Click here to load reader
Upload
aydemir-aydemir
View
122
Download
53
Embed Size (px)
Citation preview
M I
li L-Ml \ K i Z l
:
MN-AD-DAL \L
Hâml CONGOR
DE VL ET KTAPLARI
ARK SLÂM KLÂSKLERNDEN BAZILARI
Fiat
Fahrüddin-i haki : Parlt.lar Snfvet Yet-
kin 100
Gazali '. El-Munkzu-Mçn-ad-Da-
lâl Hilmi Güngör 100
Süherverdi : Nur Heykelleri Safvet-
Yetkin 60
Firdevsî : ehname 111 Necati Lw' gal 340
Atâullah Iskenderant El - Hkem - ül Atâiye
Safvet Yetkin 250
: Makamat Sabri Sevse-
vil 635
: Füsûs - ül - Hikem Nuri
GencOsman 310
: Maarif Meliha Tarh
kâhya 275
: Ariflerin Menkbeleri I
Tahsin Yazc 690
: Fihi Mâfih M. O. Ta-
rkâhya 400
Harirî
Muhuddin-i Arabi
Sultan Veled
Ahmed Eflâkî
Mevlâna
Maarif Vekâleti yaymevleriyle bütün
kitapçlarda satlmaktadr.
D EVLE: T K i T"A P L. A R I
255 1 F. 150 Kuru
GAZAL
EL-MUNKIZUMN -AD -DALÂL
Çeviren
:
Hilmi GÜNGÖR
(kinci bask)
•Bu tercümenin her t*rl* basm ve yaym haklarMaarif Vekâletine aittir. Vekâletin müsaadesi aln-madkça bu tercümenin metni tamamen veya ksmendeitirilerek alnamaz.
Maarif Vekâleti Tercüme Bürosu Bakanlnna6/XI/i958 tarih ve 198 sayl yazlar ile ikinci defa
baslmas uygun görülmü ve Yaym Müdürlüünün14 Austos 1959 tarih, 11507 sayl emirleri ile 4000
nüsha bastrlmtr.
GAZAL
EL-MUNKIZUMN - AD*-DALÂL
Su eser Hilmi GÜNGÖR tarafndan
etilimize çevrilmitir.
(kinci bask)
ANKARA, 1960 — MAARF BASIMEV
{ HARVARDUNIVERSITY
1 LIBRARY
ÖNSÖZ
Hicrî beinci yüzylda îslâm memleketlerinde bir
taknlk hüküm sürüyordu. Bir taraftan türlü dinî fr-
kalara mensup olanlar halkn zihnini kartryor, diertaraftan felsefe ile uraanlar îslâm akidesine aykrbaz fikirler yayyorlard. Ehli sünnet mezhebindenolan. âlimler bununla mücadele ettiler. Bu mücadelenin.
Sn safnda bulunanlardan biri de "El-munkz-ü-min-ad-
dalâl" yazan büyük îslâm âlimi "Gazali" olmutur.
Gazali'nin asl ad Muhammed'dir. îslâm dinine
yapt büyük hizmetlerden dolay îslâm âleminde
"îmam, Zeyn-üd-din, Hüccet-ül-îslâm" gibi annalâyk büyük unvanlarla anlr. 450 (1058) tarihinde
Horasan'da, bugün ad Mehed olan, Tus ehri civarn-
da "Gazale" köyünde domu ve bilâhare doduu kö-
ye nisbetle Gazali adn almtr. Bu hususta öyle bir
Tivayet daha vardr: Babas fakir ve okumam bir
adamd. Yün eirip dükânmda satard. Arapçada san'-
at eirmek: olan kimseye "Gazzal" sfat verilir. Büyükâlim, babasnn san'at dolaysiyle "Gazzalî" adn aldu
Her iki rivayet de muteber kitaplarda kaydedil-
mitir. Ancak amcas da ulemadan olup "Büyük Gaza-
li" adiyle tarihe geçmitir. Bu zatn, kardeinin yüneirme sanatiyle bir ilgisi yoktur. Bu cihetle birinci
rivayete göre Gazali adn ald anlalr. Memleketi-
mizde büyük âlimin ad hep "Gazali" tarznda söylen-
dii için biz de bu ekli kabul ettik.
Gazali, tahsilini Tus'da yapt. Sonra Gürcan'a
gitti, orada afiî fkhn tahsil etti. Memleketine dö-
nerken yolda bandan öyle bir vak'a geçti:
EL-MUNKZU MlN-AD-DALÂL
Beraber yolculuk yapt kervann yolunu ekiya
kesti. Bütün yolcular soydular. Gazali'nin, içinde not-
lan bulunan torbasn da aldlar. Gazali bakanlarna
müracaat etti. Senelerce ömür sarfedip elde ettii bil-
gilere ait notlarnn torbada olduunu ve bu notlarn
kendilerine hiç bir faydas olmyacan anlatarak geri
verilmesini istedi. Bakan gülümsedi: "Elinden kâ-
t parçalan alnnca cahil kalyorsun. Bilgi böyle mi
olur?" dedi, adamlanna torbann geri verilmesini söy-
ledi. Gazalî bu sözden ders alarak Tus'da üç sene bu.
notlan ezberlemekle megul oldu. Sonra Niabur'a
gitti "îmam-ül-baremeyn" adn tayan büyük âlim-
den ders almaya balad. Hocas onu çok beenirdi.
Hattâ son zamanlarda zekâsna gpta ederdi. Gazali
bu sralarda daha genç yanda iken eser telifine ba-lad ve öhret kazand. Hocas vefat edince Badadabal bulunan ve bugünkü ad Samra olan "erre menrea" ehrine gidip deerli âlimleri himaye etmekle ta-
nnm mehur vezir "Nzam-ül-mülk" ün ikram ve
tazimine mazhar oldu. 484 tarihinde Badaddaki
**Medrese-i-Nizamiye"nin müderrisliine tayin olundu.
Dört sene sonra — sebebi tercüme olunan bu risalede
tafsilâtiyle görülecei üzere — tedrisi brakt, Samavard. îki seneye yakn orada kald. Sonra ziyaret için
Kudüs'e ve Hicaza gitti. Nihayet vatanna döndü. Onsene kadar inzivada yaad. Sonra — kendi tabiriy-
le — vaktin padiah (i) onu Niabura gitmee davet
etti. Orada yeniden tedrise balad. Fakat bilâhara bu
vazifeyi de brakarak Tus'a döndü. Yaptrd bir tek-
ke ile bir medresede tedris ve irat ile megul oldu-
4 cemaziyelâhir 505 (11 11) tarihinde 55 (53) yanda
(1) Bu davet 499 (1105) tarihinde vuku bulmu-
tur, Gazali'nin halife unvann kullanmayp padiah
dediine göre bu zatn Selçukilerden Melikahn oluMehmet Gyaseddin olmas gerektir.
'
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL7
vefat etti. Mezar Tus'da mehur air Firdevsî'nin
mezar karsndadr.
Gazali çok eser brakm verimli bir müelliftir.
Eserlerinden birkaç unlardr: Ihyâu Uiûm-id-dîn,
Tehâfüt-ül-felâsife, Minhâc-ül-âbidîn, Mikât-ül-en-
vâr, El-munkzu-min-ad-Dalâl, El-Kstâs-ül-müstakîm,
îlcâm-ül-avâm an jkn-il-&elâm, El-madnunu bihi
alâ-gayri ehlili, Faysal-üt-tefrika beynel-îslâmi ve-'z-
Zendaka, Eyyüh-*l-veled, Kimyâ-y Saâdet, Nasihat-
Ül-Mülûk v.s.
Son iki kitap Farisî diliyle yazlm, sonralar
Arapçaya ve dier lisanlara tercüme edilmitir. Bu
eserlerin en mehuru "îhyâu Ulûm-id-dîn" ile "Tehâ-
füt-ül felâsife" dir.
Gazali daha çocukken babas öldü. Öleceine ya-
kn oullanMuhammed ile Ahmedi (Gazali ile küçük
biraderini) bir sofinin eline teslim etti. Pek az olan
maln da onlara brakt. Babadan kalan mal bitince
sofî, geçimlerini salamak maksadiyle onlar bir med-
reseye yerletirdi. Sonralar Gazali bu hâdiseye iaret
ederek: "Biz Allah rzas için ilim tahsiline balama-
dk. Fakat ilim Allah rzas için olmaktan baka bir
gayeyi kabul etmedi." tarznda çok büyük bir söz
söylemitir. Gazalinin bir müddet o sofinin yannda
bulunmas onun ruhu üzerinde mühim bir tesir brak-
m, bilâhare o da tasavvuf tarikna girmitir.
Gazali felsefecilere çok muarzdr. Yukarda ad
geçen ve felsefeyi tenkid eden "tehafüt-ül-felâsife"
adndaki kitabn îbni Sina'ya kar yazmtr. Buna
mehur tslâm filozofu Endülüslü Îbni Rüd "Teha-
füt-ü-tehafüt-il-felâsife" adl kitabiyle cevap vermitir.
Fatih Sultan Mehmet, devrinin âlimlerinden Hocaza-
de Mustafa ile Tus'lu Alâeddin'e bu iki kitabn muha*
kemesi hakknda birer kitap yazmalarn emretmi,
Hocazadenin Gazaliyi müdafaa eden kitabi çok öhret
kazanmtr. Rumî 1303 tarihinde Gazalinin, îbni Rü-
8EL-MUNKIZU MN-AD-DALAl/
dün ve Hocazadenin eserleri bir arada Kahire'de ba-kmtr.
Gazali, "El-munkz" risalesini de felsefecilerle tâ-
ümiyecilere kar yazmtr. Kitabn sonunda bu ci-
heti açkça anlatyor. Gerçi baka bahislere de temasetmitir, fakat en çok bunlar hakknda mütalâa yü-
rütmütür. Felsefecilere dair herkesin az çok fikri
vardr. ^Fakat talimiyeciler kimlerdir? Bunlara îs-
mailiye, Bâtniye de denir. Birtakm adlar daha var-
dr. Horasan taraflarnda "Ehl-i talim" adiyle tann-,mlardr. Mezhepleri hakknda bilgisi olmyan kim-selerin aydnlanmaa ihtiyaçlar olaca üphesizdir.Tercümede bunlara dair not eklinde biraz malûmatverilmekte ise de burada birkaç satrla biraz açkla-mak faydadan hâli olamaz. Mezhebin adndan mahi-
yeti hakknda fikir edinmek mümkündür. Fakat bir
«tz derinletirildii zaman içinden pek çklamyacakbir hal ald görülür. Gazali de böyle diyor. Bumezhep erbab, hakikatlerin akl ile ispat olunabile-
ceini kabul etmezler. Her eyi; masum, yani günah-tan saknmak melekesine sabipbir muallimden ören-mekiktiza ettiini iddia ederler.Bu muallim, onlarn iti-
kadnca, Hazreti Ali evlâdndandr. Kendini belli et-
miyerek memleketleri dolar. Onun adna, "Daî"denilen birtakm kimseler mezhebi yaymaa gayret
ederler. Bu daîlerden bîri olan mehur "Hasan Sab-
bah" tarihte büyük bir öhret brakmtr.Müellif bu risalede SÖZ aralarnda kendi hal ter-
cümesine ve ilmî hüviyetine dair de çok kymetli ma-lûmat vermitir. Okuyanlar bu hususta çok eylerevâkf olurlar. Hattâ bu risale okunduktan sonra ona
dair yazlm baz yazlarn düzeltilmee muhtaç oldu-
u görülür.
Gazalinin bu risalede temas ettii birçok mesele-
ler içinde en çok dikkati çeken ve insan düündürenbir nokta vardr ki onu anlatmadan geçmek doru
F.L-MUNKZU MN-AD-DALÂL9
olamaz: Mehur Fransz filozofu Dekart (Descartes)
tan (1596- 1650) be buçuk asr kadar eVvel dünyaya
gelmi olan bu büyük adam, Dekart gibi, (îhsasat) ve
{akliyat) a dayanan bilgilere tamamiyle itimad edile-
miyeceini daha o zaman ortaya atm, fikrini misal-
lerle tesbit etmitir. Kitapta "Safsataya kaplarak
ilimleri inkâr ettiime dair" balkl ksm dikkatle
okuyanlar göreceklerdir ki Gazali de Dekart gibi bir
müddet temelli bilgi cdininciye kadar bütün bilgiler-
den üphe etmitir. Nihayet "zarurî" yani delile muh-
taç olmyan bedihî bilgileri temelli bilgi olarak kabul
edip üphecilikten kurtulmu, kendisini üphecilikten
kurtard için de mutasavvf bir müslümana yakrtarzda Cenab Hakka hamdetmitir.
«
Gazali, çada olan büyük âlimler kadar mesele-
leri aklî ve mantkî usullerle ispat için delil tertibinde
mahir olduu halde kalbî duygular, baka tâbir ile
nakli aklî delillerden üstün tutar. O, Talimiyecilerin
•"Talime ve muallime iifciyaç vardr" fikrini kabul et-
mitir. Ancak muallim meselesinde onlardan ayrl-
mtr. "Bizim muallimimiz Hazreti Muhammeddir"diyor. O, nübüvvete, yani peygamberlie baldr. Herhakikatin onun ile aydnlanacana kanidir. Aklî mu-
hakeme ile hakikatlere erileceini imkânsz sayar.
Hülâsa hakikati dinde arar. îte bu sebeple, bir mese-
leyi çözmek için aklî delilleri tertip etmekte insan
hayrete düüren îbniSinay tenkid etmi ve ona karTehafüt kitabm yazmtr. Bununla beraber bni Sina
ile Farabi'nin felsefedeki kudretlerini hiçbir müslü-
man âlimde bulamadn itiraf etmitir.
Mehmet Ali Ayni, Gazali'nin üslûbu hakknda
öyle der:
"Hem bu kaadr rengîn ve rakik ve hem pürmaâni
bir üslûp hiçbir edebiyatta hemen maruf deildir. îtebundan dolaydr ki Gazali'nin harfiyyen tercüme-i
asârndaki usret fevklâde olup bu ise ayan eseftir."
j0 EI^MUNKtZU MN-AD-DALÂL
Bu söz dorudur, u küçük risaleyi tercüme eder-
den baz yerlerde epeyce yoruldum. O gibi yerlerde
manâya tamamiyle sadk kalmakla beraber ifadenin.
Türkçemize uygun olmas ve mânann iyice anlala-bilmesi için ufak tefek üslûp tasarruflarnda bulun-
may muvafk buldum. Böyle yerler pek azdr.Risalede birçok eski terimler bulunmaktadr. Bu
terimlerden birçounun bugün kabul edilmi Türkçekarlklar vardr. Ancak bu karlklardan bir ksm-nn yaz diline girmedii ve bu sebeple birçok okuryazar kimselerce bilinmedii de bir hakikattir.
Klâsikleri tercüme ettirmekten maksat bunlarnokunmasn salamaktr. Bir insan okuduu bir kitap-
ta sk sk kendince "allm" olmayan kelimelerle kar-
larsa mütalaadan zevk almaz. Bu da okuyucularnsaysn azaltr. Bu düünce ile yaz diline henüz gir-
memi olan bir ksm yeni terimleri kullanmadm. Lâ-zm gelen yerlerde kullandm eski terimlerin mâna-larn not eklinde açkladm^ (*)
Hilmi Güngör
' '\ (*) Müellifin biyografisi için Bkz. îslâm ansiklo-
pedisi, Cz. 37, s. 748-760.
El-munkzu Min-ad-DalâPin Rahmi Balaban tara-
fndan, Sapklktan Kurtulu adiyle yaymlanm bir
tercümesi varsa da maâlen denecek ekilde sathî vemuhtasardr. Eserin Garp dillerinden birine olan ter-
cümesinden dilimize çevrildii, asl metne uymamasdolaysiyle, söylenebilir. Bkz. Hakikat Yollarnda se-
risi, No 1, Gazali, Sapklktan Kurtulu, M. Rahmi Ba-laban, Gayret Kitabevi, stanbul 1947, 16 sahife, -
EL - MUNKIZU MN - AD -DALÂL
RAHMAN VE RAHM OLAN TANRININ'ADYLE BALARIM
Her kitabn ve her makalenin banda ken-
disine hamdolunan Allaha hamdederim. Hakkhaber yeren Allah elçisi Muhammed Mutafaya,
insanlar dalâletden kurtarp doru yola götü-
ren âline ve eshabna saiât ve selâm okurum. Buvecibeyi eda ettikten sonra maksada balyorum
:
Ey dîn kardeim, [l] ilimlerin gayesi ile
srlarn; mezheplerin, aknlk douran halle-
riyle derinliklerini (mahiyetlerini) sana anlat-
mam istedin. Türlü dinî meslek ye yollar içinde-
hakk bulup meydana çkarmak için çektiim
zahmetleri, taklit sureciyle olan itikattan (2} kur-
tulup tahkik derecesine nasl yükseldiimi, il-
kin ilmi Kelâmdan faydalandm cihetleri,,
sonra Hakka ermeyi mam tandklar bir kim-
seyi taklit etmeye hasreden «Ehl . i Tâlim» in [33gittikleri yollar, daha sonra, beenmeyîp tenkid
[1] Eski âlimlerden bazlar kendilerinden bir eysoranlara bir risale ile cevap verirlerdi. Gazalide de bu
âdet var. «lcam-ül avam An-ilm-il kelâm», «Eyyüh-el-ve-
led» kitaplarn bu suretle yazd gibi bu risaleyi de
Syle yazm. Sorular sorann kim olduuna iaret yok.
[2] tikatta taklit, bakasnn sözünü delilsiz kabul
etmektir. Aksi «tahkik» tir.
[3] «Ehl-i talim» îilerden bir taifedir. Bunlar ha-*
kikatleri mam tandklar bir zattan örenmek icap et—
0
14
I
EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL
ettiim felsefe mesleklerini, nihayet doru bul-
duum ve kabul ettiim tasavvuf tarikim, hal-
kn sözlerini ve düüncelerini tetkik ettiim ua-
larda bana malûm olan hakikat özlerini, Ba-
datta birçok talebeye ders vermekte iken ne se-
beple bundan feragat ettiimi, uzun müddet son-
ra niçin Nialmra dönüp tekrar ilim yaymya
baladm açklamam arzu ettin. Bu istekte sa-
mimî olduuna kanaat getirdiim için arzunu
yerine getiriyorum. Tanrdan yardm isteyip ona
tevekkül ederek, tevfikn benden esirgememesini
dileyip ona snarak size söylüyorum: Biliniz ki
- Allah sizi doru yolda yürümee muvaffak et-
sin, ve hakikata boyun emenizi kölaylatrsn -
insanlarn muhtelif din ve milletlere ayrlmas;
bir ümmetin, yollar ayr olan türlü frkalara
ayrlarak birçok mezhepler meydana getirmesi
derin bir denizdir ki çoklar içinde boulmu,pek az kimseler ondan kurtulmutur. Her frkaya
mensup olan kimse, kurtulan kendi frkas oldu-
unu zanneder ve «Her zümre kendi gidiinden
memnudur. ayet» Bütün sözleri hakikat olan
Peygamberlerin ulusu - Allann salâvat ona ol-
sun - kendi ümmetinin de böyle olacan : «O n-
metim yetmi üç frkaya ayrlacaktr. çlerinde
necat bulan yalnz bir tanedir » mânasndaki ha-
dis -i erifinde bize haber vermitir. O büyük Pey-
gamberin, olacan haber verdii ey tahakkuk
tigini iddia ederler. Bunlara «tsmailiye» ve «Bâtniye*
dahi denir. Kitnpta kendilerinden uzun nzadya bahse-
dilecektir.
EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL 15
«ti. Gençliimin ilk devresinden itibaren, yirmi
yana girmeden evvel, bülûça yaklatm zaman-
dan bugüne kadar, kî imdi yam elliyi geçmitir,
bu 'derin denizin dalgalariyle mücadele ediyo-
rum. Cesaretle derinliklerine dalyorum. Korkak
ve çekingen deilim Bütün karanlk durumlarda
da urayorum. Her güçlüü yenmee çalyo-
rum. Her uçurumu atlatmaa gayret ediyorum.
Her frkann itikadn aratryorum. Her taifenin
mezhebine ait srlar meydana koymaa çabalyo-
rum. Hangisi hak, hangisi bâtl; hangisi Pey-
gamberin sünnetine uvgun, hangisi bid'at £l}
üzerine kurulmu? anlamak istiyorum. Bir bat-
nînin £2} içiudekini örenmek dilerim. Bir za-
hirinin gittii yolun neden ibaret olduunu
örenirim. Bir felsefecinin felsefesinin mahiye-
tini anlamay arzu ederim. Bir mütekellimin
(îlm-i Kelam âliminin) fikrinin ne olduunu,
ae için mücadele ettiini tetkik ederim. Bir mü-
-tasavvfn iç temizliine nasl eritiinin srrna
vakf olmav çok sterim. Bir âbidin ibadetinin
ona ne saladn incelerim. AUah inkâr eden
bir zndkn bu inkâra cüret etmesinin sebeple-
rini aratrrm. Gençliimin iptidasndan beri
hakikatleri kavramaa susam olmak ftrî bir
âdetimdir. Allah tarafndan yaradlmda yer
etmitir, Bunda benim ihtiyar ve arzumun tesiri
yoktur. Bu sayede taklit bandan kurtuldum.
[1] Ashabn ve tabiînin gittikleri yola aykr yol,
ve gidi.
[2] Bâtinîler Kur'anm zahir manasna bakmazlar.
«Maksat bâtndr» derler.
16EL-MUNKZU MN-AD-DALAl
Çocukluk devrine yakn bir zamanda, görenee
dayanan akidelerden azade kaldm. Çünkü gör.
düm ki daima hristiyan çscuklar hrîstiyan
olarak, fahudi çocuklar yahudi olarak, müslü-
man çocuklar da müslüman olarak yetiiyorlar.
Tanr elçisinden • Allah ona salât ve selâm etsin-
rivayet olunan u manâda bir hadîs iittim. «Her
doan çocuk müslüman yaradl üzere dünyaya
gelir. Sonra ana ve babas onu yahudi yaparr
hristiyan yapar, mecusi yapar». Asl yaradlnhakikati ile ana ve babay, öretmenleri taklit
etmek dolaysiyle ârz olan akidelerin hakikatini
aratrmay arzu ettim. Telkin ile balyan; han-
gisi hak, hangisi bâtl olduunda birçok ihtilâf-
lar vuku bulan bu taklitleri ayrdetmek istedim,
îlkin kendi kendime dedim ki benim maksadm
ilerin hakikatlerini anlamak ve bilmektir. O hal-
de evvelâ (bilgi) nedir? Bunun hakikatini ara-
trmak icap eder. Nihayet anladm ki (yakn)
reddesine varan bilgilerde bilinen eyin asla ekgötürmüyecek derecede anlalm olmas gerektir.
Bunda yanlm olmak, vehme kaplmak ihtimali
vârit olmaz. Kalp böyle bir ihtimale imkân ve-
remez. Hatadan emin olmak için (bilgi) o su-
retle kuvvetli olmaldr ki mesela birisi o bilgi-
nin bâtl olduunu iddia etse ve ta altna
çevirmek, deynei ejderha yapmak suretiyle
de dâvasnn doruluuna delil gösterse bu key-
fiyet o bilgi sahibine ek vermez. Ben (on)
saysnn (üç) ten büyük olduunu bildiim hal-
de birisi «hayr üç on'dan daha büyüktür. Sözü-
• EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL '
j ?
r-
me inanmanz için de u denei ejderhaya
çevireceim.» dese ve dediini yapsa, ben de
görsemy bu yüzden bilgimde bana bir ek ftts
olmaz. Ancak o adamn bunu nasl yaptnaaarm. Yoksa bildiim eyde üphe etmem.
Sonra anladm ki bu tarzda bilmediim, bu su-
retle (yakîn) hasl etmediim her bilgi itimada
ayan deildir, hatadan emin olamaz. Hatadan
emin plmyan bilgi de yakîn ifade etmez.'
***
SAFSATAYA [1] KAPILARAK LMLERNKAR ETTME DAR
Sonra bilgilerimi kontrol ettim. Gördüm kt
bende (hissiyat) ve (zaruriyat) £2] tan bakaböyle bilgi yok. Dedim ki imdi bende hâsl
olan yeisten sonra hissiyat ve zaruriyattan iba-
ret olan bedihî bilgilerden baka mükülleriçözecek bir vasta kalmad. Öyle ise ilkin bubilgileri inceliyerek kuvvet derecelerini anlama-
lym. Tâ ki mahsusata olan güvenim, zaruriyatta
yanlmaktan emin olmaklm; taklide dayanan
eski bilgilerimle birçok kimselerin ispata daya-
nan bilgilerindeki emniyet cinsinden midir? (ya-•
.
[1] Vehim ifade eden mukaddimelerden tertip edil-
mi delil. Kardaki muarz artmak ve susturmakiçin kullanlr.
[2] Hissiyat. Be hasse ile kazanlan bilgiler.
Zaruriyat : Delil aramaca muhtaç olmyan be-
dihî bilgiler. Bir ikinin vardr, gibi.
2
lgEL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL
ni ek götürür). Yoksa bu emniyet hakikate
uygua, yanlmak ihtimalinden uzak bir ey mi-
dir? Anlalsn. Çok ciddî bir gayretle mahsûsat
ve zaruriyat üzerinde düünmee, bunlarda nef-
simi üpheye düürmek mümkün olup olmad-n aramaa baladm. Uzun müddet üpheden
ileri gelen aratrmalardan sonra mahsûsatta hata
olmyacana emin olmay nefsim kabul etmedi.
Bu hususta dütüü ek kuvvet buldu. îçim
diyordu ki «Mahsûsata nasil güvenilebilir.? Bunla-
rn en kuvvetlisi göz hassesidir. Bu hasse gölgeye
bakar, onu sabit, hareketsiz görür. Onda hare-
ket olmadna hükmeder. Bir müddet sonra
tecrübe ve müahede ile anlar ki o, hareket
ediyor. Ancak o hareket birdenbire olmayp ted-
riç ile, zerre zerre oluyor, onda sabit olmak du-
rumu görülmüyor. Kezaltk göz yldza bakyor.
Onu bir altn lira büyüklüünde görüyor. Hal-
buki hendesî deliller, onun, üzerinde bulunduu-
muz küreden daha büyük olduunu gösteriyor.
Mahsûsatta bu gibi hallerde his hâkimi hükme-
diyor. Fakat akl hâkimi müdafaasna imkân
olmyacak ekilde tecrübe ile yalanlyor.»
Dedim ki «mahsûsata olan güven bâtl ol-
du. O halde zarurî olan aklî bilgilerden baka
itimada deer bir ey kalmad.» «On, üçten bü-
yüktür; bir eyde nefiy ve ispat bir araya gel-
mez; bir ey hem hâdis* hem kadîm; hem var,
hem yok; hem vacip (bulunmas zaruri), hem
muhal olamaz,» sözleri gibi.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL .
-
Bunun üzerine mahsûsat ie kart. Dedi ki:
— «Bu gibi aklî bilgilere olan itimadnn
smahsûsata olan itimadna benzemiyeceine nasl
*min olabilirsin? Bana güvenin vardi. Akl hâ-
kimi geldi, beni tekzip etti. O olmasayd beni
tasdikte devam edecektin, ihtimal ki akl anla.
ynn ötesinde dier bir hâkim vardr. Ortaya
«çkt vakit akl verdii hükümden dolay tek-.
zp eder. Nasl ki akl hâkimi ortaya çktndalissi verdii hükümden dolay yalanlad.. Akimötesinde dier bir idrakin ortaya çkmamasonun muhal olmasna delâlet etmez.»
Nefis bunun cevabnda biraz duraklad ve
Tüya hadisesiyle içindeki üpheyi kuvvetlendirdi
ve dedi ki:
— Görmüyor musnn? uykuda birtakm ey-
lerin varlna inanyorsun, birtakm halleri
tehayyül ediyorsun, onlarda sebat ve istikrar bu-
lunduunu kabul ediyorsun. O durumda onlar
hakknda hiçbir ekke dümüyorsun. Sonra uya-
nyorsun, görüyorsun ki bütün tahayyül ettiin,
inandn eylerin asl yok. O halde uyank iken
lisin, yahut akln delâletiyle edindiin itikadn
hak olduuna nasl emin olabilirsin? Vaka aitikat, içinde bulunduun hale nazaran haktr.
Lâkin mümkündür ki sana dier bir hal anz
ola ki onun uyanklna nisbeti senin uyankl-nn uykuya nisbeti gibi olsun, uyankln ohale izafetle uyku saylsn. O hal sana arz ol-
•duu zaman aklnla tevefehüm ettiin her eyin
20 EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL•
hayal olduunu, aslsa bulunduunu kesin ola-
rak anlarsn. Belki bu bal sofilerin kendilerit de
bulunduunu iddia ettikleri haldir. OnJar ken~
dilerinden geçip hasselerini kaybettikleri îemaDkendilerinde mâkulata ujm^an baz halleri mü-
ahede ettikleini söylerler. htimal ki bu bal
ölümdür. Çünkü Hazreti Peygamber - Allah' onasalât ve selâm etsin - «nsanlar uykudadrlar*
Öldükleri zaman uyanrla» buyumutvr. Dünyahayat ahirete nisbetle uyku saylabilir, lnsao
öldüü zaman her ey ona imdi gördüünde»baka türlü göünür. O zaman kendisine de-
nk ki:
— Üzerinden örtünü (Perdeni) kaldrdk.
Bugün gözlerin daha keskindir
Bu vesveseler içime dounca kalbimde yer
etti. Buna bir iliç aradm, fakat bulamadm*Çünkü bu vesveseleri ancak delil ile giderebilir-
dim. Delil de ancak (bedihî) dediimiz bilgiler-
den meydana gelebilirdi. Bu bilgiler müsel-
lem^} olmaynca onlardan delil tetip etmek
de mümkün olmad. Bu hal güç iyileen bir dert
gibi iki ay kadar içimi kemirdi. Duum itibariyle
safsata mezhebine saplanmtm. Fakat kimseye
bundan bahsetmiyordum. Nihayet Cenab Hakbeni o hastalktan kurtard* Nefsim shhat ve
itidale döndü. (Zauriyat) dediimiz bilgilerin*
[1] Ayet.
[2] Müsellem, kabul edilmi demektir.
EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂLN 21
icabule ayan, güvenilir olduuna emin oldum.
Bu emniyet, delil tertip ve tanzim etmek sure-
tiyle hâsl olmu deildi. Ancak Cenab Hakkn
kalbime att bir nur sayesinde olmutu. Bu
*ur, birçok bilgilerin anahtardr. Hkikatlere
sermek daima delil ile olur zannedenler Ailahn
geni ve sonsuz rahmetini daraltmt olurlar.
«Tanr bir kimseyi hidayete eritirmek istedii
marnn, islâm dinini kabul etmesi için gösünü
erh eder.» manasndaki ayeti kerimede «erh»
*en maksat ne olduunu Hazret Peygambere
vsormular,
— erh tanrnn kalbe att bir nurdur,
buyurmular— Bunun alâmeti nedir? demiler.
— Gurur yeri olan dünyadan uzaklamak,
ebediyet diyar olan ahirete balanmak, sn-maktr, cevabn vermilerdir.
Hazreti Peygamber bir hadis -i erifinde:
«Allah halk karanlk içinde (nefsin hükmü it
tnda) yaratt. Sonra onlarn üzerine kendi nur-
undan serpti (hidayet etti) buyurmular. te yu-
karda bahsi geçen nur, ^u nurdur. Kefi, yani
hakikatlere vakf olmay bu nurdan beklemek
gerektir. Bu nur zamn zaman Tanrnn keremin-
den fkrr. Ona ermek için frsat kollamaldr.
Nitekim Hazreti Peygamber; «Dünyadaki haya-
tnzda zaman zaman Rabbinizin ilhamkâr lûtuf-
lar zuhur eder Onlar kaçrmamya çaln» bu-j
jurmutur.
ELMUNKZU MN-AD-DALÂL
Bu hikâyeyi anlatmaktan maksat, hakikati
aramakta çok ciddi hareket ettiimi göstermektir.
O derecede ki aramak lâzm olmyan ,eyi bile
aradm. Çünkü bedihîyat aramak iktiza etmez.
Onlar hazrdr (herkesçe malûmdur) Hazr olan?
ey aranrsa kaybolur, gizlenir. Aranmas lâzmolmyan bir eyi ariyan kimse aranmas iktiza
eden eyi aramakta kusur etmekle itham oluna-
maz.
***
HAKKAT ARATIRANLARA DARCenab Hak lûtfu ve keremi ile beni bu has-
talktan iyi edince hakikati aratranlarn dört
snftan ibaret olduuna dikkat ettim. Birinci
snf ilmi Kelâm âlimleridir. Bunlar ley ve
istidlal sahibi olduklarn iddia ederler.
ikinci snf Bâtniye frkasdr. Bunlar, ta-
lim ashabndan olduklarn, hakikatleri «imam • £
masum £ 1 ]» dan örendiklerini söylerler.
Üçüncü snf felsefecilerdir. Bunlar da man-
tk, ve Bürhan {2] erbab olduklarn iddia,
ederler.
Dördüncü snf mutasavvflardr. Bunlar
Tanrnn huzurunda bulunduklarn, müahedeve keif ashabndan olduklarn iddia ederler.
m[1] Masum, günahtan saknma melekesine sahip, de-
mektir.
[2] Yakîn ifade eden bilgilerden tertibedilmi delil.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL '
23
I
Ben de kendi kendime dedim ki hakikat bu
dort meslein dnda kalamaz. Bu meslekler
erbab hakikati aramak yolunda yürüyorlar. Ha-
kikat bu meslekler dnda kalrsa o zaman ona
ulamak ümidi kalmaz. Çünkü taklitten ayrl-
dktan sonra tekrar ona dönmek imkân yoktur.
Mukallidin mukallit olduunu bilmemesi arttr.
Mukallit olduunu bildii anda taklide dayanan
bilgisi bir ie gibi parçalanr, hiçe iner. Bu
parçalar biribirine 'eklenmekle düzelmi olmaz.
Meer ki dimada eritilerek yeni bir kalba dö-
külmü olsun. Bu yola girmeye, bu frkalarn
düüncelerinin mahiyetini aratrmaya koyuldum,
önce ilmi kelâm, sonra felsefe yolunu, daha
sonra bâtnîlerin talimatn, dördüncü olarak
tasavvuf mezhebini inceledim.
ILM- KELÂMDAN MAKSAT VE GAYE NEOLDUUNA DAR
Evvelâ ilmi kelâma baladm. Onu iâykyle
örendim, özüne vâkf oldum. Bu ilimde
cMuhakkik» [1} saylan kimselerin kitaplarn
mütalâa ettim. Arzu ettiim konulara dair kitap
tasnif ettim. Gördüm ki bu ilim kendi gayesini
temine kâfi geliyor. Fakat benim maksadm te-
min edemiyor. lmi kelâmn gayesi Ehli Sünnetin
akidesini muhafaza etmek, onu bid'at erbabnn ka-
nrmasndan korumaktr. Tanr, elçisinin diliyle
[] Meseleleri delil ile ispat ederek kabul eden âlim.X
24 EL-MUNKZU MN-AD-DALAL
kendi kullarna dîn ve dünyalarnn iyiliini sa-
lyan hak bir itikad telkin etti. Kur'an Kerim,
Peygamberin sözleri (hadisler) bunu bize haber
veriyor. Sonra eytan, bid'at ashabnn vesvese-
lerine, sünnete muhalif bir takm kanaatler ka-
rtrd. Onu yaydlar, müslümanlarn doru iti-
katlarn tevi edeyazdlar. Cenab Hak lmiKelâm âlimlerini yaratt- Gelenee bal Ehli
sünnete muhalif olan türemi bîd'at ashabnnkötü gidilerini meydana koyacak sözlerle sünnete
yardm etmek arzusunu onlarda uyandrd.
ite (lmi Kelâm) ve (Mütekellimîn) bun-
dan dodu. Bunlardan bir taife Cenab Hakknkendilerine verdii vazifeyi yerine getirdi. Sün-
neti iyi müdafaa, Peygamberin telkin ettii aki-
deyi muhafaza ettiler. Uydurma bid'atlere karkoydular. Lâkin bu müdafaalarda, hasmlar ta- .
rafndan ileri sürülmü, kendileri tarafndan ya
taklit, ya icma . ümmet, yahut da Kur'an ve
hadise uygunluk dolaysiyle kabul ve teslim edil-
mi baz mukaddimelere £l} dayandlar. En çok
hasmlarnn sözlerindeki tenakuzlar meydana
koymak, onlarn kabul ettikleri esaslarn dour-duu batl fikirleri muaheze etmek gibi eylerle
uratrlar. (Bedihî) sözlerden baka sözleri asla
kabul etmiyen bir kimse için bu çeit sözlerin
faydas pek az olur. Binaenaleyh ilmi kelâm kâ-
fi derecede beni tatmin etmedi. Yukarda ikâ-
fi] Mukaddime: Mantkta bir kyasta bulunan iki
cümleden her biri. Burada prensip diyebiliriz.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL j59
yet ettiim derdime ifa olmad. Evet (Kelâm)
sanat meydana geldikten sonra onunla itigal
çoalp zaman geçince (Mütekellimîn) sünneti
müdafaa ederken eyann hakikatlerini anlatma-
a özendiler. Cevherden, arazdan ve bunlarn
ahkâmndan bahsetmee baladlar. Fakat ilmî
kelâmdan maksat bu deildi. Bunun için sözleri
asl gayeyi temin edemedi. Halkn akide ihtilâ-
fndan doan aknlk karanln tamamiyle
gideremedi. Benden bakas için böyle bir gaye
tahakkuk etmi olabilir. Hattâ bir ksm insan-
larda böyle bir gayenin tahakkuk etmi olduu- ,
na üphe etmem. Fakat bunun (evveliyat) tan {1}
olmyan baz noktalarda taklit ile kark oldu-
u da üpesizdir. Ben imdi kendi halimi anla-
myorum. Yoksa ilmi kelâmden ifa bekliyenlere
4iyeceim yok. ifa veren ilâçlar derdin baka-
lna göre deiir. Ne kadar ilâç vardr ki bir
hastaya menfaat, dier birine mazarrat verir
FELSEFENN GAYEStNE DAR
(Felsefenin gayesi nedir? Kötü olan ve ol-
myan ksmlar hangileridir? felsefeciler hangi
sözlerinde tekfir olunurlar, hangilerinde olun-
mazlar? Hangi sözlerinde ehli bid'attan saylr-
lar, hangilerinde saylmazlar? Ehli hakkn sözle-
rinden çalp bâtl maksatlarn kabul ettirmek
[1] spata muhtaç olmyan bedihî bilgiler.
