Click here to load reader
Upload
aydemir-aydemir
View
148
Download
47
Embed Size (px)
Citation preview
TEUHID ue LEDUN
RSALELER
i m n m cozof
Furkan Basn Yayn : 12
Düünce Dizisi : 6
Özgün ad:
-Risâletu't-Tecrîdi fî Kelimeti't-Tevhîd
-er-Risaletü '1-Ledunniye
ISBN 975-7969-02-8
Dizgi : F.G.Vakf
Kapak ve Tasarm : Furkan
Bask : Fatih Gençlik Vakf Matbaas
Cilt : Bayrak
Bask Tarihi : Eylül 1995, stanbul
mam GflZlî
TEVHID
Serkan OZBURUN
Yusuf Özkan ÖZBURUN
FURKANBasm Yayn & OrganizasyonSelam Ali Efendi Cad. No: 34/51
Eser Çars Üsküdar / STANBULTel: (0216) 341 08 65 - 310 71 61
Faks: 334 61 48
Türkçesi
imam gazalislâm âleminin en büyük âlimlerinden olan Gazâlî Hicrî 450-
Miladî 1058 ylnda Horasan yöresinin Tûs ehrinde domutur.'
lk tahsil hayatna Tûs'da balam, ilk fkh bilgilerini burada ho-
cas er-Radegânî'den almtr. Daha sonra Cürcan'a ve oradan da
tahsilini ilerletmek için Niabur'a gitmitir. Cürcan'da zamann
âlimlerinden tmamü'l-Harameyn el-Cüveynî'den ders almtr.
Buradaki tahsilini de tamamladktan sonra ilmî noktada temayüz
eden Gazâlî ünlü vezir Nizamülmülk'ün yanna gidip bir müddet
kaldktan sonra 1091 'de Badad'daki Nizamiye Medresesi'nin
bamüderrisliine tayin edilmitir. Burada gerek Selçuklu devlet
büyüklerinin ve gerekse genel halk kitlelerinin teveccühüne maz-
har olan Gazâlî geni öhretine ve maddî imkanlara ramen bu ha-
linden derin bir rahatszlkla ve ruh hâleti üzerinde meydana gelen
dalgalanmalarla derslerini brakt, talebelerle iliiini kesti. Elde
ettii bilgiler ve dünyevî makamlar kendi ruhunun ve kalbinin aç-
l doyurmaya yetmedi. Kendi ifadelerinden örendiimize göre
Badad'daki bu dört yllk müderrislik hayatndan sonra am'da,
Kudüs'te, Mekke'de, Medine'de ve Tûs'da geçen onbir senelik bir
inziva hayat vardr ki Gazâlî'yi Gazâlî yapan da asl bu yllardr.
Hicrî 499-Miladî 1 105-6 ylnda Niabur'da tekrar tedris ha-
yatna balad. Bu ikinci tedris dönemi de uzun sürmedi. Tûs'da
evinin yanna bir medrese ve bir tekke yaptrd. Hicrî 505-Miladî
1111 ylnda vefat edinceye kadar hakikat ilimlerinin örenim ve
öretimiyle urat. Geriye bir insan ömrüne smas güç sayda
pekçok eser brakt ve yüzyllardr manevî iradn devam ettirip
bütün slâm âlmenin muhabbet ve duasna nail oldu. Bu sebeple
"Hüccetü'l-slâm" namna layk görüldü. Ruhu âd olsun...
5
ÇNDEKLER
1. Bölüm
Tevhîd Risâlesi
2. Bölüm
Ledün Risâlesi.
Mukaddime..
lmin Üstünlüü
Nefis ve nsan Ruhu
lmin Ksmlar.
Tasavvuf lmi
lim Tahsilinin Yollan.
limlerin Tahsilinde Ruhlarn Mertebeleri
Ledünî lmin Hakikati ve Lüzumu
M41MMIM**
11
66
67I
70
73
81
89
97
101
ÖNSÖZ NV€TN€ BRKAÇ SÖZ
Sevgili Okuyucu!
Önsöz niyetine kaleme alman ve senin dikkatine sunulan bu
yaz, etraflca düünüldüü ve uzunca yazlmas tasarland halde
buna muvaffak olunamamtr. Hem içinde bulunduumuz zaman
ve zeminin, hem de hâlet-i nahiyemizin bu türden meseleleri (ilm-i
ledün, tevhîd v.s.) ifade etmeye müsait olmay bir sebep olarak
gösterilebilir. Bununla birlikte bu kadar önemli ve yanl anlal-
mas (ya da hiç anlalmamas) sebebiyle kimi zaman istismara
maruz kalan bu önemli konulara dair hiçbir ey yazmamak bizim
için doru deildi. Ksaca söylemek gerekirse, üzerinde bir süredir
düünme ve notlar alma ihtiyac duyduumuz bir konuda ahsî ka-
naatlerimizin bir ksmn yine de seninle paylamadan edemedik.
Belki bizim baaramadmz sen baarrsn, bizde "uyanmayan"
hakikatler sende "uyanr" diye elinde tuttuun kitabn konulannn
ruhuna dair birkaç hususu ksaca, birer anekdot eklinde kaydedi-
yoruz...
Özel anlamyla deil de genel anlamyla "ledün ilmi" hayat-
mzn her safhasnda ve her annda hâl, harekât, düünü v.s. gibi
bütün insanî durumlarmz içine almaktadr. Hava,k veya su gi-
bi aslnda her yere, her eye sirayet etmi durumdadr. Çünkü
"âlem-i ehadefte herey "âlem-i gayb" ile irtibatldr ve âlem-i
ehadet âlem-i gayb tarafndan ( her eyle her eyde) çepeçevre
7
nsan içinde bulunduu sebepler âleminde ilim tahsil etmede
(ilimden ne anlyor ise) üzerine düen "kesb" ve "talep" vazifesini
yapmak bakmndan muhtelif vesilelere müracaat edip ahsî teeb-
büste bulunduunda; yani kitaplara bavurmak, kainat ve kanun-i*»
larn inceleyip aratran bilimleri (fen) örenmek v.s gibi maddî
artlar altnda bir sebep-sonuç ilikisi içerisinde eyann ilk elde
sadece ""malumat, veri, doküman ya da bilgisi"ne ular, eyaya
kar sadece hayal ve akl düzeyinde bir muhatabiyet ya$ar. Amasonuçta bütün elde edilenlerin "marifet" (Allah' eyann ehade-
tiyle tanma), "hakikat", "nur" ve "hikmet" haline dönüüp insan-
da kalbî ve ruhî bir "uyana" vesile oluu ancak ikinci bir muame-
le ile mümkün olmaktadr: Akldan kalbe bir köprü atp bütün bil-
gi, doküman, malumat ve verileri eritmek, effaflatrmak, yak-
mak.... Böylece hikmet ve marifet nimetine mazhar klnmak. -te ilm-i bâtn, ilm-i gayb, ilm-i ledün eklinde tabir edilen hakikati
zannmzca bu meyanda düünmek daha isabetli olacaktr.
lm-i ledün denilen, ismi var cismi yok bir zümrüd-ü anka ka-
bilinden olan bu hakikati akla stramamaktaki temel problem-
lerden birisi "kesb-vehb" meselesini anlayamamak ve ikisini birbi-
rinden külliyyen ayrmakla ilgili. Halbuki her "kesb" ayn zaman-
da "vehb"tir. Herey "sebebler dairesi"nden bakldnda "kesb",
ama "itikad ve kudret dairesi"nden bakldnda "vehb"tir. Herey
her an bir "Vehhab-ü Zü'l-kram" tarafndan "verilmektedir.
Kesb'in içinde vehb'i görememek ilmin sadece kat sebep-sonuç
zinciri içinde kalnarak, sadece snrl artlar içinde elde edilen bil-
gi ve kültür ynlarndan ibaret olduu zehabn uyandryor. nsa-
nn mahiyetinin ne kadar geni ve engin olduunu anlayamayp in-
san sadece bir "akl varl" olarak görmekten kaynaklanyor. Za-
ten akl' kalb'ten kopuk bir vaziyette kendi bana ve kendine ait
8
olarak düünmek de bal bana bir fecaat arzediyor. Halbuki in-
#
san kalp, ruh, akl, hayal, sr v.s. gibi ve daha pekçok manevî azâ
ve lâtife denilen ince, hassas hislerden mürekkep bir mahluktur.
Bu çerçevede düünüldüünde ise, ilm-i ledün; cüz'î iradenin
sarfedilmesinden sonra ruha ilka edilen bir nurdur, diyebiliriz.
Pratik hayatmzdaki i, faaliyet ve düüncelerimizi kendi es-
babperest (nedenselci) zihin kurgumuz ve anlay biçimimizle
dorudan doruya kendimize maledip kendi ahsmzn bir eseri
bildiimizden dolaydr ki çalma, gayret ve örenmelerimizin tek
failinin kendimiz olduunu varsayyor ve sonuçta kendi "aln teri-
mizle" elde ettiimiz eyleri hesaba katp, sadece kendi "ürettikle-
rimizi" dikkate ayan buluyoruz. Bu tasavvurumuzun haricinde bir
"ilm-i iman", bir "ilm-i tevhîd" olabileceini hiç mi hiç düün-müyoruz.
Once pratik hayatmz ve içinde müahede edilenler (cüz'iy-
yat) Allah'tan koparlp (haa!) sebeplere isnad ediliyor. Bunundolayl bir tezahürü olarak da ilmi sadece fkh, tefsir, kelam, fizik,
kimya, biyoloji kitaplarnda yazlanlardan ibaret sayabiliyoruz.
Halbuki gerçek ilim, insan ruhunun eyann hakikatlarn (sa-
dece eyann kendisini veya tasvirini deil) blmesidir. Eyannmülkünü deil melekutunu bilmektir hakikî ilin .
)mam Gazâlî Hazretleri Risale-i Ledün niye ;inin daha ilk
cümlelerinde aslnda ilm-i ledün'nün (dolaysyla î!m-i iman ve
ilm-i tevhîd'in) artlann ortaya koymaktadr:
"Hamd, has kullarnn (havas) kalplerini velayet nuruyla tez-
yin eden, nefislerini inayetin en güzeliyle terbiye eyleyen, irfan sa-
hibi âlimlere dirayet anahtarlaryla tevhîd kapsn açan Allah'a
mahsustur."
Burada, "has kullarnn (havas) kalplerini velayet nuruyla tez-
9
yin eden" demekle; hem kalplerin ancak iman, takva ve amel-i a-
lin esasna dayanan "velayet nuruyla" ziynetleneceini, hem kal-
bin velayet nuruyla süslenmesinin has kul (havas) olmaya, yani
Mabud olarak her hareket, itikad ve amelinde sadece bütün esma-i
hüsna'nn sahibi Allah-u Teala'y tanmaya bal olduunu söyle-
mektedir. Aynca "tezyin eden" ibaresinde kalbin ziynetlendirilme-
si iini Zât- Akdes'e raci klmakla kiinin kendi bana kesb'i
sa'y'i ve gayretiyle, peyderpey öreniiyle (taallüm) kalbini aydn-
latp, teyzin edemeyeceini, bunun bir "fazl, ikram ve atâ" olduu-
nu belirtiyor. nsana düen vazife ise, kendi nefsinde bu fazl, ik-
ram ve atâ'y kabule müsait bir zemin hazrlamas, yani sürekli bir
acz, fakr, efkat ve tefekkür uuruyla nefsinin terbiyesine çalma-
sdr. Sebeplere tevessül ve iradenin sarfyla birlikte dergâh-
ilâhiye'ye bir tür duada bulunmasdr.
Devamnda, "...nefislerini inayetin en güzeliyle terbiye eyle-
yen" demekle; nefislerin terbiyesinin ancak "inayet"le mümkün ol-
duunu, terbiyeye talib olan kiinin kainatta ve kendi ftratnda
dercedilmi olan kanunlara uygun davranmakla inayeti celbedece-
ini ve böylece Rabb-i Rahîm'i tarafndan "inayetle" terbiye olu-
nacan zmnen söylemektedir.
"...irfan sahibi âlimlere dirayet anahtarlanyla tevhîd kapsnnaçlmas" iki temel arta balanmaktadr. Birincisi, "irfan sahibi
âlim olmak" (sadece âlim olmak deil); ikincisi ise "dirayet anah-
tarlarn" kullanmaktr. "rfan sahibi âlim" olmak meselesinde
"akl ve kalbin ittifak"n anlamak ve ikisini birden kullanp "dira-
yetle (yani akleden kalbin eyann melekutuna âinâ bir keskin
görü ve fetanet sahibi oluuna) mazhariyeti anlamak mümkündür
kanaatindeyiz.
Vesselam...
Yûsuf Özkan ÖZBURUN
Serkan öZBURUN
10
TEVHÎD RSÂLES(Risâletu't-Tecrîdi fî Kelimeti't-Tevhîd)
TEVHÎD RSALES
MUKADDME
Hamd, an yüce olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Pey-
gamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'e, onun âl ve ashabnn üzeri-
ne olsun.
slâm âleminin mümtaz simalarndan olan mam Gazâlî, Pey-
gamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)'dan vârid olan; "La ilahe
illallah benim kalemdir. Bu kaleye giren kimse azabmdan kurtu-
lur"^ mealindeki kudsî hadîsi u ekilde izah ediyor:
La ilahe illallah, büyük bir kale ve tevhidin bayradr. Bu ka-
leye snanlar ebedî saadet ve sonsuz nimeti; bu kaleye girmeyip
de darda kalanlar ebedî ekavet ve azab hak ederler.
Eer bu kelime [kelime-i tevhid] senin kalbini çepeçevre ku-
atan bir sur olmazsa ve bu kelimenin ruhu, bu dairenin merkezin-
deki noktay tekil edip; tevhidin saltanat, nefsini, heva ve heves-
ten korumayp, eytanlar kalbine girerse, kalenin dnda kalm-
sn demektir.
Sadece dilinle la ilahe illallah demen sivrisinek kanad arl-
nca ve zerrece kymete sahip deildir.
O halde bu kelimeden nasibinin ne kadar olduunu iyice dü-
ün. ayet tevhidin mânâsn kavram, ruhuna nüfûz etmisen;
"Allah onlarn kalplerine iman yazm ve onlan kendisinden bir
ruhla [nur] desteklemitir.'*2* mealindeki âyet-i kerîmede ifadesini
-
•
( 1 ) Ebu Nuaym, bn-i Neccar ve bn-i Asâkir rivayet etmitir.
(2) Mücadele Sûresi, âyet 22
TEVHÎD RSALES
bulan, mahlukatm efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) ve yüzyirmibin
küsür nebinin nasibi olan nimete kavumusun demektir. Böylece
dünya ve âhiret mahsulatn elde eder, her iki cihanda saadete erer,
veliler defterine yazlr ve "âlem-i fazl"dan(3) saylrsn. Zira Allah-
u Teala bu hususa dikkat çekerek; "Kim Allah'a ve peygambere
itaat ederse, ite onlar, Allah'n nimet verdii peygamberler,
sddîkler, ehidler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel dosttur-
lar. Bu büyük nimet Allah'tandr. Hereyi laykyla bilen olarak
Allah yeter" buyurmutur.(4)
ayet tevhtdden nasibin bu kelimeyi sadece dille söylemekten
ibaretse; "Bedevîler iman ettik dediler. De ki; siz iman etmediniz.
Fakat slâm'a girdik deyin. man henüz kalblerinize yerlemedi.
Eer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah yaptnz güzel
amellerden hiçbirinin sevabn size eksik vermez. Allah Gafûr'dur,
Rahîmdir'^ âyet-i kerimesinde açkland gibi böyle bir hal, mü-
nafklarn reisi Abdullah bin Ûbey bin Kâ'b bin Selül ve yüzbin
münafn nasibidir ki Kur'ân- Kerîm'de bu duruma iaret edilmi
ve: "Ey Muhammed! Münafklar sana gelince 'Senin üphesiz Al-
lah'n resûlü olduuna ehadet ederiz' derler. Allah, senin kendisi-
nin peygamberi olduunu, bunun yannda münafklarn yalanc
olduklarn bilir" buyrulmutur.(6) te bu durumda sen, dünya ve
âhirette hüsrana uram kimselerden olursun ki bu hal apaçk bir
(3) Âicm-i Fazl: AMah-u Teala'nn fazl- keremiyle muamele edip hidayete erdir-
dii kimselere denir. Zdd âlem-i adl'dir. Gerçekte bu kavramlar insanlarn
iyi ve kötü taraflarn sembolize etmekte olup, kitabn ileriki sayfalarnda ko-
nuyla ilgili geni açklamalar mevcuttur.(Çev.)
(4) Nisâ Sûresi, âyet: 69-70
(5) Hucurât Sûresi, âyet, âyet 13
(6) Münâfikûn Sûresi, âyet: 1
14
TEVHÎD RSALES
ziyandr. Bununla birlikte âlem-i adl'in,™ Allah dümanlarnn def-
terine kaydedilirsin. Nitekim, Kur'ân- Kerîm 'de; "üphesiz müna-
fklar cehennemin en alt tabakasndadrlar. Onlara bir yardmc da
bulamayacaksn" buyurulmutur. (8)
La ilahe illallah, bir kaledir. Fakat münafklar ona kar iftira
ve yalan inancn kurarak tahrip gülleleri atmlar, ekavet ve ni-
fak balyozlanyla onu ykmaya yeltenmilerdir. Bu gibi kimselerin
içine düman girip tevhidin izlerini yok etmi, fiillere yansyan ak-
sini karartm, mesken mülkiyetlerini [vücutlarn] ihlal ederek on-
lardan kelime-i tevhidin mânâsn alm ve onlar kupkuru suretle
babaa brakmtr.n [Buna ramen], "Dorusu Allah sizin suret-
lerinize deil sadece kalplerinize bakar" buyurulmutur.(9)
La ilahe illallah'n mânâs gitmi sadece birtakm harfler ve
lakrdlar kalm ise bu, kelime-i tevhid kalesinin mânâdan yoksun
bir ekilde yalnzca dille anlmasdr. Nasl ki atei anmak dili yak-
myor, suyu anmak bomuyor, ekmei anmak doyurmuyor, klcanmak kesmiyorsa ayn ekilde kelime-i tevhid kalesini sadece dil-
le anmak da kiiyi kötülüklerden (Allah'n rzas dahilinde olma-
(7) Âlem-i Adi: Allah-u Teala'nn adaletiyle muamele edip terkettii, haktan
uzaklatrd kimselere denir. (Çev.)
(8) Niâ Sûresi, âyet: 145
(*) Müellif-i muhterem bu son cümlede tevhidin hem mânâ, hem de hal ve tavr-
lardaki yansmalar bakmndan bir kiiden uzaklamasnn beraberinde geti-
recei manevî ve maddî yoksunluk, çoraklk halini ifade etmek istiyor. (Çev.)
(9) Fethî-i Karamanî, Krk Hadis Tercümesi
15
TEVHÎD RSÂIyES
Halk arasnda söylenilegelen bir söz vardr: "Ate demekle
hiçbir kimsenin dili yanmayaca gibi, bin dinar demekle de hiç
kimse zengin olmaz."
Söz kabuk, mânâ özdür. Söz sedef ise, mânâ incidir. Öz ol-
maynca kabuu neylersin. ncisi olmayan sedef neye yarar.
Kelime-i tevhidin sözcükleri ve mânâs, ceset ile ruh gibidir.
Ruhsuz ceset bir ie yaramad gibi, bu ifade de [kelime-i tevhid]
mânâs olmakszn hiçbir fayda salamaz.
Âlem-i fazl, kelime-i tevhid'in hem suretini, hem de
mânâsn alp, suretiyle dlarn, manâsyla içlerini süslediler.
Böylece dünya ve ahiret nimetlerini elde ettiler. Ve Kelâm-
Kadîm [Kur*ân- Kerîm] onlara ehadet ederek aadaki âyetlerle
onlar tasdik etti: "Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sa-
hipleri O'ndan baka ilah olmadna ahitlik etmilerdir. O'ndan
baka ilah yoktur. O azîzdir, hakimdir.'*"».
Âlem-i adi ise kelime-i tevhîdin mânâsn deil, suretini ald-
lar. Onlar dlarm bu sözle süsleyip, içlerini küfre boyadlar. Bu
sebeple kalpleri simsiyah ve kapkaranlktr. Onlar, zahiren iyi gö-
rünerek, birtakm dünyevî emellerine ulatlar. Oysa ki yarn kud-
ret-i ilahiye'den bir rüzgâr esip, onlarn zayfn söndürerek,
onlar küfürlerinin karanlnda brakverecektir. Nitekim; "Onlar
çevresini aydnlatmak için ate yakan kimseye benzerler ki Allah
klarn karartnca onlar karanlklar içinde kör bir halde brak-
mtr. Sardrlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doru yola
dönmezler" buyrulmu,(l,) dier bir âyette; "Allah münafklarn ya-
lanc olduklarn bilir" ifadesiyle onlarn yalanc olduu belirgin
( 10) Âl-i îrarân Sûresi, âyet:, âyet 1
8
(1 1) Bakara Sûresi, âyet 17-18
TEVHÎD RSALES
klnmtr.'
Heva ve hevesine, altn ve gümüüne kulluk edip duruyorken,
La ilahe illallah demen herhangi bir mânâ ifade eder mi? Sana;
"Ey inananlar! Yapmadnz birey hakknda niçin yaptnzsöylersiniz. Yapmadnz eyi yaptnz söylemeniz Allah katn-
da büyük bir suçtur" eklinde hitap edilir ve yalancln yüzüne
Kur'ân- Kerîm'deki u âyetten ders almak lazmdr: "Heva
ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduu halde Allah'n artt, ku-
lan ve kalbini mühürledii, gözünü perdeledii kimseyi gördün
mü? Onu Allah'tan baka kim doru yola eriti rebi lir. Düünmez(tezekkür) misiniz !"(14)
Sen hevana, altn ve gümüe peresti etrrtektesin. üphesiz
altna, gümüe ve güzel elbiselere peresti eden kimse helak ol-
mutur.
Bütün ilgini ailene ve evine yöneltmi, mal ve çoluk-çocuu-
na meyletmiken tam anlamyla "La ilahe illallah" demi saylmaz-
sn. Zira fiiliyatn yalanlad her söz merduttur. Lisan- hâl, ko-
numa dilinden daha fasihtir.
