48
PUSULA İbrahim Turhan Lisesi Sayı 2 Comenius Projesinde Sıra Bizde Kayıp Kıta MU Vural Çelik Bizlerle İstanbul Rüya Gibi Riga

İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Embed Size (px)

DESCRIPTION

PUSULA DERGİSİ 2. SAYI

Citation preview

Page 1: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

PUSULAİbrahim Turhan LisesiSayı 2

Comenius Projesinde Sıra Bizde

Kayıp Kıta MUVural Çelik Bizlerle

İstanbulRüya Gibi Riga

Page 2: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

CUMHURİYETFİKRİ HÜR,İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR NESİLLER İSTER.

K. ATATÜRK

Page 3: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Şiir okuma y

arışm

ası Uğur D

ÜNDAR Birinci

Sayfa 12

Vural ÇELİK Bizlerle

Sayfa 13

Tiyatro Sayfa 10

İçindekiler

2012 Sayı: 2Sahibi / İbrahim Turhan Lisesi adına,Yüksel ÖZTÜRKEditör/ Zafer ÖZATEŞYazışma adresi/ Yavuz Selim Mah. İstanbul Cad. No: 43 /EsenlerTelefon: 0 (212) 568 76 68

grafik Tasarım/ 05424198744Baskı/Toprak OfsetPusula Dergisi 2569 Sayılı Teblliğler dergisi’nde yayımlanan sosyal etkinlikler yönetmeliğine göre hazırlanmıştır.

COMENIUS PROJESİNDE

SIRA İBRAHİM TURHAN LİSESİNDE

Sayfa 6 Letonya Üzerine Düşler Ve Gerçekler... Sayfa 8 Sporun Her Dalında Birinciyiz Sayfa 9

Felsefe Olimpiyatları Sayfa 12

Editörden/Zafer ÖZATEŞ.....................4

İlginç Bilgiler.................................15-22

Şiir.....................................................36-38

Rehberlik..............................................45

Başyazı/ Yüksel ÖZTÜRK....................5

Medeniyetler Beşiği İstanbul....23-25

Hikaye ..............................................39-43

Mizah................................................46-47

İstiklal Marşımız 91 Yaşında.................11

Eleştiri..............................................26-35

Deneme...................................................44

Page 4: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Merhaba değerli okurlar…

Dergimizin ikinci sayısını çıkartıyoruz, bana göre dergimizin ikinci yaşı… Çilesiyle, mutluluğuyla,

yorgunluğuyla, mücadelesiyle bir serüveni yaşadık. Sizler sonucunu görürken her yazı, her resim bizim için ayrı bir yaşanmışlık, zamana bıraktığımız ayrı bir iz…

Zamanın sonrasızlığına duygularımızı, ruhlarımı-zın yansımalarını, beklentilerimizi, eleştirilerimizi, sözlerimizi bırakmak istedik. Sözler hayata bakışımı-zın kodlarıydı bizim için.

Çabamız asla bir okul dergisi çıkarmak değildi. Genç-lerin hayata, topluma, arkadaşlarına, ailesine, belki de kendilerine söyleyeceği sözler vardı. Hiçbir düşünce, hiçbir söz, hiçbir duygu sahipsiz, yalnız kalmasın iste-dik; çünkü fark edilmeyen her ses anlamsızlaşır. Bize göre bütün seslerin ayrı bir anlamı olmalıydı…

Bir söz daha söylersek belki her şey düzelir dedik. Söylenecek daha o kadar çok söz var ki… Biz düşünceler ormanında kıvılcım çıkardık, yangının büyümesi biraz da size bağlı… Her alev parçası ru-humuzdan beynimize karanlıkları yok etsin istedik. Karanlığın esaretinden kurtulmak, biraz kendini ta-nımak daha da fazlası özgür düşünebilmek demektir. Sözlerimizle insanların ruhlarını aydınlatalım iste-dik…

Bu çalışmada yorulsak da biz çok mutlu olduk. Ese-rimizi seyrederken amaçlarımızı ve umutlarımızı gö-rüyoruz. Bu güzellik sizlerin bakışlarında, değerlen-dirmelerinizde anlam kazanacak. Sizler de bu eserin

bir parçasısınız doğal olarak, hatta en önemli unsuru-sunuz. Emeğimiz ve özellikle de ürünümüz umarım sizlerin de hoşuna gider. Bizim için en önemlisi de bu.

Bu yolculukta birlikte çalıştığımız değerli öğrencile-rim bir elin parmakları gibi birbirlerine kenetlendiler. Hepsi birbirinden güç aldı. Biri olmadan diğerlerinin eksik kalacağı inancını taşıdılar. Hepsi bu çalışmayı size ulaştırabilmek için günlerce ama günlerce uğraş-tılar. Bu çalışmanın kahramanıdır onlar.

Bu isimleri sizlerle paylaşmak isterim. İsmail Koray Yıldırım, Büşra Torlak, Kader Alan, Melek Al-kış, Murat Oral, Bilal Uzun, Salih Samet Gür, Duygu Özmen, Gamze Baran, Medine Efe, Hümeyra Özbek, Elifnur Karanfil, Cem Akbulut, Hatice Sağlam, Metin Beşiktaş, Kadriye Erdoğan ve yazılarıyla bize destek ve-ren diğerleri…

Sizlerin huzurunda hepsine teşekkür ederim…

Desteğini bizden hiç esirgemeyen okul müdürümüz Yüksel Öztürk’e, Müdür başyardımcımız Bahattin UZUNPINAR’a ve okul aile birliğine teşekkür ederim.

Bütün çalışmamız boyunca bize moral ve fikir des-teği veren Felsefe Grubu Öğretmeni Dilek ÇAKMAK öğretmenimize ayrıca teşekkür ederim.

Zafer ÖZATEŞTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

4 İbrahim Turhan Lisesi

Editörden

Dergimizin ikinci yaşı…Çilesiyle, mutluluğuyla, yorgunluğuyla

mücadelesiyle bir serüveni yaşadık. Sizler sonucunu görürken her yazı

her resim bizim için ayrı bir yaşanmışlık zamana bıraktığımız ayrı bir iz…

Page 5: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

5İbrahim Turhan Lisesi

Başyazı

Özveri içerisindeki değerli öğrencilerimiz

hem arkadaşlarına hem Esenler halkına öncülük

etme gayretindeler.

Okulumuz ilçemizin en köklü eğitim kurumudur. Yani bir geleneği vardır.

Bu geleneğindeki en büyük misyonu, çevresine örnek olmak; ilçenin üniversiteye açılan kapısı olmaktır.

Yılların getirdiği birikimle Esenler’in her zaman temsilcisi, sesi olmuştur. Okulumuz her yıl yüzlerce öğrencisinin üniversiteyi kazanma-sıyla, sportif müsabakalarda ülke hatta dünya genelinde dereceler almasıyla, Avrupa Birliği kapsamında değişik projeler üretmesiyle çok yönlü bir kurumdur. Bu başarılarımızı daha yüksek sesle duyurabilmek için öğretmen ve öğrencilerimizin çabalarıyla okul dergisi çıkar-maktayız. Yıllardan beri gazete şeklinde yayın hayatına devam eden ekibimiz, bu yıl dergi şeklinde içeriği daha zengin ve kapsamlı bir fa-aliyet içerisindedir. İbrahim Turhan Lisesi bu dergiyle sadece okuldan haberler yapmamakta; kültür-sanat, tarih, güncel olaylarla ilgili haber-ler vermektedir.

Yazılı medya bir toplumun düşünce tari-hini oluşturur. Toplumun yazılı belleği, geliş-mişlik durumu gazete ve dergi sayısıyla doğru orantılıdır. Her yazınsal uğraş okuyan insan

sayısını arttıracak; bununla birlikte toplumun aydınlanmasını sağlayacaktır. Öğrencilerimiz de böyle düşünmüş olacak ki dergimizin adını ‘’Pusula’’ demişler. Özveri içerisindeki değer-li öğrencilerimiz de hem arkadaşlarına hem Esenler halkına öncülük etmek gayretindeler.

Öğrencilerimizi ve öğrencilerimize reh-berlik eden Zafer ÖZATEŞ öğretmenimizi ve emeği geçen tüm çalışanları, bu çabalarından dolayı kutluyorum. Başarılarının devamını di-liyorum.

Saygılarımla Yüksel ÖZTÜRK Okul Müdürü

Değerli Okurlar

Page 6: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

6 İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan HaberlerEbru AYTEKİN

Okulumuz Esenler İbrahim Turhan Lisesi, Comenius Okul Ortakları Projesi çerçe-

vesinde Letonya, İspanya, İtalya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen 36 konuğunu ağırladı.

Comenius Okul Ortakları projesi ile Letonya, İspanya, İtalya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen 16 öğretmen ve 20 öğrenci önce İbrahim Turhan Lisesi’ni ziyaret etti.

Öğrenci ve eğitimcilerden oluşan misafir grubu İbrahim Turhan Lisesi öğrenci ve öğretmenleri ta-rafından en güzel şekilde karşılandı. Misafirlerimi-zin yabancılık çekmemesi için müdürümüz Yüksel ÖZTÜRK, Müd. Yard. Bahattin UZUNPINAR ve öğretmenlerimiz Vesile KALSIN, Berna ESER, Ay-nur BOYRAZ, Zafer ÖZATEŞ büyük özveride bu-lundular.

Bir hafta ülkemizde kalan misafirlerimizi İstanbul’un güzellikleriyle tanıştırdık. İlk gün her ülke kendi bayram ve festivallerini tanıtıp, yöresel gençlik oyunlarıyla birbirini karşıladı. İkinci gün Dünya medeniyetinin sembolü olan Sultanahmet, Bizans’tan Osmanlıya ve günümüze gelen kültür birikimi anlatıldı. Ayasofya, Topkapı ve kapalı çar-şı gezisi düzenlendi. Üçüncü gün İstanbul’u diğer dünya şehirlerinden ayıran özellik boğaz, tekne tu-ruyla tanıtıldı. Dördüncü gün okulumuzda çeşitli etkinliklerle eğlenceli bir günün ardından misafir-lerimizi artlarından su dökerek uğurladık. Ekim ayında okulumuz İtalya ve İspanya’ya proje amaçlı geziye katılacak.

Ebru AYTEKİN

COMENIUS PROJESİNDE SIRA İBRAHİM TURHAN LİSESİNDE...

Page 7: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

7İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan Haberler Ebru AYTEKİN

Page 8: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

8 İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan Haberler

Herkesin hayallerinin şehri vardır. Hayali bir şehir değil bah-sim, hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz bir şehir Leton-

ya. Leton arkadaşlarımızdan önce, Letonya’nın keskin soğuğu kar-şıladı bizi.

Beynimi kemiren bin bir düşünce içinden sıyrılıp, artık yaşa-yacağım farklı dakikalara odaklıyordum kendimi. Yolculuk esna-sında sohbet sonrası sessizlikte başımı cama dayayıp ‘’ben nere-deyim, ne yapıyorum?’’ diye sorgularken buldum kendimi. Fakat Letonya’nın sıcakkanlı insanlarının yüzlerinde oluşan o sıcak te-bessüm, içime huzur doldurmaya yetiyordu. Arkadaşım Ugis ile tanıştığım an, iyi zaman geçireceğime ve ‘’Letonya’ya iyi ki gelmi-şim’’ diyeceğime inanmaya başladım.

Letonya’nın eşsiz gün batımını, Arnavut kaldırımlarını, değişik mimarisini tüm samimiyeti ile anlattı bana. Letonya, hayatın yavaş aktığı fakat bir o kadarda hızlı anlara sahip bir ülke. Bir Türk insa-nının kolay bir şekilde adapte olamayacağı birçok kültür farklılık-ları var. Örneğin, tavuğu kahve eşliğinde yemek gibi...

Gelişmişlik düzeyi de, Türkiye’ye oranla bir o kadar yüksek. Ugis’in okulunu ziyaret ettiğimde ve okulun ‘’sauna, fitness, yüzme havuzu’’ gibi birçok sosyal aktivitelerin geliştirilebileceği özellikle-re sahip olduğunu öğrendiğim zaman bile,Letonya’nın Türkiye’den ne derece ileride olduğunu düşünmeden edemedim.

Ugis ile Letonya’nın Arnavut kaldırımlı geniş eski sokakların-da yürüyüş yaparken, binaların ve yapıların “Barok ve Nouveau’’ tarzından etkilenmiş olduğunu fark ettim. Evler; birçok yaşan-mışlığı ve tecrübeyi barındırmış yaşlılıkta... Ayrıca birçok sokağı gezerken,’’Susam Sokağı’’ hissiyatı belirdi beynimde.

Letonya birçok güzelliği barındırıyor içerisinde. Mavi, yeşil, tu-runcu... Doğanın her tonunun birleştiği eski bir tablo gibi adeta...

Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi rüya gibi Riga maceramız da sona eriyordu... Geride yaşanmışlıklar ve ihtimaller bıraktığı-mız Letonya’dan, buruk bir tebessümle ayrılıyoruz...Bir kere daha Letonya sokaklarında yürüme umuduyla...

Bilal UZUN 11/F

Letonya Üzerine Düşler Ve Gerçekler...Rüya gibi Riga

Page 9: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Hatice SAĞLAM

9İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan Haberler

İBRAHİM TURHAN LİSESİ SPORUN HER DALINDA BİRİNCİ!..

11 FEN A sınıfından SAADET KILIÇ arkadaşımız karate müsabaka-

sında kendi kilosunda Türkiye birincisi, dünya üçüncüsü oldu.

Arkadaşımızın başarılarının devamını diliyoruz.

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzen-lediği ve okulumuz spor salonunun misa-firliğinde liseler arası basketbol, voleybol ve badminton müsabakalarında okulumuz 4 şampiyonluk, 1 ikincilik mutluluğu yaşadı.

BASKETBOLDA EN BÜYÜK İBRAHİM TURHAN LİSESİ

İlçemizde düzenlenen genç kızlar ve genç erkekler basketbol şampiyonasında takım-larımız tüm maçları kazanarak şampiyon oldu.

GENÇ KIZLAR MAÇ SONUÇLARIİBRAHİM TURHAN LİSESİ-KIZ MES-

LEK LİSESİ:46-12İBRAHİM TURHAN LİSESİ-TİCARET

LİSESİ :50-16İBRAHİM TURHAN LİSESİ-ATIŞALANI

LİSESİ :48-18GENÇ ERKEKLER MAÇ SONUÇLARI:İBRAHİM TURHAN LİSESİ-ATIŞALANI

LİSESİ:37-34İBRAHİM TURHAN LİSESİ-DEVRAN

KOLEJİ :46-30İBRAHİM TURHAN LİSESİ-TİCARET

LİSESİ :32-26VOLEYBOLDA FİLENİN SULTANLARI

EZDİ GEÇTİ…Genç kız voleybol takımımız yıllardır

süren geleneği bozmadı. Tüm maçlarını set vermeden 3-0 kazanarak üst üste beşinci şampiyonluğuna ulaştı ve kırılması güç bir rekora imza attı. Takımımız Ticaret Lisesi, Atışalanı Lisesi, Amiral Vehbi Ziya Dü-mer Anadolu Lisesi ve ? Lisesi ile maçlar yapmıştır.

Genç erkekler voleybol takı-mımız da turnuvada finalde Ticaret Lisesine 3-1 yenilerek 2. oldu.

BADMİNTONDA İLK ŞAMPİYON İBRAHİM

TURHAN LİSESİ…Gençler kategorisinde

ilçemizde ilk kez düzenlenen badminton turnuvasında kız takı-mımız tüm maçları set vermeden kazanarak şampiyon oldu.

Tüm bu başarıların mimarı olan Beden Eğitimi Öğretme-ni Yusuf YAVUZARSLAN, başarıların tesadüf olmadığını belirtti. Uzun ve planlı bir çalışma sürecinin meyvele-rini topladıklarını belirten öğretmenimiz, çalışmalarının ve yatırımlarının devam edeceğini söyledi. Başarılarda katkıları bulunan diğer beden eğitimi öğretmenlerine, Cantürk Dede’ye, Birçe Şılak’a, Mec-nun Gün’e teşekkür etti.

En büyük amaçlarının daha çok sayıda öğren-ciye spor yaptırmak olduğunu söyleyen Yusuf YAVUZARSLAN, önümüzdeki yıl Futbol kız ve erkek takımları ile Hentbol kız ve erkek takımlarını da kurarak 10 ayrı takım sporunda müsabakalara katılacakla-rını açıkladı.

Türkiye birincisi dünya üçüncüsü

Page 10: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

10 İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan HaberlerMurat ORAL

İstiklal Marşı’mız 91 Yaşında

12 Mart İstiklal Marşı’mızın kabulünün yıldönümünde okulumuz Esenler Kaymakamı ve Milli Eğitim Müdürünün de izleyici olarak katıldığı anma etkinlikler-inde bir tiyatro gösterisi sundu. Okulumuz Edebiyat öğretmeni Cemalettin MESKEN

yönetiminde hazırlanan tiyatro gösterisini Murat ORAL ve Sefa IŞITAN oynadı.

