64
MUVATTA’DA İKTİSAT NOTLARI IMAM MALIK’S OPINIONS ON ECONOMICS IN MUWATTA İsmail Yurdakök [email protected] İÇİNDEKİLER Sayfa Kırk Yılda Tamamlanması Muvatta’ın, İmam Mâlik Tarafından 4 Hırssız, Sade Yaşam 5 Verilmemesi Zekâtının, Altın Takıların 5 İktisatlı/Tutumlu Olma 6 Üçte Birinden Fazlasını Dağıtmamak Malının 6 Ailenin Rızkı İçin Harcama Yapmak 6 Aile Servetini Korumak 7 “Koyununun Burnunu Sil, Ağılını Temizle” 7 Koyuncular, Alçak Gönüllü Olurlar 7 1

İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Malik b. Enes'in kırk yılda tamamladığı çalışması olan Muvatta'daki bu notlar, İslâm'ın ilk iki yüzyılındaki ekonomik ve ticari hayatı yansıtması açısından oldukça önemlidir

Citation preview

Page 1: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

MUVATTA’DA İKTİSAT NOTLARI IMAM MALIK’S OPINIONS ON ECONOMICS IN MUWATTA

İsmail Yurdakök [email protected]

İÇİNDEKİLER Sayfa

Kırk Yılda Tamamlanması Muvatta’ın, İmam Mâlik Tarafından 4

Hırssız, Sade Yaşam 5

Verilmemesi Zekâtının, Altın Takıların 5

İktisatlı/Tutumlu Olma 6

Üçte Birinden Fazlasını Dağıtmamak Malının 6

Ailenin Rızkı İçin Harcama Yapmak 6

Aile Servetini Korumak 7

“Koyununun Burnunu Sil, Ağılını Temizle” 7

Koyuncular, Alçak Gönüllü Olurlar 7

Sakın Sokma, (Hz.) Osman’la, (Hz.) Abdurrahman’ın Hayvanlarını Koruya 8

Çalışan(Ortağ)ın Sorumluluğu 8

Musâqât 8

Devletin Tarım İşletmeleri Olmaz 9

Qıraz Ortaklığı 9

Hz. Osman’ın Qıraz Ortaklığı 10

Girişimciliği Teşvik 10

“Kenz” Nedir? 11

Âdil Vergi Sistemi 11

Yoksullara Gelir Transferidir, Zekât 11

Devlet Hazinesi Toplumundur, Devlet Adamlarının Malı Değil 12

1

Page 2: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Ilımlı Bir Yol Takip Etmek, Zekâtları Toplarken 12

Güvenmek, Vergi Yükümlülerine 13

Özlenen Toplumu, Özlenen Yönetimin 13

Ateşe Tapanların Vergisi 14

Yahudi ve Hıristiyanların Ödeyecekleri Vergiler 14

Müşterilerin Hakları 15

Aldatma/Aldanma Yok. İslâm İktisadında Temek Kural 15

Ülker Yıldızı Doğmadan Satış Yapmamak 15

İbadetleri Aksatmamak Daha Önemlidir 16

“Devemi Bulursam, Sana … Vereceğim” Demek, Komisyonculuk ve İş Ahlâkı 16

Tasarruf 18

Âdil Olmayan Vergilerin İâdesi ve Vergi Verene Makbuz Verilmesi 18

Namaz, Çalışmaya Engel Değildir 18

Yeni Yerleşim Yerlerinin Açılması 19

Mâlî Yardım, Vatandaşlara 19

Kırbaçlıyor Ömer, Mescitte Boş Oturanları 19

Zenginliği Talep ve Borçtan Kaçınma. Borcu Ödeyebilmek İçin Dua Etme 19

Devlet Ticaret Yapmaz 19

Orta Gelir Gruplarını Destekleme 21

Karşılıklı Ticarette Merhametli Davranmaya Teşvik ve Hakem Tayini 21

Satılmış Meyvelere Âfet İsabet Etmesi 21

Parayla Tarla/Bahçe Kiralama 22

Sukûk 22

Câr Limanı ve Deposu, Kızıldeniz’de 22

2

Page 3: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

“Sukûk”un İlk Ortaya Çıkışı 23

İflâsın İlânı ve “Borç Almaya Özenmeyin” 26

Köylülerin Medine’de Et Satışı 26

Kölenin, Kendi Kölesini Azat Etmesi 26

“Ömer’in Misafiridir, Pazara Mal Getirenler” 27

Nasıl Yiyiyor Ömer, Hurmaları 27

Piyasaya Müdahale: Damping Yok 27

Yüzde Bir Faiz Bile Yasak 27

Para İle Arazi Kiralama 27

Boş Arazileri Ekmek 28

Kira Vermeden Otursun Evde: İyilğin Farklı Bir Yolu 28

Köleliği Barışçıl Yollarla Tasfiye 28

Meyve Suyu İçerken Bile Diğer Müslümanları Düşünme 28

Alkollü İçeceklerin Yasaklanması 29

Yamalı Gömleği (Hz.) Ömer’in 29

İpekli Giyemez Müslüman Erkekler 29

Müslüman Obur Olmaz 29

Tasarruf 30

Misafire Orta Halli İkram 30

“Fazla Et Yemeyin” 30

Kozmetik Sanayi 30

Harcamanın/Tüketimin Sınırları 31

Ekler:

Amelu Ehli’l-Medine 32

Güvercinleri Bırakıyor, İlme Yöneliyor İmam Mâlik 32

3

Page 4: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Kırbaçlanıyor ve Omuzu Sakatlanıyor, İmam Mâlik’in 34

On Yıldır Düşünüyorum, Henüz Kesin Bir Karara Varamadım 36

KIRK YILDA TAMAMLANMASI MUVATTA’IN, İMAM MALİK TARAFINDAN.

İmam Malik (93-179 H./ 712-795 M.), Medineli bazı âlimlerin hadis kitabından çok fıkıh kitabına benzeyen “el-Muvatta” adlı çalışmalarını gördükten sonra, Hz. Peygamber’in hadisleriyle birlikte Medine halkının uygulamasını (amel-i ehl-i Medîne) yansıtan sahâbe görüşlerini ve tâbiînin fetvalarını da toplamak üzere bu eseri kaleme almış ve ona Muvatta (gözden geçirilip ayıklanan, kolayca anlaşılan, üzerinde fikir birliği edilen kitap) ismini vermişti. Abbâsî yöneticisi Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un ve daha sonra (da diğer halifeler) Mehdî ile Hârûnurreşîd’in Muvatta’ın nüshalarını çoğaltıp, İslâm topraklarının her tarafına göndermek ve hukukî uygulamalarda esas alınmasını sağlamak istediklerini söylemelerine rağmen, İmam Mâlik’in bunu doğru bulmadığı, İslâm toplumlarına dağılmış olan sahâbenin Hz. Peygamber’den öğrendikleri farklı uygulamaları naklettiklerini ve oralarda bunların esas alındığını belirterek, yöneticileri bu düşüncelerinden vazgeçirdiği bilinmektedir. Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un teklifiyle yazılmaya başlanıp 159 hicrî yılında (776 M.) tamamlanan, konularına göre bölümlerine ayrılmış ilk çalışma olduğu belirtilen Muvatta’ın önceleri on bin (veya dört bin) hadis içerdiği, İmam Mâlik’in eserini her yıl yeniden ele alıp kısaltarak, bugünkü hale getirdiği ve bu çalışmaların kırk yıl sürdüğü belirtilmiştir. Muvatta’da yer alan rivayetler arasında tertip ve rivayet sayısı bakımından görülen farklar işte bu yüzden, İmam Mâlik’in esere sürekli müdahalesi sebebiyle meydana gelmiştir.

Güvenilir râvilerden sahih hadisler alındığı için Muvatta’ı sahih kitaplar arasında sayanlar bulunduğu gibi, Muvatta’da mürsel, münkatı‘ ve belâğ türünden rivayetlerin yer aldığını belirtenler de vardır. İmam Mâlik ile onun görüşlerini benimseyenlere göre Muvatta’daki bütün hadisler sahihtir. Ma‘mer b. Râşid, İbn Ebû Zi’b, Sufyân Sevrî, Sufyân b. Uyeyne gibi hadis âlimleri, eserdeki mürsel ve münkatı‘ (zincirinde kesinti olan) rivayetlerin başka zincirlerle muttasıl (kesintisiz) olarak geldiğini ortaya koymak üzere yine Muvatta adıyla eserler derlemişlerdir. Mâlikî mezhebine mensup âlimler Muvatta’a ilk sırada yer vermekle beraber, onun Buhârî ve Müslim’den sonra geldiğini kabul etmişlerdir. Hadis kitaplarını beş kısma ayıran İbn Hazm’ın Muvatta’a beşinci sırada yer vermesini isabetli bulmayan Zehebî, Buhârî ve Müslim’den hemen sonra gelen eserin Ebû Dâvûd ve Nesâî’nin es-Sünen’leriyle birlikte zikredilmesi gerektiğini söylemiştir (‘Alâmu’n-Nubelâ‘, XVIII, 203). İbn Abdi’l-ber en-Nemerî de, Muvatta’daki mürsel, münkatı‘ ve mu‘dal hadislerin muttasıl senetleri bulunduğunu Temhîd’de göstermiş, orada “belaganî” ve “‘ani’s-siqa” diye nakledilen altmış bir hadisten sadece dördünün senetlerini bulamamış, İbnü’s-Salâh ise onların da muttasıl (kesintisiz) olduğunu Risâle fî vasli’l-belâġāti’l-erba‘a fi’l-Muvatta’da ortaya koymuştur. Henüz Buhârî ve Müslim’in derlenmediği bir dönemde İmam Şâfiî’nin, “Yeryüzünde Allah’ın kitabından sonra en sahih kitabın Muvatta” olduğunu söylemesi de bu görüşü desteklemektedir. Kütüb-i Sitte gibi hadis kitaplarının tasnifinde de bu eserin metodundan faydalanılmış, diğer taraftan Kütüb-i Sitte’nin altıncı kitabı sayılan İbn Mâce’nin Sunen’i yerine Kuzey Afrikalı âlimler el-Muvatta’ı kabul etmiştir.

Altmış bir kitaptan (bölümden) oluşan Muvatta’da Ebû Bekir el-Ebherî’ye göre toplam 1720 rivayet bulunmaktadır. İmam Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye, el-Muvatta’ın en sahih

4

Page 5: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

senetlerinin Zührî - Sâlim - İbn Ömer tarikiyle rivayet edilenler olduğunu söylemiş, Buhârî ise Mâlik - Nâfi‘ - İbn Ömer tarikiyle gelen rivayetlerin hepsinden güvenilir kabul edildiğini belirterek bu isnada “silsiletü’z-zeheb” (altın zincir) adını vermiştir. İslâm dünyasında büyük itibar gören Muvatta, Mâlikî mezhebinin çoğunlukla benimsendiği Kuzey Afrika’da ve Endülüs’te daha çok yayılmış, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin belirttiğine göre bu ülkelerdeki medreselerde ilk ezberletilen kitap olmuştur.

İMAM MÂLİK’TEN NAKLEDENLER. Muvatta’ı İmam Mâlik’ten (meşhur Hanefî bilgini İmam) Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ve İmam Şâfiî gibi fakihlerin, Yahyâ b. Saîd el-Kattân ve Abdurrahman b. Mehdî gibi muhaddislerin, Hârûnürreşîd ile iki oğlu Emîn ve Me’mûn gibi halife ve yöneticilerin de aralarında bulunduğu binden fazla kişi rivayet etmiş, bilindiği kadarıyla bunlardan sekizi günümüze kadar gelmiştir. İslâm tarihi boyunca, İslâm dünyasının faklı coğrafyalarında Muvatta üzerine yapılan çalışmaları, Yaşar Kandemir ayrıntılı olarak kaydetmiştir (Kandemir, 2006, XXXI/416-418)

İmam Mâlik, diğer mezhep imamlarından farklı olarak Hz. Peygamber’in yaşadığı ve sahâbîlerin önemli bir bölümünün yaşadığı Medine halkının uygulamasına büyük önem verirdi. Kur’an bu kentte inmiş, Sünnet burada uygulama alanı bulmuştu. İmam Mâlik’e göre, halkının nesilden nesile bu dinî mirası nakletmesi sebebiyle yaşayan sünnetin merkezi olarak Medine, diğer şehirlerden farklı bir konuma yükselmiştir. (Özel, 2003, XXVII/506-513)

İbn Habîb es-Sülemî, İmam Mâlik’in el-Muvatta’ın’da kullandığı “el-emrü’l-müctema‘ ‘aleyh ‘indenâ” (Bizde [Medine’de] üzerinde ittifak edilen görüş) ifadesiyle içinde Süleyman b. Yesâr(34-107 H./ 654-725 M.)’ın da bulunduğu meşhur on tâbiîn fakihinin görüş birliği ettiği konuları kastettiğini vurgulamaktadır. (et-Târîh, s. 161).”(Çeker, 2010, XXXVIII/109-110)  İmam Mâlik, bu şekilde kendinden önceki devirdeki Medine’nin büyük alimlerinin ittifak ettiği konular hakkında : “es-Sunnetü ‘ındenê ve’llezî edraktü ‘aleyhi ehle’l-‘ılmi bi-beledinê..” ifadesini de kullanır.(Muvatta, K. Zekât, B., 16, rivayet, 28); “es-Sunnetu’lletî Lâ’khtilâfe fîhê ‘ındenê vellezî semi‘tü min ehli’l-‘ilmi..”(Muvatta, K. Zekât, B. 22, rivayet, 1)

(Çalışmada, Muvatta’ın 1982 yılında İstanbul’da yapılan tercümeli metni kullanılmıştır. Fakat tercüme pek sağlıklı olmadığından, zaman zaman metne de müracaat edilmiştir. i.y.)

HIRSSIZ SADE YAŞAM (NO AMBITION).

(İmam) Mâlik’e şöyle nakledildi: “Meryem’in oğlu Îsâ şöyle derdi: ‘Ey İsrâil Oğulları ! Saf su için, karada biten yeşil sebzeleri ve arpa ekmeğini yiyin. Buğday ekmeğinden sakının. Çünkü siz onun şükrünü yerine getiremezsiniz.” Mütercimin notu: “Burada şükrünü eda edememe korkusuyla basit bir şekilde yaşamak, kimsenin hakkı karışmayan şeylerden faydalanmak isteniyordu ki, bu bizdeki züht ve takvaya uygundur.” (Kitâbu Sıfatı’n-Nebî, B, 10, Had., 27)

ALTIN TAKILARIN ZEKÂTININ VERİLMEMESİ (SAVINGS NO TAX FOR GOLDEN JEWELLERY).

“Hz. Peygamber’in hanımı (Hz.) Âişe, kardeşinin yetim kızlarına evinde bakardı. (Bu) Kızların süs (takı) için mücevherleri vardı. Âişe bunların zekâtını vermezdi.”(Kitâbu’z-Zekât, B, 5, Had., 10) Benzer bir bilgi de (Abdullah b. Ömer’in azatlı kölesi Nâfî‘ (30-117 H./ 650-

5

Page 6: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

735 M.) tarafından verilmiştir: “Abdullah b. Ömer, kızlarına ve câriyelerine altın takılar takar, bunların zekâtlarını vermezdi.”(Kitâbu’z-Zekât, B, 5, Had., 11)

“Abdurrahman b. Qâsım babası(Hz. Ebû Bekir’in torunu Qâsım b. Muhammed)ndan nakleder: “(Halam) Âişe, beni ve kardeşimi yetim olarak odasında barındırıyor ve mallarımızın zekâtını da veriyordu.”(K. Zekât, B, 6, Had., 13) Hadislerde geçen kelimeler üzerinden düşünürsek, Hz. Âişe, “huliy”den (zînet eşyalarından) zekât vermiyor, fakat yetimlerin diğer gelirlerinden (emvâl), zekât veriyordu. Uzun İslâmî asırlarda, İslâm ülkelerinde kadınlar altın bileziklerini, maddi yönden daralabilecekleri günler için bir sigorta olarak, düşünmüşlerdir. Bir nevi her evde bulunan bir yedek akçe, yedek fon hükmünde idi, her ailenin gücüne göre bir kenara koyduğu bu bilezik ve diğer altınlar. Bundan ötürü de Şâfi‘îler, Mâlikiler ve Hanbelîler, zînet eşyalarından bayanların zekât vermek zorunda olmadıklarını söylemişlerdir.

İKTİSATLI/TUTUMLU OLMA (THE PRESIDENT DID NOT HAVE A SPARE/ SECOND GARMENT/CLOTHES) (THE AIM OF ISLAMIC STATE IS TO BUILD A GRADUALLY EQUALITY IN THE SOCIETY)

“Yahya b. Abdurrahman anlatmıştı: “(Hz.) Ömer’le birlikte umreye gidiyordum. Kâfilede Amr b. Âs da vardı. (Hz.) Ömer, bir gece konakladığı yerde (uyurken) ihtilam olmuş (gusül abdesti alması) gerekmiş, sabah namazı vakti de yaklaşmıştı. Kâfilede (bulunanlardan) yıkanmak için su bulamadı. Hemen yola çıktı. Suya ulaşınca, elbisesindeki meniyi yıkamaya başladı. Ortalık da hızla ağarıyordu. Amr b. Âs: “Gün doğmak üzere (namazın gecikecek), elbiseyi yıkamayı bırak, sonra yıkanır, bende (yedek) elbise var.” Ömer şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana ey Amr! Sen yedek elbise bulabiliyorsun ama, herkes bulabilir mi? Eğer ben dediğin gibi yaparsam, bu adet olur (da, herkes yanında bir elbise daha taşımak ister, bu yüzden de masrafa girerler. O nedenle) Ben gördüğüm meniyi yıkarım, göremediğim varsa, onun üzerine de su serperim.”(Muvattâ, K. Tahârât, B, 20, Had., 83)

ÜÇTE BİRİNDEN FAZLASINI DAĞITMAMAK MALININ.

“Ebû Lubâbe Abdi’l-Munzir’in tevbesini Allah Teâlâ kabul ettiği zaman Hz. Peygamber’e gelerek: “Ey Allah’ın Elçisi! Günah işlediğim kendi toplumumdan ayrılmak ve sana yakın olmak için buraya hicret etmek istiyorum. Ve Allah ve Peygamber’i için bütün malımı (yoksullara) vermek istiyorum” deyince, Hz. Peygamber: “(Hepsini değil de) Üçte birini vermen yeterlidir.” buyurmuştur.”(Muvattâ, K. Nuzûr ve’l-Eymân, B., 9, Had., 16)HEDİYELEŞİN (GIFT INDUSTRY). “Hz. Peygamber buyurdu: “Hediyeleşiniz ki, (aranızdaki) sevgi artar.”(Muvattâ, K. Husni’l-Huluk, Had., 16) (Gift industry is a dynamic sector that produces goods and foods for internal and external markets and thousands of people (men and women) earn their sustenance from this sector. i.y.)

AİLENİN RIZKI İÇİN HARCAMA YAPMAK CONSUMPTION FOR THE FAMILY SUSTENANCE “Sa‘d b. Ebî Vaqqâs anlatmıştı: “Veda Haccı senesi hastalığım artınca, Hz. Peygamber beni ziyarete geldi. Ben de Allah’ın Elçisi’ne: “Yâ Rasûlellâh ! Gördüğün gibi hastalığım çok şiddetlendi. Ben mal/servet sahibi bir insanım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte birini sadaka olarak dağıtabilir miyim?” dedim. Hz. Peygamber: “Hayır” dedi. “(Peki) Yarısını” dedim. “Hayır” dedi. Sonra Hz. Peygamber: “Üçte birini (verebilirsin ama) üçte bir de çoktur. (Şunu unutma ki) Mirasçılarını zengin bırakman, başkalarına el açan fakirler olarak

6

Page 7: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

bırakmandan daha hayırlıdır. (Şunu da unutma ki) Allah’ın rızasını kazanmak için vereceğin her nafaka, hatta hanımının ağzına koyduğun her lokma, sevap kazanmana aracı olur.” buyurdu”(Muvatta, K. Vasıyyet, B. 3, Had., 4; Buhârî, K. Cenâiz, B. 37; Müslim, K. Vasıyyet, B. 1, Had., 5)

AİLE SERVETİNİ KORUMAK (TO PROTECT THE WEALTH OF THE FAMILY)

“Muhammed b. Sîrîn anlatır ki: “Hz. Peygamber zamanında bir adam ölürken altı kölesini azat etti. (Fakat) Hz. Peygamber (duruma müdahale ederek) köleler arasında kura çekerek, bu kölelerden ancak ikinsin azat edilmesini geçerli kabul etti.” İmam Mâlik der ki: “Bu adamın bu kölelerden başka malı yoktu. Hz. Osman’ın oğlu olup, hicrî 76-83 (695-712 M.) yılları arasında Medine valiliği yapan alim ve hadisçi kimliği ile öne çıkan Ebân b. Osman (20-105 H./ 640-723 M.) da, buna benzer bir uygulama yapmıştır ki onun valiliği zamanında bir adam kölelerinin hepsini azat etti. Köleden başka malı da yoktu. Ebân’ın emri üzerime bu köleler üç bölük yapıldı. Hangi grubun ölenin malının üçte biri sayılıp azat olacağını belirlemek için kura çekildi. Üç bölükten birine çıkan kura sonucu, o gruptaki köleler hürriyetlerine kavuşmuş oldular.”(Muvatta, K. ‘Itq ve’l-Velâ, B. 3, had., 3-4; Müslim, K. Eymân, B. 12, Had., 56)

“KOYUNUNUN BURNUNU SİL, AĞILINI TEMİZLE..”