26EL-MUNK1ZÜ MN-AD-DALÂL
için kendi sözlerine kartrdklar sözler neler-
dir? Hak dedikleri bu sözlerden halk nasl nef-
ret etmitir? Hakikat sarraf olan kimseler felse-
fecilerin sözlerindeki halis hakk kalp vemauhaktan nasl ayrdetmiierdir? Bu cihetleri izah
edeceim.)f V
lmi kelâm bitirdikten sonta felsefeye ba-
ladm. unu kesin olarak anladm ki bir ilme
son haddine kadar vâkf olmyan kimse o ilim
deki bozuklua vâkf olamaz. O derece vâkf
olmal ki o ilinlde en büyük âlim saylan kimse
ye eit olmakla kalmayp onun derecesini geçme-
li ve onun kavryamad derin noktalar, gaile,
leri kavramaldr. Ancak o zaman o ilmin fasit
olduuna dair iddias doru olabilir. slâm âlim.
leri içinde himmetini bu noktaya sarfetmi bir
kimseyi göremedim. Mütekellimînin, kitaplarnda-
felsefecileri reddettikleri yerlerde onlardan al-
dklar sözlerin hep vuzuhsuz, perian, tenakuz
ve fesatla dolu olduunu gördüm limlerin in-
celiklerine nüfuz ettiini iddia edenler öyle dur-
sun, cahil halktan bir kimse bile o sözlere ka-
çamaz. Anladm ki bir mezhebi iyice anlardadanr
özüne vâkf olmadan reddetmek karanla kubur
skmak gibidir. Bu sebeple felsefe tahsiline cid-
diyetle sarldm. Bu bapta yazlm kitaplar bir
üstattan yardm görmee muhtaç olmadan müta-
leaya koyuldum. er'î ilimlerin tedris ve tasni-
finden bo kaldm saatlerde buna çaltm. Osralarda Badatta üç yüz talebeye ders veriyor-
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL - '
2 7
dum. Cenab Hak, bo zamanlamadaki bu müta-
lâalarla iki seneden az bir vakitte beni bu ilmin
en son haddine muttali kld. lmi tamamiyle
anladktan sonra bir sene kadar da daimî surette
onu düündüm, tekrarladm, derinliklerine dal-
dm. Nihayet oradaki aldatmalara, tezvirlere, ha-
kikat ve hayallere ek ve üpheye mahal kaimi;
yacak surette vâkf oldum. imdi felsefecilerin
ve ilimlerinin hikâyesini benden dinle. «Bunlarn
birkaç snf olduunu, ilimlerinin de birkaç ksm-dan ibaret bulunduunu gördüm. Bütün bu snf-
lar; eskilerle daha öncekiler, sonrakilerle evvel-
kiler arasnda» hakikatten uzak ve yakn olmak
hususunda büyük fark bulunmakla beraber hepsi
küfür ve ilhat £l} damgasn tarlar.
.***
FELSEFECLERN SINIFLARINA VE HER.
SNDE KÜFÜR DAMGASININ BULUNDU-UNA DAR
Felsefeciler; frkalar çok, mezhepleri muh-
telif olmakla beraber üç ksma ayrlrlar: Dehrî-
ler, tabiîler, ilâhîler.
Birinci snf delililerdir. Bunlar en eski fel-
sefecilerden bir taifedir. Kâinatn tedbirli, âlim,,
ve muktedir bir yaratcs bulunduunu inkâr
ettiler, âlem ötedenberi kendiliinden böylece
mevcuttur, bir yaratcs yoktur. Hayvan meniden
[1] Bâtl mezhebe sülük etmek.
--28 EL-MUNKZU MÎN-AD-DALAL
vücude gelir. Meni de hayvandan hasl olur.
Ötedenberi böyledir ve böyle gidecektir ; dediler.
Bu ksm felsefeciler zndktrlar.
kinci snf tabiîlerdir. Bunlar bir zümredir
ki en çok tabiat âleminden, hayvanlarn ve ne-
batlarn acaibinden bahsettiler. «Hayvanlarn aza-
sn terih» ilmi ile çok megul oldular ve builimde Cenab Hakkn çok hayret verici sanatla-
rn ve yüksek hikmetlerini gördüler. leringayelerine vâkf, kadir ve hakîm bir halikn var-
ln itirafa mecbur kaldlar. Terihi ve mena-
fiül'aza iliminin acayip cihetlerini mütalâa eden
her insanda hayvan yapsn, bahusus insan yap-sn bina eden Ailahn tedbirlerindeki kemale
dair böyle zaruri bir ilim hasl olur. Fakat, ta-
biîler tabiattan çok bahsettikleri için hayvani
kuvvetlerin kvam ve kemal üzere bulunmasndamizacn itidal üzere bulunmasnn büyük tesiri
olduuna vâkf Oldular. nsandaki «Kuvvei
âkile £l}* oifl de mizaca tâbi olduunu zannet-
tiler ve mizacn bozulmasiyle o da bozulur ve
yok olmu bir ey tekrar var olamaz, dediler. Busebeple bunlar «Nefs ölür, bir daha dönmez»
fikrine zahip oldular ve ahiret yoktur, dediler.
Cenneti, cehennemi, kyameti ve hesab inkâr
ettiler. badet için sevap, günah için azap ola-
can kabul etmediler. Gemsiz, ba bo kaldlar
Hayvanlar gibi, ehvetlere daldlar. Bunlar da—;\
v
[1] Hayat ve idfak kuvveti.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂLS
zndktrlar. Çünkü imann esas Allaha ve ahi-
rete inanmaktr. Bunlar Allaha ve sfatlarna
inandlarsa da ahireti inkâr ettiler.
Üçüncü snf ilâhilerdir. Bunlar daha sonra
yetien felsefecilerdir. Bunlardan biri Eflâtunun
hocas olan Sokrattr. Eflâtun da Aristo'nun ho-
casdr. Mantk ilmini tertip eden, felsefî ilim-
leri telhis edip kolayca istifade edilir bale ge-
tiren Aristo olmutur. Bu suretle bu ilimlerin,
anlalmas güc ksmlar daha kolay anlalr bir
hale geldi. Bunlarn hepsi, yukardaki iki snf,
yani dehrilerle tabiîleri reddettiler. Onlarn bü-
yük hatalarn bakalarna söz brakmyacak su-
rette açkladlar. Onlarn bu suretle birbiriyle
çarpmalar «Allah müminleri çarpmadan kur-
tard» mânasndaki ayeti kerime fehvasnca mü-
minlerin onlar reddetmek için uramasna ha-
cet brakmad. Sonra Aristo, Eflâtunun, Sokratn *
ve daha önce yaam ilâhîlerin felsefesini id-
detle reddetti, hepsinden uzaklat, ayr kald. .
Bununla beraber onlarn küfür ve bid'at saylan
baz fikirlerini kabul etti, kendini o gibi fikir-
lerden kurtaramad. Bu. sebeple gerek bunlar,
gerek bni Sina, Farabi ve bakalar gibi onlara
uyan islâm felsefecilerini tekfir etmek vacip oldu.
unu da ilâve edelim ki hiçbir müslüman filozof
bni Sina ve Farabî kadar Aristonun ilmini bize
lâykyle nakletmee muvaffak olamamtr. Ba.
kalarnn naklettikleri hep hatal ve karktr.
Okuyanlarn zihni karr, anlayamaz. Anlalm
a0 EL-MUNKZU MlN-AD-DALÂL
yan bir ey oasl red veya kabul edilebilir? îb~
ni Sina ve Farabîain nakillerine göre Aristonun
bizce malûm olan bütün felsefesi üç ksma ay-
rlr. Bir ksm küfre gider, bir ksm bid'at sa-
ylr, bir ksmnn da asla inkâr icap etmez.
Bunlar tafsil edelim. 8
***t _
*
i
FELSEFENN KISIMLARINA DAÎR
Felsefî ilimler, elde etmek istediimiz inak-*
ada göre, alt ksmdr: Riyaziye, mantk, ta-
bîye, ilâhiye, siyasiye, ahlâk.I
1— riyaziye
Riyaziye; hesap, hendese ve heyet ilimlerin-
den ibarettir. Bunlarn hiçbirinde ne müsbet, ne
de menfi cihetten dine taallûk eden bir cihet
yoktur. Bunlar aklî delillerle ispat olunan ey-
lerdir. Anlalp örenildikten sonra inkâra ma-
Jbal kalmaz. Fakat bunlardan iki fenalk do-mutur. Birisi u<Jfcr: Bu ilimleri mütalâa eden
kimse oradaki incelikleri ve(
delilleri hayret ve
taaccüp ile karlar. Bu yüzden felsefecilere kariçinde takdir hissi uyanr. Zanneder ki felsefeci-
lerin bütün ilimleri açk olmak ve kuvvetli
delile dayanmak hususunda bu ilim gibidir. Son
ra felsefecilerin küfrünü, Aüah inkâr ettiklerini,
maneviyata kymet vermediklerini undan bun-
31
<ian iitir, srf onlar taklit etmek sebebiyle kâ-
fir olur. Keadi kendine «Din hak bir ey olsay-
d riyaziyeyi bu kadar incelemi olan bu büyük
adamlarca malûm olurdu, gizli kalmazd.» der,/
onlarn küfrünü, inkârn iitince dîni inkâr et-
menin doru olduuna kanaat getirir. Bakahiçbir dayana olmad halde yalnz böyle bir
düünce ile doru yoldan çkan ne kadar adam
gördüm ! Taklit ile doru yoldan çkan bu ada-
ma: tBir ilimde mahareti, olan kimsenin dier
ilimlerde de mahir olmas lâzm gelmez. «F-
kh, Kelâm» ilimlerini iyi bilen bir insann «tp»ilminde de hâzk olmas icap etmez. Sonra aklî
ilimleri bilmiyen bir kimsenin cNahiv» ilmini
de bilmemesi iddia edilemez. Her ilmin erbab
vardr. O ilimde ilerlemiler, bakalarn geç-
milerdir. Bazan bunlar baka ilimlerde cahil ve
ahmak mevkiine düerler. Eskilerin riyaziyata ait
«özleri delile dayanr. Fakat ilahiyatta tahmini-
dir. Bunu ancak tercübe eden, onunla megulolan anlar.» dense kulana girmez, kabul et-
mez. Nefsinin galebesi, tembellik arzular, ken-
dini akll göstermekten holanmas gibi haller
onu bütün ilimlerde felsefecilere iyi gözle bak-
makta srar etmee sevk eder. Bu, büyük bir
âfettir. Bu sebeple bu ilimlerle . fazla megulolanlar menetmek vacip olur. Çünkü bu ilimler
gerçi dine taallûk etmezler. Ancak fesefecilerc
ait ilimlerin balangc olduu için felsefecilerin
fenal ve uursuzluu okuyana sirayet eder.
32EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
Bununla fazla uraanlar içinde dinden çkmyan,
takva gemini bandan atmyan pek az kimse
vardr.
kinci fenalk, islâm dininin cahil taraflarn-
dan gelmitir. Bunlar felsefecilere ait bütün*
ilimleri inkâr etmeyi dine hizmet ve yardm say-
dlar. Bu suretle onlarn bütün ilimlerini red,
cahil olduklarn iddia ettiler. Hattâ onlarn ay
ve günein tutulmas hakkndaki sözlerini kabul
etmediler. Bu iddialarn er'a muhalif olduum*
söylediler. Cahillere yakan bu iddialar, ay ve
günein tutulmasn kat'î burhan (aklî delil) ile
bilen bir kimsenin kulana yard zaman ken-
di delilinde üpheye dümez, ancak islâm dininir*
cehil üzerine kurulduuna, kat'î bürhanlar ta-
nmadna hükmeder, felsefeye kar sevgisi ar-
tar, islâm dininden yüz çevirir. Bu ilimleri in-
kâr etmekle islâm dinine hizmet ettiklerini zan-
nedenlerin din aleyhinde iledikleri cinayet çok
büyüktür. eriat, bn ilimler hakknda ne müsbet,
ne menfi bir ey söylemi deildir. Bu ilimlerde
de din ilerine dokunacak cihetler yoktur. Haz-
reti Peygamberin u mânada bir sözü vardr;
«Güne ile ay Allann ayetlerinden (alâmetlerin-
den) iki ayettirler. Bir kimsenin ne ölümü [lj
ne de yaamas için tutulmazlar. Böyle bir ey
[1] Hazret i Peygamberin olu brahim vefat ettir
gün güne tutulmutu. Halk, Peygamberin olu öldüü
için güne tutuldu, demee balad. Ha2reti Peygamber
onlar irad etti.
33
gördüünüz vakit Allab açmaya ve namaza ko-
unuz.» Bu hadîste güne ile ayn seyrini, onla-
rn belli durumlarda içtima ettiklerini, yahut
karlatklarn tarif eden hesap ilmini inkâra
sebep olacak bir ey yoktur. Bu hadis-i erifin
sonu olarak gösterilen: «Ancak Allah bit eye
tecelli ettii zaman o ey hudua (ba emekdemek) varr.» cümlesi «sahih» denilen muteber
hadis kitaplarnda yoktur. îte riyaziyatn hik-
meti ve afeti budur.
2 — MANTIK
Mantkta da ne müsbet, ne de menfi cihet-
ten dine taallûk eden bir §ey yoktur. Mantk
delillerin, kyaslarn usulünü, bürhann mukad-
dimelerinin artlarn bu mukaddimelerin nasl
tertip edileceini, (haddi sahih) denilen tarifle-
rin artlarn, bunun nasl takip edileceini* il-
min ya tasavvurdan - ki tarif yoliyle örenilir,
ya tasdiktan-ki bürhan yoliyle örenilir - ibaret
olduunu tetkik eder. Bunlarda inkâr edilmesi
gereken bir cihet yoktur. Bunlar «Mütekellimi-
nin» ve ilim erbabnn dejiie ait zikrettikleri
eyler cinsindendirler. Aralarndaki faik ifade
ekillerinde, terimlerde görülür. Bir de mantk
âlimleri tariflere, taksimlere fazla ehemmiyet
verirler, bunlar etrafl olarak anlatrlar. Mantk,
çlarn sözlerine dair misal verelim. Derler ki;
Her ta) o*° (°) olduu sabit olursa, baz (b) nin
34 EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
(a) olmas lâzm gelir. Yani (her insan hayvan-
dr) sözü sabit oluaca bundan (baz hayvann
insan olduu) mânas çkar. Bunu öyle bir ka-
ide ile ifade ederler: «Mucibe, i külliyenin aksi,
mucibei cüziyedir.» Bu sözlerin, dinîn esaslarna
ne taallûku vardr ki inkâr olunsun, inkâr edi-l
lirse mantkçlar inkâr edenin aklnda, hattâ
dininde kusur olduu zannna düerler. Çünkü
o adam dinin bu gibi inkârlar üzerine kuruldu-
u kanaatinde olduunu göstermitir.
Evet, mantkçlarn da bu ilimde baz fena-
lklar görülmektedir. Bunlar «Burhan» için bir
takm artlar ortaya koymulardr. Bu artlarla
(bürhan) üphesiz (yakîn) ifade eder. Fakat dinî
meseleleri tetkik srasnda bu artlara tamamiyle
riayet edememiler, çok müsamahakâr davranm-
lardr. Çok kere mant tetkik eden bir kimse
onu beenir, çok zçk ve kat'i bulur. -Sanr ki
mantkçlar kendilerinden rivayet olunan ve
küfre varan meseleleri bu gibi bü hanlarla ispat
etmilerdir. Dinî ilimlerde o meseleler hakknda
yaplan tahkikata iyice va^f olmadan o yanl
fikirleri kabul ederek küfre düer. 3u âfet de
manta arz olmaktadr.
3 — TAB IAMLER
Bu ilim, âlemdeki cisimlerden; yani gökler-
den, yldzlardan, yerdeki su. hava, toprak, ate
gibi basit cisimlerden; hayvan, nebat, madenler
gibi mürekkep cisimlerden; bunlarn deimeleri,
EL-MUNKZU MN-AD-DALAL . ^istihale geçirmeleri, imtizaç etmeleri sebeplerin-
den bahseder. Bu, bir tabibin insan cisminden,
mühim ve tâli âzasndan ve mizacma istihalesi
«sebeplerinden bahsetmesine benzer. Din tp ilmi-
ni inkâr etmedii gibi tabiî ilimleri de inkâr
»etmez. Ancak belli ve sayl baz meseleleri red-
deder ki onlar (Tehafüt - ül- felâsife) £l] adn-daki kitabmzda zikrettik. O kitapta zikrettii-
mizden baka dine uymad görülen meselelerin,
iyi düünüldüü takdirde, anlattm meselelerde
dâhil olduu anlalr. Hepsinde esas olan nokta
•sudur: Tabiat Allann emri altndadr. Kendili-
inden bir ey yapmaz. Hâlik ona yaptrr. Gü-ne, ay, yldzlar ve dier eya Ailahn emrine
Sâbidirler. Hiçbiri kendiliinden bir i yapacak
durumda deildir.
4 — ÎLAHÎ ilimler
Felsefecilerin en çok yanldklar meseleler
hu ksmdadr. Mantkta (burhan) için kabul
ettikleri artlara lâykyie riayet edemediler. Buyüzden aralarnda çok ihtilâf oidu. Ibni Sina ve
Farabinin anlattklarna nazaran Aristo ilâhryatta
mezhebini islamlarn mezheplerine yaklatrm-tr. Fakat felsefecilerin ilahiyat bahsinde yaptk-
lar hatalar yirmi esasa dayanr. Üçü küfre
[1] Tehafüt, arka arkaya bir eyin üzerine dümek,çarpmak manasnadr. Pervanenin lâmbaya çarpmas gi-
bi. «Tehafüt - ül - feiâsife» filozoflarn hatalara dümesi,»dökülmesi demek olur.
36EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
varr, on yedisi islâm dinice nazaran bid'at sa»
ylr. Bu yirmi meseledeki kanaatlerini ylmakiçin (Tthafüt) kitabn tasnif ettik. Küfre varan
üç meselede bütün müslümanlara muhalefet et-
içilerdir. Birinci mesele udur: nsan öldük ters
sonra cesedi tekrar dirilmez. Sevap ve azap gö-
ren ruhlardr. Azaplar, ruhanîdir, cismarî deil-
dir. «Ruhun azap duyacan kabul etmelerinde
isabet etmilerdir. Ruh azab duyacaktr. Ancak
cesedin dirilmesini inkâr etmelerinde hatâ etmi-
lerdir. Ve bu iddia ile eriat nazarnda küfür
irtikâp etmi saylrlar.
kinci mesele: tCenab Hak külliyat bilir,,
cüziyatfl} bilmez » Bu söz de eriat nazarnd*
açk bir küfürdür Kur'an Kerimde öyle denil-
mitir: «Yerde ve gökte bir zerre miktar dahi
Allann ilminden hariç kalmaz.» Hakikat budur.
Üçüncü mesele: Felsefeciler âlemin kadim
ve ezelî olduuna inanmlardr. Müslümanlar*
dan hiçbir kimse bu meseleleri bu tarzda fcabul
etmemitir Bu meselelerden baka meselelerde»
meselâ, Allann sfatlarn nefiy eylemekte, «Al-
lah zat ile bilir, ayrca bir ilim sfat yoktur.fr
tarzndaki iddialarda mezhepleri mutezile mez-
hebine yakn görülmektedir. Bu gibi sözlerle
mutezilenin tekfiri lâzm gelmez. «Feysal-üt*uniTrr ~ '
1
[1] Bir cinsten olan birçok varlklar gösteren mef-
humlara «kullî» denir, Aksi «cüzî» dir. Meselâ deniz:
küllidir, bütün denizleri gösterir. Fakat Marmara cüzî»
dir, yalnz bir denizi gösterir.
» -
, EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL a7
tefrika beynel- islfttni v' • ez-zendaka» adndaki
kitabmzda, keadi mezhebine muhalif olanlar
hemen tekfir edenlerin doru düünmediklerini
gösterecek izahat verdik.
5 — SYASYATFelsefecilerin bu husustaki bütün sözleri
«dünya ilerine ait saltanat tarafndan maslahata
binaen kabul olunan tedbirler» diye hulâsa edi-
lebilir. Bu baptaki bilgileri Allah tarafndan
Peygamberlere gönderilen kitaplardan ve geç-
mite yaam velilerden naklolunan hikmetler-
den almlardr.