Her daim "La ilahe illallah" diyerek eer kalbinde mânâ mey-
vesi olumusa, Allah'tan baka birisine snman, bakasndan
korkman ve yardm istemen gerekmez.
(12) Münafkûn Sûresi, âyet: 1
(13) Saf Sûresi, âyet: 2-3
(14) Câsiye Sûresi, âyet: 23
17
TEVHÎD RSÂLES
Allah-u Teala: "Sen 'La ilahe illallah' der ve bizden bakasy-
la Cinsiyet peyda edersen, ne biz senin için oluruz, ne de sen bizim
için... kim Allah içinse, Allah da onun içindir. Kim O'na karhuû duyarsa Allah o kimseyi korur. Kulum! Niçin benden baka-
sna snrsn! Halbuki hereyin dizgini benim elimdedir. Ben
mülkün gerçek sahibiyim ve mülkümde dilediim gibi tasarruf
ederim. Bu âlemde ancak benim dilediim olur ve herey ancak
benim irademle vukû bulur. O halde benden bakasna snma,benim rahmetimden ümidini kesme! Zira ancak kafirler benim rah-
metimden ümidi keser. Cezamdan, sadece gönlü beni arzulayanlar „
kurtulabilir" buyurarak; "Allah'n rahmetinden ümidinizi kesme-
yin, dorusu kafirlerden bakas Allah'n rahmetinden ümidini kes-
mez" âyetiyle bunu teyid etmitir.(l5)
"La ilahe illallah" lafzn sadece dilinle söylüyor ve bu sözün
kalbinde hiçbir semeresi olmuyorsa sen münafksn. Eer kelime-i
tevhidin mânâs kalbinde ise mümin, ruhunda ise âk, "srr"nda
[kalbteki vedia-y ilahî ve lâtife] ise mükâifsin. Birinci nevî iman
avama, ikincisi havâssa, üçüncüsü havâss- havâssa aittir. Bu iti-
barla ilki mânâdan yoksun, mücerret bir haber-i sâdkn; ikincisi
kalbin inirahnn ve basiretin; üçüncüsü mükaefe ve müahede-
nin meyvesidir.
Kalbin tasdiinden yoksun, yalnzca dille iman ettiini söyle-
yen bir kimse olmaktan sakn. Çünkü, kelime-i tevhîd kyamet gü-
nü senin aleyhinde ahitlik edip; "Ey Allahm! Ben bu kiiyle bun-
(15) Yûsuf Sûresi, âyet: 87
18
TEVHÎD RSALES
ca yl arkadalk ettim bir kere dahi bana hürmet etmedi, hakkmödemedi" diyecek.
Demek ki bu kelime senin lehinde veya aleyhinde ahitlik
edecektir. Âlem-i fazl'dan isen lehinde; alem-i adi'den isen aley-
hinde ahitlik edecek. O, âlem-i fazl cennete girene kadar onlarn
lehinde; âlem-i adi cehenneme gidene dek onlarn aleyhinde a-hitlik eder. ite; "nsanlarn bir ksm cennete, bir ksm da çlgnalevlerin bulunduu cehenneme girer" âyet-i kerimesi bu noktaya
iaret eder.(I6)
Kelime-i Tevhîd'in evveli küfür, âhiri imandr. Alem-i adi sa-
dece "La ilahe" diyerek küfre dütüler. Oysa ki onlara; "Kapdadurmayn, içeriye geçin" denilmiti.
Kur'ân- Kerîm 'de bulunan; "Ey iman edenler! Allah'a, pey-
gamberine, ona indirdii kitaba ve daha önce indirmi olduu ki-
taplara inann. Kim Allah', meleklerini, kitaplarn, peygamberle-
rini ve ahiret gününü inkâr ederse, üphesiz koyu bir sapkla dal-
mtr" âyeti bu minval üzere ele alnmaldr. (17)
Âlem-i fazl, aslî vatana (vatan- aslî) ulam, yani "illallah"
menziline varm kimselerdir ki onlar: "Peygamberler ve müminler
ona rabbinden indirilene inandlar. Hepsi Allah'a, meleklerine, ki-
taplarna, peygamberlerine iman ettiler" eklinde tavsif edilmiler-
dir.™
«
(16) Ûrâ Sûresi, âyet: 7
(17) Nisâ Sûresi, âyet: 136
(18) Bakara Sûresi, âyet 285
19
TEVHÎD RSALES
"La ilahe" diyerek âlem-i adl'den saylanlarn ilki lanetlenmi
ve kovulmu eytandr. "llallah" kelimesini telaffuz ederek iman
bahçesine giren ve âlem-i fazl snfna dahil olan ilk kimse ise Hz.
Âdem'dir. Bu nedenle âlem-i adi listesinin en banda eytann,
âlem-i fazlnkinde ise Âdem (a.s)'in ismi yazldr.
imdi "La ilahe" menzilinde durup da küfre düen eytana
m, yoksa "illallah"-diyerek imana eren Âdem (a.s)'e mi iltihak et-
tiini iyice düün. Sakn eytana uyma. Eer eytann yolundan gi-
dersen Âdem'in yolundan sapm olursun, onunla olan ban kop-
mu olur ki o vakit eytanî vasflarla muttasf olursun. Ve sana:
"Allah, iblise; 'Haydi git, onlardan sana kim uyarsa bil ki cehen-
nemde hepiniz tam bir ceza ile cezalandrlrsnz. Vesveselerinle
gücünün yettiini yerinden oynat, onlara kar yaya ve atl askerle-
rinle haykrarak yürü, onlarn mallarna ve çocuklarna ortak ol,
onlara vaadlerde bulun' dedi. Ama eytan sadece onlan aldatmak
için vaadde bulunur" âyet-i kerîmesiyle nida olunur.(,9) ayet Al-
lah-u Teala sana adaletiyle muamele edecek olursa seni âlem-i adle
ait listenin bana kaydedip iblisin ordusuna dahil eder. Yok eer
fazl-u keremiyle davranacak olursa seni âlem-i fazln defterine ya-
zp Âdem'in safna katar.
"La ilahe" lafz "illallah" lafzna bal olup, ikisi, birbirinden
ayrlmamas gereken tek bir sözdür. "La ilahe" zehir ise, "illallah"
panzehirdir. Panzehiri olmayan zehri içen kimse nasl helak olursa,
ayn ekilde "La ilahe" deyip "illallah" demeyen kimse de helak
olur. Kukusuz zehirden sonra panzehir içen kimse nefsini dizgin-
lemitir. Nefsine sahip olan kimse ile, nefsini helak eden kimse
birbirinden çok farkldr.
( 1 9) srâ Sûresi, âyet 63-64
20
TEVHÎD RSALES
'La ilahe'yi 'illallah' çizgisine kavuturmadkça, sen, kelime-
i tevhid kalesinin harabelerinden birinde kalrsn. 'La ilahe' kale-
nin yans olduu için dier yans olmakszn kale tamamlanm ol-
maz. Nitekim Allah-u Teala, "La ilahe illallah benim kalemdir"
buyurmutur. O halde sen 'La ilahe'yi 'illallah'a baladnda, bu
kale tüm rükün ve ksmlaryla tamamlanm olur. Zira her kalenin
dört rüknü vardr. Ayn ekilde 'La ilahe illallah' dört kelime olup,
herbir kelime tevhid kalesinin bir rüknüdür. Suret itibariyle durum
böyle olduu gibi, mânâ yönüyle de böyledir.
Tevhid kalesinin rükünlerini öylece sralamak mümkündür:
Namaz, oruç, hac, zekât, (bir de kale olarak nitelendirdiimiz) ke-
lime-i ehadet. slâmiyet bu be esas üzerine kurulmutur.
•
Ey kardeim bilmi ol ki, insanlk ehrindeki tevhid kalesi
kalbin korumasndadr. Bu ehrin sakinlerinden olan kulak, göz, el
ve ayak kalbin kölesi ve hizmetçisi olup istemeseler de kalbin
emirlerine uymak mecburiyetindedirler. Evet, bu uzuvlar kalbin is-
teklerini yerine getirmek, ona muhalefet etmemek üzere yaratl-
mlardr. Kalbin emretmesi üzerine göz bakar, kulak duyar, el tu-
tar, ayak yürür. Eer kalp bu uzuvlara bu hareketlerin aksini emre-
derse yine yaparlar. Ksaca, bunlar kalbe itaat etmek zorundadrlar.'
ayet kalb mülkünde zulmediyorsa emrindeki uzuvlar zu-
lüm, fesad, muhalefet ve inat gibi kötü ilerin yaplmasnda kulla-
nr. Mesela, göze haram eylere bakmasn, kulaa kötü sözleri
dinlemesini; el ve ayaa haramla meguliyeti emreder ki böylece
onlar hakikati göremez ve duyamazlar. "Sardrlar, dilsizdirler,
21
TEVHÎD RSÂLES
kördürler. Bu sebeple doru yola dönmezle^"(20,ve; "Andolsun ki,
cehennem için de birçok cin ve insan yarattk, onlann kalpleri var-
dr ama anlamazlar, gözleri vardr ama görmezler, kulaklar vardr
ama iitmezler. Bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da aadr-lar. te gafil olanlar bunlardr" âyetleri bu noktaya temas etmekte-
dirler.^
Kalb kendi memleketinde adaletle hükmederse, bu uzuvlar
taat ve ibadet etmekte kullanr. Yani, göze iyiye, güzele bakmasn;
kulaa faydal eyleri dinlemesini, dier uzuvlara da hayr ileme-
lerini emreder ki bunun neticesinde bereket balar, kalbin meydantemizlenir, saflar. Bunlara iareten Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Bedende bir parça et vardr ki o iyileince bedenin hepsi iyileir,
o hastalanrsa bedenin hepsi hastalanr. te o kalptir" buyurmu-
tur(22)
•
Kelime-i tevhid; kaps, kapcs ve bekçisi olan salam bir
kale olup, kapcnn hakkn vermeden içeri girmek mümkün deil-
dir. Yani 'Lâ'nn srrndan geçmeden 'illa'nn isbatna varamazsn.
Gerçekte sen, bireyi menfî veya müsbet klamazsn. Çünkü,
meaO olan ey zaten menfîdir ki nefyedilemez. Hakeza müsbet bir-
cyin de isbata ihtiyac yoktur. Menfî menfîdir, müsbet de müsbet-
'tir.
'Lâ ilahe illallah' dört kelime, oniki harf gibi görünmesine
karn gerçekte bir kelime ve dört harften ibarettir.
(20) Bakara Sûresi, âyet: 18
(21) A'raf Sûresi, âyet: 179
(22) Buhari Kitabu'l-mân, 1/19, b.39; Darimî, Büyü': 1
22
TEVHÎD RSALES
Allah lafz mutlak bir doru olup, inkân ve nefyi mümkündeildir. 'Lâ ilahe' ifadesi de mutlak mânâda bir nefiydir. Zira bir
eyin sükutu ve vücudu tasavvur edilmedikçe nefyedilemez. Nite-
kim Lâ harfi, sübutu ve vücudu tasavvur edilebilen bireyi nefyet-
mek için kullanlr. Yani bu, baka tanrlarn mevcudiyeti
mânâsnda olmayp; ei ve benzeri, orta ye zdd olmayan Al-
lah'n varln tekid ve tesbit için kullanlmtr. Bunun aksini
vehmeden kimse müriktir. 'Lâ ilahe illallah', gerek ilahî srlarn
ve gerekse O'nun varlnn üzerinde bulunan haricî tozlan temiz-
leyen bir süpürgedir. Bu süpürge, kalb ar'n temizleyerek Cenab-
Hakk'n tecellisine mazhar, nazarna mahal olur. Bu itibarla Al-
lah-u Teaia Dâvûd (a.s)'a: "Ey Dâvûd! Bana bir ev temizle de ora-
da kalaym. Gökler ve yer beni içine alamazken mümin kulumun
tertemiz kalbi beni içine ald" buyurmutur.
Masivaya nazar edip kirlendiin, ilim ve derece üstünlüüne
güvendiin ve varlk âleminde Allah'tan bakasn gördüün süre-
ce "Lâ ilahe" nefyi senin içindir. Ne zaman eyay hereyin sahibi
olan Allah'n birliine (tevhîd) delil klp, onlarda hakk görürsen
ite o an 'Lâ'dan kurtulur 'illa'ya ularsn.
"Allah de, sonra da onlan brak, daldklar bataklkta oynaya-
dursunlar."*23
* Bu âyette belirtildii gibi sen ne zaman fânî eyleri
anmay brakr, bâkî olan Allah'n zikriyle megul olursan kelime-
nin tam anlamyla Allah demi olur, masivadan yüz çevirirsin.
23
TEVHÎD RSALES
. "Allah" kelimesini oluturan elif, lam ve ha harflerinden biri-
si olan elif; Allah'n kendi zâtyla kaim olduuna, mahluklarla
herhangi bir alakasnn olmadna iarettir. Lam; Cenab-
Hakk'n tüm mahlukatn gerçek sahibi olduuna delalet eder. Haharfi ise göklerde ve yerde olanlarn hepsinin Hâdî'sinin Allah ol-
duunu belirtir. Nitekim Kur'ân- Kerîm 'de "Allah göklerin ve ye-
rin nurudur" buyurulmutur. (24)
Bunlar öyle arlamak da mümkündür: Elif, Cenab- Hakk'n
kendi nimetini her tarafa yaymak suretiyle halk ile ülfet ettiine;
Lam halkn Hak'tan yüz çevirdiine; Ha, Allah dostlarnn ak ve
mohabbet içinde kaldklarna iarettir. airin biri bu nükteleri uekilde m'sralara aktarmtr:
Elif, halkla ülfet etmek
Lam, knamaktr eytan
Ha, O'nun akyla comak ~
Ve... Uyarmaktr insanm.
Basiret gözünü aç! Âlemdeki herey 'Lâ ilahe illallah' der.
"Yedi gök, yer ve bunlarn arasnda bulunanlar O'nu tebih eder,
O'nu hamd ile tebih etmeyen yoktur. Fakat siz onlarn tebihlerini
anlamazsnz. O Gafur ve Halîm'dir."*25
* Bu hakikat airin msrala-
rnda öyle dile gelmitir:
(24) Nûr Sûresi, âyet: 35
(25) srâ Sûresi, âyet: 44
24
TEVHÎD RSÂLES
Hereyde vardr apaçk bir âyet
O'nun birliine eder delalet
•
Tevhid güneinin sadece senin üzerine doduunu mu sanr-
sn. Bu i senin bildiin gibi olmayp, kular dahi O'nun için saf
saf olmu, O'na dua ve tebih etmektedirler. Sizin dier mahlukla-
ra kyasla daha üstün, daha azametli ve faziletli oluunuz mükellef
olmantzdandr. Yoksa size ihtiyaca binaen bu özellikler verilmi
deildir. yilik ve üstünlük Allah tarafndan verilmi bir nimet olup
Kur'ân- Kerîm 'de buna temas edilerek: "And olsun ki, biz insa-
nolunu erefli kldk, onlarn karada ve denizde gezmesini sala-
dk, temiz eylerle onlar rzklandrdk, yarattklarmzn pek ço-
undan üstün kldk" buyrulmutur. (26)
• -
Allah-u Teala sizi ademiyet srrndan varlk sahasna getirmi
ve size kulluk vazifenizi yerine getirerek, Allah'n birtek olduunu
anlamanz emretmitir. Sizlere vücut verilmi olmas herhangi bir
ihtiyaç sebebiyle veya ilahî sfatlarn size muhtaç olduundan ve
vahdaniyet sfatnn sizin ehadetinize bal bulunduundan dolay
deildir. Zira O'nun sfatlan hiçbir ahidin ehadetine bal deil-
dir ve inkârcnn inad nedeniyle gizli, örtük bir hale gelmez.
25
TEVHÎD RSALES
Yarasalar dahi günein varln bilirler. Fakat gözlerinin ku-
surlu olmas sebebiyle onu göremezler. Güne dounca yerlerine
çekilip uyurlar. Onlar gecenin varlnn da farkna varrlar. Yara-
salarn günen görememesi güne klarndan deil, onlarn
gözlerinin bu klan görebilme kabiliyetinin olmayndandr.
Allah-u Teala ezelî ve ebidîdir. ster ehadet edin, ister inkar
edin; yani isteseniz de istemeseniz de bu böyledir. Eer ehadet
ederseniz bu O'nun ezeliyet sfatndan hasl olan nasibinizdir. Yokeer inkâr ederseniz, bu hiçbir ey ifade etmez. Çünkü ezelî ve
ebedî olan bireyin varl, hâdis olan bireye bal deildir. Bila-
kis hâdis olan bireyin mevcudiyeti kadîm olan bireye baldr.Bu muhtaç olu Kur'ân- Kerîm'de öylece ifade edilmitir: "Ey
insanlar! Siz fakîrsiniz. Allah ise Ganî'dir, Hamîd'dir. Dilerse sizi
yok eder, yeniden yaratr [Halku'n-CedîdJ. Bu Allah'a zor deil-
dir."™
Eer sen fakîr isen, Allah'n huzuruna zenginler gibi; zelil
isen azizler gibi; zayf isen güçlüler gibi gelme. Allah'n divannaaczini, fakrn itiraf ederek gelirsen bilmi ol ki sabreden fakirler
CVnun yannda olurlar. Zelil ve kalbi krk bir vaziyette varrsan
üphesiz O, kalbi knk olan kimselerle beraberdir. O'nu anarak git-
tinse O senin yanbamda olur. Nitekim: "Beni ann ki ben de sizi
anaym" buyrulmutur. O'na muhabbetin varsa; "Allah onlan se-
ver, onlar da Allah' severler", O'na yaknlk peyda ederek geldin-
se; "Kim bana bir kar yaklarsa, ben ona bir kulaç yaklarm,
(27) Fâhr Sûresi, âyet: 15, 16, 17
26
T E V H I D RSALES
kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koarak gelirim. Kulum nafile
ibadetlerle bana yaklar, ben de onu severim. Sevdiim zaman
onun gören gözü, duyan kula, tutan eli ve yürüyen aya olurum.
Kulum artk benimle görür, benimle duyar, benimle tutar, benimle
yürür" srrna mazhar olursun.*28
* Hatta öyle ki "Kulum, aç kaldm
beni doyurmadn, hasta oldum halimi sormadn" denir. Bunun üze-
rine kul: "Sen nasl ackrsn, sen âlemlerin rabbisin" der. O da:
"Benim kullarmdan biri hastaland, sen onun hal ve hatrn sor-
madn. zzet ve celâlime andolsun ki, onun hal ve hatrn sormu
olsaydn beni onun yannda bulurdun" der.
Tevhidi sermaye yap. Lüzumsuz eylerden arn. Zenginliini
fakirlik, azizliini zelillik olarak telakki, et. Zikrullah iar edin.
lahî muhabbet, kaftann; takva, gömlein olsun. Aza, binee ve
emniyete ihtiyacn varsa, fakirlii azk, kalb krkln binek, zikri
emniyet edin. Muhabbetullah -yegane dost bil. Yolculuunun mak-
sat ve gayesi O'na yaklamak olsun.
Eer yaptn bu ticarette kâr ettinse bil ki hereyi kazanm;
zarar ettinse hereyi kaybetmisin demektir.
Yapm olduun bu ticarette alc m, yoksa satc m olduu-
nu bir düün. ayet alc isen zarar etmisin demektir ki: "te onlar
doruluk yerine sapkl aldlar da alverileri kâr getirmedi. Za-
ten doru yolu bulamamlard"*29* âyet-i kerîmesine; yok eer sat-
c isen kâr etmisin demektir ki; "Allah üphesiz Allah yolunda sa-
(28) Buhari, Kitab- Rikak 7/190, b.38; Tabcrânî, Hz. Ümamc (r.a.)'den rivayet
etmitir.
(29) Bakara Sûresi, âyet: 16
27
TEVHÎD RSÂLESt
vap, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarn ve mallarn
—Tevrat, ncil ve Kur'ân'da söz verilmi hak olarak— cennete
karlk satn almtr. Verdii sözü Allah'tan daha çok tutan kim
vardr. Öyleyse yaptnz al-verie sevinin, bu büyük bir kazanç-
tr" ilahî kelamna muhatap olursun.(30)
Hangi gruba dahil olduunu anlamak istersen u âyeti oku:
"Müminler, Allah anld zaman kalbleri titreyen, O'nun âyetleri
okunduunda imanlar artan, rablerine güvenen, namaz klan, ken-
dilerine verdiimiz nzktan yerli yerince sarfedenlerdir."(31) Eer,
O anldnda kalbin titriyor, azalarn ürperiyorsa: "Onlarn cildleri
ve kalbleri Allah'n zikrine yumuar" âyetinin srrna mazhar ol-
musundur.(32) Bu durumda sen satclar güruhuna dâhil olan kim-
selerdensindir.
Yok eer senden bu gibi haller sadr olmaz, Lâ ilahe illallah
sözü duvar veya tavan gibi herhangi bir sözden farksz olursa bil ki
sen alclar grubundansn. u âyet sana veyl okumaktadr: "Kalble-
ri Allah' anmak hususunda katlam olanlara yazklar olsun. tebunlar apaçk dalalettedirler.
*
Allah'n âyetlerinden nasibi olmayan kimsenin 'La ilahe illal-
lah' demesi ona fayda salamaz. Zira kalbi mânâdan yoksun olan,
âyetlerden nasibi olmayan kimsenin, puta ve haça tapan kimseden,
(30) Tevbe Sûresi, âyet: 1 1
1
(3 1 ) Enfai Sûresi, âyet: 2-3
(32) Zümer Sûresi, âyet: 23
(33) Zümer Sûresi, âyet: 22
28
TEVHÎD RSÂLES
tatan veya kumdan hiçbir fark yoktur. "Sonra kainleriniz yine ka-
tlat, ta gibi hatta daha kat oldu. Nitekim talar arasnda içinden
rmaklar çaldayan, yanlp su çkanlar vardr. Allah korkusundan
yuvarlananlar vardr. Allah yaptklarnz bilmez deildir" âyet-i
kerimesi bu noktalara dikkat çekmesi bakmndan çok mühim-
dir.04 »
Müslümann kalbi, âyette belirtildii üzere ta gibi kaskat
olursa kafirin kalbi nice olur. Tevhid ehli ve O'nun zikriyle megul
olan kimse bu durumda olursa kafirlerin ve gafillerin halini artk
sen düün.
