100
975 - 405 - 390 - 1 93-34-y-0131-191 Yayın Hakları © GIOVANNI SCOGNAMILLO ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ Kapak Resmi ŞAHİN KARAKOÇ Kapak Düzeni FATMA BOZKURT Dizgi - Baskı ALTIN KİTAPLAR BASIMEVİ 1. BASIM/MART 1993 Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince Altın Kitaplar Yayınevi'ne aittir. Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu işhanı Cağaloğlu - istanbul Tel: 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00 - 511 32 26 Faks: 526 80 11 Giovanni Scogaamillo İ6TANBUL GİZEMLERİ BÜYÜLER, YATIRLAR, İNANÇLAR

İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

  • Upload
    gizem

  • View
    556

  • Download
    19

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

975 - 405 - 390 - 1 93-34-y-0131-191

Yayın Hakları © GIOVANNI SCOGNAMILLO

ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ

Kapak Resmi ŞAHİN KARAKOÇ

Kapak Düzeni FATMA BOZKURT

Dizgi - Baskı ALTIN KİTAPLAR BASIMEVİ

1. BASIM/MART 1993

Bu kitabın her türlü yayın hakları

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince

Altın Kitaplar Yayınevi'ne aittir.

Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu işhanı

Cağaloğlu - istanbul

Tel: 522 40 45 - 526 80 12

511 51 00 - 511 32 26

Faks: 526 80 11

Giovanni Scogaamillo

İ6TANBUL GİZEMLERİ

BÜYÜLER, YATIRLAR,

İNANÇLAR

Page 2: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

İÇİNDEKİLER

Sunuş

Eskilerin Gizemleri 9

Mekânlar ve Gizemler 28

İstanbul İnanışları 47

Gizemciler İstanbul'da 64

Örgütler ve Bireyler ., 86

Gizemde Çağdaş Olmak 107

Gizemler ve Yorumlar 129

İstanbul Büyüleri 151

Bir Son Deyiş Gibi 184

Kaynakça 187

Page 3: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

SUNUŞ

Yüzyı l lardan beri İstanbul hakkında pek ç o k şeyler yazıldı,

İstanbul ' lu olan ve olmayanlar yazdı, İstanbul 'u bi len ve bi lme­

yenler, İstanbul 'u yaşayan ve yaşamayanlar, iç inde bulunanlar

ve gel ip geçenler yazdı. İstanbul 'u Batılılar ve Doğulular yazdı,

t ü m değiş ik adları ile, heyecanla, merak, ilgi ve sevgi ile, şaşıra­

rak, bazen bozularak. İstanbul yazıldı, yazılıyor ve hiç durmaksı­

zın yazılacak, anlatı lacak ve araştırılacaktır, İstanbul İstanbul ve

d ü n y a d ü n y a o l d u ğ u sürece.

Dünyanın t ü m b ü y ü k ve eski kentleri , Roma, Paris, Londra,

Prag v.b. her z a m a n bir merkez g ö r e v ve işlevini gördüler. İstan­

bul da böyledir: bir tar ih, kültür, sanat ve d ü ş ü n c e merkezi ola­

rak. A n c a k İstanbul 'un bir farkı ve bir özell iği vardır, her zaman

olmuştur. İstanbul bir kültür, uygarlık ve bunlardan oluşan bir ina­

nışlar potasıdır. D o ğ u ile Batının d e ğ i ş m e y e n bir bu luşma, kay­

n a ş m a noktası, bir o d a k noktası ve ola ki «manyetik» bir alan.

Ve tar ihin y ü k ü n ü omuzlar ında taşıyan, tarihin izleri ile d o l u p

taşan her b ü y ü k ve eski kent g ib i İstanbul da gizemleri olan,

g izemler yaratan bir gizemdir. Ve öyle o lmayı sürdürüyor.

A n c a k «gizem» s ö z c ü ğ ü n ü kullandığımızda amacımız nedir,

bir araşt ırmaya girdiysek neyi, neden araştırmak istedik, ne tür

sonuçlar bekleyerek?

G i z e m bir sırdır, gizli tutulan, gizli anlamları, giderek değerle­

ri o lan bir «şey»dir. Bir kavram, bir k u r a m , bir bi lgi, inanış, olay­

dır g i z e m . Bir arayış ve evrensel bir sentezdir. Bazen bir hayal,

bir fantezi, bir masal da olabilir hatta bir uydurma. Ancak bir kişi,

Page 4: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

t o p l u m ya da bir kent için g izem bir «arka yaka», bir «gizli yüz»,

bir b i l inmeyen v e y a açıklanamayandır, öyle de olabilir.

Bu araşt ırmanın a m a c ı alternatif, belki az bi l inen, unutu lmak

üzere olan, sararmış yapraklarda, kaynaklarda kalmış bir İstan­

bul portresini ç izmektir, iç inde yaşadığımız bu kentin d o ğ a ü s t ü -

c ü , d ü ş ü n d ü r ü c ü ola k i eğlendir ici kimliğini saptamaktır, d ü n ü n ü

ve b u g ü n ü n ü , karanlıklarını ve tedirginl iklerini başka ve değiş ik

bağlantı larla b a ğ l a m a k ve olanakların dahi l inde, «resimlendir­

mek.»

İstanbul kendi başına bir gizemdir, bir g i z e m tarihi ve bir

gizemler merkezid ir her tür ve çeşid inden. Ve İstanbul yüzyıllar­

d a n beri süregelen bir arayışın buluşma noktasıdır, ö lümsüzler in,

gizli ve b i l inmeyen üstünlerin, bilgelerin, gizemci ler in ve de şarla­

tanların uğrağıdır.

Onların ve başkalarının arayışı biz im de arayışımız o l d u bu

sayfalar b o y u n c a , katılmanızı di lediğimiz heyecanl ı bir m a c e r a y a

yol açtı.

Bize böy le bir maceraya çıkabi lmemiz için olanak tanıyan

Hüsnü Terek'e, bizi sürekli yüreklendiren, kaynak avına çıkan

Orkun Uçar 'a t e ş e k k ü r ü bir b o r ç biliriz.

Popüler g izemlere ekranlarını açan özel kanalların m o d a

deyimiyle «bizi iz lemeye d e v a m edin!»

G I O V A N N I S C O G N A M I L L O

BIRINCI BÖLÜM

ESKİLERİN GİZEMLERİ

Fethedilen İstanbul 'dan ö n c e bir Bizans vardır ya da bir

D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ve o n d a n ö n c e de bir Bizans öncesi,

g ide gide mitoloj in in inanışlarına, efsanelerine ve O l i m p o s ' u n tan­

rılarına kadar varan.

Ç o k geri lere g id ip M.Ö. 667 yılına ulaştığımızda karşımıza ilk

Byzant ion'u kuran Megara'l ı lar çıkıyor. Ya d a h a d a h a öncesi? Ya

Bizans'tan ve İs tanbul 'dan ç o k ö n c e buralara kadar gel ip yerle­

şen Keltler?

Her insanın yaşamı - v e k e n d i s i - nasıl k i zamanla çözülen

veya hiç ç ö z ü m l e n m e y e n , aksine derinleşen bir g i z e m ise kentle­

rin yaşamı ve g e ç m i ş i de bir başka gizemdir, özell ikle İstanbul

gibi «merkez» o l a n kentler için.

İstanbul 'u 1550'lerde ziyaret e d e n Flaman gezgincis i Ogier

Ghisen v o n B u s b e e k kendine bir s o r u sorar: «Bütün dünyanın

başkent i burası mı?» diye. Ve Fransız ozanı A l p h o n s e de Lamarti-

ne bir y o r u m d a bulunur: «Doğa burasını dünyanın başkenti

o l m a k için yaratmışa benziyor» diyerek.

İstanbul 'a gel ip heyecanlar g e ç i r e n ç o ğ u Batılıların g ö r ü ş ü ­

d ü r bu ve bu g ö r ü ş ü n ne denli d o ğ r u o l d u ğ u n u İstanbul 'da yaşa­

y a n bizler herkesten d a h a iyi bi l iyoruz.

Eski o lmak, ç o k g e ç m i ş ç o k g ö r m ü ş o l m a k h e m bir ikim,

h e m de bir ayrıcalıktır. Belirli, kalıcı, göz le görülebi len, elle d o k u -

nulabi len izler taş ımak - k i , bir eski kent için bunlar surlar, kale-

- 9 —

Page 5: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ler, hisarlar, binalar v . b . ' d i r - başka, bu izlerin geçmişin i , g e ç m i ş

anlamlarını ç ö z m e k başkadır.

İstanbul herkesi çekiyor: yazarı, ozanı, d ü ş ü n ü r ü , araşt ırma­

cıyı, maceraseveri, meraklıyı, burnu havada turisti, bir a n d a d u y ­

gulananı ve s o ğ u k s o ğ u k bakanı, önyargılı olanı ile bi lgi, ö l ç ü ile

değerlendireni. Ve bir g e r ç e k «merkez» o l d u ğ u n d a n istanbul, bil i­

nen ve bi l inmeyen olanaklar s u n d u ğ u n d a n , t icaret erbabı g e z g i n ­

ciyi de çeker.

1260 yılında Venedik ' ten Nicolo ve Maffeo Polo adlı iki kar­

deş gelir İstanbul'a. Polo kardeşler İstanbul'a yerleşirler, başka

Venedik'l i ler gibi , t icaret yaparlar, Kırım'a, Volga nehrine, Buha-

ra'ya kadar uzanırlar, mal alıp İstanbul 'da satarlar. D o k u z yıl s o n ­

ra Venedik'e dönerler. Yıllar geçer ve g ü n ü n bir inde Polo kardeş­

ler yeniden görünür ler Galata'daki Venedik l i ler in arasında. Bu

kez en küçük kardeşleri o lan M a r c o ' y u da getirirler yanlarına ve

İstanbul 'dan uzun ve ç o k ünlü yolculuklarına çıkarlar, «ipek

Yolu»nu izleye izleye.

D ö n ü ş 1295'te oluyor; Trabzon'dan kalkan bir g e m i ile İstan­

bul 'a dönerler. Sonra Venedik 'e, yanlarında ö lümsüz bir haziney­

le, M a r c o P ol o 'nun gezi notlarından oluşan «İl Milione» (Mi lyon)

adlı seyahatnameyle dönerler.

Çin yo lunu tutan g ö z ü p e k maceraseverlerin, zeki ve g ir işken

tüccarların k o n u m u z o lan kentsel gizemlerle ne ilgisi var ki?

Çağrışımsal olsa bile ilgi apaçık ortadadır: Polo' lar ve onları

izleyenler, bi ldiğimiz kadarıyla g izemci değil ler, inanç sahibi, d i n ­

lerine bağlı insanlardır. A n c a k D o ğ u ' n u n ve U z a k d o ğ u ' n u n oluş­

t u r d u ğ u gizemi, artı b u n u n parasal, t icari potansiyel ini, İstan­

bul 'da yıllarca kalmış olan Nicolo ve Maffeo Polo iyi bi l iyorlar.

«Merkez» İstanbul, bu kimliği ve geleneği ile onlar için bir «ka­

p ı d ı r , bir kaçınılmaz bağlantıdır ve bu bağlantıya inanarak, g ü v e ­

nerek arayışlarına başlıyorlar.

Bunu bir parantez, bir «tırnak arası» sayıp d a h a geri lere

dönel im.

Boğaziçi ve kıyıları, bir sonraki b ö l ü m d e ayrıntılı o larak g ö r e -

- 10 -

ceğimiz gibi , mitoloj ik efsaneler ve kahramanlar la d o l u p taşıyor.

Ve Boğaz iç i 'nden başlayan bu inanışlar gel ip S a r a y b u r n u ' n a

kadar dayanırlar.

Bizans'ın en eski tar ihçi ler inden biri o lan H e s y c h i u s ' a göre

Bizans önces i ilk yerleşim yerler inden biri de S a r a y b u r n u ' n d a ,

bölgenin kralı olan, Barbisius taraf ından kuruluyor. Daha sonra

kurulan kenti surlarla kapatan ve Barbis ius 'un kızı Phidelia ile

evlenen Byzas, efsaneye göre, deniz ler tanrısı P o s e i d o n ' u n

o ğ l u n d a n başkası değildir.

Böy lece Byzas'ın adını alan ilk Bizans (Byzantion) tanrısal

ya da yarı tanrısal bir kimlik ve ö n e m kazanmış oluyor, her ne

kadar olayın geris inde - m i t o l o j i d e sık sık r a s t l a n a n - bir ırza

tecavüz d u r u m u yatıyorsa da. Tanrı Poseidon, Byzas' ın annesi

olan ve kendi de tanrı s o y u n d a n gelen güzeller güzel i Kerassa'yı

iğfal ederek bu d u r u m u yaratıyor.

İki kıtayı birleştiren, Batı 'dan, O r t a d o ğ u ' d a n , U z a k d o ğ u ' d a n

ve unutulan, y o k o lmuş ve kayıp uygarl ık lardan gelen kültürleri

barındıran ve kaynaştıran İstanbul 'da, kentin ilk kuru luşundan

ş imdiye dek, g izem d a i m a vardı ve vardır, her çeşidi ve y o r u m u ,

eği l imi ile.

T ü m kaynakları tarayabi lmek olanaksızsa bile elde edebi ldi­

ğimiz kaynaklardan seçtiğimiz, kimi bağıntısız gibi g ö r ü l e n efsa­

neler, inanışlar ve olaylar k o c a m a n ve kendi iç inde kendini

t a m a m l a y a n bir mozaik, dev boyut lu bir duvar resmini o luşturu­

yorlar. A n c a k boyutlarını saptayabi lmek için her şeyi birbir ine iyi­

ce karıştırmak, birbiri ile iyice karşılaştırmak, çarpıştırmak gereki­

yor, y o r u m y a p m a k t a n , varsayım y ü r ü t m e k t e n , çağrışımları kul­

lanmaktan hiç ç e k i n m e d e n .

Bil inen ve bi l inmeyen, varolan ve yitiri len, kaçırılan kaynak­

lar...

Fetih önces i ve Fetih sonrası is tanbul 'u terkeden Bizanslı bil­

ginler beraberler inde kaynak ve bilgi kaçırıyorlar. İster sonradan

bunları başkalarıyla paylaşsınlar, ister paylaşmasınlar.

İ talya'ya sığınan Bizanslı Gemiste Phleton, Ef latuncu akade-

Page 6: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

misinin öğreti ler ini meslekdaşlarına iletiyor; Verona' l ı Guarini ise

Bizans'tan iki sandık d o l u s u elyazması kaçırıyor, birini yo lcu luk

esnasında yit ir iyor, ikincisindekileriyse hiç k imseye göstermiyor,

açıklamıyor.

Bizans'tan kaçıp değerl i metinleri, elyazmaları - b u ara Efla-

t u n ' u n başyapı t lar ın ı- Batı'ya ulaştıranlar arasında kimler y o k ki:

J o h a n e s A r g y r o p u l o s , T h e o d o r u s Gaza, Demetr ius C h a l c h o n d i -

lis, A n d r o n i c o s Chal l istos, M a r c o Musurus, J o h a n n e s ve Costan-

t inos Lascaris kardeşler gibi bi l im adamları ve aydınlar.

Rönesans'a yol açacak o lan feodal düzenl i Orta Ç a ğ için

Bizans bir bi l im, bi lgi kaynağı ve bir gelenektir ç ö k m e s i n e neden

olan t ü m aşırılıklarına karşın. Hatta ve hatta lanetli bir gelenektir,

b o l c a şeytanlık ve büyücülük kokan. H e m , anlatılanlara g ö r e ,

İmparator Just in ien, Aya Sofya'yı inşa ett i rebi lmek için Şeytan'

d a n bile yardım istememiş miydi?

Bizans yıkılıyor ancak Bizans'ın tar ih inde bazı i lginç ve dik­

kat çekici olaylar yüze çıkıyor.

Tarihin devresel dönemler ve dönüşler le kendini sık sık tek­

rarladığını bi l iyoruz ve bunlara tar ihin iniş ve çıkışları deriz, öyle

kabul ederiz.

Bir Yüce Costant in ' i ele alalım ve hiç y ü c e o l m a y a n bazı dav­

ranış ve eylemlerine bir göz atal ım:

- Costant in kayınpederi o lan M a x i m u s ' u ö ldürtüyor, kayınbi­

raderi olan Licinius'u boğazlatıyor, oğlu Cr ispus 'u ve yeğeni Luci-

nius'u katlettir iyor. Derken eşi o lan İmparator içe Fausta'yı kay­

nar bir b a n y o d a boğdurtuyor .

Costant in ' in ailesi de aynı şeki lde saltanatını sürdürüyor,

d a h a d o ğ r u s u s ü r d ü r m e y e çalışıyor: Costant in ' in iki o ğ l u cinayet­

lere kurban gidiyorlar, ikisi hariç (12 yaşındaki Gallus ve 6 yaşın­

daki Julianus) t ü m yeğenleri askerler taraf ından öldürülüyor lar.

Cinayetleri üst lenen ise imparatorun s o n üç o ğ l u oluyor, yani

Constant in, Constant ve Constance. Ü ç ü de kısa süre sonra, tra­

jik şekilde ölüyorlar ve 337 yılında işlenen y e ğ e n kat l iamından

\

kurtulabilen Jul ien de fazla uzun ö m ü r l ü o l m u y o r , saltanatı salt

üç yıl sürüyor.

Kanlı bir ai lenin öyküsüdür b u , siyasal oyunlar ın, saray entri­

kalarının, hırs ve kıskançlıkların bir s o n u c u . Gizemli bir ö y k ü hiç

deği ldir ancak gizemlerle dolu bir o r t a m d a geçiyor, ç ü n k ü kanlı

bir saltanat süren, son d ö n e m i n d e iy iden iyiye çığr ından çıkan

bu Bizans aynı z a m a n d a kentin içinde bulunan kutsal ya da kut­

sal gibi bil inen emanetler in k o r u y u c u s u k o n u m u n d a d ı r .

Nedir bu kutsal gibi bi l inen emanet ler ve Fetih öncesi

Bizans'ta ne tür gizemlerin kaynağını o luşturuyor lar?

1554'te İstanbul 'u ziyaret e d e n ve gezi notlarını «İstanbul ve

Anadolu 'ya Seyahat Günlüğü»nde t o p l a y a n A l m a n bi lgin ve araş­

tırmacısı Hans Dernschvvam yazılarının bir kısmını şu şeki lde sıra­

lıyor:

- Havari Andre'nın tabut iç inde beyaz ketene sarılmış cese­

di (ceset 1210'da İtalya'nın Amalf i kentine o r a d a n da 1462'de

Roma'ya nakledi l iyor aslında),

- İsa'nın y e ğ e n i Z e b e d e u s ' u n eşi Maria Sa lome'n in t a b u t u ,

- İsa'nın bağlanıp işkence edi ldiği renkli, cilâlı bir taş.

Dernschvvam, Batı'nın kutsal emanetler i bir yana, bize 16.

yüzyıl İs tanbul 'undan ilginç gözlemler de veriyor:

«Bizim Elçihanın yanında bir a d a m bir köşeye b ü y ü c e k bir

sandık yerleştirdi. Sandığın içini darı ile d o l d u r d u . H e m e n h e m e n

çıplak bir vaziyette bir örtüye bürünerek yalnız başı dışarda kala­

cak şeki lde bir sandığın içine girdi ve darıların arasına gömüldü.»

d iye anlatıyor A l m a n gezgini. «Türkler bu herifi evliya sandılar ve

o n a y iyecek içecek taşımaya başladılar. Bu a d a m ı n etrafında baş­

ka fakirler g e c e g ü n d ü z oturuyorlar. Zamanla herif öyle şişmanla­

dı ki, b o y n u d o m u z b o y n u n a benzedi, yanakları da borazancı

yanakları gibi tombul laşt ı . Padişah c ivardan g e ç i p g iderken ona

d u a eder durur.»

Batı'nın kutsal saydığı emanetler i hiç tart ışmadan ve y o r u m

y ü r ü t m e d e n kabul eden Dernschvvam, d o ğ a l olarak Evliya Çele-

bi 'n in k a l e m i n d e n çıkmışa benzer bu Darılı Evliya'ya, haklı ya da

- 13 -

Page 7: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

haksız, bir fırsatçı g ib i bakıyor, bir inanışın - b i r inanışa d ö n ü ş e b i ­

len bir o l a y ı n - başlangıcını çiziyor. Burada i lgimizi ç e k e n de

A l m a n yazar ve hümanist in y o r u m u n d a n ç o k bu Darılı Evliya'nın

yarattığı olay ve etrafında toplanan başkaca « fak i r lerd i r . Evliyalık

bir yana, «yöntem»in ne denli uygulandığı ve kabul lendiği , nasıl

izleyici ve taraftar b u l d u ğ u Demschvvam'ın çizdiği canl ı sahne­

d e n ortaya çıkıyor.

Meraklı ve iz lenimci A lman g ü n c e yazarı, kitabının başka bir

yerinde, ilgisini ç e k e n hatta tanık olanları hayrete d ü ş ü r e n başka

ve ç o k d o ğ a l g ib i g ö r ü n e n bir o laydan da söz açıyor:

«Akbabaların k a y b o l d u ğ u bir sırada, 31 A ğ u s t o s t a ve 14

Eylülde bir karga geldi . Ali Paşa Caminin ve bizim k o n a ğ ı n karşı­

sında yüksek, eski Roma'l ı lardan kalma bir sütun üzerine k o n d u .

Acı acı öt tü. Halk b u n u da çok acay ip ve gayritabi i b u l d u ve hay­

retler içinde kaldı.»

G ü n l ü ğ ü n yazarı bu kez herhangi bir y o r u m y ü r ü t m ü y o r ,

dolayısıyla bu iş bize kalıyor ve hiç hayret e t m e m e k l e birl ikte,

nakledilen olayı i lginç b u l d u ğ u m u z d a n 440 yıl s o n r a bir «naif»

d e n e m e y e gir işiyoruz.

Olay asl ında s o n d e r e c e doğaldır: İlkin akbabalar İstanbul '

d a n ayrılıyor, g ö ç ediyorlar, sonra iki ayrı g ü n d e bir k a r g a geli­

yor, bir sütuna k o n u p «acı acı» ötüyor. Ancak olay bu denl i

d o ğ a l ve basit ise yazarımız neden b u n u k a y d e t m e k ihtiyacını

d u y u y o r ?

Yazın s o n günler inde akbabalar mevsimlik g ö ç l e r i n e başlar­

lar ve tar ih ne o lursa olsun, kargalar bir yere konarak h e p öter­

ler. Civar halkı n e d e n b u n u acayip sayıyor ve İs tanbul 'u ziyaret

etmekte olan bir yabancı neden b u n u g ü n l ü ğ ü n e geçir iyor?

Kaldı ki, d u y u l a n hayret salt çevre halkında deği ld ir , A l m a n

hümanist inde de beliriyor.

Dernschvvam bir araştırmacıdır, tarihsel ve arkeoloj ik eserler

tutkunudur, hobisi eski Roma kitabelerinin kaydını tutmakt ır . Gün­

lüğü b o y u n c a (en azından bizi i lgi lendiren İstanbul b ö l ü m l e r i n ­

de), dinsel emanetler bir yana, salt somut, pratik şeylerle i lgilen­

mektedir. Darılı Evl iya'dan söz etmesi halkın saflığını bel i r tmek

açısındandır ancak, g ö r ü n ü ş t e acı acı veya tatlı tatlı ö t e n bir kar­

gaya yer ve z a m a n ayıracak birine hiç benzemiyor.

Benzemiyor fakat bu elyazması ko leks iyoncusu k ö k l ü bir

hümanist aydınıdır ve böy le o l d u ğ u n d a n hiç kuşkusuz karganın

simgesel anlamını bi l iyordur.

Ya nedir kapkara karganın s imgelediği?

Değişik inançlara g ö r e karga tanrıların habercisidir, kehanet­

lerde bulunur, yalnızlığın imgesidir ve aynı z a m a n d a ö l ü m ü n de '

habercisidir. Kargalar hep acı acı öter. Gelgelel im ant ik g i z e m c i ­

ler, kehanetleri çözenler, kargaların ses tonlar ında her biri ayrı

bir an lam taşıyan, 64 değiş ik sesi ayırmayı bil irlermiş. Üstel ik kar­

ga, siyah rengi ile s imyadaki iş lemlerde ç ü r ü m e adını a lan süre­

cin de simgesidir.

Ya sütun neyi s imgeler?

Sütun y a ş a m ağacıdır, bilgidir, g ö k y ü z ü ile yeryüzü arasın­

da bağlantıdır, Tanrının g ü c ü n ü belirtir, evrensel ve t insel bir s im­

gedir.

Sonuçta civar halkını hayretler iç inde bırakan karganın ö t m e ­

si bir g ü n c e m a d d e s i oluyor, özel olay kimliğini kazanıyor, t ü m

doğall ığına karşın. Bu uzattığımız bir abartma deği ldir, bu

Demschvvam'ın notlar ından da çıkan bil inçli bir yöntemdir , ola­

ğan görüleni , sayılanı deşmekt ir , anlamını, d o ğ u r d u ğ u , bağlandı­

ğı s imgeleri çözmekt ir , görü lenin ve bi l inenin ötesine gitmektir,

bel ir lenmeyeni aramaktır. Bir teknikt ir bu ya da bir çeşit bi lgel iğin

yoludur.

İstanbul kentinin içerdiği , kapsadığı ve d o ğ u r d u ğ u gizemler

zaman z a m a n tarihsel ya da folklor ik açıdan araştırıldıysa da bir

t ü m olarak pek değer lendir i lmedi . Oysa ki, i lerdeki b ö l ü m l e r d e

çeşitli ve değiş ik örnek lerden görü leceği gibi , enine b o y u n a araş­

tırılması gereken geniş, i lginç bir konudur.

İstanbul gizemleri sistemli bir şeki lde araştırı lmadıysa da Tür­

kiye gizemleri , en azından bir on yıl öncesine kadar, Haluk Ege­

m e n Sarıkaya taraf ından kapsamlı bir yaklaşımla tar ih b o y u n c a

— 15 —

Page 8: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

araştırıldı ve y o r u m l a n d ı . İstanbul kenti de, doğal olarak nasibini

aldı.

Sarıkaya'nın çalışmasını tararken bir dizi i lginç, g i z e m d o l u ,

çıkış noktası olarak kul lanabi leceğimiz ve tart ışmaya her z a m a n

açık olaylarla karşılaşırız, ö r n e ğ i n :

- İstanbul 'da 16. yüzyı lda yaşamış olan şair Bâlı Efendi bir

g e c e , d ü ş ü n d e g e n ç yaşta ö len arkadaşlarından Piruza Ali 'yi

g ö r ü r ve o n d a n bir a r m a ğ a n ister. Düşteki Piruza Ali bir kâğıda

biraz toprak k o y u p d ü ş ü g ö r m e k t e olan şaire verir, Bâlı Efendi

de kâğıdı sarığının kıvrımına yerleştirir, d ü ş biter.

Ertesi g ü n bu d ü ş ü n ü arkadaşlarına anlattığında eliyle aynı

hareketi yapar, sarığını kurcalar ve d ü ş ü n d e kendisine veri len içi

t o p r a k d o l u kâğıt parçasını bulur...

İnanılmaz Ö y k ü l e r ' d e n bir ö r n e k denilecektir, öyle de y o r u m ­

lanabilir üstelik, bu çal ışmamızda amacımız psişik olayların üze­

r inde d u r m a k t a n ç o k her t ü r d e n örnekler vermek o l d u ğ u n d a n

yüzyıllar ö n c e s i n d e n kalma böy le bir olayı «çeşni»den de sayabil i­

riz. Ancak araştırmacı Sarıkaya'nın «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n d e n

aktardığı bu olay, klasik anlamı ile, bir «apor» olayıdır ya da spiri-

tüalistlerin, ruhçuların tanımlamasına g ö r e kapalı bir mekânın iç in­

de dışardan (transfer) ya da öte d ü n y a d a n bir veya birkaç nesne­

nin getiri lmesidir.

Bilinen ve izlenilen bil imsel kurallar bu ve bu gib i olayların

s o m u t bir açıklamasını yapamadıklar ına göre eskiden kalma bu

«apor» olayını g izemler imiz in arasına, t ü r ü n ü n bir klasik ö r n e ğ i

olarak, katmayı u y g u n gördük.

Sarıkaya kitabının başka bir yer inde, bir başka i lginç o lay da

naklediyor bu kez yerini de belirterek. Araştırmacıya g ö r e Beya­

zıt, S o ğ a n a ğ a Mahallesi, Cami Sokağında, 1970'lerin sonlar ında

halen yerinde d u r a n bir apartmanın yükseldiği eski bir evin bah­

çesinde bulunan, taşla d o l d u r u l m u ş , bir kuyudan imdat istercesi­

ne uzanan bir el b i rçok kez görü lmüştür .

Kullandığımız kaynakta bu elin kimler taraf ından ve hangi

zamanlarda g ö r ü l d ü ğ ü bel ir t i lmediğine göre, büyük bir olasılıkla,

gösteri len m e k â n d a hiçbir araştırma yapı lmamış ve o lay (şayet

gerçek bir o laydan söz edebil irsek) İs tanbul 'un g izeml i inanışla­

rın kayıtlarına böyles ine geçmiştir.

Öte d ü n y a d a n gelen içi t o p r a k d o l u kâğıt parçalar ı , d o l d u r u l ­

m u ş kuyulardan çıkan eller ve değiş ik bir türün k a p s a m ı n a giren,

kediler ve farelerle ilgili bir başka olay...

«1921 yılında, bir gece, İstanbul 'daki Asaf Paşa Tekkesinde

bir toplantı yapıl ıyordu.» diye anlat ıyor Sarıkaya. «Aralarında Ney­

zen Tevfik' in de yer aldığı davetli ler, a k ş a m y e m e ğ i n i yemişler,

yatsı namazı vakt ini bekl iyorlardı. O sırada şeyhlerden biri, oda­

nın orta kısmını boşalttırarak, davetl i lerin odanın iki yanına çeki l­

melerini istedi. Şeyh, kapının karşısına rastlayan duvar ın önüne

o t u r d u ve s a ğ el indeki tespihini çekerek dualar o k u m a y a başla­

dı. Az sonra, açık kapıdan içeriye farelerin girdiği g ö r ü l d ü . Fare­

ler, d o ğ r u d a n şeyhin sağ yanına giderek, bir sıra oluşturdular.

Şeyh bu kez tespih i sol eline aldı ve duasına d e v a m etti. İzleyen­

lerin hayret d o l u bakışları arasında, kapıdan içeriye ikinci bir hay­

van g r u b u girmişt i . Bunlar, farelerin d o ğ a l düşmanlar ı o lan kedi­

lerdi. Farelerin üzerine atılacakları yerde, onlar da şeyh in sol tara­

fında sıralandılar. Kediler, gözlerini farelerin üzer ine dikmişler,

ağız ve bıyıklarını oynatıyorlar a n c a k sanki aralarında bir engel

varmış gibi, farelere d o ğ r u bir harekette bu lunmuyor lard ı . Bu

d u r u m , on beş dak ika kadar b ö y l e c e d e v a m etti. S o n u n d a şeyh

gene ö n c e farelerin ve arkasından da kedilerin, geldikler i şekilde,

kapıdan çıkarak gi tmeler ine izin verdi.»

Bu olayı naklett ikten sonra Sarıkaya b u n u hayvanlardaki

parapsikoloj i açıs ından inceleyebi leceğimizi bel irterek hayvanla­

rın kendilerine yansıtı lan tepkileri (burada s ö z k o n u s u olan bir tep­

kiden ç o k bir çağr ı ya da bir komutadır) paranormal y o l d a n algı­

layıp beklenen yanıtı verdiklerini açıklıyor.

Burada bir an dural ım: ilkin bir «apor» olayını g ö r d ü k , sonra­

d a n bir b e d e n l e n m e , s o n u n d a da bir psi ya da bir h ipnoz d u r u ­

m u n u . Bunları b iraraya get i rd iğ imizde ne gibi bir ortak noktayı

ö n e sürebiliriz?

— 17 — istanbul Gizemleri / F: 2

Page 9: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Ortak nokta şu ki ü ç ü de, aynen ve aktarıldıkları şekil leri ile

kabul edi ldiklerinde, bizleri normal ötesinin, parapsikoloj ik olanın

«ruhsal» alanına götürüyor lar .

Şair Bâli Efendi 'n in ö y k ü s ü , ister gerçek, ister u y d u r u l m u ş

kurallara uyan, benzerler in in sürecini izleyen bir «apor» dur, şu

farkla ki, bir d ü ş ü n akışı iç inde yer alıp düşle gerçek arasında bir

k ö p r ü kurmaktadır, düşsel p landa görü len bir nesneyi aynı a n d a

g e r ç e k plana aktarmaktadır. Bu açıdan ele alındığında, kurgusal

olabi lmesi olasılığı bile, i lginçliğini hiçbir şekilde zedelemiyor.

Üstelik, anlatılan ö y k ü d e , d ü ş t e ifade edilen bir isteğin somut laş­

ması d a - y a n i d ü ş ü n dışına taşıp g e r ç e ğ e aktarılması d a - olaya

değişik bir boyut kazandırıyor, varsayımsal düşüncelere yol açı­

yor.

Beyazıt'ın bir mahal lesinde kuyudan çıktığı söylenen el ise,

benzeri b i rçok kaynaklarda bulunabi len, bir «hayalet öyküsü»-

dür, ister kuyuda kalan bir inin, ister o yerde - b ü y ü k bir olasılıkla

şiddet s o n u n d a - ö len, katledi len birinin.

Şeyhin çağrısına uyan fare ve kedilerinin olayı ise b u g ü n bili­

min de kabul ettiği bir uzaktan telkin örneğidir, şartlı refleks deği l ­

se de trans veya h ipnoz durumlar ına ait ve bunlara ö z g ü kurallar­

la açıklanabilen bir olaydır.