“Humeyd b. Mâlik b. Husaym (Khusaym) der ki: “Ebû Hüreyre ile beraber (o zaman Medinê’nin dışında olan, şimdi içindeki bir semti) Aqîq(vâdisin)’deki tarlasında oturuyordum. O sırada Ebû Hüreyre’yi ziyarete Medineli bir topluluk geldi. Ebû Hüreyre bana: “Anneme git de, oğlunun selâmı var, bize biraz yemek koyuversin” diyor” de. dedi. (Gittim ve) Annesi üç parça ekmek ve biraz zeytin yağı ve tuz koydu. Sonra da o tepsiyi başıma koydu ve onlara (misafirlere) getirdim de ortalarına koydum. Tepsidekileri görünce Ebû Hüreyre: “Allahu Ekber” diyerek tekbir aldı ve şöyle dedi: “(Bir zamanlar toprak bardağımızın içinde) Kara (siyah olarak görünen) su ve kara hurmadan başka yemeğimiz yok iken, şimdi bizi ekmek ile doyuran Allah’a hamd ederim.” (Galiba oruçlu oldukları için) Misafirler yemekten yemediler ve gittiler. Onlar gidince Ebû Hüreyre bana: “Yeğenim. Koyununa iyi bak. Koyununun burun akıntılarını sil. Ağılını temizle ve namazını koyununun yanında kıl. Çünkü koyun cennet hayvanlarındandır. (Verdiği) Güç ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, yakında insanlar, öyle bir zaman gelecek, üç-beş koyun, sahibinin yanında Mervan b. Hakem’in sarayından daha sevimli olacak.”(Muvattâ, K. Sıfeti’n-Nebî, B., 10, Had., 31)

KOYUNCULAR, ALÇAK GÖNÜLLÜ OLURLAR.

“Ebû Hüreyre nakletmiştir: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “İnkârın başı doğudadır. Büyüklük iddiası ve başkasını küçük görmek (ise), deve ve at sahiplerindedir (yani çölde yaşayanlardadır). Vakâr ve alçakgönüllülük, koyun sahiplerindedir.”(Muvattâ, K. İstîzân, B., 6, Had., 15) “Ebû Sa‘îd Hudrî de şöyle nakletmiştir: “Hz. Peygamber buyurdu: “Müslümanın en hayırlı malı, dağ başlarında ve vadilerde, arkasında dolaştığı koyunu olacak. O Müslüman böylece, (dînine bağlılığı ve kavga eden/savaşan iki tarafa da katılmadığı için) fitnelerden kaçarak korunmuş olur.”(Muvattâ, K. İstîzân, B., 6, Had., 16)

“Abdullah b. Ömer nakleder ki, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Hiçbir kimse başkasının sağımlık hayvanını, sahibinin izni olmaksızın sağmasın. Sizden biriniz, kilerine girilmesini,

7

Page 8: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

sandığının (kilidinin) kırılmasını ve yiyeceğinin alınmasını ister mi? Hayvanların memeleri de, onların depolarıdır, o nedenle hiçbir kişi diğerinin hayvanını izni olmadan sağmasın”(Muvattâ, K. İstîzân, B., 6, Had., 17) (Ayrıca aynı hadis, Buhârî, K. Luqata, B., 8; Muslim, K. Luqata, B., 31, Had., 13)

“Hz. Peygamber yine buyurdu: “Hiçbir peygamber yoktur ki, koyun gütmüş olmasın.” Denildi ki: “Sen de mi, Ey Allah’ın Elçisi? “Evet, Ben de”. (Muvattâ, K. İstîzân, B., 6, Had., 18)

“SAKIN SOKMA, (HZ.) OSMAN’LA, (HZ.) ABDURAHMAN’IN HAYVANLARINI KORUYA” (ENCOURAGEMENT OF UMAR ANIMAL HUSBANDRY SECTOR. SUPPORT TO LOWER CLASSES. TO ASSIGN PASTURE TO THE POOR VILLAGERS.

“(Hz.) Ömer, Huneyy ismindeki azatlı kölesini, devlet merasının görevlisi olarak tayin etti. Ve ona dedi ki: “Ey Huneyy ! İnsanlara yumuşak davran. Çünkü zulme uğrayanın duası kabul olur. Yoksul ve hayvanı az olan sürü sahiplerinin, meraya girmelerine izin ver. (Hz.) Abdurrahman b. Avf’ın ve (Hz.) Osman’ın hayvanlarını ise meraya sokma. Çünkü küçük sürülerin sahiplerinin hayvanları, (otsuzluktan) helak olursa, çocuklarıyla bana gelirler ve “Ey Müminlerin Emîri, Ey Müminlerin Emîri (derdimize çare bul” derler.) “Ben onları (bu yoksul sürü sahiplerini) terk edebilir miyim?” (Yoksullara bu şekilde) Su ve ot(lak) vermek, (bir ekonomik kriz olduğunda) altın ve gümüş (para) dağıtmaktan daha kolaydır (meraya bunlar girsinler ve hayvanlarını yetiştirsinler, paraya ihtiyaç olunca da satsınlar ki, devletin parasına/yardımına ihtiyaçları kalmasın).”(Muvattâ, K. Da‘veti’l-Mazlûm, B. 1, had., 1) (Buhârî, K. Cihâd, B. 170 (Bâbu izê esleme qavmun fî dêri’l-harbi)

ÇALIŞANLARIN HAKLARI (RIGHTS OF EMPLOYEES (PROFESSIONAL ADMINISTRATORS) OF THE COMPANY).

Qırad ortaklığı konusunda hadis ve fıkıh kitaplarında çok bilgi vardır, 1250 sene öncesinden beri. Fakat buradan modern anonim ve limited şirketlere geçilemiştir. “(İmam) Malik der ki: “Bir kimse diğer birisine qırad olarak bir mal verdiğinde (bu kişi=muqârad)..mal çok olup da, korumaya gücü yetmezse, kendisine yardım edecek birisini kiralayarak, ücretini o maldan ödeyebilir. Kendisinin yapmaması ve başkasına yaptırılması gereken bazı işler olabilir. Alacakların tahsili, eşyanın ambalajı ve nakli gibi sermayeden bunları yapacak birini de kiralayabilir.”(Muvattâ, K. Qırâd, B. 9, rivayet, 10)

ÇALIŞAN(ORTAĞ)IN SORUMLULUĞU (RESPONSIBILITY OF MUDARIB, MUQARAD).

“(Çalışan=muqârad) O maldan hiçbir şeyi hibe edemez. Sâil (dilenci) ve benzeri kimselere vermez ve hiç kimseyi de onunla mükâfatlandıramaz”(Muvattâ, K. Qırâd, B. 10, riveyaet, 11)

MUSÂQÂT. “..Istılahta ise, bir taraftan ağaçlar yani bir seneden fazla yerde kalan bitkiler, diğer taraftan da bunları sulama ve yetiştirme gücünün ortaya konulmasıyla meydana gelen bir ortaklık çeşididir. Bu ortaklıkta çalışan, yetiştirdiği ağaçların ürününden bir kısmını, aralarında kararlaştıracakları bir oran ile ortaklık payı olarak alır. Musâqât: Şâfi‘î, Mâlikî ve Hanbelîlerle, Hanefîler’den Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre geçerlidir. Hanefîlerde fetva da bunların görüşü doğrultusunda verilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre geçerli değildir (Mecma‘u’l-Enhur, II/398).

8

Page 9: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

DEVLETİN TARIM İŞLETMELERİ YOK. NO STATE OWNED FARMS.

“Sa‘îd b. Museyyeb’ten: Hz. Peygamber, Hayber’i fethettiği gün Hayber yahûdîlerine: “Azîz ve Celîl olan Allah’ın sizi (vaktiyle) buraya yerleştirdiği gibi, (hurmalarınızın) ürünü aramızda ortak olmak üzere, ben de sizi burada (yine yerinizde) bırakıyorum.” dedi. Sa‘îd b. Museyyeb diyordu ki: “Hz. Peygamber (hurmanın toplanma zamanı gelince), Abdullah b. Revâha’yı gönderdi. O da ağaçlardaki yaş hurmanın miktarını tahmin eder, sonra onlara: “isterseniz size kalsın (bize düşen hissenin parasını verirsiniz), isterseniz (bize düşeni) hurma olarak alırım.” derdi.”(Muvattâ, K. Musâqât, B. 1, had., 1) ÇALIŞAN ORTAĞIN GÖREVLERİ (DUTIES OF MUSÂQÂ) .

“(İmam) Mâlik der ki: “Musâqâtta bahçe sahibinin, çalışana şart koşmasında bir sakınca olmayan adetler: bahçe duvarlarını çevirmek, su gözelerini temizlemek, kanallarını temizlemek, hurma ağaçlarına bakmak, köklerini temizlemek, meyveleri toplamak ve benzeri şeylerdir. Bahçede çalışana, anlaşmalarına göre, meyvenin yarısı, (yarıdan) azı veya fazlasını vermek şart koşulabilir.”(Muvattâ, K. Musâqât, B. 1, rivayet, 2)

“(İmam) Mâlik der: Bize göre musâqât, hurma, zeytin, şeftali ağaçları ile üzüm asmalarında ve benzeri şeylerde olabilir. Herhangi bir sakıncası yoktur. Mal sahibi meyvelerin yarısını, üçte birini, dörtte birini veya bunlardan daha az ya da fazlasını almak üzere anlaşabilir.” (“Şâfi‘îlere göre musâqât sadece hurma ve üzümde olur, diğerlerinde olmaz. Hanefîlere göre ise, yerde bir sene veya daha fazla kalan bütün bitkilerde olabilir. Bunlar ister meyveli olsun, ister olmasın fark etmez.” Mezâhib-i Erba‘a, III/25-28)

“(İmam) Mâlik (yine) der ki: “Boş bir arazinin musâqât yoluyla ortağa verilmesi doğru değildir. Böyle (boş bir) araziyi, sahibi para ve benzeri belli bir kıymet karşılığı kiraya verebilir. Ama bir adamın boş olan arazisini, oradan elde edilecek ürünün üçte biri veya dörtte biri karşılığında kiraya vermesi halinde burada aldanma olabilir. Çünkü tarım ürünleri bir defasında az olur, bir defasında çok olur. Bazen de tamamen helâk olur. Böyle olunca da, arazi sahibi arazisini (mesela belirli bir para ile) kiraya verebileceği, belirli bir miktarı bırakıp da, tamamlanıp tamamlanmayacağı belli olmayan ve bir aldanma olabilecek böyle bir akit yapması, mekruhtur (çirkindir, hoş değildir.)” (“Boş bir araziyi, oradan elde edilecek ürüne karşılık kiraya vermek, Mâlikîlere göre geçerli değildir. Ebû Hanîfe’ye göre ise (böyle bir işlemde), bir sakınca yoktur.” Munteqâ, V/132)

QIRAZ ORTAKLIĞI.

“Fıkıh (İslâm Hukuku) ve hadis kitaplarında Kitâbu’l-Qırâd veya Bâbu’l-Qırâd olarak yer alır. Istılâhî anlamı: Sermaye bir taraftan, çalışma öbür taraftan olmak üzere, aralarında kararlaştıracakları şartlarla kurulan bir kâr ortaklığıdır ki, zarar sermayeye ait olur (Qâmûs Tercümesi). Buna mudârabe de denilir. Hanefilere göre mudârib yani çalışan kimse, sermaye sahibinin kârda ortağıdır. Onun sermayesi de ticaret için gezip dolaşmasıdır. Sermaye

9

Page 10: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

kendisine teslim edilince, emanet sayılır. Çalıştırmaya başlayınca, mal sahibinin vekili, kâr elde edince de ortağı olmuş olur (İhtiyâr, III/19).

HZ. OSMAN’IN KIRAZ ORTAKLIĞI (OSMAN’S QIRAD). “Hz. Osman, (olayı anlatan) ‘Alâ b. Abdurrahman’ın, dedesine kârı aralarında ortak olmak üzere çalıştırmak için, kırad (mudârabe olarak bir mal (sermaye) vermişti.” (Muvatta, K. Qırad, B. 1, rivayet, 2)

KIRAZ ORTAKLIĞININ İŞLEYİŞİ (RUNNING OF QIRAD COOPERATION).

“İmam Mâlik der ki: “Bir sakınca olmadığı bilinen kırad (mudârabe=kâr ortaklığı), bir kimsenin arkadaşından –sermaye kaybedildiğinde- ödeme sorumluluğu olmaksızın çalıştırmak üzere, bir mal alması şeklinde olur. Kâr ortağı olan kimsenin, ortaklıkla ilgili olarak yolculuğa çıktığında, yolculuk esnasında yiyecek ve giyecek masrafları, malın/sermayenin miktarı ile orantılı olarak israfa gitmeden, o maldan/sermayeden ödenir. Eğer bu ticareti kendi memleketinde yapıyorsa, giyecek ve masrafları kendisine aittir. Sermayeden verilmez.”(Muvatta, K. Qırad, B. 1, rivayet,, 3) “Mütercimin notu: Çalışan kimse malı/sermayeyi alır, çalıştırır, fakat malın helâk olmasından sorumlu tutulmaz. Zarar, mal/sermaye sahibine ait olur. Çünkü çalıştırmak üzere teslim alanın yanında, mal emanettir. Fakat malı/sermayeyi (güzelce, dikkatlice) koruması gerekir. Fakat elde olmayan sebeplerle kaybedilirse, onu ödemekle yükümlü değildir.”(Muvatta tercümesi, II/229)

İŞ AHLÂKI (BUSINESS ETHICS).

“İmam Mâlik der ki: “Bir kişinin diğer birinde alacağı olsa da, onun kendisine qırad (çalıştırmak için bir sermaye) olarak bırakılmasını istese, alacaklı malını teslim almadıkça, bu mekruhtur. Teslim aldıktan sonra ise, ister qırad (sermaye) olarak verir, ister vermez. Çünkü burada malı sebebiyle borçluyu sıkıştırma korkusu vardır. O da malı artırmak üzere tehir edilmesini istemektedir.”(Muvatta, K. Qırad, B. 3, rivayet: 4)

“İmam Mâlik der ki: “Bir kimse diğer birisine kıraq (sermaye) olarak bir mal verip de, ortağından ayrı özel bir şartı ileri sürse, bir dirhem bile olsa, bu şart geçerli değildir. Ancak kârın yarısını kendisine, yarısını veya üçte birini veya dörtte birini yahut da bundan daha az ya da daha fazlasını arkadaşı için şart koşarsa, bu söylediği şey, az olsun çok olsun, bunların hepsi helâldir ve bu Müslümanların kâr ortaklığıdır. Fakat kendisi için, arkadaşının dışında özel bir kâr olarak, bir dirhem veya daha az bir şeyi ayırıp, geri kalan kârın aralarında yarı yarıya olmasını şart koşsa, bu geçerli olmaz. Müslümanların kâr ortaklığı bu şekilde değildir.”(Muvatta, K. Qırad, B. 4, rivayet: 5)

GİRİŞİMCİLİĞE TEŞVİK (ENCOURAGEMENT FOR ENTERPRISING).

“İmam Mâlik der ki: Mal çoğalınca sermaye ayrıldıktan sonra kârı anlaşmalarına göre taksim ederler. Eğer mal kazanç sağlamamış veya zarar etmiş ise, çalışan kimseye kendisine harcadığından ve zarardan ötürü hiçbir şey lazım gelmez. Bütün bunlar mal/sermaye sahibinin verdiği sermayeye aittir. Kâr ortaklığı, mal sahibi ile çalışanın (kârın taksimi konusunda) razı olacakları bir şekilde geçerlidir. Aralarındaki kâr da yarı yarıya, üçte bir, dörtte bir, bundan daha az veya daha çok olabilir.”(Muvatta, K. Qırad, B. 5, rivayet: 6) “Mütercimin notu: Yani sermayenin ayrılıp sahibine verilmesinden sonra taksim edilecek bir kâr kalmazsa, çalışanın ne lehine ne de aleyhine hiçbir şey yoktur. Eğer zarar söz konusu ise çalışana ödettirilmez.

10

Page 11: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Çünkü o emanetçi sayıldığından, bunu ödemekle yükümlü değildir. Yine mal için yaptığı yolculuk esnasında yaptığı masrafları da ödemez.”(Muvatta Tercümesi, II/234)

TÜCCARLARIN KENDİ ARALARINDAKİ GELENEKLERİ (TRADITION OF TRADESMEN AMONG THEM).

“İmam Mâlik der ki: “Mal/sermaye sahibinin, qıradın esasları ve Müslümanların geçmiş adetleri dışında, malı/sermayesi hakkında bir şey şart koşması geçerli olmaz.”(Muvatta, K. Qırad, B. 5, rivayet: 6) “Qıradda (kâr ortaklığında) çalışan kimseye ödeme sorumluluğu şart koşmak, akdin fasit (geçersiz) olmasını gerektirir. Çünkü akitte mal/sermaye, çalışanın elinde emanet sayılır. Munteqâ, V/164)” “MAKBUZ VER” (GIVE DOCUMENT).

“(Emevî) Halifeleri Velîd, Süleyman ve Ömer b. Abdülazîz zamanlarında Mısır’da zekât toplama memurluğu yapan Zurayk b. Hayân anlatır: “Ömer b. Abdülaziz kendisine şöyle bir yazı göndermişti: “Gayr-ı Müslim vatandaşlardan (zimmîlerden) vergi (haraç) aldığın zaman, ertesi seneye kadar saklamaları için, aldığın mal (vergi, haraç, aynî veya nakdî kıymet) karşılığında onlara makbuz ver.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 9, rivayet, 20) (Devletin başka bir görevlisi de onlardan gelip de ikinci defa vergi istemesin, kendilerine zulmedilmiş olmasın, Müslüman olmayan bu insanlara bir haksızlık yapılmış olmasın. i.y.)

“KENZ” NEDİR? (“WHAT IS THE KANZ ?”)

“Abdullah b. Dînâr anlatır ki, Abdullah b. Ömer’e “Kenz nedir ?” diye soruldu. Şöyle dedi: “Zekâtı verilmeyen maldır. (“Huve’l-mêlu’l-lezî Lâ tüeddâ minhu’z-zekâtu”)”(Muvattâ, K. Zekât, B. 10, rivayet, 21)

ÂDİL VERGİ SİSTEMİ (JUST TAX POLICY, NO HEAVY TAXES).

“Hz. Âişe anlatmıştı: “(Hz.) Ömer’e zekât olarak alınmış bir koyun getirildi. Ömer hayvanın iri memesinde süt birikmiş olduğunu gördü. “Bu koyun nedir ?” diye sordu. “Zekât olarak alınmış bir koyundur” dediler. Ömer dedi ki: “Bunu sahibi kendi rızası ile vermemiştir ! İnsanları böyle zorlamayın. Mallarının en iyisini ve sağmak için ayırdıkları mallarını zekât olarak almayın.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 16, rivayet, 28) “Bu bilgiyi naklettikten sonra (İmam) Malik şöyle demiştir: “Benim kendilerine yetiştiğim şu (Medine) şehrimizdeki ilim sahipleri (şöyle demişlerdir ki), zekât konusunda Müslümanlar zorlanmazlar. Ne verirlerse alınır.”

YOKSULLARA BİR GELİR TRANSFERİDİR, ZEKÂT (ZAKAT IS A TRANSFER TO THE POOR CLASSES (AND OPINION OF IMAM MALIK ABOUT DISTRIBUTION OF ZAKAT AND SALARY OF ZAKAT EMPLOYEES)

“Atâ b. Yesâr nakletmiştir ki: “Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zenginlerin zekât alması helâl değildir. Ancak şu beş grup insan, bunun dışındadır: Allah yolunda savaşanlar, zekât toplamakla görevli memurlar, borçlular, (toplanmış) zekât (ürününü) parası ile satın alanlar ve düşkün bir komşusuna verilen zekât bu yoksul kişi tarafından, zengin bir kişiye hediye edildiği durumlarda.” İmam Malik demiştir ki: “Biz(Medineliler)e göre zekât sadece vâlinin

11

Page 12: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

içtihadına göre taksim edilebilir. Hangi grup insanın ihtiyacı vardır, bunların sayısı ne kadardır, bütün bunlar valinin kararıyla tespit edilir. Olur ki bir sene, iki sene veya senelerce sonra ihtiyaç sahipleri değişir, işte bunun gibi ihtiyaç sahipleri ve onların (ihtiyaç) miktarları nerede olursa olsun, tespit edilir. Ben bunları hakkıyla yapan ilim sahibi insanları gördüm. Zekât memurunun topladığı zekâttan belirlenmiş (kesin) bir alacağı pay yoktur. Vâlî ona ne kadar takdir ederse, onu alır.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 18 (Ebû Dâvûd, K. Zekât, B. 25 (Bâbu men yecûzu leh); İbn Mâceh, K. Zekât, B. 27 (Bâbu men tehıllu…)

ZOR KULANARAK ZEKÂT TOPLAMAK (COLLECTING ZAKAT WITH USING FORCE).

“(Hz.) Ebû Bekir dedi ki: Eğer zekât olarak, Hz. Peygamber’e verdikleri bir oğlağı da bana vermemeye kalkarlarsa, onlarla savaş ederim.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 18, rivayet; 30; Buhârî, K. Zekât, B.1; Muslim, K. Îmân, B. 8, rivayet, 32)

DEVLET HAZİNESİ TOPLUMUNDUR, DEVLET ADAMLARININ MALI DEĞİLDİR. (TREASURY IS FOR NATION NOT FOR STATESMEN (NO EMBEZZLEMENTS). IMAM MALIK’S OPINION USING FORCE TO COLLECT ZAKAT.