O
Gaflet uykusundan uyandn, sarholuk batandan kurtuldu-
un anda anlattn anlar, söylediini bilebilirsin. üphesiz ki sen
önce anlayp sonra anlatmakla ve ilkin bilip sonra bildirmekle em-
rolundun. O halde bilmediin eyi söyleme, anlamadn eyi
an(lat)ma.
Kelime-i Tevhîdi, iyice anlamadan, kalbinde özümlemeden
söylüyorsan hakikatte onu söylemi olmazsn. Nitekim Kur'ân-
Kerîm'de: "Vay o namaz klanlarn haline ki onlar kldklar na-
mazdan gafildirler" buyrulmutur.(35)
Öyleyse, Allah' zikrettiinde heryerin kalb kesilmeli; O'nun
için konutuun vakit her yann dil Olmal, O'nu her tarafn kulak
kesilmi bir vaziyette dinlemelisin ki souk demire çekiç vurmu
olmayasn. Bir air demi ki:
(34) Bakara Sûresi, âyet: 74
(35) Mâ'ûn Sûresi, âyet: 4-5
29
TEVHÎD RSÂLES
Ölürüm aknla seni her zikrediimde
Gafletinle düerim mahrumiyet ve hüzne
Kalb kesilirim gönlümün her titreyiinde
Ne ac kalr, ne elem, yanar âteinde -
"
'Lâ ilahe illallah' sultan insanlk ehrine hâkim olduu za-
man senin evinin içerisinde yegane hükümran o olur. Hiçbir ya-
banc evine giremez. Kendi evinde hükmün geçmez. Orada kalp
kalmama hürriyetin elinden alnr. Malum olduu üzere hükümdar
bir ehri ele geçirdii zaman orann altn üstüne getirir, orann
azizlerini zelil klar. Ayn ekilde, senin de kibrin tevazuya, çokluk
gururun azla kanaat etmeye, varln yoklua, bâkî olma hevesin
fânî olmaya, tüm kötü sfatlarn iyiye inklab eder. Zahirî üstünlü-
ün hakikî üstünlüe döner. Çirkin sfatlarn aac kökünden kesi-
lir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, tebih ve temsil yongalar temiz-
lenir; iman ve tevhid fesleeni oraya dikilir. Orada Allah' tenzih
ve tefrîd fidanlar yeerir. Böylece senin güzel sfatlarn çoalr?
"Verimli toprak rabbinin izniyle iyi ürün verir. Çorak toprak kötü
ürün verir. te biz ükreden millet için âyetleri böylece yerli yerin-
ce açklarz" âyeti bu meseleyi veciz ekilde açklamaktadr.(36)
Her sultann saltanat ve hükümranl belli bir müddet de-
vam eder. Lakin "La ilahe illallah" bu kuraldan müstesna olup,
onun saltanat ilelebet devam edecektir. Hükmü —öncekilerin ve
(36) A'raf Sûresi, âyet: 58
30
TEVHÎD RSALES
sonrakilerin isteine baklmakszn— herkesi kuatm, göklerde
ve yerde olanlarn hepsini kaplamtr. Kur'ân- Kerîm 'de buna
iaretle: "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman 'a kul olarak
gelecektir" buyrulmutur. (37)
Bunlarn bazs ak-u evkle, ve itaat etmi bir halde; bazsda istemeyerek, zoraki bir ekilde O'nun huzuruna gelirler. "Gök-lerde ve yerde olanlarn hepsi ister istemez Allah'a secde ederler.
Gölgelen de uzayp ksalarak O'na secde etmektedir" âyet-i
kerîmesi bu konuda söylenenlere delalet eder.(38)
"Rabbin ademolunun belinden zürriyetlerini alm ve: 'Ben
sizin rabbiniz deil miyim' diye onlar kendilerine ahit tutmutu.
'Evet buna ahidiz' dediler. Bu, kyamet günü 'Biz bundan haber-
sizdik' dememeniz içindi."(39) Bu âyeti u ekilde tefsir etmek
mümkündür.
Âlem-i fazl isteyerek, âlem-i adi istemeyerek; 'Evet, sen bi-
zim rabbimizsin' dediler. Allah-u Teala, onlar Âdem(a.s)'in belin-
den çkardktan sonra iki frkaya ayrd. Âlem-i fazl Âdem(a.s)'in
sanda, âlem-i adi solunda yer ald. Bunun akabinde AHah-u Tea-
la her iki gruba da anlama, iitme ve konuma melekesi verdi. Da-ha sonra onlara hitap etti ve onlar kendilerine ahit tuttu. Onlarnhepsi Allah'n birtek olduunu ikrar ettiler ve dc "Evet, sen bizim
rabbimizsin" dediler.
Bu iki grubun ikrarlar arasnda çok ince bir i k vard. öyleki; Âlem-i fazl isteyerek, hemencecik o ânda; Âlen -i adi ise iste-
meyerek, gevek bir eda ile 'Evet' dedi. Onlardan du ekilde söz
«lnmas kyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememe-
leri içindi.
(37) Meryem Sûresi, âyet: 93
(38) Ra'd Sûresi, âyet 15
(39) A'raf Sûresi, âyet: 172
31
TEVHÎD RSÂLES
Bu frkalarn âlem-i kudretten âlem-i hikmete geçmesiyle bir-
likte kendilerinde gizli bir ekilde bulunan 'Allah'n varl ve
birlii' fikri kendiliinden ortaya çkmtr. Âlem-i fazl içlerindeki•
bu sese kulak vererek tam bir inançla 'Evet' demek suretiyle sözle-
rini tutmular; Alem-i adi ise doruluuna tam olarak inanmambir halde 'Evet' dedii için verdikleri ahde vefa gösterememi,
mîsak bozmulardr.
te bu sebeple Allah-u Teala âlem-i fazl medh-u senâ ile an-
m ve; "Onlar Allah'n ahdini yerine getirirler ve andlamay boz-
mazlar" buyurmutur. (40)
Alem-i adle ise onlar knayarak: "Allah'a söz verdikten son-
ra ondan cayanlar, Allah'n bititirilmesini emrettiini ayranlar ve
yeryüzünde bozgunculuk yapanlar yok mu. te lanet ve cehennem
onlar içindir" eklinde hitap etmitir.(41)
Allah'a kar verilen bu 'Evet' sözü, kyamet meydannda,
âlem-i fazlin emanete riayet etmeleri sebebiyle lehlerinde; âlem-i
adlin emanete hyanet etmeleri nedeniyle aleyhlerinde ahidlik ya-
par. Daha sonra herkesin amellerinin yazl olduu, herkesin üze-
rine ehadet edecek olan bir kitap gönderilir. Bu hakikat Kur'ân-
Kerîm 'de u ekilde belirtilmitir: "Her insann amelini boynuna
dolarz ve kyamet günü onun için açlm bir kitap çkarrz. 'Kita-
bn oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter' de-
riz."<42)
(40) Ra'd Sûresi, âyet: 20
(41) Ra'd Sûresi, âyet: 25
(42) srâ Sûresi, âyet: 13-14
32
TEVHÎD RSALES
Allah-u Teala, seni nefsin üzerine ahid tutarak, verdiin sözü
unuttuunu, zâlim ve câhil olduunu sana hatrlatr. Böylece sen
ikrardan inkâra dütüünü kabul edersin.
•
——"Allah üphesiz Allah yolunda savaarak öldüren ve öldürü-
len müminlerin nefislerini ve mallarn —Tevrat, ncil ve
Kur'ân'da söz verilmi bir hak olarak— cennete karlk satn al-
mtr. Verdii sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardr. Öyleyse
yaptnz al-verie sevinin, bu büyük bir kazançtr" âyetinde
'kalbin' deil de 'nefsin* satn alnmas dikkati ayandr.(43) Zira
'kalb' yaratlm olan hiçbir eye köle olmaz. Mevcudattan hiçbir
ey onu çalamaz. Çünkü kalb Hak'dan gaynsyla ünsiyet kurmaz,
Allah'n zikrinden baka bireyle tatmin olmaz. Kalb bu konumu
itibariyle alnp satlamayan, Allah'tan bakasna boyun emeyen
hür bir kimseye benzer.
Nefis ise böyle deildir. O, ehvanî eylerle tatmin olur.
Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onlarn esiri olur. Esirin
ise alm-satm caizdir.
Bu anlatlanlar eriat kabnn zahirinden taan birkaç damla,
zahirî ilmin baz krntlardr. Bilindii üzere, sözün ak vaktine
göredir: Sen arndn zaman sözün de arnr, sen bulandn an o
da bulanr.
'Nefis' ve 'kalb' meselesine u ekilde de yaklalabilir: Kalb
halkla deil Hak'la; nefis ise Hak'la deil halkla megul olduu
için, kalb yerine nefis satn alnmtr.
(43) Tevbe Sûresi, âyet: 1 1
1
33
TEVHÎD RSALES
Nefis kötü sfatlar ve baya hasletler üzere yaratlm olduuiçin afet bölgesi, muhalefet yurdudur. Kalb ise güzel sfatlar ve iyi
huylar üzere yaratlm olduundan itaat ve ibadet beldesi hüviye-
tindedir. te nefsin kötü vasflarnn iyi vasflara, kalbî özelliklere
inklab etmesi için nefis satn alnmtr.
O
Nefis alm-satm kefesine konulup, teslim ilemleri yapln-
ca, Allah-u Teala nefsi hayra çarmakla görevli bir melei ona
gönderir. Melek onu daimî surette hayra davet edip erden meneder. Bu hal aralarnda bir dostluk kurulana dek devam eder. Nefis
arbal, boyun eecek bir vaziyete gelince, melek ondan tüm kö-
tü sfatlan alr ve onu güzel sfatlarla donatr. Böylece o, küfür ka-
ranlndan iman aydnlna, tüm kötü sfatlarn zulmetinden iyi
sfatlarn nuruna ular.
Nefis, küfür karanl ve onun vasflarndan kurtulup, muha-
lefet ve inadndan vazgeçince emre boyun eer. Allah-u Teala da
ondan raz olur.
Nefis bu arbal ve mutmain tavrlaryla Allah'n kullan
arasna girer ve: "Ey nefs-i mutmainne! Rabbini raz edecek bir
halde ve sen de rabbinden raz olacak bir vaziyette O'na dön. Kul-
lanmn arasna ve cennetime gir" âyetine mazhar olur.(44)
Âlem-i adlin, âlem-i kudret hakknda nifaka tutulup, âlem i
hikmeti inkâr etmesi sebebiyle onlann nefsleri satn alnmaya layk
görülmemitir. Allah-u Teala onlann nefislerini muhafaza etmeyip,
onlan eytann vesveseleriyle babaa brakmtr. Böylece eytan
(44) Fecr Sûresi, âyet: 27
34
TEVHÎD RSÂLES-
onlar daima erre, kötülüe çarr, pisliklerle onlan aldatr; ma-
yalarndaki bozuk eylere, ehvete, isyana, Allah'n bayraklarna
kar çkmaya davet eder. Bunlarn neticesinde nefis âdeta eytan-
lar, kötülüü emredip, iyilii nehyeden bir hale gelir. Nitekim
"üphesiz nefis kötülüü emreder" âyeti tecelli eder. eytan böyle-
ce o nefislerin en kuvvetli yardmcs ve en vefal dostu olur. Bu
husus Kur'ân- Kerîm'de: "Kim Rahman'n zikrine kar kör olur-
sa, ona eytan arkada ederiz" âyetiyle beyan olunmutur.(45)
Allah-u Teala, âlem-i fazl kendi nefislerine ahid tutup, onla-
ra tevhîd ve takvay ilham etti. Ayn ekilde âlem-i adli de kendi
nefislerine ahid tuttu. Fakat onlara fücur ve masiyeti ilham etti.
Zira, "Nefse ve onu biçimlendirene, ona isyan ve itaati ilham ede-
ne and olsun" âyeti buna iaret eder.(46)
Demek ki, Allah-u Teala'nn fazl- keremiyle muamele edip
hidayete erdirdii kimselere âlem-i fail; adaletiyle muamele edip
terkettii, haktan uzaklatrd kimselere âlem-i adi denir.
Korku, akbetin kötüye gitmesinden deil daha çok ilenen
kötülüklerden kaynaklanr.
Allah-u Teala insanlar karanlkta yaratp, onlarn üzerlerine
Zuhruf Sûresi,
(46) ems Sûresi, âyet: 7-8
35
fazilet nurundan serpti. O nurun isabet ettii kimseler hidayet bul-
du, isabet etmedii kimseler dalalette kald.
üphesiz Allah-u Teala insanlar adaletli bir ekilde yarattk-
tan sonra onlarn üzerine fazilet nurunu saçmtr. te bu nurun
dokunmu olduu kimseler âlem-i fazl; dokunmad kimseler
âlem-i adi oldu.
Bu nur suret ve kalplarda yan birk olmayp, insanlarn
kalblerine ve ruhlarna yaylan hidayet nurudur. Nitekim: "Allah
göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, —müminlerin kalplerinde-
ki— içinde lamba bulunan bir kandile benzer. O lamba cam için-
dedir, cam ise sanki inci gibi parlayan bir yldzdr. Ne douya, ne
batya mensup olmayan mübarek bir zeytin aacnn yandan ya-
klr. Ate demese bile neredeyse yan kendisi aydnlatacak bir
durumdadr. O nur üstüne nurdur. Allah dilediini nuruna kavutu-
rur. Allah insanlara misaller verir. O her eyi bilendir" buyrulmu-
tur.(47)
Kandil, senin beeriyetin; lamba, tevhîd nurun, cam ise kalbin
mesabesindedir. Kandilin beeriyete benzetilmesi younluk ve ka-
pallk sebebiyledir ki, kapal yer karanlk olur. Karanlktaki lamba
daha fazlak verir, aydnl daha çok kendini gösterir.
Tevhîd nurunun, lambannna benzetilmesi içeriyi ve d-
ary aydnlatmas nedeniyledir. Kalbin ise cama tebihi camneffaf ve latîf olmasndandr. Nasl ki o her yeri aydnlatyorsa ayn
ekilde kalb de tevhîd nuruyla sair uzuvlar iitir. Resûlullah Efen*
dimiz (s.a.v.) buna iaretle: "Kalbinde huu olan kimsenin tüm
uzuvlar hayet içinde olur" buyurmutur.
Yine camn inci gibi bir yldza benzetilmesi onunk yay-
(47) Nûr Sûresi, âyet: 35
36
TEVHÎD RSALES
masna ve parldamasna; bu yldzn inci gibi oluu cevherinin safr
lna, parlaklnn ziyadeliine iarettir.
Douya ve batya nisbet edilemeyen zeytin aacndan bahse-
dilmesi onun üstün nitelikli saf yaa sahip oluu ve iyi yanmasn-
dan ötürüdür. Tevhîd aac da böyle olup douya ve batya nispet
edilemez. Yani o, putperestlie, Yahudilie, Hristiyanl'a, Deh-
riyye, Müebbihe, Kaderiyye, Mu'tezile, Cebriyye gibi birtakm
frkalara ait birey olmayp, yüce slâm dinine özgü bireydir.
Zeytin aacnn douda -ve batda bulunmamas demek,
tevhîd aacnn semavî, arzî, arî, ferî, ulvî veya süflî olmamas
demektir ki o, halktan ayrlp, büyük bir istekle Hakk'a doru uç-
maktadr. Bu da onun halktan ayn, Hak ile beraber olduu mâ-
nâsm tar.
Yine bu aacn [tevhîd aac] douda veya batda olmamas,
onun dünyay ve dünyevî eyleri ve de ahiret ve onun nimetlerini
istemeyip sadece vechullah arzulad anlamna gelir.
Sen bunu; "O cenneti arzulamaz, cehennemden korkmaz" ya
da "Korku ona galip gelmedii için Allah'n rahmetinden ümidini
kesmez. Ümit ona üstün gelmedii için Allah'n mekrinden (hile)
emin olmaz. Yani o, korku ile ümit arasndadr. Bu bakmdan mü-min bir kimsenin korku veya ümidi tartld takdirde, her ikisinin
de birbirine eit olduu görülür" eklinde de anlayabilirsin.
"Ate demese bile neredeyse yan kendisi aydnlatacak"
ayeti bu yan safln ve parlakln; "Nur üstüne nurdur" ifadesi
de yan nurunun kandilin nuruna, kandilin nurunun da camn nu-
runa eklendiini belirtir. üphesiz Allah-u Teala dilediini nuruna
kavuturur.
0
37
TEVHÎD RSÂLES
Tevhîd günei tefrid semasndan senin kalb topraklarna par-
laynca nefsanî arzularn söner, beerî karanlklarn yrtlr. Nite-
kim: "Yeryüzü rabbinin nuruyla aydnlanr" buyrulmutur.(48)
Muhlis kullarn ve sair peygamberlerin kendilerine tâbi olan
topluluklarla beraber 'La ilahe illallah' bayra altnda yürüdükle-
rini görürsün. Allah için söyle, senin onlar arasnda yerin var m?Veya onlar arasnda atlm bir admn mevcut mu? Elbette hayr.
Sen onlara uymak için bir adm dahi atmadn, kendi nefsini hiç
kontrol etmedin. Bilakis ibadetlerinden nefsanî nazlarn kokusu ya-
ylmaktadr. Halvetin kin ve garaz doludur. Zikrin nice gafletlerle
karmtr. Duru ve hareketin edepsizlik kokmaktadr. Bilmem
farknda msn, namaz klarken; "Ben yüzümü gökleri ve yeri yara-
tan Allah'a çevirdim" dediin halde, O'ndan bakasna iltifat et-
mektesin. Bu halinle O'nam yönelmi oluyorsun? badet maksa-
dyla deil de, âdet olduu üzere yeme ve içmeden elini çektiin
vakit, bu halin Allah için midir? Elbette ki deil. Nitekim bir
hadîs-i erifte: "Nice oruç tutan kimse vardr ki, onun orucu ona
açlk ve susuzluktan baka birey salamaz. Ve nice namaz klan-
lar vardr ki onlarn namaz onlara sadece ayakta durmak ve yor-
gunluk kazandrmtr" buyrulmutur.(49)
Allah'a yemin ederim ki, yalnzca ekil ve söz kâfi deildir.
Kur'ân- Kerîm'de "Münafklar sana gelince; 'Senin Allah'n pey-
gamberi olduuna ehadet ederiz"' derler. Allah, senin kendisinin
peygamberi olduunu, bunun yannda münafklarn yalanc oldu-
unu bilir" buyrulmas bu hususu açklar. (50)
(48) Zümer Sûresi, âyet: 69
(49) Buharî
(50) MünafkÛn Sûresi, âyet: 1-2
38
TEVHÎD RSÂLES!
Söz, aacn yapraysa, kelime-i tevhîd aacn kendisidir.
Güzel bir kelime güzel bir aaç gibidir. Tasdik bu aacn kökü, ih-
las gövdesi, ameller dallan, sözler yapraklandr. Nasl ki bir aacn
en deersiz eyi yapraklan ise, imann en düüü de yalnzca sözle
olandr.
Ey kardeim bilmi ol ki, 'La ilahe illallah' aac mutluluk
aacdr, feer onu tasdik toprana diker, ihias suyu ile sular, iyi
amellerle korursan, onun kökleri tâ derinlere iner, gövdesi salam-
lar, yapraklan yeillenir ve yenimi ho meyveler bitirmeye ba-
lar. Kur'ân- Kerîm'de buna iaretle öyle buyrulmutur: "Allah'n
ho bir sözü, kökü salam, dallar göe doru olan, —rabbinin iz-
niyle her zaman meyve veren— ho bir aaca benzeterek nasl mi-
sal verdiini görmüyor musun."(5,)
"Bu aacn meyvesi nedir?" diye soracak olursan, sana derim
ki: "Onun meyvesi uyanklk, tövbe, zühd, iffet, tevekkül, teslim,
hereyi Allah-u Teala'ya smarlamak, batnî ve ruhanî bütün güzel
sfatlar ile cismanî ve zahirî olan tüm iyi huylardr."
Bu aaç Allah'n izniyle her an meyvesini vermekte olup di-
er aaçlar alt ayda bir meyve verirler. Ayrca bunun meyvesi
ruhlar âleminin, öbürlerininki ise cisimler âleminin gdasdr. Biri
mânâ ve esrar âleminin, dieri suret ve izler âleminin besinidir.
Tevhîd aacn yalan ve kötülük toprana diker, riya ve nifak
suyu ile sular, kötü ameller ve çirkin fillerle onu himayeye kalkr,
ahdi bozmak ve emaneti zayi etmekle büyütmeye çalrsan; onun
üzerine vefaszlk suyu akar, ve o, kötü söz ve hezeyan asyla a-lanr. Böylece o aacn meyveleri menfî bir ekilde etkilenir, yap-
raklan dökülür, gövdesi çürür, kökleri kopmaya balar ve bir gün
(51) brahim Sûresi, âyet: 24-25
39
TEVHÎD RSALES
kader rüzgar onu paramparça eder. Bu hale Kur'ân- Kerîm 'de
öyle iaret edilir: "Yaptklar her iin önüne geçmiiz de onu etra-
fa saçlm toz zerreleri haline getirmiizdir."*52'
•
Bu aacn gölgcsiyle gölgelenen kimse zafer kazanm, onu
yitiren hüsranda kalmtr. Ona yapan ebedî saadete erimi, tu-
tunmayan ehavete dümütür. Onun dallarndan birine tutunan
yüksek derecelere çkm, onu brakan en alt derekeye yuvarlan-
mtr.
O
'La ilahe illallah' yüce, deerli, paha biçilmez bir sözdür ki
ona yapan selamete kavumu ve korunmu olur. Bir hadis-i e-
rifte: "nsanlar La ilahe illallah diyene kadar onlarla savamakla
emrolundum. Bunu dedikleri zaman kanlarn benden korumu
olurlar" buyrulmutur ki burada bahsedilen koruma dünyayla ala-
kal olup ahiretteki koruyu daha önemlidir.(53)
Bu sözün önemine binaen ayrca: "La ilahe illallah benim
kalemdir. Bunu söyleyen kimse bu kaleye girer. Bu kaleye giren
kimse de azabmdan kurtulur" ve, "La ilahe illallah diyen kii cen-
nete girer" buyrulmutur.(54)
-
(52) Furkan Sûresi, âyet: 23
(53) Buharî ve Müslim Sahihlerinde; Ebu Dâvûd, Tirmizî, Neseî, bn-i Mâce Sö-
nenlerinde Ebu Hureyre (r.a.)'den nakletmilerdir. Bu hadis mütevatirdir.
