35
GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ GÜL KIRMIZISI KENT "PETRA" SAYI 2 AĞUSTOS 2008 GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR

GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

  • Upload
    others

  • View
    21

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR

ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN

SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ

GÜL KIRMIZISI KENT "PETRA"

SAYI 2

USTO

S 2008

GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR

Page 2: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Yaşantımızı aydınlatandeğerler...

Gemport Genel MüdürüM. Cüneyd ACAR

Değiştiremeyeceğimiz bir geçmişimiz geride

dururken, biçimlendirip sahip olabileceğimiz bir

gelecek bizi bekliyor.

F.W. Robertson

emport, kurum içi ve kurum dışı eğitime önem vermekte, gelişen dünya koşullarına ayak uydurmanın ancak

teknolojinin sunduğu yenilikleri benimsemekle ve eğitimini almakla olabileceğini kabul etmektedir. Öte yandan Geğitimsizliğin ve bilgi eksikliğinin, güven duygusunu zayıflattığını ve dolayısıyla motivasyonu yok ettiğini de

unutmamak gerekir. Kuşkusuz başarının sırrı sistemli bir biçimde çalışmaktan geçer ancak buradaki en önemli nokta; bir

işe harcanan emek ve ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamak gerekir.

Kuruluşumuz çağdaş liman işletmeciliği anlayışı ve çevre bilinci ile kaliteli hizmeti rekabetçi maliyetlerle sunarak Türk

ekonomisine katkı sağlamaktadır.

Gemport Limanı'nda, ana ticari etkinlikler içersinde konteynır yükleme ve boşaltma hizmetleri öncelikli ve önemli bir yer

tutuyor. Bununla birlikte Gemport, ticari araç ve binek otomobil üreticilerinin önemli bir ihracat limanı özelliğini sürdürüyor.

Aynı zamanda her türlü araç ithalatı ile çelik rulo, demir ve saç ürünleri, oto parçaları, kâğıt, selüloz, tekstil hammadde ve

ürünleri, makine parçaları, soğutulmuş ya da dondurulmuş gıda ürünleri gibi ithalat ve ihracat yüklerine de hizmet veren

Gemport, antrepoculuk etkinliğini de yapmaktadır.

Çağdaş limancılıkta yönetim, organizasyon ve işletme politikalarını tamamen müşteri odaklı olarak tasarlayarak ve

müşteriyi memnun edecek düzeyde hizmet kalitesi sağlayarak uluslararası standartlarda bir liman durumuna gelmeyi

amaçlamaktadır.

Gemport Gemlik Limanı ve Depolama İşletmeleri A.Ş. olarak bütün etkinliklerimizde temel ilkemiz, müşteri

memnuniyetini göz önünde tutmak ve sürekliliğini sağlamaktır. Bu bağlamda hayata artı değerler katmak adına pek çok

kişinin bildiği Denizyıldızı hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şair ve bilim adamı Lauren Iseley, bir gün sahilde yürüyüş yaparken uzakta dans eder gibi devinen bir adam dikkatini

çeker. Yazar merak edip hızlı hızlı ona doğru yürür. Yaklaşınca bir gencin yerden bir şey alıp denize attığını, sonra birkaç adım

koşup aynı devinimini sürekli yinelediğini görür. Yazar biraz daha yaklaşıp genci selamlar.

- Ne yapıyorsun böyle?

- Okyanusa denizyıldızı atıyorum. Güneş yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları hemen suya atmazsam az sonra ölecekler.

- Ama görmüyor musun, kilometrelerce sahil var ve baştan aşağıya denizyıldızıyla dolu, ne fark edecek?

Tam da o sırada genç adam eğilerek yerden bir denizyıldızı daha alır, denize fırlatırken,

- Bakın. Onun için fark etti! der.

Ben de güneş yükselmeden denizyıldızlarını denize atmaktan yanayım…

Page 3: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Danışma Kurulu

Şemsettin Kök

Ulviye Alpay

İsmail Hakkı Tas

Avni Çinçin

Yıldız Yurtseven Mert

Serap Certeler

Ebru Çınar

M. Cüneyd Acar

Gemport Gemlik Liman veDepolama İşletmeleri A.Ş.Adına SahibiM. Cüneyd Acar

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüŞemsettin Kök

Genel Yayın YönetmeniUlviye Alpay

içindekiler

6 12 26

20082

AĞUSTOS

SAYI

BÜLTEN

GEMPORT YATIRIM

ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN

SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ

İTÜ (MUAVENET)

OSMANLI'DAN SONRA GEMLİK TARİHİ

CRUISING (GEMİ TURU)

PETRA

KÂĞIT PARANIN ÖYKÜSÜ

"NİCE 20 YILLARA"

PROF. DR. TANKUT ÖKTEM

AFRİKA'NIN İÇLERİNE YOLCULUK

4

6

8

10

12

18

20

22

26

30

32

34

Halkla İlişkilerEbru Çınar

Grafik TasarımYörünge İletişimSevil Akkul

BaskıEsen Ofset Matb. San. Tic. A.Ş.Tel:0212 549 25 68

GEMPORTGemlik Liman ve Depolamaİşletmeleri A.Ş.Kocaçukur Mevkii P.K. 101Gemlik/BURSATel:+90 224 524 77 20Fax:+90 224 524 88 30www.gemport.com.trGemport, basın ve meslekilkelerine uymayı taahhüt eder.

34 42 60

GEMPORTBİR

KURULUŞUDUR

YANGIN KULESİ

KURA'NIN ŞARKISI

YAŞAMIN ÖZÜ SU

KOZA HAN

TURNALAR

KABLOLU SU KAYAĞI

BAKUT

"GÜNEŞTEN KORUNMAK"

İÇİMİZDEN BİRİ

S/S TURAN EMEKSİZ

ÇALIŞANLARIMIZDAN HABERLER

BULMACA

38

42

44

48

50

52

54

56

58

60

63

64

Page 4: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Bülten006 – 2008 yılları arasında şirketimiz Yönetim Kurulu Başkanlığı

görevini yürüten Sn. Rıza İhsan KUTLUSOY 18 Mart 2008 tarihli 2Olağan Genel Kurul toplantısında Yönetim Kurulundan ayrılmış

ve bu çerçevede yapılan Yönetim Kurulu Toplantısında, başkanlık

görevini Sn. M. Süha AKTAŞ'a devretmiştir.

Genel Kurul ve Yönetim Kurulu toplantılarının ardından üyelerimizin

de katılımıyla gerçekleştirilen öğle yemeğinde Sn. KUTLUSOY'a

şirketimize katkılarından dolayı teşekkür plaketi takdim edildi.

2004 Ağustos ayında şirketimizde Genel Müdür olarak göreve

başlayan Sn. AKTAŞ Nisan 2007 tarihinden itibaren Gemport Genel

Müdürlüğü görevinin yanı sıra yine T. İş Bankası iştiraki olan Nemtaş

Denizciliğin Genel Müdürlüğü'ne vekaleten atanmıştır. Temmuz 2007

tarihinde Gemport A.Ş.'deki Genel Müdürlük görevini Sn. Cüneyd

ACAR'a devreden Sn. AKTAŞ halen Gemport A.Ş. Yönetim Kurulu

Başkanlığı, Nemtaş Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Müdürlüğü

görevlerini yürütmektedir.

Şirketimiz Yönetim Kurulunda Görev Değişikliği Yapıldı

Temmuz 1926 günü, Türk denizlerinde 391 yıldan beri

yabancılara verilmiş kapitülasyonların sona erdirildiği gündür. 1Türkiye'nin, kendi karasularında egemenlik ve bağımsızlığını

ilan ettiği Kabotaj Yasası, Türk denizciliği açısından büyük önem taşır.

Kabotaj hakkının Türk bayrağı ve ulusuna tanındığı 1 Temmuz

Denizcilik Bayramı'nın 82. yıldönümü törenle kutlandı. Törene,

Kaymakam Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay

Albay Ömer Cüneyt Akyol, Belediye Başkanı Mehmet Turgut,

Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Hakan Tosun, Uludağ Üniversitesi

Asım Kocabıyık Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Kemal Sulhi

Gündoğdu'nun yanı sıra siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar ile daire

amirleri katıldı. Ayrıca Gemport Gemlik Liman ve Depolama

İşletmeleri yöneticileri de römorkör ile törene katıldılar.

Atatürk Anıtı'na sunulan çelenklerin ardından saygı duruşuna

geçilerek İstiklal Marşı okundu.

Törende, Liman Başkanı Dr. Harun Özmaden de konuşma yaptı.

Römorkör ile denize açılan protokol sahil turu atarken, Kaymakam

Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay Albay Ömer

Cüneyt Akyol ve Belediye Başkanı Mehmet Turgut şehitlerimiz adına

hazırlanan çelengi denize attılar.

emport Gemlik Liman ve

Depolama İşletmeleri GA.Ş.'ye ait arazi üzerine

Gemlik İlçe Jandarma

Komutanlığı'nın Limanlar

Bölgesi'ndeki Genel Kolluk

Kuvveti hizmetlerinde kullanılmak

üzere Gemport A.Ş. tarafından

yaptırılan prefabrik bina bedelsiz

olarak 11.07.2008 tarihinde

Jandarma Komutanlığı'nın

kullanımına tahsis edilmiştir.

1 Temmuz Denizcilik Bayramı'nın 82. Yıldönümü Kutlaması

Jandarma Komutanlığı'na Bina Tahsis Edilmesi

4

Page 5: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

WEB TABANLI MODERN BİR

OTOMASYON SİSTEMİ

Gemport, müşterilerinin ihtiyaçlarına en kısa sürede cevap

vermek, tüm operasyonlarında optimum verimliliği sağlamak

üzere halen sürdürdüğü altyapı ve makine/ekipman yatırımları ile eş zamanlı olarak, modern bir konteynır terminalinin vazgeçilmez unsuru

olan bilgi-işlem otomasyon yatırımlarını da başlatmış bulunmaktadır. Bu

alandaki yatırımların tamamlanmasıyla da Gemport, en yeni

teknolojilerin kullanıldığı web tabanlı modern bir bilgi-işlem otomasyon

sistemine sahip olacaktır.

GemportYatırım

6

GEMPORT'UN VİNÇ YATIRIMI

Gemport, gemilerin limandaki kalış sürelerinin kısaltılması, tüm

müşterilerine hızlı ve sağlıklı hizmet vermek üzere Finlandiya'dan,

40 ton kapasiteli 5 adet gezer lastik tekerlekli (RTG) dev konteynır

istif vinci ithal etti. Kara platformuna kurulan RTG vinçler faaliyete geçti.

Ayrıca deniz platformu için satın alınan 5 adet ilave RTG ise 2009 yılı başında teslim alınacak.

KARA PLATFORMU VE DENİZ

PLATFORMU BİRBİRİNE

KÖPRÜ İLE BAĞLANDI

Halen devam eden kapasite arttırıcı altyapı yatırımlarının bir parçası olan kara platformu, deniz platformu köprü uzantısı ile birbirine

bağlandı. Haziran 2008 ortalarında başlayan inşaatın

Temmuz ayının sonlarına doğru bitmesi planlanıyor.

BÖLGE OTOMOTİV SANAYİSİNİN DÜNYAYA

AÇILAN KAPISI

Kapasitemizi arttırmak amaçlı 01.01.2007 tarihinde 32.000 m²'lik bir alana 3000

araç kapasiteli ve 8 katlı olarak inşa edilen araç depomuz Nisan 2008'de

faaliyete geçti.

Ülkemiz limanlarında gümrüklü sahanın ilk katlı otoparkı 1997 yılında 25.000 'lik

bir alana 2.500 araç kapasiteli ve 3 katlı olan ithal ve ihraç mallarıyla yüklü araç depomuza ek olarak yapılmıştır. Böylece ticari ve binek taşıt elleçleme kapasitemiz

100 bin adetten 250 bin adede çıkmıştır.

2007 yılında ülkemiz binek ve ticari araç dış ticaretinde limanımızın payı Tofaş ve Renault markaları ağırlıklı olmak üzere yüzde 13.6 düzeyindedir.

7

Page 6: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

enizcilik sektörünün Oscarları olarak nitelenen Altın Çıpa ödül töreninde

limanımız; Terminal ve Liman İşletmeciliği

dalında Altın Çıpa ödülüne

layık görülmüştür.

Bu ödülün alınmasında 2005 yılında başlattığımız yatırım projesi çerçevesinde modern liman işletmeciliği anlayışı ile düzenlenmiş 116.000 lik kara

platformumuzun, tüm emniyet donanımına sahip imco konteynır sahası, 18.000 m²'lik CFS terminali ve soğutmalı konteynırlara hizmet vermek amacıyla

bölgemizdeki en büyük kapasiteli reefer konteynır istasyonlarının hizmete açılması etkili olmuştur.

Ayrıca Türkiye ekonomisinde önemli yere sahip ve bölgemizde bulunan otomobil üreticilerinin ihtiyaçlarına

da limanımız kayıtsız kalmamış ve 2500 araç kapasiteli mevcut otoparka 8 kat ilave ederek kapasitesini 5500 araca çıkarmıştır.

Gemport bütün bu başarıları; zorlukların üstesinden

gelmeyi bilen yöneticileri ve takım olma bilincindeki

çalışanları ile hep beraber imzalamıştır.

İşte tüm bu nedenlerle GEMPORT sektörde önemli

yere sahip MARPORT, YILPORT gibi güçlü diğer

adayların arasından sıyrılarak ALTIN ÇIPA ödülüne layık

görülmüştür.

Deniz Haber Ajansı ve Dünya Gazetesi Perşembe

Rotası tarafından, bu sene üçüncüsü organize edilen ALTIN ÇIPA Türk Denizcilik Başarı Ödülleri Töreni 27

Haziran 2008 Cuma günü Rahmi Koç Müzesi'nde yapıldı.

Törene Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Birleşmiş Milletler Denizcilik Örgütü (IMO) Genel Sekreteri

m²'

D

ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜBU YILGEMPORT'UNGemport, Terminal ve Liman İşletmeciliğikategorisinde Altın Çıpa Ödülü'nü aldı

Efthimios Miropoulos, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarı Hasan Naipoğlu, Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı Erol Yücel, Deniz Ticaret

Odası Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan, Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos, Akdeniz Memorandumu

Başkanı Lino Vassalo, Paris Memorandumu Genel Sekreteri Richard Schiferli, Uluslararası Uyduyla Deniz Haberleşmesi Örgütü (IMSO) Başkanı Esteban Vincente Pacha, Panama IMO Temsilcisi Büyükelçi Lilliana Fernandez, Uluslararası Deniz Ticaret Odaları Genel Sekreteri ve Uluslararası Denizcilik Federasyonu Genel Sekreteri Simon Bennet, INTERCARGO Genel Sekreteri Roger Hold, INTERTANKO Direktörü Peter Swift,İtalya IMO Temsilcisi Amiral Giancarlo Olimbo, Uluslararası Gemi Mühendisleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (IMAREST) İcra

Kurulu Başkanı Michael Everard, Sierra Leone Registeri Jullian Padilla ve çok sayıda sektör temsilcisi katıldı.

Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos tarafından Yük Limanı Ödülü, Gemport Gemlik Liman ve Depolama

İşletmeleri Genel Müdürü M. Cüneyd ACAR'a takdim edildi. M. Cüneyd Acar ödülde bütün çalışanların emeği olduğunu ifade ederken,

Fotis Karamitsos da Türkiye'de denizcilik sektöründeki gelişmelerin kendilerini çok etkilediğini söyledi.

9

Page 7: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Dünyada ve Türkiye'de Liman İşletmeciliği hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Liman İşletmeciliği, gerek dünyada ve gerekse Türkiye'de modern

bir makine – ekipman parkuru gerektiren, özgün yazılım

programlarıyla, çağdaş, eğitimli kadroları ile giderek daha bir

ekspertiz, tecrübe birikimi gerektiren bir işkolu haline gelmiştir.

Dünya ticaretinin yüzde 95'i denizyolu ile yapılırken Liman

İşletmeciliği'nin gelişmemesi düşünülemez. Dünyada ve Türkiye'de

mevcut limanlar artan rekabet ile baş edebilmek için genişleme ve

teknolojik büyüme yaşarken, bu arada sıfırdan yeni liman yatırımları

da gündeme gelmektedir. Gemport ile ilgili genişlemeye yönelik

yatırım kararını zaten bu düşünceyle aldık. 2005 yılını proje ve altyapı

oluşumları ile geçirdik. 2006 yılı ortasında da inşaata tam hız girdik.

Gemport yatırımlarına zamanında başladınız mı? Şimdi

geriye bakıp keşke şunu şöyle yapsaydım veya bunu

yapmasaydım gibi özeleştiriler yaptığınız oluyor mu?Şüphesiz herkesin iş hayatında, özellikle yöneticilik sürecinde

sevapları olduğu kadar günahları da, hataları da vardır. Benim de

olmuştur. Ama insan ne yapıyorsa, açıkçası kendimden

bahsediyorsam eğer, şunu söylemeliyim ki ne yaptıysam, ne karar

alıp hangi uygulamaya girdiysem o günün şartlarında kendime göre

şirketim için en doğrusunu, çalışanlarım için en uygununu buldum,

seçtim ve uyguladım. Bu arada, ne yazık ki insanın kontrolü dışına

çıkan gelişmeler de olabiliyor. Başarı; bence tüm bu olumsuz

gelişmelerden şirkete gelebilecek zararları asgariye indirebilmek,

olumlu gelişmeleri, pozitifleri ise şirketin doya doya yaşamasını,

sindirmesini ve hatta keyfini çıkarmasını sağlamaktır.

Özetle, yatırıma zamanında başladığımızı düşünüyorum. Ancak yine

de keşke Gemport'ta bir yıl önce işe başlamış ve ilk kazmayı da bir

sene önce vurmuş olabilseydim diye düşünmüyor değilim. Bunun

dışında dediğim gibi herşeyi o günün şartlarında en iyisini, en

doğrusunu düşünerek yapmaya çalıştığım için bu anlamda fazla

özeleştiri yapamıyorum.

Gemport'ta çalışmadan önceki iş hayatınızdan bahseder

misiniz?Gemport'ta 2004 yılı Ağustos ayında işbaşı yaptım. Öncesinde

yaklaşık 3 yıl boyunca yine bir Türkiye İş Bankası iştiraki olan İş-

Doğan Petrol Yatırımları A.Ş.'nin Genel Müdürlüğünü yaptım ve bir

yıl da Petrol Ofisi A.Ş.'nin Genel Koordinatörlüğünde bulundum.

Ondan öncesinde ise 4 sene, Rus Lukoil Petrol'ün Türkiye'deki

şirketinde Genel Müdürlük, daha da öncesinde 17 sene Koç Grubu

ve 2 sene Daimler Benz- Otomarsan. Yaklaşık 30 senelik iş

yaşamımın yarısı İran, Irak, Rusya, Romanya gibi dış ticaret/ithalat-

ihracat yaptığımız komşu ülkelerde yaşayarak geçti. Çok güzel

anılarım olduğu gibi, asla unutamadığım ve iş olarak, yaşam olarak

çok zorlandığım zamanlarım da oldu.

Nemtaş ile nasıl ve nerede buluştunuz?2007 yılı başında Nemtaş Genel Müdürü Teoman Rua Bey'in emekli

olması üzerine bu görev bana tevdi edildi. İş-Doğan'daki görevim

boyunca bazı projeler nedeniyle Nemtaş ekibi ile çok sık birlikte

olduğum için şirketi ve yapısını tanıyordum. Bu nedenle uyum

sıkıntısı asla çekmedim. Zaten biz profesyonel yöneticilerin vazifesi,

şartlar ne olursa olsun, nerede olursanız olun, verilen görevi en iyi

şekilde yerine getirmek ve şirketin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri

doğrultusunda hareket etmektir.

10

T. İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise ticari şirketler olarak o mali dünyanın dışında.Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı disiplinle aynı çatı altında, görüşünü savunan Yönetim Kurulu Başkanımız ve Nemtaş Genel Müdürü M. Süha AKTAŞ ile Gemport ve Nemtaş’ın faaliyetleri, yatırımları ve deniz ticareti üzerine söyleşi yaptık ve kendisi hakkında bilgi aldık.

Süha Aktaş ile Söyleşi...

İş Bankası bünyesinde Nemtaş ve Gemport'un nasıl bir yeri

var? Konumlandırılmanız nasıl?İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise ticari şirketler olarak

o mali dünyanın dışında. Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı

disiplinle aynı çatı altında. İş Bankası'nın geçmişinde de hep var

olmuş bu yaklaşım. Kültüründe banka dışı aktiviteler hep olmuş.

Gemport ve Nemtaş, banka yönetimi tarafından her şeyden önce

başarılı, uyumlu şirketler olarak görülüyor. Kârlı, hareketli, dinamik,

yatırım yapan, sürekli büyüyen ve profesyonelce idare edilen

şirketler. İnanıyorum ki bankamız, bu iki şirketimize iyi gözle bakıyor,

gözetiyor... Bizse, yöneticiler olarak şirketlerimizi sürekli daha iyi ve daha farklı bir

konumlara getirmek istiyoruz ve bu yönde çabalıyoruz....

Nemtaş'ta da yatırım yapıyorsunuz. 2008 yılı başında bir gemi aldınız.

Bu sene başka gemi alımınız olacak mı?

“26 Ağustos” adındaki yeni gemimiz (adını İş Bankası'nın kuruluş tarihinden alıyor),

75 milyon dolarlık bir yatırımdı. Kaptanoğlu ailesinden aldık. Şu anda, işletmeciliğini

yaptığımız gemiyi de sayarsak filomuzda 7 gemimiz var. Diğer bir ifadeyle 267.000

dwt'luk bir filoya hükmediyoruz. Bu yıl içinde bir veya iki gemi daha almayı

planlıyoruz.

