45
Sayı:2 MAYIS 2016

Fular Dergi sayı 2

  • Upload
    yish

  • View
    238

  • Download
    2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Aylık bilim ve sanat dergisi

Citation preview

Page 1: Fular Dergi sayı 2

Sayı:2 MAYIS 2016

Page 2: Fular Dergi sayı 2

Nehirler gibi akıp giden düşüncemiz, önüne çıkan taşların ve bizim irademizin sonucunda bu sayı ile pratiğe dönüşüyor. İnsanın çok belirgin bir özelliği var etrafında dönüp duran canlı cansız sistemden farklı olarak. İn-san düşünmeden yapamıyor. Düşünmeyi durdurmaya çalışabilir misiniz? Ya da bu andan itibaren düşüncenizin bin bir etkenden etkilenen bir hareket ol-duğunu benimseyebilir misiniz? Düşünüyor ve uyguluyorsunuz, bazen sanat

bazen bilim oluyor. Belki de bugün olduğu gibi Fular olabiliyor.

Düşünmeyi seviyoruz çünkü bize bir umut veriyor. Evet, bize karanlığın içinden aydınlıklara ulaşabileceğimiz birinci sınıf bir bilet ayarlayabiliyor anında. Ama ne yazık ki her düşünce karanlıktan kurtaramıyor insanı. Me-

sela önlem alınmayan bir maden ocağı 301 insanı bir anda sonsuz karanlığa kapatabiliyor. Aynı zamanda onların ailelerinin ocağına belki de uzunca bir süre güneş doğmuyor. Hem de düşünen ailelerin ocağına, soru soran, “Ne-den?” diyebilen insanlar uzunca bir süre karanlığa hapis olabiliyor. “Ne-

den?” bu soru bize biraz tanıdık geliyor.

Düşünmek belki de insanın üzerine yüklenmiş en önemli sorumluluklar-dan biri hâline geliyor bu noktada. İçinde bulunduğu ekosisteme karşı sürek-li sorumlu davranmak zorunda olan bu canlı, nasıl oluyor da var olma çaba-

sı içinde çırpınan 301 canı biraz daha fazlası için ölüme terk edebiliyor?

Kader, kısmet ve fıtrat! İnsan içinde bulunduğu maddi koşulların yeter-sizliğini nasıl bir yabancılaştırma ile açıklayabilir? Belki bu üç kelimeden

herhangi birini onun yerine koyabilirsiniz. Peki, gelecek adına sorunlarımızı çözme aşamasında bize çok yararlı olabilir mi? Onu da size bırakıyoruz.

Kafasının içinde ya da maddi koşulları itibariyle var olma mücadelesini hiçbir zaman yeterli bulmayacak ama bunu çok iyi bildiği hâlde bundan da asla vazgeçmeyecek olan bir okuyucu kitlesine Fular’ın 2. sayısı ile beraber

hoş geldin demekten onur duyuyoruz.

Page 3: Fular Dergi sayı 2

KÜNYE

Editör Gül Düşlem

Tasarım ve yayın yönetmeni

İsmail Yüksel

Genel Yayın Yönetmeni

Tahsin Odabaş

Kapak İç Dizayn

Hilal Dursun İsmail Yüksel

Page 4: Fular Dergi sayı 2

İçindekiler

Evrim Ağacı 37

13 Feminizm Ne Değildir? 18 Kitleler Psikolojisi 21

25 Geçen Zamanı Yakalama Çabaları 26Veganlık Nedir/Ne Değildir? 28Apansız 31 Zihnin Tözü Özgürlük Müdür? 32

34Bilimlerin Bilimi 35Naçizane 36

38 Toplamaya Çalışıyorum Şimdiyi 40 Playlist 41

Page 5: Fular Dergi sayı 2

TEMEL EVRİM MEKANİZMALARI

Hayatın kökenleri irdelenirken evrim her zaman bu konuda çok önemli bir açıklayıcı güce sahip olmuştur. İlk sayımızda tesadüf ve olasılıklardan bah-setmiştik. Bu kavramların günümüz bilimindeki yeri ve önemini anlatmaya çalışmıştık. Her sayımızda yer verdiğimiz gibi Evrim Ağacı’nın makalele-rinden bu ayki sayımızda temel evrim mekanizmalarını sizinle buluşturmak istedik. Evrim bu gücünü hangi mekanizmaları kullanarak elde ediyor? Bu terimleri Evrim Ağacı ekibi bu şekilde özetlemiş:

Page 6: Fular Dergi sayı 2

TEMEL EVRİM MEKANİZMALARI

1) Doğal Seçilim: Doğal Seçilim temel olarak canlılarda diğer mekanizma-lar ve doğal süreçler sebebiyle meydana gelen varyasyonların doğal koşullar altında canlının ortama en uygun (adapte) olanlarının seçilmesi ve üremesi, böylece kendilerindeki bu varyasyonlara sebep olan “güçlü” (adapte olma-yı sağlayan) genleri yavrularına aktarabilmesi olarak tanımlanabilir. Doğal Seçilim’de, temel olarak hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur. Varyasyonlara Doğal Seçilim sebep olmaz (buna az sonra değinece-ğiz), Doğal Seçilim, sadece bu canlıların doğada şahsi becerilerinden ve/veya genetik niteliklerinden dolayı seçilmeleri veya elenmeleri demektir. Doğa koşullarının kendisi rastlantısaldır. 3645 yılının Ocak ayının 24’ünde hava sıcaklığını, nemi, bitki örtüsü dağılımını, vb. bilmemiz olanaksızdır. Ancak belli bir sıcaklık aralığında olmasını olasılıksal olarak hesaplayabilir ve ön-görebiliriz (bir şeyin rastlantısal/tesadüfi olmasının, o şeyin bilimsel olarak analiz edilemeyeceği anlamına gelmediğini hatırlayınız). Ancak evrim bu durumu kendisinin dışarısında bırakır ve var olan koşulları “geçici normlar” olarak görür. O anda ortam her nasılsa, ona en uyumlu olanlar seçilir, diğer-leri elenir. Burada bir rastlantısallık unsurundan bahsedilemez. Evrimi “salt rastlantısallık”tan çıkaran en önemli faktör, seçilimin rastlantısal olmayışıdır.

2) Yapay Seçilim: Olabilecek en az rastlantısallığa sahip olan mekanizmadır. Doğrudan bir canlının, bir diğerini belirli ve istenen özelliklerine göre seç-mesi demektir. Bilinçli olarak yapılan bu sürekli seçim sonucunda nesiller içerisinde canlılar türleşir ve evrim geçirirler. Bu sebeple, Yapay Seçilim’de de hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur.

Page 7: Fular Dergi sayı 2

TEMEL EVRİM MEKANİZMALARI

3) Cinsel Seçilim: Cinsel Seçilim, bir türün bireylerinin, karşı cinsiyettekile-ri belirli fiziksel özelliklerine ve niteliklerine göre seçmesi ve cinsel tercihle-rini belirli özellikteki bireylerden yana kullanmaları demektir. Bunun sonu-cunda belli özelliklere sahip olanlar daha çok üreyebileceği ve kendilerinde, karşıt cinsin seçimini kendisinden yana kullanmasında etkin olan özellikleri yavrularına aktarabileceği için belirli bir yönde evrim gerçekleşir. Bu meka-nizma da tamamen canlıların bilinçleri ve tercihleri doğrultusunda işler. Bu tercihler ilk etapta rastlantısal gibi gözükebilir: örneğin dişi bir geyik, neden daha iri boynuzlu bir erkeği seçsin ki? Aslında seçmeyebilirdi (ki bu, teknik olarak tercihin tesadüfi olduğunu düşündürebilir). Ancak eğer ki uzun ve büyük boynuzlar, erkeğin dişisini daha kolay korumasını sağlıyorsa, daha güçlü protein üretimi anlamına geliyorsa, daha dayanıklı ve dirençli birey-lere işaret ediyorsa, o zaman dişinin bunları tercih etmesi son derece makul ve anlaşılırdır. Dolayısıyla Cinsel Seçilim’de de hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur.

4) Genetik Sürüklenme: Genetik Sürüklenme temel olarak küçük bir popü-lasyondaki genlerin belirli bir yönde seçilerek popülasyonun bu ata bireyle-rin özelliklerini yoğunluklu olarak taşıyacağı şekilde evrimleşmesi demektir. Genetik Sürüklenme evrimin rastlantısal yönünün neredeyse tamamını tek başına içerisinde barındıran mekanizmasıdır. Eğer ki evrimde rastlantısallık aranıyorsa, Genetik Sürüklenme bakılması gereken ilk mekanizmadır. Zira bir popülasyonun rastgele ve şans eseri ikiye bölünmesinden tutun da, bazı canlıların sırf “yanlış yerde, yanlış zamanda” bulunmasından ötürü ölmesine kadar tüm tesadüfi konuları içerisinde barındırır. Örneğin bir yangın ya da depremde popülasyonda sadece “dezavantajlı olanlar” ölmezler. Son derece güçlü bireyler de, tamamen şans eseri, yanlış yerde bulundukları için ölebi-lirler. Bu rastlantısallığı bile matematiksel ve istatistiki olarak analiz etme-miz mümkündür! Dolayısıyla Genetik Sürüklenme’nin rastlantısallığı bile, tıpkı yazımızda izah ettiğimiz gibi matematiksel bir olasılık durumudur ve bu rastlantısallık, evrimin kendisinden ziyade, doğanın ve süreçlerin işleyi-şinin rastlantısallığından kaynaklanır.

Page 8: Fular Dergi sayı 2

TEMEL EVRİM MEKANİZMALARI

5) Mutasyonlar: Evrimin en rastlantısal mekanizmalarından birisidir; ancak yine, tesadüfi olması “takip edilemez” olduğu anlamına gelmemektedir. Mu-tasyon, genel olarak rasyasyon ve kimyasallar etkisinde genetik materyalin rastgele değişmesi demektir. Ancak mutasyonların rastlantısal olmasından daha doğal bir şey olamaz. Şu anda koltuğunuzda ya da yatağınızda bu yazı-yı okurken vücudunuza birçok farklı açıdan radyoaktif ışınlar girip çıkmak-tadır. Birkaç derece sağa ya da sola dönmeniz, vücudunuzun hangi hücre-lerinin bu ışınımlardan nasıl etkilediğini değiştirebilmektedir. Bu ışınımlar, hücrelerinizdeki DNA’ya etki ederek mutasyonlara neden olur. Şöyle değil de böyle oturuyor olmanız, şu değil de bu hücrenizin, o değil de şu nükleoti-dinizin mutasyona uğramasına neden olabilir. Mutasyonların rastlantısallığı bundandır ve bu, son derece normaldir. Ancak unutmayın ki mutasyonlar evrimin ana nedeni değildirler. Mutasyonlar, evrimin malzemesini yaratan ana kaynaktır. Yani rastgele değişimler, rastgele çeşitliliği üretir. Bu çeşitlilik içerisinden, o anki doğa şartlarına bağlı olarak bazıları seçilir, diğerleri elenir. İşte bunun sonucunda evrim gerçekleşir. Yani çeşitliliğin rastgele oluşuyor olması, evrimin rastlantısal olduğunu göstermez. Zira hiçbir rastlantısallığı bulunmayan seçilim mekanizmaları olmaksızın, rastgele yaratılan çeşitlili-ğin tek bir anlamı bile yoktur.