Y o r u m y ü r ü t m e k kolay gibi g ö r ü n ü y o r s a da, bir y e r d e n s o n ­

ra, öneml i olan anlatılan ö y k ü d e k i , dile getir i len inanıştaki d u r u m ­

lardan ç o k bu durumlar ın çağrıştırdığı bi l inmeyenler ve açıklana­

mayanlardır.

Eskiden kalma kaynaklar tarandığında, bir zamanların İstan­

b u l ' u n u n birçok i lginç kişileri yeniden dirilir gibi oluyor, b i r ç o k

gizemli olaylar sanki y e n i d e n y o r u m l a n m a k istercesine karşımıza

dikil iyor.

Evliya Çelebi 'ye kulak verd iğ imizde 17. yüzyı ldan k a l m a bir

Kapanî Deli Safer D e d e ile karşılaşırız. Ya da Unkapanı 'ndak i

ekmekçi Ali Çelebi 'nin kızgın fırında uyuyan, oradan çıkıp denize

atlayıp g ö z d e n kaybolan, y e d i yıl sonra Cezayir 'den dilsiz d ö n e n

— 18 -

ve ö l ü m ü n d e n sonra Unkapanı 'nın dışındaki H o r o z D e d e mezarı­

nın yanıbaşında g ö m ü l e n Safer Dede'n in ö y k ü s ü .

Kızgın fırına gir ip mışıl mışıl uyuyan bir a d a m ı n ö y k ü s ü n e

inanmak zor gel iyorsa bile, ateş üstünde yürüyenler i ya da kendi

kendilerini yakanları, birden parlayıp kül olanları d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ­

de Evliya Çelebi 'ye daha bir anlayışla kulak verebi lmemiz olası

oluyor.

1885'te Üsküdar 'da iyi tanınan, yakışıklı, terbiyel i y o r g a n c ı

kalfası Besim, t e m m u z ayının sıcak bir g ü n ü n d e işyerinde fenala­

şıp c a n ver iyor ve kalabalık bir cenaze tören i ile Karacaahmet

mezarlığına g ö m ü l ü y o r .

Ertesi g ü n ise Besim yeniden tezgâhının başında görülüyor.

Ancak rengi iyice sararmış, kararmış bir ö lü rengine d ö n ü ş m ü ş ­

tür. Şaşkın mahallel iye Besim başından geçenler i anlatır: g e c e

mezarında kendine gelmiş, bağırmaya başlamış, mezarın yakınla­

rında â lem y a p m a k t a olan bir fahişe ile iki b içkin sesini d u y m u ş ­

lar ve mezarı kazıp o n u kurtarmışlar. Çıplak kalfaya biçkin lerden

biri d o n u n u , d iğer i gömleğin i giydirmiş, fahişe o n u feracesi ile

sarmış ve y o r g a n c ı dükkânına kadar götürmüşler.

108 yıl ö n c e Üsküdar' ı ayağa kaldıran bu «dirilme», bu

«ölümden d ö n m e » olayı b u g ü n bir katalepsi veya s e n k o p örneği

gibi değerlendir i l ince eskinin «garip» ve «gizemli» ö y k ü s ü normal

boyutlarına, olağanlığına kavuşur.

Eskiden İstanbul 'da geçt iğ i söyleni len ve kentimizin folklo­

runda yer leşip normal bir süreç içinde değer lendir i lmeyen olay­

lar da vardır. Bunlardan biri de 17. yüzyı ldan kalma «sönmeyen

mum» ö y k ü s ü d ü r .

M e h m e t Şeyda bu ö y k ü y ü şöyle anlatıyor:

«Yalancının m u m u yatsıya kadar yanar demişler. M u m sön­

dü âlemleri demişler. Bir de s ö n m e y e n m u m var. On yedinci yüz­

yılda is tanbul 'da Mevlevi Mehmet Dede adında bir ermiş-kaçık

yaşarmış. Bu dede, kar d e m e z , buz d e m e z yalınayak, başı

kabak gezermiş. Tipide, fırtınada g e c e yarıları bir şamdanla dola-

Page 10: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

şırmış. O t ipide, f ırt ınada bütün sokakları dolaşır d a , şamdanında-

ki m u m bir tür lü sönmezdi.»

En bunaltıcı sıcaklara ve en d o n d u r u c u soğuklara, nerdeyse

çırılçıplak, günlerce ve haftalarca dayanabi len «yogi» ya da Hint

«fakir»i örnekleri çoktur . Oysa t ü m meteorolo j ik dalgalanmalara

dayanabi len ve s ö n m e y e n bir m u m garipl ikler ya da gizemler tar i­

hine g e ç m e y e hiç kuşkusuz hak kazanmış sayılabilir!

Evliya Çelebi 'ye d ö n e l i m ve 1302 yılında Çelebi ' nin Unkapa-

nı 'nda d ü n y a y a geld iğ i anlatılan gözler i al al, ateş saçan, b u r n u ­

n u n orta direği o l m a y a n bir ç o c u ğ a geçel im.

«Kırmızı g ö z l ü çocuk» deni l i rmiş ç o c u ğ a . Bu ç o c u k bu luğa

erdiğ inde ç içek hastalığına tutuluyor, derisi t ü m d e n soyuluyor,

yılan örneği, al t ından da kırmızı bir der i çıkıyor, üstelik t ü m d e n

tüysüz.

Yıllar geçiyor, ç o c u k «ahlakı güzel», anlayışlı, herkesle iyi

g e ç i n e n fakat k o n u ş m a s ı zor anlaşılan bir delikanlı o luyor. Evleni­

yor, bir attar d ü k k â n ı açıyor ve kendi gibi kırmızı tenl i , b u r n u n u n

orta direği o l m a y a n , kısa süre sonra ölen bir y a v r u n u n babası da

oluyor.

Kırmızı gözlü, kırmızı tenli a d a m , «Revan yılı ö lüp, Kasımpa­

şa'da bizim mezarl ığın yanında gömüldü,» der Evliya Çelebi

ö y k ü y ü böylece sonuçlandırarak.

Batı kaynaklarını karıştırdığımızda «garip» ya da «esraren­

giz» o lmaktan ç o k «dehşetengiz» yaratıklarla karşılaşırız, İstan­

bul 'da yaşadıkları söylenen; Kedi Kadınlar ve Kurt Adamlar gibi .

İstanbul 'un Kedi Kadınlarından söz eden Amerikal ı r o m a n c ı

ve senaryo yazarı G u y Endore oluyor, ilk baskısını 1934'te

y a p a n , «Paris'in Kurt Adamı» (The Werewolf of Paris) adlı yapıtın­

da.

Endore kurgusal bir ö y k ü y ü anlatıyor fakat, 1870 yılının

K o m ü n ayaklanmasında geçen bir Kurt Adamın macerasını anlat­

tığında, k o n u s u n u ayrıntılı bir araştırma ile destekl iyor, d a h a

ö n c e yazmış o l d u ğ u başkaca tarihsel romanların yaptığı gibi (Ca-

sanova; Jeanne d ' A r c v.b.) .

«Paris'in Kurt Adamı»nın bir b ö l ü m ü n d e G u y E n d o r e «likan-

tropi» olaylarına, insanı kurda d ö n ü ş t ü r e n durumlara d e ğ i n d i ğ i n ­

de bunlara dünyanın her yer inde inanıldığını belirt ip, örnekler i

arasında, İskandinavların Ayı Adamlar ını , Kızılderililerin Bizon

Adamlarını, Afrika'nın Sırtlan Adamlarını ve İstanbul 'un (Endore

«Constantinople» diyor) Kedi Kadınlarını da katıyor, onlarla ilgili

bu bilgiyi vererek:

«Bir saç tokasını kullanarak pir inç tanelerini yerler ve bilirler

ki, yaratıkların mezarl ıklarda kurduklar ı sofrada, karınlarını iyice

dolduracaklardır.»

Az bir şey yerler g ö r ü n ü r d e bu Kedi Kadınlar, ç ü n k ü temel

gıdalarını mezarl ıklardan, mezarlardaki ceset lerden t e m i n eder­

ler, onlara benzer başkaca yaratıklarla birl ikte.

Mezarl ıklarda sofralar kurup cesetleri parçalayıp y iyen bu

«yamyam» Kedi Kadınlar kimlerdir, nereden çıkmadırlar?

Amerikal ı yazar E n d o r e bir k o r k u romanını yazıyor ve el inde­

ki folklor malzemesini buna göre kullanıyor, yorumluyor, kurgulu-

y o r ve gerekt iğ inde abartıyor. Yazar, büyük bir olasılıkla, Kedi

Kadınlar diye fo lk lorumuzda ve masallarımızda geniş bir yer

tutan, her kılığa g iren cadı lardan, cadı karılardan söz etmek isti­

yor ve bu cadıları kendi savına u y g u n şeki lde biçimliyor.

S o n u ç t a G u y Endore 'un romanındaki İstanbul 'un Kedi

Kadınları, İstanbul 'un Cadıları, C e h e n n e m Kadınları oluyor,

ç o c u k teker lemeler inde bile anılan:

Ne ne Nermini

Ç o k y e m e peynir i

Peynir seni ö ldürecek

C e h e n n e m e g ö t ü r e c e k

C e h e n n e m i n kadınları

İs tanbul 'un cadıları

Çık pik

N e r d e n geldin o r d a n çık.

Page 11: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

«Cadılar, hort layan ölülerdir,» diye açıklar Prof.Pertev Naili

Boratav. «Onlar üzerine de pek ç o k hikâyeler anlatılır. Çokluk,

kadınların c a d ı olduklarına inanılır; cadı-karı s ö z ü bu inanıştan

gelmel i . A m a , erkeklerden de 'çadılaşan'ların b u l u n d u ğ u n a tanıt

belgeler vardır. Türk geleneğindeki cadı, aşağı yukarı, Batı inanış-

larındaki vampire'\ karşılar. Cadılar mezarlardaki taze ölüleri çıka­

rıp ciğerlerini yer lermiş. Bir Rumeli anlatmasından öğrendiğ imize

göre eskiden cadıları zararsız hale sokan u z m a n 'cadıcılar' olur­

muş. Cadılar üzerine inanış ve hikâyeler, A n a d o l u ' d a n ç o k İstan­

bul ve Rumeli bölgeler inde yaygın olsa gerek...»

Boratav' ın vurguladığı cadı-vampir ilişkisini ve «cadıcılar»ı

kanıtlayan i lginç bir belgeyi M e h m e t Şeyda sunuyor:

«Aşağıdaki yazı 1833 yılında Tırnava kadısı A h m e t Şükrü

Efendi taraf ından hükümet merkezine gönder i lmiş, Takvım-i

Vekâyi gazetesinin 69'ncu sayısında yayınlanmıştır:

T ırnava'da cadılar türedi. G ü n battıktan sonra evlere d a d a n ­

maya başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbir ine

katar ve bazen içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde b u l d u ğ u yas­

tık, y o r g a n , şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır. İnsanların

üzerine taş, t o p r a k , çanak ve ç ö m l e k atar. Hiç k imse bir şey

göremez. Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış. Bunlar

çağrıldı, s o r u l d u : 'Üzerimize sanki m a n d a ç ö k m ü ş sandık l 'dedi-

ler. Bu y ü z d e n mahalle halkı evlerini başka y a n a taşımışlardır.

Kasaba halkı bunların cadı deni len habis ruhların eseri o l d u ğ u n ­

da ittifak etti. İsl imye kasabasında cad/cılık ile tanınmış Nikola

adındaki a d a m getiri ldi ve kendisiyle sekiz yüz kuruşa pazarlık

edildi. Bu a d a m ı n elinde resimli bir tahta vardı (bir «ikona»).

Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzer inde çevirir, resim hangi

mezara bakarsa, cadı o mezardaki habis ruh imiş. Büyük bir kala­

balık ile mezarl ığa gidi ldi. Resimli tahtayı p a r m a ğ ı n d a çev i rmeye

başlayınca resim, sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalar ın­

d a n olan Tek inoğlu Ali A lemdar ile Apti A l e m d a r deni len iki şaki­

nin mezarlarına karşı d u r d u . Mezarlar açıldı. Cesetleri yar ım misli

büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer, d ö r d e r p a r m a k uzamış

bulundu. Gözlerini kan bürümüş, gayet k o r k u n ç idi. Mezarlıktaki

bütün kalabalık b u n u g ö r d ü . Bu adamlar, sağlıklarında her tür lü

pis çirkin işi yapmış, ırza, namusa, mala saldırmış, a d a m öldür­

müş, ocakları kaldırıldığı z a m a n her nasılsa yaşlarına bakılarak

cel lada ver i lmemiş, ecelleri ile ö l m ü ş kişilerdi. Sağlıklarında yap­

tıkları yetmemiş g ib i ş imdi de halka habis ruh olarak tebel leş

olmuşlardı. Cadıcı Nikola'nın tanımına göre, bu g ib i habis ruhları

defetmek için cesetlerinin g ö b e ğ i n e birer ağaç kazık çakılır ve

yürekleri kaynar su ile haşlanır imiş. Ali A lemdar ile Apt i A lem­

dar' ın cesetleri mezarlarından çıkarıldı. Göbekler ine birer ağaç

kazık çakıldı ve yürekler i bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat

hiç tesir e tmedi . Cadıcı, 'Bu cesetleri y a k m a k gerek... ' dedi . Bu

hususta şer 'an da izin ver i lebi leceğinden, izin veri ldi. Ve iki yeni­

çerinin mezarlar ından çıkarılan cesetleri mezarl ıkta yakıldı ve ç o k

şükür kasabamız da cadı şerr inden kurtuldu.»

İstanbul 'dan bir hayli uzaklaştık ancak, bağlant ıdan bağlantı­

ya ve örnekten örneğe, Kedi Kadınlardan yola çıkıp fo lk lorun,

Rumeli ve İstanbul fo lk lorunun cadılarına ve cadıcılarına, g iderek

vampir lere kadar vardık.

Tırnava Kadısı'nın naklettiği olay, her ayrıntısı ile, türün litera­

türüne u y g u n bir vampir olayıdır. Kandan veya parçalanan ceset­

lerden söz edi lmiyorsa da - b i z i m Yeniçeri Vampir ler ortalığı bir­

birine katmakla yetiniyorlar, ne h i k m e t s e ! - olayın geçmiş i ve

özellikle, cadıcının yöntemler i klasik çizgileri izlemekteler. Arada,

kuşkusuz bazı «nüans» farkları eksik değildir, ö r n e ğ i n kazık

g ö b e k t e deği l de göğüste, kalbin hizasına çakılır, yürekleri kay­

natmak kadar cesetler in kellelerini uçurtmak da geleneğe göre

etkin bir çaredir v . b .

Vampir ya da günbatımı ile şafak vakti arasında diri len,

mezarından çıkan, insanlara saldırıp kanlarını e m e n canavar

evrensel inanışlara, Babi l 'den kalma örneklere ve bunları yüzyıl­

lar b o y u n c a inceleyen kapsamlı folklorik-tarihsel araştırmalara

temel teşkil ett iyse de Türk ve İstanbul folklorlarında pek bir yeri

yoktur, v a m p i r - c a d ı bağlantısı ve kriminoloj i kayıtlarında yer edin-

Page 12: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

miş olan, 70'li yılların başlarından kalma, «Cihangir Vampir i» gibi

olaylar bir yana.

Nedir ki Batı'nın v a m p i r inanışları, fo lk loru ve l i teratürüne

yönel ik bazı kaynaklara g ö z attığımızda i lgimizi ç e k e n bazı «bilgi­

ler» ve «kişiler»le karşılaşmış oluruz.

1884'te, B u d a p e ş t e Üniversitesi ö ğ r e t i m üyeler inden ve «Şar­

kiyat» akademisin in k u r u c u s u , Prof. Armin ius V a m b e r y ' n i n yayın­

ladığı özyaşamsal kitabı «Arminius Vambery: yaşamı ve macera­

l a r ı n d a Türkler 'deki bazı vampir inanışlarına da d e ğ i n m e k t e d i r .

Macar di l inin kökenler in i araştırmak amacıyla Orta Asya 'ya kadar

derviş kılığında y o l c u l u k eden V a m b e r y ' y e göre:

- Osmanl ı lar 'da yaygın bir inanışa göre, vampir ler ağaç

kavuklarında gizlenirler, oralarda avlanırlarmış;

- Ele geçir i len vampir ler, kelleleri kesi ldikten sonra, bir

çuvala k o n u p denize atılırmış.

Daha yakın bir kaynak ise İstanbul 'da yaşayan, «özel» bir

kan bankasını işleten «gerçek» Kont Dracula'yı ayrıntılı bir şekil­

de anlatmaktadır.

Kaynak 1965 tarihl i «Fate» (Yazgı) adlı Amer ikan dergisidir,

olayı kaleme alan ve bu «gerçek Dracula»yı İs tanbul 'da ziyaret

eden Leo Heiman adlı bir yazardır.

Yıllar yılı vampir k o n u s u n u araştıranlar tarafından «güvenilir»

(?) bir kaynak olarak bakılan, seçki lerde yer alan yazıya göre

Kazıklı Voyvoda'nın s o y u n d a n olan Kont Alexander Cepesi ,

Romanyal ı o lup 1947 yılında, kızıl saçlı eşi Olga ile bir l ikte, İstan­

bul 'a yerleşiyor, bir «özel kan bankası»nı kuruyor, k iş i lerden kan

ve plasma satın alıyor ve de Türk hastanelerine, Kızılay'a pazarlı­

yor.

Yazar Heiman, Kont Cepesi ile İstanbul H i l ton 'un barında

buluşuyor ve söyleyişini, konta ait Jküçük bir yelkenl inin de barın­

dığı, İstanbul Yat K u l ü b ü n d e sürdürüyor.

Kont doğal olarak bir vampir uzmanıdır, a i les inden kalma

eski kaynakların, değer l i elyazmalarının sahibidir, B o ğ a z i ç i ' n e

bakan beş odalı bir da i rede yaşıyor, eşi, iki kedisi ve bir p a p a ğ a ­

nı ile birlikte. İki de kızı vardır bu «gerçek» Dracula 'n ın, biri bir

Fransız cerrahına evli, d iğer i de bir Türk bankacısına.

Sohbet b o y u n c a kan kırmızısı «Yassıada»(!) şarabını y u d u m -

layan kont, atası Kazıklı Voyvoda'n ın, paralı asker V l a d o Cepe­

si' nin ö y k ü s ü n ü uzun uzun anlatıyor.

İlk başta V lado acımasız, k o r k u n ç bir T ü r k düşmanıdır,

1450'de bir gönül lü o r d u s u n u n başında Osmanlı lara karşı savaşı­

yor. Nedir ki, Fet ih'ten kısa süre sonra saf değişt i r iyor, Hıristiyan

kardeşlerinden v a z g e ç i p Osmanlı ların tarafına g e ç i y o r o r d u s u

ile. Eflâk'ı ele geçir iyor Vlado ve karşılığında V o y v o d a (Prens)

unvanı ile ödül lendir i l iyor, Srinca dağının etekler inde yükselen

kalesine yerleşiyor.

Sadist ruhlu, kan d ö k m e k t e n , eline geçeni kazığa çaktırmak­

tan korkunç bir zevk alan V lado Dracul (Ejderha) zamanla ipin

u c u n u iyice kaçırıyor ve 1477'de, O r d e a savaşında, Osmanlı lar

tarafından y o k edil iyor.

Yıllar g e ç i y o r ve g ü n ü n bir inde mezarı açı ldığında içi b o ş

bulunuyor...

Atasını böy le anlatıyor İstanbul 'daki «kan bankası»nın sahibi

kont ve Vlad D r a c u l ' u n s o y u n u n tek vampir i o l d u ğ u n u , ne olur

ne olmaz, ısrarla v u r g u l u y o r (Kazıklı Voyvoda'n ın g e r ç e k ö y k ü s ü ­

nü merak edenler ise Osmanl ı tarihini karıştırıp güveni l ir bir kay­

naktan öğrenebi l i r ler).

Leo Heiman' ın yazısı 1980 yılında yeniden g ü n d e m e geldi­

ğ i n d e Amerikal ı bir araştırmacı (Fern S. Miller) yazarın kimliğini

ç ö z m e y e çalışıyorsa da onunla ilgili pek bir iz bu lmuyor. Yazıyı

yayınlamış olan «Fate» dergisi Heiman' ın adresine sahip o lmadı­

ğını söylüyor, İsrael 'de (Hayfa) bir Leo Heiman' ın adresi bu lunu­

yor a m a adrese gönder i len m e k t u p cevapsız kalıyor v.b.

Yazının içeriği ile i lgilenen kuruluşlardan «Vampir Bilgileri

Değiş Tokuşu» (Vampire İnformat ion Exchange, Rochester, N e w

York)na g ö n d e r d i ğ i m i z bir m e k t u p t a hususları bel ir t iyorduk:

1 - Yazının yayınlandığı 1978 yıl ından beri h içbir c idd i v a m ­

pir ya da Dracula araştırmacısının Cepesi ile t e m a s etmemiş

Page 13: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

olması, onunla ilgili herhangi bir bilgiyi i letmiş o lmaması o l d u k ç a

gariptir,

2 - Vlad D r a c u l ' u n s o y u n d a n o l d u ğ u n u söyleyen bir inin

İstanbul'a yerleşmiş olması , bir «kan bankası»nı işletmesi ne d e n ­

l i acay ip ise bu kişinin, g e r ç e k Vlad Drakul 'un değil de kurgusal

Dracula'nın unvanı o lan, kont unvanını kullanması üstelik soyadı

olarak Vlad'a yakıştırılan «Kazıklı» (Tepesh, Cepesi) adını u y g u n

bulması bir o kadar acayipt ir,

3 - Romanya ve İstanbul ile ilgili bilgiler çok az, y e t e r s i z v e

tutarsız,

4 - İstanbul 'da y a b a n c ı uyruklu bir kişinin ya da herhangi

özel bir kişinin bir «kan bankası»nı işletmiş olabi lmesi olanaksız­

dır,

5 - Alexander Cepesi adlı birine ne İstanbul telefon rehberle­

rinde, ne de iki ayrı yat kulüplerinin kayıtlarında rastlanılmamıştır.

Sonuçta 1980'den bu yana ne yazar Heiman, ne de kahra­

manı Kont Cepesi hakkında hiçbir haber alınmadığı g ib i «kay­

nak», bir d ü z m e c e ya da kaynak olarak, arşive kaldırıldı.

Bir de 1960 yılında istanbul basınını meşgul e d e n , «Yeni

Akşam» gazetesinde manşet konusu olan vampirler vardır. Nedir

ki, bunlar da t ü m d e n u y d u r m a ve Edouard Rodit i 'nin kara mizah

türündeki «istanbul Vampir ler i : ç a ğ d a ş iletişim yöntemler i k o n u ­

sunda inceleme» (The Vampires of İstanbul: a study in m o d e r n

c o m m u n i c a t i o n methods) adlı ö y k ü s ü n ü n kahramanlarıdır.

Cadılar, Kedi Kadınlar, Vampirler ve de İstanbul 'un Kurt

Adamları...

Kaynağımız yeniden Batı 'dan almadır ve bir uzmanın, bir

Fransız araştırmacısının imzasını taşımaktadır. İnancımız ve y ö n ­

temimiz şu ki, bir yerlere varabi lmek için, tek ve de bi l imsel (de­

ğilse de yan-bil imsel) yol kaynakların önyargısız karıştırılması ve

gerekt iğinde çatıştırılmasıdır. Bazen ç o k ufak bir nokta, değers iz

gibi görünen bir ayrıntı, satırların arasına karışmış bir satır, ilgisiz

sandığımız bir ad, bir referans bize yararlı bağlantılar, aydınlatıcı,

yönlendir ici çağrışımlar sağlayabil iyor.

Gizemcil ik k o n u s u n d a k i kitapları ile tan ınan Fransız Roland

de Vil leneuve Kurt Adamlar ı ve vampir ler i araştıran bir çal ışmasın­

da 1542'de İstanbul 'da sürü hal inde g e z e n Kurt A d a m l a r d a n söz

ediyor. Vil leneuve, 17. yüzyıl yazarı J a c q u e s d ' A u t u n ' u n «Sihir­

bazlar ve Büyücüler K o n u s u n d a Bilimsel İnançsızlık ve Cahil Saf­

lık» (L' incredul i te savante et la credul i te ignorante au sujet d e s

Magiciens et d e s Sorciers, Jean Mol in yayını, L y o n 1671) adlı

çal ışmasından aşağıdaki alıntıyı veriyor:

«Sultan, has askerleri ile birlikte, si lahlanıp saraydan çıktı;

kurt a d a m l a r d a n yüz elli kadarını surlara d izdi fakat bunlar, top la­

nan halkın gözler i önünde, surlardan atlayıp kayboldular.»

D'Autun'un anlattığı, de Vi l leneuve'un naklett iği bu o laydaki

Kurt Adamlar kurtlar mı y o k s a İstanbul 'un eski ve ezeli dert ler in­

d e n biri o lan başıboş köpekler mi?

Orası hiç belli değildir. A n c a k sultanın (ki belirti len tar ihte

Kanuni Sultan Süleyman'dır) silah kuşanıp vahşi k ö p e k sürüleri­

nin peşine d ü ş m e s i hiç düşünülebi l i r mi?

Eski kaynaklardaki eski «olaylar» y e n i d e n ele alınıp y o r u m l a ­

nınca efsanenin ya da inanışın yerini «uydurmaca» alıyor...

Ancak, her ayrıntı ve bilgiyi kul lanmak pahasına, D o ğ u

gizemci l iğ inin sayılı araştırmacılarından İdris Şah'ın bir n o t u n u

da ekleyel im.

«Arapların s ö z ü n ü ettiği bir başka b ü y ü (sihir) şekli M a s k h '

dır ya da insanları hayvana d ö n ü ş t ü r m e sanatı. Batı'da,» ekler

İdris Şah «buna l ikantropi (kurt adam) derler...»

— 27 —

Page 14: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

IKINCI BÖLÜM

MEKÂNLAR VE GİZEMLER

Kıyı kıyı B o ğ a z i ç i bir efsane, destan, mitos ve g i z e m şeridi­

dir, her köşesinde eskiden hatta ç o k eskiden kalma çarpıcı, çeki­

ci ve hayal g ü c ü m ü z ü zorlayan bir ya da birkaç iz taşır. Bir yo l ,

bir geçiş, bir kapıdır Boğaziçi , isteyene Karadeniz'e, isteyene

Marmara'ya açı lan.

Gelişigüzel bir «güzergâh» çiz i ld iğinde bile yola çıktığınız her

yer bir masalın, eski bir inanışın, d a h a da eski kahramanlar ın ve

kahramanlıkların, sevgi lerin ve bilgeliklerin tılsımlı bir noktası gibi­

dir.

Kahramanlar, krallar, kraliçeler, tanrılar, ermişler ve efsanele­

r i yaratanlar! Gürol Sözen' in d e d i ğ i g ib i : «Efsane d e y i p g e ç m e ­

yin. Efsanelerde güzel ler in yanısıra g e r ç e k yatar. H e m de boylu

boyunca.»

Altın Post 'u ele g e ç i r m e k için Karadeniz'e açı lan 55 kürekli

A r g o s gemisi g e ç i y o r Boğaz 'dan, nice ünlü, k imi b i l imci , kimi

yarı tanrısal yolcular ı ve gemici ler i ile. Kimler y o k ki, o g e m i d e !

J a s o n var seferi düzenleyen ve yöneten, gemiy i inşa edip ona

adını veren usta A r g o s , Truva savaşlarına neden o lacak güzel

Helena'nın kardeşleri Castor ve Pollux, erişi lmez o z a n Orfeus,

canavar Minotor 'u ö l d ü r e c e k olan Theseus.

Ve dünyanın en güçlüsü diye bi l inen Herkül bile var, Yuna­

nistan'dan Karadeniz 'e kaçırılan kanatlı k o ç u n p o s t u n u arayanla­

rın arasında. Artı bir dizi macerasever bi l im a d a m ı : İ d m o n , A m p -

hiaros ve M o p s o s gibi .

Altın P o s t ' u n ö y k ü s ü bi l inen bir ö y k ü d ü r : J a s o n , Medea'nın

yardımı ile, p o s t u koruyan ejderi ö ldürüyor, istediğini e lde ediyor

ve geri d ö n ü y o r . Altın Post 'un ö y k ü s ü bir arayışın ö y k ü s ü d ü r

ancak, d ikkat edel im, asıl i lginç o lan bu ö y k ü n ü n , bu maceranın

izlediği «yol»dur.

D o d o n a tapınağının kehanetler yağdıran ağacın kerestesi ile

inşa edilen A r g o s gemisi de kehanet lerde bulunuyor, ç ü n k ü «ko­

nuşan» bir gemidir. Denize açı lan bu k o n u ş a n , ses veren g e m i

bir arayışın aracı oluyor; d e n i z d e n bir y o l c u l u k yapılıyor, y a ş a m

ile ö l ü m arasındaki ince çizgiyi, ayırımı s imgeleyen denizden.

Denizleri aşarak, Boğaz iç i 'nden geçerek, Altın Post ya da

bilgi yen iden elde ediliyor. Bat ı 'dan çal ınan ve D o ğ u ' y a getiri len

bilgi geri d ö n ü y o r s a da bu bi lgiye erişebi lmeleri için Jason" un ve

o n u izleyenlerin Batı'yı D o ğ u ' d a n ayıran - y a da Batı'yı D o ğ u ile

b i r l e ş t i r e n - bir geçi t ten, bir b o ğ a z d a n g e ç m e l e r i gerekiyor.

J a s o n ' u n tehlikelerle (deniz kızları, ateş soluyan boğalar,

yarı kartal yarı kadın canavarlar) d o l u y o l c u l u ğ u bilgiye sahip

o lmak isteyen, kaynağına (Karadeniz'e) ulaşan ve aradığını elde

eden g e r ç e k bir «giz sahibi»nin y o l c u l u ğ u değildir. J a s o n bir iha­

net işleyerek bi lgiye sahip olabil iyor, c e h e n n e m e kadar iniyor,

d e ğ i ş i m d e n geçiyor, oysa gerçekten arzuladığı bi lgi ve e r d e m

değil servet ve güçtür.

Yunan mitolo j is inden kalan bu efsane, b ü y ü c ü Sirse'nin kral

Ulises'e anlattığı bu ö y k ü b izce iki aç ıdan i lginçlikler taşımakta­

dır:

1) B o ğ a z i ç i ' n d e n geçiş,

2) Altın Post 'un (bilginin) Karadeniz 'den güçlenerek, Batı'ya

d ö n m e s i .

Yoksa, Fransız Louis Charpent ier 'n in d ü ş ü n d ü ğ ü gibi ,

D o ğ u ' y a açı lan kapı (Boğaz) ve D o ğ u gibi sayılan A n a d o l u (Kü­

ç ü k Asya) Atlantis k ıyametinden kaçan, çeşitl i yerlere (Kafkasya,

— 29 —

Page 15: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

İr landa, İngiltere) sığınan ve engin bilginlerin taşıyıcısı olanların

barınakları, g iderek merkezleri mi oldular?

A r g o s gemis i ger i d ö n ü y o r , yeniden Boğaz iç i 'nden geçiyor,

zorunlu olarak. A r g o n o t l a r boğazın iki kıyısında saltanat kuran

Bebriker ' in kralı A m i c u s ' a karşı savaşırlar ve gal ip geldikler inde

onlara yardım e d e n kanatlı c in Sostenion'a İst inye'de (Stenya,

Sostenion) bir tap ınak inşa ediyorlar.

A n a d o l u Kavağı 'ndan geçiyor konuşan g e m i A r g o s v e b u

kez yo luna olaysız d e v a m edebi l iyor ç ü n k ü bir çıkıp bir batan

adalar çoktandır devingenl ikler ini yitirdiler.

Boğaz kıyılarında az olay yaratmıyorlar bu Argonot lar, Altın

Post 'u kapıp geri d ö n d ü k l e r i n d e : Kral Amicus, Pol lux'a m e y d a n

okuyor, onunla d ö v ü ş ü y o r ve vuruluyor. İst inye'de bu o laydan

s o n r a inşa edi ldiği söyleni len tapınak bir yana, Pollux, Bey­

k o z ' d a bir defne ağacını d ik iyor ve sonradan, bu ağacın dallarını

kıranlar çıldırıyorlar veya başka bir y o r u m a göre, g ö r ü n m e z o lu­

yorlar.

Fakat neden bir defne ağacı ve defne ağacının delil ik veya

görünmezl ik le ne ilgisi vardır, olabilir?

Defne ağacının yaprakları ile eskilerin, antiklerin krallarına,

kahramanlarına, tanrılarına taçlar ördükler ini bi l iyoruz ç ü n k ü def­

ne bir seçkinlik, bir yücel ik anlamını taşıyordu. Nedir ki, bazı ina­

nışlarda s ö z k o n u s u o lan defne ağacının içinde bir hayl i değişken

ve del işmen bir r u h u n gizlendiği söyleniyor. Bazen bir ç o c u k

kadar şakacı bir ruh, bir c inmiş b u , ısrarlı, t u t t u ğ u n u k o p a r a n ,

bir inden hoşlandığında o n d a n hiç ayrı lmayan, h e p izleyen.

Z a m a n oluyor ki, bu ruh veya c in, ısrarlı bağlılığı y ü z ü n d e n , k â b u ­

sa dönüşüyor, bağlandığı insanları taciz ediyor. S o n u ç t a sabırları­

nı tüket iyor (çıldırtıyor) ya da kaçmalarına, kaybolmalar ına (gö­

rünmez olmalarına) neden oluyor.

İstinye'de g izeml i özellikleri ve güçler i olan bir d e f n e ağacı

diki l irken Medea, Tarabya'y ı (Therapia'yı) kuruyor. H a n g i M e d e a

bu? Hiç kuşkusuz b ü y ü c ü Medea, d a h a ö n c e J a s o n ' u n yanında

g ö r d ü ğ ü m ü z ve ilerde, kocasının ihanetine bir karşıt olarak

çocuklarını ö ldüren ve antik t ragedyanın unutulmaz ve lanetli kişi­

ler inden biri o lan.

