (ç.n.)
50
zihnin bu eğilimi -D an te ’nin “ruh soyluluğu”- başka kültürel ak ım lar ve ideolojiler tarafından m ücadele edilip bastırılabilir de.
Dante’nin ikinci dizesi “Sevmemişe yüz vermez aşk” ise, tam tersine bir doğruluk ve b ir belirsizlik barındırır. Aşık olm a deneyimi hem en hem en he r zam an başarısız- hğa uğrar. Gerçekten de, birisi âşık olduğunda, çoğu kez duyguları karşılıksız kalır; ya da bu duygular aynı şekilde ve yoğunlukta paylaşılmaz. Yine de bu dizede bir doğruluk payı vardır: Âşık olm aya gerçekten eğilimli iki kişi karşılaştığında birbirlerini anlayabilir, birbirlerine büyük olasılıkla âşık da olabilir. Bu durum bir önceki bölüm de söylendiği şekilde gelişir. Doğuş durum u, ta m am ıyla farklı b ir hissediş, görme, düşünm e ve yaşam a şeklini beraberinde getirir. Bu ruh halinde olan kişiler, birbirlerini derinden anlarlar. Kendi kişisel hikâyeleri temelden farklı olsa da, dünyayla olan ilişkileri aynıdır. B undan ö tü rü d ü r ki, büyük kolektif hareketlerde, farklı toplumsal o rtam ve yaştan binlerce insan birbirlerini "anlar” ve kolektif bir birim, b ir "biz” oluştururlar. Âşık olduğum uzda da aynı olay cereyan eder.
Doğuş durum u, içgüdüsel ve derin bir düzlem de hızla anlayış ve kabul uyandırır. Ünlü bir ortaçağ mistiği, Raym ond Lulle şöyle yazar: “Sevilen ve âşık olan farklı gerçekliklerdir, (buna rağm en) herhangi bir karşıtlık ve özünde farklılık o lm adan birbirlerine uyum sağlarlar.” Bu “ö z” doğuş d u ru m u n u n ulam sal yapısıdır. Böylece çok özel bir deneyim yaşanır, öyle ki hem son derece farklı kalınırken hem de çok yoğun ve esrarlı b ir ruhsal duygudaşlık söz konusu olur. Ancak bu ruhsal duygudaşlık önceden yoktur; karşılaşm a sırasında kurulur. Önceden, iki farklı dil konuşulurken şimdi tek dil konu şulur. Doğuş d u ru m u sayesinde, am pirik kişiliklerinin ötesine giden düşünm e şekillerinin derin yapısı artık aynı olm uştur. Doğuş d u ru m u n u n aynı ulam sal vapıya sahip olması sayesinde, Almanca ve Fransızca gibi farklı dilleri konuşan iki kişi, b irbirlerinin dilinden birkaç söz
bilse bile anlaşıp birbirlerine âşık olabilirler. Dinsel gelenekte, b u n a dillerin mucizesi denir.
Ancak, D ante’nin cüm lesinde fazladan b ir şey vardır. Doğuş durum u, diğerlerinde, kendilerine ait özelliklerin doğm asına olanak sağlar. Bir kişi diğerine âşık o lduğunda, onda he r zam an b ir uyanış, b ir heyecan doğurur. Seven kişi, sevdiği insanı aşka taşım a eğilim indedir. Eğer diğeri de âşık olm aya müsaitse, b ir bu luşm a ha tta b ir aşk doğabilir. Ancak, diğer kişinin zaten ilgisini çeken birisi olabilir; o zam an aşk şiirini sunan âşık, bu kişide bir aşk doğurabilir, am a diğer insan için. Bu kişi daha yüksek seviyede duygulara ulaşır, ancak bu duyguların sahibi, kendisinde bunları uyand ıran kişi değildir.
Bu farklı tan ım lam alar bizi hayati önem deki soruya getiriyor: İki kişi b iribirine âşık olduğunda, ikisi de b irb irini aynı yoğunlukta mı sever, yoksa biri diğerinden daha mı çok seviyordur? Doğuş durum undak i aşk, nesnesini arayan içsel b ir bireysel dönüşüm dür. Başta, her durum da, sadece biri âşıktır. Ve bu ilk girişimlerin çoğu, hem en başarısızlığa uğrar. Diğer zam anlarda ise, süreç devam eder ve iki olgu böylece m eydana gelir. İlkinde, seçim doğrudur; d iğer kişi de âşık olm a du rum undad ır . Böylece, ikili doğuş d u ru m u gelişir ve aşk karşılıklı olur. Ancak çoğu kez, diğer kişi sadece b ir aşk ya da m acera tu tkusu, b ir erotik ya da entelektüel çekim hisseder. \ a - ni, âşık olmaz. Bu, diğerinin aşkını reddettiği an lam ına gelmez. Tam aksine, bundan dolayı gururu okşanabilir. Ancak, içsel o larak değişmez, doğuş d u ru m u n a dahil olmaz, diğerinin doğuş d u ru m u n a katılır. Bir ihtimal, âşık o lduğunu zannediyordun Yine de, diğerinin aşkını yansıtır, çünkü aşkın dilini konuşan ötekinin sembollerini kabul edip paylaşıyordun Onları beraber görenler a ra sında sadece dikkatli b ir göz, birinin derinden âşık o lduğunu, diğerinin d ah a az âşık olduğunu fark edecektir.
Bu tü r dengesiz aşk durum ları çok yaygın olup uzun süre de devam edebilir; evliliğe kadar gidebilir. İkisi a ra
52
sında, yavaş yavaş derin bir şefkat oluşur. Ancak, doğuş du rum undak i aşk çok çetin sorunlarla uğraşm ak zo ru n daysa, örneğin eğer ikisinden beri evliyse, çocukları varsa ya da uzun süre başka b ir yerde bulunm ası gerekiyorsa, duyguların eşitsizliği kendini belli eder. Bu aşka "sürüklenen kişi, kalbinin derinliklerinde diğerinden vazgeçebilir, ancak gerçekten âşık olan diğeri bunu yap a maz. İlki, başka alternatiflerinin o lduğunu bilir, diğeri ise bilmez. İşte, bundan dolayı ilki sakince koşullarını dayatır: "Ben buradayım , seni seviyorum, sorunların ı çöz ve geri gel. Ancak onları çözm eden ortaya çıkm a.” Aşka sürüklenm iş kişi, sorunları diğerine aitmiş gibi a lgılar, o rtak d ram larm ış gibi değil; özetle ona şöyle der: K endin uğraş.’ Paylaşılan doğuş du rum unda , tam te r
sine, her biri diğerinin alanını işgal etmeye meyillidir. Bu alanı bizi ilgilendiren b ir sorun olarak görüp, sadece "bizim" çözebileceğimizi düşünür.
Şimdi, başka bir dengesiz paylaşılan aşk vakasını in celeyelim. İnsanların hepsi eşit değildir, a ra la rında derin duyarlılık, zekâ, kü ltü r ve yaratıcılık farklılıkları vardır. Yaratıcı biri âşık o lduğunda, daha da yaratıcı hale gelir. Yaşamını, hayali üretim lerle zenginleştirme kapasitesi a ıtar . Fantastik labirentler kurup, içinde o tu rd u ğu, gerçekmiş gibi m asalsı şehirler o luşturur. S anatç ılar, şairler, bilginler yarattıkları hayali evrende yaşarlar. Böylece, âşık o lduklarında sevgililerini kendi dünyalarına taşırlar. Çekicilikleri fazladır, ancak çoğu kez y a ra ttıkları hayal kırıklığı da büyük olur. İnsanların çoğu, som u t ü re tim ler ister; bu fantastik ü re tim karşısında, gerçekdışı b ir şey gördüklerini, ha tta yanlış b ir şey gördükleri izlenimine kapılırlar.
Aşkın do lduram adığ ı farklılıklar vardır; karm aşık b irisi, basit b ir insanı anlayabilir; ancak basit birisi ka rmaşık olanı anlayam az, onun yalancı ya da deli olduğu izlenimine kapılır. İtalya’ya yolculuğu sırasında, Dosto- yevski, aşık o lduğu genç kızı anlayabilirdi, ancak bu genç kız kesinlikle onu anlayam azdı. Goethe’nin Wert-
herin i okurken, W erther-Goethe ve sade Charlotte a ra sında bir u çu rum olduğunu fark ederiz. Virginia Wo- o lfta , anlaşılam ayan dehanın yalnızlığını sürekli hissederiz.
Yine de, doğuş du ru m u n u n , en basit kişide bile bir dönüşüm yaratarak onu şairlerin düzeyine çıkarabileceğini unutm ayalım . Yeni doğan aşkın dili esasında, şiirin, teolojinin ve m istisizm in dilidir. Eğer iki kişi farklı derecede birbirine âşık ise, gerçekten âşık olan hayali, şiirsel evrenler yara tm aya soyunur. D aha az seven som ut, kesin istekleri dile getirir.
Ancak, kendi içinde doğuş du rum undak i aşk, im kân sızdan yola çıkarak m üm kün olanın keşfidir; yoksa ne yapılması gerektiğinin ve neyin yapılabileceğinin ayrıntılı b ir doğrulam ası değildir. B undan dolayı daha az âşık olan, daha çok âşık olana her şeyin oyun, fantezi olduğu gerçekdışı b ir dünyada yaşadığını söyleyip sitem eder. Armağanların, sembollerin, m etaforların kaynaştığı yeri, daha az seven yapaylık olarak hisseder, ziıa içi kuraktır. Dengesiz yeni doğan aşkta, hep dah a az seven diğerini egoist ve duyarsız olmakla, rüyalarda yaşayıp muğlak olm akla eleştirir. Halbuki daha çok seven, heı zam an binlerce şekilde d u rm adan en önem li soruyu sorar: “Beni seviyor m usun?” Ve hediyeler alan da odur.
54
(9/ı u /ı cu ORö/lLf / n t
aha önce, âşık olmaya yatkın kişinin âşık oldu-unu söylemiştik. O zam an bu söylenen, "âşık ol
m a arzusu duyduğum uzda âşık oluruz an lam ına mı gelir? Bu, yeni b ir aşk yaşam a arzusunu hisseden kişinin âşık olabileceği an lam ına mı gelir? Hayır.
Bir aşka duyulan arzuyla gerçekten âşık o lm a aras ın da hiçbir bağ yoktur. Öyle insanlar vardır ki, bu arzuyu içlerinde yıllar boyunca taşır, diğerleriyle karşılaşmaya çalışıp, sevecek ve sevilecek olan kişiyi ararlar; ancak onunla hiç karşılaşmazlar. Kaderi, bulundukları ortam ı ya da kendi seçiciliklerini suçlarlar. Sık sık, aradıkları kişiyle karşılaştıkları izlenimine kapılırlar. Onu tekrar görme ihtimali, kendilerinde b ir heyecan, b ir arzu ve kaygı uyandırır. Ancak bu durum bir şimşek gibi gelip geçicidir. H em en hem en her zam an, kendileriyle gerçekten ilgilenmeyen birisiyle karşılaştıkları hissine kapı- lır, belli biı soğukluk ve ilgisizlik hissederder. Sevilmeyi tutkuyla arzu eder, kendilerine evet diyecek birisiyle karşılaşmayı beklerler; ancak ortalıkta kim seler yoktur. Arayışlarını u m u tsuz olarak görürler. Ama gerçekten birisini arıyorlar mıdır? Bundan şüphe edebiliriz, zira şans eseri eğer birisi on lara yanıt verirse, bu kişide bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varırlar. Bu, fiziksel bir özellik olabileceği gibi, çok yaşlı ya da çok genç olmasına, çok saf ya da çok sofistike, çok heyecanlı ya da çok soğuk olm asına da bağlı olabilir. Gerçekteyse,
arzu etseler de, bu kişiler âşık olm aya hazıı değildiıleı. Arzu ettikleri aşk, ha tta şiddetle istedikleri aşk, geçm işle olan bağı tam am en k o parm a ihtiyacına denk değildir. Aynı şekilde, yaşamlarını ta r t ışm a konusu yapmayıp, m utlak bir yeniliğe a tılm a riskini de almazlar.
Hiç kimse, eğer sahip o lduk larından ve kendisinden kısm en de m em nunsa , âşık olmaz. Aşk, günlük yaşam da zahm ete değecek b ir şev b u lm a imkânsızlığıyla belirlenen aşırı baskıdan kaynaklanır. Aşka yatkın o lm anın “belirtisi”, ne âşık olm aya duyulan bilinçli arzu ne de yaşam ı zenginleştirmeye yönelik yoğun tu tkudur; bu d a h a çok, var olmadığımızı, kendimizi değersiz bulup b u n d an ö tü rü u tanç duyduğum uzu içten içe h issetm emizle ilgili b ir şeydir. Boşluk duygusu ve kendi hiçliğinden duyulan utanç: Bunlar, aşk d u ru m u n u n ilk haberc ileridir. B undan ö tü rü de, aşk d u ru m u gençler aras ında d ah a yaygındır. Gençler, son derece kararsız olup kendi değerlerinden em in o lam azlar ve sık sık kendilerinden u tan ırlar. K endim izden b ir şeyler yitirdiğimiz yaşlarda da benzer şeyler yaşanır. Özellikle, gençlik bizi bırakıp gittiğinde ve olgun yaşlara yaklaştığımızda. Telafi edilem ez b ir kayıp yaşar, eski halimizle şimdikini kıyasladığımızda, kendimizi değersiz, gözden düşm üş hissederiz. Bizi âşık olm aya iten aşk nostaljisi değil, şimdiki h a limizle kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığı inancıdır, önüm üzdeki boşluk perspektifidir. İşte böyle olunca, farklı bir d u ru m a göğüs gerebileceğimiz b ir ruh haline girer ve risk alabiliriz. Kendilerinden m em nun kişilerin anlayam ayacağı m acera la ra a tılm a eğilimi gösterebiliriz.
Bu âşık olm aya yatkınlığın başka b ir işareti, belirtisi var mıdır? Bazen her şey, kendim ize veya sevmiş o lduğum uz kişiye ilişkin derin b ir hayal kırıklığıyla başlar. Bu, ciddi b ir hastalık, uzun süre boyunca ihmal edilmişlik veya hep inkâr etmiş o lduğum uz hayal kırıklıklarının çok fazla birikmesi olabilir. Bu durum da, içimize kapanıp karam sarlaşırız . Öte yandan, çevremize bakacak
56
olursak, diğerlerinin m utlu olduklarını fark edebiliriz de. İşte işaret budur. Genelde, diğerlerinin m utlu olduklarını derinden ve güçlü bir şekilde algılamayız; ancak, âşık o lm aya eğilimli o lduğum uzda, bir güç, e tra fım ızdaki m utlu luğu neredeyse acılı b ir şekilde hissetm emize yol aça r ve bu m utlu luğa gıpta ederiz. Belki de gıpta etmek deyişini kullanm ak doğru değildir; daha çok bir m ahrum iyet duygusu yaşar, yoğun ta tm in ve arzu lar dünyasından dışlandığım ız izlenimine kapılırız. Diğerlerinde gö rdüğüm üz bu yoğun arzu la r ve bu yoğun ta tmin, bizim arzularım ıza ve yeniden yoğun yaşam a olasılığımıza denk düşer. Bu evrede, bu a rz u la n kendim izden ziyade diğerlerinde görürüz. Böylece, gerçek hem dah a yoğun hem de daha acılı b ir hale gelir, çünkü özne kendine rağm en diğerlerinin aracılığıyla görüp tan ıdığı dah a dolu bir yaşam dan dışlanmışlık duygusu içindedir. Bu diğerleri ise m utlu olan kişilerdir. Bu d u ru m da özneyi vazgeçme ve görev bekler. Ancak günlük yaşam ın gereklerini tartışılmaz bir zorunlu luk olarak kabul ederse kendi benliğinin acılı bölgelerini b ir a rada tuta- bilir. Demek ki, âşık olm a eğilimi, âşık o lm a arzusu sayesinde açığa çıkmıyor; daha ziyade, dünyadaki m utlu luk ve yoğun canlılığın algılanmasıyla, bu m utluluğun doğurduğu kıskançlık ve dışarıda bırakılmışlık duygusu sayesinde açığa çıkıyor. Bu m utlu luğun ise kesinkes erişilmez o lduğunu biliyoruz.
Ardından, görevlerle dolu, bu donuk günlük yaşam da, Calvino’nun "var olmayan şövalye”si* gibi hareket eden kişi, b ir kehanet duygusu yaşar. Bazen kötü bir kehanet, gezegeni yu tm ak üzere olan b ir felaket duygusu- dur bu. Bu durum da , içinde oluşm aya başlayan bu duygu nesnel olarak algılanır: evrenin parçalanm ası, ka ran lık biı ko ıku ve bu karanlığa doğru b ir çekim hissetme. Bazen, yorgun ya da heyecanlı o lduğunda, kader duygu
* Italo C alvino, Varolm ayan Şövalye, C an Y ayınlan , 1997. (ç.n.)
57
su tarafından ele geçirilebilir: Çok büyük ve korkunç biı şey gerçekleşmek üzeredir; esinli birisi gibi konuşur. Bu bir anlık bir şeydir; sonra her şey eskisi gibi olur. Başka zam anlarda, aklına b irdenbire bir şarkı geliverir; ya da sanki bir yanıt bekliyormuşçasına b ir başkasına ak tard ığı b ir şiir isteği. Bazılarının, gerçek vizyonları ya da coştu rucu ve karanlık anlam larla yüklü rüyaları vardır. B ütün bunlar “olağanüstü”nün belirsiz ve ikinci derecede önem e sahip belirtileridir. Avnı şekilde bunlar, çok fazla değeri olmayan benliğin aşkınlık işaretleridir. Sanki ortaya çıkmayı, tanınm ayı bekleyen ancak dışardan geliyormuş gibi görünen nesnelleşmiş başka b ir ben vardır. Âşık olmak, güzel ve ilginç birisini sevme arzusuyla aynı şey değildir. Âşık olm ak daha çok toplum u yeniden şekillendirmek, dünyayı yeni b ir gözle görme arzusudur. Doğuş durum undak i aşka hazırlık evresinde, yeni evren ya toplumsal o larak çok uzak görünür (mutlu kişiler) ya da zam anda kaybolmuş gibidir (gerçekleşecek olan bir olay). H enüz kişi ortaya çıkm am ıştır am a bu, şimdiden b ir sınıflandırmadır; değeri olan ve önemli bir şeyle değersiz olan arasındaki ayrımdır; önemli b ir şeyden m a h ru m kalma duygusu ve b ir şeylerin habercisidir.
Y aşamım zenginleştirmek, bu yaşam a harika b ir şeyler katm ak için âşık olmayı arzulayan kişi, âşık olamaz. Yalnızca, yaşamını kaybetmek üzere olan kişi gerçeği m üm kün o landan ayıran eşiğe yaklaşabilir. Bu, bü tün doğuş durum ları için geçerli olduğundan, tüm top lum sal hareketler için de geçerlidir. Bu süre boyunca, "yan ıt” başka birisinden gelmeyebilir. Başka türlü söylersek, özne b ir aşkla karşılaşmayabilir. Özne eğer du rum değiştirmeye hazırlanm ışsa ve aniden ortaya çıkacak toplumsal b ir hareketi barınd ıran toplumsal bir sisteme dahilse, kendisini bu hareketin içinde tanımlayabilir. Birisine âşık o lm ayacaktır am a b ir g rubun doğuş d u ru m una dahil olacaktır.
Öyleyse, yoğun b ir şekilde arzulasak bile, bilerek âşık o lm am ız im kânsızdır. Peki, eğer istersek birisini kendi
58
mize âşık edebilir miyiz? Evet. Bu m üm kündür, çünkü her zam an aşık olmaya hazır birisi vardır. İyisiyle kötüsüyle yeni bir yaşam a atılm aya hazır olan birisi. O zaman, birisi bu kişiye kendini tanıtıp bütün bunların m üm kün olduğunu gösterebilir ve o kişinin gözünde m utlulukların en büyüğünü ve özgürlüğü tanıyacağı bir kapı gibi gözükebilir. Eğer doğru anda, birisi âşık o lm aya hazır kişiye derin b ir anlayış gösterirse, yenilenme a rzusunu destekleyip onu bu yönde teşvik ederse, her ne olursa olsun hep onun yanında kalıp gelecekteki riskleri paylaşmaya hazır o lduğunu ilan ederse, o kişiyi kendisine âşık edebilir. H erhangi biri, çağrı bekleyen bir in sanı kendine âşık edebilir; tabii onu çağıran sesini d u yurabilirse, vaktin geldiğini söyleyebilirse. Eğer diğerin in habercisi olduğu yazgıyı tan ım ak için o rada o lduğunu söylerse, yüzünde, ellerinde, hareketlerinde işaretleri ayırt edebilirse, bu kişiyi kendisine âşık edebilir. Onu inandırarak, daha ileri gidilebileceğine ilişkin bir çağrıda bulunm uş olur. Böylece, diğeri kendisini bu kişide görür ve âşık olur. B ütün bunları yalan söyleyerek de yapabiliriz. Bunu kim yapar?
Kendisi âşık o lm adan kim birisini kendine âşık etmek ister? Her şeyden önce, daha önce bahsettiğimiz, günlük yaşamlarını zenginleştirmek için âşık olm ak isteyen kişiler. Bu kişiler bir cevap ararlar, bu cevabı a lam am aktan kaygıya düşer ve bundan dolayı sürekli ‘ baştan çıkarm a girişiminde bulunarak, bu cevabı yürekten verme ihtiyacında olan birisinden alırlar. Ancak bu, ba şarı ya da iktidar arzusu gibi daha bayağı bir şey de o labilir. Âşık olunan kişi, diğerinin üzerinde büyük b ir güce sahiptir ve bu devasa güç hoşa gidebilir, çünkü g u ru ru okşar, diğerini köle yapıp her isteğe ve işarete cevap vermesini sağlar. B undan başka, para ya da başka am açla r için hareket eden kişiler de olabilir. Peki daha sonra, tam aşk durum undayken , birisi severken, diğeri, yani sevilen kişinin sevmediği —zaten hiç sevmemişti— durum larda ne olur? Bu, yalanın acımasız kıldığa tek ta-
59
ralli aşkın uç örneğidir. Ama tam da yalan o lduğundan, birçok d u ru m d a açığa çıkacaktır.
Doğuş du ru m u n d ak i aşk kanıtların üzerinde yükselir; b ir tü r kanıtlar silsilesidir. Ve diğerini âşık etmiş kişi -çünkü kendisi de, ik tidar zevki ya da tam am ıyla m ü sait birisini istediği için âşık olm ak is tiyordu- kısa sü re de bu kanıt silsilesinden yorulur. En az ından sürekli olarak ne yanıt vereceğini bilmediği, bin b ir şekilde sorulan “Beni seviyor m u su n ’u duym aktan raha ts ız olur. B ü tün bu durum larda , kanıt o rtaya çıkmış, yalan da kendini belli etmiştir. Ancak bu, gerçekten seven kişinin büyük acısını, um u tsuz kaybını hiçbir şekilde azaltmaz. Ama gerçekte zarar, yalanın kaba, küstah ve basit o lm asına bağlı olarak dah a az olur. U m udun yerine, boşluğun gerçekliği geçer: “Beni hiçbir zam an sevmedin, temelde, hiç aşk olmadı. Aramızda hiçbir şey gerçekleşm edi.” Acı deney, b ir yanılsam a gibi sönüp gider. Bazen farkı an lam ak zor olsa da, bu du rum u , birinin dah a çok sevip diğerinin daha az sevdiği d u rum lardan ayırt e tm eliyiz. Ama daha az seven bu diğeri, âşık o lduğunu d üşü nür. Böyle olunca, avnı şey söz konusu olmaz. Aldatıldığ ım ızdan em in olamayız ve vazgeçme şüphe içerisinde olur. Ve bu şüphe, aşk d u ru m u n d a bir çelişkiye d ö n ü şür. Bu konuya tekrar döneceğiz, çünkü bu durum da, sonuç korkunç olur: Bu da duyarsızlaşmadır.
60
(9/1 i / ) //<///c/ (Âö/ü/Jt
^ şık o lduğum uz kişi gözüm üze m ükem m el mi gö- rünür? Daha önceki analizimize göre, bazı göz
lemler bu soruya evet, diğerleri ise hayır diye cevap vermemizi gerektiriyor. Evet, çünkü sevdiğimiz kişide gördüğüm üz her şeyi arzu edilir buluruz. Hayır, çünkü onun projesini tam am ıyla kabul etmez; ona karşı kendimizi savunur, ha tta onunla mücadele ederiz. Bazen, onun sözlerini derin b ir gerçeğin dile gelmesi olarak görürüz. Öyle b ir gerçek ki, tek başım ıza buna asla u laşam ayacağad ır . Bu sanki dünyaya yeni bir bakış açısı ge- tiriyorm uş gibidir. Ancak hep böyle olmaz: Bazen, bu kişiyle aynı fikirde olmayız; uzun uzadıya ona kendi görüşüm üzü açıklar, onu ikna etmeye çalışırız. Âşıklardan hiçbiri diğerinin gözünde mükemmelliği temsil etmez. D oğrunun tekeli, ikisinde de değildir. Öte yandan, her biri doğruya u laşm ak için diğerini aracı o larak görür, çünkü aşk d u ru m u deneyim inde doğru vard ır ve ona ulaşılabilir. Ne zam an ki diğeri bir gözlem, bir yargı ya da bir hikâye aracılığıyla hiç görmediğimiz, varlığım hayal bile e tm ediğim iz bir şeyi bize gösterir, o zam an diğerinin dünyayı seyrettiği pencere bizim için de açılmış olur. Bu perspektif onunkidir; nasıl bizim de kendi perspektifimiz varsa. Ama vine de bu bir fikir, günlük dildeki kullanımıyla “b ir bakış açısı” değildir. Bu gerçekten de içe açılan bir penceredir. Diğeri, bizim de görmeden ve an lam adan gözlemlediğimiz şevi başka bir
61
bakış açısıyla görür. İkimizin perspektifi de aynı gerçeğe, aynı doğruya bakar. Öyle ki, bu doğru büyük oranda bize yabancı gelir; yine de karşım ızda d u ru r ve bu doğruyu ele geçirip tanıyabiliriz.
Günlük yaşam da bulam ayıp yeni doğan aşkta bu la bildiğimiz şey, doğruya u laşm anın m üm kün olduğuna ilişkin inanç ve henüz bu lam am ış olsak bile her so ru nun b ir çözüm ü olduğudur. Öyleyse, âşıkların ikisi de m ükem m el ya da yanılm az değildir. İkisi de, ayrı ayrı ele alındığında, diğerinin gözünde mutlaklığı temsil e tmez. Yine de, karşılaşmaları ve her birinin diğerinin perspektifinden bakabilmesi, an lam anın ve görm enin en uç noktada m üm kün o lduğunu ve bunun yapılabileceğini gösterir. Bu, doğruya en yakın noktadır. Öyleyse doğuş durum undaki grup -çift ya da daha fazla insanın o luştu rduğu— m utlak değildir; m utlağa giden, m utlak olana yaklaşmaya izin veren yol, özü şöyle bir görebileceğimiz penceredir. Ve seven kişi için diğer herkes tek b ir kişiye -sevilen k işi- indirgendiğinden bu kişi de, “kendisi aracılığıyla” doğrunun dile geldiği, bu doğrunun temsilcisi ya da bekçisi o lm asa bile, bu doğruya götüren , bazen açık, bazen kapalı, bazen de varı açık olan kapın ın ta kendisidir.
