Upload
vankhanh
View
384
Download
49
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (HADİS)
ANABİLİM DALI
HZ. PEYGAMBER’İN RİSÂLET ÖNCESİ
HAYATINA DAİR RİVÂYETLER
Doktora Tezi
Emine DEMİL
Ankara - 2016
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (HADİS)
ANABİLİM DALI
HZ. PEYGAMBER’İN RİSÂLET ÖNCESİ
HAYATINA DAİR RİVÂYETLER
Doktora Tezi
Emine DEMİL
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Bünyamin ERUL
Ankara – 2016
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (…/…/2016)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Emine DEMİL
I
ÖNSÖZ
Hz. Muhammed’in hayatını ve örnek kişiliğini, bugün bütün insanlığa, fert,
aile ve topluma aktarmaya büyük ihtiyaç vardır. Zira onun hayat tarzı insan
yaşamının her yönünü kuşatan bir özelliğe sahiptir. Onun hayatını bilmeksizin, sahip
olduğu değer ve vasıfları öğrenmeksizin dinimizi yaşamak ve anlamak mümkün
değildir. Hz. Peygamber söz, davranış ve uygulamalarıyla insanlık tarihinde benzeri
bulunmayan bir tarz ortaya koymuştur. Hz. Peygamber’in örnek alınması onun bu
yönlerini iyi bilmeye bağlıdır. Hz. Peygamber’i tanımak, onu anlamak bakımından
olduğu kadar, davranışlarından günümüz için model ve örnekler seçebilmek
açısından da ilk şart ve ilk adımdır.
Hiç şüphe yoktur ki onu bize en güzel yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim
tanıtmıştır. Şeyh Gâlib’in ifadesiyle Kur’an, ‘Dest-i kudretle yazılmış hilye’dir, yani
bize onu her yönüyle tanıtır.1 Kur’an-ı Kerim’de bütün Müslümanlara örnek
gösterilen Hz. Peygamber’in hayatını Kur’anî bir bakışla ve sünnetteki temel
doğrularla ele almak ve bunu sahih haberlere yer veren eserlerle desteklemek gerekir.
Hz. Muhammed’in hayatı hakkında doğrudan bilgi kaynağı olan hadisler, bu
konuda özelde siyer ve megâzînin genelde İslâm tarihinin en önemli kaynaklarından
birini oluşturur. Hadisler hem pek çok tarihî olay hakkında bilgi içerir, hem de İslâm
tarihi ile ilgili haberlerin kaynaklarından birini meydana getirir. Sehâvî (ö.831)
“tarih, hadis ilimlerinden bir ilimdir”, derken İslâm tarihi ile hadis rivâyetçiliği
arasındaki güçlü bağa işaret etmektedir. Bu bağlamda günümüz siyer
araştırmalarında, hadis merviyâtının göz ardı edilmesi mümkün olamayacağı gibi,
aksi bir keyfiyet de araştırmacıları, hatalı çıkarımlara götürecek, ulaşılan istintâcların
1 Çakan, İsmail Lütfi, “Siyâsetli, İnâyetli Muhammed (Hz. Peygamber’in İnsanları Değerlendirmesi)”,
Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) -Özel Sayı-, Ankara, 2003, s. 67.
II
genel geçerliğini sorgulamaya açacaktır.2 Siyer ilmi açısından hadis eserleri son
derece önemli kaynaklardır. Bu eserlerde yer alan Hz. Peygamber’in doğumu,
nübüvveti, vahyin nüzûlü ve keyfiyeti, menâkıb, megâzi, cihad gibi kitaplar, siyere
dair son derece önemli bilgiler içermektedir. Hadisin tarihî bakımdan ehemmiyeti,
Hz. Peygamber’in hayatına dair bilgimizin, Kur’an’la birlikte iki mühim
kaynağından birini teşkil etmesinin yanında, İslâm’ın ilk asırlarına ait dinî ve gayr-i
dinî haberlerin rivâyet şekline hakim olmasından da ileri gelmektedir. Dolayısıyla,
bu husustaki her bir rivâyetin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi, tahkik edilmesi ve
sahih olup olmadığının tespit edilmesi şarttır. Bu ise rivâyetin hem isnadı, hem de metin
ve muhtevası incelenerek yapılmalıdır. Metin ve muhteva analizinde, Kur’an en büyük
kriter, en mühim mihenk taşı olmalıdır. Aksi takdirde sahabe devrinden uzaklaştıkça
sâdır olan nice uydurma veya zayıf olan rivâyetler, Hz. Peygamber hakkında yanlış bilgi
kaynağı olabilecektir.
Son olarak konuyla ilgili böyle bir araştırma yapılmasının zaruretine inanmanın
yanı sıra; yaptığımız bu araştırmanın ne ilk olduğu ne de son olacağı kanısındayız.
Araştırmanın bu aşamaya gelmesinde, gerek muhteva ve gerekse teknik yönden yapıcı
uyarı ve eleştirileriyle önemli katkılarından istifade ettiğim değerli hocam ve tez
danışmanım Prof. Dr. Bünyamin Erul başta olmak üzere, Araştırma Görevlisi Recep
Gürkan Göktaş hocama, Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Salih Şengezer hocama, tez
izleme komitemde bulunan Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal ve Prof. Dr. İbrahim Sarıçam
hocalarıma, tez sunumlarıma iştirak edip muhteva açısından katkılar sağlayan Prof. Dr.
Mehmet Özdemir hocama teşekkürü borç bilirim.
Emine DEMİL
ANKARA-2016
2 Öz, Şaban, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İsar Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008, s. 28-29.
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... I
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... III
KISALTMALAR .................................................................................................... VIII
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
I. Konunun Amacı ve Önemi ....................................................................................... 2
II. Araştırma Evreni ve Örneklem ............................................................................... 3
III. Veri Toplama Teknikleri ....................................................................................... 3
IV. Tezin Metodu ve Yöntemi .................................................................................... 7
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S) DOĞUMU ÖNCESİ, DOĞUMU VE DOĞUMU
SONRASI
I. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU ÖNCESİ ........................................................ 13
A. Hz. Muhammed’in Nûruyla İlgili Tartışmalar ................................................. 13
1. Hadis Rivâyetlerinde Nûr-i Muhammedî .................................................... 14
2. Tarih Kaynaklarında Nûr-i Muhammedî ..................................................... 31
B. Hz. Muhammed’in (s.a.s) Soyu ........................................................................ 38
1. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in (s.a.s) Soyu .................................... 39
2. Hadis Rivâyetlerinde Soy Kütüğü ................................................................ 42
3. Tarih Kaynaklarında Soy Kütüğü ................................................................ 45
a. Adnân’a Kadar Soyu ................................................................................ 45
b. Adnân ile İsmâîl Arasındaki Soyu ........................................................... 46
c. İbrâhîm’den Âdem’e Kadar Soyu .......................................................... 48
4. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Muhammed’in (s.a.s) Asâleti ............................ 51
5. Tarih Kaynaklarında Hz. Muhammed’in (s.a.s) Asâleti .............................. 62
6. Mevzûât ve Popüler Eserlerde Hz. Peygamber’in Soyu ............................. 65
C. Hz. Muhammed’in Dedesi ve Ebeveyni ........................................................... 75
1. Dedesi .......................................................................................................... 75
2. Babası ........................................................................................................... 77
3. Annesi .......................................................................................................... 83
IV
II. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMUYLA İLGİLİ RİVÂYETLER ....................... 86
A. Hz. Muhammed’in Doğumu ............................................................................. 87
1. Hadis Rivâyetlerinde Doğumu ..................................................................... 87
2. Tarih Kaynaklarında Doğumu...................................................................... 94
a. Hz. Muhammed’in Doğumu .................................................................... 94
b. Hz. Muhammed’in Doğumu Esnasında Meydana Gelen Olaylar ........... 99
III. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU SONRASIYLA İLGİLİ
RİVÂYETLER ................................................................................................. 117
B. Hz. Muhammed’in Sünnetli Doğmasıyla İlgili Tartışmalar ........................... 117
1. Hadis Rivâyetlerinde Sünnetli Doğması .................................................... 117
2. Tarih Kaynaklarında Sünnetli Doğması ..................................................... 118
C. Hz. Muhammed’in İsimleri ve Künyeleri ....................................................... 123
1. Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’deki İsimleri ...................................... 124
2. Hz. Muhammed’in Hadis Rivâyetlerinde Yer Alan İsimleri ..................... 126
3. Hz. Muhammed’in Semâvî Kitaplara Atıfla Rivâyetlerde Geçen
İsimleri ....................................................................................................... 134
4. Künyeleri .................................................................................................... 139
a. Ebû’l-Kâsım ........................................................................................... 146
b. İbn Ebî Kebşe ......................................................................................... 148
c. Ebû’l-Erâmîl ........................................................................................... 150
5. Tarih Kaynaklarında Hz. Muhammed’in İsimleri ...................................... 150
İKİNCİ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUK VE GENÇLİK DÖNEMİ
I. HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUĞU ............................................................. 155
A. Hz. Muhammed’in Sütanneye Verilmesi ....................................................... 155
1. Hadis Rivâyetlerinde Sütanneye Verilmesi ............................................... 155
2. Tarih Kaynaklarında Sütanneye Verilmesi ................................................ 158
3. Tarih Kaynaklarında Sütannesinin Yanında İken Meydana Geldiği
İddia Edilen Olaylar ................................................................................... 160
B. Hz. Muhammed’in Sütkardeşleri .................................................................... 166
1. Hadis Rivâyetlerinde Sütkardeşleri ............................................................ 166
V
2. Tarih Kaynaklarında Sütkardeşleri ............................................................ 168
C. Şakku’s-sadr .................................................................................................. 171
1. Şakku’s-sadr ile Şerhu’s-sadr İlişkisi ......................................................... 173
1. Hadis Rivâyetlerinde Şakku’s-sadr ............................................................ 180
a. Sütannesinin Yanındayken Kalbinin Yarılması .................................... 180
b. On Yaşındayken Kalbinin Yarılması ...................................................... 190
c. İlk Vahiy’den Önce Göğsünün Yarılması ............................................. 192
d. Mirac’da Göğsünün Yarılması ............................................................... 194
2. Tarih Kaynaklarında Göğsünün Yarılması ................................................ 205
D. Hz. Muhammed’in Annesiyle Beraber Yaşamaya Başlaması ve
Medine’ye Yolculuğu .................................................................................... 214
1. Hadis Rivâyetlerinde Annesiyle Beraber Yaşamaya Başlaması ................ 214
2. Tarih Kaynaklarında Annesiyle Beraber Medine’ye Yolculuğu ............... 215
E. Suriye Seferi ve Rahib Bahira Hadisesi .......................................................... 219
1. Hadis Rivâyetlerinde Rahib Bahira Hâdisesi ............................................. 220
2. Tarih Kaynaklarında Rahib Bahira Hâdisesi.............................................. 223
II. HZ. MUHAMMED’İN GENÇLİK ÇAĞI .......................................................... 240
A. Hz. Muhammed’in Çobanlık Yapması ........................................................... 240
1. Hadis Rivâyetlerinde Çobanlık Yapması ................................................... 241
2. Tarih Kaynaklarında Çobanlık Yapması .................................................... 246
B. Hz. Muhammed’in Hılfu’l-Fudûl’a İştiraki .................................................... 249
1. Hadis Rivâyetlerinde Hılfu’l-Fudûl’a İştirâki ............................................ 250
2. Tarih Kaynaklarında Hılfu’l-Fudûl’a İştirâki............................................. 251
C. Hz. Muhammed’in Düğüne İştirak Edememesi ............................................. 256
1. Hadis Rivâyetlerinde Düğüne İştirak Edememesi ..................................... 256
2. Tarih Kaynaklarında Düğüne İştirak Edememesi ...................................... 258
D. Hz. Muhammed’in Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi ............................ 259
1. Hadis Rivâyetlerinde Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi .................... 260
2. Tarih Kaynaklarında Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi .................... 263
VI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK/ OLGUNLUK DÖNEMİ VE RİSÂLET
ÖNCESİ KİŞİLİĞİ
I. HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK DÖNEMİYLE İLGİLİ
RİVÂYETLER ................................................................................................. 277
A. Hz. Muhammed’in Ticarî Hayatı ................................................................... 277
1. Hadis Rivâyetlerinde Ticaretle Uğraşması................................................ 278
2. Tarih Kaynaklarında Ticaretle Uğraşması ................................................. 288
B. Hz. Muhammed’in Evliliği ve Aile Hayatı ..................................................... 298
1. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Hatice ile Evliliği .............................................. 299
2. Tarih Kaynaklarında Hz. Hatice İle Evliliği .............................................. 301
C. Hz. Muhammed’in Çocukları ........................................................................ 305
1. Hadis Rivâyetlerinde Çocukları ................................................................. 305
2. Tarih Kaynaklarında Çocukları ................................................................... 306
D. Kâbe’nin Mekkeliler Tarafindan Yeniden İnşası ve Hz. Muhammed’in
Hakemliği ....................................................................................................... 313
1. Hadis Rivâyetlerinde Kâbe’nin Mekkeliler Tarafından Yeniden İnşası .... 314
2. Tarih Kaynaklarında Kâbe’nin Yeniden İnşası .......................................... 322
II. HZ. MUHAMMED’İN OLGUNLUK DÖNEMİ ............................................... 327
A. Dinî Hayatı ..................................................................................................... 327
1. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in Dinî Hayatı .................................. 327
2. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Muhammed’in (s.a.s) Dinî Hayatı .................... 334
3. Tarih Kaynaklarında Dinî Hayatı ............................................................... 339
B. Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar ............................................. 347
1. Hadis Rivâyetlerinde Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar ...... 347
2. Tarih Kaynaklarında Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar ...... 349
C. İlk Vahyin Gelmesi ......................................................................................... 351
1. Hadis Rivâyetlerinde İlk Vahiy .................................................................. 351
2. Tarih Kaynaklarında İlk Vahiy .................................................................. 383
III. RİSÂLET ÖNCESİ HZ. MUHAMMED’İN KİŞİLİĞİ .................................... 399
SONUÇ .................................................................................................................... 407
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 414
VII
EKLER ..................................................................................................................... 438
EK-1. HZ. MUHAMMED’İN RİSALET ÖNCESİ HAYATI’NIN
KRONOLOJİSİ ................................................................................................. 438
EK-2. HZ. PEYGAMBER’İN RİSÂLET ÖNCESİ HAYATINA DAİR
RİVÂYETLER ................................................................................................. 440
ÖZET........................................................................................................................ 450
ABSTRACT ............................................................................................................. 451
VIII
KISALTMALAR
a.g.e : Adı geçen eser
a.g.m : Adı geçen makale
a.g.md : Adı geçen madde
a.mlf : Aynı müellif
AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b. : İbn
bkz. : Bakınız
bnt. : Bint
c. : Cilt
CÜİFD : Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
çev. : Çeviren
DEÜİFD : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi
H. : Hicrî
haz. : Hazırlayan
HÜİFD : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
hük. : Hükümdarlığı
Hz. : Hazreti
M. : Miladî
M.E.B : Milli Eğitim Bakanlığı
MÜİFD : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
MÜİFVY : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
IX
Müt. : Mütercim
nşr. : Neşreden
ö. : Ölümü
r.a. : Radiyallâhu anh/ anhâ
S. : Sayı
s. : Sayfa
s.a.s/s.a.v : Sallâllahu aleyhi ve sellem
SEÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
SÜİFD : Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı
t.y : Tarihi yok
Ter. : Tercüme eden
thk. : Tahkik eden
UÜİFD : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
y.y : Yeri yok
yay. haz. : Yayına Hazırlayan
1
GİRİŞ
Dünya’da fevkâlade etkili olmuş 100 kişiyi tanıtan bir eser yazan ve ilk sırayı
Hz. Peygamber’e veren Michael H. Hart, gerekçesini şöyle dile getirmiştir:
“Dünya’nın en etkili insanları listesinin başına Hz. Muhammed’i koymam
bazı okurları şaşırtabilir, bazılarını da kuşkuya düşürebilir. Ancak Hz. Muhammed
tarihte hem dinî hem de dünyevî düzeyde üstün başarılı olan tek insandı.
Mütevazi bir aileden gelen Hz. Muhammed, dünyanın en büyük dinlerinden
birini kurmuş, yaymış ve çok etkili bir politik lider olmuştur. Bugün, ölümünden on
dört asır sonra etkisi hala güçlü ve yaygındır.”3
“Batı insanı, İslâm diye isimlendirilen fenomenin kaynak ve kökenleri ile
bunun müessisini literal/lafızcı bir metotla araştırmaya koyulmuştur. Bu ilginin bir
göstergesi olarak, Fransa’da bir kitap kulübü tarafından organize edilen bir anketten
söz edilmektedir. Bu kitap kulübü üyelerinden, biyografilerinin basılmasını en çok
istedikleri şahıslar hakkında sırasıyla bir liste oluşturmaları istenmiş ve neticede Hz.
Peygamber, listenin açık farkla en başında yer almıştır. Bu itibarla XIX. yüzyılda
daha çok tarihî zeminde kalarak bilimsel araştırmalara karşı tenkitçi bir yaklaşım
tarzının benimsenmesi, genelde İslâm, özelde Hz. Peygamber’le ilgili XX. yüzyılda
bazı objektif ve art niyetten arınmış sayılabilecek çalışmaların beslenip gelişmesine
sebep olmuştur. Hz. Muhammed akıllara durgunluk veren işler yapmıştır. Tarih Hz.
Muhammed’in yaptığı gibi; kısa zamanda ruhları uyandıran, ahlâkı ihya eden ve
insanlığın şanını yücelten bir ıslahatçı görmemiştir.”4
3 Çakan, İsmail Lütfi, a.g.m, s. 69; M.H. Hart, En Etkin 100, ter. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları,
İstanbul, 1994, s. 1. 4 Hıdır, Özcan, “Batı’da Hz. Muhammed İmajı (M. Watt Örneği)”, Diyanet İlmî Dergi,
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) –Özel Sayı-, Ankara, 2003, s. 298.
2
Bu meyanda Hz. Peygamber’in hayatının Kur’an ve sünnet ışığında doğru bir
şekilde anlatılması fevkalade mühimdir. Hz. Muhammed’in hayatının dile
getirilmemiş birçok veçhesini ortaya koymak elimizdeki hadis ve tarihî rivâyetlerle
mümkündür. Bu bağlamda çalışmamızda Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler
çerçevesinde, diğer bir deyişle hadisin imkanlarının ve tenkit yöntemlerinin
kullanılması suretiyle güvenilir ve yeni bir siyer yazılması gerektiğine dikkat çektik.
Münhasıran klasik tarihî kaynaklar esas alınarak yapılacak tipik bir çalışma, her ne
kadar dakik ve orijinal olsa da eksik kalacak, zira hadis ilminin verilerini
kullanmamak gibi bir kusurla malul olacaktır.
I. Konunun Amacı ve Önemi
İslâm’ın doğru bir şekilde anlaşılması noktasında yaşanan en büyük
problemlerden biri, Hz. Peygamber’in hayatının yanlış anlaşılması ve anlatılmasıdır.
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili rivâyetlere baktığımızda; beşerî ve
nebevî yönü iç içe girmiş, ilk nesillerden itibaren ortaya farklı analayışlar
çıkabilmiştir. İlerleyen asırlar içerisinde bu farklı anlayışlar daha da büyümüş, bazen
ifrata, bazen tefrite dönüşmüş ve neticede sağlıklı bir peygamber telakkisinin yeniden
tahkik ve tespitini adeta zorunlu hale getirmiştir. Bu bağlamda tezimizin amacı, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) risâlet öncesi hayatına dair abartılı rivâyetleri hadis ve tarih
kaynaklarıyla karşılaştırarak ele almaktır. Ayrıca risâlet öncesi rivâyetlerin
kaynakları, sübutu, sıhhati, delâletleri gibi konuların tartışılması ve araştırılması
gerektiği düşüncesi bizi bu çalışmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in hayatında abartılı olayların en fazla anlatıldığı dönemin
peygamberlikten önceki hayatında olduğunun iddia edilmesi, bazı çalışmalarda, bu
tür rivâyetlerin boşluk doldurmaya yönelik olduğunun, hatta uydurulduğunun açıkça
3
dile getirilmesi bizi onun risâlet öncesi hayatını araştırmaya yöneltmiştir. Kısaca; Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatının aktarılması bağlamında anlatılan ilgili
rivâyetlerin sened ve metin açısından tahlili yapılacaktır.
II. Araştırma Evreni ve Örneklem
Çalışmamız, Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair âyetler ve
rivâyetlerle sınırlandırılarak, hadislerin kaynakları tespit edilecek ve bu hadislere dair
yapılan tenkitler dile getirilecek, sahih, zayıf ve uydurma olan rivâyetler tespit
edilecektir.
III. Veri Toplama Teknikleri
Araştırmamızda kaynak taraması yapılacaktır. Kaynaklar konunun kapsamı
gereği hadis, siyer-megâzî, ricâl, biyografi, lügat ve ansiklopedi türündeki eserler
olacaktır. Tezimizde Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak kaleme
alınan yerli-yabancı birçok bilimsel çalışma ve kaynaktan, klasik dönem eserleri
yanında günümüzde yapılmış çeşitli tetkiklerden de yararlanılacaktır.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, tez konumuz bir ilk dönem çalışmasıdır. Konu Hz.
Peygamber olunca, mevcut en erken kaynaklara başvurmamız kaçınılmazdır.
Dolayısıyla biz, erken dönem kaynakları taramaya gayret ettik. Bu sahada İmâm
Mâlik’in (ö. 179) Muvatta’ına, Abdurrazzâk (ö. 211) ile İbn Ebî Şeybe’nin (ö. 235)
Musannef’lerine, İbn İshâk (ö. 151), İbn Hişâm (ö. 213-218) ve İbn Sa’d (ö. 230)
gibi bazı âlimlerin tarih konusundaki eserlerine sık sık başvurduk. Elbette bunların
yanı sıra Kütüb-i Sitte ve diğer hadis kaynaklarımız en çok başvurduğumuz
referanslarımız olmuştur. Konuları tartışırken yeri geldiğinde Şîî kaynaklara ve Batılı
kaynaklara da müracaat ettik.
4
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatını doğrudan ve dolaylı olarak ele alan
az sayıdaki çalışmaya değinmek uygun olacaktır. Bunlar, araştırmamız boyunca
bizim dikkatimizi çeken belli başlı çalışmalar olup burada kapsamlı bir liste sunmak
amaçlanmamaktadır.
Konuyla ilgili yapılan yerli çalışmaları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir
Yaklaşım”, Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed -Özel Sayı-, Ankara,
2003, s. 33-66.
2. Öz, Şaban, Hz. Peygamber’in Sîretiyle İlgili Mevzû Haberlerin Tarihî
Değeri, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1999.
3. Sarıçam İbrahim, Özdemir Mehmet, Erşahin Seyfettin, İngiliz ve Alman
Oryantalizminde Siyer Çalışmalarının Türklerin ve Avrupa Birliği Halklarının Hz.
Muhammed Algısına Etkileri, 2009.
4. Uyar, Gülgün, Hz. Muhammed’in Risâlet Öncesi Hayatına Dair Bazı
Rivâyet Farklarının Tespiti, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1993.
5. Boyacıoğlu, Ramazan, “Hz. Muhammed’in Vahiy Öncesi Dönemi”,
CÜİFD, c: 5, sayı: 1, 2001. s. 5-22.
6. Özdemir, Mehmet, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed
b. Abdullah, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed”, (Sempozyum
Tebliğ ve Müzakereleri), Konya, 13-15 Nisan 2007, s. 107-136.
7. Çağatay, Neşet, “Hz. Muhammed’in Soyu, Çocukluğu ve Gençliği”,
AÜİFD, Ankara, 1960, s.19-37.
8. Azimli, Mehmet, Siyeri Farklı Okumak, Mekke Yılları, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2008.
5
9. Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği,
Değişim Yayınları, İstanbul, 2002.
10. Certel, Hüseyin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Görevine Hazırlanması
Bağlamında Çocukluk ve Gençlik Dönemi Yaşantıları”, Ekev Akâdemi Dergisi, Yıl:
8, sayı: 19, (Bahar, 2004), s. 31-56.
11. Derveze, İzzet, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, ter. Mehmet
Yolcu, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989, I-II.
12. Balcı, İsrafil, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2014.
13. Bağcı, H. Musa, Beşer Olarak Hz. Peygamber, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara, 2010.
14. Avcı, Casim, Muhammedü’l-Emin: Hz. Muhammed’in Peygamberlik
Öncesi Hayatı, Hayy Kitap, İstanbul, 2008.
Yabancı kaynak olarak ise şunları zikredebiliriz:
1. Marion Holmes Katz’ın, The Birth of the Prophet Muhammad: Devotional
Piety in Sunni İslam, Routledge, London and New York, 2007.
2. Tilman Nagel’in, Mohammed Leben und Legende, R. Oldenbourg,
München, 2008.
3. Harris Birkeland’ın, “The Legend of the Opening of Muhammad’s Breast”,
Oslo, I Kommısjon Hos Jacob Dybwad, 1955.
4. Krisztina Szilagyi’nin, “Muhammad and the Monk: The Making of the
Christian Bahira Legend", Jerusalem Studies in Arabic and Islam, 34, (2008), s. 169-
202.
6
Bu çalışmalardan rivâyetlerin değerlendirilmesi noktasında istifade edilmiştir.
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili çalışmaların çoğunun İslâm tarihi
alanında yapıldığı görülmektedir. Onun kırk yıllık hayatını bir bütün olarak hadisler
bağlamında ele alan çalışma ise çok azdır. Bu mülahazaların ışığı altında, Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatını incelemeye başladığımızda, şimdiye kadar
konuyu bütün yönleriyle ele alan ve bizi bu konuyu hadisler bağlamında
araştırmaktan müstağni kılacak bir çalışmaya rastlamadığımızı belirtelim. Bununla
birlikte, mezkûr çalışmaların hadisleri sened ve metin açısından değerlendirme
noktasında tatminkâr olmaktan uzak olduğunu burada not etmek gerekir.
Tezimizde, Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair bilgilerin önemli bir
kısmı, ağırlıklı olarak hadis kaynaklarına dayanılarak tespit ve tetkik edilecektir. Zira
öteden beri, bu dönemle ilgili haberler, genellikle; siyer, megâzî, tarih ve tabakât
kitaplarından alınmıştır. Bu konuda tarih ilminin en önemli kaynaklarından
olmalarına rağmen hadis-sünnet kaynaklarının biraz ihmal edildiği görülmektedir.
Öte taraftan Hz. Peygamber’i yanlış algılama tezahürlerinin, zaman zaman
hadis mecmualarında da yer aldığı bir hakikattir. Dolayısıyla en muteber hadis
kaynaklarımızda bile bulunsa, Kur’an ve sünnete muğayir görülen rivâyetler tahlil
edilip değerlendirmeye tâbi tutulacaktır.
İşte böyle bir araştırma ile sağlıklı bir peygamber telakkisi ortaya koyabilmek
için hadis kaynaklarının da kullanılması ve oradan sahih rivâyetlerin seçilmesi
gerekliliğine dikkat çekme amaçlanmıştır. Konunun risâlet öncesiyle
sınırlandırılmasının sebebi ise, Hz. Peygamber’in bu kırk yıllık hayatının, sahih
rivâyetlerle anlatılması ve öteden beri eksikliği hissedilen Kur’an’a ve sahih
rivâyetlere dayalı, makul ve gerçekçi bir anlatımın ortaya konulması çabasıdır.
7
IV. Tezin Metodu ve Yöntemi
Hadis ile tarih metodolojilerinin mukayesesini yapmak konunun anlaşılması
açısından büyük önem arz etmektedir. Hadis ve tarih metodolojilerinin amacı
birbirinden oldukça farklıdır. Hadisçiler ile tarihçilerin tarihî rivâyetleri nakletme
hususundaki farklılıkları şöyle ifade etmek mümkündür:
Tarihçiler, sadece tarihî olayları vermekle ve râvîleri belirtmekle
yetinmişlerdir. Güvenilmeyen râvîlerden bile nakilde bulunmuşlardır. Ayrıca
tarihçilerin meçhul râvîden rivâyet ettikleri, hatta bazen râvîlerin isimlerini bile
belirtmeden “an fulân” ibaresiyle rivâyette bulundukları müşâhede edilmektedir.
Burada söylemeliyiz ki, tarihçiler, muhaddislerin “munkatı’, mürsel, mu’dal…” gibi
zayıf addeddikleri hadis çeşitlerini çok yaygın bir şekilde kullanırlar. Bununla
birlikte muhaddislerin eserlerinde de bazen bu tarz rivâyetlerin olduğunu
belirtmeliyiz. Tarihçiler, her zaman daha fazla bilgiye ihtiyaç duymalarından dolayı
tarihsel bir olayı ayrıntılarıyla nakletmeyi amaçlamaktadır. Hatta tarihçi, olayları
anlatabilmek için yeri geldiği zaman kurgudan da yararlanır. Tarihçilerin
rivâyetlerinde esas olan şey, aynı rivâyetlerin farklı tariklerden gelmesinden ziyade
bu rivâyetlerin olayın eksik kalan yönlerini tamamlamasıdır. Yani herhangi bir olayın
nerede, ne zaman ve nasıl yaşandığı gibi olayın bağlamına ilişkin birçok bilgiyi
rivâyetlerde toplamaktır. Tarihçiler herhangi bir olayla ilgili bir araya getirdikleri
rivâyetlere kendi yorumlarını katarak sunmuşlardır.
Hadisçilere göre, hadis nakleden bir râvînin kim olduğu veya ismi bilinmekle
birlikte cerh ve ta’dîl açısından durumu bilinmiyorsa, bu durumda o râvînin hadisi
sahih kabul edilmez. Muhaddislerin bir rivâyetin bütün tariklerini toplamaya
çalışmaları her ne kadar olayın bütün ayrıntılarını ve bağlamını tespit etmeye yönelik
8
bir araştırma olarak görülse de aslında muhaddislerin bununla amaçladıkları şey aynı
rivâyetin farklı varyantlarını bir araya getirerek söz konusu rivâyetin sıhhatini
pekiştirmektir. Dolayısıyla muhaddislerin esas amaçları sahih rivâyetleri tespit etmek
olduğundan onların rivâyetleri tarihçilerin rivâyetlerine göre daha sağlam olarak
kabul edilmektedir. Muhaddisler hadisle ilgili yorumlarını bab başlıklarında
zikretmişlerdir.5
Tüm bunlardan hareketle hadis ilminin hadislerin sahih olup olmadıklarıyla,
siyer ilminin ise bu rivâyetlerin kronolojik ve bütüncül bir hayat hikâyesi inşa edip
etmediğiyle ilgilendiğini söyleyebiliriz.
Bize göre, yöntem hususunda hadisçiler ile tarihçiler arasında görülen farkın,
rivâyetleri değerlendirme noktasında olduğu söylenebilir. İslam tarihçileri,
eserlerinde tenkidi, ya çok az ya da hiç yapmamakla eleştirilmişlerdir. Ancak İslam
tarihçilerinin tamamen tenkitten uzak olduğunu söylemek zordur.
Hadisçiler ise, cerh-ta’dîl sistemini kendi faaliyetlerinin zaruri unsuru haline
getirdikleri için söz konusu sistemi yegâne değerlendirme kıstası olarak görmeyen
siyer çalışmalarının çoğuna gayr-i sahîh gözüyle bakmışlardır. Özellikle bu sebeple
siyer ve tarih müelliflerinin rivâyetler üzerindeki tasarrufları hadis ilmi zaviyesinden
genellikle “tesâhül” olarak nitelendirilmiştir.
5 Tartışmalar için bkz. Öz, Şaban, Hz. Peygamber’in Sîretiyle İlgili Mevzû Haberlerin Târihî Değeri,
(Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1999 s. 2; İstemi, Fuat, Hadis ve Tarih Metodolojilerinin
Karşılaştırılması (Hicret Rivâyetleri Örneği), (Basılmamış Doktora Tezi), Dicle Üniversitesi,
Diyarbakır, 2016, s. 41-151; Yıldırım, Enbiya, Hadiste Metin Tenkidi Tarihî Süreç, Yeni Yaklaşımlar,
Rağbet Yayınları, İstanbul, 2009; Ardıç, Nurullah, “Türkiye’de Siyer Çalışmaları: Sosyal Bilim
Metodolojisi Açısından Eleştirel Bir Değerlendirme”, Cumhuriyet Devri Akademik Siyer Literatürü,
Siyer Atölyesi -1-, Meridyen Kitaplığı, İstanbul, 2009; Özkan, Halit, “Hadissiz Siyer Siyersiz Hadis
Müstakim Olur mu?” Cumhuriyet Devri Akademik Siyer Literatürü, Siyer Atölyesi -1-, Meridyen
Kitaplığı, İstanbul, 2010.
9
Hadis âlimleri eserlerinde genelde İslâm tarihini, özelde siyer alanını
ilgilendiren pek çok rivâyete yer verdikleri halde bu rivâyetleri gerek kronolojik
gerekse metinsel bir bütünlük içinde arz etme gibi bir gaye gütmemişlerdir.
Diğer yandan hadisçi tek bir olayı anlatan hadisin metninde -ister yanlışlığı
düzeltmek ister hikâyenin eksiklerini tamamlamak amacıyla olsun- tasarruf yetkisine
de sahip olmadığını düşünmektedir. Hadisçinin görevi kendisine ulaşan bir metni,
kendisi tarafından yahut önceden belirlenmiş sıhhat tespit ölçülerine göre
değerlendirmek ve bu değerlendirmeden bir şekilde başarıyla çıkan rivâyetleri
olduğu gibi aktarmaktır. Onlar ellerindeki rivâyetleri hem sened hem metin açısından
inceledikten sonra belirli başlıklar altında tasnif etmişler, siyere dair verileri de bu
çerçevede “siyer”, “fedâil”, “menâkıb” vb. başlıklar altında fakat münferit veriler
halinde sıralamışlardır.
İslâm tarihçileri, tarihî rivâyetleri tetkik etmeye değil, vakıayı ortaya
koymaya çalışmaktadırlar. Hadisçiler ise nakillerini çeşitli rivâyetler arasından bazı
tercih unsurlarını göz önünde bulundurarak seçmiş ve kullanmıştır. Hadisçiler
hadisleri değerlendirirken, hadis râvîlerinin güvenilir (sika) olması üzerinde
durmuşlardır.
Bize göre, yeni bir sîret yazabilmek için iki ilim dalı birbirinden yararlanmalı
ve yöntem birliği içinde olunmalıdır. Bu hususta ise öncelikle siyer alanında çeşitli
açılardan atılacak adımlar hakkında bize yol gösterecek “yeni bir sıhhat tanımı”
yapılması uygun olacaktır. Bu sıhhat tanımı çerçevesinde siyer rivâyetlerinde
öncelikle sened açısından sahih kabul edilebilecek olanlar belirlenmelidir. İkinci
aşamada hem hadis hem siyer kaynaklarında yer alıp da sened açısından sahih
olduğu kabul edilen rivâyetler bir metin tenkidine tabi tutulmalıdır. Üçüncü aşamada
10
hadisleri Kur’an’a, sünnete ve tarihe arz etme gibi prensipler önemlidir. Bu
prensipler sahabe neslinden itibaren uygulanagelen önemli metodlardır.
Hadis kaynaklarında isnadı sahîh-hasen olduğu halde metin yönünden zayıf,
hatta mevzu sayılan pek çok rivâyet vardır. Kanaatimizce bu konudaki en tutarlı
tutum, isnad ve metin tenkidinin aynı ortam, zaman ve zeminde birlikte uygulanması
zaruretidir. Tarih ve tabakât kaynaklarından yararlanmak, kuşkusuz ‘Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili rivâyetler’i değerlendirmede sağlam,
tutarlı ve kavrayıcı bir bakış için elzemdir.
Biz araştırmamızda kaynak tarama yöntemine başvurarak Hz. Peygamber’in
risâlet öncesi hayatıyla ilgili hadis rivâyetlerini en erken dönem hadis kaynaklarından
tek tek tespit ettik. Hadis rivâyetlerini sened ve metin açısından ele aldık ve
değerlendirdik. Muahhar hadis kaynaklarına konuyla ilgili farklı bir rivâyet olduğu
takdirde yer verdik. Çalışmamızda isnadlardaki râvileri cerh ve ta’dîl açısından
inceledik. İsnadları değerlendirilirken ise sahabeden sonraki ilk râvilerin incelenmesi
sonucu sened hakkında yeterli bir kanaat oluşmuşsa, isnadın sonlarındaki diğer
râvileri değerlendirme dışı tuttuk. Zira isnadın ikinci, üçüncü ve dördüncü
tabakasındaki râvilerin zayıf olmaları o hadisin zayıf addedilmesi için kâfîdir. Yeri
geldikçe rivâyetlerle ilgili şerhlerdeki açıklamalara yer verdik.
Daha sonra rivâyetleri tarih kaynaklarıyla karşılaştırıp metinler arasında
farklılık olup olmadığını tespit ettik. Rivâyetlerin sıhhat derecesini ortaya koyduk.
Ayrıca bazı Şîî kaynaklardaki rivâyetlere ve Batı’da konuyla ilgili yapılmış
tartışmalara da değindik. Rivâyetleri eleştirel ve analitik bir düşünce yapısıyla
inceledik ve genel bir değerlendirme yaptık. Bu rivâyetleri değerlendirirken
11
hadisçilerin isnad tenkidiyle ilgili koymuş olduğu kriterlerin yanı sıra, Kur’an ve
sünnetin bütünlüğü içerisinde, yer yer metin tahlil etmeyi de ihmal etmedik.
Kısacası yöntemle, risâlet öncesi rivâyetlerin öncelikle hadis kaynaklarından
tespiti, sıhhatlerinin ortaya konulması, rivâyetlerin tarih kaynaklarındaki durumunun
tespiti ve karşılaştırılması yapılmaya çalışılmıştır.
Araştırmanın planına gelince tez üç ayrı bölümden oluşmaktadır:
İlk bölüm, Hz. Muhammed’in doğum öncesi, doğumu ve doğum sonrasıyla
ilgili rivâyetlerin genel bir çerçevesini sunuyor. Hadis ve tarihî kaynaklardaki
rivâyetlere odaklanıyor. Yerli ve yabancı kaynaklardan hareketle değerlendirmeler ve
rivâyetler hakkında kapsamlı bir analiz yapılıyor.
Tezin ikinci bölümü, Hz. Muhammed’in çocukluk ve gençlik dönemi
hakkındaki rivâyetleri kapsıyor. Bu bölümde Hz. Peygamber’in çocukluk ve gençlik
döneminde yaşadığı hadiseler, hadis kaynakları ve ilk dönem İslâm tarihi
kaynaklardan toplanıyor. Hadisler ve tarihî rivâyetlerden hareketle karşılaştırılıyor ve
konuyla ilgili şerhlerde, yerli ve yabancı kaynaklarda yapılan tartışmalara dikkat
çekilerek her bir rivâyet tahlil ediliyor. Böylece hem muhaddislerin hem de
tarihçilerin konularla ilgili değinmedikleri ve eksik bıraktıkları yerler tamamlanıyor.
Üçüncü bölüm, Hz. Muhammed’in yetişkinlik ve olgunluk dönemi
hakkındaki rivâyetleri içeriyor. Bu bölümde de erken dönem hadis ve tarih
kaynaklarındaki rivâyetler tespit ediliyor ve bu çerçevede rivâyetlerdeki farklılıklara
işaret ediliyor. Ardından her iki ilmin kaynaklarında aktarılan rivâyetlerdeki
problemler birbirleriyle karşılaştırılıyor. Hz. Peygamber’in risalet öncesi hayatının
ana hatlarını yansıttığını düşünerek seçtiğimiz bu başlıklar, bizim araştırma boyunca
12
gerçekleştirdiğimiz rivâyet okumalarına dayanmakta ve konuya dair bütüncül bir
resmin elde edilmesini amaçlamaktadır.
Tez, genel bir değerlendirme niteliğindeki hulâsa ile sonuçlanmaktadır.
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S) DOĞUMU ÖNCESİ, DOĞUMU VE DOĞUMU
SONRASI
Bu bölümde Nur-i Muhammedî, Hz. Muhammed’in soyu ve ecdâdı, doğumu,
sünnetli doğması, isim ve künyeleriyle ilgili olarak nakledilen hadisler kısaca tahlil
edilmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda konuyla ilgili temel hadis kaynaklarında yer
alan rivâyetler aktarılacak, onları tarihî kaynaklarda takviye eden veya çelişkili olan
rivâyetler incelenecek ve hadis rivâyetleri sened ve metin açısından
değerlendirilecektir.
I. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU ÖNCESİ
A. Hz. Muhammed’in Nûruyla6 İlgili Tartışmalar
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak kuşkusuz en çok
tartışılan konulardan birisi Nûr-i Muhammedî’dir. Hz. Peygamber’in nübüvvetinin
Nûr-i Muhammedî ile ilişkilendirildiği görülmektedir. Ancak bu hususun tenkidi
gerekli bir nokta olduğunu belirtmek uygun olacaktır. Bunun yanı sıra Hz.
6 Bir kısım tasavvufî eserlerde ve Hz. Peygamber’i övgü ile tanıtmak için kaleme alınmış kitaplarda
“Nûr-i Muhammedî” veya “Hakîkat-i Muhammediyye” diye bir mefhum vardır. Sehl et-Tüsterî,
Hüseyn b. Mansûr eHallâc, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Abdülkerîm el-Cîlî, Kastallanî, Yûsuf b. İsmâîl
en-Nebhânî eserlerinde bu görüşe yer verenlerden bazılarıdır. (Demirci, Mehmet, Nûr-i Muhammedî,
Kitabevi, İstanbul, 2008); Nûr-ı Muhammed’i Hz. Peygamber’e mahsus nûr ve nübüvvet nûru demek
olup, “Tahkîk ehline göre, Hz. Muhammed her kemâlin başlangıcı, her güzel hasletin menşeidir.
Zâhiren ve bâtınen bütün faziletlerde ve kemâlâtta onun önceliği vardır. (et-Tüsterî, Sehl b. Abdillâh,
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mısır, 1329, s. 10; Muhyidîin İbnü’l-Arabî, el-Fütühâtû’l-Mekkiyye, Mısır,
1293, I/186; Hallâc, Hüseyn b. Mansûr, Kitâbü’t-Tevâsîn, çev. Yaşar Nuri Öztürk (Hallâc-ı Mansûr ve
Eseri Kitâbü’t-Tevâsin, İstanbul, 1976, s. 69; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, ter. Abdulbaki
Sad, H. Rahmi Yunanlı, İstanbul, 1983, I/20; Nebhanî, el-Envâru’l-Muhammediyye, Beyrut, 1310, s.
297; Alâaddîn Ali Dede, Muhâdârâtü’l-Evâil ve Müsâmerâtü’l-Evâhir, Beyrut, 1389, s. 20; Doğrul,
Ömer Rıza, İslâmiyet’in Geliştirdiği Tasavvuf, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1948, s. 85; Uludağ,
Süleyman, “Nûr” maddesi, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII/244-245).
14
Peygamber’in annesinin Şam saraylarını aydınlatan bir nûr görmesi meselesi
ihtilâflıdır. Âmine’nin gördüğü rüyayla ilgili hadisler muhteva açısından birbirinden
farklılık arzetmektedir. Kaldı ki, Âmine’nin bu rüyayı Hz. Peygamber’e hamileyken
mi gördüğü, yoksa onu doğurduğunda mı gördüğü hususu da ihtilâflıdır. Burada şunu
da belirtelim ki, Nûr-i Muhammedî ile ilgili olarak nakledilen diğer hadisler de ilim
ehli arasında oldukça tartışılmaktadır. Tarih kaynaklarında Nûr-i Muhammedî’nin
alınlarda parlaması cihetindeki rivâyetlerin Hz. Peygamber’in annesi ve babası
üzerinde yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Abdullâh’ın alnındaki nûr sebebiyle
kadınların Abdullâh’a evlenme teklif etmesi meselesi tarih kaynaklarında en çok
üzerinde durulan tartışmalı rivâyetlerdendir. Konunun leh ve aleyhinde olmak üzere,
ileri sürülmesi mümkün olan muhtemel mülahazalara da yer vermekle, konuyu
değerlendirmenin daha sıhhatli bir neticeye ulaşmasını sağlamak mümkündür.
1. Hadis Rivâyetlerinde Nûr-i Muhammedî
Burada konuyla hadis kaynaklarındaki konuyla ilgili rivâyetler verilecek,
onları takviye eden veya çelişkili olan rivâyetler tespit edilecek, rivâyetlerle ilgili
değerlendirmeler yapılacaktır. Rivâyetlerin isnadları tespit edilecek, râviler cerh ve
ta’dîl açısından incelenecektir.
A. Hz. Âdem’den beri sürüp gelen ve son olarak Hz. Muhammed’in
babasında beliren ‘nübüvvet nûru’nun müşahhas olarak tezâhürü ve intikali
konusunda Abdurrazzâk’ta şu bilgiye rastlıyoruz:
Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî7: “Abdullah evlenmeden önce yüzünde taşımakta
olduğu bir aydınlık dolayısıyla, Mekkeli genç kızların fazlaca ilgisini çekmekteydi.
Abdullâh Kureyş’teki erkeklerin en yakışıklısıydı. (Birgün Abdullâh) toplu halde
7 Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî isnadıyla vereceğimiz rivâyetler bu rivâyetin devamıdır.
15
bulunan (Mekkeli) kadınların (yanından) geçti. O kadınlardan birisi: ‘Ey Kureyş
kadınları! İki gözünün arasında nûr bulunan bu delikanlıyla hanginiz evlenir?’ dedi.
(Abdullah’ın) İki gözünün arasında nûr vardı. Âmine bint Vehb b. Abdimenaf b.
Zühre onunla evlendi. Abdullâh ile cinsel ilişkide bulundu ve (nûr onunla) buluştu.
Neticede Rasulullah’a (s.a.s) hamile kaldı.”8
Dokuz sayfa tutarındaki bu rivâyet, fil vak’asından başlayarak nübüvvete
kadar Hz. Peygamber’in hayatının kısa bir özetini içermektedir.
“Muhtemelen bu hadis, Zührî’ye (ö. 124) ait olduğu bildirilen es-Sîre adlı
eserin hadis musannefâtı içinde günümüze ulaşan bir kısmı olabilir. Gerçekten de
Zührî, sîret tarzı eser veren ilk müelliflerdendir.”9
Abdurrazzâk’ın (ö. 211) naklettiği bu rivâyet, Ma’mer (ö. 153) vasıtasıyla
Zührî’den naklettiği mürsel bir hadistir. Hadislerin tedvin edilmesi konusunda
gösterdiği üstün gayret, onu akranları arasında zirveye taşımakla birlikte,
muhaddisler, genelde Zührî’nin mürsel rivâyetlerine hoş bakmamışlardır. Ona göre,
Zührî’nin bu tür rivâyetlerinde senedden sadece sahâbî râvîsini düşürdüğü
zannedilmemelidir. Zira o, sahâbî râvîsini bilirse mutlaka açıkça zikreder.10
Zührî’nin tenkit edildiği konuların başında, rivâyetlerinde irsâl ve tedlis
yapması gelir. Onun irsâl rivâyetleri hakkında Yahyâ b. Saîd el-Kattân; “Zührî’nin
mürseli başkasının mürselinden daha kötüdür. Zira “o, hafızdır” derken, Zehebî
8 Abdurrazzâk, Ebû Bekr Abdurrazzâk b. Hemmâm es-San’ânî, el-Musannef, V/317, Beyrut, 1972;
Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihâru’l-Envâr: el-Câmia li Dürerî Ahbâri’l-Eimmeti’l-Athâr, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1992, XV/71. 9 Kettânî, Muhammed b. Ca’fer, er-Risâletü’l-Müstatrafe li Beyâni Meşhûri Kütübi’s-Sünneti’l-
Müşerrafe, İstanbul, 1986, s. 107 10 Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği, Değişim Yayınları, İstanbul,
2002, s. 91.
16
(ö.748), “Zührî’nin mürselleri mu’dal hadis gibidir. Zira ondan iki râvi düşmüş
olabilir…” demektedir.11
Burada söylemeliyiz ki, erken dönem tarih ve diğer hadis kaynaklarında bu
rivâyetin yer almadığı tespit edilmiştir. Abdurrazzâk’tan naklettiğimiz bu rivâyet,
muahhar kaynaklarda ise mevcuttur.12 Rivâyet Zührî’den nakledilmiştir ve Zührî ise
isnad konusunda tenkide uğramıştır. Kısacası; Abdurrazzâk’ın Zührî’den naklettiği
rivâyet aradaki sahabeyi ve muhtemelen başka birilerini atlaması sebebiyle
“mürsel”dir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Zührî’nin sahabeden direkt
rivâyeti azdır. Çoğu yaşlı tabiîndendir.
B. Âmine’nin gördüğü rüyayla ve doğumu esnasında yaşanan olaylarla ilgili
kaynaklarda şu rivâyetler mevcuttur:
I. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebû’l-‘Alâ Hasen b. Sevvâr13-Leys14-
Muâviye15-Saîd b. Süveyd16-Abdu’l-‘Alâ b. Hilâl es-Sülemî17-Irbâd b. Sâriye18:
11 Zehebî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrut, 1402/1982, V/339. 12 Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn, Delâilü’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvâli Sâhibi’ş-Şeria,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985, I/87. 13 Hasan b. Sevvâr: Ebû’l-‘Alâ el-Hasan b. Sevvâr (ö. 217): Ebû Hâtim sadûk olduğunu, Ahmed b.
Hanbel ise bir beis olmadığını ifade etmiştir. Zehebî, sika olduğunu belirtmiştir. (İbn Ebî Hâtim er-
Râzî, Ebû Muhammed Abdurrahmân, Kitabü’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
2002, III/19; Zehebî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mîzânu’l-İ’tidâl fî Nakdi’r-
Ricâl, Dâru İhyâ-i Kütübi’l Arabiyye, 1963, I/493-494; İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Askalânî,
Tehzîbü’t-Tehzîb, Dâru Sâdr, Beyrut, 1326, II/281-282). 14 Leys b. Sa’d b. Abdurrahman el-Fehmî (ö. 175): Tâbiîndendir. İbn Sa’d, Ahmed b. Sa’d ez-
Zührî, Iclî, Nesâî ve Ya’kûb b. Şeybe gibi bir çok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Ancak
Yahyâ b. Maîn semâda mütesâhil davrandığını söylemiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/244-245;
Zehebî, Mîzân, III/423; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/459-465). 15 Muâviye b. Salih: Ebû Amr, Ebû Abdurrahman Muâviye b. Sâlih (ö. 172): Hımslı olup İbn
Maîn, Iclî, Nesâî, Ebû Zür’a, İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/438-439; İbn Hacer, Tehzîb, X/209-212). 16 Saîd b. Süveyd el-Kelbî: İbn Hibbân es-Sikât adlı eserinde güvenilir râvîler arasında onu da
zikretmiştir. (İbn Hibbân, Ebû Muhammed b. Ahmed el-Bustî, es-Sikât, Dâiratü’l-Ma’rifeti’l-
Osmâniye, Haydarabâd, 1973, 1983, VI/361; İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/29); Buhârî, “lâ yütâbau fî
hadisihî” sözleriyle onun hakkındaki kanaatini bildirmiştir. (Zehebî, Mîzân, II/145); Buhârî,
Muâviye’den merfu olarak rivâyet ettiği “Âdem toprağında çamur halindeyken ben Ümmü’l-Kitap’ta
Allah’ın kulu ve Peygamberlerin sonuncusuydum.” hadisi sahih değildir sözleriyle hadis hakkındaki
kanaatini bildirmiştir. (İbn Hacer, Ta’cîlü’l-Menfaa bi Zevâidi Ricâlil-Eimmeti’l-Erbaa, Beyrut, t.y, s.
152).
17
Resûlullah’ın (s.a.s) şöyle dediğini işittim: “Ben Allah’ın kuluyum ve
Peygamberlerin sonuncusuyum. (Hz. Peygamber) bunun benzerini zikretti. Ona şunu
ekledi: Şüphesiz ki Allah Rasûlü’nün annesi, onu doğurduğunda kendisinden Şam
saraylarını aydınlatan bir nûr çıktığını görmüştür.”19
Irbâd b. Sâriye rivâyetinin isnadındaki râviler hakkında cerh ve ta’dîl
imamlarının müsbet kanaatleri olmakla birlikte, isnadında cerh-ta’dîl otoriteleri
tarafından cerhedilen Saîd b. Süveyd el-Kelbî bulunduğundan bu rivâyet klasik hadis
usûlü bakımından “zayıf”tır.
II. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebu’l-Yemân el-Hakem b. Nâfi’20 Ebû
Bekr21- Saîd b. Süveyd-İrbâd b. Sâriye es-Sülemî: Rasûlullah’ın (s.a.s): “…(Ben)
atam İbrâhîm’in duası, Îsâ’nın kavmine müjdesi, annemin kendisinden Şam
saraylarını aydınlatan bir nûrun çıktığını gördüğü rüyasıyım. İşte Peygamberlerin
anneleri böyle rüya görürler.”22
Ebû Bekr’in durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
İrbâd b. Sâriye’den nakledilen bu rivâyetin diğer bir isnadı şöyledir:
17 Abdu’l-‘Alâ b. Hilâl es- Sülemî: Irbâd b. Sâriye’den ve Ebû Ümâme el-Bâhilî’den rivâyet etmiştir.
Ondan Saîd b. Süveyd aktarmıştır. Şam ehlindendir. (İbn Hibbân, es-Sikât, V/128). 18 İrbâd b. Sâriye: Ebû Nüceyh Irbâd b. Sâriye es-Sülemî: Suffe ashabındandır. Şam’a yerleşmiş
ve orada vefat etmiştir. (İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed, el-İstîâb fî
Marifeti’l-Ashâb, Dâru Nahdati Mısr, Kâhire, t.y, III/1238-1239). 19 Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/127, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1982. (Hadis rivâyetlerinin
değerlendirilmesi için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, Lübnan, 1999
(thk. Arnaût, XXVIII, 379-382, 395-396)). 20 Hakem b. Nâfi’ el-Behrânî Ebû’l-Yemân el-Hımsî (ö. 211/222): Sika, sadûk, sebttir. İmam ve
huccettir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/143; İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, Dâru’l-Âsıme, Riyad,
1416/1423, s. 264 ). 21 Ebû Bekr b. Abdillâh b. Ebî Meryem el-Gassânî (ö.256): Harb b. İsmâîl, Ahmed, Ebû Hâtim,
Ebû Zür’a, Nesâî ve Darekutnî gibi birçok âlim tarafından zayıf görülmüştür. (Zehebî, a.g.e, IV/497-
498; İbn Hacer, Tehzîb, XII/28-30). 22 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/128
18
1. Rasûlullâh (s.a.s)-İrbâd b. Sâriye-Abdullâh b. Hilâl es-Sülemî-Saîd b.
Süveyd el-Kelbî-Muâviye b. Sâlih-Abdurrahmân b. Mehdî23-Ahmed b. Hanbel-
Abdullah.24
Saîd b. Süveyd’in mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf” tır.
III. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebû’n-Nadr- Ferec25-Lokmân b. Âmir26-Ebû
Ümâme27: “Yâ Rasûlallâh! Senin peygamberliğinin ilk başlangıcı nasıldı? dedim.
(Hz. Peygamber): ‘Atam İbrâhîm’in duası, Îsâ’nın müjdesi, annem beni
doğurduğunda Şam saraylarını aydınlatan bir nûrun ondan çıkmasıdır’ dedi.”28
Ebû Ümâme el-Bâhilî rivâyetinin isnadındaki râvîler hakkında cerh ve ta’dîl
imamlarının müsbet kanaatleri olmakla birlikte, Ferec b. Fadâle’nin cerh-ta’dîl
otoriteleri tarafından cerhedilmesi sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
C. Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Ya’kûb-Ahmed b. Abdilcebbâr-Yunus b.
Bükeyr-İbn İshâk-Sevr b. Yezîd29-Hâlid b. Ma’dân30-Rasûlullâh’ın ashabından: “Ya
Rasûllallah bize kendinden haber ver” dediler. (Hz. Peygamber): ‘Ben atam
23 Abdurrahmân b. Mehdî b. Hassân b. Abdirrahmân el-Anberî (ö. 198): Ondan Ahmed rivâyet
etmiştir. Ebû Hâtim, İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika kabul edilmiştir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, VI/279-281). 24 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/127. 25 Ferec b. Fadâle b. Nu’man b. Naîm et-Tenûhî (ö. 176/177): Lokmân b. Âmir’den rivâyet
etmiştir. Fellâs, salih olduğunu söylemiştir ancak İbn Ebî Şeybe, Abdullâh b. Medînî, Dârekutnî, Sâcî,
Buhârî ve Müslim gibi birçok âlim tarafından zayıf görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/114-115;
Zehebî, Mîzân, III/343-345; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/260-262). 26 Lokmân b. Âmir el-Evsâbî : Ebû Ümâme’den rivâyet etmiştir. Ondan Ferec b. Fadâle nakletmiştir.
İbn Hibbân onun sika olduğunu söylemiştir. Ebû Hâtim hadisinin yazıldığını belirtmiştir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VII/248; Zehebî, Mîzân, III/419; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/455-456). 27 Ebû Ümâme: Sudey b. Aclân b. Vehb Ebû Ümâme (ö. 81/86): Sahabidir. Nebi (s.a.s)’den rivâyet
etmiştir. İbn Sa’d Şam’da yaşadığını, İbn Uyeyne Şam’da ölen sahabilerin sonuncusu olduğunu, İbn
Hibbân Sıffin’de Ali ile beraber savaştığını belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/420-421). 28 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/262. 29 Sevr b. Yezîd b. Ziyâd el-Kelâî (50/53/55): Hâlid b. Ma’dân’dan rivâyet etmiştir. İbn Sa’d,
Osmân ed-Dârimî, Ya’kub b. Süfyân, Ali, Vekî’ ve Iclî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/396-397; İbn Hacer, Tehzîb, II/33-35). 30 Hâlid b. Ma’dân b. Ebî Kerb el-Kelâî (ö. 103): Ondan Sevr b. Yezîd rivâyet etmiştir. Iclî, Ya’kûb
b. Şeybe ve Muhammed b. Sa’d ve İbn Hırâş gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, III/347; İbn Hacer, Tehzîb, III/118-120).
19
İbrâhîm’in duasıyım. Îsâ’nın müjdesiyim. Annem bana hamileyken Busrâ’yı
aydınlatan bir nûrun çıktığını gördü.’ Busrâ Şam topraklarındandı” buyurmuştur.31
Hâkim (ö. 405) bu hadisin isnadı sahih olmasına rağmen, Buhârî ve Müslim
tahric etmemiştir” demiş, Zehebî (ö. 748) de onu doğrulamıştır.32 Bu hadis tâbiînden
Hâlid b. Ma’dân’ın mürsel olarak naklettiği haberdir. Burada sahâbiler
Rasûlullah’tan (s.a.s) kendi peygamberliği hakkında bilgi vermesini isteyince Hz.
Peygamber, ‘İbrahim’in duasından’ itibaren olan kısmı söylemiştir.33
Burada şunu da hemen belirtelim ki, Nûr-i Muhammedî ile ilgili rivâyetlerin
ilki, mürsel olduğu için diğerleri ise isnadlarında bulunan zayıf râvîler tarafından
nakledildiği için klasik hadis usûlüne göre her birisi “zayıf” rivâyettir. Dolayısıyla bu
rivâyetlerin ihtiyatla karşılanması yerinde olacaktır.
Rivâyetlerde geçen Hz. İbrâhîm’in duası kısmı âyetlerle de
desteklenmektedir. Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrâhîm’in Hz. Peygamber’in geleceğini
müjdelediğini açıkça bildiriyor: “Rabbimiz! Onlara içlerinden senin âyetlerini
kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek ve onları arındıracak bir
elçi gönder. Şüphesiz üstün, güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin”34 diye niyazda
bulunmuştur.
Sonra, Hz. İbrâhîm’in duasının kabul olunduğu şöyle belirtilir: “ O, ümmî bir
kavim içerisinden, onlara âyetlerini okuyan, arındıran, kitabı ve hikmeti öğreten bir
peygamber gönderendir…”35
31 Hâkim, en-Nîsâbûrî, Ebû Abdillâh Muhammed, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Mektebetü’l-
Matbûati’l-İslâmî, Halep, t.y, II/600. 32 Hâkim, a.g.e, II/600. 33 Hâkim, a.g.e, II/600; Uyar, Gülgün, Hz. Muhammed’in Risâlet Öncesi Hayatına Dair Bazı Rivâyet
Farklarının Tesbiti, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1993, s. 13-14. 34 Bakara, 2/129. 35 Cum’a, 62/2.
20
Bu husus bir kez de Mekkeli müşrikler muhatab alınarak vurgulanmaktadır:
“Nitekim, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size kitabı, hikmeti ve
bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.”36 buyrulmaktadır.
Hz. İsa’nın kendisinden sonra gelecek Ahmed adındaki elçiyi müjdelediği
Kur’an’da da belirtilmektedir.37 Saff sûresinin altıncı âyetinde açık bir dille
belirtildiği üzere, Hz. İsa Tevrat’ı açıkça onaylamış ve kendisinden sonra Ahmed
ismiyle bir peygamber’in geleceğini müjdelemiştir.38
Annesinin rüyasıyla ilgili olarak şunları ifade etmek mümkündür:
Metin açısından rivâyetlerde lafız farkı olduğu görülmektedir. İbn Hacer,
İrbad b. Sâriye’den gelen rivâyette Rasulullah’ı doğurduğunda ondan Şam saraylarını
aydınlatan bir nûrun çıktığını, bunu Ahmed’in, İbn Hibbân ve Hâkim’in tahric
ettiğini nakletmektedir.39
Ahmed b. Hanbel’in naklettiği rivâyetlerde metinler arasında farklılıklar
mevcuttur: İlk rivâyette, Hz. Peygamber’in annesinin söz konusu rüyayı Hz.
Peygamber’i dünyaya getirdiği zaman gördüğü haber verilmiştir. Hâlbuki diğer
rivâyetlerde, Hz. Peygamber kendisinin “hâtemü’n-nebiyyîn” (nebîlerin sonuncusu)
olduğunu ifade ederken; diğer bütün Peygamberler’in anneleri gibi kendi annesinin
de oğlu için bir rüya görmesinden bahsetmektedir. Ancak rivâyette Hz. Âmine’nin
gördüğü rüyanın zamanı hakkında bir şey belirtilmemektedir.
36 Bakara, 2/151. 37 Kaya, Osman, “İlâhî Kitaplarda Hz. Muhammed’in Geleceğini Müjdeleyen Haberler ve Kur’an’da
Bu Haberlere Yapılan Atıflar”, HÜİF Dergisi, Yıl:10, Sayı: 13, Ocak-Haziran 2004, s. 171-198. 38 Müslümanlara göre Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in müjdelemesiyle ilgili olarak yer alan
pasajlardan diğerleri şunlardır: Tekvîn, 49/10; Tesniye, 18/17; 32/21; Mezmur,45, 109; İşaya, 21/6-9;
42/9-17; 54; 60/1-7; 65/1-6; Daniel, 2/31-45; Matta, 3/2; 4/17; 6/10; 10/7; 13/31-32; 20/1-16; 21/33-
44; Luka, 9/2; 10/9; Yuhanna, 15/26; 16/7-8 (Aydın, Mehmet, “Beşâirü’n-Nübüvve” maddesi, DİA,
İstanbul, 1992, V/550); Hz. Peygamber’in Tevrat ve İncil’de müjdelenmesi konusu için bkz. Mustafa,
Tasîr, “Muhammed vellezîne meahû… fî’t-Tevrâti ve’l-İncîl”, Mecelletü’l-Ezher, Sayı: 3, 1973,
Kahire, 45/196-201. 39 İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Matbaatü’s-Selefiyye,
Kahire, 1380, VI/583.
21
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, Âmine’nin hamileyken bu
rüyayı gördüğü şeklinde farklı farklı anlatımların mevcut olduğunu görmekteyiz:
Müstedrek’teki rivâyette, Müsned’deki rivâyetlerden farklı iki unsur göze
çarpmaktadır: Bunların ilki, Hâkim’in (ö. 405) zikrettiği iki hadiste geçen ve hadis
metninin sebeb-i vürûdu olarak kabul edebileceğimiz fazlalıklardır. Diğeri ise, Hz.
Peygamber’in annesinin gördüğü rüyanın zamanı konusundaki farklılıktır. Söz
konusu rivâyetlere göre Hz. Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bize kendinden
bahset…” denilmiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber: “… (Ben) atam İbrâhîm’in
duası, Îsâ’nın müjdesi ve annem bana hamile kaldığı zaman, kendisinden çıkarak
Busrâ’yı aydınlatan bir nûr gördüğü (rüyasıyım)” buyurmuştur. Ahmed b. Hanbel’in
Müsned’inde geçen rivâyette, Hz. Âmine’nin, Hz. Peygamber’i dünyaya getirdiği
zaman bir rüya gördüğü belirtilirken; bu rivâyette Hz. Âmine’nin söz konusu rüyayı
Hz. Peygamber’e hamile kaldığı zaman gördüğü ifade edilmektedir.
Burada şunu da belirtelim ki, benzer şekilde tarih kaynaklarında da
Âmine’nin bu nûru ya hamileyken, ya Hz. Muhammed’i dünyaya getirirken, ya da
her iki zamanda görmüş olduğu şeklinde üç ayrı görüşü yansıtan, üç farklı rivâyetin
nakledildiği görülmektedir.
İbn İshâk (ö. 151) rivâyetlerinde Hz. Muhammed’le birlikte bu nûrun
doğmasının onun yüce şahsiyetinin bir delili olduğu ifade edilirken, es-Sîretü’n-
Nebeviyye’de, Âmine’nin bu nûru hamile iken gördüğü zikredilmektedir.40 Halime,
Hz. Peygamber’i ikince defa Mekke’ye getirdiğinde, Âmine, Halime’ye ‘şeytanın
40 İbn İshâk, Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk b. Yesâr, Sîretü İbn İshâk el-Müsemmâ bi Kitâbi’l -
Mübtede’ ve’l-Meb’as ve’l-Megâzî, nşr. Muhammed Hamidullah, Konya, 1981, Hayra Hizmet Vakfı;
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I/158, 1955, s. 28.
22
ona zarar veremeyeceğini, bebeğine hamile kaldığında kendisinden Şam
topraklarındaki Busrâ saraylarını aydınlatan bir nûrun doğduğunu’ haber vermiştir.41
Diğer rivâyetlerde ise bizzat Âmine, doğum esnasında kendisinden bir nûrun
çıktığını haber vermektedir.42 İbn Sa’d (ö. 230)’daki rivâyette Hz. Muhammed,
kendisini dünyaya getirdiğinde annesinden bu nûrun çıktığını görmüştür.43
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, bu konuda farklı rivâyetlerin
nakledildiğini görmekteyiz: İbn Hibbân’ın (ö. 354) “es-Sîre”sinde yer alan bir metin,
nûrun rüyada çıktığından bahsetmektedir.44 Bu daha tutarlı olmasına rağmen Halebî
(ö.1044) nûrun hem rüyada hem de uyanıkken çıktığını savunmuştur.45
Şaban Öz, bu konuda şu mütâlaalarda bulunmaktadır: “Ancak şu da bir
hakikattir ki, bu olay daha sonraları söz konusu edilmemiş, Araplar arasında
yayılmamıştır. Zira olayın vukuu olağanüstü bir durumdu ve bundan dönemin
Arapları’nın hiç bahsetmemiş olmaları imkansızdır. Bu nedenlerden dolayı siyer
kitaplarında zikredilen bu haberin aslı olmadığı kanaatini taşımaktayız.46
Hz. Muhammed’in annesinin, bu rüyayı hamileyken mi yoksa doğum
esnasında mı gördüğü hususu tartışmalıdır. Bu konuda üç farklı görüş
belirtilmektedir: Bu olayın iki defa gerçekleştiği öne sürülmüştür.47 Ebû Umâme el-
Bâhılî’nin rivâyeti48 bu rivâyette sadece, annesinin kendisinden sâdır olan ve Şam
saraylarını aydınlatan bir nûr gördüğünden bahsetmektedir. Şu kadar var ki
41 İbn Hişâm, a.g.e, I/165. 42 Muhammed b. Sıddîk el-Gumârî, el-Ehâdîsü’l-Müntekâtü fî Fedâili Seyyidinâ Rasûlillâh, Dâru
Cevâmiu’l-Kelîm, Kahire, s. 17-20. 43 İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, 1985, I/150. 44 İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed el-Bustî, es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ,
Müessesetü’l-Kütübi’s-Sakâfiye, Beyrut, 1987, s. 53. 45 Halebî, Ali b. Burhâneddin, İnsânu’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emini’l-Me’mûn, Mısır, 1964, I/77. 46 Öz, Şaban, Hz. Peygamber’in Sîretiyle İlgili Mevzû Haberlerin Tarihî Değeri, s. 43. 47 İbn Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, t.y, I/103. 48 İbn Sa’d, a.g.e, I/102.
23
rivâyetlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in beyanlarında da haber verildiği gibi, nûrun
hamile iken görüldüğünü bildirmektedir.49
“Ancak Hâlid b. Ma’dân’ın bu mürsel rivâyetinin yanında, sahabî râvisi Utbe
b. Abd es-Sülemî olan merfu hadisten50 söz konusu nûrun doğum esnasında
görüldüğü anlaşılmaktadır.
Rivayetlerin tamamı sıhhat açısından değerlendirildiğinde Âmine’nin bu
rüyayı doğum sırasında gördüğü ağırlık kazanmaktadır. Fakat bunun, tam doğum
anında uyku halinde görülen bir rüya gibi düşünülmesi mantıklı değildir. Zira doğum
yapmakta olan bir kadının uyuması mümkün değildir. Muhtemelen o, doğumdan bir
müddet sonra, kendisinden geçtiği bir keyfiyette dinlenirken bu rüyayı görmüş
olmalıdır.”51
Bu rivâyete savunmacı yaklaşanlar “sözü edilen rüyayla sembolize edilen
gerçek, yine rivâyetin sahihliğine işaret etmektedir” demektedir. Bu gerçek, Hz.
Peygamber’in gelmesiyle Şam dâhil dünyanın her yerinde, şirk karanlığını ortadan
kaldıran İslâm’ın hidâyet nûrudur. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah: “Gerçekten size
Allah’tan bir nûr ve apaçık bir kitap geldi”52 buyurmaktadır. Âyetteki “nûr” ile Hz.
Peygamber’in kastedilmesi mümkündür. Nitekim tefsirlerde de buna işaret
edilmiştir.53
Burada şunu da belirtelim ki, Hâkim’in naklettiği hadiste yukarıdaki
rivâyetten farklı iki lafız vardır. Birincisi, Hz. Peygamber’in annesinden sâdır olan
49 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 15. 50 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/184-185; Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdurrahmân,
Sünenü’d-Dârimî, Mukaddime 3, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, I/8-9; Hâkim, a.g.e, II/616-617.
(Rivâyetler isnad ve metin açısından Şakku’s-sadr başlığı içerisinde incelenmiştir.). 51 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 103. 52 Mâide, 5/15. 53 Kastallânî, Ahmed b. Muhammed, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye bi’l-Minahi’l-Muhammediyye,
Beyrut, 1991, I/128.
24
nûrun aydınlattığı yer Busrâ’dır. İkincisi, ise o, bu rüyayı Rasûlullah’ı (s.a.v)
doğururken değil, ona hamileyken görmüştür. Şam sarayları yerine Busrâ isminin
geçmesi bir çelişki meydana getirmez. Zira Busrâ, Şam bölgesinde mündemiç bir
yerleşim birimidir. Nitekim Hâkim’in rivâyetinde bu husus açıkça belirtilmiştir. Bu
yönüyle Şam’ı ifade eden rivâyetler geneldir; ama Busrâ ifadesi ise münhasıran
rivâyetin geçtiği yeri göstermektedir. Yine tarihî verilere bakıldığında, Şam
bölgesinde ilk fethedilen yerin Busrâ şehri olması dolayısıyla temsilî tarzda
“Muhammedî nûr”un ilk önce aydınlattığı yerin burası olduğu görülür.54
Benzer mütâlaaları Süheylî (ö. 581) de serdetmektedir: Süheylî de Şam ve
Busrâ saraylarını aydınlatan nûru, kısa zamanda oraların fethedilmesi ve İslâm’a
kazandırılması şeklinde yorumlamıştır.55
Rivâyeti eleştiren Ramazan Boyacıoğlu ise meseleye farklı bir perspektiften
bakmakta, sebep-bağlam ilişkisinden hareketle rivâyetin sahih olmadığını
savunmaktadır: “Hz. Muhammed’in Âdem’den beri gelen bir nûr ile yüceltilmek
istenilmesi, ya da doğum anında böyle bir nûrun çıkması ve bütün çevreyi
aydınlatmış olması gibi olayların anlatılması, hem Kur’an’a, hem akla, hem bilime
ve hem de Sünnetullah’a ters düşmektedir. Eğer Hz. Muhammed bazılarının dediği
gibi doğuştan itibaren peygamber olmuş olsaydı, bu Kur’an’da belirtilirdi. Kaldı ki,
gerçek nûr Kur’an’ın nûrudur, yani Kur’an’ın aydınlatmasıdır.”56
Bu rivâyetlerden şu neticeleri çıkartabiliriz: Hadis kaynaklarındaki metinler
arasında lafız farklılıkları mevcuttur. Hz. Peygamber’den nakledilen
54 Şâmî, Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Raşâd fî Sîreti Hayri’l-Ibâd, Kahire,1990
I/411. 55 Süheylî, Ebû’l-Kasım Abdurrahmân b. Abdillâh, er-Ravzü’l-Ünüf, Kahire, 1971, I/192. 56 Boyacıoğlu, Ramazan, “Hz. Muhammed’in Vahiy Öncesi Dönemi”, CÜİFD, c: 5, sayı: 1, 2001
s. 19.
25
“Peygamberler’in anneleri böyle rüya görürler” rivâyeti bu durumun bir rüya
olduğunu açıkça ifade etmektedir.
“Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241) Müsned’inde üç ayrı yerde geçen57 hadisin bir
rivâyeti ile Heysemî’nin kaydettiği bir rivâyette58 sözü edilen rüyanın konusuna
temas edilmemektedir. Fakat diğer rivâyetlerde ise, rüyada Dımaşk veya Busrâ’daki
sarayları aydınlatacak şekilde güçlü bir nûr görüldüğü ifade edilmektedir. Hadisin
arzettiği bu farklı muhtevadan hareket eden bazı araştırmacılar, hadiste rüyanın
mahiyetinden bahseden kısmın metne sonradan ilave edildiğini ileri sürmüşlerdir.”59
D. Kur’an’da açıkça ifade edildiği üzere Hz. Âdem, yaratılan beşerin ilki,
Rasûl-i Ekrem ise “Hâtemu’n-Nebiyyin”, yani peygamberlerin sonuncusudur. Bu
Kur’anî gerçeklere rağmen Hz. Peygamber hem ilk önce yaratılan insan, hem de
âlemlerin yaratılış sebebi olarak takdim edilmiştir.60
Ali b. Hamşâz el-Adl-Hârûn b. Abbâs el-Hâşimî-Cendel b. Vâlik-Amr b. Evs
el-Ensârî-Saîd b. Ebî Arûbe-Katâde-Saîd b. el-Müseyyeb-İbn Abbâs: “Allah, Îsâ’ya
şöyle vahyetti: ‘Yâ Îsâ! Muhammed’e inan ve ümmetinden ona ulaşanlara da iman
etmelerini emret. Eğer Muhammed olmasaydı Âdem’i yaratmazdım. Muhammed
olmasaydı ne cenneti yaratırdım ne de cehennemi. Arş’ı su üstünde halk etmiştim de
sallanmaya başladı. Nihâyet üzerine “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Rasûlullâh”
yazdım da böyle bir sükûnete kavuştu’ buyurmuştur.”61 Bunu sadece Hâkim,
Müstedrek’inde rivâyet etmiştir.
57 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/127-128; V/262. 58 Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebî Bekr, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l Fevâid, Mektebetü’l-Kudsî,
Kahire, 1353, VIII/ 223. 59 Tartışmalar için bkz. Algül, Hüseyin, “Hz. Muhammed’in (sas) Doğumu ve Doğduğunda Meydana
Geldiği Rivâyet Edilen Hadiseler” (Siyervakfı.org adresinden nakledilmiştir.) s. 5-8; Suyûtî,
Hasâisu’l-Kübrâ, nşr. M. Halil Herrâs, (nâşirin dipnotu), Dâru’l-Kütübi’l-Hadîs, y.y, t.y, I/114, not: 5. 60 Erul, Bünyamin, “Uydurma Rivâyetlerde Peygamber Tasavvuru”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin
Yeri ve Değeri, Kutlu Doğum Sempozyumu, 2001, TDV Yayınları, Ankara, 2003, s. 420. 61 Hâkim, a.g.e, II/614-615.
26
Hâkim (ö. 405) isnadının sahih olduğunu söyler. Fakat Zehebî (ö. 748)
Telhîs’inde: “Bunun Saîd b. Ebî Arûbe üzerine uydurulmuş bir söz olduğunu
zannediyorum” demektedir.62 Zehebî, Mîzân’da63 senedde bulunan başka bir râvi için
de aynı kanaatleri dile getirir. Saîd, sika olarak değerlendirilmekle birlikte İbn Ebî
Hayseme, “Yahya’dan naklen mürseldir” demektedir. Ezdî, Saîd b. Ebî Arûbe’nin
kötü bir şekilde ihtilât ettiğini belirtmektedir. Nesâî (ö. 303), “ihtilâtından sonra Saîd
b. Ebî Arûbe’den işitilen şeyin bir kıymeti yoktur” demektedir.64
Hâkim’in mütesahil olduğu da düşünülürse rivâyeti son derece ihtiyatla
karşılamak gerekir.65
E. Ebû Saîd Amr b. Muhammed b. Mansûr el-Adl-Ebû’l-Hasen Muhammed
b. İshâk b. İbrâhîm el-Hanzâlî-Hâris b. Abdullâh b. Müslim el-Feherî-İsmâîl b.
Mesleme-Abdurrahmân b. Yezîd b. Eslem-Yezîd b. Eslem-Eslem-Ömer b. el-Hattâb:
“Âdem o bilinen hatayı işlediği zaman: “Yâ Rabbi! Muhammed hakkı için beni
bağışlamanı istiyorum” dedi. Allah Teâlâ: “Ey Âdem! Ben Muhammed’i cismen
yaratmadığım halde sen onu nereden biliyorsun?” dedi. Âdem: “Yâ Rabbi! Sen beni
elinle yaratıp bana ruhundan üflediğin vakit başımı kaldırdım ve arşın direkleri
üzerinde “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Rasûlullâh” yazılı olduğunu gördüm.
Biliyorum ki sen kendi ismine ancak yaratıkların en sevgilisini izâfe edersin” dedi.
Yüce Allah: “Doğru söyledin ey Âdem! Onun hakkı için istiyorsan bağışladım seni.
Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım” buyurdu.66
62 Hâkim, a.g.e, II/615. 63 Zehebî, a.g.e, II/151, Dâru İhyâ-i Kütübi’l Arabiyye, 1963. 64 İbn Hacer, Tehzîb, IV/63-66. 65 Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), Ankara, 1996, s. 119. 66 Hâkim, a.g.e, II/615
27
Hâkim’in isnadını sahih kabul ettiği hadisin, Zehebî (ö. 748), Telhîs’inde
mevzu olduğunu ve seneddeki Abdurrahmân’ın vâhî olduğunu söylemiştir.67
Zehebî’nin değerlendirmeleri çerçevesinde rivâyetin mevzu olduğu
anlaşılmaktadır.
F. Hz. Peygamber’in Hz. Âdem’den daha önce yaratıldığı ve mahlûkatın
yaratılış sebebi olduğu fikri ile de yetinilmemiş, henüz Âdem tam olarak
yaratılmamışken, Rasûl-i Ekrem’in Peygamber olduğu kanaati de rivâyetlere
yansıtılmıştır.68
Ebû Hemmâm el-Velîd b. Şücâ’ b. Velîd el-Bağdâdî69-Velîd b. Müslim70-el-
Evzâî71-Yahyâ b. Kesîr-Ebû Seleme72-Ebû Hureyre: “Yâ Rasûlallâh! Sizin için
Peygamberlik ne zaman sabit oldu? diye sordular. O da: ‘Âdem ruh ile ceset arasında
iken’ diye cevap verdi.”73
Rivâyetin isnadında ihtilâfla birlikte mecrûh görülen Velîd b. Müslim ve Ebû
Hemmâm Velîd b. Şücâ’ bulunduğundan bu rivâyet klasik hadis usûlü bakımından
“zayıf”tır.
67 Hâkim, a.g.e, II/615 68 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 421. 69 Ebû Hemmâm Velîd b. Şücâ’ b. Velîd el-Bağdâdî (ö. 243): Velid b. Müslim’den rivâyet etmiştir.
Ebû Zür’a ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. Ebû Hâtim ise hadisinin
yazılabileceğini ama onunla ihticâc edilemeyeceğini ifade etmektedir. (Zehebî, Mîzân, IV/339-340;
İbn Hacer, Tehzîb, XI/135-136). 70 Velîd b. Müslim el-Kuraşî (ö. 195): Benî Ümeyye’nin mevlâsıdır. Evzâî’den rivâyet etmiştir. İbn
Sa’d, Iclî ve Ya’kûb b. Şeybe sika olduğunu belirtmektedir. Müemmel b. Ehab ve Ebû Mesher, Velîd
b. Müslim’in, Evzâî’nin hadisini yalancılardan rivâyet ettiğini ve onlardan tedlis yaptığını
söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/21-22; Zehebî, Mîzân, IV/347-348; İbn Hacer, Tehzîb,
XI/151-155). 71 Evzâî: Abdurrahmân b. Amr b. Ebî Amr (ö. 51/55/56): Osman ed-Dârimî ve İbn Sa’d sika
olduğunu belirtmektedir, ancak İbrâhîm b. el-Harbî ve Beyhakî zayıf olduğunu söylemektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, V/324-325; Zehebî, Mîzân, II/580; İbn Hacer, Tehzîb, VI/238-242). 72 Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf b. Abdiavf ez-Zührî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir.
Ondan Yahyâ b. Ebî Kesîr nakletmiştir. İbn Sa’d ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. (İbn
Hacer, Tehzîb, XII/115-118). 73 Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, es-Sünen, Menâkıb, 1, hadis no: 3609, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1981, V/585.
28
Ebû Hureyre’den nakledilen bu rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Racül-Abdullâh b. Şakîk74-Hâlid el-Huzâî75-Hammâd76-Süreyc b.
Nu’mân77-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.78
Şunu ifade etmek gerekir ki, isnadında mechûl râvî bulunması sebebiyle bu
hadis klasik hadis usûlü bakımından “zayıf”tır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, hadisi bu tarikle Ebû Hureyre’den Tirmizî
(ö. 279) rivâyet etmiş “hasen-sahîh-garîb” değerlendirmesinde bulunmuş ve bu
konuda “Meyseretu’l-Fecr’in de hadisi vardır” demiştir.79 Benzer lafız ve farklı
tarikle hadisi Hâkim rivâyet etmiş ve bu, hadisin şahidi kabul edilmiştir.80
Tirmizî şârihi Mubârekfûrî (ö.1935), bu hadisi, Hz. Âdem’in ruhu ile
cesedinin birleşmesinden önce, Hz. Muhammed’in nebî olduğu şeklinde anlayarak
başka rivâyetlere yer vermiştir.81
İbn Teymiyye (ö.728), bu rivâyetin aslının olmadığını, bu lafızla rivâyetin
bâtıl olduğunu söylemiştir.82
74 Abdullâh b. Şakîk el-Ukaylî (ö. 108): Ondan Hâlid el-Huzâî rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, Ahmed b.
Hanbel, Ebû Hâtim, Ebû Hırâş, Iclî, Ebû Zür’a ve Yahyâ b. Maîn gibi birçok âlim tarafından sika
görülmüştür. İbn Adî hadisinde bir beis olmadığını söylemiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/97; Zehebî,
Mîzân, II/439-440; İbn Hacer, Tehzîb, V/253-254). 75 Hâlid el-Huzâî: Ondan oğlu Nâfi’ rivâyet etmiştir. Kûfelilerden addedilmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, III/355; Zehebî, Mîzân, I/648). 76 Hammâd b. Seleme b. Dînâr (ö. 167): İshâk b. Mansûr, Sâcî, İbn Sa’d ve Nesâî gibi birçok âlim
tarafından sika görülmüştür. İbn Sa’d, bazen münker hadis naklettiğini belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, III/154-155; Zehebî, Mîzân, I/590-595; İbn Hacer, Tehzîb, III/11-16). 77 Süreyc b. Nu’mân b. Mervân el-Cevherî (ö. 217): Bağdatlı olup, ondan Ahmed b. Hanbel rivâyet
etmiştir. Ebû Hâtim, Mufaddal el-Ğalâbî, Iclî, Ebû Dâvûd, İbn Sa’d ve Dârekutnî gibi birçok âlim
tarafından sika görülmüştür. Ancak Ahmed b. Hanbel ise onun hadislerde “ğalat” (hata) olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/281; Zehebî, Mîzân, II/116; İbn Hacer, Tehzîb, III/457). 78 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/66; V/379. 79 Tirmizî, Menâkıb, 1, hadis no: 3609, V/585. 80 Hâkim, a.g.e, II/609; Yıldırım, Ahmet, a.g.e, s. 119. 81 Mubarekfûrî, Abdurrahmân b. Abdirrahîm, Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerh-i Sahîhi’t-Tirmizî, Dâru’l-Fikr,
Beyrut, Lübnan, 1995, X/63. 82 Yıldırım, Ahmet, a.g.e, s. 120.
29
Sehâvî (ö. 902): “Âdem, çamur ve su yokken ben nebî idim” rivâyetinde
bulunan “Âdem, toprak ve su yokken” fazlalığı şöyle dursun, bu lafızla bile bu
rivâyeti bilmiyorum”83 demiştir. Zerkeşî (ö.794) ise bu lafızla aslının olmadığını,
rivâyet edilen şeklinin konuyla ilgili yukarıda belirtilen ikinci hadis olduğunu
belirtmiştir.84 İzmirli İsmail Hakkı bunun gibi hadislerin, muhaddislerin yanında
hadîs-i Nebî sayılmadığını söylemiştir.85
Rivâyetin uydurma olduğu açıktır.86
G. Ebû Hureyre’den: “Nebî senin için peygamberlik ne zaman sabit oldu?
denildi. O da ‘Âdem’in yaratılışı ile ona ruh üflenmesi arasında’ dedi.”87 Kaynaklara
göre bu suâli soran sahabî Meyseretü’l- Fecr’dir. İlk râvî olarak kendisinin yer aldığı
hadisler de vardır: Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Abdurrahmân b. el-Mehdî-Mansûr b.
Sa’d-Büdeyl-Abdullâh b. Şakîk-Meysere el-Fecr: “Yâ Rasûlallâh! Ne zaman
Peygamber oldunuz? dedim. ‘Âdem ruh ile cesed arasında iken’ diye cevap verdi.”88
Bünyamin Erul bu rivâyetlere farklı bir perspektiften bakmakta ve Îsâ’nın
öğretisinde de buna benzer bir yaklaşımın olduğunu ifade etmektedir: “Bu
meyandaki rivâyetlerde dile getirilen, Hz. Peygamber’in ilk yaratılan zat oluşu fikri,
Yeni Eflatuncu ve gnostik düşüncelerin etkisiyle “Allah’ın ilk yarattığı şeyler”
arasında yer alan “akıl, kalem v.b” unsurlara alternatif olarak zikredilmiş olabileceği
gibi, onun Hz. Âdem’den önce yaratıldığı ifade edilerek hem yaratılış, hem de
peygamberlik cihetiyle ondan daha üstün olduğu vurgulanmaya çalışılmış olabilir.
83 Sehâvî, Ebû’l-Hayr Muhammed b. Abdirrahmân, Mekâsıdu’l-Hasene fî Beyâni Kesîrin mine’l-
Ehâdîsi’l-Muştehira ale’l-Elsine, hadis no: 842, Beyrut, 1985, s. 522; Yıldırım, Ahmet, a.g.e, s. 120-
121 84 Yıldırım, Ahmet, a.g.e, s. 121. 85 İzmirli İsmail, Hakkı, Siyeri Celîleyi Nebeviyye, Dâru’l-Hilâfe, 1332, s. 97. 86 Yıldırım, Ahmet, a.g.e, s. 121. 87 Hâkim, a.g.e, II/609. 88 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/59.
30
Nitekim Pavlus’un Îsâ Mesih öğretisinde de buna paralel bir yaklaşım görmek
mümkündür. Romalılar 8:29’da Pavlus, oğul Îsâ Mesih’i “kardeşleri arasında ilk
doğan”, Koloseliler 1:15’te ise “bütün yaratılışın ilk doğanı” şeklinde nitelemektedir.
Pavlus’a göre kurtarıcı Îsâ Mesih varlık öncesi ilâhî âlemde var olan bir “ilk
doğan”dır.”89
İzzet Derveze bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Peygamber’in beşerî
tabiatı dışına taşırılması ve ona sâir peygamberlerin taşıdığı niteliklerden ayrı bir
görünüm verilmesi, tanrısal bir çerçeveye sokulması ya da bu anlamda bir yapıya
oturtulması Kur’an’la bağdaşmaz. Bütün kainatın onun nûrundan yaratıldığının ileri
sürülmesi, daha ruhlar âlemindeyken bile Peygamber olacağını bildiği, bunun
âlemetlerini dağda, taşta, ağaçta hep gördüğü, annesinin onu doğurduğu sırada
Peygamberliğinin müjdelerini ve bunun belirtilerini gördüğü gibi iddialar bunlar
arasında sayılabilir.”90
Buraya kadar verdiğimiz misaller ışığında genel bir değerlendirme yapacak
olursak şunları söyleyebiliriz: Çeşitli kaynaklarda Hz. Peygamber’in yaratılıştaki
önceliğini ispat etmek için bir kısım âyet ve hadisler delil olarak kullanılmaktadır.
Verdiğimiz bu birkaç rivâyet göstermektedir ki, rivâyetlerden bir kısmı onun
nûrunun önceliğinden, bir kısmı nübüvvetinin önceliğinden, bir kısmı kainatın
yaratılışına sebep oluşundan bahseder. Bu sebeple hadis koleksiyonlarında yaratılış
konusu bağlamında ilk yaratılan varlıkla alâkalı rivâyetlerle ilgili olarak da şunları
belirtmek gerekir: Nûr-i Muhammedî konusunda ileri sürülen rivâyetler, isnad, metin
ve nakleden kaynaklar açısından eleştirilmiş, bu konuda delil olabilecek nitelikte
89 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 421. 90 Derveze, İzzet, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, ter. Mehmet Yolcu, Yöneliş Yayınları,
İstanbul, 1989, II/27-28
31
sahih hadislerin bulunmadığı, onlardan bazılarının zayıf bazılarının ise mevzu olduğu
sonucuna varılmıştır.
2. Tarih Kaynaklarında Nûr-i Muhammedî
Konu, birçok erken kaynakta da yer almıştır. Annesinin onu dünyaya getirdiği
zaman, Abdulmuttalib’e ona hamileyken gördüğü şeyleri, onun hakkında kendisine
söylenenleri, ismi konusunda emredileni bir bir anlattığı kaydedilir.91 Buna ilaveten
hamile kaldığında kendisinden Şam topraklarındaki Busrâ’nın saraylarını,92 onunla
birlikte doğu ile batı arasını, “…Şam saraylarını ve çarşılarını aydınlatan bir nûr
çıktığı, öyle ki Busrâ’daki develerin boyunlarını gördüğü” aktarılır.93 Annesinden
yeryüzünü aydınlatan yıldız gibi bir şeyin çıktığı,94 Rasûlullah’ı doğurduğunda,
kendisinden Busrâ saraylarını aydınlatan bir nûrun çıktığını gördüğü95 şeklinde farklı
farklı anlatımlar mevcuttur.
İlgili tartışmalara baktığımızda, “Burada şunu da hemen belirtelim ki,
rivâyetlerin senedlerinin hiçbiri tam manasıyla makbul sayılamaz. Bu konudaki
rivâyetlerin silsilesi tam değildir. Ayrıca, Hz. Peygamber’in “doğum olayını”
anlatacak derecede yaşlı bir sahabî yoktur. Bu konuda tarihçilerin dayandıkları
râvîler de genellikle sika olmayan şahıslardır.”96 Dolayısıyla rivâyetler zayıftır.
Bu hususta vârid olan rivâyetlere baktığımızda, aynı olayı anlatmasına
rağmen, metinler arasında tam bir uyumun söz konusu olmadığı tespit edilmiştir.
Rivâyetlerde nûrun; Busrâ sarayları, doğu ile batı arası, Şam sarayları, çarşıları,
yeryüzü gibi farklı mekanları aydınlattığı zikredilmektedir.
91 İbn İshâk, a.g.e, s. 22. 92 İbn İshâk, s. 22; İbn Hişâm, a.g.e, I/166-167. 93 İbn Sa’d, a.g.e, I/102. 94 İbn Sa’d, a.g.e, I/102. 95 İbn Sa’d, a.g.e, I/102. 96 Geniş bilgi için bkz. Öz, Şaban, a.g.e, s. 50.
32
Ayrıca rivâyet akla arzedildiğinde de makul gözükmemektedir. “Zira
Mekke’deki bir evden bunların görülmesi- bazı rivâyetlerde develerin boyunlarından
bahsedilmektedir ki- bu imkansızdır. Bazı âlimler bu rivâyetleri, Hz. Peygamber’in
gece değil gündüz doğdunu savunarak kabul etmemişlerdir.”97 Bunlar, Rasûlullah’ın
pazartesi günü doğduğunu söylediğini, gün tabirinin de Kur’an nassıyla gündüze
delâlet ettiğini söylemişlerdir.98
Tarih kaynaklarındaki rivâyetlerde Nûr-i Muhammedî bir taraftan bütün
varlıkların yaratılmasında etkin bir rol oynayan, diğer taraftan da seçkin insanları
belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkar.
Nübüvvet nûrunun önce Hz. Âdem’in alnında parladığı, sonra Hz. Havva’ya,
ondan da oğulları Şit’e geçtiği ve Hz. Âdem’in, alnında parlayan bu nûr sebebiyle
oğlu Şit’in kendi yerine geçeceğini anladığı rivâyet edilir.99
“Nûr-i Muhammedî’nin alınlarda parlaması cihetindeki rivâyetler, Hz.
Peygamber’in anne ve babası üzerinde yoğunluk kazanmıştır. Alnında parlayan nûr
sebebi ile bir kadının Abdullâh’a evlenme teklif etmesi meselesi100 tarih
kaynaklarında önemli bir yer tutmaktadır. Tarih kaynaklarında, Nûr-i
Muhammedî’nin Âmine’ye intikali hâdisesi nübüvvvet nûrunun asıl hedefi olan Hz.
Peygamber’e ulaşması için babadan anneye intikali mantığından hareketle
Abdullâh’ın yüzündeki nûrun Âmine’ye geçtiği, dolayısıyla Âmine’nin Hz.
Peygamber’e hamile kaldığı öne sürülür.101
97 Öz, Şaban, a.g.e, s. 43. 98 Halebî, a.g.e, I/55. 99 Mes’ûdî, Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin, Murucu’z-Zeheb, thk. Muhyiddin Abdülhamid, Mısır, 1367,
I/37. 100 İbn Hişâm, a.g.e, I/155-157; İbn Sa’d, a.g.e, I/95-97. 101 Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’t-Taberî, Dâru’l-Maârif, Kahire, t.y, II/244;
Beyhakî, a.g.e, I/105-106.
33
Bu nûrun Hz. Peygamber’in babasında bulunduğu sırada, onu elde etmek için
Abdullâh’la ilişkiye girmeyi teklif eden kadınlardan bahseden rivâyetlerin,102 kendi
içerisinde pek çok çelişkiyi barındıran itibâr edilemeyecek nakiller olduğunu
görmekteyiz. Söz konusu rivâyetlerde Abdullâh’a cinsî birleşme teklif eden kadınlar
farklı kimselerdir. Umerî’nin bu konuda serdettiği şu söz câlib-i dikkattir: “Bazı
yalancılar Abdullâh hakkında bir hikâye uydurdu. Bununla Hz. Peygamber’in
doğumu hakkında abartmalarla dolu hurâfe bir rivâyet ortaya koymak istediler…”
“Bu rivâyet sened ve metin olarak “münker”dir. Onunla ilgili çeşitli rivâyetleri kim
okursa okusun, kadının (kim olduğunun) tayininde olduğu gibi rivâyetin akışındaki
ihtilâf ve ızdırâb boyutunu idrâk eder. Şöyle ki: Bir defasında o kadın
Has’amiyye’dir. Diğerinde Kureyşli bir Esediyye’dir, ismi Kuteyle’dir. Üçüncü
olarak Adeviyye’dir; ismi Leylâ’dır. Keza, kadının Abdullâh’la karşılaştığı zaman
Abdullâh’ın durumu meselesi de böyledir: Birinde elbisesi çamurlu iken; diğerinde
ise süslü elbiseler içindedir. Bu çelişki örnekleri (söz konusu rivâyetleri) “yeni sîret
öğretimi”nin dışında tutmayı gerekli kılar.”103
Çağdaş araştırmacı Abdurahman el-Vekîl bu konuda şunları serdetmektedir:
“Bu nûr meselesi sahih hadis kitaplarında vârid olmamıştır. Bunu reddetmemiz Hz.
Peygamber’in kıymetini düşürmez.”104
Rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla, kadınların bu önerilerine Abdullâh’ın
verdiği cevaplar da değişiktir. Söz gelimi bir kadının önerisini babasının sözünden
dışarı çıkamayacağı gerekçesiyle kabul etmezken, başka bir nakilde aynı kadını helâl
ve haram mefhumlarını içeren bir beyit okuyarak reddeder. Söz konusu beyit
102 İbn İshâk, a.g.e, s. 19-21; İbn Hişâm, a.g.e, I/155-157; Bu rivâyetteki farklılıklar ve ayrıntılar için
bkz. İbn Sa’d, a.g.e, I/76-78; Taberî, a.g.e, II/243-246; Ebû Nuaym el-İsbahânî, Ahmed b. Abdullâh,
Delâilü’n-Nübüvve, Halep, 1977, s. 89-92; Beyhakî, a.g.e, I/102-108 . 103 Umerî, Ekrem Ziya, es-Siretü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, Medine, 1994, s. 94-95. 104 Süheylî, a.g.e, II/14 (Abdurrahman el-Vekîl’in dipnotu).
34
şöyledir: “Haramı işlemektense ölmeyi tercih ederim. Helâli de helâl olmayanı da
açıklarım. Arzu ettiğin şey nasıl yapılabilir?! Kerim kişi namusunu ve dinini korur.
Fakat bilahere Abdullâh, okuduğu beytin manasına tam zıt bir davranışla bu kadına
kendisi gelip, eğer önceki teklifi geçerliyse beraber olabileceklerini söyler.” 105
Netice itibariyle şu ana kadar verdiğimiz rivâyetler ortaya koymaktadır ki,
Abdullâh’ın alnında diğer insanlarda bulunmayan bir nûr mevcuttur. Alnındaki nûr
sebebiyle bir çok hanımdan evlenme teklifi almıştır. Ancak Abdullâh, bunlara iltifat
etmeyip Âmine ile evlenmiştir. Hz. Peygamber’in ana rahmine intikal etmesiyle
Abdullâh’ın alnındaki nûr da Âmine’ye intikal etmiştir. Bu tür rivâyetler eski
müelliflerce ihtiyatla karşılandığı gibi yeni araştırmacılar tarafından da tenkide tâbi
tutulmuş ve zayıf olduklarına işaret edilmiştir.
Meclisî106’nin Nûr-i Muhammedî ile ilgili rivâyetlerine baktığımızda ise farklı
farklı anlatımların mevcut olduğunu görmekteyiz: İlgili rivâyetlerde nûrun bir
sulbden diğer bir sulbe, nihâyet Abdullâh ile Ebû Tâlib’e intikal ettiği,107 Abdullâh’a
intikaliyle ikiye ayrıldığı, yarısının Abdullâh’a, yarısının da Ebû Tâlib’e geçtiği, daha
sonra bu nûrun Ali’ye, ondan da Hasan ve Hüseyin’e intikal ettiği kaydedilir.108 Hz.
Peygamber’in nûrundan arşın,109 Âdem (a.s) yaratılmadan önce ise Hz.
Muhammed’in, Ali’nin, Fâtıma’nın, Hasan ve Hüseyin’in yaratıldığı,110 Hz.
Peygamber ile Ali b. Ebî Tâlib’in aynı nûrdan yaratıldığı nakledilmektedir.111 Hz.
105 Geniş bilgi için bkz. Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 90-91. 106 Muhammed Bâkır b. Muhammed Takî b. Maksûd Alî el-Meclisî (ö. 1110/ 1698-1699) Şîî âlim ve
müellifidir. Allâme Meclisî ve Meclisî-i Sânî olarak da bilinir. Bihârü’l-Envâr’ın müellifidir. Bu eser
Meclisî’ye asıl şöhretini sağlayan en önemli çalışma olup Şîî-İmâmî rivâyetlerin tamamını içeren
Arapça bir kitaptır. (Geniş bilgi için bkz. Öz, Mustafa, “Meclisî, Muhammed Bâkır” maddesi, DİA,
Ankara, 2003, XXVIII/253-255). 107 Meclisî, a.g.e, XV/8. 108 Meclisî, a.g.e, XV/9. 109 Meclisî, a.g.e, XV/10. 110 Meclisî, a.g.e, XV/10. 111 Meclisî, a.g.e, XV/11.
35
Muhammed’in nûrunun, Ali’nin, Fâtıma’nın, Hasan’ın ve Hüseyin’in nûrunun
Allah’tan olduğu, nûrun Âdem’in sulbünden Nûh’un sulbüne, İbrâhîm’in sulbünden,
Abdulmuttalib’e kadar temiz sulblerden, temiz rahimlere intikal ettiği, burada iki
kısma ayrıldığı, Allah’ın Hz. Muhammed’i Abdullâh’ın sulbünde, Ali’yi ise Ebû
Tâlib’in sulbünde kıldığı rivâyet edilmektedir.112 Hz. Muhammed’in Allah’ın
nûrundan yaratıldığı, Allah’ın, Ehl-i Beyti’ni de onun nûrundan yarattığı,113 Allah’ın
ilk yarattığı şeyin Hz. Muhammed’in nûru olduğu114 kaydedilmektedir.
Meclisî’nin (ö. 1110) eserinde siyere dair bütün malumat Nûr-i Muhammedî
üzerine inşa edilmiş gibidir. Rivâyetlerde Hz. Âdem’den itibaren bu nûrun nesilden
nesile intikal etmesi hususunun mübalağalı bir şekilde anlatıldığı görülmektedir.
Nûr-i Muhammedî burada sadece Hz. Muhammed ile sınırlı tutulmamış, Ebû Tâlib,
Ehl-i Beyt de bu nûra dahil edilmiştir. Kur’an’da bu hususa değinilmediği gibi, erken
dönem hadis ve tarih kaynaklarında da, Şîî kaynaklarda nakledilen rivâyetlerin yer
almadığı görülmektedir.
Bu hususla ilgili olarak Marion Holmes Katz’ın açıklamaları, bu konuda daha
açık bir fikir edinmek için oldukça kıymetlidir:
Hz. Muhammed’in ruhunun doğmadan önce var olması fikri, İslâm
geleneğinin çok derinlerine yerleşmiştir. Tirmizî’de geçen bir hadise göre, Hz.
Muhammed’e kendisine verilen Peygamberliğin ne zaman kararlaştırıldığı
sorulduğunda Hz. Muhammed şöyle cevap vermiştir: “Âdem ruh ile beden
arasındayken”115 Bu rivâyetin daha çok bilinen ama daha az doğrulanabilen bir
versiyonunda ise, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin “Âdem henüz su ile çamur
112 Meclisî, a.g.e, XV/11, 12, 13, 20. 113 Meclisî, a.g.e, XV/17. 114 Meclisî, a.g.e, XV/19, XV/25-40; Küleynî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb b. İshâk, Usûlu’l-
Kâfî, ter. Mustafavî Seyyid Cevad, İntişârât-ı İlmiyye-i İslâmiyye, Tahran, 1387/1389, II/325, 328. 115 Tirmizî, Menâkıb, 1, hadis no: 3609, V/585.
36
arasındayken”116 belirlenmiş olduğu söylenmektedir. Bu hadis metinleri Hz.
Muhammed’in peygamberlik görevinin Âdem’in yaratılış sürecindeki bir noktada,
önceden belirlenmiş olduğunu öne sürmektedir. Yine oldukça yaygın olarak bilinen
başka bir anlatıda ise Hz. Muhammed şöyle der: “Ben ilk yaratılan ve en son
gönderilen Peygamberdim.”117 Hz. Muhammed’in atalarında kuşaktan kuşağa
doğumla geçen ve başlangıçtan beri var olan nûruyla ilişkilendirilen bu fikrin aynı
zamanda çok uzun da bir soy ağacı vardır; nûrun Hz. Muhammed’in doğumundan
önce Abdullâh’ın alnında nasıl parladığını anlatan İbn İshâk’ın Siyer’inde de buna
yer verilmiştir. Mucizevî bir nûr motifi, Peygamberlere hamileyken annesinin
karnından ta Şam saraylarına kadar uzanan bir nûr yayıldığını gördüğünü söyleyen
ve çok yaygın olarak kabul edilen rivâyetlere de yansımıştır.
Muhtemelen, daha sonraki bir dönemde, Hz. Muhammed’in
Peygamberliğinin sadece Âdem’in yaratılmasından değil, var olan diğer her şeyden
de önce belirlendiğine inanılmaya başlanmıştır. Halk arasında, Hz. Muhammed’in
‘Âdem, su ile çamur arasındayken’ Peygamber olduğu geleneği, ‘daha ne Âdem, ne
su, ne de çamur varken’ Hz. Muhammed’in var olduğunu söyleyecek kadar
genişletilmiştir. Hadis âlimleri, metinsel teamülde herhangi bir temeli bulunmayan
bu eklemenin, ekseriyetle ilmî olmayan çevrelerde yayıldığını vurgulamaktadır.
Ayrıca, Hz. Muhammed’in nûrunun, diğer yaratılış unsurlarına neden olan,
başlangıçtan beri var olan öz olduğuna da inanılmaya başlanmıştır. Gerek Şîî olsun
gerek Sünnî, geç dönem kaynaklar, bu motifleri temel almaktadır. Birden fazla
yazarın öne sürdüğü üzere, bu tür anlatıları ilk geliştirenler de pekala Şîîler olabilir.
116 Hâkim, a.g.e, II/600. 117 Hâkim, a.g.e, II/600
37
Kaynakların durumu göz önüne alındığında, Hz. Muhammed’in nûr motifini
Sünnîlerde ortaya çıkmasının, Şîîlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını kesin olarak
belirlemek zor olacaktır. Ancak, Şîîler’in bu motifi sıra dışı bir şekilde geliştirdiği ve
bununla ilgili teamüllerin çoğu zaman Sünnî kısımdaki analojik teamüller tarafından
yalanlanan mezhepsel bir sınıfı olduğu doğrudur. Peygamber’in atalarında kuşaklar
boyu aktarılan saf bir nûr olması fikri, imamların tertemiz bir soydan geldiği Şîî
inancına uygun (ve belki de tarihî olarak bu inanca yerleşmiş) olmakla birlikte, Sünnî
çevrelerce de dile getirilmiştir.118
Louis Massignon’un da benzer mütâlaaları serdettiği görülmektedir: “Şiîlerde
bu akide hakikaten daha önce ve daha kuvvetli bir mantıkla ortaya çıkmış
bulunmaktadır. Mesela aşırı Şîîlerde bu “nübüvvet nûrunun” yani bir ruh halinde,
nesilden nesile, bir seçkinden başka bir seçkine geçtiği veya bunun ailenin erkek
cihetinden tevarüs edilen bir zürriyet tohumu olduğu ileri sürülmüştür. Daha ikinci
asrın başlarında Muğîra ve Câbir, peygamberin parlak gölgesinin önceden yaratılmış
olduğunu tâlim etmişlerdir. Bu, İsmâîliyye’nin başlangıcından beri esas akidesini
teşkil etmiştir.”119
Mehmet Özdemir ise bu hususta “Abdullah’ın alnındaki nûr meselesini, târihî
bir hakikat olmaktan çok, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Ehl-i Beyt
imamlarının masumluğunu savunma sadedinde öncelikle Şîî çevrelerinde ortaya
çıkan bir mefhumun, anakronizmle risâlet öncesine taşınması olarak değerlendirmek
daha doğru olur” demektedir.120
118 Katz, Marion Holmes, The Birth of the Prophet Muhammed: Devotional Piety in Sunni İslam,
Routledge, London and New York, 2007, s. 12-17, 24.
119 Massignon, Louis, “Nûr-i Muhammedî” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi,
İstanbul, 1960, 91. Cüz/362. 120 Özdemir, Mehmet, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdullah”, Cahiliye
Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed (Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri), Konya, 2007, s. 109.
38
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Nûr-i Muhammedî, İslâm kültüründe dallanıp budaklanmıştır. Tasavvuf Ehli
Hz. Peygamber’in imajını, Ehl-i Hadis’in peygamber tasavvurunun daha ötesinde
aşkın bir şahsiyet haline getirmiştir. Onlar, henüz hiçbir varlık yokken Allah’ın Hz.
Peygamber’i kendi nûrundan yarattığı, daha sonra da aynı nûrdan diğer varlıkları
yarattığı; Allah’ın kainatta var olan her şeyi onun yüzü suyu hürmetine var ettiği;
onun yaratılışın hem nedeni hem de amacı olduğu anlayışını savunmuşlardır.
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, bazı zayıf hadisler dışında, sahih
rivâyetlerin hiçbirinde Allah’ın nûrundan Hz. Peygamber’in nûrunu, o nûrdan da
peyderpey sâir varlıkları yarattığı şeklinde bir mülahaza ortaya koyan ifade mevcut
değildir.
Son olarak söylemeliyiz ki, farklı devir ve tesirlerden söz edilse de bu
görüşlerin ortak noktası ”Nûr-i Muhammedî” anlayışının sonradan ortaya çıkmasıyla
ilgilidir. Nûr-i Muhammedî ile ilgili rivâyetlere hadis tekniği açısından ihtiyatla
yaklaşmak elzemdir. Hz. Peygamber’in fazileti ve değeri, sağlam ve sahih olmayan
zayıf rivâyetlerle temellendirilemez. Bu tür sahih olmayan rivâyetler Hz.
Peygamber’in ulviliğini ifade etmekten de uzaktır.
B. Hz. Muhammed’in (s.a.s) Soyu
Hz. Peygamber’in 21. dedesi Adnân’a kadar sayılan neseb zinciri sahih kabul
edilmekle birlikte Adnân’dan İbrâhîm’e, İbrâhîm’den de Âdem’e kadar sıralanan
neseb zinciriyle ilgili bilgilerin ne kadarının sahih olduğu tartışmalıdır. Hz.
Peygamber’in soyunu metheden rivâyetler ile üstünlüğün ancak takva ile olduğunu
39
belirten Kur’an âyeti nasıl bağdaştırılacaktır? Bu konunun tenkidi gerekli bir husus
olduğunu bilhassa belirtmek uygun olacaktır. Leh ve aleyhde olmak üzere ileri
sürülmesi mümkün olan mülahazalara da yer vererek, konuyu değerlendirmek daha
sıhhatli bir neticeye ulaşılmasını sağlayacaktır.
1. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in (s.a.s) Soyu
Mekkî bir âyette İbrâhîm’in zürriyetinden bir kısmını Beytü’l-Haram
bölgesine yerleştirdiği hadisesine işaret edilmektedir. Bu âyet İbrâhîm sûresinin 37.
âyetidir: “Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını
senin Beyt-i Harem’inin (Kabe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye
yerleştirdim…” 121
Yine Kur’an’da bir takım âyetlerde Hz. İbrâhîm ve İsmâîl, Beyt’in güven yeri
ve zürriyetlerinin Müslüman bir millet olmasını, kendilerinden bir Resûl’ün
gönderilmesini dualarında niyaz etmişlerdir.
Nitekim İbrâhîm (a.s): “Rabbimiz onların arasından bir Peygamber
gönder”122 demiş, Allah Teâlâ da: “And olsun ki Allah, Mü’minlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Zira onlara, kendi içlerinden bir Peygamber göndermiştir”123
buyurmuştur. Burada da: “And olsun ki size kendinizden bir Peygamber gelmiştir”
buyurur. Bu Peygamber sizin içinizden ve sizin dilinizle gelmiştir. Nitekim Ca’fer b.
Ebî Tâlib Necâşî’ye; Muğîre b. Şu’be de Kisra’nın elçisine şöyle demişlerdir:
“Muhakkak ki Allah, bizim aramızdan bir Peygamber göndermişti. Onun nesebi ve
sıfatı, çıkışı ve girişi, doğruluğu ve emin oluşu bilinir…” 124
121 İbrâhîm, 14/37. 122 Bakara, 2/129. 123 Âl-i İmrân, 3/164. 124 İbn Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1991, VII/3706.
40
Yine Kur’an’da Allah’ın Müslümanlara yönelttiği bir hitapta –ki bu sırada
Müslümanlar yalnız Hz. Peygamber’in çevresinde bulunan Araplardan ibaretti-
İbrâhîm’i onların babası olarak yadetmektedir.125
Kur’an’da açıklandığına göre, Kureyşliler, Hz. İbrahim’in soyundan
gelmektedirler. “Allah uğrunda hakkını vererek cihad edin. O sizi seçti; din
hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de
böyleydi.)…” 126 buyrulmaktadır.
Bu hususun hadislerde de kaydedildiği görülmektedir: Hz. Peygamber’in,
kurbanlar hakkında soran ashaba: “Babanız İbrahim’in sünnetidir” cevabını verdiği
rivâyet edilmektedir.127
“And olsun ki, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya
uğramanız ona çok ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere cidden ra’ûf ve
rahîmdir.”128
Zemahşerî (ö. 538) âyette geçen “enfüsiküm” ifadesini Hz. Peygamber’in ‘en
şerefliniz/değerliniz içinden’ anlamında ‘min enfesiküm’ şeklinde de okuduğunu
belirtmiş; sebebini de ‘zira Hz. Rasûl’ün soy silsilesinde Adnân, Hz. İsmâîl’in
çocuklarının zirvesi/en üstünü; Mudar, Nizar b. Ma’d b. Adnân’ın en üstünü; Handef,
Mudar’ın çocuklarının en üstünü; Müdrike, Handef’inkilerin en üstünü; Kureyş,
Müdrike’nin çocuklarının en üstünü idi. Kureyş’in en üstünü de Hz.
Muhammed’dir.’ şeklinde açıklamıştır. Zemahşerî bu açıklamasına Ebû Tâlib’in,
Benî Hâşim ve Mudar’ın reislerinin bulunduğu bir mecliste Hz. Hatice’yi isterken
‘Bizleri İbrâhîm ve İsmâîl’in soyundan, Ma’d’ın neslinden ve Mudar’ın aslından
125 Derveze, İzzet, a.g.e, I/46. 126 Hacc, 22/78. 127 Ahmed b. Hanbel, IV/368; İbn Mâce, Edâhî, hadis no: 3127, II/1045. 128 Tevbe, 9/128.
41
getiren ve bizi insanlar üzerine hakimler kılan Allah’a hamd olsun…” şeklinde
yaptığı konuşmasını delil göstermiştir.129
Bizde oluşan kanaat o ki, mevcut âyetler ışığında Hz. Peygamber’in Hz.
İbrâhîm ve İsmâîl’in soyundan geldiğine ve onun Kureyşli olduğuna Kur’an’da işaret
edildiğini söylemek mümkündür.
Mevcut bilgiler ve rivâyetler ışığında Hz. Peygamber’in soy ağacını iki
bölümde ele alabiliriz:
1. Neseb zincirinin sahih olduğunda ittifak edilen bölüm. Burada Hz.
Peygamber’den itibaren 21. dedesi Adnân’a kadar olan isimler sayılmaktadır.
2. Adnân’dan Hz. İbrâhîm’e, oradan da Hz. Âdem’e kadar olan bölüm.
Burada verilen isimler hakkında pek çok ihtilâflar bulunmaktadır. Ancak Hz.
Peygamber’in, Hz. İbrâhîm’in oğlu İsmâîl’in neslinden olduğu kesindir. Esasen Hz.
Peygamber’in nesebini, Hz. İbrâhîm’e kadar ulaştırdıktan sonra oradan da Hz.
Âdem’e kadar götürenler mevcuttur. Hz. İbrâhîm ile Hz. Âdem arasındaki bölümde
sayılan isimler ise, soy kütüğünün rivâyet bakımından en zayıf kısmını
oluşturmaktadır.130
Hz. Muhammed, Hz. İbrâhîm’in oğlu İsmâîl’e nispetle İsmâilîler diye de
anılan ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnânîler’e (Arab-ı
müsta’ribe)131 mensuptur. Hicaz halkı, Hicaz bölgesinin yerli halkı olan Cürhümlüler
ile Hz. İbrâhîm’in oğlu Hz. İsmâîl’in zürriyetinin karışmasından meydana gelmiştir.
129 Zemahşerî, Ebû Kâsım Cârûllah Muhammed b. Ömer, Keşşâf, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut,
Lübnan, 1366, 1947, I/435. 130 Yılmaz, Hayati, Hadis Rivâyetine Katkıları Bağlamında Hz. Muhammed’in Aile ve Akraba Atlası,
Nûn Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 24-25. 131 Hz. İsmâîl’in neslinden gelen ve Adnânî Araplar denilen kabilelerdir. Arap Yarımadası’nın daha
çok orta (Hicaz) ve kuzey bölgelerine yerleşmişlerdir. Diğeri Arab-ı Âribe, Kahtânîler’dir. Ya’rub b.
Yeşcub b. Kahtân’ın soyundan gelen ve kendilerine Kahtânî Araplar denilenlerdir. Yemen bölgesine
yerleşmişler, bazıları daha sonra kuzeye göç etmişlerdir. (Yıldız, H. Dursun, “Arap” maddesi, DİA,
İstanbul, 1991, III/272-276).
42
Bu itibarla bunlara, Hz. İsmâîl’in torunlarından Adnân’a nisbetle Adnânîler denir.132
Dolayısıyla Hz. Peygamber’in soyunun Hz. İsmâîl’e nisbeti mecazî değil, hakikattir.
Bu Müslim ve gayrimüslim birçok araştırmacı tarafından da kabul edilen bir
husustur.
Soy kütüğünün yirmi birinci göbekten atası olan Adnân’a kadar uzanan kısmı
sahih bulunarak zikredilmiş, Adnân’dan sonrası Hz. Peygamber’in de işaretiyle
yaygınlık kazanmamıştır.133
2. Hadis Rivâyetlerinde Soy Kütüğü
Hz. Muhammed (s.a.s) ile Adnân arasındaki soy kütüğünün Buhârî’nin
Sahih’inde Menâkıbu’l-Ensâr’da bab başlığı olarak nakledildiği görülmektedir:
Bizzat Hz. Peygamber tarafından kabul edilip hadis ve tarih kaynaklarında
zikredilen soy kütüğü şöyledir: Muhammed b. Abdillâh b. Abdulmuttalib (Şeybe)134
b. Hâşim135 b. Abdimenâf136 b. Kusay137 b. Kilâb138 b. Mürre139 b. Kâ’b140 b.
Lüey141 b. Gâlib142 b. Fihr (Kureyş)143 b. Mâlik144 b. Nadr145 b. Kinâne146 b.
Huzeyme147 b. Müdrike 148 b. İlyâs149 b. Mudar150 b. Nizâr151 b. Maad152 b. Adnân153
132 Çağatay, Neşet, “Hz. Muhammed’in Soyu, Çocukluğu ve Gençliği”, AÜİFD, Ankara, 1961, s. 19;
İbn Hişâm, “Allah’ın Hz. İsmâîl’in çocuklarını Mekke’ye yaydığını, ayrıca Araplar’ın hepsinin
İsmâîl’in çocukları olduğunu nakletmektedir. (İbn Hişâm, a.g.e, I/7). 133 İbn Sa’d, a.g.e, I/36; Fayda, Mustafa, “Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005, XXX/422. 134 İbn Hişâm, a.g.e, I/108-110. 135 İbn Hişâm, a.g.e, I/107-108; İbn Sa’d, a.g.e, I/75; Sarıçam, İbrahim, “Hâşim b. Abdümenâf”
maddesi, DİA, İstanbul,1997, XVI/405-406; Söylemez, Mehmet Mahfuz, “Fil Hâdisesi’nin Arap
Yarımadasındaki Etkileri Üzerine Bir İnceleme Makalesi”, İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 1, Sayı: 2, Güz
2006, s. 116. 136 İbn Hişâm, a.g.e, I/106-107; Fayda, Mustafa, “Abdümenâf b. Kusay” maddesi, DİA, İstanbul,
1991, I/287-288. 137 İbn Hişâm, a.g.e, I/105-106; Ateş, Ali Osman, “Kusay b. Kilâb” maddesi, DİA, Ankara, 2002,
XXVI/460-461. 138 İbn Hişâm, a.g.e, I/104-105; Taberî, a.g.e, II/260. 139 Taberî, a.g.e, II/261. 140 Taberî, a.g.e, II/261. 141 Taberî, a.g.e, II/262. 142 Taberî, a.g.e, II/262.
43
Bu hususta vârid olan rivâyetlere baktığımızda, hadis kaynaklarında Hz.
Peygamber’in soyunun Adnân’a kadar yer aldığını, tarih kaynaklarında ise
Adnân’dan sonra soyunun önce Hz. İbrâhîm’e, Hz. İbrâhîm’den de Hz. Âdem’e
kadar uzandığını görmekteyiz. Rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla hadis ve tarih
kaynakları Hz. Peygamber’in Adnân’a kadar olan atalarının gerek isimlerinde, gerek
sıralarında ittifak halinde bulundukları gibi154 Adnân’ın da İsmâîl’in soyundan
geldiğinde müttefiktirler.
Kastallânî (ö. 923) Buhârî’nin (ö. 256) Hz. Peygamber’in atalarını Adnân’a
kadar götürdüğünü, İbrâhîm ile Adnân arasında ihtilâfın vâki olduğunu belirtirken,155
İbn Hacer (ö. 852) ise Buhârî’nin, nesebi Adnân ile sınırlandırdığını söyler.
Buhârî’nin Târih’te bu nesebin benzerini Muhammed b. İshâk-Yunus b. Bukeyr-
Ubeyd b. Yeîş’ten tahriç etti. Ona İbn Üded b. Yeşcüb b. Mukavvim b. Târih b.
Yeşcüb b. Ye’rub b. Nâbit b. İsmâîl b. İbrâhîm’i ekledi. İbn Sa’d (ö. 230), İbn
143 Hz. Peygamber’in ailesi, eski zamanlardan beri asaleti ve mümtazlığı ile maruf olmakla bereber bu
aileye Kureyş namını veren zat, Nadr b. Kinâne’dir. Bazı âlimlere göre Kureyş namını ilk alan zat
Fihr’dir. Ondan sonra çocukları, Kureyş adı ile tanınmışlardır. Hafız Irâkî, manzum Sîret’inde der ki:
“En doğru rivâyetlere göre Kureyş, Fihr’dir. Ekseriyet ise Nadr’ın Kureyş olduğunu söylüyor.” (İbn
Hişâm, a.g.e, I/93; Taberî, Târîh, II/265-266). 144 İbn Hişâm, a.g.e, I/95. 145 İbn Hişâm, a.g.e, I/93-94. 146 İbn Hişâm, a.g.e, I/93. 147 İbn Hişâm, a.g.e, I/92-93. 148 Taberî, Târîh, II/266-267. 149 Taberî, Târîh, II/268. 150 Taberî, Târîh, II/268-270; Küçükaşçı, Mustafa Sabri, “Mudar (Beni Mudar)” maddesi), DİA,
İstanbul, 2005, XXX/358. 151 Taberî, a.g.e, II/270. 152 İbn Sa’d, a.g.e, I/57. 153 İbn Hişâm, a.g.e, I/1-2; İbn Sa’d, a.g.e, I/55-56; Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, el-Câmi’u’s-Sahîh,
Menâkıbü’l-Ensâr (Bab başlığı olarak), s. 28, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1985, IV/238; Ataları
hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/163-164; Aynî, Bedreddîn, Umdetü’l-Kârî
li Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, İstanbul, 1308, VI/176-177; Nesebi ile ilgili diğer
rivâyetler için bkz. Meclisî, a.g.e, XV/69-70, 181; Atalarının adları için bkz. Meclisî, a.g.e, XV/79-81. 154 Aynî, a.g.e, XVI/303. 155 Kastallânî, Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, İrşâdü’s-Sârî li Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Matbaatü’l-
Meymeniyye, 1307, Mısır, VI/177.
44
Abbâs’ın bu hadisini tahricinde “Hz. Peygamber neseb konusunda Maad b. Adnân’ı
geçmez” demektedir.156
Hz. Peygamber’in Adnân’a kadar olan atalarının isimlerinin muhafaza
edilmesinin en önemli sâiklerini şöyle sıralamak mümkündür: “Araplar’ın kendi iç
dinamiklerinden kaynaklanan tarih telakkisinde, soy bilgisi (neseb) etkindir. Bu
husus onları kendi neseblerini korumaya götürmüş, bu da, bir nevi geçmişin bilgisi
olan neseb şecerelerinin hıfzına vesile olmuştur.”157
“Araplar şiir ve belâğat yanında ilm-i ensaba çok önem verirlerdi. Bu
sebepten her kabile kendi soyunu hıfzederdi; kabilelerin birbirine üstünlüğü soyla
ölçüldüğü gibi, kız alıp vermede de bu fazilet ve rüçhaniyet aranırdı. Hz.
Peygamber’i ve içinde yaşadığı toplumdaki yakınlarını bilmek, onu daha iyi
tanıyabilmenin ve anlayabilmenin önemli vesilelerinden biridir. Bizzat kendileri de,
bir yandan cahiliye döneminin kabile taassubuna dayanan asalet ve soy-sopla
övünme, başkalarının nesebini kötüleme âdetini yasaklar. Diğer taraftan, akrabalık
hukukuna iyi bir şekilde riâyet edilebilmesi için kişilerin nesepleri hakkında bilgi
sahibi olmalarını tavsiye etmiştir.”158
Neşet Çağatay bu konuda şu mütâlaalarda bulunmaktadır: “Soy-sop bilgisi
Araplar katında eskiden beri en önemli bir konu idi ve daima böyle kalmıştır. Eğer
gerçekten Hz. Muhammed’in nesebi hakkında bir şüphe olsaydı cahiliye çağında
yani Mekkeli müşriklerin şiirlerinde bu görülürdü. Nitekim bu şiirlerde onların Hz.
Peygamberi en ağır şekilde hiciv ettiklerini görüyoruz. Bundan başka, İslâm tarihine
ve hadise dair kitapların, Hz. Peygamber’in vefatından çok sonra yazılmış olması,
156 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/ 164. 157 Öz, Şaban, a.g.e, s. 385. 158 Dönmez, İ. Kâfi, “Nesep” maddesi, DİA, İstanbul, 2006, XXXII/573; Fayda, Mustafa, “Ensab”
maddesi, DİA, İstanbul, 1995, XI/244-249.
45
Peygamberin soyuna ait soy kütüklerinin sonradan uydurulmuş olmasını icap
ettirmez; bilakis öyle bir şey olsaydı bu hatalar açığa vurulurdu. Zira Kureyş
kabilesinin Emeviler kolu ile Hâşimiler kolu arasında o kadar şiddetli bir mücadele
vardı ki bu uydurmaya kimse itiraz etmese onlar ederdi. Sonra bu soy kütükleri Hz.
Ömer’in halifeliği zamanında o kadar inceden inceye araştırılıp düzenlenmişti ki
bunlara kolay kolay itiraz edilemez; zira bu cetveller üzerinden maaş dağıtılıyordu bu
itibarla uydurma olmalarına imkân yoktur.”159 Bundan dolayı Hz. Peygamber’in
nesebi, tarih kitaplarında mahfûzdur. 160
Kanaatimizce Hz. Peygamber bir yandan cahiliye döneminin kabile
taassubuna dayanan asalet ve soyla övünme, başkalarının nesebini kötüleme âdetini
yasaklarken; öte yandan akrabalık bağıyla ilgili hak ve vecîbeler dengesinin iyi bir
şekilde işletilebilmesi için kişilerin nesepleri hakkında bilgi sahibi olmalarını tavsiye
etmiştir.161 Zira ensab bilgisi, kendilerini koruyan ve bir araya getiren bir devletin
bulunmayışının da tabii sonucu olarak kabile fertlerini birbirine bağlayan, çeşitli
tehlikelerden koruyan ve başka kabile mensuplarından ayıran bir zırh gibiydi. Ayrıca
soya dahil olan unsurlar, gerçekte bir kabilenin çölde varlığını sürdürmede başarılı
olması için gerekli meziyetlerdir.
3. Tarih Kaynaklarında Soy Kütüğü
a. Adnân’a Kadar Soyu
Hz. Peygamber’in nesebiyle ilgili olarak İbn Sa’d (ö. 230) şu bilgiyi
kaydetmektedir: Urve b. Zübeyr: “Ne Adnân’dan, ne de Kahtân’dan ötesinin adlarını
159 Çağatay, Neşet, a.g.m, s. 31. 160 Sarıcık, Murat, Hz. Muhammed’in Çağrısı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2006, s. 20. 161 Buharî, Menakıb, 1,16, IV/154; Müslim, Cenâiz, 29, I/665 .
46
bilen bir kimseye rastlamadık. Bunlar sadece tahminlerini ileri sürüyorlar.”162 Zehebî
(ö. 748) ise: “Araplar’ın nesebine gelince; Ensab ve Eyyâmu’l-Arap ilgilenen ilim
ehli, atalarını ve annelerini ve kabilelerini ezberler ve hafızalarına alırlar. Bunun bazı
furûunda ihtilâf ederler. Ebû Esved: “Şiir ve neseb konusunda Kureyşliler’in en
bilginlerinden biri olan Ebû Bekr Süleymân b. Hasme: ‘Ne bir şâirin şiirinde, ne de
bir âlimin ilminde, Maad b. Adnân’dan sonrakilerin adlarını bilen bir kimse
görmedik’ dediğini kaydetmektedir. ”163
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, Hz. Peygamber’in Adnân’a
kadar olan nesep rivâyetlerinde ihtilâf bulunmadığı, onun Adnân’a kadar soyuyla
ilgili rivâyetlerin sahih olduğu; ancak bundan ötesiyle ilgili itimat edilir sahih
rivâyet bulunmadığını görmekteyiz.164
b. Adnân ile İsmâîl Arasındaki Soyu
Buhârî (ö. 256) , Târih’inde Hz. Peygamber’in nesebini Hz. İbrâhîm’e kadar
şöyle sıralıyor: “Adnân b. Üded b. Mukavvim b. Sârih b. Yeşcüb b. Ya’rub b. Sâbit
b. İsmâîl b. İbrâhîm.”165
Hz. Peygamber’in nesebinin geri kalan kısmı ihtilâflıdır. Hz. Peygamber’in
nesebi: Maad b. Adnân b. Üded b. Zend b. Yera b. İrak es-Sera’dır. Zend,
Humeysa’dır. Yera, Nebit’tir. İrak es-Sara, İsmâîl b. İbrâhîm’dir.
162 İbn Sa’d, a.g.e, I/58. 163 Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Târihu’l-İslam, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî,
Beyrut, 1994, I/18-19. 164 Beyhakî, a.g.e, I/180; Ayrıca bkz. Yıldırım, Enbiya, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınları, İstanbul,
2001,
s. 127; Muhammed Ebû Şeheb, Nesebü’n-Nebiyyi’ş-Şerifi’z-Zekî, Mecelletü’-Ezher, 45/202, Sayı: 3,
1973, Kahire, s. 202-209; Münşâvî, Osman Abbûd, Şerefü Nesebihi (s.a.s), Mecelletü’l-Ezher, 46/
372-377, Sayı: 3, 1974, Kahire. 165 Buhârî, Kitabu Târihi’l-Kebîr, Matbaatü Cem’iyyet-i Dâiratu’l-Ma’rifeti’l-Osmâniyye,
Haydarâbad, 1361, s. 5.
47
Humeyd- Seleme b. el-Fazl- İbn İshâk: Ensab bilginlerinden bazıları Hz.
Peygamber’in şeceresini: Maad b. Übed b. Mukavvim b. Nâhur b. Tirah b. Ya’kûb b.
Yeşcüb b. İsmâîl b. İbrâhîm şeklinde zaptederler. İbn İshâk sözlerine şöyle devam
ediyor: Kays b. Nâbit b. Kilâb bir şiirinde nesebini Kayzer’e ulaştırıyor. Soy
bilginlerinden bazıları Adnân b. Mida b. Übed b. Ka’b b. Yeşçüb b. Ya’rub b. el-
Humeysa b. Kayzer b. İsmâîl b. İbrâhîm şeklinde söylerler. Bu neseb şeceresi eski bir
ilim olup, Kitap Ehli’nden alınmıştır.166
Hz. Peygamber’in atalarının adlarının farklı şekilde okunmasıyla ilgili olarak
şu belirtmek gerekir: “Atalarının adları ve bunların okunuşları hakkındaki ihtilâflar,
bu konudaki bilgilerin Yahudi âlimlerinden alınmış ve Arapça’ya çevrilirken
değişikliklere uğramış olmasından neşet etmektedir. Bu ihtilâf Hz. Peygamber
zamanında da söz konusu olduğu için Rasûlullah kendi nesebinin Adnân’a kadar
zikredilmesine izin vermiş, ondan sonrasını ise yasaklamıştır.”167
Adnân’ın, İbrâhîm Peygamberin oğlu İsmâîl’in soyundan geldiğinde bir
ihtilâf olmadığı nakledilmektedir.168 Bununla beraber onunla Hz. İsmâîl arasında kaç
kuşak/nesil geçmiş olduğu hususunda ihtilâf edilmiş ve bununla ilgili birçok görüş
ileri sürülmüştür. İbn Sa’d (ö. 230) ve Taberî (ö. 310) gibi ilim adamları, Adnân ile
İsmâîl arasında kaç kuşak bulunduğu noktasında ihtilâf etmişlerdir. İkisi arasında
dört kuşak diyenler de kırk kuşak diyenler de vardır. Ayrıca bu kuşakların isimlerinin
tespiti de Arapça olmamaları sebebiyle başka bir problem oluşturmuştur.169
166 Taberî, a.g.e, II/271-272. 167 İbn Sa’d, a.g.e, I/37; Fayda, Mustafa a.g.md, I/392. 168 Zehebî, a.g.e, I/17. 169 İbn Sa’d, a.g.e, I/55-59; İbnü’l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Cemheratü’n-Neseb, Beyrut,
1986, s. 17; Taberî, a.g.e, II/273; Süheylî, a.g.e, I/8-9, 1914; Zehebî, a.g.e, I/17, 21-22; İbn Kesîr, el-
Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru İbn Kesîr, Beyrut, 2007, II/468; Aynî, a.g.e, VIII/54, 1308; Öz, Şaban,
a.g.e, s. 383.
48
“Bazı Arap nessâbları Adnân ile İsmâîl arasındaki müddeti kısa gösterirlerse
de bunun sebebi onların Adnân ile İsmâîl arasındaki cedlerin isimlerini
ezberleyememeleridir. Bu isimlerin ezberlenememesinde sebep, lehçe ve lisanın
değişmesiyle ihtilâf hâsıl olmasıdır. Fakat bu ihtilâf, Adnân’ın İsmâîl’in evlâdı
olması üzerinde bir tesir icra etmez. Zira İsmâîl ile Adnân arasındaki en meşhur
isimler hıfzolunmuş ve tarihe mal edilmiştir.”170 “Bu bağlamda bu eksikliğe sebep
veren âmil, Araplar’ın ataları içinde ehemmiyetli şahsiyetleri hatırda tutmuş
olmalarıdır. Bundan dolayı Adnân ile İsmâîl arasında ancak dokuz ced
gösterilmektedir. Binaenaleyh Araplar, Adnân’ın İbrâhîm’in neslinden olduğuna kânî
bulunduklarından Adnân’ı takib eden nesillerin, Adnân’a kadar yükselmesine
ehemmiyet veriyor, Adnân ile İsmâîl arasındaki batınlara aynı ehemmiyeti
vermiyorlardı.”171
c. İbrâhîm’den Âdem’e Kadar Soyu
İbn İshâk (ö.151) ve İbn Hişâm’da (ö. 213-218) yer alan rivâyetlerde ise Hz.
Peygamber’in Âdem’e (a.s) kadar olan nesebi şöyle yer alır: Ebû Muhammed
Abdulmelik b. Hişâm (en-Nahvî) şöyle nakleder: Bu Rasûlullah (s.a.s) Muhammed
b. Abdillâh b. Abdulmuttalib’in sîretinin kitabıdır. Abdulmuttalib’in ismi Şeybe b.
Hâşim’dir. Hâşim’in ismi, Amr’dır. Abdi Menâf’ın ismi Muğire b. Kusay’dır.
(Kusay’ın ismi Zeyd) b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Luey b. Ğalib b. Fihr b. Mâlik b.
Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike’dir. Müdrike’nin ismi, Âmir b. İlyas b.
Mudar b. Nizâr b. Maad b. Üdd, bir rivâyette Üded b. Mukavvim b. Nâhur b. Tirah
170 Ahmed Nedvî-Saîd Sâhib Ansarî, Asr-ı Saâdet Peygamberimizin Ashâbı, çev. Ali Genceli, haz.
Eşref Edib, Sebîlürreşâd Neşriyyat Bürosu, 1967, s. 64. 171 Şiblî, Mevlânâ Numânî, Asr-ı Saâdet, çev. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, I/119-
120.
49
b. Ya’rub b. Yeşcub b. Nâbit b. İsmâîl b. İbrâhîm b. Târih’tir. Bu Âzer b. Nâhur b.
Sârûğ b. Râû b. Fâlih b. Aybere b. Şâlih b. Erfehşez b. Sâm b. Nûh b. Lemk b.
Mettûşelh b. Uhnûh’’tur. Bu zat iddia ettiklerine göre İdris Peygamber’dir. Kendisine
nübüvvet verilen Âdemoğulları’nın ilkidir. Uhnûh b. Yerd b. Mehlîl b. Kaynen b.
Yâniş b. Şîs b. Âdem (a.s)’dır.
İbn Hişâm: İsmâîl b. İbrâhîm b. Târih’tir. Bu Âzer b. Nâhûr b. Esreğ b.
Erğu b. Fâlih b. Âbir b. Şâlih b. Erfehşez b. Sâm b. Nûh b. Lemk b. Mettuşelh b.
Uhnûh b. Yerd b. Mehlîl b. Kaynen b. Enûş b. Şîs b. Âdem (a.s)’dir.172
Şîî kaynaklardan, Meclisî Âdem’e kadar 49 atanın bulunduğunu nakleder.173
Kaynaklarımızda Hz. Muhammed’in soyunu, Hz. Âdem’e kadar götüren
çeşitli bilgiler ve rivâyetler nakledilmektedir. Ne var ki, bu bilgilerin sıhhati
tartışmalıdır. Aralarında doğruluğu kesin olanlar bulunduğu gibi, son derece zayıf ve
hatta kabul edilemeyecek olanları da bulunmaktadır. O kadar ki İbnü’l-Esîr (ö. 630)
gibi bazı âlimler Adnân’dan yukarısı konusuna hiç girmemeyi en sağlıklı yol
görmüşlerdir.174 Burada şunu da belirtelim ki, rivâyette insanlık tarihi adeta insanlık-
Arap-Kureyş-Benî Hâşim-Hz. Peygamber olarak verilmektedir. Hâlbuki insanlık
tarihinin bu kadar kısa olmayacağı aşikârdır.
Netice itibariyle Hz. Peygamber’in soyuyla ilgili rivâyetlerin en zayıf kalan
kısmının burası olduğu müşahade edilmektedir.
İbn Abdilberr (ö. 463): “Aralarında Abdullâh b. Mes’ûd, Muhammed b. Ka’b
el-Kurazî ve Amr b. Meymûn el-Evdî’nin yer aldığı bir grup selef ulemâsının,
İbrâhîm sûresi 9. âyeti okuduklarında: ‘Nesep âlimleri yalan söylediler ve bunun
172 İbn İshâk, a.g.e, s. 1-2; İbn Hişâm, a.g.e, I/1-4; İbn Sa’d, a.g.e, I/59. 173 Meclisî, a.g.e, XV/70, XV/69-71. 174 İbn Kuteybe, Abdullâh b. Müslim ed-Dîneverî, el-Maârif, Beyrut, 1970, s. 29-30; İbnü’l-Esîr,
Üsdü’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, Beyrut, t.y, I/121.
50
manasının Benî Âdem’i hesapladığını iddia eden kimsenin yalanlamasıdır’
dediklerini belirtir.”175
Rivâyete göre birkaç defa tekrarlanan “Nesep âlimleri yalan söylediler”
ifadesinin İbn Mes’ud’un sözü olduğu daha sahih kabul edilmiştir.176
Kısacası; Hz. Peygamber nesebi konusunda dedikoduların başlaması ve her
kabilenin onunla ata birliği içinde olduklarını söylemeye başlamalarından dolayı
muhtemelen zaman zaman bu konuda açıklamalarda bulunmak zorunda kalmıştır.177
Ve bunlar genelde uydurma şecerelerdir.178 Bu tür şecerelerin sahih olmadığı ve bu
bilgilerin nesep bilginlerinin yalanları olduğu, bizzat ilk nesilden, sahabeden de teyit
edildiği görülmektedir.179 Bu sebeple bu tür şecereler ihtiyatla karşılanmalıdır.180
Her ne kadar bu şecerelerde problem varsa da Hz. Peygamber’in soyunun Hz.
İsmâîl’e kadar uzandığı konusu genel kabul görmektedir. İbn Sa’d (ö. 230/845)’da
yer alan rivâyette de Maad’ın Kayzer b. İsmâîl’in oğlundan olduğu konusunda bir
ihtilâf görülmediği kaydedilmektedir.181 Binaenaleyh, Adnânîler’e İsmâîlîler de
denildiği tarihen sabittir. Rivâyete göre Hz. İsmâîl burada evvelâ, Cürhüm kabilesi
başkanı Mudad’ın kızı Seyyide ile, daha sonra Amr kızı Ra’le ile evlenmiş, bu iki
kadından on iki oğlu doğmuştur. Bunlardan Kayzer b. İsmâîl, Mekke’de kalmıştır.
Bu sûretle Arap kavmine yabancı olan İbrâhîmoğulları’nın kanı karışmış, İsmâîlîler,
Adnânîler, Maadîler veya Nizarîler diye anılan bir topluluk vücuda gelmiştir. İşte
yüzyıllar sonra, İslâm dinini tebliğe memur edilen Hz. Muhammed’in ceddi olan
175 Zehebî, a.g.e, I/19. 176 Yılmaz, Hayati, a.g.e, s. 25.
177 İbn Sa’d, a.g.e, I/22. 178 Zehebî, a.g.e, I/17. 179 Zehebî, a.g.e, I/41. 180 İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed el-Endelüsî, Cemheratü Ensâbi’l-Arab, Beyrut, 1983,
s.7. 181 İbn Sa’d, a.g.e, I/57.
51
Kureyş kabilesi, İsmâîl Peygamber’in, Cürhümlülerden birkaç kadınla
evlenmesinden çoğalan nesilden çıkmıştır.182
4. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Muhammed’in (s.a.s) Asâleti
Bu bölümde Hz. Peygamber’in soyu hakkındaki hadis rivâyetleri verilecek,
isnadlar sıralanacak ve râvîlerin cerh ve ta’dîl açısından değerlendirilmesi
yapılacaktır.
Kaynaklarımızda Hz. Peygamber’in soyuna dair birbiriyle aynı istikâmette
birçok rivâyetin nakledildiğini görmekteyiz:
A. Heddâb b. Hâlid183 ve Şeybân b. Ferrûh184-Süleyman b. Muğîra185-Sâbit
el-Bünânî186-Enes b. Mâlik-Rasûlullah (s.a.s): “Peygamber oğlu İbrâhîm doğunca:
“Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrâhîm’in adını verdim” buyurmuştur.187
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
B. Kuteybe b. Saîd188-Ya’kûb b. Abdirrahmân189-Amr190-Saîd el-Makburî191-
Ebû Hureyre-Rasûlullah: “Nesilden nesile intikal ederek Âdemoğulları’nın
nesillerinin en hayırlısından, nihâyet içinde bulunduğum nesilden gönderildim.”192
182 Şevkî, Ebû Halil, Atlasu’s-Sîreti’n-Nebeviyye, Dımeşk, 2003, s. 29-32; Çağatay, Neşet, a. g. m, s.
21 183 Heddâb b. Hâlid Ebû Hâlid el-Ezdî: Süleymân b. Muğîra’dan rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim onun
saduk olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/140-141). 184 Şeybân b. Ferrûh (ö. 235/236): O, Şeybân b. Ebî Şeybe el-Habetî’dir. Hammâd b. Seleme’den
rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür’a ve Mesleme gibi âlimler tarafından sika görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/325; Zehebî, Mîzân, II/285; İbn Hacer, Tehzîb, IV/374-375). 185 Süleymân b. Muğîra el-Kaysî (ö. 165): Sâbit el-Bünânî’den rivâyet etmiştir. Ondan Behz b. Esed
nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Mansûr, Yahyâ b. Maîn, İbn Sa’d, Nesâî ve İbn Hibbân gibi
birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/137-138; İbn Hacer, Tehzîb,
IV/220-221). 186 Sâbit b. Eslem el-Bünânî (ö. 127): Enes’ten rivâyet etmiştir. Yahyâ b. Maîn, Ahmed b. Hanbel,
Iclî, Nesâî, Ebû Hâtim ve İbn Sa’d gibi âlimler sika ve sebt olduğunun altını çizmektedirler. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, II/375-376; Zehebî, Mîzân, I/362-363; İbn Hacer, Tehzîb, II/2-4). 187 Müslim, İbn Haccâc Ebû’l-Hüseyn, Câmiu’s-Sahîh, Fedâil, 15, hadis no: 2315, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1981, II/1807.
52
Ebû Hureyre’nin Hz. Peygamber’den merfu olarak naklettiği bu rivâyetin
diğer bir isnadı şöyledir:
1. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Saîd el-Makburî-Amr-İsmâîl-Süleymân-Ahmed
b. Hanbel-Abdullâh.193
Ebû Hureyre rivâyetinin isnadında ihtilâfla birlikte mecrûh görülen Saîd el-
Makburî bulunduğundan bu rivâyetler klasik hadis usûlü bakımından “hasen”dir.