6 — AHLAK
Felsefecilerin bu husustaki bütün sözleri -
<de «aefsin sfatlarm saymak, ahlâkn beyan et-
mek, bunlarn cins ve nevilerini anlatmak, fena
olaalarn düzeltilmesi için lâzm gelen tedbirleri
*lmak ve mucahedede bulunmak» tarznda hulâsa
edilebilir. Bu bilgileri mutasavvflarn sözlerin-
den almlardr. Mutasavvflar A ilaha inanan
bir zümredir. Allann zikrine devam, nefsin ar-
zularna muhalefet ederler. Dünyadan yüz çevire-
cek Allaha giden yolda yürürler. Bu suretle
/vuku bulan mücahedelerinde nefsin ahlâk, ayp-
lar, hareketlerinin kötü taraflar kendilerine
malûm olur. Bunlar açk olarak anlatmlar, fel-
sefeciler de alp kendi sözlerine kartrmlardr.Maksatlar sözlerini hoa gidecek bir ekle so-
3gBL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
karak bâtl fikirlerioi kabul ettirmektir. Felsefe-
etler asrnda, daha dorusu bütün asrlarda?
bu gibi Allah adamlarndan bir cemaat bulun,
mutur. Cenab Hak dünyay onlarsz brakmaz,.
Onlar yer yüzünün manevî büyükleri, temel ta.
lan saylr Onlarn bereketiyle yer yüzün,
deki halka rahmet yaar. Hazreti Peygamber bir
hadîste : «Bunlarn yüzü suyu hürmetine insanlara
yamur yaar, rzk ihsan olunur. Ashab kehif
bunlardan bir cemaat idi.» buyurmutur. Sofiler^
kur'an kerimin beyan veçhile eski zamanlarda da
yaamlardr. Felsefecilerin, peygamberlerle ta-
savvuf erbabnn sözlerini kendi kitaplarna der
cetmeleri yüzünden iki fenalk meydana geldi.
Biri o sözleri kabul edenler, dieri de reddeden-
ler hakkndadr. O sözleri reddedenler hakkn-
daki fenalk bü>üktür. Çünkü bilgisi zayf olar*
bir zümre zannetti ki o sözler onlarn kitapla-
rnda yazl ve onlarn bâtl fikirleriyle karmolduu için terk edilmek, okunmamak icap eder-
Hattâ onlar anlatanlara itiraz etmelidir, dediler.
O sözleri ilk önce felsefecilerden iittikleri için
bâtrl olduu zayf akllarna yerleti. Çünkü söy~
üyen, sözleri bâtl bir insandr. Bir misal verelim
;
birisi bir hrstiyandan «Taundan baka tapacak
yoktur. Isa tanrnn elçisidir» sözünü iitiyor,
[1] Metinde ba zatlar «hakknda (evtad) kelimesi
kullanlmtr. Tasavvuf dilinde (evtad) ark, garp, i-
mal, cenup olmak üzere dünyann dort köesinde», otura*
dört büyük zate denir.
EL-MUNKZU MtN-AD-DALÂL 39
kabul etmiyor. Diyor ki bu, bristiyan sözüdür.
Düünmüyor ki hristiyan bu sözle mi kâfir olu-
yor? Yoksa Hazret Muhamm edin peygamberliini
inkâr etmekle mi? Eer Hazreti Muhammedin
peygamberliini inkâr dolaysiyle kâfir olu-
yorsa küfrünü icap eden eylerden baka, haddi
zatnda hak olan eylerde isterse o eyin hak ol-
duunu o hristiyan da kabul etsin . ona muhale-
fet etmek doru olmaz. Çünkü bu, akl zayf
olanlarn âdetidir. Hakk adam ile tanrlar, ada-
m hak ile deil. Akl sahibi olan kimse akll
insanlarn en büyüü olan Hazreti Aliye uyar.
Buyurmu ki: .«Hakk adamla bilemezsin, önce
hakk tan, o münasebetle ehlini de tanrsn»
Akll adam esasen hakk tanr. Bir söz iittii
vakit ona bakar. Hak ise kabul eder. Söyliyen,
ister bozuk fikirli bir kimse olsun, ister dorudüünceli. Hattâ çok kere sapk kimselerin söz-
lerinden hakikati çkarmaa çalr. Bilir ki al-
tnn çkt yer topraktr. Bir sarrafn kendi
anlayna güveni oldukça elini kalpazann kese-
sine sokup halis altn kalpndan ayrarak çkar-
masnda bir zarar tasavvur olunmaz. Kalpazanla
muamelede ancak köylü zarar görür, sarraf deil.
Yüzme bilmiyenler deniz kysnda dolamaktan
menolunür, mahir yüzgeçler deil. Ylana dokun-
maktan çocuk menolunür, efsunlu [l] olup bu
[1] Efsun esasen büyü demektir. Eskiden baz der-
vi geçinenler ylann kendilerine zarar vermemesi için
.eyhlerinin elinden erbet içerlerdi. Bunlar ylanlar tu-
40EL-MUNKZU MN-AD-DALAL
- •
hususta mahareti olan bir kimse menolunmaz.
Hayatma yemin ederim ki 'insanlarn çou hak-
k bâtldan, doru yolu iri yoldan ayrd etmek
hususunda kendilerini maharetli ve çok akll
sanrlar. Bu sebeple mümkün olduu kadar hep-
sini saptm olanlarn kitaplarn okumaktan
menetmek, kapy kapamak vacip olmutur. Çün-
kü bunlar anlattm bu âfetten kendilerini ko-
rusalar bile ileride anlatacam ikinci âfetten
salim kalamazlar. Kültür itibariyle ilimlerin
mahiyetini kavryacak derecede kuvvet bulma-
m, kalb gözleri mezheplerin yüksek gayelerine
doru açlmam bir zümre din ilimlerinin sr-
larna ait yazdmz eserlerde kaydettiimiz baz
noktalara itiraz ettiler ve iddia ettiler ki onlar
eski felsefecilerin sözlerinden alnmtr. Halbuki
onlarn bazs bizim kendi fikirlerimizdir. «Ba-
zan bir at evvelce geçen bir atn izine basar.»
atasözünde anlatld veçhile bizim hatrmzagelmi olan bir ey önce bakasnn da hatrna
gelmi olabilir, itiraz olunan sözlerin bazs da
er'î kitaplarda, birçoklarnn mânas da tasavvuf
kitaplarnda mevcuttur. Farz edelim ki o sözle-
rin hepsi ancak felsefecilerin kitaplarnda vardr,
Bundan ne çkar? O sözler haddi zatnda mâkul
ve burhan ile sabit ise, Kur'ana ve hadîse
tarlar, çoluk çocua tehir ederlerdi. Halk onlara ef-
sunlu, erbetli derdi. Yaptklar i bir nevi maharetten
ibarettir.
* EI^MUNKZU MN-AD-DALÂL 41
muhalif deilse niçin terk ve inkâr edilmek icap
etsin? Bu kapy açarsak, bir hakikati evvelce
h't ehli bâtln hatrna gelmi diye reddetmee
kalkrsak birçok hakikatleri reddetmemiz lâzm
gelir. Hattâ Kur'aon ayetlerinden, Peygamberin
îadîslerinden, geçmiteki büyüklerin hikâyelerin-
den, hükema ve mutasavvflarn sözlerinden ba-
clarn reddetmek iktiza eder. Çünkü «Ihvanus-
•safa» adndaki kitabn sahibi bu saydklarmz
kitabnda zikretmitir. Bunlar kendi dâvasna
delil göstermi ve bu vasta ile ahmaklarn kain-
lerini kendi bâtl fikrine ceibetmee çalmtr.
Böyle bir kanaat, ehli bâtln hakikatleri, kitap-
larnda kendi sözlerine kartrmak suretiyle eli-
mizden almalarna sebep olur. Bir âlimin enaaderecesi koyu cahil halktan farkl olmaktr. Bal-
dan, • hacamet iesinde görse bile, - tiksinmez.
Düünür ki ie baln kendisini bozmaz/Nefsin on-
dan irenmesi cehilden ileri geliyor. Esasen ie pis
kan için yaplmtr. Cahil zanneder ki kan iede
olduu için pis olmutur. Bilmiyor ki kan ken-
dinde mevcut bir sfattan dolay pistir, Balda
bu sfat olmaynca mücerret o iede olmas ona
o hali vermez ve pis olmasna sebep olmaz. Bu,
bâtl bir vehimdir, halkn bir çouna galip gel-
mitir. Bir sözü onlarn büyük tand bir ada-
ma isnat etsen bâtl dahi olsa hemen kabul eder-
ler. Fena, deersiz bildikleri bir kimseye isnat
«tsea daru da oisa reddederler. Daima hakk
42' EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
adamla ölçerler. Adam haktan tanmazlar. Bu,
çok büyük bir dalâlettir.
zah ettiim bu afet, felsefe kitaplarn mü-
talea etmeyi reddedenlere aittir, kinci âfet o
kitaplar mütalea etmeyi kabul edenlere taallûk
eder. Felsefeye ait «Ihvanussafa» ve saire gibi
kitaplar okuyan kimse, içinde Peygamberin söz- ,
ferinden alnm hikmetleri, mutasavvflarn fi-
kirlerini görür, ekseriya o kitaplar beenir ve
kabul eder. Onlara kar sevgi besler. Okuduave beendii sözlerin verdii iyi zan sebebiyle
ona kartrlm olan bâtl fikirleri de hemen
kabul eder. ite bu, bir nevi bâtl fikirleri telkia
demektir. Bu âfetten dolay o kitaplar okumay
menetmek lâzmdr. Çünkü onlar okumakta bü-
yük mahzur vardr, iyi yüzmeyi bilmiyen kim-
seleri nehir kenarlarnda dolamaktan korumak
iktiza ettii gibi halk bu kitaplar okumaktan,
korumak ta iktiza eder. Çocuklar ylanlara ili-
mekten menetmek lâzm olduu gibi halk, bâtl
fikirlerle dolu bu sözleri dinlemekten de mer
netmek lâzm gelir. Efsunlu kimse, küçük ço-
cuunun kendisini taklit edeceini, «Ben de ba-
bam gibi yapabilirim» diyeceini anlarsa onua
yannda ylana el sürmemelidir. Bu suretle, ço-
cuu böyle bir harekette bulunmaktan sakndr-
mak lâzm gelir. Hakikî bir âlime de böyle yap-
mak düer. Bir mahir efsunlu ylan tutup pan~
zehir ile zehiri ayrd, panzehiri çkararak ze-
hiri yok ettii vakit panzehiri muhtaç olanda»
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL ^•
esirgemesi yerinde deildir. Salam para ile kalp
paray iyi ayrt eden bir sarraf kalpazann kese-
sine elini sokup halis altn alarak kalp iade
ettii zaman iyi ve salam paray muhtaç olan
kimseden esirgemesi doru olamaz. Âlim de böy-
ledir, f 1} Panzehire muhtaç olan kimse zehir
merkezi olan ylandan çkarlm olmasndan do-
lay ona kar yüzünü ekitirse, paraya muhtaç
olan fakir, kalpazann kesesinden çkarlm alt-
n kabulden nefret ederse kendilerine hatrlatmak
lâzm gelir ki bu nefret onlar arzu ettikleri
faideden mahrum brakacak tam bir cehilden ba.
ka bir ey deildir. unu da anlatmal ki iyi
para ile kalp para arasnda, bir kese içinde bu.
lunmak suretiyle, yaknlk bulunmas iyi paray
kalpa çevirmez Nasl ki kalp paray da iyi yap-
maz. Bunun gibi hak ile bâtl arasnda yaknlkolmas, yani bir ilim içinde kark olarak zik-
redilmi olmas bâtl hak yapamaz. te felsefe-
nin âfeti ve, zarar hakknda anlatmak istedii-
miz bu kadardr.
*** ,
TALM MEZHEB LE GALESNE DARFelsefe ilminden, onu örenip anlatmaktan,,
tenkid edilmesi lâzm gelen yerleri tenkidetmek-
[1] Yani bilgisi, halkn zihnini kartrmadan on.
lara felsefenin iyi taraflarn anlatmaa kâfi ise bunu?
esirgememelidir.
>
O-
S
°2
C gd- fi*
«so-r-
O «p sr
p>° S»D- oa. o
«
s. S-
s .B
re* D | 2. F S i
ts d « -o » h « tt2 s: ; S* s* g s £l:
• f S | r I i."0
nPcr
o-
pDP3S)
P
P>
BM CAo
y> ^ Sp
Cu(t
a*
N
5 S rt M ?r 2
- 1 î i
o- 2-
V-o
ccB1=
s
D
S ! •& i*t S B & 8 * 19 D
| § 6B W
Z B
e: »p> M
o »D DI
' t£P >T)H
«fi O
p S ** B s
e S- 5 5' s g
i
Da*
' «S. 5 S t h
6!S" g C: «
S E. « ^ s * s
i . I s; s.1 | t» ? t
p
2 <• mB pî »-a
n O:
CT5<— •
a*oCJOt
c
p n
5. &
Q Br
C/S
2 ° sr 3
fi « e*O- ^
P p
2. 3.
„. ° 2.
|> S c §g C: PP r» ^rt QD S D
s 5 e
I >
c gR N Mî
s: r s
5- =P
P N)
e- S-
rt fD P -D- 7T g
» 0 ^ -^ - 1 ?O- P
P HP *
OO* CTQ«
I
1 1 fi*
S» 1 B* t*P O- M H ûy S H fVt
N 00c » ^ p" O
cr ot W i
_ p> c 5L
EL-MUNKIZU MtN-AD-DALÂL 45.,.
'/
gibi karklklar, üpheler dolaysiyie mezhep-
lerini müdafaadan âciz kalrlard, dedi. Bu söz
bir cihetten dorudur. Ahmet lbni Hambel [l},
mutezileyi red hakknda bir kitap yazan «Hâris-i
Muhasibi» {2} ye iyi yapmadn söyledi. Haris;
— Bid'ati reddetmek farzdr.
dedi. Ahmet:— Evet, fakat sen ilkin üphelerini anlattn,
sonra cevap verdin. Mütalea edenlerin bu üphe-
lere zihni taklp verdiin cevaba iltifat etme-
mesi, yahut verdiin cevabn hakikî mânasn
anlamamas varittir.
Cevabn verdi. Ahmedin dedii dorudur,,
eer bahsedilen üphe yaylmam ve öhret bul-
mamsa. Fakat üphe yaylmsa ona cevap ver-
mek vaciptir. Cevap vermek için de evvelâ üp-
heyi anlatmak lâzmdr. Evet oolarn ehemmiyet
vermedikleri üphelere fazla ehemmiyet verme-
meli. Ben de böyle hareket ettim. Ben, üpheleri,
evvelce «taiimiye» çilere katlp onlarn mezhebini^
benimsemi olan, sonra bana gelip gitmiye ba-
hyan birisinden iittim. «Onlar mezheplerini red-
deden musanniflere gülüyorlar, çünkü bu mu-
sannifler hâlâ onlarn delillerini anlyamamlar.»
dedi, bana o delilleri zikretti ve onlardan hikâye
etti. Asl delillerinden gafil olduumu zannet-
fl] Hambelî mezhebinin imam.
[2] Basrah mehur bir mutasavvftr. Cüneydi Ba£
dadînin amcasdir. Vefat: 243
.,â4L EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL -"46
melerine nefsim raz olmad. Bunun için onu
zikrettim. Delilleri iitip de anlamadim san-
malarna da gönlüm raz olmad. Bunun için de
üpheyi anlattm. Demek istiyorum ki evvelâ
üphelerini imkânn son haddine kadar açkladm.
Sonra fesadn gösterdim. Hulâsa: mezheplerinin
esas, sözlerinin kymeti yoktur. Eer cahil dostun
kötü yardm olmasayd o bid'at zayfl ile be-
raber bu dereceye kadar öhret bulmazd Fakat
taassubun iddeti, hakk müddafaa edenleri yap-
lan münakaalarn balangcnda niza' uzatmaa,
onlarn her dediini red ve inkâr etmee sevk
etti «Talim ve muallime ihtiyaç vardr», tHer
muallim ie yaramaz. Belki masum muallim lâ-
zmdr.» yolundaki dâvalarn reddettiler. Fakat
«Talime ve muallime ihtiyaç vardr» dâvasnda
talmiyeciler hakl çktlar. Bu davay reddeden-
lern sözü hükümsüz kald. Baz kimseler buna
aldandlar. Sandlar ki bu c,ht«t onlarn mezhep-
lerinin kuvvetinden ve muhaliflerin mezhepleri- -
nin zayflndan ileri geliyor. Halbuki bu,
hakka yardm edenin zayflndan ve yardmyoHyle yapmayi bilmediinden ileri gelmitir.
Bunu anlyamadlar. Dorusu udur ki bir mual-
lime ihtiyaç vardr ve bu muallimin masum ol-
mas gerektir. Bunu itiraf etmek lâzmdr. Fakat
bizim masum muallimimiz Hazreti Muhammeddir.
-(Allann selâm ona olsun) Onlar:
— Hazreti Muhammed vefat etmitir.
Derlerse biz de:
EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL 47
— Sizin mualliminiz de gaiptir £l).
Deriz. Onlar:— Muallimimiz insanlar doru yola davet
<edecek rehberler yetitirdi ve her tarafa gönderdi.
Rehberler ihtilâfa düerlerse, yahut bir mükül
karsnda kairlarsa kendisine müracaat etmele-
rini beklemektedir.
Derlerse biz de:
— Bizim muallimimiz de rehberler yetitirdi
<vti her tarafa gönderdi, öretmedik bir ey b-
rakmad. Cenab Hk Kur'an Kerimde: «Bugün
size dininizi ikmal ettim» buyurmutur. Her ey
öretildikten sor ra muallimin vefat etmesi zarar
vermez. Nasl ki ortadan kaybolmas zarar ver-
miyor, deriz.
Çözülmesi gereken bir mesele kald. Bu reh-
berler iitmedikleri hususlarda nasl hükmederler?
Nas ile £2] mi? Bu, olamaz. Çünkü o husus içm
[1] iiler, Hazreti Peygamberden sonra imam (yani
Halife) olmak Hazreti Alinin hakkdr; ondan sonra bu
hak onun evlâdna geçer, derler. Bu suretle imam tanlan
on iki zat vardr On ikinci imam Muhammed Mehdi,
babas Hasan- Askerî öldüü zaman ortadan kayboldo.
Ahir zamanda meydana çkacan bekliyorlar. Fakat
yukarda bahsedilen imamlar hakknda !îi zümreleri
arasnda ihtilâf var. Burada (talimiye) dediimiz zümre,
altnc imam Cafer i Sadk'tan sonra dier îiler gibi
onun ikinci olu Musa Kâzm deil, kendinden evvel
31mü olan büyük olu smaili imam tandlar Bu su-
retle onlara tsmailiye ad verilmitir. Kendilerini îi
telâkki etmezler. mamlarnn ne suretle meydanda ol-
anadma dair vazh malûmat elde edilemedi.
[2] Ayet. hadîs.*
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
nas yoktur, içtihat ve rey ile mi? Aradaki ihtilâf
da buradadr. Deriz ki:
Hazreti Peygamber tarafndan Yemene gön-
derilen Muazn yapt gibi yaparlar. Mesele
hakknda nas varsa onunla, yoksa içtihat ile
hükmederler.
Daha dorusu onlarn (daî) lerinin £l}
imamdan uzaklaarak dounun en uzak yerine
gittikleri zaman yaptklarn yaparlar. Onlar (dai-
ler) daima nas ile hükmedemezler. Çünkü naslar
mahduttur. Tükenmiyen vak'alar tamamiyle gös-
termez, icap eden/her vak'ada uzun mesafeleri
yürüyerek imamn bulunduu ehre gidip sormak
da mümkün deildir. O vakte kadar, meseleyi
sormu olan kimse vefat etmi olabilir. Bu tak-
dirde oraya kadar gidip gelmek bir fayda temi»
etmi olmaz. Birisi kblenin hangi tarafta oldu-
undan üpheye düse kendi içtihad ile (ara-
trarak) hangi tarafta olduuna hükmeder ve o*
tarafa doru namaz klar. Baka yol yoktur. Çün-
kü kbleyi örenmek için imamn bulunduu mem-
lekete gitse namaz vakti geçer. O halde içtihada
binaen kbleden baka bir tarafa doru namaz kl
mak caiz olur. öyle bir esas kabul olunmu-
tur: içtihadnda hatâ etmi olan bir kimseye bir
sevap, isabet edene iki sevap vardr, içtihada
bal bütün meselelerde hüküm böyledir. Fakire
zekât vermek ii de böyledir. Çok kere insan,
zengin olduu halde maln saklyarak kendini
[1] Daî: Talimiye mezhebinde balk bu mezhebe
davet etmiye vazifeli kimse.(
.
.EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL 49
fakir gösteren bir kimseyi fakir zanneder, ona
2ekât verir. Bundan dolay muaheze olunmaz.
Hatâ etmi olsa bile... Çünkü insan ancak kendi
zannna göre muaheze olunur.
Burada talimiyeci dese ki:
— O adamn muhalifinin zann da kendi
zann gibidir.
Deriz ki:
- — nsan kendi zannna uymakla memurdur.
Kblenin hangi tarafta olduunda üpheye düenbir kimse kendi zannna uyar. isterse bakas ken-
disine muhalefet etsin.
Buna kar da dese ki:
— Amelde £l} mukallit olan kimseler EbuHanife'ye, afiî'ye ve dier müçtehidlere uyarlar.
Derim ki:
— Kblede üpheye düen kimse, reyleri bir-
birine uymayan birkaç içtihat sahibi arasnda
kalsa ne yapar? O reylerin sahiplerinden hangi-
sinin daha faziletli, kble hakkndaki delillere
daha âlim olduuna kendi içtibadiyle hükmeder
ve onun içtihadna uyar. Mezhepler hakknda da
böyle yapmak zarurî olur ki yine kendi içtihad-
na uymu olur demektir.
Peygamberler, imamlar ilimleri olduu halde
bazan hatâ ederler. Peygamberimiz • Allahn
selâm ona olsun . buyurmu ki «Ben zâhire göre
[1] Amel, itikat karldr. Bedenle yaplan iler
ve ibadetler demektir.
4
50EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
hükmederim. Kaiblerde sakl cihetleri Allah bi-
lir.» Yaai ben ahitlerin sözlerinden hâsl olan
galip zanna göre hükmederim. Bazan ahitler
hatâ ederler.
Böyle içtihada tâbi meselelerde peypamber-
ler dahi yanlmaktan kurtulamazlar. O halde
yanlmamak bizden nasl beklenebilir?
Burada (ehl i talim) in iki sorusu vardr:
Birisi udur:— tçtihad meselesi, içtihada tâbi meseleler-
de doru olabilir. Fakat itikada ait esaslarda
doru olamaz. Çünkü bunda yanlan mazur sa-
ylmaz. O halde böyle meselelerde ne yaplr?
Derim ki:
— Akaid esaslar Kur'ant Kerimde ve hadîs-
lerde zikredilmitir. Geriye kalan tafsillerde
ve niza'l meselelerde hakikat, «ksças- müstakim»
yani doru mizan ile tartlarak anlalr. Kstas
müstakim dediim ey, Cenab Hakkn kendi
kitabnda zikrettii be esastr ki onlar «Kstas-
1
Müstakim» adndaki kitabmda anlattm.
Talimiyeci dese ki:
— Hasmlarn bu mizanda sana muhalefet
ediyorlar.
Derim ki:
— Bu mizan anlaldktan sonra ona muha-
lefet edilemez. îzah edeyim: Ehli talim muhale-
fet edemez; çünkü onu Kur'andan aldm, Kuk-
andan örendim. Mantkçlar muhalefet edemez;
çünkü mantkta gösterilen artlara uygundur,
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL gl
snuhalif deildir, timi kelâm âlimleri muhalefet
«demez; çünkü nazarî meseleleri ispat eden de-
iiller hakknda anlattklar cihetlere uygundur,
ilmi kelâm meselelerinde hak bu veçhile mey-
dana çkar.
Buna kar da:
— Elinde böyle bir mizan varsa niçin halk
arasndaki ihtiâf kaldrmyorsun? dese.
Derim ki:
— Beni dinleseler aralarndaki ihtilâf kal-
drrm. htilâf kaldrmak yolunu «Kstas Müs-
takim» kitabnda bildirdim. Dikkatle oku ki hak
olduunu bilesin. Halk onu dinledii takdirde
aralarndaki ihtilâf kesin surette kaldracam.anlarsn. Fakat onlarn hepsi dinlemiyor. Ancak
bir zümre dinledi, aralarndaki ihtilâf kaldrdm
Senin imamn (talimiyecilerin imam), halk ken-
disini dinlemedii halde, aralarndaki ihtilâf zorla
kaldrmak istiyor. Peki, imdiye kadar niçin kald-
aramad? imamlarn ba olanHazreti Ali bile -Al-
lah ondan raz olsun-ihtilâf kaldramad. Niçin?...
Bir de senin imamn bütün halk zorla kendini
dinlemeye mecbur edebileceini iddia ediyor. Ohalde bugüne kadar niçin zorlamad. Hangi gü-
ne brakt? Onun halk kendi tarafna davet
«tmesi, ihtilâf ve muhalifleri çoaltmaktan baka
bit netice vermedi. Halk arasndaki ihtilâf; kan
dökmee, ehirleri ykmaa, çocuklar öksüz b-
rakmaa, yol kesmee, mallar yama etmee
sebebolmasn diye korkuluyordu, ite sizin ihtilâf
52EI^MUNKZU MN-AD-DALÂL
-
kaldrmanzn iyi neticesi olarak ( !) dünyada öyle
haller zuhur etti ki misli görülmemitir fi}»
Yine dese ki:
— Halk .^arasndaki ihtilâf kaldracaniddia ediyorsun. Birbirine uymyan mezhepler,,
karlkl ihtilâflar arasnda aran bir kimseye
seni dinleyip hasmna kulak vermemesi lâzmgelmez. Sana muhalefet eden birçok hasmlarn
vardr. Seninle onlar arasnda ne fark var?
îte bu onlarn ikinci sorusudur. öyle cevap
verilir:
— Bu, soru evvelâ senin aleyhine döner;
çünkü o arm adam kendi tarafna davet
etmek istersen cSenin, muhalifinden daha iyi
olduun ne ile sabittir? Halbuki ilim ehlinin
çou sana muhaliftir» diyecek. Buqa nasl cevap
vereceini merak ediyorum. «Benim imammhakknda (nas) vardr. ££}» mi diyeceksin? Nasdâvasnda seni ne zaman tasdik eder. Çünkü,
o, nass Peygamberden iitmemitir. Bunu ancak
senin iddia ettiini iitiyor. Halbuki ilim eshab
bu hususta senin yalan söylediini kabulde mu»
tabk kalmlardr. Haydi o adam nassa ait dâ-
van kabul etti diyelim. Eer asl nübüvvette
(peygamberlikte) yani «nübüvvtt var m, yok
mu?» meselesinde arp:
[1] Talimiyeciler tarafndan yaplan zulümlere ia-
rettir. Tafsilât tarih kitaplarnda yazldr.
[2] Talimiyeciler, Hazreti Alinin ve evlâdnn imam»l hakknda baz hadîsler bulunduunu rivayet ederler»
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL 53
«Farzedelim ki seoin imamn bana kar
Hazreti Isann mucizesi ile sözünü teyide kalk-
sn, hakk söylediine delil olarak «Ben baban
diriltirim» desin ve hakikaten baban diriltsin,
bunun üzerine bana hakl olduunu söylesin.
Oaun doru söylediini ne ile kabul ederim?
Halkn hepsi bu mucize ile Hazreti îsann do-
tu söylediini kabul etmedi. Bu mesele üzerine
<>yle güç sualler sorulabilir ki aklî delilden ba-
ka bir ey ile cevap verilemez. Aklî delillere de
sence itimat olunmaz.
Sihrin mahiyeti ve"mucizeden fark anlal-
«ndkça ve Cenab Hakkn kullarn dalâlete
düürmiyece£[l} bilinmeditcçe mucizinin do-
rulua delâlet edecei anlalamaz. Allah kulla-
rn dalâlete sevk eder mi? suali ve buna cevap
•vermenin güçlüü mehurdur.»
E>ese, bütün bu itirazlara ne suretle cevap*
serilir? Hlbuki senin iddia ettiin imam ken-
disine uymak hususunda muhalifinden daha uy-
gun deildir. Bu itirazlar karsnda ister istemez
inkâr etmekte olduu aklî delillere müracaat
«der. Bu takdirde hasm onunkinden daha açk
delillerle dâvasna kuvvet verir.
Görülüyor ki bu , ikinci sualleri öyle bir
tarzda aleyhlerine döndü ki (talimiye) taifesinin
[1] Kur'an Kerimde «Tanr istedii kulunu doru
yoldan ayrr, istediini doru yola götürür.» mânasnda
bir âyet vardr. Tanrnn kullarn doru yoldan ayrma-
s, tartma konusudur. Burada bu cihete iaret edilmitir.
-
54 EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
eskileri ve yenileri hep bir araya gelseler, bunacevap vermee .urasalar baaramazlar.
Onlarn bu ikinci 'suallerinin ortala yay-d fesada, ilmî ehliyetleri zayf birtakm kim-
selerin onlarla tartmaya tutumalar, anlatt-mz bu sualin aleyhlerine çevirme cihetini brakpcevap vermee kalkmalar sebebolmutur. Ce-
vap vermiye kalkmak, sözü uzatmak demektir.
Maksat arzu edildii veçhile çabuk anlatlamaz.
Bu sebeple hasm cevaptan aciz brakmaya yara-
maz.
-Birisi dese ki:.— Suali aleyhlerine çevirmek suretiyle on-
lar susturmak ciheti anlald. Fakat bu sual-
lerine cevap da verebilir mi?
— Evet derim, eer bahsolunan aknadam «Ben hayrette kaldm», derse ve hayrette
kald m esri ey i tâyin etmezse ona denir ki «Sen
bir hasta gibisin ki ben hastaym, diyor, fakat
hastalnn ne olduunu söylemiyor. Yalnz ba-
na ilâç veriniz, diyor. O hastaya denir ki dün-
yada mutlak hastala ilâç yoktur, ilâçlar mu-ayyen hastalklar için verilir. Baars, ishal ve
saire gibi...» Hayrette kalm olan kimse deböyledir. Hangi meselede hayrette kaldn tayin
etmelidir. Tâyin ederse yukarda bahsettiim bemizan ile tartarak hakikati kendisine anlatrm,,
O mizanlar ki kim onlar lâykiyle anlarsa do-ru olduklarn kabul eder. Onlarla tartlan he*
meselede kendisice kanaat gelir. Htm mizan»
• EL-MUNKZU MlN-AD-DAlAL .
gg
hem de tartnn doru olduunu anlat. Nasl ki
bîr hesap ilmi örencisi hem hesab, hem de ö-retmenin hesap bildiini ve doru yaprn an-
lar. Bu ciheti «El - kstas» kitabnda yirmi yaprak
kadar tutan sözlerle açkladm. Dikkat olunsun!
imdi maksadm onlarn (talimiyecilerin) mez-
heplerinin fasit olduunu anlatmak deildir. Buciheti ilkin «Eimüstazhiri» kitabnda, sonra on-
larn Badatta bara anlatlan bir sözüne cevap
olarak yazdm «Hüccet . ül - bak» kitabnda,
üçüncü defa Hemedan'da bana anlatlan bir' söz-
lerine cevap olarak yazdm on iki fasladan
ibaret cMufassal.ül hilaf» adndaki kitapta, dör-
düncü defa olarak Tus'ta bana söylenen birta-
kim çürük fikirlerine cevap olarak yazdm cet
el eklindeki «Kitap - üd . derec» adl eserimde,
beinci defa olarak da bal bana bir kitap
olan, gayesi bilgilerin mizann göstermekten ve
bu mizanlar iyi anhyan bir kimsenin ayrca bir
imama uymas lâzm gelmiyeceini anlatmaktan
ibaret olan «El kstas» kitabnda zikrettim. Bura-
da maksadm unu anlatmaktr ki bu adamlardan,
insan kark ve karanlk fikirlerden kurtaracak
bir ifa beklenemez. Bunlar imam tâyini husu-
sumda delil göstermekten âcizdirler. Uzun müd-
det onlar denedik. Talime ve masum muallime ih-
tiyaç bulunduu hakkndaki iddialarn tasdik et-
tik. mam, onlarn tâyin ettii zat olduunu kabul
eder göründük Sonra «Bu masum imamdan ne ö-rendiniz?» diye sorduk. Bu hususta aklmza ge-
g6EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
*
len bazuraükülleri onlara anlattk. Mükülleri-
jnizi çözmek öyle dursun anhyamadlar bile-
Kendi acizlerini görünce ii gaip imama havale
ettiler. «Gidip ondan sormak lâzm» dediler.
Gariptir M bunlar muallimi aramak ve onu bu*
larak kurtulua kavumak fikriyle ömürlerini
boa harcadlar. Ve ondan hiçbir ey örenme-
diler. Pislie bulam bir insan gibi ki su arya-
rak yorulur. Suyu bulunca da kullanmaz, yine pisli-
e bulam olarak kalr. Bunlardan bazlar imam-
dan örenilmi baz bilgileri olduunu iddia eder.
Anlattnn hulâsas Fisagorun bozuk felsefesin-
den ibarettir. Fisaor en eski felsefecilerden biri-
dir. Mezhebi felsefe mezheplerinin en kötüsüdür.
Aristo reddetmitir. Hatta çok zayf bulmu ve
rezil etmitir. (Ihvan us safa) adndaki kitapta
anlatlan felsefe budur. Hakikatte bu, felsefenin
en mânâsz ksmidir. Taaccüp olunur ki baz.
kimseler ömürleri boyunca' ilim tahsili yolunda
yorulurlar. Sonra böyle çürük ve bozuk ilimlerle
kanaat ederler. Ve zannederler ki ilimlerden
maksat ne ise onun. en yüksek derecesine nail
olmulardr. Bunlar da tecrübe ettik, zahir ve
bâtnlarna dikkat ettik. Gayeleri cahil halk,.,
akl zayf olanlar muallime ihtiyaç bulunduuna
inandrmak, «Muallime ihtiyaç yoktur» diyenlere
kar kuvvetli ve susturucu sözlerle mücadele
etmektir. Birisi cmuallime iltiyaç vardr» diye
onlardan birine uyar gibi görünse ve «Muallim-
den örendiini anlat, onun taliminden bizi
EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL 5T
de faydalandr.», dese» duraklar. «imdi mademki sözümü kabul ettin, muallimi ara. Benim mak-
adm yalnz bu idi.» Tarznda cevap verir. Çün-
kü bilir ki baka eyler söylemeye kalksa rüs*
•vay* olacak, en ufak bir kark meseleyi çözmek-
ten âciz kalacak. Hattâ çözmek öyle dursun onuanlamaktan bile âciz kalacak. îte onlarn hakiki
halleri budur. Tecrübe et, kendilerinden nefret
«dersin. Biz tecrübe ettik ve onlardan el çektik.
MUTASAVVIFLARIN TARÎKINA DAR
Bu ilimlerin tetkikini bitirdikten sonra bü-
tün himmetimle tasavvuf tarikim tetkike bala-
dm. unu anladm ki bu tarik ancak ilim ve
amelin ikisiyle tamamlanyor. Mutasavvuflarn
ilmi, netice itibariyle nefse ait geçitleri atlatmak,
tan, onun kötü ahlâkiyle fena vasflarndan ken-
dilerini uzaklatrmaktan ibarettir. Bu suretle in-
san, kalbini AUahn gayri eylerden boaltr, onu
Tanrnn zijpyie bezer. Tasavvufun bu ilim ci-
heti bana amelden daha kolay geldi. Bu sebeple
evvelâ mutasavvflardan Ebu Talip-il-Mekki'nin
(Kut-üi.kulûb/adndaki kitabn, Hâris-i Muhasi-
bi'on kitaplarn, Cüneyd, ibiî ve Ebu Yezid-i
Bistamî ve saire gibi büyük mutasavvflardan
nakölunan sözleri ihtiva eden kitaplar mütalaa
etmek suretiyle bu ilmi tahsile baladm- Bu zat-
larn ilmî maksatlarnn özüne vakf oldum. Ta-
savvuf tarikinin örenmek ve iitmekle tahsili
58EI^MUNKZU MÎN-AD-DALAL
mümkün olan ciherini tahsil ettim. Anladm ki bü-
yük mutasavvflarn elde etmek istedikleri gaye
örenmekle deil; tatmak, yaamak, hal ve sfat
lan deitirmek suretiyle elde edilir. Shhatin ve
tokluun tariflerini, sebeplerini, artlarn ören-
mekle salam olmak, tok olmak, arasnda ne
kadar büyük fark var! Kezalik sarholuun «mi-
deden yükselen buharn dima istilâ etmesinden?
hasl olan bir haldr » tarzndaki tarifini bilmek-
le sarho olmak arasnda da büyük fark vardr.
Hakikatte sarho sarholuu tarif edemez. Fakat
sarho olmutur. Ona dair hiçbir bilgiye sahip
deildir. Ayk, sarholuu tarif eder, levazmn
bilir. Halbuki kendisinde sarholuk yoktur. Bir
tabip hasta iken shhatin tarifini, sebepleriir
ilâçlarn bilir; halbuki o anda shhatini kaybet-
mitir, ite bunun gibi zühdün (dünyadan yüz
çevirmenin) hakikatini, artlarn, sebeplerini,
bilmenle zahid hayat yaaman; nefsi dünyadan
vazgeçirmen arasnda da fark vardr, iyice anla-
dm ki mutasavvflar iyi hallere sahiptirler, kuru-
sözlerden uzaktrlar. Bu meslekte ilim yoluyla
örenilmesi mümkün olan tahsil ettim. Benim
için iitmek ve örenmekle elde edilemeyip ancak
tatmakla, o yolun adam olmakla elde edilebi-
lenden baka bir ey kalmamt. er'î ve akil
ilimleri iyice kavramak için lâykyle örendiim
ilim branlar ve sülük ettiim meslekler bana
Allaha, nübüvvete (peygamberlie) ve kyamet
gününe üphe götürmez bir iman vermiti. ma-
EI^MUNKZU MÎN-AD-DALÂL
om bu üç esas, muayyen ve mücerret bir
delil ile deil, belki sayraya gelmiyen sebepler,
karineler ve tecrübelerle kalbimde salam yer-
lemiti. Bende u kanaat hasl olmutu ki ahi-
rette saadete kavumak için tek yol takva (gü-
nahlardan saknmak) ile yaamak, nefsi hava ve-
hevesinden menetmek yoludur. Bu hareketin bada bu gurur diyarndan (dünyadan) uzaklamak,
ahrete balanmak, bütün varlmla Allaha
yönelmek suretiyle dünyadan kalbin ilgisini kes-
mekti. Bu da ancak makamdan, maldan yüz
çevirmek, insan yüksek gayelerden,alkoyan
meselelerden, alâkalardan kaçmak ile tamam ola-
bilirdi. Sonra kendi durumumu gözönüne getir-
dim. Baktm ki dünya alâkalarna dalmm. Bu.
alâkalar her taraftan beni çevrelemiler. Yapt-
m ileri düündüm. En güzeli tedris ve talim
idi. Bunda da ahirete pek menfaati olmyan
ehemmiyetsiz bir takm ilimlerle megul oldu-
umu gördüm. Tedristeki niyetimi yokladm.
Onun da Allah rzas için olmadn; mevki
sahibi olmak, an ve eref kazanmak arzusundan
ileri geldiini anladm. Uçurumun kenarnda
bulunduuma, vaziyetimi düzeltmee uramaz-
sam atee yuvarlanacama kanaat getirdim. Bir
müddet hep bunu düündüm. Henüz ihtiyarma
sahiptim. Bir gün Badatdan çkmaa, o haller-
den kurtulmaa kat'î karar verirdim ; ertesi gün
bu karardan vazgeçerdim. Kararszlk içinde idim.