Olayların hakikatine bu açılım, sevilen kişinin yüksek kapasitede entelektüel seviyeye ya da sıra dışı bir karaktere sahip olmasını gerektirmez. Bazı durum larda, sevdiğimiz kişinin zayıflığı, saflığı aracılığıyla da “görebiliriz.” Eğer başka birisinden duym uş olsak, sevdiğimiz kişinin bazı yargılarını, gözlemlerini, değerlendirmelerini dikkate almazdık. Dahası, bunları yüzeysel, yanlış ve safça bulurduk. Bu sözler sevdiğimiz kişiden geldiğinde, ilk başta aynı izlenime kapılırız. Daha sonra d ü şündüğümüzde, bu sözlerde birtakım değerler buluruz. Onun perspektifinden ve onun deneyimini temel alarak baktığımızda, gördüğü şey doğrudur. İşte böylece bu deneyime, bu perspektife değer verir, dünyayı diğerinin öznelliğinden yola çıkarak kavrarız. Bu öznellik de herhangi
62
bir öznellik olm adığından (bizi hiçbir şekilde ilgilendirmeyen ya da reddettiğimiz), bunu bir değer olarak kabul eder, dünyanın da “aynı” o lduğunu fark ederiz. Bu yol, daha önce sözünü ettiğimiz derinden kavrayışa götürür. Böylece, her biri kendi özgün perspektifinin kabul gördüğünü ve kendi biricik ayrıksı öznelliğine tamamıyla değer verildiğini görür. Yeni doğan aşkta, mutlak şekilde özel olan şey, evrensel bir değer kazanır. Diğerinin gördüğü şey, benim gördüğüm şeyle aynı değere sah iptir. Bu tavırdan bir şüphe değil, b ir kesinlik açığa çıkar: Düşüncelerimiz, öz üzerine iki perspektif o luştu rur ve bu perspektifler bilgiyi zenginleştirir. Birbirlerini sıfırlamaz, aksine birbirlerine entegre olurlar.
Yeni doğan aşkta açığa çıkan bu özellik, aşkta da devam eder. Bazı niteliklerini yitirip başkalarını kazanır. Oğulları mongol olan b ir çifti örnek alalım. İkisi de çocuklarının diğerleri kadar zeki olmadığını, okulda diğerlerin in yapabild iklerin i yapam adığ ın ı biliyordur. Bundan dolayı, onu daha az sevmezler. Ancak, sevgileri diğerlerininkiyle aynı ölçüde değildir. Sevgileri o ölçülerde olsaydı, bu sevgiyi sınırlı, tam am lanm am ış , yetersiz, değerden yoksun olarak hissedebilirlerdi. Bu aile bu şekilde hareket etmese, çocuklarına yönelik sevgileri de bir tü r şefkat sevgisi, aslında olm ayan b ir şeyi dolduran bir sevgi olacaktı. Onların deneyimi farklıdır: Çocuklarının bakış açısının özgünlüğünü anlayıp buna değer verirler. Eğer çocukları korkar, şaşırır ya da diğer “normal” çocukların fazla ilgisini çekmeyecek b ir şeye hayran kalırsa, ailesi, onun duyduğu hayranlığa girip orada dünyaya ilişkin özgün b ir bakış açısı bulur. Zam anla hayranlık duyarak bakm ayı u n u ttuğum uz b ir şeye hayranlıkla bakm aya hakkımız vardır elbette! Çocuğun gözleri böylece, diğerlerinin hiç bilmediği ya da u n u ttu ğu dünyanın saflığına bakan gözlere dönüşür, evren de bu bakışla zenginleşmiş olur. Aşkları sayesinde, bu aile, dünyaya ilişkin farklı (ve kaybedilmiş) bir bakış açısının bekçisi olur.
I
63
Bu artık bir karar veremeyeceğimizi mi gösterir? H a yır. Aileler, çocuklarının korkularını va da hayranlıklarını, kendileri aynı duygulara kapılmaksızın anlarlar. Bilinçli o lm alarına rağm en hor görmezler, severler.
Bu deneyimleri karşılaştırarak, birçok defa hem İslam ’da hem de Hıristiyanlık’ta soru lm uş teolojik b ir soruya yanıt bulabiliriz: Sonsuz ve her şeyi bilen Tanrı, sonlu ve özellikle yanılabilir olan insanı sevebilir mi? Âşıkların merceğinden bakıldığında, yanıt o lum suz olmak zorundadır. Âşıklar, d iğerinin kendilerinden daha aşağı b ir seviyede olmasını kabul edemezler. Diğeri d a ha yukarıda olmalıdır, çünkü o hakikate götüren kapının kendisidir. Aynı şekilde Tanrı da, kendisinden son derece aşağıda olan insana âşık olamaz. Ancak yeni d o ğan aşk aynı zam anda öznel olanın kendi içinde değer kazandığı bir yoldur da. Aşkta bu deneyim esastır. Sevdiğimiz zam an, sevdiğimiz kişinin zayıflıklarını biliriz, ancak, bunları zayıflık o larak gördüğüm üzde, anlayabilir, affedebilir ve ha tta bun la rdan hoşlanabiliriz bile. Örneğin bu zayıflıklar başkalarını düşünm e, bonkörlük, coşku olarak kendini gösteriyorsa bun la rdan hoşlanab iliriz. Yani, günlük yaşam da sıkıntı yaratabilecek nitelikler, değerler sistem inde erdem olarak görülebilir. Buna göre, Tanrı insanı sevebilir (özellikle eğer erdemliyse, yani çıkar gütmüyorsa). Birçok köprü ve vol sayesinde aşkın bu iki d u ru m u n u n birb irine bağlı o lduğunu ve bundan ö tü rü aşkın, yeni doğan aşkın tam am lanm ası o lduğunu kabul etsek de, bu teolojik-dinsel referans, aşkın doğduğu anla kurumsallaştığı an aras ında b ir ayrım yapm am ızın doğru olduğunu gösteriyor bize.
64
(9/1 f //u '/ic/ Ö&ö/iİM
şık o lm anın gençlere, yeniyetmelere uygun bir Şey olduğu ileri sürülür. Yetişkin b ir erkeğin, evli
ve çocuk sahibi b ir kadının, ciddi b ir politikacının, bir din adam ın ın âşık olması uygunsuz görülür. Gösteri dünyasının ünlüleri ve sanatç ıla r için aynı şey geçerli değildir, çünkü onlar yüreklerinin derinliklerinde gençlerin so rum suzluğunu ve hafifliğini barındırırlar. Politika için yanıp tu tuşm ak, bir inanca coşkuyla bağlanmak, b ir m aceraya düşüncesizce atılmak, aynen âşık olm a d u ru m u n d a olduğu gibi, gençliğin özelliklerindendir. Avnı şekilde, aniden ru h halinin değişmesi, coşku d u ru m undan hızla um utsuz luğa geçmek, sonra yeni bir şey için tekrar coşku duymak, bü tün bun la r da gençliğin hanesine yazılır. Mistik ve politik krizler, dünyanın ikiyüzlü lüğünün ifşa edilmesi, m utlak bir adalet isteği, kesinlikle iyi b ir dünyaya özlem duym ak, derinden hayal kırıklığına uğram ak, acı ve um utsuz luk da öyle.
Yeniyetmelikte yoğun halde, neredeyse doğuş d u ru m unun bü tün özelliklerini görüyoruz. Yeniyetmelik, do ğuş du ru m u n u n kendini en sık gösterdiği süreçtir. Ve nedenin ne o lduğunu biliyoruz: Yeniyetmelik, çocukluktan ve anne-babadan yetişkinlerin dünyasına ve bu dünyanın bü tün karm aşasına geçişin belirlediği süreçtir. Eğer do ğuş du rum u birleşmiş olanı ayırıp avrı olanı birleştiriyorsa, bu operasyonun gerçekleşmesi için hiçbir yaş ve- nivetmelikten daha uvgun değildir. Ailemizden, dünva-
65
mızdan, değerlerimizden, heyecanlarımızdan ve çocukluk inançlarımızdan ayrılıp başka kimseleri sevip onlara bağlanmayız sadece, aynı zam anda partilere, gruplara, politikaya ve bilime de bağlanabiliriz. Öyleyse yeniyet- melik, sürekli olarak ölüp tekrar başka bir şeye doğulan, sürekli m üm kün olanın sınırlarının zorlandığı bir yaşı temsil etmektedir. Yenivetmelik yıldırım aşklarının çağıdır. Bu çağda, uyanışlar ve hayal kırıklıklarının birbirini izlediği sürekli bir ayrılıklar ve birleşmeler görülür.
Âşık olmak, gençliğe ve yeniyetmeliğe yakışır, yaşamın diğer yaşlarına yakışmaz dendiğinde sadece b ir olgu dile getirilmiş olmuyor. Aynı zam anda, b u nun uygunsuz olduğu ve bu kazanın tekrarlanm am ası gerektiği de söylenmiş oluyor. Eğer aşk kendini gösterirse, yetişkin b ir erkek, çocuk sahibi evli b ir kadın âşık olursa, o zam an bu kişilerin “çocuk gibi davrandıkları söylenir. Yaşlarına, statülerine, ödevlerine uygun olm ayan b ir şey yaptıkları söylenir. Yeniyetmelikte izin verilen şey -aileyle bağları k oparm ak- şimdi yasaklanmıştır. Çocuklar gibi davranm ak sadece ve sadece tek b ir şeyi gösterir: Hiç yapılm am ası gerektiği halde bir ku rum la olan bağları koparm ak. Eğer söz konusu olan b ir genç ise, bu kabul edilebilir ve yapılmalıdır da. Ama başka bir yaşta, hayır. Çocuk annesine, babasına, oyuncaklarına yapışmış kalamaz, kalm am alıdır da. Yetişkin ise tam aksine, “u laşm ıştır”; artık değiştirmemesi gereken bir sta tü 'ye, b ir “mevki ”ye, b ir “yer’ e sahiptir. Fakat doğuş du rum u, başka b ir alternatif dayanışm a oluşturm ak üzere sağlam bir kurum la bağını koparır. Doğuş d u ru m u yerinden oynatır, başka bir yere götürür, ö ldürü r ve yeniden doğurur. Kendini hangi biçimde gösterirse göstersin, yeni doğan aşk, dinsel ya da politik hareket olarak, "çoçuk işi” olarak kaldığı sürece hoşgörüyle karşılanır. Ancak yetişkinlere bulaşırsa, ü rkü tücü olur. İlk ve temel kontrol m ekanizm ası, bü tün bunların uygunsuz olduğunu belirtip, “çocuk işi” diyerek küçüm ser, yetişkinlerin çocuklar gibi davrandığını söyler.
66
Toplumsal kurum, doğuş d u ru m u n d an tiksinir. Ö dünü patlatan tek şey budur, çünkü doğuş d u ru m u sırf varlığıyla bile kurum u tem elinden sarsabilecek tek şeydir. Toplumsal ku rum un bakış açısından, doğuş d u ru mu tan ım gereği, beklenmeyen b ir şeydir. Mantığı gündelik yaşamın m antığ ından farklı olduğu için, doğuş d u rum u anlaşılm az olanı temsil eder. Toplumsal k u ram la ra tam da sahip oldukları değerler yüzünden saldırıp, bu kuram ları ikiyüzlülükle suçladığı için fanatizmi te m sil eder. Geçmişi tekrar yapılandırıp, bağları ve anlaşmaları geçersiz saydığı için korkunçtur.
En anlamsız bir doğuş d u rum unun karşısında bile, toplumsal ku rum un sağlamlığı sarsılır. Tam da top lum sal ku rum un doğmasına olanak veren eylemi tekrar ettiği, bu kurum u besleyen güçleri açığa çıkardığı için, do ğuş du rum u ölümcül riskler taşıyan bir du rum yaratır. B ütün toplumsal mekanizm aların, geleneklerin bü tün bilgeliğinin sadece bir tek amacı vardır: Doğuş d u ru m u nu boğmak, onu imkânsız hale getirmek. Bu yıkım eğer başarılı olmazsa, o zam an toplum doğuş d u rum unu bilinen ve onaylanan biçimlerin içine hapsetmeye çalışacaktır. Nişan, ayrılık, boşanm a, sevgili modeli, intikam, evlilik, hepsi özel bir tü r doğuş durum unun , âşık olm anın kurum sal uzantılarıdır. Ancak bü tün bunlar daha sonra meydana gelir. İlk başlarda, bu yollar o rtada yoktur. Bunun aşk du ru m u olduğu bile kabul edilmiyordur henüz.
Hiç gerçekleşmemiş olması gereken bu durum karşısında, toplum her zam an bu d u ru m u n varlığını yok sayacak şekilde tepki gösterir, sanki bu d u rum hiç var olmam ış gibi yapar. Böylece ilk başta, aşk du ru m u sustu ru lup günlük yaşam ın kendisine hiçbir şekilde uygun olm ayan kategorileri a ras ında sınıflandırılır. Böyle yaparak, âşıklar kendilerini hiç var olmayan, o lduklarından farklı bir şev olarak tan ım lam aya zorlanır. Eğer kendilerini ku rum un sözcükleriyle tanım layam azlarsa, o zam an kurum yaşadıkları deneyim in çılgın, saçma, an lam dan yoksun olduğunu ilan eder.
67
Toplumsal kurum ilk başta, doğm akta olan aşkla alay eder. Genç bir kıza âşık olan yetişkin erkek tu h a f ve gülünçtür. T uhaf olan özellikle bu yetişkinin ağ lam asıdır, çünkü ağlam ak küçük çocuklara, güçsüzlere özgüdür; belli b ir statüsü, top lum da b ir yeri olan kişilere özgü değildir. Âşık kişinin etrafında alayların, küçüm semelerin o luşturduğu engeller yükselir. Bu adam m a n tıklı o lm ayan b ir şev yapıyordur, ciddiyetini kaybetm iştir. Bu adam için dram atik, temel bir değişikliği temsil eden şey, en yakın arkadaşları ta rafından tam tersine b ir tü r uçarılık, aptallık, çocukça b ir davranış o larak değerlendirilir. Arkadaşları ona "çocuklaşm a” derler. Psikolog, "Davranışınız çocukça, bu b ir gerilem edir’ diye yorum lar.
B unun dışında, taban tabana zıt başka b ir yorum ileri sü rü lm üştür: Söz konusu olanın saf, bastırılm ış cinsellik olduğu, b ir tü r cinsel raha tlam a olduğu yorum u. Aşk d u ru m u cinselliğe indirgenir, çünkü cinselliğin tek, ayrıcalıklı b ir nesnesi yoktur; böyle o lunca da cinsellik pek ü rkü tücü olmaz. İlişkinin yoğun olduğu kesinleşince de kültür, âşığın diğerinde tam ve m utlak b ir m ü kemmellik gördüğüne hükmederek, söz konusu kişide saçm alam a belirtileri olduğuna kara r verir.
Gerçekte ise, doğuş durum undaki aşk b ir süreç, bir keşif ve b ir kavıptır. Sevilen kişi aynı an d a istikrarlı ve belirsiz, biricik ve farklı, am pirik ve idealdir.
Avm zam anda, kü ltü r kesin b ir şekilde aşkın paylaşılm ayacağım beyan eder. "Zavallı hayalci, nasıl diğerini terk ettiyse, seni de terk edecektir”: Annelerin, babaların, arkadaşların yorum larıd ır bunlar.
Eğer aşk paylaşılıyorsa, o zam an başka b ir sap tırm aca başvurulur: Birbirlerine bağlılar, büyülenm iş gibiler, yalıtılmış b ir dünyada tek başlarına yaşıyorlar, bencilliklerinin içine kapanm ışlar. Halbuki aşk, arkadaş olarak hissettiğim iz diğerlerine, güzel ve m utlu görünen dünyaya neşeli b ir açılmadır. Çelişkili b ir şekilde, aşıkları birleşmiş olarak kabul ettikten sonra, kü ltü rüm üz
68
âşıklara, özenti, vani âşık değillermiş m uamelesi (bu b ir kapris, geçici bir heves, b ir rom an tizm d ir vb) yapar.
Günlük yaşam kültürü her zam an çift ku tuplu k a ra r lar dayatm aya çalışır: Ya hep seversin va da hiçbir zam an sevmezsin; o ya m utlak tır ya da diğerlerinin benzeri; on la r ya hep beraberd irler ya da hep ayrıdırlar vb. Bu şekilde tanımlayıp sorgulayarak kültü rüm üz âşıkları çelişkinin, çılgınlığın içinde tan ım lam aya iter. Ahlaksal p landa bu olay d ram atik hale gelir. Âşık olmak, bir özgürleşm e eylemidir. Özgürlük ise, sadece bağlarından kurtu lm a olgusu olarak yaşanm az; geçmişte bizim ya da başkaları tarafından a lınan kararların doğurduğu so nuçlara bağlı o lm am a hakkı olarak yaşanır.
Gerçekte doğuş d u ru m u n d a , geçmiş tam am ıyla inkâr edilmez, yeni b ir sentezde aşılmak için inkâr edilir. Geçmişin birçok şeyi yeni b ir değer bile kazanır. Bu nok ta da, kurum sal kü ltü r kesin beyanda bulunur: Bir taah h ü t b ir taahhüttü r; b ir an laşm a b ir anlaşm adır; b ir kapris sonucu b ir an laşm a ihlal edilemez. Âşık olmak, b ir k ap risin sonucu değil, geçmişte varılan an laşm anın iki öğeden oluştuğunun keşfidir: Biri, iradi bir eylemle dayatı- labilen, diğeri, eğer kendiliğindense b ir an lam taşıyan. Bu adam ı sevip iyi günde ve kötü günde onun yan ında
olacak m ısın?” diye so ra r anlaşm a. Evet diye cevap vererek, herkes diğerini sevme, onun yanında o lm a yüküm lü lüğünün altına girebilir. Ne var ki hiç kimse ‘aşık olma, tutkuyla, um u tsuzca sevme” yüküm lülüğü altına giremez. Âşık olarak an laşm anın gizli bö lüm ünü açığa çıkarır ve şöyle deriz: Maddi yüküm lülüklerim e bağlı kalıyorum, am a ne ben ne de hiç kimse duygularımı en gelleyemez. Doğallık, ikiyüzlülükten daha önemlidir, ben yalan söyleyemem. Bu anlaşm aya vardığımda, yalan söylemeyi üstlenm edim . Böylece anlaşmayı, içinde saklı ilkeler doğru ltusunda , herhangi bir davranışın değer kazandığı üs tün değerler doğru ltusunda ifşa ederiz. Bu öylesine d oğ rudu r ki, bun u n için yaşamımızı verm eye hazırızdır. Kaçınılmaz b ir şekilde, çatışm a bir derece
69
dah a arta rak bu seviyeye ulaşır. Sorunun her zam an mutlaklık ya da hiçlik, yaşam ya da ölüm olarak ortaya konduğu b ir an vardır.
Aşka dahil olan birisi, kurallarla, kesinliklerle, çizilmiş yollarla, yasaklam alarla dolu bir dünyadan gelir. B ütün yaşamı alışkanlıklarla örülüdür. Bu kişi eylemde bu lunur, ancak en derin inde neden eyleme geçtiğini bil- m iyordur. Özgün bir iradesi yoktur. Diğerleri öyle istediği, kurallar ve görevler olduğu için harekete geçer. Bu görevlerin gerçekleştirilmesi gitgide onun için katlanı- lam az hale gelir. Ardından, bir dönüşüm aracılığıyla, kendine ve diğerlerine yalan söylediğini, yaşam ının sü rekli b ir yu ttu rm aca olduğunu fark eder. K urum onun bu şekilde davranm aya devam etmesini ister, zira ku ru m b ir tek görünürdeki davranışlarla ilgilenir. P rotestan d inine özgü teolojik dille söyleyecek olursak, top lum sal k u ru m u ilgilendiren inanç değil, eserlerdir. Tam aksine, doğuş d u ru m u n d a eğer içten istenmediyse, b a sit eserlerin değeri yoktur. Bu eserler sadece yalan ve ikiyüzlülüktür.
Toplumsal kurum , niyetleri um ursam az; onun u m u rsadığı eylemler, olgular ve şeylerdir; duygulara ve değerlere nesneler, şeyler olarak davranır. Toplumsal kurum dediğim de bundan anladığım, doğuş d u ru m u n a dahil olm ayan her şeydir. Evli kadın, koca, nişanlı ya da sevgili terk edildiğinde, terk edenin kendileriyle kalmasını isterler. Terk edene "Bana âşık ol, beni tutkuyla sev’ diyemeyeceklerini çok iyi bilirler. B undan ö tü rü Diğerinden vazgeç ve benimle kal” derler. Onları ilgilendiren fiziksel varlıktır, onun burada bulunm ası, başka kimseyle o lm am asıdır. Terk edenin hissettiği neyse -üzün tü , u m u tsu z lu k - onları ilgilendirmez. "Seni kaybetm ektense, gece boyu um utsuzca ağlaşan da yanım da olmanı tercih ederim. Kısacası, ne duyguların ne de mutluluğun beni ilgilendiriyor; sen, b ir nesne olarak beni ilgilendiriyorsun .” Bu, Hegel’in bahsettiği şevleşme, Mar.\’ın b ah settiği metalaşm adır.
70
Doğuş d u ru m u n a kurum un gösterdiği yüz budur. Kendisinin ayırt edemeyeceği insanlık dışı, korkunç bir yüz. Gerçekte ku rum un kendisi de doğuş durum uyla o rtaya çıkar. Daha ileride aşkın, anlaşm anın, evliliğin nasıl doğuş du rum undaki aşktan ortaya çıktığını göreceğiz. Belli b ir anda, doğuş du rum u sona erer ve kurum onun yerine geçer. Bu geçiş sırasında kurum, doğuş durum u deneyimini tam am ıyla gerçekleştirdiğini ilan eder. Ayin, İsa’nın kurban edilişinin canlandırılmasıdır. Din kitabı bunun gerçekte olduğunu söyler. Ne var ki, ayine katılan kişi bu deneyimi yaşayabilir ya da yaşayamaz. Mistik b irisi bu deneyimi yaşar, dalgın birisi başka b ir şey düşün düğünden bunu yaşayamaz. İnançsız birisi ayini az çok sıkıcı, b ir parça tuhaf bir gösteri olarak izler. İsa’nın ku rban edilişini tekrar yaşam aktan ibaret olan ve kendisi de dinsel doğuş du rum undan kaynaklanan ayin (ve doğuş du ru m u tekrar canlandığında kurban ediliş yeniden olur) b ir ku rum olarak, insanların katılımı o lm adan bu deneyimi tekrar canlandırdığını iddia eder. Bütün kutlamalar, bü tün bayramlar, anlaşm alar ve ku rum lar som ut olarak insanlar tarafından oluşturulm uş hareketler a ra cılığıyla ortaya çıkmışlardır ve çıkarlar. Ne var ki, ku m ruların insanların onayına, insanlara ihtiyacı yoktur.
Eğer doğuş d u ru m u tarafından sürekli olarak tekrar canlandırılm azsa, kurum insanın dışına çıkıp, insanları sadece nesne olm aya indirger. İşte, doğuş d u ru m u kurum la bu biçim de karşılaşır. Doğuş du rum u , ku rum un gerçekliği o lduğuna göre -doğuş durum undak i aşk, aşkın gerçekliğidir- ku rum un gerçeklikten yoksun, saf iktidar o lduğunu keşfeder. Ve kurum da doğuş d u ru m u n da kendi gerçekliğini -eğreti, uçucu, saf o lu şu m - göremediğinden, doğuş d u ru m u n u usdışı, çılgın, skandal olarak niteler.
71
(9/1 ¿ ¿ Ç Ü / t C Ü i / î ö / ü / J t
eki doğuş du ru m u n d ak i aşk tan aşka geçiş nasılolur? Bir dizi s ınam a yoluyla olur. B unlar bizim
kendim ize dayattığımız s ınam alar olduğu gibi, aynı zam a n d a ötekine dayattığımız, dış sistemin dayattığı s ınam alardır. B unlardan bazıları son derece önemlidir. Eğer bu s ınam alar başarıyla sonuçlanırsa , yeni doğan aşk, aşk dediğimiz günlük güvenceler düzeni altında ilerler. Eğer bu s ınam alar başarılı olmazsa, o zam an başka bir şey devreye girer: vazgeçiş, taşlaşm a ya da "sevgisizlik.” Olaylar hangi yönde ilerlerse ilerlesin, genelde b u s ınam alar unu tu lu r. Eğer yeni doğan aşk aşka dönüşürse , bu s ınam alar bize geriye dönük olarak gülünç ve neredeyse oyun gibi görünür. Aşka geçiş belleğimizde, günlük yaşam alanların ı kendimizi diğerine ad a dığımız, onunla ilgilendiğimiz du rum la r la doldurdukça gerçekleşir. Coşku yavaşça, yerini şefkat dolu bir özveriye bırakır. Gerçekteyse tam tersine, bu dinginlik her zam an, son ana kadar sonuçların ın ne olduğunu bilmediğimiz d ram atik olayların a rkas ından gelir.
Öte yandan sınam alar, aşk d u ru m u durağan hale geldiğinde, b ir başka deyişle sevgililerin biri ya da diğeri, va da ikisi birden, karşılıklı dayattıkları s ınam aların alt ından kalkam adığında unu tu lur. Bu durum da, kaışı- mızdakiııi s ınam aya tabi tu t tuğum uzu hatırlamayız. Bir tek onun bizi yeteri kadar sevmediğini, böylece gerçekte bizi hiç sevmemiş o lduğunu hatırlarız.
72
Sınam aların üstesinden geldiğimizde, yaşadığımız aşkın devamlılığını belleğimizde geçmişe dönük olarak düşünürüz. Bu s ınam aların a ltından kalkam adığım ızdaysa o anki aşk yokluğunun sürekliliğini geçmişe dö nük olarak görürüz.
Âşık olmak, art a rda bir dizi sınam ayla karşılaşm aktır. İlk başta, kendi kendim ize dayattığımız s ınam alar gelir. B unlar doğruluk sınamalarıdır. D oğm akta olan aşkın tipik deneyimini ötekine “doyabilmek" oluşturur. Âşık olm ak aynı zam anda aşka direnmek, kendini ta m a m en ötekine b ırakm a riskine karşı koym aktır da. Böyle- ce sevdiğimiz varlığı ararız, am a ondan vazgeçebilmeyi de isteriz. Sık sık m utlu luk an larında kendim ize şöyle deriz: “İşte, hiç ulaşam ayacağım m aksim um a ulaştım, şimdi onu kaybedebilir ve sadece anısıyla yaşayarak, tekrar o lduğum kişi olabilirim, istediğim şeyi elde e ttim, bu kadar yeter. M üm kün olabilecek en fazlasını elde edip sonra b undan vazgeçmek doygunluk hayalini dile getirir. Bir an lam da, kendimizi tam am ıyla b ırakmayı başarırız, çünkü b u nun son kez olacağını d ü şü n ü rüz. Böylelikle s ınam aya tabi olmayı kabul ederiz, çün kü ondan ayrıldığımızda a rzunun tek ra r doğduğunu, sevmeye devam ettiğimizi, um utsuzca arzuladığımızı fark ederiz. Sanki bir başkasına “son kez” ihtiyacımız vardır. Bu “son kez” aynı zam anda yeni b ir çıkış ve yeni b ir başlangıç ihtiyacı haline gelir. H er defasında tekra r âşık oluruz. Böylece sevdiğimiz varlık erosun biricik özgün nesnesi o larak kendisini bize benimsetir. Kaybettiğimiz m ücadele kendimize karşı olan m ücadeledir ve teslim o lm am ız gerekir. Öte yandan teslim o lm a gerekliliği, m ücadele yaşanm asın ı ve bu m ücadelenin gerçek o lm asını önlemez. Gerçek olan kopuşum uz, uzaklaşmak istediğimizi hisseden sevilen varlıkta d a gerçek etkiler yaratır. Sevdiğimiz kişi de kendisini s ınam aya tabi tu ttuğundan , iki uzaklaşm a anı biı biriyle kesişebilir. Ardından , diğeri için sevgisizliğin kanıtları ya da kıskançlık nedenleri olabilecek, değişik davranışlarda bu lunab i
73
leceğimiz daha uzun uzaklaşm a dönemleri gelir. Uzaklaşabilmek için, bunu mantıklı kılacak nedenler ararız. Diğerinin davranışında, uzaklaşm am ızı m eşru kılacak herhangi bir şey bulm aya çalışırız: Bizi gerçekten sevmediğinin işaretleri, bizim onu sevdiğimiz kadaı onun bizi sevmediğinin işaretleri, bizi yarın sevebileceğine inanm am ak için nedenler.