C. Hadis kaynaklarının rivâyeti Vâsile b. Eskâ’dan farklı isnadlarla
naklettikleri görülmektedir.
Muhammed b. Mihrân er-Râzî ve Muhammed b. Abdirrahman b. Sehm194-
Velîd b. Müslim195-el-Evzâî196-Ebû Ammâr Şeddâd197-Vâsile b. el-Eskâ’198:
188 Kuteybe b. Saîd b. Cemîl b. Ta’rîf b. Abdullâh es-Sekafî (ö. 40): Ya’kûb. b. Abdirrahmân el-
İskenderânî’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, Hâkim, Kuteybe ve Mesleme b. Kâsım
el-Horasânî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/188-189; İbn
Hacer, Tehzîb, Dâru Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 2004, VIII/358-361). 189 Ya’kûb b. Abdirrahman b. Muhammed b. Abdillah b. Abdilkârî el-Medenî (ö.181):
İskenderiyye’de oturmuştur. Amr b. Ebî Amr’dan rivâyet etmiştir. Ondan Kuteybe b. Saîd aktarmıştır.
İbn Maîn, Dûrî, İbn Hibbân ve Ahmed b. Hanbel sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/258; İbn Hacer, Tehzîb, XI/391-392). 190 Amr b. Ebî Amr (ö. 44): Muttalib b. Abdillâh b. Hantab el-Mahzûmî Ebû Osmân el-Medenî’nin
mevlâsıdır. Ebû Saîd el-Makburî’den rivâyet etmiştir. Yahyâ b. Maîn, Dûrî ve Nesâî gibi âlimler
tarafından zayıf görülmüştür. Abdullâh b. Ahmed ve İbn Adî onun hakkında “la be’se bih” dendiğini,
İbn Adî ise Mâlik’in ondan rivâyet ettiğini ve Mâlik’in sika ve sadûk olandan başkasından rivâyet
etmediğini belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/329-330; Zehebî, Mîzân, III/281-282; İbn Hacer,
Tehzîb, VIII/82-84). 191 Saîd b. Ebî Saîd el-Makburî (ö. 123/125): Ondan Amr b. Ebî Amr (Muttalib’in mevlâsı) rivâyet
etmiştir. İbn Medînî, İbn Sa’d, Iclî, Ebû Zür’a, Nesâî, İbn Hiraş ve Ebû Hâtim gibi birçok âlim
tarafından sika görülmüştür. Abdullâh b. Ahmed onda bir beis olmadığını belirtmektedir. Ya’kûb b.
Şeybe, ölümünden önce yaşlanıp aklı aklı karışınca değiştiğini, Vâkidî, ölümden dört yıl önce ihtilât
ettiğini ifade etmektedir. (Zehebî, Mîzân, II/139-140; İbn Hacer, Tehzîb, II/647-649). 192 Buhârî, Menâkıb, 23, IV/166. 193 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/373. 194 Muhammed b. Abdirrahmân b. Hâkim b. Sehm el-Antâkî (ö. 243): Velîd b. Müslim’den
rivâyet etmiştir. İbn Hibbân ve Hatîb sika olduğunu belirtmektedir, ancak İbn Hibbân onun bazen hata
yaptığını ifade etmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, IX/296-297). 195 Velîd b. Müslim el-Kuraşî (ö. 195): el-Evzâî’den rivâyet etmiştir. Ondan Dühaym işitmiştir. İbn
Sa’d, Iclî ve Ya’kûb b. Şeybe’ye göre sika olsa da, Ahmed b. Hanbel onun hatasının çok olduğunu
ifade etmektedir. Ebû Mesher de Velîd b. Müslim’in, Evzâî’nin hadisini yalancılardan rivâyet ettiğini
ve onlardan tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/21-22; İbn Hacer, Tehzîb,
XI/151-155). 196 el-Evzâî (ö. 251/255/256): Abdurrahmân b. Amr b. Ebî Amr: Şeddâd b. Ammâr’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Mâlik, Muhammed b. Mus’ab el-Kurkusanî aktarmıştır. Osman ed-Darimî ve İbn
53
Rasûlullah’ın (s.a.s) şöyle dediğini işittim: “Allah Teâlâ yarattıkları arasında
İbrâhîmoğulları’ndan İsmâîl’i, İsmâîloğulları’ndan Kinâne’yi, Kinâne’den Kureyş’i,
Kureyş’ten Hâşimoğulları’nı, onlardan da beni seçti.”199 Ebû İsa: “Bu hadis hasen,
sahihtir” demektedir.200
Rivâyetin isnadındaki Velîd b. Müslim’in mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet
“zayıf” tır.
Vâsile b. Eskâ’’nın naklettiği bu rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Vâsile b. el-Eskâ’-Ebî Ammâr-el-Evzâî-Muhammed b.
Mus’ab201-Hallâd b. Eslem202-Tirmizî.203
2. Rasûlullah (s.a.s)-Vâsile b. Eskâ’-Ebî Ammâr-el-Evzâî-Muhammed b.
Mus’ab.204
3. Nebî (s.a.s)-Vâsile b. Eskâ’-Şeddâd Ebî Ammâr-el-Evzâî-Muhammed b.
Mus’ab.205
Muhammed b. Mus’ab’ın durumu sebebiyle bu rivâyetler “zayıf”tır.
Sa’d’a göre sikadır. Ahmed b. Hanbel ise zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/238-
242). 197 Şeddâd b. Abdillâh Ebû Ammâr ed-Dımeşkî: Vâsile b. Eskâ’dan rivâyet etmiştir. Ondan el-
Evzâî nakletmiştir. Yahyâ b. Maîn onda bir beis olmadığını, Ebû Hâtim ise sika olduğunu
kaydetmektedir. (İbn Ebî Hâtim, er- Râzî, Ebû Muhammed Abdurrahman, Kitâbü’l-Cerh ve’t-Ta’dil,
Matbaatu Meclisi Dâiratu’l-Mâa, Haydarâbâd, 1952, IV/329; İbn Hacer, Tehzîb, IV/317). 198 Vâsile b. Eskâ’ b. Ka’b b. Âmir b. Leys b. Abdimenât (ö. 83/85): Ondan Şeddâd b. Ebî Ammâr
rivâyet etmiştir. Buhârî, onun vehmettiğini nakletmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, XI/101-102). 199 Müslim, Fedail, 1, hadis no: 2276, II/1782. 200 Tirmizî, Menâkıb, 1, hadis no: 3605, V/583. 201 Muhammed b. Mus’ab b. Sadaka el-Kurkusânî (ö. 280): Bağdatlıdır. Ondan Ahmed rivâyet
etmiştir. Salih Cezere, Evzâî’den hadislerinin genelinin maklûb olduğunu belirtmektedir. Ebû Hâtim,
Nesâî, Hatîb, Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn, Sâlih b. Muhammed ve İbn Hibbân gibi bir çok âlim
tarafından zayıf görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/118-119; Zehebî, Mîzân, IV/42; İbn Hacer,
Tehzîb, IX/458-460). 202 Hallâd b. Eslem el-Bağdâdî (ö. 248/249): Muhammed b. Mus’ab el-Kurkusânî’den rivâyet
etmiştir. Dârekutnî, Nesâî, Mesleme b. Kâsım ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika
görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, III/171-172). 203 Tirmizî, Menâkıb, 1, hadis no: 3605, V/583. 204 İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullâh b. Muhammed, Musannefu İbn Ebî Şeybe fî’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr,
Dâru’l-Fikr, 1989, XI/478. 205 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, Lübnan, 1999, XXVIII/194.
54
4. Rasûlullah (s.a.s)-Vâsile b. Eskâ’-Ebî Ammâr Şeddâd-el-Evzâî-Ebû’l-
Muğîra206-Ahmed b. Hanbel-Abdullah.207
5. Rasûlullah (s.a.s)-Vâsile b. Eska’-Şeddâd Ebî Ammâr-el-Evzâî-Velîd b.
Müslim-Süleymân b. Abdirrahmân ed-Dımeşkî208-Muhammed b. İsmâîl.
Muhammed b. İsmâîl tarikiyle gelen bu hadis için Tirmizî “hasen, sahih,
garib” 209 ifadesini kullanmıştır.210
Bizim tesbitimize göre, kaynaklarımızda sekiz farklı tarikten gelen bu haber
yalnızca Vâsile b. Eska’dan gelmesi hasebiyle “ferd-i mutlak” bir hadistir.
D. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Hüseyn b. Muhammed-Yezîd b. Atâ’-Yezîd-
Abdullâh b. Hâris b. Nevfel-Abdulmuttalib b. Rebîa b. Hâris b. Abdulmuttalib:
“Ensar’dan bazı insanlar geldi ve senin kavminden şöyle diyen kimseleri işitiyoruz
dediler: ‘Muhammed’in örneği, çöplükte biten hurma ağacı gibidir.’ Hüseyn:
‘Kebâ’dan maksat çöptür’ dedi. Rasûlullah (s.a.s): ‘Ey insanlar! Ben kimim?’ dedi.
Onlar: ‘Sen Rasûlullah’sın’ dediler. ‘Ben Muhammed b. Abdillâh b.
Abdulmuttalib’im’ buyurdular. Daha önce bundan önce hiç soyundan (bahsettiğini)
işitmemiştik. Allah mahlukâtı yarattı da beni onların en hayırlılarından kıldı. İki
206 Ebû Muğîra: Abdülkuddûs b. Haccâc (ö. 212): el-Evzâî’den rivâyet etmiştir. Iclî, Ebû Hâtim ve
Nesâî gibi bir çok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/71-72; Zehebî,
Mîzân, II/643). 207 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/ 107. 208 Süleymân b. Abdirrahmân ed-Dımeşkî (ö. 233) Velîd b. Müslim’den rivâyet etmiştir. Nesâî
sadûk olduğunu ifade eder. İbn Maîn, bilinen kimselerden rivâyet ederse onda bir beis olmadığını,
Ebû Hâtim, mechûl ve zayıf kimselerden rivâyet etmediği sürece sadûk olduğunu belirtmektedir.
Dârekutnî, sika olduğunu ancak onun yanında zayıf kimselerden münker (rivayetlerinin) bulunduğunu
kaydetmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/124-125; Zehebî, Mîzân, II/212-213). 209 Hadis bazen garibu’l-isnad olur. Yalnız tek vecihten bilinir. Eğer o garib vecihten hadis sahih
olursa hükmü sahih-garibdir. Böyle bir hadisin metni iki vecihten rivâyet edilmekle hasen mertebesini
alabilir. Bunun içindir ki muhaddis, ‘bu konuda fulan ve fulanın rivâyetleri vardır’ der ve bu sözüyle
hadisin manasına uyan ve onu hasen kılan şevâhidi olduğunu ifade etmiş bulunur. İsnadı garib
olmakla beraber hadise sahih denilmişse o hadis ancak garib tarikten sahih olarak rivâyet edilmiş
demektir. Aynı hadiste sıhhat ve hüsn vasıfları böylece birleşmiş ve garib isnadla rivâyet edilen
vecihten garib olmuş olur. (Mücteba, Uğur, Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yayınları, Ankara, 1992,
s. 128-129). 210 Tirmizî, a.g.e, V/583.
55
gruba ayırdı da, beni onların en hayırlılarından kıldı. Sonra kabileleri seçti ve beni en
hayırlı kabileden kıldı. Sonra evleri (aileleri) seçti ve beni en hayırlı evde kıldı.
Dolayısıyla ben mahlukâtın şahıs ve aile olarak en hayırlısıyım.”211
Abdulmuttalib b. Rebîa’dan nakledilen bu rivâyetin isnadlarını şöyle
sıralamak mümkündür:
1. Abbâs-Muttalib b. Ebî Vedâa212-Abdullâh b. Hâris b. Nevfel-Yezîd b. Ebî
Ziyâd-Süfyân-Ebû Nuaym-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh213.
2. Abbâs b. Abdilmuttalib b. Ebî Vedâa-Abdullâh b. Hâris-Yezîd b. Ebî
Ziyâd-Süfyân214-Ebû Ahmed-Mahmûd b. Ğaylân215.
Tirmizî, hadisi hasen olarak değerlendirmektedir.216
3. Abdulmuttalib b. Rebîa-Abdullâh b. Hâris-Yezîd b. Ebî Ziyâd-Muhammed
b. Fudayl217.
Yezîd b. Ebî Ziyâd’ın zayıf addedilmesi sebebiyle bu rivâyetler “zayıf”tır.
Rivâyetlerin değerlendirilmesi noktasında hadisin hangi ortamda, niçin
söylendiğini yani hadisin sebebi vürûdunu öncelemek uygun olacaktır. Zira hadis
bağlamından koparılmadan, vürûd sebebi ile birlikte zikredilirse problem
kalmayacağı inancındayız. Bazı rivâyetlerde geçen ayrıntılı bilgiler, Hz.
Peygamber’in kendi soyunu övdüğü hadislerin vürûd sebebi hakkında bir takım
ipuçları vermektedir. Kureyş’in kendi aralarındaki bu konuşmaları muhtemelen
211 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/165-166. 212 Muttalib b. Ebî Vedâa Hâris b. Ebî Sabîra b. Saîd b. Sa’d b. Sehm es-Sehmî: Ondan Abdullâh
b. Hâris b. Nevfel rivâyet etmiştir. Mekke ehlinden sayılır. Medine’de yaşamıştır. Sahabedendir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/409; İbn Hacer, Tehzîb, X/179-180). 213 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/ 210. 214 Süfyân b. Uyeyne el-Hilâlî (ö. 198): Kûfeli bir muhaddis olup Iclî, İbn Sa’d ve İbn Mehdî’ye göre
sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/211-213; Zehebî, Mîzân, II/170-171; İbn Hacer, Tehzîb, IV/117-
122). 215 Tirmizî, Menâkıb, 1, V/584. 216 Tirmizî, Menâkıb, 1, V/584. 217 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, VII/409.
56
Ensâr’dan bazılarının kulağına gitmiş olmalı ki, onlar da Hz. Peygamber’e gelip
“çöplükte biten hurma” benzetmesi hakkında ne buyurduğunu sorarlar. Rasûlullah
(s.a.s) de yukarıda geçen sözlerini hemen hemen aynen tekrarlar. Bu olayı nakleden
sahâbînin ifadelerinden, Hz. Peygamber’in daha önce nesebini öven konuşmalarda
bulunmadığı anlaşılmaktadır.218
Tirmizî şârihî Mubârekfûrî (ö. 1935), sanki bir şeyler işitmiş ifadesini, nesebi
ya da hasebi hakkında yapılan bir ta’n olarak yorumlar ve Hz. Peygamber’in
maksadının nesebini açıklamak olduğunu ifade eder.219
Bize göre, onun soyu hakkında yanlış yorumlanmaya müsait konuşmalar Hz.
Peygamber’in bu açıklamaları yapmasına sebep olmuştur.
E. Hâtim b. İsmâîl220-Ca’fer221-Muhammed b. Ali222-Rasûlullah: “Ben
cahiliye çağının kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana babamdan meydana
geldim. Ben, Âdem’den babama ve anneme gelinceye kadar hep nikâh mahsûlü
olarak gelmişimdir. Ben, ana ve baba soyu itibariyle en hayırlınızım!”223
Ca’fer b. Muhammed’in durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
Hz. Peygamber bu sözü, büyük bir ihtimalle, cahiliye döneminde nikâh dışı
kadın erkek ilişkilerinin çokluğu karşısında kendi ailesinin bu tür ilişkilerden uzak
olduğunu ifade etmek için söylemiş olmalıdır. Ne var ki, başka rivâyetlerde
218 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/166; Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 87-88. 219 Mubarekfûrî, a.g.e, X/62-63. 220 Hâtim b. İsmâîl: Ca’fer b. Muhammed’den rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Yahyâ b. Maîn’e
göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/272; Zehebî, Mîzân, I/428). 221 Ca’fer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib el-Hâşimî (ö. 148): Babasından
rivâyet etmiştir. Yahyâ b. Maîn, İbn Ebî Huseyme ve İbn Ebî Hâtim gibi âlimler tarafından sika
görülmüştür. Buhârî onunla ihticâc etmemiştir. (Zehebî, Mîzân, I/414-415). 222 Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib el-Hâşimî: Ondan Ca’fer b. Muhammed
rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/33-34). 223 İbn Ebî Şeybe, VII/409; Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebî Bekr, Keşfü’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzâr
ale’l-Kütübi’s-Sitte, Beyrut, 1984, VIII/214.
57
“Âdem’den itibaren” ifadesi eklenmek sûretiyle Âdem’e kadar atalarının zinaya
bulaşmadığı ifade edilmektedir.224
Burada şunu belirtelim ki, İbn Sa’d’da (ö. 230) yer alan rivâyette zina
olmaksızın nikâhlı birlikteliklerden meydana geldiği, diğer rivâyette cahiliye
kötülüklerinden bir kötülük bulaşmadığı ifade edilir; ancak “ben ana ve baba
itibariyle soy bakımından en hayırlınızım” ifadesi yer almaz.
Metin açısından da rivâyetlerde mana va lafız farkı olduğu görülmektedir. Hz.
Peygamber’in zina olmaksızın nikâhlı birliklerden meydana geldiği ifade edilirken
zamanla onun bir Peygamber’den diğerinin sulbüne intikal ettiği gibi bilgilerin
aktarıldığı görülmektedir.
İbn Abbâs’a izâfe edilen bir rivâyette o, “Allah, senin secde edenler arasında
dönüp dolaşmanı görür.” (Tekallübeke fi’s-sâcidîn)225 âyetini, “Bir Peygamber’den
diğer Peygamber’in sulbüne intikal ede ede nihâyet nebî oldum”226 hadisi ile tefsir
etmiştir. İkrime’nin âyeti “Nübüvvetle ortaya çıkmanı ve muvahhidlerin sulblerinde
intikal ederek dolaşmanı görüyor” şeklinde tefsir ettiği bildirilmiş; Kâdî İyâz (ö. 544)
da buradaki “tekallüb” ifadesini Hz. Ali’nin, Allah seni Peygamber olarak
gönderinceye kadar bir nebîden diğer bir nebîye intikal edişini görüyor” şeklinde
açıkladığını belirtmiştir.227
Şîî müfessir Ebû Ali el-Fadl b. Hasan et-Tabersî (ö. 548) de mezkur tekallüb
ayetini, Hz. Peygamber’in nûr ve zerrelerinin ‘bir nebîden diğerine olmak üzere
224 Özdemir, Mehmet, a.g.m, s. 108. 225 Şuarâ, 26/219. 226 İbn Sa’d, a.g.e, I/25; Heysemî, a.g.e, VII/214; Meclisî, a.g.e, XV/77; Şeyh Muhammed, Sübülü’s-
Selâm, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 2008, s. 105-107. 227 Kâdî, İyâz, eş-Şifâ, Beyrut, t.y, I/15-16.
58
muvahhidlerin sulblerinde intikal etmesi’ şeklinde açıklandığını bildirmiş;228 çağdaş
Şîî âlim Tabatabâî (ö. 1981) de ilgili rivâyeti naklederek âyetin bu şekilde
açıklanması tarzını korumuştur.229 İmâmiyye ulemasının çoğunun itikadına göre
Abdullâh’tan Hz. Âdem’e kadar Rasûlullah’ın bütün ecdadı aralarında bir tek müşrik
olmadan tek tanrı inancı taşımışlardır. Bu görüş bir çok âyete ve hadise
dayandırılmaktadır. Bizzat Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Rabbim beni
sizin dünyanıza getirinceye kadar daima temiz erkeklerin sulbünden temiz kadınların
rahmine taşımış ve beni hiçbir zaman şirkin çirkinliklerine bulaştırmamıştır.”230
Maamâfih, sadece şu kadarını belirtelim ki, âyetin öncesi bu manaya uygun
gözükmemektedir.
Beydavî (ö. 685) gibi diğer müfessirler âyeti “Seni teheccüd namazına
kalkanların durumlarını incelemek üzere dolaşmanı görür” şeklinde açıklamışlardır.
Hatta bu husustaki rivâyetlere göre teheccüd namazının farziyeti nesh edildiğinde
Hz. Peygamber ashabın evlerini teftiş etmiş ve ashabın evlerinin kuş cıvıltıları gibi
zikirle cıvıl cıvıl olduğunu görmüştür. Üstelik İbn Hibbân, Râfizîler’in
Peygamberler’in babalarının Mü’min olduklarını söylediklerini ve buna mezkûr âyeti
“Hz. Peygamber’in nûrunun secde edenden diğer secde edene intikal etmesi”
şeklinde tefsir ettiklerini; ilaveten Hz. Peygamber’in “Ben öteden beri tertemiz
sulplerden tertemiz rahimlere aktarılarak gelmişimdir” sözünü delil getirdiklerini
belirtmiştir. Tekallüb âyetinin Hz. Peygamber’in bütün atalarının muvahhid
olduklarını iddia edenler tarafından ‘Hz. Peygamber’in nûr ve zerrelerinin bir
nebîden diğer nebîye veya bir secde edenden diğer secde edene intikal etmesi’
228 et-Tabersî, Mecme’u’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Beyrut, 1415/1995, s. VII/357-358; Akçay,
Mustafa, Hz. Peygamber’in Anne-Babasının Dinî Konumu ve Ebeveynî Resûl Risaleleri, Yeni
Akademi Yayınları, İzmir, 2005, s. 61. 229 Tabatabâî, el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Kum, 1393/1973, XV/336. 230 Meclisî, a.g.e, XV/117.
59
şeklindeki açıklayış tarzını Âcurrî’nin eş-Şerî’a adlı eserinin nâşiri Muhammed
Hâmid el-Fâkî de eleştirmiştir. O ‘Bedihiyattandır ki Abdullâh ve Abdulmuttalib’den
Hz. İsmâîl’e kadar Hz. Peygamber’in atalarının hiç biri nebi değildi. Hz. İbrâhîm’in
babası Azer, müşriklerin ileri gelenlerindendi” diyerek bu açıklama tarzını doğru
bulmamıştır.
el-Fâkî’ye göre “tekallüb” âyetinin anlamı siyak-sibak bütünlüğü içinde ele
alındığında şöyledir: ‘Allah Teâlâ, seni yalnız kendi zatında tevekkül etmede kararlı
ve ısrarlı olmaya davet ediyor. Zira Hz. Peygamber, ayakta iken, secdede iken,
Rabbine dua ederken, tebliğde bulunurken v.s. bütün hallerinde Rabbinin gözetimi
altındadır. Allah onu insanlardan korumaktadır. Tekallübün anlamı budur. Üstelik
Allah âyette bir yerden diğerine geçmek, göç etmek, intikal etmek anlamında
‘tenkuluke’ buyurmamıştır. Onların zannettiği anlam ancak âyet ‘ve tenkuluke fi’s-
sâcidîn/secde edenler içinde birinden diğerine geçmeni, intikal etmeni’ şeklinde
olsaydı doğru olurdu.’ Nitekim İbn Kesîr (ö. 774) âyetin tefsirinde Katâde’nin ‘Tek
başına ve cemaatle namaz kılarken seni görüyor’ şeklinde tefsir ettiğini ve bu izahın
aynı zamanda İkrime, Âtâ’ ve Hasan Basrî’nin görüşü de olduğunu söylemiştir.231
Yüce Allah daha sonra, Rahîm olduğunu bildirmesinin peşinden, bu rahmetin
sebebi olan hususu belirtmiştir. Bu da, Hz. Peygamber’in kıyam edişi (gece kalkıp
namaz kılışı) ve secde edenler arasında dolaşmasıdır.
Bununla, Hz. Peygamber’in gecenin bir yarısında teheccüd namazı için
kalkıp, çalışıp çabalayan, din için uğraşan Mü’minler'in hallerine muttalî olmak için,
araştırmak üzere, onlar arasında (evleri arasında) dolaşması kasdedilmiştir. Nitekim
rivâyet olunduğuna göre, gece namazının farziyeti neshedilince, Sahabe-i Kiram’ın
231 Geniş bilgi için bkz. Akçay, Mustafa, a.g.e, s. 182-183.
60
taatlere duydukları sevgilerinden ötürü, Hz. Peygamber (s.a.s), onların ne yaptıklarını
görebilmek için, bir gece ashabın evleri arasında dolaştı ve o evleri, onlardan
duyduğu zikrullah seslerinden ötürü, “arı kovanı” gibi buldu. Âyetteki “secde
edenler” ifadesi ile namaz kılanlar kasdedilmiştir. Bunun manası şöyledir: “Allah
seni, insanlarla birlikte cemaat halinde namaz kılmaya kalktığında görür.” Hz.
Peygamber’in (s.a.s) secde edenler arasında dolaşması da, onların imamı olduğu için,
kıyamı, rükû’u, secdesi ve oturuşu ile, onlar üzerindeki tasarrufu manasınadır. Bu
“Sen, dinî işleri yerine getirme ve bu hususta yetme hususunda, ne zaman kalkar ve
secde edenlerle dönüp dolaşır, çabalarsan, bu halin Allah’a gizli değildir” demektir.
Bir de “Dünyaya gelinceye kadar Mü’minden Mü’mine atalarının sulbünden
gelişini” diye bir mana verilmiş ise de, bu intikal geçmişte olup âyetin ifade şekli
şimdiki ve gelecekteki hali belirttiğinden, bu mananın burada dolaylı kullanılması
uzak görünmektedir.232
Son olarak söylemeliyiz ki, kaynaklarda “O Allah ki, senin kalktığını ve
secde edenleri yokladığını görür” mealindeki âyet-i kerimeyi, İbn Abbâs’a atfolunan
bir rivâyete dayanarak tefsir edilirken Yüce Allah’ın Hz. Muhammed’in nûrunun bir
peygamberden bir peygambere intikali kaydedilir. Bu açıklama, bu âyetten önce
geçen sibaka ve sonrasındaki siyaka tamamen aykırıdır, üstelik tamamıyla yanlıştır.
Âyetten böyle bir netice çıkarmak, âyetin iç bütünlüğüyle uyuşmamaktadır.
232 Râzî, Fahreddîn, Ebû Abdillâh Muhammed, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l-Gayb, ter. Suat Yıldırım vd.,
Akçağ Yayınları, Ankara, 1988/1989, XVII/386-387; Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VI/119; Mevdûdî,
Ebû’l-‘Alâ, a.g.e, IV/66.
61
F. Hz. Muhammed’in Kureyş’te orta nesepte yer aldığı nakledilir:
Müsedded233-Yahyâ234-Şu’be235-Abdülmelik236-Tâvûs237-İbn Abbâs: “Rasûlullah,
Kureyş’te orta nesebde idi ve tüm kollarla akrabalığı vardı. ‘Ben buna karşılık sizden
“akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum’ âyetinin bu sebeple indiğini
söyledi.”238
Saîd b. Cübeyr’den nakledilen bu rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. İbn Abbâs-Tâvûs-Abdülmelik b. Meysere-Şu’be-Muhammed b. Ca’fer239-
Muhammed b. Beşşâr240-Buhârî241.
Rivâyetler isnad açısından “sahih”tir.
2. İbn Abbâs-Tâvûs-Abdülmelik b. Meysere-Şu’be-Muhammed b. Ca’fer-
Bündâr242
Tirmizî (ö. 279): “Bu, hasen, sahih bir hadistir ve başka bir açıdan İbn
Abbâs’tan rivâyet edilmiştir” değerlendirmesini yapmaktadır.243
233 Müsedded b. Müserhed b. Müserbel el-Basrî (ö. 228): Yahyâ b. Saîd el-Kattân’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Ebû Dâvûd aktarmıştır. Yahyâ b. Maîn, Nesâî, Iclî, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni’ ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/500; İbn Hacer,
Tehzîb, X/107-109). 234 Yahyâ b. Saîd el-Kattân (ö. 198): Ondan Müsedded rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Ebû
Zür’a’ya göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/184-186; Zehebî, Mîzân, IV/380). 235 Şu’be b. Haccâc b. el-Verd el-Atekî (ö. 160): Abdülmelik b. Meysere’den rivâyet etmiştir. Ondan
Muhammed b. Ca’fer nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Sa’d ve Iclî’ye göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, IV/335-337; İbn Hacer, Tehzîb, IV/338-346). 236 Abdülmelik b. Meysere el-Hilâlî: Tâvus’tan rivâyet etmiştir. İbn Maîn, İbn Hırâş, Nesâî, Ebû
Hâtim, İbn Hibbân, Iclî ve İbn Numeyr’e göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/431-432; İbn Hacer,
Tehzîb, VI/426). 237 Tâvus b. Keysân el-Yemânî (ö. 101/106/110): Ondan Abdülmelik b. Meysere rivâyet etmiştir. İbn
Maîn ve Ebû Zür’a’ya göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/472-473; İbn Hacer, Tehzîb, V/8-10). 238 Buhârî, Menâkıb, 2, IV/154. 239 Muhammed b. Ca’fer el-Hüzelî Ğunder (ö. 92): Şu’be’den rivâyet etmiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn
Hibbân ve Iclî’ye göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/297-298; İbn Hacer, Tehzîb, IX/96-98). 240 Muhammed b. Beşşâr b. Osmân b. Dâvûd b. Keysân el-Abdî (ö. 252): Iclî, Ebû Hâtim, Nesâî
ve İbn Hibbân gibi âlimlere göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/287-288; Zehebî, Mîzân, III/490-
491; İbn Hacer, Tehzîb, IX/70-73). 241 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’an, 1, VI/37. 242 Tirmizî, Tefsiri’l-Kur’an, 44, hadis no: 3251, V/377.
62
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, “Şeref tevzîi ile ilgili rivâyetlerin Benî
Hâşim ile bitiyor olması, şüphesiz diğer Kureyş kollarını rahatsız edecekti. İnhisâra
mani olmak için, “yakınlara sevgi” den bahseden 42. Şûrâ, 23 âyetinin tefsirine
sarılındı. Bu âyetin nüzûlünde henüz doğmamış olması gereken İbn Abbâs’tan şu
birleştirici görüş nakledilmiştir: Artık Hâşimî, Emevî veya Abbâsî olsun, hiçbir
Kureyşlinin Peygamber’e yalnız başına sahiplik iddiasına yer yoktur. Tek değer
Kureyşliliktir.” 244
5. Tarih Kaynaklarında Hz. Muhammed’in (s.a.s) Asâleti
Tarih kaynaklarında da hadis kaynaklarında olduğu gibi Hz. Peygamber’in
soyunun tarih boyunca hep asil ve şerefli olduğu, insanoğulları içinden seçilerek en
asil soydan, en hayırlı, en temiz olanlarından geldiği,245 Hz. Âdem’den kendi ailesine
ulaşıncaya kadar, hep nikâh mahsulü olarak gelip asla zinadan meydana gelmediği,246
hatta Cebrâîl’in bütün dünyanın doğusunu batısını dolaştığı ve Hâşimoğulları’ndan
daha üstün bir sülâle bulamadığı247 şeklinde birçok bilgi aktarılmaktadır. “Ey
Muhammed! De ki: “Ben sizden risâletimin tebliği için akrabalıkta sevgiden başka
bir ücret istemem.”248 âyet-i kerimesi hakkında: “Kureyş kabilesinin hiçbir batnı
yoktur ki Rasûlullah’ın onunla soy bağlantısı olmasın” diye nakledildiği
görülmektedir.”249
243 Tirmizî, Tefsiri’l-Kur’an, 44, hadis no: 3251, V/377. 244 Hatiboğlu, Mehmed Saîd, “İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik- Hilâfetin Kureyşliliği”, XXIII/121-
209, AÜİFD, Ankara, 1978, s. 188. 245 İbn Sa’d, a.g.e, I/20. 246 İbn Sa’d, a.g.e, I/60-61. 247 İbn Kesîr, el-Bidâye, III/26. 248 Şûrâ, 42/23. 249 İbn Kesîr, el-Bidâye, III/21.
63
Tarih kaynaklarındaki diğer rivâyetleri şöyle sıralamak mümkündür: Hz.
Peygamber’in Âdemoğulları’nın efendisi olduğu,250 Allah’ın yeryüzünü ikiye
ayırdığında, onu o ikisinden en hayırlısında kıldığı, sonra yarısını üçe ayırdığı, onun
onların üçünün en hayırlısında kıldığı, sonra insanlardan Araplar’ı, Araplar’dan
Kureyş’i, Kureyş’ten Benî Hâşim’i, Benî Hâşim’den Abdulmuttaliboğulları’nı,
Abdulmuttaliboğulları’ndan onu seçtiği,251 Rasûlullah’ın (s.a.s) Araplar’ın önde
geleniyim buyurduğu,252 Mudar’a mensub olduğu kaydedilmektedir.253 Sahabelerin
onun Kureyş içinde orta bir nesebe mensup olduğunu bildirdiği254 “Ve secde edenler
içinde dolaşmanı…255 âyetiyle ilgili olarak İbn Abbâs’ın: “Hz. Muhammed
aralarında peygamberlerin de bulunduğu kuşaktan kuşağa geçti. Nihayet kendisi, bir
Peygamber olarak doğdu” dediği aktarılmaktadır.256 İbn Sa’d (ö. 230), Hz.
Peygamber’in beş yüzüncü ninesinin tespit edildiğini ve hiçbirinde zinaya ve cahiliye
çağında işlene gelen kötü işlerden hiçbir şeye rastlanmadığını kaydeder.257 Hâlbuki
Hz. Peygamber’in yirminci atası kabul edilen Adnân’dan sonrasının yalan olduğunu
bize aktaran yine kendisidir.258
Meclisî’de (ö. 1110), Hz. Peygamber’in soyuyla ilgili olarak, bir sulbden
diğer bir nebinin sulbüne,259 Âdem’in sulbünden, Nûh’un sulbüne, bir sulbden diğer
250 İbn Sa’d, a.g.e, I/20. 251 İbn Sa’d, a.g.e, I/20-21. 252 İbn Sa’d, a.g.e, I/2. 253 İbn Sa’d, a.g.e, I/21. 254 İbn Sa’d, a.g.e, I/24. 255 Şuarâ, 26/219. 256 İbn Kesîr, el-Bidâye, III/24. 257 İbn Sa’d, a.g.e, I/60. 258 Azimli, Mehmet, Siyeri Farklı Okumak Mekke Yılları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2008,
s. 26. 259 Meclisî, a.g.e, XV/6.
64
bir sulbe, nihayet Abdullâh b. Abdulmuttalib’in sulbüne,260 (her zaman) temiz
rahimlere intikal ettiği261 ve nihayet temiz nikâhlardan çıktığı262 nakledilmektedir.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Azimli, “Bu tür kabile üstünlüğü ile ilgili
rivâyetlerin zayıflıklarına263 değinmeksizin kanaatimiz şudur ki; bunlar, onu
yüceltmeye yönelik sözlerdir. Zira biz yüceliğin soy ve sopla değil, insanî değerlerle
olduğunu bildiren bir dinin mensubuyuz. Doğrusu onun için Mekke’de yaşayan,
şehirli, tanınan bir sülaledendi, diyebiliriz. Bunları, dünyaya gelmiş geçmiş en yüce
insanlardan kabul ettiğimiz o yüce insana ta’n etmek için değil, sadece İslâm’ın
evrensel kaidelerini soy, sop ve ırka dayalı değil, insanî değerler ve umdeler
sistemine göre kurduğunu belirtmek için söylüyoruz. O, getirdiği ve yüce değerlerle
kendini kanıtlamış çağlar üstü bir önderdir” demektedir. 264
Rivâyetler Kur’an’a arz edildiğinde sahih olmadığı görülecektir. Zira
İslâm’da üstünlüğün takva olduğu vurgulanmaktadır ve islâm dini ırka dayalı
üstünlüğü kesin olarak ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. İslâm dini her nevi ırk
ayrımcılığını reddedip yasaklamıştır. Kur’an’da Yüca Allah bütün insanlığa –nâs–
diye hitap etmekte, ırk ve milliyet farklılıklarını doğal bir farklılık olarak
tanımlamakta ve bu farklılığın nedeninin “İnsanların birbirini tanıyıp ülfet kurması”
olduğunu hatırlatmakta, ırk ve miliyetle övünmeyi reddederek yegâne kıstasın
“takva” olduğunu vurgulamaktadır.
260 Meclisî, a.g.e, XV/7. 261 Meclisî, a.g.e, XV/8, 11, 12,77. 262 Meclisî, a.g.e, XV/77. 263 Zehebî, a.g.e, I/41. 264 Azimli, Mehmet, a.g.e, s. 27.
65
6. Mevzûât ve Popüler Eserlerde Hz. Peygamber’in Soyu
Bu bölümde Hz. Peygamber’in soyu ile ilgili rivâyetlerde nasıl bir
genişlemenin olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Zira mevzûât ve popüler eserlerde
yer alan rivâyetlerde metinsel açıdan genişlemenin olduğu aşikârdır.
Bazı eserlerde Hz. Âdem’in sulbünden başlayarak babasının sulbüne
varıncaya kadar en temiz evlilikler vasıtasıyla nesilden nesile Hz. Peygamber’in
sulbünün intikal ettiği görüşü dile getirilmektedir.265
1. İbn Abbâs, Hz. Peygamber’e: “Âdem cennette iken sen neredeydin? diye
sordu. O şöyle cevap verdi: ‘Âdem’in sulbünde idim. Onun sulbünde iken o
yeryüzüne indirildi. Babam Nuh’un sulbünde gemiye bindim. Babam İbrâhîm’in
sulbünde ateşe atıldım. Atalarımdan hiçbir anne-baba zina üzere bir ilişki içine
girmedi. Başlangıçtan itibaren temiz sulplerden temiz rahimlere intikal ettim.
Birbirinden ayrılan iki koldan ben daima en hayırlı olan tarafta oldum. Nihâyetinde
Allah nübüvvet ahdini benden aldı. Tevrat’ta beni müjdeledi. İncil’de ismimi meşhur
hale getirdi. Yüzümle yeryüzünü, görünüşümle semayı aydınlattı ve beni semasına
yükseltti. İsimlerinden bir isim türetti. Arşın sahibi Mahmud, ben ise Muhammed
oldum.’ ”266
Hz. Peygamber’in soyu ile ilgili zikredilen bu rivâyetin bazı kıssacılar
tarafından uydurulmuş olduğu görülmektedir.267
2. Allah mahlûkatı ikiye ayırdı. Beni onların en hayırlı kısmından yarattı.
Nitekim Allah, “Ashâbu’l-yemîn ve Ashâbu’ş-şimâl” buyurmuştur ve Ashâb-ı
yemîn’den hatta Ashâb-ı yemînin en hayırlısından kılmıştır. Sonra bu iki kısmı üçe
265 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 422. 266 İbnü’l-Cevzî, Ebû’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Kitâb’u’l -Mevzûât, Dâru’l-Fikr, 1983, I/281. 267 İbnü’l-Cevzî, a.g.e, I/281.
66
ayırmıştır. O üçte birin hayırlısı içinde beni yaratmıştır. Sonra bu üç kısmı kabileler
halinde kıldı, beni de en hayırlılarından kıldı. Ben Âdemoğulları’nın en mükemmel
olanıyım! (yine de ) övünmek yok!268
Bazı dinî kaynaklarda Hz. Peygamber’in soyunun Âdem’den (a.s) babası
Abdullâh’a kadar temiz sulplere nakledilerek geldiği ifade edilmekte ve bu bir takım
rivâyetlere dayandırılmaktadır. Bu anlayışa göre Hz. Peygamber hasepte ve nesepte
güzel huylarda varlığı ile iftihar edilen şeylerde, cümle fazilet ve kemalâtta asalet
sahibi ve pek temiz soyludur. Bütün rasûl ve nebîler’den önce onun nûru yaratıldı.
Bütün nebîlerin ruhu onun nûrundan yaratılmıştır. Âdem (a.s) yaratıldığı zaman
Peygamberimiz’in latif nûru ona verilmiştir. Âdem’den itibaren babası Abdullâh’a ve
annesi Âmine’ye kadar hep temiz sulblere naklolunarak gelmiştir. Baba ve anneleri
cahiliyet düşüklüklerinden daima korunmuştur. Sahih nikâhla doğup bu vucûd
âlemine teşrif edince asilden daha asil zuhûr etmiştir.269
Bu anlayışın dayandığı rivâyetlere bakıldığında bunların delil olarak
kullanılabilecek sıhhatte rivâyetler olmadığı görülecektir.
3. İbn Ömer’in rivâyetine göre Hz. Peygamber bir gün otururkenCebrâîl
geldi. “Ey Muhammed! Rabbin sana selam söylüyor ve şöyle diyor:
“Peygamberlerden misak aldığım zaman Âdem’in sulbünde iken senden de misak
aldım. Seni Peygamberlerin efendisi kıldım ve Ali b. Ebî Tâlib’i de sana vasîlerin
efendisi olarak tayin ettim.” İbn Arrâk bu rivâyetin uydurma olduğunu, Hafız İbn
Hacer’in (ö. 852) bu hadisi uyduranın Eyyûb b. Zuheyr olduğunu söylediğini
kaydetmektedir.270
268 Kâdî İyâz a.g.e, I/165. 269 İbn Sa’d, a.g.e, I/61. 270 İbn Arrâk, el-Kinânî, Ebû Hasan Ali b. Muhammed, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa an Ahbâri’l
Şenîati’l-Mevdûa, Mektebetü’l-Kahire, Mısır, t.y, I/321
67
Hz. Ali’yi Hz. Peygamber’in vasîsi tayin eden ve bu fikri vahiy meleği
Cebrâîl’e söylettiren bu rivâyetin Şîa kaynaklı olduğu ve uydurulduğu açıktır.271
4. Başka bir rivâyette Hz. Peygamber’e şöyle söylettirilir: “İsmim Kur’an’da
Muhammed, İncil’de Ahmed, Tevrat’ta Ahyed’dir. Şüphesiz ben ümmetimi
cehennemden sakındırırım. Bütün içtenliğinizle Arab’ı seviniz.” İbn Abbâs’tan
nakledilen bu hadisin isnadında İshâk b. Bişr vardır. Şevkanî, isnada uydurmacı bir
râvinin (veddâ’) olduğunu belirtmektedir.272
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, sadece Rasûlullah’a (s.a.s) has olarak
aktarılan bu üstünlük “Bütün içtenliğinizle Arab’ı seviniz” ifadesiyle onun
akrabalarıyla bile sınırlı tutulmadan tüm Arap ırkına teşmil edilmeye çalışılmıştır.
Hâlbuki böyle bir ayrıcalık akrabalar için dâhi yoktur. Bu husus Hz. Peygamber’e
olan düşmanlığından dolayı hakkında sûre inen amcası Ebû Leheb örneğinden açıkça
görülür. Nitekim Kur’an’da, hanımıyla birlikte Hz. Peygamber’e eziyet etmekten bir
an geri durmamış olan amcası Ebû Leheb hakkında şu âyetler zikredilir: “Ebû
Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O,
alevli bir ateşte yanacak.”273
Mehmed Saîd Hatiboğlu Hz. Peygamber’in kavmine imtiyaz tanımanın
İslâm’a aykırı olduğunu belirterek şunları kaydeder: “Her ümmete Peygamberler
gönderilmiş olduğunu bildiren âyetler karşısında, meselâ İslâm Peygamberinin
kavmine özel bir imtiyaz tanımak, gayr-ı Kur’anî bir tavır olur. Dolayısıyla, Hz.
Peygamber Arap olduğu için Arabı sevmek gerektiğini bildiren rivâyetler, İslâmî bir
değerden mahrumdur. Arab eğer, Hz. Peygamber’e lâyık ise, her lâyık olana gereken
271 Tartışmalar için bkz. Bağcı, Musa, Popüler Dinî Kaynaklarda Peygamber Tasavvuru , Araştırma
Yayınları, 2010, s. 53. 272 Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, el-Fevâidu’l-Mecmûa’, Matbaatü’l-Edebiyye y. y,
1317, s. 320. 273 Leheb, 111/1-3.
68
sevgi ve hürmetle yetinmek durumundadır. Bir Peygamber’e yakın olmakta ölçü,
neseb değil, fikir ve ameldir.”274
5. İbn Abbâs’tan merfû olarak gelen bir rivâyete göre Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Dikkat edin! Kıyamet gününe kadar benim sebebim ve nesebim hariç
her sebep ve nesep kesilir. Bir adam geldi senin nesebin nedir? dedi. O da:
“Araplardır” dedi. Sebebin nedir? denildi. O da: “Mevâlîdir” dedi. Bana helâl olan
onlar için de helâldir, bana haram olan onlar için de haramdır. Allah bana yanımda
ve sağımda Arap dışında hiçbir kimse ile savaşa çıkmamamı vahyetti. Arap olmazsa
mevali ile çıkmamı, o da olmazsa sıradan insanlardan biriyle çıkmamı istedi ki
onlarda da hayır yoktur. Ey Selman! onların kadınlarını nikâhlamanız ve onlara emir
vermeniz doğru değildir. Sizler vezir, onlar ise imamlardır…275
Uydurma kaynaklarda da görüldüğü üzere Hz. Peygamber’in soyunu
metheden rivâyetlerin dallanıp budaklandığı görülmektedir.
Burada söylemeliyiz ki, “Kureyş ve onun iki kolu olan Ümeyyeoğulları ve
Hâşimoğulları o günkü toplumsal yapıda ileri gelen, diğer kabilelere göre sosyolojik
anlamda güçlü, şeceresi ve kökleri maziye ulaşan köklü bir kabiledir. Bu anlamda
teamülleri ve tarzıyla asillik bu ailenin en bariz özelliğidir.276 Kökleri mazide olan
böyle bir kabileye Hz. Peygamber’in mensup olması onun için önemli bir
ayrıcalıktır.”277 O dünyaya gelmezden önce de Kureyş ve Hâşimoğulları’nın
274 Hatiboğlu, Mehmed Saîd, a.g.m, s. 137. 275 İbnü’l-Cevzî, a.g.e, I/282. 276 Bu hususu, Hudeybiye barış antlaşmasından sonra Şam’da ticaret maksadıyla bulunan, henüz
Müslüman olmamış Ebû Süfyân ile dönemin Rum Kayseri Herakleios arasında geçen konuşmada da
görmek mümkündür. Herakleios’un Hz. Peygamber hakkında Ebû Süfyân’a yönelttiği çeşitli
sorulardan birisi de onun nesebinin durumudur. Ebû Süfyân bu soruya, Allah Rasûlü’nün soyu belli ve
şerefli bir aileye mensup olduğu cevabını verince Herakleios şöyle demişti: “İşte Peygamberler,
kavimleri içinde böyle nesep sahibi kimselerden gönderilirler.” (Abdurrazzâk, a.g.e, V/344-347; İbn
Ebî Şeybe, a.g.e, VIII/461; Buhârî, Bed’ul-Vahy, 6, I/4-7; Müslim, Cihâd ve Siyer, 26. bab,74 nolu
hadis, s.1393-1397). 277 Bağcı, H. Musa, a.g.e, s. 54.
69
Mekke’de bir saygınlığının olduğu bilinmektedir. Dedesi Abdulmuttalib Mekke’nin
sevilip sayılan eşrafındandı. Yine annesi ve babası hakkında, kendilerine herhangi bir
şekilde ayıp yahut kusur olarak isnad edilebilecek bir hâl ve hareket mervî de
değildir. Bütün bunlar Hz. Peygamber’in Mekke toplumu içerisinde saygınlığı tescil
edilmiş olan bir aile içerisinde dünyaya geldiğinin en net delilleridir.
Nitekim ikinci Habeşistan hicretinde, Mekke’den gelen müşrik elçilerin
Müslümanların iadesi talebi karşısında, hükümdar Necâşî ve Ca’fer b. Ebî Tâlib
arasında geçen diyalog da yine bu cümledendir. Buna göre; Necâşi’nin, Kavimleriyle
aralarına giren bu din hakkında bilgi istemesi üzerine Hz. Ca’fer şöyle cevap
vermiştir: “Ey Hükümdar! Biz cahil bir kavimdik. Putlara tapar, leşleri yer, her türlü
kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla ilişkilerimizi keser, komşularımıza kötülük
yapardık. Kuvvetlilerimiz zayıflarımızı yerdi! İşte biz bu hâl üzereydik; tâ ki Allah
içimizden, nesebini, doğruluğunu, eminliğini ve iffetliliğini bilmekte olduğumuz bir
Peygamber gönderinceye değin.”278 Görülmektedir ki, Hz. Ca’fer Hz. Peygamber
için herhangi bir neseb şerefinden bahsetmemiştir. Kaldı ki, Hz. Peygamber’in
tevâzu’una dair nakledilenler de dikkate alınırsa, onun soyu ile övünebileceğini
söylemek çok zordur.279
Müsteşrikler gözüyle Hz. Peygamber’in soyuyla ilgili duruma baktığımızda
ise, Watt, İbn Sa’d’daki (ö. 230) Hz. Muhammed’in soy kütüğüne atıfta bulunur ve
bu konudaki rivâyetlerin tamamının uydurma olamayacağını ifade eder. Zira, Watt’a
göre, bunların uydurulmuş olduğunun varsayılması halinde, bütün bu sofistike
malumatın kimin tarafından ve niçin uydurulduğu sorularının cevabının verilmesi
278 İbn Hişâm, a.g.e, I/336; Ahmed b. Hanbel, I/203. 279 İbn Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, IV/1427; Tartışmalar için bkz. Gökalp, Murat, Kadı
Iyâz ve Şifâ Adlı Eserinde Peygamber Tasavvuru, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2005, s. 148-
149.
70
gerekir. Watt, dahası, bu bağlamda, Batılılara şu soruyu sormaktadır: “Şayet bu
şecereyle ilgilenmediğimiz halde atalarımızın iki üç kuşağı hakkında bilgi
sahibiysek, soy bilgisine düşkün olan Araplar’ın atalarından altı, sekiz hatta on
kuşağı hakkında malumat sahibi olmaları gerçekçi olmaz mı? demektedir.280
Margoliout, Araplar’ın kendilerini daha çok İbrâhîm ve İsmâîl’e nisbet
ettiklerini kaydeder. Araplar’ın ensap ve şecereye verdikleri önemde Farslar’dan
ileride olduklarını belirtir.281
Harmurt Bobzin: “Tıpkı Matta İncili’nin İsa’nın soyu ile başladığı gibi, İbn
İshâk da Sîre’sine Muhammed’in soy kütüğü ile başlar. Her iki soy kütüğünde
İbrâhîm önemli bir rol oynar. İsa, kral Dâvûd’un neslinden gönderilir, onun soyu da
tekrar İbrâhîm’e irca edilirken, Muhammed’in soy kütüğü İsmâîl üzerinden,
onun/İsmâîl’in babası, Halîlullah, yani Allah’ın dostu sıfatını taşıyan İbrâhîm’e
uzatılır. İbrâhîm’in soy kütüğü de Âdem’e kadar götürülür. Bu, Arap
Peygamberi’nin, Yahudî-Hıristiyan geleneğine yerleştirilmesine teşebbüs olarak
yorumlanabilir” der. 282
Bize göre, Hz. Peygamber’in Yahudi-Hıristiyan silsilesine yerleştirilmeye
çalışıldığını iddia etmek tutarsızdır. Zira Yahudiler’in-Hıristiyanlar’ın ve Hz.
Peygamber’in atasının Hz. İbrâhîm olduğu tarihen sabittir.
Hz. Muhammed’i geleneksel yaklaşıma tamamen karşı çıkarak değerlendiren
yazarların başında, Henry Stubbe gelmektedir. Her şeyden önce Stubbe’nin
nazarında Hz. Muhammed, büyük başarılar kazanma, savaş yapma, barışı tesis etme
ve yönetme konularında gerekli büyük nitelik ve kabiliyetlerle donaltılmış
280 Sarıçam İbrahim, Özdemir Mehmet, Erşahin Seyfettin, İngiliz Ve Alman Oryantalizminde Siyer
Çalışmalarının Türklerin ve Avrupa Birliği Halklarının Hz. Muhammed Algısına Etkileri, s. 160,
2009, y.y. 281 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 181-182. 282 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 203.
71
“olağanüstü bir şahsiyet”tir. Buna rağmen Hıristiyan yazarları onun hakkında sayısız
iftirada bulunmuşlardır. Mesela bu bağlamda onun soyunun düşüklüğünden,
babasının dinsiz, annesinin Yahudi olduğundan söz etmişler, Müslümanların
hakimiyeti altında yaşayan Hıristiyanlar onu soyuyla anarken, dışında kalanlar
“Deccal” ilân etmişler; keza ona Sergius yahut Nastura adlı rahiplerin veya Abdullâh
adlı bir Yahudinin üstadlık ettiği de dile getirilmiştir. Stubbe’ye göre bunların hepsi
komik iddialardır. Zira Hz. Muhammed’in hem ana hemde baba tarafından asil bir
sülaleye mensup olduğu ortaya çıkmıştır.283
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Cahiliye devrinde olduğu gibi, soyla iftihar edilmesini teşvik eden asabiyet
anlayışı İslâmiyet tarafından yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim, ahirette sûra
üfürüldüğünde nesep farkı gözetilmeyeceği ve insanlara soylarının fayda
vermeyeceğini,284 onların yalnız tanışıp görüşmek için milletler ve kabileler halinde
yaratıldığını, insanlara üstünlük sağlayacak yegâne vasfın takvâ olduğunu285 haber
vermiştir. Ayrıca Yüce Allah, nesep çokluğu ile övünmenin insanları aldatıp
oyaladığını bildirmiştir.286 Dolayısıyla İslâmiyet’te mal, evlat çokluğu ve atalarla
övünme kınanmıştır.
İbn Teymiyye’nin (ö. 728) bu konuda serdettiği şu söz câlib-i dikkattir:
“Allah’ın Kitabı’nda herhangi bir kimseyi nesebi itibariyle öven yahut yeren tek bir
283 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 93-94. 284 Mü’minûn, 23/101. 285 Hucurât, 49/13. 286 Tekâsür, 102/1.
72
âyet dahi yoktur. Buna mukabil, Allah bir kimseyi ancak imanı ve takvası yönüyle
övmekte; küfür, fısk ve isyanı bakımından da yermektedir.”287
Nitekim Cassâs (ö. 370) üstünlüğün sadece takvâda olduğunu bildiren
Hucurât sûresinin 13. âyeti dolayısıyla şunları kaydetmektedir: “Allah Teâlâ’nın bu
âyetten muradı şudur ki: Hiçbir kimsenin nesebi itibariyle diğerine karşı herhangi bir
üstünlüğü (fazileti) yoktur. Zira herkes, bir baba ve anneden meydana gelmiştir.
Üstünlüğün bir başkasının ameli sebebiyle kazanılamayacağı şüphe götürmez bir
hakikattir. Dolayısıyla da Allah Teâla, birbirimize karşı neseple iftihara
kalkışmamamız için bunu bize bu sûretle açıklamıştır. Bunu da ‘Allah katında en
değerliniz O’ndan en çok korkanınızdır’ kavliyle vurgulamıştır. İşte bu âyetler fazilet
ve üstünlüğün sadece Allah’a karşı takva ve tâatle elde edilebileceğine işaret
etmektedir.”288 Zikretmiş olduğumuz âyet, soy ve sopla övünmeyle ilgili meseleye
açıklık getirmesi bakımından önemlidir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan İslâm toplumu tavsifleri incelendiği zaman
görülmektedir ki, burada kavim unsuruna herhangi bir değer verilmiş değildir.289
İlâhî terazide kavimleri, sınıfları, cinsleri tartacak tek değer ölçüsü Takvâ’dır. Takvâ
her çeşit küfürden, çirkinlikten, eksiklikten, aşırılıktan, haksızlıktan uzak durup,
kemal mertebesine erişmektir. Gerçek Mü’min olmak en üstün derecedir: “Eğer
Mü’minseniz, en üstün olanlar sizsiniz”290 buyrulmaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber’in şöyle buyurması kendisinin geldiği nesep, kavim,
kabile ve ırk gibi unsurlara sitayişler düzecek bir elçi olmadığının sadece bir
287 İbn Teymiyye, Takiyuddîn Ebû’l-Abbâs Ahmed, Mecmû’u’l-Fetâvâ, Matbaatu’l-Hukûme,
Riyad,1967, XXXV/230. 288 Cassâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’an, Matbaatu’l-Evkâfi’l-İslâmiyye,
Kostantiniyye, 1338, III/409. 289 Hatiboğlu, Mehmed Saîd, a.g.m, s. 127. 290 Âl-i İmrân, 3/139.
73
kanıtıdır: “Hıristiyanlar’ın Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde
methetmeyin! Ben ancak Allah’ın bir kuluyum. O halde bana ‘Allah’ın kulu ve
Rasûlü’ deyin!”291
Burada şunu belirtelim ki, soyun fazilet ve erdem açısından hiçbir önemi
yoktur. Öyle Peygamberler vardır ki babası tevhidi kabul etmemiştir.292 Öyleleri de
vardır ki oğlu tevhide yüz çevirmiştir.293 Dolayısıyla babası inkârcı olan veya çocuğu
Allah’a asi olan bir peygamber için soyundan dolayı bir nakisa söz konusu olabilir
mi? Her birey kendi yaptığından sorumludur.294
Bir diğer husus, câhiliyye Araplarının mal, evlat ve akraba çokluğunu bir
şeref telâkki edinerek, bunu yaşayanlarla yetinmeyerek tâ kabirlerdeki ölülerini
saymaya kadar götürmelerini, Kur’an’ın yeriyor oluşudur: “Çokluk kuruntusu sizi o
derece oyaladı ki, nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz”295 Allah katında kişiyi çokluk,
şeref ve makam değil; ancak takvası kurtaracaktır.
291 Buhârî, Enbiyâ, 48, IV/142; Dârimî, Rekâik, 68, I/716. 292 Hz. İbrahim’in babası put yapıcısıdır. (Taberî, a.g.e, I/141) Yine Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in
babası Âzer’in “sapıklık içinde” olduğundan bahseder: “İbrahim, babası Âzer’e: “Bir takım putları
tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum”
demişti. (En’âm, 6/74.) Bir zamanlar o babasına dedi ki: “Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana
hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım şeytana kulluk etme! Zira şeytan, çok
merhametli olan Allah’a âsî oldu…(Babası): Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü
çeviriyorsun” dedi. (Meryem, 19/42-46 ). 293 Yine Kur’an’da, Hz. Nûh’un oğlundan şöyle bahsedilir: “Gemi dağlar gibi dalgalar arasında
onları götürüyordu. Nûh, gemiden uzakta bulunan oğluna: ‘Yavrucuğum! (Sen de bizimle beraber bin,
Kâfirlerle beraber olma!’ Diye seslendi. Oğlu: ‘Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım’ dedi.
(Nûh: “Bugün Allah’ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse
yoktur” dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu… Nûh Rabbine dua edip dedi
ki: “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise haktır. Sen hâkimler hâkimisin.
Allah buyurdu ki: Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir. Zira onun yaptığı kötü bir iştir.” (Hûd,
11/42- 46.) 294 Necm, 53/ 39. 295 Tekâsür, 102/1-2; Müminûn, 23/101; Sebe, 34/35-37.
74
“…Kimi, davranışları (fazilet açısından) geride bırakırsa, soyu-sopu onu
ileriye geçirmez”296 rivâyeti de ameli olmayana asâletin fayda sağlamayacağını
vurgulamaktadır.
Cahiliye dönemi Arapları arasında en değerli değer ölçülerinden biri de nesep
ve soydu. Arapların değer ölçülerinin çoğu yine bu ölçüden (soydan)
kaynaklanıyordu. Arap kabileleri arasında soyla boyla övünme olayı çok ciddi
boyutlara ulaşmıştı. Bunun en bariz örneği Adnân Arapları (kuzeyliler) ile Kahtan
Arapları (güneyliler) arasındaki soy-boy rekabetidir.297 İslâmiyet ise Araplar’ı
nesepleriyle övünmekten ve başkalarının neseplerini kötülemekten menetmiştir.
Kabile taassubuna dayanan câhiliye zihniyetinin yeniden ortaya çıkmasından endişe
eden Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin içinde câhiliye döneminden kalma
tamamen terk edemeyecekleri dört şey vardır: Asaletleriyle övünmek, başkalarının
soyuna dil uzatmak, yağmurun yağmasında yıldızların etkili olduğunu sanmak,
ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak.” 298
Rasûlulah Veda hutbesinde: “Ey insanlar Rabbiniz birdir. Babanız da birdir.
Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a, Beyaz’ın Siyah’a, Siyah’ın Beyaz’a takvadan
başka üstünlüğü yoktur…”299 buyurdu.
Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Yüce Allah,
sizlerin cahiliye kibirlenmelerinizi ve atalarınızla övünmenizi yasaklamıştır. İnsanlar
ya takva sahibi bir Mü’min veya isyankâr bir fâcirdir. Sizler, Âdem’in oğullarısınız,
Âdem ise topraktandır. Artık bir kısım adamlar, kavimleriyle övünmeyi bıraksınlar.
296 İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd, es-Sünen, Mukaddime, 17, hadis no: 225, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1981, I/82; Kuleynî, er-Ravza mine’l-Kâfî, Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmiyye, Tahran, s.
246; Meclisî, Bihâru’l-Envâr, Dâru’l-Kütübi’l-İslâmiyye, Tahran, XXI/137-138. 297 Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, Dâru’l-İlim, Beyrut, 1948, I/466. 298 Müslim, Cenâiz, 10, I/644; Fayda, Mustafa, “Ensâb” maddesi, DİA, İstanbul, 1995, XI/245-246. 299 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/411.
75
Zira onlar cehennemin kömürlerinden başka bir şey değildirler. Yoksa onlar Allah
katında, burnu ile pislikler (ile oynayan) pislik böceklerinden daha âdi olurlar.”300
Son olarak söylemeliyiz ki, rivâyetler Kur’an’a ve sünnete arzedildiğinde
sahih olmadığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in bir bütün olarak kendi kabilesini ve
içinden geldiği Hâşimoğulları kolunu övmesi ve onların erdemli ve faziletli olduğunu
söylemesi imkân dâhilinde görünmemektedir. Hiçbir ırka ve kabileye üstünlük
tanımamış olan İslâm, renk, ırk ve fizikî farklılıkları ayrışma vesilesi değil, zenginlik
vesilesi telakki etmiştir.
Netice itibariyle, yukarıda kaydettiğimiz ilgili âyetler ve hadisler, Hz.
Peygamber’in soyunu metheden rivâyetlere ihtiyatla yaklaşılmasını gerekli
kılmaktadır.
C. Hz. Muhammed’in Dedesi ve Ebeveyni
Bu bölümde Hz. Peygamber’in annesi, babası ve dedesiyle ilgili tarihî ve
sadece abartılı bilgilere işaret edilecektir. Hz. Peygamber’in ebeveyniyle ilgili
rivâyetlerde, Abdullâh’ın kurban edilmesi hâdisesinin muhteva açısından pek çok
problemi içinde barındırdığı görülmektedir. Zemzem kuyusuyla ilgili olarak, hadis ve
tarih kaynaklarında yer alan rivâyetlerde metinler arasında farklılıklar olduğu
mülahaza edilmektedir. Âmine’nin hamileliği esnasında bir takım harikulade olaylar
yaşadığı kaydedilmektedir.
1. Dedesi
Abdurrazzâk’ın (ö. 211) naklettiği bir rivâyete göre, Abdulmuttalib gördüğü
bir rüya üzerine Zemzem kuyusunu kazar. Kureyş, ona gelir ve mescidimizi niçin
300 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/361; Diğer rivâyetler için bkz: Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/145, 158;
Nesep ve ırk üstünlüğü hakkındaki tartışmalar için bkz. Gökalp, Murat, a.g.e, s.147-156.
76
kazıyorsun? derler. Abdulmuttalib ve oğlu Hâris kazmaya devam eder.
(Abdulmuttalib’in) O gün (Hâris’ten) başka oğlu yoktur. Kazma imkânı bulduğunda
onun üzerinde (çalışmasını) artırır. On çocuğu olursa ondan birisini kurban edeceğini
adar. Zemzemin içine defnedilmiş kılıçlara ulaşıncaya kadar kazar. Kureyşliler,
kılıçlara ulaştığını görünce, ‘Abdulmuttalib, bulduklarından bize ver’ derler.
(Abdulmuttalib): “Bu kılıçlar Beyt içindir” der ve kılıçları Kureyşliler’e vermez.
Sonra zemzemi buluncaya kadar kazar. Geceleyin Kureyş’ten hased eden birisi onu
kirletir. Sabah olduğunda Abdulmuttalib onu düzeltir. Abdulmuttalib’e öğretilen dua
sayesinde Kureyşli’ye hastalık mübtela olur ve sonunda zemzemi kirletmekten
vazgeçer.301
Abdurrazzâk’ın (ö. 211) Musannef’inde Zührî’den (ö. 124) nakledilen rivâyet
ile tarih kaynaklarında zemzem kuyusu ile ilgili rivâyetlerin muhteva olarak
birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Musannef’te yer alan rivâyette Kureyş’in
zemzem kuyusundan vazgeçmesinin nedeni bir hastalığın bulaşması ile açıklanırken;
tarih kaynaklarında kuyunun ağzına kapatılan taşlara rastlayınca Abdulmuttalib’in
tekbir getirdiği, bunu işiten Kureyşliler’in Abdulmuttalib’den kuyu için hak talep
ettikleri, Abdulmuttalib’in buna razı olmadığı ve bir kâhini hakem tayin ettikleri,
sonra kâhine giderken yolda su sıkıntısı çekip de Abdulmuttalib’in devesinin altından
su kaynağı peyda olunca Kureyşliler’in iddialarından vazgeçip sikaye görevini
Zemzem kuyusu suyu ile yerine getirme hakkını Abdulmuttalib’e tanıyarak kâhine
gitmeden geri döndükleri aktarılmaktadır.302
301 Abdurrazzâk, a.g.e, V/314-316; V/113-114. 302 İbn İshâk, a.g.e, s. 2-5; İbn Hişâm, a.g.e, I/143-145.
77
Ayrıca tarih kaynaklarında Abdülmuttalib’in, zemzem kuyusunu kazarken iki
altın ceylan heykeli, kılıçlar ve bir takım zırhlar bulduğu, Kureyşliler’in bunlara da
ortak olmak istedikleri, Abdulmuttalib’in teklifiyle kura çekildiği ve ceylan
heykellerinin Kâbe’nin hissesine, kılıçlar ve zırhların ise Abdulmuttalib’e düştüğü ve
Kureyşliler’e hiçbir şey düşmediği303 şeklinde farklı farklı anlatımlar mevcuttur.
2. Babası
1. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “Abdulmuttalib, birçok kadınla evlendi. On
oğlu oldu. (Abdulmuttalib): “Ey Allah’ım! onlardan birisini sana kurban etmeyi
adamıştım ve onların arasından kura çekeceğim ve dilediğin kimseye onu isabet
ettir” dedi. Çocukları arasında kura çekti. Kura Abdullâh’a çıktı. (Abdullah) en
sevdiği oğluydu. (Abdulmuttalib): “Ey Allah’ım! Yüz deve mi yoksa o mu sana daha
sevimlidir?” diye niyazda bulundu. Sonra onunla yüz deve arasında kura çekti. Kura
yüz deveye çıktı. Abdulmuttalib, Abdullâh’ın yerine onları kurban etti.”304
Hadis ve tarih kaynaklarında rivâyetin farklı şekilde kaydedildiği
görülmektedir. Yukarıda verdiğimiz Zührî’nin, zemzem haberi anlatımında, tarih
kaynaklarında var olan Abdullâh’ın kurban edilmemesi için kahine gidilmesi, onun
yanında kura çekilmesi veya onar onar artırarak kuraya devam edilmesi gibi unsurlar,
yer almamakta, sadece yüz deve ile oğlu arasında kura çekildiğinin konu edildiği
görülmektedir.
Erken dönem tarih kaynaklarının verdiği bilgiye göre Abdulmuttalib
Abdullâh’ı kurban etmek istediğinde Kureyş ve Abdulmuttalib’in oğullarının, hayatta
oldukları sürece, Abdullâh’ı asla kurban ettirmeyeceklerini, adağı yerine getirmemesi
303 İbn Hişâm, a.g.e, I/146-147. 304 İbn İshâk, a. g. e, s. 10-17; Abdurrazzâk, V/316-317; İbn Hişâm, a.g.e, I/151-155.
78
hususunda onu mazur göreceklerini, eğer bunu yaparsa bundan sonra insanların da
çocuklarını boğazlayabileceğini, bunun da insanların neslini körelteceğini söylediği,
Kureyşliler’in Abdulmuttalib’i “Sücah” adında bir kahine yönlendirdiği, kâhinin de
fal oku açmalarını, eğer oklar oğluna çıkarsa deve sayısını artırmalarını ve bu işleme
develer çıkıncaya kadar devam edilmesini söylediği ve deve sayısı yüz olunca bu kez
okların develere çıktığı,305 Abdulmuttalib’e engel olmaya çalışanın ise Muğîra b.
Abdullâh b. Amr b. Mahzûm b. Yekaze olduğu306 kaydedilmektedir.
Bize göre, bu rivâyet Araplar’ın âdetlerinden ve ibadetlerinin bazı
safhalarının gösterilmesi açısından mühimdir. Ancak putların önünde fal okları
çekilmesinin bir inançtan ziyade, bir teamül olarak görülmesi gerektiği
kanaatindeyiz. Bu rivâyet Arap tolumunda kahinlerin toplum üzerindeki etkisini
göstermesi bakımından da önemlidir.
İbn Sa’d (ö. 230) ’da da olay aynıdır. İbn Sa’d, Abdullâh’ın hayatını kurtaran
çarenin, kendisi için feryad eden ablalarından biri tarafından teklif edildiğini, o güne
kadar Araplar arasında bir insanın kan bedelinin (diyet) on deve olduğunu,
Abdulmuttalib’in bu uygulamasıyla artık yüz deve olarak kabul edildiğini
nakleder.307
Taberî (ö. 310)’deki rivâyette ise Abdulmuttalib’in on oğlu olup onların
kendisini koruyacaklarını anladıktan sonra, oğullarına bu adağını bildirdiği ifade
edilmektedir. Ayrıca rivâyette oğullarının en küçüğü olarak Abdullâh ifadesi
geçmekte, Abdulmuttalib’in, kur’a istemediği halde küçük oğlu Abdullâh’a isabet
305 İbn İshâk, a.g.e, s. 10-17; İbn Hişâm, a.g.e, I/154-155. 306 İbn Hişâm, a.g.e, I/153-154. 307 İbn Sa’d, a.g.e, I/88-89.
79
ettiği takdirde, bıçağı onu öldürmeyecek şekilde azalarından birine isabet ettirmeyi
düşündüğü kaydedilmektedir.308
Yunus b. Bükeyr’in, İbn İshâk’tan (ö. 151) rivâyet ettiğine göre kesilmek
üzere yere yatırılmış olan Abdullâh’ı, babasının ayağının altından çekip kurtaranın
Abbâs olduğu, o esnada Abdulmuttalib’in Abbâs’ın yüzüne vurarak yaraladığı ve o
yaranın izinin, ölümüne kadar Abbâs’ın yüzünden silinmediği nakledilmektedir.309
Meclisî’nin (ö. 1110) eserinde de Abdullâh’ın kurban edilme hâdisesine yer
verildiği, bu hâdisenin uzunca nakledildiği ve bazı nakillerin benzer, bazı nakillerin
ise farklılık arzettiği görülmektedir. Meclisî’nin Bihâru’l-Envâr’ında rivâyetler
şöyledir: Abdullâh’ın evlatların en küçüğü olduğu,310 babasına ‘sana emredileni yap’
dediği kaydedilmektedir.311 Hz. Muhammed doğduğunda Ebû Tâlib’in çok sevindiği
ve Hz. Peygamber’e “ey kardeşimin oğlu! Ey iki kurbanlığın İsmâîl ve Abdullâh’ın
oğlu!” dediği,312 “kardeşimi bırakın, onun yerine beni kurban edin” dediği
nakledilmektedir.313 Benî Mahzûm’daki kâhin kadına gidildiği,314 Abdullâh’ın kız
kardeşi Atike’nin Abdullâh’ın kurban edilmesine engel olmaya çalıştığı315 şeklinde
farklı farklı nakiller mevcuttur.
Meclisî’den naklettiğimiz rivâyetlerde Ebû Tâlib’e ve onun faziletine vurgu
yapıldığı görülürken, Sünnî kaynaklarda yer alan rivâyetlerde ise Ebû Tâlib’e hiçbir
atıfta bulunulmadığını belirtmek gerekir.
308 Taberî, a.g.e, II/240-243. 309 İbn Kesîr, el-Bidâye, III/12. 310 Meclisî, a.g.e, XV/51-52. 311 Meclisî, a.g.e, XV/51. 312 Meclisî, a.g.e, XV/55. 313 Meclisî, a.g.e, XV/56. 314 Meclisî, a.g.e, XV/56; Abdullâh’ın kurban edilmesi ile ilgili diğer rivâyetler için bkz. Meclisî,
a.g.e, XV/73-75; XV/84-85. 315 Meclisî, a.g.e, XV/84.
80
Abdullah’ın kurban edilmesi hâdisesiyle ilgili genel olarak şunları ifade
etmek mümkündür: Rivâyeti eleştirenler meseleye farklı bir perspektiften bakmakta,
isnadından ve sebep-bağlam ilişkisinden hareketle rivâyetin sahih olmadığını
savunmaktadırlar.
Abdullah’ın kurban edilmesiyle ilgili rivâyet ilk olarak İbn İshâk tarafından
nakledilmektedir. İbn İshâk (ö. 151) olayı tereddütlü vermektedir. Bu hususu,
rivâyetin çeşitli yerlerinde araya sokuşturduğu (fîmâ yez’umûn/ze’amû) (iddia
ettiklerine göre/iddia ettiler ki) ibarelerinden çıkarabiliyoruz. Bu ifadeler şek/şüphe
ifadeleridir.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, “İddia eder, iddia ederler, bazı insanlar
iddia eder” ifadeleri: Horovitz ve Guillaume, İbn İshâk’ın bu ibareyi hâdise
hakkındaki şüphesini izhar için kullandığını savunurken, bu ibareleri nerelerde
kullandığını tespit eden Robson, “İbn İshâk herhalde böyle ifadelerin kâfi otoriteye
sahip olmadığını anlamış ve bu sebeple onları iddia olarak beyan etmiştir. Onun
halkın otoritesi olarak dercettiği bazı hâdiseler, büyük bir mana taşımazlar ve bu
keyfiyet, İbn İshâk’ın mümkün olduğu kadar dikkatli olmaya çalıştığını gösterir”
demektedir.316
Abdullah’ın kurban edilmesiyle ilgili bu meşhûr rivâyetin doğru olmadığı
iddia edilmiştir. Zira bu rivâyet içinde Abdullâh’ın, babasının en küçük oğlu olduğu
ifade edilmekte,317 hâlbuki Hamza ile Abbâs’ın ondan küçük olduğu bilinmektedir.
Aslında Abdullâh, Abdulmuttalib’in en küçük çocuğu değildir. Zira kesin olarak
bildiğimiz şekilde Hz. Hamza, Hz. Peygamber ile sütkardeşidir.318 Dolayısıyla Hz.
316 Öz, Şaban, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, s. 275. 317 İbn Hişâm, a.g.e, I/ 153. 318 İbn Sa’d, a.g.e, I/109.
81
Hamza’nın Hz. Peygamber’in sütkardeşi olduğu tarihen sabitken, Abdullâh’ın
kurban edilmesi hâdisesinde henüz dünyaya gelmedikleri aşikârdır.
Hz. Abbâs ise Hz. Peygamber’den üç yaş büyüktür. Hz. Peygamber’in iki
amcası kendisinden sadece iki üç yaş büyük olunca babası Abdullâh’ın kardeşlerin
en küçüğü olduğu iddiası bâtıl olur.319
Belâzurî’de (ö. 279) yer alan bilgilere göre, Abdulmuttalib’in oğullarından
Abbâs, Hamza, Abdülkâbe, Mukavvim, Hacl, Dırar, Kusem, Hz. Peygamber’in
babası Abdullâh’tan küçüktür. Şöyle ki: Abdulmuttalib vefat ederken, oğullarından
Mukavvim on beş yaşında, Hamza on iki yaşında,320 Abbâs on bir yaşında, torunu
Hz. Muhammed de sekiz yaşındaydı. Hacl yaş olarak Hamza ile Mukavvim’in
arasındaydı. Dırâr, öz kardeşi Abbâs’tan yedi yaş büyüktü.321 Yani, Hz. Peygamber
doğduğu sırada Dırâr, on yaşındaydı. Kusem ise, Hz. Peygamber’in doğumundan üç
yıl önce vefat ederken dokuz yaşındaydı.322 Abdülkâbe de, Abdullâh’ın kurban
edilmek istenmesinden önce küçük yaşta vefat etmişti.323
Abdullâh’ı en küçük kabul etmesek bile olay yine de çelişkili olmaktan
kurtulamıyor. Zira rivâyetlerde, Abdulmuttalib’in Abdullâh’ı kurban etme teşebbüsü
bütün kardeşlerin, babalarını koruyacak yaşa, yani ergenlik yaşına ulaştıktan sonra
vuku buluyor. Bu keyfiyette Hz. Abbâs ve Hz. Hamza’nın da ergenlik yaşına
ulaşmalarına kadar Hz. Peygamber’in babası Abdullâh’ın yaşamış olması gerekiyor.
Böyle olunca da, Hz. Peygamber’in de babasının sağlığında bulûğ çağına yaklaşmış
319 Topaloğlu, Bekir, “Abdullah” maddesi, DİA, İstanbul, 1988, I/75-76. 320 Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir, Ensâbu’l-Eşrâf, Dâru’l-Fikr, 1996, Beyrut, Lübnan, I/87;
Ayrıca Belâzurî Hamza’nın Hz. Peygamber’den dört yıl önce doğduğunu nakleder. (I/87). 321 Belâzurî, a.g.e, IV/381. 322 Belâzurî, a.g.e, IV/ 411. 323 Belâzurî, a.g.e, IV/ 7.
82
olması gerekiyor. Oysaki bu doğru olamaz. Zira en yaygın rivâyete göre Abdullâh
oğlunun doğumunu dahi göremeden vefat etmiştir.324
Mustafa Ağırman ise bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Araplarda
çocuk kurban etme âdeti bulunmamaktadır. Dolayısıyla Abdulmuttalib’in bu tavrını
nakleden bilgiler şüphe götüren bilgiler olarak görülmelidir. Öte yandan böyle bir
olayın, Hz. Peygamber’in “Ben iki kurbanlığın oğluyum” şeklinde söylediği ifade
edilen rivâyeti doğru çıkarma çabasıyla ortaya atılmış olması da her zaman ihtimal
dahilindedir. Ayrıca kaynaklarımızda Hz. Peygamber’in babası Abdullâh ile ilgili
detaylı bilgi bulunmamaktadır. Son derece önemli olan bir şahsiyetin babasının hem
yeterince tanıtılmamış olmasının, hem de tanıtılırken efsaneleştirilmeye
çalışılmasının verdiği sâikle böyle bir olay kurgulanmış olabilir. Nitekim onunla
ilgili en çarpıcı bilgi, tartışmalı olmakla birlikte kurban edilmesiyle ilgili olandır.”325
Bu rivâyeti savunanlar ise şu keyfiyetlere işaret etmektedirler: Ondan sonra
doğan kardeşlerinin bulunması sebebiyle bunu, ya aynı anneden doğan kardeşlerin en
küçüğü, ya da o tarihte doğmuş bulunanların en küçüğü şeklinde yorumlamak
mümkündür. Abdullâh’ın babasının en küçük oğlu olmadığı iddiasına gelince, bu
onun kurban edilmek istendiği sırada yaşayan kardeşlerinin en küçüğü olmasıyla
çelişmez. Aslında Abdullâh’ın kurban edileceği sırada “babasının en küçük oğlu”
tarzında İbn İshâk’tan gelen rivâyet için Süheylî (ö. 581) “gayri mâ’ruf” demekte ve
tercih edilen rivâyetin “annesinin en küçük oğlu” tarzında olabileceğini
söylemektedir.326 Buradaki en küçük sözü muhtemelen kur’a çekildiği sıradaki en
324 Zeyveli, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine Makaleler, Birun Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul,
2003, s. 79. 325 Ağırman, Mustafa, “Hz. Peygamber’in Anneleri”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 11 Sayı: 32, (Yaz
2007), s. 106-107. 326 Süheylî, a.g.e, Matbaatü’l-Cemaliyye, Mısır, 1914, I/103.
83
küçük oğlu kastedilmiş veya o sıradaki çocukları arasında bu olay vuku bulmuş
olmalıdır.327
İslamiyet’e yakın dönemlerde Araplar arasında bazı hakemlerin diyet olarak
yüz deve ile hükmetmeye başladığı, hatta bu konudaki ilk hükmün Ebû Seyyâre el-
Advânî328 veya Abdulmuttalib tarafından konulduğu rivâyetleri mevcuttur. Rivâyetin
ikinci kısmı, Abdulmuttalib’in oğlu Abdullâh yerine on defa kura çekerek neticede
100 deve kurban etmesiyle ilgili meşhur kıssadan da kaynaklanmış olabilir.329
Azimli, ancak bu kurban olayı genel olarak kabullenilebilse de bu olayın
detaylarında abartılara rastlanabilir330 demektedir.
Netice itibariyle, şu ana kadar verdiğimiz açıklamalar ortaya koymaktadır ki,
rivâyetin isnad ve metin açısından sahih olmadığı anlaşılmaktadır.
3. Annesi
“Tarih kaynaklarında, Hz. Muhammed’in ana rahmine intikalinden doğumuna
kadar geçen zaman içinde bazı fevkâlede olayların meydana geldiğine dair rivâyetler
yer almaktadır. Ancak ilgili rivâyetler hadis kaynaklarında mevcut değildir. Hz.
Muhammed kendisini peygamberlerin sonuncusu olduğunu ifade ettiği bir
konuşmasında annesinin bir rüya gördüğünden bahsetmekte ve doğacak çocuğa
Muhammed veya Ahmed adını vermesinin telkin edildiğini, bundan önemli bir kişiye
hamile olduğu sonucunu çıkardığını belirtmektedir.”331
Âmine’ye Muhammed’e (s.a.s) hamileyken, gelindiği ve: “Sen bu ümmetin
efendisine hamilesin…” Kuşkusuz onun alâmeti, dünyaya geldiği zaman, onunla
327 Çağatay, Neşet, a.g.m, s. 28. 328 Süheylî, a.g.e, I/103. 329 Bardakoğlu, Ali, “Diyet” maddesi, DİA, İstanbul, 1994, IX/474. 330 Azimli, Mehmet, a.g.e, s. 25. 331 İbn Sa’d, a.g.e, I/98-99; Uyar, a.g.e, s. 6-16.
84
beraber, Şam topraklarından Busrâ saraylarını dolduran bir nûr çıkması ve kendisine
Muhammed isminin verilmesidir. Onun Tevrat’taki ismi Ahmed, Kur’an’daki ismi
Muhammed’dir denildiği,332 dediklerine göre Hz. Peygamber’in annesi Âmine’nin
Hz. Peygamber’e hamileyken: “Şüphesiz sen bu ümmetin efendisine hamilesin.
Dünyaya geldiği zaman “Onu her hased edenin şerrinden tek olan Allah’ın
korumasına havale ederim” de ve ona “Muhammed” ismini koy” denildiği
kaydedilmektedir.333
Bu hususta vârid olan rivâyetlere baktığımızda, İbn İshâk’ın tafsilatlı olarak
verdiği bu rivâyete İbn Hişâm (ö. 213-218)334 “iddia edilir ki, insanların
anlattıklarına göre, (yine de) en doğrusunu Allah bilir” şeklindeki ifadelerle yer verir
ki, bu da İbn Hişâm’ın rivâyete ihtiyatla yaklaştığını göstermektedir.
Belâzurî’nin (ö. 279) “Ensâbu’l-Eşrâf” adlı eserinde “Âmine’nin evliliğinin
üçüncü günü hamile kaldığı ve söz konusu rüyayı gördüğü” bilgisini veren bir
rivâyet zikredilmiştir.335
İbn Sa’d (ö. 230)’da Vakıdî’den gelen rivâyette, Âmine’nin bu rüyayı
Pazartesi gördüğü belirtilmektedir.336 Bunu teyid eden ya da farklı bilgi veren başka
bir haber tespit edilememiştir.
Rüyada, hamile olduğu Âmine’ye bildirilirken kullanılan ifade kalıp olarak
bütün kaynaklarda aynılık arzeder. Hz. Muhammed’i tavsif eden kısmı ise,
bazılarında farklı şekiller almıştır. Doğacak çocuk İbn İshâk’ta “ümmetin efendisi”
332 İbn İshâk, a.g.e, s. 22. 333 İbn Hişâm, a.g.e, I/158. 334 İbn Hişâm, a.g.e, I/157. 335 Belâzurî, a.g.e, I/89. 336 İbn Sa’d, a.g.e, I/98.
85
olarak zikredilirken, bu ifade İbn Sa’d (ö. 230)’da “ümmetin efendisi ve nebisi”337
şeklindedir.
Daha sonraki dönemlerde rivâyette yine farklılıkların olduğu görülmektedir.
Ebû Nuaym’ın rivâyetinde, rüyasında Âmine’ye gelen varlık, “Şüphesiz ki sen
yaratılmışların en hayırlısına ve âlemlerin efendisine hamilesin. Onu dünyaya
getirdiği zaman Ahmed ve Muhammed ismini ver ve bunu ona tak” demiştir. O
varlığın “bunu ona tak” dediği şey, rivâyetin devamında açıklığa kavuşturmaktadır.
Rivâyete göre Âmine, uyanmış ve baş ucunda, üzerinde “her hasetçinin şerrinden bir
(olan Allah’a) sığınırım…” diye başlayan duanın yazılı olduğu altından bir sahîfe
(levha) bulmuştur.338
“Bu rivâyete göre mezkûr rüya, Âmine’ye telkin edilmeyip yazılı olarak
verilmiştir. Ebû Nuaym bu rivâyette tek kalmıştır. Bu ifadeler toplu olarak
değerlendirilecek olursa, onun bir Peygamber olacağının tasrih edildiği söylenemez.
Bu rivâyetlerden hareketle, etrafında farklı bilgilerin toplandığını gördüğümüz
noktalardan bir diğeri, Âmine’den söylenmesi istenen cümledir. “Çekemeyenlerin
her türlü kötülüklerinden, onu Allah’a emanet ederim” şeklinde tercüme edilebilecek
bu cümle dua mahiyetinde olup, manzum şekildedir. Bütün kaynaklarda aynı ifade
yer almaktadır. İbn Hişâm (ö. 213-218) ve Vâkıdî’de (ö. 207) sadece bir beyit olarak
rivâyet edilen bu dua İbn İshâk’ta yedi, Ebû Nuaym’da ise on sekiz mısra
şeklindedir. Fakat bu mısralar arasında, birinci beyit müstesna, en ufak bir benzerlik
yoktur.”339
Rüyada Âmine’den, Hz. Muhammed doğunca yapması istenen iki şey vardır:
Birincisi yukarıdaki beyti söylemesi, ikincisi ona “Muhammed” ismini vermesidir.
337 İbn Sa’d, a.g.e, I/98. 338 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 94-95. 339 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 7-9.
86
Verilmesi istenen isim, rivâyetlerin ekseriyesinde bu olmakla beraber,340 İbn Sa’d (ö.
230) ’da “Ahmed”in,341 Ebû Nuaym’da “Ahmed ile Muhammed’in birlikte”342
zikredildiğini görüyoruz.343
Bu rivâyeti nakleden Ebû Nuaym (ö. 430)’dır. Râvisi Ebû Gaziyye
Muhammed b. Mûsâ el-Ensârî’dir. Buhârî, bu hâdisenin münker olduğunu beyan
eder. İbn Hibbân, bu râvî hakkında: “Bu adam başkalarının rivâyetlerini kendine mâl
eder ve asılsız rivâyetleri sağlam kişilere atfeder” demektedir. Müteahhirîn içinde
Hâfız Irâkî, bunun asılsız olduğunu söyler. Şâmî, onun zayıf olduğunu açıklar. İbn
İshâk bu rivâyetin senedsiz olduğunu belirtir.344
Netice itibariyle, şu ana kadar verdiğimiz açıklamalar ortaya koymaktadır ki,
rivâyetin isnad ve metin açısından sahih olmadığı anlaşılmaktadır.
II. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMUYLA İLGİLİ RİVÂYETLER
Bu bölümde hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili
rivâyetler verilecek, rivâyetlerin isnadları sıralanacak ve râvîler cerh ve ta’dîl
açısından incelenecektir. Erken dönem tarih kaynaklarındaki rivâyetlere değinilecek
ve hadis ile tarih kaynakları karşılaştırılarak metin-muhteva açısından genel bir
değerlendirme yapılacaktır.
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili tartışmalı mevzulardan birisi
de Hz. Peygamber’in doğumunda meydana gelen hâdiseler, doğduğu gece Mekke ve
diğer şehirlerde meydana geldiği iddia edilen mucizevî olaylar, Mekke’deki bir
Yahudi’nin Hz. Peygamber’in doğduğu gece haber verdiği bilgilerdir. Hz.
340 İbn İshâk, a.g.e, s. 22. 341 İbn Sa’d, a.g.e, I/98-99,104. 342 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 94. 343 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 10. 344 Şiblî, Mevlana, a.g.e, III/169-170
87
Peygamber’in doğuştan itibaren Peygamberliğinin bilindiği, Yahudiler’in
Kureyşliler’i bu noktada uyardığı, Yahudiler’in onu her vasfıyla tanıdığı ifade
edilmektedir. Bununla birlikte, rivâyetlerin metinsel açıdan pek çok problemi
barındırdığı görülmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in fil yılında, Rebîülevvel ayında
doğduğu konusunda ittifak edilmektedir. Rebîülevvel ayının kaçında doğduğu
hususunda ise farklı nakiller mevcuttur. Hz. Peygamber’in doğduğu gece İran’da
saray balkonlarının yıkılıp yere düşmesi, Mecusîler’in ateşinin sönmesi, Mûbezân’ın
rüya görmesi ve diğer benzeri işaretlerin görüldüğü iddia edilmektedir. Ancak bu
rivâyetin metninde izaha muhtaç bazı kapalılıklar vardır. Bu hususların ise tenkidi
gerekli noktalar olduğunu bilhassa belirtmek elzemdir.
A. Hz. Muhammed’in Doğumu
1. Hadis Rivâyetlerinde Doğumu
Sahih rivâyetlerin tamamı, Hz. Peygamber’in fil olayının meydana geldiği yıl
doğduğu konusunda ittifak halindedir.345
A. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ya’kûb-Süfyân b. Ebî Gassân Muhammed b.
Yahyâ el-Kinânî-İbn İshâk-Muttalib b. Abdillah b. Kays b. Mahrame b. Muttalib b.
Abdimenâf 346-Abdullah b. Kays b. Mahrame b. Muttalib b. Abdimenaf-347 Kays b.
345 İbn İshâk, a.g.e, s. 25; İbn Hişâm, a.g.e, I/158. 346 Muttalib b. Abdullâh b. Kays b. Mahreme b. Muttalib b Abdimenâf el-Muttalibî: Babasından
rivâyet etmiştir. İbn Hibbân tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/411; İbn
Hacer, Tehzîb, X/179). 347 Abdullâh b. Kays b. Mahreme b. Muttalib b. Abdimenâf el-Muttalibî: Babasından rivâyet
etmiştir. Oğlu Muttalib ondan aktarmıştır. Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir, ancak
Ebû’l-Kâsım el-Beğavî, sahabeden semâında şüphe edildiğini ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
V/171; İbn Hacer, Tehzîb, V/ 363-3649).
88
Mahrame348: “Ben ve Rasûlullah fil yılında doğduk. Biz yaşıtız ve aynı yılda
doğduk.”349
B. Muhammed b. Beşşâr el-Abdî350-Vehb b. Cerîr351-Cerîr b. Hâzım352-
Muhammed b. İshâk-Muttalib b. Abdillâh b. Kays b. Mahreme-Abdullâh b. Kays b.
Mahreme-Kays b. Mahreme: “Ben ve Rasûlullah fil yılında doğduk. Hz. Osman,
Ya’mûr b. Leys’in kardeşi Kubas b. Eşyem’e: “Sen mi büyüksün, yoksa Rasûlullah
mı?” diye sormuş. O da şöyle cevap vermiştir: “Rasûlullah benden büyüktür. Ancak
doğumda ben ondan önceyim. (Öyleki doğumumuzdan altı ay önce Mekke’ye gelen
filin bıraktığı) pisliği, yeşil renkli ve değişmiş olarak gördüm.” Tirmizî hadisi
zikrettikten sonra “Bu hadis hasen ve garibdir. Onun Muhammed b. İshâk tarikinden
başka rivâyetlerini bilmiyoruz” değerlendirmesini yapmaktadır.353
Kays b. Mahreme rivâyetlerinin isnadındaki bütün râvîler hakkında cerh ve
ta’dîl imamlarının müsbet kanaatleri olmakla birlikte, ihtilâfla birlikte mecrûh
görülen Muhammed b. Beşşâr ve Vehb b. Cerîr b. Hâzım bulunduğundan bu rivâyet
klâsik hadis usûlü bakımından “hasen” sayılır.
C. Taberânî (ö. 360), Kays b. Mahreme’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“Nebî (s.a.s) fil yılında dünyaya geldi. Ficar harbi ile fil senesi arasında 20 yıl,
348 Kays b. Mahreme b. Muttalib b. Abdimenâf b. Kusay: Sahabîdir. Müellefetü’l-kulûb’tandır.
Ondan oğlu Abdullâh aktarmıştır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/138; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/ 402) 349 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/215. 350 Muhammed b. Beşşâr b. Osman b. Dâvûd b. Keysân el-Abdî (ö. 252): İbn Seyyâr, Iclî, Ebû
Hâtim ve Nesâî tarafından sika olarak görmüştür. Yahyâ b. Maîn ise onu zayıf addetmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VII/287-288; İbn Hacer, Tehzîb, IX/70-73). 351 Vehb b. Cerîr b. Hâzım b. Zeyd b. Abdillâh b. Şucâ’ el-Ezdî (ö. 206): Babasından rivâyet
etmiştir. Nesâî, onda bir beis olmadığını, Iclî ise sika olduğunu belirtmektedir. Ancak Affan onun
hakkında ihtilaf olduğunu, İbn Hibbân ise onun galat olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, IX/36; Zehebî, Mîzân, IV/350-351; İbn Hacer, Tehzîb, XI/161-162). 352 Cerîr b. Hâzım b. Abdillâh b. Şucâ’ el-Ezdî (ö. 175): İbn İshâk’tan rivâyet etmiştir. Ondan oğlu
Vehb nakletmiştir. Ebû Hâtim, İbn Hibbân, Sâcî, Cerîr, Ahmed b. Sâlih, Bezzâr ve İbn Sa’d gibi
birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Sa’d ömrünün sonunda ihtilat ettiğini
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/436-438; Zehebî, Mîzân, I/392-393; İbn Hacer, Tehzîb, II/69-
72). 353 Tirmizî, Menakıb, 2, V/589.
89
Kâbe’nin yapılışı ile de Nebî’nin (s.a.s) Peygamber olarak gönderilmesi arasında 5
yıl bulunmaktadır. O halde Nebî (s.a.s) 40 yaşında iken, peygamber olarak
gönderilmiştir.”354
D. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in Pazartesi günü doğmasıyla ilgili olarak şu
rivâyetler kaydedilmektedir:
Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Abdurrahmân b. Mehdî355-Gaylân b. Cerîr356-
Abdullâh b. Ma’bed357-Ebî Katâde358: “Ya Rasûlallah, pazartesi günü tutulan oruç
hakkında ne buyurursunuz?”diye sordu. Hz. Peygamber de: “O gün, benim
doğduğum ve vahyin bana indirildiği gündür” diye cevap verdi.359
Rivâyetin isnadındaki bütün râvîler hakkında cerh ve ta’dîl imamlarının
müsbet kanaatleri bulunduğundan bu rivâyet klasik hadis usûlü bakımından
“sahih”tir.
E. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Mûsâ b. Dâvûd360-İbn Lehîa361-Hâlid b. Ebî
İmrân362-Haneş es-San’ânî363-İbn Abbâs: “Rasûlullah, pazartesi günü doğmuş,
354 Taberânî, Ebû Kâsım Süleymân b. Ahmed et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XVIII/342. (Şamile’den
nakledilmiştir.) 355 Abdurrahmân b. Mehdî: Ebû Saîd Abdurrahmân b. Mehdî b. Hassân el-Lü’lüî (ö. 198):
Hadis tenkitcisi ve hafızdır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, VI/279-281). 356 Ğaylân b. Cerîr el-Meûlî el-Basrî (ö. 129): Abdullâh b. Ma’bed ez-Zemmânî’den rivâyet
etmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Sa’d ve Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VII/69-70; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/253-254). 357 Abdullâh b. Ma’bed ez-Zemmânî: Ondan Gaylân b. Cerîr aktarmıştır. Nesâî, Iclî, İbn Halfûn, İbn
Hibbân ve İbn Adî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/212-
213; Zehebî, Mîzân, II/507; İbn Hacer, Tehzîb, VI/40). 358 Ebû Katâde el-Ensârî es-Sülemî (ö. 54): Ondan Abdullâh b. Ma’bed ez-Zemmânî rivâyet
etmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/204- 205). 359 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/ 299. 360 Mûsâ b. Dâvûd ed-Dabbî (ö. 217): Ondan Ahmed b. Hanbel rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, İbn
Ammâr el-Mevsılî ve Iclî sika derken, Ebû Hâtim, hadisinde ızdırâb olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VIII/162; Zehebî, Mîzân, IV/204; İbn Hacer, Tehzîb, X/342-343). 361 Abdullâh b. Lehîa b. Ukbe b. Firân b. Rebîa b. Sevbân (ö. 74): İbn Maîn, Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Sa’d, Abdülkerîm b. Abdurrahmân en-Nesâî gibi âlimler tarafından zayıf olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/179-181; Zehebî, Mîzân, II/475-483; İbn Hacer, Tehzîb, V/373-
379). 362 Hâlid b. Ebî İmrân (ö. 129): Haneş es-San’ânî’den rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, Ebû Hâtim, Iclî ve
İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/341; İbn Hacer,
Tehzîb, III/110-111).
90
pazartesi günü peygamber olmuş, pazartesi günü Mekke’den hicrete başlamış,
pazartesi günü Medine’ye vararak hicretini tamamlamış, pazartesi günü vefat etmiş,
el-Haceru’l-Esved’i de pazartesi günü kaldırıp yerine koymuştur.”364
Abdullâh b. Lehîa’nın durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Kısaca şunu belirtelim ki, Hz. Peygamber’in pazartesi günü doğmuş olduğu
hususunda ihtilâf yoktur. Pazartesi günü hangi vakitte doğduğu hakkında da farklı
rivâyetler mevcuttur. Pazartesi orucu ile ilgili hadise dayananlar orucun gündüzle
alakalı olduğunu, burada geçen “yevm” kelimesinin gündüze delalet ettiğini,
dolayısıyla doğumun gün ışığında gerçekleştiğini düşünmektedirler.365
F. Ebû’l-Hasen Muhammed b. Ahmed b. Şübeveyh er-Reîs-Ca’fer b.
Muhammed Nîsâbûrî-Ali b. Mihrân-Seleme b. Fadl-Muhammed b. İshâk:
“Rasûlullah Rebîülevvel ayının on ikisinde doğdu.”366
G. Doğum esnasında meydana gelen olaylarla ilgili olarak Abdurrazzâk şu
rivâyeti nakletmektedir: Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk: …(Âmine): Ben ona
hamileyken benden Şam saraylarını aydınlatan bir nûr çıktı. Onu doğurduğumda
ellerini yere dayayarak, başını göğe kaldırarak doğdu.367
Burada şunu da belirtelim ki, “Bazı rivâyetlerin tenkidini kolaylaştıran bir
sebep de, doğum zamanı dünyada meydana gelen olağanüstü hadiselerde birçok
kişinin şahit olması gereken olayın, çoğu zaman tek kişi tarafından nakledilmesi ve
haberin yaygınlaşmamasıdır.”368 Bu rivâyet bunun en güzel örneğidir.
363 Haneş es-San’ânî (ö. 100): İbn Abbâs’tan rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a ve Ebû Hâtim sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/294-295; Zehebî, Mîzân, I/620). 364 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/277. 365 Halebî, a.g.e, I/62. 366 Hâkim, a.g.e, II/603. 367 Abdurrazzak, a.g.e, V/318. 368 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 66
91
H. Doğduğu gece Mekke ve diğer şehirlerde bir takım hâdiselerin meydana
geldiği nakledilmektedir:
Ebû Muhammed Abdullâh b. Ca’fer el-Fârisî-Ya’kûb b. Süfyân Ebû Gassân
Muhammed b. Yahyâ el-Kinânî-Süfyân Ebû Ğassân Muhammed b. Yahyâ el-Kinânî-
İbn İshâk-Hişâm b. Urve-Urve-Âişe: “Yahudinin biri, Mekke’ye gelip orada ticaret
yapmaya başladı. Hz. Peygamber’in doğduğu gece Kureyş meclisinde: ‘Ey
Kureyşliler! Bu gece doğan bir çocuğunuz oldu mu?’ diye sordu. Onlar da: ‘Vallahi
bilmiyoruz’ deyince, Yahudi şu karşılığı verdi: “Allahu Ekber! Eğer böyle bir şey
olmadıysa mesele yok. Bana bakın söyleyeceklerimi kafanıza iyice yerleştirin. Bu
gece doğan çocuk, bu son ümmetin Peygamber’i olacaktır. İki omuzu arasında, at
yelesi gibi peş peşe tüyleri olan bir alâmet vardır. İki gece süt emmeyecektir. Zira
cinlerden bir ifrit, parmağını onun ağzına koyup süt emmesini engelleyecektir.’
Yahudi’nin bu sözleri karşısında hayrete düşen Kureyşliler, toplantı yerinden dağılıp
evlerine gittiklerinde herkes, söylenenleri ailesine anlattı. Abdulmuttalib’in oğlu
Abdullâh’ın bir oğlu dünyaya geldi. Adını da Muhammed koydular dediler. Sonra
birbirleriyle karşılaşan Kureyşliler: ‘Yahudinin söylediklerini duydunuz mu? sözünü
ettiği çocuğun doğumunu haber aldınız mı?’ diye birbirlerine sorular yönelttiler.
Koşup Yahudinin yanına vardılar. Hz. Peygamber’in doğum haberini verdiler. O da:
‘Gelin beraberce bebeğin yanına gidelim de onu görelim’ dedi. Onunla birlikte
Âmine’nin odasına girip kendisine: ‘Oğlunu bize göster bakalım’ dediler. Bebeği
getirip ona teslim etti. Sırtını açtılar, omuzları arasındaki alâmeti gördüler. Yahudi,
bayılıp düştü. Ayılınca ona: ‘Yazıklar olsun sana, neyin var?’ diye sordular. O da
şöyle dedi: “Vallahi peygamberlik, İsrailoğulları’nın elinden çıktı artık. Ey
92
Kureyşliler! Buna sevindiniz değil mi? Allah’a and olsun ki, o size öyle bir zor
verecek ve öyle bir güce erişecek ki, haberi doğudan ve batıdan çıkacaktır.”369
Bu hadis konusunda farklı görüşlerin serdedildiğini görmekteyiz: Hâkim
(ö.405): “Bu isnadı sahih bir hadistir. Onu Buhârî ve Müslim tahric etmemiştir”
demekte, Zehebî (ö. 748) ise Müstedrek’in Telhîs’inde bu rivâyeti reddetmektedir.370
Zehebî, Hâkim’in bu hadisi sahih olarak nitelendirmesine iştirak etmezken İbn Hacer
hasen demiştir.371
Buhârî, Hâkim’in senedinde ismi geçen Ebû Gassân Muhammed b. Yahyâ el-
Kinânî’den Mâlik ve Zühlî yoluyla hadis nakletmiştir. Es-Süleymânî ise, Ebû
Gassân’ın kendisinden bu hadisi aldığı babası Yahyâ b. Ali el-Kinânî mechûldür
demektedir.372 Dolayısıyla rivâyet zayıftır.
I. Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Ya’kûb373-Ahmed b. Abdülcebbâr374-Yûnus b.
Bükeyr375-Muhammed b. İshâk-Salih b. İbrâhîm b. Abdirrahman b. Avf 376-Yahya b.
Abdillâh b. Abdirrahmân b. Es’ad b. Zürâre-Sebt (Kavmimin adamlarından)-Hassan
b. Sâbit: “Ben yedi ve sekiz yaşlarında yetişkin bir çocuktum. Görüp duyduklarımı
anlayabilecek durumdaydım. Bir sabah Yahudi’nin biri, Medine’de yüksek bir sesle:
‘Ey Yahudi topluluğu!’ diye bağırmaya başladı. Halk etrafında toplandı.
369 Hâkim, a.g.e, II/601-602; Beyhakî, Delâil, I/108-109. 370 Hâkim, a.g.e, II/601-602. 371 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI/583. 372 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/176. 373 Muhammed b. Ya’kûb b. Yûsuf b. Ma’kal b. Sinân el-Emevî: Muhaddistir, Nisabur
ehlindendir, İbnü’l-Esîr sika olduğunu ifade etmektedir. (El-A’lâm Li Ziriklî, VII/145 (Şamile’den
nakledilmiştir)). 374 Ahmed b. Abdülcebbâr b. Muhammed b. Umeyr b. Utârid b. Hâcib b. Zürâra et-Temîmî (ö.
246-48): Ebû Ahmed el-Hâkim ve İbn Adî zayıf olduğunu belirtmektedir, ancak Darekutnî onda bir
beis olmadığını söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/20; Zehebî, Mîzân, I/112-113; İbn Hacer,
Tehzîb, I/51-52). 375 Yûnus b. Bükeyr b. Vâsıl eş-Şeybânî (ö. 199): İbn Maîn, Osmân b. Saîd, İbn Hibbân,
Muhammed b. Abdullâh b. Numeyr ve Ubeydullâh gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür
ancak Nesâî zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/290-291; Zehebî, Zehebî,
IV/477-478; İbn Hacer, Tehzîb, XI/434-436). 376 Sâlih b. İbrâhîm b. Abdirrahman b. Avf el-Kuraşî: İbn Hacer ve Zehebî sika olduğunu
belirtmektedir. (Ruvâtü’t-Tehzîbeyn, s. 2843 (Şamile’den nakledilmiştir)).
93
(Söylenenleri ben de dinliyordum.) Ona: “Neyin var?” diye sordular. O da: “Bu gece
dünyaya gelen Ahmed’in, yıldızı doğdu” dedi.”377
Hassân b. Sâbit rivâyetinin isnadında bazı cerh ve ta’dîl otoriteleri tarafından
mecrûh görülen Ahmed b. Abdilcebbâr b. Muhammed bulunduğundan bu rivâyet
“zayıf”tır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, bunun gibi pek çok rivâyet esasında Hz.
Peygamber’in doğuştan itibaren Peygamberliğinin bilindiği, Yahudilnin Kureyşlileri
bu noktada uyardığı ve onu her vasfıyla tanıdığı ifade edilmektedir. Şu kadar var ki,
içerik olarak rivâyetin pek çok problemi barındırdığı görülmektedir. Bu rivâyetler
erken dönem sahih hadis kaynaklarında mevcut değildir. Bu husus muhaddislerin Hz.
Peygamber’in doğumuyla ilgili mucizevî rivâyetlere temkinli yaklaştıklarını
göstermesi bakımından fevkalade mühimdir. Hassân b. Sâbit’ten nakledilen bu
rivâyeti sadece Hâkim’in naklettiği görülmektedir. Hâkim (ö. 405) tarafından
nakledilip sahih addedilen pek çok rivâyetin ise Zehebî (ö. 748) tarafından
reddedildiği bilinen bir husustur.
“Ayrıca Vehb b. Münebbih’e atfedilen, İsa’nın doğumunda gerçekleşen
hâdiseler olarak nakledilen; doğu ve batıdaki putların yıkılması, şeytanların bunu
araştırması, gökyüzünden büyük bir yıldızın doğması, Fars kralının kâhinlere
danışması,378 gibi haberlerle Hz. Muhammed’in doğumu esnasında meydana geldiği
iddia edilen hâdiseler arasında benzerliklerin tesadüfî olduğunu söylemek zordur.”379
Bu rivâyetler çağdaş İslâm tarihçileri arasında farklı şekillerde
değerlendirilmiştir. Muhammed Gazzalî bu tür rivâyetler hakkında: “Bütün bu sözler
doğru bir mülahazanın ters şekilde ifadesidir. Zira gerçekten Muhammed’in (s.a.s)
377 Hâkim, a.g.e, III/486 . 378 Geniş bilgi için bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye, III/42-52. 379 Öz, Şaban, a.g.e, s. 63.
94
doğumu zulmün sona erdiğine ve zamanın geçtiğine ve zulmün alâmetlerinin
parçalacağına işarettir. İnsanlar zulümden kurtulduktan sonra bu gerçeğin şeklini
çizmek isteyince bu kabil hârikulâde şeyler ortaya çıkardılar ve söylediklerini tasdik
için zayıf rivâyetler naklettiler” demektedir.380
2. Tarih Kaynaklarında Doğumu
a. Hz. Muhammed’in Doğumu
Tarih kaynaklarında Rasûlullah’ın (s.a.s) doğumunun fil olayından elli gün
sonra gerçekleştiği kaydedilmektedir.381 Belâzurî (ö. 279) bu konuda Abbâs’ın:
“Ben Resulullah’tan üç yaş büyüğüm. O fil yılında, ben de fil yılından üç sene önce
doğdum” dediğini aktarır.382 Bu rivâyet bizim için önem taşımaktadır. Zira,
aralarında Ahmed b. Hanbel (ö. 241) ve Tirmizî’nin (ö. 279) de bulunduğu
müellifler, Hz. Peygamber’in doğum yılını tespitte bu rivâyete dayanmışlardır.
Tarih kaynaklarında Hz. Peygamber’in Enûşirvân’ın iktidarının 40.383 veya
42. yılında Fil Vak’ası’nın meydana geldiği yıl,384 Mekke’nin asaletiyle şöhrete
ulaşmış Kureyş kabilesine mensup bir ailenin çocuğu olarak,385 genel kabul gören
kanaate göre Fil Vak’ası’ndan elli beş gün sonra,386 Rebîülevvel ayının,387 12’sinde
380 Gazzalî, Muhammed, Fıkhu’s-îire, ter. Resul Tosun, Risâle Yayınları, İstanbul, 1987, s. 69-70. 381 İbn Sa’d, a.g.e, I/80; Süheylî, a.g.e, II/159, Kahire, 1967; Hz. Muhammed’in doğumu ile Fil
Vak’ası arasındaki zaman farkı için bkz. Uyar, Gülgün; a.g.e, s. 22. 382 Belâzurî, a.g.e, IV/8. 383 Belâzurî, a.g.e, I/100-101. 384 Taberî, a.g.e, II/247- 248. 385 Zübeyrî, Ebû Abdillâh Mus’ab b. Abdillah b. Mus’ab, Kitâbu Nesebi Kureyş, Kahire, 1951, s. 14.
vd.; İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd, Cemheratü Ensâbi’l-Arab, Kahire, 1962, s. 14-
40. 386 İbn Sa’d, a.g.e, I/101. 387 İbn Sa’d, a.g.e, I/100.
95
pazartesi günü,388 Adnânîler’in ana yurdu kabul edilen Mekke’de dünyaya geldiği
nakledilir.
Bu konuyla ilgili olarak meşhur olan ve çoğunluğun benimsediği görüş ise
Hz. Peygamber’in 20 Nisan 571’de doğduğudur.389 Bu tarihin ise Rebîülevvel’in
12’sine denk gelip konusunda tam bir ittifak mevcut değidir. Doğum gününün milâdî
takvime göre 20 Nisan’a denk geldiği gibi bunun doğru olmadığını ileri sürenler de
bulunmaktadır.390
Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili olarak Şîî kaynaklara baktığımızda, Hz.
Peygamber’in fil yılında doğduğuna dair malumatlar bulmaktayız.391 Hz.
Peygamber’in fil yılında Rebîülevvel’in 12’sinde doğduğu392 nakledilmekle birlikte,
Rebîülevvel’in 7, 8, 10’unda, 393 17’sinde Cuma gecesi doğduğu şeklinde farklı
rivâyetler mevcuttur.394 Ancak Meclisî, genel kabulün Rebîülevvel’in 12’sinde
olduğunu aktarır.395 Ayrıca Hz. Peygamber’in adil hükümdar Enûşirvan zamanında
doğduğu nakledilir.396 Fil yılında Rebîülevvel’in 12’sinde Cuma günü, 397 risâletten
40 yıl önce Şi’bi Ebî Tâlib’de doğduğu398 şeklinde farklı anlatımlar da mevcuttur.
İlgili tartışmalara baktığımızda Şîîler ise, bu konuda şunları ifade etmektedir:
Bunu en doğru bilecek olan Ehl-i Beyt’i bu günün kesin olarak Rebîülevvel ayının on
yedisinin Cuma günü, şafağın sökmesinden sonra olduğunu söylüyor. İmamiyye
mezhebinde yaygın bir şekilde benimsenen görüş budur. Başka görüşlere göre Hz.
388 İbn Hişâm, a.g.e, I/158; İbn Sa’d, a.g.e, I/101. 389 Süheylî, a.g.e, I/107. 390 Şâmî, a.g.e, I/336; Özel, Ahmet, “Mevlid” maddesi, DİA, Ankara, 2004, XXIX/475. 391 Küleynî, Usûl-ü’l-Kâfî, Tahran, Dâru’l-Kütübi’l-İslâmiyye, 1381, I/439. 392 Meclisî, a.g.e, XV/161. 393 Meclisî, a.g.e, XV/161-162. 394 Meclisî, a.g.e, XV/186. 395 Meclisî, a.g.e, XV/178, 181. 396 Meclisî, a.g.e, XV/162, 165. 397 Küleynî, a.g.e, II/323. 398 Küleynî, a.g.e, II/323-324.
96
Peygamber yine Rebîülevvel ayının on ikisine rastlayan bir pazartesi günü dünyaya
geldiğini iddia etmektedir.399
Hz. Peygamber’in doğumu “Fil yılı”nda olmuştur. Yani Ebrehe el-Eşrem’in
Mekke’ye yürüyüp, Kâbe’yi yıkmaya uğraştığı yıl. Hicrette Rasûlullah elli iki elli üç
yaşlarında bulunduğu için hicrî tarihe elli iki sene eklenince Hz. Peygamber’in
doğum senesi olan fil senesi bulunmuş olur ki, bu bin üç yüz elli altı hicrî senesinden
bin dört yüz sekiz sene önce demek olur. İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) Siyer’inin şerhi
olan er-Ravzü’l-Ünüf’de: Fil kıssası, İskender tarihinin sekiz yüz seksen iki senesi
Muharrem ayının başında oldu diye “Nakkâş tefsiri”nden nakledilir.400
Buna göre hicrette Hz. Peygamber elli iki yaşında demek olur. Zira hicret,
İskender tarihinin dokuz yüz dört senesidir.401 Zehebî (ö. 748) bu hesaba iştirak
etmiyor: Ona göre, Nisan’a tekabül etmesi için, doğumunun Ramazan’da olması
gerekir. O zaman Zehebî’nin söylediğine göre o sene Rebîülevvel, Ekim’e denk
gelmektedir. Mâverdî’ye (ö. 450) göre Rebîülevvel ayının, Şubat’a tekabül ettiği
kaydedilmektedir.402
Astronomi âlimi Mahmûd Paşa el-Felekî, Hz. Peygamber’in oğlu İbrâhîm’in
vefatı esnasında vuku bulan güneş tutulmasından hareketle bu tarihi Fil Vak’ası’nın
meydana geldiği yılın 9 Rebîülevvel’i (20 Nisan 571 Pazartesi günü) olarak tespit
etmiş,403 Muhammed Hamidullah ise cahiliye dönemi Araplar’ında cârî olan nesî’
399 Komisyon, Hidayet Önderleri, Hz. Muhammed Mustafa, Telif Komisyonu: Dünya Ehl-i Beyt
Kurultayı, çev. Salih Uçan, Kevser Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 69, (İmtau’l-Esma, s. 3 ‘den naklen). 400 Süheylî, a.g.e, Dâru’l-Hadis, Kahire, 2008, I/140. 401 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/ 450. 402 Şâmî, a.g.e, I/336. 403 el-Felekî, Mahmud Paşa, et-Takvîmü’l-Arabî Kable’l-İslâm (ter. Mahmud Salih el-Felekî), Kahire,
1389/ 1969, Arapça’ya çeviren: A. Zeki Efendi, Mısır, 1305, s. 33-44; Fayda, Mustafa, “Muhammed”
maddesi, DİA, İstanbul, 2005, XXX/408-409
97
uygulamasını göz önüne alarak yaptığı hesaplamada doğum tarihini hicretten önce
53. yılın 12 Rebîülevvel’i (17 Haziran 569 Pazartesi günü) şeklinde belirlemiştir. 404
Burada önemli addettiğimiz bir hususa değinmek istiyoruz: Hz. Peygamber
döneminde yerleşmiş bir takvim anlayışı olmamakla birlikte İslâm’ın başlangıç
yıllarında kamerî-şemsî olmak üzere nesî’ye dayanan karma bir takvim
kullanılmaktaydı.405 Bunun aksine Medine’de kullanılan takvimin ise tamamen
kamerî olduğunu görmekteyiz.406 Hz. Peygamber Mekke’deki nesi uygulamasını
Hicrî 10’da kaldırmıştır. Hz. Peygamber’in doğum tarihi ile alâkalı rivâyetler ve
yapılan araştırmalardaki farklılıklar Mekke ve Medine’de kullanılmakta olan iki ayrı
takvimden ileri gelmektedir.407 “Ayrıca İslam öncesi Araplar’ın, herkesçe bilinen
ünlü olaylarla bağlantılı olarak tarihlendirme yapma alışkanlıkları vardı. Örneğin Hz.
Muhammed’in peygamberliğinden Medine’ye hicretine kadar geçen dönem için
“Bi’set” tarih olarak kullanılmış, önceki dönem için ise “Fil olayı” tarih alınmıştır.
Ancak fil olayından şu kadar veya bu kadar gün sonra şeklindeki ilk çıkış noktasına
ve çıkışta baz alınan gün ve ay durumuna göre Hz. Muhammed’in doğum tarihi,
vahyin bir süre kesilmesi, bu süreyi farklı gösteren rivâyetlere göre milâdî tarihle
ifadelendirilmesinde farklı sonuçlar çıkabilmektedir.”408
Ayrıca şunu da not etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in ne gün, hangi ayda ya
da miladi hangi yılda doğduğu bilgisi daha sonraki asırlar için problem olmuştur.
Zira o dönemde bir insanın hangi gün, ay ve yılda doğduğu değil, hangi önemli
olaydan sonra dünyaya geldiği önem arzetmektedir. “Fil yılında” doğması bu dönem
404 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 2001,
II/784.
II/784-793, Geniş bilgi için bkz. Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 21-27; Şulul, Kâsım, İlk Kaynaklara Göre
Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, s. 126, İnsan Yayınları, İstanbul, 2003. 405 Hamidullah, a.g.e, II/784. 406 Hamidullah, a.g.e, I/39. 407 Hamidullah, a.g.e, II/784. 408 Algül, Hüseyin, “Hz. Muhammed Devri Kronolojisi”, UÜİF Dergisi, Bursa, (1993), IV/100-102.
98
için kâfî bir bilgidir. Sahabeden hiç kimse “Sen hangi gün, hangi ay, hangi yılda
doğdun” diye Hz. Peygamber’e bir soru yöneltmemiştir. Bu husus hep ihtilâflı bir
konu olarak tartışılmış ve hala da tartışılmaktadır. Her halükarda bu tartışmalar, diğer
konulardaki tartışmalar gibi İslâm kültür tarihinin renkli bir sayfası olarak geçmişteki
yerini koruyacaktır.
Hz. Muhammed’in içinde doğduğu aya gelince, bu noktada kanaatlerin
Rebîülevvel üzerinde toplandığı görülür.409 Hz. Peygamber’in doğduğu ay ve gün
konusunda İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) İbn İshâk’tan naklettiğine göre Hz.
Peygamber’in Rebîülevvel ayının on ikisinde pazartesi gecesi doğduğu nakledilir.410
İbn Sa’d’ın (ö. 230) yer verdiği bütün rivâyetler, Hz. Peygamber’in fil yılının
Rebîülevvel ayında ve pazartesi günü doğduğunu desteklerken, Rebîülevvel ayının
kaçıncı günü doğduğu hususunda İbn Sa’d iki farklı görüş zikreder: Birincisinde
Rasûlullah’ın Rebîülevvel ayından on gece geçince doğduğu; fil ordusunun
(Mekke’ye) gelmesinin Muharrem ayının ortasında olduğu ve böylece fil hâdisesiyle
Hz. Peygamber’in doğumu arasında elli beş gece olduğu haber verilmiştir.411
İkinci görüşün yer aldığı rivâyette ise Hz. Peygamber’in Rebîülevvel ayından
iki gece geçtikten sonra dünyaya geldiği bildirilmiştir.412
Hz. Peygamber’in Rebîülevvel ayının onuncu gecesi dünyaya geldiği ile ilgili
rivâyetin dayanağı olan Vakıdî, “meğazîde âlim”; fakat hadis rivâyetinde
“metruk”tur.413
409 İbn Hişâm, a.g.e, I/158; İbn Sa’d, a.g.e, I/100; Hâkim, a.g.e, II/603; Farklı rivâyetler için bkz. Uyar,
Gülgün, a.g.e, s. 22-23. 410 İbn Hişâm, a.g.e, I/158. 411 İbn Sa’d, a.g.e, I/100-101. 412 İbn Sa’d, a.g.e, I/101. 413 Umerî, a.g.e, s. 98 (5 nolu dipnot)’dan naklen).
99
Rebîülevvel ayının ikinci gecesi doğduğunu haber veren Ebû Ma’şer,
münekkitlere göre, meğazide basîretli ama hadiste zayıftır.414
Hz. Peygamber’in fil yılında, Rebîülevvel ayında ve pazartesi günü
doğduğunda âlimlerin ittifak ettiği; maamâfih Rebîülevvel ayının kaçıncı günü
doğduğunda ihtilâf olduğu görülmekte ve bununla ilgili dört ayrı görüş
serdedilmektedir: Buna göre, Rebîülevvel ayının, ikinci, sekizinci, onuncu ve on
ikinci gecesi doğduğu ifade edilmektedir. Ekseriyetin kabul ettiği tarih ise
Rebîülevvel’in on ikisidir.
b. Hz. Muhammed’in Doğumu Esnasında Meydana Gelen Olaylar
İbn Sa’d’da (ö. 230), doğum esnasında nûrun/yıldızın doğması, Busrâ/Şam
sarayları ve çarşılarının/Busrâ’daki develerin/doğu ve batının görülmesi, sünnetli
doğması, göbeği kesik olması nakledilir.415 Annesi Âmine’nin Hz. Muhammed’e
hamileyken ve onu doğurduğunda hiçbir sıkıntı çekmediği, oğlunun üzerinde kan vb.
doğumun tabi hali olan pisliklerin bulunmadığı, doğar doğmaz ellerini yere dayadığı
ve yerden bir avuç toprak aldığı, sonra başını göğe kaldırdığı rivâyetleri zikredilir.416
Özellikle Yahûdîler’in o gece Ahmed’in yıldızının doğduğunu fark edip beklenen
Peygamberin doğduğunu anlamaları vb. haberler bunlar arasındadır.417
Bir erkek torununun dünyaya geldiği haberini, Âmine’nin Abdulmuttalib’e
iletmesini ve onun gelerek Hz. Muhammed’i alıp Kâbe’ye götürmesini ve orada dua
etmesini kaynaklar ihtilâfsız nakleder.418 Abdulmuttalib’in torununu bir kumaş
parçasına sarılmış olduğu halde kucağına alıp Kâbe’ye girdiği, orada, Allah’a dua ve
414 Umerî, a.g.e. s. 98 (6 nolu dipnot )’den naklen). 415 İbn Sa’d, a.g.e, I/103. 416 İbn Sa’d, a.g.e, I/102. 417 Abdurrazzâk, a.g.e, V/343; İbn Hişâm, a.g.e, I/159; İbn Sa’d, a.g.e, I/ 93-103. 418 İbn Hişâm, a.g.e, I/159-160; İbn Sa’d, a.g.e, I/103.
100
ihsanından dolayı şükranını arz ettikten sonra, onu annesine gönderdiği,419 oğlu Ebû
Tâlib’e de: “Bu, benim sana, yanında bulundurup üzerine kanat gereceğin
emanetimdir. Muhakkak, bu oğlumun hal ve şânı yüce olacaktır!” dediği
aktarılmaktadır.420 Ayrıca, Mekke mahallelerinden her mahallede develerin kesilerek
bırakıldığı, onlardan insanların, kurtların, kuşların yararlanmaların engel
olunmadığı421 şeklinde farklı farklı anlatımlar da mevcuttur.
Meclisî’de (ö 1110) yer alan rivâyetlerde ise, Âmine’nin rüyası ve doğum
esnasında kendisinden nûrun çıktığı,422 başını semaya kaldırdığı,423 Hz.
Muhammed’in doğduğu gece bir yıldızın doğduğu ve bu yıldızı Yûsuf adındaki bir
Yahudinin tanıdığı,424 Hz. Muhammed doğduğunda Kâbe’deki putların yüzüstü
düştüğü,425 “semada hak geldi, batıl zâil oldu” şeklinde bir nida işitildiği426
zikredilmektedir. Hz. Muhammed’in doğumu ile Hz. Ali’nin vasî olmasının
ilişkilendirildiği görülmektedir.427
Rasûlullah’ın (s.a.v) doğumunda Âmine’nin yanında bulunduğu söylenilen
Osman b. Ebû’l-Âs’ın annesinin anlattıkları ma’lûl rivâyetlerdendir.428 Onun
anlattıklarına göre, Âmine Hz. Peygamber’i doğururken yıldızlar o kadar yaklaşmıştı
ki, neredeyse kendisinin üzerine düşecekti. Doğum gerçekleşince bütün evi nûr
kapladı, hatta nûrdan başka hiçbir şey görünmez oldu.429
419 İbn Hişâm, a.g.e, I/160; İbn Sa’d, a.g.e, I/103. 420 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 96. 421 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 96. 422 Meclisî, a.g.e, XV/174-175. 423 Meclisî, a.g.e, XV/174. 424 Meclisî, a.g.e, XV/174. 425 Meclisî, a.g.e, XV/211-212. 426 Meclisî, a.g.e, XV/177. 427 Meclisî, a.g.e, XV/192. 428 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 104. 429 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 93; Beyhakî, a.g.e, I/110-111.
101
Beyhakî (ö. 458), Taberânî (ö. 360), Ebû Nuaym (ö. 430) bu rivâyeti
naklederler. Bunların râvîleri içinde Ya’kûb b. Muhammed Zührî’ye itibar
edilmez.430 Abdülazîz b. İmrân cerhedilmiştir. Münekkitler onun hakkında
“metrûk”tur, “münker”dir, “sika değildir”, “hadisçi değildir”, “hadisi bir şey
değildir” şeklinde ifadeler kullanmıştır.431
Umerî’nin araştırmasına göre bu rivâyetler zayıftır.432
Abdurrahmân b. Avf’ın annesi Evs’in kızı Şifâ, Hz. Âmine’nin Hz.
Muhammed’i doğurduğu gece onun yanında bulunmuştu. Şifâ: “Muhammed’in
doğumunda gaybdan sesler duydum. Doğu ve batı memleketleri Âmine’nin gözü
önüne getirildi. O kadar ki, Âmine Suriye’nin saraylarını görmüştü. Çocuğu
sardıktan sonra oda kararmış ben de korkmaya başlamıştım. Tam bu sırada sağ
tarafımda bir nûr tebarüz etti ve bir ses “Onu nereye götürdüler?” dedi. Biraz sonra
aynı şey tekerrür etmiş, ben de tekrar titremeye başlamıştım. Sonra aynı sual soruldu
ve buna “doğuya götürdüler!” diye cevap verildi” dedi.433
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, bu rivâyeti Ebû Nuaym’ın (ö. 430)
kaydettiği görülür. Bunun râvîlerinden biri Ahmed b. Muhammed b. Abdülazîz
Zührî’dir. Bu râvî muteber değildir. Bu silsiledeki diğer râvîler ise mechûlü’l-hâl
kişilerdir.434
Hz. Peygamber gece değil, gündüz doğduğuna ilişkin nakillerin daha doğru
olduğu görüşü435 dikkate alınırsa, Osman b. Ebî’l-Âs’ın annesinin yıldızları nasıl
gördüğü sorusu cevapsız kalmaktadır.436
430 İbn Hacer, Tehzib, XI/396-397; Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/170. 431 İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/459-460. 432 Umerî, a.g.e, s. 99. 433 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 93-94. 434 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/169-170. 435 Beyhakî, Delâil, I/111 (nâşirin dipnotu).
102
Kanaatimizce de rivâyet mübalağalı anlatımları içerisinde barındırmaktadır.
Yıldızların adeta evin içerisindeymiş gibi anlatılması ve neredeyse kendi üzerine
düşeceğinin ifade edilmesi rivâyetin ma’lûl olduğunu göstermektedir. Ayrıca rivâyet
mechûh ve mechûl râvîler tarafından nakledilmesi sebebiyle zayıftır.
Hamidullah, Hz. Peygamber’in doğumunda gerçekleşen mucizelere itibar
etmemekle beraber inananların bir Peygamberden daha doğumundan itibaren
mucizeler göstermesinin beklediklerini anlatmaktadır. Hamidullah’a göre, bu
beklentinin sonucunda Âmine Hz. Peygamber’i dünyaya getirirken doğum sancısı
çekmemiş, Hz. Muhammed sünnetli olarak doğmuş ve melekler onu yıkayarak iki
omzunun arasına “risâlet” mührünü vurmuşlardır.437
İbn Sa’d’ın (ö. 230) Tabakât’ında Hz. Muhammed’in doğumuyla ilgili olarak
nakletmiş olduğu rivâyetlerin Zührî (ö. 124) tarikiyle gelen versiyonunda
Rasûlullah’ın annesi Âmine’nin “onu doğuruncaya kadar ondan dolayı hiçbir zorluk
çekmedim” ifadesiyle İshâk b. Abdillah’tan gelen rivâyette “çok sayıda çocuk
doğurdum, fakat onun kadar ağır bir çocuk görmedim” rivâyetlerini nakletmiş ve
akabinde Muhammed Ömer b. Eslemî’den şöyle bir haber nakletmiştir: “Bu rivâyet
ne bizim tarafımızdan ne de ilim ehli tarafından bilinen bir haberdir. Zira Âmine ve
Abdullâh’ın Rasûlullah’tan başka çocukları olmamıştır.”438
Hz. Âmine’nin hamile olduktan sonra hiç gebelik sıkıntısı çekmediğini
söylemesiyle ilgili rivâyetlerin sahih olmadığı belirtilmektedir.439
Rivâyete göre Âmine diğer hanımlara göre daha kolay hamilelik dönemi
geçirip daha az doğum sancısı çekmiştir. Bize göre, burada geçen hamile iken ve
436 Ahatlı, Erdinç, a.g.e. s. 104 437 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/40; Doğum esnasında meydana gelen olaylar için bkz. Uyar,
Gülgün, a.g.e, s. 27-31 438 İbn Sa’d, a.g.e, s. 78-79. 439 Yıldırım, Enbiya, a.g.e, s. 127.
103
doğum esnasında sıkıntı çekilmemesi gibi bazı olaylar izâfîdir. Rivâyette mebhas
edilen öteki olayları ise, yeni doğan bir bebeğin gerçekleştirebilmesi mümkün
değildir. Bu rivâyetler doğduğu andan itibaren mucize göstermesi gerektiği
düşüncesine sahip klâsik dönem âlimlerin görüşlerini yansıtması bakımından
mühimdir.
Hz. Muhammed’in doğumu öncesinde ve sırasında meydana geldiği iddia
edilen olaylar, Hz. İsa’nın doğumunu anlatan İncil’in şu pasajlarını hatırlatmaktadır:
“1. İsa, kral Herodes zamanında, Yahudiye’nin Beytlehem şehrinde doğduğu
zaman, Kudüs’e müneccimler geldiler. 2. Ve şöyle dediler: “Yahudiler’in yeni doğan
kralı nerde? Zira doğuda onun yıldızını gördük ve ona secde etmeye geldik.” 3. Bunu
işitince kral Herodes ve onunla birlikte bütün Kudüs telaşlandı. 4. Herodes halkın
bütün başkâhinlerini ve yazıcılarını bir araya toplayarak onlardan Mesih’in nerede
doğacağını soruşturdu. 5. Yahudiye’nin Beytlehem’inde, cevabını verdiler, Zira
Peygamber tarafından şöyle yazılmış bulunmaktadır: 6. Ve sen ey Beytlehem!
Yahuda diyarı, başlıca Yahuda şehirleri arasında en önemsizi kuşkusuz sen değilsin;
Zira kavmim İsrail’e çobanlık edecek önder senden çıkacaktır.” 7. Bunun üzerine
Herodes müneccimleri gizlice çağırttı ve onlardan yıldızın ne zaman gözüktüğünü
iyice öğrendi. 8. Ve şöyle diyerek onları Beytlehem’e gönderdi. “Gidin, çocuk
hakkında tam bilgi alın. Onu bulduğunuz zaman bana bildirin ben de gelip ona secde
edeyim.” 9. Kralın bu sözleri üzerine müneccimler yola çıktılar ve baktılar ki,
doğuda gördükleri yıldız önlerinde gitmektedir, yıldız çocuğun bulunduğu yerin
üzerine gelince durdu. 10. Yıldızı görüp büyük bir sevince kapıldılar. 11. Eve girip,
104
çocuğu anası Meryem ile birlikte buldular ve yere kapanarak ona secde ettiler ve
hazinelerini açarak, ona hediye olarak altın, günlük ve mür sundular.440
Bünyamin Erul bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Söz konusu
rivâyetler, Hz. Peygamber’in daha ana rahmindeki günlerinden itibaren farklı
olduğunu, doğumuyla ve bu esnada Arap Yarımadası ve çevresinde meydana geldiği
söylenen hâdiseler sebebiyle olağanüstü bir şahsiyet olduğunu, dolayısıyla onun
beklenen peygamber olduğunu îmâ etmektedirler. Bu rivâyetlere Kur’an’da hiç
temas edilmediği gibi, muteber hadis kaynaklarında da yer almayan bu konudaki
rivâyetler ihtiyatla karşılanmaktadır.”441
Burada şunu da hemen belirtelim ki, mucize rivâyetleri her asırda artış
göstermiştir. Bu kabilden rivâyetlerden birisi de doğum esnasında meydana geldiği
iddia edilen rivâyetlerdir. Erken dönem kaynaklarda nadir görülebilen bu türden
rivâyetler zamanla hacimli eserlere konu olacak şekilde genişleme kaydetmiştir. Bu
bile mucize haberlerinin ne kadar sıhhatli olabileceği konusunda bir fikir vermesi
bakımından mühimdir.
Hz. Peygamber’in doğduğu gece İran’da saray balkonlarının yıkılıp yere
düşmesi, Mecûsîlerin ateşinin sönmesi, Mûbezân’ın rüya görmesi ve diğer benzeri
göstergelerin görüldüğü iddia edilmektedir. Olay bazı kaynaklarımızda şöyle
anlatılmaktadır:
“Hz. Peygamber doğduğu gece Kisrâ’nın sarayı sarsıldı ve on dört balkonu bu
sarsıntıdan çöktü. Bin yıldan beri sönmeden yanmaya devam eden Mecûsîler’in ateşi
söndü. Sâve gölünün suyu çekilip kurudu. Aynı gece İran başkadısı Mûbezân
440 Matta, 2/1-11; Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, Düşün Yayıncılık, İstanbul,
2013, s. 88-89. 441 Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi
Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (Özel Sayı), Ankara, 2003, s. 36.
105
rüyasında, güçlü develerin önlerine katıp sürdüğü cins Arap atlarının Dicle Irmağı’nı
geçip kendi bölgelerine yayıldığını gördü. Sabah olduğunda Kisrâ karşılaştığı bu
hâdiseden çok korktu. Bir süre üzerindeki korkuyu atıp cesaretini toplamaya çalıştı.
Sonra bu olayı vezirlerinden, valilerinden, Mecûsî bilginlerinden gizlemenin doğru
olmayacağı kanaatine vardı. Tacını giydi. Tahtına oturdu. Onları huzuruna davet edip
topladı. Hepsi Kisrâ’nın huzurunda toplanınca kendilerini niçin çağırdığını onlara
haber verdi. O sırada Mecûsîler’in ateşinin söndüğünü bildiren mektub da geldi. Bu
Kisrâ’nın endişesini bir kat daha artırdı. Bilâhere Mûbezân gördüğü rüyayı anlatınca
Kisrâ, bunun neye işaret olabileceğini sordu. Mûbezân,“Arapların bölgesinde bir
olayın geldiğine delâlet ediyor” karşılığını verdi. Bunun üzerine Kisrâ Nu’man b. el-
Münzir’e bir mektup yazarak, kendisine soracağı bazı soruları cevaplandıracak bir
bilgin gönderilmesini istedi. Nu’man ona Abdülmesih b. Amr b. Hayyân b. Bukayle
el-Gassânî’yi gönderdi. Kisrâ ona olanları anlatınca Abdülmesîh bunların yorumunu
ancak Şam köylerinden birinde oturan dayısı Satîh’in yapabileceğini söyledi.
Abdülmesîh hemen yola koyulup ölüm döşeğindeki Satîh’in yanına geldi. Önce hiç
konuşmayan Satîh, Abdülmesih’in kendisine bir okumasından sonra: “Tilâvet (İlâhî
vahyin okunması) çoğaldığı, asâ sahibi (Hz. Peygamber) gönderildiği, Semâve vâdisi
taştığı, Sâve gölü kuruduğu ve Farslılar’ın ateşinin söndüğü zaman, “artık Şam,
Satîh’in Şam’ı olmayacaktır. Sarayın çöken balkonları sayısınca Farslılardan kral ve
kraliçeler hükümrân olacak ve başa gelecek her şey gerçekleşecek, akabinde
saltanatları son bulacaktır” 442
442 Taberî, a.g.e, II/166-168; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 97-99; Beyhakî, a.g.e, I/126-129; İbn Hacer,
Fethu’l-Bârî, VI/584; Kisra’nın rüyasıyla ilgil olarak bkz. Meclisî, a.g.e, XV/170-172, XV/208-209.
106
İbn Asâkir (ö. 571), bu rivâyet için “garib bir hadis” ifadesini kullanır ve
yalnız bu senedle gelen ferd bir hadis olduğunu beyan eder.443 Zehebî (ö. 748) de
“münker ve garîb” bir hadis hükmünü vermiştir.444 Ancak bu hadisin Beşîr b. Teym
el-Mekkî vasıtasıyla da rivâyet edildiği kaydedilmiştir. Ancak İbn Hacer (ö. 852) bu
rivâyetin mürsel olduğunu söyler. Beşir’in bu mürsel rivâyeti, baş tarafı
bulunmaksızın Mûbezân’ın rüyasından itibaren olan kısmı ihtiva eder.445
Konuyla ilgili tartışmalara baktığımızda ise bu konuda farklı görüşlerin
serdedildiğini görmekteyiz: Olayda geçen şiirleri ve bazı küçük ayrıntıları ihtisar
ederek verdiğimiz bu rivâyetin tespit edilebilen en eski kaynağı, Taberî (ö. 310)
Târihi’dir. Taberî bu rivâyetin kendisine dört kişiden oluşan bir râvî silsilesiyle
geldiğini verdiği senedle ifade etmiş olmaktadır. Bu sened şöyledir: Ali b. Harb el-
Mevsılî (et-Tâî)-Ebû Eyyûb Ya’lâ b. İmrân el-Becelî-Mahzûm b. Hânî’ el-Mahzûmî-
Babası (Ebû Mahzûm Hânî’ el-Mahzûmî).
Öncelikle, hicrî dördüncü asrın başlarında vefat eden Taberî’ye bu senedin
dört râviden oluşan (rubâî) bir silsileyle ulaşması kafalarda bir istifhâm meydana
getirmektedir. Gerçi, tarihen bu imkânsız görülmemekle birlikte pek olağan da
sayılamaz. Rivâyeti senediyle müntehasında ismi geçen Ebû Mahzûm için, yüz elli
yıl yaşadığı kaydı düşülmüştür. Acaba bu kayıt, söz konusu istifhâmı gidermek için
mi konulmuştur? Vâkıa İbn Hacer, sahabîlere hasrettiği eseri el-İsâbe’ye Ebû
Mahzûm’un ismini almış ve yüz elli yıl yaşadığı bilgisini kaydetmiştir. Fakat İbn
Hacer’in kendisi de Ebû Mahzûm hakkında kesin bir kanaate varmış
gözükmemektedir. Nitekim O, İbnü’s-Seken’in Ma’rifetü’s-Sahâbe’sinden naklen,
443 Suyûtî, Celaleddîn Abdurrahmân, el-Hasâisu’l-Kübrâ ve Kifâyetü’l-Tâlibi’l-Lebîb fî Hasâisi’l-
Habîb, Mısır, 1967, I/129. 444 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/38. 445 İbn Hacer, Ahmed b. Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I/180, Beyrut, t.y.
107
Ebû Mahzûm’un cahiliye dönemine yetiştiği bilgisini temrîz sîgasıyla (yukâlü
innehû) verdikten sonra bu rivâyeti zikreder. Ancak yine İbnü’l-Esîr’in (ö. 630) , Ebû
Mahzûm’a nisbet edilen bu rivâyetin, onun sahabî olduğuna delâlet etmeyeceği
görüşünü belirtir. En son İbn Hacer (ö. 852) kendi kanaatini şöyle ifade eder: “Eğer
Ebû Mahzûm’un “Mahzûmî” nisbesi doğruysa, Kureyşlilerden, Mekke’nin fethini
müteakip Hz. Peygamber’den sonrasına kadar yaşayıp da Veda haccında
bulunmayan hiç kimse yoktur.446 Görüldüğü gibi İbn Hacer’in verdiği bilgiler de
onun hakkında kesin bir hüküm vermek için kâfî değildir. Bu yüzden Zehebî (ö.748),
Ebû Mahzûm’u muhadramlar arasında saymıştır.447
En iyimser bir değerlendirmeyle Ebû Mahzûm’un sahabî olduğu kabul edilse
ve herhangi bir şekilde bu bilgileri elde edip anlattığı varsayılsa da senedin ondan
sonraki iki râvîsi nedeniyle, rivâyeti sahih kabul etmek mümkün gözükmemektedir.
Zira Ebû Mahzûm’un oğlu olduğu söylenen Mahzûm b. Hâni’ ve meşhur sahabî
Cerîr b. Abdillâh el-Becelî’nin soyundan geldiği iddia edilen Ya’lâ b. İmrân el-
Becelî hakkında kaynaklarda bir bilgiye tesadüf edilememiştir. Bir başka ifadeyle bu
iki râvî hadis ıstılahıyla ifade edecek olursak “mechul”dür. Bu silsilede, hakkında
sağlam bilgi sahibi olabildiğimiz yegâne kişi senedin ibtidâsında ismi geçen Ali b.
Harb b. Muhammed b. Ali et-Tâî (ö. 256)’dir. Onuncu tabakadan olan bu râvi, ta’dîl
lafızlarının dördüncü derecesinde kullanılan “sadûk fâdıl” sıfatıyla
nitelendirilmiştir.448 Bu bilgiler ışığında rivâyetin ilk ve son râvîsi var sayılsa da
senedin ortasından peşpeşe iki râvî düştüğü için hadis “mu’dal” hükmündedir.449
446 İbn Hacer, el-İsâbe, III/597. 447 Zehebî, Tecrîdü Esmâi’s-Sahâbe, Beyrut, ty, II/116; Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 92-94. 448 İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, Beyrut, 1975, II /33. 449 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 94-95.
108
Burada şunu belirtelim ki, “mechûl” râvî sebebiyle bu rivâyete zayıf demek
daha uygundur.
Muâsır ilim adamlarından Abdülfettâh Ebû Gudde, Ali el-Kârî’nin mevzu
hadisleri konu alan eseri el-Masnû’a yazdığı kıymetli bilgileri içeren
mukaddimesinde, “senedi olmayan hadis” anlamına gelen “la asla lehû” lafzını
misallendirirken yukarıda asıl olarak ele alınan rivâyete yer verir. Ona göre, bu
rivâyet, anlatılmasına bile cevaz verilmeyecek ölçüde sahih olmayan bir hadistir.
Devamında Ebû Gudde, Taberî (ö. 310), Ebû Nuaym (ö. 430), Beyhakî (ö. 458),
Suyutî (ö. 911), Kastallânî (ö. 923) vb. gibi İslâm âlimlerinin bu rivâyeti eserlerinde
zikretmelerine aldanılmaması gerektiği konusunda okuyucuyu uyarır. Zira bu
âlimlerin metodu, sahih olsun veya olmasın bir konuda gelen rivâyetlerin tamamını
nakletmektir. Bunu yaparken maksatları, rivâyetlerin tümünü kaydetmek ve bilgi
olarak başkalarına ulaştırmaktır. Yoksa, sırf doğru ve sahih oldukları için bunları
nakletmiş değillerdir. Ebû Gudde, Taberî (ö. 310), Suyûti, İbn Hacer’in kendi
ifadelerinden iktibaslar yaparak görüşünü delillendirir. Netice itibariyle o, bu hadis
hakkında, Zehebî’nin (ö. 748) yukarıda bahsettiğimiz “münker” lafzıyla “mevzû”
anlamını kastettiğini yine misallerle açıklar.450
Bu müelliflerin bütün haberleri eserlerine dercetmekten çekinmedikleri
hemen göze çarpmaktadır.
Umerî de keza muhaddislerin rivâyet tenkit metodlarını tatbik ederek kaleme
aldığı eserinde, bu hadisin mevzû olduğu kanaatini ifade eder.451
Rivâyetin metin ve muhteva açısından da pek çok prooblemi barındırdığı
görülmektedir: “Bu rivâyetin metninde, izaha muhtaç bazı kapalılıklar vardır. Mesela
450 Ali el-Kârî, Nûreddin Ali b. Muhammed, el-Masnû’ fî Marifeti’l-Hadisi’l-Mevdu’, Kahire s. 18-
20; Ahatlı, Erdinç, a.g.e. s. 96. 451 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 96.