“İmam Malik’ten: “(Hz. Ömer’in azatlı kölesi Eslem’in çocuğu olan ve Ömer b. Abdülaziz’in danışma kurulu üyelerinden olan Medine’nin hadis alimi) Zeyd b. Eslem (v. 136 H./ 754 M.) anlatmıştı: (Bir gün) (Hz.) Ömer’in içtiği süt hoşuna gitmişti. Sütü kendisine ikram edene: “bu süt nereden geldi?” diye sordu. Adam: “Bir su kenarına varmıştım. Bir de baktım ki (devletin) zekât hayvanlarını sağıyorlardı. Beni görünce, benim için de sağdılar. Ben de sağdıkları sütü matarama koydum. İşte bu süt, o süttür.” deyince, (Hz.) Ömer (R.A.) elini boğazına sokup, kendisini kusturarak sütü çıkardı.” İmam Mâlik’e göre, (birilerinin vermek zorunda olduğu) zekâtı tahsil etmeye, Müslümanların gücü yetmezse, onu alıncaya kadar savaşmaları onların hakkıdır.”(Kêne haqqan aleyhim cihêduhû hattê ye’khuzûhê minhu”)”(Muvattâ, K. Zekât, B. 18, rivayet, 31)

ILIMLI BİR YOL TAKİP ETMEK, ZEKÂTLARI TOPLARKEN (USING A SOFT WAY IN COLLECTING ZAKAT).

“İmam Mâlik anlatır ki: “Duyduğuma göre bir vali (veya zekât memuru) Ömer b. Abdulaziz’e bir yazı göndererek: “adamın biri, malının zekâtını vermiyor” demiş. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz kendisine: “Onu bırak. Müslümanlardan zekât alırken ondan alma” diye cevap göndermiş. O adam bunu duyunca çok ağırına gitmiş ve o günden sonra da zekâtını aksatmadan vermiş. Vali bu yeni durumu (o adamın artık zekât vermek istediğini) Ömer’e tekrar bildirince, Ömer de: “öyleyse (şimdi) al, mâdem !” demiş.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 18, rivayet, 32)

FARKLI ORANLAR, ZEKÂT TAHSİLİNDE (DIFFERENT RATES IN ZAKAT).

“Büsr b. Sa‘îd, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Göğün (yağmurla) ve kaynak sularıyla ve kuyudan çıkan suyla sulanan araziden elde edilen ürünün zekâtı onda bir; güç sarf ederek taşınan suyla sulanan arazinin zekâtı ise yirmide birdir.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 19, Had., 33; Buhârî, K. Zekât, B. 55 (Bâbu’l-‘Uşr); Muslim, K. Zekât, B. 1, Had., 7)

12

Page 13: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

GÜVENMEK, VERGİ YÜKÜMLÜLERİNE (TO TRUST TO THE TAXPAYERS).

“İmam Mâlik der ki: “(zekât alırken) Mal/servet sahibinin söylediklerine inanılır ve o ne verirse, o alınır (ve’n-nêsu musaddeqûne fî-zêlike ve yuqbelu mimhum mê defe‘û). İmam Mâlik’e: “zeytinden ihtiyaçlar için harcadıktan sonra mı, yoksa harcamadan mı öşür (onda bir) verilir?” diye soruldu. İmam Mâlik de: “İhtiyaçlara bakılmaz”. Ancak buğday (ekin) konusunda tarla sahibine sorulduğu gibi, zeytinin zekâtını hesap ederken de, zeytincilere sorulur ve onların söylediklerine inanılır (ve yusaddeqûne bimê qâlû). Zeytini beş vesaq ve daha fazla ise, onun zeytinyağından onda bir alınır. Zeytin beş vesaqa ulaşmamışsa, o kişinin zeytinyağından her hangi bir zekât alınmaz.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 21, rivayet 35)

GÜMRÜK VERGİLERİ. İSLÂMÎ DEVLETİN VERGİ POLİTİKASI (CUSTOM DUTIES. TAX POLICY OF ISLAMIC STATE).

“İmam Mâlik’ten: “(Hz.) Ömer (R.A.), tahılla baklagillerin zekâtını ayrı ayrı aldı. (Medine’ye) Gelen (yabancı) Hıristiyan tüccarların baklagiller cinsinden olan mallarının hepsini aynı cins kabul eder ve onlardan onda bir; tahıl ve üzüm cinsinden olan mallarından ise yirmide bir alırdı.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 21, rivayet, 36)

TAX POLICY. “Yine İmam Mâlik demiştir ki: Biz Medineliler arasında tartışmasız kabul edilen ve benim de alimlerden duyduğuma göre meyvelerin hiçbirinden zekât verilmez. Nar, şeftali, incir ve bunlara benzeyen ve benzemeyen (ve yaşken yenilen) bütün meyvelerden zekât verilmez. Yoncadan ve sebzelerden de zekât verilmez. Bunlar satıldıkları zaman ise, para sahibinim eline geçtikten bir yıl sonra zekâtı verilir.”(Muvattâ, K. Zekât, B. 22, rivayet, 1) (O günkü Arabistan’da sadece hurma ve üzüm ticârî değer taşıyorlardı ve onların zekâtı veriliyordu. Diğer meyveler zaten herkesin bağında bahçesinde bir ağaç iki ağaç kadardı. Bunlar kurutulsa bile, o evin üç beş aylık ihtiyacına ancak yetiyordu. Ticârî amaçla üretilmiyorlardı. Bugünkü gibi, tonlarca inciri kurutmak veya şeftaliyi yaş olarak diğer illere nakletmek veya elmayı Şili’den Arap Yarımadası’na buzhaneli gemilerle getirmek, Arizona hurmasını Avustralya’da pazarlamak.. imkânları yoktu. Yakın zamanlara kadar bizim köylerimizde bile elmanın bir kısmı aile ve akrabalarca yenilir, bir kısmı kurutulur, kalanını da eşekler yerdi. Meyve üretiminin ticarileşmediği dönemde, onlardan bir zekât vermek gerekmiyordu. Üç beş yıl önce Türkiye’nin Rusya’dan hayvanlar için on binlerce ton ot aldığını düşünürsek, ticârîleşmeyen hemen hiçbir sebze ve meyvenin kalmadığı günümüzde, bu ürünlerin hepsinden zekât vermek gerekir. i.y.)

ÖZLENEN TOPLUMU, ÖZLENEN YÖNETİMİN (A WONDERFUL (!) NATION FOR A MODERN GOVERNMENT AND A WONDERFUL GOVERNMENT FOR THE PEOPLES OF OUR AGE).

“Medine’de dînî ilimleri bizzat sahâbîlerden öğrenmiş olan Süleyman b. Yesâr (34-107 H./ 654-725 M.) anlatıyor: “Şam halkı Ebû Ubeyde’ye: “Atlarımızdan ve kölelerimizden de zekât al” dediler. Ebû Ubeyde almadı, yalnız onların bu isteklerini (Hz.) Ömer’e bir mektupla bildirdi. (Hz.) Ömer de “(onlardan zekât) almayacağız” dedi. Ebû Ubeyde, Şamlılara durumu bildirdi. Şamlılar tekrar vermek istediklerini bildirdiler. Ebû Ubeyde tekrar halifeye yazdı.

13

Page 14: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Bunun üzerine (Hz.) Ömer yazdığı cevapta, “eğer (vermek) istiyorlarsa al ve (aldığın zekâtı yine) onlara (Şam’ın muhtaçlarına) ve kölelerine dağıt.” diye yazı gönderdi. İmam Mâlik, (Hz.) Ömer’in “yine onlara ver” sözünü “ ‘alê fuqarâihim” “fakirlerine” şeklinde anlamak gerektiğini söylemiştir.”(Muvatta, K. Zekât, B. 23, rivayet, 38)

ATEŞE TAPANLARIN VERGİSİ (TAXES FROM FIREWORSHİPPERS).

“Sekiz yıl Sa‘îd b. Museyyeb’den ders almış olan büyük hadis bilgini İbn Şihâb ez-Zuhrî (51-124 H./ 671-742 M.) der ki: “duyduğuma göre, Allah’ın Elçisi (S.A.V.), Bahreyn mecûsîlerinden cizye almıştır. (Hz.) Ömer İran; (Hz.) Osman da Berberî mecûsîlerinden cizye almıştır.”(Muvatta, K. Zekât, B. 24, rivayet, 41; Buhârî, K. Cizye, B. 1) “Cafer b. Muhammed de babasından şöyle bir bilgi nakleder: “(Hz.) Ömer, sözü Mecûsîlere getirerek: “onlara ne yapacağımı bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf: “Hz. Peygamber’in: “Onlara Ehl-i Kitâb gibi muamele edin” dediğini, bizzat duydum.” dedi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 24, rivayet, 42)

YAHUDİ VE HIRISTİYANLARIN ÖDEYECEKLERİ VERGİLER (TAXES FROM NON-MUSLIMS (OWNERS OF THE BOOK: CHRISTIANS AND JEWS).

“(Hz.) Ömer’in azatlısı Eslem’den: “Ömer, Mısır ve Şam’ın gayr-ı Müslimlerine dörder (altın) dinar, Irak gayr-ı Müslimlerine de kırkar dirhem (gümüş) cizye takdir etti. Ayrıca Müslümanlar onların bölgesinden geçer de, kalmak mecburiyetinde kalırlarsa, üç gün misafir edeceklerdi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 24, rivayet, 43)

MÜSLÜMAN OLMAYANLARDAN VERGİ TOPLAMADA GENEL KURALLAR. ON DÖRT YÜZYIL ÖNCE MODERN VERGİ POLİTİKASI (GENERAL RULES IN COLLECTING TAXES FROM NON-MUSLIMS. WHAT IS THE REASON OF TAKING TAXES FROM NON-MUSLIMS ? A MODERN TAX POLICY 14 CENTURIES AGO).

“Cizye ile ilgili olarak İmam Mâlik şöyle der: “Şimdiye kadar geçen uygulamaya göre cizye, Ehl-i Kitâb’ın kadın ve çocuklarından alınmaz. Sadece akıl-bâliğ olmuş erkeklerinden alınır. Zimmîlerin ve Mecûsîlerin atlarından, elde ettikleri üzümlerinden, tarım ürünlerinden, küçük ve büyük baş hayvanlarından zekât alınmaz… Onların mallarından cizyeden başka vergi alınmaz. Yalnız ticaret yaparlar da, bu sebeple Müslüman memleketlerine girip çıkarlarsa, ticaret mallarından onda bir alınır. Alınan cizye, ülkede barış içinde yaşadıkları, düşmanlarına karşı korundukları içindir. Ticaret maksadıyla başka bir memlekete giden zimmîden öşür alınır. Yine ticaret maksadıyla Mısır’dan Şam’a, Şamlı olan Irak’a, Iraklı olan Medine’ye veya Yemen’e veyahut da başka bir memlekete gitse, yine öşür verir. Ehl-i Kitâb zekât vermez. Mecûsîlerin de ne mallarına, ne meyvelerine ne de tarım ürünlerine zekât yoktur. Şimdiye kadar uygulama böyle olmuştur. Onlar dinlerine tabidirler, hangi dinden iseler, ondan devam ederler. CUSTOM DUTIES. Ticaret için bir yıl içinde bir memlekete birkaç defa girip çıksalar, her defasında “onda bir” gümrüklerini verirler. Çünkü bu para, ne yapılan bir anlaşma, ne de kendileri için ileri sürülen bir şart dolayısıyladır. Ben kentimizdeki ilim adamlarının bu şekilde hüküm verdiklerini gördüm.”(Muvatta, K. Zekât, B. 24, rivayet, 45)

14

Page 15: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

MÜŞTERİLERİN HAKLARI (RIGHTS OF CONSUMERS).

“Hanefîlere göre alım-satım akdinde müşteri için hıyâr-ı ayıp hakkı vardır. Yani müşteri satın aldığı bir malda, satıcıda iken var olduğu tespit edilen bir noksan ve kusur görürse, pazarlığı bozup, malı eski sahibine iade etme hakkı vardır. Ancak bir mal berâet yoluyla alınıp satılmışsa, yani satıcı “bu malın hiç bir ayıp kusurundan ötürü sorumluluk kabul etmem” diyerek satarsa, ya da müşteri “malı her türlü noksanı ile kabul ediyorum” derse,, artık pazarlık kesinleştikten sonra, aldığı malı geri veremez. (Mecelle, Madde: 337-342-343) (Muvatta terc., c, II/132 (K. Buyû‘)

ALDATMA/ALDANMA YOK. İSLÂM İKTİSADINDA TEMEL KURAL (NO DECEPTION THE MAIN RULE IN ISLAMIC ECON that this rule protects the rights of consumers and farmers, villagers)

“Abdulllah b. Ömer’den: “Allah’ın Elçisi olgunlaşması belirinceye kadar, ağaç üzerindeki meyvenin alım-satımını, alıcıya da satıcıya da yasakladı.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 8, Had., 10; Buhârî, K. Buyû‘, B. 85; Muslim, K. Buyû‘, B. 13, Had., 49) KIZARINCAYA KADAR BEKLEMEK. “Enes b. Mâlik nakleder: Hz. Peygamber dalındaki hurmanın satışını, olgunluk belirtileri görülünceye kadar yasakladı. Kendisine: “Ey Allah’ın Elçisi ! Olgunluk belirtisi nasıl olur?” diye sorulunca, “Kızarınca” cevabını verdi ve devamla: “Söyleyin bakalım Allah bu meyveyi helâk ederse (ağaçtaki meyve afete uğrarsa) mümin kardeşinin parasını ne karşılığı alacak?”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 8, Had., 11; Buhârî, K. Zekât, B. 55, K. Buyû‘, B. 87; Müslim, K. Musâqât, B. 3, Had., 15) “Abdurahman’ın kızı Amra’dan: Hz. Peygamber, afetten kurtuluncaya (olgunlaşıncaya) kadar meyve satışını yasakladı.” İmam Mâlik: “olgunlaşmadan önce yapılan satış, aldatmalı satışdır.” dedi.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 8, Had., 12)

ÜLKER YILDIZI DOĞMADAN SATIŞ YAPMAMAK. (Fuqahâ-i Seb‘a’dan) Hârice (30-100 H/ 650-718 M.) (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki: “Babam Zeyd b. Sâbit, ağaçtaki meyvesini (hurmayı), Süreyya yıldızı doğuncaya kadar satmazdı.” (Süreyya (Ülker) yıldızının fecir vaktinde doğması, yaz mevsiminin başlarında olur. Bu mevsim Hicaz şehirlerinde güneşin ısısının şiddetlendiği ve hurma ürününün olgunlaşmaya başladığı zamandır. Gerçekte muteber olan, hurmanın olgunlaşmasıdır. Süreyya yıldızının şafakla doğması, ürünün olgunlaşmasına alameti kabul edilmiştir. Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI/498) İmam Mâlik der ki: karpuz, kavun, hıyar, havuç olgunlaşmaya başlayınca, bize göre satışı helâl ve bir sakınca yoktur. Sonra çıkan ürünün hepsi, arkası kesilip tükeninceye kadar müşteriye aittir. Bunun için belirli bir vakit de tayin edilmez. Çünkü bunun vakti, insanlar arasında bilinmektedir. Bazen afet meydana gelip, sebzeleri toplanma vaktinden önce yok eder. Meydana gelen afet, sebzenin üçte birini veya daha fazlasını helak ederse, o zaman bu miktarı mal sahibine ödeyeceği paradan düşer.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 8, rivayet: 13)

15

Page 16: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

İBADETLERİ AKSATMAMAK DAHA ÖNEMLİDİR. İSLÂM’IN DÜNYA İŞLERİYLE İLGİLİ BAKIŞ AÇISI. (PERFORM OF THE PRAYERS IS MORE IMPORTANT. THE VIEWPOINT OF ISLAM TO WORLDLY AFFAIRS).

“Urve anlatıyordu: “Hz. Peygamber işlemeli zarif bir elbise giymişti. Daha sonra bu elbiseyi Ebû Cehm’e (geri) verdi ve ondan nakışsız, kalın kumaştan yapılmış bir elbise aldı. Ebû Cehm: “Niçin (değiştirdin Ey Allah’ın Elçisi)?” deyince, Hz. Peygamber: “Namazda nakışlarını gördüm (namazımın huşusu azalacaktı) buyurdu.”(Muvatta, K. Salât, B. 18, Had., 67-68; Buhârî K. Salât, B. 14 Bâbu İzâ Sallê; Muslim, K. Mesêcîd ve Mevâdı‘u’s-Salât, B. 15, Had., 62)

BİR DİĞER ENTERESAN OLAY (ANOTHER INTERESTING EVENT).

“(Hz.) Ebû Bekr’in oğlu Abdullah anlatır: “Ensâr’dan birisi Medîne vâdîlerinden Quff denilen bir vâdîde meyvelerin olgunlaştığı zamanda (günlerden birinde) namaz kılıyordu. (O sene o kadar çok ürün olmuştu ki, ağaçlar hurmaların çokluğundan bolluğundan aşağı doğru eğilmişlerdi. Bir ara Ebû Talha’nın gözü ağaçlara takıldı ve meyvelerin o bolluğu hoşuna gitti. Sonra kendini toparladı ama o sürede kaç rekat namaz kıldığını hatırlayamadı. Bunun üzerine: “Şu durumum iyi bir şey değil. Bu mal (zaten) fitne (imtihan)” dedi ve o sırada halife olan (Hz.) Osmna’a geldi ve dedi ki: “Bu bahçemi (Allah rızası için) sadaka (hayır olarak) veriyorum. Sen bunu hayır işlerine sarf et.” (Hz.) Osman da bu hurmalığı elli bin dirheme sattı ve parasını hayra harcadı da, bu bahçeye bundan sonra hep “ellibinlik(yer)” denildi.”Muvatta, K. Salât, B. 18, rivayet, 70)

HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA VERGİLER (TAX POLICY. TAXES IN THE PERIOD OF THE PROPHET MUHAMMAD. TAXES IN THE EARLY DAYS OF ISLAM).

“Hz. Peygamber: “Definelerin zekâtı beşte birdir.” buyurmuştur. İmam Mâlik bu konuda şöyle der: “Biz Medinelilerin şu konuda hiçbir görüş ayrılığı olmamıştır ki ve benim de (benden önceki) ilim sahiplerinden duyduğuma göre: “define, eski toplumların gömüp bıraktığı ve bizim tesadüfen bulduğumuz maldır. Define bulmak için bir külfete girilmez, büyük bir çalışma ve araç gereç de istemez. Şayet bir sermaye gerektirir, insana büyük bir külfet yükler ve buna rağmen bazen bulunur, bazen de bulunamayarak emek boşa giderse, bu artık define olmaktan çıkar.”(Muvatta, K. Zekât, B. 4, Had., 9; Buhârî, K. Zekât, B. 66 Bâbu fî rikâzi el-khumusu) (Büyük bir masrafla çıkartılırsa o zaman onda bir veya yirmide bir zekâtı verilir. i.y.)

“DEVEMİ BULURSAN SANA …VERECEĞİM” DEMEK, KOMİSYONCULUK VE İŞ AHLÂKI (BUSINESS ETHICS).