B ütün b un la r bize, eğer karşılık göreceğimizin garantisi yoksa, kendimizi teslim etmekten kork tuğum uzu gösterir. Ötekinin aşkı bize hak edilmemiş b ir “lütuf” o larak göründüğünden, içimizi kaygı kaplar. Çünkü en çok ihtiyacımız olduğu sırada ve kendisinden vazgeçemeyeceğimiz b ir durum dayken, bu lütuf kendini göstermeyebilir. B undan ötürü , bu lutüftan vazgeçebilmek ya da bu ltıtfu b ir güvenceye, karşılıklı olacak b ir güvenceye dönüştü rm ek isteriz. Ötekinin hareketlerinde aşkının kanıtını arar, bu hareketleri karşılıklı bir aşkın göstergeleri gibi inceleriz: "Onun bana, benim ona duyduğum kadar ihtiyacı var m ı?” Ötekinin kim olduğu ve kim olacağını tan ım lam ak için, davranışları bu düşünce ışığında incelenir. Bu “beni seviyor mu, sevmiyor m u?” sorusuna yanıt, papatya falında değil, diğerinin davranışlar ında aranır: “Eğer böyle davranıyorsa, bunun anlamı... eğer böyle davranm ıyorsa bunun anlamı...” En basit olgularda bile bu böyledir. Örneğin, b ir yere geç mi kalıyor, yoksa erken mi geliyor; ya da başka birisine bakıyor mu, bakm ıyor mu? Ne var ki bü tün bunların anlamı yine de açık değildir. Nefes nefese b ir halde geç kalmış olabilir, peki o zam an bunun anlamı nedir? Beni u n u t m uş olduğu mu? B ana u laşm akta çok zorluk çekmiş, öyleyse geç kalması bana duyduğu aşkın b ir kanıtı mı? Zaten kanıt o lum suz olsa da, tek bir bakış, açıklama ya da bir okşayış bize bu olum suzluğu u n u ttu ru p güven verir. Sevgilinin içtenliği, deneyimlenmiş b ir içtenlik olarak bir kanıttır.
B ütün bu sınam aları , gerçeklik s ınam aları olarak adlandırdım . Bunları, belli b ir davranışı açığa çıkar
74
mak için devreye sokmayız; sevip sevmediğimizi görmek için kendim ize dayatır böylece gerçeği öğrenmeye çalışırız.
Öte yandan başka bir s ınam a kategorisi vardır ki, d iğerine yöneltilen ciddi soru lardan oluşur. Bu sorular aracılığıyla sevgilimizden değişmesini, yapamayacağı şeyleri yapmasını isteriz. Bu sınam alar, karşılıklılık s ınamalarıdır. Âşık olduğum uzda, sevdiğimiz kişiyi m erkez alarak bü tün yaşamımızı, işimizi ve duygusal d ü n yamızı tekrardan düzenleriz. Sevgililerin her birinin derinden istediği bir şeyi berabei'ce istemek, her birimizi değişmeye, önceden önem verip istediğimiz bazı şeylerden vazgeçmeye zorlar. Yeni başlayan aşka neyi dahil edip edemeyeceğimizi baştan bilemeyiz; bu daha çok karşılıklı ve daimi bir keşif sürecinde açığa çıkar. H erkes yaşadığı aşka m üm kün olduğunca fazla şeyi dahil etmek ister. Diğer yandan da, diğerininkiyle aynı o lm ayan b ir proje geliştirip ondan bu projeyi onaylamasını ister. Böylece “beni seviyor m usun?” sorusu artık şöyle b ir an lam da taşır: “Bu şekilde benim projem e dahil olmayı kabul ediyor m usun?” Aynı şekilde diğeri de "beni seviyor m usun?” sorusu aracılığıyla şunu dile getirir: “Esas sen benim kine dahil olmayı kabul ediyor m u sun?” "Seni seviyorum’un anlamı, "Ben projemi değiş- tiıip senin ta rafına geçiyor ve senin bu isteğini kabul ediyorum. Böylece istediğim bir şeyden vazgeçiyor, şenle beraber, senin istediğin şeyi istiyorum. Ancak aynı zam anda sana soruyorum: ‘Beni seviyor m u su n ?’ Ve böylelikle sana şunu soruyorum : ‘Sen neyi değiştiriyorsun? Senin vazgeçtiğin nedir?’" İşte bu "beni seviyor m usun” sorusu böylece her zam an, ya ben istediğim bir şeyi ta lep ediyorum ya da senin istediğin bir şeyden vazgeçiyorum an lam ına gelir. Bu “beni seviyor m usun?” sorusu, senin beni gerçekliğimin olanca yüküyle ve tüm sınırlılığımla kabul etm en ve kendi sınırlılığından vazgeçmen an lam ına gelir. Sevgililerin her birinin kendi için yaptığı proje ötekini de kapsar; bu proje öteki için de b ir ya-
75
şanı projesidir; bu, beraberce neyi istem em iz geıektiğine ilişkin bir önerid ir aslında.
Öte yandan, beraberce istemediğimiz şeyler de vaı- dır, birbiriyle uyuşm ayan şeyler. Bunların bir kısmı önem siz şevlerdir, rahatlık la vazgeçebiliıiz buıılaıdan. Bazıları ise daha sonra da ele alınabilir. Kimileıi ise son derece önemlidir. Sevgililerin birlikte ne yapabileceklerin i araştırm ası, ikisini de sürekli olarak projelet yapıp başka yollar bulm aya iter. Ancak aynı zam anda sevgililer ilişkilerinde, vazgeçemeyecekleri nokta lar da b u lu rlar. Eğer bunları gerçekleştiremezlerse, aşkları bile a n lamını yitirir: Bunlar gen döntişü olm ayan nokta la tdv. Projelerde, tekrar tekrar yaşanan olaylarda bu önemli nokta lar tekrar tekrar karşım ıza gelir; b un la r diğerinin kabul etmesi, kendisin inm iş gibi sahip çıkıp projesine dahil etmesi gereken, aksi takdirde onun ve yaşam ının bü tü n zenginliğine hiç yer bırakm ayacak, çözüm ü im kânsız düğüm lerdir. Sevgilim beni sevdiğini iddia ediyordur, ancak kafasındaki dünyada gerçek ben için hiç yer yoktur. Benliğimin en önemli kısmı kabul görüp onaylanm ayı bekler. O ise, tam tersine benliğimi biı kenara atıp vazgeçmemi, yok o lm a pahas ına kendimi ona teslim edip yeni, farklı, yaşam la dopdolu birisi olm a a rzum u terk etm em i ister. Örneğin beni sevdiğini söyler, am a beni kendi yaşam ına sokmaz, işinden dışlar. Yolculuklara benim le çıkmaz, beni, arada bir ortaya çıkan, sessiz, arka p landa sevilen bir tü r pa r tne r ro lüne indiı- ger. O kendisi olm aya devam eder. İlişkilerini sorgulam aya kalkmayıp hepsin i aynen m uhafaza eder. Ben yalnızca onun gizli sığınağı olmalıyım. Yaşamımı, sevgilimin dayattığı kurallar ışığında, onun gelmesini beklemeye adam alıyım. Hayır, bu kabul edilemez. Bu, bana göre bir yaşam değil. Belki başka bir kadın için bu m ü m k ü n olabilir, geçm işte belki benim için de m ü m kün olabilirdi; ancak şu an d a değil. Bugün, dopdolu bir yaşam istiyorum. B undan ö tü rü ona soruyorum : Seninle gidebilir m iyim ?” Sorum bir sınam adır. Eğer ha-
yır diye yanıt verirse, bu, var o lam ayacağım bir yere beni attığını gösterir.
Zaten onun için sorun simetrik ve terstir. Kendisinin dahil olduğu ilişkiler sistemi, hassas, onarılmış, düzeltilmiş biı denge üzerine kuruludur. Eğer bu dengeye an iden çarparsak, patlayabilirde. İşlerini yavaşça tekrar organize etmek, başka bir iş bulmak, bazı kişilerin ekonom ik durum ların ı düzeltm ek ve çocuklarıyla farklı bir şekilde ilgilenmek için zam an a ihtiyacı vardır. Yeni aşkla birlikte, varoluş projesini tekrardan o luşturacak gücü bulur: Bu yeni aşk onun için güçlenm iş ve kendine güvenini tazelemiş birisi o larak tekrar yola koyulacağı bir sığınaktır. Bu aşk sayesinde hem kendini hem de gerçekliği değiştirecek gücü bulur. Gerçekten de, yeni bir işe giı işip şehir ve alışkanlık değiştirmiş ve açıklam alar getirmeye başlamıştır. Yavaş yavaş, artık serbest o lacaktır; ancak bunun olması için güvenceye ve aşka ihtiyacı v a rd ıı . Ve bu da, ondan bir eylemde k a ra r kılmasını, geçmişiyle olan bağını aniden koparm asını, kendini ta m am ıyla bilinmeyene bırakm asını ve böylece sevdiği ve yaşam ının , aşkının yeni m erkezine tekrar yerleştirmek istediği her şeyi kaybetme riskine girmesini istediğimiz zam an gerçekleşir. Ama her şeyi yitirirse, o zam an m erkez bile boş kalır. Randevulara, parçalanm ış, eksik kalmış, suçluluk ve nostalji duygusuyla dolu bir benliği ta şım ak zo runda kalır. O, kendisini o luş tu ran her şeydir; ve bu her şeyi, olduğu kişi kalarak terk edemez.
Heı kes, geri dönüşü olm ayan bir noktada bulunm uş- t u ı . Herkes ötekine, öteki için son derece önemli bir şeyden vazgeçmesini söyler. Öyle bir şey ki, tam da yeni aşk sayesinde merkezi bir önem e sahip olm uştur. Gerçekten de bu yeni aşk, yaşamı olanca zenginliğiyle yeniden kurm ak ister. Herkes diğerinden benliğinin en önemli kısmını, gerçek an lam da sevebilmesini sağlayan kısmını terk etmesini ister. Kısacası, ondan som ut insanlığını vok edip, insani niteliklerinden vazgeçmesi beklenir.
Teolojik dilde Tanrı, İbrahim ’i insani niteliklerinden vazgeçmesi konusunda sınar. İbrahim, en sevdiği şeyi, büyük oğlu İshak’ı öldürmelidir. Bu bir çelişkidir; seçimin imkânsız olduğu iki eylem arasında karar vermelidir, çünkü iki eylem de kişiyi insani niteliklerden uzaklaştırır. Yeni doğan aşktan aşka geçiş, her seferinde, katil olmamızı isteyen birisini sevme gerekliliğini içerir. Sevmek, nesnel olarak, sevmenin saçm a olacağı tü rden davran ışa sahip birisine güven duymamızı gerektirir. Yeni doğan aşktan aşka geçiş, insani özelliklerinden uzaklaşm asına rağmen, herkesin sevilip sevilmediğini s ınam asını içerir. Sınama, çiftin karşılıklı olarak diğerinden tek bildiği som ut insanlığını kaybetmesini, koşulsuz kendisini teslim etmesini istediği b ir mücadele doğurur. Bu, b irbirini seven insanlar arasındaki bir mücadeledir; ancak aynı zam anda ölüm üne bir mücadeledir de. Aşk görün tüleri, kesinlikle bizi hataya sürüklememelidir. S ınam aya tabi olan kişi, kendisini sınayana um utsuz b ir dirençle karşılık verir. Sevdiğini sınayan kişi, bunu sınamayı gerçekten ciddiye alır; ve içten içe eğer karşısındaki bu sınam ada başarılı olamazsa, onu artık sevmeyeceğine karar verir. Bir canavara benzeyip hayır dese de, herkes sevilmeyi ister. Aynı şekilde, evet demenin koşulu olarak, karşısındakini korkunç testlere tabi tutsa da, herkes sevilmeyi ister. Ne var ki, s ınam a her zam an karşılıklı olur. K utsal Kitap imgesinde, Tanrı İbrahim ’i sınam aya tabi tutar; ancak aynı zam anda İbrahim de Tanrıs ın ı test eder: Eğer İbrahim çocuğunu öldürürse, Tanrı’ya ne olacaktır o zaman? Altık O b ir aşk tanrısı değil, kanlı, vahşi bir Tanrı olacaktır. Aynı şekilde, Tanrı kendisini Kızılde- niz’in dalgalarına bırakmasını isteyerek M usa’yı da teste tabi tutar. Ama o sırada Tanrı da teste tabi tutulur, çünkü “kendini denize a t” diyerek halkının dalgaların içinde boğulm asına göz yumamaz. Bu şekilde hareket eden bir Tanrı, b ir aldatıcı, b ir şeytan du ru m u n a düşer.
Çözüm ün anah tarı , geri dönüşü olm ayan noktanın istenmesi, am a dayatılm am ası o lgusunda yatar. Bu bir
78
çeşit im zalanan am a tahsil edilmeyen çektir. İbrahim çocuğunu öldürm ek üzeredir ancak Tanrı onu kurban etmesini dayatmaz. H er ikisi de s ınam anın altından kalkmıştır. H er ikisi de kendini kanıtlamış, her ikisi de son derece önemli bir şeyden vazgeçmiş ve her ikisi de aşılmaz b ir sınırla hem karşılaşmış hem de bu sınırı kabul etmiştir. Aşk ancak diğerinin geri dönüşü olm ayan noktasını kendi sınırımız olarak kabul ettiğimizde, öyle istediğimizde m üm kün olur.
Bu gerçekleştiğinde, anlaşm a da sağlanm ış olur. Her iki ta ra f da, diğerinin, isteyebileceğinden dah a fazlasını istemeyeceğini biliyordur artık. U m utsuzluktan kaynaklanan bu em in oluş, karşılıklı güvenin sabit noktasını oluşturur: karşılıklılık ku ru m u . Sevdiğimi ve sevmemez- lik edemeyeceğimi biliyorum dur. Bir sınırım o lduğunu ve bu sınır olmaksızın yapam ayacağım ı da biliyor ve bunu kabul ediyorum dur.
Böylece aşk, bir kurum un, b ir an laşm anın etrafında şekillenir. Anlaşma ise b ir sınırın, im kânsızın var o lduğu, her şeyin m üm kün olmadığının kabul edilmesinin gerekliliği etrafında şekillenir. B undan ö tü rü aşk, her zam an için hiç istemediğimiz b ir şeyin aşkı, karşı o lduğum uz b ir yaşam alternatifidir.
Yukarıda açıkladığımız süreç bir defa değil, birçok defa ortaya çıkar; her defasında umutsuzlukla karşılaşır ve bir anlaşmayla sona erer. Yeni gerçeklikler, günlük yaşamın tekrar organize ettiğimiz çıkış noktalarına dönüşürler. Hiçbir kural, yeni doğan bir aşkın bir aşka dönüşeceğini öngöremez. Çelişkinin çözümsüz olup olmadığını bilmemizi sağlayacak kural yoktur. Yaşam projeleri uzlaşmayı kabul etmeyecek kadar birbirlerinden farklı olabilirler. Herkes diğerinin insani özelliklerinden arınmasını ister, dayatır: Eğer bunu elde ederse, sevdiği kişiyi kaybeder; elde edemezse de kaybeder. Olgu öylesine olasıdır ki, fark çok büyük olmaktadır; bundan ötürü de aşk tutkusu şiddetli olur. Bu şiddet ise, birçok öğenin altüst olmasını, tekrar düzenlenmesini, tekrardan yapılmasını içerir.
En yoğun doğuş du rum undaki aşk, en fazla varoluşu, zenginliği, sorum luluğu ve yaşamı ortaya çıkaran aşktır. Aşk bir devrimdir. Olayların düzeni ne kadar karışık, b irb irine bağlı ve zenginse, bunların altüst olması o kad a r korkunç, süreç de o kadar zor, tehlikeli ve riskli olur. Dolu bir yaşam sü rdüren biriyle özgür ve bu yüzden değişime daha müsait olan bir başka insanın birbirine âşık olması sık rastlanan bir d u rum dur. Bu, evli bir insanla b ir bekârın, olgun b ir kişiyle çok genç birinin, politik ya da dinsel olarak yüküm lülükleri olan biriyle yükümlülükleri olm ayan birisinin sık karşılaşılan d u ru m udur. Daha fazla engelleri olan, dah a fazla görevleri olan ve yaşam ına çok fazla unsuru dahil edip bunların çoğunu değiştirmek zorunda olan kişi, âşık o lm aktan en fazla sarsılacak kişidir. Öte yandan, karşısındaki de onu tam da bu derece karmaşık b ir kişi o lduğu için sever. Bu karmaşıklık, onun kendisini yenileme ve yeni bir yaşam tasarlayabilm e kapasitesine b ir derinlik ve bir anlam sağlar.
Öte yandan doğuş du rum undak i aşkın çeşitliliği ve şiddetli doğası, bu aşkın istikrarlı b ir aşka ve huzurlu, kesintisiz b ir ortak yaşam a dönüşm esin i zorlaştırır. Her iki kişinin de daha dengede, yeteri kadar özgür olduğu (gençlerde ve yeniyetmelerde olduğu gibi) ya da ikisinin de karşılaşana kadar çok sayıda bağdan kurtu lm uş olduğu b ir d u ru m d a aşk daha kolay doğar. Paradoksal o larak bu du rum da, yeni doğan aşk dah a az yoğun olur, çünkü devrimci gören i de daha az yoğundur. Bazı d u ru m la rd a ise, devrim yapmayı gerektirecek hiçbir şey yoktur.
Bununla ilişkili olarak, aşk d u ru m u büyük kolektif hareketlere benzer. Daha istikrarlı yeni b ir güç ortada görülmeksizin, bir toplumsal sistemin temellerini korkunç savaşlarla sarsan kolektif hareketler vardır. Tam tersine, iktidarın hızla ele geçirilmesiyle sonuçlanan toplum sal hareketler de vardır. Protestan Reformu, derin bir kolektif hareket olup tüm Avrupa’yı etkisi altına
80
almıştır. Ancak bun la r olurken herhangi bir Bastille ya da Kışlık Saray ele geçirilmemiştir. Öyleyse âşık olmak, biı aşkın o lm asına gerek görm eden bir va da iki kişinin yaşamını etkileyip sarsabilmekte. Öte yandan, sarsıcı biı tutku olmaksızın da bir aşk ortaya çıkabilir. Bu aşk daha çok mantıklı b ir birliktelikten, berabe r olm anın zevkinden, herkesin ayrı ayrı istediği bir şeyi beraberce o luş tu rm a olasılığından ve kendisini b ir k u rum a dönüştü ren an laşm adan doğar.
Doğuş d u ru m u n d ak i aşk, her yeni doğuş d u ru m u gibi, im kânsızdan yola çıkarak m üm kün o lanın keşfedilmesidir. Aynı zam anda, imgelemin var o lana kendini dayatm a girişimidir. Görev ne kadar büyükse, yolculuk o kadar uzun sü re r ve varış ihtimali de o derece düşüktür. Bövlece bu yeni doğan aşkın hikâyesi, bu yolculuğun hikâyesine ve talihsizliklerine ve belirli mücadelele- ıe indirgenir. Yolculuk bovu ne vanaşılabilecek bir kıyı ne de şölen yapılabilecek bir liman vardır.
m
81
(9/f Ç/)örc/(i/ıcii ifâö/¿if?ı
> 0 enelde âşık olan kişi kıskançlıktan habersizdir.Peki bu duygu ortaya çıktığında, ne an lam a gelir?
Âşık olduğum uzda, başka herhangi birisinden daha önem li bir kişiyi keşfeder, onu sevdiğimizi fark ederiz. Bu kişiyi, bireyselliği ve varlığının tüm özellikleriyle b irlikte arzularız. Aşkımızın paylaşıldığını bilmek, kendimize verdiğimiz değer diğer insanların değeriyle kıyaslandığında son derece alçakgönüllü olsa da, bize belli b ir değerimizin o lduğum uzu hissettirir. Bu değeri bize veren, tüm potansiyel değerleri temsil eden sevdiğimiz kişidir. Hiç kimse, dünyanın ne en güzel ne de en zeki insanı o lduğunu düşünür. Dünya çapında kıyaslandığında, niteliklerimizin hiçbiri, bizi diğerlerine göre te rcih edilebilir kılmaz. Değeri kabul edilmiş herhangi başka bir ölçüt temel alındığında, her zam an pek acıklı görünür. Yine de, kendimizi sever ve takdir ederiz, çünkü en derinimizde, kendim izde bir değer, yeri doldurıdam az bir teklik bu lunduğunu hissederiz. Bu teklik, doğm akta olan aşkta kabul görür. Sevdiğimiz kişi bizi severken, sahip o lduğum uz bu özgül biricikliği sever. Davranışımızı değiştirmemizi istediğinde bile, biricikliğimizi kabul eder. İstediği değişim, biricikliğimizin yeni b ir şekilde ortaya çıkıp serpilmesinden, gizilgücün harekete geçm esinden başka b ir şey değildir. Biz nasıl sevdiğimiz kişide ağzının kıvrımı, kokusu ya da parfüm ü, göğsünün biçimi, kalçasının kavisi, elleri, bakışları, sevdiği bir el
82
bise ve eşya, okuduğu kitaplar tü ründen özel b ir işaret buluyorsak; aynı şekilde o da bizde, güzel olan her şevi simgeleyen bir şey budur. Bu da bizi m utlu eder. Eğer sevdiğimiz kişi aynı zam anda başka etkinliklerden de hoşlanıyorsa -ö rneğ in yolculuk etm ek veya evde o tu rmak, bir şeyi seyre dalmak ya da konuşm ak g ibi- o zam an biz de onun sevdiği şeyleri sevip onunla paylaşmak isteriz.
Kıskançlık bu süreci du rd u ru p tersine çevirir ve d ışarıya yansıtır. Kıskanç kişi -hak lı ya da haksız, şu an için pek önem li değil- sevdiği kişinin b ir başkasında, kendi- sindekine benzer bir değer bu lduğunu fark eden kişidir: b ir ayrıntı ya da b ir jest, b ir yetenek ya da b ir eğilim. Beni eğlendirip m utlu etmeyi beceriyor, o güzel, genç veya zeki. Böylece kıskançlık söz konusu olduğunda, sevdiğimiz kişinin bizde olm ayan am a b ir başkasının sahip olduğu bir yetenek tarafından cezbedildiğini, büyülendiğini fark ederiz. Hiçbir zam an b ir şeyi, b ir hayvanı veya bir işi kıskanmayız. Sadece b ir başkasını kıskanırız. Bu başkası, gözüm üzde, sevdiğimiz kişi üzerinde dayanılmaz cazibesi olan bir şeye sahiptir. Öylesine dayanılm az b ir çekiciliktir ki, sevdiğimiz kişinin bizim üzerimizdeki etkisine benzer ve sevdiğimiz kişinin bizi ta m amıyla sevmesi d u ru m u n d a bizim de onun üzerinde sahip olabileceğimiz türdendir. Kıskançlık du rum unda, sevdiğimiz kişinin, a rzu larım gerçekleştirmek için bizim değil, bir başkasının sahip olduğu b ir şeye bağımlı o lduğunu fark ederiz. Sevdiğimizin değer verdiği niteliğe biz değil, diğeri sahiptir. Kıskançlık aynı zam anda, sevdiğimiz kişinin bir zayıflığı olarak da ortaya çıkar. Değersiz olması gerekirken tam tersine, onun gözünde değere sah ip nesnelere ilişkin bir zayıflıktır bu. Örneğin, sevdiğimiz kişi araba lara m eraklıd ır ve pilotları b ü yüleyici buluyordur. Pilot olm ayan ben, tam da aşk a ra cılığıyla pilot o lm anın hiçbir değer taşımadığını fark etmiş olan ben (ben pilot o lm adığım dan zaten bir değer taşıyamaz), ters hir bağlantı ku ru lduğunu düşünürüm .
83
Sevdiğim kişinin, gözünde hiçbir değeri o lm am ası gereken, benim sahip olm adığım bir beceriye duyduğu bu ilgi, varlığımı değersizleştirirken, kendim e verdiğim değeri de tam am ıyla yok eder.
D oğm akta olan aşk dışardan gelen ve değer ö lçütlerini o rtadan kaldıran yabancı b ir güç ta ra fından ele geçirilir. Bu güç ise, iki taraflı b ir olgu olarak doğm akta olan aşkı geçersiz kılar. İşte bundan ö tü rü , kıskançlık paylaşılan bir aşkta var olamaz. Bu nedenle, d ışarda benzer b ir çekime sahip olabilecek hiçbir şey b u lu n a maz. Dış dünya m üm kün olanla tanımlıdır. M üm kün olan ise, gerçeğe baskın çıkamaz; geçici o lanın var olana baskın çıkamayacağı gibi. Elbette b ir şüphe, ayrılık an larında genişleyen b ir çatlak gibi doğabilir. Bu şüphe, özellikle bizim ayrılık isteğimizin gerekçesi o larak o r ta ya çıkabilir. "Bir girişimde bu lunm an ın gereği yok, o başka b ir şey istiyor, ona verebilecek hiçbir şeyim yok.” Ne var ki bu şüphe, karşılıklı kabul görmeyle çabucak o r tadan kalkar.
Doğuş d u ru m u n d a hiçbir dış değer, sevgililerin değerlerinden ü s tün değildir. Paylaşılan aşkta, sevilen kişinin ilgileri, coşkuları, insanlara karşı nezaketi, başar ısı onu sevilebilir kılan niteliklere dönüşür. Bu nitelikler sevilen kişinin değerini, buna bağlı o larak içtenliğini, saydamlığını, tü m varlığını onaylar. Öte yandan etkinlikler, başka kişilerle b ir araya gelmeler ve başarı, yaşam projelerinin birleşmesine engel o luştu rduğunda , o lum suz b ir an lam a b ü rü n ü p ayrılığın habercisi olarak görünür. Böyle b ir d u ru m d a bile, kıskançlık h isse tm eyiz. Yine de üzü n tü duyarız, zira ihmal edildiğimizi hisseder, soru larım ızın yanıtsız kaldığını görürüz. Gelecek gözüm üze zor görünür, değişmeye k a ra r verm em iz gerek iyordun Bu durum da , kıskançlık a lan ında değil, d a ha önce sözünü ettiğimiz sınam a a lan ında bulunuruz.