Page 11: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

11İbrahim Turhan Lisese

Tarih

Her milletin tarihinde dönüm noktala-rı vardır. Hele Anadolu toprakların-

da yaşıyorsanız bu dönüm noktaları arta-caktır. Bu topraklarda yaşamanın ayrı bir bedeli vardır. Nice savaşlar görmüştür bu topraklar, nice felaketler, nice istilalar. Her seferinde büyük bedeller ödenmiştir ve her ödenen bedel daha güçlü kılmıştır Anado-lu insanını.

Tarih, yine büyük bir bedeli işaret edi-yordu. Dünya devletleri Çanakkale’yi geçe-memişti. Anadolu insanı, bütün varlığını ortaya koymuş, düşmanı amansız bir şe-kilde püskürtmüştü. Ecdadının ruhlarıyla birlikte vatanını koruyan bu millet, büyük bir zafere imza atmıştı. Bu halk vatanın nasıl sevileceğini bütün dünyaya göster-mişti.

“Bu topraklar bizim, hep bizim kalacak-tır.” mesajı düşman uluslar tarafından iyi idrak edilememiş, düşman, kendince barış adı altında çeşitli hilelerle bu toprakları iş-gal etmeye kalkışmıştı. Cephanelere el ko-nulmuş, ordu dağıtılmıştı. Anadolu’da bü-yük bir mücadele başlamıştı. Bu mücadele, bağımsızlığın, yeniden varoluşun, ecdadı-nın yâdına sahip çıkmanın mücadelesiydi. Bu mücadele verilirken halka moral ve-recek, orduyu şahlandıracak, milletin sesi olabilecek bir marşa ihtiyaç duyulmuştu. Yüreklerde söylenen marşın, sözcüklerle hayat bulması gerekiyordu.

Vatan için, millet için çarpışan yürek-lerin şehadete: “Allah Allah Allah… ” di-yerek giden kahramanların haykırışları Mehmet Akif ’in güçlü kalemiyle yeniden hayat buluyordu. Ecdadı gibi şehadeti Allah-u Teâlâ’nın buyruğu gören yiğitlerin sesi Mehmet Akif ile daha gür çıkıyordu.

Akif “Korkma!” diyerek bu yiğitlerin ne kadar cesur olduklarını haykırıyordu. Korkmuyorlardı, zafere koşuyorlardı. Yi-ğitler istiklale gidiyor, Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazıyordu.

Mehmet Akif:

“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”

diyerek şanlı hilal için dökülen kanın ne kadar helal olduğunu dile getiriyordu.Mehmet Akif, Hakk’a tapan, Hak için sa-vaşan bir ulusun hür yaşama azmini ölümsüzleştiriyordu.

Aradan 91 yıl geçti. Mehmet Akif in ölümsüz eseri yazışının 91. yıldönümünü kutladık. Bu vatan için şehadet mertebesine ulaş-mış kahramanları ve bu kahramanların sesi olan Büyük Şair Mehmet Akif Ersoy’u saygıyla yâd ettik. Mehmet Akif ’in dediği gibi: ‘’Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.’’ Cemalettin MESKEN Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni

İSTİKLAL MARŞI’MIZ 91 YAŞINDA

Page 12: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

12 İbrahim Turhan Lisesi

Okulumuzdan Haberler

Okulumuz ilk defa Türkiye genelinde felsefe olimpiyatlarına katıldı. Okulumuzu 12 TM A sınıfından Bahar DURMUŞ temsil etti.

Beyoğlu Saint Benoit Fransız Lisesindeki yapılan yarışmaya arkadaşımızı Dilek TOSUN ve Berivan BAŞARAN öğretmenlerimiz hazırladı.

Esenler genelindeki ortaöğ-retim okulları arasında ya-

pılan şiir okuma yarışmasında arkadaşımız UĞUR DÜNDAR ilçe birincisi oldu ve okulumu-zun başarısını arttırdı. Arkada-şımızın başarısını okul adına tebrik ederiz…

Page 13: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

13İbrahim Turhan Lisesi

İsmail KorayOkul Mezunları

Şu an ömrümün en güzel ve özel anlarından birini

yaşıyorum... Duygu yüklü bir an...

Sanki az sonra yine çantamı toplayıp

buradan mahalleme evime gideceğim.

VURAL ÇELİK

Okulumuzun 1987 mezunu olan Vural Çelik, Avrupa Yakası’nın Kubilay PEYNİRCİOĞLU karakteriyle ün-

lendi. Aynı dizide Gülenay Abi karakterini de canlandırdı. Ayrıca ‘’BAYRAMPAŞA FAZLA KALMAYACAĞIM’’ Yahşi Güzel dizisinde Reşo Ağa, şu anda Trt1’de SEKSENLER adlı dizisinde Niyazi karakterini canlandırmaktadır.

Şu an ömrümün en güzel ve özel anlarından birini yaşıyo-rum. Duygu yüklü bir an yaşamaktayım. Yıllar yıllar önce 1987’de mezun olduğum okuluma ilk defa geliyorum. Bana bu imkânı sağlayan Pusula Dergisi ekibine ve eski mate-matik öğretmenim şu an okul müdürü olan Yüksel hocama teşekkür ederim. Sanki az sonra yine çantamı toplayıp buradan mahalleme evime gideceğim hissini yaşıyorum. Sanki yine az sonra derse girip haylazlıklar yapacağım hissini yaşıyorum. Çün-kü ben çok haylaz, hareketli bir öğrenciydim. Bu duygusal-lık bana iyi geldi, kesinlikle iyi geldi… Çünkü bu duygusal-lık benim üretimimi daha da arttıracaktır. İbrahim Turhan Lisesi benim hayatımda ilk gençlik demek, arkadaşlığın, fedakârlığın, kardeşliğin adı demektir. Okulumuzun mima-risi çok değişmiş ama içeriği, ruhu, öğrencilik havası aynı… Öğrenci arkadaşlarımızla soru cevap yöntemiyle sohbet eden Vural Bey: Tiyatroya mektepli olarak değil alaylı ola-rak başladım. Böyle bir durum aslında şanstır. Ben şanslıy-dım.Genelde mektepli olmak şarttır tiyatroda,dedi.

Eurovizyon yarışmasında Bonomo hakkında ise öncelik-le başarılar dilerim, benden talepte bulunsalardı Gülenay Abi’den bir parça söylerdim, dedi ve bizlerle beraber şu parçayı söyledi

Geçti ömürTükendi günler sevdiğimAğardı saç, görmüyor gözlerSensiz geçen yıllarıma yanarım şimdiAyrılığın sarmasaydı beniAğlamak istiyorum göğsündeBakıp bakıp gözlerine ilk an gibiAnlatmak istiyorum hasretimiSensiz geçen her anımıRoman gibi..Huzurum sen günahım sendin sevdiğimAkıp giden bir hayat gibiSensiz geçen günlerime yanarım şimdiAyrılığın sarmasaydı beniSensiz geçen günlerime yanarım şimdiYokluğun sarmasaydı beniAğlamak istiyorum göğsündeBakıp bakıp gözlerine ilk an gibiAnlatmak istiyorum hasretimiSensiz geçen her anımıRoman gibi..

Ardından okulu gezip okul sıralarında uzun uzun oturup bizlerle sohbet etti….

Söz/Müzik: Mahkumlar (BAYRAMPAŞA FAZLA KALMAYACAĞIM FİLMİNDEN)

OKULUMUZDAN MEZUN OLMUŞ ESKİ ÖĞRENCİLERE ULAŞTIK ÖĞRETMENLERİNİ VE ANILARINI ANLATTILAR…

İbrahim Turhan Lisesi 1968 yılından beri Esenler’in aynası ve simgesi olmuş bir okuldur. Okulumuzdan mezun olan nice öğrenciler günümüzde değişik mesleklerde, konumlarda ülkemizin gelişimini sağlamaktalar. İşte binlerce mezundan sadece birkaç tanesi.

Page 14: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Melek Alkış

14 İbrahim Turhan Lisesi

Okul Mezunları

Onur Demirkan

Ümit KARTAL

Kübra KAPLAN

Onur DEMİRKAN 1986 Esenler doğumluyum.2003 yılında İbrahim Turhan Lisesi’den mezun oldum. Yabancı dil ağırlıklı bölümden mezunum. Yabancı dil ağırlıklı bölüm ba-şarılı kişilerin gittiği bölümdü ve sınıf mevcudu 14 ki-şiydi. Unutamadığım öğretmenlerim arasında Hüseyin UĞURLU vardır. Bize sazıyla güzel türküler çalardı sürekli ve sonraları albümü de çıktı.Öğrencilere tavsiyem, hiçbir başarı tesadüf değildir, inanırsanız başarırsınız.

Ümit KARTAL 1984 Halkalı doğumluyum1998 yılında İbrahim Turhan Lisesi’ne giriş yaptım ve 2002 mezunuyum. Ayhan TÜRE sayesinde dil bölümünü seçtim ve bu sayede şu an İngilizce öğretmeniyim. Öğrencilere ders çalışma konusunda, sadece soru çözmeyin, ko-nularla ilgili mutlaka kitap okuyun. Kendinizi çok yönlü geliştirmeye çalışın, derim. Çevrenin olumsuz etkilerinden uzak durmak da gerekiyor.

Kübra KAPLAN2007 yılında İbrahim Turhan Lisesi yabancıl dil ağırlıklı bölümünden mezun olan öğretmenimiz Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Bilgisi öğretmenliği mezunu. Okul yıllarından Mürüvvet KUNT’u hiç unutamadığını belirten öğretmenimiz, fen derslerini Mürüvvet hoca sayesinde sevdiğini be-lirtti. Okul yıllığı hazırladıkları günlerinde çok çaba harcadıklarını ve kendilerinde unutulmaz bir anısı kaldığını belirtti. Hala ara ara yıllığı karıştırıp anı-larını ve arkadaşlarını hatırladığını belirten öğret-menimiz bizi başarı temennileriyle uğurladı.

Page 15: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Öncelikle ‘’gün’’ sözcüğünün anlamını araştırdık ve şu sonuca ulaştık: “Gün” kelimesi, eski Türkçedeki “kün” keli-mesinden gelmektedir. Güneş sözcüğü de aynı kökten zamanla türetilmiştir.Eski Türkçede günler, birinç, ikinç, üçünç, törtinç, beşinç, altınç, yetinç kün şeklinde söylenmekteydi. Şu an kullandığımız gün isimle-ri ise şu şekilde oluşmuştur: Tavla

oynayanlar Farsça altıya kadar say-masını bilirler (yek, du, se, cihar, penç, şeş).

Şimdi de yedi sayısını biz söyleyelim. Farsça yedi ‘heft’ dir (veya hefte). Yedi günlük ‘hafta’ ismi de buradan alınmıştır.

Pazar, Farsça kökenli bir sözcük olan bazar sözünden gelmektedir. Yemek satılan veya daha güncel bir söy-lemle alışveriş yapılan yer anlamındadır. Günümüzde de böyle kullanılır. Bu alışverişin sıkça yapıldığı güne de bu isim verilmiştir. (Ba = yemek, zar = yer)

Pazartesi,yine Farsça kökenlidir. Pazardan s o n r a gelen anlamında, “Pazar ertesi”

nden gelmektedir.(Ertesi sözcüğü Türkçedir.) Salı, Arapça kökenli bir kelime-dir. Üçüncü anlamına gelen, sellase (veya selase) sözcüğünden dilimize geçmiştir. Bazı kaynaklarda İbrani-ce salis (üç) ‘ten, haftanın üçüncü gününe denk gelen gün anlamın-dan geldiği de söylenmektedir.

Çarşamba, Farsça kökenli bir kelimedir. Haftanın dördüncü gün

cıharşenbe, (veya ceharşenbe) sözcüğünden gelir. Çarşanba olarak da söylenmiş, çarşamba ola-

rak yerleşmiştir. (cehar, cahar, cihar :dördüncü, şenbe:gün)

Perşembe, yine Farsça beşinci gün anlamında, penç şenbe sözcüğünden gelmektedir. Perşenbe olarak da söylenmiş ,perşembe olarak yerleşmiştir. (penç = beş, şenbe = gün)

Cuma, Arapça Cem sözcüğünün (toplanma, toplantı anlamında) Cuma şeklinde türetilmesiyle oluşmuştur.İslam dinine göre Müslümanların haftada bir toplanıp toplum işlerini görüştüğü, birlikte ibadet ettiği toplan-ma günü anlamındadır.

Cumartesi, yine Arapça kökenli bir kelimedir. Cuma-dan sonraki gün anlamında kullanılmıştır.

NOT: Pazartesi ve cumartesinin suçu neymiş de, önün-deki günlerin isimlerini almışlar şeklinde bir soru takıl-dı kafama :)

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu´da da günler kendine has yöntemlerle ayrılı-yor.Türk insanı yılların birikimlerinden de etkilenerek, biraz mitolojik biraz ef-sanevi şekilde günlere anlamlar yük-lemiştir. Bu durum batıl inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Günleri özel-liklerine göre şu şekilde ayırmışlardır.

GÜNLERE YÜKLENEN ANLAMLAR

Pazartesi: Bir işe başlanacağı zaman bugün bekle-nir. Pazartesi çok uğurludur ve ayrıca çamaşır günüdür. Yorgan kaplanır, her iş yapılır. Soğan, biber, tütün gibi acı şeyler hiç kimseye verilmez.

Salı: Bugün bir işe başlanmaz. Başlanan iş sal-lanır. Çünkü bugün olumsuzluk olur, çabuk bitmez. Uğursuz gündür. Badana yapılmaz. Çamaşır yıkanmaz. Göç yapılmaz.

Çarşamba: Çarşamba günü dikiş dikilmez. Çarşamba Anası dikiş dikenlere kötülük yapar. Çamaşır yıkanmaz ve gecesi iş ya-pılmaz. Gece iş yapılırsa Çarşamba Ka-dınları gelip kötülük yapar.

Perşembe: Perşembe günü erken lam-ba yakanın ölüsü kalkar. Çamaşır yıkanır,

badana yapılır. Perşembe günü uğurlu bir gün-dür, her iş yapılır.

Cuma: Cuma namazına kadar çamaşır yıkanmaz, oda kaldırılmaz. Üç cuma arka arkaya yıkanan çocuk ölür. Cuma günleri kız istemeye gidilir. Yeni dikilen bir elbise ilk kez cuma günü giyilirse onun sorgusu sorusu olmaz. Cuma günü örümcek alınmaz, badana yapılmaz. Sela ile öğle arası hiçbir iş yapılmaz. Cuma günü mübarek bir gün olduğu için ava gidilmez.

Cumartesi: Cumartesi günü elbise kesilmez. Dünyanın kurulduğu gün olduğu için çamaşır yıkanmaz.

Pazar: Pazar günü çamaşır yıkanır, gezmeye gidilir.

MEDİNE EFE 11 J

Medine EFE

15İbrahim Turhan Lisesi

İlginç Bilgiler

GÜNLERİN ANLAMI NERDEN GELİYOR?

Page 16: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

İlginç BilgilerMedine EFE

K ay ı p K ı ta

MuMu…Yani Güneş İmparatorluğu; eski çağlardan

günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olarak kabul edilir.Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıta.Bilimsel olarak ispatlanmamış olmakla be-raber teori olarak varlığı düşünülmektedir.

Mu’nun Yeri

İlk olarak İngiliz Albay ve gezgin James Churchward’ın Tibet’te yaptığı araştırmalara dayanan ve bunlarla ilgili olarak yazdığı 4 adet kitabına konu edilmiştir. Churc-hward, Tibet tapınaklarında bul-duğu yazı tabletlerini oradaki ra-hiplerden on iki senede öğrendiği Naga Maya dili ile tercüme ederek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus’ta, Asya kı-tası ve Amerika kıtası arasında ve Avustralya’nın iki katı büyüklü-ğünde bir kıta olduğunu anlatır.

Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri topla-yan James Churchward’un ve Mu varsayımını destek-leyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir:

-Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.

-Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan bü-yük bir kıtaydı.

-Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya ta-kımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.

-Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının pat-lamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.

-Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyor-

du. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en bü-yük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.

Churchward’un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir:

1. Çin’de bulunan 400’e yakın piramit bu piramitlerin en az 10.000 yıllık olduğu söylenir. Bu piramitler Mu varsayımında geçen Büyük Uygur İmparatorluğuna ait olduğu Piramitler üzerinde bulunan yazıtlarda görülür.

(James Gaussman’ın İkinci Dünya Sava-şı sırasında Hindistan’dan Çin’e uçuşu sırasında gördüğü piramitler.)

2. Dr. William Niven’in 1921-1923 yılla-rı arasında keşfettiği, günümüzde Mexi-co Müzesi’nde bulunan 2600 tablet.

3. Yucatan’da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan ‘Troano El Yazması’. British Museum’da bulunmaktadır.

4.Bir başka Maya kitabı olan Cortesia-nus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi’nde bulun-maktadır.

5. Paul Schlieman tarafından Tibet’teki bir Budist tapı-nağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”.

6. Yucatan’da (Meksika) Churchward’un batan Mu kı-tasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Ux-mal tapınağı’ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda “geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir” ifadesi bulunmaktadır.

7. Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre, “Batı ülkelerinin yıkımının anısına” inşa edilmiştir.

8. Perezianus ve Dresden kodeksleri

Page 17: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Medine EFEİlginç Bilgiler

Çin’e, Hindistan’a, güney Asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde, kıtamız battı; biz de buraya kaçtık, yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Au-guste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araştırmacılar da Churchward’la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerine göre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus’taki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskun olma-yan adalardaki devasa kalıntılar da Mu varsayımını desteklediği iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt sağlamamaktadır.

Konuyla ilgili Tahsin Mayatepek’in araştırmaları:

Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 senesinde Mek-sika Büyükelçiliği’ne atandı. Ancak Büyükelçi Tahsin Bey’in vazifesi çok daha farklıydı; Mustafa Kemal Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmakla görevlendirmişti.

Meksika’ya maslahatgüzarı Tahsin Bey, 2 Mart 1936 tarihinde Churchward’ın kitapları ile il-gili 7. raporu Gazi’ye sunduğunda Gazi Atatürk, Churchward’ın kitaplarını getirtmiş ve 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek Türkçeye ter-cüme ettirmiştir. Mayatepek raporlarının geri kalanları Maya kültürü ve dili ile ilgilidir. Tahsin Bey, Meksika’da Maya kültürünü incelemiş, incelemeleri sonuncunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı.

Bu sözcüklerden biri de Türkçedeki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve

tepe anlamına geliyordu) Fakat Tahsin Bey’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desen-lerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu. Tahsin Bey’in çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter hâlinde toplayarak Atatürk’e gönderdi. Bunların ikisi 1970’lere kadar TDK kütüphanesinde bulunuyordu.(No:57-56) Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dinî tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu

Medine EFE 11 J

Page 18: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

18 İbrahim Turhan Lisesi

İlginç BilgilerMedine EFE

Hayatımızda bulunuş öyküsünü bilmediğimiz bir-çok nesne vardır.Gerek kullandığımızda işimizi

kolaylaştıran;gerekse oynamaktan zevk duyduğumuz birçok nesne var.Şimdi gelelim oynamaktan büyük zevk duyduğumuz iki zeka geliştirici oyuna.

Tavla ve Satranç...M.Ö 4000li yıllarda Pers İmparatorluğu’yla Hint

İmparatorluğu’nun soğuk savaşı döneminde tavla ve satranç oyunu ortaya çıkmıştır.

Hint İmparatoru, satranç oyununu Pers imparatoruna yanında bir mektup ile birlikte hediye olarak gönderir. Mektubunda satrançla ilgili bir bilgi verilmezken şöyle bir mesaj yazılıdır.

Pers İmparatoruna:Kim daha çok düşünüyor,

Kim daha iyi biliyor,

Kim daha ileriyi görüyorsa

O kazanır.

İşte hayat budur...

(Satranç hakkında söylenmeyen bilgileri sizlere biz sunalım..)

Satranç, İran’da M.Ö. 4000 yıllarında, zamanın padi-şahı tarafından savaş stratejisi olarak hazırlanmış, daha sonra oyun halini almış ve günümüze kadar gelmiştir. Satrancın şans oyunlarına halkın rağbetini azaltmak için İran Şahı’nın isteğiyle veziri tarafından icat edildiği de rivayetler arasındadır.

Satrancın adı Hintçeden gelir. Anlamı, dört cins figürün, dört ayrı silahla sunulmasıdır. Bu dört figür konusunda çok değişik yorumlar var-dır. Bazılarına göre, dört figür “Hava, Ateş, Top-rak ve Su”yu, bir kısmına göre de, “Yaz, Kış, İlkbahar ve Sonbahar”ı yansıtır. Burada, en kuvvetli taş olan “Vezir, ateşi ve bilginleri;Kale, toprağı;Fil,havayı;Şah,kâinatı” temsil eder. Bu benzetmeler dört taşın geomet-rik şekillerinden esinlenerek söylenmektedir.)

Pers imparatoru bunun üzerine veziri olan Buzur Merih’e, oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint imparatoruna hediye edil-

mek üzere başka bir oyun icat etmesini emreder. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icat eder (Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son de-rece etkileyici. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir.)

4 köşesi;4 mevsimi,tavlanın içindeki karşılıklı altı-şar hane,12 ayı;pulların toplamı,ayin 30 gününü;siyah -beyaz pullar,gece ve gündüzü;karşılıklı on ikişer hane,günün 24 saatini simgeler.Ve imparatora sunar…

Hint İmparatoru’na tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır.

Hint imparatoruna:Evet,Kim daha çok düşünüyor,Kim daha iyi biliyor,Kim daha ileriyi görüyorsaO kazanır.Ama biraz da şanstır.İşte hayat budur…”

MEDİNE EFE 11 J

AT A V LV ER A N ÇTAS

Page 19: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

19İbrahim Turhan Lisesi

İlginç Bilgiler Medine EFE

TÜRK VE DÜNYA TARİHİNİN BİLİNMEYENLERİ

DAVİNCİNİN ŞAŞIRTICI ÇİZİMİ

Leonardo Da Vinci’nin 16. yy. basinda modern helikoptere sasirtici derecede benzeyen uçan makineler çizdigini, Engizisyon korkusu ile bunlari gizledigini, Bu tasarilar 1797 yilinda yayinlandiginda herkesin havadan agirmaki-nelerin asla yerden ayrilamayacagi konusunda fikir birligi ettigini, 20.yy.baslarinda ünlü as-tronom Simon Newcomb’un uçan araçlarin uzun mesafelere gidebilmesini saglayacak bir itici gücün bulunamayacagini savundugunu, 1924 yilinda prof.Hermann Oberth’in “Uzaya Roketler” adli kitabini elestiren ünlü Nature dergisinin uzay roketi tasarilarinin ancak in-san soyunun tükenmesinden biraz önce ger-çeklesebilecegini öne sürdügünü, Ilk roketlerin dünyadan ayrildigi 1940’larda bile doktor-larin insan aaaabolizmasinin yerçekimsiz ortama,uymayacagini ve insanli uzay uçuslar-inin imkansiz oldugunu savunduklarini, Biliyor muydunuz?

KRAL VE 21 SAYISI

Fransız Devrimi’ nin bahtsız kralı on altıncı Louis, daha çocukluk çağlarında garip bir yabancı adam tarafından ziyaret edilir. Adam, bu genç kral adayını uyarmak istemektedir. Ona, 21 sayısının kendisi için tehlikeli olacağını ve ömür boyu onu korumak için her ayın 21’inde onun yanında olmak istediğini söyle-mektedir. Fakat Louis, adamdan hoşlanmaz ve onu saraydan dışarı attırır. Adam son anda, karga-tulumba götürülürken “21 sayısı seni öldürecek” diye haykırır. Aradan uzun yıllar geçer ve devrim patlar. Kral ve Kraliçe kaçarlar iken Varennes Ormanı’nda yakalanırlar, tarih 21 Haziran 1792… Devrim Konseyi 21 Eylül’de krallığı lağvedip, cumhuriyeti ilan etti ve 21

Ocak 1793’te ise Kral 16. Louis giyotinle idam edildi

İNGİLİZ TABURU NEREYE GİTTİ?

12 agustos 1915’te Çan-akkale savasinda Ingili-zlerin 54. tümenineait 4. Norfolk taburunun Küçük Anafartalar ovasin-da bir tepeye tirmandigini,Tepenin üzerindeki ek- mek somunu seklindeki beyaz bulutun içine girdiklerini,Son askerde bulutun içinde kaybolduktan sonra bulutun yavasça havalandiginive rüzgarin aksi yönünde hareket ettigini, 250 asker, 16 subay ve 1 albayinhiç bir iz birakmadan kaybolup gittigini ve bir daha haber alinamadigini,

MEDİNE EFE 11 J

Page 20: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

20 İbrahim Turhan Lisesi

NevruzGamze Baran

NevruzŞimdi biz bu konu hakkında yorumlar yaptık

diyelim. Nevruzun daha ne olduğunu tam an-lamıyla aktarmadan, görüşlerimizi ve şurada şöyle yapılıyormuş burada böyle yapılıyormuş dememiz doğru olur mu? Bence olmaz :) Şöyle başlayalım:Nedir bu nevruz ?Acaba Nedir Bu Nevruz? Nevruz, Farsça bir kelimedir. Nev yeni, ruz gün anlamına gelmektedir bu doğrultuda takdir edersiniz ki Nevruz, yeni gün anlamına gelmekte-dir. 21 Martta kutlanmaktadır. Nevruz da mitolojik zamanlara bağlı efsanevi bir geçmişin başlangıcında meydana gelmiş kutsal bir olay hatırlanır ve bu olay yeniden güncelleştirilir. Nevruz öncesinde zaman, insanın varlığı, toplum ve evren eskimiş olarak ka-bul edilir. Nevruzda her şeyin yenilendiğine, yeni bir var oluşun gerçekleştiğine inanılır. İlkbahar ve yeni bir yılın gelişi dünyanın yeniden doğuşu anlamındadır. Yeni yılla birlikte, yaratılış anındaki saf zamanın yeniden tekrar edildiğine inanılır. El-Birûnî’nin ifadesiyle, Nevruz gününde yaratılış yenilenir.

Nereden Çıkmış ki Bu Nevruz? Nevruz, her millet için farklı anlamlar içerir. Kimi toplumların bayramlarıyla denk geldiği için kutlanmaktadır. Kimi toplumlarda ise çeşitli an-lamlar vardır, hayvancılıkla, tarımla uğraşan top-lumlar için kışın bitip baharın gelmesi yeniden di-rilişin sembolleşen başlangıcı olarak görülür. Gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın uyandı-ğı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul edilen 21 Mart tarihi pek çok takvimde ve kültürde yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır. Kuzeydoğu Asya’dan merkezi Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Şamanist, Bu-dist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman Türk halkları arasında yılbaşı-bahar bayramı varlığını korumak-ta ve her yıl coşkuyla kutlanmaktadır.

Page 21: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Gamze Baran

21İbrahim Turhan Lisesi

Nevruz

-Mesela Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve güneşin koç burcuna girdiği ilkbaharın başlan-gıcı sayılan bir gündür. -Alevi- Bektaşi inancında Nevruz, Hz. Ali’nin do-ğum günü, Hz. Fatma ile evlendiği gündür. -Kürtlerde Nevruz bayram günüdür. Kawa adlı bir demircinin zalim yönetici Dahhak’ı yendiği bir gündür.-Tokat civarlarında ise Nevruz Tanrı’nın ilahi gü-zelliğinin yeryüzüne yansımasıdır. -Çin’de ilkbaharda evrenin filizlendiği kabul edilir. -Sümerler, yeni yılın ilk gü-nünde elementlerin birleşme-sini kutlarlar ve ilâhların bir-leşmesi sonucu doğurganlığın ve bereketin artacağına inanılır.

NASIL KUTLANIR?

Bahar gelmektedir, çiçekler açmıştır ve topluluk-lar tarafından anlam taşıyan bir gün gelip kapımızı çalmaktadır. Dini bir gündür, zafer günüdür, kurtu-luş günüdür, bereket günüdür. Ve toplumlar deği-şik inançlarla, değişik şekilde kutlamışlar ve bahar geldikçe sanırım kutlanmaya devam edeceklerdir. Mesela, Doğu Anadolu’da Nevruzdan bir gece önce aile reisi aile bireylerinin sayısı kadar küçük taş toplar. Bunları evin bacasının etrafına dizer. Taşla-rın kimi temsil ettiği önceden belirlenir. Nevruz sa-bahı taşların altı kontrol edilir. Hangisinin altında kırmızı böcek bulunursa, o kişi uğurludur.

Orta Anadolu’da Nevruz sabahı erkenden kalkıla-rak, mezarlar ziyaret edilir, dilekte bulunulur. Di-lekte bulunan kişi, mezarlardan birer taş alarak kır-

ka tamamlar. Bir torbaya koyup evine asar ve bir yıl bekler. Dileği kabul olursa taşların kırk bir adet olacağına inanılır. Bir dahaki Nevruz-da dilek kabul olsa da olmasa da taşlar alındığı yere konur.

Gaziantep’te 22 Mart gününe “Sultan Navrız” de-nir. Halk arasındaki inanca göre 21 Marta bağlanan gece sultan Navrız, belli olmayan bir saatte, batıdan d o ğ u - ya göç eden güzel bir kızdır. Sultan

Navrız’ın geçtiği saatte uyanık olanların dileklerinin gerçekle-şeceğine inanılır.

Ağrı’da gençler “gıllik” adı verilen, tuzlu hamurdan ya-pılmış bir çöreğin yarısını yer, hiç su içmeden yatar-

lar. Rüyada kendilerine su verileceği-ne ve suyu veren kişiyle evlenileceğine inanılır.

Yozgat’ta genç kızlar, gelecek yıl koca evinde çocuk kucakta olalım dileğinde bulunarak çimen veya sebzeleri düğümlerler.

Manisa’nın ünlü “Mesir Bayramı” da Nevruz günü kutlanan bir bayramdır. Nevruz günü, türlü otlar-dan ve çiçeklerden alınmış maddelerle yapılmış ve kâğıtlara sarılmış küçük macun parçalarının mina-reden atılması ve aşağıda toplanmış halkın, şifalı saydığı bu macunları kapışması törenin en önemli kesimi sayılıyor. Sivas’ta Nevruzda gök gürlerse o yıl ürünün bol olacağına inanılır.

Tunceli’de de Nevruz baca dizme ve taş dizme adet-leriyle kutlanır.

Page 22: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

22 İbrahim Turhan Lisesi

NevruzGamze Baran

Anadolu’da Türkmenler Nevru-zu, Sultan Nevruz olarak adlan-

dırmaktadırlar. Büyük ateşler yakı-lıp üzerinden atlanır.

Aynı şenliği Karadeniz Bölgesinde de gör-mekteyiz.

Trakya’da Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de Nevruz şenlikleri ve Mart dokuzu adıyla şenlikler yapılır. Nevruz kutlamaları için mesire yerlerine gidilir. Eski hasırlar yakıla-rak üzerlerinden atlanır.

İzmir ve Uşak’ta da Mart Dokuzu Şenlik-leri ve Sultan Nevruz Bayramı adıyla kutla-malar yapılır.

Uşak’ta “Yıl Yenilendi” tabiri yaygındır.

Alevi-Bektaşileri her Nevruz da, birbirle-rini ziyaret edip barış dostluk sevgiyi mut-luluğu paylaşırlar, akşamda “Nevruz cemi” yaparlar. Sultan-ı Nevruz ve Hz. Ali hak-kında muhabbet edilir. Gülbanklar, deyişler okunur, semahlar dönülür, canlar getir-dikleri lokmaları paylaşır, şerbetler (dem) içilerek Nevruz Cemi yapılır.

Caferiler küçük saksılara buğday ekip ye-şertirler ve bunu evlerinin bir köşesine ko-yarlar. Buna “semeni yeşertmek” denir. Bu, yeni bir başlangıcı, toprağın canlanmasını, bereketini simgeler. Caferiler böyle yaparak evlerine bolluk ve bereketin girmesini ümit ederler.

Kürtler çoğunlukla şehir dışındaki bölge-lerde ve açık alanlarda bir araya gelir ve gelmekte olan ilkbaharı kutlarlar. Kadınlar rengârenk elbiseler giyerler ve başlarına pullarla süslenmiş ışıltılı örtüler örterler. Topluluk büyük bir ateş yakar ve bu ate-şin etrafında dans ederek ya da üstünden atlayarak büyük bir coşkuyla bu bayramı kutlarlar. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kal-sın”, “kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre Nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer düşünce, hayvanları ateş üzerinden atlat-mak veya iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğin-den kaynaklanmaktadır. Çünkü ateş evreni canlandıran güneşin dünyadaki uzantısıdır. Gamze Baran

Page 23: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Salih Samet GÜRİstanbul

Medeniyetlerin Beşiği Olan Şehirİstanbul

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır

İşte bu beyitle sesleniyordu Lale Devri’nin o büyük şairi Nedim.” Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yok-tur/ Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır.” Diyerek 18. yüzyıldan, tüm zamanlara haykırıyor. Peki nedir İstanbul’u bu kadar değerli kılan şey? İşte bu soru karşısında binlerce cevap ortaya çıkıyor. Hiç kuşku-suz Garb’ı ve Şark’ı bir köprü gibi bağlayan bu tılsım-lı şehir tüm zamanların birikimiyle eşsiz ve benzersiz bir çabayla donatılmışken tarih ise tabii bir eklenti gibi eşsiz kılıyor Fatihin şehrini.Bizanslılar, Cene-vizliler ve en sonunda imparatorluk haline getirdiği devlet olan Osmanlı, tam yedi tepesinden kucaklıyor bu ihtiyar şehri.Ve hiç şüphesiz en çokta Osmanlı şenlendiriyor kuşatmalardan yorulmuş Dersaadet’i..

