Upload
gizem
View
556
Download
19
Embed Size (px)
Citation preview
975 - 405 - 390 - 1 93-34-y-0131-191
Yayın Hakları © GIOVANNI SCOGNAMILLO
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
Kapak Resmi ŞAHİN KARAKOÇ
Kapak Düzeni FATMA BOZKURT
Dizgi - Baskı ALTIN KİTAPLAR BASIMEVİ
1. BASIM/MART 1993
Bu kitabın her türlü yayın hakları
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince
Altın Kitaplar Yayınevi'ne aittir.
Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu işhanı
Cağaloğlu - istanbul
Tel: 522 40 45 - 526 80 12
511 51 00 - 511 32 26
Faks: 526 80 11
Giovanni Scogaamillo
İ6TANBUL GİZEMLERİ
BÜYÜLER, YATIRLAR,
İNANÇLAR
İÇİNDEKİLER
Sunuş
Eskilerin Gizemleri 9
Mekânlar ve Gizemler 28
İstanbul İnanışları 47
Gizemciler İstanbul'da 64
Örgütler ve Bireyler ., 86
Gizemde Çağdaş Olmak 107
Gizemler ve Yorumlar 129
İstanbul Büyüleri 151
Bir Son Deyiş Gibi 184
Kaynakça 187
SUNUŞ
Yüzyı l lardan beri İstanbul hakkında pek ç o k şeyler yazıldı,
İstanbul ' lu olan ve olmayanlar yazdı, İstanbul 'u bi len ve bi lme
yenler, İstanbul 'u yaşayan ve yaşamayanlar, iç inde bulunanlar
ve gel ip geçenler yazdı. İstanbul 'u Batılılar ve Doğulular yazdı,
t ü m değiş ik adları ile, heyecanla, merak, ilgi ve sevgi ile, şaşıra
rak, bazen bozularak. İstanbul yazıldı, yazılıyor ve hiç durmaksı
zın yazılacak, anlatı lacak ve araştırılacaktır, İstanbul İstanbul ve
d ü n y a d ü n y a o l d u ğ u sürece.
Dünyanın t ü m b ü y ü k ve eski kentleri , Roma, Paris, Londra,
Prag v.b. her z a m a n bir merkez g ö r e v ve işlevini gördüler. İstan
bul da böyledir: bir tar ih, kültür, sanat ve d ü ş ü n c e merkezi ola
rak. A n c a k İstanbul 'un bir farkı ve bir özell iği vardır, her zaman
olmuştur. İstanbul bir kültür, uygarlık ve bunlardan oluşan bir ina
nışlar potasıdır. D o ğ u ile Batının d e ğ i ş m e y e n bir bu luşma, kay
n a ş m a noktası, bir o d a k noktası ve ola ki «manyetik» bir alan.
Ve tar ihin y ü k ü n ü omuzlar ında taşıyan, tarihin izleri ile d o l u p
taşan her b ü y ü k ve eski kent g ib i İstanbul da gizemleri olan,
g izemler yaratan bir gizemdir. Ve öyle o lmayı sürdürüyor.
A n c a k «gizem» s ö z c ü ğ ü n ü kullandığımızda amacımız nedir,
bir araşt ırmaya girdiysek neyi, neden araştırmak istedik, ne tür
sonuçlar bekleyerek?
G i z e m bir sırdır, gizli tutulan, gizli anlamları, giderek değerle
ri o lan bir «şey»dir. Bir kavram, bir k u r a m , bir bi lgi, inanış, olay
dır g i z e m . Bir arayış ve evrensel bir sentezdir. Bazen bir hayal,
bir fantezi, bir masal da olabilir hatta bir uydurma. Ancak bir kişi,
t o p l u m ya da bir kent için g izem bir «arka yaka», bir «gizli yüz»,
bir b i l inmeyen v e y a açıklanamayandır, öyle de olabilir.
Bu araşt ırmanın a m a c ı alternatif, belki az bi l inen, unutu lmak
üzere olan, sararmış yapraklarda, kaynaklarda kalmış bir İstan
bul portresini ç izmektir, iç inde yaşadığımız bu kentin d o ğ a ü s t ü -
c ü , d ü ş ü n d ü r ü c ü ola k i eğlendir ici kimliğini saptamaktır, d ü n ü n ü
ve b u g ü n ü n ü , karanlıklarını ve tedirginl iklerini başka ve değiş ik
bağlantı larla b a ğ l a m a k ve olanakların dahi l inde, «resimlendir
mek.»
İstanbul kendi başına bir gizemdir, bir g i z e m tarihi ve bir
gizemler merkezid ir her tür ve çeşid inden. Ve İstanbul yüzyıllar
d a n beri süregelen bir arayışın buluşma noktasıdır, ö lümsüzler in,
gizli ve b i l inmeyen üstünlerin, bilgelerin, gizemci ler in ve de şarla
tanların uğrağıdır.
Onların ve başkalarının arayışı biz im de arayışımız o l d u bu
sayfalar b o y u n c a , katılmanızı di lediğimiz heyecanl ı bir m a c e r a y a
yol açtı.
Bize böy le bir maceraya çıkabi lmemiz için olanak tanıyan
Hüsnü Terek'e, bizi sürekli yüreklendiren, kaynak avına çıkan
Orkun Uçar 'a t e ş e k k ü r ü bir b o r ç biliriz.
Popüler g izemlere ekranlarını açan özel kanalların m o d a
deyimiyle «bizi iz lemeye d e v a m edin!»
G I O V A N N I S C O G N A M I L L O
BIRINCI BÖLÜM
ESKİLERİN GİZEMLERİ
Fethedilen İstanbul 'dan ö n c e bir Bizans vardır ya da bir
D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ve o n d a n ö n c e de bir Bizans öncesi,
g ide gide mitoloj in in inanışlarına, efsanelerine ve O l i m p o s ' u n tan
rılarına kadar varan.
Ç o k geri lere g id ip M.Ö. 667 yılına ulaştığımızda karşımıza ilk
Byzant ion'u kuran Megara'l ı lar çıkıyor. Ya d a h a d a h a öncesi? Ya
Bizans'tan ve İs tanbul 'dan ç o k ö n c e buralara kadar gel ip yerle
şen Keltler?
Her insanın yaşamı - v e k e n d i s i - nasıl k i zamanla çözülen
veya hiç ç ö z ü m l e n m e y e n , aksine derinleşen bir g i z e m ise kentle
rin yaşamı ve g e ç m i ş i de bir başka gizemdir, özell ikle İstanbul
gibi «merkez» o l a n kentler için.
İstanbul 'u 1550'lerde ziyaret e d e n Flaman gezgincis i Ogier
Ghisen v o n B u s b e e k kendine bir s o r u sorar: «Bütün dünyanın
başkent i burası mı?» diye. Ve Fransız ozanı A l p h o n s e de Lamarti-
ne bir y o r u m d a bulunur: «Doğa burasını dünyanın başkenti
o l m a k için yaratmışa benziyor» diyerek.
İstanbul 'a gel ip heyecanlar g e ç i r e n ç o ğ u Batılıların g ö r ü ş ü
d ü r bu ve bu g ö r ü ş ü n ne denli d o ğ r u o l d u ğ u n u İstanbul 'da yaşa
y a n bizler herkesten d a h a iyi bi l iyoruz.
Eski o lmak, ç o k g e ç m i ş ç o k g ö r m ü ş o l m a k h e m bir ikim,
h e m de bir ayrıcalıktır. Belirli, kalıcı, göz le görülebi len, elle d o k u -
nulabi len izler taş ımak - k i , bir eski kent için bunlar surlar, kale-
- 9 —
ler, hisarlar, binalar v . b . ' d i r - başka, bu izlerin geçmişin i , g e ç m i ş
anlamlarını ç ö z m e k başkadır.
İstanbul herkesi çekiyor: yazarı, ozanı, d ü ş ü n ü r ü , araşt ırma
cıyı, maceraseveri, meraklıyı, burnu havada turisti, bir a n d a d u y
gulananı ve s o ğ u k s o ğ u k bakanı, önyargılı olanı ile bi lgi, ö l ç ü ile
değerlendireni. Ve bir g e r ç e k «merkez» o l d u ğ u n d a n istanbul, bil i
nen ve bi l inmeyen olanaklar s u n d u ğ u n d a n , t icaret erbabı g e z g i n
ciyi de çeker.
1260 yılında Venedik ' ten Nicolo ve Maffeo Polo adlı iki kar
deş gelir İstanbul'a. Polo kardeşler İstanbul'a yerleşirler, başka
Venedik'l i ler gibi , t icaret yaparlar, Kırım'a, Volga nehrine, Buha-
ra'ya kadar uzanırlar, mal alıp İstanbul 'da satarlar. D o k u z yıl s o n
ra Venedik'e dönerler. Yıllar geçer ve g ü n ü n bir inde Polo kardeş
ler yeniden görünür ler Galata'daki Venedik l i ler in arasında. Bu
kez en küçük kardeşleri o lan M a r c o ' y u da getirirler yanlarına ve
İstanbul 'dan uzun ve ç o k ünlü yolculuklarına çıkarlar, «ipek
Yolu»nu izleye izleye.
D ö n ü ş 1295'te oluyor; Trabzon'dan kalkan bir g e m i ile İstan
bul 'a dönerler. Sonra Venedik 'e, yanlarında ö lümsüz bir haziney
le, M a r c o P ol o 'nun gezi notlarından oluşan «İl Milione» (Mi lyon)
adlı seyahatnameyle dönerler.
Çin yo lunu tutan g ö z ü p e k maceraseverlerin, zeki ve g ir işken
tüccarların k o n u m u z o lan kentsel gizemlerle ne ilgisi var ki?
Çağrışımsal olsa bile ilgi apaçık ortadadır: Polo' lar ve onları
izleyenler, bi ldiğimiz kadarıyla g izemci değil ler, inanç sahibi, d i n
lerine bağlı insanlardır. A n c a k D o ğ u ' n u n ve U z a k d o ğ u ' n u n oluş
t u r d u ğ u gizemi, artı b u n u n parasal, t icari potansiyel ini, İstan
bul 'da yıllarca kalmış olan Nicolo ve Maffeo Polo iyi bi l iyorlar.
«Merkez» İstanbul, bu kimliği ve geleneği ile onlar için bir «ka
p ı d ı r , bir kaçınılmaz bağlantıdır ve bu bağlantıya inanarak, g ü v e
nerek arayışlarına başlıyorlar.
Bunu bir parantez, bir «tırnak arası» sayıp d a h a geri lere
dönel im.
Boğaziçi ve kıyıları, bir sonraki b ö l ü m d e ayrıntılı o larak g ö r e -
- 10 -
ceğimiz gibi , mitoloj ik efsaneler ve kahramanlar la d o l u p taşıyor.
Ve Boğaz iç i 'nden başlayan bu inanışlar gel ip S a r a y b u r n u ' n a
kadar dayanırlar.
Bizans'ın en eski tar ihçi ler inden biri o lan H e s y c h i u s ' a göre
Bizans önces i ilk yerleşim yerler inden biri de S a r a y b u r n u ' n d a ,
bölgenin kralı olan, Barbisius taraf ından kuruluyor. Daha sonra
kurulan kenti surlarla kapatan ve Barbis ius 'un kızı Phidelia ile
evlenen Byzas, efsaneye göre, deniz ler tanrısı P o s e i d o n ' u n
o ğ l u n d a n başkası değildir.
Böy lece Byzas'ın adını alan ilk Bizans (Byzantion) tanrısal
ya da yarı tanrısal bir kimlik ve ö n e m kazanmış oluyor, her ne
kadar olayın geris inde - m i t o l o j i d e sık sık r a s t l a n a n - bir ırza
tecavüz d u r u m u yatıyorsa da. Tanrı Poseidon, Byzas' ın annesi
olan ve kendi de tanrı s o y u n d a n gelen güzeller güzel i Kerassa'yı
iğfal ederek bu d u r u m u yaratıyor.
İki kıtayı birleştiren, Batı 'dan, O r t a d o ğ u ' d a n , U z a k d o ğ u ' d a n
ve unutulan, y o k o lmuş ve kayıp uygarl ık lardan gelen kültürleri
barındıran ve kaynaştıran İstanbul 'da, kentin ilk kuru luşundan
ş imdiye dek, g izem d a i m a vardı ve vardır, her çeşidi ve y o r u m u ,
eği l imi ile.
T ü m kaynakları tarayabi lmek olanaksızsa bile elde edebi ldi
ğimiz kaynaklardan seçtiğimiz, kimi bağıntısız gibi g ö r ü l e n efsa
neler, inanışlar ve olaylar k o c a m a n ve kendi iç inde kendini
t a m a m l a y a n bir mozaik, dev boyut lu bir duvar resmini o luşturu
yorlar. A n c a k boyutlarını saptayabi lmek için her şeyi birbir ine iyi
ce karıştırmak, birbiri ile iyice karşılaştırmak, çarpıştırmak gereki
yor, y o r u m y a p m a k t a n , varsayım y ü r ü t m e k t e n , çağrışımları kul
lanmaktan hiç ç e k i n m e d e n .
Bil inen ve bi l inmeyen, varolan ve yitiri len, kaçırılan kaynak
lar...
Fetih önces i ve Fetih sonrası is tanbul 'u terkeden Bizanslı bil
ginler beraberler inde kaynak ve bilgi kaçırıyorlar. İster sonradan
bunları başkalarıyla paylaşsınlar, ister paylaşmasınlar.
İ talya'ya sığınan Bizanslı Gemiste Phleton, Ef latuncu akade-
misinin öğreti ler ini meslekdaşlarına iletiyor; Verona' l ı Guarini ise
Bizans'tan iki sandık d o l u s u elyazması kaçırıyor, birini yo lcu luk
esnasında yit ir iyor, ikincisindekileriyse hiç k imseye göstermiyor,
açıklamıyor.
Bizans'tan kaçıp değerl i metinleri, elyazmaları - b u ara Efla-
t u n ' u n başyapı t lar ın ı- Batı'ya ulaştıranlar arasında kimler y o k ki:
J o h a n e s A r g y r o p u l o s , T h e o d o r u s Gaza, Demetr ius C h a l c h o n d i -
lis, A n d r o n i c o s Chal l istos, M a r c o Musurus, J o h a n n e s ve Costan-
t inos Lascaris kardeşler gibi bi l im adamları ve aydınlar.
Rönesans'a yol açacak o lan feodal düzenl i Orta Ç a ğ için
Bizans bir bi l im, bi lgi kaynağı ve bir gelenektir ç ö k m e s i n e neden
olan t ü m aşırılıklarına karşın. Hatta ve hatta lanetli bir gelenektir,
b o l c a şeytanlık ve büyücülük kokan. H e m , anlatılanlara g ö r e ,
İmparator Just in ien, Aya Sofya'yı inşa ett i rebi lmek için Şeytan'
d a n bile yardım istememiş miydi?
Bizans yıkılıyor ancak Bizans'ın tar ih inde bazı i lginç ve dik
kat çekici olaylar yüze çıkıyor.
Tarihin devresel dönemler ve dönüşler le kendini sık sık tek
rarladığını bi l iyoruz ve bunlara tar ihin iniş ve çıkışları deriz, öyle
kabul ederiz.
Bir Yüce Costant in ' i ele alalım ve hiç y ü c e o l m a y a n bazı dav
ranış ve eylemlerine bir göz atal ım:
- Costant in kayınpederi o lan M a x i m u s ' u ö ldürtüyor, kayınbi
raderi olan Licinius'u boğazlatıyor, oğlu Cr ispus 'u ve yeğeni Luci-
nius'u katlettir iyor. Derken eşi o lan İmparator içe Fausta'yı kay
nar bir b a n y o d a boğdurtuyor .
Costant in ' in ailesi de aynı şeki lde saltanatını sürdürüyor,
d a h a d o ğ r u s u s ü r d ü r m e y e çalışıyor: Costant in ' in iki o ğ l u cinayet
lere kurban gidiyorlar, ikisi hariç (12 yaşındaki Gallus ve 6 yaşın
daki Julianus) t ü m yeğenleri askerler taraf ından öldürülüyor lar.
Cinayetleri üst lenen ise imparatorun s o n üç o ğ l u oluyor, yani
Constant in, Constant ve Constance. Ü ç ü de kısa süre sonra, tra
jik şekilde ölüyorlar ve 337 yılında işlenen y e ğ e n kat l iamından
\
kurtulabilen Jul ien de fazla uzun ö m ü r l ü o l m u y o r , saltanatı salt
üç yıl sürüyor.
Kanlı bir ai lenin öyküsüdür b u , siyasal oyunlar ın, saray entri
kalarının, hırs ve kıskançlıkların bir s o n u c u . Gizemli bir ö y k ü hiç
deği ldir ancak gizemlerle dolu bir o r t a m d a geçiyor, ç ü n k ü kanlı
bir saltanat süren, son d ö n e m i n d e iy iden iyiye çığr ından çıkan
bu Bizans aynı z a m a n d a kentin içinde bulunan kutsal ya da kut
sal gibi bil inen emanetler in k o r u y u c u s u k o n u m u n d a d ı r .
Nedir bu kutsal gibi bi l inen emanet ler ve Fetih öncesi
Bizans'ta ne tür gizemlerin kaynağını o luşturuyor lar?
1554'te İstanbul 'u ziyaret e d e n ve gezi notlarını «İstanbul ve
Anadolu 'ya Seyahat Günlüğü»nde t o p l a y a n A l m a n bi lgin ve araş
tırmacısı Hans Dernschvvam yazılarının bir kısmını şu şeki lde sıra
lıyor:
- Havari Andre'nın tabut iç inde beyaz ketene sarılmış cese
di (ceset 1210'da İtalya'nın Amalf i kentine o r a d a n da 1462'de
Roma'ya nakledi l iyor aslında),
- İsa'nın y e ğ e n i Z e b e d e u s ' u n eşi Maria Sa lome'n in t a b u t u ,
- İsa'nın bağlanıp işkence edi ldiği renkli, cilâlı bir taş.
Dernschvvam, Batı'nın kutsal emanetler i bir yana, bize 16.
yüzyıl İs tanbul 'undan ilginç gözlemler de veriyor:
«Bizim Elçihanın yanında bir a d a m bir köşeye b ü y ü c e k bir
sandık yerleştirdi. Sandığın içini darı ile d o l d u r d u . H e m e n h e m e n
çıplak bir vaziyette bir örtüye bürünerek yalnız başı dışarda kala
cak şeki lde bir sandığın içine girdi ve darıların arasına gömüldü.»
d iye anlatıyor A l m a n gezgini. «Türkler bu herifi evliya sandılar ve
o n a y iyecek içecek taşımaya başladılar. Bu a d a m ı n etrafında baş
ka fakirler g e c e g ü n d ü z oturuyorlar. Zamanla herif öyle şişmanla
dı ki, b o y n u d o m u z b o y n u n a benzedi, yanakları da borazancı
yanakları gibi tombul laşt ı . Padişah c ivardan g e ç i p g iderken ona
d u a eder durur.»
Batı'nın kutsal saydığı emanetler i hiç tart ışmadan ve y o r u m
y ü r ü t m e d e n kabul eden Dernschvvam, d o ğ a l olarak Evliya Çele-
bi 'n in k a l e m i n d e n çıkmışa benzer bu Darılı Evliya'ya, haklı ya da
- 13 -
haksız, bir fırsatçı g ib i bakıyor, bir inanışın - b i r inanışa d ö n ü ş e b i
len bir o l a y ı n - başlangıcını çiziyor. Burada i lgimizi ç e k e n de
A l m a n yazar ve hümanist in y o r u m u n d a n ç o k bu Darılı Evliya'nın
yarattığı olay ve etrafında toplanan başkaca « fak i r lerd i r . Evliyalık
bir yana, «yöntem»in ne denli uygulandığı ve kabul lendiği , nasıl
izleyici ve taraftar b u l d u ğ u Demschvvam'ın çizdiği canl ı sahne
d e n ortaya çıkıyor.
Meraklı ve iz lenimci A lman g ü n c e yazarı, kitabının başka bir
yerinde, ilgisini ç e k e n hatta tanık olanları hayrete d ü ş ü r e n başka
ve ç o k d o ğ a l g ib i g ö r ü n e n bir o laydan da söz açıyor:
«Akbabaların k a y b o l d u ğ u bir sırada, 31 A ğ u s t o s t a ve 14
Eylülde bir karga geldi . Ali Paşa Caminin ve bizim k o n a ğ ı n karşı
sında yüksek, eski Roma'l ı lardan kalma bir sütun üzerine k o n d u .
Acı acı öt tü. Halk b u n u da çok acay ip ve gayritabi i b u l d u ve hay
retler içinde kaldı.»
G ü n l ü ğ ü n yazarı bu kez herhangi bir y o r u m y ü r ü t m ü y o r ,
dolayısıyla bu iş bize kalıyor ve hiç hayret e t m e m e k l e birl ikte,
nakledilen olayı i lginç b u l d u ğ u m u z d a n 440 yıl s o n r a bir «naif»
d e n e m e y e gir işiyoruz.
Olay asl ında s o n d e r e c e doğaldır: İlkin akbabalar İstanbul '
d a n ayrılıyor, g ö ç ediyorlar, sonra iki ayrı g ü n d e bir k a r g a geli
yor, bir sütuna k o n u p «acı acı» ötüyor. Ancak olay bu denl i
d o ğ a l ve basit ise yazarımız neden b u n u k a y d e t m e k ihtiyacını
d u y u y o r ?
Yazın s o n günler inde akbabalar mevsimlik g ö ç l e r i n e başlar
lar ve tar ih ne o lursa olsun, kargalar bir yere konarak h e p öter
ler. Civar halkı n e d e n b u n u acayip sayıyor ve İs tanbul 'u ziyaret
etmekte olan bir yabancı neden b u n u g ü n l ü ğ ü n e geçir iyor?
Kaldı ki, d u y u l a n hayret salt çevre halkında deği ld ir , A l m a n
hümanist inde de beliriyor.
Dernschvvam bir araştırmacıdır, tarihsel ve arkeoloj ik eserler
tutkunudur, hobisi eski Roma kitabelerinin kaydını tutmakt ır . Gün
lüğü b o y u n c a (en azından bizi i lgi lendiren İstanbul b ö l ü m l e r i n
de), dinsel emanetler bir yana, salt somut, pratik şeylerle i lgilen
mektedir. Darılı Evl iya'dan söz etmesi halkın saflığını bel i r tmek
açısındandır ancak, g ö r ü n ü ş t e acı acı veya tatlı tatlı ö t e n bir kar
gaya yer ve z a m a n ayıracak birine hiç benzemiyor.
Benzemiyor fakat bu elyazması ko leks iyoncusu k ö k l ü bir
hümanist aydınıdır ve böy le o l d u ğ u n d a n hiç kuşkusuz karganın
simgesel anlamını bi l iyordur.
Ya nedir kapkara karganın s imgelediği?
Değişik inançlara g ö r e karga tanrıların habercisidir, kehanet
lerde bulunur, yalnızlığın imgesidir ve aynı z a m a n d a ö l ü m ü n de '
habercisidir. Kargalar hep acı acı öter. Gelgelel im ant ik g i z e m c i
ler, kehanetleri çözenler, kargaların ses tonlar ında her biri ayrı
bir an lam taşıyan, 64 değiş ik sesi ayırmayı bil irlermiş. Üstel ik kar
ga, siyah rengi ile s imyadaki iş lemlerde ç ü r ü m e adını a lan süre
cin de simgesidir.
Ya sütun neyi s imgeler?
Sütun y a ş a m ağacıdır, bilgidir, g ö k y ü z ü ile yeryüzü arasın
da bağlantıdır, Tanrının g ü c ü n ü belirtir, evrensel ve t insel bir s im
gedir.
Sonuçta civar halkını hayretler iç inde bırakan karganın ö t m e
si bir g ü n c e m a d d e s i oluyor, özel olay kimliğini kazanıyor, t ü m
doğall ığına karşın. Bu uzattığımız bir abartma deği ldir, bu
Demschvvam'ın notlar ından da çıkan bil inçli bir yöntemdir , ola
ğan görüleni , sayılanı deşmekt ir , anlamını, d o ğ u r d u ğ u , bağlandı
ğı s imgeleri çözmekt ir , görü lenin ve bi l inenin ötesine gitmektir,
bel ir lenmeyeni aramaktır. Bir teknikt ir bu ya da bir çeşit bi lgel iğin
yoludur.
İstanbul kentinin içerdiği , kapsadığı ve d o ğ u r d u ğ u gizemler
zaman z a m a n tarihsel ya da folklor ik açıdan araştırıldıysa da bir
t ü m olarak pek değer lendir i lmedi . Oysa ki, i lerdeki b ö l ü m l e r d e
çeşitli ve değiş ik örnek lerden görü leceği gibi , enine b o y u n a araş
tırılması gereken geniş, i lginç bir konudur.
İstanbul gizemleri sistemli bir şeki lde araştırı lmadıysa da Tür
kiye gizemleri , en azından bir on yıl öncesine kadar, Haluk Ege
m e n Sarıkaya taraf ından kapsamlı bir yaklaşımla tar ih b o y u n c a
— 15 —
araştırıldı ve y o r u m l a n d ı . İstanbul kenti de, doğal olarak nasibini
aldı.
Sarıkaya'nın çalışmasını tararken bir dizi i lginç, g i z e m d o l u ,
çıkış noktası olarak kul lanabi leceğimiz ve tart ışmaya her z a m a n
açık olaylarla karşılaşırız, ö r n e ğ i n :
- İstanbul 'da 16. yüzyı lda yaşamış olan şair Bâlı Efendi bir
g e c e , d ü ş ü n d e g e n ç yaşta ö len arkadaşlarından Piruza Ali 'yi
g ö r ü r ve o n d a n bir a r m a ğ a n ister. Düşteki Piruza Ali bir kâğıda
biraz toprak k o y u p d ü ş ü g ö r m e k t e olan şaire verir, Bâlı Efendi
de kâğıdı sarığının kıvrımına yerleştirir, d ü ş biter.
Ertesi g ü n bu d ü ş ü n ü arkadaşlarına anlattığında eliyle aynı
hareketi yapar, sarığını kurcalar ve d ü ş ü n d e kendisine veri len içi
t o p r a k d o l u kâğıt parçasını bulur...
İnanılmaz Ö y k ü l e r ' d e n bir ö r n e k denilecektir, öyle de y o r u m
lanabilir üstelik, bu çal ışmamızda amacımız psişik olayların üze
r inde d u r m a k t a n ç o k her t ü r d e n örnekler vermek o l d u ğ u n d a n
yüzyıllar ö n c e s i n d e n kalma böy le bir olayı «çeşni»den de sayabil i
riz. Ancak araştırmacı Sarıkaya'nın «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n d e n
aktardığı bu olay, klasik anlamı ile, bir «apor» olayıdır ya da spiri-
tüalistlerin, ruhçuların tanımlamasına g ö r e kapalı bir mekânın iç in
de dışardan (transfer) ya da öte d ü n y a d a n bir veya birkaç nesne
nin getiri lmesidir.
Bilinen ve izlenilen bil imsel kurallar bu ve bu gib i olayların
s o m u t bir açıklamasını yapamadıklar ına göre eskiden kalma bu
«apor» olayını g izemler imiz in arasına, t ü r ü n ü n bir klasik ö r n e ğ i
olarak, katmayı u y g u n gördük.
Sarıkaya kitabının başka bir yer inde, bir başka i lginç o lay da
naklediyor bu kez yerini de belirterek. Araştırmacıya g ö r e Beya
zıt, S o ğ a n a ğ a Mahallesi, Cami Sokağında, 1970'lerin sonlar ında
halen yerinde d u r a n bir apartmanın yükseldiği eski bir evin bah
çesinde bulunan, taşla d o l d u r u l m u ş , bir kuyudan imdat istercesi
ne uzanan bir el b i rçok kez görü lmüştür .
Kullandığımız kaynakta bu elin kimler taraf ından ve hangi
zamanlarda g ö r ü l d ü ğ ü bel ir t i lmediğine göre, büyük bir olasılıkla,
gösteri len m e k â n d a hiçbir araştırma yapı lmamış ve o lay (şayet
gerçek bir o laydan söz edebil irsek) İs tanbul 'un g izeml i inanışla
rın kayıtlarına böyles ine geçmiştir.
Öte d ü n y a d a n gelen içi t o p r a k d o l u kâğıt parçalar ı , d o l d u r u l
m u ş kuyulardan çıkan eller ve değiş ik bir türün k a p s a m ı n a giren,
kediler ve farelerle ilgili bir başka olay...
«1921 yılında, bir gece, İstanbul 'daki Asaf Paşa Tekkesinde
bir toplantı yapıl ıyordu.» diye anlat ıyor Sarıkaya. «Aralarında Ney
zen Tevfik' in de yer aldığı davetli ler, a k ş a m y e m e ğ i n i yemişler,
yatsı namazı vakt ini bekl iyorlardı. O sırada şeyhlerden biri, oda
nın orta kısmını boşalttırarak, davetl i lerin odanın iki yanına çeki l
melerini istedi. Şeyh, kapının karşısına rastlayan duvar ın önüne
o t u r d u ve s a ğ el indeki tespihini çekerek dualar o k u m a y a başla
dı. Az sonra, açık kapıdan içeriye farelerin girdiği g ö r ü l d ü . Fare
ler, d o ğ r u d a n şeyhin sağ yanına giderek, bir sıra oluşturdular.
Şeyh bu kez tespih i sol eline aldı ve duasına d e v a m etti. İzleyen
lerin hayret d o l u bakışları arasında, kapıdan içeriye ikinci bir hay
van g r u b u girmişt i . Bunlar, farelerin d o ğ a l düşmanlar ı o lan kedi
lerdi. Farelerin üzerine atılacakları yerde, onlar da şeyh in sol tara
fında sıralandılar. Kediler, gözlerini farelerin üzer ine dikmişler,
ağız ve bıyıklarını oynatıyorlar a n c a k sanki aralarında bir engel
varmış gibi, farelere d o ğ r u bir harekette bu lunmuyor lard ı . Bu
d u r u m , on beş dak ika kadar b ö y l e c e d e v a m etti. S o n u n d a şeyh
gene ö n c e farelerin ve arkasından da kedilerin, geldikler i şekilde,
kapıdan çıkarak gi tmeler ine izin verdi.»
Bu olayı naklett ikten sonra Sarıkaya b u n u hayvanlardaki
parapsikoloj i açıs ından inceleyebi leceğimizi bel irterek hayvanla
rın kendilerine yansıtı lan tepkileri (burada s ö z k o n u s u olan bir tep
kiden ç o k bir çağr ı ya da bir komutadır) paranormal y o l d a n algı
layıp beklenen yanıtı verdiklerini açıklıyor.
Burada bir an dural ım: ilkin bir «apor» olayını g ö r d ü k , sonra
d a n bir b e d e n l e n m e , s o n u n d a da bir psi ya da bir h ipnoz d u r u
m u n u . Bunları b iraraya get i rd iğ imizde ne gibi bir ortak noktayı
ö n e sürebiliriz?
— 17 — istanbul Gizemleri / F: 2
Ortak nokta şu ki ü ç ü de, aynen ve aktarıldıkları şekil leri ile
kabul edi ldiklerinde, bizleri normal ötesinin, parapsikoloj ik olanın
«ruhsal» alanına götürüyor lar .
Şair Bâli Efendi 'n in ö y k ü s ü , ister gerçek, ister u y d u r u l m u ş
kurallara uyan, benzerler in in sürecini izleyen bir «apor» dur, şu
farkla ki, bir d ü ş ü n akışı iç inde yer alıp düşle gerçek arasında bir
k ö p r ü kurmaktadır, düşsel p landa görü len bir nesneyi aynı a n d a
g e r ç e k plana aktarmaktadır. Bu açıdan ele alındığında, kurgusal
olabi lmesi olasılığı bile, i lginçliğini hiçbir şekilde zedelemiyor.
Üstelik, anlatılan ö y k ü d e , d ü ş t e ifade edilen bir isteğin somut laş
ması d a - y a n i d ü ş ü n dışına taşıp g e r ç e ğ e aktarılması d a - olaya
değişik bir boyut kazandırıyor, varsayımsal düşüncelere yol açı
yor.
Beyazıt'ın bir mahal lesinde kuyudan çıktığı söylenen el ise,
benzeri b i rçok kaynaklarda bulunabi len, bir «hayalet öyküsü»-
dür, ister kuyuda kalan bir inin, ister o yerde - b ü y ü k bir olasılıkla
şiddet s o n u n d a - ö len, katledi len birinin.
Şeyhin çağrısına uyan fare ve kedilerinin olayı ise b u g ü n bili
min de kabul ettiği bir uzaktan telkin örneğidir, şartlı refleks deği l
se de trans veya h ipnoz durumlar ına ait ve bunlara ö z g ü kurallar
la açıklanabilen bir olaydır.
Y o r u m y ü r ü t m e k kolay gibi g ö r ü n ü y o r s a da, bir y e r d e n s o n
ra, öneml i olan anlatılan ö y k ü d e k i , dile getir i len inanıştaki d u r u m
lardan ç o k bu durumlar ın çağrıştırdığı bi l inmeyenler ve açıklana
mayanlardır.
Eskiden kalma kaynaklar tarandığında, bir zamanların İstan
b u l ' u n u n birçok i lginç kişileri yeniden dirilir gibi oluyor, b i r ç o k
gizemli olaylar sanki y e n i d e n y o r u m l a n m a k istercesine karşımıza
dikil iyor.
Evliya Çelebi 'ye kulak verd iğ imizde 17. yüzyı ldan k a l m a bir
Kapanî Deli Safer D e d e ile karşılaşırız. Ya da Unkapanı 'ndak i
ekmekçi Ali Çelebi 'nin kızgın fırında uyuyan, oradan çıkıp denize
atlayıp g ö z d e n kaybolan, y e d i yıl sonra Cezayir 'den dilsiz d ö n e n
— 18 -
ve ö l ü m ü n d e n sonra Unkapanı 'nın dışındaki H o r o z D e d e mezarı
nın yanıbaşında g ö m ü l e n Safer Dede'n in ö y k ü s ü .
Kızgın fırına gir ip mışıl mışıl uyuyan bir a d a m ı n ö y k ü s ü n e
inanmak zor gel iyorsa bile, ateş üstünde yürüyenler i ya da kendi
kendilerini yakanları, birden parlayıp kül olanları d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z
de Evliya Çelebi 'ye daha bir anlayışla kulak verebi lmemiz olası
oluyor.
1885'te Üsküdar 'da iyi tanınan, yakışıklı, terbiyel i y o r g a n c ı
kalfası Besim, t e m m u z ayının sıcak bir g ü n ü n d e işyerinde fenala
şıp c a n ver iyor ve kalabalık bir cenaze tören i ile Karacaahmet
mezarlığına g ö m ü l ü y o r .
Ertesi g ü n ise Besim yeniden tezgâhının başında görülüyor.
Ancak rengi iyice sararmış, kararmış bir ö lü rengine d ö n ü ş m ü ş
tür. Şaşkın mahallel iye Besim başından geçenler i anlatır: g e c e
mezarında kendine gelmiş, bağırmaya başlamış, mezarın yakınla
rında â lem y a p m a k t a olan bir fahişe ile iki b içkin sesini d u y m u ş
lar ve mezarı kazıp o n u kurtarmışlar. Çıplak kalfaya biçkin lerden
biri d o n u n u , d iğer i gömleğin i giydirmiş, fahişe o n u feracesi ile
sarmış ve y o r g a n c ı dükkânına kadar götürmüşler.
108 yıl ö n c e Üsküdar' ı ayağa kaldıran bu «dirilme», bu
«ölümden d ö n m e » olayı b u g ü n bir katalepsi veya s e n k o p örneği
gibi değerlendir i l ince eskinin «garip» ve «gizemli» ö y k ü s ü normal
boyutlarına, olağanlığına kavuşur.
Eskiden İstanbul 'da geçt iğ i söyleni len ve kentimizin folklo
runda yer leşip normal bir süreç içinde değer lendir i lmeyen olay
lar da vardır. Bunlardan biri de 17. yüzyı ldan kalma «sönmeyen
mum» ö y k ü s ü d ü r .
M e h m e t Şeyda bu ö y k ü y ü şöyle anlatıyor:
«Yalancının m u m u yatsıya kadar yanar demişler. M u m sön
dü âlemleri demişler. Bir de s ö n m e y e n m u m var. On yedinci yüz
yılda is tanbul 'da Mevlevi Mehmet Dede adında bir ermiş-kaçık
yaşarmış. Bu dede, kar d e m e z , buz d e m e z yalınayak, başı
kabak gezermiş. Tipide, fırtınada g e c e yarıları bir şamdanla dola-
şırmış. O t ipide, f ırt ınada bütün sokakları dolaşır d a , şamdanında-
ki m u m bir tür lü sönmezdi.»
En bunaltıcı sıcaklara ve en d o n d u r u c u soğuklara, nerdeyse
çırılçıplak, günlerce ve haftalarca dayanabi len «yogi» ya da Hint
«fakir»i örnekleri çoktur . Oysa t ü m meteorolo j ik dalgalanmalara
dayanabi len ve s ö n m e y e n bir m u m garipl ikler ya da gizemler tar i
hine g e ç m e y e hiç kuşkusuz hak kazanmış sayılabilir!
Evliya Çelebi 'ye d ö n e l i m ve 1302 yılında Çelebi ' nin Unkapa-
nı 'nda d ü n y a y a geld iğ i anlatılan gözler i al al, ateş saçan, b u r n u
n u n orta direği o l m a y a n bir ç o c u ğ a geçel im.
«Kırmızı g ö z l ü çocuk» deni l i rmiş ç o c u ğ a . Bu ç o c u k bu luğa
erdiğ inde ç içek hastalığına tutuluyor, derisi t ü m d e n soyuluyor,
yılan örneği, al t ından da kırmızı bir der i çıkıyor, üstelik t ü m d e n
tüysüz.
Yıllar geçiyor, ç o c u k «ahlakı güzel», anlayışlı, herkesle iyi
g e ç i n e n fakat k o n u ş m a s ı zor anlaşılan bir delikanlı o luyor. Evleni
yor, bir attar d ü k k â n ı açıyor ve kendi gibi kırmızı tenl i , b u r n u n u n
orta direği o l m a y a n , kısa süre sonra ölen bir y a v r u n u n babası da
oluyor.
Kırmızı gözlü, kırmızı tenli a d a m , «Revan yılı ö lüp, Kasımpa
şa'da bizim mezarl ığın yanında gömüldü,» der Evliya Çelebi
ö y k ü y ü böylece sonuçlandırarak.
Batı kaynaklarını karıştırdığımızda «garip» ya da «esraren
giz» o lmaktan ç o k «dehşetengiz» yaratıklarla karşılaşırız, İstan
bul 'da yaşadıkları söylenen; Kedi Kadınlar ve Kurt Adamlar gibi .
İstanbul 'un Kedi Kadınlarından söz eden Amerikal ı r o m a n c ı
ve senaryo yazarı G u y Endore oluyor, ilk baskısını 1934'te
y a p a n , «Paris'in Kurt Adamı» (The Werewolf of Paris) adlı yapıtın
da.
Endore kurgusal bir ö y k ü y ü anlatıyor fakat, 1870 yılının
K o m ü n ayaklanmasında geçen bir Kurt Adamın macerasını anlat
tığında, k o n u s u n u ayrıntılı bir araştırma ile destekl iyor, d a h a
ö n c e yazmış o l d u ğ u başkaca tarihsel romanların yaptığı gibi (Ca-
sanova; Jeanne d ' A r c v.b.) .
«Paris'in Kurt Adamı»nın bir b ö l ü m ü n d e G u y E n d o r e «likan-
tropi» olaylarına, insanı kurda d ö n ü ş t ü r e n durumlara d e ğ i n d i ğ i n
de bunlara dünyanın her yer inde inanıldığını belirt ip, örnekler i
arasında, İskandinavların Ayı Adamlar ını , Kızılderililerin Bizon
Adamlarını, Afrika'nın Sırtlan Adamlarını ve İstanbul 'un (Endore
«Constantinople» diyor) Kedi Kadınlarını da katıyor, onlarla ilgili
bu bilgiyi vererek:
«Bir saç tokasını kullanarak pir inç tanelerini yerler ve bilirler
ki, yaratıkların mezarl ıklarda kurduklar ı sofrada, karınlarını iyice
dolduracaklardır.»
Az bir şey yerler g ö r ü n ü r d e bu Kedi Kadınlar, ç ü n k ü temel
gıdalarını mezarl ıklardan, mezarlardaki ceset lerden t e m i n eder
ler, onlara benzer başkaca yaratıklarla birl ikte.
Mezarl ıklarda sofralar kurup cesetleri parçalayıp y iyen bu
«yamyam» Kedi Kadınlar kimlerdir, nereden çıkmadırlar?
Amerikal ı yazar E n d o r e bir k o r k u romanını yazıyor ve el inde
ki folklor malzemesini buna göre kullanıyor, yorumluyor, kurgulu-
y o r ve gerekt iğ inde abartıyor. Yazar, büyük bir olasılıkla, Kedi
Kadınlar diye fo lk lorumuzda ve masallarımızda geniş bir yer
tutan, her kılığa g iren cadı lardan, cadı karılardan söz etmek isti
yor ve bu cadıları kendi savına u y g u n şeki lde biçimliyor.
S o n u ç t a G u y Endore 'un romanındaki İstanbul 'un Kedi
Kadınları, İstanbul 'un Cadıları, C e h e n n e m Kadınları oluyor,
ç o c u k teker lemeler inde bile anılan:
Ne ne Nermini
Ç o k y e m e peynir i
Peynir seni ö ldürecek
C e h e n n e m e g ö t ü r e c e k
C e h e n n e m i n kadınları
İs tanbul 'un cadıları
Çık pik
N e r d e n geldin o r d a n çık.
«Cadılar, hort layan ölülerdir,» diye açıklar Prof.Pertev Naili
Boratav. «Onlar üzerine de pek ç o k hikâyeler anlatılır. Çokluk,
kadınların c a d ı olduklarına inanılır; cadı-karı s ö z ü bu inanıştan
gelmel i . A m a , erkeklerden de 'çadılaşan'ların b u l u n d u ğ u n a tanıt
belgeler vardır. Türk geleneğindeki cadı, aşağı yukarı, Batı inanış-
larındaki vampire'\ karşılar. Cadılar mezarlardaki taze ölüleri çıka
rıp ciğerlerini yer lermiş. Bir Rumeli anlatmasından öğrendiğ imize
göre eskiden cadıları zararsız hale sokan u z m a n 'cadıcılar' olur
muş. Cadılar üzerine inanış ve hikâyeler, A n a d o l u ' d a n ç o k İstan
bul ve Rumeli bölgeler inde yaygın olsa gerek...»
Boratav' ın vurguladığı cadı-vampir ilişkisini ve «cadıcılar»ı
kanıtlayan i lginç bir belgeyi M e h m e t Şeyda sunuyor:
«Aşağıdaki yazı 1833 yılında Tırnava kadısı A h m e t Şükrü
Efendi taraf ından hükümet merkezine gönder i lmiş, Takvım-i
Vekâyi gazetesinin 69'ncu sayısında yayınlanmıştır:
T ırnava'da cadılar türedi. G ü n battıktan sonra evlere d a d a n
maya başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbir ine
katar ve bazen içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde b u l d u ğ u yas
tık, y o r g a n , şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır. İnsanların
üzerine taş, t o p r a k , çanak ve ç ö m l e k atar. Hiç k imse bir şey
göremez. Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış. Bunlar
çağrıldı, s o r u l d u : 'Üzerimize sanki m a n d a ç ö k m ü ş sandık l 'dedi-
ler. Bu y ü z d e n mahalle halkı evlerini başka y a n a taşımışlardır.
Kasaba halkı bunların cadı deni len habis ruhların eseri o l d u ğ u n
da ittifak etti. İsl imye kasabasında cad/cılık ile tanınmış Nikola
adındaki a d a m getiri ldi ve kendisiyle sekiz yüz kuruşa pazarlık
edildi. Bu a d a m ı n elinde resimli bir tahta vardı (bir «ikona»).
Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzer inde çevirir, resim hangi
mezara bakarsa, cadı o mezardaki habis ruh imiş. Büyük bir kala
balık ile mezarl ığa gidi ldi. Resimli tahtayı p a r m a ğ ı n d a çev i rmeye
başlayınca resim, sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalar ın
d a n olan Tek inoğlu Ali A lemdar ile Apti A l e m d a r deni len iki şaki
nin mezarlarına karşı d u r d u . Mezarlar açıldı. Cesetleri yar ım misli
büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer, d ö r d e r p a r m a k uzamış
bulundu. Gözlerini kan bürümüş, gayet k o r k u n ç idi. Mezarlıktaki
bütün kalabalık b u n u g ö r d ü . Bu adamlar, sağlıklarında her tür lü
pis çirkin işi yapmış, ırza, namusa, mala saldırmış, a d a m öldür
müş, ocakları kaldırıldığı z a m a n her nasılsa yaşlarına bakılarak
cel lada ver i lmemiş, ecelleri ile ö l m ü ş kişilerdi. Sağlıklarında yap
tıkları yetmemiş g ib i ş imdi de halka habis ruh olarak tebel leş
olmuşlardı. Cadıcı Nikola'nın tanımına göre, bu g ib i habis ruhları
defetmek için cesetlerinin g ö b e ğ i n e birer ağaç kazık çakılır ve
yürekleri kaynar su ile haşlanır imiş. Ali A lemdar ile Apt i A lem
dar' ın cesetleri mezarlarından çıkarıldı. Göbekler ine birer ağaç
kazık çakıldı ve yürekler i bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat
hiç tesir e tmedi . Cadıcı, 'Bu cesetleri y a k m a k gerek... ' dedi . Bu
hususta şer 'an da izin ver i lebi leceğinden, izin veri ldi. Ve iki yeni
çerinin mezarlar ından çıkarılan cesetleri mezarl ıkta yakıldı ve ç o k
şükür kasabamız da cadı şerr inden kurtuldu.»
İstanbul 'dan bir hayli uzaklaştık ancak, bağlant ıdan bağlantı
ya ve örnekten örneğe, Kedi Kadınlardan yola çıkıp fo lk lorun,
Rumeli ve İstanbul fo lk lorunun cadılarına ve cadıcılarına, g iderek
vampir lere kadar vardık.
Tırnava Kadısı'nın naklettiği olay, her ayrıntısı ile, türün litera
türüne u y g u n bir vampir olayıdır. Kandan veya parçalanan ceset
lerden söz edi lmiyorsa da - b i z i m Yeniçeri Vampir ler ortalığı bir
birine katmakla yetiniyorlar, ne h i k m e t s e ! - olayın geçmiş i ve
özellikle, cadıcının yöntemler i klasik çizgileri izlemekteler. Arada,
kuşkusuz bazı «nüans» farkları eksik değildir, ö r n e ğ i n kazık
g ö b e k t e deği l de göğüste, kalbin hizasına çakılır, yürekleri kay
natmak kadar cesetler in kellelerini uçurtmak da geleneğe göre
etkin bir çaredir v . b .
Vampir ya da günbatımı ile şafak vakti arasında diri len,
mezarından çıkan, insanlara saldırıp kanlarını e m e n canavar
evrensel inanışlara, Babi l 'den kalma örneklere ve bunları yüzyıl
lar b o y u n c a inceleyen kapsamlı folklorik-tarihsel araştırmalara
temel teşkil ett iyse de Türk ve İstanbul folklorlarında pek bir yeri
yoktur, v a m p i r - c a d ı bağlantısı ve kriminoloj i kayıtlarında yer edin-
miş olan, 70'li yılların başlarından kalma, «Cihangir Vampir i» gibi
olaylar bir yana.
Nedir ki Batı'nın v a m p i r inanışları, fo lk loru ve l i teratürüne
yönel ik bazı kaynaklara g ö z attığımızda i lgimizi ç e k e n bazı «bilgi
ler» ve «kişiler»le karşılaşmış oluruz.
1884'te, B u d a p e ş t e Üniversitesi ö ğ r e t i m üyeler inden ve «Şar
kiyat» akademisin in k u r u c u s u , Prof. Armin ius V a m b e r y ' n i n yayın
ladığı özyaşamsal kitabı «Arminius Vambery: yaşamı ve macera
l a r ı n d a Türkler 'deki bazı vampir inanışlarına da d e ğ i n m e k t e d i r .
Macar di l inin kökenler in i araştırmak amacıyla Orta Asya 'ya kadar
derviş kılığında y o l c u l u k eden V a m b e r y ' y e göre:
- Osmanl ı lar 'da yaygın bir inanışa göre, vampir ler ağaç
kavuklarında gizlenirler, oralarda avlanırlarmış;
- Ele geçir i len vampir ler, kelleleri kesi ldikten sonra, bir
çuvala k o n u p denize atılırmış.
Daha yakın bir kaynak ise İstanbul 'da yaşayan, «özel» bir
kan bankasını işleten «gerçek» Kont Dracula'yı ayrıntılı bir şekil
de anlatmaktadır.
Kaynak 1965 tarihl i «Fate» (Yazgı) adlı Amer ikan dergisidir,
olayı kaleme alan ve bu «gerçek Dracula»yı İs tanbul 'da ziyaret
eden Leo Heiman adlı bir yazardır.
Yıllar yılı vampir k o n u s u n u araştıranlar tarafından «güvenilir»
(?) bir kaynak olarak bakılan, seçki lerde yer alan yazıya göre
Kazıklı Voyvoda'nın s o y u n d a n olan Kont Alexander Cepesi ,
Romanyal ı o lup 1947 yılında, kızıl saçlı eşi Olga ile bir l ikte, İstan
bul 'a yerleşiyor, bir «özel kan bankası»nı kuruyor, k iş i lerden kan
ve plasma satın alıyor ve de Türk hastanelerine, Kızılay'a pazarlı
yor.
Yazar Heiman, Kont Cepesi ile İstanbul H i l ton 'un barında
buluşuyor ve söyleyişini, konta ait Jküçük bir yelkenl inin de barın
dığı, İstanbul Yat K u l ü b ü n d e sürdürüyor.
Kont doğal olarak bir vampir uzmanıdır, a i les inden kalma
eski kaynakların, değer l i elyazmalarının sahibidir, B o ğ a z i ç i ' n e
bakan beş odalı bir da i rede yaşıyor, eşi, iki kedisi ve bir p a p a ğ a
nı ile birlikte. İki de kızı vardır bu «gerçek» Dracula 'n ın, biri bir
Fransız cerrahına evli, d iğer i de bir Türk bankacısına.
Sohbet b o y u n c a kan kırmızısı «Yassıada»(!) şarabını y u d u m -
layan kont, atası Kazıklı Voyvoda'n ın, paralı asker V l a d o Cepe
si' nin ö y k ü s ü n ü uzun uzun anlatıyor.
İlk başta V lado acımasız, k o r k u n ç bir T ü r k düşmanıdır,
1450'de bir gönül lü o r d u s u n u n başında Osmanlı lara karşı savaşı
yor. Nedir ki, Fet ih'ten kısa süre sonra saf değişt i r iyor, Hıristiyan
kardeşlerinden v a z g e ç i p Osmanlı ların tarafına g e ç i y o r o r d u s u
ile. Eflâk'ı ele geçir iyor Vlado ve karşılığında V o y v o d a (Prens)
unvanı ile ödül lendir i l iyor, Srinca dağının etekler inde yükselen
kalesine yerleşiyor.
Sadist ruhlu, kan d ö k m e k t e n , eline geçeni kazığa çaktırmak
tan korkunç bir zevk alan V lado Dracul (Ejderha) zamanla ipin
u c u n u iyice kaçırıyor ve 1477'de, O r d e a savaşında, Osmanlı lar
tarafından y o k edil iyor.
Yıllar g e ç i y o r ve g ü n ü n bir inde mezarı açı ldığında içi b o ş
bulunuyor...
Atasını böy le anlatıyor İstanbul 'daki «kan bankası»nın sahibi
kont ve Vlad D r a c u l ' u n s o y u n u n tek vampir i o l d u ğ u n u , ne olur
ne olmaz, ısrarla v u r g u l u y o r (Kazıklı Voyvoda'n ın g e r ç e k ö y k ü s ü
nü merak edenler ise Osmanl ı tarihini karıştırıp güveni l ir bir kay
naktan öğrenebi l i r ler).
Leo Heiman' ın yazısı 1980 yılında yeniden g ü n d e m e geldi
ğ i n d e Amerikal ı bir araştırmacı (Fern S. Miller) yazarın kimliğini
ç ö z m e y e çalışıyorsa da onunla ilgili pek bir iz bu lmuyor. Yazıyı
yayınlamış olan «Fate» dergisi Heiman' ın adresine sahip o lmadı
ğını söylüyor, İsrael 'de (Hayfa) bir Leo Heiman' ın adresi bu lunu
yor a m a adrese gönder i len m e k t u p cevapsız kalıyor v.b.
Yazının içeriği ile i lgilenen kuruluşlardan «Vampir Bilgileri
Değiş Tokuşu» (Vampire İnformat ion Exchange, Rochester, N e w
York)na g ö n d e r d i ğ i m i z bir m e k t u p t a hususları bel ir t iyorduk:
1 - Yazının yayınlandığı 1978 yıl ından beri h içbir c idd i v a m
pir ya da Dracula araştırmacısının Cepesi ile t e m a s etmemiş
olması, onunla ilgili herhangi bir bilgiyi i letmiş o lmaması o l d u k ç a
gariptir,
2 - Vlad D r a c u l ' u n s o y u n d a n o l d u ğ u n u söyleyen bir inin
İstanbul'a yerleşmiş olması , bir «kan bankası»nı işletmesi ne d e n
l i acay ip ise bu kişinin, g e r ç e k Vlad Drakul 'un değil de kurgusal
Dracula'nın unvanı o lan, kont unvanını kullanması üstelik soyadı
olarak Vlad'a yakıştırılan «Kazıklı» (Tepesh, Cepesi) adını u y g u n
bulması bir o kadar acayipt ir,
3 - Romanya ve İstanbul ile ilgili bilgiler çok az, y e t e r s i z v e
tutarsız,
4 - İstanbul 'da y a b a n c ı uyruklu bir kişinin ya da herhangi
özel bir kişinin bir «kan bankası»nı işletmiş olabi lmesi olanaksız
dır,
5 - Alexander Cepesi adlı birine ne İstanbul telefon rehberle
rinde, ne de iki ayrı yat kulüplerinin kayıtlarında rastlanılmamıştır.
Sonuçta 1980'den bu yana ne yazar Heiman, ne de kahra
manı Kont Cepesi hakkında hiçbir haber alınmadığı g ib i «kay
nak», bir d ü z m e c e ya da kaynak olarak, arşive kaldırıldı.
Bir de 1960 yılında istanbul basınını meşgul e d e n , «Yeni
Akşam» gazetesinde manşet konusu olan vampirler vardır. Nedir
ki, bunlar da t ü m d e n u y d u r m a ve Edouard Rodit i 'nin kara mizah
türündeki «istanbul Vampir ler i : ç a ğ d a ş iletişim yöntemler i k o n u
sunda inceleme» (The Vampires of İstanbul: a study in m o d e r n
c o m m u n i c a t i o n methods) adlı ö y k ü s ü n ü n kahramanlarıdır.
Cadılar, Kedi Kadınlar, Vampirler ve de İstanbul 'un Kurt
Adamları...
Kaynağımız yeniden Batı 'dan almadır ve bir uzmanın, bir
Fransız araştırmacısının imzasını taşımaktadır. İnancımız ve y ö n
temimiz şu ki, bir yerlere varabi lmek için, tek ve de bi l imsel (de
ğilse de yan-bil imsel) yol kaynakların önyargısız karıştırılması ve
gerekt iğinde çatıştırılmasıdır. Bazen ç o k ufak bir nokta, değers iz
gibi görünen bir ayrıntı, satırların arasına karışmış bir satır, ilgisiz
sandığımız bir ad, bir referans bize yararlı bağlantılar, aydınlatıcı,
yönlendir ici çağrışımlar sağlayabil iyor.
Gizemcil ik k o n u s u n d a k i kitapları ile tan ınan Fransız Roland
de Vil leneuve Kurt Adamlar ı ve vampir ler i araştıran bir çal ışmasın
da 1542'de İstanbul 'da sürü hal inde g e z e n Kurt A d a m l a r d a n söz
ediyor. Vil leneuve, 17. yüzyıl yazarı J a c q u e s d ' A u t u n ' u n «Sihir
bazlar ve Büyücüler K o n u s u n d a Bilimsel İnançsızlık ve Cahil Saf
lık» (L' incredul i te savante et la credul i te ignorante au sujet d e s
Magiciens et d e s Sorciers, Jean Mol in yayını, L y o n 1671) adlı
çal ışmasından aşağıdaki alıntıyı veriyor:
«Sultan, has askerleri ile birlikte, si lahlanıp saraydan çıktı;
kurt a d a m l a r d a n yüz elli kadarını surlara d izdi fakat bunlar, top la
nan halkın gözler i önünde, surlardan atlayıp kayboldular.»
D'Autun'un anlattığı, de Vi l leneuve'un naklett iği bu o laydaki
Kurt Adamlar kurtlar mı y o k s a İstanbul 'un eski ve ezeli dert ler in
d e n biri o lan başıboş köpekler mi?
Orası hiç belli değildir. A n c a k sultanın (ki belirti len tar ihte
Kanuni Sultan Süleyman'dır) silah kuşanıp vahşi k ö p e k sürüleri
nin peşine d ü ş m e s i hiç düşünülebi l i r mi?
Eski kaynaklardaki eski «olaylar» y e n i d e n ele alınıp y o r u m l a
nınca efsanenin ya da inanışın yerini «uydurmaca» alıyor...
Ancak, her ayrıntı ve bilgiyi kul lanmak pahasına, D o ğ u
gizemci l iğ inin sayılı araştırmacılarından İdris Şah'ın bir n o t u n u
da ekleyel im.
«Arapların s ö z ü n ü ettiği bir başka b ü y ü (sihir) şekli M a s k h '
dır ya da insanları hayvana d ö n ü ş t ü r m e sanatı. Batı'da,» ekler
İdris Şah «buna l ikantropi (kurt adam) derler...»
— 27 —
IKINCI BÖLÜM
MEKÂNLAR VE GİZEMLER
Kıyı kıyı B o ğ a z i ç i bir efsane, destan, mitos ve g i z e m şeridi
dir, her köşesinde eskiden hatta ç o k eskiden kalma çarpıcı, çeki
ci ve hayal g ü c ü m ü z ü zorlayan bir ya da birkaç iz taşır. Bir yo l ,
bir geçiş, bir kapıdır Boğaziçi , isteyene Karadeniz'e, isteyene
Marmara'ya açı lan.
Gelişigüzel bir «güzergâh» çiz i ld iğinde bile yola çıktığınız her
yer bir masalın, eski bir inanışın, d a h a da eski kahramanlar ın ve
kahramanlıkların, sevgi lerin ve bilgeliklerin tılsımlı bir noktası gibi
dir.
Kahramanlar, krallar, kraliçeler, tanrılar, ermişler ve efsanele
r i yaratanlar! Gürol Sözen' in d e d i ğ i g ib i : «Efsane d e y i p g e ç m e
yin. Efsanelerde güzel ler in yanısıra g e r ç e k yatar. H e m de boylu
boyunca.»
Altın Post 'u ele g e ç i r m e k için Karadeniz'e açı lan 55 kürekli
A r g o s gemisi g e ç i y o r Boğaz 'dan, nice ünlü, k imi b i l imci , kimi
yarı tanrısal yolcular ı ve gemici ler i ile. Kimler y o k ki, o g e m i d e !
J a s o n var seferi düzenleyen ve yöneten, gemiy i inşa edip ona
adını veren usta A r g o s , Truva savaşlarına neden o lacak güzel
Helena'nın kardeşleri Castor ve Pollux, erişi lmez o z a n Orfeus,
canavar Minotor 'u ö l d ü r e c e k olan Theseus.
Ve dünyanın en güçlüsü diye bi l inen Herkül bile var, Yuna
nistan'dan Karadeniz 'e kaçırılan kanatlı k o ç u n p o s t u n u arayanla
rın arasında. Artı bir dizi macerasever bi l im a d a m ı : İ d m o n , A m p -
hiaros ve M o p s o s gibi .
Altın P o s t ' u n ö y k ü s ü bi l inen bir ö y k ü d ü r : J a s o n , Medea'nın
yardımı ile, p o s t u koruyan ejderi ö ldürüyor, istediğini e lde ediyor
ve geri d ö n ü y o r . Altın Post 'un ö y k ü s ü bir arayışın ö y k ü s ü d ü r
ancak, d ikkat edel im, asıl i lginç o lan bu ö y k ü n ü n , bu maceranın
izlediği «yol»dur.
D o d o n a tapınağının kehanetler yağdıran ağacın kerestesi ile
inşa edilen A r g o s gemisi de kehanet lerde bulunuyor, ç ü n k ü «ko
nuşan» bir gemidir. Denize açı lan bu k o n u ş a n , ses veren g e m i
bir arayışın aracı oluyor; d e n i z d e n bir y o l c u l u k yapılıyor, y a ş a m
ile ö l ü m arasındaki ince çizgiyi, ayırımı s imgeleyen denizden.
Denizleri aşarak, Boğaz iç i 'nden geçerek, Altın Post ya da
bilgi yen iden elde ediliyor. Bat ı 'dan çal ınan ve D o ğ u ' y a getiri len
bilgi geri d ö n ü y o r s a da bu bi lgiye erişebi lmeleri için Jason" un ve
o n u izleyenlerin Batı'yı D o ğ u ' d a n ayıran - y a da Batı'yı D o ğ u ile
b i r l e ş t i r e n - bir geçi t ten, bir b o ğ a z d a n g e ç m e l e r i gerekiyor.
J a s o n ' u n tehlikelerle (deniz kızları, ateş soluyan boğalar,
yarı kartal yarı kadın canavarlar) d o l u y o l c u l u ğ u bilgiye sahip
o lmak isteyen, kaynağına (Karadeniz'e) ulaşan ve aradığını elde
eden g e r ç e k bir «giz sahibi»nin y o l c u l u ğ u değildir. J a s o n bir iha
net işleyerek bi lgiye sahip olabil iyor, c e h e n n e m e kadar iniyor,
d e ğ i ş i m d e n geçiyor, oysa gerçekten arzuladığı bi lgi ve e r d e m
değil servet ve güçtür.
Yunan mitolo j is inden kalan bu efsane, b ü y ü c ü Sirse'nin kral
Ulises'e anlattığı bu ö y k ü b izce iki aç ıdan i lginçlikler taşımakta
dır:
1) B o ğ a z i ç i ' n d e n geçiş,
2) Altın Post 'un (bilginin) Karadeniz 'den güçlenerek, Batı'ya
d ö n m e s i .
Yoksa, Fransız Louis Charpent ier 'n in d ü ş ü n d ü ğ ü gibi ,
D o ğ u ' y a açı lan kapı (Boğaz) ve D o ğ u gibi sayılan A n a d o l u (Kü
ç ü k Asya) Atlantis k ıyametinden kaçan, çeşitl i yerlere (Kafkasya,
— 29 —
İr landa, İngiltere) sığınan ve engin bilginlerin taşıyıcısı olanların
barınakları, g iderek merkezleri mi oldular?
A r g o s gemis i ger i d ö n ü y o r , yeniden Boğaz iç i 'nden geçiyor,
zorunlu olarak. A r g o n o t l a r boğazın iki kıyısında saltanat kuran
Bebriker ' in kralı A m i c u s ' a karşı savaşırlar ve gal ip geldikler inde
onlara yardım e d e n kanatlı c in Sostenion'a İst inye'de (Stenya,
Sostenion) bir tap ınak inşa ediyorlar.
A n a d o l u Kavağı 'ndan geçiyor konuşan g e m i A r g o s v e b u
kez yo luna olaysız d e v a m edebi l iyor ç ü n k ü bir çıkıp bir batan
adalar çoktandır devingenl ikler ini yitirdiler.
Boğaz kıyılarında az olay yaratmıyorlar bu Argonot lar, Altın
Post 'u kapıp geri d ö n d ü k l e r i n d e : Kral Amicus, Pol lux'a m e y d a n
okuyor, onunla d ö v ü ş ü y o r ve vuruluyor. İst inye'de bu o laydan
s o n r a inşa edi ldiği söyleni len tapınak bir yana, Pollux, Bey
k o z ' d a bir defne ağacını d ik iyor ve sonradan, bu ağacın dallarını
kıranlar çıldırıyorlar veya başka bir y o r u m a göre, g ö r ü n m e z o lu
yorlar.