Eğer doğm akta olan aşk sırasında kıskançlık ortaya çıkıyorsa, b u n u n anlam ı, sevgililerden birinin gerçekte âşık olmak istemediği veya âşık olmadığıdır. Eğer kıs-
kançlik m eşru değilse -çü n k ü diğeri gerçekten âş ık tır- o zam an kıskançlık korkum uzu ve sevme, inanm a, kendimizi doğuş d u ru m u n a güvenle b ırakm a isteğimizin olmadığını yansıtır. Gerçekte, sevilen kişi bir başkasında ya da başkalarında karşı konulam az hiçbir şey bulmaz: O nun üzerinde hiçbir etkileri yoktur. Bu etkiyi biz algılarız, çünkü kendi benliğimize hiçbir güvenimiz yoktur. Bireyselliğimizin değerine inanmayız. Sevgilimiz değil, biz, dışardakilerle karşılaştırm alar yaparız. Sevgilimiz değil, biz, m üm kün olan ve değerli olm ayanı değer ö lçütü olarak kabul ederiz. K endilerine pek güven du y m ayan, birey olarak herhangi b ir değere sahip olabileceklerine inanam ayacak kadar yaşam tarafından m utsuz kılınmış insanlar vardır. Bu insanlar, doğuş d u ru m u nun o lağanüstü deneyim lerine katılırlar, am a bu deneyimlerin nesnesi olabileceklerine inanm azlar. Diğerleri -sadece diğerleri- karizm atiktir. Kıskançlık söz konusu olduğunda, sadece kendilerinde bulam adıkların ı başkalarında bulurlar.
Birinin gerçekten sevdiği, diğerinin sevmediği tek ta raflı aşk örneğini ele alalım. Sevmeyen taraf, b ir başkasının cazibesine ve bu başkasının sahip olduğu, seven tarafın sahip olmadığı b ir şeyin çekiciliğine kapılabilir. İşte bu d u ru m d a bile, âşık olan kişi başlangıçta k ıskançlık duymaz. Aşık olan doğuş d u ru m u n d a b u lunduğundan, sevgilisinin gözünde b ir başkasının değerli b ir şeye sahip olduğunu anlayamaz: Dünya kendisi için hâlâ o lasılıklardan ibarettir. Sevdiği kişinin değersiz b ir u nsu r ta rafından cezbedildiğini, değersiz b ir nesneyi a rzu lad ığını pekâlâ hisseder. Ne var ki tam da sevdiğinin a rzu ladığının değersiz o luşundan ö tü rü bununla pek ilgilenmeyip gerçek sorun kendisini dayatana kadar ihm alkâr davranır: “Sevdiğim kişi beni seviyor mu, yoksa sevmiyor mu? Eğer bu nesneler onun için önemliyse, eğer bu kişi onun için vazgeçilmezse, onu bana tercih ediyorsa, bu beni sevmediğini gösterir. O zam an bana şefkat besler, kendisine eşlik etm em i, bedenim i veya zekâmı se
85
ver, am a beni sevmez.” Doğuş d u ru m u n u n gücü hâlâ çok canlıdır; âşık olan, ne kendi aşkının ne de kendisinin niteliklerinden şüpheye düşer. Ötekinin aşkının n iteliğinden şüpheye düşer ve onu um utsuzca sevmeye devam etmekle onu artık sevmemek aras ında seçim yapm aya çalışır: Onu hâlâ sevdiğini bilirken uzaklaşm ak ve böylece aşk nesnesini kaybetm enin korkunç sü reciyle baş başa kalmak: psişik intihar. İlk başta m ü c a dele edip kendisini kılıktan kılığa sokarak, onu cazibesiyle, şiirle, bin bir türlü ilgiyle, tam bir fedakârlık göstererek elde etmeyi deneyecektir. Ancak diğerinin kendisini sevmediğini anladığında, o zam an kılıcını çekip aradaki bağları koparm aktan başka seçeneği o lm ayacaktır. Elinde kalan güç, sevgilisine uzan an ellerini kesmeye, onu her yerde arayan gözlerini kör etmeye yetecek kadardır.
Yavaş yavaş, sevdiği kişiye hiçbir arzu duym am ak için, bu aşktan kurtu lm a gerekçeleri bu lm aya çalışıp, yaşadığı şeyi tekrar o luşturm aya kalkışacak ve geçmişte yaşadığı her şeye kinle bakacaktır. Kin aracılığıyla geçmişi yıkmaya çalışacaktır; ne var ki bu kin güçsüzdür. Artık geçmiş, iradesinin dışında “böyle o ldu”ya dönüşm üştür. Vazgeçmeye karar verdikten sonra, doğuş d u ru m u n u n olağanüstü güçleri bir anda işlerliğini kaybeder.
H er türlü değeri ve um u d u tem elden yıkarak en b ü yük kabahati işlemek zorundadır. Böylece hiçbir arzusu kalm az ve ontolojik boyutunu yitirmiş olan benlik duygusu, görüntü ler dünyasına itilir. Artık hiçbir şeyin değeri ve anlam ı yoktur. H erhangi b ir şey yapabilmek için, başkaların ın günlük yaşam daki davranışlarını taklit edecek, bildiği şeyleri tekrar edecek, bildik duygulan gösterecek, içleri boşaltılm ış sözcükleri telaffuz edecektir; bu da duyarsızlaşmadır. İçtenliğin acılı dam gasını taşıyan, hissettiği tek gerçek ve derin duygu nostatji’dir: Kaybedilmiş b ir gerçekliğin nostaljisi. Nostaljiden koru n m ak için de, geçmişle savaşmak, kendindeki hınç ve nefret duygularını beslem ek zorundadır. Daha önce,
86
evet diyen varlığı, iyiyi tanımıştı; kötü ise, sadece var olmayandı. Şimdi ise, kötüyü, hayır diyen kişi olarak, o lum suzun gücü olarak yapılandırm ak zorundadır.
Şimdi de en son sorunu ele alalım. Âşık birinin, sevdiği insan kendisine, b ir başkasına âşık o lduğunu söylediğinde veya sadece, birisinden hoşlandığını, ha tta özellikle birisinden değil de, genelde başkalarını kendisine tercih ettiğini belirttiğinde, çekeceği acı d ah a mı büyük olur? Kuşkusuz ikinci varsayım, katlanılm ası en güç yıkım olacaktır. Gerçekten de, aşk nesnesi değişse de, doğuş d u ru m u n u n ulamsal yapısının aynı kaldığı u n u tu lmamalı. Âşık olan kişi, kendini çabucak başka bir âşıkta tanımlayabilir. Bu insan kendisini, b ir başkası için terk etse de bu böyledir. Terk edenin aşkını derinden hisseder ve bundan ö tü rü çekeceği acı ne olursa olsun, ona saygı duyar. Hissettiği aşk, diğerini anlam asına, ona sem pati beslemesine, onun m utlu luğunu istemesine olanak verir. Sevdiğini kaybetm esine yol açan olay, kendisi için ontolojik gerekliliğin özelliklerini taşır. Artık her türlü iradenin oyun dışı kaldığının farkındadır. Böylece, kendisini ve sevdiği kişiyi katlanılm az b ir yükten k u rta rm ak için intiharı düşünecektir. Eğer kendisi için değerli insanlarla çevriliyse, bu sefer tam aksine yaşamayı, kendisini sevdiği insanlara adam ayı seçecektir. Yeni şeylere ilgi duyam az, kendisi için herhangi bir ta tm in sağlayamazken, ta tm ış olduğu yaşam ın bir parçasını diğerlerine vermeye çalışacaktır. Bu sırada hâlâ, do ğuş d u ru m u n u n sağladığı o lağanüstü enerjiyle yüklüdür. İmkânsızlığın kaygısına rağm en, olağanüstü bir vazgeçme gücü vardır. Âşık olduğu kişinin m utlu o lm asını diler ve bu m utluluğu ona b ırakm ak için kendisini uzaklaştırır. Sevdiklerinin m utlu o lm asını ister ve kendisini on lara adar. K endisinde bu lunan olağanüstü güç, son bir kah ram anca harekette bulunm asın ı sağlar: Bir başkasına, hayatın ın ve u m u d u n u n kaynağını vermek. Ardından bu olağanüstü enerji yok olacak ve yerini d u yarsızlaşm aya bırakacaktır.
87
Tam tersi du ru m u inceleyelim. Sevilen kişi, b ir anda kendisini seven kişiye şöyle der: "Seninle sevişmektense, k arş ım a çıkan ilk kişiyle sevişmeyi yeğlerim.” Bu söz, aşkın temellerini ve değerlerini sarsacak güçtedir. Bu d u ru m d a ruh, tarifi imkânsız b ir üzün tüye boğulur, zira değerli olan her şey inkâr edilirken değeri olm ayan her şey yüceltiliyordun Gerçekliğin, kişinin dünyasıyla g ö rünüşün dünyası aras ında kalan sevilen kişi, gö rü n ü şün dünyasını seçer ve diğerini aşağılayarak ona hakaret eder. Kutsal olan kutsala isyan eder ve saygısızlığın en iğrencini sergiler. H içbir aşk dah a kötü sona eremez, zira nefret ve duyarsızlaşm a evrelerinden sonra, diğerine duyulan özlem kalır; am a bu özlem, her zam an alçak o larak anılacak birisinin lekelediği doğm akta olan aşka duyulan özlemdir.
Kıskançlık -sevilen kişiye, b ir başkasının verebileceğini vermeyi başa ram am a d u ru m u - iki kişi arasındaki mesafe büyük olduğunda, dünyaları ve alışkanlıkları a rasındaki fark belirgin o lduğunda dah a fazla olasıdır.
Öte yandan, bazı d u rum la rda kıskançlık ortaya çıkar, çünkü doğm akta olan aşkta bile sevgililerin ikisinin de aşam ayacağı b ir sınır oluşur. Örneğin eşcinsel aşk d u ru m unda. Eşcinsel aşk d u ru m u n u n o luşum u heteroseksü- el aşk du rum ununkiy le tam am en aynıdır. Gerçekten de, doğuş d u ru m u n u n kategorileri birbirinin aynısıdır. Bu nedenle aşkı dile getiren bir yazıyı okurken, bunun eşcinsel birisi tarafından mı, voksa heteroseksüel birisi ta rafından mı yazıldığını bilemeyiz; zira doğm akta olan aşkın doğası aynıdır. Eşcinsel olan Roland Barthes o harika denemesinde,* örneklerini ve dilini, aşk hakkın- daki evrensel edebivattan alır ve âşık olan herhangi biı kimseye hitap eder. Ancak doğm akta olan eşcinsel aşk, içinde kurum sallaşm aya geçişi, yani aşka geçişi daha zorlaştıran bir şey barındırır. Bu da, top lum un ve kültü-
R(,1amİ B arthes, Biı Aşk Söylentinden Parçalar, M etis Y ayınları, 1996.
88~ W ^
rün direnci ve aşağılamasıdır. Doğmakta olan eşcinsel aşk, kolektif hareketler tarafından bilinen bir simgedir. K ültür en azından bazı durum larda, nişan örneğindeki gibi, aşka geçişi garanti altına alan ku ram lar ın varlığını öngörür. K ınam anın çok daha fazla etkilediği ve cinsellikleri, daha da acım asız bir şekilde basit bir hayvan cinselliğine indirgenen eşcinseller için d u ru m bundan farklıdır. Kültürel baskı öylesine güçlüdür ki, eşcinseller aşklarından bahsederken son derece ihtiyatlı dav ran ırlar ve savunm a m ekanizm ası sonucunda çoğu kez dillerinin kabalığını artırırlar. Yine de, eşcinsel aşkın daha zor, daha şiddetli o lm asının ve sıklıkla kıskançlık ta ra fından dah a acılı hale gelmesinin en önem li nedeni, bir çocuk aracılığıyla istikrarlı b ir çift aşkına dönüşem em e- si o lgusunda bu lunur. Bu aşk bir çocuk yapm ayı a pri- o ıi yasaklar. Âşıkların her biri, karşı cinsten b ir çocuk sahibi olabilir. Eşcinsel en derin inde her zam an, bu teh likeyi, bu kıskançlığı hisseder. Unutm ayalım ki eşcinsellik, özellikle gençlerde sıkça görülen, kısa süreli b ir deneyimdir. Genç b ir erkeği seven kişi, sevdiği bu erkeğin günün b irinde karşı cinsten birini arzulayabileceğim ve özellikle kendisinin ona veremeyeceği bir çocuk isteyebileceğini bilir. Kültürel baskı, sürekli b ir tehdit o luştu ran karşı cinsin varlığı, çocuk yapm anın olanaksızlığı eşcinsel aşkı, çoğunlukla doğm akta olan aşk olarak kalmaya iter ve bu aşk istikrarlı, huzurlu bir aşka dö n ü şmeyi başaram az. Böylece eşcinsel aşk, içinde, -baz ı d u ru m la rd a - harika b ir şiirin oluşmasını olanaklı kılabilecek bir tü r kaygı, b ir tü r hüzün barındırır.
89
0/1 {jfteŞf/İC f Ğ fiö/ü/Jİ
C / / ' endimizi âşık sanabilir am a gerçekte âşık ol- mayabiliriz. Birisine karşı güçlü b ir erotik çe
kim hissedebilir, d u rm adan onu d ü şünüp onunla saatler geçirebiliriz. Bir zam an sonra ise bu ilgiyi yitirebiliriz, çünkü artık ta tm in o lm uşuzdur. Aynı şekilde b ir kişiye bağlanıp onu şiddetle arzulayabiliriz, çünkü birçok kişi ona hayranlık besliyordur. Sevilme olasılığı ya da d ah a doğrusu, hayran o lunm a olasılığı gu ru rum uzu okşayıp bizde, adına aşk dediğimiz b ir arzu ve sarhoşluk uyandırabilir. Diğer d u ru m la r hayal kırıklığı yara tab ilir. Kıskançlık ve hayal kırıklığıyla zehirlenmiş b ir aşk, bizi başka b ir aday aram aya, yeni bir aşk yaşayacağımız birisini bulm aya itebilir. Bu arayış iktidar ve başarı a r zusu, zengin ya da güçlü birisinin yanında hayran o lunm anın veya im renilm enin çekimi olabilir. Kısacası, bu b ir tü r sıkıntıdan ve sıradanlıktan kaçm a ihtiyacıdır.
Tatiller sıra dışı ve farklı b ir yaşam fırsatı yaratarak, norm alde zam an ve mekânın dışına çıkam asa da sıra dışı bir deneyime zem in hazırlar. Tatil sırasında hayran olduğum uz b ir insan, günlük yaşam çerçevesinde tekrar görüldüğünde bize uygunsuz ve donuk görünebilir. Aşk günlük ve yapısal bir düzenlem e devrimidir; yoksa günlük yaşam da bir tatil süreci değildir. Bazı du rum larda sıra dışı olan, sınırlı b ir süre için uzaktan gelmiş birisi biçiminde ortaya çıkabilir. Bu kişinin gideceğini bildiğimizden, “sonunda ona âşık olabiliriz. Bu karşılaşm a
90
nın devamı olmayacağını bildiğimizden, biraz da sanki tatildeymişiz gibi hissederiz.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklerin bizi ilgilendiren yanı, bazı kişilerin kolay âşık olma durum ların ın neden o kadar çabuk sona erdiğidir. Gerçekte, bu kişiler hiç âşık olmamışlardır. Kullandıkları dil tutku-aşk dilidir; bu da doğuş d u ru m u n u n dilidir. Bu dili kullanma- salar yaşadıkları deneyim yavan olacaktır. Onlarsa, bu deneyimi genişletip tad ına daha iyi varm ak isterler. Bu “a ş k la r ’ın yeni doğan aşkla ilişkisi, ku tlam aların devrimle olan ilişkisine benzer. K utlam a aşırılıkla ve günlük alışkanlıkların altüst oluşuyla tanım lanır. Kutlama, bir tü r ihlal olup sıra dışı ve istisnai o lanın belirlediği b ir olaydır. Ne var ki devrim den ayrı tutulmalıdır, çün kü toplum sal yapılar üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Devrim de risk o luşturan her şey, ku tlam a söz konusu olduğunda öngörülebilir, hesaplanm ış bir şeydir. K utlam anın önceden belirlenmiş bir başı ve sonu vardır. Baştan kabul edilmiş kurallara bağlıdır. K utlam a sırasında yaşanan her şey toplum sal ku ram lar ın sınırı içinde cereyan eder. K utlam a bir nevi “sanki”dir; toplum sal yapıları sarsamaz. K utlam a sona erdiğinde, her şey bitmiştir.
Bazı kişilerin filancaya âşık olup sonra da falancaya âşık olduklarını duyarız. Bu gibi kimseler her ay, her yıl yeni birisine âşık olurlar. Gerçekte yaşam da, aşk bütün radikal dönüşüm lerde olduğu gibi, sadece birkaç defa ortaya çıkar ya da hiç çıkmaz.
Bu aşk sözcüğünün bu kadar yaygın oluşu, neden sık sık iki âşıktan birinin diğerini daha çok sevdiğini bize açıklar. H em en hem en her zam an bu durum larda , âşıklardan biri gerçekten âşık olduğundan, yani gerçekten doğuş d u ru m u n a girdiğinden, diğeri ise bu m aceraya cinsel çekim, hayranlık, intikam, hayal kırıklığı, prestij arzusu, kıskançlık, tatilde olması gibi herhangi bir nedenden ötürü, aşkı önceleyen koşullar o rtada olm adan girer. Daha önce, yeni doğan aşkın dışarıya coşkusunu ve dilini iletebilme özelliği o lduğunu söylemiştik. Öyley
se âşık olan kişi, d iğerine kendi aşk dilini su n a r ve onu kendi d u ru m u n u n içine çeker. Böylelikle d iğerinde kendisinin de âşık olduğu yanılsamasını güçlendirir. G erçekten âşık olan kişi doğruluk ve doğallıkla hareket eder. Diğerine de, kendi içten ve doğal davranışını a tfe tme eğilimindedir. Eğer diğeri oynam ak istiyorsa b u n u başarabilir. Müşfik olup küçük yalanlar söylemek yeter- lidir. Âşık olan birisinin içini rahatla tm ak o kad ar ko laydır ki! Oyun oynayan, âşık olm ayan bu kişi dah a az doğal ve dah a kontrollü o lduğundan, bu oyunu sü rd ü rüp birçok şeyi kullandığından, seven kişinin zayıflıklarını, beceriksiz baş tan çıkarm a girişimlerini ve saflıklarını yakalam a becerisine sahip olur. Sevdiği kişiyi, aşkın yücelttiği gözlerle değil, he r günkü soğuk ve akılcı gözlerle görür. Bu aşırı tutku, um u tsuz gerilim, sürekli içinin rahatlatılm ası ihtiyacı ve aynı zam anda bu inanılm az yırtıcılık sevmeyen kişiye çocukça ab a r tm a la r ve olgunluğa u la şam am an ın işaretleri olarak görünür. Diğerinin d u rm ad an kendi geçmişini tekra r o luşturm ası, sürekli değişip tü m yolları denemeye kalkması sevmeyen kişiye b ir tü r yüzeysellik ve kırılganlık izlenimi verir. Diğerinin krizleri sevmeyen kişiye isterik, çelişkisi ise ne istediğini b ilm em ek ve b ir zayıflık o larak görü nür.
Seven kişi eğer yaratıcı bir akla sahipse, varo luşun sürekli olarak rüyalara, sembollere, şiirlere dönüştüğü hayal gücünün ürünleri, sevmeyen kişide megalom ani ve yapmacıklık izlenimi uyandırır. Tek kelimeyle, sevmeyen kişi gerçekten âşık olan kişiyi istikrarsız, değişken, kaygılı, saf, abartılı, m egalom an ve tem elde de içtenliksiz bulur. Eğer âşık olana biraz şefkat besliyorsa, ona yaşam projesini çizgisel b ir şekilde sunup içindeki şüpheleri, çelişkileri yok sayacak ve diğerinin şüphelerini ve çelişkilerini marazi hayaller o larak görecektir. Sevmeyen kişi sinirlenecek, âşık olana b ir sürü sitem de bulunacak ve kendisinden net bir seçim yapm asını ve gevezelikle zam an kaybetm em esini isteyecektir. Öte
92
yandan, kendisinden gerçek düşüncelerini, şüphelerini saklayacak, sanki âşık olan akla uygun davranabilirmiş gibi hareket edecek ve günün birinde, âşık olanın a rkadaşlığını sıkıcı ya da d ram atik bulduğunda, ona sitem etm ek için bahaneler arayacak, kendisiyle yeterince ilgilenmediğinden, kendisini an layam adığ ından ö tü rü onu suçlayacaktır. Ve bu hızda devam ederek, ona artık böyle devam edemeyeceklerini, çünkü istediği şekilde sevildiğini hissetmediğini, kendisini “gerçekten” seven birisini aradığını söyleyecektir. Bu, "sevgisizliğin” en yaygın şeklidir. Böylece, hiçbir zam an var o lm am ış b ir şey dile getirilmiş olmaktadır.
Bazı durum larda, tek taraflı aşk gerçekten başlam ıştır. Âşık olm ayan kişi, sessizce kendi projesini geliştirmiş ve yine sessiz sedasız karşı ta ra fa "sınam alar” d a yatm ış ve diğerinin isteklerini de s ınam a olarak görm üştür. H er şey sessizlik içinde cereyan ettiğinden, d iğeri b u n u n kapsam ını an lam am ıştır . Böylece geri d ö n ü şü olm ayan noktayı geride b ırakm ış ve b ir katil gibi o r taya çıkmıştır: Seven insan kendini kaybedebilir.
B urada sessizlikten kastettiğim, kişinin, projesinin doğasıyla, şüpheleriyle ve m ahrem düşünceleriyle ilgili h içbir şey söylememesinin yanı sıra, geri dönüşü o lm ayan noktaya vardığında kendi u m utsuzluğunu sak lam asıdır.
Buna karşılık, gerçekten seven birisi, diğerinin belli ettiği um utsuzluktan dolayı geri dönüşü olmayan noktaya vardığını fark eder. Böylece duraklar. Öte yandan, kimileri zayıflık olarak hissettikleri duyguları yaşarlar. O nlar için, um utsuzluğunu, içsel kaygısını açığa vurmak, kendisini eli kolu bağlı b ir şekilde diğerine teslim etm ektir. Bundan ötürü, geri dönüşü olm ayan bir noktada olduklarında, hiçbir şev söylemeyip açıklamazlar, yalvarm azlar ve um utsuzluğa düşmezler. Diğeri de bu du rum u anlamaz, zaten nasıl anlayabileceği de meçhuldür.
Bu güven eksikliğinin, kendi duygularını açıklam aktan çekinmenin, bu kişinin doğuş d u ru m u n d a olm adığı
93
na da ir b ir kanıt o luştu rduğunu söyleyebilir miyiz? K uşkusuz bu kişi kendini koyverm em ek için güçlü b ir d irenç gösterir, doğuş d u ru m u n d an uzak b ir güvenliğe, kesinliğe sahip olm a ihtiyacı içindedir. Ancak oyunun içine kendi kişisel deneyim leri, hayal kırıklıkları ve b a zen de fırsat yokluğu girer. H epim iz kendim izi aşka k a rşı korum aya çalışırız; bu m evcut d u ru m d a ise, kendini ko rum a d aha can lıd ır ve hedefine ulaşır. S ınam a böyle- ce acılı ve içten olur. S ınam an ın başarısızlığ ı duyarsızlaşm aya, nefrete ve nostaljiye yol açar.
Ancak durum , b ir önceki bölüm de bahsed ilen in tam aksi yönündedir. Kişi gerçekten de karşısındakin i sevmeye devam eder. K endini tam am ıyla boş hissettiği her defasında, sevdiği k işin in sözleri, m ektupları gelir aklına, ağlam aklı nezaketi de, am a hep aceleci ve kaygılı olarak. Bu kişi he r zam an geri adım atab ilir ve acısını hafifletebilir. O artık yalnızlığın deneyim ini yaşıyordur. Ama bu yalnızlığa d ah a kolay katlanabilir, çünkü p a r tneri hâlâ kendisine âşık tır ve sürekli o larak kendisine aşk ın ın kanıtların ı sunuyordur. Bu kan ıtla r yetersizd ir kuşkusuz, çünkü artık için in derin lik lerinde ne istediğine karar verm iştir am a yine de tatlı kan ıtla rd ır bunlar. Artık sevm iyordur, çünkü hiç güveni kalm am ıştır, yine de sevildiğini h issetm ek hoştur, özellikle sevdiği kişi üzerinde b ir gücünün olduğunu hissetm ek hoştu r. Bu öyle büyük b ir güçtü r ki, d iğerini kendisin i o lduğu gibi kabul etm eye zorlar. Bu güç sayesinde, diğerin i aşağılayarak kendi geçm işinden kurtu lu r, başka şeyleri yaşam aya, başka şeyleri aram aya hazırlanır. Belki de bu yeni b ir aşk olacaktır. D iğerinin içten, derin ve gitgide u m utsuz olan aşkı, ona, diğerine ihtiyacı olm ayacağı zam ana kadar düşüncelerin i toparlam a fırsatı verir.
K ısacası bu gerçek "sevgisizlik”tir. Ayrılma girişim i başarılı o lm akta, s ınam alar uygun zam anda devreye girm ekte, tek taraflı te rk etm e kararı gerçekleşm ektedir. Ayrılık, sevilm iş olan kişiyle beraberken icra edilir ve bu kişi ona hâlâ âşıktır. K orunm asız olan bu kişiye karşı
in tikam ın sert iktidarı uygulanır. Bu kolay b ir görevdir, çünkü dayanm a kapasitesi m üth iştir. U m utsuz b ir şekilde anlayıp uzaklaştığ ında bu tam b ir duyarsızlaşm a olacaktı] . B una karşılık, âşık olm ayı sona erd irm iş” olan, özgürlüğüne kavuşm uş olacaktır.
95
C9/ı ı (/(t/iç/ Ö&ölünı
C* ıra dışının ortaya çıkm ası olan doğuş durum unda- ki aşk, sıradanlıkla sona erebilir. Doğuş d u ru m u n
daki aşkın, hem birleşm e ve bireyselleşm e ihtiyacı hem de her b irim iz için en önem li olan şeyin aranm ası o lduğunu hatırlayalım . Ne var ki, iki bireysel proje farklıdır ve b irb irlerin in karşısında yer alırlar. Doğuş d u ru m u n daki aşk, sonunda tek olm ası gereken bu farklılık gerili- m inden beslenir. Doğuş durum undaki aşk, tam da âşıkların ikisi de farklı o lduklarından ve kişiliklerini doyasıya geliştirm eyi, en içten dileklerini gerçekleştirm eyi ve bü tü n bun ları beraber yapm ayı arzuladık larından , değişim i gerektirir. Âşık olduğum uzda, kendi yazgım ızın an lam ını bulm aya çalışırız. Projelerin bu karşılaşm asında ve çatışm asında, partnerlerden biri, d aha önce birçok defa gerçekleştirm eyi isteyip de gerçekleştirem ediği bir um u t besleyebilir. Bu um udu bulm asıyla birlikte içinde, daha önce yaşadığı kaygılar, savunm a m ekanizm aları ve korkular uyanır. Âşık kişi hem bu um udu ister hem de bundan çekinir ve her türlü önlem i alm aya çalışır. Diğerin in farklılığı âşık kişiyi çeker, çünkü bu farklılık ona yeni yaşam perspektifleri açar. Ancak aynı zam anda, âşık olan kişi kendini güvende hissetm ek için bu farklılığı sınırlam aya da yeltenir. Bu coşkun canlılık onu korkutur. Bu canlılığı ister istem esine am a dizginlenm iş olarak.