Tarabya'nın anımsanan eski adı Therapia oluyor, yani Şifa,

ancak d a h a önceki adı ise Farmakeus'dur, Zehir leyen'dir. Efsa­

nelere kulak verecek olursak ilk Tarabya'n ın bu tür bir ad alması­

nın nedeni de, Jason'a destek o l d u k t a n sonra peşine düşen,

Medea'nın t ü m sahil b o y u n c a d ö k t ü ğ ü zehirdir.

Boğaziç i 'n in her köşesinde, her şirin, destansal k ü ç ü k

k o y u n d a bir giz bizleri bekliyor ve ant ik inanışlardan diri l ip bizle­

re yeniden sorular soruyor, kıyıdan kıyıya bir g izem zincir ini kuru­

yor, ister bağıntılı ister (görünüşte) bağıntısız.

Bir zamanların Büyükderes i 'nde bin yıllık bir çınar yüksel irdi

B e y k o z ' u n defne ağacı kadar gizemli ve efsaneler yaratan. Kimi

eski tarihçi lere g ö r e 1097 yılında haçl ı lardan G o d e f r o y de Bouil-

lon bu ağacın altına yatmıştı, d a h a sonraki kimi tarihçi lere g ö r e

de De Boui l lon hiçbir zaman B ü y ü k d e r e ' y e ayak basmamıştır.

Bu tarihsel ç ınardan Fransız yazarı Theophi le Gautier söz

ediyor efsaneye inanarak, bu tarihsel çınarı İstanbul 'da yayınladı­

ğı «Revue de Constantinople» dergis in in 20 Şubat 1876 tarihli

sayısında Vikont Alfred de Gaston anlatıyor uzun uzun.

Çınarın g izemi nerede diye sorulacak. Çınarın g izemi kendi­

sinde, yaşında ve yaşından dolay ı neden o l d u ğ u efsanelerde.

Başka bir deyimle gizemleri yaratabi lmek için her şey her z a m a n

yeterlidir. Her şey her zaman bir çıkış noktası olur ve en öneml i­

si, eskiden, ç o k eskiden kalmış her nesne, yer, bina ve kalıntı

taşıdığı izlerle, anımsattırdığı olaylar ve kişilerle kendi içine kapan­

mış bir gizemdir.

İstanbul sarıp sarmalayan efsanelere göre antik Kabataş'ta

ya da Ajant ion'da yunuslar b o l c a görünür, sesleri g ü n b o y u n c a

d u y u l u r d u . A r g o s ' u akla getirerek, mesafeleri aşarak ve mitosu

gerçeklere bağlayarak deniz kızlarının sesi ile yunusların sesini

bir tutabil ir iz, ç o k ç a yürütülen ç a ğ d a ş bir y o r u m ve yaklaşımla.

Deniz kızları efsanevi yaratıklardı, şarkıları ile denizci ler in,

Page 16: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

gemici ler in akıllarını çelen. Buna bir d i y e c e ğ i m i z yok (bir z a m a n ­

lar Amazonlar, tek g ö ğ ü s l ü savaşçı ve anaerki l kadınlar da efsa­

nevi sayı l ıyordu, tarihsel bulgular onların g e r ç e k olduklarını kanıt­

layıp b iz im Karadeniz 'e bağlayıncaya dek!) fakat yunuslar, b o ğ a ­

zın ve Marmara'n ın yunusları bir gerçektir, en azından İ s t a n b u l l u ­

lar için bir yar ım yüzyıl öncesine kadar bir gerçekt i .

Kabataş'ta mitoloj ik kanun çalgıcısı Chalkis ' in taksimleri ile

yunuslar ı mestetmesi , ç o b a n C h a n a n d a s taraf ından ö ldürülen bir

yunusa bir mezar inşa etmesi de bu ç o k eski gerçeğin şiirsel bir

s imges inden başka bir şey değildir.

Kabataş' ta yunuslar ve K u r u ç e ş m e ' d e (antik adı ile A n a p -

lus) sütunların tepesine t ırmanıp yıl larca kalan Bizans'ın keşişleri:

433'te keşiş S i m e o n bir sütunun tepesine yerleşip 27 yıl o r a d a

kalıyor, 460'ta yer ine g e ç e n Daniel ise aynı sütunun tepesinde 34

yıl yaşıyor, çi le çekerek.

B o ğ a z ruhun arındığı, inanışların kanat gerdiği fakat, aynı

zamanda, ordular ın çarpıştığı bir çeşit özel b ö l g e gibidir: Rumeli

H isan'ndan 700.000 kişilik o r d u s u n u n başında Kral Darius g e ç i ­

yor, 1097'de Rumeli Hisarı 'nda haçlılar k a m p kuruyor, kenti talan

ederek. S o n u n d a 1453'te Fatih Sultan M e h m e t tarihin yeni bir

d ö n e m i n i açıyor.

Bir o r d u g â h merkezi o luyor tarihi b o y u n c a Rumeli Hisarı

oysa unutmayal ım ki, hisarın b u l u n d u ğ u t e p e n i n adı, bir z a m a n ­

lar, Evliyalar d i y e bil inirdi ve bir ziyaret yer iydi D u r m u ş Dede'n in,

Şeyh İsmail M a a ş u k ' u n , Şeyh Hassan Sarif i 'nin ve başkalarının

mezarlarını içerdiğinden.. .

Boğaz t u r u m u z u sürdürel im: K i r e ç b u r n u balık lokantaları ile

ünlü şirin bir mekândır, aynı z a m a n d a ç o k eskiden kalma bir

efsanenin içerdiği bir ahlak dersinin de yeridir.

K i reçburnu ile Kefeli arasında adı Sadık Kaya olan bir kaya

bu lunurdu ve Bizanslı Dionis ios'un anlattığına bakılırsa seferden

d ö n e n iki denizc i arkadaş, g ü n ü n bir inde, biriktirdikleri paraları o

kayanın alt ındaki bir yere gizlemişlerdi. S o n r a biri yalnız kaldığın­

da, geri d ö n m ü ş paranın t ü m ü n ü a l m a y a kalkışmış. Kalkışmış

a m a başaramamış ç ü n k ü kaya vere vere salt kendine ait o lan

parayı almasına izin vermiş, sadık ve sadakate bağlı bir kaya

o l d u ğ u n d a n .

Ya Emirgân? Emirgân' ın lanetli bir yer o l d u ğ u n u , en az ından

antikler tarafından öyle sayıldığını k im düşünebi l i r ki?

Derler ki Emirgân' ın adı K iparodes iken o r a d a bir tapınak

yükselirmiş üç lü bir tanrıça o lan Hekate'ye adanmış.

Emirgân ve b ü y ü c ü l ü ğ ü n , cehennemin, uğursuz kavşakların

üç yüzlü, eli meşalel i, peş inden uluyan köpekler i ç e k e n , g e c e

vakti kara bulutlar şekl inde g ö k y ü z ü n d e dolaşan ejderhaların t a n ­

rıçası Hekate!

Boğaziçi mi to lo j iden ka lma izleri, efsaneleri, inanışları, evliya

ve keşişleri ile g izem d o l u s u , antik gizemlerin anılarını k o r u y a n

bir uzun geçit olarak karşımıza dikil iyor, salt Karadeniz 'e ya da

Marmara'ya deği l de öte d ü n y a y a hatta c e h e n n e m e açı lan bir

geçit. T ü m güzell iği, çekici l iği ve geçmiş i ile adeta her b o y u t a

açılan bir kapı.

K o n u m u z o l d u ğ u için a b a r t m a k niyetinde değil iz ancak, say­

falar b o y u n c a g ö r d ü ğ ü m ü z ve göreceğimiz gibi, İs tanbul 'un

gizemler kenti niteliği ve dolayısıyla, ayrıcalığı tartışılmaz bir ger­

çektir. Yorumlar d a i m a ve herkese açıktır fakat, y o r u m u n u z han­

gi y ö n d e olursa olsun, g i z e m havası - i s t e r hissedin, ister hisset­

m e y i n - bu kent in her tarafını d a i m a sarmıştır ve sarıyor. Anıtla­

rın, kalıntıların, tapınma yerlerinin, saray ve hanların, m e y d a n ve

sokakların hiç eksi lmeyen aksine g e ç e n zamanla d a h a da peki­

şen bir g ü ç taşıdıklarını ve bu g ü c ü n , ister da lga dalga ister daire­

sel şekilde yayıldığını, bir iktiğini ve merkezler o l u ş t u r d u ğ u n u bil i­

yoruz. Mekânlara, taşınamazlara hatta nesnelere tanınan «bel­

lek» potansiyel i (belleği şarj etmek ya da bellekle şarj o l m a k

işlemleri ile) bu g ü c ü n i z d ü ş ü m ü n d e n başka bir şey değildir.

İnançsal bir işlevi o lan yer lerde bu güç, sürekli o larak bes­

lendiğinde art ıyor ve bu g ü c ü n simgeleri olarak görülen nesneler

d a h a da etkin oluyorlar.

İşte karşımızda Ayasofya (Ayia Sofia) 921 yıl sürece bir kili­

se, 481 yıl b o y u n c a bir c a m i ve b u g ü n bir müze, bir kültür ve

— 33 — istanbul Gizemleri / R 3

Page 17: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

sanat merkezi . Hiç kuşkusuz Batı ile D o ğ u ' y u biraraya getiren,

sentezini y a p a n bir merkez, gizemleri ve efsaneleri, inanışları ve

izleri ile. Gezegenimiz in kutuplaşma (polarite) haritasında öneml i

bir nokta.

1833'te Ayasofya'y ı c a m i y k e n ziyaret eden Prusya elçilik

danışmanı M. v o n Tietz, Hıristiyan inançlarına göre kutsal sayılan

emanetler i bu şeki lde değer lendirmektedir :

«Güney y ö n d e bulunan üst galer ide, çukur, kırmızı renkte

bir m e r m e r var. B u n u n pe ygamb er imi z İsa'nın beşiği o l d u ğ u söy­

leniyor. Bir de annesi tarafından İsa'nın yıkandığı kurna var. Bun­

ların ikisi birl ikte K u d ü s ' t e n getir i lmiş. Tapınağın kuzey y ö n d e k i

giriş kapısının soluna d o ğ r u bir sütun görülüyor. Buna 'Terleyen

Sütun' adı veri lmiş. Sürekli olarak rutubetten ıslandığı için, b u n a

e l d e ğ d i r m e n i n , her d e r d e d e v a o lacağı söyleniyorsa da c a m i

avlularındaki insanların hali b u n u kesinlikle yalanlamakta.»

Ayasofya'y ı Batılı bir d ip lomat ın y o r u m u ile deği l de folklor

açısından ele aldığımızda başka noktalara değinmiş oluruz:

«Ayasofya... sade mimarlık, mozaik ve başkaca b e z e m e

sanatlarının sergi lendiği bir yer deği l , efsane ve inanışların da

hazinesidir.» der Pertev Naili Boratav. «Bizans çağında ve d a h a

sonraları da Türkler in o n u c a m i y e çevirmeler inden s o n r a İstan­

bul 'un M ü s l ü m a n t o p l u l u ğ u , insan e m e ğ i n i n bu y ü c e yapıyı yarat­

masında insanüstü güçler in payı o l d u ğ u n a , o n u n köşe bucağın­

da aklın ç ö z ü m l e y e m e y e c e ğ i n ice sırların gizli d u r d u ğ u n a inan­

mış.»

532 yılında, Nika isyanı sırasında, Ayasofya t ü m d e n yandığın­

da İmparator Just in ien yeniden bir inşaata gir işiyorsa da k u b b e ­

ye gel indiğinde parasal zorluklar ç e k m e y e başlıyor. Bir efsaneye

g ö r e de beyazlara b ü r ü n m ü ş bir delikanlı ona katırlarla, çuval

d o l u s u altın getir iyor. Heyecana kapılan imparator bu olayı yakın­

larına anlatmaya kalkınca da b ü y ü bozuluyor, altın get i ren del i­

kanlı bir daha g ö r ü n m ü y o r .

«Terleyen Sütun» veya «Terleyen Direk» ya da «Ağlayan

Direk» k o n u s u n d a Boratav 'dan aşağıdaki bilgileri aktarıyoruz:

«Müslümanlar der ler ki: Ayasofya, M u h a m m e d p e y g a m b e r i n

zamanında bir zelzeleden yıkılmış, t a m i r e kalkıştıklarında kubbe­

yi bir tür lü tutturamamışlar. S o n u n d a , Hızır'ın ö ğ ü d ü n ü dinleye­

rek, p e y g a m b e r i n t ü k r ü ğ ü , Z e m z e m s u y u ve M e k k e t o p r a ğ ı ile

karıştırılmış bir harç sayesinde k u b b e yapılabil iyor. Evliya Çele­

bi 'ye göre, tapınağın T e r l e y e n Direk' d i y e adlanan s ü t u n u n u n

altında karılmış bu harç. Büyük k u b b e d e n sarkan al t ından t o p

kandil i, bu mucizeye bir saygı anısı o larak Fatih astırmıştı.

Terleyen Direk (yahut Ağlayan Direk)te b u l u n a n delik,

Hızır'ın, kiliseyi c a m i y e çev irmek isteyince, yapının y ö n ü n ü kıble­

ye d ö n d ü r m e k için parmağını s o k t u ğ u delik imiş. Bu del ikten

sızan ıslaklığın t ü r l ü dert lere deva o lacağı sanılır. Hızır'ın, Kadir

gecesi Ayasofya'ya geldiğine, t a m altın t o p kandi l in alt ında

namaz kılanlar arasına katıldığına inanılır.»

Ayasofya'n in «mucizeler»i ve n e d e n o l d u ğ u inanışlar say­

makla bitmez ve her kuşak, her t o p l u m ve her inanç bunlara bir

şeyler katmıştır: k imi O r t o d o k s efsanelerine göre s o n Ayasofya'

n in maket i bir arı p e t e ğ i n d e n çıkmadır, k imine g ö r e de b ü y ü k

salonun ortasında bulunan, demir bir kapakla ör tü lü eski bir

k u y u n u n suyu kalp hastalıklarına şifa ver iyormuş.

Fet ih'ten ka lma bir başka efsaneye g ö r e Fatih, Ayasofya 'ya

g ird iğ inde ayin y a p m a k t a olan patrik duvarın içine gir ip kaybol­

muştur.

Ayasofya n e r d e y s e bir çeşit g izemler ve inanışlar ansik lope­

disi ise Çemberl i taş bir esrarlar seçkisidir.

Çemberl i taş ya da Constant in sütunu Bizans'ın merkezi ve

de s imgesi olarak bil inir ve sayılırdı ç ü n k ü , Bizans'ın Constant in

taraf ından fethinin (18 Eylül 324) ve kutsamasının (8 Kasım 324)

bir işaretiydi. Aynı z a m a n d a başkaca kutsal emanetler in biraraya

getir i ldiği bir g izemler noktasıydı.

Bizans inanışlarına g ö r e Constant in sütunun t e m e l i n d e Tru-

v a ' d a n ge lme tanr ıça Pallas Atina'nın tahtadan yapılmış heykeli­

ni, N u h p e y g a m b e r i n asasını, Musa'n ın sular fışkırttırdığı taşı,

İsa'nın ekmekler dağıtt ığı g ü n d e n kalan yedi e k m e ğ i n kırıntılarını

g ö m d ü r m ü ş ve t e m e l i kendi eli ile kapatmıştı.

Page 18: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Çemberi i taş' ın tepes inde yükselen ve Apol lo 'ya benzet i len

Constant in ' in heykel inde de İsa'nın haçından (çarmıhından) bir

parça b u l u n d u ğ u n a dair inanışlar da vardı.

1105 yılında heykel k o p a n bir fırtınada, birkaç kişiyi de eze­

rek yıkılıyor sonraki yıl larda, İmparator I. Manuel C o m n e n o s ' u n

d ö n e m i n d e , s ü t u n tamir edi l iyor ve 1779'da I. A b d ü l h a m i t ' i n emr i

ile çemberler yenileniyor.

İstanbul 'daki sütunlar, dizi dizi efsaneler yaratarak, etrafa

gizemler dağıtıyorlar:

- Avratpazan'nda içi boş, m e r m e r parçalarından yapı lmış

bir sütun ve tepes inde bir heykel, o da b e m b e y a z m e r m e r d e n .

Yılda bir kez heykel ses verir, kuşlar etrafına d ö n m e y e başlarlar

çılgıncasına ve bir kısmı yere düşer bitik. Halk onları toplar k e n d i ­

ne bir ziyafet çeker. Bizde Avrat Taşı olarak bil inen Arcadius sütu­

nudur bu, kala kala bir kaidesi kalmıştır Cerrahpaşa'da bir de

tepesinden k o p a n bir parça.

Sütun 403 yılında İmparator Yüce T h e o d o r i u s ' u n anısına d ik i­

liyor İmparator Arcadius taraf ından; 421'de 2. T h e o d o s i u s tepes i­

ne babası A r c a d i u s ' u n kuşları c e z b e d e n heykelini yerleştir iyor;

542'de sütuna d ü ş e n bir ş imşek heykelin bir elini kırıyor; 740'ta

ise heykel kendi l iğ inden devri l iyor ve 1719'da sütun yıkılıyor.

Avratpazan'ndaki Avrat Taşı'na karşın Fatih'te bir Kız Taşı

veya Marcianus sütunu...

Bunun tepes inde de, Bizans d ö n e m i n d e bir heykel d u r u y o r ­

d u : İmparator Marc ianus 'un o t u r m u ş haliyle bir heykeli. Efsanele­

re göre sorun yaratan bir imparator heykel iydi bu, ç ü n k ü yakınla­

rından geçen kızların bakire o l u p olmadıklarını açık açık d u y u r ­

mak gibi kötü bir huya sahipmiş.

Evliya Çelebi de bir başka o lağanüstü sütun ve h e y k e l d e n

söz ediyor, Çatladıkapı 'da bulunan. Dört köşeli o lan bu s ü t u n u n

tepesindeki heykel ise t u n ç t a n yapılmıştı ve bir çeşit haberc i-ko-

ruyucu görevini g ö r ü y o r m u ş : Akdeniz 'den yaklaşan d ü ş m a n

gemilerini haber verir, gemiler yaklaşınca da ağzından ç ıkan bir

ateşle yakıp kül edermiş.

— 36 -

Çemberl i taş'a d ö n e l i m : Çember l i taş ve altında b u l u n d u ğ u

söyleni len iç o d a ile ilgili i lginç bir y o r u m Haluk E g e m e n Sarıka-

y a ' d a n gelmektedir. Sarıkaya'nın savına göre, «Mabet Protot ip i­

ne u y g u n her kutsal yapı gibi , Çemberl i taş' ın da yeraltı Agarta

sistemiyle ilişkisi o lması sözkonusudur.»

Bu savı ile ilgili olarak araştırmacımız 1930'lu yıl larda Ç e m ­

berlitaş civarında yapı lan bir arkeoloj ik kazı s o n u c u labirent şek­

l inde bazı dehlizlere rastlandığını, bu n o k t a d a n hareket edi ldiğin­

de Çemberl i taş' ın İstanbul 'un alt ındaki dehlizlere açı lan bir kapı,

bir gir iş hatta bir enerj i noktası işlevini g ö r d ü ğ ü n ü de eklemekte­

dir, rahatça tartışılabilir bir yorumla.

Eski Bizans'ın merkezi o lan H i p o d r o m , Sultan A h m e t ve

civarının Aksaray'a ve belki de d a h a ötesine kadar yeraltı galerile-

riyle döşendiğ i bir gerçekt ir ve Sarıkaya bu g e r ç e ğ e kaynak ola­

rak, «İstanbul'un Yedi Harikası» adlı 80 küsur yıllık bir kitaba

dayanarak Yerebatan Sarayı ile Kınalıada arasında uzanan bir

t ü n e l d e n de söz etmektedir.

«Köpek Ö l d ü r e n Kanalı deni len bu dehliz in, Yerebatan Sara­

yı'nın gizli bir g ir iş inden başlayarak k u z e y d o ğ u y ö n ü n d e ilerledi­

ği ve boğazın M a r m a r a ' y a açıldığı y e r d e denizalt ından geçt iğ i ,

Ü s k ü d a r ' d a n it ibaren de g ü n e y d o ğ u y a d o ğ r u bir açı yaparak,

d ü z bir hat halinde, ö n c e Üsküdar-Kadıköy sahillerinin ve d a h a

sonra gene Marmara'n ın alt ından uzanıp Kınalıada'ya ulaştığı ve

buradak i manastırda s o n b u l d u ğ u belirti lmektedir.»

Dehlizler, gizli dehlizler, denizalt ı kanalları, kıyıları kıyılara

g i d e r e k adalara bağlayan geçitler, işlevleri, simgeleri ve anlamla­

rı...

Araştırmacı Sarıkaya k o n u y u cesur bir varsayımla, i lerdeki

bir b ö l ü m d e üzer inde duracağımız Agarta 'ya bağlamak için gay­

ret sarfediyorsa da dehlizlerle birl ikte İstanbul 'un bi lmediğimiz ya

da pek iyi b i lmediğ imiz yeraltısı halen çözü lmemiş sorunları ile

karşımıza diki lmektedir.

Labirentlerin, gizli dehlizlerin, mağaralar ın ö n e m i salt arkeo­

lojik veya jeoloj ik deği ldir. İlkel inanışlara d ö n ü p dünyamızı koca-

— 37 —

Page 19: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ma n bir a n a g ib i g ö r d ü ğ ü m ü z d e , yeralt ındaki kanallar ve gizli yo l­

lar bu d ü n y a s a l ananın rahminden başka bir şey değil ler. Dolayı­

sıyla labirente ya da dehl ize g i rmek anaya bir dönüştür, bir yeni­

d e n d o ğ u ş , bir arayış ve bir eğit im görmedir .

1972'de Aksaray 'da belediyenin kanal izasyon inşası için yap­

tığı bir kazıda Bizans devr inden kalma bir mezarlık ( k a t a k o m b )

bulunuyor, ikinci katı sularla d o l u ; 1963'te Taşlıtarla'da, Havuzba-

şı semt inde, o t o tamircis i Cavid Cinci b o ş bir arsada açı lan bir

del ikten, def ine aramak niyetiyle yeraltına iniyor. Cinci o r t a d a n

kayboluyor, tarlanın altında açılan dehlizi arkeologlar araştırıp

bunun da iki katlı ve yaklaşık olarak 87 metre uzunluğunda o l d u ­

ğ u n u saptıyorlar.

Arayışlar sürdürülürken Cinci 'nin cesedi bulunuyor fakat bir

bataklığa v a r a n dehl iz in devamına ulaşılmıyor, ne o l d u ğ u , ne işe

yaradığı ve hangi d ö n e m e ait o l d u ğ u ise kesinlikle anlaşılmıyor.

Ayaklarımızın altında yerini, sayısını ve işlevini b i lmediğ imiz

bunca dehlizler, yeraltı yolları ve labirentler açıldığına göre

zaman z a m a n yerin alt ından gar ip seslerin çıkmasına, yükselme­

sine hiç ş a ş m a m a m ı z gerekiyor. 26 Eylül 1980 gecesi, İnönü sta­

dının civarlarında, yeralt ından gelen ve balyoz sesine b e n z e y e n

gürültüler duyuluyor. Sesleri d u y a n ve meraklanan bir g r u p

asker ilgililere haber veriyor, yer inde bir araştırma yapıl ıyor fakat

ne seslerin nedeni, ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor.

Anlaşı lmayan veya açık lanamayan her olayın alt ında bir

esrar a r a m a k deği ldir niyetimiz. A n c a k yukardaki ö r n e k t e en

basit, d o ğ a l bir açıklama olarak bir yankı lanmadan söz edebil ir iz.

Aynı şeki lde, mantıksal bir süreç içinde, bu ve benzer sesleri, aşı­

rı gibi görü lebi lecek a m a araştırmaya her z a m a n açık bir yakla­

şımla gürültüler i henüz bi lmediğimiz, gereği ile araştırı lmamış bir

«yeraltı yolları» varsayımına da bağlayabil ir iz.

Yeraltı dehlizleri, yeralt ından çıkan sesler ve yine yeralt ından

çıkan hayvanlar...

16. yüzyıla d ö n ü p Hans Dernshvvam'a kulak verel im:

«Birçok k imse bize inanılabilecek şu hikâyeyi anlattılar. Yıllar

— 38 —

ö n c e bir g ü n Avratpazan'ndaki büyük ku leden binlerce yılan dışa­

rı fırlayıp denize d o ğ r u yola koyulmuşlar. Aralarında ç o k iri bir

yılan varmış. Bu olayı binlerce kişi gözler iy le g ö r m ü ş . Yılanlar

arkalarında bir toz bulutu bırakmışlar. Hiç k imse bunlara bir şey

yapmamış.»

Olaya bir «yılan göçü» gibi bakabil ir iz veya aynı yazarın nak­

lettiği karga örneğine bağlayarak bu t o p l u g ö ç ü n alt ında başka,

ola ki s imgesel anlamlar da arayabiliriz.

Türk mitoloj is inde yılan öneml i bir yer tutmaktadır, efsanele­

re göre kozmik (evrensel) âlemle birl ikte yaratılmıştır ( L a k h m u ve

Lakhamu), boynuzlu o lunca k o r u y u c u görevini üst lenmektedir,

Volga Türkleri için uğurlu bir hayvandır v . b .

Buna karşın, halk inanışlarında, bazı yılanlar uğursuz sayılır,

görüldükler i yerlerde öldürmeleri gerekir. Ancak, ölü yılan y a ğ ­

mur duasında kullanıldığı gibi yılan derisi de büyülerde, yılan göz­

leri de nazar değmeler inde kullanılır, özell ikle Anadolu 'da.

Aşırı göstergebi l imsel bir yaklaşım gibi görünürse bile inancı­

mız şu ki her şey her şeyle her z a m a n bağıntılıdır, her şey bir

neden-sohuç il işkisinden kaynaklanmaktadır. Gerçek gibi anlatı­

lan bir olayın altında gizli, s imgesel bir a n l a m yatabi ldiği g ib i efsa­

ne, masal , destan, batıl inanç diye nitelendirdiğimiz anlatıların

t e m e l i n d e bir gerçek de yatabilir veya yatmaktadır.

Hayvanlardan söz ett iğimize g ö r e k o n u y u sürdürel im ve bu

kez bir «ayazma»ya bağlı bir efsaneyi nakledel im.

Mekânımız Silivri Kapı ve Balıklı Ayazma. Bu m e k â n a bağlı

bir efsaneyi eski İstanbul 'un ünlü z iyaretçi ler inden İtalyan ozan

ve yazar E d m o n d o de Amicis ' in ka leminden okuyal ım:

«Müslümanlar İstanbul surlarına s o n kez saldırmakta iken

manastırdaki (eski Balıklı Manastırı) bir R u m keşişi balık kızart­

maktaydı . Birden mutfağın kapısında bir başka keşiş g ö r ü n d ü ve

dehşet iç inde bağırdı: - Kent d ü ş t ü ! - Nasıl? - S o r d u diğer i -

Bu balıklar tavanın dışına fırlarsa böyle bir şeye i n a n a b i l e c e ğ i m -

Ve b u n u der d e m e z balıklar, yarı yanmış yarı p e m b e ve yalnızca

bir taraftan kızartılmış olarak tavadan dışarı fırladılar ve b ü y ü k bir

iht imamla, alındıkları ve içinde halen yüzdükler i suya daldılar.»

Page 20: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

De Amic is İstanbul 'da 1878 yılında bulunuyor ve ayazmayı

bir Rum papazı ile birlikte ziyaret ett iğinde papaz o n a yukarki

efsaneyi anlattığı g ib i bir sarnıcın iç inde yüzen kırmızı balıkları da

gösteriyor.

Balıklı ayazması ile ilgili esk iden kalma başka inanışlar da

vardır ve b u n l a r d a n birine göre İmparator Just inien oralardan

g e ç m e k t e y k e n , bir kaynağın etrafında toplanmış bir kadın kalaba­

lığını g ö r ü p d u r u y o r , sorup soruşturuyor. Kadınlardan biri ona

«Şifalı suyun kaynağıdır bu» d e y i n c e de Ayasofya 'dan kalma mal­

z e m e ile orada, ayazmayı da içeren bir kilise inşa ettiriyor.

Acı acı ö t e n kargalar, g ö ç hal inde yılanlar, kehanetlerde

bulunan kırmızı balıklar ve...

«Abdülhamit zamanında Galata'da, Lavirentos adlı 17. yüzyıl­

d a n kalma bir t e k ç i meyhanesinin mahzenindeki bir şarap fıçısı­

nın içinde, görenler i şaşırtacak büyük lükte ve sütten beyaz bir

ö r ü m c e k b u l u n d u . Acay ip hayvan hâlâ canlıydı, 300 yaşındaydı.»

d iye anlatıyor M e h m e t Şeyda.

İlginç bir adı var bu meyhanenin, Lavirentos yani labirentin,

do lambaçl ı dehl iz in Yunancası. Ve bu m e y h a n e n i n m a h z e n i n d e

bulunuyor bu 300 yıllık o l d u ğ u söyleni len k o c a m a n ve b e m b e y a z

ö r ü m c e k . Ola ki, o da eskinin yeraltı geçit ler inden, nerede başla­

dıkları, nereye vardıkları b i l inmeyen gizli ve giz lenmiş yol lar ından

k o p u p gelen bir yaratıktı!

H e m unutmayal ım ki, antiklerin Galata'sı mi tos larda yeri

o lan bir b ö l g e y d i . İlk Galata ya da Sykae (Sika = İncir) incelikle­

riyle ünlenmişti ancak, Strabon, Dionisios v.b. tar ihçi lere bakılır­

sa, mito logyanın tanrılarına, tanrıçalarına Eros, Venüs ve

Diana'ya, tapınakları ile ilişkili, bir bö lge ve cinsel l iğe dayalı

gizemli ayinlerin, kutlamaların bir merkezi .

Galata'nın yüzyıllar sonrası, meyhaneler i , eğ lence yerleri ve

hayat kadınları ile zevk ve «sefahat» bölgesini o luşturması belki

de bu antik inanışların, halen ortalarda esen «havası»ndan kay­

naklanmıştır.

* * *

— 40 —

Eski İstanbul 'un çeşitl i semt ler inde, mahal leler inde tekinsiz

gibi bil inen ruhların, hayaletlerin dolaşt ığı , g ö r ü n d ü ğ ü evler bulu­

n u r d u . İyi Sıhhatte Olsunlar' ın m e k â n olarak seçtikleri, barındıkla­

rı ve huzura k a v u ş m a d a n terkedemedik ler i yerler.

İlk ç o c u k l u ğ u m u z d a Bostancı 'da, k ö p r ü n ü n karşı tarafında

yükselen yarı yıkık ve ahşap bir k o n a k eskisinin tekinsiz o l d u ğ u ,

g e c e vakti içinde ışıkların dolaştığı söyleni l i rdi. Yeniyetmelik yılla­

rımızın Büyükadası 'nda da benzer bir ev yükselirdi M a d e n d e n e n

mevkin in bir tepesinde. O da ahşap, ç ö k m e k üzere ve üstelik

nedeni bi l inmeyen bir lanetle d a m g a l a n m ı ş .

Hayaletsiz bir eski kent, eski m e k â n d ü ş ü n ü l m e d i ğ i gibi

hayaletsiz bir İstanbul da d ü ş ü n ü l e m e z . Abdülhak Hamit Çamlı­

ca'n ın hayaletlerinden söz ediyor, N e c i p Fazıl Kısakürek 20 odalı

bir konakta gez indiğ inde büyükbabasın ın hayaletini g ö r ü r gibi

o luyor.

Topkapı Sarayı'nın H a r e m daires inde g e c e vakt i havuz

başından gelen kadın seslerinden, g ö r ü l e n ya da görü lür gibi

o lan s a y d a m şeki l lerden söz e d e n g e c e bekçilerini tanımıştık

b u n d a n 30 küsur yıl ö n c e ve T o p k a p ı Perileri mitoloj imize dahil

edi len bir k o n u y u teşkil ediyorlar.

Sultan 2. M a h m u t ' u n berber başıl ığından emekli o l m u ş yaşlı

M e m i ş Efendi 'nin ö y k ü s ü anlatılır, T o p k a p ı Sarayı 'ndaki perilerle

ilgili olarak. Sultan I. Abdülhamit ' in zamanında Enderun'a girmiş

o lan b u Memiş Efendi t ü m ö m r ü n ü sarayda geçirmiş, n ü c û m v e

s i m y a konuları ile uğraşmış ve kendin i bu konularda ç o k bilgili

sanıyormuş. Cinlere, perilere ve yıldızlara inanan yaşlı g izemci

M e m i ş sarayın bahçes inde bulunan bir şimşirl iğin perilerin mekâ­

nı o l d u ğ u n u , peri lerin Türkleri ve de padişahı çok sevdiklerine de

inanırmış. Hatta ve hatta, Memiş Efendi 'n in anlattığına göre, her

g ü n seher vakt inde t ü m üst rütbeli periler o şimşirl ikte toplanır,

d ivan kurulur ve peri padişahı da bu divanı yönet irmiş.

Memiş ' in t ü m bu anlattıklarına r a ğ m e n şimşirl iği kaldırma

kararı alındı ve karar uygulandı. Buna kızan yaşlı g izemci de bun­

d a n böy le T o p k a p ı ' d a felaketlerin hiç eksik olmayacağını söyle­

m i ş d u r m u ş .

Page 21: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Peri ya da cin o l u p olmadığını b i lmiyoruz fakat a i lemizde

anlatılan bir olayı b u r a d a nakletmenin i lginç ve yer inde olacağını

d ü ş ü n ü y o r u z .