109
Kisra’nın önce gizlemeyi düşünüp sonra bundan vazgeçtiği hususlar nelerdir? Eğer
bu sarayın yıkılan on dört balkonuysa bir gizlemeden söz edilmemesi gerekir. Zira bu
hâdiseyi sadece Kisrâ’nın görüp sarayda yaşayan sâir insanların görmemesi mümkün
değildir. Diğer taraftan Mecûsîler’in ateşinin söndüğü toplantı esnasında geldiğine
göre, Sâve gölünün kuruduğu bilgisi ne zaman elde edilmiştir? Dolayısıyla ifâdelerin
zâhirine bakarak metni tavzih etmek zor gözükmektedir. Aslında Kisrâ’nın anlattığı
kısımda da Mûbezân’ınki gibi bir rüya olarak kabul edilirse olay daha anlaşılır bir
veçhe kazanmaktadır. Bu durumda Kisrâ ve Mûbezân aynı gece birer rüya
görmüşler, daha sonra bu rüyaların bir kısmı gerçek çıkmıştır.” 452
Bu hususta farklı görüşlerin serdedildiği görülmektedir: Gerçekten de Hz.
Peygamber devrinde putperestlik yıkılmış, onun ahirete irtihalinden sonra geçen kısa
bir zaman diliminde İran hükümdarı Kisrâ’nın tamamen, Rûm imparatoru Kayser’in
kısmen saltanatları ortadan kalkmış ve bu ülkelerin topraklarının çoğu İslâm
hâkimiyeti altına girmiştir. Nitekim rivâyetin yukarıda özetlenen halinde
vermediğimiz son bölümünde Abdülmesîh, Kisrâ’ya gelip Satîh’in rüyaya ilişkin
yorumunu anlatınca Kisrâ, “on dört hükümdar gelip geçene kadar neler olur neler…”
anlamında bir söz sarf etmiştir. Fakat aynı kaynakların verdiği bilgiye göre,
bunlardan on hükümdar sadece toplam dört yıl yönetimde kalmış, diğer dördü de
üçüncü halife Hz. Osman dönemine kadar hüküm sürebilmişlerdir.453
Bize göre, verdiğimiz bu birkaç rivâyet yeni fetihlerle beraber cereyan eden
hâdiselerin Hz. Peygamber’in doğumuyla irtibatlandırıldığını göstermektedir.
Böylece Hz. Peygamber’in doğumu olağanüstü bir hâdise haline getirilmeye
çalışılmaktadır. Kısa bir tahlile tabi tuttuğumuz rivâyetin sahih olmadığı
452 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 96. 453 Taberî, a.g.e, II/168, Kahire, t.y; Ebû Nuaym, a.g.e, I/176-177; Beyhakî, a.g.e, I/129.
110
görülmektedir. Bütün bu rivâyetler bir Peygamber’in doğduğu andan itibaren mucize
göstermesi gerektiği mülahazasına sahip klasik dönemin peygamber tasavvurunu
yansıtması bakımından mühimdir.
Fil hâdisesi de Hz. Peygamber’in nübüvvetiyle ilişkilendirilmiştir. Delâil
müellifleri, Hz. Peygamber’in nübüvvetini belgeleyen doğum öncesi kanıtlar
arasında, hakkında Kuran’da aynı isimle bir sûre bulunan meşhur “Fil Olayını” da
zikretmişlerdir.454
Konuyla batılılar da ilgilenmişlerdir. Hz. Muhammed’in doğum öncesi ve
doğumuyla ilgili olarak Marion Holmes Katz’ın açıklamaları, bu konuda daha açık
bir fikir edinmek için oldukça kıymetlidir:
“Annesi: ‘Hamileliğimin üzerinden altı ay geçince bir varlık bana geldi, ben
uyurken ayağıyla bana vurdu ve dedi ki ‘Ey Âmine! Kainatın en iyi varlığına
hamilesin. Onu doğurduğun zaman adını Muhammed koy ve durumundan kimseye
bahsetme.’
Yalnızca Peygamber’in ana rahmine düşüşüne ilişkin değil, aynı zamanda da
annesinin mucizevî bir gizeme hamile oluşuna dair de yaygın rivâyetler
bulunmaktaydı. Âmine’nin hamileliği sırasında Peygamber ile hayali deneyimlerde
bulunduğu fikri mevlit geleneğinin ortaya çıkışının öncesine istinat eder ve bu ilk
klâsik kaynaklarda yer alır. İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) Sîre’si anlatır: İnsanların
anlattığı şeyler arasında-Allah her şeyin en iyisini bilir- annesi Âmine bint Vehb’in
Allah’ın elçisine hamileyken (bir şeyin) ona gelip “bu ümmetin efendisine hamilesin;
o doğduğunda: ‘Onu Yüce Allah’a emanet ettim. Her hased edenin şerrinden’ de ve
ona Muhammed adını ver” dediğini kaydettiğine dair iddialar bulunmaktadır.
454 Ebû Nuaym, a.g.e, Haleb, 1970, I/178-179; Beyhakî, a.g.e, I/85, 115-125.
111
Bu rivâyete getirilen tarihî yaklaşımın son derece müphem olduğunu
belirtmek elzemdir. Onun giriş niteliğindeki ifadeleri, bunun katı ilim camialarında
inancı ele alan bir metinden ziyade, popüler akımda ele alınan bir rivâyet olduğu
yönündedir. Sahih bir isnadın mevcut olmaması sebebiyle, bu durumda “mâ
yetehahaddesu’n-nâs”ın hadisin ilmî aktarımından ziyade, büyük oranda halk
arasında rivâyetin yayılması anlamına geldiğini farzetmekte bir sakınca yoktur.
Rivâyetin içeriğinin, tanımlanamayan ancak yine mucizevî bir varlık tarafından
Âmine’ye verilen basit ama büyülü, güçlü koruyucu bir formül olduğu gerçeği büyük
önem arz eder. Bu formülün herhangi bir bebeği korumada kullanılabilmesinden,
bunun dinleyiciye günlük hayatta tekrar edilen kullanışlı bir tılsım olarak sunulduğu
anlaşılmaktadır.
Ebû Nuaym rivâyetin aşağıdaki uzatılmış versiyonu sunar: Peygamber’in
annesi Âmine rüyasında birisinin ona “Kainatın en iyi varlığına ve dünyaların
efendisine hamilesin; onu dünyaya getirdiğinde ona Ahmed ve Muhammed adını ver
ve bunu ona tak” dediğini görür. Sonra uyanır ve baş ucunda altından bir levha
bulunmaktadır ve üzerinde dört kere “ Onu Yüce Allah’a emanet ettim /Her haset
edenin şerrinden /Her maksatlı yaratık içinde /Her kötü insanın şerrinden
/Bahşedilenden başkasını atarız /O, övgüye değer, şerefli Allah’ın kuludur /Onu
meclislere gelmiş görüyorum” yazmaktadır.
Zeyneddîn el-Irakî (ö. 806) ‘Bunu ona tak’ ifadesinden sonuna kadar bu
rivâyeti anlatan bir kişi (kussas) tarafından ekleme yapıldığını gözlemlemiştir.
Muhammed Sâlih eş-Şâmî (ö. 942) Ebû Nuaym’ın isnadının oldukça zayıf olduğunu
112
belirtir: ‘Yalnızca buna dikkat edilmesi gerektiğinden bahsettim. Zira o mevlid
kitaplarında çok ünlüdür.’ ”455
Hz. Muhammed’in annesinin hamileliği esnasında gördüğü rüyalar hakkında
yaptığı yorum ise, bütün objektif vurgusuna rağmen Sprenger’in yeri geldiğinde
malzemeye nasıl kendi öz kabulleri istikametinde yaklaştığını ve yorumlarındaki
zorakiliği ortaya koymaktadır. Âmine’ye hamile kaldığında kendisine rüyasında ya
da uyanıkken “âlemlerin efendisi”ne hamile kaldığı da söylenmişti. Sprenger de bu
malumatı vermektedir. Ne var ki, o bu malumattan Âmine’nin hastalıklı, daha açık
ifadeyle sinirli ve heyecanlı biri olduğuna hükmetmektedir. Bu hükme varmasının
gerisinde yatan temel sâik ise, Hz. Muhammed’in Peygamberliğini izah sadedinde
kilit taşı mesabesinde kabul ettiği “sara hastalığı” iddiasının aslında ırsi olduğunu
kanıtlayabilme arzusudur. 456
Hz. Muhammed’in doğumuyla ilgili olarak Tilman Nagel şu görüşleri
serdetmektedir: “Muhammed’in doğum tarihi umumiyetle “Fil Yılı” olarak tarif
edilir ki, bunu da Selevkos devrinin 882. yılıyla Sasânî hükümdarı I. Hüsrev’in
(Enûrşivan) 40. hükümdarlık yılına tekabül etmesi gerekir. Bu Şah da 531 yılında ilk
defa tahta çıktığı için 40. yıl 570 yılına, daha doğrusu İran yılbaşının 568’den 571
yılına kadar 2 Temmuz’da kutlandığı zamana denk gelir. Muhammed’in vefat ettiği
632 yılında ise (kendilerinin) 63 yaşında olduğu belirtilir. Artık günlerin dışarıda
bırakıldığı düzenli kamerî takvim 9. sûrede, yani Mekke’nin fethinden sonra
bağlayıcı kılındığı için, Muhammed’in doğumu 568/9 yılıyla başlatılması gerekir. Bu
da Muhammed’in, Enûrşivan’ın 38. hükümdarlık yılında dünyaya geldiğini bildiren
bir başka rivâyetle örtüşmektedir.
455 Geniş bilgi için bkz. Katz, Marion Holmes, a.g.e, s. 29-31 456 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 148-149
113
İbn İshâk (ö. 151), Muhammed’in doğum günü olarak Rebîülevvel’in 12.
gününü belirtir. Ancak 12. yüzyılın sonlarında bile bundan emin olunamamıştı.
Sadece Rebîülevvel ayından şüphe edilmiyordu. Muhammed’in bir pazartesi günü
doğduğundan yola çıkılarak, Mekke’de bulunan Abbasi Halifesi Nâşirlidînillâh
(hük.1180-1225) tarafından fazlaca süslenmiş bir anma yeri, sadece bu ayın her
Pazartesi günü Mü’minlere ziyafet açılıyordu. İslâm öncesi kullanılan artık aylara
bağımlı takvimin tüm güvensizliğine rağmen, Rebîülevvel ayı aşağı yukarı Mart ayı
ile örtüşmektedir. Bundan yola çıkılarak Mart 569 yılı en olası tarihtir.”457
Marion Holmes Katz, Hz. Peygamber’in doğduğu gece meydana gelen
hâdiselerle ilgili olarak şu görüşleri serdetmektedir: Rivâyetin bir bölümü
Peygamber’in doğduğu gece yaşanan mucizeleri daha uzak açıdan ele alır. Bu kıssa
Taberî’nin(ö. 310) Târîhu’r-Rusul ve’l-Mülûk adlı eserinde ve sâir bilimsel
çalışmalarda rağbet görmüştür. Ana tema olarak Peygamber’in doğumunun alâmet
ve belirtisinin daha çok yer kapladığı görülür. (Bu tür rivâyetler) bu nedenle genel
din güdüsünden ziyade muhtemelen İslâm dininin gerçeklik ve üstünlüğü üzerinde
duran “mezheb ortamından” kaynaklanıyor. Taberî, kıssayı “150 yıl boyunca
yaşayan” babasından, Mahzûm b. Hâni’el-Mahzûmî’den aktarır. Bu hususta kıssayı
14 mazgalın düşüşü, İran ateşinin tükenmesi ve develerin rüyası izler.458
Biz konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı düşüncesinden
hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Çeşitli kaynaklardaki birçok rivâyet onun gerek doğum öncesinde ve doğum
esnasında gerekse doğum sonrasında olağanüstü bir takım hâdiselerin gerçekleştiğini
haber vermektedir. Kendisine indirilen Kur’an’da, Hz. Peygamber’in doğumundan
457 Nagel, Tilman, Muhammed –Leben und Legende R. Oldenburg Verlag: München (2008) çev. Ayşe
Başol-Gürdal, Siret Sempozyumu I, Türkiye’de Siret Yazıcılığı, s. 98 458 Geniş bilgi için bkz. Katz, Marion Holmes, s. 39-41.
114
söz edilmemiş olması, mevcut bazı rivâyetlerin aksine onun tamamen tabii bir
şekilde doğduğu, herhangi bir olağanüstülük yaşamadığı şeklinde okunabilir.
Şiblî bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Sahih olmayan veya sahih
rivâyetlere eklenen bazı ilavelerle zikredilen bu tür haberlerin ortaya çıkmasında,
muhtemelen Hz. Peygamber’e verilen mucizelerle Kur’an’da anlatılan sâir
peygamberlere verilen mucizelerin mukayese edilmesi ve Rasûlullah’ın (s.a.s)
mucizelerinin hepsinden üstün olduğunu ispata yönelik gayretlerin etkisi
olmalıdır.”459
Hz. Peygamber’in sâir Peygamberlerle kıyaslanması veya Peygamberlerin
taraftarlarınca bu konuda telif edilen eserlere baktığımızda, söz konusu alandaki
mücadeleyi bütün açıklığı ile görmek mümkündür. Ebû Nuaym, eserinde diğer
Peygamberlere verilen mucizeleri zikrettikten sonra: “Aynısı ya da benzeri
Resulullah’a da verilmiştir” diyerek460 Rasûlullah’a atfedilen mucizeleri
sıralamaktadır. Aynı şekilde İbn Kesîr (ö. 774) de461 eserinde yine mucizeler
arasından Peygamberleri kıyaslar ve Resulullah’ın daha üstün olduğu sonucuna
ulaşır. Burada Rasûlullah’a atfedilen ve İsa (a.s) ile karşılaştırılan mucizelere örnek
olarak; Hz. Muhammed’in olağanüstü doğumu, annesinden nûr çıkması haberleri
zikredilebilir.462
Bu konuda benzer mütâlaaları Sûfîler de serdetmektedir: Sözgelimi Ebû
Nasr Serrâc şöyle der: “Tasavvuf ehlinin ifade ettiği bir başka husus da şudur: Diğer
peygamberlere verilen bütün üstünlükler bizim Peygamberimize verildiği gibi, onlara
459 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/161. 460 Ebû Nuaym, a.g.e, II/587-625. 461 İbn Kesîr, el-Bidaye, VI/643-691. 462 Öz, Şaban, a.g.e, s. 62-63.
115
verilmeyen üstünlük ve mucizeler de verilmiştir.”463 F. Schoun, Hz. Muhammed ile
diğer Peygamberlerin fazilet açısından mukayesesi konusunda iman, İslâm ve ihsan
kavramlarından hareketle, peygamberlerin üstlendikleri misyonu esas alarak farklı
bir perspektif ortaya koyar. Buna göre, iman Hz. İbrâhîm’de, İslâm (şeriat) Hz.
Mûsâ’da, ihsan (tasavvuf) ise Hz. İsa’da ön plandadır. Bu üçünü dengeli bir biçimde
şahsında birleştiren zat Hz. Muhammed’dir.464 Bu bağlamda onun diğer
Peygamberlerle mukayese edilmesinin lüzumu yoktur. Hz. Peygamber’in vefatından
sonra, ilerleyen yıllara paralel olarak ona karşı artan hasretin de bu yaklaşımları
beslediği hususu da fevkalade mühimdir.
“Tarih boyunca insanlar, mistik düşünme özelliği ile bir insanın ahlakî
özelliklerini, başarılarını ve önder oluşunu beşerî yönü ile karıştırmış, ahlak
konusunda önder olmuş insanların hayatını, olağanüstü motiflerle takviye
etmişlerdir.”465
Burada şunu da belirtelim ki, Peygamber veya din kurucusu olarak
nitelendirdiğimiz şahsiyetlerin, doğumlarında da ve doğum hikâyelerinde de, ortak,
benzer ve farklı hususiyetler bulunmaktadır.
“Bu hikâyelerdeki benzerlikler arasında; öncelikle din kurucusu veya
Peygamber olan şahsiyetlerin annelerinin hamile kalışı, doğacak olan çocuğun
kurtarıcı veya dünyaya yön veren bir şahsiyet olacağı, çocuğun doğumu anında
meydana gelen olağanüstü olaylar bulunmaktadır. Bu şahsiyetlerin doğumu
esnasında doğdukları yerde ve dünyanın genelinde ortalığı bir aydınlığın kaplaması,
463 Serrâc, Ebû Nasr et-Tûsî, el-Lüma’, İslam Tasavvufu, ter. H. Kamil Yılmaz, Altınoluk, İstanbul,
1996, s. 115. 464 Schuon, Frithjof, İslâm’ın Metafizik Boyutları, ter. Mahmut Kanık, İstanbul, 1996, s. 126-128;
Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 117. 465 Kızıl, Hayreddin, Diyarbakır ve Çevresindeki Dinî Anlayışta Mitolojik Unsurlar, (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara, 2010, s. 132.
116
akarsuların ve göllerin kuruması, kötülerin barındığı bazı mekânların yıkılması gibi
olağanüstü bazı olaylar yaşanır.
Peygamber veya din kurucusu olarak nitelendirdiğimiz şahsiyetlerin, diğer
insanlardan farklı olduğu kabul edilmekle birlikte; bazı efsanevî hikâyelerin, bu
şahsiyetleri normal insanlardan çok daha farklı, olağanüstü özelliklere sahip birer kişi
gibi göstermek istedikleri görülmektedir. Peygamber veya din kurucularının bu
şekilde efsaneleşmesinin; bu şahsiyetlere olan aşırı sevgiden kaynaklandığını,
takipçilerinin imanlarını artırmak ve dine yeni katılımları kolaylaştırmak için
sonradan üretildiğini söylemek mümkündür.”466
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, Hz. Peygamber’in doğumu ve
o esnada meydana gelen olayların da mucizevî bir şekilde tasvir edildiğini görürüz.
Bu bağlamda Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili hâdiseler Hz. Peygamberi
mitleştiren ve efsaneleştiren bir “kültür mirası” olarak İslâm kültür tarihindeki yerini
almıştır. Netice itibariyle, şu ana kadar verdiğimiz rivâyetler, bu rivâyetlerin Hz.
Peygamber’i yüceltmek için anlatıldığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili rivâyetlerin sahih olmadığına delil olarak
şunları sıralamak mümkündür:
1. İlgili rivâyetlerin bilhassa tarih ve siyer kitaplarında çok geçmesi ve fakat
güvenilir hadis kitaplarında bulunmaması,
2. Söz konusu rivâyetler sened ve metin açısından değerlendirildiğinde genel
olarak güvenilir olmadıklarının anlaşılması,
466 Geniş bilgi için bkz. Sönmez, Zekiye, Yaşayan Dinlerin ve Peygamber veya Kurucularının Ortak
Özellikleri, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2000, s. 43-54).
Bu konuyla ilgili Mevdûdî, “Hemen hemen bütün milletler, kendi Peygamberleri, din
kurucuları ve din adamları hakkında mübalağalar yapmışlar, şahsiyetlerini, sîret ve talimatlarını
tanınmaz hale getirmişlerdir” demektedir. (Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz.
Peygamber, çev. N. Ahmed Asrar, Pınar Yayınları, Ankara, 1983, II/9).
117
3. Her mucize sonuçta beraberinde iman ve teslimiyeti getirmemekle birlikte,
Hz. Peygamber’in nübüvvetini açıkladığı sırada veya daha önce, onun doğumuyla
alâkalı hârikulâde olayların halk arasında yayılmamış olması,
4. Bununla birlikte, sadece Rasûlullah (s.a.s) hakkında değil, hemen hemen
büyük din mümessilinin doğumunda mucizevî olayların gerçekleştiği sonraki
müntesiplerince genel kabul gören ve anlatılan bir husus oluşturması 467.
III. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU SONRASIYLA İLGİLİ
RİVÂYETLER
B. Hz. Muhammed’in Sünnetli Doğmasıyla İlgili Tartışmalar
Hz. Peygamber’in sünnetli doğup doğmadığı meselesi de oldukça ihtilâflı bir
konudur. Bu konuda kaynaklarda üç farklı rivâyet aktarılmaktadır:468 Sünnetli
doğduğu, sünnet ettirildiği ve melekler tarafından sünnet edildiği şeklinde farklı
farklı anlatımlar mevcuttur. Bazı kaynaklarımızda, sünnetli doğmasının nübüvvet
alâmetlerinden addedildiği görülmektedir.
1. Hadis Rivâyetlerinde Sünnetli Doğması
Bu konuda en erken rivâyetin Hâkim’in eserinde yer aldığı görülmektedir.
A. Rasûlullah (s.a.s) sünnetli, mutlu bir şekilde doğdu…469
Bu hadisin sahih olup olmadığıyla ilgili farklı görüşlerin serdedildiğini
görmekteyiz: Hâkim Müstedrek adlı eserinde Hz. Peygamber’in sünnetli olarak
doğduğuna dair haberlerin tevatür derecesinde olduğunu ifade etmektedir. 470
467 Geniş bilgi için bkz. Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 117-118. 468 İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemseddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh, Zâdu’l-Meâd fî Hedyi
Hayri’l-İbâd, el-Matbaatü’l-Meymeniyye, Mısır, 1324, I/19. 469 Hâkim, a.g.e, II/602; Meclisî de Hz. Muhammed’in diğer Peygamberler gibi sünnetli olarak
doğduğunu nakleder. (Meclisî, a.g.e, XV/177, 191).
118
Zehebî (ö. 748) bu iddiayı makul karşılamaz ve şunları kaydeder: “Bildiğim
kadarıyla bu hadisler sahih bile değildir, nasıl mütevatir olabilir? Muhtemelen bu
haberin mütevatir olmasıyla siyer kaynaklarında meşhur ve çok olması kasdedilmiş
olmalıdır.” Ali el-Kârî (ö. 1014) de bu tartışmaya katılarak bazı kimseler nazarında
mütevatir olan bu haber, diğer kimseler katında olmayabilir diyerek471 mütevatir
haberin izafiliğinden bahsetmekte ve bunun doğru olmadığını imaya çalışmaktadır.
Hz. Peygamber’in sünnetli doğduğuna dair bu rivâyetlerin hadis tekniği
açısından mütevatir olması mümkün değildir. Yukarıda İslâm bilginleri tarafından
nakledilen rivâyetlerin mütevatir olması bir yana, isnad açısından sabit ve sahih bile
değildir. Özellikle Buhârî (ö. 256) ve Müslim (ö. 261) gibi eserlerde zaten mevcut
değildir. Bu durumda bu rivâyetler, nasıl mütevatir olarak kabul edilebilir? Bunun
Hz. Peygamber’e karşı temiz ve saf duygular besleyen bazı dindar Müslümanların
kolektif muhayyilesinin bir ürünü olarak Hz. Peygamber’e verilmek istenen üstünlük
anlayışı çerçevesinde yaygınlaşıp meşhur hale gelmiş olması kuvvetle
muhtemeldir.472
2. Tarih Kaynaklarında Sünnetli Doğması
Abbâs b. Abdulmuttalib’den nakledilen bir hadiste, Rasûlullah’ın sünnetli ve
göbek bağı kesik olarak doğduğu, bu durumun dedesi Abdulmuttalib’in hoşuna
gittiği ve Abdulmuttalib’in, “Torunumun parlak bir geleceği olacak” dediği
kaydedilmektedir.473
470 Hâkim, a.g.e, II/602. 471 Aliyyu’l-Kârî, Şerhu’ş-Şifa, I/165; Bağcı, H. Musa, Beşer Olarak Hz. Peygamber, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2010, s. 254.
(). 472 Bağcı, H. Musa, a.g.e, s. 254; Tartışmalar için ayrıca bkz. Azimli, Mehmet, a.g.e, s. 74-76 473 İbn Sa’d, a.g.e, I/103; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 110-111; Beyhakî, a.g.e, I/114.
119
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, bu konuyu tartışan İbn Kayyım (ö. 751),
Hz. Peygamber’in sünnetli ve göbeği kesik olarak doğduğu hususunda sahih hadis
bulunmadığını, bunu İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597) uydurma hadisleri derlediği el-
Mevzûât adlı kitabında zikrettiğini, bu konuda sabit bir hadis bulunmadığı gibi, bunu
Hz. Peygamber’e has özelliklerinden de olmadığını hatta insanlardan birçoğunun da
sünnetli olarak doğduğunu kaydetmektedir. 474
Kastallânî’nin (ö. 923) verdiği bilgiye göre, İbnü’l-Kelbî (ö. 204), Kabu’l-
Ahbar’ın bazı kitaplarından naklettiği Hz. Peygamber de dahil bazı peygamberlerin
sünnetli olarak yaratıldığı haberini nakletmekte ve bunların Şit, İdris, Nuh, Sam, Lut,
Yûsuf, Mûsâ, Süleymân, Şuayb, Yahyâ, Hûd, Sâlih ve Hz. Muhammed olduğunu
belirtmektedir.475 Bunun İsrailî bilgilerden olduğuna hiçbir şüphemiz yoktur. Zira
bütün bilginler, Ka’bu’l-Ahbar’ın israilî rivâyetler naklettiğinde ittifak etmişlerdir.476
Ayrıca İbnu’l-Kelbî, kizb ile itham edilmiş birisidir.477 Dolayısıyla onun verdiği bu
bilgiye şüphe ile bakmak zorunluluğu vardır.
Peygamber sünneti ile sabit olunan bugün pek çok kimse tarafından bir lütuf
gibi addedilen hâl, günümüz tıp literatüründe “hipospadias” olarak adlandırılan ve
kişinin ileriki yaşamında ciddi sorunlara sebebiyet verebilecek bir rahatsızlıktır.
Dolayısıyla da Hz. Peygamber’de vâki’ olmuş bir ilâhî ikramdır zannıyla kişilerin
kendilerinde yahut yakınlarında olan Peygamber sünnetliliğini bir ayrıcalık olarak
görülmemelidir.478
474 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/19. 475 Kastallânî, a.g.e, I/134. 476 İbn Haldûn, Mukaddime, İstanbul, 1989, II/465. 477 İbn Hacer, Takrîb, II/162. 478 Gökalp, Murat, a.g.e, s. 161-162.
120
Bu konudaki ikinci farklı rivâyet, doğumunun yedinci günü dedesi
Abdulmuttalib’in, bir ziyafet vererek Hz. Peygamber’i sünnet ettiği şeklindedir.479
Dedesinin doğumunun yedinci gününde onun için bir kurban keserek
Kureyşliler’i yemeğe çağırdığı, yemeği yedikten sonra: “Ey Abdulmuttalib! Şerefine
bize ziyafet verdiğin şu oğluna (torununa) ne ad koydun bakalım?” diye
sorduklarında onun da: “Muhammed” koydum diye cevap verdiği ve kendi aile
efradından birinin adını niye ona vermedin?” diye sormaları üzerine
Abdulmuttalib’in: “Gökte Allah’ın, yerde de bütün varlıkların onu övmesi için ona
bu adı verdim” dediği zikredilmektedir.480
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, İbnu’l-Kayyım’ın (ö. 751) nakline göre
İbn Abdilberr (ö. 463), bu konuda garip müsned bir hadis olduğunu ifade etmiştir.
Bu rivâyete göre Abdulmuttalib Hz. Muhammed’i 7. gününde sünnet ettirmiş, onun
için bir davet düzenleyip ismini Muhammed koymuştur. İbnu’l-Kayyım’ın
açıklamasına göre Yahyâ b. Eyyûb’un bu hadis konusundaki açıklaması şöyledir:
“Bu hadisi aradım. Onu Ehl-i Hadis’ten hiçbirinin zikrettiğini görmedim. Sadece
Muhammed es-Sirrî’nin rivâyetine vâkıf oldum.”481
“Mekke toplumundaki hiyerarşik düzen içerisinde saygınlığı olan bir ailenin,
o gün için erkek çocuğuna verilen değer de hesaba katılırsa, mu’tâd olduğu üzere bir
sünnet merasimi icra etme arzularının olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla da bu
noktada gelen rivâyetlerden, dedesi Abdulmuttalib tarafından doğumunun yedinci
günü sünnet ettirildiğine dair olanları tercih etmek onun risâletine bir halel
getirmez.”482
479 İbn Abdilberr, el-İstîâb, I/38-39; Zehebî, Târîh, I/27. 480 Beyhakî, a.g.e, I/113; Berzahullâh, Ahmed, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Riyad, 1992, s. 107. 481 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/19. 482 Gökalp, Murat, a.g.e, s. 162-163.
121
Binaenaleyh, dedesi Abdulmuttalib’in yaptırdığı sünneti bir ikmâl
mahiyetinde telâkki ederek sünnetli doğduğu ve sünnet ettirildiğine dair rivâyetleri
bağdaştıranlar da olmuştur.483
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, bu hususta sağlam bir rivâyet ve erken
bir kaynak yoktur.
Ebû Bekre’den gelen üçüncü ve son rivâyete göre ise, Cebrâîl Hz.
Peygamber’in kalbini temizlediği zaman onun sünnetini de yapmıştır.484
Heysemî (ö. 807) bu hadisin senedinde geçen Abdurrahmân b. Uyeyne ile
Seleme b. Muhârib’i tanımadığını söyler.485
Bununla ilgili Ebû Nuaym (ö. 430) Delâil’inde Ebû Bekre hadisini tahriç
etmiştir. Ebû Bekre’den rivâyet olunduğuna göre Cebrâîl Hz. Peygamber’in kalbini
temizlediği zaman onu sünnet etmiştir.486
İlgili tartışmalara baktığımızda, bu rivâyet için İbn Kesîr (ö. 774), “cidden
garib bir hadis”487 değerlendirmesi yaparken, Zehebî, (ö. 748) “münker” olduğu
kanaatindedir.488
Haydarî, Hatîb el-Bağdâdî’nin (463), Ebû Bekre kanalıyla gelen bu hadisin
isnadını zikrettiğini ve bu isnadın mevkuf olmakla birlikte sahih olmadığını ve
ihticac edilemeyeceğini ifade etmiştir.489
Umerî’nin beyanına göre Taberânî’nin (ö. 360) el-Mu’cemü’l-Evsat’ında bu
iki râvînin ismi Abdurrahmân b. Uteybe ve Mesleme b. Muhârib şeklindedir.490
483 Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, Mısır, 1292, I/68-69. 484 Heysemî, a.g.e, VIII/224. 485 Heysemî, a.g.e, VIII/224. 486 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 111. 487 İbn Kesîr, a.g.e, III/40. 488 Zehebî, Târîh, I/28. 489 Bağcı, Musa, a.g.e, s. 255. 490 Umerî, a.g.e, I/100.
122
Her ne kadar Mesleme b. Muhârib’i İbn Hibbân tevsik etmişse de491 onun bu
değerlendirmesi sadece râvînin cehâletü’l-aynını ortadan kaldırır,492 yoksa gerçek
anlamda adaletini tespit etmez.
Netice itibariyle, şu ana kadar verdiğimiz rivâyetler, hadisin sened açısından
sahih olmadığını ortaya koymaktadır.
“Rivâyetler arasında güvenilirlik açısından birini diğerine tercih ettirecek
büyük bir farkın bulunmaması nedeniyle, bu konuda kanaatini belirten muhaddislerin
çoğunluğunun tercihini ortaya koyan bir ittifak meydana gelmemiştir. Bu sebeple
Hişâm b. Muhammed b. Sâib, İbn Habîb, İbn Dureyd, Dıhye el-Makdisî, Alaaddin
Moğoltay ve Kutbuddin el-Hayrî gibi muhaddisler Hz. Peygamber’in sünnetli
doğduğu rivâyetini kabul ederken; Zehebî (ö. 748), İbn Kesîr (ö. 774) ve Irakî
(ö.806) gibi diğerleri doğumdan sonra sünnet ettirildiği görüşündedirler.”493
Zehebî, dedesi Abdulmuttalib’in bir ziyafet vererek Hz. Peygamber’i sünnet
ettirdiğine dair zayıf rivâyetleri sünnetli doğduğuna ilişkin rivâyetten daha sahih
telakki etmektedir.494
Benzer mütâlaaları İbnu’l-Adîm de serdetmektedir: “Bazı rivâyetlerde dedesi
Abdulmuttalib’in Hz. Peygamber’i doğumunun yedinci gününde sünnet ettirdiğini ve
bu görüşün daha doğru olduğunu ve vak’aya en yakın göründüğünü ifade
etmiştir.”495
Bu hususta varid olan rivâyetlerle ilgili olarak Bünyamin Erul şu görüşleri
serdetmektedir: “Hz. Peygamber’in ne sünnetli olarak doğduğuna ne de dedesi veya
491 İbn Hibbân, es-Sikât, V/452; VII/490. 492 Leknevî, Ebû’l-Hasenât Muhammed Abdulhayy, er-Raf’u ve’t-Tekmîl fî’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, Dâru’s-
Selâm, Kahire, 2000, s. 337. 493 Şâmî, a.g.e, I/347; Algül, Hüseyin, a.g.m, s.8. 494 Zehebî, Târîh, I/27. 495 Bağcı, Musa, a.g.e, s. 256.
123
bir melek tarafından sonradan sünnet edildiğine dair kesin bir bilgi elimizde
mevcuttur. Bazı insanlarda olduğu gibi, Hz. Peygamber’in de sünnetli olarak doğmuş
olması muhtemel ise de, İbn Kayyim’in (ö. 751) de meylettiği üzere doğumunun
yedinci günü dedesi tarafından sünnet ettirilmiş olması ihtimalinin daha büyük
olduğunu görmekteyiz.”496
Biz sünnet ettirildiğini kabul ile iktifâ ederek, bunun dışında, müsbet ve
menfi’ bir görüş ileri sürmekten kaçınmanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Zira
bu konuda sahih hadis kaynaklarında bir bilgi mevcut değildir.
Burada şunu belirtelim ki sünnetli olarak doğmak risâletle ilintili bir konu
değildir. Hz. Peygamberin değeri fizikî bir vasfında değil, tebliğ ettiği mesajda
aranmalıdır.
C. Hz. Muhammed’in İsimleri ve Künyeleri
Hz. Muhammed’in Kur’an’ı Kerim’de yer alan isimlerinin hadis
kaynaklarında mevcut olduğu, Hz. Peygamber’in sâir isimlerinin ve künyelerinin
muhtelif hadislerde ve tarih kaynaklarında sıralandığı görülmektedir. Kitab-ı
Mukaddes içerisinde yer alan Mezmurlar bölümünde konuyla ilgili önemli bilgiler
bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in Hind Kutsal Kitaplarında isimlerinin mevcut
olduğu iddia edilmektedir. Batılı kaynaklarda da Hz. Muhammed’in isimleri
hakkında mesnetsiz iddiaların öne sürüldüğü görülmektedir.
496 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 38.
124
1. Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’deki İsimleri
Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’de ve İslâmî kaynaklarda bir çok ismi ve
lakabı bulunmaktadır.497 Onun isimlerinden en meşhur olanı Muhammed ve
Ahmed’dir.
1. “Muhammed ancak bir peygamberdir.”498
2. “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.”499
3. “Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların
günahlarını Allah bağışlamıştır.”500
4. “Muhammed Allah’ın elçisidir”501 meâlindeki âyetlerde geçen Muhammed
ismi aynı zamanda kırk yedinci sûrenin adıdır.
Dört âyetten üçünde Hz. Peygamber’in elçi olduğu vurgulanmaktadır.
Muhammed sûresi 2. âyette ise Muhammed’e indirilen Kur’an’a inanılması gerektiği
buyrulmaktadır.
Ahmed ismi Kur’an-ı Kerim’de bir yerde geçmekte ve burada Hz. İsa’nın
İsrâiloğulları’na kendisinden sonra gelecek Ahmed adındaki Peygamberi müjdelediği
belirtilmektedir.502
Bazı âyet ve hadislerin zahirinden hareketle, Hz. Peygamber’in sıralamış
olduğumuz isimlerine başka isimler de ilâve edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, Hz.
497 Suyûtî, Celaleddîn Abdurrahmân, er-Riyâzü’l-Enîka fî Şerhi Esmâi Hayri’l-Halîka, (nşr. Ebû Hacir
Muhammed es-Saîd), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985, 18-22, 137-138; Kastallânî, Ebû’l-
Abbâs Ahmed b. Muhammed, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Divan Yayınları, İstanbul, 1983, s. 295-325;
Ahmed b. Fâris, Esmâ-i Rasûlillâh ve Ma’nâhâ, Âlemü’l-Kütüb, cilt: 8, Sayı: 3, 1987, s. 334-341;
Tihama Publication, Bookstores; R. Y. Ebîed, M.J.L. Young, “A List Of The Apellations Of The
Prophet Muhammad”, The Muslım World, s. 259-262; İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/21-24;
Yeniterzi, Emine, “Divan Şiirinde Hz. Peygamber’in İsim ve Sıfatları”, Kutlu Doğum Haftası II, TDV
Yayınları, Ankara, s. 87-90; Budak, Ali, İsim ve Sıfatları ile Efendimiz, Işık Yayınları, İstanbul, 2010. 498 Âl-i İmrân, 3/144. 499 Ahzâb, 33/40. 500 Muhammed, 47/2. 501 Fetih, 48/29. 502 Saf, 61/6.
125
Peygamber’in 300’ü aşkın adı ve sıfatı hakkında bilgi verilmiştir.503 Bu isimler onun
peygamberlikle ilgili yönlerini aksettirir mâhiyettedir. Şimdi bu isimlerden bazılarını
görelim:
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber için “müzekkir”, 504 “beşîr”,505 “şâhid,
mübeşşir, nezîr, dâî ilallah, sirâc”506 ve “rahmet”507 gibi isim ve sıfatlar da
nakledilmektedir. Kâdî İyâz (ö. 544) Şifa’da Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’deki
isimleri hakkında uzun malumat vermektedir.508
Rasûlullah’a Allah’ın güzel isimlerinden Raûf ve Rahîm isimleri de
verilmiştir. Hasen b. Fadl demiştir ki “Allah, hiçbir Peygambere, güzel isimlerinden
iki isim vermedi, ancak bizim Peygamberimiz hakkında “Raûf ve Rahim” buyurdu.”
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah: “Muhakkak ki, Allah insanlara Raûf ve
Rahim’dir”509 buyurdu. Gerçekten de Rasûlü’ne bu isimleri vermesi ve onu böyle
vasıflandırması, onu hakkında büyük ikram ve tekrîm demektir. Rasûlullah’ın
kendisi, ilâhî ahlâk ile mütahallik olduğundan dolayı Mü’minlere Raûf ve
Rahim’dir.510
Kur’an-ı Kerim’deki hitaplarda Muhammed isminin kullanılmayışı Hz.
Muhammed’e iltifat kabul edilmiştir. Ali el-Kârî’nin (ö. 1014) mevzuya dair
açıklaması câlib-i dikkattir: “Bütün bu hitaplar Hz. Peygamber’in Allah katındaki
yüce mevkiine delâlet eder. Zira mevkice yüksek ve efendi durumunda olanlar,
503 Fayda, Mustafa, “Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005, XXX/423. 504 Gaşiye, 88/21. 505 İsrâ, 17/105; Fâtır, 35/24. 506 Ahzâb, 33/45, 46. 507 Enbiyâ, 21/107. 508 Kâdî, İyâz, Ebû’l-Fazl İyâz b. Mûsâ, Kitâbu’ş-Şifâi’ş-Şerif bi Ta’rîf Hukûki’l-Mustafâ, Dâru’l-
Feyhâ’, Beyrut, 2000, s. 55-96. 509 Bakara, 2/143; Hac, 22/65. 510 Zemahşerî, a.g.e, II/325. (Tevbe sûresi); Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IV/433-434.
126
emrindekilerden birini çağırdıklarında, onlara hoşlarına giden vasıfları ve meziyetleri
ile seslenirler.”511
Son olarak söylemeliyiz ki, Hz. Peygamber’in beşer vasfını aşan nübüvvet-
tebliğ vasfı ön plana alınmış ve tebliğle bütünlüğü vurgulanmıştır. Hatta Muhammed
ismi zikredildiğinde bile, mutlaka peygamberlik vasfı bitiştirilmiştir. Yüce Allah, Hz.
Peygamber’e ismiyle hitap etmemiş, aynı zamanda diğer insanlardan da ona ismiyle
hitap etmemelerini zımnen istemiştir.
2. Hz. Muhammed’in Hadis Rivâyetlerinde Yer Alan İsimleri
Hadis rivâyetlerinde Hz. Peygamber’in birçok vasıfla tavsif edildiğini
görürüz. Riivâyetlerde Rasûlullah’ın şahsına has olduğu söylenilen başka isimleri de
mevcuttur.
A. İbrâhîm b. Münzir512-Ma’n513-Mâlik-İbn Şihâb-Muhammed b. Cübeyr b.
Mut’im514-Cübeyr b. Mut’im515-Rasûlullah (s.a.s): “Benim beş ismim vardır: Ben
511 Mâturîdî, Ebû Mansûr, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, Lübnan, 2004, V/183;
Kâdî İyâz, a.g.e, s. 24-25; Aliyyu’l-Kârî, Nureddîn Ali b. Sultân el-Herevî, Şerhu’ş-Şifâ bi Ta’rîfi
Hukûki’l-Mustafâ li-Kâdî İyâz, İstanbul, 1308, I/72; Uğur, Mücteba, “Kur’an-ı Kerim’de ve
Hadislerde Hz. Peygamber’e Hitap Şekilleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Dinî, İlmî, Edebî,
Meslekî Aylık Dergi, Cilt: XIII, Sayı: 2, s. 72. 512 İbrâhîm b. Münzir b. Abdillâh b. Münzir b. Muğîra b. Abdillâh b. Hâlid b. Hazzâm b.
Huveylid b. Esed el-Esedî (ö. 35): Ma’n b. İsa’dan rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir.
Nesâî, onda bir beis olmadığını belirtmektedir. Salih b. Muhammed, Ebû Hâtim, Dârekutnî ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Ahmed’in ise onun hakkında tartıştığı ve
onu zemmettiği belirtilmektedir. Zehebî ise İmamların şeyhlerinden bir hafızdır derken, İbn Maîn
onun sika olduğunu söylemektedir. Zekeriyyâ es-Sâcî, onun rivâyetlerinde münkerler olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/85; Zehebî, Mîzân, I/67; İbn Hacer, Tehzîb, I/166-167). 513 Ma’n b. Îsâ b. Yahyâ b. Dînâr el-Eşcâî (ö. 198): Ondan İbrâhîm b. Münzir rivâyet etmiştir. Ebû
Hâtim, Mâlik’in ashabının en sebtidir demekte, İbn Sa’d, sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VIII/317; İbn Hacer, Tehzîb, X/252-253). 514 Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im b. Adiy b. Nevfel b. Abdimenâf b. Kusay en-Nevfelî
(Süleymân b. Abdülmelik’in hilafeti döneminde vefat etmiştir.): Babasından rivâyet etmiştir.
Ondan Zührî nakletmiştir. İbn Sa’d Tabakât’ta Tâbîînden, Medine ehlinden olduğunu zikretmektedir.
Muhammed b. Ömer, Iclî ve İbn Hırâş sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/293-
294; İbn Hacer, Tehzîb, IX/91-92). 515 Cübeyr b. Mut’im b. Adiy b. Nevfel b. Abdimenaf el-Kuraşî en-Nevfelî (ö. 58-59): Nebî’den
(s.a.s) rivâyet etmiştir. Ondan iki oğlu Muhammed ve Nâfi’ işitmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/445;
İbn Hacer, Tehzîb, II/63-64).
127
Muhammed’im. Ben Ahmed’im. Ben Allah’ın benimle küfrü mahvettiği Mâhî’yim.
Ben öyle bir Hâşir’im ki, bütün insanlar ayağımın dibinde haşrolunurlar. (Yani
benim ardımdan haşrolunurlar.) Ben Âkıb’ım. (Âkıb kendisinden sonra hiçbir
Peygamber bulunmayandır.)516
Hz. Peygamber’den merfû olarak nakledilen hadisin isnadında ihtilâfla
birlikte mecrûh görülen İbrâhîm b. Münzir bulunduğundan bu rivâyet klâsik hadis
usûlü bakımından “hasen” bir rivâyettir.
Cübeyr b. Mut’im’in Hz. Peygamber’den naklettiği rivâyetin isnadlarını şöyle
sıralamak mümkündür:
1. Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-Şuayb517-Ebû’l-
Yemân518-Buhârî. 519
2. Nebî (s.a.s)-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-İbn Şihâb-Mâlik.520
3. Rasûlullah-Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-
Süfyân521-Saîd b. Abdirrahmân el-Mahzûmî522: Tirmizî, “Bu hasen, sahih bir
hadistir” demektedir.523
516 İbn İshâk, a.g.e, s. 198-199; Buhârî, 61, Menâkıb, 17, IV/162; İsimleri hakkında geniş bilgi için
bkz. Aynî, a.g.e, VII/508-513; Kastallânî, a.g.e, VI/19-23. 517 Şuayb b. Ebî Hamza (ö. 162-63): Zührî’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû’l-Yemân aktarmıştır.
Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Hâtim, Nesâî, Iclî ve Halîlî gibi birçok âlim
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/351-352). 518 Hakem b. Nâfi’ el-Behrânî Ebû’l-Yemân el-Hımsî (ö. 211/222): Sika, sadûk, sebttir. İmam ve
hüccettir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/143; İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, Dâru’l-Âsıme, Riyad,
1416/1423, s. 264). 519 Buhârî,Tefsîri’l-Kur’ân, 61/1, V/62. 520 Mâlik b. Enes, Muvatta, Esmâi’n-Nebî (s.a.s), 1, hadis no: 1, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981,
II/1004. 521 Süfyân b. Uyeyne el-Hilâlî (ö. 198): Kufeli bir hadisçi olup Iclî, İbn Sa’d ve İbn Mehdî’ye göre
sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/211-213; Zehebî, Mîzân, II/170-171; İbn Hacer, Tehzîb, IV/117-
122). 522 Saîd b. Abdirrahmân b. Hassân (ö. 249): Süfyân b. Uyeyne’den rivâyet etmiştir. Nesâî ve İbn
Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/55). 523 Tirmizî, Edeb, 67, V/135.
128
4. Nebî (s.a.s)-Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-
Süfyân-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.524
5. Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-Ma’mer-
Abdurrazzâk-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.525
6. Rasûlullah (s.a.s)-Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-İbn
Şihâb-Yunus526-İbn Vehb527-Harmele b. Yahyâ.528
7. Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-Şuayb b. Ebî
Hamza-Hakem b. Nâfi’.529
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyetler
“sahih”tir.
8. Nebî (s.a.s)-Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-
Süfyân b. Uyeyne- Züheyr b. Harb530 ve İshâk b. İbrâhîm531 ve İbn Ebî Ömer.532,533
524 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/80. 525 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/84. 526 Yûnus b. Yezîd b. Ebî’n-Necâd (ö. 159): Zührî’den rivâyet etmiştir. Veki’ hafızasının kötü
olduğunu, Abdullâh ve Ukayl hatasının az olduğunu söylerken, Fadl b. Ziyâd, Iclî, Nesâî, İbn Maîn ve
Ya’kûb b. Ebî Şeybe sika olduğunu belirtmektedir. Dûrî, İbn Maîn’den Zührî’den (rivâyette)
insanların en sebti olduğunu ifade etmektedir. İbn Sa’d, huccet olmadığını söylemektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IX/304-306; Zehebî, Mîzân, IV/484; İbn Hacer, Tehzîb, XI/450-452). 527 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû
Tâhir b. Serc nakletmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî, Ahmed b. Ebî Bekr ve Ebû
Zür’a gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Nesâî ve Sâcî sema’da mütesâhil olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer, Tehzîb,
VI/71-74). 528 Müslim, Fedâil, 34, II/1828. 529 Dârimî, a.g.e, Rikâk, 59, I/513. 530 Züheyr b. Harb b. Şeddâd el-Hıraşî (ö. 232-34): İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, Hüseyn b. Fehm,
Ebû Bekr Hâtib ve İbn Veddâh gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, III/342-344). 531 İshâk b. İbrâhîm b. Mahled b. İbrâhîm b. Matar (ö.238): İbn Raheveyh olarak bilinir. Mu’temir
b. Süleymân’dan ve Cerîr’den rivâyet etmiştir. Nesâî, sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, II/145; Zehebî, Mîzân, I/182-183; İbn Hacer, Tehzîb, I/216-219). 532 İbn Ebî Ömer: Muhammed b. Yahyâ b. Ebî Ömer el-Adenî (ö. 243): İbn Uyeyne’den rivâyet
etmiştir. Ebû Hâtim, salih bir adam olduğunu, fakat hata yaptığını, rivâyetlerinde mevzû hadisleri
gördüğünü belirtmektedir. Mesleme onda bir beis olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VIII/144-145; İbn Hacer, Tehzîb, IX/518-520). 533 Müslim, Fedâil, 34, II/1828.
129
Rivâyetin isnadında İbn Ebî Ömer bulunduğundan bu rivâyet klâsik hadis
usûlü bakımından “zayıf”tır.
9. Nebî (s.a.s)-Cübeyr b. Mut’im-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im-Zührî-
Süfyân b. Hüseyn534-Yezîd b. Hârûn535: Rivâyetin devamında, İnsanlar âkıb nedir?
diye sormakta, Hz. Peygamber, “Bundan sonra bir Peygamber yoktur”
buyurmaktadır.536
Süfyân b. Hüseyn’in durumu sebebiyle bu rivâyet klâsik hadis usûlü
bakımından “zayıf”tır.
Ayrıca rivâyetin Huzeyfe’den nakledilen isnadı da mevcuttur:
10. Huzeyfe-Zir b. Hubeyş-Âsım b. Behdele537-Hammâd b. Seleme538-
Ravh539 ve Affân540-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.541
Ravh b. Cünâh el-Emevî’nin durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
534 Süfyân b. Hüseyn b. Hasan Ebû Muhammed Ebû’l-Hasen el-Vâsitî: Zührî’den rivâyet etmiştir.
Ondan Yezîd b. Hârûn işitmiştir. Iclî’ye göre sika olsa da, Yahyâ ve İbn Adî, Zührî’den naklettiği
rivâyetler haricinde sika olduğunu belirtmektedir. Ahmed, Zührî’den hadisinde “leyse bizâk” (aradığın
gibisi değil) olduğunu, Nesâî, Zührî haricinde onda bir beis olmadığını belirtir. Ebû Hâtim, salih
olduğunu, hadisinin yazıldığını ve onunla ihticâc edilemeyeceğini ifade eder. Zehebî saduk ve meşhur
olduğunu kaydetmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/213; Zehebî, Mîzân, II/165-168; İbn Hacer,
Tehzîb, IV/107-109). 535 Yezîd b. Hârûn b. Vâdî: Ahmed, İbn Medînî, İbn Maîn, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Ebû Hâtim, İbn
Sa’d, İbn Hibbân, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Kâni’ gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/358-359; İbn Hacer, Tehzîb, XI/366-369). 536 İbn Ebî Şeybe, Fedâil, 1, hadis no: 32.224, XI/23. 537 Âsım b. Behdele İbn Ebî’n-Necûd el-Esedî (ö. 127): Zir b. Hubeyş’ten rivâyet etmiştir. Ebû
Zür’a ve İbn Hibbân’a göre sikadır. Nesâî onda bir beis olmadığını belirtir. İbn Sa’d ve Ya’kûb b.
Şeybe sika olmasına rağmen hadisinde hata ve ızdırab olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/441-443; Zehebî, Mîzân, II/357-358; İbn Hacer, Tehzîb, V/38-40). 538 Hammâd b. Seleme b. Dînâr el-Basrî (ö. 167): Sâbit’ten rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Beyhakî,
Sâcî ve Iclî’ye göre sikadır. İbn Sa’d, sika olsa da, bazen münker hadis naklettiğini ifade eder. Ahmed
b. Hanbel, Sâbit konusunda en sebt kimsenin Hammâd b. Seleme olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, III/154-155; Zehebî, Mîzân, I/590-595; İbn Hacer, Tehzîb, XI/11-16). 539 Ravh b. Cünâh el-Emevî: Osman ed-Dârimî ve Dühaym’a göre sika olsa da, Nesâî ve Ebû Hâtim
kuvvetli olmadığını belirtir. Ebû Hâtim hadisi yazılsa da, kendisiyle ihticâc edilemeyeceğini ifade
eder. İbn Hibbân, hadisinin münker olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/447; Zehebî,
Mîzân, II/57-58; İbn Hacer, Tehzîb, III/292-293). 540 Affân b. Müslim b. Abdillâh es-Saffâr (ö. 220): Vüheyb b. Hâlid’den rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ondan aktarmıştır. İclî, İbn Sa’d, İbn Hırâş, İbn Kâni’, Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/42; Zehebî,
Mîzân, III/81-82; İbn Hacer, Tehzîb, VII/230-235). 541 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V /405.
130
B. Huzeyfe-Zir542-Âsım-İsrâîl-Ubeydullah b. Mûsâ543: “Rasûlullah bana
uğradı. Ben Muhammed’im, Ahmed’im, Mukaffî’yim ve Hâşir’im” buyurdu.544
Ubeydullâh b. Mûsâ’nın ihtilafla birlikte mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet
“zayıf”tır.
Bu hadiste Hz. Peygamber isimlerinden sadece beş tanesini saymıştır. Onun
sâir isimleri muhtelif hadislerde ve diğer kaynaklarda zikredilmektedir.545
C. “Cübeyr b. Mut’im’in saydığı Rasûlullah’ın isimlerini tek tek sayabilir
misin? denilince ‘evet’ dedi. O altı tanedir: ‘Muhammed, Ahmed, Hâtim, Hâşir, Âkıb
ve Mâh’tır. Hâşir’e gelince kıyametle beraber yeniden diriltecektir (ve) sizler için
şiddetli bir azab olduğunu uyarmıştır. Âkıb’a gelince, o, enbiyaları izledi. Mâh
ismine gelince Allah onunla onu takib edenlerden kötülükleri yok etmiştir.’546
Nevevî (ö.676) Müslim Şerh’inde şöyle der: “Yahşuru’n-nâse alâ kademî
(insanlar benim ayağımın dibinde haşreder)” sözünün manası, “Halk benim eserim,
zamanım ve risâletim üzere haşrolurlar” demektir.547
Huzeyfe’nin hadisinde: Ahmed, Muhammed, Hâşir, Müttakî ve Nebiyyü’r-
Rahme isimleri geçmiştir. Ebû Nuaym’ın rivâyetinde görülen ifade şudur:
“Muhammed, Ahmed, Hâtem, Hâşir, Âkib ve Nezîr. Hâşir denilmesi kıyamete yakın
gönderildiği içindir. Sizi şiddetli azaptan korkutucu olduğu için de Nezîr denilmiştir.
Nezîr diye korkuyu haber veren kimseye denir. Âkib denilmesi de nebîlerin
542 Zir b. Hubeyş el-Esedî: İshâk b. Mansûr ve Yahyâ b. Maîn sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, III/550). 543 Ubeydullâh b. Mûsâ b. Ebi’l-Muhtar (ö. 213-214): İsrâîl’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû Bekr
b. Ebî Şeybe nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Iclî ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir.
Ahmed’in onu sanki münker gibi gördüğü ifade edilmektedir. İbn Sa’d, teşeyyü’ (Şîîlik) ile ilgili
münker hadisler rivâyet ettiğini, bu nedenle insanların pek çoğu nezdinde zayıf olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/396; İbn Hacer, Tehzîb, VII/50-53). 544 İbn Ebî Şeybe, Fedâil, 1, hadis no: 32.225, XI/24. 545 İbn Sa’d, a.g.e, I/104-105. 546 Hâkim, a.g.e, IV/273. 547 Nevevî, Muhyiddîn Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref, Minhâc fî Şerh Sahîhi Müslim b. Haccâc, 1283,
V/119.
131
akabinde, son peygamber olarak geldiği içindir. Kendinden sonra peygamber
gelmez” demektir.
Bu rivâyetlerin bazısında beş, bazısında altı isim zikrolunmuştur. Fakat bu,
Hz. Peygamber’in isimleri sadece bunlardan ibaret demek değildir. Belki maksad, bu
isimler Hz. Peygamber’e mahsus isimlerdir, ondan başka kimse daha önce bu
isimlerle anılmamış, demektir. Yahut geçmiş ümmetler arasında meşhur olan isimler
bunlardır, demektir. Yoksa şerefli isimleri pek çoktur.548
D. Fadl b. Dükeyn549-Mes’ûdî550-Amr b. Murre551-Ebû Ubeyde552-Ebû Mûsâ:
Rasûlullah bize kendi isimlerini saydı: Onlardan bazılarını ezberledik. “Ben
Ahmed’im, Mukaffî’yim, Hâşir’im, Tevbe Peygamberiyim, Melhame
Peygamberiyim” buyurdu.553
İbn Sa’d (ö. 230) Tabakât’ında Hz. Peygamber’in isimlerini sıralarken
melhame peygamberi ismini zikretmiştir.554 Ne var ki, “Melhame peygamberiyim”
kısmının bazı rivâyetlerde mevcut olmadığı görülmektedir. Bu hususun ise mana ile
rivâyetten kaynaklandığı düşünülebilir.
548 Muhammed b. Murtazâ, el-Med’a ve İlmu’l-Yakîn fî Usûli’d-Dîn, İntişârât-ı Bidar, Kum, 2005,
I/229, 250-252. 549 Fadl b. Dükeyn: Amr b. Hammâd b. Züheyr b. Dirhem et-Teymî (ö. 219): el-Mes’ûdî’den
rivâyet etmiştir. Ebû Nuaym, Ahmed ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir. Ebû Nuaym, ondan
daha sıdk bir muhaddis görmediğini ve münker hadisleri tedlîs yaptığını ifade etmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IX/358-359; Zehebî, Mîzân, III/350-351; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/270-276). 550 el-Mes’ûdî: Abdurrahmân b. Abdillâh b. Utbe b. Abdillâh b. Mes’ûd el-Kûfî el-Mes’ûdî (ö.
165): İbn Maîn ve Ya’kûb b. Şeybe sika olduğunu belirtmektedir, ancak İbn Numeyr, İbn Sa’d ve İbn
Ammâr sika olsa da ömrünün sonunda ihtilât ettiğini ifade eder. Zehebî, hafızasının kötü olduğunu
belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, II/574-575). 551 Amr b. Mürre b. Abdillah b. Târık b. Hâris b. Seleme b. Ka’b (ö. 116): Ebû Ubeyde b.
Abdillâh b. Mes’ûd’dan rivâyet etmiştir. Ondan Mes’ûdî aktarmıştır. İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn
Numeyr ve Ya’kûb b. Süfyân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/335; İbn Hacer,
Tehzîb, VIII/102-103). 552 Ebû Ubeyde b. Abdillâh b. Mes’ûd: İsmi Âmir b. Abdillâh b. Mes’ûd el-Hüzelî Ebû Ubeyde
el-Kûfî: Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den rivâyet etmiştir. Ondan Amr b. Mürre nakletmiştir. Yahyâ b. Maîn
sika olduğunu ifade eder, ancak Tirmizî, İlelü’l-Kebîr’de isminin bilinmediğini ve hatasının çok
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/451; İbn Hacer, Tehzîb, V/75-76). 553 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, Fedâil, bab: 1, hadis no: 32.226, Mektebetü’r-Rüşd, 2006, XI/24. 554 İbn Sa’d, a.g.e, I/104.
132
Ebû Mûsâ rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Ebû Mûsâ el-Eş’arî-Ebû Ubeyde-Amr b. Mürre-Mes’ûdî ve Yezîd555-
Vekî’556-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.557
2. Ebû Mûsâ-Ebû Ubeyde-Amr b. Mürre-Mes’ûdî ve Ebû-Yezîd b. Hârûn-
Mes’ûdî-Ömer b. el-Heysem-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.558
E. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ravh ve Affân-Hammâd b. Seleme-Âsım b.
Behdele-Zir b. Hubeyş-Huzeyfe-Rasûlullah: “…Ben rahmet Peygamberiyim”
buyurmaktadır.559
Ebû Mûsâ rivâyetinin isnadı ise şöyledir:
1. Ebû Mûsâ el-Eş’arî-Ebû Ubeyde560-Amr b. Mürre561-A’meş562-Cerîr563-
İshâk b. İbrâhîm el-Hanzalî.564
Ebû Ubeyde’nin mecrûh olması sebebiyle bu rivâyetler klâsik hadis usûlü
bakımından “zayıf”tır.
555 Yezîd b. Hârûn Vâdî: Ondan Ahmed b. Hanbel rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/358-
359; İbn Hacer, Tehzîb, XI/366-369). 556 Vekî’ b. Cerrâh b. Melih er-Ruvâsî (ö. 196): Ahmed, Müslümanların imamı olduğunu
belirtmektedir. İbn Maîn ve Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/48-50; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/123-131). 557 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/395. 558 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/404. 559 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/405. 560 Ebû Ubeyde b. Abdillâh b. Mes’ûd: Âmir b. Abdillâh b. Mes’ûd el-Hüzelî: Ebû Mûsâ el-
Eş’arî’den rivâyet etmiştir. Ondan Amr b. Murre nakletmiştir. Yahyâ b. Maîn sika olduğunu ifade
eder, ancak Tirmizî İlelü’l-Kebîr’de isminin bilinmediğini ve hatasının çok olduğunu belirtmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/451; İbn Hacer, Tehzîb, V/75-76). 561 Amr b. Mürre b. Abdillâh b. Târık b. Hâris b. Seleme b. Ka’b (ö. 116): Ebû Ubeyde b.
Abdillâh b. Mes’ûd’dan rivâyet etmiştir. Ondan Mes’ûdî işitmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Numeyr
ve Ya’kûb b. Süfyân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/335; İbn Hacer, Tehzîb,
VIII/102-103). 562 Süleymân b. Mihrân el-Ameş (ö. 148): Sa’d b. Ubeyde’den rivâyet etmiştir. Iclî, İbn Maîn ve
Nesâî gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta Tâbiû’nden
zikretmekte, tedlis yaptığını, hatta bazen zayıf kimselerden tedlis yaptığını ifade etmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IV/139; Zehebî, Mîzân, II/224; İbn Hacer, Tehzîb, IV/222-226). 563 Cerîr b. Hâzım b. Abdillâh b. Şucâ’ el-Ezdî (ö. 175): İbn İshâk’tan rivâyet etmiştir. Ondan oğlu
Vehb aktarmıştır. Ebû Hâtim, İbn Hibbân, Sâcî, Cerîr, Ahmed b. Sâlih, Bezzâr ve İbn Sa’d gibi birçok
âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Mendi ve İbn Sa’d ömrünün sonunda ihtilat ettiğini
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/436-438; Zehebî, Mîzân, I/392-393; İbn Hacer, Tehzîb, II/69-
72) 564 Müslim, Fedâil, 34, II/1828-1829.
133
Rivâyetin Kur’an-ı Kerim’deki şu âyetle de benzerlik gösterdiği müşahade
edilmektedir: “Rahmet, Tevbe, Merhamet Peygamberi”nin anlamına gelince: Bu
hususta Enbiya Sûresi’nde Yüce Allah: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik”565 buyurmaktadır.
Hadislerde Hz. Peygamber’in daha başka adlardan bahsedilmesi, yukarıdaki
beş ismin sadece ona has olduğunu,566 öteki isimlerinin diğer Peygamberlere de
verilebileceğini göstermektedir.567
F. Hz. Peygamber’in yaygın adlarından biri de Mustafa olup “seçilmiş”
anlamında bir sıfattır.
Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebû Muğîra568-Safvân-Abdurrahmân b. Cübeyr
b. Nüfeyr569-Cübeyr b. Nüfeyr570-Avf b. Mâlik: “…Ben Âkıb (son Peygamberim),
ben seçilmiş (Mustafa) nebîyim.”571
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
565 Enbiya, 21/107. 566 Zebîdî, Zeyneddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdullatîf, Sahîh Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh
Tercemesi ve Şerhi, ter. Ahmet Naîm, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1974/1975, Ankara, IX, 252. 567 Kandemir, M. Yaşar, “Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005, XXX/423. 568 Ebû Muğîra: Abdülkuddüs b. Haccâc Ebû’l-Muğîra el-Havlânî el-Hımsî: Ebû Hâtim
hadisinin yazıldığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/71-72). 569 Abdurrahmân b. Cübeyr b. Nüfeyr el-Hadramî (ö. 97-98): Babasından rivâyet etmiştir. Ebû
Zür’a, Nesâî, Ebû Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Sa’d gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/275; Zehebî, Mîzân, II/553-554; İbn Hacer, Tehzîb, VI/154-155). 570 Cübeyr b. Nüfeyr b. Mâlik b. Âmir el-Hadramî (ö. 75/80): Şamlıdır. Ondan oğlu Abdurrahmân
rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim, Ebû Zür’a ve Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/445-446; İbn Hacer, Tehzîb, II/64-65). 571 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, VI/25.
134
3. Hz. Muhammed’in Semâvî Kitaplara Atıfla Rivâyetlerde Geçen
İsimleri
Hz. Peygamber’in Kur’an’daki bazı vasıflarıyla Tevrat’ta ve İncil’de tavsif
edildiğine erken dönem hadis kaynaklarında rastlamaktayız.
A. Hasen b. Rabî’572-Ebû’l-Ahves573- el-A’meş574-Ebû Sâlih575-Ka’b: Meşhur
hadiste beyan edildiğine göre, Tevrat’ta ve İncil’de onun vasfı şöyle geçmektedir: “O
kaba ve haşin değildir, fakat o, afvedici ve müsamehakardır.”576
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
B. Abdullâh-Abdulazîz b. Ebî Seleme577-Hilâl b. Ebî Hilâl578-Ata’ b.
Yesâr579-Abdullah b. Amr b. Âs580: Hz. Peygamber’in Tevrat’ta olan özelliklerinden
sorulduğunda, şöyle cevap verdi: “Evet, Vallahi Rasûlullah, Kur’an’daki bazı
572 Hasen b. Rabî’ b. Süleymân el-Becelî (ö. 21/22): Ebû’l-Ahves’ten rivâyet etmiştir. Iclî, Ebû
Hâtim, İbn Hırâş, Osmân b. Ebî Şeybe, Hasan b. Rabî’ saduk olduğunu ancak huccet olmadığını
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/277-278). 573 Ebu’l-Ahves: Muhammed b. Hayyân el-Ahves (ö. 227): İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Sâlih b.
Muhammed el-Esedî, İbn Hibbân ve İbn Sa’d gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/322; İbn Hacer, Tehzîb, IX/136-137). 574 A’meş: Süleymân b. Mihrân el-A’meş (ö. 148): Sa’d b. Ubeyde’den rivâyet etmiştir. Iclî, İbn
Maîn, Nesâî ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. Zehebî, bazen zayıf (bir
kimseden) tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/139; Zehebî, Mîzân, II/224; İbn
Hacer, Tehzîb, IV/222-226). 575 Ebû Sâlih el-Eş’arî eş-Şâmî: Ka’b el-Ahbâr’dan rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a, isminin
bilinmediğini ifade etmekte, Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/442; Zehebî, Mîzân, IV/538; İbn Hacer, Tehzîb, XII/130-131). 576 Dârimî, Mukaddime, 2, I/4-5. 577 Abdulazîz b. Ebî Seleme el-Umerî: Ebû Seleme b. Ubeydillâh b. Abdillâh b. Ömer b. Hattâb’ın
oğludur. Bağdatlıdır. Künyesi, Ebû Abdirrahmân’dır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/452). 578 Hilâl b. Ali b. Üsâme: Hilâl b. Ebî Hilâl el-Âmirî de denilmiştir. Ata’ b. Yesâr’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Füleyh rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Hibbân, Dârekutnî, Hilâl b. Ali ve
Mesleme gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Vâkıdî, Hişâm b. Abdülmelik’in
hilâfetinin sonunda vefât ettiğini belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, XI/82). 579 Atâ’ b. Yesâr el-Hilâlî (ö. 103): Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Zür’a,
Nesâî ve İbn Sa’d’a göre sikadır. Buhârî ise, onun hadisinde mürsel olduğunu belirtmektedir. ( Mürsel
burada râvî ile şeyhinin arasının munkatı’ olmasını ifade eder.) (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/438; Zehebî,
Mîzân, III/77; İbn Hacer, Tehzîb, VII/217-218). 580 Abdullâh b. Amr b. Âs b. Vâil b. Hâşim b. Saîd b. Sa’d b. Sehm b. Amr b. Hemîs b. Ka’b b.
Lüeyy b. Gâlib el-Kuraşî (ö. 65): Ondan Atâ’ b. Yesâr rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/141;
İbn Hacer, Tehzîb, V/337-338).
135
vasıflarıyla Tevrat’ta tavsif buyrulmuştur ki, bu muhakkaktır ve şöyledir: ‘Ey Aziz
Peygamber! Şüphesiz biz seni (Hakk’a) şahid, (Mü’minlere) müjdeleyici,
(inanmayanlara) korkutucu, âcizlere koruyucu gönderdik. Sen, elbette benim kulum
ve peygamberimsin! Sana ben Mütevekkil adını verdim. Bu peygamber; kötü huylu,
katı kalpli, çarşılarda bağıran değildir. O, kötülüğe kötülükle mukâbele etmez, bilâkis
onu af ile, mağfiretle karşılar.’ Allah, (şirke) sapan kavmi, bu Peygamberle “Lâilâhe
illallâh” diyerek doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah; kör gözleri, sağır
kulakları, kapalı gönülleri bununla açacaktır.”581
Rivâyet isnad açısından “sahih”tir.
Abdullâh b. Amr b. Âs rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Abdullâh b. Amr b. Âs-Atâ’ b. Yesâr-Fuleyh582-Muhammed b. Sinân583-
Buhârî.584
2. Abdullâh b. Amr b. Âs-Atâ’ b. Yesâr-Hilâl b. Ali-Fuleyh b. Süleymân-
Mûsâ b. Dâvûd ve Yûnus b. Muhammed585-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.586
Fuleyh b. Süleymân’ın durumu sebebiyle bu rivâyetler “zayıf”tır.
Rivâyetin Kur’an-ı Kerim’deki şu âyetle de benzerlik gösterdiği müşahade
edilmektedir: Hz. Mûsâ’ya indirilen Tevrat’ta Hz. Peygamber’in ashabının hal ve
vasıfları şöyle açıklanmış bulunuyordu: “Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Onunla
581 Buhârî, Tefsîri’l-Kur’an, 48/3, VI/44-45. 582 Fuleyh b. Süleymân b. Ebî Muğîre (ö. 168): Ondan Muhammed b. Sinân ve Yûnus b.
Muhammed rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî ve Ebû Dâvûd gibi âlimler tarafından zayıf
olarak görülmüştür. Ancak Dârekutnî, onda bir beis olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/113; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/303-305). 583 Muhammed b. Sinân el-Bâhilî (ö. 222/223): Füleyh b. Süleymân’dan rivâyet etmiştir. Ondan
Buhârî aktarmıştır. İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Hibbân, Dârekutnî ve Mesleme gibi âlimler tarafından
sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, IX/205/206). 584 Buhârî, Buyû’, 50, III/21. 585 Yûnus b. Muhammed b. Müslim el-Bağdâdî (ö. 207): Füleyh b. Süleymân’dan rivâyet etmiştir.
Ondan Ahmed aktarmıştır. İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân’a göre sikadır. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, IX/302; İbn Hacer, Tehzîb, XI/447-448). 586 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/174.
136
birlikte olan (Ashab da), kafirlere karşı çok sert, kendi aralarında ise çok
merhametlidirler. Onların rükû ve secde ederek; Allah’tan, lütuf ve rızasını
istediklerini görürsün. Onların yüzlerinde, secdelerin izinden dolayı, nûranîlik
vardır. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır…” 587
Remzi Kaya “İlahî Kitaplarda Hz. Muhammed” adlı makalesinde
Abdulahad’dan naklen şöyle der: “Abdulahad, Tevrat’ın “Haggay “2/7-9 da yer alan
“Shake” yerinde “Himada” veya “Himda” kelimesinin bulunduğunu, bunun Arapça
karşılığının Ahmed olduğunu bildirmektedir.588
Kitab-ı Mukaddes içerisinde yer alan Mezmurlar bölümünde konuyla ilgili
önemli bilgiler bulunmaktadır. Buna göre âhir zaman Nebîsi’nin bazı vasıfları şöyle
zikredilmektedir: Âdemoğulları’nın en güzeli olacağı, cihad edeceği,
Peygamberliğinin ebedî olacağı, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayacağı, nesilden
nesile isminin zikredileceği, emin, adil olacağı ve hakka riâyet edeceği, milletleri
emri altına alacağı… gibi dikkat çekici bilgiler bulunmaktadır.589
Tevrat’ın bugün eldeki nüshaları bile aşağı yukarı aynı şekilde bu müjdeleri
ihtiva etmektedir. Tevrat’ta İşaya Peygamber’in de müjdeleri şunlardır: “İşte
kendisine destek olduğum kulum; canımın kendisinden razı olduğu seçkin kulum:
Ruhumu onun üzerine koydum; milletler için hakkı meydana çıkaracaktır.”590
İşaya’nın bu müjdesi dikkate şayandır. Birinci müjdede Hz. Peygamber’in
“seçkin kul” olduğu söyleniyor ki, bu kelime “Mustafa”nın anlamının aynısıdır.591
Hz. İşaya, kitabının 41. babında da kısmen bundan bahseder ve der ki:
“Adaletle kendi ayağına çıkardığı adamı şarktan kim ayağa kaldırdı? Milletleri onun
587 Fetih, 48/29. 588 Kaya, Remzi, “İlahî Kitaplarda Hz. Muhammed”, UÜİFD, sayı: 6, cilt: 6, 1994, s. 229. 589 Mezmurlar, 45/1-18. 590 Kitab-ı Mukaddes, İşaya bahsi, bab: 42, âyet: 1. 591 Şibli, Mevlana, a.g.e, III/205.
137
önüne koyuyor ve kralların üzerine onu hâkim kılıyor; onları bir toz gibi onun
kılıcına, yelin sürdüğü anız gibi onun yayına veriyor?”592
Bundan adalet sahibinin şarktan çıkacağı anlaşılıyor. Tevrat, şarktan
bahsettiği zaman Arabistan’ı kasdeder. Bu da adalet sahibinin Arabistan’dan
çıkacağına işarettir. Hz. Peygamber’in adalet sahibi olduğu beyan ediliyor ki, bu da
“Emin” e mukabildir. Emin, Peygamberlikten önce aldığı ünvandır.593
“Şilo gelinceye kadar, saltanat asası Yahuda’dan, hükümdarlık asası da
ayaklarının altından gitmeyecektir. Ve milletlerin itaati ona olacaktır.”594
Ahd-i Atik’in bütün tercümelerinde bu ‘Şilo’ kelimesi aynen korunmuş,
tercüme edilmemiştir.595 Bu manasıyla ilgili üç ihtimal düşünülmüştür:
a. Bu kelime, ‘şiluah’ kelimesinin bozulmuş şeklidir; “Yah”ın Rasûlü, yani
sadece Hz. Muhammed için kulanılan bir sıfat olan “Allah’ın Rasûlü” ifadesine
tekabül eder.
b. Bu kelime, ‘saltanat ve şeriat’ sahibi, ‘büyük ve kanun koyucu otoritesi
olan’ ve ‘milletlere hükmeden’ şahıs anlamlarına gelmektedir.
c. Bu kelime, ‘barış, kalp huzuru, sessizlik ve güven’ anlamlarına gelir;
Peygamberimiz’e, çevresindeki insanlar tarafından verilen isim de ‘Muhammedü’l-
Emin’ yani ‘Güvenilir Muhammed’dir.596
İlginç olan şey, bu kelimenin, Tevrat’ın başka hiçbir yerinde geçmemesi ve
diğer Peygamberler için kullanılmamış olmasıdır.597
592 Kitab-ı Mukaddes, İşaya bahsi, bab: 41, âyet: 2. 593 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/205. 594 Tekvin, 49/10. 595 Dâvûd, Abdülahad, Tevrat ve İncil’e Göre Hz. Muhammed, ter. Nusret Çam, İzmir, 1992, s. 64. 596 Dâvûd, Abdülahad, a.g.e, s. 65, 69. 597 Dâvûd, Abdulahad, a.g.e, s. 71.
138
“Kahinler’in başı sordu, bu Mesih hangi isimle çağrılacak ve onun gelişinin
işaretleri ne olacaktır? İsa Mesih dedi ki: Bu Mesih’in adı “takdir edilmeye layık” tır.
Zira Allah onun ruhunu yarattığı zaman ona bu ismi kendisi vermiştir. Ve orada ona
kral muamelesi yapılmıştır. Allah dedi ki: “Ey Muhammed bekle. Zira senin için
cenneti, dünyayı bir çok mahluku yaratacağım ve bunları sana hediye olarak
gönderdiğimde kurtuluş habercisi olarak göndereceğim. Senin sözlerin doğru
olacaktır. Öyle ki yeryüzü, gökler kaybolup gidecekler ama senin adın ayakta
duracaktır. Öyleyse onun mübarek adı “Muhammed”dir.598
Hz. Peygamber’in Hindu kutsal kitaplarındaki isimleri, ‘Narashansah (Övülen
kişi),’ Astvishyata (Övülecek kişi) anlamındadır. Onun Zerdüştî kitaplardaki ismi,
‘Saoşyant (Âlemlere rahmet)’tir. Budist kutsal kitaplarındaki isimleri de, ‘Metteya’
ve ‘Maitraya’dır. O, Ahd-i Atik’te, ‘ Şilo (Allah’ın Rasûlü)’,’ Barnaşa (İnsanoğlu)’
ve ‘Himda (Ahmed)’, ‘İnsanoğlu’ ve ‘O Peygamber’dir. Hıristiyanlar’ın kabul
etmediği Barnaba İncil’inde ise onunla ilgili müjdeler dahi bârizdir; bu kitapta o,
bizzat ismiyle müjdelenmiştir.599
Vişnu Puran adlı kitab’ın 24. bölümünde şöyle denilmektedir: “Vedalar
(gerçek ilim kitapları) tarafından öğretilen hareket ve fiiller, hakikî müesseseler,
mevcudiyetlerini tam kaybedecekleri sırada, bu karanlık çağların sona ermesi
yaklaşacak ve Tanrı’nın son tenâsühü, bir cenkçi, muharip şeklinde tezâhür
edecektir. Bu muharip, Sambla Dîb (Kumlu Ada)’de, ârif ve namlı bir aileden
dünyaya gelecektir. Babasının adı Vişnuyasa (Allah’ın kulu: Abdulllah), anasının adı
‘Somti (emin olunan kişi: Âmine)’ olacaktır.”600
598 Barnabas, Bölüm, 97. 599 Kiraz, Celil, “Hz. Muhammed’in (s.a.s) Önceki Kutsal Kitaplarda Müjdelenmesi (Tebşîrât)”, UÜİF
Dergisi, cilt: 10, sayı: 1, 2001, s. 258. 600 Kiraz, Celil, a.g.m, s. 258, (Vişnu Puran, XXIV’den naklen).
139
4. Künyeleri
A. Ali b. Abdillâh-Süfyân-Eyyûb601-İbn Sîrîn602-Ebû Hureyre-Rasûlullah
(s.a.s): “İsmimle isimlenin, künyemle künyelenmeyin” buyurmaktadır.603
Ebû Hureyre’den nakledilen rivâyetin diğer isnadları şöyledir:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed b. Sîrîn-Hişâm-Saîd b.
Âmir604-Dârimî.605
2. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed-Avf606-Hevze607-Ahmed b.
Hanbel.608
3. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Ebû Zür’a609-Abdullâh b. Yezîd en-Nehaî610-
Şu’be-Muhammed b. Ca’fer-Ahmed b. Hanbel.611
601 Eyyûb b. Ebî Temîme Keysân es-Sehtiyânî (ö. 125/131): Ondan Süfyân rivâyet etmiştir. Yahyâ
b. Maîn, İbn Sa’d, Ebû Hâtim ve Nesâî sika olduğunu ifade eder. (İbn Hacer, Tehzîb, I/397-399). 602 Muhammed b. Sîrîn el-Ensârî (ö. 110): Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir. Ondan Cerîr el-Hâzım
ve Avf el-A’rabî nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür’a, İbn Maîn, Iclî ve İbn Sa’d sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/372-373; İbn Hacer, Tehzîb, IX/214-217). 603 Buhârî, Edeb, 106, VII/116; Rivâyetin diğer isnadları için bkz. Câbir-Sâlim b. Ebî Ca’d-Katâde-
Şu’be-Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, a.g.e, III/295); Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-
Muhammed-Eyyûb-Abdülvehhâb es-Sekafî-Ahmed b. Hanbel (Ahmed b. Hanbel, a.g.e, Müessesetü’r-
Risâle, Beyrut, Lübnan, 1997, XII/499); Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed-Eyyûb-Süfyân
(Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XII/333); Rasûlullah-Ebû Hureyre-İbn Sîrîn-Eyyûb-Ma’mer-Abdurrazzâk
(Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XIII/92); Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Hureyre-Ebî Sâlih-Ebî Husayn-Ebû Avâne-
Musa (Buhârî, İlim, 38, I/35-36); Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed b. Sîrîn-Eyyûb-Süfyân
b. Uyeyne-Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Amr en-Nâkıd ve Züheyr b. Harb ve İbn Numeyr (Müslim,
Âdâb, 1, hadis no: 8 (2134), II/1684); Ebû’Kâsım (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed-Eyyûb-Süfyân b.
Uyeyne-Ebû Bekr b. Ebî Şeybe (İbn Mâce, Edeb, 33, hadis no: 3735, II/1230). 604 Saîd b. Âmir ed-Dab’î: Ondan Abdullâh ed-Dârimî rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn
Sa’d, İbn Hibbân, Iclî ve İbn Kâni’ gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, II/48-49, 1952; İbn Hacer, Tehzîb, IV/50-51). 605 Dârimî, İsti’zân, 58, I/689-690. 606 Avf b. Ebî Cemîle el-Abdî (ö. 146/147/159): İbn Sîrin’den rivâyet etmiştir. Ondan Hevze b.
Halife aktarmıştır. Ebû Hâtim, Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Nesâî ve İbn Sa’d gibi birçok âlim
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/21-22; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/166-167)
Bündâr ise onun kaderî, râfizi ve şeytan olduğunu belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, III/305). 607 Hevze b. Halife b. Abdillâh b. Abdirrahmân b. Ebî Bekre es-Sakafî (ö. 214/215/216): Avf el-
A’râbî’den rivâyet etmiştir. Ondan Ahmed b. Hanbel aktarmıştır. Yahyâ b. Maîn zayıf olduğunu
söylerken; Ebû Hâtim saduk olduğunu, Nesâî, onda bir beis olmadığını, İbn Hibbân sika olduğunu
ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/145-146; Zehebî, Mîzân, IV/311; İbn Hacer, Tehzîb, XI/74-75). 608 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XV/66. 609 Ebû Zür’a: Amr b. Cerîr b. Abdillâh b. el-Becelî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir. Ondan
İbrahim en-Nehâî nakletmiştir. İbn Maîn, İbn Hırâş ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/99-100).
140
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyetler
“sahih”tir.
4. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed-Eyyûb-Abdülvehhâb b.
Abdilmecid612-Ahmed b. Hanbel.613
Abdülvehhâb b. Abdilmecid’in mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
5. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Muhammed-Cerîr-Hüseyn614-Ahmed b.
Hanbel.615
Avf’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Aynı hadisin Câbir’den nakledilen isnadlarını ise şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Câbir-Ebû Süfyân616-A’meş-Ebû Muâviye-Ebû Bekr-İbn
Mâce.617
Ebû Süfyân’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
2. Nebî (s.a.s)-Câbir-Sâlim-Mansûr-Şu’be-Muhammed b. Kesîr618-Buhârî.619
610 Abdullâh b. Yezîd en-Nehaî: Ondan Şu’be rivâyet etmiştir. Sevrî, İbn Hibbân sika olduğunu, Ebû
Hâtim onda bir beis olmadığını ifade eder. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/80-81) Zehebî ise, Şu’be harici
kimsenin ondan rivâyet etmediğini nakletmektedir. (Zehebî, Mîzân, II/526). 611 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XV/550. 612 Abdülvehhâb b. Abdilmecid b. Salt b. Ubeydillâh b. Hâkem b. Ebi’l-Âs es-Sekafî (ö. 194):
Humeyd et-Tavîl’den rivâyet etmiştir. Ondan İbn Ebî Şeybe aktarmıştır. Yahyâ b. Maîn sika
olduğunu, ömrünün sonlarında ihtilât ettiğini belirtmektedir. İbn Sa’d sika olduğunu, ancak onda zayıf
rivâyetlerin de mevcut olduğunu zikretmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/449-450). Zehebî, ihtilât ettiği
dönemde hadis nakletmediğini belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, II/680-681). İbn Ebî Hâtim onun
mechûl olduğunu kaydetmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/87). 613 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XII/334. 614 Hüseyn b. Muhammed b. Bihrâm et-Temîmî (ö. 213/214): Cerîr b. Hâzım’dan rivâyet etmiştir.
Ondan Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. İbn Sa’d, İbn Kâni’, Muhammed b. Mes’ûd, Iclî, İbn Numeyr
ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/71; Zehebî,
Mîzân, I/547; İbn Hacer, Tehzîb, II/366-367). 615 Ahmed b. Hanbel, XV/47. 616 Ebû Süfyân: Talha b. Nâfi’ el-Kuraşî Ebû Süfyân el-Vâsitî: Câbir b. Abdillâh’tan rivâyet
etmiştir. Ondan A’meş nakletmiştir. Ahmed, Nesâî ve İbn Adî onda bir beis olmadığını ifade
etmektedir. (İbn Hacer, a.g.e, V/26-27) Yahyâ b. Maîn bir şey olmadığını zikretmektedir. İbn Medînî
onu hadiste zayıf saydıklarını söylemiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/475, 1952; Zehebî, Mîzân, II/342-
343). 617 İbn Mâce, Edeb, 33, hadis no: 3736, II/1230.
141
Râvîler hakkında cerh-ta’dîl otoritelerinin müsbet kanaati bulunduğundan bu
rivâyet “sahih”tir.
B. Muhammed b. Ca’fer-Şu’be ve Haccâc-Katâde-Sâlim b. Ebû’l-Ca’d-Câbir
b. Abdillah: Ensâr’dan bir adamın çocuğu oldu. Onu Muhammed olarak
isimlendirmek istedi. Nebî’ye (s.a.s) geldi ve ona sordu. (Hz. Peygamber): “Ensâr
doğru bir tutum sergiledi. İsmimle isimlenin, künyemle künyelenmeyin” buyurdu.620
Câbir b. Abdillâh rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebû’l-Ca’d-Katâde ve Mansûr ve Süleymân621-
Şu’be-Ebû’l-Velîd622-Buhârî.623
2. Câbir b. Abdillâh el-Ensârî-Sâlim b. Ebû’l-Ca’d-Şu’be ve Haccâc-
Muhammed b. Ca’fer-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.624
3. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebû’l-Ca’d-Husayn-Şu’be-Muhammed b.
Ca’fer-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.625
C. Ziyâd b. Abdillâh b. Tufeyl el-Bekkâî el-Âmirî626-Mansûr627-Sâlim628-
Câbir b. Abdillâh: “Bizden bir adamın oğlu dünyaya gelmişti. Adını Muhammed
618 Muhammed b. Kesîr el-Abdî (ö. 223): Şu’be’den rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir. İbn
Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ebû Hâtim ve Süleymân b. Kâsım gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/82-83; Zehebî, Mîzân, IV/18; İbn Hacer, Tehzîb, IX/417-
418). 619 Buhârî, Menâkıb, 20, IV/163. 620 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XXII/90. 621 A’meş: Süleymân b. Mihrân el-A’meş (ö. 148): Sa’d b. Ubeyde’den rivâyet etmiştir. Iclî, İbn
Maîn, Nesâî ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. Zehebî, bazen zayıf (bir
kimseden) tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/139; Zehebî, Mîzân, II/224). 622 Hişâm b. Abdilmelik el-Bâhilî (ö. 227): Şu’be’den rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir.
Iclî, İbn Sa’d, İbn Hibbân ve İbn Kâni’ gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer,
Tehzîb, XI/45-47). 623 Buhârî, Farzu’l-Humus, 7, IV/49. 624 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/298. 625 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/369. 626 Ziyâd b. Abdillâh b. et-Tufeyl el-Bekkâî (ö. 183): Mansûr’dan rivâyet etmiştir. Ondan Ahmed b.
Hanbel nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, onda bir beis olmadığını ifade ederken, İbn Maîn, Ali b.
142
koydu. Bunun üzerine kavmi ona: ‘Sana Rasûlullah’ın ismini koymaya izin
vermeyiz’ dediler. Bunun üzerine o adam, çocuğunu sırtına alarak yola çıktı. Nihayet
çocuğu, Hz. Peygamber’e getirip ona: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bir oğlum dünyaya
geldi. Adını Muhammed koydum. Fakat kavmim bana: ‘Rasûlullah’ın ismini
koymana izin vermeyiz diyorlar’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: ‘Benim isimlerimi
çocuklarınıza verin, fakat künyemi çocuklarınıza takmayın. Ben ancak Kâsım’ım,
sizin aranızda taksim yaparım’ buyurdu.”629
Câbir b. Abdillâh rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-Mansûr-Şu’be-Muhammed b.
Ca’fer.630
2. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-Husayn631-Abser632-Hennâd b.
Seriy633-Müslim.634
Medînî, Ebû Hâtim, Nesâî ve İbn Sa’d gibi âlimler tarafından zayıf görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, III/485-486; Zehebî, Mîzân, II/91-92; İbn Hacer, Tehzîb, III/375-377). 627 Mansûr b. Mu’temir b. Abdillâh b. Rebîa (ö. 132): Ondan Ziyâd b. Abdillâh el-Bekkâî rivâyet
etmiştir. Yahyâ b. Maîn, insanların en sebti olduğunu ifade etmektedir. Ebû Hâtim ve Iclî sika
olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, X/312-315). 628 Sâlim b. Ebî’l-Ca’d Râfi’ el-Eşcaî (ö. 97/99/100): Câbir’den rivâyet etmiştir. Ondan Mansûr b.
Mu’temir nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Zür’a ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, a.g.e,
III/432-433) Tâbiî’nin sikalarındandır. Fakat tedlis ve irsâl yapmaktadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, 1952;
Zehebî, Mîzân, II/109). 629 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XXIII/336; Rasûlullah (s.a.s)-Câbir-Sâlim-el-A’meş-Ebû Muâviye
(Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XXII/263); Rasûlullah (s.a.s)-Câbir b. Abdillâh el-Ensârî-Sâlim b. Ebî’l-
Ca’d-Husayn b. Abdirrahmân-Şu’be-Âdem (Buhârî, Edeb, 109, VII/118); A’meş-Vekî’-Ebû Bekr b.
Ebî Şeybe (ح) Ebû Saîd el-Eşec-Vekî’-el-A’meş-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-Câbir b. Abdillâh-Rasûlullah
(s.a.s) (Müslim, Âdâb, 1, hadis no: 5, II/1683); A’meş-Ebû Muâviye-Ebû Küreyb (Müslim, Âdâb, 1,
hadis no: 5, II/1683). 630 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XXIII/219. 631 Husayn b. Abdirrahmân es-Sülemî (ö. 136): Sâlim b. Ebi’l-Ca’d’dan rivâyet etmiştir. Ahmed,
Husayn b. Abdirrahmân hadis ashabının büyüklerinden sika me’mûn bir kimsedir, demektedir. İbn
Maîn, Iclî, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim ve İbn Hacer gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. Ebû
Hâtim ömrünün sonunda hafızasının kötüleştiğini belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/207-208;
İbn Hacer, Tehzîb, II/381-383). 632 Abser b. Kâsım ez-Zebîdî (ö. 178/179): Husayn b. Abdirrahmân’dan rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel, İbn Maîn, Nesâî, Ebû Dâvûd, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Ya’kûb b. Süfyân ve İbn Hibbân gibi
âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, V/136-137). 633 Hennâd b. Seriy b. Mus’ab b. Ebî Bekr b. Şibr b. Sa’fûk b. Amr b. Zürâra b. Ades b. Zâide
b. Abdillâh b. Dârim et-Teymî (ö. 243): Abser b. Kâsım’dan rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim, Nesâî ve
İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/146-147; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/70-71).
143
3. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-Mansûr-Cerîr-Osmân b. Ebî Şeybe
ve İshâk b. İbrâhîm635-Müslim.636
Sâlim b. Ebî’l-Ca’d’ın durumu sebebiyle bu rivâyetlerin hepsi “hasen”dir.
D. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Huşeym-637Husayn638-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-
Câbir b. Abdillâh: “Bizden bir adamın oğlu oldu. Onu Kâsım olarak isimlendirdi.
Biz, ‘Onu Nebî’ye (s.a.s) soruncaya kadar onunla künyelendirmeyiz’ dedik.
(Rasûlullah (s.a.s): ‘İsmimle isimlenin, künyemle künyelenmeyin. Ben aranıza
Kâsım olarak gönderildim’ buyurdu.”639
Câbir b. Abdillâh rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Sâlim b. Ebî’l-Ca’d-Mansûr-Ma’mer-Abdurrazzâk640
Sâlim b. Ebî’l-Ca’d’ın durumu sebebiyle bu rivâyetler klasik hadis usulü
bakımından “hasen”dir.
E. Müslim b. İbrâhîm641-Hişâm642-Ebû Zübeyr643-Câbir-Nebî (s.a.s): “Benim
ismimle isimlenmiş olan kimse, künyemi de almasın. Künyemi alan kimse de ismimi
almasın.” Tirmizî: “Bu hadis bu vecihten hasen, garibdir” demektedir.644
634 Müslim, Âdâb, 1, hadis no: 4, II/1683. 635 İshâk b. İbrâhîm b. Mahled b. İbrâhîm b. Matar (ö. 238): Cerîr’den rivâyet etmiştir. Nesâî, sika
olduğunu belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, I/182-183; İbn Hacer, Tehzîb, I/216-219). 636 Müslim, Âdâb, 1, hadis no: 3 (2133), II/1682. 637 Hüşeym b. Beşîr b. Kâsım b. Dinâr es-Sülemî (ö. 183): Husayn b. Abdirrahmân’dan rivâyet
etmiştir. Iclî, Ebû Hâtim, Ebû Zür’a ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir. Ahmed b. Hanbel,
Husayn b. Abdirrahmân’dan (nakilde) semâ olarak Hüşeym’den daha sahih bir kimse olmadığını ifade
etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/141-142; Zehebî, Mîzân, IV/306-308; İbn Hacer, Tehzîb, XI/59-
64). 638 Husayn b. Abdirrahmân es-Sülemî: Sâlim b. Ebî’l-Ca’d’dan rivâyet etmiştir. Ondan Hüşeym
rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Iclî, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi âlimler
tarafından sika olarak görülmüştür. Ebû Hâtim, ömrünün sonunda hadis konusunda hafızasının
kötüleştiğini, İbn Adî onda bir beis olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/207-208; İbn
Hacer, Tehzîb, II/381-383). 639 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/303. 640 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XXIII/225. 641 Müslim b. İbrâhîm el-Ezdî (ö. 222): Hişâm ed-Destüvâî’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû Dâvûd
nakletmiştir. İbn Maîn, Iclî, Ebû Hâtim, İbn Sa’d ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn
Hacer, Tehzîb, X/121-123).
144
Câbir b. Abdillâh’ın Hz. Peygamber’den naklettiği rivâyetin diğer bir isnadını
şöyle sıralamak mümkündür:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Câbir-Ebû Zübeyr-Hüseyin b. Vâkıd645-Fadl b. Mûsâ646-
Hasen b. Hureys.647
Aynı rivâyetin Ebû Hureyre’den nakledilen isnadları ise şöyledir:
1. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Ebû Zür’a648-Silm b. Abdirrahmân en-Nehaî649-
Şerîk650-Yahyâ b. Âdem651-Ahmed b. Hanbel-Abdullah.652
3. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Ebû Zür’a-Silm b. Abdirrahman en-Nehaî-Şerîk-
Haccâc653-Ahmed b. Hanbel-Abdullah.654
642 Hişâm b. Ebî Abdillâh ed-Destüvâî (ö. 52/53/54): Katâde’den rivâyet etmiştir. Şu’be, Ebû Dâvûd
et-Tayâlisî, İbn Medînî, Iclî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(Zehebî, Mîzân, IV/300; İbn Hacer, Tehzîb, XI/43-45). 643 Muhammed b. Müslim b. Tedrus el-Esedî (ö. 126): Câbir’den rivâyet etmiştir. Ondan Hişâm
ed-Destüvâî aktarmıştır. İbn Maîn, Nesâî, İbn Medînî, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Sa’d sika olduğunu
belirtmektedir. Ancak Ebû Hâtim, hadisinin yazıldığını fakat onunla amel edilemeyeceğini
belirtmektedir. Ebû Zür’a ancak sika kimselerden hadisinin ihticâc olduğunu ifade etmektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/87-89; Zehebî, Mîzân, IV/37-40; İbn Hacer, Tehzîb, IX/440-443). 644 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/364; Ebû Dâvûd, Edeb, 67 (4966), V/249; Tirmizî, Edeb, 68, hadis no:
2842, V/136. 645 Hüseyn b. Vâkıd (ö.157/159): Fadl b. Mûsâ es-Sinânî’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn sika
olduğunu belirtmektedir. Ahmed, Ebû Zür’a ve Nesâî ise onda bir beis olmadığını söylemektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, III/74-75; İbn Hacer, Tehzîb, II/374-375). 646 Fadl b. Mûsâ es-Sînânî (ö. 192): Hüseyn b. Vâkıd’dan rivâyet etmiştir. İbn Maîn ve İbn Sa’d sika
olduğunu belirtmektedir. Ebû Hâtim saduk olduğunu zikretmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/91-
92; İbn Hacer, a.g.e, VII/286-287). Zehebî Mîzân’da münker hadisleri naklettiğini haber vermektedir.
(Zehebî, Mîzân, III/360). 647 Tirmizî, Edeb, 68, hadis no: 2842, V/136. 648 Ebû Zür’a b. Amr b. Cerîr b. Abdillâh el-Becelî : Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir. Ondan
İbrahim en-Nehaî nakletmiştir. İbn Maîn, İbn Hırâş ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/99-100). 649 Silm b. Abdirrahmân en-Nehaî: Ebû Zür’a, Amr b. Cerîr’den rivâyet etmiştir. Ondan Şerîk
nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Hanbel, Iclî, Dârekutnî ve İbn Hibbân gibi âlimler
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/263-264, 1952; İbn Hacer, Tehzîb,
IV/131-132). İbn Maîn onun kavî olduğunu belirtmektedir. Bazı hâfızlar onu ithâm etmiştir. İbrâhîm
en-Nehaî onun kezzâb olduğunu belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, II/185-186). 650 Şerîk b. Abdillâh b. Ebî Şerîk en-Nehaî (ö. 177): Ondan Yahyâ b. Âdem rivâyet etmiştir. İbn
Maîn ve Iclî sika olduğunu belirtmekle birlikte, Ya’kûb b. Şeybe, Dârekutnî gibi âlimler tarafından
zayıf görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/365-367, 1952; Zehebî, Mîzân, II/270-274; İbn Hacer,
Tehzîb, IV/333-337). 651 Yahyâ b. Âdem b. Süleymân el-Emevî (ö. 203): Ondan Ahmed b. Hanbel rivâyet etmiştir. İbn
Maîn, Ebû Hâtim, Ya’kûb b. Şeybe, İbn Sa’d, Iclî ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/158-159; İbn Hacer, Tehzîb, XI/175-176). 652 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/312.
145
Rivâyetler Silm b. Abdirrahmân en-Nehaî’nin ve Şerîk b. Abdillâh’ın
durumu sebebiyle “hasen”dir.
4. Nebî (s.a.s)-Ebû Hureyre-Aclân el-Medenî655-İbn Aclân656-Yahyâ-Ahmed
b. Hanbel-Abdullâh.657
Râvîler hakkında cerh-ta’dîl imamlarının müsbet kanaatleri bulunduğundan
bu rivâyet “sahih”tir.
F. Muhammed b. Beşşâr-Yahyâ b. Saîd el-Kattân658-Fıtr b. Halîfe659-Münzir
es-Sevrî660-Muhammed b. Hanefiyye661-Ali b. Ebî Tâlib: “Eğer senden sonra bir
çocuğum dünyaya gelirse ona, hem senin ismini hem de künyeni vereceğim
dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.s): ‘Evet koyabilirsin’ buyurmuştur.” Tirmizî hadisin
sahih olduğunu belirtmektedir.662
Hz. Ali’den nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
653 Haccâc b. Muhammed el-Massîsî (ö. 206): Ondan Ahmed b. Hanbel rivâyet etmiştir. Ali b.
Medînî sika olduğunu, Ebû Hâtim ise saduk olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/178;
Zehebî, Mîzân, I/464; İbn Hacer, Tehzîb, II/205-206). 654 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/454-455. 655 Aclân el-Medenî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim, Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b.
Maîn, Ebû Zür’a, İbn Hibbân ve Nesâî sika olduğunu belirtmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, VII/162). 656 Muhammed b. Aclân el-Medenî (ö. 148/149): Babasından rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn
Maîn, Ebû Zür’a, Nesâî, Ebû Hâtim, Iclî ve İbn Uyeyne sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VIII/58-60; Zehebî, Mîzân, III/644-647; İbn Hacer, Tehzîb, IX/341-342). 657 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/433. 658 Yahyâ b. Saîd b. Ferrûh el-Kattân: İbrâhîm b. Muhammed et-Teymî, Yahyâ el-Kattân’dan daha
bilgili bir kimse görmediğini ifade etmektedir. Ahmed b. Hanbel, İbn Ma^şn, İbn Sa’d, Iclî, Ebû
Zür’a, Ebû Hâtim ve Nesâî sika olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/184-186; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/216-220); Zehebî, zamanının muhaddisi olduğunu kaydeder. (Zehebî, Mîzân,
IV/380). 659 Fıtr b. Halîfe el-Kuraşî (ö. 153/155): Münzir es-Sevrî’den rivâyet etmiştir. Ondan el-Kattân
rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Iclî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından
sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, VIII/300-302). 660 Münzir es-Sevrî: Münzir b. Ya’lâ Ebû Ya’lâ es-Sevrî: İbn Hanefiyye’den rivâyet etmiştir.
Ondan Fıtr nakletmiştir. Yahyâ b. Maîn sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VIII/276). 661 İbn Hanefiyye: Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib el-Hâşimî (ö. 73/80/82): İbn Hanefiyye olarak
bilinir. Babasından (Ali b. Ebî Tâlib’den) rivâyet etmiştir. Iclî sika olduğunu belirtmektedir. İbn
Hibbân Ehl-i Beyt’in faziletlilerinden olduğunu kaydetmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/33; İbn
Hacer, Tehzîb, IX/354-355). 662 Tirmizî, Edeb, 68, hadis no: 2843, V/137.
146
1. Ali (r.a)-İbn Hanefiyye-Münzir-Kıtr-Vekî’-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.663
2. Ali (r.a)-Muhammed b. el-Hanefiyye-Münzir-Fıtr-Ebû Üsâme-Osman ve
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe.664
Rivâyetler isnad açısından “sahih”tir.
a. Ebû’l-Kâsım
A. Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ’ ve İbn Ebî Ömer665-Mervân el-Fezârî666-
Humeyd667-Enes: “Rasûlullah (s.a.s) Bakî’deydi. Bir adam diğerine: “Ya Ebâ’l-
Kâsım!” diye seslendi. Rasûlullah (s.a.s) ona döndü. Adam: “Seni kasdetmedim ya
Rasûlallah!” dedi. (Hz. Peygamber): “İsmimle isimlenin, künyemle künyelenmeyin”
buyurdu.668
Enes’ten nakledilen yukarıdaki rivâyetin diğer isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Enes-Humeyd-Muhammed b. Abdillâh669-Ahmed b. Hanbel.670
663 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/95. 664 Ebû Dâvûd, Edeb, 76, hadis no: 4967, V/250. 665 Muhammed b. Yahyâ b. Ebî Ömer el-Adenî (ö. 243): Ondan Müslim rivâyet etmiştir. Ebû
Hâtim: “Salih bir adamdır. Onda gaflet vardır. Onun yanında mevzû bir hadis gördüm” demektedir.
İbn Hibbân Sikât’ta zikretmiştir. Mesleme onda bir beis olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VIII/144-145; İbn Hacer, Tehzîb, IX/518-520). 666 Mervân b. Muâviye b. Hâris b. Esmâ’ b. Hârice b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr el-Fezârî (ö.
193): Humeyd et-Tavîl’den rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Nesâî,
Iclî, İbn Sa’d ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. İbn Maîn ve Âcurrî isimleri değiştirdiğini
ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/310-311; İbn Hacer, Tehzîb, X/96-98). İbn Medînî,
bilinen kimselerden rivâyet ettiğinde sika olduğunu belirtmektedir. (Zehebî, Mîzân, IV/93-94). 667 Humeyd b. Ebî Humeyd et-Tavîl (ö. 142/143/150): Enes b. Mâlik’ten rivâyet etmiştir. Yahyâ b.
Maîn, Iclî, Ebû Hâtim, İbn Hırâş, Nesâî, İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika
görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, III/38-40). Şu’be, Humeyd Enes’ten üç ya da dört hadis işittiğini,
kalanını ise Sâbit’ten naklettiğini aktarmaktadır. Ukaylî ve İbn Adî Duafâ’da onu zikretmiştir.
(Zehebî, Mîzân, I/610). 668 Müslim, Âdâb, 1, hadis no: 1 (2131), II/1682. 669 Muhammed b. Abdillâh b. Müsennâ b. Abdillâh b. Enes b. Mâlik el-Ensârî (ö. 212/214/215):
Humeyd et-Tavîl’den rivâyet etmiştir. Ondan Ahmed b. Hanbel işitmiştir. İbn Maîn ve Ebû Hâtim
sika olduğunu, Nesâî onda bir beis olmadığını ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/408; Zehebî,
Mîzân, III/600-601; İbn Hacer, Tehzîb, IX/274-276). 670 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XX/284.
147
2. Enes- Humeyd-Abdullâh b. Bekr671 ve Humeyd-Yezîd b. Hârun-Ahmed b.
Hanbel.672
3. Enes-Humeyd-Şu’be-Hafs b. Ömer673-Buhârî.674
4. Enes-Humeyd-Abdülvehhâb es-Sekafî-Ebû Bekr b. Ebî Şeybe.675
Humeyd’in durumu sebebiyle bu rivâyetler “hasen”dir.
B. Abdurrazzâk-Ma’mer-Eyyûb-İbn Sîrîn-Ebû Hureyre-Nebî (s.a.s):
“İsmimle isimlenin, künyemle künyelenmeyin. Ben Ebû’l-Kâsım’ım” buyurdu.676
Hz. Muhammed’in (s.a.s) ismiyle isimlenmek ya da künyelenmek konusunda
âlimler arasında ihtilâf vardır: Beyhâkî şöyle der: “Onun künyesiyle künyelenmenin
yasak oluşu mutlaktır. Onun zamanıyla sınırlı değildir ve bu konudaki hadisler daha
çok ve daha sahihtir.677
Onun künyesini almanın sadece ismi “Muhammed” olanlar için yasak olduğu
görüşü de vardır.678
Buradan hareketle Şafiî (ö. 204) ve Zâhirîler onun künyesi olan “Ebû’l-
Kâsım” ile kimsenin künyelenemeyeceğini söylemişler, Cumhur ise bunun da
Rasûlullah’ın (s.a.s) zamanına ait olduğunu, onun vefatından sonra karıştırma
ihtimali bulunmamasından dolayı; künyesinin dahi alınmasında bir mahzur
bulunmadığını söylemişlerdir.679 Zira yukarıdaki rivâyet birisinin bir diğerini, “Yâ
671 Abdullâh b. Bekr b. Hubeyb es-Sehmî: Humeyd et-Tavîl’den rivâyet etmiştir. Ondan Ahmed b.
Hanbel nakletmiştir. Ahmed, Yahyâ b. Maân, Iclî, İbn Hibbân, Dârekutnî ve İbn Kâni’ gibi âlimler
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/19; İbn Hacer, Tehzîb, V/162-163). 672 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, XIX/249. 673 Hafs b. Ömer b. Hâris b. Sehbera el-Ezdî (ö. 225): Şu’be’den rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, Ahmed b. Hanbel, İbn Kâni’, İbn Vaddâh, Mesleme, Dârekutnî ve Yahyâ b.
Maîn gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (Zehebî, Mîzân, I/566; İbn Hacer, Tehzîb,
II/405-407). 674 Buhârî, Menâkıb, 20, IV/163. 675 İbn Mâce, Edeb, 33, hadis no: 3737, II/1231. 676 Abdurrazzâk, a.g.e, XI/44. 677 Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, 1356, IX/310. 678 Geniş bilgi için bkz. Nevevî, a.g.e, V/2-4. 679 Ebû Dâvûd, Edeb, 75, hadis no: 4966, V/249; Aynî, a.g.e, 2009, XXII/321-323.
148
Eba’l-Kâsım” diye çağırması, Rasûlullah’ın (s.a.s) ona karşı dönmesiyle de, “Ben
seni kasdetmedim yâ Rasûlallah!” demesi üzerine söylemiştir. Onun vefatından sonra
artık böyle bir karıştırma söz konusu değildir.680
Bize göre, ilgili rivâyetler ilk hadisin sebeb-i vürûnu açıklar niteliktedir. Hz.
Peygamber’in ismini veya künyesini kullanıp kullanmama meselesi husunda
âlimlerin farklı mütâlaalarda bulundukları görülmektedir. Zira konu üzerine farklı
yorumlara imkân veren pek çok hadis rivâyet edilmiştir. Dolayısıyla bu konuda farklı
farklı rivâyetin olması âlimleri de farklı görüşlere sevketmiştir. Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi künyesini almanın yasak olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte,
Rasûlullah’ın (s.a.s) ismi ile künyelenmesini bir kimse de birleştirmek câiz değilse de
bir insana Hz. Peygamber’in (s.a.s) sadece ismini ya da künyesini vermede bir
sakınca yoktur. Biz de oluşan kanaat odur ki, Rasûlullah’ın künyesiyle künyelenmek
o hayattayken men edilmiş olup vefâtından sonra onun künyesiyle künyelenmekte de
bir sakınca yoktur. Zira Ebû’l-Kâsım künyesinin sonraki dönemlerde kullanılması bu
yasağın sadece Hz. Peygamber dönemiyle sınırlı bir husus olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir.
b. İbn Ebî Kebşe
Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber’e, İbn Ebî Kebşe künyesini de takmışlardı.
Kebş, sözlükte, üç yaşına basmış koç ve başbuğ manasına gelir. Müşrikler
Rasûlullah’ı (s.a.s) “Ebû Kebşe” olarak bilinen kimseye nisbet ederlerdi. Bu adam,
putlara tapma hususunda Kureyş’e muhalefet ederek Şi’ru’l-Ubûr adlı yıldıza tapmış
bir Huzaalıydı. Araplardan bunu hiç kimse kabul etmiyordu. Hz. Peygamber de
680 Geniş bilgi için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Hadis, Kahire, 2004, X/ 643-646; Aynî, a.g.e,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2009, XXII/328.
149
putlara tapma hususunda Kureyş’e muhalefet edince husûmetlerinden ve bilinen
meşhur nesebi dışında bir şeyle çağırmak istemelerinden dolayı Huzaalı’ya
benzeterek “Ebû Kebşe’nin oğlu” diye isimlendirdiler. Bir rivâyete göre de Ebû
Kebşe, anne tarafından Hz. Peygamber’in ecdadındandır. Vehb b. Abdimenaf b.
Zühre’nin ceddi Âmine’nin babası Ebû Kebşe olarak künyelendi. Nebî’nin annesi
Âmine’nin babası Vehb b. Abdimenaf’ın annesi Kubeyle’nin babası Ebû Kebşe
olarak isimlendirilmekteydi. Hz. Peygamber’i ona nisbet etmekle güya ona çekmiş
olduğunu kastederlerdi. Bununla birlikte Abdulmuttalib’in annesi Selma’nın babası
Amr b. Zeyd b. Esed el-Buhârî’nin de “Ebû Kebşe” olduğu iddia edildi. Zira o
Huzaalı idi. Ayrıca sütten babası Hâris b. Abdiluzzâ b. Rufâa es-Sa’dî de “Ebû
Kebşe” olarak nitelendirilmektedir. Şunu da belirtelim ki, Ebû Kebşe’nin Nebî’nin
(s.a.s) sütannesinin dedesi olduğu da nakledilmektedir. 681
Bu husus tartışmalı bir mevzudur. Rivâyetlerdeki ortak nokta Hz.
Peygamber’in putperestliğe muhalefetinden dolayı bu künyeyi almış olmasıdır.
Bununla birlikte rivâyetler birbirinden farklılık arzetmektedir. Kimden dolayı Hz.
Peygamber’e İbn Ebî Kebşe denildiği hususu tartışmalıdır. Bunun ise tenkidi gerekli
bir nokta olduğunu bilhassa belirtmek elzemdir. Rivâyetlerde bu hususun, Hz.
Peygamber’in “Ben iki kurbanlığın oğluyum” şeklinde söylediği ifade edilen rivâyeti
olumlu hale dönüştürerek doğru çıkarma çabasıyla ortaya atılmış olması da her
zaman ihtimal dahilindedir.
681 İbn Battâl, a.g.e, I/44; Nevevî, a.g.e, IV/219; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, a.g.e, I/58; Aynî, a.g.e, I/94.
150
c. Ebû’l-Erâmîl
Hz. Peygamber ayrıca Cebrâîl tarafından Ebû İbrâhîm (İbrahim’in babası)
diye künyelenmiştir. Ayrıca Ebû’l-Erâmil diye de künyelenmiştir.682
5. Tarih Kaynaklarında Hz. Muhammed’in İsimleri
Konu birçok erken dönem tarih kaynaklarında da yer almaktadır. Bu
kaynaklarda hadislerde münferid olarak nakledilen isimlerin tek bir rivâyet içerisinde
aktarıldığı müşahade edilmektedir: Hz. Peygamber “Benim on ismim vardır”
buyurmuş; birinci hadiste geçen o beş ismi zikretmiştir. Ve (devam ederek) şöyle
buyurmuştur: “Ben rahmet Peygamberiyim…Rahat Peygamberiyim…Melahim
peygamberiyim. Ben Mukaffiyim…Peygamberleri takip ede geldim…(Onlardan
sonra geldim.) Ben Kayyimim.”683
İbn Sa’d (ö. 230), Mücâhid tarafından Hz. Peygamber’in Hâşir sıfatının, onun
savaş ve cihad için insanları toplayan (Hâşir) bir peygamber olması ve kendisinin
cihad için gönderilmesi şeklinde açıklandığını kaydeder.684 Ayrıca İbn Sa’d, Hz.
Ya’kûb’un son Nebî için “Yüce Allah Mekkeli olan Peygamber’i gönderecek onun
ümmeti Kâbe’yi tekrar inşa edecektir. O, Peygamberlerin sonuncusudur. Onun ismi
Ahmed’dir” dediğini aktarır.685
Tarih kaynaklarında Hz. Peygamber’in, vefat eden oğlu Kâsım’dan dolayı
Ebû’l-Kâsım künyesini taşıdığı ve bununla anılmaktan hoşlandığı
nakledilmektedir.686
682 Aynî, a.g.e, VII/513; Şâmî, a.g.e, I/565. 683 İbn Sa’d, a.g.e, I/105. 684 İbn Sa’d, a.g.e, I/105. 685 İbn Sa’d, a.g.e, I/163. 686 İbn Hişâm, a.g.e, I/190; İbn Sa’d, a.g.e, I/106-107.
151
Erken dönem tarih kaynaklarında doğduğu zaman Hz. Peygamber’e isim
konulması hususunda: “Hz. Peygamber doğduğu zaman Hz. Âmine’nin,
Abdulmuttalib’e, peygamberimize hamile iken kendisine: ‘Sen insanların en
hayırlısına, bu ümmetin efendisine hamile kaldın. Onu dünyaya getirdiğin zaman her
hasetçinin şerrinden Allah’a sığınırım de, sonra ona Muhammed adını koy’
denildiğini anlattığı, bundan sonra Abdulmuttalib’in Peygamberimizi bağrına basıp
Kâbe’ye girdiği, dua edip Allah’a şükrettiği687 şeklinde anlatımlar mevcuttur.
Sahih kaynaklar, Hz. Âmine’nin Hz. Peygamber’e doğduğu zaman Ahmed,
Muhammed diye isim koymakla emrolunduğu ve buna göre hareket ettiği hususunda
müttefiktirler.
Şiî kaynaklara baktığımızda ise Meclisî (ö.1110) Bihâru’l-Envâr adlı eserinde
Hz. Muhammed’in isimlerini, Muhammed, Abdullâh, Yâsîn, Fettâh, Hâtim, Hâşir,
Âkıb, Mâhî, Kâid, Nebiyyullâh, Safiyyullâh ve Cenbullâh olarak sıralamaktadır.688
Ayrıca Tâhâ ve Yâsîn isimlerinin Nebî’nin isimlerinden olduğunu nakleder.689
“Hâmîm” ifadesinin Hz. Muhammed manasına geldiğini690 söyleyen Meclisî ayrıca:
“Rasûlullah’ın on ismi vardır. Beşi Kur’an’dandır. Beşi Kur’an’dan değildir.
Kur’an’daki isimleri: ‘Muhammed, Ahmed, Abdullâh, Yâsîn ve Nûn’dur.”
Kur’an’da olmayan isimleri: “Fâtih, Hâtim, Kâf, Mukaffî, Hâşir’ şeklinde
kaydeder.”691 Bununla birlikte Meclisî, Hz. Peygamber’in Kur’an’da 40 isminin
olduğunu belirtir.692 Meclisî’nin eserinde İlk doğan çocuğunun Kâsım olduğu,693
687 İbn İshâk, a.g.e, s. 22; İbn Hişâm, a.g.e, I/160; İbn Sa’d, a.g.e, I/103. 688 Meclisî, a.g.e, XVI/326; Diğer isimleri için bkz. Meclisî, a.g.e, XVI/328-335. 689 Meclisî, a.g.e, XVI/327. 690 Meclisî, a.g.e, XVI/328. 691 Meclisî, a.g.e, XVI/333. 692 Meclisî, a.g.e, XVI/337-338; XVI/345-349, 355-356; Diğer kutsal kitaplardaki isimleri hakkında
bkz. Meclisî, a.g.e, XVI/338, 345; Lakabları hakkında bkz. Meclisî, XVI/339-340; Künyeleri için bkz.
Meclisî, a.g.e, XVI/340; Emin sıfatı hakkında bkz. Meclisî, a.g.e, XVI/348; Sıfatları hakkında bkz.
Meclisî, a.g.e, XVI/348-349.
152
Muhammed isminin Kur’an’da dört yerde geçtiği,694 “İsmimle isimlenin, künyemle
künyelenmeyin”695 buyurduğu aktarılır. Eserde Kâbe hakemliğinde Hz. Peygamber
için “Muhammedü’l-Emîn” ifadesinin kullanıldığı,696 “Muhammed, Ahmed, Mâhî,
Hâşir, Âkıb” isimlerinin zikredildiği görülmektedir.697 Ayrıca Hz. Peygamber’in Ebû
İbrâhîm (İbrâhîm’in babası) künyesiyle künyelendiği,698 ve bir diğer künyesinin
Ebû’l-Kâsım olduğu699 nakledilmektedir.
Batılı kaynaklarda konuyla ilgili bazı mütâlaalara baktığımızda ise, Lammens
aslında Hz. Muhammed’e doğduğunda Kusem adının verildiğini, lakin daha sonra
Kur’an’da Muhammed ve Ahmed adları geçtiği için, hadisin ilk adı görmezden
geldiğini zikreder.700
Benzer bir iddianın Tilman Nagel tarafından da dile getirildiği müşahade
edilmektedir: Muhammed doğduğunda adı muhtemelen Kusem idi. Peygamber’in
konuşturulduğu rivâyetler mevcuttur: Ben canlılığın ve muhteşem savaşların
Rasûlüyüm. Ben Kusem’im! Buradan da bu özel isme ekleme yapılmaya
çalışılmıştır. Kusem olan birisi, mükemmel olan ve (bütün olumlu sıfatları kendinde)
birleştirendir.701
Muahhar dönem İslâm tarihi kaynaklarına baktığımızda, Halebî (ö. 1044),
Hz. Muhammed doğduğunda Abdulmuttalib’in onu Kusem olarak isimlendirdiğini
nakleder.702
693 Meclisî, a.g.e, XVI/341. 694 Meclisî, a.g.e, XVI/345. 695 Meclisî, a.g.e, XVI/345. 696 Meclisî, a.g.e, XVI/345. 697 Meclisî, a.g.e, XVI/345. 698 Meclisî, a.g.e, XVI/349. 699 Meclisî, a.g.e, XVI/356. 700 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 152. 701 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 100. 702 Halebî, İnsanu’l- Uyûn fî Sîreti’l-Emini’l-Me’mûn, 1292, I/105.
153
“Halebî’deki Kusem ismi konusundaki rivâyet ile, müsteşriklerin
dayandıkları diğer rivâyetler temelsizdir ve kabule şayan değildir. Bu tür rivâyetler
sahih kaynaklarda yer almamıştır. Halebî de burada senede yer vermeyerek, sadece
Makrizî’nin el-İmta’ adlı eserine atıfla yetinmiştir.”703 Kusem ismiyle ilgili olarak
şunu ifade edelim ki, tarih kaynaklarında Abdulmuttalib’in Kusem ismini torununa
değil, kendi oğluna verdiği kaydedilir. Erken dönem kaynaklar Hz. Muhammed’e
doğduğunda Muhammed ismini verdiği noktasında ittifak etmektedirler.
Ali Osman Ateş ise bu hususta şu görüşleri serdetmektedir: “Sprenger,
Hersfild, Caetani, E. Dermenghem gibi bazı Müsteşrikler, Hz. Peygamber’in asıl
isminin “Muhammed” olmadığı, bunun sonradan verilmiş bir isim olduğu gibi, garib
ve mesnedsiz iddialarda bulunmaktadırlar. Bundan maksatlarının ise, Hz.
Peygamber’in, İncil gibi daha önceki dinlerin kutsal kitaplarında Peygamber olarak
gönderileceğinin ve isminin bildirilmiş olmasını iptal etmek olduğu açıktır.” 704
Emile Dermenghem’in de, bu konuda Caetani ve benzeri kimselerin
görüşlerini takib ettiğini görmekteyiz: Muhammed’in ilk isminin Zobat olduğuna
dair bir rivâyet vardır ve bu isim güya o daha çocukken, yahut Peygamber olduğu
zaman Muhammed’e tebdil edilmiştir. Muhammed bir isim olmaktan ziyade onun
peygamberlik ünvanıdır. Onu uzun müddet Ebû’l-Kâsım (Kâsım’ın babası) diye
çağırmışlardır.705
Sonuç olarak Batılılar’ın Hz. Peygamber’in isimleriyle ilgili olarak verdiği
bilgilerin doğruluğunun münâkaşa götürür mahiyette olduğunu belirtmek gerekir.
Bize göre, bu görüşleri kabul etmemiz mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber’in ilk
703 Ateş, Ali Osman, Oryantalistlerin Hz. Peygamber ile İlgili İddialarına Cevaplar, Beyan Yayınları,
İstanbul, 1996, s. 19-23. 704 Ateş, Ali Osman, a.g.e, s. 24. 705 Dermenghem, Emile, Muhammed’in Hayatı, ter. Reşat Nûri, İstanbul, 1930, s. 7.
154
isminin Zobat olduğuna dair rivâyetlerin sahih kaynaklarda yer almadığı
görülmektedir.
Son olarak söylemeliyiz ki, Hz. Peygamber’in isimleriyle ilgili olarak
üzerinde durulması gereken bir husus, Hz. Peygamber’in isimlerinin sayısıyla ilgili
pek çok farklı rakamın ifade edilmesidir. Hz. Peygamber’in el-Esmâü’l-Hüsnâ gibi
99 isim listeleri mevcuttur. Bu konudaki literatürün ortaya çıkışının pek çok sebebi
bulunmaktadır ve bunları şöyle sıralamak mümkündür: Hz. Peygamber’in isimleriyle
ilgili bilgilerin kaynağı Kur’anı Kerim’dir. Bunun yanı sıra hadisler, semavî ve diğer
dinlerin kutsal kitapları ile erken dönem tarih ve tabakât kitaplarıdır.
Halid Fehmi, Hz. Peygamber’in isimlerine dair şu sayıları verir:
Siyer kitaplarında: İbn Hişâm 2, İbnü’l-Cevzî Cevzî 24, İbn Kayyim 27,
Salihî 749, Halebî 2, Irâkî 26;
Şemâil kitaplarında: Tirmizî 9, Kâdî Iyâz 121, İbn Kayyım 202, Ali el-Kârî 9,
Münâvî 32, Kastallanî 400;
Hadis kitaplarında: Buhârî 6, İbn Hacer 28; Müslim 10, Nevevî 10, Tirmizî 9,
Mâlik 5;
Tabâkat kitapları: İbn Sa’d 11; Kuraşî 78; Temîmî 45’dir.706
Kitapların müelliflerinin kaynak olarak itimat ettikleri eserlerin kemmiyetine
göre, Hz. Peygamber’in isimlerinin sayısı da değişmektir. Muhammedî muhabbet de
Hz. Peygamber’in isimlerinin artmasında önemli bir âmildir. Burada şunu da hemen
belirtelim ki, konuyla ilgili kitaplarda yer alan isimlerin yanı sıra Hz. Peygamber’e
ait sıfatlar, tavsifler, künyeler ve onu anlatan sözlerin de yer verilmiş olmasından
dolayı Hz. Peygamber’in isimlerinin sayısı farklılık göstermektedir.
706 Budak, Ali, a.g.e, s. 190-191.
155
İKİNCİ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUK VE GENÇLİK DÖNEMİ
Bu bölümde Hz. Peygamber’in sütanneye verilmesi, sütkardeşleriyle ilgili
rivâyetler, Şakku’s-sadr, annesiyle beraber yaşamaya başlaması ve Medine’ye
yolculuğu, Suriye seferi ve rahib Bahira hâdisesi, çobanlık yapması, hılfü’l-fudûla
iştiraki, düğüne iştirak edememesi, putlar adına kesilen etten yememesi başlıkları
altında hadis ve tarih kaynaklarındaki rivâyetler karşılaştırılacak ve böylece
rivâyetler arasındaki farklar daha açık bir şekilde gözükecektir.
I. HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUĞU
A. Hz. Muhammed’in Sütanneye Verilmesi
Kaynaklarımızda Halîme ve ailesinin, kabilenin diğer hanımlarıyla beraber,
çocuk almak için Mekke’ye gelişi ve Hz. Muhammed’i seçişi, Halîme’nin ağzından
uzun uzun anlatılmaktadır. Bu rivâyet İbn İshâk (ö. 151/768) kaynaklıdır ve ondan
sonra da hemen hemen bütün siyer müelliflerince tekrarlanmıştır.
1. Hadis Rivâyetlerinde Sütanneye Verilmesi
Konuyu, tespit edebildiğimiz kadarıyla hadis kaynaklarından ilk önce Ebû
Ya’lâ (ö. 307) almış, o da İbn İshâk’tan (ö. 151) nakletmiştir.
Mesrûk b. Merzubân el-Kûfî ve Hasen b. Hammâd-Yahyâ b. Zekeriyyâ b. Ebî
Zâide-Muhammed b. İshâk -Cehm b. Ebî Cehm707-Abdullâh b. Ca’fer-Halîme bnt.
707 İbn İshâk: “Ben bunu Hâris b. Hâtıb el-Cümâhî’nin azatlısı Cehm b. Ebî Cehm’den, o da Abdullâh
b. Ca’fer b. Ebî Tâlib’den veya bu sözü Halîme’den duyan birisinden duydum” demektedir. İbn
İshâk’ın bu sözünden ona bu rivâyeti nakleden Cehm’in onu kimden duyduğunu kestiremediği
156
Hâris Hz. Peygamber’in sütannesi: “Emzirecek bir çocuk bulmak üzere Benî Sa’d b.
Bekr’den bir grup insanla birlikte, kıtlık yılında Mekke’ye geldim. Kafiledeki diğer
develerden geride kalan yorgun bir dişi deveyle yola çıkmıştım. Yanımda bir çocuk,
bir de yaşlı hayvan vardı. O gece çocuğum da kendim de hiç uyuyamadık.
Göğüsümde çocuğa yetecek süt, yanımda da yaşlı hayvanın yiyebileceği hiçbir şey
yoktu. Bu halde Mekke’ye geldik. Muhammed’in yetim olduğunu öğrenen her kadın
onu almaktan vazgeçiyor ve ‘Annesi ne verebilir ki?’ diyordu. Çocuğun babasından
bir karşılık beklediklerini, annesinin kendilerine istediklerini veremeyeceğini
söylüyorlardı. O topluluktan benden başka herkes emzirecek bir çocuk buldu. Ben de
ondan başkasını bulamayınca kocam Hâris b. Abdiluzzâ’ya, arkadaşlarım arasında
süt çocuğu almadan geri dönmek istemediğimi, o çocuğu gidip alacağımı söyledim.
Kocam da: ‘Sen bilirsin’ deyince gittim, onu aldım. Devemin yanına getirdim. O
anda göğüslerim sütle doldu. Muhammed ve sütkardeşi doyuncaya kadar sütü içtiler.
Kocam da o yaşlı hayvanı sağmaya başladığında hayvanın memeleri süt doldu.
Hayvandan içebileceğimiz kadar süt sağdı. Geceyi hayırla dolu olarak geçirdik.
Kocam: ‘Ey Halîme! Vallahi mübarek bir insan aldığın kanaatindeyim. Onu
aldığımız günün gecesi karşılaştığımız hayırları gördün’ dedi. (Halime devamla):
‘Allah memleketimize dönüp gelinceye kadar hayır ve lütfunu daima artırdı. Vallahi
devem kafileyi, hatta onun başında bulunan eşeği bile geçti, geride bıraktı.’
anlaşılıyor. Zira Cehm bunu Abdullâh b. Ca’fer’den veya Halîme’den duyan birisinden duyduğunu
anlatıyor. Müteahhirinden Ebû Nuaym ile diğerleri, Cehm’in, bu sözü doğrudan doğruya Abdullâh b.
Ca’fer’den naklettiğini söylerler. Abdullâh b. Ca’fer Peygamberimizin devrinde dokuz yaşında idi. Bu
çocuk, Habeşistan’dan döndüğü zaman yedi yaşında idi. Abdullâh’ın Halîme’yi görüp görmediği
bilinmiyor. Ulemâ, Halîme’nin Hz. Peygamber’in peygamberliğini müteakib onunla karşılaşıp
karşılaşmadığı ve Müslümanlığı kabul edip etmediği üzerinde ihtilâf ederler. Bazı âlimlere göre
Halîme, Hevâzin gazasını müteakib Hz. Peygamber’i ziyaret etmişti. O zaman Abdullâh küçüktü.
Onun o zaman veya daha sonra Halime ile karşılaştığına dair hiçbir kaynak yoktur. Zehebî, (ö.
748/1348) Mîzânül-İ’tidâl’de, Cehm hakkında: “Bu adam, bilinen bir kişi değildir” der. (Şiblî,
Mevlana, a.g.e, III/177-178) Yapılan değerlendirmeler ışığında hadisin “cehâletten” dolayı sahih
olmadığı anlaşılmaktadır.
157
Arkadaşlarım: ‘Bu bizimle binip geldiğin deve mi?’ diye sordular. Ben de: ‘Evet,
vallahi o deve’ diye cevapladım. Onlar da bana: ‘Vallahi onda bir iş var’ dediler.
Nihayet Benî Sa’d topraklarına geldik. Yeryüzünde oradan daha kurak bir arazi
yoktu. İşte böyle bir arazide, koyunlarımız otlamaya çıkıyor, çok tok ve memeleri
sütle dolu dönüyorlardı. Koyunlarımızı istediğimiz kadar sağıyorduk. Çevremizde
koyunu olup da, bir damla süt veren hiç kimse yoktu. Onların sürüleri aç dönüyordu.
Hatta onlar çobanlarına: ‘Vah vah size, Ebû Züeyb’in koyunları nerede otluyor,
bakın siz de onlarla otlatın’ diyorlardı. Bunun üzerine çobanlar da koyunları aynı
yerde otlatıyorlar, fakat yine de bir damla sütsüz ve aç bir halde geri getiriyorlardı.
Bizim koyunlarımız ise, yine tok ve süt dolu geri dönüyor, istediğimiz kadar süt
sağıyorduk. Allah bize lütuf ve bereketini devamlı gösterdi. Nihayet Hz. Muhammed
bizim yanımızda iki senesini doldurdu. Diğer çocuklara benzemeyen bir çocukluk
hayatı vardı. İki yaşındayken derli toplu bir çocuk oldu. Onu annesi Âmine’ye
getirdik. Onda gördüğümüz bereketten dolayı ona kıyamıyor, gözümüz gibi
bakıyorduk. Âmine’yi görünce: ‘Onu bize bırak, bu sene de yanımızda kalsın. Zira
biz Mekke’deki vebadan ona zarar gelir diye korkuyoruz’ dedim. Âmine de kabul etti
ve onu tekrar bizim yanımızda bıraktı.”708
Hâkim, sütanneye verilmesi rivâyetinde İbn İshâk’ın (ö. 151/768) tarikinden
Halîme es-Sa’diyye rivâyetini nakleder. Sütannenin yanında pek çok mucize
meydana gelmiştir.709
Yaptığımız tetkik neticesinde rivâyetin Ebû Ya’lâ dışındaki erken dönem
hadis kaynakları tarafından nakledilmediğini müşahade ettik. Bu hususta vârid olan
rivâyete baktığımızda, Hz. Peygamber’in bu bereketiyle peygamberlik alametleri
708 Ebû Ya’lâ, el-Mevsılî, Ahmed b. Ali el-Müsennâ, Müsnedü Ebî Ya’lâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, Lübnan, 1998, VI/171-172. 709 Geniş bilgi için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI/584. (Biz bu rivâyeti Hâkim’de tespit edemedik.)
158
gösterdiği ima edilmektedir. Aktarılanlardan Halîme ve ailesinin bu yetim çocuğu
yanlarına almakla elde etmeyi umduklarından çok daha fazlasını kazanmış oldukları,
yani bu çocuğun onlara hissedilir şekilde bereket getirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durum, ailenin çocuğa özen göstermesine ve üzerine titremesine, yani onun ailede
sevgi ve ilgi görmesine, korunmasına, sahiplenilmesine, daha iyi bakılıp eğitilmesine
zemin hazırlamıştır. Bununla beraber rivâyet sadece İbn İshâk (ö. 151) kaynaklıdır ve
Zehebî (ö. 748) rivâyetin isnadındaki Cehm b. Ebî Cehm’in durumunun ise
bilinmediğini ifade etmektedir. Bu sebeple ilgili rivâyet sağlam bir isnadla
nakledilmediği için sahih değildir ve bu husus rivâyete ihtiyatla yaklaşmayı gerekli
kılmaktadır.
2. Tarih Kaynaklarında Sütanneye Verilmesi
Tarih kaynaklarındaki rivâyet de İbn İshâk kaynaklıdır ve hemen hemen
bütün siyer müelliflerince de tekrarlanmıştır.
Rivâyetlerdeki gelişmelere baktığımızda, en erken tarih kaynaklarındaki İbn
İshâk’ın naklettiği rivâyet ile İbn Sa’d’ın (ö. 230) naklettiği rivâyetin muhteva
açısından birbirinden farklılık arzettiği görülmektedir: İbn Sa’d’da yer alan rivâyette:
“Halîme ile gelen kadınlar, istedikleri gibi birer çocuk buldukları halde Halîme
aradığını bulamadı. Abdulmuttalib’le karşılaşınca, Abdulmuttalib ona, Muhammed’i
alıp götürmesini ve bunun kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi. Halîme
danışmak üzere kocası Hâris’in yanına gelip, boş olarak dönüp gitmektense,
Muhammed’i alıp götürmeyi uygun gördüğünü söyledi. Hâris’in: “Almanda bir
mahzur yok. Belki de Allah, onun yüzünden bize hayır ve bereket verir” dedi.
Halîme geri dönüp Hz. Peygamber’in uyuduğu odaya girdi. Onu yavaşça uyandırdı,
yüzünün güzelliğine ve sevimliliğine bakıp hayran kaldı, onu bağrına basarak
159
kocasının yanına getirdi. Sağ memesini ona, sol memesini de kendi oğluna verdi.
Halime ile kocasının, yeni ve küçük misafirleriyle birlikte obalarına döndüler”
şeklinde farklı bir anlatım mevcuttur.710
Diğer rivâyetler ise şu merkezdedir: Halîme’nin bu küçük çocuğun evlerine
uğur ve bereket getirdiğini gördüğü ve onu öz çocuklarından daha çok sevdiği,
Şeyma’nın, küçük Muhammed’i, annesiyle birlikte büyüttüğü,711 Halîme’nin bu
çocuğa kesintisiz iki yıl süt emzirdiği, iki yıl sonra da çocuğu sütten keserek
annesine teslim etmek üzere Mekke’ye getirdikleri, Âmine kır havasının çocuğa
yaradığını görünce, başka bir rivâyete göre de, o esnada Mekke’de veba salgını
bulunduğundan çocuğun bir süre daha sütannesinin yanında kalmasını uygun
gördüğü, Halîme’nin de çocuğu alıp tekrar evine döndüğü kaydedilmektedir.712
Muahhar kaynaklarda bu rivâyet biraz daha tafsilatlı ve mucizevî haberlerle
karışık olarak nakledilmekte713 ve metinler arasında bazı farklılıklar görülmektedir:
Ya’kûbî (ö. 292) erken dönem kaynaklarda nakledilen rivâyetlerden farklı olarak
Abdulmuttalib’in bebeği, süt babası Hâris’e verdiğini aktarmaktadır.714 Ebû Nuaym
(ö. 430) ise Hz. Peygamber’in dedesi tarafından Halime’ye verildiğini
zikretmektedir.715 Arap yarımadasında âdet olan, sütanneye çocukların verilmesinin
Kureyş ve diğer kabileler arasında yaygın bir teamüle bağlı olarak Hz.
Muhammed’in de sütanneye verildiği, sütannesinin, kabilesi Taif’in yanında, çölde
göçebe hayatı yaşayan Havâzin oymağından Halime es-Sa’diyye olduğu, çocuğun
710 İbn Sa’d, a.g.e, I/110-112. 711 İbn Hişâm, a.g.e, I/161; İbn Sa’d, a.g.e, I/110. 712 İbn İshâk, a.g.e, s. 25-28; İbn Sa’d, a.g.e, I/112. 713 Diyarbekrî, Hüseyn b. Muhammed İbnü’l-Hasen, Târîhu’l-Hâmis fî Ahvâli Enfesi’n-Nefîs, 1302,
I/258-259; Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 38. 714 Ya’kûbî, a.g.e, II/6, 1358. 715 Ebû Nuaym, Delâil, s. 118.
160
orada aşağı yukarı beş yıl geçirdiği,716 Halime’nin, Hz. Peygamber’i doğumunun
beşinci yılının ikinci gününde annesi Âmine’ye iade ettiği717 nakledilmektedir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla erken dönem kaynaklarda Halîme’nin bizzat
onu almak istemediğine dair bir bilgi yoktur. Halîme, sütanneliği yapacağı bir çocuk
bulmak için Mekke’ye geldiğinde yanında Hâris de vardı. Halime yetim olduğu için
diğer kadınların almak istemediği, Muhammed’i alıp almama hususunda kocasının
fikrini sorduğu zaman onun, Muhammed’in alınmasını uygun gördüğü ve belki bu
vesile ile Allah’ın kendilerine hayır ve bereket vereceğini ümit ettiğini söylediği
nakledilmektedir.
3. Tarih Kaynaklarında Sütannesinin Yanında İken Meydana Geldiği
İddia Edilen Olaylar
Tarih kaynaklarında hadis eserlerinden farklı olarak Halîme’nin yanında
meydana geldiği iddia edilen olaylarda pek çok farklı rivâyet nakledilmektedir. İbn
Sa’d’da (ö. 230) bu rivâyetlerde artış görülmektedir.
İbn İshâk’tan (ö. 151) gelen bir rivâyete göre Halîme’nin Hz. Muhammed’i
Mekke’ye getirdiği zaman onu ailesine götürürken yolda kaybettiği, bunun üzerine
dedesi Abdulmuttalib’e gelerek: “Bugün Muhammed’i beraber getirdim; fakat
Mekke’nin üst tarafına geldiğimiz zaman onu kaybettim. Allah’a yemin ederim ki
şimdi onun nerede olduğunu bilmiyorum” dediği, Abdulmuttalib’in Kâbe’ye gelerek
Allah’a yalvarmaya başladığı, söylediklerine göre Varaka b. Nevfel b. Esed ve
Kureyş kabilesinden bir başka adamın Hz. Muhammed’i bulup Abdulmuttalib’e
getirerek: “İşte torunun, onu Mekke’nin üst tarafında bulduk” dedikleri,
716 Belâzurî, a.g.e, I/103. 717 İbn Habîb, Ebû Ca’fer, Muhabber, Dâru’l Afaki’l-Cedîde, Beyrut, t.y, s. 10
161
Abdulmuttalib’in, torununu omuzlarına bindirdiği, dualar okuyarak Kâbe’yi tavaf
ettiği, sonra onu Âmine’nin yanına gönderdiği aktarılmaktadır.718
Halîme’nin gözetiminde bulunan Hz. Muhammed’i iki yıl sonra annesine
götürülürken taşıdığı emareleri sebebiyle yine bazı Hıristiyanlar tarafından
Peygamber olacağının tespit edildiği, Habeş Hıristiyanları’ndan olan bu kişilerin,
Peygamberlik mührü ve gözlerinin beyazındaki kırmızılıktan Hz. Muhammed’i
tanıdıkları, hatta Halîme’ye baskı yaparak Hz. Muhammed’i krallarına götürmek
istedikleri kaydedilmektedir.719
Şüphesiz o, zaman zaman sütannesiyle, Mekke’ye annesini görmeye
geliyordu. O sütannesinin ailesini, bütün yer değiştirmelerinde takip etmek
zorundaydı. En azından bir defa o, büyük Ukaz Panayırı’nda görülür. Kaynaklara
göre oraya, kendilerinkinden başka herkesin istikbalini bildiklerini iddia eden falcılar
geliyor ve kehânetleri, saf insanların yanında onların ekmek parasını oluşturuyordu.
Bu vesileyle Halme’nin, süt bebeğiyle bir macerası zikredilir.720
Diğer bir rivâyet de şu merkezdedir: Âmine, Halîme’ye Hz. Muhammed’i
Yahudilerden sakınmasını tembih etmişti. Fakat Halîme, Mekke’ye giderken yolda
bir takım Yahudiler’e rastlamış, Yahudiler onu öldürmek isteyerek Halîme’den
çocuğun yetim olup olmadığını sormuşlar, Halîme, çocuğun annesi olduğunu
söylemiş ve kocasına işaret ederek onun da babası olduğunu anlatmış, bunun üzerine
Yahudiler: “Bu çocuk öksüz olsaydı onu muhakkak öldürürdük!” demişlerdi.721
Bunlar, Peygamber’in öksüz olmasının “Son Peygamber” olduğuna işaret olduğunu
söylemek istemişlerdi.
718 İbn Hişâm, a.g.e, I/167. 719 İbn Hişâm, a.g.e, I/225. 720 İbn Sa’d, a.g.e, I/113; Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Seyahatleri”,
çev. Abdullah Aydınlı, İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1980, s. 329. 721 İbn Sa’d, a.g.e, I/113.
162
Bu rivâyetler, İbn Sa’d’ın (ö. 230) Tabakât’ındandır. Bunların hepsinin
senedi noksandır. Bu son rivâyetin senedi “Amr b. Âsım Kilâbî-Hemmâm b. Yahyâ-
İshâk b. Abdillâh” dır. Bu üç zat da sağlam kişilerden oldukları halde bu rivâyet
mevkuftur. Zira en son râvîsi, Tâbiîndendir. Bu son râvî, onu Sahabe’nin birinden
işittiğini söylüyor, fakat bu zatın kim olduğunu açıklamıyor.722
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, panayırlarda ve Mekke’ye gidiş gelişlerde
Halime’nin mülâkî olduğu kâhinler, arrâflar ve Ehl-i Kitap mensupları vardır ki,
bunlar çeşitli vesilelerle Hz. Peygamber’in son Peygamber olacağını, önceki
bilgilerine dayanarak teşhis ediyorlardı. Bu görüşmelerin nerelerde ve ne şekilde vâki
olduğu hususunda ise bazı karışıklıklar mevzubahistir.723
Bu hususta vârid olan rivâyetlere baktığımızda Hz. Peygamber’i tanıyan
kimselerin ve onu tanıma şekillerinin birbirinden farklılık arzettiği görülmektedir. Bu
bağlamda İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) rivâyetinde Hz. Peygamber’in bazı
Hıristiyanlar tarafından Peygamber olacağının tespit edildiği, Habeş
Hıristiyanlarından olan bu kişilerin, Peygamberlik mührü ve gözlerinin beyazındaki
kırmızılıktan onu tanıdıkları aktarılırken; İbn Sa’d’da yer alan rivâyette Hz.
Peygamber’i tanıyanlar Yahudiler veya Arap kıyafetçileridir.
Son olarak söylemeliyiz ki, bu olay daha sonraları söz konusu edilmemiş,
Araplar arasında yayılmamıştır. Zira olayın vukuu olağanüstü bir durumdu ve
bundan dönemin Arapları’nın hiç bahsetmemiş olmaları imkansızdır. Bu nedenlerden
dolayı siyer kitaplarında zikredilen bu haberin aslı olmadığı kanaatini taşımaktayız.
Konuyla bazı batılı araştırmacılar da ilgilenmişlerdir. Bunlardan biri olan
Tilman Nagel şunları ifade etmektedir: “Benî Sa’d b. Bekr kabilesinden olan genç
722 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/179. 723 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 116-117; Meclisî, a.g.e, XV/242; Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 43.
163
anneler, denildiğine göre, son derece kıt kanaat olan geçimlerini bu şekilde biraz
olsun düzeltebilmenin yollarını arıyorlardı. Ama başlangıçta Muhammed’e sütanne
olmak isteyecek kimse bulunamamıştı. Zira babası artık yaşamıyordu ve bu yüzden
süt parasını kimin ödeyeceği belirsizdi. Sonunda, henüz süt çocuğu olmayan Halîme,
bebeğin sütannesi olmayı kabul etti. Beklendiği gibi yine burada da bir mucize
yaşanmasa olmazdı. Zira henüz Muhammed, hayatının ilk yıllarını geçireceği Benî
Sa’d b. Bekr kabilesinin yaşam alanına doğru giderken, Halîme’nin o sırada
neredeyse sütten tamamen kesilmiş olan memelerinden o kadar çok süt gelmeye
başlamıştır ki, sadece süt çocuğunu değil, açlıktan ölmenin eşiğine gelmiş kendi
çocuğunu da besleyebilecek hale gelmişti. Bu bolluk bereket bununla sınırlı
kalmayarak ailenin, Benî Sa’d b. Bekr kabilesinin yaşadığı verimsiz topraklarda
haliyle içler acısı durumda olan hayvanlarına da yansımıştı.