Âşık o lduğum uzda, diğeri bize her zam an yaşam dolu o larak görünür. G erçekten de âşık o lduğum uz kişi,
96
bir nevi yaşam ın yaratılış esnasında vücut bu lm uş halini, bu yaşam ın çoşkusunu ve hep gitm ek isteyip hiç gidem ediğim iz yönünü tem sil eder. Sevdiğim iz kişi böyle- ce önceden kestirilem ez, çokbiçim li, serbest b ir yaşam gücü olur. K endisini, inanılm az derecede güzel ve yaşam dolu, harika b ir vahşi hayvana benzetebiliriz . Öyle b ir hayvan ki, doğası gereği uysal ve zayıf değil, isyankâr ve güçlüdür. D aha önce bahsettiğ im iz “lü tu f”, böyle b ir yaratığın bizim karşım ızda uysallaşıp bizi sevm esindeki m ucizedir. Sevilen kişi, hem özgür ve özgürleştiren b ir güç olduğu için hem de önceden kestirilem ez ve korku tucu olduğu için bizi çeker ve bizim h o şum uza gider. İşte böylelikle, aşka gö tü ren “s ın am alar” sürecinde, çiftlerden daha korkak olanı diğerini sınam a am açlı ve hep si de onu uysal, zara rsız ve güvenilir kılm aya yönelik birçok sın ırlam alar, b irçok küçük vazgeçişler dayatır.
Bu dayatm alara m aruz kalan ise, yavaş yavaş b u n la rı kabul eder. D aha önce görüştüğü arkadaşlarıy la artık p rogram yapm az. Y olculuk eden birisiyse, a rtık evde kalm aya başlar. İşini seviyordur, ancak kendin i sevdiğine adam ak için bu işi ihm al eder. Sevdiğini rah a ts ız e tm em ek için, fark e ttirm eden , onu ted irg in edecek her şeyden kendini a rınd ırır. H er şey derken, söz konusu olan sadece b ir sü rü küçük fedakârlıktır. B un ların h içbiri ne büyük b ir önem e sah ip tir ne de geri d önüşü olm ayan b ir noktaya ulaşır.
Âşık olan kişi, sevdiği kişinin m utlu o lm asın ı is ted iğinden gönüllü o larak davranışın ı değ iştirm ek ister. Sevdiğinin o lm asını istediği kişi o lm aya çalışır.
Aşık olan kişi yavaş yavaş evcil, her zam an hazır, her zam an m in n e tta r b ir konum a gelir. Böylelikle, m u h te şem vahşi hayvan evcil b ir hayvana dönüşür; o rta m ın dan koparılm ış tropikal çiçek, pencere ken arın a konm uş küçük vazonun içinde solar. K endini güvende hissetm ek isteyen ve yeni o landan kork tuğu için sevdiği kişiye bu değişim i dayatan diğeri ise, so nuçta sevdiğinde bulduğu ve keşfettiği şeyi bu lam az olur. Artık k arş ıs ın
97
daki kişi, eskiden tanıyıp tam da farklı ve yaşam dolu olduğu için tu tu lduğu kişi değildir. Kendi korkularından yola çıkarak sevgilisinin değişm esini istem iştir. Şim di ise korkuların ın , boşluğunun sonuçlarıy la karşı karşıya kalır ve artık onu sevmez. Bu durum , genç b ir kıza âşık olan, böylece bu genç kızın gençliğine ve potansiyeline âşık olan olgun erkeklerde çok sık görülür. Ancak bu olgun erkekler bu genç kızdan k o rkarla r ve sonunda yavan, h izm etkâr ruh lu birisi o lana kadar ondan işini, a rkadaşların ı, cilve yapm ayı b ırakm asın ı, a rtık çekici olm am asın ı isterler. Böyle o lunca da, başka b ir genç kızı a rzu lad ık ların ı fark ederler: yok ettikleri genç kızı.
Bu örnek rastgele seçilm edi, çünkü özellikle kad ın lar bu tü r şiddete m aruz kalır ve bu role alışırlar. K adınlar, kim seye bağlı o lm adık larında özgürlüğün gücünü tem sil ederler ve bundan ö tü rü arzu lan ırlar. Aynı kad ın lar d ah a sonra evlerin duvarları arasına , harem lere, sayısız sın ırlam aların içine hapsedilirler. E trafları, aslında a rzu edileni istem enin neden olduğu korkunun b ir yansım ası olan kıskançlıkla çevrilir. Böylece, sadece doğm akta olan aşkın değil, aşkın kendisin in de sona erdiği yer olan günlük yaşam ın sıradanlığ ına teslim olm ak zo ru n da kalırlar.
B eraber olduğu kişinin özgünlüğünü, farklılığını, yaşam enerjisini elinden alıp onu s ıradan laştırm a ihtiyacı kad ın larda da görülür. K adın bunu kısm en, yüzlerce yıl boyunca erkekten öğrenm iştir. Evcil b ir hayvana dön ü şm eye zorlanm ış olan kadın, kendini savunm ak için, e rkeğe de aynı kaderi yaşatm ak zo runda kalm ıştır. Derin b ir güvensizlik, kadını kolay ve kontrol edilebilir b ir güvenlik aram aya iter. Y aşam sal coşkudan m ahrum , hep aynı bildik şeyi tek ra r eden b ir kişiden daha kolayı, d a ha kontrol edilebilir olanı yoktur. Böylelikle, ikisinin de yoğun b ir ilişkiyi istem ekten korkarak, kendilerini çabucak sıkıntının, kırgınlığın ve hayal kırıklığının içinde buldukları du rum larla karşılaşırız. D ahası, b in lerce garan ti ve sın ırlam ayla, şu var olm ayan "m utlu ve huzur
dolu b ir yaşam sü rd ü le r ’i bu ldukların ı sanarak , yukarıdaki yaşantıyı ivedilikle ben im serler bile. A rdından, pişm anlık ların ı ve düş kırıklıklarını ikide b ir akıllarına getir ir ve ellerinin a ltında olup da yok ettikleri şeyleri rü yalarında yaşatırlar.
Belki de, en sık karşım ıza çıkan bu senaryoya uygun olarak, doğm akta olan b ir aşk yavaş yavaş sona erer. Ama başka senaryolar da vardır. B unlardan biri, sıra d ışı o lduğunda güzel olan b ir şeyin, günlük yaşam da d a yanılm az hale geldiği o lgusunda yatar. B irçok kişi, to p lum sal saygınlığı olan birisine âşık olur. Örneğin bu kişi şarkıcı ya da piyanist, boksör veya kayak öğretm eni ya da yazar olabilir. Piyanist örneğini ele alalım . B urada, sıra dişilik m üzikal başarıd ad ır ve bu aktivitenin m erkezinde olm aktır; gösteri dünyası top lum sal olarak sıra dışıdır. B ununla birlikte, b ir piyanistle yaşam ak başka b ir şeydir. Bu tü rden bü tü n m esleklerde benzer du ru m yaşanır. G erçekten de bu tü r m eslekler özel yaşam da disiplinden, denem eden, sürekli b ir varış çizgisi, b ir sonuç, b ir m ükem m ellik aray ışından oluşur. Seyirciler bü tün bu arayışı ve ru tin i görm ez. Âşık kişi ise başarı ta rafından büyülenm iştir; ön p landa o lm adan dahil olm ayı ve işin zorunlu lukların ı öğrenm esi gerektiği bu alçakgönüllü, karışık çalışm a sürecini ak lına getirm ez. Böyle o lunca da, hayal kırıklığı kaçın ılm az olur.
Öte yandan, bu olaylar profesyonel o lm ayan nitelikler söz konusu o lduğunda da yaşanır. Ö rneğin bazı e rkekler canlı, girişim ci, zeki ve aktif kad ın lardan hoşlanırlar. A rdından da, bu kadınların , kendilerin i sersem e çevirip üzerlerinde egem enlik kurduk ların ı fark ederler. B aşkaları, kendileriyle b ir çocukla ilgilenir gibi ilgilenen şefkat dolu, anaç kad ın lara âşık olurlar. Sonrasında da, kendilerini küçük çocuk gibi kontrol a ltında hissederler.
Şim di de başka b ir örneği inceleyelim : Birçok kişinin kendine sorduğu soru ları soralım . D irenen, kendini a r
99
zu latan b irisine çok daha kolay âşık o lunduğu doğru m udur? İki kişi a rasında seçim yapm ak gerektiğinde, bizi sevene değil de, tam aksine, huysuzluk edene âşık o lduğum uz doğru m udur? Çok az da olsa, b ir doğru luk payı olan bu görüş, çok yaygın b ir görüştü r. İşte doğ ru su: Doğuş d u rum undak i aşk, farklılığı ve o lağanüstü olanı arar. Âşık o lm ak üzere olan b ir kişi, uzun süreden beri kendisini sevip kendisine ku r yapan birisine kolayca âşık olm ayacaktır. O nu zaten tanıdığı için, bu a lte rnatifi önceden d ü şünm üştü r. B undan ö tü rü , m üm kün o lan ın keşfi o lan doğuş d u ru m u bu kişide o rtaya çıkamaz; zira, diğeri zaten geçm işe, b ilinene aittir. Bu kişi, eğer aray ışında hayal k ırık lığ ına uğrayıp karşılık a lam am ış olsaydı, bu a lternatifi değerlendirird i. Sadece bu d u rum da, geçm işine dönüp ilk kişide bulam adığ ı an la yışı ve rızayı bu lacağ ından em in, kendisini seven kişiye sığınacaktır. Öte yandan , b irinci kişiye âşık o lam am ıştır, çünkü bu kişi aşk tan kaçınm ıştır ve aynı zam anda bu kişi yeni, farklı, b ilinm eyen ve m üm kün o lana açık b irisid ir. Zaten kendisini seven ikinci kişiye dönerek, m üm kün o lanın keşfinden, kısaca, doğuş d u rum undak i aşk tan vazgeçm ektedir. Böyle davranarak , tek ra r âşık olm az; âşık o lduğunu sanıp sevgi besleyebilir, kuşkusuz bü tü n b ir ö m ü r bu kişiyle yaşayabilir; ancak söz k o n u su olan, doğuş d u ru m u n d ak i aşk değil, sadece aşk o lacaktır. Eğer kendini âşık o lduğuna inand ırırsa , b ir zam an sonra âşık o lm adığım fark edecektir. G erçekte, çok d ah a önceden doğru olan ve görm ezden geldiği b ir şeyin farkına varır.
Şim di de son örneğe geçelim: Sönüp giden doğuş d u rum undak i b ir aşk örneği. Belki de fark ına varm adan , geri dönüşü o lm ayan b ir noktayı a rd ında b ırakan b ir b irey örneği. Geri d önüşü olm ayan b ir nok tan ın nerede bu lunduğunu kim se bilem ez. Sadece içten içe b ir isyan, b ir um utsuz luk , duyarsızlaşm ayı -b azen b irkaç sa a t-
100
önceden hissedebilm e ipucu verebilir. Ne var ki, geri dönüşü olm ayan noktanın m askelendiği, b ir tü r gönül yüceliğinin arkasına gizlendiği veya diğerin in , b ir gün işlerin değişeceğini im a ettiği d u ru m la r olabilir.
Çalışan b ir kadın örneğini düşünelim : Bu kadın işini seviyordur, ancak sevdiği erkek, ondan işini b ırakm asını ister, çünkü işi gereği yer değiştirm ek zo rundad ır ve gittiği yerde karısı için iş yoktur. Böyle b ir d u rum da, kadın, d ah a son ra işine kavuşacağını um arak , bu isteği kabul edebilir. Erkek, ona, bun u n sadece geçici b ir dönem o lduğunu, sonrasında her şeyin değişeceğini söyleyebilir. Ne o lu rsa olsun, geri d önüşü o lm ayan noktaya u la şılm ış, kadın işini b ırakarak kariyerin i tehlikeye sokm uş ve bu erkeğin peşinden gitm iştir. Yavaş yavaş ilgisinin, yaşam gücünün kalm adığını, terk ettiği şeyi gitgide d ah a fazla arad ığ ın ı fark eder. K adının aşkı sönüp gider.
Bazı du rum larda , yaşam daki küçük olaylar, geleceğe havale edilen veya paran teze alınan şeylerin, geri d ö n ü şü o lm ayan nokta o larak görünm elerine neden olur. Bir kadın, tu tku lu b ir şekilde çocuk sahibi olm ayı istem iş am a aşkını m ahvetm em ek için bu isteğinden vazgeçip başka b ir zam ana ertelem iş olabilir. Ne var ki, o laylar hızla gelişir: B abası ölür, a rd ın d an annesin i kaybeder, yaşlandığının fark ına varır ve işte, negatif güçlerin k a rşısında, yaşam verm e gücü, yeni b ir değer kazanır. Bir çocuk sahib i olm ak, ö lüm ü yenm ek an lam ına gelir. D aha önce ertelenm iş olan şey, acil du ru m haline gelip pro jenin en önem li öğesi olur. (Aşkın doğm uş olduğu) A nlaşm a, tek ra rdan so rgu lan ır ya da ihlal edilir; çelişki tek ra r patlak verir ve bu sefer ertelenem ez. Bu en önem li ihtiyaç, anlaşılm ayı ve kabul edilm eyi bekler. Aksi tak dirde, aşk artık gerekçesi olm ayan b ir bencilliği, hoşgö- rü lem ez b ir anlayışsızlığı tem sil eden b ir kişinin k arş ısında yavaşça sönüp gider. G eçm iş tek ra rdan değerlendirilerek, neyin verildiğinin (çok fazla şey) ve neyin a lın dığının (h içb ir şey) hesabı yapılır. Aşk, hınç duygusu eşliğinde ölür, an ıla r bile yok o lu r gider.
Yaşam boyunca, geri dönüşü olm ayan nokta ların o rtaya çıkışı, düşünü ldüğünden çok daha fazladır, ikincil önem e sahip görünen şeylerin, b irinci dereceden önem li oldukları görülür. Böyle b ir durum da, her şey, aşkın yavaşça dindiğini gösterir. Gerçekteyse, tam tersine, dikkatli b ir göz, çelişkinin tek rardan su yüzüne çıktığın ın ve gizli b ir um utsuzluğun ayırdm a varır.
(9/ı y /c ( /ü f c / f/yö /fh ıt
y caba yıllar boyunca b ir k işin in diğerine âşık kala- bilm esi m üm kün m üdür? Evet.
A caba yıllar boyunca iki k işin in b irb irine âşık kalabilm esi m üm kün m üdür? Evet.
İlk bakışta b u nun im kânsız o lduğunu düşünürüz, çünkü yeni doğan aşk ya yitip giden ya kurum sallaşan ya da sönüp giden b ir geçiş du rum udur. G erçekten de yeni doğan aşkın no rm al akışı böyledir. Öte yandan p ro jen in , doğuş d u ru m u n u o lduğu gibi devam ettirm e p ro jesi olduğu istisnai ö rnek ler vardır. Bu d u ru m d a kişi, d iğeri u laşılm az ya da ölm üş olsa bile, onu tu tkuyla sevmeye devam eder. Aşk, eğer reddedilm ediyse, tam da d iğeri u laşılm az olduğu için -H elo îse ve A baelardus’un ayrılığını, D ante’nin B eatrice’in in ölüm ünü, P etrarca ve L aura’nın evliliğini son ra da ö lüm ünü d ü şü n e lim - im gelem de yaşam aya devam eder. Eğer b ir başarısız lık ya- şandıysa, bu olay cereyan etm ez. Bu d u ru m d a bilinç geçm işiyle, “ böyle o ldu” duygusuyla savaşm ak zo runda kalır.
Ne var ki, diğeri evet dediğinde ya da yalnızca, hayır dem ediğinde, o zam an aşk ın bü tü n yaratıcı yetileri bu diğerine yönelebilir. Gerçeklik r ü y a y ı yalanlayam ayaca- ğm a göre, aşk o lağanüstünün alan ında yaşam aya devam eder.
B urada söz konusu olanı an lam ak için, iki âşığın, ayrıld ıkların ı değil de, aşılm az olduğunu düşündükleri b ir
103
dış engelin araya girm esinden ö tü rü b irb irinden uzak kaldıkları zam an aralığını düşünm em iz yeterli olur. Böylelikle, âşık ların her biri d iğerin in kalb inde yaşar. Aşk, diğeri o rada o lm adığ ından sevgili için sürekli b ir ıstıraba, b ir acıva dönüşür. Ama aynı zam anda aşk h atırada , bekleyişte ya da sadece, d iğerin in kendisine beslediği aşk düşüncesinde doruğa çıkan sürekli b ir sevinç kaynağı halin i alır. Böylece, insanı a ltü s t edip içini ısıtan bu derin aşkla k ıyaslandığ ında yaşanan her şey önem siz gözükür. Yaşam doğal akışı içinde devam edip hareketli, cöm ert b ir yaşam olabilir, çünkü her d u ru m da etik ve duygusal m erkez var o lan ın d ışında kalıyord u n Artık aşk, ru h u n susuzluğunu g iderip dünyaya tekra r dönebileceği, yenilenm enin iç bölgesi, m üm kün o landan uzaklaştırılm ış b ir ada, çölün o rtas ın d a b ir gül bahçesine dönüşür. B ütün b u n la r m istisizm e oldukça yakındır.
İlahi Komedya, sevilen kadının , Tanrı ya giden m istik b ir yolculuğun rehberine ve refakatçisine dönüştüğü büvük b ir m istik şiirdir. M istisizm in tem elinde, bu a ra cı figür o rtadan kalkar ve aşk dolaysız o larak T anrı’ya yönelir. Ancak gerçekte, bu aracı figürün karşım ıza çıkm ası az ra s tlan an b ir şey değildir. Azize Claire ve Aziz F ranço is arasındak i ilişkiler, doğm akta olan b ir aşkın T anrısallığa ak tarılm ış (veya yüceltilm iş) tüm özelliklerin i taşır. M evlana Celaleddin R um i, çok sevdiği b ir erkek olan Şem s Tebrizi o rtadan kaybolduktan ya da ö ldük ten sonra, İslam 'ın en büyük m istik şiirini, Mesnev iy i ve D ivan’m lirik derlem esini yazar. M esnevi’de, bu erkekten hiç bahsetm eyip sadece T anrı'dan bahseder. Öte yandan, şiirin birçok bölüm ü öylesine som ut ve iç parçalayıcı b ir aşkın izlerini ta şır ki, a rkadaş-insan figürüyle a rkadaş-tan rı figürü iç içe geçer. B una karşılık Divan, tam anlam ıyla Şem s T ebrizi’ye adanm ıştır. B urada şair, sevilen arkadaş aracılığıyla T anrı'dan bahseder.
M istik aşk, doğm akta olan b ir aşk o larak kalır; zira, a rkadaşla ya da T anrısal sevgiliyle h içb ir karşılıklı an t
104
laşm a m üm kün değildir. Biri sadece sevebilir, diğeri sadece sevilebilir ve herhangi b ir garan tisi o lm ayan yanıtı da, her zam an ve her d u ru m d a b ir " lü tu f’tur. Bu m u tlak asim etri ve m esafe yüzünden, kişi m istik aşkı her zam an, karşısındaki her şeyin olasılık o lduğu b ir aşk o larak gösterir. Tam da bu m esafe nedeniyle, m istik aşkta bizi etkileyen şey, b ir sürekliliğin, m ucizevi b ir şekilde sevince dönüşen kesintisiz b ir acın ın varlığıdır. "Sağlığım ve acım , senin elinded ir” diye yazar R aym ond Lul- le. “Beni ne kad ar çok iyileştirirsen, b itkinliğim o kadar arta r, bana ne kad ar acı verirsen, beni o k ad ar sağlıklı yaparsın."*
Avilalı Azize Teresa'ya gelince, m istisizm in en son ve en yetkin aşam ası olan yedinci aşam aya ilişkin şöyle der: "R uhta büyük b ir acı çekm e arzusu vardır, y ine de kaygı duym az, çünkü T an rı’nın iradesin in kendisinde gerçekleşm esini öylesine çok üm it eder ki, O n u n k ara r verdiği her şeyi m em nuniyetle karşılar: E ğer Tanrı acı çekm esini isterse, o zam an acısını çekecektir, eğer istemezse, b u ndan ö tü rü um utsuz luğa kap ılm az.”** M istik aşk bize, aşk d u ru m u n u n h içb ir şekilde ö tek in in n iteliklerine bağlı o lm adığını açıkça gösteriyor. Bu sadece b izim olayları görm e biç im im iz (düşünm e, hissetm e, algılam a, hayal etm e vb), yani zihnim izin yapısındaki içkin u lam sal b ir sistem dir. H er şeyi olduğu gibi değil, nasıl kuruyorsak öyle görürüz. M istik aşk, nesnesini, doğuş d u ru m u n u n kategorilerinden itibaren o lu ş tu ru r ve var olan b ir kişiyi kullanam ayacağı için (hayalinde d önüştü rm e am açlı), saf ve ideal nesnesini o luştu ru r.
Çağdaş kültür, b u n u n yaşam ak o lm adığını söylüyor. B una ben de katılıyorum , yine de kabul etm eliyiz ki, m istisizm , b in lerce yıl boyunca, çok önem li ve Çok yoğun b ir yaşam biçim i o lm uştur. G erçekten de, seven kişi için, nesnesi her zam an gerçekliğini korur.
* R aym ond Lulle, a.g.e."* Avilalı Azize T eresa , I,c Cltâleatı interieıır.
105
Aslında, doğm akta olan aşkta da sevilen kişi gerçek m idir? B urada da, sevilen kişi hayalin b ir ü rünüdür. Ancak b u rada hayal, b ir proje olarak, kendini gerçekleştirmek, dünyada cisim leşm ek için gerçekliği değiştirm e isteğiyle ortaya çıkar. Bu im kânsız b ir am açtır; zira, her zam an b ir olasılık, b ir neden, üstesinden gelinm esi gereken b ir o lgular bü tünü bu lunur. H er tü rlü cisim leşm e b ir kayıptır. Uzun süren her aşk du rum u , b ir tek hayalde tasarlan ab ilir ve o rada devam edebilir. Bu da, iki sevgiliyi, hepim izin her şeyden çok istediği buradaki ve şim diki som ut gerçekliği görm ezden gelm eye zorlar.
D oğm akta olan aşk, her şeyi olgusal, som ut ve prag- m atik olarak gerçekleştirm eye çalıştığı oranda, sönüp yok olm aya da m ahkûm olur. Sonuna kadar m antıklı kalıp o lağanüstü deneyim den vazgeçtiğimizi, bunu aram adığımızı, istem ediğim izi veya bu şekilde istem ediğim izi söylem em ek daha iyidir. Sadece doğm akta olan aşkta değil, doğuş durum unun her sürecinde böyledir. Fanatizm in en korkunç deneyim lerinin tem elinde, her şeyi som ut olarak hem en istem e girişimi bulunur. V ar olan, gerçeği h içbir zam an tam am ıyla tem sil edem ez. Herhangi b ir yerde, yeryüzü cennetinin gerçekleştirilebileceğini idd ia etmek, fanatizm in alanına girer. V ar olan her şey, daha güzel hale gelebilir am a hiçbir zam an m utlak, m ükem m el, değişm ez ve bü tün olam az. Bu her zam an, m üm kün olanla gerçeğin kesişm e noktası, m üm kün o landa gerçeğin az çok belli olduğu nokta, m utlağın açığa çıkm ası”dır. Sevilen nesne, am pirik ve değişm iş olarak kalır. Mistik, var olanı ortadan kaldırarak, onu basit b ir olasılığa indirgeyerek sorunu çözer. Gerçeği, saf sezginin nesnesi olarak tanım layıp ayrı b ir yere koyar. Başka tü rlü söylersek, mistik, doğuş du rum una özgü zihin yetilerinin işleyişine ve nesnelerini tasarlam asına karışm az.
Öte yandan, sevgililerin b irin in ya da ikisinin bu evredeyken, aşklarım günlük ve eksiksiz cisim leşm e deneyim ine tab i tu tm ad ık ları için bu yönde çok ileri gidebildiklerini anlarız. Böylece devrim başarısız lığa uğrarken,
106
ideal var o landan ayrılır ve karşılaşm anın m eydana geldiği düşsel a lana dönüşür. İki sevgili, som ut yaşam larını sürüp dünya olaylarını yaşar, m ücadele eder, b ir şeyler o lu ştu ru rla r ancak ilişkileri o lağanüstü b ir boyutta devam eder. Bu çok karşım ıza çıkm asa da, binde b ir rastlan ılır b ir şey de değildir. Üstelik, bu kişiler aşk larından bahsetm edikleri için, böyle b ir şeyin fark ına varm ak kolay olm az. B urada düşsel b ir alan söz konusu olduğundan, sevgililer bu alanı olağan şeylerden ta m amıyla ayırıp bu konuda tam b ir u tangaçlık göstererek ihtiyatlı davranırlar.
Öte yandan, bu tü r aşkın sadece m anevi ya da “p la to nik” b ir aşk o lduğunu da düşünm em eliyiz. Tam aksine, son derece cinsel ve erotik b ir aşk da olabilir. Pekiyi bu aşk niye bu k ad ar seyrektir? E lbette çok seyrektir, çü n kü doğm akta olan aşk, var olanı som ut o larak tek ra r o luşturm ayı, yeni kişinin etra fında geçm iş, şim diki ve gelecekteki yaşam ını, örnek o luştu racak şekilde yeniden düzenlem eyi tasarlar. Proje, he r zam an için günlük yaşam ın dönüştü rü lm esi projesidir. Bu dönüştü rm eden vazgeçm ek ise, birçok insan ta ra fından başarısız lık o larak değerlendirilir. B undan vazgeçen herkes, özel şa rtlarda b u lunuyordu r ve genelde de, sonuç a lınam ayacağı belli o lan başka yolları denedikten son ra vazgeçer. Böyle b ir doğaya sah ip olan b ir aşkın ise, devam edeb ileceğinin garan tisi yoktur. Bu aşkı, tam ve som ut b ir o rtak beraberlik a ltında gerçekleştirm e projesi tek ra r o lu şur. A rdından, çoğu kez aşkın sönüp gitm esine neden olan başka b ir girişim de bulunulur.
Gerçekle düşsel olan, var o lanla olası a ras ın a yerleşebilecek bu ilginç ilişki, cinsel ilişkilerdeki fantezilerin farklı an lam ların ı değerlendirm em ize o lanak sağlar. Birçok kişi, cinsel ilişkileri sırasında, başka b ir kişiyle, kişilerle ya da aynı kişiyle am a farklı b ir d u ru m d a seviştiğini hayal eder.
Doğuş d u rum undak i aşkta da, âşık o lan kişi aynı şekilde hayal gücünü serbest b ırakıp başka kişilerle yaşa
107
dığı m aceraları düşler. Ne var ki bu fantezilerin , daha önceden denenm iş olan şeylerin değerini ve niteliklerini sevilen kişiye atfe tm e özelliği bu lunu r. S onunda d iğerleri o rtadan kaybolur ve geriye b ir tek sevilen kişi kalır. Aynı zam anda âşık, sevgilisinin b ir başkasıyla o lduğunu d a düşleyebilir veya sevgilisinin geçm işte ilişkide b u lu n duğu birisin in yerini aldığını da hayal edebilir. Bu d u ru m d a bile, bu fanteziler, varo luşun b ir değeri olan tüm öğelerini kendim ize dahil etm eye çalıştığım ızı gösterir. K ıskanç olm ak, aynı zam anda b ir değer atfetm ektir. Böylelikle, k ıskanılan kişinin yerinde olm ayı hayal e tmek, bu kişiyi b ir değer o larak geçersiz kılm ak, onun yerine geçip geriye ondan h içb ir şey kalm am asın ı istem ek an lam ına gelir. B aşkalarıyla cinsel ilişkileri olan sevgilideyse tam tersine, süreç tem elden farklılık gösterir. İlk d u ru m d a sevgili, düşlerin i içerik lerinden a rın d ırıp sevgilisine uyarlam ak için kullanırken, bu ikinci d u rum da, tam aksine, düşler cinsel p artn e re yönelik değildir. Âşığın ilişkide bu lunduğu kişi kim o lursa olsun, âşık sevgilisiyle seviştiğini hayal etm eye devam eder ve fantezi kurm adığ ı ölçüde, o anda yaşadığı cinsel ilişkiden, âşık olduğu kişiyle d ah a son ra harika b ir şekilde yaşayacağı b ir deneyim elde eder. Böylece şu çelişkiye varıyoruz: Sevm ediğim iz b ir kişiyle sevişebiliriz, am a bu gerçekten onun la seviştiğim iz an lam ına gelmez; öte yandan , sevdiğim iz kişiyle hiç sevişm eyebiliriz, am a seviştiğim iz tek kişi o olur. G erçekte, d u rm ad an p a rtn e r değiştirip aynı kişiyle sevişen in san lar vardır. Üstelik bunu ne g rup terap ile rinde itira f ederler ne de p sikanalistlerine açılırlar.