Olayın geçt iğ i yer B e y o ğ l u , Asmal ımescit Sokak 50 numaral ı

evdir, olayın geçt iğ i tarih 1912-1914 yılları arası, olayın kahramanı

ise bu yazarın büyükannesi , adı ile Mariana Fi l ipucci.

Ai lenin o l d u k ç a dar bir gelirle yaşamakta o l d u ğ u o yıl larda

(Birinci D ü n y a Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı

evin genişçe av lusunu s ü p ü r m e k t e olan, kara kara d ü ş ü n c e l e r e

dalmış b ü y ü k a n n e Mariana üst kat merdivenler inden bir inin

inmekte o l d u ğ u n u , yaklaştığını d u y m u ş , d ö n m ü ş bakmış ve hay­

retler içinde kalmıştı.

Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç g ö r m e d i ğ i , bir

zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. «Bir paşa gibi g iy inmiş, sırmalar­

la süslenmişti.» d i y e anlatırdı büyükanne. Zenci ö n ü n e d u r m u ş ,

eğilip selam vermiş sonra da r e d i n g o t u n u n c e b i n d e n bir kese

çıkarıp, Mariana'nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişt i .

B ü y ü k a n n e hayretten d o n a kalmış, bir süre sonra kendine

gelmiş, keseyi açt ığındaysa içinin altınlarla d o l u o l d u ğ u n u gör­

müştü.

T a m o sırada sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş

büyükanne de s o r m u ş ona sokakta şöyle böyle bir zenciy i g ö r ü p

görmediğ in i . Hayır kızı böyle bir k imseyi g ö r m e m i ş t i , ne o, ne de

başka birileri. Sanki b irden cis imlenmiş, b ü y ü k a n n e n i n parasal

sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı.

Kesin o lan bir şey varsa o da o g ü n , o evde herhangi bir

zencinin kalmadığı, d a h a ö n c e ve d a h a sonra hiç ge lmediğ i ,

görünmediğid i r .

Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı

esnasında üç bacakl ı yuvarlak bir orta masanın d ö r t kat merdi­

ven b o y u n c a indiği seansa katılanlar taraf ından g ö r ü l d ü !

Altın dağıt ımı ile ilgili bir olayı Haluk E g e m e n Sarıkaya bu

şekilde anlatıyor:

«1930'larda İstanbul, Paşabahçe'de, İncirköy Mahallesi, Köy-

başı Sokağı 'ndaki 10 numaralı evde, M a h m u t A ğ a ve ailesi o t u r u -

— 42 —

y o r d u . Kendilerine hizmet e d e n Hüsamett in Efendi ile hanımı d a ,

evin alt katına yerleşmişti. Kıt kanaat g e ç i n e n hizmetkârların

hayatında, bir g ü n , dikkati ç e k e n bir değişikl ik o l d u : bayağı refah

içinde yaşamaya başlamışlardı. Bu d u r u m u n d e v a m etmesi üzeri­

ne Mahmut Ağa, Hüsamett in Efendi 'den kuşkulandı ve zenginl ik­

lerinin sebebini öğrenene kadar adamcağız ı sıkıştırdı. Hüsamet­

t in Efendi de, çaresiz kalınca, her sabah namazından sonra b a h ­

çedeki kuyunun başında bir Osmanl ı altını b u l d u ğ u n u aç ık lamak

z o r u n d a kaldı. Ne var ki, her g ü n tekrar lanan bu 'apor' f e n o m e n i

de o andan it ibaren sona erdi. M a h m u t Ağa'n in merakı t a t m i n

o l m u ş t u a m a zavallı Hüsamett in Efendi ile hanımı g e n e fakirl ik

iç inde kalmışlardı.»

Sarıkaya'nin naklettiği olay bir «apor» sayılacaksa biz im nak­

lettiğimiz aile olayının açıklanması ve tanımlanması da bir özdek-

leştirme (materyal izasyon) olabilir, spiritualist açıdan.

Tekinsiz evlerden söz ett iğ imizde bunları veya en azından,

bunlardan bazılarını «poltergeist» (vurucu ruh) olaylarına da b a ğ ­

layabiliriz, aşağıda verdiğimiz iki örnekte o l d u ğ u gibi :

1) Yeri: İstanbul, Vaniköy, Kuleli Askeri Lisesinin yanındaki

spor salonuna bitişik mahal ledeki evler.

Tarihi: A ğ u s t o s 1964.

Olayın süresi: 10 g ü n .

Olayın niteliği: Çeşitli y ö n l e r d e n atılan taşlar ve mozaik kırın­

tıları.

Olayın tanıkları: Mahal le muhtar ı , mahalleli gençler, polis,

askerler.

Olayın nedeni ve ç ö z ü m ü : Evlerin arkasında do laşan bir

asker; asker oradan uzaklaştırılınca olaylar kesildi.

Olaylar kesi lmesine kesildi oysa «poltergeist» belirtisi olarak

l iteratüre g e ç e n bu örnek, s o n u ç t a d a h a ç o k bir şaka gibi g ö r ü n ­

mektedir.

2) Yeri: istanbul, Halıcıoğlu, Salınadur mevkindeki bir ev.

Tarihi: Kasım 1966.

Olayın süresi: 3 ay.

Page 22: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Olayın niteliği: Evin akşam saat 17.30'dan sabaha d e k taş­

lanması.

Atı lan nesneler: Mermer parçaları, tuğla, briket parçaları, taş­

lar.

Olayın tanıkları: Evin sahibi Muzaffer Özgören, polis, bekçi ,

komşular, mahallel i.

Olayın ç ö z ü m ü : Başladığı g ib i bitt i.

Yukardaki iki o lay gereği ile incelenmiyor, araştırılmıyor,

kalan bilgiler de yeterl i o lmuyor. B u n a karşın 1967'de Unkapa-

nı 'ndaki, basında «uğursuz» d iye tanıtılan bir evde geçenler ç o k

d a h a t ipik belirtiler taşımaktalar. Şöyle ki:

- Duvarda asılı bulunan bir yer masası yer inden k o p u p mer­

divenlerden aşağıya yuvarlanıyor ve bu olay t a m 7 kez tekrarlanı­

yor;

- Ertesi gün masa yan kanat lar ından beton çivilerle, duvara

çivi leniyor fakat yeniden yere d ü ş ü y o r , çivili yerleri duvara asılı

kalıyor;

- Henüz kurulmamış olan taş k ö m ü r sobası 3 kez devri l i­

yor ;

- O t u r m a odasındaki bir sehpa b i r ç o k kez yere d ü ş ü y o r ve

b u n d a n başka vazolar, sandalyeler, ecza dolabı v.b. an iden yere

düşüyor.

Parapsikoloj inin kabul edip incelediği bu tür «poltergeist»

(vurucu ruh) olayları genelde ruhsal dalgalanmalar g e ç i r m e k t e

olan ç o ğ u buluğ çağında gençlere bağlanıyorsa da sıralanan

örneklerde, kaynaklara bakılırsa herhangi bir inceleme yapı lmadı­

ğından - v e bir abartı d o z u n u d a i m a g ö z ö n ü n d e t u t a r a k - b u v e

bu tür olayları kesin bir kategoriye bağlayıp tatmin edic i bir s o n u ­

ca varabi lmek olanaksız gibi g ö r ü n ü y o r .

Altın dağıtanlar, evleri taşlayanlar, dev ingen nesneler ve gizli

hazineler...

Bir gizli hazine ö y k ü s ü Cerrahpaşa Hastanesinin kuruluşu

hakkında anlatılır.

«Mirasçısı o lmayan ç o k zengin bir a d a m ö l ü m d ö ş e ğ i n d e ,

k o m ş u s u fakir bir balıkçıya vasiyetini söylemiş. Konağının b o d r u ­

m u n d a hazinesi saklıdır ve orayı o lağanüstü varlıklar beklemekte­

dir; hazineye, Mısır'da oturan ünlü Cerrah' tan başka k imse gir­

meyecektir. Balıkçı b i rçok macera lardan s o n r a Mısır'daki Cer-

rah'ı bulur, İstanbul 'a getirir. Cerrah, padişaha d a m a t olur ve

b u g ü n o n u n adı ile anılan b ü y ü k hastaneyi kurar.»

Hazine inanışlarını, def ine t u t k u s u n u destekleyen hoş bir

masaldır bu, İstanbul fo lk loruna yerleşmiş. Nedir ki, hastane, Cer­

rah M e h m e d Paşa'nın adını taşıyorsa da, kuruluşu 1910 yılına ait­

tir.

Yukarki ö y k ü y ü anlatan ve «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n i kaynak

olarak kul lanan Pertev Naili Boratav' ın belirtt iği gibi efsane hasta­

nenin Cerrahpaşa adını taşımasından ve öte yandan, 1944 yılın­

da ek bir p a v y o n inşaatı sırasında yapı lan kazıda bir işçinin o yer­

de bir def ine bulmasından kaynaklanmıştır bir olası.

İstanbul 'un her köşesinde bir gar ip olay, bir gizemli efsane,

bir eski inanış karşımıza çıkıyor ve d o ğ r u s u , malzeme hiçbir

zaman yeterl i g ib i gelmiyor araştırı lmayan, b i l inmeyen veya unu­

tulan başkaca olaylar ve örnekler akla gel ince.

Kızkulesi'ne bağlanan ç o k bil inen efsaneyi burada bir kez

daha nakletmek gerekli mi acaba? A m a hangi efsane? Batılılar

için Kızkulesi halen Leandros Kulesi olarak biliniyor, Venüs rahi­

besi sevgilisi H e r o ' y a ulaşabi lmek için boğazı g e ç m e y e kalkan

ve b o ğ u l a n g e n ç Leander' ın anısı y ü z ü n d e n . İstanbul inanışları

ise kader inde yılan tarafından ısırılıp zehir inden ölecek olan, bir

sultanın kızından söz ediyor. Kızının hayatını kurtarmak u m u d u

ile sultan g e n ç , güzel kızını sularla sarılı o kuleye kapatıyor fakat

kötü yazgıyı yenemiyor, ç ü n k ü bir ü z ü m sepetine gizlenen bir

yılan, sonuçta, g e n ç kızı ısırıyor.

Sonra... Bir Halic'i d ü ş ü n ü n , eskilerin Altın Boynuz gibi bil­

dikleri, adlandırdıkları Halic'i ve halen taranmayan, araştırı lma­

yan derinl ikleri. Batan gemi lerden ve hiç kuşkusuz, gizli, suların

altında kalmış def inelerden söz edil iyor. Nerede, nasıl ve ne

zaman?

Ve n e d e n Altın Boynuz?

Gizemsel inançlara g ö r e boynuzlu atın, mi to logyada Likorn

Page 23: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

olarak bil inen atın b o y n u z u bir antendir, evrensel (kozmik) bir

anten ve bu anteni sayesinde kutsal at L ikorn'un evrenin tanrısal

merkezi ile bağlı o l d u ğ u düşünülmektedir . M o ğ o l inanışları da

ata evrensel bir öz tanımakta, tek boynuz lu atın telepat ik bir b a ğ ­

lantı k u r d u ğ u g ö r ü ş ü n e dayanmaktadır.

Yoksa Altın B o y n u z adı civarlarda yaşayan atlı Şitler (Scyt-

hes)den ve onların boynuza verdikleri, mitoslara bağl ı d e ğ e r d e n

mi kaynaklanıyor?

Ya Galata'yı k u r d u ğ u söylenen ve Anadolu 'ya açılıp Anci-

ra'nın, b u g ü n k ü Ankara'nın temellerini atan, B o h e m y a - M o r a v i y a

tepeler inden k o p u p gelen Kelt lerden hiçbir şey kalmamış mı bu

kentin antik inanışlarında ve onlardan kaynaklanan gizemler in­

den?

Mekânlar ve gizemler dedik, mekânlar ve efsaneler, m e k â n ­

lar ve bil inmeyenler...

Kutsal yerler kendil iklerinden inançsal gizemler taşırlar, ister

ruhsal tinsel, ister g ö r ü n ü r d e d a h a s o m u t hatta esrarlı.

Beyazıt'taki Kâtip Sinan Camisi bunlardan biridir, bahçesin­

deki boş bir mezar ve kubbesindeki bir tabutla; c a m i y i yaptıran

(1496) Kâtip Sinan' ın mezarı ve de mezara g i r m e k istemeyen

tabutu.

Kâtip Sinan ve tabutu hakkında anlatılan bir İstanbul inanışı­

na - v e araştırmacı Namık Talat Güraslan' ın bir ç a l ı ş m a s ı n a -

göre tabut, b u n d a n yaklaşık beş yüzyıl önce, mezara k o n d u ğ u n ­

da g e c e vakti o n u ör ten topraktan kurtulmuş, yükse lmiş ve c a m i ­

nin kubbesinin yanına yerleşmiş.

K u b b e d e n alınıp yeniden mezarına k o n m u ş a m a aynı g e c e

tekrardan u ç u p seçt iği yere, yükseklere geri d ö n m ü ş t ü r . Üç kez

tekrarlanan bu o l a y d a n sonra camin in imamı ve c e m a a t karara

varıp Kâtip Sinan'ın mezarına s ığmayan t a b u t u n u seçt iği y e r d e

bırakmışlar. O g ü n b u g ü n tabut halen yerinde görülmektedir .

Evliya Çelebi 'den çıkma deği lse de, bir sonrak i b ö l ü m d e

bazı örneklerine değineceğimiz, sayısız İstanbul inanışlarından

alınmış bir imge...

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İSTANBUL İNANIŞLARI

Kimine g ö r e bir Mega Kent, bir Büyük Şehir, k imine g ö r e y s e

bir büyük Kasaba veya k o c a m a n , kent boyutlar ında, bir k ö y bile­

şimi olan b u g ü n k ü İstanbul 'da t ü m ü ile ö z g ü n sayılabilecek neler

kaldı? Ve bu kalanların arasında yine İstanbul'a t ü m d e n ö z g ü ne

gibi inanışlar kaldı?

Eskiden, ç o k eskiden, Fetih önces inden, Bizans'tan kalanlar

artık bir çeşit kozmopol i t m i t o l o g y a oluşturmuşlardır. Sonradaki-

ler, İslam İstanbul, Osmanlı İstanbul ile şekil lenenler ve g ide g ide

iç göçler le beslenenler fo lk lorun sayfalarına karıştılar.

B u g ü n ü n çarpık kent leşmesi ile içinde yaşadığımız bu İstan­

bul çözülmesi ve tanımlaması ç o k zor olan, renkleri ve çizgileri,

anlamları ve değerler i iyiden iyiye karışmış bir mozaiki sergile­

mektedir. H e m öyle bir mozaik ki, s o m u t o lmaktan ç o k her kay­

naktan gelen, her kaynaktan beslenen, zaman z a m a n bir sente­

ze yaklaşan, z a m a n zaman a c a y i p bir karmaşıklık yaratan t ü m ­

d e n soyut, y a p a y görünmektedir .

is tanbul 'un gerçek inanışları - i s t e r t ü m d e n özgün, ister dış

etkenlerle b e s l e n e n - yukarda işaret ettiğimiz gibi fo lk lorun kap­

samına girmiş türler ve çeşit lemelerdir. Nedir ki, bunların çeşitle­

ri, i lginç saptamalar ı ve bu saptamaların, ayrıntı ve çağrışımların

d o ğ u r d u ğ u varsayım ve yorumlar her zaman üzerinde duru lacak

bir malzemeyi, bir kaynağı m e y d a n a getirmektedirler.

İstanbul 'da nelere inanılmadı ki (ve ola ki halen inanılıyor)?

Page 24: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Dünyayı d ü ş ü n e l i m , ilkin üzer inde yaşadığımız bu yuvarlak

gezegeni. . .

Kent imizdeki eski bir halk inanışına g ö r e d ü n y a 70 bin ayağı

o l a n bir sarı ö k ü z ü n boynuzları arasında durmaktadır. Ö k ü z

y a k u t t a n d ö r t köşel i bir taşa basar, bu taş bir ateşin üzerinde

d u r u r ve bu ateş de Tanrı g ü c ü n e dayanır.

Dünyanın d u r u m u ve temeli buysa, geceleri dünyayı aydınla­

t a n bir ufalıp bir büyüyen, bir g ö r ü n ü p bir kaybolan ay nedir?

İstanbul inanışları ayın kimliğini şiirsel tanımlamalarla açıklar­

lar:

- Ay, güneşe âşık bir kızdır. Sevdiği ona yüz vermezse de

onlar kıyamet g ü n ü n d e kavuşacaklar ve ay güneşe aşkını anlata­

caktır. Bir başka alternatif de var, şöyle ki: Ay ve g ü n e ş karı-ko-

cadırlar. Güneşin parıltısı, d ü ğ ü n ü n d e başına takılmış o lan süsler­

d e n , altın ve mücevher lerden olmadır.

Veya: Ay ve g ü n e ş iki kıskanç sevgil idir, hep birbir inin peşin­

d e n koşarlar. Biri diğerini yakaladığında güneş ya da ay tutu lma­

sı olur.

Ay tutulmasının başka bir açıklaması da vardır: Bir canavar­

d a n korkan ay saklanır veya o n u kovalayan düşmanlar ına yakala­

nınca kan ağlar, kıpkırmızı bir renk alır.

İstanbul inanışlarında her d o ğ a l olayın, ister mut lu, ister acı,

bir ö z g ü n açıklanması vardır. Örneğin, k o n u ç o c u k ölümler i ya

da bir ç o c u ğ u n ö l ü m ü ise b u n u n nedeni şöylesine ifade edilir:

Azrail bir ç o c u ğ u n canını a lmak isteyince ona kırmızı, güzel bir

e lma gösterir. Ç o c u k elmayı k a p m a k isterken canı e lmaya yapı­

şır, kalır.

Güzel, kırmızı elma, onu k a p m a k isteyen ve canını yit iren

ç o c u ğ u n , gencin imgesi bizlere, ister istemez, Batı'nın ünlü

masal larından P a m u k Prenses'i anımsatır, kötü kraliçesi (ölüm)

v e prensesin ö l ü m ü n e - d a h a d o ğ r u s u ö lüme benzer büyülü

u y k u s u n a - neden olan k o c a m a n , kıpkırmızı elması ile.

İstanbul inanışlarında kimler y o k t u r ki! K ö r o ğ l u ' n u n kır atı

bile bu tür inanışlara karışır, ç ü n k ü K ö r o ğ l u ' n u n atı her ay İstan­

bul 'a gelir, fakir bir sakanın kapısına varır ve bir ay s ü r e c e ona

hizmet edermiş.

Sık sık susuzluktan kıvranan İ s t a n b u l ' u m u z d a atlı sakalar

çoktandır pi toresk bir tarihe ve ö n c e k i yüzyı ldan k a l m a gravür ve

tablolara karıştıklarından K ö r o ğ l u ' n u n atının artık kent imize uğra­

dığına inanmak bir hayli zor.

İnanışlar, inanışlar ve inanışlar:

- Ev süpürü lürken aynı evde başka biri de s ü p ü r ü r s e ilk

süpürenin başı ağrır;

- Yeni elbise g i y m e d e n yakasına basmak gerekiyor, yoksa

v ü c u t t a ağırlık yapar;

- Dirseği ö p ü l e n kimse H a c c a gider;

- Başı tokuşanlar kel olur, kel o l m a m a k için ikinci defa

t o k u ş t u r m a k gerekir;

- Dudağını e m e n ç o c u k b ü y ü y ü n c e katil olur;

- Gece tırnak kesenin ö m r ü kısalır;

- Cumartesi kulağı çınlayanın muradı hâsıl olur;

- Ç o c u k emekley ince «eve misafir gelecek» denir ;

- Kötü b ü y ü l e r d e n kurtulmak iç in:

Değirmenin do lab ından sıçrayan su ile yıkanıp a b d e s t alınır;

deniz aşırı bir yere gidil ir ya da böyle bir o lanak y o k s a ırmak,

nehir, çay ve benzer akar suların üzer inden geçilir; çeşit l i tütsüle­

re başvurulur; Malta p a m u ğ u ile 41 d ü ğ ü m yapılır, her biri üzeri­

ne «kul e'ûzu» sureleri okunur ve d ü ğ ü m l e r çözülür; bir bardak

s u y u n içine p a m u k koyulur ve büyülenen kişiye bu s u d a n içirilir;

kahvenin üzerine kırlangıç pisliği ekilir ve büyülenen k imseye içiri­

lir.

Ve eski İstanbul inanışlarından kalma bir tılsım ö r n e ğ i :

- Papatya ile niyet t u t m a k veya karınca duası, çingeneler­

d e n alınan k u r t - b ü z ü ğ ü ya da büyüsel güçler ine inanılan şeyler

taşımak.

Kentimizin esk iden kalma inanışları ve bunların ç o k ç a uygu­

laması k o n u s u n d a İstanbul'a ö z g ü gibi g ö r ü n e n , a n c a k başka

yöre lerden de edini lmesi olası o lan, halk hekimliğini de unutma­

mak gerekiyor.

— 49 — istanbul Gizemleri / F: 4

Page 25: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

/

Halk hekiml iğ inde «gizem nerede?» d i y e sorulacaksa da,

«kocakarı» ilaçlarının ve bi leşimlerinin ç o ğ u kez tıp formül ler i ile

bazen açık lanamayan oysa ç o k eski bir pratik bilgiye dayandıkla­

rını u n u t m a m a k gerekiyor. Uzun deneylere ve geleneklere bağlı

bu «ilkel» - d a h a d o ğ r u s u « d o ğ a l » - bi lginin kendi başına bir «gi­

zem» yarattığı bir gerçektir.

İs tanbul 'un halk hekiml iğ inden kalma birkaç «reçete»yi aşa­

ğıda derl iyoruz:

- Sıracanın tedavisi için, erkeğe dişi, kadına erkek k ö s t e b e k yarılarak sıracalı yere sarılır;

- Küçük çocuklar ın vakt inde yürümesin i sağlamak için, maf­

sallarına y u m u r t a akı sarılır veya ceviz yaprağı ya da tuz atılmış

suda b a n y o ettirilir; Karaca A h m e d ' i n atına götürülür; yeni d o ğ a n

aya karşı, koltuklar ından tutarak, ad ım attırılır ve «Ay g ö r d ü m

d a ğ gibi , ç o c u ğ u m y ü r ü s ü n y a ğ gibi» denir;

- Küçük çocuklar ın vakt inde konuşmasını sağlamak için,

ç o c u ğ a y e m e k kaşıklarının, y e m e k kaplarının bulaşık s u y u içirilir

veya kanaryanın su kabından, m u h a r r e m d e aşure kâsesinden su

verilir. .

Veya, Eyüp' te Beşir A ğ a türbesinin anahtarı ile ağzı açılır;

c u m a ezanında müezzine kara ü z ü m verilir, müezzin b u n u selâ

okurken c e b i n d e taşır, ç o c u ğ a bu ü z ü m yedirilir.

İstanbul 'a ö z g ü bu tür halk hekiml iğinin temel inde dinsel ve

büyüsel inançların yattığı apaçıktır a n c a k geleneklere ve gelenek­

leri d o ğ u r a n , şeki l lendiren inançlar ve inanışlara bağlı o l m a y a n

benzer süreç ve uygulamalar dünyanın hiçbir yerinde d ü ş ü n ü l e ­

mez. Kaldı ki, inanç d e n d i ğ i n d e b u n u n tanımlaması bu şeki lde

de ifade edilebilir:

«İnanç, bir k imsenin günlük yaşamını, davranışlarını etki le­

yen, başkalarından ö ğ r e n m e yoluyla kazanılan d ü ş ü n c e varlığı­

dır.» der İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Onun edini lmesinde kişinin d e n e ­

me yoluna sapması, geçerl i l iğini kendi yaşamasında g e ç e n bir

olayla tanıması gerekl i deği ldir. İnanç d e n e n m e d e n , us kuralları­

na, mantık ilkelerine u y g u l a m a d a n benimsenen, genel geçerl i l iğ i

yalnız başkalarından aktarı lan olaylara, söylenti lere b o r ç l u o l a n

— 50 —

bir d ü ş ü n c e ürünüdür. İnançların en genel , en yaygın olanları

bile deneyle saptanamaz. Bütün inançlar kaynaklan dışına çıktık­

ça, deney dışı, us dışı bir nitelik taşır.»

Deneye açık, deneyle geçerl i l ik kazanan ve bir u y g u l a m a ile

varlıklarını s ü r d ü r e n , kendi mantıklarını kuran inanç ve inanışlar

ise büyüsel bir nitelik taşıyanlar veya büyüsel bir imgeyi yaratan­

lardır. İstanbul 'u bu ya da şu özell ikleri ile büyüsel ve büyüleyic i ,

büyü taşıyıcı bir kent olarak sayarsak - k i , şiirsel ve sanatsal yak­

laşımlar, d o ğ a l saptamalar bir yana, ö y l e d i r - tarihi b o y u n c a her

çeşit etkilere açık olan ve bunlarla beslenen, bunları genel pota­

sında eriten bir kentin büyüsel kökler inin ç o k der in o l d u ğ u n u

kabul e tmek z o r u n d a kalırız.

Her şey deği lse de pek ç o k şey Bizans' ta ve Bizans'tan

ö n c e başlıyor, is lam ve Osmanl ı , İstanbul 'a g e l m e d e n ö n c e . B u n ­

lar bir D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n O r t a d o ğ u ' d a n türemiş bir

inanca, bir d i n e (Hıristiyanlığa) b o r ç l u o l d u ğ u unsurlardır ve b u n ­

ları gözardı e tmek de olanaksız, gizemlerin tarihsel sürecini izledi­

ğimizde.

« İstanbul 'un alınışı» adlı kroniğin in yazarı, d ö r d ü n c ü haçlı

seferlerine katılan Fransız soylusu Robert de Clery, Bizans İstan­

bul 'unda g ö r d ü ğ ü kutsal emanetleri b ü y ü k bir heyecan ve saf bir

inançla sayıyor: gerçek Çarmıh' ın insan b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i iki par­

çası, İsa'nın b ö ğ r ü n e saplanan mızrağın demir i (yüzyıllar sonra

bu d e m i r e Adol f Hitler sahip çıkacak ve o n u inandığı ırksal

kuramların bir s imgesi, bir g ü ç kaynağı olarak görecekt i r ) , elleri­

ne ve ayaklarına mıhlanan çivi lerden ikisi, kanından bir miktar

(kristal şişe iç inde), M e r y e m Ana'nın giysisi, Vaftizci Yahya'nın

başı v.b.

Bu tür inanışlar varo lunca Bizans kentinin, Fetih'in arifesin­

de, A lphonse de Lamart ine' in naklett iği t ü r d e n mucizevi heyecan­

lar ve inanışlarla d o l u p taşması d o ğ a l gibi karşılanmalıdır:

«...Osmanlılar ertesi g ü n İmparator ve Ispartalıların bütün

çabalarına r a ğ m e n Aya R o m a n o s Kapısı'nı zorlayacaklar ve ora­

d a n kente g i d e r e k H i p o d r o m a kadar i lerleyeceklerdir. Ancak t a m

o sırada g ö k l e r d e n bir melek inecek, Osmanlı ları kentten, Avru-

— 51 -

Page 26: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

p a ' d a n hatta A s y a ' d a n kovarak İran'ın bir ucuna kadar sürecek

ve kutsal kılıcı sütun lardan birinin d i b i n d e oturan bir ihtiyara vere­

cektir. Böylece İstanbul yeniden dünyanın kraliçesi olacaktır.»

Nedir ki, bekleni len kılıçlı melek g ö r ü n m e d i , Osmanlı lar Avru­

pa'nın Viyana'sına d a y a n d ı ve İstanbul d ü n y a kral içelerinden biri

o lmayı s ü r d ü r d ü ğ ü g ib i b u g ü n bile, t ü m çarpıklıklarına rağmen,

saltanatını s ü r m e mücadeles in i veriyor.

İstanbul 'un Fethi ile bir ç a ğ kapanıyor. Bizans'tan kalma kut­

sal emanetler ve onlara bağlı, on lardan kaynaklanan inanışlar ve

efsaneler tar ihe karışıyor, tarihin ayrı bir sayfasını o luşturuyor lar

ve Osmanl ı İstanbul ad ım adım kendine ö z g ü kentsel inanışlarını

ve gizemlerini o luşturuyor.

Şeyhlerin, pir lerin, dedelerin kenti oluyor, İslam gizemci l iği­

nin bir merkezi ve sonraki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z gibi , bu

gizemci l iği araştıran, b u n d a n etki lenen Batılı usta ve «üstatlar»ın

kaçınılmaz uğrak yeri .

İlkin, sonsuz bir kaynak olan, Evliya Çelebi 'ye kulak verel im

ve o n d a n Merkez Musl ih iddin Efendi, Hazreti Nalıncı Memi

Dede, Hatip Zâkir i , Hazreti Kapanî M e h m e t Efendi, Yetmiş Kuruş

Dede, Elekçi Divanesi v.b. hakkında bilgiler edinel im.

Halvetiye şeyhler inden olan, ö l d ü ğ ü n d e Yenikapı'nın dışın­

daki tekkenin yanında özel bir t ü r b e d e g ö m ü l e n Merkez Musl ih id­

din Efendi namaz kıldığı sırada bir ses duyar. Yedi bin yı ldan beri

o mekânda yatan «kırmızı renkli, sedef lezzetli» bir hayat pınarı­

nın sesidir bu ve pınar h u m m a hastalığına karşı bir i laç olarak

yaratıldığından şeyhin emriyle yeryüzüne ç ıkmaya hazırdır.

Şeyh, namaz kıldığı bir s e c c a d e n i n b u l u n d u ğ u yerde bir

kuyu kazmaya karar verir ve dervişlerinin yardımını ister. «Bismil­

lah» d iyerek t o p u ğ u ile yere vurur, kazı başlar ve kırmızı renkli bir

su fışkırır, o s u d a n sabahleyin aç karnına üç kez içenler de h u m ­

m a d a n kurtulurlar.

Aslen Bergama' l ı o lan Hazreti Nalıncı M e m i D e d e ise Unka-

panı'nın Araplar çarşısındaki bir d ü k k â n d a nalıncıdır. G ü n ü n birin­

de Unkapanı 'nda bir yangın çıkar yayılır, uzanır. M e m i Dede'n in

etrafındaki t ü m evler, dükkânlar kül o l u r k e n nalıncı d ü k k â n ı n a hiç­

bir şey olmaz, d e d e ise d ü k k â n ı n d a kalıp direnir.

Kocaeli ' l i o l u p İstanbul 'a gelen ve Şeyh N u r e d d i n Zade'n in

hizmetine giren Hat ip Zâkiri (yıllar b o y u tekkelerde zikirci l ik yaptı­

ğı için bu adı almıştır) sarığı ile ilgili bir ö y k ü y ü z ü n d e n Evliya

Çelebi tarafından anılır.

Bir g ü n , öğle ezanında bir çay lak Hat ip ' in sarığını kapıp eza­

nın o k u n d u ğ u minarenin alemi üzer ine koyar ve sarık bir hafta

b o y u n c a orada kalır. Bu ara sarığından olan Hat ip Zâkir i gider

olayı Sultan Mustafa'ya anlatırsa da sultan borçlarını ö d e m e s i ,

kefen ve cenaze masrafını karşı laması için ona bir kese altın

verir.

Zâkir i evine d ö n d ü ğ ü n d e bir rüzgâr eser, minarenin tepesin­

deki sarık havalanır, yere düşer. Ertesi g ü n ise Hat ip ansızın ölür.

Evliya Çelebi 'ye bakılırsa ya G e l i b o l u ' d a n ya da Peçe, Sirem

taraf lar ından gel ip Unkapanı 'na yer leşen Hazreti Kapanî Mehmet

Efendi el inde bir balta ile gezinip b u l u n d u ğ u kehanetleri ile ünlen-

mişt i .

Evliya Çelebi kehanetlerinin bir ini şöyle anlatır:

«Bir g ü n Kapanî, Sultan Murat 'a varıp: 'Murat Çelebi, Unka-

panı 'ndaki Süğlün Muslu Sultan üç g ü n sonra iflas edecek. Zaval­

lıya elli kese yardım et de b o r c u n u ö d e s i n ' d iye r icada bulunur.

Murat Han:

'Peki Baba Sultan' der.

O r a d a bulunanlar bu sözlerden şaşırırlar ama, Allah'ın hik­

met i , üç g ü n sonra Muslu' Sultan' ın sarayından bir b ü y ü k ateş

çıkıp, sultan ancak yalınayak kaçarak canını kurtarır; her şeyi

yandığ ından iflas eder.»

Kehanet lerde bulunan başka biri de Budin'deki Semturna

kalesinin ağası Yetmiş Kuruş Dede. Eğr i 'de Fatih Sultan' ın yanın­

da savaşmış, ermişlerle biraraya gelmiş a m a s o n r a d a n b u n u

sağa sola anlatt ığından, yedi yıl tutu lmuştur. Yedi yıl geçt ikten

s o n r a k o n u ş t u ğ u n d a söyleyebi ldiği tek şey «Yetmiş kuruş»muş.

Sultan Murat 'a Revan kalesini yedi g ü n d e alıp sonradan İranlıla-

— 53 —

Page 27: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ra geri vereceğin i söyleyen ve haklı çıkan Yetmiş Kuruş Dede'n in

sesi, anlatır Evliya Çelebi, kendisi İs tanbul 'dayken Sultan Murat

taraf ından savaş alanlarında d u y u l u r m u ş .

Bir d e , Çelebi 'n in dizisinde, elekten başka bir şey y e m e y e n

dilsiz Elekçi Divanesi var ki, rivayete göre, ö l ü m ü n d e n bir g ü n

ö n c e k o n u ş m u ş ve yanından g e ç e n birine kapısının dışına g ö m ü l ­

meyi istediğini söylemiştir.

G e ç m i ş yüzyılların İstanbul 'u için şeyhlerin, pirlerin kenti

dedik. Ve d e v a m ı n d a bakıcıların, şifacıların, tılsımcıların, nazarcı-

ların.