6) Göçler: Göç kavramı, bildiğiniz gibi, popülasyonun tamamı ya da bir kısmının, bulunduğu yerden başka bir bölgeye gidip yerleşmesi ve oradaki popülasyon ile genetik olarak karışması durumudur. Bu da evrimin kısmen rastlantısal sayılabilecek mekanizmalarından birisidir. Bir canlı grubunun ya da bireyinin bir noktadan diğerine ne zaman ve neden göç edeceği bü-yük oranda tesadüfidir. Elbette, yine, bu tesadüfü olasılık hesapları dahilinde analiz etmemiz mümkündür. Fakat bu analiz, göçün tesadüfen şu noktadan bu noktaya gerçekleştiği gerçeğini değiştirmeyecektir. Bu göç ile birlikte, yeni coğrafyaya yepyeni genler taşınmış olur. Bu da, evrimin gidişatına yön veren çeşitliliği etkiler.

*Daha fazla bilgi için Evrim Ağacı’nın web sitesinden makale arşivine ulaşabilirsiniz.

Page 9: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Sanat, mimarî ve tasarım dünyasında, altın oran çok büyük bir şöhret ka-zandı. Le Corbusier ve Salvador Dalí gibi büyük isimler çalışmalarında bu sayıyı kullanmıştır. Parthenon, Giza Piramitleri, Michelangelo’nun tabloları, Mona Lisa, ve hatta Apple logosunun bile bu sayıyı içerdiği söyleniyor.

Bu, saçmalıktan başka bir şey değil. Altın oranın estetik yönleri şehir ef-sanesi, bir mit, bir tasarım dedikodusundan ibaret. Pek çok tasarımcı bunu kullanmıyor, ancak kullanıyorsa bile, büyük ölçüde öneminin olmadığını dü-şünüyor. Ayrıca bunun temellerini oturtacak bilimsel araştırma da yok. Altın orana inananlar, 150 yıllık bir saçmalığın matematiksel güzelliğinin peşin-den gidiyor aslında

Neden Altın Oran? İlk kez Öklid’in “Elementler” isimli eserinde 2300 yıl önce tarif edilmiş olan kavramın orijinal tanımı şöyle: Bir küçük sayı, bir büyük sayıya oran-lanıyor ve çıkan sonuç, büyük sayının bu iki sayının toplamına oranına eşit çıkıyorsa, bu iki sayı altın oranda kabul edilir. Bu şartı sağlayan değer ge-nellikle 1,6180 olarak yazılıyor. Altın oranın en meşhur uygulaması altın dikdörtgen olarak bilinen şekil, bu tam bir kareye ve oranlandığı zaman aynı büyüklük oranına sahip daha küçük bir kareye ayrılabiliyor. Bu teoriyi daha çok sayıda nesneye uygulayarak onları bölmeyi başarabilirsiniz.Altın oran her zaman biraz eksik çıkmaktadır

Page 10: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Sade bir Türkçe ile anlatmak gerekirse, elinizde iki nesne var diyelim (Ya da tek birnesne var da onu iki nesneye ayırabiliyorsunuz, tıpkı altın dikdört-gende olduğu gibi.) ve yukarıdaki matematik işlemini yerine getirirseniz ve 1,6180 değerine ulaşırsanız, iki nesnenin altın oran içinde olduğuna kanaat getirilir. Yalnız burada bir sorun var. Matematik işlemini yaptığınızda altın oran 1,6180 değil, 1.6180339887… şeklinde devam ediyor, yani ondalık ra-kamlar sonsuza kadar gidiyor.

Stanford Üniversitesi’nde matematik profesörü olarak çalışan Keith Dev-lin, “Gerçek dünyadaki herhangi bir şeyin, kesin konuşmak gerekirse, altın orana uyması mümkün değil,çünkü altın oran irrasyonel bir sayıdır.” diyor. Daha standart büyüklük oranları kullanarak bu değere yakınlaşmak müm-kün olabilir. Ipad’ın 3:2 görüntü ortamı, HDTV’nizdeki 16:9 görüntü oranı, Devlin’e göre “Bu değerler etrafında dönmektedir.” Ancak altın oran değeri pi sayısı gibidir. Gerçek dünyada mükemmel bir çemberi bulmak nasıl müm-kün değilse altın oran da gerçek dünyadaki herhangi bir nesneye uygulana-maz. Yani her zaman biraz eksik kalacaktır.

Mozart Etkisinde Altın Oran

Biraz fazla ayrıntıya girdik belki. 1,6180 yeterince yakın değil mi? Evet, muhtemelen yeterince yakın, keşke Parthenon veya Mona Lisa gibi belli nesneleri estetik olarak neden hoş bulduğumuza ilişkin bilimsel bir destek olsaydı.Ama böyle bir destek yok. Devlin, altın oran kavramı ile estetik ara-sındaki ilişkinin temelde iki kişiden geldiğini düşünüyor,birinci kişi yanlış yönlendirilmiş, ikinci kişi ise bunu uydurmuş.

İlk kişi Luca Pacioli olup 1509’da “De Divina Proportione” isimli kitabı yazmış ve altın oran kavramı ortaya çıkmış. Garip bir şekilde, kitabında Pa-cioli estetiğin altın oran esaslı teorisinden bahsetmemiş ve sanat, mimarî ve tasarıma uygulanması gerektiğine değinmemiştir,bunun yerine, birinci yüz-yıl Roma mimarı olan Vitruvius’tan sonra ismini alan Vitruviyen sistemin-den bahsetmiştir.

Page 11: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Altın oran bakış açısı 1799 yılında, altın oran üzerine gerçekten bir kitap yazmış olan Mario Livio’ya göre yanlış bir şekilde Pacioli’ye atfedilmiştir. Ancak Pacioli Leonardo da Vinci ile yakın arkadaş idi, da Vinci’nin eserleri 19.yüzyılda büyük bir şöhret kazanmıştı. Da Vinci De Divina Proportione’yi çizdiğinden beri, Da Vinci’nin kendisinin de son derece güzel resimlerinde altın oranı benimseyip kullandığı yolunda spekülasyonlar konuşulmaya baş-landı.

Buna inanan kişilerden biri de Adolf Zeising idi. Devlin, “bu adamı ger-çekten altın oranın şöhretinden ötürü kazığa bağlayıp yakmak istersiniz.” deyip gülüyor.Zeising, Alman bir psikolog olup altın oranın evrensel bir ka-nun olduğunu ve “Tabiat ve sanattaki güzellik ve bütünlüğün en üst seviyede ruhanî bir ideal olarak bütün yapılara, şekillere ve oranlara (kozmik veya bireysel, organik veya anorganik, akustik veya optik) sızdığını…” söylüyor. Bu kişi lafı çok uzatan biriydi. Zeising’in tek sorunu, hiç biri gerçekten var olmayan desenler görmüş olmasıydı. Örneğin, Zeising’e göre altın oran in-san vücuduna uyarlanabilir,bunun için göbek deliğinden ayak parmaklarına olan uzaklığın, kişinin toplam boyuna bölünmesi gerekir.Devlin’e göre bun-lar sadece sanal vücut parçaları ve bir formüle uydurulmuş:“İnsan vücudu gibi karmaşık herhangi bir şeyi ölçerken, 1,6’ya çok yakın olan bol miktarda orana ulaşmak mümkün olabilir”.

Yazarın kişisel çalışmasında, altın oranın kullanıldığına ilişkin bir örneğe rastlanmıyor.Ancak bu değerin uydurulmuş olup olmadığı fark etmiyor. Ze-ising’in teorileri son derece popüler olmuş ve Devlin tarafından “Mozart Et-kisi’nin 19. yüzyıl eşdeğeri” olarak tanımlanıyor,“klasik müzik dinlemenin zekâyı geliştirdiğine ilişkin inancın” yansıması olduğu düşünülüyor. Ancak bu kavram hiç kaybolmadı. 20.yüzyılda, meşhur İsviçreli-Fransız mimar Le Corbusier, antropometrik oranlar üzerine kurulu Modulor sisteminde altın orandan faydalandı. Dalí ustalık eserlerinden biri olan Son Yemek Ayini’ni altın dikdörtgen şekilli bir tuval üzerine yapmıştı. Bu arada, sanat tarihçileri, tarihin büyük tasarımlarına göz dikerek altın oranı Stonehenge, Rembrandt, Chatres Katedrali ve Seurat gibi eserlere uygulamayabaşladı.Altın oran ve güzellik arasındaki bağlantı sanat, mimari ve tasarım dünyasında bu güne kadar uydurma bir haber olarak varlığını korudu.

Page 12: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Altın Oranı Tercih Etmek Zorunda Değilsiniz Gerçek dünyada, insanlar altın oranı tercih etmek zorunda değil.Devlin, Stanford’da süren ve henüz yayınlanmamış bir çalışmada üniversitenin psi-koloji bölümü ile çalışarak yıllar boyu yüzlerce öğrenciye en sevdiği dik-dörtgeni sormuş. Öğrencilere birkaç dikdörtgen gösterilmiş ve en beğendi-ğini seçmesi istenmiş. Altın oranın güzel estetik fikri ile bir bağlantısı olsa idi, öğrencilerin altın orana en yakın dikdörtgeni seçmesi gerekirdi. Ancak böyle olmadı ve öğrenciler rastgele olarak dikdörtgenleri seçti. Alıştırmayı tekrarlamaları istendiğinde, öğrencilerin farklı dikdörtgenleri seçtiği görül-dü. Devlin, “yeni psikoloji öğrencilerine insan algısının karmaşıklığını gös-termek için çok iyi bir yol” diyor. Ayrıca, altın oranın insanlara estetik olarak hoş bir intiba uyandıracağı izlenimi ortaya çıkmamış oldu.