108
O/ı f i e//züı e/ O&ö/üf/ı
oğuş d u ru m u n d ak i b ir aşk, y ılla r boyunca b a şlang ıcındak i tazeliği ko ruyan b ir aşka d ö n ü şeb i
lir mi? Evet. İki p a rtn e r, b e rab e rce yeni ilgi odakları keşfettik leri, ilginç, m acera do lu ak tif b ir yaşam sü rm eyi b aşa rd ığ ın d a ya da b erab e rce dış so ru n la ra göğüs gerd iğ inde bu m üm kün o lab ilir. E lbe tte bu so ru n lar çok ciddi so ru n la r o lm am alıd ır, çü n k ü aşk söz konusu o lduğunda , b ü tü n dış zo rlu k la r içeriye yansır ve p ro jelerin uyuşm azlığ ına dö n ü şü r. Ne var ki, âşık ların geçm işleriy le h içb ir ilgisi o lm ayan zo rlu k la r da vardır; bu d u ru m d a , ortak bir proje için yan yana m ücadele ederler. Böylece, iki pro je b irb iriy le kaynaşır; karşılık lı b irb irle rin e dayattık ları ödevler d a h a kolay hale gelir, çünkü engel içsel (b ir redded iş gibi) değil, dışsal o la rak y aşan m ak tad ır. O rtak eylem , h e r ikisini de ilgilend iren beraberce b aşa rm a isteği, b ir dayan ışm a ya-
M acera ve sıra dışı olan, her d u ru m d a çok önem li öğelerdir. Doğuş d u rum u , günlük yaşam ın b ir devrim i- dir. B una bağlı olarak, doğuş d u ru m u günlük yaşam ı sarsabildiği du rum da, başka tü rlü söylersek, yaşam yeni, ilginç ve istenen başka b ir yön a ld ığ ında d aha da genişler. Böyle d u rum larda , doğuş d u ru m u n u n o lağanüstü enerjisi iki âşığa, çeşitliliği ve bilinm eyeni göğüsleye- bilm eleri ve beraberce zorlukların üstesinden gelebilm eleri için inanılm az b ir güç ak tarır.
ra tır .
109
Âşıklar b ir yolculuğa çıktıklarında, b ir m aceraya giriştik lerinde, uzaktaki yeni b ir işi kabul e ttik lerinde kendilerinde ve yalnızca kendilerinde b ir güç ve dayan ışm a keşfederler. Bu nesnel olgu, âşıkların içgüdüsel o larak anladıkları şeyi doğrular: Güçleri, beraberlik lerinden ve aşk larından doğar. Ancak çeşitlilik, yenilik ve sıra dışı olan çok daha ince b ir yol izler: Bu nitelik ler günlük yaşam ı uzak laştırıp projenin gerçekleşm esini sürekli tehlikeye atan geçm işin yükünü hafifletir. B unun olabilm esi için, âşık ların bilinm eyen bölgelere g itm elerine gerek yoktur. Kendi top rak larında da ka lab ilirler; am a bu toprak ları yeniden bam başka b ir şekilde dolaşm aları gerekir. K endileri için anlam yüklü yeni güzergâhlar bulabilm ek zorundadırlar.
Âşıklar alışılm ış güzergâhlarla sınırlı kalm ak zo ru n da olup durm adan önceden yaşam ışlık duygusuna kap ılırlarsa, “böyle o lm uştu”, m üm kün olanı o rtad an kald ırır. B enzer olanın tekrarı, önceden yaşanm ış deneyim leri tek ra rdan yaşam a zorunluluğu, bilinen, hayal ed ilen, yaşanan aynı engellerle karşılaşm ak kadar h içb ir şey yeni doğan aşkı yıkam az. Tarihi yeniden yo rum lam ak, geçmişi yeniden icat etm ek yerine, bu defa geçm iş tekrardan ortaya çıkıp şimdiyi ve geleceği tek ra rdan o luştu rur. Öte yandan, biri için yeni olan, diğeri için yaşanm ış b ir şey olabilir ve yeniden tek ra ra dönüş olur. Böylece, projeler b irb iriy le uyuşm az ve aşk da sona erer.
Pekiyi ya aktif, farklı b ir yaşam yoksa? Bu d u ru m d a geriye b ir önceki bö lüm de sözünü e ttiğ im iz iç yo lcu luk, m istik yolculuk a lte rna tifi kalır. Öte y andan bu yolculuğa çok seyrek çıkarız. H erkes d ışarıdak i yo lcu luğun, hareketli yaşam ın peşinded ir; z ira b ir tek bu hareketli yaşam , doğuş d u ru m u n d ak i aşk ın da gerektird iği, yaşam ı d ö n ü ş tü rm e n in yakıcı ih tiyacın ı g iderebilir. B irlikte yeni deney im ler yaşayabilm ek: İşte, doğm ak ta olan ak tif aşkı uza tm ay a yarayan a n a h ta r bu- dur. Bu yeni o rtak deneyim ler, günlük yaşam d an b ir
110
kopuş, b ir tatil özelliği taşıyab ilir. Ne var ki genelde ta tille r yeterli olm az; zira, gün lük yaşam , en inde son u n d a b ir kaçam ak, düşsel m acera la r o larak yaşanan bu kısa u zak laşm alara kendi gerçekliğini dayatır. En büyük enerji, o rtak laşa y aşan an yeni deneyim lerin , günlük yaşam ın akışı üzerin d e derin etkileri b u lu n d u ğunda; bu deneyim ler, ciddi yaşam a lte rna tifle ri o lu ştu rd u ğ u n d a açığa çıkar. "Tatillerle" ilişkili o lsa da, yeni deney im ler iki sevgilide de, b ir keşif, b ir arayış, farklı b ir gerçekliği kavram a duygusu doğ u ru p yeni b ir vizyon y ara tab ilir. Bu deney im ler öylesine an lam yüklü o lab ilir ki, a rk a la rın d a kalıcı b ir iz b ırakab ilirler. Bu ih tiyacı yerine getireb ilm ek ve kanalize etm ek için, eski k u rum lar, h az ır b ir çözüm öneren “balayı yo lcu lu ğu nu icat ettiler. “Balayı yo lcu luğu” günlük y aşam d an uzak laşm an ın , so n u n a k ad a r yaşanab ilecek bu ikili m aceran ın kurum sal sem bolüdür. Y orgun düşm üş “eşle re” de, günlük yaşam ın tekdüzeliğ in in ve düş kırık lık ların ın b irikerek sö n d ü rd ü ğ ü o lağ an ü stü n ü n d eneyim ini, o lağanüstü b ir fırsa t aracılığ ıy la, tek ra rd an can lan d ırm ay a yönelik b ir g irişim o la rak yolculuğa çıkm aları tavsiye edilir.
Öte yandan günlük yaşam ın sırandanlığ ı, doğuş d u ru m u n u n üstlenm eye çalıştığı devrim in ve dön ü ştü rm e sü reçlerin in başarısızlığ ı değilse, ned ir pekiyi? Doğm ak ta o lan aşk, m üm kün o lan ın keşfidir. Bizim için, âşık o lduğum uz kişi, günlük yaşam deneyim ini tem elinden d önüştü rm em izi sağlayacak u n su rd u r. Kendisi de, bize âşık o larak, fantezi dolu, d ah a canlı b irisine dönüşüp d aha fazla proje tasarlayab ilir. Bu kişi daha renkli, daha zengin, daha eğlenceli, yoğun duygularla, harika şeylerle, sürekli keşiflerle ve aynı zam anda risk lerle dolu b ir yaşam a kapı açar. G ünlük yaşam yavaş yavaş, tüm bu güzelliklerden vazgeçiş o la rak görünür. K uşkusuz, b u n la r büyük fedakârlık ların dönüm n o k ta sını o lu ştu ran un su rla rd ır. Ne var ki, gerisi yavaş yavaş, ufak tefek ödün verişler, alışkanlık lar, tem bellik , fan te
zi yokluğu ya da risk a lm ak tan kaçış aracılığ ıy la gerçekleşir. İlk başla rd a iki sevgili, boşanarak , b e rab e r yaşam ayı seçerek, iş değiştirerek büyük b ir a ltü st oluş yaşam ış o lsa lar da, a rd ından , var olan gerçeklik te k ra rdan kendini dayatm caya kadar, günlük yaşam ın b ilinen bin lerce sıkıntısıyla uğraşm ak, düşselliği var o lana bağlayan b ir sü rü engelle baş etm ek zo runda kalır. Bu dayatm aya çare o larak, ta tillere çıkıp eğlencelere ka tılır, p siko terap istlere g ider ve değişik cinsel deneyim ler yaşarlar. Ancak, var o lan gerçekliğin içinde h içb ir şey var o lan gerçekliği aşm aya yard ım cı o lam az. Sadece düşsellik, gerçekliğin karşısında, hak larım tek ra rd an ilan ederek, var o lan gerçekliğe karşı m ücadelesinde b u n u başarab ilir. Bu da, yeni b ir doğuş d u ru m u d u r. D em ek ki, büyük b ir dönüşüm bile, çoğu kez yeni b ir günlük yaşam gerçeğine dönü şü p içinden çık ılm az b ir zo run lu luk lar ağ ına takılır.
D oğm akta o lan aşk, aşka dönüşüp, aşkı yeni tem eller üzerinde tek ra rd an o lu ştu ra rak devrim ci ödevini yerine getirm iştir; geriye başka b ir iş, başka b ir ev, başka a rk adaşlar, başka çocuklar kalır. B oşanıp ikinci, ü çüncü evliliğini yapan birisi, genelde ilk yaşad ığ ına benzer b ir du rum la karşılaşır. E lbette tüm bunlar, kendisine ve berab e r o lduğu kişiye bağlı şeylerdir. Ne var ki dünya, ışıltılı ve isteğe bağlı o larak tek rardan oluşan b ir yer değildir. D oğm akta olan aşk b ir şekilde sona erer. Yine de, başta kendi kendim ize sorduğum uz gibi, doğm ak ta olan aşk devam edecekse, o zam an o lağanüstü yaşam b ir b a kım a, var olan gerçekliğin içinde devam etm eli, bu gerçekliğin içinde o lağanüstü b ir yolculuk o larak y aşan m alıdır. Bu yolculuk, art a rd a yaşanan zorlu deneyim ler boyunca b erab e r yapılm alı, b ir keşif ve m ücadele, d ü n yanın sürekli b ir tek ra r yorum u, tarihsel geçm işin sürekli b ir tek ra rd an tahlili olm alıdır.
K imileri için bu yolculuk, b ir m ücadele, b ir şiirken, başkaları için sadece, kendilerine ve dünyaya sürekli hayran kalabilm e, güven veren veya bilinen b ir şeyi de
112
ğil de, b ir m eydan okum ayı, güzelliği, evreni bu lm aya çalışm a becerisi o lm aktadır. Böylece dış yolculuk, iç im izdeki sürekli yolculuğun b ir aracı, b ir vesilesi olur. Aynı şekilde iç yolculuk, dış yolculuğun sürekli b ir uyarıcısı o lm aktadır. Bu koşullarda, doğm akta olan aşk devam eder, çünkü doğuş d u ru m u tek rardan doğar. F ırsatların peşine düşerek, m eydan okum aları arayarak d u rm adan tek ra r görür, te k ra r keşfeder, b ir daha yeniler ve b ir daha yenileniriz. Böylece, aynı kişiye b ir daha âşık oluruz.
B enzer b ir şey, inisiyatifin iki ta ra ftan da gelm esini zorunlu kılar. E ğer ik isinden biri pasifse, d iğerin in b ir şeyler yapm asını bekliyorsa, öneri getirecek cesareti yoksa, dahası, fırsa tla rdan yararlanm ayı b ilm iyor ve ' esas fırsa tı’’ bekliyorsa, o zam an her tü rlü dönüştü rm e, hızla günlük yaşam ın d ik ta tö rlüğüne ve h ınç duygusuna m aruz kalır. B unun la birlikte, ne kadar yaratıc ı o lu rsa olsun, ikisinden biri, deneyim in, tekdüzeliğin ray ların d an çıkm asını engelleyecek seçim lerde b u lu n u rsa -özellikle y ıpratıcı b ir iş, çocuklar, sürekli bakım gerektiren hasta aile üyeleri v b - d iğerin in sürekli o larak yeni şeyi keşm etm e yönündeki çabaları başarısız lığa uğrayıp onda b ir m ahrum iyet duygusu uyandırır. S onunda, iki tip proje birb iriy le ça rp ışır ve tekdüze olan ın her zam an olağanüstü o lana baskın çıkm a özelliği vardır.
B ütün bun la rdan , bazı p ra tik davranış kuralları, âşık kalabilm e sanatı o luşturu lab ileceğin i sanm ıyorum . B ütün bu kurallar, he r zam an için çarp ıtm an ın , kendi kendini a lda tm an ın araç ları o lurlar. Yaşam, doğuş d u ru m unu yaratır; yaşam , karşılaşm ayı yaratır; yaşam , p ro jeleri yaratır; yaşam , zorlukları yaratır; yaşam , fırsatları yaratır; yaşam , bunları parça lar. Bu büyük ak ın tıda, kasırganın o rtasındak i b ir kano gibi yol alabiliriz. D algaları yükselten de biz değiliz, onları düzenleyen de. N eşeyle ya da sıkıntıyla veya iki tü rlü de denizde kalab iliriz, b ir kıyıya çıkabilir veya bu kıyıya u laşam ayabiliriz , kıyıya ulaşsak da u laşm asak da, bundan sevinç duvabi-
113
liriz. Belki de sorunun tem elini an lam ak, sevme sanatından ya da âşık olm aktan daha faydalıdır; zira böyle- ce, seçim yapm adan önce, her defasında, insanlığım ızın b ilincinde olabiliriz.
114~ W ^
(9/1 Çöo/ucztoficu iAö/if/it
u kitap, aşkı değil, doğuş d u ru m u n d ak i aşkı elealıyor. B ununla birlikte, doğuş d u rum undak i aş
kı tam am ıyla anlayabilm ek için, doğuş d u ru m u n u n kendisin in de yöneldiği ve proje o larak iç inde b a rın d ırdığı, bu d ah a istikrarlı ve d aha kalıcı aşk üzerine de b ir şeyler söylem em iz gerekir. G erçekten de, doğuş d u ru mu, ku rum sallaşm a eğilim indedir ve kurum , tam am ıyla şu tan ım d a saklıdır: Doğuş durum unun , bütünüyle sem bolik olarak gerçekleştiğini ve aynı zamanda, pratik olarak bütünüyle gerçekleşmeyi beklediğini söylem ek, savunm ak.
Ekim Devrimi sırasında, sem bolik o larak eşit in san ların o lduğu sınıfsız b ir toplum , tam b ir özgürlük tahsis edilir. Bu öylesine doğ rudur ki, M erkez K om ite Genel K urulu oybirliğiyle k a ra r alır, m uhalefetin olm adığını gösterm ek için seçim lerin yapılm asına k ara r verilir. Öte yandan, gerçekleştirilen şey kom ünizm değil, gerçekleştirilm eyi bekleyen kom ünizm e u laşm ak için b ir aşam a olan p ro letarya d ik tatö rlüğüdür. Toplum sal ku rum da, sem bolik ve p ra tik o larak iki p lana ayrışarak, b ir ik tidara gelişin ik tidara gelişi olarak kendisini tan ım lar. Toplum sal k u ram ların m erkezinde, doğuş d u ru m u n u n kategorileri bu lunur. B ununla birlikte, doğuş d u ru m u n u n -sem bolik o larak gerçekleşm iş- p ratiğe taşınm ası, sü rekli d aha uzak olan b ir geleceğe havale edilir. Aynen, H ıristiyanlık’taki nihai k ara r gününde o lduğu gibi.
115
Ne var ki, sem bolik p landa doğm akta o lan aşkın gerçekleşm iş olduğu kabul edildiğinden, sem boller ve ritü- ellerin bu yeni doğan aşkın güncelliğini koruduğu, onu tek ra r canlandırd ığ ı iddia edilir. Yıllık ayinler, in san ların katılm ası beklenen, kutsal olaylar ve yaratılışa özgü ilahi zam anın sem bolik h a tırla tm asın d an başka b ir şey değildir. Ancak, top lum sal ku ru m lar sadece ritüellerde yaşam az; aynı zam anda insan ların zih in lerinde de yer tu tarla r. Öyleyse bu k u ru m lar kısm en en eski değerleri yaşatır, zam anım ızın ritm in i bu değerler ve gösteren lerle ayarlar. Böylelikle, günlük yaşam diye ad land ırd ığ ım ız, önceden bilinenin sonsuz tekrarı olm ayıp, olanın te k ra r keşfi şeklinde b ir şeyin o rtaya çıktığı, göründüğü an larla yüklüdür.
B aşka b ir k itap yazm aya gerek duym adan doğm akta o lan aşkla so runun bu yönleri a ras ın d a b ir köprü k u rm ak için, b ir kısa yol izleyip d ah a önce aşkla ilgili o larak bahsettiğ im iz b ir deneyim i, a rm ağan deneyim ini hatırla tacağ ım . Sadeleştirm ek am acıyla sadece dört ö rnekten bahsedeceğim .
B ir ilişkinin içten o lm adığını ne zam an söyleriz? Diğeri, bizim için sadece başarıya, b ir am aca u laşm a a ra cı o lduğunda. Aynı şekilde diğeri, arzu ettiğ im iz b ir şeyle a ram ıza gird iğinde ve a rzu ettiğim iz bu şeyi elde etm ek için d iğerinin üzerinde etkili o lm am ız gerektiğ inde; ya da diğeri üzerim izde b ir tahakküm k u rduğunda ve bizim de onu ta lep lerim iz ve gönül okşam alarım ızla etk ilem em iz gerektiğinde. O ndan vazgeçebilm eyi, her an ona bağlı o lm am ayı isteriz. G erçekten de, ondan vaz- geçebildiğim izde, o na hiç ihtiyaç duym adığım ızda, o zam an onu u n u tu ru z . Bizim için o artık var olm az. P rofesyonel ilişkilerim izin hepsi o lm asa bile, b irçoğu bu tü rd en ilişkilerdir. Böyle du rum larda , hediyeler ve d ilekler ikiyüzlü ve bayağı o lurlar. İk iyüzlüdürler, çünkü şöyle b ir şey söylem eye çalışırlar: “Bu hediye senden hoşlandığım ı, seni sevdiğim i gösteriyor”; ne var ki gerçekte şöyle düşünürüz: "Ona ihtiyacım var, bundan ö tü
rü onun sevgisini kazanm alıy ım .” Bu hediyeler bayağıdır, çünkü zayıf bile olsa tahakküm ü kabul ettiğim izi gösterirler.
H ediyeler doruklara , güçlülere doğru tırm an ışa geçer: En güçlü olan, en fazla dileği ve hediyeyi toplayan kişidir. Bu, zayıfların güçlülere ödem ek zo runda h issettikleri b ir tü r vergidir. K artların , para ların , paketlerin , te lgrafların hepsi, top lum daki güç ilişkileri coğrafyasın ın anlık b ir enstan tanesin i o lu ştu ru r. Güç ilişkileri d e ğiştiğinde, her şey değişir.
Gelecek yıl birçoğu, hediye alm ayacaktır. İk tidarları sona erm iş, u nu tu lm uş o lacaklard ır. Ama bugün için, hediyenin şöyle b ir an lam ı vardır: "Seni unu tm ak , yok saym ak, yaşam ım dan silm ek isterd im am a b u n u y apam am . Tam tersin i yapm ak zorundayım ... Yine de b ir gün, san a hiç ihtiyacım kalm ayacak ve iç inden hiç çıkm am ış o lm an gereken boşluğa seni geri iteceğim .” Bu, ku tlam aların neden içten o lm adığını gösteriyor. Ö nem li b ir şey olm ası gereken ku tlam ala r başka b ir şeye dö n üşm üşlerd ir. Aşkın yaşandığı an la r o lm aları gerek irken, kölece b ir tu tu m u n yüceltilm esi haline gelm işlerdir. Bu du ru m da b ir tü r rahatsızlık , kaygı ve içtenlikten uzak laşm a doğurur.
Bu da bize, ku tlam aların tam am en başka b ir şey olduğunu gösteriyor, aksi takd irde böyle b ir rahatsızlık duym azdık. Eğer bu ku tlam alar bize içten gelm iyorsa, bun u n nedeni z ihnim izin derin lik lerinde, aslında neyin iç ten o lduğunu ve olm ası gerektiğini biliyor oluşum uz- dur.
Öte yandan , başka b ir a rm ağan ve bağış kategorisi de vardır. Bizim için gerçekten değerli olan kişilere verd iğim iz a rm ağ an la r ve yaptığ ım ız bağ ışla rd ır bunlar. Bu kişilerin bizim için değerli o lduğunu biliriz. Ailemiz, çocuklarım ız, kocam ız ya da karım ız, kardeşlerim iz, b irkaç arkadaş, bazı d u ru m la rd a da b izim üzerim izde etkisi olan kişiler olabilir; am a bu kişileri sever, var o ldukları için m utlu luk duyarız. Sevdiğim iz kişilere hediye
117
verm ek kölece b ir yüceltm e değil, bağ lan kopm ayacak b ir sevginin gösterilm esidir. Böyle b ir d u rum da, b ir h ediye gerçekten şu an lam a gelir: "Seni seviyorum ; bu belli o lm asa da, sana b ir yaşam işareti verm em iş o lsam da seni sevmeye devam ediyorum . Seni u n u tm ad ım .’’
Gerçekteyse unu turuz. Aylar, yıllar boyunca unu turuz. Ailemizi, kocam ızı ya da karım ızı, çocuklarım ızı, özellikle uzakta olanları ve bazen yakındakileri bile unu turuz. Sevdiğimiz varlıklar sürekliliği olan b ir ilişkinin nesnesi değildirler. U zaktan tanıdığım ız b ir arkadaşla olduğu gibi, bazen sevdiğimiz bu varlıklarla da fırsat o lursa karşılaşırız. Sevdiğimiz kişiler yakınım ızda olup bizim le b irlikte yaşadıklarında, sırf etrafım ızda oldukları için kendilerini bize benim setirler. Sevdiğimiz kişilerin varlığına sürekli olarak ihtiyaç duymayız. O nlara sadece alışkanlıktan, görev gereği, bazen de yakınarak ilgi gösteririz.
Öte yandan, sevdiğim iz kişilere bağlıyızdır; bunu , o n ları kaybetm e riskim iz o lduğunda ve kaybettiğim izde hem en anlarız. H asta o lduklarında, eve dönm edik lerin de, ölm ek üzerelerse. Böylece, kaygı bizi boğar ve bu kişilerin bizim için çok önem li o ldukların ı keşfederiz. O nların büyük b ir değere sahip olduklarını, başka h e rh a n gi b ir şeyle kıyasladığım ızda, kıyasladığım ız şeylerin h içb ir değeri o lm adığını ve bu şeylerin -felsefi b ir terim ku llan ırsak - o lum sal o ldukların ı fark ederiz. Sadece o n ları kaybetm e olasılığı o lduğu an larda on ların değerini fark eder, on la rın birincil önem ini an la r ve on ları kaybetm e kaygısına kapılırız.
Bu an larda, dünya ikiye bölünür: B ir ta ra fta sevdiklerim iz, d iğer ta ra fta on ları bizden koparan negatifin gücü. O nlar bizim için tem el önem e sahip tir, on ları b izden ay ıran güç için değil. Adam kaçıranın , hastalığın, ö lüm ün gözünde değerleri yoktur. Bu kötü lüklerin gücü, tam am ıyla y ıkım la tan ım lanan b ir güçtür: b ir güç o larak yokluk.
D oğum günleri ve k u tlam ala r aracılığ ıy la bu değerli kişileri ha tırlarız : H ediyelerim iz, on ların b izim için
118
vazgeçilm ez o lduklarım gösterir. Bu varlık lara , herhangi b ir hediye verm ek yetm ez: G erçekten onların zevklerine uygun, hoşlarına giden, on la rın gerçek b ireyselliklerine, kişiliklerinin özüne h itap eden, varlıkların ı zenginleştirecek b ir şey olm alıd ır. Böyle b ir d u ru m d a onlara , yokluğun gölgesi karş ıs ın d a on ları besleyen, güçlendiren , m u tlu o lm aların ı sağlayan bazı nesneler sunarız; yokluğun gölgesi, sadece hasta lık ve ölüm değil, aynı zam anda um arsızlık , u n u tm a ve u n u tu lm ad ır da.
B ir de, üçüncü b ir bağış, aşk bağışları kategorisi vardır: âşık olm ak, sevdalanm ak. Âşık o lduğum uzu an lam ak için ne yaparız? B ir kez d aha âşık olm uş, aynı kişiye durm aksızın tek ra r tek ra r âşık olm uşsak? Âşık o lduğum uzda, öyle zam an la r o lur ki, filanca kişinin gözüm üzde h içb ir değeri olm adığı iz lenim ine kapılırız. Ondan vazgeçm ek ister ve ayrılırız. Kendi kendim ize şöyle deriz: "Bu geçici b ir sevdaydı ve bitti. Bu zavallı tip (ya da bu zavallı kız) u m u ru m d a bile değil, o (kadın ya da erkek) bana h içb ir şey ifade etm iyor. Ben özgürüm .” Bazen bu kişiyle karşılaşırız. Bu karşılaşm a hiç u m u ru m uzda olm az. K ızgınlıkla bu kişide ne bu lm uş olabileceğim izi sorarız kendim ize. Sonra bu kişi tek ra r karşım ıza çıkar. Bu önem siz yüz, biricik yüze dönüşür; bu ses biricik sese; yokluğu acım asız b ir boşluğa dönüşür, varlığı sonsuz b ir sevinç kaynağı olur. O ndaki her şey bizi etkiler, onun la ilgili he r şey b ir nostalji ve doyum d u r bizim için. Bu, o lağanüstü eros, nesnesini bulan a rzudur. Bu varlığa bakarız ve bizim için o rada olm ası inanılm az gelir. Arzu ettiğim iz her şeye sahip olm ak inanılm azdır: Bize evet diyen varlığın eksiksizliğidir bu. Bu du ru m d a ne negatif vard ır ne de gücü; sevilen kişi bilinci kap lar ve m utlu kılar. A rdından, saatler ve günler sonra, bu kişi sanki b ir yanılsam aym ışçasına tekrar kafam ızda silikleşir ve günlük benliğim iz ve günlük dünyam ız tek ra r su yüzüne çıkar. Biz gerçekten âşık mı- yızdır?