Fakat neden bir defne ağacı ve defne ağacının delil ik veya
görünmezl ik le ne ilgisi vardır, olabilir?
Defne ağacının yaprakları ile eskilerin, antiklerin krallarına,
kahramanlarına, tanrılarına taçlar ördükler ini bi l iyoruz ç ü n k ü def
ne bir seçkinlik, bir yücel ik anlamını taşıyordu. Nedir ki, bazı ina
nışlarda s ö z k o n u s u o lan defne ağacının içinde bir hayl i değişken
ve del işmen bir r u h u n gizlendiği söyleniyor. Bazen bir ç o c u k
kadar şakacı bir ruh, bir c inmiş b u , ısrarlı, t u t t u ğ u n u k o p a r a n ,
bir inden hoşlandığında o n d a n hiç ayrı lmayan, h e p izleyen.
Z a m a n oluyor ki, bu ruh veya c in, ısrarlı bağlılığı y ü z ü n d e n , k â b u
sa dönüşüyor, bağlandığı insanları taciz ediyor. S o n u ç t a sabırları
nı tüket iyor (çıldırtıyor) ya da kaçmalarına, kaybolmalar ına (gö
rünmez olmalarına) neden oluyor.
İstinye'de g izeml i özellikleri ve güçler i olan bir d e f n e ağacı
diki l irken Medea, Tarabya'y ı (Therapia'yı) kuruyor. H a n g i M e d e a
bu? Hiç kuşkusuz b ü y ü c ü Medea, d a h a ö n c e J a s o n ' u n yanında
g ö r d ü ğ ü m ü z ve ilerde, kocasının ihanetine bir karşıt olarak
çocuklarını ö ldüren ve antik t ragedyanın unutulmaz ve lanetli kişi
ler inden biri o lan.
Tarabya'nın anımsanan eski adı Therapia oluyor, yani Şifa,
ancak d a h a önceki adı ise Farmakeus'dur, Zehir leyen'dir. Efsa
nelere kulak verecek olursak ilk Tarabya'n ın bu tür bir ad alması
nın nedeni de, Jason'a destek o l d u k t a n sonra peşine düşen,
Medea'nın t ü m sahil b o y u n c a d ö k t ü ğ ü zehirdir.
Boğaziç i 'n in her köşesinde, her şirin, destansal k ü ç ü k
k o y u n d a bir giz bizleri bekliyor ve ant ik inanışlardan diri l ip bizle
re yeniden sorular soruyor, kıyıdan kıyıya bir g izem zincir ini kuru
yor, ister bağıntılı ister (görünüşte) bağıntısız.
Bir zamanların Büyükderes i 'nde bin yıllık bir çınar yüksel irdi
B e y k o z ' u n defne ağacı kadar gizemli ve efsaneler yaratan. Kimi
eski tarihçi lere g ö r e 1097 yılında haçl ı lardan G o d e f r o y de Bouil-
lon bu ağacın altına yatmıştı, d a h a sonraki kimi tarihçi lere g ö r e
de De Boui l lon hiçbir zaman B ü y ü k d e r e ' y e ayak basmamıştır.
Bu tarihsel ç ınardan Fransız yazarı Theophi le Gautier söz
ediyor efsaneye inanarak, bu tarihsel çınarı İstanbul 'da yayınladı
ğı «Revue de Constantinople» dergis in in 20 Şubat 1876 tarihli
sayısında Vikont Alfred de Gaston anlatıyor uzun uzun.
Çınarın g izemi nerede diye sorulacak. Çınarın g izemi kendi
sinde, yaşında ve yaşından dolay ı neden o l d u ğ u efsanelerde.
Başka bir deyimle gizemleri yaratabi lmek için her şey her z a m a n
yeterlidir. Her şey her zaman bir çıkış noktası olur ve en öneml i
si, eskiden, ç o k eskiden kalmış her nesne, yer, bina ve kalıntı
taşıdığı izlerle, anımsattırdığı olaylar ve kişilerle kendi içine kapan
mış bir gizemdir.
İstanbul sarıp sarmalayan efsanelere göre antik Kabataş'ta
ya da Ajant ion'da yunuslar b o l c a görünür, sesleri g ü n b o y u n c a
d u y u l u r d u . A r g o s ' u akla getirerek, mesafeleri aşarak ve mitosu
gerçeklere bağlayarak deniz kızlarının sesi ile yunusların sesini
bir tutabil ir iz, ç o k ç a yürütülen ç a ğ d a ş bir y o r u m ve yaklaşımla.
Deniz kızları efsanevi yaratıklardı, şarkıları ile denizci ler in,
gemici ler in akıllarını çelen. Buna bir d i y e c e ğ i m i z yok (bir z a m a n
lar Amazonlar, tek g ö ğ ü s l ü savaşçı ve anaerki l kadınlar da efsa
nevi sayı l ıyordu, tarihsel bulgular onların g e r ç e k olduklarını kanıt
layıp b iz im Karadeniz 'e bağlayıncaya dek!) fakat yunuslar, b o ğ a
zın ve Marmara'n ın yunusları bir gerçektir, en azından İ s t a n b u l l u
lar için bir yar ım yüzyıl öncesine kadar bir gerçekt i .
Kabataş'ta mitoloj ik kanun çalgıcısı Chalkis ' in taksimleri ile
yunuslar ı mestetmesi , ç o b a n C h a n a n d a s taraf ından ö ldürülen bir
yunusa bir mezar inşa etmesi de bu ç o k eski gerçeğin şiirsel bir
s imges inden başka bir şey değildir.
Kabataş' ta yunuslar ve K u r u ç e ş m e ' d e (antik adı ile A n a p -
lus) sütunların tepesine t ırmanıp yıl larca kalan Bizans'ın keşişleri:
433'te keşiş S i m e o n bir sütunun tepesine yerleşip 27 yıl o r a d a
kalıyor, 460'ta yer ine g e ç e n Daniel ise aynı sütunun tepesinde 34
yıl yaşıyor, çi le çekerek.
B o ğ a z ruhun arındığı, inanışların kanat gerdiği fakat, aynı
zamanda, ordular ın çarpıştığı bir çeşit özel b ö l g e gibidir: Rumeli
H isan'ndan 700.000 kişilik o r d u s u n u n başında Kral Darius g e ç i
yor, 1097'de Rumeli Hisarı 'nda haçlılar k a m p kuruyor, kenti talan
ederek. S o n u n d a 1453'te Fatih Sultan M e h m e t tarihin yeni bir
d ö n e m i n i açıyor.
Bir o r d u g â h merkezi o luyor tarihi b o y u n c a Rumeli Hisarı
oysa unutmayal ım ki, hisarın b u l u n d u ğ u t e p e n i n adı, bir z a m a n
lar, Evliyalar d i y e bil inirdi ve bir ziyaret yer iydi D u r m u ş Dede'n in,
Şeyh İsmail M a a ş u k ' u n , Şeyh Hassan Sarif i 'nin ve başkalarının
mezarlarını içerdiğinden.. .
Boğaz t u r u m u z u sürdürel im: K i r e ç b u r n u balık lokantaları ile
ünlü şirin bir mekândır, aynı z a m a n d a ç o k eskiden kalma bir
efsanenin içerdiği bir ahlak dersinin de yeridir.
K i reçburnu ile Kefeli arasında adı Sadık Kaya olan bir kaya
bu lunurdu ve Bizanslı Dionis ios'un anlattığına bakılırsa seferden
d ö n e n iki denizc i arkadaş, g ü n ü n bir inde, biriktirdikleri paraları o
kayanın alt ındaki bir yere gizlemişlerdi. S o n r a biri yalnız kaldığın
da, geri d ö n m ü ş paranın t ü m ü n ü a l m a y a kalkışmış. Kalkışmış
a m a başaramamış ç ü n k ü kaya vere vere salt kendine ait o lan
parayı almasına izin vermiş, sadık ve sadakate bağlı bir kaya
o l d u ğ u n d a n .
Ya Emirgân? Emirgân' ın lanetli bir yer o l d u ğ u n u , en az ından
antikler tarafından öyle sayıldığını k im düşünebi l i r ki?
Derler ki Emirgân' ın adı K iparodes iken o r a d a bir tapınak
yükselirmiş üç lü bir tanrıça o lan Hekate'ye adanmış.
Emirgân ve b ü y ü c ü l ü ğ ü n , cehennemin, uğursuz kavşakların
üç yüzlü, eli meşalel i, peş inden uluyan köpekler i ç e k e n , g e c e
vakti kara bulutlar şekl inde g ö k y ü z ü n d e dolaşan ejderhaların t a n
rıçası Hekate!
Boğaziçi mi to lo j iden ka lma izleri, efsaneleri, inanışları, evliya
ve keşişleri ile g izem d o l u s u , antik gizemlerin anılarını k o r u y a n
bir uzun geçit olarak karşımıza dikil iyor, salt Karadeniz 'e ya da
Marmara'ya deği l de öte d ü n y a y a hatta c e h e n n e m e açı lan bir
geçit. T ü m güzell iği, çekici l iği ve geçmiş i ile adeta her b o y u t a
açılan bir kapı.
K o n u m u z o l d u ğ u için a b a r t m a k niyetinde değil iz ancak, say
falar b o y u n c a g ö r d ü ğ ü m ü z ve göreceğimiz gibi, İs tanbul 'un
gizemler kenti niteliği ve dolayısıyla, ayrıcalığı tartışılmaz bir ger
çektir. Yorumlar d a i m a ve herkese açıktır fakat, y o r u m u n u z han
gi y ö n d e olursa olsun, g i z e m havası - i s t e r hissedin, ister hisset
m e y i n - bu kent in her tarafını d a i m a sarmıştır ve sarıyor. Anıtla
rın, kalıntıların, tapınma yerlerinin, saray ve hanların, m e y d a n ve
sokakların hiç eksi lmeyen aksine g e ç e n zamanla d a h a da peki
şen bir g ü ç taşıdıklarını ve bu g ü c ü n , ister da lga dalga ister daire
sel şekilde yayıldığını, bir iktiğini ve merkezler o l u ş t u r d u ğ u n u bil i
yoruz. Mekânlara, taşınamazlara hatta nesnelere tanınan «bel
lek» potansiyel i (belleği şarj etmek ya da bellekle şarj o l m a k
işlemleri ile) bu g ü c ü n i z d ü ş ü m ü n d e n başka bir şey değildir.
İnançsal bir işlevi o lan yer lerde bu güç, sürekli o larak bes
lendiğinde art ıyor ve bu g ü c ü n simgeleri olarak görülen nesneler
d a h a da etkin oluyorlar.
İşte karşımızda Ayasofya (Ayia Sofia) 921 yıl sürece bir kili
se, 481 yıl b o y u n c a bir c a m i ve b u g ü n bir müze, bir kültür ve
— 33 — istanbul Gizemleri / R 3
sanat merkezi . Hiç kuşkusuz Batı ile D o ğ u ' y u biraraya getiren,
sentezini y a p a n bir merkez, gizemleri ve efsaneleri, inanışları ve
izleri ile. Gezegenimiz in kutuplaşma (polarite) haritasında öneml i
bir nokta.
1833'te Ayasofya'y ı c a m i y k e n ziyaret eden Prusya elçilik
danışmanı M. v o n Tietz, Hıristiyan inançlarına göre kutsal sayılan
emanetler i bu şeki lde değer lendirmektedir :
«Güney y ö n d e bulunan üst galer ide, çukur, kırmızı renkte
bir m e r m e r var. B u n u n pe ygamb er imi z İsa'nın beşiği o l d u ğ u söy
leniyor. Bir de annesi tarafından İsa'nın yıkandığı kurna var. Bun
ların ikisi birl ikte K u d ü s ' t e n getir i lmiş. Tapınağın kuzey y ö n d e k i
giriş kapısının soluna d o ğ r u bir sütun görülüyor. Buna 'Terleyen
Sütun' adı veri lmiş. Sürekli olarak rutubetten ıslandığı için, b u n a
e l d e ğ d i r m e n i n , her d e r d e d e v a o lacağı söyleniyorsa da c a m i
avlularındaki insanların hali b u n u kesinlikle yalanlamakta.»
Ayasofya'y ı Batılı bir d ip lomat ın y o r u m u ile deği l de folklor
açısından ele aldığımızda başka noktalara değinmiş oluruz:
«Ayasofya... sade mimarlık, mozaik ve başkaca b e z e m e
sanatlarının sergi lendiği bir yer deği l , efsane ve inanışların da
hazinesidir.» der Pertev Naili Boratav. «Bizans çağında ve d a h a
sonraları da Türkler in o n u c a m i y e çevirmeler inden s o n r a İstan
bul 'un M ü s l ü m a n t o p l u l u ğ u , insan e m e ğ i n i n bu y ü c e yapıyı yarat
masında insanüstü güçler in payı o l d u ğ u n a , o n u n köşe bucağın
da aklın ç ö z ü m l e y e m e y e c e ğ i n ice sırların gizli d u r d u ğ u n a inan
mış.»
532 yılında, Nika isyanı sırasında, Ayasofya t ü m d e n yandığın
da İmparator Just in ien yeniden bir inşaata gir işiyorsa da k u b b e
ye gel indiğinde parasal zorluklar ç e k m e y e başlıyor. Bir efsaneye
g ö r e de beyazlara b ü r ü n m ü ş bir delikanlı ona katırlarla, çuval
d o l u s u altın getir iyor. Heyecana kapılan imparator bu olayı yakın
larına anlatmaya kalkınca da b ü y ü bozuluyor, altın get i ren del i
kanlı bir daha g ö r ü n m ü y o r .
«Terleyen Sütun» veya «Terleyen Direk» ya da «Ağlayan
Direk» k o n u s u n d a Boratav 'dan aşağıdaki bilgileri aktarıyoruz:
«Müslümanlar der ler ki: Ayasofya, M u h a m m e d p e y g a m b e r i n
zamanında bir zelzeleden yıkılmış, t a m i r e kalkıştıklarında kubbe
yi bir tür lü tutturamamışlar. S o n u n d a , Hızır'ın ö ğ ü d ü n ü dinleye
rek, p e y g a m b e r i n t ü k r ü ğ ü , Z e m z e m s u y u ve M e k k e t o p r a ğ ı ile
karıştırılmış bir harç sayesinde k u b b e yapılabil iyor. Evliya Çele
bi 'ye göre, tapınağın T e r l e y e n Direk' d i y e adlanan s ü t u n u n u n
altında karılmış bu harç. Büyük k u b b e d e n sarkan al t ından t o p
kandil i, bu mucizeye bir saygı anısı o larak Fatih astırmıştı.
Terleyen Direk (yahut Ağlayan Direk)te b u l u n a n delik,
Hızır'ın, kiliseyi c a m i y e çev irmek isteyince, yapının y ö n ü n ü kıble
ye d ö n d ü r m e k için parmağını s o k t u ğ u delik imiş. Bu del ikten
sızan ıslaklığın t ü r l ü dert lere deva o lacağı sanılır. Hızır'ın, Kadir
gecesi Ayasofya'ya geldiğine, t a m altın t o p kandi l in alt ında
namaz kılanlar arasına katıldığına inanılır.»
Ayasofya'n in «mucizeler»i ve n e d e n o l d u ğ u inanışlar say
makla bitmez ve her kuşak, her t o p l u m ve her inanç bunlara bir
şeyler katmıştır: k imi O r t o d o k s efsanelerine göre s o n Ayasofya'
n in maket i bir arı p e t e ğ i n d e n çıkmadır, k imine g ö r e de b ü y ü k
salonun ortasında bulunan, demir bir kapakla ör tü lü eski bir
k u y u n u n suyu kalp hastalıklarına şifa ver iyormuş.
Fet ih'ten ka lma bir başka efsaneye g ö r e Fatih, Ayasofya 'ya
g ird iğ inde ayin y a p m a k t a olan patrik duvarın içine gir ip kaybol
muştur.
Ayasofya n e r d e y s e bir çeşit g izemler ve inanışlar ansik lope
disi ise Çemberl i taş bir esrarlar seçkisidir.
Çemberl i taş ya da Constant in sütunu Bizans'ın merkezi ve
de s imgesi olarak bil inir ve sayılırdı ç ü n k ü , Bizans'ın Constant in
taraf ından fethinin (18 Eylül 324) ve kutsamasının (8 Kasım 324)
bir işaretiydi. Aynı z a m a n d a başkaca kutsal emanetler in biraraya
getir i ldiği bir g izemler noktasıydı.
Bizans inanışlarına g ö r e Constant in sütunun t e m e l i n d e Tru-
v a ' d a n ge lme tanr ıça Pallas Atina'nın tahtadan yapılmış heykeli
ni, N u h p e y g a m b e r i n asasını, Musa'n ın sular fışkırttırdığı taşı,
İsa'nın ekmekler dağıtt ığı g ü n d e n kalan yedi e k m e ğ i n kırıntılarını
g ö m d ü r m ü ş ve t e m e l i kendi eli ile kapatmıştı.
Çemberi i taş' ın tepes inde yükselen ve Apol lo 'ya benzet i len
Constant in ' in heykel inde de İsa'nın haçından (çarmıhından) bir
parça b u l u n d u ğ u n a dair inanışlar da vardı.
1105 yılında heykel k o p a n bir fırtınada, birkaç kişiyi de eze
rek yıkılıyor sonraki yıl larda, İmparator I. Manuel C o m n e n o s ' u n
d ö n e m i n d e , s ü t u n tamir edi l iyor ve 1779'da I. A b d ü l h a m i t ' i n emr i
ile çemberler yenileniyor.
İstanbul 'daki sütunlar, dizi dizi efsaneler yaratarak, etrafa
gizemler dağıtıyorlar:
- Avratpazan'nda içi boş, m e r m e r parçalarından yapı lmış
bir sütun ve tepes inde bir heykel, o da b e m b e y a z m e r m e r d e n .
Yılda bir kez heykel ses verir, kuşlar etrafına d ö n m e y e başlarlar
çılgıncasına ve bir kısmı yere düşer bitik. Halk onları toplar k e n d i
ne bir ziyafet çeker. Bizde Avrat Taşı olarak bil inen Arcadius sütu
nudur bu, kala kala bir kaidesi kalmıştır Cerrahpaşa'da bir de
tepesinden k o p a n bir parça.
Sütun 403 yılında İmparator Yüce T h e o d o r i u s ' u n anısına d ik i
liyor İmparator Arcadius taraf ından; 421'de 2. T h e o d o s i u s tepes i
ne babası A r c a d i u s ' u n kuşları c e z b e d e n heykelini yerleştir iyor;
542'de sütuna d ü ş e n bir ş imşek heykelin bir elini kırıyor; 740'ta
ise heykel kendi l iğ inden devri l iyor ve 1719'da sütun yıkılıyor.
Avratpazan'ndaki Avrat Taşı'na karşın Fatih'te bir Kız Taşı
veya Marcianus sütunu...
Bunun tepes inde de, Bizans d ö n e m i n d e bir heykel d u r u y o r
d u : İmparator Marc ianus 'un o t u r m u ş haliyle bir heykeli. Efsanele
re göre sorun yaratan bir imparator heykel iydi bu, ç ü n k ü yakınla
rından geçen kızların bakire o l u p olmadıklarını açık açık d u y u r
mak gibi kötü bir huya sahipmiş.
Evliya Çelebi de bir başka o lağanüstü sütun ve h e y k e l d e n
söz ediyor, Çatladıkapı 'da bulunan. Dört köşeli o lan bu s ü t u n u n
tepesindeki heykel ise t u n ç t a n yapılmıştı ve bir çeşit haberc i-ko-
ruyucu görevini g ö r ü y o r m u ş : Akdeniz 'den yaklaşan d ü ş m a n
gemilerini haber verir, gemiler yaklaşınca da ağzından ç ıkan bir
ateşle yakıp kül edermiş.
— 36 -
Çemberl i taş'a d ö n e l i m : Çember l i taş ve altında b u l u n d u ğ u
söyleni len iç o d a ile ilgili i lginç bir y o r u m Haluk E g e m e n Sarıka-
y a ' d a n gelmektedir. Sarıkaya'nın savına göre, «Mabet Protot ip i
ne u y g u n her kutsal yapı gibi , Çemberl i taş' ın da yeraltı Agarta
sistemiyle ilişkisi o lması sözkonusudur.»
Bu savı ile ilgili olarak araştırmacımız 1930'lu yıl larda Ç e m
berlitaş civarında yapı lan bir arkeoloj ik kazı s o n u c u labirent şek
l inde bazı dehlizlere rastlandığını, bu n o k t a d a n hareket edi ldiğin
de Çemberl i taş' ın İstanbul 'un alt ındaki dehlizlere açı lan bir kapı,
bir gir iş hatta bir enerj i noktası işlevini g ö r d ü ğ ü n ü de eklemekte
dir, rahatça tartışılabilir bir yorumla.
Eski Bizans'ın merkezi o lan H i p o d r o m , Sultan A h m e t ve
civarının Aksaray'a ve belki de d a h a ötesine kadar yeraltı galerile-
riyle döşendiğ i bir gerçekt ir ve Sarıkaya bu g e r ç e ğ e kaynak ola
rak, «İstanbul'un Yedi Harikası» adlı 80 küsur yıllık bir kitaba
dayanarak Yerebatan Sarayı ile Kınalıada arasında uzanan bir
t ü n e l d e n de söz etmektedir.
«Köpek Ö l d ü r e n Kanalı deni len bu dehliz in, Yerebatan Sara
yı'nın gizli bir g ir iş inden başlayarak k u z e y d o ğ u y ö n ü n d e ilerledi
ği ve boğazın M a r m a r a ' y a açıldığı y e r d e denizalt ından geçt iğ i ,
Ü s k ü d a r ' d a n it ibaren de g ü n e y d o ğ u y a d o ğ r u bir açı yaparak,
d ü z bir hat halinde, ö n c e Üsküdar-Kadıköy sahillerinin ve d a h a
sonra gene Marmara'n ın alt ından uzanıp Kınalıada'ya ulaştığı ve
buradak i manastırda s o n b u l d u ğ u belirti lmektedir.»
Dehlizler, gizli dehlizler, denizalt ı kanalları, kıyıları kıyılara
g i d e r e k adalara bağlayan geçitler, işlevleri, simgeleri ve anlamla
rı...
Araştırmacı Sarıkaya k o n u y u cesur bir varsayımla, i lerdeki
bir b ö l ü m d e üzer inde duracağımız Agarta 'ya bağlamak için gay
ret sarfediyorsa da dehlizlerle birl ikte İstanbul 'un bi lmediğimiz ya
da pek iyi b i lmediğ imiz yeraltısı halen çözü lmemiş sorunları ile
karşımıza diki lmektedir.
Labirentlerin, gizli dehlizlerin, mağaralar ın ö n e m i salt arkeo
lojik veya jeoloj ik deği ldir. İlkel inanışlara d ö n ü p dünyamızı koca-
— 37 —
ma n bir a n a g ib i g ö r d ü ğ ü m ü z d e , yeralt ındaki kanallar ve gizli yo l
lar bu d ü n y a s a l ananın rahminden başka bir şey değil ler. Dolayı
sıyla labirente ya da dehl ize g i rmek anaya bir dönüştür, bir yeni
d e n d o ğ u ş , bir arayış ve bir eğit im görmedir .
1972'de Aksaray 'da belediyenin kanal izasyon inşası için yap
tığı bir kazıda Bizans devr inden kalma bir mezarlık ( k a t a k o m b )
bulunuyor, ikinci katı sularla d o l u ; 1963'te Taşlıtarla'da, Havuzba-
şı semt inde, o t o tamircis i Cavid Cinci b o ş bir arsada açı lan bir
del ikten, def ine aramak niyetiyle yeraltına iniyor. Cinci o r t a d a n
kayboluyor, tarlanın altında açılan dehlizi arkeologlar araştırıp
bunun da iki katlı ve yaklaşık olarak 87 metre uzunluğunda o l d u
ğ u n u saptıyorlar.
Arayışlar sürdürülürken Cinci 'nin cesedi bulunuyor fakat bir
bataklığa v a r a n dehl iz in devamına ulaşılmıyor, ne o l d u ğ u , ne işe
yaradığı ve hangi d ö n e m e ait o l d u ğ u ise kesinlikle anlaşılmıyor.
Ayaklarımızın altında yerini, sayısını ve işlevini b i lmediğ imiz
bunca dehlizler, yeraltı yolları ve labirentler açıldığına göre
zaman z a m a n yerin alt ından gar ip seslerin çıkmasına, yükselme
sine hiç ş a ş m a m a m ı z gerekiyor. 26 Eylül 1980 gecesi, İnönü sta
dının civarlarında, yeralt ından gelen ve balyoz sesine b e n z e y e n
gürültüler duyuluyor. Sesleri d u y a n ve meraklanan bir g r u p
asker ilgililere haber veriyor, yer inde bir araştırma yapıl ıyor fakat
ne seslerin nedeni, ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor.
Anlaşı lmayan veya açık lanamayan her olayın alt ında bir
esrar a r a m a k deği ldir niyetimiz. A n c a k yukardaki ö r n e k t e en
basit, d o ğ a l bir açıklama olarak bir yankı lanmadan söz edebil ir iz.
Aynı şeki lde, mantıksal bir süreç içinde, bu ve benzer sesleri, aşı
rı gibi görü lebi lecek a m a araştırmaya her z a m a n açık bir yakla
şımla gürültüler i henüz bi lmediğimiz, gereği ile araştırı lmamış bir
«yeraltı yolları» varsayımına da bağlayabil ir iz.
Yeraltı dehlizleri, yeralt ından çıkan sesler ve yine yeralt ından
çıkan hayvanlar...
16. yüzyıla d ö n ü p Hans Dernshvvam'a kulak verel im:
«Birçok k imse bize inanılabilecek şu hikâyeyi anlattılar. Yıllar
— 38 —
ö n c e bir g ü n Avratpazan'ndaki büyük ku leden binlerce yılan dışa
rı fırlayıp denize d o ğ r u yola koyulmuşlar. Aralarında ç o k iri bir
yılan varmış. Bu olayı binlerce kişi gözler iy le g ö r m ü ş . Yılanlar
arkalarında bir toz bulutu bırakmışlar. Hiç k imse bunlara bir şey
yapmamış.»
Olaya bir «yılan göçü» gibi bakabil ir iz veya aynı yazarın nak
lettiği karga örneğine bağlayarak bu t o p l u g ö ç ü n alt ında başka,
ola ki s imgesel anlamlar da arayabiliriz.
Türk mitoloj is inde yılan öneml i bir yer tutmaktadır, efsanele
re göre kozmik (evrensel) âlemle birl ikte yaratılmıştır ( L a k h m u ve
Lakhamu), boynuzlu o lunca k o r u y u c u görevini üst lenmektedir,
Volga Türkleri için uğurlu bir hayvandır v . b .
Buna karşın, halk inanışlarında, bazı yılanlar uğursuz sayılır,
görüldükler i yerlerde öldürmeleri gerekir. Ancak, ölü yılan y a ğ
mur duasında kullanıldığı gibi yılan derisi de büyülerde, yılan göz
leri de nazar değmeler inde kullanılır, özell ikle Anadolu 'da.
Aşırı göstergebi l imsel bir yaklaşım gibi görünürse bile inancı
mız şu ki her şey her şeyle her z a m a n bağıntılıdır, her şey bir
neden-sohuç il işkisinden kaynaklanmaktadır. Gerçek gibi anlatı
lan bir olayın altında gizli, s imgesel bir a n l a m yatabi ldiği g ib i efsa
ne, masal , destan, batıl inanç diye nitelendirdiğimiz anlatıların
t e m e l i n d e bir gerçek de yatabilir veya yatmaktadır.
Hayvanlardan söz ett iğimize g ö r e k o n u y u sürdürel im ve bu
kez bir «ayazma»ya bağlı bir efsaneyi nakledel im.
Mekânımız Silivri Kapı ve Balıklı Ayazma. Bu m e k â n a bağlı
bir efsaneyi eski İstanbul 'un ünlü z iyaretçi ler inden İtalyan ozan
ve yazar E d m o n d o de Amicis ' in ka leminden okuyal ım:
«Müslümanlar İstanbul surlarına s o n kez saldırmakta iken
manastırdaki (eski Balıklı Manastırı) bir R u m keşişi balık kızart
maktaydı . Birden mutfağın kapısında bir başka keşiş g ö r ü n d ü ve
dehşet iç inde bağırdı: - Kent d ü ş t ü ! - Nasıl? - S o r d u diğer i -
Bu balıklar tavanın dışına fırlarsa böyle bir şeye i n a n a b i l e c e ğ i m -
Ve b u n u der d e m e z balıklar, yarı yanmış yarı p e m b e ve yalnızca
bir taraftan kızartılmış olarak tavadan dışarı fırladılar ve b ü y ü k bir
iht imamla, alındıkları ve içinde halen yüzdükler i suya daldılar.»
De Amic is İstanbul 'da 1878 yılında bulunuyor ve ayazmayı
bir Rum papazı ile birlikte ziyaret ett iğinde papaz o n a yukarki
efsaneyi anlattığı g ib i bir sarnıcın iç inde yüzen kırmızı balıkları da
gösteriyor.
Balıklı ayazması ile ilgili esk iden kalma başka inanışlar da
vardır ve b u n l a r d a n birine göre İmparator Just inien oralardan
g e ç m e k t e y k e n , bir kaynağın etrafında toplanmış bir kadın kalaba
lığını g ö r ü p d u r u y o r , sorup soruşturuyor. Kadınlardan biri ona
«Şifalı suyun kaynağıdır bu» d e y i n c e de Ayasofya 'dan kalma mal
z e m e ile orada, ayazmayı da içeren bir kilise inşa ettiriyor.
Acı acı ö t e n kargalar, g ö ç hal inde yılanlar, kehanetlerde
bulunan kırmızı balıklar ve...
«Abdülhamit zamanında Galata'da, Lavirentos adlı 17. yüzyıl
d a n kalma bir t e k ç i meyhanesinin mahzenindeki bir şarap fıçısı
nın içinde, görenler i şaşırtacak büyük lükte ve sütten beyaz bir
ö r ü m c e k b u l u n d u . Acay ip hayvan hâlâ canlıydı, 300 yaşındaydı.»
d iye anlatıyor M e h m e t Şeyda.
İlginç bir adı var bu meyhanenin, Lavirentos yani labirentin,
do lambaçl ı dehl iz in Yunancası. Ve bu m e y h a n e n i n m a h z e n i n d e
bulunuyor bu 300 yıllık o l d u ğ u söyleni len k o c a m a n ve b e m b e y a z
ö r ü m c e k . Ola ki, o da eskinin yeraltı geçit ler inden, nerede başla
dıkları, nereye vardıkları b i l inmeyen gizli ve giz lenmiş yol lar ından
k o p u p gelen bir yaratıktı!
H e m unutmayal ım ki, antiklerin Galata'sı mi tos larda yeri
o lan bir b ö l g e y d i . İlk Galata ya da Sykae (Sika = İncir) incelikle
riyle ünlenmişti ancak, Strabon, Dionisios v.b. tar ihçi lere bakılır
sa, mito logyanın tanrılarına, tanrıçalarına Eros, Venüs ve
Diana'ya, tapınakları ile ilişkili, bir bö lge ve cinsel l iğe dayalı
gizemli ayinlerin, kutlamaların bir merkezi .
Galata'nın yüzyıllar sonrası, meyhaneler i , eğ lence yerleri ve
hayat kadınları ile zevk ve «sefahat» bölgesini o luşturması belki
de bu antik inanışların, halen ortalarda esen «havası»ndan kay
naklanmıştır.
* * *
— 40 —
Eski İstanbul 'un çeşitl i semt ler inde, mahal leler inde tekinsiz
gibi bil inen ruhların, hayaletlerin dolaşt ığı , g ö r ü n d ü ğ ü evler bulu
n u r d u . İyi Sıhhatte Olsunlar' ın m e k â n olarak seçtikleri, barındıkla
rı ve huzura k a v u ş m a d a n terkedemedik ler i yerler.
İlk ç o c u k l u ğ u m u z d a Bostancı 'da, k ö p r ü n ü n karşı tarafında
yükselen yarı yıkık ve ahşap bir k o n a k eskisinin tekinsiz o l d u ğ u ,
g e c e vakti içinde ışıkların dolaştığı söyleni l i rdi. Yeniyetmelik yılla
rımızın Büyükadası 'nda da benzer bir ev yükselirdi M a d e n d e n e n
mevkin in bir tepesinde. O da ahşap, ç ö k m e k üzere ve üstelik
nedeni bi l inmeyen bir lanetle d a m g a l a n m ı ş .
Hayaletsiz bir eski kent, eski m e k â n d ü ş ü n ü l m e d i ğ i gibi
hayaletsiz bir İstanbul da d ü ş ü n ü l e m e z . Abdülhak Hamit Çamlı
ca'n ın hayaletlerinden söz ediyor, N e c i p Fazıl Kısakürek 20 odalı
bir konakta gez indiğ inde büyükbabasın ın hayaletini g ö r ü r gibi
o luyor.
Topkapı Sarayı'nın H a r e m daires inde g e c e vakt i havuz
başından gelen kadın seslerinden, g ö r ü l e n ya da görü lür gibi
o lan s a y d a m şeki l lerden söz e d e n g e c e bekçilerini tanımıştık
b u n d a n 30 küsur yıl ö n c e ve T o p k a p ı Perileri mitoloj imize dahil
edi len bir k o n u y u teşkil ediyorlar.
Sultan 2. M a h m u t ' u n berber başıl ığından emekli o l m u ş yaşlı
M e m i ş Efendi 'nin ö y k ü s ü anlatılır, T o p k a p ı Sarayı 'ndaki perilerle
ilgili olarak. Sultan I. Abdülhamit ' in zamanında Enderun'a girmiş
o lan b u Memiş Efendi t ü m ö m r ü n ü sarayda geçirmiş, n ü c û m v e
s i m y a konuları ile uğraşmış ve kendin i bu konularda ç o k bilgili
sanıyormuş. Cinlere, perilere ve yıldızlara inanan yaşlı g izemci
M e m i ş sarayın bahçes inde bulunan bir şimşirl iğin perilerin mekâ
nı o l d u ğ u n u , peri lerin Türkleri ve de padişahı çok sevdiklerine de
inanırmış. Hatta ve hatta, Memiş Efendi 'n in anlattığına göre, her
g ü n seher vakt inde t ü m üst rütbeli periler o şimşirl ikte toplanır,
d ivan kurulur ve peri padişahı da bu divanı yönet irmiş.
Memiş ' in t ü m bu anlattıklarına r a ğ m e n şimşirl iği kaldırma
kararı alındı ve karar uygulandı. Buna kızan yaşlı g izemci de bun
d a n böy le T o p k a p ı ' d a felaketlerin hiç eksik olmayacağını söyle
m i ş d u r m u ş .
Peri ya da cin o l u p olmadığını b i lmiyoruz fakat a i lemizde
anlatılan bir olayı b u r a d a nakletmenin i lginç ve yer inde olacağını
d ü ş ü n ü y o r u z .
Olayın geçt iğ i yer B e y o ğ l u , Asmal ımescit Sokak 50 numaral ı
evdir, olayın geçt iğ i tarih 1912-1914 yılları arası, olayın kahramanı
ise bu yazarın büyükannesi , adı ile Mariana Fi l ipucci.
Ai lenin o l d u k ç a dar bir gelirle yaşamakta o l d u ğ u o yıl larda
(Birinci D ü n y a Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı
evin genişçe av lusunu s ü p ü r m e k t e olan, kara kara d ü ş ü n c e l e r e
dalmış b ü y ü k a n n e Mariana üst kat merdivenler inden bir inin
inmekte o l d u ğ u n u , yaklaştığını d u y m u ş , d ö n m ü ş bakmış ve hay
retler içinde kalmıştı.
Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç g ö r m e d i ğ i , bir
zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. «Bir paşa gibi g iy inmiş, sırmalar
la süslenmişti.» d i y e anlatırdı büyükanne. Zenci ö n ü n e d u r m u ş ,
eğilip selam vermiş sonra da r e d i n g o t u n u n c e b i n d e n bir kese
çıkarıp, Mariana'nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişt i .
B ü y ü k a n n e hayretten d o n a kalmış, bir süre sonra kendine
gelmiş, keseyi açt ığındaysa içinin altınlarla d o l u o l d u ğ u n u gör
müştü.
T a m o sırada sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş
büyükanne de s o r m u ş ona sokakta şöyle böyle bir zenciy i g ö r ü p
görmediğ in i . Hayır kızı böyle bir k imseyi g ö r m e m i ş t i , ne o, ne de
başka birileri. Sanki b irden cis imlenmiş, b ü y ü k a n n e n i n parasal
sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı.
Kesin o lan bir şey varsa o da o g ü n , o evde herhangi bir
zencinin kalmadığı, d a h a ö n c e ve d a h a sonra hiç ge lmediğ i ,
görünmediğid i r .
Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı
esnasında üç bacakl ı yuvarlak bir orta masanın d ö r t kat merdi
ven b o y u n c a indiği seansa katılanlar taraf ından g ö r ü l d ü !
Altın dağıt ımı ile ilgili bir olayı Haluk E g e m e n Sarıkaya bu
şekilde anlatıyor:
«1930'larda İstanbul, Paşabahçe'de, İncirköy Mahallesi, Köy-
başı Sokağı 'ndaki 10 numaralı evde, M a h m u t A ğ a ve ailesi o t u r u -
— 42 —
y o r d u . Kendilerine hizmet e d e n Hüsamett in Efendi ile hanımı d a ,
evin alt katına yerleşmişti. Kıt kanaat g e ç i n e n hizmetkârların
hayatında, bir g ü n , dikkati ç e k e n bir değişikl ik o l d u : bayağı refah
içinde yaşamaya başlamışlardı. Bu d u r u m u n d e v a m etmesi üzeri
ne Mahmut Ağa, Hüsamett in Efendi 'den kuşkulandı ve zenginl ik
lerinin sebebini öğrenene kadar adamcağız ı sıkıştırdı. Hüsamet
t in Efendi de, çaresiz kalınca, her sabah namazından sonra b a h
çedeki kuyunun başında bir Osmanl ı altını b u l d u ğ u n u aç ık lamak
z o r u n d a kaldı. Ne var ki, her g ü n tekrar lanan bu 'apor' f e n o m e n i
de o andan it ibaren sona erdi. M a h m u t Ağa'n in merakı t a t m i n
o l m u ş t u a m a zavallı Hüsamett in Efendi ile hanımı g e n e fakirl ik
iç inde kalmışlardı.»
Sarıkaya'nin naklettiği olay bir «apor» sayılacaksa biz im nak
lettiğimiz aile olayının açıklanması ve tanımlanması da bir özdek-
leştirme (materyal izasyon) olabilir, spiritualist açıdan.
Tekinsiz evlerden söz ett iğ imizde bunları veya en azından,
bunlardan bazılarını «poltergeist» (vurucu ruh) olaylarına da b a ğ
layabiliriz, aşağıda verdiğimiz iki örnekte o l d u ğ u gibi :
1) Yeri: İstanbul, Vaniköy, Kuleli Askeri Lisesinin yanındaki
spor salonuna bitişik mahal ledeki evler.
Tarihi: A ğ u s t o s 1964.
Olayın süresi: 10 g ü n .
Olayın niteliği: Çeşitli y ö n l e r d e n atılan taşlar ve mozaik kırın
tıları.
Olayın tanıkları: Mahal le muhtar ı , mahalleli gençler, polis,
askerler.
Olayın nedeni ve ç ö z ü m ü : Evlerin arkasında do laşan bir
asker; asker oradan uzaklaştırılınca olaylar kesildi.
Olaylar kesi lmesine kesildi oysa «poltergeist» belirtisi olarak
l iteratüre g e ç e n bu örnek, s o n u ç t a d a h a ç o k bir şaka gibi g ö r ü n
mektedir.
2) Yeri: istanbul, Halıcıoğlu, Salınadur mevkindeki bir ev.
Tarihi: Kasım 1966.
Olayın süresi: 3 ay.
Olayın niteliği: Evin akşam saat 17.30'dan sabaha d e k taş
lanması.
Atı lan nesneler: Mermer parçaları, tuğla, briket parçaları, taş
lar.
Olayın tanıkları: Evin sahibi Muzaffer Özgören, polis, bekçi ,
komşular, mahallel i.
Olayın ç ö z ü m ü : Başladığı g ib i bitt i.
Yukardaki iki o lay gereği ile incelenmiyor, araştırılmıyor,
kalan bilgiler de yeterl i o lmuyor. B u n a karşın 1967'de Unkapa-
nı 'ndaki, basında «uğursuz» d iye tanıtılan bir evde geçenler ç o k
d a h a t ipik belirtiler taşımaktalar. Şöyle ki:
- Duvarda asılı bulunan bir yer masası yer inden k o p u p mer
divenlerden aşağıya yuvarlanıyor ve bu olay t a m 7 kez tekrarlanı
yor;
- Ertesi gün masa yan kanat lar ından beton çivilerle, duvara
çivi leniyor fakat yeniden yere d ü ş ü y o r , çivili yerleri duvara asılı
kalıyor;
- Henüz kurulmamış olan taş k ö m ü r sobası 3 kez devri l i
yor ;
- O t u r m a odasındaki bir sehpa b i r ç o k kez yere d ü ş ü y o r ve
b u n d a n başka vazolar, sandalyeler, ecza dolabı v.b. an iden yere
düşüyor.
Parapsikoloj inin kabul edip incelediği bu tür «poltergeist»
(vurucu ruh) olayları genelde ruhsal dalgalanmalar g e ç i r m e k t e
olan ç o ğ u buluğ çağında gençlere bağlanıyorsa da sıralanan
örneklerde, kaynaklara bakılırsa herhangi bir inceleme yapı lmadı
ğından - v e bir abartı d o z u n u d a i m a g ö z ö n ü n d e t u t a r a k - b u v e
bu tür olayları kesin bir kategoriye bağlayıp tatmin edic i bir s o n u
ca varabi lmek olanaksız gibi g ö r ü n ü y o r .
Altın dağıtanlar, evleri taşlayanlar, dev ingen nesneler ve gizli
hazineler...
Bir gizli hazine ö y k ü s ü Cerrahpaşa Hastanesinin kuruluşu
hakkında anlatılır.
«Mirasçısı o lmayan ç o k zengin bir a d a m ö l ü m d ö ş e ğ i n d e ,
k o m ş u s u fakir bir balıkçıya vasiyetini söylemiş. Konağının b o d r u
m u n d a hazinesi saklıdır ve orayı o lağanüstü varlıklar beklemekte
dir; hazineye, Mısır'da oturan ünlü Cerrah' tan başka k imse gir
meyecektir. Balıkçı b i rçok macera lardan s o n r a Mısır'daki Cer-
rah'ı bulur, İstanbul 'a getirir. Cerrah, padişaha d a m a t olur ve
b u g ü n o n u n adı ile anılan b ü y ü k hastaneyi kurar.»
Hazine inanışlarını, def ine t u t k u s u n u destekleyen hoş bir
masaldır bu, İstanbul fo lk loruna yerleşmiş. Nedir ki, hastane, Cer
rah M e h m e d Paşa'nın adını taşıyorsa da, kuruluşu 1910 yılına ait
tir.
Yukarki ö y k ü y ü anlatan ve «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n i kaynak
olarak kul lanan Pertev Naili Boratav' ın belirtt iği gibi efsane hasta
nenin Cerrahpaşa adını taşımasından ve öte yandan, 1944 yılın
da ek bir p a v y o n inşaatı sırasında yapı lan kazıda bir işçinin o yer
de bir def ine bulmasından kaynaklanmıştır bir olası.
İstanbul 'un her köşesinde bir gar ip olay, bir gizemli efsane,
bir eski inanış karşımıza çıkıyor ve d o ğ r u s u , malzeme hiçbir
zaman yeterl i g ib i gelmiyor araştırı lmayan, b i l inmeyen veya unu
tulan başkaca olaylar ve örnekler akla gel ince.
Kızkulesi'ne bağlanan ç o k bil inen efsaneyi burada bir kez
daha nakletmek gerekli mi acaba? A m a hangi efsane? Batılılar
için Kızkulesi halen Leandros Kulesi olarak biliniyor, Venüs rahi
besi sevgilisi H e r o ' y a ulaşabi lmek için boğazı g e ç m e y e kalkan
ve b o ğ u l a n g e n ç Leander' ın anısı y ü z ü n d e n . İstanbul inanışları
ise kader inde yılan tarafından ısırılıp zehir inden ölecek olan, bir
sultanın kızından söz ediyor. Kızının hayatını kurtarmak u m u d u
ile sultan g e n ç , güzel kızını sularla sarılı o kuleye kapatıyor fakat
kötü yazgıyı yenemiyor, ç ü n k ü bir ü z ü m sepetine gizlenen bir
yılan, sonuçta, g e n ç kızı ısırıyor.
Sonra... Bir Halic'i d ü ş ü n ü n , eskilerin Altın Boynuz gibi bil
dikleri, adlandırdıkları Halic'i ve halen taranmayan, araştırı lma
yan derinl ikleri. Batan gemi lerden ve hiç kuşkusuz, gizli, suların
altında kalmış def inelerden söz edil iyor. Nerede, nasıl ve ne
zaman?
Ve n e d e n Altın Boynuz?
Gizemsel inançlara g ö r e boynuzlu atın, mi to logyada Likorn
olarak bil inen atın b o y n u z u bir antendir, evrensel (kozmik) bir
anten ve bu anteni sayesinde kutsal at L ikorn'un evrenin tanrısal
merkezi ile bağlı o l d u ğ u düşünülmektedir . M o ğ o l inanışları da
ata evrensel bir öz tanımakta, tek boynuz lu atın telepat ik bir b a ğ
lantı k u r d u ğ u g ö r ü ş ü n e dayanmaktadır.
Yoksa Altın B o y n u z adı civarlarda yaşayan atlı Şitler (Scyt-
hes)den ve onların boynuza verdikleri, mitoslara bağl ı d e ğ e r d e n
mi kaynaklanıyor?
Ya Galata'yı k u r d u ğ u söylenen ve Anadolu 'ya açılıp Anci-
ra'nın, b u g ü n k ü Ankara'nın temellerini atan, B o h e m y a - M o r a v i y a
tepeler inden k o p u p gelen Kelt lerden hiçbir şey kalmamış mı bu
kentin antik inanışlarında ve onlardan kaynaklanan gizemler in
den?
Mekânlar ve gizemler dedik, mekânlar ve efsaneler, m e k â n
lar ve bil inmeyenler...
Kutsal yerler kendil iklerinden inançsal gizemler taşırlar, ister
ruhsal tinsel, ister g ö r ü n ü r d e d a h a s o m u t hatta esrarlı.
Beyazıt'taki Kâtip Sinan Camisi bunlardan biridir, bahçesin
deki boş bir mezar ve kubbesindeki bir tabutla; c a m i y i yaptıran
(1496) Kâtip Sinan' ın mezarı ve de mezara g i r m e k istemeyen
tabutu.
Kâtip Sinan ve tabutu hakkında anlatılan bir İstanbul inanışı
na - v e araştırmacı Namık Talat Güraslan' ın bir ç a l ı ş m a s ı n a -
göre tabut, b u n d a n yaklaşık beş yüzyıl önce, mezara k o n d u ğ u n
da g e c e vakti o n u ör ten topraktan kurtulmuş, yükse lmiş ve c a m i
nin kubbesinin yanına yerleşmiş.
K u b b e d e n alınıp yeniden mezarına k o n m u ş a m a aynı g e c e
tekrardan u ç u p seçt iği yere, yükseklere geri d ö n m ü ş t ü r . Üç kez
tekrarlanan bu o l a y d a n sonra camin in imamı ve c e m a a t karara
varıp Kâtip Sinan'ın mezarına s ığmayan t a b u t u n u seçt iği y e r d e
bırakmışlar. O g ü n b u g ü n tabut halen yerinde görülmektedir .
Evliya Çelebi 'den çıkma deği lse de, bir sonrak i b ö l ü m d e
bazı örneklerine değineceğimiz, sayısız İstanbul inanışlarından
alınmış bir imge...
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSTANBUL İNANIŞLARI
Kimine g ö r e bir Mega Kent, bir Büyük Şehir, k imine g ö r e y s e
bir büyük Kasaba veya k o c a m a n , kent boyutlar ında, bir k ö y bile
şimi olan b u g ü n k ü İstanbul 'da t ü m ü ile ö z g ü n sayılabilecek neler
kaldı? Ve bu kalanların arasında yine İstanbul'a t ü m d e n ö z g ü ne
gibi inanışlar kaldı?
Eskiden, ç o k eskiden, Fetih önces inden, Bizans'tan kalanlar
artık bir çeşit kozmopol i t m i t o l o g y a oluşturmuşlardır. Sonradaki-
ler, İslam İstanbul, Osmanlı İstanbul ile şekil lenenler ve g ide g ide
iç göçler le beslenenler fo lk lorun sayfalarına karıştılar.
B u g ü n ü n çarpık kent leşmesi ile içinde yaşadığımız bu İstan
bul çözülmesi ve tanımlaması ç o k zor olan, renkleri ve çizgileri,
anlamları ve değerler i iyiden iyiye karışmış bir mozaiki sergile
mektedir. H e m öyle bir mozaik ki, s o m u t o lmaktan ç o k her kay
naktan gelen, her kaynaktan beslenen, zaman z a m a n bir sente
ze yaklaşan, z a m a n zaman a c a y i p bir karmaşıklık yaratan t ü m
d e n soyut, y a p a y görünmektedir .
is tanbul 'un gerçek inanışları - i s t e r t ü m d e n özgün, ister dış
etkenlerle b e s l e n e n - yukarda işaret ettiğimiz gibi fo lk lorun kap
samına girmiş türler ve çeşit lemelerdir. Nedir ki, bunların çeşitle
ri, i lginç saptamalar ı ve bu saptamaların, ayrıntı ve çağrışımların
d o ğ u r d u ğ u varsayım ve yorumlar her zaman üzerinde duru lacak
bir malzemeyi, bir kaynağı m e y d a n a getirmektedirler.
İstanbul 'da nelere inanılmadı ki (ve ola ki halen inanılıyor)?
Dünyayı d ü ş ü n e l i m , ilkin üzer inde yaşadığımız bu yuvarlak
gezegeni. . .
Kent imizdeki eski bir halk inanışına g ö r e d ü n y a 70 bin ayağı
o l a n bir sarı ö k ü z ü n boynuzları arasında durmaktadır. Ö k ü z
y a k u t t a n d ö r t köşel i bir taşa basar, bu taş bir ateşin üzerinde
d u r u r ve bu ateş de Tanrı g ü c ü n e dayanır.
Dünyanın d u r u m u ve temeli buysa, geceleri dünyayı aydınla
t a n bir ufalıp bir büyüyen, bir g ö r ü n ü p bir kaybolan ay nedir?
İstanbul inanışları ayın kimliğini şiirsel tanımlamalarla açıklar
lar:
- Ay, güneşe âşık bir kızdır. Sevdiği ona yüz vermezse de
onlar kıyamet g ü n ü n d e kavuşacaklar ve ay güneşe aşkını anlata
caktır. Bir başka alternatif de var, şöyle ki: Ay ve g ü n e ş karı-ko-
cadırlar. Güneşin parıltısı, d ü ğ ü n ü n d e başına takılmış o lan süsler
d e n , altın ve mücevher lerden olmadır.
Veya: Ay ve g ü n e ş iki kıskanç sevgil idir, hep birbir inin peşin
d e n koşarlar. Biri diğerini yakaladığında güneş ya da ay tutu lma
sı olur.
Ay tutulmasının başka bir açıklaması da vardır: Bir canavar
d a n korkan ay saklanır veya o n u kovalayan düşmanlar ına yakala
nınca kan ağlar, kıpkırmızı bir renk alır.
İstanbul inanışlarında her d o ğ a l olayın, ister mut lu, ister acı,
bir ö z g ü n açıklanması vardır. Örneğin, k o n u ç o c u k ölümler i ya
da bir ç o c u ğ u n ö l ü m ü ise b u n u n nedeni şöylesine ifade edilir:
Azrail bir ç o c u ğ u n canını a lmak isteyince ona kırmızı, güzel bir
e lma gösterir. Ç o c u k elmayı k a p m a k isterken canı e lmaya yapı
şır, kalır.
Güzel, kırmızı elma, onu k a p m a k isteyen ve canını yit iren
ç o c u ğ u n , gencin imgesi bizlere, ister istemez, Batı'nın ünlü
masal larından P a m u k Prenses'i anımsatır, kötü kraliçesi (ölüm)
v e prensesin ö l ü m ü n e - d a h a d o ğ r u s u ö lüme benzer büyülü
u y k u s u n a - neden olan k o c a m a n , kıpkırmızı elması ile.
İstanbul inanışlarında kimler y o k t u r ki! K ö r o ğ l u ' n u n kır atı
bile bu tür inanışlara karışır, ç ü n k ü K ö r o ğ l u ' n u n atı her ay İstan
bul 'a gelir, fakir bir sakanın kapısına varır ve bir ay s ü r e c e ona
hizmet edermiş.
Sık sık susuzluktan kıvranan İ s t a n b u l ' u m u z d a atlı sakalar
çoktandır pi toresk bir tarihe ve ö n c e k i yüzyı ldan k a l m a gravür ve
tablolara karıştıklarından K ö r o ğ l u ' n u n atının artık kent imize uğra
dığına inanmak bir hayli zor.
İnanışlar, inanışlar ve inanışlar:
- Ev süpürü lürken aynı evde başka biri de s ü p ü r ü r s e ilk
süpürenin başı ağrır;
- Yeni elbise g i y m e d e n yakasına basmak gerekiyor, yoksa
v ü c u t t a ağırlık yapar;
- Dirseği ö p ü l e n kimse H a c c a gider;
- Başı tokuşanlar kel olur, kel o l m a m a k için ikinci defa
t o k u ş t u r m a k gerekir;
- Dudağını e m e n ç o c u k b ü y ü y ü n c e katil olur;
- Gece tırnak kesenin ö m r ü kısalır;
- Cumartesi kulağı çınlayanın muradı hâsıl olur;
- Ç o c u k emekley ince «eve misafir gelecek» denir ;
- Kötü b ü y ü l e r d e n kurtulmak iç in:
Değirmenin do lab ından sıçrayan su ile yıkanıp a b d e s t alınır;
deniz aşırı bir yere gidil ir ya da böyle bir o lanak y o k s a ırmak,
nehir, çay ve benzer akar suların üzer inden geçilir; çeşit l i tütsüle
re başvurulur; Malta p a m u ğ u ile 41 d ü ğ ü m yapılır, her biri üzeri
ne «kul e'ûzu» sureleri okunur ve d ü ğ ü m l e r çözülür; bir bardak
s u y u n içine p a m u k koyulur ve büyülenen kişiye bu s u d a n içirilir;
kahvenin üzerine kırlangıç pisliği ekilir ve büyülenen k imseye içiri
lir.
Ve eski İstanbul inanışlarından kalma bir tılsım ö r n e ğ i :
- Papatya ile niyet t u t m a k veya karınca duası, çingeneler
d e n alınan k u r t - b ü z ü ğ ü ya da büyüsel güçler ine inanılan şeyler
taşımak.
Kentimizin esk iden kalma inanışları ve bunların ç o k ç a uygu
laması k o n u s u n d a İstanbul'a ö z g ü gibi g ö r ü n e n , a n c a k başka
yöre lerden de edini lmesi olası o lan, halk hekimliğini de unutma
mak gerekiyor.
— 49 — istanbul Gizemleri / F: 4
/
Halk hekiml iğ inde «gizem nerede?» d i y e sorulacaksa da,
«kocakarı» ilaçlarının ve bi leşimlerinin ç o ğ u kez tıp formül ler i ile
bazen açık lanamayan oysa ç o k eski bir pratik bilgiye dayandıkla
rını u n u t m a m a k gerekiyor. Uzun deneylere ve geleneklere bağlı
bu «ilkel» - d a h a d o ğ r u s u « d o ğ a l » - bi lginin kendi başına bir «gi
zem» yarattığı bir gerçektir.
İs tanbul 'un halk hekiml iğ inden kalma birkaç «reçete»yi aşa
ğıda derl iyoruz:
- Sıracanın tedavisi için, erkeğe dişi, kadına erkek k ö s t e b e k yarılarak sıracalı yere sarılır;
- Küçük çocuklar ın vakt inde yürümesin i sağlamak için, maf
sallarına y u m u r t a akı sarılır veya ceviz yaprağı ya da tuz atılmış
suda b a n y o ettirilir; Karaca A h m e d ' i n atına götürülür; yeni d o ğ a n
aya karşı, koltuklar ından tutarak, ad ım attırılır ve «Ay g ö r d ü m
d a ğ gibi , ç o c u ğ u m y ü r ü s ü n y a ğ gibi» denir;
- Küçük çocuklar ın vakt inde konuşmasını sağlamak için,
ç o c u ğ a y e m e k kaşıklarının, y e m e k kaplarının bulaşık s u y u içirilir
veya kanaryanın su kabından, m u h a r r e m d e aşure kâsesinden su
verilir. .
Veya, Eyüp' te Beşir A ğ a türbesinin anahtarı ile ağzı açılır;
c u m a ezanında müezzine kara ü z ü m verilir, müezzin b u n u selâ
okurken c e b i n d e taşır, ç o c u ğ a bu ü z ü m yedirilir.
İstanbul 'a ö z g ü bu tür halk hekiml iğinin temel inde dinsel ve
büyüsel inançların yattığı apaçıktır a n c a k geleneklere ve gelenek
leri d o ğ u r a n , şeki l lendiren inançlar ve inanışlara bağlı o l m a y a n
benzer süreç ve uygulamalar dünyanın hiçbir yerinde d ü ş ü n ü l e
mez. Kaldı ki, inanç d e n d i ğ i n d e b u n u n tanımlaması bu şeki lde
de ifade edilebilir:
«İnanç, bir k imsenin günlük yaşamını, davranışlarını etki le
yen, başkalarından ö ğ r e n m e yoluyla kazanılan d ü ş ü n c e varlığı
dır.» der İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Onun edini lmesinde kişinin d e n e
me yoluna sapması, geçerl i l iğini kendi yaşamasında g e ç e n bir
olayla tanıması gerekl i deği ldir. İnanç d e n e n m e d e n , us kuralları
na, mantık ilkelerine u y g u l a m a d a n benimsenen, genel geçerl i l iğ i
yalnız başkalarından aktarı lan olaylara, söylenti lere b o r ç l u o l a n
— 50 —
bir d ü ş ü n c e ürünüdür. İnançların en genel , en yaygın olanları
bile deneyle saptanamaz. Bütün inançlar kaynaklan dışına çıktık
ça, deney dışı, us dışı bir nitelik taşır.»
Deneye açık, deneyle geçerl i l ik kazanan ve bir u y g u l a m a ile
varlıklarını s ü r d ü r e n , kendi mantıklarını kuran inanç ve inanışlar
ise büyüsel bir nitelik taşıyanlar veya büyüsel bir imgeyi yaratan
lardır. İstanbul 'u bu ya da şu özell ikleri ile büyüsel ve büyüleyic i ,
büyü taşıyıcı bir kent olarak sayarsak - k i , şiirsel ve sanatsal yak
laşımlar, d o ğ a l saptamalar bir yana, ö y l e d i r - tarihi b o y u n c a her
çeşit etkilere açık olan ve bunlarla beslenen, bunları genel pota
sında eriten bir kentin büyüsel kökler inin ç o k der in o l d u ğ u n u
kabul e tmek z o r u n d a kalırız.
Her şey deği lse de pek ç o k şey Bizans' ta ve Bizans'tan
ö n c e başlıyor, is lam ve Osmanl ı , İstanbul 'a g e l m e d e n ö n c e . B u n
lar bir D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n O r t a d o ğ u ' d a n türemiş bir
inanca, bir d i n e (Hıristiyanlığa) b o r ç l u o l d u ğ u unsurlardır ve b u n
ları gözardı e tmek de olanaksız, gizemlerin tarihsel sürecini izledi
ğimizde.
« İstanbul 'un alınışı» adlı kroniğin in yazarı, d ö r d ü n c ü haçlı
seferlerine katılan Fransız soylusu Robert de Clery, Bizans İstan
bul 'unda g ö r d ü ğ ü kutsal emanetleri b ü y ü k bir heyecan ve saf bir
inançla sayıyor: gerçek Çarmıh' ın insan b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i iki par
çası, İsa'nın b ö ğ r ü n e saplanan mızrağın demir i (yüzyıllar sonra
bu d e m i r e Adol f Hitler sahip çıkacak ve o n u inandığı ırksal
kuramların bir s imgesi, bir g ü ç kaynağı olarak görecekt i r ) , elleri
ne ve ayaklarına mıhlanan çivi lerden ikisi, kanından bir miktar
(kristal şişe iç inde), M e r y e m Ana'nın giysisi, Vaftizci Yahya'nın
başı v.b.
Bu tür inanışlar varo lunca Bizans kentinin, Fetih'in arifesin
de, A lphonse de Lamart ine' in naklett iği t ü r d e n mucizevi heyecan
lar ve inanışlarla d o l u p taşması d o ğ a l gibi karşılanmalıdır:
«...Osmanlılar ertesi g ü n İmparator ve Ispartalıların bütün
çabalarına r a ğ m e n Aya R o m a n o s Kapısı'nı zorlayacaklar ve ora
d a n kente g i d e r e k H i p o d r o m a kadar i lerleyeceklerdir. Ancak t a m
o sırada g ö k l e r d e n bir melek inecek, Osmanlı ları kentten, Avru-
— 51 -
p a ' d a n hatta A s y a ' d a n kovarak İran'ın bir ucuna kadar sürecek
ve kutsal kılıcı sütun lardan birinin d i b i n d e oturan bir ihtiyara vere
cektir. Böylece İstanbul yeniden dünyanın kraliçesi olacaktır.»
Nedir ki, bekleni len kılıçlı melek g ö r ü n m e d i , Osmanlı lar Avru
pa'nın Viyana'sına d a y a n d ı ve İstanbul d ü n y a kral içelerinden biri
o lmayı s ü r d ü r d ü ğ ü g ib i b u g ü n bile, t ü m çarpıklıklarına rağmen,
saltanatını s ü r m e mücadeles in i veriyor.
İstanbul 'un Fethi ile bir ç a ğ kapanıyor. Bizans'tan kalma kut
sal emanetler ve onlara bağlı, on lardan kaynaklanan inanışlar ve
efsaneler tar ihe karışıyor, tarihin ayrı bir sayfasını o luşturuyor lar
ve Osmanl ı İstanbul ad ım adım kendine ö z g ü kentsel inanışlarını
ve gizemlerini o luşturuyor.
Şeyhlerin, pir lerin, dedelerin kenti oluyor, İslam gizemci l iği
nin bir merkezi ve sonraki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z gibi , bu
gizemci l iği araştıran, b u n d a n etki lenen Batılı usta ve «üstatlar»ın
kaçınılmaz uğrak yeri .
İlkin, sonsuz bir kaynak olan, Evliya Çelebi 'ye kulak verel im
ve o n d a n Merkez Musl ih iddin Efendi, Hazreti Nalıncı Memi
Dede, Hatip Zâkir i , Hazreti Kapanî M e h m e t Efendi, Yetmiş Kuruş
Dede, Elekçi Divanesi v.b. hakkında bilgiler edinel im.
Halvetiye şeyhler inden olan, ö l d ü ğ ü n d e Yenikapı'nın dışın
daki tekkenin yanında özel bir t ü r b e d e g ö m ü l e n Merkez Musl ih id
din Efendi namaz kıldığı sırada bir ses duyar. Yedi bin yı ldan beri
o mekânda yatan «kırmızı renkli, sedef lezzetli» bir hayat pınarı
nın sesidir bu ve pınar h u m m a hastalığına karşı bir i laç olarak
yaratıldığından şeyhin emriyle yeryüzüne ç ıkmaya hazırdır.
Şeyh, namaz kıldığı bir s e c c a d e n i n b u l u n d u ğ u yerde bir
kuyu kazmaya karar verir ve dervişlerinin yardımını ister. «Bismil
lah» d iyerek t o p u ğ u ile yere vurur, kazı başlar ve kırmızı renkli bir
su fışkırır, o s u d a n sabahleyin aç karnına üç kez içenler de h u m
m a d a n kurtulurlar.