Dünya genelinde krizden ve resesyondan söz ediliyor. Böyle bir dönemde

yeni gemi yatırımı riskli değil mi?Henüz işler daralmadı. Resesyon, navlun ve denizcilik sektörüne keskin bir şekilde

girmedi. Biz girmeyeceğini de ümit ediyoruz. Dünyadaki gelişmeleri takip ederek

yatırım, plan ve projelerimizi ona göre yapıyoruz. Halen yük ve navlun talebi, inişli-

çıkışlı bu piyasada armatörlerin lehine devam ediyor. Artan yük, mevcut gemi

kapasitesinin halen üstünde. Bu yüzden de yatırım şart. Ama bu arada, yeni sipariş

verilen gemiler var. Türk armatörler için de geçerli bu. Şayet 2010 yılından itibaren

gemi siparişleri ve gemi girişleri söylendiği kadar devam ederse bu tarihten sonra

gemi tonajının talebin üstüne çıkacağı endişeleri var. Ancak biz bunun çok keskin

seviyelerde oluşmayacağını düşünüyoruz. Çünkü olası resesyon nedeniyle

tersanelere verilen gemi siparişlerinde iptaller söz konusu olabilir. Hatta bunlar

başladı. Türk tersaneleri henüz o raddeye gelmedi. Ama Uzakdoğu'da daha arsa

halinde, inşası yapılmamış tersaneler gemi satıyor. Yani tersane yok, sipariş var.

Diğer taraftan, artan hammadde fiyatlarının yanı sıra kredi maliyetlerinin de giderek

artması bekleniyor. Tersaneler de artık belli yatırımlardan vazgeçebilir. Biz bu köpük

siparişlerin ortadan kalkmasıyla, gerçek siparişlerin oluşacağını ve gemi arzının

gerçekçi rakamlara oturacağını düşünüyoruz. Bu nedenle de 2010'da keskin bir

daralma beklemiyoruz. Bu süreçte şüphesiz bir eleme olacak. Daha önce de işaret

ettiğim gibi dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 95'i deniz ticaretiyle yapılıyor. Bize göre

deniz ticareti kaçınılmaz şekilde artacak. Biz de Nemtaş ve Gemport olarak bu

ticareti gerçekleştiren oyuncuların içinde yerimizi aldık ve bu oyunu kurallarına göre

oynamaya devam edeceğiz.

11

9 Eylül Üniversitesi Deniz İşletmeciliği Yönetimi Yüksek Okulu'nda mezuniyet günlerinde ananevi olarak yapılan “Son Gün, Son Ders” onur konuğu bu sene şirketimiz Yönetim Kurulu Başkanı ve Nemtaş Genel MüdürüSüha Aktaş idi. 2008 yılı mezunu 98 öğrenciye sektörün bugünü ve yarını hakkında bilgi veren Başkanımız, konuşmasında özellikle mezunları yeni yaşamlarında kendilerini bekleyen ekonomik ve ticari konularla ilgili bir ufuk turu yaptırdı.

48 Mezun veren Güverte bölümünün başarılı öğrencileri ödüllerini Gemport Yönetim Kurulu Başkanı'ndan aldılar. Güverte adamlarının sektörde çok kritik pozisyonlar ve yetkilerle çalıştıklarını ve bu nedenle kendilerini daima yenilemelerini tavsiye eden Başkanımız, Türk Denizcilik Sektörünün ancak eğitimli kadrolarla ilerleyebileceğiniifade etti.

Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Mezunu 50 öğrenciden 1., 2., ve 3. olanlara ödüllerini Nemtaş Genel Müdürü verdi.2008-2009 döneminde fakülte olması beklenen Deniz İşletmeciliği Yüksek Okulu ile çok yakın ilişkiler içinde olan Nemtaş Denizcilik A.Ş., sektörün iyi eğitimli çalışan ihtiyacının giderilmesi için her türlü katkıyı yapmaktadır.

Page 8: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Güneş enerjisi ile çalışan

“Muavenet” dünya ikincisi oldu.

Gururluyuz...

stanbul Teknik Üniversitesi'nin ışıklı çiçekleri ABD'nin

Arkansas eyaletinde düzenlenen Solar Splash 2008 -

Dünya Güneş Tekneleri Şampiyonası'nda ikinciliği elde etti.

“Muavenet” isimli tekneleriyle yarışan Türk takımı 10 farklı

kategoride ödül aldı. Ben bu söyleşiyi pırıl pırıl bir üniversite

öğrencisi ayrıca Nusrat ve Muavenet teknesinin takım kaptanı

Münir Cansın Özden'le yaptım. O güler yüzüyle, gözlerindeki

cevherin çakımlarıyla sorularımı içtenlikle yanıtladı.

Güneş enerjisiyle çalışan bir tekne üretme fikri ne

zaman ve nasıl ortaya çıktı?Deniz benim için hep çok önemli olmuştur. Anneannem, dört

beş yaşlarımdayken çizdiğim balık ve gemi resimlerini hala

saklar. Çocukluğumun en heyecanlı zamanları, dedemin

dürbünü ile İzmit Körfezi'ne giren gemileri izlemek ve onların

resimlerini yapmaya çalışmaktı. Ortaokul yıllarımda

arkadaşlarımla evdeki sandalyeleri kırıp onların ahşap

parçalarıyla küçük tekneler yapmış ve bunlara oyuncak

arabalarımızdan söktüğümüz motorlar takıp havuzda

yüzdürmüştük. Birkaç sene sonra, üniversite sınavı

açıklandıktan sonra gireceğim bölüm kesinlikle Gemi İnşaatı

ve Deniz Bilimleri Fakültesi'ne bağlı Gemi İnşaatı ve Gemi

Makinaları Mühendisliği olacaktı.

12

İ

Üniversite birinci sınıfta Gemi Mühendisliğine Giriş dersinde,

ülkemizdeki gemi inşa sektöründeki kuşkusuz en önemli isimlerden

Prof. Dr. Yücel Odabaşı şöyle demişti;

“Gemi, İngilizce'de “she”dir. Bir kadın olarak bahsedilir ondan.. Ve bir

baba kızını yetiştirirken ne kadar zorlanırsa mühendisi de gemisini

tasarlar ve inşa ederken o denli zorlanır.. Gemi inşa edildikten sonra

gelinlik bir kız gibi süslenir ve kızağa konulur. Gemi sahibi inancına göre

ya şampanya patlatır ya da kurban keser. Sonrasında halatlar kesilir ve

gemi suya iner. Hem ağlayıp hem giderim diyen bir gelin gibi de suya

inince başını bir defa suya daldırıp babasına, mühendisine bir selam

verir.. Çocuklar ben 40 yıldır kaç geminin suya inişini, mühendisi olarak

izledim bilemiyorum.. Ama hâlâ çok büyük bir keyif alırım bu törenden.

Dilerim siz de bu duyguyu yaşarsınız…”

O derste söylenenlerin, bana neler hissettirdiğini arkadaşlarımla

paylaştım ve o anda düşünebildiğimiz tek şey bir an önce kendi

tasarımımız olan bir gemi yapmak ve onun suya inişine tanık

Bir güneş teknesi nasıl çalışır?The World Championship of Intercollegiate Solar Boating (Dünya

Güneş Enerjisiyle Çalışan Tekneler Şampiyonası)'na katılmaya karar

verdikten sonra yaptığımız ilk iş, yarışma organizatörlerinden yarışmanın

kurallarını öğrenmemiz ve yapılmış olan diğer teknelere ait raporlara

ulaşmamız oldu. Kısa bir süre içinde sadece bu yarışmanın katılımcıları

değil dünyada yapılmış olan, ulaşabildiğimiz tüm güneş enerjisiyle

çalışan teknelerle ilgili bir veritabanı oluşturduk. Bu araştırma

girdiğimiz işin zorluğunu anlamamız ve bu işi planlayabilmemizde bize

çok yararlı oldu.

Güneş enerjisiyle çalışan tekneler üzerilerindeki güneş panellerinin

ürettiği elektrikle sahip oldukları elektrik motorlarını besleyen ve bu

sayede hiç bir yakıt kullanmadan ve hiç bir atık üretmeden hareket

eden araçlardır. Tabi iş sadece güneş panellerini motora bağlamak

değil. Bunu biraz açıklamak isterim.

Güneş panelleri ışığın gücü ve açısına göre çok değişken voltaj ve

akımlar üretirler, bu elektriği regule etmeden akülerinize veya

motorunuza doğrudan veremezsiniz. Bu yüzden bazı devrelere sahip

olmanız gerekir. Bu devrelerin de dünyada birkaç üreticisi vardır ve

genelde bu tarz araçlar yapmak isteyenler bu devreleri kullanıma hazır

şekilde satın alırlar. Bu regulasyon dışında güneş panellerinden en

yüksek gücü çekmek için MPPT – Maximum Power Point Tracker (En

Yüksek Gücü Takip Devresi) devresine ihtiyacınız vardır. Bunun

sonrasında elde ettiğiniz elektrikle akülerinizi şarj etmek için bir akü

sarj devresine ve akülerdeki elektrikle motorunuzu istediğiniz hızlarda

sürebilmek için de bir motor sürücü devresine ihtiyaç duyarsınız.

Bunun dışında bu elektrik motorunun çalışma rejimlerine uyum

sağlayan bir dümen sistemine ve yapmak istediğiniz hıza uygun bir

de pervaneye ihtiyacınız vardır.

Sizler önce Nusrat ile dünya üçüncülüğü ve ardından da

Muavenet ile dünya ikinciliğini kazandınız. Bu projeler nasıl

hayata geçirildi? Bu projelere başladığımızda her birimiz yeni üniversite öğrencisi

olmuş gençlerdik. Öğrenim görmeye henüz başladığımız

alanlarımızda çok da bilgi sahibi değildik ama düşününce şöyle

diyorum; dünyadaki en güzel şey bir konuyu biliyor olmak. Eğer bir

konuyu bilmiyorsak bu durumda atılacak en doğru adım, bilgi

eksikliğimizi giderecek doğru insanları bulmak, onlardan yardım

almak ve ilerlemek istediğimiz yolda rotamızı değiştirmemek

olmalıydı.

Bizim en büyük başarımız ülkemizde ve dünyada bilgiyi elinde

bulunduran insanları çabamızın ciddi olduğuna ikna etmemiz ve

bilgilerini bizlerle paylaşmalarını sağlamamızdı. Bu hususta özellikle

Yonca-Onuk Tersanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ekber

ONUK, tersanenin eski Mühendislik Müdürü Barış Gümüşlüoğlu ve

13

olabilmekti. 2004 yılı Mayıs ayında, hem öğrenmekte olduğumuz teorik

bilgileri pratiğe geçirebileceğimiz, hem de başka öğrencileri peşimizden

sürükleyebileceğimiz bir fikir geldi aklımıza. İTÜ Ayazağa Kampüsü

içerisindeki gölette güneş enerjisiyle çalışan uzaktan kumandalı küçük

teknelerle bir yarışma düzenlemeye karar verdik. Öncesinde biz birkaç

araç yapacak ve bu işi öğrenecek, sonrasında bunları da sergileyerek

yarışma çağrısında bulunacaktık. Bu küçük tekneleri nasıl

yapabileceğimizle ilgili araştırma yaparken, Amerika Birleşik

Devletleri'nde üniversitede okuyan akranlarımızın bizden daha büyük

düşündüklerini ve uzaktan kumandalı araçlar değil kendilerinin binip

sürdükleri tekneler tasarlayıp Solar Splash isimli bir yarışmada başka

teknelere karşı yarıştıklarını gördük. Uzaktan kumandalı tekneler yapmak

öğrenci harçlıklarımızdan arttırarak altından kalkabileceğimiz bir fikirken

biz de büyük düşünmeye ve ülkemizi bu yarışmada temsil etmeye

karar verdik.

Page 9: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

tersanenin Endüstriyel Tasarım Şefi Dr. Eralp Noyan'a çok şey

borçluyuz. Bizlere verdikleri zorlu ödevler sayesinde hayal ettiğimiz

bu tekneyi tasarlayıp inşa edecek mühendisler haline geldik

diyebilirim.

Çalışmalara ilk başladığımız günden bu yana yaptığımız hiç bir

çalışmada “biz öğrenciyiz, profesyonel değiliz teknenin burası da

böyle oluversin” demedik. İçimize sinmeyen her parçayı oturup

yeniden tasarladık ve imal ettik. Mükemmelliyetçi olmadan başarılı

olmak mümkün değil bize göre...

3 yıl süren çok zorlu bir çalışma döneminden sonra teknemizin

tasarımını bitirdik, direnç analizlerini, motor ve akü testlerini

tamamladık dümen sistemleri ve elektrik devrelerini tasarlayıp imal

ettik ve teknemizi suya indirdik. En az bunun kadar zahmetli ve

masraflı olan başka bir konu da teknemizin ABD'ye nakliyesi,

takımın ABD seyahati, oradaki konaklaması ve ihtiyaçlarıydı.

Amerika'daki şebeke elektriğinin frekans ve voltajının Türkiye'dekine

uymuyor olması, bizim metrik onların ise Amerikan ölçü sistemini

kullanıyor olmaları da göz önünde bulundurulması gereken çok

önemli bir sorundu. Teknenin bırakın ana sistemleri her civatasını

her somununu bile hesaplayıp yedeklerini yanına almamız

gerekiyordu.

Sonunda Nusrat'ı Amerikan sularında kullandık. 5 gün süren

yarışma sonrasında yarışmayı izleyenler, Türk gencinin mühendislik

kabiliyetlerini gözleriyle görmüş hatta pervanemizden sıçrayan

suyla ıslanmışlardı... Tecrübe eksikliğimiz nedeniyle 1000 puan

üzerinden 791 puan alarak dünya üçüncüsü olduk. Bunun yanında

“Manevra Etabı Üçüncülüğü”, “En İyi Görsel Sunum”, “En İyi

Elektrik Sistemi Tasarımı”, “En İyi Güneş Enerjisi Sistemi Tasarımı”

ve “En Yüksek Puanlı Çaylak Takım” ödüllerini aldık.

Amerika'dan döner dönmez yarışma esnasında kazandığımız

tecrübeler doğrultusunda yeni bir teknenin tasarımına başladık.

Nusrat'ın en önemli sorunu, içindeki her sistemin bizlerin ilk

mekanik tasarımlarımızı oluşturuyor olmasıydı. Bu prototip

sistemler toplamda çok ciddi bir ağırlığa ulaşıyorlardı. Teknemizi

daha süratli yapabilecek en önemli değişikliklerden biri toplam

ağırlığı (deplasman) azaltmamızdı ve biz yeni bir teknenin imalatı,

3 yeni dümen sistemi, yeni bir kokpit tasarımı, yeni direksiyon

sistemi tasarımları yaparak toplam ağrılığı yaklaşık % 40 azalttık.

Tabii sistemler de artık bizim çıraklık dönemi eserlerimiz yerine

kalfalık dönemi eserlerimiz haline gelmişlerdi ve çok daha verimli

ve estetik olmuşlardı. Nusrat'ın 21 knot olan azami süratini yeni

teknemizde 26 knota çıkardık ve Nusrat'ın 5 knot olan ekonomik

süratini ise 8 knota çıkardık. Yeni tasarımımız olan bu teknede

sadece verimi ve sürati yükseltmekle kalmamış aynı zamanda

estetiği de uç bir noktaya taşımıştık. Bu teknemizin ekonomik

süratini arttıran çok önemli bir başka gelişme ise Türkiye'de bir

ilke beraber imza attığımız Calibre CNC Pervaneleri firmasıyla

tanışmamız oldu. Firmanın ortaklarından Tezcan Doğangönül ve

Bora Belgü ile İTÜ öğretmenlerinden Doç. Dr. Ali Can

Takinacı'nın danışmanlığında ülkemizde bir ilki gerçekleştirdik ve

CNC freze kullanarak pervane imalatı gerçekleştirdik. Nusrat'ta

kullandığımız döküm pervanelere kıyasla çok yüksek bir verim

elde ettik. Teknemizin rekabet edebilirliğinin yükseltilmesinde bu

çok önemliydi. Yine, Arma Diş Deposu firmasının desteğiyle

firma Genel Müdürü Mekki Kutlu'nun yakın ilgisiyle kendi

tasarımımız çok yüksek verimli bir şanzımanın CNC freze ile

imalatını gerçekleştirdik. Teknemizdeki her parçanın tekneye özel

olarak ve mühendisliğin sınırlarında tasarımlanması sayesinde

hayal ettiğimiz gibi bir tekneye ulaşabildik.

Bir başka çok önemli konu ise bu yeni teknemize verilecek

isimdi. Yonca-Onuk A.O. Tersanesi Müdürü Emekli Albay Sayın

Orhan Gencer ile bir sohbetimiz sırasında bahsettiği Muavenet

Muhribimizin vurulması ile ilgili hadiseden çok etkilenmiştim

daha sonra bunu takım arkadaşlarımla da paylaştım ve Amerika

tarafından vurulmuş bir gemimizin ismiyle Amerika'da bir

yarışmaya katılmak bize çok anlamlı geldi. Bunun yanında artık

geri dönüşü olmayan bir seçim yapmış olduk. Teknemize bu

ismi verdikten sonra artık başarılı olmaya mecburduk...

Şanssızlıklarımız da olmadı değil. Örneğin Mart ve Nisan

aylarında bitmek bilmeyen yağmurlar bizim göl kenarındaki

çalışma alanımızı hiç de konforlu olmayan bir hale soktu.

Tasarımladığımız parçaların imalatını ve ardından montajını ve

son olarak da testlerini yapabilmek için aylar boyunca çamurun

içinde çalışmamız gerekti. Ama inanın bunları söylerken gözlerim

doluyor... Ne vakit yüzümden akan terleri silmek için şöyle bir

doğrulsam takım arkadaşlarımın tek bir amaç uğruna nasıl da

birleştiklerini onların yüzlerindeki kararlı ifade ve derin

konsantrasyonlarından anlayabiliyordum.

Bu inanç, bu azim ve bu inat sayesinde

Muavenet adına yakışır bir tekneyi ortaya

çıkarabildik.

Bu proje size ve ekip üyelerine nasıl bir deneyim kazandırdı?

Bu sene takımımıza çok sayıda yeni arkadaş aldık. Geçtiğimiz

yıl Nusrat ile yarışan altı kişilik ekipten dört kişi devam ederken

gemi inşaatı mühendisliği, elektrik ve kontrol mühendisliği,

makina mühendisliği ve endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinde

okuyan yeni üyeleri bazı mülakat ve elemelerin ardından takıma

kattık. İTÜ Güneş Teknesi Takımı'nın en eski üyeleri olan Ersin

14

ekonomik sürate hem iyi bir azami sürate sahipti hem de çok iyi

manevra yapabiliyordu. Yani tasarımda bir tür optimizasyona

ulaşmıştık.

First Place Slalom (Manevra Etabı Birinciliği); Teknelerin

oldukça dolambaçlı bir parkuru tamamlamalarının istendiği bu

etapta Muavenet hem kendi form ve dümenleme özellikleri hem

de sürücüsü Ersin Demir'in pilotaj kabiliyeti sayesinde en iyi

zamanlamayı yaptı.

Second Place Sprint (Sürat Etabı İkinciliği); Yarışdaki en

heyecanlı etaplardan biri olan sprint etabında teknelerin düz bir

parkuru en kısa zamanda bitirmeleri isteniyordu. Muavenet

300m'lik bu parkuru 26.50 saniyede tamamladı.

Second Place Endurance (Dayanıklılık Etabı Üçüncülüğü);

Yarışmanın en uzun süren etabı olan Endurance etabında tekneler

2 saatlik bir zaman dilimi içinde bir parkurun çevresinde

olabildiğince fazla tur atmaya çalışıyorlar.

Second Place Qualifying (Qualify Etabı İkinciliği); Bu etapta asıl

yarışlar başlamadan önce teknelerin yarışlar için uygun olup

olmadığına ve sürücülerin tekneye olan hâkimiyetlerine bakılıyor.

Daha sonraki yarıştaki kulvar sıralamaları da bu etapta alınan

sonuçlara göre yapılıyor.

Second Place Visual Display (En İyi İkinci Görsel Sunum);

Yarışma sırasında her takım kendine ayrılan çadırda ülkesi, okulu

ve teknesi ile ilgili tanıtımlar yapıyor. Biz bu sene koca bir ekranda

teknemizin inşaası sürecinde çekilmiş fotoğraf ve videolardan

oluşan filmimizin yanı sıra Türkiye'nin tarihi ve doğal güzellikleriyle

de ilgili filmler gösterdik ve Türkçe şarkılar dinlettik. Çadırımızı

Demir, Enishan Özcan, Berkin Kılıç ve beni en çok mutlu eden şey

de yaptığımız her aşının tutmuş olması. Takımımızı ve teknelerimizi

hatta daha da önemlisi bizim bu projeye başladığımızdan bu yana

öğrendiklerimizi bizden sonra projeyi üstlenebilecek yeni

arkadaşlara devrediyoruz. Takımımızın Gemi Mühendisleri Metin

Aksu, Efe Koçtürk ve İbrahim Albayrak; Makina Mühendisliği

ekibinden İrfan Kaya; Elektrik takımından Tuğrul Yıldırım ve Emrah

Adamey; Endüstriyel Tasarımcımız Hüseyin Turhan çok kısa

sürede takıma uyum sağladılar ve Muavenet'in inşaasıyla ilgili

üstlerine düşenin de fazlasında bir emek harcadılar.

Yarışmanın bizim için önemli bir dezavantajı da yarışa dünyanın

diğer tarafından katılıyor olmamız. Amerika ve yakın ülkelerden

katılan takımlar yarışa birkaç gün kalana kadar tekneleri üzerine

çalışmaya devam edebiliyorlar ve yarıştan hemen sonra da

teknelerini geliştirmeye devam edebiliyorlar. Bizimse yarıştan

yaklaşık 1,5 ay önce teknemizin her şeyini tamamlamış ve

testlerini bitirmiş olarak konteynıra yükleyip Amerika'ya yolcu

etmemiz gerekiyor ve ardından da ancak 1,5 ay sonra teknemize

ve ekipmanlarımıza kavuşup yeniden çalışmaya başlayabiliyoruz.