Muhammed’in hayatı boyunca, Benî Sa’d kabilesinin lehçesi ile konuşmaya
devam etmiş olması, daha sonraki dönemlerde, güçlerini Arapça’nın en yalın ve has
hali olduğunu iddia ettikleri Kureyş lehçesine hakim olmalarından aldıklarını
söyleyen Kureyşliler arasında “Arapçası en iyi” olma iddiasına bir miktar gölge
düşürebilecekti.724
Tilman Nagel, Halîme’nin yanındayken bir bulutun Hz. Muhammed’i
gölgelendirmesine temas eder. Bütün kaynaklar Halîme’nin Hz. Muhammed’i
annesine teslim etmesinin nedeni olarak şakk-ı sadr hâdisesini naklederken, o,
Halîme’nin Hz. Muhammed’i bir bulutun takip etmesi nedeniyle annesine teslim
ettiğini aktarır.725
724 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 101-102. 725 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 102.
164
Konuyu analitik bir düşünce yapısıyla inceleyen Marion Holmes Katz şunları
ifade etmektedir: “Klasik” mevlit hikâyesinin ne anlama gelebileceğini tanımlayan
son bölüm Peygamber’in sütannesinin rivâyetidir. Rivâyet, alışılmışın dışında
standart olarak doğrulanmıştır. İbn İshâk’ın (ö. 151) Sîret’i (rivâyetin kaynağı) olarak
görülür ve tarihçiler tarafından genel olarak kabul edilir. İslâm zaferi ve öncelikle
Peygamber’in görevinin öncüsüne hizmet eden (en azından orijinal hali böyledir),
Satih’in rivâyetinden farklı olarak, Halime’nin rivâyeti ibadet ile dinî dürtüleri
çarpıcı bir şekilde yansıtıyor. Rivâyet, süt çocuğu Peygamberle olan münasebetinin
mucizevî etkilerini önceden ima ederek vurgular. Standart tarihî teamüllere göre, bu
aynı zamanda oldukça ayrıntılı bir bilgidir. Kıssanın aralıksız devam eden olay
örgüsü ve kendine özgü dili Peygamber’in çocukluğunu anlatan en dokunaklı ve
ahenkli rivâyetlerden birini oluşturuyor.
Her ne kadar ana hatları büyük ölçüde tutarlı olsa da, Halime’nin rivâyeti
ayrıntılı bir şekilde işlenmiş ve rivâyetin duygusal etkisinin baskısı altında farklı
biçimlerde genişletilmiş ve Peygamber’e övgüler artmıştır. Kıssanın mucizevî
unsurları çoğaltılmış ve açıklamaların ruhanî boyutta doğrudan ilâhî müdahalesi
yayılmıştır. İbn İshâk’ın Sîret’inden farklı olarak, bu genişletilmiş rivâyetler
yoğunlaştırılmış dinî eğitimlerden başka rağbet görmemiştir.”726
İbn İshâk ilk örneklerini verse de burada tartışılan birçok anlatıma rağmen
Halîme’nin rivâyeti mevlid türüyle uyuşan dini temsil eden birçok anahtar öğeyi
açıklar. Daha da önemlisi, rivâyetin tüm bölümleri çocuk olan Peygamber’in kutsal
gücüne odaklanır. Peygamber ile olan münasebetin (veya mutlak yakınlığın) sebebi
bolluk ve bereketten gelir. Onun varlığıyla ağaçlar tomurcuğa durur, hayvanlar ve
726 Katz, Marion Holmes, s. 41-45.
165
insanlar doğurur, kadınlar ve hayvanların sütleri bir çeşme gibi akar. Halîme’nin
fiziksel dönüşümü, çok zayıfken cana gelmesi ve yüzüne inen parlaklık çocuğun
mucizevî yönünü simgeler. Rivâyetin bu parçaları tarihte geçen Peygamberler’in
görevi arasında çocuk olan Muhammed’in sonrasında dine teslimiyetini gösterir; zira
vahiy gelmeden önce, onun varoluşundan öncesini ve nûrunu anlatan rivâyetlerde
Muhammed, kozmik bir figürdü. Diğer taraftan, Peygamber’in hayatının
rivâyetinden yola çıkılan Halîme’nin rivâyeti dinî dünyadaki duyguların
merkeziyetini yansıtır. İbn İshâk’ın (ö. 151) sade anlatımında onun açlığındaki
acınacak hali ve hıçkırıklara boğulan bir bebek ve isteği ona teslim edildiğinde
duyduğu sevinç göreceli de olsa yer alır.727
Batılılar, Her ne kadar ana hatları büyük ölçüde tutarlı olsa da, Halime’nin
rivâyeti ayrıntılı bir şekilde işlendiğini ve rivâyetin duygusal etkisinin baskısı altında
farklı biçimlerde genişletildiğini ve Hz. Peygamber’e övgüler arttığını belirtmektedir.
Son olarak söylemeliyiz ki, Hâlime ve ailesinin Hz. Muhammed’e duyduğu
sevgi ve muhabbetin bir göstergesi olarak, belli bir zaman sonra ailesine teslim
edilmesi gereken çocuğun, bir müddet daha sütannesinin yanında kalmasına sebep
olmuştur.
Burada şunu belirtelim ki, çocuğun dil gelişimini, olgunlaşma, diğer gelişim
alanları ve çevre etkiler. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in sütanneye verilmiş
olmasının belki de en önemli sonucu, Hz. Peygamber’in Arap dilini en iyi şekilde
öğrenme fırsatı bulmuş olmasıdır. Hz. Peygamber: “Arapça’yı en iyi ifade
727 Katz, Marion Holmes, s. 45-47.
166
edeninizim. Kureyş’e mensubum ve Benî Sa’doğulları arasında yetiştim.”728 “Benim
lisânım, Sa’d b. Bekiroğulları’nın lisânıdır”729 buyurmaktadır.
Bu hususta Hüseyin Certel şu görüşleri serdetmektedir: “Hz. Peygamber’in
çölde sütannesinin yanında geçirdiği yılları bu açıdan değerlendirdiğimizde, özellikle
kır hayatının temiz havası onun sağlığına ve fiziksel gelişimine iyi gelmiş olmalıdır.
Çölde konuşulan ve yabancı etkilerle bozulmamış olan Arapça’yı öğrenme imkanını
elde etmesi fesahat ve belağatına; tabiatla iç içe ve baş başa kalması da onda kendine
özgüven, cesaret, metanet gibi kişilik özelliklerinin gelişmesine katkı sağlamış
olmalıdır. Hz. Peygamber dil öğrenmenin kritik çağı olan bu gelişim döneminde
Arap dilinin en iyi konuşulduğu bir muhitte ana dilini öğrenme imkânı bulmuştur.
Onun ileride yükleneceği ilahî mesajı insanlara taşıma görevi açısından bu, üzerinde
durulması gereken bir durumdur. ” 730
B. Hz. Muhammed’in Sütkardeşleri
1. Hadis Rivâyetlerinde Sütkardeşleri
A. Müsedded731-Yahyâ732-Şu’be733-Katâde734-Câbir b. Zeyd735-İbn Abbaâ ve
Bişr b. Ömer736-Şu’be-Katâde-Câbir b. Zeyd: “Peygamber’e hitaben Hamza’nın
728 İbn Hişâm, a.g.e, I/167. 729 İbn Sa’d, a.g.e, I/113. 730 Certel, Hüseyin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Görevine Hazırlanması Bağlamında Çocukluk ve
Gençlik Dönemi Yaşantıları”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 19, (Bahar, 2004), s. 44. 731 Müsedded b. Müserhed b. Müserbel el-Basrî (ö. 228): Yahyâ b. Saîd el-Kattân’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Ebû Dâvûd nakletmiştir. İbn Maîn, Nesâî, Iclî, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni’ ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/500; İbn Hacer,
Tehzîb, X/107-109). 732 Yahyâ b. Saîd el-Kattân et-Temîmî (ö. 198): Ondan Müsedded rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ve Ebû Zürâ’ya göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/184-186; Zehebî, Mîzân, IV/380). 733 Şu’be b. Haccâc b. el-Verd el-Atekî (ö. 160): Abdülmelik b. Meysere’den rivâyet etmiştir. Ondan
Muhammed b. Ca’fer nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Sa’d ve Iclî’ye göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, IV/335-337; İbn Hacer, Tehzîb, IV/338-346). 734 Katâde b. Diâme b. Katâde b. Azîz b. Amr (ö. 117/118): Enes b. Mâlik’ten rivâyet etmiştir.
Ondan Hemmâm b. Yahyâ aktarmıştır. Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim ve İbn Sa’d sika olduğunu
167
kızını eş olarak almaz mısın? denildi. Peygamber (s.a.s): ‘O, benim sütkardeşim
(Hamza’nın) kızıdır’ buyurdu.”737
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klasik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
B. Hakem b. Nâfi’738-Şuayb739-Zührî-Urve b. Zübeyr-Ümmü Seleme’nin kızı
Zeynep-Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe: “Yâ Rasûlallah! Ebû Süfyân’ın kızı olan
kızkardeşimi nikâhla!” dedi. Rasûlullah: ‘Sen (kıskanmayıp) bunu mu istiyorsun?’
buyurdu. Ben de: ‘Evet arzu ederim. Ben senin için (kızkardeşimin) ortağım
olmasından rahatsız değilim ve yalnız kalmak istemiyorum. Zira hayırda, yani sana
karşı sevgimde bana ortak olan bari kızkardeşim olsun isterim’ dedim. Bunu üzerine
Peygamber: ‘İyi bil ki kızkardeşin bana helâl olmaz’ buyurdu. Ben: ‘Biz duyuyoruz
ki, Sen Ebû Seleme’nin kızını nikâh etmek istiyormuşsun’ dedim. Rasûlullah:
‘(Eşim) Ümmü Seleme’nin kızını mı?’ diye sordu. Ben de: ‘Evet!’ dedim.
Rasûlullah: ‘Ümmü Seleme’nin kızı Zeynep, benim terbiyem altındadır. Üvey kızım
olmasa bile yine bana nikâhı helâl olmaz. Zira o, benim sütkardeşimin kızıdır. Beni
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/179-182; Zehebî, Mîzân, III/385; İbn Hacer, Tehzîb,
VIII/351-356). 735 Câbir b. Zeyd el-Ezdî (ö. 93/103/104): İbn Abbâs’tan rivâyet etmiştir. Ondan Katâde nakletmiştir.
İbn Maîn, Ebû Zür’a ve Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/427-428; Zehebî,
Mîzân, I/379-384; İbn Hacer, Tehzîb, II/38). 736 Bişr b. Ömer b. Hakem b. Ukbe ez-Zehrânî (ö. 207/209): Şu’be’den nakletmiştir. Ebû Hâtim,
İbn Sa’d, Iclî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/283-284; İbn Hacer, Tehzîb, I/455-456). 737 Buhârî, Nikâh, 20, VI/125; Şehâdât, 7, III/149; Müslim, Rada’, 4, hadis no: 14 (1448), II/1072; İbn
Mâce, Nikâh, 34, hadis no: 1938, I/ 623; Nikâh, 34, hadis no: 1938, I/623; Nesâî, Nikâh, 50, VI/99-
100. 738 Hakem b. Nâfi’ el-Behrânî Ebu’l-Yemân el-Hımsî (ö. 211/222): Şuayb b. Ebî Hamza’dan
rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir. Ebû Hâtim sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, III/143; İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, Dâru’l-Âsıme, Riyad, 1416/ 1423, s. 264). 739 Şuayb b. Ebî Hamza (ö.162-63): Zührî’ den rivâyet etmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Iclî, Ya’kûb b.
Şeybe, Ebû Hâtim ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb,
IV/351-352).
168
ve onun babası Ebû Seleme’yi Süveybe emzirmiştir. Bir daha kızlarınızı ve
kızkardeşlerinizi bana teklif etmeyin!’ buyurdu…”740
Râvîler hakkında cerh-ta’dîl otoritelerinin müsbet kanaatleri bulunduğundan
bu rivâyet klasik hadis usûlü bakımından “sahih”tir.
2. Tarih Kaynaklarında Sütkardeşleri
Konunun erken ve muahhar dönem tarih kaynaklarında da kaydedildiği
görülmektir: Tarih rivâyetlerinde de Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’e amcası Hamza’nın
güzel kızı Ümâme ile evlenmesini teklif ettiği, ancak Hz. Peygamber’in Ümâme’nin
sütkardeşinin kızı olduğunu ve Allah’ın sütkardeş kızı ile evlenmeyi haram kıldığını
buyurduğu kaydedilmektedir.741
Tarihî kaynaklarda hadis kaynaklarından farklı olarak, Hz. Peygamber’i
(s.a.s) doğduğunda ilk olarak onu Âmine’nin,742 3 ya da 7 gün emzirdiği,743
Süveybe’nin, Hamza b. Abdilmuttalib’i, Ca’fer b. Ebî Tâlib’i, Ebû Seleme b.
Abdilesed el-Mahzûmî’yi,744 Abdullâh b. Cahş’ı,745 Hz. Muhammed’i oğlu
Mesrûh’la birlikte emzirdiği,746 bundan dolayı Hz. Peygamber’in, hem amcası
Hamza ile hem de halasının oğlu Ebû Seleme ile sütkardeşi olduğu747
nakledilmektedir. Halîme’nin de, onunla birlikte önceleri Ebû Süfyân b. Hâris b.
Abdilmuttalib’i de emzirdiği, amcası Hamza’nın, iki cihetten, hem Süveybe ve hem
740 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, VI/291; Buhârî, Nikâh, 20, VI/125; Şehâdet, 7, (Bab başlığı olarak),
III/149; Müslim, Radâ’ 4, hadis no: 15 (1449), II/1072; Radâ’, 4, hadis no: 16, II/1073; Ebû Dâvûd,
Nikâh, 6, hadis no: 2056, II/546-547; İbn Mâce, Nikâh, 34, hadis no: 1939 I/623-624; Nikâh, 34, hadis
no: 1939, I/623-624; Nesâî, Nikâh, 44,VI/94; 45, VI/94-95; 46, VI/96. 741 İbn Sa’d, a.g.e, III/109-110. 742 Ya’kûbî, a.g.e, II/6; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, I/91. 743 Diyarbekrî, a.g.e, I/251. 744 Ya’kûbî, a.g.e, II/6; İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/19. 745 İbn Hişâm, a.g.e, I/161. 746 İbn Sa’d, a.g.e, I/108. 747 İbn Sa’d, a.g.e, I/108-110; Belâzurî, a.g.e, I/103; Algül, Hüseyin, “Hamza” maddesi, DİA,
İstanbul, 1998, XVIII/500-501.
169
de Halîme es-Sa’diyye cihetinden Allah Rasûlü’nün sütkardeşi olduğu748 şeklinde
birçok bilgi aktarılmaktadır.
Tarih kaynaklarında Abdullâh, Enîse (Uneyse), Huzeyka ve Huzâka (Şeyma)
adında dört tane daha sütkardeşinin olduğu kaydedilir.749 Halebî (ö. 1044), “Bir
kadının, yeni doğmuş bir çocuğa sütanneliği yapabilmesi için kendisinin de yeni
doğmuş bir çocuğunun olması lazım gelir. Bu sırada sütkardeşten, Hz. Muhammed
ile birlikte aynı anda süt emen kardeş Abdullâh’tır” der.750
Hz. Muhammed’in sütkardeşi Şeyma ile ilgili olarak İbn Hişâm (ö. 213-218)
şu rivâyeti nakletmektedir: Hevâzin ve Sakîf kabileleriyle yapılan Huneyn
Gazvesi’nde Hevâzin kabilesinden alınan esirler arasında bulunan Şeymâ, kendisini
yakalayan askerlere, Resûl-i Ekrem’in sütkardeşi olduğunu söyleyerek ona
götürülmesini istedi. Resûl-i Ekrem doğru söylediğine dair bir delil isteyince ona
çocukluk günlerinde omzunu ısırdığını hatırlatarak hâlâ fark edilen ısırık izini
gösterdi. Bunun üzerine kendisini tanıyan Hz. Peygamber çok duygulandı ve
gözyaşlarını tutamadı. Ardından ridâsını yere sererek onu oturttu ve dilerse kendi
yanında kalabileceğini, dilerse kabilesine dönebileceğini belirtti. İslâm’ı kabul eden
Şeymâ, kabilesine dönmek istediğini söyleyince Resûl-i Ekrem ona birçok hayvanla
birkaç köle vererek yurduna gönderdi.751
Şîî kaynaklardan Meclisî’nin (ö. 1110) eserinde Hz. Muhammed’in sütanneye
verilmesi rivâyeti uzun uzun aktarılmaktadır.752 Hz. Muhammed’in sütannelerinin
748 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/19. 749 İbn İshâk, a.g.e, s. 25; İbn Hişâm, a.g.e, I/161. 750 Halebî, a.g.e, I/94. 751 İbn Hişâm, a.g.e, I/161, II/457-458; Öztürk, Levent, “Şeymâ” maddesi, DİA, İstanbul, 2010,
39/98-99. 752 Meclisî, a.g.e, XV/213-215; XV/234-235, XV/238-243; Sütannesinin yanında meydana geldiği
iddia edilen olaylar için bkz. Meclisî, a.g.e, XV/247-254.
170
Halîme ve Süveybe olduğu,753 sütkardeşi Hamza’nın Hz. Muhammed’den dört yaş
büyük olduğu,754 sütannesi Halîme’nin yanında beş yıl kaldığı,755 Halime’nin önce
Hamza’yı, sonra Ebû Seleme el-Mahzûmî’yi emzirdiği kaydedilmektedir.756 Ayrıca
Hz. Ali’nin Hamza’nın kızıyla evlenmesini tavsiye ettiği,757 Hz. Muhammed’i
Halîme’ye Ebû Tâlib’in teslim ettiği,758 Halîme’nin yanındayken sıcağın, soğuğun,
güneşin, yağmurun ona temas etmediği759 şeklinde pek çok bilgi nakledilmiştir.
Şîî kaynaklarda sütkardeşleriyle ilgili rivâyetlerde Ebû Tâlib’e vurgu
yapılmaktadır. Erken dönem hiçbir kaynakta nakledilmemesine rağmen Meclisî’de
Hz. Muhammed’i Halîme’ye Ebû Tâlib’in teslim ettiği bilgisi mevcuttur.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, “Hz. Peygamber ile Hz. Hamza’nın
sütkardeş olmalarını, aynı anda süt emdikleri şeklinde anlamamak gerekir. Zira
onların arasında dört yaş fark vardı. Hz. Hamza Hz. Peygamber’den dört sene önce
doğmuşken, onları aynı anda süt emdiklerini düşünmek hata olur. Ancak burada
şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor. Süveybe, Hz. Hamza’yı ve Hz. Peygamber’i, oğlu
Mesruh’un doğumundan sonraki sütüyle emzirdiğine göre, bu dört yıl arayla nasıl
olabiliyor? Diyarbekrî (ö. 990) bu probleme şöyle bir açıklama getirmiştir: Süveybe,
oğlu Mesrûh’u dünyaya getirdikten hemen sonra ve Hz. Hamza iki yaşındayken, Hz.
Hamza’yı emzirmiştir. Aradan iki sene geçip, Süveybe’nin süt emzirme süresi
bitmek üzereyken de, Hz. Peygamber dünyaya gelmiş, ve onu da, süt emzirme
süresinin sonlarında emzirmiştir. Bu sırada da Hz. Hamza dört yaşına basmıştır.
753 Meclisî, a.g.e, XV/181; XV/217. 754 Meclisî, a.g.e, XV/181. 755 Meclisî, a.g.e, XV/217. 756 Meclisî, a.g.e, XV/217, XV/247. 757 Meclisî, a.g.e, XV/219. 758 Meclisî, a.g.e, XV/219. 759 Meclisî, a.g.e, XV/219-220.
171
Dolayısıyla Hz. Hamza ile Hz. Peygamber’in aralarında dört yaş olmasına rağmen
sütkardeş olmaları gayet normaldir.”760
Son olarak söylemeliyiz ki, Hz. Muhammed’in sütkardeşleriyle ilgili hadis
kaynaklarında sınırlı bir malumat bulunur. Bununla birlikte, rivâyetler klasik hadis
usûlü bakımından sahihtir. Tarih kaynaklarında ise ayrıntılı bir malumat
sunulmaktadır. Buhârî (ö. 256) ve Müslim (ö. 261) , Hz. Muhammed’in sütkardeşi
olarak Ebû Seleme’yi ve Hz. Hamza’yı nakletmekte; tarih kaynaklarında ise
isimlerin sayısının arttığı görülmekte ve şu isimler zikredilmektedir: Ca’fer b. Ebî
Tâlib, Ebû Seleme, Mesrûh, Abdullâh b. Abdilesed el-Mahzûmî, Ebû Süfyân b. Hâris
b. Abdilmuttalib, Abdullâh, Enise ve Huzayka (Şeyma).
C. Şakku’s-sadr
Hz. Peygamber, diğer hemcinsleri gibi, genelde normal bir çocukluk devresi
geçirmiş olmakla birlikte “şakku’s-sadr” ismi verilen, onun göğsünün yarılıp
kalbinin çıkarılması ve temizlendikten sonra tekrar yerine konması ile ilgili
nakledilen rivâyetler, ileride risâlet görevi yüklenecek şahsın, bu vazifeye
getirileceğinin işaretlerinden sayılmıştır.
Burada önemli addettiğimiz bir hususa değinmek istiyoruz: “Hadisçilerin
kitaplarına aldıkları rivâyetlerden Hz. Peygamber’in fizik âlem üzerinde harikulâde
olaylara da vesile olduğu kanaatinin taşındığı anlaşılmaktadır. Daha çocukluğunda o,
fizik şartları, maddenin sebep sonuç kanununu yok sayan hârikulâde hâdiselere
muhatap olmuştur.761 (Hadisçiler) ayrıca fizyonomik olarak onun mükemmel
nitelikleri haiz olduğu kanaatindedirler. Bu anlayışın temelinde çok farklı unsurların
760 Halebî, a.g.e, I/91-92; Kiraz, Ömer Faruk, Hz. Peygamber’in Amcaları, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Sakarya, 2007, s. 102-103. 761 Özafşar, Mehmet Emin, “Hadisçilerin Peygamber Tasavvuru/Anlayışı”, Diyanet İlmî Dergi,
Peygamberimiz Hz. Muhammed (Özel Sayı), Ankara, 2003, s. 316.
172
yattığı söylenebilir. Bu unsurların en başta geleni bu zaman zarfındaki hadisçilerin
varlık-kozmogeni tasavvurudur. Söz konusu tasavvur, vahiy gibi fizik ötesi bir
fenomene muhatap olan Peygamber’i, kendiliğinden rasyonalitenin konusu olmaktan
çıkarmış ve akıl dışı (nonrasyonel) bir düzeye çekmiştir; bütün bunlara vahiy
metninde yer alan, geçmiş Peygamber ve topluluklara ilişkin mucizevî anlatılar da
eklenince aynı perspektif, Hz. Peygamber’e de uygulanmıştır. Zaman içerisinde Hz.
Peygamber’e duyulan sevgi ve özlem, mitolojik tasvirleri içeren rivâyet örnekleriyle
dillendirilmiş; bu konuyla ilgili literatürün malzemesini ve rengini belirlemiştir.762
Kanaatimizce bunun en güzel örneği şakku’s-sadr hâdisesidir.
Bu noktada asıl tartışılması yahut tespit edilmesi gereken hususları şöyle
sıralamak mümkündür: Göğsün yarılması ile ilgili metinlerde oldukça önemli
ihtilâflar, hatta çelişkiler mevcuttur. Bu hâdiseyi gerçekleştirenlerin kimler olduğu,
kullandıkları araçlar ve yöntemin farklılığı bir tarafa, Hz. Peygamber’in, ne zaman
nerede ve kaç yaşında olduğu, uyanıkken mi, uykuda mı, yoksa ikisi arası bir halde
mi gerçekleştiği gibi ihtilâfları izah edebilmek kolay olmasa gerektir. Yine söz
konusu olay, bir defa mı, yoksa bahsedilen rivâyetlerde olduğu gibi birkaç defa mı
vuku bulduğu da tartışılmaktadır. Bazı âlimlere göre, bu rivâyetlerin her biri ayrı bir
olayı anlatmaktadır ve hâdise tekrarlanmıştır. Bazıları ise hâdisenin bir veya iki defa
vuku bulduğunu, ancak râvîlerin yanılmaları sonucu farklı dönemler için anlatıldığını
söylemişlerdir.763 Dolayısıyla rivâyetler içerisinde tenkidi gerekli pek çok nokta
olduğunu bilhassa not etmek elzemdir. Konunun leh ve aleyhinde olmak üzere, ileri
sürülmesi mümkün olan muhtemel mülahazalara da yer vermekle, konuyu
değerlendirmenin daha sıhhatli bir neticeye ulaşmasını sağlamak mümkündür.
762 Özafşar, Mehmet Emin, a.g.m, s. 319-320. 763 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/204-205; Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, II/463.
173
1. Şakku’s-sadr ile Şerhu’s-sadr İlişkisi
Kur’an-ı Kerim’de şerhu’s-sadr ile ilgili olarak İnşirah sûresi yer alır. İslâm
kültür tarihinde bu âyetle ilgili farklı yorumlamaların mevcut olduğu müşahede
edilmektedir. Tirmizî’nin âyeti şakku’s-sadr ile irtibatlandırması âlimler arasında
şerhu’s-sadrın, şakku’s-sadr olarak algılanmasına sebebiyet vermiştir. Söz konusu
âyet kendisinden sonra gelen âyetlerle ilişkilendirildiğinde bunun doğru olmadığı
görülecektir.
Biz ise, bu başlıkta İnşirah sûresinde söz edilen göğüs açılmasından maksadın
arayış içerisindeki Hz. Peygamber’e ilk vahiy esnasından itibaren başlayan ve bu
yükümlülüğü nasıl yerine getireceği şeklindeki endişelerinin Allah tarafından
göğsüne genişlik verilerek giderilmeye çalışıldığını âyetler çerçevesinde ortaya
koymaya çalışacağız.
Hâkim (ö. 405), İnşirah sûresinin tefsiriyle alakalı babda mezkûr hadisin salt
muhtevasına göndermede bulunur ve akabinde Hz. Peygamber’in çocukluğunda
göğsünün yarıldığını bildiren rivâyeti kaydeder.764
Klasik İslâm literatüründe bazı müfessirler de, İnşirah sûresinin ilk âyetindeki
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” ifadesini, zikredilen hadis rivâyetlerine
işaret ettiği şeklinde yorumlamışlardır. Bu yorumu hem rivâyet, hem de dirayet
tefsirlerinde765 bulmak mümkündür. Mesela rivâyet tefsiri müelliflerinden İbn Kesîr,
(ö. 774) “şerhu’s-sadr”dan kastın mecâzî anlamda kalbin nûrlandırılması, ferah, rahat
ve geniş hale getirilmesidir” dedikten sonra, Hz. Peygamber’in göğsünün on küsur
764 Hâkim, a.g.e, II/527-528. 765 Râzî, Fahreddîn, a.g.e, XXXII/2-5.
174
yaşında yarıldığını bildiren rivâyet ile Mâlik b. Sa’sa’a’dan nakledilen İsrâ gecesi
hadisini zikreder.766
Öyle görünüyor ki, müfessirlerden bir kısmını bu âyetle şakku’s-sadr
hadisleri arasında bağlantı kurmaya iten sebep, bazı muhaddislerin anılan âyetin
tefsiriyle ilgili babda bu rivâyetlerden birisine yer vermiş olmalarıdır. Sözgelimi
Tirmizî (ö. 279) , eserinin Kur’an tefsirine ayırdığı kısımda İnşirah sûresinin tefsirine
ilişkin bir bab açmış ve orada Mâlik b. Sa’sa’a’nın bir hayli uzun İsrâ gecesi
rivâyetinin sadece şakku’s-sadr’la ilgili bölümünü zikretmiştir.767 Diğer hadis
kaynaklarının hiçbirisinde bab başlıklarının veya hadis metinlerinin söz konusu
âyetle bir irtibatı kurulmamıştır. Muhtemelen bu, hadise koyduğu bab başlığıyla
Tirmizî’nin bir yorumu olmalıdır.768 Tirmizî’nin rivâyet ettiği hadisi daha muhtasar
bir şekilde Saîd b. Ebî Arûbe’den (ö. 132) itibaren aynı senedle Beyhakî (ö. 458)
nakletmiştir. Metinden anlaşıldığına göre, âyetin böyle tefsir edilmesi İbrâhîm b.
Tahmân’ın sorusu üzerine Saîd b. Ebî Arûbe’den (ö. 132) getirdiği bir yorumdur.769
Aslında âyette şakku’s-sadr’a delâlet edecek hiçbir ibare yer almamaktadır.
İlk dönem kaynaklarda bu rivâyetin hiç de öyle anlaşılmadığı görülmektedir. Nitekim
erken dönem rivâyet tefsirlerinin en önemlilerinden olan Taberî (ö. 310) bu sûrenin
tefsiriyle ilgili rivâyetleri verirken şakku’s-sadr konusundaki hadislere hiç temas
etmemiştir.770
Bu sûrede Yüce Allah, Rasûlü’ne seslenerek: “Biz, senin göğsünü
genişletmedik mi?, Ve senin belini çatırdatan o yükünü atmadık mı? Senin şanını
766 İbn Kesîr, Tefsîr, IV/590. 767 Tirmizî, Tefsîr (İnşirah), 83, hadis no: 3346, V/442-443. 768 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 135. 769 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 163. 770 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXX/130.
175
yüceltmedik mi?”771 buyurmuştur. Söz konusu sûrede, Hz. Peygamber’in sırtındaki
maddî bir yükün Yüce Allah tarafından yere indirilmesinden değil, Hz. Peygamber’i
üzen ve tahammülü ağır gelen işkâllerin kendisinden kaldırılmasından
bahsedilmektedir.772
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ayrıca, cismanî şakk-ı sadr’ın âlimler
arasında tartışıldığını, buna karşılık Hz. Peygamber’i iman, hikmet ve hakikatle
dolduran ruhanî şerh-i sadr hususunda ittifak bulunduğunu söyler.773 İbn Aşûr
(ö.1284) da, müfessirlerin çoğunun İnşirah sûresi ilk âyetindeki şerh-i sadrı ilim,
hikmet ve risâlet nûru ile yorumladığını nakleder.774
Aynî (ö. 855), inşirahı kalbi İslâm’a açmak olarak tavzih etmekte ve âyetin,
“senin göğsünü açtık” manasına geldiğini ifade etmektedir.775 Kastallanî (ö. 923),
“senin kalbini açtık, genişlettik” âyetinin iman, nübüvvet, ilim ve hikmet manasında
olduğunu ifade etmektedir.776
Rivâyet, içinde bir çocuğun o anda bilemeyeceği bilgilerle doludur. Râzî
(ö.606), tefsirinde Mu’tezile’nin rivâyete eleştiriler getirdiğini ifade eder ve
eleştirileri şöyle sıralar: Bil ki Kâdî (ö. 544), bu rivâyeti şu birkaç açıdan tenkit
etmiştir: Rivâyette geçen bu hâdise, Hz. Peygamber (s.a.s) küçük bir çocuk iken
meydana gelmiştir ve bu mucizelerden bir mucizedir. Ama böyle bir mucizenin,
onun peygamberliğinden önce meydana gelmiş olması caiz (mümkün) değildir.
Yıkamanın tesiri, cisim (madde) olan şeyleri giderme hususundadır. Günahlar ise
771 İnşirah, 94/1-4. 772 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VIII/5919. 773 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VIII/5914-5916. 774 İbn Aşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, y.y, t.y, XXX/408-409. 775 Aynî, a.g.e, IX/276-277. 776 Kastallânî, a.g.e, VII/424.
176
maddî değildir. Yıkamanın, günahları temizlemede bir tesiri olmaz. “Kalbin ilim ile
doldurulması” (ifadesi) uygun değildir. Aksine Allah kalpte ilimler yaratır.777
Kur’an’daki bu ifade, maddî bir ameliyatı mı ifade ediyor yoksa manevî
olarak kalbin rahatlatılması mı kasdediliyor? bu husus sorgulanmalıdır. “Şerh”
ifadesinin anlamını ancak sûrenin bütününden anlayabiliriz.
Yüce Allah bu olumsuz ifadenin başına, istifham-ı inkarî için olan hemzeyi
koyarak bu soruyu sormuştur. Dolayısıyla bu, onun göğsünün genişletilmiş ve
rahatlatılmış olmasını; olumsuz bu ifadenin, olumlu mana ifade ettiğine delâlet eder.
Sanki “Biz senin göğsünü genişlettik” denilmek istenmiştir. Göğsün genişletilmesi,
Hz. Peygamber’in (s.a.s), dünyanın önemsizliğini ve ahiretin mükemmelliğini bilip-
anlaması demek olup, Yüce Allah’ın, “Allah hidayetini dilediği kimselerin, göğsünü
İslâm’a açar; dalâletini dilediği kimselerin ise göğsünü daraltır”778 âyeti bu
meyandadır. Şerh genişletmek demek olup, manası gamdan, kederden, üzüntüden
kurtarmaktır. Zira Araplar gamı, kederi, endişeyi, göğüs darlığı diye ifade ederler. Bu
tıpkı, “Andolsun biz, senin göğsünün darlığını biliyoruz”779 âyetinde olduğu
gibidir.780 “Şerh-i sadr”, esasen göğsünü, bağrını açıp genişletmek demek olduğu
halde bununla kalbe ferahlık vermek ve nefsi herhangi bir fiil veya söze açıp neşe ve
sevinç ile o fiil ve sözü almak üzere genişletmek manasından kinâye edilmek de
yaygın olmuştur. Öyle ki, şerh ve gönlün açılması denildiği zaman maddî olarak
göğsü veya kalbi açmak ve yarmaktan ziyade manevî olan bu neşe ve ferahlık manası
anlaşılır.781
777 Râzî, Fahreddîn, a.g.e, XXIII/230. 778 En’âm, 6/125. 779 Hicr, 15/9. 780 Râzî, Fahreddîn, a.g.e, XXIII/229-231. 781 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/291.
177
Kâdî İyâz (ö. 544) ise, bu âyete iki yerde temas etmiş, ancak şakku’s-sadr ile
ilintili bir yorumda bulunmamıştır.782 İlk olarak Allah’ın Hz. Peygamber’i övmesi
başlığı altında şu bilgileri vermiştir: “(Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?)
âyetindeki şerhetme, genişletme anlamındadır. Göğüsten murad ise kalbdir. İbn
Abbâs ise, şöyle demektedir: “Allah Teâlâ onun göğsünü İslâm’a açtı.” Sehl ise:
“Risâlet nûrunu açtı” demiştir. Hasan el-Basrî (ö. 110) de: “Allah onun kalbini ilim
ve hikmetle doldurdu” şeklinde tefsir etmiştir. Ayrıca bu âyetten maksadın,
“Vesveselerden seni kurtaracak derecede kalbini arındırmadık mı?” şeklinde olduğu
da söylenmiştir.783
“Bu kullanımlardan gayet açık bir şekilde anlaşıldığı gibi, İnşirah sûresinde
sözü edilen göğsün açılmasından murad, arayış içerisindeki Hz. Peygamber’e hak
dinin gösterilmesi, ayrıca yüklenmiş olduğu son derece ağır risâlet yükünü nasıl
omuzlayacağı, bu yükümlülüğü nasıl yerine getirebileceği şeklindeki endişelerinin
Allah tarafından gönlüne genişlik verilerek giderilmesidir. Bu nedenle, Kur’an’daki
“Şerh-i sadr/dıyk-ı sadr” kullanımı ile diğer rivâyetlerde bahsedilen şakk-ı sadr
arasında bir irtibat kurmak ve 94. İnşirah sûresini bu rivâyetlerle tavzih etmek hiç de
isabetli değildir. Tirmizî’nin (ö. 279) yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in göğsünün
yarıldığına dair mezkur rivâyetleri cerrâhî bir operasyon olarak değil de, Kur’an’daki
göğsün açılması, gönlün genişletilmesi şeklinde anlamak çok daha uygun olacaktır.
Şu halde rivâyet edilen bu olay Hz. Peygamber’in gördüğü bir rüya veya gönlünün
782 Kâdî, İyâz, a.g.e, s. 249. 783 Kâdî, İyâz, a.g.e, s. 60; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, 1981, III/575;
Benzer yorumlar için bkz. Heykel, Muhammed Hüseyin, Hz. Muhammed’in Hayatı, çev. Vahdettin
İnce, İstanbul, 2000, I/ 173.
178
ferahlatılması şeklindeki manevî bir olayın sembolik anlatımının daha sonraki râvîler
tarafından hakikate çevrilmiş hali olsa gerektir.”784
Burada şunu da belirtelim ki, “Göğsün yarılması, doğu kültüründe mevcut
olan, Araplarda da bilinen ve hatta Zerdüşt ve Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi şahıslar
hakkında da anlatılan mitolojik bir hikâyedir. Bu tür mitolojik bir hikâye Hz.
Peygamber hakkında da uyarlanmış olabilir.785
Kanaatimizce şerh-i sadrın bir defa İsrâ öncesinde vuku bulmuş olduğunu
iddia etmek 786 de tutarlı değildir. Zira İnşirah sûresi Mekke döneminin ilk yıllarında
vahyin kesintiye uğradığı zamanın hemen sonrasında Duhâ sûresinin peşinden nâzil
olmuştur.787 Bu durumda mezkûr sûrenin nâzil oluşuyla İsrâ hâdisesi arasında sekiz
yıla yakın bir fark vardır.
Bazı âlimler bu hususta bir incelik olduğunu ifade etmişlerdir: Yüce Allah,
Hz. Mûsâ: “Rabbişrahlî sadrî” diye buyurmuştur ki, manası: “Ya Râb, benim
sadrımı karışık ve karanlık düşüncelerden temizle” demektir. Hz. Peygamber’e ise:
“Elem neşrah leke sadrake” diye buyurdu ki, manası: “Ya Muhammmed! Biz senin
sadrını şerh etmedik mi? Gerçekten biz senin sadrını temizledik” demektir. O halde
Yüce Allah, Hz. Peygamber’den talep vâki olmadan onun sinesini temizlemiştir.
Ama Hz. Mûsâ’nın talebinden sonra bu temizlik vâki olmuştur. Burada şunu da ifade
etmek gerekir ki, âyetlerdeki şerh-i sadr “göğsün-gönlün açılması, genişletilmesi”
anlamında, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde geçen bir kullanımdır.788
784 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 42. 785 Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 64; Göğsün yarılması ile ilgili diğer
hâdiseler için bkz. Erul, Bünyamin, a,g.m, s. 43-44. 786 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, II/470; Erul, Bünyamin, a.g. m, s. 44. 787 Mevdûdî, Tefhîm, VII/151, 159. 788 Enâm, 6/125; Zümer, 39/22; Şuarâ, 26/12-13; Tâhâ, 20/25-26; Göğsün küfre açılması için bkz.
Nahl, 16/106.
179
Buraya kadar zikrettiğimiz rivâyetlerden ve yorumlardan kısaca şu neticelere
varmamız mümkündür:
Tirmizî (ö. 279) söz konusu hadisi bu şekilde tefsir ederken, Buhârî (ö. 256),
İnşirah sûresinin tefsirine dair verdiği bilgilerde yukarıdaki hadise hiç değinmez. O,
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” âyetini İbn Abbâs’a nispet edilen bir
tefsirle: “Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in göğsünü İslâm’a açtı” şeklinde mecâzî bir
tarzda yorumlar.789
Burada göğüs açmaktan murad, nübüvvet gibi büyük bir görevi yerine
getirmek ve küfür güçlerine yapayalnız karşı çıkabilmek için ona cesaret
verilmesidir.
Şakku’s-sadr meselesi, on dört asırlık kültür tarihimizde ve hatta günümüzde
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak tartışılan konulardan birisidir.
Yapılan bu tartışmalarda kimileri cismanî bir göğsün yarılmasından bahsetmekte,
kimileri ruhanî bir arındırmadan bahsetmekte, kimileri de olayın rüyada olduğunu,
Hz. Peygamber’e hadisenin nisbet edildiğini ifade etmektedir. Şakku’s-sadr hâdisesi
beşer üstü bir vasıfla donatılmış olmayı gerektirecek bir olaydır. Bu meyanda
cismanî bir yarılmadan söz etmek tutarlı değildir. Kısacası Hz. Peygamber’in
göğsünün açılması demek, onun kalbinin temizlenmesi, saf ve kutsal risâleti
anlayabilecek hale gelmesi, tam bir içtenlikle onu özümsemesi, risâletin ağır yükünü
taşır hale gelmesidir.
789 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, (İnşirah ), 94, IV/87.
180
1. Hadis Rivâyetlerinde Şakku’s-sadr
a. Sütannesinin Yanındayken Kalbinin Yarılması
A. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: O (gelen), (Hz. Muhammed’i) kucağına
aldığında sütkardeşi hızla koştu. (Hemen) gidip anne babasına seslendi: “Biraz önce
kardeşimi bir grubun aldığını gördüm, onun karnını yardılar” dedi. Sütannesi
korkarak ayağa kalktı. Hemen onun yanına geldi. (Hz. Muhammed) rengi solmuş
olarak oturuyordu. Yanında birisi yoktu. (Halîme) onu yanına alıp (annesine geldi.)
(Halîme): “Benden oğlunu al, ben onun adına korkuyorum” dedi. (Âmine): “Hayır,
vallahi benim oğlum kendisinden korkulacak birisi değildir. Ona hamileyken Şam
saraylarını aydınlatan bir nûrun benden çıktığını gördüm. Onu doğurdum. Onu
doğururken o, secdeye kapanmış, iki eli üzere dayanmış kafası yukarıda bakar
vaziyetteydi” dedi.790
B. Şeybân b. Ferrûh791 -Hammâd b. Seleme792-Sâbit el-Bünânî793-Enes b.
Mâlik: “Rasûlullah (s.a.s) çocuklarla oynarken Cebrâîl geldi. Onu tuttu ve yere
yatırarak kalbini (göğsünü) yardı. Kalbini çıkardıktan sonra ondan bir kan pıhtısı aldı
ve Hz. Peygamber’e hitaben: “İşte bu şeytanın sendeki nasibidir” dedi. Sonra kalbi
altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkadı ve yarığı kapadı. Sonra onu tekrar
790 Abdurrazzâk, a.g.e, V/318. 791 Şeybân b. Ferrûh (ö. 235/236): O, Şeybân b. Ebî Şeybe el-Habetî’dir. Hammâd b. Seleme’den
rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür’a ve Mesleme’ye göre sikadır. (İbn Hacer, Tehzîb,
IV/374-375); Hadisin senedinde geçen Şeybân b. Ferruh yanılır bir sadûk (sadûkun yehimu) şeklinde
nitelendirilmiş ve kaderi olmakla itham edilmiştir. (İbn Hacer, Takrîb, II /356); Binaenaleyh, Zehebî,
hakkında sahih bir cerh ifadesi bulunmamasından olsa gerek, onu meşhur sikalardan sayar. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IV/325; Zehebî, Mîzân, II/285). 792 Hammâd b. Seleme b. Dînâr el-Basrî (ö. 167): Sâbit el-Bünânî’den rivâyet etmiştir. İshâk b.
Mansûr, Sacî, İbn Sa’d, Nesâî ve Yahyâ b. Maîn sika olduğunu belirtmektedir. İbn Sa’d ise bazen
münker hadisi naklettiğini ifade etmektedir. Ahmed b. Hanbel (Sâbit’in rivâyetlerinde) insanların en
bilgilisi olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/154-155; Zehebî, Mîzân, I/590-595; İbn
Hacer, Tehzîb, III/11-16). 793 Sâbit b. Eslem el-Bünânî (ö. 123/127)): Enes’ten rivâyet etmiştir. Ondan Hammâd nakletmiştir.
Ahmed, Iclî, Nesâî ve İbn Sa’d gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, II/375-376; Zehebî, Mîzân, I/362-363; İbn Hacer, Tehzîb, II/2-4).
181
yerine koydu. Oradaki çocuklar koşarak annesine yani sütannesine gitti ve
Muhammed öldürüldü dediler. Yanına vardıklarında onu, benzi solmuş bir vaziyette
buldular. Enes şöyle dedi: “Ben Hz. Peygamber’in göğsündeki o ameliyat izini
görürdüm.”794
Enes b. Mâlik’ten nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
münkündür:
1. Enes b. Mâlik-Sâbit el-Bünânî-Hammâd-Hasen795-Ahmed b. Hanbel-
Abdullâh.796
2. Enes-Sâbit-Hammâd b. Seleme-Yûnus b. Muhammed797-İbn Ebî Şeybe.798
3. Enes-Sâbit-Hammâd-Yezîd b. Hârûn799-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.800
4.Enes-Sâbit-Hammâd-Affân801-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh: Hammâd’ın
rivâyetinde Cebrâîl yerine (gelen) ifadesi yer almaktadır.802
Mevlânâ Şiblî, şakk-ı sadrın bu dönemde olduğunu belirten bazı rivâyetleri,
isnad ve râvîleri açısından eleştirdikten sonra, râvîlerden Hammâd b. Seleme’nin
ömrünün sonlarına doğru hafızasının karıştığını, İmam Buhârî’nin onun rivâyetlerini
794 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 261, I/147; Ebû Nuaym, a.g.e, I/221-222, 1999; Beyhakî, Delâil, a.g.e,
I/146-147. 795 Hasen b. Mûsâ el-Eşyeb (ö. 209): Hammâd’dan rivâyet etmiştir. Ondan Ahmed b. Hanbel
aktarmıştır. İbn Maîn, Ali b. Medînî, Ebû Hâtim, Sâlih b. Muhammed, İbn Hırâş, İbn Sa’d ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/42-43; Zehebî, Mîzân,
I/524; İbn Hacer, Tehzîb, II/323). 796 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/149. 797 Yûnus b. Muhammed b. Müslim el-Bağdâdî (ö. 207): Hammâd’dan rivâyet etmiştir. Ondan İbn
Ebî Şeybe nakletmiştir. İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/302; İbn Hacer, Tehzîb, XI/447-448). 798 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, Meğâzî, 4. VIII/439, 1989. 799 Yezîd b. Hârûn el-Vâsitî: Ondan Ahmed b. Hanbel nakletmiştir. İbn Medînî, İbn Maîn, Iclî, Ebû
Hâtim, İbn Sa’d, İbn Hibbân ve İbn Kâni’ gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, IX/358-359; İbn Hacer, Tehzîb, XI/366-369). 800 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/121. 801 Affân b. Müslim b. Abdillâh es-Saffâr (ö. 220): Vüheyb b. Hâlid’den rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ondan aktarmıştır. İclî, İbn Sa’d, İbn Hırâş, İbn Kani’, Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/42; Zehebî, Mîzân,
III/81-81-82; İbn Hacer, Tehzîb, VII/230-235). 802 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/288.
182
kabul etmediğini, Müslim’in (ö. 261) ise, hafızası bozulmadan evvel rivâyet ettiği
hadisleri nakletmekle iktifa ettiğini803 hatırlattıktan sonra, şöyle demiştir: “Bana
kalırsa Hammâd’ın şakk-ı sadr hâdisesine ait bu rivâyeti, hafızasının zaafa uğradığı
zamanda nakledilmiştir. Hammâd bu yüzden mirac ile şakk-ı sadrı iki ayrı hâdise
zannetmiştir. Hâlbuki bütün mutemed râvîler bunun hilâfını söylüyorlar.”804
Hammâd’ın durumu sebebiyle bu rivâyetlerin hepsi “zayıf”tır.
5. Rasûlullah (s.a.s)-Enes b. Mâlik-Sâbit-Süleymân b. Muğîra805-Behz b.
Esed806-Abdullâh b. Hâşim el-Abdî807-Müslim.808
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
“Göğsün yarılması olayını tartışmaya açanlardan birisi olan Mısırlı büyük
âlimlerden M. Ebû Zehra, yukarıdaki Enes hadisini zikrettikten sonra şu
mülâhazaları serdetmektedir: ‘Haberde, Cibril’in onun kalbini, zemzem suyuyla
yıkadığı ifade edilmektedir. Eğer o sahih ise; vak’a, çölde zemzemden uzak bir yerde
olmaktadır. Orada Cibril’in yanında su olsa bile, çocuk onun zemzem olduğunu
nereden bilmiştir? Sonra Enes, onun göğsündeki dikiş izlerini gördüğünü
zikretmektedir. Şayet vak’a sahih ise, makul olan, bunun meleğin yaptığı bir iş
olması sebebiyle gözle görülebilir bir izinin bulunmamasıdır. Dolayısıyla biz, göğsün
yarılmasıyla ilgili haberlerin ızdırabdan halî olmadığı kanaatindeyiz. Karnının
803 Zehebî, Mîzân, II/116-118; İbn Hacer, Tehzîb, IV/175-176. 804 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, II/468-469. 805 Süleymân b. Muğîra el-Kaysî (ö. 165): Sâbit el-Bünânî’den rivâyet etmiştir. Ondan Behz b. Esed
nakletmiştir. Ahmed, Yahyâ b. Maîn, İbn Sa’d, Nesâî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika
olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/137-138; İbn Hacer, Tehzîb, IV/220-221). 806 Behz b. Esed el-Ammî (ö. 200’den sonra): Süleymân b. Muğîra’dan rivâyet etmiştir. İbn Maîn,
Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/354/355; Zehebî, Mîzân, I/353; İbn Hacer, Tehzîb, I/497-498). 807 Abdullâh b. Hâşim b. Hayyân el-Abdî (ö. 155/158/159): Behz b. Esed’den rivâyet etmiştir.
Ondan Müslim aktarmıştır. Sâlih b. Muhammed b. Abdillâh b. Hâşim et-Tûsî, İbn Hibbân ve Halîlî
sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/243; İbn Hacer, Tehzîb, VI/60). 808 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 260, I/147.
183
yarılması kıssasında gerçek durum ne olursa olsun, bu temiz çocuk, normalde
başından geçen bu hârikulâde olayları haber verebilecek yaşta da değildi’
demektedir.”809
Burada şunu da hemen belirtelim ki, aynı olayı anlatan metinler içinde ciddi
farklılıkların olduğu müşahade edilmektedir:
C. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Hayvet ve Yezîd b. Abdirabbih-Bakiyye810-
Bahîr b. Sa’d811-Hâlid b. Ma’dân812-İbn Amr es-Sülemî813-Utbe b. Abd es-Sülemî814:
“Bir adam Rasûlullah’a: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, kalbinin açılması hâdisesi ilk defa
nasıl oldu?’ diye sormuştu. Rasûlullah şu mukabelede bulunmuştu: ‘Sütannem Sa’d
b. Bekiroğulları’ndan bir kadındı. Ben ve onun kızı kuzularımızı otlatmaya gitmiştik.
Fakat yanımıza yiyecek hiçbir şey almamıştık.’ Bu sebeple ben kız kardeşime: ‘Ey
kardeşim, git de annemizin yanından bize yiyecek bir şey getir’ dedim. Kardeşim de
hemen gitti. Ben ise kuzuların yanında kaldım. O sırada sanki akbabaya benzeyen iki
tane kuş geldi. Onlardan biri diğerine: ‘Bu, o mu?’ diye sordu. O da: ‘Evet’ dedi.
Hemen süratle yanıma gelerek beni alıp sırtımın üzerine yere yatırdılar ve göğsümü
yardılar. Sonra kalbimi çıkararak onu da ikiye ayırıp içerisinden pıhtılaşmış iki parça
siyah kan çıkardılar. Bundan sonra biri diğerine: ‘Onu dik ve üzerini nübüvvet mührü
809 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 39, (M. Ebû Zehra, Hâtemu’n-Nebiyyîn, I/126-127’den naklen). 810 Bakıyye b. Velîd b. Sâid b. Ka’b b. Hurayz el-Kelâî (ö. 197): İbn Mübârek saduk olduğunu ifade
etmektedir. Ahmed b. Hanbel Bakıyye’nin eğer bilinmeyen bir topluluktan rivâyet ederse onu kabul
etmediklerini belirtmektedir. Ya’kûb eğer bilinen kimselerden rivâyet ederse sika olduğunu ifade
etmekte, Ebû Hâtim hadisi yazılsa da onunla ihticac edilemeyeceğini söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, II/359-360; Zehebî, Mîzân, I/331-339; İbn Hacer, Tehzîb, I/473-478). 811 Bahîr b. Sa’d es-Suhûlî: Ondan Bakıyye b. Velîd rivâyet etmiştir. Duhaym, İbn Sa’d, Nesâî, Iclî,
Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, I/421). 812 Hâlid b. Ma’dân b. Ebî Kerb el-Kelâî (ö. 105/106/108): Iclî, Muhammed b. Sa’d, Abdurrahmân
b. Yûsuf b. Hırâş, Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (Mizzî, Cemaleddîn Ebû’l-
Haccâc Yûsuf, Tehzîbü’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1985, VIII/167-174). 813 Abdurrahmân b. Amr b. Abese es-Sülemî (ö. 110): Utbe b. Abd es-Sülemî’den rivâyet etmiştir.
Ondan Hâlid b. Ma’dan nakletmiştir. İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb,
VI/237-238). 814 Utbe b. Abd es-Sülemî (ö. 87): Hz. Peygamber’den rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/488; İbn Hacer, Tehzîb, VII/98-99).
184
ile mühürle’ dedi. Bunun üzerine birisi diğerine: ‘Onu bir terazinin gözüne,
ümmetimden bin kişiyi de diğer bir gözüne koy’ dedi. Ben ise o esnada üzerime
kapanmalarından korkarak üstümde duran diğer bir kuşa bakıyordum. Nihayet şöyle
dediler: ‘Şayet ümmetinin tamamı onunla tartılacak olsaydı, o hepsinden ağır
gelirdi.’ Sonra beni bırakıp gittiler. Ben de çok korkmuştum. Sonra hemen anneme
giderek gördüğüm şeyleri haber verdim. Bunun üzerine o da bana bir zarar
gelmesinden korktu ve bundan dolayı Allah’a sığındığını söyledi. Devesinin palanını
vurup beni bindirdi ve kendisi de bindi. Nihayet annemin yanına ulaşınca:
‘Emanetimi ve sorumluluğumu yerine getirdim’ dedi. (Halîme): ‘Ben karşılaştığım
manzarayı Âmine’ye de anlattım. Fakat o bundan korkmadı’ dedi. (Âmine) ise: ‘Şam
saraylarını aydınlatan bir nûrun benden çıktığını gördüm’ dedi.815
Utbe b. Abd es-Sülemî’den nakledilen rivâyetin isnadları şöyledir:
1. Utbe b. Abd es-Sülemî-Abdurrahmân b. Amr es-Sülemî-Hâlid b. Ma’dân-
Bahîr-Bakıyye-Nuaym b. Hammâd816-Dârimî.817
2. Utbe b. Abd es-Sülemî-Hâlid b. Ma’dân-Bahîr b. Saîd-Bakıyye b. Velîd-
Hayvet b. Şüreyh el-Hadramî818-Osmân b. Saîd ed-Dârimî819-Ebû’l-Hasan Ahmed b.
Muhammed el-Anzî-Hâkim.820
815 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/184-185. 816 Nuaym b. Hammâd b. Muâviye b. Hâris b. Hemmâm b. Seleme b. Mâlik el-Huzâî (ö. 228):
Bakıyye b. Velîd’den rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Ebû Zekeriyyâ ve Iclî’ye göre sika
olsa da, diğer cerh âlimleri hadiste bir şey olmadığını, zayıf olduğunu, bazen hata ve vehm yaptığını
ifade ederler. (Zehebî, Mîzân, IV/267-270; İbn Hacer, Tehzîb, X/458-463). 817 Dârimî, Mukaddime, 3, I/ 8. 818 Hayvet b. Şüreyh b. Yezîd el-Hadramî (ö. 224): Bakıyye’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ya’kûb
b. Şeybe ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, III/70-71). 819 Osmân b. Saîd ed-Dârimî es-Sicistânî: Ebû Hâtim saduk olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VI/193). 820 Hâkim, a.g.e, II/616. (Rivâyette beyaz iki kuşun kartal şeklinde olduğu rivâyet edilmektedir.
Rivâyette Âmine’ye Hz. Peygamber’in başına gelen hâdiselerin anlatıldığı, Âmine’nin de Şam
saraylarını aydınlatan bir nûrun ondan çıktığını gördüğünü söylediği nakledilmektedir).
185
Bakıyye b. Velîd’in durumu sebebiyle bu rivâyetler klasik hadis usûlü
bakımından “zayıf”tır.
Bu hususta varid olan rivâyetlere genel olarak baktığımızda, rivâyetlerin
metinlerinde ciddi farklılıkların olduğunu görmekteyiz: Aynı olayı anlatan sâir
rivâyetlerde Cebrâil821’in yerine, beyaz iki kuş,822 kuş şekline girmiş iki melek,823 iki
beyaz elbiseli adam,824 iki melek,825 uçan iki şahıs, bir grup vb. gelmiştir. İbn Sa’d’ın
(ö. 230) rivâyetinde sadece, “birisi geldi” denmektedir.826 İbn İshâk’ta (ö. 151)
gelenler “beyaz elbiseli iki adam”827 diye anlatılırken, İbn İshâk aynı rivâyetin farklı
bir versiyonunu vermektedir. Rivâyette gelen varlıkların değiştiği ve iki meleğin
turna kuşu şekline dönüştüğü müşahade edilmektedir.828 Şeddâd b. Evs’in
rivâyetinde, Hz. Peygamber hâdiseyi anlatırken üç kişilik bir gruptan bahseder. Ebû
Nuaym’ın eserinde ise, gelenler “beyaz iki kuş” olarak tarif edilmişlerdir.829 İlgili
rivâyette, “onun kalbinin yarıldığı” belirtilirken, sâir rivâyette “onun karnının
yarıldığı” ifade edilmektedir.830 Bir diğer rivâyette ise: “İçi kar dolu altın bir tasla üç
adam geldi. Beni tutup karnımı yardılar” şeklindedir. Başka bir rivâyette de:
“Boğazımdan karnıma kadar yardılar. Sonra buradan kalbimi çıkarıp ikiye ayırdılar
ve ondan simsiyah bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonrasında ise, hem kalbimi hem de
821 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/121,149, 288; Müslim, Îmân, 74, hadis no: 261, I/147; Beyhakî, a.g.e,
I/147. 822 Hâlid b. Ma’dân’ın Beyhakî’de geçen rivâyetinde, yukarıdaki ifadeden farklı olarak beyaz iki
kuşun geldiği zikredilmektedir. (Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/184; Hâkim, a.g.e, II/616-617; Ebû
Nuaym, a.g.e, s. 117-118). 823 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/139; Heysemî, a.g.e, VIII/222-223. 824 İbn İshâk, a.g.e, 27-28; Beyhakî, a.g.e, I/146; Heysemî, a.g.e, VIII/221. 825 Dârimî, Mukaddime, 3, I/9.Vâkıdî’nin rivâyetinde sadece gelenlerin iki melek olduğu tasrih
olunmuştur. (Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 39). 826 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 39. 827 İbn İshâk, a.g.e, s. 28. 828 İbn İshâk, a.g.e, s. 28. 829 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 40. 830 Heysemî, a.g.e, VIII/222-223; Azimli, a.g.e, s. 55.
186
karnımı o tastaki kar ile tertemiz edinceye kadar yıkadılar” şeklinde
nakledilmektedir.
İbn Hişâm (ö. 213-218) ’daki ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241)’deki Enes b.
Mâlik’ten gelen rivâyette zemzem suyu ile yıkandığı ifade edilmektedir. Bir diğer
rivâyette ise içini kar suyu831 ve gül suyu, kalbini de dolu suyuyla yıkadıkları ifade
edilmektedir.
Enes rivâyetinde, Hz. Peygamber’in kalbinden bir kan pıhtısının alındığı ve
“işte bu, şeytanın sendeki nasibidir” denildiği nakledilirken, diğer hadis
rivâyetlerinde bu ifade yer almamaktadır. Diğer bir rivâyette kalbi yıkandıktan sonra
kalbine sekîne yerleştirildiği ifade edilmektedir.832 Ahmed b. Hanbel’den
naklettiğimiz rivâyette “nübüvvet mührü” vurulduğu belirtilmekte ancak böyle
önemli bir bilginin Hz. Peygamber’in göğsündeki dikiş izlerini gören Enes b. Mâlik
tarafından aktarılmadığı görülmektedir. Taberî (ö. 310) ve Beyhakî (ö.458)’de yer
alan ve bu konudaki en tafsilatlı haberler olan Şeddâd ve Halid’in rivâyetlerine göre
de, göğüs açılıp temizlendiğinde kalbine de peygamberlik mührü vurulmuştur. Bu
mühür, Hz. Peygamber’in peygamberliğe hazırlanması yolunda bir aşamayı teşkil
eder; Süheylî (ö. 581): “Maamâfih, sadece şu kadarını belirtelim ki, ifade edilen
önemli ayrıntıyı destekler mahiyette başka bir delile sahip değiliz. Sırtındaki
peygamberlik mührünün de bu esnada vurulduğu söylenenler arasındadır” der.833
Konuyla ilgili bir başka rivâyette ise olayın bir bölümü şöyle
nakledilmektedir: “Sonra bu iki kişiden biri eline bir mühür aldı. Ne göreyim! Bu,
bakanları hayrette bırakan nûrdan bir mühür! İşte bu mühürle de benim kalbimi
mühürledi. O anda kalbim iman va hikmetle doldu. Akabinde de kalbimi yerine
831 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/184. 832 Dârimî, a.g.e, Mukaddime, 3, I/16. 833 Süheylî, a.g.e, I/110.
187
koydu. Diğeri ise, elini göğsümün yarık yerinde gezdirdi ki, bunun üzerine orası
birleşti.” Başka bir rivâyette ise Cebrail şöyle demişti: “Bu, sapasağlam bir kalptir.
Onda gören (idrak eden) iki keskin göz ve çok iyi duyan iki kulak vardır.” Sonra
onlardan (iki kişiden) biri diğerine: “Onu ümmetinden on kişi ile tart!” dedi. O da
beni tarttı da hepsinden ağır geldim. Sonrasında yine: “Ümmetinden yüz kişi ile
tart!” dedi. O da beni tarttı ve yine ben ağır geldim. Ardından tekrar: “Ümmetinden
bin kişi ile tart!” dedi. Tarttı da yine ben ağır geldim. Bunun üzerine tartılmamı
isteyen: “Bırak yeter artık! Zira onu bütün ümmetiyle tartsan, yine de o ağır
gelecek!” dedi. Bir başka rivâyette de: Daha sonra beni bağırlarına basıp hem
başımdan hem de gözlerimin arasından öptüler ve şöyle dediler: “Ey sevgili, korkma!
Şayet senin hakkında iyilik olarak nelerin murâd edildiğini bilsen, gözlerinin içi
gülerdi!” 834
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, sadece Hâlid b. Ma’dân ve Şeddâd b.
Evs’in rivâyetlerinde tesadüf edilen değişik bir açıklama mevcuttur. Her ikisi de
kendisine ait olan bu açıklamalara göre, Hz. Peygamber; ümmetinden on, sonra yüz
ve bin kişiyle tartılır ve hepsinden ağır gelir. Bunun üzerine bütün ümmetiyle tartılsa
yine ağır basacağını söyleyerek onu bırakırlar. Uyar’a göre, yaşı çok küçük olan Hz.
Peygamber bu sırada, Peygamber olacağı bilgisine sahip değildi; böyle iken
kendisine ümmetinden söz edilmesi, tenkide açık bir nokta gibi görünmektedir.835
Gerçekten de bu husustaki farklı yaklaşımlar, konunun anlaşılması açısından
fevkalade önem arz etmektedir.
Bize göre, şu ana kadar verdiğimiz rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla, Hz.
Peygamber’in manevî olarak üstünlüğünü göstermek için ümmetiyle tartılması
834 Müslim, Îmân, 261; İbn Sa’d, a.g.e, I/112; Ebû Nuaym, a.g.e, I/ 161-162. 835 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 40.
188
ifadesi gariptir. Hz. Peygamber’in peygamber olacağı bu zamanda belli bile değilken
ümmetinden bahsedilmesini ve ümmetiyle tartılmasını izah etmek zordur. Onun
üstünlüğü ümmetiyle tartılıp tartıda ağır geldiği için değil, âlemlere rahmet olarak
gönderilmesinden dolayıdır. O daha risâlet öncesinden sahip olduğu “Emin sıfatı”,
büyük bir ahlâk sahibi oluşu, ümmet için güzel bir örnek oluşu gibi vasıflar ve geriye
bıraktığı nebevî mesajlar ile her asra, her zümreye, her insana hitab eden vasıflarıyla
çağlar üstü bir Peygamberdir.
“Modern dönemde de rivâyetlere ciddi eleştiriler getirilmiştir. Hz.
Peygamber’in Halîme’nin yanında bulunduğu yıllarda “şakku’s-sadr” olayının vuku
bulduğu söylenirse de, pek çok araştırmacı bunun uydurma olduğunu
bildirmişlerdir.” 836
“Enes’ten gelen, Rasûlullah’ın çocukluğundaki “şakku’s-sadr” rivâyetlerinin
bazılarında bulunan Enes’e ait olan “ben dikiş izlerini görüyordum/ biz dikiş izlerini
görüyorduk” ifadelerinin Hammad b. Seleme kaynaklı olduğunu düşünmekteyiz.
Zira bu ifadeler hadisi rivâyet eden Süleymân b. el-Muğîre varyantında
bulunmamaktadır.”837 Burada şunu belirtelim ki, bu rivâyetteki farklılıkların
Süleymân b. el-Muğîre’den de kaynaklanmış olması ihtimal dâhilindedir. Bu
ifadeleri Süleymân çıkarmış ya da unutmuş olabilir.
Bulûğa ermemiş bir çocuğun kalbinden günah veya kötülüğün alınmasının ise
İslâm’daki her çocuğun fıtrat üzere doğduğu hadisiyle uyuşmadığı müşahade
edilmektedir.
Bu konuda Bünyamin Erul şu görüşleri serdetmektedir: “Her doğan çocuk
fıtrat üzere doğduğuna ve dolayısıyla bütün çocuklar günahsız addedildiğine göre, o
836 Seyyid Ca’fer Murtazâ el-Amulî, es-Sahîh min Sîreti’n-Nebiyyi’l-A’zam, y.y, t.y, I/82. 837 Güzel, Yüksel, Şakku’s-Sadr Rivâyetinin Tahlili, (Hz. Peygamber’in Göğsünün Yarılması),
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007, s. 43-44.
189
yaşta hangi çocuğun kalbindeki şeytanın nasibinden söz edilebilir? Manevî bir
temizlik veya hazırlığın, yine manevî bir yol ve yöntemle yapılması gerekirken,
şeytanın nasibinin giderilmesi ile göğsün açılması, kalbin yarılması ve bir iki kan
pıhtısının atılması arasında ne gibi bir alaka olabilir? Sonra bu dikiş izlerini, nasıl
oluyor da, Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Zeynep ve diğer eşlerinden birisi göremezken,
sadece Enes görebiliyor? Şayet böylesi bir ameliyat sonucu, söylenildiği gibi dikiş
izleri olsaydı, öncelikle gece-gündüz Hz. Peygamber ile birlikte olan Müminlerin
anneleri tarafından görülür ve mutlaka nakledilirdi.” 838
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in şemâilini anlatan
rivâyetlerde de bu dikiş izlerine dair bir malumat bulunmamaktadır.
Şaban Öz ise, “İnsanın kötü olması ya da şeytanın insan üzerindeki etkisi
kalpte yer alan bir et parçasından dolayı değildir. Tam tersine ruhsal bir durumdur.
Bunun gibi kalpten atılan bir parça ile insanın günahlardan, kötülüklerden
arındırılmış olduğunu ve bu konuda bir güvenceye sahip olmasını kabul etmek
güçtür. Bu haberi sünnette vâki olan hakikat ve mecaz üslûbu ile alâkalandırarak
mecazî bir olay olarak göstermek de839 zordur” demektedir.840
Son olarak söylemeliyiz ki, burada iddia olunan Rasûlullah’ın söylediği bir
söz değil, meydana geldiği naklolunan bir haberdir.
Kâdî İyâz bu olayı Miraç hâdisesinden apayrı bir olay olarak değerlendirmiş
ve bunun Miraç’ta gerçekleştiğine dair rivâyetleri kabul etmemiştir.841
838 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 40. 839 Gazzalî, Fıkhu’s-Sîre, s. 75. 840 Öz, Şaban, Hz. Peygamber’in Siretiyle İlgili Mevzu Haberlerin Tarihi Değeri, s. 51. 841 Kâdî, İyâz, Şifâ, Dâru’l-Feyhâ’, 2000, Beyrut, s. 241-242, 244.
190
b. On Yaşındayken Kalbinin Yarılması
Hz. Peygamber dört beş yaşlarındayken meydana geldiği nakledilen
yukarıdaki rivâyetlerin yanında, Übey b. Ka’b’ın rivâyetinde Ebû Hureyre’nin (r.a)
sorusu üzerine Rasûlullah, aynı olayın on küsür yaşında iken gerçekleştiğini
bildirmiştir.
A. Abdullâh-Muhammed b. Abdirrahim Ebî Yahyâ el-Bezzâz-Yûnus b.
Muhammed-Muaz b. Muhammed b. Ebî Ka’b-Ebî Muhammed b. Muaz-Muaz-
Muhammed-Übey b. Ka’b: “Ebû Hureyre, Rasûlullah’a başkasının sormadığı şeyleri
sormaya düşkün idi: Bu sebeple o (bir gün): ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Nübüvvet emaresi
olarak gördüğün ilk şey nedir?’ diye sordu. Bunun üzerine Peygamber oturur bir
halde doğruldu ve şu cevabı verdi: ‘Ey Ebâ Hureyre! Hakikaten mühim bir soru
sordun. Ben on yaşında iken bir sahrada bulunuyordum. Aniden başımın üstünde bir
ses işittim.’ O sırada bir kişi diğerine ‘Bu, o mu?’diye soruyordu. O da: ‘Evet’ diye
cevap verdi. Sonra bir takım yüz (ifadeleriyle beni) karşıladılar. Öylesi yüzleri hiçbir
insanda görmedim. Öyle kuvvetliydiler ki, benzerine hiçbir mahlûkta rastlamadım,
ve bir takım elbiseleri vardı ki onları hiçbir kimsenin üzerinde görmedim. Nihayet
yürüyerek bana geldiler. Her birisi bir yanımdan tuttu. Beni tuttuklarında, ben onların
dokunduklarını bile hissetmiyordum. Onlardan biri diğerine: ‘Onu yanı üzerine yatır’
dedi. Bunun üzerine o da beni incitmeden yere yatırdı. Sonra birisi diğerine:
‘Göğsünü yar’ dedi. Derken birisi göğsümün üzerine eğilerek kansız ve acısız olarak
benim göreceğim şekilde göğsümü açtı. Bu sefer ötekine: ‘Kin ve hasedi çıkar’ dedi.
O da pıhtılaşmış kan şeklinde bir şey çıkardı, sonra onu attı. Bu defa o, diğerine:
‘Rahmet ve şefkati koy’ dedi. O sırada parçaya benzeyen şeyi çıkaranın yaptığı gibi
yaptı. Sonra sağ ayağımın baş parmağını hareket ettirdi. Bunun üzerine ‘Git ve
191
kurtul’ dedi. Ben bu sayede küçüklere acıyan, büyüklere merhamet edici bir hale
geldim.”842
Bu hadis Abdullâh b. Muhammed b. Hanbel’in (ö. 290) Müsned’e yaptığı
ziyadelerdendir. Heysemî’nin beyanına göre, İbn Hibbân bu hadisin râvîlerini
güvenilir (sika) kabul etmiştir.843 Ne var ki, İbn Medînî (ö. 234) senedde geçen Muâz
b. Muhammed ve babasının mechûl olduğunu söylemiştir.844 İbn Hacer (ö. 852) ise
Muaz b. Muhammed’i ta’dîl sigalarının en zayıflarından olan makbûl lafzıyla
nitelendirirken,845 babası, Muhammed b. Muaz’ı mechûl olarak zikretmiştir.846
On yaşında göğsünün yarıldığına dair rivâyetlerle ilgili olarak şunları ifade
etmek mümkündür: Ebû Nuaym (ö. 430) , Hz. Peygamber’in göğsünün on küsür
yaşında yarıldığına dair rivâyetin sadece Muaz b. Muhammed vasıtasıyla gelen ferd
bir hadis olduğunu söylediğine; Muaz da mechûl olduğuna göre, bu rivâyetin “zayıf”
olduğu anlaşılmaktadır.
On yaşındaki şakku’s-sadr hâdisesinde “nübüvvet emâresi olarak gördüğün
ilk şey nedir?” ifadesi tenkide açık bir noktadır. Diğer birçok rivâyetle birlikte bu
olay da, Hz. Peygamber’in peygamberliğine delâlet eden hâdiselerden addedilerek
bazı kaynaklarımızda yer almıştır. Ancak geçmişte ve günümüzde çok sayıda ilim
adamı bu hadiseyi farklı yönleriyle eleştirmişlerdir. Hz. Peygamber’in
Peygamberliğine işaret edilirken bu hususa hiç değinilmemekte, “Ben sizin gibi bir
beşerim, yalnız bana vahyolunuyor” buyrularak onun beşerî boyuttan hiç
çıkartılmadan peygamberliğine atıf yapıldığı görülmektedir.
842 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/139; Ebû Nuaym, Delâil, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, Lübnan, 1999, I/219-
220. 843 Heysemî, a.g.e, VIII/223. 844 Zehebî, Mîzân, IV/44. 845 İbn Hacer, Takrîb, II/257. 846 İbn Hacer, Tezhîb, II/208.
192
c. İlk Vahiy’den Önce Göğsünün Yarılması
Hadisenin ilk vahiyden önce meydana geldiğini bildiren rivâyetler, diğer
farklı bir zamanı ifade etmektedir. Bunlardan Âişe’nin (r.a) rivâyet ettiği hadiste
olay, Hz. Peygamber’in ilk hanımı Hatice (r.a) ile birlikte Ramazan ayında Hira’da
itikafa girdiklerinde cereyan etmektedir:
A. Ebû Dâvûd-Hammâd b. Seleme-Ebû İmrân el-Cevnî847-Racül-Âişe:
Rasûlullah ve Hatice (birlikte) Ramazan ayında Hira’da itikafa girdiler. Rasûlullah
(dışarı) çıkınca ‘Esselâmü aleyküm’ (ifadesini) işitti. (Rasûlullah): ‘Aniden cinin
(geldiğini) zannettim’ dedi. (Cebrail): ‘Müjdeleyin. Muhakkak selâm hayırdır’ dedi.
(Rasûlullah): ‘Sonra başka bir gün Cebrail’i güneşin üzerinde gördüm. Bir kanadında
doğu, başka bir kanadında batı vardı. Yere indi ... Cebrâil karnımı yardı. Allah’ın
dilediği şeyleri oradan çıkardı. Altın bir leğende onu yıkadı. Onu oraya iade
etti…Sırtımı mühürledi. Mührün izini buldum.” dedi. ‘Bana Rabbinin adıyla oku!’
dedi. Ben hiçbir zaman okumamıştım. Hüngür hüngür ağlayıncaya kadar
boğazımdan tuttu. Bana (Alak sûresinin ilk beş âyetini) vahyetti. Bundan sonra
hiçbir şey unutmadım. Beni bir adamla tarttılar. Ona ağır bastım. Başka bir adamla
beni tarttılar. Ona ağır bastım. Sonra beni yüz kişiyle tarttılar. ...Ben kendi yerime
döndüm. Bütün taş ve ağaçlar beni, ‘Esselâmü aleyke yâ Rasûllâllah!’ diye karşıladı.
Hatice’nin yanına geldiğimde bana ‘Esselâmü aleyke yâ Rasûlallâh!’ dedi.848
Tayâlisî’nin (ö. 203-204) senedinde hadisi Hz. Âişe’den nakleden râvînin
ismi zikredilmemiş ve bir adam (racül) denilerek yetinilmiştir. Binaenaleyh, Ebû
Nuaym’ın rivâyetinde bu adamın ismi Yezîd b. Bâbenûs olarak geçmektedir. İbn
847 Ebû İmrân el-Cevnî: Mûsâ b. Sehl er-Remlî Ebû İmrân: Ebû Hâtim sika ve saduk olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/168). 848 Ebû Dâvûd, et-Tayâlisî, Müsned, Matbaatü Dâireti’l-Maârifi’l-Osmâniyye, Haydarâbâd, 1321
VII/215-216.
193
Hacer, Yezîd’in üçüncü tabakadan makbûl bir râvî olduğunu söylese de849
Zehebî’nin (ö. 748) verdiği bilgilerden onun dördüncü halife Ali’yi (r.a)
katledenlerden olduğu anlaşılmaktadır.850 Dahası Ebû Nuaym’ın senedindeki diğer
bir râvî Dâvûd el-Muhabber metrûktur.851
Buna göre rivâyet, bilinmeyen bir şahsın Hz. Âişe’den naklettiği “zayıf” bir
rivâyettir.
Burada şunu da ifade edelim ki,Cebrâîl’in ilk inişini ve Alak sûresinin ilk
âyetlerini getirişini anlatan sahih rivâyetler böyle bir olaydan söz etmemektedir.852
B. Abdullâh b. İmrân853-Ebû Dâvûd-Ca'fer b. Osmân el-Kureşî854-Osmân b.
Urve b. Zübeyr855-Urve b. Zübeyr-Ebû Zer el-Ğıfârî: “Ya Rasûlallah! Nebî olduğunu
nasıl anladın? dedi. (Hz. Peygamber): “Ey Ebâ Zer! Bana Mekke’nin geniş
vadilerinde iki melek geldi. Onlardan birisi yerde, diğeri gökle sema arasındaydı. O
ikisinden biri arkadaşına: ‘Bu, o mu?’ diye sordu. (O da): ‘Evet’ dedi. Onu (Hz.
Muhammed’i) bir adamla tart dedi. Onunla tartıldım ve ondan ağır geldim. Sonra on
kişiyle tart dedi. Onlarla tartıldım. Onlardan ağır geldim. Sonra yüz kişiyle tart dedi.
Onlarla tartıldım. Daha ağır geldim. Sonra bin kişiyle tart dedi. Onlarla tartıldım.
849 İbn Hacer, Takrîb, II/362. 850 Zehebî, Mîzân, IV/420; Güzel, Yüksel, a.g.e, s. 77-78. 851 Zehebî, a.g.e, II/20; İbn Hacer, Takrîb, I/234. 852 Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 3, I/3. 853 Abdullâh b. İmrân b. Ali b. Esed: Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’den rivâyet etmiştir. Ondan Abdullâh
ed-Dârimî nakletmiştir. Ebû Hâtim ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
V/160; İbn Hacer, Tehzîb, V/343). 854 Ca’fer b. Osmân el-Kureşî: Hadisin senedindeki Ca’fer b. Abdillâh b. Osmân’ı, Ahmed b.
Hanbel ve İbn Hibbân tevsîk etmiştir. Fakat Ukaylî, bu râvînin hadislerinde vehm ve ızdırâb olduğu
gerekçesiyle onu zayıf saymıştır. Bu yüzden Ca’fer muzdaribü’l-hadis kabul edilir. Ukaylî, Ca’fer’in
söz konusu hadisini misâl olarak zikrettikten sonra “mutabaat olarak kullanılmaz” değerlendirmesini
yapar. (Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ, ed-Du’afâ, Mektebetü İbn Abbâs, Semnud,
2008, I/183). 855 Osmân b. Urve b. Zübeyr b. Avvâm el-Esedî (ö. 136/137): İbn Maîn, Nesâî ve İbn Hibbân sika
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/207; İbn Hacer, Tehzîb, VII/138).
194
Onlardan ağır geldim. Onlara bakar gibiydim. Mizanın hafifliğini üzerime
yayıyorlardı. Biri arkadaşına ‘eğer onu ümmetiyle tartsan daha ağır gelirdi” dedi.856
Bezzâr, hadisin Ebû Zer’den sadece bu senedle rivâyet edildiğini ve hadisi
rivâyet eden Urve b. Zübeyr’in Ebû Zer’den semâını bilmediklerini belirterek
rivâyetin zayıflığını açıklar.857
Hadisin senedinde ınkıta vardır. Urve (23-94) Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ’nın
oğludur. Fakat Ebû Zer’le (ö. 31-32) karşılaşmamıştır.858 Dolayısıyla rivâyet klasik
hadis usûlü bakımından “zayıf”tır.
Kanaatimizce, Ebû Zer el-Ğıfarî’den (r.a) rivâyet edilen bu hadiste, olayın
zamanı açık bir şekilde belirtilmemekle birlikte, mezkûr sahâbînin Hz. Peygamber’e
yönelttiği: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! İlk peygamber olduğunda bunu nasıl bilip emin
oldun?’ sorusundan hâdisenin ilk vahiy gelmeye başladığı vakit gerçekleştiği
anlaşılmaktadır. Dârimî’nin naklettiği bu rivâyeti, benzer şekilde Taberî’nin (ö.310)
859 ve Ebû Nuaym’ın (ö. 430)860 da naklettiği müşahade edilmektedir.
d. Mirac’da Göğsünün Yarılması
Şakk-ı sadr hâdisesinin miracta bir kez daha tekerrür ettiğini görüyoruz. Bu
defa Hz. Muhammed peygamberdir ve yaşı elliyi aşmıştır.
A. Süleymân b. Dâvûd861-İbn Vehb862-Amr b. Hâris863-Abdürabbih b. Saîd864-
Bünânî865-Enes b. Mâlik: Beş vakit namaz Mekke’de farz kılındı. İki melek,
856 Dârimî, Mukaddime, 3, I/9. 857 Heysemî, a.g.e, Beyrut, 1984, III/116. 858 Güzel, Yüksel, a.g.e, s. 82. 859 Taberî, a.g.e, II/304-305. 860 Ebû Nuaym, a.g.e, 1999, I/221. 861 Süleymân b. Dâvûd b. Hammâd b. Sa’d el-Mehrî (ö. 253): Abdullâh b. Vehb’den rivâyet
etmiştir. Ondan Nesâî nakletmiştir. Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer,
Tehzîb, IV/186-187). 862 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû
Tâhir b. Serc aktarmıştır. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî, Ahmed b. Ebî Bekr ve Ebû
195
Rasûlullah’a gelerek onu zemzem (kuyusuna) götürdüler. Sonra göğsünü açtılar,
kalbini çıkarıp altından bir tasın içerisine koyarak zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra
da içerisini hikmet ve ilimle doldurdular.”866
Rivâyet isnad açısından “sahih”tir.
B. Muhammed b. Müsennâ867-İbn Ebî Adî868-Saîd869-Katâde870-Enes b.
Mâlik’: (Enes b. Mâlik’ muhtemel ki şöyle diyerek)- Mâlik b. Sa’saa’dan rivâyete
göre, Rasûlullah onlara İsrâ gecesini anlatarak buyurdu ki: “Bir kere ben, Beyt’in
yanında (Hatim’de) uykuyla uyanıklık arası bulunuyordum. Birden bire ‘bu üç
kişiden biri, iki kişi arasındaki’ sözlerini söyleyen birini işittim. Derken benim
yanıma geldi ve beni götürdü. Nihayet bana, içinde zemzem suyu dolu altın bir tas
getirildi. Şuradan şuraya kadar göğsüm yarıldı. (Katade dedi ki: Yanımdaki kimseye:
Zür’a gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Nesâî ve Sâcî sema’da mütesâhil olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer, Tehzîb,
VI/71-74). 863 Amr b. Hâris b. Ya’kûb b. Abdillâh el-Ensârî (ö. 147/148/149): Abdürabbih’ten rivâyet etmiştir.
İbn Sa’d, İshâk b. Mansûr, Hatîb ve Sâcî sika olduğunu belirtmektedir. Ebû Hâtim zamanının en iyi
hafızı olduğunu ve hıfzı konusunda onun hakkında bir ihtilâf söz konusu olmadığını ifade etmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/290; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/14-16). 864 Abdürabbih b. Saîd b. Kays b. Amr el-Ensârî (ö. 139/140): Sâbit el-Bünânî’den rivâyet etmiştir.
Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Nesâî, Iclî, İbn Hibbân ve İbn Sa’d gibi birçok âlim tarafından sika
olarak görülmüştür. Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/53-54; İbn Hacer, Tehzîb, VI/126-127). 865 Sâbit b. Eslem el-Bünânî (ö. 123/127): Enes’ten rivâyet etmiştir. Ahmed, Iclî, Nesâî, Ebû Hâtim
ve İbn Sa’d gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. Ebû Zür’a (hadisinde) mürsel olduğunu
ifade eder. (Mürsel, râvînin şeyhi ile arasının munkatı’ olması demektir.) (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/375-376; İbn Hacer, Tehzîb, II/2-4). 866 Nesâî, Salât, 2, I/224-225. 867 Muhammed b. Müsennâ b. Ubeyd b. Kays b. Dînâr (ö. 251/252): İbn Maîn, Zühlî, İbn Hibbân
ve Hatîb sika olduğunu, Sâlih b. Muhammed ve Ebû Hâtim saduk olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VIII/109-110; Zehebî, Mîzân, IV/24; İbn Hacer, Tehzîb, IX/425-427). 868 Muhammed b. İbrâhîm b. Ebî Adî es-Sülemî (ö. 194/196): Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Sa’d ve İbn
Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/255; İbn Hacer, Tehzîb, IX/12-13). 869 Saîd b. Ebî Arûbe (ö. 156): Katâde’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Nesâî, Ebû Zür’a ve İbn Adî
sika olduğunu belirtmektedir. İbn Ebî Huseyme, Katâde’de insanların en sebti olduğunu, Ebû Hâtim,
ihtilat etmeden önce sika ve hadiste insanların en bilgilisi olduğunu belirtmektedir. İbn Adî,
ihtilatından önce ondan rivâyet ettiklerinin sahih olduğunu, ihtilatından sonra ondan rivâyet ettiklerine
itimad edilmeyeceğini ifade eder. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/63-66). 870 Katâde b. Diâme b. Katâde b. Azîz b. Amr b. Rebîa b. Amr b. Hâris (ö. 117/118): Enes b.
Mâlik’ten rivâyet etmiştir. Ondan Hemmâm b. Yahyâ nakletmiştir. Yahyâ b. Maîn ve İbn Sa’d sika
olduğunu ifade eder. Ebû Hâtim, Enes ashabının en sebti olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VII/179-182; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/351-356).
196
‘Neyi kasdediyor’ dedim. Karnının aşağısına (kadar) dedi.) Kalbim çıkarıldı ve
zemzem suyu ile yıkandı. Sonra eski yerine iade olundu. Sonra kalbim iman ve
hikmetle dolduruldu…”871
Saîd b. Ebî Arûbe’nin durumu sebebiyle rivâyet “hasen”dir.
Ancak rivâyet ızdırabdan hâli değildir. Nesâî rivâyetinde Enes’in Mâlik b.
Sa’saa rivâyetinde üç kişi, Sâbit el-Bünânî’nin Enes’ten gelen rivâyetinde iki melek
olduğu belirtilmektedir. Mâlik b. Sa’saa’dan gelen rivâyette gelenler Hz.
Peygamber’in kalbini yardıktan sonra onu zemzemle yıkamışlar ve kalbe iman ve
hikmet yerleştirmişlerdir. Enes’ten gelen rivâyette ise, kalbin zemzemle
yıkanmasından sonra kalbe ilim ve hikmet yerleştirildiği nakledilir.
Mâlik b. Sa’saa’dan nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Rasûlullah-Mâlik b. Sa’saa-Enes b. Mâlik-Katâde-Hemmâm b. Yahyâ872-
Hüdbe b. Hâlid873-Buhârî.874
Malik b. Sa’saa rivâyetinin isnadında ihtilâfla birlikte mecrûh görülen
Hemmâm b. Yahyâ bulunduğundan bu rivâyet “zayıf” tır.
2. Nebî (s.a.s)-Mâlik b. Sa’saa kavminden bir adam-Enes b. Mâlik-Katâde-
Saîd b. Ebî Arûbe-Muhammed b. Ca’fer875 ve İbn Ebî Adî-Muhammed b. Beşşâr876 -
Tirmizî.877
871 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 264, I/149-150. 872 Hemmâm b. Yahyâ b. Dînâr el-Ezdî (ö. 164): Basralıdır. Katâde’den rivâyet etmiştir. Ondan
Hüdbe b. Hâlid nakletmiştir. Yezîd b. Hârûn, Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Iclî ve İbn Sa’d’a göre
sikadır. Diğer cerh âlimleri hadisi yazılsa da kendisiyle ihticâc edilemeyeceğini, hıfzının kötü
olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/133-134; Zehebî, Mîzân, IV/309-310; İbn Hacer,
Tehzîb, XI/67-70). 873 Hüdbe b. Hâlid b. Esed b. Hüdbe el-Kaysî (ö. 235): Hemmâm b. Yahyâ’dan rivâyet etmiştir.
Ondan Buhârî aktarmıştır. Ali b. Cüneyd, Mesleme b. Kâsım, İbn Adî ve Ebû Hâtim’e göre sika olsa
da, Nesâî, zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/140-141; Zehebî, Mîzân, IV/294;
İbn Hacer, Tehzîb, XI/24-25). 874 Buhârî, Menâkibü’l-Ensâr, 42, IV/248.
197
İsnadında mechûl bir râvînin bulunması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
3. Enes b. Mâlik-Şerîk b. Abdillâh b. Ebî Nemr878-Süleymân b. Bilâl879-İbn
Vehb880-Hârûn b. Saîd el-Eylî881 -Müslim.882
4. İbn Mâlik-Şerîk b. Abdillâh-Süleymân-Abdülazîz b. Abdillâh883-Buhârî.884
Şerîk b. Abdillâh b. Ebî Nemr’in ihtilâfla birlikte mecrûh görülmesi
sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, İbn Hazm (ö. 456) ve Kâdî İyâz (ö. 544),
Buhârî’nin konuyla ilgili rivâyetlerinin bir senedinde geçen Şerîk b. Abdillâh b. Ebû
Nemr nedeniyle “şakku’s-sadr”ın İsrâ gecesi meydana geldiğini ifade eden
875 Muhammed b. Ca’fer el-Hüzelî Ğunder (ö. 92): Şu’be’den rivâyet etmiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn
Hibbân ve Iclî’ye göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/297-298; İbn Hacer, Tehzîb, IX/96-98). 876 Muhammed b. Beşşâr b. Osmân b. Dâvûd b. Keysân el-Abdî (ö. 252): Iclî, Ebû Hâtim, Nesâî
ve İbn Hibbân gibi âlimlere göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/287-288; Zehebî, Mîzân, III/490-
491; İbn Hacer, Tehzîb, IX/70-73). 877 Tirmizî,Tefsîri’l-Kur’an, 83, V/442-443, Rivâyetlerin sahih olduğunu savunan çalışmalar için bkz.
Ebû’l-Feyd Mevlânâ Ca’fer el-Hüseynî’l-İdrîsî, Nazmü’l-Mütevatir mine’l-Hadîsi’l-Mütevatir, Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, t.y, s. 220-221. 878 Şerîk b. Abdillâh b. Ebî Nemr el-Kuraşî (ö. 144): Enes’ten rivâyet etmiştir. Ondan Süleymân b.
Bilâl nakletmiştir. İbn Maîn, Nesâî, İbn Sa’d ve Ebû Dâvûd’a göre sika olsa da, Nesâî ve İbn Cârûd
kavî olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/331; Zehebî, Mîzân, II/269-270; İbn Hacer,
Tehzîb, IV/337-338). 879 Süleymân b. Bilâl et-Temîmî (ö. 177): Şerîk b. Abdillâh b. Ebî Nemr’den rivâyet etmiştir. Ondan
Abdullâh b. Vehb aktarmıştır. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, İbn Şahîn ve İbn Adî sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/100-101; İbn Hacer, Tehzîb, IV/175-176). 880 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan Ebû
Tâhir b. Serc nakletmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî, Ahmed b. Ebî Bekr ve Ebû
Zür’a gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Nesâî ve Sâcî sema’da mütesâhil olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer, Tehzîb,
VI/71-74). 881 Hârûn b. Saîd b. Heysem b. Muhammed b. Heysem b. Feyrûz et-Temîmî (ö. 253): İbn
Vehb’den rivâyet etmiştir. Ondan Müslim aktarmıştır. Ebû Hâtim, Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/113-114; İbn Hacer, Tehzîb, XI/6-7). 882 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 262, I/148. 883 Abdülazîz b. Abdillâh b. Yahyâ b. Amr b. Üveys b. Sa’d b. Ebî Serh el-Âmirî: Medinelidir.
Süleymân b. Bilâl’den rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir. Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Dâvud, Ebû
Hâtim, İbn Hibbân, Dârekutnî ve Halîlî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür, ancak Ebû
Ubeyd el-Âcirî zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/455-456; Zehebî, Mîzân,
II/630; İbn Hacer, Tehzîb, VI/345-346). 884 Buhârî, Tevhîd, 37, VIII/203-205.
198
rivâyetleri kabul etmemişler ve çocukluğunda geçen bu olayın mirac hadislerine
karıştırıldığını ileri sürmüşlerdir.885
Buhârî (ö. 256) ve Müslim’de (ö. 261) yer alan hadisleri Enes b. Mâlik’ten
rivâyet eden kişi Şerîk b. Abdillâh’tır. Hadisenin Enes’in ağzından anlatıldığı iki
rivâyette de olayın peygamberlikten önce gerçekleştiği nakledilmektedir.
Müslim de rivâyet ettiği hadisin sonunda: ‘Hadiste takdim, te’hir, ziyade ve
noksanlık vardır’886 diyerek dikkat çekmiştir. Bu ziyadelerden birisi “İsrâ hadisesi
vahyden önceydi” cümlesidir ki bu yanlıştır. Kâdî İyâz (ö. 544), İsrâ’nın ne zaman
gerçekleştiği hakkındaki farklı görüşlerden en erkenine göre İsrâ, bi’setten on beş ay
sonra gerçekleşmiştir. Yine ulema, namazın farziyetinin İsrâ hâdisesi
sırasındaolduğuna ittifak etmişken “nasıl olur da İsrâ hâdisesi peygamberlik
gelmeden önce gerçekleşir?’ şeklinde bir itirazda bulunmaktadır.887
“Şerîk b. Abdillâh’ın Enes’ten rivâyet ettiği İsrâ hadisi, rivâyetteki râvîlerinin
çoğunluğu hakkında güvenilir oldukları yönünde kanaatler olsa da, rivâyet tarihî
gerçeklerle örtüşmemektedir. İsrâ ve mirac olayının peygamberlik esnasında
gerçekleşmesinden dolayı hadis tarihî açıdan zayıftır. Yine hadisin rivâyet zincirinde
yer alan Sâbit b. Eslem’in, “Enes’ten gelen rivâyetlerde hata yaptığı” rivâyet
edilmektedir.”888
Miracın bi’setten yani Hz. Muhammed’in peygamberlikle
görevlendirilmesinden önce olduğunu ifade eden görüş, râvîlerin Şerîk b. Abdillâh’ın
bu rivâyetinde hataya düştüğü gerekçesiyle muhaddisler tarafından
benimsenmemiştir.
885 Kâdî İyâz, a.g.e, s. 244 886 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 262, I/148. 887 Nevevî, a.g.e, I/233; Güzel, Yüksel, a.g.e, s. 83-84. 888 Güzel, Yüksel, a.g.e, s. 43-44.
199
“Hz. Peygamber’in, vahiy gelmeden önce miraca çıktığını ifade eden ve bu
yüzden birçok ilim adamı tarafından eleştirilere maruz kalan hadisin râvîlerinden
Şerîk’in vehimlerine işaret eden âlimlerden İbnu’l-Kayyım (ö. 751), bu tür te’villere
ve böylesi uzak te’villerle rivâyetlerdeki ihtilâfları izâh etmeye kalkışanlara karşı
çıkarak şöyle der: İsra hâdisesi bir defa olmuştur. Oysa, ‘Biri uyanık iken, birisi de
uykuda olmak üzere iki defa olmuştur’ da denilmiştir. Bu görüş sahipleri sanki
içerisinde “sonra uyandım” lafzı geçen Şerîk rivâyetiyle, diğer rivâyetleri bu şekilde
uzlaştırmak istemektedirler. Onlardan bazıları, ‘Bu da Şerîk hâdisesinde geçtiği
üzere, birisi vahiy gelmezden önce, diğeri de sâir rivâyetlerin delâleti ile vahiyden
sonra olmak üzere iki defa olmuştur’ demişlerdir. Onlardan, ‘Birisi vahiyden önce,
ikisi de sonra olmak üzere, toplam üç defa vuku bulmuştur’ diyenler bile vardır.
Bunların hepsi cahilce ve basiretsizce söylenmiş sözlerdir. Bu, yüzeysel rivâyet
erbâbından zayıf olanların, bir kıssada, diğer rivâyetlerin siyâkına muhalif bir lafız
gördüklerinde başvurdukları bir yoldur ve (çözüm olarak) onu, bir başka defasında
da öyle vuku bulmuş sayarlar. Rivâyetlerdeki ihtilâf arttıkça, onlar da vak’aların
sayısını artırırlar.” 889
Şakku’s-sadr hâdisesinin miracla ilişkilendirilmesinin tutarlı olmadığı ifade
edilmektedir: Hz. Paygamber’in göğsünün yarılıp kalbinin temizlendiğine dair bir
takım gizemli tasvirlerle miraca dair rivâyetler arasında sıkı bir ilişkinin bulunması
veya kurulması dikkat çekicidir. Bu anlatılanlarda son derece gizemli tasvirler
olduğu halde, geleneksel algıda bunların gerçekleşme imkânının olup olmadığı
meselesi neredeyse hiç sorgulanmadan olduğu gibi kabul edilmiştir.890
889 Erul, Bünyamin, “Bir ‘Alan Taraması’nın Panoraması –Vahy-i Gayri Mevlüt Hakkında Bazı
Mülahazalar ve Bir Eleştirinin Eleştirisi”, İslâmiyât III (2000), Sayı: 1, s. 172-173. 890 Balcı, İsrafil, İsra ve Mirac Gerçeği, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2012, s. 263-264.
200
5. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Zer-Enes b. Mâlik-İbn Şihâb-Yûnus-Leys891-Yahyâ b.
Bükeyr892, 893
Yahyâ b. Bükeyr’in durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen” dir.
6. Rasûlullah (s.a.s)-Mâlik b. Sa’saa-Enes b. Mâlik-Katâde-Hişâm ed-
Destüvâî894- Yahyâ b. Saîd-Ya’kûb b. İbrâhîm895-Nesâî.896
7. Nebî (s.a.s)-Mâlik b. Sa’saa-Enes b. Mâlik-Katâde-Hişâm ed-Destüvâî-
Yahyâ b. Saîd-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.897
Rivâyetler isnad açısından “sahih”tir.
8. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Zer-Enes b. Mâlik-İbn Şihâb-Yûnus898-İbn Vehb-
Harmele b. Yahyâ et-Tücîbî899-Müslim.900
Rivâyetin isnadındaki Harmale b. Yahyâ’nın cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından
ihtilafla birlikte mecrûh görülmesi sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
891 Leys b. Sa’d b. Abdirrahmân el-Fehmî (ö. 175): Ukayl’dan rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, Ahmed b.
Hanbel, İbn Ebî Huseyme, İshâk b. Mansûr, İbn Medînî, Iclî ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir,
ancak Yahyâ b. Maîn ve Ezdî, semada gevşek olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a. g.e,
VII/244-245; Zehebî, Mîzân, III/423; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/459- 465). 892 Buhârî, Salât, 1, I/91-93. 893 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu belirtmektedir. İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Hacer, Tehzîb, II/237-238). 894 Hişâm b. Ebî Abdillâh ed-Destüvâî (ö. 153): Katâde’den rivâyet etmiştir. Şu’be, Ebû Dâvûd et-
Tayâlisî, İbn Medînî, Iclî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (Zehebî, Mîzân,
IV/300; İbn Hacer, Tehzîb, XI/43-45). 895 Ya’kûb b. İbrâhîm b. Kesîr (ö. 252): Ondan Nesâî rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim, Nesâî, İbn
Hibbân, Hatîb ve Mesleme gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, XI/381-
382). 896 Nesâî, Salât, 1, I/217-218. 897 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/207. 898 Yûnus b. Zeyd b. Miskîn b. Ebî’n-Necâd el-Eylî: Zührî’nin rivâyetinde sikadır, Zührî’nin
dışında hatası vardır. Zehebî, onun güvenilir birisi olduğunu belirtmektedir. (Ruvâtü’t-Tehzîbeyn, s.
7919) (Şamile’den nakledilmiştir.)). 899 Harmele b. Yahyâ b. Abdillâh b. Harmele b. İmrân et-Tücîbî (ö. 473): İbn Vehb’den rivâyet
etmiştir. Ondan Müslim aktarmıştır. Ebû Hâtim, hadisinin yazıldığını, onunla ihticâc edilemeyeceğini
söylemektedir, ancak Ukaylî, İbn Vehb’de insanların en bilgilisi olduğunu belirtmektedir. İbn Hibbân
ve Ukaylî sika olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/283; Zehebî, Mîzân, II/472-473;
İbn Hacer, Tehzîb, II/229-231). 900 Müslim, İman, 74, hadis no: 263, I/148.
201
C. Rasûlullah-Mâlik b. Sa’saa-Enes b. Mâlik-Katâde-Hişâm ed-Destüvâî-
Muâz b. Hişâm901-Muhammed b. Müsennâ: İsnadını verdiğimiz rivâyette şu
farklılıklar vardır: “Bana içi hikmet ve iman dolu altından bir tas getirildi. Göğsüm
üst tarafından karın altına kadar yarıldı. Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra hikmet ve
iman ile dolduruldu.”902
Muaz b. Hişâm’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Şiblî, “şakku’s-sadr” olayının sadece Hz.
Peygamber Mirac’a çıkmadan meydana geldiği, çocukluğunda geçtiği söylenen
rivâyetlerin muteber olmadığı fikrini benimser. Ona göre, Allah Rasûlü’nün
çocukluğunda bu olayın gerçekleştiğini ifade eden Müslim hadisi, senedi sahih
olmakla birlikte, bunu rivâyet eden Hammâd b. Seleme’nin göğsün yarılması ile
Mirac hadislerini birbirine karıştırmasından dolayı illetlidir. Şiblî, bu görüşüne delil
olarak Mirac ve Şakku’s-sadr hadislerini Enes (r.a) ve onun râvîsi Sâbit el-
Bünânî’den nakledenler içinde, sadece Hammâd’ın, Hz. Peygamber’in göğsünün
yarılması olayını çocukluğunda geçmiş şeklinde rivâyet ettiğini, dolayısıyla ferd
kaldığını ileri sürer.903
Konuyla ilgili klasik şerhlere baktığımızda Aynî (ö. 855), şu görüşleri
serdetmektedir: “Çocukluğunda göğsünün yarılmasıyla Mirac farklı bir olaydır.
Şakku’s-sadr iki defa olmuştur.”904
Mirac’da göğsünün yarılmasıyla ilgili olarak, “Hatim ve Hicr” ifadesi
noktasında farklılık vardır. Hatim ile burada kasdedilen Hicr’dir. Zührî- Enes- Ebû
901 Muâz b. Hişâm b. Ebî Abdillâh ed-Destüvâî (ö. 200): Basralıdır. Babasından (Hişâm ed-
Destüvâî’den rivâyet etmiştir.) İbn Maîn huccet olmadığını, Ebû Dâvûd onu kerih gördüğünü
belirtirken, İbn Ebî Hâtim kavî olmadığını ifade eder, ancak İbn Kâni’ sika ve me’mun olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/284-285; Zehebî, Mîzân, IV/133; İbn Hacer, Tehzîb, X/196-
197). 902 Müslim, Îmân, 74, hadis no: 265, I/151. 903 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, II/468-469; III/178. 904 Aynî, a.g.e, VII/229-230.
202
Zer tarikinde ise, bu olayın Mekke’de evinde olduğu nakledilir. İki adamın arasında
üçüncü kişi ifadesinde kasdedilenler Hamza ve Ca’fer’dir. (İbn Hacer), o gelenlerin
isimlerine vâkıf olamadığını ifade eder.905 Burada şunu belirtelim ki, Ca’fer b. Ebî
Tâlib’in 616 yılında Habeşistan’a hicreti tarihen sabittir. Dolayısıyla Ca’fer’in mirac
esnasında Hz.Muhammed’in yanında olması hususu tarihî vak’aya aykırıdır.
D. Abdullâh-Muhammed b. İshâk b. Muhammed el-Müseyyibî906-Enes b.
İyâd907-Yûnus b. Zeyd908-İbn Şihâb-Enes b. Mâlik: Übey b. Ka’b anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: “Ben Mekke’de iken (Cebrail (a.s)) evimin çatısını
yardı ve indi. Kalbimi çıkarıp zemzem suyuyla yıkadı. Sonra altından iman dolu bir
leğen getirdi. Onu kalbime boşalttı ve kalbimi kapattı. Sonra elimi tuttu ve beni
semaya çıkarttı…”909
Enes b. İyâd’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
Enes b. Mâlik’ten nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Zer-Enes-İbn Şihâb-Yûnus-Anbese910-Ahmed b.
Sâlih911: Rivâyette miraca çıktığı naklediliyor.912
905 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI/579; Kastallânî, a.g.e, VII/33. 906 Muhammed b. İshâk b. Muhammed b. Abdirrahmân b. Abdillâh el-Müseyyib (ö. 236): Enes
b. İyâd’dan rivâyet etmiştir. Ondan Abdullâh b. Ahmed nakletmiştir. İbn Kâni’ ve İbrâhîm b. İshâk es-
Savvâf sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/263; İbn Hacer, Tehzîb, IX/37-38). 907 Enes b. İyâd Ebû Damra el-Medînî (ö. 185/200): İbn Sa’d, sika olduğunu, ancak hatasının çok
olduğunu belirtmektedir. Dûrî ise sikadır diyerek onun hakkındaki kanaatini belirtir. Nesâî onda bir
beis olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/215; İbn Hacer, Tehzîb, I/375-376). 908 Yûnus b. Zeyd b. Miskîn b. Ebî’n-Necâd el-Eylî: Zührî’nin rivâyetinde sikadır, Zührî’nin
dışında hatası vardır. Zehebî, onun sebt olduğunu belirtmektedir. (Ruvâtü’t-Tehzîbeyn, s. 7919’dan
naklen (Şamile’den nakledilmiştir.)). 909 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/ 143. 910 Anbese b. Hâlid b. Yezîd b. Ebi’n-Necâd el-Emevî (ö. 198): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet
etmiştir. Ondan Ahmed b. Sâlih nakletmiştir. Ahmed b. Sâlih onun saduk olduğunu ifade ederken, İbn
Hibbân onu es-Sikat’ta zikretmiştir. Zehebî, onu Ebû Dâvûd’un övdüğünü nakletmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, VI/529; Zehebî, Mîzân, III/298; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/154-155). 911 Ahmed b. Sâlih el-Mısrî (ö. 248): Anbese b. Hâlid’den rivâyet etmiştir. Buhârî, Ahmed b.Hanbel,
Ali, İbn Numeyr, Iclî ve Ebû Hâtim sika olduğunu ifade eder, ancak Abdülkerîm b. Nesâî babasından
203
Ahmed b. Sâlih’in durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
2. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Zer-Enes b. Mâlik-Zührî-Yûnus-Abdullâh-
Abdân913-Buhârî.914
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
3. Nebî (s.a.s)-Mâlik b. Sa’saa-Enes b. Mâlik-Katâde-Saîd ve Hişâm-Yezîd b.
Züray’-Halîfe-Katâde-Hemmâm915-Hüdbe b. Hâlid916-Buhârî.917
Hemmâm b. Yahyâ’nın mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Bu rivâyetlerin bir kısmında, Hz. Peygamber’in hâdisenin uyku ile uyanıklık
arasında iken gerçekleştiğini belirtmesi918 yine Enes’ten nakledilen bir rivâyette ise
hâdisenin henüz kendisine vahy indirilmemişken ve Mescid-i Haram’da uyurken
cereyan ettiğinin anlatılması, aynı rivâyette namazın farz kılınmasının ve miracın
belirtilmesi919 ilginçtir.920 Kısacası rivâyetlerin muzdarib olduğu görülmektedir.
İsrafil Balcı, şakku’s-sadr hâdisesine dair anlatılanların rüya anlatımlarından
başka bir şey olmadığını ifade etmektedir.921 Biz bu noktada İsrafil Balcı’ya
(naklen) sika ve me’mûn olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/15; Zehebî, Mîzân,
I/103-104; İbn Hacer, Tehzîb, I/39-42). 912 Buhârî, Enbiyâ, 5, IV/106-108. 913 Abdân: Abdullâh b. Osmân b. Ceble b. Ebî Ruvâd (ö. 220/221/222): Ondan Buhârî rivâyet
etmiştir. Hâkim, İbn Hacer ve Zehebî gibi âlimler tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
V/137; İbn Hacer, Tehzîb, V/313-314). 914 Buhârî, Hac, 76 (Bab başlığı olarak), I/167. 915 Hemmâm b. Yahyâ b. Dînâr el-Ezdî (ö. 164): Basralıdır. Katâde’den rivâyet etmiştir. Ondan
Hüdbe b. Hâlid nakletmiştir. Yezîd b. Hârûn, Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, İbn Sa’d, Iclî ve Hâkim
gibi âlimlere göre sika olsa da, Ebû Zür’a onda bir beis olmadığını belirtmektedir. Yahyâ, hadisi
yazılsa da, onunla ihticac edilemeyeceğini, Sâcî hıfzının kötü olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IX/133-134; Zehebî, Mîzân, IV/309-310; İbn Hacer, Tehzîb, XI/67-70). 916 Hüdbe b. Hâlid b. Esed b. Hüdbe el-Kaysî (ö. 235): Hemmâm b. Yahyâ’dan rivâyet etmiştir.
Ondan Buhârî aktarmıştır. Ali b. Cüneyd, Mesleme b. Kâsım, Ebû Hâtim ve İbn Adî’ye göre sika olsa
da, Nesâî zayıf olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/140-141; Zehebî, Mîzân, IV/294; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/24-25). 917 Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6, IV/77. 918 Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6, IV/77. 919 Buhârî, Menâkıb 24, IV/168; Tevhîd, 37, VIII/203; Müslim, Îmân, 262, I/148. 920 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 40-41. 921 Balcı, İsrafil, a.g.e, s. 268.
204
katılmadığımızı ifade edelim. Zira olayların rüyada gerçekleştiğine dair bu
rivâyetlerde bir işaret bulunmamaktadır.
Burada şunu da belirtelim ki, İslâm’ın Kur’an’dan sonra ikinci kaynağı olan
sünnet ve hadisin sübût ve sıhhat problemi İslâm âlimlerini başlangıçtan günümüze
kadar meşgul etmiş ve meşgul etmeye de devam etmektedir. Başta muhaddisler
olmak üzere, İslâm âlimlerinin bu problemi çözmek yolunda sarfettikleri çaba ve
gayretlerini takdir etmemek mümkün değildir. Ne var ki, sünnet ve hadisle ilgili
problemler sadece sübût ve sıhhat meselesinden ibaret değildir; sahih bir isnadla
sâbit olduğu kabul edilen hadislerin delâlet sorunu, doğru anlaşılması ve doğru
yorumlanması meselesi, en az sübût ve sıhhat problemi kadar önem arzetmektedir.
Biz miracdaa göğsün yarılmasıyla ilgili rivâyetlerin her ne kadar isnadları sahih ya
da hasen de olsa delâlet açısından sahih olmadığı kanaatindeyiz.
Şakku’s-sadr ile ilgili rivâyetlerin sahih olmadığına delil olarak şunları
sıralamak mümkündür:
1. İlgili rivâyetlerin muteber hadis kaynaklarında geçse bile aynı olayı anlatan
rivâyetlerin muhteva açısından birbirinden farklılık arzetmesi.
2. İlgili rivâyetlerin pek çoğu sened ve metin açısından değerlendirildiğinde
genel olarak güvenilir olmadığının anlaşılması.
3. Rivâyetlerin gerek risâlet öncesinde, gerekse risâlet sonrasında halk
arasında yayılmamış olması.
4. İlgili anlatımların sadece Hz. Peygamberle sınırlı olmaması. Ümeyye b.
Ebi’s-Salt gibi bazı tarihî şahsiyetlerin başından da bu tür olayların geçtiğinin
nakledilmesidir. Burada rivâyetlerin bazı motiflerinin birbiriyle benzerlik
205
taşımasında aynı coğrafya içerisindeki sosyal ve kültürel faktörlerin etkili olduğunu
söylemek mümkündür.
5. Manevî olan olguların yani hikmetin, imanın, sekînenin somut bir şeymiş
gibi kalbe yerleştirilmesinin fizikî âlemle ilintili olmaması.
6. Rivâyetlerde merhamet ve şefkatin yerleştirilmesi, imanın, hikmetin ve
sekinenin yerleştirilmesi gibi farklı anlatımların mevcut olması.
Son olarak şunu belirtelim ki, rivâyetler âdeta tarih boyunca Hz.
Muhammed’in peygamberliğini anlatan mucizevî bir olay olarak algılanmış ve hiçbir
tenkide tabî tutulmadan olduğu gibi aktarılmıştır. Rivâyetin farklı lafızlarla aynı
müellif tarafından sorgulanmadan aktarılması rivâyetlerin mana ile rivâyet edildiğini
ve rivâyetlerde râvî tasarruflarının olduğunu düşündürmektedir.
2. Tarih Kaynaklarında Göğsünün Yarılması
Konuyla ilgili rivâyetlet erken dönem tarih kaynaklarında da yer almaktadır:
Vâkıdî’de (ö. 207) ve Ebû Nuaym’da yer alan rivâyete göre, şakku’s-sadr dört
yaşında meydana gelmiştir.922
(Halîme ve Hz. Muhammed) Mekke’den dönüşlerinden iki ya da üç ay
geçmemişti ki bir gün Rasûlullah sütkardeşleriyle birlikte gezmeye çıktı. Kuzularla
oynadıkları vakit sütanne ve sütbaba evlerinin arka tarafında iken sütkardeş koşarak
yanlarına geldi ve Kureyşli kardeşinin yanına, üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan iki
adamın geldiğini, onu yere yatırdıklarını anlattı. Bunu duyan sütanne ve sütbaba,
koşarak onun yanına gitti. Muhammed (s.a.s) ayakta, rengi kaçmış bir haldeydi.
Babası onu kucakladı ve: “Oğlum ne oldu sana?” dedi. O da: “Bana üzerlerinde
922 İbn Sa’d, a.g.e, I/112; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 118.
206
beyaz elbiseler bulunan iki adam geldi. Beni yatırdılar, karnımı yardılar, oradan bir
şey çıkarıp attılar, sonra da onu eski haline getirdiler” diye cevap verdi.923
İkinci rivâyette, birinci rivâyete nazaran daha detaylı bir anlatım göze
çarpmaktadır. Bu rivâyete göre, olay şöyle gerçekleşmiştir: Hz. Muhammed
sütkardeşi ile birlikte kuzu güderken ellerinde içi kar dolu bir leğen olduğu halde ak
elbiselere bürünmüş bulunan iki adam Hz. Muhammed’in yanına geldi. Bu adamlar
Hz. Muhammed’in karnını ve yüreğini yararak içinden kara ve pıhtılaşmış bir kan
parçası çıkarıp attılar. Sonra leğendeki karla Hz. Muhammed’in yüreğini ve karnını
iyice temizlediler. Adamlar işlerini bitirdikten sonra Hz. Muhammed’i birkaç defa
olmak şartıyla kendi ümmetiyle tarttılar ve bunun sonucunda Hz. Muhammed’in
bütün ümmetiyle tartılması durumunda daha ağır geleceğine kanaat getirerek onu
bıraktılar. Sâir bir rivâyette Hz. Peygamber’in: “Bana turna kuşu şeklinde iki melek
geldi. Beraberlerinde kar, dolu ve soğuk bir su vardı. Onlardan biri göğsümü yardı,
diğeri de gagasıyla püskürterek yıkadı” buyurdu.924
Bundan sonra biri arkadaşına: “Karnını yar” dedi. O bu emir üzerine karnımı
yardı. Ona: “Kalbini şeytanî hırs ve arzulardan temizle ve pıhtılaşmış kanı çıkart”
dedi. O bu emri yerine getirdi. Bundan sonra biri diğerine: “Karnını ve kalbini bir
çarşaf yıkar gibi yıka” dedi. Bundan sonra sekineyi getirdi. Onu kalbime soktu.
Bundan sonra arkadaşına: “Karnını dik” dedi. İkisi birlikte karnımı diktiler. Mevcut
olan mührü iki kürek kemiğimin arasına yerleştiriler ve bundan sonra yanımdan
ayrıldılar925 şeklinde farklı farklı anlatımların mevcut olduğu görülmektedir.
923 İbn İshâk, a.g.e, s. 27. 924 İbn İshâk, a.g.e, s. 28. 925 Taberî, Târîh, II/304-305.
207
Şakku’s-sadr ile ilgili olarak yukarıda kaydetmiş olduğumuz rivâyetlerde
metin ve muhteva açısından farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu farklılıkları şöyle
sıralamak mümkündür:
1. İlgili rivâyetlerde de hadis kaynaklarında olduğu gibi hâdiseyi
gerçekleştirenlerin “iki adam, turna şekline girmiş iki melek” gibi farklılık arzetmesi.
2. Şakku’s-sadr ile ilgili tarih kaynaklarında anlatılan rivâyetlerde de “kalbin
ya da karnın yarıldığı” şeklinde farklı anlatımlar mevcut olması.
3. İlgili rivâyetlerde muhteva açısından genişlemenin olduğu görülmektedir.
İbn İshâk’ta (ö. 151) nakledilen rivâyetlerde ‘kalbe sekinet yerleştirilmesinden’ hiç
bahsedilmezken, Taberî (ö. 310) bu hususta hadis kaynaklarında da tespit
edemediğimiz bir bilgiyi nakletmektedir. Başlangıçta tarih kaynaklarında kısa ve
muğlak ifadelerle anlatılan haberler Taberî gibi sonraki dönem kaynaklarda çok
ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Karnın ve kalbin kar suyu ile yıkanması ve
yıkandıktan sonra da beyaz kediye benzeyen sekîneyi kalbine yerleştirmeleri bu
kabildendir.926
4. Taberî’de (ö. 310) geçen başka bir rivâyet de yine garipliklerle doludur.
Zira rivâyette Hz. Peygamber Kureyş’ten bir grup insanla Kâbe’nin çevresinde
uyurken Cebrâil ve Mikâil onun göğsünü yarmak için gelmişler ama onu
tanıyamamışlardır. Bu husus ise hem Kur’an’a hem de sahih sünnete terstir. Zira ilk
vahiy esnasında Cebrail ona hiç tereddüt etmeden vahyi tebliğ etmiştir. Yine rivâyet
içindeki bir Peygamber’in kalbindeki “şüphe, şirkin, cehâletin ve delâletin
yıkanması” Hz. Peygamber’in nübüvvetiyle örtüşmemektedir.
926 Taberî, Târîh, II/304-305.
208
Bu konuda Yüksel Güzel şu görüşleri serdetmektedir: “Başka kaynaklarda
zikredilen bu haberin ne denli değişim geçirdiği gayet açık bir şekilde görülmektedir.
Bu rivâyeti yapanların öncelikle bu olayın Rasûlullah’ın peygamberliğinin hangi
döneminde gerçekleşmiş olduğunu iyice dikkate almaları ve rivâyetleri ondan sonra
eserlerine almaları gerekirdi. Peygamberliğin, en düşük ihtimalle, ilk bir buçuk
yılında gerçekleşen bir İsrâ hâdisesi esnasında peygamberlikle görevlendirilen
kimsenin kalbindeki şirk, şüphe, cehâlet ve delâletin yıkanması çok hayret vericidir.
Bunlar da bize rivâyetin aslından ne kadar uzak tamamen efsanelere dönüştürülme
gayretlerinin olduğunu gösteren en iyi örneklerdendir.927
Şîî kaynaklarda da Halîme’nin yanında,928 iki adamın,929 kar suyuyla,930 kalbe
mühür vurmak suretiyle,931 göğsünü yardığı nakledilmektedir. Meclisî Ö. 1110)
göğüs için “Fuad” ifadesine yer vermektedir. Ayrıca Meclisî’nin “Elem neşrah leke
sadrak” âyetiyle şakk-ı sadr hâdisesini ilişkilendirdiği görülmektedir.932 Hz.
Muhammed’in göğsü yarıldığında üç ya da dört yaşında olduğu,933 ayrıca on yaşında
da göğsünün yarıldığı934 şeklinde farklı anlatımların da kaydedildiği müşahade
edilmektedir.
Batı’da konuyla ilgili pek çok mütâlaanın serdedildiği görülmektedir: Caetani
menfî tutmunu tekrarlamakta ve anlatılanların şayan-ı itimat olmadığını, yoktan
vücud bulduğunu ifade etmektedir. Göğüs yarılması ile ilgili hadiselerin hiçbirinin
diğeri ile bütün tafsilatta müttefik olmadığını söyleyen Caetani bu menkıbenin,
Yahudiler vasıtasıyla İslâm an’anâtına girmesi ihtimali üzerinde durmaktadır. Ona
927 Güzel, Yüksel, a.g.e, s. 88. 928 Meclisî, a.g.e, XV/235. 929 Meclisî, a.g.e, XV/235-236, XV/244. 930 Meclisî, a.g.e, XV/235. 931 Meclisî, a.g.e, XV/236. 932 Meclisî, a.g.e, XV/244. 933 Meclisî, a.g.e, XV/258. 934 Meclisî, a.g.e, XV/262.
209
göre, bu hâdisenin menşei, İslâmiyet’ten önce Arabistan’da cinlere karşı beslenen bir
takım batıl itikatlardır.935
Maxime Rodinson, Hz. Peygamber’in sütannesinin yanındayken göğsünün
yarılması olayını tamamen sara hastalığı ile ilişkilendirerek izah etme yoluna
gitmiştir. Ona göre, Hz. Peygamber o esnada aslında sara nöbeti nedeniyle düşüp
bayılmıştı. Göğsün yarılması meselesi sonradan bunun üzerine ilave edilmiş
olmalıdır.936 Margoliout, “Hz. Muhammed’in İlk Hayatı” ile ilgili yazısında; bir
yetim olarak büyüyen Muhammed’in hayatının ilk yıllarından itibaren epilepsi olup
olmadığı konusunda şunları kaydeder: Esasen epilepsinin alametleri dilini ısırmak,
elindekini düşürmek, beyin gücünün tedricen zayıflaması vb. hususlar onda
yoktur.937
Watt, Hz. Muhammed’in ‘patolojik bir vak’a olduğu şeklindeki iddiaları da
bu şekil bir hastalığın belirtilerinden hiçbirinin onda mevcut olmadığını belirterek
reddeder. Zira ona göre, “Muhammed’in patolojik vak’a olduğu iddiası tamamıyla
geçersizdir. Zira bu tür bir iddia cahillik ve ön yargıya dayanmaktadır…”
Watt şu gerçeğin de altını çizmektedir: “Epilepsiye, isteriye ve hatta kontrol
edilemeyen duygu nöbetlerine yakalanan bir kimsenin aktif bir askerî lider,
serinkanlı ve uzağı gören bir site devletinin lideri ve gelişmekte olan bir dinî
cemaatin muhafızı olabilmesi inanılacak bir şey değildir. Ancak biz biliyoruz ki
Muhammed bütün bunları yapmıştır. Bu nedenle bu şekil sorular karşısında bir
935 Caetani, Leon, İslâm Tarihi, ter. Hüseyin Cahid, I-X, İstanbul,1924, I/361. 936 Özdemir, Mehmet, a.g.m, s. 119. 937 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 199.
210
tarihçinin temel prensibi Kur’an’a ve Kur’an’la uyum içerisinde olan geleneğe bağlı
kalmak olmalıdır” 938 diyerek, bu iddianın gerçek olmadığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in göğsünün yarılması hâdisesini Goldziher, Sprenger ve
Gaudefroy–Demombynes gibi bazı müsteşrikler, cahiliye dönemindeki bâtıl cin
inanışının kalıntısı şeklinde izah etmişlerdir. Bu inanışa göre, cinler, bazı insanları
hâkimiyetleri altına alıp onlara tesir edebilmekteydiler. Meselâ dinî içerikli şiirleriyle
tanınan ve Hicâz’da mahdut sayıdaki Haniflerden şair Ümeyye b. Ebî’s-Salt,
kendisine bu şiir kabiliyetinin, rüyasında akbaba şekline girmiş bir cin tarafından
göğsünün yarılarak içinin doldurulması sûretiyle verildiğini söylemiştir. Mezkûr
müsteşrikler nezdinde, Hz. Peygamber’in yaşadığı olay da bu kabildendir. 939
Bir başka oryantalist bakışına göre, sütannesinin yanında değil de başka bir
zamanda vâki olan göğsün temizlenmesi hadisesinin ise, Kur’an’ın 94. sûresinin 1.
âyetine verilmiş maddî bir şekilden başka bir şey olmadığı aşikârdır.940 Binaenaleyh,
Kur’an’ın işaret ettiği şey, çok saf bir ruhanî işlemdir. Ve bundan maksat, kalbin
arınması ve kutsal elçiliği taşımak ve ifa etmek için hazırlanması ve bunu hakkıyla,
içtenlikle ve samimiyetle yapmasıdır. Hartmut Bobzin, “Burada canlı olarak tasvir
edilen Muhammed’in kalbinin yıkanması, onun peygamberliği için doğru yola iletme
ameliyesi olarak anlaşılabilir. İslâmî rivâyetin sâir versiyonlarında olayın miracla
bağlantısı kurulur. Muhammed’in “günahsızlığı” telakkisi burada tasvir edilen hikâye
ile bağlantılıdır.941
938 Aydın, Mahmut, “Bazı Çağdaş Hıristiyan Düşünürlerine Göre Hz. Muhammed’in Peygamberliği”,
Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) –Özel Sayı-, Ankara, 2003 s. 279-280. 939 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 127. 940 Buhl, Fr., “Halime” maddesi , İslâm Ansiklopedisi, MEB Yayınları, İstanbul, 1950, s. 165. 941 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 203.
211
Aşağıdaki alıntı, belki uzun ama kesinlikle verimli bir özet niteliği
taşımaktadır:
Harris Birkeland, Hz. Peygamber’in çocukluğunda yaşadığı göğsün yarılması
hadisiyle ilgili olarak İbn İshâk (ö. 151) ve Ahmed b. Hanbel rivâyetinden sonra şu
değerlendirmeyi yapar: “Her halükarda, iki erkeği, iki kuş ile değiştiren hadis çok
eskidir. Göğsün açılması, hem İbn Hanbel hem de Taberî (ö. 310) tarafından
“(Peygamberliğinin) başlangıcı” olarak açıkça karakterize edilmiştir. İbn
Hanbel’deki “Bu o mu?” ve her iki örneğindeki “Peygamberlik mührü” ifadeleri aynı
şekilde Peygambere özgü eylemlerin başlangıcını ortaya çıkarır. İdeolojik olarak İbn
Hanbel (ö. 241) ve Taberî’nin örnekleri aynı katmana aittir.”
Fakat İbn Hanbel’in sunduğu “erkekler” yerine “kuşlar” göze çarpan bir
gerçek olarak kalır. Halebî’nin (ö.1044) eserinde iki kuş, Cebrail ve Mikail olarak
yorumlanmıştır.
Mevcut külliyatta kuşlar bile efsanenin yalnızca genç örneklerinde ve Arap
paganizmini çok yansıtmayan belirli İslamî çevrelerde ortaya çıkmaktadır. Ama
şayet Hz. Muhammed’in Ümeyye b. Eb’s-Salt ile benzer şekilde çağırıldığı doğru ise
şüphesiz ki bu olayın gerçek şekli İbn Hişâm’da (ö. 213-218) olduğu gibidir. Sahne
Hz. Muhammed’in Mekke’deki evi olmalıdır ve göğsün açılması bir incelemeyi
işaret ediyor olmalıdır.942
Tilman Nagel, on yaşında göğsünün yarılmasına değindikten sonra miracda
göğsünün yarılması hadisesine temas eder. Bu efsanenin daha eski bir versiyonunda,
Muhammed’in kalbinin yerinden çıkarılarak temizlendiği olay meydana geldiğinde
Muhammed çoktan Rasûlullah olmuştu ve olay, Muhammed göğe yükselmeden önce
942 Geniş bilgi için bkz. Birkeland, Harris, “The Legend of the Opening of Muhammed’s Breast”, s.
54-58, Oslo, I Kommısjon Hos Jacob Dybwad, 1955.
212
meydana gelmişti. Buna göre, Muhammed bu düşsel deneyimi, yalnız Allah’a
adanmış dinî ritüellerinin genel kabul görmesini sağlamak için-başlarda nafile bir
şekilde-gayret gösterdiği bir zamanda, Mekke’den ayrılmadan on sekiz ay önce
yaşamıştı. Muhammed’in göğsünün yarılması mucizesinin daha erken bir zamana,
yani daha küçücük bir çocuk olduğu bir zamana geri çekilmesinin nedeni, bir
Müslüman inanışına, yani Muhammed’in hayatının her döneminde her zaman
kusursuz olduğu inanışına dayanmaktadır.943
Miraç’ta göğsün yarılması hadisesini Tilman Nagel’in, “düşsel bir deneyim”
olarak nitelendirdiği görülmektedir. Hâlbuki rivâyetlerde bu hususa dair bir malumat
bulunmamaktadır.
Batılılar diğer rivâyetlerde olduğu gibi şakku’s-sadr hâdisesinde de Hz.
Peygamber’e karşı menfî tutumlarını sürdürmektedirler. Batı’da bu hâdiseyle ilgili
iki genel kabul vardır: Birincisi; şayet hâdise gerçekleşmişse bu sadece sara
hastalığıyla izah edilir. İkincisi; bu olay pagan Arap etkisinden dolayı ortaya çıkmış
olmalıdır. Ancak ilgili rivâyetlerde sara hastalığının hiçbir belirtisinin mevcut
olmaması bu iddianın mesnetsiz olduğunu ortaya koyar.
Yukarıda verilen rivâyetlerden de anlaşılacağı gibi, Hz. Peygamber’in
göğsünün yarılması olayının dört ayrı zamanda gerçekleştiğine dair malumat vardır.
Özetle bunlar 1. Sütannesi Halîme’nin yanındayken dört beş yaşlarında, 2. On küsur
yaşında, 3. İlk vahiy inmezden önce, 4. Mirac’a çıkmadan önce olmak üzere vukû
bulduğu zikredilenlerdir. 944
Bu konudaki rivâyetlerin dört ayrı zamanı ifade etmesi, olayın tekrarlandığı
şeklinde açıklanmıştır. Hadislerin sıhhati hakkında tercih yapmayıp mütesâhil
943 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 102. 944 Şükrî, Ahmed Hâlid, “Adedü Merrâti Şakki’s-Sadri Rasûlillah”, Dirâsât: Ulûmu’ş-Şerîa ve’l-
Kânûn, Dergi: 25, Sayı: 2, 1998, Ummân, s. 393.
213
davrananlar hadisenin dört defa tekrarlandığını ileri sürmüşler; eleştirel bir yaklaşım
sergileyenler ise, bu tavırlarındaki titizliğe oranla bazı rivâyetleri ayıklayarak tekrarı
üç945 veya ikiye946 indirmişlerdir. Tekrarı üçe indirenler, on küsur yaşındaki rivâyeti,
ikiye indirenler de, binaenaleyh ilk vahiy inmezden önceki rivâyeti muteber kabul
etmemektedir.947
Bu konudaki rivâyetleri tahlil ederek olayın biri çocukluğunda sütannesinin
yanındayken, diğeri de mirac esnasında vuku bulduğunu kabul eden
değerlendirmeler de yer almaktadır.948
Aslında Buhârî’nin tamamen, Müslim’in ise, sadece ilk kısmını naklettiği
Şerîk b. Abdillâh vasıtasıyla nakledilen ve muhtevasıyla oldukça problemli olan bu
son rivâyet Hattâbî (ö. 388), İbn Hazm, (ö. 456), İbnü’l-Harrât el-İşbilî (ö. 582),
Nevevî (ö. 676), İbnü’l-Kayyım (ö. 751) ve İbn Hacer (ö. 852) gibi birçok ilim
adamı tarafından eleştirilmiştir.949
Göğsün yarılması hâdisesiyle ilgili olarak şunları ifade etmek mümkündür:
Görüldüğü gibi klasik dönem muteber kaynaklarda da rivâyetlere ihtiyatla
yaklaşılmış, on küsur yaşındaki rivâyetle, ilk vahiy gelmezden önceki rivâyetler
sahih kabul edilmemiştir. Şâmî (ö. 942) gibi son dönem kaynakların ise, rivâyetleri
olduğu gibi aktardıkları ve bu olay dört defa tekrarlandı diye izah edip bununla
yetindikleri görülmektedir.
Bu rivâyetlerin sıhhati hakkında ciddi endişe ve eleştiriler bulunduğu için biz,
gerek bu rivâyetlere gerekse lafızlara ihtiyatla yaklaşmaktayız. Söz konusu
945 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/204-205. 946 Beyhakî, a.g.e, I/146; Süheylî, a.g.e, II/173. 947 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 123. 948 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 124 -126. 949 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 41.
214
rivâyetlerin, büyük bir ihtimalle râvîlerin yanlış algılama ve farklı anlatmalarının bir
ürünü olabileceğini düşünüyoruz.
Son olarak şunu söylemeliyiz ki, Hz. Muhammed küçüklüğünden itibaren
kalbinin birkaç kez yarılması gibi olağanüstü hâdiselerle “üsve-i hasene” vasfı
ortadan kaldırılmaktadır. Hâlbuki “üsve-i hasene” için aynı düzlemde yaşıyor olmak
mühimdir. Burada şunu belirtelim ki, klasik kitapların oluşturduğu Peygamber
tasavvuru bundan çok uzak bir yapı arz etmektedir. Bu hususa Kur’an açısından
baktığımızda, diğer Peygamberlerle birlikte Hz. Muhammed’in de bir beşer ve
herkes gibi bir kul950 ve Allah katından gelen buyruklara iman etmiş biri olarak
tanıtıldığını görmekteyiz.951
Zaten Hz. Muhammed de: “Ben bir kral değilim. Tuzlanıp güneşte kurutulan
et yiyen bir kadının oğluyum” ifadesiyle kendisini insanî düzlemde tutmaktadır.952
Bu nedenle, Hz. Muhammed herkes gibi bir beşer olduğu gibi, sergilediği ahlâkî
yaşam da bir beşerin sergileyebileceği bir yaşamdı. Dolayısıyla Hz. Peygamber’i
beşerî düzlemin dışında değerlendirmek tutarlı değildir.
D. Hz. Muhammed’in Annesiyle Beraber Yaşamaya Başlaması ve
Medine’ye Yolculuğu
1. Hadis Rivâyetlerinde Annesiyle Beraber Yaşamaya Başlaması
A. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “Sütannesi onu sütten ayırınca, annesi ve
dedesiyle yaşamaya başladı. Sonra annesi öldü.”953
950 Bkz. İsrâ 17/1; Kehf, 18/110; Fussilet, 41/6. 951 Bakara, 2/285. 952 İbn Mâce, Et’ime, 30, hadis no: 3312, II/1101. 953 Abdurrazzâk, a.g.e, V/318; Hz. Muhammed’in annesiyle birlikte Medine yolculuğu için ayrıca bkz.
Meclisî, XV/76-77.
215
2. Tarih Kaynaklarında Annesiyle Beraber Medine’ye Yolculuğu
Hz. Muhammed’in (s.a.s) Mekke’ye döndükten sonra annesinin yanında iki
yıl kaldığı,954 altı yaşındayken; annesi Âmine’nin onu, kocası Abdullâh’ın
Medine’deki Benî Adî b. Neccar’dan olan dayılarını ziyaret ettirmek üzere,955 Hz.
Peygamber’in dadısı Ümmü Eymen956 ile birlikte iki deve üzerinde Medine’ye
götürdüğü ve Nabiga’nın evine indiği, Medine’de bir ay kaldıkları, Hz.
Muhammed’in bu seyahat esnasında da yine Yahudiler’in dikkatini çektiği ve onun,
ümmetin son Peygamberi olacağını teşhis ettikleri957 şeklinde birçok bilgi
aktarılmıştır.
Hz. Peygamber, çocukluğu sırasında Medine’ye yaptığı bu seyahati hakkında
birçok şeyler hatırlıyordu. Nitekim hicretten sonra Medine’deki ikameti esnasında
Adiyyoğulları’nın bulunduğu havâlide duraklayarak: “Burası annemin ikamet ettiği
yerdi. Yüzme öğrendiğim havuz da bu idi. Burada Enise’nin kızı ile oynuyordum”
954 İbn Hişâm, a.g.e, I/177. 955 İbn İshâk, a.g.e, s. s. 42; İbn Hişâm, I/168; İbn Sa’d, a.g.e, I/116; İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e,
I/74; (İbn Hişâm’ın bildirdiğine göre Abdulmuttalib b. Hâşim’in annesi en-Neccâr boyundan Selma
bnt. Amr’dır. İbn İshâk’ın işaret ettiği gibi Rasûlullah’ın en-Neccâr boyu ile yakınlığı işte bundan
dolayıdır.) (İbn Hişâm, a.g.e, I/106). 956 İbn Hacer, el-İsâbe, IV/432-434; Mekkeliler ticaretle meşgul oldukları için zengindiler; hayat
standartları ve geçim seviyeleri yüksekti. Mekke’de hemen hemen her evin hizmetçi erkeği (köle) ve
hizmetçi kadını (câriye) vardı. Ümmü Eymen el-Bereke de Hz. Peygamber’in babası Abdullâh’ın
hizmetçisiydi. (Müslim, Cihâd, 24, hadis no: 70 (1771), II/1391-1392). Abdullâh’ın vefatından sonra
Âmine’nin hizmetçisi oldu. Hz. Peygamber’in doğumundan önce Âmine ile Ümmü Eymen aynı evi
paylaşıyorlardı. Abdullâh’ın kabrini ziyaret için Mekke’den Medine’ye, birlikte iki deveye bininerek
gidilmişti. Geri dönerken Âmine Ebva’da vefat edince Ümmü Eymen, annesini kaybeden
Muhammed’i getirip dedesine teslim etti. Altı yaşından sekiz yaşına kadar dedesinin evinde kalan
Muhammed ile yine Ümmü Eymen ilgilendi. Sekiz yaşında iken dedesi Abdulmuttalib’i kaybeden
Muhammed’in, dedesinin cenazesini ağlayarak takip ettiğini Ümmü Eymen’den öğreniyoruz. (İbn
Sa’d, a.g.e, I/119). Ümmü Eymen’in Hz. Peygamber ile ilgilenmesi, onun, Hz. Hatice ile olan
evliliğine kadar devam etmiştir. Bu hanım Hz. Peygamber’in dadısıdır. Hz. Peygamber, uzun süre
kendisine hizmet eden bu kadını çok sever-sayardı. Meâlimü’l-Yakîn’de belirtildiğine göre Hz.
Peygamber bu kadın hakkında “Sen, annemden sonra annemsin!” buyurmuştu. (İbn Hacer, el-İsâbe,
IV, 432; Mevlânâ, Abdulbâkî, Meâlimü’l-Yakîn, İstanbul, h. 1261, s. 25). Bu ifade, Hz. Peygamber’in dadısı, Ümmü Eymen’i annesi kadar sevdiğini, onu kendisine ve
kendisini ona annesi kadar yakın hissettiğini belirtmesi bakımından ilginçtir. (Algül, Hüseyin, “Hz.
Peygamber’de Anne Sevgisi”, UÜİFD, Sayı: 1, Cilt: 1, Yıl: 1, 1986, s. 23). 957 İbn Sa’d, a.g.e, I/116; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 119-120, 1977; Nagel, Tilman, a.g.e, s. 103.
216
buyurduğu nakledilir.958 O, beraber oynadıkları çocuk grubunun bir üyesi olan Enise
isimli bir kızı da hatırlıyordu. Eğlencelerinden birinin de, ailenin muhkem kulesinin
üzerine bir kuş tünerse onu uçurtmak olduğunu buyurdu.959
İlgili tartışmalara baktığımızda, Belâzurî (ö. 279), “Hz. Âmine’nin Medine’ye
gidişi, özellikle, kocası Abdullâh’ın kabrini ziyaret içindi” diye nakleder.960 Ancak
bu konuda farklı rivâyetlerin de mevcut olduğunu görmekteyiz. Bazı tarihçiler, Hz.
Âmine’nin Neccâroğulları’na olan akrabalığı dolayısıyla bu seyahati
gerçekleştirdiğini söyler. Fakat aralarındaki yakınlık zayıf olduğundan Âmine’nin
sırf akrabalarını ziyaret için Mekke’den Medine’ye gittiği düşünülemez. Âmine’nin,
kocası Abdullâh’ın mezarını ziyaret için gittiğini söyleyen tarihçiler isabet
etmişlerdir.961
İhtilafsız bütün kaynaklarda, bu seyahate sadece Hz. Peygamber, Âmine ve
Ümmü Eymen’in katıldığı söylenmektedir. Belâzurî, Abdulmuttalib’in de onlarla
beraber olduğunu bildiren haberlere temas etmektedir.962 Cahiliye döneminde yol
emniyetinin olmadığı bir durumda iki kadın, bir çocuğun bir hafta yolculuk yaptıkları
göz önünde bulundurulursa Abdulmuttalib’in onlarla Medine’ye gitmesi daha
makuldür.
Âmine’nin Mekke ile Medine arasında, Ebvâ köyünde,963vefat ettiği,964
Mekke ve Medine’yi birbirine bağlayan yolun orta yerlerinde bulunan bu köyde
958 İbn Sa’d, a.g.e, I/116. 959 Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 329. 960 Belâzurî, a.g.e, I/103. 961 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, I/129. 962 Belâzurî, a.g.e, I/103. 963 Hz. Âmine’nin defnedildiği Ebvâ köyü, Medine’ye yaklaşık yüz doksan km. uzaklıktadır. Kabrin
bulunduğu yere “Ümmü’n-Nebî =Nebînin annesi” diye isim verilmiştir. (Fayda, Mustafa, “Ebvâ”
maddesi, DİA, İstanbul, 1994, X/ 378-379). 964 İbn İshâk, a.g.e, s. 42; İbn Hişâm, a.g.e, I/168.
217
defnedildikten965 sonra Ümmü Eymen’in,966 Hz. Muhammed’i Mekke’ye getirdiği
kaydedilmektedir.967 Kaynakların büyük bir kısmı Âmine’nin Ebvâ’da öldüğünü
belirttikleri halde İbn Sa’d (ö. 230), onun Mekke’de vefat ettiğini zikreder. İbn Sa’d
bu ikinci rivâyeti kaydettikten sonra bunun yanlış olduğunu ilâve eder ve kabrinin
Ebvâ’da bulunduğunu hatırlatır.968 Hz. Peygamber’in daha sonra annesinin kabrini
Ebvâ’da ziyaret ettiğini gösteren sahih addedilmiş bu rivâyet ise969 vefat yerinin
Ebvâ olduğunu doğrulamaktadır.
Hz. Peygamber’in hicretin altıncı yılında annesinin Ebvâ’da bulunan kabrini
ziyaret ettiği ve onun rikkat ve şefkatini hatırlayarak gözlerinin yaşardığı hadis ve
tarih kaynaklarının ittifakla naklettiği rivâyetler arasındadır: Nitekim Muhammed b.
Ubeyd-Yezîd b. Keysân-Ebû Hâzım-Ebû Hureyre: “Nebî’nin (s.a.s) annesinin
kabrini ziyaret ettiğini ve ağladığını, etrafındakilerin de ağladığını
nakletmektedir.”970
İbn Sa’d’da da: “Bu sırada, niçin ağladığını soranlara, Hz. Peygamber’in
(s.a.s): “Annemin benim hakkımda şefkat ve merhemetini hatırladım da ondan
ağladım” cevabını verdiği kaydedilmektedir.971
Şîî müelliflerden Meclisî’nin (ö. 1110) eserinde Medine’de bir Yahudi’nin
onu tanıdığı ve bu ümmetin Nebîsi olduğunu itiraf ettiği,972 bu seyahat sonrası
965 İbn Sa’d, a.g.e, I/116. 966 İbnü’l-Esîr, İzzeddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe,
Matbaatü’l-Vehbiyye, y.y, 1280, V/567-568. 967 İbn Sa’d, a.g.e, I/116. 968 İbn Sa’d, a.g.e, I/116-117. 969 Süheylî, a.g.e, I/113. 970 Ahmed b. Hanbel, XV/430; Müslim, Cenâiz, 36, hadis no: 105 (976), I/671; İbn Mâce, I/501;
Topaloğlu, Bekir, “Âmine” maddesi, DİA, İstanbul, 1991, III/64. 971 İbn Sa’d, a.g.e, I/116-117. 972 Meclisî, a.g.e, XV/75, XV/105.
218
Âmine’nin Ebvâ’da vefat ettiği,973 o esnada Hz. Muhammed’in 6 yaşında olduğu,974
Hz. Peygamber’in annesinin kabrini ziyarette ağladığı975 nakledilmektedir.
Batılı yazarlardan Tilman Nagel bu meyanda şu mütalalarda bulunmaktadır:
Anlatılanlara göre, o zamanlar onu gören bazı Yahudiler, Muhammed’in bir sonraki
Peygamber olacağını ve Hz. Muhammed de burasının ileride bir gün sığınacağı yer
olacağını daha o zamanlar anlamıştı.976
Burada şunu belirtelim ki, Tilman Nagel’in aktartığı malumat Hz.
Peygamber’in ilk vahy esnasında yaşadığı tarihî tecrübeyle uyuşmamaktadır. Hz.
Muhammed Medine’nin ileride sığınacağı bir yer olduğunu anlasaydı, Varaka hicreti
söyleyince şaşırmazdı.