Aslen Bergama' l ı o lan Hazreti Nalıncı M e m i D e d e ise Unka-
panı'nın Araplar çarşısındaki bir d ü k k â n d a nalıncıdır. G ü n ü n birin
de Unkapanı 'nda bir yangın çıkar yayılır, uzanır. M e m i Dede'n in
etrafındaki t ü m evler, dükkânlar kül o l u r k e n nalıncı d ü k k â n ı n a hiç
bir şey olmaz, d e d e ise d ü k k â n ı n d a kalıp direnir.
Kocaeli ' l i o l u p İstanbul 'a gelen ve Şeyh N u r e d d i n Zade'n in
hizmetine giren Hat ip Zâkiri (yıllar b o y u tekkelerde zikirci l ik yaptı
ğı için bu adı almıştır) sarığı ile ilgili bir ö y k ü y ü z ü n d e n Evliya
Çelebi tarafından anılır.
Bir g ü n , öğle ezanında bir çay lak Hat ip ' in sarığını kapıp eza
nın o k u n d u ğ u minarenin alemi üzer ine koyar ve sarık bir hafta
b o y u n c a orada kalır. Bu ara sarığından olan Hat ip Zâkir i gider
olayı Sultan Mustafa'ya anlatırsa da sultan borçlarını ö d e m e s i ,
kefen ve cenaze masrafını karşı laması için ona bir kese altın
verir.
Zâkir i evine d ö n d ü ğ ü n d e bir rüzgâr eser, minarenin tepesin
deki sarık havalanır, yere düşer. Ertesi g ü n ise Hat ip ansızın ölür.
Evliya Çelebi 'ye bakılırsa ya G e l i b o l u ' d a n ya da Peçe, Sirem
taraf lar ından gel ip Unkapanı 'na yer leşen Hazreti Kapanî Mehmet
Efendi el inde bir balta ile gezinip b u l u n d u ğ u kehanetleri ile ünlen-
mişt i .
Evliya Çelebi kehanetlerinin bir ini şöyle anlatır:
«Bir g ü n Kapanî, Sultan Murat 'a varıp: 'Murat Çelebi, Unka-
panı 'ndaki Süğlün Muslu Sultan üç g ü n sonra iflas edecek. Zaval
lıya elli kese yardım et de b o r c u n u ö d e s i n ' d iye r icada bulunur.
Murat Han:
'Peki Baba Sultan' der.
O r a d a bulunanlar bu sözlerden şaşırırlar ama, Allah'ın hik
met i , üç g ü n sonra Muslu' Sultan' ın sarayından bir b ü y ü k ateş
çıkıp, sultan ancak yalınayak kaçarak canını kurtarır; her şeyi
yandığ ından iflas eder.»
Kehanet lerde bulunan başka biri de Budin'deki Semturna
kalesinin ağası Yetmiş Kuruş Dede. Eğr i 'de Fatih Sultan' ın yanın
da savaşmış, ermişlerle biraraya gelmiş a m a s o n r a d a n b u n u
sağa sola anlatt ığından, yedi yıl tutu lmuştur. Yedi yıl geçt ikten
s o n r a k o n u ş t u ğ u n d a söyleyebi ldiği tek şey «Yetmiş kuruş»muş.
Sultan Murat 'a Revan kalesini yedi g ü n d e alıp sonradan İranlıla-
— 53 —
ra geri vereceğin i söyleyen ve haklı çıkan Yetmiş Kuruş Dede'n in
sesi, anlatır Evliya Çelebi, kendisi İs tanbul 'dayken Sultan Murat
taraf ından savaş alanlarında d u y u l u r m u ş .
Bir d e , Çelebi 'n in dizisinde, elekten başka bir şey y e m e y e n
dilsiz Elekçi Divanesi var ki, rivayete göre, ö l ü m ü n d e n bir g ü n
ö n c e k o n u ş m u ş ve yanından g e ç e n birine kapısının dışına g ö m ü l
meyi istediğini söylemiştir.
G e ç m i ş yüzyılların İstanbul 'u için şeyhlerin, pirlerin kenti
dedik. Ve d e v a m ı n d a bakıcıların, şifacıların, tılsımcıların, nazarcı-
ların.
Öyleydi, pek ç o k şeye inanılan d ö n e m l e r d e . T ü m bunlar, bu
inanışlar salt g e ç m i ş t e mi kaldı? Hiç deği l ç ü n k ü her ç a ğ kendi
inanışlarını get i rd iği gibi eskiden kalanlara yeniden sahip çıkıp
kendi çağının gereksinimlerine göre uyarlar ve değişik, t ü m d e n
ç a ğ d a ş (giderek teknoloj ik) iş lemlerden geçirerek uygular.
B u g ü n k ü İs tanbul 'umuzda, i lerdeki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z
gibi , yarını açıklayanlar, öngörenler ve yorumlayanlar hiç eksik
değil ler a n c a k yöntemler i , araçları ve i letişim şekilleri değişt i .
Eskiden kalma bilgiler b u g ü n ü n tekniği ile sunulmaktadır artık ve
teknik araçlar araya g i rd iğ inden d a h a kolayca, hatta d a h a «uy
garca» kabul edi lmekteler.
G e ç m i ş e d ö n ü p bir kez d a h a Evliya Çelebi 'ye kulak verel im
ve 17. yüzyıl İstanbul 'undaki bir bakıcı-falcı esnafı o lan Remilci ler
hakkında verdiğ i bilgileri aktaral ım:
«Remilciler Esnafı: dükkânları 15, kendi leri 300 kadardır. B u n
lar da u lema sınıfından olduklar ından kazasker alayı ile tahtıre
vanlar üzerinde, tal ih tahtasını, kur'a ve t e m i l tahtalarını m e y d a
na k o y u p : ' U ğ u r ve mesut talih... uğursuz tal ih... maksat ve
meramızı görel im.. . ' diye, Remilcilere m a h s u s kelimeler söyleye
rek geçerler. Pirleri Hazreti Ali 'dir ki, ünlü Remilcidir. Bu bi lgi p e k
eskidir. Asıl k u r u c u s u Hazreti Danyal idi ki bu i lmi Cebrail aleyhis-
selamdan ö ğ r e n m i ş ve Remil ile mucize göstermişt ir.»
Tarot furyasına kapılmış bir İstanbul 'da geleneksel ve D o ğ u
kökenl i k u m falı Remil t ü m d e n unutulmuş m u d u r ? S o r u n «gelece
ği öngörmek», bu geleceği ö n g ö r e b i l m e k için bir fal, bir kehanet
aracına başvurmaksa neden kimi «in» ve k imi de «out» oluyor?
Remil, Batı 'da, «geomancie» olarak tanınır ve U z a k d o ğ u
kökenli bilinir. Bir sözlük tanımlaması ile geleneksel bir bi l imdir
ve yıldız bi l im (astroloji) g ibi , horoskoplar düzenler, yeryüzünün
«aura»sı ile kıyasla kişinin doğasını ve yazgısını açıklar. Asl ında
Remil - y a da L im-al-Ramî- A r a p kökenlidir, s ö z c ü k karşılığı ise
«yeryüzü cinleriyle haberleşme»dir ve Remil in süreci iç inde «yer
y ü z ü cinleri» d e n d i ğ i n d e yerkürenin «tellürik» güçler i ya da yeryü
zünün «aura»sı anlatılmaktadır.
Yı ldızbil imde o l d u ğ u gibi Remilde kullanılan ve çizgi ile nok
talardan o luşan 16 şeklin her biri, sırası ile, bir burca, bir gezege
ne, bir g ü n , unsur, m a d e n ve c inse (kadın, erkek) bağlıdır, ileti-
şimlidir. Remil in İslam öncesi Araplardaki ilk kullanılışı k u m üze
rinde çizgiler ve noktalar ç izmekle yapılırdı. Z a m a n l a tahta veya
kâğıt ya da b u ğ d a y tohumlar ı kul lanılmaya başlandı.
Geleneğe g ö r e Remil, Hazreti Danyal 'a veri lmiş bir mucize
dir ve ç o k i lginçtir ki, bu mucizenin ürünü o lan u y g u l a m a Çinlile
rin ünlü «Değişimler Kitabı» olarak anılan, başlıbaşına evrenbi l im-
sel (kozmik) bir y ö n t e m oluşturan, «Yi King» ya da «İ Ching» ile
çeşitli benzerl ikler göstermektedir .
Remil noktalar ı ve çizgileri ile, 16 şekil oluşturur, Yi King ise
64 şeklini kısa (- -) ve uzun ( ) çizgilerle ifade eder; Remil
gezegenlerle bağlantılıdır, Yi King' in 64 şekli b iraraya getir i ldiğin
de bir evrenbil imsel harita m e y d a n a çıkar. Her ikisi birer fal aracı
gibi kullanıl ıyorsa da her biri, bir kehanet y ö n t e m i o l m a k t a n baş
ka, temsil ett iği kül türün evrenbi l imsel görüşler ini yansıtmaktadır.
Ya da, Cari Gustav J u n g ' u n y o r u m u ile, ikisi de ruhbil imsel ve
f izikötesi uzantıları, çağrışımları o lan birer anahtardırlar.
Kimi uğur lu ve uğursuz yazgıyı öngörür, okur ve açıklar,
kimiyse bu yazgıyı yönlendirmek, deği lse de etki lemek için gizle
re ve gizli bi lgi lere dayanan önlemler alır, boncuklar, nazarlar ve
tılsımlar g ib i .
Büyük kent İstanbul 'da büyüsel işlemlerin yüzyıllar b o y u n c a
— 55 —
yapılması, bunlarda yerel ve yerel o lmayan, A n a d o l u ' n u n her
yöres inden ve A n a d o l u ' n u n ötesinden, uzaklarından gelen g izem
sel inanışların karışması, giderek bir t ü m oluşturması kadar
d o ğ a l ve kaçını lmaz bir şey yoktur.
Büyüsel ve g izemsel inanç ve inanışlar bir kentin, bir t o p l u
m u n , bir kültürün, geleneklerden k o p a m a y a n bir y a ş a m şeklinin
ayrı lmaz ve p a r ç a l a n m a z öğeleridir. Kaldı ki İstanbul, bazı görüş
lere g ö r e , bir kehanet ler kentidir yani kendi l iğ inden büyüsel bir
kenttir kendi büyüler in i oluşturan ya da başka, değiş ik ve çeşitl i
kaynaklardan edindik ler in i kendine g ö r e şekil lendiren ve uyarla
yan.
İstanbul, R o m a g ib i , yedi tepe üzerinde kurulu, ç o k eskilere
d a y a n a n bir merkez kenttir. Denilecek ki, bu merkez kent in yedi
tepe üzerine k u r u l m u ş olması bir g i z e m değil de jeolo j ik ve
topograf ik bir özell iktir. Öyledir de biz, bir başlangıç olarak bu
tepeler i bir sıralayalım, anımsatal ım:
1 - Sarayburnu t e p e s i
2 - N u r u o s m a n i y e tepesi
3 - Beyazıt t e p e s i
4 - Fatih tepesi
5 - Sultansel im tepesi
6 - Edirnekapı t e p e s i
7 - Davutpaşa tepesi .
Sıraladıktan s o n r a da bu tepelerde bulunan bazı yerleri de
saptayalım, eski ile bağlantı lar kurarak:
1 - Sarayburnu tepesi - Topkapı Sarayı ve Ayasofya,
2 - N u r u o s m a n i y e tepesi - N u r u o s m a n i y e Camisi ve Ç e m -
berlitaş,
3 - Beyazıt t e p e s i - Beyazıt ve Süleymaniye camiler i ,
4 - Fatih tepesi - Fatih Camisi,
5 - Sultansel im tepesi - Sultan Sel im Camisi,
6 - Edirnekapı t e p e s i - Tekfur Sarayı, Kariye Camisi ,
7 - Davutpaşa tepesi - Ç u k u r b o s t a n Sarnıcı (Ermiş M o c i u s
sarnıcı).
— 56 —
Yedi t e p e d e değişik tarihlerde inşa edi len yedi ibadet yeri,
iki saray, gizemlerle donatı lmış bir s ü t u n ve eski bir ermişe adan
mış bir sarnıç. Başka bir deyimle bir diz i güçsel mekânlar, tapı
naklar, inanış kaynakları. Ya da bir diz i g ü ç kaynağı.
Sayıların üzerinde biraz dural ım: tepeler in ve ibadet yerleri
nin sayısı (yedi) eşittir, geriye kalanları topladığımızda elde ettiği
miz sayı dörttür, yedi ile dört ise eşittir on bir.
Bu üç sayı (dört, yedi , on bir) üzer ine d u r u p bunların, çeşitli
inanış ve kültürlerdeki, değer ve anlamlarını sıralayalım:
- Dört : Yunan felsefecisi ve matemat ikç is i F isagoras'a g ö r e bu
sayının anlamı «doğruluk», «adalet» ve «dünya»dır;
Türk mitolojisine baktığımızda: Göktürk lerde d ö r t y ö n ü
temsil eden d ö r t tanrı buluruz; Samanların hırkalarında
d ö r t adet çıngırak vardır; A b a k a n Türkler inin kutsal
törenleri d ö r t kutsal kayın ağacının yanında yapılırdı; ilk
kez cennetten ç ıkma olan atın d ö r t g ö z ü vardı.
Başka kaynakları incelediğimizde: Gizemsel inançlara
g ö r e dört tanrıyı, dolayısıyla en üstün yücel iği , s imgele
yen sayıdır ve ilginçtir ki, bazı d in lerde tanrının adı da
d ö r t harften oluşmaktadır, ö r n e ğ i n :
Lat incede Deus
Mısır 'da A m u n
S ü m e r ' d e J a b e
A s u r ' d a A d a d
İran'da Sire
Tatar larda İtga
Yahudi lerde Yhvh.
İhvan-ı Safa'nın «Risa le ler inde ise d ö r t aşağıda o l d u ğ u gibi
değerlendir i l i r :
«Tanrı, tabiattaki her şeyi d ö r t g r u p hal inde yarattı. Mesela
sıcaklık ve soğukluk, kuruluk ve nemli l ikten oluşan d ö r t fiziki özel
lik; ateş, hava, su ve topraktan m e y d a n a gelen dört unsur; kan,
b a l g a m , sarı ve karasafradan oluşan d ö r t salgı; dört mevsim...
d ö r t esas yön. . . dört rüzgâr... tak ım yıldızlara göre tayin edilen
d ö r t y ö n ; metal ler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan oluşan d ö r t
ürün.» B u n d a n başka dört ö lümsüz lüğün, dayanıklıl ığın, ısrarın,
başarının ve u m u d u n sayısı olarak da bilinir.
- Y e d i : «Yedinin kutsal bir nitelik taşıdığı inancı A n a d o l u ile
o n u n komşularıyla olan i l işkilerinde ortaya çıkıyor.
Mısır, Sümer, Akad, İran, Hint, Hitit d a h a sonra Yunan,
R o m a uluslarının düşünces inde yedin in ayrı bir ö n e m i ,
bir kutsallığı vardır sayı olarak. Genell ikle kutlu, uğur lu
sayılır.» d e r İsmet Zeki Eyuboğlu.
Ö r n e ğ i n : Yedi kat gök, yedi kat yer in altı inançları; y e d i
y e r d e n yamal ı , yedi ikl im, yedi deniz, yedi başlı yılan
v.b. dey imler i gibi.
Büyüsel işlemlere baktığımızda da yedi sayısı sık sık kar
şımıza çıkar:
- M u h a b b e t için, yedi pâre kemik üzerine kazıp bir ite
yedirç.. .
- M u h a b b e t için, her k im ayın yedis inde yüz kere o k u -
ya, niyyet eyleye...
- Sevdiğ in kişinin saçından yedi kıl alasın, bu duayı
y e d i kere okuyasın...
• - M u h a b b e t için, yedi tane tuz üzerine yedi «Tebbet»
suresi okunur...
- On bir :( İk i kez d ö r t artı üç, yani iki kez tanrının sayısı ile d ü n
yanın sayısı) tartışmalı bir sayıdır ve genelde şansı ve
gizli refahı simgeler. Hakimiyet in, g ü c ü n , cesaret in,
m ü c a d e l e ve başarının sayısı olarak bilinir.
Sayılara kapılıp İstanbul 'dan ve yedi tepeler inden sanki bir
hayli uzaklaştık. Hiç değildir, belirli sayıların gizemsel anlamları
üzerinde durmamız ın nedeni, tepelerle ilgili sayıları incelediğimiz
de, bunların da tepelerdeki g ü ç potansiyel ini kanıtlamaları, en
azından işaret etmeleridir.
Güç potansiyel i bir gerçek ise araştırmacı Celal K o d a m a n o ğ -
lu'nun öne s ü r d ü ğ ü bir sav başka bir g e r ç e ğ i yansıtabilir.
— 58 -
K o d a m a n o ğ l u ' y a göre Rumeli Hisan'nın yedi b u r c u ile İstan
bul 'un yedi tepesi arasında bir bağlant ı k u r u l d u ğ u n d a : «...yakla
şık 500 metre yüksekl ikten deniz taraf ından bakıldığında Rumeli
Hisan'nın k o n u m u , Osmanl ıca bir tür elyazısı şekli o lan Hattı Kufi ile yazılmış M u h a m m e d s ö z c ü ğ ü yazıyordu, bir başka aç ıdan
bakıldığında ise bu kez A r a p ç a M e h m e t s ö z c ü ğ ü yazıyordu.»
Ve böylece, Rumeli Hisarı da kentimizin g izemler yaratan,
gizemler taşıyan mekânları arasında yerini b u l m u ş oluyor, bir
başka inanışa yol açarak.
Yukarda g ü ç merkezi, g ü ç potansiyel i gibi sözcükler ve kav
ramlar kullandık, d a h a önceyse İstanbul kentini bir enerji merke
zi gibi gördük, en azından öyle o l d u ğ u n u , o labi lme olasılığını taşı
dığını belirtmiş o lduk.
İyi de t ü m bu sözcüklerle neyi ifade etmek istiyoruz, açık ve
s o m u t olarak?
K o n u m u z bir kentin t o p l u m s a l g ü c ü , toplumsal kimliği mi ,
kalabalıklaşmasından d o ğ a n «güç», insan g ü c ü n ü n tartışılmaz
varlığı mı y o k s a başka anlamların, değişik sonuçların peşinde
miyiz?
Antik çağlara bağlanan gizemsel inançlara g ö r e «Tanrının
vücudu» sayılan evren ve bu s o n s u z evrenin bir parçası, bir par
çacığı olan dünyamız yeryüzündeki d o ğ u ş u m l a r ı , değiş imler i ve
«mahşerler»i şartlandıran, gezegenimiz in gidişatını düzenleyen
g ü ç merkezlerine sahiptir. Bu merkezler in her biri değişik t ü r d e n
bir g ü ç yaymaktadır ve aynı z a m a n d a , «mutlak gücün» (Tanrının)
yaydığı enerj inin bir «ara istasyonu» görevini görmektedir .
Başka bir deyimle, bu merkezler h e m kendi güçlerini yarat
makta h e m de «mutlak güç»ü yansıtmaktalar. Nedir ki, bunların
t ü m ü maddesel desteklere (mekânlar, yerler, binalar v.b.) sahip
değil ler, evrenin derinl ik ler inde salt radyasyonlardan oluşan bazı
yıldızlarda o l d u ğ u gibi. Yazgımızı yöneten «genel merkez» ise,
Mısır, Yunan, A l m a n ve İskandinav inanışlarına göre, başka bir
galakside bulunmaktadır.
— 59 —
Evrendeki merkezlerle dünyamızdak i merkezler arasındaki
il işki, gezegenimiz in yüksek noktaları ve yeraltı geçit lerinin aracılı
ğıyla telepat ik bir b i ç i m d e sürdürülmektedir .
Bu tür merkezler hangileri ve neredeler?
K u r a m ve inanışa göre g ü ç merkezi dendiğ inde akla gelen
ilk yerler Mısır'daki Ehramlar (başta K e o p s olmak üzere), A n d
dağlar ındaki yaşı b i l inmeyen kent ve uygarl ık kalıntıları, Himalaya
dağlar ı , T ibet ' in Lasa kenti ve oradaki tapınakların o l u ş t u r d u ğ u
ç e m b e r , Yunan mitologyasına g ö r e tanrıların konutu olan Ol im-
p o s d a ğ ı ve D o ğ u Afr ika'daki d a ğ silsileleri.
Dünyanın yüksek dağları, yerleri - ki bunlar, aynı z a m a n d a ,
kayıp kıtalar ve uygarlıklar kuramına ya da varsayımına da bağlı
d ı r l a r - bir çeşit anten görevini görüyor larsa, birer yansıtıcı ola
rak kullanılıyorsa İstanbul 'un yedi t e p e s i için benzer bir işlev de
düşünebi l i r iz, yukarda özetlediğimiz k u r a m ve inanışa bağlı bir
«çalışma» varsayımının hudutları dahi l inde.
Kimi araştırmacılar, g ü ç merkezi ve «anten» deni ld iğ inde,
eskinin izlerini ve anılarını taşıyan sütunlara, dikil itaşlara belirli bir
ö n e m ve işlev tanımaktalar; kimi araştırmacılar ise, kuramın çer
çevesi iç inde, birer i letişim yolu olarak yeralt ı geçit lerine, dehlizle
re bağlanırlar. İstanbul her iki k o n u d a z e n g i n ve i lginç bir çeşit le
m e y e sahip o l d u ğ u n d a n yorumlar ı ve örnekler i ç o ğ a l t m a k her
z a m a n olasıdır.
İstanbul'a «kehanetler kenti» de dendi , d a h a İstanbul,
Bizans iken. Bu k o n u d a haçlı Romert de Clery'ye bir kez d a h a
kulak verel im:
«Şehrin bir başka yer inde pek şaşı lacak bir şey d a h a vardır.
Her biri en azından kulacın üç katı ve en azından kulaç yüksekl ik
te iki sütundu bunlar. Ve münzevi kişiler bu sütunların tepes inde
ki k ü ç ü k barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda, insanın yukarı
ç ıkabi leceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, K o n s t a n t i n o p o -
lis'te o l m u ş ya da o lacak bütün olaylar ve bütün fetihlere ilişkin
kehanetlerin resmi yapılmış ve yazılmıştı. A m a olay m e y d a n a
gelene kadar k imse b u n u n ne o l d u ğ u n u anlayamıyordu ve mey-
- 60 —
d a n a gel ince d e insanlar o r a y a giderek d u r u m üzer inde d ü ş ü n ü p
taşınıyorlar ve s o n r a d a , ilk olarak, olayı g ö r ü r ve anlar lardı. Ve
Fransızların bu fethi, hatta şehrin alınmasıyla s o n u ç l a n a n saldırıyı
yaptıkları gemiler bi le b u r a d a yazılmış ve resmedi lmişt i . Rumlar
olay m e y d a n a g e l m e d e n ö n c e b u n u anlayamadılar a m a , olay
m e y d a n a gel ince b u sütunlara b a k m a y a v e d u r u m u d ü ş ü n ü p
taşınmaya gittiler ve resmedi lmiş gemiler in üzerine yazılmış keli
melerle, kısa saçlı ve d e m i r kılıçlı bir ırkın Batı 'dan K o n s t a n t i n o p o -
lis'i fethe geleceğini söy lendiğ in i gördüler.»
Nedir soylu haçlının s ö z ü n ü ettiği ve kehanetlerin resimleri
ile süslenen bu sütunlar? Bunlar hiç kuşkusuz, A p o l l o n i u s ' u n yaz-
dırttığı b r o n z d a n dikil i taşlardır!
M.S. I. yüzyılın başlar ında d o ğ a n ve 97 yılında ö l d ü ğ ü , d a h a
d o ğ r u s u y o k o l d u ğ u , o r t a d a n k a y b o l d u ğ u söyleni len K a p a d o k y a
d o ğ u m l u Tyana'l ı Apol lonius, Bizans o lan İstanbul 'u ziyaret
eden, gizemlerine gizemler katan antik « s i h i r b a z l a r d a n ilki deği l
se de kentin tar ih inde izler bırakan, inanışlara yol a ç a n i lklerden
ve ünlülerden biridir. Kehanetler d o l u s u sütunlardan başka sinek
lerin istilasına uğramış o lan İstanbul 'da t u n ç t a n b ü y ü k b o y d a bir
sinek heykeli yaptırır ve bu büyülü heykelin sayesinde kenti
sinek belasından kurtarır.
Bizans'ın yücel iş ini ve ç ö k ü ş ü n ü ö n g ö r d ü ğ ü söy lenen ve
Fisagoras' ın izleyicisi o lan Apol lonius y u k a r d a sözü edi len sütun
ları diktirir, imparator sarayının kapılarında tılsımlı yazılar yazar.
Ö l ü m ü n d e n veya k a y b o l u ş u n d a n sonra R o m a İmparatoru Cara-
calla, K a p a d o k y a ' d a , o n u n anısına bir tapınak inşa ettirir, impara
t o r u n annesi Jul ia D o n n a ise Yunanlı Phi lostratos'a «Apolloni
us 'un yaşamı»nı yazdırır.
Kapadokyal ı Apol lon ius salt bir kâhin deği ldi, bir g izemci ,
bir gezgin, gizli ö ğ r e t i m d e n g e ç e n bir iydi, öyle bil iniyor ve anılı
yor Batı g izemci l iğ inde. Mucizeler yaratıyor Voltaire'in bile ç o k
ö n e m s e d i ğ i bu Apol lonius. R o m a ' d a y k e n bir cenazeyi d u r d u r u
yor, ö lü sanılan o y s a kataleptik transta olan bir genç kızı uyandırı
yor. Şifa dağıtıyor, Efes'i v e b a d a n kurtarıyor.
Daha yirmi yaş ındayken keşişliği seçiyor, bir süre Antakya'
d a k i Apol lon ius tapınağında kalıyor, Hindistan'a gidiyor, T ibet 'e
kadar uzanıyor, Roma'yı , İspanya'yı, Mısır'ı ziyaret ediyor ve Tar
sus' tan da geçiyor.
H indistan'da g ö r d ü ğ ü bazı s o n d e r e c e değerl i , inanılmaz bil
giler içeren, b i l inmeyen bir g e ç m i ş t e n kalan, unutulan bir bi lgel i
ğ in ürünü o lan ki taplardan söz ediyor Apol lonius, Hint g izemci le
r i ile yaptığı konuşmalar ı naklediyor, tanık o l d u ğ u - b u g ü n parap-
sikoloj inin kapsamına g i r e n - olayları anlatıyor, havada duranlar ı ,
h içbir dış etkene başvurmadan ateş yaratanları anlattığı g ibi .
Ö l ü m ü n d e n iki yüzyıl sonra Apol lon ius 'un hayaleti Kapadok-
ya'y ı talan e t m e y e hazırlanan R o m a İmparatoru Aurel ianus'a
görü lüyor ve Roma'l ı lar geri çekil iyorlar.
U z a k d o ğ u ' n u n öğreti leriyle yük lü «Anadolu ç o c u ğ u » Apol lo
nius U z a k d o ğ u ' n u n gizemlerini, A n a d o l u ve İstanbul yoluy la,
ant ik Batı'ya ulaştırıyor, kehanetleri ve şifacılığı ile destekl iyor, bir
«Gizem Yolu»nun başlangıçlarını çiziyor.
Batı 'dan İstanbul 'a gelen, bir arayış veya bir sentez peş inde
o lan gizemci lere Apol lonius bir işaret verir gibi oluyor, birçoklar ı
nı yüzyıllar b o y u n c a getirecek, çağıracak bir işaret.
Fetih'i ve Bizans'ın ç ö k ü ş ü n ü Apol lonius kehanet ler inde
ö n g ö r ü y o r bir dizi kehanetin ö n c ü l ü ğ ü n ü yaparcasına ve keha
netlerden kaynaklanan bazı inanışları J o s e p h v o n H a m m e r , «Os
manlı T a r i h i n d e ayrıntılı olarak sıralıyor:
«Konstantiniyye (İstanbul) halkı bu sıralarda bazı b o ş inanç
lara da yer ver iyor ve bunlar üzerinde tart ışmalarda bulunuyor
d u . Sözgel imi, g ü n ü n bir inde Latinlerin zaferle yaldızlı kapıdan
içeriye girecekleri hakkındaki eski bir boş inanç y ü z ü n d e n o kapı
- b u tarihten ç o k ö n c e l e r i - ö r d ü r ü l m ü ş t ü . A m a inanç s ö k ü l e m e -
miştir. Bir başka söylentiye göre, Serkoporta deni len kapıdan da
İmparator Frederik ile Latinlerin g e ç e c e ğ i inancı mevcut o l d u ğ u n
d a n orası da esk iden ö r d ü r ü l m ü ş d ü . Fakat Konstant iniyye kuşat
masından ö n c e açıldı ve Türkler şehre buradan girdiler.
Konstant iniyye'nin iki kapısı ile ilgili bu iki inançtan başka
bizzat şehre has iki boş inanç d a h a vardı. Bunlardan bir ine g ö r e
d ü ş m a n şehre girerek Boga meydanına kadar gelecek, fakat ora
ya kadar kovalanan halk oradan geri d ö n e r e k düşmanlar ın ı sur
dışına kadar p ü s k ü r t ü p memleket ler ine tekrar sah ip olacaktı.
Ç o k eski çağlardan beri sürüp gelen ve aziz lerden M o r e n u s adın
da bir a d a m a mal edilen öteki inanca g ö r e de, oklar la si lahlan
mış bir halk b ü t ü n Rumları y o k e d e c e k d i . Bu iki b o ş inanç arasın
da bir karşıtlık vardı. Bir başka söylent iye g ö r e d e , bir falcı kadın
d a n , Paleologların ilki olan İmparator Misel, torunlar ı zamanında
imparator luğunun s o n u c u n u n ne olacağını s o r m u ş ve falcı da
o n a karşılık olarak s a d e c e ' M a m a i m i ' kel imesini söylemişt i . Aslın
da anlamdan y o k s u n olan bu sözün, harf sayısından dolay ı Pale-
o l o g ailesinden y e d i imparator ge leceği ve en sonrak in in tahttan
indiri leceği ifade olunuyordu.»
Öyle yazıyor V o n H a m m e r a n c a k «Mamaimi» s ö z c ü ğ ü n e
veri len bir başka geleneksel a n l a m da «Mehmet» o luyor!
Tepeler, g ü ç merkezleri, kâhinler, geleneklere karışan keha
netler: t ü m bunları içeren, d o ğ u r a n ve tarihi b o y u n c a taşıyan bir
kentin, d ü n d e n b u g ü n e , gizemle uğraşanların, g izemler i araştı
ranların ilgisini ç e k m e s i kadar o lağan bir şey olabil ir mi?
Ve kehanet d e d i ğ i m i z d e ve kâhinlerin «en yücesi» sayılan
N o s t r a d a m u s ' a ya da 16. yüzyılın Michel de Nostre - Dame'a
baktığımızda İstanbul az mı karşımıza çıkıyor?
«Önceki tekelci ler in danışmanları,
Fatihler kandırılmış, Mel i te 'den,
Rodos, İstanbul, zıtlar karşılaşacak,
Yer gerekecek, takipçi lerden kaçanlara.»
«Büyük bir ö r t ü , Adriyatik deniz i dışından,
İstanbul yakınında büyük bir teşebbüs,
Düşmanlar kayıpta, dostlar o lacak,
Ü ç ü n c ü karışıklık yapacak, s a p üstünde.»
«Borazan sahte, o n u saklamak çılgınlık,
İstanbul'da yasal bir d e ğ i ş i m olacak,
Mısırlı takl i tçi, zayıf ve ç ö z ü l m ü ş ,
Yasa, kural d e ğ i ş e c e k para, kazanç.»
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
GİZEMCİLER İSTANBUL'DA
«Kutsal Sihir Kitabı» 15. yüzyı ldan kalma o l d u ğ u söyleni len
sayılı bir elyazmasıdır. Geleneğe göre ve metnin ö n s ö z ü n d e açık
landığı gibi yazarı Yahudi A b r a h a m ya da Avram'dır ve Yahudi
A b r a h a m - Avram, o ğ l u Lameh'e ünlü b ü y ü c ü A b r a m e l i n (Ab-
ra-Melin)' in öğreti ler ini bu met inde açıklıyor.
Abramel in ' le ilgili pek bir bilgi yoktur fakat A b r a h a m - A v r a m
ö n s ö z ü n d e , Kabala'nın gizlerini babasından öğrendikten sonra,
ilkin Mısır'a oradan da İstanbul'a geçt iğ in i anlatıyor ve bir şans
eseri - y a da yazgısal bir s o n u ç l a - Abramel in ' in gizli e lyazması-
nı İstanbul 'da buluyor, düzenl iyor ve 1458'de yayınlıyor.
Kullanışı tehlikeli, en azından sakıncalı sayılan «Sihirbaz
Abramel in ' in Kutsal Sihir Kitabı» yazılış b iç imine bakı ldığında 15.
deği l de 18. yüzyı ldan kalma gibi g ö r ü n ü y o r s a da d e ğ i ş m e y e n
ve tart ışmayan gelenek kökeni olarak hep İstanbul 'u göster iyor.
Hayal ya da g e r ç e k ! Bu araştırmamız b o y u n c a b i r ç o k kez
sorulacak, akla gelecek bir sorudur bu. Ancak, bu a ş a m a d a ,
kanımızca öneml i o lan yanıtlar değil de biraraya getir i len malze
medir, yani belgeler, olaylar, gelenekler, inanışlar ve bunlara karı
şan veya bunları yaratan kişilerdir. Yanıt, y o r u m , açıklama, tartış
ma sonradan gelmektedir araştırılan ve de araştırmaya yarayan
malzeme ortaya seri ldikten sonra.
Daha ö n c e de belirtmiştik, yeniden tekrarlayalım ç ü n k ü «re-
petita juvant» yani t e k r a r d a n yarar gelir: İstanbul kenti ister bir
«güç merkezi», ister bir bağlantı, g e ç i ş yeri v e y a bir sentez nokta
sı (sentez aracı) olarak yüzyı l lardan beri Batılı g izemci ler in, birey
c i araştırmacıların ve ö r g ü t üyelerinin ya da ö r g ü t kurucularının
ilgisini çekmiştir. Kimi İstanbul'a uğramakla yet inmiş, kimi İstan
bul 'da bir süre kalmış, kimiyse ilk eylemlerini İs tanbul 'da gerçek
leştirmiştir.
Bu ve sonrak i b ö l ü m d e «Batı'dan gelenler»i ve « D o ğ u ' d a n
dönenler»i iz lemeye çalışacağız, olanaklarımız ve varo lan kaynak
larımız elverdiği kadarıyla. K o n u m u z u n ve amacımızın «kahra
manları» olan bir dizi bi l inen, az bi l inen ola ki b i l inmeyen kişinin,
gezgincinin, o l u m l u - o l u m s u z g izemcin in peş inden o l d u k ç a uzun
bir yo lculuğa çıkacağız. Bazen bir yerlere varacağız bazen ise
bir noktada d u r m a k , durak lamak ve varsayımlar d i z m e k z o r u n d a
kalacağız.
Kanımızca bu da pek öneml i deği ld ir ç ü n k ü , ö n e m l i saydığı
mız, ayrıntı lardan, olaylardan ve varsayımlardan (belki de gerçek
lerden) o luşacak o lan bir başka, değişik, alternatif İstanbul 'un
portresi ve anatomisidir .
Örneklerimizi sıralamaya koyulal ım...
Goethe'n in ölümsüzleşt irdiği yaşlı, ihtiraslı, gençl iğini ve
eski g ü c ü n ü arayan, bir y ö n ü ile destansal ve bir d iğer y ö n ü ile
gerçek, D o k t o r Faust 'un bile İstanbul ile bir bağlantısı o l d u ğ u
söyleni l iyor her ne kadar (bi l indiği kadarıyla), tanr ıbi l imden
m e z u n J o h a n n e s Faust bedensel olarak İstanbul 'a ayak basmış
deği lse bile.
İstanbul 'da g ö r ü n m ü y o r Faust ama, Paracelsus adı ile ünle
nen T h e o p h r a s t u s B o m b a s t u s ve arkadaşı Heinr ich Cornel ius
A g r i p p a ile bir l ikte, 1510 yılında Prag kentine gel iyor, kentin ünlü
üniversitesine yazılıyor gizemcil iği , gizli b i l im ve sanatları ö ğ r e n
m e k amacı ile. Bu üç c a n d a n arkadaş resmen felsefe öğrenci ler i
dir. Ama, t ü m güçler i ve hırsları ile, Prag'ın kitaplıklarında bol
sayıda bulunabi len Keldanlı, İranlı, A r a p metinlerini karıştırıyorlar,
Yakın ve O r t a d o ğ u ' n u n gizemli öğreti lerini araştırıyorlar. Üniversi
tenin öğretmedik ler in i ise, kentin kenar mahallelerinde, «üstat-
— 65 — istanbul Gizemleri / F: 5
Iar»dan öğreniyor lar: sihirli sözcükler i , b ü y ü c ü l ü ğ ü , bakıcılığı,
d u r u g ö r ü y ü ve tılsımları.
Ve Faust, Leipzig' l i d o s t u D o k t o r J o n a s Victor 'a yazdığı bir
m e k t u p t a , sekiz g ü n süren «astral» ya da beden dışı bir y o l c u l u
ğ u n u uzun uzun anlatıyor. Asya'yı, Afrika'yı, Avrupa'yı dolaşıyor,
böy lece, Doktor Faust ve y o l c u l u ğ u n u n ikinci g ü n ü n d e Türki
ye 'ye varıyor ve İs tanbul 'u inceliyor.
Başyapıt ında G o e t h e bu olayları, kurgusal-şiirsel bir yaklaşı
mın içinde, başka şeki lde yorumluyor, şeytan Mefistofeles' i de
karıştırarak. Öte y a n d a n Johannes Faust 'un gerçek yaşamında
da sarışın Margher i ta 'ya rastlanmıyor!
Faust, İstanbul 'a bedensel olarak gelmiyor ancak, aldığı
öğret in in ve sahip o l d u ğ u bilginin bir s o n u c u olarak, b e d e n dışı
y o l c u l u ğ u n d a İstanbul 'u incelemeden yapamıyor!
16. yüzyıl g izemcis i , sihirbazı, «magus»u D o k t o r Faust 'un
aksine d ö n e m i n bir A l m a n aydını ve gezgincisi o lan Kont Bern-
hardt' ın, «Yolculuk Notları»nda açıkladığı gibi, s imyanın gizine
sahip bir kişinin pe ş i n de n t ü m Avrupa'y ı dolaştıktan s o n r a İstan
bul 'a geliyor, s o n r a d a n İran'a ve İskenderiye'ye geçiyor.
16. yüzyı lda s imyanın gizine sahip birini arayan A l m a n soylu
s u n u n macerası k o n u m u z a , zorunlu ve bağlantılı olarak, Orta
Ç a ğ gizemcil iğinin en ünlü temsi lc i ler inden biri sayılan Fransız
simyacısı Nicolas Flamel' i getiriyor.
«Türkiye Gizemleri» adlı araştırmasında Haluk E g e m e n Sarı
kaya - T h o m a s A.Shambhala'n ın «Işık Vahası» (Oasis of Light,
1977) k i t a b ı n d a n - aşağıdaki alıntıyı naklediyor:
«14. yüzyılda, sahte bir ö lüm ve g ö m ü l m e olayı d ü z e n l e d i ğ i
ve sonra Orta A s y a ' d a ortadan k a y b o l d u ğ u sanılan bir d i ğ e r tar i
hi şahsiyet de, Nicolas Hamel 'di . . . Başrahip Vilain, 18. yüzyı lda,
Flamel' in Türkiye'deki ( İstanbul'daki) Fransız Sefiri Desal leurs'ü
ziyaret ettiğini yazmıştı, yani Flamel' in sözde ö l ü m ü n d e n d ö r t
yüz yıl sonra!
XIV. Louis, Paul Lucas' ı, O r t a d o ğ u , Mısır ve Yunanistan'
d a n antik eserler t o p l a m a k l a görevlendirmişt i . Lucas, 1714 yılın-
— 66 —
d a , «Kralın emriyle, Bay Paul Lucas' ın Gezisi» adında bir k i tap
yayımladı. Bu eserde, Bursa'da d ö r t derviş le karşılaştığından ve
bunlardan birinin, Fransızca da dahi l o l m a k üzere ç o k sayıda
lisan bi ld iğ inden bahseder. S ö z k o n u s u derviş, ermişlerin y u r d u
olan uzaktaki bir yerden geldiğini söylemişt ir. G ö r ü n ü ş e g ö r e
otuz yaşlarında olmasına r a ğ m e n , anlattığı uzun yolculuklar en
azından yüzyıllık bir süreyi kapsıyordu. Flamel ' in adı g e ç t i ğ i n d e ,
derviş şöyle der: 'Flamel' in ö l d ü ğ ü n e gerçekten inanıyor
musun? Hayır, hayır, d o s t u m , kendini a l d a t m a , Flamel hâlâ yaşı
yor; ne o, ne de hanımı ö lümle henüz karşılaşmış değil lerdir. Her
ikisini de Hint Adaları 'nda bıraktığımızdan beri üç yı ldan fazla bir
süre g e ç m e d i . H e m o, b e n i m en yakın arkadaşlar ımdan biridir!
Bu derviş, Asya'daki O l i m p o s ' u n (Yüce varlıkların mekânının,
yani Agarta'nın) belirli bir vazifeyle görev lendird iğ i bir elçisi olsa
gerekti.»
Sarıkaya'nin kullandığı başka ve d a h a eski bir kaynak olan
Fransız Maur ice Magre 'n in «Sihirbazların Dönüşü» (Le r e t o u r d e s
Magic iens, 1931) olayı aynı şekilde, bir iki değişik ayrıntı bir
yana, anlatıyor ve ek olarak, bu b ö l ü m ü n başında sözünü ettiği
miz Yahudi A b r a h a m - Avram'ın büyüsel elyazması hakkında
bazı açıklamalar da getir iyor, Flamel ile ilgili olarak.
Tekrara k a ç m a m a k için özet olarak vereceğimiz bu bilgiler
d e n ö n c e simyacı ve «ölümsüz» Nicolas Flamel' i kısaca tanıtmak
yer inde olacaktır.
N icolas Flamel' in y a ş a m ö y k ü s ü gizemci l ik tarihinin belki de
en iyi belgelenmiş gerçek öyküdür, kendi elyazısı yazılmış,
Paris'teki Ulusal Kitaplık'ta (Bibl iotheque Nationale) k o r u n a n bel
gelerle kanıtlanmış.
14. yüzyılın ortalarında Flamel, Paris'te kitapçılık yapıyor,
cahil g e n ç soylulara o k u m a yazma dersler i veriyor. Kendis inden
biraz d a h a yaşlı o lan, hafif çapta mal mülk sahibi D a m e Pernelle
ile evlidir. Kitapçımız s imya ile yakından ilgileniyor, eski metinler
le, elyazmalar la bir aşinalığı vardır ancak, o n u n için, s imya salt
k u r ş u n u altına d ö n ü ş t ü r m e k ya da y a ş a m iksirini bu lmak deği l-
— 67 —
dır. Flamel'e g ö r e her simyacının, her «magus»un bulmayı düşle
d iğ i Felsefeciler Taşı'nın gerçek a n l a m ve değer i , işlevi d o ğ a y ı
y ö n e t e n yasaları keşfedip bilgeliğe ulaştırmaktı.
G ü n ü n b ir inde H a m e l ' i n yaşamı, bir kitap y ü z ü n d e n , t ü m
d e n değişiyor: Yahudi A b r a h a m - Avram'ın İstanbul 'da b u l d u ğ u
ünlü Abramel in ' in kitabıdır bu.
Kitabı elyazmasını Flamel ilk kez d ü ş ü n d e g ö r ü y o r ve kitabı
el inde tutan bir m e l e k ona şöyle d iyor:
«Bu kitaba iyi bak. İlkin iç indeki lerden hiçbir şey anlayama
yacaksın, ne sen, ne de herhangi başka bir insan. Ancak g ü n
gelecek ki, h içbir insanın göremedikler in i o n d a göreceksin.»
Düşten s o n r a bir süre geçiyor ve bir sabah Flamel' in k ü ç ü k
dükkânına bir a d a m giriyor, el inde satmak istediği bir elyazmasıy-
la.
22 sayfalık bu elyazmasını Flamel h e m e n tanıyor, d ü ş ü n d e
meleğin el inde g ö r d ü ğ ü kitaptır b u !
Flamel kitabı satın alıyor ve içindekileri ç ö z e b i l m e k için 21 yıl
uğraşıyor, İbranice olarak yazılmış metnin inceliklerini, s imgesel
çizimlerini, şekil lerini kavrayabi lmek amacı ile İspanya'ya kadar
gidiyor, uzman bir g izemci olarak bil inen yaşlı üstat C a n c h e s ile
tanışıyor, üç yıl d a h a metinle uğraşıyor sonra da...
Sonrası s imyacı Nicolas Flamel' in altın çağının başlamasıdır:
dar gelirli ve sıradan kitapçı Flamel birden zengin oluyor, kilisele
re bağışlar yağdır ıyor, altın yapmayı öğreniyor, Felsefeciler
Taşı'nı keşfediyor. Üç kez altın yapıyor Flamel ancak altınlarını
kendi için kul lanmıyor, kendi sade yaşam tarzını değişt i rmiyor.
Z a m a n geçiyor, eşi D a m e Pernelle ölüyor, bir süre sonra da Fla
mel bu d ü n y a d a n gö ç ü yo r . Nedir ki, Kral 13. Louis 'n in d e v r i n d e
(1610-1643), mezarı açıldığında tabutu boş bu lunuyor ve destan
ya da gerçeğin d i ğ e r y ü z ü başlıyor.
Bu ara Yahudi A b r a h a m - Avram'ın kitabı ne oluyor?
Flamel'den yeğenine geçt iği sanılıyor ve kuşaktan kuşağa
ailenin içinde kaldığı söyleniyor. Kral 13. Louis'nin zamanında
yaşamış ve Flamel ai lesinden olan Dubois adlı biri kralın ö n ü n d e
— 68 -
kurşundan yapılı b irkaç küçük t o p u altına d ö n ü ş t ü r ü y o r . Bu mari
feti ona yarar sağlamıyor ç ü n k ü , işlediği söyleni len bazı suçlar
d a n dolayı, tutuklanıp idama m a h k û m edil iyor ve destansal elyaz
ması ünlü Kardinal Richel ieu'nün el ine geçiyor, Richel ieu'nün ö lü
m ü n d e n sonra da kayıplara karışıyor.
Daha d o ğ r u s u kitabın t ü m ü kayıplara karışıyor a n c a k met ine
ait o l d u ğ u düşünülen bazı ç iz im ve şekil ler (diyagramlar) 17. yüz
yı lda Mi lano'da bulunuyor.
18. yüzyılda Nicolas Flamel olayı yeniden g ü n d e m e geliyor,
Kral 14. Louis'nin görevlisi Paul Lucas' ın «Türkiye'de Yolculuk»
(Voyage dans la Turquie, 1719) adlı anı kitabı sayesinde.
Araştırmacı Sarıkaya'nın alıntısında (Sarıkaya'nın kullandığı
kaynakta Lucas'ın kitabı «Kral'ın emriy le, Bay Paul Lucas' ın Gezi
si» adı ile anılıp yayın tarihi 1714 o larak veril iyor, biz im kullandığı
mız ikinci kaynakta ise tarih 1719 o l u p «Voyage d a n s la Turquie»
d i y e gösteri l iyor) anlatıldığı gibi Lucas, Bursa'da, bir «felsefeci»
ile tanışıp Flamel ile ilgili ek bilgileri o n d a n öğreniyor. Bizim kay
nağımız olan Fransız Maurice M a g r e ' n i n kitabına g ö r e bu «felse
feci», yedi kişiden oluşan, bi lgelik peşinde dünyay ı dolaşıp her
y i rmi yıl ayrı bir ülke ve kentte b u l u ş a n bir örgüt veya tarikata
bağlıymış.
Lucas'ın k o n u ş t u ğ u kişi o n a F lamel 'den söz ediyor, gizemli
kitabın Flamel' in eline nasıl geçt iğ in i ayrıntılı bir şeki lde anlatıyor
ve gerek Flamel' in gerekse eşi Pernel le' in yaşadıklarını söylüyor.
Paul Lucas, Bursa'da, Flamel' i yakında tanımış olan b i r T ü r k -
le uzun bir s o h b e t e giriyor, aynı yüzyı lda - y u k a r d a g ö r d ü ğ ü m ü z
g i b i - İstanbul 'daki Fransız elçisi Desal leurs'ün, Flamel' in kendi
siyle g ö r ü ş t ü ğ ü söyleniyor.
Kaynağı İstanbul olan bir «sihir» kitabı sayesinde «ölümsüzle-
şen» bir Orta Ç a ğ Fransız s imyacısı, ö l ü m ü n d e n 400 yıl sonra
İstanbul 'da y e n i d e n ortaya çıkıyor: Flamel' in bu «dirilişi» bir baş
ka İstanbul g izemi deği lse nedir a c a b a ?
18 Mayıs 1711'de Dubrovnik ' te d ü n y a y a gelen ve 13 Şubat
1787'de, bir Fransız vatandaşı olarak, İtalya'nın Monza kent inde
— 69 —
ölen Rugerus B o s c o v i c h felsefe ve m a t e m a t i k konularını ele alan
75 ciltlik yazıları ile d ö n e m i n i aşan bir matemat ikç i sayılmaktadır.
Salt bir matemat ikç i o lmakla da yet inmiyor, aynı z a m a n d a arkeo
l o g , ozan, araştırmacı ve Fransız Deniz Kuvvetlerine bağlı opt ik
laboratuvarının yöneticisidir.
1761 yılının Kasım ayında B o s c o v i c h - k i bu ara Rus Bil imler
Akademis in in onur üyesi ve İngiliz Kraliyet Cemiyet inin üyesi
seçi l ip Benjamin Franklin' le de t a n ı ş ı y o r - İstanbul 'da bulunuyor.
A m a c ı Venüs gezegenin in geçişini İs tanbul 'dan izlemektir. Nedir
ki, İstanbul 'a gecikmel i varıyor, V e n ü s ' ü kaçırıyor fakat bir ö n c ü
a r k e o l o g olarak Truva kalıntıları üzerine duruyor, Truva'da kazı
yapılmasını öner iyor ve S c h l i e m a n n ' d a n bir yüzyıl ö n c e haklı çıkı
yor.
Uzayın, zamanın ve hareketin görel i l iğini (izafiyetini) açıkla
yan, uzaysal boyutları ö n g ö r e n , eğri ve içe d ö n ü k bir evrene ina
nan, ilk kez uluslararası bir jeofizik yılını öneren, simyayı bi l imsel
açıdan inceleyen, d ö n e m i n i n bil imsell iğini aşıp fizik, k imya, biyo
loji, a t o m bil iminin kuramlarını savunan d i n adamı (Cizvit papazı)
Rugerus B o s c o v i c h bir İstanbul «gizemi» değildir, hiç kuşkusuz,
a n c a k İstanbul 'un yoğunlaştırdığı bir bi lgiyi de kullanarak destan
sayılan bir Truva'nın gerçeğine ilk işaret e d e n bir «gizem» a d a m ı
dır.
Orta Ç a ğ simyacısı Nicolas Flamel için, haklı ya da haksız,
«ölümsüz» deyimini kullandık. Ya, Flamel gibi ö l ü m ü n d e n sonra
İstanbul 'da g ö r ü n d ü ğ ü söylenilen ve tar ihin belki de en ünlü
« ö l ü m s ü z l e r d e n biri o lan Saint-Germain K o n t u için ne d e m e m i z
gerekiyor?
Ve ne kadar ilginçtir ki, «ölümsüz» d i y e bilinenler ile «ölüm
süz üstatlar»ın gelenek ve inancını sürdürenler, ne hikmetse,
İstanbul y o l c u s u oluyorlar, İstanbul 'da görünüyorlar, İstanbul '
d a n geçiyorlar onları D o ğ u ' n u n pek ç o k gizemli merkezler ine
g ö t ü r e n yolculukları b o y u n c a .
Yine ç o k i lginçtir ki, b u g ü n e kadar, ü lkemizde Batı'nın ve
D o ğ u ' n u n gizemleri ile, gizemli kişileri ile yakından uzaktan ilgile
nenlerin ç o ğ u b u d u r u m a hiç ö n e m vermediler, b u z iyaret lerden
ve bu ziyaretçi lerden çıkabi lmesi olası o lan sonuçlar, deği lse bile
varsayımlar ve tahminler üzer inde pek durmadı lar. Hatta, b u r a d a
denediğ imiz gibi , biraraya get ir ip, sıraya diz ip bir y ö n t e m e oturt
maya bile çalışmadılar. Oysa ki ü lkemizin ç a ğ d a ş , g i tg ide t e k n o
loj iye ve medyalara bağlanan ve bunların sayesinde gizemleri,
artı kendi gizemsel bilgilerini, metalaştırıp piyasaya sunan bazı
uzmanlarımız bu tür bir araştırmayı sürdürebi lecek donat ımlara
sahip gibi görünüyor lar , k ü ç ü k e k r a n d a n izleyicilere seslendikle
rinde.
Ola ki, eksikl iğini duyduklar ı bi lgi ve uzmanlık değildir, eksik
liğini duyduklar ı pazarlanması, bir te lefon hattına bağlanması ola
sı o lan bir k o n u y u araştırıp y o r u m l a m a k gereksinimidir!
Çağdaş ve çağdaşlaşmış u z m a n gizemciler imizi , şimdil ik bir
yana bırakıp biz y e n i d e n eskilere, eski «üstatlar»a dönel im.
Nicolas Flamel ö r n e ğ i n d e o l d u ğ u gibi , Türk iye'de esraren
giz Saint-Germain Kontu üzer inde d u r a n ç o k az sayıdaki g i z e m
araştırmacılarından biri, sık sık andığımız (oysa t ü m yorumlar ına
katılmadığımız) Haluk E g e m e n Sarıkaya'dır. Sarıkaya'dan ö n c e
ise Saint-Germain'e yer ayıran, belki de ü lkemizde o n d a n ilk kez
söz eden 70'li yı l lardan kalma bir kitabımız o ldu.
Sarıkaya, i lginç a m a geçerl i l iği tart ışma kaldıran, bir y o r u m l a
Macaristan kurtuluş savaşı önder ler inden Erdel Prensi II. Franz
Rackoczi ile Saint-Germain arasında bir bağlantı kurarak ikincisi
nin ilkinin bir y e n i d e n c is imlenmesi (reenkarnasyonu) o l d u ğ u n u
ö n e sürmektedir.
Macaristan' ın bağımsızlığı için (1703-1711) mücadele eden,
ilkin Polonya'ya sonra ise Türk iye 'ye sığınan, Türkiye'de h imaye
g ö r e n prens, 1717 yılına kadar, İstanbul 'da kalıyor ve yaşamının
s o n yıllarını (1720-1735) T e k i r d a ğ ' d a kendisine tahsis edilen bir
evde geçir iyor.
Sarıkaya'ya g ö r e Prens Ragocz i «Agarta Ü s t a t l a r ı n d a n biri
dir, Saint-Germain ise o n u n y e n i d e n bedenlenmiş kişiliği. İyi de,
baştan başlamak için, bu «ölümsüz» Saint-Germain Kontu k imdi
ve Türk iye ile, İstanbul ile nasıl bir bağlantısı vardı?
«Uzaydan Geldiler» (1974) adlı kitabımızda kont hakkında
aşağıda tekrarladığımız temel bilgileri vermişt ik:
«Saint-Germain K o n t u ' n u n k im o l d u ğ u , nerede d o ğ d u ğ u hiç
bir z a m a n bi l inmedi. G ü n ü n bir inde Kral 15. Louis'nin sarayına
gel ip yerleşti. Bir r ivayete göre Portekizl i bir musevinin o ğ l u y d u .
Başka bir rivayete g ö r e de Strasbourglu bir d o k t o r u n o ğ l u ya da
manast ı rdan kaçan bir ispanyol papazı v e y a 2. Franz Rackoczi '
nin o ğ l u .
Kimin nesi o l d u ğ u bi l inmediği g ib i , yaşı da bi l inmedi S a i n t -
Germain' in. Yıllar geçer yaslanmazdı, yüzyı l lardan beri yaşadığı
nı söylerdi .
Kralın sarayına yerleşir yerleşmez, Saint-Germain, Paris sos
yetesinin, soyluların salonlarını d o l a ş m a y a başladı. Her yere
davet edilir, hiç k imseyi davet etmez; en zengin sofralara oturur,
ağzına bir lokma y e m e k koymaz; sürekl i olarak en çarpıcı ve en
pahalı mücevher ler i taşır, soylulara atalarından söz eder ve pek
az k imsenin bi ldiği ayrıntılara girer, herkesi şaşırtırdı.
Krala y a r a n m a k için Saint-Germain bir ara casusluk da yap
tı, Hol landa'ya geçt i ; oradan A lmanya'ya, oradan da Rusya'ya.
Prusya Kralının hizmetine girdi ve her y e r d e herkesi şaşırttı; kur
naz bir d ip lomat, yakışıklı bir erkek, her te lden çalan bir kültür ve
bi l im adamıydı Saint-Germain. H o l l a n d a ' d a rastladığı Casano-
va 'ya ç izmiş o l d u ğ u ilk buharlı geminin planlarını gösterd i ve:
'Bu keşfe bir yüzyıl sonra sahip olacaksınız' dedi .
Geleceği ö n g ö r d ü ğ ü için Kraliçe Marie-Antoinette' i kurtarma
ya çalıştı.
Tarihi kaynaklara göre, 'Olağanüstü Kont' 4 Şubat 1784'te
Almanya'n ın Cassel kent inde ö ldü. Fakat tarihi kaynaklar ne
derece d o ğ r u , bi l inmiyor: 1789'da Marie Antoinette, k o n t u n imza
sını taşıyan bir m e k t u p alır. Benzer bir m e k t u p , kral içenin yakınla
rından olan M m e d ' A d h e m a r ' a da gönderi l i r . M m e d 'Adhemar,
ölü bi l inen, Ç in 'den ve J a p o n y a ' d a n d ö n d ü ğ ü n ü söyleyen
Saint-Germain ile karşılaşır.
Bir yıl sonra 'Ö lümsüz Kont', V iyana'da 'Gül-Haç' l ı arkadaş
larıyla buluşur. O y s a o n u herkes ö l m ü ş bi lmektedir.
'Sizden ayrı l ıyorum' der kont. ' İs tanbul 'da beni bekliyorlar.
Oradan İngi l tere'ye g e ç e c e ğ i m , bir yüzyıl s o n r a kullanacağınız
iki icat üzerinde çalışacağım. Bunlar, t r e n ve buharl ı gemidir.
Himalaya dağlar ına çeki l ip istirahat e d e c e ğ i m bir süre. 85 yıl son
ra yeniden or taya çıkacağım.»
«Ölümsüz Kont» hakkında ç o k şeyler yazıldı, tahminler yürü
tü ldü fakat b u g ü n e kadar ne g e r ç e k kimliği or taya çıktı, ne de
gerçek görevi. Ç o k zengindi, mücevher ler i d e ğ e r biç i lmezdi
oysa servetinin kaynağı m e ç h u l d ü ; ç o k bilgi l iydi, g e ç m i ş ve uzak
tarihin olay ve kişilerini gözleriyle g ö r m ü ş gibi anlatırdı; usta bir
müzikçi ve bir ressam, usta bir k imyager ve bir d i lb i l imciydi . Bun
larla birlikte hiç kuşkusuz ki, aynı d e r e c e d e usta bir casus, bir
gizli ajan ve 18. yüzyılın şatafatlı g izemci l ik d ü n y a n ı n etkin temsi l
ci lerinden bir iydi, G i a c o m o Casanova 'dan d a h a kurnaz, Cagl ios-
t r o ' d a n d a h a başarılı.
Prens Rackocz i 'n in bir yeniden c is imlenmesi (reenkarnas-
yon'u) miydi k o n t yoksa, ç a ğ d a ş araştırmacıların y o r u m u ile,
o ğ l u mu? Sarıkaya'nın g ö r ü ş ü o l d u k ç a «fantastik», ikinci olasılık
ise h e m d a h a mantıksal, h e m de başka nedenlerle birl ikte,
Saint-Germain' in İstanbul'a gelmesi için d a h a geçerl i .
Tarihsel bir ç izgiye göre:
1707 - C laude Louis de Saint-Germain d ü n y a y a gel iyor
1743 - İlk kez ortaya çıkıyor
1758 - Paris'e gel iyor
1760 - Hol landa'ya kaçıyor, L o n d r a ' d a tutuklanıyor
1762 - Rusya'da casusluk yapıyor
1763 - Belç ika 'da Casanova ile karşılaşıyor, De S u r m o n t
adını kullanıyor
1778 - Ber l in 'de g ö r ü n ü y o r
1784 - Cassel 'de ö l d ü ğ ü söyleniyor
1789 - Paris'te, kralın sarayında görülüyor
1790 - V iyana'da «Güç-Haç» ö r g ü t ü n ü n bir toplantısına katı-lıv/rir
1877 - Elena Petrovna Blavatsky onunla karşılaşıyor.
G ö r ü l d ü ğ ü g ib i , Saint-Germain' in İstanbul ziyaretiyle ilgili bir
tar ih yoktur. Bir «ilk» z iyaret olarak 1762 yılı öngörülmüştür , Rus
ya d ö n ü ş ü n d e ; ikinci ziyareti için 1790 yılı uygun düşmektedi r .
Kesin tarihler ve bilgi ler varo l muyorsa bile ö lümsüz d i y e anı
lan kontun bir «İstanbul ziyaretçisi» o lması t ü m olasılıkların dahi
l indedir ve de bu olasılıklara uymaktadır. Saint-Germain gibi
d ö n e m i n ünlü sosyete g izemci ler inden o lan çapkın Casanova ile
sahte Cagl iostro K o n t u , Giuseppe Balsamo İstanbul'a uğrayacak
lar da «Ölümsüz Üstat» uzak mı kalacak?
Hiç mantıklı g ib i g ö r ü n m ü y o r ç ü n k ü her üçü d e , casusluk
faaliyetleri bir yana, g e r ç e k g izemci ve özellikle ö r g ü t adamıdır
lar.
Saint-Germain buharl ı t ren ve g e m i tasarıları üzerine çalış
mış olabilir veya olmayabi l i r bizce b u n u n pek bir ö n e m i yoktur
fakat usta bir s imyacı-k imyager (bu bilgilerini d a h a ç o k renk ve
b o y a bi leşimlerinde ya da soylu hanımlara ikram ettiği güzell ik
losyonlarında kullanıl ıyorsa da) o l d u ğ u ve gizli sanatların her
kolu ile yakından i lgi lendiği bir gerçektir.
Kontun İstanbul 'a ne zaman ve ne için geldiğini, bu aşama
d a , bi lmiyoruz yine de gelmiş o l d u ğ u n u kabul ediyoruz, ister
babası o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n Prens Rackocz i ile ilgili olarak, ister
D o ğ u ' n u n kaynaklar ından ve İstanbul 'un gizemler inden bi lgisine
bilgi katmak için. Ya da üyesi, hatta «üstat»ı o l d u ğ u örgüt ler
k o n u s u n d a faaliyetler ve temaslar y ü r ü t m e k için.
Muhakkak ki, bir yerde, açık lanmayan, bi l inmeyen, unutulan
bir ya da birkaç kaynakta - ö r n e ğ i n İstanbul 'u sık sık ziyaret
e d e n meraklı gezginci ler in, araştırmacıların bıraktığı günlükler in,
yolculuk notlarının b i r i n d e - bilgiler vardır ve bu bilgiler, bu kesin
kanıtlar g ü n ışığına çıkarı lmayı bekliyorlar. Gün ışığına çıktıkların
da da b irçok « b i l i n m e y e n l e r i n gizemi çözüleceği gibi b i r ç o k «bili
n e n l e r i n kimliği de bir d e ğ i ş i m e uğrayacaktır.
Saint-Germain için söylenenler, bir noktaya kadar, Cagl ios
t r o Kontu olarak ünlenen Giuseppe Balsamo için de geçerl idir.