Bir sabah ahiret isteine meyi ve arzum kuvvet
60EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
bulsa akam üzeri muhakkak dünya arzulan bir
ordu gibi üzerime saldrarak o arzuyu datrd.Dünya arzulan zincir gibi beni makam ve mevkie
doru sürüklüyordu. îman münadisi de £l} söyle
seslenirdi:
— Göç zaman gelmitir, ömrün sona ermek
üzeredir. Önünde uzun ahiret seferi vardr. im-
diye kadar edindiin amel ve ilim hep riya ve
gösteriten ibarettir. imdi ahirete hazrlanmazsan
ne zaman hazrlanrsn? Dünya alâkalarn imdi
kesmezsen ne zaman kesersin?9 S • «
'
Bu srada içimde evvelki arzu yeniden uya-
nr. Badattan firar etmek karar kuvvet bulur-
du. Bu sefer eytan gelerek öyle derdi:
— Bu sana arz olmu bir hastalktr. Sa-
kn itaat edeyim, deme. Çünkü çabuk zail olacak
bir haldir. Eer ona uyarak bugün içinde bulun-
duun yüksek mevkii, kimsenin bozmaya imkân
bulamyaca muntazam hayat, hasmlar tarafn-
dan ihlâl edilmek tehlikesinden uzak maieti
terkedersen ihtimal birgün nefsin onu arzu eder»
fakat ona bir daha kavumak müyesser olmaz.
48 8 Senesi Recep ayndan itibaren alt ay
kadar dünya arzulan ile ahiret düünceleri ara-
snda kararsz kaldm. Bu Recep aynda i ihti-
yarî olmaktan çkt. îztirar mevkiine dütüm.
Çünkü Cenab Hak dilime bir kilit vurdu, ted-
[J] Münadi: Halk herhangi bir eyden haberdar
<©tmek için yüksek ses ile baran kimse.
EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL. 6y
tisi yapamyacak surette baland. Talebemi
memnun etmek için bîr gün olsua ders vermiye
nefsimi zorladm, fakat dilim bir kelime dahi
söyleyemezdi, Buna muktedir olamyordum. Sonra
dilimdeki bu tutukluk kalbime bir hüzün' verdi.
Bu hüznün tesiri ile midemde hazm kuvveti
kalmad. Yemekten, içmekten kesildim. Kandra-
cak kadar su boazmdan geçmiyordu. Bir lok-
may hazmedemiyordum. Bu yüzden bütün bede-
ni kuvvetlerim zayf dütü- Doktorlar, ilâcn
bana fayda vereceinden ümit kestiler. Dediler
ki; «Bu, kalbe arz olmu bir haldir; oradan
mizaca sirayet etmitir. Kalbe arz olan büyük
elem zail olmadkça ilâçla iyiletirmeye imkân
yoktur.» Aciz içinde kaldm, irademin tama-
miyle elden gittiini görünce çaresiz kalm bir
kimsenin ilticas suretinde Allaha iltica ettim.
Çaresiz kullarnn duasn karlksz brakmyanAllah beni kurtard. Mevki, mal, aile, evlât ah-
bap gibi eylerden yüz çevirmeyi bana kolayla-
trd. Mekke'ye gitmek kararnda olduumu söy-
ledim. Halbuki içimde am'a gitmek arzusu var-
d. Halife ve bütün beni sevenler amada ikamet
etmek arzusunda olduumu örenmesinler diye
hakikati sakladm. Bir daha dönmemek üzere
Badadan çkacam «Lâtif hileler» denilen
kapal sözlerle belli etmemeye çaltm. Bütün
Irak âlimlerinin tenkidine hedef oldum. Onlarn
içinde bütün bu eylerden yüz çevirmemin dinî-,
bir sebepten ileri geldiini kabul edecek bir.
EL-MUNKZU MIN-AD-DALÂL
kimse yoktu. Zannediyorlard kî içinde bulundu-
um mevki dinin en yüksek mevkiidir. Bilgileri
ancak bu anlaya müsaitti. Sonra halk birtakm
tahminler içinde ard kald. raktan uzak olan
kimseler bunun memleketi idare eden büyüklerin
arzularndan ileri geldiini zannediyorlard. Bu
büyüklere yakn olanlar da onlarn beni brak-
mamak için nekadar uratklarn, yaptm be-
enmediklerini, benim de onlardan yüz çevirdi-
imi, sözlerine kulak vermediimi görüyorlard.
«Bu, Allahtan gelmi bir itir. Ehli Islama ve
ulema zümresine göz dedi. Bunun baka türlü
sebebi olamaz.» diyorlard.
Badaddan ayrldm. Yanmdaki mal dat-
tm. Benim ve çocuklarmn nafakasna yetecek
kadarn braktm. Irak mal, müslümanlara vakf
olduundan böyle ilere ayrlmas caizdir. Dün-
yada bir âlimin kendi çocuklar için ayrabile-
cei bundan daha iyi mal görmedim. Sonr am'a
vardm, iki seneye yakn bir zaman orada otur-
dum. Tasavvuf kitaplarndan örendiim veçhile
nefsimi fena hallerden temizlemek, ahlâkm dü-
zeltmek, Allah anmak için kalbimi tasfiye et-
mek gayesiyle vaktimi hep insanlardan ayr yaa
mak, riyazet çekmek, ibadetle megul olmak su-
retiyle geçirdim. Bir müddet am'daki Emevî Ca-
miinde itikâfa girmitim. Bütün gün Camiin mi-
naresine çkar, kapsn üzerime kilitlerdim. Soo-
zia Kudüse gittim. «Beyti Mukaddeste girdim.
EL-MUNKZU MN-AD-DAUU6g
Her gün «Sahratullah {i}» mevkiine girer veüzerime kapsn kilitlerdim.
brahim Halilullahn ziyaretinden fari ol-
duktan sonra hac farzn yerine getirmek, MekkeVe Medinenin bereketlerinden faydalanmak, Haz-reti Peygamberin kabrini ziyaret etmek arzusu
içimde uyand. Hicaza gittim. Daha sonra içim-
deki arzu ve çocuklarmn daveti beni vatanmaçekti. Herkesten ziyade dönmek fikrinden uzakiken oraya döndüm. Yine insanlardan ayr ya-
amay ihtiyar ettim. Yalnz kalmaa ve Allahanmak için mâsivay (Allahtan gayr varlklar)
kalbimden çkarmaa çok haris idim. Zamannolaylar, çoluk çocuk derdi, geçim zorluu hu-
turumu kaçryor, yalnzlktan duyduum zevki
dozu) ordu. Ancak arasra yalnz yaamaktakitevki duyuyordum. Bununla beraber ondan ümi-dimi kesmiyordum. On sene kadar böyle devam•ettim. O yalnzlklar esnasnda bana o kadar çokeyler malûm oldu ki onlar tamamyle saymakmümkün deildir. Faydalanmak için u kadarnzikredeyim:
üphe götürmiyecek surette anladm ki mu-tasavvflar Allah yolunu tutan kimselerdir. On-larn gidii, gidilerin en iyisidir. Yollar yolla-
tn en dorusudur. Ahlâklar, ahlâklarn en te-
mizidir. Dünyadaki bütün akll insanlarn akl,
hakimlerin hikmeti, eriatn esrarna vakf olan
[1] Beyt-i Mukaddes'te birçok Peygamberlerin veAllah adamlarnn ibadet yeri olan bir kaya.
64' EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
âlimlerin ilmi, onlarn gidilerinden, ahlâklarn-
dan bir ksmn deitirmek, daha iyi bir hale
geçirmek itin bir araya gelse buna imkân bula-
mazlar. Onlarn dlarmdaki ve içlerindeki bü-
tün hareketleri ve durgunluklar hep nübüvvet
kandilinin ndan alnmtr. Yeryüzünde nü-
büvvet ndan baka aydnlanacak bir nur
yoktur. Elhasl: Bir tarikat ki ilk art olan te-
mizlii, kalbi tamamiyle mâsivadan temizlemek-
ten, namazdaki iftitah tekbiri mesabesinde olan
anahtar kalbin tamamiyle Tanry anmakla me-gul olmasndan, sonu tamamiyle nefsi Allann
varlnda yok etmekten ibarettir, bunun hakkn,
da baka ne denebilir?
Allahn varlnda yok olmann son mertebe
saylmas balangçta ihtiyar ve irade ile yapla-
bilen hallere nazarandr. Yoksa hakikatte bu„
tarikatn balangcdr. Bundan evvelki haller bu
yolun yolcular için sokak kaps ile evin asl
kaps arasndaki dehliz mesabesindedir. Tarika-
tta balangcndan itibaren keifler, müahedeler,
balar. Hattâ sâlikler uyanrken melekleri, pey-
gamberlerin ruhlarn görürler, sözlerini duyar-
lar. Onlardan birçok faydalar iktibas ederler.
Sonra bu tarzda ekilleri ve hayalleri görmekten
birtakm yüksek derecelere terakki etmek hali
gelir ki bunu sözle anlatmak imkân yoktur.
Kim o hali ifade etmek isterse sözünde, sakn
mak mümkün olmyan, açk hatâlar olur. Hulâ-
sa i Allaha o kadar yaklamak derecesine varr
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL ^
ki bir zümre Allaha hulul ettiini, bir zümre
Allah ile birletiini, bir zümre Allaha vâsl
olduunu tahayyül eder. Bunun hepsi de hatâ-
dr. Neden hatâ olduunu da cEl.maksad ül-aksa»
adndaki kitabmzda açkladk. Kendisinde bu
hal görülen kimse: «Hatrma getirmediim eyvuku buldu, iyi zanda bulun, iin hakikatim sor-
ma.» mânasndaki beyte uyarak fazla bir ey söy-
lememelidir.
Elhasl zevk ile vâkf olmayan kimse nübüv-
vetin hakikatini anlyamaz, sade ismini söyler.
Evliyadan sadr olan kerametler üphesiz ki pey-
gamberlerden ilk zamanlanda sâdr olan haller
dir. Hazreti Muhammedin .ona selâm olsun, kendi-
sine peygamberlik gelmeden evvel Hira danaçekilip Tanrs ile yalnz kalarak ibadet etmesi
de bu halin neticesidir. Hattâ Araplar «Muham-
med Rabbine âk oldu.» dediler. Bu bir haldi»
ki yolunu tutan onu zevk ile anlar. Zevkten na-
sibi olmyanlar onlarla (Sofilerle) musahabede
bulunursa tercübe ve iitme ile iman hasl eder.
Hallerin delâleti, ile bunu kesin olarak anlar.
Onlarla kalkp oturan kimse kendilerinden bu
iman istifade etmi olur. Onlar bir cemaattr ki
sohbetlerinde bulunan kimse dalâlette kalmaz.
Kendileri ile musahabede bulunmak erefinden
mahum kalan kimse «hya- ü-ulûm-id din»adnda
ki eserimizin cAcaib ül kalb» ksmnda zikretii
miz veçhile aklî delillerle bunun mümkün/oldu-
5
66EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL
•
unu anlar. Bir hali, aklî delillerle tahkik et-
mek, ilimdir. O halin kendisi ile hallenmek zevk-
tir, iyi zannn tesiri altnda iitmek ve tercübe
etmekle kabul etmek imandr. Bunlar üç dere-
cedir. «Cenabi Hak iman edenlerinizi, ilme nail
olanlarnz daha vüksek derecelere yükseltir, {l}»
Bu zümrelerin ötesinde birtakm cahil kimseler
vardr ki bu halleri tamamca inkâr ederler. Böy-
le sözlere aarlar, iitirler ve alay ederler. «a-
lacak ey, bunlar ne hezeyanlar yapyorlar!»
derler. Cenab Hak bunlar hakknda Hazreti
Peygembere Kur'an Kerimde övle buyurmutur;
«Onlardan bazlar seni dinlerler, yanndan çk-
tklar zaman ilim sahibi olanlara, demin ne
söyledi? diye sorarlar, ite bunlar, kalbleri Al-
lah tarafndan mühürlenen, nefislerinin havasna
tâbi olan kimselerdir.»
Mutasavvflarn yolunda devam üzere yürü-
düümden doiav bana zarurî ilim ile nübüvvetin
hakikati ve hassas zâhir oldu. Bunun esasna
dair biraz malûmat vermek lâzmdr. Çünkü ba-
na çok ihtiyaç vardr.
nübüvvetin hakikatine ve bütüninsanlarn ondam faydalanmaa
muhtaç olduuna daîk.\
unu bilmelidir ki insan asl yaradlta bil-
gisiz, Allaho yaratt bütün âlemlerden habersiz
(1] Trnak iareti içine alman bu cümle ayeti ke-
rime tercümesidir.
EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL 67
alarak yaratlmtr. Bu âlemler çoktur. Saylar-
n Allabtan baka kimse bilmez. Nitekim Cenab
Hak Kur'an Kerimde «Rabbinin ordularn on-
dan baka kimse bilmez.» buyurmutur, insann
âlemden haberdar olmas idrak vastasiyle olur.
idraklerden her biri, insan onunla bir âleme
vâkf olsun diye yaratlmtr. ÂUmierden mak-
sadmz vatlklarn çeitleridir. losanda en evvel
lalk olunan dokunma hassesidir (duyu). Bunun,
la scaklk, soukluk, rutubet, kuraklk, yumu-
aklk, sertlik vesaire gibi varlklarn birçok
îcsmiarn idrak eder. Bu hasse renkleri, sesleri,
kat'iyen idrak edemez. Bunlar (dokunma) has-
sesine göre yok demektir. Sonra insanda görme
ihassesi yaratlr. Bununla da renkleri, ekilleri
idrak eder. Bu görme hassesine ait âlem, mah-
sûsat âlemlerinin en geniidir. Daha sonra in-
sanda iitme hassesi geliir. Bununla sesleri,
nameleri iitir. Nihayet ooda zevk yaratlr.
Mahsûsat âleminden daha ileriye geçecek çaa
gelince kendisinde temyiz Jcudreti halk olunur.
Bu yedi yana yaklat çadr. Bu çada var-
lnn baka bir durumuna girmitir. Bu zaman-
«la m hsûsat âleminden gayri eyleri de idrak eder.
Ba idrâk ettii eyler his âleminde bulunmazlar.
Daha sonra da baka duruma yükselir. Kendisinde
akl halk olunur. Onunla vacipleri, caizleri, muhal-
leri ve evvelki durumlarda kendisinde bulunm-
yan halleri idrak eder. Akln ötesinde bir durum
<daha vardr. O durumda insanda baka bir göz
<gEL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
açlr. Onunla gayb, gelecekte olacak hâdiseleri
ve akln emedii baz eyleri göür. Temyifc
kuvveti mâkulât; his kuvveti temyiz kuvvetinir*
idrak edecei eyleri idrakten mahrum olduu
gibi akl da yukarda iaet edilen noktalan id-
rakten mahrumdur. Temyiz kuvvetine sahip bir
kimseye akln idak edebilecei bir ey söylense
kabul etmez. Olmaz bir ey telâkki eder. Bunun
gibi baz akl sahipleri nübüvvetin idrak ettii
eyleri kabul etmediler, olmaz bir ey telâkki
ettiler. Bu, cehlin kendisidir. Çünkü bu iddialara
için bir dayanak göstercme2er. Bu onJann va-
ramad, kendileri için yok olan bir durumdur»
Zannederler ki o durum esasen mevcut deildir»
Anadan doma kör tevatür ile iitmekle renkle-
rin ve ekillerin varlm öermemi olsa ilk
defa olarak kendisine, bunlardan bahsedilse bir
ey anlamaz ve kabule yanamaz. Tanr kullarn»
lütfederek onlara nübüvvet bassasjndan bir ör-
nek vermitir. Bu da uykudur. Uykuda olan»
kimse gaypten haberdar olur. Gelecekte olacak
bir eyi ya açk olarak yahut tâbir ile an] ala,
cak bir ekilde idrak eder. Bunu bir insan nef-
sinde tecrübe etmese ve kendisine «Baz insanlar
baygn bir surette ölü gibi düerler. Duygular»
iitmeleri, görmeleri zail olur ve bu halde gayb*
idrak ederler.» dense inkâr eder, bunun mümkün>
olmadn delil ile ispata kalkr: «idrakin se~
hepleri his kuvvetleridir. His kuvvetlen mey-
danda varken herhangi bir eyi idrak etmiyer*
. EL-MÛNKZU MN-AD-DALÂL 69
kimsenin o hislerin uyuuk olduu bir anda o
eyi idrak etmemesi elbette akla daha uygundur.»
-der. Bu bir kyastr ki hakikat ve müahede onu
yalanlyor.
Akl insanlarn hallerinden bir haldir. Bu
tal içinde kendisinde manevî bir göz açlr.
Onunla his kuvvetlerinin idrakten uzak kaldanâkulât çeitlerini görür. Bunun gibi nübüvvet
de bir haldir ki«o hal içinde insanda yine ma-
nevî bir göz hasl olur. Bu gözde bir nur var-
dr ki o nur ile gayb ve akln idrak edemiye-
«cei eyleri görür. Nübüvvet' hakknda ek ve
üpheve dümek ya imkânnda, ya vücut ve vu-
kuunda, yahut da muayyen bir ahsta husulünde
•olur. Mümkün olmasna delil, var olmasdr.
Yar olmas ise dünyada akl ile elde edilmesi
tasavvur edilmiyen birtakm bilgilerin varlile sabitttir. Tp ilmi, nücum ilmi gibi... Bun-
lardan bhseden kimse bilir ki bunlar ancak
Allahn ilham ve tevfik ile idrak olunur. Tec-
rübe yolu ile elde edilemez. Nücum ilmine ait
<>yle hâdiseler vardr ki ancak bin senede bit
kere vaki olur. Bunun hakknda nasl tecrübe
yaplabilir ? ilâçlarn hassalar da böyledir. Bu
delil ile anlald ki bu gibi akl ile idrak olu-
namyan eylerin idraki için de bir yolun bulun-
mas mümkündür. Nübüvvetten maksat da budur.
Çünkü nübüvvet ancak bundan ibarettir. Daha
dorusu akln idrak edecei eyler haricinde
kalan bu gibi eylerin idraki nübüvvetin hassa-
70EMHUNKZU MN-AD-DALÂL
I
1arndan ancak birisidir. Nübüvvetin bunda»
baka daha birçok bassalat vardr. Anlattmzcihet nübüvvet denizinden bir damladr. Onut
zikrettik; çünkü sende ondan bir örnek vardr.
O da uykuda idrak ettiin eylerdir. Sende tp*
ve nücum ilimlerine ait bu cinsten bilgiler der
vardr. Bu bilgiler peygamberlerin mucizesi ola-
rak meydana gelmitir. Akl sahipleri yalnz.'
ilim sermayesi ile buna asla yol bulamazlar. Nübüv-
vetin bundan baka hassalar tasavvuf tarikine
sülük etmekten hasl zevk ile idrak olunur»
Çünkü yukardaki nübüvvet hassasn ancak sen-
de mevcut olan örnek ile anladn. Bu da uyku*
dur. Bu örnek olmasayd onu tasdik etmezdin.