Öyleydi, pek ç o k şeye inanılan d ö n e m l e r d e . T ü m bunlar, bu

inanışlar salt g e ç m i ş t e mi kaldı? Hiç deği l ç ü n k ü her ç a ğ kendi

inanışlarını get i rd iği gibi eskiden kalanlara yeniden sahip çıkıp

kendi çağının gereksinimlerine göre uyarlar ve değişik, t ü m d e n

ç a ğ d a ş (giderek teknoloj ik) iş lemlerden geçirerek uygular.

B u g ü n k ü İs tanbul 'umuzda, i lerdeki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z

gibi , yarını açıklayanlar, öngörenler ve yorumlayanlar hiç eksik

değil ler a n c a k yöntemler i , araçları ve i letişim şekilleri değişt i .

Eskiden kalma bilgiler b u g ü n ü n tekniği ile sunulmaktadır artık ve

teknik araçlar araya g i rd iğ inden d a h a kolayca, hatta d a h a «uy­

garca» kabul edi lmekteler.

G e ç m i ş e d ö n ü p bir kez d a h a Evliya Çelebi 'ye kulak verel im

ve 17. yüzyıl İstanbul 'undaki bir bakıcı-falcı esnafı o lan Remilci ler

hakkında verdiğ i bilgileri aktaral ım:

«Remilciler Esnafı: dükkânları 15, kendi leri 300 kadardır. B u n ­

lar da u lema sınıfından olduklar ından kazasker alayı ile tahtıre­

vanlar üzerinde, tal ih tahtasını, kur'a ve t e m i l tahtalarını m e y d a ­

na k o y u p : ' U ğ u r ve mesut talih... uğursuz tal ih... maksat ve

meramızı görel im.. . ' diye, Remilcilere m a h s u s kelimeler söyleye­

rek geçerler. Pirleri Hazreti Ali 'dir ki, ünlü Remilcidir. Bu bi lgi p e k

eskidir. Asıl k u r u c u s u Hazreti Danyal idi ki bu i lmi Cebrail aleyhis-

selamdan ö ğ r e n m i ş ve Remil ile mucize göstermişt ir.»

Tarot furyasına kapılmış bir İstanbul 'da geleneksel ve D o ğ u

kökenl i k u m falı Remil t ü m d e n unutulmuş m u d u r ? S o r u n «gelece­

ği öngörmek», bu geleceği ö n g ö r e b i l m e k için bir fal, bir kehanet

aracına başvurmaksa neden kimi «in» ve k imi de «out» oluyor?

Remil, Batı 'da, «geomancie» olarak tanınır ve U z a k d o ğ u

kökenli bilinir. Bir sözlük tanımlaması ile geleneksel bir bi l imdir

ve yıldız bi l im (astroloji) g ibi , horoskoplar düzenler, yeryüzünün

«aura»sı ile kıyasla kişinin doğasını ve yazgısını açıklar. Asl ında

Remil - y a da L im-al-Ramî- A r a p kökenlidir, s ö z c ü k karşılığı ise

«yeryüzü cinleriyle haberleşme»dir ve Remil in süreci iç inde «yer­

y ü z ü cinleri» d e n d i ğ i n d e yerkürenin «tellürik» güçler i ya da yeryü­

zünün «aura»sı anlatılmaktadır.

Yı ldızbil imde o l d u ğ u gibi Remilde kullanılan ve çizgi ile nok­

talardan o luşan 16 şeklin her biri, sırası ile, bir burca, bir gezege­

ne, bir g ü n , unsur, m a d e n ve c inse (kadın, erkek) bağlıdır, ileti-

şimlidir. Remil in İslam öncesi Araplardaki ilk kullanılışı k u m üze­

rinde çizgiler ve noktalar ç izmekle yapılırdı. Z a m a n l a tahta veya

kâğıt ya da b u ğ d a y tohumlar ı kul lanılmaya başlandı.

Geleneğe g ö r e Remil, Hazreti Danyal 'a veri lmiş bir mucize­

dir ve ç o k i lginçtir ki, bu mucizenin ürünü o lan u y g u l a m a Çinlile­

rin ünlü «Değişimler Kitabı» olarak anılan, başlıbaşına evrenbi l im-

sel (kozmik) bir y ö n t e m oluşturan, «Yi King» ya da «İ Ching» ile

çeşitli benzerl ikler göstermektedir .

Remil noktalar ı ve çizgileri ile, 16 şekil oluşturur, Yi King ise

64 şeklini kısa (- -) ve uzun ( ) çizgilerle ifade eder; Remil

gezegenlerle bağlantılıdır, Yi King' in 64 şekli b iraraya getir i ldiğin­

de bir evrenbil imsel harita m e y d a n a çıkar. Her ikisi birer fal aracı

gibi kullanıl ıyorsa da her biri, bir kehanet y ö n t e m i o l m a k t a n baş­

ka, temsil ett iği kül türün evrenbi l imsel görüşler ini yansıtmaktadır.

Ya da, Cari Gustav J u n g ' u n y o r u m u ile, ikisi de ruhbil imsel ve

f izikötesi uzantıları, çağrışımları o lan birer anahtardırlar.

Kimi uğur lu ve uğursuz yazgıyı öngörür, okur ve açıklar,

kimiyse bu yazgıyı yönlendirmek, deği lse de etki lemek için gizle­

re ve gizli bi lgi lere dayanan önlemler alır, boncuklar, nazarlar ve

tılsımlar g ib i .

Büyük kent İstanbul 'da büyüsel işlemlerin yüzyıllar b o y u n c a

— 55 —

Page 28: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

yapılması, bunlarda yerel ve yerel o lmayan, A n a d o l u ' n u n her

yöres inden ve A n a d o l u ' n u n ötesinden, uzaklarından gelen g izem­

sel inanışların karışması, giderek bir t ü m oluşturması kadar

d o ğ a l ve kaçını lmaz bir şey yoktur.

Büyüsel ve g izemsel inanç ve inanışlar bir kentin, bir t o p l u ­

m u n , bir kültürün, geleneklerden k o p a m a y a n bir y a ş a m şeklinin

ayrı lmaz ve p a r ç a l a n m a z öğeleridir. Kaldı ki İstanbul, bazı görüş­

lere g ö r e , bir kehanet ler kentidir yani kendi l iğ inden büyüsel bir

kenttir kendi büyüler in i oluşturan ya da başka, değiş ik ve çeşitl i

kaynaklardan edindik ler in i kendine g ö r e şekil lendiren ve uyarla­

yan.

İstanbul, R o m a g ib i , yedi tepe üzerinde kurulu, ç o k eskilere

d a y a n a n bir merkez kenttir. Denilecek ki, bu merkez kent in yedi

tepe üzerine k u r u l m u ş olması bir g i z e m değil de jeolo j ik ve

topograf ik bir özell iktir. Öyledir de biz, bir başlangıç olarak bu

tepeler i bir sıralayalım, anımsatal ım:

1 - Sarayburnu t e p e s i

2 - N u r u o s m a n i y e tepesi

3 - Beyazıt t e p e s i

4 - Fatih tepesi

5 - Sultansel im tepesi

6 - Edirnekapı t e p e s i

7 - Davutpaşa tepesi .

Sıraladıktan s o n r a da bu tepelerde bulunan bazı yerleri de

saptayalım, eski ile bağlantı lar kurarak:

1 - Sarayburnu tepesi - Topkapı Sarayı ve Ayasofya,

2 - N u r u o s m a n i y e tepesi - N u r u o s m a n i y e Camisi ve Ç e m -

berlitaş,

3 - Beyazıt t e p e s i - Beyazıt ve Süleymaniye camiler i ,

4 - Fatih tepesi - Fatih Camisi,

5 - Sultansel im tepesi - Sultan Sel im Camisi,

6 - Edirnekapı t e p e s i - Tekfur Sarayı, Kariye Camisi ,

7 - Davutpaşa tepesi - Ç u k u r b o s t a n Sarnıcı (Ermiş M o c i u s

sarnıcı).

— 56 —

Yedi t e p e d e değişik tarihlerde inşa edi len yedi ibadet yeri,

iki saray, gizemlerle donatı lmış bir s ü t u n ve eski bir ermişe adan­

mış bir sarnıç. Başka bir deyimle bir diz i güçsel mekânlar, tapı­

naklar, inanış kaynakları. Ya da bir diz i g ü ç kaynağı.

Sayıların üzerinde biraz dural ım: tepeler in ve ibadet yerleri­

nin sayısı (yedi) eşittir, geriye kalanları topladığımızda elde ettiği­

miz sayı dörttür, yedi ile dört ise eşittir on bir.

Bu üç sayı (dört, yedi , on bir) üzer ine d u r u p bunların, çeşitli

inanış ve kültürlerdeki, değer ve anlamlarını sıralayalım:

- Dört : Yunan felsefecisi ve matemat ikç is i F isagoras'a g ö r e bu

sayının anlamı «doğruluk», «adalet» ve «dünya»dır;

Türk mitolojisine baktığımızda: Göktürk lerde d ö r t y ö n ü

temsil eden d ö r t tanrı buluruz; Samanların hırkalarında

d ö r t adet çıngırak vardır; A b a k a n Türkler inin kutsal

törenleri d ö r t kutsal kayın ağacının yanında yapılırdı; ilk

kez cennetten ç ıkma olan atın d ö r t g ö z ü vardı.

Başka kaynakları incelediğimizde: Gizemsel inançlara

g ö r e dört tanrıyı, dolayısıyla en üstün yücel iği , s imgele­

yen sayıdır ve ilginçtir ki, bazı d in lerde tanrının adı da

d ö r t harften oluşmaktadır, ö r n e ğ i n :

Lat incede Deus

Mısır 'da A m u n

S ü m e r ' d e J a b e

A s u r ' d a A d a d

İran'da Sire

Tatar larda İtga

Yahudi lerde Yhvh.

İhvan-ı Safa'nın «Risa le ler inde ise d ö r t aşağıda o l d u ğ u gibi

değerlendir i l i r :

«Tanrı, tabiattaki her şeyi d ö r t g r u p hal inde yarattı. Mesela

sıcaklık ve soğukluk, kuruluk ve nemli l ikten oluşan d ö r t fiziki özel­

lik; ateş, hava, su ve topraktan m e y d a n a gelen dört unsur; kan,

b a l g a m , sarı ve karasafradan oluşan d ö r t salgı; dört mevsim...

d ö r t esas yön. . . dört rüzgâr... tak ım yıldızlara göre tayin edilen

Page 29: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

d ö r t y ö n ; metal ler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan oluşan d ö r t

ürün.» B u n d a n başka dört ö lümsüz lüğün, dayanıklıl ığın, ısrarın,

başarının ve u m u d u n sayısı olarak da bilinir.

- Y e d i : «Yedinin kutsal bir nitelik taşıdığı inancı A n a d o l u ile

o n u n komşularıyla olan i l işkilerinde ortaya çıkıyor.

Mısır, Sümer, Akad, İran, Hint, Hitit d a h a sonra Yunan,

R o m a uluslarının düşünces inde yedin in ayrı bir ö n e m i ,

bir kutsallığı vardır sayı olarak. Genell ikle kutlu, uğur lu

sayılır.» d e r İsmet Zeki Eyuboğlu.

Ö r n e ğ i n : Yedi kat gök, yedi kat yer in altı inançları; y e d i

y e r d e n yamal ı , yedi ikl im, yedi deniz, yedi başlı yılan

v.b. dey imler i gibi.

Büyüsel işlemlere baktığımızda da yedi sayısı sık sık kar­

şımıza çıkar:

- M u h a b b e t için, yedi pâre kemik üzerine kazıp bir ite

yedirç.. .

- M u h a b b e t için, her k im ayın yedis inde yüz kere o k u -

ya, niyyet eyleye...

- Sevdiğ in kişinin saçından yedi kıl alasın, bu duayı

y e d i kere okuyasın...

• - M u h a b b e t için, yedi tane tuz üzerine yedi «Tebbet»

suresi okunur...

- On bir :( İk i kez d ö r t artı üç, yani iki kez tanrının sayısı ile d ü n ­

yanın sayısı) tartışmalı bir sayıdır ve genelde şansı ve

gizli refahı simgeler. Hakimiyet in, g ü c ü n , cesaret in,

m ü c a d e l e ve başarının sayısı olarak bilinir.

Sayılara kapılıp İstanbul 'dan ve yedi tepeler inden sanki bir

hayli uzaklaştık. Hiç değildir, belirli sayıların gizemsel anlamları

üzerinde durmamız ın nedeni, tepelerle ilgili sayıları incelediğimiz­

de, bunların da tepelerdeki g ü ç potansiyel ini kanıtlamaları, en

azından işaret etmeleridir.

Güç potansiyel i bir gerçek ise araştırmacı Celal K o d a m a n o ğ -

lu'nun öne s ü r d ü ğ ü bir sav başka bir g e r ç e ğ i yansıtabilir.

— 58 -

K o d a m a n o ğ l u ' y a göre Rumeli Hisan'nın yedi b u r c u ile İstan­

bul 'un yedi tepesi arasında bir bağlant ı k u r u l d u ğ u n d a : «...yakla­

şık 500 metre yüksekl ikten deniz taraf ından bakıldığında Rumeli

Hisan'nın k o n u m u , Osmanl ıca bir tür elyazısı şekli o lan Hattı Kufi ile yazılmış M u h a m m e d s ö z c ü ğ ü yazıyordu, bir başka aç ıdan

bakıldığında ise bu kez A r a p ç a M e h m e t s ö z c ü ğ ü yazıyordu.»

Ve böylece, Rumeli Hisarı da kentimizin g izemler yaratan,

gizemler taşıyan mekânları arasında yerini b u l m u ş oluyor, bir

başka inanışa yol açarak.

Yukarda g ü ç merkezi, g ü ç potansiyel i gibi sözcükler ve kav­

ramlar kullandık, d a h a önceyse İstanbul kentini bir enerji merke­

zi gibi gördük, en azından öyle o l d u ğ u n u , o labi lme olasılığını taşı­

dığını belirtmiş o lduk.

İyi de t ü m bu sözcüklerle neyi ifade etmek istiyoruz, açık ve

s o m u t olarak?

K o n u m u z bir kentin t o p l u m s a l g ü c ü , toplumsal kimliği mi ,

kalabalıklaşmasından d o ğ a n «güç», insan g ü c ü n ü n tartışılmaz

varlığı mı y o k s a başka anlamların, değişik sonuçların peşinde

miyiz?

Antik çağlara bağlanan gizemsel inançlara g ö r e «Tanrının

vücudu» sayılan evren ve bu s o n s u z evrenin bir parçası, bir par­

çacığı olan dünyamız yeryüzündeki d o ğ u ş u m l a r ı , değiş imler i ve

«mahşerler»i şartlandıran, gezegenimiz in gidişatını düzenleyen

g ü ç merkezlerine sahiptir. Bu merkezler in her biri değişik t ü r d e n

bir g ü ç yaymaktadır ve aynı z a m a n d a , «mutlak gücün» (Tanrının)

yaydığı enerj inin bir «ara istasyonu» görevini görmektedir .

Başka bir deyimle, bu merkezler h e m kendi güçlerini yarat­

makta h e m de «mutlak güç»ü yansıtmaktalar. Nedir ki, bunların

t ü m ü maddesel desteklere (mekânlar, yerler, binalar v.b.) sahip

değil ler, evrenin derinl ik ler inde salt radyasyonlardan oluşan bazı

yıldızlarda o l d u ğ u gibi. Yazgımızı yöneten «genel merkez» ise,

Mısır, Yunan, A l m a n ve İskandinav inanışlarına göre, başka bir

galakside bulunmaktadır.

— 59 —

Page 30: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Evrendeki merkezlerle dünyamızdak i merkezler arasındaki

il işki, gezegenimiz in yüksek noktaları ve yeraltı geçit lerinin aracılı­

ğıyla telepat ik bir b i ç i m d e sürdürülmektedir .

Bu tür merkezler hangileri ve neredeler?

K u r a m ve inanışa göre g ü ç merkezi dendiğ inde akla gelen

ilk yerler Mısır'daki Ehramlar (başta K e o p s olmak üzere), A n d

dağlar ındaki yaşı b i l inmeyen kent ve uygarl ık kalıntıları, Himalaya

dağlar ı , T ibet ' in Lasa kenti ve oradaki tapınakların o l u ş t u r d u ğ u

ç e m b e r , Yunan mitologyasına g ö r e tanrıların konutu olan Ol im-

p o s d a ğ ı ve D o ğ u Afr ika'daki d a ğ silsileleri.

Dünyanın yüksek dağları, yerleri - ki bunlar, aynı z a m a n d a ,

kayıp kıtalar ve uygarlıklar kuramına ya da varsayımına da bağlı­

d ı r l a r - bir çeşit anten görevini görüyor larsa, birer yansıtıcı ola­

rak kullanılıyorsa İstanbul 'un yedi t e p e s i için benzer bir işlev de

düşünebi l i r iz, yukarda özetlediğimiz k u r a m ve inanışa bağlı bir

«çalışma» varsayımının hudutları dahi l inde.

Kimi araştırmacılar, g ü ç merkezi ve «anten» deni ld iğ inde,

eskinin izlerini ve anılarını taşıyan sütunlara, dikil itaşlara belirli bir

ö n e m ve işlev tanımaktalar; kimi araştırmacılar ise, kuramın çer­

çevesi iç inde, birer i letişim yolu olarak yeralt ı geçit lerine, dehlizle­

re bağlanırlar. İstanbul her iki k o n u d a z e n g i n ve i lginç bir çeşit le­

m e y e sahip o l d u ğ u n d a n yorumlar ı ve örnekler i ç o ğ a l t m a k her

z a m a n olasıdır.

İstanbul'a «kehanetler kenti» de dendi , d a h a İstanbul,

Bizans iken. Bu k o n u d a haçlı Romert de Clery'ye bir kez d a h a

kulak verel im:

«Şehrin bir başka yer inde pek şaşı lacak bir şey d a h a vardır.

Her biri en azından kulacın üç katı ve en azından kulaç yüksekl ik­

te iki sütundu bunlar. Ve münzevi kişiler bu sütunların tepes inde­

ki k ü ç ü k barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda, insanın yukarı

ç ıkabi leceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, K o n s t a n t i n o p o -

lis'te o l m u ş ya da o lacak bütün olaylar ve bütün fetihlere ilişkin

kehanetlerin resmi yapılmış ve yazılmıştı. A m a olay m e y d a n a

gelene kadar k imse b u n u n ne o l d u ğ u n u anlayamıyordu ve mey-

- 60 —

d a n a gel ince d e insanlar o r a y a giderek d u r u m üzer inde d ü ş ü n ü p

taşınıyorlar ve s o n r a d a , ilk olarak, olayı g ö r ü r ve anlar lardı. Ve

Fransızların bu fethi, hatta şehrin alınmasıyla s o n u ç l a n a n saldırıyı

yaptıkları gemiler bi le b u r a d a yazılmış ve resmedi lmişt i . Rumlar

olay m e y d a n a g e l m e d e n ö n c e b u n u anlayamadılar a m a , olay

m e y d a n a gel ince b u sütunlara b a k m a y a v e d u r u m u d ü ş ü n ü p

taşınmaya gittiler ve resmedi lmiş gemiler in üzerine yazılmış keli­

melerle, kısa saçlı ve d e m i r kılıçlı bir ırkın Batı 'dan K o n s t a n t i n o p o -

lis'i fethe geleceğini söy lendiğ in i gördüler.»

Nedir soylu haçlının s ö z ü n ü ettiği ve kehanetlerin resimleri

ile süslenen bu sütunlar? Bunlar hiç kuşkusuz, A p o l l o n i u s ' u n yaz-

dırttığı b r o n z d a n dikil i taşlardır!

M.S. I. yüzyılın başlar ında d o ğ a n ve 97 yılında ö l d ü ğ ü , d a h a

d o ğ r u s u y o k o l d u ğ u , o r t a d a n k a y b o l d u ğ u söyleni len K a p a d o k y a

d o ğ u m l u Tyana'l ı Apol lonius, Bizans o lan İstanbul 'u ziyaret

eden, gizemlerine gizemler katan antik « s i h i r b a z l a r d a n ilki deği l ­

se de kentin tar ih inde izler bırakan, inanışlara yol a ç a n i lklerden

ve ünlülerden biridir. Kehanetler d o l u s u sütunlardan başka sinek­

lerin istilasına uğramış o lan İstanbul 'da t u n ç t a n b ü y ü k b o y d a bir

sinek heykeli yaptırır ve bu büyülü heykelin sayesinde kenti

sinek belasından kurtarır.

Bizans'ın yücel iş ini ve ç ö k ü ş ü n ü ö n g ö r d ü ğ ü söy lenen ve

Fisagoras' ın izleyicisi o lan Apol lonius y u k a r d a sözü edi len sütun­

ları diktirir, imparator sarayının kapılarında tılsımlı yazılar yazar.

Ö l ü m ü n d e n veya k a y b o l u ş u n d a n sonra R o m a İmparatoru Cara-

calla, K a p a d o k y a ' d a , o n u n anısına bir tapınak inşa ettirir, impara­

t o r u n annesi Jul ia D o n n a ise Yunanlı Phi lostratos'a «Apolloni­

us 'un yaşamı»nı yazdırır.

Kapadokyal ı Apol lon ius salt bir kâhin deği ldi, bir g izemci ,

bir gezgin, gizli ö ğ r e t i m d e n g e ç e n bir iydi, öyle bil iniyor ve anılı­

yor Batı g izemci l iğ inde. Mucizeler yaratıyor Voltaire'in bile ç o k

ö n e m s e d i ğ i bu Apol lonius. R o m a ' d a y k e n bir cenazeyi d u r d u r u ­

yor, ö lü sanılan o y s a kataleptik transta olan bir genç kızı uyandırı­

yor. Şifa dağıtıyor, Efes'i v e b a d a n kurtarıyor.

Daha yirmi yaş ındayken keşişliği seçiyor, bir süre Antakya'

Page 31: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

d a k i Apol lon ius tapınağında kalıyor, Hindistan'a gidiyor, T ibet 'e

kadar uzanıyor, Roma'yı , İspanya'yı, Mısır'ı ziyaret ediyor ve Tar­

sus' tan da geçiyor.

H indistan'da g ö r d ü ğ ü bazı s o n d e r e c e değerl i , inanılmaz bil­

giler içeren, b i l inmeyen bir g e ç m i ş t e n kalan, unutulan bir bi lgel i­

ğ in ürünü o lan ki taplardan söz ediyor Apol lonius, Hint g izemci le­

r i ile yaptığı konuşmalar ı naklediyor, tanık o l d u ğ u - b u g ü n parap-

sikoloj inin kapsamına g i r e n - olayları anlatıyor, havada duranlar ı ,

h içbir dış etkene başvurmadan ateş yaratanları anlattığı g ibi .

Ö l ü m ü n d e n iki yüzyıl sonra Apol lon ius 'un hayaleti Kapadok-

ya'y ı talan e t m e y e hazırlanan R o m a İmparatoru Aurel ianus'a

görü lüyor ve Roma'l ı lar geri çekil iyorlar.

U z a k d o ğ u ' n u n öğreti leriyle yük lü «Anadolu ç o c u ğ u » Apol lo­

nius U z a k d o ğ u ' n u n gizemlerini, A n a d o l u ve İstanbul yoluy la,

ant ik Batı'ya ulaştırıyor, kehanetleri ve şifacılığı ile destekl iyor, bir

«Gizem Yolu»nun başlangıçlarını çiziyor.

Batı 'dan İstanbul 'a gelen, bir arayış veya bir sentez peş inde

o lan gizemci lere Apol lonius bir işaret verir gibi oluyor, birçoklar ı­

nı yüzyıllar b o y u n c a getirecek, çağıracak bir işaret.

Fetih'i ve Bizans'ın ç ö k ü ş ü n ü Apol lonius kehanet ler inde

ö n g ö r ü y o r bir dizi kehanetin ö n c ü l ü ğ ü n ü yaparcasına ve keha­

netlerden kaynaklanan bazı inanışları J o s e p h v o n H a m m e r , «Os­

manlı T a r i h i n d e ayrıntılı olarak sıralıyor:

«Konstantiniyye (İstanbul) halkı bu sıralarda bazı b o ş inanç­

lara da yer ver iyor ve bunlar üzerinde tart ışmalarda bulunuyor­

d u . Sözgel imi, g ü n ü n bir inde Latinlerin zaferle yaldızlı kapıdan

içeriye girecekleri hakkındaki eski bir boş inanç y ü z ü n d e n o kapı

- b u tarihten ç o k ö n c e l e r i - ö r d ü r ü l m ü ş t ü . A m a inanç s ö k ü l e m e -

miştir. Bir başka söylentiye göre, Serkoporta deni len kapıdan da

İmparator Frederik ile Latinlerin g e ç e c e ğ i inancı mevcut o l d u ğ u n ­

d a n orası da esk iden ö r d ü r ü l m ü ş d ü . Fakat Konstant iniyye kuşat­

masından ö n c e açıldı ve Türkler şehre buradan girdiler.

Konstant iniyye'nin iki kapısı ile ilgili bu iki inançtan başka

bizzat şehre has iki boş inanç d a h a vardı. Bunlardan bir ine g ö r e

d ü ş m a n şehre girerek Boga meydanına kadar gelecek, fakat ora­

ya kadar kovalanan halk oradan geri d ö n e r e k düşmanlar ın ı sur

dışına kadar p ü s k ü r t ü p memleket ler ine tekrar sah ip olacaktı.

Ç o k eski çağlardan beri sürüp gelen ve aziz lerden M o r e n u s adın­

da bir a d a m a mal edilen öteki inanca g ö r e de, oklar la si lahlan­

mış bir halk b ü t ü n Rumları y o k e d e c e k d i . Bu iki b o ş inanç arasın­

da bir karşıtlık vardı. Bir başka söylent iye g ö r e d e , bir falcı kadın­

d a n , Paleologların ilki olan İmparator Misel, torunlar ı zamanında

imparator luğunun s o n u c u n u n ne olacağını s o r m u ş ve falcı da

o n a karşılık olarak s a d e c e ' M a m a i m i ' kel imesini söylemişt i . Aslın­

da anlamdan y o k s u n olan bu sözün, harf sayısından dolay ı Pale-

o l o g ailesinden y e d i imparator ge leceği ve en sonrak in in tahttan

indiri leceği ifade olunuyordu.»

Öyle yazıyor V o n H a m m e r a n c a k «Mamaimi» s ö z c ü ğ ü n e

veri len bir başka geleneksel a n l a m da «Mehmet» o luyor!

Tepeler, g ü ç merkezleri, kâhinler, geleneklere karışan keha­

netler: t ü m bunları içeren, d o ğ u r a n ve tarihi b o y u n c a taşıyan bir

kentin, d ü n d e n b u g ü n e , gizemle uğraşanların, g izemler i araştı­

ranların ilgisini ç e k m e s i kadar o lağan bir şey olabil ir mi?

Ve kehanet d e d i ğ i m i z d e ve kâhinlerin «en yücesi» sayılan

N o s t r a d a m u s ' a ya da 16. yüzyılın Michel de Nostre - Dame'a

baktığımızda İstanbul az mı karşımıza çıkıyor?

«Önceki tekelci ler in danışmanları,

Fatihler kandırılmış, Mel i te 'den,

Rodos, İstanbul, zıtlar karşılaşacak,

Yer gerekecek, takipçi lerden kaçanlara.»

«Büyük bir ö r t ü , Adriyatik deniz i dışından,

İstanbul yakınında büyük bir teşebbüs,

Düşmanlar kayıpta, dostlar o lacak,

Ü ç ü n c ü karışıklık yapacak, s a p üstünde.»

«Borazan sahte, o n u saklamak çılgınlık,

İstanbul'da yasal bir d e ğ i ş i m olacak,

Mısırlı takl i tçi, zayıf ve ç ö z ü l m ü ş ,

Yasa, kural d e ğ i ş e c e k para, kazanç.»

Page 32: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

GİZEMCİLER İSTANBUL'DA

«Kutsal Sihir Kitabı» 15. yüzyı ldan kalma o l d u ğ u söyleni len

sayılı bir elyazmasıdır. Geleneğe göre ve metnin ö n s ö z ü n d e açık­

landığı gibi yazarı Yahudi A b r a h a m ya da Avram'dır ve Yahudi

A b r a h a m - Avram, o ğ l u Lameh'e ünlü b ü y ü c ü A b r a m e l i n (Ab-

ra-Melin)' in öğreti ler ini bu met inde açıklıyor.

Abramel in ' le ilgili pek bir bilgi yoktur fakat A b r a h a m - A v r a m

ö n s ö z ü n d e , Kabala'nın gizlerini babasından öğrendikten sonra,

ilkin Mısır'a oradan da İstanbul'a geçt iğ in i anlatıyor ve bir şans

eseri - y a da yazgısal bir s o n u ç l a - Abramel in ' in gizli e lyazması-

nı İstanbul 'da buluyor, düzenl iyor ve 1458'de yayınlıyor.

Kullanışı tehlikeli, en azından sakıncalı sayılan «Sihirbaz

Abramel in ' in Kutsal Sihir Kitabı» yazılış b iç imine bakı ldığında 15.

deği l de 18. yüzyı ldan kalma gibi g ö r ü n ü y o r s a da d e ğ i ş m e y e n

ve tart ışmayan gelenek kökeni olarak hep İstanbul 'u göster iyor.

Hayal ya da g e r ç e k ! Bu araştırmamız b o y u n c a b i r ç o k kez

sorulacak, akla gelecek bir sorudur bu. Ancak, bu a ş a m a d a ,

kanımızca öneml i o lan yanıtlar değil de biraraya getir i len malze­

medir, yani belgeler, olaylar, gelenekler, inanışlar ve bunlara karı­

şan veya bunları yaratan kişilerdir. Yanıt, y o r u m , açıklama, tartış­

ma sonradan gelmektedir araştırılan ve de araştırmaya yarayan

malzeme ortaya seri ldikten sonra.

Daha ö n c e de belirtmiştik, yeniden tekrarlayalım ç ü n k ü «re-

petita juvant» yani t e k r a r d a n yarar gelir: İstanbul kenti ister bir

«güç merkezi», ister bir bağlantı, g e ç i ş yeri v e y a bir sentez nokta­

sı (sentez aracı) olarak yüzyı l lardan beri Batılı g izemci ler in, birey­

c i araştırmacıların ve ö r g ü t üyelerinin ya da ö r g ü t kurucularının

ilgisini çekmiştir. Kimi İstanbul'a uğramakla yet inmiş, kimi İstan­

bul 'da bir süre kalmış, kimiyse ilk eylemlerini İs tanbul 'da gerçek­

leştirmiştir.

Bu ve sonrak i b ö l ü m d e «Batı'dan gelenler»i ve « D o ğ u ' d a n

dönenler»i iz lemeye çalışacağız, olanaklarımız ve varo lan kaynak­

larımız elverdiği kadarıyla. K o n u m u z u n ve amacımızın «kahra­

manları» olan bir dizi bi l inen, az bi l inen ola ki b i l inmeyen kişinin,

gezgincinin, o l u m l u - o l u m s u z g izemcin in peş inden o l d u k ç a uzun

bir yo lculuğa çıkacağız. Bazen bir yerlere varacağız bazen ise

bir noktada d u r m a k , durak lamak ve varsayımlar d i z m e k z o r u n d a

kalacağız.

Kanımızca bu da pek öneml i deği ld ir ç ü n k ü , ö n e m l i saydığı­

mız, ayrıntı lardan, olaylardan ve varsayımlardan (belki de gerçek­

lerden) o luşacak o lan bir başka, değişik, alternatif İstanbul 'un

portresi ve anatomisidir .

Örneklerimizi sıralamaya koyulal ım...

Goethe'n in ölümsüzleşt irdiği yaşlı, ihtiraslı, gençl iğini ve

eski g ü c ü n ü arayan, bir y ö n ü ile destansal ve bir d iğer y ö n ü ile

gerçek, D o k t o r Faust 'un bile İstanbul ile bir bağlantısı o l d u ğ u

söyleni l iyor her ne kadar (bi l indiği kadarıyla), tanr ıbi l imden

m e z u n J o h a n n e s Faust bedensel olarak İstanbul 'a ayak basmış

deği lse bile.

İstanbul 'da g ö r ü n m ü y o r Faust ama, Paracelsus adı ile ünle­

nen T h e o p h r a s t u s B o m b a s t u s ve arkadaşı Heinr ich Cornel ius

A g r i p p a ile bir l ikte, 1510 yılında Prag kentine gel iyor, kentin ünlü

üniversitesine yazılıyor gizemcil iği , gizli b i l im ve sanatları ö ğ r e n ­

m e k amacı ile. Bu üç c a n d a n arkadaş resmen felsefe öğrenci ler i­

dir. Ama, t ü m güçler i ve hırsları ile, Prag'ın kitaplıklarında bol

sayıda bulunabi len Keldanlı, İranlı, A r a p metinlerini karıştırıyorlar,

Yakın ve O r t a d o ğ u ' n u n gizemli öğreti lerini araştırıyorlar. Üniversi­

tenin öğretmedik ler in i ise, kentin kenar mahallelerinde, «üstat-

— 65 — istanbul Gizemleri / F: 5

Page 33: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Iar»dan öğreniyor lar: sihirli sözcükler i , b ü y ü c ü l ü ğ ü , bakıcılığı,

d u r u g ö r ü y ü ve tılsımları.

Ve Faust, Leipzig' l i d o s t u D o k t o r J o n a s Victor 'a yazdığı bir

m e k t u p t a , sekiz g ü n süren «astral» ya da beden dışı bir y o l c u l u ­

ğ u n u uzun uzun anlatıyor. Asya'yı, Afrika'yı, Avrupa'yı dolaşıyor,

böy lece, Doktor Faust ve y o l c u l u ğ u n u n ikinci g ü n ü n d e Türki­

ye 'ye varıyor ve İs tanbul 'u inceliyor.