Ancak, o lağanüstü olan tek ra r o rtaya çıkar. A rzunun biricik nesnesi gibi her defasında yeni, he r defasında farklı o larak gö rü n ü r ve kendini bize dayatır. Ve kend ini b ize tek ra r dayatır; sonra b ir daha, geri kalan her şeyi silene kadar. Varlık, o lum salın karşısında hâkim d u ru m a geçerek onun etkisini azaltır; aşk, ağ ır basan bu duygudur işte, başka h içb ir şey değil. Bu d u ru m d a b a ğış ne olur? Biz her şeyi verm ek isteriz ve h içb ir şeyin h içb ir zam an yeterli olm adığı izlenim ine kapılırız. G erçekten de, kendim izdeki en iyi o lan şeyi sunm ak isteriz. K endim izdeki en iyi olanı, karşım ızdak in in de en iyi bu lm asın ı, seve seve kabul etm esin i um arız . K arşım ız- dakine, onun bize göründüğü gibi görünm ek ister, su n duğum uz şeyi bu am açla sunarız. Böylece karşım ızda- k inde kabul görm ek ve h u zu r bu lm ak isteriz. Bağış bizi, doğuşunda, o rtaya çıkm asında, ağ ır basm asında varlığa sem bolik o larak bağlayan b ir araçtır.
Yeni doğan aşkı sözcüğün tam anlam ıyla ele ald ım am a belki de en sarsılm az aşk bile benzer b ir gö rünüm e sahip o larak karşım ıza çık ıyordun Aynı kişiye âşık o lu yor, son ra tek ra r âşık oluyoruz. A nnenin (ya da b a b a nın) çocuğuna duyduğu aşk için de aynı şey geçerlidir. Anne için çocuğu vardır, çünkü çocuk ağlar, annesine ihtiyacı vardır, he r zam an tehlikede olm a ih tim ali vard ır ve çocuk karşı çıkar. Yine de a rad a sırada, gündüz ya da gece, çocuk annesinden uzak ta o lduğunda veya an n e çocuğuna baktığ ında, çocuk anneye a rzu dolu b ir nesne, b ir nostalji, sonsuz b ir şefkat kaynağı, annen in tam am layıc ısı o larak “g ö rünü r.”
Anne çocuğuna sürekli âşık olur. Sadece çocuğu küçükken değil, büyüyüp yetişkin birisi o lduğunda da çocuğuna âşık olur. Bazen belli an larda , anne çocuğuna büyülenm iş, tu tku lu gözlerle bak ar ve çocuğu var o lduğu için büyük b ir şükran duygusu hisseder. Âşık, d iğerine var o lduğu için teşekkür eder. Anne yetişkinde, artık
120
olm ayan, b ir zam an ların küçük çocuğunu görm ez. H ayır, anne yetişkini b ir zam an la r çocuğu gördüğü gibi görür. Ş im di bu yetişkine baktığ ında, ona bugünkü haliyle tek ra r âşık olur. H er defasında bu varlık ta m ükem m el olanı keşfeder. Tutku tek ra r doğar, her zam an “ilk günkü” gibi olur.
H er insan, en fakir olan bile, sevm e yeteneğiyle d o n atılm ıştır. Bu yetenek, varoluş değerinin tem elin i o lu ş tu rur. K endinden b ir değerle donatılm ış ve tek ra r keşfedilen m utlak b ir tem eld ir bu. Bu tem ele tek ra r kavuşm a u m udunu yitiren kişi ölür.
Ama belki de -belk i de diyorum , çünkü geleneksel çocuk psikolojisinin tam am ın d a bundan bahsed ilm ez- çocukluğun tam am ı bu deneyim üzerine kuru ludur. Çocuk ister; karşı çıkıp özerk hale gelir; son ra an iden k u caklanıp okşanm ak ister, akşam uyum adan önce yan ın da birisini ister, tek b ir öpücük onu m utlu eder ve d o yum suz yapar. Belki h e r defasında âşık oluyor, sayılam ayacak kadar çok evet diyen varlığın b ü tün lüğünün inanılm az ve a ltü st edici deneyim ini yaşıyordun B ağım sız olabilm ek için bu deneyim den uzak laşır am a h e r defasında tek ra r bu deneyim i yaşar, bu deneyim in ortaya çıkm asını ve güvencesini görür. Bu bağ sayesinde çocuk, kendine güven duym aya başlar ve var o lm a becerisini geliştirir.
A nnenin ya da b aban ın çocuğuna duyduğu aşka ilişkin bu son örnekte , bağış bazı yönlerden, kişinin kendini bağışlam ası -ay n en yeni doğan aşk ta o lduğu g ib i- ve bazı yönlerden de çocuğa varlığın bağlan tısın ı veren b a ğış o larak o rtaya çıkar. Öte yandan çocuk da arm ağan verir. E lbette annesine aldığı çiçek değild ir bu arm ağan , hayır kesinlikle değildir. Çocuğun arm ağan ları, onun sözcükleridir. İçinde o lgunlaşıp belli b ir anda d ışarı çıkan bu şaşırtıcı dilsel o luşum lard ır. Bu sözcükler sayesinde çocuk kendine, içine b ir yetişkinin de girebileceği b ir kapı, b ir ev, b ir şato inşa edebilir, çünkü bu yapı onun içindir. D ahası yetişkin bu yerleşim i çocukla b ir
121
likte tam am layabilir, beraberce inşa edebilir. Çocuğun sözcükleri dile getirilm iş ilk aşk şarkısıd ır. Bu sözcükler hem gerçek büyük şiir gibi hem de b ir a rad a ve beraberce tam am lanm ış b ir şey gibidir.
Bu sunum da, okuyucu yaşam ın diğer önem li yönlerini de an la tılan la ra dahil edecek b ir yer bu lacaktır. Fakat doğm akta olan aşk, zam an içinde kendini yenileyip çoğaltan herhangi b ir şeyle k ıyaslandığında özel b ir yere sah ip olur.
J J i r / r i / ı c i Ğ Sö/t/s/ı
u kitap, kuşkusuz üç kategorideki insanı m em nun etm eyecektir: Y ararcı/pragm atik b ir yö rü n
gede devinenleri; Katoliklik, İslam ve M arksizm tü rü n den ideolojik sistem lerin etkisi a ltında bu lunan ları; ve son olarak, günüm üzde heteroseksüel çifte karşı bayrak açanları, ö rneğin fem inistleri.
Y ararc ı/p ragm atik b ir yörüngede devinen birinci gruptakilere göre, söylenenlerin tam am ı tem elde b ir saçm alık tan başka b ir şey değildir; zira, başlangıçtaki iddia, gerçeklik ile olasılık a rasında m etafizik ayrım ın yapıldığı top lum sal b ir d u ru m u n -doğuş d u ru m u ve b u na bağlı o larak toplum sal k u ru m - var o lduğu yönündedir. Bu ayrım la felsefede sürekli karşılaşırız: D üşüncelerle görünüş arasında (Platon), biçim ve m adde a ras ın da (Aristoteles), öz ve rastlan tı a ras ın d a (Aquino’lu Tom m aso), us ve tin a ras ında (Hegel), kendisi için sın ıfla kendiliğ inden sınıf a ras ın d a (M arx), güç istem iyle tepkisel kuvvetler a ras ında (N ietzche) vb.
Bu ayrım , yararcı düşünüşe yabancı b ir ayrım dır. Yararcı düşünüşe örnek olarak onun en belirg in ü rü n ü nü ele alalım : ekonom iyi. Bilim olarak ekonom i, eğer şeyler b irb irleriy le karşılaştırılab ilir ve değiştirilebilirse m üm kün olur. Bu an lam da, ekonom i m utlak değerler yaratır, sadece kârla ilgilenir. B ununla birlikte, sosyolojin in ve psikolojinin önem li b ir kısm ı yararcı düşünüş kaynaklıdır. Böyle o lduk larından , bu tü r olayları engel-
123
levecek h içb ir o lanakları yoktur. B unun sonucunda da, bu tü r olayların özgünlüğünü, doğallığını ve h a tta var o ldukların ı bile yok sayarlar. Öte yandan bu tü r d ü şü n m e şekli, sadece sosyal bilim uzm anlarıy la sınırlı değildir. Biz de günlük yaşam ım ızda yarar, fayda, olanak, avantajlı ve avantajsız te rim lerin i kullanarak akıl y ü rü tü rüz. D aha da ileri giderek, yararcılığ ın günlük yaşam ın düşünce şekli o lduğunu bile söyleyebiliriz.
G ünlük yaşam ın coşkuyu, m addi şeylere ilgisizliği, tu tkuyu akıldışı görüp kendin i b un la rdan sakındığını, b u tü r şeylerin h u zu ru n u kaçırm asına izin verm ediğini d ah a önce görm üştük. B ütün b u n la r m antıklı ve an laşılabilird ir. Ne var ki, doğuş d u rum undak i aşkı az çok a n lam ak istiyorsak, b u aşk ın günlük yaşam daki düşünce şekline tam am ıyla zıt o lduğunu, böyle o lunca da, günlük yaşam ın ölçütleriyle açıklanam ayacağını u n u tm a malıyız.
H ıristiyanlık, İslam ve M arksizm konusuna geçtiğim izde söylem daha karm aşık hale gelir. Teknik te rim lerle söylersek, bun la r kültürel uygarlıklardır. Üçü de k u rum sal güçler olup ü çü de kolektif b ir hareketten doğm u ştu r (başlangıçtaki H ıristiyanlık ve İslam ). Bu kolektif hareket, özelliği top lum sal hareketlere dilini ve sem bollerini vererek onları bağrında toplam ak olan b ir tü r toplum sal kurum yaratm ıştır. Ö rneğin, o rtaçağ H ıris tiyanlığı boyunca, gerçekleşm iş olan b ü tü n isyanlar, d in sel deneyim ler ve kültürel ak ım lar sonuçta kendilerin i H ıristiyanlığ ın terim leriy le tan ım lam ıştır. Böylelikle, he r kolektif hareket, kendin i ifade edip sesini duyurab ilm ek için, çıkış noktası o larak H ıristiyanlığın o lu şu m u n daki özü tem el alm ak zorundaydı: Hz. İsa’nın çilesi ve ölüm ü, dinsel işler, papazlık, ortodoksi, heterodoksi vb.
Başka şekilde söyleyecek olursak, kültürel b ir uygarlık, sıra dışı b ir deneyim i o lduğu kadar sıradan b ir deneyim i de yorum layabileceğim iz m odeller sunar. B unun d ışında ka lan lar dilden yoksundur. H ıristiyanlık’la ilgili söylediğim iz şeyler İslam için de geçerlidir. Bu uy
124
garlığın yayıldığı her yerde, bü tün kolektif hareketler İslam ’ın dilini kullanır. Yeni doğan aşk iki kişiyi ilgilendiren b ir hareket o lm asına rağm en, b ir uygarlık ona bile kendi dilini ve ku ram ların ı dayatır. Ö rneğin H ıristiyan evliliğinde, doğuş d u rum undak i aşk, aşk ve cinsellik a ras ın d a b ir ayrım bulunm az. K utsal evlilik tö reni b ü tün bu duyguları aynı anda içerir. Bu tö ren in asıl am acı, b ir yandan şefkati a rtırm ak (evlilik), d iğer yandan da cinselliği (çoğalm a) güçlendirm ektir. G erisinin özel b ir önem i yoktur. İlişkileri bu şekilde tan ım lam a biçim i günüm üze kad ar geçerli o lm uştur.
F ransızca ve İngilizce gibi bazı A vrupa dillerinde, in- nam oram ento* deyişi bu lunm az bile. O nun yerine tom- ber,** fail*** kullanılır. Oc dilinde**** doğal olarak bu deyiş (adam are) bu lunm aktaydı; ancak K atharosçulu- ğun baskısına m araz kaldı. B una karşılık H ıristiyanlık ise, in sana duyulan aşk ile T an rı’ya duyulan aşk (tap ın m a) a rasın d a b ir ayrım yapar. T anım ladığım ız haliyle doğm akta olan aşk, b ir kilise p apaz ın ın gözüne tam olarak b ir pu tperestlik vakası gibi o lm asa da, dayanılm az b ir sapkınlık o larak gö rünürdü . M esela “lü tu f” da H ıristiyanlığa göre T anrısal b ir m üdahaled ir; b izim analizim izde ise insani b ir deneyim dir.
K ullandığım ız bü tü n teolojik deyişleri b ir H ıristiyan, yerinde kullanılm am ış ya da benzer an lam larda kullanılm ış o larak görür. Bizim tezim ize göre bu deyişler, H ıristiyan k ü ltü rünün doğuş d u ru m u n a atfettiği b ir dil o luştu ru r. Doğuş halindeki aşka ilişkin, çoğu kez bu dil sah ip o lduğum uz tek dildir. B irçok yönüyle M arksizm ’in durum u , K atoliklik ve İslam ’la benzerdir. M arksizm de kolektif b ir hareke tten doğar ve diğer kolektif hareketleri bünyesine ka tarak gelişir. Doğuş d u rum u
* İt.: Aşık olm ak, vurulm ak, (ç.n.)** Fı\: Düşm ek, (ç.n.)*** İng.: D üşm ek, (ç.n.)**** E sk iden G üney F ra n sa ’da ko n u şu lan divalekt. (ç.n.)
125
deneyim i (tem liğin son bulm ası, kom ünizm , ta rih ö n cesi/tarih vb) M arksizm ’in tem el taşım o luştu rur.
M arksizm de, dilini bü tün devrim ci hareketlere ak ta r ır ve bu term inolojiyi benim sem eyen hareketler söz hakkını yitirir. B ununla birlikte, M arksizm ’de özne (biz) sınıftır. S ınıf ise kendiliğinden sın ıf d u ru m u n d an kendi için sın ıf d u ru m u n a geçişte b ir m addesel d ö n ü şü me (bizim term inolojim izde, doğuş d u ru m u n a karşılık gelir) m aruz kalır. Böylece M arksizm ’e göre, sınıfın d ışında m üm kün h içb ir kolektif hareket yoktur. B una bağlı olarak, b ir sınıfa dahil olm ayan ya da kendini b ir sın ıf aracılığıyla tan ım lam ayan b ir kolektif hareket oluştuğunda, M arksizm bu hareketin varlığını ya da önem ini yok sayar. H er halükârda, bu hareketi sın ıf kategorilerine dahil etm eyi reddeder.
Böylelikle, M arksist bakış açısına göre, dinsel kolektif hareketler tem lik ve söm ürü lm e d u ru m u n a karşı b a sit ve ilkel b ir b ilinçlenm edir. Ne var ki, in san lar sınıf bilincine sah ip olup pro letarya en ternasyonalizm ine ulaşm adıkça, aldatıc ı b ir bilinç ve tarihöncesi evresini aşam ayacaklard ır. Toplum sal sınıflarla h içb ir ilgisi olm ayıp iki farklı sın ıftan insanı bile b irleştireb ilen doğm akta olan aşk özel, akıldışı, b ilim in yer alm adığı ve alm am ası gereken b ir a lana ilişkindir. B ir sınıfa ind irgenm eksizin kolektif hareketin özelliklerine sah ip olan doğm akta o lan aşkın tem ası, aynı zam anda gerici o lm asa da burjuva b ir tem a o larak görünür. Peki bu, M arx’m, L enin’in, M ao Zedong’un hiç âşık olm adıkları an lam ına m ı gelir? K uşkusuz on la r da tıpkı diğerleri gibi âşık o lm uşlardır. Ne var ki, yaşam ların ın bu boyutu kam usal yaşam larından uzak ta tu tu lup , değerden yoksun özel b ir boyut, olsa olsa dedikodu m alzem esi o larak görü lm üştür.
Şim di de fem inizm i inceleyelim . Fem inizm de b ir top lum sal hareke ttir ve bü tün Batılı hareketler gibi özgün nitelikleriyle b irlik te doğm akta o lan aşka (önem li olanla önem siz olan aras ın d a ayrım , özgünlük, kendilik
126
bilinci, tarih yorum u -b aşk a b ir deyişle m itler, ta rih ö n cesi, fem inizm in zaferi, kadının nihai k u rtu lu şu - kom ünizm , eşitlik vb) dayanır. Ancak b ir fay hattı erkekleri kad ın lardan ayırır. Fem inizm in "biz”i, erkeklerden değil, kad ın lardan oluşur. B ütün kolektif hareketler gibi fem inizm de, birleşm iş olanı ayırıp ayrılm ış olanı b irleştirir: K adınları b irleştirip onları erkeklerden ayırır. B iseksüel aşk ise b ir erkekle b ir kadını başka b ir şeyden ay ırır (aile, akrabalar, top lum sal sın ıf vb) ve onları b irleştirir. Fem inist hareket, özellikle doğuş d u rum unun değişik evrelerinde, aşkı saçm a ve m antıksız bu lm an ın d ışında başka tü rlü değerlendirem ezdi.
Bizi köle kılan, ta rih boyunca kad ın lara zulm edenlerin düşüncelerine, hislerine, hareketine ve her şeyine sa hip olan b irisine nasıl m utlak b ir değer verebiliriz? Fem inizm , fem inist b ir dayan ışm a alanı yara tm ak için çifti ayırır. Aşka sald ırıp aşk “m itin i” yıkar, çünkü m odern top lum da çift, aşk ve aşk dili aracılığıyla kendisini o luştu ru p m eşru kılar. Yine de fem inizm , yıkıcı b ir ideoloji geliştirm ez: M arksizm ’de ve M arksizm ’in burjuvaziye savaş ilan ında olduğu gibi, erkeği yıkılm ası ve o rtadan kaldırılm ası gereken b ir varlığa dönüştürm ez. Fem inizm , dünyayı yıkım yoluyla değil, ikna yoluyla değ iştirmek isteyen ahlaksal b ir harekettir. B una bağlı olarak, doğuş d u rum undak i aşkın b irçok yönünü sahiplenip in celem eye soyunur.* G erçekten de, erkeklerle kad ın lar arasında tek ra rdan b ir m esafe yaratıp kadınları daha özerk, daha bilinçli, d ah a güçlü kılm ası, aşkın özünü o luştu ran farklı varlık lar arasındaki gerilim için gerekli koşulları tek ra r yaratır.
Fem inist o lgunlaşm a aynı zam anda kadına, aşk ta m aruz kalınabilen m anevi köleliğe karşı durm ayı, sadece yürek parçalayıcı vaatler ve beyanları değil, gerçek b ir eşitliği istem eyi, bekâret tü rü n d en bazı şeylere d aha
S h u lam ith F irestone, The Dialectic o/ .SV.v, New York, W illiam M orrow and Co, 1970. (ç.n.)
127
az önem verm eyi de öğretm iştir. Fem inizm , aşk söylem ini, barınd ırd ığ ı birçok yalandan tem izledi. Belki de fem inist o lgunlaşm a gerçekten de, aşk olgusunu, dile getirilem ez ve h o r görülen b ir şey o lm aktan çıkarıp sistem atik b ir incelem e için gerekli kü ltürel koşulu sağlam ıştır.
Olayları başka b ir açıdan inceleyelim: Yararcılık, H ıristiyanlık ve M arksizm üç gerçek tarihsel güçtür. Bu üç güç top lum um uzda etkinlik halinde olup, bize dünyayı görüp yorum ladığım ız kavram sal sistem ler sağlar. Bu üç güçten her biri, Foucault’nun* deyişiyle b ir episteme, belirli b ir tarihsel sürece uygulanan b ir ku ra lla r bü tününü oluşturur. B ir özneyi düşünüp özellikle onun hakkında konuşabilm ek için b ir tek bu kurallar b ü tü n ü vardır. Öznenin söz alıp söylem e dahil olabilm esi için, kendi söylem ini -F o u cau lt’ya gö re- söylem pratiğ in in yapılarıyla uygun hale getirm esi gerekir. H er çağda, tek “ciddi” söylem, egem en olan episteme in söylem idir. Böylece günüm üzde, b ir aşk bilim i sadece yararcı sistem de, H ıristiyan sistem inde ve M arksist sistem de oluşabilir. B ununla b irlikte, ü çünün de bu aşk bilim ini başka b ir şeye indirgediğini görüyoruz. Böylece gerçek b ir bilim sel, dinsel ya da ideolojik bilgiye ulaşam ıyoruz. Bu noktada böyle b ir bilgi yoktur; dolayısıyla bunun hakkında konuşam ayız.
Öyleyse doğuş halindeki aşka hangi dil uygun düşer? G örkem li şiir veya sıradan edebiyat dili, gönül haberc isin in dili, yaşanm ış hikâyelerin, çizgi rom an ların dili. Bilimsel, d insel ve ideolojik alanda dilsiz kalan doğuş du rum undak i aşkın elinde böylelikle sadece iki dilsel alan vardır: Biri yüce ve an latılam azdır; diğeri baş dönd ü rü cü b ir atlayışla gülünçlüğün ve ho r görünün içine kaba ve popü ler o larak düşer. G erçek söze u laşm adaki bu im kânsızlık, yalnızca kü ltü rlü insan ları etkilem ekle kalm az, hepim izin yaşam ına da yansır.
* M ichel Foııcault, Kelimeler ve Şeyler, İm ge K itabevi Y ayınları, 1994.
128
Eğer dil olm azsa, hiç kim se ne hissettiğini d üşünemez, ne hissetiğinden bahsedem ez ve diğerleriyle iletişime geçemez. Dile gelm ez olanın ya da ho r görü lenin içine göm ülm üş olan âşık, kendini, içinde yaşadığı som ut kültüre yabancı hisseder; deneyim i ona h içb ir şekilde toplum sal görünm eyip tam am ıyla kişisel görünür. Âşık, sürekli uygunsuz, sap tırıcı ve başka am aca yönelik (ideolojik, politik ya da dinsel) tan ım lam alara , form üllere, açık lam alara başvurarak düşüncelerine açıklık kazan d ırm ak isterken, bu düşünceleri daha da karışık hale getirir; so run ların ı çözm ek isterken onları daha da zorlaştırır; uzm an ların önerilerinden faydalanm ak istediği o randa kendini kaybolm uş hisseder. Politik, bilim sel ya da dinsel resm i kü ltü rün iki kişilik doğuş d u ru m u n u “bastırıp” onu uygun b ir şekilde konuşu lam ayacak b ir şey haline d ö n ü ştü rdüğünü söylem ek için cılkı çıkm ış am a yine de çok kulan ılan b ir ifade kullanabilird ik . Bu perspektiften bakıldığında, bü tün yönleriyle psikanaliz, cinselliğe bu derece önem verip her tü r deneyim i cinselliğin dönüşüm lerine indirgeyerek, kendisi de b ir b as tırm a eylemi gerçekleştirir. Geçen yüzyılla k ıyaslandığ ında, bastırm a süreci zıt b ir yönde ilerler. On dokuzuncu yüzyılda, rom an tik aşkın dili cinselliği bastırm aya yarıyordu; bugün ise tam tersi geçerlidir: Cinsellik, cinsellik üzerine söylem , cinsel p ratik ler, erosun o rtaya çıktığı diğer biçim ler, arzu ları bilinç alan ından püskürtm eye yaram aktadır. K onform izm ve bastırm a hâlâ vardır; sadece nitelik değiştirm işlerdir.
129
f f i r r h t c / i f i ö /¿ h u
f i şığın antisosyal b ir davranışı var m ıdır? Politik ve top lum sal so rum lu luk lardan kaçınm ak için
özel yaşam a sığınıyor m udur? İşte, sözünü ettiğim iz baskıcı kü ltü rün yaygın, tipik ve en ufak bilim sel dayanağı, kendini haklı gösterecek tek b ir dayanağı bu lu n m ayan görüşü.
Gerek m ilitan ların gerek liderlerin arasında , bü tün büyük politik hareketlerde, âşık durum dayken kolektif b ir harekete katılm ış insanları bulabiliriz. A vrupa’da, geçen yüzyılda m eydana gelen ulusal ku rtu luş m ücadelelerinin yol açtığı büyük toplum sal çalkan tılar sırasın da, “rom an tik” sözcüğü politik ve edebi b ir yönelim i ve aynı zam anda b ir sevme b içim ini an latm aya yarıyordu. Ancak, bu dönem den sonra da çiftlerle karşılaşm aya devam ederiz. Ö rneğin M azzini’nin* partizan ların ın anar- şizan çevresinde, Anita ve G iuseppe G aribald i’yi** d ü şünm em iz yeterli olur. M arksist harekette de olaylar aynen bu şekilde gelişir.
* G iuseppe M azzini (1805-1872): İtalyan yurtsever, C enova'da doğdu. Yeni İtalya ad ındaki gizli b ir teşk ila tın k u rucusu . İta lya’da, İng iltere 'de ve İsviçre ’de a ralıksız hü k ü m et karşıtı kom plo lar düzen led i. 1848 de R om a d a ilan edilen cu m h u riy etin trium viri seçildi, (ç.ıı.)** G iuseppe G aribald i (1807-1882): İtalyan yurtsever. Nice te doğdu. Önce A vusturya, a rd ın d an İki Sicilya (B inler Seteri) ve Papalık la İtalya yı b irleştirm ek için savaştı. Eşi Anita, m ücadelesinde ona eşlik etti, (ç.n.)
130
Bu olgular tek başlarına bile, politik sorum luluğu dışlayan bencil aşk tezinin yanlış o lduğunu kanıtlar. D oğm akta olan aşkın devam edebilm esi (ya da b ir aşkın doğuş d u ru m u n u n tazeliğini koruyabilm esi) için gerekli olan koşullardan bahsederken , ideal koşulların aktif, m acera dolu b ir yaşam ve om uz om uza m ücadele o ldu ğunu görm üştük. E lim izde bu lunan kavram sal araç lar sayesinde şim di de bu argüm anı b iraz daha derin lem esine inceleyebiliriz.
D oğm akta olan aşk, diğer bü tü n hareketler gibi, b ireysel p landa depresif b ir yükten kaynaklanır. D epresif yük, önceleri kabul edilip sevilen son ra ise yavaş yavaş hayal kırıklığı yaratan , kusurlu , yaşam sal ve tarihsel güçlerin (M arksist terim lerle ü retic i güçler) gelişimiyle uyum suz olan, bireysel veya kolektif b ir nesneye karşı, gittikçe büyüyen karşıt anlam lı iki b ileşenden kaynaklanır. Bu durum da, b ireyler başka olasılıkları, sadece b ireysel o lanları değil (başka b ir kişi), özellikle ideal kolektif olasılıkları değerlendirirler (başka b ir yaşam biç imi). D oğm akta olan aşka hazırlık o larak tasv ir ettiğim iz şey, farklı b ir şekilde görm eye, hissetm eye, düşünm eye, davranm aya, birlikte olm aya b ir başlangıç o luştu rur.
Bu evrede, d ah a yoğun b ir yaşam , gerçek b ir dayan ışm a arayan kişi aynı d u ru m d a olan başka b ir kişiyle karşılaşabilir ve ikisi b irlikte iki kişilik doğuş d u ru m u n u hayata geçirebilir. Ancak eğer yapısal ta rih i koşullar uygunsa; etnik, din, u lus veya sın ıf savaşları için genel koşullar m evcutsa; eğer binlerce insan yeni b ir dayanışm a ve adalet ihtiyacı h issediyorsa, o zam an kolektif b ir do ğuş durum u, bireyin içinde kendini görebildiği politik, dinsel, sınıfsal b ir hareket ortaya çıkar. K uşkusuz, eğer kolektif b ir harekete özgü tarihsel koşullar m evcut değilse, bun ların hiçbiri gerçekleşm ez. Aynı şekilde, aşka özgü tarihsel-bireysel koşullar o rtad a yoksa, aşk da o rtaya çıkm az. Öyleyse hem aşkın doğm ası için gerekli b irtak ım koşullar vard ır hem de başka kolektif süreçler için ya da ikisi için gerekli koşullar söz konusudur. Bu
durum da, birey âşık olurken diğeri de ona âşık o lu r ve ikisi birlikte kolektif harekete dahil olup bu hareketin m erkezi b ir hücresin i o luştu rurlar. Âşık çift, rahatlık la kolektif b ir harekete dahil olabilir. Bu harekete b ir b irim o larak girerler.