Mehmet Özdemir konuyla ilgili şu görüşleri serdetmektedir: “Hz. Peygamber,
anne sevgi ve şefkatine en muhtaç olduğu altı yaşında annesiz kalmanın acısını
tatmıştır. Bu bağlamda Kur’an’da Hz. Muhammed’e vahiy öncesinden derin izler
bırakan birkaç kesit hatırlatılmak istendiğinde, bunlardan birinin, yetimliğinin olması
son decere anlamlıdır.”977
Duhâ sûresinde: “Seni yetim bulup barındırmadı mı?”978 buyrularak bu
durumun uzun sürmediği nakledilmektedir. “Aslında Hz. Peygamber annesiz babasız
büyüyen bir yetimken Rabbi kendisini koruyup kollamış ve ona peygamberlik
vermiştir. Artık Rabbin desteğinden uzak kalması ve terk edilmiş bir duruma
düşmesi söz konusu değildir.”979
973 Meclisî, a.g.e, XV/105. 974 Meclisî, a.g.e, XV/258. 975 Meclisî, a.g.e, XV/106. 976 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 103. 977 Özdemir, Mehmet, a.g. m, s. 112-113. 978 Duhâ, 93/6. 979 Işık, Emin, “Duhâ Sûresi” maddesi, DİA, İstanbul, 1994, IX/546.
219
Burada önemli addettiğimiz bir hususa da değinmek istiyoruz: Hz.
Muhammed’in (s.a.s) yetim oluşunun onun kişilik gelişimine önemli katkılar
sağladığı inancındayız. Yetimlik insanın kişilik yapısını geliştirir, onu olgunlaştırır,
karşılaşılacak sıkıntılara karşı tahammüllü ve sabırlı olmayı öğretir. İşte Yüce Allah
seçeceği Peygamberini gelecekteki görevini taşıyacak güce sahip olmak için bu
şekilde hazırlamıştır.
E. Suriye Seferi ve Rahib Bahira Hadisesi
Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre; Ehl-i Kitap ve kâhinlerin, Hz.
Muhammed’in son peygamber olduğu hususundaki teşhisleri, çocukluk dönemi
zarfında da kendini göstermiştir. Ehl-i Kitab’ın tebşirâtı arasında bilhassa bir tanesi
oldukça meşhurdur. İstisnasız bütün eserlerde bahsi geçen ve hususi başlık altında
incelenen bu hadise, genellikle “Bahira Kıssası” adıyla anılmıştır. Bu hadisin sıhhati
bir çok âlim tarafından tartışılmıştır.
Meydana geliş vakti hakkında farklı rivâyetler mevcut olan, hatta bazen
gerçekliği tartışılan Bahira rivâyeti, Hz. Muhammed’in amcası Ebû Tâlib’le beraber
Suriye ticaret kervanına katılması, Bahira ile karşılaşmaları, Bahira’nın ikazı üzerine
seyahatlerini kısa kesip geri dönmeleri ve bu meyanda yine, Hz. Peygamber’i arayan
Ehl-i Kitap’tan bir grup tarafından bilinmesi şeklindedir.980
Rahib Bahira hadisesi İbn Ebî Şeybe’nin (ö. 235) Musannef’inde
nakledilmekle birlikte bu konudaki bilgiler iki kaynaktan yaygınlaşmıştır. Bunlardan
İbn İshâk (ö.151) rivâyeti, elimizde mevcut en eski bilgi olma özelliğine sahiptir.
Konuyla ilgili ikinci kaynak ise, Tirmizî (ö. 279)’dir.981 Muhteva açısından
980 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 49. 981 İbn İshâk, a.g.e, s. 53-57; Tirmizî, Menâkıb, 3, hadis no: 3620, V/590-591.
220
rivâyetlerin birbirinden oldukça farklılık arzettiği görülmektedir. Bu, üzerinde
durulması gereken bir mevzudur. Konunun leh ve aleyhinde olmak üzere, ileri
sürülmesi mümkün olan muhtemel mülahazalara yer verilerek değerlendirilmesi daha
sıhhatli bir neticeye ulaşılmasını sağlayacaktır.
1. Hadis Rivâyetlerinde Rahib Bahira Hâdisesi
A. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: (Hz. Muhammed) ergenliğe yaklaştığında
Ebû Tâlib tâcir olarak Şam tarafında yolculuğa çıktı. Teymâ’ya indiklerinde Temîm
Yahudiler’inden bir âlim onu gördü. Ebû Tâlib’e: “Bu çocuk senin neyin?” deyince,
o: “Kardeşimin oğludur” cevabını verdi. (Ebû Tâlib): “Onun için edişeleniyor
musun?” diye sorunca (Bahira): “Evet! Vallahi onunla beraber Şam’a gidersen,
onunla asla geri evine ulaşamazsın. Onu mutlaka öldürürler. Bu (çocuk), onların
düşmanıdır” dedi. Ebû Tâlib Teyma’dan Mekke’ye döndü.982
Burada şunu hemen belirtelim ki, Abdurrazzâk’ın Zührî’den naklettiği bu
rivâyette, ne Ebû Bekr’in, ne de Bilâl’in isminin geçmediği görülmektedir.
B. Fadl b. Sehl Ebû’l-Abbâs el-A’rac el-Bağdâdî983-Abdurrahmân b. Gazvân
Ebû Nûh984-Yûnus b. Ebî İshâk985-Ebû Bekr b. Ebî Mûsâ986-Ebû Mûsâ el-Eş’arî:
982 Abdurrazzâk, a.g.e, V/318. 983 Fadl b. Sehl el-A’rac: İbn Sehl b. İbrâhîm Ebû’l-Abbâs (ö. 255): Meşhur sikalardan sayılmakla
birlikte bazı münker rivâyetlerinin olduğu nakledilir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/83; Zehebî, Mîzân,
III/352). 984 Abdurrahmân b. Gazvân Ebû Nûh Kurâd (ö. 207): Bazı hadis âlimlerince sika sayılmasına
rağmen (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/334-335); münker rivâyetleri bulunan bir kişidir. Zehebî, Hz.
Peygamber’in Şam seferine dair yukarıda verilen hadisi onun en münker rivâyetine örnek olarak verir.
(Zehebî, a.g.e, II/581-582). İbn Maîn’in bu ifadesi, Abdurrahmân’ı sikadan daha aşağı bir derecede
gördüğünün kanıtıdır. Ayrıca İbn Maîn’in talebelerinden Abbâs ed-Dûrî’nin beyanına göre, bu hadisi
dünyada Abdurrahmân b. Gazvân’dan başka rivâyet eden birisi yoktur. Beyhakî bundan kastın
muttasıl bir senedle rivâyet olduğunu, yoksa siyer ve meğazi eserlerinde bu hadisin bolca geçtiğini
söyler. (Beyhakî, a.g.e, II/26). 985 Yûnus b. Ebî İshâk: Hadislerindeki ızdırab nedeniyle ve zaman zaman düştüğü yanılgılar (gaflet)
sebebiyle sadûk olarak nitelendirilir. Hatta Ebû Hâtim daha da müteşeddid bir tavır sergileyerek
Yûnus’u kendisiyle ihticac edilemeyecek saduk bir râvi olarak vasıflandırır. (Zehebî, Mîzân, IV/482-
483; İbn Hacer, Takrîb, Dâru’r-Reşîd, Haleb, 1986, s. 613).
221
“Kervan rahibin bulunduğu yere ulaşınca orada konakladı ve develerinin palanlarını
çözdü. Daha önce oraya uğradıklarında yanlarına gelmeyen ve onlarla ilgilenmeyen
rahib, hemen çıkageldi ve aralarında birini araştırarak gezinmeye başladı. Hz.
Peygamber’i görünce onun elini tuttu ve şöyle dedi: ‘İşte bu âlemlerin efendisidir. Bu
âlemlerin Rabbi’nin elçisidir. Allah onu âlemlere rahmet olarak gönderecektir.’
Kureyş’in önde gelenleri bunu nasıl bildiğini sorunca, Rahib şöyle cevap verdi:
‘Sizler tepedeki yoldan buraya doğru yaklaşırken, secdeye kapanmayan ne bir ağaç,
ne de bir taş kaldı. Ağaçlar ve taşlar ancak bir peygambere secde ederler. Bir de ben
onu, omuz kemiğinin altında bulunan nübüvvet/peygamberlik mühründen tanırım.’
Sonra rahib manastıra döndü ve onlara yemek hazırladı. Yemeği getirdiğinde, Hz.
Peygamber develeri güdüyordu, rahib onu da çağırmalarını istedi. Hz. Muhammed
üzerinde kendisini gölgelendiren bir bulut olduğu halde geldi. Topluluğa
yaklaştığında onları kendisinden önce ağacın gölgesini kapmış buldu. (Güneşe)
oturunca ağacın gölgesi Hz. Peygamber’in üzerine doğru yöneldi. Bunun üzerine
rahib: ‘Ağacın gölgesine bakın, onun üzerine yöneldi’ dedi. Sonra rahib
kervandakilerin başına dikilip, Allah aşkına onu Rum diyarına götürmeyin. Zira
Rumlar onu görürlerse niteliklerinden tanıyıp öldürürler diye yalvarmaya başladı.
Tam bu sırada rahib, Rum tarafından yedi kişinin geldiğini gördü, onları karşıladı ve
neden geldiklerini sordu. Onlar: ‘Şu peygamber bu ayda çıkacak diye geldik. Adam
gönderilmedik hiçbir yol kalmadı. Bize de onun haberi verildi ve bu senin yoluna
gönderildik” dediler. Rahib: “Arkanızda sizden daha hayırlı kimse var mı? diye
sordu. Onlar: “Bize onun haberi ancak senin bu yolunda verildi’ dediler. Rahib:
986 Ebû Bekr b. Ebî Mûsâ: İbn Sa’d onun zayıf sayıldığını belirtir. Yine de Zehebî, Ebû Bekr’i
sikaya yakın bir saduk olarak vasıflandırır. Ebû Bekr’in babasından hadis işitip işitmediği ihtilâflıdır.
Ahmed b. Hanbel’den bu konuda iki farklı rivâyet aktarılmıştır. (İbn Sa’d, a.g.e, VI/269; Zehebî,
Mîzân, IV/499).
222
‘Allah bir iş yapmayı dilerse herhangi bir insanın buna engel olabileceğini
düşünebilir misiniz?’ diye sorunca hayır cevabını verdiler. Sonra rahibe biat edip
yanında kaldılar. Rahib kervandakilere: ‘Allah aşkına söyleyin, bunun velisi
hanginiz?’ diye sordu. Hep bir ağızdan Ebû Tâlib dediler. Bunun üzerine rahib, Hz.
Peygamber’i geri göndermesi konusunda ona durmadan yalvarınca Ebû Tâlib bu
ricayı kabul etti. Ebû Bekir de Bilâl’i Hz. Muhammed ile birlikte gönderdi. Rahib
onlara kurabiye/gevrek ve zeytin yağından oluşan yol azığı verdi.”987
Ebû Mûsâ el-Eş’arî rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Ebû Mûsâ el-Eş’arî-Ebû Bekr b. Ebî Mûsâ-Yûnus b. Ebî İshâk-Kurâd Ebû
Nûh-İbn Ebî Şeybe988.
2. Ebû Mûsâ-Ebû Bekr b. Ebû Mûsâ-Yûnus b. Ebî İshâk-Kurâd Ebû Nûh-
Abbâs b. Muhammed ed-Dûrî-Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Ya’kûb989-Hâkim.990
Râvîlerinin mecrûh olmaları sebebiyle bu rivâyetler “zayıf”tır.
Rahib Bahira hadisiyle ilgili olarak şunları ifade etmek mümkündür: Ebû
Mûsâ bu hadisi Hz. Peygamber’den işittiğini tasrih etmediği için söz konusu rivâyet
bir sahabi mürselidir.991 Zira bu sahabi Hayber’in fetih yılı olan hicrî yedi senesinde
Müslüman olmuştur.992 Dolayısıyla bu yolculuğu ya Allah Rasûlü’nden bizzat
kendisi işitmiş ya da başka bir sahabiden aktarmıştır.993 Onu rivâyet eden
kaynakların hepsi mürseldir. Râviler içinde hadiseyi gören, hadisenin cereyanına
987 Tirmizî, Menâkıb, 3, V/590-591. 988 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, hadis no: 36.541, VII/327, Dâru’t-Tâc, Beyrut- Lübnan, 1989; Ebû Nuaym,
a.g.e, I/168-172; Beyhakî, a.g.e, II/24-25; Süheylî, a.g.e, I/118-119. 989 Abbâs b. Muhammed b. Hâtim b. Vâkıd ed-Dûrî (ö. 271): Kurâd Ebû Nûh’tan rivâyet etmiştir.
İbn Ebî Hâtim, Nesâî, Mesleme ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. Yahyâ et-Tahhân, onun
hakkında tartışıldığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/278; Zehebî, Mîzân, II/386; İbn
Hacer, Tehzîb, V/129-130). 990 Hâkim, a.g.e, II/615-616. 991 İbn Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, t.y, I/123; Tartışmalar için ayrıca bkz. Fayda, Mustafa,
“Bahîrâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1991, IV/ 486-487. 992 İbn Hacer, el-İsâbe, II/359-360. 993 Ahatlı, Erdinç, a.g.e, s. 141.
223
vâkıf olan kimse yoktur. Ebû Bekr b. Mûsâ’dan sonraki üç râvînin de münker
addedilen ferd rivâyetlerinin bulunması dikkatten kaçmamaktadır. Tirmizî de
muhtemelen seneddeki râvîlerin bu zaaflarını ve rivâyetin ferd olmasını göz önünde
bulundurarak, “hasen, garib” hükmünü vermiştir.
Ayrıca Tirmizî’nin (ö. 279) bu hadis için “Bu vecihten başkasını bilmiyoruz”
ifadesini kullanması da rivâyete temkinli yaklaştığının bir başka göstergesidir.
2. Tarih Kaynaklarında Rahib Bahira Hâdisesi
Konunun erken dönem tarih kaynaklarında yer aldığı görülmektedir:
“Dedesinin ölümünden sonra Hz. Muhammed’in himayesini Ebû Tâlib üstlenmişti.
Devamlı onun yanında bulundu ve yardımcısı oldu. Bir zaman Ebû Tâlib, tacir olarak
bir kafileyle Şam’a gidecekti. Gitmeye kesin karar verip yolculuğa hazırlandığı
zaman, Hz. Muhammed –ona çok düşkün olduğundan- devesinin yularından tutarak:
‘Ey amcacığım! Babam yok, annem yok, beni kime bırakıyorsun?’ dedi. Ebû Talib,
onun bu haline acıdı. Çok üzüldü ve mutlaka onu beraberinde götüreceğini, asla
yanından ayırmayacağını söyledi. Şam’a giderken yanına onu da aldı. Kafile Şam
topraklarında bulunan Busra’ya girdi. Orada, kendisine ait bir manastırda kalan
Bahira adında bir rahib vardı. Hıristiyanlar’ın en bilginlerindendi. O manastırda
daima bir rahip bulunurdu. İnanışa göre Bahira, kitaplarıyla (İncil’le) ilgili her şeyi
biliyordu. Rahipler, bu bilgileri birbirlerinden miras alıyorlardı. O sene Bahira’nın
manastırı yakınında bir yere konakladılar. Esasen daha önce de, çoğu kere Bahira’ya
uğruyorlar, fakat Bahira onlarla konuşmuyor, onlara görünmüyordu. Bu defa Bahira,
onlara çok yemek yaptı. Rivâyete göre onun bu tavrı, kafilede bir şey görmesinden,
kafile içinde sadece Hz. Muhammed’i gölgelendiren bir bulut görmesinden ileri
geliyordu. Kafile, manastıra yakın bir ağacın gölgesine konaklamıştı. O buluta
224
baktılar, bir de ne görsünler, ağaca yaklaşıp gölge etmiş, ağacın dalları da Hz.
Muhammed’e sarkmıştı. Bahira bu durumu görünce, manastırdan indi. Yemek
yapılmasını emretti. Yemek yapıldı. Sonra onlara bir adam gönderip: ‘Ey Kureyş
topluluğu! Size yemek hazırladım. Küçük, büyük, hür ve köle hepinizin hazır
olmasını istiyorum’ dedi. Onlardan bir erkek: ‘Ey Bahira! Bugün sende bir hal var,
bunu eskiden yapmazdın. Biz sana daha önce de çok uğradık, böyle bir şeyle
karşılaşmadık. Bugün nedir bu halin senin?’ dedi. Bahira ona: ‘Doğru söyledin,
dediğin gibi oldu. Siz misafirsiniz, size ikram etmek istedim. Hepinizin yiyeceği
kadar yemek hazırladım’ cevabını verdi ve onları yemeğe davet etti. Kervanda
bulunanlar yemeğe geldiler. Hz. Muhammed ise yaşı küçük olduğu için gelmedi. O
ağacın altında, kervanın başında kaldı. Bahira davete katılanları tek tek süzdü.
Kitaplardan öğrendiği, bildiği gelecek peygamberle ilgili sıfatı hiçbirinde göremedi
ve ‘Ey Kureyş cemaati! Sizden hiç kimse şu davetimden geri kalmasın, herkes
katılsın’ dedi. Ona: ‘Ey Bahira! Senin bu davetinden, gelmesi gereken hiç kimse geri
kalmadı. Ancak bir oğlan çocuğu, o kafilenin en gencidir, onun için kervanın başında
kaldı’ dediler. Bahira da: ‘Yapmayın. Onu da çağırın. Sizinle beraber bu yemekte o
da bulunsun’ karşılığını verdi. Toplulukta bulunan Kureyşli bir erkek: ‘Lat ve uzzaya
yemin olsun. Şüphesiz bu, içimizden Abdulmuttalib’in oğlu Abdullâh’ın oğlunun
yemekten geri kalması bizim için bir kusurdur, ayıptır’ dedi. Sonra kalktı, onun
yanına gitti, getirdi ve toplulukla beraber oturttu. Bahira onu görünce, dikkatli bir
şekilde süzmeye ve peygamberin sıfatı hakkında bildiği şeyleri vücutta aramaya ve
görmeye başladı. Nihayet topluluk yemeği bitirip dağılacağı sırada, Bahira ayağa
kalkıp ona: ‘Ey oğul! Lat ve uzza hakkı için, sana bazı şeyler soracağım. Sorduğum
şeylere cevap ver’ dedi. Bahira, Hz. Muhammed’in (s.a.s) kavminin, o iki puta yemin
225
ettiklerini duyduğundan o şekilde konuşmuştu. Rivâyet edildiğine göre, Hz.
Muhammed ona: ‘Lat ve uzzaya yemin ederek benden bir şey sorma. Vallahi ben
onlara kızdığım kadar hiçbir şeye kızmam’ diye karşılık verdi. Bahira da ona:
‘Allah’a yemin ederim. Sana sorduğum şeylere doğru cevap ver’ diye üsteledi. Hz.
Muhammed: ‘Sor aklına takılanları’ dedi. Bahira ona bir takım şeylerden, halinden,
uykusundan, bahşiş kabul edip etmemesinden ve işlerinden sormaya başladı. Hz.
Muhammed de, ona cevap veriyordu. Hz. Muhammed’in cevapları, Bahira’nın
Rasûlullah hakkında bildiklerine uygun düşüyordu. Sonra da Bahira, onun sırtına
baktı. İki kürek kemiği arasında, tahmin ettiği gibi tam yerinde peygamberlik
mührünü gördü. Sonra da amcası Ebû Tâlib’e dönerek: ‘Bu çocuk senin neyindir?’
diye sordu. Ebû Tâlib: ‘Oğlumdur’ cevabını verince Bahira: ‘O, asla senin oğlun
olamaz. Bu çocuğun babasının hayatta olmaması gerekir’ diye itirazda bulundu.
Bunun üzerine Ebû Tâlib: ‘Kardeşimin oğlu’ cevabını verdi. Bahira: ‘Babası ne
oldu?’ diye sordu. Ebû Tâlib de bu soruyu: ‘Annesi ona hamileyken öldü’ diye
cevaplayınca Bahira: ‘Doğru söyledin. Kardeşinin oğlunu memleketine götür. Ona
Yahudiler’in kötülük yapmalarından çekin. Vallahi, onu görürler ve benim bildiğim
şeyi öğrenirlerse, mutlaka ona bir kötülük yapmak isteyeceklerdir. Zira şu kardeşinin
oğlu, ileri de çok büyük birisi olacak. Bu nedenle, onu çabucak memleketine götür’
dedi. Bunun üzerine, amcası Ebû Tâlib, Şam’da ticaret işini bitirince, onu hemen
oradan götürdü. Mekke’ye getirdi. Rivâyete göre, Ehl-i Kitap’tan olan Zübeyr,
Temmam ve Derris, Hz. Muhammed’in amcasıyla birlikte yaptığı bu gezide bazı
olağanüstü şeyler görünce, ona bir kötülük yapmak istediler, fakat Bahira buna engel
oldu. Onlara Allah’ı hatırlattı, onun sıfatları ve vasıfları hakkında Mukaddes Kitap’ta
işaretler bulunduğunu söyledi. Onlar da, Bahira’nın kendilerine söylediklerini
226
anladılar, dediklerini onayladılar. Böylece onu orada bırakıp ayrıldılar. Ebû Tâlib,
Hz. Muhammed’i (s.a.s) nasıl getirdiğini, o kimselerin ondan ne istediklerini ve bu
konuda Bahira’nın söylediklerini dile getiren bir şiir söyledi.994
Sîret kitaplarının ekserisi, bu rivâyeti aşağı yukarı bu şekilde naklederler.
Tarih kaynaklarında yer alan rivâyetlerin isnad açısından tenkit edildiği
görülmektedir.
“İbn Sa’d (ö. 230), İbn İshâk (ö. 151) ve sâir sîret kitaplarının bu rivâyet için
gösterdikleri sened, tamamıyla zayıf ve munkatı’dır.”995
“Hiç şüphesiz rivâyetin en büyük kusuru rivâyet zincirinin İbn İshâk’ta son
bulmasıdır. Bu şekilde bir senede birbirini takib eden ya da aralıklarla birden fazla
râvînin düştüğü haberlere munkatı’nın bir çeşidi olan mu’dal denilir ki, bu tür
haberler düşürülen râvîlerin kimlikleri bilinip adalet ve zabt cihetinden halleri tespit
edilmedikçe merdud addedilmektedir.”996
“İbn Hişâm (ö. 213-218), İbn Sa’d ve Ebû Nuaym’ın (ö. 430) naklettikleri
rivâyetlerin ya hiç senedi yoktur, ya da mürseldir. Râvîler içinde hadiseyi gören,
hadisenin cereyanına vâkıf olan kimse bulunmamaktadır. Bu rivâyetin dayandığı râvî
Ebû Mûsâ el-Eş’arî de bu vak’ayı görmemiş ve onu kimden duyduğunu haber
vermemiştir.”997
Tirmizî’nin (ö. 279) nakline Hâkim (ö. 405) yer vermektedir.998 Tirmizî
(ö.279) ve İbn İshâk’ın naklettiği rivâyetin her ikisini de nakledenler arasında ise
994 İbn İshâk, a.g.e, s. 53-57; İbn Hişâm, a.g.e, I/180-183; İbn Sa’d, a.g.e, I/153-155; Beyhakî, a.g.e,
II/24-29. 995 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, III/180. 996 Öz, Şaban, a.g.e, s. 55, Mu’dal hadis için bkz. Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, AÜİF Yayınları,
Ankara, 1985, s. 356-357. 997 Şiblî, Mevlana, a.g.e, I/132-133. 998 Hâkim, a.g.e, II/615.
227
Taberî (ö. 310), Ebû Nuaym (ö. 430), Beyhakî (ö. 458), İbn Seyyidünnâs (ö. 734) ve
Zehebî’yi (ö748) sıralayabiliriz.999
Aynı olayı anlatmakla birlikte, Ebû Mûsâ el-Eş’arî rivâyeti ile İbn İshâk’ın
(ö. 151) rivâyeti1000 arasında bazı farklılıkların mevcut olduğunu görmekteyiz.
Tespitlerimize göre bu farklar şunlardır:
1. Tarih kaynaklarında yer alan rivâyette Hz. Peygamber’in: “Ey amcacığım,
annem yok, babam yok beni kime bırakıyorsun?” dediği nakledilirken, bu ifade aynı
olayı anlatan hadislerde yer almaz.
2. Tirmizî’nin rivâyetine göre, rahib Bahira kervanın gelişini takib ettikten
sonra kervanın yanına inmiş ve Hz. Peygamber’in elini tutarak “Bu çocuk âlemlerin
efendisidir” denildiği kaydedilirken, bu olay İbn İshâk’ın (ö. 151) rivâyetinde yoktur.
İbn Sa’d’daki (ö. 230) rivâyette ise “salih bir adam” ifadesi yer alır.1001
3. Hadis kaynaklarında “buraya doğru yaklaşırken, secdeye kapanmayan ne
bir ağaç, ne de bir taş kaldığı ifade edilmekte ve bunlardan rahibin onun peygamber
olduğunu anladığı” kaydedilmektedir. İbn İshâk’taki rivâyette ise, rahibin Hz.
Muhammed’in peygamberliğini, “lât ve uzzaya yemin etmemesinden, uykusundan ve
sırtında bulunan peygamberlik mühründen” anladığı ifade edilmektedir.
4. Rivâyetlerde Rasûlullah’ın bu Şam seyahati esnasında bir grubun onları
takip etmeleri ve yakalamak istemeleri konusunda bazı malumatlar mevcuttur.
Kafile’nin Bahira’nın yanından ayrılacağı sırada yedi Rum atlısının gelip Hz.
Peygamber’i aramaları konusu, Ebû Mûsa el-Eş’arî rivâyetinde geçmektedir. Bu
konuda İbn İshâk’taki rivâyette Zübeyr, Temmâm ve Derîs (veya Düreys) adlarında
999 Taberî, a.g.e, II/277-278; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 124-125; Beyhakî, a.g.e, II/24-29; Zehebî, a.g.e,
I/55-56, I/58-59. 1000 İbn İshâk, a.g.e, s. 53-57; İbn Hişâm, a.g.e, I/180-183; İbn Sa’d, a.g.e, I/153-155; Beyhakî, a.g.e,
II/24-29. 1001 İbn Sa’d, a.g.e, I/120-121.
228
üç kişinin ismi verilirken,1002 diğer bazı kaynaklarda dokuz veya yedi kişilik bir
gruptan söz edilmektedir. Nitekim İbnü’l-Esîr (ö. 630) yedi kişilik Bizans
müfrezesinin Hz. Peygamber’i yakalamak için geldiğini nakleder ve “denildiğine
göre” diyerek rivâyeti isnadsız verir.1003
4. Bu arada İbn İshâk rivâyetindeki bir farklılık üzerinde de durmalıyız. İbn
İshâk’ın Yûnus b. Bukeyr rivâyetinde, hadisenin bitiminde Ebû Tâlib’in bir şiiri yer
almaktadır. Aşağı yukarı hâdisenin bir özeti olan bu şiir hakkında yapılmış bir
değerlendirmeye rastlayamadık. Ancak İbn Hişâm’da (ö. 213-218) bu şiir kısmı
nakledilmemiştir.1004
Bu hususta Uyar: “Şu halde farklılığın, İbn Hişâm’ın haklı tenkidinden
kaynaklandığını kabul etmeliyiz” demektedir. 1005
6. Tarih kaynaklarında hadis kaynaklarından farklı olarak Ebû Tâlib’in
Rahib’e “babası benim” dediği, Rahib’in ise onun babasının ölmüş olduğunu
söylediği nakledilmektedir.1006
7. İlgili rivâyetlerde Rumlar’ın Hz. Muhammed’i tanıma endişesi
nakledilirken, Abdurrazzâk’ın naklettiği rivâyette şahıslar değişmekte ve
Yahudiler’in onu tanımasından endişe edildiği kaydedilmektedir.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Hamidullah, Bahira’nın bu kafileyi
yemeğe davet etme sebebini “… herhalde kendi dinini telkin etme gibi azizane bir
maksatla onları yemeğe davet etti” şeklinde açıklamıştır.1007 Kaynaklarımıza göre
Ebû Tâlib daha uzağa gidip uzun zaman beklemeyi düşünüyordu. Fakat Bizans- İran
1002 İbn İshâk, a.g.e, s. 55-57. 1003 İbnü’l-Esîr, Kâmil, Mısır, t.y, II/38-39. 1004 İbn Hişâm, a.g.e, I/183. 1005 Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 53-54. 1006 İbn İshâk, a.g.e, s. 147. 1007 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/47.
229
savaşı; kararsız ve tehlikeli bir çalışma zemini ortaya çıkarmışa benziyor ve –deniyor
ki- merhametli Bahira’nın öğüdü üzerine Ebû Tâlib, daha önce sağlanan kârlarla
yetindi ve çabucak Mekke’ye döndü.1008
“Hz. Muhammed’in (s.a.s) bu seyahatteki yaşı konusunda da ihtilâflar
bulunmaktadır. Bu seyahatte onun dokuz,1009 on,1010on iki1011 ve on üç 1012 yaşında
olduğu şeklinde farklı farklı rivâyetler vardır. İbn İshâk’ta ise, “Bir zaman Ebû Tâlib,
tacir olarak bir kafileyle Şam’a gidecekti” şeklinde nakledilerek bir zaman
belirtilmemekte ve Hz. Muhammed’in (s.a.s) yaşına bir atıfta bulunulmamaktadır.
Kaynaklar, Hz. Peygamber’in bu yolculukta kaç yaşında olduğunda ihtilâf
etmekle birlikte, ortak olan nokta Hz. Peygamber’in çocuk olduğudur. Hz.
Peygamber’in bu seyahatteki yaşı kaynakların verdiği bilgilerden en büyüğü olan on
üç kabul edilse bile, anılan seyahat ile Bilâl’in Ebû Bekr tarafından satın alınıp azad
edilmesi arasında takriben otuz yıl fark vardır. Ayrıca Rasûlullah’tan (s.a.s) iki yaş
küçük olmasından dolayı, şayet iştirak ettiyse, bu seyahatte dokuz veya on
yaşlarında1013 bulunan Ebû Bekr’in kendi başına ticaret yapabilecek yetişkinliğe
erişmediği gözden uzak tutulmamalıdır.”1014
Rivâyetlerle ilgili olarak farklı görüşlerin serdedildiğini görmekteyiz: İbn
Hacer, Ebû Bekr ile Bilâl’in isminin geçtiği son kısmın başka bir hadisten buraya
eklenmiş (müdrec) olabileceğini söyler, fakat yine de bunun râvilerden birinin vehmi
olduğunu kabul eder.1015 Zira İbn Hacer, bu hadisin râvîlerinden olan Abdurrahmân
1008 Hamidullah, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 330. 1009 Taberî, a.g.e, II/278; Süheylî, a.g.e, I/118; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Târîh, Beyrut, 1965, II/37. 1010 Ebû Nuaym, a.g.e, s. 124. 1011 İbn Sa’d, a.g.e, I/121; Belâzurî, a.g.e, I/106; Süyûtî, Hasâisu’l-Kübrâ, Mısır, 1967, I/211. 1012 Ebû Bekr ve Bilâl’in yaşı tartışmaları için ayrıca bkz. Yıldırım, Enbiya, Hadis Problemleri, s.
278-281. 1013 İbn Kesîr, es-Sîret, I/123 1014 Yıldırım, Enbiya, a.g.e, s. 277-278. 1015 İbn Hacer, el-İsâbe, I/197.
230
b. Gazvân’dan bahsederken şu sözleri söyler: “Abdurrahmân birçok hatalara düşmüş
ve kölelere ait rivâyetleri nakletmiştir. Onun bunları nakletmesi herkesi sıhhatinden
şüpheye düşürmüştür.”1016
Zehebî (ö. 748) ise, hadisin senedindeki Abdurrahmân b. Gazvân ve metinde
bulunan yukarıda sayılan müşkillerden dolayı bu hadisi münker1017 ve bâtıl1018olarak
vasıflandırarak” zannediyorum mevzûdur”1019 şeklinde değerlendirmiştir. Bir başka
eserinde “bu hadisin ihtimal dâhilinde olmadığını” ifade eder.1020
Zehebî’nin hükmünü izah eden Halebî’ye (ö.1044) göre, butlân, vak’aya
uygun olmamak manasına gelmektedir. Hadis mevzu olmakla birlikte, bir kısmı
gerçeğe muvafık, bir kısmı ise değildir. Dolayısıyla metinde nekâret olduğu
söylenirken kasdedilen, sadece bazı ifadelerin gerçeği aksettirmediğidir. Netice
olarak bu rivâyet, zayıf hadisin kısımlarından biri kasdedilerek münker hadis
addedilemez; zira bu terim burada ferdiyet manası taşır ve ferdiyet de butlanına ek
olarak hadis metninin zayıf kabul edilmesini gerektirmez. Bütün bunlar dikkate
alındığında, Zehebî’nin tamamen vak’ayı reddetmediği, sadece bazı ifadeleri gerçeğe
aykırı bulduğu sonucuna varabiliriz.1021
Zehebî, hadisin metnindeki başka bazı problemlere de değinir. Şöyle ki, eğer
Hz. Peygamber’in üstünde kendisini gölgelendiren bir bulut varsa, ağacın gölgesinin
ona doğru yönelmesi nasıl tasavvur edilebilir. Zira bulutun gövdesinin Allah
Rasûlü’nün altında oturduğu ağacın gölgesini yok etmesi gerekirdi.1022
1016 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, I/132-134 . 1017 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/57. 1018 Zehebî, Mîzân, II/581. 1019 Zehebî, Telhisü’l-Müstedrek, II/615. 1020 Zehebî, Siyer, IX/519. 1021 Halebî, a.g.e, I/130; Uyar, Gülgün, a.g.e, s. 53. 1022 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/57.
231
Burada şunu da belirtelim ki, Rasûlullah’ın bir bulut veya iki melek
tarafından gölgelendirilmesi haberi ile “Petrus, İsa’ya henüz söylemekte iken nûrlu
bir bulut onlara gölge saldı ve işte buluttan bir ses…”1023 ve “Zira ey kardeşler! Sizce
mechûl kalmasını istemem ki bütün atlarınız bulut altında idiler ve hepsi de denizden
geçtiler ve hepsi bulutta ve denizde…”1024 cümlelerindeki bulut öğesinin benzerliği
dikkat çekmektedir.
Bizde oluşan kanaat o ki, rivâyetin mevzû olduğuna hükmedilmiş olması bu
tür rivâyetlerin kabulünü imkânsız kılmaktadır. Biz, söz konusu rivâyetlerin, büyük
bir ihtimalle râvîlerin yanlış algılama ve farklı anlatmalarının bir ürünü olabileceğini
düşünüyoruz. Bu rivâyetlerin her birisi gerek sened, gerekse metin bakımından
huccet olmaya elverişli gözükmemektedir.
Şiî kaynaklardan Meclisî’nin (ö. 1110) eseri Bihâru’l-Envâr’da Ebû Tâlib’in
Şam’a yaptığı yolculuk1025 ve bu esnada rahib Bahira’nın Hz. Peygamber’i teşhis
etmesi uzun uzun nakledilir.1026 Meclisî’nin nakletmiş olduğu rivâyette Bahira “bir
adam” olarak tanımlanmaktadır.1027 Bahira’nın Hz. Muhammed için “bu ümmetin
Nebîsi”1028 ifadesinin kullandığı görülmektedir.
Meclisî, Hz. Muhammed’in Şam’a yolculuğu esnasında dokuz yaşında
olduğunu kaydeder ve on iki de denildiğini ilâve eder.1029
Bazı çağdaş İranlı araştırmacılar ise Hz. Muhammed’in Bahira ile görüşmesi
olayında bir takım şüpheler öne sürerek böyle bir olayın vuku bile bulmadığını
1023 Matta, 17/5. 1024 Pavlos’un, Korintoslulara birinci mektubu, 10/1-2. 1025 Meclisî, a.g.e, XV/262-263. 1026 Meclîsî, a.g.e, XV/215. 1027 Meclisî, a.g.e, XV/131. 1028 Meclisî, a.g.e, XV/131, 238; XV/131-132. 1029 Meclisî, a.g.e, XV/217, 238, 262.
232
yazmaktadırlar. Bu görüşün, tarihî seyir dairesinde tartışılabilir bir konu olduğunu
ifade etmektedirler.1030
Konuyla batılı yazarlar da ilgilenmişlerdir. Batılı yazarlar, Hz. Muhammed’in
İslâm dinini tebşire başladığında bu fikirlerin bir kısmını rahib Bahira’dan
öğrendiğini ileri sürerler.
“Muhammad and the Monk” başlıklı makalesinde konuyu geniş bir şekilde
ele alan Krisztina Szilagyi ise, Bahira rivâyetiyle ilgili olarak özetle şunları ifade
eder: “Hıristiyan Bahira efsanesi genellikle rivâyetler barındırır ancak yakın okuma
yapıldığında büyük oranlarda mevcut olan materyallerden oluştuğu da ortaya çıkar.
Hıristiyan Bahira efsanesinin devamlı dönüşümü sayesinde, İslâmla ilgili değişik
fikirler, doktrinleri ve dinî uygulamaları dolayısıyla İslam dünyası Hristiyanları
arasında İslâm’a olan tutum çeşitliliğini yansıtan bir metin içerisinde
birleştirilebilmiştir. Tüm dönüşümlerde, Hıristiyan Bahira efsanesi en önemli işlevini
yerine getirmiştir. Hıristiyanlar’ın İslâm dünyasında dinî kimliklerini korumalarını
sağlayacak bir şekilde İslâm’ın doğuşunu göstermiştir. Buna ek olarak, Hıristiyan
Bahira efsanesi, İslâm’ın doktrinlerinin bir Hıristiyan Rahib’in yoldan şaşmış
öğretilerinden meydana getirerek, bu Rahibe iddia edildiğine göre Tanrı tarafından
yazılmış olan kutsal kitap olan Kur’an’ı yazdırarak, İslam’ı dolayısıyla mükemmel
bir şekilde Hıristiyan teolojisinin iyi bilinen nosyonlarına uyan bir Hıristiyan
sapkınlığına dönüşmüştür.1031
1030 Pişvâî, Mehdî, Târîhu’l-İslâm mine’l-Asri’l-Câhilî İlâ Vefâti’n-Nebî, Mecmeu’l-Âlemî li Ehli’l-
Beyt, Kum, 2007, s. 105, “Nakd-u Berresiy-i Menabi-i Sîre-i Nebevî (Nebevî Siyer Kaynakları
Üzerine Eleştiri ve İncelemeler”), “Mecmuey-i Makâlât, Pejuheşkede-i Sefer-i Peyamber-i Ekrem be
Şam (Peygamber-i Ekrem’in Şam Yolculuğu Üzerine Eleştiri ve İnceleme”, s. 312-330’den naklen. 1031 Szilagyi, Krisztina, “Muhammad and the Monk: The Making of the Christian Bahira Legend”,
Jerusalem Studies İn Arabic and Islam, 34, (2008), s. 203-205.
233
Tilman Nagel ise bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Amca figüründen
faydalanılarak dindar okuyuculara, Allah’ın selamet planından haberdar olan
âlimlere Muhammed’in seçilmiş kişi olduğunun daha genç bir delikanlıyken bile
nasıl malum olduğu gösterilmeye çalışılıyor. Dindar okuyucu bu şekilde
Muhammed’in daha çocuk yaştan itibaren Kureyş kültürüne nefretle baktığını
öğrendikten sonra -ki bu elbette gerçekleri yansıtmıyor- Bahira Muhammed’in
rüyaları hakkında sorular sormaya başladı ve hepsi de tam bir Peygambere yaraşır
türdendi.”1032
Nöldeke Suriye seyahatlerinden şöyle bahseder: “Bunun dışında onun
Suriye’ye iki seyahatinden bahsedilir. Bunlardan birini Ebû Tâlib’in nezareti altında,
diğerini ise, gençliğinde yapmış olmalı. Her iki seyahat, menkıbe tarafından pek çok
ve çoğu zaman olağanüstü detaylarla süslenmiştir. Fakat bunlarda uydurma temayülü
her yerde açıkça mevcuttur ve onun Suriye’de bulunup bulunamadığı da
şüphelidir.”1033
Fransız şarkiyatçı Claude Savary 1783’te neşrettiği Kur’an çevirisinin ardına
“Life of Muhammad” adlı bir özet biyografi ilave etmiştir. Bahira kıssası
meselesinde Hz. Muhammed’in zihnine peygamberlik fikrini Bahira’nın koyduğunu
nakletmektedir.1034
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, İbrahim Sarıçam bu hususta kıymetli
malumatlar sunmaktadır: “Bu rivâyet daha sonraları Hıristiyan tarihçiler tarafından
da tartışılmış, olay Hıristiyan yazarlar tarafından istismar edilmiş ve yanlış
değerlendirilmiştir. Onlardan bazıları bunu inkar etmişler; Ehl-i Kitab’ın Hz.
Muhammed’in Peygamber olacağını daha önce kendi kitaplarından öğrenmiş
1032 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 104-105. 1033 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 197. 1034 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 51.
234
oldukları yolundaki rivâyetlerin Hristiyanlıktan dönen Müslümanlar tarafından
uydurulduğunu ve bunun bir efsaneden ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları da
Hz. Muhammed’in, İslâm dininin esaslarına ait bir kısım bilgileri Bahira’dan
öğrendiğini iddia etmişlerdir. Hatta “Kur’an’ın yazarı Bahira” diyecek kadar ileri
gitmişlerdir.
Batılı bilim adamlarının bu tür iddialarından rahatsız olan bazı Müslüman
âlimler de, Bahira olayına ait rivâyetlerin doğru olmadığını, olayı nakleden râvîler
içinde hadiseyi gören kimse bulunmadığını söylemişlerdir. Ayrıca o sıralarda çocuk
yaşta olan Hz. Muhammed’in Bahira ile görüşmesinden İslâm dininin esaslarına ait
bazı şeyler öğrenmesinin akıl ve mantığa ters düştüğünü belirterek, ya bu olayı tam
reddetmişler veya üzerinde durmaya gerek görmemişlerdir.” 1035
Bahira kıssasını çok yönlü eleştirenlerden Ahmet Önkal, Bizans’tan gelen
müfrezenin, Hz. Peygamber’in Busrâ’ya gelişini günü gününe bilerek onu yakalayıp
öldürmek üzere geldiklerini kabul etmenin imkansız olduğunu, hele hele künye ve
lakaplarıyla maruf bazı sahabîlerin isimleri dahi tam tespit edilememişken, Hz.
Peygamber’in hayatının pek de önem taşımadığı ve dikkat çekmediği bir devresinde,
sadece bu olayda görünüp kayboldukları iddia edilen bu yabancı insanların adlarına
kadar bazı kaynaklarda tespit edilmiş olmasına şaşırdığını ifade etmektedir.1036
Muhammed Gazzâlî’nin serdettiği şu söz câlib-i dikkattir: “Sahih sünen
kaynaklarında Hz. Peygamber’in bu seyahatını tavsif eden haberleri bulamıyoruz.
Bahira kıssası ister sahih olsun, ister bâtıl olsun kesin olan bir husus vardır ki, bu
olaydan sonra bir iz, bir haber kalmamıştır. Rumlardan müteşekkil bir grup atlının
1035 Sarıçam, İbrahim, a.g.e, s. 66. 1036 Önkal, Ahmed, a.g.m, s. 192-193.
235
Bahira’nın yanına gelerek Hz. Peygamber’i sormaları ve onu yakalamak istemeleri
muhakkikûna göre uydurmadır.”1037
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Tirmizî rivâyetiyle ilgili olarak belirtmek istediğimiz bir husus, hadiselerin
mantıkî bir silsile takip etmemesidir. İbn İshâk rivâyetinden anladığımız kadarıyla
Bahira, son Peygamberle ilgili bilgileri titizlikle muhafaza ediyordu. Asırlardır
muhafaza ettikleri bilgiyi doğruladığını düşündüğü Hz. Muhammed’i, ilk önce sıkı
bir şekilde tetkik etmesi tabii olandır. Nitekim müşahedelerini ve ipuçlarını
değerlendirerek, Hz. Muhammed konusunda bir kanaate varmıştır. Fakat hiçbir
şekilde, “Peygamber” lafzını zikretmemiştir. Sadece bu çocuğun ileride önemli bir
kişi olacağını belirtmekle yetinmiştir. Ayrıca Bahira Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber’le,
diğer Kureyşliler yemeklerini bitirip bir kenara çekildiklerinde, özel olarak sohbet
etmiştir. Hz. Muhammed’i Yahudiler’den koruma endişesini de taşıyan Bahira’nın,
bütün kervanın önünde ulu orta tebşiratta bulunmasını doğal kabul edemeyiz. Aynı
doğrultuda bir diğer rivâyet de Vakıdî’ye aittir.1038
Burada şunu belirtelim ki, rahibin Hz. Peygamber’i tanıtırken kullandığı
ifade, ibarenin idrac olabileceği izlenimini vermektedir. Rahip: “İşte bu âlemlerin
efendisidir, bu âlemlerin Rabbi’nin elçisidir. Allah onu âlemlere rahmet olarak
gönderecek” demişti. “Âlemlere rahmet” Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber için
kullanılan bir vasıflandırmadır. Rahibin bu sözleri, hem Kur’an’ın, hem de Hz.
Peygamber’in beyanı açısından üzerinde titizlikle durulması, ayrıca tahkik edilmesi
1037 Gazzâlî, Muhammed, Fıkhu’s-Sîre, Risale Yayınları, İstanbul, 1987, s. 68-69. 1038 İbn Sa’d, a.g.e, I/120-121.
236
gereken ehemmiyeti haizdir. Rivâyetlerdeki diğer bazı ifadeler de, ibarenin bir idrac
olabileceği izlenimini vermektedir Meselâ bu seyahatin nakledildiği bir rivâyette,
rahib Bahira’nın uykusu konusunda yönelttiği bir soruya Hz. Peygamber’in şöyle
cevap verdiği görülür: “Gözlerim uyur, kalbim uyumaz.”1039 Bu, hadis kaynaklarında
yer alan meşhur bir rivâyettir. Bu bağlamda söz konusu rivâyetin onun risâletten
önceki hayatıyla ilgili olduğu düşünülemez.
İbn İshâk (ö. 151) bu rivâyeti naklederken, anılan manastırdaki rahiblerin
birbirlerinden tevarüs ettikleri bir kitap dolayısıyla Hıristiyanlar’ın en bilginleri
olduğu bilgisiyle, kervan konakladığında bulutların Hz. Peygamber’i gölgelendirmesi
ve ağaçların dallarının onun üzerine yönelmesiyle ilgili haberleri “fîmâ yez’umûne”
(iddia ettiklerine göre) ifadesiyle verir. Yine İbn İshâk Hz. Peygamber’in rahibe,
“bana lat ve uzza adına hiçbir şey sorma” sözüyle, Ehl-i Kitap’tan bazı kişilerin Hz.
Peygamber’i tanıyıp götürmek istemelerini haberlerini “za’amû (iddia ettiler)”
ifadesiyle vererek rivâyete şüpheyle yaklaştığını gösterir. Bu rivâyetin sonunda Ebû
Tâlib’e nispet edilen ve mezkur seyahatte meydana gelen olayları anlatan bir şiir yer
alır ki, İbn İshâk’ın kendi eserinin ilk beytine itibar edildiğinde, bu şiiri Ebû Tâlib’in
söylemesi mümkün gözükmemektedir. Zira burada Ebû Tâlib onu “Âmine’nin oğlu
peygamber Muhammed” olarak vasıflandırmaktadır. Bu durum tarihî vak’aya
aykırıdır. Zira Ebû Tâlib Hz. Peygamber’e iman etmeden vefat etmiştir.1040
Bize göre, birçok kişinin görmesi gereken bir olayı sadece tek kişinin görmesi
de metindeki diğer bir sorundur. Zira kervan yaklaşırken, Rahib’in kendi
manastırından ağaçların ve taşların Hz. Peygamber’e secde etmesini görmesine
1039 Abdurrazzâk, a.g.e, II/ 404-405; III/36-37; Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/393-394; XII/380, XV/411;
34/140, 40/503, 41/253-254; Buhârî, Vudû’, 5, I/43-44; Ebû Dâvûd, Tahâret, 80, hadis no: 202, I/139-
140. 1040 Beyhakî, a.g.e, II/186-188, 340-346.
237
rağmen, beraberinde bulunan Kureyşliler’in bunu görmemesi de ilginçtir. Bizde
oluşan kanaat o ki, hadiste aklen izahı hayli güç olan ibarelerin yer aldığını gözden
uzak tutmamak uygun olacaktır.
Bu rivâyetlerin doğru olduğunu kabul edersek, Hz. Peygamber henüz on iki
yaşında iken, hem kendisi, hem de Kureyşliler ve Rum diyarından gelen kişilere
kadar herkesin kendisinin peygamber olacağını bildikleri sonucu ortaya çıkar. Fakat
bu durum pek çok yönden nazar-ı dikkate alınamaz. Böyle bir rivâyeti, Kur’an’a, Hz.
Peygamber’in sünnetine ve akla arzetmeye, meseleyi aklî ve tarihî açıdan ele almaya
ihtiyaç vardır. Rivâyetin tenkide, tahlile ve tahkike ihtiyaç duyduğu hususu fevkalade
mühimdir.
Burada şunu da ifade edelim ki, Hz. Peygamber’in hayatını araştırırken,
mutlak surette Kur’an’dan hareket etme ve mümkün mertebe en erken kaynaklara
başvurma ve iyi bir tenkit süzgecinden geçirme zarureti vardır.
Rivâyetleri tahlil ve tenkit ederken her şeyden önce onları Kur’an’a arzetmek
uygun olacaktır. Rivâyetlerin Kur’an’a muvafık olması rivâyetin sahih kabul
edilebilmesi açısından en vazgeçilmez kriterdir. Bu tür rivâyetler Kur’an’a arz
edildiğinde ise sahih olmadığı anlaşılır; zira Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Sen bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun.”1041 “Sen kitab
nedir, iman nedir, bilmezdin.”1042
Hasan Onat bu hususta şu görüşleri serdetmektedir: “Bu âyetler gösteriyor ki,
peygamberlik payesine yükselmeden önce Hz. Muhammed (s.a.s) kendisinin
peygamber olacağını bilmiyordu. Şayet Hz. Peygamber, henüz on iki yaşında iken
peygamber olacağını öğrenmiş ve yirmi beş yaşındayken bu bilgisini yenilemiş
1041 Kasas, 28/86. 1042 Şûrâ, 42/52.
238
olsaydı kendisine bir kitabın geleceğini ve insanların kendisine iman edeceğini de
umabilirdi. Böyle bir durumda, hem kitaptan, hem imandan habersiz olması söz
konusu olmazdı. O halde Hz. Peygamber’in kendisinin bile bilmediği bir olayı
Hıristiyan bir rahibin bir görüşte bilmesi akla uygun bir iş değildir. Kaldı ki böyle bir
durum nakle de ters düşmektedir.1043
Yukarıdaki rivâyetler sünnete arz edildiğinde de rivâyetin sahih olmadığı
görülmektedir:
Zehebî (ö. 748) ayrıca şu yorumunu ilave ediyor: “Şayet Bahira’nin
söyledikleri yaygınlaşmış olsaydı, Hz. Muhammed’de peygamberlik hakkında bir
kanaat oluşur ve Hira’da ilk defa vahye mazhar olduğunda, mâlum tereddüdü ve
korkuyu yaşamazdı. Ayrıca, yeğenini korumak düşüncesinin Ebû Tâlib’de derin bir
iz bulunsaydı, onu Hatice adına ticaret yapmak üzere tekrar Suriye’ye
göndermezdi.”1044
“Hz. Peygamber’e ilk defa vahyin gelmesi ve bundan sonra Hz. Hatice ile
arasında geçen konuşma ile ilgili muteber ve güvenilir hadis kitaplarında yer alan
sahih hadislerle de ters düşüyor. Eğer Hz. Peygamber, yirmi sekiz yıldır, kendisinin
peygamber olacağını ve vahy geleceğini bilmiş olsaydı, Hira Mağara’sında ve daha
sonra evde onca şaşkın ve sarsılmış olabilir miydi? Bu tam onun bildiği ve beklediği
şey değil miydi?”1045
“Şu halde kendisine peygamberlik gelmezden evvel Hz. Peygamber’in ne
bizzat kendisi, ne de çevresindeki insanlar onun bilahere Peygamber olacağını
bilmediklerine göre, bu hususla ilgili rivâyetleri doğru saymamız mümkün değildir.
1043 Onat, Hasan, “Hz. Muhammed’i Anlamada Yöntem”, SDÜ, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu,
Isparta, 2001, s. 48-53. 1044 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/57. 1045 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 47-48.
239
Bu rivâyetler, Hz. Peygamber’in geleceğinin müneccimler, kâhinler, rahipler ve
Yahudi hahamları tarafından dahi bilindiğini ve ilan edildiğini belirterek
Rasûlullah’ın şanını yüceltmek ve onu reddedenleri ilzam etmek maksadına bağlı
olarak sonradan vücut bulmuş rivâyetlerdir.”1046
Tirmizî’nin (ö. 279) sened açısından yaptığı değerlendirme yanında, bu
rivâyet tarihe arz edildiğinde de sahih bir rivâyet olmadığı görülecektir. Zira bu
hadisin metninde Hz. Peygamber’in müezzinlerinden Bilâl’in o seyahate katılması ve
Ebû Bekr’in kölesi olarak gösterilmesi nedeniyle İbn Seyyidünnâs (ö. 734), Zehebî
(ö.748) ve İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751) tarafından eleştirilmiştir.1047 Ebû
Nuaym’ın (ö. 430) Tirmizî tarikiyle naklettiği bir varyantta Ebû Bekr ismi geçmez.
İbare şöyledir: “Rahib ısrarla Hz. Peygamber’i göndermesini istedi. Bilâl de onların
içindeydi. Rahib ona azık olarak çörek, (katık olarak) zeytinyağı verdi.”1048
Hadisteki itiraza en fazla hedef olan husus, Ebû Bekr’in bu küçük yaşında
Bilâl-i Habeşî ile bir irtibatı olduğunu düşünmenin imkansız olmasındandır. Bilindiği
üzere bu tarihten otuz yıl kadar sonra Bilâl-i Habeşî, Ebû Bekr tarafından satın alınıp
azat edilmiştir. İbn Seyyidünnâs (ö. 734) da ondan bahsederken bu hadisin metninde
nekâret vardır demiştir.1049 Zira Bilâl’in, Müslüman olması üzerine müşrik
sahiplerince işkenceye maruz kalması sebebiyle Ebû Bekr tarafından satın alınıp
azad edilmesi Mekke döneminin ilk yıllarına rastlar.1050
Görüldüğü gibi, diğer birçok rivâyetlerle birlikte bu olay da, Hz.
Peygamber’in peygamberliğine delalet eden, onu müjdeleyen hâdiselerden
1046 Önkal, Ahmed, a.g.m, s. 193. 1047 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/57; a. mlf. Mîzân, II/581; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd, I/76-
77. 1048 İbn Nuaym, a.g.e, s. 131. 1049 İbn Seyyidünnâs, Ebû’l-Feth Muhammed b. Muhammed, Uyûnü’l-Eser fî Funûni’l-Meğâzî ve’ş-
Şemâil ve’s-Siyer, Mektebetü Dâru’t-Türâs, Beyrut, 1992, I/108. 1050 İbn Hacer, el-İsâbe, I/165.
240
addedilerek bazı kaynaklarımızda yer alabilmiştir. Ancak geçmişte ve günümüzde
birçok ilim adamı bu hâdiseyi birçok cihetiyle eleştirmişler ve ileri sürdükleri
gerçeklere binaen onu reddetmişlerdir.
II. HZ. MUHAMMED’İN GENÇLİK ÇAĞI
Bu bölümde Hz. Muhammed’in çobanlık yapması, hılfu’l-fudûla iştirâki,
düğüne iştirâk edememesi, putlar adına kesilen etten yememesiyle ilgili hadisler
tahlil edilmeye çalışılacaktır. Hadisler, tarih kaynaklarındaki rivâyetlerle mukayese
edilecek ve muhteva açısından fark olup olmadığı tespit edilecektir.
A. Hz. Muhammed’in Çobanlık Yapması
Hz. Peygamber’in kalabalık bir aileye sahip olan amcasına yardım edebilmek
amacıyla belli bir ücret karşılığında Mekkelilere bir süre çobanlık yaptığı konusunda
sahih kaynaklar müttefiktir.
“Hz. Peygamber’in doğumundan peygamber olarak gönderilmesine kadar
geçen dönemdeki hayatı konusunda, peygamberlik sonrası dönemle mukayese
edildiğinde, bilgilerimizin daha az ve sınırlı olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber, iş
hayatına bütün peygamberlerin ortak mesleği olan çobanlık yaparak başladığını
belirtmektedir.”1051
Hz. Peygamber’in çobanlıktan kazandığı üç beş kuruşla da olsa amcasının
zayıf bütçesine katkıda bulunmakta idi.1052 Amcasının çektiği maddi sıkıntı, Hz.
Peygamber’i aileye yardımcı olabilmesi adına çobanlık mesleğiyle tanıştırmıştır.
Çobanlık sorumluluk demektir. Bu sorumluluk sürü gütmekten insan idare etmeye
1051 Yüksel, Ahmet Turan, “Bir Tacir Olarak Hz. Peygamber”, Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz.
Muhammed (Özel Sayı), Ankara, 2003, s. 138. 1052 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/55.
241
kadar hayatın her safhasında insanın karşısına çıkar.1053 Bu bağlamda Hz.
Peygamber’in çobanlığa atfen “Her biriniz çobansınız ve her biriniz mesuliyeti
altında olandan sorumlusunuz. Devlet adamları birer çobandır ve mesuliyeti altında
olanlardan lâyıkıyla muhâfaza etmekten sorumludur. Erkek ailesinde bir çobandır ve
mesuliyeti altında olanlardan sorumludur. Kadın da, kocasının evinde bir çobandır ve
mesuliyeti altında olanlardan sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malında bir
çobandır ve mesuliyeti altında olanlardan sorumludur. …” buyurması oldukça
manidardır.1054
1. Hadis Rivâyetlerinde Çobanlık Yapması
A. Ahmed b. Muhammed el-Mekkî1055-Amr b. Yahyâ1056-Saîd b. Amr1057-
Ebû Hureyre-Nebî (s.a.s): “Allah’ın gönderdiği her Peygamber koyun gütmüştür.
Kendisini dinleyenler sorarlar: ‘Ya Rasûlallah! Sen de mi?’ Hz. Peygamber cevap
verir: ‘Evet ben de Mekke ahâlisi için karârit üzerine koyun güderdim’
buyurmaktadır.”1058
Râvîler hakkında cerh-ta’dîl imamlarının müsbet kanaatleri bulunduğundan
bu rivâyet “sahih”tir.
1053 Özdemir, Mehmet, a.g.m, s.114. 1054 Abdurrazzâk, XI/319; Ahmed b. Hanbel, VIII/83, IX/156, X/139-140, X/220; Buhârî, Cuma, 11,
I/215; Cenâiz, 33, II/79; İstikrâz, 20, III/87-88; Itk, 17, 19, III/125; Vesâyâ, 9, III/189; Nikâh, 81,
VI/146, 90, VI/152; Ahkâm, 1, VIII/104; Müslim, İmâre, hadis no: 20, II/1459. 1055 Ahmed b. Muhammed b. Velîd b. Ukbe b. el-Ezrâk b. Amr b. Hâris b. Ebî Şemr el-Ğassânî
(ö. 222): Amr b. Yahyâ es-Sa’diyye’den rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî aktarmıştır. Ebû Hâtim, Ebû
Avâne ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/26; İbn Hacer, Tehzîb,
I/79). 1056 Amr b. Yahyâ b. Saîd b. Amr b. Saîd b. Âs b. Saîd b. Âs b. Ümeyye el-Emevî (ö. 140):
Ceddinden işitmiştir. İbn Maîn, İbn Hibbân ve Dârekutnî gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/347; Zehebî, Mîzân, III/293; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/118). 1057 Saîd b. Amr b. Saîd b. Âs el-Emevî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/48). 1058 Buhârî, İcâre, 2, III/48.
242
B. Mâlik-Ona ulaştı ki Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Hiçbir Peygamber
yoktur ki çobanlık yapmış olmasın. Ya sen ya Rasûlallah? denildi. “Ben de”
buyurdu.”1059,1060
Ebû Hureyre’nin Hz. Peygamber’den naklettiği rivâyetin diğer bir isnadı
şöyledir:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Ebû Hureyre-Saîd b. Ebî Ühayha1061-Saîd b. Amr-Amr b.
Yahyâ b. Saîd el-Kuraşî1062-Süveyd b. Saîd1063-İbn Mâce.1064
Süveyd b. Saîd’in mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Hz. Peygamber’in çobanlık yapmasıyla ilgili rivâyetler hakkında şunları ifade
etmek mümkündür: İbn Mâce (ö. 273), İbrâhîm Harbî, İbnü’l-Cevzî (ö. 597), Ebû
İshâk Harbî gibi muhaddisler “Karârît” sözcüğünün Mekke civarında bir yerin adı
olduğunu söylerler. Buna karşılık İbn Hacer (ö. 852) gibi şârihler Mekke civarında
Karârit namıyla bir yer bulunmadığını, bu deyimin nakit para anlamına geldiğini
bildirmişlerdir. Bir kanıya göre, bu yer “Kırat” adını taşıyan bir parayı kullanan bir
yeri ifade etmektedir ki, bunun Mısır olduğu söylenir. Bu itibarla “Karârit’in nakid
manasına değil, mahal-i ra’y (otlatma yeri) manasına hamli daha doğrudur” denir.1065
Süheylî (ö. 581) ise: “Hz. Muhammed’in çobanlık yaptığını ifade ettiği
hadislerden birisinde yer alan “Karârît” ifadesinden hareketle bazıları onun
1059 Mâlik, Muvatta’, İsti’zan, 18, II/971. 1060 Bu ulaşma sahih olarak muttasıl bir şekilde Abdurrahmân b. Avf-Câbir-Ebû Hureyre isnadıyla
Buhârî’de Kitâbü’l-İcâre, ikinci babda zikredilmiştir. 1061 Saîd b. Ebî Ühayha: O İbn Amr b. Saîd b. Âs: Saîd b. Amr b. Saîd b. Âs el-Emevî: Ebû
Hâtim saduk olduğunu, Ebû Zür’a ise sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/48). 1062 Amr b. Yahyâ b. Amr b. Saîd b. Âs b. Saîd b. Âs b. Ümeyye es-Sa’dî (ö. 140): Dedesinden
rivâyet etmiştir. İbn Maîn, İbn Hibbân ve Dârekutnî gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/347; Zehebî, Mîzân, II/293; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/118). 1063 Süveyd b. Saîd b. Sehl b. Şehriyâr el-Herevî (ö. 240): Abdullâh b. Ahmed, Iclî ve Mesleme’ye
göre sika olsa da, diğer cerh âlimleri onun sika ve me’mun olmadığını, Ebû Hâtim ve Ya’kûb b. Şeybe
saduk olsa da tedlis yaptığını ve hıfzının muzdarib olduğunu ifade ederler. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IV/224; İbn Hacer, Tehzîb, III/102-105, 2004). 1064 İbn Mâce, Ticârât, 5, hadis no: 2.149, II/727. 1065 Aynî, a.g.e, I/631; Zebîdî, a.g.e, VII/28-29.
243
Mekkeliler’in koyunlarını veya develerini “Karârît” denilen mevkide yaydığını
söylemişlerse de daha ziyade tercih olunan görüşe göre Mekke’de böyle bir mevki
yoktur. Bu sebeple de söz konusu ifade “Kırât”ın çoğuludur. “Kırât” (ç. Karârît)
hacim, uzunluk ve para birimi olarak kullanılmaktadır. Para birimi olarak
Mekkelilere göre dinarın 1/24’üne, Iraklılara göre ise dinarın 1/20’sine tekabül
etmektedir.1066 Dolayısıyla Hz. Peygamber Mekkeliler’in sürülerini ücret mukabili
otlatmıştır ki esasen bunda yadırganacak bir durum da yoktur” demektedir.1067
Kanaatimizce Süheylî’nin (ö.581) bu yorumu hadisin muhtevasına ilişkin en uygun
izah tarzıdır. Bu bağlamda Karârît’in yer adı olmadığını, bir para birimi olduğunu
ifade etmek daha makuldür.
İbn Sa’d’da (ö. 230) yer alan rivâyet de bu tercihimizi destekler mahiyettedir:
“Mûsâ Peygamber olarak gönderildi. Koyun güderdi. Dâvûd Peygamber olarak
gönderildi. Koyun güderdi. Ben Peygamber olarak gönderildim ve ben de kendi
ailemin koyunlarını Ecyâd’da güderdim.1068 Buna göre, karârîtin para olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim diğer hadislerde karârîtin bir ölçü olduğu nakledilmektedir:
“Her kim imanı sebebiyle ve sevabını yalnız Allah’tan umarak bir Müslüman
cenazesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp gömülmesini bitirinceye kadar
beraber bulunursa, iki kırât ecir ile döner ki, kırâtların her biri Uhud dağı gibidir. Her
kim o cenaze üzerine namaz kılar da defn olunmadan evvel dönerse, bir kırât ecir ile
dönmüş olur.” 1069
1066 Fîrûzâbâdî, Muhyiddîn, Kâmusu’l-Muhît, Beyrut, 1986, s. 620. 1067 Süheylî, a.g.e, I/112. 1068 İbn Sa’d, a.g.e, I/126. 1069 Ahmed b. Hanbel, II/320, 430, 493, 531; Buhârî, İman, 35, I/17; Müslim, Cenâiz, 17, hadis no: 52-
57, I/652-654.
244
C. Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme b. Abdirrahmân1070-İbn Şihâb-Yûnus1071-
Abdullâh b. Vehb1072-Ebû Tâhir1073: “Rasûlullah ile beraber Zahrân’da
bulunuyorduk. Biz kebas1074 topluyorduk. Nebî: ‘Onun olgunlarından alın’ buyurdu.
Biz: ‘Sanki sen koyun çobanlığı yapmış gibisin’ dedik. (Nebî): ‘Evet’ dedi. ‘Her nebi
çobanlık yapmıştır’ ya da buna benzer bir söz (söyledi.)” 1075
Câbir b. Abdillâh’tan nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme-İbn Şihâb-Yûnus-İbn Vehb-Saîd b. Ufeyr-
Buhârî.1076
2. Câbir-Ebû Seleme-Zührî-Yûnus-Osmân b. Ömer1077-Ahmed b. Hanbel-
Abdullâh.1078
1070 Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf b. Abdi Avf ez-Zührî: Câbir’den rivâyet etmiştir. İbn Sa’d
onu ikinci tabakada Medineliler’den zikretmiştir. İbn Sa’d ve Ebû Zür’a’ya göre sikadır. (İbn Hacer,
Tehzîb, XII/115-118). 1071 Yûnus b. Yezîd b. Ebî’n-Necâd (ö. 159): Zührî’den rivâyet etmiştir. Veki’ sû-i hıfz (hafızasının
kötü) olduğunu, Abdullâh ve Ukayl hatasının az olduğunu söylerken; Fadl b. Ziyâd, Iclî, Nesâî, İbn
Maîn, Ya’kûb b. Ebî Şeybe sika olduğunu belirtmektedir. İbn Maîn, Zührî’den (rivâyette) insanların
en sebti olduğunu belirtmektedir. İbn Sa’d, huccet olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/304-306; Zehebî, Mîzân, IV/484; İbn Hacer, Tehzîb, XI/450-452). 1072 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan
Ebû Tâhir b. Serc nakletmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d ve Iclî gibi âlimler sika
olduğunu belirtirken; Nesâî ve Sâcî semada mütesahil olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer, Tehzîb, VI/71-74). 1073 Ebû Tâhir: Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Serh el-Emevî (ö. 249/255): İbn Vehb’den
rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a ve Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını, Nesâî sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/22; İbn Hacer, Tehzîb, I/64). 1074 Kebâs için Nesefî, “Arakın olgunlaşmasıdır” derken, İsmâîlî, Ebû Nuaym ve İbn Battâl onun
“Arakın yaprağı” olduğunu kaydeder. İsmâîlî onu takip etmiştir. O: “Arakın mütekâmil halidir ve
esmerleşmişse o Kebâs’tır” demiştir. İbn Tî’n ise: “Arakın yaprağıdır” sözü sahih değildir” demiştir.
(İbn Battâl, Ebû’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdilmelik, Şerh alâ Sahîhi’l-Buhârî, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 2003, IX/526-527; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IX/576, VI/438-439; Kastallâni, a.g.e,
1307, VIII/234). 1075 Müslim, Eşribe, 29, hadis no: 163, II/1621. 1076 Buhârî, Et’ıme, 50, VI/213. 1077 Osmân b. Ömer b. Fâris b. Lekîd el-Abdî (ö. 209): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan
Ahmed nakletmiştir. Ahmed, İbn Maîn, İbn Sa’d, Iclî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi birçok âlim sika
olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/202-203; Zehebî, Mîzân, III/49; İbn Hacer,
Tehzîb, VII/142-143). 1078 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/326.
245
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyetler
“sahih”tir.
3. Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme b. Abdirrahmân-İbn Şihâb-Yûnus-Leys1079-
Yahyâ b. Bükeyr1080-Buhârî.1081
Rivâyetin isnadında ihtilafla birlikte mecrûh görülen Yahyâ b. Bükeyr
bulunduğundan bu rivâyet “hasen”dir.
D. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Rebî’ b. İbrâhîm1082-Abdurrahmân b. İshâk-
Zeyd b. Eslem1083-Atâ’ b. Yesâr1084-Ebû Saîd el-Hudrî: (Verilen rivâyetin sonunda):
“Ya Rasûlallah! Sanki sen çobanlık yapmış gibisin dediler. Rasûlallah: ‘Evet,
çobanlık yaptım’ buyurdu.”1085
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
Kastallanî bize bu konuda faydalı açıklamalarda bulunmaktadır: Kastallânî
(ö.923) çobanlığın Hz. Muhammed’e hilm ve şeref kazandırdığını, bu sayede
meşakket ve sabrı öğrendiğini nakleder. İbn Mace (ö. 273) hadisi ticarette tahriç
1079 Leys b. Sa’d b. Abdirrahmân el-Fehmî (ö. 175): Ukayl’dan aktarmıştır. İbn Sa’d, Ahmed b.
Hanbel, İshâk b. Mansûr, İbn Medînî, Iclî ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir, ancak Yahyâ b.
Maîn ve Ezdî, semada gevşek olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a. g.e, VII/244-245; Zehebî,
Mîzân, III/423; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/459- 465). 1080 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu,
başka bir yerde ise sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, onun saduk olduğunu belirtmektedir. İbn Kâni’ sika olduğunu ifade
etmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, II/237-238). 1081 Buhârî, Enbiyâ, 29, IV/130. 1082 Rebî’ b. İbrâhîm b. Muksim el-Esedî (ö. 197): İbn Uleyye olarak bilinmektedir. Abdurrahmân
b. İshâk el-Medenî’den rivâyet etmiştir. Yahyâ, İbn Hibbân, Ahmed b. Hanbel gibi âlimler tarafından
sika görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, III/236). 1083 Zeyd b. Eslem el-Adî (ö. 136): Ondan İbn İshâk rivâyet etmiştir. Ahmed, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim,
Muhammed b. Sa’d, Nesâî, İbn Hırâş, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/498-499; Zehebî, Mîzân, II/98; İbn Hacer, Tehzîb, III/395-
397). 1084 Atâ’ b. Yesâr el-Hilâlî: Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Zür’a, Nesâî ve
İbn Sa’d’a göre sikadır. Buhârî, mürsel olduğunu söylemiştir. (Mürsel, râvînin şeyhi ile arasının
munkatı’ olması demektir.) (Zehebî, Mîzân, III/77). 1085 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/16-17.
246
etmiştir. İbn İshâk (ö. 151) ve Vakidî (ö. 207), çobanlığı 20 yaşlarında yaptığını
nakleder. Çobanlık yapması kulların siyasetini bilmede önemli bir faktördür.
Nesâî’de bir hadise göre Mûsâ ve Dâvûd’un da çobanlık yaptığı nakledilir.1086
Bu hususta İbn Hacer (ö. 852) de, nübüvvetten önce koyun çobanı olmasının
hikmetini, hilmi ve şefkati öğretmek şeklinde tavzih etmektedir.1087 Bu bağlamda
kendisine emanet edilen sürüye sahip çıkıp onu tehlikelerden koruyarak sevk ve idare
ederken o, emanete sahip çıkmayı, sorumluluk duygusunu, kendi başına iş
yapabilme, kendi raiyyetine verilenleri yönetip yönlendirme yeteneklerini kazanmış
olacaktır. Ayrıca kalabalıklardan uzak kırlarda yalnız kalan çoban, tabiatla ve yüce
yaratıcıyla baş başa kalma imkanı bulacaktır. Bu da onun Allah’a yönelmesi, tabiatı
müşahede etmesi ve tefekküre dalması için oldukça uygun bir zemindir. Onun
peygamberlik öncesinde tecrübe ettiği her önemli yaşantı gibi hiç şüphesiz sürü
otlatmasının da ileride kendisine verilecek büyük bir görevin gerektirdiği kişilik
özelliklerini kazanması açısından eğitici bir değeri olsa gerektir.1088
2. Tarih Kaynaklarında Çobanlık Yapması
Konu erken dönem kaynaklarda da yer almaktadır. Hz. Peygamber’in ashabı
ile birlikte kıra çıktığı, ashabın, orada kara dut toplayarak yemeye başladıkları, Hz.
Peygamber’in, arkadaşlarına: “Bunlar ne kadar kararırsa o kadar tatlılaşır. Bunu
keçileri güderken öğrenmiştim.”1089 “Ben ve benden önceki Peygamberler koyun
gütmüşüzdür” buyurduğu nakledilmektedir. 1090
1086 Kastallanî, a.g.e, 1307, IV/122-123. 1087 İbn Hacer, a.g.e, IV/441. 1088 İbn Battâl, a.g.e, VI/324; Kastallanî, a.g.e, VIII/234; Certel, Hüseyin, a.g. m, s. 47-48. 1089 İbn Sa’d, a.g.e, I/125-126. 1090 İbn İshâk, a.g.e, s. 104; İbn Hişâm, a.g.e, I/167.
247
Hz. Peygamber’in çobanlıktan elde ettiği gelirle amcasının bütçesine katkıda
bulunduğu göz önüne alınırsa, muhtemelen “ailemin hayvanları” diye bahsettiği
hayvanlar amcasına ait olup, bunları Mekke davarlarıyla birlikte güdüyordu,
denilebilir.1091
Şîî kaynaklarda da Hz. Muhammed’in çobanlık yaptığı kaydedilmektedir.1092
Geç dönem Şîî kaynaklarda ise çobanlık yapmasının mümkün olmadığı, zira onun
hiç kimsenin ücretli işçisi olarak çalışmadığı, şayet çalıştıysa da bunu bir hikmete
binaen yaptığı nakledilir.
Ehl-i Beyt imamlarından, Hz. Peygamber’in çocukluğunda koyun çobanlığı
yaptığına dair bir bilgi bize ulaşmamıştır. Fakat İmam Ca’fer Sâdık’tan nakledilen
bir hadiste genel olarak bütün Peygamberler’in bir süre çobanlık yaptıkları
bildirilmekte ve bunun hikmeti açıklanmaktadır. Söz konusu hadiste şöyle deniliyor:
“Yüce Allah’ın gönderdiği hiçbir Peygamber yoktur ki, onu koyun gütme ile
görevlendirmiş olmasın. Bu yolla ona insanları idare etmeyi öğretir. Peygamberlerin
bir dönem çiftçilik ve çobanlık yapmaları konusunda İmam Ca’fer Sâdık’ın ayrıca şu
sözleri de rivâyet edilmiştir: “Peygamberlerin gökten gelen hiçbir şeyi
hoşnutsuzlukla karşılamamaları için Yüce Allah onların çiftçilik ve çobanlık
yapmalarını yararlı görmüştür.”
Başka bir rivâyete göre ise İmam: “Rasûlullah kesinlikle hiçbir kimsenin
ücretli işçisi olmamıştır” buyurmuştur.1093 Bu rivâyet, Hz. Peygamber’in ücret
karşılığında Mekkeliler’in koyunlarının çobanlığını yapmadığının kanıtıdır. Oysa
bazı tarihçiler Sahih-i Buhârî’de yer alan bir hadise dayanarak Hz. Peygamber’in
1091 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/49-50; Kılıç, Ünal, “Peygamberimizin Risâlet Öncesi Geçim
Durumu”, İstem: İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyat ve Musiki Dergisi, Konya, 2004, s. 194. 1092 Tabatabâî, Sünenü’n-Nebî, (s.a.s), I/137; Muhammedî Rîşehrî, Mîzânü’l-Hikmet, IV/358, X/35;
Meclisî, a.g.e, 61/117. (Şamile’den nakledilmiştir.). 1093 Ya’kûbî, a.g.e, II/21.
248
(ücret karşılığında) Mekkeliler’in koyunlarının çobanlığını yaptığını ileri
sürmüşlerdir. Hz. Peygamber’in çocukluğunda ve gençliğinin başlarında koyun
çobanlığı yaptığı kesinlik kazanırsa şayet, bu İmam Sâdık’tan gelen hadiste belirtilen
gerekçe ile açıklayabiliriz. İmam’ın belirttiği gerekçe, Hz. Peygamber’i yüce
mertebeye çıkmasında etkili faaliyetlerle meşgul etmek sûretiyle Kur’an’daki: “Sen
kesinlikle yüce bir ahlak üzeresin”1094 nitelemesinde kasdedilen kemale
hazırlamaktır. O kemal mertebesi ki, sahibinin halkı gözetmesini, onları eğitmesini,
onlara doğru yolu göstermesini ve o yola yöneltmenin zorluklarına katlanmasını
gerektiren ilâhî risâletin yükünü taşımaya hazırlanmasını sağlar.1095
Konuyla batılılar da ilgilenmişlerdir: “Hz. Muhammed’in babasından tevarüs
ettiği az servetin uzun süre geçmeden tükendiğini, bu nedenle çok genç yaşta
geçimini çobanlıkla sağlaması gerektiğini, onun Mekkeliler’in keçilerini ve
koyunlarını otlattığını belirten Sprenger’e göre: “Bu, Araplar arasında çok hakir
görülen bir meşguliyet olarak sayılır. Bununla sadece kadınlar ve köleler ilgilenir.”
Sprenger bu görüşünü eski Arap şairlerine ve güncel araştırmalara dayanarak
delillendirmeye çalışır. Ona göre, Peygamber, gençliğindeki vazifesini, Mûsâ ve
Dâvûd’a işaret ederek, kendi amacı için kullanmasını bilmiştir. Zira, Allah’ın hiçbir
zaman çobanlık etmemiş birisini Peygamber olarak seçmediğini, daha sonra ki
yıllarında söylerdi.”1096
Sprenger’in burada ön yargılı bir tutum sergilediği görülmektedir. Zira
“Çobanlık, Mekke’de çocukluğunu ve gençliğini geçiren bir kimsenin meşgul
olacağı tabiî bir meşguliyettir. Nitekim Abdullâh b. Mes’ûd ve Hz. Ömer gibi
1094 Kalem, 68/4. 1095 Komisyon, Hidayet Önderleri Hz. Muhammed Mustafa, s. 81-82, (İlelu’ş-Şerâyi’, s. 23;
Sefînetu’l-Bihâr, Nebe’ maddesinden naklen). 1096 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 194.
249
şahıslar da çocukluklarında çobanlık yapmışlardır. Hz. Muhammed ve onun
konumundaki bir gencin o günkü ortamda en başta yapabileceği iş, ya ailesine ticarî
işlerde yardım etmek, ya da etinden, sütünden, derisinden ve satıp da parasından
istifade edebilecekleri hayvanların bakımını deruhte etmekti.”1097
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Nakledilen rivâyetlerden de anlaşıldığı gibi "Karârît” ifadesi üzerinde gerek
hadis, gerekse tarih âlimlerinin bir ittifakı söz konusu değildir. Süheylî (ö. 581) ise
“Karârît” ifadesinden hareketle onun para birimi olduğunu ifade etmektedir. İbn
Sa’d’dan (ö. 230) naklettiğimiz rivâyet de bu görüşü desteklemekte ve Hz.
Peygamber’in Mekke’de Ecyâd bölgesinde çobanlık yaptığı kaydedilmektedir.
Çocuk mu yoksa genç mi olduğu konusunda farklı malumatlar nakledilse de
İbn İshâk (ö. 151) ve Vâkidî (ö. 207) gibi erken dönem kaynaklarda Hz.
Peygamber’in 20 yaşında olduğu nakledilmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in
gençlik yıllarında çobanlık yaptığını ifade etmek mümkündür.
Biz, Hz. Peygamber’in risaletten önce, içerisinde yaşadığı toplumun pek çok
ferdi gibi normal bir hayat tarzı sürdürdüğünü düşünüyoruz. Doğumu, gençliği,
ticaretle uğraşması, Hz. Hatice ile evlenip çocuk sahibi olması gibi meselelerin hiç
biri, onun gelecekte büyük bir insan olacağına dair bir işaret taşımamaktadır.
B. Hz. Muhammed’in Hılfu’l-Fudûl’a İştiraki
Sahih kaynaklar Hz. Peygamber’in Hılfu’l-Fudûl’a iştiraki konusunda ittifak
halindedir. Hz. Peygamber’in Hılfu’l-Fudûl’a iştiraki Mekke toplumunun sosyal
1097 Sarıçam, İbrahim, a.g.e, s. 76.
250
adalet ve dayanışma yönüyle olumsuz yönde değişmesi karşısında gördüğü gidişatı
engellemek istemesinden kaynaklanmaktadır.
1. Hadis Rivâyetlerinde Hılfu’l-Fudûl’a İştirâki
A. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Bişr b. Mufaddal1098-Abdurrahmân b.
İshâk1099-Zührî-Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im1100-Cübeyr b. Mut’im1101-
Abdurrahmân b. Avf-Nebî (s.a.s): “Henüz delikanlı iken, amcalarımla beraber, iyi
insanların yapmış olduğu anlaşmada hazır bulundum. Bana kızıl develer dahi verilse,
bu antlaşmayı bozmak istemezdim…”1102
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
Bu rivâyet göstermektedir ki, Hz. Peygamber, zulme uğrayanların yanında
olmak ve zalimin gasb ettiği hakkını ona iade ettirmek amacıyla kurulan Hılfu’l-
Fudûl’a iştirâk etmiş, hatta Nebî olduktan sonra bununla iftihar ettiğini beyan
etmiştir.1103 Tarihe Hılfu’l-Fudûl antlaşması diye geçen bu toplantıda bulunanlar
1098 Bişr b. Mufaddal b. Lâhik er-Rakkâşî (ö. 186/187): Basralıdır. Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, Nesâî,
İbn Sa’d, Iclî ve Bezzâr sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/288-289; İbn Hacer,
Tehzîb, I/458-459). 1099 Abdurrahmân b. İshâk b. Abdillâh b. Hâris b. Kinâne el-Âmirî: Ondan Bişr b. Mufaddal
rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. Ya’kûb b. Süfyân, Nesâî ve İbn Huzeyme onda bir beis olmadığını ifade eder, ancak Iclî
hadisinin yazıldığını, fakat onun kuvvetli olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/264-265;
İbn Hacer, Tehzîb, VI/137-139). 1100 Muhammed b. Cübeyr b. Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf b. Kusay en-Nevfelî
(Süleymân b. Abdilmelik’in hilafetinde vefat etmiştir): Babasından rivâyet etmiştir. Ondan Zührî
aktarmıştır. İbn Sa’d, onu Medine ehlinden tâbiînin üçüncü tabakasından zikretmiştir. Süleymân b.
Abdilmelik, Iclî, İbn Hırâş ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/293-294; İbn Hacer, Tehzîb, IX/91-92). 1101 Cübeyr b. Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf el-Kuraşî (ö. 58-59): Nebî’den (s.a.s) rivâyet
etmiştir. Ondan oğlu Muhammed nakletmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/445; İbn Hacer, Tehzîb, II/63-
64). 1102 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/190, (İsnadı sahihtir. Ricâli sikadır. Abdurrahman b. İshâk
haricindekiler Şeyhayn’ın râvîleridir. (Müsned (Arnaût), III/ 193-194). 1103 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/52; Derler ki: Bu anlaşmanın bu isimle isimlenmesinin sebebi,
Cürhüm kabilesinin önceki zamanda bu yeminleşmenin bir benzerine Kureyş’ten önce teşebbüs etmiş
olması idi. Onlar kendilerinden üç kişi ve onlara tabi olanlarla yeminleştiler. Onlardan biri: Fazl b.
Fezâle, İkincisi: Fazl b. Vedâe ve Üçüncüsü: Fuzeyl b. Hâris idi. (Fayda, Mustafa, “Muhammed”
251
mazlumun hakkını zalimden alıncaya kadar “bir el gibi” olmaya yemin ettiler.
Kuvvetli bir ailenin veya kişinin emânı (himayesi) altında bulunmayan kişinin hayat
emniyeti yoktu. Bir ailenin veya kabilenin emânı altında olma halinde ise bir kötülük
yapmaya çekinilir, kabileler arasında kan davasının başlaması endişesi yer alırdı.1104
2. Tarih Kaynaklarında Hılfu’l-Fudûl’a İştirâki
Konu birçok erken tarih kaynaklarında da yer almaktadır: Hz. Muhammed’in
peygamber olduktan sonra bile bu anlaşmayı övdüğü ve onu şu sözlerle onayladığı
belirtilir: “İbn Cud’an’ın evinde katıldığım anlaşma benim için kırmızı develerden
daha sevgili ve değerlidir. Eğer İslâm döneminde böyle bir anlaşma toplantısına
çağrılsam, o çağrıyı kabul ederdim.” 1105
Tarih kaynaklarında konuyla ilgili diğer rivâyetleri şöyle sıralamak
mümkündür: Kureyş’ten bazı kabilelerin, Hilfu’l-Fudûl kurma çağrısında
bulundukları, bunun için en yaşlı ve şerefli adamları olan Abdullâh b. Cud’an’ın
evinde toplandıkları, onun yanında Hâşimoğulları’nın, Abdulmuttaliboğulları’nın,
Esed b. Abdiluzzâoğulları’nın, Zühre b. Kilâb ve Teym b. Mürre’nin yemin ettikleri,
Mekke’de yerli ve yabancı bir kimse haksızlığa uğradığı takdirde onun yanında yer
almak ve hakkını zalimden alıp kendisine geri verinceye kadar çabalamak üzere
sözleşip ittifak ettikleri, Kureyşliler’in bu ittifaka “Hılfu’l-Fudûl” adını verdikleri
nakledilmektedir.1106
maddesi, DİA, XXX/410); İbn Sa’d ise rivâyetin bu şekilde isimlenmesinin sebebini şöyle
zikretmektedir: “Onların faziletleri kendi halklarına vermek ve zâlimin mazlumla savaşmaması için
anlaşma yapmaları idi. Bu Hılfu’l-Fudûl bi’setten yirmi sene önce olmuştu. Antlaşmaların en kerimi
ve en şereflisi idi. Ondan ilk söz eden ve ona ilk çağıran Zübeyr b. Abdilmuttalib’dir.” (İbn Sa’d,
a.g.e, I/128). 1104 Ecer, Ahmet Vehbi, “Târih Boyunca Mekke’nin Yönetimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 3, Yıl: 1989, s. 303. 1105 İbn Hişâm, a.g.e, I/134; İbn Sa’d, a.g.e, I/129. 1106 İbn Hişâm, a.g.e, I/133-134; İbn Sa’d, a.g.e, I/128-129.
252
Hz. Muhammed’in, bi’setten yirmi sene önce, Şaban ayında olan Ficar
savaşından dört ay sonra, Zilkade ayında,1107 yirmi yaş civarında bu antlaşmaya
katıldığı aktarılmaktadır.1108 Hâşimoğulları’ndan daha önce böyle bir antlaşma yapan
hiçbir kimsenin bilinmediği,1109 Hz. Peygamber’in çocukluğunda “Hılfu’l-
Mutayyibîn” (Koku sürünenler antlaşması)1110 diye anılan bir andlaşmanın da
yapıldığı1111 şeklinde farklı anlatımlar mevcuttur.
Şîî kaynaklara baktığımızda ise, Bihâru’l-Envâr’da Hılfu’l-Fudûl’a iştirâkiyle
ilgili olarak “Hz. Muhammed’in kızıl develer bile verilse bu anlaşmayı bozmak
istemediği” nakledilmektedir.1112
Muahhar dönem Şîî müelliflerden Pişvâî’nin eserinde konuyla ilgili şu
mütâlaalar serdedilmektedir: “Cehalet ve karanlığa gömülmüş olan o günün
toplumunda görülmemiş bir mertlik ve bir nevi “insan haklarını savunma birliği”
sayılan bu gruba onca genç yaşına rağmen Hz. Muhammed’in de katılmış olması çok
şeyler ifade ediyordu aslında. Hz. Muhammed böyle bir anlaşmaya katılıp böyle bir
gruba üye olmaktan mutluluk duyuyordu. Peygamber olduktan sonra da bunu
belirtmiştir.”1113
1107 Süheylî, a.g.e, I/91. 1108 Ya’kûbî, a.g.e, I/17. 1109 İbn Sa’d, a.g.e, I/128-129. 1110 Hılfu’l-Mutayyibîn, Cahiliye döneminde Abdümenâfoğulları’nın Abdüddâroğulları’na karşı bazı
Kureyş kabileleriyle yaptıkları ittifaktır. Ahmed b. Hanbel, Hz. Muhammed’in amcalarıyla birlikte bu
ittifâkın içinde yer aldığını kaydediyorsa da (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/190, 193) burada verilen
bilgi Hılfu’l-Fudûl’la ilgilidir. Esasen Hz. Peygamber o tarihte henüz doğmamıştı. Ayrıca bu
antlaşmaların, Hz. Muhammed’in 35 yaşında iken katıldığı Kâbe’nin yeniden inşası sırasında
yapıldığına dair rivâyetler de doğru değildir. (Algül, Hüseyin, “Hılfu’l-Mutayyebîn” maddesi, DİA,
İstanbul, 1998, XVIII/33 ) Ayrıca bkz. ( Ahmed b. Hanbel, Müsned (Arnaût), III/ 193-194). 1111 İbn Hişâm, a.g.e, I/130-132. 1112 Meclîsî, a.g.e, 83/256 (Şamile’den nakledilmiştir.). 1113 Pişvâî, Mehdî, a.g.e, s. 110.
253
Bazı batılı yazarların bu konudaki mütâlaaları şöyledir: Tilman Nagel
konuyla ilgili şu görüşleri serdetmektedir: “Hılfu’l-Fudûl kurulduğunda Muhammed
de cemiyete katılmış ve bu sayede çok fazla itibar kazanmıştı.”1114
Sprenger’e göre, biyografi yazarları Muhammed 14 veya 15 yaşlarında iken,
Kinâne kabileleri ile Kays Kabilesi arasında geçen bir savaşa katıldığından, boşluğu
doldurmak için bahsederler. Bu arada Hılfu’l-Fudûl’a yer veren Sprenger, o sırada 14
yaşında olduğunu ifade ettiği Hz. Muhammed’in bu ittifakta önemli bir tesiri
olmadığını ifade eder.1115
Hz. Peygamber’in Hılfu’l-Fudûl’a iştirâki esnasında sahih kaynaklar 20
yaşında olduğunu ifade ederken, Sprenger’in o esnada 14 yaşında olduğunu
belirtmesi mesnedsiz bir iddiadan öte bir şey değildir.
Hilfu’l-Fudûl’un oluşum süreciyle ilgili olarak şunları ifade etmek gerekir:
Mekke’de ziraat ve üretim yoktur. Hayat çoğunlukla ticarete bağlı
yürümektedir. Şehir gerek kervanların uğrak yeri olması, gerekse Kâbe’nin kutsallığı
yüzünden pek çok ziyaretçi çekmektedir.
“İslâm’ın zuhûrunda Mekke, Arap yarımadasının dinî ve ticarî merkezi
konumundaydı. Gerek çevresinde çeşitli panayırların kurulması, gerekse Kur’an’da
da işaret edildiği gibi1116 yazın kuzeye, kışın güneye giden kervanların uğrak yeri
olması Mekke’yi canlı bir ticaret merkezi haline getirmişti.”1117 İki büyük
imparatorluk arasında savaşlar başladığı zamandan beri, Çin’den ve Hindistan’dan
gelen mallar Basra körfezi yoluyla Mekke’ye akmaya başlamıştır. Asırlardır bu
1114 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 106. 1115 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 194. 1116 Kureyş, 106/1-4. 1117 Kallek, Cengiz, “Ticaret” maddesi, DİA, İstanbul, 2012, XLI/135.
254
yolun tercih edilmesini sağlayan savaşlar Arap yarımadasına refah ve bereket
getirmiştir.
“Câhiliye devri Arabistan pazar ve panayırları Kur’an’da Allah ile insanlar
arasındaki ilişkilerin sık sık ticarî terminolojiyle ifade edilmesi, İslâm’ın doğuşunda
Mekke’de câri olan “pazar” ekonomisinin ve ticaret ağırlıklı hayat tarzının bir
yansıması sayılabilir.1118 Mekke şehri çevresinde panayırların düzenlendiği önemli
bir ticaret merkeziydi. ‘Kıraç bir vadi’ olan Mekke’nin1119 ekonomisi o derece dışa
bağımlıydı ki, ticaret kervanları şehir pazarlarına indiği zaman törenle
karşılanırdı.”1120
Verdiğimiz malumattan haraketle biz meseleye iktisadî ve askerî açıdan
yaklaşmanın konuyu daha da vuzuha kavuşturacağı kanaatindeyiz. Bize göre,
Hılfu’l-Fudûl daha çok ticarî sâiklere ve Mekke’nin toplumsal ve iktisadî canlılığını
temin etmek gibi oldukça önemli bir maslahata bağlı olarak kurulmuştur denebilir.
Bu meyanda Hılfu’l-Fudûl’un amacının Mekke’de haksızlığa uğrayanların yanında
yer almasının yanında, Mekke’nin dinî ve ticarî itibarını korumak olduğu anlaşılıyor.
Muhtemelen bu kararın alınmasını gerektiren sâik; Mekke’ye gelir getiren her türlü
ticarî faaliyetin emniyetini temin etmek ve her Mekke civarında kurulan panayırlara
olan rağbeti arttırmaktı.
Zalime karşı mazlumu koruma umdesi istikametinde oluşturulan Hılfu’l-
Fudûl’a Hz. Peygamber’in severek iştirak etmesi, hem cesaretini hem de adalet
konusundaki hassasiyetini ve toplumsal olaylara duyarsız kalmadığını göstermesi
bakımından önem arz etmektedir. Hz. Peygamber’in Mekke’de zulme uğrayan
tüccarların haklarını korumak için önemli bir karar mercii olan Hılfu’l-Fudûl’ün
1118 Bakara, 2/16, Tevbe, 9/111, Saf, 61/10. 1119 İbrâhîm, 14/37. 1120 Kallek, Cengiz, “Pazar” maddesi, DİA, İstanbul, 2007, XXXIV/195.
255
üyesi olması onun Mekke’deki konumunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Zira bu mekanizmanın ticarî, siyasî fonksiyonlarının yanında güvenliği sağlaması
açısından askerî bir fonksiyonu da vardı, denilebilir. Binaenaleyh, Mekke’de
meydana gelen asayiş olaylarında yegâne yardım mercii Hılfu’l-Fudûl idi.
Bu antlaşma o güne kadar yapılan anlaşmaların en değerlisi ve en üstünü
olarak tanımlanmış ve bu yüzden de adına “Hılfu’l-Fudûl” denilmiştir. Mazlumların,
fakirlerin ve gariplerin hakkını korumak için imzalanan bu güzel anlaşma daha sonra
birçok mazlum yabancının Mekke zorbalarının elinden kurtulmasını sağlamıştır.
Hılfu’l-Fudûl’ün ihyası, muhitte zulüm ve saldırının aşırı bir mertebeye vardığına
delâlet eder. Mekke’nin o günkü bütün düzeni haksızlıktır, ahlâk-dışıdır, dolayısıyla
böyle bir düzen savunulamaz denilerek ve daha iyi bir düzen şekli bulmak
gerektiğinden hareketle Hılfu’l-Fudûl kurulmuştur denilebilir.
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, bu anlaşma gereğince hangi
kabileden ve hangi sınıftan olduğuna bakılmaksızın Mekkeli yahut yabancı, zengin
veya fakir, zayıf veya güçlü kim olursa olsun, Mekke dâhilinde hiç kimseye haksızlık
yapılmasına asla izin verilmediği ve mağdur düşenlere arka çıkıp hak sahibinin
hakkını elde etmesine yardımcı oldukları görülmektedir. Hiç şüphesiz bu durum,
toplumda gittikçe yaygınlaşan mefsedeti önlemek, malın muhafazası şeklindeki genel
maslahatı temin etmek amacına matuftu. Netice olarak Hılfu’l-Fudûl’ün faaliyetlerini
siyaset-askerî ve ekonomi kabilinden verilmiş bir karar olarak okumak yerinde
olacaktır. Ayrıca Hılfu’l-Fudûl üyelerinin meseleye insan hakları çerçevesinde global
bir perspektiften baktıkları söylenebilir.
Hılfu’l-Fudûl’ün uygulamaları ihtiyaca mebni çözümler olup sonraki devirler
için kalıcı ve bağlayıcı bir vasfa da sahiptir, denilebilir. Hz. Peygamber ve
256
Mekkeliler, hakkın her şeyden üstün olduğunu tarihin hiçbir döneminde görülmemiş
bir adalet anlayışını tarihe altın harflerle yazmışlardır. Kısacası Hılfu’l-Fudûl
“Güçlünün zayıfı ezdiği“ bir toplumda, mazlumların sığınağı ve hâmisi oldu, haksıza
karşı haklının yanında yer aldı.
C. Hz. Muhammed’in Düğüne İştirak Edememesi
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak nakledilen ve
muhaddislerce onun risâletine delil olarak kabul edilen hadiselerden birisi de Hz.
Muhammed’in düğüne iştirak edememesidir.
1. Hadis Rivâyetlerinde Düğüne İştirak Edememesi
A. Ömer b. Muhammed el-Hemedâdî1121-Ahmed b. Mikdâm el-Iclî1122-Vehb
b. Cerîr1123-Cerîr b. Hâzım1124-İbn İshâk-Muhammed b. Abdillâh b. Kays b.
Mahreme1125-Hasen b. Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib1126-Muhammed b. Ali b. Ebî
Tâlib1127-Ali b. Ebî Tâlib-Rasûlullah (s.a.s): “Cahiliye Ehli’nin yaptığı şeylerden
1121 Ömer b. Muhammed b. Büceyr b. Hâzım: Hafızdır. (Ziriklî, el- A’lâm, V/60 ‘den naklen
(Şamile’den nakledilmiştir.)). 1122 Ahmed b. Mikdâm el-Iclî: Sâlih Cezera, Mesleme b. Kâsım, İbn Abdilberr ve İbn Hibbân gibi
birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Ebû Hâtim hadisinin salih olduğunu belirtmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/31; Zehebî, Mîzân, I/158). 1123 Vehb b. Cerîr b. Hâzım b. Zeyd b. Abdillâh b. Şucâ’ el-Ezdî (ö. 206): Babasından rivâyet
etmiştir. Nesâî, onda bir beis olmadığını, Iclî ise sika olduğunu belirtmektedir. Ancak Affân onun
hakkında ihtilaf olduğunu, İbn Hibbân ise onun hata yaptığını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/36; Zehebî, Mîzân, IV/350-351; İbn Hacer, Tehzîb, XI/161-162). 1124 Cerîr b. Hâzım b. Abdillâh b. Şucâ’ el-Ezdî (ö. 175): İbn İshâk’tan rivâyet etmiştir. Ondan oğlu
Vehb nakletmiştir. Ebû Hâtim, İbn Hibbân, Sâcî, Cerîr, Ahmed b. Sâlih, Bezzâr ve İbn Sa’d gibi
birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Sa’d ömrünün sonunda ihtilat ettiğini
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/436-438; Zehebî, Mîzân, I/392-393; İbn Hacer, Tehzîb, II/69-
72). 1125 Muhammed b. Abdillâh b. Kays b. Mahrame b. Muttalib b. Abdimenaf el-Muttalibî:
Babasından nakletmiştir. İbn Hibbân tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/405; İbn Hacer, Tehzîb, IX/ 272). 1126 Hasen b. Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib el-Hâşimî (ö. 99): Babasından rivâyet etmiştir. Seleme
b. Eslem sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/39; İbn Hacer, Tehzîb, II/320-321). 1127 Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib el-Hâşimî (ö. 73/82/93): İbn Hanefiyye olarak bilinir.
Babasından rivâyet etmiştir. Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/33; İbn
Hacer, Tehzîb, IX/354).
257
sadece iki şey yapmaya yeltendim. Ama her defasında Allah, benimle istediğim şey
arasına girip bana mani oldu. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana peygamberlik
görevi ile ikramda bulunana kadar (ve ondan sonra) hiçbir kötü şey yapmaya
yeltenmedim. (O iki şey de şu idi:) “Bir gece Mekke’nin yüksek yerlerinde benimle
beraber koyun güden Kureyşli bir çocuğa: “Keşke benim koyunlarıma da göz kulak
olsan da, Mekke’ye gidip gençlerin sohbetlerine (eğlencelerine) katılsam” dedim ve
bu istekle oradan ayrıldım. Derken yolumun üstündeki ilk eve vardım ve bir def-
zurna (eğlence) sesi duydum. Onlar, falan oğlu falan, falan kızla evleniyor diye ilân
ediyorlardı. Onları seyredeyim diye oturdum. Allah bana bir uyku verdi ben de
uyuyakaldım. Güneşin dokunuşu beni uyandırdı.” Hz. Peygamber (s.a.s) sözüne
şöyle devam eder: “Arkadaşımın yanına döndüm. O bana: “Ne yaptın?” diye sorunca
bir şey yapmadım deyip hâdiseyi anlattım. Yine bir başka gece arkadaşıma aynı şeyi
söyledim. Derken Allah bana bir uyku verdi. Yine güneşin dokunuşu beni uyandırdı.
Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana risâlet göreviyle ikram edinceye kadar böylesi
lüzumsuz şeylere yeltenmedim.”1128
Bazı rivâyetler, Hz. Peygamber’in, risâlet öncesinde teşebbüs ettiği bu iki
cahiliye işinden yüce Allah’ın kendisini koruduğunu ve ondan sonra da böyle bir işe
teşebbüs etmediğini söylediğini ifade etmektedir. Ancak rivâyetin isnad açısından
sahih olduğu ifade edilse de rivâyet ızdırabdan hâli değildir. Rivâyetin Hz.
Peygamber’in nübüvvetinin delillerinden biri olarak sunulması tenkide açık bir
husustur. Zira Kur’an-ı Kerim’de risâletten önce Hz. Peygamber’in nübüvvetine
delâlet eden hiçbir hususun yer almadığı görülmektedir. Burada şunu da belirtelim ki,
konu peygamberlerin ismet sıfatıyla da ilintilidir. Henüz vahiy almamaları sebebiyle
1128 İbn Hibbân, Sahîh-i İbn Hibbân, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1993, XIV/169-170; Meclisî, a.g.e,
XV/233.
258
peygamberlerin nübüvvet döneminde olduğu gibi korunmuşluklarından söz etmek
güçtür, denilebilir. Ayrıca rivâyet erken dönem hadis kaynaklarında yer
almamaktadır. Bu husus ise rivâyete ihtiyatlı yaklaşıldığını göstermesi bakımından
mühimdir.
2. Tarih Kaynaklarında Düğüne İştirak Edememesi
Tarih kaynaklarında da benzer şekilde Hz. Peygamber (s.a.s) ve bazı
arkadaşları Mekke’nin yukarı taraflarında koyunları otlatırken Hz. Peygamber’in
(s.a.s) koyunlarını arkadaşına emanet edip Mekke’de bir eğlenceye gittiği, şehre
yaklaştığında düğün şenliğinin yapıldığı bir evden def ve nefesli çalgıların seslerini
işittiği, oraya varıp seyretmeye başladığında üzerine bir ağırlık çöküp uyuyakaldığı,
uyandığında güneş sıcaklığını hissettirmeye başladığı ve her şeyin sona erdiği,
müteâkip günlerde tekrar benzer bir eğlenceyi seyretmek istediğinde aynı şekilde
uyuyakaldığı, bundan sonra bir daha böyle bir şeye teşebbüs etmediği
nakledilmektedir.1129
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Muhammed Hamidullah bu olayı “…
Fakat şölen henüz başlamaktan uzaktı. Bunu beklerken herhalde havanın sıcak bir
güne rastlamasından genç çocuk bir kenarda uyuyakaldı… İzzet-i nefsi kırılan genç
çocuk, artık bir daha katiyen bu çeşit boş ve havâî şeylerle vakit geçirmekten uzak
durdu” şeklinde kaydetmektedir.1130
1129 İbn İshâk, a.g.e, s. 58-59; Ebû Nuaym, a.g.e, 142-143, 1977; Beyhakî, a.g.e, II/33-34; Ebû Ca’fer
Muhammed b. Cerîr et-Taberî, İbn Râhûye, Müsned’inde, İmam Beyhakî Delâilü’n-Nübüvve’sinde
hadisin tamamını “Aklımdan en ufak bir kötülük geçmedi” cümlesine kadar olanı da İmam Bezzar’în
Müsned’inde tahric ettiğini İmam Süyûtî Menâhilü’s-Safâ’da beyan etmektedir. (Kâdî İyâz, Şifa-i
Şerif Tercümesi, ter. Erdoğan Naim, Çile Yayınevi, İstanbul, 1977, s. 137); Aynı şekilde bu hadisi
Muhammed b. İshâk Sîret’inde rivâyet ermiştir. Bu hadis hasendir, muttasıldır. Râvîleri sikadır.) (İbn
Hacer, Metâlibu’l-Âliye bi Zevâidi’l-Mesânîdi’s-Semâniyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003,
IV/178). 1130 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/46.
259
Nâsuruddîn el-Elbânî (ö. 1999), Muhammed el-Gazzâlî’nin Fıkhu’s-Sîra adlı
eserindeki hadisler üzerinde yaptığı tahricinde hadisin zayıf olduğunu
belirtmektedir.1131
Son olarak şunu belirtelim ki, Kur’an’da Hz. Peygamber’in nübüvvet görevi
verilmeden önce korunmuş olduğunu doğrudan ifade eden bir bilgiye rastlanmaz.
Onun toplum içerisinde saygın bir konumda olduğu ifade edilir. Nitekim Hz.
Peygamber’in Yûnus sûresi 16. âyette bu saygın konumuna işaret edilmektedir. Biz
Hz. Peygamber’in gerek risâletten önce gerekse risâletten sonra beşer olarak himaye
edilmediğini, bilâkis risâletten sonra da sadece nübüvvet vasfının ve vahyin himâye
edildiğini düşünmekteyiz. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hem nübüvvetten önce hem
de nübüvvetten sonra düğüne düğünlere iştirakinin tabi bir olgu olarak görülmesi
kanaatindeyiz.
D. Hz. Muhammed’in Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi
Hz. Peygamber’in bi’setten önceki hayatı hakkında belki en fazla tartışılan ve
münhasıran müsteşrikler tarafından ısrarla üzerinde durulan bir husus, onun putlar
adına kurban kestiği ve Allah’tan başkası adına kesilenleri yediği iddiası ve bu
iddiayı ispatlamak için zikredilen bazı rivâyetlerdir. Bu rivâyetlerin isnad ve metin
açısından üzerinde durulması büyük ehemmiyet arzetmektedir. Biz de bazı
rivâyetlere dayanarak konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
Aynı ortak kaynaktan gelmesine rağmen putlar adına kesilen etten
yemediğine dair nakledilen rivâyetlerdeki lafız farklılıkları, bize göre, râvîlerin onları
mana ile rivâyet ettiklerini ve biraz tasarruf ile naklettiklerini göstermektedir. Bu
sebepledir ki, bu tür rivâyetleri, mutlaka varsa daha erken kaynaklara müracaat edip-
1131 Gazzâlî, a.g.e, s. 70.
260
diğer varyantlarıyla karşılaştırmamız ve böylece asla en uygun lafzı tespit etmeye
çalışmamız uygun olacaktır.
1. Hadis Rivâyetlerinde Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi
A. Mes’ûdî1132-Nufeyl b. Hâşim (b. Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl el-
Adevî)1133-Hâşim b. Saîd b. Zeyd1134-Saîd b. Zeyd1135: Zeyd b. Amr, Zeyd b. Hârise
ile Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanına geldi. O sırada, Hz. Peygamber (s.a.s) ve Zeyd b.
Hârise kendilerine ait sofradan yemek yiyorlardı. Zeyd b. Amr’ı da yemeklerine
davet ettiler. Zeyd b. Amr da Nebî’ye (s.a.s): “Ey kardeşimin oğlu, biz dikili taşlar
üzerine boğazlanan şeyden yemeyiz” dedi.1136
Saîd b. Zeyd’in naklettiği rivâyetin diğer bir isnadı şöyledir:
1. Saîd b. Zeyd Amr b. Nufeyl-Hişâm b. Saîd b. Zeyd Amr b. Nufeyl -Nufeyl
b. Hişâm b. Saîd b. Zeyd Amr b. Nufeyl-Mes’ûdî-Yezîd1137-Ahmed b. Hanbel-
Abdullah1138.
1132 el-Mes’ûdî: Abdurrahmân b. Abdillâh b. Utbe b. Abdillâh b. Mes’ûd el-Hüzelî el-Mes’ûdî (ö.
165): el-Mes’ûdî, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin şeyhlerindendir. Hadis imamları, el-Mes’ûdî’nin sika
olduğunu, ancak ömrünün sonlarında hafızasının zayıfladığını, ihtilât ettiğini söylemektedirler. el-
Mes’ûdî’nin ihtilâtının Bağdat’ta meydana geldiğini, daha önce Basra ve Kûfe’de kendisinden hadis
işitenlerin rivâyetlerinin iyi olduğunu kaydetmişlerdir. İbn Ammâr, İhtilât etmeden önce güvenilir idi,
kim ki ondan Bağdat’ta işitmişse, semâı zayıftır, demiştir. İbn Hibbân: “Hadislerinde ihtilât etmiştir,
onları temyiz edemezdi. Bu sebeple terk edilmeyi hak etmiştir” demektedir. el-Fellâs’ın, Ebû
Kuteybe’den naklettiği şu sözler çok mühimdir: “el-Mes’ûdî’yi 153 yılında gördüm ve ondan sahih
hadis yazdım ve yine onu, 157 senesinde, kulağına karınca girerken gördüm. Bu sırada Ebû Dâvud et-
Tayâlisî ondan hadis yazıyordu. Ebû Dâvûd’a: “Ben sağ olduğum halde, sen hala Mes’ûdî’den rivâyet
etmeyi arzu mu ediyorsun?” dedim. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/306-307; Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz,
I/197; Zehebî, Mîzân, II/575). 1133 Nufeyl b. Hâşim (b. Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl el-Adevî)- Nufeyl b. Hişâm b. Saîd b.
Zeyd b. Amr b. Nufeyl el-Kuraşî: Babasından rivâyet etmiştir. Ondan el-Mes’ûdî aktarmıştır. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/581). 1134 Hâşim b. Saîd b. Zeyd- Hişâm b. Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl: Ondan oğlu Nufeyl b. Hişâm
nakletmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/78). 1135 Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl (ö. 51/52): Nebî’den (s.a.s) rivâyet etmiştir. Ondan oğlu Hâşim
nakletmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/20; İbn Hacer, Tehzîb, IV/34-35). 1136 Ebû Dâvûd, et-Tayâlisî, a.g.e, s. 32, hadis no: 234. 1137 Yezîd b. Hârûn b. Vâdî: Ahmed, İbn Medînî, İbn Maîn, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Ebû Hâtim, İbn
Sa’d, İbn Hibbân, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Kâni’ gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/358-359; İbn Hacer, Tehzîb, XI/366-369). 1138 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/189-190.
261
Rivayet az bir lafız farklılığıyla, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer
almıştır. Buradaki lafız “Onu yemeklerine davet ettiler. Zeyd b. Amr da Nebî’ye
(s.a.s): “Ey kardeşimin oğlu, biz dikili taşlar üzerine boğazlanan şeyden yemeyiz”
dedi. Rivâyetin devamında Nebî’nin (s.a.s) dikili taşlar üzerine boğazlanan şeyden
yediğinin görülmediği ifade edilmektedir.1139
“Tayâlisî’nin (ö. 203-204) el-Mes’ûdî’den rivâyetlerini, el-Mes’ûdî ihtilât
ettikten ve en azından kulağına girecek karıncaya engel olamayacak kadar
düşkünleştikten sonra yazdığı anlaşılıyor. Mes’ûdî, Bağdat’ta öldüğüne ve hadis
âlimleri de el-Mes’ûdî’nin Bağdat’ta ihtilât ettiklerini bildirdiklerine göre,
Tayâlisî’nin rivâyeti de ihtilâtından sonradır. Muâz b. Muâz, 154 yılında Mes’ûdî’yi
ihtilât etmiş olarak gördüğünü bildirmişti. Ebû Kuteybe de 157 yılında Ebû Dâvûd
et-Tayâlisî’nin ondan hadis yazdığını haber veriyor. Bütün bu bilgilerin ışığında,
Mes’ûdî’den gelen bu rivâyetleri güvenilir kabul etmeye imkân yoktur.”1140
B. Muallâ b. Esed1141-Abdulazîz b. Muhtâr1142-Mûsâ b. Ukbe-Sâlim b.
Abdillâh-Abdullah b. Ömer: “Rasûlullah Beldah’ın aşağısında, Zeyd b. Amr b.
Nufeyl ile karşılaştı. Bu, Rasûlullah’a vahiy indirilmeden önce idi. Rasûlullah Zeyd’i
içinde et bulunan bir sofraya davet etti. Zeyd b. Amr ondan yemekten kaçındı. “Ben
1139 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/189-190. 1140 İbn Hacer, Tehzîb, VI/210-212; Ateş, Ali Osman, “Putlara Kurban Kesme ve Allah’tan Başkası
Adına Kesilenlerden Yeme Konusunda Hz. Peygamber’in Tutumu”, DEÜİFD Yayınları, İzmir, 1987,
s. 64-65. 1141 Mu’allâ b. Esed el-Ammî (ö. 218/219): Iclî, “Şeyhtir, Basralı’dır, sikadır, kendisi muallim ve
hadiste güvenilir bir kimseydi” demektedir. Ebû Hâtim sika olduğunu, onun bir hadisten başka
hatasına muttali olmadığını söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/384; İbn Hacer, a.g.e, V/496). 1142 Abdülazîz b. el-Muhtar: İbn Hibbân onu sika râvîler arasında zikretmiş fakat onun rivâyetinde
hata yaptığını söylemiştir. Yahyâ b. Maîn, Abdülazîz’in hadis ilminde bir değer taşımadığını
belirtmektedir. Nesâî ve Ebû Zür’a onda bir beis olmadığını söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
V/394; Zehebî, Mîzân, II/634; İbn Hacer, Tehzîb, VI/355-356).
262
sizin dikili taşlarınız üzerine kestiğiniz şeylerden ve kesilirken üzerine Allah’ın adı
anılmayan şeylerden yemem” dedi.1143
Buraya kadar nakledilenlerden, Abdülazîz’in rivâyetinde hata yaptığı, hıfz ve
zabtının kuvvetli olmadığı, bu sebeple bazı hadis imamlarının tenkidine uğradığı,
sika olmakla beraber rivâyet şartları cihetinden zayıf olduğu müşahade edilmektedir.
Rivâyet bu râvî sebebiyle “zayıf”tır.
Buhârî’nin (ö. 256), Mûsâ b. Ukbe- Sâlim b. Abdillâh- Abdullâh b. Ömer
isnadıyla rivâyet ettiği bu hadis; İbn Abdilberr (ö. 463), İbn Sa’d (ö. 230), İbn Kesîr
(ö. 774), Ahmed b. Hanbel (ö. 241) ve Halebî (ö.1044) tarafından da
kaydedilmiştir.1144
C. Muhammed b. Ebî Bekr1145-Fudayl b. Süleymân1146-Mûsâ (b. Ukbe)1147-
Sâlim b. Abdillâh-Abdullâh b. Ömer: “Nebî (s.a.s) kendisine vahiy inmeden önce,
Beldah’ın aşağısında Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile karşılaştı. Nebî’ye (s.a.s) bir sofra
takdim edildi. (Zeyd b. Amr) ondan yemekten kaçınarak: ‘Ben sizin dikili taşlarınıza
kestiğiniz şeylerden yemem, ancak üzerine Allah’ın adını zikrettiğiniz şeylerden
yerim’ dedi. Zeyd b. Amr, Kureyş’i kestiklerinden dolayı ayıplar ve ‘koyunu Allah
1143 Buhârî, Zebâih ve’s-Sayd, 16, VI/225; Beyhakî, a.g.e, II/121-122. 1144 İbn Sâ’d, a.g.e, III/380, Beyrut, 1960; Ahmed b. Hanbel, a.g.e, II/68-69, 127; İbn Abdilberr, a.g.e,
II/617; İbn Kesîr, el-Bidâye, Riyâd, 1966, II/261; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, Mısır, 1964, I/202. 1145 Muhammed b. Ebî Bekr b. Ali b. Atâ b. Mikdâm el-Mikdâmî (ö. 324): Basralıdır. Yahyâ b.
Maîn ve Ebû Zür’a, Muhammed b. Ebî Bekr’in sika râvilerden olduğunu söylemiştir. Ebû Hâtim ve
Zehebî güvenilir bir hafız olduğunu kaydetmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/285; Zehebî, Tezkiratü’l-
Huffâz, Matbaatü Meclisi Daireti’l-Maa, Haydarabad, 1956, II/ 467-468; İbn Hacer, a.g.e, V/53). 1146 Fudayl b. Süleymân en-Nemirî (ö. 185/186): Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim, Ebû Zür’a, Ali b.
Medînî zayıf olduğunu belirtmektedir. Sâlih b. Muhammed, münkeru’l-hadis olduğunu ve Mûsâ b.
Ukbe’den münker haberler naklettiğini söylemiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/95-96; Zehebî, Mîzân,
III/361; İbn Hacer, Tehzîb, IV/501). 1147 Mûsâ b. Ukbe b. Ebî Ayyâş el-Esedî (ö. 141): Abdullâh b. Ömer’den rivâyet etmiştir. İbn Sa’d,
Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Iclî, Nesâî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi bir çok âlim tarafından sika
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/177-178; Zehebî, Mîzân, IV/214; İbn Hacer, Tehzîb, X/360-
362).
263
yaratmış ve onun için gökten su indirmiş, yerden otlar bitirmiştir. Sonra da kalkıp siz
onu başkasının adına kesiyorsunuz’ derdi.”1148
Rivâyetin Fudayl b. Süleymân’ın rivâyet şartları cihetinden “zayıf” olduğu
müşahade edilmektedir. Rivâyet bu râvî sebebiyle “zayıf”tır.
2. Tarih Kaynaklarında Putlar Adına Kesilen Etten Yememesi
Konu erken dönem tarih kaynaklarında da nakledilmektedir. Rasûlullah
(s.a.s) Zeyd b. Amr b. Nufeyl’den bahsederek, putları yeren ve onlardan kendisini ilk
nehyedenin o olduğunu söylemiştir. Rasûlullah (s.a.s) yanında Zeyd b. Hârise olduğu
halde Zeyd b. Amr’a uğramıştı. Zeyd b. Amr, Mekke’nin dışında yaşıyordu.
Kureyşliler dinlerini terkettiği için ona kılıç çekmiş, o da onlardan ayrılıp Mekke’nin
tepesine çıkmıştı. Yanına oturdular. Yanlarında, içinde putlar üzerinde kestikleri
kurbanlardan hazırlanmış biraz et bulunan bir azık vardı. Genç bir delikanlı olarak
Rasûlullah (s.a.s) yemeği ona sunup: “Şu yemekten ye, amca!” dedi. Zeyd b. Amr
da: “Ey kardeşimin oğlu! Belki o, putlarınıza kestiğiniz şu kurbanlardandır” diyerek
kuşkusunu dile getirdi. Rasûlullah (s.a.s): “Evet” deyince Zeyd b. Amr: “Sen ey
kardeşimin oğlu! Eğer Abdulmuttalib’in kızlarına sorarsan, benim bu çeşit kurbanları
yemediğimi sana söylerler. Ben bu yemeğe muhtaç değilim” karşılığını verdi. Sonra
putları, onlara tapanları ve onlara kurban kesenleri eleştirdi ve “Bunlar batıl şeyler,
ne zarar verirler, ne de menfaat” dedi. Rasûlullah (s.a.s), bu olaydan sonra hiçbir puta
dokunmadı, onlar için kurban da kesmedi. Ta ki, Yüce Allah peygamberliğiyle
şereflendirene kadar.
Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Rasûlullah’a (s.a.s) uğradı. Rasûlullah’ın yanında
Zeyd b. Hârise de vardı. Onu, yemeklerine davet ettiler. Zeyd: “Ey kardeşimin oğlu!
1148 Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr, 24, IV/232-233; Beyhakî, a.g.e, II/121-122.
264
ben putların yanında kesilen kurbanlardan kesinlikle yemem…” dedi. O günden
sonra, Rasûlullah’ın (s.a.s), putların yanında kesilmiş hiçbir şeyi yediği
görülmedi.1149
Hadis kaynakları ile tarih kaynaklarındaki rivâyetler arasında da bazı
farklılıklar mevcuttur. Tespitlerimize göre bu farklılıklar şunlardır:
1. Tarih kaynaklarında aynı rivâyeti İbn İshâk (ö. 151) da nakletmiştir. İbn
İshâk rivâyetinde, “İçinde putlarımıza kestiğimiz” ifadesi yer alırken, erken hadis
kaynaklarında böyle bir şeyden bahsedilmediği müşahade edilmektedir.
2. İbn İshâk’ın (ö. 151) rivâyetinde Hz. Peygamber’in o esnada Taif’ten
geldiği ve Zeyd b. Amr’a uğradığı nakledilirken, hadislerde Zeyd’in Hz.
Peygamber’e uğradığı kaydedilmektedir.
3. İbn İshâk rivâyetinde Zeyd’in “Bu sizin putlarınız için kestiğiniz
kurbanlarınızdan mıdır?” diye sorduğu ifade edilirken, hadislerde Hz. Peygamber’e
böyle bir soru yönelttiğine dair bir bilgi mevcut değildir.
4. İbn İshâk’ta Zeyd b. Amr’ın: “Abdulmuttalib’in kızlarına sorsaydın sana
benim bu kurbanlardan yemediğimi haber verirlerdi” dediği, Hz. Peygamber’in de o
günden sonra hiçbir puta el sürmediği ve kurban da kesmediği nakledilir. Ancak
hadislerde puta el sürmesi ve putlar adına kurban kestiğine dair bir bilgi yer almaz.
Hatta diğer hadislerde bundan men ettiğine dair malumât yer alır.
5. İbn Abdilberr’in (ö. 463) rivâyetinde ise Zeyd b. Amr’ın yanında Ebû
Süfyân b. Hâris’in yer aldığı nakledilir.1150
Şu kadar var ki, hadis kaynaklarında yer alan rivâyetlerde Zeyd’in yanında
hiç kimsenin bulunmadığı kaydedilmektedir.
1149 İbn İshâk, a.g.e, s. 98. 1150 İbn Abdilberr, a.g.e, II/617.
265
6. Zeyd, koyunu, et ihtiyacı ve yol azığı için kesmiş ve bu işi, daha önceleri
Kureyş’in kurban kesmeyi ‘adet edindikleri bir putun önünde, put için kesme
niyetiyle olmaksızın yapmış olabilir. Bu (en-Nasb) kelimesi (Sanem) manasına
alındığı takdirdedir. Fakat (en-Nasb) kelimesi, yanında hayvan kesilen taş (el-Hacer)
manasına ise, o zaman söylenecek bir söz yoktur. Bu sebeple Zeyd b. Amr, eti
Kureyşliler’in putları için kestikleri şeylerden zannetti ve bunu yemekten kaçındı.
Zeyd b. Amr, işlerinin bir çoğunda Kureyş’e muhalefet ediyordu. Hâlbuki iş Zeyd b.
Amr’ın zannettiği gibi değildi.”1151 Ne var ki, bu ifadeler hadis kaynaklarında
nakledilmez.
Bize göre, farklı kaynaklarda yer alan değişik rivâyetler karşılaştırıldığında
bazı rivâyetlerde görülen farklılıkların râvîlerin tasarrufları kabilinden olduğu
görülecektir.
Ayrıca rivâyetlerde rol değişiminin de mevcut olduğu görülmektedir: Kimin
kime sofra sunduğu hususunda rol değişimi vardır. Buhârî’nin naklettiği ilk rivâyette
Nebî’nin (s.a.s) sofra sunduğu ifade edilirken; ikinci rivâyette Hz. Peygamber’e sofra
sunulduğu belirtilmektedir. Diğer bir rol değişimi kimin, kimin yanına geldiğiyle
ilgilidir. İbn İshâk’ın (ö. 151) rivâyetinde Hz. Peygamber’in o esnada Taif’ten
geldiği ve Zeyd b. Amr’a uğradığı nakledilirken, hadis rivâyetlerinde Zeyd’in Hz.
Peygamber’e uğradığı kaydedilmektedir.
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, “Tezbehûne” lafzının cemi’
sigası olduğunu görmekteyiz. Bu husus ise kurban kesenlerin ikiden fazla kişi
olduğuna delâlet eder. Ayrıca rivâyetin içerisinde “Zeyd’in Kureşliler’i
kestiklerinden dolayı ayıpladığını” ifade etmesi, putlar adına kimlerin kurban
1151 Süheylî, a.g.e, II/361-362, açıklama: 1; Zehebî, Siyer’u A’lâm, I/91.
266
kestiğini açıklar mahiyettedir. Nitekim Zeyd, Hz. Peygamber’i değil, Kureşliler’i
kestiklerinden dolayı ayıplamaktadır ve kalkıp “Siz koyunu başkasının adına
kesiyorsunuz” demektedir. Zeyd’in burada umuma konuştuğu aşikârdır. Bununla
birlikte Hz. Peygamber’e sofra sunulduğunun belirtilmesi de o sırada Hz.
Peygamber’in yanında Kureyşiler’in de olduğunu göstermektedir. Rasûlullah’ın “et
yemekli sofra sunduğu” ifadesi sâir rivâyette yer almamaktadır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, “İbn İshâk’ta bulunan bu rivâyeti İbn
Hişâm (ö. 213-218) rivâyet etmemiştir. Bu da rivâyetin güvenilir olmadığını ve İbn
Hişâm’ın bu rivâyete ihtiyatla yaklaştığını göstermesi bakımından mühimdir. İbn
İshâk’ın (ö. 151) naklettiği rivâyetin metninin daha sonraki kaynaklarda rivâyet
edilmemiş olması da rivâyetin güvenilir olmadığını göstermektedir. İbn İshâk’ın
naklettiği bu rivâyet sened cihetinden kusurludur. Zira İbn İshâk rivâyeti, tâbiun ve
sahabeyi atlayarak doğrudan doğruya Hz. Peygamber’den nakletmiştir. Arada
atlanan râvî, eğer sadece sahabî ise, bu rivâyet mürseldir, sahabîden başka, bir de
tâbiî varsa o zaman hadis munkatı’ durumuna da düşmektedir.”1152
Burada şöyle bir itiraz da ileri sürülebilir: Cahiliye döneminde Hz.
Peygamber’in bu faziletli tavrı göstermesi öncelikle gerekirken nasıl oluyor da,
putlar adına kesilen hayvanların etlerini yememeye Yüce Allah, Zeyd’i muvaffak
kılıyor? Süheylî (ö. 581) bu itiraza iki şekilde cevap verir. Şöyle ki: “Yukarıdaki
rivâyette Hz. Peygamber’in yemekten yediğine dair bir kayıt yoktur. Ancak, yemeğin
sofraya getirilmesi esnasında Zeyd’in, “Üzerine Allah adı anılmayan yemekten
yemem” dediği ifade edilmektedir. Zeyd bunu daha önceki şer’î bir hükme
dayanarak değil de kendi görüşüne dayanarak yapmıştır. Daha önce mevcut olan
1152 Ateş, Ali Osman, a.g.m, s. 390.
267
İbrâhîm dinine göre leş yemek haram kılınmıştı. Yoksa Allah’tan başkası adına
kesilen hayvanların etlerini yemek, haram değildi. Bu, İslâm tarafından (Muhammed
ümmeti için) haram kılınmıştır. Bazı usûl âlimleri derler ki: “Hakkında yasaklayıcı
şer’î bir hüküm gelmedikçe eşyada aslolan mübahlıktır.” 1153
Hattâbî (ö. 388) ise bu konuda: “Zeyd b. Amr’ın sofrasında bulunan eti
yemekten çekinmesi, orada bulunan etin, ibadet kastıyla dikilmiş olan taşlardan birisi
üzerine kesilmiş etlerden olmasından korkması sebebiyledir. Rasûlullah (s.a.s)
onların putları adına kesmiş oldukları şeylerden yemezdi. Onların sırf et ihtiyaçları
için kesmiş oldukları hususuna gelince; Hz. Peygamber’in (s.a.s) bunlardan ictinâb
ettiğini hadiste göremiyoruz. Onun Kureyşliler’den sadece meyte etini yeme
hususunda ayrıldığı da zikredilmemiştir. Zira Kureyş, cahiliye devrinde, meytenin
yenilmesinden kaçınıyorlardı…” demekte ve Hz. Peygamber’in putlar adına kesilen
hayvanların etinden yemediğini, ancak bunun dışında, kesilme sırasında üzerine
Allah’ın adı zikredilmemiş bile olsa yiyecek gayesiyle kesilenlerden yediğini ifade
etmektedir. Buna sebep olarak da, kesilme sırasında üzerine Allah’ın adı
zikredilmemiş olan hayvanların etinin tüketilmesini yasaklayan hükümlerin, ilk
vahiyden sonra, uzun bir süre indirilmediğini göstermektedir.1154
Bu konuda İbn Battal’ın (ö. 449) Buhârî’de yer alan rivâyetle ilgili bir
mütâlaası şöyledir: “İbn Battal, sofranın Kureyş tarafından Peygamber’e takdim
edildiğini, fakat Peygamber’in onu yemeyi reddettiğini ve sofrayı ondan yemeyi
reddeden Zeyd b. Amr’a takdim ettiğini nakletmektedir. İbn Battal’ın bu görüşünü
İbn Hacer (ö. 852), Aynî (ö. 855), Kastallânî (ö. 923) gibi şârihler de
kaydetmişlerdir. İbn Hacer: “Bu mümkündür, fakat ben ona nasıl kesin kanaat
1153 Süheylî, a.g.e, I/147. 1154 Kirmânî, a.g.e, XV/62; İbn Hacer, a.g.e, VII/142-144; Aynî, a.g.e, XXI/168-169; XVI/391-393,
2009; Kastallânî, a.g.e, VII/427; XII/262-263.
268
getirdiğini bilmiyorum; zira ben, hadisin bu şeklini, hiçbir kimsenin rivâyetinde
bulamadım” demektedir. Hattâbî (ö. 388): “Nebî, putlar için kesilenlerden yemezdi.
Allah’ın adı zikredilmemiş de olsa bunun dışındakilerden yerdi. Allah adının
zikredilmediği şeyi yemenin men olması vahiyden uzun bir müddet sonradır”
demektedir. Zikredilen taşın üzerinde Zeyd b. Hârise’nin (bir müddet) bulunmuş
olması muhtemeldir. Putlar dışında kesilmiş olması da muhtemeldir. Ancak
Rasûlullah’ın ondan yediğine dair bir bilgi yoktur. Zeyd ise bunu kendi görüşüne
göre yapıyordu; zira kendisine bir şeriat ulaşmamıştı. İbrâhîm’in şeraitinde ölü eti
yemek haramdır. Allah adı zikredilmeyen haram değildir. Bu İslâm’da haram kılındı.
Sahih olan ise, şeriatten önce eşyalar haram ya da helâl diye vasıflandırılmamıştır.1155
Kirmânî (ö.786), Şerhi’nde bu konuda şunları söylüyor: “Eğer sen, Rasûlullah
(s.a.s) ondan yedi mi? dersen, derim ki, etin sofrada oluşu, Peygamber’in (s.a.s )
ondan yediğine delâlet etmez. Bir çok durumda yolcunun çantasına konulan
şeylerden yolcu yemez, fakat onu yolcu ile beraber bulunan arkadaşları yerler.
Peygamber (s.a.s), maiyetinde bulunan kimselere onu yemeyi yasaklamamıştır. Zira
o zaman, henüz vahiy almamış ve böyle bir şeyin emredildiğine yahut
yasaklandığına dair malûmât kendisine bildirilmemişti.1156
Buhârî şârihlerinden el-Aynî (ö. 855) “Fekaddeme ileyhi Rasûlullah
sufreten” sözünün ihtilâflı olduğunu, çoğunluğun rivâyetinin bu şekilde olduğunu
kaydediyor. “İleyhi” deki zamirin Zeyd b. Amr’ı kasdettiğini, Rasûlullah lafzının da
merfû olduğunu, Zira “kaddeme” fililinin fâili olduğunu belirtiyor. İbaredeki
“sufraten” kelimesinin de mef’ûl olarak mansûb olduğunu kaydediyor. El-
1155 İbn Hacer, a.g.e, VII/142-144; Aynî, a.g.e, XXI/168-169; XVI/391-393, 2009; Kastallânî, a.g.e,
VII/427; XII/262-263. 1156 Kirmânî, Şemsüddin Muhammed b. Yûsuf b. Ali, el-Buhârî bi Şerhi’l-Kirmânî, Beyrut, 1981,
XV/62.
269
Kuşmeyhenî’nin rivâyetinde “kaddeme” fiilinin meçhûl sigası ile, “sufratün”
kelimesinin de, merfû olarak (nâib-i fâil) kaydedildiğini, ibarenin “fekuddime ilâ
Rasûlillahi (s.a.s) sufratün” şeklinde olduğunu belirtiyor. Bu iki şekildeki rivâyetin
arasının ise, İbnü’l-Münîr tarafından “Buradaki topluluğun Peygamberimize bir sofra
takdim ettikleri, bunu da, Peygamberimizin Zeyd b. Amr’a ikram ettiği, Zeyd’in de
bu topluluğa, bu sözü söylediği şeklinde telif edildiğini kaydediyor. “Sufratün fîhâ
lahmün” sözünün Ebû Zer’in rivâyetinde “Sufratü lahmin” şeklinde olduğunu
söylüyor.1157
Bu konuda Ali Osman Ateş şu görüşleri serdetmektedir: “Rivâyetlerden
anlaşıldığı kadarıyla, Buhârî’nin (ö 256) her iki rivâyeti de, Mûsâ b. Ukbe’de
birleşmektedir. Buhârî’deki bu iki rivâyet arasındaki ihtilâfın, Mûsâ b. Ukbe’den bu
rivâyetleri alan “Abdülazîz b. Muhtâr ile Fudayl b. Süleymân’dan meydana geldiği
düşünülebilir. Bu râvîler, “Sofranın Peygamber’e (s.a.s) takdim edildiği” veya “Hz.
Peygamber’in, Zeyd b. Amr’a sofra takdim ettiği” şeklinde ihtilâf etmişlerdir. Hadis
şârihlerinin de kaydettiği gibi, Hz. Peygamber’e Kureyş tarafından takdim edilen ve
Peygamberin de, putlar adına kesilenleri yememesinden dolayı Zeyd b. Amr’ın dikili
taşlara kesilenlerle, üzerine Allah’ın adı anılmayan şeyleri yemediğini orada bulunan
Kureyşliler’e söylemesini râvîler eksik ve kimin kime sofra takdim ettiğini
karıştırarak nakletmişlerdir.1158
Konuyla ilgili diğer bir rivâyet Buhârî’de yer alan rivâyetlerden metin ve
muhteva açısından farklılık arzeder: Kuşkusuz en erken dönem sahih kaynaklar ile
daha geç dönemdeki rivâyetler arasında bir takım farklılıkların olduğu göze
1157 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IX/630; Aynî, Umdetü’l-Kârî, XXI/114, Beyrut, t.y. 1158 Ateş, Ali Osman, a.g.m, s. 366.
270
çarpmaktadır. Zira daha geç dönemdeki metinlerde sahih hadis kaynaklarında yer
almayan farklılıklar mevcuttur. Bu husus ise tenkide açıktır.
Ali Osman Ateş “Putlara Kurban Kesme ve Allah’tan Başkası Adına
Kesilenlerden Yeme Konusunda Hz. Peygamber’in Tutumu” adlı çalışmasında sened
ve metin açısından rivâyetleri değerlendirip güvenilir olmadıklarını ortaya
koymuştur. Gerçekten rivâyetlerin bazısı Ateş’in de işaret ettiği gibi, kendi içinde
önemli çelişkiler ihtiva etmektedir: Hâkim el-Müstedrek’te el-Asam-İbn Affân-Ebû
Usâme-Muhammed b. Amr-Ebû Seleme ve İbn Hâtıb-Usâme b. Zeyd-Zeyd b. Hârise
vasıtası ile kaydetmiştir: “Sofra takdim ettik. Zeyd b. Amr bunun üzerine ‘Bu nedir?
dedi. Biz de, ‘Şöyle şöyle bir dikili taş için kestiğimiz bir koyundur’ dedik”1159 diye
devam etmektedir. Rivâyetin devamında: “Zeyd b. Hârise, Hz. Peygamber’in
bilahere kendisi ile beraber Kâbe’yi tavaf ettiğini, müşriklerin tavaf ederken
yaptıkları gibi Safa ile Merve arasında bulunan İsâf ve Nâile adlı putlara
dokunmamasını kendisine emrettiğini, zira onların pislik olduğunu söylediğini
kaydetmektedir.
Hâkim (ö. 405) bu hadisin Müslim’in şartı üzere sahih olduğunu, fakat
Müslim tarafından tahriç edilmediğini ileri sürmektedir.1160
Hâkim’in nakletmiş olduğu rivâyetin muhtevasının çelişkili olduğu
görülmektedir. Rivâyetin sonunda “Zeyd’in, İsâf ve Nâile adlı putlara
dokunmamasını kendisine emrettiğini, zira onların pislik olduğunu” ifade etmesi
onun putlardan nefret ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu rivâyetin bâtıl
olduğu açıktır. Zira bu rivâyet ne Kur’an’la, ne sahih sünnetle, ne tarihle
uyuşmamaktadır.
1159 Bu ibâre, erken dönem hadis kaynaklarda mevcut değildir. 1160 Hâkim, a.g.e, III/216-217.
271
Aynı olayı anlatan rivâyetin metin açısından oldukça farklı olduğu
görülmektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in putlar adına kurban kestiğini zayıf
rivâyetlere dayanarak ifade etmek 1161 mesnedsiz bir iddiadan öte bir şey değildir.
Kısaca Hz. Peygamber’in putlar adına bir şey kestiğine dair ne hadis
kaynaklarında, ne de tarih kaynaklarında sahih bir rivâyet yoktur.
Batılıların konuyla ilgili bazı mülahazalarına baktığımızda ise, Tilman Nagel
konuyla ilgili şu görüşleri serdetmektedir: “Allah onu putperestliğin pisliklerine karşı
hep koruyup kolladı. Zira onu şereflendirmek ve ona Allah’ın elçisi sıfatını
bahşetmek istiyordu. Allah sevgili kulunu en masum ihmalkârlıklarında dahi
düzeltmektedir. Zira insanlar doğru yolu bulmak için, daha sonra Peygamberleri
olacak bu insanların her şeyini aynen uygulamaya gayret edecektir. Dinleyicilerin
inandırılmaya çalışıldığı şey, Muhammed’in tüm tavırlarının daha çocukluğundan
itibaren kusursuz ve İslâm ahlâkına her açıdan uygun olduğudur. Çocukluğundan
peygamber olmasına kadar geçen on yıllar hakkında çok az bilgi mevcut. Bu dönem
zarfında Muhammed, Kureyşliler’in normal yaşantısına katılmış ve görünüşe
bakılırsa şu ya da bu şekilde göze batan biri olmamıştır. Muhammed katılıklarıyla
bilinen Kureyş kabilesine mensuptu, tanrılara kurbanlar veriyordu.1162
Burada şunu da belirtelim ki, putlar adına kesilen etten yiyip yememesiyle
ilgili olarak Kister’in yazmış olduğu makale oldukça mühimdir. Kister makalesinde
Hz. Peygamber’in putlar adına kestiği etten yediğini ifade etmekte şârihlerin ise bu
hususu kabul etmediğini belirtmektedir.
Kister, yukarıda kaydedilen bu rivâyetlerle ilgili olarak şu sonuca
ulaşmaktadır: “el-Harkûşî tarafından kaydedilen uzun bir hadis aynı kategoriye
1161 Balcı, İsrafil, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2014,
s. 304-305. 1162 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 105-106.
272
dâhildir. O, açıkça Hz. Peygamber’in puta bir koyun sunduğunu ve onu Zeyd b.
Amr’la (yaptığı) konuşma içine dâhil ettiğini ifade eder. Peygamber ve Zeyd b.
Amr’ın birbirini câhiliye selamı ile selamladığını zikreden ibâreler mânidârdır.
Hadis, Peygamber’in peygamberlikten önce kendi halkının uygulamalarını takip
ettiği hususuna sarâhatle işaret eder.”1163
Kister ayrıca şunları ifade etmektedir: “Peygamber’in Zeyd b. Amr’la
konuşmalarına taalluk eden hadisle ilgili tartışmanın, esas itibariyle peygamberlik
verilmeden önce Peygamber’in masûmiyeti problemi ile alâkalı olduğu söylenebilir.
Müslüman âlimlerin başlıca gayreti, peygamberliği almadan önce günah işlemekten
masûm kılınması dolayısıyla, Peygamber’in putlar adına kesilen eti asla yemediğini
ve putlara kurban kesmediğini ispat etmekti.1164
Kister şöyle devam ediyor: “Bizim burada, bu hadisleri şârihlerin
‘Peygamber putlar için kurban kesmemiş ve putlar için kesilen etleri de yememiştir’
tarzında tefsir etme teşebbüsleri ile karşı karşıya geldiğimiz açıktır.” 1165
Mümkün mertebe erken kaynaklardan naklettiğimiz bu rivâyetler, Hz.
Muhammed’in putlar adına kurban kestiği cihetindeki bazı oryantalistlerin
iddialarının gerçeği yansıtmadığını göstermektedir. Oysa bu rivâyetlerin, kişilerin
şahsî görüşleri muvacehesinde değil de, tamamen objektif olarak ve sahih malumata
dayanarak değerlendirilmesi gerekmez mi?
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, “Hz. Peygamber risâlet öncesi dönemde
putlardan nefret etmiş, putlar adına düzenlenen bayramlara kendiliğinden iştirak
etmemiş ve onlar adına kurban kesmemiş, putlar üzerine yemin etmemiş ve Kâbe’yi
1163 Kister, M. J, “Studies in Jâhiliyya and Early İslâm”, London, 1980, s. 275; Ateş, Ali Osman,
a.g.m, s. 392. 1164 Kister, a.g.e, s. 274; Ateş, Ali Osman, a.g.m, s. 397-398. 1165 Kister, a.g.e, s. 272; Ateş, Ali Osman, a.g.m, s. 398.
273
çıplak tavaf etmeyerek daha sonra peygamberliği döneminde getirdiği umdelere
muğayir davranışlarda bulunmamıştır. Zira tarihî hakikatler bu hususu ortaya
koymaktadır. Bundan dolayıdır ki, Rasûlullah’ın, Peygamberliği döneminde
geçmişiyle tenkit edilmemiş olması ve Kur’an-ı Kerim’de: “Ben bundan önce bir
ömür boyu içinizde durmuştum. Halâ akıl erdiremiyor musunuz?”1166 buyrulması da
Hz. Peygamber’in dinî hayatı da dahil olmak üzere Mekkeliler’in hiçbir durumda
onu eleştiremeyeceklerini açıkça ortaya koymaktadır. ”1167
Burada şunu belirtelim ki, Hz. Peygamber’in bu sofradan yediğinin açık
olarak ifade edilmemiş olması1168 ve nübüvvet sonrası inen yenilecek hayvanlarda
aranan şartlarla ve diğer konularla ilgili hükümlerin nübüvvet öncesine teşmil
edilmemesi gerektiği görüşleri, hadisi doğru anlamaya yardımcı olan diğer
figürlerdir. Örneğin Hattâbî bu ayrıma dikkat çekerek şunları söyler: “Nebî (s.a.s)
putlar adına kesilen hayvanların etlerinden yemezdi. Bunun dışındaki etleri üzerine
Allah’ın ismini anmasalar dahi yerdi. Zira bu konuya ilişkin hükümler inmemişti.
Dahası, kesilirken üzerine Allah’ın ismi anılmayan hayvanların etlerini yenmesini
yasaklayan hüküm1169 bi’setten uzun bir süre sonra gelmiştir.” 1170
Ateş bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Netice itibariyle aslında
meselenin özünü, Peygamberlerin nübüvvetten önce de şirk ve benzeri hareketlerden
korunmuş olmaları lüzumu teşkil etmektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında putlar
adına kurban kesmek açık olarak o puta tapıldığını, onu tazim edildiğine delâlet eder.
Bu tavır sarih olarak bir şirk davranışıdır. Dolayısıyla bu davranış daha sonra risâlet
görevini üstlenen şahsı büyük sıkıntıya sokacaktır. Hz. Peygamber’e inkârcılar
1166 Yûnus, 10/16. 1167 Kapar, M. Ali, a.g.e, s. 43. 1168 Süheylî, a.g.e, I/147. 1169 En’âm, 6/121. 1170 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/143.
274
tarafından her türlü iftira atılmış, çeşitli şekillerde kınanmış, fakat asla önceden ilâh
edindiği putlar adına kurban kestiği belirtilmemiştir Netice itibariyle, Hz.
Peygamber’in putlara, dikili taşlara kurban kestiğini, cahiliye devri Arapları gibi
yaşayıp onlar gibi ibadet ettiğini ileri süren rivâyetleri muteber kabul etmek mümkün
değildir.”1171
Peygamberlerin vahiyden önce ve sonra, çocukluklarının başlangıcından
ömürlerinin sonuna kadar, küfürden ismetleri sâbit ve kesindir. Ana-babalarına veya
doğup büyüdükleri memleketin genel durumuna bakıp onların da küfretmiş
olabileceklerini sanmak ve küfre düştüklerini söylemek asla doğru ve câiz
değildir.1172
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
1. Hadis kaynaklarında anlatılan hadiseyle İbn İshâk’ın (ö. 151/768)
naklettiği rivâyet arasında muhteva açısından farklılıklar olması tenkide açık bir
nokta gibi durmaktadır.