“Allah satarken az bir kâra razı olan, alırken parayı gönül hoşnutluğu ile veren, borcunu çabuk ödeyen ve alacaklısını sıkıştırmayan insanları sever.” İmam Mâlik bunu îzah ederken şöyle der: “Bir kimse başka birisine fiyatını belirleyip, kendisi adına satması için bir mal vererek “eğer bunu söylediğim fiyattan satarsan sana bir (altın) dinar -veya aralarında kararlaştırdıkları başka bir şey- vereceğim. O fiyata satamazsan hiçbir şey vermem.” dese, bunda bir sakınca yoktur. Satacağı fiyatı ve bu satış için vereceği ücreti alır. Satamazsa bir şey

16

Page 17: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

alamaz. Yine bir kimsenin diğer bir kimseye: “benim kaçan kölemi veya devemi yakalayıp getirebilirsen, sana şu kadar ücret veririm” demesi de böyledir. Bu bir ücrettir yoksa adam kiralama değildir. Eğer kiralama olsaydı, kaçanı yakalayamayınca, ücret vermemesi doğru olmazdı. Fakat bir kimseye mal verilip de, “bunu sat, her (altın) dinar için sana şu kadar ücret veririm” denilse, bu olmaz. Çünkü malın fiyatından düşecek her dinar, onun alacağı ücretin de düşmesi demektir. Bu da ne alacağını bilemeyeceği için bir aldanmadır.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 46, rivayet, 100; Buhârî(merfûan), K. Buyû‘, B. 16) (Muvatta müterciminin notu: “Çünkü fiyat belli olmayınca işi yapacak olanın alacağı ücret de belli olmaz. Ücretin belli olmaması ise, zaruret olmadıkça caiz değildir.” (el-Munteqâ, V/112)(Muvatta tercümesi, II/223)

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “satış için pazara mal getiren kimseleri yolda (pazara girip fiyatları öğrenmeden mallarını almak için) karşılamayınız. İçinizden hiç kimse başkasının satışı üzerine satış yapmasın. Bir malı satın almak istemediğiniz halde, müşteri kızıştırmak için fiyat artırmayınız. Şehirde oturan bir kimse, bir bedevî (çölde oturan) adına satış yapmasın”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 45, Had., 96; Buhârî, K. Buyû‘, B. 64) (Mütercimin notu: “Bu şöyle olur: taşradan şehre mal getiren bir kimsenin malını şehirde bulunan simsar (komisyoncu) alır, azar azar piyasaya sürer, insanlar darlığa düşer, böylece fiyat yükselir. Hanefîlere göre bu, halkın muhtaç olduğu, piyasanın daraldığı bir zamanda yapılırsa tahrimen mekruhtur. Bolluk zamanında ve insanların ihtiyacı olmayan bir zamanda olursa mekruh değildir. (Mezâhibu’l-Erba‘a, II/276) Burada Hz. Peygamber’in bir gayesi de, malları üreticiden tüketiciye doğrudan satılmasını sağlayıp, aracıyı kaldırmaktır. Hem de zamanımızda (1982 yılı) olduğu gibi komisyoncular, fiyat ve malın miktarında hile yaparlar, böylece köylü zararlı çıkar, tüketen de malı pahalıya almış olur.)(Muvatta Tercümesi. II/219)

“Abdullah b. Ömer nakletmiştir ki: “Hz. Peygamber neceşi (mala alıcı olmadığı halde, alıcı gibi davranarak, malın fiyatını yükseltmeyi) yasakladı. İmam Mâlik der ki: “Neceş” niyetin satın almak olmadığı halde, başkalarının da sana uyarak yüksek fiyat vermesi için satıcının malına, değerinden daha fazla fiyat vermektir.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 45, Had., 97; Buhârî K. Buyû‘, B. 60 Bâbu’n-Necşi, Müslim, K. Buyû‘, B. 4) (Hanefîlere göre bu durum, malın fiyatının değerinden fazlaya çıkarsa, tahrimen mekruhtur. Mezâhibu’l-Erba‘a, II/273)

KOMİSYONCULUK. “İmam Mâlik (bir gün) İbn Şihâb Zuhrî’ye: “bir kimsenin bir hayvan kiralayıp da, sonra daha fazla bir ücretle başkasına kiraya vermesi hakkında ne dersin?” diye sormuştu. Zuhrî de: “bunda bir sakınca yoktur.” dedi.(Muvatta, K. Buyû‘, B. 46, rivayet, 101)

(Muvatta müterciminin notu: Mâlikîler ile Şâfiîlere göre teslim almadan önce olsun, sonra olsun daha fazlasına başka birisine kiraya verebilir. Ebû Hanîfe’ye göre ise böyle bir hayvan veya bir ev kiralayan kimse, onu teslim almadan önce başkasına kiraya veremez. Teslim aldıktan sonra da, kiraladığı fiyattan fazlasına vermez. Aynı ücret üzerinden verebilir. Munteqâ, V/114)

“Abdullah b. Ömer nakletmiştir: “Allah’ın Elçisi, “İçinizden hiç kimse, başkasının satışı üzerine satış yapmasın” buyurmuştur. (Muvatta, K. Buyû‘, B. 45, Had., 95; Buhârî, K. Buyû‘, B. 58; Müslim, K. Buyû‘, B. 5, Had., 70 Bâbu tahrîmi bey‘ı’r-raculi ‘alê bey‘ı ekhîhi) (“Bu şöyle olur: satıcı ile müşteri bir malın fiyatı üzerinde anlaşma sağladıktan sonra, henüz akit yapmadan bir başkası müşteriye: “ben aynen böyle bir malı sana daha noksan bir fiyatla satarım. Yahut bu fiyata daha iyisini veririm” diyerek, birinci satıcıya zarar verir. Şöyle de olabilir: satıcı ile müşteri bir fiyat üzerinde anlaştıktan sonra başka bir kimse: “ben bu mala daha fazla fiyat veriyorum” der, satıcı da onu satar. Satıcı ile müşteri fiyatı kararlaştırdıktan sonra meydana gelecek olan bu her iki şekil de, Hanefîlere göre tahrimen mekruh, Şâfiîler ile

17

Page 18: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Hanbelîlere göre ise haramdır. Fakat aralarında belli bir fiyat üzerinde anlaşmaları bulunmadığı müddetçe, açık artırma ile satış da bir sakınca yoktur.”(Mezâhib-i Erba‘a, II/277-278)

TASARRUF (SAVINGS. NO TAXES FOR GOLDEN JEWELLERY OF WOMENThat this is a reserve for extraordinary conditions like unemployment or calamities in Islamic countries that women sell these in economic crisis. i.y.)

“Azatlı kölesi Nâfi anlatır ki, Abdullah b. Ömer kızlarına ve cariyelerine altın takılar takar, bunların zekâtlarını vermezdi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 5, Had., 11) “Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Âişe, kardeşinin yetim kızlarına kendi evinde bakıyordu. Bu kızların süs için mücevherleri vardı fakat Hz. Âişe bunların zekâtını vermezdi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 5, Had., 10)

“Hz. Âişe, evinde baktığı yetimlerin mallarını, onlar adına işleteceklere verirmiş.”(Muvatta, K. Zekât, B. 6, Had., 14) “(Tâbiîn dönemi Medine alimlerinden) Yahya b. Sa‘îd (70-143 H./ 689-760 M.) de kendinden bir örnek vermiştir: “Evimde baktığım kardeşimin yetimleri için biraz mal satın aldım. Sonra da bunlar satıldı da, bu alışverişten çok kazanç elde edildi. Bu konuda İmam Mâlik şöyle der: “Velisine (kadı tarafından) izin verildiyse, yetimlerin malları ile onlar adına ticaret yapmasında bir sakınca yoktur. Bu esnada zarar edilirse –niyet samimi olduğu için- zarar eden bir sorumluluk yüklenmez.”(Muvatta, K. Zekât, B. 6, Had., 15)

ÂDİL OLMAYAN VERGİLERİN İÂDESİ VE VERGİ VERENE MAKBUZ VERİLMESİ (REIMBURSEMENT OF UNJUST TAXES AND GIVE DOCUMENTS)

“Eyyûb Sahtiyânî anlatır: “Ömer b. Abdülaziz, valilerinden birinin halktan zorla zekât alması üzeine, ona bir yazı göndererek, aldıklarını sahiplerine iade etmesini, yalnız bu kişilerden geçmiş senelerin zekâtlarını almasını istedi. Daha sonra ise yeni bir yazı göndererek, önceki emrini değiştirdi ve “sadece son senenin zekâtını almasını”, çünkü geçmiş senelerde kimlerin zekât verip vermediğini tespit etmenin imkânsız olduğunu bildirdi...Ömer b. Abdülaziz ayrıca gönderdiği yazıda: “zimmilerden haraç topladığında, ertesi seneye kadar saklamaları için, aldığın karşılığında onlara makbuz ver” diye yazmıştı.”(Muvatta, K. Zekât, B. 9, Had., 20)

NAMAZ, ÇALIŞMAYA ENGEL DEĞİLDİR (PERFORMING PRAYERS DOES NOT PREVENT WORKING).

“Enes b. Mâlik anlatmıştı: “İkindi namazını kılardık, sonra da cemaatten bazısı Amr b. Avf Oğulları’nın yurduna (mahallesine) gider, onların ikindiyi daha yeni kılmakta olduklarını görürdük.”(Muvatta, K. Wukûtu’s-Salât, B. 1, had., 10; Buhârî ,K. Mawâqîtu’s-Salât, B. 13 (Waqtu’l-‘Asr) (Amr b. Avf Oğulları’nın yurdu, Mescid-i Nebevî’ye iki mil yani beş kilometre kadardı. İmam Nevevî der ki: Sahâbîlerden Amr b. Avf Oğulları, tarla ve bahçelerinde çalışırlardı da işleri bitince toplanıp ikindiyi kılıyorlardı. Bu yüzden ikindiyi (herhalde yazın) biraz geç kılıyorlardı.”(Muvatta trc. I/13)

18

Page 19: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

YENİ YERLEŞİM YERLERİNİN AÇILMASI. (URBANIZATION NEW SETTLEMENTS)

“Hz. Peygamber (Tebuk’te) halkla beraber su ihtiyacını (bir tek) pınardan giderdikten sonra şöyle demişti: “Ey Muaz ! Eğer ömrün olursa, buraların yemyeşil, bağlık bahçelik olduğunu göreceksin.”(Muvatta, K. Qasri’s-Salâti fi’s-Sefer, B. 1, Had., 2) (Hz. Ömer zamanında Kûfe ve Basra başta olmak üzere, pek çok yeni yerleşim yeri kurulmuştur. i.y.)

MÂLÎ YARDIM, VATANDAŞLARA (FINANCIAL AIDS TO THE CITIZENS)

“Ebû Suheyl b. Mâlik anlatmıştır: (Hz.) Osman’la beraberdim. Namaz için kamet getirildiği sırada, ben de kendisinden bana yardım maaşı bağlanmasını istiyordum. Bu sırada o da ayağı ile yerdeki (mescidin içindeki) çakıl taşlarını düzeltiyordu. Daha sonra safları düzeltmek için arkaya gönderdiği adam geldi. Ve safların düzgün olduğu kendisine bildirildi. (Hz. Osman) Bana: “Safa gir” dedi ve tekbir alarak namaza durdu.”(Muvatta, K. Qasri’s-Salât, B. 14, Had., 45)

“Qâsım b. Muhammed anlatır ki: (Dedesi Hz.) Ebû Bekir, aylığını alan herkese: “Zekât miktarına ulaşan malın/servetin var mı?” diye sorardı. Eğer: “Evet” cevabını alırsa, aylığından keserdi. “Hayır” cevabını alınca, hiçbir şey kesmeden, aylığının tamamını kendisine öderdi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 2, Had., 4) “Qudâme’nin kızı Ayşe, babasının bir hatırasını nakleder ki: Qudâme demiştir: “(Hz.) Osman’a aylığımı almaya gittiğim zaman: “Zekât verecek kadar malın var mı?” diye sorardı. Şayet “Evet” dersem, zekâtın tutarını aylığımdan keserdi, “Hayır” dersem, aylığımı tam verirdi.”(Muvatta, K. Zekât, B. 2, Had., 5) KIRBAÇLIYOR ÖMER, MESCİTTE BOŞ OTURANLARI (IMPORTANCE OF WORKING)

“Çalışan kimselerin namazı kıldıktan sonra işlerine gitmeleri, mescitte oturmalarından daha faziletlidir. Hatta Hz. Ömer, namaz aralarında bazen mescide uğrar, orada oturanları kırbaçla işlerine gönderirdi.”(Muvatta terc. I/205)

ZENGİNLİĞİ TALEP VE BORÇTAN KAÇINMA. BORCU ÖDEYEBİLMEK İÇİN DUA ETME (DEMAND RICHNESS, AVOIDING FROM DEBT, PRAYING FOR PAYING DEBT)

“(Medîneli tâbiîn dönemi bilgini, hadisçi ve kadı Yahya b. Sa‘îd’in naklettiği bir hadis şöyledir: “Hz. Peygamber şöyle dua ederdi: “Ey sabahları yaratan, geceyi uyumak için tahsis eden, güneşi ve ayı belli bir hesaba göre yaratmış olan Allahım !. Borcumu ödemeyi nasip eyle ve fakirlikten beni kurtar (“ve ağninî mine’l-faqri..”).”(Muvatta, K Quran, B. 8, Had., 27)

DEVLET TİCARET YAPMAZ (NO STATE OWNED ENTERPRISES. TAXES OF MINES. TAX POLICY)

“Rabîatu’r-Rey (70-136 H./ 689-753 M.) nakleder: “Hz. Peygamber, Nahle ile Medine arasındaki Fur‘ civarında bulunan ve Medine’ye beş günlük uzaklıkta bulunan Qabaliyye madenlerinin işletme hakkını Bilâl b. Hâris Muzenî’ye vermişti. O gün bugün hâlâ bu madenlerden zekâttan başka bir şey alınmaz. İmam Mâlik şöyle demiştir: “..Çıkarılan maden miktarı arttıkça ve maden de çıkmaya devam ettikçe, zekâtı hesaplanarak alınmaya devam

19

Page 20: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

edilir. Şayet maden bir ara kesilir, çıkmaz olur da, sonra tekrar çıkmaya devam ederse, ilk defa çıkarmaya başlanıyormuş gibi, zekâtı hesap edilir. Madenler de ziraat ürünleri gibidir; elde edilen malın bizzat kendisi zekât olarak alınır. Ziraatten elde edilen mahsulden olduğu gibi, madenlerde de çıkarılan malın üzerinden bir sene geçmesi beklenmez.”(Muvatta, K. Zekât, B. 3, Had., 8)Girişimci bir kişiliği olduğu belli olan Bilâl b. Hâris konusunda İsmail Lütfü Çakan da şu ek bilgileri veriyor: “Hicretin beşinci yılında Müzeyne elçileriyle birlikte Hz. Peygamber’e gelen Bilâl, Medine ile Mekke arasındaki el-Eş‘ar’da ikamet etmekteydi. Hz. Peygamber kendisine sel sularının yarıp genişlettiği su yatağını (Akīku’l-Medîne) iktâ olarak verdi ve onu savaşlarda kullanılan atlarla develerin yaylağı olan Müzeyne kabilesinin sınırları içindeki Naqı‘ adlı otlağı korumakla görevlendirdi. İyi bir binici olan Bilâl, Naqî‘de yapılan bir yarışmada Hz. Peygamber’in devesini koşturdu ve yarışı kazandı. Dûmetülcendel Seferi’ne katıldı. Hz. Peygamber onu, Mekke fethi öncesinde Ramazan ayında Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdi. Mekke fethine 1000 kişilik bir kuvvetle katılan Müzeyneliler’in üç sancaktarından biri Bilâl idi. Daha sonraları Qâdisiye (636) ve İfrîkıyye savaşlarına da (647-648) katıldı ve yine Müzeyne kabilesinin sancaktarlığını yaptı. Son yıllarını Basra’da geçiren Bilâl seksen yaşlarındayken vefat etti.”(Çakan, 1992, VI/153)

HİCRETİN ZORLUKLARI (TROUBLES OF IMMIGRATION).

“Müminlerin annesi (Hz.) Âişe anlatmıştır: “Hz. Peygamber Medine’ye gelince (babam) Ebû Bekir ve Bilâl (Radıyallâhu Anhumê) sıtma hastalığına yakalandılar. Ben onları ziyaret edip (babam Ebû Bekir’e): “Babacığım kendini nasıl hissediyorsun? Ve Ey Bilâl Kendini nasıl buluyorsun?” dedim. (Babam) Ebû Bekir sıtma humması tutunca (şu beyti) söylerdi:Herkes evinde mutludur Ölüm ise ona terliğin kayışından daha yakındırBilâl ise sıtma nöbeti gelince yüksek sesle şöyle derdi: Bir bilebilseydim, (acaba) geceleyebilecek miyim ?(Mekke) Vadisinde güzel kokulu yumuşak otların arasındaBir gün Mecenne sularına varabilir miyim?Mekke’nin Şâme ve Tâif dağlarını görebilir miyim?(Hz.) Âişe der ki: Allah’ın Elçisi’ne gelip, (onların bu durumunu) haber verdiğimde şöyle niyaz etti: “Ya Rab! Bize Medine’yi sevdir Mekke’yi sevdirdiğin gibi, hatta Mekke’den daha çok. Bu beldeye (Medine’ye) sağlık ver. (Medine’nin) Ölçeklerini (ölçekle satılan şeylerini) bize bereketlendir. Medine’nin sıtma salgınını da Cuhfe’ye (Mekke’nin iki yüz kilometre kuzeyinde Kızıl Deniz kenarındaki belde) götür.”(Muvatta, K. Câmi‘, B. 4, Had., 14; Buhârî, K. Menâqıbu’l-Ensâr, B. 46; Müslim, K. Hacc, B. 86, Had., 48)

HAYATIN GERÇEKLERİNİ GÖRME: İSLÂM’IN GENEL BAKIŞ AÇISI LOOKING AT THE REALITIES OF LIFE: THE GENERAL PHILOSOPHY OF ISLAM

“(Şam’da veba çıktığının duyulması üzerine, Şam’a gidilip/gidilmemesi konusu istişare edilmiş ve en sonunda..) ..bunun üzerine (Hz.) Ömer insanlara şöyle seslendi: “Ben sabahleyin hayvanıma binerek Medine’ye geri döneceğim. Siz de buna göre hazırlanın” deyince, Ebû ‘Ubeyde: “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Ömer şöyle cevap verdi: “Ey Ebû ‘Ubeyde! Keşke bunu senden başkası söyleseydi! Evet Allah’ın kaderinden yine kaderine kaçıyoruz. Bana söyle bakalım: senin develerin olsa, iki yamaçlı bir vadiye inseler, bu yamaçlardan biri otlu, diğeri çorak, otsuz olsa, sen develeri bol otlu yerde otlatsan,

20

Page 21: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Allah’ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın? Çorak yerde de otlatsan, yine Allah’ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın?”(Muvatta, K. Câmi‘, B. 7, Had., 22) “Muvatta müterciminin notu: “Hz. Peygamber, bir defasında yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın yanından giderken, oradan süratle geçtiğinde, kendisine “Ey Allah’ın Elçisi! Allah’ın kazasından mı kaçıyorsunuz?” denilince, “Allah’ın kazasından Allah’ın kaderine sığınıyorum” buyurmuştur. İşte Hz. Ömer’in yukarıdaki cevabı, Hz. Peygamber’in bu buyruğundan alınmıştır.”

ORTA GELİR GRUPLARINI DESTEKLEME (TO SUPPORT MIDDLE CLASSES (AS AN ISLAMIC ECON POLICY), SOLIDARITY

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “İnsanları dolaşıp kendisine bir ve iki lokma veya bir ve iki hurma verilen bir gezgin (dolaşan kişi) yoksul sayılmaz.” Dediler ki: “gerçek yoksul kimdir, ey Allah’ın Elçisi?” Hz. Peygamber şöyle cevapladı: “Gerçek yoksul, ihtiyacını karşılayacak kadar geliri olmayan ve onu (etraftakiler) tanımadığı için, kendisine sadaka verilmeyen kimsedir.”(Muvatta, K. Sıfati’n-Nebî, B. 5, Had., 7)“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Kızartılmış koyun tırnağı (paça) bile olsa, yoksula veriniz.”(Muvatta, K. Sıfati’n-Nebî, B. 5, Had., 8) (Yoksula az da olsa bir şeyler verilmeli, boş çevrilmemelidir)

KARŞILIKLI TİCARETTE MERHAMETLİ DAVRANMAYA TEŞVİK VE HAKEM TAYİNİENCOURAGEMENT OF MERCIFUL BEHAVIOURS IN MUTUAL TRADING AND APPOINTMENT OF AN ARBITRATOR

“Abdurrahman’ın kızı Amra anlatır ki: “Hz. Peygamber zamanında bir adam, bir bahçe meyveyi satın aldı ve bakımını yaptı. (Hasattan sona) Meyve noksan çıkınca, bahçe sahibinden ya fiyatı düşürmesini, ya da akdi bozmasını istedi. Mal sahibi de bunu yapmayacağına yemin edince, müşterinin annesi, Hz. Peygamber’e giderek durumu anlattı. Hz. Peygamber: “İyilik yapmayacağına yemin mi etti?” dedi(Bir Müslüman iyilik yapmayacağına yemin eder mi?). Bunu işiten bahçe sahibi, Hz. Peygamber’e gelerek: “Ey Allah’ın Elçisi ! (Hepsi) Onun olsun, bir şey istemiyorum” dedi.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 10, Had.,15) (Bahçeyi o sene için kiralayan (o sene için satın alan) kişinin annesi, uğradıkları zararı Hz. Peygamber’e gelip anlatmış ve Hz. Peygamber bu ifadesiyle bir nevi hakem olarak, bahçe sahibinden anlaşma şartlarını değiştirmesini istemişti. Çünkü kiralayan ürünün düşük çıkmasıyla zarara uğrayacaktı. i.y.)

SATILMIŞ MEYVELERE AFET İSABET ETMESİ. “İmam Malik’in ifadesine göre, Ömer b. Abdülaziz’in, afet sebebiyle eksik çıkan meyvenin bedelini, müşterinin borcundan düşürmüştür.. İmam Mâlik der ki, “Bizce de hüküm böyledir. Müşteriden indirilmesini gerektiren miktar üçte birini ve daha fazlasını yok etmiş olan afettir. Afet bundan daha az olursa, bu önemli değildir, başlangıçtaki anlaşmaya uyulmaya devam edilir.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 10, had., 16). “Ağacında iken satılmış olan meyveyi afet helak edince durum ne olacak? İmam Mâlik’in görüşünü öğrendik. İmam Şâfi‘î ve İmam Ebû Hanîfe ağaçtaki meyve olgunluk belirtileri görülünce satılmış, satıcı müşteriye her an toplayıp götürebilme imkanını tanımış ve meyvelerin devşirilme vakti gelmeden afet isabet etmişse, o zaman müşteri satıcıdan bir hak talep edemez.”(Neylu’l-Evtâr, V/200)

21

Page 22: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

PARAYLA TARLA/BAHÇE KİRALAMA (LAND RENTING WITH MONEY).