Kuşatmalardan aşınmış surlara bu kez Sultan II.Mehmed dayanıyor.Şahi topları döverken surları Sultan Mehmed’in kulaklarında İki Cihan Efendi-sinin sözleri yankılanıyor:“Konstantin elbet bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel ko-mutandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Ve Sultan Mehmed Müjdelenmiş Komutan olarak or-dusunun başında, bir gecede yetmiş gemiyi karadan yürüterek Haliç’e indiriyor.Bizanslılar şaşkın, binler-

ce yıllık şehir kuşatma altında onlarca gün dayanı-yor. Ve müjdelenmiş komutan Fatih Sultan Mehmed oluyor.

ve İSTANBUL… Her köşesinde taştan yapılmış sanatıyla Sinan’dır, Evliya Çelebi’dir, Kanuni’dir bu şehir. Ama aynı za-manda Patrona Halil’dir, Lâleli Baba’dır, kırdığı testi-nin başında ağlayan geleceğin Saliha Sultan’ıdır. Konstantin’dir, Theodosius’tur, Romen Diyojen’dir, Jüstiniaus’tur. Ama aynı zamanda Kurtubalı Abdü-laziz Bey’dir, talihsiz oğlu Mihail’dir, Güzeller güzeli Anna Komnena’dır, Nika ayaklanmasında boyunla-rı vurulanların şehridir. Vakvak ağacına asılanların da, Anemas Zindanı’na yahut Yedikule hapishanesi-ne atılanların da körler alfabesine sığınmış adları ya-zılıdır onun yollarına. Herevî ve İbn Battuta kadar Novgorodlu Anthony’dir, İspanyol Clavijo’dur, Fran-sız şiirinin mahzun martısı André Chénier’dir.

Kabul edelim ki çıldırmış renklerin cirit attığı bu tab-loya en yakışan isim, bir elinde Homeros’un İlyada’sı, öbür elinde Gazalî’nin Tehafüt’üyle Fatih Sultan Mehmed’dir.

Page 24: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Salih Samet GÜR İstanbul

Rüya Şehir İstanbul’u Yazanlar

Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?

Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”

İstanbul aşığı şair Yahya Kemal(Beyatlı) bu cümle-lerle seslenir bize, o kutlu günü kelimelerle yansıtır. Müjdelenmiş komutan Fatih’i tekrar hatırlatır. Akan suları fetihle beraber tersine çeviren Fatih’in altı yüz-yıl Türk-İslam kültürüyle yoğrulmuş payitahtına başka bir pencereden bakan şair olma bahtiyarlığına ulaşır. Kime zaman üstüne sis çöktüğü sanılan ih-tiyar şehri korumak için kalkan olur kelimeleri. Ve savunur onca asıra göğüs germiş şehri. Fakat kılıç-la değil, kılıçtan keskin kalemi ve kalkan olan güçlü sözleriyle… Yahya Kemal verilebilecek örneklerden biridir sadece. Onun gibi pek çok şair İstanbul’un ru-hunu ve zevkini şiiriyle fethedip sözleriyle gönüllere duyurur aziz şehri..

Fethinden önce Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı ve Saltukname’de “Küffar ili” olarak anılan şehir. O büyük zaferle birlikte mutluluğun kapısı olan payitaht olur… Kimi zaman 16. Asırdan ışık tutar şair payitahta.. Sinan’nın taşları yontarak ördüğü şehri. Sözleriyle kuşatır Bâki..Evliya Çelebi 17. Asırda “17 Tılsım”ıyla aralar efsunlu şehrin ka-pılarını… 18. Asırda ise şiirlerinde “bir tutku” dere-cesinde İstanbul’dan bahsetmeyi seven Nedim, eser-lerini bir İstanbul belgeseli gibi sunar bizlere... Her dönemde büyük yankı bulur İstanbul.. Hiç şüphesiz ismine en fazla şiir ve yazı yazılan dünya şehridir..

İstanbul’un imzası “Kız Kulesi” Şairin iki deniz arasına sıkışmış yekpare bir mü-cevhere benzettiği İstanbul, üzerine kurulduğu Yedi Tepe, Haliç ve Boğaziçi’yle, kubbe ve minarelerinin ufuk çizgisine incelik ve ustalıkla ördüğü benzersiz siluetiyle, özellikle şehre tepeden bakmakta zarif mi-narelerle yarışan asırlık kuleleriyle yeryüzünün en gönül çelen köşelerinden biridir.

Süleymaniye Haliç’e kazırken derin gölgesini, Aya-sofya bir imparatorluk ihtişamını oyar asırların içine. Etrafını kuşatan suları alnına lacivert birer taç ola-

rak takan bu şehir, ufuk çizgisinin üzerine kondur-duğu her yeni öpücükle diğer şehirlerin kıskançlığını biraz daha katmer-lendirmiş, hiç eksik olmayan sevenleri-nin gönlüne daima bir sevinç pırıltısını damlatmayı bilmiş-tir. İşte bu eşsiz dün-ya şehri. Mutluluğun kapısı(Dersaadet) olan şehirin vaz-geçilmez bir imza-sı vardır.. Üsküdar’ın sembolü haline gelen bu eşsiz imzada kimi zaman Cenevizliler’in, kimi zaman Bizanslılar’ın kimi zamansa Osmanlı’nın izlerine rastlanır.

Efsanelerin gözenekleri arasından yansıyan görün-tüsüyle sevmişizdir çoğumuz Kuleyi. İmparatorun biricik kızı, şom ağızlı kâhinin uyarısıyla bir hapis hayatına mahkûm olur kulede. Kâhin, kızı 18 yaşına girince bir yılanın sokarak öldüreceğini söyler. Baba yüreği bu, çaresi olmadığını bile bile, kızı adaya yer-leştirir, her gün de bir kayıkla yiyecek yollar. Günün birinde bir üzüm sepetinin içinde Kızkulesi’ne çıkan bir yılanın sokması üzerine prenses ölür ve rivayet bu ya, kule ismini bu olaydan alır.

İSTANBUL Hakkında Kim Ne Demiş?

Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Bu dizelerle sesleniyor Şehirlerin Sultanına, Şairler Sultanı Necip Fazıl. Ve İstanbul’un her haliyle insa-nı bahtiyar ettiğini söylüyor. Tabiki de sadece üstad değil, pek çok kişi Şehirler sultanıyla ilgili sözler söy-lüyor. Bunların tamamını söylemeye sayfalar yetme-yecek olsa da bir kısmını şöyle sıralayabiliriz.

“Konstantiniyye(İstanbul) elbet Feth olunacaktır. Onu Feth eden Kumandan ne güzel Kumandan, Feth eden Asker, ne güzel Askerdir” |Hz Muhammed(S.a.v)Ya ben İstanbul’u fethederim, ya da İstanbul beni… Fatih Sultan Mehmet Han

Page 25: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Salih Samet GÜRİstanbul

İki büyük cihanın kesinti noktasında Türk vata-nının ziyneti Türk tarihinin serveti Türk milletinin gözbebeği İstanbul bütün vatandaşların kalbinde yeri olan şehirdir. (Mustafa Kemal Atatürk)

Hintli yazar Shamsur Rahman Faruqi, bu şehrin güzelliklerini anlattığı yazısına “Benim İstanbul’um” adını koymuştur.

Suudi Arabistan asıllı şair Abir Zaki, İstanbul’a duyduğu sevgiyi yazdığı bir aşk mektubuyla dile ge-tirmiştir. Azerbaycan doğumlu olan Gazeteci- yazar Dr. Nazile Abbaslı: “İstanbul, hakkında ne kadar ke-lam edilirse edilsin, bir şeylerin hep eksik kalacağı bir düş ülkesidir. Güzellikleri bakımından İstanbul gibi-sini görmedim.”diyor.

“Roma, yeryüzünün hülasasıdır; İstanbul ise yeryü-zünün kendisidir.” ( Bir Venedik elçisinin sözü, 16. yüzyıl)

Napolyon: “Dünya tek bir devlet olsa başkenti İstanbul olurdu.” der.

MimarPeter Eisenman, İstanbul için şöyle diyor: “Dünyada sim-geye ihtiyacı olmayan, kendisi simge olan bir şehir.”

Lady Montegu, 1717’de yazdığı bir mektuptan birkaç satır: “Boğaziçi’nden inerken yirmi mil kadar uzaklı-ğa bakış çok güzel, çok renkli. Dünyada bir eşi daha yoktur… İstanbul, çok büyük bir şehir… Sarayı göre-bileceğim kadar gördüm. Hıristiyanlık âleminde bu sarayın yarısı büyüklüğünde sarayı olan kral yoktur.”

Lamartine’in İstanbul tasvirinden birkaç cümle: “… Evlerin önündeki bahçeleri süsleyen çınarlar, incir ağaçları ve serviler yeşil kümeler hâlinde kubbeler arasından yükselir. Birbirlerinden küçük şehirler gibi ayrılan semtler, mahalleler arasından beliren yeşil te-peler, boyalı ahşap saraylar, çeşitli renklerle bezenmiş köşklerle örtülüdür(…)”

Edmondo De Amicisde 1874’teİstanbul’u şöyle tasvir

ediyor:“Bütün dünya, bu şehrindünyanın en güzel yeri olduğu fik-rindedir. Koca tepelerin zirvelerine ve yamaçlarına göz alabildiğine dağılmış ve bir perinin sihirli değneğinden doğmuş büyük bir şehir gibi latif ve ışıklı Üsküdar, Altın-şehir oradaydı (…)”

Görülüyor ki dünyanın birçok ünlü ismi İstanbul sev-dalısıdır. İstanbul’a âşık yüzlerce ismi burada sayma-nın imkânı yok. Sadece şu biline ki İstanbul, dünya-nın gelmiş geçmiş en güzel incisiydi. O, binlerce yıl bir istiridyenin içinde saklı kalarak Hz. Muhammed’in müjdelediği bir güç aracılığıyla doğumu beklemiş-tir. Güney Çin halkının bir efsanesine göre “Bir inci, içinde sihrin gücünü simgeler.” İşte, içinde o incinin bulunduğu istiridyeyi açan Fatih de rüyaları gerçek-leştirmiş ve 4. Haçlılar tarafından (1204’te) insafsız-ca yağmalanan bu rüya kenti, yeniden mamur hâle getirmiştir.

İstanbul’u anlatmaya ne sayfalarımız yeter, ne de ta-mamını anlatacak kadar kelamımız var. Bu yazımı İstanbul’un Manevi Fatihi Akşemseddin Hazretleri, Müjdelenmiş Kumandan Fatih Sultan Mehmed Han ve İstanbul’un fethiyle müjdelenmiş askerlere ithaf ediyorum. Salih Samet GÜR

Page 26: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

26 İbrahim Turhan Lisesi

EleştiriUmut Yanlık

“Söz Meclisten İçeri” “mir’at” Bir gün içinde birçok kez kullandığımız bir kelime.Fakat herkes için başka başka karşılıkları var zihinlerde. Size neyi ifade ediyor “edep”? Yazıyı okumaya devam etmeden birkaç saniye düşünün lütfen……………. ………… ………“Saygı” deyip geçemeyeceğimiz kadar içsel, Hürmet diye-meyeceğimiz kadar daha samimî şeyleri kastediyor olmalı... Örf-âdete uymak demek de pek doğru olmaz sanırım. Kuru bir saygı mıdır? Haddi aşmamak mıdır? Çapını bilip boyun-dan büyük işlere kalkışmamak mıdır??? Her kes için farklı bir şeyleri anlamlandıran, göreceli bir ke-lime “edep”. …“edep”…Neyse…Ne olduğundan ziyade biraz ne olmadığı üzerine sözümüz var bizim. Malum daha çok olanıyla değil, maalesef olma-yanıyla muhatabız; olmayan tarafını koyuyoruz ortaya! Ve hatta iftihar ediyoruz bununla! Edebiyatla aynı kökten gelmesine rağmen aynı şeyi ifade etmez, bilirsiniz. Öyle ya her edebiyat ehlinin bir edep sem-bolü olduğunu kim söyleyebilir? Bu gün bizlere Mevlana’dan, Yunus’tan bahsettiren onların edebiyatçı olmaları değil, daha çok edepli olmalarıdır. Edebiyatçı değil “edepli”, “sergici” de-ğil “değerli” olmalarındandır gönlümüzdeki muhabbetleri Sözleri samimîdir, yıkmak için değil onarmak için, kendin-de olanı sermek için değil; muhatabında gizli kalanı ortaya çıkartmak için konuştular onlar. Onlar işlerini mahlûk bil-sin diye değil; Hâlik bilsin diye yaptılar. Halen de görevdeler, cisimleri olmasa da işini yapmaya devam ediyorlar hilimle-riyle. Bir düşünün; çok güzel bir bercestenin altına “lâedrî” yaza-bilir misiniz? Budur işte edep. Kendi ürettiğinin reklamını ürettiğinden daha fazlasıyla yapmak ne kadar da edebe mu-gayyirdir! Biraz susup dinlemektir edep. Ama dinlemiş olmak için değil; anlamak için dinlemek…Öbür türlü anlıyor insan: ”benim bitirmemi bekliyor aslın-da” diyor kendi kendine. “Bitirsin, ben konuşmaya bir baş-layayım da o da beni böyle saygı dolu bir duruşla dinlesin” dediği hissediliyor. Hem dış bükey aynalar gibi olmamak; içini dışa vurarak, yine kendini geçirip aynanın karşınsa kendini büyütme has-talığına kapılmamak gerek. İçine bakmalı insan, ne kadar yetkinde olsa daha çok içine bakıp kendini tartmalı, sorgu-lamalı ve hatta yargılamalı. İç bükey aynalar gibi olup kü-

çültmeli âlemde kendi büyüklüğünü. Sık sık şeytan neden kovuldu huzurdan hatırlamalı. Edebiyle örnek olmak için “selvi” gibi olmalı; gösterişli ama bir o kadar da ağır salınmalı çakılı olduğu yerde. Böyle cezp etmeli, böyle özendirmeli çevresindekilere kendini. Kavak gibi olmak ne kötü olur bir düşünsenize; endam var, içi boş, gölgesi yok! Azıcık yel vurduğunda gürültüsü de cabası! Gü-lerken de, bakarken de; konuşurken de susarken de ölçülü olmaktır edep. İçinizde karga sesinden hoşlananınız var mı? Tercih edeniniz var mı bülbül sesine? Şanlı bir “Edep” sancağı olup dalgalanmak için ‘Bir’e dönmeli. Bakmalı onun kelamına. (4/36, 16/23, 17/37….) “tevazu ile yürüyün”ü, “ne yeri yarabilirsin’i ne de “göğe erişemezsin”i, “neyden yaratıldı unuttu”yu aklından çıkar-mamalı. ‘Bir’e dönmeli ki “birr” olsun gönüller. Konuştuğunda insanlara bir şeyleri anlatırken kendinde olanı pazarlamak için değil; insanda olanı anlamak için ko-nuşmalı. Kâşif gibi olmalı; bakarken, okurken, dinlerken, susarken… Bir saklı defineyi her an bulacakmışçasına he-yecan ve ümit ile gezinmeli saklı gönüllerde. Kişi Konuştuğu “hak” da olsa konuşmasında tartmalı kendini. Hakk’kı ken-dini haklı çıkarmak için değil; kendini de kendiyle olanları da Hakk’ka taşımak için dil dökmeli… ve Hakk’ka taşıyan nebileri model almalı. Onları okumalı, onlara özenmeli. Vahye müşerref olmuşların ilkelerini kendine şiâr edinmeli. ‘Abese’yi bilmeli, neyden yaratıldığını unutmamalı. Nisyana isyan etmeli. İlah’ın “sen onlara en güzel şekilde anlat” hük-münü kalemine mürekkep, sohbetine muhabbet edinmeli. “Yoksa etrafından dağılıp giderler” uyarısı varken, kulakla-rımızı tıkarsak bu mesaja; hangi taşın yontulup eser, hangi harfin dizilip edebiyat ve hangi insanın çağrıya uyup kemâle ermesini bekleyebiliriz? Velhasıl fıtrata uygun yaşamaktır edep… Tersi??? “şüphesiz insanlar kendi kendine zulmedicidir” haberinin icrası olur. Hey edep yolunun yolcuları! Hepimize “edebe” müebbet bir yaşam dilerken “Söz meclis-ten dışarı” desem sizlere edepsizlik yapmış olurum. O sebepten söz meclisten içeri!

Umut Yanlık Tarih Öğretmeni

Edep Bir gün içinde birçok kez kullandığımız bir kelime.

Fakat herkes için başka başka karşılıkları var zihinlerde.

Size neyi ifade ediyor “edep”?

Page 27: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü

Duygu ÖZMEN

27İbrahim Turhan Lisesi

Eleştiri

Yazıma şu sıralarda aklıma takılan bir konuy-la başlamak istiyorum. Son birkaç gündür

dikkat ettiğim bir husus...

Annemi bugüne kadar hiç evreni ve varoluşu sorgularken, ya da bir şiir yazarken görmedim. Sorguladığı şey daha çok yemeği beğenmemiz için farklı tatlar ya da fayansları daha da parlak gösterecek bir kimyasal madde arayışı oldu.