(54) Müsned-i Ahmed bin Hanbel
40
TEVHÎD RSÂLES
Bu sözün son dura vahdaniyetin bilinmesi, semeresi ise
O'nun biftek olduunun herey tarafndan ikrar edilmesidir. Mev-cudata vücut verilmesi ve kainatn yaratlmas bu sebepledir. Eervahdaniyetin marifeti ve ikrar olmam olsayd mevcudata vücut
verilmez, yokluk srrndan varlk çkmazd. Nitekim Kur'ân-
Kerîm 'de: "nsanlar ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye ya-
rattm" buyrulmutur. (55) Yani Ailah-u Teala kullarn, kendisinin
bir olduunu bildirmek için yaratmtr. Ulvî süfli âlemler ile on-
larn arasndaki tüm mevcudat da kullan için yaratmtr. Bununiçin gök seni gölgelendirir, yer tar, melekler korur, ay, güne ve
yldzlar seni aydnlatr. Süflî varlklar da senin tasarrufun altnda-
dr. Ksacas herey senin için yaratlm, sen de O'nun için, yani
O'nun birtek olduunu idrak etmek için yaratlmsndr. Öyleyse
diyebiliriz ki, tüm mahlukat O'nun birtek olduunu bilmek ve ikrar
etmek üzere yaratlmtr. Nitekim bir kudsî hadiste öyle buyrul-
mutur: "Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek için mahlukat yarat-
tm."™
üphesiz ki Allah-u Teala tüm eyay kullan için, kullann da
kendisi için yaratmtr. Oysa ki sen nimet vereni unutup nimetle
megul oldun, nimeti verene ükretmedin, onun sana niçin verildi-
ini düünmedin. Allah' unutturan her nimet nikmet, O'nu hatr-
latmayan bütün hediyeler beladr.
"Nimetin ükrü nedir?" diye merak edecek olursan cevap ola-
(55) Zâriyat Sûresi, âyet: 56
(56) Tirmizî
41'
TEVHÎD RSALES
rak deriz ki, nimeti vereni, sana nimet verdii için, hamd-u sena et-
mek ve O'na yönelmektir. Bunu öyle de ifade edebiliriz: O'nun
nimetleriyle O'na itaat etmek, O'nu unutmamak, nimette nimet ve-
reni görmektir.
Nimetin ükrü nimeti artrr, basireti açar, berekete vesile
olur. Nimete nankörlük etmek ise helaki hazrlar, zevali getirir,
azaba yol açar. Bu nedenle Kur'ân- Kerîm'de; "Eer ükrederse-
niz nimetimi artrrm. Nankörlük ederseniz azabm çok çetindir"
buyurulmutur.(57)
•.
Ey insanlar! yice biliniz ki Allah-u Teala dilediini yapar, is-
tedii gibi hükmeder, sebepsiz verir, zamana bal olmakszn meneder, hiçbir illet olmakszn mesut eder, yaratmaya ihtiyaç duy-
makszn yaratr ve yine ükre ihtiyac olmad halde ükür ile im-
tihan eder. üphesiz ki ehadiyet ve samediyet sebep ve illetlerden
münezzehtir. Eer O'nun iradesi bir sebepten dolay olmu olsayd
mahlûl (katk) olmu olurdu; yok eer bir hadiseden dolay ol-
mu olsayd malûl olurdu. Oysa ki O'nun iradesi ne mahlûldür, ne
de malûldür. O, sebep ve illetleri yaratandr. Nitekim; "O yaptn-dan sorumlu deildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardr" Duyurul-
mutur/5^
Varlklarda sadece O vardr. Öyleyse sen Allah'tan bakasy-
la megul olma, O'ndan bakasna yönelme. O'na ulatnda her-
(57) brahim Sûresi, âyet 7
(58) Enbiya Sûresi, âyet: 23
di
TEVHÎD RSALES
eye ulam, O'nu kaybettiinde hereyi kaybetmi olursun. Kai-
natn zirvesine yükselsen, en yüce yerlere çksan, her iki âlemin
hazinelerinin anahtarlar sende olsa, her iki dünyann da mahsulat
sana verilmi olsa, eer sen bunlardan biriyle megul olur, aklanr-
san bilmi ol ki, Allah' unutmu ve O'ndan bakasyla megul ol-
mu olursun.
Sadece dünya nimeti ister ve onunla yetinirsen helak olmu-
sun demektir. Nitekim Kur'ârt Kerîm'de "Dünya hayatn ve gü-
zelliklerini isteyenlere, orada ilediklerinin karln tastamam
veririz. Onlar orada bir#eksiklie uratlmazlar. Ahirette onlara
ateten baka birey yoktur. ledikleri eyler orada boa gitmitir.
Amelleri de iptal edilmitir" buyürulmutur.(39)
Ayn ekilde yalnzca âhiret nimetini ister ve ona kanaat eder-
sen bilmi ol ki sen bir budalasn. Çünkü, sadece kendi eviyle me-gul olup, komusunu unutan kimse bön ve aklszdr. Rzk ile
megul olup Rezzak' unutan kimse de böyledir.
Yalnzca dünya nimetinden faydalanrsan âhiret nimetini; sa-
dece âhiret nimetinden istifade edersen dünya nimetini kaybe-
dersin. Öyleyse gerçek mutluluk, dünya ve ahireti birlikte yürüt-
mekte ve vechullah istemektedir. Aksi taktirde O'nun emrinin d-
na çkar, Allah'n iradesinin dairesine giremez, O'nunla ve
O'nun için olamazsn. Nitekim, bir air demi ki:
Gördüm ki ak köprüsü uzamakta bizden yana
'Haydi geçin' diye nida olundu âklara
(59) Hûd Sûresi, âyet 15-16
43
TEVHÎD RSALES
Köprüyü geçmek için yanlarna yürüyünce
Köprü koptu ve ben yuvarlandm mahrumiyete
Dalgalar her yanmdan tutup sardnda beni
Sabr tükenmitir 'artk göç' dedi bir münâdî
Ya bu karan böylece kabul edersin, ya da ihtiyar kadnlarn
dinine tâbi olup aczini itiraf eder, evin arka odasnda oturur, bir
köede pineklersin. Ve u ilahî hitaba muhatap olursun: "Siz ilk
önce oturmaya raz olmutunuz. Öyleyse geri kalanlarla beraber
0turun:m)
l
— Dünyay veya âhireti arzulayan birçok kimse vardr. Lakin
Hakk' isteyen kimse azîzdir ve hürmete ayandr. Müridin deeri
muradna göredir, istein deeri de istenilen eyin deerine bal-
dr. Zira halkn deeri az olduu için onu arzulamann ve arzulaya-
nn da deeri o nisbette azdr. Deerli ve önemli olan Hak oldu-
undan elbette O'nu istemenin ve isteyenin deeri de o oranda
çoktur.
Hükümdarn sarayna girmek ve onun sofrasna oturmak iste-
yen kimse ile onun çöplüüne atlm bir lei arzulayan kimse bir
deildir.
Yine hükümdar ile, onun halvethânesinde oturup konumaydileyen kimse ile skntlarndan kurtulmak için onunla salonda gö-
rümeyi isteyen kii eit olmaz.
(60) Tevbe Sûresi, âyet: 83
44
TEVHÎD RSÂLESt— —(
Komunun komuya tesiri vardr. Baz komuluklar insan
yükseltirken, bazlar da alçaltr. Hükümdarla salonda oturmakla,
halvethânede oturmak ayn deerde olmayp herbiri için farkl de-
receler mevcuttur. Bu hakikat Kur'ân- Kerîm'de (meleklerin a-
zndan) öyle dile getirilmitir: "Bizden herkesin belli bir makam
vardr."<61)
L
Baz kavimler bu dünyaya balandklarndan beerî karanlk-
lar onlar kaplam ve basiretlerini kör etmitir. Böylece onlar ulvî
âleme deil de süflî âleme tutunmulardr. Ala atlm lee ben-
zeyen himmetleri dünya zevklerine yönelmitir. te böyle insanla-
rn amelleri boa gitmi, emelleri yok olmutur. Onlar, her an his-
settikleri ayrlk atei ve istikbalde tadacaklar cehennem atei ol-
mak üzere iki kere azaba uram olurlar. u âyet onlardan bahset-
mektedir: "Âhirette onlara ateten baka birey yoktur. ledikleri
ameller orada boa gitmitir. Zaten yapmakta olduklar da bâtl-
dr."^
Baz topluluklar da bu âlemden kopmak, beerî karanlklar-
dan kurtulmak için gayret ettiler. Riyazetle megul olup, nefislerini
terbiye ve tezkiye ettiler. Böylece mesafe katetmi, dünya ziynetle"-
rini terketmi oldular. Lakin üzerlerinde bulunan tabiat ve beeri-
yete ait kalntlar nedeniyle, Hakk'n iradesine, lütuf ve ihsanna
tamamen mazhar olamadlar. Fakat cehennemden kurtuldular.
Bir millet kendilerine korkunun galip gelmesiyle eziyet yeri
olan cehennemden kurtuldu. Bir dieri ümidin galip gelmesiyle,
ikram yeri olan cenneti kazand.
Bu frkalar en yüksekle deil de yüksekle, en mükemmelle
(61 ) Sâffât Sûresi, âyet: 164
(62) Hûd Sûresi, âyet: 16
45
TEVHÎD RSALES
deil de mükemmelle, en deerliyle deil de deerliyle megul ol-
duklar için istikbaldeki cehennem azabyla cezalandnlmasalar da-
hi, her an hissettikleri ayrlk ateiyle cezalandrlmlardr. Nite-
kim dostlar nazarnda ayrlk atei, yakc ateten daha iddetlidir.
Bir air demi ki:
Eer musallat edilse âte-i hicran
Elbet birgün erirdi cehennem âtei•
Souklard yalazlarla kavrulan mekân
Cierler kor olurdu ve sarard seni
Dier bir grup da beeriyet ve tabiat âleminden ayrlp mânâ
âlemine kanat açt. Onlarn üzerinde beeriyet âlemine ait herhangi
birey kalmam, onlar kainat am, mevcudat geçmi, halktan
uzaklamtr. Kalbleri Allah'a bal olup, onlarn tüm istek ve ar-
zulan Hak'tr. Bu gibi kimselerin dili Hakk'n dili olduu için on-
lar konutuklarnda âdeta Hak Teala konumaktadr. Onlar derler
ki: "Dünya ve ukba, cennet ve cehennem ile megul olmayz. Al-
lah-u Teala bizden raz olduktan sonra biz ne diye bunlarla uraa-lm. O Kâdir'dir. Dilerse cehennemde de bize nimet verir, ikramda
bulunur. Eer bize azap etmeyi dilerse—ki bundan Allah'a sn-rz— cennette de eder. Bizler O'nun cennetini arzuladmz veya
cehenneminden korktuumuz için ibadet etmi olursak, tereddütlü
ve tek tarafl ibadet edenlerden oluruz. Böyle bir tutum içinde bu-
lunan kavimler yerilerek, onlar hakknda; 'nsanlardan öyleleri
vardr ki Allah'a tereddütlü ibadet ederler. Kendisine bir hayr do-
kunursa yatr, bir bela gelirse yüzüstü dönerler. Böyece dünyay
da âhireti de kaybederler. Bu ise apaçk bir ziyandr' buyurulmu
tur.(63)
Bizler O'ndan bakasna ibadet etmeyiz."
(63) Hac Sûresi, âyet: 1
1
46
TEVHÎD RSALES
te bu gruba dahil olan insanlar sadece vechullah arzular;
Bunun için Allah-u Teala onlara dünya ve âhiret mülkünü vermi-
tir. Onlar fakirlik kaftan giymi meliklerdir.
Yeme ve içme ile megul olan kiinin Allah' sevdiini söyle-
mesi yalandr. Bunun gibi cennet nimetlerini düünen, onlarla me-
gul olan kii de yalancdr.
Gerçek mânâda kul olanlar yalnzca O'nun için kalkar, otu-
rur, konuur, hereyi O'ndan alr ve yalnz O'na bakarlar. Gözleri-
ni Allah için kapatrlar. Böylece O'nunla görür, O'nunla iitir.
O'nunla konuur. O'nunla tutar ve O'nunla yürür bir hale gelirler
ki buna bir kudsî hadiste öyle iaret edilmitir: "Ben onun kula,
gözü, eli ve destei olurum. Kulum benimle duyar, benimle görür,
benimle tutar...,K64)
Allah-u Teala, dier insanlara vaat ettii birtakm eyleri bu
kullarna peine vermitir. Bakalarna gaib olan eyi onlara ayan
beyan göstermitir. Dierleri, bir köeye serilmi bulunan seccade-
leri üzerindeyken, onlar arkta, garpta, ar-û fertedirler. Bedenle-
riyle olmasa da srlaryla maddî âlemi amlar, Hak Teala'y göz-
leriyle olmasa da srlaryla görmülerdir. Onlar Hakk'n güzide
kullan ve kainatn yaratl sebebidirler. Yaratlm olanlar onlar
sayesinde nzklanr ve yaratlrlar. Onlar ubudiyeti ve tevhidi Al-
lah'a has klanlardr ki onlara ve onlara tâbi olar ra ne mutlu.
Cenab- Hak, onlarn bu halini överek pt gamberine öyle
buyuruyor: "Sabah akam, Rablerinin rzasn dilîyerek O'na yal-
varanlar kovma. Onlarn hesabndan sana bir sorumluluk yoktur.
Senin hesabndan da onlara bir sorumluluk yoktur ki, onlan kova-
rak zulmedenlerden olasn.'*65*
(64) Buharî, Kitab- Rikak 7/190, b. 38
(65) En'âm Sûresi, âyet: 52
47
TEVHÎD RSALES,
Bana 'rade nedir?' diye soracak olursan sana cevaben derim
ki: "rade, kalbi âlemlerin rabb olan Allah'n sevgisine, rzasna,
isteine balamak; mal mülkü terkedip, fâni ve helak edici eyle-
rin üzerine binmek; rahat terketmek, mübah eylerden yüz çevir-
mek; Allah' arzulamak ve onun ateinde yanmaktr."
Bir pervanenin bile kendini mum nda yaktn görmüyor
musun? Miskin bir pervane bile kendini âtee atp yakyor da bu
yantan bir hayat umuyor. O küçücük haliyle, cann sevgilisinin
kollarna atp feda ediyor da sen, üstün bir varlk olarak, mükem-
mel bir sevgili için nefsini harcamakta, varln ona armaan et-
mekte tereddüt ediyorsun. Sonsuza kadar bu fânî dünyada yaaya-
can m zannediyorsun! O küçücük pervane tüm varln sevgili-
nin ateinde yakarak yeni bir hayata doacan biliyor da, sen yü-
celerden gelen "Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin. On-
lar diridirler" sesini duymana ramen hâlâ duraklamaktasn.(66)
Bu gibi insanlar, iradelerinde sadk olmayan, yalanc kimse-
lerdir. Onlarn hakikî lezzetlerden hiçbir nasibi yoktur..
üphesiz nefsini harcamadkça ve varln yok etmedikçe
Allah'a kavuamazsn. Nefis perdesini ref etmedikçe O senin için,
sen de O'nun için olamazsn. Varln yok edersen, O'nunla baki
olursun. Her kim ki varln O'na feda ederse Allah-u Teala onu
kendine halef yapar.
Nefsin hereyden hakir; muradn hereyden aziz olduuna gö-
re, deersiz ve hakîr bireyi, kymetli ve azz bireye deimedikçe
Hakk'n müridi ve talebesi olamazsn.
O halde varln O'na sun, nefsini O'na saç. "...Onunla ko-
(66) Âl-i mran Sûresi, âyet: 169
48
TEVHÎD RSALES
numadan önce sadaka veriniz..." te visalin mehri budur.<67)
Eer mtirîd isen murâd, tâiip isen matlûp, habîb isen mahbûb
olursun. te o zaman; "Allah dilemedikçe dileyemezsiniz..." âyeti
tecelli eder.(68)
Ey inan, Allah'tan bakasna yöneldiin ve iltifat ettiin
müddetçe sürekli 'La ilahe illallah' de ki kötü sfatlarn gitsin, iyi
sfatlarn artsn.
Sende kötü yani adlî ve iyi yani fazlî olmak üzere iki tür var-
lk vardr. Kötü olan varln âlem-i adiden, iyi olan varln âlem-i
fazldendir.
ster adlî, ister fazlî varln olsun her biri deiik ksmlara
ayrlrlar. Adlî varln yedi ksm olup bu ksmlarn her birinin
arkasnda eytan vardr. Bunlar: His, meguliyet, neva, nefs, nefs
bozukluu, beeriyet ve huydur.
. Fazlî varln sekiz bölümden müteekkil olup bunlarn herbi-
rinin arkasnda melek vardr. Bunlar: His, fehim, akl, gönül, kalb,
ruh, sr ve himmettir.
Bunlardan herbiri bir dierine tekabül etmektedir ki; kötü
olan his iyi olann, meguliyet fehmin, neva akln, nefis bulanklgönlün, beeriyet ruhun, huy srrn karl olup, eytan da mele-
in karldr. Yalnz fazlî varln sekizinci srasndaki himmeti-
nin karl yoktur.
Fazlî ksmlarn sekiz, adlî ksmlarn yedi oluu cennet ve ce-
hennem kaplarn simgelemektedir. Zira cennet "fazl evi", cehen-
nem "adi evi"dir. Allah-u Teala: "Cehennemin yedi kaps vardr"
111MI W I •
(67) Mücâdele Sûresi, âyet: 12
(68) nsan Sûresi, âyet: 31
(69) HicrSûfesi,âyeL-44
4?
TEVHÎD RSALES
Fazlî varln sana bu dünyada verilmi küçük bir cennettir.
Adlî varln da sana bu dünyada verilmi küçük bir cehennem sa-
ylr. Bu küçük cennet ve cehennemin her bir kaps hakikî cennet
ve cehenneme açlr. Nitekim "...Her kap onlarn girecei bir ks-
ma açlr" buyrulmutur.*70*
Kelime-i Tevhidin nuru fazlî ksmlarndan birinin üzerine
doacak olursa onun karl olan adlî ksmlardan birinin karanl-
gider. Mesela onun ruhu sr üzerine rsa tabiat, ruhu aydnla-
trsa beeriyet, kalbe doarsa nefsin karanl gider. Zira fazlî k-smlar letafet açsndan effaf bir cevher gibi olup karl olan
eyleri de aydnlatr. Karanlk bir odadaki kandil içinde bulunan
lambann kandilden geçerek nasl tüm oday aydnlatrsa, ay-
nen bunun gibi fazlî ksmlara doan nur da karln aydnlatr.
Kelime-i Tevhîd lamba, fazlî ksmlar kandil, adlî ksmlar
karanlk bir oda mesabesindedir. Lambannnn kandili, kandi-
linnn oday aydnlatt gibi, Kelime-i Tevhîd nuru da fazlî
ksmdan adlî ksm aydnlatr. Buna iaretle Kur'ân- Kerîm'de:
"O'nun nuru içinde lamba bulunan bir kandile benzer. O lamba
cam içindedir. Cam ise sanki inci gibi parlayan bir yldzdr" buy-
rulmutur.
Bu hususu açklayc nitelikte olan bir misal dek yansma-
sdr. Karlkl bulunan cisimler birbirlerinden aldklar klaryanstrlar. Nitekim güne bir duvara vurduunda, duvar almolduu bu karsnda bulunan eye, o ey de baka bireye
yanstr. Bu yansma kesîf bir cisim tarafndann emilmesine
kadar devam eder. Bu olay bu dünyada bu ekilde olur. Gayb
(70) Hicr Sûresi, âyet: 44
50
TEVHÎD RSALES
âleminde ise daha üst bir boyutta tecelli eder. Yani bu dünyadaki
yansma gayb âlemindekine göre küçük ve basittir. Kainatta yans-
ma nasl gerçekleiyorsa küçük bir kainat niteliinde olan insanda
da bu durum aynen gerçekleir.
Kelime-i Tevhîd nuru fazl ksmlardan birini aydnlattktan
sonra onun yan ksmlarn da aydnlatabilir. Örnein, önce him-
meti aydnlatr, oradan srra, srdan ruha, ruhtan kalbe yansyarak
dier ksmlar dolar. Çünkü bu ksmlardan herbiri bir dierinin
karsndadr. Daha önce belirttiimiz üzeren yansmas için
cisimlerin karlkl durmas lazmdr.
Günenn kesîf bir cisme vurduunda,n bu cisim ta-
rafndan emilmesi gibi sendeki adlî ksmlar da bazen bu nurun
yansmasna engel tekil eder.
Göün latîf oluu nedeniyle güne nlar bu dünyaya ulaa-
bilmektedir. Eer günenn önüne bulut gibi kesîf birey ge-
çerse,k bu tabakadan öteye geçemez.
Fazlî varlk âlemi ulvî âlem, adlî varlk âlemi süfli âlem me-
sabesindedir. Fazl âleminden olan himmet, ulvî âlemden olan ar
hükmünde olup dier yedi ksm da yedi semâ mesabesindedir. Adi
âleminin yedi ksm da yedi kat yer gibidir.
Ulvî âlem gayet latîf olduu içinn bir ksmdan dierine
geçmesine mâni olmaz. Bu sebeple fazl âlemi ulvî âleme nisbet
edilir. Süflî âlem son derece kesîf olduu içinn bir ksmdandierine geçmesine engel olur. Adi âlemi de bu yüzden süflî âleme
benzer.
Fazl âleminin hepsi nur; âdi âleminin hepsi karanlktr. Bu iki
âlem sükûnun hareketi, gölgenin günei, gecenin gündüzü takip et-
mesi gibi birbirini izler. Gündüzden giden her parçay gece, gece
51
TEVHÎD RSALES
den giden her parçay da gündüz izler. Böylece Allah-u Teala,
"Geceyi gündüze, gündüzü geceye katar."
Senin geçen adlî âlemin, gündüzün de fazlî âlemindir. 'La ila-
he' nefyinin irk karanlklar fazlî varln üzerine çökerse onunnurunu giderir. Böylece fazlî varln adlî varla dönüür.