Başyapıt ında G o e t h e bu olayları, kurgusal-şiirsel bir yaklaşı­

mın içinde, başka şeki lde yorumluyor, şeytan Mefistofeles' i de

karıştırarak. Öte y a n d a n Johannes Faust 'un gerçek yaşamında

da sarışın Margher i ta 'ya rastlanmıyor!

Faust, İstanbul 'a bedensel olarak gelmiyor ancak, aldığı

öğret in in ve sahip o l d u ğ u bilginin bir s o n u c u olarak, b e d e n dışı

y o l c u l u ğ u n d a İstanbul 'u incelemeden yapamıyor!

16. yüzyıl g izemcis i , sihirbazı, «magus»u D o k t o r Faust 'un

aksine d ö n e m i n bir A l m a n aydını ve gezgincisi o lan Kont Bern-

hardt' ın, «Yolculuk Notları»nda açıkladığı gibi, s imyanın gizine

sahip bir kişinin pe ş i n de n t ü m Avrupa'y ı dolaştıktan s o n r a İstan­

bul 'a geliyor, s o n r a d a n İran'a ve İskenderiye'ye geçiyor.

16. yüzyı lda s imyanın gizine sahip birini arayan A l m a n soylu­

s u n u n macerası k o n u m u z a , zorunlu ve bağlantılı olarak, Orta

Ç a ğ gizemcil iğinin en ünlü temsi lc i ler inden biri sayılan Fransız

simyacısı Nicolas Flamel' i getiriyor.

«Türkiye Gizemleri» adlı araştırmasında Haluk E g e m e n Sarı­

kaya - T h o m a s A.Shambhala'n ın «Işık Vahası» (Oasis of Light,

1977) k i t a b ı n d a n - aşağıdaki alıntıyı naklediyor:

«14. yüzyılda, sahte bir ö lüm ve g ö m ü l m e olayı d ü z e n l e d i ğ i

ve sonra Orta A s y a ' d a ortadan k a y b o l d u ğ u sanılan bir d i ğ e r tar i­

hi şahsiyet de, Nicolas Hamel 'di . . . Başrahip Vilain, 18. yüzyı lda,

Flamel' in Türkiye'deki ( İstanbul'daki) Fransız Sefiri Desal leurs'ü

ziyaret ettiğini yazmıştı, yani Flamel' in sözde ö l ü m ü n d e n d ö r t

yüz yıl sonra!

XIV. Louis, Paul Lucas' ı, O r t a d o ğ u , Mısır ve Yunanistan'

d a n antik eserler t o p l a m a k l a görevlendirmişt i . Lucas, 1714 yılın-

— 66 —

d a , «Kralın emriyle, Bay Paul Lucas' ın Gezisi» adında bir k i tap

yayımladı. Bu eserde, Bursa'da d ö r t derviş le karşılaştığından ve

bunlardan birinin, Fransızca da dahi l o l m a k üzere ç o k sayıda

lisan bi ld iğ inden bahseder. S ö z k o n u s u derviş, ermişlerin y u r d u

olan uzaktaki bir yerden geldiğini söylemişt ir. G ö r ü n ü ş e g ö r e

otuz yaşlarında olmasına r a ğ m e n , anlattığı uzun yolculuklar en

azından yüzyıllık bir süreyi kapsıyordu. Flamel ' in adı g e ç t i ğ i n d e ,

derviş şöyle der: 'Flamel' in ö l d ü ğ ü n e gerçekten inanıyor

musun? Hayır, hayır, d o s t u m , kendini a l d a t m a , Flamel hâlâ yaşı­

yor; ne o, ne de hanımı ö lümle henüz karşılaşmış değil lerdir. Her

ikisini de Hint Adaları 'nda bıraktığımızdan beri üç yı ldan fazla bir

süre g e ç m e d i . H e m o, b e n i m en yakın arkadaşlar ımdan biridir!

Bu derviş, Asya'daki O l i m p o s ' u n (Yüce varlıkların mekânının,

yani Agarta'nın) belirli bir vazifeyle görev lendird iğ i bir elçisi olsa

gerekti.»

Sarıkaya'nin kullandığı başka ve d a h a eski bir kaynak olan

Fransız Maur ice Magre 'n in «Sihirbazların Dönüşü» (Le r e t o u r d e s

Magic iens, 1931) olayı aynı şekilde, bir iki değişik ayrıntı bir

yana, anlatıyor ve ek olarak, bu b ö l ü m ü n başında sözünü ettiği­

miz Yahudi A b r a h a m - Avram'ın büyüsel elyazması hakkında

bazı açıklamalar da getir iyor, Flamel ile ilgili olarak.

Tekrara k a ç m a m a k için özet olarak vereceğimiz bu bilgiler­

d e n ö n c e simyacı ve «ölümsüz» Nicolas Flamel' i kısaca tanıtmak

yer inde olacaktır.

N icolas Flamel' in y a ş a m ö y k ü s ü gizemci l ik tarihinin belki de

en iyi belgelenmiş gerçek öyküdür, kendi elyazısı yazılmış,

Paris'teki Ulusal Kitaplık'ta (Bibl iotheque Nationale) k o r u n a n bel­

gelerle kanıtlanmış.

14. yüzyılın ortalarında Flamel, Paris'te kitapçılık yapıyor,

cahil g e n ç soylulara o k u m a yazma dersler i veriyor. Kendis inden

biraz d a h a yaşlı o lan, hafif çapta mal mülk sahibi D a m e Pernelle

ile evlidir. Kitapçımız s imya ile yakından ilgileniyor, eski metinler­

le, elyazmalar la bir aşinalığı vardır ancak, o n u n için, s imya salt

k u r ş u n u altına d ö n ü ş t ü r m e k ya da y a ş a m iksirini bu lmak deği l-

— 67 —

Page 34: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

dır. Flamel'e g ö r e her simyacının, her «magus»un bulmayı düşle­

d iğ i Felsefeciler Taşı'nın gerçek a n l a m ve değer i , işlevi d o ğ a y ı

y ö n e t e n yasaları keşfedip bilgeliğe ulaştırmaktı.

G ü n ü n b ir inde H a m e l ' i n yaşamı, bir kitap y ü z ü n d e n , t ü m ­

d e n değişiyor: Yahudi A b r a h a m - Avram'ın İstanbul 'da b u l d u ğ u

ünlü Abramel in ' in kitabıdır bu.

Kitabı elyazmasını Flamel ilk kez d ü ş ü n d e g ö r ü y o r ve kitabı

el inde tutan bir m e l e k ona şöyle d iyor:

«Bu kitaba iyi bak. İlkin iç indeki lerden hiçbir şey anlayama­

yacaksın, ne sen, ne de herhangi başka bir insan. Ancak g ü n

gelecek ki, h içbir insanın göremedikler in i o n d a göreceksin.»

Düşten s o n r a bir süre geçiyor ve bir sabah Flamel' in k ü ç ü k

dükkânına bir a d a m giriyor, el inde satmak istediği bir elyazmasıy-

la.

22 sayfalık bu elyazmasını Flamel h e m e n tanıyor, d ü ş ü n d e

meleğin el inde g ö r d ü ğ ü kitaptır b u !

Flamel kitabı satın alıyor ve içindekileri ç ö z e b i l m e k için 21 yıl

uğraşıyor, İbranice olarak yazılmış metnin inceliklerini, s imgesel

çizimlerini, şekil lerini kavrayabi lmek amacı ile İspanya'ya kadar

gidiyor, uzman bir g izemci olarak bil inen yaşlı üstat C a n c h e s ile

tanışıyor, üç yıl d a h a metinle uğraşıyor sonra da...

Sonrası s imyacı Nicolas Flamel' in altın çağının başlamasıdır:

dar gelirli ve sıradan kitapçı Flamel birden zengin oluyor, kilisele­

re bağışlar yağdır ıyor, altın yapmayı öğreniyor, Felsefeciler

Taşı'nı keşfediyor. Üç kez altın yapıyor Flamel ancak altınlarını

kendi için kul lanmıyor, kendi sade yaşam tarzını değişt i rmiyor.

Z a m a n geçiyor, eşi D a m e Pernelle ölüyor, bir süre sonra da Fla­

mel bu d ü n y a d a n gö ç ü yo r . Nedir ki, Kral 13. Louis 'n in d e v r i n d e

(1610-1643), mezarı açıldığında tabutu boş bu lunuyor ve destan

ya da gerçeğin d i ğ e r y ü z ü başlıyor.

Bu ara Yahudi A b r a h a m - Avram'ın kitabı ne oluyor?

Flamel'den yeğenine geçt iği sanılıyor ve kuşaktan kuşağa

ailenin içinde kaldığı söyleniyor. Kral 13. Louis'nin zamanında

yaşamış ve Flamel ai lesinden olan Dubois adlı biri kralın ö n ü n d e

— 68 -

kurşundan yapılı b irkaç küçük t o p u altına d ö n ü ş t ü r ü y o r . Bu mari­

feti ona yarar sağlamıyor ç ü n k ü , işlediği söyleni len bazı suçlar­

d a n dolayı, tutuklanıp idama m a h k û m edil iyor ve destansal elyaz­

ması ünlü Kardinal Richel ieu'nün el ine geçiyor, Richel ieu'nün ö lü­

m ü n d e n sonra da kayıplara karışıyor.

Daha d o ğ r u s u kitabın t ü m ü kayıplara karışıyor a n c a k met ine

ait o l d u ğ u düşünülen bazı ç iz im ve şekil ler (diyagramlar) 17. yüz­

yı lda Mi lano'da bulunuyor.

18. yüzyılda Nicolas Flamel olayı yeniden g ü n d e m e geliyor,

Kral 14. Louis'nin görevlisi Paul Lucas' ın «Türkiye'de Yolculuk»

(Voyage dans la Turquie, 1719) adlı anı kitabı sayesinde.

Araştırmacı Sarıkaya'nın alıntısında (Sarıkaya'nın kullandığı

kaynakta Lucas'ın kitabı «Kral'ın emriy le, Bay Paul Lucas' ın Gezi­

si» adı ile anılıp yayın tarihi 1714 o larak veril iyor, biz im kullandığı­

mız ikinci kaynakta ise tarih 1719 o l u p «Voyage d a n s la Turquie»

d i y e gösteri l iyor) anlatıldığı gibi Lucas, Bursa'da, bir «felsefeci»

ile tanışıp Flamel ile ilgili ek bilgileri o n d a n öğreniyor. Bizim kay­

nağımız olan Fransız Maurice M a g r e ' n i n kitabına g ö r e bu «felse­

feci», yedi kişiden oluşan, bi lgelik peşinde dünyay ı dolaşıp her

y i rmi yıl ayrı bir ülke ve kentte b u l u ş a n bir örgüt veya tarikata

bağlıymış.

Lucas'ın k o n u ş t u ğ u kişi o n a F lamel 'den söz ediyor, gizemli

kitabın Flamel' in eline nasıl geçt iğ in i ayrıntılı bir şeki lde anlatıyor

ve gerek Flamel' in gerekse eşi Pernel le' in yaşadıklarını söylüyor.

Paul Lucas, Bursa'da, Flamel' i yakında tanımış olan b i r T ü r k -

le uzun bir s o h b e t e giriyor, aynı yüzyı lda - y u k a r d a g ö r d ü ğ ü m ü z

g i b i - İstanbul 'daki Fransız elçisi Desal leurs'ün, Flamel' in kendi­

siyle g ö r ü ş t ü ğ ü söyleniyor.

Kaynağı İstanbul olan bir «sihir» kitabı sayesinde «ölümsüzle-

şen» bir Orta Ç a ğ Fransız s imyacısı, ö l ü m ü n d e n 400 yıl sonra

İstanbul 'da y e n i d e n ortaya çıkıyor: Flamel' in bu «dirilişi» bir baş­

ka İstanbul g izemi deği lse nedir a c a b a ?

18 Mayıs 1711'de Dubrovnik ' te d ü n y a y a gelen ve 13 Şubat

1787'de, bir Fransız vatandaşı olarak, İtalya'nın Monza kent inde

— 69 —

Page 35: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ölen Rugerus B o s c o v i c h felsefe ve m a t e m a t i k konularını ele alan

75 ciltlik yazıları ile d ö n e m i n i aşan bir matemat ikç i sayılmaktadır.

Salt bir matemat ikç i o lmakla da yet inmiyor, aynı z a m a n d a arkeo­

l o g , ozan, araştırmacı ve Fransız Deniz Kuvvetlerine bağlı opt ik

laboratuvarının yöneticisidir.

1761 yılının Kasım ayında B o s c o v i c h - k i bu ara Rus Bil imler

Akademis in in onur üyesi ve İngiliz Kraliyet Cemiyet inin üyesi

seçi l ip Benjamin Franklin' le de t a n ı ş ı y o r - İstanbul 'da bulunuyor.

A m a c ı Venüs gezegenin in geçişini İs tanbul 'dan izlemektir. Nedir

ki, İstanbul 'a gecikmel i varıyor, V e n ü s ' ü kaçırıyor fakat bir ö n c ü

a r k e o l o g olarak Truva kalıntıları üzerine duruyor, Truva'da kazı

yapılmasını öner iyor ve S c h l i e m a n n ' d a n bir yüzyıl ö n c e haklı çıkı­

yor.

Uzayın, zamanın ve hareketin görel i l iğini (izafiyetini) açıkla­

yan, uzaysal boyutları ö n g ö r e n , eğri ve içe d ö n ü k bir evrene ina­

nan, ilk kez uluslararası bir jeofizik yılını öneren, simyayı bi l imsel

açıdan inceleyen, d ö n e m i n i n bil imsell iğini aşıp fizik, k imya, biyo­

loji, a t o m bil iminin kuramlarını savunan d i n adamı (Cizvit papazı)

Rugerus B o s c o v i c h bir İstanbul «gizemi» değildir, hiç kuşkusuz,

a n c a k İstanbul 'un yoğunlaştırdığı bir bi lgiyi de kullanarak destan

sayılan bir Truva'nın gerçeğine ilk işaret e d e n bir «gizem» a d a m ı ­

dır.

Orta Ç a ğ simyacısı Nicolas Flamel için, haklı ya da haksız,

«ölümsüz» deyimini kullandık. Ya, Flamel gibi ö l ü m ü n d e n sonra

İstanbul 'da g ö r ü n d ü ğ ü söylenilen ve tar ihin belki de en ünlü

« ö l ü m s ü z l e r d e n biri o lan Saint-Germain K o n t u için ne d e m e m i z

gerekiyor?

Ve ne kadar ilginçtir ki, «ölümsüz» d i y e bilinenler ile «ölüm­

süz üstatlar»ın gelenek ve inancını sürdürenler, ne hikmetse,

İstanbul y o l c u s u oluyorlar, İstanbul 'da görünüyorlar, İstanbul '

d a n geçiyorlar onları D o ğ u ' n u n pek ç o k gizemli merkezler ine

g ö t ü r e n yolculukları b o y u n c a .

Yine ç o k i lginçtir ki, b u g ü n e kadar, ü lkemizde Batı'nın ve

D o ğ u ' n u n gizemleri ile, gizemli kişileri ile yakından uzaktan ilgile­

nenlerin ç o ğ u b u d u r u m a hiç ö n e m vermediler, b u z iyaret lerden

ve bu ziyaretçi lerden çıkabi lmesi olası o lan sonuçlar, deği lse bile

varsayımlar ve tahminler üzer inde pek durmadı lar. Hatta, b u r a d a

denediğ imiz gibi , biraraya get ir ip, sıraya diz ip bir y ö n t e m e oturt­

maya bile çalışmadılar. Oysa ki ü lkemizin ç a ğ d a ş , g i tg ide t e k n o ­

loj iye ve medyalara bağlanan ve bunların sayesinde gizemleri,

artı kendi gizemsel bilgilerini, metalaştırıp piyasaya sunan bazı

uzmanlarımız bu tür bir araştırmayı sürdürebi lecek donat ımlara

sahip gibi görünüyor lar , k ü ç ü k e k r a n d a n izleyicilere seslendikle­

rinde.

Ola ki, eksikl iğini duyduklar ı bi lgi ve uzmanlık değildir, eksik­

liğini duyduklar ı pazarlanması, bir te lefon hattına bağlanması ola­

sı o lan bir k o n u y u araştırıp y o r u m l a m a k gereksinimidir!

Çağdaş ve çağdaşlaşmış u z m a n gizemciler imizi , şimdil ik bir

yana bırakıp biz y e n i d e n eskilere, eski «üstatlar»a dönel im.

Nicolas Flamel ö r n e ğ i n d e o l d u ğ u gibi , Türk iye'de esraren­

giz Saint-Germain Kontu üzer inde d u r a n ç o k az sayıdaki g i z e m

araştırmacılarından biri, sık sık andığımız (oysa t ü m yorumlar ına

katılmadığımız) Haluk E g e m e n Sarıkaya'dır. Sarıkaya'dan ö n c e

ise Saint-Germain'e yer ayıran, belki de ü lkemizde o n d a n ilk kez

söz eden 70'li yı l lardan kalma bir kitabımız o ldu.

Sarıkaya, i lginç a m a geçerl i l iği tart ışma kaldıran, bir y o r u m l a

Macaristan kurtuluş savaşı önder ler inden Erdel Prensi II. Franz

Rackoczi ile Saint-Germain arasında bir bağlantı kurarak ikincisi­

nin ilkinin bir y e n i d e n c is imlenmesi (reenkarnasyonu) o l d u ğ u n u

ö n e sürmektedir.

Macaristan' ın bağımsızlığı için (1703-1711) mücadele eden,

ilkin Polonya'ya sonra ise Türk iye 'ye sığınan, Türkiye'de h imaye

g ö r e n prens, 1717 yılına kadar, İstanbul 'da kalıyor ve yaşamının

s o n yıllarını (1720-1735) T e k i r d a ğ ' d a kendisine tahsis edilen bir

evde geçir iyor.

Sarıkaya'ya g ö r e Prens Ragocz i «Agarta Ü s t a t l a r ı n d a n biri­

dir, Saint-Germain ise o n u n y e n i d e n bedenlenmiş kişiliği. İyi de,

baştan başlamak için, bu «ölümsüz» Saint-Germain Kontu k imdi

Page 36: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ve Türk iye ile, İstanbul ile nasıl bir bağlantısı vardı?

«Uzaydan Geldiler» (1974) adlı kitabımızda kont hakkında

aşağıda tekrarladığımız temel bilgileri vermişt ik:

«Saint-Germain K o n t u ' n u n k im o l d u ğ u , nerede d o ğ d u ğ u hiç­

bir z a m a n bi l inmedi. G ü n ü n bir inde Kral 15. Louis'nin sarayına

gel ip yerleşti. Bir r ivayete göre Portekizl i bir musevinin o ğ l u y d u .

Başka bir rivayete g ö r e de Strasbourglu bir d o k t o r u n o ğ l u ya da

manast ı rdan kaçan bir ispanyol papazı v e y a 2. Franz Rackoczi '

nin o ğ l u .

Kimin nesi o l d u ğ u bi l inmediği g ib i , yaşı da bi l inmedi S a i n t -

Germain' in. Yıllar geçer yaslanmazdı, yüzyı l lardan beri yaşadığı­

nı söylerdi .

Kralın sarayına yerleşir yerleşmez, Saint-Germain, Paris sos­

yetesinin, soyluların salonlarını d o l a ş m a y a başladı. Her yere

davet edilir, hiç k imseyi davet etmez; en zengin sofralara oturur,

ağzına bir lokma y e m e k koymaz; sürekl i olarak en çarpıcı ve en

pahalı mücevher ler i taşır, soylulara atalarından söz eder ve pek

az k imsenin bi ldiği ayrıntılara girer, herkesi şaşırtırdı.

Krala y a r a n m a k için Saint-Germain bir ara casusluk da yap­

tı, Hol landa'ya geçt i ; oradan A lmanya'ya, oradan da Rusya'ya.

Prusya Kralının hizmetine girdi ve her y e r d e herkesi şaşırttı; kur­

naz bir d ip lomat, yakışıklı bir erkek, her te lden çalan bir kültür ve

bi l im adamıydı Saint-Germain. H o l l a n d a ' d a rastladığı Casano-

va 'ya ç izmiş o l d u ğ u ilk buharlı geminin planlarını gösterd i ve:

'Bu keşfe bir yüzyıl sonra sahip olacaksınız' dedi .

Geleceği ö n g ö r d ü ğ ü için Kraliçe Marie-Antoinette' i kurtarma­

ya çalıştı.

Tarihi kaynaklara göre, 'Olağanüstü Kont' 4 Şubat 1784'te

Almanya'n ın Cassel kent inde ö ldü. Fakat tarihi kaynaklar ne

derece d o ğ r u , bi l inmiyor: 1789'da Marie Antoinette, k o n t u n imza­

sını taşıyan bir m e k t u p alır. Benzer bir m e k t u p , kral içenin yakınla­

rından olan M m e d ' A d h e m a r ' a da gönderi l i r . M m e d 'Adhemar,

ölü bi l inen, Ç in 'den ve J a p o n y a ' d a n d ö n d ü ğ ü n ü söyleyen

Saint-Germain ile karşılaşır.

Bir yıl sonra 'Ö lümsüz Kont', V iyana'da 'Gül-Haç' l ı arkadaş­

larıyla buluşur. O y s a o n u herkes ö l m ü ş bi lmektedir.

'Sizden ayrı l ıyorum' der kont. ' İs tanbul 'da beni bekliyorlar.

Oradan İngi l tere'ye g e ç e c e ğ i m , bir yüzyıl s o n r a kullanacağınız

iki icat üzerinde çalışacağım. Bunlar, t r e n ve buharl ı gemidir.

Himalaya dağlar ına çeki l ip istirahat e d e c e ğ i m bir süre. 85 yıl son­

ra yeniden or taya çıkacağım.»

«Ölümsüz Kont» hakkında ç o k şeyler yazıldı, tahminler yürü­

tü ldü fakat b u g ü n e kadar ne g e r ç e k kimliği or taya çıktı, ne de

gerçek görevi. Ç o k zengindi, mücevher ler i d e ğ e r biç i lmezdi

oysa servetinin kaynağı m e ç h u l d ü ; ç o k bilgi l iydi, g e ç m i ş ve uzak

tarihin olay ve kişilerini gözleriyle g ö r m ü ş gibi anlatırdı; usta bir

müzikçi ve bir ressam, usta bir k imyager ve bir d i lb i l imciydi . Bun­

larla birlikte hiç kuşkusuz ki, aynı d e r e c e d e usta bir casus, bir

gizli ajan ve 18. yüzyılın şatafatlı g izemci l ik d ü n y a n ı n etkin temsi l­

ci lerinden bir iydi, G i a c o m o Casanova 'dan d a h a kurnaz, Cagl ios-

t r o ' d a n d a h a başarılı.

Prens Rackocz i 'n in bir yeniden c is imlenmesi (reenkarnas-

yon'u) miydi k o n t yoksa, ç a ğ d a ş araştırmacıların y o r u m u ile,

o ğ l u mu? Sarıkaya'nın g ö r ü ş ü o l d u k ç a «fantastik», ikinci olasılık

ise h e m d a h a mantıksal, h e m de başka nedenlerle birl ikte,

Saint-Germain' in İstanbul'a gelmesi için d a h a geçerl i .

Tarihsel bir ç izgiye göre:

1707 - C laude Louis de Saint-Germain d ü n y a y a gel iyor

1743 - İlk kez ortaya çıkıyor

1758 - Paris'e gel iyor

1760 - Hol landa'ya kaçıyor, L o n d r a ' d a tutuklanıyor

1762 - Rusya'da casusluk yapıyor

1763 - Belç ika 'da Casanova ile karşılaşıyor, De S u r m o n t

adını kullanıyor

1778 - Ber l in 'de g ö r ü n ü y o r

1784 - Cassel 'de ö l d ü ğ ü söyleniyor

1789 - Paris'te, kralın sarayında görülüyor

1790 - V iyana'da «Güç-Haç» ö r g ü t ü n ü n bir toplantısına katı-lıv/rir

Page 37: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

1877 - Elena Petrovna Blavatsky onunla karşılaşıyor.

G ö r ü l d ü ğ ü g ib i , Saint-Germain' in İstanbul ziyaretiyle ilgili bir

tar ih yoktur. Bir «ilk» z iyaret olarak 1762 yılı öngörülmüştür , Rus­

ya d ö n ü ş ü n d e ; ikinci ziyareti için 1790 yılı uygun düşmektedi r .

Kesin tarihler ve bilgi ler varo l muyorsa bile ö lümsüz d i y e anı­

lan kontun bir «İstanbul ziyaretçisi» o lması t ü m olasılıkların dahi­

l indedir ve de bu olasılıklara uymaktadır. Saint-Germain gibi

d ö n e m i n ünlü sosyete g izemci ler inden o lan çapkın Casanova ile

sahte Cagl iostro K o n t u , Giuseppe Balsamo İstanbul'a uğrayacak­

lar da «Ölümsüz Üstat» uzak mı kalacak?

Hiç mantıklı g ib i g ö r ü n m ü y o r ç ü n k ü her üçü d e , casusluk

faaliyetleri bir yana, g e r ç e k g izemci ve özellikle ö r g ü t adamıdır­

lar.

Saint-Germain buharl ı t ren ve g e m i tasarıları üzerine çalış­

mış olabilir veya olmayabi l i r bizce b u n u n pek bir ö n e m i yoktur

fakat usta bir s imyacı-k imyager (bu bilgilerini d a h a ç o k renk ve

b o y a bi leşimlerinde ya da soylu hanımlara ikram ettiği güzell ik

losyonlarında kullanıl ıyorsa da) o l d u ğ u ve gizli sanatların her

kolu ile yakından i lgi lendiği bir gerçektir.

Kontun İstanbul 'a ne zaman ve ne için geldiğini, bu aşama­

d a , bi lmiyoruz yine de gelmiş o l d u ğ u n u kabul ediyoruz, ister

babası o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n Prens Rackocz i ile ilgili olarak, ister

D o ğ u ' n u n kaynaklar ından ve İstanbul 'un gizemler inden bi lgisine

bilgi katmak için. Ya da üyesi, hatta «üstat»ı o l d u ğ u örgüt ler

k o n u s u n d a faaliyetler ve temaslar y ü r ü t m e k için.

Muhakkak ki, bir yerde, açık lanmayan, bi l inmeyen, unutulan

bir ya da birkaç kaynakta - ö r n e ğ i n İstanbul 'u sık sık ziyaret

e d e n meraklı gezginci ler in, araştırmacıların bıraktığı günlükler in,

yolculuk notlarının b i r i n d e - bilgiler vardır ve bu bilgiler, bu kesin

kanıtlar g ü n ışığına çıkarı lmayı bekliyorlar. Gün ışığına çıktıkların­

da da b irçok « b i l i n m e y e n l e r i n gizemi çözüleceği gibi b i r ç o k «bili­

n e n l e r i n kimliği de bir d e ğ i ş i m e uğrayacaktır.

Saint-Germain için söylenenler, bir noktaya kadar, Cagl ios­

t r o Kontu olarak ünlenen Giuseppe Balsamo için de geçerl idir.

Şu farkla ki, A lexandre Dumas'nın altı ci lt l ik bir r o m a n ı n d a uzun

uzun anlattığı, Balsamo t ü m gayret ler ine karşın ne Batı g izemci l i­

ğinin tar ih inde g e r ç e k bir «olay» yaratabi ld i , ne de «ölümsüzlü­

ğe» erişebildi. A n c a k o da, Batı g izemci l iğ in in b i rçok sayılı temsi l­

cisi g ib i , İs tanbul 'un çekici l iğine (ki, b u r a d a , çekici l ik s ö z c ü ğ ü n ü

«turistik» bir anlamla kul lanmıyoruz, b a ş k a t ü r d e n bir çekici l ikten

söz etmek istiyoruz) d a y a n a m a y a n biridir.

Saint-Germain' in uyrukluğu tartışıl ıyorsa B a l s a m o ' n u n

kökenleri ve y a ş a m ö y k ü s ü iyice bi l inmektedir. Balsamo 1743'te

Sici lya'nın Palermo kentinde d ü n y a y a gel iyor, kentin sefil mahal­

lelerinin bir inde. Yeniyetme yıllarında hırsızlıkla geçiniyor, hapse

atılıyor ve 22 yaşına vardığında R o m a ' y a kaçıyor. R o m a ' d a 14

yaşındaki güzel Lorenza Feliciani ile tanışıp baştan çıkarıyor ve

de onunla evleniyor. Sahte senetler, d ü z m e c e kredi mektuplar ı

düzenleyen Giuseppe Balsamo ve sıkıştıklarında, fahişelik bile

yapan g e n ç eşi Avrupa'nın t ü m b ü y ü k kentlerini ziyaret ediyor­

lar, Paris'ten Londra 'ya ve Venedik ' ten Napol i 'ye dek. Bununla

da y e t i n m e y i p Cezayir 'e kadar uzanıyorlar.

1777'de L o n d r a ' d a Balsamo bir M a s o n locasına giriyor, ken­

dini Kont A lessandro Cagl iostro olarak tanıtıyor ve eşi Lorenza

için Kontes Serafina adını u y g u n g ö r ü y o r . Aynı d ö n e m d e g izem­

cilikle de yakından i lgi lenmeye başlıyor, «Gül-Haç» ve «Aydınlan­

mışlar» (İ l luminati) örgütler ine de katılıyor.

Derken, Paris'te, eski Mısır törenler inden esinlenerek düzen­

lediği y ö n t e m ve öğreti lerle kendi locasını kuruyor.

Paris'te Balsamo, diğer adıyla Cagl iostro Kont 'u, g ü n ü n ada­

mı o luyor ta ki, tarihe g e ç e n ç o k ünlü bir üçkâğıt oyununa katılın-

caya dek. Saint-Germain' in idamdan, g iyot inden kurtarmak iste­

diği Kral içe Marie-Antoinette' in aleyhine oynanan «gerdanlık»

o y u n u d u r b u : görkeml i bir e lmas gerdanl ık için kral içeden, peşin

olarak, bir servet alınıyor fakat kral içe gerdanlığı g öremiyor bile.

Balsamo tutuklanıyor, yargılanıyor, s u ç s u z bulunuyor (işin içinde

başka soylular da vardır çünkü!) fakat Fransa'yı terketmek zorun­

da kalıyor.

— 75 —

Page 38: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

1790'da sahte kont ile sahte kontes eşini R o m a ' d a buluyo­

ruz; Lorenza bir tart ışma s o n u c u n d a kocasını b ü y ü c ü d iye Engi­

z isyon M a h k e m e s i n e ihbar ediyor. Cagl iostro y e n i d e n tutuklanı­

yor, ö m ü r b o y u hapisle cezalandırılıyor, kuzey İtalya'daki San

Leo kalesine kapatı l ıyor ve beş yıl sonra ölüyor. Lorenza ise,

Engiz isyon'un emr i ile, yaşamını bir manastırda gözalt ında geçir i­

yor.

Genel hatları ile Giuseppe B a l s a m o ' n u n y a ş a m ö y k ü s ü ve

yaşam şekli b u d u r ve sayılı bir g izemci , bir «magus» için hiç de

örnek bir y a ş a m değildir, d o ğ r u s u n u söy lemek gerekiyorsa.

H e m , kentten kente geçen, her gitt iği yerde şu ya da bu şeki lde

çaresini bulan, gerekt iğ inde b ü y ü yapan, iksir satan, eşini satan

gezginci bir maceraperest in İstanbul 'dan g e ç m e s i , İstanbul 'un

«doğuluğu»nu d e n e m e s i s o n derece d o ğ a l karşılanmalı.

Ancak... B a l s a m o salt bir şarlatan, bir sahte g i z e m c i ya da

bir g izem s ö m ü r ü c ü s ü müydü?

Batı g izemci l iğ in i ve başlıca temsilci lerini incelediğimizde

Batılı g izemcin in, özell ikle k ü ç ü k veya b ü y ü k tarihin sayfalarına

girmiş olanın, d ö n e m d ö n e m bir d e ğ i ş i m e uğradığını, çağına

ayak u y d u r d u ğ u n u g ö r m ü ş oluyoruz.

İdeal - v e ideal o l d u ğ u için ender r a s t l a n ı l a n - bir yaklaşım­

la, gizemle uğraşan, t ü m çağları aşmayı çalışan bir kişidir, b u n u

başarabi ldiğinde. Nedir ki, uygulamada, her z a m a n böyle o l m u ­

yor, arayış aranılanı vermiyorsa zor lamaya gidi l iyor.

Nasıl ki Orta Ç a ğ gizemcileri d a h a ç o k kapalılığı ve gizli l iği

yeğlemişlerse 18. yüzyılın ö n d e gelen, krallar ve soylularla haşır

neşir olan, bunlardan destek g ö r e n gizemci ler - c a s u s ya da

«gizli ajan» faaliyetleri bir y a n a - popüler o l m a k t a n , dikkat i çek­

mekten, görkeml i bir yaşam sürmekten vazgeçemiyor lar .

Saint-Germain etrafına masalımsı bir d ü n y a yaratarak, kendi­

ni herkesten ç o k farklı göstererek ö l ç ü s ü n ü koyuyor; Casanova

- k i g izemci örgüt ler in in ve Cagl iostro 'nun Paris'te k u r d u ğ u Mısır

Locasının a d a m ı d ı r - çapkınlığını ön plana sürüyor, o n u n saye­

sinde ünleniyor; Cagl iostro ise sefalet iç inde g e ç e n bir ç o c u k l u -

ğ u n ve bir ilk gençl iğ in izlerini ard ından sürükleyerek çizgiy i aşı­

yor ve «seyirlik» uğruna, para, servet ve şan uğruna k u r b a n o lu­

yor.