Bu yüzden bu sene bir yandan Muavenet'i imal ederken diğer

yandan 2009 yılında yarış için tasarlayacağımız yeni teknenin

tasarımı ile ilgili çalışmalar yaptık. Şimdilik gizli tuttuğumuz bu

tasarımımız dünyada henüz gelişmekte olan bir hidrodinamik

forma dair olacağı için birçok direnç deneyinden sonra istediğimiz

performansı elde edeceğimizi sanıyoruz. Sistemli bir şekilde

yapacağımız bu testlerin ardından yayınlayacağımız makalelerin de

bu tarz teknelerle ilgili olan ciddi bilimsel boşluğu dolduracağını

umuyoruz.

Bunun yanında, bir güneş enerjisiyle çalışan tekne yapmak

sadece bir gemi inşaatı mühendisi veya sadece bir elektrik

mühendisinin altından başarıyla kalkabileceği bir konu değil. Bu

yüzden çalışmamızı disiplinlerarası bir yapıda yürütmemiz gerekti.

Bu da başka mühendislik dallarıyla yakın temas kurmamızı ve

onların meslekleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı. Projenin

bize en büyük getirilerinden biri bu oldu diyebilirim.

Bir aracı başından sonuna tasarlamış ve uluslararası bir

yarışmaya katılmış olmamızın, başta CAD-CAM, tasarım, imalat

gibi mühendislik yeteneklerimizin gelişmesine çok büyük faydası

oldu. Tabi uluslararası ticaret, proje yönetimi, halkla ilişkiler gibi

konularda da çok tecrübe kazandık. Bunları birebir yaşayarak

öğrenmiş olmamız okulda kazanamayacağımız bazı özelliklerdi.

Farklı dallarda ödül kazandınız. Sizi, yarışan diğer ekiplerden

farklı kılan neydi? Hangi özelliklerden ve farklılıklardan dolayı

kazandınız bu ödülleri?

Solar Splash 2008 yarışmasında kazandığımız ödülleri iki gruba

ayırmak mümkün. İlk grup teknemizin yarıştığı etaplarda en iyi

zamanları yapmış olması sayesinde kazandığımız, diğer grup ise

teknenin tasarımı, inşaası, maliyeti, takımın iş planlaması vs. gibi

dallarda yarışma organizasyonu içindeki her biri konusunda

uzman jüri üyelerinin oylamaları sonucunda verilen ödüllerdir.

Bu sene İTÜ Güneş Teknesi Takımı olarak Muavenet'le aldığımız

ödülleri şöyle sıralayabiliriz;

Second Place Overall (Genel Toplamda Dünya İkinciliği);

Yarışmanın her etabında yarışıp her etapta iyi puanlar toplayıp

1000 puan üzerinde 963 puan aldık. Teknemiz hem iyi bir

15

Page 10: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Keşke bir balık olsaydın... Pembe bir mercan balığı...Seni görebilmeme tek engel; ciğerlerimdeki nefes.

Hemingway'in ihtiyar balıkçısı gibi takılsaydım peşine!Ya da; ben de bir balık olsaydım.

Tanrı yüz çevirmemişse bizden

Kısa bir ömürdür dilediğim

Akdeniz'de bir fırtınada

Birbirimize sarılmış

Tadı damağımızda bir ölüm...

ziyaret eden konuklara Türk lokumu ikram ettik ve ülkemiz

hakkında bilgiler verdik.

Most Improved Team (Kendini En Çok Geliştirmiş Takım

Ödülü); Nusrat'taki sistemlerimizi çok geliştirerek Muavenet'e

uyguladık ve yapılan tüm değişiklikleri hem üç boyutlu olarak

bilgisayarda hem de hazırladığımız posterler aracılığıyla

tanıttık. Bu geliştirme çalışmalarımız jüri üyeleri tarafından

övgüyle karşılandı.

Hottest Looking Boat (En Güzel Görünümlü Tekne Ödülü);

Bazı kimseler tarafından “En Seksi Tekne Ödülü” olarak da

dilimize çevrilen bu ödül ise teknenin dış görünüşüne dair bir

ödül. Bu sene bu ödülü bize vermeselerdi darılırdık doğrusu…

Çünkü Nusrat'ın gerek görüntüsü ve gerekse inşaasında

kullanılan malzeme çok özeldi.

Most Commercially Viable Hull (Ticari Uygulumaya En

Uyumlu Tekne Ödülü); Belki de ödüller arasında bizi en çok

gururlandıran ödül buydu. Bu ödüle layık görülmemiz,

insanımızın Türk gencine ve Türk mühendisine güvenmesi

gerektiğinin bir ispatıydı bizce...

Projeyi gerçekleştirirken maddi olarak kimlerden destek

aldınız? Sponsor bulabildiniz mi? Projeyi gerçekleştirmek

ne kadara mal oldu?

Muavenet'in yüksek teknoloji kompozit imalatı ile ilgili yine

Ana Sponsorumuz Yonca-Onuk A.O. Tersanesi'nden ciddi bir

yardım aldık. Onların sağladığı malzemeleri ve sistemleri

kullanarak ve yol göstermeleri ile teknemizi karbon elyaftan

imal edebildik. Karbon elyaf çok yüksek dayanıma sahip ve

çok hafif bir malzeme. Tersanede üretilen Sahil Güvenlik

teknelerinin aramid elyaf ile beraber ana malzemesini

oluşturan bu elyaf türünün dünyada asıl kullanım alanı uzay

araçları. Bu malzemenin Türkiye'de işlenebiliyor olması bile

büyük bir gelişme iken bizim teknemizi bu malzemeden imal

edebilmiş olmamız çok büyük bir şans. Bu sayede Muavenet

çok çok hafif bir kabuk ağırlığına sahip olarak imal edilebildi.

Muavenet'in imalatını ve testlerini okulda

tamamladığımızda takımımızın ABD'ye ulaşımı, ABD'deki

masraflar için bir bütçemiz bulunmuyordu. İşte bu anda

sadece bir öğrenci sıfatıyla yazdığım bir mektup Savunma

Sanayii Müsteşarımız Sayın Murad Bayar tarafından okundu

ve müsteşarlığımız aracılığıyla bütçemizin bu kalemleri için

finansman bulmamız mümkün oldu. Muavenet ile Savunma

Sanayii Müsteşarlığımız'ın desteğiyle yarışacak olmamız da

bizim için ayrı bir gurur oldu. RMK Marine ve Dearsan

Tersaneleri'nin bizi finansman olarak desteklemeleri, Marintek

Deniz ve Yat firmasının teknemizin denizcilik ekipmanları,

aküleri ve çok önemli elektronik devrelerimizle ilgili yaptıkları

yardımları oldu. Teknemizin ve ekipmanlarımızın ABD'ye

nakliyesini geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Turkon Holding

üstlendi. Türk Hava Yolları, resmi ulaşım sponsorumuz olarak

bize indirimli biletler sağladı. Türk Loydu Vakfı'nın takımımıza

vermiş olduğu destek sayesinde İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz

Bilimleri Fakültesi'nde bizim için ayrılan odamızda, teknemizde

kullanmış olduğumuz yüksek teknolojik devreleri imal

edebileceğimiz ve bunların testlerini yapabileceğimiz bir

elektrik motoru deney labortuarı kurduk. Calibre CNC

Pervaneleri, Arma Diş, Gümüşel Rulman ve Merve Makina'nın

katkılarıyla teknemiz için tasarlamış olduğumuz dümen sistemlerini ve

pervaneleri imal etmemiz mümkün oldu.

Bunlar dışında hocalarımız Prof. Dr. Ömer Gören, Yard. Doç. Dr.

Osman Kaan Erol, Doç. Dr. Ali Can Takinacı, Prof. Dr. Yücel Odabaşı,

Doç. Dr. Haydar Livatyalı, Doç. Dr. Vedat Temiz bizlere akademik

anlamda çok önemli desteklerde bulundular. Bunun yanında tekrar

altını çizmem gerekirse Dr. Ekber Onuk, Barış Gümüşlüoğlu, Dr. Eralp

Noyan, Tuğgeneral Ali Akdoğan ve Mekki Kutlu Muavenet projemizde

çok önemli profesyonel yardımlar ve yönlendirmelerde bulundular.

Sizler aracılığıyla bu isimlere tekrar tekrar teşekkür etmek istiyoruz.

Bu arada sizin fotoğrafçılık sanatına ilgi duyduğunuzu, gerçekten

çok hoş fotoğraflar çektiğinizi bunun yanı sıra şiir yazdığınızı da

öğrenmiş oldum. Kısaca özetleyecek olursam eğer bir yanınız bilime

gönül vermişken öteki yanınız buram buram sanat kokuyor.

Bizler, sizlerle gurur duyduk Münir Cansın Özden. Bilim adamı

olma yolunda kararlı ve azimli bir biçimde ilerliyorsunuz. Sanat zaten

sizin yüreğinizde filizlenmiş. Yolunuz her zaman açık olsun… Açıkçası

kendi adıma sizlerle onurlandığımı bir kez daha söylemek istiyorum.

Sizler bu ülkenin ışıklı çiçeklerisiniz.

Bu söyleşi için çok teşekkür ederim.

16

M.C.ÖZDEN

MERCAN BALIĞI

Page 11: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Anadolu Selçuklu Devleti'nin son zamanlarında

Bizanslılar karşısında, bir hudut muhafızı

olarak atanan Ertuğrul Bey'le birlikte yeni bir

Türk devleti daha tarihte parlamaya başlamıştır.

Selçuk hükümdarı, Ertuğrul Bey'e fethedeceği

yerlerin mülkiyetini vermişti. Ertuğrul Gazi, fetihlerdeki

başarıları ve iç idaredeki düzeni sayesinde kısa

zamanda beyliğinin nüfus ve kudretini çevresine

tanıtmıştır.

Ertuğrul Bey'in ölümünden sonra yerine geçen

küçük oğlu Osman Bey'le birlikte devletin tarihe mal

olan hakiki adı ortaya çıkmıştır. 1257 yılında,

Eskişehir'den İnegöl'e kadar bütün şehirleri Osman

Bey hâkimiyeti altına almış ve Bizans tekfurlarını birer

birer kendine bağlamıştı. Bursa'nın arazisinin

verimliliği ve ihtişamı Osman Bey'in de dikkatini

çekmişti ancak Bizans İmparatoru ne pahasına olursa

olsun bu şehri yeni kurulan Türk devletine kaptırmak

istemiyordu. Ordusunu yeni silahlarla donatan

Osman Bey, askerini ilk başta İznik üzerine

göndermişti. Yapılan çetin savaş sonucunda İznik'i

alamayan Osman Bey geri dönmek zorunda kalmış

ancak yolları üzerinde bulunan bazı kaleleri almayı

başarmıştı. Her yıl biraz daha güçlenen ve hudutlarını

İstanbul ve Bursa'ya doğru genişleten Osmanoğulları

artık Bursa'yı almaya kesin karar vermişlerdi.

Selçukluların çökmesinden sonra ordunun bir kısmı

Osmanlı Devleti ordusuna katılmış ve Osman Bey

yeni gelen ordusuyla birlikte İznik üzerine yeniden

yürüyerek İznik'i fethetmeyi başarmıştır. Bu arada çok

yaşlanan Osman Bey, şiddetli bacak ağrıları

savaşmasına engel olduğundan yerine oğlu Orhan

Bey'i bırakarak Yenişehir bölgesinde istirahata

çekilmiştir. (1320)

Orhan Bey tahta geçer geçmez babasının son

arzusunu gerçekleştirmek için Bursa'yı kuşattı. Ancak

Bizans'tan çok rahat destek alan Bursa aylarca süren

kuşatmaya rağmen teslim olmadı. Kale; Bizans'tan

yardım gördüğü için kuşatmaya karşı durabilmiştir.

Osman Bey İstanbul'dan gelen yardımları engellemek

üzere, oğlu Orhan Bey'e kıyı taraflarının alınmasını

emretmişti. Bunun üzerine Orhan Bey en güvendiği

komutanlarını yanına alarak (Akçakoca ve Kara

Timurtaş) Mudanya ve Gemlik'i kuşattı. Mudanya

fazla dayanamayarak Miladi 1321'de teslim oldu.

Ancak zamanın Kios şehri yani Gemlik güçlü savunma

olanakları nedeniyle 1334 yılında alınabildi.

Orhan Bey Bursa'nın boş olan semtlerine Türk

ailelerini yerleştirdi. Umurbey kasabası bir köy olarak

o zamanlar kurulmuştur. Orhan Bey zamanında Bursa

ve çevresindeki şehirler her alanda büyük gelişme

göstermiş; ticaret, ziraat ve sanayi bakımından Bursa,

Bilecik, Yenişehir, İznik ve Gemlik şehirleri için altın

çağlar yaşanmaya başlamıştır. Ayrıca deniz

kuvvetlerini güçlendirmek amacıyla İzmit, Gemlik ve

Gelibolu'da tersaneler kurulmuştur.

Osmanlı Devleti'nin denizciliğinde büyük hizmetleri

görülen Gemlik, yükselme devrinde gemi yapım şehri

olarak önem kazanmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda

zeytinciliği, kozacılığı ve kıymetli mermerleriyle

Osmanlı Devleti'nin çok ilgi gören bir şehri olmuştur.

Duraklama ve gerileme dönemlerinde memleketin

her yerinde olduğu gibi Gemlik de ihmal edilmiş;

tersanenin yeri bataklığa dönmüş, sarayları ve

abideleri süsleyen mermerleri yok olmuştur. 1789'da

III. Selim devriyle Türk yurdu her alanda olduğu gibi

denizcilik alanında da yeni düzeltmelere kavuşmuştur.

III. Selim, Fransa'dan getirttiği mühendislere Gemlik

tersanesinin inşasını yeniletmiş ve kısa zamanda

körfezde yeniden gemiler yüzmeye başlamıştır.

19. yüzyılın ünlü bilim adamlarından dil bilimci Sami

Bey, Kamusül Alam adlı eserinde Gemlik ile ilgili şu

bilgilere yer vermektedir:

“Hüdavendigâr (Bursa) vilayetine bağlı Gemlik;

5147 nüfuslu bir ilçedir. Nüfusunun çoğunluğu

Rum'dur. Güzel ve sağlam bir limanı, tersaneye ait

havuz ve el tezgâhları, bir camisi, bir medresesi, bir

rüştiyesi (ortaokulu), Rumların özel kız ve erkek

okulları, üç kilisesi, iki manastırı ve pamuktan mamul

bir cins döşemeliğe özgü el tezgâhları vardır. İlçenin

Osmanlı'dan sonraGemlik Tarihi

Yusuf TOPAL

başlıca ihracatı krom külçesi ile krom tozudur. En önemli ithalatı da

petroldür. Tarihi pek eski olan ilçe, tarihte Argonot adıyla anılır.”

Memalik-i Osmaniye adlı eserinde Gemlik'ten bahseden Ali Cevat

Bey de ilçenin adıyla ilgili şu bilgilere yer verir:

“Yörenin eski adı Kios'tur. Kasabanın eski tarihine ait bilgi yok

denecek kadar azdır. Şimdiki Gemlik adının Bursa'da yapılan ve çoğu

bu kasabada satılan ipek gömlekler dolayısıyla 'gömlek' sözünden

geldiği sanılmaktadır.”

Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda yenilince ilçemiz de

Anadolu'daki bir çok yer gibi itilaf devletlerince işgale uğramıştır. İlk

işgal girişimi 30 Haziran 1920'de İngiliz birliklerinin Gemlik Limanı'na

yanaşmalarıyla başlamıştır. İngilizlerin şehre inmesini engellemek

isteyen Dr. Ziya Kaya, Kaymakam Mehmet Cemil Bey ve Yüzbaşı

İbrahim Bey'in İngiliz komutana, “Kasabanın büyük çoğunluğu Rum,

her yere benzin tenekeleri yerleştirdik. Eğer ısrar ederseniz

ateşleyeceğiz,” demeleri üzerine İngilizler çıkarma yapmaktan

vazgeçmişlerdir. Ancak bu girişimden bir hafta sonra 6 Temmuz

1920'de İngilizler tekrar körfeze gelerek karadan ve denizden yaptıkları

saldırı sırasında şehrin kritik yerlerini bombalamışlardı. Her ne kadar

karşılarına Şube Reisi ve Jandarma Komutanı Yüzbaşı İbrahim

komutasındaki Kuvayı Milliye diye adlandırabileceğimiz silahlı siviller

çıktıysa da şehrin üzerinde uçan İngiliz uçakları Kuvayı Milliye

mensubu halkın korkup Katırlı köyüne doğru çekilmelerine neden

oldu. Şehir savunmasız kalınca da İngilizler önce Hükümet Konağı'nı

ardından Askerlik Şubesi'ni işgal edip şehre yerleşmişlerdir. Umurbey

önlerine kadar ilerleyen İngiliz askerleri şehre içeriden ve dışarıdan giriş

çıkışı yasaklamışlardı.

Ne var ki İngilizler kenti işgal ettikten kısa süre sonra şehri,

8 Temmuz'da Bursa'yı işgal eden Yunanlılara bırakarak çekildiler.

İngilizlerin işgal ettikleri bütün bölgeleri Yunanlılar devraldılar. Köyler ve

Umurbey kasabası dahil Müslüman halkın elindeki silahları, av

tüfeklerini, büyük çaptaki bıçakları, ziynet eşyalarına varıncaya kadar

toplayan Yunanlılar; ilçedeki Ermeni ve Rumlara karışmamış hatta

onlara her çapta tüfek, tabanca vermişlerdir. Foti, Yorgi ve Simon adlı

çete liderlerinin komutasında ve Yunan korumasında silahlanan Ermeni

ve Rum çeteleri Osmanlı jandarmasının silahsızlanmasından

yararlanarak çevre köyleri basmışlardır. Halkın eşyalarını almışlar, köyleri

yakmışlar, yollarda para ve mallarını gasp ettikleri insanlara her türlü

işkenceyi yaparak öldürmüşlerdir.

Bu çeteler, 1920 yılında önce Umurbey ve çevre köylerinde, 1921

baharında ise özellikle Küçük Kumla, Karacaali, Narlı, Kapaklı, Fıstıklı,

Sultaniye, İhsaniye, Mecidiye, Hamidiye, Muratoba köyleriyle Armutlu

kasabasında önemli ölçüde can ve mal kaybına sebep olmuşlardır.

Baskına uğrayan köylerin halkı ile Orhangazi yöresinden gelerek

Gemlik'e sığınan Müslüman Türk halkı, itilaf devletleri tarafından

oluşturulan uluslararası bir kurulun raporu üzerine İstanbul'a nakledildi.

Bunlar, ancak Kurtuluş Savaşı'ndan sonra köylerine dönebilmişlerdir.

1920'de Gemlik şehir nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyan

Osmanlı vatandaşlarından oluşmaktaydı. Bu yüzden Yunanlıların

korumasındaki çeteler daha çok köy ve kasabalarda faaliyet

göstermişlerdir. İzmir'in işgalinden sonra oluşan Reddi İlhak hareketine

Gemlik'te yaşayan Müslüman halk yeterince katkı sağlayamasa da Dr.

Ziya Kaya ve Mustafa Necati gibi bazı aydınların bireysel çabalar

gösterdikleri görülmektedir. Hatta Dr. Ziya Kaya, dahiliye nazırını

eleştirip düelloya davet ettiği gerekçesi ile tutuklanarak Bekirağa

bölüğüne kapatılmıştır. Sivas Kongresi'nden sonra Müdafaa-i Hukuk

örgütlenmesi tüm olumsuzluklara rağmen gecikerek de olsa

gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların daha çok Umurbey'de olduğu

belirtilmektedir. 1920 başlarında İstanbul'da toplanan Osmanlı

Mebusan Meclisi'ne çekilen bir telgrafın altında Müdafaa-i Hukuk

şubesi başkanı Rüstem Bey'le beraber üyeler Cavit ve Mehmet

Beyler'in de adları bulunmaktadır. Bunların dışında Bekirağa bölüğünde

tutuklu bulunan Dr. Ziya Kaya ve Hasan Rıza'nın adları da muhtelif

yerlerde Müdafaa-i Hukuk cemiyeti şubesi üyesi olarak geçmektedir.

Gemlik; 10/11 Eylül 1922 gece yarısı kanlı çatışmalardan sonra

Halit Paşa (Karsıalan) komutasındaki Kocaeli Grubu tarafından işgalden

kurtarılmıştır. Yunan askerlerinin Mudanya taraflarına doğu

çekilmesiyle 6 Temmuz 1920'den beri işgal altında bulunan Gemlik 12

Eylül 1922 sabahına şanlı ordumuzun zafer şarkıları eşliğinde girmiştir.

Bu çatışmalarda şehit düşen Mehmetçiklerimizden Yüzbaşı Cemal

Bey'in mezarı Gemlik'tedir. Ayrıca adı bir ilköğretim okuluna verilmiştir.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Gemlik'te yaşayan bütün Hıristiyanlar,

Lozan Antlaşması sonucunda uygulanan nüfus mübadelesi ile şehri

terk etmişler. Bunların yerini Yunanistan'dan gelen göçmenler almıştır.

Kurtuluş Savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk

İnkılabının mimarı Ulu Önder Atatürk; Yalova'dan Bursa'ya her

gelişinde Gemlik yakınından geçmişse de ilki 4 Temmuz 1934 ve

ikincisi 1 Şubat 1938 olmak üzere iki kez Gemlik'i ziyaret etmiştir. İkinci

ziyaretinde adını bizzat kendi verdiği Sunğipek Fabrikası'nın açılışını da

yapmıştır. Fabrika bu gün üniversite binası olarak kullanılmaktadır.

19

Page 12: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

CRUISING ( Gemi Turu)aha önce hiç cruise yolculuğu

yapmadıysanız neden Avrupa, DKarayipler, Bahamalar ve

Meksika'daki bölgelere heyecan dolu gemi

turuyla başlamıyorsunuz? İlk kez cruise gezisi

yapmanın heyecanını, muhteşem limanları

ziyaret ederek tadın. Gemide size sunulan

bitmek bilmeyen aktivite, eğlence ve yemek

seçenekleriyle birkaç güne ne kadar çok şey

sığdırabildiğinize siz de şaşıracaksınız...