Vahdaniyet günei ferdaniyet burcundan illallah semalarndaparlayp, adlî varlnn gecesini aydnlatacak olursa karanlklar oan söner, adlî varln fazlî varla inklab eder. Demek ki 'La ila-
he'nin meskeni adlî varln; 'illallah'n ki ise fazlî varlndr. 'La
ilahe' karanlk olduu için senin karanlk yerinde; 'illallah' nur ol-
duu için senin nurlu yerindedir.
'La ilahe' çizgisi 'illallah'n isbat çizgisine bititiinde isba-
tn nurlar nefyin karanlklar üzerine yansr. Böylece ikisi birden
nur ve isbat olur. Nefyin karanlklar isbat nuruyla gider. Nitekim
Kur'ân- Kerîm 'de: "Hakk bâtln bana çarparz ve onun beyni
parçalanr. Böylece bâtl ortadan kalkar" Duyurulmutur.™
te, nefyin karanl isbatm nuruyla silindiinde adlî varlnaydnlanr ve tüm ksmlanyla fazlî varla intikal eder. Böylece
kötü his iyi hisse, meguliyet fehme, heva akla, nefis bulanklgönle döner. Nefis, kalb olur. Beeriyet ruha, huy srra, eytan me-lee intikal eder. Peygamber Efendimizin, "Benim de eytanmvard, fakat Müslüman oldu." sözü buna iaret eder.™
I
Ey kardeim bilmi ol ki, sâkk için üç mertebe vardr. Bun-
lardan birincisi âlem-i fena, ikincisi âlem-i cezbe, üçüncüsü âlem-i
kabzadr. Eer sen âlem-i fenada isen 'La ilahe illallah', âlem-i
cezbede isen 'Allah', âlem-i kabzada isen'Hüve' zikrine devam et.
(71) Enbiya Sûresi, âyet 18
(72) Müslim, Kitab- Sfatü'l-Mönafiö, 4/2168, h.16
*7
TEVHÎD RSÂLESt
Âlem-i fenada yürüdüün müddetçe adlî varln sana galip gelir.
Âlem-i cezbe yolunu takip ettiin müddetçe fazlî varln sana ga-
lebe çalar. Seni boyunduruk altna alan ey adlî varln ve kötü
huylarn olduu için âlem-i fenada zikrin 'La ilahe illallah' olsun.
Âlem-i cezbede ise zikrin 'Allah' olsun. Çünkü seni egemenliin-
de bulunduran ey fazlî varln ve iyi huylarndr.
'La ilahe illallah'm özellii her türlü kötü sfatlan ykmas ve
yok etmesidir. 'Allah' kelimesinin özellii, iyi sfatlan takviye et-
mesi ve çirkin davranlardan ananasdr.
Âlem-i fenada olduun müddetçe sana galip olan kötü sfatla-
r ykmaya ve yok etmeye ihtiyaç duyarsn. Âlem-i cezbede bulun-
duun zaman zarfnda takviye ve tenzihe ihtiyaç hissedersin. Çün-
kü sana galip gelen iyi sfatlardr.
Âlem-i kabzada 'Hüve' demelisin. Çünkü bu âleme ulatnanda sendeki adlî sfatlann bulankl gitmi, fazlî sfatlann kla-n seni aydnlatm demektir. Burada Cenab- Hak vastasz olarak
sana tasarruf eder. Bundan sonra sen kendine nisbetle yok, O'na
nisbetle varsndr. Kendine nisbetle fânî, O'na nisbetle bâkîsindir.
Sen bu âlemde zikrini 'Hüve' yap. Zira mevcut ve bâkî olan 'Hü-
ve 'dir.
Bizim 'âlem-i fena' dememiz sâlik ve müridlerin nefislerini
orada fânî klmalan ve kötü sfatlann yok etmeleri nedeniyledir.
Âlem-i cezbe olarak adlandnmzn sebebi ise müridin orada Me-
lik'in cezbesine kaplmasdr. Âlem-i kabza ise müridin Allah'a
teslim olduu ve Hak Teala'nn onda vastasz tasamf ettii ma-
kam demektir. te bu saydklanmz müridin mertebe ve makamla-
ndr.
Ey kardeim bilmi ol ki, evliyann dört makam vardr. Bun-
lar:
53
TEVHÎD RSALES
a-) Hilafet-i Nübüvvet
b-) Hilafet-i Risalet
c-) Hilafet-i Ulu'l-Azm
d-) Hilafet-i Ulu'l-Istfa'dr.
Birinci makam âlimlere, ikincisi velîlere, üçüncüsü evtada,<73)
dördüncüsü kutublara(74)
aittir.
Velîler içinde nebîlerin, resûllerin, ulu'l-azm ve ulu'l-stfala-
nn makamna geçenler vardr.
Velîler iki gruptur:
a-) Maslahat- diniyede tasarruf ve velayet sahibi olanlar.
' b-) Bi'l-kuvve velayet tasarrufu olmayp, velayetin tasarru-
fundan hasl olan tasarrufa sahip olanlar.
Eer: "Velayet tasarrufu olmayan kimse nasl veli olabilir?"
denilirse, cevaben deriz ki: "Allah-u Teala'nn tüm eylerine yetki-
si olan kimse anlamnda velî olmas mümkündür." Bu velî gerçek
velîdir. O ancak Hak Teala ile duyar, görür ve konuur. O mahbu-
biyet âlemindedir. Buna iaretle: "...Ben o kulumun kula ve gözü
olurum..." buyurulmutur.
Böyle bir velînin halka mürebbi olmas uygun deildir. Çün-
kü o, Hakk'a teslim olmu ve ihtiyar elinden alnm yani kendi
isteiyle hareket edemeyen bir kimsedir. htiyar elinden alman
kimsenin bakalarna mürebbi olmas uygun olmaz. Zira bir kimse-
nin bakalarnda tasarruf edebilmesi için önce kendi nefsinde tasar-
ruf edebilmesi gerekir. Bu veli Allah akyla mecub olduundan
bakas üzerinde tasarrufa yetkili deildir. er'î örfte de bu böyle
(73) Ricâlullahtan bir gruba verilen isim.
(74) Birçok Müslümann kendisine baland evliyaullahtan zamann en büyük
müridi.
54
TEVHÎD RSALES— — ——
—
olup, ancak kendi nefsi üzerinde velayeti sabit olan kiinin baka-
sna velayeti muteberdir. Âkil, bâli olmayan çocuun kendine ve-
layeti olmad için bakas üzerine de velayeti olamaz.
Hakk'a teslim olmu olan bu meczub velî, çocuk mesabesin-
dedir. O, sevgililer sevgilisi Allah-u Teala'nn terbiyesi altndadr
ve rububiyetin ikram olan sütü emmektedir. Nitekim Allah-u Tea-
la bir kudsî hadiste: "Onlar çocukturlar. Onlar irademizin terbiyesi
altna aldk. Bizim ikrammz olan sütle beslenmektedirler" buyur-
mutur.
Dier gruba dâhil olan velîye gelince, onun halka mürebbi ol-
mas uygundur. Çünkü o kendisine velayet hakk tannan, ergin ki-
i mesabesindedir. Kendi nefsi üzerine velayeti sabit olan kimsenin
bakalar üzerine de velayeti vardr. er'î örfte bu böyledir. Nite-
kim eriatte caiz olan birey 'hakikat'te de caizdir. eriat ile haki-
kati birbirinden ayrmak küfür ve zndklktr.
Mahbubiyet makamnda olan meczub velînin misali, çölde
gözü kapal yürüyen bir kimseye benzer ki o, ayak basacak yeri ve
nereye gittiini bilmez. Yol bitip istedii yere erince, ona nereler-
den geçip geldiini soracak olurlarsa bu hususta sadre ifa olacak
birey bilmediini söyler.
Çölde gözü kapal yürüyen kiinin bakasna klavuz olmas
nasl doru olmazsa, meczub velînin de âhiret yolculuunda baka-
larna rehberlik etmesi doru deildir.
Çölü gözleri açk bir ekilde aan ve çöl yolunu, oradaki du-
raklan, orann ini-çklann kan kar bilen kimsenin öncü ol-
mas nasl daha uygun olursa, marifet yolunu gözleri açk yürüyen
kiinin de âhirete giden yolda rehberlik etmesi hikmete daha uy-
gundur.
55
TEVHÎD RSALES
Kalblerin kâifi 'La ilahe illallah*, ruhlarn kâifi4AHah\ sr-
larn kâifi 'Hüve' dir. Çünkü 'La ilahe illallah' kalblere, 'Allah'
ruhlara, 'Hüve' srlara kuvvet ve mknatstr.
Kalb, ruh ve sr bir kutuya saklanm sedefteki inci gibidirler.
Veya evde kafes içinde olan kua benzerler. Kutu ve ev kalb mesa-
besindedirler. Sedef ve kafes ruha, inci ile ku srra benzerler.
Eve varmadkça kafese, kafese varmadkça kua ulaamaya-
can gibi kalbe ulamadkça ruha, ruha ulamadkça srra eremez-
sin. Öyleyse sen eve ulatnda kalbler âlemine, kafese vardnzaman ruhlar âlemine, kua kavutuun zaman srlar âlemine er-
misin demektir.
O halde sen kalbinin kapsn 'La ilahe illallah' anahtanyla,
ruhunun kapsn 'Allah' anahtanyla, srrn kapsn 'Hüve' anahta-
nyla aç.
Sr kuunun yaamas için 'Hüve' demeye devam et. Çünkü
bu lafz bu kuun güCünü artnr. Bu nükteye iaretle Allah-u Teala
Musa (a.s.)'ya: "Ya Musa! Yiyeceklerinle beni yedir, içeceklerinle
beni içir." buyurmutur.
Ey kardeim bilmi ol ki, kalbin eve, ruhun kafese, srnn kuabenzetilmesi mecazî bir tebihtir. Zira birtakm ulvî hakikatler te-
bih yoluyla idrake yaklatrlr.
Kalbler âleminden yürümeden ruhlar âlemine; ruhlar
âleminden geçmeden srlar âlemine varmak mümkün deildir.
Srlar âlemi ruhlar âleminden, ruhlar âlemi de kalbler
âleminden büyük olup, bunlar içiçe geçmi üç daireye benzer. En
büyük daire srlar âlemini, orta daire ruhlar âlemini, küçük daire
kalbler âlemini oluturur.
Kalbler âleminin ruhlar âleminden daha küçük olmas, onun
56
TEVHÎD RSÂLES
gayb ve ehadet âlemlerine ruhlar âleminden daha yakn oluun-
dandr. Ruhlar âleminin srlar âleminden daha küçük oluu ise
onun 'âlem-i ebah'a (bedenler âlemi) daha yakn oluu sebebiyle-
dir. Çünkü âlem-i ebah sknt, zahmet ve meakkat yeridir.
Allah için itiraf et kardeim, u semada bir yldzn, u derya-
da bir damla suyun var m? Elbette yok. Buna mukabil azgn nef-
sin ve beerî enaniyetin var.Dn bile, elini cebinden çkarsan gö-
rünmeyecek kadar kapkara.
Ey dost, nefis âleminden kalb âlemine, beeriyet âleminden
ruh âlemine, tabiat âleminden sr âlemine çk. Vücudî karanlkla-
rndan synl. te o zaman gözlerin görmediini görür, kulaklarn
duymadn duyar ve: "Yaptklarna karlk onlar için saklanan
Tabiat, beeriyet ve nefis âlemleri âlem-i dl için çok derin
bir çukurdur. Kalb, ruh ve sr âlemleri ise âlem-i fazl için kat be
kat yükselen derecelerdir.
Nefis âlemi âsîlerin, beeriyet âlemi kafirlerin, tabiat âlemi de
(75) Secde Sûresi, âyet: 17
57
TEVHÎD RSÂLES
münafklarn derekesidir. Nitekim: "üphesiz münafklar cehenne-
min enaa derekesindedirler" buyrulmutur.
Kalb âlemi Hakk'a mürîd olanlann, ruh âlemi sddîklerin, sr
âlemi ise iradesinden soyunmu Allah'a müteveccih olan mürîdin
miracdr.
Sen bunu u ekilde de söyleyebilirsin. Kalb âlemi yolun ba-
nda olanlarn, ruh âlemi yolun yansn biraz geçmi olanlann, sr
âlemi son noktaya varanlann miracdr.
Bir dier ifadeyle, kalb âlemi tövbekarlarn, ruh âlemi Allah'
sevenlerin, sr âlemi âriflerin miracdr.
Ey kardeim nefis, tabiat ve beeriyetinin çukurundan çkma-
dkça, ulvî âlemlere ulaamaz, Hak Teala'ya kavuamazsn.
"Müminin kalbi Rahman'n iki parma arasndadr. Onu di-
ledii gibi evirip çevirir.'<76) hadisinde de iaret edildii üzere Al-
lah-u Teala müminin kalbini bazen kabz'dan bast'a, korkudan
ümide, bekâdan fenâya, savhden mahve ve needen hüzne döndü-
rür. Bazen de bunlann aksini yapar. Öyleyse diyebiliriz ki kalb da-
ima korku ve ümit, fena ile bekâ gibi haller arasndadr.
Allah-u Teala bazen bu halleri kalbten alr ve onu kendisine
doru yürüyenlerin en bana geçirir. Bazen de onu geriye döndü-
rüp, aalk bir yere getirir. Nitekim bir hadiste: "Hak Teala'nn
cezbelerinden bir tanesi, insanlarla cinlerin ameline müsavidir" Du-
yurulmutur.
Ey kardeim bilmi ol ki, çokluk, çeitlilik ve deiim, Allah-
u Teala'nn sfatlarnn ilitii yaratlm eyler içindir. Çünkü O,
(76) Tirmizî, 5/538
58
TEVHÎD RSALES
zâc ve sfatlarnda bir olandr. O'nun ilmi de birdir ve tüm malu-
mat kapsar. Ayn ekilde kudreti de bir olup tüm makdurat kuat-
mtr. Nitekim ilim ve kudret bir olup, malumat ve makdurat çok-
tur. Bunun gibi Allah-u Teala'nn sendeki tasarrufu da bir olup, se-
nin tasarruflarn çoktur.
Allah-u Teala'ya nisbet edilen iki parmak ve iki el ifadeleri
mecazî bir tebih olup, iki parmak, O'nun kulun kalbini bir halden
dier bir hale ne kadar hzl çevirdiine iaret eder. Yoksa O cisim,
cevher ve araz olmaktan münezzehtir.
ayet Allah-u Teala, bileik (mürekkeb) olmu olsayd bir bi-
letiriciye; nitelii bulunsayd niteleyiciye; ekli olsayd bir ekil-
lendiriciye muhtaç olurdu ki O bu gibi hallerden münezzehtir. Bi-
lakis O biletirmeyi, nitelemeyi ve ekillendirmeyi yaratandr. Zira
Kur'ân- Kerîm 'de: "O'nun benzeri hiçbir ey yoktur. O, Semi' ve
Basîr'dir" buyurulmutur. (77)
Eer Allah-u Teala araz olsayd tutunabilecei bir mahalle ih-
olmadan önce vard. Yani, mekan, insan, cin, sema, yer, ar, fer,
melek, felek, güne, ay, madde, ta, toprak, su, aaç, feza, k,gölge, ön, arka, sa, sol, üst, ait, bitkiler ve cansz eyler yokken Ovard. Allah-u Teala zamana bal olmad için geçmite naslsa
imdi de öyledir ve gelecekte de öyle olackatr. O'nun yaknl ve
uzakl hiçbir yaknlama ve uzaklama olmakszn olur. O'nun
filleri herhangi bir âlet ve organa bal deildir. Bir yerde durmak-
tan ve yer deitirmekten beridir. Deiim ve yokluktan aridir. Bir
mahale girmekten uzaktr. Allah'tan baka ilah yoktur. O büyük-
tür. Vehim, his ve hayalden uzaktr. O'nun ekli, sureti, benzeri,
(77) Ûrâ Sûresi, âyet: 1
1
n tenzih ederiz. O, hiçbir ey
59
TEVHÎD RSÂLES
yardmcs, yaveri, veziri ve yol göstereni yoktur. O benzersiz ve
sonsuzdur. Yönler O'nu kuatamaz. Haller O'nu deitiremez. Zât
bakalarna benzemez. Sfatlar bakaca sfatlardan ayrdr. Zât
kainatta hayal edilebilir eylerden; sfat hâdiselerin sfatlarndan
münezzehtir. Ezelîdir ve sonradan yaratlanlara benzemez.
Eer Allah-u Teala hakknda saydan bahsedecek olursan de-
riz ki O hiçbir ey olmadan önce vard. O'nun kemmiyetinden sual
edecek olursan, O, hiçbir hal ve kemmîyet yokken vard. O'na za-
man ve mekan da izafe edilemez çünkü O zamandan, mekandan
ksacas hereyden önce vard.
Allah-u Teala fazl- keremiyle hereyi yokluk srrndan varlk
sahasna çkarandr. "O EvveFdir, Âhir'dir, Bâtn'dr."<78)
âyetiyle
de belirtildii üzere O Evvel'dir çünkü O'ndan önce hiçbir eyyoktu. Âhir'dir çünkü O'ndan sonra birey varlrn devam ettir-
meyecektir. Zâhir'dir çünkü hiçbir ey O'nu gizleyemez. Bâtm'dr
çünkü hiçbir ey O'nun mahiyetini bilemez. Vahid'dir çünkü
O'nun ei ve benzeri yoktur.
Ey kardeim, âiem-i fenâya vardn ve Hakk'n tasarrufuna
mazhar olduunda deersiz talarn, her derde deva olan bir cisme;
bakrn saf altna inklab eder. Orada, Hak Teala'nn tenzih ve
tevhîd nurlanyla; irk, küfür, üphe, Cenab- Hakk' muhlukata
benzer vasfta vehmetmek gibi karanlklarn aydnlanr. Böylece
nefsinin bulanklndan kurtulmu, aykrlklarndan arnm olur-
sun. te o zaman Allah-u Teala seni sâlikler zümresine dâhil eder
(78) Hadîd Sûresi, âyet: 3
60
TEVHÎD RSÂLESt,— — — ' ' " 1 1
f
ve dünya hayatnda yegane arzusu Allah .rzas olan kimselerin
mekan 1arn sana gezdirir ki kalbin rza, teslim, tefviz, turne'nine
(huzur) ve sekine gibi hallere ulasn. Nitekim Kur'ân- Kerîm 'de:
"Onlar iman etmiler ve kalbleri Allah'n zikriyle huzura (tu-
me'nîne) kavumutur. yice bilin ki kalbler ancak Allah'n zikriy-
le mutmain olur" Duyurulmutur.*79*
Ey kardeim, ruhlar âlemine ulatn zaman Allah-u Tea-
la'ya ait ezelî sfatlarn özellikleri tüm ayrntlaryla sana gösterilir.
te o zaman; _ »" •
"Ona ruhumdan üfledim" âyetinin srr çözülür.(80) Bu âyette
ruhun Allah'a izafe edilmesi, yaratlmlara verilen deeri açkla-
mak içindir. Bu deer veri yaratan ile yaratlann çok ince bir çiz-
giyle ayrlacak kadar birbirine yaklamasna neden olmutur. Fakat
nihayetinde, ezelî olan Allah-u Teala, sonradan olanlardan münez-
zehtir. Ezelî birey sonradan yaratlm bireyle ayn çizgide bitie-
mez. Senin Allah'a izafe ediliin, O'nun bir parças olduun an-
lamnda olmayp, senin dier mahluklara nazaran ayrcalkl, eref-
li bir konuma sahip okluun mânâsna gelir. O'na olan yaknlnifade eder. O'nun sana olan fazl- keremini dile getirir. Zira Allah-
u Teala her çeit izafetten münezzehtir. •
(79) Ra'd Sûresi, âyet 28
(80) Hicr sûresi, âyet: 29
,61
TEVHÎD RSALES
Allah-u Teala, parçalardan oluan bir bütün olmad için par-
çalanamaz. O'nun cinsi olmadndan nev'i de yoktur. O, min, ilâ,
fî, alâ gibi harf-i çerlerin belirttii anlamlardan uzaktr. O'nun cins
ve miktarla alakas olmad için min harfi gerçek anlamyla
O'nun için kullanlamaz. O'na yer ve zaman nisbet edilemedii
için fi, bir yerde sabit olmad için alâ harfi bilinen anlamnda
O'nun için kullanlamaz. Zira Allah-u Teala bidayet ve nihayetten,
zarfiyet ve mahaüiyetten münezzehtir.
Srlar âlemine vardn zaman gaybî srlar sana aralanr. Ve
srlarn bakire gelinleriyle evlenirsin.
Bir kudsî hadiste: "Velîlerim abâmn altndadrlar. Onlar
Ben'den bakas bilemez" buyrulmutur. Bu ifadeyi öyle anlamak
mümkündür: Srlar âleminde Allah ile kul arasnda öyle bir sr
vardr ki onu ne bir melek ne de bir peygamber bilebilir. Ve orada
Kudret-i ilahî tarafndan, gözlerin görmedii, kulaklarn iitmedii
hediyeler sunulur. "Yaptklarna karlk onlar için saklanan müj-
deyi kimse bilmez" âyeti buna iaret eder.
Âklar için saklanan müjde belli bir açdan vechullattm gö-
rülmesidir. Bunun neticesinde kalblerde kulak, akllarda göz olu-
ur. Böylece kulaksz duyulur, gözsüz görülür. Orada duyulan ve
görülen herey gaybîdir. Ve ite o zaman gaybî haller ayan beyan
olur. te: "Kalbim rabbimi gördü." ve: "Rabbini görmez misin"
ifadelerinin mânâs budur.(81)
(81) Secde Sûresi, âyet: 17
62
TEVHÎD RSALES
Eer sen âk isen yukarda saydmz bütün bu hallerden
sonra, kendinden geçmi bir halde kabza-i ilâhiye düersin. Allah-
u Teala seni tevhîd ve mârifetin en yüksek derecelerine, sr ve him-
metin en üst menzillerine ulatrr. Bu makamlarda söz hiçbir mânâifade etmez, srlarn düümü çözülür. Artk buradan öteye yol yok-
tur. Nihayetinde sen: "Ya Rab! Ben Sen'i hamd-u senâ etmekten
âcizim. Sen kendini nasl senâ etmisen öylesindir." ve:
"Mârifetine giden bütün yollan kapayan Allah' tenzih ederim. Se-
nin zâtn bilmek mümkün deildir." dersin.