Gerek çevreden gelen baskı, gerekse geçmişte kadınların düşünce yapılarının kısıtlanması bu-gün çoğumuzun sorgulamasına engel. Örneğin, bundan 200 yıl önce evlenmeyip, yazdıkları ile ayakta durmaya çalışan Jane Austen’in çevresinin verdiği ilk tepki gülmek olmuştur. Daha da acısı, sadece düşündükleri için ‘ Cadı ‘ ilan edilmekle kalmayıp taşlanarak, eziyet

edilerek öldürülen filozof kadınlarla doludur ta-rihimiz. ( Bkz; İskenderiyeli Hypatia )

Peki, sizin aklınıza Emekçi Kadınlar günü de-yince ne geliyor? Geçmişten kalma basmakalıp bir isim mi? Yoksa onlar gibi ticari amaçlı olmasa da “kadın olma hakkını” kazanarak almış insan-lar tarafından bizlere yukarıdan verilmiş bir gü-nün gelişi mi? Biraz daha ileriye gidersek, pozi-tif ayrımcılığın gözler önüne serildiği, ‘Erkekler Günü’ yokken ‘Kadınlar

Günü ‘ kutlamanın aslında bilinçaltında kadınları ikinci plana itilmesi mi?

8 Martın tarihçesi ezilen kadınların başkaldır-malarının gururu olarak mı kutlanır yoksa başkal-dırmaları sonucu canlarından olan kadınlar adına anılır mı tartışılır doğrusu. Lâkin kesin olan bir şey varsa oda insanların 364 gün şiddete maruz kalan, ezilen, hor görülen kadınları sadece bir günleri var-mışçasına ‘ kandırmalarının ‘ doğru olmadığıdır.

Öyleyse her güneş doğduğunda 1857 yılında Newyork’ta zor çalışma koşullarına karşı greve baş-layan 40.000 kadının, karşılığını alamayacağı bildi-ği halde direnerek çalışan Burcu Hanım’ın, yıllar-dır hayatın zorluklarıyla boğuşan Ayşe Teyze’nin, kocası evde hasta yatarken ona bakmak için hafta sonu bile çalışan Hatice Abla’nın ve bir gün bu dü-zene karşı dimdik duracak, kendi kaderlerini kendi elleriyle yazmaktan çekinmeyecek olan nesillerin EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

DUYGU ÖZMEN 11/J

Page 28: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

28 İbrahim Turhan Lisesi

EleştiriHumeyra Özbek

Nükleer Santraller…

Kimi insanın korkulu rüyası, bu insanlar çevreci-ler ve insan yaşamına değer veren kişiler. Kimileri

var ki politikada rant sağlamak uğruna insan yaşamını hiçe sayan, ülkeler arası prestijlere önem veren olaya toz pembe gözlüklerin ardından bakan insanlar var.

Politik kararların, menfaatlerine en ters düştüğü alan-ların başında enerji politikaları ve nükleer santral inşa etme kararı geliyor. Kısa ve dönemsel başarılar peşinde koşan politikacılar, halklarının geleceğiyle kumar oyna-maktan nedense çekinmiyorlar.

Halkın görüşüne başvurulduğunda, nükleer santraller kırmızı kart görüyor. İnsanların sağ duyusunu, politi-kacılar görmek istemeseler de,İtalya,Polonya ve Türkiye nükleer santral istemiyor!

Türkiye’nin %64’ü,Mersin’in %72’si meclisteki tek bir vekil dışında hiçbir politikacı nükleer santral istemi-yor.

Türkiye’nin saf çoğunluğunun istemediği nükleer sant-ralleri Akkuyu‘ya inşa etmekte diretenler,halklarına hiz-met ettiklerini söyleyebilirler mi?..

Ben şimdi nükleer santral fikrini savunmuyorum dedi-ğimde doğal olarak neden sorusuyla karşılaşıyorum.

Neden?

Çünkü..

Nükleer enerji pahalı,kirli,verimsiz,gelişmeye müsait olmayan eski,hantal ve tehlikeli bir teknoloji.

Bir nükleer santralin tamamlanması ortalama 10 yıl sürüyor. Üretime başladıktan 23 yıl sonra ise artık tükendiği için yine oldukça masraflı olan kapama ve söküm süreci başlıyor. Üretim maliyetleri çok yüksek olmasına rağmen elde edilen enerji toplam enerji ihti-yacının %6,5’ini karşılayabiliyor.Nükleer enerji sadece

elektrik üretebildiğinden ısınma ve ulaşım gibi taleplere cevap vermiyor.

Bugün dünya üzerinde 436 nükleer reaktör bulunu-yor. Yapımına 13 ülkede devam edilen 56 reaktörünse 12 tanesinin inşası 20 yıldan uzun süredir devam ediyor. Son 20 yılda Batı’da inşasına başlanan reaktör sayısı sa-dece 2 tane.

Bizim bu nükleer santralleri Rus teknolojisinden ya-rarlanarak yapacak olmamız bile tek başına çok güçlü bir neden aslında.

Rus teknolojisinden birkaç arıza örneği;

Ağustos 2007’de Kali’nin nükleer santralinde korsan donanım bulundu. Çünkü santralde yanlış anahtarlar kullanılmıştı.

10 Ocak 2010’da buhar jeneratöründe arıza tespit edil-di. Arıza buhar jeneratörünün borularından kaynaklan-dı ve reaktör kapatıldı. Ünite şebekeye ancak 16 ocakta tekrar bağlanabildi.

Sanırım şimdi neden nükleer santral karşıtı olduğum hakkında bilgi sahibi olmuşsunuzdur.

Her “gelişmiş ülke” –biz gelişmiş dediğimiz batı ülke-lerini taklit etmeyi çok severiz ama artık bu tutumdan vazgeçtik sanırım- nükleer santralleri tek tek kapatma yolunda ilerlese de biz açmakta diretiyoruz.

Nükleer Santrallere Karşı

Page 29: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

29İbrahim Turhan Lisesi

Eleştiri Humeyra Özbek

Başta Avrupa olmak üzere, pek çok ülke nükleer sant-rallerini kapatma konusunda kararlı ve hızlı adımlar atıyor. İsviçre üst meclisi tarafından onaylanan karar ise nükleer santralleri kapatma konusunda alınan ka-rarların devlet politikalarına yön vermeye başladığının kanıtı. Dünya, nükleer santralleri kapatırken Türkiye, güvenlik konusundaki büyük zaafları defalarca dünya haberlerine konu olan Mersin’de nükleer santral kur-mayı planlıyor.

Bir de neredeyse her gün ulusal ajanslar, yetkililer açık-lama yapıyor nükleer santraller tehlike arz etmiyor di-yorlar.

Bakan Yıldız, Çernobil gibi 40 yaşını aşmış sant-rallere karşı olduğunu ifade ediyor. Ancak kendisine hatırlatmak isterim ki Çernobil patladığında henüz 3 yaşındaydı.O dönemde de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı,Çernobil’de ki santralde kaza olasılığının im-kansız olduğunu açıklamıştı.Yapılan her yeni santralde siyasiler o teknolojinin en güvenli olduğunu iddia edi-yorlar.

Nükleer sant-rallerin bir de fazla gün yü-züne çıkmayan yönü var. Nük-leer silahlan-ma...

Dünya nük-leer santraller

ve nükleer silahlanma ile 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda tanıştı. 1945 yılının Ağustos ayın-da Japonya’da bulunan Hiroşima ve Nagazaki şehirleri,

Amerikan savaş uçaklarından atılan iki nükleer bomba ile sarsıldı. Atılan nükleer bombaların doğrudan etkile-rinden yüz binlerce insan hayatını kay-betti.

Nükleer bombaların yıkıcı etkilerinden kurtulanlar kendilerini şanslı saymadılar. Nük-leer bombadan yayılan radyoaktivite ise insanlara tarif-siz acılar ve ölümler getirdi. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombaların hem insanlar, hem de doğa üzerindeki yıkıcı etkileri hala devam ediyor.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalara şahit olan-lar patlamayı şöyle anlatıyor: “Alev alev yanan bir jetin

içinde yukarı doğru fırlatılan iğne başı büyüklüğünde par-lak ışık karanlığı del-di, ardından korkunç beyaz bir ışık çölü parlattı”. Bombanın etkisiyle bir saniye-den daha az sürede

yayılan ışık o büyüklükteki başka gezegenlerden bile görülmüş olmalı. Merkezindeki sıcaklık güneşin çev-resindeki sıcaklığın dört katı, yüzeyindeki sıcaklık ise on katından fazlaydı. İnsanlığın kendi elleriyle yarattığı bu fırında yüz binlerce insan acı çekerek, yanarak, rad-yasyonun tenlerine ve kemiklerine işlemesi sonucu can verdi. Milyonlarca insanın hayatı, geçmişi, geleceği ve insanlık tarihi bire anda uçaklardan atılan bombalarla yıkıldı.

Nükleer santralleri savunanların toplumun bilincin-de yaratmak istedikleri tablo elektrik üreten, teknolo-jinin doruk noktası olan, sevimli endüstriyel yapılar... Nükleer reaktörlerin soğutma sularının çekildiği göl-lerin yanında romantik piknik yapan sevgililer ve balık tutan insanlar. Hâlbuki nükleer reaktörler, ne roman-tizme ilham veriyor ne de masumlar! Gizlilik içinde kurulan nükleer reaktörlerin insanlığa mirası nükleer silahlar ve yıkımdır.

Hümeyra ÖZBEK

Page 30: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

30 İbrahim Turhan Lisesi

EleştiriCem AKBULUT

Nükleer Santral Aslında Öyle Değil

Nükleer Santral...

İlk söylendiğinde ürkütücü gelen bu tesislerin, aslında dünyadaki en kaliteli enerjiyi üretti-

ğini bilmiyoruz. Radyoaktif enerjinin oluşu, Çernobil ve Japonya’daki patlama belki gözü-müzü korkutuyor olabilir. Ama Fransa’daki Cat-tenom Nükleer Santrali’nin sorunsuz çalışması, Çernobil’in de, Japonya’nın da izahının olduğu-nu gösteriyor.

Japonya’daki deprem ve akabinde gelişen tsu-nami, büyük kayıplara yol açmıştı. Tsunaminin etkisiyle nükleer santralde patlama yaşanmış ve radyoaktif dalgalar havaya yayılmıştı.

Japonya’nın en tehlikeli deprem bölgesi oldu-ğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu patlamanın beklenen bir olay olarak nitelendi-rilmesi yanlış olmaz.

Türkiye’ye gelince...

Deprem ve özellikle tsunami riskinin zayıf ol-duğu bir ülkede nükleer santrallerin zararlı gö-rülmesi mümkün olabilir mi?

Duygusal davranmayalım...

Ülkemizde deprem görmeyen bölgeler var. Bir de şu var: Coğrafyamızda tsunami ihtimalinin 0’a yakın olması bilim adamlarının ortak fikri-yatı. O halde nedir korkumuz? Radyoaktif sı-zıntı mı?

Yeniden Cattenom...

Nükleer santraller ağır bir darp görmediği süre-ce sızıntı vermezler. Kanıtı mı? Wikipedia öyle bir görselle anlatmış ki, yelkenlerin suya in-memesi için keçi inadına sahip olması gerekir! Görsel şöyle: Cattenom Nükleer Santrali’nin etrafı çayır-çimen... Şimdi soruyorum: Radyas-yon yiyen bir toprakta nasıl ot biter?

Peki, böyle bir tesisi olan Fransa’nın sırtı yere gelir mi? Aklınızdan geçen ilk cevap doğru, emin olun.

Page 31: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

31İbrahim Turhan Lisesi

Eleştiri Cem AKBULUT

Gelelim Çernobil’e...Çernobil nükleer Santralinin patlayacağı yapı-mından itibaren bekleniyordu. Zira 1000 Mega-watt gücündeki 4 reaktör de hatalı tasarımlan-mıştı. Rusların bu gerçeği görmezden gelerek, bir reaktör üzerinde deney yapma isteği, faci-anın habercisiydi aslında. Sonuç olarak, deney için güvenlik sistemi devredışı bırakıldı ve kor-kunç son 01:20 sularında gerçekleşti.

Şimdi...

Az önce okuduğunuz doğruydu. Hatalı tasa-rım... Bu olayın benzeri, belki de eşi şu değil mi: Parçası eksik, yanmaya hazır bir motoru arabaya takıp marşa basmak. İşte örnekteki ara-banın sonunu nasıl biliyorsak, tüm dünya da Çernobil’in sonunu öyle biliyordu. Ruslar gafle-te dalıp, felakete meydan okumak yerine tedbiri ve tekniği kullansa, bunlar yaşanmazdı.

Gel gelelim ki, şu anki gelişmeler büyük bir fe-laketin olmayacağını gösterir nitelikte. Santral-lerdeki çalışmalar, son düzey teknolojik aletlerle gözlemleniyor ve en üst düzey güvenlik sistem-

leri ile korunuyor. Tüm bunlar bize, aslında o kadar da korkma-mak gerektiğini gösteriyor.Bugün Fransa, enerjisinin %77’sini Nükleer Santrallerinden karşılamakta. Avrupa’nın bir numaralı devletinin bü-yük faydasını gördüğü bu enerjiyi kalitesiz ve kötü görmek ne mümkün?

Yine ABD, ülke sınırları içerisinde birden fazla santral barındırıyor. Diyelim ki santraller zarar-lı ve bulunmaları tamamen tehlike... Dünyanın süper gücü, en gelişmiş bölgelerine tesis kurar mı? Umarım biraz olsun kafalarımız rahatla-mıştır. Santraller ne ölüm saçıyor, ne de başka bir şey. Sadece enerji üretiyor.Son zamanlarda nükleer santrallerin asıl ama-cının nükleer ve kimyasal silah üretmek olduğu şeklinde bir kaç spekülasyon duydum.BM’nin ‘’Kimyasal ve biyolojik silah kullanma yasağı’’ getirmesi ve Nükleer silah kullanmanın kitlesel ölüm ve kayba yol açma tehdidine daya-narak ‘’Nükleer silah kullanma yasağı’’ getirme teklifi, bu santrallerin masumiyetini gösteren bir gelişme aslında.Gelişmekte olan bir ülkenin dünya standartla-rına ayak uydurması ve kalkınması için nükleer santraller büyük önem arz ediyor. Üst düzey ön-lemler ile nükleer santraller daha güvenli hale gelecek ve içimizdeki korku kaybolup gidecek. Cem AKBULUT

Page 32: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Sınav

32 İbrahim Turhan Lisesi

EleştiriGazel Atış

KORKULU RÜYA “SINAV”

Biz öğrenci milletinin on iki yıldır çektik-leri az şey değil. Hep bir sınav, hep bir

sıkıntı. Bence eğitim siste-mi yanlış işliyor, sınav sınav diye ömrümüzü tüketiyorlar. Ortaokuldan liseye geçmek için SBS , liseden üniversi-teye geçmek için YGS-LYS tüneline giriyoruz.Tam bitti derken bu sefer KPSS karşı-mıza çıkmış bize pişkin piş-kin gülüyor.Çoğu öğrenci bu sınav heyecanı yüzünden psikolojisi,sağlığı bozuldu.On iki yıl hiç dur-madan çalış ,sınav günü heyecandan gerçek bilgini göstereme,hayatını ertele sürekli,hiç adil değil.

Bunlar yetmiyormuş gibi bir de öğrenci her şeyi son sene halletmeye çalışıyor ve çok faz-la yük biniyor omuzlarına. Son sınıfa gelene kadar hiçbir öğrenci bu işin ciddiyetini kav-rayamaz. Son sene de her şey birbirine karı-şıyor. Sınav sistemi yüzünden öğrenci okul derslerini önemsemiyor, okuldaki verimli

ğini günden güne düşüyor. Bu durumdan ne öğretmen ne öğrenci memnun!

On iki yıl boyunca sınırsız konu ve soru gördükten sonra, haya-tın 160 soruluk bir sınava bağlı olsun…!

Lise dört öğrencisiyim, bu se-neye kadar stresli, kötü ve gele-ceğe korkulu baktığım bir yılım olmadı.Yeterli çalışmamamızın acısını şimdi çekiyoruz. Yükü-müzü biraz hafifletmeleri ge-

rekiyor, yoksa çok fazla yol almadan düşüp kalacağız.BÜTÜN KADER ARKADAŞLARIMA “SABIR” DİLİYORUM. GAZEL ATIŞ 12 TM E

KORKULU RÜYA

Page 33: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Elif Nur KARANFİL

33İbrahim Turhan Lisesi

Eleştiri

Mevsimler…

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Duygularımızı te-

tiklemede ne de etkililer. Mutluluğumuzu art-

tırma, mutsuzluğumuzu ikiye katlamada… Tabi

insanların her şeye olduğu gibi mevsimlere de ön-

yargısı var.Yazın mutlu, sonbahar da hüzünlü…

Bunlar kalıplaşmış düşünceler. Bir de şu açıdan

bakmaya ne dersiniz; sonbahar, yağmur yağıyor,

denizin karşısında, gelen mesajlara aldırmadan,

montunuz, kaş kolunuz oturuyorsunuz bir bank-

ta. Mutluyum, yalnız değilim, sevenlerim tarafın-

dan atılan mesajlarım var. Mutluyum üzerimde

montum, kaş kolum... Mutluyum yarım saat sonra

evdeyim ya yarım saat yürümeme rağmen ulaşabi-

leceğim bir evim olmasaydı... Mutluyum yağmur

yağıyor ve yağmuru seviyorum ya sevmeseydim...