Şu farkla ki, A lexandre Dumas'nın altı ci lt l ik bir r o m a n ı n d a uzun
uzun anlattığı, Balsamo t ü m gayret ler ine karşın ne Batı g izemci l i
ğinin tar ih inde g e r ç e k bir «olay» yaratabi ld i , ne de «ölümsüzlü
ğe» erişebildi. A n c a k o da, Batı g izemci l iğ in in b i rçok sayılı temsi l
cisi g ib i , İs tanbul 'un çekici l iğine (ki, b u r a d a , çekici l ik s ö z c ü ğ ü n ü
«turistik» bir anlamla kul lanmıyoruz, b a ş k a t ü r d e n bir çekici l ikten
söz etmek istiyoruz) d a y a n a m a y a n biridir.
Saint-Germain' in uyrukluğu tartışıl ıyorsa B a l s a m o ' n u n
kökenleri ve y a ş a m ö y k ü s ü iyice bi l inmektedir. Balsamo 1743'te
Sici lya'nın Palermo kentinde d ü n y a y a gel iyor, kentin sefil mahal
lelerinin bir inde. Yeniyetme yıllarında hırsızlıkla geçiniyor, hapse
atılıyor ve 22 yaşına vardığında R o m a ' y a kaçıyor. R o m a ' d a 14
yaşındaki güzel Lorenza Feliciani ile tanışıp baştan çıkarıyor ve
de onunla evleniyor. Sahte senetler, d ü z m e c e kredi mektuplar ı
düzenleyen Giuseppe Balsamo ve sıkıştıklarında, fahişelik bile
yapan g e n ç eşi Avrupa'nın t ü m b ü y ü k kentlerini ziyaret ediyor
lar, Paris'ten Londra 'ya ve Venedik ' ten Napol i 'ye dek. Bununla
da y e t i n m e y i p Cezayir 'e kadar uzanıyorlar.
1777'de L o n d r a ' d a Balsamo bir M a s o n locasına giriyor, ken
dini Kont A lessandro Cagl iostro olarak tanıtıyor ve eşi Lorenza
için Kontes Serafina adını u y g u n g ö r ü y o r . Aynı d ö n e m d e g izem
cilikle de yakından i lgi lenmeye başlıyor, «Gül-Haç» ve «Aydınlan
mışlar» (İ l luminati) örgütler ine de katılıyor.
Derken, Paris'te, eski Mısır törenler inden esinlenerek düzen
lediği y ö n t e m ve öğreti lerle kendi locasını kuruyor.
Paris'te Balsamo, diğer adıyla Cagl iostro Kont 'u, g ü n ü n ada
mı o luyor ta ki, tarihe g e ç e n ç o k ünlü bir üçkâğıt oyununa katılın-
caya dek. Saint-Germain' in idamdan, g iyot inden kurtarmak iste
diği Kral içe Marie-Antoinette' in aleyhine oynanan «gerdanlık»
o y u n u d u r b u : görkeml i bir e lmas gerdanl ık için kral içeden, peşin
olarak, bir servet alınıyor fakat kral içe gerdanlığı g öremiyor bile.
Balsamo tutuklanıyor, yargılanıyor, s u ç s u z bulunuyor (işin içinde
başka soylular da vardır çünkü!) fakat Fransa'yı terketmek zorun
da kalıyor.
— 75 —
1790'da sahte kont ile sahte kontes eşini R o m a ' d a buluyo
ruz; Lorenza bir tart ışma s o n u c u n d a kocasını b ü y ü c ü d iye Engi
z isyon M a h k e m e s i n e ihbar ediyor. Cagl iostro y e n i d e n tutuklanı
yor, ö m ü r b o y u hapisle cezalandırılıyor, kuzey İtalya'daki San
Leo kalesine kapatı l ıyor ve beş yıl sonra ölüyor. Lorenza ise,
Engiz isyon'un emr i ile, yaşamını bir manastırda gözalt ında geçir i
yor.
Genel hatları ile Giuseppe B a l s a m o ' n u n y a ş a m ö y k ü s ü ve
yaşam şekli b u d u r ve sayılı bir g izemci , bir «magus» için hiç de
örnek bir y a ş a m değildir, d o ğ r u s u n u söy lemek gerekiyorsa.
H e m , kentten kente geçen, her gitt iği yerde şu ya da bu şeki lde
çaresini bulan, gerekt iğ inde b ü y ü yapan, iksir satan, eşini satan
gezginci bir maceraperest in İstanbul 'dan g e ç m e s i , İstanbul 'un
«doğuluğu»nu d e n e m e s i s o n derece d o ğ a l karşılanmalı.
Ancak... B a l s a m o salt bir şarlatan, bir sahte g i z e m c i ya da
bir g izem s ö m ü r ü c ü s ü müydü?
Batı g izemci l iğ in i ve başlıca temsilci lerini incelediğimizde
Batılı g izemcin in, özell ikle k ü ç ü k veya b ü y ü k tarihin sayfalarına
girmiş olanın, d ö n e m d ö n e m bir d e ğ i ş i m e uğradığını, çağına
ayak u y d u r d u ğ u n u g ö r m ü ş oluyoruz.
İdeal - v e ideal o l d u ğ u için ender r a s t l a n ı l a n - bir yaklaşım
la, gizemle uğraşan, t ü m çağları aşmayı çalışan bir kişidir, b u n u
başarabi ldiğinde. Nedir ki, uygulamada, her z a m a n böyle o l m u
yor, arayış aranılanı vermiyorsa zor lamaya gidi l iyor.
Nasıl ki Orta Ç a ğ gizemcileri d a h a ç o k kapalılığı ve gizli l iği
yeğlemişlerse 18. yüzyılın ö n d e gelen, krallar ve soylularla haşır
neşir olan, bunlardan destek g ö r e n gizemci ler - c a s u s ya da
«gizli ajan» faaliyetleri bir y a n a - popüler o l m a k t a n , dikkat i çek
mekten, görkeml i bir yaşam sürmekten vazgeçemiyor lar .
Saint-Germain etrafına masalımsı bir d ü n y a yaratarak, kendi
ni herkesten ç o k farklı göstererek ö l ç ü s ü n ü koyuyor; Casanova
- k i g izemci örgüt ler in in ve Cagl iostro 'nun Paris'te k u r d u ğ u Mısır
Locasının a d a m ı d ı r - çapkınlığını ön plana sürüyor, o n u n saye
sinde ünleniyor; Cagl iostro ise sefalet iç inde g e ç e n bir ç o c u k l u -
ğ u n ve bir ilk gençl iğ in izlerini ard ından sürükleyerek çizgiy i aşı
yor ve «seyirlik» uğruna, para, servet ve şan uğruna k u r b a n o lu
yor.
30 O c a k 1785'te Paris'e gel ip bir «malikâne» satın alan Kont
A lessandro Cagl iostro veya Alexandre de C a g l i o s t r o ' n u n bir şifa-
cı o l d u ğ u , bir «uzun yaşam iksiri» imal ett iği haberi etrafa yayılın
ca kapısında kuyruklar o luşmaya başlıyor.
Kral 16. Louis'nin ilgisini ve R o h a n Kardinalinin desteğini
kazanıyor Cagl iostro, dillere destan o lan ziyafetlerinde konuk
hanımlara elmaslar hediye ediyor ve artık herkes o n u n altın elde
e d e n bir s imyacı o l d u ğ u n u kabul e t m i ş oluyor. Sonra d a , ziyafet
lerin bir inde, Voltaire, Diderot ve d ' A l e m b e r t gibi ünlü göçenler in
ruhlarını konukları arasında oturtuyor.
Cagl iostro ya da gerçek adı ile G i u s e p p e Balsamo d ö n e m i n
ç o ğ u macerasever gizemciler i g ib i , ç o k ç a yolculuk e d e n biridir.
Avrupa'y ı dolaştığını, zaman z a m a n haltlar karıştırdığını g ö r d ü k .
Nedir ki, Avrupa ona yeterli gelmiyor: Öğret i sahibi ise, ki hiç kuş
kusuz öyledir, s imya ile uğraşıyorsa, ki uğraşıyor, Mısır'a kadar
uzanması, O r t a d o ğ u ' y u ziyaret e tmesi ve İstanbul'a uğraması
şart gibidir.
Arabistan yarımadasını ziyaret et t iğ inde M e d i n e ' d e Caglios
tro, sağ kolu o lacak ve Felsefeciler Taşı'nı araştıran, Yunanlı s im
yacı Althotas ile karşılaşıyor. Birl ikte İskenderiye'ye gidiyorlar,
o r a d a n da Kahire'ye ve Kahire'den istanbul 'a geçiyorlar, İstan
b u l ' d a bir süre kalıp iksir ve tılsımlar, nazarlıklar satıp geçiniyor
lar.
Bu yolculuklar Cagl iostro 'nun gençl ik yıllarına aittir ve bu
yolculuklar ından, Malta'daki s imya konusundak i çalışmaların
d a n , R o m a ' d a k i ilk başarılarından ve A lmanya'da Saint-Germain
ile ilk tanışmasından sonradır ki, Cagl iostro, Paris çıkartmasını
yapıyor, zirveye ulaşıyor ancak s o n u ç t a Sant Angelo hapishane
s inde (San L e o ' d a n transfer edilerek) eşinden kaptığı f rengiden
ölüyor.
S imya ile uğraşan, sanki h içten - v e tıpkı Saint-Germain
— 77 — — 76 —
g i b i - değer l i taşlar, mücevherler, s o m altınlar yaratan bu g izem
cileri İstanbul 'a ç e k e n nedir?
İstanbul yolculuklar ında, salt bir g e ç i ş noktası mı y o k s a ziya
ret edi lmesi, bu lunması zorunlu olan bir kent, bir «merkez» mi?
Simya b ü y ü k bir olasılıkla, İskender iye'de ortaya çıkıyor ve
İskender iye'de Mısırlılardan, Keldanlı lardan ve Yahudi lerden kal
ma gelenekler ve bulgularla oluşuyor, 4. yüzyı lda ise bir «kutsal
sanat» olarak t ü m Mısır'a ve Roma'ya yayılıyor. Ancak «ilm-i s im-
ya»nın tar ih inde Bizans'ın yerini de u n u t m a m a k gerekiyor ç ü n k ü
İskender iye'den s imya Bizans'a da geçiyor, İmparator Heracl ius
tarafından h i m a y e ediliyor, hatta 2. yüzyı lda Eflatuncu felsefeci
Mihal Psel los'un desteği ile nerdeyse s o m u t , usa d a y a n a n bir
«sanat» haline getiri l iyor.
Simyanın öğreti ler i Bizans'tan A r a p yarımadasına geçiyor,
Anadolu yoluy la ve Arap yar ımadasından Batı 'ya ulaşıyor.
Yahudi Abraham-Avram, Nicolas Flamel, Saint-Germain ve
Cagl iostro, İstanbul 'da, başka gizlerle birl ikte yoksa simyayı mı
araştırıyorlardı?
Flamel işaret ett iğimiz gibi, s imyaya bir «mistik», bir tasarruf
çu gibi yaklaşmıştı ve Bursa'daki bilgeli kişi, ister Flamel' in kendi
si o lmuş o lsun, ister o n u tanımış, d u y m u ş olan biri o lsun, bir
«mistik», bir tasavvufçudur. A m a ya Saint-Germain, ki bir ö r g ü t
(Gül-Haç) adamıdır ve Cagl iostro?
Bu soruları gereğince yanıt layabi lmek için ya y o r u m l a r a ve
varsayımlara kaymalıyız ya da başka kaynaklara başvurmalıyız,
kaynakların - ö z e l l i k l e yerli k a y n a k l a r ı n - pek bol o lmadığı bir
konuda.
Y o r u m d a n ç o k bir varsayımın üzer inde d u r m a m ı z gerekiyor
ve bu varsayımı, d a h a ö n c e yapmış o l d u ğ u m u z ve ilerde yapaca
ğımız gibi, bir temel , bir t a b a n olarak kul lanmamız.
İstanbul'a gelmiş olan her Batılı g izemci , çizgisi ve o l u ş u m u
ne olursa o lsun, turistik bir y o l c u l u ğ u n ya da «egzotik» D o ğ u l u
mekânların, örf ve âdetlerin peşinde deği ldir. Herkesin aradığı,
sahip oldukları bi lgiye katkıda bulunacak, ola ki t a m a m l a y a c a k
bir başka bilgidir ve bunun, en azından, bir kısmını deği lse de bir
ipucunu İstanbul 'da, İstanbul 'un kültürel- inançsal b ir ik iminde erit
t iği ve yüzyıllar b o y u n c a çeşitli kaynaklardan, inanışlardan edindi
ği bilgidir.
Şayet bu tür bir varsayım geçerl iyse, şayet bu varsayım bir
«sohbet» varsayımı değil de, kullandığımız g ib i bir «araştırma»
varsayımı ise y u k a r d a sözünü ett iğimiz g i z e m araştırmacılarının
arasına Casanova adı ile ünlenen ve bol ciltli «Anılar»ında y o l c u
luklarını, özell ikle gönül maceralarını ve cinsel deneyler ini anla
tan G i a c o m o de Seingalt' ı nasıl ve nerede yerleştirebil ir iz?
Sinema f i lmlerinin ve televizyon dizi lerinin kahramanı haline
gelen Giovanni J a c o p o Casanova (ya da G i a c o m o de Seingalt)
1725'te Venedik ' te dünyaya geliyor; annesi bir t iyatro o y u n c u s u
gerçek babası ise, büyük bir olasılıkla, bir soylu. Gençl iğ inde
gezginci kumpanyalarda k e m a n çalıyor, papazl ığa heves ediyor,
vazgeçiyor ve Avrupa'yı g e z m e y e başlıyor.
Paris'te Cagl iostro 'nun k u r m u ş o l d u ğ u Mısır locasına katılan
Casanova 1755'te büyücülükle suçlanıp beş yıl hapis cezasına
çarptırılıyor. Ünlü Piombi hapishanesinde tıkanıp kalacak a d a m
değildir, bir yıl sonra firar ediyor ve bu maceral ı firarını «Firarımın
Öyküsü» (1786)nde ayrıntılı bir şeki lde anlatıyor.
Paris'te, L o n d r a ' d a bulunuyor, R o m a ' d a p a p a tarafından
- n e h i k m e t s e ! - bir nişanla onurlandırı l ıyor ve de Venedik hesa
bına casusluk yapıyor. B o h e m y a ' d a arşiv s o r u m l u s u ve kütüpha
neci olarak g ö r e v görürken «Anılar»ını ka leme alıyor ve bir dizi
şiir ve opera l ibrettosunu da imzaladıktan sonra 1798'de yaşamı
nı noktalıyor.
Çapkın Casanova gerçekten bir g i z e m a d a m ı mıydı? Öyley
di , en azından Kabala'yı inceleyen, astroloj i ile yakından ilgile
nen, kendini bile şaşırtan bir d u r u g ö r ü y e sahip bir kişiydi.
1745'te Casanova, İstanbul'dadır, elçi l ikten elçil iğe ve konak
tan k o n a ğ a geçiyor, Hariciye Nazırlarından İsmail Efendi ile, Ali
Bey ile, Venedik Büyükelçisi Francesco Venier ve H u m b a r a c ı
A h m e t Paşa olarak bil inen Monsieur de Bonneval ile dost luklar
- 79 —
kuruyor, Bailes ai lesinin yanında kalıyor, aşk ve cinsell ik k o n u
s u n d a konuşmalara, sohbet lere dalıyor.
İstanbul'a n e d e n gel iyor Casanova, salt merakından dolayı
mı?
Fransız araştırmacısı Jean-Louis Bernard'a bakılırsa g izemci
kişil iğini o yıl larda o luşturmakta o lan Casanova ya da kendine
yakıştırdığı adla Seingalt Markisi, D o ğ u ' y u g ö r m ü ş ve D o ğ u ' d a
yaşamış bir «magus», bir «sihirbaz» kimliğine sahip o l d u ğ u n u
kanıt layabilmek için İstanbul 'a kadar uzanmayı u y g u n görüyor.
Casanova'y ı biraz «marjinal» g ib i kabul etsek bile gerek Cag-
l iostro, gerekse açık açık kıskandığı, Saint-Germain ile olan
örgüt, or tam, çevre ve siyasal il işkilerini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z
da İstanbul'a gel iş inin salt turistik nedenlere bağlı olmadığını
rahatlıkla düşünebi l i r iz.
Kanımızca, ö n e m l i bir nokta d a h a : Batı 'dan gelen bu g i z e m
tutkunlarının İs tanbul 'da karıştıkları çevreler, Casanova örneğin
de g ö r ü l d ü ğ ü gib i , o d ö n e m d e varolan elçiliklerin, Batı 'ya açık
paşa ve ve beyler in çevresidir. Kendi içine kapanmış bir başka
«sosyete»dir bu, her d e n e y e açık ve Paris'ten, L o n d r a ' d a n , Vene
dik ya da R o m a ' d a n g e l m e gerçek veya sahte soylulara, macera-
severlere da ima açık. 18. yüzyıl İstanbul 'unda yaşayan bu çevre
nin örgütsel düzeni neydi , örgütsel ilişkiler hangi d ü z e y d e y d i ?
Bu sorulara da bir yanıt vermek gerekiyor. A m a hangi kaynakla
ra dayanarak, hangi yapı lmamış araştırmalara?
Yüzyıllar b o y u n c a İstanbul 'dan geçenler in en azından bir kıs
mını sıralamak bunlar ın gerçek geliş nedenlerini araşt ırmak anla
mına geliyor, bağlantı lar kurarak veya kurmaya çalışarak. A n c a k
kaçını saptayabil ir iz ve saptadığımızda, hangi ve kaç kaynağa
dayanarak bilgi ver ip yorumlar yürütebil ir iz?
Açık ifade e t m e k gerekiyorsa (ki kesinlikle gerekiyor) bu ve
sonraki b ö l ü m d e ele alınan kişiler, bunların bağlı o lduklar ı bir
kısım, bilinen ya da bi l inmeyen örgüt ler çok d a h a kapsaml ı ve
derinlemesine işleyen, yıllardır d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z , olanaklarımızın
ve ulaşabildiğimiz kaynakların dahi l inde, şöyle ya da böyle ger-
- 80 —
çekleşt irmeye çalıştığımız bir araşt ırmanın salt bir çıkış noktası,
bir ipucu mahiyetindedir. Bu ö y l e bi l inmeli ve öy le b i l inmesinde
yarar vardır.
Örneğin: Rusya'da çarlığın devr i lmesine yol a ç a n nedenler
d e n biri sayılan d i n adamı, eski keşiş, şifacı, ispir it izmacı, zevk
ve sefahat d ü ş k ü n ü ünlü Gr igor i Rasput in de İstanbul 'dan g e ç i
yor Yunanistan'daki Athos (Aynaroz) dağındaki manastırları ziya
rete çıktığında.
Rasputin' in Provoskoe (Sibirya) k ö y ü n d e n yola çıkıp yakın
d o s t u Dimitri Pecherkin' le yaptığı y o l c u l u ğ u n başlıca safhaları
bi l inmektedir: T o b o l nehri, G ü n e y Ural 'daki Orak, Ukrayna, Odes-
sa limanı ve o r a d a n gemi ile İstanbul, Çanakkale Boğazı ve Sela
nik.
Rasputin' in İstanbul 'da duraklayıp duraklamadığı kesin ola
rak bi l inmiyor ancak, d ö n ü ş ü n d e , uzun yolu yürüyerek katettiği
söylenil iyor.
Yüzyıllar öncesine d ö n e r e k bir başka istanbul y o l c u s u n d a n
da söz edebil ir iz, 13. yüzyı lda yaşamış olan M a y o r k a d o ğ u m l u
d in adamı, g i z e m c i ve özell ikle s imyacı R a y m o n d o Lulle. Özellik
le s imyacı d e r k e n de astroloj iye verdiğ i ö n e m i de u n u t m a m a k
gerekiyor, ç ü n k ü Lulle'nin k u r d u ğ u ve inandığı y ö n t e m d e yıldızla
rın g ü c ü her şeyle kaynaşıyordu, t a m a m l a n ı y o r d u nesneler, diller
ve şifa veren ilaçlarla.
Arapçayı, Yunancayı, A c e m c e ve İbraniceyi o k u y u p yazabi
len, Fransa Kralı Güzel Phi l ippe'nin hazinesine altı mi lyon altın
para hediye e d e n İspanyol papazı ve vali oğ lu R a y m o n d o Lulle,
Roma'yı , T u n u s ' u , Kıbrıs ve Malta'yı , R o d o s ' u ve Yunanistan' ı
ziyaret ett iğ inde 13. yüzyılın Bizans'ını da ihmal etmiyor. Fla-
m e l ' d e o l d u ğ u gib i Lulle'nin de Felsefeciler Taşı'na ve Ölümsüz
lük İksiri 'ne sahip o l d u ğ u söyleniyor.
Çok d a h a yakın tarihlere, Bir inci Dünya Savaşını izleyen yılla
ra d ö n ü p , y a ş a m ö y k ü s ü f i lm k o n u s u bile olan, ç a ğ d a ş bir g izem
ci , gözbağcıs ı , ispirit izmacı ve ö r g ü t adamını incelemeye çalışa-
- 81 - istanbul Gizemleri / F: 6
Iım, İstanbul 'da kalıp gösteri ler düzenlediğ i zaman kesitini de
hesaba katarak.'
Bu ara bir noktaya da değinel im: Batı 'dan gelen bir kısım
gizemci ler için «casus», «gizli ajan» sözcükler ini kullandığımız
o l d u . Doğaldır, d iyeceğiz ve bu sözcükler i ilerde de kul lanmak
z o r u n d a kalacağız, ç ü n k ü «profesyonel» d iye nitelendirebi leceği
miz g i z e m c i yani «mesleği»ni yürüterek, mesleğinden edindiğ i bil
gileri satarak, sergi leyerek yaşamını sürdüren gizemci zor landı
ğında, iktidar, nüfuz ve servet peşinde o l d u ğ u n d a , başkaca «ka
ranlık» dünyalara da dalması hem olası, h e m de olağandır.
Ya gizemci l iğ in, gizli diye kabul edi len - v e öyle s u n u l a n -
sanat, bi l im ve bi lginin bağışladığı ayrıcalıklı «ulvilik» ne o luyor
d i y e s o r m a y a kalkarsanız bu tür bir yanıtla karşılaşırsınız: g i z e m
bir «bilgi» ise, bu «bilgi»yi edinebi lmek için bir inanç, uzun bir
uğraşı ve çeşitli fedakârl ıklar şart ise, bu bilgiyi herhangi bir şekil
de «meta» haline getirdiğinizde, bi lgiyi bir öğreti deği l de, bir
«ürün» ve tüket im nesnesi haline s o k t u ğ u n u z d a «ulvilik», ruhsal
g ü ç ve bedensel-zihinsel ayrıcalık o r t a d a n kalkar, kala kala eliniz
de basit (etkin de olsa y ine basit) bir «teknik» kalır.
Bu b ö l ü m ü n Batı 'dan gelen s o n gizemcisine g e ç e l i m ve
d a h a ö n c e yaptığımız gibi , eski bir çal ışmamızdan bir alıntı akta
rıp s o n r a d a n b u n u ek bi lgi ve ayrıntılarla genişletel im:
«1921 yılında İstanbul, B e y o ğ l u ' n u n Tepebaşı 'ndaki G a r d e n
b a h ç e s i n d e Eric-Jan Hanussen adındaki bir ispirit izmacı ve g ö z -
bağcısı esrarengiz, şaşırtıcı oyunlarıyla seyircileri adeta büyülü
yor; birkaç yıl sonra Hanussen' i Hit ler' in yanında buluyoruz.
Berl in sosyetesinin gözdesi o lmuştur, falcılık, b ü y ü c ü l ü k l e
u ğ r a ş m a k t a ve Hit ler'e yeni yeni şeyler öğretmektedir . Yogayı,
ayın insan üzerindeki etkilerini ve üstün ırk kavramını da aşılayan
bu Hanussen'dir. Fakat Hanussen' in b ü y ü k bir kusuru vardır,
ge leceği öngörebi l iyor ve bir gece seçkin bir t o p l u l u ğ u n ö n ü n d e
(Goebbels, Hess, H e y d r i c h v.b.) bir yangından söz e t m e y e başlı
yor. Bu, aynı g e c e için (Naziler tarafından) düzenlenen ünlü
Reichstag (Alman parlamentosu) yangınıdır.
Hanussen ö l ü m fermanını imzalamıştır. 8 Nisan 1933 g ü n ü ,
Berl in'e yakın bir o r m a n d a parçalanmış olarak H a n u s s e n ' i n cese
di bulunuyor.»
Gözbağcıl ık y a p a n , d u r u g ö r ü g ü c ü n e sahip bir inin gel ip
İstanbul 'un Perası 'nda göster i y a p m a s ı n d a ille de gizl i bir an lam
ya da bir bağlant ı a r a m a k mı lazım?
Yanıt v e r m e y e y a n a ş m a d a n ö n c e bu kişiyi biraz d a h a yakın
d a n tanımaya çalışalım...
i lginçtir ki, ç a ğ d a ş gizemcil ik tarihinin Batılı kaynaklarını ince
lediğimizde Hanussen' i bulabi lmek adeta olanaksız, g i z e m c i d e n
ç o k bir şarlatan, bir macerasever, bir parti a d a m ı sayıldığından.
Oysa ki, karıştığı ve karıştırdığı işler bir yana, H a n u s s e n parapsi-
şik güçlere sahip (gerekt iğ inde bunları abartan, şova d ö n ü ş t ü
ren) bir kişiydi.
Çok şeyle suçlandı Hit ler' in bu m e d y u m u , kara b ü y ü c ü
olmakla da suçlandı ve bir gerçekt ir k i kara b ü y ü y ü , cinsel büyü
leri ç o k ç a kul lanan biriydi.
Hanussen' in ö y k ü s ü açıklıkla bi l inen bir ö y k ü deği ldir : Birin
ci Dünya Savaşı'na katılıp yaralandığı, Prag'da falcılık yaptığı,
d a h a ö n c e bir sirkte çalıştığı söyleniyor. Hanussen' in İstanbul
macerası bu o l d u k ç a karanlık yıllarının bir parçasıdır ve Pera'nın
Garden bahçesin in sahnesinde, d a h a sonra Berl in' in Scala tiyat
rosunda tekrar layacağı, ipnot izma ve d u r u g ö r ü oyunlarını sergili
yor. Seyirciler arasında seçtiklerini veya gönül lü olanları uyutu
yor, herhangi bir seyircinin verdiği bir tarihten yola çıkarak o tar i
hin o kişi için neler ifade ettiğini, o tarihte g e ç e n bir olayı açıklı
yor.
Berl in'de düzenlediğ i gösteri lerle Eric-Jan Hanussen kısa
sürede şöhrete erişiyor, g e c e d e 850 mark ücret alıyor ve sahne
de yapmadıklarını «Gizemcilik Sarayı»nda gerçekleştir iyor, son
d e r e c e lüks bir o r t a m içinde, Berl in' in «nezih» Kurfürstendamm
Allee'deki özel otel inde.
Özel ote lde özel astroloj i dersleri veril iyor, bir hayli yüksek
ücretler karşılığında ve Nasyonal-Sosyal ist partisinin ileri gelenle-
— 83 —
rine «gizemler» öğret i l iyor. Asıl dikkat i ç e k e n , dedikodular ı ç o ğ a l
t a n Hanussen' in personel kadrosundaki güzel kızlar ve h o ş del i
kanlılardır. Ve de bunların katıldığı cinsel b ü y ü toplantı ları.
Dedikodular, suçlamalar, rezaletler alıp gidiyor fakat Hanus-
sen'e kara b ü y ü c ü etiketi u y g u n görü lüyorsa bile Hitler ve çetesi
o n u destekl iyorlar.
Hanussen' in yayınladığı iki dergide, «Die H a n u s s e n Zei-
tung» (Hanussen Gazetesi) ve «Die A n d e r e Welt» (Öte Dünya) ,
her tür gizemle ilgili yazıların yanında Nazi partisinin p r o p a g a n d a
sı yapılıyor, Hitler m i t o s u iyice şişiriliyor.
Adolf Hitler kara b ü y ü c ü Hanussen' in en büyük desteğid i r
ve Hitler alacağı her karardan ö n c e favori m e d y u m u n a başvur
m a d a n edemiyor. Bu fazlasıyla sıkı, bağımlıl ığa d ö n ü ş e n danış
manlık Hitler çetesini, başta Rudolph Hess, Heydr ich ve G o e b -
bels o lmak üzere, rahatsız etmeye başlıyor. Dolayısıyla Hanus
sen' in geçmiş i araştır ı lmaya, Hanussen' in aleyhine kabarık bir
gizli d o s y a o luşturulmaya başlanıyor.
Dosyada bir iken «gizli» bi lgi lerden kaçı gerçek, kaçı uydur
ma?
Dosyaya g ö r e H a n u s s e n birçok kez şantajla suçlanmıştır,
hatta Hanussen H a n u s s e n bile değildir, g e r ç e k adı Harschel Ste-
inschneider olan bir Yahudidir. Hanussen yaşam ö y k ü s ü n ü
yazıp, kendini savunuyor; Hitler ise tarafsız kalmayı yeğl iyor.
Ve 24 Şubat 1933'te «Gizem Sarayı»nda verdiği, t ü m Berl in
sosyetesi ile Nazi Partisinin üst düzey yönetici lerinin katıldığı gör
kemli g e c e d e Hit ler' in m e d y u m u , kendinden geçerek, t r a n s halin
de Naziler' in hazırlamış oldukları sabotaj ı , Reichstad yangınını
açıklıyor.
Karanlık bir a d a m d ı r Hanussen, karanlık güçler le (ister
gizemsel, ister siyasal) oynayan, bu güçler i pazarlayan. İstan
bul 'dan geçmiş olması , gözbağcı l ık gösteri ler i yapmış o lması
dosyasına ne getirir, ne götürür? İstanbul gizemlerinin kabarık
dosyasına da nasıl bir katkıda bulunur?
Batı 'dan gelenlerin her biri yüzyılları kapsayan u p u z u n y o l d a -
birer adımdırlar, ister bağlantı l ı görünsünler, ister bağlantısız.
Bazen bağlantı lar ilk baştan belli o lmuyorlar, hatta kişiler ve olay
lar, uğraşılar ve niyetler t ü m d e n bağlantısız, rastlantısal g ib i g ö r ü -
nebiliyorlar. Bazen ise ç o k küçük, önemsiz gibi g ö r ü n e n bir
ayrıntı, ufacık bir nokta ek len ince de bir çağrışım d o ğ u y o r , bir
olasılık beliriyor.
Sayfalar b o y u n c a adlar, olaylar, bilgiler ve sorular d i z m e n i n
bir yararı da malzemeyi çoğal tmakt ı r ve köşe b u c a k t a n bazı var
sayımlar kurmak, bazı yorumlar ın temel in i oluşturmaktır. Malze
me çoğaldığında bağlantılar, incelediğ imizde yüze ç ıkmaya çıkar
lar önemsiz g ib i g ö r ü n e n ayrıntılar, k o p u k k o p u k notlar şekil lenir
ler ve karmaşık o landan bir t ü m ç ıkmaya başlar.
Ayrıntılar her z a m a n s o n d e r e c e öneml i olurlar, ilk başta
bunlara u y g u n bir yer b u l u n m a z s a bile, ö r n e ğ i n :
- Bir sonraki b ö l ü m d e s ö z ü n ü edeceğimiz «Golden Dawn»
(Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n ö n d e gelen is imlerinden g i z e m kuramcısı
G.S.L. Mathers ' in, ünlü Fransız felsefecisi B e r g s o n ' u n kız karde
şi olan eşi ile birl ikte Paris'te Osmanl ı Demiryollarının hisselerini
satmakla bir süre geçindikler ini b i lmek biz im için ne ö n e m taşıya
bilir, nasıl bir i p u c u teşkil edebil ir, şayet bu gerçekten bir i p u c u
ise?
Soruları ç o ğ a l t m a k t a d a i m a yarar vardır, her soru yanıtını
bulmazsa bile!
BEŞINCI BOLÜM
ÖRGÜTLER VE BİREYLER
Tekrar lamak pahasına da olsa bel ir tmekte ve v u r g u l a m a k t a
yarar vardır, herhangi bir yanlış anlaşı lmaya m e y d a n v e r m e m e k
için. K o n u m u z a dahil edilen «örgütler» gizemsel ve g i z e m c i
örgütleridir, gizli ve gizemli d iye adlandırı lan öğreti leri, bilgileri
araştırmayı ve uygulamayı amaçlayan. Bundan dolayıdır ki,
g e n e l d e her tür siyasal veya siyasal eğil imli örgüt ler i lgimizin
dışında kalmaktadır. Bu tür bir hatır latma gereksiz g ib i g ö r ü n s e
de yaşadığımız ve yaşamakta o l d u ğ u m u z d ö n e m d e salt «örgüt»
s ö z c ü ğ ü kimi insanları tedirgin ett iğ inden en başta böyle bir gir iş
y a p m a y ı u y g u n g ö r d ü k .
Bu bağlamın kapsamında, «gizli», «gizli» sayılan veya öy le
g ö r ü n m e y i yeğleyen bir öğretinin, bir geleneğin peşinde o lan bir
ö r g ü t ü n , bir cemiyet in, bir insan t o p l u l u ğ u n u n gizlil iğe ö n e m ver
mesi, kapılarını herkese değil de ö r g ü t ü n veya cemiyet in k o n u s u
olan öğretiyi a labi lecek nitelikte olanlara açması kadar d o ğ a l bir
d u r u m olamaz.
A n c a k örgüt ya da cemiyet in k o n u s u olan öğret in in ne denl i
«gizli» o l d u ğ u , ne denl i «gizli» kaldığı ve derecel i bir öğret i u y g u
landığında, bu öğret in in hangi dereceler inin daha gizli, hangi ler i
nin daha açık o lacağı bir y ö n t e m sorunudur.
Gizemin, gizli g ib i sayılan ve öyle o l d u ğ u n a inanılan bir bi lgi
nin arayışı ille de bir örgüt, bir cemiyet yoluyla mı yürütülmel i?
Baştan açıkça belirtelim ki, kanımızca böyle bir zorunlu luk
yoktur ve bi lginin aranması, araştırı lması, incelenip d e p o l a n m a s ı ,
arşivlenmesi ve de öğret iye açı lması kesinlikle böy le bir zorunlu
luğa bağlanmamalıdır. Kaldı k i - v e ister Batı'nın ister D o ğ u ' n u n
gizemcil ik tarihleri b u n u belgeleyip k a n ı t l a m a k t a l a r - bir insan
top lu luğunun (bunlar seçi lmiş ve s e ç k i n kişiler olsa bile) dahi l in
de, bu t o p l u l u ğ u n aktif veya pasif katkısı ile yürütülen bir arayış,
bir çalışma ve iletilen öğreti örgüt-cemiyet in başında olanın veya
olanların kişisel hırslarına, eği l imlerine, varsa saplantı ve sapmala
rına her an alet olabilir, arayış ve ö ğ r e t i bir çat ışmaya, bir iktidar
kavgasına rahatça kayabil ir ve ö r g ü t ü n a m a c ı olan gizlerin b ü t ü n
lüğü (artı taşıdıkları ruhsal-tinsel d e ğ e r ) ç izgis inden ayrılıp başka
ve belki de aksi uçlara yönlenebil ir.
Gizem araştırması gizli d iye bi l inen ve kabul edi len bir öğret i
nin, bir geleneğin, inanışlara dayal ı bir kültürün kişiden kişiye
g e ç m e s i salt usta-çırak ilişkisiyle mi olmalı?
Gizem araştırmacısı temelde, çalışmasını bireysel olarak sür
d ü r e n tutkun bir kişidir (en azından belirl i bir noktaya v a r m a k iste
d iğ inde), alışverişi sınırlıdır ve sınırlı o lmasında yarar vardır.
Sorun bir «paylaşmamak» s o r u n u da deği l , s o r u n d o ğ r u
kişi, uygun kişi, açık kişi ile paylaşmaktır.
Gruplaşma, örgüt leşme ise ayrı sorunlar ve uygulamalar
doğurmaktadır , salt bi lginin, öğret in in dağılışı, veril işi açısından
deği l de gruplaşmanın işlevsell iğinden dolayı.
Şöyle ki; birey her zaman aktift ir, g r u p ise aktif o lan ya da
o l m a y a n bir toplu luktur, o l u m l u ile o lumlu olmayanı biraraya
get irmektedir. Bir y e r d e n sonra aktif o lan yönetir, üretir, yaratır;
pasif olanlar ise s a d e c e ve s a d e c e -orant ıs ı değişken olan bir
kat ı l ış la- tüketirler, d o ğ r u veya yanlış bir şekilde, d o ğ r u ya da
yanlış kişisel yorumlar la.
Gizemin ve gizli olanın (bilgi o larak gizli olanın) araştırması
na yönelik, ister eski bir geleneğe sımsıkı ve tartışmasız bağlı
kalan, ister varolan bir geleneği d e ğ i ş i m e uğratan, ö r g ü t genel
hatları içinde bu tür bir kuruluştur, k imi o lumluya kimiyse o lumsu
za yönelik.
- 87 —
12. yüzyılın Bizans' ında İmparator 2. Alexis C o m n e n o s ' u n
h imayesi alt ında «Doğu Kardeşleri» adını taşıyan bir gizli ö r g ü t
kuruluyor. Hiç kuşkusuz ki b u , Bizans kökenl i ilk örgüt deği ld ir
ancak, çeşitl i değiş imlerden geçen ve inançsal temellere dayalı
o lan ç o k uzun ö m ü r l ü bir gizli örgüt ö r n e ğ i olarak gösterilebil ir.
Ç ü n k ü g i d e gide, «Gül-Haçlar»a ve Bi l inmeyen Üstünler gibi
örgüt ler in temel ine dayanmaktalar.
Ve i lginçtir ki, bu «Bil inmeyen Üstünler»in 18. yüzyıl Paris'te
ki şubes inde İstanbul 'un Galata semt inde d o ğ m u ş olan bir Fran
sız ozanını buluyoruz: Fransız devr iminde giyot inin kurbanların
d a n biri o l a c a k o lan A n d r e Chenier.
Buna da rastlantı d iyel im ve İstanbul d o ğ u m l u bir gizli ö r g ü t
üyesinden istanbul ziyaretçisi bir g i z e m c i cemiyet inin k u r u c u s u
na, M a d a m e Helena Petrovna Blavatsky'ye geçel im.
«Theosophical Society» (Tanrıbilgi Cemiyet i )n in k u r u c u s u
Blavatsky 1831'de, A l m a n asıllı bir b a b a d a n , Rusya'nın Ekateri-
noslav kent inde d ü n y a y a gel iyor ve d a h a beş yaşındayken d u y u -
ötesi güçler in i , o y u n arkadaşlarını h ipnot izma ederek sergil iyor.
15 yaşına vardığında, d u r u g ö r ü yetenekleri sayesinde, pol isin
ortaya çıkaramadığı bazı suçluları b u l u y o r ve ai lesinde sayısız
olaylar yaratt ığından babasının isteği üzerine, daha 17 yaşınday
ken, Erivan'ın yaşlı vali muavini General Blavatsky ile evleniyor.
Üç ay süren bir evliliktir bu ve üç ay sonra g e n c e c i k gel in
kocasının ev inden kaçıp, yanına iki h izmetkâr alarak dünyay ı gez
meye koyuluyor, d o k u z yıl süresince.
O d e s s a ' d a n g e m i ile İstanbul'a gel iyor sonra da Mısır'a g e ç i
yor, K a n a d a ' d a n A B D ' y e geçiyor, Orta ve G ü n e y Amerika'y ı gezi
yor, o r a d a n da Hindistan' ın, Java adasının ve en s o n olarak
Tibet' in y o l u n u tutuyor.
1856'da Rusya'ya, ailesinin yanına d ö n ü y o r s a da fazla kalmı
yor y e n i d e n yol lara düşüyor. O r t a d o ğ u ' y u yeniden ziyaret edi
yor, 1868'de Tibet 'e d ö n ü y o r ve uzun süre orada kalıyor.
«Theosophical Society»nin inançsal temel ini M a d a m e Bla
vatsky, Tibetli rahiplerinin öğret i ler inden oluşturuyor ve özell ikle,
Bi l inmeyen Üstünler ve T ibet ' teki Gizli Üstatlar kuramını ön plan
da tutuyor, hatta bunlardan biri o l d u ğ u n u söylediğ i K o o t
H oomi 'n in öğrencis i d iye kendini tanıtıyor.
M a d a m e Blavatsky cemiyet in i 1875'te N e w York'ta, A l b a y
H.S. O l c o t t ' u n ve VVilliam O . J u d g e ' u n desteği ile kuruyor. A m a c ı
ise her tür c ins, ırk, d in, dil ayır ımından arınmış dünyasal bir kar
deşlik ö r g ü t ü n ü kurmak ve böy le bir kuru luşun sayesinde karşı
laştırmalı d in, felsefe ve bi l im çalışmalarını y a p m a k , insanın iç in
deki - b u g ü n parapsikoloj in in i n c e l e d i ğ i - d u y u m ö t e s i güçler i v e
doğanın bi l inmeyen yasalarını araştırmaktı.
1877'de Helena Petrovna Blavatsky nerdeyse ans ik lopedik
bir nitelik taşıyan ve öğretisini açıklayan, «Çıplak İsis» (İsis Unvei-
led) adlı başyapıtını ve gizemci l ik klasiğini yayınlıyor.
İki yıl sonra Blavatsky ve Albay Olcott , Hindistan'a yer leşip
Madras kent inde cemiyet ler inin d a i m i merkezini kuruyorlar.
Gitgide artan taraftarlarına ve 1300 sayfalık temel kitabının
g ö r d ü ğ ü geniş ilgiye r a ğ m e n M a d a m e Blavatsky ağır suç lamala
ra hedef oluyor, «ingiliz Psişik Araştırmalar Merkezi» (Brit ish S o c i
ety for Psychical Research)in görevl i ler inden H o d g s o n , Hindis
tan'a bir araşt ırma-soruşturma için gönder i l iyor ve t ü m d e n o l u m
suz r a p o r u n d a Blavatsky'nin sergi lediği b i rçok psişik olaylarının
d ü z m e c e o l d u ğ u n u belirtiyor.
1885'te Hindistan' ı t e r k e d e n Helena Petrovna bir süre
A lmanya'da kalıyor, o r a d a n L o n d r a ' y a yerleşip cemiyet in in Avru
pa merkezini kuruyor ve 1891'de ölüyor.
«Helena Petrovna t a m manası ile bir Rus idi.» d iye yazıyor
Marianne Monestier. «Bir an şelale gibi akıcı, şev d o l u , heyecanl ı
olur, sonra birdenbire durgunlaşır, b i tap düşer ve bir hayal â lemi
nin içine dalardı . Sekiz l isan k o n u ş u y o r d u . Müzik sahasında bir
v irtüöz sayılırdı...
... Dış tezahürlerini yaka lamaya muvaffak o l d u ğ u okült (gi
zemli) bir d ü n y a ile da imi t e m a s hal inde yaşıyordu.»
Blavatsky gibi bir gezginc in in Türk iye 'den geçmesi , hatta
kalması kadar o lağan bir d u r u m düşünülemez. Kaldı ki, Türki-
y e ' d e , İstanbul 'da b u l u n d u ğ u d ö n e m g e n ç gizemci kadının ara
yış ve o l u ş u m yıllarıdır. Her gitt iği y e r d e yaptığı gibi M a d a m e Bla-
vatsky Türk iye 'de ve b u l u n d u ğ u İstanbul 'da muhakkak ki, bir
şeyler incelemiş ve aramıştır. A n c a k öğretisini henüz şekil lendir
m e d i ğ i , bir öğret iy i d ü ş ü n m e d i ğ i bu yıl larda neyin peşinde o labi
lirdi?
Bir tanımlamaya geçel im: T h e o s o p h i e ya da Tanrıbilgisi,
Tanrıbilgeli l iği veya Tanrısal Bilgelik neyi öğret iyor, nedir inandığı
ve savunduğu?
Blavatsky'nin k u r d u ğ u cemiyet in inanışlarına göre t ü m y ü c e
üstatlar, hazretler ve peygamber ler (Fitagoras, Hermes, İsa ve
Hazret i M u h a m m e d ) , görevleri dünyay ı aydınlatmak olan, tanrı
sal bir insanlığı oluşturuyorlar. Theosophlar ' ın tanrısı «logos»tur,
«söz»dür ve inanışları «yedi» plana, «yedi» düzeye bağlıdır.
Bu yedi «plan», düzey (dilerseniz yedi kat gök) yedi d i ğ e r
d ü z e y e ayrılırlar ve her biri de, kendi devresel sürelerine sahip
o lan, başkaca g ü n e ş sistemlerine ayrılır.
Özetle, Theosophie, Antik Mısır, Çin, Hint ve Orta A s y a ' d a n
kaynaklanan inanışlarının çizgisini izleyen, deneysel o l m a y a n ,
«meditasyon»a (derin düşünceye) deği l de «ilham»a d a y a n a n ,
ussal sessizlikten, düşüncesiz l ikten yararlanan bir felsefedir.
Blavatsky'nin öğret is inde Bi l inmeyen Üstünler' in ö n e m i
büyüktür. Fakat k im bu Bi l inmeyen Üstünler ya da Gizli Yönetici
ler?
Bir önceki b ö l ü m d e karşılaştığımız Osmanl ı Demiryollarının
hisse satıcısı ve «Golden Dawn» (Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n k u r u c u
su Samuel Mathers' ın 1896'dan kalma bir bildirisine bakılırsa:
«Sözünü ett iğ im, ikinci derecel i bi lgeliği edinip size i lett iğim
bu Gizli Yöneticiler hakkında hiçbir şey söy leyemem. Dünyasal
adlarını bile b i l m i y o r u m ve onları, fiziksel bedenleri ile ç o k ender
g ö r d ü m . . . Daha ö n c e d e n saptanılan yer ve zamanlarda benle
fiziksel olarak karşılaştılar. Kanımca bunlar yeryüzünde yaşayan
fakat korkunç ve insanüstü güçlere sahip olan insanlardır. Onlar
la i l işkim bir ö lümlü için - n e denl i i lerlemiş olursa o l s u n - varo
luşlarına katlanmasının ne kadar zor o l d u ğ u n u b a n a öğrett i .
Onlarla karşılaştığım ender olaylarda üzer imde yaptıklar ı etkinin,
manyet ik g ü c ü n kaybını izleyen, fiziksel bir d e p r e s y o n o l d u ğ u n u
söylemek ist iyorum. Öylesine k o r k u n ç bir g ü ç l e karşı karşıya
b u l u n u y o r d u m ki, b u n u şiddetli bir fırtınada, ş i m ş e ğ e yakın olan
birinin d u y d u ğ u etkiye benzetebil ir im, soluk a lma g ü ç l ü ğ ü dahil
o lmak üzere... S ö z ü n ü ett iğim sinirsel halsizl ikten b a ş k a s o ğ u k
bir ter d ö k m e ile b u r u n , ağız ve bazen kulaklardan b o ş a n a n kan
belirtileri de oluyordu.»
Mathers, M a d a m e Blavatsky'nin yapıt larından biri o lan «Gizli
Öğreti» (The Secret Doctr in) in etkisi altındadır ve kendis i de son
suz gizleri koruyan, «En Üstün Öğrenci ler i 'n in Y ü c e Beyaz Loca
sı»™ oluşturan g ö r ü n m e y e n l e r e inanıyor, onlarla karşılaştığını
söylüyor.
K o n u m u z u , olayları, kişileri ve inanışları t o p a r l a m a k amacı
ile biraz gerilere g ide l im.
İşin başında, saptayabi ldiğimiz kadarıyla, Bizans'ta kurulan
ve Bi l inmeyen Üstünler 'e inanan bir ö r g ü t vardır. Yüzyıl ların geç
mesiyle bu örgüt ( D o ğ u Kardeşleri) benzer ç izg ide o l a n başka
örgüter i etkil iyor, tâ k i Bi l inmeyen Üstünler inanışını en ç o k des
tekleyen bir ç a ğ d a ş (19. yüzyıl) örgüt kurucusu (Helena Petröv-
na Blavatsky), d a h a çalışmalarının başındayken, İstanbul 'a uğru
yor ve İstanbul 'da belirli o lmayan bir süre kalıyor. Üstelik, bazı
kaynaklara göre, Blavatsky, İstanbul'a bir kez g e l m e k l e yet inmi
yor. Ö l ü m ü n d e n s o n r a «Theosophical Society»nin başına gele
cek olan Annie Besant ile birlikte, öğret is inin en yaygın o l d u ğ u
bir d ö n e m d e , kent imize tekrar d ö n ü y o r (1885 veya 1886).
A c a b a bu Bi l inmeyen Üstünler inanışı, T ibet ' ten kaynaklanır
sa, D o ğ u ve Batı gizemci l iğinin başkaca inanışlarında paralelini
bu luyor mu?
İs lamda «rical-ül gayp» diye bi l inen «gizli adamlar»ın dünya
yı yönett ikler ine inanılıyor, örneğin ve Muhiddin Arabi 'n in «Fütu
h a t ı n d a anlattığı g ib i bunlar her g ü n , sabah namazından sonra,
görevlendir i ldikler i yere g id ip herkese yardımcı olurlar, her g ü n
yer değiştir ir ler (Bursa'da, Flamel' i tanımış olan felsefecinin her
y i rmi yılda bir yaptığı g ibi !) .
Bu «gizli adamlar»ın ünlü öneri ler inden biri de şudur:
- Haftanın ikinci g ü n ü d o ğ u y a g i tme, bir inci ve c u m a g ü n ü
batıya g i tme, ç a r ş a m b a , cumartes i g ü n ü kuzeye gitme, p e r ş e m
b e g ü n ü g ü n e y e g i tme.
İstanbul ziyaretçisi Helena Petrovna Blavatsky'nin öğret is ine
kaynaklık e d e n Bi l inmeyen Üstünler ya da Gizli Yöneticiler bizleri
g izemci l iğ in bir kalesine götürüyor, zorunlu olarak: Agarta 'ya.
Haluk E g e m e n Sarıkaya'nın bir y o r u m u n a göre gelmiş g e ç
miş bazı Batılı g izemci ler inin (Saint-Germain gibi , Roland Vil lene
uve gibi) İstanbul ziyaretleri Agarta toplantı larına bağlıdır.
Y o r u m u n ve uzantılarının tartışmasına g i r m e d e n ö n c e Agar
ta konusuna d e ğ i n m e m i z d e yarar vardır.
Dünyanın Bi l inmeyen Sahiplerini, Bi l inmeyen Üstünleri içe
ren, mitoslara karışan (hatta kendi başına bir mitos oluşturan)
yeraltı kenti Agarta'nın gizleri Batı 'da ilk kez, 18. yüzyı lda Fransız
üst d ü z e y devlet görevl isi Alveydre Markisi Alexandre Saint-Yves
tarafından «Hindistan'ın Görevi» (Mission de l'İnde) adlı kitabın
da açıklanıyor.
Alveydre kendine ait o l m a y a n gizleri açıkladığı için, p i ş m a n
lık d u y d u ğ u n d a n bir nüshası hariç kitabının t ü m baskısını imha
ediyor. Bu tek nüsha ise başka bir ünlü Fransız g izemcis i o lan
Dr. Gerard Encause (Papus)un eline geçiyor ve 1910'da kitabın
bir ikinci basımı çıkıyor.
Fantastik-gerçekçi l ik akımının (Louis Pauvvels ile birl ikte)
kurucular ından J a c q u e s Bergier, Saint-Yves d'Alveydre' in imha
ettiği başka bir kitabının ö y k ü s ü şöyle anlatıyor:
1885 yılında Alveydre ö lümle tehdit edi ld iğ inden, s o n yazmış
o l d u ğ u «Hindistan'ın Avrupa'daki görevi ve Avrupa'nın Asya 'dak i
görevi. Mahatmalar' ın s o r u n u ve ç ö z ü m ü » (Mission de l ' İnde en
Europe et Mission de l 'Europe en Asie. La quest ion d e s Mahat-
mas et sa solution) adlı çalışmasını imha etmek z o r u n d a kalıyor.
Yine tek bir nüsha kalıyor ve 1909'da yayıncı D o r b o n b u n d a n az
sayılı bir basım çıkarıyor. 1940'ta Fransa'yı işgal e d e n A l m a n kuv
vetleri ise, araya taraya, bu basımın kalan nüshalarını da y o k edi
yorlar!
Alveydre' in anlattığı Agarta nedir? Tibet ile Moğol is tan ' ın
hudutlarında bulunan gizli bir yeraltı dünyası mı, y o k s a bir gizli
örgüt?
Her iki y o r u m u destekleyenler o l d u ğ u gibi her iki y o r u m d a
da bir «gerçek» payı bu lmak olasıdır.
Agarta (veya Agarti) k o n u s u n u , Saint-Yves d ' A l v e y d r e ' d e n
sonra, eski Fransız Başkonsoloslar ından Jacol iot (H indistan 'da
Kutsal Kitap / La Bible d a n s l ' İnde), Helena Petrovna Blavatsky
(Gizli Öğret i / The Secret Doctr ine; Çıplak İsis / İsis Unvei led)
ve İslam dinini seçt ikten sonra Abdülvahid Yahya adı ile tanınan
Fransız yazar ve d ü ş ü n ü r ü Rene G u e n o n (Dünyanın Kralı / Le
Roi du M o n d e ) ele alıyorlar.
Guenon'a göre, binlerce yıl ö n c e yer alan bir felaket G o b i
çölündeki uygarlığı silip süpürüyor. Buradaki Ruhsal Efendiler
- y a da «Dış Akılların Oğulları», dıştan gelen bir bilginin izleyicile
r i - Himalaya'nın altında bulunan mağaralara ve gizli dehl iz lere
sığınırlar. Zamanla bunlar ikiye ayrılırlar, bir kısmı Agarta 'ya yerle
şir diğer kısmı ise Shambal lah'a. Agarta ya da Agart i , «sağ el
yolunu» izleyenlerin, d ü n y a işlerine karışmayıp der in d ü ş ü n c e (te
fekkür) iç inde yaşayanların, Shambal lah ise «sol el yolu»nun
taraftarlarının ş iddet yanlısı merkezleri oluyorlar.
Agarta ile ilgili en şaşırtıcı bilgiler, Kızıl O r d u d a n kaçarak
Moğol istan' ı aşıp Çin'e sığınan Polonyalı Ferdinand O s s e n -
dovvsky'nin 1924'te yayımlanan «Hayvanlar, insanlar ve Tanrılar»
(Betes, H o m m e s et Dieux) adlı kitabında yer alıyor.
Ossendovvsky'ye anlatılanlara g ö r e b u n d a n altı bin yıl ö n c e
ermişin biri, kabilesiyle birl ikte bir mağaraya sığınır ve antik bilgi
ve bil imi k o r u m a k amacıyla Agarta'y ı kurar. O g ü n d e n beri Agar-
ta'yı d o ğ a n ı n t ü m güçlerini bi len, t ü m insanların ruhunu o k u y a b i
len ve yazgı kitabına sahip olan dünyanın kralı yönet iyor ve sekiz
yüz mi lyon kişiye emrediyor.
— 93 —
A g a r t a ' d a n İstanbul 'a ve Sarıkaya'nın y o r u m ve inanışına
g e ç e l i m .
Saint-Germain' in «İstanbul'da beni bekliyorlar» s ö z ü n d e n
y o l a çıkan Sarıkaya'ya göre: «St. G e r m a i n K o n t u n u n sözleri,
İs tanbul 'da, A g a r t a ' d a n gelen d a h a başka kişilerle buluşacağını
i m a etmektedir. D o ğ u ile Batı arasında bir k ö p r ü o luşturan İstan
bul belki de Agarta'nın temsi lci ler ince y o ğ u n bir şeki lde ziyaret
edi legelmekte o lup, onların mûtat b u l u ş m a yeri haline gelmiştir.»
Y o r u m d u r u m u (veya sorunu) o l d u k ç a geniş ve ö z g ü r şekil
de ele aldığı gibi bağlantılar k o n u s u n d a , kanımızca o l d u k ç a ace
leci de davranmaktadır.
D o ğ u ile Batı arasında her tür il işkiyi içeren, sürekli olarak
her çeşit kültür alışverişi için bir merkez oluşturan İstanbul 'un
ister Agarta temsilci lerinin, ister Agarta ile hiçbir ilgisi o lmayanla
rın - o y s a «gizemci» etiketini taşıyan, t a ş ı y a b i l e n l e r i n - bir uğrağı
olmasını belki de hiç kimse bizim kadar savunmaz. Yine bu çalış
mamızın amaçlar ından biri olan, mantıksal y ö n t e m e bağlayamaz
ve çeşitl i örnek ve olasılıklarla b a ğ l a m a y a da çalışmaz.
A n c a k y o r u m yaparken ve varsayımlar kurarken ç o k belirgin
ve bir o kadar titiz bir mantık silsilesi iç inde hareket etmemiz
gerekiyor ç ü n k ü , hayal g ü c ü m ü z e sarılıp zorlamalı bağlantı lara
kaydığımızda, varabi leceğimiz sonuçlar ın sağlığı her z a m a n tartı
şılacağı gibi kuşkulara da açık kalacaklardır.
Sarıkaya'nın savını iz lediğimizde; Saint-Germain, bir rivaye
te g ö r e , Himalayalar'a çekil iyor; Helena Petrovna Blavatsky,
Himalayalar 'a kadar uzanıyor; Hanussen' in temel öğret is i oralar
d a n türemedir v.b.
Agarta toplantı ları ve İstanbul ile ilgili bir kaynak (ki Sarıkaya
da b u n u kullanıyor) Fransız fantastik - gerçekç i araştırmacısı
Robert C h a r r o u x ' n u n bir kitabı ve kitabın ö n s ö z ü n d e k i bazı bi lgi
lerdir.
C h a r r o u x ' n u n «Gizemli Bi l inmeyenin Kitabı» (Le Livre du
Myster ieux İnconnu, 1969)nın ö n s ü z ü n ü yazan A n d r e B o u g u e -
nec, Charroux'ya çalışmasında yardımcı olanları sıralarken (Mısır-
- 94 —
l ı rahip Anubis S c h e n o u d a , Ufolog G u y Tarade ile A n d r e Mi l lou'
nun, o d ö n e m d e yönett ik ler i «Uygarlığın Bi l inmeyen Unsurların
İnceleme ve Araştırma Merkezi / Centre d 'Etude et de Recherc-
hes d'Elements İnconnus de la Civilisation», Gül-Haç Ö r g ü t ü
v.b.) şöyle demektedir :
«Villeneuve Üstadı, 24 Aralık 1966'da İstanbul 'da Bi l inmeyen
Üstlerle (Bi l inmeyen Üstünlerle) buluştu. Kendisi bu g ö r ü ş m e y i
sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da d a h a d o ğ r u s u , açık laması
için Bi l inmeyen Üstlerce kendisine izin verilenleri yayınlamıştır.
Kitabın adı, 'Düşünülemezle Karşılaşma'dır. Bu kitap, yüzyı l larca
insanların bahsett iği bu Görünmeyenler ' in şarlatanlarla hayalpe
restlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için ç o k ö n e m l i bir
çalışmadır. Vi l leneuve Üstadı'nın anlattığına göre, kendis i Saint
Yves d'Alveydre gibi , belirli açıklamalar y a p m a y a izinlidir.»
İyi de bu Vil leneuve Üstadı kim?
Sarıkaya b u n u açıklamıyorsa da Vil leneuve Üstadı Fransız
Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n Yüce Üstadı R a y m o n d B e m a r d ' d a n başkası
değildir. Yani sözü edilen Agarta toplantısı İstanbul 'da üst d ü z e y
Gül-Haç Üstatları arasında yapılan bir toplantıdır. B u n d a da şaşı
lacak bir d u r u m yoktur ç ü n k ü , anımsatalım, Saint-Germain, C a g
liostro, Casanova gibileri de üst d ü z e y Gül-Haç'l ı lardı.
Bir an dural ım: d a h a ö n c e belirtmiş o l d u ğ u m u z gib i k imi
gizemciler bireysel araştırmalar sürdürüyor, kimi de bireylerini ve
ö z g ü n , kişisel çizgilerini b o z m a d a n , örgüt üyesi oluyorlar.
İ lginçtir ki, bu ve bir öncek i b ö l ü m d e sıraladığımız, i lerde
sıralayacağımız kişilerin, İstanbul ziyaretçilerinin bir kısmı, birey
olarak değerler i ve bilgileri ne olursa olsun, belirli örgüt lere bağlı
kimselerdir. Bu d u r u m d a ortaya d o ğ a l olarak, bir b i rey-örgüt
bağlantısı s o r u n u çıkıyor. Ve de b u n d a n kaynaklanan bir başka
temel soru:
- Bazı gizemci ler in, g i z e m araştırmacılarının İstanbul'a, Tür
kiye'ye geliş nedeni bağımsız ve bireysel bir arayışa mı y o k s a
örgütsel temaslara mı bağlıdır?
Sorular ç o k fakat yanıt yet işt irmekte zor lanmamız kaçınıl-
— 95 —
mazdır ç ü n k ü , ö r n e ğ i n , g e ç m i ş yüzyıl larda ve özell ikle 18. ve 19.
yüzyıl larında Türk iye 'de, İstanbul 'da faaliyette bulunan, bu lunma
sı olası olan, g i z e m c i örgütler konusunda (bi ldiğimiz ve ulaşabil
d iğ imiz kadarıyla) herhangi bir araştırma yapılmış deği ldir ve iti
raf edel im ki, bu konudak i katkımız sadece bir d e n e y anlamında
dır.
Kaldı ki, bu tür bir araştırmayı yapabi lmek için yerli kaynak
lar hiçbir zaman yeterl i olmadığı gibi yabancı, Batılı olanlara ula
şabi lmek her d a i m kolay değildir. Üstelik biz «gizemler» peşinde
o lan «gizli» örgüt ler ve bunlara üye olan - v e y a o l m a y a n - «gi
zemli» kişilerle uğraşmaktayız!
M a d a m e Helena Petrovna Blavatsky'den yola çıkıp Agar-
t a ' y a kadar vardık ve bu ara, bazı bağlantılar kurduk, kurar gibi
o lduk. Devam edel im...
Blavatsky g ib i Rusya'dan gelen, İzmir ve İstanbul 'da bulun
m u ş olan, hatta İstanbul 'da, daha sonra Paris'te b iç imlendirece
ği , bir cemiyet in ilk deneyimini yapan Monsieur Gurdj ieff ' tedir
sıra.
Georges İvanovich Gurdjieff 1877'de Ermenistan' ın A n d r o -
pol kentinde d ü n y a y a geliyor, bir zamanlar varlıklı o lan bir aile
d e n . D o ğ d u ğ u n d a Yunan asıllı babası marangozlukla idare
etmekte ve o ğ l u n u mitoslar ve destanlar, t ragedyalar ve epik
öyküler anlata anlata eğitmektedir. Georges'un i lerde «üstün»(?)
bir yaşama hazır olabi lmesi için baba Gurdjieff o ğ l u n u s o n dere
ce sert yöntemler le yetişt irmekte, her olasılığa hazırlamaktadır,
örneğin, yatağına sıçan saklar, yemeğine kurt koyar, yılan yedir-
tir ve sabahları üzerine bir kova s o ğ u k su boşaltarak uyandırır.
Bu tür bir öğret i ç o c u k Georges İvanovich'i iyice etkiler ve
sonraki yıllarda, başkaları gibi o l m a m a k tutkusu başlıca amaçla
rından biri haline gelir. Bu başlıca a m a ç tek a m a ç deği ldir ç ü n k ü
g e n ç Gurdjieff kendini değişik bir uğraşıya da bağlar ki bu, kendi
ifadesi ile, «olağandışı türden herhangi d o ğ a olayının nedenlerini
araşt ı rmakt ı r .
Ermenistan'ı dolaşa dolaşa rahipler, dervişler, pirler, g i z e m
ciler ve büyücüler le görüşür. Eline Mısır'ın eski bir haritası geçt i
ğ inde, Mısır'ı z iyaret etmeye, g izemler le d o l u arkeoloj ik kalıntıla
rı, ehramları ve mezarları g e z m e y e karar verir.
Bu y o l c u l u ğ u n d a uğradığı İ zmir 'de Gurdjieff bir tavernada
kavga çıkardığı için tutuklanır, ö z g ü r l ü ğ ü n e k a v u ş u n c a da
Süveyş'e g iden bir İngiliz gemis ine biner.