30 O c a k 1785'te Paris'e gel ip bir «malikâne» satın alan Kont

A lessandro Cagl iostro veya Alexandre de C a g l i o s t r o ' n u n bir şifa-

cı o l d u ğ u , bir «uzun yaşam iksiri» imal ett iği haberi etrafa yayılın­

ca kapısında kuyruklar o luşmaya başlıyor.

Kral 16. Louis'nin ilgisini ve R o h a n Kardinalinin desteğini

kazanıyor Cagl iostro, dillere destan o lan ziyafetlerinde konuk

hanımlara elmaslar hediye ediyor ve artık herkes o n u n altın elde

e d e n bir s imyacı o l d u ğ u n u kabul e t m i ş oluyor. Sonra d a , ziyafet­

lerin bir inde, Voltaire, Diderot ve d ' A l e m b e r t gibi ünlü göçenler in

ruhlarını konukları arasında oturtuyor.

Cagl iostro ya da gerçek adı ile G i u s e p p e Balsamo d ö n e m i n

ç o ğ u macerasever gizemciler i g ib i , ç o k ç a yolculuk e d e n biridir.

Avrupa'y ı dolaştığını, zaman z a m a n haltlar karıştırdığını g ö r d ü k .

Nedir ki, Avrupa ona yeterli gelmiyor: Öğret i sahibi ise, ki hiç kuş­

kusuz öyledir, s imya ile uğraşıyorsa, ki uğraşıyor, Mısır'a kadar

uzanması, O r t a d o ğ u ' y u ziyaret e tmesi ve İstanbul'a uğraması

şart gibidir.

Arabistan yarımadasını ziyaret et t iğ inde M e d i n e ' d e Caglios­

tro, sağ kolu o lacak ve Felsefeciler Taşı'nı araştıran, Yunanlı s im­

yacı Althotas ile karşılaşıyor. Birl ikte İskenderiye'ye gidiyorlar,

o r a d a n da Kahire'ye ve Kahire'den istanbul 'a geçiyorlar, İstan­

b u l ' d a bir süre kalıp iksir ve tılsımlar, nazarlıklar satıp geçiniyor­

lar.

Bu yolculuklar Cagl iostro 'nun gençl ik yıllarına aittir ve bu

yolculuklar ından, Malta'daki s imya konusundak i çalışmaların­

d a n , R o m a ' d a k i ilk başarılarından ve A lmanya'da Saint-Germain

ile ilk tanışmasından sonradır ki, Cagl iostro, Paris çıkartmasını

yapıyor, zirveye ulaşıyor ancak s o n u ç t a Sant Angelo hapishane­

s inde (San L e o ' d a n transfer edilerek) eşinden kaptığı f rengiden

ölüyor.

S imya ile uğraşan, sanki h içten - v e tıpkı Saint-Germain

— 77 — — 76 —

Page 39: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

g i b i - değer l i taşlar, mücevherler, s o m altınlar yaratan bu g izem­

cileri İstanbul 'a ç e k e n nedir?

İstanbul yolculuklar ında, salt bir g e ç i ş noktası mı y o k s a ziya­

ret edi lmesi, bu lunması zorunlu olan bir kent, bir «merkez» mi?

Simya b ü y ü k bir olasılıkla, İskender iye'de ortaya çıkıyor ve

İskender iye'de Mısırlılardan, Keldanlı lardan ve Yahudi lerden kal­

ma gelenekler ve bulgularla oluşuyor, 4. yüzyı lda ise bir «kutsal

sanat» olarak t ü m Mısır'a ve Roma'ya yayılıyor. Ancak «ilm-i s im-

ya»nın tar ih inde Bizans'ın yerini de u n u t m a m a k gerekiyor ç ü n k ü

İskender iye'den s imya Bizans'a da geçiyor, İmparator Heracl ius

tarafından h i m a y e ediliyor, hatta 2. yüzyı lda Eflatuncu felsefeci

Mihal Psel los'un desteği ile nerdeyse s o m u t , usa d a y a n a n bir

«sanat» haline getiri l iyor.

Simyanın öğreti ler i Bizans'tan A r a p yarımadasına geçiyor,

Anadolu yoluy la ve Arap yar ımadasından Batı 'ya ulaşıyor.

Yahudi Abraham-Avram, Nicolas Flamel, Saint-Germain ve

Cagl iostro, İstanbul 'da, başka gizlerle birl ikte yoksa simyayı mı

araştırıyorlardı?

Flamel işaret ett iğimiz gibi, s imyaya bir «mistik», bir tasarruf­

çu gibi yaklaşmıştı ve Bursa'daki bilgeli kişi, ister Flamel' in kendi­

si o lmuş o lsun, ister o n u tanımış, d u y m u ş olan biri o lsun, bir

«mistik», bir tasavvufçudur. A m a ya Saint-Germain, ki bir ö r g ü t

(Gül-Haç) adamıdır ve Cagl iostro?

Bu soruları gereğince yanıt layabi lmek için ya y o r u m l a r a ve

varsayımlara kaymalıyız ya da başka kaynaklara başvurmalıyız,

kaynakların - ö z e l l i k l e yerli k a y n a k l a r ı n - pek bol o lmadığı bir

konuda.

Y o r u m d a n ç o k bir varsayımın üzer inde d u r m a m ı z gerekiyor

ve bu varsayımı, d a h a ö n c e yapmış o l d u ğ u m u z ve ilerde yapaca­

ğımız gibi, bir temel , bir t a b a n olarak kul lanmamız.

İstanbul'a gelmiş olan her Batılı g izemci , çizgisi ve o l u ş u m u

ne olursa o lsun, turistik bir y o l c u l u ğ u n ya da «egzotik» D o ğ u l u

mekânların, örf ve âdetlerin peşinde deği ldir. Herkesin aradığı,

sahip oldukları bi lgiye katkıda bulunacak, ola ki t a m a m l a y a c a k

bir başka bilgidir ve bunun, en azından, bir kısmını deği lse de bir

ipucunu İstanbul 'da, İstanbul 'un kültürel- inançsal b ir ik iminde erit­

t iği ve yüzyıllar b o y u n c a çeşitli kaynaklardan, inanışlardan edindi­

ği bilgidir.

Şayet bu tür bir varsayım geçerl iyse, şayet bu varsayım bir

«sohbet» varsayımı değil de, kullandığımız g ib i bir «araştırma»

varsayımı ise y u k a r d a sözünü ett iğimiz g i z e m araştırmacılarının

arasına Casanova adı ile ünlenen ve bol ciltli «Anılar»ında y o l c u ­

luklarını, özell ikle gönül maceralarını ve cinsel deneyler ini anla­

tan G i a c o m o de Seingalt' ı nasıl ve nerede yerleştirebil ir iz?

Sinema f i lmlerinin ve televizyon dizi lerinin kahramanı haline

gelen Giovanni J a c o p o Casanova (ya da G i a c o m o de Seingalt)

1725'te Venedik ' te dünyaya geliyor; annesi bir t iyatro o y u n c u s u

gerçek babası ise, büyük bir olasılıkla, bir soylu. Gençl iğ inde

gezginci kumpanyalarda k e m a n çalıyor, papazl ığa heves ediyor,

vazgeçiyor ve Avrupa'yı g e z m e y e başlıyor.

Paris'te Cagl iostro 'nun k u r m u ş o l d u ğ u Mısır locasına katılan

Casanova 1755'te büyücülükle suçlanıp beş yıl hapis cezasına

çarptırılıyor. Ünlü Piombi hapishanesinde tıkanıp kalacak a d a m

değildir, bir yıl sonra firar ediyor ve bu maceral ı firarını «Firarımın

Öyküsü» (1786)nde ayrıntılı bir şeki lde anlatıyor.

Paris'te, L o n d r a ' d a bulunuyor, R o m a ' d a p a p a tarafından

- n e h i k m e t s e ! - bir nişanla onurlandırı l ıyor ve de Venedik hesa­

bına casusluk yapıyor. B o h e m y a ' d a arşiv s o r u m l u s u ve kütüpha­

neci olarak g ö r e v görürken «Anılar»ını ka leme alıyor ve bir dizi

şiir ve opera l ibrettosunu da imzaladıktan sonra 1798'de yaşamı­

nı noktalıyor.

Çapkın Casanova gerçekten bir g i z e m a d a m ı mıydı? Öyley­

di , en azından Kabala'yı inceleyen, astroloj i ile yakından ilgile­

nen, kendini bile şaşırtan bir d u r u g ö r ü y e sahip bir kişiydi.

1745'te Casanova, İstanbul'dadır, elçi l ikten elçil iğe ve konak­

tan k o n a ğ a geçiyor, Hariciye Nazırlarından İsmail Efendi ile, Ali

Bey ile, Venedik Büyükelçisi Francesco Venier ve H u m b a r a c ı

A h m e t Paşa olarak bil inen Monsieur de Bonneval ile dost luklar

- 79 —

Page 40: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

kuruyor, Bailes ai lesinin yanında kalıyor, aşk ve cinsell ik k o n u ­

s u n d a konuşmalara, sohbet lere dalıyor.

İstanbul'a n e d e n gel iyor Casanova, salt merakından dolayı

mı?

Fransız araştırmacısı Jean-Louis Bernard'a bakılırsa g izemci

kişil iğini o yıl larda o luşturmakta o lan Casanova ya da kendine

yakıştırdığı adla Seingalt Markisi, D o ğ u ' y u g ö r m ü ş ve D o ğ u ' d a

yaşamış bir «magus», bir «sihirbaz» kimliğine sahip o l d u ğ u n u

kanıt layabilmek için İstanbul 'a kadar uzanmayı u y g u n görüyor.

Casanova'y ı biraz «marjinal» g ib i kabul etsek bile gerek Cag-

l iostro, gerekse açık açık kıskandığı, Saint-Germain ile olan

örgüt, or tam, çevre ve siyasal il işkilerini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z ­

da İstanbul'a gel iş inin salt turistik nedenlere bağlı olmadığını

rahatlıkla düşünebi l i r iz.

Kanımızca, ö n e m l i bir nokta d a h a : Batı 'dan gelen bu g i z e m

tutkunlarının İs tanbul 'da karıştıkları çevreler, Casanova örneğin­

de g ö r ü l d ü ğ ü gib i , o d ö n e m d e varolan elçiliklerin, Batı 'ya açık

paşa ve ve beyler in çevresidir. Kendi içine kapanmış bir başka

«sosyete»dir bu, her d e n e y e açık ve Paris'ten, L o n d r a ' d a n , Vene­

dik ya da R o m a ' d a n g e l m e gerçek veya sahte soylulara, macera-

severlere da ima açık. 18. yüzyıl İstanbul 'unda yaşayan bu çevre­

nin örgütsel düzeni neydi , örgütsel ilişkiler hangi d ü z e y d e y d i ?

Bu sorulara da bir yanıt vermek gerekiyor. A m a hangi kaynakla­

ra dayanarak, hangi yapı lmamış araştırmalara?

Yüzyıllar b o y u n c a İstanbul 'dan geçenler in en azından bir kıs­

mını sıralamak bunlar ın gerçek geliş nedenlerini araşt ırmak anla­

mına geliyor, bağlantı lar kurarak veya kurmaya çalışarak. A n c a k

kaçını saptayabil ir iz ve saptadığımızda, hangi ve kaç kaynağa

dayanarak bilgi ver ip yorumlar yürütebil ir iz?

Açık ifade e t m e k gerekiyorsa (ki kesinlikle gerekiyor) bu ve

sonraki b ö l ü m d e ele alınan kişiler, bunların bağlı o lduklar ı bir

kısım, bilinen ya da bi l inmeyen örgüt ler çok d a h a kapsaml ı ve

derinlemesine işleyen, yıllardır d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z , olanaklarımızın

ve ulaşabildiğimiz kaynakların dahi l inde, şöyle ya da böyle ger-

- 80 —

çekleşt irmeye çalıştığımız bir araşt ırmanın salt bir çıkış noktası,

bir ipucu mahiyetindedir. Bu ö y l e bi l inmeli ve öy le b i l inmesinde

yarar vardır.

Örneğin: Rusya'da çarlığın devr i lmesine yol a ç a n nedenler­

d e n biri sayılan d i n adamı, eski keşiş, şifacı, ispir it izmacı, zevk

ve sefahat d ü ş k ü n ü ünlü Gr igor i Rasput in de İstanbul 'dan g e ç i ­

yor Yunanistan'daki Athos (Aynaroz) dağındaki manastırları ziya­

rete çıktığında.

Rasputin' in Provoskoe (Sibirya) k ö y ü n d e n yola çıkıp yakın

d o s t u Dimitri Pecherkin' le yaptığı y o l c u l u ğ u n başlıca safhaları

bi l inmektedir: T o b o l nehri, G ü n e y Ural 'daki Orak, Ukrayna, Odes-

sa limanı ve o r a d a n gemi ile İstanbul, Çanakkale Boğazı ve Sela­

nik.

Rasputin' in İstanbul 'da duraklayıp duraklamadığı kesin ola­

rak bi l inmiyor ancak, d ö n ü ş ü n d e , uzun yolu yürüyerek katettiği

söylenil iyor.

Yüzyıllar öncesine d ö n e r e k bir başka istanbul y o l c u s u n d a n

da söz edebil ir iz, 13. yüzyı lda yaşamış olan M a y o r k a d o ğ u m l u

d in adamı, g i z e m c i ve özell ikle s imyacı R a y m o n d o Lulle. Özellik­

le s imyacı d e r k e n de astroloj iye verdiğ i ö n e m i de u n u t m a m a k

gerekiyor, ç ü n k ü Lulle'nin k u r d u ğ u ve inandığı y ö n t e m d e yıldızla­

rın g ü c ü her şeyle kaynaşıyordu, t a m a m l a n ı y o r d u nesneler, diller

ve şifa veren ilaçlarla.

Arapçayı, Yunancayı, A c e m c e ve İbraniceyi o k u y u p yazabi­

len, Fransa Kralı Güzel Phi l ippe'nin hazinesine altı mi lyon altın

para hediye e d e n İspanyol papazı ve vali oğ lu R a y m o n d o Lulle,

Roma'yı , T u n u s ' u , Kıbrıs ve Malta'yı , R o d o s ' u ve Yunanistan' ı

ziyaret ett iğ inde 13. yüzyılın Bizans'ını da ihmal etmiyor. Fla-

m e l ' d e o l d u ğ u gib i Lulle'nin de Felsefeciler Taşı'na ve Ölümsüz­

lük İksiri 'ne sahip o l d u ğ u söyleniyor.

Çok d a h a yakın tarihlere, Bir inci Dünya Savaşını izleyen yılla­

ra d ö n ü p , y a ş a m ö y k ü s ü f i lm k o n u s u bile olan, ç a ğ d a ş bir g izem­

ci , gözbağcıs ı , ispirit izmacı ve ö r g ü t adamını incelemeye çalışa-

- 81 - istanbul Gizemleri / F: 6

Page 41: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Iım, İstanbul 'da kalıp gösteri ler düzenlediğ i zaman kesitini de

hesaba katarak.'

Bu ara bir noktaya da değinel im: Batı 'dan gelen bir kısım

gizemci ler için «casus», «gizli ajan» sözcükler ini kullandığımız

o l d u . Doğaldır, d iyeceğiz ve bu sözcükler i ilerde de kul lanmak

z o r u n d a kalacağız, ç ü n k ü «profesyonel» d iye nitelendirebi leceği­

miz g i z e m c i yani «mesleği»ni yürüterek, mesleğinden edindiğ i bil­

gileri satarak, sergi leyerek yaşamını sürdüren gizemci zor landı­

ğında, iktidar, nüfuz ve servet peşinde o l d u ğ u n d a , başkaca «ka­

ranlık» dünyalara da dalması hem olası, h e m de olağandır.

Ya gizemci l iğ in, gizli diye kabul edi len - v e öyle s u n u l a n -

sanat, bi l im ve bi lginin bağışladığı ayrıcalıklı «ulvilik» ne o luyor

d i y e s o r m a y a kalkarsanız bu tür bir yanıtla karşılaşırsınız: g i z e m

bir «bilgi» ise, bu «bilgi»yi edinebi lmek için bir inanç, uzun bir

uğraşı ve çeşitli fedakârl ıklar şart ise, bu bilgiyi herhangi bir şekil­

de «meta» haline getirdiğinizde, bi lgiyi bir öğreti deği l de, bir

«ürün» ve tüket im nesnesi haline s o k t u ğ u n u z d a «ulvilik», ruhsal

g ü ç ve bedensel-zihinsel ayrıcalık o r t a d a n kalkar, kala kala eliniz­

de basit (etkin de olsa y ine basit) bir «teknik» kalır.

Bu b ö l ü m ü n Batı 'dan gelen s o n gizemcisine g e ç e l i m ve

d a h a ö n c e yaptığımız gibi , eski bir çal ışmamızdan bir alıntı akta­

rıp s o n r a d a n b u n u ek bi lgi ve ayrıntılarla genişletel im:

«1921 yılında İstanbul, B e y o ğ l u ' n u n Tepebaşı 'ndaki G a r d e n

b a h ç e s i n d e Eric-Jan Hanussen adındaki bir ispirit izmacı ve g ö z -

bağcısı esrarengiz, şaşırtıcı oyunlarıyla seyircileri adeta büyülü­

yor; birkaç yıl sonra Hanussen' i Hit ler' in yanında buluyoruz.

Berl in sosyetesinin gözdesi o lmuştur, falcılık, b ü y ü c ü l ü k l e

u ğ r a ş m a k t a ve Hit ler'e yeni yeni şeyler öğretmektedir . Yogayı,

ayın insan üzerindeki etkilerini ve üstün ırk kavramını da aşılayan

bu Hanussen'dir. Fakat Hanussen' in b ü y ü k bir kusuru vardır,

ge leceği öngörebi l iyor ve bir gece seçkin bir t o p l u l u ğ u n ö n ü n d e

(Goebbels, Hess, H e y d r i c h v.b.) bir yangından söz e t m e y e başlı­

yor. Bu, aynı g e c e için (Naziler tarafından) düzenlenen ünlü

Reichstag (Alman parlamentosu) yangınıdır.

Hanussen ö l ü m fermanını imzalamıştır. 8 Nisan 1933 g ü n ü ,

Berl in'e yakın bir o r m a n d a parçalanmış olarak H a n u s s e n ' i n cese­

di bulunuyor.»

Gözbağcıl ık y a p a n , d u r u g ö r ü g ü c ü n e sahip bir inin gel ip

İstanbul 'un Perası 'nda göster i y a p m a s ı n d a ille de gizl i bir an lam

ya da bir bağlant ı a r a m a k mı lazım?

Yanıt v e r m e y e y a n a ş m a d a n ö n c e bu kişiyi biraz d a h a yakın­

d a n tanımaya çalışalım...

i lginçtir ki, ç a ğ d a ş gizemcil ik tarihinin Batılı kaynaklarını ince­

lediğimizde Hanussen' i bulabi lmek adeta olanaksız, g i z e m c i d e n

ç o k bir şarlatan, bir macerasever, bir parti a d a m ı sayıldığından.

Oysa ki, karıştığı ve karıştırdığı işler bir yana, H a n u s s e n parapsi-

şik güçlere sahip (gerekt iğ inde bunları abartan, şova d ö n ü ş t ü ­

ren) bir kişiydi.

Çok şeyle suçlandı Hit ler' in bu m e d y u m u , kara b ü y ü c ü

olmakla da suçlandı ve bir gerçekt ir k i kara b ü y ü y ü , cinsel büyü­

leri ç o k ç a kul lanan biriydi.

Hanussen' in ö y k ü s ü açıklıkla bi l inen bir ö y k ü deği ldir : Birin­

ci Dünya Savaşı'na katılıp yaralandığı, Prag'da falcılık yaptığı,

d a h a ö n c e bir sirkte çalıştığı söyleniyor. Hanussen' in İstanbul

macerası bu o l d u k ç a karanlık yıllarının bir parçasıdır ve Pera'nın

Garden bahçesin in sahnesinde, d a h a sonra Berl in' in Scala tiyat­

rosunda tekrar layacağı, ipnot izma ve d u r u g ö r ü oyunlarını sergili­

yor. Seyirciler arasında seçtiklerini veya gönül lü olanları uyutu­

yor, herhangi bir seyircinin verdiği bir tarihten yola çıkarak o tar i­

hin o kişi için neler ifade ettiğini, o tarihte g e ç e n bir olayı açıklı­

yor.

Berl in'de düzenlediğ i gösteri lerle Eric-Jan Hanussen kısa

sürede şöhrete erişiyor, g e c e d e 850 mark ücret alıyor ve sahne­

de yapmadıklarını «Gizemcilik Sarayı»nda gerçekleştir iyor, son

d e r e c e lüks bir o r t a m içinde, Berl in' in «nezih» Kurfürstendamm

Allee'deki özel otel inde.

Özel ote lde özel astroloj i dersleri veril iyor, bir hayli yüksek

ücretler karşılığında ve Nasyonal-Sosyal ist partisinin ileri gelenle-

— 83 —

Page 42: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

rine «gizemler» öğret i l iyor. Asıl dikkat i ç e k e n , dedikodular ı ç o ğ a l ­

t a n Hanussen' in personel kadrosundaki güzel kızlar ve h o ş del i­

kanlılardır. Ve de bunların katıldığı cinsel b ü y ü toplantı ları.

Dedikodular, suçlamalar, rezaletler alıp gidiyor fakat Hanus-

sen'e kara b ü y ü c ü etiketi u y g u n görü lüyorsa bile Hitler ve çetesi

o n u destekl iyorlar.

Hanussen' in yayınladığı iki dergide, «Die H a n u s s e n Zei-

tung» (Hanussen Gazetesi) ve «Die A n d e r e Welt» (Öte Dünya) ,

her tür gizemle ilgili yazıların yanında Nazi partisinin p r o p a g a n d a ­

sı yapılıyor, Hitler m i t o s u iyice şişiriliyor.

Adolf Hitler kara b ü y ü c ü Hanussen' in en büyük desteğid i r

ve Hitler alacağı her karardan ö n c e favori m e d y u m u n a başvur­

m a d a n edemiyor. Bu fazlasıyla sıkı, bağımlıl ığa d ö n ü ş e n danış­

manlık Hitler çetesini, başta Rudolph Hess, Heydr ich ve G o e b -

bels o lmak üzere, rahatsız etmeye başlıyor. Dolayısıyla Hanus­

sen' in geçmiş i araştır ı lmaya, Hanussen' in aleyhine kabarık bir

gizli d o s y a o luşturulmaya başlanıyor.

Dosyada bir iken «gizli» bi lgi lerden kaçı gerçek, kaçı uydur­

ma?

Dosyaya g ö r e H a n u s s e n birçok kez şantajla suçlanmıştır,

hatta Hanussen H a n u s s e n bile değildir, g e r ç e k adı Harschel Ste-

inschneider olan bir Yahudidir. Hanussen yaşam ö y k ü s ü n ü

yazıp, kendini savunuyor; Hitler ise tarafsız kalmayı yeğl iyor.

Ve 24 Şubat 1933'te «Gizem Sarayı»nda verdiği, t ü m Berl in

sosyetesi ile Nazi Partisinin üst düzey yönetici lerinin katıldığı gör­

kemli g e c e d e Hit ler' in m e d y u m u , kendinden geçerek, t r a n s halin­

de Naziler' in hazırlamış oldukları sabotaj ı , Reichstad yangınını

açıklıyor.

Karanlık bir a d a m d ı r Hanussen, karanlık güçler le (ister

gizemsel, ister siyasal) oynayan, bu güçler i pazarlayan. İstan­

bul 'dan geçmiş olması , gözbağcı l ık gösteri ler i yapmış o lması

dosyasına ne getirir, ne götürür? İstanbul gizemlerinin kabarık

dosyasına da nasıl bir katkıda bulunur?

Batı 'dan gelenlerin her biri yüzyılları kapsayan u p u z u n y o l d a -

birer adımdırlar, ister bağlantı l ı görünsünler, ister bağlantısız.

Bazen bağlantı lar ilk baştan belli o lmuyorlar, hatta kişiler ve olay­

lar, uğraşılar ve niyetler t ü m d e n bağlantısız, rastlantısal g ib i g ö r ü -

nebiliyorlar. Bazen ise ç o k küçük, önemsiz gibi g ö r ü n e n bir

ayrıntı, ufacık bir nokta ek len ince de bir çağrışım d o ğ u y o r , bir

olasılık beliriyor.

Sayfalar b o y u n c a adlar, olaylar, bilgiler ve sorular d i z m e n i n

bir yararı da malzemeyi çoğal tmakt ı r ve köşe b u c a k t a n bazı var­

sayımlar kurmak, bazı yorumlar ın temel in i oluşturmaktır. Malze­

me çoğaldığında bağlantılar, incelediğ imizde yüze ç ıkmaya çıkar­

lar önemsiz g ib i g ö r ü n e n ayrıntılar, k o p u k k o p u k notlar şekil lenir­

ler ve karmaşık o landan bir t ü m ç ıkmaya başlar.

Ayrıntılar her z a m a n s o n d e r e c e öneml i olurlar, ilk başta

bunlara u y g u n bir yer b u l u n m a z s a bile, ö r n e ğ i n :

- Bir sonraki b ö l ü m d e s ö z ü n ü edeceğimiz «Golden Dawn»

(Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n ö n d e gelen is imlerinden g i z e m kuramcısı

G.S.L. Mathers ' in, ünlü Fransız felsefecisi B e r g s o n ' u n kız karde­

şi olan eşi ile birl ikte Paris'te Osmanl ı Demiryollarının hisselerini

satmakla bir süre geçindikler ini b i lmek biz im için ne ö n e m taşıya­

bilir, nasıl bir i p u c u teşkil edebil ir, şayet bu gerçekten bir i p u c u

ise?

Soruları ç o ğ a l t m a k t a d a i m a yarar vardır, her soru yanıtını

bulmazsa bile!

Page 43: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

BEŞINCI BOLÜM

ÖRGÜTLER VE BİREYLER

Tekrar lamak pahasına da olsa bel ir tmekte ve v u r g u l a m a k t a

yarar vardır, herhangi bir yanlış anlaşı lmaya m e y d a n v e r m e m e k

için. K o n u m u z a dahil edilen «örgütler» gizemsel ve g i z e m c i

örgütleridir, gizli ve gizemli d iye adlandırı lan öğreti leri, bilgileri

araştırmayı ve uygulamayı amaçlayan. Bundan dolayıdır ki,

g e n e l d e her tür siyasal veya siyasal eğil imli örgüt ler i lgimizin

dışında kalmaktadır. Bu tür bir hatır latma gereksiz g ib i g ö r ü n s e

de yaşadığımız ve yaşamakta o l d u ğ u m u z d ö n e m d e salt «örgüt»

s ö z c ü ğ ü kimi insanları tedirgin ett iğ inden en başta böyle bir gir iş

y a p m a y ı u y g u n g ö r d ü k .

Bu bağlamın kapsamında, «gizli», «gizli» sayılan veya öy le

g ö r ü n m e y i yeğleyen bir öğretinin, bir geleneğin peşinde o lan bir

ö r g ü t ü n , bir cemiyet in, bir insan t o p l u l u ğ u n u n gizlil iğe ö n e m ver­

mesi, kapılarını herkese değil de ö r g ü t ü n veya cemiyet in k o n u s u

olan öğretiyi a labi lecek nitelikte olanlara açması kadar d o ğ a l bir

d u r u m olamaz.

A n c a k örgüt ya da cemiyet in k o n u s u olan öğret in in ne denl i

«gizli» o l d u ğ u , ne denl i «gizli» kaldığı ve derecel i bir öğret i u y g u ­

landığında, bu öğret in in hangi dereceler inin daha gizli, hangi ler i­

nin daha açık o lacağı bir y ö n t e m sorunudur.

Gizemin, gizli g ib i sayılan ve öyle o l d u ğ u n a inanılan bir bi lgi­

nin arayışı ille de bir örgüt, bir cemiyet yoluyla mı yürütülmel i?

Baştan açıkça belirtelim ki, kanımızca böyle bir zorunlu luk

yoktur ve bi lginin aranması, araştırı lması, incelenip d e p o l a n m a s ı ,

arşivlenmesi ve de öğret iye açı lması kesinlikle böy le bir zorunlu­

luğa bağlanmamalıdır. Kaldı k i - v e ister Batı'nın ister D o ğ u ' n u n

gizemcil ik tarihleri b u n u belgeleyip k a n ı t l a m a k t a l a r - bir insan

top lu luğunun (bunlar seçi lmiş ve s e ç k i n kişiler olsa bile) dahi l in­

de, bu t o p l u l u ğ u n aktif veya pasif katkısı ile yürütülen bir arayış,

bir çalışma ve iletilen öğreti örgüt-cemiyet in başında olanın veya

olanların kişisel hırslarına, eği l imlerine, varsa saplantı ve sapmala­

rına her an alet olabilir, arayış ve ö ğ r e t i bir çat ışmaya, bir iktidar

kavgasına rahatça kayabil ir ve ö r g ü t ü n a m a c ı olan gizlerin b ü t ü n ­

lüğü (artı taşıdıkları ruhsal-tinsel d e ğ e r ) ç izgis inden ayrılıp başka

ve belki de aksi uçlara yönlenebil ir.

Gizem araştırması gizli d iye bi l inen ve kabul edi len bir öğret i­

nin, bir geleneğin, inanışlara dayal ı bir kültürün kişiden kişiye

g e ç m e s i salt usta-çırak ilişkisiyle mi olmalı?

Gizem araştırmacısı temelde, çalışmasını bireysel olarak sür­

d ü r e n tutkun bir kişidir (en azından belirl i bir noktaya v a r m a k iste­

d iğ inde), alışverişi sınırlıdır ve sınırlı o lmasında yarar vardır.

Sorun bir «paylaşmamak» s o r u n u da deği l , s o r u n d o ğ r u

kişi, uygun kişi, açık kişi ile paylaşmaktır.

Gruplaşma, örgüt leşme ise ayrı sorunlar ve uygulamalar

doğurmaktadır , salt bi lginin, öğret in in dağılışı, veril işi açısından

deği l de gruplaşmanın işlevsell iğinden dolayı.

Şöyle ki; birey her zaman aktift ir, g r u p ise aktif o lan ya da

o l m a y a n bir toplu luktur, o l u m l u ile o lumlu olmayanı biraraya

get irmektedir. Bir y e r d e n sonra aktif o lan yönetir, üretir, yaratır;

pasif olanlar ise s a d e c e ve s a d e c e -orant ıs ı değişken olan bir

kat ı l ış la- tüketirler, d o ğ r u veya yanlış bir şekilde, d o ğ r u ya da

yanlış kişisel yorumlar la.

Gizemin ve gizli olanın (bilgi o larak gizli olanın) araştırması­

na yönelik, ister eski bir geleneğe sımsıkı ve tartışmasız bağlı

kalan, ister varolan bir geleneği d e ğ i ş i m e uğratan, ö r g ü t genel

hatları içinde bu tür bir kuruluştur, k imi o lumluya kimiyse o lumsu­

za yönelik.

- 87 —

Page 44: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

12. yüzyılın Bizans' ında İmparator 2. Alexis C o m n e n o s ' u n

h imayesi alt ında «Doğu Kardeşleri» adını taşıyan bir gizli ö r g ü t

kuruluyor. Hiç kuşkusuz ki b u , Bizans kökenl i ilk örgüt deği ld ir

ancak, çeşitl i değiş imlerden geçen ve inançsal temellere dayalı

o lan ç o k uzun ö m ü r l ü bir gizli örgüt ö r n e ğ i olarak gösterilebil ir.

Ç ü n k ü g i d e gide, «Gül-Haçlar»a ve Bi l inmeyen Üstünler gibi

örgüt ler in temel ine dayanmaktalar.

Ve i lginçtir ki, bu «Bil inmeyen Üstünler»in 18. yüzyıl Paris'te­

ki şubes inde İstanbul 'un Galata semt inde d o ğ m u ş olan bir Fran­

sız ozanını buluyoruz: Fransız devr iminde giyot inin kurbanların­

d a n biri o l a c a k o lan A n d r e Chenier.

Buna da rastlantı d iyel im ve İstanbul d o ğ u m l u bir gizli ö r g ü t

üyesinden istanbul ziyaretçisi bir g i z e m c i cemiyet inin k u r u c u s u ­

na, M a d a m e Helena Petrovna Blavatsky'ye geçel im.

«Theosophical Society» (Tanrıbilgi Cemiyet i )n in k u r u c u s u

Blavatsky 1831'de, A l m a n asıllı bir b a b a d a n , Rusya'nın Ekateri-

noslav kent inde d ü n y a y a gel iyor ve d a h a beş yaşındayken d u y u -

ötesi güçler in i , o y u n arkadaşlarını h ipnot izma ederek sergil iyor.

15 yaşına vardığında, d u r u g ö r ü yetenekleri sayesinde, pol isin

ortaya çıkaramadığı bazı suçluları b u l u y o r ve ai lesinde sayısız

olaylar yaratt ığından babasının isteği üzerine, daha 17 yaşınday­

ken, Erivan'ın yaşlı vali muavini General Blavatsky ile evleniyor.

Üç ay süren bir evliliktir bu ve üç ay sonra g e n c e c i k gel in

kocasının ev inden kaçıp, yanına iki h izmetkâr alarak dünyay ı gez­

meye koyuluyor, d o k u z yıl süresince.

O d e s s a ' d a n g e m i ile İstanbul'a gel iyor sonra da Mısır'a g e ç i ­

yor, K a n a d a ' d a n A B D ' y e geçiyor, Orta ve G ü n e y Amerika'y ı gezi­

yor, o r a d a n da Hindistan' ın, Java adasının ve en s o n olarak

Tibet' in y o l u n u tutuyor.

1856'da Rusya'ya, ailesinin yanına d ö n ü y o r s a da fazla kalmı­

yor y e n i d e n yol lara düşüyor. O r t a d o ğ u ' y u yeniden ziyaret edi­

yor, 1868'de Tibet 'e d ö n ü y o r ve uzun süre orada kalıyor.