2. Bize göre, Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’in putlara tapmadığını açık bir
şekilde ifade etmektedir: Necm sûresi 2. âyette: “Sahibiniz (Hz. Peygamber) doğru
yoldan sapmadı, batıla da inanmadı” buyrularak onun müşriklerin inancını
paylaşmadığı ifade edilmektedir.
3. Bu bilgilerden Hz. Peygamber’le Zeyd b. Amr’ın karşılaşması Hz.
Peygamber’in inzivası esnasında olması ve sofrayı takdim edenlerin Hz.
1171 Ateş, Ali Osman, a.g.e, s. 401. 1172 Bulut, Mehmet, Ehli Sünnet ve Şi’a’da İsmet İnancı, Risale Yayınları, İstanbul, 1991, s. 41-42.
275
Peygamber’in yanına gelmiş olan ve tahannüs yapmak1173 için Mekke’den çıkmış
bulunan Kureyşliler olması ve Zeyd b. Amr’ın mezkûr sözü onlara sarf etmiş
bulunması tarihî gerçeklere daha uygundur.
4. Hâkim’in rivâyetinde Zeyd b. Amr soruyu Hz. Peygamber’e yöneltmemiş,
sadece “bu nedir?”’ diye sormuştur. Ayrıca “sofrayı takdim ettik, koyun boğazladık,
dedik” şeklinde çoğul sigası kullanılmış olup, olayı doğrudan Hz. Peygamber’e isnâd
eden bir ibâre mevcut değildir.
5. Hz. Peygamber’in putlara tapmadığının ve putlar adına kesilen etten
yemediğinin en sarih delili, Mekkeliler’in onu puta tapmakla ve putlar adına kesilen
etten yemesiyle suçlayamamalarıdır. Müsteşrikler’in iddia ettiği gibi putlara tapan
bir insan olsaydı Mekkeliler’in ona ilk söyleyecekleri şey “Sen de bizim gibi puta
tapan bir insandın ne oldu da şimdi taptığın putları inkar ediyorsun” demek olurdu.
Mekke toplumunda tek bir Allah’a iman eden hanîfler dururken Allah’ın kendi dinini
tebliğ için müşrik bir insanı seçtiğini düşünmek tutarlı değildir.
6. Mekke toplumundaki hanîflik inancının genel umdelerinden hareketle Hz.
Peygamber’in putlara kurban kesmesinin mümkün olmadığını not etmek gerekir.
Zira Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatı hanîflik inancının genel umdeleriyle
örtüşmektedir. “Peygamber de atalarından gelen şirk ve cahilî teamülleri, âdetleri
reddeden, Allah’ın birliği düşüncesine inanan ve İbrâhîm’in (a.s) dini üzere ya da,
İbrâhîm’in dini olarak zannettiği esaslara göre Allah’a ibadet eden veya onun aslını
araştıran; aynı zamanda mensuplarının dalâleti, birbirleriyle çekişmeleri, ayrı ayrı
1173 İbn Hişâm, konu ile ilgili rivâyette bu ibadet tarzını ifade için kullanılan “tehannüs” kelimesini
“tehannüf” yani, “hanifleşme” olarak açıklamaktadır. (İbn Hişâm, a.g.e, I/235).
276
fırkalara bölünmeleri nedeniyle Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerine inanmayan
kişilerden biriydi.”1174
İslam öncesi dönemde kendilerine hanîf denilen kişilerin mevcudiyeti tarihî
bir vak’adır. Onların hangi inanca mensup ve nasıl bir cemaat oldukları hususunda
çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte o dönemde bilinen iki önemli din olan
Yahudilik ve Hıristiyanlığı benimsemedikleri, putperestliği reddettikleri ve tevhid
inancına bağlı bulundukları anlaşılmaktadır.1175
Geleneksel Mekke toplumunda öteden beri “ahnaf” ismiyle de bilinen hanîf
inancı, Hz. İbrâhîm’den kalmış olan ibtidâî bir tevhid eğilimi olarak görülebilir.
İslam vahyinden önce de bilinen bu inanç, genel olarak cahilî putperestliğin zıddı
olarak kullanılmıştır. Öyle ki, hanîf değerler üzerinde yaşantı süren bu insanlar, Hz.
İbrâhîm’den kalan tevhid umdelerini bildikleri gibi bu umdeler üzerinden müşrik
toplumun yanlış din algısını da reddediyorlardı.1176
Kur’an’daki hanîflik inancı ile cahiliye devri hanîflik inancı arasında muhteva
açısından bir fark yoktur.
Şaban Kuzgun bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Kur’an-ı Kerim’de
hanif kelimesi on yerde, çoğulu olan hunefâ ise iki yerde geçmektedir. Bu on iki
yerin dokuzunda hanîfliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu
belirtilmektedir.”1177
Kısacası Kur’an’da hanîflik müşrikliğin zıddı olarak gösterilmiştir. Şu halde
hanîf olmanın gereği tevhid ehlinden olmaktır.
1174 Derveze, İzzet, a.g.e, I/393-394; Çağatay, Neşet, a.g.m, s. 37; Fayda, Mustafa, “Muhammed”
maddesi, DİA, XXX/410. 1175 Denny, M., “Some Religio-Communal Terms and Concepts in the Qur’an”, Numen, XXIV,
Leiden, 1977, s. 26-34; Kuzgun, Şaban, “Hanif” maddesi, DİA, İstanbul, 1997, XVI/37. 1176 Okumuş, Namık Kemal, Bütün Yönleriyle Şirk İnancının Temel Parametreleri, Araştırma
Yayınları, Ankara, 2013, s. 320. 1177 Kuzgun, Şaban, a.g. md., XVI/35 (Bakara, 2/135; Âl-i İmrân, 3/67, 95; En’âm, 6/79, 161; Yûnus,
105; Nahl, 120,123; Hac, 22/31).
277
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK/ OLGUNLUK DÖNEMİ VE RİSÂLET
ÖNCESİ KİŞİLİĞİ
Bu bölümde Hz. Muhammed’in ticârî hayatı, aile hayatı, Kâbe’nin
Mekkeliler tarafından yeniden inşası, dinî hayatı, ilk vahiy ve Hz. Muhammed’in
risâlet öncesi kişiliğiyle ilgili olarak nakledilen hadisler tahlil edilmeye çalışılacaktır.
Tezimizin bu bölümünde de hadis kaynaklarındaki rivâyetlerle tarih kaynaklarındaki
rivâyetler karşılaştırılacak ve böylece rivâyetler arasındaki farklar daha sarih bir
şekilde gözler önüne serilecektir.
I. HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK DÖNEMİYLE İLGİLİ
RİVÂYETLER
A. Hz. Muhammed’in Ticarî Hayatı
Hz. Peygamber çobanlık yaptıktan sonra risâlete kadarki hayatında ticaret ile
iştiğal etmiş, ticarî ortaklıklar kurmuş, ticarî hayatın bir gereği olarak seferlere
çıkmış, bu seferlerde kârlı satışlar yapmış ve ticaret hayatında oldukça başarı elde
etmiştir. Hz. Peygamber nübüvvet öncesinde Saîd b. Ebî Sâib adında birisiyle
ortaklık kurmuşsa da bu ortaklığın ne şekilde olduğunu; şehrin sınırları içerisinde mi
yoksa kervan ticareti ortaklığı şeklinde mi gerçekleştiği hususunda malumat sahibi
değiliz. Bu konuda en iyi bildiğimiz şey, ikisinin de daha sonraları bu ortaklıktan
sitayişle söz ettikleri hususudur. Hz. Peygamber’in ticaret hayatını amcasıyla çıraklık
ve kalfalık, Hatice’yle ustalık, Sâib b. Ebî Sâib ile patronluk şeklinde sıralamak
mümkündür.
278
1. Hadis Rivâyetlerinde Ticaretle Uğraşması
A. Hz. Muhammed’in Hubâşe panayırına katılmasıyla ilgili olarak
Abdurrazzâk’ta şu bilgilere rastlıyoruz:
Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: (Hz. Muhammed’in) yetişkinlik çağına
geldiğinde çok malı yoktu. Hatice bint Huveylid, Tihâme’daki Hubâşe1178 panayırına
(göndermek üzere) onunla anlaştı. Onunla beraber Kureyş’ten başka bir adamı daha
kiraladı. Rasûlullah (s.a.s): “Ücret konusunda Hatice’den daha hayırlısını görmedim.
Ben ve arkadaşım döndüğümüzde onun yanında bizim için sakladığı yemekten bir
hediye bulurduk” buyurdu.1179
Hz. Peygamber yetişme çağında gerçekleştirdiği ticarî faaliyetlerinde gayet
başarılı olmuş olmalı ki güvenli bulduğu kişilerle ortak ticaret yapan Hatice bint
Huveylid’in dikkatini çekmiştir.1180
B. Ticarî ortaklıkları ile ilgili olarak şu bilgiler kaydedilmektedir:
Muhammed b. Yahyâ (b. Fâris) en-Nîsâbûrî1181-Muhammed b. Sinân1182-
İbrâhîm b. Tahmân1183-Büdeyl1184-Abdülkerîm1185-Abdullâh b. Şakîk1186-Şakîk el-
1178 Eski Tihâme çarşısıdır. (Abdurrazzâk, a.g.e, V/320). 1179 Abdurrazzâk, a.g.e, V/320. 1180 Kılıç, Ünal, a.g.m, s. 196. 1181 Muhammed b. Yahyâ b. Abdillâh b. Hâlid b. Fâris b. Züveyb ez-Zühlî (ö. 252/256/257/258):
Ebû Hâtim Müslümanların imamlarından bir imam olduğunu ve sika olduğunu belirtmektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/145; İbn Hacer, Tehzîb, IX/511-516). 1182 Muhammed b. Sinân el-Bâhilî (ö. 222/223): İbrâhîm b. Cüneyd, Ebû Hâtim, Dârekutnî,
Mesleme ve İbn Hibbân sika olduğunu ifade eder. (İbn Hacer, Tehzîb, IX/205-206). 1183 İbrâhîm b. Tahmân b. Şu’be el-Horasânî (ö. 158/163/168): İbn Mübârek, Ahmed, Ebû Hâtim,
Ebû Dâvûd ve İbn Hacer gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Maîn ve Iclî, onda bir
beis olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/56; Zehebî, Mîzân, I/38; İbn Hacer, Tehzîb,
I/129-131). 1184 Büdeyl b. Meysere el-Ukaylî (ö. 130): Ondan İbrâhîm b. Tahmân işitmiştir. Nesâî, Iclî, Ebû
Hâtim ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/351; İbn
Hacer, Tehzîb, I/424-425, 1325). 1185 Abdülkerîm b. Abdillâh b. Şakîk el-Ukaylî: Babasından Abdullâh b. Ebî Hamsâ’ hadisini
rivâyet etmiştir. Ondan Büdeyl b. Meysere nakletmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/373). 1186 Abdullâh b. Şakîk el-Ukaylî (ö. 108): İbn Sa’d, onu birinci tabakada Tâbiînden Basra ehlinden
zikretmiştir. İbn Sa’d, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Hırâş, İbn Ebî Hâtim, Iclî, Ahmed b. Hanbel ve
279
Ukaylî1187-Abdullah b. Ebî Hamsâ’1188: “Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed
ile birlikte bir iş yapmıştık. Bu işin tamamlanmasından önce gitmeye mecbur
kalmıştım. Belirli bir günde dönüp işi tamamlamaya söz verdim. Fakat sözümü
unutarak ancak üç gün sonra sözümü hatırlamış ve derhal buluşma yerine
koşmuştum. Hz. Muhammed, beni görünce ne kaşlarını çattı, ne de beni kınadı.
‘Yalnız bana çok merak ettim ve son üç günü burada geçirdim’ dedi.” 1189
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
Şu âna kadar verdiğimiz rivâyetler ortaya koymaktadır ki, Hz. Peygamber’in
ticarette gösterdiği doğruluk, onun ortaklarıyla yapılan şahitliklerle sabittir. Hz.
Peygamber, ticarî muamelelerinde doğruluk ve ahde vefanın numunesiydi.
C. Osmân ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe-Abdurrahmân b. Mehdî1190-Süfyân1191-
İbrâhîm b. Muhâcir1192-Mücâhid1193-Kâid es-Sâib-Sâib1194: Nebî’ye (s.a.s)
Zehebî sika olduğunu belirtmektedir. İbn Adî hadisinde bir beis olmadığını ifade etmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/97; Zehebî, Mîzân, II/439; İbn Hacer, Tehzîb, V/253-254). 1187 Şakîk el-Ukaylî: Abdullâh b. Ebî Hamsâ’dan rivâyet etmiştir. Ondan oğlu Abdullâh nakletmiştir.
(Zehebî, a.g.e, II/279; İbn Hacer, a.g.e, IV/364). 1188 Abdullâh b. Ebî Hamsâ’ el-Âmirî: Ebû Dâvûd ondan bir hadis rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, V/49; İbn Hacer, Tehzîb, V/192). 1189 Ebû Dâvûd, Edeb, 90, hadis no: 4996, V/268-269. 1190 Abdurrahmân b. Mehdî b. Hassân b. Abdirrahmân el-Anberî (ö. 198): Süfyân’dan
nakletmiştir. Ebû Hâtim, Ali b. Nasr, Ali b. Medînî ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, VI/279-281). 1191 Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî (ö. 161): Şu’be, İbn Uyeyne ve Ebû Âsım, Süfyân’ın hadiste
Mü’minlerin emiri olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/208-211; İbn Hacer, Tehzîb,
IV/111-115). 1192 İbrâhîm b. Muhâcir b. Câbir el-Becelî: Sevrî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, onda bir beis yoktur.
Iclî, İbn Sa’d ve Ebû Dâvûd’a göre sika olsa da,Yahyâ el-Kattân, Nesâî, Ya’kûb b. Süfyân ve Ebû
Hâtim kavi olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/78; Zehebî, Mîzân, I/67-68; İbn Hacer,
Tehzîb, I/167-168). 1193 Mücâhid b. Cebir el-Mekkî (ö. 104): Sâib b. Ebî Sâib’in mevlasıdır. İbn Maîn, Ebû Zür’a, Iclî,
İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, s. 367-
368; Zehebî, Mîzân, III/439-440; İbn Hacer, Tehzîb, X/42-44) 1194 Sâib b. Ebî Sâib Sabefî b. Âid b. Abdillâh b. Ömer b. Mahzûm el-Mahzûmî: Nebî’nin (s.a.s)
cahiliyede ortağıdır. İbn Abdilberr onun müslümanlığında ihtilâf etmiştir. İbn İshâk onun Bedir günü
kafir olarak öldüğünü belirtir. Ebû Amr, Nebî’nin (s.a.s) ortağı olduğuna dair hadis gerçekten
muzdaribdir demekte, onlardan bazıları onun Sâib b. Ebî Sâib olduğunu, bazıları babası olduğunu,
bazıları Kays b. Sâib olduğunu, bazıları Abdullâh olduğunu ifade etmektedir. İbn Hacer müslüman
olarak öldüğünü nakletmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, III/448-449).
280
‘Cahiliye’de sen benim ortağımdın. Ortağın en hayırlısıydın. Ne güzel ortaktın,
muhalefet ve münakaşa etmezdin’ dedi.1195
Sâib’den nakledilen rivâyetin diğer isnadı şöyledir:
1. Sâib-Kâid es-Sâib-Mücâhid-İbrâhîm b. Muhâcir-Süfyân-Yahyâ1196-
Müsedded1197-Ebû Dâvûd1198.
Rivâyetlerin isnadında cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından ihtilâfla birlikte
mecrûh görülen İbrâhîm b. Muhâcir bulunduğundan bu rivâyetler klasik hadis usûlü
bakımından “hasen”dir.
D. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Affân1199-Vüheyb1200-Abdullâh b. Osmân b.
Hâşim1201-Mücâhid-Sâib b. Ebî Sâib: “Sâib b. Ebî Sâib, İslâm’dan önce ticarette Hz.
Peygamber’in ortağı idi. Fetih günü ona geldi. Nebî (s.a.s): ‘Merhaba ey kardeşim ve
ortağım! Ne güzel ortaktın, muhalefet ve münakaşa etmezdin. Sen cahiliyede bir
Hz. Peygamber’in ticârî ortaklarıyla ilgili olarak kaynaklarda farklı isimler zikredilmekle
birlikte Ahmed b. Hanbel’in naklettiği rivâyette Sâib b. Ebî Sâib’in Hz. Peygamber’in ortağı olduğu
açıkça ifade edilmektedir. (Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/425) İbn Hacer de, Tehzîb’de Hz.
Peygamber’in ortağı olarak Sâib b. Ebî Sâib’i zikretmekte ve onun Abdullâh b. Sâib’in oğlu olduğunu
belirtmektedir. Ebû Dâvûd da es-Sünen’inde Sâib hakkında iki görüş nakleder. Birincisi, o Bedir günü
Zübeyr b. Avvâm tarafından öldürülmüştür. İkincisi de o İslâmiyet’i kabul etmiştir ve Müslümanlığı
güzeldir. Ebû Dâvûd bu görüşlerden ikincisini tercih etmekte ve kendisine itimat edilecek görüşün bu
olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Sâib b. Ebî Sâib’in müellefetü’l-kulûbdan olduğunu
nakletmektedir. (Ebû Dâvud, Edeb, 20, V/170).
Nakletmiş olduğumuz malumattan hareketle cahiliye döneminde Hz. Peygamber’in ortağının
isminin Sâib b. Ebî Sâib olduğunu söylemek mümkündür. 1195 İbn Mâce, Ticârât, 63, hadis no: 2287, II/768. 1196 Yahyâ b. Saîd el-Kattân et-Temîmî (ö. 198): Ondan Müsedded rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ve Ebû Zür’a’ya göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/184-186; Zehebî, Mîzân, IV/380). 1197 Müsedded b. Müserhed b. Müserbel el-Basrî (ö. 228): Yahyâ b. Ebî Kesîr’den rivâyet etmiştir.
Ondan Ebû Dâvûd nakletmiştir. İbn Maîn, Nesâî, Iclî, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni’ ve İbn Hibbân sika
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/500; İbn Hacer, Tehzîb, X/107-109). 1198 Ebû Dâvûd, Edeb, 20, hadis no: 4.836, V/170-171. 1199 Affân b. Müslim b. Abdillâh es-Saffâr (ö. 220): Vüheyb b. Hâlid’den rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ondan işitmiştir. İclî, İbn Sa’d, İbn Hırâş, İbn Kani’, Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân
sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/42; Zehebî, Mîzân, III/81-82; İbn Hacer,
Tehzîb, VII/230-235). 1200 Vüheyb b. Hâlid b. Aclân el-Bâhilî (ö. 165/169): Ondan Affân rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel, İbn Maîn, Yûnus b. Hubeyb ve Iclî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/45-47; İbn Hacer, Tehzîb, XI/169-170). 1201 Abdullâh b. Osmân el-Kârî el-Mekkî (ö. 132): Mücâhid’den nakletmiştir. İbn Ebî Meryem, İbn
Maîn, Iclî, Nesâî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân’a göre sika olsa da, İbn Maîn kuvvetli olmadığını
belirtmektedir. Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını ve salihu’l-hadis olduğunu söylemektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, V/135; İbn Hacer, Tehzîb, V/ 314-315).
281
takım davranışlar yapıyordun ki bunlar (Allah katında) makbul sayılmıyordu. Bugün
ise (Müslüman olduğun için) artık kabul edilecektir…’ buyurdu.”1202
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
Sâib b. Ebî Sâib’ten nakledilen rivâyetin diğer bir isnadı şöyledir:
1. Sâib b. Ebî Sâib el-Âbidî (Rasûlullah’ın (s.a.s) cahiliyedeki ortağı)-
Mücâhid-Seyf1203-Ravh1204-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh1205.
Ravh b. Ubâde’nin durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, Kays b. Sâib1206 sözlerinden
Kays’ın bir ortak olarak Hz. Peygamber’den daha iyi bir ortakla iş yapmadığı
anlaşılmaktadır. Zira Hz. Peygamber; Mekke dışına gittiği ve ortağının kendisine bir
iş tevdi ettiği durumlarda, kendisinden istenen işi tam manasıyla yapmıştır. Buna
karşılık, ortağına Mekke dışında bir iş havale ettiği durumlarda, ortağı döndüğünde
işin akibetini değil, ortağını sağlık ve sıhhatini sormakla yetinmiştir.1207 Hz.
Peygamber’in ortaklarıyla ilişkilerinde en dikkat çeken husus, Hz. Peygamber’in
ortaklarının fikirlerine, isteklerine önem vermiş olmasıdır.
Aynı şekilde Hz. Peygamber’in Sâib b. Ali Sâib ve Talha b. Ubeydillah’ın
kölesi Rebî’ b. Bedr ile ortaklık yaptığı da rivâyet edilmektedir. Bu ortaklıklarda Hz.
1202 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/425. 1203 Seyf b. Süleymân (ö. 150/155/156): Mücâhid b. Cebir’den nakletmiştir. Ahmed, Yahyâ b. Saîd,
Ebû Zür’a, Nesâî, İbn Hibbân, İbn Sa’d, Iclî ve Ebû Bekr el-Bezzâr gibi birçok âlim tarafından sika
olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/254; Zehebî, Mîzân, II/255; İbn Hacer, Tehzîb, IV/294-
295). 1204 Ravh b. Ubâde b. Alâ’ b. Hassân el-Kaysî (ö. 205): Ahmed b. Hanbel ondan nakletmiştir. İbn
Maîn ve Ebû Bekr Bezzâr’a göre sika olsa, Ebû Hâtim onunla ihticâc edilemeyeceğini, Nesâî ise kavî
olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/450-451; Zehebî, Mîzân, II/58-60; İbn Hacer,
Tehzîb, III/293-296). 1205 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/425. 1206 Erken dönem kaynaklarda Hz. Peygamber’in ortağıyla ilgili olarak Kays b. Sâib’in isminin
zikredilmediği müşahade edilmektedir. 1207 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/56-57.
282
Peygamber’in ticaret hesaplarını her zaman dürüst olarak tuttuğu ve ortağı ile hiç
bozuşmadığı ve onu aldatmadığı görülmektedir.1208
E. Ticaret için yapmış olduğu seyahatler hakkında Hâkim’de şu bilgiler
aktarılmıştır: Ebû Abdillâh Muhammed b. Ya’kûb-Ali b. Hasen el-Hilâlî1209-Mu’allâ
b. Esed el-Ammî1210-Hammâd1211-Rebî’ b. Bedr1212-Ebû Zübeyr1213-Câbir:
“Hatice’nin kervanında ücretli olarak iki defa Curaş’a1214 gittim. Her defasında bana
iki defa ödeme yaptı.” Hâkim hadisin isnadının sahih olduğunu ancak Buhârî ve
Müslim’in onu tahric etmediğini kaydetmektedir.1215 Ancak söz konusu hadisin
1208 Rahman, Afzalur, Sîret Ansiklopedisi, İnkılab Yayınevi, İstanbul, 1992, II/273. 1209 Ali b. Hasen b. Mûsâ el-Hilâlî (ö. 267): İbn Hibbân ve Muhammed b. Abdilvehhâb el-Ferra’
onun sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VII/299-300). 1210 Mu’allâ b. Esed el-Ammî (ö. 218): Hammâd b. Mes’ade’den nakletmiştir. Iclî, Ebû Hâtim,
Mesleme b. Kâsım, İbn Hibbân ve Mes’ûd b. Hakem gibi birçok âlim tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/384; İbn Hacer, Tehzîb, X/236-237). 1211 Hammâd b. Mes’ade et-Temîmî (ö. 202): Ondan Mu’allâ b. Esed rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim,
İbn Sa’d, İbn Hibbân ve İbn Şahin’e göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/161-162; İbn Hacer,
Tehzîb, III/19-20). 1212 Rebî’ b. Bedr b. Amr b. Cerrâd et-Temîmî (ö. 178): Ebî Zübeyr el-Mekkî’den işitmiştir. Ebû
Hâtim, İbn Maîn, Kuteybe, Ebû Dâvûd, Nesâî, Ya’kûb b. Süfyân ve İbn Hırâş gibi birçok âlim
tarafından zayıf görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/419; Zehebî, Mîzân, II/38-39; İbn Hacer,
Tehzîb, III/239-240). 1213 Ebû Zübeyr el-Mekkî: Muhammed b. Müslim (ö. 128): Câbir’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn,
Nesâî, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Medînî’ye göre sika olsa da, Ya’kûb, Ahmed b. Hanbel zayıf olduğunu
ifade eder. Ebû Hâtim, hadisi yazılabileceğini ancak onunla ihticâc olunmayacağını belirtmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/87-89; Zehebî, Mîzân, IV/37-40; İbn Hacer, Tehzîb, IX/440-443). 1214 İlgili tartışmalara baktığımızda, İbn Seyyidünnâs’ın (ö. 734/1334) bildirdiğine göre, Hatice işlerini
takip için Hz. Peygamber’i iki kez ismi C-R-Ş harflerinden oluşan bir şehre göndermiş ve her
defasında Hz. Peygamber’i bir deve ile ödüllendirmiştir. Eğer burada sözü edilen Curaş ise, bu yer
Taif’in güneyinde Yemen’de bulunmaktadır. Carş diye okumak gerekirse, Ürdün’de bir şehir
olacaktır. Curaş, İbn Hişâm’ın da belirttiği gibi, etrafı sularla çevrili yılda bir kez kurulan fuarı ile
Güney Arabistan’da önemli bir kentti. (Hamidullah, a.g.e, I/57). İbn Kayyim el-Cevziyye, bu
konudaki rivâyeti ele alarak, bu seferin Curaf’a yapıldığı üzerinde durmaktadır. Onun tercihine göre
de burası Yemen’de bulunan Curaş değil, Suriye’deki Ceraş’tır. (İbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e,
I/197). Hz. Peygamber’in genç dişi deve karşılığında iki sefere çıktığı nakledilmektedir. (Beyhakî,
a.g.e, II/66) Ancak coğrafya kaynakları bu yerin ismini Yemen topraklarından olan Curaş şeklinde
vermektedirler. (Yüksel, Ahmed Turan, a.g.m, s. 137- 140) Hz. Peygamber, diğer Mekkeliler gibi pek
çok seyahatler yapmıştır. İbn Seyyidünnâs Hz. Muhammed’in, Arap’ların en meşhur panayırlarından
“Hubaşe”yi ergenlik çağında (Fayda, Mustafa, “Muhammed” maddesi, DİA, XXX/410) ziyaret
ettiğini söyler. Hâkim’e ve Zehebî’ye göre Hz. Muhammed, Hatice’nin arzusu ile Yemen’deki
Curaş’a kadar gitmiştir.
Bize göre, coğrafya kaynaklarının bu yerin ismini Yemen topraklarındaki Curaş şeklinde
vermelerinden, erken dönem kaynaklardan İbn Hişâm’ın da burasının Yemen olduğunu ima eden
açıklamalarından ve Hâkim ve Zehebî’nin nakillerinden Hz. Peygamber’in Yemen’deki Curaş’a
seyahat ettiğini söylemek mümkündür. 1215 Hâkim, a.g.e, III/183.
283
rivâyetlerinde yer alan râvîler genellikle muteber kabul edilmekle birlikte, Rebî’ b.
Bedr’in zayıf olduğu ifade edilmektedir. Ebû Zübeyr el-Mekkî’nin de sika olduğu
belirtilmekle birlikte zayıf olduğu, hadisi yazılıp onunla ihticâc edilmez denildiği
belirtilmektedir. Rivâyet bu râvîler sebebiyle “zayıf”tır.
2. “Hz. Hatice, her seyahati tamamladıktan sonra Hz. Muhammed’e bir deve
verirdi.”1216 Bu hadisten Hz. Hatice’nin Hz. Peygamber’i bir deve vermek suretiyle
ücretli çalıştırdığı anlaşılmaktadır.
F. Hz. Peygamber’in Arap Yarımadası’nınn doğu kısmında yer alan
Bahreyn’e birkaç defa sefer yaptığı, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen bir
hadisten hareketle ifade edilmektedir.
Bu rivâyete göre Mekke’nin fethinden sonra gelen heyetlerden birisi de
Abdulkays kabilesinin heyetiydi. Aşağıdaki rivâyetler Hz. Muhammed’in en az bir
defa Hacer ile Muşakkar (el-Ahzâ’daki bugünkü el-Hufûf) şehirlerini ve el-
Katîf’teki Zahrân limanı yanındaki) Aynu’z-Zâre’yi ziyaret ettiğini sarih bir şekilde
belirtirler.1217
Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Yûnus b. Muhammed1218-Yahyâ b. Abdirrahmân
el-Asrî1219-Şihâb b. Abbâd1220: Abdulkays heyetinden bazı üyelerin şöyle dediğini
işitmiş olduğunu bize anlattı: “Rasûlullah’ın huzuruna vardık. O bundan dolayı çok
sevinmişti. Biz (onun etrafında bulunan) insanların yanına gittiğimizde, bizim için
yer açtılar ve biz de oturduk. Peygamber bize hoş geldiniz deyip dua etti. Sonra biz
1216 Hâkim, a.g.e, III/182. 1217 Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 332-333. 1218 Yûnus b. Muhammed b. Müslim el-Bağdâdî (ö. 207/208): Ondan Ahmed nakletmiştir. İbn
Maîn, Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/302; İbn Hacer, Tehzîb, XI/447-448). 1219 Yahyâ b. Abdirrahmân el-Asrî: İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb,
XI/251). 1220 Şihâb b. Abbâd el-Abdî: Kûfeli olup Abdulkays heyetinin bazılarından rivâyet etmiştir. Ondan
Yahyâ b. Abdirrahmân el-Asrî nakletmiştir. İbn Hibbân ve Dârekutnî sika olduğunu belirtmektedir.
(Zehebî, Mîzân, II/282; İbn Hacer, Tehzîb, IV/368).
284
el-Munzir b. Âiz’i işaret ettik. O zaman Hz. Peygamber (s.a.s): ‘Şu yüzü çizik mi?
(Eşecc mi?)’ buyurdu. Bu, bir eşek toynağının sebep olduğu yüzündeki yara izinden
dolayı ilk olarak bu lakabın kendisine verildiği gün oldu. Biz: ‘Evet’ diye cevap
verdik. O, topluluğun develerinin bacaklarını bağlamak ve yüklerini çözmek için
halkın gerisinde kalmış idi. Sonra çantasını çıkardı. Yolculuk elbiselerini attı ve daha
sonra Peygamber’in yanına gelmek için en iyi elbiselerini giydi. Bu esnada Hz.
Peygamber (s.a.s) bacağını uzatmış ve bir şeye dayanmış olarak sırtını eğmişti. Yüzü
çizik adam (Eşecc) yaklaştığında bazıları yer açıp: ‘Eşecc, buraya!’ dediler. Fakat
Peygamber doğrularak ve bacağını çekerek ‘Buraya, Eşecc!’ buyurdu. O zaman
Peygamber’in sağ tarafına oturdu. Doğrulurken Peygamber ona merhaba edip iltifat
etti. Sonra ona memleketi hakkında ve ad belirterek es-Safâ, el-Muşakkar ve Hacer
bölgesinin diğer köyleri hakkında sorular sordu. Bunun üzerine Eşecc şöyle dedi:
‘Anam babam sana fedâ olsun, ya Rasûlallah! Gerçekten sen, köylerimizi bizden
daha iyi biliyorsun.’ Peygamber (s.a.s): ‘Memleketinize ayak bastım ve orada kalma
imkânım oldu’ buyurdu. Daha sonra Peygamber Ensâr’a doğru döndü ve şöyle
buyurdu: ‘Ey Ensâr! Kardeşlerinize ikram ediniz. Müslüman olmada size en çok
benzeyen onlardır. Vücutta olduğu gibi ruhta da size en çok onlar benziyor. Onlar
kendi istekleriyle, hiçbir zorlama olmaksızın ve (içlerinde de bir) garaz
saklamaksızın İslâm’a girdiler. Ki bu esnada diğer bazıları savaşıp öldürülmeyi
görmeden önce İslâm’a girmeyi reddetmişlerdi’ buyurdu. Sonra Peygamber (ertesi
gün Abdulkayslar’a): ‘Kardeşleriniz size nasıl muamele ettiler?, konukseverlik
gösterdiler mi?’ diye sorduğunda onlar: ‘Bunlar kardeşlerin en iyileridir. Onlar bize
yumuşak yataklar, nefis yemekler verdiler. Sabahleyin de Rabbimiz’in kitabını,
Peygamberinin sünnetini bize öğrettiler’ dediler. Bu Hz. Peygamber’in hoşuna gitti
285
ve bundan dolayı sevindi. Sonra öğrenip bilmiş olduğumuz şeylerden haberdar olmak
için her birimizle ayrı ayrı konuştu. Bunlardan namazda Tahiyyât, Fatiha sûresini,
ayrıca diğer bir iki sûreyi keza Peygamber’in bir iki tatbikatını (sünnetini) bilenler
vardı. Sonra o, hepimize doğru dönüp sordu: ‘Azıklarınızdan herhangi bir şey var
mı?’ Topluluk buna sevindi ve yüklerine doğru koştular. Her biri bir miktar hurma
getirdi ve onları bir deri yaygı üzerinde onun önüne yığdı. Peygamber’in elinde, bir
arşından uzun, iki arşından kısa bir değnek vardı. Bununla işaret ederek: ‘Bu hurma
çeşidine ta’dûd mu diyorsunuz?’ buyurdu. ‘Evet’ dedik. Bir diğer yığın için: ‘Ya bu
sırfın mı?’ buyurdu. ‘Evet’ dedik. O zaman o: ‘Gerçekten bu hurmalarınızın en iyisi
ve en faydalısıdır’ buyurdu. Râvî: ‘Seyahatimizden döndüğümüzde bu cinsten
mümkün olduğu kadar çok diktik ve en fazla onu sevdik. Öyleki hurma
dikimlerimizin en büyüğü bu dikimler oldu ve nihayetinde hurmalarımız barnî
hurmasından oldu’ dedi. O zaman başkanımız Eşecc şöyle diyerek söz aldı: ‘Ya
Rasûlallah! Toprağımız ağır ve ağaçsızdır. Biz içeceklerimizi içtiğimizde rengimiz
soluyor, karınlarımız büyüyor.” O zaman Peygamber şöyle buyurdu: ‘Su kabağı
denilen kaplarda, ne de topraktan yapılmış kaplarla oyularak yapılan odun kaplarda
içmeyiniz. İyisi mi ağzı kapalı tulumlarda içiniz.’ (Hz. Peygamber) Sonra el-Eşecc’e
-iki avucunu birleştirerek- size bu kadar verirsem -‘çok’ demek isteyerek ellerini
birbirinden ayırıp- bu kadar içeceksiniz. O derecede ki sizden biriniz sarhoş olursa,
kılıcıyla bacağını kesmek için yeğenine doğru gider. Gerçekten heyette Benû Useyr
kabilesinden el-Hâris isimli biri vardı ki bu içki gecesinde gittiği evdeki bir kadına
karşı konuşmuş, davet eden evin ferdlerinden biri de ayağa kalkarak bacağını
kesmişti. Söz sırası kendisine gelen el-Hâris şöyle dedi: ‘Allah’ın mucize olarak
286
Peygamberine gösterdiği bu şeyi1221 Hz. Peygamber’in söylediğini işittiğimde bir
elbise parçasıyla bacağımı örtüyordum’ dedi.1222
Bu belgeler açıktır ve Peygamber’in uzun zaman Doğu Arabistan’da kaldığını
kesinlikle ifade ederler.1223
Abdulkays heyetinden bazılarından nakledilen rivâyetin diğer bir isnadı
şöyledir:
1. Abdulkays heyetinden bazıları-Şihâb b. Abbâd-Yahyâ b. Abdirrahmân el-
Asrî-Yûnus b. Muhammed-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.1224
“Abdulkays heyetinden bazıları” ifadesi sebebiyle bu rivâyetler klasik hadis
usûlü bakımından “zayıf” tır.
G. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-İsmâîl b. İbrâhîm1225-Avf-Ebû’l-Kumûs Zeyd
b. Ali1226-Peygamber’in yanına gelen Abdulkays’ın heyetinin bir üyesi: “Biz ona
(Peygamber’e) bir tulum dolusu ta’dûd veya barnî hurması takdim ettik. O da şöyle
buyurdu: ‘Bu nedir?’ Biz: ‘Bu hediyedir’ dedik. Râvi dedi ki: ‘Peygamber’in bakmak
için bir hurma aldığını, sonra şöyle diyerek onu yerine koyduğunu hatırladığımı
sanıyorum: Onları aileme (evime) ulaştırınız.’ Sonra bu insanlar ona muhtelif sorular
sordular. İçeceklere sıra gelince o şöyle buyurdu: ‘Su kabaklarının (dubbâ’),
topraktan yapılmış kapların (hantem), oyularak yapılan odun vazoların (nakîr) ve
ziftlenmiş testilerden (muzaffat, diğer yerlerde mukayyar) içmeyin. İyisi mi ağzı
kapalı tulumlarda içiniz.’ Sözcümüz: ‘Yâ Rasûlallah! Dubbâ, hantem denilen kapları,
1221 Bunun bir mucize olduğu kanaatinde değiliz. Zira Hz. Peygamber bunu görmüş, duymuş veya
tahmin etmiş olabilir. 1222 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/206-207. 1223 Hamidullah, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 335. 1224 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/432. 1225 İsmâîl b. İbrâhîm b. Miksem el-Esedî (ö. 193): Kûfelidir. Ahmed ondan rivâyet etmiştir. Yûnus
b. Bükeyr, Yahyâ b. Maîn, Nesâî, İbn Sa’d, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından
sika olarak görülmüştür. (Zehebî, Mîzân, I/216-220; İbn Hacer, Tehzîb, I/275-279). 1226 Zeyd b Ali Ebû’l-Kumûs el-Abdî: Ondan Avf rivâyet etmiştir. İbn Hibbân ve Iclî sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/512; İbn Hacer, Tehzîb, III/420-421).
287
oyulmuş odun ve ziftli testi kaplarını sana kim öğretti?’ dedi. O şöyle buyurdu: ‘Ben
onları çok iyi bilirim.’ Fakat söyleyin bana: ‘Hecer bölgesinin hangi kısmı en
nüfuzludur?’ buyurdu. Biz: ‘el-Muşakkar’ dedik. Bunun üzerine o: ‘Vallahi ben
oraya girdim ve oranın anahtarlarını aldım.’1227 Râvî ilave eder: Onun sözlerinden;
Abdullâh b. Ebî Cervâ’nın, Peygamber’in şöyle buyurmuş olduğunu belirterek bana
hatırlattığı bir şeyi unutmuş idim. Sonra Peygamber ilâve etti: ‘Allah’ım,
Abdulkayslar’ı affet. Zira onlar kendi arzularıyla hiçbir zorlama ve belaya
düşmeksizin İslâm’ı kabul ettiler. Oysa kendi halkımız içinde öyleleri vardı ki bunlar
belaya düştükten sonra ve içlerinde de bir hınç saklayarak İslâm’ı kabul ettiler.’ O
zaman o, Abdulkayslar için dua ederek yüzünü kıbleye çevirdi, sonra da şöyle
buyurdu: Doğu ahalisinin en iyileri Abdulkayslar’dır.”1228
“Peygamber’in yanına gelen Abdulkayslar’ın heyetinin bir üyesi” ifadesi
sebebiyle bu rivâyet klasik hadis usûlü bakımından “zayıf”tır.
Hz. Peygamber’in Arap yarımadasının muhtelif yerlerine gerçekleştirdiği
diğer ticarî seferlerinin, ticaret tecrübesinin artması yanında, kendisine, bilahere
Peygamber olarak hitab edeceği muhtelif toplulukları yakından tanıma fırsatı verdiği
kuşkusuzdur. Elçiler yılında Medine’ye gelen Abdulkayslar’a onların yurtlarını iyi
bildiğini ifade eden cümlelerle hitab etmesinin gerisinde ticarî yolculukları
esnasındaki gözlemleri yatıyor olmalıdır.1229 Böylece bir taraftan ticareti öğrenirken,
diğer taraftan Arabistan’ın çeşitli yerlerinde yaşayan insanları yakından tanıma,
1227 İfadenin “Oraya gittiğimde onun hakkında pek çok bilgi elde ettim” manasına geldiğini söylemek
mümkündür. 1228 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/206. 1229 Özdemir, Mehmet, a.g.m, s. 114.
288
onların dil ve lehçelerini, dinî, siyasî ve ictimaî durumlarını öğrenme imkanını elde
ediyordu.1230
Netice itibariyle şu ana kadar verdiğimiz rivâyetler ortaya koymaktadır ki,
Hz. Peygamber ticarî yolculukları sebebiyle Doğu Arabistan’da kalmıştır.
2. Tarih Kaynaklarında Ticaretle Uğraşması
Hz. Peygamber’in ne zaman ve nasıl ticarete başladığı ve hangi şekilde
devam ettiği konusunda kaynaklar, ancak bazı konularda kâfî derecede bilgi
sunmaktadır. Hz. Peygamber’in ticarî hayatıyla ilgili tarih kaynakları ilk olarak Şam
tarafına doğru yolculuk yaptığını,1231 Hz. Peygamber’in 10-20 yaş arasında
muhtemelen amcasının Mekke’deki iş yerinde çalıştığını,1232 Kumaş ve tahıl ticareti
yapan Ebû Tâlib’e yardım etmek sûretiyle ticaret hayatına başlayan Hz.
Muhammed’in amcasının yaşlandığı yıllarda kendisinin ticarete devam ettiğini,
Mekkeli bir zatla ticarî ortaklık kurduğunu,1233 Hatice bnt. Huveylid’in malında
ücretle adamlar tutup, mallarını işletmeleri karşılığında hisse verdiğini,1234 Hz.
Muhammed’in yirmi yaşını geçtiği sırada ticarî seyahatlere çıkma teklifleri aldığını,
hastalandığı için bizzat gidemeyen bir tüccarın mallarını götürüp başarılı bir sonuç
elde edince yeni teklifler aldığını, Hatice’nin tavsiye üzerine Hz. Muhammed’e
ortaklık teklifinde bulunduğunu, Hz. Peygamber’in Hatice ile sürdürdüğü ortaklık
süresince birkaç kervan tertip ettiğini, söz konusu kervanlar neticesinde Hz.
Peygamber’e olan güveni daha da artan Hz. Hatice’nin, nihayet onu Suriye’ye
1230 Fayda, Mustafa, a.g.e, XXX/410. 1231 Zehebî’nin bu konuyu, “Hz. Peygamber’in Amcasıyla Yolculuğu Şayet Sahihse” başlığı altında
ele alması ve bu konudaki rivâyeti tenkit etmesi dikkat çekicidir. (Zehebî, Târîhu’l-İslâm, I/55-61) 1232 Hamidullah, Muhammed, İslâm’a Giriş, ter. Kemal Kuşçu, Ahmed Saîd Matbaası, İstanbul, 1965,
s. 12. 1233 Fayda, Mustafa, a.g.e, XXX/410. 1234 İbn Hişâm, a.g.e, I/187-188.
289
müteveccihen gönderilecek müstakil ve büyük sermayeyle oluşturulan bir kervanın
idaresine geçirdiğini,1235 Hz. Peygamber yirmi beş yaşında iken, amcası Ebû
Tâlib’in, geçim kaynaklarının sınırlı ve hayat şartlarının zorlaştığını; Hatice bnt.
Huveylid’in kervanlar gönderdiğini ve isterse Hatice’nin kendisini kervanların başına
geçireceğini ifade ettiğini, Hz. Peygamber’in de amcasının bu teklifini kabul ettiğini
aktarır.1236
Buna göre, Ebû Tâlib bu konuda bizzat Hz. Hatice ile görüştü ve Hz.
Peygamber’in ancak, diğerlerinin aldığının iki katı olan dört,1237 genç dişi deve
karşılığında kervanın başında görev alabileceğini ifade etti. Hz. Hatice de bu teklifi
kabul etti.1238 Bazıları da ona bizzat Hatice’nin teklif götürdüğünü1239 haber
vermektedir. Tarih kaynaklarında Hz. Muhammed’in, Hatice’nin ticaret malını
Şam’a götürüp satmak üzere, kölesi Meysere ile birlikte Mekke’den yola çıktığı,1240
Hatice’nin, Huzeyme b. Hâkim es-Sülemî’yi de yardımcı olmak üzere yanlarına
kattığı kaydedilmektedir.1241 Buna ilave olarak Hz. Peygamber’in Hz. Hatice adına
ticaret yaparken bir ortağının olduğu da rivâyet edilmiş, ancak bu ortağının isminden
bahsedilmemiştir.1242 Muhtemelen Hz. Peygamber’in Hatice ile yaptığı sözleşme, o
dönemde geçerli olan, daha sonra İslâmiyet’in de onayladığı sermaye-emek
dengesine dayalı “mudârebe akdi” olarak adlandırılan bir ortaklıktır.1243
Rivayetleri genel olarak değerlendirdiğimizde Hz. Hatice’nin, Hz. Peygamber
ile amcası arasında geçen konuşmadan dolayı bu teklifte bulunması tutarlı değildir.
1235 İbn İshâk, a.g.e, s. 59; İbn Sa’d, a.g.e, I/129. 1236 İbn Sa’d, a.g.e, I/129. 1237 Halebî’ye göre, Hz. Peygamber ücret olarak iki genç deve almıştır. Diğer iki deveyi de Hubâşe
panayırına katılmasının karşılığında almıştır. (Geniş bilgi için bkz. Halebî, İnsânu’l-Uyûn, I/143-148) 1238 İbn Sa’d, a.g.e, I/130. 1239 İbn Sa’d, a.g.e, I/129. 1240 İbn Hişâm, a.g.e, I/199; İbn Sa’d, a.g.e, I/130. 1241 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II/116, 1280; İbn Hacer, el-İsâbe, I/427. 1242 Süheylî, a.g.e, I/122; Yüksel, Ahmet Turan, a.g.m, s. 141-142. 1243 İbn Hişâm, a.g.e, I/188.
290
Zira, Hz. Hatice İbnü’l-Esir ve İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) rivâyet ettiği gibi şeref ve
mal sahibi tüccar bir kadındı. Malının başına adamlar kiralıyor, onlara semaye
veriyor, kârına onları ortak ediyordu. Hz. Peygamber’in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve
son derece güvenilir bir insan olmasından dolayı bu teklifi yapmış olmalıdır. Hz.
Peygamber’le yapılan antlaşmada da bu ticarî anlaşma şartlarını görmekteyiz.
Kandemir de bu hususta Hz. Hatice tanıdıklarının tavsiyesi üzerine,
çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak bilinen Hz. Muhammed ile
ortaklık antlaşması yaparak ondan Şam’a (Suriye’ye) gitmesini istediğini
kaydetmektedir.1244
“Hz. Hatice’nin ona diğerlerinin iki katı ücret ödemiş olması Hz.
Muhammed’in aynı zamanda ticaret işinde oldukça becerikli ve ehil olduğunu da
gösterir.”1245
Hz. Peygamber’in ticarî seferlerine dair daha geniş bilgi, Hz. Hatice ile
evlenmeden önceki dönem ve evliliğinin gerçekleştiği Şam seferi konularında söz
konusudur.
Hatice’nin Hz. Peygamberle birlikte Kureyş’ten başka birisini Tihâme’deki
Hubaşe panayırına gönderdiği,1246 yolculuğun burada satılan meşhur Tihâme
kumaşından satın alıp Mekke’ye getirilme amacını taşıdığı aktarılmaktadır.1247
Hamidullah’a göre de bu ilk denemeler Hz. Hatice’nin daha önemli bir görevi,
Suriye’ye bir ticaret kervanı götürme görevini Hz. Peygamber’e vermesine sebep
olmuştur.1248
1244 Kandemir, M. Yaşar, “Hatice” maddesi, DİA, İstanbul, 1997, XVI/465. 1245 Certel, Hüseyin, a.g.e, s. 50. 1246 Taberî, a.g.e, II/282. 1247 Geniş bilgi için bkz. Halebî, İnsânu’l-Uyûn, I/143-148. 1248 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/57.
291
Küçük şehirlerde herkes birbirini tanır. Şüphesiz Hz. Muhammed’in
dürüstlük ve doğruluğunun şöhreti, Hz. Hatice’nin bilmediği bir husus değildi.
Sadece ona çok sayıda ticaret malı emanet etmeye muvafakatla yetinmeyerek
kölelerinden birini, Meysere’yi de bir hizmetçi ve seyahat arkadaşı olarak verdi. Bazı
rivâyetler aynı kervanda Hz. Hatice’nin bir yeğeninden de bahsederler ki bu, bizi
şaşırtmamalıdır. Onlar Busrâ’ya1249 kadar bir defa daha gittiler. Bu sefer diğer bir
rahibin Nastûra’nın1250 gönül alıcı konukseverliğinden bahsedilir.1251 Hz.
Muhammed’in dönüşünde, hanım patronu, fevkalâde kazançlardan memnun oldu ve
aynı zamanda genç ve güzel olan bu görevliyi cömertçe mükâfatlandırdı. Dostluk ve
samimiyet büyüyerek, mutluluğu dillere destan olan bir evlilikle bitti.1252
Bu ticarî yolculuk esnasında tarih kaynaklarının olağanüstü bir takım
hâdiseleri kaydettikleri müşahade edilmektedir: Hz. Muhammed, Hatice’nin malını
alıp kölesi Meysere ile birlikte Şam’a vardı. Bir manastır yakınındaki bir ağacın
1249 İbn Battûta, hacıların Dımaşk’tan ayrıldıktan sonra küçük bir şehir olan Busrâ’ya gittiklerini ve
geride kalanların kafileye yetişebilmeleri için orada dört gün beklemelerinin âdet olduğunu belirttikten
sonra, Hz. Peygamber’in Hatice adına ticaret için buraya geldiğinde devesinin çöktüğü yere büyük bir
cami yapılmış olduğunu ve Havran bölgesi halkının camiyi ziyaret ettiğini yazar. (Fayda, Mustafa,
“Busrâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1992, VI/470-471). 1250 Rahib Nastûra ile ilgili olarak kaynaklarda şu bilgilerin aktarıldığı görülmektedir: İbn Sa’d’ın
naklettiği rivâyette, Hz. Muhammed’in mola verdiği yerin Busrâ olduğu söylenmektedir. Rahibin adı
da Nastûra olarak verilmiştir. Hz. Peygamber’in bir Peygamber olacağı müjdesini taşıyan Nastûra’nın
bir ifadesine ve Hz. Muhammed’le alış-veriş yapan kişi arasında geçen konuşmaya yer verilmiştir.
(İbn Sa’d, a.g.e, I/130). Bu konuşmada lât ve uzzâya yemin etmesi istenen Hz. Peygamber bunu kabul
etmemiştir ki hemen hemen aynı ifadeler Bahîrâ ile yapılan görüşmede de geçmişti. (İbn İshâk, a.g.e,
59; İbn Sa’d, a.g.e, I/130). Hz. Muhammed on üç yıl aradan sonra tekrar Busrâ’da konaklamış ve
burada bulunan manastırdaki Rahip Nastûra tarafından teşhis edilmiştir. Rivâyetlere göre Nastûra
adındaki Papaz, Meysere’ye Hz. Muhammed’in son Peygamber olduğunu söyleyerek buradan geri
dönmelerini ihtar etmiştir. (İbn Sa’d, a.g.e, I/130).
Bu ifadelerden, ikinci Şam seyahatinin de daha önce çocukluk yıllarında amcasıyla yaptığı
ticarî seyahatiyle bir takım benzerliklerin mevcut olduğu görülmektedir. İbn Sa’d tarafından aktarılan
rivâyetlerin tenkide açık olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Zira rivâyetler doğduğu andan
itibaren mucize göstermesi gereken bir Peygamber anlayışının uzantısı niteliğindedir. Ancak Kur’an-ı
Kerim’de Hz. Peygamber’in nübüvvetini risâlet öncesinden açıklayan bir ifadenin olmaması, ilk vahy
indiğinde gerek Hz. Peygamber’in gerekse Hz. Hatice’nin onu teselli ederken bu hâdiselere atıfta
bulunmaması rivâyetlerin sahih olmadığının en açık delilidir.
Meclisî bir rivâyette 25 yaşındaki ticarî seferi esnasında Rahib Natura yerine Rahib Bahira ismini
zikreder. (Meclisî, a.g.e, XVI/274), eserinin diğer bir yerinde Rahib Nastura’yı da zikreder ve
Nastura’nın onun ayaklarına kapandığını nakleder. (Meclisî, a.g.e, XVI/275). 1251 Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 331. 1252 Hamidullah, a.g.m, s. 332.
292
gölgesi altında mola verdi. Manastırın rahibinin onu görünce, Meysere’ye yaklaşıp:
“Ağacın altında oturan şu adam kim?” diye sordu. Meysere de: “Kureyşlidir, Harem
halkındandır” deyince rahib: “Bu ağacın altına şimdiye kadar peygamberlerden
başkası oturmamıştır” dedi.1253 Sonra Hz. Peygamber, getirdiği malları satıp
parasıyla da, almak istediği şeyleri satın aldı.1254 Bundan sonra Meysere ile birlikte
Mekke’ye dönmek üzere yola çıktı. Öğle vakti hava iyice ısındığında Meysere iki
meleğin, devesi üzerinde gitmekte olan Resulullah’ı gölgelendirip güneşten
koruduklarını gördü. Hz. Peygamber, Mekke’ye gelip mallarını Hatice’ye teslim etti.
Hatice de o malları sattı. Önceki seferlerin bir misli veya bir misline yakın miktarda
fazla kâr elde etti. Meysere de, rahibin söylediklerini ve Hz. Muhammed’i
gölgelendiren melekleri gördüğünü Hatice’ye anlattı.1255
İbn Sa’d (ö. 230), dönüşlerinde evinin üst katında onları bekleyen Hatice’nin
de, Hz. Muhammed’i gölgeleyen iki meleği gördüğünü ve yanındaki kadınlara da
gösterdiğini ve hepsinin şaşırdığını nakletmektedir.1256
Süheylî (ö. 581), o ağacın altına şimdiye kadar bir Peygamberden başkasının
oturmadığını bildiren ifade üzerinde şu görüşleri serdetmektedir: “Ona göre, bir
ağacın ömrü bütün Peygamberleri ağırlayacak kadar uzun olamaz. Ayrıca, bir ağacın
altına o zamana kadar bir tek kişinin bile oturmamış olması, normalde mümkün
değildir.” 1257
‘Bu ağacın altında şimdiye kadar bir peygamberden başkası oturmamıştır’
ifadesi bize göre muammadır. Ayrıca Meysere’nin iki meleğin Hz. Peygamber’i
gölgelendirmesinde melekleri görmesi yine problemli bir ifadedir. Zira melekler
1253 İbn Sa’d, a.g.e, I/ 130; Meclisî, a.g.e, XVI/278. 1254 İbn Sa’d, a.g.e, I/156. 1255 İbn İshâk, a.g.e, s. 59-60; İbn Hişâm, a.g.e, I/188-189. 1256 İbn Sa’d, a.g.e, I/130-131. 1257 Süheylî, a.g.e, I/121.
293
normal insanlara görünen varlıklar değildir. Ayrıca gerek Mekke döneminde gerekse
Medine döneminde Hz. Peygamber’i meleklerin gölgelendirmesi gibi olağanüstü bir
hâdiseden ise hiç bahsedilmemektedir.
Mevdûdî ise bu hususta şu görüşleri serdetmektedir: “Yukarıdaki rivâyetler,
Hz. Peygamber’e ilk defa vahyin gelmesi ve bundan sonra kendisi ve Hz. Hatice
arasında geçen konuşma ile ilgili muteber ve güvenilir hadis kitaplarında yer alan
doğru hadislerle de ters düşüyor. Eğer Hz. Muhammed yirmi sekiz yıldan beri
Peygamber olacağını ve vahiy geleceğini bilmiş olsaydı, Hira mağarasında ve
bilahere evde onca sarsılmış olabilir miydi? Bu tam onun bildiği ve beklediği şey
değil miydi? Hz. Hatice’nin Hira’da Hz. Muhammed’in (s.a.s) başından geçenler
üzerine söyledikleri sözler, on beş yıldan beri onun peygamber olacağını bildiği için
başka türlü olmayacak mıydı? Gayet tabii ki, o da beklenen bir şeyin meydana
geldiğini söyleyecekti.”1258
Diğer bir rivâyet şu merkezdedir: İbnü’l-Cevzî (ö. 597), Hz. Peygamber’in
amcası Zübeyr b. Abdilmuttalib’le birlikte Yemen’e ilk seyahat ettiğinde on küsür
yaşında olduğunu rivâyet eder.1259
Nübüvvet öncesi Ukaz panayırına en az iki, belki de birçok kere gittiğini
anlamaktayız. Birincisinde nübüvvetten yirmi yıl önce yirmi yaşındayken Ukaz
günlerinden birinde sâdır olan Ficar harbinde amcalarına atılan okları toplamak
sûretiyle yardım için gittiği,1260 Hubaşa’nın Yemen’de bulunduğu belirtilerek Hz.
Muhammed’in bir veya iki defa burada görüldüğüne işaret edilir.1261 Hamidullah:
“Hz. Muhammed’in 24 yaşına kadarki diğer seyahatleri zikredilmiyor. Fakat onun,
1258 Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, ter. Ahmed Asrar,
Pınar Yayınları, İstanbul, 1992, I/259. 1259 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/48. 1260 İbn Hişâm, a.g.e, I/186. 1261 Taberî, Târîh, II/282.
294
amcası ile birlikte veya yalnız başına, bölgenin yıllık panayırlarına, Zu’l-Mecâz,
Mecenne ve Ukaz’a gitmiş olması mümkündür” demektedir.1262
Kısaca Hz. Muhammed’in ergenlik çağında Hubâşe panayırına, bir veya iki
defa Yemen’e, ayrıca Doğu Arabistan’daki Muşakkar panayırına, hatta Habeşistan’a
gittiğini bütün sahih kaynaklar ittifakla kaydederler.
Taberî (ö. 310), Habeşistan’a niçin hicret edildiği konusunda şunları
kaydetmektedir: Habeş toprakları, Kureyş’in ticaret yeriydi…1263 Yine Hamidullah’a
göre bu seyahat muhtemelen deniz yoluyla gerçekleşmiştir.1264
Muhammed Hamidullah bu konuda geniş mütâlaalarda bulunmaktadır: Hz.
Peygamber’in Habeşistan’a da ticaret için gittiği anlaşılmaktadır. Zira Ca’fer’le
beraber gönderdiği mektuptaki ifadelerin pek samimi ve yakınlık ifade eden
kelimelerden oluştuğu dikkat çekmiştir. Mektubun son kısmı şöyledir: “…Amca
tarafımdan yeğenim olan Ca’fer’i beraberinde az sayıda bir Müslüman heyetiyle
birlikte sana doğru hemen yola çıkarıyorum. O sana varır varmaz taşıdığın boş ve
faydasız gurur ve azameti bir kenara koyup onlara misafirperverlik göster…”1265
Kaynakların bu konuda susmasına rağmen, bu mektubun Habeşistan’a hicret
zamanına ait ve Ca’fer’in, bu takdim ve tavsiye mektubunun taşıyıcısı olduğu
kaçınılmaz bir sonuç oluyor. Bundan, Peygamber’in, Necâşî’yi şahsen tanıdığı
sonucu çıkarılamaz mı? İşte bunun için, tanınmayan birine bir dilekçe ve insanî bir
maksatla bir rica yerine, mezkûr mektubun oldukça içten ifadelerini düşünelim.
Peygamber’in; bazen Arapça eş anlamlısının yerine, (geminin kira parası) “nolis:
navlun” hakkında yabancı denizcilik kelimelerini kullanmış olması durumu, daha az
1262 Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri”, s. 331. 1263 Taberî, Târîh, II/328. 1264 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/59. 1265 Hamidullah, a.g.e, I/297.
295
güvenilen, bununla birlikte takviye edici ve tamamlayıcı muayyen bir değeri olan bir
delildir. Hamidullah: “Ben şahsen, Peygamber’in bu seyahat esnasında Bizans
gemisiyle Bab el-Mendeb boğazını geçmiş olabileceğini düşünüyorum”
demektedir.1266
Buhârî (ö. 256), tasrih eder ki H. 7. yılda Hz. Peygamber, İran imparatoru
Kisra’ya bir dine davet mektubu yazdığında o, bu mektubu Bahreyn (bugünkü el-
Ahsâ) valisine gönderdi. Mektubu imparatora ulaştıran bu validir. Arabistan’ın
güney, kuzey ve doğusunda pek çok İran kolonisi olmasına rağmen, Arabistan’daki
diğer bütün İran kolonileri yerine Bahreyn’i seçmek, Hz. Peygamber’in bu bölgeyi
tanımış ve oranın yetkilileriyle münasebetleri muhafaza etmiş olduğunu düşünmemiz
anlamına gelir. Gerçekten vali el-Munzir b. Savâ, bölgede İslâm’ı ilk kabul
edenlerden biri olmuştur.1267
Şîî kaynaklardan Meclisî’de (ö. 1110) Hz. Muhammed’in ticarî hayatıyla
ilgili olarak; Hz. Muhammed’in 25 yaşındayken Hatice için ticaret amacıyla Şam’a
gittiği,1268 Hubaşe panayırına ticarî sefer düzenlediği1269 nakledilmekle birlikte Şîî
kaynaklar Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile patron vasfıyla ticarî muamelelerde
bulunduğunu kaydeder.
İmam Hasan Askerî’nin verdiği bilgiye göre babası İmâm Hâdî şöyle
buyurmuştur: “Rasûlullah, Huveylid kızı Hatice’nin kâr ortağı olarak ticaret amacı
ile Şam’a giderdi.” 1270
Bazı tarihçiler, Hz. Hatice’nin Resulullah’ı mallarının ticaretini yapması için
ücret karşılığında tuttuğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Ya’kûbî (ö. 292’den sonra), en
1266 Hamidullah, a.g.m, s. 338. 1267 Hamidullah, a.g.m, 341-342. 1268 Meclisî, a.g.e, XV/238. 1269 Meclisî, a.g.e, XVI/278. 1270 Meclisî, a.g.e, XVII/308.
296
eski ve güvenilir kaynaklardan biri olan tarih kitabında bu konuda şöyle diyor: “Hz.
Hatice’nin Hz. Peygamber’i ücretle tuttuğu şeklindeki insanların sözlerinin aslı
yoktur. O, asla hiç kimsenin ücretlisi olarak çalışmadı.”1271
Batı’da konuyla ilgili bazı mütâlaalar şöyledir: Mekke için ticaretin önemini,
Hz. Muhammed’in babası ve amcalarının bu işle uğraştıklarını, amcalarının ticaret
yolculuklarında onu yanlarında götürdüklerini anlatan Sprenger’e göre “Bu konu
hakkındaki haberler güvenilir değilse de, ihtimal yine de çok yüksektir. Fakat o,
kendisi bir iş kurabilmesi için yeterli servete sahip değildi ve vasisi Ebû Tâlib, onu
destekleyemeyecek kadar çok fakir idi.” Sprenger daha sonra, onun Hz. Hatice’nin
hizmetine girdiğini ve onun adına Hubâşe pazarına, Cureş’e, Busrâ’ya da gittiğini ve
Hatice’nin hizmetinde devamlı çalışmadığını, sadece seyahat için bir vazife aldığını
kaydeder.1272 Ticaretle meşguliyeti sırasında doğruluk ve emniyeti ile temayüz eden
Hz. Muhammed, bir hayli sermayesi olan Hz. Hatice’nin dikkatini çekmiştir.
Bilahare Hz. Hatice, Hz. Muhammed’e sermaye vermiş ve kölesi Meysere ile birlikte
Şam’a ticaret için göndermiştir.1273
Hâkim b. Hizâm’ın, onu yine Kusay soyundan gelen, zengin ve itibarlı bir dul
olan halası Hatice’ye, doğru ve temiz yürekli, doğruluk ve dürüstlük vasfından dolayı
“Emin” güvenilir sıfatını almış genç adam olarak tavsiye ettiğini kaydeden Weil:
“Güzel isminden başka bir tüccar için o zamanlar en azından böyle bir ismi elde
etmek en önemli kazançtı” demektedir.1274
1271 Ya’kûbî, a.g.e, II/21. 1272 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 194-195. 1273 Strayer, Joseph R., “Muhammed”, Dictionary of the Middle Ages, s. 522. 1274 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 191.
297
Batılılar’ın Hz. Peygamber’in risâletten önce ticaretle meşgul olmasını
Mekke’nin coğrafik yapısından hareketle ve amcasının yanında yetişen bir insan
olması hasebiyle ifade ettikleri görülmektedir.
Tilman Nagel, İbn İshâk’ın (ö. 151) şu rivâyetine yer vermektedir: Hatice
ticaretle uğraşan, zengin, haysiyetli bir kadındı. Ticaret kervanları tanzim etmek için
işe aldığı adamlar üzerinden ticaret yapar ve bu adamları işlerine ortak ederdi.
Muhammed’in ne kadar dürüst bir insan olduğunu öğrenince ona, kölesi Meysere ile
birlikte Şam’a gitmelerini teklif etti.1275
Son olarak söylemeliyiz ki, Hz. Muhammed ticarete önce Mekkeliler’in
hayvanlarını belirli bir ücret karşılığında otlatarak başlamış, daha sonra Mekke’deki
ticarî faaliyetler içerisinde aktif olarak yer almıştır. Ticarî hayat ona risk almayı ve
sorumluluk yüklenmeyi öğretmiştir. İnsanlarla ikna edici ve etkili bir iletişim
kurabilme becerisini geliştirmiştir. Ticarî faaliyetler gittiği yerleri tanımasına,
buradaki insanlarla iletişim kurmasına, kısaca bilgi ve görgüsünü artırmasına da
imkân sağlamıştır. Bu çerçevede Hz. Muhammed’in risalet öncesi hayatının merkezî
noktası bize göre ticarî hayatıdır. Zira Hz. Peygamber’in bu dönemde yaşadığı pek
çok hadise ticarî hayatıyla ilintilidir. Özellikle henüz peygamberlikle
görevlendirilmeden önce içinde yaşadığı toplumun, kendisini “el-Emin” olarak
vasıflandırmasında, Hz. Hatice ile dillere destan bir evliliğe ve Kâbe hakemliğine de
zemin hazırlamasında onun ticarî faaliyetlerindeki dürüstlüğü ve güvenirliliğinin
etkisi büyüktür.
1275 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 106.
298
B. Hz. Muhammed’in Evliliği ve Aile Hayatı
Hz. Peygamber’in evlilikleri birçok farklı durum ve yönleri ihtiva etmesi
nedeniyle Müslümanlara her noktada örnek olma özelliğine sahiptir. Hz. Hatice ile
olan evliliği tek eşlilik örneğini ve yaşantısını bize sunmaktadır. Huzurlu bir aile
yaşantısının vazgeçilmez bir unsuru olan doğruluk ve sadakat konusunda Hz.
Peygamber’le eşleri arasında cereyan eden sayısız örnek bulmamız mümkündür. Hz.
Muhammed ile ticârî faaliyetlerle başlayan ilişkileri evlilikle neticelenen Hz.
Hatice’nin ona gösterdiği sadakat bu konuda zikredilebilecek örnek olmaktadır. Hz.
Hatice, gerek nübüvvetten önce, gerek nübüvvetten sonra maddî ve manevî desteğini
hiçbir zaman ondan esigememiştir.1276
Ticarî hayata atılması, ortaklığı, Hz. Hatice ile evlilik öncesi ticarî ve sonra da
bu işleri tamamen kendisinin üstlenmesiyle, malî açıdan sıkıntılı günler geride
kalmıştı. Nitekim Yüce Allah, Kur’an’da buna değinerek şöyle buyurur: “Ve Rabbin
seni fakir bulup zengin etmedi mi?”1277
Bu bağlamda Hamdi Yazır şu hususları kaydetmektedir: “Âil”, “âyil” yani
fakir ve ihtiyaç sahibi yoksul, bir de çok çoluk-çocuk sahibi, yani kendisine muhtaç
olan ailesi, yoksulları çok manalarına gelir. Sen serveti olmayan bir yoksul iken yine
seni seçip zengin kılmadı mı? demektedir. Hz. Peygamber’e babasından bir dişi deve
ile bir cariyeden başka miras kalmamıştır. Sonra Yüce Allah onu önce Şam’a yaptığı
ticaret seferinden elde edilen bereketli kâr ile, Hz. Hatice evlendikten sonra da onun
bütün servetini hibe etmesiyle zengin etmiştir.”1278
1276 Varol, M. Bahaüddin, “Muhammed’in (s.a.v) Ailesi ve Yakın Akrabaları ile İlişkileri”, Diyanet
İlmî Dergi Peygamberimiz Hz. Muhammed (Özel Sayı), Ankara, 2003, s. 151. 1277 Duhâ, 93/8. 1278 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/280-281; Benzer mütalalar için bkz. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an,
a.g.e, VII/151.
299
Kur’an’ın nüzul sürecinin erken dönemlerinde nazil olan bu sûrede ifade
edilen olgu ve ilâhî müjdeler aynen gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in hayatının
sonraki evrelerinin öncesine nazaran günden güne iyileştiği de tarihî tecrübeyle ispat
edilmiştir. Sûrede Hz. Peygamber’in kişisel hayatındaki yetimlik ve yoksulluk
olguları ise tarihen sabit olan gerçeklerdir.
Ticarî seferlerin sonunda Hz. Hatice’nin daha önce gönderdiği kervanlardan
daha fazla kâr ettiği ve sefer dönüşünde Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’nin evliliğinin
gerçekleştiği sahih kaynaklarda ittifakla zikredilen bir husustur.
1. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Hatice ile Evliliği
A. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebû Kâmil1279-Hammâd b. Seleme1280-
Ammâr b. Ebî Ammâr1281-İbn Abbâs: “Babasının bu evliliğe razı olmayacağını bilen
Hatice onu merasimden önce sarhoş etti. (Babası) ayılıp kızını evlendirdiğini
öğrenince Ebû Tâlib’in yetimine kız veremeyeceğini söyleyerek bu evliliğe itiraz etti.
Hatice ise böyle bir şey yapmaya kalkıştığı takdirde Kureyş nezdinde itibar
kaybedeceğini hatırlatarak onu bu evliliğe ikna etti.”1282
1279 Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn b. Talha el-Basrî (ö. 237): İbn Hibbân, Ebû Hâtim ve Ali b.
Medînî’ye göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/94-95; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/290-291). 1280 Hammâd b. Seleme b. Dînar el-Basrî (ö. 167): Sâbit’ten nakletmiştir. İbn Maîn, Beyhakî, Sâcî
ve Iclî gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Sa’d, sika olmasına rağmen bazen münker
hadis naklettiğini belirtmektedir. Ahmed b. Hanbel, Sâbit konusunda onların en sebtinin Hammâd b.
Seleme olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/154-155; Zehebî, Mîzân, I/590-595; İbn Hacer,
Tehzîb, XI/11-16). 1281 Ammâr b. Ebî Ammâr b. Ebî Hâşim: Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, İbn
Hibbân ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Hacer, onun hata yaptığını
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/511-512; İbn Hacer, Tehzîb, VII/404). 1282 Abdurrazzâk, a.g.e, V/320-321; Ahmed b. Hanbel, a.g.e, I/312.
300
Yapılan değerlendirmeler ışığında hadisin “sahih” olduğu anlaşılmaktadır.
B. Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Ya’kûb1283-Muhammed b. Hâlid Halâ el-
Hımsî1284-Haccâc b. Ebî Menî’1285-Ubeydullâh b. Ebî Ziyâd1286-Zührî: “Rasûlullah’ın
evlendiği ilk kadın Hatice b. Huveylid b. Esed b. Abduluzza’dır. Onunla cahiliyede
evlenmiştir. Onu babası Huveylid b. Esed nikahlamıştır.”1287
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
C. Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Bâliveyh-Abdullâh b. Ahmed b.
Hanbel-Ahmed b. Muhammed b. Eyyûb1288-İbrâhîm b. Sa’d1289-Muhammed b. İshâk:
“….(Rasûlullah) onu nikahladığında (Hatice) yirmi sekiz yaşındaydı. (Muhammed):
Hatice’nin künyesi Ümmü Hind idi. Onun, Rasûlullah ile evlendiğinde bir oğlu ve
kızı vardı. Hatice’nin annesi Fâtıma b. Zâide b. el-Esm ve onun annesi Hâle b.
Abdimenâf’tır” dedi.1290
1283 Muhammed b. Ya’kûb b. Yûsuf b. Ma’kal b. Sinân el-Emevî: Muhaddistir, Nişabur
ehlindendir. Orada vefat etmiştir. (Ziriklî, el-A’lâm, VII/145 (Şâmile’den nakledilmiştir.)). 1284 Muhammed b. Hâlid Halâ el-Kelâî: Nesâi, İbn Ebî Hâtim ve Dârekutnî gibi âlimler tarafından
sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/327; İbn Hacer, Tehzîb, IX/140). 1285 Haccâc b. Yûsuf b. Ebî Menî’: İbn Hibbân ve diğer âlimler tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Hacer, Tehzîb, II/207-208). 1286 Ubeydullâh b. Ebî Ziyâd: Zührî’den rivâyet etmiştir. Ondan Haccâc b. Ebî Menî’ nakletmiştir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/380). 1287 Hâkim, a.g.e, III/182. 1288 Ahmed b. Muhammed b. Eyyûb el-Bağdâdî (ö. 228): İbrâhîm b. Sa’d’dan rivâyet etmiştir.
Ya’kûb b. Şeybe hadis ashabından olmadığını belirtmektedir. Ahmed b. Hanbel’e göre, onda bir beis
yoktur. Ancak İbn Hibbân ve Ebû Hâtim zayıf olduğunu söylemektedir. İbn Maîn ise onun kezzâb
olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/25-26; Zehebî, Mîzân, I/133; İbn Hacer, Tehzîb,
I/70-71). 1289 İbrâhîm b. Sa’d b. İbrâhîm b. Abdirrahmân b. Avf ez-Zührî (ö. 183): Ahmed, İbn Maîn, Iclî,
Ebû Hâtim ve İbn Adî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/50-51; Zehebî, Mîzân, I/33-35; İbn Hacer, Tehzîb, I/121-123). 1290 Hâkim, a.g.e, III/182.
301
Cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından mecrûh görülen Ahmed b. Muhammed b.
Eyyûb’ün durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Konuyla ilgili şerhlerde şu bilgiler nakledilmektedir: “Hatice, Hz.
Muhammed’in (s.a.s) evlendiği ilk hanımdır. Kusay’da Hz. Peygamber ile soyu
birleşir. Ondan başka Ümmü Habîbe haric (bu soydan) başka bir hanımla
evlenmemiştir. Hz. Peygamber onunla 25 yaşında evlenmiştir. Evlenmeden önce Hz.
Muhammed (Hatice’nin malını) mudarabeyle Şam’a götürmüştür. 25 yıl onunla evli
kalmıştır. Âişe’den gelen bir rivâyete göre 24 sene 4 ay evli kalmıştır.1291
D. Abd b. Humeyd-Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî-Urve-Âişe: “Nebî (s.a.s)
(cahiliyede) Hatice’den başka birisiyle evlenmedi.”1292
Rivâyet isnad açısından “sahih”tir.
2. Tarih Kaynaklarında Hz. Hatice İle Evliliği
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, hadis kaynaklarında Hz.
Hatice’yi evlendirenin babası olduğu nakledilirken, tarih kaynaklarında ise Hatice’yi
evlendirenin Amr b. Esed olduğu kaydedilmektedir.
Bazı rivâyetlere göre bu izdivac zamanında Hz. Hatice’nin babası hayatta idi
ve bu evlenmeye muhalifti. Ancak içkinin tesirir altında izdivaca rıza göstermiş,
fakat ertesi gün ayıldığı zaman karı kocanın birbirinin dengi olmadıkları için
hiddetlenmişti. Süheylî’nin (ö. 581) tahkikine göre, Hatice’nin babası, Ficar
savaşlarından önce ölmüştür.1293 Vakidî (ö. 207): “Bizim tespit ettiğimize göre,
1291 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/90-91, 1325; Aynî, a.g.e, VIII/27. 1292 Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 12, hadis no: 77, II/1889. 1293 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, I/138; Kandemir, M. Yaşar, a.g.m, XVI/465.
302
Hatice’yi Hz. Peygamberle evlendiren zat amcası Amr b. Esed” demektedir.
Hatice’nin babasının ise Ficar savaşından önce öldüğü kaydedilir.1294
Hz. Peygamber ile evlendiğinde Hz. Hatice’nin kaç yaşında olduğu
konusunda tarihçiler arasında ihtilâf vardır. Rasûlullah, Hatice bnt. Huveylid b. Esed
b. Abdiluzzâ b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib ile evlendi.1295
Kaynakların ekseriyetle bildirdiklerine göre, Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlendiği
zaman yirmi beş yaşında, Hz. Hatice ise kırk yaşlarında idi.1296 Bu rivâyetlerin
kimine göre Hz. Hatice o sırada yirmi beş, kimine göre yirmi sekiz,1297 kimine göre
otuz, kimine göre otuz beş ve kimine göre kırk yaşında idi.1298
Hz. Muhammed’in ise o tarihte yirmi beş yaşında olduğu rivâyeti ağırlık
kazanmakta, otuz veya yirmi bir yaş1299 civarında bulunduğuna dair rivâyetler ise
zayıf addedilmektedir.1300 Hatice’nin daha küçük yaşlarda bulunduğu da rivâyet
edilmektedir. İbn Abbâs’tan nakledilen, Hatice’nin yirmi sekiz yaşında olduğu
yönündeki rivâyet, bu evlilikten yedi (veya altı) çocuğun dünyaya gelmiş olması göz
önüne alındığında daha isabetli görünmektedir.1301 Nitekim Ahmed et-Tâcî de:
“Şayet Hatice, Hz. Muhammed ile evlendiğinde kırk yaşında idiyse, Hz.
Muhammed’e vahiy geldiğinde elli beş yaşında olması gerekir. Bu yaşta bir kadın
nasıl doğum yapar? Hâlbuki Abdullâh adlı çocuğunu peygamberlikten sonra
doğurduğu kesindir” değerlendirmesini yaparak, evlendiğinde yirmi sekiz yaşında
olduğuna dair rivâyeti diğerine tercih ettiğini belirtmektedir.1302
1294 Taberî, Târîh, II/282. 1295 İbn Hişâm, a.g.e, I/189. 1296 İbn Sa’d, a.g.e, I/132. 1297 İbn Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I/264-265. 1298 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, II/295; Meclisî, a.g.e, 16/12. 1299 Heysemî, a.g.e, IX/ 351. 1300 Kandemir, M. Yaşar, a.g.md, 16/465. 1301 Fayda, Mustafa, “Muhammed” maddesi, DİA, XXX/410; Sarıçam, İbrahim, a.g.e, s. 70. 1302 et-Tâcî, Ahmed, Sîretü’n-Nebiyyi’l-Arabî, Kâhire, 1978, I/17; Sarıçam, İbrahim, a.g.e, s. 70.
303
Şîî kaynaklarda Hz. Muhammed’in evlilik hayatıyla ilgili olarak şu
rivâyetlerin nakledildiği görülmektedir: Kuleynî, Hz. Muhammed’in 20 küsür
yaşında evlendiğini,1303 nikâhı (Hatice’nin) babasının kıydırdığını ve Ebû Tâlib’in de
o esnada orada hazır bulunduğunu1304 naklederken, diğer taraftan Hatice’yi amcası
Amr b. Esed’in evlendirdiğini, babasının ficar savaşından önce öldüğünü,1305
Hatice’nin 28 yaşında evlendiğini,1306 40 yaşında evlendiğine dair de nakillerin
mevcut olduğunu,1307 Ebû Tâlib’in nikah esnasında övücü sözler naklettiğini1308
kaydeder. Meclisî kendi kanaatini destekler mahiyette Vâkidî’nin (ö. 207) bu konuda
meşhur görüşünü alır: Vakıdî: ‘Babasının evlendirmesi (rivâyeti) hatadır. Doğru olan
onu amcasının evlendirmiş olması ve babasının ficar savaşından önce ölmesidir’
demektedir.1309
Batı’da bu konuda yapılan bazı mülahazalara baktığımızda ise, Tilman Nagel,
Hatice bnt. Huveylid b. Esed b. Abdiluzzâ ile olan evliliğin, kaynakların o yıllarla
ilgili olarak bildirdiği en önemli gelişme olduğunu nakleder.1310 Tilman Nagel, Hz.
Muhammed’in Hatice ile evliliğine farklı bir perspektiften yaklaşmakta, bu evliliğin
bir menfaat için yapıldığını öne sürmektedir: “Benî Abdiluzzâ, hatırlandığı üzere,
Kureyş kabilesinin itibarlı kollarından değildir. Zira “Fil Yılı”ndan sonraki dönemde
pek kabul görmeyecek olan politik ve dinî görüşlere meyilleri vardı. Yani
Muhammed, evlilik yoluyla bu kabileye girmek için uygun bir adaydı. Bununla
beraber kaynaklarda Muhammed’in özellikle aranıp bulunduğuna dair herhangi bir
bilgi yoktur. Söylendiğine göre, Hatice, Muhammed ile evlendiğine kırk yaşına
1303 Meclisî, a.g.e, XVI/276. 1304 Meclisî, a.g.e, XVI/275-276. 1305 Meclisî, a.g.e, XVI/280. 1306 Meclisî, a.g.e, XVI/279. 1307 Meclisî, a.g.e, XVI/280. 1308 Meclisî, a.g.e, XVI/281. 1309 Meclisî, a.g.e, XVI/284-285. 1310 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 106.
304
gelmişti bile. Bu evlilik, erkeğin kadının yanına yerleştiği türdendi. İslamî
aktarımlarda bu husus kabul görmemekte, dolayısıyla yirmi deveden ya da iddialara
göre on iki buçuk ukiyye gümüşten oluşan bir mehirden söz edilmektedir. Mevcut
kaynaklarda yer alan (rivâyetlere göre) Hatice sürekli olarak insiyatifi eline
almaktadır. Tüm formaliteleri halleden kişi Hatice’nin amcası Amr b. Esed olmuştur.
Tüm bu olup bitenin komik bir yanı da yok değildir. Hatice’nin babası bu evliliğe
tamamen karşıdır. Kızı, babasının yeterli miktarda şarap almasını sağladıktan sonra
harekete geçerler ve babası nihayet ayıldığında artık her şey çoktan olup bitmiştir.
Başka kaynaklara göre ise Hatice dengi olmadığı düşünülen bu insanla evlenmeye
karar verdiğinde Huveylid hayatta değildir. Şayet doğruysa bu anekdot, Benî Esed b.
Abdiluzzâ’ya karşı beslendiğini bildiğimiz husumetlerin basit bir yansımasından
başka bir şey olmayabilir” diye kaydetmektedir.1311
Tilman Nagel ayrıca “Hatice’nin Muhammed ile evlendiği sırada gerçekten
kırk yaşında olup olmadığı konusunda şüphe vardır. Yaygın olarak benimsenen
kronolojiye göre Muhammed de Allah tarafından Peygamber olarak
görevlendirildiğinde tam kırk yaşındaydı. Bu sırada Hatice elli beş yaşını
tamamlamış olmalıydı ve Abdullâh’a bu ileri yaşından sonra hamile kalmıştı. Buna
gerçekten inanmalı mıyız? Hatice ile Muhammed’in hayatlarının belirleyici dönüm
noktalarındaki yaşları muhtemelen sistematize edilmiş olup kırk yaş seçilmiş
olmasının sebebi o dönemde mükemmeliyetin sembolü olarak kabul edilen bir yaş
olmasıdır”1312 demektedir.
1311 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 107. 1312 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 108.
305
Margoliout ise eserinde Hz. Muhammed’le evlendiklerinde Hatice’nin
kırkında olmadığını, Muhammed’den biraz büyük olduğunu kaydeder.1313
Hz. Peygamber’in Hatice ile evlenmesini detaylı bir şekilde anlatan Sprenger,
evliliğin sevgi ve saygı ile geçtiğini ve Hatice’nin Hz. Muhammed’e, hayatının
sonuna kadar sâdık kaldığını, Hz. Muhammed’in de bu sevgiye karşılık verdiğini ve
ölümünden uzun süre geçmesine rağmen onun faziletinden bahsettiğini, onun için
kurban kesip fakirlere dağıttığını, yaşadığı müddetçe başkasıyla evlenmediğini,
Hatice’nin ölümünden üç sene sonra evlendiğini kaydeder ve “Bunu da, ona olan
düşkünlüğüne değil, kendisine maddi bağımlılığına hamletmek lazımdır” der.1314
Sprenger’in bu görüşlerinin tutarsızlığı ortadadır. Zira bidâyette Hz.
Peygamber’in Hatice’ye olan sadakatinden bahsederken, sonunda ona düşkünlüğünü
maddî bağımlılık olarak tavzih etmektedir. Hâlbuki tarihen de sabittir ki, Hz.
Muhammed Hatice’yle evlendikten sonra zengin oldum mülahazasına kapılmamış,
kendi ailesinin geçimini yine çalışarak kendisi sağlamıştır.
C. Hz. Muhammed’in Çocukları
1. Hadis Rivâyetlerinde Çocukları
A. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “Rasûlullah, Hatice ile yaşamaya başladı.
(Önce) kızları doğdu. (Sonra) Kâsım adlı bir oğulları oldu. Bazı âlimler, Tâhir adında
bir oğlu olduğunu iddia etti. Bazıları, Kâsım’dan başka bir oğlu olduğunu bilmiyoruz
dediler. Dört tane kızı vardır: Zeynep, Fâtıma, Rukayye, Ümmü Kulsûm.”1315
1313 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 199. 1314 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 195. 1315 Abdurrazzâk, a.g.e, V/321.
306
B. Ebû Bekr b. Bâliveyh-Muhammed b. Yûnus el-Kureşî-Ebû Zeyd Saîd b.
Evs-Şu’be- Hâkim1316-Müksim1317-İbn Abbâs: “Hatice, Rasûlullah’a iki erkek, dört
kız doğurdu: Kâsım, Abdullâh, Fâtıma, Zeynep, Rukayye, Ümmü Kulsûm.”1318
Hâkim b. Cübeyr’in mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Klasik şerhlerde çocuklarıyla ilgili olarak şu malumatlar kaydedilmektedir:
“İbrahim hariç bütün çocukları Hatice’dendir. Bunda ittifak vardır. Hz. Peygamber
Kâsım’la künyelenmiştir. Kâsım peygamberliğinden önce ya da sonra vefat etmiştir.
Kızları dört tanedir: Zeynep, Rukayye, Ümmü Kulsûm, Fâtıma. Ümmü Kulsûm,
Fâtıma’dan küçük denilmiştir. Abdullâh, risâletten sonra doğmuştur. Ona Tâhir ve
Tayyib denilmiştir. Erkek çocuklarının küçük yaşta öldüğünde ittifak vardır. Hz.
Peygamber Hz. Hatice hayattayken ondan başka bir kadınla evlenmemiştir.”1319
Aynî (ö. 855), üç oğlu, dört kızı olduğunu aktarır.1320
2. Tarih Kaynaklarında Çocukları
İbn Hişâm çocuklarıyla ilgili olarak şu malumatı kaydeder: “Oğullarının en
büyüğü Kâsım’dır. Sonra Tayyib ve Tâhir’dir. Kızlarının en büyüğü ise Rukayye,1321
Sonra Zeyneb,1322 Ümmü Kulsûm,1323 Fâtıma’dır.1324 İbn Sa’d’da (ö. 230) yer alan
1316 Hâkim b. Cübeyr el-Esedî: Ondan Şu’be rivâyet etmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ya’kûb b. Şeybe,
Ebû Hâtim, Nesâî, Darekutnî gibi birçok âlim tarafından zayıf olarak görülmüştür. Cevzecânî, Hakîm
b. Cübeyr’in kezzab olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/216-217; Zehebî, Mîzân,
I/583-584; İbn Hacer, Tehzîb, II/445-446). 1317 Muksim b. Becra Ebû’l-Kâsım (ö. 101): İbn Abbâs’tan nakletmiştir. Ebû Hâtim, Ahmed b.
Sâlih, Iclî ve Ya’kûb b. Süfyân’a göre sika olsa da, İbn Sa’d, Sâcî ve Buhârî gibi âlimler tarafından
zayıf olarak görülmüştür. Ebû Hâtim, sâlihu’l-hadîs olduğunu ve onda bir beis olmadığını
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/473-474). 1318 Hâkim, a.g.e, III/182. 1319 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/93. 1320 Aynî, a.g.e, VIII/27. 1321 İbn Abdilberr, a.g.e, IV/ 1839-1843; İbnü’l-Esîr, a.g.e, V/456; İbn Hacer, el-İsâbe, IV/304-305;
Âişe Abdurrahman, Benâtü’n-Nebi, Dâru Kitâbi’l-Arabiyye, Beyrut, 1979, s. 113-141. 1322 İbn Abdilberr, a.g.e, IV/1853-1855; İbnü’l-Esîr, a.g.e, V/467-468; İbn Hacer, a.g.e, IV/312-313;
Âişe, Abdurrahmân, a.g.e, s. 79-110. 1323 İbnü’l-Esîr, a.g.e, V/612-613, 1280; İbn Hacer, a.g.e, IV/489-490; Âişe, Abdurrahmân, a.g.e, s.
145-157.
307
rivâyetlerin ise İbn Hişâm’da (ö. 213-218) yer alan rivâyetlerden muhteva açısından
farklılık arzettiği görülmektedir: Hz. Peygamber’in oğlu Kâsım’dan sonra Hatice’den
doğan ilk kızı Zeynep idi. İbn Sa’d’a (ö. 230) göre, Kâsım’dan başka diğer oğlu
Abdullâh’tır. Ona göre, Abdullâh bi’setten sonra doğmuştur.1325 Beyhakî (ö. 458)’de
geçen, Mus’ab b. Abdillâh ez-Zübeyrî’ye ait bir rivâyet ise daha farklı bir sıralama
vermektedir. Ayrıca, bazıları tek erkek çocuğunun (Kâsım) olduğunu söylerken,
bazıları da (Kâsım ve Tâhir) olmak üzere iki oğlu olduğunu nakletmişlerdir.1326 Hz.
Peygamber’in İbrâhîm dışındaki çocuklarının Hz. Hatice’den dünyaya geldiği,
Hatice’den ilk doğan oğlu Kâsım’dan dolayı (Ebû’l-Kâsım=Kâsım’ın babası) diye
künyelendiği kaydedilmektedir.1327
İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751) bu hususta ayrıntılı bir malumat
sunmaktadır: “İlk çocuğu Kâsım’dır. Hz. Peygamber onunla künyelenmiştir.
Kâsım’ın küçük çocuk iken öldüğü kaydedilirken, bir hayvana binecek, uslu deve
üzerinde gezinecek çağa gelinceye kadar yaşadığı da nakledilmektedir. Sonra Zeynep
dünyaya gelmiştir. Kâsım’dan daha büyük olduğu da söylenmektedir. Sonra
Rukayye, Ümmü Kulsûm ve Fâtıma dünyaya gelmiştir. Her biri hakkında “Diğer iki
kızkardeşinden daha büyüktü” diyenler de vardır. İbn Abbâs’tan gelen bir rivâyete
göre, Rukayye üç kızın en büyüğü ve Ümmü Kulsûm onların en küçüğüdür. Sonra
Abdullâh’ın dünyaya geldiği nakledilmiş ancak Abdullâh’ın, peygamberlikten önce
mi, sonra mı dünyaya geldiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları
peygamberlikten sonra dünyaya geldiği görüşünün doğru olduğunu belirtmiştir.
1324 İbn Hişâm, a.g.e, I/190; İbn Sa’d, a.g.e, I/133; İbn Abdilberr, a.g.e, IV/1893-1898; İbnü’l-Esîr,
a.g.e, V/519-525; İbn Hacer, a.g.e, IV/377-380, 1328; Âişe, Abdurrahmân, a.g.e, s. 161-221. 1325 İbn Sa’d, a.g.e, I/133 1326 Beyhakî, a.g.e, II/68, 70-71. 1327 İbn Hişâm, a.g.e, I/190; İbn Sa’d, a.g.e, I/133.
308
Tayyib ve Tâhir, yoksa ondan ayrı iki çocuk mudur? Bu konuda da iki görüş ortaya
atılmıştır. Doğrusu bu iki isim Abdullâh’ın lâkabıdır diye nakledilmiştir.”1328
İbn Abdilberr de Zeynep’in ihtilâfsız, Hz. Peygamber’in en büyük kızı
olduğunu söyler ve Hz. Peygamber’in diğer kızları Rukayye, Fâtıma ve Ümmü
Kulsûm’ün hangisinin daha büyük olduğu konusunda ihtilâf olduğunu, fakat
ekseriyetin zikredilen tertibi kabul ettiklerini söyler.1329
Hz. Peygamber, 30 yaşlarında iken Zeynep1330 33 yaşında iken Rukayye1331
daha sonra da Ümmü Kulsûm adındaki kızlarının, 1332 Ümmü Kulsûm’den sonra ise
Fâtıma’nın doğduğu,1333 bunların hepsinin annesinin Hz. Hatice olduğu
nakledilmektedir.1334
Fâtıma’nın doğumuyla ilgili farklı görüşlerin serdedildiği görülmektedir:
Fâtıma’nın, bi’setten yaklaşık bir yıl önce doğduğu nakledilirken, İbn Sa’d (ö. 230)
ile bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş’in Kâbe’yi yeniden inşası sırasında (m. 605)
Mekke’de doğduğu aktarılmaktadır. Bazı kaynaklarda Hz. Âişe’den beş yaş büyük
olduğu kaydedildiğine göre1335 birinci görüş ağırlık kazanmaktadır. Öz kardeşleri
Zeynep ile Rukayye’den küçük, Ümmü Kulsûm’den büyük olduğu söylenmekteyse
de Hz. Peygamber’in en küçük kızı olduğu görüşü daha doğru telakki
edilmektedir.1336
Verdiğimiz bu rivâyetler göstermektedir ki, Hz. Peygamber’in oğullarının
sayısında farklı rivâyetler mevcutsa da genel kabul Hz. Peygamber’in Hatice’den
1328 İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e, I/25-26. 1329 Şulul, Kâsım, a.g.e, s. 126. 1330 İbn Abdilberr, a.g.e, IV/292; İbnü’l-Esîr, a.g.e, V/467; İbn Hacer, el-İsâbe, IV/312. 1331 İbn Abdilberr, a.g.e, IV/ 292. 1332 İbn Hişâm, a.g.e, I/190. 1333 İbn Hişâm, a.g.e, I/190. 1334 İbn Hişâm, a.g.e, I/190. 1335 İbn Hacer, el-İsâbe, VIII/54. 1336 İbn Hacer, Tehzîb, XII/441; Kandemir, M. Yaşar, “Fâtıma” maddesi, DİA, İstanbul, 1995,
XII/219.
309
doğan erkek çocuklarının Kâsım ve Abdullâh olduğu cihetindedir. Ayrıca bütün
kaynaklar Zeynep, Ümmü Kulsûm, Rukayye ve Fâtıma olmak üzere dört kız
olduğunda müttefiktirler. Ekseriyet Zeynep’in kızlarının en büyüğü, Fâtıma’nın ise
en küçük kızı olduğunu kabul etmektedir.
Şiî kaynaklarda ise Hz. Hatice ile evliliği ve çocukları hakkında şu bilgiler
kaydedilmektedir: Hz. Hatice’ye Kureyş kabilesinin önde gelen erkekleri talip oldu.
Tekliflerini kabul etmesi için ona maddî vaatler sundular. Fakat o bu tekliflerin
hepsini reddetti.1337
Hz. Hatice, Hz. Peygamber’le evlendiğinde bakire idi. Bu duruma göre,
Zeynep ve Rukayye Hz. Hatice’nin Hâle adındaki kız kardeşinin kızları idi ve
annelerinin ölümü üzerine teyzeleri Hz. Hatice tarafından evlât edinilmişlerdi.1338
Kaynaklarda Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed ile evlenmeden önce iki evlilik yaptığı
ittifakla kabul edilir. Erken dönem kaynaklarda Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed ile
evlenmeden önce iki evlilik yaptığı, ilk evliliğinden Hind adlı oğlunun doğduğu, bir
de kızı olduğu kaydedilmektedir.1339 Meclisî de Hz. Hatice’nin Rasûlullah ile
evlenmeden önce Atik b. Âiz b. Abdillâh b. Amr b. Mahzûm ile evlendiğini, ondan
Ümmü Muhammed b. Safiyye el-Mahzûmî’nin doğduğunu, sonra Âtik b. Ebû Hâle
Hind b. Zürâra et-Teymî ile evlendiğini, ondan da Hind b. Hind’in doğduğunu sonra
Rasûlullah ile evlendiğini nakleder.1340 Bu durumda Hz. Hatice’nin Hz. Peygamber
ile evlendiğinde bakire olduğu iddiası batıl olur.
1337 Meclisî, a.g.e, VII/22. 1338 Komisyon, Hidâyet Önderleri, I/90 (Menakıb-ı Al-i Ebî Tâlip, I/59; A’lâmu’l-Hidâye, Cüz: 3;
İ’lâmu’l-Hâdiye, I/90; Ca’fer Murtaza Amûlî, es-Sahîh min Sîreti’n-Nebiyyi’l-Â’zam, I/121-126’den
naklen). 1339 İbn İshâk, a.g.e, s. 129. 1340 Meclisî, a.g.e, XVI/279.
310
Sünnî kaynaklarda Hz. Hatice’nin bazı çocuklarının üvey olduğuna hiç temas
edilmemekte, Hz. Peygamberle Hz. Hatice’nin en büyük çocuklarının Zeynep olduğu
kaydedilmekte, daha sonra Rukayye, Ümmü Kulsûm ve Fâtıma’nın doğduğu
aktarılmaktadır.
Şîî kaynaklarda çocuklarıyla ilgili olarak ekseriyetle Hz. Fâtıma ile ilgili
rivâyetlerin nakledildiği görülmektedir: Fâtıma’nın nübüvvetten beş yıl önce
doğduğu 1341 nakledilmekle birlikte aynı zamanda nübüvvetten sonra doğduğuna dair
rivâyetlerin de mevcut1342 olduğu kaydedilmektedir.
Müsteşriklerin bir iddiası da, Hz. Peygamber’in Peygamber olmadan önce
çocuklarına putların ismini koyduğudur. Nitekim, A. Sprenger, L. Caetani, Fr. Buhl,
M. Gaudefroy Demombynes, H. Lammens, Maxime Rodinson’un bu iddiayı
tekrarladığını görmekteyiz. Hiçbir kaynakta yer almadığı halde Muhammed Hüseyin
Heykel’in, çocuklarının ölümü üzerine Hz. Hatice’nin ilâhların merhametsizliğinden
sızlandığını, Kâbe ilahlarına adaklar adadığını ve hübel, lât, uzzâ ve menât namına
kurbanlar kestiğini söylemesi1343 onun Batılı yazarlardan etkilendiğini
göstermektedir.1344
Caetani, Cahiliye devri Arapları arasında yaygın olan bu “Abdümenâf” ismini
Hz. Peygamber’in de, İslâm gelmeden önce oğluna isim olarak koyduğunu iddia
ederek bu konuda şunları kaydetmektedir: “Halebî (ö.1044/1635), risâletten önce
Muhammed’in bir oğlu olduğunu ve buna “Abdümenâf”, yani menâf putunun kulu
adını verdiğini söylüyor. Abdullâh, Tâhir, Tayyib isimlerinin tek bir çocuğa taalluk
1341 Meclisî, a.g.e, XVI/321-322. 1342 Meclisî, a.g.e, XVI/322. 1343 Heykel, Hazreti Muhammed Mustafa, s. 118-119. 1344 Kandemir, M. Yaşar, “Hatice” maddesi, DİA, XVI/465.
311
etmeleri ve Abdümenâf isminin izlerini ortadan kaldırmak maksadına yönelik
bulunmaları kâbildir.”1345
M. Gaudefroy Demombynes de aynı şeyleri tekrarlıyor ve “Peygamber’in iki
oğlu küçük yaşta öldü. Onlardan birisinin adı geleneğin açıklamamak zorunda
olduğu bir put ismi olan Abdümenâf’tı” diyor ve bu görüşüne kaynak olarak
Ya’kûbî’yi gösteriyor.1346
Nöldeke, o zamana kadar onun maddî durumunun, ileride Kur’an’da ifade
edildiği gibi, kötü olduğunu, varlıklı patronu Hatice ile evlenmesiyle birlikte ani bir
değişiklik meydana geldiğini ve Hatice ile evliliğinden ve ondan dünyaya gelen
çocuklarından bahseder. Oğullarından birinin adının Abdümenaf, yani menafın kulu
olduğunu kaydeder ve “Bu açıkça gösteriyor ki, Muhammed o zamanlar putperest
idi. Onun taraftarları, erken bir dönemde hoş görmediler ve bunun için Abdullâh,
yani Allah’ın kulu ve Tayyib gibi türlü türlü isimler kullandılar. Bu daha sonra yanlış
anlamadan dolayı sık sık değişik erkek çocuklarının isimleri olarak görüldü” şeklinde
kaydeder.1347
İlgili tartışmalara baktığımızda, bu konu ile ilgili olarak İbn Hazm’ın (ö. 456)
kaydettiği bir rivâyet mevcuttur, ancak İbn Hazm bu rivâyetle ilgili olarak şunları
aktarmaktadır: “Biz, Hişâm b. Urve tarikiyle, Urve’den, Peygamberimizin,
nübüvvetten önce Abdüluzzâ isminde bir çocuğu olduğunu nakletmiş bulunuyoruz.
Bu gerçekten uzak, mürsel bir haberdir. Mürsel rivâyet ise argüman olamaz.” 1348
1345 Caetani, a.g.e, I/104. 1346 M. Gaudefroy, Demombynes, Mahomet, Paris, 1969, s. 67. 1347 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s.197. 1348 İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd, Cevâmi’u’s-Sîre, Mısır, t.y, s. 38.
312
Hatice, bu ilk oğluna kendi dedelerinden birinin Abdüluzzâ şeklindeki adını
takmış ve fakat Muhammed (s.a.s), bunu Kâsım şeklinde değiştirmişti. Bu adın
manası ise, dağıtan, bilhassa iyilik olsun diye sadaka dağıtan şeklindedir.1349
Ali Osman Ateş ise bu konuda şu görüşleri serdetmektedir: “Abdüluzzâ
ismini veren, müsteşriklerin argüman olarak ileri sürdüklerinin aksine Hz.
Peygamber değil, Hz. Hatice’dir. Ayrıca bu konuda diğer bir tenakuz da, bir kısım
asılsız ve sahibi mechul rivâyetlerde “Abdümenaf” adı verildiği ileri sürülürken, sair
bazı asılsız rivâyetlerde de “Abdüluzzâ” adı verildiğinin ileri sürülmesidir.”1350
İbn Kesîr (ö. 774) de Hişâm b. Urve’den iki rivâyet nakletmiştir. İbn Kesîr’in
kaydettiği haber şöyledir: “Nebî’nin (s.a.s) iki oğlu vardı: Tâhir ve Tayyib. Onlardan
birisi Abdüşşems, diğeri de Abdüluzzâ diye isimlendirilmişti.” İbn Kesîr bu haberin
münker olduğunu bildirmektedir.1351
Bu konudaki diğer rivâyet ise şu merkezdedir: “Hişâm b. Urve şöyle der: Irak
ehli, Tâhir ve Tayyib’in zikrinde hadis uydurdular. Bizim şeyhlerimiz:
“(Peygamber’in oğulları) Abdüluzzâ, Abdümenaf va Kâsım’dır. Kızları ise Rukayye,
Ümmü Kulsûm ve Fâtıma’dır” demektedir. İbn Asâkir bunu münker olduğu halde
rivâyet etmiştir. Zeyneb ise zikredilmemiştir.1352
İbn Kesîr, kaydettiği iki haberin de münker olduğunu söylemiştir. Münker
haberlerin böyle mühim bir konuda argüman olmayacağı açıktır. Hadis âlimleri
münker haberlere itimat etmemişlerdir. Bütün bu bilgilerden çıkaracağımız sonuç,
Peygamberimizin çocuklarına Abdümenaf, Abdüluzza, Abdüşşems diye ad
koyduğuna dair gelen ve müsteşrikler tarafından dört elle sarılınan bu haberler,
1349 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/70. 1350 Ateş, Ali Osman, Oryantalistlerin Hz. Peygamber ile İlgili İddialarına Cevaplar, Beyan
Yayınları, İstanbul, 1996, s. 30. 1351 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V/307, Riyâd, 1966. 1352 İbn Kesîr, a.g.e, V/308.
313
yalancılığıyla meşhur ve metruk kimseler tarafından uydurulmuş ve Hişâm b. Urve
ile başlayan bir de râvîler zinciri eklenmiştir. Bu konuda gelen diğer rivâyetlerde ise,
uydurma bir sened bile yoktur.1353
Ateş, bu tür iddiaları muteber kabul etmenin mümkün olmadığını, bu
iddiaların Hz. Peygamber’in ismetine yönelik, onun peygamberliğini iptal gayesi
taşımakta olduğunu kaydeder.1354
Son olarak şunu söylemeliyiz ki, müsteşrikler bu konuda erken dönem hadis
ve tarih kaynaklarında bulunmayan, sened ve metin açısından sahih olmayan,
tartışmalı bilgilere dayanarak iddialarını temellendirmeye çalışmaktadır. Batılılar’ın
Hz. Peygamber’in çocuklarının isimleriyle ilgili iddiaların kaynağı Halebî (ö.1044)
ve İbn Kesîr tarafından nakledilen rivâyetlerdir. Şu kadar var ki, her iki müellif bu
tür rivâyetlerin münker olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in
çocuklarına putların isimlerini verdiğini iddia etmek tutarlı değildir.
D. Kâbe’nin Mekkeliler Tarafindan Yeniden İnşası ve Hz. Muhammed’in
Hakemliği
Hz. Muhammed’in hayatının bu dönemi için kaydedilen önemli bir hâdise de
el-Haceru’l-Esved’in yerine konulması sırasında sâdır olan tartışmayı herkesi
memnun edecek şekilde, adaletle çözümlemiş olması ve kendisine duyulan güveni
çok daha fazla artırmasıdır.
1353 Ateş, Ali Osman, a.g.e, s. 31-33. 1354 Geniş bilgi için bkz. Ateş, Ali Osman, a.g.e, s. 38-39.
314
1. Hadis Rivâyetlerinde Kâbe’nin Mekkeliler Tarafından Yeniden İnşası
Kâbe’nin yeniden inşası esnasında Hz. Peygamber’in kaç yaşında olduğu
konusunda farklı rivâyetler bulunmakla birlikte1355 genelde otuz beş yaşını bildiren
rivâyet tercih edilmiştir.1356
A. Kâbe’nin İnşası ile ilgili olarak Abdurrazzâk’ta şu bilgilere rastlamaktayız:
Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “Rasûllullah’ın (s.a.s) gençliğinde bir kadın Kâbe’de
buhur yaktı. Buhurluktan bir kıvılcım Kâbe’nin örtüsünü yakınca onu dayanıksız
hale getirdi. Bundan sonra Kureyş onu yıkmaya karar verdi. Ancak onu yıkmaktan
korktular. Velîd b. Muğîre onlara: ‘Onu kötülük için mi yoksa iyilik için mi
yıkıyorsunuz?’ diye sordu. Onlar: ‘iyilik için yıkıyoruz’ dediklerinde (Velîd b.
Muğîre): ‘Allah iyilik yapanları helâk etmez’ dedi. (Kureyşliler): ‘Kabe’nin üzerine
çıkıp onu kim yıkacak dediler?’ Velîd: ‘Ben ona çıkacağım ve onu yıkacağım’ dedi.
Velîd b. Muğîre, Kâbe’nin üstüne çıktı ve beraberinde küçük bir baltası vardı: ‘Ey
Allah’ım! (niyetimiz) sadece iyiliktir’ diye (dua etti). Kâbe’yi yıktı. Kureyş onu
yıkarken korktukları azabın gelmediğini gördüklerinde ona katıldılar. Onu inşa
ederken, rükün yerine ulaştılar. (el-Haceru’l-Esved) konusunda, hangi kabile onu
kaldıracak diye Kureyşliler arasında tartışmalar çıktı. Onların arasında neredeyse
(savaş) çıkacaktı. Bu yoldan ilk gelen kimseyi hakem seçelim dediler. Bunun üzerine
anlaştılar. O sırada, üzerinde siyah, beyaz çizgili Arap işi ince ihramı bulunduğu
halde (içeri ilk giren Hz. Muhammed oldu.) Kureyşliler ona daha vahiy ve
peygamberlik gelmeden önce ‘el-Emîn’ adını takmışlardı. Hz. Peygamber, el-
1355 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/146. 1356 Abdurrazzâk, a.g.e, V/103; İbn Hişâm, a.g.e, I/192.
315
Haceru’l-Esved’i konulacağı yerin hizasına gelince örtünün içinden alıp kendi eliyle
yerine yerleştirdi.1357
B. Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak anlatılan problemli
rivâyetlerden birisi de Hz. Peygamber’in Kâbe’nin yeniden inşası esnasında izarını
çıkardığında kendisine seslenildiğini ifade eden rivâyetlerdir. İlgili rivâyetlerin metin
ve muhteva açısından farklılık arzettiği görülmektedir.
Abdurrazzâk-Ma’mer-Abdullah (b. Osmân b. Hasîm)1358-Ebû’t-Tufeyl1359:
“Kureyş, omuzlarında taşları taşıyorlardı. (Kabe’yi) 20 zirâ’ yukarı kaldırdılar.
Ecyâd’dan taş taşıyorken, Nebî’nin üzerinde benekli (bir elbise) vardı. Elbise dar
olduğu için onu omuzlarına aldı. Hemen avret yeri açıldı. ‘Ya Muhammed! Avret
yerini ört’ diye seslenildi. Bundan sonra hiç çıplak görülmedi. Kâbe’nin inşasıyla
Allah’ın onu Peygamber olarak göndermesi arasında beş yıl vardır…” 1360
C. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-İbn Cüreyc-1361-Amr b. Dînâr1362-Câbir b.
Abdillâh: “Hz. Peygamber amcası Abbâs ile birlikte Kâbe’ye taş taşırken, amcası
ona: ‘Peştemalini kaldırıp omzuna koy ki, omzunu taştan korusun’ demişti. O bunu
yaptığında (peştemalinin eteğini yukarı kaldırıp da, avret mahalli açılınca) birden
1357 Abdurrazzâk, a.g.e, V/319; V/102-103. 1358 Abdullâh b. Osmân b. Hasîm (ö. 132/135): Ebû Tufeyl’den rivâyet etmiştir. Ondan Ma’mer
aktarmıştır. İbn Maîn, Iclî ve Nesâî sika olduğunu, Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını, hadisinin
sâlih olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, V/314-315). 1359 Âmir b. Vâsile b. Abdillâh b. Amr b. Cahş Ebû Tufeyl el-Leysî (ö. 102/107): İbn Sa’d ve
Ahmed b. Hanbel sika olduğunu söylemektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, V/82-84). 1360 Abdurrazzâk, a.g.e, V/103. 1361 İbn Cüreyc: Abdülmelik b. Abdilazîz b. Cüreyc (ö. 150): İbn Sa’d, İbn Hırâş ve Iclî gibi
âlimler tarafından sika görülmüştür. İbn Hibbân es-Sikât’ta tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/420-422; Zehebî, Mîzân, II/659; İbn Hacer, Tehzîb, VI/402-406). 1362 Amr b. Dînâr el-Mekkî (ö. 125): Abdurrahmân b. Hakem, Nesâî, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, İbn
Uyeyne ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/297-298; Zehebî, Mîzân, III/260; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/28-30).
316
bayılıp yere düştü ve gözlerini gökyüzüne dikti ve ‘peştemalim peştemalim’ diyerek
kalkıp peştemalini üzerine aldı.”1363
Câbir b. Abdillâh’tan nakledilen rivâyetin diğer isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-İbn Cüreyc-Muhammed b. Bekr1364-
Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.1365
2. Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-İbn Cüreyc-Ebû Âsım1366-Abdullâh b.
Muhammed1367-Buhârî.1368
3. Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-İbn Cüreyc-Abdurrazzâk-Mahmûd-
Buhârî.1369
Yapılan değerlendirmeler ışığında hadislerin isnad açısından “sahih” olduğu
anlaşılmaktadır.
4. İbn Cüreyc-Muhammed b. Bekr-İshâk b. İbrâhîm el-Hanzelî1370 ve
Muhammed b. Hâtim b. Meymûn1371 (ح) Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-İbn
Cüreyc-Muhammed b. Râfi’1372 ve İshâk b. Mansûr1373.1374
1363 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/295. 1364 Muhammed b. Bekr b. Osman el-Bürsânî (ö. 203/204): İbn Cüreyc’den rivâyet etmiştir. Ahmed
b. Hanbel, Osmân ed-Dârimî, Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim, Ebû Dâvûd, Iclî ve İbn Hibbân gibi birçok
âlim tarafından sika olarak görülmüştür, ancak Nesâî kuvvetli olmadığını belirtmektedir. (Zehebî,
Mîzân, III/492; İbn Hacer, Tehzîb, IX/77-78). 1365 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/ 380. 1366 Muhammed b. Ebî Eyyûb: İbn Eyyûb Ebû Âsım es-Sekafî el-Kûfî denilmektedir. Ebû Hâtim,
İbn Maîn ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/267; İbn Hacer,
Tehzîb, IX/69-70). 1367 Abdullâh b. Muhammed b. Temîm b. Ebî Ömer: Ebû Âsım’dan rivâyet etmiştir. Nesâî ve İbn
Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/7). 1368 Buhârî, Hac, 42, II/155-156. 1369 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 25, IV/233-234. 1370 İshâk b. İbrâhîm el-Hanzelî b. Râheveyh: Ahmed b. Hanbel Müslümanların imamlarından
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/145). 1371 Muhammed b. Hâtim b. Meymûn el-Bağdâdî (ö. 235/236): İshâk b. Mansûr’dan rivâyet
etmiştir. Ondan da Müslim nakletmiştir. İbn Adî, Dârekutnî ve İbn Hibbân’a göre sika olsa da, İbn
Maîn kezzab olduğunu, Amr b. Ali ise bir şey olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/319; İbn Hacer, Tehzîb, X/101-102).
317
Muhammed b. Hâtim’in cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından mecrûh görülmesi
sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
D. Züheyr b. Harb1375-Ravh b. Ubâde1376-Zekeriyya b. İshâk-1377-Amr b.
Dînâr1378-Câbir b. Abdillâh: “Rasûlullah, Kâbe için taşlar taşırken üzerinde izarı
vardı. Amcası Abbâs Ona: ‘Ey kardeşimin oğlu, eğer izarını çözersen ve omzuna
alırsan çok daha fazla taş (alabilirsin) dedi. (Hz. Peygamber) izarını çözüp omzuna
alınca bayılarak yere düştü. Bu günden sonra hiç çıplak görülmedi’ dedi.”1379
Câbir b. Abdillâh’tan nakledilen rivâyetin diğer isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-Zekeriyyâ b. İshâk-Ravh-Ahmed b.
Hanbel-Abdullâh.1380
2. Câbir b. Abdillâh-Amr b. Dînâr-Zekeriyyâ b. İshâk-Ravh-Matar b. Fadl1381-
Buhârî.1382
1372 Muhammed b. Râfi’ b. Ebî Zeyd (ö. 245): Ondan Abdurrazzâk rivâyet etmiştir. Nesâî, Ebû
Zür’a, Müslim b. Haccâc sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/338-339; İbn Hacer,
Tehzîb, IX/160-162). 1373 İshâk b. Mansûr b. Bihrâm el-Kevsec (ö. 251): Ondan Müslim b. Haccâc nakletmiştir. Müslim,
Nesâî, İbn Hibbân, İbn Şâhîn, Osmân b. Ebî Şeybe ve Ebû Hâtim gibi âlimler tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/166; İbn Hacer, Tehzîb, I/249-250). 1374 Müslim, Hayz, 19, hadis no: 76 (340), I/267-268. 1375 Züheyr b. Harb b. Şeddâd el-Haraşî (ö. 232/234): İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, Hüseyn b.
Fehm, Ebû Bekr Hâtib ve İbn Veddâh gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, II/493-494). 1376 Ravh b. Ubâde b. Alâ’ b. Hassân el-Kaysî (ö. 205): Ondan Ahmed b. Hanbel aktarmıştır. İbn
Maîn, İbn Ebî Huseyme, Ebû Bekr Bezzâr’a göre sika olsa, Ebû Hâtim onunla ihticâc
edilemeyeceğini; Nesâî ise, kavî olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/450-451; Zehebî,
Mîzân, II/58-60; İbn Hacer, Tehzîb, III/293-296). 1377 Zekeriyyâ b. İshâk el-Mekkî: Amr b. Dînâr’dan rivâyet etmiştir. Zehebî, Ahmed, Veki’, Berkî,
Hâkim, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi bir çok âlim tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/529; Zehebî, Mîzân, II/71; İbn Hacer, Tehzîb, III/328-329). 1378 Amr b. Dînâr el-Mekkî (ö. 125/125): Abdurrahmân b. Hakem, Nesâî, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, İbn
Uyeyne ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/297-298; Zehebî, Mîzân, III/260; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/28-30). 1379 Müslim, Hayz, 19, hadis no: 77, I/268; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 146; Beyhakî, a.g.e, II/32. 1380 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/333; III/310. 1381 Matar b. Fadl el Mervezî: Ravh b. Ubâde’den rivâyet etmiştir. İbn Hibbân sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, X/170). 1382 Buhârî, Salât, 8, I/96.
318
Ravh b. Ubâde’nin durumu sebebiyle bu rivâyetler klasik hadis usûlü
bakımından “zayıf”tır.
Hz. Peygamber’in izarını çıkarmasıyla ilgili olarak İbn Hacer şu bilgileri
kaydetmektedir: “Kabe’nin yeniden inşasını anlatan rivâyet sahabe mürselidir. Câbir
bu olayı görmemiştir. Bununla birlikte, Nebî ya da sahabeden işitmiş olma ihtimali
vardır. Ebû Nuaym (ö. 430) ve Taberî’nin (ö. 310) bu konuda İbn Lehîa’dan
nakletmiş olduğu rivâyet zayıftır. Ebû Nuaym “Ma’rifet” inde1383 Kays b. Rebî’
tarikinden gelen rivâyette ve Delâil’inde: “Çıplak yürümekten nehyedildim” ifadesi
vardır. Nadr-Ebî Ömer- İkrime-İbn Abbâs- (orada Abbâs yoktur): (Rivâyette) bu
hususun nübüvvetten gördüğü ilk şey olduğu aktarılmaktadır. (Ancak isnaddaki)
Nadr zayıftır. Çocukluğunda izarını (omuzlarına) alması rivâyeti İbn İshâk (ö. 151)
tarafından nakledilmektedir. Ancak çocukluğunda anlatılan kıssanın başka bir kıssa
olduğu söylenmektedir. Zührî’den gelen rivâyete göre, (Kureyşliler) Rasûlullah
büyüdüğünde Kâbe’yi yıkıp yeniden inşa etmişlerdir. (Zührî’nin) rivâyetinde inşaat
için çalışırken ‘avret yerlerini ört diye seslenildiği, bundan sonra hiç çıplak
görülmediği, bununla Peygamber olarak gönderilmesi arasında 5 sene olduğu’
kaydedilmektedir. Abdurrazzâk (Kabe’nin inşasının) nübüvvetten 15 sene önce vuku
bulduğunu nakleder.1384
İbn Hacer (ö. 852) konuyla ilgili ayrıca şunları zikretmektedir: “Hz.
Peygamber’in Kâbe’nin inşası sırasında 35 yaşında olduğu nakledilir. el-Haceru’l-
Esved’in yerine konulmasında hakemlik yapmıştır. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin
(ö.203-204) Müsned’inde, Benî Şeybe kapısından ilk giren kimsenin hakem
1383 Marifetü’s-Sahabe adlı eseri. 1384 Geniş bilgi için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî’, III/440-445, 1380; Aynî, a.g.e, IV/577-581;
VIII/38.
319
olmasının tavsiye edildiği aktarılır. Sadece temiz mallardan Kâbe’ye harcanmasını
söyleyen İbn İshâk’ta Ebû Vehb b. Amr b. Âmir b. İmrân b. Mahzûm’dur.1385
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Abdurrazzâk (ö. 211), Ahmed b. Hanbel
(ö. 241) ve Hâkim’in (ö. 405) rivâyetlerinde metinler arasında farklı anlatımlar
mevcuttur: Aynı hadisi anlatan diğer bir hadiste, kendisine “Ey Muhammed! Avret
yerini ört” şeklinde seslenildiği geçmektedir.1386
Buhârî (ö. 256) ve Müslim’de (ö. 261), zâhiren avret yerinin açılmasına
bağlanan bayılma hâdisesi, başka rivâyetlerde oldukça farklı sahnelerle
anlatılmaktadır. Hâkim’in Ebû’t-Tufeyl’den naklettiği bir habere göre, Hz.
Peygamber, taş taşırken elbisesini omzuna alır almaz kendisine (gaibden) “avret
yerini açma!” diye nidâ edilmiş, bunun üzerine o taşı bırakıp elbisesini giymişti.
Hâkim’in İbn Abbâs’tan naklettiği diğer bir habere göre de, Hz. Peygamber bu
hâdisede bayıldıktan sonra ayılınca Ebû Tâlib ona bayılmasının sebebibini sormuş, O
da: “Bana beyaz elbiseli birisi geldi ve ‘örtün!’ dedi” şeklinde cevap vermiştir.
Devamla İbn Abbâs: “Eğer ona ‘örtün!’ denilmişse, bu Hz. Peygamber’in
peygamberlik (alâmetlerinden) görmüş olduğu ilk şeydir. O günden sonra da onun
avret yeri bir daha görülmemiştir” açıklamasını yapmaktadır.1387
“Hâkim’in naklettiği bu rivâyetlerde, aynı olayın, daha sonraları nasıl farklı
muhtevaya büründürüldüğü müşahade edilmektedir. Belki Hz. Peygamber
yorgunluk, sıcak vb. makul bir sebepten dolayı bayılmış, tabiî olarak da gözlerini
semaya dikmiş olabilir. Ancak onun gaipten sesler alması, beyaz elbiseli (melek vb.)
görmesi ve neticede bunun bir peygamberlik alâmeti ve onun gördüğü ilk vizyon
1385 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/146. 1386 Abdurrazzâk, a.g.e, V/103; Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/455. 1387 Hâkim, a.g.e, IV/ 179 (Zehebî, Telhîs’inde Nadr’ın zayıf görüldüğünü nakletmektedir.).
320
olarak anlatılması, kanaatimizce onun peygamberliğine risâlet öncesinden argüman
ve alametler arayışının sonucudur.”1388
Bu hususta varid olan rivâyetlere baktığımızda, Hz. Muhammed’in, Kâbe
inşaatı için taş taşırken taşlar kendisini incitmesin diye peştemalını omzuna
koyduğunda, avret yerlerini göstermekten menedilmesinin muhaddislerce
peygamberlik alâmeti olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu hususun ise tenkidi
gerekli bir nokta olduğunu bilhassa not etmek gerekir. Zira bu olayın nübüvvetle
ilintili olarak değerlendirilmesi tutarlı değildir. Hadise nübüvvetten önce yaşanmakta
ve risâlet döneminde de bu hususa hiç atıfta bulunulmamaktadır. Ayrıca bu olayın
vukuu esnasında Hz. Peygamber’in yanında yer alan amcasıyla ilgili olarak
kaynaklar farklı isimler zikretmektedir. Bazı kaynaklar o esnada Hz. Muhammed’in
yanındaki amcasının, Ebû Tâlib olduğunu kaydederken,1389 bazı rivâyetlerde amcası
Abbâs’ın ismi zikredilmektedir.1390 Burada şunu da belirtelim ki, erken dönem
kaynaklarda Hz. Abbâs’ın ismi zikredilmekte, daha sonraki kaynaklarda Hz.
Abbâs’ın yerini Ebû Tâlib’in aldığı müşâhade edilmektedir. Bu ise rivâyetin mana ile
rivâyet edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bununla birlikte, Hâkim’in
nakletmiş olduğu rivâyetin isnadının zayıf olduğu görülmektedir.
F. Hz. Muhammed’in Kâbe hakemliği hakkında Abdurrazzâk şu rivâyeti
aktarmaktadır: Abdurrazzâk-İbn Cüreyc1391-Mücâhid1392: “Kureyş (Beyt’i inşa etti.)
Rükün yerine geldiklerinde kabileler antlaşmazlığa düştü. Bir kabile onu biz
1388 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 53. 1389 Hâkim, a.g.e, IV/ 179. 1390 Müslim, Hayz, 19, hadis no: 77, I/268; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 146; Beyhakî, a.g.e, II/32. 1391 İbn Cüreyc: Abdülmelik b. Abdilazîz b. Cüreyc (ö. 150): İbn Sa’d, İbn Hırâş ve Iclî gibi
âlimler tarafından sika görülmüştür. İbn Hibbân es-Sikât’ta tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, V/420-422; Zehebî, Mîzân, II/659; İbn Hacer, Tehzîb, VI/402-406). 1392 Mücâhid b. Cebir el-Mekkî (ö. 104): Sâib b. Ebî Sâib’in mevlasıdır. İbn Maîn, Ebû Zür’a, Iclî,
İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, s.
367-368; Zehebî, Mîzân, III/439-440; İbn Hacer, Tehzîb, X/42-44).
321
kaldıracağız derken, diğer bir kabile (bunun kendi hakkı olduğunu düşünüyordu.) Şu
yüksek kapıdan ilk giren aramızda hüküm versin (diye kararlaştırdılar.) (O esnada)
Muhammed (s.a.s) girince (Kureyşliler): ‘Ey Muhammed! Aramızda hüküm ver’
dediler. (Hz. Peygamber): ‘Bir elbiseyi (ortaya) koyun, sonra (el-Haceru’l-Esved’i)
onun içine yerleştirin, sonra her kabileden bir temsilci gelsin’ dedi. (Böyle) yaptılar.
(Hz. Peygamber) onu rükne kaldırdı. Kenarından tuttu ve kaldırıp yerine koydu.1393
G. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Abdüssamed-Sâbit (Ebû Zeyd)1394-Hilâl b.
Habbâb1395-Mücâhid1396-Mevlâsı Abdullâh b. Sâib el-Kârî: İmam Ahmed’in
Mücâhid’den rivâyetine göre, Mücâhid’in mevlası ona: “…Biz Kâbe’yi bina
ediyorduk. Nihayet el-Haceru’l-Esved’in konulacağı seviyeye geldik. Taşı hiç kimse
göremiyordu. Bir de baktım ki o getirdiğimiz taşların ortasında adam kafası gibi
duruyor. Neredeyse (parlaklığından kendisinde) insanın sûreti görünüyordu. Derken
Kureyş’ten bir kabile ‘onu yerine biz koyacağız’ derken, diğerleri ise ‘biz koyarız’
(diye tartışıyorlardı.) Sonra bunlar: ‘Aramızda hakem seçelim’ dediler. (Bu fikir
herkes tarafından kabul edilince): ‘Safa kapısından gelecek ilk zat hakem olsun’
dediler. Nihayet Hz. Muhammed gelince: ‘el-Emin geliyor’ dediler. Sonunda
meseleyi ona arzettiler. Bunun üzerine Muhammed (s.a.s) (emsalsiz dirayetini
göstererek) el-Haceru’l-Esved’i bir bez içerisine koydu. Sonra Kureyş’in bütün
1393 Abdurrazzâk, a.g.e, V/98-101. 1394 Sâbit b. Zeyd el-Ahvel (ö. 169): Ondan Hilâl b. Habbâb nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Ebû
Dâvûd, Ebû Zür’a, Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, II/18). 1395 Hilâl b. Habbâb el-Abdî (ö. 144): Mücâhid b. Cebir’den rivâyet etmiştir. İbn Ebî Huseyme, İbn
Durikî ve İbn Hibbân’a göre sika olsa da, Cüzcânî, Sâcî ve Ukaylî onun şüphe içinde olduğunu
söylemiştir. İbn Hibbân ömrünün sonunda ihtilât ettiğini belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/94-
95; Zehebî, Mîzân, IV/312; İbn Hacer, Tehzîb, XI/77-78). 1396 Mücâhid b. Cebir el-Mekkî (ö. 104): Sâib b. Ebî Sâib’in mevlasıdır. İbn Maîn, Ebû Zür’a, Iclî,
İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, s.
367-368; Zehebî, Mîzân, III/439-440; İbn Hacer, Tehzîb, X/42-44).
322
aşiretlerini çağırdı. Onlar da Hz. Muhammed ile beraber etrafından tuttular. Böylece
Muhammed (s.a.s) taşı yerine koymuş oldu.”1397
Hilâl b. Habbâb’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
2. Tarih Kaynaklarında Kâbe’nin Yeniden İnşası
Tarih kaynaklarında da Hz. Peygamber otuz beş yaşına ulaştığı zaman
Kureyş’in Kâbe’nin inşası için toplandıkları,1398 Kâbe’yi Ficar savaşından 15 yıl
sonra inşa ettikleri,1399 Kâbe’nin duvarlarını çatlatan, yapısını yıkan birçok
felâketlere maruz kaldığı, Hz. Peygamber’in ilâhî tebliğle görevlendirilmesinden
birkaç yıl önce Mekke vadisinden gelen büyük selin de, bu felaketlerin arasında
olduğu kaydedilmektedir. Bu esnada denizin, Rum tüccarlarından birine ait olan
gemiyi sahile atıp parçaladığı, Kureyşliler’in bu geminin ahşabını alarak bu enkazı
Kâbe’yi tavanlamaya tahsis ettikleri, Kıbtîlerden bir marangozun Kâbe’ye bir şekil
verdiği 1400 şeklinde birçok bilgi nakledilmiştir.
Taberî (ö. 310) de Tarih’inde Kâbe’nin yeniden inşasıyla ilgili olarak şu
farklı rivâyeti kaydetmektedir: Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile evlenmesinden on
yıl geçtikten sonra Kureyşliler Kâbe’yi yıkarak yeniden yaptılar. Bu rivâyet İbn
İshâk’ın (ö. 151) rivâyeti olup, buna göre Kâbe’nin binası Hz. Peygamber’in
doğumunun 35. yılına rastlamıştır. Kâbe insan boyunda, temeli üzerine çöküp oturan
bir bina idi. Kureyşliler Kâbe’yi daha yüksek bina yapıp ona tavan yapmak istediler.
Bunun sebebi ise şudur: Kureyş ve başka kabileden bazıları Kâbe’nin hazinelerini
soymuşlardı. Bu hazine Kâbe’nin içindeki bir kuyuda bulunuyordu.1401
1397 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/425. 1398 İbn İshâk, a.g.e, s. 83-84; İbn Hişâm, a.g.e, I/192. 1399 Taberî, Târîh, II/287. 1400 Taberî, Târîh, II/283-287. 1401 Taberî, Târîh, II/283.
323
İzarının açılması konusunda ise şu rivâyetler nakledilmektedir: Kureyşliler
Kâbe’yi yaparken taş taşıyorlardı. Kureyş’in kadınları da harç taşımaya yardım
ediyorlardı. Taşları, iki kişi, boyunlarına bağladıkları peştemallerin üzerine koyup
götürüyorlardı. Abbâs b. Abdilmuttalib de kardeşinin oğluyla, yani Hz. Muhammed
ile birlikte aynı yöntemle taş taşıyordu. Üstleri açıktı. Yanlarında insanlar olduğu
zaman peştemalle örtünüyorlardı. Abbâs, önünde Hz. Muhammed olduğu halde
yürüyordu. Üzerinde bir şey yoktu. Birden bire Hz. Peygamber yere düştü. Abbâs
hemen taşını attı ve koşarak onun yanına geldi. Hz. Muhammed gökyüzüne
bakıyordu. Abbâs: ‘Ne oldu sana?’ diye sordu. Hz. Peygamber kalktı, peştemalini
aldı ve amcasını çıplak vaziyette yürümekten men etti. Abbâs, Allah onun
Peygamberliğini izhar edene kadar “mecnun” derler korkusuyla bu konuyu insanlara
açmadı ve bekledi”1402 demektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki, Allah’ın onun
Peygamberliğini işaret edene kadar “mecnun” derler korkusuyla insanlara açmayıp
beklediği” ifadesi hadis rivâyetlerinde yer almamaktadır.
Tarih kaynaklarında Kureyşliler’in, Kâbe’nin yeniden yapımı hususunda iş
bölümü yaptıkları, kapı bölümünü Abdumenafoğulları ile Zühreoğulları’nın; el-
Haceru’l-Esved ile Rükn-i Yemanî arasını Mahzumoğulları ile Kureyşliler’e iltihak
eden bazı kabilelerin; dam kısmını Cümahoğullarıyla Sehmoğulları’nın; Hicr
bölümünü Abd b. Kusayyoğullarıyla Esed b. Abdiluzzaoğulları’nın; Hâtim tümseğini
ise Adî b. Ka’boğulları’nın üstlendiği nakledilmektedir.1403
Tarih kaynaklarında sıra el-Haceru’l-Esved’i yerine koymaya geldiğinde
kabileler arasındaki tartışmanın daha ayrıntılı nakledildiği görülmektedir: “Her
kabile: ‘Bu taşı yerine biz koyacağız!’ diyerek anlaşmazlığa düştüler. Tartışıp
1402 İbn İshâk, a.g.e, s. 58. 1403 Taberî, Târîh, II/288.
324
yeminleştiler. Savaşa hazırlandılar. Öyle ki, Abduddâroğulları kan dolu bir leğen
getirip sonra Benî Adî b. Ka’b b. Lüeyyoğullarıyla beraber ölüm üzerine sözleştiler.
Ellerini leğendeki kana batırarak yeminlerini pekiştirdiler. Bu yüzden onlara “kan
yalayıcılar” dendi. Kureyşliler bu hal üzere dört veya beş gece beklediler.”1404
Kureyşliler’in en yaşlısı olan Ebû Ümeyye b. Muğîre b. Abdillâh b. Ömer b.
Mahzûm, toplantı esnasında kalkıp: “Ey Kureyş topluluğu! Mescid-i Haram’ın
kapısından içeriye ilk girecek adamı, anlaşamadığınız bu hususta aranızda hakem
yapın. O hakemlik yapıp hüküm versin” dedi. Kureyşliler de onun dediğini yaptı.1405
Tam o sırada Hz. Muhammed, Beni Şeybe kapısından içeri girdi.1406 Kureyş’in “el-
Emîn”i büyük bir kumaşı yere sererek Haceru’l-Esved’i bizzat kendisi alıp itinayla
yerine yerleştirdi.1407 Bilâhere, kendi taşı alarak yerine yerleştirmek istedi. Ancak
oraya uzanamadığı için, ayağının altına başka bir taş koyma ihtiyacı hissetti. Bunun
üzerine Necidli bir adam, Hz. Peygamber’e üzerine çıkabileceği bir taş getirdi.
Ancak Hz. Muhammed onun getirdiği taşa çıkmadı. Bilâhere Hz. Abbâs bir taş
getirince Hz. Muhammed onun getirdiği taşın üzerine çıkarak kutsal taşı yerine
koydu.1408
Hamidullah: “Bir talih eseri olarak Hz. Peygamber oraya her zamanki gibi
çalışmaya gidiyordu ve halk arasında “el-Emîn” olarak tanınıyordu. Herkes onun
hakemliğini itirazsız kabul etti” der.1409 Hatta İbn Sa’d (ö. 230/845) cahiliye
1404 İbn Hişâm, a.g.e, I/196-197. 1405 İbn İshâk, a.g.e, s. 87. 1406 İbn Kesîr, a.g.e, III/96-97. 1407 İbn Sa’d, a.g.e, I/146; Avcı, Casim, “Kureyş (Benî Kureyş)” maddesi, DİA, Ankara, 2002,
XXVI/443. 1408 İbn Sa’d, a.g.e, I/146. 1409 Hamidullah, a.g.e, s. 14.
325
döneminde bundan başka çeşitli anlaşmazlıklarda da Peygamber’in (s.a.s)
hakemliğine başvurulduğunu kaydeder.1410
Meclisî (ö. 1110) de Kâbe’nin Mekkeliler tarafından yeniden inşası ve el-
Haceru’l-Esved’in yerine konulması hadisesini aktarır.1411 Bihâru’l-Envâr’da ayrıca
Kâbe’nin Hz. Muhammed otuz yaşındayken,1412 Ficar’dan on beş sene sonra inşa
edildiği,1413 Kureyşliler’in “Bu, el-Emîn” diyerek onun hakemliğini kabul
ettikleri,1414 Kâbe’nin inşası esnasında amcası Abbâs ile birlikte taş taşıdıkları ve Hz.
Muhammed’in hakemlik yaptığı nakledilmektedir.1415
Batılılar’ın konuyla ilgili bazı mülahazaları şöyledir: Sprenger: “Kabe
hakemliği ile ilgili olayın detaylı anlatımında kaynaklarda bir takım haberler
bulunmakla birlikte, ana hatlarıyla olayın vukuundan şüphelenmeye mahal yoktur”
demektedir.1416
Nöldeke Hz. Peygamber’in Kâbe hakemliğini anlatır: “Fakat bu hikaye
tamamen apokriftir; genel olarak, onun el-Emîn, yani güvenilir lakabını taşıdığına
dair bilgi gibi” der.1417
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Kâbe hakemliği, Hz. Peygamber’in hem
bu hem de bir lider için elzem olan toplumsal ihtilâflarda çözüm üretebilme
kapasitesini açıkça herkese göstermiştir. Burada üzerinde durmamız gereken bir
1410 İbn Sa’d, a.g.e, I/157. 1411 Meclisî, a.g.e, XV/217. 1412 Meclisî, a.g.e, XV/218; XV/264, XV/276. 1413 Meclisî, a.g.e, XV/236. 1414 Meclisî, a.g.e, XV/218. 1415 Meclisî, a.g.e, XV/264-265, (Meclisî burada Buhârî’nin Câbir b. Abdillâh’tan nakletmiş olduğu
rivâyete yer verir.). 1416 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 206. 1417 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 197.
326
husus, Hz. Peygamber, bir tevafuk neticesi ve belki daha da önemlisi şahsına ve
vereceği kararın doğruluğuna duyulan müşterek güven sonucu hakem olmuştur.1418
Ramazan el-Butî: “Biz, bu meziyeti Hz. Peygamber’in fıtratında bulunan
dâhiliğe ve yaratılışında bulunan zekiliğe hamletmekten ziyade, Allah’ın onu risâlet
ve nübüvvet yükünü taşıması için seçmesine yani peygamberliğine veriyoruz”
şeklinde tavzih etmektedir.1419
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak bazı noktalara temas etmekte
yarar görüyoruz:
Hz. Muhammed’in konuya dair vereceği hüküm bilinmiyordu. Buna rağmen
onun vereceği kararda adil olacağından emin olunabiliyor, hükmüne peşinen rıza
gösterileceği beyan ediliyordu. Bu çerçevede bu adaletin, Hz. Peygamber’in sosyal
konumunu pekiştirmede yeni bir boyut oluşturduğunu, dikkatleri onun liderlik
yeteneğine çevirdiğini söylemek mümkündür. Hz. Peygamber Mekkeliler’in tartıştığı
konuda çözüm üreterek, meselenin sorunsuz çözülmesine önemli katkıda
bulunmuştur. Bu hadiseye kadar Hz. Muhammed ile Mekkeliler arasında bu derece
yakın bağlılığın kurulduğuna dair kaynaklarda bir rivâyet mevcut değildir. Ona karşı
duyulan güven duygusu hep aynı şekilde devam etmiş, zaman bu şerefi, bu büyük
duyguyu solduramamıştır. Bu hâdise Hz. Peygamber’in zaman-zemin, ortam ve
şartlara göre karar verebilme muhakemesini, bütün halkın onun ruhundaki asaleti ve
inceliği takdir ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Böylece onun yüce
bilgeliğine, üstün zekasına ve benzersiz güvenirliliğine duyulan güven yoğunluk
kazanmıştır. Hz. Peygamber’in Kâbe’nin yeniden inşasından sonra el-Haceru’l-
Esved’in yerine yerleştirilmesi hususundaki tedbiri, onun dirâyetini ve Kureyş’in
1418 Özdemir, Mehmet, a.g.m, s. 115, 118. 1419 Bûti, a.g.e, s. 80.
327
onun dürüstlüğüne olan inançlarını göstermesi açısından da ayrı bir önemi haizdir.
Bu hâdise aynı zamanda onun uzak görüşlü, geniş ufuklu olduğunu, ne denli büyük
düşündüğünü, Hz. Peygamber’in aklî melekesini, muhakeme gücünün temayüz
ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca bu olay ferasetini ve basiretini,
insanlar üzerinde bir mehabeti ve karizmasının olduğunu göstermesi bakımından da
mühimdir.
Son olarak bu hâdisede Hz. Peygamber’in her kabilenin hakkını muhafazası
prensibine uygun hareket etmiştir, diyebiliriz. Ayrıca bu hâdise Hz. Peygamber’in el-
Emîn olarak ortaya koyduğu ictihâdî bir tasarruftur. Kısaca hakem olayı Hz.
Muhammed’in her türlü karşıtlığı çözebilme yeteneğini göstermektedir.
II. HZ. MUHAMMED’İN OLGUNLUK DÖNEMİ
A. Dinî Hayatı
1. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in Dinî Hayatı
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah farklı âyetlerde Hz. Peygamber’in risâlet
öncesi dinî hayatına temas etmektedir. İlgili âyetlerde Hz. Peygamber’in halet-i
ruhiyesine ve dinî bilgiden yoksun olduğuna işaret edilmektedir:
1. “Rabbin seni şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi?”1420 âyeti Hz.
Peygamber’in kendisine vahiy gelmeden önce içinde bulunduğu dinî hayatı hakkında
malumat sunmaktadır.
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi dinî hayatıyla ilgili olarak “dalâlet”
kelimesinin anahtar bir ifade olduğu kanaatindeyiz. Kelimenin cahiliye toplumundaki
manası ile Kur’an-ı Kerim’deki manasının birbirinden farklı olmadığını
1420 Duhâ, 93/7.
328
düşünmekteyiz. Burada şunu belirtelim ki, her kavramı kendi içinde tahlil ederek
daha isabetli ve denetlenebilir sonuçlara ulaşılması mümkündür.
“Dalâlet” kavramıyla ilgili olarak şunları ifade etmek mümkündür:
Gerek mücerret gerekse müşahhas manada yol, bu toplum için son derece
hayatî ehemmiyet arzeden bir şeydir. Zira çölde en önemli mesele, yol açmak, yol
bulmak (hidâyet) ve yoldan çıkmamaktır. Aksi takdirde, çölün ıssızlığında
kaybolmak (dalâlet) mukadder olur. Bu bölgede açılan her yol geçicidir; sürekli
kullanılan işlek bir yol yahut doğru ve düzgün açılmış bir yol oldukça nâdirdir. Zira
kervanların ayak izleriyle (eser) zorakî açılmış bir yolun kopan bir kasırgadan, bir
kum fırtınasından dağa dönüşmesi her an mümkündür. Bu tabii hâdise yolda başınıza
gelmişse, tek çare geldiğiniz yolu bulmak ve geri dönmektir. Bu takdirde Hâdî adı
verilen develerin rehberliğine ihtiyaç duyulacaktır.1421
Maddî hayatında doğru dürüst bir yol bulamamış olan bu toplum, manevî
hayatında da yolunu kaybetmişti. Hz. İbrâhîm’in Hz. İsmâîl ile birlikte, tevhid esası
üzerine tesis ettiği Hanif dininin rehberliğini kaybetmiş ve yeni bir yol arıyorlardı.
Doğru yol, toplumsal kasırgalarla kapatılmış, maddî hayatta yol gösterici konumuna
yükselen devenin yerini, manevî hayatta taş, toprak ve ağaç parçalarından ibaret
putlar almıştı.1422
Âlimler bu âyetin izahı sadedinde şu görüşleri serdetmektedirler: Yüce Allah
bu âyetlerde Hz. Peygamber’in peygamberliğinden önceki hayatında ona yaptığı
yardımlarını ve peygamberlik vererek onu hidayete erdirdiğini belirtmektedir. Diğer
taraftan âyette geçen ve “şaşırmış” diye tercüme edilen “dâllen” kelimesi, Süddî
1421 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Hdy, Snn ve Esr maddeleri, VI/4638, III/2123, I/26; Görmez,
Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, TDV Yayınları,
Ankara, 1997, s. 218-219. 1422 Görmez, Mehmet, a.g.e, s. 219.
329
tarafından “kavminin bulunduğu durumda olmak” şeklinde izah edilmiştir. Buna
göre âyetin manası şöyledir: “Seni kırk yıl kavminin durumunda bulup sana doğru
yolu göstermedi mi?” şeklinde açıklamaktadır. Diğer bazı müfessirler ise bu ifadeyi
“sapık bir kavimde mündemiç” şeklinde izah etmişlerdir. Buna göre de âyetin manası
şöyledir: “Seni sapık bir kavmin içinde bulup sana doğru yolu göstermedi mi?”1423
Hz. Peygamber de diğer Hanifler gibi inzivaya çekilir. “Tehannüs” geçirir,
rivâyetlerde buna tehannüf de denir. Bu, zihinsel bir yoğunlaşma, dalâlet içinde olan
bir arayışdır. Hz. Peygamber bir tek Allah’ın varlığından haberdardır. Kur’an’daki bu
nosyonlar cahiliye dönemindeki kullanımların İslâmileştirilmesinden ibarettir. Zira
cahiliyede devenin kaybolması “dâlle” olarak ifade ediliyor: “Seni ne yapacağını
şaşırmış halde bulduk da sana yol göstermedik mi?” manasında kullanılmaktadır.
“Dâll”, bilindiği gibi yitik, hangi yola gireceği hususunda şaşkın, yahut yanlış yola
giden sapkın manalarına gelir. “Sizin arkadaşınız sapıtmadı da azmadı da.”1424
buyrulmuş olan Hz. Peygamber hiçbir zaman akıl va dinde sapkın manasına “dâll”
olmamıştır.1425
İbn Abbâs, Hasan Basrî, Dahhâk ve Şehr b. Havşeb’den rivâyet olunduğuna
göre, bunlar âyete, “Rabbin senin nimet bilgilerinden ve şeriatın hükümlerinden
habersiz olarak bulup, seni bu bilgilere iletmedi mi?” manasını vermişlerdir. Bu
mana “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin?1426 ve “Sen daha önce gafillerden
(habersizlerden) idin”1427 âyetleriyle de anlatılanlardır. Bu, “Allah seni küçük bir
çocuk iken, marifetullahtan habersiz olarak bulup da sende akıl, hidayet ve marifet
yaratmadı mı?” demektir. Nitekim Yüce Allah bir başka âyette, “Allah sizi,
1423 Taberî, Taberî Tefsîri, Dâru’l-Hicr, Kâhire, 2001, XXIV/489. 1424 Necm, 53/2. 1425 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/280. 1426 Şûrâ, 42/65. 1427 Yûsuf, 12/3.