“İbn Şihâb Zuhrî (51-124 H./ 671-742 M.) der ki: “Sa‘îd b. Museyyeb(15-94 H./ 636-713 M.) ’e altın ve gümüş ile arazi kiralamanın hükmünü sordum da, “bunda bir sakınca yoktur” dedi.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 13, Had., 25) (..seeltü Se‘îde’b-ne’l-Musayyebi ‘ani’s-tikrâi’l erdı bi’z-zehebi ve’l-veriqı fe-qâle Lê be’se bizêlike)

SUKÛK (CHEQUES). “İmam Mâlik’e şu bilgi (önceki alimlerden) ulaşmıştır ki: Sahilde Câr deposunda bulunan yiyecek maddeleri ile ilgili istihkâk belgeleri Mervan b. Hakem zamanında çıkmıştır. İnsanlar da bu belgeleri, yiyecek maddelerini teslim almadan satarlardı. Bunun üzerine Zeyd b. Sâbit ile sahâbîlerden başka biri Mervan’ın yanına gidip: “Sen faizi helâl mı kılıyorsun, Ey Mervan?” dediklerinde, Mervan “Faizi helâl kılmaktan Allah’a sığınırım. Bu da nereden çıktı?” dedi. “Şu belgeler…insanlar bu belgeleri alıyorlar, daha mallarını teslim almadan satıyorlar.” Bunun üzerine Mervan bunları takip edecek zabıta gönderdi. Zabıtalar bu belgeleri satın alanlardan alıp, sahiplerine iade ediyorlardı.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 19; Müslim, K. Buyû‘, B. 8 (Bâbu Butlâni bey‘ı’l mebî‘ı qable’l-qabdı), Had., 44

“Abdullah b. Ebû Meryem der ki: Sa‘îd b. Museyyeb’e sordum: “Ben Câr’daki devlet hazinesinin istihkak belgeleriyle dağıtımı yapılan gıda maddelerini satın alıyorum. Bazen bir dinar yarım dirheme aldığım alıyor. Bu durumda yarım dirhem para yerine onun değeri kadar gıda maddesini almıyorum” deyince, Sa‘îd b. Museyyeb: “Hayır, eksik alma. Sen bir dirhem ver, üzerine yiyecek maddesi al” dedi.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 23, Had., 53)

“Yahya b. Sa‘îd nakletmiştir ki: “Abdurrahman Müezzin’in oğlu Cemil’in, Sa‘îd b. Museyyeb’e şöyle bir soru sorduğunu işittim: “Ben devletin Câr deposundan insanlara dağıttığı yiyecek maddelerini satın alıyorum. Sonra vade ile geri satmak istiyorum.”dedi. Bunun üzerine Sa‘îd: “Satın aldığın yiyecek maddelerinin tamamını geri onlara mı vermek istiyorsun?” dedi. Cemil: “Evet” deyince, Sa‘îd bunu yasakladı.(Cemil, devletin Câr deposundan muhtaç ve memurlara verdiği gıda maddelerini, onlardan kazanç sağlamak için alıp satmak istemiştir. Sa‘îd de bunun aracılık yaparak kazanç sağlamasını yasaklamıştır.) İmam Mâlik der ki: “Bize göre ittifakla kabul edilen görüş şudur: Buğday, arpa, yulaf, darı gibi ekinlerden birini veya nohut, mercimek gibi bakliyattan birini ya da bitkisel yağ, tereyağı, bal, sirke, peynir, susam yağı ve süt ve benzeri katıklardan birini satın alan kimse, bunları teslim almadan önce geri satamaz.” Bunların teslim almadan satılmasının yasak edilmesinde şunlar akla gelebilir: a) Aracıların kaldırılması, b) Malı satanın alamama ihtimali, c) Niteliğini belirtmek, birinci sınıf veya normal ya da düşük kalite gibi çeşitli vasıflarla olabilir”(Muvatta müterciminin notu)”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 19, had., 46)

CÂR LİMANI VE DEPOSU, KIZILDENİZ’DE.

Câr deposu ile ilgili Abdülkerim Özaydın’ın verdiği bilgiler, oldukça yararlıdır: “Câr: Eskiden Medine’nin Kızıldeniz kıyısındaki zahire ithal limanı olan ve bugün Bureyke adıyla anılan küçük bir yerleşim merkezi. Yaklaşık olarak Bedir’e 28, Cuhfe’ye 150, Medine’ye 200 km. uzaklıktadır. Asr-ı Saâdet’te ve daha sonraki dönemlerde Mısır, Habeşistan, Aden, Çin ve Hindistan’dan gelen ticaret gemilerinin rahatlıkla yanaşıp yüklerini boşalttıkları küçük bir sahil şehri ve önemli bir limandı. Medine’den kalkan bir kervan dört beş günlük bir yolculuktan sonra Câr’a ulaşırdı. Şehrin bir bölümü sahilde, bir bölümü de Karâfe köyünün bulunduğu adada yer alıyordu. Özellikle Habeşistan’dan gelen tüccar gemileri Karâfe’de demir atardı. Şehir halkı ticaretle uğraşır ve su ihtiyaçlarını Vâdiiyelyel’deki kaynaklardan

22

Page 23: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

karşılardı. Habeşistan’a hicret eden müslümanlar dönüşlerinde Kızıldeniz yoluyla Câr Limanı’na çıkmışlardır. Hz. Ömer, Mısır Valisi Amr b. Âs’a Medine halkının erzak sıkıntısı çektiğini bildirerek, haraç olarak alınan hububatı deniz yoluyla göndermesini emretti. Bunun üzerine Mısır’dan Câr Limanı’na gönderilen hububat ve zeytinyağı buradan Medine’ye sevkedildi. Câr’a gelen erzakla yakından ilgilenen Hz. Ömer bizzat Câr’a giderek yirmi gemiyle gönderilen erzakın korunması için iki depo yaptırmıştır. Zeyd b. Sâbit’e de halkı durumlarına göre bir deftere kaydetmesini ve gelen erzakla ilgili olarak her biri için bir senet yazıp altını mühürlemesini istedi. İslâm tarihinde senetle hububat satışıyla ilgili ilk örnek budur. Câr üzerinden Medine’ye erzak nakli Hz. Osman zamanında karışıklıklar çıkıncaya kadar sürdü. Daha sonra Muâviye ve Yezîd devrinde yeniden başlayan sevkiyat Şiî isyanları yüzünden zaman zaman sekteye uğramakla beraber Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr zamanına (754-775 M.) kadar devam etti. Ortaçağ’ın sonlarına doğru Yenbû Limanı daha fazla önem kazanarak Câr’ın yerini aldı. Bugün Büreyke adıyla anılan Câr’da tarihî eserlere ait bazı kalıntılar mevcuttur.(Özaydın, 1993, VII/158)

“SUKÛK”UN İLK ORTAYA ÇIKIŞI Cengiz Kallek’in konu ile ilgili çalışması oldukça ayrıntılıdır: “Sak” ve çoğulu “Sukûk”: istihkak belgesi, ödeme emri, çek gibi anlamlara gelen bir hukuk, maliye ve ticaret terimidir. Farsça’da “muahede, tasdiknâme” anlamındaki çek kelimesi Arapça’ya sakk (çoğulu sukûk) şeklinde geçmiş olup, geniş anlamıyla “yazılı belge, resmî tutanak” demektir. Dolayısıyla çeşitli muamele, ikrar ve edimleri yazılı olarak belgeleyen, istihkak senedi, ödeme emri, çek, temliknâme, icâre ve borç senedi, ibrânâme, kefâletnâme, vekâletnâme, rehin ve emanet makbuzu, mükâtebe senedi, tayin menşuru, edâ tezkiresi, iktânâme, mahzar gibi resmî veya kıymetli evrak sak olarak adlandırılmaktadır. Sak düzenleyene sakkâk veya kâtibü’s-sak adı verilir. Önceleri sakler hazırlandıkları malzemeye nisbetle rakk veya ruk‘a (deri parçası) adıyla da anılmış, ancak sonraları iç üretimi gerçekleştirilen kâğıtlara yazılmaya başlanmıştır. Sak kelimesinin eş anlamlısı olarak vesika, sahîfe, varaka, kitap, hat, risâle, mektup gibi kelimelere rastlanmaktadır. İlk defa Malezya hükümeti tarafından 2002 yılında gerçekleştirilen, daha sonra Batı’da ve İslâm ülkelerinde yaygınlaşmaya başlayan varlığa dayalı tahvil veya faizsiz bono yahut kira sertifikası uygulamasında, yatırımcıya verilen belgeler de sukûk diye adlandırılmaktadır. “İstihkak senedi” ve “karne” olarak kullanılan ve hak sahiplerinin isimlerini ve istihkaklarının veya erzaklarının / maaşlarının miktarını gösteren, devlet başkanı ya da diğer yetkililerce onaylanmış belgelere de sak adı verilir. Halife Ömer hicrî 18 (639 M.) yılında başlayan bir kuraklık döneminde Mısır, Şam ve Irak valilerinden yardım istemişti. Amr b. Âs’ın gönderdiği temel tüketim malları Câr Limanı’nda depolanmış ve Zeyd b. Sâbit’in sorumluluğu altında düzenlenen farklı değerlerdeki mühürlü kâğıt istihkak belgeleri (sak) ihtiyaç sahiplerine dağıtılmıştı. Böylece Hz. Ömer, İslâm tarihinde resmî mühürlü sak hazırlatan ilk halife sayılır (Ya‘qûbî, Târîh, II/154-155). Bazı hak sahipleri istihkaklarını çekmek yerine ellerindeki sakleri büyük sermaye sahibi tüccara piyasa fiyatından devretmeye başlamıştı ki bu durum onların hamiline düzenlendiği fikrini vermektedir. Hz. Ömer, borsaya dönüştürülen limanda sak alım satımıyla uğraşan Hakîm b. Hizâm’ın 100.000 dirhemlik işlem yaparak % 100 kâr elde ettiğini öğrenince, ona bu muamelelerin tamamını feshedip kazandığı parayı hak sahiplerine geri vermesini emretmişti. Ancak kaynaklarda, halifenin “malı kabzetmeden satma” saydığı bu tür işlemleri yasaklayan bir genelgesi bulunduğuna dair bir kayda rastlanmamıştır.” (O dönemle ilgili kayıt olmasa da, bir sonraki dönemde, sahâbîlerin bunun yasaklanması için tavır aldıkları ve bu isteklerini de gerçekleştirdikleri, sahâbiler arasında Kurân’ı en iyi bilen kişi olarak tanınan Zeyd b. Sâbit’in olaya müdahalesinde görülmektedir: i.y.) “Zeyd b. Sâbit ve Ebû Hüreyre, muhtemelen Muâviye dönemindeki Hicaz valiliği sırasında Mervân b. Hakem’e giderek, kendisini Câr

23

Page 24: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

saklerinin alınıp satılmasını engellemediği için eleştirmişlerdir. Gerekçe olarak malların Hz. Peygamber’in yasağına rağmen “kabzedilmeksizin alınıp satılması”nı gösterdikleri, işlemin kendisini de faizli satış saydıkları anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Mervân sakleri toplatıp hak sahiplerine iade ettirmiştir (Cengiz Kallek, Asr-ı Saâdet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, 83-85). Daha sonra sak dağıtımı Abdülmelik b. Mervân’ın hilâfetine kadar kesintiye uğramıştır. Muhtemelen onun döneminde Saîd b. Müseyyeb’e sorulan bir soruya ve cevabına dair Mâlikî ulemâsının yorumlarından Câr saklerinin 1 (altın) dinar civarındaki küçük çaplı işlemlere konu olduğu izlenimi edinilmektedir (el-Muvatta, “Büyû‘”, 53; Muhammed b. Abdülbâkī, ez-Zürkānî, Şerhu’l-Muvatta, III/377-378).

Ödeme Emri / Çek. “Emre hazır mevcut bir karşılık üzerine çekilmiş yazılı ödeme emri” anlamındaki sak güvene dayalı işlemlerin önemli araçlarındandır. Bu anlamıyla sak kelimesi muhtemelen Haçlı seferleri sırasında Arapça’dan Batı dillerine de geçmiştir (İng. cheque, Fr. chèque, Alm. Scheck). Ödeme emri niteliğindeki belgelerin Hz. Peygamber devrinden itibaren kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, kendisinden yardım isteyen Uyeyne b. Hısn ile Akra‘ b. Hâbis adına, istedikleri şeyi kendi bölgelerinin zekât gelirlerinden tahsis eden mühürlü birer ödeme emri (kitâb) düzenletmiştir (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 24). Sakler ilk defa Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde tarihlenmiş, kendisine yıl belirtilmeden şâban ayına vadelenmiş bir çekten kaynaklanan bir dava getirilince hicrî takvim uygulamasına başlanmıştır. Resmî saklerin onun devrinde mühürlendiği anlaşılmaktadır. Nitekim Ma‘n b. Zâide isimli bir kişi, hilâfet mührünü taklit edip sahte evrak düzenleyerek Kûfe haraç dairesinden para çekince Hz. Ömer tarafından celde (sopa) ve hapis cezasına çarptırılmıştır. Benzer sahtekârlıklar, önlemlerin kurumsallaştırılmasını sağlamıştır. Daha sonraki dönemde Muâviye, Irak Valisi Ziyâd b. Ebîh’e, Amr b. Zübeyr b. Avvâm için 100.000 dirhemlik bir ödeme emri çıkarmış, Amr evrakta tahrifat yaparak meblağı 200.000 dirheme yükseltmiştir. Durum anlaşılınca Muâviye tedbir olarak Dîvânü’l-hâtem’i kurdurmuş, Amr’ı da zimmetine geçirdiği 100.000 dirhem ödeninceye kadar hapsettirmiştir. Sakler beytülmâl, divan, cehbez ve vekillere çekilmiştir. Emevîler döneminde memurların maaşlarının sak ile ödendiğine dair çeşitli örnekler vardır. Meselâ Vali Ziyâd b. Ebîh, beytülmâl emîni Ebû Vâil Şakīk b. Seleme’ye mutfak sorumlusu adına düzenlenmiş 800 dirhemlik bir ödeme emri çekmiştir. Halife Ömer b. Abdülazîz, borçlu oldukları gerekçesiyle kendisinden yardım isteyen iki kişiye, Benî Kelb’in zekâtının artanından beytülmâle aktarılan ve borçlulara yardım için ayrılan fondan ödenmek üzere 400’er dinarlık birer sak vermiştir. IV. (X.) yüzyılda sak kullanımının yaygınlaştığı, üzerindeki değerlerin arttığı, hata ve suistimâllerin önlenmesi için ek tedbirler alındığı görülmektedir. Hârûnürreşîd, kardeşi Ali’ye veliahtlıktan feragat etmesi karşılığında divana çekilmiş 20 milyon dirhemlik bir sak vermiştir. Fazl b. Yahyâ el-Bermekî’nin aracılığı ile de Muhammed b. İbrâhim’e 100.000 dirhemlik bir sakki bizzat yazmıştır. Müktefî-Billâh devrinde Dîvânü’l-harâc kâtipliği yapan İbnü’l-Furât el-Âkûlî, ordu atâlarından sorumlu Ebû Abdullah İbnü’l-Cerrâh’ın 120.000 dinarlık sakki, mükerreren ödediğini beytülmâl emîni Ebü’l-Abbas’ın da hazır bulunduğu bir mecliste ispatlamış ve kendi nişanı olmayan saklerin ödenmesini yasaklamıştır. Qudâme b. Ca‘fer (260-337 H./ 874-948 M.), yanlışlıkların önlenebilmesi için Beytülmâl divanı sorumlusunun saklere nişan koyduğunu, bunun eksikliği halinde vezir ve yardımcılarının onlara itibar etmediğini belirtmektedir (el-Harâc, s. 36). Abbâsîler devrinde memur maaşları ve hazine yardımları sak ile ödenmiştir. Büveyhîler tarafından ordu mensuplarının maaşları için Dîvânü’l-ceyş’e sak çekildiği bilinmektedir. Yetkililerin genellikle düzenli memur maaş ve erzak ödemeleri, bazan da düzensiz ihsanlar için beytülmâle, muqâtaa sahibi cehbezlere veya sarraflara tasdikli tahsisat belgeleri yazmaları uygulaması zamanla yaygınlaşmıştır (meselâ bk. Ebû Ali et-Tenûhî, Nişvâru’l-Muhâdara, I/223; İbn Miskeveyh, Tecâribu’l-Umem, I/158; Hatîb, Târîhu Bağdâd, IV/68). Cehbezlere küçük tutarlı alımlar için dahi ödeme

24

Page 25: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

emri çekildiği anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Miskeveyh hicrî 332 (944 M.) yılına ait 9 dirhemlik bir sakten bahsetmektedir (Tecâribü’l-Umem, II/80). Nâsır-ı Hüsrev, Basra’yı ziyaret edenlerin paralarını bir sarrafa yatırarak çek (defteri) aldıklarını, şehirde kaldıkları süre boyunca yaptıkları alışverişler için çek yazdıklarını söylemektedir (Sefernâme, I/146). Ancak bazı örneklerden, ilgili işlemler için komisyon aldıkları anlaşılan cehbezlerin ödemelerde sorun çıkarabildikleri görülmektedir. Nâsır-ı Hüsrev’in, Asvan’da oturanbir dostunun Ayzâb’daki vekiline, “Nâsır’a dilediği her şeyi benim hesabımdan ver” şeklinde bir açık ödeme emri çektiğine dair kaydettiği bilgi, dostlar arasındaki güveni yansıtması açısından ilginçtir (a.g.e., I, 119-120). İslâm’ın doğuşundan sonraki birkaç yüzyıl içinde iktisadî ve ticarî hayatın canlanmasıyla beraber alacak veya borcun bir yerden başka yere naklini sağlayan sak ve süftece gibi araçların yaygınlık kazandığı ve cehbezlerin bunda önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır.

Borç Senedi. Câhiliye döneminden beri kullanıldığı bilinen borç senetleri de (huccetü’d-deyn, zikru hak) sak adıyla anılmaktadır. Bunlara borcun miktarından başka şahitlerin adları ve vade yazılmaktadır. Borç senetleri, kefilleri de içeriyorsa aynı zamanda kefâletnâme özelliği taşır. Birden fazla alacaklıya olan borçları ikrar eden senetlerin düzenlenmesi meşrû görülmüştür. Mecelle’de, “Mükâtebe muhâtabe gibidir” (md. 69) ve, “Kitâbetle yani yazı ile ikrar, lisan ile ikrar gibidir” (md. 1606) maddelerinde belirtildiği üzere ilmühaber, mahkeme sicili, mektup ve ticarî defterlerle diğer hususi evrak vb. yazılı belgeler, ikrar vasıtası olarak kabul edilmektedir (md. 1606-1612). Kadı yetimin parasını borç senedi düzenleyerek ikraz edebilir. Alacağın ayn karşılığında devri meselesi tartışmalıdır. İmam Züfer’e göre meselâ 1000 (gümüş) dirhemlik bir sakkin peşin 100 dinara satışı, dirhemlerin akit meclisi dağılmadan teslim edilmemesi halinde câiz değildir. Şa‘bî, üçüncü bir şahıs üzerindeki alacağı belgeleyen sak ile kumaş veya buğday gibi bir mal satın alınmasını (deyn ile aynın değiştirilmesini) garar, ilgili akdi de fâsid saymıştır; kabzettiği sak elinde telef olan satıcı, onun nakdî karşılığını tahsil hakkına sahiptir. İbrâhim en-Nehaî sak ile mal mübadelesine cevaz verirken, Süfyân es-Sevrî, sak sahibinin borçluya aynın satıcısının huzurunda borcunu ikrar ettirmesi şartıyla câiz olduğu kanaatindedir.

Abbâsî Halifesi Me’mûn’un arşivinde, Abdülmuttalib b. Hâşim’in San‘alı bir Himyerî’den istendiğinde ödenecek 1000 yeni ölçek dirhemi tutarında alacağı olduğunu belgeleyen deri üzerine yazılı bir borç senedi bulunduğu rivayet edilmektedir. Sahâbîlerin kredi işlemlerinde toplamları önemli yekün tutan borç senetleri kullandıklarına dair çeşitli örnekler vardır. Qudâme b. Ca‘fer, ilk dönemlere ait saklerde meblağ yazılırken -piyasada farklı dirhemler dolaştığı için- sikkenin ağırlığının da belirtildiğini, ancak buna standartlaşma sebebiyle kendi devrinde gerek kalmadığını söylemektedir (el-Harâc, s. 61). Borç senetleri zamanla çok yaygınlaşmıştır. Abbâsîler döneminde Basra, Kûfe ve Bağdatlı tâcirler devamlı olarak Kuzey Afrika’ya mal sevkediyor, orada düzenlenen şahitli saklerle muamele yapıyorlardı. Dördüncü hicri/onuncu miladî yüzyılın İslâm coğrafyacısı İbn Havqal, Muhammed b. Ebû Sa‘dûn adında Sicilmâse asıllı bir tâcir tarafından Evdeguştlu (Merrâkeş) Ebû İshak İbrâhim b. Abdullah lehine düzenlenmiş ve şahitlerce onaylanmış 42.000 (altın) dinarlık bir borç senedi gördüğünü, Doğu İslâm topraklarında bu tutara ulaşan saklerin varlığını duymadığını kaydetmektedir (Sûretu’l-Arz, s. 61, 99, 100).(Kallek, 2008, XXXV/584-586)

25

Page 26: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

İFLÂSIN (AYNI KİŞİNİN VE BENZERLERİNİN YENİ İFLASLARINI ÖNLEMEK İÇİN) İLANI VE “BORÇ ALMAYA ÖZENMEYİN” (BANKRUPTCY. TO TAKE LOAN IS NOT A GOOD DEED/IS NOT DESIRABLE. DECLARE BANKRUPT TO PUBLIC OPINION (OR TO THE PRESS/MEDIA FOR PREVENT FUTURE BANKRUPT OF THIS BUSINESSMAN OR OTHER TRADESMEN. OPINION OF OMAR (R.A) AGAINST TAKE LOAN)

“Cuheyne kabilesinden bir kişi, hacca gelenleri hızla geçerek onlardan daha önce (Mekke’ye) gelir ve develer satın alır ve bu develeri (hac mevsiminde kiralayarak veya kurbanlık olarak satarak) kâr sağlardı. Fakat bir yıl bu işten iflas etti. Durumu Hz. Ömer’e anlatıldı. Hz. Ömer şöyle dedi: “Ey insanlar ! Üseyfia, Cuheyne kabilesinin Üseyfia’sı, hacılar arasında en çok dindar ve emindir (güvenilirdir) diye övülmesini seven bir kimsedir. Şimdi ise bu kişi, borç alarak alış-veriş yapmış, borçlarını ödemeye yaklaşmamıştır. (Zaten) Borcu (da) bütün malını/servetini götürecek duruma gelmiştir. Kimin onda alacağı varsa, sabahleyin bize gelsin. (Mevcut) Malını alacaklılar arasında taksim edeceğiz. (İşte bakın bu olaydan ibret alın da) Borçlanmaktan sakının. Borcun önü üzüntü, sonu da malın elinden alınmasıdır.”(Muvatta, K. Wasıyyet, B. 8, Had., 8)

KÖYLÜLERİN MEDİNE’DE ET SATIŞI.