Gözlerinizi birkaç saniyeliğine kapatın.

Yüzer lüks bir otele hatta küçük bir şehir

içinde, dünyanın en güzel denizlerine, en

güzel kentlerine yolculuk ettiğinizi hayal edin.

İşte cruising en kısa bu şekilde özetlenebilir.

Cruise yolculuğuna katılanlar, tatillerine koca

bir dünyayı sığdırır, unutulmaz anlar yaşar.

Her gün başka bir limanda, yeni bir kentte

uyanırlar. Üstelik büyüleyici bir atmosferde,

her türlü konfor ve eğlence içinde dinlenirken

yol alarak, eşsiz manzaraların tadını çıkartırlar.

Gemilerde yolculuğunuz boyunca,

güvenliğiniz için her türlü donanım mevcuttur.

En son teknolojiye sahip günümüz gemileri

"Cruise Lines International Association"

tarafından belirlenen uluslararası

standartlarda inşa edilmiştir. Bu kurallar

çerçevesinde, periyodik olarak tüm gemilere

bakım yapılmaktadır. Ayrıca gemiler, hidrolik

stabilazor adı verilen ve geminin dalgalardan

sallanmasını minimuma indiren bir sisteme

sahiptir. Son teknolojiye sahip yön bulma

techizatıyla donatılmış olan gemiler, A.B.D.'de

bulunan dünyanın en büyük Hava Durumu

Bilgisayar Sistemine bağlıdır. Böylece kötü

20

hava şartlarında, gemiler o bölgeye girmeyecek şekilde başka bir rota

izlerler.

Kabinler; süit, balkonlu veya verandalı, deniz manzaralı ya da iç kabin

gibi çok farklı seçeneklere ayrılmıştır. Günümüz gemilerindeki kabinler en az

4 - 5 yıldızlı lüks otel odalarındaki konfora sahiptir.

Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun, yüzmekten, spor yapmaktan, oyun

oynamaktan hoşlanıyor ise eminiz gemi seyahatinde çok güzel vakit

geçireceklerdir. Siz de gönül rahatlığı ile kendi tatilinizin tadını çıkartabilirsiniz.

Gemi seyahatleri tek başına seyahat eden kimseler için de ideal bir tatil

biçimidir. Çünkü yeni insanlarla tanışmak son derece kolaydır. Hatta çoğu

gemide yalnız seyahat edenler için bazı özel partiler düzenlenir.

Gemi seyahatleri, balayına çıkmak isteyen çiftler için de eşi olmayan bir

alternatiftir. Baş başa yemekler, güvertede gün batımında dolaşmak ve

yıldızların altında dans etmek, çiftler için gemi seyahatini romantik ve

unutulmaz bir tatile dönüştürmektedir.

21

Page 13: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

ZAMANIN YARISI YAŞINDAKİ GÜL KIRMIZISI KENT

esmi adı “Ürdün Haşimi Krallığı” olan Ürdün, kuzeyde Suriye, doğuda Irak,

güneyde Suudi Arabistan, güneybatıda Kızıldeniz, batıda da Filistin ve Lut Gölü ile

çevrili bir Ortadoğu ülkesidir. Resmi dini İslam, dili Arapça'dır. Nüfusu yaklaşık 6

milyon kişidir. Halkın % 95'i Sünni Müslüman, % 5'i Hıristiyan'dır.

Ürdün parlamenter sisteme dayalı krallık rejimiyle yönetilmektedir. 1992'de çıkarılan

bir kanunla siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. Üyeleri dört yılda bir yapılan

seçimlerle belirlenen 80 üyeli bir parlamentosu, 40 kişilik de bir senatosu vardır.

Hıristiyanlara parlamentoda % 10 oranında kontenjan tanınmaktadır.

Ülkenin tarihi geçmişi, Vadi Rum, Petra ve Lut gölü gibi merak edilen tarihi değerler

ile çöl, turistleri bölgeye çekmektedir. Gemport ekibi olarak biz de geçtiğimiz aylarda

bu değerli tarih hazinesini görüntülemek üzere Ürdün'e gittik.

Ürdün'ün başkenti Amman'da Kral Abdullah Camii, Bizans döneminden kalma

kilise, tarihi kalıntılar, Emeviler döneminden kalma saray ve Doğu Roma

İmparatorluğu döneminden kalma amfiteatr görülmeye değer yapıtlardır. Ayrıca,

“PETRA”

R

22

Kraliyet ailesinin kullanmış olduğu otomobil ve

motosikletlerin sergilendiği Kraliyet Otomobil

Müzesi gezilebilir. Bir başka günü Vadi Rum'a

ayırmak gerek. Genelde “Jeep Safari” ile gezilen

vadi bir taraftan çölün tüm karakteristiğini

yansıtırken, diğer taraftan binlerce yıldan bu yana

çöl rüzgârlarının oluşturduğu kum kayalarının

rengârenk görüntülerini izlemek ve fotoğraf çekmek

mümkündür. Göz alabildiğince uzanan çölde zaman

zaman önünüze çıkan ve bazen de sıradağlar

biçiminde uzanan kum kayaları güneş ışığında çok

ilginç görüntüler oluşturmaktadır.

Arap kültüründe eğlence denilince ilk akla gelen

şey müzik ve danstır. Tur şirketleri genelde akşam

yemeklerinde ülkenin kültürünü tanıtmaya yönelik

olarak çoğu zaman bu tür eğlenceler

düzenlemektedir. Bu programlarda ses ve saz

sanatçıları kendi öz müziklerinin tüm güzelliklerini

sergilerken yerel folkloru da tanıma fırsatı

bulursunuz.

2 bin yıllık bir sırrı saklıyor Ürdün çölleri.

Sapasağlam ama insansız evler, gülkurusu

rengindeki kayalara oyulmuş dev binalar, hiç

ummadıkları anda şiddetli bir sesle helak olan

Semud kavminin feci akıbetini fısıldıyor

ziyaretçilerine. Hakkında çok şey yazılan, kutsal

kitaplarda yer alan ve arkeologların ciltler dolusu

eserler yazdığı antik kentin cazibesi merakla

birleşerek sizi çöle çekiyor.

Kelime anlamı Yunanca “taş”, Lazca “uzak ülke”

olan Petra; Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi

arasındaki toprakları üzerinde yer alır. M.Ö. 400 ile

M.S. 106 yılları arasında Nebatilere başkentlik

yapan Petra, Roma İmparatorluğu tarafından işgal

edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüş,

M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik

sıkıntılardan dolayı gözden düşmüş ve zaman

içinde unutulmuş antik bir kent niteliğindedir.

PETRA

Bu görkemli antik kenti, Şam üzerinden Mısır'a giden İsviçreli seyyah Johann

Burckhardt keşfederek yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır. Haçlı Seferleri'nin

ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra, Burckhardt tarafından

yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı.

Kayıtlara göre M.Ö. 4. yüzyılda bütün Mezopotamya'yı tehdit eden Perslerden kaçan

Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi'ne sığınırlar. Petra ve Nebati halkı zeki ve

pratik; kendi ulusuyla sınırlı kalmayan, yabancı kültür etkilerine açık insanlardır ve bu

özellikleriyle ortaya yeni bir kültür çıkarırlar. Oyma anıtlara bakıldığında, klasik (Grek-

Romen), Mısır, Mezopotamya ve yerel stillerin etkilerinin hepsi bir arada fark edilebilir.

Kısacası Petra yerli ve yabancı etkilerin bir buğusudur. Zikzak şeklindeki kaldırım yolları,

zirai terasları, su toplama sistemleri, resim ve tapınaklarıyla Nebatiler, çöl düzlüğünün

ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalarla oyulmuş, aralarına dolanmış, üzerlerine

çıkmış taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz'in 80 km güneyinde, Arap çölünün

kenarındaki bu şehrin dört bin kişilik amfiteatrı, tapınakları, sarayları ve mezarları vardır

23

Page 14: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmiştir.

Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler, tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa

etmişlerdir.

Yaklaşık 100 kilometre kare alana yayılan Petra'yı hakkıyla gezmek, tüm

tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız dört beş günü

gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri şöyle bir gezmek bile birkaç güne ancak

sığabilir. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarıyla çağdaş olan Petra her iki

kültürün mimarisinden ve sanatından fazlasıyla etkilenmiştir.

Petra kentini gezmeye başlamadan önce sizi küçük bir köy karşılar. Tüm

geliri Petra üzerine kurulu Wadi Musa Köyü küçük pansiyonlarla doludur.

Hatırı sayılır bir parayı ödeyerek antik kente girdiğinizde etrafınızı saracak at

kiralayan kişilerle sıkı bir pazarlık yapmakta yarar var. Antik kentin ilk göze

çarpan unsuru obelisk mezarlar olacaktır. Yaklaşık 40 adet bu tip mezar

bulunmaktadır. Ardından Al Madras adı verilen kutsal alana ulaşılıyor. Nebati

tanrılarından Duşara'ya kadar adakların adandığı bu alan sunaklar ve yazıtlarla

doludur. Buradan sonra kendinizi dar bir geçitte buluyorsunuz. Yaklaşık üç

kilometrelik bu kanyon, kaya masifinin tektonik hareketler sonucu yarılmasıyla

oluşmuş bir koridordur. Kayaların yüksekliği zaman zaman 300 metreyi

buluyor. Grilerin ve sarıların birbirine karıştığı karanlık geçit bitmeye

hazırlanırken kayalara dantel gibi oyulmuş sütunlu dev bir yapı çıkar karşınıza.

Bu Petra'nın en büyük süprizlerindendir. Adını korsanların buraya define

sakladığını anlatan 19. yüzyıl hikâyelerinden alan Hazine aslında bir anıt

mezardır. Yüksekliği 40 metreyi bulan iki katlı yapı define avcılarının da

gazabına uğramıştır.

Petra'nın merkezine yaklaşırken mezarların, anıtların sayısı artıyor. Antik

tiyatroya gelmeden başlayan ve arkasına doğru devam eden mezarlık, Tiyatro

Nekropolü diye biliniyor. Doğal bir yamaca yaslanmış 8 bin kişilik antik tiyatro

tipik bir Yunan eseri. Antik tiyatrodan sonra ise şehrin merkezi sayılan sütunlu

yol geliyor. Bölgede yaşayan bedeviler buraya Firavunun Kızının Sarayı adını

takmışlar. Ama ne tarihi ne de arkeolojik olarak bu adın bir karşılığı yok.

Burada Petra'nın en görkemli bölümlerinden birisi olan Nebati krallarının kaya

mezarları yer alıyor. Siz kırmızı kayalardaki görkemli mezarları incelemek

isterken bir şeyler satmaya çalışan bedevi çocuklardan yakanızı

kurtarabilirseniz taş merdivenlerden zirveye kadar çıkıp etkileyici manzaranın

tadını çıkarabilirsiniz. Biraz tırmanmayı ve terlemeyi gerektiren yolun sonunda

ise Al Deir yani manastır var. Bu dev yapı, Bizans devrinde kilise olarak da

kullanılmış. Yapının batısında Wadi Araba'yı, güneydoğusunda Musa Vadisi'ni

ve Hazreti Harun'un mezarının bulunduğu Harun Dağı'nı göreceksiniz. Bir

diğer tırmanış ise Madbah Dağı'nın üzerine yapılacak. Kutsal yoldan bir buçuk

saatlik çıkış sizi Petra'nın en kutsal alanına, hayvanların kurban

edildiği Adak Meydanı'na getirecek. Daha ileride ise diğer tarihi

kalıntılar var. Eğer Petra'ya uçaktan bakarmış gibi bakmak

istiyorsanız Umm Al Biraya tepesine tırmanmak gerekiyor.

Ama hemen söylemek gerek bu tırmanış dar ve antik

bir yoldan yaklaşık 3 saatte yapılıyor.

24

Petra'da döneceğiniz her köşe, izleyeceğiniz her patika sizi yeni bir kaya mezarına ya

da kült merkezine götürecektir. Her yer süprizlerle dolu; zaman zaman mimariye

hayran kalıcak, zaman zaman böyle bir medeniyetin nasıl olup da ansızın, geride hiçbir

iz bırakmadan ortadan kaybolduğunu anlamaya çalışarak derin düşüncelere

dalacaksınız. Ama her şeye rağmen çöl sıcağının bunaltan havasına inat serin

koridorlarda yürürken Petra'yı görmüş olmaktan memnun ayrılacaksınız.

rdün'de dikkat çeken diğer nokta; bir Ortadoğu Ülkesi için

beklenilmeyecek kadar çok batılı turistin olmasıdır. Üstelik hemen

hepsi sualtı turizmi için çok cazip mercan denizlerini değil de kayıp şehir

Petra Harabeleri'ni görmek için buradalar. Çarşı ve pazarlarda, üzerinde

kayalara oyulmuş şehrin görüntüleri yer alan tişörtler ve benzeri hediyelik

eşyalara rastlayabilirsiniz. Şişelerin içine renkli kumlardan türlü desenler yapılarak

satılan biblolardaki renklerin hepsi gerçektir ve bu bölgeden çıkmaktadır. Dünyaca

ünlü sinema ve dizi filmlerine de ev sahipliği yapan gizemli şehir 6 Aralık 1985'te

UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilmiş, 7 Temmuz 2007'de

Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir.

Bu görkemli kanyon, kayaların rengi nedeniyle Rose City olarak da bilinir. Son

yıllarda buraya araçla giriş yasaklaklandığından develerin sırtında ya da tercihen fayton

veya bisiklet kiralayarak yapacağınız Petra sokaklarındaki yolculuğunuz sizi bir film

setinde gibi hissettirir. En büyük kusuru; kusursuz olmak olan Petra'ya ziyaretçi sayısı

da sınırlı tutulmaktadır.

ü

Page 15: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

İmparatorluktanCumhuriyeteKâğıt Paranın ÖyküsüYapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, dünyanın ilk

Frig sergisinden sonra bu kez de kâğıt paralar

üzerine kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor.

“İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü”

adlı sergi, 29 Mayıs – 31 Ağustos 2008 tarihleri

arasında ziyaret edilebilecek.

Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, Yapı Kredi'nin 1944 yılında

kuruluşundan bu yana kültür sanat alanlarında yaptığı çalışmalar ve

kültür varlıklarımızı koleksiyonlar halinde toplayarak bilim yararına

sunma amacının sonucunda kurulmuş bir müzedir.

1992 yılında müze kurulduğundan bu yana gelişen para koleksiyonunda

kâğıt altına alınmış, tescillenmiş eser sayısı 55.000 adettir ve yayınlanmış

katalogları tüm dünyada nümismatik literatürde referans gösterilmektedir.

Müze zamanla bu koleksiyonları sergileyerek ve katalog halinde

yayımlayarak bilim dünyasına hizmet ederken bir yandan da

koleksiyonculuğu teşvik etmiştir. Kendi koleksiyonlarının dışında arkeoloji,

etnografya ve teknoloji tarihi konularında sergiler açarak bilim adamlarının

danışmanlığında tarihin bir alanına dikkat çekmektedir.

Dünyada tek örneği bulunan el yazması ve faizli kaimeler, ordu kaimeleri,

belediye paraları, çok dilli paralar, kilise paraları, Atatürk ve İnönü resimli

paralar, sergide anlatılan öykülerin kahramanları olarak karşımıza

çıkmaktadır. Sergide, kâğıt paralar ve karşılığı değerler, zamanın uluslararası

ekonomik olayları Prof. Dr. Ali Akyıldız'ın ve Güçlü Kayral'ın metinleri

eşliğinde sunuluyor. Kâğıt paranın nesnel varlığının yanında, günlük ve

ekonomik yaşamdan fotoğraflar, kartpostallar, hisse senetleri, antetli şirket

faturaları ve tanıtım kartları gibi arşiv belgeleri de sergiye renk katmaktadır.

Aynı zamanda sergilenen paraların fotoğraf ve öyküleri Osmanlı para

politikaları tarihine ışık tutacak niteliktedir.

Tedavül Edemeyen Banknotlar Türkiye'de ilk kağıt para 1840 yılında Osmanlı Padişahı Abdülmecid

döneminde tedavüle çıkarılmıştır. Kaime adı verilen ilk k ğıt paralar, gayet â

ilkel yöntemlerle; elde yazılarak üretilmişlerdir. Ancak bu el yazması

27

Güçlü KAYRAL

01

02

Page 16: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

kaimeler kolaylıkla taklit edilmelerinden dolayı çok kısa ömürlü olmuşlardır. Devlet derhal matbaada bastığı k ğıt paraları devreye

almıştır. Ancak Osmanlı mali yönetiminin sahip olduğu çağın gerisindeki matbaa teknikleri bir yere kadar yeterli olabilmiştir.

K ğıt paralar, Tanzimat reformlarının finansmanını sağlamaya yönelik bir iç borçlanma aracı olarak düşünülmüştü. Piyasada

tedavülde bulunan ve dahilî borçlanma aracı olan eshamlardan daha cazip olabilmeleri için %12,5 faizli ve sekiz sene süreli olarak

çıkarıldılar. Faizli kaimeler, ilk başta hazineye gelir sağlayan başarılı bir araç gibi görünse de iş faizlerin ödenmesine geldiğinde,

hükümet sıkıntıya düşmeye başladı. Kalpazanları yarattığı sorunlar ve altın lira karşısındaki değer kaybı üst üste geldiğinde hazine

bu k ğıt paralardan kurtulma çarelerini aramaya başlamıştır.

Günümüz banknotlarına benzeyen ilk k ğıt para ise Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanıma alınmıştır. “Evrakı Nakdiye” olarak

isimlendirilen bu paraların basımı, Osmanlı'nın o zamanki müttefikleri olan Almanya ve Avusturya'nın matbaalarına devredilmiştir.

Evrakı Nakdiyeler Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kullanımda kalmıştır.

1923'te kurulan Cumhuriyet yönetiminin ilk k ğıt parası, İngiltere'de bastırılarak, Aralık 1927 yılında tedavüle çıkarılmıştır. Harf

devriminden önce olduğundan, bu paralar eski Türkçe ve Fransızca olarak basılmışlardır.

Banknot basımı, kullanılan k ğıt teknolojisi ve taklidi önleyici özel güvenlik tedbirleri nedeniyle, bir ihtisas işi olarak

değerlendirilmektedir. Türkiye bu ihtisası uzunca bir süre edinememiş, yüksek maliyetlere katlanarak paralarını İngiltere, Amerika

ve Almanya gibi ülkelerden ithal etmek durumunda kalmıştır. Devlet banknot matbaasının kurulması ve ilk yerli banknot basımı

1958 yılında gerçekleştirilebilmiştir.

İngiliz KalpazanlığıSahte paralar yalnızca kalpazanlar tarafından basılmış değildir. Devletler de gerek Birinci, gerek İkinci Dünya Savaşlarında karşı

ülke ekonomilerini felce uğratmak için sahte paralar basmışlar; bunları çeşitli yollarla düşman saydıkları ülkelere

â

â

â

â

â

â

sürmüşlerdir.

28

03

04

Bu sahtekârlıklar zincirinin bizi ilgilendiren halkası ise Birinci Dünya Savaşı'nda,

Osmanlı ekonomisini çökertmek amacı ile İngilizler tarafından bastırıldığı çeşitli

araştırmacılarla kanıtlanmış bulunan Vahdeddin dönemi, 10 liralıklarıdır. 28 Mart

1334 tarihli, arka yüzünde “İKİNCİ EMİSYON” kaşeli Osmanlı 10 lirasının da İngiliz

Savaş Konseyi'nce bastırıldığı çeşitli yayınlarda yer almıştır.

Ufak Değerli Gayrı Resmi Kâğıt Paralar ve Pul ParalarK ğıt paralar, dolaşıma çıktığı ilk andan itibaren bir takım problemleri de

beraberinde getirmişlerdir. Yanlış finansal uygulamalardan biri de k ğıt paraların

çoğunlukla yüksek küpürlerde basılması, halkın ihtiyacı olan ve günlük

alışverişlerde kullandığı küçük küpürlerin ihmal edilmesidir. Zaten az sayıda

basılan gümüş ve bakır sikkeler, karşılığı eriyen k ğıt paraların yanında bir

tasarruf aracı olarak kullanılmış ve tedavülden kaldırılmıştır.

Bu konuda devletin yeteri kadar duyarlı davranmaması ya da başka bir değişle

geçerli ve kalıcı bir çözüm üretememesi sonucunda, alışverişlerde kilitlenme

noktasına varan büyük sıkıntılar oluşmuştur. Çözümü ise mağdur olanlardan

gelmiştir. Esnaf, fırıncılar, pazarcılar ve yapılan bağışlarla ayakta duran ibadet

yerleri ve dernekler gibi bazı kurumlar yaşamlarını devam ettirebilmek için kendi

çarelerini geliştirmek durumunda kalmışlar ve ufak değerli k ğıt paraları (k ğıt

jetonlar, para biletler diye de adlandırılmaktadırlar) tedavüle sürmüşlerdir.

Zaman olarak; söz konusu paraların tedavül etmeye başlaması 1876-1880

dönemlerine rastlamaktadır. Takip edilen süreler içinde hükümet zaman zaman

çeşitli uyarılar ve ceza yaptırımları ile bu tedavülleri önlemeye çalıştıysa da ciddi

bir çözüm geliştirmediğinden buna engel olamamış ve özellikle yüzyılın ilk

yıllarında uygulamalar yoğunlukla devam etmiştir.

Bu küçük para sıkışıklıklarına yönelik son uygulamalar damga ve posta

pullarının arkalarına karton yapıştırılarak bozuk para haline getirilmesi ve tedavüle

çıkarılması olmuştur. 'Para pul oldu' deyiminin konuşma dağarcığımıza girişinin

kaynağı budur. Bu pulların basımından sonra yerel yönetimlere şirketlerin ve

Belediyelerin bastırmış olduğu kağıt paraların toplatılması ve bunların yerine pul

paraların kullanılması talimatı verilmiş ve gayrı resmi paraların kullanılmaması

sağlanmaya çalışılmıştır.