Mısır y o l c u l u ğ u bir hayalkırıklığı ile sonuçlanır fakat Gurdjieff
artık, meraklısı o l d u ğ u gizemli konular la birarada, gezginci l iğ i de
seçmiştir.
İstanbul'u ilk kez 1900'ların başlar ında ziyaret eder ve g e ç i
nebi lmek için turist rehberl iğine s o y u n u r . Buhara'ya geçt iğ inde
sarıya boyadığı serçe kuşları kanarya d i y e satar, R o m a ' d a ayak
kabı boyacıl ığı yapar, işini kolaylaşt ıran otomat ik bir koltuk icat
eder.
Batı 'dan y e n i d e n D o ğ u ' y a geçer, Pamir dağlar ında dışrek
(ezoterik) bir tar ikata girer, şeyh taraf ından kabul edilir, eği t im
d e n geçer. Derken Tibet y o l u n u tutar ve bazı r ivayetlere g ö r e
Agarta 'ya ya da Shambal lah'a kadar varır, Dünya Kralı'nın mahi
yet ine bile girer.
Gurdj ieff ' in Tibet ' teki faaliyetleri ile ilgili i lginç bir m e k t u p var
dır, N e w York 'un Beşinci C a d d e Karakolunun komiser i Ahmet
A b d u l l a h (!) taraf ından İngiliz yazarı R o n Landau'ya yazılmış.
M e k t u b u imza e d e n bu Komiser A h m e t Abdul lah, Gurdjieff ' i
30 yıl ö n c e Tibet ' te tanıdığını, g e n ç Dalai Lama' nın öğretmenl iğ i
ni yaptığını ve aynı z a m a n d a Rus gizli servisinin başlıca ajanı
o l d u ğ u n u açıklar.
Mektuba g ö r e Gurdjieff, Baykal Tatarları 'ndan Dalai Lama'
nın hesabına vergi leri tahsil et t iğ inden Lasa kent inde büyük itibar
g ö r ü y o r m u ş . Ruslar o n u H a m b r o A k v a n Dorzhieff d iye tanır, İngi
liz İstihbaratı ( İntel l igence Service) ise o n u Lama Dorzhieff ola
rak tanırmış.
Tibet istilaya uğradığında Gurdjieff, Dalai Lama ile birlikte,
ilkin Moğol is tan 'a sığınır sonra da o r t a d a n y o k olur.
— 97 — istanbul Gizemleri / F: 7
1913'te Gurdj ieff y e n i d e n Rusya'da görünür, çardan yanadır
(ancak Stal in ile arkadaştır), devr im k o p t u ğ u n d a da karşıt d e v r i m
cidir, Kafkasya eylemlerine katılır.
Gurdj ieff ' in ikinci İstanbul seferi ise 1922'de gerçekleşir.
Gurdj ieff ' in eski öğrenci ler inden biri o lan Fransız yazarı Lou-
is Pauvvels, «üstat»a ayırdığı 703 sayfalık kitabında, Monsieur
Gurdj ieff ' in Tifl is'te k ü ç ü k bir d ü k k â n d a k u r d u ğ u «İnsanın u y u m
lu gel iş im enstitüsü»nü İstanbul, Berlin ve L o n d r a ' d a da «denedi
ğini» y a z m a k l a yet iniyorsa da Gurdj ieff ' in kendisi, başyapıtların
d a n biri sayılan, «Dikkate Değer İnsanlarla Karşılaşmalar» (Mee-
t ings With Romarkable Men) adlı k i tabında İstanbul 'daki bu ikinci
gelişine ait bazı ipuçları vermektedir.
20'li yılların başında Türkiye'ye sığınan ç o ğ u Beyaz Ruslar
gibi Gurdjieff de Beyoğlu 'na, Pera'ya yerleşir ve özellikle, derviş
tekkelerini ziyaret eder, Galata K ö p r ü s ü ' n d e gezinir, k ö p r ü d e n
dalan çocuklar ı izler, bir R u m ' d a n dalış dersler i alır, ilkin Hal ic 'e
dalar sonraysa, atılan paraların peşinde Galata K ö p r ü s ü ' n d e n .
Bir hayl i zor günler geçirdiği anlaşılan Georges Gurdjieff
g ü n ü n bir inde, teşbihini denizden çıkardığı Üsküdar' l ı bir paşa
(N Paşa) ve o ğ l u Ekim Bey ile tanışır, paşanın konağında
konuk olur.
Kitabında uzun uzun anlattığı bu «olağanüstü» Ekim B e y ile
birl ikte Gurdjieff, İ ran'da derviş Sar ıoğlu'nu ziyaret eder, öğret i le
r inden yararlanır.
Üsküdar' l ı paşanın oğlu Ekim Bey ise, zamanla, d u r u g ö r ü
ve ispirit izma yetenekleri sayesinde b ü y ü k bir ün kazanır ve y ü c e
bir sihirbaz diye sayılır.
Gurdj ieff ' in istanbul 'daki yıllarına, «Milliyet» gazetes inde
yayımlanan «Vatikan-Fener ve bir gizli örgüt» başlıklı diz is inde,
Aytunç Altındal da söz eder ve konuya, i lerde üzerinde d u r a c a ğ ı
mız, Kont Sebottendorf ile giren araştırmacı Altındal s ö z ü n ü bu
şeki lde sürdürür:
«1872'de (1877) Kars yakınlarında (Antropol) d ü n y a y a gelen
Gurdjieff, Stalin'i evinde saklamış a n c a k Bolşevikler ikt idara
— 98 —
geçince ailesi (?) ve müritleriyle birl ikte R u s y a ' d a n ayrılıp İstan
bul 'a g ö ç etmişti. Taksim, Sıraselviler ve B e y o ğ l u ' n a yer leşen
Gurdjieff ve taraftarları, ilk örgüt lenmeler in i İ s tanbul 'da yapmışlar
dı. Gençl iğinde İslami ezoterik (dışrek) tar ikat lardan M e l a m i l i k l e
tanışan Gurdjieff, İslam tasavvufunu ve 'gizl i i l imlerini ' ç o k iyi
öğrenmişt i . Daha sonra Tibet' te ve Hindistan 'da da yaşamış,
Rus O r t o d o k s Kilisesinin görüşler iy le, İslamı, H i n d u i z m ' i ve
Zen-Budizm' i birleştirerek syncretist (Telif iyyeci - k a y n a ş a m a y a n -
ların birleşiği) bir öğret i yaratmıştı.
1918 (1922)'de İstanbul'a g ö ç e d e n Gurdj ief f ' ten, öğrenimle
rini Paris'te y a p m ı ş zengin Osmanl ı ailelerinin ç o c u k l a r ı başta
o lmak üzere b i rçok siyasetçi ve adı 'a l im'e çıkmış şahıs etki len
mişlerdi...»
Altındal'ın herhangi bir kaynak g ö s t e r m e d i ğ i n d e n , Gurdj i
eff' in İstanbul 'da kaldığı yerlerle ilk taraftarlarının kiml iği hakkın
daki bilgileri nereden elde ettiği meçhuldür. Aynı şeki lde Altındal,
Gurdjieff ' in İstanbul 'a ailesi ve mürit leriyle birl ikte g ö ç ettiğini söy
lemektedir oysa ki «Dikkate d e ğ e r insanlarla k a r ş ı l a ş m a l a r a bak
tığımızda böyle bir d u r u m u kanıt layacak bilgiler yoktur . Gurdj i
eff' in ve d e v r i m d e n kaçan başkaca Rusların İs tanbul 'dan g e ç m e
si, İstanbul'a sığınması kadar d o ğ a l bir d u r u m d ü ş ü n ü l e m e y e c e
ği gibi her gitt iği y e r d e kendine bir faaliyet alanı arayan ve bulan
Gurdjieff ' in de İstanbul 'da (bir r ivayete göre Galata'da) bir ö r g ü t
kurması da n o r m a l , olağan karşılanmalıdır. A n c a k İstanbul bir
duraktır ve Rus gizemcis i asıl ü n ü n ü ve sayılı taraftarlarını Paris'e
yerleşince bulacak, daha sonra da Amerika'ya kadar uzanacak
tır.
Fransız yazarı François Maur iac' ın y o r u m u ile, Gurdjieff
D o ğ u ' d a n Batı 'ya «ben»liği, «ego»yu yok eden, insanı gerçek
kendil iğine kavuşturan ve ona dünyay ı kazandıran bir y ö n t e m
getirmişti. H e m öylesine bir y ö n t e m ki, Paris'e yerleşt iğinde ve
Fontaineblau yakınındaki Avon mal ikânesinde öğret i merkezini
açtığında, kısa süre içinde Gurdjieff d ö n e m i n bir dizi Avrupalı ve
Amerikal ı aydınını, yazarını, sanatçısını (Avon'da ö len Katherine
Mansfield, öncü mimar Frank Lloyd VVright, A ldous Huxley, Jean
Paulhan, Rene Daumal, Louis Pauvvels ve Gurdjieff ' in öğret is ini
yayacak olan Ouspensky) etrafına toplay ıp kendine bağlayabi l-
mişti.
Çeşitli kaynaklardan, inançlardan o luşturduğu öğret is inde
neler açıklıyordu Gurdjieff?
Özetle; insan bir makinedir, bir makineleşme, makineleştir
me toplamıdır. Yaptığı her şey, düşünceler i , alışkanlıkları, d u y g u
ları dış etkenlerin ürünüdür. Bundan dolayıdır ki, t ü m yaşantımız
bir çeşit «uyanık uykuda» geçiyor, bir düşteymiş gibi yaşıyoruz
ve düşlerde o lduğu g ib i , etrafımızdaki dünyanın nasıl o lması
gerektiğini bizler kararlaştıramıyoruz. Sürekli olarak her şey, bir
vampir gibi, bizi boşaltmaktadır, hayran o l d u ğ u m u z bir manzara,
zevk aldığımız bir kadın, sigaramızın d u m a n ı , mutluluklarımız ve
acılarımız. T ü m bunların arkasında g e r ç e k bir «varlık» yoktur.
Biz, aslında, varolmuyoruz, biz birer makine, birer k a b u ğ u z .
Bu «dünyasal yaratık» k iml iğ imizden kurtulup üstün bir ken
dilik, bir varlık o labi lmemiz için uyanmalıyız. «Yaratık» d e d i ğ i m i z
kendil iğimizin geçici kısmıdır, dış d ü n y a y a ve içinde yaşadığımız
ortama uygun olarak şekil lenmiştir; «Yaratık» bir maskedir, bir
yalandır, «Varlık» ise b iz im gerçek benliğimizdir, kendi der in
boyutumuz, maskenin arkasındaki yüzdür, «gizli yüz»dür.
Blavatsky gibi Gurdj ieff de T ibet ' ten, Himalayalar ve oradak i
manastırlardan gelmedir. O da, Saint-Germain, Cagl iost ro ve
Casanova gibi bir gizli ajandır, bir casusdur, en azından bir süre
için ve belirli, ola ki z o r u n l u koşullarda. Ve o da bir öğret in in ada
mıdır, gizemlerin adamıdır, her g izem adamı, gizem araştırmacısı
gibi D o ğ u ' y u ve Batı'yı biraraya getiren, öğreti leri, inanç ve ina
nışları inceleyen ve İstanbul 'dan g e ç m e s i «şart» gibi g ö r ü n e n .
Aytunç Altındal y u k a r d a sözünü ett iğimiz yazı diz is inde,
İstanbul 'da Gurdj ieff ' ten ç o k etki lenenlerin arasında S e b o t t e n -
d o r f ' u da sayıyor (başka biri ise Rıza N u r ' d u r ) .
Bir başka İstanbul k o n u ğ u olan, g i z e m ve g izeml i işlerle
uğraşan, İslam tarikatları ile ilişkiler k u r u p tasavvufla i lgi lenen bu
B a r o n Sebottendorf k imdir ve İs tanbul 'da neler y a p ı y o r d u ?
İlkin Altındal'ın verdiğ i bilgileri g ö z d e n g e ç i r e l i m :
Saksonyalı B a r o n Rudolph v o n Sebot tendorf o larak bi l inen
kişi bir gizli ö r g ü t adamıdır, A l m a n İşçi Partisinin, p e r d e arkasın
d a , yönett iği Thule ö r g ü t ü n ü n ileri gelenler inden biridir. İngiliz «İn-
tel l igence Service»e g ö r e hiç soy lu deği ldir, y o k s u l bir a i leden
gelmedir, eski bir elektrik teknisyenidir. Dünyayı d o l a ş a n biridir.
N e w York'a, Napol i 'ye, Avustralya'ya, Mısır'a g ider ve Türk iye'ye
de gelir.
1910'a kadar İstanbul 'da kalır Sebottendorf , tasavvufla yakın
d a n ilgilenir, T ü r k ç e s i vardır, sevi len ve sayılan bir kişidir.
1916'da A l m a n y a ' y a d ö n d ü ğ ü n d e «Yeni Almancıl ık» hareketine
katılır, Thule ö r g ü t ü adına yayınlanan «Volkischer Beobachter»
(Halkın Gözlemcisi) gazetesinde Hit ler' i , ilerki yı l larda destekle
y e n yazılar yazıyor.
Hitler'i destekl iyor Sebottendorf oysa Hitler g ib i d ü ş ü n m ü
y o r ve 1934'te G e s t a p o taraf ından tutuklanıyor, bir süre sonra
serbest bırakılıyor ve İstanbul y o l u n u yeniden tutuyor. Devamını
Alt ındal 'dan ö ğ r e n e l i m :
«Sebottendorf, İstanbul 'da Asmal ımescit ' te, Tünel 'de ' İ l lumi-
nati ' (aydınlatılmış) adının Türkçeleştir i lmiş şekli o lan N u r u Ziya
Sokağında, Kurtuluş' ta ve Pangalt ı 'da yaşadı. Z e n g i n Levanten
aileleriyle ve İstanbul 'daki İsviçreli, Avusturyal ı ve A l m a n aileleriy
le beraber o l d u . İşte ilk kez bu d ö n e m d e İstanbul 'daki A l m a n
Müslümanı Sebottendorf , kendisinin eski bir ist ihbarat subayı
o l d u ğ u n u ve halen de Nazi İst ihbaratında görevl i o l d u ğ u n u bazı
yakınlarına açıkladı.
İstanbul 'da M ü s l ü m a n çevrelerde «gizli Müslüman» d iye bili
n e n Sebottendorf, 2. Dünya Savaşının s o n u n d a Almanya'nın
kayıtsız şartsız tes l im o luşundan birkaç g ü n sonra Suriye Pasajı
na yakın bir evde ö n c e gizli belgelerini yaktı sonra da beylik
tabancasını şakağına dayayarak tet iğine dokundu.»
Gizem ve g i z e m c i derken siyasal eğil imli eylemlere bulaşmış
— 101 —
ise de Altındal' ın açıkladıkları s o n derece ilginçtir. Gönül isterdi
ki, bu bilgilerini d a h a açık t u t u p , d a h a bir kesinlikle bel irt ip kay
naklarını da eklemiş o lsaydı .
Kaynak s o r u n u üzerine sık sık durmamızın k u ş k u s u z bir
nedeni, üstelik ö n e m l i bir nedeni vardı. Kaynak, çatışsa bi le (ve
z a m a n kaynakları çatışt ırmakta yarar vardır) bir kanıttır, i lerde
yapı lacak bir araşt ırma için açık bırakılan bir kapıdır. Ne var ki,
kimi araştırmacı kaynaklarını «mahfuz» tutar, kimi ise bel i r tmek
ten sakınca g ö r m e z .
Araştırmacıların y ö n t e m ve taktiklerini bir yana bırakıp biz
yeniden gizemli konularımıza d ö n e l i m ve itiraf edel im ki, konular ı
mız iyiden iyiye b o y u t l a n m a y a başladı.
İstanbul 'un g izemler inden, metafiziksel olay ve inanışların
d a n yola çıkıp başka gizemlere ulaştık. Aslında kaçını lmazdı, bir
g i z e m başka bir g izemi çağrıştığından hatta başka bir g izemle
çatışıp o n u tamamladığ ından.
Baştan bel irtt iğimiz gibi İstanbul, ister farkına varılsın veya
varılmasın, gizemlerle d o l u p taşan bir mega kenttir, ç o k esk iden
de öyleydi b u g ü n de öyledir, bir «gelenekler» çerçevesinin için
de. Bu ve bir öncek i b ö l ü m d e g ö r d ü ğ ü m ü z gibi İstanbul kimlikle
ri, uğraşıları, niyetleri, d ü ş ü n c e ve öğretileriyle, üyesi olduklar ı
örgüt ler in gizli l ikleriyle s o n derece ilginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü , tart ışmalı
a m a boyut lu ve izler bırakan kişilerin her zaman uğrağı o l d u . Bu
b a ğ l a m d a içinde yaşadığımız, geçmişten kalma izlerine nerdey-
se adım başına karşılaştığımız bu kentin değişik sayı labi lecek bir
panoramasını, bir topografyasını çizeceksek ipucu nitel iğini taşı
yan, taşıyabilen herkesi ve her şeyi katmalıyız, ayrıntı lardan, ilk
bakışta ilgisiz ve önemsiz gibi görülebilen ayrıntı lardan k a ç m a
d a n aksine bunları genel ve ç o k geniş bir tablonun parçası saya
rak, öylesine kullanarak.
Sebottendorf k o n u s u n d a bazı gizli örgüt lerden söz edildi
Thule gibi, İ l luminati g ib i , yarı gizemsel ve yarı siyasal. Ve Sebot-
tendorf ' la ilgili, İstanbul 'daki yaşamı ile ilgili başka bağlantı lar
y a p m a k da olasıdır, değiş ik kaynak ve yorumlardan yarar lana
rak.
S e b o t t e n d o r f ' u n kişiliği ve İstanbul maceras ı üzer inde d u r a n
bir başka araştırmacı İngiliz Trevor Ravenscroft 'dur. Hit ler' in
gizemsel inançlarını ve genelde, Naz ism ile gizemci l iğ in ilişkileri
ni, bağlantılarını inceleyen «Yazgı'nın Mızrağı» (The Spear of Des-
tiny, 1972) adlı çal ışmasında Trevor Ravenscroft, Sebot tendorf
hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor:
- Nazi hareketinin ruhsal k u r u c u s u olarak bi l inen, Hit ler'e
ırksal ve ırkçı gizemci l iği aşılayan (Adolf Hit ler b u n u «Kavgam /
Mein Kampf»da açıklıyor) yazar, o z a n , u y u ş t u r u c u bağımlısı,
b u l u n d u ğ u hastanelerde, t ımarhanelerde oyunlarını hastaların
•işbirliği ile sahneleyen ve islamla, İslam fetihlerinin tarihi ile yakın
d a n i lgi lenen Dietrich Eckart, S e b o t t e n d o r f ' u n k u r d u ğ u «Thule
Gessellschaft» ö r g ü t ü n e gird iğ inde k u r u c u s u hakkında bir araştır
mayı başlatıyor ve bazı i lginç sonuçlara da varıyor.
Kont aslında, soylu değildir, D r e s d e d o ğ u m l u bir makine
ustasının o ğ l u d u r ve gerçek adı Rudolf Glauer'dir. Glauer' in
anlattıklarına bakılırsa kendi, Türk yasalarına göre, Türk iye 'de
yaşayan g e r ç e k Kont Heinr ich v o n S e b o t t e n d o r f tarafından evlat
edi ld iğ inden unvanına ve soyadına hak kazanmıştır.
Bavyera 'da taraftar kazanmakta o lan Thule ö r g ü t ü n ü n presti
j ini s a r s m a m a k ve Sebottendorf - Glauer' i zor d u r u m a d ü ş ü r m e
m e k için Eckart öğrendikler in i gizli t u t u y o r ancak araştırmasını
sürdürüyor.
Rudolf Glauer, 1901 yılında, 26 yaş ındayken İstanbul'a geli
yor ve T ü r k i y e ' d e 1914'e kadar kalıyor. Bu ara tasavvufla i lgileni
yor, m e d i t a s y o n tekniklerini inceliyor. İlgisini çeken başka bir
k o n u ise M a d a m e Blavatsky'nin öğret iş idir ve bundan yola çıka
rak batık a d a Thule'n in m i t o s u n u y e n i d e n g ü n d e m e getiriyor,
eski A l m a n destanlarını da karıştırarak ve ari A lman ırkının 20.
yüzyı ldaki y e n i d e n uyanışını öngörerek.
. Thule ö r g ü t ü n ü n ulusal-ırksal kuramlar ı d a h a sonra Dietrich
Eckart ve bir başka İstanbul ziyaretçisi o lan General Kari Hausho-
fer taraf ından ele alınıyor ve s o n şekillerini SS'lerin Reichsführer' ı
Heinr ich Himmler ' ın yönet imi altında buluyorlar.
— 103 —
Ve *üm bu katıksız Naziler «üstün ırk» ve «üstün insan»
kuramlarını o luştururken Adolf Hitler, Haçlı Robert de Clery'nin
Bizans'ın kutsal emanetler i arasında saydığını g ö r d ü ğ ü m ü z ,
İsa'nın b ö ğ r ü n e saplanan mızrağın peşine düşüyor, o n u yücel iğ i
ne yücel ik ve g ü c ü n e g ü ç katacak yazgısal bir tı lsım sayıyor ve
Viyana'da eline geçir iyor!
Ya General Haushofer? Gurdj ieff ' in eski bir arkadaşıdır, bir
U z a k d o ğ u uzmanı. 1869'da M ü n i c h ' t e d ü n y a y a gel iyor, gençl iğ in
de bir taraftan asker l iğe öte taraftan U z a k d o ğ u ' y a merak salıyor,
yo la çıkıyor, Türk iye 'ye uğruyor, Tibet' i , Moğol istan' ı , Mançur-
ya'y ı geziyor, Budist manastırlarında konaklanıyor ve 1910'da
T o k y o ' y a askeri ataşe olarak atanıyor.
Birinci Dünya Savaşına general rütbesi ile katı ldığında etra-
fındakilerini şaşırtıcı önsezileri ve d u r u g ö r ü güçler i ile hayrete
d ü ş ü r ü y o r ve 1919'da, yeni bir bi l im olarak s u n d u ğ u , «Geopoli-
tik» kuramını o luşturuyor.
Nedir ki, kuramını yayan «Geopolit ik Cemiyeti», bir ö r g ü t
g ib i çalışan ve t ü m Avrupa'y ı saran bir casusluk teşkilatına d ö n ü
şüyor!
Gizemler ve gizemci ler d e r k e n kendimizi , b i rden siyasal ve
ırkçı örgütlerle casusluk şebekeleri arasında b u l d u k ve g ö r d ü k
ki, gizemler ve gizlil ikler, doğal sayılabilecek bir akış iç inde, birbi
rine karışarak başa b a ş gidiyorlar.
Naziler'in Kara Güçlere inandıkları, Hit ler' in kara b ü y ü y e baş
v u r d u ğ u söyleniyor. Neden olmasın? Gerek kendisi , gerekse
çetesi az mı şeytanca şeyler yaptılar?
Kaldı ki, şeytan ve şeytanın s imgelediği kıyıcı, acımasız ve
lanetli güç gizemci l iğ in tarihinde her z a m a n hazır ve nazırdır.
Büyücülük tarihinin İngiliz uzmanlar ından Francis King,
«Ayinsel Sihir» (Ritual Magic, 1970) adlı kitabında, O.T.O. tar ika
t ından ya da ö r g ü t ü n d e n söz ett iğinde 1912 yılında, Kardeş
E.O.L. adı ile tanınan birinin Kuzey A lmanya ve A v u s t u r y a ' d a
öğret i verdikten sonra İstanbul'a gönderi ld iğin i yazıyor.
Batı kaynaklı bir g izemci ö r g ü t ü n ü n temsi lcis i , Bir inci Dünya
— 104 —
Savaşının arifesinde, İstanbul 'a k imleri eği tmek için g ö n d e r i y o r
ve İstanbul 'da bu eğit imi alacak olanlar kimlerdir?
Soru s o r m a k kolay a m a t ü m bu soruları yanıt lamaksa gi tg i
de zorlaşıyor. Aradan g e ç e n yıllarla sil inen izler, yitiri len veya
açık lanmak istenmeyen belgeler, artık aramızda o l m a y a n kişiler
ve k o n u ile ilgili araştırmaların eksikl iği y ü z ü n d e n .
O.T.O. ya da «Ordo Templ is Orientis» ( D o ğ u Tapınağı Tari
katı) neydi? İlkin bu s o r u y u yanıt layal ım:
- O.T.O. yüzyılımızın başında A l m a n Kari Kellner taraf ından
kuruluyor; 1904'te «yüce bir giz»in k o r u y u c u s u olarak tanıtılıyor;
1912'de ise ç a ğ d a ş gizemci l iğ in kara b ü y ü c ü s ü Aleister Crowley
ö r g ü t e üye oluyor.
Özet olarak O.T.O.'nun öğret is i «doğanın t ü m gizlerini» açık
layan, cinsel sihire dayalı bir öğret idir. Ö r g ü t ü n üyeleri arasında,
İmparator Crovvley bir yana, A l m a n gizemcis i T h e o d o r Reuss,
İrlandalı siyaset a d a m ı Sean M a c B r i d e , Bavyera Kralı I. Louis'nin
dil lere destan metresi Lola M o n t e s ' i n kızı Landsfeld Kontesi,
D ion Fortune adı ile bil inen g i z e m kuramcısı ve Kabalacı Violet
Firth, İngiliz edebiyatının fantastik ustalarından Arthur M a c h e n ve
Osmanl ı demiryol lar ı hisselerinin satıcısı Glenstroe K o n t u Matthe-
us M a c G r e g o r yer almaktaydılar.
Göstergebi l imsel açıdan her şey her şeyle bağlantılı ise (ki
öyledir!) ayrıntıdan ayrıntıya sanki bir şeyler bel ir lenmeye başlı
yor, kurulan örgütler, bu örgütler in İstanbul görevli leri ya da «his
se satıcıları» arasında.
Ve... O.T.O.'nun temel inde Haçl ı Seferlerinden kalma Tapı-
nakçılar Tarikatının yattığını da unutmayal ım ki, İngiliz M o n t a g u e
S u m m e r s ' ı n y o r u m u n a göre, Tapınak Şövalyeleri de şeytana tap
maktaydı lar (bu ç o k tartışılan y o r u m , g e ç m i ş yüzyıl larda özellikle
kilise taraf ından desteklenmişt i r) .
Aleister Crovvley demişt ik, O.T.O.'dan söz ederken yani
g izemci l ik tarihine y ü c e şeytan (The Great Beast) olarak geçen,
1887'de kurulan «Altın Şafak» ( G o l d e n Dawn)ın ilkin üyesi sonra
d a n başkanı o lan cinsel b ü y ü uzmanı, eski dağcı Crovvley.
— 105 —
İ lginç, geniş akisler yaratan, arkasında bir gelenek bırakan
bir g i z e m c i ö r g ü t ü d ü r bu «Altın Şafak», 144 üyesi arasında bir
dizi ünlüler yer a lmakta: Nobel ödül lü Ozan Yeats, İngiliz Kraliyet
Akademis i Başkanı Sir Gerald Kelly, Vampir Kont «Dracula»nın
yaratıcısı B r a m Stoker, «Fu Manchu» r o m a n dizisi ile anımsanan
Sax Rohner ve «Pompei 'n in son günleri» romanının yazarı Sir
Edvvard G e o r g e Bulwer Lytton gibi.
Sax R o h m e r bir romanına (Fu M a n c h u ' n u n kızı / Daughter
of Fu M a n c h u , 1931) gizli örgüt üyesi bir T ü r k ü (İsmail) katıyorsa
da Türk iye 'ye gel ip ge lmediğ i bizce bi l inmiyor. Bulwer L y t t o n ' u n
babası Sir Edvvard Robert Bulwer Lytton ise bir İstanbul z iyaretçi-
sidir, d a h a d o ğ r u s u 1860'larda İngiliz elçisidir ve Yassıada'da iki
şato inşa ett iren kişidir.
Crovvley'e «satanist», yani «şeytana tapan», deniyor, kara
b ü y ü c ü d e n i y o r ve üyesi o l d u ğ u O.T.O. ö r g ü t ü n d e n biri İstan
bul 'a gel iyor. Nedir ki, O.T.O. kaynaklara bakılırsa, şeytana
tapan, kara ayinler y a p a n bir örgüt deği ld i , cinsel b ü y ü ve cinsel
sihir ile uğraşmayı yeğl iyordu.
Ancak... Fransız romancısı ve g i z e m meraklısı J.K. Huys-
mans'a bakılırsa İskoçyalı Longfellovv'un 1855'te k u r m u ş o l d u ğ u
bir «satanist», şeytana t a p a n örgütü olan «En Yüce Yeni Theur-
gistler» (Re-Theurgistes Opt imates) in Amer ika 'dak i m e r k e z i n d e n
İstanbul'a bir temsi lc i gel iyor ve bu temsi lc i kent imizde kara ay in
ler düzenl iyor.
İ lginç, h e m de ç o k i lginç!
Satanistler, şeytana tapanlar ve şeytanla oynaşanlar bir s o n
raki b ö l ü m d e yeniden karşımıza diki lecekler, başkaca gizemli
uygulamalar la birl ikte. Üstelik çağdaş, nerdeyse teknolo j ik bir
g ö r ü n ü m iç inde.
ALTıNCı BÖLÜM
GİZEMDE ÇAĞDAŞ OLMAK
Denetimimiz alt ında o l m a y a n - v e y a öyle sandığımız, öyle
inandığ ımız- güçler le uğraşmak, gizlerini ç ö z e b i l m e tutkusuna
kapılmak ve b ö y l e c e kendimizi bir çeşit garant i altına a lmak her
ilkel ya da evr imleşmiş insanın bir gereksinimidir. K i m ne derse
desin i n s a n o ğ l u n u n , bi ldiğimiz ve bi lmediğimiz, tar ihi b o y u n c a
bu böyle o l m u ş t u r ve böyle sürecektir, bu gezegenimiz in dışına
taşıp ayda koloni ler kuracağımız yüzyı lda bile. Hatta, o gelecek
yüzyılda, kendi gezegenimiz in gizlerine başka gezegenler in gizle
rini de katacağız (katmışız bile), ç ü n k ü h u y u m u z böyledir, ç ü n k ü
biz insanlar merakl ı yaratıklarız.
Önceki b ö l ü m l e r d e bu «Şehr-i İstanbul»u dolaştığımızda geç
mişini, g e ç m i ş i n d e kalan bazı mekânları , binaları, ibadet yerlerini
taradığımızda değiş ik, i lginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü olaylar ve inanışlarla
karşılaştık. Bazı «izler» saptadık, bazı «değişik» kişileri tanıdık.
Sonra ise Bat ı 'dan ge lme gizemciler, gizli bi l im uzmanları , araştır
macıları ile y ü z y ü z e geldik her biri kendi sihirini ortaya koyan,
her biri sorular s o r d u r t a n .
Derken, bireyler in yanısıra g i z e m peşinde koşan ya da y ü c e
gizemlere sahip o l d u ğ u n u beyan e d e n örgütler, ö r g ü t üyeleri gör
d ü k . İstanbul d i y e diye İstanbul 'dan uzaklaştığımız da o ldu,
bazen Avrupa ülkelerine d o ğ r u bazen de Tibet'e, Himalaya d a ğ
larına ulaşarak.
Bir sürü adlar, olaylar, inanışlar ve varsayımlar dizdik;
z a m a n o l d u ki, nerdeyse, pire için y o r g a n yakmaya kalktık, ayrın
tılar, benzetmeler ve rastlantılar üzer inde durduk, karışıklıklar
yarattık, bazen bil inçl i o larak ve bir g izemli , sihirli o y u n u o y n a r c a
sına.
Dön dolaş hep İstanbul 'a d ö n d ü k , bir «merkez» o larak gör
d ü ğ ü m ü z , hissettiğimiz, k o n u m u z u n merkezi olan bu b ü y ü k ken
te, bu Megapol is 'e ya da bu kent-kasaba-köy karışımına.
Ancak d ü n ü n İstanbul 'unu belirli hudutlarla çevre lemek olası
ise de b u g ü n ü n İstanbul 'u için aynı şeyi yapabi lmek bir hayl i zor
ve uğraştırıcıdır; İstanbul, büyümesi , gel işmesi ve karmaşası ile
gerçek kimliğini yit ir ip, değişken bir k imliğe, bir «kimlik arayışı»na
b ü r ü n d ü ğ ü n d e n ve b u n u n sancısını çekt iğ inden.
İstanbul inanışları d e d i k oysa b u g ü n k ü İstanbul 'un, özell ik
taşıyabilen, kü l türünden kaç inanış ö z g ü n kalabilmiştir ki?
İstanbul g izemler i d e d i k oysa ki, bunlardan kaçı, halen, saf
bir İstanbul' luluk taşıyor, taşıyabil iyor?
Kaynaklar v a r o l d u ğ u sürece eskiyi araştırmak bu denli
uğraştırıcı o lmuyor, ç ü n k ü «eski» d e d i ğ i m i z yerleşiktir, d e ğ i ş k e n
deği ldir v e olamaz. Ç a ğ d a n çağa, d ö n e m d e n d ö n e m e değişebi
len, güncel leşip çağdaş laşan yorumlar ve uygulamalardır.
Yine de her şeye r a ğ m e n d e ğ i ş m e y e n inanışlar ve değer in i ,
önemini y i t i rmeyen yerler, mekânlar kalmıştır ister inanışlara,
ister d a h a derin olan, inançlara bağlı.
Kentler değiş iyor değişen insanlarıyla birlikte, çağdaşlaş ınca
kaçınılmaz bir değiş ime, bir değişikl iğe uğruyorlar a n c a k g i z e m
ler kalıyor, gizemlere inananlar da.
Yüzyılımızın başına kadar bir «mutlu azınlık»ın sanki tekel in
de kalmış olan «bilgiler» b u g ü n iyiden iyiye ortaya yayılmış, etra
fa dağılmış birer t ü k e t i m malzemesi haline gelmişlerdir.
Kendi k u r d u ğ u m u z teknoloj ik bir uygarl ığın iç inde yaşıyoruz
ve bu teknoloj ik uygarl ığın (şayet gerçek bir uygarl ıktan söz ede-
bil iyorsak) nimetlerine ve zararlarına, özgürlükler ine ve baskıları
na b o y u n e ğ m e k zorundayız. Yine de teknoloj i ve bi l im - t ü m tar
tışmasız aşama ve başarılarına k a r ş ı n - bizleri her k o n u d a ve her
— 108 —
defasında t a t m i n etmiyorlar, bazı yaşamsal , ruhsal ve t insel soru
larımıza aradığımız, beklediğimiz yanıtları vermiyor lar, veremiyor
lar ve biz, halen gizleri deşmeye, gizli d iye adlandırı lan gelenek
sel bil imlere kulak vermeye yanaşıyoruz.
2 1 . yüzyılın arifesinde a c a b a g i z e m ve gizli b i l im d iye bir şey
kalmış mıdır, kalabi lmiş midir?
Antik ç a ğ l a r d a n ve insanoğlunun bi l inmeyen tar ih inden
kalan bilgileri, teknikler i , d o ğ a ü s t ü d i y e adlandırı lan (oysa d o ğ a
nın bir parçası olan) güçleri araştıran halen kaldı mı, tarihçiler ve
meraklı lardan başka?
Ya da bunlar la, bu yarı gizli yarı açık, k imi cilt cilt yayınla
nan, kimi elyazmalarında, kitaplıkların raflarında, «çok gizli» arşiv
lerde kalan bu bilgileri uygulayanlar var mıdır (ki vardır)? Ve
uygulayanlar n e d e n , neye hizmet uyguluyor lar?
Teknoloj i , çağdaşlaşma, bi l imlerdeki yeni, şaşırtıcı buluşlar
her şeyi değişt irmedi ler, sadece bazı inanışları ç o k d a h a «popü
ler», d a h a yaygın hatta d a h a «in» hal ine getirdiler. Ve hepimizin
bildiği gibi, her y e r d e ve bu k o c a m a n İstanbul 'un nerdeyse her
köşesinde eski inanışlar ve gizemli uygulamalar halen ç o k ç a izle
yic i , alıcı bulmaktadır lar.
Gizli d iye bi l inenlerin bu şeki lde pazara d ü ş m e s i , gerçek
g i z e m açısından, d ü ş ü n d ü r ü c ü ise de gizemin «serbest piyasası»
alenen ortadadır.
Demek k i sihir denen, gizli ve gizeml i d e n e n şeyler - b i r t ü m
o l a r a k - sanıldığı kadar gizli ve ulaşılmaz deği lmişler.
Denecek ki, şu ya da bu şekli ile bir «gizem pazarı»nın oluş
ması, o luşturulması işin s o n u n d a bir arz ve ta lep sorunudur. D o ğ
rudur. Ve yine d e n e c e k ki, bir «gizli bil im» varsa, gizli kalmış, giz
lenmiş veya bir azınlığın tekel ine bırakılmış ve bu bi l imin yararlı
tarafları b u l u n u y o r s a yapılabi lecek en d o ğ r u , en «demokratik» ve
t o p l u m c u şey b u n u toplulukların kullanışına ö z g ü r c e açmaktır.
Çok d o ğ r u ve bu d ü ş ü n c e y e t ü m d e n katılıyoruz, ancak...
A n c a k s o r u n yaratan, yaratabi lecek bazı sorunlar çıkıyor
ortaya, ö r n e ğ i n : «hangi bilgi», «nasıl bir bilgi» ve «ne tür bir
s u n u ş ve uygulama» v.b. gibi.
— 109 —
Bu sorulara bir yanıt aramadan ö n c e biraz geri lere d ö n ü p
yeniden o «gizli örgüt» k o n u s u n a d ö n e l i m ve çarpıcı o l d u ğ u n
dan, öyle sayı ldığından, «Satanistler»e, şeytana tapanlara bir göz
atalım.
K o n u n u n meraklıları anımsayacaklardır: b u n d a n birkaç yıl
ö n c e «renkli» d e n e n basın ve büyük tirajlı gazetelerle güncel l iğ i
izleyen magaz in dergi ler i , k o n u sıkıntısı ç e k i y o r m u ş gibi , b i rden
şeytana tapanlara, şeytana taptıklarını söyleyenlere k u c a k açıp
onları kapak ve söyleşi k o n u s u yaptılar. Talepten ç o k bir arz
imgesi ile karşılaştık, k imi sanatçı şeytanla alışverişinden örnek
ler verdi, kimi g e n ç şeytancılar da uzun uzun ayinlerini açıkladı
lar, inançlarının kaynaklarını, bir hayli özenti l i , Batı kokan bir kar
maşıklık içinde açıkladıkları g ibi . Özetle, M ü s l ü m a n mahal lesinde
salyangoz satarcasına, şeytanı satmaya, deği lse kul lanmaya
kalktılar başka şeyler ve bilgilerle birlikte.
Şeytan ve şeytanlıklar çekicidir, salt kötülüğe ve ş iddete
giderek cinsell iğe açık oldukları için deği l , anarşik bir kimlik taşı
dıklarından, d ü z e n d ü ş m a n ı olduklar ından, kabul edi lmiş değer le
ri ters yüz ett ik ler inden. Üstelik, sansasyon yaratmaya her
zaman hazır bir tür basın için şeytan, kara b ü y ü ve b ü y ü halen
i lginç-konulardır.
1987'de «Nokta» dergis in in kapak k o n u s u ettiği «Kara Büyü»
araştırma yazısı beş yıllık bir ö m r ü o l d u ğ u söylenen «T .-. »
rumuzlu g i z e m c i ö r g ü t ü n ü uzun, ayrıntılı bir söyleşi ile tanıtıyor,
iki yıl sonra sayfalarını «Bil inmeyenin Çağrısı: B ü y ü n ü n Gücü»
başlıklı bir başka kapak konusuna ayırıyor ve aynı d ö n e m d e ,
«Hürriyet» gazetesinin bir yazı diz isinde (Şeytanla oynaşanlar)
«Altın Şafak» (Golden Dawn) ö r g ü t ü n ü n İstanbul 'daki izleyicileri
sunuluyor.
İstanbul 'un varolan eski gizemlerine kendi gizemlerini katan
bu tür örgütler - y a da b i r e y l e r - ve basına açıklamış olduklar ı
inanış, kuram ve yöntemler üzerinde d u r m a k t a yarar vardır. Geç
mişleri, b u g ü n k ü durumlar ı ve gelecekleri bir yana bizi ilk p landa
ilgilendiren kent imizdeki, örgütsel veya bireysel, ç a ğ d a ş g i z e m c i -
- 110 -
liginin çizgisi, kuramsal dayanakları ve (varsa) İstanbul kaynaklı
bir geçmişle bağlantılarıdır.
Sözünü ett iğimiz yazıları, söyleşi leri incelediğ imizde bazı
g izemci ve g izem araştırmacılarının, d a h a ö n c e k i b ö l ü m l e r d e
üzerinde d u r d u ğ u m u z , bazı örgüt lerden (Gül-Haç, Alt ın Şafak)
ve Uzakdoğu disipl inler inden yola çıktıklarını görürüz. Ne var ki,
ortada bir sentez s ö z k o n u s u ise, öğret i ve u y g u l a m a d a bir sen
tez düşünüldüyse bu tür bir sentezi açıklayan öğeler hangileridir,
nasıl ifade edil iyor?
Gizem bir bi lgi ve bir kültür, bir y a ş a m şekli ve bir inanış,
inanç sanatıdır. Tartışılır, kötülenir, anlaşılır ya da anlaşı lmaz
veya yanlış anlaşılır, kullanılır, pazara çıkarılır, b i lg isayara y o k s a
telefon şebekelerine bağlanılır ama, genelde öyle kalır.
Yanlış anlaşılmasın, burada ne gizemci l iğ in, ne de gizli
d e n e n bil imlerin bir savunmasını ya da bir suçlamasını y a p m a k
niyetinde değiliz. Değil iz ç ü n k ü hiç bil imsel olmaz, k o n u m u z «bi
limsel» sayı lmayacaksa bile. Amacımız, bu tür bir araşt ırmanın
boyutları dahi l inde, iç inde yaşadığımız bu kentin g i z e m dünyasın
daki yerini saptamak, en azından bazı gizemlerini biraraya getir
mektir. Dolayısıyla d ü n ü ve b u g ü n ü bağlamaktır, şayet bu tür bir
bağlantı halen varolabi l iyorsa.
Satanistler, şeytana tapanlar demişt ik, iyi de şeytan nedir
veya şeytan kimdir?
Çok ilkel bir s o r u gibi g ö r ü n ü y o r s a da yerli satanistlerimizin
uğruna yanıt v e r m e y e çalışalım, şeytanbi l imci deği lsek d e .
Şeytan, şeytanlar ve c e h e n n e m zebanileri, hiç kuşkusuz,
tek tanrılı büyük din ler in bir buluşu değildir. Her inanç ve d i n d e
şeytan, o n a veri len ad ne olursa o lsun, evrenin ve d ü n y a n ı n kötü
ruhu, Tanrının bir çeşit karşıtıdır. Ermiş August inus 'un deyimiy le
«Tanrının maymunu»dur.
Ruhbil imsel a ç ı d a n şeytan insanın ilkel, o lumsuz, dengesiz,
d e n e t i m d e n y o k s u n yanıdır. Ve insan iç indeki ve dışındaki denge
yi tut turabi lmek için iki ayrı kutbu -Tanr ın ın iyiliğini ve şeytanın
k ö t ü l ü ğ ü n ü - açık lamaya, anlamaya çalışıyor ve çalışmıştır, İki
Ruhlu A d a m D o k t o r Jekyl l ve Bay H y d e ' t e o l d u ğ u gibi .
Karanlıklar Prensi adını alır bazen şeytan, İbranicede ise kar
şılığı d ü ş m a n , karşı k o y a n idi. Asurlularda rüzgâr tanrı lar ından
Pazuzu da bir şeytandır, Hintl i lerde canavar Rerek bir şeytandır,
Mısır'da Tanrı Seth de öyledir. Keldanlı larda ise şeytan t e k d e ğ i l ,
b i rçok çeşitleri oluyor, cinlere karışıyor.
Çeşitli adlar yakıştırıldı bu şeytana, örneğin: Hayvan, Kara
Atlı, Boynuzlu, Koca Keçi, K o c a Zenci , Kara A d a m , Küçük Usta,
Yaşlı Cent i lmen, Tanrının Gölgesi , Yeryüzü Prensi v.b. Bu ad b o l
luğu yanında Batı'nın Orta Ç a ğ şeytanbil imci leri ( D e m o n o g l a r )
şeytanın etrafına c e h e n n e m i y ö n e t e n ve insanları tedirg in e d e n
bir prense yakışır bir top lu luk yarattılar: 7.405.920 alt derecel i şey
tan gibi !
Ç a ğ at latmakla m e ş g u l bir Türkiye'n in is tanbul 'unda şeyta
na tapanlar, şeytanla oynaştığı söylenenler ve ola ki, Kara Ayin
ler. Ya da Orta Çağ' ın karanlıklarına d ö n m e özlemini çekenler!
Kaldı ki, Kara Ayin Hıristiyan o l m a y a n bir toplulukta d ü ş ü n ü l e
mez ç ü n k ü , özell ikle 18. yüzyı ldan kalma örneklerde, bu t ü r ay in
kil isede yapılanın t a m tersi oluyor, karikatürü oluyor, lanetler ve
cinsel sapmalar la birarada.
Bu noktaya vardığımızda yine gerilere d ö n ü p işin başınday
ken yapmadığımız bazı şeyleri y a p m a m ı z yer inde olacaktır, bazı
tanımlamaları y e n i d e n g ö z d e n geçirerek ve «gizem» nedir, «gi
zemcil ik» nedir, «gizemci kimdir» sorularına yanıtlar arayarak.
Batılıların «occuit» (okült) dedikler i olay ve kavram bizler için
«gizem»dir, «gizli» olandır. T ü m d e n gizli kalmıyorsa bile «bazı»
gizleri halen içermektedir ve b u n d a n dolayı herkese, hazır o l m a
yanlara açılmaz.
Batı'da, Roma-Yunan uygarl ığından başlamak üzere, gizli
öğreti ve içerdiği gizli bilgiler ve bil imler Mısır'ın «kapalı» ( h e r m e -
tik) deni len öğret inin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor ve konusa l
olarak, paralel a m a g ö r ü n m e y e n bir d o ğ a n ı n deneysel araşt ırmar
sı şekline giriyor, «maji» ile «sihir» ile ifadesini buluyor, İskender i
ye 'de şekil lenip bir öğret in in kalıplarına giriyor.
Klasik bi l imin kabul etmediğ i , e d e m e d i ğ i ve metafizik ya da
d o ğ a ü s t ü c ü boyut lara sahip her k o n u kendi l iğ inden, geniş bir
alanın içinde, gizemci l iğin kapsamına dahi l edil iyor, haklı ya da
haksız, d o ğ r u veya yanlış olarak.
Ve bu süreç Batı 'da ve D o ğ u ' d a geçerl idir, geçerl i sayılıyor.
Gizemlerin sanatı olan gizemci l ik bir bi lgi getirdiği gibi bu bil
ginin edinebi lmesi için gerekl i o lan disipl inleri de beraber inde
getiriyor. Dolayısıyla radikal d iyebi leceğimiz g izem araştırmacısı
nın yaşamı pek kolay o lmuyor.
Antik bir inanışa g ö r e başlangıçta bi l im tekdi , sonradan ikiye
ayrıldı: biri halka d ö n ü k ve dışrek (eksoter ik), diğeri ise öğret i
d e n g e ç m i ş olanlara, «inisiyeler»e d ö n ü k ve içrek (ezoterik).
Gizemci de bu içrek bil imi araştıran ve uygulayan kişi olarak bil in
di .
Gizemin, gizli bi l im ve bilgilerin alanı öylesine geniş t u t u l d u
ki, içine her şeyi rahatça yer leşt i rmemiz olasıdır: sihiri (majiyi),
b ü y ü c ü l ü ğ ü , falcılığı, sayı bi l imini (nümerolo j i ) , yıldızbiiimini (ast
roloj i), s imyayı ve şeytancılığı bile.
Bir yerl i örnek verel im (i lerde üzer inde duracağımız bir
ö r n e k ) : İslami gizemlerin araştırmacısı ve der lemecisi Mustafa
İ loğlu 'nun sekiz ciltlik «Gizli İ l imler Hazinesi»ne baktığımızda bu
«gizli il imler»in, d u a ve kabulünün yanı başında burçları, yıldızla
rın insanlar üzerindeki etkilerini, hazineleri bulma yöntemler in i ,
Remil ve telepatiyi, ilmi kırtasiyeyi, ruh davetini v.b. gizemli k o n u
ları kapsadığını görürüz.
Şayet elkitabı nitel iğindeki bir Batı kaynağını karıştırırsak
- ö r n e ğ i n , Jul ien T o n d r i a u ' n u n «Gizemcilik» (L 'Occul t isme,
1964) adlı ç a l ı ş m a s ı n ı - y e n i d e n sihir (maj i) , sayı bil imi, yıldızbili-
mi, s imya, Kabala, şeytan, el falı, iskambil falı ve de parapsikoloj i
(bir açık lama y ö n t e m i olarak) ile karşılaşmış oluruz.
Alan geniş tutu lunca, konular birbir ine eklenince bağlantılar
çoğal ıyor çoğal ınca da karmaşık gibi g ö r ü n e n bir «ayrı evren»
or taya çıkıyor.
«Ayrı evren» salt belirletici bir işlevi o lan bir deyimdir ç ü n k ü ,
— 113 — İstanbul Gizemleri / F: 8
aslında, «ayrı» d i y e bir evren yoktur, her şey bir t ü m d ü r ve bir
tek t ü m d e n kaynaklanmaktadır.
Burada amacımız ciltler d o l d u r a c a k olan bir gizemci l ik tarihi
ne gir işmek deği ldir. Kaldı ki, bu b ö l ü m d e , bazi belirli yerel
g izem örgüt ler in in öğretisini, bazı kentli uzman ve araştırmacının
görüşler ini incelediğimizde Batı ve D o ğ u gizemcil iğini, o l d u k ç a
geniş bir şeki lde, ele a l m a k z o r u n d a kalacağız. Ancak, b u n u yap
tığımızda, esas k o n u m u z olan «İstanbul g i z e m l e r i n d e n uzaklaş
mış olur muyuz?
Hayır ç ü n k ü genelden hareket e t m e d e n özele v a r m a k ola
naksızdır ve b i r ç o k kez tekrarladığımız ve tekrarlayacağımız gibi ,
bağlantılar sanı ldığından ve g ö r ü l d ü ğ ü n d e n de sıkıdır. Yeter ki,
temelde, «gizemli» ve «gizli» dediğ imiz her şey - g i z e m i n i artık
yit irmiş ise bile, «popüler» bir hale s o k u l m u ş ise b i l e - değişmesi
olanaksız olan geleneklere bağlı kalsın ve bu geleneklerin g e r ç e k
ö z ü n d e n saptırılmış olmasın.
Nedir ki, belki bir zorunluk s o n u c u n d a , bazı d u r u m ve örnek
lerde sapmalar ve saptırmalarla karşılaşacağız, çaresizce.
Bundan altı yıl ö n c e basına yansıyan ve o d ö n e m d e otuz
üyesi o l d u ğ u söyleni len, kara b ü y ü çalışmalarını y a p a n ve l o g o s
olarak «T .-.» işaretini kul lanan ö r g ü t ü n d ö r t aşamalı (Chiron, Ura
nüs, Neptün, Pluto) ve «Altın Şafak»tan esinlenen bir öğret iye
dayandığı, kurucular ı ve örgüt s ö z c ü s ü g e c e vakti evlerinde kara
b ü y ü ayinleri düzenledikler i açıklandı. Bu ara, u y g u n bir görsel
malzeme olarak, fotoğrafçı ların objekt i f ine siyah cübbeler, kafa-
tasları, mumlar ve kandiller sunuldu, k a n d a n ve cinsel l ikten söz
edildi.
Bu tür açıklamalar da yapıldı: «Gerçek bir maj isyen (sihir
baz) olabi lmek için insanın kıskanç, egoist, karşısındaki insanın
lokmasını ağz ından alacak kadar hain olması gerekiyor... Hani
ruhunu şeytana satmak derler ya, böyle bir şey y o k aslında, a m a
her şeye bu ö l ç ü d e hazır olunmalıdır...»
Kişiden kişiye yorumlar, amaçlar ve niyetler değişir, hiç kuş
kuşuz, şeytana r u h u n u satmak diye bir olay yoktur a n c a k g i z e m -
sel işlem - r e n g i ne olursa o l s u n - kıskançlık, bencil l ik ve hainlik
temellerine dayandırı ldığında s o n u ç kaçını lmaz bir «şeytanlık»
olur, Yupi kılığına b ü r ü n m ü ş bir şeytan olsa bile.
Bu ara «T .\» örgütünün bir de «gizli» iç t ü z ü ğ ü yayınlandı
(ve yayınlanınca gizliliğini yit irdi!).
«1. G r u b u meydana getiren üyelerin her biri okül t izmi (gi
zemcil iği) etüt ( incelemek) ve pratik e t m e k (uygulamak) gayesin-
dedir. Anlayışımıza göre okült izm (gizemci l ik) tabiatüstü (doğaüs
tü) olarak tanımlanan her şeyi içerir.
2. Üyelerimiz büyü, sihir, maji (sihir), spir itüal izm (ruhçuluk),
mist isizm (tasavvuf), çeşitli y o g a ve b u d i z m teknikleri ve parapsi-
koloj i olarak tanımlanan t ü r ü n (yan-bi l imin) imkân bulunan ve
faydaya yönel ik her şeklini kullanır. Üyeler imiz yaşanması m ü m
kün olan her tür lü majikal (sihirsel) ve mistik (tasavvufi) deneyi
yaşamak ve edinilen sonuçları fizik p landa s o m u t neticeler a lmak
için kul lanmak isteğindedirler. Yapılacak çalışmaların süresi ve
çalışma yılı iç indeki per iyodu g r u p başkanı tarafından tespit edi
lir.
3. Yukarıda sayılan b ü t ü n çal ışma ve incelemeler kesin ola
rak m a d d i sonuç, fayda ve etkiye yönelikt ir. Sadece spiritüel
(ruhsal) t e k a m ü l peşinde koşacak kadar cesaretsizler ve salon
sohbet i meraklıların g r u b u m u z u n faal üyeleri arasında yeri yok
tur.
4. Hiçbir d in ve siyasi g ö r ü ş g r u b u m u z u bağlamaz. Çalışma
larımız b ü t ü n inançları içerebilir. Hepsi eşit olarak d e n e n m e y e
değer olarak görülür. Öneml i o lan ayırım deği l sonuçtur. Herhan
gi bir t rad isyona (geleneğe) b a ğ l a n m a k mecburiyet i yoktur.
5. Yapılan operasyonlarda iç inde yaşanan t o p l u m u n ahlaki
kabulleri ve k a m u v icdanı g r u b u m u z u hiçbir şekilde bağlamaz.
6. İç mecl is, çal ışma programını , çal ışma hedef ve sonuçları
dışardaki kişilere aktarmaz.
7. Gerekl i d o k ü m a n (belge), k i tap vesaire belli b ir im fiyatlar
la s a d e c e üyelere verilir. Bu tür bi lgi kâğıtları kişinin adına özel
dir. Hiçbir şeki lde çoğalt ı lmaz, dışarıya verilmez.»
— 115 — — 114 —
Aradan iki yıl geçiyor ve «Altın Şafak» bu kez gündel ik bir
gazeteye k o n u k oluyor. Belgrat ormanında, ak cübbeler giy ip
ateş ayinleri yapıl ıyor, bir dairede m u m ışığında «Altın Şafak» kay
naklı o l d u ğ u söyleni len «Pentagram Ritüeli» gerçekleşiyor v.b.
İnsan m e r a k ediyor: neden İstanbul 'daki bu g izem ve b ü y ü
meraklıları «Altın Şafak» diyorlar ve başka şey demiyor lar? Ve
neden, «Altın Şafak» dedikler inde, ö r g ü t ü n Batı 'da kolayca bulu
nabi len, bolca d e r l e n i p açıklanan öğreti ler ine «satanist» bir d a m
ga basmaya çalışıyorlar Los Angeles' te eski vahşi hayvan terbi
yecisi A n t o n LaVey' in k u r d u ğ u «Şeytan K i l i s e s i n i n öğreti ler in
d e n ve LaVey' in ka leme aldığı «Şeytanın Kutsal Kitabı» (The Sata-
nic Bible)dan esinlenerek?
«Altın Şafak» ya da daha d o ğ r u s u , «Dıştaki Altın Şafak Tari
katı» (Order of t h e Golden Dawn in the outer) ö r g ü t ü n ü n temel le
r inde A l m a n kaynakl ı , s imyaya dayalı bir «Gül-Haç» kuruluşu yat
tığı söyleniyor, ö r g ü t ü n tarihini ve belgelerini araştıran uzmanlara
bakılırsa.
Ç o ğ u M a c G r e g o r Mathers' in imzasını taşıyan yayınlanmış
belgelere baktığımızda da örgüt öğret i ler inin: Hayal G ü c ü ve İra
d e ; Bedendışı Yo lculuk (Astral Project ion); İnsan, Tanrı ve Gül-
haç Öğret is i ; Dışrek Ruhbil im (Eksoterik Psikoloj i) ; Kapalı (Her-
metik) Sevgi ve En Üst Sihir; Simya; Hıristiyan Gizemci l iği ; Kapa
lı (Hermetik) Bilgelik ve Tasavvufi (Mistik) Dua v.b. konular ı içer
diğini anlamış oluruz.
Yani kıskanç, benci l , hain ve «faydaya yönelik» bir g i z e m çiz
gis inden o l d u k ç a uzak amaçlar! j '
«Altın Şafak» ö r g ü t ü n ü inceleyen J a c q u e s Bergier 'ye g ö r e
üyeler görünmezl iğ i t e m i n eden bir «ritüel» üzer inde de çal ışmak
taydılar. 16. yüzyılın ç o k ünlü İngiliz yı ldızbil imci, s imyacı, sihir
baz ve Kraliçe I. El izabeth' in danışmanı J o h n Dee'n in aşağıdaki
f o r m ü l , u y g u n bir şeki lde söylendiğinde, g ö r ü n m e z o l m a k olasıy-
mış:
«Ol sonuf v a o r s a g g o h o iad balt, lonsh caiz v o n p h o . S o b r a
Z-ol ror İ ta nazps.»
Sırası ge lmişken: görünmezl ik le ilgili bir olayı Prof.Dr. Hans
v o n Aiberg ( M u h a m m e d H.Ayberg) «Arz'dan Arş'a Sonsuzluk
Kulesi» adlı çalışmasının birinci c i l d i n d e bu şeki lde di le getir iyor:
«Büyük bi lgin ve g izemci Axel H e i b e r g İslami gizli bil imler
iç inde ' insanın kendi tünel ine giz lenerek' g ö r ü n m e z olabi leceği,
görünmezliğin sırlarını öğrencis i o l d u ğ u Mevlânâ Hal id' in
Kur 'an'daki gizli b i l imlerden (özell ikle Cif ir 'den) ö ğ r e n d i ğ i , hatta
kendisini bizzat Hızır A.S.'nin sürekl i eğit t iği de Gurdsieff (Gurdj i
eff) tarafından ileri sürülmüştür. Âyet le g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına
erdiği ileri sürülen Heiberg' in Türk iye 'ye yerleştiği kısa d ö n e m d e
bu g ö r ü n m e m e yeteneğini sergi lemiş o l d u ğ u n u da y ine İstanbul
seyahat inde belirtiyor. Öyle ki, ün lü fantazi yazarı H.G.VVell'in
(VVelIs'in) ' G ö r ü n m e y e n A d a m ' t ip in in ta kendisi o l d u ğ u n u söyle
miştir. Hatta ' G ö r ü n m e y e n A d a m İstanbul 'da' romanında res
m e n tarif edi ldiği ileri sürülmüştür (Wells, b u n u bizzat belirtmiş
tir).»
Axel Heiberg' in, «âyetle g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına» erip ermedi
ği k o n u s u n d a y o r u m yürütecek deği l iz a n c a k yukarıya aldığımız
alıntıda ilgimizi ç e k e n bir iki noktayı d ü z e l t m e k ihtiyacını d u y m a k
tayız:
1 - Herbert G e o r g e s VVells « G ö r ü n m e y e n Adam» (The invi-
sible Man) romanını 1897'de yazıyor;
2 - «Görünmeyen A d a m İstanbul 'da» bir r o m a n deği l ,
yukardak i r o m a n d a n uyarlanan Lütfi Akad' ın bir f i lm senaryosu-
dur;
3 - Lütfi Akad 1954'te f i lmini çev i rd iğ inde Herbert Georges
VVells ç o k t a n (1946) ö l m ü ş t ü , dolayısıyla herhangi bir şeyi «biz
zat» bel irtebi lecek d u r u m u n d a deği ld i , herhangi bir ruhsal bildiri
dışında!
Esas konularımıza dönel im.. .
Bir başka i lginç nokta: yerli ve İstanbul ' lu «Altın Şafakçılar»ııı
«gerçek majisyen», yani gerçek sihirbaz, tanımıdır ki, gizemlerle,
en azından saydıkları gizemlerle, u ğ r a ş a n birine değil de, «sata
nist» eğil imli bir ine uyabilir. A n c a k Türk iye gibi İslam kültürlü laik
— 117 —
bir ülkede insan nasıl şeytana t a p a n olur ve bu şeytana tapmasın
da Batılı model lere uymaya çalışır, özent iden kurtulmadan?
Şeytan d a h a ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi , her d inde, her
inançta vardır. Oysa gizemsel açıdan «satanist» deni ld iğ inde kar
şımıza çıkan - v e Batı 'dan ge lme öğreti kaynakları ile, s inema ve
TV fi lmleriyle b e s l e n e n - Batı f o r m a s y o n l u «satanist» oluyor. Yani
Orta Ç a ğ ' d a n bu yana kiliseye karşı c e p h e alarak, Hıristiyan d in i
nin kutsal ayinlerini ve inançlarını ters yüz ederek, ç iğneyip aşağı
layarak anarşist bir tavırla şeytana tapanlar.
Her k o n u d a ve hatta y a ş a m tarzımızda, sanatsal örnekler i
mizde, beğeni ler imizde özentil i bir t o p l u m o l d u ğ u m u z apaçık
ortadadır. B u n u n bir s o n u c u olarak da aynı özentiyi Gizli Bi l imle
re karşı uyguluyoruz. Oysa ki, g izemin genel l iği içinde, her yerel,
ulusal kül türün ve bu kültürden kaynaklanan, bu kültürü o luştu
ran inanış ve inançların yeri ve işlevi u y g u l a m a d a s o n d e r e c e
önemlidir. T ü m s o r u n ise kaynaklara ulaşmaktır.
İstanbul 'un g i z e m meraklıları b ü y ü ile uğraşırlar mı, uğraş
mazlar mı? Bu da ç o k genel bir soru, ç ü n k ü b ü y ü n ü n her çeşidi ,
ister ak, ister kara, ister kırmızı, gizli bi l imlerin bir parçasıdır.
B ü y ü hiç kuşkusuz yapılıyor, her z a m a n yapıldığı g ibi . Hatta
yaşam koşullarının d a h a da zorlaştığı d ö n e m l e r d e d a h a fazla da
yapılıyor, garantisi o lsun veya olmasın. Ancak, bil indiği g ib i ,
b ü y ü n ü n garantisi yoktur. Niyeti ne olursa o lsun ya tutar ya tut
maz, b ü y ü y ü yapanla büyülenecek olan arasında b irçok h e s a p
edi lemeyen öğeler in g i rd iğ inden ve u y g u l a m a d a her z a m a n birta
kım pürüzler ç ıkabi ldiğinden.
Üstelik b ü y ü n ü n tür ve niyetleri, işlev ve sonuçları kadar
geniş olan bir de «uzmanlaşma» (dilerseniz, «ikna etme ve edi l
me») alanı vardır. Ve profesyonel gibi bi l inen bile, z a m a n z a m a n ,
bir a m a t ö r d e n d a h a başarısız olabil iyor.