Devlin’in deneyleri, altın oranı tercih etmeyen insanları gösteren tek deney değil.Berkeley Üniversitesi, Haas İş Okulu’nda yapılan bir çalışmaya göre, ortalama olarak, tüketiciler 1,414 ile 1,732 arasında değişen değerlere sahip dikdörtgenleri tercih etmişler. Bu aralık altın orana sahip dikdörtgeni de kap-sıyor, ancak tam boyutları kesin olarak tercih edilen değer değil. Günümüz Tasarımcılarının Çoğu Onun Faydalı Olduğunu Düşünmüyor

Altın oran hakkında konuşulan tasarımcılar, altın oranın çok faydalı olma-dığını düşünüyor. Richard Meier, Getty Center ve Barselona Çağdaş Sanat Müzesi’ni yapan efsane mimar olarak kariyerinin başında altın orana sahip bir mimar üçgeni kullandığını, ancak binalarını altın oranı dikkate alarak hiç bir zaman tasarlamadığını söylüyor. Telefonla yapılan görüşmede Meier şöyle diyor: “bir binayı tasarlarken daha önemli olan pek çok sayı ve formül var”. Bunlar belli boşlukların maksimum boyutta olmasını sağlayacak veya yapısal yükü belirleyecek formüller.

Page 13: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Alisa Andrasek, hesapsal tasarımların çevrimiçi deposu olan Biothing’in ar-kasındaki tasarımcı olarak, aynı görüşte olduğunu söylüyor. E-postasında, Andrasek “Çalışmalarımda altın oranı kullandığımı hiç hatırlamıyorum.” diye yazıyor. “Farklı sistemlere altın oranın ilave ‘çeşni’ katması için gömül-mesini anlayabiliyorum, ancak tarihte yapıldığı gibi bütün yapının bu değer esas alınarak inşa edilmesi çok basite kaçmak olur diye düşünüyorum.” diye görüş bildiriyor.

İtalyan tasarım ve yenilikçilik firması olan Accurat’tan Giorgia Lupi, en iyi durumda altın oranın tasarımcılara diğer başka yapısal kurallar kadar önemli olduğunu söylüyor, örnek olarak üç kuralı veriyor: Belki iyi bir başucu reh-beri olabilir, ama iyi tasarımcılar bu kuralı kolayca reddedebiliyor. E-pos-tasında “Pratikte kaç tasarımcının bilerek altın oranı kullandığı konusunu gerçekten bilmiyorum.” diyor. “Kişisel olarak altın oranla hiç çalışmadım ve projelerimde hiç kullanmadım.” diye de ekliyor.

Konuştuğumuz tasarımcılar arasında endüstriyel tasarımcı Yves Béhar (Fu-seproject) muhtemelen altın orana en nazik davranan kişi oldu. “Oluşturdu-ğumuz ürünler ve grafiklerin oranlarını gözlediğim zaman altın orana bakı-yorum, ancak dogma olmaktan ziyade bilgi vermesi için.” diyor. Böyle bile, altın oran aklında olmak kaydıyla bir tasarımı hiç bir zaman yürütmediğini söylüyor. “Araç olarak önemli, ancak bir kural değil.” diyor.

Matematik kökenli tasarımcılar bile, tasarımda altın oranın kullanımı konu-sunda şüpheli. Edmund Harriss, Arkansas Üniversitesi matematik bölümün-de klinik yardımcı doçent olarak çalışıyor ve yeni sanat çalışmaları üretmeye yardımcı olması için pek çok formül kullanıyor. Ancak Harriss altın oranın en iyi ihtimalle matematik kullanan tasarımcıların parmaklarındaki pek çok araçtan biri olduğunu düşünüyor. Harriss, e-posta ile görüşmede “Pek çok yönüyle basit bir sayı, ve sonuç olarak bir çok yerde karşımıza çıkıyor.” di-yor. “Ancak estetik güzelliğin ardındaki evrensel formül kesinlikle değil.” diyor.

Page 14: Fular Dergi sayı 2

ALTIN ORAN MİTİ

Mit Neden Devam Ediyor?

Altın oranın estetik faydası bu kadar uydurma ise, neden bu mit devam ediyor?

Devlin’e göre bu çok basit. “Desenler görmek ve anlamını aramak için genetik olarak programlanmış yaratıklarız.” diyor. DNA’mızda estetik gibi keyfe keder bir şey ile rahat etmek mevcut değil, bu yüzden sıklıkla sınırlı olan matematik algımızla bunu karşılamaya çalışıyoruz. Ancak pek çok in-san gerçekten matematiği anlamıyor veya altın oran gibi basit bir formülün karmaşık sisteme uygulandığını anlamıyor, bu sebeple kendimizin hatalarını ayıklayamıyoruz. Devlin, “İnsanlar etraflarında altın oranı gördüklerini dü-şünüyorlar, tabii dünyada ve sevdiği nesnelerde bunu arıyorlar, ancak doğru-luğunu ispat edemiyorlar.” diyor. “Doğal olarak içimizde olan, evrenin şek-linden anlam çıkarma isteğinin kurbanlarıdır bunlar, matematik yetenekler olmazsa gördüğünü düşündükleri nesnelerin hayali olduğunu anlayamazlar”.

Sevdiğiniz tasarımlarda altın oranı görüyorsanız, muhtemelen bir şeyler görüyor olmalısınız.

Kaynak: fastcodesign.com

Page 15: Fular Dergi sayı 2

KELEBEK ETKİSİ

Newton yasaları iki gök cisminin hareketine mükemmel uyum sağlar, ama ikiden çok cisim olduğunda analitik çözüm elde edilemez. “Üç Cisim Problemi” diye anılan bu problemin çözümü 20. yüzyıla girerken astronomi-de popüler bir konu oldu. Norveç Kralı II.Oscar, Güneş Sistemi’nin kararlı olup olmadığını ispatlayana ödül vereceğini duyurdu. Henri Poincaré 1900 yılında, Güneş Sistemi’nin hareketini belirleyen denklem sisteminin çözü-münün başlangıç koşullarına hassas bağımlı olduğunu, ancak başlangıç ko-şullarının asla doğru olarak saptanamayacağını, dolayısıyla güneş sisteminin kararlı olup olmadığının belirlenemeyeceğini gösterdi.

Bu öngörülemez (unpredictable) durum için “kaos” terimini kullanan ilk kişi de odur. Böylece, Poincaré, istenen problemi çözmeden ödülün sahibi oldu. Ama unutmamak gerekir ki, bir problemin çözülemeyeceğini kanıtla-mak, bazen problem çözmekten çok daha zordur. Şimdi Poincaré’nin büyük bulgusunun matematiksel açıdan basit açıklamasını yapabiliriz: Dinamik sistemin analitik çözümü varsa belli bir başlangıç değeri yakınındaki de-ğerler için fonksiyon (yörünge) değerleri de birbirine yakındır (süreklilik). Determinizm asıl gücünü buradan alır. Bu sistemlerde başlangıç koşulları kesinlikle belirlenemese bile, gerçek başlangıç değerlerine yakın değerlerin alınması sonuçta önemli farklar yaratmaz.

Analitik çözüm olmadığı zaman, çözüm yerine yerel noktalarda doğrusal yaklaşımlar kullanılır; onlardan sayısal çözümler elde edilir. O sayısal çö-zümler evreleri oluşturur. Evreler başlangıç koşulları olarak alınır. Bu ne-denle, evre uzayı çözüm uzayı yerine geçer. Doğrusal yaklaşımlar, boyut sayısına göre teğet doğru, teğet düzlem, hiper düzlem adlarını alırlar. Çözüm analitik olmadığından, birbirine çok yakın noktalardaki teğetler birbirinden çok uzakta olabilir. Başka bir deyişle, analitik çözümlerde ortaya çıkan düz-günlük (süreklilik) koşulları sağlanmadığından, birbirine çok yakın başlan-gıç noktalarında bile birbirlerinden çok uzakta değerler alabilirler.

Page 16: Fular Dergi sayı 2

KELEBEK ETKİSİ

Bu kısa açıklamadan sonra, konu ile ilgilenen fizikçilerin kaos terimine yükledikleri anlamı ortaya koyabiliriz: Başlangıç koşullarına hassas bağım-lılık. Fizikçilerin bunu ifade eden güzel bir deyimleri var: “Çin’de bir kele-bek kanat çırparsa Teksas’ta kasırga olabilir”. Bu sözde hiçbir politik ima olmadığını söylemeye gerek yoktur. Sadece, söylemek istedikleri şey, baş-langıç koşullarındaki çok küçük değişim sistemin davranışında çok büyük fark yaratabilir.

Hoş geldin Kaos! Ay’a insan indiren, Mars’a uydu gönderen ve bu hareket-lerin her saniyesini önceden öngören (predict) determinizmin büyük gücünü yanımızda hissetmek hepimize huzur veriyor. Ama bir bilardo topunun ma-sada nereye çarpacağını hesaplayamamak, üç gün sonrasının hava durumu-nu doğru tahmin edememek ya da bir dünya savaşının sonuçlarını öngöre-memek gibi olgular, kaygı verici değilse bile, determinizmin verdiği huzura gölge düşürecek kadar hayal kırıcıdır. Konuşma diline indirirsek, davranışı önceden öngörülemeyen (unpredictable) dinamik sistemleri ya da onların davranışlarını kaos olarak niteliyoruz. Fizikçilerin kaos terimine yükledik-leri bu anlam ile sokaktaki adamın, hele hele politikacıların kaos terimine yükledikleri anlam çok farklıdır. Fizikçilerin söylediklerini, matematik di-liyle ifade edersek kaosu daha iyi tanımlamış oluruz. Nonlinear dinamik sis-temlerin çoğu için öngörü (prediction) yapmaya engel olan üç neden vardır:

1. Sistemin analitik çözümü yoktur.

2. Herhangi bir başlangıç koşulunu kesinlikle belirleyemeyiz (Ölçümlemede Belirsizlik İlkesi). 3. Başlangıç koşullarında meydana gelen çok küçük değişim(ler) sonuçta çok büyük farklara neden olabilir (Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık – Kelebek etkisi).

Page 17: Fular Dergi sayı 2

KELEBEK ETKİSİ

Aslında, bu üç nedeni bir tek nedene, yani birinci nedene indirgeyebiliriz. Çünkü sistemin çözümü analitik ise kelebek etkisi ortadan kalkar. Kelebek etkisi ortadan kalkınca ölçmede belirsizliğin etkisi yok olur; yani birbirine yakın başlangıç koşulları için birbirine yakın fonksiyon değerleri çıkar. Ter-sine olarak, sistemin analitik çözümü yoksa yukarıda açıkladığımız neden-lerle, son ikisi doğal olarak etkili olmaya başlar.