â

â

â

â â

GERÇEK SAHTE

29

TEDAVÜL EDEMEYEN BANKNOTLAR Resim 01: İkinci emisyon %12 faizli 100 kuruş. Maliye Nazırı Musa Saffeti mühürlü. (Yapı Kredi Koleksiyonu)Resim 02: Sultan II. Abdülhamid döneminden sahte para.(Yapı Kredi Koleksiyonu)

03: 1928 yılında tedavüle verilen1 lira, Cumhuriyet Dönemi. 04: İnönü döneminde basılan paraların içinde ilk ve tek 50

kuruşluk kupür bulunaktaydı.İNGİLİZ KALPAZANLIĞI

05-06: 28 Mart 1918 tarihli kanunla tedavüle verilen 10 liralık banknotun gerçeği (resim 05) ve sahtesi (resim 06). (Mehmet Gacıroğlu Koleksiyonu)PUL PARALAR

07-08-09: Pul paralar.

ResimResim

Resim

Resim

05 06

07

08

09

Page 17: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu

Yönetimi 20. Yılını Kutluyor…armara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler

Fakültesi'ne bağlı olan bu bölüm, tam 20 yıldır

burada öğretim yapıyor. Fakültenin öğretim yapan

11 bölümünden biri. Adresi çok kısa: Kefeliköy Caddesi 8,

Tarabya.

TAÇ'ın turları ya da başka turlar boğazdan geçerken burayı

görürler mi, buraya uğrarlar mı bilmem, ama benim yolum

on yılda iki kez buraya, İpsilanti Yalısı'na düştü. İpsilanti Yalısı

diyorum, çünkü yalılar tarihindeki adı bu.

M

Fransızca Kamu Yönetimi'ni iki ziyaretimde çok şey öğrendim, çok

olumlu anılarla ayrıldım. İki önemli paneli yönettim. Önce bunlara

değineyim istiyorum.

Dedim ya buranın tarihteki adı İpsilanti Yalısı. 19. yüzyılda Yeniköy ve

Tarabya zengin Rum armatörlerin yalılarıyla doluymuş, yerli Yeniköy ve

Tarabya halkı da balıkçılık yapan yoksullarmış. İpsilanti ailesi ise, birkaç

gemisi olan armatörlerdenmiş. Tuna-Karadeniz-Kırım arasında narenciye,

odun, tahıl taşımacılığı yapıyorlarmış. Yalı, el değiştire değiştire sonunda

Fransa'nın Yazlık Büyükelçiliği olmuş. Gel zaman git zaman, yıkık dökük

bir durumdayken bundan 20 yıl öncesi, 1988'de Fransa-Marmara

Üniversitesi işbirliğiyle üniversitenin Fransızca Kamu Yönetimi binası

olarak kullanılması protokole bağlanmış. İşte bu süre galiba bu yıl ya da

gelecek yıl doluyor.

Üniversite öğrencileri kültürel etkinliklerini genellikle Nisan-Mayıs

aylarında yoğun olarak ortaya koyarlar. Akademik yılın sonudur. Dersler,

sınavlar ya bitmiş ya bitmek üzeredir. Mezuniyet günlerinin sevinci son

sınıflar için başlamıştır. Tatil ayrılığı hüznü kimi öğrencileri üzse de büyük

çoğunluk ders yükünden kurtulmanın rahatlığını yaşar.

İşte böyle bir ortamda Fransızca Kamu Yönetimi de 1998 Bahar

Şenlikleri kapsamında 29 Mayıs 1998'de “Gençlik ve Edebiyat” konulu

bir panel düzenlemişti. Ben de yazar arkadaşlarımla ilk kez o gün

gelmiştim. O sıralar Milliyet Yayınları'nın çıkardığı “Yaşasın Edebiyat” adlı

aylık bir dergi yönetiyordum. Dergi olarak da amacımız edebiyatı

sevdirmek, yaygınlaştırmaktı.

Panelde gençlik ve edebiyat ilişkisini tartıştık. Vardığımız sonuç,

gençliğin edebiyatla ilişkisi sorunlu olsa da durum umutsuz değildi,

biçiminde ortaya çıktı.

Benim yönettiğim bu panelde Erdal Öz, Demirtaş Ceyhun, Feyza

Hepçilingirler ve Esra Zeynep konuşmacı olarak yer almışlardı.

Aradan 10 yıl geçtikten sonra 30 Nisan 2008'de yine yazar sanatçı

arkadaşlarım Egemen Berköz, Enver Aysever, Nuray Çiftçi ve Raşit

Yakalı'yla birlikte bu kez “Sanat-Siyaset” ilişkisini masaya yatırdık. Önce

son sınıf öğrencilerinden Pelin Boga'nın fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı.

Sonra da öğretim üyelerinin, öğrencilerin soru ve açıklamalarıyla da

katkıda bulunduğu panel konusunu ele aldık, çok yararlı sonuçlar ortaya

koyan biçimde düzeyli bir tartışma programı gerçekleştirdik. Siyasal

“Nice 20 Yıllara”Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi 20. Yılını Kutluyor…

İstanbul Boğazı'nı kimi sanat tarihçileri, inci bir gerdanlığa benzetirler. İDO'nun Eminönü-Rumeli Kavağı vapuruna binip özel Boğaziçi

turuma başlarken ne kadar haklı olduklarını gördüm. Birkaç kez davet aldığım Prof. Dr. Gül İrepoğlu'nun rehberliğinde Taç Vakfı (Türkiye

Anıt Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) ve Trans Orient Turizm işbirliğiyle düzenlenen, Erguvan Zamanı Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi

Balıkları gezilerine keşke katılsaydım diye de düşünmeden edemedim. Tarabya kıyılarına gelince Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu

Yönetimi Bölümü'nü görüp uzaktan selamladım. Aslında amacım Boğaziçi'nden çok boğazı süsleyen bu kurumdan söz etmek. Belki bir

başka yazıda bir başka 'inci'yi ve balıkları anlatmak…

Hikmet ALTINKAYNAK

30

...

iktidarların sanata neden karşı olduklarını çözümlemeye çalıştık.

Bu panelde de sonuç şuydu, siyasetçi yönetmek ister, ama

sanatçı başkaldırır, karşı çıkar! Konuyu güncel sanat olaylarıyla

örneklemeye çalıştık.

Sanatın diliSanatın nasıl doğduğunu araştıranlar, öncelikle sanatın prehistorik

çağlardan kalan eserlerini 'ilkel sanat' olarak tanımlarlar. Öte yandan

bu tanım günümüzde çağdaş düzeye ulaşamamış, gerikalmış,

gelişmemiş, tıpkı prehistorik koşulları yaşayan toplulukların ortaya

koyduğu sanat için de kullanılmaktadır.

'İlkel sanat', zamanın doğa koşullarına uyum sağlarken ortaya

koyduğu aletlerdi, araçlardı, bunlar işlevseldi, ondan yarar

umuluyordu. Yaptığı balta, onun savunması ve avlanması için bir

yarar sağlıyordu. Zamanla sanata dönüştü. Örneğin eline taşı alan ilk

insan, onu yontarak hem ateşi buldu, hem de çakmaktaşı haline

getirdi. Buna uyguladığı teknikle balta yaptı, cilalayıp keskin aletler

haline getirdi ve çok uzun zaman sonra da piramitleri dikerek dâhi

sanatçılığını ortaya koydu. Bu zaman dilimi sanatın dilini ortaya koyan

süreçtir.

Sanatın değişik dalları olduğuna göre, her dalın ortaya çıkış

öyküsü de farklıdır. Onun için de sanatın dili, öncelikle o sanatın

kullandığı malzemeyle ilgilidir. Burada sanatın dilini belirleyen

malzeme olmaktadır. İşte İpsilanti Yalısı bir sanat ve tarih eseri

olmanın yanında yükseköğretime yaptığı evsahipliğiyle bambaşka bir

işlevi yüklenmiştir. 28 Haziran 2008'de Kamu Yönetimi Kulübü “Nice

20. Yıllara” dileğiyle Kamu Yönetimi öğrencisi olma sevincini tüm

mezunlarıyla paylaşıyor.

altüst ederek, herkesin duygularını okşayarak yapar. Ama aslolan, kalıcı

olan sanattır, sanatın da siyasetin de bıraktığı kalıcı izdir.

Her iki panel sonrası da kendi kendime siyasetçiyle sanatçının el ele

vermesiyle ne güzel şeyler yapılabileceğini düşündüm. Ya da

siyasetçinin sanatçılar içinden çıkmasını…

Yıllardır öğrenci yetiştiren bu bölümün bu mekândaki son akademik

yılı mı?… Son dersler mi veriliyor?… Belki de bu yüzden binanın dıştan

harap, yıkılacakmış, içi boşmuş gibi görünen silueti insanı

kederlendiriyor, tüm neşesini kaçırmaya yetiyor.

Bir tatil günü, çöl sıcaklarıyla kavrulan İstanbul'da kendimi bir vapura

atmış, biraz serinlemek, biraz düşünmek, biraz boğazın eşsiz güzelliğini

seyretmek istiyordum. Ne zaman ki bu yalnız kalmış, terk edilmiş

binayla göz göze geldim, canım sıkıldı.

Tüm sevincim kayboldu. Yüzüm asıldı. Galiba bu seferden pek tat

alamayacaktım. Öyle oldu. Durdurun vapuru inecek var, diyemedim.

Desem de zaten komik olurdu. Mecburen bu Boğaziçi turumu

tamamladım.

Belki başka bir turda daha az hüzün veren bir yalıyı anlatmayı

denerim. Üstat Abdülhak Şinasi Hisar'dan yardım alarak. Şöyle diyor

üstat “Bütün bu yalılar eski Boğaziçi hâtıralarını sayıklarlar; içlerinde, çok

ihtiyarlamış bazıları sanki masal veya ninni söylerler; bazıları da, geçmiş

bütün bir ömrün destanını anlatır gibi mahzur görünürlerdi.”(*)

Bana kalırsa, Fransızca Kamu Yönetimi cıvıl cıvıl, ama İpsilanti Yalısı

“mahzun”… Boğazın mavi köpüklü sularına bakarken boğaz güzelliğini

yansıtan şarkılardan şiirlerden başka bunları da düşündüm…

Abdülhak Şinasi Hisar'ın

Boğaziçi Yalıları kitabı

Fotoğraflar © Hikmet Altınkaynak

(*) Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Yalıları/Geçmiş Zaman Köşkleri,

Bağlam yayınları, Birinci basım: Ekim 1997, 144 sayfa

31

Siyasetin diliMademki sanatın dilinden söz ettim, siyasetin dilinden de söz

etmesem olmaz. Siyasetin dili siyasetçinin kimliğine kişiliğine ve

gününe göre değişir. Bu dil her ne kadar seslendiği kitlenin

geleceğine yönelik 'vaad edici','umut verici' ise de bunu gerçekleri

Page 18: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Cumhuriyet tarihinde doğmuş, yaşamış, ölmüş, yaşayan ne kadar heykeltıraş varsa tek başına onların yaptıkları eserlerin iki katını yaptığı söylenen sanatçı

Prof. Dr. Tankut Öktemrof. Dr. Tankut Öktem 1940 yılında Konya'da doğdu. 1962 yılında Almanya'da Shone Wald Porselen Fabrik'de stajlarını

tamamladı. 1965 yılında bitirdiği İ.D.T.G.S.Y.O (İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu) Seramik Bölümüne Pbir yıl sonra asistan seçildi ve 1970 yılında öğretim üyeliğine geçti.

1974-1975 yılları arasında Seramik Bölüm Başkanlığı, 1980-1982 yılları arasında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek

Okulu Müdürlüğü yaptı. 1983-1985 yılları arasında Tatbiki Güzel Sanatlar'ın Marmara Üniversitesi oluşundan sonra Heykel

Bölümünü kurdu ve ilk Başkanı oldu. 1986'dan bu yana Profesör olarak öğretim üyeliğini sürdüren Prof. Dr. Tankut Öktem, 1993-

1996 yılları arasında Seramik-Cam Bölümü Başkanlığını, 1999'a kadar Fakülte Senatörlüğünü ve YÖK Sanat Milli Komitesi

Marmara Üniversitesi Temsilciliğini yapmıştır. Çok sayıda eseri ve ödülü bulunan Prof. Dr. Tankut Öktem 1999 yılında “Devlet

Sanatçısı” seçilmiştir.

1973 yılına kadar modern heykeller yapan, 1970'li yıllarda figüratif çalışmalara başlayan ünlü heykeltıraş Öktem, daha sonra

çok figürlü anıtlar yapmaya yöneldi.

Anıtlarında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Milli Mücadele yıllarını konu edinen sanatçının eserleri arasında, dünyanın en

yüksek üçüncü anıtı olan Kuvayi Milliye ve Atatürk Anıtı (Manisa), Atatürk ve Harbiyeli Anıtı (Ankara), Çanakkale Şehitliği'nde yer

alan Yaralı Asker Anıtı, Amasya Tamimi Anıtı, Zonguldak Maden İşçileri Anıtı, Kastamonu Türk Kadınları Anıtı, Balkan Savaşı Anıtı

(Tekirdağ Çorlu), Magosa Büyük Özgürlük Anıtı, Atatürk-İnönü-Fevzi Çakmak Anıtı (Dumlupınar), Nazım Hikmet Heykeli (İzmir),

Uğur Mumcu Anıtı (İstanbul), Denizkızı Heykeli (Muğla), Piyade Atatürk Anıtı (İstanbul) ve Seul'deki Sevgi Anıtı bulunuyor.

Prof. Dr. Tankut Öktem son olarak kendisi gibi bir trafik kazasında hayatını kaybeden Barış Akarsu'nun heykelini yapıyordu.

6 Aralık 2007 tarihinde Üsküdar'da geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir.

Türkiye'nin ilk kadın veterineri olan annesinin desteğiyle küçük yaşlarda heykeller yapmaya başlayan

Tankut Öktem, heykele olan yeteneğini hocası Hakkı Karayişitoğlu'nun sayesinde geliştirmiş ve 3.

sınıfta Dünya Genç Heykeltıraşlar yarışmasında birinci olmuştur.

32

Prof. Dr. Tankut Öktem'in bazı ödülleri:

3. Uluslararası 1990 Böblingen Belediye Meydanı

Heykel Yarışması Birincilik Ödülü,

1988 Seul Kültür Merkezi Sevgi Anıtı Güney Kore Başarı Ödülü,

1983 Erdek Atatürk Anıtı ile İkincilik Ödülü,

1974 Gazi Magosa Özgürlük Anıtı ile Birincilik Ödülü,

1973 Kırkpınar Anıtı Edirne ile Birincilik Ödülü.

“1973'ten sonra kendime yeni hedefler seçtim.

Hiçbir yerde çalışılmamış eserler yapmak ve çok

büyük zorluklar, kahramanlıklar sonucunda

kurulan Cumhuriyet'in öykülerini gelecek

nesillere aktarmak istedim. Bu görevi bana

kimse vermedi, kendi kendime böyle bir görev

üstlendim. Yaptığım her heykeli, bir tanrı

buyruğu gibi yapmaya başlarım. Heykeldeki

kahramanımı yaparken adeta onu yaşarım.

Onların duygularını yaşamaya çalışırım. İfadeye

çok önem veren bir sanatçıyım, ama çağdaşım.

Modern heykeller yapma mecburiyetinde de

hissediyorum kendimi, ama halkımın heykeli

daha iyi anlayabilmesi amacıyla hem çağdaş

yorumlar ortaya koyuyorum hem de ifadeye güç

katarak, kuvvetlendirerek, Cumhuriyet anıtlarını

yapıyorum.”

Page 19: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

1853–56, 1871–72, 1874–77

Bir sırta vardık. Arkaya bakıp onun uzakta gittikçe silikleşen gri karaltısını seyrettim, çünkü zihnimde

çakan bir önsezi ya da uyarı yüzünden ona son defa bakıyormuşum izlenimine vardım. Yutkunarak

büyük kederimi içime gömdüm ve başımı çevirip önümde ilerleyen kervanın peşine takıldım.

H. M. STANLEY,14 MART 1872

Afrika'nın İçlerineYolculuk

Afrika'nın en büyük kâşiflerinden ikisi 10 Kasım 1871 günü

öğleden hemen sonra, Tanganika Gölü'nün kıyısındaki

Ujiji'de ilk kez bir araya geldi. Bu buluşma tarihe, çok az

tanınan Galli Henry Morton Stanley'nin saygın İskoç misyoneri

“Dr. Livingstone, sanırım sizsiniz” sözleriyle selamladığı an olarak

geçmişti.

Afrika'yı 1841'den beri dolaşan David Livingstone 1871'de artık

kâşiflik ömrünün sonuna yaklaşıyordu. Stanley'nin muhabirlik ve

kâşiflik kariyeri ise henüz yeni başlıyordu. Livingstone'u bulduktan

sonra Britanya'ya dönen Stanley, zamanla tanınan bir kişi haline

gelecekti. Afrika'nın göbeğinde, bir mango ağacının gölgesinde

gerçekleşen bu ünlü buluşma, Afrika'yı keşif pelerininin bir

kuşaktan sonraki kuşağa devredilişi olarak görülebilir.

Livingstone ve Stanley, Britanya'nın hâlâ Afrika'nın süregelen

coğrafi esrarlarından birçoğunu çözmekle yoğun olarak uğraştığı

bir dönemde bir araya geldiler. Üç ayı birlikte geçiren iki adam,

Tanganika Gölü'nün kuzey yarısını dolaştılar; amaçları gölden Nil

Irmağı'nın kolu olabilecek bir ırmağın çıkıp çıkmadığını anlamaktı.

Günlüklerindeki anlatımlar, birbirleri üzerinde bıraktıkları derin ve

kalıcı izlenimleri yansıtır. Her ikisi de Kelt kökenli mütevazı bir

ailedendi ve zorlu bir çocukluk dönemi yaşamıştı. Her ikisi de kıtanın

bir kenarından diğer kenarına bakir Afrika'nın içlerinde yürüyerek

olağanüstü yolculukları gerçekleştirdi.

LIVINGSTONE'UN KIYIDAN KIYIYA KEŞİF SEFERİ

Glasgow dışındaki Blantyre kasabasında bir Presbiteryen olarak

yetiştirilen Livingstone'un çocukluğuna damgasını vuran şey azim ve

inatçılıktı. Ailenin yedi çocuğundan biri olarak, hayatta başarılı olmak

için çabuk öğrenmesi ve sıkı çalışması gerektiğini kavradı. Daha on

yaşındayken pamuk fabrikalarında haftanın altı günü sabah altıdan

akşam sekize kadar çalışmaya başladı. Her akşam küçük aile evine

döndükten sonra da gece yarısına kadar kitap okuyup eğitimini

geliştirdi. Bu kararlılığın karşılığını doktorluk diploması alarak ve Londra

Misyoner Derneği'ne kabul edilerek gördü. Afrika'ya ilk kez gittiği

1840'ta, Robert Moffat'ın Güney Afrika'daki Kuruman misyonuna katıldı.

“Dr Livingstone sanırım sizsiniz.” Stanley 10 Kasım 1871'de

Tanganika Gölü kıyısındaki Ujiji'de karşılaştığı Livingstone'u bu ünlü

sözlerle selamlamıştı. O buluşmaya kadar, Livingstone'un

kaybolduğu sanılıyordu.

David Livingstone'un Afrika seyahatlerinde kullandığı sekstantlardan biri. Bu alet daha sonra Stanley tarafından Livingstone'un kızına verildi.

34

Livingstone 1853'te kıyıdan kıyıya

seferine girişmeden önce, bir aslan

tarafından yaralanmış (1844) Kalahari'yi

aşarak Ngama Gölü'nü bulmuş (1849) ve

Aşağı Zambezi'yi dolaşmıştı (1851).

Zambezi Irmağı civarında karısıyla ve

ailesiyle birlikte yerleşebileceği hastalıksız

yerlerin sayısı çok azdı. Ana hedefi “iç

kesimlere varacak bir yol açmak”tı.

Cape Town'dan yola çıktıktan sonra, bir

misyoner merkezi için uygun bir yer

bulmak üzere kuzeye doğru yürüdü.

Ayrıca Afrika'nın batı kıyısında denize

ulaşan bir geçit bulunup bulunmadığını

öğrenmek gibi bir hevesi vardı. Dostu olan

Sekeletu adlı bir kabile şefinin yanına

verdiği 27 Makololo erkeğiyle birlikte,

batıya yönelerek bataklıklardan ve sık

ormanlardan geçti. Kafile cengel ortamı,

hastalık, açlık ve düşman kabileler gibi

engellerle dolu 2.415 km'lik yolu altı ayda

aşarak, Atlas Okyanusu kıyısındaki

Luanda'ya vardı. Sağlığı bozulmuş olan

Livingstone, bir İngiliz donanma

yüzbaşısından kendisini İngiltere'ye

götürme davetini aldı. Ancak o, geçmişte

köle ticaretine karşı mücadele etmiş bir

kişi olarak, yanındaki Siyah adamları öyle

bir yerde terk edemeyeceğini kavradı.

“Zambezi'nin Kuzey Kıyısından Tete Kasabasının Görünümü”, Thomas Baines. Bu ressam ve Kâşif, 1858-59 Zambezi seferinde Livingstone'a eşlik etmişti.

Adını 1855'te Livingstone'un koyduğu Victoria Çağlayanı. Yerel halk burayı “Gürleyen Duman” olarak anmaktaydı.

Livingstone kıyıdan kıyıya seferiyle Afrika'yı batıdan doğuya aşan ilk kişiydi. Artık kaybolduğunun sanıldığı bir sırada onu arayıp bulan Stanley, daha sonra kıtayı başka bir güzergâhtan aştı.