İşte evimdeyim. Elimde sıcak çayım, diğer elimde

kumandam çatıdan gelen yağmur sesleri, pence-

remden izlediğim yaprağın ahenkle yaptığı dansını

görebiliyorum. Mutluyum ya çayım olmasa ya yağ-

muru duyabileceğim sağlıklı kulaklarım, yaprakla-

rın savruluşunu izleyebileceğim sağlıklı gözlerim

olmasaydı… Her kalıplaşmış bilgiye inat sonbahar-

da mutluyum.

Elif Nur KARANFİL

Sonbahar

Page 34: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Hep O Mutlu Masallarla Büyüdük Biz

34 İbrahim Turhan Lisesi

EleştiriMerve Demir

Hep o mutlu masallarla büyüdük biz. O zaman-dan beri oyalanmaya başlamışız aslında, ger-

çekten uzakta yaşatılmaya taa o zaman başlamışız.

O yüzdendir belki de şimdilerde, en ufak bir aksi-likte ya da gerçek yaşamla burun buruna geldiği-mizde sendeleyip geri çekiliyoruz. Bu yüzden bu kadar umursamaz oluşumuz belkide kim bilir.

İtiraf etmeliyiz masallarla büyütülmüş bir nesil için her şeye “aman ya”demek ne kadar garip olabilir ki.Masallar mutlu biter hep ne kadar yalan,ne kadar zorluk olsa da mutlu biter.Biz de kendi masalımızın hep mutlu biteceğine inanıyoruz.

Ama tutun ki bizi ma-sallarla büyütüp mutlu sonlara alıştıran o büyük-lerimiz birden, karşılarına alıp “hadi ger-çeklerde sıra” deyip o hayatın en acımasız yanlarını anlatmaya başladılar, onlar anlattıkça biz anlatma-dıklarını yaşayıp öğrendik. Nasıl mı üstünden gel-dik? Çok sendeledik, garipsedik… Üç doğrunun bir yanlışı götürdüğü değil tek yanlışın tüm doğru-

ları götürdüğü bir hayattı bizimkisi…

Hep karşımızdakiler düşecek gözüyle bakarken biz “hayata” inat dimdik ayakta durduk, sendelediği-miz yerde doğrulduk tek başımıza.

Şimdi bize en büyük kötülüğü yapan önce masal-larla bü- yütüp sonra gerçeklerle başbaşa bı-

rakan büyüklerimiz, bizim deli dolu hallerimize umursamaz tavırlarımı-za “Nasıl nesil?” deyip küçük gör-mesinler.

Hayatın ortasında tek kalan, bir-birine tutunan bizler o kadar umursuyoruz ki bu hayatı, sizle-rin bunu görüp yaşamdan kork-manızdan korktuğumuz için susuyoruz belki de kim bilir?

Bir gençliğin geleceğini, bir gençten başka kimse göre-

mez. Sadece biraz güvenin istiyoruz geleceğimize sahip çıkacağız çünkü geleceğiniz Bİ-ZİM GELECEĞİMİZ…

Merve DEMİR

Page 35: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Ozan ÖLMEZ

35İbrahim Turhan Lisesi

Eleştiri

OKULU ÇEVRELEYEN SESLER!...

Okulumuzun etrafı iş makineleriyle sarıl-mış durumda. Bu durumdan, öğrenci ve

öğretmenler olarak rahatsız olduğumuz ko-nusunda bir şey söyleyemeyeceğim.

Rahatsız olsak bile artık alışmış sayılı-rız. Semtimiz öyle bir çarpık kentleşme üze-rine kurulu ki, belediye ve diğer yetkililer, bu çirkin görüntünün biraz da olsa düzelmesi için sürekli bir inşa ve yıkım çalışması için-deler. Etrafımızda sürekli yol onarımı, kanalizasyon çalışmaları, park yapımı, boş arazilerin ticari amaçlı değerlendirilmesi gibi gü-rültü ve görüntü kirliliği oluşturan çalışmalar görü-yoruz. Bu çalışmalar bitti-ğinde güzel neticeler verse de buna benzer çalışmala-rın yapılacağı bölgeler her zaman var olduğundan, bu alışılmış çileyi çekmeye de-vam edeceğiz.

Bu çalışmalardan bazıları da bu sıralar okulumuz çevresinde yapılıyor. Geçen sene-ye kadar okulun bahçesinin sınırları içinde yer alan ve kullanışsız olan bir bölgeyi park yapma çalışmaları var. Bu çalışma kullanışsız arazileri( kullanışsız olduğunu düşünmeyen öğrencilerden özür diliyorum ama o mekânın yokluğunu çekeceğinizi sanmıyorum) olumlu şekilde değerlendirmeye güzel bir örnek ola-bilir. Ancak çalışmanın yapıldığı tarih, eleşti-riyi hak eden bir konudur.

Okul sadece sıra, tahta ve tebeşirden oluş-maz. Her şey sadece sınıfta anlatılanla sınırlı değildir. Bazı konularda öğrencinin ruh hali ve psikolojisi de düşünülmelidir. Eğer okulda daha başarılı öğrenci yetiştirmek isteniyorsa öncelikle öğrenciye gerekli ilgiyi gösterme-li. Bunun olmaması büyük olasılıkla okulun suçu değil, sosyal şartların gerektirdikleridir. Okulumuz çok kalabalık ve maalesef okulda her öğrenciye gerekli ilgiyi göstermek için ne

yeterli öğretmen ne de yeterli zaman var. Bütün bu olum-suzlukların üstüne bir de öğ-retmen ve öğrencilerin okulu çirkin iş makineleriyle paylaş-ması öğrenci açısından hiç iç açıcı bir durum değil. Öğren-cilerin iş makinelerinin gürül-tüsü eşliğinde ders dinlemele-ri( dinleyememeleri! ) büyük bir sorumsuzluk örneğidir.

Ancak başta bahsettiğim gibi bu duruma alıştık. Ne acı ki rahatsız olsak da, alışkanlık bizi susmaya mahkûm ediyor. Ra-hatsızız, ama şikâyetçi değiliz(!)

Bu bölgeyi park yapma fikri ne kadar man-tıklı ve doğru bir karar ise parkın yapıldığı ta-rih bir o kadar mantık dışı görünüyor. Keşke belediye bu parkı yapmak için yaz tatilini bek-leyebilseydi.

OZAN ÖLMEZ 12 TM A

Page 36: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

36 İbrahim Turhan Lisesi

Şiir

Mahmur Geceler

Bir yıldız kayardı ansızın, sonra bir şems-i mesâda felek mahmur ben, ben her zamanki gibi gözü yaşlı izlerim, tulû-ı kameri. Sonra bir sükûn-ı çöker o dalgın denize işitmem artık denizin dalgalarını, mürganların kanat seslerini…İster miyim işitmeyi bilmiyorum aslında,benim işitmek istediğim tek şey bir

sükûn-ı içinde senin kalbinin atışını dinlemek, senin pür nur ela gözlerine korkmadan bakabilmek, o sükûn-ı çöken sahilde bera-ber yürüyebilmek, çok mu? Bana bunlar ey nazlı ma’şukam…Sen olmayınca benim yanımda,güller soldu, kamerin ziyâsı söndü, ay çıkmıyor, deniz durdu, güneş doğmuyor.Mürganlar gelmiyor, sular dondu, rüzgar esmiyor…Sonra seni bir an yanımda hissederim,sonra o an kamerin ziyâsı parlar gibi oluyor.Ay çıkıyor ama mahmur, bulanık, güneş doğu-yor şüpheli, mürgan geliyor yaralı rüzgar esiyor isteksiz…Zulmet gecelerde arıyorum seni, sürüsünü kaybetmiş bir mürgan gibi aratma artık mahmur gecelerde kendimi, gel artık gel ki beraber izleyelim(Ruşen) yıldızların kayışını, şems-i mesâda , tulûn-u kamerin birbirimizin kalbini, ma’şukam… Seni hep zulmet,sâkit sahillerde beklerim… Mücahit Oğuz 11-F

Ahir zamandayım. Yitik bir benle yaşamaktayım,Korkularımı kaybetmiş yalnızlıkla savaşmaktayım,Kaybedecek bir şeyim kalmamış, fuzuli dünyada acizce savaşmaktayım.Yüreğimi bir kenara savurmuş, olmamış aşklara yelken açmaktayım.Sevdanın en ağır yükünü cahilce omuzlarımda taşı-maktayım.Yersiz yurtsuz gönüllerde zehrolmaktayım.

Ölümle, ölümle inatlaşmaktayım…

Gazel ATIŞ 12 TM E

YALNIZLIKYalnızlığımla oyalanıyorum bazen…Tutkularımı dile getiren ; rüyalarımla yaşıyorum ben.Beni ben yapan gerçeklikle oyalanıyorum bazen…Hayatımda umutlar oldukça ; büyük yaşam veriyor bana kendiliğinden…Gözlerimden akan inci taneleriyle oyalanıyorum bazen…

Yaşadığım dertler oldukça ; tekrar umut edip yaşamaya başlıyorum her şeye rağmen…Geçmişteki sevdalarla oyalanıyorum bazen…Yeni sevdalara ufuk açamıyorum ; korku sarıyor büsbütün. Hayaller-imle yaşıyorum ; hayallerimle birlikte yaşatmak istiyorum benim olan her şeyi , bana değer veren herkesi bana ait olan güzelliği… FATİH KORKMAZ 11-SOS I

KAR NEFTİ

Kar nefti yağıyor ölüyeÖlüde ki ormana kar

Orada sık ağaçlı bir bedeviyeKar sorar,ölü sorar

Ölümün anlamı ne?Gözle pek görülmeyen,

Düşlerde pek görülmeyen bir ormanÖlümle bakılan, bakılınca da

tersine dönmüş bir gündüz gibi..Her türlü akşamın mezarlığında.

Kar nefti yağar ölüyeYağsın ölüde ki ormana kar

Değil ki ölüler onlar,bile görmezBu mevsimde akşamı bembeyaz gözleriyle.

SANA NESİ? Mavi,masmaviydi ateş

Ateş mavisiydi yüreğim, Gözyaşı yüklüydü gülüşlerim

Ay karanlıktı Kar içindeki benimdi yanan.

Bir damla suda gördüm okyanusu Can benim düş benim

Sana nesi? Su yaparım ateşi

Siyah yaparım beyazı Ayı karartırım

Sana nesi? Beni benimle başbaşa bırak

Bir diğer güne bedenimi zor taşıyorum Kaderime karşı koymak ister gibi sürüklüyorum

bedenimi.. Bunun daha ne kadar süreceğini bilmiyorum

Bu zıtlıkları birleştirdiğim günlerin içinde çırpınıp duruyorum

Hayatı eşeledikçe eksiliyorum sanki.. Sana nesi?...

Bahar DURMUŞ12 TM-A

Page 37: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

37İbrahim Turhan Lisesi

Şiir

HİCRANBana her baktığında bir peykân saplanır sineme.

Öldürür mü bilmem lakin acısı derindedir.Her gülüşün kadehlerde sunulmuş zehir gibi korkutur beni.

Mihmân olma artık gönlümde bir yer tut.Avare olanlar fırsat bilip üstüne düşmesin.Afitabum,ol göster ışığınla bana yalnızca mum ışığı yeter mi aydınlığa!

Sensizlik kapıdan giren bad-ı saba gibi üşütür beni.Bülbül isyan eder güle,gülün umrunda mı bilinmez ama bekleyecek onu bu gece.En iyisi

gülü koparayım dalından sana vereyim sen git o bir başkası var ya ona ver.Bülbül müsaade etmez hele ki o gül sen isen

yar eder mi insan sevdiğini bir başkasına? Büşra GÜLTEKİN 11/F

Peykan:Okun ucundaki öldürücü demir.Mihman:MisafirAfitabum:GüneşimBad-ı saba:Sabah rüzgarı

ÖĞRENDİMBir garip uzaklaşmalar içerisindeyim

Sitemlerden sonra hayatın ellerindeyim…Yalnız… Yorgun ama güçlü

Geçici hırslara bürünmüşüm…Kapılarımı kapadım üzenlereYollarım tıkandı vazgeçenlere

Aslında bir hiç uğruna üzülmüşüm…Paylaşılmaz birtakım duygular

Ve en kuytu köşelerdeyim…Mutluyum; hayattan hoşnut

İçim öyle rahat ki yok bende boşluk…Önüme bakıp eskilere üzülmemek

Merhaba deyip de susmayı öğrendim…İçimden konuşup da sessizce sustuğum

Paylaşmak isteyip de kaçtığımŞüpheler içinde yandığım

Boş verdim her şeyi yaşamaya bakıyorum…Bende gidene eyvallah derimSevenlere bile engel değilim

Yüklerden arınmış huzur içindeyimGerçekler benimle...Mutluluklardayım…

Karmaşa ve yalanların ardındanEngin yeşil beyazlardayım…

Alnım açık yüzüm ak!Dostlarımla ayaktayım…

Hiç bir şey yıkmadı benliğimiKendimden ödün vermemeyi öğrendim…

Ödünler içinde boğulmaktansaEn doğru olanın kendim olduğunu öğrendim…Allah’ın kuluna bağlanmaktansa körü körüne

Kendime bağlanmayı öğrendim…Aynaya bakıp da kendimi kıskanıp,

Kendimle barışık olmayı öğrendim…

Mehmet Oral – 11/B

İLHAM PERİLERİİlham perileri yolda yakaladı.Fikir kelepçelerini takıp ellerini, imgelerle de ağzını sıkı sıkıya bağladı.Parçalı bulutlu romansı bir hava hakim, güneşli bir hikayede bulutla-rın ardında savcı idi.Tam bu sırada yağmurlu bir şiir başladı.Diğer düşüncelere kepenk kapattılar,şemsiyeler altında.Bir tek, bir tek onun şemsiyesi yoktu.Hayır, şemsiye kullanmıyordu, ıslanmayı iste-mişti tüm kalbiyle, belki de yaşlanmayı şiir yağmurunda.Onun adı aşktı.Gönüller arası iletişimin ilk ve son durağı HİLAL ERCİYES 11TM J

ARKADAŞDerdim olurdu deli dolu dalgalar gibi

Kayaya vurmak ne kelimeArardım bir arkadaş eli

Dinlese derdimDinlerdi…

Acılarım olurdu, kap karanlık yasta gibiToprak başında nöbet ne ki

Nöbet tutsun isterdim arkadaşımın resmiBeklesin derdim

Beklerdi…

Yalnızlığım olurdu kimsesiz gölgeler gibiIşıklar söndüğünde görünmemek mi?Yansısın isterdim arkadaşımın güneşi

Görünsün derdimGörünürdü…

İzlerim olurdu silinmeyen günler gibiUnutulsun isterdim, hiç yaşanmamıştı ki

Görmezden gelsin acımı,arkadaşımın gözleriSilinsin derdim

Silerdi…

Kadriye Erdoğan 10-I / 7902

Page 38: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

38 İbrahim Turhan Lisesi

…! Ben bir cümleyim sen ise öğelerimBen bir özneyim sen ise yüklemim Ben seni anlatan her harfim sen iseBitişimi, devamımı, duygularımı belirtensinÖzlemim zaman zarfı iken Mekanım dolaylı tümlecimsinKısacası Birtanem!Sen benim Dil anlatımda tüm bilgilerim Edebiyatta düşüncelerim Tarihimde geçmiş ve geleceğimsin…!

…!