Garip Çekerler

Poincaré ‘nin 1900 yılında ortaya koyduğu kaos kavramı, meteorolojist Edward Lorenz’in 1963 yılında meteorolojik değişimlerin başlangıç koşul-larına hassas bağımlılığı diye ifade edilen gözlemlerine kadar kimsenin il-gisini çekmedi. Çünkü fizikçiler, yirminci yüzyılın ilk yarısında daha çekici bir konuyla; yani Kuantum Fiziği ile ilgilenmeye başladılar ve Poincaré ’nin önemli buluşunu ihmal ettiler. Lorenz, Poincaré ‘nin 63 yıl önceki bulgusunu ondan habersiz olarak yeniden buldu. Ele aldığı dinamik sistem için başlan-gıç koşullarında oluşacak küçük değişimlerin sonuca çok büyük etkiler yap-tığını gözlemledi. Böylece, uzun süreli hava tahminleri yapmanın olanaksız olduğunu ortaya koydu. Lorenz havanın ısı değişimini belirlemek için, bi-rinci basamaktan üç tane diferansiyel denklemden oluşan dx/dt = -a*x + a*y dy/dt = b*x - y -z*x dz/dt = -c*z + x*y sisteminin sayısal çözümü arıyordu. Sistem doğrusal değildir (nonlinear) ve akışkanlar dinamiğinde kullanılan sistemlerin basitleştirilmiş bir özel durumudur. Zamanı gösteren t değişkeni Δt≈dt kadar değiştiğinde, Lorenz, analiz derslerine yeni başlayan öğrencile-rin bile itiraz edebilecekleri şu yaklaşık işlemleri yaptı: X= x+Δx ≈ x+dx = x + (-a*x*dt) + (a*y*dt) Y= y+Δy ≈ y+dy = y + (b*x*dt) - (y*dt) - (z*x*dt) Z= z+Δz ≈ z+dz = z + (-c*z*dt) + (x*y*dt) (Başlangıç değerleri: dt = .02, a = 5, b = 15, c = 1) t değiştikçe yeni (X,Y,Z) noktasının üç boyutlu uzayda çizdiği yörüngeyi bilgisayarla çizmeye başladı.

Page 18: Fular Dergi sayı 2

KELEBEK ETKİSİ

Ortaya çıkan grafik, kendi kendisini hiç kesmiyor ve iki nokta civarına yı-ğılıyordu. Bu yığılma noktalarına “Lorenz Çekerleri” (attractor) ya da “Ga-rip Çekerler” denir. Tekrarlar (iterations) Lorenz kaos’u yeniden keşfedince kaos örnekleri arayanlar çoğaldı. Farklı sistemler ve farklı başlangıç koşulları için Garip Çekerler’i canlandıran bilgisayar programları yazıldı. Bu toplantı boyunca bunların örneklerini bolca görmüş olacağız. O nedenle, grafikleri burada tekrarlamayarak yer kazanacağız. Bu sistemlerin çoğu, matematik diliyle söylersek, tekrarlama (iteration) yöntemleriyle elde edilir. Bunlar ara-sında gündemde uzun süre kalan bazı örnekleri sıralayacağız.

Julia ve Mandelbrot Kümeleri

Gaston Maurice Julia (1893-1978), İkinci Dünya Savaşı’nda yüzünden yaralandı. Uzun süre hastanede kaldı. Bu zamanlarda, babasının kendisine verdiği bir polinom kitabını okumaya başladı. Rasyonel bir f fonksiyonu için fn(x) = f(f(f(… f(x)…))) değerlerini inceledi. {fn(x): n=0,1,2,3,…} yö-rüngesi sonlu olan noktaları araştırdı ve ilginç özelliklerini buldu. Ancak, buluşları bir süre sonra unutuldu. 1973 yılında Benoit Mandelbrot (1924-…) ’un işi yeniden ele alıp karmaşık düzlemde bilgisayarla çizimler yapmasıyla konu yeniden gündeme geldi. Julia ve Mandelbrot kümeleri arasındaki farkı, karmaşık düzlemde yaygın bir örnek olan z → z2 + c dönüşümü üzerinde açıklayalım: Dizisel yörüngeleri kolay göstermek için bu dönüşümü z(n+1) = z(n)*z(n) + c biçiminde yazalım. Sabit bir c alındığında {z(n)} yörüngesi sonlu olan bütün z noktalarının karmaşık düzlemde oluşturduğu J(c) küme-sine Julian dolgusu (Julianfilled set), bu kümenin kenarına da Julian kümesi denir.

Page 19: Fular Dergi sayı 2

KELEBEK ETKİSİ

1919 yılında G.Julia ve P.Fatou ikilisi, her dolgu kümesinin ya bağlantılı (connected) bir küme ya da bir Cantor kümesi olduğunu ispatladı. Bağlantılı her Julia dolgusu bir Mandelbrot kümesi’dir. z → z2 + c dönüşümününde z(0)=0 alınırsa c noktasının yörüngesi bulunur: z(0) = z, z(n+1) = z(n)*z(n) + z , n = 0,1,2,3,… Bu şekilde yörüngesi sonlu olan c noktalarının oluşturdu-ğu küme, z → z2 + c dönüşümüne karşılık gelen Mandelbrot kümesidir. Bu küme bağlantılı bir Julian dolgusudur. Mandelbrot kümeleriyleyle ilgili bazı gerçekler:

• Mandelbrot kümesi bir fraktaldır.

• Mandelbrot kümesinin alanı bilinmiyor.

• Mandelbrot kümesinin kenar uzunluğu sonsuzdur.

• Kümenin kenarına yapışan ve kendisini tekrarlayan benzer şekiller sonsuz sayıdadır.

• Mandelbrot kümesi bağlantılıdır.

*Fraktal Geometri konusunu ilk sayımızı işlemiştik. Kaosun iyi anlaşılabilmesi adına dergimizin bilim köşesini sırayla okumanızı öneririz.

Page 20: Fular Dergi sayı 2

FEMİNİZM NE DEĞİLDİR ?

Yüzyıllar boyunca “Ne kadar insan varsa o kadar fikir vardır.” anlayışı ile onlarca düşünce akımı ve ideoloji peyda oldu. Bunlardan bir kısmı doğrudan insanı alırken tekeline, bir kısmı tüm canlıları kapsadı, bir kısmı sadece bir ırkı. Çatıştıkları konularda denk düştükleri noktalar da oldu lakin kulaktan dolma tüm bilgiler olduğundan daha fazla zarar verdi fikir akımlarına. Bun-dan en çok başı ağrıyan ise feminizm oldu.

Bell Hooks’un tanımına göre “Feminizm cinsiyetçiliği, cinsel sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir.”* Fakat kimilerinin işine gelmediğinden bu tutum, biz feministleri kötüler dururlar. Hatta iş o kadar komik bir boyut alır ki her feminist birbirinden absürt sorulara maruz kalır… Feminizmin ne olduğundan çok ne olmadığını anlatmak daha mı zor yoksa daha mı kolay emin değilim. Yıllarca feminist teoriler anlatarak farkındalık yaratmaya çalıştık fakat mantık hâlâ devam ediyor. Bu defa da yanlışları göstererek doğruyu bulmayı deneyelim bakalım…

Buyurun, feminizm hakkındaki efsaneler vs. gerçekler: ☺

-Efsane: Feminizm erkek düşmanlığıdır.Gerçek: Feminizm erkek düşmanlığı değil, cinsiyetçiliği ve cinsiyet sömürü-sünü yok sayan bir ideolojidir. Her türlü cinsel tahakküm ve istismara karşıt duruş sergiler. Düşman olduğu erkekler değil, erk düşünce sistemidir.

-Efsane: Feministler lezbiyendir.Gerçek: Evet, lezbiyen feministler vardır. Fakat her feminist lezbiyen değil-dir. Homoseksüel, transseksüel, biseksüel ve hatta aseksüel feministler de vardır. Kadın haklarını savunan ve onun için mücadele eden herkes kadınla-ra âşık olmak zorunda değildir.

-Efsane: Tüm feministler çıplak eylem yapıyor. Gerçek: Gövdelerine yazı yazarak radikal eylem yapan bir feminist örgüttür FEMEN. Her FEMEN üyesi feministtir fakat her feminist FEMEN üyesi de-ğildir. Bu yüzden hayır, feministlerin tümü çıplak eylem yapmaz.

Page 21: Fular Dergi sayı 2

FEMİNİZM NE DEĞİLDİR ?

-Efsane: Feministler evde kalmışlardır. Çirkindirler, sevgilileri ya da onları seven birileri yoktur.Gerçek: Feministlerin bir kısmı net olarak evlilik kurumuna karşı olan in-sanlardır. Özellikle Simone De Beauvoir’in öncülüğünü yaptığı varoluşçu feministler evlilik kurumunu reddederler. Fakat bu onların “evde kalmış” ol-duklarını göstermez. Kendi rızaları ile evlilik kurumunun dayatmalarını yok sayan bu insanlar serbest şekilde, hiçbir imzaya ve kanıta ihtiyaç duymadan ilişkilerini sürdürebilirler.

Evliliğe karşı olan feministler dışında evli olan feministler de mevcuttur. Hatta benim yöneticiliğini yapmış olduğum toplulukta evli onlarca feminist kadın ve erkek bulunmaktadır. Nişanlı olan, sevgilisi olan, âşık olan, aşk acı-sı çeken yüzlerce feminist vardır. Biz de insanız arkadaşlar, bizim de duygu-larımız ve özgürce yaşamak istediğimiz hayatlarımız var. Feminist olmamız hislerimizin olmadığı anlamına gelmez. Sadece çoğu anti feminist birey gibi ilişkilerdeki itaatkâr- efendi ilişkisini kabul etmeyiz. Sevgilimiz tarafından kıyafetimize karışılmasını bir sevgi belirtisi olarak görmek yerine “eril ta-hakküm” olarak görürüz. Bu yüzden ilişkilerimizde kişiliğimizden kolay ko-lay taviz vermeyiz.

-Efsane: Feministler kadınları erkeklerden üstün görür. Eşitlik olsaydı bunun adı “femina”dan gelmezdi.Gerçek: Feminizm pozitif cinsiyetçiliğe karşı olan bir ideolojidir. Cinsiyet eşitliğini, öncelikle, hakları elinden alınmış kadını hakkı olan yaşam şartla-rına ulaştırarak sağlamaktır temel amacı. Kadını üstün tutmak değil, erkekle aynı yaşam şartlarına ulaşmak gayesindedir. Bu yüzden elbette ki kadın’la ilgili olacaktır. Kadınla ilgili olması demek sadece kadınların haklarını sa-vunması demek değildir. Ama öncelikli olan hakkı verilmeyene hakkını ver-mektir. -Efsane: Her feminist hayatının bir döneminde feminist olmasını gerektire-cek bir şey (cinsel istismar, tecavüz, şiddet vs.) yaşamıştır. Rahat bir hayat süren kadın/erkek feminist olamaz.