“Hz. Âişe anlatır ki: bazıları Hz. Peygamber’e gelip: “Ey Allah’ın Elçisi ! Bazı çöl halkı bize kesilmiş et getiriyorlar. Bilmiyoruz ki, bunlar kesilirken, besmele çekmişler midir?” diye, bu tip etlerin yenilip yenilemeyeceğini sordular. Hz. Peygamber: “Siz Bismillah deyiniz, sonra da yiyiniz.” buyurdu. Medine çevresindeki sürü sahibi çöl halkı, köylerinde koyun, sığır kesip Medine’ye et satmaya götürürlermiş.”(Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI/355) (Bu hadis İslâm’da tüketimin sınırları ile ilgili bir fikir vermektedir. İslâm’da vejateryenlik yoktur ve aile bütçesi müsaade ediyorsa et tüketiminde de bir sakınca yoktur. Elbette bu konuda da aşırıya kaçmak doğru değildir. The companions of the Prıphet used to eat meat that this points the limits of consumption in Islam. i.y.)

KÖLENİN, KENDİ KÖLESİNİ AZAT ETMESİ (SLAVE TRADESMEN)

İslâm’daki kölelik, Batı’daki kötü örneklerinde olduğu gibi değildi. Efendisinin kölesine yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek zorunluluğu dışında, köleler kendileri adına ticaret yaparlar ve hatta bazen çok zengin olurlardı. Hatta bazen kölelerin de köleleri olurdu. İmam Mâlik konuyla ilgili şöyle bir fetva vermişti: “Bir köle, kendi kölesini azat etmek için efendisinden izin ister, o da bu izni verirse, azat edilen kölenin velâsı, azat eden kölenin efendisine ait olur. Artık azat eden köle, (daha sonra kendisi) azat da olsa, bu velâ kendisine dönmez.”(Muvatta, K. ‘Itq ve’l-Velâ, B. 11, had., 21)

ZENGİN KÖLELER (THE RICH SLAVES)

“Abdullah b. Ömer, (bir) kölesi ile otuz beş bin dirheme (akçe), mukâtebe anlaşması yaptı. Sonra onun borcunun son beş bin dirhemini, almaktan vazgeçti.”(Muvatta, K. Mukâtebe, B.1, Had., 3) (Bir koyun beş dirhemdir.)

26

Page 27: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

ÖMER’İN MİSAFİRİDİR, PAZARA MAL GETİRENLER: İHTİKÂRA HAYIR, GİRİŞİMCİLİĞE TEŞVİK (NO PROFITEERING, ENCOURAGEMENT FREE MARKET, ENCOURAGEMENT OF ENTERPRISING)

“İmam Mâlik nakleder ki: “(Hz.) Ömer şöyle demişti: “Bizim çarşılarımızda ihtikâr yapılmaz. Elinde fazla mal olan kimseler (fiyatı yükseltmek maksadıyla) bize karşı ihtikâr yaparak mallarını saklamazlar. Fakat yaz kış dışarıdan pazara satmak üzere mal getirenler (alın teriyle çalışanlar) Ömer’in misafirleridir. Onlar dilediği gibi satar, dilediği gibi elinde tutar.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 24, Had., 56)

NASIL YİYİYOR HZ. ÖMER HURMALARI, İKTİSATLI DAVRANMA

“(Sahâbîlerden Enes b. Mâlik anlatmıştır ki: “(Hz.) Ömer, müminlerin yöneticisi olduğu günlerde, kendisine bir sa‘ hurma verilirdi. (Hz.) Ömer onu kurumuş çürüklerine varıncaya kadar yerdi.”(Muvatta, K. Sıfat’in-Nebî, B. 10, Had., 30) (Devlet başkanı olarak Hz. Ömer tasarruf konusunda toplumuna örnek oluyordu. Serveti korumak, Hz. Âdem’den beri bütün peygamberlerin korunmasını emrettiği beş şey(akıl, hayat, din, ırz, mal)den biridir. To protect the wealth is one of the five things (reason, life, religion, chastity, wealth) that all prophets enjoined their protection. Umar the Caliph, was the first example for his nation in savings. i.y.)

PİYASAYA MÜDAHALE: DAMPİNG YOK (INTERFERE TO THE MARKET: NO DUMPING)

“Sa‘îd b. Museyyeb nakletmiştir ki: “(Hz.) Ömer, çarşıda kuru üzüm satmakta olan Ebû Belte‘a’nın oğlu Hâtıb’a uğradı ve ona: “Ya fiyatı artır, ya da çarşımızdan malını kaldır (git buradan/satışı kes)” dedi.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 24, Had., 57)

YÜZDE BİR FAİZ BİLE YASAK. “İmam Mâlik nakleder ki: Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demiştir: “Her kim bir borç verirse, ondan daha fazla almayı şart koşmasın. Bu fazlalık bir tutam ot bile olsa faizdir.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 44, Had., 94) “Abdullah b. Ömer de şöyle demiştir: “Her kim bir borç verirse, onun aynen ödenmesinden başka bir şart koşmasın.”(Muvatta, K. Buyû‘, B. 44, Had., 93)

PARA İLE ARAZİ KİRALAMA

“Hanzale b. Qays’ın Râfî‘ b. Hadîc’ten naklettiğine göre, Hz. Peygamber tarım arazilerini kiraya vermeyi yasakladı. Hanzala der ki: Râfî‘ b. Hadîc’e sordum: “Altın ve gümüş karşılığında olsada mı (yasak)?”. Râfî‘: “Altın ve gümüş karşılığında olursa, onda bir sakınca yoktur.” dedi.”(Muvatta, K. Kirâi’l-Erdı, B. 1, Had., 1) “Muvatta müterciminin notu: Bir arazi, ziraat yapmak, bina kurmak ve ağaç dikmek için kiralanır. Hanefilere göre bunun bazı şartları vardır. Mesela anlaşma esnasında eğer ziraat için kiralanıyorsa, ne ekeceğini açıklaması gerekir. Açıkladıktan sonra mal sahibi razı olursa, akit yapılmış olur. Ziraata uygun olmayan arazinin kiralanması doğru değildir. Belli bir müddet için bina yapmak ve ağaç dikmek üzere arazi kiralamak da geçerlidir.”(Mezâhibu’l-Erba‘a, III/121-122) (Muvatta tercümesi, II/265)

27

Page 28: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

BOŞ ARAZİLERİ EKMEK (HOMESTEADING)

“Hz. Peygamber buyurdu: “Boş arazi, onu ıslah edenindir. Orada (sonradan gelip) haksız yere eken, diken ve bina yapanın hiçbir hakkı yoktur.”(Muvatta, K. Aqdiye, B. 24, Had., 26) “İmam Mâlik der ki: “Birinin ıslah ettiği araziye haksızlık, orada çukur kazmakla veya orayı kendi arazisine katmakla yahut da orada ağaç dikmekle olur.”

HAYIR YAPMANIN FARKLI BİR YOLU

“Abdullah b. Ömer’in azatlı kölesi Nâfî (30-117 H./ 650-735 M.) anlatır: “(Hz.) Ömer’in oğlu Abdullah’a, kardeşi Hafsa’dan miras olarak bir ev kaldı. Hafsa bu evi amcası Zeyd b. Hattâb’ın kızına ömür boyu mesken olarak kullanması için vermişti. Zeyd’in kızı ölünce, Abdullah b. Ömer (artık) kendisinin olduğu görüşüyle, eve sahip oldu.”(Muvatta, K. Aqdiye, B. 37, Had., 45)

“Hz. Âişe nakleder ki: Bir adam, Hz. Peygamber’e sordu: “Annem aniden öldü. Sanoyorum ki konuşabilseydi, (malından) hayır verilmesini vasiyet edecekti. Onun adına sadaka verebilir miyim?” Hz. Peygamber: “Evet” buyurdu.”(Muvatta, K. Aqdiye, B. 41, Had., 53)

KÖLELİĞİ BARIŞÇIL YOLLARLA TASFİYE (ABOLISHING OF SLAVERY WITH PEACEFUL SOLUTIONS)

“İmam Mâlik der ki: “Bizce ittifakla hüküm şöyledir: Birden fazla köle, bir anlaşmada hepsi birden mükâtebe anlaşmasına tâbi tutulursa, birbirine kefil olurlar ve birinin ölümüyle diğerlerinden hiçbir indirim yapılmaz. Mukâteblerden birisi: “ben aciz kaldım” dese ve çalışmaktan vazgeçse, diğer ortakları onu gücü yettiği işlerde çalıştırabilirler. Bu şekilde borçlarını ödemekte yardımlaşırlar. Öyle ki, bütün kölelerin, borçlarını ödeyip azat olmalarıyla, o köle de azat olur. Ödemeyip köle olarak kalırlarsa, o da ötekilerle köle olur.”(Muvatta, K. Mukâteb, B.2, Had., 4)

BİR ŞEY İÇERKEN BİLE, DİĞERLERİNİ DÜŞÜNMEK, DAYANIŞMA (SOLIDARITY)

“(Sahâbîlerden Ebû Qatâde el-Ensârî nakletmiştir ki: “Hz. Peygamber, kuru hurma şırası ile, kuru üzüm şırasının ve taze hurma şırası ile alacalı koruk hurma şırasının karıştırılarak içilmesini yasakladı.”İmam Mâlik der ki: “Memleketimizdeki (Medine’deki) alimler de, hz. Peygamber yasakladığı için bunu çirkin görmüşlerdir.”(Muvatta, K. Eşribe, B. 3, Had., 8) “Muvatta müterciminin notu: “İmam Ahmed b. Hanbel ve Şâfi‘îlerce de çoğunluğun görüşüne göre haramdır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre bunu içmekte bir sakınca yoktur. Bunun birleştirilerek içilmesinin yasaklanması, İslâm’ın ilk yıllarında idi ki, daha çok bunun sebebi, geçim darlığı ve bir çeşit şıra ile yetinilip, diğer insanlara da yardım edilmesini teşvik idi. (Sehârenpûrî (1852-1927), Bezlu’l-Mechûd, c, 16, s, 37)”

28

Page 29: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

ALKOLLÜ İÇECEKLERİN YASAKLANMASI (PROHIBITION OF ALCOHOLIC DRINKS). “İbn Va‘le el-Mısrî anlatır ki, “Abdullah b. Abbas’tan “üzümden sıkılan şıra”nın hükmünü sorduğumda, şunları anlattı: “Birisi Hz. Peygamber’e içi şarap dolu bir kırba hediye edince, Hz. Peygamber: “Bunu Allah’ın haram kıldığını bilmiyor musun?” buyurdu. Adam: “hayır” deyince, yanında bulunan birisi ona gizlice bir şey söyledi. Hz. Peygamber: “onunla gizlice mi konuştun?” buyurdu. Adam: “şarabı satmasını söyledim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona: “içilmesini haram kılan Allah, satılmasını da haram kıldı” buyurunca, adam şarap dolu iki kırbanın ağzını açtı da içlerindeki bütün şarap yere boşaldı.”(Müslim, K. Musâqât, B. 12, Had., 68; Muvatta, K. Eşribe, B. 5, Had., 12) “Muvatta müterciminin notu: ECONOMICS OF FAITH. “İçkinin haram kılındığını bildiren Mâide sûresi 90-91. ayetler inince, Hz. Peygamber, Medine’de tellallar bağırttırarak durumu ilan etmiştir. Bunu işiten sahâbîler, “içki niçin haram kılındı” diye sormaya hiç lüzum hissetmeksizin, evlerinde bulunan içkileri hemen sokağa sökmüşlerdir. Hatta o kadar içki dökülmüştür ki, Medine sokaklarından sel gibi şarap akmıştır. Bu kadar çok içki olan/içilen bir yerde içki içen çok olduğu gibi, içenlerin de müzmin tiryaki olduğu anlaşılır. İşte içkinin haram olduğunu duyar duymaz hepsi birden hemen içkiyi bırakmaları, İslâm’a/inanca sımsıkı bağlılıklarını, Hz. Peygamber’e itirazsız itaatlerini ve imanlarının kuvvetini gösterir.”(Muvatta tercümesi, II/469)

YAMALI GÖMLEĞİ (HZ.) ÖMER’İN. “Enes b. Mâlik der ki: “(Hz.) Ömer halife iken, (bir gün) Medine’de görmüştüm. Elbisesinin iki omuzu arasındaki yırtığına, birbirine tutturulmuş üç yama dikmişti.”(Muvatta, K. Libâs, B. 8, Had., 19)

İPEKLİ GİYMEZ, MÜSLÜMAN ERKEKLER

“(Hz.) Ömer, mescidin kapısında satılık ipek kumaştan kaftan görünce: “Ey Allah’ın Elçisi ! Bu kaftanı alsan da Cuma günleri ve elçiler geldiği zaman giysen” dedi. Hz. Peygamber de: “Bunu ancak âhiretten nasibi olmayanlar giyer” buyurmuştu. Daha sonra, Hz. Peygamber’e (vergi olarak) ipek kaftanlar gelmişti. Onlardan bir tanesi (Hz.) Ömer’e verdi. (Hz.) Ömer: “Ey Allah’ın Elçisi ! Onu bana mı verdin? Halbuki sen Utarid’in (sattığı) elbiseler konusunda ne demiştin?” deyince, Hz. Peygamber: “Bunu sana giymen için vermedim.” buyurdu. Onun üzerine Ömer de bu elbiseyi Mekke’deki müşrik kardeşine gönderdi.”(Muvatta, K. Libâs, B. 8, Had., 18)

MÜSLÜMAN OBUR OLMAZ

“Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Müslüman, bir midesini doyurmak için yer. Kâfir ise yedi bağırsağını doyurmak için yer.”(Müslim, K. Eşribe, B. 34, Had., 185; Muvatta, K. Sıfati’n-Nebî, B. 6, Had., 9) “Muvatta müterciminin notu: “Bu hadisinde Hz. Peygamber, mümin bir kimsenin yemek yerken ne kadar yemesi gerektiğini açıklamaktadır. Mümin obur olmamalı ve lüzumundan fazla yememelidir. Hatta sofradan daha iştahı varken kalkmalıdır. Çok yemek obur olmak, müminin değil, aksine inanmayanların adetidir. Bu hüküm genel olarak böyledir. Yoksa müminlerden çok yiyenler olduğu gibi, kâfirlerden de az yiyenler elbette vardır.”(Muvatta tercümesi, II/575)

“Hz. Peygamber buyurur: “İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.”(Muvatta, K. Sıfeti’n-Nebî, B. 10, Had., 20)

29

Page 30: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

TASARRUF (SAVINGS)

“Hz. Peygamber’in hanımı Ümmü Seleme annemizden: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Gümüş kaptan içen, cehennem ateşini lıkır lıkır karnına doldurmuş oluır.”(Muvatta, K. Sıfeti’n-Nebî, B. 7, Had., 11) (Müslümanın hayatı sade bir hayattır/öyle olmalıdır. Bu nedenle İslâm ülkelerinde tasarrufların çok olması tabidir. Dünyada en çok tasarruf yapan halkların, Müslüman halklar olması lazımdır. i.y.)

MİSAFİRE ORTA HALLİ İKRAM. (OFFER WITH MIDDLE WAY. MUSLIMS ARE NOT STINGY. CONSUMPTION)

“Hz. Peygamber buyurdu: “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanmış ise, komşusuna ikram etsin. Kim Allah’a ve âhiret gününe inanmış ise, misafirine ikram etsin. (İlk) Gün ve gecesinde, ona gereken önemi vererek misafir olarak ağırlar. Üç gün süresince (diğer iki günde ise) normal olarak yediklerinden yedirmek suretiyle, misafir eder. Bundan sonraki günlerde yedirdiği ise, sadaka olur. Misafirin (de), ev sahibini sıkıntıya düşürecek kadar uzun süre kalması, helâl olmaz.”(Muvatta, K. Sıfati’n-Nebî, B. 10, Had., 22)

FAZLA ET YEMEYİN (DON’T EAT MUCH. LIMITS OF CONSUMPTION).

“Yahyâ b. Sa‘îd anlatır ki: “(Hz.) Ömer şöyle derdi: “(Sık sık) Et yemekten sakının. Çün kü et de, şarap alışkanlığına benzer bir alışkanlık meydana getirir. Bir gün Câbir b. Abdullah et yüklenmiş giderken, (Hz.) Ömer ona yetişti ve: “Bu ne?” diye sordu. Câbir: “Ey Müminlerin Emîri ! canım et yemeyi çok istedi. Bir (gümüş) dirhemlik et satın aldım” deyince, (Hz.) Ömer: “Sizden biri, komşusunu ve amca oğlunu artan yemekten yararlandırmak için, karnını biraz az doyurmayı istemez mi? Şu âyeti unuttun mu (neden şu âyeti göz önünde bulundurmuyorsunuz?: “İnkâr edenler ateşe sokulacakları gün (kendilerine şöyle denilir), “Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ötürü, alçaltıcı bir azap göreceksiniz”(Ahqâf sûresi, âyet: 20)”(Muvatta, K. Sıfati’n-Nebî, B. 11, Had., 36) Muvatta müterciminin notu: “Hz. Ömer yukarıdaki sözüyle, et yemeye fazla devam edilmemesini kastetmiştir. Fazla devam edildiği takdirde, alışkanlık meydana geleceğinden, terk etmek kolay olmayacaktır. Bu münasebetle eti ve benzeri nimetleri aşırı şekilde devamlı yememeyi ve daha ucuz yemekleri yiyerek, iktisada da uyulmasının uygun olacağını açıklamak istemiştir. Yoksa et yemek haramdır demek istememiştir.”(Muvatta tercümesi, II/591)

KOZMETİK SANAYİ (COSMETICS INDUSTRY).

“Ebû Qatâde el-Ensârî, Hz. Peygamber’e şöyle sormuştu: “Benim saçlarım omuzlarıma kadar uzanıyor. Onları tarayayım mı?” Hz. Peygamber: “Evet, aynı zamanda onlara iyi bak” buyurdu. Hz. Peygamber: “onlara iyi bak” dediği için, Ebû Qatâde, bazen saçlarını günde iki defa yağlardı.”(Muvatta, K. Şa‘ar, B. 2, Had., 6)“Bir defasında da Hz. Peygamber Mescit’te idi. İçeri saçı sakalı dağınık bir adam girdi. Hz. Peygamber eliyle ona ‘çık’ diye işaret etti. sanki saçını sakalını düzeltmesini kast ediyordu. O kişi de, saçını sakalını düzelttikten sonra gelince, Hz. Peygamber (onu göstererek): “Her hangi biriniz şeytan gibi (çirkin görünüşlü olarak) saçı başı dağınık bir halde gelmesinden, böyle (saçlarını düzeltmiş) gelmesi daha iyi değil mi?”(Muvatta, K. Şa‘ar, B. 2, Had., 7) Muvatta müterciminin notu: “ “Şeytan” denilmesi, yani çirkin görünüşlü demektir. Çirkin bir şeyi şeytana benzetmek, Arapların adetlerindendir. Burada da, onların örfüne göre kullanılmış ve

30

Page 31: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

üstü başı dağınık, çirkin bir görüntü ile toplum içerisine çıkmanın uygun olmayacağı anlatılmak istenmiştir.”(Muvatta tercümesi, II/614)“Oğlu Ebû Seleme anlatmıştır ki babası Abdurrahman b. Esved saçı sakalı ağarmış bir halde bir topluluğun arasında oturuyordu. Ertesi gün, o topluluğun yanına yine geldiğinde, saçlarını kırmızıya boyadığı görüldü. Oradakiler kendisine: “Böyle daha güzel olmuş” dediler. O da: “Âişe annemiz bana dün akşam cariyesi Nuhayle’yi gönderdi ve saçlarımı boyamamı istedi ev (babası) Ebû Bekir’in de boyadığını söyledi.” dedi. İmam Mâlik (bu konuda) şöyle demiştir: “Saçların siyaha boyanması konusunda belli bir bilgi duymadım. Ama (siyahtan) başka bir renge boyamak, bana göre daha iyidir. Hiç boyamasa da olur.Bu konuda insanlar için bir zorluk yoktur. Hz. Peygamber ise, saç ve sakalını hiç boyamamıştır. Eğer boyamış olsaydı, (Hz.) Âişe bunu Abdurrahman b. Esved’e söylerdi.”(Muvatta, K. Şa‘ar, B. 3, Had., 8)

HARCAMANIN/TÜKETİMİN SINIRLARI (LIMITS OF CONSUMPTION)

“(Bir gün Hz.) Ömer şöyle dedi: “Allah size bol verince, siz de kendinize iyi bakınız/giyiminize önem veriniz.”(Muvatta, K. Libâs, B. 1, Had., 3; Buhârî, K. Salât, B. 9 (Bâbu’s-Salât fi’l-Qamîs)” “Her Müslümanın, avret yerlerini örtecek, vücudunu sıcak ve soğuktan koruyacak şekilde elbise giymesi farzdır. Müslüman her konuda olduğu gibi, elbise giymede de orta yolu tutmalıdır. Elbisesi ne son derece kötü ve âdî, ne de son derece lüks olmayıp, ikisi arasında olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber: “giyimde sadelik, îmandandır” buyurmuştur. Allah Teâlâ’nın kendisine vermiş olduğu nimeti belirtmek için, çok güzel elbise giymesi de (bazı durumlarda) kabul edilebilir. Çünkü Hz. Peygamber: “Allah Teâlâ sana lütuf ve ihsanda bulunduğu gibi, sen de kendine lütuf ve iyilikte bulun, Allah Teâlâ vermiş olduğu nimetinin belirtisini kulunun üzerinde görmeyi ister.” buyurmuştur. Özellikle Cuma ve bayramlar gibi önemli günlerde ve toplantılarda, güzel ve temiz elbiseler giyilmelidir. Ârâf sûresinin 31 ve 32. âyetlerinde şöyle buyrulmuştur: “Ey âdem Oğulları ! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah’ın kulları için yarattığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş? De ki: Onlar, dünya hayatında (inanmayanlarla birlikte) îman edenler içindir. Kıyamet günü ise, yalnız müminlere mahsustur.” Aynı sûrenin 26. âyetinde ise şöyle buyrulur: “Ey Âdem Oğulları ! Size avret yerlerinizi örten ve sizi süsleyen elbise indirdik. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır.” Şu halde elbise giymekten maksat, sadece vücudu örtmek değildir. Aynı zamanda vücuda yakışması gerekir. Bir hadiste, güzel giyinen bir sahâbî, Hz. Peygamber’e kendisinin güzel giyinmeye önem veren birisi olduğunu ve bunun kibir olup olmadığını sormuş ve Hz. Peygamber’ den: “Bu kibir değildir. Kibir benlikten ötürü, gerçeği inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”buyurmuştur.”(Ebû Dâvûd, K. Libâs, Bâbu Mê Cêe fi’l-Kibri’den Muvatta tercümesi, II/560-561)