Cenab- Hak vahdaniyet ve ferdaniyet sfatlarnn hakikatinin
kullar tarafndan bilinmesinin mümkün olmadn belirterek: "Al-
lah, kendinden baka ilah olmadna ahitlik etmitir. O'ndan ba-ka ilah yoktur." buyurmutur. (82)
«
Kelime-i tevhîd hem balangç, hem sonuçtur. Herey onunlabalar ve biter.
La ilahe illallah lafzlarn en güzelidir: "Allah-u Teala'nn gü-
zel bir lafz, kökü salam dallan semâya doru olan güzel bir aa-ca benzeterek nasl misal verdiini görmüyor musun." âyeti bunaiaret eder.
(83)
Kur'ân- Kerîm'de: "Güzel sözler O'na yükselir."(84)
Duyurul-
mas kelime-i tevhîdin güzel bir söz olduuna; "Ey inananlar, Al-
(82) Âl-mran Sûresi, âyet: 18
(83) brahim Sûresi, âyet: 24
(84) Fâür Sûresi, âyet: 10
63
TEVHÎD RSÂLESJ
lah'tan korkun ve doru söz söyleyin. ' buyurulmas onun doru
bir söz olduuna; "Rahman 'n konumasna izin verdii kimseler
hakikatten bakasn söylemeyecektir."*86
* âyeti kelime-i tevhidin
yegane hakikat olduuna; "Gerçek dua ancak O'nadr."*87* âyeti
onun gerçek dua olduuna; "Onlara takva kelimesine tutunmalarn
söyledi."(88)
âyeti onun takva sözü olduuna; "De ki: Ey kitap ehli,
bizde de, sizde de ayn olan bir kelimeyi söyleyin. Yalnz Allah'a
ibadet edelim, O'na hiçbir eyi ortak komayalm, Allah'tan baka
rabler edinmeyelim."*89* âyeti kelime-i tevhidin dinler arasnda or-
tak bir söz olduuna; "Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim, beni
tekrar dünyaya gönder. Belki amel -i salih ilerim, der.'*90
* âyeti
onun amel-i salih olduuna; "Kelime-i tevhîde sadk kalarak,
Rahman 'dan söz (ahd) alm kimselerden bakas efaat edemeye-
cektir."*91 ) âyeti kelime-i tevhidin ahd için gerekli olduuna iaret
eder. Ayn ekilde: "Kim bir hayrla gelirse ona on misli vardr.,,(92)
âyetindeki "hayr"dan maksat kelime-i tevhîddir. Yine: "yiliin
karl yalnz iyilik deil midir."*93
* âyetinde de kelime-i tevhîde
iaret vardr.
Evet, kelime-i tevhîd salam bir kaledir ve ancak bu kaleye
girenler Allah'n azabndan kurtulur. Allah-u Teala, hepimizi bu
kaleye girenlerden eylesin. Fazl- keremiyle bizlere srlarn kapla-
rn açsn. (Âmîn).
oOo
(85) Ahzab Sûresi, âyet 70
(86) Nebe Sûresi, âyet: 38
(87) Ra'd Sûresi, âyet: 14
(88) Fetih Sûresi, âyet: 26
(89) Al i îmran Sûresi, âyet: 64
(90) Mü'minun Sûresi, âyet 99-100
(91) Meryem Sûresi, âyet 87
2. Bölüm
LEDÜNRSALES(er-Risaletü '1-Ledünniye)
LEDÜN RSÂLESÎ
MUKADDMEHafnd, has kullarnn kainlerini velayet nuruyla tezyin eden,
nefislerini inayetin en güzeliyle terbiye eyleyen, irfan sahibi
âlimlere dirayet anahtarlanyla tevhid kapsn açan Allah'a mah-
sustur.
Salât ve selâm, koruyup gözeten, Hakk'a teslimiyete davet
eden, ümmetine hidayeti gösteren, bütün resullerin seyyidi ve sey-
yidimiz olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, onun âl ve ashâbmn üzeri-
ne olsun.
Ey kardeim bilmi ol ki, dostlarmdan biri bana Ledün ilmini
inkâr eden bir bilginden bahsetti. Bu ilim ki, güzide mutasavvflar
ona itimat ederler, bu ilmi dier ilimlerden daha üstün görürler. Bu
ilmin peyderpey örenilmi, çalarak elde edilmi kesbî ilimlerden
daha güvenilir, daha salam ve kuvvetli olduunu söylerler.
Bu bilgin: "Mutasavvflarn Ledün ilmini bir türlü anlayam-
yorum. Dünyada birtek kiinin dahî kesb ve taallüm [çalarak ka-
zanma ve örenme] olmakszn ahsî görüü ve kalbî idraki ile
hakikî ilimden bahsedebileceini zannetmiyorum" diyormu.
Dostuma dedim ki: "Bu adam ilim tahsilinin yollarn anla-
mam, insan ruhunun mahiyetini, vasflarn, gaybî iaretleri ve
melekûtî ilimleri nasl aldm idrak etmemitir."
Dostum bana: "Evet, bu adam lim yalnz fkh, tefsir ve ke-
lamdan ibarettir. Bunlarn ötesinde baka bir ilim yoktur. Bu ilim-
ler de taallüm ve tefakkuh olmakszn elde edilemez' diyor" dedi.
67
LEDÜN RSALES
Ona dedim ki: "Peki, öyleyse tefsir ilmi nasl örenilecek?
Kur'ân- Kerîm hereyi kuatan derin bir okyanustur. Onun bütün
mânâlar ve tefsirinin hakikatlan halk arasnda öhret bulmu ki-
taplarda yazl deildir. Bilakis tefsir ilmi bu iddia sahibinin bildik-
lerinden bakadr."
Dostum dedi ki: "Bu adam, halk arasnda mehur olmuKueyrî,(,)
Sa'lebî(2) ve Maverdî'ye(3)
ait tefsir kitaplarnn haricin-
deki tefsirlere kymet vermiyor."
Dedim ki: "Bu adam hakikat yolundan uzaklamtr. Nitekim
Sülemî,(4)tefsirinde, dier tefsir kitaplarnda zikredilmemi olan,
muhakkiklerin sözlerinin birçounu toplamtr.—Bu tefsirde ha-
kikatler daha açk bir ekilde izah edilmitir.— Bana öyle geliyor
ki ilmi, yalnz fkh, kelam ve tefsirden ibaret sayan bu adam, ilim-
lerin ksmlarn, tafsîlâtn, mertebelerini, hakikatlerini, zâhir ve
bâtnlarn bilmiyor. Câhilin bilmedii bireyi inkâr etmesi
âdettendir. Bu iddia sahibi hakikat arabn tatmam, Ledün ilmini
anlamam ki kabul etsin. Ben zaten onun bilmedii bireyi taklidi
ve tahminî olarak kabul etmesine rza gösteremem."
Dostum dedi ki: "Ben sizin ilimlerin mertebelerini tüm yönle-
riyle anlatmanz, Ledün ilminin hakikatini ortaya koymanz, bu
Amf etraflca açklayp isbat etmenizi istiyorum."
(!) Kueyrî (M.986- 1072): slâm âleminin büyük mutasavvflarndan olup en
mühim eseri el-Tefsiru' 1-Kebfr' dir.
(2) Sa'lebî (M.?- 1036): Niabur'da domu büyük bir fakih ve müfessir olup, en
mehur eserleri Kur' ân Tefsirîvs Peygamberler Tarih?dir.
(3) Maverdî (M.974-1058): Önemli fakihlerden olup, en mehur eserleri Tef- .
sîrü'l-Kur'ân ve Kitabü l-Ahkamu' s-Sultaniye'dü.
(4) Sülemî (M.?- 1021): Devrinin en büyük mutasavvflarndan olup en mehur
tscTlenEmsalü'l-Kur'ân ve Tabakatü's-Sufiye'dir.
68
LEDÜN RSALES
Ben de: "Anlatlmasn talep ettiiniz bu ilmin izah hakika-
ten güçtür, fakat hâlet-i ruhiyemin müsaâde ettii, vaktimin elver-
dii ve gücümün yettii kadar bir balangç yapabilirim. Laf uzat-
mak istemem, çünkü sözün iyisi az ve öz olup, çok eye delalet
edenidir" dedim.
Azîz ve celîl olan Allah'tan tevfk ve inayet dileyerek kymet-
li dostumun bu arzusunu yerine getirdim.
LEDÜN RSALES
LMÎN ÜSTÜNLÜÜ
Ey kardeim bilmi ol ki, ilim, nefs-i nâtkann [insan ruhu]
"eya"nm hakikatlerini niteliiyle (keyfiyet), niceliiyle (kemmi-
yet), cevheriyle ve zâtyla maddelerden mücerret olarak tasavvur
etmesidir.
Âlim, "eya"nm hakikatlerini kapsaml bir ekilde kavrayan,
idrak eden kimsedir.
Malûm, bilgisi akla nakedilen eyin kendisidir. lmin deeri,
malûmunun deeri kadardr. Âlimin mertebesi de ilminin derecesi-
ne göredir. üphesiz en deerli, en yüce, en faydal bilgi, Sâni' ve
Mübdi' olan Allah'n bilgisidir. Allah' bilmeye "Tevhîd lmi"
[Marifetullah] denir. Bu ilmin tahsili bütün akl sahipleri için
zarurî olup, Peygamber Efendimiz:
"lim tahsîli kadn-erkek her Müslüman'a farzdr."<5) Ayrca
bu ilmi elde etmek için yolculuu dahî emretmi ve,
(5) Sünen-i bni Mace, Mukaddime (17)
70
LMN ÜSTÜNLÜÜ
"lim Çin'de bile olsa gidip öreniniz"(6)demitir.
Tevhîd ilmiyle mücehhez olan kimse, âlimlerin en fazîletlisi
olduu için Allah-u Teala onlan Kur'ân- Kerîm'de en üstün mer-
tebede zikretmi ve,
-k-i)L UU JUI1 öSlJ», a y\^ V $ **
"Ondan baka ilah olmadna Allah, melekler ve adaletten
ayrlmayan ilim sahipleri ahitlik ettiler"™ buyurmutur.
Tevhîd ilmi âlimleri, enbiya ve onlarn varisi olan ulemadr.
Bu ilim özü ve mahiyeti itibariyle deerli, mükemmel olup dier
ilimlere menfî, dlayc bir nazarla bakmaz. Astronomi, astroloji
ve sair ilimler [fizik, kimya] tevhid ilminin tahsili için bir ön hazr-
lk (evveliyât) hükmündedir. Bu ön bilgiler olmakszn tevhîd ilmi
tahsil edilemez. Yeri gelince zikredeceimiz gibi tevhîd ilminden
baka ilimler de doar.
Ey kardeim bilmi ol ki, ilim, içerii gözönüne alnmakszn
özü itibariyle bizzat deerlidir. Hatta sihir ilmi bile, bâtl olmasna
ramen, bizatihi deerlidir.
Bu konuyu u §ekilde izah etmek mümkündür: lim cehaletin
zdd olup, cehalet zulmetin levazmatndandr. Zulmefise
sükûnun [atalet] ögelerindendir. Sükûn da ademiyete [yokluk] ya-
kndr. Yokluk da dalâlet ve bâtln bulunduu yerdir. Cehalet
adem, ilim ise vücud hükmünde olduundan vücud ademden üs-
tündür. Hidayet, hak ve nur, varlk zincirinin birer halkas olduu-
na göre varlk yokluktan, ilim de cehaletten üstün olmu olur. Çün-
kü, cehalet körlük ve karanlk; ilim, basîret ve nur gibidir. Nitekim
(6) Camiû's-Sagîr, C 1 , Say: 11 10-1 1 1 1 "Feyzü'l-Kadir erhli Tab."
(7) Âl i mran Sûresi, âyet 18
71
LEDÜN RSALES
A!lah-u Teala:
jj-lt CÜL**j je+jS) tSj^t
"Kör ile gören, karanlklarla aydnlk (nûr) bir deildir' K8)
âyet-i kerîmesinin srrn, , > >. . ..... ,
"De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu'K9) eklinde
açklamtr.
lim cehaletten üstün olduuna göre cehalet cismin, ilim ru-
hun vasflarndan olmu olur. Öyleyse ruh, cisimden üstündür.
Dier bölümlerde sayacamz gibi ilmin birçok ksmlarvardr. Âlimin de, ilimlerin tahsilinde takip edecei muhtelif yollar
vardr ki bunlar da ileride zikredeceiz.
Ey kardeim, ilmin üstünlüünü açkladktan sonra senin
ilimlerin mahalli, karargâh ve korunduu levha olan insan ruhunu
bilmen gerekir. Zira cisim, ilim için bir mahal deildir. Çünkü, ci-
simler smrlrolup,,yaz ve naklarn dahî az bir ksnrnt Lrtiyauür
Ruh ise bütün ilimleri hiçbir engel tanmakszn, kolay bir e-
kilde koruma ve tayabHme kabiliyetine sahiptir. imdi ruhu ksa-
ca açklamaya çalacaz.
(8) Fâtr Sûresi, âyet: 19-20
(9) Zümer Sûresi, âyet: 9
72
NEFS VE NSAN RUHU
Ey kardeim bilmi ol ki, Allah-u Teala insan iki muhtelif
eyden yaratmtr. Birincisi cisimdir ki bu zulmanî, kesîf [youn-
luu bulunan], oluma ve bozulmaya giren (kevn-ü fesâd), orga-
nik ve kimyasal bileiklerden oluan ve de varlnn devamnharicî faktörler olmakszn salayamayan mürekkeb bir yapdr.
Dieri ise, münîr [aydn], idrak eden, fâil, muharrik [hareket etti-
ren], müessir, cisim ve organlar tamamlayan müfred bir cevher
olan ruhtur.
Allah-u Teala cesedi besin maddelerinden meydana getirdi ve
kann molekülleri ile büyüttü. Bu binann temelini kurdu, direkleri-
ni dikti, etrafn snriad ve kendi emrinden mükemmel ruh cevhe-
rini onda zâhir kld. Bu ruhla, gdaya ihtiyaç duyan, ehveti ve ga-
zab harekete geçiren, kalbte bulunan ve vücudun bütün azalarna
duygu ve hareket datarak hayatn devamn s;j yan kuvveti kas-
tetmiyorum. Çünkü, vasflarn saydm bu ruh. "hayvan ruh"
denir ki, his, hareket, ehvet ve gazap kuvvetleri mun askerlerin-
dendir.
Gda isteyen, tasarrufa sahip, karacierde bulunan kuvvete ise
"tabiî ruh" denir. Sindirim ve boaltm bunun emrindedir.
ekillendirme, üreme, büyüme/gelime ve tabiî kuvvetlerin
hepsi bedenin hizmeti ndedirler. Beden de hayvanî ruhun hizmetin-
73
LEDÜN RSÂLES
dedir. Çünkü, beden, kuvvetini hayvanî ruhtan almakta, onun hare-
ket vermesiyle i görmektedir.
Ben tek bana "ruh" kelimesini kullandm zaman tezekkür,
tahfz, tefekkür, temyiz özellii bulunan, kalbî ve aklî idrake sahip,
ilimleri kolayca örenen, soyut tasavvurlar kavrama kabiliyeti
kuvvetlerin kumandan olup, gerek hayvanî ruh, gerek tabiî ruh ve
beden onun ermindedirler.
Nefs-i nâtka da denen bu cevherin her meslek erbabma göre
bir ismi vardr. Hükema (filozoflar) bu cevheri "nefs-i nâtka";
Kur'ân, "nefs-i mutmainne" ve "emri ruh"; mutasavvflar "kalb"
diye isimlendiriyorlar. htilaf isimlerdedir. Mânâ tek olup onda
hiçbir ayrlk yoktur.
Nefs-i nâtka canl, faal, idrak eden bir cevherdir. Biz ne za-
man yaln halde "ruh" veya "kalb" kelimesini kullanrsak onunla
bu cevheri kastederiz.
Mutasavvflar hayvanî ruhu "nefis" olarak telakkî ederler.
Nefis kelimesi eriatte de bu mânâda kullanlmtr. Peygamberi-
miz:
. Bu cevher dier ruhlarn ve
*
En azgn dümann nefsindir"00
* buyurmutur. Bunu:
"îki yann arasndaki nefsindir"00 ibaresiyle pekitirmi ve
(10) Beyhakî, Kefü'l-Hafâ, 1/160
(1 1) Beyhakî, Ke§fü'lHafâ, 1/160
74
NEFS VE NSAN RUHUI
açklamtr. O, bu kelimeyle ehvanî ve gazabî kuvvetlere iaret
etmi ve de bunlarn kalbten doduunu ifade etmitir.
Ey kardeim, isimler arasndaki farklar anladktan sonra bil-
mi ol ki, ehl-i tahkik bu ruh cevherini muhtelif ibarelerle tarif edi-
yorlar ve bu meyanda farkl görüler serdediyorlar. lm-i cedel ile
mehur olan kelamclar ruhu cisim olarak addediyorlar ve: "O, bu
kesîf cisme nazaran daha latif bir cisimdir" diyorlar. Ruh ile cisim
arasnda letafet ve kesafet fark görüyorlar. Bazlar ruhu araz say-
yor, baz tabibler bu görüü benimsiyor, bazlar da ruhu kan zan-
nediyorlar. Bu ahslar dar görüleri ve de kusurlu nazarlanyla elde
ettikleri bilgilerle kanaat edip, dier ihtimalleri aratrmadlar.
Ey kardeim bilmi ol ki, ruh; cisim, araz ve cevher olmak
üzere üç ksmdr:
Hayvanî ruh latîf bir cisimdir. O, kalb fanusuna konmu yan-
makta olan bir lamba gibidir. Kalb ile, gösün içinde mulallak bir
vaziyette duran konik ekli kastediyorum. Hayat bu lambann,kan ya, his ve hareket nuru, ehvet harareti, gazap duman, gda-
ya ihtiyaç duyan ve karacierde bulunan kuvvet onun hizmetçisi,
bekçisi ve vekilidir. Bütün canllarda hayvan ruh mevcuttur.
—unu da ilave edeyim ki,— insann kendisi cisim olup, eserleri
arazdr.
Hayvan ruh, ilimleri kavramaya güç yetiremez. Bu ruh, her-
eyi en güzel ve de sanatl bir ekilde yaratan Allah' ve onlar na-
sl yarattn idrak edemez. Varl bedenin varlna bal bir hiz-
metçidir ki bedenin ölmesiyle birlikte ölür. Kandaki maddelerin
oran artt takdirde hararetin yükselmesiyle, bu oran eksildii
takdirde ise souun artmasyla bu lamba söner. Lambann sönme-
si, bedenin ölmesi demektir. Bârî-i Teala'nn hitab ettii ve mükel-
lef sayd bu ruh deildir. Çünkü karada, denizde yaayan bütün
75
LEDÜN RSALES
hayvanlar mükellef olmadklar gibi, emirlere muhatab da deiller-
dir.
nsann mükellef ve [ilahî hitaba] muhatab oluu kendisine
özgü, fazladan bulunan baka bireyden dolaydr ki bu da nefs-i
nâtkadr. Zira:
"De ki, ruh rabbimin emrindendir"° 2)ve,
"Ey nefs-i mutmainne! Rabbini raz edecek bir halde ve sen
de rabbinden raz olacak bir vaziyette O'na dön**13
* âyetleri mese-
leye açklk getirmesi yönünden dikkat çekicidir. Bârî-i Teala'nn
"emrimden" dedii bu ruh, cisim veya araz olamaz. O, "akl- ev-
vel", "levh", "kalem" kavramlar gibi duyu organlaryla hissedil-
meyen ancak aklla kavramlabilecek bir cevher, bir ziyadr. Bize
göre ruh, cevherlere ait vasflan kabul edip, bozulmayan, dalma-
yan, ölmeyen bilakis eriatn bildirdii gibi bedenden ayrlan ve k-
yamet günü ona dönmeyi bekleyen bireydir. Felsefî ilimlerdeki
kesin deliller ve açk ispatlarla dorulanmtr ki "nefs-i natka" ci-
sim ve araz olmayp tam aksine sabit, daimî ve bozulmayan bir
cevherdir. Biz zikredilen delil ve ispatlan yeterli gördüümüz için
bakaca tekrara gerek görmüyoruz. Bu konuda geni kapsaml bil-
gi edinmek isteyenler ilgili kitaplara bavurabilirler.^ Biz
usûlümüzde sadece aklî bürhanlarla yetinmiyor ve meselelere
imanî bir gözle bakyor, açk-seçik hakikatlere dayanyoruz.
(*) Bu konuyla ilgili açklamalar mam Gazâlî'nin hususan MeâricÜ' l-Kuds~aâ\
eserinde mevcuttur. (Çev.)
(12) srâ Sûresi, âyet: 85
(13) Fecr Sûresi, âyet: 27-28
76
NEFS VE NSAN RUHU
Allah-u Teala ruhu bazen emrine, bazen de zâtna izafe ede- .
rek,» » » » ...
"Ona kendi ruhumdan üfledim."<14)
"De ki, ruh rabbimin emrindendir."(15)
*
"Biz ona ruhumuzdan üfledik."06
* gibi âyetlere Kur'ân-
Kerîm'de yer verilmitir. Allah-u Teala cisim ve araz olup, bozu-
lan, zeval bulan, deien eyleri zâüna nisbet etmekten münezzeh-
tir.
Peygamber Efendimiz ruh hakknda,
Ruhlar, teçhiz edilip sralanm askerlerdir.
"
(17) ve
(14) Hicr Sûresi, âyet: 29
(15) sra Sûresi, âyet: 85
(16) Tahrim Sûresi, âyet 12
(17) Buharî, el-Enbiya: 2
77
LEDÜN RSALES
"ehitlerin ruhlar yeil kularn kursaklanndadr"08* buyur-
mulardr.
Araz, cevherin yok olmasndan sonra varln devam ettire-
mez, çünkü o bizâtihi kaim deildir. Malum olduu üzere cisim,
madde ve suretle terkibi [bileim] kabul ettii gibi, tahlili de [çö-
zülme] kabul eder.