Peygamberde, sende örnei olmyan bir hassa,
varsa onu asla anlyamazsn. O halde nasl tas*
dik edebilirsin? Bir eyi tasdik etmek, onu an-
ladktan sonra olur. Bu örnek tasavvuf tarikinin*
balangcnda hasl olur. Sende bu örnekten ha-
sl olan miktar nisbetinde bir nevi zevk ve buna
kyas ile örnei hasl olmam hallere ait bir
nevi tasdik vücut bulur. Bu tek hassa asl nü-
büvvete iman etmek için sana kâfidir.•
Muayyen bir ahsn peygamber olup olmad-
nda ek edersen onun hallerini ya müahedeile, ya tevatür eklinde iitmekle örenmedikçe
sende yakn hasl olmaz..Sen tbb, fkh bilirsen
fakihleri, tabipleri; hallerini görmek, kendilerini
görmeden sözlerini iitmek suretiyle anlyabilir-
sin. Kezalik fkhtan ve tpdan bir miktar öre~
I - •
EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL ?j
nip afiîoin ve Calinos'un kitaplarn mütalâa
ederek birinin fakib, dierinin tabip olduunu,
bakasn taklit ile deil, tahkik suretiyle anla-
makta güçlük çekmezsin. Onlarn haline dair
sende zarurî bir ilim hâsl olur. Bunun gibi nü-
büvvetin mânasn anladn takdirde Kur'an
Kerimi, hadîsleri çok oku, Hazreti Muhammedin
nübüvvet derecelerinin en yükseinde bulundu,
una dair de sende zarurî bir ilim hâsl olur.
îbadet ve onun kalbi tasfiye etmekteki tesiri
hakknda söyledii sözleri tecrübe ederek kana-
atini kuyvetlendir. Onun; «Bir kimse bilgisi ile
amel ederse Cenab Allah ona bilmedii eyler
hakknda bilgi ihsan eder.», «Bir kimse bir za.
lime yardm ederse Cenab Hak o zalimi ona
musallat eder.», '«Bir kimse sabahleyin kalkt
vakit endieleri yalnz bir nokta etrafnda top-
lanyorsa (yani yalnz Ailah düünüyorsa) Ce-
nab Hak onu dünya ve ahiret endielerinden
kurtarr.» mâoalarndaki hadîslerde nasl sadk
olduunu anlamak için bin defa, iki bin defa hattâ
binlerce defa tecrübe edersen sende zarurî bir ilim
hasl olur. Artk hiç üpheye dümezsin Nübüvvet
hakknda yakn hasl etmek için bu yolda yürü-
mee gayret et. Yoksa sade denei ejderha
yapmak [l}, ay ikiye bölmek [2} gibi mucize.
[1] Hazreti Musann Kur'an Kerimde anlatlan bir
mucizesine iarettir. Firavunun huzurunda sihirbazlar»
kar Allahm emri üzerine deneini yere brakt, bü-
yük bir ejderha olduunu gördü.
[2] Peygamberimizin bir mucizesine iarettir: Mek-
72 EI^MUNKZU MN-AD-DALÂL
Jere bakmak kâfi gelme2. Çünkü yalnz bu mu-
cizelere bakp saylamyacak derecede çok olan
meydandaki karineleri göz önünde tutmazsan ek-
seriya o mucizeleri sihir ve hayal sayar, Allah'n
onunla baz kimseleri dalâlete düürmek istedi,
ini telâkki edersin. Çünkü «Cenab Hak istedii
adam dalâlete düürür, istediini hidayete eriti-
rir » Bu takdirde mucizeler hakknda sana soru-
lacak sual karsnda arrsn. Nübüvvete olan
imannn dayana (Kur'an Kerim olduu gibi)
yalnz çok düzgün ve tesirli kelâmdan ibaret
olduu takdirde ooa benziyen dier muntazam
bir kelâm ile sende üphe uyanr, imann yklr.
Böyle harikalar sence bu husustaki delillerin,
karinelerin bir tanesi olsun. Bu suretle sende belli
bir dayana zikredilemiyen zarm bir ilim basl
olur. Meselâ: bir kimse bir cemaattan tevatür su-
retiyle bir haber duymu, ona inanm. Kendisinde
hasl olan yakîni belli bir ahsn sözünden isti-
fade ettiini zikredemez, yakîninin ne suretle hasl
olduunu bilemez. Gerçi yakn o cemaatin ayr
ayr verdii haberden hariç kalmaz. Fakat ahshelü olmaz. î$te kuvvetli ve ilmî iman budur.
*
Zevk; gözle görmek, elle tutmak gibidir.
Ancak tasavvuf tariknda bulunur. Nübüvvetin
hakikatine dair bu kadar malûmat, burada anlat-
,
mak istediimiz derecede maksadmz anlatmaa
ke ahalisi kendisinden bîr mucize göstermesini istemi
ay ikiye bölünmü. Buna (inikak- Kamer) denir.
EI^MUNKZU MN-AD-DALÂL73
kâfidir. Bu açklamalara neden ihtiyaç görüldü-
Jünün sebebini ileride anlatrm.
TEDRS TERKETTÎKTEN SONRATEKRAR BALAMAMIN
SEBEBNE DAR
On seneye yakn bir zaman içinde halk ara-
sna karmadm» yalnz yaamaa devam ettim.
Bu müddet esnasnda sayamyacam birçok se-
beplerden dolay hem zevkle, hem aklî delil ile,
hem imandan ileri gelen kabul ile zarurî olarak
bana zahir oldu ki insan bedenden ve kain-
den halkolunmutur. Kalbden maksadm AUahtanmaa mahsus bir yer olan ruhun hakikatidir.
Yoksa ölülerle, hayvanlarla müterek olduu et
ve kan deildir. Bedenin shhat hali vardr ki
saadeti ona baldr. Hastalk hali vardr ki helâ-
kine sebep olur. Kalbin de böylece shhat ve
selâmeti vardr, insanlar içinde «ancak selim bir
kalb ile Allann huzuruna gelen» necat bulur.
Kalbin hastal da vardr ki insann uhrevî ve
ebedî helakine sehep olur. Nitekim Cenab HakKur'an Kerimde böylelerinden bahsederken ckalb-
lerinde hastalk vardr» buyurmulardr. Allahbilmemek kalbin öldürücü zehirdir. Nefsin arzu-
larna uyarak Allaha âsi olmak onu hasta eden
illetidir. Allah tanmak, diriltici panzehiridir.
Nefsin arzularna muhalefet ederek tâatte bulun-
mak ifa veren ilâcdr. Kalbin hastaln gi-
74'
.EI^MUNKZU MN-AD-DALÂL
dermek, onu shhate kavuturmak ancak ilâçlar-
la olur. Nasl ki bedeni tedavi etmek de böyle-
dir. Bedeni tedavi etmek için kullanlan ilâçlar
kendilerindeki hassa ile shhati yerine getirirler.
Bu hassalar akll kimselerin akl sermayeleriyle
idrak olunmaz. Nübüvvet hassas ile eyann has-
salarna vâkf olan peygamberlerden örenmiolan tabipleri taklit etmek lâzm gelir. Buuur*
gibi zarurî ilim ile bana malûm oldu ki pey-
gamberler tarafndan miktarlar belli edilen iba-
det ilâçlarnn de tesirleri, akll kimselerin aklsermayesiyle idrak olunmaz. Bu hususta ibadet-
lerin hassalarn akl sermayesiyle deil, nü-
büvvet nuru ile idrak eden peygamberleri
taklid etmek lâzm gelir. lâçlar, çeitleri ve
miktarlar baka baka olan birtakm maddelerden yaplr. Bir ksm maddeler tartda di-
erlerinin iki misli olur. Miktarlarn ayr ay»olmas sebepsiz deildir. Hassalarna göre böyle
olmas icab etmitir. Kalb hastalklarnn ilâc
olan ibadetler de döyle çeitli ve miktar bakabaka olan birtakm hareketlerden ibarettir. Sec-
de, rükû'un iki mislidir. Sabah namaz, ikindi na-
maznn yarsdr. Böyle olmasnda ilâhî bir srvardr. Bu sr ancak mübüvvet nuriyîe sezilebilen
hassalar kabilindedir. badetlerin bu durumlariçin akl yoliyle hikmet ve sebep ariyan Jar, ya-
hut bu hallerin baz hassalardan ileri gelen ilâ-
hî bir srra müstenid olmayp tesadüfi bir eyolduunu zannedenler hamakat ye cahillerini
EI^MUNKIZU MN-AD-DALÂL ?5 ,
belirtmilerdir, ilâçlarda birtakm esasî maddeler
vardr ki onu meydana getirmitir. Bunlar «er-
kân» saylr. Bir de o ilâçlar hazrlarken tesiri-
ni salamak maksadiyle baz hususlar gözönünde
tutulur. Bunlar da tamamlayc cihetlerdir. Bu-
nun gibi nafileler, sünnetler de ibadetlerin asl
rükünlerini tamamlayc saylr. Hulâsa peygam-
berler kalb hastalklarnn tabipleridir. Akim-faydas ve ii bu noktay bize bildirmekle bera-
ber nübüvveti tasdika delâlet, nübüvvet göziyle
idrak olunan eyi anlamaktan âciz olduunu ka-
bul etmektir. O, körleri, elinden tutacak adama;
arm hastalar, efkatli tabiplere teslim eder
gibi elimizden tutarak bizi nübüvvete teslim
eder. Akln yapaca i bu kadardr. Bundan
ötesine karamaz. Ancak tabibin kendisine söy-
lediini bize haber verir. Bunlar birtakm mese-
lelerdir ki halk arasna karmyarak yalnzlk
içinde yaadm müddet esnasnda âdeta müa-hade eder gibi zarurî bir tarzda anladm. Sonra
mübüvvetin var olup olmadnda, nübüvvetin
mahiyetinde, nübüvvetin kabul ettii eylerle
amel etmekte halkn itikadnn zâfa uradn,bu halin halk arasnda yayldn gördüm. Bu
iman zayflnn sebeplerini aratrdm ve bul-
dum: Biri felsefe ile megul olan, dieri tasavvuf
tarikna giren, üçüncüsü talim davasna balanan,
dördüncüsü halk arasnda ulemadan saylan kim-
selerin tuttuu yollardr. Bir müddet de halk
gözden geçirdim. eriatn emirlerini yerine ge-
76 EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
tirmekte kusur edenden sebep sordum. üphesini
açklamasn istedim, itikadndan ve içindekin-
den bahsettim.
— Niçin kusur ediyorsun ? Eer ahirete ima-
nn varsa oras için hazrlkta bulunmayp onu
dünya mukabilinde satyorsan bu, hamakattir.
Çünkü sen ikiyi bire deimezsin. Nasl oluyor
da ebedî bir dünyay geçici bir dünya mukabi-
linde satyorsun !.. Eer ahirete inanmyorsan kâ-
firsin demektir. îman talep etmek hususunda
nefsine hâkimol. çinde sakl olup batini mezhe-
bin saylan ve zahirdeki cür'etine sebep olan
gizli küfrün sebebini aratr. Kendini iman sahi-
bi ve eriate bal göstererek küfrünü açavurmamak faydaszdr.
Diyordum. Birisi öyle cevap veriyordu:
— Bu, muhafazas lâzm oian bir ey olsay-
d âlim geçinenlerin böyle hareket etmeleri daha
çok yerinde olurdu. lmiyle tannm kimseler
arasnda öhreti olan filân namaz klmyor, filân
arap içiyor, filân evkafn ve yetimlerin malnyiyor, filân padiahn ihsanlariyle geçiniyor, ha-
tamdan saknmyor, filân hâkimlikte, ahitlikte
rüvet alyor. Bunu daha uzatabiliriz.
Dier birisi de tasavvuf ilmine vâkf oldu-
unu söylüyor. Ve zannediyordu ki kendisi ar-
tk ibadet etmee hacet brakmyan yüksek bir
mertebeye ermitir.
Üçüncü bir kimse (ehli ibaha) fi} denilen
[1] baha mezhebi: nsan istedii .hereyi yapmak-
ta serbest brakan mezheptir.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL ?7•
zümrenin üphelerinden bir üpheye saplanmt..
Bunlar tasavvuf tankndan saptan kimselerdir.
Dördüncü bir adam ehl-i talim ile görü-
mü. Diyordu ki:
— Hakk bulmak güçtür. Ona varan yol
kapaldr. Bu hususta çok ihtilâf vardr. Mezhep-
lerden biri dierinden daha doru görünmüyor.
Aklî deliller biribirini çürütüyor. Bu delilleri
ileri sürenlerin reyine güvenilmez. Talim mezhe-
bine davet eden de mütehakkimdir. Elinde bir
hüccet yoktur. O halde bir ek uruna yakîni
nasl brakabilirim?
Beinci bir kimse de diyordu ki:
— Bunu taklid suretiyle yapmyorum. Ben
felsefe ilmini okudum. Nübüvvetin hakikatini
örendim. Hulâsas hikmet \e maslahata varr,
ibadetlerden maksat, halkn cahil ksmn zap-
tetmek, onlar birbirini öldürmekten, niza et-
mekten, nefsin ehvetlerine dalmaktan uzakla-
trmaktr. Ben cahil kimselerden deilim ki er'
t
tekliflerin altna gireyim. Ben hakimlerdenim,
hikmete balym, onunla hakikati görürüm.
Taklitten müsrantyim-
Ite ilâhî felsefecilerin mezhebini kendilerin-
den okuyanlarn hakikî iman bundan ibarettir.
Ve bunu îbni Sina ve Ebu Nasr il - Farab'nin
kitaplarndan örenmitir. Bunlar islâm dinini
kendilerine gösteri vastas yapan felsefecilerdir. ..
Çok kere bunlardan birini görürsün ki Kur'an
okuyor, namaz klmak için camiye gidip camaa-
EL-MUNKIZU, MN-AD-DALÂL
te hazr oluyor, diliyle eriat tebcil ediyor. Bu-
ounla beraber arap içmeyi, müslümanln n me-
nettii çeit çeit,fenalklar ilemeyi terk etmi-
yor. Kendisine:
— Nübüvvet sahih deilse niçin namaz k-lyorsun ?
Denildii vakit:
— Beden için bir idmandr, memleket hal-
knn âdetidir, malmz, çoluk çocuumuzu mu-hafazaya vesiledir.
Cevabn verir. Bazan:
— eriat sahihtir, nübüvvet haktr, der.
— O halde niçin arap içiyorsun ? diye so-
rulunca: t
— arap insanlar arasna dümanl/ kini
brakt için mene d imi tir. Ben hakimim, bun-
dan saknrm. Maksadm zihnimdeki durgunlu-
u gidermektir. \
Cevabn verir. Hattâ îbni Sina yazd bir
ahitnamede Aliaha kar u ve u ahitlerde
bulunduunu, er'a uygun hareketlere kar ta-
zimde bulunacan, dinî ve bedenî ibadette ku-
sur etmiyeceini, arab zevk için deil, ancak
tedavi için içeceini anlatm; imannn kuvvetli
olduunu, ibadetleri ihmal etmediini anlatrken
srf tedavi maksad yle arap içmeyi istisna etmi-
tir. Bu, felsefecilerden iman sahibi olduunuiddia edenin' imandr. Br ksm insanlar onla-
ra aldanmtr. Hendese, mandk ve emsali gibi
kendilerine pek lâzm olan ilimleri inkâr eden
EL-MUNKZU MN-AD-DALAL
kimselerin itirazlarma çürüklüü de halkn bu
aldanmalarn artrmtr. Yukarda da bu nokta-
ya iaret etmitik.
Bu gibi sebeplerle her çeit halkn bu de-
receye kadar imanlarnn zayf dütüünü görün-
ce bu üpheyi gidermek için kendi nefsimi
hazrlanm buldum. Bu adamlar rüsvay etmek
benim için bir yudum su içmekten daha kolay
oldu. Çünkü onlarn; yani mutasavvflarn, fel-
sefecilerin, talimiyecilerin ve âlim geçinen kim-.
«elerin ilimlerini lâykiyle örenmitim. Kalbime
dodu ki bu zamanda bunu yapmak benim için
kaçnlmaz ve zaruî bir itir. Kendi kendime
«Yalnz yaamak, halk arasna karmamak ne
ie yarar? Halbuki hastalk salgn halini al-
m, tabipler hastala yakalanm, halk helâk
olmak üzeredir» diyodum. Sonra içimden, bu
belây gidermek, bu karanlk ile çarpmak için
oe zaman imkân bulabilirsin? Zaman fetret [1}
zamandr; devir bâtl devridir. Halk gittikleri
yoldan doru yola davet etsen bütün zamane
adamler sana düman kesilir. Onlara nasl mu.
jkavemet edebilrsio, onlarla nasl geçinirsin ? Bu,
ancak elverili bir zamanda ve mütedeyyin, kud-
retli bir padiahn yardmiyle olabilir. Delil ile
hakk izhar etmekten âciz olduumu bahane ede-
jrek halktan ayr yaamakta devan etmei benîm-
[1] Fetret: îki peygamber arasnda vahiysiz geçen
zaman. Burada dinî ilerin ihmal edildii zaman de-
mektir.
80 EI^MUNKIZU MN-AD-DALÂL
le Allah arasnda ruhsata iktiran etmi telâkki
ettim. Cenab Hakkn takdiriyle zamann padi-
ah {1} dardan bir tesir olmakszn içinde
bir arzu duydu. Bu fetreti kaldrmak için Nia-
bura hareket etmemi itizar kabul etmiyecek su-
rette emretti. Bu emir o kadar kesin idi ki mu-
halefette srar etseydim, onun kalbini krm ola-
caktm. Düündüm ki köede oturmak ruhsat
artk zâfa urad. Tembellik, istirahat, nefsimi
aziz tutmak, onu halkn ezasndan muhafaza et-
mek gibi eyleri halktan ayr yaamakta devam
etmee sebep göstermek lâyk deildir. Halkncefasna katlanmann güçlüü, nefse ruhsat vesi-
lesi olmaz. Cenab Hak buyuruyor: «Elif-lâm-
mim. însanlar iman ettik demekle bulunduklar
hal üzre terkolunacaklarn, türlü cefalara ura-
myacaklarn m zannettiler? Kendilerinden ev-
vel gelmi olanlar da cefalara müptelâ ettik *
Yine aziz ve celil olan Allah, yarattklar-
sn en azizi olan- peygamberine buyurur: «Sen-
den evvel de peygamberler halk tarafndan tek-
zip olundular. Yaplan tekzibe kar sabrettiler
ve cefalara katlandlar. Nihayet onlara yardm-mz yetiti. Allahn vaitlerini bozacak bir eyyofctur. Sana peygamberlere ait haberler gelmi-
tir.» Yine Tanr «Yasin. Hikmetlerle dolu Kur'~
ana yemin edeim ki sen peygamberlerdensin.
[1] Bu zat Selçukilerden Melikahm olu Mehmet
Gyaseddin olsa gerektir, önsözde de iaret oluumutu..
.. EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL ^
-
Doru yolda yürüyorsun. Kur'an aziz vc rahim
olan Tanr tarafndan gönderilmitir. Onunla,
atalar korkutulmam, gafil bulunan bir kavmi
korkutursun. Onlarn birçoklar bizim azabmza
müstahak olmulardr, iman etmiyorlar, boyun-
larna, çene kemiklerinin birletii yere dayan-
m birer demir halka taktk. Balan kalkk du- .
ruyor, aa bakamyorlar. Önlerinde bir set,
arkalarnda bir set yarattk. Onlar her taraftan
çevirdik, önlerini, arkalarn göremiyorlar. On-
lar korkutsan da, korkutmasan da kendileri için
birdir, iman etmezler. Sen aocak Kur'ana uyan,
Allah görmedii halde ondan korkan bir kim-
seyi korkutabilirsin. Onu mafiretle, cennetle
müjdele.» buyurmutur.
Bu mesele hakknda kalb ve müahede er-
babndan, yani mutasavvflardan bir cemaatle
istiarede bulundum. Hepsi artk halk içine ka-
rmak, köeyi terketmek lâzm geldiini ittifak-
la söylediler. Allah yolunda yürüyen baz iyi
kimseler tarafndan görülüp tevatür derecelerine
varan birçok rüyalar da bu fikre kuvvet verdi.
Bu rüyalar bu hareketin Cenab Hakkn bu as-
rn banda takdir ettii bir hayrn, doruluadönmenin balangc olduunu gösteriyordu.