330
analarınızın karnından, siz bir şey bilmez halde çıkardı”1428 buyurmuştur. O halde
bu âyette geçen, “dâll” ile, “ilimde yoksun” manası kasdedilmiş olup, “yanlış
inançlara kapılmış ve sapıtmış” manası kasdedilmemiştir.1429
Yani sen, şu anda bilmiş olduğun dinin kuralları ve incelikleriyle ilgili
meseleleri daha önce bilmiyordun. Zira bunlar akılla bilinmeyip ancak vahiy yoluyla
öğrenilebilir. İşte Allah seni bunlara hidâyet etti. Dolayısıyla buradaki “Dâll” den
maksat, habersizlik ve bilgisizliktir.1430 Hz. Muhammed, Allah’a itaatten uzak,
doğrulardan sapmış bir kavim içerisinde neş’et etmişti. Allah ise onu, böyle şaşkın
bir kavim içerisinde bulup hidâyete sevketmiştir.1431
Buradaki “dâll” vasfı, onun o yıllarda yaşamaya başladığı dinî yöneliş
sürecindeki hakikat arayışının bir ifadesi olsa gerektir. Zira arayış içerisine girdiği bu
dönemde, her ne kadar aklı ve dirayetiyle putların saçmalığını hissediyor, duyduğu,
bildiği ve Mekke toplumunda bulduğu kadarıyla Hz. İbrâhîm’in dinine meylediyorsa
da, henüz vahiyden, ilim ve hidayetten yoksun, ne yapacağını, nasıl yapacağını
bilmemenin sıkıntı ve ızdırabını yaşıyor olmalıydı. Nitekim Yüce Allah bu hususu
çok açık bir biçimde dile getirir.1432
Bu âyet ancak Allah’ın vahyi ile belirlenebilen şeriattan habersiz olduğunu
gösterir. Ya da Allah’a ibadet şeklinde şaşırmıştı, nasıl ibadet edeceğini bilmiyordu.
Peygamber’in herhangi bir şekilde dalalette oluşunu yani şirk inançları ve
teamülleriyle uyum içinde hareket edip onların içinde yer aldığını reddediyorlar.
“Dâll” kavramını “şaşkın, yolunu şaşıran” şeklinde izah etmek, âyette geçen bu
1428 Nahl, 16/78. 1429 Râzî, Fahreddin, a.g.e, XXIII/216-219. 1430 Şirbinî, Hatîb, es-Sirâcu’l-Münîr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan, 2004, VIII/365. 1431 Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Meâni’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan,
2002, III/164. 1432 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 54-55.
331
şaşkınlıktan amacın; Allah’a giden yolda ve O’na en güzel kulluk şeklinde yolunu
şaşırma anlamına geldiğini gösterir. Aşağıdaki âyetlerle desteklenen de budur:
De ki: “Rabbim beni doğru yola sırat-i müstekime iletti. Dosdoğru dine,
Allah’ı birleyen İbrâhîm’in dinine. O, ortak koşanlardan değildi.” De ki: “Benim
namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun
ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ve ben Müslümanların ilkiyim.”1433 Bu
âyetler bir ölçüde Duhâ sûresindeki âyetlerin açıklaması ve yorumudur.1434
İzzet Derveze, Sîretu’r-Resûl adlı eserinde “Dâll” kavramının, müfessirlerin
dediği gibi “Rasûlullah’ın çocukluğunda ya da yolculuklardan biri sırasında başına
gelmiş bir yolunu şaşırma olayına işaret eden bir anlam içermesini” kabul
etmemektedir. O’na göre bu rivâyetler âyetin kapsamına giren Allah’ın Peygamber’e
en büyük lütfuyla bağışta bulunması olgusuyla uyum ve ahenk içinde değildir.
Âyette geçen bu şaşkınlıktan amacın; Allah’a giden yolda ve O’na en güzel kulluk
şeklinde yolunu şaşırma anlamına geldiğini gösterir.1435
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Kur’an-ı Kerim’den hareketle “dalâlet” mefhumu hakkında farklı yorumlar
yapmak mümkündür: Hz. Peygamber cahilî bir toplumda kaybolmuştu. Şu mana da
da olabilir: Hz. Peygamber cahiliyet çölünde yapayalnız bir ağaç gibiydi. Bu ağaç
meyve verebilir. Hatta bir bağ meydana getirebilme özelliğine sahiptir. Ama
nübüvvetten önce bu özellikler, fonksiyonunu icra edemiyorlardı. Şu manada da
olabilir: Allah’ın Hz. Peygamber’e verdiği kuvvetler cahiliye şartları altında ziyan
1433 En’am, 6/161-163. 1434 Derveze, İzzet, a.g.e, II/32-33. 1435 Derveze, İzzet, a.g.e, II/32.
332
olmaktaydı. "Dalâlet!”, gaflet manasında olabilir. Yani Hz. Peygamber, o
hakikatlerden ve bilgilerden gafildi. Allah bunları ona nübüvvetten sonra bildirmişti.
Bu gerçek hakkında Allah Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “Sen o (Kur’an’dan) önce
gafildin.”1436
Kur’an-ı Kerim’de dalâlet “Yanlış bir istikâmette gitmek, yanılmak” olarak
da vasıflandırılmaktadır. Dalâlet kelimesi, Kalem sûresinde bahçe sahipleri için de
kullanılmakta, “Orada meyveleri devşirilmiş bir bahçe bulunca, galiba yanlış geldik,
şaşırdık” buyrulmaktadır. Burada şaşırmak, doğruyu araştırdığı halde bir türlü
bulamamak manasındadır. Tâhâ sûresinde de “dâll” ifadesinin, “Gerçek şu ki benim
Rabbim ne yanılır, ne de unutur” buyrularak “gerçeği bilmemek” manasında olduğu
görülecektir. “Dâllen fehedâ” ifadesi esasında hakkın karşılığında her şeyin batıl
olduğunu ifade eder. Âyette de buyurulduğu üzere “Hak geldi, batıl zail oldu”
kasdedilmektedir. Burada şunu da belirtelim ki, “Nübüvvet öncesi hiçbir
peygamberin küfründen ve putlara tapmasından” söz edilmemiştir. Zira hiçbir
Peygamber’in bu anlamda dalâleti söz konusu değildir. Nitekim dinin temel
esaslarından haberdar olmayan bir insan için inançsız denmeyeceği gibi, müşrik de
denilemez. Eğer böyle bir şey olsaydı, müşrikler risâletinden sonra bu tür olayları
mutlaka dile getirerek onu daha önce kendi dinleri üzerinde olmakla itham ederlerdi.
2. “… Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin…”1437
Kitap sahibi olmak şöyle dursun, kitabın nasıl bir şey olduğunu bile
bilmezdin ve sırf kendi dirayetinle iman etmenin gerekliliğini, rükünlerini ve
şartlarını kitapla olduğu gibi bilemezdin. Zira imanın şartları arasında, yalnız akıl
yeterli olmayıp vahiy ile alınması gerekli olan noktalar vardır. Hatta şeriat gelmeden
1436 Yûsuf, 12/3, (Ayrıca bkz. Bakara, 2/228, Şuarâ, 26 /20). 1437 Şûrâ, 42/52.
333
Tevhid bilinse de imanın vacip oluşu yani mükellef tutulma ve görev, aklın değil,
şeriatın gereğine tabi olduğundan vahiysiz bilinemezdi. Kitabın ne olduğunu
bilmeyen kimsenin diğer bir şeriat ile ibadeti olabilirse de yakîni bilgisi olamaz.1438
Bu bağlamda münhasıran vurgulanması gereken, onun vahiy gelmeden önce
peygamber olacağını bilmiyor oluşudur.
3. “Biz bu Kur’an’ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa
daha önce sen bunlardan habersizdin.”1439
Yani, “Biz sana bunu vahyetmezden önce, Yûsuf ile kardeşlerinin kıssasını
bilmiyordun” demektir. Zira Hz. Peygamber bunu, ancak vahiy sayesinde
öğrenmiştir. Bazı âlimler de bu cümleyi, “Sen bundan evvel, din ve şeraitten
habersiz idin” manasına hamletmişlerdir.1440
Bu kıssadan haberin yoktu. Buna dair hiçbir bilgiye sahip değildin. Ne aklına
gelmişti, ne hayaline, ne işitmiştin ne de düşünmüştün, tamamen habersizdin. Bu ne
başka bir kaynaktan alıntı olan bir nakil, ne de senin tarafından tasavvur olunmuş
hayalî bir romandır. Senin hiç haberin yokken birden bire gaybden vahiy yolu ile
gelmiş olan gayb haberlerinden biridir.1441
4.“Sen daha önce herhangi bir kitap okumuyordun.”1442
5. “Sen, O kitabın sana bırakılacağını ummazdın. Ancak Rabbinden bir
rahmet olarak (kitap senin kalbine bırakıldı) O halde kâfirlere arka çıkma.”1443
Bizde oluşan kanaat o ki, yukarıdaki âyetlerde Hz. Peygamber’in nelere iman
edeceğini bilmediği, iman noktasında bir bilgiye sahip olmadığı kastedilmektedir.
1438 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VII/40. 1439 Yûsuf, 12/3. 1440 Râzî, Fahreddin, a.g.e, XIII/158. 1441 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, V/31. 1442 Ankebût, 29/48. 1443 Kasas, 28/86.
334
2. Hadis Rivâyetlerinde Hz. Muhammed’in (s.a.s) Dinî Hayatı
A. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Ebû Üsâme Hammâd b. Üsâme1444-Hişâm b.
Urve1445-Urve-Hatice’nin komşusu: Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’ye: “Ey Hatice!
Allah’a yemin ederim ki, ben hiçbir zaman ne lâta taptım ne de uzzaya” dediğini
işittim. Hatice buna karşılık olarak der ki: “Bırak lâtı, bırak uzzâyı” Râvî şunu ilave
ediyor ki: “İşte bu puta tapılır, sonra yatağa girilirdi.” 1446
İsnaddaki “Hatice’nin komşusu” ifadesinin mechûl olması sebebiyle rivâyet
“zayıf” tır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Arapça’yı en sathî bilenler bile anlarlar ki,
râvînin ilâve ettiği sözlerden maksat, Rasûlullah ile zevcesinin putlara tapması değil,
halkın her gece yatmadan önce bu putlara taptıklarının ifadesidir. Bunlar,
Rasûlullah’a ait olsa, rivâyette tesniye sigası kullanmak icâb ederdi. Bundan başka
rivâyette Hz. Peygamber’in lât ve uzzâya katiyen ibadet etmediği söylenmektedir.1447
“Peygamberlerin hiçbir zaman küfre sapmadığı, Allah’a ortak koşmadığı,
putlara tapmadığı açıktır. Aksini iddiâ etmek, Allah’a câhillik isnad etmek ve
Allah’ın davasına zıt bir peygamber gönderdiğini söylemektir. Zira Allah şöyle
buyurur: “Allah Peygamberliği nereye (kime) vereceğini çok iyi bilendir.”1448 Aksi
halde, haşa Allah’ın davasına zıt bir Peygamber gönderdiği iddia edilmiş olur.”1449
“Henüz doğmadan önce babasının vefat etmiş olması, babanın toplumdaki
değerlerin en önemlisi olan dini, toplumun kendisine yüklediği en önemli babalık
1444 Hammâd b. Üsâme, Ebû Üsâme (ö. 201): Hişâm b. Urve’den rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel
ve Ebû Hâtim sebt olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/146-147; Zehebî, Mîzân, I/588). 1445 Hişâm b. Urve b. Zübeyr b. Avvâm el-Esedî (ö. 145/146/147): İbn Sa’d, Iclî, Ebû Hâtim ve
Ya’kûb b. Şeybe gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/80-81;
Zehebî, Mîzân, IV/301-302; İbn Hacer, Tehzîb, XI/48-51). 1446 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/222, V/362. 1447 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, I/141. 1448 En’âm, 6/124. 1449 Bulut, a.g.e, s. 44.
335
vazifesi olarak evladına aktarmasına imkan vermemiştir. Daha sonra annesinin vefat
etmiş olması, babanın yerine aynı vazifeyi yerine getirmek durumunda olan anneye
de bu fırsatı vermemiştir. Sütannesinin yanında kaldığı ilk yıllarda dinî eğitim ve
telkin için yaşı küçük olan Hz. Peygamber’e bu yılların sonlarında da, göçebeliğin ve
çöldeki hayat şartlarının, toplumdaki dinî değerlerin yanlarında kaldığı aile
tarafından aktarılmasına imkan vermemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Buna göre
çocuklarda şuurlu bir dinî inancın uyanma ve gelişme yaşının başlangıcı olan yedi
yaşına kadar olan dönemde yaşadığı olaylar onu Mekke’den, dolayısıyla orada
yaşanan şirk ve putperestliğe dayalı dinî inanç ve ameliyelerden uzak tutmuştur.”1450
Biz inzivalarının Hz. Peygamber’in dinî hayatının önemli noktalarından biri
olduğunu düşünmekteyiz. Zira Hz. Peygamber bu dönemde Mekkeliler’in
putperestliğe dayalı dinî ameliyelerinden uzak kalmıştır.
Hz. Muhammed’in el ermez, ayak değmez bir yere tek başına “ilk inziva” ya
çekildiği günden “ilk vahy”in gelmesine kadar geçen zaman içindeki hayatına inziva
hayatı denir.1451 Zaman içinde Hz. Muhammed’in inzivaya çekilmesi sıklaşıyor ve
inzivada kalma müddeti uzuyordu.
B. Muhammed b. Ebî Hafsa1452-Zührî-Ebû Seleme1453-Câbir: “İlk vahiyde
(Hz. Peygamber’in) nefesi (heyecandan) kesildi. Hz. Peygamber’e yalnızlık
sevdirilince Hira’da kalmaya başladı. (Hz. Peygamber): ‘Hira’da iken üzerimde bir
şey hissettiğimde başımı yukarı kaldırdım ve onun yere yaklaştığını gördüğümde ise
1450 Certel, Hüseyin, a.g.m, s. 42. 1451 Daryal, Murat, İslâm’ın Doğuş ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan Tahlili, MÜİFV Yayınları,
İstanbul, 1989, s. 26. 1452 Muhammed b. Ebî Hafsa Meysere Ebû Seleme el-Basrî: Dûrî, Âcurrî, İbn Ebî Huseyme, Ali b.
Medînî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür, ancak Nesâî ve İbn Adî
zayıf olduğu belirtilmektedir. İbn Maîn Zührî’nin rivâyetlerinde zayıf olduğunu ifade etmektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VII/323; Zehebî, Mîzân, III/525-526; İbn Hacer, Tehzîb, IX/123-124). 1453 Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf b. Abdiavf ez-Zührî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir.
Ondan Yahyâ b. Ebî Kesîr nakletmiştir. İbn Sa’d ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. (İbn
Hacer, Tehzîb, XII/115-118).
336
süratle aileme geldim. “Beni örtün beni örtün” dedim. Hemen Cebrâil geldi.
Müddessir’in ilk beş ayetini (vahyetti)’ buyurdu.”1454
Rivayetin isnadında cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından ihtilafla birlikte mecrûh
görülen Muhammed b. Ebî Hafsa olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Aynî (ö. 855), Şerh’inde “tehannüs” kelimesini izah ederken “Hz.
Peygamber’in ne sûretle ibadet ettiği sorulacak olursa bunun tefekkür ve ibretten
ibaret olduğunu söyleriz” der.1455 Hadiste geçen “yetehannüsü” kelimesinin ayrıca,
“yetehannefü” anlamında olduğu belirtilmektedir.1456 Tehannüs’ün, Hz. İbrâhîm ve
bazı Peygamberlerin hak dini üzere ibadet etmeleri anlamı taşıyabileceği gibi,
tefekkür manasına gelebileceği de ifade edilmektedir. Nakillere göre, temiz bir fıtrat
ve yüksek bir fetânet üzere yaratılmış olan Hz. Muhammed vahyi tekaddüm eden
zamanlarda da tefekkür ediyordu.1457
Hadis kaynaklarında bu dönemde yaşadığı hâdiseler ve Mekke’de bir takım
varlıkların ona selam verdiği rivâyet edilir:
A. Ebû Bekr b. Ebî Şeybe-Yahyâ b. Ebî Bükeyr1458-İbrâhîm b. Tahmân1459-
Simâk b. Harb1460-Câbir b. Semure1461-Rasûlullah (s.a.s): “Mekke’de öyle bir taş
1454 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, hadis no: 36.558, VII/330. 1455 Şiblî, Mevlânâ, a.g.e, I/150. 1456 İbn Hişâm, a.g.e, I/235. 1457 Çetin, Mustafa, “Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)”, Diyanet İlmî Dergi,
1995, Cilt: 31, Sayı:1, s. 113. 1458 Yahyâ b. Ebî Bükeyr el-Abdî: Ali b. Medînî ve Yahyâ b. Maîn sika olduğunu belirtmektedir.
(İbn Hacer, Tehzîb, XI/190). 1459 İbrâhîm b. Tahmân b. Şu’be el-Horasânî (ö. 158/163/168): İbn Mübârek, Ahmed, Ebû Hâtim,
Ebû Dâvûd ve İbn Hacer gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Maîn ve Iclî, onda bir
beis olmadığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/56; Zehebî, Mîzân, I/38; İbn Hacer, Tehzîb,
I/129-131). 1460 Simâk b. Harb el-Kûfî (ö. 123): Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim’e göre sika olsa da, Ahmed b.
Hanbel hadiste muzdarip olduğunu belirtmektedir. İshâk el-Hemedânî, ‘ilmi Simâk b. Harb’den alınız’
demektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/257-258; Zehebî, Mîzân, II/232-234). 1461 Câbir b. Semure b. Cünâde (ö. 73): Ondan Simâk b. Harb rivâyet etmiştir. Abdülmelik b.
Mervân’ın hilâfeti zamanında 73 senesinde ölmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/424-425; İbn Hacer,
Tehzîb, II/39).
337
bilirim ki, peygamber olmadan önce bana selam verirdi. Şimdi de o taşı
tanıyorum.”1462
Câbir b. Semure’nin Hz. Peygamber’den naklettiği rivâyetin isnadlarını şöyle
sıralamak mümkündür:
1. Rasûlullah (s.a.s)-Câbir b. Semure-Simâk b. Harb-İbrâhîm b. Tahmân-
Yahyâ b. Ebî Bükeyr-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.1463
2. Rasûlullah (s.a.s)-Câbir b. Semure-Simâk-İbrâhîm b. Tahmân-Yahyâ b. Ebî
Bekr el-Abdî-Muhammed b. Saîd1464-Dârimî.1465
Rivayetler isnad açısından “sahih”tir.
B. Muhammed b. Beşşâr ve Mahmûd b. Ğaylân-Ebû Dâvûd et-Tayâlisî-
Süleymân b. Muâz ed-Dabbî1466-Simâk b. Harb-Câbir b. Semure-Rasûlullah (s.a.s):
“Bana Mekke’de Peygamber olarak gönderildiğim gecelerde bir taş selam veriyordu.
Şimdi onu biliyorum.” Tirmizî hadisin hasen, garib olduğunu ifade etmektedir.1467
Mubârekfûrî (ö. 1935) rivâyete savunmacı yaklaşmakta, “Nevevî’nin (ö. 676)
bu hadiseyi Hz. Peygamber’e ait bir mucize olarak değerlendirdiğini nitekim âyet-i
kerimede buyrulduğu üzere bazı taşların Allah korkusundan hareket ettiklerinin
belirtildiğini nakletmekte ve Tirmizî’nin (ö. 279), hadise “hasen-garib” dese de
Ahmed ve Müslim’in onu tahric ettiğini” kaydetmektedir.1468
1462 Tayâlîsî, a.g.e, 106; Müslim, Fedâil, 1, hadis no: 2 (2277), II/1782; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 174. 1463 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, V/95. 1464 Muhammed b. Saîd b. Süleymân b. Abdillâh el-Kûfî (ö. 220): Yahyâ b. Ebî Bukeyr’den rivâyet
etmiştir. Ya’kûb b. Şeybe, Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/353-354; İbn Hacer, Tehzîb, IX/188-189). 1465 Dârimî, Mukaddime, 4, I/12. 1466 Süleymân b. Muaz ed-Dabbî: Simâk b. Harb’dan rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî
ve İbn Mürre gibi âlimler tarafından zayıf olarak görülmüştür. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/213-214). 1467 İbn Ebî Şeybe, Musannef İbn Ebî Şeybe fî’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr, Dâru’l-Fikr, 1989, VII/424; Ahmed
b. Hanbel, a.g.e, V/105; V/89; Tirmizî, Menâkıb, 5, hadis no: 3624,V/592-593. 1468 Mubârekfurî, a.g.e, X/77-78, 1995.
338
C. Ali b. Ebî Tâlib’den rivâyet edilen diğer bir hadiste ağaçların ve dağların
selamından bahsedilmektedir:
Abbâd b. Ya’kûb el-Kûfî-Velîd b. Ebî Sevr-es-Süddî-Abbâd b. Ebî Yezîd1469-
Ali b. Ebî Tâlib: “Mekke’deyken Nebî ile beraber şehrin kenar bölgelerine doğru
çıktık. Yanından geçtiğimiz her ağaç ve taş Hz. Peygamber’e ‘es-Selâmü aleyke yâ
Rasûlallah’ diyordu.” Tirmizî rivâyetin hasen, garib olduğunu belirtmektedir.1470
Ali b. Ebî Tâlib'in naklettiği rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Ali b. Ebî Tâlib-Abbâd b. Ebî Yezîd-İsmâîl es-Süddî1471-Velîd b. Ebî Sevr
el-Hemedânî-Ferve.1472
Tirmizî (ö. 279) bu hadis hakkında garîb hükmünü vermiştir. Hadisin
senedindeki Velîd b. Abdillâh b. Ebû Sevr zayıf bir râvîdir.1473 Abbâd b. Ebî Yezîd
ise mechûldür. Râvîsinin mechûl olması sebebiyle bu rivâyetler “zayıf”tır.
Burada şunu belirtelim ki, rivâyetlerin muhteva açısından birbirinden farklılık
arzettiği ve rivâyetlerde farklı zaman dilimlerinin yer aldığı görülmektedir. Bazı
rivâyetlerde “nübüvvet öncesi” selamlama aktarılırken, diğer rivâyetlerde
“Peygamber gönderildiği gecelerde” bazı rivâyetlerde “zaman verilmeksizin
Mekke’de ağaç ve taşların selamladığı” ifade edilmektedir. Bu nedenle rivâyetler
ızdırabdan hâlî değildir. Tirmizî’nin rivâyet için “hasen-garib” ifadesini kullanması
da onun rivâyete ihtiyâtla yaklaştığını göstermesi bakımından önemlidir. Bütün bu
1469 Abbâd b. Ebî Yezîd: Mechûldür. (Zehebî, Mîzân, II/378; İbn Hacer, Takrîb, I/394). 1470 Tirmizî, Menâkıb, 6, hadis no: 3626, V/593; Ebû Nuaym, a.g.e, s. 171-172; Beyhakî, a.g.e, II/153-
154. 1471 İsmâîl b. Mûsâ el-Fezârî (ö. 245): Kûfeli olup Tirmizî ondan rivâyet etmiştir. İbn Ebî Hâtim,
saduk olduğunu, Nesâî, onda bir beis olmadığını ifade etmektedir. İbn Hibbân es-Sikât’ta hata
yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/134; Zehebî, Mîzân, I/251-252; İbn Hacer, Tehzîb,
I/335-336). 1472 Dârimî, a.g.e, Mukaddime, 4, 1/12. 1473 Zehebî, Mîzân, IV/340-341; İbn Hacer, Takrîb, II/333.
339
rivâyetler, onun Peygamberliğine risâlet öncesinden argümanlar ve alâmetler
arayışının sonucudur, denilebilir.
3. Tarih Kaynaklarında Dinî Hayatı
Halebî (ö.1044), Hz. Ali’den naklen, Peygamberimiz’e: “Hiç puta ibadet ettin
mi?” diye sorulduğunu, Hz. Peygamber’in, “Hayır” diye cevap verdiğini, yine “Hiç
şarap içtin mi?” diye sorulduğunda, Hz. Peygamber’in de, “Hayır” diye cevap
verdiğini kaydediyor.1474
İnziva hayatıyla ilgili olarak erken dönem tarih kaynaklarında daha teferruatlı
malumat sunulmaktadır: Hz. Peygamber’in her yıl Hira dağında bir ay kalarak orada
ibadet ve tefekkür ile meşgul olduğu,1475 zaman zaman hanımı Hz. Hatice’yi de
beraberinde Hira’ya götürdüğü,1476 azık olarak yanına çok az miktarda süt,
kurutulmuş et veya zeytinyağı ile kuru ekmek aldığı, bunlar tükenince evinden
yenisini tedarik edip tekrar mağaraya döndüğü,1477 orada gündüzleriyle birlikte üç
gece, yedi gece ve hatta bir ay kalıp ibadetle meşgul olduğu,1478 Hz. Peygamber’in
tenhada uzlete çekilmeyi çok sevdiği, Allah’ın kendisine vahiy gönderme zamanı
yaklaştığında, uzlet yaşantısını daha da sevmeye başladığı1479 şeklinde birçok bilgi
aktarılmıştır.
İlk tahannüs yapanın Abdulmuttalib olduğu kaydedilmektedir. Kureyş’ten
(bazı kimseler) Ramazan gelince Hira’ya gider, ayın sonuna kadar oradan ayrılmaz,
kendilerini ziyarete gelenleri ve fakirleri doyururlardı. Hz. Peygamber’in de, bu
1474 Halebî, a.g.e, I/204. 1475 İbn İshâk, a.g.e, s. 100; İbn Hişâm, a.g.e, I/236. 1476 Taberî, a.g.e, II/300. 1477 Belâzûrî, a.g.e, I/116; İbn Hacer, a.g.e, XII/12; Aynî, a.g.e, XXIV/128. 1478 Belâzûrî, a.g.e, I/116; Halebî, İnsânu’l- Uyûn, I/381. 1479 İbn Kesîr, a.g.e, III/12.
340
şekilde tahannüs yaptığı nakledilmektedir.1480 Kureyşliler, Ramazan ayı sona erince
Hira’dan aşağı inerler ve Kâbe’yi bir hafta tavaf etmeden evlerine girmezlerdi. Hz.
Muhammed’in de, tehannüsten sonra Kâbe’yi tavaf ettiği aktarılmaktadır.1481
Tarih kaynaklarında da bu dönemde Rasûllullah’a taş ve ağacın: “Es-selâmü
aleyke yâ Rasûlallah!” dediği, Rasûlullah’ın etrafına, sağına, soluna ve arkasına
baktığı, taş ve ağaçtan başka bir şey görmediği, Rasûlullah’ın bu keyfiyette Allah’ın
takdir ettiği kadar bir müddet kaldığı, sonra Cebrâîl’in Allah’ın ikrâmından ona
getirdikleri ile Ramazan ayında Hira’da ona geldiği kaydedilir.1482 Süheylî (ö. 581):
“Taşların selam vermesinin, işte o yerlerde yerleşen ve oralarda yaşayan meleklere
izâfe edilmiş olması da muhtemeldir” der.1483 Bu rivâyette taşın ilk Peygamber
olarak gönderildiği günlerde kendisini selemladığı nakledilmektedir. Süheylî:
“Sanıldığına göre, bu taş el-Haceru’l-Esved idi” diye yorumlamaktadır.1484
Süheylî’nin rivâyetlere savunmacı yaklaştığı görülmektedir.
Şîî kaynaklarda Hz. Muhammed’in inziva hayatından bahsedilmekte, vahiy
aldığı sene inziva esnasında yanında Hatice, Ali b. Ebî Tâlib’in ve onlara hizmet
eden hizmetçilerin olduğu1485 nakledilmektedir. Şu kadar var ki, erken dönem
kaynakların hiç birinde Ali b. Ebî Tâlib’in inziva hayatına atıfta bulunulmamaktadır.
İnziva hayatı daha önce de belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber’in dinî hayatının
önemli bir noktasını oluşturmaktadır. Her yıl bir ay boyunca yaşanan bu zâhidâne
hayat, genel olarak mağarada tefekkür, varlık âleminden, yaşanan hayattan ders ve
ibret alma şeklinde gerçekleşmiş olmalıdır. Nitekim İbn Hişâm (ö. 213-218), konu ile
1480 Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamidullah, Mısır, 1959, I/84, 105. 1481 Belâzurî, a.g.e, I/63. 1482 İbn Hişâm, a.g.e, I/234-235; İbn Sa’d, a.g.e, I/157. 1483 Süheylî, a.g.e, I/152. 1484 Süheylî, a.g.e, I/152. 1485 Meclisî, a.g.e, XV/233.
341
ilgili rivâyette bu ibadet tarzını ifade için kullanılan “tehannüs” kelimesini
“tehannüf” yani, “hanifleşme” olarak anlamaktadır.1486
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, kaynaklarda Hz. Peygamber’in inziva
hayatına çekilme sebepleriyle ilgili farklı görüşler serdedilmektedir: “Hz.
Peygamber’in bu yıllarda evlenip bir aile sahibi olduğu, ekonomik problemlerini
çözmüş, yetişkinlik döneminin sonlarından orta yaş dönemine geçmekte olduğu
görülmektedir. Öte yandan bilimsel olarak, yetişkinlik döneminin ikinci yarısından
itibaren ise kişide dinî ilginin arttığı ve ruhî hayatta bir derinleşmenin olduğu ifade
edilmektedir.”1487
Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Kâbe onarımında yaptığı
hakemliği ve el-Haceru’l-Esved’i yerleştirmesini ondaki dinî şuurun uyanışına bir
sebep ittihaz etmektedir.1488 Sürdürdüğü bu inziva hayatı esnasında Peygamber’in
(s.a.s) dinî düşünce ve anlayışının ulaştığı kemal ile ilgili pek fazla bir bilgimiz
bulunmamaktadır. Kendisi buraya her yer çekilip kapandığına göre, rûhî-mânevî bir
sükûnet ve tatmin bulduğu düşünülebilir.1489
Her yıl bunu tekrar etmesine bakacak olursak bu tatbikatın kendisini pek
hoşnut bıraktığı neticesine varırız. Birbiri arkasına beş yıl bu dünya hayatından, aile
ve çocuklar da dahil, çekilip yılda tam bir ay onun inzivaya kapandığını, ibadet ve
tefekkürle vakit geçirdiğini, ve belki de kâinatı yaradanın kim, insan hayatından
beklenen hedef ve gayenin ne olduğunu, öldükten sonra neler olacağını ve buna
benzer şeyleri düşündüğünü tahmin etmekteyiz.1490
1486 İbn Hişâm, a.g.e, I/235. 1487 Geniş bilgi için bkz. Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara, 1993, s. 281-288. 1488 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/72. 1489 Hamidullah, a.g.e, I/74. 1490 Hamidullah, Resûlullah Muhammed, ter. Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 45-46.
342
“Hz. Muhammed’in İslâm öncesi yaşamında ahlâkî duyarlılığın çok üst
seviyede olduğunu görmemiz yanında, toplumun ahlâken düzelmesi cihetinde de
kendince çözümler aradığını tespit etmekteyiz. Kâbe’yi ve Mekke’yi kuş bakışı
tarassut edebildiği Hira mağarasına zaman zaman çıkması ve burada düşüncelere
dalması, Mekke toplumunun tefessüh ettiği yaşantısından kaçmak kadar, toplumun
düzelmesi için neler yapılabileceği cihetinde tefekkür etmek içindi, denilebilir.”1491
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Bize göre, inzivaya çekilmesinin sebebi olarak şunları ifade etmek
mümkündür: Mekke’de İbrâhîm’in (a.s) oğlu İsmâîl’in (a.s) tebliğ ettiği tek tanrı
inancından küçük küçük kalıntıların kaldığı muhakkaktır. Nitekim Haniflik bunun en
önemli argümanıdır. Hanifler’in her birisi kendi iç şuurunun ışığında hakikati
arıyordu. Hz. Peygamber de Mekke’de tıpkı bir Hanif gibi yaşamış, münzevî bir
yaşamı seçmiştir. Düşünmüş, olayları tahlil etmiştir. Yaşadıkları bozuk ortamda
halkın sıkça bir araya geldiği yerlerden uzak durmaya çalışmış ve putlara
tapmamıştır. İnziva hayatı, Hz. Peygamber’in düşünce dünyasında önemli ölçüde bir
gelişme ve olgunlaşmanın gerçekleştiğini gösterir. Bununla birlikte, nübüvvete yakın
dönemlerde vuku bulan bu uzletçi davranışlar psikolojik açıdan, ondaki nübüvvet alt
yapısı olarak okunabilir. Kısacası inziva hayatıyla ona yalnızlık sevdirilmiş,
karşılaşacağı vahiy hâdisesinden önce yalnızlaştırılarak bu keyfiyeti kaldırabilecek
hale getirilmeye çalışılmıştır, denilebilir. Fakat yine de, bir beşer olarak Hz.
Peygamber’in, beşer üstü bir tecrübeye psikolojik olarak tam anlamıyla hazır hale
1491 Yıldırım, Enbiya, “Hz. Peygamber Örnekliğinde İnanç-Ahlâk Bütünlüğü”, yay. haz: Mahfuz,
Söylemez, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozyumu, İslamî İlimler Dergisi Yayınları, Çorum,
2007, s. 96.
343
geldiğini söylememiz mümkün değildir. Zira ilk vahiyde onun yaşadığı korku tarihen
sabittir.
Hz. Peygamber müşriklerin âdetlerinden de daima uzak kalmıştır. O, tarihte
cahiliye çağı adı verilen bir dönemde faziletli bir insan olarak yetişmiştir. Aslında
inziva hayatı, manevî yönlerden biraz daha yukarılara çıkma, biraz daha fazla ahlâkî
bir yücelme gücü, huzura ya da sevince ya da kayıtsızlığa veya hiç değilse, daha saf,
daha berrak dünyalar hayal etme yeteneğine doğru bir atılım yapabilmek için gerçek
ve fiziksel dünyadan kendini kurtarma gücüdür.
Onun alanı insan ruhudur. Onun evreni, insanî dünyanın sınırlarını
aşmamıştır. Onun yönelmiş olduğu ortam sosyal değil dinîdir; kendi benliklerinin
derinliklerine ulaşma derecesinde mühim bir noktaya ulaşmış ve manevî bir
yenilenme sayesinde ruhun temizlenmesi hedeflenmiştir. Hz. Muhammed’in inziva
hayatını “kendi kendine doğuşun ilk basamağı” olarak nitelendirmek mümkündür.
“Billurlaşmak, yaşadığını hissetmek için” inziva hayatına çekilmiştir.
Vakaların düzensizliği içerisinden katıksız, saf unsurları bulup çıkarmak,
düzensizlikten ahenge, hayatın dış görünüşünden özüne varmak: İşte gayesi buydu
artık. Burada kendini tanıma isteğiyle harekete geçen bir insandan başka bir şey
değildir. Eşsiz bir ruh içtenliği sayesinde, insanın en yüce şeklini aradı ve ona
ulaşmaya çalıştı. Onu kendi vicdanının derinliklerinde, insanın ancak kendini
yaralayarak inebileceği derinliklerde aradı, sordu, soruşturdu. Örnek bir ahlakî deha
olarak, amansız bir ciddilik, acımasız bir sertlikle, kayıtsız şartsız bir şekilde eşeleyip
durdu ruhunu: Bu ilkel imajı dünyasal kabuğundan çekip çıkarabilmek ve her
birimizin çabalarının yöneldiği bir gaye olarak insanın Allah’a daha çok benzeyen ve
344
daha yüce şeklini bütün insanlığa gösterebilmek için yaptı bunu. Zira insan Allah’a
ancak yapayalnızken yaklaşabilir.
Ayrıca her zaman ve dönemde insanlar, kutsallığı özlemek zorunda
kalacaklardır. Zira insanlığın din duygusu bu yüce manevi şekle hiç durmadan
ihtiyaç duyacaktır.
Batı’da Hz. Muhammed’in dinî hayatıyla ilgili bazı mülahazalar şöyledir:
Emile Dermenghem Hz. Peygamber’in, müşriklerin bayram ve ayin toplantılarına
katıldığını belirtmektedir. O, bu konuda şöyle bir rivâyet nakletmeyi de ihmal
etmemektedir: “Mekkeliler bir gün en-Nahle vadisinde bir bayram gününde
toplanmışlar; uzza putu şerefine ayin yapıyorlardı. Mekke’nin bütün kabileleri ve
mensupları bu bayram yerine gelmiş, merasime katılmışlardı. Hz. Muhammed de bu
bayrama beyaz bir koyun keserek katılmıştı.1492
Dermenghem, Hz. Peygamber’e bakışı değiştirecek böylesine önemli bir
rivâyet için kaynak göstermemektedir. Oysa sîret ve hadis kaynakları,
Peygamberliğinden ne önce, ne de sonra Hz. Peygamber’in hiçbir şekilde putlara
tapmadığını, şirk merasimlere iştirak etmediğini, hatta putlar için kesilen
hayvanlardan bile yemediğini açıkça göstermektedir.1493
Başta Nöldeke olmak üzere pek çok oryantalist, Hz. Peygamber’i vahiy
öncesi dönemde putperest gösterme temayülündedirler. Şayet o böyle bir tutum
içinde bulunmasaydı ve keyfiyet oryantalistlerin iddia ettikleri gibi olsaydı, İslâm’ı
tebliğe başladıktan sonra Hz. Peygamber putları ve putperestliği kötülerken, hem
inananlar ve hem de karşıtlar tarafından “İyi de sen daha düne kadar onlara
1492 Dermenghem, Emile, Hz. Muhammed ve Risâleti, çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yayınları, İstanbul,
1997, s. 80. 1493 Kara, Seyfullah, “Hz. Peygamber’e Karşı Oryantalist Bakış ve Bu Bakışın Kırılmasında
Metedolojik Yaklaşımın Önemi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 23, Erzurum,
2005, s. 158.
345
tapıyordun, secde ediyordun, kurban kesiyordun, onlar o zaman iyi idiler de şimdi mi
kötü oldular?” şeklinde bir itirazla karşılaşır ve bu da tabii olarak Kur’an’a ve diğer
kaynaklara yansırdı. Hâlbuki böyle bir şeyin yansımanın izlerine
rastlanmamaktadır.1494
Hakemliğini takib eden beş yıl zarfında, Muhammed hakkında, inzivayı
sevmesinden ve bu maksatla bazen yalnız, bazen Hatice ile birlikte Hira’daki bir
mağaraya inzivaya çekildiğinden başka bir şey bilmiyoruz” diyen Weil, onun,
büyükbabası Abdulmuttalib’in örnekliğini takib ederek tüm Ramazan ayı boyunca
dindar davranışlarda bulunduğunu, dinî teemmüllere dalarak vakit geçirdiğini,
burada, döneminde hâkim olan çeşitli dinler hakkında tefekkürde bulunduğunu,
onların eksikliklerini keşfettiğini kaydeder ve vahye tekaddüm eden keyfiyeti şöyle
özetler: “…Eski Ahid’de İbrâhîm’de bulduğumuz hanif inancını vücuda getirdiği
hissine kapıldı. Muhammed refleksiyon yoluyla bu noktaya ulaştıktan sonra, artık
canlı fantazisini uzun süre tutamadı ve kısa süre sonra bazen rüya ya da coşkun bir
ruh halinde ilâhî vahiyle, bunu ona hakikat olarak tanıtan, kabul ettiren bir melek
görmek zorunda kaldı. Böyle bir kendini aldatma Muhammed’e makuldur; zira daha
önceden o bir saralı olarak zamanına uygun bir şekilde önyargılı olarak şeytana
tutulmuş sayılırken, şimdi kolayca bu bilinçsizlik muhtemelen sık sık büyük
hareketlilikten sonra, herhangi bir önemli soru konusunda doğaüstü meleklerle
yaşamayı hamletmeyi, içinde yaşadığı ruh halinin ilahî vahiyden başka bir şey
olmadığını kavrayabilmiştir.” 1495
Kanaatimizce, Weil’in öne sürdüğü bilgiler mesnedsiz iddialardan öte bir şey
değildir. Sara hastası olduğuna dair iddiaların Batı’da dahi kabul edilmediği
1494 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 206. 1495 Sarıçam, Özdemir, Erşahin, a.g.e, s. 192.
346
günümüzde, Hz. Peygamber’in bilinçsiz bir halet-i ruhîye içinde olduğunu söylemek
doğru bir yaklaşım değildir.
Batılı yazarlardan Andrae, Hira mağarasında kendi başına yapılan ibadetler
bize daha çok Suriye Hıristiyanlığı’nın çileli uygulamalarını hatırlatır. Suriye
dindarlığında manastırda geçirilen hayat ideal hayat sayılırdı. Keşiş olmayan
Hıristiyanlar bile zaman zaman en azından bir süreliğine kusursuz bir hayat sürmek
için inzivaya çekilmeyi severlerdi. Çok Tanrılı dinlerde de aynı ibadet şeklinin
olduğunu gösteren örnekler de yok değildi. Arbela’lı keşiş Habel’in, henüz bir
putperest olduğu zamanlarda bile sürüyü terk edip “bir mağarada oturduğu ve
dünyanın hiçliği ve değersizliği üzerine hayallere gömüldüğü söylenir.” Bu
paragrafta en dikkat çeken husus elbette ki Hz. Peygamber’in tehannüsünü Suriye
Hıristiyanları’na benzetmesidir. Bu keyfiyet, Andrae’nin Hz. Peygamber’in
Hıristiyanlar’dan etkilendiği tezinin alt yapısı görünümünü vermektedir.1496
Şu kadar var ki Batılılar genel olarak, bu konuda temel kaynaklarda yer alıp
sened ve metin açılarından tartışmalı bilgilere dayanarak konuyu
değerlendirmektedirler. Hâlbuki Hz. Peygamber’in, putlara tapan Mekkeli müşrikler
arasında yaşamasına rağmen putperestliğe ilgi duymadığı ve Arapların izlediği yolun
yanlış, taptıkları putların ve dinî teamül adına yaptıkları işlerin boş olduğunu anladığı
bilinmektedir.
1496 Armağan, Bekir, Tor Andrae’nin Eserinde Hz. Muhammed, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara,
2012, s. 56.
347
B. Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar
1. Hadis Rivâyetlerinde Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar
A. Hz. Peygamber’in bu arayış döneminde görmüş olduğu rüyalar, kendisine
bir hayli yardımcı olsa gerektir. Hz. Âişe’nin verdiği bilgilere göre, bu rüyalar vahyin
başlangıcını oluşturmaktadır: “Rasûlullah’a vahyin ilk başlangıcı uykuda gördüğü
sâlih (sâdık) rüyalardır. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi çıkmış olmasın.
Sonra o yalnız kalmaktan hoşlanmaya başladı. Bu nedenle o, Hira mağarasına1497
çekilir, günler ve geceler boyunca ibadet eder, beraberinde götürdüğü yiyeceği
tükenince, gider ailesinden yiyeceğini alır ve aynı şekilde tekrar ibadetine
dönerdi.”1498
Hz. Âişe’den nakledilen rivâyetin diğer bir isnadı şöyledir:
1. Âişe-Urve b. Zübeyr-İbn Şihâb-Yûnus b. Yezîd1499-Abdullâh1500-Ebû Sâlih
Selemûye1501-Muhammed b. Abdülazîz b. Ebî Rizme1502-Saîd b. Mervân1503-İbn
Şihâb-Ukayl-Leys-Yahyâ b. Bükeyr.1504.1505
1497 Mekke’nin kuzeydoğusunda Kâbe’ye yaklaşık 5 km. uzaklıktadır. Cebel-i Nûr adıyla da bilinir.
İnsanlara en doğru yolu gösteren vahiy nûrunun bu dağdaki bir mağaraya inmiş olmasından dolayı bu
adı aldığı sanılmaktadır. Muhammed Hamidullah ise geceleyin yollarını kaybedenlere yardım etmek
amacıyla üzerinde ateş yakılmış olabileceği ihtimalini ileri sürmekte ve ismi “yollarını kaybedenlere
doğru yolu gösteren” anlamında yorumlamaktadır. (Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi,
I/73). İçindeki boşluk, bir kişinin başı tavana değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar
yükseklikte ve yere uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır. (Günel, Fuat, “Hirâ” maddesi, DİA,
İstanbul, 1997, XV/121). 1498 Buhârî, Bed’u’l-Vahy 2, I/3; Müslim, İman, 252, I/139-140. 1499 Yûnus b. Yezîd b. Ebî’n-Necâd el-Eylî (ö. 159): Zührî’den rivâyet etmiştir. Veki’ye göre sû-i
hıfz (hafızası kötü) olsa da, Fadl b. Ziyâd, Iclî, Nesâî, Ya’kûb b. Ebî Şeybe ve Ebû Zür’a gibi birçok
âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Maîn, Zührî’den (rivâyette) insanların en sebti olduğunu
ifade etmektedir. (Zehebî, Mîzân, IV/484). 1500 Abdullâh b. Recâ’ el-Mekkî: Yûnus b. Zeyd’den nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Ebû Zür’a,
İbn Hibbân ve İbn Sa’d gibi bir çok âlim tarafından sika olarak görülmüştür, ancak Sâcî onun
münkerlerinin olduğunu ifade eder. Ahmed ve Yahyâ’nın ise onun hakkında ihtilâf ettiği
belirtilmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/63; Zehebî, a.g.e, II/421; İbn Hacer, a.g.e, V/ 211). 1501 Ebû Sâlih Selemûye: İbn Mübârek’in mevlâsıdır. İsmi Süleymân’dır. Ebû Zür’a, Medineli
olduğunu ve ma’ruf olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/133). 1502 Muhammed b. Abdilazîz b. Ebî Rizme Ğazvân el-Yeşkurî (ö. 241): Ebû Hâtim, Nesâî,
Dârekutnî ve Mesleme sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/12; İbn Hacer,
Tehzîb, IX/312-313).
348
Rivayetin isnadındaki Abdullâh b. Recâ’ ve Yahyâ b. Bükeyr ihtilafla birlikte
mecrûh görüldüğünden bu rivâyet “hasen”dir.
B. Tirmizî bu hadisi kısmen Hz. Âişe’den şöyle rivâyet etmiştir:
El-Ensârî İshâk b. Mûsâ1506-Yûnus b. Bükeyr el-Ensârî-Muhammed b.
İshâk1507-Zührî-Urve-Âişe: “Allah onu şereflendirmeyi ve onunla kullara rahmeti
murad ettiği zaman, Rasûlullah’a ilk vahiy başlamış, gördüğü her rüya sabahın
aydınlığı gibi apaçık zuhûr etmiştir. Rasûlullah, Allah’ın dilediği zamana kadar,
sâdık rüya görme hali üzere kaldı. Sonra kendisine halvet (tenhada yalnız başına
kalmak) sevdirildi. Ona yalnızlıktan daha sevimli bir şey de gelmiyordu.” Tirmizî,
bu, hasen-garib bir hadis değerlendirmesini yapmaktadır.1508
Bize göre, halvetin sevdirilmesinin nedeni, beşerin dostluğundan ayırmak,
örfteki alışkınlıkları unutturmaktır. Hattâbî kalbin sükunu için, beşerin
alışkanlıklarından koparmak için yalnızlığın sevdirildiğini söylemiştir. Yalnızlık, Hz.
Peygamber’in risâletten önceki ibadetiydi. Aynî (ö. 855), Hz. Peygamber’in bazı
Peygamberlerin şeriatları üzerine olduğunu nakleder.1509 Ancak her ne kadar bazı
Peygamberlerin dini üzere olduğu iddia edilse de gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerekse
sahih rivâyetlerde bu türden bir bilgiye rastlamak mümkün değildir.
1503 Saîd b. Mervân b. Ali Ebû Osmân el-Bağdâdî (ö 252): Muhammed b. Abdülazîz b. Ebî
Rizme’den rivâyet etmiştir. Hatîb saduk olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, IV/80-81). 1504 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu kaydetmektedir. İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Hacer, Tehzîb, II/237-238). 1505 Buhârî, Tefsîri’l-Kur’ân, (Alak), 96, V/87. 1506 İshâk b. Mûsâ b. Mûsâ b. Abdillâh b. Mûsâ b. Abdillâh b. Yezîd el-Ensârî (ö. 244): Hatîb,
Ebû Hâtim ve İbn Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/166; İbn Hacer,
Tehzîb, I/251). 1507 Muhammed b. İshâk b. Muhammed b. Abdirrahmân b. Abdillâh b. Müseyyeb (ö. 236):
Sâlih, İbn Kâni’ ve İbrâhîm b. İshâk es-Savvâf sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/263; İbn Hacer, Tehzîb, IX/37-38). 1508 Tirmizî, Menâkıb, 6, hadis no: 3632, V/596. 1509 Aynî, a.g.e, I/63-74.
349
2. Tarih Kaynaklarında Vahiy Öncesinde Gördüğü Nakledilen Rüyalar
Konu erken dönem tarih kaynaklarında da yer almaktadır. İbn İshâk: (ö. 151)
“Allah, Hz. Peygamber’in izzet ve şerefinin, insanlar için bir rahmet olmasını murad
ettiği zaman, peygamberlik alâmeti olarak ilk zuhûr eden şey, rüyada gördüğü bir
şeyin aynen sabah aydınlığı gibi zuhûr etmesiydi. Hz. Peygamber bu halde, -Allah’ın
dilediği kadar- bir müddet kaldı. Daha sonra Allah ona yalnızlığı sevdirdi. Yalnızlığı
o kadar çok seviyordu ki, ona tek başına yalnız kalmaktan daha sevimli gelen hiçbir
şey yoktu” diye aktarmaktadır.1510
Tarih kaynaklarında hadis kaynaklarından farklı olarak İbn İshâk’ın söylediği
“Peygamberlik alâmeti olarak ilk zuhûr eden şey” ifadesi yer almaktadır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, Hz. Âişe’nin burada sözünü ettiği
rüyaların, Hz. Peygamber’e henüz vahy ve risâlet verilmezden önce, Hira’daki uzlet
günlerinde ve daha önce gördüğü rüyalar olduğu anlaşılmalıdır. Risâlet arefesinde
onun gördüğü bu sâdık rüyalar, onu vahye ve risâlete hazırlamaktaydı. Tabiri caiz ise
bu rüyalar vahyin zeminini ya da alt yapısını oluşturmaktaydı. Böylece Hz.
Peygamber’e kalb, ruh ve zihin açısından güven telkin ediliyordu, denilebilir.1511
Bu bağlamda Hz. Peygamber’e vahyin ilk şekillerinin böylesi rüya ve tebşîrât
diye nitelendirilen bazı gösterge ve alâmetlerle başlayıp da, direkt olarak aniden
melek ve ilk önce açıkça vahiy ile başlamaması, beşer gücünün bunu kaldıramayacak
olması yüzündendir. Şu halde Hz. Âişe’nin en azından o aşamadaki nebevî rüyalara
vahy demesini bizâtihi vahy olarak değil de vahy öncesi hazırlama, vahye ısındırma
şeklinde anlamamız daha doğru olacaktır. Dolayısıyla, neler gördüğü ve nasıl gün
1510 İbn İshâk, a.g.e, s. 176, 188. 1511 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 55.
350
ışığı gibi ortaya çıktığı hakkında hiç mâlumâtımız olmayan vahy öncesindeki bu
rüyaları vahy olarak değerlendiremeyiz.1512
Bu hâdiseyi ilâhî bir iletişim olarak okumak mümkündür. Bu ilâhî iletişimin
daha çok Hz. Peygamber’in kalbine ilhâm ve ilka şeklinde cereyan ettiği
anlaşılmaktadır. Aslında vahyin bir çeşidi sayılabilecek ilhâm, bildirilmesi istenen bir
şeyin bir defada veya süratle elçinin kalbine ilka edilmesidir. Yine ilhâm, Allah
tarafından, Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir irşâd ve işâret olabileceği gibi, ona
uykuda veya uyanıkken herhangi bir vizyonun gösterilmesi şeklinde de
olabilmektedir.1513
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak bazı noktalara temas etmekte
yarar görüyoruz:
Yüce Allah, nübüvvet öncesinde Hz. Peygamber’e bazı işaret ve ilhâmlar
vermektedir. Hz. Peygamber’in vahiy öncesi gördüğü rüyaları ilhâm olarak
değerlendirmek uygun olacaktır. Zira Hz. Peygamber nübüvvetten sonra bu rüyalara
hiç değinmemekte, sahabeye bu rüyaları tebliğ etmemektedir. Eğer bu rüyalar vahiy
olsaydı muhakkak onu tebliğ ile emrolunacaktı. Zira Yüce Allah: “Sana düşen yalnız
tebliğ etmektedir” 1514 buyurmaktadır. “Tebliğ etmezsen risâlet görevini yapmamış
olursun” âyeti de Hz. Peygamber’in vahyi tebliğ zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Vahiy öncesi rüyalar vahye alıştırma süreci gibidir. Verilen ağır vazifenin
yerine getirilmesi için bir hazırlık temrini. Artık vahyin kapısı aralanmış, hakikat
perdesinin açılacağı, vahye yakın zamanlar gelmiştir. Bu rüyalar, haberi olmaksızın
kendi içinde gelişen yeni bir hayatın tohumudur.
1512 Erul, Bünyamin, a.g.e, s. 55-56. 1513 Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Doktora Tezi, Ankara, 1996, s. 178-179. 1514 Şûrâ, 42/48.
351
C. İlk Vahyin Gelmesi
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili kuşkusuz en önemli hâdise
ilk vahyin gelmesidir. İlk vahiyle ilgili metinlerde oldukça önemli ihtilâflar
mevcuttur. Hz. Peygamber’e, vahyin kaç yaşında geldiği, ilk inen âyetler, vahyin
uykuda mı, yoksa uyanıkken mi geldiği, İlk vahiy esnasında yaşanan tecrübe ve bu
tecrübesinden sonra Hz. Peygamber’in gösterdiği reaksiyon hususunda farklı
anlatımların kaydedildiği görülmektedir.
1. Hadis Rivâyetlerinde İlk Vahiy
A. Cebrâîl’in ilk vahyi getirmesiyle ilgili olarak Abdurrazzâk’ın naklettiği
rivâyette şu bilgilere rastlamaktayız: Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “Cebrâîl, Hz.
Peygamber’e -Hira’da bulunduğu son gece sabaha karşı- risâlet vazifesini iletti ve
abdest almayı, namaz kılmayı öğretti. Sonra Alak sûresinin ‘Yaratan Rabbi’nin
adıyla oku!’ meâlindeki ifadelerle başlayan ilk beş âyetini vahyetti.”1515
Zührî’nin nakletmiş olduğu rivâyetin diğer bir isnadı şöyledir:
1. Nebî (s.a.s)-Zeyd b. Hârise-Üsâme b. Zeyd-Urve-İbn Şihâb-Ukayl-İbn
Lehîa1516-Ebû Osmân b. Sâlih-Ali b. Osmân b. Sâlih-Ebû Ca’fer Muhammed b.
Abdillâh et-Tâcir.1517
İsnadında cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından ittifakla zayıf görülen İbn Lehîa
bulunduğundan bu rivâyet klâsik hadis usûlü bakımından “zayıf”tır.
B. Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Hasen-İbn Lehîa (Abdullâh)-Ukayl b.
Hâlid1518-İbn Şihâb-Urve-Üsâme b. Zeyd-Zeyd b. Hârise-Nebî (s.a.s): “Hz.
1515 Abdurrazzâk, a.g.e, V/321-324. 1516 Abdullâh b. Lehîa b. Ukbe b. Fir’an b. Rebîa b. Sevbân el-Hadramî (ö. 74): Abdulkerîm b.
Abdirrahmân, Nesâî, İbn Maîn ve Muhammed b. Sa’d zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, V/179-181; Zehebî, Mîzân, II/475-483; İbn Hacer, Tehzîb, V/373-379). 1517 Hâkim, a.g.e, III/217.
352
Peygamber’e vahiy açıktan geldiği günde, Cebrâîl Hz. Peygamber’e abdest almayı ve
namaz kılmayı da öğretti. Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı. Edep yerlerine su
serpti.”1519
İbn Lehîa’nın durumu sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
Kaynaklarda İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren namaz ibadetinin mevcut
olduğu ve beş vakit namaz farz kılınmadan önce sabah ve akşam olmak üzere günde
iki vakit namaz kılındığı belirtilmektedir. Kur’an’daki bazı âyetlerin1520 bu iki
namaza işaret ettiği görüşünde olanlar da vardır.1521 Vahyin başlangıç döneminde-
bazı kaynaklara göre Müddessir sûresinin 1-3. âyetleri nâzil olunca –Cebrâil, Hz.
Peygamber’i Mekke’nin yakınlarındaki bir vadiye götürmüş, orada fışkıran su ile
önce kendisi, sonra Resûl-i Ekrem abdest almış, ardından Resûlullah’a namaz
kıldırmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber sevinçli bir şekilde eve gelmiş, Hz.
Hatice’nin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde onunla birlikte abdest alıp
iki rek’at namaz kılmışlardır.1522 Üç yıl kadar süren gizli davet ve daha sonraki açık
davet döneminde Resûl-i Ekrem evinde, ıssız dağ eteklerinde, öğle tenhalığı
sırasında Harem’de namaz kılmıştır. Zaman zaman Hz. Ali’yi de yanına alarak
Mekke dışındaki vadilerde akşam namazını kıldığı ve hava karardıktan sonra
döndüğü nakledilir.1523
Kur’an-ı Kerim’de abdestle ilgili hükmü açıklayan, “Ey inananlar! Namaza
kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başlarınızı meshedin ve
1518 Ukayl b. Hâlid el-Eylî: Yahyâ b. Maîn tarafından sika olarak görülmüştür. Ma’mer’den önce
vefat etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/58-59; Zehebî, Mîzân, III/89). 1519 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, IV/161; Dârekutnî, Ali b. Ömer, es-Sünen, Dâru’l-Mehasin li’t-Tıbâa,
Kâhire, 1966, I/111. 1520 Tâhâ, 20/130; Mü’min, 40/55. 1521 Zebîdî, a.g.e, II/279. 1522 İbn Hişâm, a.g.e, I/243-244. 1523 Yaşaroğlu, M. Kâmil, “Namaz” maddesi, DİA, İstanbul, 2006, XXXII/351.
353
topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın” 1524 meâlindeki âyet, Medine döneminde nâzil
olmuştur. Namazın ise Mekke döneminde Mirac gecesi farz kılındığı, Cebrâil’in Hz.
Peygamber’e namaz ve abdesti öğreterek birlikte abdest alıp namaz kıldıkları ve söz
konusu âyetin nüzûlünden önce asla abdestsiz namaz kılınmadığı, siyer âlimlerinin
üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Abdestin ilgili âyetle farz kılındığı, daha
önceleri ise namaz için abdest almanın mendub olduğu yolundaki münferid görüşler
bir yana, bütün Müslüman âlimler abdestin Cebrâîl’in öğretmesiyle Mekke’de
namazla birlikte farz kılındığını, zikredilen âyetin de mevcut bir hükmün
ehemmiyetine binaen teyit ve takriri mahiyetinde olduğunu kabul ederler.1525
Elmalılı Hamdi Yazır da abdestin Mekke’de namazla beraber farz kılındığını
belirtmektedir.1526
Kanaatimizce, Cebrâîl’in ilk vahiyde, Hira mağarasında, Hz. Peygamber’in
abdest alması, Cebrâîl’in Hz. Peygamber’e abdesti emretmesi, Cebrâîl ile iki rek’at
namaz kılması, Hz. Peygamber’in kendi avret mahalline su serpmesi hususları sahih
rivâyetlerde yer almamaktadır. Bu nedenle bu bilgilere ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
C. Ali b. Mesher1527-Ebî İshâk eş-Şeybânî1528-Abdullah b. Şeddâd b. Hâd1529:
Cebrâîl, Rasûlullah’a (s.a.s) indi. ‘Oku’ dedi. (Hz. Peygamber): ‘Ne okuyayım?
deyince (Cebrail) Onu kucakladı. Ona: ‘Oku! Yaratan Rabbi’nin adıyla oku’ dedi.
(Hz. Peygamber) Hatice’ye kalk dedi ve gördüğü şeyi ona anlattı. (Hatice) Varaka b.
1524 Mâide, 5/6. 1525 Şener, Abdülkadir, “Abdest” maddesi, DİA, İstanbul, 1989, I/69. 1526 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, III/170. 1527 Ali b. Mesher el-Kureşî (ö. 189): Ebî İshâk eş-Şeybânî’den rivâyet etmiştir. Iclî, Ebû Zür’a,
Nesâî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VI/263-264; İbn Hacer, Tehzîb, VII/383-384). 1528 Ebû İshâk eş-Şeybânî Süleymân b. Ebî Süleymân (ö. 129): Abdullâh b. Şeddâd b. Hâd’dan
rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, Iclî ve İbn Abdilberr sika olduğunu belirtmektedir. (İbn
Hacer, Tehzîb, IV/197-198). 1529 Abdullâh b. Şeddâd b. Hâd el-Leysî (ö. 81/82): Tâbiûn’un büyüklerindendir. Ondan Ebû İshâk
eş-Şeybânî rivâyet etmiştir. Iclî, Hatîb, Ebû Zür’a, Nesâî, İbn Sa’d ve İbn Hibbân gibi birçok âlim
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/95; İbn Hacer, Tehzîb, V/251-252).
354
Nevfel’e gitti. Bu durumu ona zikretti. (Varaka): ‘Eşin onu hazarda gördü mü?”
deyince (Hatice): ‘Evet’ dedi. (Varaka b. Nevfel): ‘Muhakkak senin eşin nebidir ve
ümmetinden ona bela isâbet edecektir’ dedi.”1530
Abdullâh b. Şeddâd bir tâbiîdir. Dolayısıyla rivâyet maktudur. Sahabî kaynağı
bilinmemektedir.
D. Ubeydullâh-İsrâîl1531-Ebû İshâk1532-Ebû Meysere1533: Rasûlullah “Yâ
Muhammed” diye kendisine seslenildiğini işitince hızlıca (oradan) ayrıldı. Hatice’nin
yanına geldi. Bu hususu Hatice’ye anlattı: ‘Birşeyin aklımı karıştırmış olmasından
korkuyorum. Daha önce görmediğim bir şeyin aniden ortaya çıktığında bana
seslendiğini işitiyorum’ dedi. (Hz. Muhammed) cinlerin kendisine seslenmesinden
korkmaktaydı. Hatice: ‘Allah sana bunu asla yapmaz. Muhakkak sen doğru söylersin,
emâneti (sahibine) iade edersin ve akrabanı ziyaret edersin. Bu böyle olamaz’ dedi.
(Hatice) Ebû Bekr’e gitti. O, cahilîyede de onun arkadaşıydı. Ebû Bekr onun elinden
tutup Varaka’ya götürdü. (Varaka): ‘Bu (durum) nedir?’ dedi. Hatice’nin
anlattıklarını ona anlattı. (Sonra) (Hz. Peygamber) Varaka’ya geldi. Bu (durumu) ona
zikretti. Varaka: ‘(Onu) görüyor musun?’ diye sorunca (Rasûlullah): ‘Hayır’ dedi.
Fakat aniden ortaya çıktığında bana seslendiğini işitiyorum ama bir şey görmüyorum
dediği anda (Hz. Peygamber) oradan kaçarak uzaklaşmak (istedi). (Varaka): ‘Böyle
1530 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, Meğâzî, hadis no: 36.554, VII/329. 1531 İsrâîl b. Yûnus b. Ebî İshâk es-Sebîî (ö. 262): Harb, Ebû Hâtim, Yahyâ b. Maîn, Iclî, Ahmed b.
Hanbel, Ya’kûb b. Şeybe, Nesâî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür,
ancak İbn Berâ’, İbn Hazm ve Ya’kûb b. Şeybe onun zayıf olduğunu ifade ederler. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, II/256-257; Zehebî, Mîzân, I/208-210; İbn Hacer, Tehzîb, I/261-263). 1532 Ebî İshâk es-Sebîî: Amr b. Abdillâh b. Ubeydullâh (ö. 126/27/28/29): Ondan İsrâîl b. Yûnus
rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Nesâî, Iclî, Ebû Hâtim ve Ahmed b. Hanbel gibi birçok âlim tarafından sika
olarak görülmektedir. Aynı şekilde Hüseyn el-Kürâbîsî ve Ebû Ca’fer et-Taberî ve İbn Medînî İlel’de
müdellisler içinde onu da zikretmiştir. İlim ehlinden bazıları, onun ihtilât ettiğini belirtmektedir. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VI/315-316; Zehebî, Mîzân, III/270; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/63-67). 1533 Ebû Meysere: Amr b. Şürahbil el-Hemedânî (ö. 63): Ondan Ebû İshâk es-Sebîî rivâyet etmiştir.
İbn Hibbân ve İbn Maîn sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/307-308; İbn Hacer,
Tehzîb, VIII/47).
355
yapma. Onu duyduğunda söylediklerini işitinceye kadar sabit kal’ dedi. (Melek)
ortaya çıktığında ‘Ya Muhammed!’ diye nidâyı işitti. (Hz. Peygamber): ‘Buyur!’
dedi. (Melek): ‘Eşhedü ella ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve
rasûlüh’ dedi ve Fatiha sûresini sonuna kadar okudu. Varaka gelince bunu ona da
anlattı. Varaka ona: ‘Müjdeler olsun! Müjdeler olsun! Müjdeler olsun! Sen İsa
Peygamber’in Ahmet adında geleceğini müjdelediği peygambersin. Ben şahitlik
ediyorum ki sen Ahmet’sin. Ben şahitlik ediyorum ki sen Muhammed’sin ve şahitlik
ediyorum ki, sen Rasûlullah’sın. Sen savaşla emrolunacaksın. Savaşmakla
emrolunursan ve ben de hayatta olursam seninle beraber muhakkak savaşırım’ dedi.
(Bir müddet sonra) Varaka öldü.” 1534
Ebû Meysere bir tâbiîdir. Dolayısıyla rivâyet maktû’dur. Sahaba kaynağı
bilinmemektedir.
Rivâyetlere baktığımızda İbn Ebî Şeybe’de (ö. 235) yer alan metinlerde
farklılıkların olduğu görmekteyiz. İbn Asâkir (ö. 571), bu rivâyetin munkatı’
olduğunu ifade etmektedir.1535
Şu kadar var ki, sahih rivâyetlerde bu hususlar yer almamaktadır. Bu nedenle
bu bilgilere ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
Hadis ve tarih kaynaklarında Varaka b. Nevfel’in Müslüman olduğuna dair
sarih bir ifade bulunmamaktadır.
İslâm âlimleri Varaka’nın Müslüman olup olmadığı hususunda ihtilâf
etmiştir. Süheylî (ö. 581), İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî (ö. 643), Nevevî (ö.676), İbn
Kayyim el-Cevziyye (ö.751), onun İslâm’ı benimsediği kanaatindedir. Hatta Bikâî,
Varaka’nın ilk erkek sahâbî olduğuna dair ‘Bezlü’n-nush ve’ş-şefeka li’t-ta’rîf bi-
1534 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, VII/329-330. 1535 İbn Asâkir, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan, Târîhu Medîneti Dimeşk, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995/1998,
LXIII/7.
356
suhbeti’s-Seyyid Varaka’ adıyla bir eser te’lif etmiştir. Ancak İbn Abdülber onu
sahâbeden kabul etmediği için eserine almamış, İbn Hacer (ö. 852) de Taberî (ö.
310), Ebü’l-Kâsım el-Begavî, İbn Kâni’ ve İbnü’s-Seken’in Varaka’yı sahâbe
arasında zikretmelerini tartışılır bulmuştur.1536
Varaka, Hz. Peygamber’in vahiy aldığı ilk günlerde onun durumunu doğru
teşhis etmekle birlikte muhtemelen yeni Peygambere imanını açıkça ifade edecek bir
tebliğ ortamı meydana gelmeden ölmüştür. Zira kendisinin Resûl-i Ekrem’in veya
Müslümanların yanında bulunduğuna, Müslümanlığını gösteren herhangi bir amel
ortaya koyduğuna dair bir bilgiye rastlanmamıştır. Nitekim Resûlullah’ın, kendisine
iman eden Varaka’yı cennette ipek elbiseler içinde gördüğünü söylediğine dair
rivâyetler zayıf kabul edilmiştir.1537 Varaka da kendiliğinden tevhid inancına
ulaştıkları için cennete gidecekleri kabul edilen fetret ehlinden sayılmıştır. Varaka
bazı rivâyetlere göre, Hz. Peygamber’le görüşmesinden kısa bir süre sonra
(muhtemelen fetret dönemi içinde) vefat etmiştir.1538
Bize göre, bu zaman diliminde Hz. Peygamber’in davet vazifesi yoktur.
“Kalk da uyar!” emri gelince risâlet vazifesi başlamıştır. Dolayısıyla Varaka’nın
sahabe olarak zikredilmesi tutarlı değildir.
E. Yahyâ b. Bükeyr1539-Leys1540-Ukayl1541-İbn Şihâb-Urve b. Zübeyr-Âişe:
“Allah’ın elçisine ilk vahiy, uykuda iken sâdık rüya (sâlih rüya) ile başlamıştır.
1536 İbn Hacer, el-İsâbe, III/633. 1537 İbn Asâkir, a.g.e, LXIII/7; İbn Hacer hadisin munkatı olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, el-
İsâbe, III/634, 635). 1538 Erul, Bünyamin, “Varaka b. Nevfel” maddesi, DİA, İstanbul, 2012, XLII/517-518. 1539 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu belirtmektedir. İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Hacer, Tehzîb, II/237-238). 1540 Leys b. Sa’d b. Abdirrahmân el-Fehmî (ö. 175): Ukayl’dan rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, Ahmed
b. Hanbel, İbn Ebî Huseyme, İshâk b. Mansûr, İbn Medînî, Iclî ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir,
357
Onun her gördüğü rüya sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonra kendisine
yalnızlık sevdirildi. Artık Hirâ mağarasında ibadet ediyor, azık almak için evine
geliyor ve tekrar aynı mağaraya dönüyordu. Nihayet Allah’ın Rasûlü, Hira
mağarasında bulunduğu bir sırada vahiy geldi. Ona melek gelip: ‘Oku!’ dedi. O da:
‘Ben okuma bilmem’ cevabını verdi. Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: O zaman melek
beni alıp tâkatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: ‘Oku’ dedi. Ben de yine:
‘Ben okuma bilmem’ dedim. O, beni yine tâkatım kesilinceye kadar sıktı ve sonra
yine ‘Oku’ dedi. Ben de yine: ‘Ben okuma bilmem’ dedim ve beni tekrar alıp üçüncü
defa sıktı. Ve beni bıraktıktan sonra: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı
pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku ki, senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten,
insana bilmediğini öğreten, bol kerem ve ihsan sahibidir’1542 dedi. Bu âyetleri alan
Allah’ın Rasûlü, yüreği titreyerek eşi Hatice’nin yanına geldi ve: ‘Beni örtünüz’
dedi. Korkusu geçinceye kadar onu örttüler. Sonra başına gelen olayı eşine anlatarak:
‘Kendimden korkuyorum’ dedi. Bunun üzerine eşi: ‘Allah’a yemin ederim ki,
Rabbin seni hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen akrabanı gözetirsin, aciz olanların
ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, misafiri ağırlar, hak yolunda halka yardım edersin’
diyerek onu teselli etti. Bundan sonra Hatice, Rasûlullah’ı alıp amcasının oğlu
Varaka b. Nevfel’e götürdü. Bu zat cahiliye çağında Hıristiyan olmuştu. İbranice’yi
bilir ve İncil’den nasibi nisbetinde bir şeyler yazardı. O günlerde gözleri kör idi.
Hatice, Varaka’ya: ‘Amca oğlu! dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor?’ dedi.
Varaka: ‘Kardeşimin oğlu ne var?’ deyince, Rasûlullah başından geçeni anlattı.
ancak Yahyâ b. Maîn ve Ezdî, semada gevşek olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/244-245; Zehebî, Mîzân, III/423; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/459- 465). 1541 Ukayl b. Hâlid el-Eylî: Osmân b. Affân’ın mevlasıdır. Ondan Leys rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim
ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. Ma’mer’den önce vefat etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IV/58-59; Zehebî, Mîzân, III/89). 1542 Alak, 96/1-5.
358
Bunun üzerine Varaka: ‘Gördüğün, Allah’ın Mûsâ’ya indirdiği Namus-i Ekber’dir.
Keşke davet günlerinde genç olsaydım da, kavminin seni çıkaracakları zamanı
görseydim’ dedi. Rasûlullah: ‘Onlar beni çıkaracaklar mı?’ diye sordu. O da: ‘Evet,
senin gibi bir şey getirmiş, yani vahiy tebliğ etmiş hiçbir kimse yoktur ki, düşmanlığa
uğramasın. Şayet senin davet günlerinde yetişirsem, sana yardım ederim’ diye cevap
verdi. Çok geçmeden Varaka vefat etti.”1543
Rivâyetin isnadında ihtilafla birlikte mecruh görülen Yahyâ b. Bükeyr
bulunduğundan bu rivâyet “hasen” dir.
Hz. Âişe rivâyetinin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk.1544
2. Âişe-Urve b. Zübeyr-İbn Şihâb-Yûnus1545-İbn Vehb1546-Ebû Tâhir Ahmed
b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Serh1547-Müslim.1548
3. Âişe-Urve-Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk-Muhammed b. Râfi’1549-
Müslim.1550
4. Âişe-Urve b. Zübeyr-İbn Şihâb-Ukayl b. Hâlid-Leys-Şuayb b. Leys1551-
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys1552-Müslim.1553
1543 Abdurrazzâk, a.g.e, V/322; Ahmed b. Hanbel, a.g.e, VI/120; Buhârî, Bed’ü’l-Vahiy, 3, I/3-4. 1544 Abdurrazzâk, a.g.e, V/321-323. 1545 Yûnus b. Yezîd b. Ebî’n-Necâd (ö. 159): Zührî’den ve İbn Vehb’den rivâyet etmiştir. Vekî’ ve
Ma’mer zayıf olduğunu belirtmektedir, ancak Fadl b. Ziyâd sika olduğunu ifade etmektedir. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IX/304-306; Zehebî, Mîzân, IV/484; İbn Hacer, Tehzîb, XI/450-452). 1546 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî: (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan
Ebû Tâhir b. Serc aktarmıştır. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî, Ahmed b. Ebî Bekr ve
Ebû Zür’a gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Nesâî ve Sâcî semada mütesâhil
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer,
Tehzîb, VI/71-74). 1547 Ebû Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Serh (ö. 249/255): Ondan İbn Vehb rivâyet
etmiştir. Bakî b. Mahled, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, oğlu Amr b. Ebî Tâhir, Ya’kûb el-Fesevî, İbn Bahîr,
Ali b. Hasen b. Halef b. Kadîd, İbn Yûnus ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/22; İbn Hacer, Tehzîb, I/64). 1548 Müslim, İman, 73, hadis no: 252, I/139-142. 1549 Muhammed b. Râfi’ b. Ebî Zeyd (ö. 245): Ondan Abdurrazzâk rivâyet etmiştir. Nesâî, Ebû
Zür’a ve Müslim b. Haccâc sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/338-339; İbn
Hacer, Tehzîb, IX/160-162). 1550 Müslim, İman, 73, hadis no: 253, I/142.
359
5. Âişe-Urve-Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk-Ahmed b. Hanbel- Abdullâh.1554
6. Âişe-Urve-İbn Şihâb-Ukayl-Leys-Abdullâh b. Yûsuf1555- Buhârî.1556
Râvîleri hakkında cerh-ta’dîl imamlarının müsbet kanaatleri bulunduğundan
bu rivâyetler klasik hadis usûlü bakımından “sahih”tir.
7. Âişe-Urve b. Zübeyr-İbn Şihâb-Yûnus b. Yezîd-Abdullâh1557- Ebû Sâlih
Selemûye1558-Muhammed b. Abdilazîz b. Ebî Rizme1559-Saîd b. Mervân1560 ve İbn
Şihâb-Ukayl-Leys-Yahyâ b. Bükeyr.1561.1562
8. Âişe-Urve-Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk-Abdullâh b. Muhammed1563-İbn
Şihâb-Ukayl-Leys-Yahyâ b. Bükeyr.1564
1551 Şuayb b. Leys b. Sa’d b. Abdirrahmân el-Fehmî: (ö. 199): Babasından rivâyet etmiştir. Ondan
oğlu Abdülmelik işitmiştir. İbn Hibbân ve Hatîb sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb,
IV/355-356). 1552 Abdülmelik b. Şuayb b. Leys b. Sa’d el-Fehmî: (ö. 248): Ebû Hâtim, Nesâî ve İbn Hibbân sika
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/418; İbn Hacer, Tehzîb, IV/245). 1553 Müslim, İman, hadis no: 254, I/142. 1554 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, VI/ 232-233; (Ahmed b. Hanbel’de yer alan rivâyette de fetret-i vahiyden
bahsedilmekte, Rasûlullah’ın hüzünlendiğinde dağın zirvesine çıktığı, kendisini atmak için çıktığında
Cebrail’in (a.s) ona seslendiği rivâyet edilmektedir). 1555 Abdullâh b. Yûsuf et-Tinnîsî (ö. 218) Ebû Hâtim, Iclî, Buhârî, İbn Adî ve İbn Yûnus gibi
âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/255-256; Zehebî, Mîzân, II/528;
İbn Hacer, Tehzîb, VI/86-87). 1556 Buhârî, Tefsir, 3, (Alak sûresi), V/89. 1557 Abdullâh b. Muâz b. Neşît es-San’ânî (ö. 181): Abdurrazzâk onu tekzîb etse de, Hişâm b.
Yûsuf, Yahyâ b. Maîn, Müslim, İbn Adî, İbn Hibbân ve Ebû Hâtim gibi birçok âlim tarafından sika
olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/214; Zehebî, Mîzân, II/506; İbn Hacer, Tehzîb, VI/37-
38). 1558 Ebû Sâlih Selemûye: İbn Mübârek’in efendisidir. İsmi Süleymân’dır. Ebû Zür’a Medineli
olduğunu ve ma’ruf olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/133). 1559 Muhammed b. Abdilazîz b. Ebî Rizme (ö. 241): Ebû Sâlih Selemûye’den rivâyet etmiştir. Ebû
Hâtim, Mesleme ve İbn Hibbân gbi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VIII/12; İbn Hacer, Tehzîb, IX/312-313). 1560 Saîd b. Mervan: O, İbn Saîd el-Ezdî: İsâm b. Beşir’den ve Katâde b. Fudayl’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Ebî Birrahâ’ işitmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/66-67). 1561 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu belirtmektedir. İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Hacer, Tehzîb, II/237-238). 1562 Buhârî, Tefsîri’l-Kur’ân, I, 96. Sûre, V/87; (Buhârî rivâyetin devamında vahyin kesintiye
uğradığını rivâyet eder ve şu isnadı verir: Muhammed b. Şihâb- Ebû Seleme b. Abdirrahmân- Câbir b.
Abdillâh el-Ensârî-Rasûlullah (s.a.s): “Şöyle diyerek vahyin kesintiye uğramasını anlattı: “Ben
yürüyordum. Gökten bir ses işittim. Bakışımı yukarı kaldırdım. Bana Hira’da gelen melekti. Yerle gök
arasındaki bir kürsînin üzerinde oturuyordu. Korktum ve döndüm. “Beni örtün, beni örtün!” dedim.
Sonra Allah, Müddessir sûresi ilk beş âyeti indi.” Ebû Seleme dedi ki: Cahiliyede putlara taparlardı.
Sonra vahye tâbi olundu.” ).
360
Rivâyetlerin isnadlarında ihtilâfla birlikte mecrûh görülen Yahyâ b. Bükeyr
bulunduğundan bu rivâyetler klasik hadis usulü bakımından “hasen” dir.
Vahiy türleri naslardan hareketle şöyle sıralanmıştır: 1. Sâdık rüya: Allah’ın
doğrudan veya melek vasıtasıyla rüyada peygamberlere ve salih insanlara birdirdiği
vahiy 2. Cebrâil’in aslî suretinde Peygamber’e görünerek tebliğ ettiği vahiy. Hz.
Muhammed’e Hira mağarası’nda iken gelen vahiy bu türdendir.1565
Vahyin ilk olarak nasıl indirilmeye başlandığını bize en güzel şekilde anlatan
Hz. Âişe rivâyetidir. O, bu rivâyetinde şunları söylemiştir: “Allah’ın elçisine ilk defa
vahiy sâdık rüya yoluyla gelmeye başlamıştır…”1566 Hz. Âişe’den rivâyet edilen bu
rivâyet, vahyin ilk defa sâdık rüyalarla başladığını ortaya koymaktadır.1567
Klasik şerhlerimizde sâdık rüyayla ilgili şu görüşler serdedilmektedir: Sâdık
rüya nübüvveti müjdelemek içindir. İbn Abbâs’tan gelen rivâyette Peygamberler’in
rüyaları vahiydir.1568 İbn Battal (ö. 449) da, Peygamberler’in rüyasının vahiy
olduğunu ifade eder.1569 Aynî (ö. 855), ilk vahyin rüya olduğunu nakleder.1570
Ancak burada şunu hemen belirtelim ki, vahyin bu şekliyle hiçbir Kur’an sûre
veya âyetinin nâzil olmadığı ifade edilmektedir.1571 Peygamberliğin ilk müjdeleri
kabul edilen ve altı ay süren bu rüyaları gördüğü süre zarfında Hz. Muhammed,
yalnız kalmayı tercih ediyor ve Hira’da tefekküre dalıyordu.1572 Sâdık rüyalar,
1563 Abdullâh b. Muhammed b. İbrâhîm b. Osmân b. Havvasitî el-Absî: Ondan Buhârî rivâyet
etmiştir. İbn Hacer ve Zehebî, hafız olduğunu söylemiştir. (Ruvâtü’t-Tehzîbeyn, s. 3575 (Şamile’den
nakledilmiştir.)). 1564 Buhârî, Ta’bîr, 1, VIII /67-68. 1565 Yavuz, Yusuf Şevki, “Vahiy” maddesi, DİA, İstanbul, 2012, XLII/441. 1566 Demirci, Muhsin, Vahiy Gerçeği, MÜİF Yayınları, İstanbul, 1996, s. 164. 1567 Demirci, Muhsin, a.g.e, s. 181. 1568 Aynî, a.g.e, I/63, 1308. 1569 İbn Battâl, a.g.e, I/36-37. 1570 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1571 Demirci, Hüseyin, a.g.e, s. 182, (Ebû Şuhbe, el-Medhal, s. 61; Mennâu’l-Kattân, Mebâhis, s.
37’den naklen). 1572 Sarıçam, İbrahim, a.g.e, s. 59.
361
peygamberlik görevine başlamak üzere olan veya yeni başlamış bulunan Hz.
Muhammed’in Allah tarafından yetiştirilmesi, telkine tabi tutulması olarak izah
edilebilir.1573
Burada şunu da belirtelim ki, ulema arasında genel kabulün Hz. Âişe
rivâyetinde de ifade edildiği gibi vahyin sâdık rüya ile başladığı, ancak ilk inen
âyetlerin Alak sûresinin ilk beş âyeti olduğu görülmektedir.
Bize göre, vahiy ile sâdık rüyayı birbirinden ayrı mütâlaa etmek uygun
olacaktır. Bu meyanda şunu belirtelim ki, hicretin birinci yılında Mescid-i Nebevî
tamamlandıktan sonra Müslümanların ibadete nasıl çağırılacağının müzakere edildiği
günlerde Abdullâh’a rüyasında ezanın sözleri bildirildi. Sabahleyin Hz. Peygamber’e
giderek rüyasını anlattı. Peygamber, “Bu sâdık bir rüyadır” dedikten sonra ezanın
sözlerini Bilâl’e öğretmesini emretti.1574 Bu rivâyet sâdık rüyanın sadece
peygamberlerle sınırlı olmadığını göstermesi bakımından mühimdir.
İlk vahiyle ilgili olarak klâsik şerhlerde şu bilgiler aktarılmaktadır: “Bu hadis
sahabe mürsellerindendir. Bu olayı Âişe görmemiştir, ancak Nevevî (ö. 676), Şâfiî
(ö. 204) ve Cumhur onu Hz. Peygamber’den işittiğini ifade eder. Aynî (ö. 855),
hadisin muttasıl müsned hükmünde olduğunu belirtir.1575 Nevevî : “Sahabe mürseli
bütün âlimlerin nezdinde huccet ve argümandır” demektedir.1576 Zebîdî (ö. 893) ise:
“ ‘kale’ yerine ‘kultu’ rivâyetinin de bulunması ve ondan sonra “Kâle feahazenî”
buyrulması, hadisin merfû olduğuna işarettir. Bakılınca da öyle olması gerekir. Zira
1573 Yazgan, Hatice Kübra, Rüya’nın Vahyiliği, (Basılmamış Lisans Tezi), Ankara, 1999, s. 19. 1574 Ahmed b. Hanbel, IV/42-43; Fayda, Mustafa, “Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe” maddesi, DİA,
İstanbul, 1988, I/144 1575 Geniş bilgi için bkz. Aynî, I/55-66. 1576 Nevevî, a.g.e, I/ 227-233.
362
Hz. Âişe vahyin keyfiyetini Peygamber’den işitmese nereden bilecek?”
demektedir.1577
“Mâ ene bi-kâriin” ifadesi hususunda farklı görüşler serdedilmektedir: “Ben
okuma bilmem” ifadesi, âlimlerden bazılarına göre istifhâmiyye, bazılarına göre
nâfiyyedir.1578 “Mâ ene bi-kâriin” ifadesi, (okuma bilmem) İbn İshâk’ın (ö. 151/768)
rivâyeti’nde “Ne okuyayım?” Ebî Esved’in Megâzî’sinde “Nasıl okuyayım?”
şeklindedir.1579 Tîbî, ise onun “Ben okuyan değilim” manasında olduğunu ifade
etmektedir.1580 “Ben okuma bilmem” nâfiyyedir. Onun istifhâmiyye olduğunu
söyleyenler hata etmiştir.1581
Ebû Nuaym’ın (ö. 430) Delâil’inde ve Zübeyr b. Bekkâr’ın rivâyetinde
“İsa’ya gelen namustur” ifadesi yer alır. Ancak isnadda yer alan Abdullâh b. Muâz
zayıftır.1582 “İz yehrucuke” ifadesi, Buhâri’nin Ta’bir’inde “Hîne yehricuke” şeklinde
yer alır. Tehannüs, “Teabbüd” demektir. Bu cümle Zührî’nin (ö. 124) kavlinden bir
müdrectir. Buna Buhârî’nin (ö. 256) tefsirinde Yûnus-Zührî tarikinden gelen rivâyet
delâlet eder.1583 Süheylî (ö. 581): “Tehannüs kendini temize çıkarmak ve İbrâhîm’in
dini üzere olmak demektir” der.1584 Yûnus ve Ma’mer’in rivâyetinde “İncil’den
İbranice yazıyor” ifadesi yer alırken, Müslim (ö. 261)’deki rivâyette “Arapça kitap
yazıyor” şeklinde kaydedilmektedir. İkisi de sahihtir. Zira Varaka İbranice dilini de
yazar, Arapça’yı da bilir.1585
1577 Zebîdî, a.g.e, I/11. 1578 Nevevî, a.g.e, I/ 227-233. 1579 Aynî, a.g.e, I/63, 1308. 1580 İbn Hacer, a.g.e, I/22-24. 1581 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1582 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1583 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1584 Geniş bilgi için bkz. Aynî, a.g.e, I/55-66. 1585 Aynî, a.g.e, I/63-74.
363
Aynî (ö. 855); “Hz. Peygamber’in korkması, cinlerden korkması ve
gördüğünün kâhinlerin işlerinden olabileceği, kavminin eza etmesinden, kavminin
onu öldürmesinden v.s.den korkması manasınadır” der. Ancak âlimlerin bu görüşlere
itiraz ettiğini de rivâyet eder.1586
Gerçekten “kendimden korktum” bu ifadedeki korkunun manası üzerine,
ulema bir çok görüş ileri sürmüştür: Ebû Bekr el-İsmâîlî bu korkunun kendisine
gelenin Allah tarafından gönderilen bir melek olduğuna dair zarurî bir ilim hasıl
olmadan önce olduğuna kail olmuştur. Hz. Peygamber’e en ağır gelen şey
kendisinden mecnun diye bahsedilmesi olmuştur. “Nübüvvet yükünün altından
kalkamayacağımdan ve bu yükün ağırlığını çekemeyeceğimden korktum” demek
istemiştir. Sonra Yüce Allah, Hz. Peygamber’in korkusunu giderdi ve ona kuvvet,
kudret, sebat ve ismet nimeti ihsan etti. “Rasûlullah kavminin kendisini
öldüreceklerinden korkmuştur.” Bu görüş Süheylî’ye (ö. 581) aittir. “Bunda şaşılacak
bir şey yoktur. Zira Hz. Peygamber de bir insandır. Bütün insanların korktuğu gibi
öldürülmekten ve de şiddetli eziyete uğramaktan korkmuş olabilir. Sonra Allah
korkusunu, ona her türlü korkuya sabretmeyi güzel göstermiş ve kalbine her türlü
kuvvet ve şecaati celbetmiş olabilir” bu görüş ise Aynî’ye (ö. 855) aittir.1587
F. Abdullâh b. Yûsuf-Leys-Ukayl-İbn Şihâb-Ebû Seleme1588-Câbir b.
Abdillâh: Nebî’nin (s.a.s) şöyle dediğini işitti: “Sonra vahiy kesildi. Ben bir gün
yürürken semadan bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hirâ’da bana
gelen melek sema ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Ondan çok korktum.
1586 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1587 Saîd, Havva, a.g.e, I/237. 1588 Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf b. Abdiavf ez-Zührî: Ebû Hureyre’den rivâyet etmiştir.
Ondan Yahyâ b. Ebî Kesîr aktarmıştır. İbn Sa’d ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir, ancak Ali
b. Medînî, Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, Ya’kûb b. Şeybe ve Ebû Dâvûd babasından hadisinin
mürsel olduğunu belirtmektedir. (Râvînin şeyhi ile arasının munkatı’ olması demektir.) (İbn Hacer,
Tehzîb, XII/115-118).
364
Hatta yere düştüm. Sonra aileme geldim. ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Bunun
üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi: “Ey bürünüp sarınan! Kalk artık uyar.
Rabbi’ni yücelt. Elbiselerini temizle. Azaba götürecek şeyleri terkeyle…”1589
Câbir b. Abdillâh rivâyetinin diğer isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Rasûlullah-Câbir b. Abdillâh el-Ensârî-Ebû Seleme b. Abdirrahmân-İbn
Şihâb-Yûnus-İbn Vehb-Ebû Tâhir.1590
2. Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme b. Abdirrahmân-İbn Şihâb-Ukayl b. Hâlid-
Leys-Şuayb b. Leys-Abdülmelik b. Şuayb b. Leys ve Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk-
Muhammed b. Râfi’.1591
3. Rasûlullah (s.a.s) -Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme b. Abdirrahmân-Zührî-
Ma’mer-Abdurrazzâk-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh.1592
Rivayetlerin isnadlarındaki râvîler hakkında cerh-ta’dîl imamlarının müspet
kanaatleri bulunduğundan bu rivâyetler klasik hadis usûlü bakımından “sahih”tir.
Bize göre, ilk vahiy ile Hz. Peygamber, peygamberliğin ilk belirtilerini
yaşamış, ama etrafındaki insanları düşününce de kendisinden endişe etmiştir.
Kendisinden şüphe etmesi ve emin olmaması noktasında Hz. Peygamber’in haklı bir
gerekçesi vardır. Zira Hz. Peygamber kendine böyle bir şey verilmesini
beklememektedir.1593
G. Yahyâ b. Bükeyr1594-Leys1595-Ukayl1596-İbn Şihâb ve Abdullâh b.
Muhammed-Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî-Urve-Âişe: “Vahyin kesilmesi sebebiyle,
1589 Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7, IV/84; Müddessir, 74/1-5. 1590 Müslim, İman, 73, hadis no: 255, I/143. 1591 Müslim, İman, 73, hadis no: 256, I/143-144. 1592 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/377. 1593 Kasas, 28/86. 1594 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
365
yüksek tepelere çıkıp defalarca kendisini aşağıya atmak üzere intihar teşebbüslerinde
bulundu. Ancak tam atacağı sırada Cibril’in ona gözükerek “Ey Muhammed! Sen
gerçekten Allah’ın Rasûlüsün!” demesi üzerine sakinleşti.”1597
Rivâyetin isnadında ihtilafla birlikte mecrûh görülen İbn Bükeyr
bulunduğundan bu rivâyet klasik hadis usulü bakımından “hasen”dir.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, bazı kaynaklarımızda Hz. Peygamber’e
inen ilk inen âyetlerden sonra, bir süre (birkaç gün veya hafta) Buhârî Kitâbü’t-
Ta’bir’de ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, Hz. Muhammed’in bu hâdiseden
sonra birkaç gün ilâhî vahiy almayınca dağların tepesine tırmandığı, çok ıztırap
hissettiği ve dağların tepelerinden kendini aşağı atmak gibi (bir düşüncede) olduğu
ifade edilir. Fakat bu sıralarda melek tekrar görünerek: “Yâ Muhammed, Sen
hakikâten Allah’ın Peygamberisin!” der. Bu sözü ona teselli verirdi ve onun azmini
ve kudretini artırırdı. İlâhî vahiy yeniden inkıtaya uğrayacak olursa Peygamber, yine
kendini uçurumlara atmayı düşününce melek ona yine görünürdü. İbn Hacer bu
rivâyetin birinci kısmını kaydederken eleştirmenlerin şu görüşlerini kaydeder: “Hz.
Muhammed’in peygamberlikten şüphe etmesine imkân var mıdır? Sonra onun bir
şüphesi olsa bu şüpheyi bir Hıristiyan olan Varaka’nın sözleri mi izâle ederdi?”
İbn Hacer (ö. 852), bu tenkidlere cevap olarak, tanınmış bir hadisçinin şu
görüşünü nakleder: “Peygamberlik o kadar muazzam bir vazifedir ki, onu kolaylıkla
deruhde etmeye imkân yoktur. Hz. Peygamber, bu sahaya tedricen sevkolunmuş,
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu, İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir. (İbn Hacer,
Tehzîb, II/237-238). 1595 Leys b. Sa’d b. Abdirrahmân el-Fehmî: (ö. 175): Ukayl’dan rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, Ahmed
b. Hanbel, İbn Ebî Huseyme, İshâk b. Mansûr, İbn Medînî, Iclî ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir,
ancak Yahyâ b. Maîn ve Ezdî, semada gevşek olduğunu söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VII/244-245; Zehebî, Mîzân, III/423; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/459- 465). 1596 Ukayl b. Hâlid el-Eylî: Osmân b. Affân’ın mevlasıdır. Ondan Leys rivâyet etmiştir. Ebû Hâtim
ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. Ma’mer’den önce vefat etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IV/58-59; Zehebî, Mîzân, III/89). 1597 Abdurrazzâk, a.g.e, V/323, no: 9719; Buhârî, Ta’bîr, 1, VIII/67-68.
366
önce sâdık rüyalarla alıştırılmış, fakat birden bire meleği görünce beşerî yaratılışı
dolayısıyla ürkmüştü. Hatice, onu teselli etmiş, Varaka da onu teyid edince içine
huzur inmişti.” Bu hadisçi bu hususu naklederken “Hz. Muhammed onun sözlerini
dinleyince hakikate yakînen inandı ve onu kabul etti” der. Daha sonra aynı hadisçi,
önceleri vahiy kesilmesinin sebebi Hz. Peygamber’in bu fevkâlade hadiseye
inanmasını temin içindi diye ilâve eder.1598
Taberî (ö. 310) bir rivâyette Cebrâîl’in ilk olarak Hz. Peygamber’e Hira’da
gelip: “Sen Allah’ın Rasûlüsün” diye seslendiğini, onun da Hatice’nin yanına gelip:
“Beni örtün, beni örtün!” dediğini, mağarada başka bir zaman Cebrâîl’in: “Sen
Allah’ın Rasûlüsün” dediğinde, Hz. Peygamber’in kendisini dağın tepesinden atmayı
aklından geçirdiğini ve nihayet Alak sûresinin ilk beş âyetini vahyettiğini
nakleder.1599
“Diğer bazı rivâyetlerden öğreniyoruz ki, Hz. Muhammed, henüz ilk vahiyleri
almazdan önce gaipten duyduğu bu seslerin ve görmüş olduğu bu görüntülerin
şeytanların, cinlerin bir tasallutu olabileceğinden korkmuş, en fazla nefret ettiği
mecnun veya kâhin durumuna düşmektense intihar etmeyi aklından geçirmişti. Fakat
biz onun intihar etmek için dağlara çıktığına ihtimal vermiyoruz. Nitekim İbn
Hacer’in (ö. 852) de belirttiği gibi Buhârî (ö. 256), Ma’mer b. Râşid’in (ö. 153)
rivâyetine has bu ziyadeyi buraya ilave etmiştir. Oysa bu ziyade Zührî’den (ö. 124)
gelmektedir ve maktûdur.1600 Bu kısmı Buhârî, zikretmediği gibi, onu Müslim de
zikretmemektedir.1601 Biz, olayın aslının Taberî (ö.310) rivâyetinde anlatıldığı gibi
olduğunu, ancak bu bir anlık düşüncenin, râvîler tarafından abartılarak bir kaç kez
1598 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Mısır, XII/317. 1599 Taberî, Târîh, II/298-299. 1600 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII/376. 1601 Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 3, I/3; Müslim, İman, 252-255, I/139-143.
367
tekrar eden bir eylem şeklinde takdim edildiğini sanıyoruz. Taberî’deki (ö.310)
rivâyette görüldüğü gibi bu, yalnızca bir anlık bir düşünce’den (hemm) ibarettir ve o
henüz sesini işittiği varlığın kim olduğunu da bilmemektedir. Fakat,Cebrâîl’in
kendisini tanıtmasından ve ilk vahiyleri kendisine tebliğ etmesinden sonra özellikle
de Varaka’nın sözlerinin ardından kendisini bunaltan bu endişelerinden büyük
ölçüde kurtulmuştur.”1602
Biz bu konudaki şahsî mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi
anlaşılmasına yardımcı olacağı düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas
etmekte yarar görüyoruz:
İlk vahiy esnasında Hz. Peygamber’in halet-i ruhiyesini şöyle tasvir etmek
mümkündür: İlk vahiy önce bir endişe, bir ıstırap, bir telâş kaynağı olmuştur.
Endişeli bir havanın hâkim olduğu, ruhun, duyguların uçurumuna doğru sürüklendiği
anda o şaşırtıcı hal ortaya çıkmıştır. Birden bire bakışları donup kalmış, duyuları
titrek bir hal almış ve önünde boşluktan başka bir şey bulamaz olmuş, zira görüş
alanına, duyularıyla kavrayamayacağı bir şey girmiştir. Kederlenerek, hangi
duygunun sesine kulak vereceğini bilmeyerek ve sendeleyerek Mekke’ye gelmiştir.
Biz Hz. Peygamber’in intihara teşebbüs etmesine asla ihtimal vermemekteyiz.
Konunun Kur’an perspektifinden bakıldığında daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyiz.
Bu durum o halet-i ruhiye içerisinde beklemediği bir vak’adan duyulan endişenin
verdiği psikolojik bir reaksiyondan öteye geçemez. Bize göre, Kur’an-ı Kerim, Hz.
Peygamber’in yaşadığı bu beklenmedik hadiseden sonra içinde bulunduğu halet-i
ruhiyeyi en güzel şekilde tasvir etmektedir. “Ey örtüye bürünmüş Peygamber” ifadesi
Hz. Peygaber’in yaşadığı şaşkınlığı, korkuyu, ilk vahiy tecrübesinin onda bıraktığı
1602 Erul, Bünyamin, a.g.m, s. 57-58.
368
tesirleri bize açıklamaktadır. Titremesi gördüğü fevkalâde keyfiyetlerin tesiriyle idi.
“Hatice korkuyorum!” demişti. Bu korku üzerine yüklenen vazifenin azameti
karşısında duyduğu mesuliyet korkusuydu. Vahiy ağır bir yüktü. O, ilk vahiyle artık
tebliğ vazifesini yüklenmişti.
Alak sûresi’nden sonra nâzil olan Kalem sûresi de Hz. Peygamber’in ilk
vahiy tecrübesinden sonra nasıl bir halet-i ruhiye içerinde olduğunu göstermesi
bakımından önem arz etmektedir. Hz. Peygamber ilk vahiy tecrübesinde kendisinden
endişe etmiştir. Kalem sûresi 2. âyette “Sen -Rabbi’nin nimeti sayesinde- mecnun
değilsin” buyrulmaktadır. Bu husus Tekvir sûresi ve Saffât sûresinde de
vurgulanmaktadır. Her iki sûrede “Sen cin tasallutuna uğramış değilsin”1603
buyruluyor. Melekle karşılaşınca Hz. Peygamber ciddi anlamda korkmaktadır.
Gerçekten bir Peygamber miydi? yoksa cin, şeytan mı tasallut olmuştu? Onun için o
heyecanla Hatice’nin yanına geliyor. “Beni örtün, beni örtün!” diyor. O korkuda
kendi kendine endişe ediyor. Hatice, Hz. Peygamber’i teskin ederken onun sahip
olduğu ahlakî öğretileri dile getirmiş oluyor. Kalem sûresinde: “Sen Rabbi’nin
hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani O, dertli dertli Rabbine
niyaz etmişti”1604 buyrulmaktadır. Âyette sabır tavsiyesi ve Hz. Yunus’a atıf vardır.
Sabrın tavsiye edilmesinin sebebi, Hz. Peygamber’in kendi endişelerinin olması,
risâlet görevinin devasa bir mükellefiyet getirmesi ve karşılaşacağı tepkilerin ağır
olduğunu bilmesi sebebiyledir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah: “Doğrusu biz senin
üzerine ağır bir yük bırakacağız” buyurarak bu ağır vazifeye işaret etmekte,
akabinde “Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl” buyrularak
sabır göstermesi beklenmekte, hemen akabinde bu keyfiyette onlara karşı nasıl bir
1603 Saffât, 37/36; Tekvîr, 81/22. 1604 Kalem, 68/48.
369
tutum içerisinde olması gerektiği de ilave edilmektedir. İlk inen âyetlerde ifade
edilenler bu işin öneminden dolayı Hz. Peygamber’i bu ağır vazifeye hazırlamaktır.
“Kalk” emri de Hz. Peygamber’in zatını peygamberlik makamına yükseltmiştir ve
artık risâlet vazifesi tam manasıyla başlamıştır.
“Rivâyet olunur ki, “Kalk” emri inince Resûlullah (s.a.s) “Allâhu Ekber”
demiş,1605 Hz. Hatice de tekbir almış, sevinmiş ve bunun vahiy olduğunu iyice
anlamıştır.”1606 Bu âyetler ile Hz. Peygamber kendisine tebliğ edilen şeylerin vahiy
olduğuna ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu hadisede Hz. Peygamber’i vahyi karşılamak
gibi büyük ve ağır bir işe hazırlayan hârikulâde olaylar ortaya çıktığına işaret
edilmektedir. Ancak burada şunu da ifade etmek gerekir ki, peygamberlik
verilmezden önce yaşanan temiz sîret, nübüvvetin sahibine güvenilmesi için
hazırlanan önemli hazırlık safhalarından biridir. Peygamberlik gelmeden önce
kavminin onu “el-Emîn” sıfatıyla taltif etmesi, Hatice’nin, Onu sıla-i rahim yapmak,
meşakkate sabretmek, misafirleri ağırlamak, düşkünlerin imdadına yetişmek ve hak
yolunda musibete uğrayanların yardımına koşmak gibi sıfatlarla vasfetmesi, Allah’ın
onun için hazırladığı ve hizmetine sunduğu tertemiz insanî ilişkilere ve şahsında bir
araya gelen yüce hasletlere sahip olması gibi özellikler, bir sonraki merhale olan,
nübüvvet merhalesi için kuvvetli bir zemin oluşturmaktadır.
I. Hz. Peygamber’in, peygamberlik geldiği vakit kaç yaşında olduğu hakkında
erken dönem tarih ve hadis kaynaklarında iki farklı rivâyet mevcuttur. Bazı
rivâyetlerde peygamberlik yaşının 40 olduğu belirtilirken, diğer bazı rivâyetlerde 43
yaşında olduğu nakledilmektedir:
1605 Alûsî, Rûhu’l-Meânî, XV/143. 1606 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VIII/416.
370
Kuteybe1607-Mâlik b. Enes.el-Ensârî Ma’n1608-Mâlik b. Enes-Rabîa b. Ebî
Abdirrahmân1609-Enes: “Rasûlullah (s.a.s) kırk yaşındayken vahiy indirildi. On üç
sene Mekke’de ikamet etti ve on sene Medine’de ikâmet etti. Altmış üç yaşındayken
vefat etti.” Tirmizî: “Bu, hasen, sahih bir hadistir” demektedir.1610
Enes rivâyetinin diğer isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. İbn Abbâs-İkrime-Hişâm b. Hassân1611-İbn Ebî Adî1612-Muhammed b.
Beşşâr1613-Muhammed b. İsmâîl.1614
2. Enes b. Mâlik-Rabîa b. Ebî Abdirrahmân-Yahyâ b. Yahyâ1615-Müslim.1616
3. İbn Abbâs-Ammâr mevlâ Benî Hâşim1617-Hâlid (el-Huzâî)1618-İbn Aliye
(İsmâîl b. İbrâhîm b. Müksim) 1619-İbn Ebî Şeybe.1620
1607 Kuteybe b. Saîd b. Cemîl b. Ta’rîf b. Abdillâh es-Sekafî (ö.40): Ya’kûb. b. Abdirrahmân el-
İskenderânî’den rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Nesâî, Hâkim, Kuteybe, Mesleme b. Kâsım
Horasânî ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/188-189;
İbn Hacer, Tehzîb, VIII/358-361). 1608 Ma’n b. Îsâ b. Yahyâ b. Dînâr el-Eşcaî (ö. 198): Hadis imamlarından birisidir. Ebû Hâtim:
“Mâlik’in ashabının en sebtidir” demektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiştir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, VIII/317; İbn Hacer, Tehzîb, X/252-253). 1609 Rabîa b. Ebî Abdirrahmân Ferrûh et-Teymî (ö. 136): Enes’ten rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a ed-
Dımeşkî, Iclî, Ebû Hâtim, Nesâî ve Ya’kûb b. Şeybe gibi birçok âlim tarafından sika olarak
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/432; Zehebî, Mîzân, II/44; İbn Hacer, Tezhîb, III/258-259). 1610 Tirmizî, Menâkıb, 4, hadis no: 3623, V/592. 1611 Hişâm b. Hassân el-Ezdî (ö. 148): Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, Iclî, Ebû Hâtim, İbn Adî ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/70-72; Zehebî,
Mîzân, IV/295-298; İbn Hacer, Tehzîb, XI/34-37). 1612 İbn Ebî Adî: Muhammed b. İbrâhîm b. Ebî Adî es-Sülemî (ö. 194/196): Ebû Hâtim, Nesâî, İbn
Sa’d ve İbn Hibbân’a göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/255; İbn Hacer, Tehzîb, IX/12-13). 1613 Muhammed b. Beşşâr b. Osmân b. Dâvûd b. Keysân el-Abdî, Bündâr (ö. 252): Iclî ve Ebû
Hâtim’e göre sikadır. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/287-288; Zehebî, Mîzân, III/490-491; İbn Hacer,
Tehzîb, IX/70-72). 1614 Tirmizî, 4, hadis no: 3621, V/591. 1615 Yahyâ b. Yahyâ b. Bükeyr b. Abdirrahmân b. Yahyâ b. Hammâd et-Temîmî (ö. 226):
Mâlik’ten rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Nesâî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, IX/244; İbn Hacer, Tehzîb, XI/296-299). 1616 Müslim, Fedâil, 31, hadis no: 113 (2347), II/1824. 1617 Ammâr b. Ebî Ammâr b. Ebî Hâşim Ahmed: Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Ebû Zür’a, Ebû
Hâtim, İbn Hibbân ve Nesâî gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. İbn Hacer onun hata
yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/511-512; İbn Hacer, Tehzîb, VII/404). 1618 Hâlid el-Huzâî: Ondan oğlu Nâfi’ rivâyet etmiştir. Kûfelilerden addedilmektedir. (İbn Ebî Hâtim,
a.g.e, III/355; Zehebî, Mîzân, I/648). 1619 İsmâîl b. İbrâhîm b. Muksim el-Esedî (ö. 193): Aslen Kûfeli’dir.Yûnus b. Bükeyr, Yahyâ b.
Maîn, Nesâî, İbn Sa’d ve Ya’kûb b. Şeybe gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür.
(Zehebî, Mîzân, I/216-220; İbn Hacer, Tehzîb, I/275-279). 1620 İbn Ebî Şeybe, hadis no: 36.547, VII/328.
371
4. İbn Abbâs-Ammâr Mevlâ Benî Hâşim-Hâlid-Süfyân (Sevrî) 1621-Veki’ (b.
Cerrâh) 1622-İbn Ebî Şeybe.1623
5. İbn Abbâs-İkrime-Hişâm (b. Hassân)-Yezîd b. Hârûn1624-İbn Ebî
Şeybe.1625
Rivâyetler isnad açısından “sahih”tir.
H. Kaynaklarda Hz. Muhammed’in on yıl Mekke’de, on yıl Medine’de
kaldığı nakledilmektedir:
I. Abde b. Süleymân1626-Yahyâ b. Saîd1627-Saîd1628: “Nebî’ye (s.a.s) (vahiy)
kırk üç yaşındayken indi. On yıl Mekke’de, on yıl Medine’de ikâmet etti. Altmış üç
yışındayken vefat etti.” 1629
Saîd’den nakledilen rivâyetin diğer isnadları ise şöyledir:
1. Enes b. Mâlik -Rabîa b. Ebî Abdirrahmân-Mâlik-Yahyâ b. Yahyâ.1630
2. Enes b. Mâlik-Rabîa b. Ebî Abdirrahmân-Mâlik b. Enes-Abdullâh b.
Yûsuf1631-Buhârî.1632
1621 Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî (ö. 161): Şu’be, İbn Uyeyne ve Ebû Âsım, Süfyân’ın hadiste
Mü’minlerin emiri olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/208-211; Zehebî, Mîzân, IV/335-
336; İbn Hacer, Tehzîb, IV/111-115). 1622 Vekî’ b. Cerrâh b. Müleyh er-Ruvâsî (ö. 196): Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn ve Iclî sika
olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/48-50; Zehebî, Mîzân, IV/335-336; İbn Hacer, Tehzîb,
XI/123-131). 1623 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, VIII/437, 1989. 1624 Yezîd b. Hârûn b. Vâdî: Ahmed, İbn Medînî, İbn Maîn, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Ebû Hâtim, İbn
Sa’d, İbn Hibbân, Ya’kûb b. Şeybe ve İbn Kâni’ gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, IX/358-359; İbn Hacer, Tehzîb, XI/366-369). 1625 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, VIII/438, 1989. 1626 Abde b. Süleymân el-Kelâbî: Ebû Hâtim sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
VI/106-107). 1627 Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (ö. 143): Saîd b. Müseyyeb’den rivâyet etmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
IX/181-183; İbn Hacer, Tehzîb, XI/181-183). 1628 Saîd b. Müseyyeb b. Hazn b. Ebî Vehb el-Kuraşî: Ahmed b. Hanbel ve Ebû Zür’a sika
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/58-60). 1629 İbn Ebî Şeybe, a.g.e, VIII/437, 1989; Meclisî, a.g.e, XVIII/163-164. 1630 Müslim, Fedail, 31, hadis no: 113 (2347), II/1824. 1631 Abdullâh b. Yûsuf et-Tinnîsî (ö. 218): Ebû Hâtim, Iclî, Buhârî, İbn Adî ve İbn Yûnus gibi birçok
âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/255-256; Zehebî, Mîzân, II/528; İbn
Hacer, Tehzîb, VI/86-87). 1632 Buhârî, Menâkıb, 23, IV/164-165.
372
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyetler
“sahih”tir.
3. Enes b. Mâlik-Rebîa b. Ebî Abdirrahmân- Saîd b. Ebî Hilâl-Hâlid-Leys-İbn
Bükeyr1633-Buhârî.1634
Rivâyetin isnadında ihtilafla birlikte mecrûh görülen İbn Bükeyr
bulunduğundan bu rivâyet klasik hadis usulü bakımından “hasen”dir.
II. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in on üç yıl Mekke’de kaldığına dair bilgiler
de mevcuttur:
Ahmed b. Ebî Racâ’1635-Nadr1636-Hişâm-İkrime-İbn Abbâs: “Rasûlullah’a ilk
vahiy 40 yaşındayken indirilmiştir. On üç yıl Mekke’de kalmıştır. Sonra hicretle
emrolunmuştur ve Medine’ye hicret etmiştir. Orada on yıl kalmıştır. Sonra
Rasûlullah (s.a.s) vefât etmiştir.”1637
Hz. Peygamber’in, peygamberlik geldiği vakit kaç yaşında olduğu hakkında
farklı rivâyetler mevcuttur:
Erken dönem tarih kaynaklarında Allah’ın Hz. Peygamber’i, Kâbe’nin
yeniden imarından beş yıl sonra Peygamber gönderdiği ve Hz. Peygamber’in
Peygamber gönderildiği zaman kırk yaşında olduğu kaydedilmektedir.1638 Bununla
birlikte İbn İshâk (ö. 151), Hz. Muhammed’in Peygamber olduğunda kaç yaşında
1633 Yahyâ b. Abdillâh b. Bükeyr el-Kureşî (ö. 231): Leys’ten rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî
aktarmıştır. Ebû Hâtim, “hadisi yazılır, onunla ihticac edilmez” demektedir. Nesâî zayıf olduğunu,
başka bir yerde sika olmadığını belirtmektedir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmektedir. Sâcî
Leys’ten rivâyet ettiğini, saduk olduğunu belirtirken, İbn Kâni’ sika olduğunu ifade etmektedir. (İbn
Hacer, Tehzîb, II/237-238). 1634 Buhârî, Menâkıb, 23, IV /164. 1635 Ahmed b. Abdillâh b. Eyyûb el-Hanefî: Hâkim hadiste ve fıkıhta asrının imamı olduğunu,
Nesâî, sika olduğunu ve onda bir beis olmadığını ifade eder. Ebû Hâtim saduk olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/16-17; İbn Hacer, Tehzîb, I/46-47). 1636 Nadr b. Şümeyl el-Mâzinî: Hişâm b. Urve’den rivâyet etmiştir. İbn Medînî, Osmân ed-Dârimî,
Nesâî, Ebû Hâtim ve Yahyâ b. Maîn sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/544;
Zehebî, Mîzân, IV/258; İbn Hacer, Tehzîb, X/437-438). 1637 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 28, IV/238. 1638 İbn İshâk, a.g.e, s. 88.
373
olduğuyla ilgili olarak iki farklı rivâyet nakleder: a) “Rasûlullah’a vahiy kırk üç
yaşındayken geldi. Peygamberlik geldikten sonra on sene Mekke’de, on sene de
Medine’de ikamet etti. b) Hz. Peygamber’e vahiy kırk yaşındayken geldi. Ondan
sonra Mekke’de on üç, Medine’de on sene ikamet etti.1639
Gerek sahih hadisler, gerek şârihlerin açıklamaları, gerekse tarihî veriler Hz.
Peygamber’e ilk vahyin 40 yaşında geldiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bize göre,
Hz. Peygamber’in kırk yaşında Peygamber olması, sahih rivâyetlere daha uygundur.
Zira İbn Hacer’in yaptığı şu değerlendirme kayda değerdir: İbn Hacer: “Cumhur
nezdinde meşhur olan onun Rebîülevvel ayında doğduğu ve Ramazan ayında
Peygamber olduğu görüşüdür. Bu da Hz. Peygamber’in 40,5 yaşında veya 39,5
yaşında olmasını gerektirir” demektedir. Mes’ûdî (ö. 345) ve İbn Abdilberr (ö. 463),
de Rebîülevvel ayında doğduysa tam kırk yaşında olması gerektiğini belirtir.
Hâkim’in Yahyâ b. Saîd’den onun da Saîd b. Müseyyeb’den naklettiği kırk üç
yaşında Peygamber olduğu rivâyeti ise şâzdır. Bu Vâkıdî’nin (ö. 207) sözüdür.
Belâzurî (ö. 279) ve İbn Ebî Âsım da aynı görüştedir.1640 Ayrıca Vâkıdî Cibril’in
yerine hiçbir meleğin vahiy indirmediğini aktarır.1641 Aynî (ö. 855) de Hz.
Peygamber’in ilk vahiy esnasında 40 yaşında olduğunu kaydeder.1642 Erken dönem
kaynakların verdiği bilgiye göre de Hz. Muhammed kırk yaşındayken1643 risâletle
görevlendirilmiştir. Meclisî de Hz. Muhammed’in kırk yaşında peygamber olduğunu
nakleder.1644
1639 İbn İshâk, a.g.e, s. 191; Taberî, Târîh, II/292. 1640 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI/570; VII//164. 1641 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I/22-24. 1642 Aynî, a.g.e, XI/281-287; I/63-74. 1643 İbn Hişâm, a.g.e, I/233; İbn Sa’d, a.g.e, I/190, 224; II/308, 310. 1644 Meclisî, a.g.e, XV/182, XVIII/137.
374
Hz. Muhammed’e risâletin kırk yaşında verilmiş olması manidardır. Zira
“Tarihin eski zamanlarından itibaren bir takım sayılar kutsal ve uğurlu sayılmış,
inanç ve gelenekler içerisinde bu sayılara yer verilmiştir. Kırk rakamı da gerek
semâvî dinlere dayandırılan yorumlar gerekse eski medeniyet birikimleri, mitolojik
efsaneler, gelenek, folklor gibi yönlerden Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere
Doğu ve Batı milletleri tarafından sıkça kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de kırk (erbaîn) rakamı dört yerde geçer. Bunlardan birisi de
insanın bu yaşta kemale ermiş olmasıyla alakalıdır.1645 Denilir ki Peygamberler de
kırktan sonra peygamberlikle görevlendirilmişlerdir.1646 Hz. Muhammed’e kırk
yaşında nübüvvetin gelmesi İslâm geleneğinde kırk rakamının önemli bir yer
tuttuğuna işaret sayılabilir.”1647
Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine’de kaç yıl peygamberlik yaptığını
doğru bir şekilde tespit edebilmek için iki tarihi ön planda tutmanın konuyu doğru
okumak açısından önemli olduğu kanaatindeyiz: Birincisi hicretin tarihi, ikincisi Hz.
Peygamber’in vefât ettiği tarihtir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’in Mekke’den çıkışı, Kubâ’ya varışı ve
Medine’ye girişi hakkında verilen tarihler oldukça farklıdır. Bunların incelenmesi
sonucunda, Mekkeliler’in 26 Safer (9 Eylül 622) Perşembe günü suikast kararı
aldıkları, durumu öğrenen Resûl-i Ekrem’in o gece şehri terk ederek Sevr mağarasına
gittiği, 27-28-29 Safer (10-11-12 Eylül 622) Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerini
mağarada geçirdiği, 1 Rebîülevvel (13 Eylül 622) Pazartesi günü mağaradan yola
1645 Ahkâf, 46/15. 1646 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, VII/107. 1647 Pala, İskender, “Kırk” maddesi, DİA, Ankara, 2002, XXV/466.
375
çıktığı, 8 Rebîülevvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü Kubâ’ya indiği ve 12
Rebîülevvel (24 Eylül 622) Cuma günü Medine’ye girdiği anlaşılmaktadır.1648
Vedâ haccından sonra Resûl-i Ekrem’in sağlığı bozuldu. 13 Rebîülevvel 11
(8 Haziran 632) Pazartesi vefat etti.1649 Naklettiğimiz bilgilerden Hz. Peygamber’in
23 yıllık risâlet vazifesinde Medine’de 10 yıl kaldığı, risâletin 13 yılını ise Mekke’de
geçirdiği anlaşılmaktadır.
İ. Cebrâîl’in yeri ve göğü kaplamasıyla ilgili olarak rivâyetlerde şu bilgilere
rastlamaktayız: Abdullâh-Ahmed b. Hanbel-Affân1650-Hammâd1651-Atâ’ b. Sâib1652-
Şa’bî1653-Mesrûk1654-Âişe-Rasûlullah (s.a.s):Cebrâîl’i (a.s) (yere) inmiş olarak
gördüm. Yerle gök arasını doldurmuştu. Üzerinde inci ve yakutla işlenmiş ipekten bir
elbise vardı.1655
Atâ’ b. Sâib’in ihtilâfla birlikte mecrûh olması sebebiyle bu rivâyet “zayıf”tır.
1648 Önkal, Ahmet, “Hicret” maddesi, DİA, İstanbul, 1998, XVII/461; L. Lacoine, “Hicret” maddesi,
İslâm Ansiklopedisi, MEB, İstanbul, 1950, 5/1/477. 1649 Fayda, Mustafa, “Muhammed” maddesi, DİA, XXX/422. 1650 Affân b. Müslim b. Abdillâh es-Saffâr (ö. 220): Vüheyb b. Hâlid’den rivâyet etmiştir. Ahmed b.
Hanbel ondan aktarmıştır. İclî, İbn Sa’d, İbn Hırâş, İbn Kani’, Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim ve İbn
Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/42; Zehebî,
Mîzân, III/81-82; İbn Hacer, Tehzîb, VII/230-235). 1651 Hammâd b. Zeyd b. Dirhem el-Ezdî (ö. 179): Ondan Affân rivâyet etmiştir. İbn Sa’d, İbn
Hibbân, Ya’kûb b. Şeybe ve Halîlî sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/151-153;
İbn Hacer, Tehzîb, III/9-11). 1652 Atâ’ b. Sâib: Şa’bî’den rivâyet etmiştir. Ondan Hammâd nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel’e göre
sika olsa da, İbn Maîn, ‘Atâ’ b. Sâib ömrünün sonunda ihtilât etti’ demiştir. Dârekutnî, İlel’de onunla
ihticâc olunamayacağını ifade etmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/430-432; Zehebî, Mîzân, III/70-
73; İbn Hacer, Tehzîb, VII/203-207). 1653 Şa’bî: Âmir eş-Şa’bî İbn Şerâhîl: Yahyâ b. Maîn ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/414-416). 1654 Mesrûk b. Ecde’ b. Mâlik b. Ümeyye b. Abdillâh b. Mürre b. Selmân b. Ma’mer b. Hâris b.
Sa’d b. Abdillâh b. Vedâa el-Hedânî: Kûfeli’dir, Tâbiûndandır. Iclî, İbn Sa’d, Yahyâ b. Maîn ve İbn
Hibbân sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/ 454; İbn Hacer, Tehzîb, X/110-111). 1655 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, VI/120.
376
Âişe’nin Hz. Peygamber’den naklettiği rivâyetin diğer isnadı ise şöyledir:
1. Yahyâ b. Ebî Kesîr1656-Ali b. Mübârek1657-Osmân b. Ömer1658-Muhammed
b. Müsennâ1659-Müslim.1660
Yahyâ b. Ebî Kesîr’in durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
Cebrâîl, İlk defa Hira dağında, bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde
oturmuş halde Hz. Peygamber’e gelip aslî sûretinde görünmüş, onu kuvvetle sıkarak
okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir.1661 “Cebrail’in (a.s) ufku kaplaması
hususu Tekvîr sûresinde de şöyle dile getirilmektedir: “Andolsun ki, o, onu apaçık
bir ufukta görmüştür.”
“Vallahi o arkadaşınız, Muhammed onu, (yani o Arş’ın sahibinin yanında
bulunan, son derece güvenilir, emrine uyulur, onurlu, kuvvetli ve değerli elçi
Cebrâîl’i (a.s) gördü, hem nasıl apaçık ufukta.”1662
“Açığa çıkaran veya açık ufuk demek olan “ufuk-ı mübin”, Necm sûresinde
“yüksek ufuk”1663 denilen ufuktur ki, gündüzün geldiği, güneşin doğduğu, eşyayı
ortaya çıkarıp gösteren “Doğu tarafı” diye tefsir edilmiştir. Mücâhid’den bir rivâyette
1656 Yahyâ b. Ebî Kesîr et-Tâî (ö.129/132): Iclî, Ebû Hâtim, Yahyâ, İbn Hibbân sika olduğunu
belirtir, ancak Ukaylî ve İbn Hibbân tedlis yaptığını söylemektedir. (Zehebî, Mîzân, IV/402-403; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/268-270). 1657 Ali b. Mübârek el-Hünâî (ö. 256): Yahyâ b. Ebî Kesîr’den rivâyet etmiştir. Ondan Osmân b.
Ömer nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel, Ya’kûb b. Şeybe, Âcurrî, İbn Hibbân ve Iclî gibi birçok âlim
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/263; Zehebî, Mîzân, III/152; İbn Hacer,
Tehzîb, VI/375-376). 1658 Osmân b. Ömer b. Fâris b. Lekîd el-Abdî (ö. 209): Ali b. Mübârek’ten rivâyet etmiştir. Ahmed,
İbn Maîn, İbn Sa’d, Iclî, Ebû Hâtim ve İbn Hibbân gibi birçok âlim sika olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/202-203; Zehebî, Mîzân, III/49; İbn Hacer, Tehzîb, VII/142-143). 1659 Muhammed b. Müsennâ b. Ubeyd b. Kays b. Dînar el-Anzî (ö. 251/252): İbn Maîn, Zühlî,
Sâlih b. Muhammed, Ebû Hâtim, Nesâî, İbn Hibbân ve Hatîb gibi birçok âlim tarafından sika
görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/109-110; Zehebî, Mîzân, IV/24; İbn Hacer, Tehzîb, IX/425-
427). 1660 Müslim, İman,73, hadis no: 258, I/145. 1661 Yavuz, Yusuf Şevki, Zeki, Ünal, “Cebrâil” maddesi, DİA, İstanbul, 1993, VII/202. 1662 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/35. 1663 Necm, 53/7.
377
“Ecyâd tarafından apaçık ufukta” şeklinde gelmiştir. Bir adı da Ciyâd olan Ecyâd,
Mekke’nin doğusunda bir dağın veya yerin ismidir.
Rasûlullah’ın (s.a.v) Cebrâîl’i apaçık ufukta bu görüşü gerçek şekliyle
görüşüdür ki Hira’dan sonra olmuştu. Yer ve gök arasında Kürsî üzerinde, Yüce
Allah’ın yarattığı şekliyle gördü. Altı yüz kanadı vardı diye rivâyet edilmiştir.
İbn Cerîr (ö. 375) de İbn Humeyd’in Cerîr kanalıyla Atâ’dan, Âmir’den
rivâyetinde şöyle der: “Peygamber (s.a.v) Cebrâil’i kendi sûretinde bir kere
görmüştü. Diğerlerinde Dihye denilen bir zâtın sûretinde gelirdi. Kendi sûretinde
gördüğü gün ise, gelmiş bütün ufku kaplamıştı. Üzerinde inci takılı yeşil bir sündüs
vardı. “Andolsun O, Cebrâil’i açık ufukta gördü” ilâhî sözü budur.”1664
“Fakat Necm sûresinde “Andolsun ki onu bir kere de inişte gördü. Sidre-i
Müntehâ’nın yanında.”1665 diye açıkça belirtildiği üzere Rasûlullah’ı (s.a.s) Cebrâîl’i
hakiki şekliyle Sidre-i Müntehâ’nın yanında bir kere daha görmüş olduğu da
kesindir. Şu halde burada anlatılan görme, iki görmenin ikisini de kapsamak ve iki
rivâyeti de birleştirici olmak üzere “ufuk-ı mübîn”i, “ufuk-ı a’lâ” ve “Sidre-i
Müntehâ” dan daha genel düşünmek daha uygun olacaktır. İbn Abbâs’ın maksadı da
bu olsa gerektir. Bu hususta Necm sûresi daha ayrıntılı bilgi verdiğinden, inişi gerek
önce olsun, gerek sonra olsun, buradaki görmenin ona göre tefsir edilmesi gerekir.
Yani Rasûlullah’ın (s.a.v) Cebrâîl’i (a.s) hakiki yaratılışı şekliyle iki kere görmüş
olduğu kesindir.”1666
1664 Taberî, Tefsîr, XXIV/166-167, 2001. 1665 Necm, 53/13-14. 1666 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/35-36.
378
J. İlk inen âyetlerle ilgili olarak rivâyetlerde şu bilgilere rastlamaktayız: Ebû
Tâhir1667-İbn Vehb1668-Yûnus1669-İbn Şihâb-Ebû Seleme b. Abdirrahmân1670-Câbir b.
Abdillâh el-Ensârî: “Rasûlullah (s.a.s) vahyin fetretini anlatırken söz arasında şöyle
buyurdu: “Ben yürürken birden bire gökyüzünden bir ses işittim. Başımı kaldırdım
ve bir de baktım ki Hira’da bana gelen melek sema ile arz arasında bir kürsî üzerine
oturmuş. Çok korktum. Hemen (evime) döndüm. ‘Beni örtün, beni örtün!’ dedim.
Beni sarıp örttüler. Bunun üzerine Allah bana şu âyetleri indirdi: “Ey bürünen! Kalk
artık inzar et. Ve Rabbini artık büyükle, elbiseni temizle ve o pislikleri artık
defeyle…”1671
Yapılan değerlendirmeler ışığında rivâyetin râvîler cihetinden “sahih” olduğu
anlaşılmaktadır.
K. Züheyr b. Harb1672-Velîd b. Müslim1673-el-Evzâî1674-Yahyâ1675: “Ebû
Seleme’ye: ‘Kur’an’ın hangi kısmı önce indirildi?’ diye sordum. “(Yâ eyyühe’l-
1667 Ebû Tâhir: Ahmed b. Amr b. Abdullâh b. Amr b. Serh el-Emevî Ebû Tâhir el-Mısrî (ö.
249/255): İbn Vehb’den rivâyet etmiştir. Ebû Zür’a ve Ebû Hâtim onda bir beis olmadığını, Nesâî
sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, II/22; İbn Hacer, Tehzîb, I/64). 1668 Abdullâh b. Vehb b. Müslim el-Kuraşî (ö. 197): Yûnus b. Yezîd’den rivâyet etmiştir. Ondan
Ebû Tâhir b. Serh nakletmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Sa’d, Iclî, Ahmed b. Ebî Bekr ve
Ebû Zür’a gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür. Nesâî ve Sâcî sema’da mütesâhil
olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/234-236; Zehebî, Mîzân, II/521-523; İbn Hacer,
Tehzîb, VI/71-74). 1669 Yûnus b. Yezîd b. Ebi’n-Necâd (ö. 159): Zührî’den rivâyet etmiştir. Ondan İbn Vehb
aktarmıştır. Vekî’, hıfzının kötü olduğunu ifade eder. Ma’mer ve Dûrî, Zührî’nin rivâyetlerinde
insanların en sebti olduğunu belirtir, ancak Ahmed b. Hanbel, Yûnus’un Zührî’den rivâyetlerinde
münkerler olduğunu söylemektedir. Fadl b. Ziyâd, Ukayl, Iclî, Nesâî, Ya’kûb b. Şeybe, Ebû Zür’a ve
İbn Hırâş gibi birçok âlim tarafından ise sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/304-306;
İbn Hacer, Tehzîb, XI/450-451). 1670 Ebû Seleme b. Abdirrahmân b. Avf b. Abdiavf ez-Zührî : Câbir’den rivâyet etmiştir. İbn Sa’d
ve Ebû Zür’a sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, XII/115-118). 1671 Müslim, İman, 73, hadis no: 255, I/143; Müddessir, 74/1-5. 1672 Züheyr b. Harb Şeddâd el-Hıraşî (ö. 232-234): Ondan Müslim rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû
Hâtim, Nesâî, Hüseyn b. Fehm gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
V/350-352; İbn Hacer, Tehzîb, III/342-344). 1673 Velîd b. Müslim el-Kuraşî (ö. 195): Benî Ümeyye’nin mevlâsıdır. el-Evzâî’den rivâyet etmiştir.
İbn Sa’d, Iclî ve Ya’kûb b. Şeybe sika olduğunu belirtmektedir. Müemmel b. Ehab ve Ebû Mesher,
Velîd b. Müslim’in, el-Evzâî’nin hadisini yalancılardan rivâyet ettiğini ve onlardan tedlis yaptığını
söylemektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IX/21-22; Zehebî, Mîzân, IV/347-348; İbn Hacer, Tehzîb,
XI/151-155).
379
Müddessir)” dedi. Bunun üzerine ben: ‘Hayır, İkra’ sûresidir’ dedim. Bu sefer o şunu
söyledi: Ben Câbir b. Abdillâh’a: ‘Kur’an’ın hangi kısmı önce indirildi’ diye sordum
da o bana: ‘Yâ Eyyühe’l-Müddessir’ diye cevap verdi. Bunun üzerine ben: ‘Hayır,
İkra’ sûresi değil mi?’ dedim. Câbir, Rasûlullah’ın bize anlattığını anlatayım dedi.
Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Hira’da bir ay bulundum. İtikafımı tamamladığımda
indim. Vadinin aşağısına döndüğüm zaman bana seslenildi. Hemen önüme, arkama,
sağıma, soluma baktım, fakat hiçbir şey göremedim. Sonra (bana yine) seslenildi. Bu
seferde baktım yine kimseyi göremedim. Sonra bana yine seslenildi. Bu defa başımı
yukarı kaldırdım. O (Cebrâil), havada taht üzerinde bulunuyor. Bundan dolayı beni
şiddetli bir sarsıntı aldı. Hatice’ye geldim ve ‘Beni örtünüz, beni örtünüz!’ dedim.
Sonra üzerime bir su döktüler.’ Allah (c.c ): “Ey örtüye bürünmüş Peygamber! kalk
da uyar. Rabbini yücelt ve elbiseni temiz tut” (âyetlerini) indirdi.” 1676
Yahyâ b. Ebî Kesîr rivâyetinin diğer isnadlarını ise şöyle sıralamak
mümkündür:
1. Yahyâ b. Ebî Kesîr-Ali b. Mübârek-Vekî’-Yahyâ.1677
2. Aynı rivâyetin bir de Câbir kanalıyla da geldiği görülmektedir.
Nebî (s.a.s)-Câbir b. Abdillâh-Ebû Seleme-Yahyâ b. Ebî Kesîr-Harb b.
Şeddâd1678-Abdurrahmân b. Mehdî ve onun dışındaki-Muhammed b. Beşşâr.1679
1674 el-Evzâî: Abdurrahmân b. Amr b. Ebî Amr (ö. 251/255/256): Şeddâd b. Ammâr’dan rivâyet
etmiştir. Ondan Mâlik, Muhammed b. Mus’ab el-Kurkusânî nakletmiştir. Osmân ed-Dârimî ve İbn
Sa’d’a göre sikadır. Ahmed b. Hanbel ise zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI/238-
242). 1675 Yahyâ b. Ebî Kesîr et-Tâî (ö.129/132): Iclî, Ebû Hâtim, Yahyâ ve İbn Hibbân sika olduğunu
belirtirken; Ukaylî ve İbn Hibbân tedlis yaptığını söylemektedir. (Zehebî, Mîzân, IV/402-403; İbn
Hacer, Tehzîb, XI/268-270). 1676 Müslim, İman, 73, hadis no: 257, I/144. 1677 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 74 (Müddessir Sûresi), 1, V/74. 1678 Harb b. Şeddâd el-Yeşkûrî (ö. 161): Yahyâ b. Ebî Kesîr’den rivâyet etmiştir. Ondan
Abdüssamed b. Abdulvâris nakletmiştir. Abdüssamed, Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn ve Ebû Hâtim gibi
âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (Zehebî, Mîzân, I/470; İbn Hacer, Tehzîb, II/224). 1679 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 74 (Müddessir Sûresi), 2, V/74-75.
380
3. Yahyâ-Harb- Abdüssamed1680-İshâk b. Mansûr1681-Buhârî.1682
4. Yahyâ-el-Evzâî-Velîd b. Müslim-Ahmed b. Hanbel-Abdullâh (ح) Yahyâ b.
Ebî Kesîr el-Ma’nâ-Ali b. Mübârek-Vekî’.1683
5. Yahyâ b. Ebî Kesîr-Ebân el-Attâr1684-Affân-Ahmed b. Hanbel-
Abdullâh.1685
Rivâyetlerin isnadlarında cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından ihtilafla birlikte
mecrûh görülen Yahyâ b. Kesîr et-Tâî bulunduğundan bu rivâyetler klasik hadis
usûlü bakımından “hasen”dir.
6. Âişe- Urve- İbn Şihâb- Ukayl-Leys-İbn Bükeyr.1686
7. Zührî-Ma’mer-Abdurrazzâk-Abdullâh b. Muhammed1687 (ح) Âişe-Urve-
Muhammed-Ukayl-Leys.1688
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyetler
“sahih”tir.
Sahih rivâyetlere göre, ilk inen âyetler: “Yaratan Rabbinin adıyla oku…”
diye başlayan Alak sûresinin ilk beş âyetidir. Hz. Âişe ile çoğunluğun görüşünün bu
şekilde olduğu görülmektedir.
1680 Abdüssamed b. Abdülvâris (ö. 206/207): Harb b. Şeddâd’dan rivâyet etmiştir. Ondan İshâk b.
Mansûr el-Kevsec aktarmıştır. Ebû Ahmed, İbn Hibbân, İbn Sa’d, Hâkim ve İbn Kâni’gibi âlimler
tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/266-267; İbn Hacer, Tehzîb, VI/327-
328). 1681 İshâk b. Mansûr b. Bihrâm el-Kevsec (ö. 251): Nisaburlu olup Müslim, Nesâî, Ebû Hâtim,
Hatîb, İbn Hibbân, İbn Şâhîn ve Osman b. Ebî Şeybe gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, I/234, 1952). 1682 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 74 (Müddessir Sûresi), 3, V/75. 1683 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/306, 392. 1684 Ebân b. Yezîd el-Ettâr: Yahyâ b. Ebî Kesîr’den rivâyet etmiştir. Ahmed, İbn Maîn, Nesâî, İbn
Medînî, Iclî ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür, ancak İbn Cevzî onu
Duafâ’da zikretmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, I/299, 1952; Zehebî, Mîzân, I/16; İbn Hacer, Tehzîb,
I/101-102). 1685 Ahmed b. Hanbel, a.g.e, III/306-307. 1686 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 96, (Alak Sûresi), 3, V/89. 1687 Abdullâh b. Muhammed b. Abdillâh b. Ca’fer b. Yemân b. Ahnes b. Huneys el-Cu’fî (ö.
229): Abdurrazzâk’tan rivâyet etmiştir. Ondan Buhârî nakletmiştir. Ebû Hâtim, İbn Hibbân ve Halîlî
gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/198; İbn Hacer, Tehzîb, VI/9-
10). 1688 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 96, (Alak Sûresi), 3, V/89.
381
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, şârihler bu konuda şu görüşleri
serdetmektedir: Nevevî (ö. 676): “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku”, ifadesi
Kur’an’dan indirilen ilk âyet olduğuna argümandır. Haleften ve seleften cumhura
göre doğru olan budur. İlk inen âyetler Müddessir sûresi denilmiştir. Bu doğru
değildir. Müddessir’in önce inmesi zayıftır. Hatta bâtıldır. Mutlak olarak ilk inen
âyetler “ikra’”dır. (Bu) Âişe’nin hadisinde tasrîh edilmiştir. ‘Yâ eyyuhe’l-müddessir’
Fetretü’l-Vahiy”den sonra inmiştir” demektedir.1689 Aynî (ö. 855): “Müddessir
sûresinin önce indiğinin söylenmesi, Fetretü’l-Vahiy’den sonra inmesine hamledilir”
demektedir.1690 İbn Hacer de Müddessir sûresinin nüzûlünün İkra’dan sonra olduğunu
ifade etmektedir.1691 İbn Battal: “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku!” ifadesi, Kur’an’dan
inen ilk âyetlere argümandır” demektedir.1692
İbn Cerîr ve “el-Mu’cemü’l-Kebir”de Taberânî, Ebû Rece el-Utaridî’den
şöyle rivâyet etmişlerdir: Ebû Mûsâ el-Eş’arî bize Kur’an öğretiyordu, bizi halka
halinde oturturdu. Üzerinde iki beyaz elbise vardı. İkra’yı tilâvet ettiğinde; “Bu sûre,
Muhammed’e (s.a.s) ilk inen sûredir”1693 derdi. Müstedrek’te Hâkim (ö. 405),
“Delâil” de Beyhâkî, Hz. Âişe’den de rivâyet etmiştir. Birçokları Mücâhid’den de
“Kur’an’da ilk inen Alak, sonra Kalem sûresidir”1694 dediğini nakletmiştir.
Hadiste vahyin bir ara kesilmesinden bahsederken şöyle denilmiştir: “Ben
yürüyordum. O esnada gökten bir ses işittim ve (hemen) gözümü yukarı kaldırdım.
Bir de gördüm ki Hira’da bana gelen melek gök ile yer arasında bir kürsüde oturmuş.
Ondan korktum, döndüm. ‘Beni örtünüz, beni örtünüz!’ dedim. O vakit: “Ey
1689 Nevevî, a.g.e, I/ 227-233. 1690 Aynî, a.g.e, I/63-74. 1691 İbn Hacer, Tehzîb, I/22-24. 1692 İbn Battâl, a.g.e, I/36-37. 1693 Taberî, Tefsîr, XXIV/531-532, 2001. 1694 Hâkim, a.g.e, II/529.
382
elbisesine bürünen kalk da uyar, Rabb’ini yücelt, elbiseni temizle, pislikten
kaçın”1695 sûresi indirildi. Derken vahiy kızıştı ve ardı ardına devam etti…” Burada
görülüyor ki, meleğin daha önce Hira’da gelmiş olduğu anlatılmıştı. Daha önce
meleğin gelmesi ise ‘İkra’nın indirilmesidir. Şu halde bunun manası “peygamberlik
için ilk olarak ‘İkra’ indirilmişti. Bir ara vahyin kesilmesinden sonra ilk
peygamberlik ve davet için ‘Müddessir’ indirildi” demektir. Câbir b. Zeyd de önce
indirilen Alak, sonra Kalem, sonra Müzzemmil, sonra Müddessir, sonra Fâtiha
olduğunu kesin olarak ifade etmiştir. İmam Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Müslim, Abd
b. Humeyd, Abdurrazzâk ve daha başkaları İbn Şihâb yoluyla “Urve b. Zübeyr’den,
Hz. Âişe’den (r.a) vahyin başlamasıyla ilgili hadiste ilk vahyin rüyayı sâdıka ile
başladığını açıkladıktan sonra Hira mağarasında meleğin gelip tazyik ile tutup sıkıp
da “Oku” dediğini, “Ben okumuş değilim” diye cevap verdiğini, bunun üzerine bir
daha sıkıp yine “Ben okumuş değilim” diye cevap verdiğini, üçüncüde yine bütün
takati tükenene kadar sıkıp bırakıp da Alak sûresinin ilk beş âyetini getirdiğini
rivâyet etmiş olduklarından ve hepsinden en sahih (doğru) olan bu rivâyette ise ‘mâ
lem ya’lem’e kadar âyetler’ diye anlatılmış ve açıkça ifade edilmiş bulunduğundan
ilk inen âyetlerin bu âyetler olduğu en sahih olarak ispatlanmış bulunmaktadır.1696
Verdiğimiz bu birkaç rivâyet göstermektedir ki, argüman olarak ileri sürülen
Câbir hâdisesinde, daha Müddessir sûresi inmeden önce Hz. Peygamber’e meleğin
geldiği açıkça ifade edilmektedir. Zira Hz. Peygamber buyuruyor ki: “… Başımı
kaldırdım, ne göreyim! Bana Hira’da gelen melek orada değil mi? derhal ailemin
yanına döndüm. Beni örtünüz! Beni örtünüz! dedim. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey
1695 Müddessir, 74/1-5. 1696 Yazır, M. Hamdi, a.g.e, IX/317-319.
383
bürünen! kalk da uyar…” âyetini indirdi.” Oysa Hz. Peygamber Hirâ’da kendisine
gelen meleğin: “Yaratan Rabbinin adıyla oku…” âyetini getirdiğini haber vermiştir.
Şu halde Câbir hadisi Müddessir sûresinin daha sonra geldiğini
göstermektedir. Buna birçok yerde delâletler vardır: “Vahyin fetretinden sonra” sözü,
“Bir de baktım ki Hira’da bana gelen melek” sözü, “Sonra vahiy arka arkaya kesiksiz
devam etti” sözü gibi. İlk inen vahiyde Allah Hz. Peygamber’e tebliğden önce
okumasını emretmiştir. Sonra “Ey bürünen kalk da uyar” emri gelmiştir. Hz.
Peygamber peygamberlik görevini “Oku” emriyle, tebliğ görevini ise “Kalk, uyar”
emriyle yüklenmiştir denilebilir.1697
Zira bu âyetlerde Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e, “Ey örtüsüne bürünen!”
diye hitap edip akabinde insanları uyarmak için harekete geçmesini, Rabbinin
büyüklüğünü tanımasını, elbisesini temiz tutmasını ve kötülüklerden sakınmasını
emretmektedir.1698
2. Tarih Kaynaklarında İlk Vahiy
Konunun en erken tarih kaynaklarında da yer aldığı müşâhade edilmektedir:
“Allah’ın Hz. Muhammed’i, peygamberlikle şereflendirdiği senenin Ramazan
ayında, Hz. Muhammed yine her zaman olduğu gibi, itikafa çekilmek üzere çıktı.
Beraberinde ailesini de götürdü. Allah’ın ona peygamberlik in’am ve ihsan ettiği
gece olunca,Cebrâîl, ona Allah’ın emrini getirdi. Cebrâîl ona, uyurken geldi. ‘Oku!’
dedi. Hz. Muhammed: ‘Ben okuma bilmem’ diye karşılık verdi. Cebrâîl onu öyle bir
sıktı ki, Hz. Muuhammed neredeyse öleceğini sandı. Sonra Cebrâîl onu bıraktı,
tekrar: ‘Oku!’ dedi. Hz. Muhammed: ‘Okuma bilmem’ cevabını verdi. Sonra Cebrâîl,
1697 Benzer görüşler için bkz. Sofuoğlu, Mehmed, Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, İrfan Yayınevi,
İstanbul, 1967, I/219. 1698 Yaşaroğlu, M. Kâmil, “Müddessir sûresi” maddesi, DİA, İstanbul, 2006, XXXI/463.