Page 22: Fular Dergi sayı 2

FEMİNİZM NE DEĞİLDİR ?

Gerçek: Dünya şartlarına baktığımızda tacize uğramayan kadın yoktur sanı-rım. Bir kişinin sizi uzun uzun izlemesi bile bir tacizdir zira. Fakat feminist olmak için herhangi bir şey yaşamak zorunda değil kimse. Bizim tecavüze uğramamış olmamız veya şiddet görmüyor oluşumuz binlerce kadının bunla-ra maruz kaldığı ve kalacağı gerçeğini değiştirmiyor. “Testi kırıldıktan sonra kızmanın ne anlamı var?” diye bir sözü vardır annemin, bir şeyler yaşandık-tan sonra mücadele etmek bazen daha sakıncalı bir boyut taşıyor, farkında değiliz. Hani meşhurdur, bizim ülkemizde ölünce kıymetin artar. Bir kadın arkadaşımız vardı, Adana’da, Türkan… Şiddet gördü, 4 gün komada kaldı, kimsenin sesi çıkmadı feministler dışında. 4.günün sonunda Türkan ölünce birden herkes duyar kasmaya, “Kadına şiddete karşıyız!” na-raları atmaya başladı. Bir kadın öldükten sonra isterseniz dünyanın en duyar-lı insanı olun, o ölmeden önce sesiniz çıkmıyorsa o öldükten sonra da adını kirletmeyin, rica ediyoruz.

İşte, gördüğünüz üzere hâlâ birçok şeyde olduğu gibi feminizm hakkında da bilgimiz yok ama çokça yanlış fikrimiz var. Keskin ve kesin yargılarımız var. Korkularımız ve çekincelerimiz var.

Bu yazımda size en çok karşılaştığımız ve artık sinirden gülüp geçtiğimiz sorulardan sadece birkaçını –en popülerlerini- örnek olarak verip aslını an-latmaya çalıştım. Gelecek yazımda ise belki toplumsal cinsiyetten ve namus dayatmalarından bahsederim…

Yeniden bir sonraki yazımda bir araya gelene kadar hem bunları özümseyin hem de düşünün: Sizce nedir namus? Toplumsal cinsiyet normları bize ne gibi sorumluluklar yükler?

Yaa işte böyle sevgili okur. Gördüğün gibi, aslında o kadar da kötü insanlar değiliz. Sadece hak kaybından ölmek üzere olan kadını hayata yeniden, er-kekle aynı yükseklikten bağlamaya çalışıyoruz. Hadi, gel, bir düğüm de sen at. Yeniden buluşuncaya dek barışla ve sevgiyle kal…

*Bell Hooks- Feminizm Herkes İçindir

Marla Feminik

Page 23: Fular Dergi sayı 2

KİTLELER PSİKOLOJİSİ

Gustave Le Bon’un “Kitleler Psikolojisi” adlı kitabını bu ayki sayımızda incelemeye değer bulduk.“Medeniyetler şimdiye kadar küçük bir fikir aris-tokrasisi tarafından meydana getirilmiş ve idare olunmuştur. Asla kitleler tarafından değil. Kalabalıklar yalnız yıkıcı kuvvete sahiptirler. (Sayfa 9.)” Gustave Le Bon kitabında, bireylerin bir kitle hâline geldiğinde neler yapabileceğinden bahsediyor.Tabi ki bu düşüncenin siyasal hiçbir yorumdan uzak olduğunu iddia edemeyiz. Fakat insanlık şu an da kitle içerisinde öz benliğini yitiren bireyler yüzünden her gün bin bir felaket ile karşı karşıya geliyor.Kitleleri anlamak ve onları yönetmek her zamansiyasetin işi olmuştur. Siyasiler iyi birer kitle psikologu olmadıklarını iddia ederlerse yalan söylemiş olurlar.Kitapta yer alan başlıca kısımlardan size söz etmek istersek işe bu şekilde başlamalıyız:

KALABALIKLARIN RUHU

“Kitle” kelimesi rastgele bir bireyler topluluğunu ifade eder.Bu toplulukta bilinçli kişilik ortadan silinir. Bütün bu birleşmiş fertlerin düşünce ve duyguları tek bir tarafa yönelir. Şüphesiz geçici fakat pek açık özellikler gösteren birkolektif bilinç oluşur. Kitle bir tek varlık hâline gelir ve “Kitlelerdeki zihniyetin tekleşmesi kanunu”na uyar.Kitleyi meydana getiren bireyler kimler olursa olsun; yaşama biçimleri, iş güçleri,karakterleri yahut zekâları ister benzer, ister ayrı olsun kalabalık hâline gelmiş olmaları onlara birnevi kolektif ruh aşılar.Kolektif bilinç içerisinde, bireylerin aklî yetenekleri ve kişilikleri silinir.Aynı cinsten olmayan aynı cinsten olanın içindeboğulur, kaybolur ve bilinçaltı özellikleri üstün duruma gelir. Kitleler, zekâyı değil, orta şeyleri bir araya toplarlar.

Page 24: Fular Dergi sayı 2

KİTLELER PSİKOLOJİSİ

Kitleler hâlinde bulunan bireyin başlıca özellikleri:

a. Bilinçli kişiliğin kaybolması,

b. Bilinçaltı ile hareket eden kişiliğin hakimiyeti,

c. Düşüncelerin, duyguların sirayet yoluyla aynı yola yönelişi,

ç. Telkin edilen düşüncelerin uygulamasının hemen başlama isteği.

KİTLELERİN DUYGULARI VE AHLAKÇILIĞI

Kolay kışkırtılmak, kızgınlık, muhakeme yeteneksizlikleri, hüküm verme ve eleştiri yeteneklerinin olmaması, duygulardaki mübalağa gibi kitlelere has karakterlerin birçoğunu, olgunluğun aşağıdaki şekillerine bağlı olanlar-da mesela çocuk ve vahşilerde de görmek mümkündür:

a. Kitlelerin kışkırtılma yeteneği hareketliliği ve kızgınlığı: Fizyolojik tabir-le yalnız bulunan birey, tepkilerine hâkim olmak yeteneğine sahip olduğu hâlde, kitle bu yetenekten mahrumdur.

b. Kitlelerin telkine kapılma yeteneği ve çabuk inanırlığı: Ne kadar yansız olduğu sanılırsa sanılsın kitleler çoğu zaman telkine hazır bir dikkat ve bek-leme durumu içerisinde bulunurlar. İlk yapılan telkin derhal sirayet yoluyla bütün zihinlere kendisini kabul ettirir ve hemen yönünü belirler. Telkin olu-nan kimselerde sabit fikir fiil hâline gelmeye hazırdır. Kolektif gözlemler gözlemlerin en fazla yanlış olanıdır ve çoğu defa sirayet yoluyla başkalarına telkinde bulunan bir birey sadece vehim ve hayalinden başka bir şey değildir.

Page 25: Fular Dergi sayı 2

KİTLELER PSİKOLOJİSİ

c. Kitle duygularının abartılığı ve basitliği: Telkin ve yayılma yoluyla duy-gular büyük bir hızla yayıldığından, katılma sonucunda o duygunun gücü büyük oranda artmış olur. Kitle duygularının abartılması ve sadeliği, onları şüpheden ve kararsızlıktan uzak bulundurur. Kitlelerdeki abartıcılığın hiçbir şekilde zekâya değil duygulara ait olduğunu eklemeye gerek yok.

d. Kitlelerin taassubu, baskıcılığı ve muhafazakârcılığı: Kitleler basit ve bi-reylik duyguları kavrar. Onlara aşılanan görüşler ve inançlar genel olarak ya kabul veya red olunur ve kesin gerçekler veya kesin hatalar olarak kabul edi-lir. Akıl ve yargılama yoluyla değil de telkin yoluyla meydana gelen inanç-larda durum hep aynıdır. Dini inançların ne kadar hoş görüşsüz olduğunu ve insanlar üzerinde ne kadar baskıcı etki uyguladıklarını herkes bilir. Kitleler zayıflamayan muhafazakârlık içgüdülerine sahiptirler ve geleneklere puta ta-parcasına saygı duyarlar. Hayatlarının gerçek şartlarını değiştirecek her ye-nilikten, bilinçsiz olarak nefret ederler.

e. Kitlelerin Ahlaklılığı: Ahlaklılığa bazı toplumun değerlerine saygı ve ben-cil eğilimlere devamlı bir baskı anlamını verirsek kitlelerin ahlaklılığa yete-nekli olmayacak derecede eğilimlere fazla bağlı ve kararsız oldukları açıkça görünür. Fakat bu ahlaklılığa fedakârlık, bağlılık, çıkarını düşünmemek, nef-sini feda etmek, hak severlik gibi bazı özelliklerin geçici olarak ortaya çık-ması anlamını verirsek aksine, kitleler bazı defa pek yüksek bir ahlaklılığa yeteneklidirler, diyebiliriz.

Page 26: Fular Dergi sayı 2

KİTLELER PSİKOLOJİSİ

KİTLELERİN DÜŞÜNCELERİ, MUHAKEMELERİ VE HAYAL GÜÇLERİ

a. Kitlelerin Fikirleri: Kitleler için kavranması mümkün düşünceler iki bölü-me ayrılır: Birinci sınıf, bir kişi veya bir inanç hakkında gösterilen fazla ilgi gibi o anı meydana getiren tesadüfi ve geçici fikirlerdir. İkinci sınıf ise çev-renin, kalıtımcılığın ve kanıların büyük ve derin kesinlik verdiği asıl düşün-celer oluşturmaktadır. Eski dini düşünceler, bugünkü demokratik ve toplum düşünceleri örnek olarak verilebilir.

b. Kitlelerin Yargılamaları: Kitlelerin yargılama yoluyla kesin olarak etki al-tına alınamayacakları söylenemez Ancak onların kullandıkları ve onlar üze-rinde etki eden kanıtlar, mantık bakımından o derece aşağı görünür ki, yal-nız benzerlik bakımından yargılama sıfatı verilebilir. Bu düşünceler, şeffaf bir cisim olan buzun ağzında eridiğini pratik deneyimiyle bildiğinden, buz gibi şeffaf olan camında ağzında erimesi lazım geldiğini delillendiren Eski-mo’nun düşünceleri gibi bir çağrışım yasasına bağlıdırlar.

c. Kitlelerin Hayal Gücü: Kitlelerin hayal gücü, bütün ilkel kimselerde oldu-ğu gibi yargılamanın ve aklın kontrolünden uzak bulunduğu için etki altında bırakılmaya uygundur. Halkın hayal gücüne en çok etki eden manzara tiyat-rodur. Bütün dönemlerin ve memleketlerin devlet adamları, bunların en bas-kıcıları da içlerinde olmak üzere hepsi kitlelerin hayal gücünü kudretlerinin destekleri diye tanımışlardır. Bunlar hiçbir zaman kitle hayal gücüne aykırı olarak hükümet yönetmeyi denememişlerdir.