Âyetlerden, hadislerden ve aklî bürhanlardan anladmzagöre nefs-i natka bizâtihi canl, mükemmel bir cevher olup imann
salaml veya bozukluu ondan doar. Tabiî ruh, hayvani ruh ve
bütün bedenî kuvvetler onun askerlerindendir. Bu cevher,
mevcudâtn hakikatini, malumâtm suretini onlarn zâhiriyle ve
zâtyla megul olmakszn kavrar. Nefs-i nâtka eytan ve melekle-
ri görmek sizin onlarn mahiyetini nasl kavryorsa, ayn ekilde
hiçbir insan görmeksizin insann hakikatini bilmeye muktedirdir.
eytan ve melek gibi varlklarn hissî olarak bilinmesinin zorlu-
una ramen nefs-i nâtka bunlar görmeye ihtiyaç dahî duymadan
idrak eder.
Mutasavvflardan bazlar: "Bedenin gözü olduu gibi kalbin
de gözü vardr. nsan zahirî eyleri bedenî gözle, eyann hakikati-
ni ise kalbî gözle görür" derler. Peygamber Efendimiz:
*
"Her âbidin kalbinde iki göz vardr ki onlarla gayb idrak ede-
bilir. Allah bir kuluna hayr murad ederse o kulun bedenî gözlerle
(18)Timüzî,Fadailü'l-Cihad: 13
78
NEFS VE NSAN RUHU
göremedii eyi görebilmesi için kaibî gözlerini açar" buyurmu-
lardr.
Nefs-i nâtka bedenin ölmesiyle ölmez. Çünkü Allah-u Teala
onu kendi kapsna çarmakta ve ona,
"Rabbine dön"(19) diye hitab etmektedir. Onun bedenden yüz
çevirip ayrlmasyla, Jabiî ve hayvan kuvvetlerin tesiriyle ortaya
çkan haller âtl bir vaziyet alr, hareket söner, tte ölüm denilen
hadise budur. Bu sebeple mutasavvflar tabiî ve hayvan ruha naza-
ran nefs-i nâtkaya daha çok itimat ediyorlar.
Nefs-i nâtka, Bâî-i Teala'nn emrinden olduu için bedende
bir yabanc (garib) gibidir. Yüzü daima aslna ve dönecei yere
dorudur. Beerî kirlerle kirlenmedii ve kuvvetli olduu takdirde
daha çok ilahî kaynaktan istifade eder.
Ey kardeim, nefs-i nâtkann bir cevher, bedenin de onun
için hazrlanm bir mekan olduunu örendin. Bedenin araz oldu-
unu, cevher olmakszn mevcudiyetini devam ettiremeyeceini
anladn. Yine bilmi ol ki, cevher bir mahalde sürekli bir ekilde
kalmaz. Öyleyse beden "ruh" için daimî bir mekan deildir. Bila-
kis, onun geçici bir müddet kulland bir âlet, ve merkebidir.
"Ruh" bedenin cüzlerine bitiik olmad gibi, onlardan ayr
da deildir. Belki bedene ilierek onu aktif bir hale getirmi ve fe-
yizlendirmitir.
"Ruh"un nurunun zâhir olduu ilk yer dima (beym) olup,
buras onun kendisini gösterdii, ona has bir karargahtr. "Ruh",
(19) Fecr Sûresi, âyet: 28
79
LEDÜN RSALES- -
diman ön ksmn bekçi, ortasn vezir ve müdür, arka ksmnhazîne ve hazînedar eylemitir. Bedenin bütün cüzlerini de kendi-
sine yaya ve atl asker klmtr. Hayvan ruhu hizmetçi, tabiî ruhu
vekil yapm, bedeni merkep, dünyay meydan, hayat meta ve
mal, hareketi ticaret, ilmi kazanç, âhireti maksat ve dönü yeri, e-
riat yol ve kaynak, nefs-i emmareyi gözcü ve koruyucu, nefs-i lev-
vameyi tembihçi, duyulan casus ve kontrolcü, dini zrh, akl üstad,
hissi talebe klmtr. Bunlarn hepsinin ötesindeki gözetleyici
âlemlerin rabbi olan Allah'tr.
Nefs-i nâtka, bu sfatlan ve âletleriyle kesîf olan bedene ora-
da kalmak için gelmemi, ona bitimemi belki ona hafifçe ilierek
ifade kazandrm onun vechini Bârî-i Teala'ya yöneltmitir. Nef-
s-i nâtkann belirli bir müddet bedende kalp, ona anlam vermesi
ve fayda salamas takdir olunmutur. O, bu zaman zarfnda, bu
ksa seferinde sadece ilim tahsiliyle megul olur. Çünkü ilim onun
âhiretteki ziynetidir. Mal ve evlatlar da bu dünyann ziynetidir.(20)
Nitekim mevcut olan hereyin belirli bir vazifesi vardr. Göz görü-
lebilecek eyleri görmekle, kulak sesleri duymakla görevlendiril-
mi, dil kelimeleri telaffuz etmeye müsait bir surette yaratlmtr.
Bunun gibi hayvanî ruh ehevî ve gazab lezzetleri ister, tabiî ruh
yeme ve içmeden holanr, nefs-i nâtka ömrü boyunca ilimle me-gul olmay arzular. Bedenden aynlk vakti gelene kadar ilimle be-
zenir. ayet ilmin haricinde bir hâl kabul ederse onu kendisi istedi-
i ve sevdii için deil, bedenin maslahat icab kabul eder.
Ey kardeim, "insan ruhu"nun hallerini, bedenin ölümünden
sonra varln devam ettirdiini, ilme olan akn ve arzusunu ö-rendikten sonra artk senin ilmin ksmlann bilmen gerekir.
(20) Kehf Sûresi, âyet: 46
80
LMN KISIMLARI
Ey kardeim bilmi ol ki, ilim, er'î ve aklî olmak üzere ikiye
ayrlr. Fakat hakikî âlimler nazarnda er'î ilimlerin çou aklî, aklî
ilimlerin çou da er'îdir. Eyay bu ekilde kavramak için nuranî
bir bak açsna sahip olmak gerekir. Nitekim Allah-u Teala;
"Allah kime nur vermemise onun nuru yoktur."(2,) buyur-
mutur.
I- er' i ilimler
er'î ilimler iki ksma ayrlr:
a. Aslî ilimler [lm-i usûl]
b. Fer'î ilimler [lm-i furu]
a. Aslî ilimler
Bunlar da üç ksma ayrlr:
1. Tevhid lmi: Bu ilim Allah-u Teala'nn zâtn ve sfatlarn
(zatî, fiilî, kadîm) aratrr. Aynca nebilerin sîretini, imam ve saha-
belerin yaantlarn inceler. Hayat, ölüm, kyamet, ölümden sonra-
ki dirili, hair ve rü'yetullah gibi akaidî meselelere açklk getir-
(21) Nur Sûresi, âyet: 40
81
LEDÜN RSÂLES
meye çalr. Bu ilimle megul olan âlimler, önce Kur'ân-
Kerîm'den âyetlere, sonra srasyla hadislere, aklî delillere ve
kyasî bürhanlara dayanrlar.
Kelamclar, mutasavvflar ve âir zümreler, âdî ve cedelî k-
yasn öncüllerini, cevher, araz, delil, nazar, istidlâl, hüccet gibi te-
rimleri mantkçlardan almlar fakat yerli yerinde kullanmamlar-
dr. Her biri bu kavramlara muhtelif mânâlar yüklemi ve hatta
"cevher" kavram hükemâ nazarnda farkl, mutasavvflar ve ke-
lamclar nezdinde farkl bireyi ifade eder hale gelmitir. Bu risale
ile maksadmz, zümrelere göre lafzlarn mânâsn aratrmak ol-
mad için bu konuyu uzatmayacaz.
Tevhid ilmi ve kelamla uraan âlimlere "mütekellimûn" is-
mi verilir. Tevhid ilmi, kelamî meseleleri de içerdiinden, daha
çok kelam ilmi olarak bilinir.
2. Tefsir lmi: Kur'ân- Kerîm eyann en muazzam, en yüce-
si, en azizi, en vazh [açk] olandr. Bununla birlikte onda her ak-
ln kavrayamayaca bir takm mükil noktalar vardr ki onlar an-
cak Allah-u Teala'nn "fehim" [ince kavray] verdii kimseler an-
layabilir. Zira Peygamber Efendimiz,
"Kur'ân'n her âyetinin bir zâhiri, bir de bâtn vardr, ayrca
her bir bâühn da yedi -veya dokuz- bâtn vardr." ve,
' "Kur'ân harflerinden her birinin bir anlam, her anlamnn da
iaret ettii birey vardr" buyurmulardr.
42
LMN KISIMLARI,
— 1 r
M
Allah-u Teala Kur'ân- Kerîm'de bütün ilimler ile görünen-
görünmeyen, büyük-küçük, aklî ve h\§sî mevcûdattan haber vere-
rek,
0 0 * " ' s 0
"Ya ve kuru herey kitab- mübîndedir.,,(22) buyurmakta ve,
t
-O -O * Â+* $ ,
"Akl- selîm olanlar O'nun âyetlerini derinlemesine düün-
sünler ve ibret alsnlar."*23
* diyerek insanlan tefekkür ve tezekküre
davet etmektedir.
Kur'ân- Kerîm' in tefsîr edilmesi zor bir i olduundan hiçbir
müfessir tam olarak onun hakkn verememi, ukdesini çözeme-
mitir. Evet, bütün müfessirler gücü yettii, akl erdii, ilimlere
vukufyeti nisbetinde onu izaha çalmlar fakat hiçbiri kâmil
mânâda hakikati söyleyememilerdir.
Tefsir ilmi, aslî, fer'î, er'î ve aklî ilimlere klavuzluk eder.
Müfessir, Kur'ân'a lügat, istiâre, lafzlarn terkîbi, nahiv [gramer]
kaideleri, Araplarn örf ve âdetleri, ehl-i hikmetin fiilleri, mutasav-
vflarn sözleri cihetinden bakmal ki onun tefsirinin hakikatine
yaklam olsun. Müfessir Kur*ân 'a tek yönden bakmakla yetinir
ve birtek ilme göre açklamaya giderse onun srrn çözemez. Omüfessire ilmî ve imanî delilleri izah etmek gerekir.
3. Hadis lmi: Hz. Muhammed (s.a.v.) Arap ve acemin en
fasihidir. O, Allah-u Teala tarafndan kendisine vahyedilen bir mu-
(22) En'am Süresi, âyet 39
(23) Sad Sûresi, âyet: 29
83
LEDÜN RSALES1 — — . —
allim, akl ile ulvî ve süfli meselelerin hepsini kavrayan, her sözü
hatta her kelimesi esrar okyanuslarn ve rumuz hazinelerini ihata
eden bir kii idi. Bu sebeple ondan gelen haber ve hadislerin bilin-
mesi ve izah çok mühimdir.
Bir kii nefsini eriate tâbî klp edeplendirmeden, eriatin öl-
çüleriyle kalbindeki sapklklar zâil etmeden nebevî hadisleri kav-
rayamaz.
Eer bir kii tefsir ilmi ve hadislerin te'vili hakknda konu-mak, sözlerinde isabetli olmak istiyorsa, lügat ilmini tahsil etmeli,
nahiv ilminde derinlemeli, i'rap [cümle çözümlemesi] sahasnda
uzman olmal, sarf ilmine vâkf olmaldr. Çünkü, lügat ilmi dier
ilimlerin tahsili için bir basamak ve merdiven mesabesinde olup,
onu bilmeyen kimse baka ilimleri örenemez. üphesiz yüksek
bir yere çkmak isteyen kimsenin önce merdiveni kurmas gerekir.
Demek ki ilim tahsîl etmek isteyen kiinin lügavî kaideleri bilmesi
arttr.
Lügat ilminin tahsilinde önce edatlar, sonra mücerret ve me-
zit fiiller örenilir. Bu ilimle megul olanlar Arap iirini, özellikle
de bunlardan cahiliye devrine ait olanlar incelemelidir. Çünkü, bu
iirler insann ufkunu geniletmesi ve ruhunu okamasnn yansrafesâhat ve belâgat açsndan büyük önem arzeder. ^
Bunlara ilaveten nahiv ilminin de örenilmesi lazmdr. Çün-
kü, lügat ilmi için nahiv bilgisi; altn ve gümü için mehenk ta,felsefe için mantk, iir için aruz, kuma için metre, tahl için ölçek
mesabesindedir. Malumdur ki ölçülmeyen bireyin eksik veya faz-
la olduu bilinemez.
Lügat ilmi hadis ve tefsir ilmine giden bir yol, tefsir ve hadis
ilimleri de tevhid ilmine varmada birer klavuz gibidirler. nsanla-
84
LMN KISIMLARI
rn felaha ermesi, âhiret korkusundan kurtuluu ancak tevhid
ilmiyle mümkündür.
b. Fer'î ilimler
limler ya nazarî olur ya da amelî olur ki, aslî ilimlere nazarî
ilimler, fer'î ilimlere de amelî ilimler denir.
Fer'î ilimler üç ksma ayrlr:
1 . Hakkullah: nsann Allah-u Teala'ya kar vazifelerinden
yani ibadetlerden bahseden ilimdir. Taharet, salât, zekat, cihâd,
hac, zikirler, bayram namazlar, çeitli farzlar ve nafileler bu gruba
girer.
2. Hakku'l-ibâd: nsann insana kar vazifelerinden, hak ve
hukuktan, örf ve âdetlerden bahseden ilimdir. Muamele ve
muâkede [sözleme] olmak üzere iki sahada cereyan eder.
Alm-satm, ortaklk, ba, borç verip alma, ksas ve dier
cezalar "muamelât"; nikah, talak, köle edinme ve azat etme, miras
gibi sözlemeler "muakedât" ksmna girer.
Hakkullah ve hakku'l-ibâd olarak nitelendirdiimiz, insann
Allah'a ve de insann insana kar durumundan bahseden ilimlerin
bu iki ksmna "fkh" denir. Fkh herkes için gerekli, faydal bir
ilimdir.
3. Hakku'n-nefs [Ahlak ilmi]: Ahlak ya kötü huylardr ki
bunlarn terkedilmesi gerekir, yahut iyi huylardr ki bunlar elde et-
mek, ruhlar bu güzel huylarla tezyîn etmek lazmdr. yi ve kötü
huylarn hepsi Allah-u Teala'nn kitabnda ve Peygamber Efendi-
miz'in hadislerinde^zikredilmi olup, iyi ahlak sahibi olan kimse-
85
LEDÜN RSALES
lerin cennete girecei bildirilmitir.
Aklî ilimlerin örenimi güç olup, bunlarda hataya dümekmümkündür. Bunlar da üç aamada incelenir
1. Riyazi ve mantkî ilimler birinci aamay oluturur.
Riyazî ilimlerden olan hesap ilmi [aritmatik] saylarla, hende-
se ilmi [geometri] ekil ve oranlarla urar. Corafya, astronomi
ve astroloji ilimleri de riyazî ilimler kategorisine girer.
Yldzlarn durumunu gözetleyerek mahluklarn talihlerine
dair hükümler çkaran nücum ilmi ile, sesleri inceleyen musikî ilmi
de bunlara dahildir.
Mantkî ilimler ise tasavvur ile idrak edilebilir eyann had
[tarif] ve rüsumunu [eksik tarif] inceler, deney ve gözlemle elde
edilmi bilgileri bürhan ve kyaslar dorultusunda aratrr.
' Mantk ilmi—metodolojik olarak— önce kavranlan, sonra
srasyla "konu" ve "yüklemleri", önermeleri, kyas ve kyasn bö-
lümlerini tedkik eder ve mantn gayesi olan "sonuca" varr.
7. kinci aamay tabiî ilimler oluturur. Bu ilimlerle megul
olaniar mudak cismin mahiyetini, âlemi oluturan unsurlar, cevher
ve »razlan, hareket ve sükûnu, gök cisimlerinin durumunu, mües-
sir ye müteessir eyleri inceler. Bundan baka mevcudatn merte-
belerini, ruh ve mizaçlarn ksmlarm, duyularn kemmiyetini,
mahsusatn (hissedilenlerin) nasl doru atfalabüecfeinin keyfi-
(24) "Kyamet günü bana en sevgili ve en ykn olannzahlaken en güzel olan-
nzdr." Tirmizî, Kitabti'l-Birr, Bab: 71 (Leydin Tab)
86
LMN KISIMLARI_ _
- - — "I— »
yetini aratrr. Sonra bu ilim hekimlik bilgisini, bedenlere sirayet
eden hastalklar, bu hastalklarn tedavisini ve bu tedavide gerekli
olan ilaçlan aratran tp ilmini incelemeye sevkeder. Aynca tabiî
ilimlerin bir ksmn da 'ulvî eserler ilmi' (ilm-i âsâr- ulviyye),
madenler ilmi ve eyann özelliklerini tanmak oluturur. Bir de
kimya ilmi vardr ki içinde maraz tayan maddeleri ve madenlerin
organik dokusundaki boluklar inceler.
3. Üçüncü aamadaki ilimler dierlerine göre üstün bir mev-
kiye sahiptir. Bu ilimler önce mevcudat, bunlarn vacip ve müm-
kün olarak taksimini, sonra Sâni-i Teala'nm zâtn, sfatlarn, fiil-
lerini, emirlerini, hükümlerini ve bunlarn ne ekilde yürüdüünü,
mevcudâtn yaratln tedkik etmesinin yansra ulvî varlklar,
cevherleri, selîm akllan, kâmil ruhlan, melek ve eytanlan arat-
nr. Aynca nebilerin mucize ve kerametlerini, mukaddes ruhlann
hallerini, uyku ve uyanklk durumlarn inceler. Tlsm ve büyü de
bu ilimlerin bölümlerindendir.
Tabiî ilimlerin tafsilat ve dereceleri pek çok olup uzun izah-
lara ihtiyaç vardr. Lakin biz bunlara ksaca temas etmenin yerinde
TASAVVUFLMEy kardeim bilmi ol ki, aklî ilim mahiyeti itibariyle müfred
(yaln) olup, mürekkeb (kompleks) ilim bundan doar. Mürekkeb
ilim tasavvuf ilmidir ki, bu ilim dier ilimleri ihtiva eder.
Tasavvuf ilmi, mutasavvflarn vakt, semâ, vecd, evk, sekr,
sahv, ispat, mahv, fakr, fenâ, velâyet, irâde ibareleriyle isimlendir-
dikleri eyh ve müridlerin vasflarndan, makamlarndan, yani
hâllerinden bahseder.
Biz bu risâle ile ilimleri ve ksmlarn özet bir ekilde sayma-
y murad ettiimiz için yaplan açklamalar yeterli görüyoruz. Bu
ilimlerden baka bir kitabmzda bahsedeceiz. Aynca konu hak-
knda ayrntl bilgiye ihtiyaç duyan kimseler dier kitaplara müra-
tlimlerin ksm ve adetlerine dair söylediklerimizden sonra
yakînen bilmi ol ki bu ilimlerin iyice anlalmas için birtakm
artlar gerekir. Biz imdi bu artlan ve ilim tahsilinin yollarn
açklayacaz.
88
LM TAHSÎLNN YOLLARI
Ey kardeim bilmi ol ki, ilimler iki yolla elde edilir. Bunlar-
dan birincisi insanî, dieri rabbani örenimdir.
I- nsanî örenim
Bunun belli bir yolu ve meslei vardr. Bu da iki türlü olur.
Birincisi, haricî faktörlerle yani örenme ile elde edilir. Dieri ise
dahilî faktörlerle yani tefekkürle megul olmakla tahsil edilir. Te-
fekkür ile "taallüm" [örenme] edeer olup, taallüm bir kiinin
herhangi bir âlimden istifade etmesidir. Tefekkür ise insan ruhu-
nun "küllî ruh"tan istifadesidir. Küllî ruh te'sîr ve taifen bakmn-
dan tüm ulemâ ve ukalâdan.çok daha üstündür.
limler, topraa gömülü tohum, okyanus dibindeki mücevher
ve maddedeki cevher gibi ruhlarda kuvve halinde vardr. Taallüm,
bu cevherin kuvveden fiile çkmas için çabalamak, yani "dua" et-
mektir. Ta'lîm ise onun kuvveden fiile çkmasdr. Bunun içindir
ki talebenin ruhu, muallimin ruhuna benzer, belli bir oranda ona
yaklar.
Âlim, faydalandrma bakmndan bir çiftçi gibidir. Talebe is-
tifade etme açsndan topraa, ilim ise kuvve halindeki tohuma ve
her an büyüyen fidana benzer. Talebe ilimde kemale erdiinde
meyveli bir aaç ve okyanustan çkartlm bir mücevher gibi olur.
89
LEDÜN RSALES
Bedenî kuvvetlerin ruha galebe çalmasyla örenim süresi
uzar, bu i çok meakkatli bir hâl alr. Eer akl nuru heva ve he-
veslere galip gelirse talebenin birazck tefekkürü dahi onu birçok
örenim zahmetinden kurtarr. Akl nuruyla aydnlanm ruh, âtl
ruhlarn bir ylda kavrayamayaca hakikatleri bir saatlik tefekkür-
le elde edebilir. Demek ki baz insanlar ilimleri taallümle, bazlar
da tefekkürle öreniyorlar. Fakat taallüm için de tefekkür arttr.
Çünkü insan cüz'î ve küllî eylerin hepsini, bütün ilimleri taallüm-
le elde etmeye kadir deildir. Bilakis taallümle elde ettii baz ey-
leri tefekkürle çoaltr. Malumdur ki nazarî ilimlerin ve amelî sa-
natlann pekçou hükemann keskin zekas ve de üstün dehasyla,
fazlaca talim olmakszn ortaya konmutur.
nsanlar kendisine öretilen bilgiler nda haricî bilgileri
kavrayamam olsayd, insanolunun ilmini tamamlanmas hayli
uzar, kalblerdek cehalet karanl devam ederdi. Zira insan cüz'î
ve küllî meselelerin hepsini taallümle örenemez. Bilakis bunlarn
bazsn tahsil yoluyla, bir ksmm da görgüyle örenip, akl yoluy-
la bunlardan çkarsamalar yapar. Nitekim âlimler bu ekilde hare-
ket etmiler ve ilmî disiplinler böylece temellenmitir. Mesela; bir
lerin hepsini deil, sadece genel kaideleri örenir, tâli meseleleri
kyas ve tefekkürle halleder.
Keza bir tabib hastalklarn tedavi ve ilacn tüm teferruatyla
örenmeyip, hastann mizacm göz önünde bulundurarak, genel
prensiplerinnda hastal tedavi eder.
Yine ayn ekilde müneccim nücûm ilminin
rini örenip, bu minval üzere düünerek yldzla
hükümler çkarr. Fakih ve edibler de bu^yolu takip ederler. Hatta
bu durum çeitli sanatlarda kullanlan âtjftlerin icadnda da böyle-
90
LM TAHSLNN YOLLARI.