Örnek olarak bir genç kızın başından g e ç e n i nakledel im: bir i
ne g ö n l ü n ü kaptıran fakat u m d u ğ u d e r e c e d e karşılık g ö r m e y e n
bu genç kız, sora sora, aşk büyüleri k o n u s u n d a uzman olarak
bil inen azınlıktan bir falcıya başvuruyor. Falc ı-büyücünün ö n e r d i
ği «kaşık büyüsü» için - b u n d a n bir sekiz yıl kadar ö n c e -
200.000 lirayı nakten ve peşinen ö d ü y o r . Büyü, ilk yapıldığında,
«tutmuyor», ikinci kez tekrar landığında da «tutmuyor». Yanıp t u t u
şan ve 400.000 l i radan olan g e n ç kız, yaşıtı o l a n ve fa l-büyü
işlemleri ile yakından ilgilenen bir kız arkadaşının yardımına sığı
nır.
Amatör, a m a «tedr isaMan g e ç m i ş , g i z e m c i kızın önerisi bir
«voodoo» b ü y ü s ü oluyor, etkin a m a tehlikeli bir y ö n t e m .
Öğreti lere u y g u n olarak kı ldan bir heykelcik yapılıyor, b ü y ü
n ü n hedefi o lan delikanlıya az ç o k benzer ve o n d a n alınan, o n a
ait o lan bir şeylerle donatı lmış; ayin yapılıyor, ne gerekiyorsa o k u
nuyor ve -rast lant ısal d e y i n - a m a t ö r ü n büyüsü, bir süre sonra,
«tutuyor», s o n u ç s u z gibi g ö r ü n e n ilişki o lumlu ve de yasal bir
s o n u c a varıyor.
Kara b ü y ü y e başvurarak elde edilen o l u m l u , mut lu bir
sonuç; bu bir tezat gibi görünebi l i r ancak, b ü y ü d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n
d e , o ünlü «renk ayırımı» üzerinde p e k d u r m a m a k gerekiyor, kanı
mızca, ç ü n k ü ne «operatör»ün kullandığı bilgi, ne de geleneksel
olarak b a ş v u r d u ğ u «güç» ö lçüler imize u y g u n bir ahlaksıll ığa b a ğ
l ı değildir. G izem işlerini, çalışmalarını «olumlu» ya da «olumsuz»
d iye bir ayırıma g ö r e sınıflandırmak insanın b a ş v u r d u ğ u ve salt
insana ö z g ü bir değer lendirmedir , konulan ve uygulanmakta
o lan tabulara ve toplumsal örf ve âdet lere ö z g ü .
Gizemi araştırmak, d ü n o l d u ğ u kadar b u g ü n d e , insanoğlu
n u n v a z g e ç e m e d i ğ i bir uğraşıdır, ister falcıya bağlansın, ister
bakıcıya, b ü y ü c ü y e veya basındaki yıldız falı sütunlarına.
İlkel insan büyüsel işlemler ve ayinler yolu ile, kurallarına
henüz yeter ince tanımadığı, d o ğ a n ı n güçler ine ve d o ğ a d a n
gelen afetlere karşı korunmak, bunları kendi yararına d ö n d ü r m e k
istiyor. İlkel insanın amacı s o m u t bir savunmadır, ç a ğ d a ş ve
evr imleşmiş insanın amacı ise - h e r tür gizemli bilgi ve bil imlere
b a ş v u r d u ğ u n d a - bir bi l inmeyeni, kendine ya da başkasına, açık
lamak ve güçlenmekt i r , ileriye d ö n ü k bir çeşit garantiyi aramak
tır.
— 119 —
O k u d u ğ u m u z gazetelere, karıştırdığımız dergi lere, ç o ğ a l a n
televizyon kanallarına b u g ü n baktığımızda gizemli arayışının her
çeşit ve uygulaması karşımıza çıkıyor, en uygar, en çarpıcı, etkin
ve peşinen garanti l i , tart ışma kabul e t m e y e n şekli ile. Kimi kanal
da astroloj i , k imisinde ise son d ö n e m i n « f u r y a l a r ı n d a n Tarot.
Yakında u z m a n bir R o m a n küçük e k r a n d a çıkıp bakla falı açarsa
hiç şaşmayın, gidişat b u n a da hazırdır ç ü n k ü !
Bu tür sunuşlarla g i z e m artık bir «gizem» değildir, bir «kararlı
lık», bir «emniyettir» şöyle ki: fa lanca uzmanın f i lanca k o n u d a k i
y o r u m u n u (telefondan) d in lemeden ne ö n e m l i bir karar alın, ne
de öneml i bir işe kalkışın gibi ler inden.
Hiç kuşkusuz ki, gizli bil imlerin bu tür pazarlamasını, bu tür
«serbest piyasası»nı biz keşfetmedik, batısı ve d o ğ u s u ile t ü m
d ü n y a d a yapılanları, belirli bir g e c i k m e ile biz de u y g u l u y o r u z
aynı yöntemler, aynı ya da benzer s loganlar ve kesinlik get i ren
sunuşlarla.
Gizem diye bil inenler açıklanınca h e m yararları artar, h e m
de g izem olmaktan çıkınca, alanları genişler, işlevsellikleri ç o ğ a
lır. Ancak şunu da unutmayal ım: gizli olanın, gizli tutulanın d a i m a
gizli olması, öyle bi l inmesi genel bir kural ya da bir zorunlu luk
olarak alınmamalıdır.
Antik ç a ğ d a n yüzyılımızın başına d e k gizl i tutulan, d a h a d o ğ
rusu gizli kalmaları için gayret sarfedi len, t ü m d e n gizli deği lse
bile belirli ö r g ü t ya da kişilerin tekel inde kalan, öyle kalmaları «uy
gun» görü len bilgiler ve uygulamalar g i tg ide geniş leyen bir
meraklı ve izleyici t o p l u l u ğ u n a açıldı.
Açıldı d e r k e n nasıl açıldı?
İki şeki lde:
a) Dışrek bilgilerin popüler konularda yayınlanması,
b) U z m a n olarak bil inen kişilerin, g i z e m araştırmacılarının
açık olarak k o n u m ve konularını ilan e d e r e k ortaya çıkması ile.
Birinci şıkta bir bi lgi birikimi, t ü m d e n veya kısmen, herkese
açıklanıyor, herkesin «hizmeti»ne sunuluyor. İkinci şıkta ise herke
se açıklanan kuram, f o r m ü l ve uygulamalar ı cilt cilt or taya k o n u -
— 120 —
lan bu bi lgi ve teknikler uzmanlar (ya da u z m a n geçinenler) tara
f ından y o r u m l a n a r a k geniş bir ilgili ve merakl ı kit lesine ulaştırılı
yor.
T u t k u n u , nerdeyse kölesi o l d u ğ u m u z medyalara y e n i d e n bir
göz atal ım ve antik, eski ya da yakın İstanbul g izemler ine bir baş
ka gizemler ekleyel im, t ü m d e n ç a ğ d a ş ve teknoloj ik. Ve b u n u
yaptığımızda unutmayal ım ki:
- Rastlantı d iye bir olay yoktur. T ü m rastlantılar anlamlıdır.
Çağımız öyle bir çağdır ki, aynı a n d a uzay araştırmalarını, der in
likler ruhbi l imini, uyduları ve yıldızfalını kapsıyor. Bir d e ğ i ş i n i m ,
bir m ü t a s y o n dünyasında yaşıyoruz, ç o ğ u kapıların ardına kadar
açıldığı - b u n a karşın ırkçılığın, töresel düşmanlıklarının, aşırı mil
l iyetçi duygular ının kol gezdiğ i bir d ü n y a d ı r b u .
Bizden ö n c e ruhbi l imin, tarihin, d in ler in, bi l imin b i r ç o k bölge
leri, alanları salt bir mut lu azınlığa açıktı b u g ü n s e ç o ğ u n l u ğ a , t o p
lumlara açılmaktadır. Gizemin tar ihinde, ayinler inde ve u y g u l a m a
larında bulunan, bulunabi len verilerle insan kişil iğinin bilgisini zen
ginleşt irecek malzemeler, öğreti ler bulabil ir iz. Kaldı ki, insan için
g i z e m bir d ü r t ü d ü r ve bu d ü r t ü n ü n etkisi ile insan g izemi açıkla
mak, g izemi aşmak eylemine kapılıyor.
İ letişimsel olanaklar ve teknikler çoğal ınca, her yere ve her
şeye ulaşınca gizemleri yaymanın, tanı tmanın, uygulamanın yolla
rı açıl ıyor ve gizemsel «üretim» art ınca da «gizemin satıcıları»
ortaya çıkıyor.
A n c a k satışa sunulan, hizmete sunulan hangi gizemler, gizli
bi l im ve sanatlardır?
Genelde falcılıkla ilgili olanlar, falcıl ığa dönüştürülenler ve
açık ya da kapalı şekilde, büyüsel olanlar. Yani «geleceğin kapıla
rı»™ açanlar, deği lse bile aralayanlar.
Bilgisayarların devreye girmesi ve yaygınlaşması ile eskiden,
u ğ r a ş m a k t a n ç e k i n m e y e n , meraklıların, uzmanların alanı o lan yıl-
dızbi l imsel (astroloj ik) inceleme ve araştırmalar, yıldız haritaları,
«horoskop»lar b u g ü n temel verilere sahip adeta herkesin, p r o g
ramlanmış bi lgisayara başvurarak, topar layabi ld iği birer «for-
— 121 —
mül», birer «teknik» haline getirildiler. Gide gide, «hazırlop» yıldız-
bilimsel tahminler le gündel ik ya da magazin basında çıkan yıldız
falları arasında p e k bir fark kalmadı sanki.
Yıldızbilim bir m e d y a ürünü, üstelik «çok satan» bir m e d y a
ürünü olunca d a - k i , öteden beri, dünyanın her yer inde böyle
d i r - tahminler fazlasıyla genelleşiyor g e r ç e k değerler ini, kişiye
ait özelliklerini yit ir iyor.
Bu ara yı ldızbil im kursları, merkezler i açıl ıyor ve özell ikle
g e n ç kuşak arasında, tanıştırmada ad ve soyadı kadar «burç»da
artan bir ö n e m kazanmış oluyor, burçlar karşılaştırılıyor, ilerisi
için o lumlu veya o l u ms u z dost luk, arkadaşlık, ilişki olasıları
y o r u m konusu oluyor.
Yıldızbilimin, yıldızfalının bir «çok satan» ve de «çok izlenen»
haline gelmesi bir hayli eskilere dayanıp kent imizin ve ülkemizin
hudutlarını aştığı için bir hal çaresi g ö r ü n ü r d e pek yoktur. Ya
meraklıları uyarırsınız, bu yan-bi l imin, bu hesabın, incelemenin,
tahminin bu denl i kolay olmadığını ikna edersiniz ya da işi bir
gazete sütununa, bir derg i sayfasına, bir TV programına veya bir
telefon hattına bırakırsınız. Sonuçta alan m e m n u n , satan m e m
n u n olduktan sonra!
Aynı şey büyüsel işlemler için de geçerl idir: b ü y ü kitapları,
büyüsel derlemeler de eksik değildir, kimi folk lor araştırması kap
samında, kimi elkitabı kimliğinde. Nedir ki, bu tür çalışmaların,
deneyler in gereksinimini d u y a n kişi için yazılı kaynak her defasın
da yeterli g ö r ü n m ü y o r . Artı, yazılı kaynakta olanı uygulayabi len
«bilen», «yapabilen» kişi de gerekiyor, uzmanl ığından, inancın
d a n gelen bir garantiy i , bir bilgi d o z u n u ve şarjını katabi lecek
biri.
İşlemi uygulayanda ve işlemi isteyende bu bi lgi ve inanç kav
ramı son derece öneml id ir ve s ö z k o n u s u olan, salt uygulayanın
sahip olması beklenen «bilgi» değildir, b u n u ta lep edenin, s o n u
cu arzulayanın «bi lg is iz l iğ idir .
Her insan için gelecek denet lenemeyen bir b i l inmeyendir ve
insan, bu gezegendeki yaşamının kısa, bazen de ç o k kısa o l d u
ğ u n u bilmesine r a ğ m e n , bu «süre» s o r u n u i le 'daima b u r u n b u r u
na o l d u ğ u n u u n u t m a k istiyor. Şu ya da bu gizli b i l ime, gizli bi lgi
ve sanata başvurarak geleceğin giz perdesini kaldırtmak, kaldırta-
bi lmek adeta her insanın kaçını lmaz bir gereksin imi, yaşamsal
bir arzusudur. A n c a k ne her gizli b i l im bu tür bir o lanak tanıyor,
ne de her g izem uygulayıcısı - i s t e r falcı, sihirbaz v e y a ak ya da
kara b ü y ü c ü - bu tür bir kesin g ü c e sahiptir. Bu tür yetenek ve
bağlantılar eksik o lunca da, isteği karşı layabi lmek iç in, her yol ve
çare geçerl i sayılıyor. Sonuçta g e r ç e k bir «hizmet» ver i lmiyorsa
bile bir umut veril iyor, bir yol göster i l iyor, bir hal çaresi belirtil i
yor, bir öner ide bulunuluyor d o ğ r u , yanlış ya da u y d u r m a .
Gizemden sayılan bilgi basit leşince, ayağa d ü ş ü n c e özell iği
ni ve değerini yit irdiği gibi, k i m l i ğ i n d e n o lup kendini başka bir
a n l a m ve k a p s a m içinde buluyor. Hatta ve hatta geçerl i l iğ inden
ve gerçek işlevinden t ü m d e n k o p m u ş oluyor.
Örneğin, yıldızbil ime yıldızfalı d e n d i ğ i n d e ve salt bu y ö n ü ile
kullanıldığında yıldızbil imin - i s t e r ant ik bir bi l im, ister bir yan
bi l im, ister bir inanış olarak kabul e d i l s i n - gerçek y ö n ü ve işlevi
saptırılmış, basite indirgenmiş o luyor. Oysa ki yı ldızbil im, bir fal
aracı olmanın ç o k ötesinde, evrensel boyutları kapsayan bir
y a ş a m şeklidir hatta, Muhyiddin- i Arabi 'n in de açıkladığı gibi, ö te
d ü n y a y a kadar uzanan bir bağlantıdır.
Daha güncel (en azından t o p l u m u m u z için d a h a güncel) bir
«gizli sanat» örneğine değine l im: İs tanbul 'un ve Türkiye'deki baş
kaca yerlerinin gizemlere açık merakl ı bir kesiti «Tarot» kartlarını
b irkaç yıl ö n c e ve g e ç dahi olsa keşfett ikten sonra bunlara, artan
bir ilgi ile, iyice bağlandı «Tarot»ları bir fal aracı olarak kullanarak
veya kullandırarak. Sonuçta, yı ldızbil imin başına geldiği gibi, «Ta
rot» kartları -da, eninde s o n u n d a te lefon hatlarına ve televizyon
kanallarına yerleşti, ünlü kişilerin «Tarot» falları (Cumhurbaşkanı
Turgut Özal dahil o l m a k üzere) mi lyonlarca izleyicinin karşısında
o k u n d u , açıklandı.
B u g ü n medyalarda i lginç o lan, çekici olan gizemin «in»
olmasıdır ( iskambil kâğıtları «out», Tarot kartları «in» oldukları
— 123 —
gibi) ; popüler, aranılan, dost mecl is ler inde, metafiziğe yönel ik
sohbet lerde konuşulması ve elyordamıyla kullanılmasıdır i lginç
olan. A n c a k uygulamaya g e ç m e d e n ö n c e , uygulamayı sergi leme
d e n ö n c e kaç kişi bu gözalıcı kartların geçmiş in i , tarihini araştır
mıştır? Kaç kişi, hazırlop formül lere ve her Tarot desteği ile birlik
te sunulan açıklamalara bel b a ğ l a m a d a n ö n c e , bunların g e r ç e k
işlevlerini, hangi inanışlara bağlı olduklarını incelemek zahmet ine
katlanmıştır?
Hiç kuşkusuz ki, «uzmanlar» b u n u yapt ı , b u n u y a p m a k
z o r u n d a kaldı, fakat bu bilgilerini ve uzmanlıklarını meraklı lara
sunduklar ından, artan isteği karşıladıklarında b irçok şeyi gözard ı
etmeyi d a h a u y g u n ve pratik g ö r d ü .
Farkındayız, Tarot bir İstanbul g izemi değildir, fakat Tarot
b u g ü n artan bir hızla İstanbul 'un bir kes iminde yer leşen bir
g izem, bir gizli bilgi, bir gizli sanat k o n u m u n u almış bulunmakt ır
ve dolayısıyla, bu g ö r ü n ü m ve sunuşu ile k o n u m u z u n g ü n c e l bir
parçası oluyor.
«İlk kez Tarot fal kartları veriyoruz» başlığını atıyor kapağın
da kısa ö m ü r l ü «Falınız ve Burcunuz» derg is i Mart 1989 tarihl i ilk
sayısında. Ve A lmanca olarak «Arcana Major»un ya da 22 resimli
karttan o luşan «Büyük Giz»in altı kartını ver iyor (4, 5, 6, 12, 13,
14, 19, 20, 21). Kartların adları ve açıklamaları A l m a n c a d a n veril i
y orsa derg in in içindeki tanıtma yazısında, Türkçesi ve İngil izcesi
u y g u n bulunuyor.
«Tarot olayı nedir?» başlıklı tanı tma yazısı « y u r d u m u z d a
henüz satı lamayan bu esrarengiz ori j inal kartlar» d iyorsa da
Tarot kartları -Sezar ' ın hakkını Sezar'a v e r m e k i ç i n - s o n r a d a n
Tarot ' lan yaygın hale get iren Rezzan ve Metin Kiraz'ın B a ğ d a t
Caddesindeki «gizbilim» dükkânında satı lmaktaydı.
«Falınız ve burcunuz» dergisi Tarot k o n u s u n d a aşağıdaki bi l
gileri de vermekteydi :
- Tarot 'a sadece bir o y u n ya da fal aracı olarak b a k m a k ,
gerçeği g ö r m e m e k demektir. O n u n derinl ik ler inde metafizik
anlamlar gizlidir. Bir kere, 78 kâğıttan ibaret o luşu Eski Mısır Hiye-
_ 124 —
roglif lerinde rast lanan 78 tabletle bağlantıyı o r t a y a koyar. Ünlü
İskenderiye kütüphanesinde bulunan papirüs ve p a r ş ö m e n d e n
başka kil ve t o p r a k tabletlerde yazılı efsanelerle yak ından ilgilidir.
Yukardaki alıntıda üzerinde duru lması g e r e k e n nokta, ki
T a r a f l a r ı n ö z ü n ü özümsemektedir , bunların salt bir o y u n ya da
fal aracı olmamasıdır. Ancak, ü lkemizdeki f u r y a d a g ö r ü n d ü ğ ü
gibi , Tarot yaygın kullanış ve sunuluş şekli ile b izde, başkaca fal
tekniklerine ekleni len «in» ve popüler l ik kazanan bir araç haline
getiri ldi, ister bi l inçl i , ister bil inçsiz.
22 s imgesel res imden (Arcana Majör = B ü y ü k Giz) ve 56 işa
retli kâğıttan (Arcana Minör = Küçük Giz) o luşan Tarot destesi
nin Çin'den çıktığı sanılıyor ya da Hindistan 'dan, deği lse Mısır'
d a n . 1392'de Fransa Kralı 6. Charles' in sarayında kullanıldığı bili
niyor. Başka kaynaklara göre, Fransa'dan ö n c e İspanya'da kulla
nılmıştır.
Tarot 'u Batı 'ya çingeneler get irdi , deniyor. Yapılan araştırma
lara göre ç ingeneler in dil i, Hindistan' ın en eski, kutsal dili olan,
Sanskrit ' ten, hatta öz ve katıksız Sanskri t ' ten b a ş k a şey deği l
miş. Örneğin, Sanskr i tçe iskambil (kâğıt) destesi «Taru»dur,
Macar ç ingeneler i buna «Tar» derler, Batı'ya «Tarot» olarak geç
miştir.
Amerikalı Tarot uzmanı Paul Foster Case'a g ö r e 78'lik deste
1200'lerde Fas'ta t o p l a n a n ve her ulustan gelen bilginler tarafın
d a n , eski ve geleneksel bilgiyi k o r u m a k amacıyla, hazırlanan şif
reli bir kitabın kalıntısından başka bir şey deği ldir.
«Çingenelerin Kutsal Kitabı» denir Tarot 'a. Kimine göre yüz
yıl lardan beri o l u ş a n simgeleri ile top lumsal , kolektif bilinçdışını
açıklıyor. Kimine g ö r e de geçmiş i , geleceği ve t ü m zamanları
ö n g ö r e n tek y o l , tek anahtardır. Romani ler kadar Orta Çağ s im
yacılarını, 17. ve 18. yüzyıl g izemci ler ini etki leyen «mistik» (tasav-
vufi) bir felsefenin görüntülemesidir . Simgesel adı ile Hermes' in
ya da Tanrı T h o t h ' u n kitabıdır evrensel bir y ö n t e m e açılan.
G ö r ü l d ü ğ ü gib i «in» bir fal haline gelen, getir i len bu T a r a f l a
rın geçmiş i o l d u k ç a geniş, karmaşık ve ortaya koyduklar ı kuram-
— 125 —
larla fa ldan bir hayli değiş ik, en azından geleneksel Batı kaynakla
rını araştırdığımızda (ki, b u g ü n e dek, T a r a f l a r l a ilgili t ü m d e n
D o ğ u l u bir kaynağa rastlamış deği l iz). D e v a m edelim...
Tarot kartlarının Mısır 'dan kalma olduklarını ilk bel irten ve
ç o k tartışılan kaynak Protestan Tanrıbi l imcisi Court de Gebel in ' in
ilk ci ldini 1773'te yayınladığı, «İlkel Dünya» (Le M o n d e Primitif)
adlı ansik lopedik çalışmadır. De Gebel in ' in savına ilk sahip çıkan
ise, geçmiş i o l d u k ç a karanlık olan, Paris'ti berber Aliette oluyor.
Adını ters yüz edip Etteila olarak kendini tanıtan Aliette 1783'te
yayınlanan - v e «İlkel Dünya»dan ç o k e s i n l e n e n - «Thot kitabının
eşanlamlı sözlüğü» (Dict ionnaire S y n o n i m i q u e du Livre de
T h o t ) n d e Tarot 'u p o p ü l e r bir fal aracı haline getir iyorsa da öğret i
sinin temellerini, d ö n dolaş, Yahudilerin Kabala'sında a r a m a k t a n
kendini alamıyor.
«Memfis'ten, Ptah tapınağının mihrabında, altın levhalarda
işlenmiş bir deste kâğıt bulunuyordu.» der Paris'li berber Aliet-
te-Etteila ve bu d e s t e n i n Mısır'dan, Hazreti Musa'nın eliyle, Yahu
dilere geçt iğini ö n e sürüyor.
Yaklaşık olarak bir yüzyıl sonra ise Tarot' ları der inl iğ ine araş
tıran Fransız soy lusu ve gizemcisi Stanislas de Guaita, her biri
850 sayfayı aşan, iki ciltl ik «Kara B ü y ü n ü n Anahtarı» (La Clef de
la Magie Noire) adlı çal ışmasında «Büyük Giz»i o luşturan 22 kâğı
dı, ayrıntıları ayrıntılara katarak açıklıyor.
Ve önceki yüzyı lda, ç a ğ d a ş gizemci l iği dir i l ten El iphas
Levi'nin (gerçek adı ile A lphonse Louis Gonstant) «Yüce Sihirin
Dogmalar ı ve Ayinsel Şekilleri» ( D o g m e et Rituel de la Haute
Magie, 1896) adlı t e m e l kitabına bir g ö z attığımızda Tarot ile ilgili
aşağıdaki k o n u ve bağlantılarıyla karşılaşmış o luyoruz:
- Tarot, evrensel bir ABC; Kabala açısından Tarot; kıyamet
le ilgisi; s imyadaki s imgeler i ; T a r a f l a r l a İbranice harflerin arasın
daki bağlantı; İtalyan T a r a f l a r ı ; Kutsal Kitabın ve Kabala'n in
anahtarı; gizemli bi l imlerin temel taşı; en şaşırtıcı kehanet aracı
v.b.
İstanbul'u mesken t u t m u ş , Tarot kartları ile sanatçıları, fut
bolcuları, devlet adamlarını, yüksek f inans temsi lci ler ini etrafları
na toplay ıp falcılık y a p a n uzmanlarımızın, k o n u y a e latmadan
önce, geri lere d ö n ü p T a r a f l a r l a ilgili kaynakları , yorumlar ı - h a t
ta ve hatta pa lavra lar ı - incelemeleri gerekir mi g e r e k m e z mi?
Sorunun yanıtı, hiç kuşkusuz, onlara kalmıştır fakat, i lginçtir ki,
u y g u l a m a d a bile aynı görüşte ve «teknik»te olmadıkları ortaya
çıkıyor.
Örneğin, Tarot ile ilgili kapsamlı bir k i tap yayınlamış olan
Kiraz ikilisine göre Tarot herhangi bir yer ve saatte açılamıyor,
ilkin falına bakılması istenen kişinin h o r o s k o p u n a bakıp u y g u n
g ü n ü s a p t a m a k gerekiyor. Tarot o k u m a seansları, bir süre rahat
latıcı m e d i t a s y o n ve k o n t e m p l a s y o n uygulandıktan sonra, g e c e
vakti yapılıyor. İlkin 1,5 saatlik bir k o n u ş m a yapıl ıyor d e r k e n
mumlar ve tütsüler yakılıyor, masaya siyah ipekler seri l iyor ve
gerçek seans başlıyor. Bunun bir de s a b a h faslı vardır, ev hazırla
nıyor, u z m a n kendini hazırlıyor, giysiler seçi l iyor v.b.
Öte y a n d a n televizyon ekranındaki u y g u l a m a y a baktığımız
da her şey ç o k sade, aksesuarlar y o k (teknik araçları saymazsa
nız), m u m l a r ve tütsüler yok, uzun hazırlıklar yok. Uygulamanın
bir de ü ç ü n c ü şekli vardır, 900 900'lü şekli ki, en kolay ve basiti
gibi görü lüyor.
Gizemleri ve gizli d iye bil inen sanatları serbest piyasaya sür
d ü n ü z m ü , medyalarda bir «oyun» haline getirdiniz mi, bu tür kar
şıtlık ve tersl ik lerden kaçınmak olanaksız oluyor. Ç ü n k ü her «pa
zar» ve her «medya» kendi koşullarını getir iyor. Get irmekle de
yet inmiyor, size e m p o z e ediyor, ya bu deveyi güders in ya bu
d iyardan giders in t ü r ü n d e n .
Olanaklarımızın, beğenilerimizin ve ilgi alanlarımızın kapsamı
na giren her şeyi - b u ara geleceğe yönel ik kuşku ve arzularımı
z ı - t ü k e t m e y e fazlasıyla alıştık, tüket ime dayal ı bir uygarlığın (şa
yet uygarl ık bu ise!) iç inde yaşadığımızdan. Dolayısıyla her şeyin
t ü k e t i m e açılmasına, pazara g irmesine hiç şaşmamamız gereki
yor (zaten şaştığımız da y o k ) . İstek o l d u ğ u sürece bu isteği karşı
lamaya, gerekt iğ inde bu isteği d ü r t ü p a b a r t m a y a eğil imli olanlar
— 127 —
çıkacaktır ve hatta, s istemin d e ğ i ş m e z ve kaçını lmaz kuralları için
de, çıkmaları zorunludur. Gizem d i y e bil inenlerin bir kısmı, d ü n y a
nın her yer inde, artık tüket ime açıktır, konfeks iyon şekl inde u c u
za (ya da pahalıya!) sunulmaktadır. Bir bak ıma böylesi belki de
d a h a iyidir, insanların meraklarını karşılamak, kuşku ve endişeleri
ni rahatlatmak, metafiziksel bir hizmet v e r m e k açısından. A n c a k
hiç unutulmamal ı ki, g izem dünyası (ona gizli bi l imler deyin, gizli
sanatlar d e y i n , batıl inançlar, çağdışı düşünceler d e y i n , di lediği
niz gibi tanımlayın) bir buzdağı gibidir, azı g ö r ü n e n ç o ğ u g ö r ü n
meyen.
YEDINCI BÖLÜM
GİZEMLER VE YORUMLAR
B u g ü n ü n İstanbul 'u d ü n ü n İstanbul 'u deği ldir, yarının İstan
bul 'u b u g ü n ü n İstanbul 'u o lmayacağı g ib i . Kentler değişir,
büyür, evrimleşir fakat eski izlerini taşımayı sürdürür, yaşlanan
bir insanın y ü z ü n d e k i kırışıklıklar gibi.
A n a d o l u , üzer inden g e ç e n , topraklar ında fi l izlenen veya yer
leşen b u n c a uygarlıkların bir potası, bir kabı ve aynası o l d u ğ u
gibi İstanbul kenti de, yüzyılları katlayan tarihi b o y u n c a , gelmiş
geçmişler in izlerini kendi bünyesinde katmerleştirmiştir. Fetih
öncesi bir uzun d ö n e m d i r , mi to logyaya kadar uzanan ve m i t o l o g -
yayı kapsayan; Fetih sonrası Osmanl ı İstanbul 'u yeni bir çağın
başlangıcını müjdeleyen yaş lanmayan bir anıttır ve c u m h u r i y e t
sonrası İstanbul da, g ü n ü m ü z e gel inceye kadar, ç a ğ d a ş l a ş m a
y o k u ş u n u a d ı m adım kateden, «metropolis» o lmaya yüz tutan,
çarpık imgeler sergi leyen kendine ö z g ü bir «olay»dır.
Her kent kendi iç gizemini o luşturuyor ve her kent, eskiden
içinde yaşayanların bırakmış oldukları dayanıklı, somut izleriyle
g ö r ü n t ü s ü n ü kuruyor. Bu g ö r ü n t ü n ü n , bu imge k u r g u s u n u n
derinl iklerine indiğimizde kat kat boyalarla süslü maskenin arka
sında giz lenen, giz lenmeye çalışan y ü z ü keşfett iğimizde bir baş
ka b o y u t u n kapıları açılıyor paralel bir d ü n y a y a girercesine.
İnsan bel leğinde t ü m yaşantısının anılarını, ister yüzeye çık
sınlar, ister çıkmasınlar, toplayıp sakladığı g ibi , bunları z a m a n
z a m a n kullandığı gibi her m e k â n ve mekânlar toplamı, o n u d o l -
— 129 — istanbul Gizemleri / F: 9
d u r m u ş olan, o n u kullanmış olan güçler in, duygular ın, arzu ve
hırsların, d ü ş ve hayallerin, bilgi ve bilgeliklerin izlerini depoluyor .
Ve nasıl ki bel leğimiz, g ü n ü n birinde, yit irmiş, u n u t u l m u ş sandığı
mız bir olayı, bir anıyı kafamızda ve yüreğimizde, t ü m çarpıcılığı
ile diri l t iyorsa mekânlar da, benzer bir süreç içinde, depoladıklar ı
izleri, anıları ve tecrübeler i açığa vuruyorlar.
Bir ev, bir o d a içinde bir ikmiş olan o lumlu ya da o lumsuz
güçler i ortaya çıkardığında «tekinsiz» sayılıyor, bir k o c a m a n kent
ise b u n u yaptığında ilkin pek dikkat çekmiyor, hatta belki de hiç
d ikkat çekmiyor fakat yer alan olaylar dizisi o kent in «çok özel»
tarihine ve b o y u t u n a kaydedil iyor.
İstanbul 'un destansal tarihi, yaklaşık olarak, M.Ö. 660 yılın
da başlıyor Kral Bizans'ın adını taşıyan ilk Bizans ile ve bu ilk
Bizans kısa süre iç inde, önemli bir t icaret merkezi oluyor.
Bizans'tan İranlılar geçiyor, Ispartalılar, Makedonyal ı lar, Gal-
yalılar tarafından kuşatılıyor, M.S. 193-196 yıllarında Roma'l ı lar
tarafından kuşatıldığı gibi.
Roma i m p a r a t o r l u ğ u ' n u n başkenti o luyor Bizans, Constan-
t in ile, kiliselerin, Hera, Hecate ve Apol lo tapınaklarının içice yük
seldiği karmaşık bir başkent. Sonra da D o ğ u R o m a İmparator lu
ğu iken Bizans imparator luğu oluyor.
Ayaklanmaların, top lu katliamların, istilaların a d e t a birbirini
izlediği bir başkentt ir Bizans, görkeml i ve kanlı. Aynı z a m a n d a
Batı 'dan gelen g ö ç m e n l e r e açık bir başkent. Galata'da V e n e d i k l i
ler ve Ceneviz'l i ler yerleşiyor ve 1162'de Pisali'lar, Sirkeci tarafla
rında bulunan bir Ceneviz' l i mahallesine saldırıp t o p l u bir katli
a m a girişiyorlar.
1203'te kent haçlılar tarafından talan edil iyor, 1304'te Vene
dik l i ler in saldırısına uğruyor ve bu istanbul 'un fethine kadar
d e v a m ediyor...
Tarihsel izleri, gelenekleri, karışık insan, ırk, inanç ve inanış
kalabalığı ile istanbul kendine ö z g ü , benzeri o l m a y a n bir mozaik
oluşturuyor, k iml iğinin kökenlerini bu mozaikin iç inden çıkartıyor.
Bu denli maceral ı g e ç m i ş i olan bir İstanbul g izemler yarat
masın da k im yaratsın?
«Merkez» s ö z c ü ğ ü n ü kullandık bu şehr-i İstanbul iç in ve
«Merkez» derken de «Gizemler Merkezi» d e m e k istedik, g izemle
ri olan, gizemleri saklayan ve gizemleri yaratan.
Bir insanın geçmiş i - g e n l e r i n d e taşıdığı g e ç m i ş l e r dahil
o lmak ü z e r e - nasıl ki, o insanın kimliğini o luşturup yönlendir iyor
sa aynı süreç, değişik bir boyut içinde, kentler için de geçerl idir.
Ancak her kent için deği l .
İstanbul 'un bir «Merkez» olması, k o n u m u n d a n , g e ç m i ş i n
d e n , k iml iğinden ve işlevinden de kaynaklanıyor. İstanbul, ç ü n k ü
her z a m a n bir geçiş noktası, bir bir leşme noktası, bir sentez
unsuru olmuştur. B u g ü n de öyledir, Batı için halen D o ğ u ' n u n
başlangıcı, D o ğ u için de Batı'nın kapısıdır. İstanbul 'un ç o k özel
kimliği de bu ikil i l iğinden kaynaklanmaktadır.
Öncek i bölümlerde İstanbul 'u ziyaret eden, İs tanbul 'dan
geçen ve İstanbul 'da konaklayan b i rçok kişiyi, b i rçok g i z e m usta
larını, örgüt kurucularını, g i z e m araştırmacılarını g ö r d ü k ve kendi
mize bunlarla ilgili sorular sorduk, bazen de son d e r e c e basit,
o lağan yanıtlar verdik, v e r m e y e çalıştık. Ve, bil indiği g ib i , bazen
o ldukça karışık gibi g ö r ü l e n soru ve sorunların ç ö z ü m ü basit,
son d e r e c e mantıksal, o lağan yanıtlara bağlıdır.
«Merkez» işlevini g ö r e n her m e k â n , kapsamı ne olursa
olsun, çekic i bir g ü c e sahiptir, bir mıknatıs gibi işler. Aynı z a m a n
da bu merkez bir d e p o l a m a noktasıdır, değişik kaynaklardan
tarihsel bir süreç iç inde edinen bilgilerin, kültürlerin kat kat t o p
landıkları bir ardiye, bir arşiv. Ya da yaşayan ve somut bir bellek.
Böyle bir yaklaşım iç inde Bizans, Batı'yı depoladıysa Fetih
sonrası İstanbul 'u D o ğ u ' y u depoladı ve Tanzimat' tan başlamak
üzere D o ğ u ile Batı'yı.
İstanbul, kendi kimliği içinde, kendine özgü bir bi lgi sentezi
ni biraraya get irdiyse (ki, hiç kuşkusuz getirmiştir) bu tür bir sen
tezi o luşturmak y o l u n d a olanlar için bir «temel kaynak», yönlendi-
— 131 —
rici bir nokta, ufukta beliren aydınlatıcı bir «fener» görevini de gör
müştür.
Batı 'dan gelen g izem t u t k u n u ya da öğret i sahibi g i z e m c i
İstanbul 'da D o ğ u ' n u n g izem, bi l im ve bilgeliğini aradığı gibi
D o ğ u ' d a n gel ip Batı 'ya d ö n e n ve durakladığı İstanbul 'da iki ayrı
kaynağı karşılaştırarak elde ettiği bilgileri ölçer, b i lançosunu çıka
rır ve uygulama yöntemler in i s a p t a m a y a koyulur.
Çemberl i taş' ın altında b u l u n d u ğ u sanılan geçit ler in Agar-
t a ' y a kadar ulaşıp ulaşmadığını b i lmiyoruz a m a İstanbul 'un, yüz
yıllar b o y u n c a , bir ikt irdiği güçler in her yöne yayıldığına inanıyo
ruz.
İstanbul g izemler i d e r k e n aşırıya kaçtığımızı düşünenler ola
caktır. Bu satırları, bu sayfaları okuduklar ında bir «gizem zor lama
s ı n a bel bağladığımızı söyleyeceklerdir. Eleştiriye her z a m a n açı
ğız (eski bir eleşt irmen o l d u ğ u m u z d a n ) , yanlışlıklarımızı kabul
etmeye de ancak, kanımızca, her şey belirli bir mantık çerçevesi
iç inde gelişiyor, örnekleri, izleri ve olayları ile. H e m biz, burada,
bir varsayımın üzerinde d u r u y o r u z ve b u n u bir «sohbet» varsayı
mı deği l de bir «araştırma» varsayımı olarak görüyoruz.
B u g ü n bi l imin kabul ettiği, hatta Strasbourg ve M e u d o n gibi
üniversitelerde, b i rçok jeofizik merkezler inde araştırılan ve «tellu-
rizm» (topraktan, yerden g ü ç a lmak) adını taşıyan bir olay vardır,
eskilerin tehlikeli saydıkları, bilgisini gizli tuttukları.
Öteden beri, özellikle A B D ve Rusya gibi ülkelerde, d ü n y a
nın o luşturduğu g ü ç «çizgileri» (ya da yeryüzünün sinir sistemi)
nin toplumlar üzerindeki etkileri araştırılıyor, bu güçler in merkez-
leştirdiği noktalar üzerinde duruluyor.
«Tellurizm»in yeryüzü k a b u ğ u n u harekete get i rd iğ i , d e p r e m
lere neden o l d u ğ u b u g ü n bir g e r ç e k olarak kabul edil iyor. Simya
cılar için bu g ü ç yeryüzünün «görünmeyen» g ü c ü y d ü , antik ina
nışlarda ise «cehennem ateşi» v e y a «cehennemin ateş nehirleri»
d iye adlandırı l ıyordu. Geleneksel bilgilere g ö r e ilkel insan, taş
devri insanı bu g ü c ü hissediyor, merkezlerini saptayabi l iyordu
ancak evrimleşen insan, başka duyarlıl ıkları g ibi , bu duyarlı l ığı da
yitirdi. Eskilerin bu merkezlerde inşa ettikleri tapınaklar (Hal iç ' te
yerleşen Keltlerin Fransa'nın Bretagne bölges indek i Carnac gibi)
sonradan terkedi ldi , yıkıntıları kaldı.
«Tellurizm» yeryüzünün d o ğ u r d u ğ u elektro-manyet ik bir g ü ç
tür, mekânları ve o mekanlardaki insan topluluklarını etki leyen,
doğal enerji merkezlerini yaratan.
Yoksa İstanbul bu tür bir merkez mi, y o k s a öyle miydi bir
zamanlar?
Jeofizik uzmanı olmadığımız için, bu tür d o ğ a l ve jeofiziksel
olayların t o p l u m bil incini ne gibi etki lediklerini s a p t a m a k amacı
mız sayı lmadığından bu s o r u n u n yanıtını uzmanlara bırakıyoruz
ve bunu bir olasılık sayıyoruz, varsayımımızın bir parçası olarak.
Batı ile D o ğ u ' n u n bir b u l u ş m a noktası olarak g ö r d ü ğ ü m ü z
kentimizde, her iki y ö n e açılan bir kapı görevini g ö r e n İstan
bul 'da değişik kökenli, bazen çatışan bazense birbirlerini t a m a m
layan gelenekler, inanışlar ve kültür bir ikimleri işlevlerini ve etkin
liklerini sürdürüyorlar.
Kimi insan için tek yol şifa veren, g ü ç ve inanç kazandıran
kutsal dualardır, kimi için de ilkel sayabi leceğimiz uygulamalar
dır. D o k t o r d a n ve d o k t o r u n tıp bi lgis inden s o n u ç a lamayan - y a
da d o k t o r d a n ve t ıptan, çeşitli nedenlerden dolayı, ç e k i n e n -
geleneksel kocakar ı dediğ imiz ilaçlara ve şifa yöntemler ine baş
vuruyor; sevgil isi ile bozuşan, sevgi l is inden kuşkulanan, sürdür
mekte o l d u ğ u ilişkinin geleceğini merak e d e n bir fal aracına veya
bir falcıya u m u t bağlıyor. O da yeterli g ö r ü n m e d i ğ i hallerde mus
kalara, tı lsımlara ve büyüsel işlemlere kayıyor.
Bu tür bir gereksin imde ibadet yerleri de, ayırım gözetmeksi
zin ve değiş ik inançlardan olan kişiler tarafından, bir başvuru
odağı oluyorlar. Yatırlara, evliyaların, şeyhlerin ve dedeler in
mezarlarına a d a k t a b u l u n u l d u ğ u gibi, Hıristiyan ayazmaların şifalı
sularına da başvurulur. Sonra, yaşam arkadaşını arayan veya bul
mak isteyen, en basit inden, bir kiliseye girer, iki m u m alır, yapıştı
rır yoksa yan yana diker ve yakar.
Bu k o c a İstanbul 'da üfürükçüye ve bakıcıya gidenler o l d u ğ u
— 1 3 3 -
gibi b ü y ü uzmanı v e y a Şeytan Çıkaran, Cin Çıkaran papaza
gidenler, adakta b u l u n m a k için - i n a n ç l a r ı ne o lursa o l s u n -
Büyük Ada'n in tepes indek i Ermiş Yorgi 'ye kadar çıkanlar da var
dır. Ancak, karıştırmayalım, b ü y ü başka dua ise b a m b a ş k a bir
şeydir her ne kadar k imi insanlar, aynı s o n u c u ç ıkarabi lmek için,
ikisine de ayırım yapmaksız ın başvuruyorlarsa d a .
Her tür fala bakanlar, fal k o n u s u n d a uzmanlaşanlar geniş bir
izleyici, müşteri kalabalığını topluyorlar. Resmen b ü y ü y a p a n hiç
yoktur - b ü y ü c ü l ü k yasak o l d u ğ u n d a n - oysa, gereks in im d o ğ
d u ğ u n d a , k im k i m e nasıl ve nereden gideceğin i s o r u p öğrenebi l i
yor.
Geleceğin k u ş k u s u n u taşıyan herkes - k i herkes geleceğin
kuşkusunu d o ğ a l olarak t a ş ı y o r - bu kuşkuyu giderebi lecek,
hafifletebilecek, bir u m u t verebi lecek birini arıyor. Arayıp b u l d u
ğ u n d a da, yararlı olacağına, olabi leceğine inanıyor. Ola ki, bu tür
işlemlere inanmıyorsa bile - g ü n d e l i k gazetelerinin yıldız falına
bakanlar gibi - « n e olur ne olmaz» dey ip deniyor, deği lse bir
çeşit sosyete o y u n u n u sayıyor.
Gizemde, tekrar edel im, her şey her şeye bağlıdır, inanış ve
inançlarda da öyledir ve çaresizl iğe, umutsuzluğa, endişeye kapı
lan insan her yere başvurur, her tarafa saldırır. Mantıksal davran
mak, aydınlatılmış o l m a k temel koşul ise bile olayların d o ğ u r d u
ğu, yüze çıkardığı aynı derecede temel duygular d a h a baskın
çıkıyor.
Bir yerden sonra ne kültürel d o n a t ı m , ne de parasal olanak
lar yeterli g ö r ü n ü y o r : iş olsun diye, gülümseyerek, «kesinlikle
inanmıyorum» d iyerek gazetesinin o g ü n k ü fal s ü t u n u n a bakan
aydın, t ü m d e n evr imleşmiş kişi ile borsadaki d u r u m u n u n gelece
ğini ö ğ r e n m e k arzu ve u m u d u ile fal açtıran, yı ldızbi l imcisine
danışan üst d e r e c e d e k i yönetici veya hold ing sahibi arasında hiç
fark yoktur. Aynı şeki lde sevgilisinin sadakat, bağlılık derecesin i
öğrenmek amacı ile bakıcıya (yeni adı ile «medyum»a) vizite öde
yen genç kadınla T a r o t ' d a n bir öner i , bir işaret bek leyen g e n ç
kız arasında da hiç fark yoktur. Yoktur ç ü n k ü , hepsinde, kalıtım
sal, genetik ruhbil imsel içgüdüler harekete geçiyor.
— 134 —
Bu çeşit örnek ve uygulamaların karşısında bir g i z e m s ö m ü
rüsünden söz etmek s o n derece doğaldır . Doğaldır ç ü n k ü ne
her başvuran bilinçlidir, ne de her uygulayan. İyi de, bu b a ğ l a m
içinde, g izemin s u ç u nedir? Gizli bi l imlerin, bilgilerin ve sanatla
rın s u ç u nedir?
Bilginin, aracın, tekniğin hiçbir z a m a n s u ç u yoktur, suçlu
o lmak ya da o l m a m a k gib i bir ayırım, bir d e ğ e r l e n d i r m e ö z ü n d e
bulunmadığından. Suç d iye bir olay varsa, s ö m ü r ü varsa, bil inçli
ya da bil inçsiz yanlış kullanılma ve y ö n l e n d i r m e varsa bunların
s o r u m l u s u araç deği l , y ö n t e m , sanat ve tekn ik deği l , bunları kul
lanandır.
«Gizemin tüccarları» demişt ik y ine d e , bu gizeml i kentin
insanları o lan, bizler bu denl i şikâyet etmemel iy iz (şayet şikâyet
ediyorsak!) ç ü n k ü ister Batı ister D o ğ u ile bir kıyaslama y a p m a
ya kalktığımızda İstanbul 'daki «gizem t ü c c a r l a r ı n ı n medyalar ı
kullansınlar veya kullanmasınlar, ç o k azınlıkta kaldıklarını, yurt
dışındaki keskince profesyonel leşmiş benzerleri ile aynı d ü z e y d e
olmadıklarını g ö r m ü ş oluruz, aynı katılığı sergi lemedikler i g ib i .
Gizemlere göster i len saygıdan mı kaynaklanıyor bu t u t u m ,
henüz t ü m ü ile oturmamış, şeki l lendir i lmemiş hatta g e r ç e k bir
profesyonel , meslekî d ü z e n e g i rmemiş bir ey lem çizgis inden mi?
Yoksa, her şeye r a ğ m e n , bazı konuların t o p l u m u m u z d a k o r u d u k
ları «gizlilik»ten?
Bakıcılık d e n e n olayı inkâr e d e c e k değil iz, d u r u g ö r ü n ü n ,
parapsikoloj in in kapsamına giren, ç o k ç a deneti lmiş örnekler i
olan bir olaydır. Nedir ki, bu yeteneğini bir mesleğe d ö n ü ş t ü r e n ,
sürekli o larak «performans» g ö s t e r m e k z o r u n d a kalan bakıcı,
yetenekleri ne denl i ö z g ü n olsa bile, bir noktadan sonra d o z u
art ırmak, a b a r t m a k ve gerekt iğ inde u y d u r m a k zorunluğu ile karşı
laşır. Bakıcı «bakıyor» ve görüyor, belirli şekilleri y o r u m l u y o r ,
ç ö z ü y o r (Tarot kartlarını o k u y a n k imsenin simgeleri, s i m g e arası
bağlantıları, bi l inçalt ında şekil leşen çağrışımları, ruhsal imgeleri
yorumladığ ı gibi) ve o n a başvuran kişiye, müşterisine, g ö r ü p his
settiklerini aktarıyor. B u n u yaparak da deneyler inden kaynakla-
- 135 —
nan bir ruhbi l imsel donat ımdan da yararlanıyor. Değilse de o kişi
hakkında d a h a ö n c e d e n edindiği bi lgi lerden.
Ortada bir «gizem ticareti» veya bir «gizem sömürüsü» varo
luyorsa d u r u m o kadar c iddi değildir. En azından henüz değildir,
televizyonlardaki programlara, telefon hatlarına (ki bunların «reçe
t e l e r i n i A m e r i k a ' d a n almışız) ve ta lk-showlara tarafsızca baktığı
mızda. Ö n ü n d e sonunda bu 8 mi lyonluk İstanbul 'da g izemin
çeşitleri bolsa bile, bunlara başvuranların sayısı art ıyorsa bile
gizemsel k o n u l a r d a uzmanlaşanlar, kendilerini öyle tanıtanların
sayısı halen - v e istek g ö z ö n ü n d e t u t u l u r s a - o l d u k ç a kısıtlıdır.
İsteğin artması hal inde bu sayı kendi l iğ inden artacaktır ancak,
b i rçok konularda o l d u ğ u gibi , bir «gizem furyası»nı geçirmektey-
sek bu furya d a , içerdiği t ü m «in olmalar»la birl ikte, gel ip g e ç e n
başkaca furyalar gibi tükenecektir.
Bir de gizli sanatlarla uğraşan oysa b u n u n tanıtımını yapma
yanlar, ortaya çıkmaktan pek hoşlanmayanlar var ki, bunlar
zaten «b i l inmeyenlerd i r , «bil inmeyen» o lmayı ve öyle kalmayı
yeğleyenler.
D u r u m genelde pek «vahim» olmadığına g ö r e işin ve işlerin
tadını b o z m a d a n yo lumuza d e v a m edel im özelden genele geçe
rek ve iç inde yaşadığımız, bozulan, soysuzlaşan İstanbul 'a yakı
şık g ö r d ü ğ ü m ü z bazı nitelikleri, özellikleri u n u t m a d a n .
Daha ö n c e de belirtmiştik: Batı 'dan gelen v e y a D o ğ u ' d a n
d ö n e n g izem araştırmacısı İstanbul 'da sahip o l d u ğ u dişrek veya
içrek bilgiye, edindiğ i gizli öğret iye katacak, ek lenecek şeyler arı
yor, hatta aranması gerekiyor gizli sanatların ö n e r d i ğ i evrensell i
ğe varabi lmek ve ola ki, bazı açıklarını kapatabi lmek için. Gizem
ciliğin çeşitli tür ler i , ekolleri ve teknikleri varo luyorsa da temel
kökeni birdir, bir yerden fışkırıp yayılıyor, geçt iğ i veya yerleştiği
yerlerden bir şeyler kapıyor ve yo luna d e v a m ediyor.
Gizemcil ik tar ih inde t ü m yollar ilkin Orta A s y a ' d a n çıkıyor,
bir kol U z a k d o ğ u ' y a uzanıyor diğer kolu ise, sanki kaçını lmaz bir
şekilde, Mısır'a varıyor oradan da O r t a d o ğ u , A r a p Yarımadası,
Anadolu y o l u ile Batı'ya varıyor.
Gizemcil iğin kesin y o l u n u ve kesin coğrafyasını ç izmek, çize
bi lmek b u g ü n bile pek kolay deği ldir, fakat hangi «güzergâhı»
izlerseniz izleyin er veya g e ç A n a d o l u ' y a oradan da İstanbul 'a
varmış olursunuz. Bu bir z o r l a m a veya bir abartı deği ldir, «güzer
g â h ı n getirdiği bir kaçınılmazlıktır.
Sibirya'dan, Turan 'dan, Şamanlar 'dan yola çıkıp g i z e m
Moğol istan y o l u ile Çin'e ve J a p o n y a ' y a varıyor; T ibet ' ten Hindis
tan'a geçiyor. Aynı k ö k e n d e n hareket ederek İskandinavya'ya
ulaşıyor, Eskimolarla Amer ika kıtasına gelip yerleşiyor; Babi l 'e
vardığında da üç kola ayrılıp Mısır, Arabistan ve Roma-Yunanis
tan'a d o ğ r u yol alıyor.
T ü m kıtalara yayılan gizemci l ik ve kollarını o luşturan sihir
(magic) ve b ü y ü c ü l ü k (sorcery) böy lece evrensel bir i n a n ç s a l -
toplumsal-ruhbi l imsel olaya dönüşür ler .
İlk ve ilkel inanış ve inançlara, ilk b ü y ü k uygarlıkların dinler i
ne bağlı kalan, temeller ini o l u ş t u r u p kendi temel ve geleneklerini
kuran gizemcil ik D o ğ u ' d a n Batı 'ya geçt iğ inde karşısına Hıristiyan
lığı buluyor, O r t a d o ğ u ' d a ise İslam'la karşı karşıya kalıyor. Nedir
ki, heY büyük tek tanrılı d in sihiri ve özellikle b ü y ü y ü yasakl ıyorsa
da gizemcil iğin ö z ü n e ve düşünsel- inançsal yapısına pek bir
zarar get iremiyor, g izemse her d ö n e m d e uzlaşmacı o lmayı iyi
biliyor.
Getirmesine de neden kalmıyor ç ü n k ü , sihirin ve b ü y ü n ü n ,
falcılığın ve bakıcılığın dışında kalan, gerçek gizemsel arayış
«mistik» (tasavvufi) bir arayıştır insanla Tanrının, m i k r o k ı m o s
(küçük dünyanın) ile m a k r o k o z m o s ' u n (büyük dünyanın) bırara-
ya gelişinin, içice kaynayışının arayışıdır, dünyasal küçük hesap
larının, duygusal çatışmalarının ve parasal endişelerin, siyasal
tedirginl iklerinin ç o k ötesinde.
Ancak b u n u d a gözardı e t m e m e k gerekiyor: M a g u s y a d a
sihirbaz d o ğ a n ı n ve d o ğ a ü s t ü n ü n güçler ine sahip olmak, gizleri
ni çözüp, belirli teknikler ve ayinsel modeller, ritüeller yoluyla kul
lanmak isteyen kişidir. A m a c ı bir Tanrı ya da bir yarı-tanrı o l m a k
değildir, Tanrıya yaklaşmaktır, evrensel g ü c ü n bir parçası o lmak-
- 1 3 7 -
tır. Böyle bir a m a c a varabi lmenin yolları değişiktir, zordur, kıta
d a n kıtaya, inançtan inanca çeşit lemeler içerir. Nedir ki, ö z ü n e
baktığımızda a m a ç aynıdır: maddesel dünyanın z incir ler inden,
yükümlülükler inden kurtulup tek evrensel öze ulaşmak ve bu
ö z ü n içinde erimektir.
İstanbul 'un her çeşid inden gizemlerini araştırdığımızda o l u m
lu olanla o lumsuz olanı, gerçek olanı ile yapay olanı, d o ğ r u olan
la olmayanı ayırt etmeye çalıştığımızda karşımıza sandığımızdan
d a h a da geniş, karmaşık bir malzeme çıkar. Ve bu malzeme salt
iz lerden, kalıntılardan, işaretler ve inanışlardan giderek u y g u l a m a
lardan oluşmuyor; yüzyıllar b o y u n c a İstanbul 'un ilk ve sonraki
mekânlar ında aynı potanın içinde er iyen, üst üste gelen, «stra
t u s l a r , yüzeyler m e y d a n a getiren bir m a g m a haline gelen bir
ö z d e n meydana geliyor.
İstanbul 'un bir «göç» odağı olması ç a ğ d a ş bir s o r u n deği l
dir; g ö ç , ç ü n k ü potayı belir leyen en açık ve görünebi l i r olaydır,
kentin tarih öncesine uzanan ve bu kent in mozaikini şeki l lendi
ren bir sorundur.
Bizans kapılarını Latinlere açıyor, Fetihten sonra Fatih Sul
t a n M e h m e t kentin nüfusunu art ırmak için, Belgrat ' tan, Kırım'
d a n , Kafkasya'dan g ö ç m e n l e r getirt iyor.
Ve İspanya'dan sığınan Yahudilerle (1492) İstanbul Kabalacı
l a r a kollarını açıyor, Bizanslı simyacılarının kaçışından sonra.
Etkenler, karışımlar ve değiş imler! Hal böy leyken s imyacı
Nicolas Flamel' in yaşamını değişt i ren destansal bir elyazmasının,
geleneksel olarak İstanbul çıkışlı o lmasına, öyle göster i lmesine
hiç ş a ş m a m a k gerekiyor.
«Kentsel Gizem», yani bir kentin, İstanbul gibi bir m e g a ken
t in (başka bir yorumla, bir kent-kasaba-köy birikiminin) içerdiği
ve d o ğ u r d u ğ u gizemler ile kendi iç g izemi, anlamındaki dey imi
kullandığımızda m u h a k k a k ki b u n u n , bu «olay»ın, ayrıntılarına ve
ayırımlarına varmamız gerekiyor, potayı oluşturan değişik ve fark
lı unsurları saptayıp bunları bir t ü m e bağlamak açısından.
Aksaray' ın ya da Ayasofya'nın içerdiği gizemlerle A n a d o l u
kökenl i g e c e k o n d u ortamlarının taşıdığı g izemler arasında, inanış
ve uygulama, k ö k e n ve işlev açısından farklar vardır ve örneğin,
yüzyıllık tarihini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z d a b u g ü n kimilerinin «nos
taljik» saydığı d ü n s e «kozmopolit» bir k iml ik taşıyan bir B e y o ğ
lu 'nda ne tür gizemlerin gizlendiğini k i m araştırmıştır ki?
Oysa ki Batı 'dan gelenlerin uğrağı ve mekânı paşa konakları
ile birl ikte, hiç kuşkusuz Galata-Pera hattındadır, eski Pera'nın
sonraki B e y o ğ l u ' n u n özel « m a l i k â n e l e r i n d e ve g izemci ler i kabul
eden elçil iklerinde.
Modası g e ç m e k bi lmeyen, özenti ler yaratıp bunları besleyen
nostal j iye hiç bulaşmaksızın gerilere d ö n ü p bazı d a h a genel kav
ramlara dikkat imizi verel im.
Tekrardan yarar çıkar: bir kentin g izeml i , esrarlar taşıyan ve
sihir lerden oluşan bir «şarj», bir «iç güç» taşıdığını kabul edecek
sek - e n azından b u n u bir «araştırma varsayımı» olarak görecek-
s e k - inandırıcı olan, olabilen örnekler d iz ip varsayımı somut laş
t ırma yo luna gitmeliyiz.
Bir kentin her bölgesi ayrı bir kimlik ve nitelik, ayrı bir «hava»
taşır, ister g e ç m i ş i n d e n kalan izler, ister s o n r a d a n gelen ve ö n c e
kilere katılan (ya da önceki ler i örten, silen) katkılarla. S o r u n u salt
bir «yedi tepe» perspektif i içinde d e ğ e r l e n d i r m e k hiç yeterl i deği l
dir, ç ü n k ü «tepe» d e y i p «tepecikler»i u n u t m a m a k gerekiyor. Bu,
genel hatları ile, salt g izem araştırmacısını deği l de, insanbi l imci
yi ve f o l k l o r c u y u , halkbil imcisini i lgi lendirir inanışlara dayandığı
için.
Ö n c e k i iki b ö l ü m d e tanıtmaya ve izlemeye çalıştığımız o
Bat ı 'dan gelenlerin taradıkları bölgeleri bilmiyoruz.- Bi lmiş olsay
dık bu varsayımsal arayışımız öneml i ipuçları kazanmış o lurdu.
Yine de bir genel lemenin boyutları iç inde, İstanbul 'da aradıkları,
ola ki arayıp buldukları «şey» gi tgide belir leniyor.
Denecek ki, bu sayfalarda Bat ı 'dan gelenlere fazlasıyla
ö n e m verdik ancak, kanımızca bunlar da İstanbul 'un bazı g izem
lerini araştır ıyordu ve bu açıdan onlara baktığımızda, birer «anah
tar» kimlik ve işlevini de kazanabilirler, taşıyabilirler.
Bazı bağlantı lara girerek özet lemeye çalışalım:
- Nicolas Flamel, Bursa'daki derviş olabil ir ya da o l m a y a b i
lir fakat s imyacı Flamel' in, sanatının kökenler ini aramak için,
istanbul 'a, Bursa 'ya gelmiş olması (resmi ö l ü m tar ih inden sonra
bile) son d e r e c e d o ğ a l sayılmalı. Flamel s imyanın amaçlar ından
biri olan «Felsefeciler Taşı»nın sayesinde h e m altın y a p m a y ı ,
h e m de ö l ü m s ü z l ü ğ e (değilse de ç o k uzun bir yaşama) ulaşmayı
başarmıştır a n c a k bu ç o k araştıran, ç o k ö ğ r e n e n ve s o n r a d a n
ç o k gezen kişi s imyanın kökenlerinin İslam bi l imcilerine bağlı
o l d u ğ u n u kuşkusuz bi lmekteydi. Hatta ve hatta s imyadaki t insel
ve mistik (tasavvufi) çizgisinin Al Gazali 'nin, t ü m d e n tinsel olan,
«mutluluk simyası»na yakın o l d u ğ u bi l incindeydi belki.
Flamel' in y a ş a m çizgisini değişt i ren, İstanbul 'da b u l u n d u ğ u
söylenen Yahudi A b r a h a m - Avram' ın e lyazmasından b i r ç o k kez
söz ettiysek de içeriğine hiç değinmedik. D e ğ i n m e m i z belki de
bizlere bazı i p u c u verebilecektir.
Yazılış o larak tarihi 1458 d iye verilen m e t i n d e öneri len tek
nik, İngiliz araştırmacısı Francis King'e g ö r e , Hintl i lerin y o ğ a
(Bhakta-Yoga, Tapınma Yogası) uygulamasına yakındır. Şöyle
ki:
- Altı ay s ü r e n bir inzivaya çeki len «magus» (sihirbaz) bu
z a m a n içinde bir «yeniden doğuş»tan geçer ve met indeki tanımla
ma ile, «Kutsal ve K o r u y u c u Meleğinin bi l incine ve sohbet ine»
ulaşır. Harfi harf ine alındığında «magus»un K o r u y u c u Meleği ile
olan tanışması ve ilişkisi bir dost luk çerçevesi iç inde oluşur. S im
gesel olarak değer lendir i ld iğ inde bu tanışma mistik (tasavvufi)
bir süreçtir, «Alt ve üst kimliğin birleşmesi»dir veya «Nesnelle
öznelin birleşmesi» ya da «Evrensel bilinç»e ulaşmaktır.
İnzivadan ve K o r u y u c u Melekle b u l u ş m a d a n sonra kişi (ma
gus) Abra Mel in ' in dörtgenler ini kul lanmaya başlayabil ir. Örne
ğin, aşağıda çıkarılan, ilki «büyük bir def ineyi bulmak», ikincisi
ise «dolu yağdırtmak» için, dörtgenler üzerinde çalışabilir.
1) SEGİLAH
ERALİPA
G Keldanlı larda
İLENLİ Segilah = Hazine
L
A
H
2) C A N A M A L
A M A D A M A
N A D A D A M İbranicede
A D A N A D A C h N M L = Dolu
M A D A D A N
A M A D A M A
L A M A N A C
«Altın Şafak» (Golden Dawn) ö r g ü t ü n d e n M a c G r e g o r Mat-
hers'e göre met indeki bazı dörtgenler tehlikeli bir d o ğ a y a sahip
tirler ve ortada bıraktıklarında duyarl ı kişileri, çocuklar ı ve hatta
hayvanları etki leyip obsesiyonlara (saplantılara) yol açabil irler.
Evrensel Bi l inç'ten yola çıkıp def ineci l iğe ya da doluya var
mak pek yakışık g ö r ü n m e z s e bile Abra Mel in' in kitabı, pratik for
mülleri bir yana, başka boyutlara da açılan bir met in olarak bil in
mektedir, özel l ikle Flamei'e t a h m i n edi lemeyen bir servetle birlik
te ö l ü m s ü z l ü ğ ü (değilse,, ç o k uzun bir yaşamı) kazandırdığına
bakılırsa.