35

Page 20: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

sahibi James Gordon Bennett, ona bir

muhabir olarak adını duyurmasını

sağlayacak büyük bir fırsat tanıdı. Afrika'ya

giderek David Livingstone'u bulmasını

istedi. Stanley bu işi başardı ve yaygın

kanının tersine kâşifin hâlâ hayatta olduğu

haberiyle Britanya'ya döndü.

Artık başarının tadına varmış ve Afrika'yı

keşif merakıyla tutuşmuş biriydi.

Livingstone'un 1873'teki ölümünden bir yıl

sonra, Stanley onun bitmemiş keşif

çalışmasını sürdürmeye karar verdi.

Livingstone öldüğünde, Kongo

Irmağı'nın aslında Nil'in bir kolu olduğu

görüşünü taşıyordu. Stanley de Victoria

Gölü'nün tek bir su kütlesi olup olmadığı

sorununu çözmek ve esrarengiz “Ay

Dağları”nı bulmak istiyordu.

Stanley tasarladığı Afrika seferi için 17

Kasım 1874'te Zengibar'dan yola çıktı.

Afrika kıyılarından iç kesimlere yönelik en

pahalı seferdi bu. Yanına Avrupalı üç subay,

300 hamalca taşınan sekiz ton donanım ve

Mary Kingsley'in fotoğrafı. Kingsley nkisi denen bu iktidar figürünü Kongo'dan

almıştı.

Kongo'nun Fang savaşçıları; Kingsley'nin çektiği bir fotoğraf. Fangların ürkütücü bir şöhreti vardı.

Geri dönen Livingstone, tekrar iç

kesime yöneldi ve bataklıklar üzerinden

Sesheke'ye doğru ilerledi. Sürekli ıslak

havayla boğuşurken, uyumak için çok

az kuru yer bulabildi. Yakalandığı ateşli

romatizmadan dolayı sağırlaşmanın

eşiğinden döndü. Timsahlar, suaygırları

ve düşman kabileler karşısına çıkan

diğer tehlikelerdi.

Sonunda Şef Sekeletu imdadına

yetişti, ona erzak ve ayrıca Zambezi

Irmağı boyunca aşağıya inerken eşlik

edecek 120 adam verdi. Livingstone

Kasım 1855'te doğuya doğru yola çıktı

ve 80 km kadar sonra yerel halkın

“Gürleyen Duman” anlamında “Mosi

Oa Tunya” olarak andığı muhteşem bir

çağlayana rastladı. Ona Victoria adını

verdi. Zambezi boyunca yolculuğunu

sürdürdü ve Mayıs 1856'da Hint

Okyanusu kıyısındaki Quilimane'ye

vardı. Makololo kabilesine mensup yol

arkadaşlarını Tete'de emin ellere

bıraktıktan sonra, deniz yoluyla

Britanya'ya gitti.

Londra'ya varışında, Kraliyet Coğrafya

Derneği bütün Afrika kıtasını batıdan

doğuya doğru aşmasından dolayı onu

altın madalyayla onurlandırdı. Yaptıkları,

daha önce başka hiç kimsenin

başaramadığı bir işti.

STANLEY'NIN AFRİKA SEFERİ

Stanley'nin hayatı zorlu koşullarda

başladı. Kuzey Galler'deki Denbigh'de

28 Ocak 1841'de doğdu. Asıl adı John

Rowlands'tı. Annesi daha doğduğunda

onu terk etti ve babasının kim

olduğunu asla öğrenemedi. Beş yaşına

kadar kendisine bakan dedesinin

ölümünden sonra, sert yaşam

koşullarının hüküm sürdüğü tipik bir

Victoria dönemi kurumu olan St. Asaph

Düşkünler Yurdu'nda 11 yıl kaldı.

Livingstone'a benzer bir biçimde, o

da yoksul geçmişini ancak sıkı çalışarak

geride bırakabileceğini kavradı. Daha

16 yaşındayken Atlas Okyanusu'nu

aşarak gittiği ABD'de yeni bir kişiliğe

kavuştu. Henry Stanley adlı bir pamuk

tüccarının yanında çalıştı ve daha

sonraları onun ismini aldı.

Çeşitli işlerle geçen birkaç yılın

ardından, New York Herald gazetesinin

36

altı bölüm halinde kesilmiş Lady Alice adlı 12 metrelik bir ahşap

tekne alan Stanley, batıya yönelerek Victoria Gölü'ne doğru

ilerledi. Kuru savan ovalarındaki 100 günlük yürüyüşün sonunda

bu gölün kıyılarına ulaştı, Lady Alice'i monte ettirdi ve dünyanın

ikinci büyük tatlı su gölünü çepeçevre dolaşan ilk kişi oldu. Yaya

bir yolculukla vardığı Tanganika Gölü'nün batı yakasını izleyerek

en güney noktasına gitti ve yine batı kıyısındaki dönüş yolculuğu

Livingstone'u en son gördüğü Ujiji'de noktalandı.

Kongo uğraştığı sonraki sınavdı. Kıyısına varır varmaz,

hamalları ve donanımı için birkaç kano edindi ve ırmağa açıldı.

Yerel kabilelerle sürekli çarpışmalara rağmen, Stanley sebatla

ilerledi. Ne var ki, Livingstone'un yanıldığını fark etmeye başladı;

ırmak batıya yöneldiğine göre, Nil'in bir kolu olamazdı. Irmağın

güneybatıya dönerek tekrar güney yarıküreye geçmesi bu

görüşünü doğruladı. Stanley ve ekibi 999 günde 11.265 km yol

aldıktan sonra Atlas Okyanusu kıyısındaki Banana'ya vardı.

Avrupalı subayların her üçü de yolda can vermiş ve

Zengibar'dan onunla birlikte yola çıkan hamallardan sadece

birkaçı sağ kalmıştı. Bununla birlikte, o da Livingstone gibi önce

yanındaki Siyah adamları tekneyle tekrar Zengibar'a götürdükten

sonra Britanya'ya dönüş için denize açıldı.

İKİ OLAĞANÜSTÜ ADAM

Livingstone ve Stanley 19. yüzyılda Afrika kıtasını başarıyla

aşan, ayrıca yolculukları sırasında önemli coğrafi yerleri bulan

yegâne kâşiflerdi. Birlikte geçirdikleri sürenin çok kısa olmasına

karşın, bu iki olağanüstü adam arasında ender bir ilişki kuruldu.

Livingstone için Stanley daha önce tanımış olmayı dilediği “oğul”,

Stanley için ise Livingstone asla sahip olamadığı “baba”ydı.

MARY KINGSLEY

Mary Henrietta Kingsley Batı ve Orta Afrika'ya iki öncü seyahat

yapan bir İngiliz kadın kâşifti. İngiltere'nin Cambridge kentinde 13

Ekim 1862'de doğdu, hiç resmi eğitim görmedi ve okuma

yazmayı evde öğrenerek kendisini yetiştirdi. Uzun bir dönem

yatalak annesine baktı. Her iki ebeveyninin öldüğü 1892'ye kadar

evde kaldı. O sırada artık 30 yaşındaydı.

Kingsley din üzerine araştırmalar yapmak üzere 1893'te Batı

Afrika'ya gitti. Niyeti serüvenlerini kaleme almak ve babası

George Henry Kingsley'nin dinsel fetişleri konu alan çalışmasını

tamamlamaktı. O dönemde bir kadının tek başına seyahate

çıkmasının neredeyse hiç duyulmamış olması onu caydırmadı.

Britanya'dan bir yük gemisiyle yola çıkarak, Batı Afrika kıyı şeridini

Sierra Leone'nin başkenti Freetown'dan Angola'daki Luanda'ya

kadar dolaştı. Ardından Gine'den Nijerya'ya kadar yaptığı kara

yolculuğunda, British Museum için böcekler ve tatlı su balıkları

da dahil olmak üzere birçok bilimsel örnek topladı. Aşağı Kongo

Irmağı'nın flora ve faunasını inceleyen ilk kişilerden biri oldu.

Kingsley ikinci yolculuğuna Aralık 1894'te Liverpool'dan

Batanga gemisiyle başladı. Sierra Leone'den sonra Gabon'a geçti.

Ogooué Irmağı'nın yukarı çığırına önce vapurla, ardından kanoyla

seyahat etti. Gabon'un ve Fransız Kongosu'nun ücra yörelerine

uğrayan ilk Avrupalı oldu. Azgınlığıyla ve yamyamlığıyla nam

salmış Fang kabilesinin arasında dolaştı. Batı Afrika'nın en yüksek

zirvesi olan Kamerun Dağı'nın (4.500 m) güneydoğu yüzüne

tırmandı. Bu gezisi sırasında, İngiliz kumaşı karşılığında fildişi ve

kauçuk alarak, seferinin masraflarını çıkardı.

İngiltere'ye 1895'te döndükten sonra, Travels in West Africa

kitabını yazdı. Tartışma uyandıran bu kitapta Afrika'daki yaygın Avrupa

uygulamalarının birçoğuna karşı çıktı ve Afrikalı yerli insanlara

sempatisini dile getirdi.

Kingsley son gezisini 1899'da, Boer Savaşı sırasında Güney

Afrika'ya yaptı. Cape Town'da hem muhabir, hem de hemşire olarak

çalıştı. Boer savaş tutsaklarına baktı. Ardından West African Studies

kitabını yazdı. Tifo hummasından öldüğü 3 Haziran 1900'de henüz 38

yaşındaydı.

Henry Morton Stanley'nin E. M.

Merrick tarafından yapılmış portresi.

Stanley'nin Afrika seferinde kullandığı pirinç kılıflı bir

pusula.

37

KAYNAKÇA: Stephens, Simon Wilson, “Afrika'nın İçlerine Yolculuk”, TARİHTEKİ

YETMİŞ BÜYÜK YOLCULUK, Haz.: Hanbury-Tenison,R., Çev.: Nurettin

Elhüseyni, S.: 203-207, Oğlak Yayınları, Güzel Kitaplar, 2007.

Page 21: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Orman dediğimizde çoğumuzun aklına ilk ve belki de sadece ağaçlar

gelecektir. Hâlbuki belirli büyüklükteki bu alanların başta ağaçlar

olmak üzere bitkiler ve hayvanlardan oluştuğunu, toprakla birlikte

çeşitli doğa olaylarını içinde barındıran bir ekosistem hatta büyük bir canlı

organizma olduğunu düşünmeyiz bile.

Bir bütün halinde orman dediğimiz bu alanlardaki tüm canlı varlıkların

birbirlerini etkilediği, birinin yok olmasının başka canlıların oluşması ve yaşaması

için bir başlangıç olduğu, özellikle birtakım kuş ve böcek türlerinin yerine

getirdiği fonksiyonlar gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.

Ülkemiz, üç kıtanın kesişme noktasında biyolojik çeşitlilik bakımından son

derece önemli bir konumdadır. Ülkemizde ormanlar; doğal yaşlı ormanlarla

birlikte özellikle son yıllarda gerek Orman Bakanlığı, gerekse vakıf, dernek

ve/veya özel kuruluşlar tarafından, orman niteliğini yitirmiş veya boş alanlara

yapılan ağaç dikimleriyle elde edilen ormanlık alanlardan oluşmaktadır.

Ormanların, yakacak sağlamanın yanında, ürünlerinin çeşitli iş ve sanayi

kollarında hammadde olarak kullanılması, canlı türlerine besin ve ilaçlar için

hammadde sağlaması ve dinlenme amacıyla kullanılması gibi sayısız yararları

vardır. Başta inşaat ve kimya olmak üzere diğer sanayi kuruluşlarında,

madencilik, ulaştırma, bayındırlık gibi ekonomik faaliyetlerde odun

hammaddesinin kullanış yerleri gün geçtikçe artmaktadır. Ormandan elde edilen

diğer ikincil ürünler, parfümeri, boya, ilaç, dericilik, tecrit malzemesi gibi endüstri

Yangın KulesiÜLKEMİZ TOPRAKLARININ %27'Sİ ORMANLARLA KAPLI. BUNUN

SADECE %2'Sİ MİLLİ PARK. BAKANLAR KURULU KARARI İLE

BELİRLENEN BU ALANLARIN ARTTIRILMASI MİLLİ DEĞERLERİMİZİN

SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE KORUNMASI BAKIMINDAN ÖNEMLİ.

38

kuruluşlarında hammadde olarak kullanılmaktadır. Türkiye'deki ormanlardan

sağlanan tali ürünlerin başında reçine, sığla yağı, palamut, mazı, deme

yaprağı, çamfıstığı, sumak, kestane, ıhlamur çiçeği, mahlep, meyan kökü,

keçiboynuzu gibi ürünleri sayabiliriz.

Tabii dinlenme konusuna tekrar dönecek olursak, ilk aklımıza gelen kış

sporları için düzenlenmiş alanlarımız ile bu alanlardaki konaklama

olanaklarıdır. Ancak, asıl üzerinde durmamız gereken konunun bu alanların

piknik yapmak amacıyla günübirlik olarak kullanılmasıdır ki ormanlarımızın

OSMANLILAR DÖNEMİNDE DE YANGINI UZAKLARDAN

GÖRÜP HABER VERMEK AMACIYLA KULELER

KULLANILMIŞ.

korunması ve çevre kirliliği bakımından büyük önem taşımaktadır.

Ormanlar için en büyük tehlike yangınlardır. Özellikle yaz

aylarında ormanlarımız için büyük tehdit oluşturan yangınlar,

yüzlerce yılda yetişen ağaçların bir anda yok olmasına, doğal

dengenin bozulmasına, ormanlarda yaşayan canlı türlerinin ve

doğal yaşam ortamlarının etkilenmesine, topraktaki organik

maddelerin yitirilmesine neden olmaktadır. Orman yangınları

genel olarak doğal (yıldırım) veya insan kaynaklıdır. Gelişmiş

ülkelerdeki yangınlarda insan unsuru görece daha düşük oranda

iken, ülkemizde çıkan orman yangınlarının tamamına yakın kısmı

insanların kasıt, ihmal ve dikkatsizliğinden kaynaklanmaktadır.

Çoğumuz bilmeyiz yangın kulelerini. Bilenlerimizin çoğu ise

görmemiştir. Bölgenin en yüksek noktasına konuşlandırılmış olan

bu kulelerde görev yapan elemanın görevi duman gözlemek.

Page 22: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

vet, yanlış değil sadece duman gözlemek.

Darı Tepesi Yangın Gözetleme Kulesi ülkemizin

ormanlık bölgelerinde hizmet veren

yangın kulelerinden sadece birisi.

Görüşlerine başvurduğumuz bir yetkili ülkemizdeki yangın

kulelerinin önemli bir işlev gördüğünü, Alo 177 yangın

telefonu ile birlikte bu kuledeki görevli elemanların yaptıkları

ihbarların çoğu zaman erken müdahale olanağı verdiğini ve

bu sayede önemli kayıplara neden olabilecek orman

yangınlarına başlangıçta müdahale edilebildiğini

ifade etmiştir.

Gemport olarak, siz okuyucularımız için Çevre ve Orman

Bakanlığı Domaniç Orman İşletme Müdürlüğü'ne bağlı

yangın kulesini ve çevresini görüntülemek ve burada görev

yapan eleman ile konumuz hakkında görüşmek üzere

Darı Tepesi'ne gittik.

20 yılı aşkın süredir Orman İşletmesi'nin değişik

bölümlerinde kuruma hizmet verdiğini belirten Veli Kabak,

son 5 yıldan bu yana kulede görev yaptığını belirtiyor.

Kuruma, amirlerine saygı ve sevgisini her fırsatta dile

getiren ve özellikle ülkemizin içinde bulunduğu işsizlik

ortamında bir işinin olmasından duyduğu mutluluğu ifade

ederken gözlerinin içi gülen Veli Kabak buradaki çalışma

düzenini ve üstlendiği görevi şöyle anlattı.

“Burası 1 Haziran'da açılıp 31 Ekim'de kapatılıyor.

Bir arkadaşımla birlikte birer haftalık vardiya sistemi ile

burada çalışıyoruz. Tüm ihtiyaçlarımızı kendi olanaklarımızla

karşılamak durumundayız. İşimiz temelde çevreyi

gözetlemek. Bu nedenle, televizyon yasak, sadece radyo

dinleyebiliyoruz. Bir duman gördüğümüzde bunu mevkii ile

birlikte işletmeye bildiriyoruz. Orman yangınında erken

tespit yangının büyümesini önlüyor.”

Bir kız babası olduğunu belirten Veli Kabak'a kızını ve aile

ortamını sorduğumuzda; “Tabii ki onlardan uzak olmak,

bir hafta da olsa ayrı kalmak dezavantaj, ancak telefon ve

bir haftanın sonundaki vardiya değişimi umudu bu özlemi

belirli ölçüde hafifletiyor. Ayrıca, seyrek de olsa burayı bilen

sizler gibi fotoğrafçılar ve motor krosçular ziyaret ederler.

Bu da gün içindeki yalnızlığımızı bir ölçüde gideriyor.”

Bir yandan çayımızı yudumlarken, bir yandan da elektrik

enerjisinin gündüz güneş kolektöründen, gece ise

kolektörün şarj ettiği akülerden sağlandığını öğreniyoruz.

Bulunduğumuz tepe deniz seviyesinden 1.851 metre

yükseklikte. Bursa'da sıcaklık 35 C derece iken tepedeki

sıcaklık 15-16 civarında. Veli Kabak gecelerin daha serin

geçtiğini, hatta zaman zaman soğuk olduğunu ve soba

yakmak zorunda kaldığını belirtiyor.

YALNIZLIK TANRIYA MAHSUS DERLER. DARI

TEPESİ'NDE KENDİSİYLE, İŞİYLE VE

ÇEVRESİYLE BARIŞIK YALNIZ BİR ADAM.

VELİ KABAK.

40

E

Page 23: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Efsaneleri Kendi Yaşam Öykülerine Dönüştüren Kadınların Hikâyesi

Kura'nın ŞarkısıAsuman Tümer bir öykü yazarı. 1999 yılında Oktay Akbal öykü ödülünü

almış ve öyküleri Cumhuriyet Yayınları tarafından

AYARI BOZUK ÇAY EVİ adlı kitabıyla yayımlanmıştı.

DÜNYA AĞACI YAYINLARI'ndan çıkan KURA'NIN ŞARKISI ise

Tümer'in ilk romanı.

değil. Yüz elli yıl önce bile gücünü gösterebilen, ayakta kalabilmek için

ödün vermeyen sahici kadınları anlatmak istedim. Osmanlı-Rus

Savaşı'ndan sonra göç yollarına düşmüş, erkeksiz kalmış, çocuklarını

büyütmeyi başarmış ve kendi geleneksel tarzlarını, ahlaki prensiplerini,

yaşama karşı duruşlarını hiç bozmamış, gerçek kahramanlar. Kura ise

onlara ulaşmaya çalışan, kimlik arayışı içinde, iyi eğitim görmesine,

dünyayı iyi koşullarda tanımasına karşın güçsüz bir genç kız.

Zamanımızda yaşanan sahte aşkların, sahte sevgilerin, sahte yaşam

biçimlerinin içinden sıyrılarak kendini keşfetmeye çalışması kolay değil.

Duygu mu, akıl mı? Sorusunu kendisine sorarken, sanatçı ruhunda

esen duygusal fırtınalardan da kaçamıyor. Tarih boyunca bu sorunun

hep sorulduğunu ve atalarının aklı yeğlediklerini görürken Mehtap

karakteriyle irkiliyor.

Birgül GÜNÖZGEN

Roman, okuyucuyu ilginç kadın portreleriyle birlikte dört kuşak

boyunca yaşanan tarihi dokunun da içine alıyor. On dokuzuncu

yüzyıldan başlayarak 2000'li yıllara geldiğinizde değişen dünyada

yaşananlarla roman kahramanlarının kesişmelerini, etkileşimlerini

de görüyorsunuz.

Romanın adından başlayarak merak ettiklerimizi Asuman Tümer'e

sorduk.

Birgül Günözgen: Kura'nın Şarkısı yüz elli yıllık bir hikâyede

ilginç kadınlarla tanıştırıyor okuyucuyu. Bence romanın adı da

ilginç. Çünkü Kura pek alışık olmadığımız bir isim ve doğal olarak

akıl karıştırıyor.

Neden roman kahramanının ismini Kura koymayı düşündünüz?

Asuman Tümer: Kura, Doğu Anadolu'nun kuzeyinde, bizim

topraklarımızda doğan ve 150 km sonra Kafkasya'da sürdürdüğü

uzun, efsanevi yolculuğundan etkilendiğim bir nehirdi. Bu nedenle

roman kahramanımın adının “Kura” olması kaçınılmazdı.

Kura'nın bu coşkulu nehirle özdeşleşmesi, onun yolculuğunu

içselleştirmesi, geriye dönüşlerde karşılaştığı güçlü kadınlarla aynı

kandan geldiğini öğrendiğinde duyduğu şaşkınlık, içinde taşıdığı

ve bilemediği bir güçle buluşturuyordu onu.

Birgül Günözgen: Romanda yaşama karşı boyun eğmeyen

çok güçlü kadınlar var. Zayıflığı neredeyse affetmeyen kişilikler…

Bu denli güçlü kadınlar Kura'yı zaman zaman kızdırıyor. Belki de

siz, 21. yüzyılda bile kadınların güçsüzlüğüne karşı, “içinizdeki gücü

keşfedin,” çağrısı yapıyorsunuz.

Asuman Tümer: Çağrıda bulunmuyorum. Yalnızca gücün

önemini vurgulamaya çalışıyorum. Amacım yol göstermek de

42

Çünkü Mehtap duyguyla aklı dengelemeye çalışırken hüznü benliğine

geçirmiş, ancak hep umut dolu olmayı da başarmış bir kadın.

Birgül Günözgen: Kahramanların ilginç öyküleriyle yol alırken ciddi

bir tarihi araştırma görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü,

dünyada krallıkların yıkılışı, Cumhuriyet Devri, demokrasi denemeleri ve

günümüze kadar süren bir tarihi süreç. Ayrıca mitolojiden tanıdığımız

kahramanları Kafkas söylencelerinde farklı isimlerle anıyorsunuz.