Tanr her yüzyl banda dini yeniden diriltece-
ini vait buyurmutur. Bu ehadetlerden dolay
içimde ümidim kuvvet buldu. yi zannm galip
geldi. 49$ senesinin Zilkadesinde bu mühim
£2 BL-MUNKZU MN-AD-DALÂL•
vazifeyi yerine getirmek için Niabura hareket
etmemi Tanr müyesser kld. Badattan çkm,488 senesinin Zilkadesinde vuku bulmutu. De-
mek ki halktan ayr yaama müddetim on bir
seneyi bulmutur. imdiki hareket Allahn takdir*
ettii bir harekettir. Allah'n öyle acayip takdir-
lerindendir ki halktan ayr yaadm esnada
kalbimden hiç geçmemiti. Nasl ki Badattan,
çkm, içinde bulunduum halleri terk ediim
de asla hatrma gelm iyen eylerdi. Kalbierde,
hallerde deitklik yapan Allahtr. «Mü'minin
kalbi Allahn parmaklarndan ikisinin arasnda
dr. u kanaatteyim ki ben gerçi ilim ne-
rine döndüm. Fakat bende hakikî manisiyle bir
dönme yoktur. Eski halime dönmedim. Çünkü«dönmek» yeniden eski hale girmek demektir.
Ben eskiden insana mevki kazandran ilmi yay.
yordum. Sözümle, amelimle o ilme davet edi-
yorum. Maksadm, niyetim; mevki, eref ka-
zanmakt. Fakat imdi insana mevkii terkettirea,
rütbeden uzaklamay öreten ilme davet ediyo-
rum. Niyetim, maksadm, arzum budur. Bu halim
Allahn malûmudur. Ben kendi nefsimi ve ba-
kasn slah etmeyi istiyorum. Muradma erecek
miyim, yoksa stediime kavumaktan mahrummu kalacam, bilmiyorum. Lâkin yakin ve mü-
adeye varan bir imanla inanyorum ki «Bir.
halin deimesi, bir ii yapmak kuvveti ancak
[1] Allahn parmaklar olmaz. Mecazî mama kasdo-
;lnnmns.tur. Yani Allah istedii dakikada insann kalbin-
de deiiklik yapar.
. EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL ^ '
yüksek ve ulu Tanrdan gelir [l}» Ben hareket
etmedim, Allah beni harekete getirdi. Ben birey
yapmadm, o bana yaptrd. Ondan umarm ki
ilkin beni slâh etsin, sonra benim vastamla
bakasn slâh etsin. Beni doru yola kavutur,
sun. Sonra benim vastamla bakasn doru yola
götürsün. Hak olan eyin hak olduunu bana
göstersin ve ona uymay bana nasip etsin. Bâtl
olan eyin bâtl olduunu bana göstersin ve on-
dan saknmay bana nasib etsin.
imdi yukarda ziktettiimiz imann zâfna
sebep olan eylere geliyorum. Saadete götüren,
helake sebep olan hallerden kurtaran tariki
göstereceim. «Ehl i talim» den iittikleri sözler
doJaysiyle ne yapacaklarn aranlarn ilâcn
«Kstas» adndaki kitabmzda anlattk. Burada
tekrar ederek sözü uzatmya lüzum yok. «Ehl i
ibaha»nn tevehhüm ettii eylere gelince, on-
larn üphelerini yedi ksma ayrdk ve onlar
«Kimya - y - saadet» adndaki kitabmzda açkla-
dk. Felsefe tariki ile itikad bozulup bu yüzden
asl nübüvveti inkâr edenler için nübüvvetin ma-
hiyetini, varlnn zarurî olduunu anlattk.
lâçlarn, yldzlarn vesairenin hassalarn bil-
diren ilimlerin varl dolaysiyle nübüvvetin sa-
bit olduunu zikrettik. Bu bahis yukarda
geçmiti.
Bu bapta tbbn ve yldzlarn hassalarndan
[J Bu cümle, «Lâ havle velâ kuvvete...» sözünün
tercümesidir.
EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
delil getirdim. Çünkü buaiar felsefecilerin me.gul olduu ilimlerdendir. Biz; yldzlar ilmi,
tp, tabiat, sihir, tlsmlar gibi ferilerden birine
vâkf olan her âlime kar nübüvveti ispat için
kendi ilmine taalûk eden deliller gösteririz. Fa-
kat nübüvveti delil ile ispat edip eriatn göster,
dii vaziyetleri hikmet esaslarna göre açkla-
maa çalan kimse muhakkak surette nübüvvete
iman olmyan bir kâfirdir. O ancak talihi do*
laysiyle baka kimselerin önünde, yürümekte
olan bir hakfme iman etmi olur. Bu, hiçbir su-
retle nübüvvet saylmaz. Nübüvvete inanmak
akln ötesinde bir âlemin varln kabul etmek,
tir ki orada akln idrak edemiyecei baz ey-
leri idrak edecek bir göz açlr. Kulak renkleri;
göz, sesleri ve bütün hassalar mâkulât idrak
edemedii gibi o göz ile idrak olunanlar da
akl ile idrak olunamaz. Felsefeci böyle bir eyi
caiz görmüyorya biz bunun mümkün olduunu,
hattâ var olduunu burhan ile ispat ettik. Yok
caiz görüyorsa burada etrafnda akln kabul
etmek ihtimali asla dolamyan, belki akl tara.
fndan yalanlanan ve muhal olduuna hükmo-
lunan bir takm hassalarn bulunduunu ispat
etmi olur. Meselâ bir denk [1} afyon öldürücü
bir zehirdir. Çünkü tabiat çok souk olduuiçin damarda kan dondurur. Bir tabiat âlimi
zanneder ki mürekkep cisimler su ve toprak
[1] Denk: Dirhemin dörtte biri, bir rivayete göre
de altda biridir.
_ EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL35
* *
unsurlar ile souk vasfn alr. Zira tabiatte
souk saylan unsurlar bu ikisidir. Herkes bilir
ki yüzlerce denk su ve topran insann içinde
yapaca souma bu dereceye vamaz. Bir
tabiat âlimine bu cihet haber verilse tercübe
etmeden hemen «muhaldir» der. Muhal olmas,
na sebep: afyonda ate ve hava unsurlar da
vardr. Bu unsurlar soukluu artrmazlar. Cis-
min hepsi su ve toprak farzolunsa bu miktar su
ve toprak soutmay icap etmez. Ona iki scak
umur ilâve edilirce soutmyaca daha kuv-
vetle sabit olur. Bu, aklî bir delildir.. Felsefecile-
rin tabiiyat ve ilahiyat ilimlerindeki birçok bur-
hanlar bu gibi eylerdir. Onlar eyay gördükleri
ve düündükleri ölçüye göre tasavvur ederler.
Gördükleri ve düündükleri ile telif edemedik-
leri zaman onun muhal olduuna hükmederler.
Sadk rüyalar herkesçe kabui edilmi olmasayd
birisi «Hasselerim durgun olduu zamanda gayp-
ten haberdar olurum.» deyince yalnz akliariyle
hakikatleri ispata alm olan kimseler inkâr
ederlerdi. Felsefecilerden birine öyle dense:
— Olabilir mi ki dünyada bir habbe (tane)
kadar olan bir ey bir ehrin içine braklnca
bütün ehri yok etsin, sonra kendi kendini de
yesin. Ne ehirden, ne içindeki eyadan, ne de
o habbeden eser kalmasn.
Felsefeci
:
— Bu, muhaldir, hurafat nevindendir, der.
Halbuki bu, atein halidir. Atei görmemi
86EL-MUNKZU MN-AD-DALAL
olan bir kimse bunu iitse inkâr eder. Ahirete
ait acayip eylerin çou buna benzer. Tabiat âli-
mine deriz ki: «Sen, afyonda soutmak huu-
sunda bir hassa vardr ki tabiattaki akla uygun
hallere kyas olunamyor.» demee mecbur kaldn.
O halde er'î amellerin kalbleri tedavi ve tasfiye
etmek hususunda aklî hikmetlerle idrak oluna-
myan, ancak nübüvvet gözîyle görülebilen bir
takm hassalar bulunaca neden caiz görülmesin?
Felsefecilerin bundan daha acayip bir takm
hassalar kabul ettikleri kitaplarnda zikredilmi-
tir. O hassalardan biri, çocuk doururken çok
zahmet çeken bir gebe kadnn kolayca dour-
mas için kullanlan aadaki ekildir. Bu ekil
su dememi iki kiremit parças üzerine çizilir.
Gebe kadn gözleriyle onlara bakar ze ayaklar
altna kor. Derhal çocuk çkmaa çabalar ve
çkar. Felsefeciler bunun mümkün olduunu kabul
etmiler ve «acaib-ül-havas» adl kitapta göster-
milerdir. Bu, dokuz haneli bir ekildir. O hane
lere belli rakamlar yazlr. Üç haneden ibaret
her cetveldeki rakamlarn yekûnu (toplam) yu-
kardan aa, sadan sola ve karlkl köeler
istikametinde hesap edilince hep on be çkar.
4 9 2
3 5 7
8 1 6
EI^MUNKZU MtN-AD-DALÂL 87
Anlyamadm bir nokta vardr ki bunu
kabul ve tasdik edenin akl; sabah namaznniki, öle namaznn dört, akam namaznn üç
rekât olmasnn felsefe göziyie anialamyacak
birtakm hassalardan dolay olduunu neden
kabul etmiyor? Bunun hism e ti bu vakitlerin ayr
ayr olmasndadr. Bu hassalar ancak nübüvvet
gözüyle idrak olunur. Gariptir ki bu husustaki
ifademizi müneccimlerin £l} ifadesine çevirdii-
miz zaman bu vakitlerin arasndaki ayrl an.
iarlar. Deriz ki günein göün ortasnda, do-makta, batmakta olmasna göre talih hakknda
verilen hüküm deiik olmuyor mu? Hattâ mü-
neccimler heylâç{2} 'ihtilâfn, ömürlerin ve
ecellerin ayrldn bu noktaya göre tesbit et-
miyorlar m? (Günein göün ortasnda bulun-
mas) ile (zeval vakti) kezalik (Günein bat-
makta olmas) ile (marip vakti) tabirleri ara-
snda fark yoktur. Bunu tasdik etmesi, imdiye
kadar belki yüz kere yalancln tecrübe ettii
müneccimin ifadesiyle fikri dinlemi olmasndan
ileri geliyor Daima da o müneccimi tasdikten
geri durmaz. Hattâ müneccim dese ki:
— Güne göün ortasnda iken filân yldz
ona baksa, talih de filân burçta olsa o srada
[1] Müneccim: Yldzlarn yerlerine ve hareket
hallerine bakarak baz hükümler çkaran kimse.
[2] Heylaç: Müneccimlre £Öre durumu doan bir
çocuun ömrü ile ilgili yldz.
gg EL-MUNKZU MN-AD-DALÂL
yeni bir elbise giysen o elbise içinde öldürü-
ursun.
iddetli souktan zahmet çekse, müneccimi»
yalann da birçok defalar görmü olsa bile odenilen zamanda yeni elbise giymez. Akl böyle
garip halleri kabul eden, bunlarn haz peygam-
berlerin mucizesi olarak örenmi hassalar oldu-
unu itirafa mecbur kalan bir kimse nasl olur
da mucizeleri zahir, yalan söyledii asla iitil-
memi sadk bir peygamberin sözlerinden ören-dii bu gibi eyleri inkâr edebiliyor? Buna hay-
ret ediyorum. Bir felsefeci namaz rekâleinin
saysnda, hacda çakl talarn atmakta (Minadaeytan talamak), hac rükünlerinin saysnda ve
ser'in emrettii ibadetlerde bu gibi hassalarn
bulunabileceini inkâr ediyorsa biz bu hassalarla
ilâçlarn ve yldzlarn hassalar arasnda aslâ
fark göremiyoruz. Felsefeci dese ki:
— Ben yldzlara ve tbba ait söylenen has-
salardan bir ksmn tecrübe ettim. Bazlarn*
hakikate uygun buldum tasdik ettim. O hassalara-
olmyacak bir ey gözüyle bakmak, onlarda»
nefret etmek hissi içimden zail oldu. Fakat seni»
dediklerini tecrübe etmedim. Mümkün olduunukabul etsem bile var olduunu ne ile bileyim?
Derim ki:
— Yalnz ahsan tecrübe ettiklerinle kalma.
Tecrübe edenlerin hikâyelerini iittin, Onlartaklid et. Evliyann sözlerini dinle. Onlar dene-
diler, er'in bildirdii bütün eylerde hakk mü-
EL-MUNKIZU MN-AD-DALÂL89
ahede ettiler.. Onlana yolunda yürü, Sen de
onlarn gördüklerinin bazsn müahede ile id-
rak edersin. unu da ilâve edeyim ki her nekadar
bu hususta tecrüben yoksa da tasdik etmek ye
uymak lâzm olduunu akln kabul etmelidir.
Bir adam farzedelim ki erginlik çana ermi,
akl banda, fakat henüz tecrübe sahibi deil.
Bu adam hastaland. Kendisinin çok efkatli, tpilminde mahir bir babas var. Akl erdiinden-
beri onun tpdaki öhretini iitiyor. Babas ona
bir ilâç tertip etmi. «Bu senin hastalna iyi
gelir, seni bu dertten kurtarr.» demi. Onunakl neye hükmetmelidir? ilâç ac ve fena koku-
lu olsa bile içmeli. mi, yoksa babasn yalanlayp
«Tecrübe etmediim bu ilâcn hastalm iyi
edeceini aklm kabul etmiyor.» mu demeli?..
Böyle yaparsa onu ahmak telâkki edeceine üp-hem yok. te bunun gibi ibadetlerin hassalarn
kabulde tereddüt gösterirsen basiret sahipleri
seni de ahmak sayarlar. Eer:— Peygamberin efkatini ve manevî tp sa-
ylan ibadetlerin hassalarna vâkf olduunu ne
iie bileyim?
Dersen, derim ki:
— Babann efkatini nasl bildin? Bu mad-
-dî ve mahsûs bir ey deildir. Fakat babann
halleri karinesiyle, sana kar olan hareketlerinin
ahadetiyle böyle bildin. Bu haller ve hareketler
sende zarurî bir ilim husule getirdi. Bunda asla
üphen yok. Bir kimse Tanr elçisinin - ona selâm
90 EL-MUNKZU MÎN-AD-DALÂL
- • *
olsun . sözlerine, kitaplarda haber verildii üzere
insanlara doru yolu nasl gösterdiine, halk
gayet yumuaklk ve iyilikle ahlâklarn güzel-
letirmee, kavgal ve dargn kimseleri barmaa:tevik ettiine, elhasl din ve dünyalarn düzen»
liyecek tylere davet etmek husususundaki ihti-
marnna bakarsa o büyük zatn ümmetine kartefkatinin bir babann çocuuna kar olan ef-
katinden daha büyük olduuna dair kendisinde
zarurî bir ilim hasl olur.
Yine o kimse Hazreti Peygamberin dikkati
çeken ilerine, Kuran Kerimde zikredilmi olup*
onun lisan ile haber verilen ve hadîslerde ahir
zamanda zuhur edecei bildirilen gaybe ait ey-
lerin/dedii gibi çktna bakarsa zarurî ilim.
ile anlar ki o, akln ötesinde bulunan bir duru-
ma ermitir. Kendisinde manevî bir göz açlm-tr ki onunla ancak Allaha ermi kimselerin
idrak edebilecei gayb ve akln eremiyecet
eyleri, görüyor, ite peygamberin doruluunazarurî ilim tahsil etmenin yolu budur. Dene,
Kur'ann mânasn iyi anlamaa çal, hadîsleri
mütalâa et, bunu çok açk olarak anlarsn. Bu
kadar söz felsefeci geçinenleri yola getirmek için
kâfidir. Bu zamanda buna çok ihtiyaç görüldü-
ü için anlattm.
Dördüncü sebebe gelince bu, âlimlerin kötü
gidileri yüzünden halkn imanna zaf gelmi,
olmasdr. Bu hastalk üç türlü tedavi olunur:
Birinci tedavi ekli : Haüta demelisin ki ha-s *
«atn yediini zannettiin âtimin o haram bilme-
! si ; senin arap ve faizin, hattâ çekitirmenin, yala-
- on ve kovaculuun haram olduunu bilmen
gibidir. Sen bildiin halde bu haramlar ilersin.
Bu hareketin, bunlarn haram olduuna iman
etmediinden deildir. Ancak kuvvetli -arzuna
jkar gelememisin, oau ilemisin. Alimin arzusu
<Ia senin arzun gibidir, onu yenmitir, pano«enden fark baka birçok meselelere vâkf olma-
sdr. Bu, ilediini gördüün günahtan dolay
onu fazla muaheze etmee sebep olamaz. Tbbainanan birçok kimseler vardr ki tabip kendisini
menettii halde meyva yemekten, souk su iç-
örnekten kendisini alamaz. Onun bu hareketi,
*ney vann, suyun zararn kabul etmediine, yahut
esasen tp ilmine inanmadna delâlet etmez.
te âlimlerden, sâdr olan yolsuz hareketler deböyle telâkki edilmelidir:
kinci tedavi ekli:
Cahil halka öyle denmelidir.
: — Aümjiminin ahirette kead isi için bir
efaatçi olacan kabul ediyor. Zinnediyor ki
tüm onu kurtaracak, ona afaat edecektir. Busebeple ilminin üstünlüüne güvenerek amel hu.
«usunda müsamahal davranyor, ihtimal ki ilmi
aleyhine bir delil olarak kullanlacaktr. Fakat
kendisi lehine olacan caiz görüyor. Bu da
mümkündür. O, ameli terkediyor, ilmine güveni-
yor. Fakat sen, ey. cahil, ona bakp ameli terle,
«dersen, ilmin de olmad için, kötü amelin
92 EI^MUNKIZU MN-AD-DALAL
I
sebebiyle helak olursun, sana afaat edecek bir
eyin de yoktur.
Üçüncü tedavi ekli:
En doru tedavi ekli budur. Hakikî âlin%
günah ancak yanlaak yapar. Günah ilemekte
asla srar etmez. Hakiki ilim, günahn öldürücü
bir zehir olduunu, ahire tin dünyasndan iyi oldu.
unu bildirir. Bunu bilen bir kimse iyiyi kötü
ile deimez. lmin bu meziyeti, birçok kimse-
lerin megul olduklar çeit çeit ilimlerle hâslolmaz. Bunun için o gibi ilimler, sahiplerinin
günah ilemek hususundaki cüretlerini artrr.
Fakat hakikî ilim, sahibinde Allah korkusunu
uyandrr. Ve artrr. Bu korku kendisiyle günah
arasna girer. Ancak yanlarak günah saylan-
baz hareketlerde bulunabilir. nsanlar bu gibi
hatalardan kurtulamazlar. Bu, imann zayflnadelâlet etmez. Mü'min böyle hatalara düebilir.
Sonra tövbe eder. Günah ilemekte srar etmez.
te felsefe ve talim mesleklerinin kötülü-
ünü, zararlarn ve bu meslekleri insana kanaat
vermiyecek usulsüz bir tarzda reddeden kimsele-
rin yapm olduu fenalklar bildirmek için?
söylemek istediim bundan ibarettir.
Ulu Tanrdan dileriz ki bizi kendi kulluu-
na lâyk gördüü, eri yoldan kurtarp doruyola götürdüü, kendisini asla unutmamas için
sevgisini ilin m ettii, halitasn ona tecih et-
memesi maksad ile nefsinin errinden koudu-u, yalnz ona ibadet eden kerdi has kullar*
arasna katt kimselerden elesin.
The borrovver must retum this item on or before
the last date stamped below. If another user
places a recall for this item, the borrower will
be notified of the need for an earlier returii.
Non-receipt ofoverdue notices does not exemptthe borrovverfrom overdue fines,
Harvard College Widener Library
Cambridge, MA 02138 617-495-2413
Please handle with care.
Thank you for helping to preserve
library collections at Harvard.