Sevmek sadece dilde değil.Yürekte insanın en iç boşluğudur.Seni seviyorum demekse sadece sevmekEvet! Bende seviyorum: insanları, hayvanları , bitkileri , me-htapta yıldızları seyretmeyi , denizi dinlemeyi bir musiki gibi Evet!Seviyorum : Kitap okumayı , yazmayı , çalışma masamı ve tabi ki nefes almayı !Ama unutulan bir şey var !‘sevmek’ diyorum Sevda yani bir ‘eş’ işin aslıNasıl ki bir papatya yapraksız yapamıyorsaNasıl ki bir hayvan tek başına üreyemiyorsa Ve nasıl ufacık bir toprak tanesi tek başına karayı oluşturamıyorsaİnsanoğlu da tek başına bir bütün olamaz! Tabiri caizse bunca söylediklerimin sonucu ‘sevda’ işte.İnsan sevgisiz yarım elmaya benzer. Bazen ‘benim diğer yarım nerede?’ der.Bazense yenilir bir bütün olmaktan vazgeçerYenilenlerden olmamak dileğiyle hoşça kal …! NURTEN İLHAN 12 SOS A

YAYIMLANAMAYANLAR

12 fen – D 8495 Merve moroğlu 11 – H 9670 yunus emre çakır

12 fen – A gurbet durmuş 11 – J 6830 ayşenur Özdemir

11 – G 9517 rukiye öztürk10 – F 6021 kübra aykanat

9 – V 8602 nuri ilhan 11 – F Merve turan

12 sos – A 7010 okan gündüz11 – I 7435 emine kurt

11 – F Kübra savukduran 11 – İ 7299 necat kalkan

11 – I Merve ukşal 11 – K 7913 Sena korkmaz

11 – I 8545 Batuhan demirkan 11 – J 8680 Ahmet semih Karataş

11 – F 6300 Habibe yerlikaya 11 – J 7610 Bahar balcı11 – I 5742 Büşra yücel 11 – J 8375 Hilal Erciyes

11 – I 7668 Rıdvan baykara11 – F 7570 Merve dinç11 – I 9847 Oktay uslu

11 – İ 6434 Mert nadir güven 11 – A 7567 Gülbin Aksoy 11 – I 8059 Merve demir

11 – F Kader alan 11 – F Büşra torlak

11 – G 9719 İbrahim arat 11 – A 6870 Rezan yıldız

11 – L 9376 Tuğçe tığ

Page 39: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

39İbrahim Turhan Lisesi

Haydarpaşa garında başlar yolculuğumuz. İstanbul karşımızda bütün güzelliğiyle duran süslü bir ka-

dın gibidir. Süslü, renkli, güzel... Fakat makyajını sildi-ğinde fark etmeye başlarsınız gerçeği ki gözaltları mo-rarmış suratı çökmüş dayanmaya takati kalmamasına rağmen direnmektedir bütün her şeye. İki kıtaya omuz-larını yaslamış güç almaya çalışıyordur adeta.

Yüzünüze güler, içindeki tüm tüm eyleme rağmen. Hoş karşıla-maya çalışır sizi elinden geldiğince, oturup dinlersiniz nice yaşanmış-lıklar anlatacaktır ama dinlemez-siniz. Siz her daim ondan en güzel nameleri dinlemeye alışmışsınızdır çünkü. İstanbul seni nasıl tavlaya-cağını bilir ama sen nasıl tavlandı-ğını anlayamazsın. Kahpe Bizans, yüz bin erden arta kalan el değme-miş duldur bu şehir. İstanbul aitlik hissidir. Belki ilgin bir kadın; bazen yollu bazen yolları bozuk, bazen yolsuz... Belki iyi bir sanat eseridir; hem zamanına dokunur hem büyüyü hissedersiniz. Zıtlıkların birliğidir İstanbul. Bir tarafın-da gökdelenler semaya ulaşırken, birileri burnundan kıl aldırmayarak o alışveriş merkezi senin bu alışveriş mer-kezi benim derken, şehir mimarisiyle bizi sanata doyu-rurken; arka sokaklarında birileri yaşamak için ‘’müca-dele’’ vermektedir. Çünkü İstanbul bir canavar misali onları yutmak için çabalıyordur. Kevin Cartner’in çek-tiği bir fotoğraf vardı belki hatırlarsınız; emekleyerek 1 km ötedeki Birleşmiş Milletler kampına gitmeye çalışan Afrikalı bir çocuk ve arkasında onun ölmesini bekleyen

akbaba... İşte o akbabadır bu şehir. Yormaz kendini seni yemek için. Senin yorulmanı bekler ve tamda seni daha fazla dayanamadığın yerde üstüne çullanır. Gökkuşa-ğı betondan kenttir İstanbul. Yıldız Parkı’nda uzanıp izlemeye koyulduğumuz an padişah olmak için başka şeye ihtiyaç kalmaz. Yaşamakla hayatta kalmak-kalma-ya çalışmak-arasındaki farkın ne rahat gözlenebildiği şehirdir. Her sabah masum uyanır fakat her gece hesa-

bını veremeyeceği günahlara uyur bu şehir. Bundan mıdır bilinmez iki yakası bir araya gelmez... Kavunun kelek çıkma ihtimalinin en çok düşünülmesi gereken şehirdir. Şehre gelip bozdukların birlikte kaynadığı kazan-dır. Yedi tepede kendine yer bulamayıp bo-ğazın buz gibi sularına kendini adayan bir kule vardır hani bu şehirde: Kız kulesi. Ke-hanete göre kralın birine çok sevdiği kızının on sekiz yaşına gelince bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınıl-

mazlığını kanıtlarcasına kuleye gönderilen üzüm sepe-tinden çıkan bir yılan prensesin tenine süzülerek zeh-rini boşaltır. İşte İstanbul bu sepettir. Üzümü de yılanı da bünyesinde barındırır. Niyeti kötü değildir belki ama zararı kaçınılmazdır...

Bırakalım İstanbul ne olmuş ne olsun da,

Bana bir masal anlat baba,

İçinde tüm sevdiklerim,

İçinde İstanbul olsun...

Havva Dilber DAŞDEMİR

Hikaye Havva Dilber DAŞDEMİR

Haydarpaşa ve

İstanbul

Page 40: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

40 İbrahim Turhan Lisesi

HikayeEMEL CABACI 6648 11-I

‘’Her şey tersine gidiyor... Kitaplar hocasız ve hocalar kitapsız... Gençler halsizleşiyor ve yaşlılar gençleşiyor... Yaratıklar insanı oynuyor ve insanlar da yaratığı...’’ Her zaman yaptığım gibi aynanın karşısında kendi-mi sorguluyorum, ben soruyorum aynadaki ben cevap veriyor...

Son iki yıldır bu davra-nışlarım alışkanlık haline geldi. Oysaki iki yıl önce annemin karşısında ken-dimi sorgulardım, ben so-ruyordum annem cevap veriyordu o zamanlar bir aynaya ihtiyacım yoktu.

Onca işin içinden kendime vakit ayırabilmiştim. Bu-günkü pazar kahvaltımı dışarıda yapmak için giyindim, kahvaltımı ise arkadaşlarımla gittiğim ama bu sefer yal-nızlığımla baş başa kaldığım güzel bir restoranda saat-lerce, uzun uzun oturup ve sınırsız çay keyfiyle mutlu kahvaltımı yaptım. Gün içerisinde banka, evrak… gibi. işlerimi de hal-lettikten sonra rahatlamışa benziyordum. Bu rahatlayış beni bir çılgınlık yapmamı söyledi ‘nefis bir boğaz turu hiç de fena olmaz’ dedi bu rahatlayış. Bu sıcacık, berrak, ışıltılı güneşin gülümseyişi sadece beni değil herkesi sevindirmişti, Ortaköy’de bu atmosfe-ri çok iyi hissedebiliyordum. Sahilde kovalamaca oyna-yan, uçurtma uçuran çocuklardan birkaç kare fotoğraf-larını çektikten sonra ‘’boğaz turu!10 lira’’ diye bağıran vapur görevlisini gördüm, hiç zaman kaybetmeden on lira verip vapura bindim, daha kalabalıklaşmadan ken-dime güzel bir yer seçtim, vapurun kalkmasına daha yirmi dakika vardı bu sayede vapur iyice doluyordu. Elinde tepsi ile çay dağıtan satıcıdan bir bardak çay al-dım, vapur hareket etmeye başladı; sanki vapuru hare-ket ettiren motor değil de denizin temizliği, maviliği, güzelliği... gibi geliyordu bana. Eşsiz güzelliği fotoğraf çekerek ölümsüzleştiriyordum. İstanbul’u İstanbul ya-pan Boğaz Köprüsü’nün altından geçiyorum şimdi de. Kaptan bu güzelliği iyice görmemiz için kıyıdan kıyıdan sürüyor veledi... Değişik bir ambiyans uyandıran Askeri Kuleli Lisesi’ni görüyorum, deniz yolu üzerinde müzede

geziniyorum adeta. Tek tek fotoğraf çekerken merceği-me biri yakalanıyor; uzaklara dalıp gitmiş, çatık kaşlı yaşlı bir dede. Bütün merakımla gidiyorum yanına ‘merhaba’ dedim ve usulca yanına oturdum. Dikkati dağıldığını gördüm bana baktı, deniz kadar mavi gözleri, İstanbul kadar yaşlı elleri vardı.’merhaba’ dedi fısıltıyla. -Ne güzel değil mi bugün İstanbul? Hayallerindeki er-keği arayan bir genç kız gibi saf temiz, dedim içimdeki tırtılı kelebek olması için sabırsızlanırken... -Her gün olduğu gibi bugün de benden bir şeyler ko-parttı, hain İstanbul, dedi şikâyet edercesine... -‘’Nedir bu İstanbul’a olan düşmanlığınız?’’diye sordum şakayla karışık. -İstanbul önce ailemi aldı sonra benliğimi, dedi son-ra arkasına yaslandı yaşlı adam, gözlerini kapattı, küfre özenen kelimelerin dişlerinin arasından bıraktığı o kek-remsi tatla oyalandı...

-Deme öyle! İstanbul’un bir suçu yok bende annemi kaybet-tim iki yıl önce ama suçlamıyo-rum İstanbul’u ne de başka bir şeyi... Eğer varsa suçlu o da ‘’za-

man’’! Tekrar yaşlı adama baktım, susuyordu sadece tüm samimiyetiyle Rumeli Hisarı’nı izliyordu. Bu yaşadığım görsel şölenden sonra vapur kıyıya ya-naştı bir saat ayrı kaldığım Ortaköy’den tekrar karşılaş-tık. Akşam karanlığı basmıştı, rüzgâr etkisini göstermişti, eve dönme vakti gelmişti... Bu güzel yaşadığım günden herkese teşekkür ettim; kahvaltı yaptığım restoran, beni doluşturan vapura, çay satan satıcıya, İstanbul’a düşman olan yaşlı adama, Ortaköy’e ve İstanbul’a... “Ben zaman ile ilgili hiçbir endişe duymadım; çün-kü o yeterince hızlı geliyordu...” EMEL CABACI 6648 11-I

İstanbul’da Zaman

Page 41: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

41İbrahim Turhan Lisesi

Hikaye EMEL CABACI 6648 11-I

Bu akşam işten geç vakit çıkabilmiştim, akşamın karan-lığında yorgun bir halde zor eve atabilmiştim kendimi.

Hızlıca mutfağa girip kendime kahve pişirdim. Ben yor-gunluğumu; bir fincan kahve ve her zaman dinlediğim, ke-yif aldığım radyomla birlikte çıkarırım. Bu akşam da yalnızlığımı radyom ve kahvemle birlikte ge-çiriyorum, radyo da çalan doksanlı yılların nostalji şarkılar ise bana eşlik ediyordu. Bir süre sonra sevdiğim radyo programı ‘’mavi hayatlar’’ başladı. Kahvemi bitirip mutfak tezgâhının üzerine koy-dum ve radyomun sesini biraz daha açtım. Bu program-da sevdiğim şey, insanların yaşadığı olayları, hayatlarını anlatması; sonra radyocu ve dinleyiciler bağlanan kişiye önyargısız yaklaşması, küçümseyici bir tavırla dinlememe-si, insanların dertlerine, sıkıntılarına gereği kadar yardım edilmesi bu programının ayrıcalıklarındandı... İnsanları burada dinlerken, benim de arayıp bağlanasım geliyor; kimi zaman sonra bakıyorum da benim bu insanla-rın hayatlarının yanında tozpembe kalıyor hayatım. Saate baktığımda çoktan akşam geride kalmış gece yarısı olmuştu; radyoda bağlanacakları bekliyordum, radyonun tabiriyle ‘’mavi hayatlar’’ı bekliyordum... Yüzünü görmediğim ama sesine aşık olduğum, kadife sesli radyocu Ali Nazik Bey ilk önce Edip Cansever’den kısa bir şiir okuyarak giriş yaptı, sonra dinleyiciye bağlandı - Alo, iyi geceler, dedi radyocu samimi bir ses tonuyla. - İyi geceler, diye karşılık verdi hüzünlü, durgun bir kadın sesi. - Sizi tanıyalım? diye sordu radyocu. - Ben İstanbul’dan Fatma. - Hoş geldin Fatma, dedi radyocu içtenlikle, bize paylaş-mak istediğin ya da hayatında yaşadığın bu yaşantılarınla mavi çemberin içine aldığın bir yaşam öykün var mı? - Evet var, bundan iki yıl önce babamı kaybetmiştim ve onun ölümü hala gözlerimin önünden gitmiyor; çünkü tam benim yanımda öldürülmüştü bu acıyı en iyi ben bilirim ve o yıl üniversite sınavına girmek için hazırlanıyordum ama sınava girmedim. Kendimi toparlayamamıştım daha. Fatma’nın ses tonuna bakılacak olursa acısını dindireme-miş hüzünlü bir biçimde geliyordu -‘’ Peki, durumu atlatman için annen-akrabaların sana yardım etti mi?’’diye sordu radyocu. - Evet, annem ve dayım beni psikoloğa götürdüler orada konuşarak rahatlıyordum ve toparlanmam için gereğinden fazla yardım ediyorlardı.

- Hmm… Peki, ciddi bir anlamda kendinde iyileşme gör-dün mü? - Aslında tam toparlanmıştım ki babamın ölümünden bir sene sonra annem benden habersiz evlenmişti ve yıkıl-mam için bir neden daha çıktı ortaya. Fatma’nın sesi daha bir buğulu gelmeye başladı ve yaşadığı hayat acı vericiydi. Annemin evlenmesine karşı değilim ama benden habersiz olması beni üzmüştü. - Peki, Fatma bu durumu tekrar nasıl atlatabildin ya da atlatmaya çalışıyorsun? - Psikoloğa gitmeye devam ediyorum, annemle aram iyi, üvey kardeşlerimle vakit geçiriyorum. Benim kimseye kin nefret gibi duygular barındırmadım; sadece anlatmak ve Mavi Hayatlar’a paylaşmak istedim. - Bize yaşam öykünü anlattığın için sana teşekkür ederiz Fatma. Burada bana gelen e-mailler de senin için destek veren mesajlar yollanıyor, yalnız değilsin. Bir kaç mesaj okuyarak radyocu bu hoş sohbete son vermek istedi. - İyi geceler Fatma, kendine iyi bak. - İyi yayınlar, dedi Fatma. Hoş bir ses tonuyla söyledi bu sefer. Bu sohbetin ardından radyocu Ali Nazik Bey, Fat-ma için Candan Erçetin’in ‘’Kırık Kalpler Durağı’’ şarkısını çaldı. Şarkı muazzam haliyle çalarken ben de düşünmeye başladım, mazide ki yaşadıklarımı…Bu sayede Fatma’nın radyoya katılarak cesaretine bir kez daha hayran kaldım. Vakit epeyce geç oldu, programı sonuna kadar dinlemek isterdim ama yarın iş başı yapacağım için radyoyu kapat-tım. Bir daha ki programı ve yeni mavi hayatları dinlemek için sabırsızlanıyorum...