“Sahâbîlerden Câbir b. Abdullah anlatır ki: “Bir defasında Hz. Peygamber’le birlikte Benî Enmâr savaşına çıkmıştık. (Yolda) Ben bir ağacın altında konaklamıştım. O sırada Hz. Peygamber geldi. Ben de: “Ey Allah’ın Elçisi! Gölgeye buyur” dedim. O da geldi. Ben (erzak koyduğumuz) çuvalımıza bakıp (yiyecek) bir şey aradım. Orada küçük bir acur buldum ve doğrayıp Hz. Peygamber’in önüne koyunca, Hz. Peygamber: “Bunu nereden buldunuz?” dedi. Ben de: “Medine’den getirdik, Ey Allah’ın Elçisi!” dedim. O sırada yanımızda hayvanlarımızı otlatmaya gitmesi için hazırladığımız bir arkadaşımız vardı. Onun hazırlığını yaptım. Arkadaş üzerindeki eskimiş iki hırkasıyla hayvanları gütmeye gitti. Hz. Peygamber’e onun arkasından bakıp: “Bunun bunlardan başka elbisesi yok mu?” dedi. Ben: “Var, heybede yedek elbiseleri var, ben verdim, ey Allah’ın Elçisi!” dedim. Hz. Peygamber: “O halde onu çağır ve ona söyle de iyi elbiselerini giysin” buyurdu. Ben de onu çağırdım. O da elbiselerini giydi, sonra tekrar dönüp giderken, Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bu (güzel) elbiseleri giymek, kendisi için daha

31

Page 32: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

hayırlı değil mi?” dedi. Hayvanları otlatmaya giden adam bunu duydu ve: “Ey Allah’ın Elçisi! Allah yolunda cihatta (da mı, güzel elbiseler giyilmeli)?” deyince, Hz. Peygamber: “Cihatta da (yeni elbiselerin giyilmesi güzeldir) buyurdu.”(Muvatta, K. Libâs, Had., 1) VERGİ “(Sahâbî) Enes b. Mâlik anlatır: “Hz. Peygamber (bir gün) kan aldırdı. Kanını Ebû Taybe aldı. Hz. Peygamber de ona bir sa‘ (üç buçuk kilo) hurma verilmesini ve memurlara da, Ebû Taybe’nin haracını hafifletmelerini (azaltmalarını) emretti.”(Muvatta, K. İstîzân, B. 10, Had., 26; Buhârî, K. Buyû‘, B. 39)

AMELU EHLİ’L- MEDİNE. İbrahim Kafi Dönmez’in bu konudaki ayrıntılı bir çalışmasının giriş kısmında şu bilgiler verilmektedir: “Medine halkının uygulaması mânasına gelen ve Mâlikî mezhebinde özel yeri olan bir hüküm kaynağıdır. Hz. Peygamber’in yaklaşık yirmi üç yıl gibi geniş bir zaman parçasına yayılmış olan İslâm’ı anlatma görevinin ibadetlere ve insânî ilişkilere ait ayrıntılı hükümleri bildirme ve öğretme yönü, ağırlıklı olarak Medine devrinde gerçekleşmiştir. Bu sebeple, Hz. Peygamber’in gerek Kur’an’ı açıklamak üzere gerekse bağımsız olarak getirdiği hükümlerin en geniş uygulama yeri Medine şehri olmuştur. Gerçi Mâlikîler de dahil bütün Ehl-i sünnet mezhepleri “metin” ve “sened” unsurları üzerinde titizlikle durarak, kaynaklar hiyerarşisi içinde Kur’an’dan sonra gelen sünnetin çerçevesi ile ilgili esasları özel bir şekilde belirlemiş oldukları içindir ki sünnet, ilk olarak ve çoğunlukla Hz. Peygamber’in ağzından ve davranışlarından bu kentte duyulmuş ve görülmüş olmasına rağmen, Medine’den büyük ölçüde bağımsızlaşmıştır. Bununla birlikte Mâlikî mezhebinin metodolojisinde, bu mezhebin oluştuğu çevre olan Medine şehri özel bir yer tutmuş ve Mâlikîler’in bu konudaki prensipleri, diğer mezheplerin mensupları ile asırlarca süren tartışmaların kaynağını oluşturmuştur. Medine halkının uygulamasına ve şeriatın kuralları konusundaki görüş birliğine, özel bir değer verilmesi düşüncesi, İmam Mâlik tarafından ortaya atılmış değildir. Onun hocası Rabî‘a’nın da, “Bin kişinin bin kişiden nakli, bence bir kişinin bir kişiden nakline göre daha iyidir” dediği bilinmektedir. Hz. Peygamber’in, hakkında, “O ümmetinin hakîmidir” buyurduğu sahâbî Ebü’d-Derdâ’nın da belirttiği görüşün aksine bir hadis işittiklerini söyleyenlere, “Ben de aynı şeyi duydum, fakat Medine ameli (uygulaması) bunun aksi yöndedir” dediği nakledilmiştir. Hatta rivayete göre bir gün Hz. Ömer minberde, “Allah’a andolsun ki amelin hilâfına (mevcut Müslümanların uygulamasına aykırı) bir hadis nakleden kişiye fena yaparım!” demiştir. Görüldüğü gibi bu düşünceler, daha İmam Mâlik’in doğumundan en az bir yüzyıl önce yayılmış bulunuyordu. İmam Mâlik ise, bu konuda kendinden öncekilerin yolunu tutmuş, fakat bu metodu fetvalarında çok kullandığı ve bu fetvalar kendisi tarafından tedvin edilmiş bulunduğu için metot ona nisbet edilmiştir. Şüphesiz bizzat rivayet ettiği hadislere aykırı amele göre fetva vermiş olmasının da bu hususta payı vardır . Söz konusu uygulama literatürde hem “amel” hem de “icmâ” adlarıyla anılmaktadır. İmam Mâlik’in seleflerinden yapılan nakillerde amel, fıkıh usulü eserlerinde ise icmâ kelimeleri hâkimdir. Ancak “amelü ehli’l-Medîne” ve “icmâu ehli’l-Medîne” ifadelerinin aynı anlamda kullanıldığı kabul edilmektedir.”(Dönmez, 1991, III/21-25)

GÜVERCİNLERİ BIRAKIYOR, İLME YÖNELİYOR

Ahmet Özel İmam Malik konusunda şu bilgiyi verir: “İmam Malik (93-179 H./ 712-795 M.) Mâlikî mezhebinin imamı (önderi), büyük müctehid ve muhaddistir. Medine’ye yakın Zu’l-Merve köyünde doğmuş, ailesi daha sonra (önce şimdi Medine büyük şehir içinde bulunan Aqîq’a daha sonra da Medine’ye yerleşmiştir. Dedesi Mâlik Yemen’den Medine’ye gelmiş olup, Arapların iki ana kolu olan Qahtânîler’e mensuptu (diğeri Adnânîlerdir). İmam Mâlik devrin önemli ilim merkezlerinin başında gelen Medine’de yetişti. Önceleri ilim öğrenmeye

32

Page 33: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

istekli değildi ve güvercinlerle zamanını geçirirken bir gün babasının sorduğu bir soruya kardeşi Nadr’ın doğru, kendisinin yanlış cevap vermesi ve babasının, “Güvercinler seni oyaladı” demesi üzerine öğrenime karar verdiğini ve ilk olarak Abdurrahman b. Hürmüz el-A‘rec’den hadis dersi almaya başladığını söyler. Kur’ân-ı Kerîm’i bu sırada ezberlemiş olmalıdır. Büyük tâbiîn âlimlerinden biri olan bu hocasının yanında geçirdiği yedi yıllık öğrenim hayatından meşhur fakih Rebîatürre’y’in ders halkasına katıldı. Fıkhî melekesinin gelişmesinde ve usulünün şekillenmesinde re’y taraftarı bu hocasının büyük tesiri olmakla birlikte, kendisinin hadis ve esere olan bağlılığı ve Rebîa’nın selefin görüşlerine karşı olan bazı görüşleri nedeniyle son zamanlarda onun ders halkasını terkettiği belirtilir. Bunun ardından bağlandığı ve kendisinden en çok faydalandığı hocası İbn Şihâb ez-Zuhrî’dir. Bu arada İbn Ömer’in âzatlısı Nâfi‘, Ebü’z-Zinâd Abdullah b. Zekvân, Eyyûb es-Sahtiyânî, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Ebü’l-Esved Muhammed b. Abdurrahman ve Hişâm b. Urve gibi âlimlerin ilim meclislerine devam etti. Hadis aldığı hocalarının üç yüzü tâbiîn, altı yüzü tebeü’t-tâbiîn olmak üzere dokuz yüz civarında bulunduğu söylenir. İmam Mâlik’in, “Bu ilim dindir; onu kimden aldığınıza dikkat edin. Şu direklerin dibinde (Mescid-i Nebevî’de), ‘Resûlullah buyurdu’ diyen yetmiş kişiye yetiştim, fakat onlardan bir şey almadım. Halbuki onlardan birine beytülmâl (hazine) verilseydi emniyette olurdu, o derece doğru kimselerdi. Fakat bu işin ehli değildiler. Zührî buraya gelince onun kapısına üşüştük” sözü hoca seçiminde ne derece titiz davrandığını göstermektedir. Bazı öğrencilerin Abdurrahman b. Hürmüz’e, “Biz soru sorunca cevap vermiyorsun, Mâlik ve Abdülazîz b. Ebû Seleme sorunca cevap veriyorsun” diye şikâyette bulunduklarında kendilerinin her söyleneni aldıklarını, Mâlik ile Abdülazîz’in üzerinde düşünüp doğru bulduklarını alarak diğerini bıraktıklarını belirtmesi de, onun kavrayış ve titizliğinin bir başka örneğidir. Zekâsı ve gayreti sayesinde kısa sürede ilimde derinleşen ve hocalarının takdirini kazanan Mâlik yirmi yaşlarında ders ve fetva vermeye başladı. Mescid-i Nebevî’deki ders halkasıyla kısa zamanda üne kavuştu. İslâm dünyasının her tarafından gelen öğrenciler ondan hadis dinlemek ve fıkıh öğrenmek için yarışır oldu. Özellikle hac mevsimleri sırasında ders halkasında büyük izdiham yaşanırdı. Önceleri Mescid-i Nebevî’de ders verirken ileriki yıllarda sürekli özrü sebebiyle derslerini evinde sürdürdü. Bir taraftan düzenli şekilde ders verip talebe yetiştirirken, diğer taraftan da hac münasebetiyle Haremeyn’e gelen ulemâ ile sohbet ve müzakerelerde bulunarak ilmini ilerletti. (İmam) Ebû Hanîfe, Leys b. Sa‘d, (İmam) Evzâî, (İmam) Ebû Yûsuf ve (İmam) Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî bilgi alışverişinde bulunduğu âlimlerden bazılarıdır. Bilhassa İmam Muhammed, İmam Mâlik’in derslerine üç yıl kadar devam etmiş, İmam Mâlik de bu vesileyle Irak ehlinin fıkhını öğrenme imkânı bulmuştur. Leys b. Sa‘d ile birbirlerine gönderdikleri ve çeşitli konuları tartıştıkları mektuplarda olduğu gibi (Ankara İlahiyat Dergisi, XVI [1986], s. 131-154) ulemâ ile yazışma yoluyla da düşünce alışverişinde bulunmayı sürdürmüştür.

İmam Mâlik’ten ders alan talebelerin sayısı binleri bulmakla birlikte kendi görüş ve mezhebinin yayılmasına ancak bir bölümü öncülük etmiştir. Hayatının yarısını Emevîler, yarısını Abbasîler devrinde geçiren İmam Mâlik’in kendi dönemindeki siyasî olaylardan uzak durduğu, mevcut yöneticilere de karşıtlarına da açık bir destek vermediği anlaşılmaktadır. Onun siyasî olaylar karşısındaki tarafsızlığında gerek kendisinden önce Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm’ın Emevî yönetimine karşı çıkışları, gerekse kendi zamanında Hâricî lideri Ebû Hamza eş-Şârî’nin Haremeyn’deki (130/748), Muhammed Nefsüzzekiyye’nin Medine’deki (145 H./762 M.) isyanları ile diğer çeşitli isyanlar sırasında çok kan dökülmesinin yol açtığı olumsuz durum ve bunun Haremeyn halkında meydana getirdiği hayal kırıklığının büyük etkisi olmalıdır. Gayri meşrû veya adaletsiz görülen bir yönetime karşı çıkılırken daha büyük zararlara yol açmanın doğurduğu tedirginlik yanında karşı çıkanların diğerlerinden farklı olup olmayacağına dair tereddütler, dönemindeki birçok

33

Page 34: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

büyük âlim gibi Mâlik’in de isyanı hoş karşılamayıp devlet adamlarına hakkı tavsiye etme yolunu tutmasının başlıca sebebi olmuştur. Gerek bu tavrı gerekse halk ve yöneticiler katındaki itibarı dolayısıyla doğacak yankılardan ötürü hilâfet konusunda açıkça fikir beyan etmediği görülmektedir.

KIRBAÇLANIYOR VE OMUZU SAKATLANIYOR, İMAM MALİK’İN

Yöneticilerle iyi ilişkiler içinde bulunmasına rağmen zaman zaman İmam Mâlik de haksız muamelelerle karşı karşıya kalmıştır. Derslerinde, baskı altında meydana gelen boşamanın geçersiz olduğuna dair hadisi rivayet etmekle Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a yapılan biatın da geçersiz olduğunu ima ettiği ve Muhammed en-Nefsüzzekiyye’ye biat edilmesini teşvik ettiği iddiasıyla 146 (763 M.) yılında Medine valisinin emriyle tutuklanıp kırbaçlandı ve omuzu sakatlandı. Anılan hadisi Nefsüzzekiyye’nin isyanı sırasında rivayet etmesi onun taraftarlarınca işaret edildiği şekilde yorumlanmış olabileceği gibi, sevmeyenleri tarafından yönetim katında aleyhine kullanılmış olması da muhtemeldir. Gerçekte İmam Mâlik’in yönetime karşı bir tavrının olmadığının anlaşılması, ayrıca halkın ona yapılan haksızlığa büyük tepki göstermesi sebebiyle, Halife Mansûr hac için geldiğinde kendisini çağırarak özür diledi ve gönlünü aldı. Ayrıca ondan derlediği hadisleri kitap haline getirmesini, bunu çoğaltarak bütün şehirlere göndermeyi ve onunla amel edilmesini emretmeyi düşündüğünü belirttiyse de Mâlik bunun doğru olmadığını söyleyerek karşı çıktı. Daha sonra Mehdî ve Hârûnürreşîd’in de aynı talepte bulunduğu, ancak onun yine kabul etmediği nakledilir. Halifelerin yönetimde ve mahkemlerde birlik ve istikrarı sağlamaya yönelik bu tekliflerine, “her âlimin kendisine ulaşan sünnet mirası ve yaşadığı çevrenin şartlarına bağlı olarak farklı görüşler taşımasının tabii olduğunu, aksi bir görüş ve uygulamaya zorlamanın doğru sayılmadığı”nı belirterek karşı çıkmıştır.

Hac veya umre için Mekke’ye gidişleri dışında Medine’den ayrılmamış, Medine’nin mânevî değeri yanında buradaki zengin ilmî ortam da, gerek talebeliği gerekse hocalığı döneminde başka yere gitmesine lüzum bırakmamıştır. Bu nedenle Halife Mehdî-Billâh’ın onu Bağdat’a davetine de olumlu cevap vermeyip affını istemiştir. İmam Mâlik, geçirdiği kısa süreli bir rahatsızlıktan sonra 14 Rebîülevvel 179 (7 Haziran 795 M.) tarihinde Medine’de vefat etmiştir.

İlmî Şahsiyeti. Sağlam hâfızası ve derin anlayışı yanında sabrı, disiplin ve ihlâsı sayesinde hadis ve fıkıh alanlarında büyük bir âlim olan İmam Mâlik kendi zamanında ve daha sonra gelen âlimler tarafından övgüyle anılmış, İslâm ümmetinin yetiştirdiği seçkin kişiler arasında yerini almıştır. Kaynaklar onun hakkında övgülerle doludur. Gerek Emevîler gerek Abbâsîler zamanında halifeler ve valilerle iyi ilişkiler kuran İmam Mâlik, bunu onlara hakkı ve doğruyu tavsiye etmenin bir vesilesi olarak görmüş, şahsî görüşmelerinde ve mektuplarla onları irşada çalışmıştır. Devlet adamlarıyla sıkça görüşmesi tenkit konusu edildiğinde, bunu bilerek yaptığını, böylece onların lâyık olmayan kişilerle istişarede bulunmasını önlemeye çalıştığını söylemiştir. Özellikle hac nedeniyle Medine’ye gelen halifeler, ona büyük saygı gösterir ve kendilerine öğüt vermesini isterlerdi. Halifeler kendisinden hadis dinledikleri gibi, ders almaları için çocuklarını da ona göndermişlerdir. Hadis dinlemek veya çocuklarına ders aldırmak için onu davet eden halifelerin isteklerini kabul etmemiş, ilmin kimsenin ayağına gidemeyeceğini, ilme gidilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Kaynaklarda İmam Mâlik’in yüz bin civarında hadis ezberlemekle birlikte bu konudaki titizliği sebebiyle ancak az bir kısmını naklettiği belirtilir. Fetva konusunda olduğu gibi, hadis rivayeti hususunda da çekingen davranır, çok hadis rivayet edenleri, her bildiğini söyleyenleri

34

Page 35: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

kınar, böyle yapanların insanların sapmasına sebep olabileceğini söylerdi. Vefat ettiğinde evinde sandıklar dolusu hadis yazılı sayfalar bulunduğu halde, sağlığında bunları rivayet etmediği anlaşılmıştır. Hadis konusunda Muvatta ile ilk tasnif çalışması yapanlar arasında önemli bir yeri olan İmam Mâlik, bütün hadis otoritelerince bu ilmin zirvelerinden biri kabul edilmiş, “hâfız, hüccet, imam, emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” gibi sıfat ve unvanlarla anılmıştır. Hadislerin sıhhatini ve senetlerin sağlamlığını bilme konusunda tartışmasız bir otoriteydi. Kendisi son derece güvenilir olduğu gibi, rivayette bulunduğu kimseler hakkında da aynı titizliği göstermesi, onun yer aldığı senedlerin güvenirliğini en üst düzeye çıkarmıştır. Buhârî rivayet ettiği bazı hadislerde Mâlik - Ebü’z-Zinâd - A‘rec - Ebû Hüreyre; Ebû Dâvûd bundan başka Mâlik - Nâfi‘ -İbn Ömer ve Mâlik - Zührî - Sâlim- İbn Ömer şeklindeki senedleri en sahih senedler saymıştır. Bazı âlimler, Mâlik’in mürsellerini Saîd b. Müseyyeb ve Hasan-ı Basrî’nin mürsellerinden üstün tutmuş, bazıları da onun mürsellerini müsned hadis seviyesinde kabul etmiştir. Hadis râvilerinde aranacak şartları tespit ederek râvileri sıkı bir şekilde araştırmaya önem vermesiyle cerh ve ta‘dîl ilminin yolunu da Mâlik açmıştır. İmam Mâlik dört kişiden ilim alınmayacağını söylerdi: Sefahat ehli, bid‘at ehli, peygambere yalan isnad etmese bile insanların sözlerine yalan katan kimse, fazilet ve salâh sahibi olmakla birlikte yaşlılığından dolayı ne dediğini bilemez, lafı karıştırır durumda olan kişi. Hadis rivayet edeceği kimseleri seçme, onlarda belli özellikleri arama konusundaki titizliği birçok âlim tarafından dile getirilmiş ve bu tavrıyla ilgili olarak bolca örnek zikredilmiştir. Bununla birlikte Zehebî, râvileri tenkit konusundaki dikkatine rağmen, bazı kimselerin durumuna tam muttali olamamasının, dolayısıyla güvenilir kabul ettiği bazı râvilerin başka âlimlerce böyle görülmemesinin mümkün olduğunu belirtir (Alâmu’n-Nubelâ, VIII, 72).