“Şu ana kadar okumuş olduğunuz bölümler ile ilgili La Bon’a sonuna kadar katıldığınızı duyar gibiyiz. Fakat La Bon’un kitleler psikolojisi teorisi tam anlamıyla kanıtlanılmış bir bilimsel gerçeklik değildir. Hayatın belirlene-meyen neden-sonuç ilişkileri bağlamında önceden kestirilemez bir kaostan ibaret olduğunu iddia etmişken aslında kitleleri yönetmenin bu kadar basit olduğunu söyleyemeyiz. Fakat bazı liderler büyük kitlelerin başlangıç veri-lerini iyi saptayarak, onları istedikleri şekilde yönlendirebiliyor olabilir. Bu kitleler, toplumun büyük bir kısmını oluşturabilir. Demokrasilerde de çoğun-luğun istediği olmaz mı?“

Page 27: Fular Dergi sayı 2

Güneş Doğacak İçimdeki yıldızları kara bulutlar çalıyor Çoktandır rengini unuttuğum karanlık Gök, ekinimi biçiyor Fırtınalar uçuruyor gönlümdeki meltemi Acının ordusu cebren ve hile Mutluluğumun kalelerini zapt ediyor Söküyor çiçeklerimi Dallarımı kırıyor...

Özlem ülkesine gitmek istiyorum Otobüslerde yer bulamıyorum Uçaklar dolu trenler rötarlı... Gitsem hüznün hüküm sürmediği İnsanın insanı söndürmediği bir yere Ama yollar geçit vermiyor Dalgalar azmış Umut Kaptan meyhanede sızmış Tayfalar dört bir yana dağılmış... Çaresizliğin çivisiyle çakılıyorum Cellât yalnızlığın hain ellerine...

Biliyorum, seziyorum, duyuyorum Bir yerlerde sabah oluyor O sabah buralarda da olacak Yakın hem de çok yakın Başlayacak aydınlığa doludizgin bir akın Ve de yepyeni bir güneş doğacak

Erhan Tığlı

Page 28: Fular Dergi sayı 2

GEÇEN ZAMANI YAKALAMA ÇABALARI

Uçsuz bucaksız resimler yapacaktı, en sevdiği enstrümanları çalıp zihni-nin en saklı yerlerindeki harikulade melodileri ortaya çıkaracaktı, tüm dün-yayı gezip dolaşıp en güzel manzaraları toplayacaktı, en mutlu havaları içine çekip bol bol yaşam biriktirecekti, en güzel dansları en sevdikleriyle yapıp en güzel yazların en mutlu denizleriyle yıkanacaktı, sınırsız dilleri konuşup sınırsız yazılar yazacaktı, en tatlı aşkı tadıp en güzel yuvadaki en mutlu insan olacaktı.

Onun her “şimdi”sini çaldılar, hiç geçmiş biriktiremeden yaşlar aldı. “Ya-şamadan yaşlanılmaz.” dedi, “Yaşım çok oldu ama ben henüz yaşamadım.” dedi. Geçmiş tüm zamanlarını tekrar tekrar gözden geçirdi, elinden çalınan-ları ele geçirmek için seferberlik ilan etti ama her şey geçmiş, geçmişte kal-mış, oradan kopup da bugüne gelmiyor. Hiçbir geçmiş şimdi olamıyor. O ça-balıyor, didiniyor, uğraşıyor, savaşıyor... Ama yok! Olmuyor! Geçmiş zaman bir türlü yakalanamıyor.

Page 29: Fular Dergi sayı 2

Geçmiş bir türlü geri dönüştürülemiyor. Eski tatlar tadılamıyor. Geçmiş ka-ranlığa gömülmüş, bir türlü gün yüzüne çıkıp ışıklanmıyor. Hiçbir şey düzel-miyor. Geçmiş, geçmiş. Gelmiyor. O da “Şimdi’ye bakayım öyleyse, zararın neresinden dönersem kârdır belki.” diye umutlanıp yine uğraşıyor. Hayır, yine olmuyor. Temeli olmayan şimdi, hep yarım kalıyor. Ayakta duramıyor, sallanıp sarsılıp yıkılıp dökülüyor, paramparça oluyor, bütün çabalar yine boşa gidiyor.

“Her şey zamanında olmalı.” dersini çıkarıp duvarlara asıyor ama zaman geçtiği için bunun pek de bir faydası olmuyor. Yaşanan her şey yaşanmış; günler, zamanlar geçmiş; sevenler sevmiş, sevilenler sevilmiş; sarılanlar sa-rılmış; aşk evlilikleri yapılmış; aşk çocukları dünyaya getirilmiş; en güzel danslar edilmiş de sahneler kapanmış; dekorlar toplanmış; resimler tamam-lanmış, çerçevelenmiş, asılmış, boyalar bitmiş, şövaleler toplanmış, fırçalar temizlenip kaldırılmış; en güzel giysiler, yiyecekler, içecekler, yerler, man-zaralar, insanlar görevlerini tamamlamış ve başkalarının “şimdi”sinde başka rollere başlamış. O ise ne “geçmiş”ten kopuk ne “şimdi”ye bağlı ya da ait, arada kalakalmış. Geçmişi ve şimdisi bir türlü oluşmadığından geleceksiz de kalmış. Tüm gelenler gitmiş ya da hiç gelen olmamış. Ölmek istemeye kalk-sa o bile sıkıcı gelecek kadar bunalmış.

Betül Karaboğa

GEÇEN ZAMANI YAKALAMA ÇABALARI

Page 30: Fular Dergi sayı 2

VEGANLIK NEDİR ?/NE DEĞİLDİR ?

Veganlık Nedir?

Veganlık, en temel anlamıyla hayvanların mal ve kaynak olarak kullanılma-sına son vermektir. Aslında hepimiz hayvanlara “gereksiz” zarar vermenin yanlış olduğunu düşünürüz ve hayvanlara kötü muamele edildiğinde engel olmak isteriz. Ama konu yediğimiz, giydiğimiz, kullandığımız şeyler olunca onların hayvan olduklarını düşünmeden ya da bunda bir yanlışlık görmeden hayvanları eşya olarak kullanırız. Oysa hayvanları kullanmamız için hiçbir gereklilik yoktur. Hayvanları kullanmadan da sağlıklı ve adil bir şekilde ya-şabiliyoruz. Dolayısıyla hayvanları kullanmak zevk ve alışkanlıktan gelir, hayvanlara karşı adil olmak adına alışkanlıklarımızı kolayca değiştirebiliriz.

Hayvanları mal ve kaynak olarak, ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik kul-lanmak etik değildir. Zira hayvanlar, tıpkı bizim gibi, hissedebilir varlıklar-dır. Bu sadece acıyı hissetmek anlamına gelmez, aynı zamanda kendine ait bir hayatı olmayı, hayatta kalma arzusunu ve mücadelesini, özgür seçimler yapmayı içerir. Yani hayvanlar kendi benlikleri olan kişilerdir, eşya olarak alıp satabileceğimiz, kullanabileceğimiz “şey”ler değil. İnsanların köle sta-tüsünü nasıl onaylamıyorsak aynı şekilde hayvanlara da bu hakkı tanımamız gerekir, çünkü hissedebilir varlık olmak en başta başkaları tarafından mal ve kaynak olarak kullanılmamayı gerektirir.

“Vegan” Kime Denir?

Hayvanların kullanımını hayatından çıkaran kişiye “vegan” denir. Beslen-me, giyim, sağlık, kozmetik, temizlik vb. her türlü hayvan kullanımı içeren alışkanlıklarını sona erdiren ve aynı zamanda hediye gelen, eskiden satın alınan, 2. el vb. her türlü hayvanların köleleştirilmesine neden olan her türlü geçmişe dair kullanımlardan vazgeçen kişi anlamına gelir.

Page 31: Fular Dergi sayı 2

Veganlık Ne Değildir?

Veganlık bir beslenme biçimi değildir. Bitkisel beslenmek sağlık gibi çe-şitli sebeplerden ötürü sadece beslenmeye odaklanan bir diyet türüdür. Oysa veganlık adalete dairdir ve sadece beslenme değil hayatımızdaki tüm hayvan kullanımlarını kaldırma anlamını taşır.

Veganlık doğayı koruma adına ekolojik bir yaklaşım değildir. Vegan olma-nın ekolojiye katkısı büyüktür, ancak veganlık hayvanlara kişilik haklarını geri vermektir, doğayı korumak değil.

Veganlık kapitalizm karşıtlığı değildir. Hayvanlar kapitalist sistemler var olmadan önce de kullanılıyordu çünkü bunda bir sorun görülmüyordu, do-layısıyla kapitalizm hayvanları kullanmanın sebebi değildir ve kapitalizm karşıtlığı üzerinden hayvan hakları savunulamaz. Veganlık “kapitalizmin oyunu” da değildir, hayvanlara dairdir ve adalet meselesidir. Piyasadaki her-hangi bir ürünü vegan olmadığında sorgulamazken vegan olduğunda sor-gulamaya başlamanın, kapitalizm eleştirisi yapmanın bir anlamı yoktur. Pi-yasadaki pahalı hazır ürünler üzerinden veganlık eleştirilemez zira vegan olmak soya sütü içmeyi gerektirmez. Vegan olup veganlığı anlattığımız sü-rece vegan ürün-talep artışına bağlı olarak daha uygun ürünler bulabileceğiz. Sadece son iki seneyi dahi düşündüğümüzde veganların artışına bağlı olarak her geçen gün vegan ürünler de katlanarak artmakta ve daha ulaşılabilir hâle gelmektedir. Ortada hayvanlara karşı yüzyıllardır süregelen bir adaletsizlik varken vegan ürünler üzerinden sistem eleştirisi yapmak mantıklı değildir, navegan ürünler piyasa dışında başka bir yerde değiller.