Örneğin: Prometeus, sizin romanınızda “Amirani” olmuş.

Asuman Tümer: Gerçekten bu kitap uzun sürede ve büyük bir

emekle yazıldı. Tarihi belgeler ve mitoloji kaynaklarını çok ciddi bir

biçimde araştırdım. Kafkas söylencelerindeki kahramanlardan en

etkileyicisidir gökten aklın ışığını çalan “Amirani”nin

hikâyesi…

Akıl öylesine değerlidir ki sabırla, iyilikle, umutla

beslenmelidir.

Örneğin: Amirani aklın ışığını indirip insanlara sundu diye

cezalandırıldığında, onu kayalara zincirleyen kral

acımasızca kartala emreder:

“Onun ciğerini yiyeceksin!”

Kartal gider ciğeri yer, ama ertesi gün ciğer tekrar oluşur.

Kartal her gün yapar işini ve ciğer oluşmaya devam eder.

Amirani'nin her gün umutla yaşamdan vazgeçmeyişidir

ciğerini onarıp tekrar yaşama sunuşu. Çünkü bilir, yaşam

her zaman bir şans daha vermektedir. Yaşama inanmak

yeni olasılıklara yelken açmaktır. Yaşam, göğüs germeyi

bilmektir.

Birgül Günözgen: Tarih, kimlik arayışı, köklere iniş,

onurlu kadın portrelerinden etkilendiğimi söyleyebilirim.

Sizin de yazdığınız gibi, köklerimiz belki de geleceğimizi

anlatıyor bize…

Hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen kim bilir ne

şarkılar var. Kura'nın şarkısını keşfedişi gibi…

Herkes köklerine doğru uzanan böyle bir serüven

yaşayabilir mi sizce?

Asuman Tümer: Varoluşumuzun başlıca

nedenlerinden biridir serüven. Hep bir yola bağlıdır

yaşamlarımız. Hedefler koyarsak, bir amacımız varsa

yollara düşeriz. Kendimizi bulmak, içsel aynamızda

kendimizi onarmak için de derin bir yolculuğa ihtiyaç

duyarız aslında…

Onur, insanın tek başınalığının, yüce yalnızlığının adıdır

bana göre… Aynı romandaki yalnız yıldız gibi…

Korkusuzca güneşi tek başına karşılayıp uğurlayacak kadar

rotasına güvenen, aşk için lanetlenmeyi göze alan yıldız

gibi…

Güçlü insanların tuhaf bir şekilde yaşama güvendikleri,

gelecekten ve olacaklardan korkmadıkları için serüvenlere

atılmaları kaçınılmazdır.

Güç; maddi koşullar, asalet, güzellik gibi kavramlarla

oluşmaz üstelik. İçimizde taşıdığımız çok asil ve ilahi bir

şeydir o.

Özellikle kadınlarla özdeşleşmesini dilediğim güç, bu

kitabın yazılmasında etkili olmuştur diyebilirim.

Kadınların, geleceği ve insanı şekillendireceği gerçeğini

göz ardı edemeyeceğimize göre, sezgilerine ve aklına

güvenen güçlü kadınlar dilemeliyiz dünya için.

43

Page 24: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

SU

Dünyadaki su kaynaklarının

yalnızca % 3'ü tatlı su iken

geri kalan sular tuzludur.

Bu tuzlu su oranı Türkiye'de

% 95.1'dir.

Susama hissi geliştiğinde vücudunuzda % 1'lik su kaybı olmuştur ve bu durum beyne iletilmiştir.

YAŞAMIN ÖZÜDünyanın yaklaşık olarak,

dörtte üçü sularla

kaplıdır.

Hava gibi su da hayat için

vazgeçilmez bir yer ve

öneme sahiptir.

Tatlı suların büyük bir kısmı

da dağ doruklarında kar ya

da kutuplarda buz

halindedir.

Vücut suyunun % 10'unu

kaybedersek yaşamımız

tehlikeye girer.

Günde 1 litre su içmek

yeterli değildir.

Çünkü günlük su

gereksinimimiz yaklaşık

1,5 - 2 litre kadardır.

Bu gereksinim bazı

durumlarda

artabilmektedir.

Fo

toğ

rafl

ar:

Avn

i Ç

inçin

Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın kaynağının kuruması, canlı hayatının yok

olmasıdır.

Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın kaynağının kuruması, canlı hayatının yok

olmasıdır.

45

Page 25: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

46 47

Page 26: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Osmanlı'nın sosyal ve ekonomik hayatının

vazgeçilmez kurumları arasında yer alan

hanların kuruluş amaçları arasında; ülke

ekonomisini canlandırmak, güvenliğini sağlamak ve

dolayısıyla sosyal hayatı geliştirmek gibi düşünceler

yer almaktadır. Daha çok şehir merkezlerinde yer

alan hanlarda insanlarla birlikte hayvanlar da

barınmaktaydı.

Anadolu'nun en güzel illerinden Bursa hanlarla

doludur. Koza Han, Fidan (Mahmut Paşa) Hanı,

Geyve (Lonca) Hanı, Pirinç Hanı, İpek Hanı

(Arabacılar Hanı), Emir (Bey) Hanı, Çukur (Kütahya)

Han, Eski Yeni Han (Tahıl Hanı), Kapan Hanı restore

olup günümüze kadar gelen hanlardır. Hakkındaki

bilgilere eski kaynaklardan ulaştığımız günümüze

gelemeyen hanların başında; Bali Bey Hanı, Bezir

Hanı, Doğan Gözü Hanı, İvaz Paşa Hanı, Hacı İvaz

Paşa Çarşısı, Kamberler Hanı, Karacabey Hanı, Katır

Hanı, Molla Hüsrev Hanı, Nalbur Hanı, Yeşil Hanı ve

Yoğurt Hanı gelmektedir.

Günümüzün önemli hanlarından Koza Han,

Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk başkenti Bursa'da yer

alan 512 yıllık bir yapıdır. Avlusunda ipekböceği

kozalarının alınıp satıldığı yıllar geride kalsa da adı ve

ipekten yapılmış bin bir çeşit ürün satan

dükkânlarıyla hayatın coşkusundan kopmadan,

kentin karmaşasına kapılmadan tüm heybeti ve

heyecanıyla yaşamaya devam ediyor.

Bursa'da Ulu Cami ile Orhan Cami arasında yer

alan Koza Han, 1491'de II. Bayezid tarafından

dönemin mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah'a

yaptırılmıştır. Çoğunlukla kesme taş, yer yer tuğlanın

da kullanıldığı dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki

katlı ve 95 odalı olup odalarının önü revaklıdır.

Revak kısmı 40 beton kubbeden oluşmaktadır.

Tam ortasında küçük bir mescidin altında

şadırvanı bulunur. Odalar günümüzde mağaza

halini almıştır. Hanın doğusunda, eskiden

konaklamaya gelenlerin atlarını bağladıkları ahır

ve depoların bulunduğu Dış Koza Han denilen

ikinci bir avlulu bölüm yer alır. Koza Han mavi

çinilerle süslü bir taç kapıyla Uzunçarşı'ya açılır.

Türkler ipekböceği yüzyıllardır

yapmaktadır. Orta Asya'dan gelen bu gelenek

burada da sürdürülmüştür. Son yıllarda sentetik

(petrol ürünlerinden elde edilen) iplik ve kumaşlar

yüzünden ipekböceği üreticiliği çok azalmıştır.

Ancak atalarımızdan gelen bu önemli meslek ile

üretilen ipek kumaşlar marka olmak isteyen

moda sanayinin vazgeçilmezi olmuştur.

Koza Han'ın Bursa ekonomisine ipekçilik

alanında katkıları büyüktür. Üst katında ipek

mamülleri satan kaliteli dükkânlar ve alt katında

kafeteryaları mevcuttur. Koza Han Bursa'nın

vazgeçilmez hanlarından biri olmuştur.

üreticiliği

KozaHan

48

İpek Şehri BursaBursa'da ipekçilik sanatı çok eskilere dayansa da

bunun bir sanayi olarak sürdürülmesi ancak 19.

yüzyılda gerçekleşmiştir. Bursa önceleri İpek Yolu

üzerinde, ipeğin tüm dünyaya dağıldığı merkez olarak

öne çıkarken, daha sonra ipekböcekçiliği ve nihayet

ipekli kumaş üretimine kadar giden bir süreç

yaşamıştır.

Bursa'da 1587 yılında en büyüğü 46 tezgah, en

küçüğü 5 çıkrıklı olmak üzere 25 ayrı üretici vardı.

1750'li yıllarda 58 bin, 1808 yılında 60 bin, 1811-1833

yılları arasında ise 76 bin kuruşluk Bursa'dan ipek

iltizamı toplanmıştı. 1810-1820'li yıllarda Bursa ipekli

dokuma üretimi rekor seviyedeydi. 1750-1850

döneminde karışık ipekli üretimi 100 bin topa çıkmıştı.

1855 yıllarında 20 milyon frank tutarında dışarıya

ipek satılmıştı. 1877 yılında ise yalnız Bursa'da

3.133.843 kg yaş koza elde edilmiş, bunlardan

sağlanan 634.000 kg ipek Avrupa'ya gönderilmişti.

Sadece yaş koza değil, iplik ve daha sonra ipek

dokuma üretimi de yapılmaya başlanmıştı. 1877

yılında yaş kozanın kıyyesi 50-80 kuruş arasında

satılmakta olup 300 bin kıyyeden fazla Bursa'da

üretim yapılmaktaydı. Koza alımlarında da bir

standardın olduğu görülür.

Bursa'da Koza BayramıBöcekler koza örmesini tamamlayınca evde düğün

bayram yapılır, bu düğüne “Koza Yolma Düğünü”

denirdi. Bir yandan yenip içilir, diğer yandan da koza

çalılardan çıkarılıp yolunur, “Koza Helvası” yapılırdı...

Böcekler askıdan çıkar çıkmaz hemen satılır, ayıklanan

kozalar bir telaş içinde Bursa'daki Koza Hanı'na

götürülürdü. Çünkü yüzyıllardır sadece bu handa koza

alımı yapılmaktaydı. Koza Hanı'na ilk ipekböceği

getirene de törenle ödül ve armağanlar verilirdi. İpek

gibi ince ve zarif, ipekböceği kadar vefalı Koza

Hanı'nda, tellalların bağrışları arasında satılan kozaların

paraları daha cebe girmeden, hemen yanında

bulunan Bursa çarşısında harcanırdı.

İpekçilik tarihini yazan Fahri Dalsar'a göre; her yıl

düzenli olarak yapılan 'Koza Bayramı' önemli bir

anlam taşımaktaydı. (Dalsar 1960: 258) 1960 yılında

Türkiye'de 40 bin koza üreticisi vardı ve bunu 400

bine çıkarma çalışmaları yapılmaktaydı. Çünkü 1914

yılında bugünkü sınırlarımız içinde 9 milyon kg'dan

fazla koza üretilirken 1943 yılında bu üretim 3 milyon

500 bin kg'a düşmüştü. Her yıl elde edilen kozalar için

bayramlar yapılması eski bir âdetti. Bu eski âdeti

tekrar yaşatmak için 1950'li yıllardan sonra Bursa'da,

Kaynak ve Fotoğraflar:

Bursa Çarşısının İncisi Koza Han

Osmangazi Belediyesi

Temmuz ayının ilk haftasında yeniden

törenler yapılmaya başlandı. İlk koza

yetiştirenlere takdirnameler verilmekte ve

kozalar tören sırasında mezat edilerek, çok

yüksek fiyatla satılmaktaydı.

1958 yılında yapılan istatistiklere göre,

Türkiye'de 198 firma ipekçilik ve ipekçilik

sanatıyla meşgul olmaktaydı. Bu

firmalardan 132'si Bursa'da, 31'i

İstanbul'da, 1'i Denizli'de, 1'i de

Diyarbakır'daydı. Bütün bu firmalarda

çalışan insanların toplamı 5.000'di.

Bursa'nın bir yılda dokuduğu saf ipekli

kumaşların tutarı metre olarak 1 milyonun

üstündeydi. Suni ipekten yapılanlar 3-6

milyon metre, karışık dokumalar ise 2-3

milyon metreydi.

(*)

(*)

(*)

Page 27: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

urnalar; güzellikleri, etkileyici

büyüklükleri ve uzun mesafeli

uçuşlarından ötürü binlerce yıldır

baş tacı ediliyor. Türk kültüründe

kutsal sayılan birçok kuş türü

içerisinde turnanın ayrı ve özel bir

yeri bulunmaktadır. Göklerin

özgürlük sevdalıları olarak da

bilinen turna kuşlarının, Gök

Tanrı'yı temsil ettiği varsayılmış ve ona kutsal bir kimlik

yüklenmiştir. Aynı kutsal kimliğin İslam tasavvuf geleneği

içerisinde de sürdüğünü görmekteyiz.

Gururlarına düşkün, son derece yalın, arı bir hayat biçimini

benimseyen turna kuşları, gökyüzünün engin maviliklerinde

uçarken, her bir kanat vuruşları müziğin notaları gibi uyumlu,

şiirin dizeleri gibi ezgiseldir. Onların simgesel görüntüleri

içerisinde, birçok imgesel anlam da ortaya çıkmaktadır. Bu

imgelerin her birinin ayrı ayrı çözümlenmesiyle turnaların Türk

kültürü içerisindeki somut değerleri anlaşılmış olur.

Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün, bazen de

mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk şiirinde, özellikle

halk türkülerinde duyguların anlatımında turnayı aracı olarak

görürüz.

Turna Kuşu, Orta Asya'dan Japonya'ya oradan da Kore'ye

kadar geniş bir kuşakta kutsal olarak kabul edilmektedir. Mısır

mezarlarında, Rus şarkılarında, Amerikan yerlilerinin

totemlerinde, Avustralya yerli danslarında, Yunan ve Roma

mitlerinde karşımıza çıkarlar. Asya'nın pek çok bölgesinde

turnalar mutluluğun, şansın, uzun yaşamın ve barışın simgesi

olarak kabul ediliyor.

Bin güneşten daha parlak olduğu söylenen

atom bombasının atılmasının ardından

ışınım etkisinde kalan küçük bir kız da,

iyileşme umuduyla kâğıttan 1000 turna

yapmaya girişmişti. Ne yazık ki hedeflediği

sayıya ulaşamadan öldü ama diğer çocuklar

onun çabasını sürdürdüler. Günümüzde

Hiroşima'daki Barış Parkı'nın anıtları kâğıttan

yapılmış milyonlarca minik turnayla süslü.

GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR… Sarı turnam sen turnalar şahısın / Gökyüzünün en gizemli kuşusun /

Küllenmişse içindeki aşk ateşi / Onu benim sevdam ile yak turnam

Şans ve görkem simgesi turnalar öteden beri

“yabanlığın simgesi” olarak belirtilir. Ancak

yabanlığın yok olmaya ve onlara yakıştırılan

şansın tükenmeye yüz tutmasıyla birlikte, bu iri

kuşlar artık bilimcilerin ve kendilerine taktıkları

adla “turna tutkunları”nın yardımına muhtaç.

T

50

Japonya'ya atom bombası atıldığında iki

yaşında olan bir kız çocuğu 12 yaşına geldiğinde

maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere

yakalanmış. Savaşta öksüz ve yetim kalan

zavallıcık hastaneye yatırılmış. Ama durumu

ümitsizmiş. Hastanedeki tüm doktorlar, küçük

kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı

hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor

ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların

arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarındaki,

Sadako Sasaki kendisi gibi kanser olan yaşlı bir

kadınmış. Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki

bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın

ölmeden hemen önce “Benim için çok geç ama,

bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kâğıttan

1000 turna kuşu yaparsa, her istediği kabul

oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul küçük

kız,” demiş ve son nefesini vermiş.

Küçük Japon kızı çok üzülmüş ancak hayatta

kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan

origamiyle kâğıttan turna kuşları yapmaya

başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda

çok hızlı yapıyormuş. 1000 turna kuşu yapması

işten bile değilmiş. Ama sağlığı da hızla

bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra

da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört

bir yanından insanlar bu küçük kıza, binlerce

turna kuşu göndermeye başlamışlar.

Japon kızı, haberler basında çıktığında elini

kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayattaki son

saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu

bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve

hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami

kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı

yüzündeki tebessümle yatağında cansız

yatıyormuş. Postacılar, hastaneye aylarca

kâğıttan turna kuşu taşımışlar. Sayısı milyonlara

ulaşan turna kuşları Japonya'da bir müzede

sergileniyor...

Allı turnam bizim ele varırsan, şeker söyle,

kaymak söyle, bal söyle…

Telli turnaların Türkiye'de üreyen son

11 bireyi, Muş'un Bulanık ilçesinin

kuzeyinde Bulanık Ovası'nda yaşam

mücadelesi veriyor. Murat Nehri

çevresindeki adacıklar ve insan eli

değmeyen alanlar telli turnaların en

önemli üreme ve beslenme alanlarıdır.

Kuşlar daha önce, İç Anadolu

Bölgesi'ndeki geniş alanlarında da

üremekteydiler. Telli turnaların Bulanık

Ovası'ndan çekilmesi durumunda bu

türü sonsuza değin yitirebiliriz.

İstanbul, göç yollarının

kesişmesi noktasında

şanslı bir konumda

bulunuyor. Pek çok

göçmen kuş, ilkyazda ve

güzün İstanbul üzerinden

geçiyor. Sarıyer; göçmen

kuşları izlemek için doğru

seçilmiş bir alan.

Page 28: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

ablolu su kayağı her yaştan insanın rahatlıkla yapacağı,

vücudun tüm kaslarını çalıştıran bir spordur. Temel prensibi Ksu kayağı ile aynıdır. Su kayağından farkı sporcuları

çekmekte kullanılan mekanizmadır. Su kayağında sürat motorları

kullanılırken, kablolu su kayağında ise elektrikli bir motorla çalışan

telesiyej kullanılmaktadır.

İki disiplini karşılaştıracak olursak; su kayağında başlangıçtaki

çekiş ivmesi fazla olmadığından dengede kalınması, dolayısıyla

öğrenilmesi daha güçtür. Kablolu su kayağında ise sporcu eşit

hızla çekildiğinden kolaylıkla dengede kalıp öğrenebilir. Bunun

yanında kablolu su kayağında elektrik motoruyla aynı anda 6 kişi

kayabilir. Fakat bu, sürat motoruyla yapılan su kayağında 1 veya 2

kişi ile sınırlıdır.

Ekonomik olarak kıyaslandığında ise kablolu su

kayağının çok büyük avantajı vardır. Ayrıca kablolu su

kayağı çevre dostu bir spordur. Elektrikle çalıştığı için

çevreyi egzoz, yağ ve türevi atıklarla kirletmediği gibi her

kayak operasyonu suya yılda 9 ton oksijen kazandırıyor.

Ülkemizde kirlilik yüzünden birçok gölde yaşamın azaldığı,

bu göllerin ekonomik açıdan çalışamaz duruma geldiği

düşünülürse bu sporun yaygınlaşmasının önemi ortaya

çıkacaktır.

Kablolu su kayağı hem ekonomik hem de ekolojik

açıdan çevreye canlılık getiren bir projedir. Ayrıca kablolu

su kayağı tesislerinin içinde tenis kortundan yüzme

havuzuna, basket sahasından skate parkına kadar her

türlü sosyal ve sportif ihtiyaç düşünülmüştür. Bu projeyle

tesisin çevreye ekonomik, sportif ve sosyal bir canlılık

kazandırması sağlanmaktadır.

WAKEACADEMYTRBir zamanlar sadece bir hayaldi, şimdi bu hayal gerçek

oldu... hem de kış board sporlarının merkezi Bursa'da…

Muhteşem bir açılışla Sukay Park hizmete girdi. Büyük

bir vizyona sahip Osmangazi Belediye Başkanı Recep

Altepe Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi ve ülkemizin ilk

hatta Avrupa'nın sayılı cableparklarından birini

Osmangazi'de hizmete soktu.

Bugün ülkemizde bir cablepark var; hem de Avrupa'nın

en iyilerinin sahne alacağı 17-19 Ekim'deki Europe

Cablepark Championship 2008'e ev sahipliği yapacak bir

cablepark.

Danimarka'dan arkadaşım, büyük şampiyon Troelse

Engholm'dan Bursa'da Avrupa Cablepark Şampiyonası'nın

yapılacağını öğrendiğimde soluğumu Sayın Osmangazi

Belediye Başkanı Recep Altepe'nin yayınında aldım.

Bendeki heyecana inandı ve bana bu hayali yaşatma

fırsatı verdi. Türkiye'de bir ilk olan bu park ve spor

dalında mükemmel progress bir açılış yaptık. Daha ilk

günden dünyanın en iyi riderlarıyla kayma fırsatı

yakaladık. Bunlardan ilki Robot lakaplı Emil Tzolov'du. Bir

sürü derecesi ve sayısız kupası olmasına rağmen en iyi

dereceleri Avrupa ikinciliği ve Dünya üçüncülüğüdür.

Kablolu Su Kayağı Nedir?Kablolu Su Kayağı Nedir?

Bu bizim için büyük şanstı ve bu sporun nerelere kadar

taşınabileceğini gösteriyordu. Ardından Avrupa Gençler

Şampiyonu Alman Morris geliyordu. İnanılmaz tekniği ve yine

Avrupa Genç Bayanlar Şampiyonu Anna-Laura'nın üzerinden

double kayarken yaptığı raileysiyle büyük alkış topladı.

Ve Danimarka'dan Troelse… Onun hakkında söylenecek çok

şey var; okulumuzun kurulmasından tutun da verdiği

waterstart derslerine ve freestyle tutkunu arkadaşlarımıza

yaptığı hareketlerin tekniğini anlatmasına kadar. Troelse son

dört senedir Danimarka Kiteboard Şampiyonu ve KPWT'de söz

sahibi bir arkadaşımız. Geçen sene kurulan Cophenhagen

Cablepark'ının işletmecisi ve Danimarka şampiyonu. Daha bir

senedir bu sporu yapmasına rağmen ülkesinde iki sporda da

söz sahibi. 22 yaşında olmasına rağmen ondan çok şey

öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum.