İmam Mâlik büyük bir muhaddis olması yanında, fıkıh (ibadetler ve İslâm hukuku) alanındaki bilgisi, fetva ve içtihat dirayetiyle de otorite kabul edilirdi. Esasen onun yaşadığı dönemde bu iki alanla ilgili uzmanlaşma birbirinden tamamen ayrılmış durumda değildi. Hicaz merkezli ehl-i hadîs ve Irak merkezli ehl-i re’y ayırımı da meslekî mensubiyetten çok, iki ayrı ilim muhitinin fıkhî anlayış ve yaklaşımını yansıtmaktaydı. Hadis rivayeti ve yaşayan sünnet bakımından büyük mirasa sahip olan Medine muhitinde karşılaşılan meselelere çözüm bulmaya çalışılırken, hadis ve sünnete, sahâbe ve tâbiîn uygulamasına ağırlık verilmesi tabii olduğu gibi ihtiyacı da karşılayabiliyordu. Ayrıca Ömer b. Abdülazîz gibi bazı halifelerin hadisleri toplama yönündeki talep ve teşebbüsleri de, bu Medine çevrsinde hadis toplama ve rivayetiyle meşgul olan bir âlimler zümresinin oluşmasına zemin hazırlamıştı. Buna karşılık çeşitli din ve medeniyet unsurlarının bir arada bulunduğu, siyasî ve fikrî hareket ve karışıklıkların hüküm sürdüğü Irak muhitinde hadislerin kabulünde daha ihtiyatlı davranılmış, hakkında nas bulunmayan konularda re’ye başvurarak karşılaşılan meselelerin çözümüne gidilmiştir. Bu durum hadis ehlinin re’ye başvurmadığı veya re’y ehlinin hadisleri göz ardı ettiği anlamına gelmez. Sadece her iki grubun bulunduğu muhitin şart ve imkânları ile şahsî meziyet ve karakterleri çerçevesinde birinden diğerine öncelik ve ağırlık verdiğini ifade eder. İbn Abdülber, I ve II. (VII ve VIII.) yüzyıllarda çeşitli ilim merkezlerinde önde gelen âlimlerin, hakkında nas bulamadıkları konularda re’y ile ictihad edip hüküm verdiklerini belirterek, Medineli yedi fakihle (fuqahâ-i seb‘a) İmam Mâlik’i de bunlar arasında anar. Nitekim İmam Mâlik Muvatta’da birçok yerde re’y kelimesini ve çeşitli türevlerini kullanarak görüşünü açıklar. Hocası Rebîa b. Ebû Abdurrahman, re’ye çok başvurduğu için “Rebîatürre’y” lakabıyla anıldığı gibi, diğer bir hocası Ebü’l-Esved’e Medine’de Rebîa’dan sonra re’y ehlinin kim olduğu sorulduğunda Mâlik diye cevap verdiği, İbn Rüşd’ün de Mâlik’i re’y ve kıyasta “emîrü’l-mü’minîn” olarak nitelendirdiği nakledilmektedir. İbn Quteybe, İmam Mâlik’i re’y ehli arasında saydığı gibi, İmam Ahmed b. Hanbel de onu re’y taraftarları içinde görmüştür. Ancak ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ile ilgili olarak yukarıda işaret edilen kriterler ve ana eğilim göz önüne alındığında Şehristânî’nin de belirttiği gibi, İmam Mâlik’i

35

Page 36: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis ehli, Ebû Hanîfe ve öğrencilerini ise re’y ehli saymak daha isabetlidir. İbn Haldûn da Irak ehlinin re’yci, Hicaz ehlinin hadisçi olduğunu, ilkinin imamının Ebû Hanîfe, diğerinin imamının Mâlik olduğunu belirtmiştir (Muqaddime, III, 1046-1047, 1048-1049).

ON YILDIR DÜŞÜNÜYORUM, HENÜZ KESİN BİR KARARA VARAMADIM

İmam Mâlik fıkhî bir konuda kendisine danışıldığında hemen görüş belirtmez, konu üzerinde uzun süre düşünür, araştırma yapar, sonra cevabını verirdi. Talebesi İbnü’l-Qâsım onun, “Bir mesele hakkında on küsür yıldan beri düşünmekteyim, henüz kesin bir görüşe varamadım” dediğini nakleder. Kur’an ve Sünnet’e aykırı davranmaktan, Allah ve Resulü adına yanlış bir hüküm vermekten çekindiği için, fetva konusunda son derece duyarlı davranır ve acele etmezdi. Bu nedenle henüz meydana gelmemiş farazî meselelerle ilgili olarak görüş belirtmez, bir şeyin helâl veya haram olduğunu söylemek yerine, “Şu güzeldir, bir beis/sakınca yoktur veya şundan hoşlanmam” gibi ifadeler kullanırdı. Kur’an ve Sünnet’te açık hüküm bulunmayan konularda görüş bildirirken, “Zannımızca böyledir, böyle sanıyoruz, kesin olarak bilmeyiz” gibi ifadeler kullanır, belli bir kanaate ulaşamamışsa çekinmeden bunu da söylerdi. Bir defasında kendisine kırk sekiz meselenin sorulduğu, bunlardan otuz ikisine “bilmiyorum” diye karşılık verdiği, bir defasında da kendisine sorulan kırk sorudan yalnız beşini cevaplandırdığı söylenir. Bir insan olarak hata da isabet de edebileceğini, bir konuda ileri sürdüğü görüşün Kur’an ve Sünnet’le karşılaştırılmasını, eğer bunlara uygunsa alınmasını, aksi takdirde terk edilmesini isterdi. Bazen ilmî konularda tartışsa bile münazara ve münakaşadan hoşlanmaz, meclislerinde buna izin vermezdi. Ona göre tartışma kalbe kasvet verir ve kin doğurur. Mahkemelerin verdiği hükümleri de hiçbir şekilde tartışmaz, bunun devletin işi olduğunu söylerdi. Medine valisinin adlî konularda kendisine sıkça başvurduğu ve onun görüşleri doğrultusunda suçluları cezalandırdığı kaydedilir.

Usulü. İmam Mâlik, bazı fetvalarında dayandığı kanıtları açıklamaya çalışıp, bunları niçin temel aldığını belirtmişse de, içtihatlarında izlediği usul ve gözettiği ilkelerle ilgili bir açıklamada bulunmamıştır. Daha sonra Mâlikî âlimleri, Hanefî mezhebinde olduğu gibi, fer‘î meselelerde İmam Mâlik’in getirdiği çözüm tarzlarından hareketle, onun usulünü tesbite çalışmış ve buna yeni hükümler bina etmişlerdir. Mâlikî usulüne dair ilk eser yazan âlimlerden İbnü’l-Kassâr onun usulünü dayandırdığı esaslar olarak Kitap, Sünnet, icmâ ve kıyası (istidlâl, istinbat), Qâdî İyâz da Kitap, Sünnet, Kitap ve mütevâtir sünnet bulunmayınca icmâı ve sonra kıyası zikreder, Kur’an üzerine teolojik tartışmalardan uzak duran İmam Mâlik, bu tür tartışmaların, insanları ilâhî vahyin asıl amacından uzaklaştıracağını düşünüyor ve Kur’an’ı dinî hükümlerin ilk ve en önemli kaynağı kabul ediyordu. Kur’an Arapça olup lafız ve mânadan ibarettir; tercümesi onun yerine geçemez. Arap dilini ve çeşitli lehçelerini bilmeyen, Arap üslûbuna vâkıf olmayan kimselerin Kur’an’ı tefsir etmesi doğru değildir. Bir konuda Kur’an’da kanıt bulunuyorsa, o esas alınır.

Dinin ikinci kaynağı olan Sünnet, Kur’an’ın hükümlerini teyit ettiği veya açıkladığı gibi yeni hükümler de koyar. Kur’an ile âhâd sünnetin çelişmesi halinde, İmam Mâlik’in öncelikle Kur’an’ın zâhirine göre davrandığı, sünnetin icmâ, Medine ehlinin ameli (Medinelilerin davranışları) veya kıyasla güçlendirilmesi yahut mütevâtir olması gibi durumlarda ise, bununla Kur’an’ın umumunu tahsis ve mutlakını takyid ettiği bilinmektedir. Medine ehlinin ameliyle güçlendirilen bir haber-i vâhid, Kur’an’ın zâhirine takdim olunur. İmam Mâlik bir hadisle amel etmesi için râvilerin gerekli şartları taşımasını yeterli bulmaz, hadis metninin Kur’an ve Sünnet’teki genel kurallara, Medine halkının uygulamasına, maslahata ve sedd-i

36

Page 37: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

zerâi‘ prensibine aykırı olmamasını da arar, aksi takdirde bu hadisle amel etmezdi. Kesin bir delile dayanan kıyası haber-i vâhide tercih ettiği gibi, tevâtür yoluyla rivayet edilmesi gereken konularda da haber-i vâhidi delil olarak almazdı. Bu sebeple bazı hadisleri isnad bakımından güvenilir bulup rivayet ettiği halde, metne yönelik değerlendirmesine bağlı olarak bu hadisleri amelî hükümlerde almamıştır. Ebû Hanîfe ve diğer bazı âlimler gibi mürsel hadisle de amel etmekle birlikte, ancak güvendiği belirli kişilerin mürsellerini kabul ederdi. Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Ali b. Medînî, Ebû Dâvûd gibi hadis âlimleri onun mürsellerini diğerlerine tercih etmişlerdir.

Muvatta’da görüldüğü üzere İmam Mâlik icmâı sık sık kanıt olarak kullanır. Ancak onun bu konuda kanıt kabul ettiği icmâ, kendisinin yaşadığı şehir olan Medine’deki âlimlerin görüş birliğidir. Bu sebeple icmâa dayalı bir meseleden söz ettiğinde bu duruma işaretle “bize göre (bizim beldede) üzerinde birleşilen husus / bize göre üzerinde görüş ayrılığı bulunmayan husus” vb. tabirleri kullanır. Özellikle nas bulunmayan veya tefsire ihtiyaç duyulan yahut nassın delâletinin zâhir kabilinden olup tahsise ihtimali olan durumlarda icmâa başvurmuştur. Ona göre icmâın dayanağı yalnız Kur’an ve Sünnet değil kıyas da olabilir. Sonraki Mâlikî âlimlerinin genellikle Medine ehlinin ittifakından başka diğer ulemânın bir zamandaki ittifakını da icmâ olarak (icmâ-i ümmet) değerlendirdikleri görülür. Qâdî İyâz, İmam Mâlik’in Medine ehlinin icmâından başka icmâı kabul etmediğine ve Medineli fukahâ-i seb‘anın görüş birliğini de icmâ saydığına dair diğer mezhep mensuplarınca ileri sürülen iddianın doğru olmadığını söyler (Tertîbü’l-medârik, I, 71). Bununla birlikte Mâlik, diğer mezhep imamlarından farklı olarak Hz. Peygamber’in yaşadığı ve sahâbenin önemli bir kısmının bulunduğu Medine halkının uygulamasına büyük önem verirdi. Kur’an burada nâzil olmuş, sünnet burada uygulama alanı bulmuştur; halkının nesilden nesile bu dinî mirası nakletmesi sebebiyle yaşayan sünnetin merkezi olarak Medine diğer şehirlerden farklı bir konuma yükselmiştir. Medine halkının davranışlarının icmâ değeri taşıması, daha sonraki bazı Mâlikî bilginlerine göre, hem Hz. Peygamber’den nakil yoluyla gelen, hem ictihad ve istinbata (hüküm çıkarma) dayanan konularda söz konusu iken, diğer bazıları bunu sadece nakil yoluyla gelen hükümlerle sınırlar. Bu naklî icmâ (amel), mütevâtir sünnet derecesinde görüldüğünden, bununla âhâd haber ve kıyas terkedilir. Mâlikî bilginleri bu konuda görüş birliği içindedir. Dayanağı ictihad olan Medine ehli icmâının ise aynı şekilde delil olacağı, olamayacağı ve başka içtihatlara tercih sebebi de sayılamayacağı, yalnız diğer içtihatlara tercih edilebileceği şeklinde farklı görüşler nakledilmiştir. Muhammed el-Medenî Bûsâk, Mâlik’in Medine ehli ameline dayanan görüş ve fetvalarını bir araya getirerek incelemiş ve diğer mezheplerin görüşleriyle karşılaştırmıştır (el-Mesâilü’lletî benêhe’l-İmâm Mâlik ‘Alâ ‘Ameli Ehli’l-Medîne, I-III, Riyad 1421/2000).

İmam Mâlik’in istinbat metodunda sahâbe görüşlerinin önemli bir yeri vardır. İmam Mâlik fıkhî konularda Hz. Ömer’in fetva ve uygulamalarına ayrı bir önem verirdi. Aynı şekilde Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Hz. Âişe ve fakih sahâbîlerin görüşleri konusunda da uzmandı. Abdullah b. Ömer’in fetvalarını âzatlısı Nâfi‘den öğrenmek için yıllarca onun meclislerine devam etmiş, ayrıca hocaları vasıtasıyla Medineli meşhur yedi fakihten nakledilen sahâbenin fetvalarını, çeşitli konularla ilgili görüş ayrılıklarını öğrenmişti. Mâlik, sahâbe görüşünü geniş anlamıyla sünnet kategorisinde değerlendirdiği için el-Muvatta’da hadislerin yanı sıra sahâbe fetvalarına da geniş yer vermiştir. Nakledilen bir hadisle sahâbî görüşü çeliştiğinde, sahâbînin görüşünü de bir rivayet gibi değerlendirerek, güçlü bulduğunu alırdı. Bir konuda sahâbî görüşünü tercih etmesi re’yi sünnete tercih ettiği anlamına gelmeyip sahâbe fetvası da temelde sünnete dayandığından, bir bakıma daha

37

Page 38: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

güçlü sünnetin diğerine tercihi söz konusudur. İmam Mâlik, sahâbî fetvası seviyesinde olmasa bile, tâbiînin görüş ve fetvalarına da diğer birçok âlimden daha fazla itibar ederdi. Özellikle Ömer b. Abdülazîz, Saîd b. Müseyyeb, İbn Şihâb ez-Zührî ve Nâfi‘in görüşlerine önem verirdi.

İmam Mâlik’in usulünde önemli yeri olan bir başka delil mesâlih-i mürseledir. Dinin itibara aldığı veya ilga ettiği hususunda delil bulunmayan maslahatlardan hareketle hüküm verme (istislâh) metodunun ilk olarak onun tarafından kullanıldığı kabul edilir. Bu metodun kavramsal çerçevesini belirleyecek açıklamalar kendisinden nakledilmese de bazı konularda verdiği fetvaların bu prensibe dayandığı görülür. Sonraları Mâlikî mezhebini diğerlerinden ayırt edici bir özellik mahiyetini kazanan bu delil, istihsana da kaynaklık edecek bir genişlikte kullanılmıştır. Ancak maslahatın delil olarak göz önüne alınabilmesi için dinin genel kurallarına, kesin delillere aykırı düşmemesi, umumi ve mâkul olması, kendisiyle amel edildiğinde bir güçlüğün kaldırılması gerekir. İmam Mâlik, maslahatın kavranması konusunda aklı yeterli gören aşırı bakış açısıyla nassın literal anlamından ayrılmayan katı yaklaşım arasında orta bir yol tutmuştur. Onun sıkça başvurduğu delillerden biri de sedd-i zerâi‘ olup maslahatın gerçekleşmesi hususunda önemli bir işleve sahiptir. Buna göre helâle ve harama götüren araçlar onların hükmünü alır; umumi menfaati (kamu yararı) sağlayan şey istenir, zarara yol açan da önlenir ve yasaklanır. Bir davranış kendi başına mubah (sakıncasız) olsa da harama ve zarara aracı oluyorsa haram hükmünü alır. Bunun için İmam Mâlik, muâmelâtla ilgili ictihadlarında objektif unsur kadar, niyet kasıt ve sâikini göz önüne alan sübjektif metoda da önemli ölçüde yer verir.(Özel, 2003, XXVII/506-513)

Cengiz Kallek Fuqahâ-i Seb‘a (ve amel-i ehli Medîne) konusunda şunları not ediyor: “Medineli yedi tâbiîn fakihi. Sahâbe döneminden itibaren yetiştirdiği âlimlerle başlı başına bir okul oluşturan ve İslâm hukuk metodolojisine “amel-i ehl-i Medîne” (Medine halkının uygulaması) kavramının girmesine zemin hazırlayan Medine’de tâbiîn dönemi fakihlerinden yedisi ayrı bir şöhret kazanmıştır. Bunlardan Urve b. Zübeyr b. Avvâm (ö. 93/712), Sa‘îd b. Museyyeb, Ubeydullah b. Abdullah, Hârice b. Zeyd, Suleyman b. Yesâr ve Qâsım b. Muhammed b. Ebû Bekir (ö. 107/ 725) üzerinde ittifak varsa da yedinci fakih için Ebû Bekir b. Abdurrahman, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf ve Sâlim b. Abdullah b. Ömer olmak üzere üç farklı isim nakledilmektedir. Bu yedi fakihten bazıları hadis ve eser rivayetinde ön plana çıkarken, çoğunluğu fetva ve ictihad konularında meşhur olmuştur. Bunların önderlik ettiği Medine fukahasını, re’y ekolünü temsil eden Irak fakihlerinden ayıran en önemli özellik, hakkında herhangi bir hüküm bulunmayan konulardaki içtihatlarında, kıyas yerine daha çok adalet çerçevesi içinde halkın yararına olan çözümleri (maslahat) gözetmeleri ve farazî hususlarda fetva vermemeleridir. Medine’de Tâbiîn döneminin birinci nesil fakihleri ve özellikle bunlar arasında ayrı bir konuma sahip bulunan fukahâ-i seb‘a Hz. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Ömer, Hz. Osman, Hz. Âişe, Abdullah b. Abbas gibi fakih sahâbîlerin Kur’an ve hadis bilgisinin, fıkhî görüş ve usullerinin Nâfi‘, Zührî, Ebü’z-Zinâd, Rabîatürre’y, Yahyâ b. Saîd gibi bir sonraki nesli oluşturan Medineli fakihlere geliştirilerek aktarılmasının yanı sıra Medine fıkıh ekolünün oluşmasında da önemli bir rol üstlenmişlerdir. İslâm coğrafyasının genişlemesi, sosyokültürel şartların değişmesi ve yeni fıkhî meselelerin gündeme gelmesi karşısında bu fakihlerin ortaya koyduğu tavır ve getirdiği çözümlerin, sonraki dönemde daha da netleşen fıkhî ekolleşme ve metodolojinin, özellikle de Medine fıkhının oluşmasında önemli bir payı olmuştur. Bazı araştırmacılara göre, ilk fıkıh ekolünü oluşturan bu yedi âlime atfen yaşadıkları döneme “fuqahâ-i seb‘a asrı” denmektedir. Medine’deki tâbiîn ulemâsının, isimleri üzerinde dahi tam bir mutabakat sağlanamayan bu

38

Page 39: İmam Malik'in Muvatta'ında İktisat Ticaret Notları

yedi fakihten ibaret olmadığını belirten Joseph Schacht’ın iddiasına göre ise Tahâvî’nin (ö. 321/933) Şerhu Meâni’l-Âsâr ile (I, 163) Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin (ö. 356/ 967) Egânî’si (VIII, 96) fukahâ-i seb‘a kavramına yer veren ilk kaynakları teşkil etmektedir; dolayısıyla hicrî I. asrın sonlarında bilinmeyen bu terim sonradan uydurulmuştur. Tâbiîn dönemi Medine ulemâsının bu yedi fakihten ibaret olmadığı tarihî bir gerçektir. Ancak altı isim üzerinde birleşen kaynakların sadece yedincisinde ihtilâfa düşmesi, ayrıca fuqahâ-i seb‘a kavramının Tahâvî ve İsfahânî’den bir asır önce yaşamış bulunan İbn Sa‘d’ın Tabaqâtu’l-Kubrâ’sında yer alması, Schacht’ın tesbitinin çoğu zaman yaptığı gibi uydurma olduğunu göstermektedir. Ebu’z-Zinâd’ın (ö. 130/748) “haddesenî es-seb‘a” diye hadis rivayet ettiğine dair haberlerden (İbn Sa‘d, s. 319) anlaşıldığına göre fuqahâ-i seb‘a tabiri daha hicrî II. yüzyılın başlarında bilinmekteydi. Ayrıca Abdurrahman b. Ebü’z-Zinâd’ın (ö. 174/790) Kitâbü Re’yi’l-Fuqahâi’s-Seb‘a min Ehli’l-Medîne ve ma’khtelefû fîh (Medîneli Yedi Fakih’in Görüşleri ve Anlaşmazlık Konuları) adıyla bir eser yazdığına (İbnü’n-Nedîm, s. 315) bakılırsa hicrî II. yüzyılın ortalarında bu yedi âlimin içtihatlarının topluca ve karşılaştırmalı bir şekilde ele alındığı anlaşılır. İbn Hazm da hicrî II. yüzyıl âlimlerinden Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’in fukahâ-i seb‘anın üzerinde ittifak ettiği görüşleri bir araya getiren bir çalışmasından söz etmektedir.(el-İhkâm, II, 113). Fuqahâ-i seb‘anın fıkhî görüşleriyle ilgili olarak Abdullah b. Sâlih b. Abdullah er-Rüseynî Fıqhu’l-Fuqahâi’s-Seb‘a ve Eseruhû fî Fıqhı’l-İmâm Mâlik adıyla Mekke Ummu’l-Qurâ Üniversitesi’nde 1972 yılında bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır.(Kallek, 1996, XIII/214)

Çakan İsmail Lütfü (1992). Bilâl b. Hâris. DİA, VI/153

Çeker Orhan (2010). Süleyman b. Yesâr. DİA, XXXVIII/109-110

Dönmez İbrahim Kafi (1991). Amel-i Ehli Medine. DİA, III/21-25

Kallek Cengiz (2008). Sak. DİA, XXXV/584-586

Kallek Cengiz(1996). Fukahâi Seb‘a. DİA, XIII/214

Kandemir Yaşar (2006). el-Muvatta. DİA; XXXI/416-418

Malik b. Enes (1982). Muvatta. (çev. Ahmet M. Büyükçınar, Yaşar Erol, Ahmet Arpa, Durak Pusmaz, Abdullah Yücel). Al-Tuğ Yayınları. İstanbul: 1982

Özaydın Abdülkerim (1993). Câr. DİA, VII/158

Özel Ahmet (2003). Mâlik b. Enes. DİA, XXVII/506-513

39