Veganlık endüstri karşıtlığı değildir çünkü özgür ortamda olduğu iddia edi-len hayvanlar ile endüstri koşullarındaki hayvanlar arasında bir hiyerarşi ku-rulamaz, hayvan kullanımı her koşulda yanlıştır ve sona ermelidir.

VEGANLIK NEDİR ?/NE DEĞİLDİR ?

Page 32: Fular Dergi sayı 2

Veganlık hayvanların maruz kaldığı acıları azaltmayı, koşullarının iyileş-tirmesini yani veganlıktan daha azını savunmaz, yani veganlık refahçılık de-ğildir.

Veganlık, vejetaryenliğin bir üst aşaması değildir, vejetaryenlik bir beslen-me biçimi olmakla birlikte hayvanların mal ve kaynak olarak kullanmasın-da sorun görmemektir. Hayvanların bedeni ile vücut salgılarını kullanmakta etik açıdan hiçbir fark yoktur.

Nasıl Vegan Olurum?

Vegan olmak için hiç vakit kaybetmenize gerek yok, vegan olmadığınız her an hayvanların köle statüsünü onaylıyor ve bunu gerçekleştiriyor olursunuz. Ve aşama aşama hayvan kullanımını azaltarak hayvanlar için adaletli olmuş olmayız, hayvan kullanımı az ya da çok derecelendiremez ve her koşulda kullanımdır. Vegan olmak etik, sağlıklı ve ucuzdur. Vegan mutfak; baklagil-lerden tahıllara, sebzelerden meyvelere, her şeyin alternatifinin sağlanabil-diği ve bunun için hayvanların köleleştirilmediği zengin mutfaklardır. Her cumartesi günü düzenlenen vegan pikniklerimize katılarak vegan mutfakla tanışabilir, veganlık hakkında bilgi alabilirsiniz.

Hayvanları kullanmamak için çok sayıda sebep varken hemen vegan olma-mak için hiçbir sebep yok, hayvanlara karşı adil olun, vegan olun.

Agave

VEGANLIK NEDİR ?/NE DEĞİLDİR ?

Page 33: Fular Dergi sayı 2

Apansız

Gözlerimi ufka değdirmeden yürürken kıyısındanO uzun uzadıya açık mavisini ayaklarıma indiren Akdeniz’in

Apansız bir martıdır koştu içinden, hayli savruk dolaşmış kentiKanatları boyanmış sesi yıkanmış şimdiyse pekâlâ yorgun.

Kentin sokakları denize pencere açmış, yekpare Kalabalıklar, kır çiçeklerine susamışken avuçlarım, bahar apansız

Ve ama’sız, şimdi noksan ne varsa şehrin kaygılı zamanındaÇiziliverir alınları, birer ikişer, hoyrat rüzgârın en incesinde

Ben alır başımı harelenen yanından, ağır aksak, ürkerekBir o kadar emin yürürüm, yüreğimde üşüyen öksüz çocukla

Havalanır martı, kurumuş mavisiyle, kanatlarıyla apansızBihaber geçerim ufuktan bihaber olduğum zamandan.

Üşüyen bir öksüzü büyütüyorum yüreğimin yatağında.

30.04.2016

Abdulkadir Sevinç

Page 34: Fular Dergi sayı 2

ZİHNİN TÖZÜ ÖZGÜRLÜK MÜ ?

“Maddenin tözü yer çekimidir. Zihnin ise özgürlüktür.” Georg Wilhelm Friedrich Hegel

Maddenin tözü yer çekimi midir? Bilinmez. O günkü şartlara göre her birey gibi Hegel de aslında biraz yanılmış olabilir. Bugünün bilim gerçekleriyle örtüşüp örtüşmemesi üzerine akademisyenler uzun bir tartışma yapabilirler. Anlaşırlar mı? Pek sanmıyorum.

Tabi ki bu tartışmaya bir taraf olmak yerine insanın doğanın yasaları üzeri-ne yaptığı öznel yorumların kişisel haklılıklarından ibaret birer söylem oldu-ğunu düşünmekten öteye gidemeyeceğimiz için girmiyorum.

Peki, ya zihnin tözü özgürlük müdür? Aslında Antik Yunan’dan beri biz mutluluk, özgürlük, aşk ve benzeri kavramlar üzerine akıl yürütüyoruz. (Tabi ki öncesinde de yürütenler olmuştur, yazılı bugünlere ulaşan kaynaklar ve te-melleri için böyle kabul ettik.)

Hegel ve onun felsefesi düşünceyi de doğayı da bir hareket olarak tanımlar. Düşüncenin hareketi acaba özgürlük temelli bir yol mu izler? -Bununla ilgili olarak düşünmeyi hareket olarak algılamak üzerine bir yazı yazacağım yakın zamanda.-

Hegel aklın varoluşunun bilincin varoluşuna sebep olmayacağından bah-sediyor ki bu konuda tamamen haklı olduğunu düşünüyorum. Kavga ve ani refleks durumunda veya herhangi bir anda insanın tamamen bilinçli davran-masının çok zor olduğunu biliyoruz. Bunun üzerinde tartışmaya dahi gerek yok.

Page 35: Fular Dergi sayı 2

ZİHNİN TÖZÜ ÖZGÜRLÜK MÜ ?

Peki, aşk gözlerimizi kör eden, bilincimizi aklımızdan ayıran bir süreç ise sonrasında bu aşkın ateşi bir şekilde düşmeye başlar ve bilincimizi biraz daha toparlama şansına sahip olursak oluşan çatışmaların sadece ve sadece özgürlük temelli olduğunu inkâr edebilir miyiz?

Ben bir konuda eminim: İnsanın yaşamı tamamen özgürleşme üzerine kurulu bir süreçtir. Bakın, serbestlik demiyorum. Özgürlük! Ne peki, nedir bu özgürlük? Sorumlulukları olan bir serbestlik hâlidir. Özgürlüğün tanımı-nı bireyselleştirmek onu kirletmekten öte bir şey değildir. Toplumsal olarak algılanmalıdır. Diğer hâllerde felaketlere yol açacaktır. “Felaketlere yol aç-sın.” da diyebiliriz fakat “özgürlük” tanımı üzerine kafa yormuş biri ve bunu kutsallaştırmış biri, bunun bireyselciliğinin iğrençliğine çok rahat bir şekilde varabilir.

İki kişilik tutku temeline dayalı özgürlük aşk iken bunu kardeşlik zeminin-de “Yetmiş Milyon”luk bir meseleye getirdiğimizde siyaset oluyor. Aşk ve siyasette sorumlu ve ilkesel olmaya devam etmek üzere, kendinize iyi bakın.

Tahsin Odabaş

Page 36: Fular Dergi sayı 2

Yalınayak

3 Haziran’63

elimizde ekinelimizde ekmek

Gece geç saatlerde geçtik tarlalardan. Elimin ince, uzun bir sertliği vardı. Nazım’la ikimizdik. O, türküsünü söylüyordu inancın, umudun ve öfkenin.

Benim ellerim üşüyordu.

sırtımızda tersırtımızda

bir hamal ipi

Ya sonra? Ağlaştık. İklim sertti, kuraktı. Üstelik geceydi ve inceciktik iki-miz de. Beni kollarımdan tutarak güneşe savurdu. Nazım’dı işte, görüyor-

dum.

saçlarımızda rüzgârsaçlarımızdatüy gibi bir

ağırlık

Cebinde kalemtıraş vardı. Naifti. Bir kuş gelip omzuna kondu. Bir kedi ge-lip ayağına dolandı. Kuşu eline aldı, kediyi dizine oturttu. Uzun uzun baktı

geceye.

yüzümüzde aydınlıkyüzümüzdetüm çağların

dünü, bugünü, yarını:şiir

Egemen Zeytinci

Page 37: Fular Dergi sayı 2

-35-

BİLİMLERİN BİLİMİ

Kadim dünyanın üzerinde yaşayan değerli varlıklar âlemindeki saf dü-şünceye mensup güzel gören gözlerin sahibi sevgili okur, sorarım sana var mı bir değer belirleme bilimi? Hani herhangi bir durumun veyahut tözün ötekinden, onun da diğeri ve her birinden üstün olup olmadığını belirleyen bir değer belirleme bilimi? Zihnin derinliklerinde kıvılcımlar çaktı, aklına bir şeyler geldi mi yoksa hâlâ ışığı görmekte zorlandığın karanlık mağaranın içinde misin? İkincil olan her şey çıkarıldıktan sonra kalanı en önemli şey, kabul eden felsefe evet, felsefe değer belirleme bilimidir. Fakat ne yazık ki sanırım bu kendi içimdeki çırpınışımın sesi ve hayatın çağları aşan hakikati, tıpkı yeryüzünün üzerinde yürüyegelmiş birçok büyük düşünürünün yaşadığı gibi soluk kıyafetler içinde sunuldu her seferinde. İşte tam da bu yüzden şu anda sana soluk bir kıyafet yerine renkli bir elbise hediye etmek istiyorum…

Günlerden Cuma’nın ertesi soğuk bir sonbahar sabahı sanırım hatırladın küçük masum bir kasaba… Olmazsa olmazı: Tavernası. Tavernanın kapı-sında gıcırtı, geceden kalma kırıltı, üst katın camına çarpan ağaç dallarının sesine karışmış gök gürültüsü, tıpır tıpır ayak seslerini aratmayan yağmurun sesi, hararetli bir tartışma şöminenin önünde, tavernacı mutlu sabahtan satış-ların fazlalığından. Sonra genç bey -dostları onu Kant olarak bilir- şu cümle-leri çıkardı iki dudağı arasından: ‘’Bilimlerin bilimi’’ .

Kant bu kısa lakin derinliği, genişliği ve büyüklüğüyle hayata getirdiği sözü felsefe için sarf etmişti.

İsmail Yülsel

Page 38: Fular Dergi sayı 2

NAÇİZANE

İnsanlara güvenim kalmadı.Sebebini bilmediğim bir şekilde

ve bir sebeple beni yargılıyorlar. O da yetmeyebiliyor bazen.

Daha da ileri gidiyorlar.

Kim olduğumu merak ediyor musun pekiyi sen de? Ben de öyle.

Çeşitli maddeler kullanıyor ve içinden canlı çıkamayacağım hayat için an-lık da olsa mutlu olmak ya da öyle görünmek istiyorum. Bu ne sonucu ne de benim hayatımın gidişatına etki ediyor. Ve en çok da dünden kalma uykum-dan uyanmak zor oluyor.