Parkımızın sezon sonunda Ekim ayında Avrupa

Şampiyonası'na ev sahipliği yapacağından söz etmiştim ve

bunun önemini eminim herkes anlıyordur. Böyle büyük bir

organizasyonda biz de WakeacademyTr olarak ne yapabiliriz

diye yola çıktık. Buradan hareketle, Bursa ve Türkiye

Şampiyonası'nı düzenleyerek aramızdaki gençlere yarışma

deneyimi vermeyi amaçlıyoruz. Yarışmaların sonuçlarına göre

oluşturulacak bir ekip sezon sonunda ülkemizi bu

organizasyonda temsil edecek. Şimdiden daha çok yeni olan

bu spor dalında büyük bir gelişme izlemeye başladık.

Burada bulunma amacımız sırf Freestyle Progression değil tabi ki.

Esas amacımız bu parkın board sporlarında son nokta

olduğunu göstermek. Bu sporu daha fazla nasıl çekici hale

getirebileceğimizi ortaya koymak istiyoruz. Bu da şimdiden

meyvelerini vermeye başladı. Parkımız hafta içi bile Bursalı gençler

tarafından yoğun bir biçimde kullanılıyor.

Okul olarak verdiğimiz hizmetler ise Wakeboard

kiralama+başlangıç ve ileri düzey eğitimi+Wakeboard malzeme

satışından oluşuyor. Bu sporu herkese tavsiye ediyoruz ve herkesi

parkımıza bekliyoruz.

Sedat ÇELENK

Kıvanç GEDİKALİ

53

Page 29: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

BAKUTarmara depreminde sarsıntıyla uyanıp ilk

geceyi sokaklarda geçirdikten sonra asıl Myıkım olan bölgelere erzak yardımı yapmak

için herkes seferber olmuştu. Ancak iş enkaz altından

yaralı çıkarmaya gelince bir avuç insan dışında herkes

uzaktan izlemekle yetindi. İnsanlar ellerinden bir şey

gelmemesinin çaresizliğini yaşadı. Aslında biraz eğitim

ve organizasyonla çok daha fazla insan bu kurtarma

çalışmalarına yardım edebilirdi.

BAKUT 1999 yılındaki Yalova depreminden sonra

Bursa Dağcılık Kulübü üyeleri tarafından 30 kişilik bir

grupla kuruldu. Dernek o günden bu yana değişik

konularda faaliyetlerde bulunuyor.

Asıl amaç; öncelikle deprem anında enkaza ulaşmak

ve enkaz altından canlı çıkarabilmek. Bunu yapabilecek

eğitimli gönüllüler yetiştiriyorlar. Yine dağda yapılan

arama kurtarma çalışmalarında kaybolan kişilere en kısa

sürede ulaşıp, onların can güvenliğini sağlıyorlar.

Konu ile ilgili görüştüğümüz BAKUT Başkanı, aynı

zamanda Kurucu Üye Eray Türemen ve Sayman Üye

Attila Ülgen çalışmaları ile ilgili olarak şu bilgileri

aktardılar.

Gidebileceğimiz ya da destek için çağrıldığımız her

yer bizim çalışma alanımızdır. 1999 depreminden sonra

birçok dernek kurulmuştu ve her türlü aramaya

katılabiliyorduk. Şimdi eskisi gibi her isteyen, her

istediği yere çalışma yapmak için gidemiyor. Öncelikli

olarak o bölgenin Sivil Savunma ekibi müdahale ediyor.

Sonra gerekli olursa sivil kuruluşlardan yardım isteniyor.

Ancak Sivil Savunma ekipleri ne kadar deneyimli,

eğitimli ve donanımlı olursa olsun depremin yaratacağı

yıkım karşısında sayıca yetersiz kalacaktır. Bu açıdan

bakıldığında sivil kuruluşlara ihtiyaç duyulacağı

anlaşılmaktadır.

Kurulduğumuz dönemde çok sayıda dernek oluşumu

vardı. Ama 1999 depreminin acıları hafifledikçe ve tarih

uzaklaştıkça bu dernekler kapandı.

Dağcılıkta, temel kampçılık eğitimi veriyoruz. Bu

eğitim arama kurtarma için en önemli basamaklardan

birisi. Çünkü kişi arama kurtarma yaparken önce kendi

güvenliğini sağlamalı ve aranan durumuna

düşmemelidir. Ayrıca ilkyardım eğitimi veriyoruz ve

alıyoruz. Kendi bünyemizde verdiğimiz eğitimleri

Tabipler Odası veya Kızılay'dan gelen desteklerle

yapıyoruz. Dışarıdan aldığımız ilkyardım eğitimleri de

aynı şekilde Sivil Savunma aracılığı ile gerçekleşiyor.

Ayrıca rafting ve mağaracılık eğitimi veriyoruz.

Bunun dışında kaya iniş-tırmanış eğitimlerimiz de var.

Bunlar için dışarıdan destek almıyoruz. Eğitmenlerimiz

aynı zamanda üyelerimiz. Sivil Savunma'dan deprem

arama kurtarma eğitimi alıyoruz. Bu eğitimlerde

yaralının bulunduğu yer tespitinden çıkarılmasına,

çevre güvenliği sağlanmasına, ambulansa

yerleştirilmesine ve hastaneye nakline kadar tüm

aşamalardan geçiyoruz.

Doğa yürüyüşleri düzenliyoruz, özellikle

üyelerimizin kondisyonu için bu çok önemli. Bu

yürüyüşlere halktan da katılım oluyor.

Yaş ortalamamız yok. Derneğimizde 20 yaşında

üniversite öğrencisi veya çalışan da var, 60 yaşında

emekli de. Üye sayımız halen 50 kişi. Bunun 3 kişisi

onursal üye. Onlar bize maddi ve manevi her konuda

yardımcı oluyorlar. Üyelerimizden 25 kişi kadarı özel

sektör çalışanı. Hemşire ve fizyoterapist

arkadaşlarımız var. Kamu sektöründen ve serbest

meslek sahibi olanlar da var.

Bize ulaşmak ve derneğimizin faaliyetlerine katılmak

isteyenler için iletişim adresimiz:

www.bakut.org.tr

[email protected]

Tel: (0224) 224 97 98

Page 30: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

“Güneşten Korunmak”Alışkanlık Haline Gelmeli

Yaz aylarında güneşin olumsuz

etkilerinden korunmak sağlık

açısından büyük önem taşıyor. Bu

doğrultuda; en sık kullanılan ürün güneş

koruyucular. Acıbadem Bursa Hastanesi

Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğba Türker,

güneşten korunma ve güneş koruyucular

hakkında en çok merak edilen soruları

yanıtladı.

Güneş koruyucular neye karşı korur?Yeryüzüne ulaşan güneş ışınları temelde

ikiye ayrılır. UVA, 320-400 nm dalga

boyundaki ışınlardır ve dünyamıza ulaşan

ışınların yüzde 90-95'inden sorumludur. UVB ise 290-320 nm dalga

boyunda olup güneş yanığından asıl sorumlu olan ultraviyole

tipidir.

Güneş koruyucular en çok bu ışınlara maruz kalan deride oluşan

güneş yanığı ve bronzlaşmaya karşı korunmada kullanılmaktadır.

Bununla beraber; koruyucular uzun süreli güneş ışınlarına maruz kalma

sonucunda deride kırışıklıkların ve lekelerin belirmesini ve derinin

esnekliğinin azalmasını önlerler. Ayrıca çocuklarda benlerin gelişimini

azaltırlar. Deri kanserlerinin oluşumunu, ben kanseri (melanom) sıklığını

ve uçuk (herpes) aktivasyonunu azaltmada da etkilidirler.

Güneş koruyucuların üzerinde yazan SPF nedir?

SPF (Sun Protection Factor), esas olarak UVB ışınlarına karşı

korunmanın ölçüsüdür. Örneğin, kişi güneş koruyucu sürmeden

güneşte kaldığında 10 dakika sonra kızarıklık başlıyor ve güneş yanığı

gelişiyor ise güneş koruma faktörü 8 olan bir ürün ile ortalama 80 dakika

süresince kızarıklık gelişmeden güneşten korunabilir demektir. Yüksek

koruma ile SPF 30+ kastedilmektedir.

dağılabilmelidir. Kozmetik olarak kabul

edilebilir olmalıdır; boyayıcı, parlayıcı

görünmemelidir. Ayrıca tahrişe veya allerjiye

yol açmamalıdır.

Güneş koruyucular nasıl kullanılmalı,

ne kadar sürülmelidir?Güneşle temastan 15-20 dakika önce

güneşe açık olacak tüm bölgelere

uygulanmalıdır. İlk uygulamadan 20-30 dakika

sonra tekrar edilirse hem ek koruma

sağlanmış olur, hem de iyi sürülemeyen

bölgeler korunma altına alınır. Daha sonra 2-3

saat arayla tekrarlamak gerekir. Terleme,

yüzme, havlu ile sert bir şekilde ovalayarak kurulanma gibi faktörler

güneş koruyucunun etkisi azalır ve tekrar sürmek gerekir. Tüm vücuda

30-35 ml yani, 2-3 çorba kaşığı kadar güneş koruyucu tatbik edilmelidir.

Pratikte bu miktarın altında kalındığı görülmektedir.

Çocuklarda güneş koruyucu kullanırken nelere dikkat

edilmeli?Altı aydan küçük çocuklarda, hem allerjik reaksiyon riski, hem de

deriden emilen güneş koruyucunun değişkenlik göstermesi

yönünden, FDA (Food Drug Administration) tarafından yanaklar ve

eller hariç güneş koruyucu kullanımı önerilmemektedir. Bu yaş

grubundaki çocuklar güneşe mümkün olduğunca giysileriyle

çıkarılmalı ya da gölgeden yararlandırılmalıdır.

Altı aylıktan itibaren, güneşe açık olan tüm bölgeler korunma altına

alınmalıdır. Özellikle hayatın ilk 20 yılında güneş koruyucu düzenli

kullanıldığında, ben sayısını, ben kanseri (melanom) ve diğer deri

kanseri riskini azalttığı gözlemlenmiştir. Bu yüzden, çocuklarımıza

güneşten korunmayı da diş fırçalama gibi alışkanlık şeklinde

kazandırmamız gerekir.

Ayrıca çocuklar için güneş koruyucu şeçimi yaparken, parfümsüz,

çinko oksit ve titanyum dioksit gibi fiziksel filtreli olmalarına dikkat

edilmeli. Bu konuda hekimlerden ve eczacılardan yardım alınabilinir.

56

İdeal bir güneş koruyucunun özellikleri nelerdir?Geniş spektrumlu olmalı, yani UVA ve UVB'ye karşı koruma

sağlamalıdır. Deriye kolay sürülebilmeli ve eşit olarak tüm yüzeylerde

Sürekli güneş koruyucu kullanmak vücutta D vitamini

eksikliğine yol açar mı?D vitaminin en çok yapıldığı organ deridir. Güneş koruyucu

sürülmüş deriden süzülen ışınlar bile, derideki D vitamini üretimine

yeterli olmaktadır.

Bronzlaştırıcı ürünlerin zararı var mıdır?Bronzlaştırıcı ürünlerin bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.

Düşük düzeyli UVA ve SPF2 düzeyinde bir UVB koruması

sağlamaktadırlar.

Bazı makyaj ürünleri de (renkli nemlendiriciler, fondötenler,

pudralar) içerdikleri pigment maddeleri ile kısmi bir UV koruması

sağlarlar. Çinko oksit, titanyum dioksit gibi fiziksel filtreleri içeren

makyaj ürünleri SPF 15 düzeyinde koruma sağlamaktadırlar.

Güneşin olumsuz etkilerinden korunmak için farklı

önerileriniz var mıdır?

Mümkün olduğunca saat 11.00-16.00 arasında güneşte

kalınmamalıdır.

Güneş koruyucu, evden çıkmadan 15-20 dakika önce sürülmelidir.

Sadece gölgede durmak veya gezinmek bile UV'yi %50'den fazla

azaltır, bu detay unutulmamalıdır.

Yazın koyu renk t-shirtler yerine, beyaz pamuklu, sık dokunmuş

t-shirtler tercih edilmelidir.

Penceri camı UVB'den korur ama UVA'dan korunmaz.

Şapka genişliğinin en az 7.5 cm olması uygun bir koruma sağlar.

Güneş gözlükleri UVB ve UVA korumalı olmalıdır.

Yazın bol bol yeşil çay tüketilmelidir.

Gölgesi kişiden uzun ise, kişi daha güvende demektir.

Gün boyu dışarıda kalmaktan kaçınılmalıdır.

57

Page 31: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

İçimizdenBiri

İnsanoğlunun fiziksel gücünün üzerindeki

ağırlıkları kaldırılması binlerce yıldır hep problem

olmuştur. Mevcut ilk yazılı dokümanlarda,

ağırlıkların bir donanım ve düzenek yardımı ile

kaldırılmasının, İ.Ö. 530 yıllarında Efes Artemis

Tapınağı'nda gerçekleştiği şeklinde bir bilgi olsa

da Mısır gibi dünyanın birçok yerinde farklı

uygarlıkların bu tarz düzenekleri çok daha önce

kullandığı düşünülmektedir.

Hasan Semiz:

ağlar boyu ticaretin gelişimiyle birlikte dünya ticaretinin büyük bir kısmının

denizyolu ile yapıldığını biliyoruz. Gemilerin limanlarda yüklenmesi ve Çboşlatılması amacıyla gerek gemi üzerinde gerekse karada ağır yüklerin

kaldırılması için sürekli gelişen çok çeşitli vinçler, donanımlar kullanılmıştır. 1950'li

yıllardan sonra konteynır taşımacılığının gelişimi ile bu alanda gerek yapısal

gerekse teknolojik anlamda çok hızlı gelişmeler yaşandı.

Bu gelişmeler sonucunda, günümüzde konteynır terminallerinde mobil vinç

ve SSG (ship to shore gantry) olmak üzere çok hızlı ve tonlarca ağırlıktaki

konteynırları elleçleyen vinçler kullanılmaktadır.

Çoğumuzun bir şekilde, ya televizyon ekranlarından ya da İstanbulluların

Kadıköy-Eminönü vapur geçişlerinde Haydarpaşa Limanı'ndan aşina olduğu bu

konteynır vinçlerini kullanmak için belirli bir süre eğitim ve eskilerin tabiri ile biraz

da meleke gerekiyor.

Hasan Semiz, 1992 yılında Türkiye'nin ilk özel sektör Limanı Gemport'ta işçi

olarak çalışmaya başlayan ve son sekiz yıldır da 100 ton ağırlık kaldırma

kapasitesine sahip konteynır vinçlerini başarıyla kullanan 19 kişilik vinç operatör

gurubunun bir mensubudur.

Hasan, 1969 yılında Umurbey/Gemlik'te doğmuş ve askerlik dışında hayatının

büyük bir bölümünü bu bölgede geçirmiş. Maddi yetersizlikler nedeniyle eğitimini

tamamlamadan çalışma hayatına atılarak mermer fabrikasında çalışmaya

başlamış. 1992 yılında yolu Gemport ile kesişen Hasan, bir süre düz işçi olarak

çalıştığı Gemport'ta daha sonra sunulan fırsatı değerlendirip, aldığı eğitimleri

sonunda 2000 yılında vinç operatörlüğüne başlamış ve o günden bu yana farklı

tip ve modelde vinçler kullanarak çok çeşitli yükler elleçlemiştir. Bugün ise

sadece konteynır yükleri için operatörlük yapıyor.

Aslında Hasan çalışmaya başladığı 1992

yılından bu yana ülkemizdeki değişimin

doğal sonucu limanlarda yaşanan hızlı ve

olağanüstü değişikliklerin de bir açıdan

canlı tanığıdır. Gemport Limanı'nda diğer

tüm operatör arkadaşları ile birlikte

yaptıkları işin doğasından dolayı mevcut

risklerin farkında olarak işlerini yürütürken

ne insana ne de çevreye zarar

gelmemesi için gerekli dikkat, özen ve

tecrübeyle çalışıyor.

İş dışında Gemlik'in simgesi

zeytincilikle uğraşan Hasan, eşi ve

çocukları için iyi bir baba olduğu kadar,

halen ilgilendiği anne ve babası için de iyi

bir evlat.

59

Page 32: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

S/S Turan EmeksizOtantik Otel Güzelyalı

irket-i Hayriye vapurlarından Kanlıca, Ali İhsan Kalmaz, İnkılap ve

Turan Emeksiz gemileri ekonomik ömürlerini doldurdukları için

tersaneye çekilip emekli oldular. İçlerinde en şanslısı Turan Emeksiz

Yolcu Gemisi'dir. 1961 yılında İngiltere-Glaskov'da İstanbul Şehir

Hatları için üretilen yolcu gemisi, 27 Mayıs 1960 devriminde şehit olan Turan

Emeksiz'in adını almıştır. Turan Emeksiz Yolcu Gemisi yaklaşık 44 yıl Kadıköy-

Karaköy-Haydarpaşa arasında yolcu taşımıştır.

Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nden Güzelyalı Belediyesi'nce satın alınan

Turan Emeksiz Yolcu Gemisi restoran ve otel olarak restore edilip işletilmek

üzere ihaleye çıkarıldı. 15 yıllığına ihaleyi alan BCR Turizm Tekstil İnşaat ve

Sanayi A.Ş. tarafından aslına sadık kalınarak iki milyon dolara restore edildi.

Hulki Türe'nin mimari projesini üstlendiği yüzer otelin restorasyonu sırasında

motor ve kazan dairesi de söküldü.

Yüzer otelin düğün, şirket toplantıları, kokteyl, balo gibi özel günlere ayrılan

200 kişilik çok amaçlı salonu ile balık restoranı bulunmaktadır. Ayrıca 2 suit

odası ve 18 standart odası bulunan gemide, 35 kişilik bir toplantı salonu ve

kafeterya da yer alıyor. Kaptan Köşkü'ndeki Müze-Cafe'de VIP müşterilerinin

ağırlanacağı özel bölüm bulunmaktadır. Turan Emeksiz Gemisi'nin

bellboyundan garsonuna kadar toplam 40 kişiden oluşan personeli gemici

kıyafetleriyle hizmet veriyor. Bursa Güzelyalı'da 2007 Nisan ayından itibaren

hizmet vermeye başlayan Otantik Gemi Otel ve Balık Restoran, balık ve balık

mutfağının çok çeşitli mezelerinin yer aldığı zengin bir menüye sahiptir.

Kapalı ve açık olmak üzere iki ayrı bölümü bulunan restoranda greek müzik

eşliğinde dostlarınızı ve arkadaşlarınızı ağırlayabilirsiniz.

Ş

60

Page 33: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

EVLİLİK

11.01.2008'de evlenen Osman ve Esin Mete çiftine;

04.05.2008'de evlenen Ebru ve Ercan Çalar çiftine;

20.05.2008'de evlenen Veysel Emre ve Meral Zerrin çiftine;

Mutluluklar dileriz.

DOĞUM

20.05.2008'de Miray adlı bir kız çocuğu olan

Mevlüt Boylu ve ailesini;

08.05.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan

Birol Elgün ve ailesini;

25.06.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan

Alpay Erhan ve ailesini;

02.07.2008'de Ahmet Emin adlı bir erkek çocuğu olan

Zeki Pekmez ve ailesini;

09.07.2008'de Tarık adlı bir erkek çocuğu olan

Yasin Atmaca ve ailesini;

11.07.2008'de İrem Rana adlı bir kız çocuğu olan

İsmail Özaktan ve ailesini;

14.07.2008'de Esra adlı bir kız çocuğu olan

Coşkun Aydın ve ailesini;

Kutlar, çocuklara uzun ömürler dileriz.

VEFAT

29.05.2008'de operasyon bölümü çalışanlarından

Necmettin Çevik geçirdiği trafik kazası sonucu vefat

etmiştir. Çevik ailesinin acısını paylaşır,

Necmettin Çevik'in nur içinde yatmasını dileriz.

22.05.2008'de evlenen Okan ve Irma Bayramoğlu çiftine;

Çalışanlarımızdanhaberler

63

Page 34: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

Çengel Bulmaca

64

Geçen Sayıdaki Bulmacanın Çözümü

S

S

S

S

S

S

S

İ

İ

İT

T

T

T

T

T

T

T

T

T

T

E

E

E

E

E

EE

E

E

E

E

C

C

GI

I

I

E

E

E E

BB

B

B

B

E

F

MM

M

M

M

M

OO

O

O

O

O

Y

U

U

U

U

U

U

U

Z

Z

Y

Y

Y

L

L

L

L

L

LL

L

KK

K

K

K

K

K

K

K

K

R

R H

R

R

R

R

R

İ

İ

İ

İ

İ

İ

İ

İ

R

A

A A

A

A A

A

A

A

A

A

A

A

A

A

A

A

A

A A

D

Ç

GP

A

A

AA

A A

A

A

N

N

N

HH

R

R

M B

B

E

E

İ

N

R

O O

O

T

S

E

Y

M

A

A

İ M

M

D

E

N

N

N

N

N

N

N

S

S

İ

İ

E

E

B

B

M

M

U

Z

Y

L

L

K

R

R

A

A

A

A A

A

H

Yukarıda verilmiş olan ipuçlarından yararlanmak suretiyle aşağıdaki parçalarıuygun bölümlere yerleştirdiğinizde bulmacayı tamamlayacaksınız.

Page 35: GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA …

ww

w.g

em

po

rt.c

om

.tr

g

em

po

rt@

gem

po

rt.c

om

.tr

Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş. Kocaçukur Mevkii. P.K. 101 16600 Gemlik / BURSA

Tel: +90 224. 524 77 20 (Pbx) Fax: +90 224. 524 88 30GEM

PO

RT

BİR

RKİY

E İŞ B

AN

KA

SI KU

RU

LUŞU

DU

R

İ GİDEN HRACATA YOL