Kitabın ilk sayfasındaki yazıya göre yazarı Yahudi A b r a h a m
- Avram'dır ya da İbrahim. Bir prens, bir h a h a m , bir yıldızbil imci
ve bir felsefeci. Başından beri kitabın rahip ya da yazar (yazıcı)
o lmayanlara yasak o l d u ğ u belirti ldiği gibi b u n a aldırış etmeyenle
re yönel ik lanetler de sıralanmaktadır. A n c a k Flamel' in ve o n d a n
sonra metni kullananların - k i bunların arasında «Altın Şafak»çılar-
d a n Aleister Crovvley'i de katabi l i r i z- üzerinde durduklar ı , çöz
dükler i veya ç ö z m e y e çalıştıkları d iyagramlarda, s imgelerde
yaşam ve ö l ü m ü n gizleri, d o ğ a n ı n ve bi lgel iğin gizleri açıklandığı
kabul edilen bir noktadır, bir gerçektir.
Bu tür gerçekler in sahibi H a m e l ' i n , elyazmasının ortaya çıktı-
— 141 -
ğı söylenen, İstanbul ve Türkiye ile i lgi lenmesi hatta «kaynaklara»
bir d ö n ü ş yapması kadar o lağan bir şey düşünülemez.
Bursa'daki derviş in Paul Lucas'a söylediklerini anımsayal ım:
kusursuzluğa er işebi lmek amacı ile dünyay ı dolaşan yedi dost,
her y i rmi yılda bir seçtikleri bir kentte biraraya gelen yedi dost ve
bunlardan, kimya, s i m y a ve Kabala konularında u z m a n , Fla
mel ' in sahte bir cenazey i nasıl hazırladığını ayrıntılı şeki lde anla
t a n bir bilge...
Kabala d e r k e n de aklımıza bir başka İstanbul y o l c u s u geli
yor: Truva araştırmacısı İspanyol d i n a d a m ı ve u z m a n Kabalacı
R a y m o n d o Lulle!
Kabala en kısa bir tanımlamayla, Kutsal Kitabı, Eski Ahit' i
açıklayan, bir paralell ik kuran Yahudi inancının en ö n e m l i «mis
tik» (tasavvufi) metnidir, Tanrı, insan ve evreni ele a lan, Kutsal
Kitabın gizli y o r u m u n u veren. Kabala'sız bir Yahudi t o p l u l u ğ u
d ü ş ü n ü l e m e y e c e ğ i n e g ö r e , Kabala'yı o luşturan iki kitabın yani
«Sepher Jetzira» (Yaradılış Kitabı) ile «Zohar» (Parlaklık, lşık)ın,
ister 1492'deki g ö ç l e , ister ç o k daha ö n c e d e n , is tanbul 'a gelme
si doğaldır. Kaldı ki Fatih' in korumacı l ığından yarar lanan, İspan
y a ' d a 1391, 1481 ve 1492 yıllarında Engiz isyon'un kanlı gazabına
uğrayan, Yahudi topluluklar ı İs tanbul 'dan başka Roma, C r e m o -
na, Mantova, Padova ve Firenze gibi İtalyan kentlerine sığındıkla
rında Kabala ile ilgili çalışmalarına yeni bir hız v e r m e y e başlıyor
lar.
Ve unutmayal ım ki, Yahudi toplumlar ı ve gizemci ler i bir
yana, Kabala'ya başvurmayan, danışmayan, g i z e m öğret i ler ine
katmayan Batılı u z m a n ya da örgüt yoktur, dinsel inancı ne olur
sa olsun.
Kabala'dan başka bir konuya geçel im, her şey her şeye bağ
lıdır d iyen çizgimizi izleyerek, her şeyi her şeyle bile bile karıştıra
rak.
İstanbul yolcular ından «ölümsüz» Saint-Germain' in, Cagl ios-
t r o ' n u n ve Casanova'nın, bil indiği kadarıyla, D o ğ u gizemci l iğ iy le
pek bir bağlantıları y o k t u , Cagl iostro 'nun Mısır'dan etki lenerek
k u r d u ğ u loca için o l u ş t u r d u ğ u ritüel, geleneksel ay in şekli bir
— 142 —
yana. Ancak ü ç ü n ü , g i z e m c i o lmalar ından başka, b a ğ l a y a n bir
nokta vardır: örgüt a d a m ı olmalar ı Gül-Haç olmaları.
Gül-Haç (Rose-Croix; Rosicrucian; Rosa-Croce) ö r g ü t ü
ülkemizin g i z e m araştırmacıları ve uzmanlar ınca sanki yeni ya da
kısa denilebi lecek bir süre ö n c e keşfedi lmiş bir örgüt tür (saptaya
bildiğimiz kadarıyla Gül-Haç' tan söz e d e n üç kaynak «Bil inme
yen» ansiklopedisi , Sarıkaya'nin «Türkiye Gizemleri» ve hazırladı
ğımız «Uzaydan Geldiler»dir). Oysa ki, y u k a r d a sıralanan (en
azından) üç kişinin, üç g izemcin in istanbul 'a gösterdik ler i ilgi
örgütün, yaklaşık olarak, iki belki de üç yüzyıl ö n c e kent imizde
«operatif» (faal) o l d u ğ u n u gösteren bir kanıt olarak sayılmalıdır.
Türkiye'de, gizemci l ik le i lgilenen ve uğraşan çevrelerde
Gül-Haç deni ld iğ inde akla gelen ilk (ve, bi ldiğimiz kadarıyla, tek)
kişi Metin Kiraz'dır. Kiraz, ç ü n k ü , basında ve yayınlarda bu ö r g ü
t ü n bir üyesi o l d u ğ u n u belirtmiştir.
Gül-Haç, b u g ü n k ü uygulamasıyla, gizli bir ö r g ü t deği ldir,
çeşitli ülkelerde kuruluşları o lan herkese açık ve açık bir ö ğ r e t i d e
bulunan, belirli bir ücret karşılığında üye kabul eden, tanı tmaya
ö n e m veren bir çeşit cemiyett ir.
Başka nedir bu Gül-Haç ö r g ü t ü veya cemiyet i , üyelerine ne
gibi yararlar sağlıyor ve en önemlis i , a m a c ı nedir?
«Rose Croix (Güi-Haç)ın öğret is i mistik olması nedeniyle
d o ğ a l olarak U z a k d o ğ u mist isizmi, suf izm gibi D o ğ u l u mistik
örgütler le aynı paralelde.» d iye açıklıyor Metin Kiraz. «Örgüt ola
rak bunlarla bir i lgisinin o l d u ğ u n u sanmıyorum. A m a öğreti ler i
ç o k farklı deği l , Batı 'da Rose Croix (Gül-Haç) kaynaklı bir başka
gizemli kuruluş da, G o l d e n D a w n (Altın Şafak).
... (Gül-Haç) mistik, okült, parapsikoloj ik, bil imsel, ahlaki, fel
sefi ve benzeri öğret i lere yer veriyor. Bunları aç ık lamam m ü m
kün deği l . Ayrıca, aç ık lamaya yetk im de yok. Zaten açıklamalar,
öğret inin iç inde b u l u n m a y a n biri için anlamsız olabilir.»
1970'lerde Gül-Haç ö r g ü t ü n e giren Metin Kiraz'ın yukarki
açıklamalarına bazı, d a h a ayrıntılı, biigiler ekleyelim ve ilk elden,
ö r g ü t ü n Fransa'daki merkezi taraf ından başvuranlara g ö n d e r d i ğ i
tanıtma broşürüne bir g ö z atalım.
Fransa'daki merkezi Le N e u b o u r g ' d a k i Omonvi l le şatosun
da bulunan, kendin i «dinsel ve tarikatsal o lmayan, uluslararası
geleneksel ve felsefi bir eylem» olarak sunan A M O R C yani «Antik
ve Mistik Gül-Haç Tarikatı» (Ancien et Myst ique Ordre d e s
Rose-Croix)nin 1986 baskı tarihini taşıyan ve bize 1990 yılında
ulaştırılan 36 sayfalık, «Yaşamın Hakimiyeti» başlıklı kitapçıkta ilk
ö n c e ö r g ü t ü n bazı ç o k ünlü üyeleri tanıtılmaktadır. Örneğin,
A l m a n felsefeci ve matemat ikçis i Gottfr ied Leibniz (1646-1716),
İngiliz felsefecisi Francis B a c o n (1561-1626), ç a ğ d a ş felsefenin
başlatıcısı Fransız Rene Descartes (1596-1650), Amerikal ı devlet
a d a m ı , yazar ve bi l im a d a m ı Benjamin Franklin (1706-1790),
Fransız bestecisi Claude D e b u s s y (1862-1918) ve ünlü şarkıcı
«minik serçe» Edith Piaf (1915-1963) gibi .
Broşürün bir inci b ö l ü m ü n d e , özetle, «varolmanın gizemi»
ele alınıyor, «yaşam yolu», «neden bu dünyadayız?», «yazgı t ü m
hareketlerimizi yönet iyor mu?», «bir yaşam planı», « içimizdeki
yaratıcı güçler» g ib i arabaşlıklarla.
İkinci b ö l ü m ü n başlığı « B u l u ş l a r d ı r ve «bilgelik okulları»,
«odunluğun alt ındaki ışık», «deneyler», «sezgi» gibi konuları içer
mektedir.
Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n geleneği ise, M.Ö. 1350 yıl ından ve Fira
v u n 5. A m e n h o t e p ' t e n başlamak üzere, ü ç ü n c ü b ö l ü m d e özet len
mektedir. Ardından 1610 tarihl i «Gül-Haç Kardeşl iği 'nin Ünü» (Fa
ma Fraternitatis Rosea Crucis) ve 1615 tarihli «Gül-Haç Kardeşl i
ğin in İtirafnamesi» (Confessio R.C. Fraternitatis) adlı «klasik» bi l
dir i lerden söz e d i p A M O R C ' u n bir d i n ya da bir tarikat o lmadığı ,
kâr gütmediğ i , siyaset yapmadığı vurgulanmaktadır.
D ö r d ü n c ü b ö l ü m Gül-Haçlar' ın kazandırdığı yararları belirt
mektedir: yaşamı y e n i d e n şeki l lendirmek, içimizdeki güçler i hare
kete geçirmek v.b. gibi .
Ve öğreti konular ı arasında:
- Titreşimler ve etkileri,
- Evrensel bir leşim yoluyla önsezi,
- Zamanın ve uzayın gizleri,
- «Ben»liğin gel işimi,
- Mistik (tasavvufi) yasaların ilkeleri,
- Antik s imgeler in g e r ç e k anlamı,
- Evrensel bil inç ve evrensel bi l inçle i letişim,
- D o ğ u üstatlarının öğret i ler i ,
- Yeniden o l u ş u m , sağlık, yaşamın uzatılması,
- Renkler, d ü ş ü n c e radyasyonlar ı , ses ve ışık üzer inde
deneyler v .b.
Broşürü aldığımız tar ihte A M O R C ' u n Fransız ö r g ü t ü n e üye
o lma ücreti t o p l a m 920 Fransız frankıydı ve i lginçtir ki, ü y e n a m
zetlerinden ne lise, ne de y ü k s e k ö ğ r e n i m sahibi olmaları gibi bir
koşul aranmıyordu ç ü n k ü , tan ı tma b r o ş ü r ü n d e yazıldığı g ib i , «bir
gazeteyi o k u y u p anlayabi len kişi dersler imizin içeriğini ve basit
şekilde sunulan temel gerçekler i anlayabil ir ve yararlanabil ir.»
Bu da üye namzetlerinin kültür düzeyi k o n u s u n d a bir ö l ç ü
olsa gerek!
Çağdaş Gül-Haç ö r g ü t ü A M O R C ' u n San Jose (California)
merkezi taraf ından yayınlanan, ö r g ü t ü n ilk imparatoru(!) H.Spen-
cer Levvis taraf ından hazırlanıp 1918-1972 yılları arasında 22 bas
kı yapan ( M a ç k a Camisinin ö n ü n d e t e z g â h kuran bir eski kitap
satıcısından edindiğimiz) «Gül-Haç Elkitabı» (Rosicrucian M a n u -
al) kuruluş hakkında geniş bi lgi veren bir kaynaktır.
Aile ve iş yaşamıyla ilgili Gül-Haç yöntemler i ; İsa'nın gizli
öğreti leri; ö r g ü t ü n t a m tarihi; kullanılan eski işaretler; Pasifik
O k y a n u s u n u n kayıp kıtası Lemuria; K e o p s Ehramı'nın s imgesel
kehanetleri; başarılan evrensel görev; eski Mısır'dan kalma vera
set ve benzer konularda yayın yapmış olan ABD'deki A M O R C ' u n
Yüce Büyük Locası'nın elkitabında aşağıdaki bilgiler ver i lmekte
dir, özet olarak:
- A M O R C ve teşkilâtı,
- Ç a ğ d a ş bir s imyacı ve laboratuvan,
- Ö r g ü t ü n Büyük Locası 'nın yönetmenl iğ inden bölümler,
- Üyeler için genel bilgiler,
- Mistik simgeler ve anlamları,
—- 145 — istanbul Gizemleri / F: 10
- Öğret i yöntemler i ,
- Haç işaretinin evrimi,
- Yüce Beyaz Loca,
- Gül-Haçlar' ın y a ş a m yasası v .b.
Bol resimli o lan yayında aşağıdaki çizimler de i lginç bir mal
z e m e içermekteler:
- Tapınağın ve locanın planı,
- A M O R C ' u n mühürler i ,
- Mısır s imgeler i ,
- Gizeh'teki b ü y ü k ehram,
- Kabala öğret is in in planı,
- Faust 'un beş köşeli yıldızı,
- Hz. Süleyman' ın m ü h ü r ü ,
- Pratik Gül-Haç simgeleri,
- A M O R C ' u n a b c ' s i ,
- Simgesel sayılar v.b.
K o n u m u z ve k o n u m u z a dahil ett iğimiz kişilerle bağlantılı ola
rak bizi, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a , i lgi lendiren Gül-Haç'ın ç a ğ d a ş kuru
luşu ve her başvurana açık öğret is i deği lse de yukarda, özet ola
rak, g ö z d e n geçird iğ imiz iki kaynağın genel lemede yararlı olabi le
cekler ini düşündük. Ancak, eskiye d ö n d ü ğ ü m ü z d e , g ö z ö n ü n d e
t u t m a m ı z gereken bir nokta vardır: Fransız araştırmacısı Jean
Louis Bernard' ın belirtt iği gibi g e r ç e k Gül-Haç' lar örgüt ten o lan
o y s a bağımsızlıklarını koruyan, g e r ç e k kimliklerini gizleyenler
v e y a kendilerine (Saint-Germain gibi) değiş ik kimlikler uygulayan
lardı.
O ldukça karanlık ve g e ç m i ş e d ö n ü k bir o r t a m d a hareket etti
ğ i m i z d e n bir aydınlığa kavuşabi lmemiz olanak dışı da kalabilir.
Y ine de, Gül-Haçlar' ın Türk iye'de ve İstanbul 'da neler aradıkları
nı t a h m i n etmeye kalkışmadan ö n c e ö r g ü t ü n «geleneksel» tarihi
ne bir göz atalım.
Ö r g ü t ü n geleneksel - o y s a bi l inen, açıklanan herhangi eski
kaynak ve belgeden yeri o l m a y a n - tarihine g ö r e ilk çıkış Mısır
gösteri l iyorsa da Gül-Haç' ın ilk izlerine 1597'de rastlıyoruz. O yıl
adı belli o l m a y a n bir s imyacı, Avrupa'nın bazı ülkelerini gezip,
amacı s imya üzerinde çalışmalar olan bir cemiyet i k u r m a y a çalışı
yor. 1614'te, Almanya'nın Cassel kent inde, «Dünyanın genel
reformu» adlı çalışma ve eki o lan «Kardeşliğin Ünü» yayınlanıyor
ve ö r g ü t ü n tarihi ilk kez açıklanıyor, k u r u c u s u o l d u ğ u söyleni len
14. yüzyıl A lman soylusu Christ ian (Hıristiyan) Rosenkreuz
(Gül-Haç)ten söz ediliyor.
1378'de bu destansal Rosenkreuz, Yunancayı ve Latinceyi
ö ğ r e n m e k üzere, bir keşişle birl ikte, Kıbrıs'a ve K u d ü s ' e geçiyor.
Keşiş Kudüs' te vefat edince 16 yaşındaki Rosenkreuz, Arabis
tan'a gidiyor ve adı «Damcar» olan bir kentte oranın bi lgeleri ile
temas kuruyor, aydınlanıyor ve aldığı bi lgi lere dayanarak öğret is i
nin temeller ini atıyor.
İspanya'da da bulunan A l m a n soylusu 150 yaşındayken, giz
l i ö r g ü t ü n ü kurduktan ve etrafına b i rçok öğrenciy i topladıktan
sonra, ülkesinde ölüyor. 1604'te mezarını a ç a n bir Gül-Haç için
de gizemli yazıtlar ve altın harflerle yazılmış bir kitabı buluyor.
Öyle der ö r g ü t ü n geleneksel tarihi.
16. yüzyı ldan b u g ü n e kadar Gül-Haç ö r g ü t ü çeşitl i safhalar
d a n geçiyor, z a m a n z a m a n Protestanların z a m a n z a m a n Katolik
lerin etkisi alt ında kalıyor, 1785'te ise Avusturya 'da yasaklanıyor.
Bazı Batılı araştırmacılarına göre, Gül-Haç ö r g ü t ü Seyyid
Abdülkadir Geylani 'nin «Kadirilik» tarikatı ile bazı benzerlikler gös
termektedir. Yine Batılı o lan başkaca g i z e m tarihçi lerinin y o r u m u
na bakılırsa Gül-Haç' ın temel inde tasavvuf yatmaktadır.
«Simyacılara göre haçın anlamı ışıktır» der A r k o n Daraul
dolayısıyla Gül-Haç' ın anlamı Gül 'ün Işığı da olabilir. Şayet bu
böyleyse Abdülkadir Geylani 'y i izleyen aydınlatılmışların Arap
öğretisiyle i lginç bir paralellikleri ortaya çıkabilir. Geylani 'nin 12.
yüzyı lda B a ğ d a t ' t a k u r m u ş o l d u ğ u pratik tasavvuf y o l u n u n adı
«Gül'ün Yolu» (Sebil-el-Ward) idi... Fakat Gül-Haçlar' ın ' inisiyas-
y o n ' törenler i ve başkaca noktalar (tinsel simyanın dışında)
Gül 'ün Yo lu 'nu izleyenlerin öğretisi ile pek uymuyor.»
Orta Çağ' ın Gül-Haçlar' ı Arş imed' in aynaları ile uğraşır,
B a c o n ' u n robot lar ı ile ilgilenir, s ö n m e y e n ateş ve sonsuz devin
genlikle, ar i tmetikle, d o ğ a n ı n müziği ve u y u m u ile geometr i ve
kehanetlerle m e ş g u l olurlardı.
1622 yılında Paris' in duvarlarına asılan ve Gül-Haç kardeşleri
nin Büyük Kolej i 'n in imzasını taşıyan « m a n i f e s t o s u n a , kısaca
baktığımızda ne g ib i vaatlerle karşılaşıyoruz?
- Kardeşlerin, yanlışl ıklardan ve ö l ü m d e n insanları kurtar
m a k amacıyla bulunduklar ı ülkelerin dil lerini konuşabi lmek, aç ve
susuz kalmamak, yaş lanmamak, d o ğ a n ı n t ü m gizlerini açıklayan
kitabın bi lgi ler inden yararlanmak.
Ancak, salt m e r a k yüzünden Gül-Haçlar' la t e m a s etmek iste
yenler onları h içbir z a m a n göremeyeceklerdir . Buna karşın kar
deşl iğe üye olanlar veri len sözlerin nasıl yerine getir i ldiğini göre
ceklerdir.
Gizemin araştırmacıları ve tarihçileri, özell ikle Batı'da, Haçlı
Seferlerinden ve Tapınak Şövalyeleri ile Batini Hasan S a b b a h ara
sındaki i l işkilerden başlamak üzere, İslami öğreti ler inin, İslam
gizemci l iğ inin Bat ı 'daki örgütler i , kuramları ne denl i etki lediklerini
araştırdılar ve araştırıyorlar. Siyasal p lat formda ve inançsal u y g u
l a m a d a sanki karşı karşıya gelip çatışan M ü s l ü m a n D o ğ u ile Hıris
t iyan Batı ortak noktalarını her iki tarafın «mistik» (tasavvufçu) çiz
gis inde buluyor. Fransız Rene Al leau'nun vurguladığı g ibi , işin
ö z ü tarihsel o laylarda veya yazılı kaynaklarda deği l de «mistik»
gizemcil iğinin, örgütsel ve gizli gizemcil iğinin, t insel yaşamını kut
sal bir geleneğe bağlarken, kullandığı s imgelerde, strüktür lerde
ve ay in şekil lerindedir.
Bu b a ğ l a m d a , ilk Gül-Haç ö r g ü t ü n ü Kadirilik etki lemiş o labi
lir, Gurdjieff tasavvufun ağırlığını hissetmiş olabilir ve paralell ikler
aradığımızda, «mistik» ya da evrenbil imsel g i z e m c i d ü ş ü n c e s i n
de, İhvanu's-Safa o k u l u n u n Risaleler'ine kadar varabil ir iz en azın
d a n konusal olarak.
Fa'kat, s o r u m u z a dönerek, İstanbul 'a gelen, İs tanbul 'dan
g e ç e n her Batılı g i z e m c i (ister «üstat», ister araştırmacı), G ü l -
Haç olsun ya da T h e o s o p h e olsun, eksikl iğini d u y d u ğ u , bi lgisine
- 148 —
eklemek istediği İslami bir d ü ş ü n c e n i n peşinde midir?
Doktor Faust 'un, bir «astral», bedensiz y o l c u l u ğ u n d a İstan
bul 'dan geçt iğini d a h a ö n c e g ö r d ü k . Benzer bir y o l c u l u ğ u n bir
başka örneği ise 18. yüzyıl şeyhler inden M e h m e t K a r a g ö z ' ü n
yaşam ö y k ü s ü n d e karşımıza çıkıyor, bir çeşit D o ğ u l u Batılı «ma-
gus», g izemci karşılaştırması olarak.
Mehmet K a r a g ö z ' d e n söz e d e n bir kaynak A r k o n Daraul 'un
«Cadılar ve Büyücüler» (VVitches a n d Sorcerers, 1965) adlı kitabı
dır ve bu kaynağa g ö r e :
- M e h m e t Karagöz 17. yüzyı lda Tatar istan'da d ü n y a y a geli
yor, babası bir samandır. Türkçe k o n u ş a n g e n ç M e h m e t , Buha-
ra'da, Semerkant ' ta, Kaşgar 'da bulunuyor, bir bi lginin benimse
yebi leceği, bağlanabi leceği bir öğret in in arayışı içindedir. Yıllarca
D o ğ u ' y u gezer Karagöz, sayısız bilginler, bilgeler ve gizemci ler
ile tanışır, Hindistan'a kadar uzanır fakat aradığını bulmaz, özellik
le Hindistan'da sergi lenen oyunlara kanmaz.
1760'lardan sonra Karagöz m e k â n olarak Arnavut luk 'u
seçer, oraya yerleşir ve orada bir hek im, bir bi lge olarak ünlenir,
etrafına öğrenci ler toplar.
M e h m e t K a r a g ö z ' ü n İstanbul'a b e d e n e n gel ip gelmediğ in i
açıklamıyor yazar-araştırmacı Daraul fakat i lginç bir olayı nakledi
yor: Karagöz' le g ö r ü ş m e k isteyen Sultan (Sultan'ın adı veri lmi
yor oysa, b ü y ü k bir olasılıkla, 3. Mustafa olabilir) o n a bir elçi g ö n
deriyor. Karagöz ise, k o n u y u elçi ile konuşmaktansa, üç saat
b o y u n c a odasına çeki l iyor ve çıktığında elçiye «Sorun halledildi,
sultanla şahsen görüştüm» der.
Şaşkınlığa kapılan İstanbul'a d ö n d ü ğ ü n d e ve sultana Meh
met Karagöz 'ün bir sahtekâr o l d u ğ u n u söy lemeye hazırlandığın
da padişah kendisine Karagöz' le yüz yüze k o n u ş t u ğ u n u bildirir.
Kesin bir yanıt v e r m e k olanaksız ise de g ö z d e n geçirdiğimiz
örneklerin bazıları (Gurdjieff, Sebottendorf) ve dış davranışları,
«dünyasal» faaliyetleri ne olursa o lsun, Gül-Haç üçlüsü ( S a i n t -
Germain, Cagl iostro, Casanova) ile s imyacı lardan Flamel için
öyle olması gerekiyor.
— 149 —
Ya diğerler i , ya «Theosophie»nin kurucusu M a d a m e Bla-
vatsky?
İlginçtir ki, D o ğ u ve U z a k d o ğ u gizemleri ile ç o k yak ından
ilgilenen, Hint ve Budist öğreti lerinin etkisi altında kalmış o lan
Helena Petrovna bir «İslam Bilinci» ne varmış gibi g ö r ü n m ü y o r .
Tanrıbilgelik öğret is inin açıklandığı «Tanrıbilgeliğin Anahtarı» (La
Clef de la T h e o s o p h i e , Paris baskısı 1895) adlı çal ışmasında Bla-
vatsky, köken ve kaynaklar ından söz ett iğinden, Neo-Ef latuncu
A m m o n i u s Saccas' ı , Budizm' i , Hintli lerin Vedantalarını, Babi l 'de-
ki Hahamları, F i tagoras ve Konf içyüs'ü, Plotinus ve İsa'yı, Kutsal
Kitabı ve Kabala'yı sayıyorsa da İslama ait hiçbir kaynağı dahi l
etmiyor. Blavatsky'nin k u r d u ğ u felsefi-inançsal akımının b a ş u c u
kitaplarından sayılan Fransız Edouard Schure'n in «Büyük İnisiye-
ler» (Les G r a n d s İnities, 1926) ise Krişna, Rama, Musa, Eflatun,
Phytagoras, Or pheus, H e r m e s ve İsa'yı içermekle yet in iyor (o
kadar k i Türkçeye çevr i ld iğinde Hazreti M u h a m m e d s o n r a d a n
etki lenmiştir).
Gizemci, g izem k u r u c u s u ve g izem araştırmacısı malzemesi
ni di lediği ve kendi d ü ş ü n c e s i n e en yakın g ö r d ü ğ ü k a y n a k t a n
alır. Bu özgür bir yöntemdir , kendi gizini iç inde taşıyan bir y ö n
t e m . Kimi belirli bir geleneğe bağlı kalır (Mısır, Eski Ahit, B u d a '
nin yazıtları, Yeni Ahit v.b.) kimi de, d a h a d o ğ r u bir yo lu seçerek,
Yahudi-Hıristiyan çizgisi ile yet inmeyerek İslamı da inceler,
yorumlar, etkisini hisseder. Tıpkı cetvelini t u t m a y a çalıştığımız
ç o ğ u istanbul ziyaretçi lerinin yaptıkları g ibi .
SEKIZINCI BÖLÜM
İSTANBUL BÜYÜLERİ
Bir kentin g izemsel, sihirli panoramasını ç izmeye kalktığımız
da ve gizli d iye bi l inen - o y s a ortada açık açık p a z a r l a n a n - bi l im
ve sanatlarına d e ğ i n d i ğ i m i z d e «büyü»den ve «büyüler»den de
söz etmemiz gerekiyor ç ü n k ü «büyü» g izemin kaçını lmaz ve ayrıl
maz bir parçasıdır. Ve sihirle uğraşan sihirbazın, «maji»yi uygula
yan «magus»un alanıdır. Niyetleri, nedenler i ve sonuçlar ı ne olur
sa olsun.
İyi de nedir bu «büyü»?
«İyi veya k ö t ü bir s o n u ç a lmak için tabiat öğeler ini , yasaları
nı etki lemek ve olayların olağan düzenler in i değişt i rmek için girişi
len işlemlerin t o p u n a birden büyü diyoruz,» diye açıkl ıyor Pertev
Naili Boratav. «Bu anlamı ile kel imenin kavramı geniş lemiş olu
yor; d e y i m Fransızcadaki magie kel imesinin bil im di l indeki kulla
nılışını karşılıyor. Halk di l indeki büyü d a h a dar bir a landa kalan
işlemler için kullanılır. Bir kimseyi sevdiğ inden s o ğ u t m a k , d ü ş m a
nını hasta d ü ş ü r m e k veya ö l d ü r m e k için yapılan ' k ö t ü b ü y ü ' , bir
kişide karısına karşı sevgi uyandırmak ya da evine bağlılık sağla
m a k için yapılan ' o l u m l u ' b ü y ü ( m u h a b b e t tılsımı) gibi.»
Ç a ğ d a ş g i z e m araştırmacılarımızdan kimisi maji ile b ü y ü ara
sında kesin bir ayırım ve d e ğ e r l e n d i r m e d e n yanadır. K o n u n u n
uzmanlar ından Kemal M e n e m e n c i o ğ l u , örneğin, ayırımı bu şekil
de açıklamaktadır:
«Büyü ile maj i aynı şey değildir. Tek ortak noktaları, ikisinin
— 151 —
de geleneksel kaynaktan gelmesi . Maj ide esas, bilinçli d a v r a n
maktır. Bu bil inç, çevredeki kanunları iyi b i lmeye ve ruhsal tekâ
m ü l ü ö n e a lmaya dayanır. B ü y ü c ü k l ü k t e ise alt seviyede varlıkla
rı kullanarak, menfaate yönel ik işler yapmaktır . Fizikötesi aracılı
ğıyla yapılan g a y r i m e ş r u işlemlerin ç o ğ u ağır bir bedel karşılığı
ile yapıldığı ve b ü y ü c ü n ü n korunmasız o l d u ğ u bir a n d a e g e m e n
o l m a y a çalıştığı varlıkların geri t e p e c e ğ i söylenir. Bu t ip uğraşta
olanların feci sonlarını z a m a n z a m a n duyuyoruz.»
Böyle bir y o r u m a g ö r e «maji» üstün bir uğraşıdır (ki, k u ş k u
suz, öyledir), «büyü» ise ilkel, halk t ipi ve tehlikelidir. T e m e l d e bir
y o r u m ve kavram karışıklığı o luşuyorsa da bu, kanımızca, T ü r k ç e -
de kullandığımız bazı karşıl ıklardan kaynaklanıyor. Örneğin: «Ka
ra Büyü» veya «Ak Büyü» d e d i ğ i m i z d e b u n u n İngil izce ve Fransız
ca karşılığı «Black M a g i c - Magie Noire» ile «VVhite M a g i c -
Magie Blanche» o luyor ki, burada, «maji»yi - b u bağlam i ç i n d e -
«büyü» diye çevir iyoruz. Yine İngil izce ve Fransızca di l ler inde kul
lanılan, «magus» ile basit ya da «kötü niyetli» b ü y ü c ü y ü ayırt
etmeye yarayan, sözcükler varolmaktadır «Sorcery - Sorcel le-
rie», «Sorcerer - Sorcier (veya VVarlock)», «Witch - Sorciere»
gibi . Ayırım, böylece, ilk baştan kullanılan sözcükten ve o n a b a ğ
lanılan a n l a m d a n çıkıyor. Bir «kademe» s ö z k o n u s u o l d u ğ u n d a n
da üst k a d e m e d e «magus»u, «maji» sihir ile uğraşan sihirbazı, bir
sonraki k a d e m e d e ise «Sorcerer»ı, b ü y ü c ü y ü bulmuş oluruz.
Sihirle uğraşan sihirbaz hiç kuşkusuz ki, büyüsel işlemlerle
de uğraşacaktır, kuramların, öğreti ler in uygulamasına g e ç e c e k t i r
ve basit ve ilkel o landan en karmaşık ve t insel olana dek. Ve b u n
da, genelde, ahlaksal ayırım ve değer lendirmeler gözetmeks iz in
ç ü n k ü , bi l indiği g ibi , s u ç araçta aranılmaz kul lananda aranılır.
Sihirde b ü y ü de öyledir, tarafsız bir sanat ve bir tekniktir, ö y l e
olması gerekiyor ve kul lanım alanına g ö r e o lumlu veya o l u m s u z
olur, sayılır.
«Çoktanrıcı d in lerde o l d u ğ u gibi, tektanrıcı dinlerde de b ü y ü
nün varlığına, etkisine inanılır.» der ismet Zeki E y u b o ğ l u . «İslam
dini, b ü y ü c ü , b ü y ü c ü l ü ğ ü suç sayar, yasaklar. İslam anlayışına
göre, b ü y ü y a p m a k , tanrının işine karışmak, o n u n buyruklarının
yolunu değişt i rmeye çalışmak demekt ir . B u n d a n dolay ı b ü y ü yap
mak, din bakımından suç işlemektir. Bundandır İslam dinini ç o k
iyi bilenlerin b ü y ü d e n kaçışı, b ü y ü yapıp yaptırmayışı.»
Eski Ahit ' te, Peygamberler Tar ih i 'nde M u s a da b ü y ü y ü
yasaklamakta, büyücülere karşı savaş a çma ktadı r a n c a k aynı
Musa, Mısır 'dayken, sihirbaz ve b ü y ü c ü Firavun' la karşı karşıya
geldiğinde mücadeles inde «mucizeler» yaratıyor. Birinin yaptığı
«büyü» diğer inin yaptığı ise «mucize»dir, öyle sayılıp değerlendir i l
mektedir, «nüans» farkları ile.
İnsanoğlu yasak olana karşı eğilimlidir, en azından bir karşı
k o y m a eylemi olarak. Cahil insan, kendi d in in in buyruklarını bil
meyen insan ise büyüsel işlemlere başvurmaya ve bunlara u m u t
bağlamaya d a h a da eğilimlidir, özellikle buhranl ı , olaylı, sıkışık
d ö n e m l e r i n d e ve aklına herhangi başka bir çare ge lmediğ inde.
Burada «İstanbul büyüleri» dediğ imizde ve bu «büyü» k o n u
sunu d a h a kapsamlı «gizemler» konusuna dahi l ett iğ imizde a m a
cımız nedir, ne olabilir? İstanbul 'a t ü m d e n ö z g ü büyüsel işlemler
d e n , b ü y ü d e bir İstanbul ge leneğinden söz edebi lmemiz olası
mı?
Baştan bel irtel im ki, geniş anlamda, bir İstanbul geleneğin
d e n söz e d e b i l m e m i z pek olası deği ldir ç ü n k ü , bir genel lemeye
gitt iğimizde, büyüsel inanışın, büyüsel işlemin katıksızca bölge
sel olabi l iyorsa da salt kentsel olabi lmesi zordur. Kentsel olabi l
mesinin, öy le sayı labilmesinin tek olasılığı belirli bir kentin hudut
ları iç inde yer alması, o kentte bu tür işlem ve uygulamalarda
bulunanlar taraf ından yine aynı kentte olan başkalarına veya baş
kalarının isteği üzere yapılmasıdır. Kaldı ki, bir insan, töre, inanış
ve inanç m o z a i k i n d e n oluşan İstanbul gibi bir k o c a m a n kentte
kesin ayırımlar her zaman yanıltıcı ve sakıncalı olabilir.
Bu y ü z d e n d i r ki, amacımız İstanbul gibi bir kentin iç inde hal
ka d ö n ü k , halkın «tüketimi» ne sunulan büyüsel inanış ve uygula
malara değinmekt i r , bunların kaynak ve örnekler ini , benzerlerini
araştırdığımızda yeniden kent dışı yol lara d ü ş m e k pahasına.
— 153 —
H e m halka d ö n ü k büyüsel işlemler d e d i ğ i m i z d e hiç unutmamal ı
yız ki, bunların merakl ı tüketicisi ve izleyicisi salt halk değildir,
bil inçli sayılan bir «mutlu azınlık» da, ister «eğlenmek,» ister «ay
dınlanmak» için bu tür sanat ve bi l imlere başvurmaktadır.
Gizemli ve k imine göre büyüleyic i kent İstanbul 'da, yasal
olarak suç, dinsel o larak günah olsa da o lmasa d a , büyüsel
işlemlerin yapılması - d ü n y a n ı n herhangi başka uygar kentlerin
d e o l d u ğ u g i b i - o l a ğ a n , doğal v e hatta hatta gelenekseldir.
İstanbul basınında «büyücü» ilanlarına rastlanılmaz, suça
kanıt teşkil e d e c e ğ i n d e n . A m a yabancı basının g i z e m konularına
yönel ik yayınlarında neler neler ç ıkmaz karşımızda!
Örneğin, istanbul (evet) Sihirbazı Zanett i , manyet izmacı , giz
l i bil imler uzmanı, k ö t ü telkinlere karşı tılsım ustası (Mi lano); t ü m
çağların en eski ve g ü ç l ü tılsımı olan A d a m o t u n a ( m a n d r a g o r e )
sahip Maıtha t ü m d u y g u s a l , e k o n o m i k ve sağlık sorunlarınıza
çare bulur (Mi lano); cadılar atölyesi (Folkestone, İngi ltere); pra
tik ve dışrek büyüler (Durham, İngi ltere); büyücülük le başarıya
er işmek (Nijerya); Kelt b ü y ü c ü l ü ğ ü (Hampshire, İngi l tere); kara
b ü y ü , tılsım, ak b ü y ü uzmanı Gabrielle van Zyl (Leeds, İngiltere)
v.b.
İstanbul 'un b ü y ü c ü l ü k tarihine, büyüsel geçmiş ine bir göz
attığımızda bir dizi uzmanlarla karşılaşırız: c in ve perilere söz
geçirebi len Karagümrük lü Ejder Baba, evde kalmış kızlara kıs
met bulan Kasımpaşalı Sülüklü Ali, şifacı Eyüplü Yamalı Nuri ya
da ç o c u k l u ğ u n d a peri ler tarafından kaçırıldığı söyleni len Beykoz-
lu Köse Hoca gibi . Artı Osmanlı tar ih inde kendine bir sayfa ayı
ran ünlü Cinci H o c a .
Profesyonel b ü y ü c ü , niyeti ne olursa olsun, hangi yöntemle
ri kullanırsa kullansın, ne gibi bir etiketi yapıştırırsa yapıştırsın
kendine «afişe» o l m a k t a n çekinir, başını her tür b e l a d a n kurtul
mak ve takibata u ğ r a m a m a k için. A n c a k b ü y ü n ü n , gizli bi l im ve
sanatların o lumlusu (ak) nerede başlar, o lumsuzu (kara) nerede
biter?
«Bilinmeyen» ansiklopedisine göre 80'l i yılların başında İstan
bul 'da:
- Fatih
- Eyüp
- Gaz iosmanpaşa
- K ü ç ü k k ö y
- Zeyt inburnu
- Haznedar
- Bakırköy
- O k m e y d a n ı
- Şişli
- Mecid iyeköy
- Feriköy
- K ü ç ü k ç e k m e c e
- Sarıyer
- Çengelköy
- Kanlıca
- Kartal
- Yakacık
- Tuzla
gibi semtlerde, yaklaşık olarak, 300-400 kadar «üfürükçü» barınır-
dı, Fatma Bacı 'dan Ünzile Bacı'ya, A b d u r r a h m a n H o c a ' d a n
Fatih H o c a ' y a v.b., kimi şifacı olarak bil inen, kimi muskalar
yazan.
Büyü, üfürükçülük, muska, tılsım değiş ik gibi g ö r ü n e n u y g u
lamalar ise de temelleri aynıdır, gizli bi l imlerin ve sanatların - n i
yetleri değiş ik de o l s a - kapsamına girerler, çareler gibi sunulur
ve çareler gibi benimsenir.
«Bir inancın dışa vuruşu, uygulanışıdır büyü,» der İsmet Zeki
E y u b o ğ l u . «Bu y üzden, okumakla, eğit imle bağlantılıdır. Bilgi
bakımından aydınlanma düzeyi ne denl i yüksek olursa, o ö lçüde
başkalaşma, u y g u l a m a değişikl iği g örü lür büyülerde.» Ve Eyu-
b o ğ l u ' y a göre: « İstanbul 'un varlıklı yöreler inde, Şişli, Nişantaşı,
M a ç k a kesimler inde b ü y ü pek görülmez.»
A n c a k 70'li yılların ortalarında i fade edilen bu son g'örüşün
pek geçer l i o l d u ğ u söylenemez. Kaldı ki, o d ö n e m için de geçerl i
— 155 —
deği ld i ç ü n k ü , saydığı kesimlerde, «büyücü» sayısı azınlıkta idiy
se de «büyü» meraklısı, g i z e m meraklısı, «metafizik» meraklısı
kişilerin - i s t e r varlıklı, ister orta sınıf- sayısının az o l d u ğ u pek
düşünülemez. Bu işler, ilkin, fal merakı ile başlar sonra dallanır,
budaklanır ve gerekt iğ inde, başka «yasak» yönlere kayar.
Ç a ğ d a ş insanın iç çatışmaları, inançsal eksiklikleri kişiyi enin
de s o n u n d a bi l inmeyene, gizli ve giderek yasak olana iter, ister
inansın, ister inanmasın. Üstelik kültür düzey ine pek bakmaksı
zın. Kişiyi «üstün» veya «ilkel» metafiziğe, d o ğ a ötesine iten salt
bilgisizlik, y a ş a m koşulları, çaresizlik, güvensizl ik ya da töreler,
tabular ve inanışlar, batıl inanışlar deği ldir: hırsları, ihtirasları, duy
guları, duygusuzluk lar ı ve tatminsizl ikleri de katmamız gerekiyor.
Böylece her çeşit g izemin, ister soylu, ister soysuz her z a m a n
bir alıcısı varoluyor, a m a meraklı a m a d e n e y i m c i a m a ne olur ne
olmazcı.
T ü m d e n çağdaşlaşmak, teknoloj ik, us'sal bir uygarlığı
benimsemek, nimetler inden yarar lanmak bile, bir noktadan s o n
ra yeterli o l m u y o r ve bi l inmeyenlerin kapısına v u r m a y a başlıyo
ruz.
«Evet, mistik insanlarız, bi l im y ö n e t m i y o r bizi ya da y ö n e t m e
ye yetmiyor, gizemli güçlere sığınmak z o r u n d a kalıyoruz. B u n u n
la övünenler b ü y ü k bir ç o ğ u n l u k oluştururlar.» d e r Melih Cevdet
Anday.
B ü y ü c ü l ü ğ ü n ve b ü y ü n ü n ne ülkesi vardır, ne de kıtası;
uygulamaları , amaçlar ı , formüller i , reçeteleri ve «renkli» malzeme
si ile t ü m d e n evrenseldir. Tarihi insanoğlunun tarihi kadar eski
dir, belki de d a h a da eski. Dünya tarihinde, uygarl ık tar ih inde her
z a m a n bir yerdedir, ister arka planda, ister ön planda. Bir «bilin
meyen kaçınılmaz»dır adeta ve z a m a n olur ki - metafiziksel bir
furya h a l i n d e - yeniden diri l ip g ü n d e m d e kendine bir yer edinir.
Orta Ç a ğ ' d a öy le o ldu, 18. yüzyılda, 19. yüzyıl ın ikinci yarısında,
60'lı ve 70'li yılların Batılı ülkelerinde ve 80'l i, 90'lı yılların Türki
ye's inde.
«Büyü P a t l a m a s ı n ı , «Kadınca» dergisi iç in araştıran O y a
Özdi lek-Candan Aslanbay ikilisinin ifadesi ile:
«Kaşıklar birbir ine ters bağlanıyor, m u m d a n insan suretleri
çıkarılıyor, sabunlara iğneler batırılıyor, çeşitl i ot lar kaynatıl ıyor,
muskalar yazdırılıyor, mezarlıklar dolaşılıyor... B ü y ü c ü l e r ruhlar
la, cinlerle irt ibatta olduklarını söylüyorlar.»
Ya bu pat lamanın nedeni?
«... e k o n o m i k sorunlar, değer yargılarının değişmesi , sevgi
sizlik, güvensizl ik ve s o n u ç t a insanların kendilerini çaresiz hisse
derek d o ğ a ü s t ü ya da bi l inmeyen güçlere sığınmaları.»
Ve bu d u r u m d a her şey «büyü» oluyor, her u y g u l a m a ve «ic
raat» büyüsel, gizemlerle uğraşan her kişi bir «büyücü.»
Batı 'daki, hatta U z a k d o ğ u ' d a k i gelmiş g e ç m i ş örneklere bak
tığımızda hiç ş a ş m a m a k gerekiyor, aksine d u r u m u o lağan ve
d o ğ a l ve de i lginç kabul ederek. .
Gizem evrensel ise ve belirli d ö n e m l e r d e , t o p l u m s a l - e k o n o -
mik buhranlarda patlıyorsa ülkemizdeki, kent imizdeki belirtileri,
yansımaları bu ışığın altında değerlendir i lmel i .
A n a d o l u insanı, kültürden kültüre, b ü y ü meraklısıdır, b ü y ü -
süz bir yaşamı nerdeyse d ü ş ü n e m e z . İslam ve İslam öncesi Ana
d o l u bir başka büyüler ortamıdır, her kaynaktan gel ip yerleşen,
değişen, kaynaşan inanışlarla. Sonra bir geçiş y o l u olan Anado
lu'dan - v e d e T r a k y a ' d a n - b ü y ü gelir is tanbul 'a yerleşir,
Bizans'a yerleşt iği gibi. Yerleştiğinde de dağılır, kırsal a landan
geleni aşar kent soylulara g iderek «seçkin» d iye bil inen kesite
varır.
Bunda belki d e , ilk başta, en ç o k şaşıran kent in kenar mahal
lesinde «icraatını» sürdüren b ü y ü c ü ya da falcıdır, yeni, alışık
olmadığı «düzeyli» bir müşteri ile karşılaştığında. Şaşkınlık - v a r
sa böyle bir o l a y - geçicidir ç ü n k ü profesyonel ve deneyiml i bakı
cı önemli olanın karşısına g e ç i p medet bekleyenin g ö r ü n ü ş ü
değil de içi o l d u ğ u n u bilir. Başı ör tü lü olsun ya da en son m o d a
markalı bir «jeans» giymiş o lsun temelde pek bir fark yoktur ve
bu yüzdendir ki, bakıcı b ü y ü c ü tekniğinde, malzemesinde hatta
— 157 —
bi lgis inde bir değişik l ik y a p m a k zorunda olmuyor. Bir kaçını lmaz
n o k t a d a düzeyler bir leşiyor ve tanımlandığında «ilkel» o lan «otan
tik» oluyor, «otantik» o l u n c a da sanki bir başka g ö r ü n ü m kazanı
yor.
D ö n e m b ö y l e c e bakıcıyı, b ü y ü c ü y ü yücelt i lmiş oluyor, sanki
onsuz o l a m ı y o r m u ş g ib i , en son çare veya tek çare o y m u ş gibi,
sanki bir b ü y ü d e n hayır gelecekse b u n u n hayırı salt bir kişiden
( ç o k konuşulan, ç o k müşterisi olan, medyalarda kendine bir yer
edinmiş, zamanla yazarl ığa bile soyunan) gelecekmiş g ib i .
D ü ş ü n c e şekli ve uygulama büyüsel inanışları çağdaşlaş
m a k t a n ve y ü c e l t m e k t e n ç o k başvuranları - a m a farkına varsın
lar, a m a v a r m a s ı n l a r - Orta Çağ'lara yanaşır bir karanlığa itiyor.
Sorun, sonuçta, bir i l im-bilim-sanat değildir; bu i l im-bil im-sa-
natın, bu «bil inmeyen» oysa kullanılanın tut tuğu yol ve g ö r d ü ğ ü
«ilkel» ilgidir.
Ak Büyü, o l u m l u b ü y ü , amacı «iyi» olan büyü ne için yapılır?
Çeşitleri adeta sayısızdır; ai lesinden kopan erkekleri ya da
kadınları d o ğ r u y o l a ge t i rme k için; sevgi kazanmak için; uzakta
olan birinin d ö n ü ş ü n ü hızlandırmak için; murad için; k ö t ü , kara
bir b ü y ü y ü b o z m a k için v.b.
Bunlardaki niyet «iyi»dir, öyle görünür, öyle gösteri l ir ancak,
sonuçta, uygulanan işlem da ima bir zorlamadır, bir kişinin başka
bir kişiye yönel ik duygular ını baskı alt ında tutmak, zor kul lanarak
yönlendirmektir . Ve biri için o lumlu g ö r ü n e n d u r u m , b ü y ü n ü n
hedefi o lan, başka bir inin açısından o lumsuz hale gelebil ir, getir i
lebilir b ü y ü «tuttuğunda.»
Kara Büyünün, o l u m s u z ve «kötü» b ü y ü n ü n çeşitleri de bir o
kadar - h a t t a d a h a ç o k çeş i t l id i r- ç ü n k ü Kara B ü y ü n ü n a m a c ı
duygusal deği l de maddid i r , t ü m d e n dünyasaldır, hırslara, arzula
ra, iç imizdeki kara güçlere, isteklere bağlıdır. Kara B ü y ü , örne
ğin, bir kimseyi k o n u ş a m a z hale get irmek, dilini b a ğ l a m a k için
yapılır; birinin erkekl iğini bağlamak, bir düşmanı zararsız hale sor
mak, ortadan kaldırmak, bir inden int ikam almak, itibarını sars
mak, zedelemek için yapılır. Haksız kazançlar ed inmek, yasak
— 158 —
aşklar yaşayabi lmek için de Kara B ü y ü y e başvurulur ya da kırsal
bölgelerde, k o m ş u n u n haşatını bozmak, hayvanlarını ö l d ü r t m e k ,
yangın ç ıkarmak için.
Büyüsel işlemlerin bir yanı yarar-zarar iki lemi üzer inde kurul
d u ğ u gibi bir başka yanıysa, muska, tılsım, b o n c u k gib i araçları
kullanarak, korumaya, bir çeşit metafizik garant iye yönelikt ir.
İstanbul 'da kullanılan, kullanılmış olan, çeşitl i kaynaklardan
edinilen, kimi Anadolu kökenl i , kimi Trakya çıkışlı k imi de - A n a
d o l u y o l u y l a - O r t a d o ğ u ' d a n veya U z a k d o ğ u ' d a n g e l m e bazı
büyü formül ve tekniklerine bir göz atmak, bunları Batı kaynaklı
olarak göster i len (ancak ortak bir geleneksel b i lg iden çıkan) ben
zerleri ile karşılaştırmak ç izmeyi amaçladığımız bu kentsel g izem
panoramasına, kanımızca i lginç bir m a l z e m e katacaktır. Ve mal
zeme d e r k e n ilk ö n c e büyülerde kullanılan, kullanıldığı söylenen
enva-i çeşit malzemelere bakal ım.
B ü y ü y a p m a k için neler kullanılmıyor ki? Ekmek kullanılır,
biber kullanılır, ü z ü m kullanılır; saç, tırnak, giysi, özel eşyalar;
kan, tükürük, idrar, dışkı, meni; otlar, bitkiler, ağaç kabukları ve
her renkten (kara, kızıl, sarı) t o p r a k ; kurşun, m u m , ki l ; çöpler,
süprüntüler; pamuk, bez parçaları, iplik; üf lenmiş, o k u n m u ş su;
heykelcikler, bebekler, resimler; kesici aletler; kuşlar, kediler,
köpekler, horozlar, tavuklar, kurbağalar, böcekler ve yılanlar;
kafatasları ve kemikler, mezar ve mezarl ıklardan alınan t o p r a k ;
değerl i taşlar; a d a m o t u ( m a n d r a g o r e ) ; kilitler ve anahtarlar ve
çiviler; tavşan derisi; yumurta lar ve mumlar; şişeler, boncuklar,
musluklar, kapılar ve kapaklar; makaslar ve maşalar, tabancalar
ve tüfekler; nallar; pirinç, helva ve m u ş m u l a ; salyangoz k a b u ğ u
ve d o m u z derisi ve d o m u z kılı ve d a h a neler neler.
Londra, Paris, New York ve Los Angeles gibi kent lerde
o l m u ş olsaydık yukarda saydığımız (ve saymadığımız) büyüsel
malzemeleri edinebi lmek için yapacağımız tek şey bu tür «malla
rı» satan u z m a n bir d ü k k â n a başvurmak ya da - k r e d i kartımızı
da k u l l a n a r a k - posta servisinden yarar lanmak o lurdu. Üstelik
geniş, ç o k d a h a geniş bir çeşitten di lediğimizi seçerek.
— 159 —
Örneğin, ot lar ve bitkiler (akasyadan kaktüse ve b i b e r d e n
m a y d a n o z a ) , reçineler, kokular (amber, yasemin, manolya, gül
v .b. ) , boyalar, sular (gül suyu, portakal ç içeği suyu), yağlar (ha
vuz, sarmısak, lavanta, l imon, zeyt in, kara biber, ç a m yağları),
tütsüler (cüceler in, per i kızlarının, semendereler in, deniz kızları
nın, ruhların tütsüler i) , mumlar, heykelcikler ve benzerleri.
Büyü örnekler i k o n u s u n d a nereden başlanır ve nereye
kadar gidilir? Kaldı ki, bu konulara merakl ı olanlar ve bu konular ı
izleyenler bilir, b ü y ü örneklerini veren kitaplar, derlemeler, folk lo
rik araştırmalar p iyasada sanıldığı kadar az değiller.
Sorun burada, okura bir b ü y ü y a p m a olanağını tanımak
değildir, hiç kuşkusuz. Sorun ve a m a ç «büyücülük ve büyü»
konusuna örnekler get irmek, s o n r a d a n bazı temel karşılaştırmala
ra g i tmek d e r k e n bir y o r u m a varmaktır, uzmanların görüşler ine
de gerekli yeri ayırarak.
En iyisi örneklere ve tekniklere geçel im, çeşitl i kaynaklara
başvurarak ( E y u b o ğ l u , Boratav, Yesari ve başkaları).
Çalışmamıza bir m u h a b b e t b ü y ü s ü ile başlayal ım:
«Üç arnavut b iber i alınır. Her biberin içindeki tohumlar ın her
bir ine Tebbet Suresi o k u n u p üflenir sonra t o h u m l a r biberin içine
doldurulur. Kıvılcımlı küle gömülür. Bunu yapan, ocağın duvarına
s a ğ elini vurarak, 'El imi v u r d u m duvara / Duvar o l d u üç para /
Bir inden in çıktı / Bir inden cin çıktı / Bir inden İsmail Peri çıktı /
İni yol ladım ine / Cini yol ladım Çine / İsmail Peri'yi yol ladım fila
na (burada etk i lenmek istenen kişinin adı söylenecek) / D u r m a
d a n , d i n l e n m e d e n bana gele / dedikten sonra arkasına b a k m a
d a n yatağına gire» (Boratav).
O ldukça «naif», saf olan, bir teker leme havası iç inde gel işen,
b ü y ü n ü n b o z u l m a m a s ı için «arkaya bakmamak» yasağını get iren
ve malzeme olarak, üç biberle bir ocaktaki kıvılcımlı külleri kulla
nan bu b ü y ü d e n sonra «bağlamak» ve «soğutmak» a m a c ı n d a
olan üç kara b ü y ü örneğin i sıralayalım.
160 —
Dil bağlamak için
Hiç kullanılmamış bir asma kilit üzerine, y e d i kere üç ihlâs,
bir fat ihadan sonra, 'Ey Yüce Tanrı... G ö r g ü l , ya S u b h â n yalıga-
gi l , ya Rahman Elhamdüli l lah ile b a ğ l a d ı m , Külhüvallâhi ile kilitle
d i m . . . Binbir adlı Al lah, medet ya i lâhi, b in d e r d e kilit v u r d u m ,
perki t t im; M u h a m m e d ü l Mustafa'nın m ü h r i n üzerine u r d u m ' d iye
o k u y a . Bir ağır taş altına k o y u p bastıra... (Yesarı).
Güveyi bağlamak için
Bir irice çiviye güveyin adı y e d i defa okunarak üflenecek,
çivi tahtaya, a ğ a c a veyahut da bir k u r u k ü t ü ğ e mıhlanacak, mıh
lanırken Ya Settar (üç kere), Ya C e b b a r (üç kere) ismi şerifleri
tekrarlandıktan s o n r a şu d u a o k u n a c a k : Ya Hafız, bu çivi mıhlan
dığı yerde o l d u k ç a ben falancayı bağlamış o l u y o r u m , diz indeki
d e r m a n ı , g ö n l ü n d e k i muradı k a b z e d i y o r u m . Ya Kahhar, h immet
eyle, kerem eyle, yard ım eyle.
Çiviyi mıhlarken kullanılan alet, güvey in bağlı o l d u ğ u m ü d
d e t ç e hiçbir şeki lde kul lanı lmayacak (A. Yesarı).
Soğutmak için
Elli d i r h e m tereyağı alınır, bir g e c e mezarlıkta bırakılır. Bu
y a ğ , sabahın erken saatinde mezarl ıktan alınır, b i rbir inden ayrıl
ması istenen kimselere yedirilir. O k imseler birbir inden soğur (A.
Yesarı).
Ve yukardaki güvey b a ğ l a m a b ü y ü s ü n e eşit o larak bir kız
b a ğ l a m a b ü y ü s ü :
Tavuk Kanadı
Lekesiz beyaz tavuktan, biri s a ğ d a n biri soldan o l m a k üze
re, iki k ü ç ü k telek koparılır. Teleklerin üzerine, kara is mürekke-
biyle, b a ğ l a n m a k istenen kızın adı yazılır. Sonra telekler üzerine
getir i l ip bağlanır. Kırk bir kez kızın adı söylenip güvey evine d o ğ -
— 161 — istanbul Gizemleri / F: 11
ru üflenir. Yetmiş «elham», kırk bir «kulhuvallah» o k u n d u k t a n s o n
ra, telekler bir kırmızı beze sarılarak bağlanır. Üç kez üzerine
tükürülür. Kırk kez:
Hayr m i n Al lah
Şerr m i n Al lah
Ya habibuHah
Seyyide se lam
T e m m e t e t e m m e t
Ya Resul h i m m e t
Ş e d d e ha ş e d d e ha
Allah Al lah Allah
o k u n u p kızın evine d o ğ r u üflenir. Telekler, gerdekten bir g e c e
önce, kızın evinin kapısının eşiğinin altına saklanır (Eyuboğlu) .
İlk verdiğ imiz örnek «naif» g ö r ü n s e de sonraki örneklerde
h e m kullanılan malzemeler in çeşidi çoğal ıyor, h e m de işlemler
- o k u n a n dualar la b i r l i k t e - d a h a karmaşık, d a h a ayrıntılı ve ula
şılmak istenen a m a ç l a d a h a ç o k bağlantıl ı oluyorlar. Kaldı ki,
genelde ve t e m e l d e , büyüsel işlem gerek simgesel gerekse
somut benzerl ikler üzerine kurulmuştur; dili bağlamak için,
konuşmanın akışını d u r d u r m a k için kullanılan kilit; güveyi bağla
maktaki çivi, kız bağlamaktak i lekesiz beyaz tavuk gibi malzeme
lerin d o ğ u r d u ğ u çağrışımlar apaçıktır.
Bu tür işlemlere, bu «kendin pişir kendin ye» tarzındaki halk
t ipi büyülere ve b ü y ü anlayışına «naif», saf ya da ilkel desek bile
yine de en ç o k rağbet görendir, en ç o k tüketi lendir. Öyle olması
s o n d e r e c e doğaldır ç ü n k ü pratiktir, s o m u t amaçları vardır ve
işlenişindeki unsurlar, y a p a n a ve yaptırana, istenilen, bekleni len
s o n u c u (simgeler ve çağrışımlarla) açık seçik imgelerle g ö r ü n t ü
lemektedirler.
Kendini profesyonel b ü y ü c ü olarak tanıtan Bülent Kısa «ba
sit» b ü y ü dendiğ inde, örneğin, «Sabun Büyüsü»nün tarifini ver
mektedir.
«Bir s a b u n u n üstüne istediğiniz kişinin ve annesinin ismini
yazar, geceyarısı bir k u y u n u n başına oturursunuz, 41 defa yasin
- 1 6 2 -
okur, her o k u y u ş u n ardından üfleyerek s a b u n u n üstüne bir iğne
batırırsınız, s o n r a s a b u n u kuyuya atarsınız. S a b u n er id ikçe ismini
yazdığınız kişi de erir ve iğneler s a b u n d a n k u r t u l u n c a ölür. Aynı
şeyin k o y u n kalbine iğne batırarak yapıp o n u sıcak küle gömer
seniz, istediğiniz kişi size âşık olur.» der Kısa.
Sabun B ü y ü s ü de uygunluklar b ü y ü c ü l ü ğ ü n ü n başka bir
örneğidir, s a b u n u n erimesiyle er iyen vücut, sıcak küllerin sıcaklı
ğını duyan, âşık o lan kız gibi . Ve de kaçınılmaz iğneler!
Yukarda bir bağlanma (erkek bağlanma) ö r n e ğ i n i verdiğ imi
ze göre ş imdi de o n u çözecek bir karşıt b ü y ü aktaral ım:
«Aşağıda yazılı vefk, bir kâğıda aktarı lacak, b ü y ü l e n m i ş k im
senin içeceği suya bakılacak, sonra bu su kendis ine içirilecek.
Yine bir kâğıda Ayetü lkürs îve bir başka kâğıda da Bakara Suresi
nin hitamındaki Amener Resulü Ayeti Ker imesinden başlayıp,
hitamına kadar, harfleri birer birer kel ime şekl inde yazılacak. Aye-
tülkürsî sağ kola, Amener Resulü de sol kola bağlanacak. Bunu
müteakip, bağlı o lan kimse üret im organını hiç kullanılmamış
yeni bir baltanın del iğ inden geçir ip, idrarını y a p a c a k . O kimse,
c ü m l e b ü y ü d e n halâs olacak.»
Birini b a ğ l a m a k , cinsel g ü c ü n ü kesmek kara b ü y ü d e n sayılı-
yorsa o n u y e n i d e n cinsell iğine kavuşturacak bir başka b ü y ü de
«ak» türden sayılması doğaldır ve «ak» o l d u ğ u n d a n dualara baş
vurmaktadır. Kaldı ki, b ü y ü n ü n ve b ü y ü c ü n ü n , d u a yoluyla, bir
«üst» g ü c e başvurması , Tanrıya v e y a şeytana yakarması, kutsal
sayılan metinler kul lanması, ilkel top lu luk lardan başlamak üzere,
büyücülük olayının sürecindedir ç ü n k ü , Bronislavv Malinovvski'
nin de vurguladığı gibi, «...din, insanı b ü y ü d ü z e y i n d e n kaldırı
yor.»
Din insanı b ü y ü düzey inden kaldırsa da insan, yine de, inan
cını inanışlarında kul lanmaktan çekinmiyor, olguları biraraya geti
rerek ve karıştırarak.
Kuramları incelemeden ö n c e verdiğimiz b ü y ü örneklerine,
bir karşılaştırma olarak, değişik kıta ve ülkelerde, değişik kültür
lerde kullanılan birkaç çeşit lemeyi ekleyel im.
- 163 —
Sevgilinin aşkını kazanmak için (Malezya)
V ü c u d u n u z kadar uzun bir d e ğ n e k l e kendi gölgeniz i d ö v ü n ,
b u l u n d u ğ u n u z m e k â n d a tütsü yakın ve aşağıdaki duayı y e d i kez
o k u y u n , her defasında gölgeniz i el inizdeki değnekle döverek.
B u n u güneş batımında, geceyarısında ve şafakta tekrarlayın ve
yatarken, beyaz bir çarşafla ör tünün.
Ey Karanlık İrupi,
Kraliçenin b a n a gelmesine izin ver,
Şayet (sevgil inin adı) uyanıksa
O n u sars ve salla, uyanmasını t e m i n et,
Soluğunu al, r u h u n u al ve buraya getir,
Sol tarafıma bırak,
Kalkmak istemiyorsa
Sağ ayağının başparmağını kap
Ve kendi yataktan kalkıncaya kadar tut
Ve o n u bana ge t i rme k için t ü m g ü c ü n ü kullan,
Bunu y a p m a z s a n Tanrıya karşı gelmiş olursun.
Bir sevgilinin ilgisini çekmek, onu kaybetmemek için:
(Çingene büyüsü) ~V
Ağzınıza bir t u t a m ot atıp ilkin d o ğ u y a sonra da batıya d ö n e
rek aşağıdakilerini tekrarlayın:
Güneş yüksel ince
sevgi l im y a n ı m d a olacak!