Dışarı çıkıyor ve ihtiyacım olanı arıyorum. Bulmak zor değil ama bu saat-te satıcım uyuyor. Kapısını teklemekten başka çare yok. Derme çatma evine giden yolda yürürken rüzgârın tenime değmesi beni ürpertiyor. Çünkü rüz-gârın bir bıçak gibi görevini icra etmesi için ancak ihtiyacım olan şeyi kul-landığımda görüyorum. Aksi hâlde rüzgâr sadece üşütüyor.

Kapılar cebimde param olduğu sürece daimi şekilde açık. Hatta bazen kapıyı çalmama gerek dahi kalmıyor. Çünkü maaşı aldığım tarihi gayet iyi biliyorlar. Şimdi aldım ve evin yolunu tuttum. Yeşil rengi sevmemin sebebi belki de budur. Kapımın eşiğinde ayakkabılarımı çıkarıp, çalınmasın diye içeri alırken eğildiğimde gördüğüm o paspastaki “Hoş geldiniz!” yazılı da olmasa eve geldiğimi anlamayacaktım. Üstelik ne zaman aldığımı da hatırlamıyorum. Hatunun işleri olsa gerek. Ne buluyor ise bunlarda. Hoş, ne bulduğunu anla-madığım tek şey keşke sadece paspas olsa. Temel soru ben beni kaybetmiş-ken, onun ben de ne bulduğu…

Page 39: Fular Dergi sayı 2

NAÇİZANE

Hayatta kaybettiklerim yüzünden çeşitli şeyler denedim, denemeye de de-vam ediyorum. Yirmili yaşların ortasında, on beşli yaşların verdiği huzuru arayanlardanım ben de. Kendini kaybetmiş, hep bir şeyler ile boğuşmuş, çok-ça yorulmuşum belki de. Belirli zaman dilimlerinde hayat fazlası ile güzel, hem de haddinden de fazla bir şekilde.

Masum kalamadık. Kalmak istesek de yapamadık. Düşünce kabuk tutan yaralarımızı saran da olmadı. O kabukları yine biz kopardık. Acıdı elbette. Saramadık. “Saramadık.” demek de yanlış olur sanki. Sardık. Fakat sardık-larımız ateşle yanıp kül tabağında sönen cinstendi. Yara değildi belki sardık-larımız ama küçük bir merhem, koca bir elzemdi.

Zaman ile yitenler de oluyor elbet. Bugün yitirmek üzere olduğum ise nere-deyse hayatımdı. Hastane camından izleyip duruyorum şu gün, bu saat oldu. Suya bakan suratlar gördüm. Mutlulardı. Güneşe bakanlar da vardı. Su mas-mavi bir cennet, güneş elden ele dönen bir cigaranın yanan ucuydu. Derdi ya Süreya, “Bir cigara atmışsak denize, sabaha kadar yandı durdu.” Öylesi bir andı. Akşam olunca o da derin bir uykuya daldı.

Dünyaya bu açıdan hiç bakmadığıma eminim. Boş gezen kafam, dolu gö-rünsün diye rastgele bir vücudun üstüne konulmuş gibiydi sanki. Düşünmeyi zorlaştıran şeylerden biri de müptelası olduğum şeylerin varlığıydı. En acısı da bıraktığım zaman diliminde ne olacağını düşünüp durmak yerine, düşün-meden kullanmaya devam etmekti. Çünkü kullandığımda güçlü sandığım benliğim, aslında bir çocuk kadar güçsüz, ipsiz, sapsızdı. Bu beni iyi etmiyor ve etmeyecek. Biliyorum. Düzene sokmak istediğim hayatıma düzenli şekil-de düzen bozan bir etkendi.

Kim bilir, belki bir gün âşık olur ve bir kadına bağımlı olurum. Kadınlar da acıtır ya canımızı. Koyver gitsin.

Süleyman Güney

Page 40: Fular Dergi sayı 2

EVLİLİK HAYATI

Teleandregenos /EVLİLİK HAYATI

Anlatacağım kitap her ne kadar bir distopya gibi görünse de bu aslında bir distopya değil, bazılarımızın gerçekleri. Kimlerin mi gerçekleri? İranlı kadınların, Mısırlı kadınların, bu bizim gerçeğimiz. Peki, bu kadınları aynı paydada toplayan şey nedir? Baskı mı? Şiddet mi? Dışlanma mı? Hor görül-me mi? Toplumsal ahlakî değerler mi? Örf ve ananeler mi? Eteğinden bacağı göründüğü için her defasında taciz edilmek mi? Evet, aslında bunların hepsi. Ve görüldüğü gibi distopya da değil.

İşte Adam Şenel tam bu noktaya parmak basmış kitabında. Yine bir dünya düzeni kurmuş kafasında. Bir dünya düşünün ki orda dünyaya gelen insan-ların hepsi ikiz. Belli bir yaştan sonra da ikizleriyle evlenip yuva kuran kar-deşler... İkiz dördüz aileler… Evet, Teleandregenos Ütopyası’na hoş geldi-niz. Burada da amaç-araç ilişkisi yine bizlerle. Ama bu defasında kadınların ne kadar araç erkeklerinse ne kadar amaç olduklarından bahsediliyor dersek daha doğru olur. Şu tesadüfe bakın ki (!) bu dünyada da kadınlar 13 yaşın-dan sonra yani cinsel erginlik çağına ulaşınca anahtarlı bir kafese giriyorlar. Anahtarlarsa sadece babalarında ve sözde kamu görevlilerinde bulunmakta. Ve kızlar bu kafese, demir kafese seve seve giriyor. Bundan övünç duyuyor. Duysunlar.

Bir de kordonlu dönem var tabi. Kordonlu beslenme dönemi doğduktan sonra da iki üç yıl kadar devam etmekte. Yalnız şöyle de bir şey var ki kordo-nun bağlandığı ilk bebek her zaman oğlan, ondan çıkarılıp ikici kez bağlan-dığı bebek ise her zaman kız. Bu nedenle ikizlerden kız olanı oğlanın artık-larıyla beslendiği için daha küçük ve çelimsiz. Ayrıca bu çocuklar hiçbir şeyi kendileri düşünemez. Onlara öğretilir. Daha önce başkalarınca bilinen doğru kabul edilen şeyler kendilerine belletilir. Öyle ki çocuklara ana babalar ara-sında bu kez besin değil, görünmez bir kordonla bilgi taşınır.

Page 41: Fular Dergi sayı 2

EVLİLİK HAYATI

Teleandregenos /EVLİLİK HAYATI

Kız çocuk oğlan nereye gitmek isterse onunla gitmek, onun canı ne zaman yemek yemek isterse o zaman beslenmek, o ne zaman işemek isterse o za-man işemek zorundadır. Aile bunu söyler. Oğlan egemendir, erktir. Atadır. O ne derse odur.

Daha sonra sevimli ikizlerimiz birbirleriyle evet, birbirleriyle evlenirler. Anne babaları gibi olur çıkarlar. Çünkü bu böyledir. Çünkü bu, bu zamana kadar hep böyle olmuştur. Kimse neden böyle diye sorgulamaz. Fakat bu masalın sonu mutlu bitmez. Kadınlar ilkel komünal toplumdan bu yana hiç mutlu olamamıştır. Kadınlar erkeğini mutlu etmek zorundadır çünkü. Onlar okuyamaz, yazamaz, üretemez, profesör olamaz.

Peki, bu kadınların suçu nedir? İranlı bir kadın araba sürdüğü için kendi-ni özgür ve mutlu sayarken Alman bir kadın nasıl devlet başkanı olabilir? Özgürlük yanılsaması dedikleri bu mu oluyor şimdi? Ya da bir kadın ki tek çocuğu olduğu için kendini sisteme karşı gelmiş hissetsin.

Fakat şu da acı bir gerçektir ki evde, işte, köyde, devlet dairesinde her zaman her yerde herkesçe dışlanan küçümsenen yine kadınlar olmuştur. Tecavüze uğradığı hâlde ölen yine kadındır. Çocukken evlendirilip birdenbire büyüyen yine kadındır. Beş çocuğunu şehit verip bağrına taş basan da kadındır. Ama şu unutulmasın: Kadınlar, kâinatın üzerine serpiştirilmiş bereketli tohum-lardır. Onlar şifalı elleriyle, dualı dudaklarıyla bizleri, hepimizi sakinleştirip yatıştıracak umudumuzdur…

Ey kız kardeşim ağlamak için kollarına geldiğimde

Bir yabancıymışım gibi beni geri çevirme (Bob Dylan / Oh Sister)

Selin bahçelioğlu

Page 42: Fular Dergi sayı 2

Toplamaya Çalışıyorum Şimdiyi Bana mülkten bahsetme

ayak bastığım yer dışında, mülksüzüm gözüm de yok malda mülkte

kardeş kanı dökülürken toprağa su gibi çaresizim

bana gelecek olandan bahsetme toplamaya çalışıyorum şimdiyi

masada yarım kalmış şiirler, daha içine kendimi koyamadığım gözlerim geçmiş olanda, cumartesi anneleri gibi

gelecek sürpriz olsun bir parça umut var hâlâ yırtık cebimde

bana aşktan bahsetme kış ayında yuvasız kuş gibiyim

bahar gözlerim her daimfazla da sıkma yüreğimi

inlerimde vurgun ve soygunlarla suçlananlar varçıkar ağlatırlar seni

bana gülmekten bahsetme gül çok kırıldı elimizde hep ayıptır, günahtır fazlası dinde

yasaktır büyüklerin olduğu yerde çok unutkansın sen de

mevsim baharın sonuna dayanmışne giyecek

ne yiyecek var kilerde üstelik üşüyorum gidenin haddi yok

hesap zaten can çekişir durduğu yerde yürekte.

Devrim Ekinci

Page 43: Fular Dergi sayı 2

PLAYLİST

1. Dead Meadow :: Me and the Devil Blues

2. The Myrrors - Warpainting

3. Stoned Jesus - I’m The Mountain

4. Uncle Acid - Melody Lane

5. Placebo - Twenty Years

6. Wye Oak - Civilian

7. Halestorm - Dear Daughter

8. Editors - Life Is A Fear

9. Radiohead - Daydreaming

10. Tom Waits - Chocolate Jesus

Page 44: Fular Dergi sayı 2

HİLAL’İN KALEMİ

Page 45: Fular Dergi sayı 2

Mutlu Kişi

Aşk kitabını evirdim, çevirdim, Bir adam konuştu kitabın içinden;

Yüreği yana yana bir adam:

“Kimdir mutlu kişi, bilir misin?

Bir karısı olacak, ay gibi güzel, Bir gecesi sürecek yıl kadar uzun...”

Ömer Hayyam