Mavi Hayatlar

Page 42: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

42 İbrahim Turhan Lisesi

Hikayeİrem ŞENTÜRK

Aylardan mayıs... Hava sıcak mı sıcaktı.Ken-di halimde,günlerin arasından geçip giderken bu

dünyadan,bir gün Kavacık sahiline gitmiştim.Sanki onunla karşılaşacağımı hissetmişim de kendimi Kavacık sahiline at-mış gibiydim.Ali Abi’nin teknesinin orada takılıyor,dalgaların bana söylediği müziği usulca dinliyordum. Gözlerimi sahilde gezdirirken birden birine ilişti. Yalnız-dı... İtina ile denize dalmış içlenip bir şeyler söylüyordu. Ken-dime hakim olamadım bakakaldım ona öylece. Nasıl olduysa ona yaklaşmaya başladım. Yaklaştıkça üzüntüsünü daha da iyi görebiliyordum. Sessizce bir şeyler haykırıyordu. İçinden usul usul bağırıyordu. Durakladım, belli ki bir derdi vardı. Onu sessizce izlerken döndü, sert bir bakış attı bana. Aman Allah’ım, sanki bir mızrağı kalbimin ortasına sapladılar, göğ-sümün ortasına saplanışını izledim gözlerinin!Sanki o an tüm dünya susmuş gözlerimiz konuşuyordu.Biraz daha konuştu gözlerimiz,sonrasıysa evren tekrar başladı dönmeye ve o ke-derli surat ifadesini takınarak gözlerini çekti gözlerimden.Eve döndüğümde tek düşünebildiğim bir şey vardı:O !... O günden sonra hep sahile gidiyordum ve karşılaştığımız yer-lerde geziyordum. Derdimi denize söylüyordum bağıra bağıra ki, iki gün sonra yine sahil kıyısında arkamdan ince ve ürkek ses bana ‘’merhaba’’ dedi. Bu ses dünyada duyduğum en güzel sesti.Döndüm arkama;Aman Allah’ım bu oydu!Karşımdaydı…Gözleri ışıl ışıl parlıyor ve suratında bana verdiği selamdan ötürü hafif utanma vardı.Ben, sus pus olmuş onun merhabası-na hangi şiirle yanıt versem diye düşünüyordum.İçim o kadar doluydu ki biliyorum her merhaba ile başlayan cümleyi seni seviyorumla bitirebilecek durumdaydım.-Deniz ne kadar güzel dimi, dedi. -Evet öyle, dedim sessizce. En büyük dert ortağımdır o benim, dedim. -Bili-yor musun ne zaman canım sıkılsa buraya gelir derdimi onlara anlatırım, bana hak verirlerse sessizce çarpar bu dalgalar ama bana kızdılarsa tüm hışmıyla karaya vururlar, benimde en sa-dık dostlarımdır, dedi. Adı Cemreydi, yeni taşınmışlardı Kavacık’a. Utanıyorduk ikimizde birbirimizden, ikimiz de korkuyorduk; çünkü ikimiz de yaralıydık. İkimizde sevmeye engel evcil yaralarımız var-dı. Ama ne olursa olsun ellerimiz birbirine kavuşmak için can atıyordu. Gözümü nereye çevirsem sanki kirpiklerim bana sesleniyor her yerde onu arıyordu. Pes etmiştik artık. İkimizin de mutlu filmlerdeki gibi elleri elerine geçiyordu. Ama dilimiz sürekli korkuyordu seni seviyorum demeye. Ellerim ellerinde, sureti gözlerimde lakin olmuyor. Biliyorum seviyorum ama diyemiyorum. Oysaki ne kadar çok sevdiğimi sabahlara kadar anlatmak istiyordum.Ama Kavacık sahili de bize hak veriyor.Martılar sessiz,dalgalar yok,herkes sanki bizi izliyor.Artık gün-lerim onunla geçiyor olmuştu.Hiçbir şey umurumda değildi.Bir an önce ailemle tanıştırmak istiyordum.Artık geleceğe yö-nelik hayaller kurar olmuştuk.Tabi biricik dostlarımızı yalnız

bırakamazdık o hırçın deniz aşkımızla birlikte resmen uysal-laşmıştı.Ona evlenme teklifini de bu sahilde ettim. Boynuma bir sa-rılışı vardı ki içimi ısıtan, çıkarttım yüzüğü ve dedim ki:’’Ne zamanki bu deniz kurur işte ben ancak o zaman seni unutu-rum. Bu deniz kuruyana kadar geri kalanını benimle geçirir misin?’’ Onun o heyecanını anlatmak mümkün değil, evet diye seslenip evine doğru bir koşuşu vardı ki... Belki ailesine söyle-yecekti. Peşinden gitmedim, yavaş yavaş eve doğru koyuldum. Sabah olmuştu. Günlerden pazar, içimde bir huzursuzluk var. Kalktım, ilk işim Cemre’yi aramak oldu. Gecede haber ala-mamıştım. Telefonu kapalıydı. Üzerimi giyip Kavacık sahiline gittim, belki orada bulurum diye ama yoktu. Tam onun evine gidecekken dalgalar bana bir şeyler diyordu.Çok hırçındılar.Sanki ağlıyorlardı.Martılar,hayata küsmüş gibi ses çıkarmıyor aşağı yukarı uçuyordu ve dalgalar o kadar hızlı çarpıyordu ki yüreğim acıdı.Elim ayağım birbirine dolanmış şekilde evine doğru koştum.Koşuyor,koşuyor,koşuyordum...Yollar birbirine girmişti sanki,bir türlü evine varamadım.Gittiğim yol 10 daki-kalık yoldu;fakat o kadar tuhaf bir duygu vardı ki içimde evine 5 dakikada vardım.Nefes nefese kalmış,dilim dışarıda soluk-lanırken birileri bir şeyler mırıldanıyordu.’’Bak sen şu kızın kaderine,tam da evlenecekti ya!Kader işte hanım Allah rahmet eylesin ne diyelim…’’‘’Olamaaazzz ! Hayır, hayır ben yanlış duydum ya da bu o ola-maz ki!’’4.kattaki evlerinin kapısına saniyede çıktım. Kapıyı çaldım açan kardeşiydi, ağlıyordu. İnsanın kalbinin erimesi böyle bir şeydi.-Cemre nerede, dedim.Kısık ve ürkek sesle:-Ablam öldü abi!dedi ve sarıldı… Kıyamet mi koptu, gözlerim neden karardı... Dizlerimin bağı çözüldü oracıkta yere düştüm. Apar topar içeri aldıkların-da anlatmaya başladılar. Kavacık sahilinden koşarak çıkarken hızla gelen motosiklet çarpmış, orada can vermiş Cemrem. Eli sımsıkıymış açamamışlar.Daha parmağına bile takama-mıştı elinde annesine verecekti.Annesi buruk bir sesle,yüzüğü sen mi verdin ona,dedi.Evet bile diyemedim,boğazımda bir şey tıkandı ve kaldı.Koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Salı günü toprağa veriyorduk Cemremi. O küçücük gövdesini bembeyaz bir kefene sarılı şekilde gömüyorlardı. Kitlendim bir şey yapamadım, onun üzerine-sevdiğimin, ömrümün üzerine-toprak attıkça canımdan can gidiyordu. Artık o yoktu oda git-mişti yıldızlar ülkesine. Peki ben... Ben ne olacaktım. Sersefil perişan bir halde geziyordum. Tanıştığımız ilk yere gittim. -Kavacık sahili heyyy!Duy beni Cemre artık yok!Sana veda et-meye geldim Kavacık sahili, Ali Abi hoşçakalın.Ha arada beni unutmayın!Nereye gidiyorum diye de sormayın;çünkü bende bilmiyorum… Hoşçakalın anılarım….Hoşçakal yarınım… İrem ŞENTÜRK

Her Şeyin Başladığı ve Bittiği Yer

Page 43: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

43İbrahim Turhan Lisesi

Hikaye İva YASİN

Hayat sadece yaşamakla kalmamalı. İnsan yaşadığı süre zarfında yorulur, bazen bırakmak ister ha-

yatı ama bizleri hayata bağlayan damarlar buna izin vermez.

Sevda on beş yaşında pırıl pırıl gözleri ışıldayan bir kızdı. Yeni yeni alışmaya çalıştığı bu hayatında art arda gelen acılar onun gözlerindeki ışığı söndüremedi. Aslında bizler olaylara baktığımızda o gözlerden başka neyi var ki diyebiliriz ama onun için hayat görebildik-leriyle değil var olduğunu hatırlatan insanlarla gözle-riyle konuşma ya da var olduğundan bile şüphe ettiği sesler ile birlikteydi.

- Anne nereye gidiyoruz?

- Kızım şimdi babaya gidiyoruz.

- Evet babaya gidelim anne, baba nerde?

- Ona sürpriz yapmaya gidiyoruz kızım.

Sevda on yaşındayken, o kış, ocak ayının yirmi üçünde babasının doğum günüydü ve annesi bir pasta alıp iş yerine götürüp iş arkadaşlarıyla birlikte kutlama yapma niyetindeydi. Sevda çok helecanlıydı, arabada anne kız konuşurlarken yolda oluşan buzlama sonucu birden önlerine çıkan sürücüyü Sevda’nın annesi fark edip direksiyonu kırana kadar olan olmuştu. Sevda’nın duyabildiği son ses annesinin çığlıkları olmuştu. Sev-danın annesi o kazada öldü. Sevda ise kurtuldu ama çok büyük bir şok geçirdi, bu yüzden duyma ve ko-nuşma duyularını kaybetti. Sevda’nın hayatı o gün sona mı erdi yoksa yeni mi başladı? Bu sorunun cevabı Sevda’nın içinde boğulmuş hallerinde gizliydi.

Sevda insanlarla gözleriyle konuşmaya çalışırdı. O da olmadı el, kol hareketleriyle. O da olmadı yazıyla.

On beş yaşında bir genç kız olan Sevda on yaşından sonraki geçirmek zorunda kaldığı çocukluğunu anım-sayınca ilk başta ne kadarda zordu. Annesi ölen bir ço-cuk ve bir daha konuşup duyamayacağı bir hayat onu nasılda korkutuyordu. Arkadaşları onunla çok az za-man geçirirlerdi, haksızda sayılmazlardı. Çünkü Sevda sadece bir heykel gibi duruyordu onların duydukları-nı okuyabiliyordu ama cevap vermesi için etrafında-kilerin onun yaptığı el kol işaretlerini anlaması gere-kiyordu. Kendini ifade etmekte zorlanıyordu. Bazen yazıyordu ama bu da yetmiyordu. Hayata küstüğünü ve artık yaşamak denen şeyin onun için anlamı sadece diğer insanlarda noksan kaldığını bilmesiydi.

Bir gün bir çocuk onu çamurlu suyun içine itmişti. Çocuk onun konuşamadığını ve ona cevap veremeye-ceğini biliyordu o yüzden yapmıştı. Sırf onlardan farklı diye konuşamıyor diye,duymuyor diye! Sevda çamurlu suyun içine düştü. Hızla kalktı çocuğun bu yaptığını ayıplamak, sövmek istedi:

-Neden yaptın?

-Niye?

-Ben sana ne yaptım ki?

-Bu yaptığın haksızlıktı sen kötü bir çocuksun, demek istedi. Ama yapamadı.

El, kol işaretlerini kullansaydı çocuğun onunla daha çok alay edip küçük düşüreceğini biliyordu. Hiç bir şey yapamadan yürüyüp gitti. Ama eve gelince bütün gün ağladı, ağladı, ağladı... Babası ona o gün bir bilgisayar hediye almıştı. Ama o fark etmemişti bile. Sabah olun-ca bilgisayara baktı, sağır olduğundan beri bu aleti hiç kullanamamıştı. Bilgisayarı açtı. Babası bir not bırak-mıştı “Not: Artık bir sürü arkadaş edinebilirsin. Hem de dünyanın her yerinden canım kızım. Bazen sadece yazmak bile yeterlidir.” Sevda gerçekten de babasının dediği gibi internet sayesinde birçok arkadaş edinmiş-ti. Sadece yazıyordu, birçok arkadaşı kendisi gibiydi. Sağır, dilsiz, kör bile vardı. Bilgisayar ve internet onları diğer insanlardan eksik kalmayacak şekilde tamamla-mıştı.

İva YASİN 11/K

Yarınlarda Umut

Page 44: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

44 İbrahim Turhan Lisesi

DenemeSerpil DUMAN

Sonsuz bir karanlığın içinde doğdum. Işığı gördüm, korktum; ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğren-

dim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz ka-ranlığa uğurladım sevdiklerimi...

Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bit-meye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün ölüm-den çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğ-rendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim. İnsanı öğ-rendim. Sonra insanın içinde iyiler ve kötüler olduğu-nu... Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bu-lunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim, sonra güvenmeyi... Sonra da gü-venin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemin üzerinde kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatma-nın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabil-mek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğ-rendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğ-rendim.

Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra...

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim. Sonra da dayanamayıp dönmeyi. Sonra da kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başıma meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıkla birlikte yürümek gerektiği fik-rine vardım.

Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması ge-rektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünme-yi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıplar yıka-rak düşünmek olduğunu öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim...

Olur ya..

Kalp durur... Akıl unutur...

Ben dostlarımı ruhumla severim.

O ne durur, ne de unutur...

MEVLANA

MevlanaMevlana’dan Kendi Hayatının Bir özeti

Serpil DUMAN 11/İ

Page 45: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

45İbrahim Turhan Lisesi

Rehberlik Elifnur KARANFİL

BEYNİNİZİN HANGİ BÖLÜMÜNÜ KULLANIYORSUNUZ? Hayatımız boyunca başarılı olmak için savaşıyoruz. İç dünyamızda, sosyal hayatımızda, okul hayatımızda, aile hayatımızda da bir savaş içerisindeyiz. Başarı gös-termek istiyorsak çaba göstermeliyiz. Bazen mutlu sona ulaşsak da çoğu kez hüsranla sonuçlanıyor. Peki, bunun nedeni nedir? Tabi ki kendimizi tanıyamadığımızdan. Ben de tam bu noktada size yardımcı olmaya çalışaca-ğım.

Her insanın farklı alanlarda başarısı vardır. O ne-denle liselerde bölümler vardır. Biz de, becerilerimizi öğrenip geliştirmeye çalışıyoruz. Tabi birçok öğrenci yanlış bölüme gittiği için ya yıl kayıpları ya da okul ha-yatına devam edemiyor. Becerilerimiz bazı başlıklar al-tında türlerine ayrılmıştır, bunlar da zekâ türleri başlığı altında toplanmıştır.

Zekâ türleri nelerdir bir bakalım. Çoklu zekâ teorilerine göre insanla-rın farklı zekâ alanları vardır ve bu alanları kullanmaları, kişiden kişi-ye farklılık göstermektedir. Fakat içinde bulunduğumuz çevre, dene-yimlerimiz, ailesel faktörler, kişisel özelliklerimiz bazı zeka tiplerimizi ön plana çıkarmaktadır. Zekâ türleri sekiz ana başlıkta inceleniyor.

•Matematiksel/Mantıksal Zeka

Bu kişiler veri toplamayı, organize etmeyi, analiz etme-yi, yorumlamayı ve tahmin yürütmeyi severler. Nesne-ler arasında ilişkileri görebilme ve problem çözebilme yeteneğine sahiptirler. Soru sormaktan ve araştırmak-tan hoşlanırlar. Bu kişiler muhasebeci, bankacı, bilgisa-yar programcısı, mühendis, yatırımcı, araştırmacı, bilim adamı gibi çeşitli alanlarda başarıyı sağlayacaklardır.

•Dilsel/Sözel Zeka

Bu kişiler güçlü bir kelime haznesine sahiptirler; ke-limelerin anlamları, dil bilgisi kurallarına uyma, dilin yazılı ve sözlü kullanılması konularında hassaslardır. Kendilerini ifade etmeyi severler ve dili düzgün ve us-taca kullanarak insanları etkilerler. Bu insanlar avukat, komedyen, editör, tarihçi, gazeteci, şair, politikacı, psi-koterapist, satış elemanı, çevirmen gibi mesleklerde ba-şarıyı sağlayacaklardır.

•Görsel/Uzamsal Zeka

Bu kişiler 3 boyutlu düşünebilen, zihinlerindeki bilgi-yi imge ve resimlere aktarabilen kişilerdir. Daha önce zihinlerine aktardıkları bu imge ve resimleri, ihtiyaç duyduklarında tekrar kullanabilirler. Labirent oyun-larından, yapbozlardan, resim çizmekten ve legolarla oynamaktan hoşlanırlar. Bu kişiler fotoğrafçı, grafik tasarımcısı, reklamcı, mimar, moda tasarımcısı, film editörü, yönetmen, denizci, tur rehberi, pilot, terzi, şe-hir planlamacısı gibi mesleklerde başarıyı sağlayacak-lardır.

•Müziksel Zekâ

Bu kişiler ritimleri, perdeleri, tonları anlama, yaratma, yorumlama ve besteleme yeteneğine sahiptirler. Ça-lışırken veya yeni bir şey öğrenirken müzik dinlemeyi ya da kendi kendilerine mırıldanmayı, elleri ve ayak-

larıyla ritim tutmayı severler. Bu kişiler besteci, orkestra şefi, dansçı, müzisyen, müzik terapisti, müzik öğretmeni, şarkı sözü yazarı, ses mühendisi gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır.

•İçsel Zeka

Bu zekâ, kısaca kişinin kendini tanı-yabilme yeteneğidir. Bu kişiler kendi duygularını, motivasyonlarını, güç-

lü ve zayıf yanlarını anlayabilme yeteneğine sahiptirler. Kendilerini öyle iyi tanırlar ki, kişisel hedeflerine ulaşa-bilmek için kendi kendine disipline edebilirler. Bu ki-şiler girişimci, danışman, yaratıcı yazar, psikolog, araş-tırmacı yazar gibi mesleklerde başarıyı sağlayacaklardır.

•Sosyal Zeka

Diğer insanların ruh hallerini, duygularını, motivas-yonlarını ve hareketlerini anlayabilme, yorumlayabilme ve cevap verebilme.

İyi iletişim becerileri ve başkalarının duygularına kar-şı empati kurabilme yeteneğidir. Bu kişiler öğretmen, psikolog, danışman, hemşire, politikacı, halkla ilişkiler uzmanı, resepsiyonist, sekreter, toplum liderleri, sosyal hizmetler uzmanı gibi mesleklerde başarıyı sağlayacak-lardır.

:)Yeteneklerinize en uygun bölümleri seçerek önünüze güzel hedefler çizmeniz dileğiyle… Bilgi kaynak: Pusula dergisi ekibi öğrencileri…

Elifnur KARANFİL 11/J

Çoklu Zeka

Page 46: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

46 İbrahim Turhan Lisesi

MizahHabil YULUK

Page 47: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

Mizah Habil YULUK

Coşkun kırtasiye ticaret Ltd. Şti.

Toptan kırtasiye dağıtımı tüm iş teknik eğitim malzemeleri

imalat ve toptan satışı ve geniş ürün yelpazesiyle

hizmetinizdeyiz.

Adres: İstanbul cd. Mimar sinan mh. 20. Sk. No:5 Esenler /İSTANBULTelefon: 0(212) 568 59 88 0 535 401 72 34

ReklamP

Page 48: İBRAHİM TURHAN LİSESİ

İbrahim Turhan Lisesi