,1
1
dir. Mesela, bir kii bilgi hamurunu tefekkürle yourarak çalgl
aletlerden biri olan udu yapm, baka* birileri bundan yola çkarak
muhtelit çalg aletleri gelitirmilerdir. Ksaca diyebiliriz ki bedenî
ve nefsanî sanatlarn balangc taallümle, bunlarn kompleks bir
hale gelmesi tefekkürle olmutur.
Fikir kaplan ruha açld zaman insan arzulad eyi bilgi
ve sezgi yoluyla nasl elde edebileceini bilir. Binaenaleyh insann
gönlü açlr, basireti artar. Bu nedenle fazla uramakszn ve yo-
rulmakszn ruhunda kuvve halinde bulunan eyleri fiile çkarr.I
II- Rabbani örenim
Rabbanî örenim de iki ksmda incelenir:
1. Vahiyle Örenim: Ruh kemale erdii zaman baz hrs ve
fanî emeller gibi beerî kirler yok olur. Böylece ruh vechini men-
eine yani Bârî-i Teala'ya çevirir, onun cömertliine [cûd], inayeti-
ne ve nurunun feyzine iyice güvenir.
Allah-u Teala, bu vasflan haiz ruha inayet ve rahmetinin en
güzeliyle tam olarak yönelir. Ona ilahî bir nazarla bakt için onu
kendisine âdeta üzerine bütün ilimleri nakettii bir levha edinir.
Böylece "küllî akl" muallim, bu "kudsî ruh" da onun talebesi ol-
mu olur. Bu suretle kudsî ruh hiçbir taallüm ve tefekkür olmaks-
zn bütün ilimleri örenir. Allah-u Teala'nn,
"Sana bilmediklerini öretti.'*25
* eklindeki beyan bu gerçei
dorular mahiyettedir.
(25) Nisa Sûresi, âyet: 113
LEDÜN RSÂLES
O halde nebilerin ilmi dier insanlarn ilmine nazaran daha
üstündür. Çünkü onlarn ilmi hiçbir vesile ve vasta olmakszn
dorudan doruya Allah-u Teala'dan hâsl olmutur. Hz. Âdem ile
melekler arasndaki kssa, meseleye açklk getirir mahiyettedir.
Bilindii üzere melekler ömürleri boyunca ilim örenmiler, bir-
çok ilmî hakikatleri bulmular hatta mahlukâtn en âlimi,
mevcudâtn en ârif olmulard. Oysa ki Hz. Âdem (a.s) hiçbir ilmi
bilmiyordu. Çünkü, o âna kadar herhangi bir muallimle karla-
mam, ilim tahsil etmemiti. Bu sebeple melekler büyüklük tasla-
dlar, gururlanp kibirlenerek:
"Biz seni hamd ile tesbîh ve takdîs ediyoruz. ,K26)dediler. E-
yann hakikatini bildiklerini söylediler. Âdem (a.s) ise kalbinden
bütün mükevvenât kovmu bir vaziyette Hâlk'n kapsn çald,
ondan yardm diledi. Allah-u Teala da Âdem (a.s)'e bütün isimleri
öretti ve meleklere eyay göstererek,
"Eer sözünüzde sâdk iseniz bunlarn isimlerini bana söyle-
yin."^ dedi. Bunun üzerine meleklerin Âdem (a.s.)'in indinde de-
receleri azald. Melekler, ilimlerinin yetersizliini farkettiler. Gu-
rur tekneleri krld ve acz denizinde bouldular. Rablerine,
(26) Bakara Sûresi, âyet 30
(27) Bakara Sûresi, âyet 31
92
LM TAHSLNN YOLLARI
"Seni tenzîh ederiz. Senin bize örettiinden baka hiçbir il-1
mimiz yoktur, dediler.
"
(28)Allah-u Teala da Âdem (a.s)'e hitaben,
"Ey Âdem, onlarn isimlerini bunlara söyle" dedi. Âdem (a.s)
de ilmin srlarn ve iin hakikatini onlara anlatt.09
* Böylece akl-
selîm olanlar indinde kaynan vahiyden alan gaybî ilmin, kesbe
dilen ilimden daha efdal, daha mükemmel olduu anlald.
Vahyî ilim nebilerin miras, resullerin hakkdr. Efendimiz
Hz. Muhammed'den sonra vahiy kaps kapanm olup, bu sebeple
ona "hatemü'l-enbiya" denmitir. O, Arap ve acemin en fasihi, in-
sanlarn en âlimidir. Bu hususla ilgili,
i ' • ' * - «- -i.
' "Beni rabbim terbiye etti, böylece edebimi ne güzel eyledi'*30*
ve,
JU; «iti^ ^fLi^urX_u u
"En âliminiz ve Allah-u Teala'dan en çok hayet duyannzbenim'00 buyurmulardr. O, insanî ta'lîm ve taallümle megul ol-
makszn ilimleri rabbanî örenimle elde etmi olduundan onunilmi en mükemmel, en kuvvetli ve de en üstün idi. Allah-u Teala
buna iaretle,
(28) Bakara Sûresi, âyet: 32
(29) Bakara Sûresi, âyet: 33
(30) Camiu's-Sagîr, C: I, Say: 310 "Feyzü'l-Kadir erhli Tab"(31) Buharî, Kitabu'l-man, Bab: 13 "Leydin Tab"
93
LEDÜN RSÂLES
"Ona müthi kuvvetlere sahip olan öretti"(32) buyurmutur.
2. lhamla Örenim: lham, küllî ruhun saflna, kabiliyetine,
istidadna göre insan ruhunu uyarmasdr. O vahyin ksmî bir yan-
smasdr. Vahiy, gaybî hallerin ayan beyan tezahür etmesi olup, il-
ham ise gaybî eylere kapal bir tarzda iaret edilmesidir. Vahiyden
hasl olan ilme nebevî ilim, ilhamdan hasl olan ilme de ledünnî
ilim denir. Ledûn ilmi, gayb lambasndan yan latîf, saf ve cilal
bir kalbe düen ziyâ gibidir ki Bârî-i Teala ile ruh arasnda hiçbir
vasta olmakszn elde edilir.
Bütün ilimler "küllî ruh" tarafndan malumdur ve onda mev-
cuttur. "Küllî akl", "küllî rulTtan daha üstün, daha mükemmel,
daha kuvvetli olup Bârî-i Teala'ya daha yakn olduu için küllî ru-
hun, küllî akla nisbeti, Havva'nn Âdem'e nisbeti gibidir. Küllî ruh
da âir mahlukata nispeten daha azîz, daha latîf ve daha üstündür.
Bu sebeple küllî akln feyiz saçmasyla vahiy; küllî ruhun aydmlat-
masyla da ilham doar. Öyleyse vahiy enbiyann süsü, ilham evli-
yann ziynetidir. Nasl ki ruh akldan, velî nebîden derece bakmn-
danaa ise, ilham da vahiyden aa bir mevkide yer alr. lham
vahye nîsbetle zayf, rüyaya nisbetle kuvvetlidir. Bütün bunlarn
nda diyebiliriz ki gerçek ilim enbiya ve evliyann ilmidir.
Vahiy resullere mahsus olup, Âdem, Musa, brahim, Muham-
med ve âir resullere (radiyallahu anhum) vahiy gönderilmitir.
Nübüvvet ile risalet arasnda fark vardr. Nübüvvet, kudsî ru-
hun malumat ve mahlukatn hakikatini bilebilmesidir, Risalet ise,
bu hakikatleri ehline yani faydalanmak isteyen ve buna kabiliyeti
(32) Necm Sûresi, âyet: 5
94
^ LM TAHSLNN YOLLARI
olan insanlara tebli etmektir. Bazen ruhlardan biri teyafuken bu
hakikatleri elde edebilir fakat birtakm sebep ve özürler nedeniyle
bunlar tebli edemez. '
Ledünnî ilim, Hzr (a.s)'da olduu gibi nübüvvet ve velayet
ehline mahsustur. Allah-u Teala bunu haber vererek,
"Ona ledünnümüzden bir ilim örettik.'*33
* buyurmaktadr.
Emîru'l-Mü'minîn Hz. Ali b. Ebî Tâlip (kerremallahu veçhe)
öyle dedi: "Dilim azma konulunca kalbimde bin tane ilim kaps
açld. Her bir kapnn da bin tane kaps vard." Baka bir sözün-
de; "Benim için bir minder konsa ve ben onun üzerine otursam
Tevrat ehline Tevratlanyla, tncil ehline Încilleriyle/Kur'ân ehline
Kur'ânlanyla hükmederdim" buyurdu. te bu öyle bir mertebedir
ki ona insanî örenimle nail olmak mümkün deildir. Meer ki ona
ledün ilmi verilmemi olsun.
Yine Hz. Ali (r.a): "Hz. Musa zamanndan beri Tevrat'n
erhinin krk yük olduu anlatlagelir. Eer Allah-u Teala bana izin
verseydi, sadece Fatiha'nn elifinin erhi krk yük olurdu" demitir.
limlere bu derece vukufyet ancak ilahî, semavî ve ledünnî bir
yolla olabilir.
Allah-u Teala bir kula hayr dilerse kendis ile onun arasnda-
ki perdeyi kaldrr. Bu ekilde birtakm kevnî sn iar o kula aralanr
ve bunlarn mânâlar o kiinin zihnine nakedilir. O da bu hakikat-
leri, Allah'n diledii kullara açklar.
Hikmetin hakikatine ledün ilmiyle nail olunur. Bu mertebeye
ermeyen insan hakîm olamaz. Çünkü hikmet Allah vergisi olup,
(33) Kehf Sûresi, âyet 65
95
LEDÜN RSÂLES __
"Allah-u Teala hikmeti dilediine verir. Hikmet verilen kim-
seye çokça hayr verilmitir. Bunu ancak akl sahipleri tezekkür
edebilir.'*345
âyeti bu meseleyi aydnlatmaktadr.
Ledün ilmine nail olanlar birçok ilmi tahsil etmekten, insanî
örenimin zahmetlerinden kurtulurlar. Az örenip çok bilirler, az
yorulup çok istirahat ederler.
Ey kardeim bilmi ol ki, vahyin kesilmesiyle risâlet kaps
kapanmtr. Hakikat ortaya konduktan, din tamamlandktan sonra
insanlarn resul gönderilmesine zaten ihtiyac kalmamtr. Nite-
kim Allah-u Teala: , , , .
,
"Bugün sizin dininizi tamamladm'*35
' buyurmutur.
nsanlarn ihtiyac olan bütün ilimler açklandktan sonra re-
sul gönderilmesi hikmete münafdir. Küllî ruhun nuru insanlar ay-
dnlatmaya devam etmekte olup, ilham kaps kapanmamtr. Çün-
kü insanlarn daima yardma ve uyarlmaya ihtiyac vardr. nsan-
lar her an vesveselere kapldktan ve ehvete dütükleri için, davet
ve risalete deil, tenbihe muhtaçtrla. 3u sebeple Allah-u Teala
mucizevî nitelikte olan vahiy kapsn kapam, hayatn idamesini
kolaylatrmak maksadyla rahmetinin tecellisi olan ilham kapsn
açk brakmtr.
Böylece Allah-u Teala lutfunu ve diledii kimseleri hesapsz
rzklandrdn anlamalar için kullar arasnda dereceler takdir
etmitir.
(34) Bakara Sûresi, âyet: 269
(35) Mâide Sûresi, âyet: 3 IBu âyet-i kerime en son inen ahkâm âyeti oiup, Veda
Hacc'nn arefesinde nazil olmutur.]
96
LMLERN TAHSÎLNDERUHLARIN MERTEBELER
Ey kardeim bilmi ol ki, ilimler insan ruhunda gizli bir halde
mevcut olup tüm insanlar ilimleri örenmeye kabiliyetlidir. Bazruhlar sonradan meydana gelen herhangi bir arza ve sebepten do-lay bu kabiliyetini kaybedebilir. Zira,
"nsanlar tertemiz ve dürüst (hanîf) bir ekilde yaratld fakat
eytanlar onlar aldatt"(36)ve,
"Her çocuk slâm ftrat üzere doar*37)adis-i erifleri bu
hususlara iaret eder.
nsan ruhu aslî safln ve taharetini muhafaza etmesi halin-
de, külli ruhun aydnlatmasna (irâk) istidatl, ondan akln kavra-
yabilecei suretleri almaya kabiliyetlidir. Lakin baz ruhlar bu dün-yada kendisine anz olan muhtelif hastalklar ve çeitli sebeplerden
(36) Müslim, C: 8, Kitabu'l-Cennet, Bab: 63 "Leydin Tab"(37) Buhaî, C: I, Sayfa: 341 "Leydin Tab"
97
LEDÜN RSALES
ötürü hakikatleri idrak edemez bir hâle gelir. Bazlar da aslî shha-
tini korur, bozulmaz. Böylece kabiliyetini kaybetmez. Bunlar va-
hiy alma kabiliyeti olan, mucizeler gösteren, bu kevn ve fesad
âleminde tasarrufa muktedir olan nebilerin ruhlardr. Bu ruhlar
aslî shhati üzere kalabilmi, arizî illet ve marazî unsurlarla mizaç-
lar bozulmamtr. Bu sebeple nebiler insanlar ftratlarndaki te-
mizlie çaran ruh doktorlardr.
Hasta ruhlar bu süflî dünyada muhtelif mertebeler oluturur.
Bunlardan bir ksm birazck dahî olsa mevki-makam hastalna
yakalanm, hafzalarna nisyan bulutlan çökmü olmasna karndevaml taallümle meguldürler. Bu ekilde aslî shhatlerini taleb
ederler ki, bu gruba dâhil olanlar az bir tedavi ile iyileir, çok az
bir tezekkürle nisyan bulutlarn tarumar ederler.
Bazlar da ömürleri boyunca ilim örenirler. Günlerini ilim
tahsîli ve birtakm nazariyeleri tedkik etmekle geçirirler. Fakat mi-
zaçlar bozuk olduundan hakikatleri anlayamazlar. Çünkü mizaç
bozulunca ilaç fayda vermez.
Dier bir grup da, hatrlayp unuturlar, riyazetle nefislerini
ypratrlar. Bu surette birazck nur, az bir aydnlanma elde edebilir-
ler.
Bu tür mertebeler nefislerin dünyaya meyletmesinden, fanî
meguliyetler içinde boulup gitmesinden meydana gelir. Ruhlarn
hastalanmas veya shhat bulmas kuvvetlilik-zayfllk derecesine
göredir.
te bu hastalklar giderilirse, ruhlar Ledün ilminin mevcudi-
yetini ikrar ederler, ftratlarnn temiz ve saf olduunun farkna va-
rrlar.
98
LMLERN TAHSÎLNDE RUHLARIN MERTEBELER—Ruhlar, bu kesîf bedene arkadalk etmekle ve hakikatlere
perde olan bu zulmanî âlemde ikamet etmekle hastalanm, gerçei
göremez olmulardr.
Halbuki ruhlar, ilim örenmekle olmayan bir ilmi [ilm-i
ma'dûm] icat etmek, mevcut olmayan bir akl [akl- mefkud] mey-
dana getirmek istemiyor; bilakis bedenî süslere yönelmek, bedenin
ihtiyaçlarn karlamak ve onu düzene koymak gibi birtakm me-guliyetler sebebiyle kendisine arz olan hastal gidermek, yarat-
llarnda mevcut olan aslî ilme dönmek istiyorlar. Nasl ki çocu-
unu seven müfik bir baba, çocuunun bakm, terbiyesi gibi i-
lerle uratnda dier ileri unutursa, ruh da fazla sevgi ve efka-
tinden dolay bedene yönelmekte, onun onarm, korunmas, ihti-
yaçlarnn teminiyle uramakla zayf, bitkin dümesi sebebiyle
dünya denizinde boulmaktadr. te bu yüzden ruhlar, kaybettiini
bulmak, unuttuunu hatrlamak için taallüme ihtiyaç duymaktadr-
lar.
Taallüm, ruhun, kendi cevher-i aslîsine yönelmesi, saadete
ulamak ve kemale ermek için kendisinde kuvve halinde mevcut
olan eyleri fiile çkarmasdr.
Ruhlar, cevher-i aslîlerindeki hakikatlere tek bana ulaa-
mayacak kadar zayf düerlerse, âlim, fâzl, müfik bir muallime
balanr, yardm için ona snrlar ki arzuladklar eye nail olabil-
sinler. Tpk, kendisini tedavi etmeyi bilmeyen, fakat shhatin arzu
edilen, güzel birey olduunun farknda olan bir hastann müfik
bir tabibe bavurarak halini arzetmesi ve ona tedavisi için snma-s gibi.
Biz, ba (akl) ve gösünden (kalb) istisnaî bir hastala yaka-
lanm olan bir âlim tandk ki, hastalnn devam ettii zaman
zarfnda, ömrü boyunca örendiklerini unuttu, hafzasnda olan
99
LEDÜN RSALES
herey birbirine kart. Bu âlim ifa bulup da shhatine kavutu-
unda unutkanl gitmi, hastalk günlerinde unutmu olduu ma-
lumatlar tekrar hatrlayabilmitir. Bu olaydan anlyoruz ki, bilgiler
yok olmazlar, unutulurlar.
Bilgilerin yok olmas [mahv] ile unutulmas [nisyan] arasnda
fark vardr. Mahv, nak ve izlerin hafzadan tamamen silinmesi,
nisyan ise, gün ortasnda güne klarnn bulutlar tarafndan per-
delenmesi ve ortaln güne batmçasna kararmas gibi, hafza-
daki naklarn gizlenmesidir.
Öyleyse ruhun taallümle megul olmas, yaratltaki temizli-
ine ve ftratna dönmesi için, kendisine arz olan hastal defet-
meye çalmasndan baka birey deildir.
Ey kardeim, ruhun cevher ve hakikatini, taallümün sebep ve
gayesini anladktan sonra bilmi ol ki hasta ruh taallüme, ömrünü
ilim tahsîli için harcamaya ihtiyaç duyar.
Hastal hafif, derdi az, urad bela önemsiz, nisyan bulutu
ince, mizac salam olan ruh, fazlaca taallüme ve bu uurda uzun
müddet yorulmaya ihtiyaç duymakszn birazck tefekkür ile aslna
döner, kendi hakikatine yönelir ve srlarna vâkf olur. Böylece on-
da kuvve halinde olan eyler fiile çkar. Ftratndaki hallerle beze-
nir. Bu suretle kemale ermi, ksa zamanda pekçok ey örenmive bunlar en güzel ekilde ifade eden bir âlim olmu olur. Küllî
ruha yönelerek aydnlanr. Cüz'î ruha yönelerek feyz saçar. Akyoluyla aslna benzeyerek, haset ve kin damarlarn koparp atar.
Dünyann fuzûlî ve lüzumsuz süslerinden yüz çevirir.
te bu mertebeye eren nefis hakikati bilmi, kurtulua ermi-
tir ki bütün insanlar için arzu edilen mertebe budur.
100
LEDUNNI LMN HAKKATVE LÜZUMU
Ey kardeim bilmi ol ki, ilham nurunun sirayetinden ibaret
olan Ledün ilmi ruhun annmasndan sonra meydana gelir. Nite-
kim:
* * JH *
"Nefse ve onu düzeltip olgunlatrana and olsun"*3*0 âyeti bu-
na iaret etmektedir.
Ruhun aslna dönüü üç eyle olur:
a. Bütün ilimleri tahsîl etmek, ak ve evk ile onlardan bolca
nasiplenmi olmakla.
b. Gerçek bir riyazet ve salam bir mürakabe ile. Peygamber
Efendimiz:
"Kim ilmi ile amel ederse, Allah ona bilmediklerini öre-
tir"<39
> ve,
* -a
"Kim Allah'a krk sabah ihlasl bir ekilde yalvanrsa Allah-u
(38) ems Sûresi, âyet: 7
(39) Aclûnî, Kefu'l-Hafâ II. S: 265, Say: 2542
101
LEDÜN RSALES
Teala hikmet pnarlarn onun kalbinden lisanna aktr."(40)hadis-i
erifleri bu hakikate iaret etmektedir.
c. Tefekkür ile. Çünkü ruh ilim örendikten, riyazetle megul
olduktan sonra sistemli bir ekilde tefekkür ederse ona gayb kaps
açlr. Nasl ki, ticarî usullere riayet ederek malnn pazarlamasn
yapan bir tüccara kazanç kaps açlr ve bu artlara aykr hareket
eden tâcir hüsrana urar, iflas ederse, ayn ekilde bir mütefekkir
doru yolda giderse kalbine gayb âleminden bir pencere açlr.
Böylece bu kii, ilhamla desteklenen kâmil bir âlim olmu olur.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.):(
"Bir saatlik tefekkür, altm senelik —nafile— ibadetten ha-
yrldr."140 buyurmutur.
Tefekkürün artlarn baka bir risâlemi^e anlatacaz. Çün-
kü tefekkürün izah, keyfiyeti, hakikati çok mühim olduundan
uzun açklamalara ihtiyaç vardr. Bunun gerçeklemesi de Allah'n
inayetiyle olur.
Biz u anda bu risâleyi bitiriyoruz. Buraya kadar olan açkla-
malarmz erbabna yeter. Allah kime nur vermemise onun nuru
yoktur. Allah müminlerin dostu ve yardmcsdr.
Salât ve selâm efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'e, onun âl
ve ashabnn üzerine olsun. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.
Güç ve kuvvet ancak Allah-u Teala iledir. Her an güvencim ona-
dr..Hamd âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur.
0O0
Camiu's-Saîr, C. 6, S: 43 "Feyzü'l-Kadir ^erhii Tab"
Camiu's-Saîr, C: 4, S: 443 "Feyzü'l-Kadir erhli Tab"
102
Stat*.*
Özel anlamyla deil de genel
anlamyla "Ledün lmi"hayatmzn her safhasnda ve
her annda hâl, harekât,
düünü v.s. gibi bütün insanî
durumlarmz içine
almaktadr. Hava,k veya su
gibi aslnda her yere, her eyesirayet etmi durumdadr.Çünkü "âlem-i ehadet"te her
ey "âlem-i gayb" ile irtibatldr
ve âlem-i ehadet âlem-i gayb
tarafndan çepeçevre
kuatlmtr.