Güneş batınca
b e n o n u n yanında o lacağım!
Basit b ü y ü d e n d i ğ i n d e , bir olası, b u n d a n daha basit ini bul
m a k zor olsa gerek. Nedir ki, önemli o lan, bir b ü y ü n ü n - m a l z e
mesi ve uygulaması i l e - basit o lup o lmaması deği ldir, öneml i
o lan etkinliğidir. Mısır 'dan ve Firavunlar' ın d ö n e m i n d e n kalma,
bir kadının sevgisini kazanmaya yönel ik b ü y ü y ö n t e m i de basit
tir:
«Tuz, peynir ve un alın, iyice karıştırın, odasının bir köşesine
— 164 —
koyun. Sizi g ö r ü n c e y e kadar huzur bulmayacaktır.»
Mısır 'dan Hindistan'a geçt iğ imizde bir kadının hami le kalma
sını sağlamak için yapılan bir b ü y ü ö r n e ğ i n i n de ç o k basit o l d u
ğ u n u görürüz:
- Ç iğ bir yumurtanın k a b u ğ u n u iki u c u n d a n del in. K o c a bir
uçtan üfler, yumurtanın içi eşinin ağzı iç inde boşalır, kadın b u n u
yutar. Bu iş lemden g e ç e n kadın da hamile kalır.
Basitl iği bir yana uygulamanın t ü m ü n ü n cinsel bir leşmeyi,
ayrıntılı olarak s imgelediği ve dolayısıyla, uygunluklar y ö n t e m i
gereğince, g ü c ü n ü ve etkinliğini bu s imgesel b e n z e t m e d e n aldı
ğı ortadadır.
Şifaya yönel ik büyülere baktığımızda işte ünlü g i z e m c i Yüce
A lbertus 'un (Albertus Magnus, 13. yüzyıl) ateşi d ü ş ü r m e k için
önerdiğ i ve bir c u m a g ü n ü , saat 8 ile 9 arasında, bir kâğıda yazı
lıp hastanın b o y n u n a takı lacak büyüsel bir f o r m ü l :
H B R H C H T H B R H
H B R H C H T H B R
H B R H C H T H B
H B R H C H T H
H B R H C H T
H B R H C H
H B R H C
H B R H
H B R
H B
H
Temel k o n u m u z olan İstanbul 'dan, İstanbul 'un büyücüler in
d e n , İs tanbul 'da uygulanan büyüsel iş lemlerden bir hayli uzaklaş
tık. Ancak, «gizli bi l im ve sanatlar»ın evrensell iği g ö z ö n ü n d e tutu
lunca kaynakları karıştırmak, karşılaştırmak her zaman yararlı ola
bilir en azından bir «evrensellik» olayını, örnekleri ile kanıt lamak
açısından.
Daha ö n c e k i bölümler in bir inde «voodoo» tarzı bir uygulama-
— 165 —
d a n söz etmişt ik, bir aşk b ü y ü s ü , bir kara b ü y ü örneği olarak.
B u n d a n hareket ederek büyü yöntemler in in, kıtadan kıtaya ve
ü lkeden ülkeye g e ç i p , her kültürde nasıl yerleştiğini bu vesileyle
g ö r m ü ş oluruz.
B ü y ü n ü n yapıldığı yer Nişantaş-Maçka arası, b ü y ü n ü n yerel
öğret i yeri T a k s i m civarı, işlemin temel kaynağı ise Afr ika'dan çık
ma, ilkin Mısır 'da sonradan - a d e t a «ulusal» bir nitelik kazana
r a k - Haiti ve G ü n e y Amerika'da, Brezi lya'da yaygınlaşan bir kay
nak.
Avrupa'daki «eski» uygulamalarını araştırdığımızda karşımı
za, «literatür» olarak, İngiliz Reginald S c o t t ' u n 1655'ten kalma,
Londra basımlı «Büyücülüğün Keşfi» (The Discoverie of VVitchc-
raft) adlı kitabı çıkıyor. Scott bir rakip veya bir d ü ş m a n ı or tadan
kaldırmak için aşağıdaki b ü y ü y ü öneriyor:
- Zarar v e r m e k veya ö l d ü r m e k istediğiniz kişiye benzer bir
heykelciği yeni ve el d e ğ m e m i ş m u m d a n yapın; s a ğ koltuk altına
bir kırlangıç k u ş u n u n kalbini, sol koltuk altına da ciğer ini yerleşti
rin. El d e ğ m e m i ş bir iplikle heykelciği b o y n u n d a n asın ve y ine el
d e ğ m e m i ş bir iğneyi acı vermek istediğiniz yere batırın; heykelci
ğ in alnına zarar v e r m e k istediğiniz kişinin adını, kaburgalar ına da
bu sözleri yazın: «Allif, casyl, zaze, hit, mel, meltat» sonra da hey
kelciği bir yere g ö m ü n .
«Voodoo» b ü y ü s ü ve «Sabun büyüsü», g ö r ü l d ü ğ ü gibi , ben
zer bir ç izgide buluşuyorlar.
Mumla yapı lan büyüler için Orta Çağ' ın ünlü gizemci ler in
d e n Paracelsus adı ile tanınan T h e o p h r a s t u s B o m b a s t v o n
Hohenheim, «Ruhun Özü» (De Ente Spir i tum) adlı kitabında şu
açıklamada bulunur:
«Şayet bir ine karşı kin d u y u y o r ve o n a kötü lük y a p m a k isti
yorsam, başarı sağlayabi lmem için bir aracı, bir yardımcı kul lan
m a m , yani bir c i s i m d e n yarar lanmam gerekir; a n c a k böylel ikle
i radem, b e d e n i m i n hareketine ihtiyaç g ö s t e r m e d e n bir kılıç dar
besiyle b ü y ü yapı lan kimsenin gövdesin i delebil ir, o n u yaralayabi
lir... Bunu y a p a b i l m e k için ç o k g ü ç l ü bir istek yeterlidir... İrade
— 166 —
g ü c ü m ü bir noktada topladığım, bir kişiye yönel t t iğ im z a m a n ,
o n u n ruhsal güçler ini , m u m d a n yapı lmış model ine aktarabil ir, ira
desini y o k eder, e m r i m altına alırım, istersem sakatlayabi l i r im.
İstek ve telkinin, t ıpta da ne kadar ö n e m l i bir yeri o l d u ğ u n u kabul
e tmek gerekir; insan kendi kendini etkileyerek, benl iğ inde rahat
sızlık, sıkıntı hali yaratabil ir ve varsaydığı bütün rahatsızlıkları b ü n
yesinde de hisseder... Büyü nedeniyle m e y d a n a gelen hastalık
larda ise, irade zayıflar, yüksek ateş, bitkinlik, ş iddetl i başağrısı
gibi haller başgöster ir ve doktor lar ın teşhis edemediğ i , t ıbbın için
d e n çıkarmayıp çaresiz kaldığı bu hastalıklar sırasında, büyülenen
kimse, ne o l d u ğ u n u anlamadığı birtakım korkunç hayaller, kâbus
lar görür...»
Gizem uzmanı kadar 16. yüzyılın t ıp uzmanı da sayılan Para
celsus büyüsel işlemlere inanmakla birl ikte «istek» ve «telkin» fak
törlerini gözardı etmiyor, büyüsel işlemin kurbanı olan ya da
büyüsel işlemlerin etkisine inananın geçirdiği , geçirebi leceği ruh
sal ve ps ikosomat ik (ruhsal-bedensel) şokları, sarsıntıları da
hesaba katmaktadır.
Bir Orta Ç a ğ gizemcisinin, Haitil i bir «voodoo» b ü y ü c ü s ü n ü n
yöntemler i - d ü n y a n ı n dört bir b u c a ğ ı n d a n k o p m u ş başka ve
benzer uygulamalar la b i r l i k t e - b u g ü n ç a ğ at lamakla meşgul
o lan, bir a landa ç a ğ d a ş l a m a örnekler ini gösteren ve bir başka
a landa yer inde saymayı sürdüren İstanbul 'da yeniden karşımıza
çıkıyor, bir Doğu-Bat ı karmaşası iç inde.
Her ç a ğ , uygarlık, kültür ve t o p l u m d a gizemli, gizli bi l im ve
sanatların karşısında iki «engel» diki l iyor, yasalarla dinsel inanç
lar, d a h a ileri g iderek dinsel tabular. Ve her ç a ğ , uygarlık, kültür
ve t o p l u m d a gizemle uğraşanın s o r u n u bir «davranış» s o r u n u
dur, bir «çizgi», «yol» ve «boyut» sorunudur. Gizem, ç ü n k ü - b i r
ç o k kez tekrarladığımız g i b i - bir ilgi alanı, bir araştırma konusu,
bir merak k o n u s u olabi ldiği gibi bir saplantı ya da bir s ö m ü r ü ara
cı da olabil iyor. Üstelik ç o k rahat ve kolay bir şekilde.
«Büyü d iye bir şey yok,» d i y o r bu k o n u y u Türkiye çapında
— 167 —
araştırmış ve der lemiş olan İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Yalnız insan
b u n a aşırı d e r e c e d e inanmışsa, kendine b ü y ü yapıldığı inancına
kapılmışsa, bu d u y u l m u ş s a , yeterince de aydınlanmamışsa, birta
kım t insel sarsıntılar geçirir... B ü y ü n ü n yalnızca psikoloj ik etkisi
var. Yoksa aydın, b ü y ü y e inanmayan bir insan için b ü y ü etkili
değil.»
Mantıksal olarak öyledir oysa or tada kalan, dolaşan, yayılan
bir «inanış» hatta bir «inanç» varken, b u n u n h e m müşterisi , h e m
de satıcısı hazırken olayı salt mantığa dayanarak veya bi l imsel
d e n e y l e r d e n geçirerek, denetleyerek açıklayabi lmek pek olası
o lmuyor, özell ikle kültürel bir sağlam t e m e l d e n y o k s u n t o p l u m ,
toplu luk ve kişi lerde.
Bi l im b ü y ü y ü , g izemin «ilim» ve sanatlarını reddediyorsa bile
s o n a ş a m a d a - v e deneysel olarak henüz açıklayamadığı olaylar
da, ö r n e k l e r d e - belki de bir uzlaşma anlamında, araya kimi çev
relerde halen bir yan-bi l im sayılan parapsikolo j i giriyor. Parapsi-
koloj i , ç ü n k ü g izem d e n e n şeyi daha d o ğ a l boyut larda bir olabilir
lik perspektif i iç inde değer lendirmeye ve ç ö z m e y e çalışıyor. Ve
hep «güç, güç» d e n d i ğ i n d e , bu g ü c ü n dıştan değil de içten gel
me olabi leceği olasılığı üzerinde durabi l iyor, duruyor.
B ü y ü y ü ve g izemci bilgisini r e d d e t m e k l e hiçbir şeyi sonuç
landırmış o lmuyoruz, pek az kimseyi de ikna etmiş o luyoruz. Bu
da bir başka gerçektir, acı bile olsa.
Sorular k o n u n u n uzmanlarına, u z m a n geçinenlere soru ldu
ğ u n d a yorumlar iy iden iyiye çarpışıyor ve herkes kendi çizgisine
u y g u n şeki lde yanıtlar veriyor.
«Doğaüstü güçler d e n e n tanımlanamamış bazı tesirler var
dır,» d iye kabul ediyor astrolog (yıldızbil l imci) Haluk A k ç a m .
Ama, bu güçler i kul lanabilen kaç kişi var a c a b a şu d ü n y a d a !
Basının da, halkı bu alanda yanlış yönlendird iğ in i kabul etmeliyiz.
Dergi lerde b o y gösteren bir sürü şarlatan, kimi eline plast ikten
bir kurukafa sıkıştırıp sırıtarak şeytanla işbirl iği yaptığını, k imi de
geceleri cinleri başına toplayıp ö n ü n e geleni çarptığını ilan ede
rek bedavadan reklam sağlıyor. Bunlar, cahil bir t o p l u m u n sırtın
d a n para kazanarak yaşayan parazitlerdir. Aynı z a m a n d a , kandır
dıkları kişilere yalan yanlış bir sürü zırvalığı telkin ederek, t o p l u
m u n ruh sağlığını bozuyorlar.»
A k ç a m - ki g izemin ağırlığını yı ldızbil ime vermektedir çalış
malarında - tanımlanamamış bazı tesirleri, etkileri yani d o ğ a ü s t ü
güçleri kabul ett iğinde bunların kul lanım olasılıklarını s o r g u l a m a k
ta ve haklı olarak, «gizem tüccarlarına» saldırmaktadır.
D o ğ a d iyoruz ve d o ğ a ü s t ü d iyoruz, birini yüzyı l lardan bi l im
sel olarak araştırıyoruz, kurallarını, işlenişini saptıyoruz, diğer ini
ise bir hayli «muğlak» ve «geniş» bir çerçevenin içine kapatıyo
ruz. Ya da d o ğ a l dediğimiz, bi ldiğimiz, denediğimiz, k imi sürekli l i
ği olan, kimi d e n e y hal inde tekrar lanabi len olaylardır. D o ğ a ü s t ü -
cü kategoriye soktuklarımız ise «açıklanamayan» ve «bil inme
yen» t ü r d e n olaylardır.
Gizem ve gizemin arkasında sürüklediği her şey işte bu
«açıklanamayan»ı, bu «bil inmeyen»i doldurmaktadır .
Orta Ç a ğ ' d a yaşamadığımız için b u g ü n büyücülere to lerans
göster i lmektedir yeter ki, yasal olarak hizmetleri karşılığında
ücret almasınlar. İyi de b u g ü n ü n dünyasında ve b u g ü n ü n İstan-
bulu 'nda karşılıksız hizmet nerede görülmüştür, p iyasada kaç
tane özveri sahibi D o n Kişot kalmıştır bu hızlı köşeyi d ö n m e orta
mında? Herhalde ücret deği lse de, gizemli hizmetin karşılığı baş
ka şeki lde de karşılanabilir, hediyeler, armağanlar, hibeler ve des
tekleyici yardımlarla.
«Ülkemizde, g ü n ü m ü z d e de ve her şeye r a ğ m e n b ü y ü ,
büyücülük ve büyücüler vardır,» d iye yazıyordu 1979'da Afif
Yesari. «Polisin, haklarında sık sık k o ğ u ş t u r m a açtığı M a d a m
V.P., Nişantaşlı N.S., G.K., Kadıköylü A.E., Edirnekapılı F.Y.,
Aksaraylı M.Ü. yerli b ü y ü c ü l e r d e n sadece birkaçıdır.
Büyüye inanç duyanlar ın ç o k sayıda oluşları, büyücüler in
işlerini rahatça yürütüp, kolaylıkla ele geçmemeler in in başlıca
nedenidir.
Kentin t ü m bölgeler ine yayılan büyücüler, fal bakar, nefes
eder, m u s k a , tılsım yazar, b ü y ü yapar, b ü y ü bozarlar. Kara B ü y ü
pek uygulanmaz ya da ender olarak uygulanır.
— 169 —
Bu arada, çeşitl i b ü y ü kitapları, Kudur ve Kadeh duaları,
Çevirgel Duası g ib i risaleler de yayınlanmakta, ç o ğ u el alt ından,
giz l ice satılan bu b ü y ü kitaplarında, arap harfleriyle yazılmış vıfk'
lar (büyü), m u s k a örnekleri , dualar bulunmaktadır. Bu t ü r d e n bir
k i tap olan Seyyit Sü leyman Efendi 'nin 'Kenz-ül Esrâr'ı ise t a m a
m e n eski harflerle basılmıştır.»
İki ciltlik bir «Cinsel Büyüler» der lemesini hazırlayan İsmet
Zeki Eyuboğlu da aslen Akçaabat ' l ı (Trabzon) o l u p s o n r a d a n
(70'li yıllarda) İstanbul 'da Fatih'te yer leşen ve makas büyüleri ile
ünlenen Horovil i M u h a m m e d H o c a ' d a n , yine Fatih'te oturan Bay
burt lu H.Hoca'dan söz eder.
70'li ve 80'li yılları geri lerde bıraktık ancak b ü y ü halen b ü y ü
dür, her ne kadar ç a ğ d a ş kentsel gizemci ler imiz b ü y ü c ü adından
ü r k ü p kendine d a h a «metafiziksel» adlar yakıştırıyorlarsa bile.
Büyü, g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, geleneksel şekillere ve malzemele
re dayanan, ürünü o l d u ğ u kültürün ve inançsal temeller in imgele
rini yansıtan, karmaşıktan basite g i d e n bir olaydır. Bu olayın
boyutlar ı içinde, İstanbul 'da yüzyı l lardan beri ç o k tutulan, üfürük
ç ü l ü ğ ü n ve şifacılığın yeri nedir? Ya da başka bir deyimle, bunlar
bizi g izeme mi y o k s a parapsikoloj iye mi götürürler?
Ak ve iyi niyetli, o lumlu sayılan şekli ile kullanıldığında b ü y ü
şifacı, koruyucu bir nitelik de taşıyabil iyor: hastalıklardan korur,
iyileştirir, sakatlıkları önler, tedavi eder.
Mustafa İ loğlu 'nun, kendi yayını olan, 8 ciltlik kapsamında
ve bir kısmını L ü b n a n ' d a edindiği İs lam kaynaklar ından der lediği
«Gizli İlimler H a z i n e s i n d e dualara dayalı şifacı uygulamalarının
arasında, örneğin, ruhsal hastalık ve sıkıntıları g ideren formül ler,
b u r u n kanamalarını ve nezleyi g e ç i r m e k için çareler, sara, sarılık,
çarpı lma ve benzerlerine karşı vefkler ve yazarın ifadesiyle, «ha
len t ıbben tedavisi olanaksız olan bazı ruhi ve her nevi hastalıkla
rın tedavisi için» der lenen ayet ve dualar yer almaktadır.
İ loğlu'nun niyeti, böylece t ü m bu kimi gizli, k imi inançsal
a m a pek bi l inmeyen bilgileri açıklayıp ihtiyaç d u y a n ı n (ve bunla
rı kendi başlarına uygulayanları) « p r o f e s y o n e l l e r i n s ö m ü r ü s ü n
d e n kurtarmak oluyor, kendi bir söyleş ide açıkladığı g ibi .
Salt bir araşt ırma kaynağı olarak ele al ındığında ve salt bu
y ö n ü ile değerlendir i ld iğinde «Gizli İ l imler Hazinesi», g e r e k folklor
açısından gerekse bir İslam gizemleri ansik lopedisi açıs ından, az
rastlanabilen bir çal ışma niteliğini korumaktadır. Ve bu y ö n ü ile
Batı ile D o ğ u ' n u n geleneksel gizemlerini karşılaştırmalı bir şekil
de incelemek isteyenlere ilginç bilgiler vermektedir .
Çalışmasının ilk c i ld inde İ loğlu, d u a ve inanç üzer inde dur
duktan sonra, ayrıntılı olarak ele aldığı k o n u yı ldızbil imin (astrolo
jinin) olması açıklayıcıdır. İ loğlu, ç ü n k ü sonradan d i z e c e ğ i bilgile
rin temel i olarak burçlar ı ve yıldızbilimsel uygunluklar ı yerleştiri
yor ve bunları, t ü m g i z e m geleneğinde o l d u ğ u gibi , ayınsal (ritu-
el) şekil lerden ayırmaksızın. Ruh ve cin çağırmalar ındaysa bu
tarz uygulamalarda başarının sırrının m e d y u m l u k duyarlı l ığına
bağlı o l d u ğ u n u e k l e m e d e n edemiyor.
Manevi ve ruhsal hastalıkların tedavis inden tahta kurularını
y o k etme yöntemler ine kadar işlevi o lan dualar ve ayet ler dizen,
sihirbazların sihirlerini bozmak, kuraklık ve kıtlıktan kurtulmak,
yar ım ve bütün başağrılarını tedavi e tmek için büyüler ö n e r e n bu
«Gizli İlimler Hazinesi» sonuçta, aracıları or tadan kaldırıp, meraklı
kişiyi gizemsel-inançsal işlemle karşı karşıya ve tek başına bırak
maktadır.
Yeni bir y ö n t e m deği ldir bu: yüzyıllar b o y u n c a b a t t aynakla-
rının önerdikleri metinlere baktığımızda, ister Orta Ç a ğ ' d a n kal
ma ister s o n d e r e c e ç a ğ d a ş ve kimi radyo, kimi de televizyon
programlar ında açıklanmış uygulamaları g ö z d e n geçi rd iğ imizde
tıpatıp benzer çal ışmalarla karşılaşırız.
Paul H u s o n ' u n , David Convvay'ın, Dolores Ashcrof t N o w f o
ki 'nin yakın tarihli «elkitapları»nda ve «pratik» kurs ya da rehbeı
nitel iğindeki çal ışmalarında temelde buluşan bilgi ve uygulamalar
buluruz. Ve bunların arasında:
- Hazırlık d ö n e m i ; falcılık; âşıklar için iksir ve büyüler; karşıt
sihir ve k o r u n m a ; öç alma ve saldırı; örgüt k u r m a yöntemler i ;
gezegenler in saatleri; sihir ve b ü y ü d e kullanılan ter imler söz lüğü;
sihirsel iş lemlerde kullanılacak tapınağın hazırlanması; b ü y ü d e
— 171 —
gerekli nesneler; p e n t a g r a m ayinleri; niyetler ve uyumsall ıkları;
bedendışı yo lculuk; Kabala'dan, Mısır'dan muska ve tılsımlar;
lanetler; cinler ve şeytanlar v.b.
Her t o p l u m ve ç a ğ d a büyüsel işlemler, renkleri ne o lursa
olsun, ya bir «uzman»a başvurarak uygulanır ya da kişinin b e c e
riklil iğine bırakılır. Ve her t o p l u m ve ç a ğ d a «kendin hazırla, ken
din yap» y ö n t e m i , z a m a n zaman kişiyi zorlarsa bile, kendine
güvenen meraklılar tarafından ç o k d a h a i lginç ve hiç kuşkusuz,
heyecanlı sayılır.
Dualar her z a m a n kullanılır, şu farkla ki batı g izemci l iğ inde
bu dualar kutsal kitaplara dayanılarak o k u n m a z . Kullanılan d u a
lar ya bir «eski geleneğin» ürünü olarak bilinir ya da belirli veri ler
içermek koşuluyla u y g u n kaynaklardan der lenip uyarlanır.
Bir ruh ya da c in çağırmak için «Gizli İlimler H a z i n e s i n e
göre üç ihlâs ve bir fatiha o k u d u k t a n sonra uygulamaya başlanır
( İ loğlu'nun uygulaması ise kahve f incanı ya da bakalit k a p a k kul
lanılışı ile oluşturulan basit bir «Ouija Board»tan başka şey deği l
dir). Batılı bir kaynağın önerdiğ i geleneksel bir ruh çağı rma ise -
m e d y u m s u z ve büyüsel bir y ö n t e m olarak - i lkin, ölüleri uyandıra
rak ç o k g ü ç l ü bir formül olarak bil inen, «Allay Fort ission Fort issio
Al lynson Roa» sözcükler i tekrarlanır, ruhun geri g i tmesi için
« O m g r o m a Epin Savoc, Satony, Degony, Epar igon, G a l i g a n o n ,
Z o g o g e n , Ferstigon» (ilaç adlarını andıran!) gibi güçlere sesleni
lir.
Uygulamalara «dua» ve «dua»yı andıran çağrı şekilleri g ir in
ce de o lumsuz bir a n l a m da taşıyan «büyü» s ö z c ü ğ ü n ü n o l u m
suz yanı b ü y ü k bir ö l ç ü d e arındırılmış olur.
Bu b a ğ l a m d a «okuyup üflemek» anlamına gelen «üfürüğün»
kullanıldığı «üfürükçülük»te, Borotav' ın değer lendirmesi ile, «has
talığın sağalması isteniyorsa duaların, di leklerin etkisini hastanın
v ü c u d u n a y a y m a k için, tabiatüstü zararlı varlıkların kötülükler in
d e n k o r u n m a k s ö z k o n u s u ise, çevreye, etraftaki eşyaya, bu var
lıkları ürkütecek sözleri er işt irmek için yapılan işlemdir.»
«Üfürükçü deyimi , g ü n ü m ü z d e bu tür lü akıl ve bil im-dışı
eylemlerle cahi l insanları a ldatan ve s ö m ü r e n kişiler için kullanılır,
kötüleyici bir a n l a m kazanmıştır.»
Nefesi g ü ç l ü olan üfürükçü - ki uygulamalar ından ve hedefle
rinden «şifacı» kimliğini de kazanmış o luyor - salt biz im t o p l u m u
muza ö z g ü bir kişi değildir. Benzer uygulamalar ı , benzer inanışla
rı, dualara d a y a n a n işlemleri, eski uygarl ık larda ve ilkel top lu luk
larda o l d u ğ u g ib i , Batı'nin b i rçok ülkelerinde (Fransa, İngiltere,
İtalya, A lmanya) ve bu ülkelerin kırsal alanlarında, az gel işmiş
bölgeler inde rahatlıkla bulabiliriz.
Nedir ki, şifacı ile üfürükçü arasında kesin bir ayırımın o lma
sı gerekiyor, ç ü n k ü birincisi manyet ik ya da «tellürik» bir g ü ç kul
lanarak salt elleri ile acıyı dindir ir ya da geçirir, ikincisiyse, hasta
nın, şikâyet e d e n kişinin, fiziği, f izyoloj isi üzer inde etkili o labi lme
si için, dualar la birlikte, somut, gerekt iğ inde nesnelere d a y a n a n
çarelere başvurur.
Dolayısıyla şifacıyı parapsikoloj ik olayların kapsamına aldığı
mızda ü f ü r ü k ç ü y ü bu kapsamın dışında t u t m a k z o r u n d a oluruz.
Şifacılık k o n u s u n u ilginç bir araşt ırmada inceleyen Fransız
tıp adamı Dr. Albert Leprince şifacıları, her t o p l u m ve örneklere
uyan, aşağıdaki beş kategoriye ayırıyor:
1 - Halkın saflığını s ö m ü r e n ve sık sık mahkemel ik olan sah
te şifacılar;
2 - Şifacılığa yönelen, ilkin bir teşhisle yet inen sonra da
çareler, i laçlar ö n e r e n d u r u g ö r ü sahipleri;
3 - Yan bil imsel bir nitelik taşıyan, g e r ç e k bir ruhsal g ü c e
sahip olan manyetizmacı lar;
4 - Kendilerini dinsel bir inanca bağlayan, dualara başvuran
ve «mucizeler» yarattıklarını iddia edenler;
5 - Vardıkları sonuçları ne f iziğin, ne de metafiziğin açıklaya
madığı g e r ç e k şifacılar.
Kime yönel ik olursa o lsun duanın her çeşidi gizemsel işlem
lerin ayrı lmaz bir parçasıdır ve her ne kadar tek tanrılı b ü y ü k d in-
— 1 7 3 -
ler b ü y ü n ü n her çeşidin i - o lumlu d iye bil inen dahil o l m a k üzere -
yasak ediyorlarsa da iş lemde Tanrıya yönel ik bir d u a dahi l edi ldi
ğ i n d e mesele kendi l iğ inden değişir.
Yasal olarak b ü y ü yasaktır ancak, anlatıyor profesyonel
b ü y ü c ü Bülent Kısa. «Büyü karşılığında para a lmak yasaktır.
Dolandırıcıl ığa gir iyor. Ben para al ıyorum diye itiraf e tsem de
ö n e m l i deği l . Beni para alırken tesbit edip yakalamalar ı lazım.
Ben sansasyon o lsun diye büyü yaptığımı söylüyor da olabi l i r im.
' B e n sadece yıldızfalı çıkaran, astroloj iyle i lgilenen bir a d a m ı m '
da diyebil ir im.»
Bil indiği gibi ö n e m l i olan yasa değildir, yasayı at latma yolları
dır. Veya, bir İtalyan atasözünün ifadesiyle, «Yasa çıktı, çaresini
bulalım.»
Aynı d u r u m dinsel yasaklar için de geçerl idir ve dinsel yasak
ları at latmanın çareler inden biri de dinsel formları , dualar ı (ister
gerçek, ister u y d u r m a ) büyüsel işlemin içine katmak, bunları işle
m i n ö z ü olarak göstermekt ir . Bel ir lenemeyen ya da bel irt i lmek
istenmeyen bir g ü c e yönel ik yakarmayı Tanrıya, Al laha yönelt
mektir.
Batı'nın g e n e l d e ve dinsel yasaklamalarının etkisi alt ında
kendi inancının dışına itmeye çalıştığı (oysa Kutsal Kitaplarda
örneklerini ç o k ç a bulduğu) gizemcil iği İslam bi lgin ve bi lgeleri
taraf ından belirgin bir g ü ç olarak kabul edil ip İbn-i H a l d u n ' d a ,
örneğin, b ü y ü «katıksız sihir» ve «tılsımlar» olarak ikiye ayrılarak
karşımıza çıkmaktadır. Ve İbn-i Haldun'daki katıksız sihir sihirba
zın, hiçbir yardımcıya başvurmaksızın, kendis inden çıkan bir g ü ç
tür; b u g ü n k ü tanımlarımızla bir «duyumötesi olay»dır, bir psi fak
t ö r ü .
Yukarki ayırıma g ö r e de «tılsım», t ü m diğer büyüsel işlemle
rin içinde, başlı başına bir sihirli alanı oluşmaktadır.
1974'ten kalma bir araştırmasında (Nazar, Nazarl ık ve ilgili
büyüsel işlemler) İsmail Çelik, İstanbul 'un Hisarüstü 'nde, o d ö n e
m i n parası ile, 600-700 liralık kırmızı m ü r e k k e p kul lanarak nazar
ve başka çeşit muskalar yazan ve Giresun'un bir k ö y ü n d e n gel
me olan Veli Ba ldede'den söz etmektedir. Veli Ba ldede ya da
Veli Şeyh eski lerden sayı labi lecek bir İstanbul muskacısı ise de
b u g ü n de muskalara, nazar boncuklar ına ve tı lsımlara rağbet
sürüyor.
Batı gizemci l iği tılsımları «talismans» olarak bil iyor ve kullanı
yor. «Talisman» s ö z c ü ğ ü ise Y u n a n c a d a n gelmedir ve «telesma»
(dinsel ayın) 'dan türeti lmiştir. A n c a k tılsım, m u s k a ya da nazarlık
insan tarihi kadar eski inanış ve uygulamalar ın örnekleridir, her
kültür ve kıtada karşımıza çıkmaktalar.
«Muska, Arapçada 'yazılı şey' anlamına gelen nüsha kel ime
sinin halk ağzında b o z u l m u ş biçimidir» diye açıklar Boratav.
«Hastalıkları sağaltma ya da d ü ş m a n d a n gelebi lecek kötülükler,
g ö r ü n m e z kazalar vb. gibi herhangi bir zararı ö n l e m e ile üstte
taşınan yazılı kâğıda denir... Nazarlık, bir yönüyle, yani k ö t ü g ö z
lerin ve kıskançlık duygular ının sebep olabi leceği hastal ıklardan,
sakatlıklardan k o r u y u c u niteliğiyle, muskanın işini görür. A m a ,
adından da anlaşılacağı üzere, o n u n asıl görevi kötü g ö z l e r d e n
korumadır... Tılsım, anlamı bulanıkça bir kelimedir... tı lsım def ine
gibi gizli şeyler bulmayı, kapalı yerleri, örneğin saray, m a ğ a r a
kapılarını açmayı sağlayan ve a n c a k ehlinin bildiği sözleri ya da
kullandığı araçları gösterir.»
Tılsım, muska, nazarlık... büyüsel işlemlerde k o r u y u c u bir
nitelik ve işlev taşıyan kimi yazılı, kimi çizimli, kimi kumaş, kâğıt
ya da d e r i d e n yapılmış, kimi kazılmış. Taşıdıkları s imgesel şekil
ler g ü ç l ü bir etkendir, dörtköşel i bir tılsım uyumsuzluk yaratır,
yuvarlak bir tılsım ise o l u m l u ruhların yardımını sağlar.
Bu k o r u m a nesnelerinde, özell ikle antik uygarlık ve inanışlar
d a n kalma olanlarda, yıldızbil imsel (astoroloj ik) değer, a n l a m ve
simgeler ön plandadır; k o r u y u c u veya aktif g ü ç bunlarla sağla
nır. Buna karşın b ü y ü k dinler in, tek tanrılı dinlerin ürünü olanlar
da Kur'an-ı Ker im'de, Tevrat ' tan ya da başkaca dinsel metinler
d e n alınan sözcükler, işaretler, adlar (kutsal adlar) ve özell ikle
dualar kullanılır.
Ancak... bu tür uygulamalarda kutsal metinler kul lanmak d in
taraf ından yasak deği l midir? Öyledir ve İslamda bu yasaklar bir
ç o k hadiste açıkça ifade edilmiştir (Ebû Hüreyre, İbn-i M e s ' u d ) ;
belirl i surelerde (113, 114) ise b ü y ü c ü l ü ğ ü n , cinci l iğin kaçınılması
g e r e k e n kötülükler o l d u ğ u söylenmişt ir.
Yine de t ü m bunlar ne yanlış uygulamayı , ne s ö m ü r ü y ü , ne
de yönlendir i lmiş bi lgiyi engel lemiyor ç ü n k ü , her a landa o l d u ğ u
g ib i , bir «arz-talep» yasası işliyor, sürekl i olarak.
Ya yatırlardan, türbelerden beklenen medet, onlara bağla
n a n umutlar ve etraflarında oluşan efsaneler?
Büyüsel uygulamalara pek benzemiyorsa da bunlar da bir
«başka» büyüsell iğin halk taraf ından benimsenen belirtileridir.
İnanç, hiç kuşkusuz bir güçtür ; inanç derler, dağlar ı bile yer
ler inden kımıldatır. Ve inanç, batıl inanışlara karışınca, onlarla
karıştırılınca, kendi dinsel buyruklarını bile gözardı eder.
Sarıyer'e Telli Baba'ya, Eyüp' tek i Dilek Baba'ya, Şehzadeba-
şı 'ndaki Helvacı Baba'ya v.b. g idenler hep iyi niyet ve inançla
giderler oysa İstanbul Müftü lüğünün, eskiden kalma uyarısına
d ikkat ettikleri o l m u y o r mu?
«Türbelerde m u m yakmak, bez bağlamak, di lek taşları yapış
t ırmak, para atmak, kurban kesmek ve d o ğ r u d a n d o ğ r u y a ö lü
d e n di lekte bu lunmak din imizce yasaktır ve günahtır» der bu,
hatır latma şekl indeki uyarı, ancak inanışın inançtan baskın çıktığı
da oluyor.
* * *
istanbul büyüler i dendiğ inde, genelde İstanbul kökenl i ya da
gerek Trakya'dan gerekse A n a d o l u ' d a n gelen ve kentsel b ü y ü
y ö n t e m ve şekilleriyle kaynaşan büyüler anlaşılır. A n c a k b ü y ü
gib i geleneksel kaynaklara dayalı uygulamalarda unutu lmaması
gereken bir nokta vardır: İstanbul 'da, kentin tarihi b o y u n c a ,
iş lem konusu olan büyülerde değiş ik kökenler ve inanışlar yat
maktadır. Bunların en büyük kısmı İslam gizemci l iğ ine ait ise de
( İ loğlu, örneğin, der lemesinde A r a p kaynaklarına ağırlık vermek
tedir) bir kısmı İstanbul 'un İslam öncesi , Fetih ö n c e s i d ö n e m i n
d e n kalma o l d u ğ u gibi bir başka kısmı da, d iğer ler ine eklenerek,
değiş ik göç lerden ve İstanbul 'un d i n , di l , ırk, inanış mozaik in i
o luşturmuş olan etkenlerden gelmedir.
Bu bağlamda, yerel ve kentsel olan azınlıktan bir b ü y ü c ü
(Yahudi, Rum, Ermeni v.b.) uygulamalar ında z a m a n z a m a n ken
di gelenek ve kü l türünden kalma bilgi ve malzemeyi de katmakta
dır. Belirli d ö n e m l e r d e yer alan içten veya dıştan g e l m e göçler i
de hesaba katarak ( b u ara fallara, gizemlere ve r u h ç u l u ğ a s o n
d e r e c e meraklı o lan 20'li yılların Beyaz Rusları da unutmaksızın)
ortaya son d e r e c e bileşimli, neredeyse «kozmopolit» bir olay çık
maktadır.
* * *
Deniz Cinleri Padişahının halen Kız Kulesi 'nin açıklarında
konaklayıp konaklamadığını b i lmiyoruz, (ancak cinler in, s o n
d ö n e m d e , üniversite kantinlerinde bile g ü n d e m e geldikler ini bili
yoruz!) a n c a k cinler in, denizlerin, karaların ve gökler in, adları ne
olursa olsun (Albastı, Koncolos, Karakoncolos, Albız, Ç a r ş a m b a
Karısı, Kara-Kura, Kancalar, İbrik Kalfa, Al-Karısı, Rüküş Hanım
v.b.) İstanbul 'u b u g ü n m e k â n tuttuklarını b i lmeyen yoktur. Üste
lik bu cinler de, çağdaşlaşıp, c i s m e n değilse bile ismen basın
organlarının başlıklarında, magazin araştırmalarında ve özel tele
vizyonlarının «talk-showlar»ında b o y göstermektedir ler.
Birçok ünlü Cinci Hoca'y ı tar ihine katmış o lan İstanbul 'u
m u z d a cinlerin «pop» ya da «in» olmalarına, sık sık g ü n d e m e gel
melerine, g e ç kuşak arasında «ilgi» k o n u s u olmalarına hiç şaşma
mak gerekiyor ç ü n k ü , ister dinsel inançtan kaynaklansın, ister
fo lk lor ik inanış g ib i kabul edilsin, nereye bakarsanız bakın cinsiz
gizemci l ik y o k t u r ve de düşünülemez, ne D o ğ u ' d a , yakın
D o ğ u ' d a , U z a k d o ğ u ' d a y a d a Batı 'da.
Cin her kaynakta, esrarlı bir varlıktır, kimilerine g ö r e g ö r ü
nen, kimilerine g ö r ü n m e y e n . Cinler ile temasta olanlar (oldukları-
— 177 — istanbul Gizemleri / F: 12
nı söyleyenler), cinleri davet edebilenler (edebildiklerini iddia
edenler), çağırabilenler (çağırdıklarını ileri sürenler) bu varlıkların
huylarını ve onlardan nasıl yararlanacaklarını ç o k iyi bilirler (bil
diklerini i fade ederler).
«Cin» s ö z c ü ğ ü n ü n Latince «genius»tan Arapçaya o r a d a n da
Türkçeye geçt iğ i söylenir. S ö z c ü ğ ü n di lbi l imsel kökeni bir y a n a
Romalılar, Yunanlılar, Araplar ve Türkler de cinlere inandılar ve
her ç a ğ , kültür ve uygarl ığın sihirbaz ve büyücüler i cinlerle her
z a m a n iyi anlaştılar.
Cinler, cinler taraf ından çarpılanlar, cinleri iyi bilenler, erkek
cinler, kadın cinler, ç o c u k cinler, kıskanç cinler, öç alan cinler,
yardımsever cinler, şakacı cinler, tecavüz eden cinler, c in lere
bilerek veya bi lmeyerek zarar verenler (ve cezalarını çekenler) ve
diğerleri . Uzayıp g iden, s o n u gelmeyen bir olay ve inanış dizisi.
Kur'an-ı Ker im'de «dumansız ateş»ten yaratılan bu varlıklar,
dinsel inançlardan ve on lardan kaynaklanan, onlardan ö n c e bile
varolan halk inanışlarının etkisi ile, masal ve efsanelerin dışına
taşıp nerdeyse İstanbul 'un günlük ve ç a ğ d a ş yaşamına iy iden iyi
ye yerleştiler bir çeşit «dönüş» kaydedercesine ve g izemin g ü n
d e m i n d e eski yerlerini kapamasına.
Yerleşmekle de yetinmediler, varoluşlarını kanıt layabi lmek
ya da anımsatt ırmak için onlara inanan veya inanmayanlara,
eski, orta ve yeni kuşaktan olanlara, geleneklere bağlı o l a n ve
olmayanlara, cahil lere ve kültür sahibi kişilere, memur lara, ev
hanımlarına ve mevki sahibi kadınlara «musallat» oldular, g ö r ü n
m e d e n ancak kendilerini hissettirerek.
Kırsal alanlardan, fo lk lorun sayfalarından, masal lardan,
Dede Korkut ve 1001 gecelerden çıkıp İstanbul 'a g ö ç ettiler baş
kaca g ö ç edenlerle birl ikte. Ya da yüzyı l lardan beri konakladıkla
rı bu b ü y ü k kente yeniden bir «çıkış» yaptılar, büyük kent in artan
sorunları ve bu kentin sorunlu sakinleri ile orantılı olarak artarak.
Cinleri herkes g ö r e m e z , görenler o luyorsa da bu g ö r m e l e r
top lu halde olmuyor, tek bir kişi görse bile birkaç kişi b i rarada
görmez. Cinler daha ç o k hissedilir, algılanır, duyumsanır.
— 178 —
«Cinler m a d d e y e kayıtlı o lmadığ ından kendilerini insandan
ç o k üstün görüyor.» der araştırmacı yazar ve k o n u n u n uzmanı
Ahmet Ulusi. «İnsanlarla oynayıp eğlenmek, onları istedikleri g ib i
g ü t m e k en b ü y ü k zevkleri.»
Cinlerin istedikleri zaman bedensel olarak g ö r ü n d ü k l e r i , hat
ta cinsel i l işkide bile bulundukları söylenil iyor. Ancak, Hulusi, bu
gerçek bir b ir leşme değildir bir beyinsel ta tmin, bir boşalmadır,
d iye açıklıyor.
İyi de bedensiz varlıkla, ister kadın ister erkek, cinsel birleş
me nasıl olur, nasıl gerçekleşebil ir? Kötü niyetli bir c in kadınlara
nasıl bir «cinsel taciz»e bulunabil ir?
Soruların, inanışlara bağlı, «geleneksel» bir yanıtı vardır, bir
de - antitez olarak - mantıksal-bil imsel yaklaşımlar. Aslında ina
nışla mantığı bağdaşt ırma deneyler in i Orta Ç a ğ ' d a da bulabi lme
miz olası ise, batı kaynaklarını karıştırdığımızda, biz şimdil ik Orta
Çağı ve batıyı bir yana bırakıp İs tanbul 'umuzun cinlerine d ö n e
l im.
İs lamda ve d iğer tek tanrılı d in lerde (Yahudilik ve Hıristiyan
lık) meleklere, şeytanlara ve cinlere inanılır. Melekler iyi varlıklar,
tanrısal ve kutsal varlıklar, şeytanlar kötü varlıklar, cinler ise
değişken varlıklardır.
T ü m geleneksel inanışlarda, ilk inanışlardan başlamak üzere
ve mi to logyalarda cinler «ilkel» varlıklar olarak tanımlanırlar. Bun
lar sihirbazın, b ü y ü c ü n ü n ve de «magus»un en yakın yardımcıları
olabil iyorlar, oluyorlar. Kökeni ve kültür düzeyi ne olursa olsun
gizemcil ik, bu açıdan, cinler o l m a d a n yapamıyor ve yapamadığı
için onları, yüzyı ldan yüzyıla açık lamaya gayret ediyor.
Bizim «cin» dediğ imize antik ç a ğ bilgisi, Yunanca bir sözcük
ten hareket ederek, «daimon-daemon» (tanrı, cin) ya da basit ve
o lumsuz bir anlamla, «demon» der.
Mısırlılar için cin kişinin ikiziydi, Yunanlılar için paralel bir
«ben» ( İstanbul ' lu Hasan Poyraz H o c a ' y a göre cinler âlemi t ü m
d e n paralel bir evrendir). Sokrates' in c in inden söz edilir, o n u
yöneten, ikinci kişiliğini o luşturan ve onunla konuşan. Öncek i
b ö l ü m l e r d e n bi ld iğ imiz «ölümsüz» Saint-Germain K o n t u n u n cinin
d e n de söz edilir, o n a unutulan, yitiri len bil imleri ö ğ r e t e n , s imya
ve k imya formül ler in i açıklayan. Hatta ve hatta N a p o l y o n ' u n bile
bir c ine sahip o l d u ğ u söyleniyor o n u başarıdan başarıya g ö t ü
ren.
Ya N a p o l y o n ' u n s o n d ö n e m i n d e k i başarısızlıkları ve ç ö k ü
şü? Onlar da cin o n u terkett ikten sonra oluvermişler!
Sokrates, Saint-Germain ve N a p o l y o n «tarihsel» örneklerdir
ve de (biri hariç) kent imizden bir hayli uzaklarda kalmış, istan
b u l ' u n gizemsel g ü n d e m i n d e olan cin uzmanlarına, cinlerle
t e m a s kurabilenlere (kendi ifadelerine göre) g e ç m e k , basında
yayınlanan bazı açıklamalarından yarar lanmak ise bizi k o n u n u n
t a m merkezine yerleştirecektir.
Sekiz tane c in i o l d u ğ u söylenen «medyum» M e h m e t Memiş
cinleri için şöyle d iyor:
«O kadar güzeller ki, o kadar yakışıklılar ki... Saat on iki o lun
ca gelirler... G e c e h e p onlarla bir l ikteyim. Sabah ezanına
kadar... Onlarla d u a yaparız, bilgi alırım, yazarım, ç izer im, teşbih
çekeriz... Siz onları göremezsiniz. İnsanların g ö z ü n d e p e r d e var
dır, a m a cinler insanları görür... Cin b u g ü n insanlarla evlenebi
lir... Benim dişi c in im benimle ev lenmek istiyor... normal bir
kadınla ne yaşanıyorsa, onunla da o n u yaşayabil ir im...»
Cinlerle evlilik k o n u s u n d a deneyiml i olan, Keto adı ile bili
nen, Hacı A y d o ğ a n ise d u r u m u n u şu şeki lde açıklıyor:
«Üç çeşit c in var. Birisi Rahmaniler, bunlar iyi cinler. Şeytani
ler var, bunlar da k ö t ü olanlar. Bir de Cindarlar var ki, h e m iyilik
h e m kötülük yapıyorlar. Benimkiler Rahmani, iyi o lduklar ı için
insanlara yardımcı o l m a y a zorluyorlar beni. Benim karım da Rah
mani... iki de o ğ l u m var, cin kar ımdan. Biri altı yaşında, d iğer i üç
aylık...»
Bedensiz varlıklarla evlilik, cinsel ilişki ve b u n u n s o n u c u olan
çocuklar...
Ahmet Hulusi d u r u m a nesnel olarak yaklaştığında böylesine
bir teşhise varıyor:
— 180 —
«Cinsel ilişki biz im anladığımız m a n a d a bir leşme deği ldir.
Beyinde bir noktayı etki leyerek kişide bir t a t m i n m e y d a n a getir i
yorlar. Bu şeki lde kişi g e r ç e k t e n onlarla t e m a s k u r d u ğ u hissine
kapılıyor, bu varlıkların etkileriyle b o ş a l m a y a uğruyor. Fizik
an lamda bir şey y o k yani. Bir tür halüsinasyon.»
Asl ında bu d u r u m d a «halüsinasyon», sanrı bile aşırı gel iyor
ç ü n k ü , sonuçta, cinsel bir d ü ş ü n dürtüler i ile gerçek leşen bir
b o ş a l m a d a n başka bir şey deği ld ir anlatı lan olay ve bunda,
bunun açıklamasında veya m o t i v a s y o n u n d a c inden başka neden
d ü ş ü n m e m e k bir hayli zorlamalıdır.
A h m e t Hulusi 'ye kulak vereceksek bir kadın cinle yapıldığı
söylenen evlil ikten çocuk lar nasıl d o ğ a r ?
Tek bir kişinin anlattığı bir «olay» örnek teşkil e d e m i y o r s a
bile bu kişinin ö n e sürdükler i , ç o k geri lere git t iğ imizde, bizleri bu
tür durumlara ve bu durumlar ın ortaya attığı « s o r u n l a r ı n yanıtını
- inanışlara bağlı ka lmak koşulu ile - vermiş oluyor.
İslamın cin inanışından Orta Ç a ğ Hıristiyanlığına, paralellik
gösteren, melek-şeytan-cin inanışına bir geçiş y a p m a m ı z gereki
yor, 1486 yıl ından kalma bir kitaba dayanarak.
Engiz isyon b o y u n c a bir elkitabı olarak kullanılan, 550 sayfa
da soru-yanıt şekl inde Heinr ich Kramer ve J a m e s S p r e n g e r adlı
iki A l m a n d i n a d a m ı taraf ından hazırlanan «Büyücülerin Çekici»
(Malleus Malef icarum), k ö t ü niyetli cinlerle b ü y ü c ü kadınların,
cadıların cinsel il işkilerine eği ldiğinde, Orta Çağlar 'a ö z g ü bir
inanç ve mantık çerçevesi içinde, bu t ü r d e n yanıt ve sonuçlar ı
sıralamaktadır:
- Kötü ve şeytana hizmet e d e n cinler cinsel i l işkide bulun
duklar ında birer aracı olarak hareket etmekteler, ç ü n k ü yaptıkları
bir insanın (erkeğin) menisini ç e k i p bir başka insana (kadına)
aktarmaktır. Nedir ki, bu tür cinlerin bir kadını hamile bırakmaları
olanaksızdır, ç ü n k ü bunlar (Hıristiyan inançlarına göre) ruh taşı
mazlar. Dolayısıyla ruh ve b e d e n d e n oluşan bir canlıya hayat
veremezler. A n c a k unutu lmamal ı ki, Tanrının yarattığı bu varlıklar
ister c in, ister şeytan olsunlar, onların alt ında olan her şeyi denet-
— 181 —
leyebilirler ve bu y ü z d e n , şeytanlıklar peşinde olan cinler bir erke
ğ i n menisini ç e k i p , kendilerine ai tmiş gibi , bir kadına aktarabil ir
ler. Üstelik, ermiş Avgust inus 'un da belirttiği g ibi , bu tür kötü c i n
ler bir erkeğe kadın, bir kadına da erkek olarak görünebil ir ler.
Bu örneği v e r m e k t e k i amacımız cinlerin, her büyük d i n d e ve
her kültürde, bir s o r u n teşkil ettiklerini ve bu sorunun, ç a ğ d a n
çağa, ne tür bir «literatür»e yol açtığını özetle göstermekt ir .
Ancak, D o ğ u ' d a n Batı'ya, c in so ru n u salt cinsell iğe yönelen bir
s o r u n o lmaktan ç o k uzaktır. Ç ü n k ü cin, huyu ne olursa o l s u n ,
her çeşit g izemci l iğ in in v a z g e ç e m e d i ğ i bir unsurdur, ister adı c in
o lsun, d a e m o n o l s u n ya da sac3ce «varlık».
Folklor açısından kendi cinlerimizi incelediğimizde bunlar ın
da şeki lden sekile geçtiklerini görürüz. Cinler kara kedi v e y a
kara köpek şekl inde görünürler, oğlak, eşek, tavşan, tavuk,
horoz, kuzu, yılan v.b. şekillere de bürünebil ir ler. Ufacık olur lar
ya da k o c a m a n , ince ya da ş işman, güzel, ç irkin, sevimli, k o r k u
t u c u , hoş kokulu veya t iksindir ici. Hatta ve hatta birer cansız nes
neye de dönüşebi l ir ler!
En ç o k s o r u n çıkaran kötü ruhlu, kötü niyetli cinler o luyor,
olaylar yaratan, insanlara sataşan, insanları ç a r p a n , sevgilileri ayı
ran, kocaların başlarını çelen, kadınları a ldatan, eşyaların yer in i
değişt iren, nesneleri gizleyen. Bir c inin marifetleri ile bir «vurucu
ruh»un, bir «poltergeist»in marifetlerini b irbir inden ayırabi lmek,
bu yüzden, bazen ç o k zor oluyor.
Cinlerden oluşan ve cinleri barındıran paralel bir evren i lg inç
bir kavramsa cinleri « e n e r j i y e benzetmek, bir «enerji insanı»
kuramına o t u r t m a k bir o kadar ilginçtir. Nedir ki, bil imsel a ç ı d a n
t ü m bunlar (ki t ü m bunlar, aslında, kent imizde ö n e sürülen g ö r ü ş
ler o l d u ğ u n d a n kentsel gizemlerimizin ayrı bir alanını m e y d a n a
getirmekteler) olanaksız ve olasılıkların dışında kalıyor. Bu k o n u
larda tartışmalar uzayıp gider ve varılan veya öneri len s o n u ç her
z a m a n «inançsal» bir sonuç oluyor, ister «gizli» bi l imlere b a ğ l a n
sın, ister dinsel inanışlara.
Gizem dünyası , eski inanışlara, insan kadar eski gelenekle
re, mitolojik ve folklor ik malzemeye dayanarak, her z a m a n cinle
re başvurur. Kimi bu bağlılığını inandığı ve uyguladığı , izlediği
d ine bağlar, k imi dinsel inanışları k e n d i n e g ö r e y o r u m l a r ve kulla
nır (büyüde o l d u ğ u gibi) çizgiyi a ş m a k pahasına. Biri t ü m bunları
kendi sorunlarını çözebi lmek a m a c ı ile, kanıt ve yanıt olarak ö n e
sürerken diğerleri ise pazarlar, bir «hizmet» olarak. Kaldı ki, gize
min her alanı arz ve talep kurallarına u y m a k z o r u n l u ğ u n a sokar
kendini.
Bugünün İstanbul 'unda dir i len ve yeniden, o y s a d a h a «deği
şik» çevrelere ve daha «değişik» tanıtımlarla uzanan, «popüler»
hale gelen cinler in her çeşidi g izemci l iğ in kaçını lmaz varlıklarıdır.
H e m cinler o lmazsa, onlardan y a r d ı m g ö r m e z s e b ü y ü c ü n ü n ve
bakıcının d u r u m u ne olur?
Bu sayfalar b o y u n c a , e l imizden geldiği kadarıyla, kentimizin
barındırdığı hatta yarattığı b i rçok g i z e m ve inanışları g ö z d e n
geçirmeye çalıştığımızda er veya g e ç «cin» k o n u s u n a da değin
memiz kaçınılmazdı.
Ahmet Rasim' in deyimi ile «Sultan İbrahim zamanının en
nâmdar aktörü Cinci H o c a d e n e n herif»i ve benzerlerini g ö r m ü ş ,
tanımış, bu İstanbul 'da sorun büyücüler in cinleri deği l de en
marifetli c incin in bile bastıramadığı başkaca cinlerdir, ister birer
«varlık» gibi, ister birer «insan» g ib i görünsünler.
Yine de inanışlar ve gelenekler - a m a dinsel inançlara dayan
sınlar a m a hurafelere - son d e r e c e dayanıklı o lduklar ından, bilgi
sizlik ve çaresizl ikle beslendikler inden ve gizemli ya da gizemle
karışan d u r u m ve olaylar her z a m a n merak uyandırdıklarından,
İstanbul 'un cinleri de, geçmişler i ve ç a ğ d a ş görünümler iy le, bu
kentin folklor ik manzarasının bir parçası olarak anımsanacaklar.
İstanbul Müf tüsü Selahattin Kaya'nın dediğ i g ib i : «Bazı insan
lar cinlerle d o ğ r u d a n ilişkiye girebil irler. Bunun ne kendilerine, ne
de başkalarına yararı vardır. Bunların en büyük başarıları kendile
ri hakkında yaptıkları propagandalar, abartmalı sözler ve telkinler
le muhataplarını etki altına almaları.»
BİR SON DEYİŞ GİBİ
İç inde yaşadığımız b u g ü n ü n İstanbul 'unda gizlil iklerini yitir
miş gibi g ö r ü n e n her tür g izem, sihir, b ü y ü ve fal açık bir piyasa
da sunuluyor. Gizli g ibi bil inen bilimler, ilimler, sanatlar, bilgiler
ve gelenekler şaşırtıcı ve d ü ş ü n d ü r ü c ü bir değiş ime uğradıkları
gibi icraatçıları c a m ekranlardan hizmet veriyorlar, uzmanlar ı
gazete sütunlarında veya telefon hatlarında medetler, öneri ler ve
umutlar dağıtıyorlar. «Kitch» dekor larda, rengârenk d u m a n l a r ve
yanıp sönen ışıklarla donatı lmış platolarda «ilginç» konular tartışı
lıyor, tartışılınca da alan d e d i k o d u s u n a ve ücret örneklemesine
kayılıyor. Bu ara konuşmacın ın ilgi ve uzmancıl ık k o n u s u ne ise
(yıldızbilim, falcılık) o yücelt i l iyor, bil imsell ik kazanıyor ister bir
yanbi l im ise (yıldızbil im), ister bir inanış y ö n t e m i (fal).
Dışardan örnekler alınarak (ancak dışardan gelen her şeyi
o lumlu diye bakmak h u y u m u z d a n ne z a m a n vazgeçeceğiz?) her
k o n u n u n bir çağdaş laşma, açılma, şeffaflaşma etiketi alt ında
çeşitli etken, taklit ve özenti l i özlemlere kapılarak soysuzlaştırı ldı-
ğı bir o r t a m ve d ö n e m d e gizemlerin «serbest piyasa»sı da a n c a k
bu kadar olabil iyor. Ve g i z e m diye bil inenler yaygınlaşa yaygınla
şa kimliklerini ve özell iklerini yitirdikleri gibi gruplaşa gruplaşa
özler inde hiç varo lmayan (özleri ç ü n k ü zamansız ve evrenseldir)
«çağdaş» ve «moda» sayılan bir uçukluk kazanmaktadır lar.
Ancak bu şehr-i İstanbul ne denli sarsı lmaz ve g e r ç e k kimli
ğini, gerçek değerler ini (her şeye ve herkese rağmen) koruması
nı bilen, gerekt iğinde bunları tevazu iç inde gizleyen bir «merkez»
— 184 —
kent ise g izem d e , bu «merkez»in dahi l inde, kendi gerçekler in i
aramayı ve d ü ş ü n m e y i sürdürüyor.
Bu arayışların safhaları g ö r k e m l i değil ler, ç o k sıfırlı sayılara
dayanmazlar; bu arayışların y ö n t e m l e r i ve uygulamalar ı dünyasal
sayılmazlar, insanın t o p l u m d a k i k o n u m u n u , mal varlığını ve karşı
c ins ile ilişkilerini hedeflemezler a n c a k , bir temel olarak, kişinin iç
dünyasına seslenirler, bu iç d ü n y a y ı şeki l lendirmeye çalışırlar.
İstanbul 'un g e r ç e k gizleri ve gizemleri falcılar, büyücüler,
bakıcılar ve cinci ler mi?
Hiç deği l . Bu sayfalarda onlara da bir pay tanıdıksak bunla
rın d a , geniş a n l a m d a , gizemsel olduklarındandır, kent imiz in ç a ğ
d a ş t o p l u m u n d a v e b u ç a ğ d a ş l a m a y a katkıları o lan m e d y a l a r d a
güncel ik kazandıklarından hatta, nerdeyse, batılı o lmanın örnekle
ri g ib i sunulduklar ından.
İstanbul 'un g ö r ü l e n ve g ö r ü l m e y e n gizemlerini salt g izemsel
inanış ve gelenekler inde a r a m a m a k gerekiyor: İstanbul gibi bir
kent in olaylar, çatışmalar, çalkalanmalar, aşamalarla d o l u yaşa
mı - g e ç m i ş i n d e n ve g e l e c e ğ i n d e n kaynaklanan yankılar ve çağr ı
şımlarla - ve bu t ü r bir y a ş a m çizgisinin, mitosları ve efsaneleri
ile birl ikte, içerdiği her tür sihir ve g i z e m zaten etrafımızı sarıyor,
gözler imizin ö n ü n d e ve el lerimizin alt ında duruyor. Görmesin i ,
bakmasını bi len g ö r ü r ve bakar, aramasını bi len arar ve bulur.
İstanbul 'un, g e ç m i ş d ö n e m l e r d e , bir arayışın, bir bi lgi ve gelenek
sentezinin o d a k noktası o l d u ğ u n u - belirli örnekler i ile - ö n c e k i
b ö l ü m l e r d e ve o bölümlerdeki k a v r a m ve kuramlarla sergi leme
ye, bazı ipuçlarını v e r m e y e çalıştık. A n c a k her şey olası o l d u ğ u n
d a n ve her şey birbir ine, inandığımız gibi , bağlı ve bağlantıl ı o l d u
ğ u n d a n belki de İstanbul gizemleri geçmişler i , b u g ü n ü ve yarını
ile saydıklarımızın, s a y m a y a çalıştıklarımızın ç o k ötesindedîr ler
ve o ötelerde kaldılar. Ola ki, bir süre d a h a o ötelerde kalacaklar
dır. Her insan y ü z ü n d e , y ü z ü n ü n çizgi lerinde, kırışıklıklarında,
göz ler inde parlayan ışıklarda kendi iç gizemini i fade ettiği g i b i , '
her kent g e ç m i ş i n d e n kalan açık v e y a kapalı izlerinde, mekânla
rında, yarattığı düşünsel- inançsal-toplumsal «güç»te, «şarj»da
— 185 —
oluşmuş, o l u ş m a k t a ve oluşacak olan sır ve sihirini taşımakta ve
açıklamaktadır. Bu bir tümdür, en ince ayrıntısına d e k t ü m ü kap
sayan, t ü m ü n d o ğ u r d u ğ u bir süreçtir, bir o luşumdur.
Mitoslar, efsaneler, inanışlar, izler, mekânlar, binalar, surlar,
kuleler, sütunlar ve insanlar. Gelenler, gidenler ve kalanlar. Bun
lardır İstanbul 'un gizemleri, bunlardan kaynaklanır ve şekillenir
İstanbul 'un gizli y ü z ü ve İstanbul'a da başka şeki lde bakamayız,
ister kabul edel im, ister baş sallayıp gel ip geçel im...
SON
KAYNAKÇA
Hans von AİBERG Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi cilt 1, Kitsan, İstanbul 1987
Rene ALLIEAU Les Societes Secretes (Gizli Cemiyetler) Le Livre de Poche, Paris 1969
Georges BARBARİN Les destins occultes de l'humanitee Cycles histo-riques (İnsanlığın Gizemli Yazgıları - Tarihsel Dönemler) Librairie Astra, Paris 1946
Jacques BERGİER Les Livres Maudits J'Ai Lu, Paris 1971, Türkçesi: Lanetli Kitaplar, çev. Vedat Gülsen Üretürk, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1981
Jean-Louis BERNARD Les archives de l'insolite (Alışılmamışlığın Arşivleri) Ed.du Dauphin, Paris 1971
Helena P.BLAVATSKY La def de la Theosophie (Tanrıbilgeliğin Anahtarı), Pbl.de la Societe Theosophique, Paris 1895
Pertev Naili BORATAV 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973
Pertev Naili BORATAV Zaman Zaman İçinde, Remzi Kitabevi, İstanbul 1958
Jean-Louis BRAU Les inities d'Occident (Batılı İnisyeler), MA Editions, Paris 1986
Louis CHARPENTİER Les mysteres Templiers (Tapınakçıların Sırları), Lafont, Paris 1967
Robert CHARROUX Le livre du Mysterieux İnconnu (Esrarlı Bilinmeyenin Kitabı), Lafont, Paris 1969
Arkon DARAUL Secret Societies (Gizli Cemiyetler), Frederik Muller, Londra 1966
Arkon DARAUL VVİtches and Sorcerers (Cadılar ve Büyücüler), Tan-dem Press, Londra 1969
Edmondo DE AMICIS Costantinopoli (İstanbul) Fratelli Treves, Milano 1931 (2 cilt)
— 187 —
Unlü kehanetlerinde İstanbul'dan da birkaç kez söz eden Nostradamus (16. yüzyıldan kalma bir Fransız gravürü)
«Gerçeği basit şekilde, abartmadan ilan ederim ve doğru kehanetim beni hiç yanıltmaz.»
198
Gül-Haç örgütünün en ünlü ölümsüzü Saint Germain Kontu
Cagliostro adı ile ünlenen gizemci, simyacı ve skandal adamı
Giuseppe Balsamo HH
Ölümsüz simyacı ve Bursa yolcusu Nicolas Flamel
199
1920'lerden kalma bir «Kara Ayin»
— 201 —
Öğretisi ile geniş ilgi uyandıran, «Altın Şafak» Örgütünün temsilcisi kara büyücü Alesteir Crovvley
Boğaziçi
— 203 — — 202 —