Yine de du rum bunun la sınırlı değildir. Doğuş d u ru m u kategorileri (gerçeklik-olasılık, özgünlük, eşitlik, ta- rihöncesi-egem en d u ru m a geçiş, kom ünizm , tem el ih tiyaçlar vb) iki kişilik doğuş d u ru m u n d a da, kolektif h a reketlerde de tem elde aynı o lduklarından , d aha küçük olan hareketin daha büyüğünde kendini bulm ası çok yaygındır. Başka b ir deyişle, âşık çift kendini kolektif harekette " tan ım lar” ve bu harekete kaynaşm a eğilim inde olur.
Böyle b ir anda, b ir tü r tekelleşme so runu o rtaya çıkabilir. İki kişilik doğuş durum u, harekete tu tkuyla dahil o lan b ir çiftin oluşm asını sağlar, ancak buna rağm en çift erotik düzeyde kapalı kalır. Söz konusu çift, a rk adaşlık, dayanışm a, genel b ir am aç peşinded ir am a kendi içine başka âşıkları kabul etmez.
Diğer ta ra ftan kolektif hareket de, tekelleşm e eğilimi taşıyan b ir g rubun o luşm asına olanak sağlar. Bu süreçte kolektif hareket, “kom ünizm ”in cinsiyetleri kaplayacak şekilde genişlediği b ir ideolojik evrim yaşayabilir. Bu fikrin sahipleri, çiftin üyeleri olabilir: M utlu luklarını başkalarıy la paylaşm a arzusu duyab ilirler ya da en basitinden hiç kim seye acı çektirm ek istem ezler. Böyle b ir örneği Çernişevski’nin* Nasıl Yapmalı adlı k itab ında bulabiliriz. O laylar ne yönde gelişirse gelişsin, belli b ir d u ru m d a iki a lte rn a tif proje çakışır ve ikisinin karşılaşm ası b ir kez daha kendini b ir çelişki olarak gösterir.
* N ikolav Gavı iloviç Ç em işevski (1828-1889): R us filozof, e le ştirm en ve yazar. Ç ar rejim i karşıtı, ü top ik sosyalist, 1863’te, b ü tü n R us devrim cileri üzerinde btiviik b ir etki y a ra tan ve h e r şeyden önce, siyasi ve ahlaki d av ran ış el- kitabı olan Nasıl Yapınalı adlı ro m an ı yazdı. Lenin, bu eserin (ki ad ın ı, tem el ça lışm aların d an b irin in başlığı yapm ıştır) "tüm b ir vaşam için gerekli olan enerjiyi sağ lad ığ ın ı’’ söylem işti, (ç.n.)
132
Sürecin evrim i, geri dönülem eyecek noktanın nerede o lduğuna bağlıdır. Bazı g ruplarda , çiftin tekelci aşkı, b ü tün lükçü kom ünizm in tam anlam ıyla yeşerm esinin önünde b ir engel o larak görülür. B una karşılık, diğer kolektif hareketlerde bu durum geri dönüşü olm ayan b ir nok ta olarak görülüp bireylerin b ir hakkı olarak kabul edilir. B ir örnek verm ek gerekirse, P ro testan R eform u sırasında, Luthercilik ve Kalvencilik çiftin aşkını kabul e tm işlerdir. Öte yandan, M ünster’in A nabaptistleri a ras ında cinsiyetler birlikteliği dayatılm ıştır. İtalyan ve E ndülüs kom ünlerin in birçoğunda, çift kabul edilm iştir; bazı Rus n ihilist g rup larında ise kabul edilm em iştir vb.
Aynı d ine ait olan ya da aynı ideolojiye sahip kişilerin (din kardeşleri, yurttaşlar, yoldaşlar) sık sık b irb irlerine âşık o lm aları olgusu, gönlüm üzü bize en çok benzeyene, bizim le aynı fikirleri ve idealleri paylaşanlara kaptırd ığım ızı gösterm ez mi? Ve bu gözlem bizim daha önce beyan ettiğ im iz şeyle karşıtlık o lu ştu rm az mı: Aşk her zam an b ir farklılığa, b ir ihlale gereksinim duyar. Kesin b ir yan ıt verebilm ek için, net b ir şekilde iki d u ru m u b irb irinden ayırm alıyız: B irincisi din kardeşliğinin, yoldaşlığın, arkadaşlığ ın kolektif b ir hareketin içinde oluşm ası; İkincisinde ise tam tersi, bu kavram ların b ir partiye, b ir kiliseye, b ir derneğe aidiyeti belirtm esi.
K olektif hareket söz konusu olduğunda, bu hareket ortaya çıkm adan önce ne yurttaşlar ne din kardeşleri ne de yoldaşlar vardır. B unlar, hareketin kaynaşm asından itibaren o rtaya çıkm ışlardır. Farklı fikirlere, deneyim lere sahip, daha önce ayrı olan kişiler, kolektif hareketin doğuş d u ru m u n d a b irb irlerin i "bulup” d ah a önce yaşam adıkları b ir dayanışm ayı keşfederler. B unu tek ra r e tm em iz gerek: K olektif hareket o luşm adan önce, bu d a yanışm a, bu coşku, bu fikir birlikteliği kesinlikle yoktur. Bu kişiler önceden, benzer koşullara sahip o lsalar bile, farklı ve yalıtılm ış durum dad ırlar. K aynaşm a süreci hareket sayesinde oluşur; hareketin -n ed en i değ il- sonu
cu d u r ve insanların aynı değerleri, aynı idealleri ve aynı projeyi paylaşm aların ı sağlar. İn san ların özdeşleşm elerin i sağlayan şey, daha önceki benzerlikleri değil, doğuş d u ru m u n d a b irb irlerin i bu lm alarıd ır. İran ’da ortaya çıkıp yalnızca birkaç ay içerisinde Ş ah ’ı deviren İslam i hareketi düşünelim . Geçen yıllar boyunca birçok m u h alif grup oluşm uştu: liberal, M arksist, terörist, dinsel. Bu g ru p lar o rtak b ir dayanışm ayı ve aidiyeti sadece kolektif harekette buldular. G ünüm üzde ise, geçm işteki fark lılık larına önem verm iyor ve kendilerini, aynı idealleri paylaşm ış ve hep böyle davranm ış gibi gösteriyorlar. G erçekte ise, bu g rup lar hareketin ü rü n ü d ü r. Öyleyse, farklılıklar vardı ve hareket bu farklılıkları o rtadan kald ırd ı ya da azalttı. Genelde, hareketin içinde, doğuş d u ru m u aşam asında âşık olunm az; zira, grup farklılıkları o rtad an kaldırır.
Bu d u ru m d a geriye günlük yaşam örneği kalıyor. B ir p a rtin in ya da b ir kilisenin bünyesinde, âşık olm a o lasılığı başka b ir yerdekinden çok daha fazladır. B unun n edeni ise gayet basit b ir şekilde, birlikte olm a, ilişki k u rm a ve b irb irin i tan ım a fırsatların ın b u ra la rda çok daha yaygın olm asıdır. Aynı d u rum b ir şirkette, spor g ru b u n da, b ir m ahallede de geçerlidir. B ütün bu d u ru m lard a ortak çıkarların , o rtak değerlerin olm ası olayları kolaylaştırır. Benzeşm ezlik eşiğinin ö tesinde âşık olunam az. H er halükârda tan ım adığ ım ız, hiç konuşm adığım ız b ir kişiye gönlüm üzü kaptıram ayız.
İşte çıkardığım ız sonuç bunlar. Eğer başka b ir dayan ışm a peşindeki iki insan, büyük b ir kolektif hareket patlak verdiği sırada karşılaşırsa , b irb irlerine âşık o lu rla r ve aşkları harekete dahil olup kendini bu hareketin değerlerinde ve ideolojisinde tan ım lar. Bu du ru m d a bu çift, harekete b ir b irim o larak girer. H areketin doğuş d u ru m u çifti etkilem ez. Dem ek ki aşk, büyük hareketlerin d aha henüz başlang ıcında daha yaygındır ve genelde bu hareketlerden önce gelir. B una karşılık, bireyler b ir harekete avrı ayrı dahil olduklarında, ya grupla ya
134
da bu grubun lideriyle özdeşleşm e eğilimi taşırlar; aşkları tekelci olam az. K olektif hareketin çöküş evresinde, doğuş d u ru m u n u n deneyim i, harekete katılan larm yüreğinde b ir nostalji, artık kolektif eylem de hiç b u lu n am ayacak ideal b ir dünyanın derin ve keskin özlem i o larak yaşam aya devam ettiğinde, aşk te k ra r önem kazanır.
Böyle b ir durum da, kolektif düzeydeki kayıp, kolektif hareketin politik, d insel ve ideolojik değerleriyle zenginleşm iş o larak, iki kişilik doğuş d u ru m u aracılığıyla telafi edilebilir. Böylece iki âşık, d aha büyük b ir hareketin en küçük hücresi o ldukları duygusuna kapılırlar. Ivan della M ea’nın* b ir şarkısındaki deyişi kullanırsak, "Sen ve ben b ir ekip o luştu ruyoruz.” Bu örnekte, ekip sosyalisttir: Aşk, daha büyük b ir hareketin , sosyalist h a reketin b irim i o larak yaşanm aktadır.
O zam an kim , aşkın bencil ve kapalı b ir hareket o lduğu fikrini yaym aktadır? B ireyler üzerinde tam b ir kon trol sağladığını iddia eden politik, ideolojik ve dinsel ku rum . Toplum sal hareketlerden doğan birçok grup ve top lum sal kurum , her bireyden, g ruba tam b ir bağlılık bekler. K atoliklerin m an astır ta rika tla rın ı düşünm em iz yeterli olacaktır. B aşlangıçta, bu ta rik a tla rd an birçoğu, ya erkekler ya da kad ın lar ta ra fın d an o luştu ru lm uş h areketlerden doğm uştur. A rdından b ir ta rik a ta -yan i b ir k u ru m a - dönüşerek, erkekleri kad ın lardan ayırıp üstlerine karşı m utlak b ir itaa t rejim i yerleştirm işlerdir.
Sert b ir d isiplinin sağlandığı politik ya da devrim ci g rup larda da aynı şey geçerlidir. H er bireyden m utlak b ir kendini adayış ve tam b ir itaat isteyen bu dışa kapalı g rup lar için çift, g rubun tam hâkim iyeti karşısında b ir engel, b ir sın ırlam a ve kısıtlılık göstergesidir. Totaliter grup, ik tidarın ın u laşam ayacağı b ir alanı m uhafaza eden bu tekil bireylerin d iren işinden ö tü rü kendini zara
* Siyasi içerikli şark ılarıy la tan ın a n çağdaş İtalyan besteci, (ç.n.)
135
ra uğramış hisseder. G rubun to ta lite r ik tidarından k u rtarılm ış olan bu alan ın ismi, özel yaşam dır. G rubun b a kış açısından bu sınır, bu m ahrum iyet, bu “özel a lan ’’ b ir sınırlam ayı, b ir kaybı tem sil eder. İşte bundan ö tü rü g rup buna karşı m ücadele edip bunu bencil ve alçak o larak nitelendirir. Aşk hakkında birçok M arksist’in o lum suz yargısın ın kaynağı işte budur. Bu M arksistler, bu "özel a lan ” ve “özel m ülkiyet” -yan i devletin ya da p artin in politik tekelinden kurtarılm ış o la n - a ras ında b ir ilişki ku rarak ideolojik operasyonu tam am larlar. Doğal o larak aynı şey söz konusu olm asa da, her iki d u ru m d a da ik tidarın tekelleştirici idd ia larından b ir kaçınm a söz konusu o lduğundan, bu olaylar ideolojik o larak asim ile o lm uşlard ır.
İdeolojik, dinsel ve politik b ir sistem ne denli to ta literse, ik tidarından ko runm ak isteyenlere karşı o denli düşm anlık gösterir. B undan ö türü , sistem âşık çifte d ü şm anlık besler, çünkü bu çift kendisine m eydan okuyabilecek en küçük top lum sal b irim i o luşturur.
rad i b ir hareketle âşık olm ayı d u rd u rab ilir miyiz?H ayır. İradi b ir hareketle âşık o lm aktan kaçına
b ilir miyiz? Evet. Zaten yeşerm iş olan b ir aşk karşısın da irade ne yapabilir? N et b ir tav ır tak ın ıp sevilen kişiyi hiç görm em eye, ondan uzaklaşm aya k ara r verebiliriz. B ü tün bu tavırları irade gerçekleştirebilir. Sevilen kişi e trafım ızda olduğu sürece, bundan daha kolay h içb ir şey yoktur. Doğuş d u ru m u hayır diyebilm em ize im kân tan ıyan m üth iş b ir güce sahiptir. Ne var ki, aşkım ızı kaybetm em ize yol açan ve telafisi o lm ayan davranışı sergilediğim iz an d a bu güç b ir anda o rtadan kaybolur. O zam an, duyarsızlaşm a ve nostalji devreye girer.
B una karşılık, âşık o lm ak tan kaçınm aya yönelik b ir yöntem vardır. B ütün top lum sal k u ru m la r bu yöntem e sah ip tir; zira hepsi de b ireyin âşık o lm asın ı engellem eye ya da bu “d ü şü şü n ” sonuçların ı s ın ırlam aya çalışır. K olektif hareketlerin o rtaya çıkarıp tek ra r can lan d ırd ığı b ü tü n toplum sal k u ru m la r her zam an, herhang i b ir b ireyden d ah a önem li gördükleri b ir varlığa odak lan m ışlard ır. İs te r parti, hareket, sınıf, va tan o lsun ister kilise veya Tanrı, bu varlık - ta n ım gereğ i- gerçek h e rhangi b ir erkekten ya da kad ından daha ü s tü n d ü r. Toplum sal k u ru m u n bilgisi b ir b irey in T anrısa llaştırılm ası- nı değersiz g ö rü r ve b ir top lum sal g ruba dahil o lan lar bu bilgiye sah ip olur. İki b in yıl boyunca, K atolik K ilisesi m üritle rine , yeryüzü aşk larından ziyade .sem avi
137
aşkları te rc ih etm elerin i, âşık o lm a g irişim lerinden kaçınıp, arzuya ilişkin günah ların ı bile itira f etm eyi öğretm iş; her zam an o toritesin i h issettirm eye haz ır olm uştu r. S tendhal, "âşık o lm aktan kaçınm ak için h em en, d ah a ilk an la rd a harekete geçm ek gerekir yoksa çok geç o lab ilir” diye yazar.* Aşkla sevm ek istem eyen kişi, ilk çekim in yarattığ ı etkiyi hem en k ırm alıd ır: Eğer b ir kişi h oşuna giderse, b ir başka kişiyle b erab e r o lm alı, eğer ü s t üste kendisini aynı eve bakarken yakalarsa şeh ir değiştirm eli, eğer hayran o lu n m ak tan zevk ald ığ ını fark ediyorsa küçüm senm ek için uğraşm alıd ır. Aşktan ko runm aya yarayan b ir elkitabı, cinselliğin de "dü- şü ş”e engel o lm ak için kullanılacağı b ir çile k itab ına benzerdi.
Pekiyi, neden bu kadar acı? G etirdiği b ü tü n m u tsu zluk lara rağm en, âşık o lm ak denen şey neden bu kadar büyük b ir çekim e sahip? N için bu k ad ar baştan çıkarıcı? Söylediğim iz bü tü n şeylerden sonra, b ir yanıt verebiliriz. B atı’daki eğilim, âşık o lm a olgusu değil; doğuş du rum udur. Aşkı çekici bu luruz, çünkü doğuş d u ru m u nu çekici bulm ayı öğrenm işizdir. Bu öğrenm e, sem bolik p landa gerçekleşm iş, p ra tik p landa ise gerçekleşecek doğuş d u ru m u n u tem sil eden toplum sal ku ru m lar a ra cılığıyla gerçekleşir. B a tın ın d insel ve politik, eski ve m odern bellibaşlı ku rum larm m hepsi doğuş d u rum u kategorilerine dayanır.
Biz, B atı’n ın rüyası o lan doğuş d u ru m u n u çekici b u luruz. H ıristiyanlık öncesi eski gizler, tan rın ın ö lüm ünü ve tek ra r doğuşunu an latırd ı. H ıristiyanlığ ın en önem li bayram ları, d irilişin Paskalya’sı ve Noel’dir. N ihai sona ilişkin, H ıristiyanlık vücudun d irilişin i ve yeni K udüs’ü vaat eder. Bu an lam da tam am en Batılı olan İslam , nihai sonun beklenm esini öğretir. M arksizm devrim den, yenilenm eden, ta rih in sonundan bahseder. Değerlerle do
* Stendhal, Aşk Üzerine, 1822.
138
lu b ir süreci belirtm ek için, şu tü rden deyişleri ku llan ırız: R önesans, Risorgim ento , yenilenm e.
Y aşadığım ız an ın sıkıcılığı içinde yeni b ir günü, yeni b ir yaşam ı, yeni b ir ilkbaharı, kurtu luşu , bağışlanm ayı, ikinci karşılaşm ayı, isyanı bekleriz. Dinsel m itlerin geçm işte, M arksizm ’in gelecekte, aşkın şim dide bu lduğu o ilk zam anların ilahi an ları bizi hâlâ çeker. Bu, B a tın ın kültürel geleneğidir.
Ne var ki B atı’da nihai rüyayı o luştu ran şey, Doğu için özellikle de H indu ve B udist kü ltü r açısından uzak duru lm ası gereken b ir kâbustur. A ydınlanan ya da diğer adıyla B uda veya S iddharta G autam a, H indu m etin lerinde önceden var o lan b ir düşünceyi yorum larken şöyle diyordu: "Doğum acıdır, hastalık acıdır, yaşlılık acıdır, ö lüm acıdır, sevm ediğim iz kişiye bağlı olm ak acıdır, sevdiğim iz kişiden ayrı olm ak acıdır." T ekrar doğm ak yaşam cehennem ine dönm ek, karşı konulm az b ir şekilde acıyla karşılaşm ak an lam ına gelir. Bu bakış açısıyla doğuş durum u , yan ılsam aların en büyüğünü tem sil eder. Cennet bahçesine girip orada kalınam az: Oraya sa dece sonsuza dek kovulacağım ızı, um utsuz yeniden d o ğuşun (sam sara) sürekli tekrarın ı yaşayacağım ızı bilerek girebiliriz. Böylece tek ra r doğm ayı arzulam ak, b ir m ahkrım iyet ve b ir deliliği tek rar yaşam ak olur. Gerçek um ut, en son ve kesin, tek rardan m utlu doğuşun beklentisinde değil, tam tersine tekrar doğuştan vazgeçm ekte, bunu reddedişte yatar. R uhgöçü, yani başka varlıklarda a rt arda yaşanan enkarnasyon (hayvanlar, bitkiler, nesneler ve tek ra r insanlar) görüntü lerin in tuzağına düşm eyelim. Tekrar doğuşların döngüsü rahatlık la bireyin yaşam ına da uygulanabilir: Birey ö lü r ve d u rm adan tek ra r doğar; acı çeker ve h e r zam an yeni m utlu b ir yaşam a tekrar doğm ayı u m u t eder. Yine de, b ir tek acıyla k arşılaşır. Bu sürekli arzu , bu sürekli ve boşuna arayış d ü n yayı kavrayışım ızdan, sahip o lduğum uz kategorilerden kaynaklanır; he r şeyden önce de varlık kategorisinden. Bir benlik duygusu, b ir ruh, b ir dünya, b ir tanrı, b ir sı
139
nıf, kısacası, karşıt anlam lı iki bileşenden m eydana gelm eyen b ir aşk varlığı ve sürekli yaşam kaynağı.
Doğu düşüncesi, doğuş d u rum unun ani, asıl deneyim ini radikal olarak reddetm iştir: "Varlık vardır, yokluk yoktur.” Bu ilk sorunu reddederek dinim izin, felsefemizin, politikam ızın türediği bü tün Batı m etafizik düşün cesini reddetm iştir. E ros tarafından harekete geçirilen m antıklı ru h ta açığa çıkan nesnel b ir m utlak ideali -Y unanlıların m an tığ ı- H indu-B udist düşüncesine göre a n lam sız b ir um udun kaynağında bulunur: Sürekli m utlu b ir yaşam , bundan ö tü rü de sürekli başarısızlığa m ahkûm b ir yaşam um udu. Felsefe dilini b ırakıp psikolojin in diliyle konuşacak olursak, Doğu düşüncesi doğuş du ru m u n u n beslendiği (aynı zam anda doğuş du ru m u n daki aşkın da elbette) depresif aşırı yüke başka b ir çözüm bulm uştur. Susuzluğu giderecek, karşıtlığı olm ayan tek b ir aşk nesnesini aram ak yerine, D oğulular susuzluğu aşm aya; coşkulu ve eksiksiz b ir m utlu luk yerine, aynı anda hem m utluluğu hem de acıyı aşm aya çalışırlar: N irvana, her tü r a rzunun uzaklaştırıldığı bu hu zu r d u ru m udur. Aşk yerine, böylece erotik bir sanat doğacaktır. Bu sanat sayesinde, kaybedildiği takdirde her şeyin kaybolacağı bu biricik, özgün, tam am en farklı, yeri değiştirilem ez varlığa bağlı olm aksızın, hem kendinden hem de diğerlerinden zevk alm ak m üm kün hale gelir. Erotik bilgelik, bireysel eğilim lerden, herkesin tercih lerinden de yararlanm akta, ancak ayrıcalıklı ilişkileri sistem atik olarak reddetm ektedir. Bu erotik bilgelik, tarihsel olarak harem lerde, cinsel kom ünizm uygulayan dinsel g ruplard a veya dinsel fuhuşta gelişm iştir. Bu tü r erotizm , hiçbir zam an evli çiftin, buna bağlı olarak da ailenin tem elini o luştu rduğunu iddia etm em iştir. Çin'de olduğu gibi H ind is tan ’da da, aile, akrabalık sistem lerinin kavşak noktasından türüyordu: B undan ö türü , bireysel seçim in ya pek az önem i vardı ya da hiç önem i yoktu. Erotik sanat, başka herhangi b ir cinsel ilişkiden daha fazla ta tm in sağlam ayı am açlayan b ir cinsel ilişkiden zevk almayı
140
sağlam aktaydı. Bu sanatın o rtaya çıktığı soylu sınıflarda, nikâhsız eşe sahip olm ak oldukça yaygındı. Böylelikle, cinsellik, evlilikten bağım sız, tu tkudan ve hatta tek b ir kişinin arkadaşlığ ından bile ayrı tu tu luyordu.
B atı’da, bu evrim tersi b ir süreç izledi: Tutkulu eros cinselliği, arkadaşlığı, evliliği ve h a tta ürem eyi dah i kapsadı. B ir tek Batı, özellikle Avrupa, tekeşliliği dayatm aya kalkışıp b ir ideal haline getirdi. B ir tek A vrupa’da, belli b ir zam anda, evli çiftin, ailenin ve h a tta tü rün sürekliliğinin ölçütleri, aşkın doğuş d u ru m u n a atfedilm e- ye kalkışıldı. B eraber çocuk yapm ayı arzuladığım ız eş, p a rtn e r seçim i neden aşkla ilişkilendirildi? Bu, gözüm üze m utlak ölçüde olağanüstü görünen b ir kişiden çocuk yapm ak istediğim iz ve bu kişiyi, he r bak ım dan diğerlerine tercih ettiğim iz, geri kalan her şeye karşı bu kişi için tüm gücüm üzle savaşacağım ız an lam ına gelir.
B atı'm n inanılm az bencilliği, insan kavram ı (m utlak olarak biricik ve değer yüklü b ir varlık), ikisi için de olağanüstü olan b ir şeyi dünyaya getiren iki varlığın -h e r biri d iğerin in gözünde olağanüstü o la n - gerçekleştirdiği b ir deneyim aracılığıyla yavaş yavaş gelişti. B unların hiçbiri, Doğu geleneğinde bulunm az: Cinsellik, olağanüstü yerini erotik sanatta buldu. Ne var ki aynı cinsellik, b ir tek kişiye duyulan her tü r arzuyu dışlar. Böylece D oğulularda, ne doğm akta olan aşk ne patolojik kıskançlık ne ıstırap ne duyarsızlaşm a ne de nostalji vardır. En önem lisi de nostaljin in yokluğudur. B atı’m n bu hastalığı, kalbim izdeki b ir olasılığın m ükem m el im gesini saklı tu tar. Bu olasılık, b ir şekilde yaşanm ış veya sezinlenm iş olup belki de -n e gününü ne de saatin i biliyoru z - m utlu çağların kapısını a rd ın a kad ar açıp yeni günün aydınlık habercisi olacaktır.
B ununla birlikte, savaşın hem en sonrasında, Batı ve Doğu a rasında karşılıklı b ir ilişki kuru ldu . Öncelikle ve özellikle M arksizm aracılığıyla, B a tın ın "um udu”, Doğu ülkelerin in düşünm e b içim inin ve politikasının , sistem atik b ileşenlerinden biri oldu. A rdından D oğuluların,
141
Batılı dinsel, politik ve kişisel dogm alara karşı gösterd iği şüphe bize kadar ulaştı. Bu şüphe özellikle, gitgide daha fazla eleştirilen tekeşli kadm -erkek çiftine karşı gösterildi. B atı’da bile, farklı yollar aracılığıyla, bireysel aşk tan m anevi ve erotik b ir m ertebeye u laşm am ıza o lanak veren kolektif katılım biçim leriyle Doğu bilgeliği yayılm aktadır. M odern bilim , göreceliğin öyle yüksek b ir aşam asına u laşm ıştır ki, araç ların gösterdiklerin in ö te sinde, kendiliğindenlik kavram ını tam am ıyla reddeder.
Aşk, kolektif b ir hareketin "gerçek figürü” olarak çöküş durum unda olabilir. Eğer böyleyse, bu kitap bu değişim in habercisi gibi görünebilir. Hegel, düşüncenin -M iner- va’nın gecekuşu gibi- şeyleri ancak alacakaranlıkta ayırt edebildiğini, böylece toplum sal b ir fenom enin ve ku ru m un anlam ını, bun lar ancak kaybolm adan hem en önce, çöküş durum unda olduklarında anlayabileceğini söyler.
Bizimki gibi b ir a landa öngörüde bu lunm ak çok zo rdur. K uşkusuz, Batı ta rih inde kolektif hareketler to ta lite r ideolojilerin, fanatizm in ve hoşgörüsüzlüğün kaynağında yer alm ıştır. Toplum sal hareketlerin ve ideolojik o luşum ların eleştirel tahlili, gerekli b ir p rogram ı, gelecekteki felaketleri engellem ek için zorunlu b ir geçişi o luştu rur. Eğer bu tahlil, yeni fanatizm leri engellem eye yarayacaksa, o zam an tarihsel görevini yerine getirm iş olacaktır. D erinliklerinde kolektif hareketlere benzer b ir doğaya sahip o lduğundan , doğuş d u rum undak i aşk da tahlil edilip incelenm eli ve anlaşılm alıdır. Başka yollar denem eli, başka toplum sal ku rum lar icat etm eliyiz.
Doğuş d u ru m u da, aşk da m uhtem elen var olm aya devam edecektir. S onunda değişecek olan, sadece kü ltü rel tasarım ları ve diğer toplum sal b içim lerle olan ilişkileri olacaktır. Böyle düşünüyorum , zira genelde kültürel b ir gelenek yok olm az; değişik biçim lerde tek ra r var olur. Uygarlıklar h e r zam an, binlerce yıl sü rüp gider.
m
142