384
yine onu öyle bir sıktı ki Hz. Muhammed öleceğini sandı. Sonra bıraktı ve tekrar:
‘Oku!’ dedi. Hz. Muhammed yine ‘Okuma bilmem’ dedi. Bu olay bir kez daha
tekrarlandı.Cebrâîl yine ‘Oku!’ deyince Hz. Muhammed: ‘Ne okuyayım?’ diye
sordu. Bunun üzerineCebrâîl: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir aşılanmış
yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin ziyade kerem sahibidir. O, kalemle öğretti, insana
bilmediği şeyleri öğretti’ dedi ve oradan ayrılıp gitti. Hz. Muhammed uykusundan
uyandı. Sanki kalbinde bir kitap şekillenmişti. Hz. Muhammed için, Allah’ın
yarattıkları içinde, bir şair ya da mecnundan daha kötü hiç kimse yoktu. Onlara
kızdığı kadar hiç kimseye kızmazdı. Onlara bakmazdı bile. Hz. Muhammed kendi
kendine: Eb’ad (األبعد) Hz. Muhammed kendini kasdediyor), şair veya mecnun mu
yoksa? Dedi. Sonra: ‘Bu yüzden, Kureyş, asla beni konuşmasın… Dağın yüksek bir
yerine çıkayım, kendimi oradan atıp öldüreyim. İşte o zaman rahatlarım/kurtulurum’
diye ekledi. Sırf bu amaçla evinden çıktı. Dağa çıkarken, gökten birinin seslendiğini
duydu. Ses: ‘Ey Muhammed! Sen Allah’ın Peygamberisin, ben deCebrâîl’im’
diyordu. Hz. Muhammed bakmak üzere başını göğe kaldırdı. Bir de baktı ki,Cebrâîl,
ayaklarını sema ufkuna koymuş bir halde ve bir erkek sûretinde. ‘Ey Muhammed!
Sen Allah’ın Peygamberisin, ben deCebrâîl’im’ diyordu. Ona bakmaya çalıştı.
Oracıkta kalakalmıştı. Ne ileri, ne de geri gidebiliyordu. Yüzünü gökyüzünün hangi
tarafına çevirse onu gördü. Hz. Muhammed’i aramak üzere Hz. Hatice’nin
gönderdiği adamlar gelene kadar orada öylece kaldı. Fakat onlarla dönmedi. Adamlar
Mekke’ye döndüler. Sonra tekrar Hz. Muhammed’in yanına geldiler. O yine aynı
şekilde duruyordu. Neredeyse akşam olacaktı. SonraCebrâîl ayrılıp gitti. Hz.
Muhammed de evine döndü. Hatice’nin yanına vardı. Onun yakınına oturdu. Hatice:
‘Ey Eba’l-Kasım! Neredeydin? Vallahi seni aramak için adamlarımı gönderdim.
385
Gittiler ama Mekke’ye geri döndüler?...’ diye sordu. Hz. Muhammed: ‘Şüphesiz
kendisini kasdediyor- herhalde ya bir şair yahut bir mecnun…’ diye karşılık– (األبعد)
verdi. Bunun üzerine Hatice: ‘Bundan Allah’a sığınırım ey Eba’l-Kâsım! Benim
bildiğim senin şu doğru sözlülüğün, son derece güvenilir olman, güzel ahlaklılığın,
eşini dostunu gözetmen gibi iyi hallerine karşılık, Allah sana böyle bir şey yapmaz.
Ama bu hal nedir ey amca oğlu? Herhalde sen, bir şey gördün ya da duydun’ dedi.
Rasûlullah ona meseleyi anlattı. Anlatılanları dinleyen Hatice: ‘Seni müjdelerim, ey
amca oğlu! ve kalbini teskin edeyim ki, kendisine yemin ettiğin varlığa yemin
ederim. Senin, bu ümmetin peygamberi olacağına kesinlikle inanıyorum’ dedikten
sonra kalktı ve elbiselerini giydi. Varaka b. Nevfel’e gitti. Varaka, kitap okumuş,
Hıristiyan olmuş, Tevrat ve İncil’i dinlemişti. Hatice ona meseleyi anlattı. Varaka:
‘Allah, Allah… Varaka’nın nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ey
Hatice, eğer doğru söylüyorsan şüphesiz o, bu ümmetin Peygamberidir. Ona gelen,
Mûsâ’ya (a.s.) gelen Nâmus-i Ekber’dir. Ona söyle, sebat etsin’ dedi. Bunun üzerine
Hatice, Rasûlullah’ın (s.a.s) yanına geri döndü. Ona Varaka’nın söylediklerini
aktardı. Varaka’nın bu sözleri, Rasûlullah’ın (s.a.s) kendisine gelen şey, kendi
hakkındaki bazı düşüncelerini yok etmesini kolaylaştırdı. Hz. Peygamber, itikafını
yapıp bitirince eskiden olduğu gibi davrandı. Yine önce Kâbe’den başladı. Önce onu
tavaf etti. Kâbe’yi tavaf ederken orada Varaka’ya rastladı. Varaka onu görünce: ‘Ey
kardeşimin oğlu! Bana gördüğün ve duyduğun şeyleri anlat’ dedi. Hz. Peygamber,
ona başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Varaka: ‘Varaka’nın nefsi kudret
elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sana gelen Mûsâ’ya gelen Nâmus-i Ekber’dir.
Sen de bu ümmetin Peygamberisin. Elbette eziyete maruz kalacaksın,
yalanlanacaksın, savaşacaksın ve yardıma mazhar olacaksın. Şayet ben o günlere
386
yetişirsem Allah biliyor mutlaka sana yardım ederim’ dedi ve ona yaklaştı. Başından
öptü. Sonra Hz. Peygamber evine döndü. Allah, Varaka’nın sözleriyle onun sebatını
artırdı ve mündemiç bazı tereddütleri hafifletti.1699
Hadis ve tarih kaynaklarında ilk vahiyle ilgili olarak yer alan rivâyetlerdeki
farklılıkları şöyle sıralamak mümkündür:
1. İlk vahiyle ilgili olarak erken dönem tarih kaynaklarında Hz. Peygamber’in
itikafa çekilmek üzere Hira mağarasına çıktığında beraberinde ailesini de
götürdüğü,Cebrâîl’in ona uyurken geldiği, Hz. Peygamber’in ilk vahiyden sonra
uykusundan uyandığı, Hz. Peygamber’in kendisini Eb’ad olarak isimlendirdiği,
Hatice’nin ilk olarak “sen peygambersin” dediği, Hatice’nin Varaka’nın yanına tek
gittiği, Kâbe’yi tavafı esnasında Varaka’nın Hz. Peygamber’e: “Savaşacaksın ve
yardıma mazhar olacaksın” dediği kaydedilmektedir. Hadis kaynaklarıyla tarih
kaynaklarında nakledilen ilk vahyin muhteva açısından farklı olduğu görülmektedir.
Tarih kaynaklarında ilk vahyin uyku halinde geldiği nakledilir, ancak hadis
kaynaklarında böyle bir keyfiyet söz konusu değildir. Hz. Peygamber’in kendisini
“Eb’ad” olarak isimlendirdiğine dair de hadis kaynaklarında bir rivâyet mevcut
değildir.
İlgili tartışmalara baktığımızda, Süheylî (ö. 581) konuyla ilgili şu görüşleri
serdetmektedir: “Cebrâîl bana geldiğinde ben uyumaktaydım. Hemen uyandım.
Sanki kalbime bir kitap yazılmıştı” diye nakledilir. Fakat uyku bahsi ne Âişe’nin
hadisinde ne de başkasında vardır. Bilâkis Urve’nin hadisiCebrâîl’in İkra’ sûresiyle
indiği zaman “yakaza = uyanıklık” halinde inmesine delâlet eder. Zira Urve hadisin
başlangıcında: “Rasûlullah’a ilk görünen şey sâdık rüyadır” diye nakledilir. Hadisten
1699 İbn İshâk, a.g.e, s. 100-102; İbn Hişâm, a.g.e, I/238.
387
anlaşılan, rüyaCebrâîl’in Peygamber’e Kur’an inmeden önce idi. İki hadisin arasını
şununla cem etmek mümkün olur: “Peygamber’eCebrâîl uyanıkken gelmeye
başlamadan önce uykuda geldi ki alıştırma, kolaylaştırma ve ona bir rıfk olsun. Zira
nübüvvet işi büyüktür. Onun yükü ağırdır. Beşer ise zayıftır. Peygamberlik devasa ve
ağır bir vazife olduğundan Hz. Peygamber’in bu vazifeye alıştırılması, hazırlanması
ve bunun kendisine kolaylaştırılması için vahiy meleğiCebrâîl, uyanık iken gelmeye
başlamadan önce rüyada gelmeye başlamıştır.1700 Zaten vahiy Peygamberlere uyanık
iken geldiği gibi, Saffât sûresinin 102. âyetine göre, rüyada da gelirdi.1701
Hz. Muhammed hakkındaki ilk bilgiler, bu tecrübenin bir rüya halinde veya
yarı uyanıkken göründüğü ya da o hallerle birlikte çıktığına işaret eder. Zira bu
tecrübeyi anlattıktan sonra Hz. Peygamber’in “sonra uyanırdım” dediği
kaydedilir.1702
2. İbn Ebî Şeybe’nin (ö. 235) ilk vahiyle ilgili olarak naklettiği rivâyetle tarih
kaynaklarındaki rivâyetlerin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. İbn Ebî Şeybe,
Hz. Peygamber’i dinleyen Hatice’nin önce Ebû Bekr’e gidip durumdan haberdar
ettiği kaydedilirken, erken dönem tarih kaynaklarından İbn Hişâm (ö. 213-218),
Hatice’nin Varaka’ya tek gittiğini, Varaka ile Hz. Peygamber’in Kâbe’de tavaf
esnasında karşılaştıklarını nakleder. 1703
3. İbn Hişâm’ın (ö. 213-218) rivâyetinde Hatice’nin gelen varlığın melek mi,
yoksa şeytan mı olduğunu anlamaya çalıştığı nakledilir.1704
1700 Süheylî, a.g.e, I/153-154. 1701 İbn Hişâm, a.g.e, II/41; Süheylî, a.g.e, I/153. 1702 Fazlur, Rahman, İslâm, ter. Mehmet Dağ, Selçuk Yayınları, Ankara, 1993, s. 14. 1703 İbn Hişâm, a.g.e, I/238; Taberî, a.g.e, II/300-302. 1704 İbn Hişâm, a.g.e, I/ 238-239.
388
4. Tarih kaynaklarında ilk vahiyden sonra Hatice’nin onu aramak üzere
Hira’ya adamlar gönderdiği nakledilirken, hadis kaynaklarında böyle bir bilgi
aktarılmaz.
5. Beyhakî (ö.458): “Bu rivâyette Hz. Peygamber’in karnının yarılmasından
söz edilmesine gelince bunu o, çocukluk devresinde kendisine yapılan bir şey olarak
rivâyet etmiş olabilir. Yani o, Halime’nin yanında iken karnının yarılmış olduğunu
bilahere anlatmıştır. Ama ikinci bir kez yarılmış olması da muhtemeldir. Sonra
semaya, miraca çıktığı esnada da üçüncü kez karnı yarılmış olabilir” demektedir.1705
İlk vahiyle ilgili olarak tarih kaynaklarında yer alan diğer rivâyetleri şöyle
sıralamak mümkündür: Hz. Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcının Sasanî
Hükümdarı Perviz’in iktidarının 19. yılının 11. ayında,1706 kırk yaşındayken,1707 17
Ramazan’da,1708 Pazartesi,1709 veya Cuma günü vuku bulduğu,1710 Hz.
Muhammed’in Hira’da bulunduğu 610 yılı Ramazan ayının son on günü içinde bir
gece, bazı rivâyetlere göre Pazartesi günü sabaha karşı Cebrâil’in aslî sûretinde
geldiği,1711 610 yılı Ramazan ayının son on günü içerisindeki – sonradan Allah’ın
Kadir Gecesi adını verdiği,1712 bir gece (Hz. Âişe’nin rivâyetine göre 27. Pazartesi)
sabaha karşı, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrâîl vasıtasıyla Alak sûresinin “İkrâ”
oku emriyle başlayan ilk beş âyetinin, Hz. Peygamber’e, uzlet ve halvet
1705 İbn Kesîr, a.g.e, III/24. 1706 Belâzurî, a.g.e, I/113-114. 1707 İbn Hişâm, a.g.e, I/233; İbn Sa’d, a.g.e, I/190, 224; II/308, 310. 1708 İbn Sa’d, a.g.e, I/194. 1709 İbn Sa’d, a.g.e, I/194. 1710 İbn İshâk, a.g.e, s. 101, 109-110; Beyhakî, a.g.e, II/133-134. 1711 Fayda, Mustafa, a.g.m, XXX/410. 1712 Kadir, 97/1-5.
389
merhalesinden üç yıl, sâdık rüyalar görme safhasından altı ay sonra indirildiği1713
şeklinde birçok bilgi aktarılmıştır.
İlgili tartışmalara baktığımızda ise, ilk vahiyle ilgili olarak Bûtî: “Hz.
Muhammed, Hira mağarasında aniden karşısında Cebrâil’i gözüyle görünce irkildi.
Cebrâil (a.s) Ona: “Oku!” diyordu. Neticede, vahiy olayının halüsinasyona
hamledilecek dahilî ve şahsî bir iş olmadığı ortaya çıkıyor. Vahiy olayı, salt insanın
iç dünyası ve nefsiyle alâkası olmayan, haricî bir hakikati telakki etmek ve onu kabul
etmekten ibarettir. Meleğin Hz. Peygamber’i üç kere sıkması, sonra her defasında
“Oku!” diyerek bırakıvermesi, bu haricî telâkkiyi destekleme ve bazı aleyhte tasaları
reddetme hususunda te’kid olarak nitelendirilebilir. Yani bu olay asla bir hayal
görme değildir. Hz. Peygamber’in görüp işittiklerinden dolayı içine korku ve ürperti
düşmüştü. Hatta o, mağaradaki halvetini (yalnızlığa çekilmesi) yarıda kesip, yüreği
titreyerek süratle eve dönmüştü. Vahiy olayı, onun hayatını sarsacak bir şekilde daha
önceden hazırlıksız olarak aniden onu gelip sarmıştı. Hâsılı bu keyfiyet, kendinde
devamlı ve tedricî bir keşf yoluyla, davet etmeyi tasarladığı bir akidenin oluşmasına
kadar, akıl ve tefekkür yoluyla kendini yetiştiren bir insanın işi değildir”
demektedir.1714
Bu konuda Mevdûdî ise şu görüşleri serdetmektedir: “Bu olay ayrıca,
nübüvvetten evvel Hz. Muhammed’in yaşantısı ve karakterinin ne kadar temiz
olduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi, Hz. Hatice’nin o sırada yaşı 55 idi ve 15 seneden
beri Hz. Peygamber’in zevcesi ve hayat arkadaşıydı. Bu olgun ve tecrübeli hanım,
1713 Mubârekfûrî’nin Rahîku’l-Mahtum adlı eserinde tercih ettiği kavle göre- Ramazan ayının 21. günü
pazartesi gecesi ay takvimine göre 40 yaşından 6 ay, 12 gün, güneş takvimine göre 39 yaşından 3 ay
12 gün aldığı bir dönemde vahyin nazil olmaya başladığı nakledilmektedir. (Saîd, Havva, a.g.e,
I/225). 1714 Bûtî, M. Saîd Ramazan, Fıkhu’s-Sîre, Peygamberimizin (s.a.s) Uygulamasıyla İslâm, Gonca
Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 88.
390
Hz. Peygamber’in kişiliğine ve karakterine o kadar güveniyordu ki, kendisi Hira
mağarasından dehşet ve heyecan içinde eve dönüp başından geçen olayı anlatır
anlatmaz Allah’ın meleğinin ona geldiğine hemen inanıverdi. Aynı şekilde Varaka b.
Nevfel de Hz. Peygamber’in anlattığı olaya ters bir tepki göstermedi, hiçbir tereddüt
ve şüphe de belirtmedi ve aksine, söylediklerini tasdik etti ve aynı hâlet-i ruhiyeden
Hz. Mûsâ’nın da geçtiğini anımsadı. Demek ki, Varaka b. Nevfel’in gözünde de
kişilik ve karakteri bakımından Hz. Peygamber öylesine yüksek bir yerde idi ki, onun
Peygamber olmasına hiç şaşmadı.”1715
Meclisî’nin (ö. 1110) eserinde ilk vahiyle ilgili olarak: Hz. Peygamber’e ilk
vahyin uyku esnasında geldiği,1716 göğsünün yarıldığı,1717 Hatice’nin Hz.
Peygamber’e gelenin Cebrâîl mi, değil mi diye sınadığı1718 kaydedilmektedir. İlk
inen âyetlerle ilgili Câbir b. Abdillâh rivâyetini Meclisî de aktarmıştır.1719 Ancak
Meclisî müfessirlerin çoğunluğunun Alak sûresinin Kur’an’dan inen ilk sûre
olduğunu kabul ettiğini belirtir.1720
Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili olarak nakledilen rivâyetlerin Şîî
müelliflerince erken dönemden itibaren farklı yorumlandığı ve Şîî inanç esaslarıyla
ilintili olarak açıklandığı mülâhaza edilmektedir:
“Şîîler ilk vahiyle ilgili olarak Âişe’nin naklettiği rivâyette yadırganacak
unsurların olduğunu söylemektedir.
Öncelikle Âişe’nin bu bilgiyi kimden aldığı zikredilmemektedir. İlk vahiyden
sonra Varaka’nın Hz. Peygamber’in risâletini haber vermesi Kur’an-ı Kerim ile
1715 Mevdûdî, a.g.e, II/287-288. 1716 Meclisî, a.g.e, XV/233. 1717 Meclisî, a.g.e, XVI/279. 1718 Meclisî, a.g.e, XVI/279. 1719 Meclisî, a.g.e, XVIII/119. 1720 Meclisî, a.g.e, XVIII/124.
391
bağdaşmamaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’in Rabbinden gelen sarih
bir argümana dayandığını açıkça belirtir. Taberî (ö. 310) Tarih’inin kaydettiği bir
başka rivâyet, bundan daha feci ve daha şüphe uyandırıcıdır. Zira Hz. Peygamber’in
geçirdiği sarsıntı ve korku, intihar etmeyi istemesine varacak kadar yüksek bir
noktaya ulaşmıştır. Oysa Yüce Allah onu peygamberliğe, insanları doğru yola
iletmeye ve hakka çağırmaya seçmek istemiştir.
Bu meyanda bu rivâyetin içeriğinin ondan çok çok yükseklerde olduğu apaçık
olan bu ilâhî makamın taşıdığı ufukla uyuşamayacağı dolayısıyla Hz. Peygamber’in
ilk vahiyle karşılaşmasına ilişkin bazı hadis ve tarihî rivâyetlere İsrailiyat kaynaklı
uydurmaların sızdığı kaydedilmektedir.
Söz konusu uydurma kokan rivâyetler ile Bihâru’l-Envâr adlı eserde yer alan
Meclisî’ye ait başka bir belgeyi karşılaştırmanın yerinde olduğu ve dikkatlere
sunulan bu belgenin, ilahî vahyin belirtileri ile bunun Hz. Peygamber’in ruh
dünyasında, kişiliğinde ve tavırlarında görülen sonuçları ile ilgili olduğu
belirtilmektedir.
İmam Ali b. Muhammed Naki’den şöyle rivâyet edilir: “Rasûlullah Şam’a
gidip gelerek yaptığı ticareti bırakıp bu ticaretlerden Allah’ın kendisine nasip ettiği
kazancı tümü ile sadaka olarak dağıtınca, her gün sabahları Hira Dağı’na giderdi. Bu
dağa çıkarak onun tepelerinden Yüce Allah’ın rahmetinin eserlerine, O’nun
rahmetinin şaşırtıcı görüntülerine, hikmetinin emsalsiz güzelliklerine, göklerin
derinliklerine, yer yüzünün köşe bucaklarına, denizlere, çöllere, derelere bakardı ve
bu yaratılış eserlerinden ibret alırdı. Yüce Allah’ın kâinata yansıyan bu varlık
belirtileri üzerinde düşünceye dalardı ve Allah’a gerçek anlamı ile ibadet ederdi.
392
Rasûlullah kırk yaşını doldurunca ve Yüce Allah kalbine bakıp da onu
kalplerin en erdemlisi, en yücesi, en itaatkârı, en takvalısı/haşyetlisi, en boyun eğeni
olarak bulunca, gök kapılarına izin verdi de açıldılar ve Peygamber göğe baktı.
Meleklere izin verdi de indiler ve Peygamber onları gördü. Rahmete emretti de arşın
sütunu tarafından Peygamber’in başına ve yüzüne indirildi. Nûru ile taçlanmış
meleklerin tavusu, Ruhu’l-Emîn lakaplı Cebrâîl’e baktı da o yanına inerek kolundan
tutup onu sarstı ve şöyle dedi: ‘Ey Muhammed, oku!’ Peygamber’in: ‘Ne
okuyayım?’ demesi üzerine Cebrâîl sözlerine şöyle devam etti: ‘Yaratan Rabbinin
adı ile oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem
sahibidir. O insana kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.’1721 Sonra
Allah’ın kendisine vahyettiğini ona vahyedip arkasından yükseklere çıktı. Hz.
Peygamber dağdan indi. Fakat Allah’a karşı beslediği ululaştırma duygusu benliğini
kuşatmış, Yüce Allah’ın şanının büyüklüğünün etkisi ile vücudunu ateş ve titreme
basmıştı… Sonra Kureyşliler’in vereceği haberi yalanlayacakları ve kendisine delilik
ve şeytanların çarpmasına uğradığı isnadında bulunacakları korkusunu şiddetle
hissetti. Başından beri, o insanların en akıllısı ve yaratılmışların en değerlisi idi. En
nefret ettiği şey şeytanlar, delilerin hareketleri ve sözleri idi. O nedenle Yüce Allah
onun göğsünü açmayı ve kalbini cesaretlendirmeyi istedi. Bunu üzerine dağları,
taşları ve toprağı konuşturdu. O bunların hangisinin yanına varsa ona şöyle
sesleniyordu: ‘Selam sana ey Muhammed! Selam sana ey Allah’ın dostu! Selam sana
ey Allah’ın Rasûlü! Müjdeler olsun sana! Zira Yüce Allah seni üstün ve güzel kıldı.
Alımlı yaptı. Seni öncesi ve sonrası ile bütün yaratıkların üzerinde kerem sahibi
kıldı. Kureyşliler sana delisin ve dinden çıkmışsın diyecekler diye üzülme! Zira
1721 Alak, 96/1-5.
393
sadece âlemlerin Rabbi’nin fazilet bağışladığı kimse faziletlidir. Sadece bütün
yaratıkların yaratıcısının değer verdiği kimse değerlidir. Kureyşlilerin
yalanlamalarından ve Arapların sana karşı haddi aşan edepsizliklerinden dolayı sakın
gönlün daralmasın! Zira Rabbin seni yüceliklerin en son noktasına ulaştıracak ve
derecelerin en yükseğine çıkaracaktır. Ve yakın zamanda vasîn1722 Ebû Tâlib oğlu ile
ilimlerini kullarının arasına ve beldelere yayacaktır. Kızın Fâtıma ile senin gözünü
aydın kılacak. Onunla Ali’den cennetlik gençlerin efendileri Hasan ve Hüseyin
meydana gelecektir. Senin dinin beldelere yayılacaktır. Seni ve kardeşini sevenlerin
ödülleri yüksek olacak, hamd sancağı senin ellerine verilecek ve sen de onu kardeşin
Ali’nin eline vereceksin. Bütün Nebîler, sıddıklar ve şehitler onun altında olacak,
naîm cennetlerine giderken o onların hepsinin rehberi olacaktır.’1723
Şîîler’e göre, Hz. Âişe rivâyeti, Hz. Peygamber’i kuşkulu, kendisi ile ilgili
olarak neler olacağını bilmemekten dolayı şaşkın bir kişi olarak tasvir ederken,
Meclisî’nin kaydettiği rivâyet onu yolun başından itibaren ilâhî misyonun geleceği
hakkında bilgi, güven ve iyimserlik sahibi olarak tasvir ediyor ki, Kur’an’ın, sünnetin
ve tarihin muhkem bilgileri ile bağdaşan tasvir bu ikinci tasvirdir.1724
Şîîler’e göre bu haberde Hz. Muhammed’e yamanmaya çalışılan şüphe ve
tereddüt “(Muhammed’in) kalbi gördüğü şeyi yalanlamadı” âyetiyle de asla
1722 İmâmiyye ve İsmâiliyye Şîası’nda Hz. Peygamber’in daha hayatta iken yetkilerini ileri dönük
olarak kendisine devrettiğine inanılan kişi, vâris, temsilci. Şîî mezheblere göre, Rasûlullah’ın vasîsi
Hz. Ali ve onun ardından neslinden gelen on iki imamdır. Ehl-i Sünnet âlimleri, Hz. Peygamber’in
sağlığında bazı sahâbîler için takdirkâr sözler söyleyip onların özelliklerini belirttiğini kabul etmekle
birlikte kendisinden sonraki dönem için bütün yetkilerini devrettiği herhangi birinin mevcudiyetini
kabul etmemektedir. Sünnî hadiste birkaç yerde geçen, Hz. Ali’nin Resûl-i Ekrem’in vefatı esnasında
vasî tayin edildiğine dair rivâyet Hz. Âişe’nin yanında zikredilince Âişe hayret ederek bu iddiayı
reddetmiştir. Rasûlullah’ın son anlarında kendi göğsüne yaslandığını belirten Âişe bu sırada onun su
istediğini, daha sonra da kucağında yığılıp kaldığını söylemiş, bu durumda Hz. Peygamber’in Ali’ye
ne zaman vasiyette bulunduğunu çevresindekilere sormuş ve böyle bir hâdisenin vuku bulmadığını
bildirmiştir. (Öz, Mustafa, “Vasî” maddesi, DİA, İstanbul, 2012, XLII/546-547). 1723 Meclisî, a.g.e, XVIII/146-147. 1724 Komisyon, Hidayet Önderleri I Hz. Muhammed Mustafâ, (A’lâmu’l-Hidâye Muhammeduni’l-
Mustafâ (sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem), s. 108-111.
394
bağdaşmamaktadır. Ünlü Şîî müfessir Tabersî (ö. 548): “Allah Teâlâ bir
Peygamberine vahyini kesin argümanlarla apaçık hale getirmeden vahyetmez,
böylece her Peygamber kendisine ulaşanın vahiy olduğundan ve Rabbi tarafından
geldiğinden kesinlikle emin olarak vahiy alır. Bu konuda başka bir şeye ihtiyaç
duymaz ve asla tereddüde ve korkuya kapılmaz”1725 der.
Şiî kaynakların Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelişini anlatan rivâyeti şiddetli
bir şekilde eleştirdikleri görülmektedir.1726
Şaban Öz, “Bu hususta şunu ifade etmek gerekir ki, mezhebler arasındaki
mücadeleler, siyer haberlerine yansımış; propagandaya yönelik olarak Hz.
Muhammed’in sözleri ile beraber sîretini de kullanma, her mezhebin başvurduğu bir
metot haline gelmiştir. Şia’nın siyer anlatımı ile, diğer mezhebî oluşumların anlatımı
arasındaki ciddi farklılıkların bulunmasının temelinde de, bu mücadele yatmaktadır.
Şia, inanç olarak belirlediği bir takım esasları temellendirmek için siyere başvurmuş,
yeni haberler imâlinin yanı sıra, mevcutlarına da müdahele etme gereği duymuştur”
demektedir.1727
Bûtî ise bu konuda şu hususlara işaret etmektedir: “İlk vahiy esnasında Hz.
Peygamber’in endişelenmesi hiç de yersiz değildir. Kâhinler, büyücüler, şairlerin
gaybden haber verdiği toplumda onların parçası olma ihtimali Hz. Peygamber’i
endişelendirmiştir. Hz. Peygamber’de görülen, ani korku halinden daha öte,
mağarada gördüğü; kendisiyle konuşan ve kucaklayıp sıkan bu varlığın, cinlerden bir
1725 Tabersî, Ebû Ali Fadl b. Hasan, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Matbaatü’l-İslâmiyye, 1373,
Tahran, X/384. 1726 (Görüldüğü kadarıyla bu rivâyetin zayıf ve itibarsız olduğunu ilk fark eden Cebelu’l-Âmil büyük
Şia âlimlerinden merhum Seyyid Abdulhüseyn Şerâfeddîn Mûsevî olmuştur. İlel-Mecmau’l-İlmî el-
Arabî bi-Dımaşk risalesinde ve en-Nassu ve’l-İctihâd kitabının 319 ile 322 sayfalarında bunu
incelemiştir. Keza değerli araştırmacılarımızdan Ali Devânî Bey Şua-ı Vahy ber Feraz-ı Kuh-i Hira
adlı kitabında bu konuyu 70-108 sayfaları arasında etraflıca ele almıştır.) (Pişvâî, Mehdî, a.g.e, s.
127). 1727 Öz, Şaban, a.g.e, s. 55.
395
garip yaratık olması vehmine kapılmasında gerçek kendini gösteriyor. Zira o, bu
olayı hanımı Hatice’ye haber verirken şöyle demişti: “Kendimden korkuyorum. Yani
bana cin çarpmış olabilir veya aklımı oynatabilirim…” Fakat Hz. Hatice, Hz.
Peygamber’in kendisinde övünülecek vasıflar ve üstün ahlâk bulunduğu için cinlerin
ve şeytanların ona bir zarar veremeyeceklerini belirterek eşini teskin etmişti.
Ayrıca o, Hira mağarasında iken “hak kendisine aniden geldi”, sözüne
gelince, bu ifade, “Hz. Peygamber daha önce böyle bir şeyi beklemezken kendisine
vahiy geldi” demektir. Nitekim bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sen bu
kitabın verileceğini ummazdın. O, ancak Rabbinin bir rahmetidir” âyeti de Hz.
Peygamber’in peygamber olarak tebliğle görevlendirileceğini bilmediğini, bunu hiç
düşünmediğini göstermektedir.
Bûtî Hz. Hatice’nin Peygamberimizi, Varaka b. Nevfel’e götürmesinin sebebi
olarak şunları zikreder: “Rasûlullah’ın karşılaştığı bu keyfiyetin, kendinden önceki
Peygamberlere de inmiş olan ilâhî vahiy olduğunu pekiştirmek ve Rasûlullah’ın
gördüğü ve duyduğu şeylerin tefsirinden çıkacak çeşitli düşünce ve endişe sebebiyle
ruhunu kaplayan örtüyü yırtıp atmaktır.”1728
Bûtî ilk vahyi anlama ve idrak etme hususunda ise şu görüşleri kaydeder:
“Bu, ‘Bed’ül-Vahy = Vahyin başlangıcı’ hadisi, dinin akaid ve şeraitle ilgili
hakikatlerin tümünün üzerine kurulduğu temel esas olur. Bu hadisi iyi kavramak ve
ona kesinlikle inanmak, Hz. Peygamber’in getirdiği gaybî hallere ve şer’î emirlere
kesinlikle inanmayı gerektiren bir giriş niteliğindedir. Zira “Vahyin” hakikati, kendi
kafasından düşünüp akıl ve görüşüyle kanun yapmaya kalkışan insanla, herhangi bir
değiştirme ve kısaltma veya fazlalık yapmadan doğrudan doğruya kendi Rabbi’nden
1728 Bûtî, a.g.e, s. 89.
396
aldığı emir ve yasakları insanlara tebliğ eden insan arasında yegâne ayırıcı
çizgidir.”1729
Batı’da konuyla ilgili bazı mütâlaalar şöyledir: Tilman Nagel ilk vahiyle ilgili
olarak şu hususları kaydetmektedir: “Vahyin inmeye başlaması, birbirinden çok
farklı vahiy metni ile ilişkilendiriliyor: Muhammed’e kalkması ve insanları uyarması
için yapılan çağrı ile “Oku!” emrinin verilmesi. Bu ikisi, Peygamber bilincinin
gelişimi sürecinde farklı evrelerin parçasıdır. İlkinde Muhammed’den belli bir tavır
sergilemesi istenmektedir. İnsanları uyarırken hangi sözleri kullanacağı henüz
kendisine bildirilmemiştir. Bu ancak ikinci vahiy geldiğinde gerçekleşecektir.”1730
İlk vahyin ne zaman geldiği hususunda ise Nagel şu hususları
kaydetmektedir: “Medine’de yaşamış olan müctehidlerin önde gelenlerinden olan
Saîd bin el-Müseyyeb, Kur’an’ın Muhammed’e kırk üç yaşından sonra indirildiğini
kabul etmektedir. Buna göre, Mekke ve Medine’de onar yıldan oluşan iki ayrı
peygamberlik evresi olduğunu söyleyebiliriz. İbn Abbâs’ın da benzer bir iddiayı dile
getirdiği belirtilmekte, ancak Muhammed’e on üç yıl boyunca (Mekke’de) vahiy
geldiği yönündeki görüşün de ondan çıktığı varsayılmaktadır.”1731
9. yüzyılda yaşamış Abdülmesih b. İshâk el-Kindî’ye yanlışlıkla atfedilen
yazarı bilinmeyen İslâm’a reddiye olarak yazılmış Apology (Risâle) adıyla tanınan
eserde, Hz. Peygamber’in ve eşi Hatice’nin saralı olduğu, Cebrâîl’i görmesinin de
bunun bir ürünü olduğu nakledilmektedir.1732
Emile Dermenghem, Hz. Peygamber’e ilk vahiyden önce bir takım varlıkların
selam verdiğini ve Hz. Muhammed’in bu keyfiyetinden dolayı henüz vahiy
1729 Bûtî, a.g.e, s. 86. 1730 Nagel, Tilman, a.g.e, s.108. 1731 Nagel, Tilman, a.g.e, s. 110. 1732 Şenol, Korkut, “Batı Düşüncesinde İslâm ve Hz. Muhammed (s.a.s) İmajı”, (Genel Bir Okuma),
MÜİFD, 34 (2008/1), s. 12.
397
gelmeden önce bile endişeye duyup cinin kendisine musallat olmasından korktuğunu
nakleder. Hz. Muhammed, Hatice’ye bir varlığın kendisini bırakmadığını ve bu
varlığın daha sonra Hz. Muhammed’e ilk vahiy esnasında da göründüğünü
kaydeder.1733
İbn İshâk’ın (ö. 151) ilk vahiy anlatımını ele alan Andrae,1734onun tarihî
olayları ve malzemeleri yeterince tenkide tabî tutmadan aldığını, İbn İshâk’ın aksine
İbn Sa’d’ın (ö. 230) ve daha sonra da Buhârî’nin bu konularda tenkitçi vasıflarının
öne çıktığını tespit etmektir. Ona göre, İbn İshâk bu olayda iki ayrı olayı
birleştirmektedir. Hâlbuki, Buhârî, dağın üzerinde görünen melekten bahsederken,
İbn Sa’d, ufukta beliren melekten bahsederek ilk vahiy hâdisesini anlatmaktadır.
Andrae, anlatım farkları üzerinde durmakta ve “ikisi de doğru olamaz, ya da ikisi de
birlikte Peygamber’in aldığı davette gördüğü şeyi oluşturamaz” diyerek iki rivâyetin
birbirinden farklı olduğunu iddia etmektedir.1735
Andrae’nin bir başka tespiti de biyografi yazarı oryantalistlerin, bu
rivâyetlerden Buhârî’nin rivâyetini risâlet başlangıcı gördükleridir: “Bugüne kadar ki
Batılı biyografi yazarları genelde Peygamber’i okumaya zorlayan meleğin hikâyesini
Peygamber’in risâlet için çağırılmasının orijinal ve gerçek tasviri olarak kabul
edegelmişlerdir. Böyle yaparak Muhammedî otoriteler arasında yaygın olan ve
Buhârî’nin çok iyi bilinen hadis çalışmasında sabitleştirilen fikri izlemiş oldular.
Psikolojik bir bakış açısıyla düşünüldüğünde, tabii ki, Hira mağarasında gerçekleşen
deneyim daha makul gözükmektedir. Andrae’nin bu yorumuyla, Oryantalistler ve
İslâmî otoriteler, Buhârî’nin rivâyetinde birleşmektedirler.
1733 Dermenghem, Emile, Hz. Muhammed ve Risâleti, çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yayınları, İstanbul,
1997, s. 81-91. 1734 Tor Adrae, “Muhammed; Sein Leben und Sein Glaube” ve “Die Person Muhammeds in Lehre und
Glauben Seiner Gemeinde” adlı eserlerin sahibidir. 1735 Armağan, Bekir, a.g.e, s. 60-61.
398
Andrae, her biri diğerinden ayrı içerikleri taşıyan bu örneklerden sonra Hz.
Peygamber’in ilk vahyini nasıl yaşadığını soruyor ve onu ilk vahyi ile ilgili fazla
bilgi vermemekle tenkit ederek şöyle diyor: “Şimdi, Hz. Muhammed, kendisine
nübüvvet verilmesini gerçekten bu şekilde mi yaşadı? Eğer yaşadıysa, o zaman
benim bildiğim kadarıyla, İslâm Peygamberi, kendisine peygamberliğin ilk verildiği
andan bir kere bile bahsetmeden, ya da ona hiç gönderme yapmadan kapsamlı ve tam
bir vahiyle kitabı yazmış ilham almışlardan sadece birisidir. Zira Kur’an’ın içerisinde
Hira mağarasında görülen görüntüye dair en ufak bir gönderme yoktur.” 1736
Batılı kaynaklarda, Hz. Peygamber’e karşı önyargılı bir tavır takınıldığı
bilinen bir husustur. Batılılar’ın ilk vahiy konusunda da aynı tutumu devam
ettirdikleri görülmektedir.
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak bazı noktalara temas etmekte
yarar görüyoruz:
Hz. Peygamber’i diğer bütün insanlardan ayıran kendisine verilen
peygamberlik misyonu ve bu misyonun kazandırdığı manevî şahsiyettir. Varlığı
itibariyle bir beşer ama misyonu itibariyle vahiy ile mücehhez ve müeyyed bir Rasûl
olan Hz. Peygamber bu âyetlerle 23 yıl sürecek olan peygamberlik vazifesi gibi ağır
yükü de yüklenmiş oluyor. Hatice’nin onun peygamberliğini kabullenmesinde
muhabbet ve samimi bir teslimiyet vardır. Zira Hz. Hatice, Hz. Peygamberle
yaşamış, onun ortaya koyduğu tasarrufları kavramış, onun tavır ve davranışları
hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olmuştur.
Bir beşer olarak Hz. Peygamber’in ilk etapta böyle bir tecrübe yaşamaktan
çekindiğini görmekteyiz. Ancak sonradan bu tereddüt yerini, itaate ve teslimiyete
1736 Armağan, Bekir, a.g.e, s. 61-63.
399
bırakmıştır. Hz. Peygamber’in bidâyetteki bu bocalama ve tereddüdünü tabiî
karşılamak lâzım gelir. Bilhassa bunun ilk tecrübe olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber’in hiç
beklemediği bir keyfiyetle karşılaşmanın sonucu o anda yaşadığı halet-i ruhiyesini,
bir anlamda şok halini, ‘tepki psikolojisi’ olarak adlandırmak mümkündür.
Son olarak şunu ifade edebiliriz ki, yolun doğrusunu göstermeyi üzerine
alan1737 Allah, yaratılıştan bu yana gönderdiği Peygamberlerden birini, Hz.
Muhammed’i, M. 610 yılında cahilî Arap kabileleri arasından seçip, insanlara
doğruyu bulmaları için uyarıcı olarak evrensel bir boyutla tüm insanlığa elçi olarak
gönderdi.1738
III. RİSÂLET ÖNCESİ HZ. MUHAMMED’İN KİŞİLİĞİ
Sahih kaynakların hepsi Hz Muhammed’in ahlâkının yüceliği noktasında
ittifak ederler. Hz. Peygamber’in sahip olduğu üstün ahlâkî karakter o toplumda pek
nadir olduğu için o Mekkeliler nezdinde mümtâz bir konuma sahipti. Nitekim vahiy
tecrübesinden sonra Mekkeliler’in onu yalancı olarak adlandıramamasındaki en
önemli faktör onun sahip olduğu üstün meziyetleriydi. Onun Mekke’de en dikkat
çeken yanı tebliğinde daima güvenilir, dürüst, ahlâklı bir kişi olmasıdır.1739
Hz. Peygamber’in üstün meziyetleri ve güzel ahlâkı bağlamında şu
argümanları sıralamak mümkündür:
el-Emîn Olması: Hz. Peygamber’in emin oluşuyla ilgili olarak önce onun
gençliğinden bahsedilir ve onun cahiliye devrinin yaygın kötülüklerine ileride
yükleneceği nübüvvet misyonu gereği bulaşmadığı ifade edilmektedir.
1737 Nahl, 16/9. 1738 Ahzâb, 33/40. 1739 Müslim, İman, 355, I/194.
400
1. Abdurrazzâk-Ma’mer-Zührî: “...(Hz. Muhammed) onların arasında
büyüdü. Böylece seneler geçti. Vahiy indirilmeden önce onu “el-Emîn” olarak
adlandırdılar.”1740
2. Kuteybe b. Saîd-Abdülvâhid1741-Ümâre b. Ka’kâ’1742-Abdurrahmân b. Ebî
Nu’m1743-Ebû Saîd el-Hudrî: Hz. Muhammed: “…Vallahi ben gökte de Emîn’im
yerde de.” 1744
Abdurrahmân b. Ebû Nu’m cerh ve ta’dîl otoriteleri tarafından ihtilafla
birlikte mecrûh görülmüştür. Bu nedenle rivâyet “hasen”dir.
Konu birçok erken tarih kaynağında da yer almaktadır: Rasûlullah’a (s.a.s)
cahiliye döneminde, kendisine vahiy gelmeden önce “el-Emîn” denilmektedir.1745
Muhammed b. İshâk (ö. 151): “Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın koruması
altında gelişip büyüdü. Rabbi, onu cahiliye döneminin pisliklerinden uzak tuttu. Zira
onu yüceltmek ve peygamber kılmak istiyordu. Nihayet Hz. Peygamber, kavminin
mürüvvetçe en faziletlisi, ahlakça en güzeli, asaletçe en üstünü, komşuluk
bakımından en iyisi, akıllılıkta en ulusu, yumuşak huylulukta en büyüğü, konuşmada
en doğru sözlüsü, güvenilirlikte en muazzamı, insanları lekeleyen kötü ahlâk ile
fuhuştan en uzak ve en iffetlisi haline geldi. Öyle ki kavmi içinde onun adı, güvenilir
1740 Abdurrazzâk, a.g.e, V/319. 1741 Abdülvâhid b. Ziyâd el-Abdî (ö. 176/177/179): Umâre b. Ka’kâ’dan rivâyet etmiştir. Ondan
Kuteybe b. Saîd nakletmiştir. Ebû Avâne, Abdülvâhid, İbn Sa’d, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim, Ebû Dâvûd,
Iclî, Dârekutnî, İbn Hibbân ve İbn Kattân el-Fâsî gibi birçok âlim tarafından sika görülmüştür. (İbn
Ebî Hâtim, a.g.e, VI/26; Zehebî, Mîzân, II/672; İbn Hacer, Tehzîb, VI/434-435). 1742 Ümâre b. Ka’kâ’ b. Şebreme ed-Dabbî: Ondan Abdülvâhid b. Ziyâd rivâyet etmiştir. İbn Maîn,
Nesâî, İbn Hibbân ve İbn Sa’d gibi âlimler tarafından sika görülmüştür. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/484;
İbn Hacer, Tehzîb, VII/423-424). 1743 Abdurrahmân b. Ebî Nu’m el-Becelî: Ebû Saîd’den rivâyet etmiştir. Ondan Ümâre b. Ka’kâ’
nakletmiştir. İbn Hibbân, İbn Sa’d ve Nesâî sika olduğunu ifade etmektedir, ancak Yahyâ b. Maîn
zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, V/357-358; Zehebî, Mîzân, II/595; İbn Hacer,
Tehzîb, VI/286). 1744 Müslim, Zekât, 47, hadis no: 144, I/742. 1745 İbn İshâk, a.g.e, s. 57.
401
insan anlamına gelen “el-Emîn” olmuştu. Zira Yüce Allah, onda iyi şeyleri bir araya
getirip toplamıştı” diye kaydeder.1746
3. Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Cüneyd-Hüseyn b Fadl-Muhammed
b. Sâbık1747-İsrâîl1748-Ebû İshâk1749-Nâciye b. Ka’b el-Esedî1750-Ali: Hz.
Peygamber’in en azılı düşmanlarından olan Ebû Cehil, Hz. Peygamber’e bir gün
şöyle itirafta bulunmuştu: “Ey Muhammed! Biz biliyoruz ki, sen akrabayı görüp
gözetirsin, sözün de doğrusunu söylersin. Ve bundan dolayı seni
yalanlayamayız/yalancı olduğunu söyleyemeyiz. (Sen bizim yanımızda dürüstlüğü
ile tanınırsın.) Fakat bizim yalanlamamız senin getirdiklerinle alâkalıdır.” Bu,
Sahihayn’ın şartına göre, sahih bir hadistir. Onu Buhârî ve Müslim nakletmemiştir.
Zehebî (ö. 748) de, Telhîsî’nde Buhârî (ö. 256) ve Müslim’in (ö. 261) Nâciye’den bir
şey nakletmediğini ifade eder.1751
Rivayetin isnadında cerh-ta’dîl otoriteleri tarafından ihtilafla birlikte mecrûh
görülen Nâciye b. Ka’b el-Esedî ve Muhammed b. Sâbık bulunduğundan bu rivâyet
klasik hadis usûlü bakımından “zayıf”tır.
1746 İbn İshâk, a.g.e, s. 131; İbn Hişâm, a.g.e, I/183; İbn Sa’d, a.g.e, I/121; Meclisî, a.g.e, XV/ 369. 1747 Muhammed b. Sâbık el-Bağdâdî (ö.213/214): İsrâîl’den rivâyet etmiştir. Iclî, Ya’kûb b. Şeybe
ve Nesâî’ye göre sika olsa da, İbn Maîn zayıf olduğunu belirtmektedir. Ebû Hâtim hadisinin
yazıldığını, onunla ihticâc edilemeyeceğini ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VII/376; Zehebî, Mîzân,
III/555; İbn Hacer, Tehzîb, IX/174-175). 1748 İsrâîl b. Yûnus b. Ebî İshâk es-Sebîî (ö.262): Harb, Ebû Hâtim, Yahyâ b. Maîn, Iclî, Ahmed b.
Hanbel, Ya’kûb b. Şeybe, Nesâî ve İbn Hibbân gibi birçok âlim tarafından sika olarak görülmüştür,
ancak İbn Berâ’, İbn Hazm ve Ya’kûb b. Şeybe onun zayıf olduğunu ifade eder. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e,
II/256-257; Zehebî, Mîzân, I/208-210; İbn Hacer, Tehzîb, I/261-263). 1749 Ebî İshâk es-Sebîî: Amr b. Abdillâh b. Ubeydullah (ö. 126/27/28/29): Ondan İsrâîl b. Yûnus
rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Nesâî, Iclî, Ebû Hâtim ve Ahmed b. Hanbel sika olduğunu belirtmektedir.
Hüseyin el-Kürâbîsî ve Ebû Ca’fer et-Taberî ve İbn Medînî İlel’de onu müdellisler içinde
zikretmiştir. İlim ehlinden bazıları onun ihtilât ettiğini belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/315-
316; Zehebî, Mîzân, III/270; İbn Hacer, Tehzîb, VIII/63-67). 1750 Nâciye b. Ka’b el-Esedî: Ondan Ebû İshâk es-Sebîî rivâyet etmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, Iclî,
Nâciye b. Ka’b ve İbn Hibbân tarafından sika olarak görülmüştür. Ali b. Medînî hata yaptığını; Hatîb
Ebû Bekr, İbn Uyeyne, İsrâîl, Mu’allâ b. Hilâl, Ebî İshâk’tan hatalı nakillerde bulunduğunu ifade eder.
(İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VIII/554; Zehebî, Mîzân, IV/239; İbn Hacer, Tehzîb, X/399-401). 1751 Hâkim, a.g.e, II/315-316.
402
Doğru sözlü/dürüst olmasıyla ilgili olarak hadislerde şu malûmatlar
sunulmaktadır:
1. Ömer b. Hafs b. Ğıyâs1752-Hafs b. Ğıyâs1753-A’meş1754-Amr b. Mürre1755-
Saîd b. Cübeyr1756-İbn Abbâs: …Hz. Peygamber: “Ey Kureyş! Haydi bana
görüşünüzü haber veriniz! Ben size şu vadide bir takım düşman süvarileri vardır ve
sizin üzerinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem bana inanır mısınız?”
dedi. Topluluk: ‘Evet inanırız. Biz senin her zaman doğru sözlü olduğunu gördük’
dediler.1757
Hafs b. Ğıyas’ın durumu sebebiyle bu rivâyet “hasen”dir.
2. Yûsuf b. Mûsâ1758-Ebû Üsâme1759-A’meş -Amr b. Mürre-Saîd b. Cübeyr-
İbn Abbâs: Hz. Peygamber onlara: “Ne dersiniz? Ben siz şu dağın arkasından bir
takım (atlılar çıkacak) diye haber versem sizler beni doğrular mısınız? buyurdu.
Topluluk: ‘Biz sende bir yalan tecrübe etmedik’ dediler.”1760
1752 Ömer b. Hafs b. Ğıyas b. Talâk b. Muâviye en-Nehaî (ö. 222): Babasından rivâyet etmiştir.
Ondan Buhârî aktarmıştır. Ebû Hâtim, Iclî, Ebû Zür’a ve Ahmed sika olduğunu belirtmektedir. İbn
Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiş ve bazen hata yaptığını belirtmiştir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/126;
İbn Hacer, Tehzîb, VII/435). 1753 Hafs b. Ğıyas b. Talâk b. Muâviye b. Mâlik b. Hâris b. Sa’lebe en-Nehaî (ö. 194): A’meş’ten
rivâyet etmiştir. Ondan Ömer b. Hafs b. Ğıyas nakletmiştir. İshâk b. Mansûr, İbn Hırâş, Yahyâ b.
Maîn, Iclî ve İbn Sa’d sika olduğunu belirtmektedir. Dâvûd b. Reşid, Hafs’ın hatasının çok olduğunu
ifade ederken; İbn Sa’d, tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/199-200; Zehebî,
Mîzân, I/567-568; İbn Hacer, Tehzîb, II/415-418). 1754 A’meş: Süleymân b. Mihrân el-A’meş (ö. 148): Sad b. Ubeyde’den rivâyet etmiştir. Iclî, İbn
Main, Nesâî ve İbn Hibbân gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. Zehebî, bazen zayıf (bir
kimseden) tedlis yaptığını belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/139; Zehebî, Mîzân, II/224). 1755 Amr b. Mürre b. Abdillâh b. Târık b. Hâris b. Seleme b. Ka’b Vâil b. Ceml b. Kinâne b.
Nâciye b. Murâd el-Cemlî (ö. 116): Ebû Ubeyde b. Abdillâh b. Mes’ûd’dan rivâyet etmiştir. Ondan
Mes’ûdî nakletmiştir. İbn Maîn, Ebû Hâtim, İbn Numeyr ve Ya’kûb b. Süfyân sika olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, VI/335; Zehebî, a.g.e, III/288; İbn Hacer, a.g.e, VIII/102-103). 1756 Saîd b. Cübeyr b. Hişâm el-Esedî (ö. 94/95): İbn Abbâs’tan rivâyet etmiştir. Ondan Amr b.
Mürre nakletmiştir. Ebû’l-Kâsım et-Taberî’ye göre sika olsa da, Âcurrî mürsel olduğunu
belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, IV/8-9; İbn Hacer, Tehzîb, IV/11-14). 1757 Buhârî, Tefsîr, 26/2, VI/16-17. 1758 Yûsuf b. Mûsâ b. Râşid b. Bilâl el-Kattân (ö. 253): Ondan Buhârî rivâyet etmiştir. Yahyâ b.
Maîn, Ebû Hâtim, İbn Hibbân ve Mesleme gibi âlimler tarafından sika olarak görülmüştür. (İbn Ebî
Hâtim, a.g.e, IX/284; İbn Hacer, Tehzîb, XI/425). 1759 Ebû Üsâme: Hammâd b. Üsâme b. Zeyd el-Kuraşî (ö. 201): Ahmed b. Hanbel, İbn Sa’d, Iclî
ve İbn Maîn sika olduğunu belirtmektedir. (İbn Ebî Hâtim, a.g.e, III/146-147; İbn Hacer, Tehzîb, III/2-
3).
403
İbn Abbâs’tan nakledilen rivâyetin isnadlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. İbn Abbâs-Saîd b. Cübeyr-Amr b. Mürre-A’meş-Ebû Üsâme-Ebû Kureyb
Muhammed b. Alâ’1761-Müslim.1762
Râvîlerinin sika olması sebebiyle klâsik hadis usûlü bakımından bu rivâyet
“sahih”tir.
3. Onun sadece nübüvvetten sonraki değil, önceki hayatında da insanlarla
olan ilişkilerinde hiçbir problem, kınanacak hiçbir ahlakî kusuru yoktur. Aksine
güzel ahlâk ve güvenilirlik noktasındaki şöhreti Mekke sınırlarını aşmış, yaygın ve
meşhûr hale gelmiştir.
Bilindiği gibi, Peygamber zamanında Mekkeliler’in bir kısmı ticaret
münasebetiyle Suriye’ye gelmişlerdi. O esnada Suriye’de bulunan Doğu Roma
İmparatoru Herakleios, Ebû Süfyân’ın da bulunduğu heyeti davet etmiş ve onlara
hitaben: “Hz. Muhammed’i, tebligatına başlamadan önce yalancılıkla itham eder
miydiniz?” tarzındaki sorusuna karşı, Ebû Süfyân: “Hayır” diye cevap verince,
Herakleios: “İnsanlara karşı yalan sözden uzak kalan bir kimsenin Allah’a yalan
isnâd etmesi mümkün değildir” 1763 demiştir.
Tecrîd-i Sarih mütercimi Kamil Miras: “Rasûlullah, Ahzâb sûresinin 21.
âyetinde geçtiği üzere, en yüksek seciyeye, doğruluğa ve bütün insanî faziletlere
sahiptir. Bu özelliğinden dolayı o, ne cahiliye, ne de İslâm devrine ait hayatı boyunca
hakikate muğayir bir söz söylemiş değildir. Onun sözünden her türlü hal ve
hareketinden herkes emin olduğu için kavmi tarafından ona “el-Emîn” lakabı
1760 Buhârî, Tefsîr, 111/1,VI/94-95. 1761 Ebû Küreyb Muhammed Alâ’ b. Küreyb el-Hemedânî (ö. 247/248): Ondan Müslim rivâyet
etmiştir. İbn Hacer, sika olduğunu ifade ederken, Zehebî hafız olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer,
Tehzîb, IX/385-386). 1762 Müslim, İman, 89, I/193-194. 1763 Abdurrazzâk, a.g.e, V/344-347; İbn Ebî Şeybe, VIII/461; Buhârî, Bedu’l-Vahy, 1/4-7; Müslim,
Cihad ve Siyer, 26, hadis no: 74, II/1393-1397; Geniş bilgi için bkz. Demil, Emine, Hadis
Rivâyetlerinde Herakleios, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008, s. 111-123.
404
verilmişti. Bu derece sadakat ve güven sahibi olan bir zâtın, elbette en güzel ahlâk
sahibi olduğunun kabul edilmesi gerekir” demektedir.1764
Yaşayışı ve ahlâkî tavırları çok güzel olan Hz. Peygamber’in
peygamberlikten önceki hayatında bilhassa şu husus dikkat çekmekteydi: Onun
sözlerindeki sadâkatı ve doğruluğu. Hz. Peygamber’in dostlarıyla birlikte düşmanları
da onun insanların en doğru sözlüsü olduğuna şehadet etmişlerdir. Nitekim
Müslümanlara eziyetiyle bilinen Nadr b. el-Hâris’in bir defasında Kureyş’e:
“Muhammed genç iken aranızda en hoşnut olduğunuz, en doğru sözlü, en fazla
güvenilir biri idi… Olgunlaşıp da, bu getirdiğiyle gelince ise, siz ona sihirbaz
dediniz. Hayır, vallahi o sihirbaz değildir…” dediği aktarılmaktadır.1765
Üstün meziyetlerinin bir diğer delili, Hz. Muhammed’in gençlik yıllarında
Hılfu’l-Fudûl’a iştirakidir. Hz. Muhammed, İslâmiyet’ten önce haksızlığa
uğrayanların hakkını korumak üzere Mekke’de kurulan Hılfu’l-Fudûl cemiyetine
aktif bir üye sıfatıyla katılmıştır.1766
Nitekim henüz kendisine nübüvvet görevi verilmeden önceki hayatı göz
önüne getirildiğinde Hz. Peygamber’in insanların güven, sevgi, saygı ve sempatisini
kazanacak üstün ahlâkî ve insanî tavırlar içerisinde olduğu görülür. Kendisine
nübüvvet görevi verilmesinin ilk günlerinde görevin ağırlığı ve karşılaşabileceğini
tahmin ettiği gelişmelerin kaygısını çekerken ona teselli mahiyetinde Hz. Hatice’nin
söylediği şu sözler Hz. Peygamber’in kişiliğini tanıtmak açısından önemli ve
anlamlıdır. “… Öyle deme, sevin! Vallahi Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Zira
sen akrabalarına bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, kendi işini görmekten aciz
olanların bakımını üstlenirsin, fakir ve muhtaçlara elinden gelen yardımı yapar, hiç
1764 Kurt, Yaşar, a.g.m, s. 157. 1765 İbn Hişâm, a.g.e, I/299-300. 1766 Algül, Hüseyin, “Emin” maddesi, DİA, İstanbul, 1995, XI/111-112.
405
kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafirlere ikram eder, onları
ağırlarsın, haksızlığa uğrayan insanlara yardım edersin.”1767
Bu başlığın genel bir değerlendirmesini yaparak, çeşitli konulardaki şahsî
mütâlaalarımızı belirtmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı
düşüncesinden hareketle, bazı noktalara temas etmekte yarar görüyoruz:
Hz. Peygamber gerek risâlet öncesi gerekse risâlet sonrası bulunduğu her
ortamda hep dürüstlük ve güvenirliliğiyle temayüz etmiştir. Metin içinde serdedilen
rivâyetlerden anlaşılan o ki, peygamberliği sonrası getirdiği mesajı kabul etmeyenler
bile, onunla alakalı değerlendirmelerini; şahsî karakteri ve peygamberliğine ilişkin
iddiaları diye ikiye ayırmak zorunda kalmışlar, karakterine ilişkin üstünlüklerini
itiraf ederken, getirdiği mesaja karşı çıkmışlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu
husus şöyle dile getirilmektedir: “Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte
olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça
Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”1768
Hz. Peygamber, cömertlik, yiğitlik, cesaret, sabır, güvenilirlik ve doğru
sözlülük gibi çölün tüm erdemlerinin bileşkesini simgeler. Hz. Muhammed’in
hayatına bu açıdan baktığımızda, onun nübüvvet öncesini araştıran bütün çalışmalar,
İslâm öncesinde ahlâkî değerlerle yoğrulmuş bir hayat sürdüğünde hemfikirdirler.
Risâlet öncesinde temiz bir fıtrat, emin bir Muhammed vardı. Sahip olunan bu ahlakî
değerler Kur’an’ın öğretileriyle daha da güzelleşmiş oldu. Nitekim bu husus Ahzab
1767 Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 3, I/3-4; Tefsîru Sûreti’l-Alak, 96/1,V/87; Ta’bîr, 1, VIII/67-68; Müslim,
İman, 73, 252, I/139-144. 1768 En’âm, 6/33; Ebû Cehil, Peygamber’e: “Biz sana yalancı demiyoruz. Zira senin emîn ve sâdık
olduğuna hepimiz kaniyiz. Biz ancak Allah’ın âyetlerini inkâr ediyoruz” demişti. (Kur’ân-ı Kerîm
Açıklamalı Meâli, TDV Yayınları, Ankara, 2004).
406
sûresinde şöyle dile getirilmektedir: “Gerçekten Allah’ın Rasûlü’nde sizin için çok
güzel örnekler vardır.”1769
Onun İslâm’dan önceki ahlakı her türlü takdire şayandır. Onun ahlakı hayatla
idealin birbiriyle uzlaştığı bir ahlaktır. Hz. Peygamber, zulmün ve haksızlıkların
hakim olduğu bir çevrede tertemiz olarak bir gençlik hayatı sürmüştür. Hz.
Peygamber, birçoklarından daha fazla insandı, daha ahlâklı, daha canlı, daha
anlayışlıydı. Hz. Peygamber bu ahlakıyla tarihe ahlâk-ı hamîdenin eşsiz misâllerini
altın harflerle yazdırmıştır. Gerçekten bir peygamberde olması gereken tüm vasıflar,
onun şahsiyetinde meczolunmuştur. Hz. Peygamber’in her tutum ve tavrında bir ölçü
ve intizam vardır. O bu ölçüyle risâlet öncesinde Mekke toplumunda mümtaz bir
şahsiyet haline gelmiş, doğrulukta ve iffette nümune-i imtisal olmuştur.
1769 Ahzâb, 33/21.
407
SONUÇ
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair rivâyetlerin tahlilini ve tenkidini
konu alan bu çalışma, rivâyetlerin ne şekilde kritik edilmesi gerektiğine
odaklanmaktadır. Rivâyetleri ölçülü bir tenkit ve insicamlı bir anlatımla aktarmaya
gayret ederek hazırlanan bir çalışmanın, çağımız insanına önemli şeyler
kazandıracağı ve Hz. Muhammed’i anlatma konusunda hayli faydalı olacağı
inancındayız. Çünkü bugün sadece klasik siyer ve tarih kitaplarına itimat etmenin ve
bu kaynaklardaki bilgileri sorgulamadan kabul etmenin yeterli olmadığını artık pek
çok araştırmacı dile getirmektedir. Bu çerçevede çalışmamızda, hadis ve tarih
kaynakları karşılaştırılarak “yeni bir sîret yazımı” inşa etmenin gerekliliği
vurgulanmaktadır. Bu hususta ise öncelikle siyer alanında çeşitli açılardan atılacak
adımlar hakkında bize yol gösterecek “yeni bir sıhhat tanımı” yapılması uygun
olacaktır.
Ayrıca Hz. Muhammed’in hayatına dair çalışmalarda, bir delili geliştirme, belli
bir teorik perspektiften rakip argümanları değerlendirme ve eleştirme gibi analiz
unsurları genelde ihmal edilmektedir. Bu tür çalışmalarda tasvirî anlatımın ötesine
geçilememekte ve olayların tarihî gelişimi ortaya konulmakla yetinilmektedir. Bu
hususun ise esasen tasvir çabası üzerine bina edilmesi gereken tahlil boyutunun eksik
kalmasına yol açtığını söylemek mümkündür.
Tarih kaynaklarında sîret “yaşanmış bir olgu” olarak değil de, bilinmesi gereken
bir malumat olarak sunulmaktadır. İslâm tarihçileri tarihî rivâyetleri tetkik etmeye
değil, bu hakikatleri ortaya koymaya çalışmaktadır. Tarihçiler için isnad zarurî
değildir.
408
Hadisçilerin yöntemine baktığımızda ise, isnad çok mühimdir. Ayrıca hadisçiler
rivâyetleri mutad olduğu şekilde, çeşitli rivâyetler arasından bazı tercih unsurlarını
göz önünde bulundurarak seçmiş ve kullanmışlardır. Nitekim delâil ve şemâil
kitaplarında Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili aktarılan olağanüstü pek
çok hadisenin hadis kaynaklarında kaydedilmediği tespit edilmiştir.
Bu çalışmada, siyer malzemesinin hadis kaynaklarından tespit edilmesi ve
sıhhatlerinin değerlendirilmesi cihetine gidilmiş ve birçok rivâyet, isnad, metin ve
muhteva tahliline tâbi tutulmuştur. Bazı rivâyetlerde telif edilemeyecek tenakuzların
ve birbirini açıklayamayacak çelişkilerin mevcut olduğu görülmüştür. Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili Nûr-i Muhammedî, doğumunda yaşanan
olağanüstü hadiseler, şakku’s-sadr, rahib Bahira hadisesi hakkındaki mübalağalı
rivâyetlerin sahih olmadığı sonucuna varılmıştır. İlgili rivâyetler bilhassa tarih, siyer
ve bazı hadis kaynaklarında geçse bile aynı olayı anlatan rivâyetlerin sened ve metin
açısından sahih olmadıkları, Hz. Peygamber’den nakledilen rivâyetlerden ortaya
çıkan motif ve tabloların isnad kritiği açısından da problemli olduğu tespit edilmiştir.
Toplam 252 hadis rivâyetini incelediğimiz çalışmada, rivâyetlerin bir kısmı
sahih veya hasen, diğer bir kısmı ise, zayıf veya mevzûdur. Hz. Peygamber’in risâlet
öncesi hayatına dair bilginin azlığı sebebiyle, zayıf hatta uydurma olmasına rağmen
Hz. Peygamber hakkında birçok tartışmalı bilgi İslâm kültürüne girmiş ve yanlış bir
peygamber tasavvuru oluşturulmuştur. Binaenaleyh, her dönemin peygamber
tasavvuru zaman-zemin ve ortamla ilintilidir. Peygamber tasavvuru o dönemin tarih
tasavvuru ve din algılarının da bir parçasıdır. Siyaset, kültür ve diğer dinlerle
etkileşim neticesinde her dönemin peygamber tasavvuru şekillenmiştir diyebiliriz.
409
Çalışma sonucunda ulaşılan kanaatlerden birisi de, Hz. Peygamber’in risâlet
öncesi hayatıyla ilgili malumatın sınırlı olmasıdır. Risâlet öncesi döneme ait hem
hadis kaynaklarında hem de tarih kaynaklarında ana hatlarıyla doğumu, sütanneye
verilmesi, yetimliği, himaye edilmesi, çobanlık yapması, ticarî hayatı, evliliği, inziva
hayatı ve ilk vahiy tecrübesi gibi olaylar kaydedilmektedir. Bunun en önemli sebebi,
Hz. Peygamber’in Mekke’de sade bir hayat yaşamış olmasıdır. Buna karşılık Hz.
Peygamber ahlakî vasıfları açısından Mekkeliler nazarında son derece önemli bir
itibara ve konuma sahiptir. Sîret, delâil, şemâil, hasâis ve menâkıb türü eserlere
bakıldığında ise, Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili oldukça mübalağalı
anlatımlara ve rivâyet artışına rastlanmaktadır. Eserlerdeki rivâyet artışında pek çok
farklı unsurun yer aldığı görülmektedir. Bu farklı unsurların en başta geleni,
insanların ekseriyetle çok değer atfettikleri şahsiyetleri abartılı bir üslupla anlatma ve
farklı gösterme eğilimidir. Az da olsa sahih hadis kaynaklarında, daha çok delâil ve
hasâis türü eserlerde Hz. Muhammed’in beşerüstü sayılabilecek pek çok özelliğine
yer verilmiştir. Kur’an’da ise bunun aksi bir tablo söz konusudur. Bu nedenle Hz.
Muhammed’in risâlet öncesi hayatına dair rivâyetlerin ölçülü bir tahkik ve tenkide
tâbi tutulması elzemdir.
Bir diğer unsur ise, hadisçilerin ve tarihçilerin Peygamber tasavvurudur. Söz
konusu tasavvur, vahiy gibi fizik ötesi bir fenomene muhatap olan Hz. Peygamber’i
kendiliğinden rasyonalitenin konusu olmaktan çıkarmıştır. Geçmiş peygamber ve
topluluklara ilişkin mucizeler, zaman içerisinde Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve
özlem, mitolojik tasvirleri içeren rivâyet örnekleriyle dillendirilmiş; bu konuyla ilgili
literatürün malzemesini ve rengini belirlemiştir.
410
Zikredilen bu tür rivâyetlerin erken dönem kaynaklarda bile yer almasının bir
diğer sebebi, Hz. Muhammed’in nübüvvetten önceki hayatını onun risâlet sonrası
vasıflarıyla açıklama çabasından kaynaklanmaktadır.
Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair rivâyetlerin kaynaklarda Hz.
Muhammed’in peygamberliğini anlatan mucizevî bir hadise olarak algılanarak
tenkide tâbi tutulmadan sunulabildiği görülmektedir. Hz. Muhammed’in risâlet
öncesi hayatında onun beşerîlik ve nübüvvet vasıflarını ayrı olarak değerlendirmek
ve onun beşerîlik vasfının ön planda tutulması elzemdir. Hâlbuki bu tür rivâyetlerin
bir çoğunda Hz. Muhammed’in doğumundan itibaren sanki bir peygamber gibi
algılandığı ve o şekilde takdim edildiği görülmektedir. Bu çerçevede onun risâlet
öncesi hayatını değerlendirirken Kur’anî ve nebevî ölçülerin korunması uygun
olacaktır.
Kur’an-ı Kerim bir çok peygamberin mucizelerinden bahsettiği halde Hz.
Peygamber’in rivâyetlere yansıyan mucizelerinden söz etmemiştir. Bu sebeple Yüce
Allah’ın ve zaman zaman da bizzat Rasûlullah’ın ortaya koyduğu Kur’anî bir
peygamber anlayışından hareket ederek yeni bir sîret yazıcılığına gerek vardır. Nüzûl
sırasına göre yapılması gereken böyle bir çalışma 23 sene boyunca vahyin Allah
Rasûlü’nü nasıl inşa ettiğini, Kur’anî bir peygamber anlayışının nasıl olması
gerektiğini daha sağlıklı bir şekilde ortaya koyabilecektir.
Kur’an’da risâlet öncesi hayatıyla ilgili olarak yetimliği, onun bir arayış
içerisinde iken hidayete eriştirildiği, yoksul iken zenginleştirildiği, kitap nedir, iman
nedir bilmediği, daha önce herhangi bir kitap okuyup yazmadığı gibi sınırlı sayıdaki
bazı konulara değinilmektedir. Bununla birlikte Alak, Müddessir, Kalem sûreleri Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair mühim atıflarda bulunmaktadır.
411
Ayrıca hadis ve tarih rivâyetlerinin bazılarında sübût ve delâlet sorunu olduğu
görülmektedir. Bu sorunları tespitte Kur’an’dan sonra sünnet, akıl ve muhakeme,
tarihî vak’aya uygunluk gibi kriterler kullanılmıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in
sahih hadislerle gelen kendi tavsif ve takdimleri mühimdir. Hz. Peygamber’in
yaşadığı hayat tarzını keşfetmenin yolu onun sîretini sahih hadisler bağlamında
yeniden ele almak olmalıdır. Rivâyetin tarihî vak’aya uygun olması, sahih
addedilebilmesi için gerekli diğer bir husustur. Hâlbuki Hz. Peygamber’in risâlet
öncesi hayatıyla ilgili olarak kaydedilen babasının kurban edilmek istendiği anda
kardeşlerinin en küçüğü olması meselesi ve rahib Bahira hadisesinde yaşanan bir
takım hadiseler tarihî vak’aya aykırı görülmüştür. Rivâyetlerin akıl ve muhakemeye,
bedîhî hakikatlere ters düşmemesi de mühimdir. Hz. Peygamber’in doğumu
esnasında yaşandığı ileri sürülen olağanüstü hadiseler, Rahib Bahira hadisesi ve Ehl-i
Kitap’tan bir takım kimselerin Hz. Peygamber’in yüzüne bakıp onun peygamber
olacağını anlamaları ile ilgili rivâyet bunun en güzel örneğidir.
Araştırmada çok yaygın olarak bilinen birçok konu yeniden ele alındığında
farklı sonuçların ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Mesela kaynaklarda, Âmine’nin oğlu
Muhammed ile Medine’ye yolculuğunda sadece kendisi, Âmine ve Ümmü Eymen’in
katıldığı aktarılmaktadır. Oysa Belâzurî (ö. 279), Abdulmuttalib’in de onlarla beraber
olduğunu bildiren haberlere yer vermektedir. Cahiliye döneminde iki kadın ile bir
çocuğun hele annesi vefat edince küçük yaşta bir kız olan Ümmü Eymen ile altı
yaşındaki Muhammed’in yalnız başlarına bir hafta yolculuk yapmalarının zorluğu
göz önünde bulundurulursa Abdulmuttalib’in onlarla Medine’ye gitmiş olması daha
makuldür.
412
Çalışmada rivâyetlerin Şîî kaynaklardaki yansımalarına da yer verilmiştir. Şîî
ve Sünnî sîret kayıtları arasında konu ve tema farklılıklarının mevcut olduğu açıkça
görülmüştür. Meselâ Şîî sîret kayıtlarında Ebû Tâlib vurgusu çok ön plana
çıkmaktadır. Buna göre, mezhepler arasındaki mücadeleler, siyer haberlerine de
yansımış; propagandaya yönelik olarak Hz. Muhammed’in sözleri ile beraber sîretini
de kullanma, taraftarlarının başvurduğu bir metot haline gelmiştir. Şia’nın siyer
anlatımı ile, diğer mezhebî oluşumların anlatımı arasındaki ciddi farklılıkların
bulunmasının temelinde de bu mücadele yatmaktadır.
İlgili konular tatışılırken rivâyetlerin Batı’daki yansımalarına da temas
edilmiştir. Batılıların Hz. Peygamber’in hayatına dair naklettikleri bilgilerde ön
yargılı bir tavır takındıklarını söylemek mümkündür. Ayrıca güvenilir ve erken
kaynaklardan naklettiğimiz bazı rivâyetler hakkındaki iddialarının gerçeği
yansıtmadığını, Hz. Peygamber’in hayatının yanlış anlaşıldığını ve anlatıldığını not
etmek gerekmektedir. Batılıların rivâyet malzemesini sahih olup olmadığına
bakmaksızın kendi görüşleri muvacehesinden değerlendirmeleri, objektiflikten uzak
bir tutumdur. Mesela Hz. Peygamber’in isimleri ve putlar adına kurban kestiğine dair
iddialarını temellendirmek için öne sürdükleri rivâyetler oldukça zayıftır. Bununla
birlikte, Batı’daki çalışmalar, biz araştırmacılara önemli vazifeler sunmakta ve Hz.
Peygamber’in kırk yıllık hayatının, sahih rivâyetlerle anlatılmasına ve öteden beri
eksikliği hissedilen Kur’an’a ve sahih rivâyetlere dayalı, gerçekçi bir anlatımın
ortaya konulması çabasına bizleri sevk etmektedir.
Öte yandan Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili her bir konu için
ilmî, metodik özel çalışmalar yapılması elzemdir. Bunun en önemli sebebi Hz.
Peygamber’in risâlet öncesi hayatıyla ilgili rivâyetlerin bir kısmının
413
detaylandırılamamasıdır. Ayrıca rivâyetler arasında lafız ve mana farkı olup
olmadığının mutlaka tespit edilmesi gerekir. Erken ve geç dönemde kaynaklardaki
aynı konuları işleyen, aynı râvîlerden gelen rivâyetlerin farklılık arzettiği
görülmüştür. Farklı kaynaklarda yer alan değişik rivâyetler karşılaştırıldığında, bazı
rivâyetlerde görülen kullanımların, râvîlerin tasarrufları kabilinden olduğu tespit
edilmiştir. Bu tür farklılıklar, kendi dönemine ait yerleşik kavramlarla ifadelendirme,
metne idrac veya ziyade etme, mahfuzu takdir, maksudu beyan etme gibi râvî
tasarruflarının mevcudiyetini göstermektedir. Dolayısıyla metinlerde var olduğu
anlaşılan kasıtlı veya kasıtsız bu tür râvî tasarrufları, üzerinde titiz çalışmaların
yapılması, önemli bir ilmî ihtiyaçtır.
Şunu önerebiliriz: Bizim sadece risâlet öncesi hayatıyla sınırlandırdığımız bu
çalışmanın benzerleri, hadis ve tarih kaynakları karşılaştırılarak, önce Hz.
Peygamber’in Mekke dönemi, sonra da Medine dönemi için ayrı ayrı yapılmalı,
Kur’an ve sahih sünnete ters düşen mübalağalı anlatımlar hem isnad, hem de metin
ve muhteva açısından tekrar incelenip tartışılmalıdır.
414
KAYNAKÇA
ABDURRAZZÂK, Ebû Bekr Abdurrazzâk b. Hemmâm es-San’ânî, el-Musannef,
Beyrut, 1972.
ACLÛNÎ, İsmâîl b. Muhammed, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, I-II, nşr. Yûsuf b.
Mahmûd el-Hâc Ahmed, Dımeşk, 2011.
AĞIRMAN, Mustafa, “Hz. Peygamber’in Anneleri”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl:
11 Sayı: 32, (Yaz 2007).
AHATLI, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği, Değişim
Yayınları, İstanbul, 2002.
AHMED B. FÂRİS, “Esmâu Rasûlillah ve Ma’nâhâ”, Âlemü’l-Kütüb, Cilt: 8, Sayı:
3, 1987.
AHMED B. HANBEL, Kitâbü’l-İlel ve Ma’rifeti’r-Ricâl, Mektebetü’l-İslâmiyye,
1987.
-el-Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, Lübnan, 1999.
-el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1982.
ÂİŞE, Abdurrahmân, Benâtü’n-Nebî, Dârü Kitâbi’l-Arabiyye, Beyrut, 1979.
AKÇAY, Mustafa, Hz. Peygamber’in Anne-Babasının Dinî Konumu ve Ebeveyni
Resûl Risaleleri, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2005.
ALÂADDÎN ALİ DEDE, Muhâdârâtü’l-Evâil ve Müsâmerâtü’l-Evâhir, Beyrut,
1389.
ALGÜL, Hüseyin, İslâm Târihi, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1991.
-“Emin” maddesi, DİA, İstanbul, 1995.
-“Hamza” maddesi, DİA, İstanbul, 1998.
415
-“Hilfu’l-Mutayyebîn” maddesi, DİA, İstanbul, 1998.
-“Hz. Muhammed Devri Kronolojisi”, UÜİF Dergisi, Bursa, 1993.
-“Hz. Peygamber’de Anne Sevgisi”, UÜİFD, Sayı: 1, Cilt: 1, Yıl: 1, 1986.
- “Hz. Muhammed’in (sas) Doğumu ve Doğduğunda Meydana Geldiği Rivâyet
Edilen Hadiseler” (Siyervakfı.org adresinden nakledilmiştir.).
ALİYYU’L-KÂRÎ, Nureddin Ali b. Sultan el-Herevî, Şerhu’ş-Şifa bi Ta’rîfi
Hukûki’l-Mustafa li-Kâdî İyad, İstanbul, 1308.
- el-Masnû’ fî Marifeti’l-Hadisi’l-Mevdû’, Kahire, t.y.
ÂLÛSÎ, Şihabüddin Ebû’s-Sena Muhammed b. Abdillâh, Ruhu’l-Meânî fî
Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-Sebi’l-Mesanî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan, 1997.
AMÛLÎ, Seyyid Ca’fer Murtaza, es-Sahîh min Sîreti’n-Nebiyyi’l-Azam, y.y, t.y.
ARDIÇ, Nurullah, “Türkiye’de Siyer Çalışmaları: Sosyal Bilim Metodolojisi
Açısından Eleştirel Bir Değerlendirme”, Cumhuriyet Devri Akademik Siyer
Literatürü, Siyer Atölyesi -1-, Meridyen Kitaplığı, İstanbul, 2009.
ARMAĞAN, Bekir, Tor Andrae’nin Eserinde Hz. Muhammed, (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara, 2012.
ATEŞ, Ali Osman, “Hz. Peygamber’in ve Çocuklarının İsimleri Hakkında Bazı
İddiaların Değerlendirilmesi”, DEÜİF Dergisi, Sayı: V, İzmir, 1989.
-Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar, Beyan
Yayınları, İstanbul, 1996.
-“Putlara Kurban Kesme ve Allah’tan Başkası Adına Kesilenlerden Yeme
Konusunda Hz. Peygamber’in Tutumu” makalesi, DEÜİFD Yayınları, İzmir, 1987.
-“Kusay b. Kilâb” maddesi, DİA, Ankara, 2002.
AVCI, CASİM, “Kureyş (Benî Kureyş)” maddesi, DİA, Ankara, 2002.
416
AYDIN, Mahmut, “Bazı Çağdaş Hıristiyan Düşünürlerine Göre Hz. Muhammed’in
Peygamberliği”, Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) –Özel
Sayı- Ankara, 2003.
AYDIN, Mehmet, “Beşâirü’n-Nübüvve” maddesi, DİA, İstanbul, 1992.
AYKAÇ, Mehmet, “Fatıma bnt. Esed” maddesi, DİA, İstanbul, 1995.
AYNÎ, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Kârî li Şerhi
Sahîhi’l-Buhârî, Dâru’t-Tıbaati’l-Amire, İstanbul, 1308.
AZİMÂBÂDİ, Ebû’t-Tayyib Muhammed Şemsu’l-Hak, Avnu’l-Ma’bud Şerhu
Sünen-i Ebî , I-XIV, Beyrut,1979.
AZİMLİ, Mehmet, Siyeri Farklı Okumak-Mekke Yılları, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara, 2008.
BAĞCI, H. Musa, Beşer Olarak Hz. Peygamber, Ankara Okulu Yayınları, Ankara,
2010.
-“Hz. Peygamber’i Beşer Üstü Gösteren Bazı Görüşlere Eleştirel Bir
Yaklaşım” DÜİFD, Diyarbakır, 1999.
-Popüler Dinî Kaynaklarda Peygamber Tasavvuru, Araştırma Yayınları,
Ankara, 2010.
BALCI, İsrafil, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara, 2014.
-İsra ve Mirac Gerçeği, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2012.
BARDAKOĞLU, Ali, “Diyet” maddesi, DİA, İstanbul, 1994.
BARNABAS İNCİLİ, (çev. Mehmet Yıldız) , İstanbul, t.y.
BAYRAKTAR, İbrahim, Değişik Yönleriyle Hz. Peygamber, İzmir, 1993.
417
BELÂZÛRÎ, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir, Ensâbu’l-Eşrâf, thk.
Muhammed Hamidullah, Mısır, 1959.
- Ensâbu’l-Eşrâf, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan, 1996.
BERZAHULLAH, Ahmed, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Riyad, 1992.
BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin, Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifeti Ahvali
Sahibi’ş-Şerîat, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985.
-es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, 1356.
BİRKELAND, Harris, “The Legend of the Opening of Muhammed’s Breast”, I
Kommısjon Hos Jacob Dybwad, Oslo, 1955.
BOYACIOĞLU, Ramazan, “Hz. Muhammed’in Vahiy Öncesi Dönemi”, CÜİFD,
Cilt: 5, Sayı: 1, Sivas, 2001.
BUDAK, Ali, İsim ve Sıfatları ile Efendimiz, Işık Yayınları, İstanbul, 2010.
BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl, Kitâbu Târîhi’l-Kebîr, Matbaatü
Cem’iyyeti Dâireti’l-Maârifi’l-Osmâniyye, Haydarâbâd, 1361.
- el-Câmi’u’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1985.
BUHL, Fr., “Hadice” maddesi, MEB Basımevi, İstanbul, 1988.
- “Halime” maddesi, MEB Basımevi, İstanbul, 1950.
BULUT, Mehmet, Ehli Sünnet ve Şi’a’da İsmet İnancı, Risale Yayınları, İstanbul,
1991.
BÛTÎ, Saîd Ramazan, Fıkhu’s-Sîre, Peygamberimiz’in (s.a.s) Uygulamasıyla
İslâm, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1984.
CAETANİ, Leon, İslâm Târihi, trc. Hüseyin Cahid, I-X, İstanbul, 1924.
CANAN, İbrahim, Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Muhammed, Rağbet Yayınları,
İstanbul, 1999.
418
CERTEL, Hüseyin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Görevine Hazırlanması Bağlamında
Çocukluk ve Gençlik Dönemi Yaşantıları”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 8, Sayı:
19, (Bahar, 2004).
CESSÂS, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’an, Matbaatu’l-Evkâfi’l-
İslâmiyye, Kostantiniyye, 1338.
CEVÂD, Ali, el-Mufassal fî Târihi’l-Arabi Kable’l-İslam, Beyrut, Dâru’l-İlim,
1948.
ÇAĞATAY, Neşet, “Hz. Muhamed’in Soyu, Çocukluğu ve Gençliği”, AÜİFD,
Ankara, 1961.
ÇAKAN, Lütfü Çakan, “Siyâsetli, İnayetli Muhammed (Hz. Peygamber’in İnsanları
Değerlendirmesi)”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) –
Özel Sayı-, Ankara, 2003.
ÇETİN, Mustafa, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s),
Diyanet İlmî Dergi, 1995, Cilt: 31, Sayı:1, Ankara, 1995.
DÂREKUTNÎ, Ali b. Ömer, es-Sünen, Dârü’l-Mehâsin li’t-Tıbâa, Kahire, 1966.
DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdirrahmân, es-Sünen, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1981.
DARYAL, Murat, İslâm’ın Doğuş ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan Tahlili,
MÜİFAV Yayınları, İstanbul, 1989.
DÂVÛD, ABDÜLAHAD, Tevrat ve İncil’e Göre Hz. Muhammed, Ter. Nusret
Çam, İzmir, 1992.
DEMİL, Emine, Hadis Rivâyetlerinde Herakleios, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Ankara, 2008.
DEMİRCİ, Mehmet, Nûr-i Muhammedî, Kitabevi, İstanbul, 2008.
DEMİRCİ, Muhsin, Vahiy Gerçeği, MÜİFA Yayınları, İstanbul, 1996.
419
DERMENGHEM, Emile, Hz. Muhammed ve Risâleti, çev. Ahmet Ağırakça, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1997.
-Muhammed’in Hayatı, ter. Reşat Nuri, İstanbul, 1930.
DERVEZE, İzzet, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, ter. Mehmet Yolcu,
Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989.
DİHLEVÎ, Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahîm, Huccetullâhi’l-Bâliğa, nşr.
Muhammed Şerif Sükker, Beyrut, 1413/1992.
DİYARBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed İbnü’l-Hasen, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli
Enfesi’n-Nefîs, 1302.
DOĞRUL, Ömer Rıza, İslâmiyet’in Geliştirdiği Tasavvuf, Ahmet Halit Kitabevi,
İstanbul, 1948.
DÖNMEZ, İ. Kâfi, “Nesep” maddesi, DİA, İstanbul, 2006.
EBÛ’L-FEYD, Mevlânâ Ca’fer el-Hüseynî’ el-İdrîsî, Nazmü’l-Mütevâtir mine’l-
Hadîsi’l-Mütevâtir, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, t.y.
EBÛ CA’FER, Muhammed b. Hubeyb, Kitâbu’l-Muhabber, Dâru’l-İfâki’l-Cedide,
Beyrut.
EBÛ DÂVÛD, Süleymân b. Eş’as es- Sicistânî, es- Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1981.
EBÛ NUAYM el-İsbahânî, Ahmed b. Abdillâh, Delâilü’n-Nübüvve, Haleb, 1970 (I.
Cilt), 1972 (II. Cilt).
-Delâilü’n-Nübüvve, Dâru’n-Nefâîs, Beyrut, Lübnan, 1999.
EBÛ ŞEHBE, Muhammed b. Muhammed, es-Siretü’n-Nebeviyye fî Dav’i’l-
Kur’an ve’s-Sünne, I/202, Beyrut, 199
EBÛ UBEYDE, Ma’mer b. Müsennâ el-Basrî, Tesmiyetü Ezvâci’n-Nebî ve
Evlâdih, Dâru’l-Ceban, t.y, y.y.
420
EBÛ YA’LÂ, el-Mevsılî, Ahmed b. Ali el-Müsennâ, Müsnedü Ebî Ya’lâ, Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1998.
EBÛ ZEHRA, Muhammed, Son Peygamber Hazreti Muhammed, çev. Mehmet
Keskin, İstanbul, 1993.
ECER, Ahmet Vehbi, “Târih Boyunca Mekke’nin Yönetimi”, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 3, Yıl: 1989.
ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul , t.y.
Encyclopedia Of Islam and Muslim World, Muhammad, vol. II, New York, 2004.
ERUL, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, (Doktora Tezi), Ankara, 1996.
-“Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet
İlmî Dergi, Peygamberimiz Özel Sayısı, Ankara, 2003.
- “Bir ‘Alan Taraması’nın Panoraması –Vahy-i Gayri Mevlüt Hakkında Bazı
Mülahazalar ve Bir Eleştirinin Eleştirisi”, İslâmiyât III (2000), Sayı: 1.
- “Uydurma Rivâyetlerde Peygamber Tasavvuru”, İslâm’ın Anlaşılmasında
Sünnetin Yeri ve Değeri, Kutlu Doğum Sempozyumu, 2001, TDV Yayınları,
Ankara, 2003.
-“Varaka b. Nevfel” maddesi, DİA, İstanbul, 2012.
FÂRÛKÎ, İsmâîl R., Luois Lamia İslâm Kültür Atlası, çev. M. Okan Kibaroğlu-
Zerrin Kibaroğlu, İstanbul, 1991.
FAYDA, Mustafa, “Busrâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1992.
- “Abdümenâf b. Kusay” maddesi, DİA, İstanbul, 1989.
-“Ebvâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1994.
-“Ensab” maddesi, DİA, İstanbul, 1995.
-“Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005.
421
-“Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe” maddesi, DİA, İstanbul, 1989.
-“Bahîrâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1991.
FAZLU’R-RAHMÂN, İslâm, Selçuk Yayınları, ter. Mehmet, Dağ, Ankara, 1993.
FELEKÎ, Mahmud Paşa, et-Takvîmü’l-Arabî Kable’l-İslâm, ter. Mahmud Salih el-
Felekî, Kahire, 1389/ 1969, Arapça’ya çeviren: A. Zeki Efendi, Mısır, 1305.
FERRÂ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Meâni’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, Lübnan, 2002.
FEVZİ ABDULMUTTALİB, Rıfat, Ehâdîsü’l-İsrâ ve’l-Mi’râc ve Dirâse
Tevsîkiyye, Kahire, 1980.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, “Ebû Tâlib” maddesi, DİA, İstanbul, 1994.
FÎRÛZÂBÂDÎ, Muhyiddîn, Kâmusu’l-Muhît, Beyrut, 1986.
GAZZÂLÎ, Muhammed, Fıkhu’s-Sîre, ter. Resul Tosun, Risale Yayınları, İstanbul,
1987.
GIBB, H. A. R, Muhammedanism an Historical Survey, London, 1953.
GORING, Rosemary, The Wordworth Dictionaray of Beliefs and Religions,
Edinburg, 1995.
GÖKALP, Murat, Kadı Iyaz ve Şifâ Adlı Eserinde Peygamber Tasavvuru,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2005.
GÖRMEZ, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında
Metodoloji Sorunu, Otto Yayınları, Ankara, 2014.
GÜNEL, Fuat, “Hirâ” maddesi, DİA, İstanbul, 1997.
GÜNDÜZ, Şinasi, Ünal Yavuz, Sarıkçıoğlu Ekrem, Dinlerde Yükseliş Motifleri,
Vadi Yayınları, Ankara, 1996.
422
GÜZEL, Yüksel, Şakku’s-Sadr Rivâyetinin Tahlili, (Hz. Peygamber’in
Göğsünün Yarılması) (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007.
HÂKİM, en-Nîsâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed, Müstedrek ale’s-Sahihayn,
Mektebetü’l Matbûâti’l-İslâmî, Haleb, t.y.
HAKYEMEZ, Cemil, “Oryantalistlere Göre Hz. Muhammed”, İslâmî İlimler
Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Bahar, 2006.
HALEBÎ, Ali b. Burhaneddin, es-Sîretü’l-Halebiyye, Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, Mısır,
1292.
-İnsânu’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, Mısır, 1964.
HALLÂC, Hüseyn b. Mansûr, Kitâbü’t-Tevâsîn, çev. Yaşar Nuri Öztürk (Hallâc-ı
Mansûr ve Eseri Kitabü’t-Tevâsin) İstanbul, 1976.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık,
İstanbul, 2001.
-“Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Seyahatleri”, çev. Abdullah Aydınlı,
İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, Ankara, 1980.
-İslâm’a Giriş, ter. Kemal Kuşçu, Ahmed Saîd Matbaası, İstanbul, 1965.
-Resûlullah Muhammed, ter. Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973.
HART, M.H, En Etkin 100, ter. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1994.
HASEN b. Ali b. Şu’be, Tuhefu’l-Ukûl, Neşr-i İslâmî Müessesesi, 1363.
HASENî, Muhammed b. İsmâîl es-San’ânî, Sübülü’s-Selam, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 2008.
HATİBOĞLU, Mehmed Saîd, “İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin
Kureyşliliği”, AÜİFD, Ankara, 1978.
423
HAYATİ, Yılmaz, Hadis Rivâyetine Katkıları Bağlamında Hz. Muhammed’in
Aile ve Akraba Haritası, Nun Yayıncılık, İstanbul, 2009.
HEYKEL, Muhammed Hüseyin, Hz. Muhammed’in Hayatı, çev. Vahdettin İnce,
İstanbul, 2000.
HEYSEMÎ, Nûreddîn Ali b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, X,
Beyrut, 1982.
-Keşfü’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzâr ale’l-Kütübi’s-Sitte, Beyrut, 1984.
HIDIR, Özcan, “Batı’da Hz. Muhammed İmajı (M. Watt Örneği)”, Diyanet İlmî
Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) –Özel Sayı-, Ankara, 2003.
HİNDÎ, Rahmetullâh, İzhâru’l-Hakk Tercemesi, çev. Ömer Fehmi Efendi – Nüzhet
Efendi, İstanbul, 1972.
HÖKELEKLİ, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara, 1993.
IŞIK, Emin, “Duhâ Sûresi” maddesi, DİA, İstanbul, 1994.
İBN ABDİLBERR, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed, el-İstîâb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb, Dâru Nahdati, Mısr, Kâhire, 1960.
İBN ARRÂK, el-Kinânî, Ebû Hasen Ali b. Muhammed, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-
Merfûa an Ahbâri’ş-Şerîati’l-Mevzûa, Mektebetü’l-Kahire, Mısır, t.y.
İBN ASÂKİR, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasen, Târîhu Medîneti Dimeşk, Dâru’l-Fikr,
Beyrut, 1995/1997.
İBN ÂŞÛR, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, y.y, t.y.
İBN BATTÂL, Ebû’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdilmelik, Şerh alâ Sahîhi’l-Buhârî,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003.
İBNÜ’L-ARABÎ, Muhyiddin, el-Fütühâtû’l-Mekkiyye, Mısır, 1293.
424
İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebû’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Kitâbu’l-Mevzûât, Dâru’l-Fikr,
1983.
-Kitâbu’d-Duafâ ve’l-Metrûkîn, I-VIII; Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut,
1986.
İBN EBÎ ŞEYBE, Ebû Bekr Abdullâh b. Muhammed, Musannef İbn Ebî Şeybe fî’l-
Ehâdîs ve’l-Âsâr, Dâru’l-Fikr, 1989.
İBNÜ’L-ESÎR, İzzeddîn Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezerî, Üsdü’l-Gâbe fî
Ma’rifeti’s-Sahâbe, Matbaatü’l-Vehbiyye, y.y, 1280.
-Üsdü’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, Beyrut, t.y.
-el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1965.
İBN HABÎB, Ebû Ca’fer, Muhbir, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut, t.y.
İBN HACER, el-Askalânî, Ebû’l-Fadl Şihâbüddîn, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,
Beyrut, t.y.
- el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan,
2005.
-Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Matbaatü’s-Selefiyye, Kahire, 1380.
-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâidi’l-Mesânîdi’s-Semâniyye, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 2003.
-Ta’cîlü’l-Menfaa bi Zevâidi Ricâli’l-Eimmeti’l-Erbaa, Beyrut, t.y.
- Takrîbü’t-Tehzîb, Dâru’r-Reşîd, Haleb, 1986.
- Tehzîbü’t-Tehzîb, Dâru Sadr, Beyrut, 1326.
İBN HALDUN, Mukaddime, İstanbul, 1989.
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd, Cevâmi’u’s-Sîre, Mısır, t.y.
425
-Cemheretü Ensâbi’l-Arab, Kahire, 1962.
İBN HİBBÂN, Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed et-Bustî, es-Sîretü’n-Nebeviyye
ve Ahbâru’l-Hulefâ, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekafî, Beyrut, 1987.
-es-Sikât, Dâiratü’l-Ma’rifeti’l-Osmâniye, Haydarabad, 1973.
-Sahîhu İbn Hibbân, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1993.
İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebevî, 1955.
İBN İSHÂK, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Yesâr, Sîretü İbn İshâk el-
Müsemmâ bi-Kitâbi’l-Mübtede’ ve’l-Meb’as ve’l-Megâzî, nşr. Muhammed
Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya, 1981.
İBN KAYYIM, el-Cevziyye, Şemsuddîn Ebû Abdillah Muhammed, b. Abdillah,
Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-İbâd, el-Matbaatü’l-Meymeniyye, Mısır, 1324.
İBNÜ’L-KELBÎ, Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Cemheratü’n-Neseb, nşr. Naci
Hasan, Beyrut, 1986.
İBN KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru İbn Kesîr,
Beyrut, 2007.
-es-Sîretü’n-Nebevî, Beyrut, t.y.
-Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner,
Çağrı Yayınları, İstanbul, 1991.
İBN KUTEYBE, Abdullâh b. Müslim ed- Dîneverî, el-Maârif, nşr. M. İsmâîl es-
Sâvî, Beyrut,1970.
İBN MÂCE, Muhammed b. Yezîd el- Kazvînî, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1981.
İBN SA’D, Muhammed, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, 1985.
426
İBN SEYYİDÜNNÂS, Ebû’l-Feth Muhammed b. Muhammed, Uyûnü’l-Eser fî
Funûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, Mektebetü Dâru’t-Türâs, Beyrut, 1992.
İBN TEYMİYYE, Takiyyuddîn Ebû’l-Abbâs Ahmed, Mecmû’u’l-Fetâvâ,
Matbaatu’l-Hukûme, Riyad, 1967.
İSTEMİ, Fuat, Hadis ve Tarih Metodolojilerinin Karşılaştırılması (Hicret
Rivâyetleri Örneği), (Basılmamış Doktora Tezi), Dicle Üniversitesi, Diyarbakır,
2016.
İZMİRLİ İSMAİL, Hakkı, Siyer-i Celîle-i Nebeviyye, Dâru’l-Hilâfe, y.y, 1332.
KÂDÎ İYÂZ, Ebû’l-Fazl İyâz b. Mûsâ, Kitâbu’ş-Şifâi’ş-Şerîf bi Ta’rîfi Hukûki’l-
Mustafâ, Dâru’l-Feyhâ’, Beyrut, 2000.
-Kitâbu’ş-Şifâi’ş-Şerîf bi Ta’rîfi Hukûki’l-Mustafâ, Beyrut, t.y.
-Şifâ-i Şerif Tercümesi, ter. Erdoğan Naim, Çile Yayınevi, İstanbul, 1977
KALLEK, Cengiz, “Ticaret” maddesi, DİA, İstanbul, 2012.
-“Pazar” maddesi, DİA, İstanbul, 2007.
KANDEMiR, M. Yaşar, “Hatice” maddesi, DİA, İstanbul, 1997.
-“Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005.
- “Fâtıma” maddesi, DİA, İstanbul, 1995.
KAPAR, M. Ali, “Hz. Peygamber’in Güvenirliliği”, İstem, Yıl: 1, Sayı:1, 2003.
KARA, Seyfullah, “Hz. Peygamber’e Karşı Oryantalist Bakış ve Bu Bakışın
Kırılmasında Metedolojik Yaklaşımın Önemi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: 23, Erzurum, 2005.
KÂSİMÎ, Muhammed Cemâleddîn, Mehâsinu’t-Te’vîl, Dâru İhyâ-i Kütübi’l-
Arabiyye, y.y, 1957/1960.
427
KASTALLÂNÎ, Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye
bi’l-Minahi’l-Muhammediyye, Beyrut, 1991.
-İrşâdü’s-Sârî li Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Matbaatü’l-Meymeniyye, Mısır,
1307.
-el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, ter. Abdulbaki Sad, H. Rahmi Yunanlı,
İstanbul, 1983.
KATZ, Marion Holmes, The Birth of the Prophet Muhammed, Devotional piety in
Sunni Islam, Routledge, London and New York, 2007.
KAYA, Osman, “İlâhî Kitaplarda Hz. Muhammed’in Geleceğini Müjdeleyen
Haberler ve Kur’an’da Bu Haberlere Yapılan Atıflar”, HÜİF Dergisi, Yıl:10, Sayı:
13, Ocak-Haziran 2004.
KAYA, Remzi, “İlahî Kitaplarda Hz. Muhammed”, UÜİFD, Sayı: 6, Cilt: 6, 1994.
KETTÂNÎ, Muhammed b. Ca’fer, er-Risâletü’l-Müstatrafe li Beyâni Meşhûri
Kütübi’s-Sünneti’l-Müşerrafe, İstanbul, 1986.
KILIÇ, Ünal, “Peygamberimizin Risâlet Öncesi Geçim Durumu” İstem: İslâm
Sanat Târih Edebiyat ve Musiki Dergisi, Konya, 2004.
KIRCA, Celal ,“Kur’an-ı Kerim’e Göre Hz. Muhammed” VIII. (Kutlu Doğum
Sempozyumu) İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri 2001, Ankara.
KIZIL, Hayreddin, Diyarbakır ve Çevresindeki Dinî Anlayışta Mitolojik
Unsurlar, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2010.
KİRAZ, Celil, “Hz. Muhammed’in (s.a.s) Önceki Kutsal Kitaplarda Müjdelenmesi
(Tebşîrât)”, UÜİF Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, 2001.
KİRAZ, Ömer Faruk, Hz. Peygamber’in Amcaları, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Sakarya, 2007.
428
KİRMÂNÎ, Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Ali, el-Buhârî bi Şerhi’l-Kirmânî,
Beyrut, 1981.
KİSTER, M. J, “Studies in Jâhiliyya and Early İslâm”, London, 1980.
KİTABI MUKADDES, Eski ve Yeni Ahit, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
KOÇYİĞİT, Talat, Hadis Istılahları, AÜİF Yayınları, Ankara, 1985.
KOMİSYON, Hidayet Önderleri, Hz. Muhammed Mustafa, Telif Komisyonu:
Dünya Ehli Beyt Kurultayı, çev. Salih Uçan, Kevser Yayıncılık, İstanbul, 2006.
KÜLEYNÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb b. İshâk, er-Ravza Mine’l-Kâfî,
Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmiyye, Tahran, t.y.
-Usûlü’l-Kâfî, Dâru’l-Kütübi’l-İslâmimiye, Tahran, 1381.
-Usûl-i Kâfî, ter. Mustafavî Seyyid Cevad, İntişarât-ı İlmiyye-i İslâmiyye,
Tahran, 1387/1389.
Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali, TDV Yayınları, Ankara, 2004.
KURT, Yaşar, “Kur’an’da Hz. Peygamber’in Örnek İnsan Oluşu: Üsve-i Hasene”,
İslâmî İlimler Dergisi, Çorum Çağrı Eğitim Vakfı, Cilt:1, Yıl:1, Sayı:1, Bahar 2006.
KUZGUN, Şaban, “Hanif” maddesi, DİA, İstanbul, 1997.
KÜÇÜKAŞÇI, Mustafa Sabri, “Mudar” (Beni Mudar maddesi), DİA, İstanbul, 2005.
L. LACOİNE, “Hicret” maddesi, MEB, İstanbul, 1950.
LEKNEVÎ, Ebû’l-Hasenât Muhammed Abdulhayy, er-Raf’u ve’t-Tekmîl fî’l-Cerh
ve’t-Ta’dîl, Dâru’s-Selâm, Kahire, 2000.
M. GAUDEFROY, Demombynes, Mahomet, Editions Albin Michel, Paris, 1969.
MÂLİK B. ENES, Muvatta’, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.
429
MASSIGNON, Louıs, “Nûr-i Muhammedî” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, 91.
Cüz/362, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1960.
MÂTURÎDÎ, Ebû Mansûr, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut,
Lübnan, 2004.
MÂVERDÎ, Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed, Kitâbü’l-Ahkâmi’s-Sultaniyye,
Beyrut, t.y.
MECLİSÎ, Bihâru’l-Envâr: el-Câmia li Dürerî Ahbâri’l-Eimmeti’l-Athâr, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1992.
MES’ÛDÎ, Ebû’l-Hasen Ali b. Hüseyn, Murûcu’z-Zeheb, thk. Muhyiddîn
Abdülmecid, Mısır, 1367.
MEVDÛDÎ, Ebû’l-A’lâ, Tefhîmu’l Kur’an, çev. Muhammed Han Kayani, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1988.
-Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, ter.
Ahmed Asrar, Pınar Yayınları, İstanbul, 1992.
MEVLÂNÂ, Abdulbâkî, Meâlimü’l-Yakîn, İstanbul, 1261.
MİZZÎ, Cemaleddin Ebî’l-Haccâc Yûsuf, Tehzîbü’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1985.
MUBÂREKFÛRÎ, Abdurrahmân b. Abdurrahîm, Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerh-i
Sahîhi’t-Tirmizî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan, 1995.
MUIR, Sir William, The Life of Mohammed, Edinburg, 1912.
MUHAMMED B. MURTAZA, el-Med’ave İlmü’l-Yakîn fî Usûli’d-Dîn, İntişarât-ı
Bidar, Kum, 2005.
MUHAMMED B. SIDDÎK, el-Ğamarî el-Hüsnâ, el-Ehâdîsü’l-Müntekât fî Fedâili
Seyyidinâ Rasûlillah, Dâru Cevâmiu’l-Kerîm, Kahire.
430
MUHAMMED EBÛ ŞEHEB, “Nesebü’n-Nebiyyü’ş-Şerifi’z-Zekâ”, Mecelletü’l-
Ezher, Sayı : 3, Kahire, 1973.
MÜCTEBA, Uğur, Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yayınları, Ankara, 1992.
MÜNŞÂVÎ, Osmân Abbûd, “Şerefü Nesebihî (s.a.s)”, Mecelletü’l-Ezher, Sayı: 3,
Kahire, 1974.
MÜSLİM, Ebû’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc, el-Câmiu’s-Sahîh, thk. M. Fuad
Abdulbâkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.
NAGEL, Tilman, Muhammed –Leben und Legende R. Oldenburg Verlag:
München (2008) çev. Ayşe Başol-Gürdal, Sîret Sempozyumu I, Türkiye’de Sîret
Yazıcılığı.
NEBHANÎ, el-Envâru’l-Muhammediyye, Beyrut, 1310.
NEDVÎ, Seyyid Süleymân, Asr-ı Saadet Peygamberimiz’in Tebliğat ve Ta’lîmâtı,
(Çev: Ali Genceli), Sebilürreşad Neşriyatı, İstanbul, 1967/1971.
NEDVÎ, Ahmed ANSARÎ, Saîd Sahib, Asr-ı Saadet Peygamberimizin Ashabı,
çev. Ali Genceli, haz. Eşref Edib, Sebilürreşad Neşriyyat Bürosu, 1967.
NEDVÎ, Ebû’l-Hasen Ali el-Hasenî, Muhtârâtü Min Edebi’l-Arabî, Dâru’l-
Fikru’l-Hadis, Lübnan, Dımeşk, t.y.
NESÂÎ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1981.
NEVEVÎ, Muhyiddîn Ebû Zekeriyyâ b. Şeref, el-Minhâc fî Şerhi Sahîhi Müslim b.
Haccâc, Matbaatü’l-Kestelliye, 1283.
NORMAN, L. Geisler, Muhammad Baker Encylopedia of Christian Apologetics,
Michigan, 2002.
OKUMUŞ, Namık Kemal, Bütün Yönleriyle Şirk İnancının Temel Parametreleri,
Araştırma Yayınları, Ankara, 2013.
431
ONAT, Hasan, “Hz. Muhammed’i Anlamada Yöntem”, SDÜ, IV. Kutlu Doğum
Sempozyumu, Isparta, 2001.
ÖNKAL, Ahmet, “Hz. Peygamber’in Ümmiliği”, SEÜİFD, Sayı : 2, Yıl: 1986.
-“Hicret” maddesi, DİA, İstanbul, 1998.
ÖZ, Şaban, Hz. Peygamber’in Sîretiyle İlgili Mevzû Haberlerin Târihî Değeri,
(Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1999.
-İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İsar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.
ÖZ, Mustafa, “Vasî” maddesi, DİA, İstanbul, 2012.
- “Meclisî, Muhammed Bâkır” maddesi, DİA, Ankara, 2003.
ÖZAFŞAR, Mehmet Emin “Hadisçilerin Peygamber Tasavvuru/Anlayışı”, Diyanet
İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) -Özel Sayısı-, Ankara, 2003.
ÖZDEMİR, Ahmet, Hz. Peygamber’in Anneleri, İstanbul, 2008.
ÖZDEMİR, Mehmet, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b.
Abdillâh”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed: (Sempozyum
Tebliğ ve Müzakereleri) 13-15 Nisan 2007, Konya, Ankara, 2007.
ÖZEL, Ahmet, “Mevlid” maddesi, DİA, Ankara, 2004.
ÖZKAN, Halit, “Hadissiz Siyer Siyersiz Hadis Müstakim Olur mu?” Cumhuriyet
Devri Akademik Siyer Literatürü, Siyer Atölyesi -1-, Meridyen Kitaplığı,
İstanbul, 2010.
ÖZTÜRK, Levent, “Şeymâ” maddesi, DİA, İstanbul, 2010.
PALA, İskender, “Kırk” maddesi, DİA, Ankara, 2002.
PİŞVÂÎ, Mehdî, Târihu’l-İslâm mine’l-Asri’l-Câhilî İlâ Vefâti’n-Nebî,
Mecmeu’l-Âlemî li Ehli’l-Beyt, Kum, 2007.
432
R. Y. EBÎED, M.J.L. Young, “A List of the Apellations of the Prophet
Muhammad”, The Muslım World.
RAFIQ, Zakarıa, Muhammad and The Quran, Penguin Books, 1991.
RAHMAN, Afzalur, Sîret Ansiklopedisi, İnkılab Yayınevi, İstanbul, 1992.
RÂZÎ, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Ebî Hâtim, Kitâbu’l -Cerh ve’t-Ta’dîl,
Haydarabad, 1952.
RÂZÎ, Fahruddîn, Ebû Abdillâh Muhammed, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’-l Gayb, ter.
Yıldırım, Suat vd., Akçağ Yayınları, Ankara, 1988/1989.
RODİNSON, Maksime, Muhammed, çev. İlhan Tokatlı, İstanbul, 1998.
SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerim, Beyrut,
1981.
SAÎD B. MANSÛR, el-Horasânî, Kitâbü’s-Sünen, Dâru’s-Selefiyye, Bombay,
1982.
SARICIK, Murat, Hz. Muhammed’in Çağrısı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2006.
SARIÇAM İBRAHİM, MEHMET ÖZDEMİR, SEYFETTİN ERŞAHİN, İngiliz ve
Alman Oryantalizminde Siyer Çalışmalarının Türklerin ve Avrupa Birliği
Halklarının Hz. Muhammed Algısına Etkileri, 2009.
SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB Yayınları, Ankara,
2003.
-“Hâşim b. Abdimenâf” maddesi, DİA, İstanbul,1997.
-Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları, TDV Yayınları, Ankara, 2000.
-“Değerlerin Hayata Geçirilmesinde Hz. Peygamber: Güven Örneği”, (Kutlu
Doğum Sempozyumu (2003)), Ankara, 2006.
433
SARMIŞ, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, Düşün Yayıncılık, İstanbul,
2013.
SCHUON, Frithjof, İslâm’ın Metafizik Boyutları, ter. Mahmut Kanık, İstanbul,
1996.
SEHÂVÎ, Ebû’l-Hayr Muhammed b. Abdirrahmân, Mekâsıdu’l-Hasene fî Beyâni
Kesîrin mine’l-Ehâdîsi’l-Muştehira ale’l-Elsine, hadis no: 842, Beyrut, 1985.
SERRÂC, Ebû Nasr et-Tûsî, el-Lüma’, İslam Tasavvufu, ter. H. Kamil Yılmaz,
İstanbul, 1996.
SİNANOĞLU, Mustafa, “Nübüvvet mührü” maddesi, DİA, İstanbul, 2007.
SOFUOĞLU, Mehmed, Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, İrfan Yayınevi, İstanbul,
1967.
SÖNMEZ, Zekiye, Yaşayan Dinlerin ve Peygamber veya Kurucularının Ortak
Özellikleri, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2000.
SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, “Fil Hadisesi’nin Arap Yarımadasındaki Etkileri
Üzerine Bir İnceleme Makalesi”, İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 1, Sayı: 2, 2006.
STRAYER, Joseph R., “Muhammed”, Dictionary Of The Middle Ages, t.y, y.y
SUYÛTÎ, Celaluddîn Abdurrahmân, el-Hasâisu’l-Kübrâ ve Kifâyetü’t-Tâlibi’l-
Lebib fî Hasâisi’l-Habîb, Mısır, 1967.
- el-İsrâ ve’l-Mirac, Kahire, 1989.
-er-Riyâzü’l-Enîka fî Şerhi Esmâi Hayri’l-Halîka, nşr. Ebû Hacir
Muhammed es-Saîd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985.
SÜHEYLÎ, Abdullâh b. Ahmed b. Ebî’l-Hasen, Ravdu’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sîreti’n-
Nebeviyye li İbn Hişâm, Matbaatü’l-Cemaliyye, Mısır, 1914.
-Ravdu’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn Hişâm, Kahire, 1967.
434
SZİLAGYİ, Krisztina, Muhammad and the Monk, the Making of the Christian
Bahira Legend, Jerusalem Studies İn Arabic And Islam, 34, 2008.
ŞÂMÎ, Muhammed b. Yûsuf es-Salihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Raşâd fî Hayri’l–
İbâd, I- VIII, Kahire, 1410/ 1990.
ŞENER, Abdülkadir, “Abdest” maddesi, DİA, İstanbul, 1989.
ŞENOL, Korkut, “Batı Düşüncesinde İslâm ve Hz. Muhammed (s.a.s) İmajı, (Genel
Bir Okuma)”, MÜİFD, 34, İstanbul, 2008/1.
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed, el-Fevâidu’l-Mecmûa, Matbaatü’l-
Edebiyye y. y, 1317.
ŞİBLÎ, Mevlânâ Numânî, Asr-ı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat,
İstanbul, 1978.
ŞİRBİNÎ, Hatip, es-Sirâcu’l-Münîr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan,
2004.
ŞULUL, Kâsım, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan
Yayınları, İstanbul, 2003.
ŞÜKRÎ, Ahmed Halid, “Adedü Merrâti Şakki Sadri Rasûlillah”, Dirâsât: Ulumu’ş-
Şerîa ve’l-Kanûn, Dergi: 25, Sayı: 2, Ummân, 1998.
TABATABÂÎ, el-Mizân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Kum, 1393/1973.
TABERÂNÎ, Ebû’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed et-Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, 18.
Cüz. (Şamile’den nakledilmiştir.)
TABERÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’t-Taberî, Dâru’l-Maârif, Kahire,
t.y.
-Tefsîru’t-Taberî, Dâru Hicr, Kâhire, 2001.
TABERSÎ, Ebû Ali Fadl b. Hasen, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân,
Matbaatü’l-İslâmiyye, Tahran, 1373.
435
TÂCÎ, Ahmed, Sîretü’n-Nebiyyi’l-Arabî, Kâhire, 1978.
TAYÂLİSÎ, Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd el-Cârûd, el-Müsned, Matbaatü’l-
Meclisi Dairetü’l-Mâ’, Haydarâbâd, 1321.
TASİR, Mustafa, “Muhammed Rasûlullah vellezine Meahû…fi’t-Tevrâti ve’l-İncîl”,
Mecelletü’l-Ezher, Sayı: 3, Kahire, 1973.
The Glorıous Calıphate, “Muhammed”, Islamic Research And Publication.
TİRMİZÎ, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1981.
TOPALOĞLU, Bekir, “Âmine” maddesi, DİA, İstanbul, 1991.
-“Muhammed” maddesi, DİA, İstanbul, 2005.
-“Abdullah” maddesi, DİA, İstanbul, 1988.
TÜSTERÎ, Sehl b. Abdullah, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mısır, 1329
UĞUR, Mücteba, “Kur’an-ı Kerim’de Ve Hadislerde Hz. Peygamber’e Hitap
Şekilleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Cilt: XIII, Sayı: 2.
-Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV Yayınları, Ankara, 1992.
ULUDAĞ, Süleyman, “Nûr” maddesi, DİA, İstanbul, 2007.
UMERÎ, Ekrem Ziya, es-Sîretü’n-Nebeviyyeti’s-Sahîha, Medine, 1994.
UKAYLÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ, ed-Du’afâ, Mektebetü İbn
Abbâs, Semnud, 2008.
UYAR, Gülgün, Hz. Muhammed ‘in Risâlet Öncesi Hayatına Dair Bazı Rivâyet
Farklılıklarının Tespiti, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), MÜSBE, İstanbul,
1993.
ÜNALAN, Sıddık, “Hz. Muhammed’in Hıristiyan Kaynaklarda Bilinmesi ve Onun
Hıristiyanlarla Olan Diyaloğu” FÜİFD, Elazığ, 1996.
436
VAROL, M. Bahaüddin, “Muhammed’in (s.a.v) Ailesi ve Yakın Akrabaları İle
İlişkileri”, Diyanet İlmî Dergi Peygamberimiz Hz. Muhammed -Özel Sayı-,
Ankara, 2003.
WATT, W. Montgomory, Hz. Muhammed Mekke’de, Çev. M. Rami Ayas-Azmi
Yüksel, Ankara, 1986.
YA’KÛBÎ, Ahmed b. İshâk b. Ca’fer, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, t.y.
YAŞAROĞLU, M. Kâmil, “Namaz” maddesi, DİA, İstanbul, 2006.
-“Müddessir sûresi” maddesi, DİA, İstanbul, 2006.
YAVUZ, Yusuf Şevki, “Vahiy” maddesi, DİA, İstanbul, 2012.
YAVUZ, Yusuf Şevki, Zeki Ünal, “Cebrâil” maddesi, DİA, İstanbul, 1993.
YAZGAN, Hatice Kübra, Rüya’nın Vahyiliği, (Basılmamış Lisans Tezi), Ankara, 1999.
YENİTERZİ, Emine, “Divan Şiirinde Hz. Peygamber’in İsim ve Sıfatları”, Kutlu
Doğum Haftası II, TDV Yayınları, Ankara.
YEŞİLYURT, Binnur, Gelişim Ve Öğrenme Psikolojisi, Pegem A Yayıncılık,
Ankara, 2003.
YILDIRIM, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları,
(Doktora Tezi), Ankara, 1996.
YILDIRIM, Enbiya, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2001.
-Hadiste Metin Tenkidi Tarihî Süreç, Yeni Yaklaşımlar, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2009.
-“Hz. Peygamber Örnekliğinde İnanç-Ahlâk Bütünlüğü”, Hz. Muhammed ve
Evrensel Mesajı Sempozyumu, 20-22 Nisan 2007, Yayına Hazırlayan: Mahfuz
Söylemez, İslâmî İlimler Dergisi Yayınları, Çorum, 2007.
YILDIZ, H. Dursun, “Arap” maddesi, DİA, İstanbul, 1991.
437
YILMAZ, Hayati, Hadis Rivâyetine Katkıları Bağlamında Hz. Muhammed’in
Aile ve Akraba Atlası, Nûn Yayıncılık, İstanbul, 2009.
YÜKSEL, Ahmet Turan, “Bir Tacir Olarak Hz. Peygamber”, Diyanet İlmî Dergi
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) -Özel Sayısı-, Ankara, 2003.
ZEBÎDÎ, Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdillatîf, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı
Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, ter. Ahmet Naim/Kamil Miras, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Ankara, 1974/1975.
ZEHEBÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ,
Beyrut, 1402/1982.
-Mîzânu’l-İ’tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, Dâru İhyâ-i Kütübi’l Arabiyye, Beyrut,
1963.
-Târîhu’l-İslâm, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, 1994.
-Telhîsü’l-Müstedrek, nşr. Yusuf Abdurrahman el-Mer’aşlî, Beyrut, t.y.
- Tezkîratü’l-Huffâz, Matbaatü Meclisi Dâireti’l-Mâ’, Haydarâbâd, 1956.
- Tecrîdü Esmâi’s-Sahâbe, Beyrut, ty, II/116.
ZEMAHŞERÎ, Ebû Kâsım Cârullâh Muhammed b. Ömer, Keşşâf, Dâru’l-Kütübi’l-
Arabî, Beyrut, Lübnan, 1366.
ZEYVELİ, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine Makaleler, Birun Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 2003.
ZÜBEYRÎ, Ebû Abdillâh Mus’ab b. Abdillâh b. Mus’ab, Kitâbu Nesebi Kureyş,
Kahire, 1951.
438
EKLER1770
EK-1. HZ. MUHAMMED’İN RİSALET ÖNCESİ HAYATI’NIN
KRONOLOJİSİ
Milâdî
569 Hz. Muhammed’in doğumu (hicretten önce 12 Rebiülevvel 53/ 17 Haziran
569 Pazartesi veya hicretten önce 9 Rebiülevvel 51/ 20 Nisan 571 Pazartesi)
574 Beş sene Sa’d kabilesinde sütannesi Halime’nin yanında kaldıktan
sonra Mekke’ye ailesine dönüşü
575 Annesi Âmine, hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte Medine’ye
gelip babasının mezarını ziyaret etmesi ve dönüşte Ebvâ köyünde
vefâtı
576 Annesi Âmine’nin Ebvâ’da vefatı üzerine dadısı Ümmü Eymen
tarafından Mekke’ye getirilip dedesi Abdulmuttalib’e teslim edilmesi
577 Fil vak’asının 8. Yılında Abdulmuttalib’in vefatı üzerine amcası Ebû
Tâlib’in himâyesinde kalması
578 Amcası Ebû Tâlib ile yaptığı Suriye seyahati
589 Amcası Zübeyr ile Yemen seyahati
Kureyş ile Kays arasında dört yıl süren Ficâr harbine katılması
Hilfu’l-Fudûl antlaşmasına katılması
1770 İslâm Ansiklopedisi¸ XXX/479, DİA, İstanbul, 2005
439
594 Hz. Hatice’ye ait ticaret kervanının başında Busrâ şehrine gitmesi,
Şam’a ikinci seyâhatı
Hz. Hatice ile evliliği
605 Kabe’nin tamirinde el-Haceru’l-Esved’i yerine koyma vazifesini
Kureyş’in “el- Emin” dedikleri Peygamberimiz’in hakemlik yapması
610 Hira’da ilk vahyin gelmesi
440
EK-2. HZ. PEYGAMBER’İN RİSÂLET ÖNCESİ HAYATINA DAİR
RİVÂYETLER
BİRİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU ÖNCESİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. NÛR-İ MUHAMMEDÎ - Hz. Muhammed’de
nübüvvet nurunun
müşahhas olarak tezahürü
- Âmine’nin onu
doğurduğunda
kendisinden bir nûr
çıkması
- Âmine’nin ona
hamileyken kendisinden
bir nûrun çıkması
- Âdem ruh ile cesed
arasındayken Nebî olması
- Hz. Muhammed’in hem
ilk önce yaratılması, hem
de âlemlerin yaratılış
sebebi olması.
- Âmine’den Şam
topraklarındaki Busra
Sarayını,
- Doğu ile batı arasını
- Şam Saraylarını ve
çarşılarını aydınlatan bir nûr
çıkması, öyle ki, Busra’daki
develerin boyunlarının
görünmesi.
- Annesinden yeryüzünü
aydınlatan yıldız gibi bir şey
çıkması
- Nûrun Hz. Âdem’den Şit’e
geçmesi ve sonunda Hz.
Muhammed’de tezahürü
- Alnında parlayan nûr sebebi
ile pek çok kadının
Abdullâh’a evlenme
teklifinde bulunması
2. HZ. MUHAMMED’İN
SOYU
- Soyunun 21. Atası
Adnân’a kadar uzanması
- Atasının İbrâhîm (a.s.)
olması
- Âdemoğulları’nın
nesillerinin en
hayırlısından gelmesi
- Haşimoğulları’ndan
gönderilmesi
- Mahlûkatın en
hayırlılarından kılınması
- Nikâhlı birlikteliklerinden
meydana gelmesi
- Kureyş’de orta nesepte
yer alması
- Soyunun Adnân’dan
İbrâhîm’e, İbrâhîm’den
Âdem’e kadar uzanması
- Asil bir soydan en hayırlı,
en temiz olanlarından
gelmesi,
- Hep nikah mahsulü
birlikteliklerden meydana
gelmesi
- Cebrâîl’in bütün dünyanın
doğusunu ve batısını
dolaşması ve
Haşimoğulları’ndan daha
üstün bir sülale bulamaması
- Kureyş’te herkesin Hz.
Peygamberle soy
bağlantısının olması
- Hz. Muhammed’in
Âdemoğulları’nın efendisi
olması
- Allah’ın yeryüzünü ikiye
ayırması onu o ikisinden de
441
BİRİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU ÖNCESİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
en hayırlısından kılması,
sonra yeryüzünü üçe
ayırması, onların üçünden
de en hayırlısından kılması,
sonra insanlardan Arapları,
Araplar’dan Kureyş’i,
Kureyş’ten Benî Hâşimî,
Benî Hâşim’den
Abdulmuttaliboğulları’nı
Abdulmuttaliboğulları’ndan
onu seçmesi
- Araplar’ın önde geleniyim
buyurması
- Mudar’a mensup olması
3. HZ. MUHAMMED’İN
EBEVEYNİ
- Dedesi Abdulmuttalib’in
zemzem kuyusunu
kazması, Kureyş’in
zemzem suyundan bir
hastalığın bulaşması
neticesinde vazgeçmesi
- Abdullah’ın kurban
edilmesinde, kuranın
Abdullâh’a çıkması
Abdullâh ile deve arasında
kura çekilmesi ve kuranın
deveye çıkması
- Kuyunun ağzına kapatılan
taşlara rastlayınca
Abdulmuttalib’in tekbir
getirmesi, tekbir sesini işiten
Kureyşliler’in
Abdulmuttalib’den kuyu
için hak talep etmesi, kahine
danışmak için gittiklerinde
yolda Abdulmuttalib’in
devesinin altından su
çıkması neticesinde
Kureyş’in zemzem
kuyusundan vazgeçmesi
- Abdulmuttalib’in zemzem
kuyusunu kazarken iki altın
ceylan heykeli, kılıçlar ve
birtakım zırhlar bulması,
Kureyşliler’in bunlara da
ortak olmak istemesi,
Abdulmuttalib’in teklifiyle
kura çekilmesi ve ceylan
heykellerinin Kâbe’nin
hissesine, kılıçlar ve
zırhların Abdulmuttalib’e
düşmesi
- Abdullah’ın kurban
edilmemesi için kahine
gidilmesi, onun yanında
kura çekilmesi ve onar onar
arttırarak kuraya devam
edilmesi
- Abdullah’ın hayatını
kurtaran çarenin kendisi için
feryat eden ablalarından biri
442
BİRİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU ÖNCESİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
tarafından teklif edilmesi
- Abdulmuttalib, yanlışlıkla
küçük oğlu Abdullâh’a
isabet ettiği takdirde bıçağı
onu öldürmeyecek şekilde
âzâlarından birine isabet
ettirmeyi düşünmesi
B. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
DOĞUMU
- Fil yılında doğması
- Hz. Muhammed’in
pazartesi günü doğması
- Doğduğu gece Mekke ve
diğer şehirlerde birtakım
hadiselerin meydana
gelmesi
- Hz. Muhammed’in ana
rahmine intikalinden
doğumuna kadar geçen
zaman içinde bir takım
hadiselerin meydana
gelmesi
- Âmine’ye “Sen bu
ümmetin efendisine
hamilesin” denmesi,
dünyaya geldiği zaman
“Muhammed” isminin
konulmasının emredilmesi
- Fil yılında doğması
- Rebîülevvel’in 7,8,10
veya 17’sinde doğması
- Hz. Muhammed’in
doğduğu gece İran’da
saray balkonlarının yıkılıp
yere düşmesi,
Mecûsiler’in ateşinin
sönmesi, Mubeza’nın rüya
görmesi
C. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU SONRASI
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
SÜNNETLİ DOĞMASI
- Sünnetli doğması
-
- Sünnetli ve göbek bağı
kesik olarak doğması
- Dedesinin doğumumun 7.
günü sünnet ettirmesi
- Cebrail’in kalbini yardığı
zaman sünnet etmesi
2. HZ. MUHAMMED’İN
İSİMLERİ VE
- “Benim beş ismim vardır”
hadisi,
- Erken dönem tarih
kaynaklarında
443
C. HZ. MUHAMMED’İN DOĞUMU SONRASI
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
KÜNYELERİ - Hâkim’in rivâyetinde altı
isminin sıralanması
- “Tevbe ve melhame
Peygamberi” olması
- “Rahmet Peygamberi”
olması
- “Seçilmiş (Mustafa)
Nebî” olması
- Semavî kitaplardaki
isimleri
- “İsmimle isimlenin,
künyemle künyelenmeyin”
buyurması
- “Ben Kâsım’ım aranızda
taksim yaparım”
buyurması
- “İsmimle isimlenen
künyemi, künyemle
künyelenen ismimi
almasın” hadisi
- İsmi ve künyesinin
verilmesine izin vermesi
- Ebû’l-Kâsım
- İbn Ebî Kebşe
- Ebû’l-Erâmil künyeleri
sıraladığımız hadislerde
münferid olarak
nakledilen isimlerin tek bir
rivayet içinde aktarıldığı
görülür
- Benzer şekilde tarih
kaynaklarında da Hz.
Peygamber’in vefat eden
oğlu Kâsım’dan dolayı
Ebû’l-Kâsım künyesini
taşıması ve bununla
anılmaktan hoşlanması
nakledilir.
İKİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUĞU
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
SÜTANNEYE
VERİLMESİ
- Halime ve ailesinin
kabilenin diğer
hanımlarıyla beraber,
çocuk almak için
Mekke’ye gelmesi ve Hz.
Muhammed’i alması
Halime’nin ağzından uzun
uzun anlatılır.
- Tarih kaynaklarında hadis
rivayetlerinden farklı
olarak Halime’nin yanında
meydana gelen olaylarda
pek çok farklı rivâyetin
nakledildiği görülür.
- Halime’nin Hz.
Muhammed’i Mekke’ye
getirirken kaybetmesi
- Bazı Hristiyanlar
tarafından Hz.
Muhammed’in Peygamber
olacağının teşhiri
- Bir grup Yahudi’nin Hz.
Muhammed’i öldürmek
444
İKİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUĞU
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
istemesi
2. SÜTKARDEŞLERİ - Hz. Hamza ve Ebû Seleme - Hz. Hamza
- Ebû Seleme
- Mesrûh
- Abdullah b. Abdilesed el-
Mahzûmî
- Ebû Süfyan b. Hâris b.
Abdilmuttalib.
- Abdullah
- Enise
- Huzayka (Şeyma)
3. ŞAKKU’S-SADR - Sütannesinin yanında
kalbinin yarılması (Bir
grubun gelmesi, Cebrâîl’in
kalbini yarıp zemzem
suyuyla yıkaması, iki
kuşun yarması, nübüvvet
mührünü vurması,
ümmetiyle tartılması)
- On yaşındayken kalbinin
yarılması
- İlk vahiyden önce kalbinin
yarılması
- Mirac’da kalbinin
yarılması
- Şakku’s-Sadr’ın dört
yaşında olması
- Beyaz elbiseler bulunan
iki adamın gelmesi,
kalbini yarması
- Karnını ve yüreğini
yararak kendi ümmeti ile
tartması
- Turna şeklinde iki meleğin
göğsünü yarması
- Taberî’de nakledilen
rivâyete göre Mirac’da
Cebrâîl ve Mikail’in
göğsünü yarmak için
gelmesi fakat onu
tanıyamaması
4. HZ. MUHAMMED’İN
ANNESİ İLE BERABER
YAŞAMAYA
BAŞLAMASI VE
MEDİNE’YE
YOLCULUĞU
- Sütannesinin yanından
gelince annesi ve dedesi
ile birlikte yaşaması ve
annesinin ölmesi
- Hz. Muhammed’in altı
yaşındayken annesi,
Ümmü Eymen ve
dedesiyle birlikte
Medine’ye gitmesi
- Medine’de Yahudiler’in
onu tanıması
- Medine’den dönüşte
Âmine’nin Ebvâ köyünde
vefatı.
- Âmine’nin Mekke’de
vefat etmesi.
5. SURİYE SEFERİ VE
RAHİB BAHİRA
HADİSESİ
- Hz. Muhammed’in
ergenliğe yaklaştığında
amcası ile beraber Şam
tarafına yolculuğa çıkması
ve Temim
Yahudiler’inden bir âlimin
- İbn İshâk rivâyetinde, Hz.
Muhammed’in “Ebû
Talib’e ey amcacığım
anam yok babam yok, beni
kime bırakıyorsun?”
demesi
445
İKİNCİ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN ÇOCUKLUĞU
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
onu tanıması. Bu rivâyette
Hz. Muhammed’in Ebû
Bekr ve Bilâl ile geri
dönüşü zikredilmez.
- Ebû Mûsâ el-Eş’arî
rivâyetinde Rahib Bahira
hadisesi uzunca anlatılır;
“İşte bu âlemlerin
efendisidir. Bu âlemlerin
Rabbi’nin elçisidir. Allah
onu âlemlere Rahmet
olarak gönderecektir”
- “Ağaçlar ve taşlar ancak
bir peygambere secde
ederler. Bir de ben onu
omuz kemiğinin altında
bulunan
nübüvvet/peygamberlik
mühründen tanırım”
demesi
- Rum tarafından yedi
kişinin gelmesi.
- Rahibin Hz.
Muhammed’in
Peygamberliğini Lât ve
Uzzâ’ya yemin
etmemesinden,
uykusundan ve sırtında
bulunan peygamberlik
mühründen anlaması
- 3, 7, 9 kişinin gelmesi
- Hz. Peygamber’in 9, 10 ,
12 ve 13 yaşında olması
B. HZ. MUHAMMED’İN GENÇLİK ÇAĞI
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
ÇOBANLIK YAPMASI
- Mekke ahalisi için Karârit
üzerine koyun gütmesi
- Her Nebînin çobanlık
yapması
- “Ben ve benden önceki
peygamberler koyun
gütmüşüzdür” buyurması
2. HILFÜ’L- FUDÛL’E
İŞTİRAK ETMESİ
- Henüz delikanlı iken
amcaları ile beraber iyi
insanların yapmış olduğu
antlaşmada hazır
bulunması
- İbn Cüd’an’ın evinde
katıldığı antlaşmanın
kendisi için değerli olması
- 20 yaşında olması
- Hz. Muhammed’in
çocukluğunda “Hılfu’l-
Mutayyib” (Koku
Sürünenler Antlaşması)
diye bir antlaşmanın
yapılması
3. HZ. MUHAMMED’İN
DÜĞÜNE İŞTİRAK
EDEMEMESİ
- Hz. Muhammed’in
cahiliyede Mekke’de iki
defa düğüne iştirak etmek
istemesi ama uyuya
kalması
- Benzer bir rivâyetin tarih
kaynaklarında da
nakledildiği görülür.
446
B. HZ. MUHAMMED’İN GENÇLİK ÇAĞI
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
4. HZ. MUHAMMED’İN
PUTLAR ADINA
KESİLEN ETTEN
YEMEMESİ
- Zeyd b. Amr’a sofra ikram
edilmesi
- Nebi’ye (s.a.s.) bir sofra
takdim edilmesi
- Zeyd b. Amr’ın Hz.
Muhammed’e uğramaması
ve yalnız olması
- Hâkim’in rivâyetinde Hz.
Muhammed’in İsaf ve
Naile adlı putlara
dokunması sebebiyle Zeyd
b. Harise’yi uyarması
- Hz. Muhammed’in o
esnada Taif’ten gelmesi ve
Zeyd b. Amr’a uğraması
- İbn İshâk rivâyetinde
Zeyd’in: “Bu sizin
putlarınız için kestiğiniz
kurbanlarınızdan mıdır?”
diye sorduğu nakledilir.
- Zeyd b. Amr’ın yanında o
esnada Ebû Süfyan b.
Hâris’in yer alması.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK DÖNEMİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
TİCARÎ HAYATI
- Hubâşe panayırına
katılması.
- Ticari ortaklarının olması
(Sâib b. Ebî Saib’in ortağı
olması)
- Ticaret için seyahatler
yapması
- Hz. Muhammed’in
Bahreyn yolculuğu
- Kumaş ve tahıl ticareti
yapan Ebû Tâlib’e yardım
etmek suretiyle ticari
hayata başlaması
- Mekke’de bir ortağının
olması
- Hz. Muhammed’in
hastalandığı için bizzat
gidemeyen bir tüccarın
mallarını götürüp başarılı
bir sonuç elde edilince
yeni teklifler alması
- Ebû Tâlib’in Hz.
Muhammed adına Hatice
ile görüşmesi
- Hatice’nin tavsiye üzerine
Hz. Muhammed’e teklifte
bulunması
- Hz. Muhammed ve
Hatice’nin kölesi Meysere
Şam’dayken Rahib
Nastura’nın onun
peygamber olduğunu
anlaması
2. HZ. MUHAMMED’İN
EVLİLİĞİ VE AİLE
HAYATI
- Hatice’nin babasının bu
evliliğe itiraz etmesi
- Rasûlullah’ın ilk evlendiği
kadının Hatice bnt.
Huveylid olması
- Hatice’yi amcası Amr b.
Esed’in evlendirmesi
- Hatice’nin 25, 28, 30, 35
veya 40 yaşında olması
447
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
A. HZ. MUHAMMED’İN YETİŞKİNLİK DÖNEMİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
- Hatice’nin 28 yaşında
olması
- (Cahiliye döneminde)
Hatice’den başka bir
kadınla evlenmemesi
3. HZ. MUHAMMED’İN
ÇOCUKLARI
- Kâsım, Tâhir, Zeynep,
Fâtıma, Rukayye, Ümmü
Kulsûm
- Kâsım, Abdullâh, Fâtıma,
Zeynep, Rukayye, Ümmü
Kulsûm
İbn İshâk rivâyetinde Kâsım,
Tayyib, Tâhir, Rukayye,
Zeynep, Ümmü Kulsûm,
Fâtıma
Oğullarının en büyüğü
Kâsım, kızlarının en büyüğü
Rukayye olması, İbn Sa’d
rivâyetinde Kâsım,
Abdullâh, Kâsım’dan sonra
Zeynep, Rukayye, Ümmü
Kulsûm, Fâtıma olması
4. KÂBE’NİN
MEKKELİLER
TARAFINDAN YENİDEN
İNŞASI VE HZ.
MUHAMMEDİN
HAKEMLİĞİ
- Hz. Muhammed’din o
esnada 35 yaşında olması
- Kâbe’nin Velîd b.
Muğîre’nin teşebbüsüyle
yeniden inşası
- Kâbe’ye taş taşırken
izarını çıkarmasından
sonra “Ya Muhammed!
Avred yerini ört” diye
seslenilmesi
- O günden sonra hiç çıplak
görülmemesi
- Hz. Muhammed’in
hakemlik yapması
- Hz. Muhammed 35
yaşındayken bir sel
nedeniyle Kâbe’nin
duvarının çatlaması
- Taberî’de nakledilen
rivâyete göre Kureyş ve
başka kabileden
bazılarının Kâbe’nin
hazinelerini soyması
nedeniyle Kâbe’nin
yeniden inşa edilmesi
- Hz. Muhammed’in
izarının açılması
- Kureyşliler’in Kâbe’yi
yeniden inşa ederken
kabilelerin iş bölümü
yapmaları
- Hz. Muhammed’in
hakemlik yapması
B. HZ. MUHAMMED’İN OLGUNLUK DÖNEMİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. DİNİ HAYATI - Hiçbir zaman puta
tapmaması
- İnziva hayatı
- İnziva esnasında ve
Mekke’de peygamber
olarak gönderildiği
- Hiçbir puta ibadet
etmemesi
- İnziva hayatına zaman
zaman Hatice’yi de
götürmesi
- Bu dönemde Rasûlullah’a
448
B. HZ. MUHAMMED’İN OLGUNLUK DÖNEMİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
gecelerde bir taşın ona
selam vermesi
taş ve ağacın selam
vermesi.
2. VAHİY ÖNCESİNDE
RÜYALAR
- Rasûlullah’a vahyin ilk
başlangıcının uykuda
gördüğü sâlih (sâdık) rüya
şeklinde olması
- Peygamberlik alâmeti
olarak ilk zuhur eden
şeyin rüyada gördüğü bir
şeyin aynen sabah
aydınlığı gibi zuhur etmesi
3. İLK VAHYİN
GELMESİ
- Cebrâîl’in ilk vahyi
getirmesi
- Cebrâîl’in Hz.
Peygamber’e abdest
almayı ve namaz kılmayı
öğretmesi
- İbn Ebî Şeybe’nin
naklettiği rivâyette
Hatice’nin önce Ebû
Bekr’e sonra Varaka’ya
gittiği aktarılır. Buhârî ise
Hatice’nin doğrudan
Varaka’ya gittiği nakleder.
- Cebrail’in ilk defa Hira
dağında bütün ufku
kaplaması
- Vahyin kesilmesi
esnasında Hz.
Peygamber’in ciddi
şekilde endişelenmesi
- Hz. Peygamber’in ilk vahy
esnasında 40 yaşında
olması
- Hz. Peygamber’in 43
yaşında olması
- 10 yıl Mekke’de, 10 yıl
Medine’de peygamberlik
yapması
- 13 yıl Mekke’de, 10 yıl
Medine’de peygamberlik
yapması
- Cebrail’in ilk vahy
esnasında yeri ve göğü
kaplaması
- İlk inen sûrenin Alak
sûresi veya Müddesir
sûresi olması
- Hz. Peygamber’in itikafa
çekilmek üzere Hira
mağarasına çıktığında
beraberinde ailesini
götürmesi
- Cebrail’in ona uyurken
gelmesi
- Hz. Peygamber’in
kendisini “Eb’ad ” olarak
isimlendirmesi
- İbn Hişâm’ın rivâyetinde
Hatice’nin gelen varlığın
melek mi, yoksa şeytan mı
olduğunu anlamaya
çalışması
- İlk vahyden sonra
Hatice’nin onu aramak
üzere Hira’ya adamlar
göndermesi
- Beyhakî’nin ilk vahiy
esnasında göğsünün
yarıldığını nakletmesi
- Hz. Peygamber 40
yaşındayken, Ramazan
ayında, Sasanî hükümdarı
Perviz’in iktidarının 19.
Yılının 11. ayında ilk
vahyin gelmesi
449
C. RİSÂLET ÖNCESİ HZ. MUHAMMED KİŞİLİĞİ
HADİS RİVÂYETLERİ TARİH RİVÂYETLERİ
1. HZ. MUHAMMED’İN
KİŞİLİĞİ
- el-Emîn olması
- Ebû Cehil’in Hz.
Muhammed’in yalancı
olamayacağını itiraf
etmesi
- Doğru sözlü/dürüst olması
- Cahiliye döneminde
kendisine “el-Emîn”
denmesi
- Hz. Peygamber’in
kavminin ahlakça en
güzeli olması
450
ÖZET
Demil, Emine. Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Dair Rivâyetler. Doktora
Tezi, Danışman: Prof. Dr. Bünyamin ERUL, 451 s.
Bu çalışmada Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair rivâyetler hadis
ve tarih kaynaklarıyla karşılaştırarak ele alınmıştır. Ayrıca rivâyetlerin kaynaklarına,
sübûtuna ve sıhhatine değinilmiştir. Hz. Peygamber’in risâlet öncesi hayatına dair
bilgilerin önemli bir kısmı ağırlıklı olarak hadis kaynaklarına dayanarak tespit
edilmiştir. Böylece sağlıklı bir Peygamber telakkisi ortaya koyabilmek için sahih
kaynakların seçilmesi gerekliliğine odaklanmış bulunuyoruz .
Çalışmamızın birinci bölümünde Hz. Muhammed’in doğumu, öncesi ve
sonrasıyla ilgili rivâyetler, ikinci bölümünde Hz. Muhammed’in çocukluk ve gençlik
dönemi hakkındaki rivâyetler, üçüncü bölümde Hz. Muhammed’in yetişkinlik ve
olgunluk dönemi hakkındaki rivâyetler ele alınmış, risâlet öncesiyle ilgili hadislerin
bir kısmının sahih veya hasen, diğer bir kısmının ise zayıf veya mevzu olduğu
görülmüştür.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in hayatı bugün sağlıklı bir şekilde asrın
idrakine sunulacaksa, bunun sahih rivâyetlerle tutarlı bir yöntemle yapılması
gerektiği vurgulanmıştır. Kur’an’a, sahih sünnete ve tarihî vak’aya ters düşen
rivâyetlerin sîret gerçeğini yansıtmadığı ortaya konulmaya, âyetlerden ve hadislerden
hareketle yeni bir sîret yazıcılığının gerekliliğine işaret edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hz. Muhammed, Risâlet Öncesi, Hadis, Tarih,
Rivâyetler.
451
ABSTRACT
Demil, Emine. Narratives About the Prophet Muhammad’s Life Before the
Revelations. Ph.D. Thesis, Advisor: Prof. Dr. Bünyamin ERUL, 451 p.
In this study, we examined the narratives, related to the life of the prophet
before the revelations, by the virtue of comparing them with the hadith and historical
sources. Furthermore, we mentioned the sources, certainty and validity of the
narratives. We determined an important amount of the information, about the
prophet’s life before the revelations, on the basis of the sources of hadith. We stated
that it is important to choose authentic sources so as to be able to compose an
understanding of the prophet.
In our study, the narratives, in relation to the time before and after the birth of
the prophet Muhammad; to his childhood and youth; to his adulthood and old ages,
and it was observed that a part of the narratives, before the revelations, was
authentic, in respect to the hadith tradition, another part of them good and the rest of
them weak.
In our study, if we are, today, to present the prophet to the contemplation of
the ceuntry in a healty manner, we emphasized that it must be done with a methods
in correlation with the authentic narratives, we tried to signify that the narratives,
which are in contrast to the Qur’an, the authentic narratives and historical occasions,
do not reflect the reality of virtues. On the basis of the verses and hadiths, we
intended to state it is necessary to write a new virtue and life of the prophet.
Key Words: The Prophet Muhammad, Before Revelations, Narratives,
Hadith, History.