«Theosophical Society»nin inançsal temel ini M a d a m e Bla­

vatsky, Tibetli rahiplerinin öğret i ler inden oluşturuyor ve özell ikle,

Bi l inmeyen Üstünler ve T ibet ' teki Gizli Üstatlar kuramını ön plan­

da tutuyor, hatta bunlardan biri o l d u ğ u n u söylediğ i K o o t

H oomi 'n in öğrencis i d iye kendini tanıtıyor.

M a d a m e Blavatsky cemiyet in i 1875'te N e w York'ta, A l b a y

H.S. O l c o t t ' u n ve VVilliam O . J u d g e ' u n desteği ile kuruyor. A m a c ı

ise her tür c ins, ırk, d in, dil ayır ımından arınmış dünyasal bir kar­

deşlik ö r g ü t ü n ü kurmak ve böy le bir kuru luşun sayesinde karşı­

laştırmalı d in, felsefe ve bi l im çalışmalarını y a p m a k , insanın iç in­

deki - b u g ü n parapsikoloj in in i n c e l e d i ğ i - d u y u m ö t e s i güçler i v e

doğanın bi l inmeyen yasalarını araştırmaktı.

1877'de Helena Petrovna Blavatsky nerdeyse ans ik lopedik

bir nitelik taşıyan ve öğretisini açıklayan, «Çıplak İsis» (İsis Unvei-

led) adlı başyapıtını ve gizemci l ik klasiğini yayınlıyor.

İki yıl sonra Blavatsky ve Albay Olcott , Hindistan'a yer leşip

Madras kent inde cemiyet ler inin d a i m i merkezini kuruyorlar.

Gitgide artan taraftarlarına ve 1300 sayfalık temel kitabının

g ö r d ü ğ ü geniş ilgiye r a ğ m e n M a d a m e Blavatsky ağır suç lamala­

ra hedef oluyor, «ingiliz Psişik Araştırmalar Merkezi» (Brit ish S o c i ­

ety for Psychical Research)in görevl i ler inden H o d g s o n , Hindis­

tan'a bir araşt ırma-soruşturma için gönder i l iyor ve t ü m d e n o l u m ­

suz r a p o r u n d a Blavatsky'nin sergi lediği b i rçok psişik olaylarının

d ü z m e c e o l d u ğ u n u belirtiyor.

1885'te Hindistan' ı t e r k e d e n Helena Petrovna bir süre

A lmanya'da kalıyor, o r a d a n L o n d r a ' y a yerleşip cemiyet in in Avru­

pa merkezini kuruyor ve 1891'de ölüyor.

«Helena Petrovna t a m manası ile bir Rus idi.» d iye yazıyor

Marianne Monestier. «Bir an şelale gibi akıcı, şev d o l u , heyecanl ı

olur, sonra birdenbire durgunlaşır, b i tap düşer ve bir hayal â lemi­

nin içine dalardı . Sekiz l isan k o n u ş u y o r d u . Müzik sahasında bir

v irtüöz sayılırdı...

... Dış tezahürlerini yaka lamaya muvaffak o l d u ğ u okült (gi­

zemli) bir d ü n y a ile da imi t e m a s hal inde yaşıyordu.»

Blavatsky gibi bir gezginc in in Türk iye 'den geçmesi , hatta

kalması kadar o lağan bir d u r u m düşünülemez. Kaldı ki, Türki-

Page 45: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

y e ' d e , İstanbul 'da b u l u n d u ğ u d ö n e m g e n ç gizemci kadının ara­

yış ve o l u ş u m yıllarıdır. Her gitt iği y e r d e yaptığı gibi M a d a m e Bla-

vatsky Türk iye 'de ve b u l u n d u ğ u İstanbul 'da muhakkak ki, bir

şeyler incelemiş ve aramıştır. A n c a k öğretisini henüz şekil lendir­

m e d i ğ i , bir öğret iy i d ü ş ü n m e d i ğ i bu yıl larda neyin peşinde o labi­

lirdi?

Bir tanımlamaya geçel im: T h e o s o p h i e ya da Tanrıbilgisi,

Tanrıbilgeli l iği veya Tanrısal Bilgelik neyi öğret iyor, nedir inandığı

ve savunduğu?

Blavatsky'nin k u r d u ğ u cemiyet in inanışlarına göre t ü m y ü c e

üstatlar, hazretler ve peygamber ler (Fitagoras, Hermes, İsa ve

Hazret i M u h a m m e d ) , görevleri dünyay ı aydınlatmak olan, tanrı­

sal bir insanlığı oluşturuyorlar. Theosophlar ' ın tanrısı «logos»tur,

«söz»dür ve inanışları «yedi» plana, «yedi» düzeye bağlıdır.

Bu yedi «plan», düzey (dilerseniz yedi kat gök) yedi d i ğ e r

d ü z e y e ayrılırlar ve her biri de, kendi devresel sürelerine sahip

o lan, başkaca g ü n e ş sistemlerine ayrılır.

Özetle, Theosophie, Antik Mısır, Çin, Hint ve Orta A s y a ' d a n

kaynaklanan inanışlarının çizgisini izleyen, deneysel o l m a y a n ,

«meditasyon»a (derin düşünceye) deği l de «ilham»a d a y a n a n ,

ussal sessizlikten, düşüncesiz l ikten yararlanan bir felsefedir.

Blavatsky'nin öğret is inde Bi l inmeyen Üstünler' in ö n e m i

büyüktür. Fakat k im bu Bi l inmeyen Üstünler ya da Gizli Yönetici­

ler?

Bir önceki b ö l ü m d e karşılaştığımız Osmanl ı Demiryollarının

hisse satıcısı ve «Golden Dawn» (Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n k u r u c u ­

su Samuel Mathers' ın 1896'dan kalma bir bildirisine bakılırsa:

«Sözünü ett iğ im, ikinci derecel i bi lgeliği edinip size i lett iğim

bu Gizli Yöneticiler hakkında hiçbir şey söy leyemem. Dünyasal

adlarını bile b i l m i y o r u m ve onları, fiziksel bedenleri ile ç o k ender

g ö r d ü m . . . Daha ö n c e d e n saptanılan yer ve zamanlarda benle

fiziksel olarak karşılaştılar. Kanımca bunlar yeryüzünde yaşayan

fakat korkunç ve insanüstü güçlere sahip olan insanlardır. Onlar­

la i l işkim bir ö lümlü için - n e denl i i lerlemiş olursa o l s u n - varo­

luşlarına katlanmasının ne kadar zor o l d u ğ u n u b a n a öğrett i .

Onlarla karşılaştığım ender olaylarda üzer imde yaptıklar ı etkinin,

manyet ik g ü c ü n kaybını izleyen, fiziksel bir d e p r e s y o n o l d u ğ u n u

söylemek ist iyorum. Öylesine k o r k u n ç bir g ü ç l e karşı karşıya

b u l u n u y o r d u m ki, b u n u şiddetli bir fırtınada, ş i m ş e ğ e yakın olan

birinin d u y d u ğ u etkiye benzetebil ir im, soluk a lma g ü ç l ü ğ ü dahil

o lmak üzere... S ö z ü n ü ett iğim sinirsel halsizl ikten b a ş k a s o ğ u k

bir ter d ö k m e ile b u r u n , ağız ve bazen kulaklardan b o ş a n a n kan

belirtileri de oluyordu.»

Mathers, M a d a m e Blavatsky'nin yapıt larından biri o lan «Gizli

Öğreti» (The Secret Doctr in) in etkisi altındadır ve kendis i de son­

suz gizleri koruyan, «En Üstün Öğrenci ler i 'n in Y ü c e Beyaz Loca­

sı»™ oluşturan g ö r ü n m e y e n l e r e inanıyor, onlarla karşılaştığını

söylüyor.

K o n u m u z u , olayları, kişileri ve inanışları t o p a r l a m a k amacı

ile biraz gerilere g ide l im.

İşin başında, saptayabi ldiğimiz kadarıyla, Bizans'ta kurulan

ve Bi l inmeyen Üstünler 'e inanan bir ö r g ü t vardır. Yüzyıl ların geç­

mesiyle bu örgüt ( D o ğ u Kardeşleri) benzer ç izg ide o l a n başka

örgüter i etkil iyor, tâ k i Bi l inmeyen Üstünler inanışını en ç o k des­

tekleyen bir ç a ğ d a ş (19. yüzyıl) örgüt kurucusu (Helena Petröv-

na Blavatsky), d a h a çalışmalarının başındayken, İstanbul 'a uğru­

yor ve İstanbul 'da belirli o lmayan bir süre kalıyor. Üstelik, bazı

kaynaklara göre, Blavatsky, İstanbul'a bir kez g e l m e k l e yet inmi­

yor. Ö l ü m ü n d e n s o n r a «Theosophical Society»nin başına gele­

cek olan Annie Besant ile birlikte, öğret is inin en yaygın o l d u ğ u

bir d ö n e m d e , kent imize tekrar d ö n ü y o r (1885 veya 1886).

A c a b a bu Bi l inmeyen Üstünler inanışı, T ibet ' ten kaynaklanır­

sa, D o ğ u ve Batı gizemci l iğinin başkaca inanışlarında paralelini

bu luyor mu?

İs lamda «rical-ül gayp» diye bi l inen «gizli adamlar»ın dünya­

yı yönett ikler ine inanılıyor, örneğin ve Muhiddin Arabi 'n in «Fütu­

h a t ı n d a anlattığı g ib i bunlar her g ü n , sabah namazından sonra,

görevlendir i ldikler i yere g id ip herkese yardımcı olurlar, her g ü n

Page 46: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

yer değiştir ir ler (Bursa'da, Flamel' i tanımış olan felsefecinin her

y i rmi yılda bir yaptığı g ibi !) .

Bu «gizli adamlar»ın ünlü öneri ler inden biri de şudur:

- Haftanın ikinci g ü n ü d o ğ u y a g i tme, bir inci ve c u m a g ü n ü

batıya g i tme, ç a r ş a m b a , cumartes i g ü n ü kuzeye gitme, p e r ş e m ­

b e g ü n ü g ü n e y e g i tme.

İstanbul ziyaretçisi Helena Petrovna Blavatsky'nin öğret is ine

kaynaklık e d e n Bi l inmeyen Üstünler ya da Gizli Yöneticiler bizleri

g izemci l iğ in bir kalesine götürüyor, zorunlu olarak: Agarta 'ya.

Haluk E g e m e n Sarıkaya'nın bir y o r u m u n a göre gelmiş g e ç ­

miş bazı Batılı g izemci ler inin (Saint-Germain gibi , Roland Vil lene­

uve gibi) İstanbul ziyaretleri Agarta toplantı larına bağlıdır.

Y o r u m u n ve uzantılarının tartışmasına g i r m e d e n ö n c e Agar­

ta konusuna d e ğ i n m e m i z d e yarar vardır.

Dünyanın Bi l inmeyen Sahiplerini, Bi l inmeyen Üstünleri içe­

ren, mitoslara karışan (hatta kendi başına bir mitos oluşturan)

yeraltı kenti Agarta'nın gizleri Batı 'da ilk kez, 18. yüzyı lda Fransız

üst d ü z e y devlet görevl isi Alveydre Markisi Alexandre Saint-Yves

tarafından «Hindistan'ın Görevi» (Mission de l'İnde) adlı kitabın­

da açıklanıyor.

Alveydre kendine ait o l m a y a n gizleri açıkladığı için, p i ş m a n ­

lık d u y d u ğ u n d a n bir nüshası hariç kitabının t ü m baskısını imha

ediyor. Bu tek nüsha ise başka bir ünlü Fransız g izemcis i o lan

Dr. Gerard Encause (Papus)un eline geçiyor ve 1910'da kitabın

bir ikinci basımı çıkıyor.

Fantastik-gerçekçi l ik akımının (Louis Pauvvels ile birl ikte)

kurucular ından J a c q u e s Bergier, Saint-Yves d'Alveydre' in imha

ettiği başka bir kitabının ö y k ü s ü şöyle anlatıyor:

1885 yılında Alveydre ö lümle tehdit edi ld iğ inden, s o n yazmış

o l d u ğ u «Hindistan'ın Avrupa'daki görevi ve Avrupa'nın Asya 'dak i

görevi. Mahatmalar' ın s o r u n u ve ç ö z ü m ü » (Mission de l ' İnde en

Europe et Mission de l 'Europe en Asie. La quest ion d e s Mahat-

mas et sa solution) adlı çalışmasını imha etmek z o r u n d a kalıyor.

Yine tek bir nüsha kalıyor ve 1909'da yayıncı D o r b o n b u n d a n az

sayılı bir basım çıkarıyor. 1940'ta Fransa'yı işgal e d e n A l m a n kuv­

vetleri ise, araya taraya, bu basımın kalan nüshalarını da y o k edi­

yorlar!

Alveydre' in anlattığı Agarta nedir? Tibet ile Moğol is tan ' ın

hudutlarında bulunan gizli bir yeraltı dünyası mı, y o k s a bir gizli

örgüt?

Her iki y o r u m u destekleyenler o l d u ğ u gibi her iki y o r u m d a

da bir «gerçek» payı bu lmak olasıdır.

Agarta (veya Agarti) k o n u s u n u , Saint-Yves d ' A l v e y d r e ' d e n

sonra, eski Fransız Başkonsoloslar ından Jacol iot (H indistan 'da

Kutsal Kitap / La Bible d a n s l ' İnde), Helena Petrovna Blavatsky

(Gizli Öğret i / The Secret Doctr ine; Çıplak İsis / İsis Unvei led)

ve İslam dinini seçt ikten sonra Abdülvahid Yahya adı ile tanınan

Fransız yazar ve d ü ş ü n ü r ü Rene G u e n o n (Dünyanın Kralı / Le

Roi du M o n d e ) ele alıyorlar.

Guenon'a göre, binlerce yıl ö n c e yer alan bir felaket G o b i

çölündeki uygarlığı silip süpürüyor. Buradaki Ruhsal Efendiler

- y a da «Dış Akılların Oğulları», dıştan gelen bir bilginin izleyicile­

r i - Himalaya'nın altında bulunan mağaralara ve gizli dehl iz lere

sığınırlar. Zamanla bunlar ikiye ayrılırlar, bir kısmı Agarta 'ya yerle­

şir diğer kısmı ise Shambal lah'a. Agarta ya da Agart i , «sağ el

yolunu» izleyenlerin, d ü n y a işlerine karışmayıp der in d ü ş ü n c e (te­

fekkür) iç inde yaşayanların, Shambal lah ise «sol el yolu»nun

taraftarlarının ş iddet yanlısı merkezleri oluyorlar.

Agarta ile ilgili en şaşırtıcı bilgiler, Kızıl O r d u d a n kaçarak

Moğol istan' ı aşıp Çin'e sığınan Polonyalı Ferdinand O s s e n -

dovvsky'nin 1924'te yayımlanan «Hayvanlar, insanlar ve Tanrılar»

(Betes, H o m m e s et Dieux) adlı kitabında yer alıyor.

Ossendovvsky'ye anlatılanlara g ö r e b u n d a n altı bin yıl ö n c e

ermişin biri, kabilesiyle birl ikte bir mağaraya sığınır ve antik bilgi

ve bil imi k o r u m a k amacıyla Agarta'y ı kurar. O g ü n d e n beri Agar-

ta'yı d o ğ a n ı n t ü m güçlerini bi len, t ü m insanların ruhunu o k u y a b i ­

len ve yazgı kitabına sahip olan dünyanın kralı yönet iyor ve sekiz

yüz mi lyon kişiye emrediyor.

— 93 —

Page 47: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

A g a r t a ' d a n İstanbul 'a ve Sarıkaya'nın y o r u m ve inanışına

g e ç e l i m .

Saint-Germain' in «İstanbul'da beni bekliyorlar» s ö z ü n d e n

y o l a çıkan Sarıkaya'ya göre: «St. G e r m a i n K o n t u n u n sözleri,

İs tanbul 'da, A g a r t a ' d a n gelen d a h a başka kişilerle buluşacağını

i m a etmektedir. D o ğ u ile Batı arasında bir k ö p r ü o luşturan İstan­

bul belki de Agarta'nın temsi lci ler ince y o ğ u n bir şeki lde ziyaret

edi legelmekte o lup, onların mûtat b u l u ş m a yeri haline gelmiştir.»

Y o r u m d u r u m u (veya sorunu) o l d u k ç a geniş ve ö z g ü r şekil­

de ele aldığı gibi bağlantılar k o n u s u n d a , kanımızca o l d u k ç a ace­

leci de davranmaktadır.

D o ğ u ile Batı arasında her tür il işkiyi içeren, sürekli olarak

her çeşit kültür alışverişi için bir merkez oluşturan İstanbul 'un

ister Agarta temsilci lerinin, ister Agarta ile hiçbir ilgisi o lmayanla­

rın - o y s a «gizemci» etiketini taşıyan, t a ş ı y a b i l e n l e r i n - bir uğrağı

olmasını belki de hiç kimse bizim kadar savunmaz. Yine bu çalış­

mamızın amaçlar ından biri olan, mantıksal y ö n t e m e bağlayamaz

ve çeşitl i örnek ve olasılıklarla b a ğ l a m a y a da çalışmaz.

A n c a k y o r u m yaparken ve varsayımlar kurarken ç o k belirgin

ve bir o kadar titiz bir mantık silsilesi iç inde hareket etmemiz

gerekiyor ç ü n k ü , hayal g ü c ü m ü z e sarılıp zorlamalı bağlantı lara

kaydığımızda, varabi leceğimiz sonuçlar ın sağlığı her z a m a n tartı­

şılacağı gibi kuşkulara da açık kalacaklardır.

Sarıkaya'nın savını iz lediğimizde; Saint-Germain, bir rivaye­

te g ö r e , Himalayalar'a çekil iyor; Helena Petrovna Blavatsky,

Himalayalar 'a kadar uzanıyor; Hanussen' in temel öğret is i oralar­

d a n türemedir v.b.

Agarta toplantı ları ve İstanbul ile ilgili bir kaynak (ki Sarıkaya

da b u n u kullanıyor) Fransız fantastik - gerçekç i araştırmacısı

Robert C h a r r o u x ' n u n bir kitabı ve kitabın ö n s ö z ü n d e k i bazı bi lgi­

lerdir.

C h a r r o u x ' n u n «Gizemli Bi l inmeyenin Kitabı» (Le Livre du

Myster ieux İnconnu, 1969)nın ö n s ü z ü n ü yazan A n d r e B o u g u e -

nec, Charroux'ya çalışmasında yardımcı olanları sıralarken (Mısır-

- 94 —

l ı rahip Anubis S c h e n o u d a , Ufolog G u y Tarade ile A n d r e Mi l lou'

nun, o d ö n e m d e yönett ik ler i «Uygarlığın Bi l inmeyen Unsurların

İnceleme ve Araştırma Merkezi / Centre d 'Etude et de Recherc-

hes d'Elements İnconnus de la Civilisation», Gül-Haç Ö r g ü t ü

v.b.) şöyle demektedir :

«Villeneuve Üstadı, 24 Aralık 1966'da İstanbul 'da Bi l inmeyen

Üstlerle (Bi l inmeyen Üstünlerle) buluştu. Kendisi bu g ö r ü ş m e y i

sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da d a h a d o ğ r u s u , açık laması

için Bi l inmeyen Üstlerce kendisine izin verilenleri yayınlamıştır.

Kitabın adı, 'Düşünülemezle Karşılaşma'dır. Bu kitap, yüzyı l larca

insanların bahsett iği bu Görünmeyenler ' in şarlatanlarla hayalpe­

restlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için ç o k ö n e m l i bir

çalışmadır. Vi l leneuve Üstadı'nın anlattığına göre, kendis i Saint

Yves d'Alveydre gibi , belirli açıklamalar y a p m a y a izinlidir.»

İyi de bu Vil leneuve Üstadı kim?

Sarıkaya b u n u açıklamıyorsa da Vil leneuve Üstadı Fransız

Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n Yüce Üstadı R a y m o n d B e m a r d ' d a n başkası

değildir. Yani sözü edilen Agarta toplantısı İstanbul 'da üst d ü z e y

Gül-Haç Üstatları arasında yapılan bir toplantıdır. B u n d a da şaşı­

lacak bir d u r u m yoktur ç ü n k ü , anımsatalım, Saint-Germain, C a g ­

liostro, Casanova gibileri de üst d ü z e y Gül-Haç'l ı lardı.

Bir an dural ım: d a h a ö n c e belirtmiş o l d u ğ u m u z gib i k imi

gizemciler bireysel araştırmalar sürdürüyor, kimi de bireylerini ve

ö z g ü n , kişisel çizgilerini b o z m a d a n , örgüt üyesi oluyorlar.

İ lginçtir ki, bu ve bir öncek i b ö l ü m d e sıraladığımız, i lerde

sıralayacağımız kişilerin, İstanbul ziyaretçilerinin bir kısmı, birey

olarak değerler i ve bilgileri ne olursa olsun, belirli örgüt lere bağlı

kimselerdir. Bu d u r u m d a ortaya d o ğ a l olarak, bir b i rey-örgüt

bağlantısı s o r u n u çıkıyor. Ve de b u n d a n kaynaklanan bir başka

temel soru:

- Bazı gizemci ler in, g i z e m araştırmacılarının İstanbul'a, Tür­

kiye'ye geliş nedeni bağımsız ve bireysel bir arayışa mı y o k s a

örgütsel temaslara mı bağlıdır?

Sorular ç o k fakat yanıt yet işt irmekte zor lanmamız kaçınıl-

— 95 —

Page 48: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

mazdır ç ü n k ü , ö r n e ğ i n , g e ç m i ş yüzyıl larda ve özell ikle 18. ve 19.

yüzyıl larında Türk iye 'de, İstanbul 'da faaliyette bulunan, bu lunma­

sı olası olan, g i z e m c i örgütler konusunda (bi ldiğimiz ve ulaşabil­

d iğ imiz kadarıyla) herhangi bir araştırma yapılmış deği ldir ve iti­

raf edel im ki, bu konudak i katkımız sadece bir d e n e y anlamında­

dır.

Kaldı ki, bu tür bir araştırmayı yapabi lmek için yerli kaynak­

lar hiçbir zaman yeterl i olmadığı gibi yabancı, Batılı olanlara ula­

şabi lmek her d a i m kolay değildir. Üstelik biz «gizemler» peşinde

o lan «gizli» örgüt ler ve bunlara üye olan - v e y a o l m a y a n - «gi­

zemli» kişilerle uğraşmaktayız!

M a d a m e Helena Petrovna Blavatsky'den yola çıkıp Agar-

t a ' y a kadar vardık ve bu ara, bazı bağlantılar kurduk, kurar gibi

o lduk. Devam edel im...

Blavatsky g ib i Rusya'dan gelen, İzmir ve İstanbul 'da bulun­

m u ş olan, hatta İstanbul 'da, daha sonra Paris'te b iç imlendirece­

ği , bir cemiyet in ilk deneyimini yapan Monsieur Gurdj ieff ' tedir

sıra.

Georges İvanovich Gurdjieff 1877'de Ermenistan' ın A n d r o -

pol kentinde d ü n y a y a geliyor, bir zamanlar varlıklı o lan bir aile­

d e n . D o ğ d u ğ u n d a Yunan asıllı babası marangozlukla idare

etmekte ve o ğ l u n u mitoslar ve destanlar, t ragedyalar ve epik

öyküler anlata anlata eğitmektedir. Georges'un i lerde «üstün»(?)

bir yaşama hazır olabi lmesi için baba Gurdjieff o ğ l u n u s o n dere­

ce sert yöntemler le yetişt irmekte, her olasılığa hazırlamaktadır,

örneğin, yatağına sıçan saklar, yemeğine kurt koyar, yılan yedir-

tir ve sabahları üzerine bir kova s o ğ u k su boşaltarak uyandırır.

Bu tür bir öğret i ç o c u k Georges İvanovich'i iyice etkiler ve

sonraki yıllarda, başkaları gibi o l m a m a k tutkusu başlıca amaçla­

rından biri haline gelir. Bu başlıca a m a ç tek a m a ç deği ldir ç ü n k ü

g e n ç Gurdjieff kendini değişik bir uğraşıya da bağlar ki bu, kendi

ifadesi ile, «olağandışı türden herhangi d o ğ a olayının nedenlerini

araşt ı rmakt ı r .

Ermenistan'ı dolaşa dolaşa rahipler, dervişler, pirler, g i z e m ­

ciler ve büyücüler le görüşür. Eline Mısır'ın eski bir haritası geçt i ­

ğ inde, Mısır'ı z iyaret etmeye, g izemler le d o l u arkeoloj ik kalıntıla­

rı, ehramları ve mezarları g e z m e y e karar verir.

Bu y o l c u l u ğ u n d a uğradığı İ zmir 'de Gurdjieff bir tavernada

kavga çıkardığı için tutuklanır, ö z g ü r l ü ğ ü n e k a v u ş u n c a da

Süveyş'e g iden bir İngiliz gemis ine biner.

Mısır y o l c u l u ğ u bir hayalkırıklığı ile sonuçlanır fakat Gurdjieff

artık, meraklısı o l d u ğ u gizemli konular la birarada, gezginci l iğ i de

seçmiştir.

İstanbul'u ilk kez 1900'ların başlar ında ziyaret eder ve g e ç i ­

nebi lmek için turist rehberl iğine s o y u n u r . Buhara'ya geçt iğ inde

sarıya boyadığı serçe kuşları kanarya d i y e satar, R o m a ' d a ayak­

kabı boyacıl ığı yapar, işini kolaylaşt ıran otomat ik bir koltuk icat

eder.

Batı 'dan y e n i d e n D o ğ u ' y a geçer, Pamir dağlar ında dışrek

(ezoterik) bir tar ikata girer, şeyh taraf ından kabul edilir, eği t im­

d e n geçer. Derken Tibet y o l u n u tutar ve bazı r ivayetlere g ö r e

Agarta 'ya ya da Shambal lah'a kadar varır, Dünya Kralı'nın mahi­

yet ine bile girer.

Gurdj ieff ' in Tibet ' teki faaliyetleri ile ilgili i lginç bir m e k t u p var­

dır, N e w York 'un Beşinci C a d d e Karakolunun komiser i Ahmet

A b d u l l a h (!) taraf ından İngiliz yazarı R o n Landau'ya yazılmış.

M e k t u b u imza e d e n bu Komiser A h m e t Abdul lah, Gurdjieff ' i

30 yıl ö n c e Tibet ' te tanıdığını, g e n ç Dalai Lama' nın öğretmenl iğ i­

ni yaptığını ve aynı z a m a n d a Rus gizli servisinin başlıca ajanı

o l d u ğ u n u açıklar.

Mektuba g ö r e Gurdjieff, Baykal Tatarları 'ndan Dalai Lama'

nın hesabına vergi leri tahsil et t iğ inden Lasa kent inde büyük itibar

g ö r ü y o r m u ş . Ruslar o n u H a m b r o A k v a n Dorzhieff d iye tanır, İngi­

liz İstihbaratı ( İntel l igence Service) ise o n u Lama Dorzhieff ola­

rak tanırmış.

Tibet istilaya uğradığında Gurdjieff, Dalai Lama ile birlikte,

ilkin Moğol is tan 'a sığınır sonra da o r t a d a n y o k olur.

— 97 — istanbul Gizemleri / F: 7

Page 49: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

1913'te Gurdj ieff y e n i d e n Rusya'da görünür, çardan yanadır

(ancak Stal in ile arkadaştır), devr im k o p t u ğ u n d a da karşıt d e v r i m ­

cidir, Kafkasya eylemlerine katılır.

Gurdj ieff ' in ikinci İstanbul seferi ise 1922'de gerçekleşir.

Gurdj ieff ' in eski öğrenci ler inden biri o lan Fransız yazarı Lou-

is Pauvvels, «üstat»a ayırdığı 703 sayfalık kitabında, Monsieur

Gurdj ieff ' in Tifl is'te k ü ç ü k bir d ü k k â n d a k u r d u ğ u «İnsanın u y u m ­

lu gel iş im enstitüsü»nü İstanbul, Berlin ve L o n d r a ' d a da «denedi­

ğini» y a z m a k l a yet iniyorsa da Gurdj ieff ' in kendisi, başyapıtların­

d a n biri sayılan, «Dikkate Değer İnsanlarla Karşılaşmalar» (Mee-

t ings With Romarkable Men) adlı k i tabında İstanbul 'daki bu ikinci

gelişine ait bazı ipuçları vermektedir.

20'li yılların başında Türkiye'ye sığınan ç o ğ u Beyaz Ruslar

gibi Gurdjieff de Beyoğlu 'na, Pera'ya yerleşir ve özellikle, derviş

tekkelerini ziyaret eder, Galata K ö p r ü s ü ' n d e gezinir, k ö p r ü d e n

dalan çocuklar ı izler, bir R u m ' d a n dalış dersler i alır, ilkin Hal ic 'e

dalar sonraysa, atılan paraların peşinde Galata K ö p r ü s ü ' n d e n .

Bir hayl i zor günler geçirdiği anlaşılan Georges Gurdjieff

g ü n ü n bir inde, teşbihini denizden çıkardığı Üsküdar' l ı bir paşa

(N Paşa) ve o ğ l u Ekim Bey ile tanışır, paşanın konağında

konuk olur.

Kitabında uzun uzun anlattığı bu «olağanüstü» Ekim B e y ile

birl ikte Gurdjieff, İ ran'da derviş Sar ıoğlu'nu ziyaret eder, öğret i le­

r inden yararlanır.

Üsküdar' l ı paşanın oğlu Ekim Bey ise, zamanla, d u r u g ö r ü

ve ispirit izma yetenekleri sayesinde b ü y ü k bir ün kazanır ve y ü c e

bir sihirbaz diye sayılır.

Gurdj ieff ' in istanbul 'daki yıllarına, «Milliyet» gazetes inde

yayımlanan «Vatikan-Fener ve bir gizli örgüt» başlıklı diz is inde,

Aytunç Altındal da söz eder ve konuya, i lerde üzerinde d u r a c a ğ ı ­

mız, Kont Sebottendorf ile giren araştırmacı Altındal s ö z ü n ü bu

şeki lde sürdürür:

«1872'de (1877) Kars yakınlarında (Antropol) d ü n y a y a gelen

Gurdjieff, Stalin'i evinde saklamış a n c a k Bolşevikler ikt idara

— 98 —

geçince ailesi (?) ve müritleriyle birl ikte R u s y a ' d a n ayrılıp İstan­

bul 'a g ö ç etmişti. Taksim, Sıraselviler ve B e y o ğ l u ' n a yer leşen

Gurdjieff ve taraftarları, ilk örgüt lenmeler in i İ s tanbul 'da yapmışlar­

dı. Gençl iğinde İslami ezoterik (dışrek) tar ikat lardan M e l a m i l i k l e

tanışan Gurdjieff, İslam tasavvufunu ve 'gizl i i l imlerini ' ç o k iyi

öğrenmişt i . Daha sonra Tibet' te ve Hindistan 'da da yaşamış,

Rus O r t o d o k s Kilisesinin görüşler iy le, İslamı, H i n d u i z m ' i ve

Zen-Budizm' i birleştirerek syncretist (Telif iyyeci - k a y n a ş a m a y a n -

ların birleşiği) bir öğret i yaratmıştı.

1918 (1922)'de İstanbul'a g ö ç e d e n Gurdj ief f ' ten, öğrenimle­

rini Paris'te y a p m ı ş zengin Osmanl ı ailelerinin ç o c u k l a r ı başta

o lmak üzere b i rçok siyasetçi ve adı 'a l im'e çıkmış şahıs etki len­

mişlerdi...»

Altındal'ın herhangi bir kaynak g ö s t e r m e d i ğ i n d e n , Gurdj i­

eff' in İstanbul 'da kaldığı yerlerle ilk taraftarlarının kiml iği hakkın­

daki bilgileri nereden elde ettiği meçhuldür. Aynı şeki lde Altındal,

Gurdjieff ' in İstanbul 'a ailesi ve mürit leriyle birl ikte g ö ç ettiğini söy­

lemektedir oysa ki «Dikkate d e ğ e r insanlarla k a r ş ı l a ş m a l a r a bak­

tığımızda böyle bir d u r u m u kanıt layacak bilgiler yoktur . Gurdj i­

eff' in ve d e v r i m d e n kaçan başkaca Rusların İs tanbul 'dan g e ç m e ­

si, İstanbul'a sığınması kadar d o ğ a l bir d u r u m d ü ş ü n ü l e m e y e c e ­

ği gibi her gitt iği y e r d e kendine bir faaliyet alanı arayan ve bulan

Gurdjieff ' in de İstanbul 'da (bir r ivayete göre Galata'da) bir ö r g ü t

kurması da n o r m a l , olağan karşılanmalıdır. A n c a k İstanbul bir

duraktır ve Rus gizemcis i asıl ü n ü n ü ve sayılı taraftarlarını Paris'e

yerleşince bulacak, daha sonra da Amerika'ya kadar uzanacak­

tır.

Fransız yazarı François Maur iac' ın y o r u m u ile, Gurdjieff

D o ğ u ' d a n Batı 'ya «ben»liği, «ego»yu yok eden, insanı gerçek

kendil iğine kavuşturan ve ona dünyay ı kazandıran bir y ö n t e m

getirmişti. H e m öylesine bir y ö n t e m ki, Paris'e yerleşt iğinde ve

Fontaineblau yakınındaki Avon mal ikânesinde öğret i merkezini

açtığında, kısa süre içinde Gurdjieff d ö n e m i n bir dizi Avrupalı ve

Amerikal ı aydınını, yazarını, sanatçısını (Avon'da ö len Katherine

Page 50: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Mansfield, öncü mimar Frank Lloyd VVright, A ldous Huxley, Jean

Paulhan, Rene Daumal, Louis Pauvvels ve Gurdjieff ' in öğret is ini

yayacak olan Ouspensky) etrafına toplay ıp kendine bağlayabi l-

mişti.

Çeşitli kaynaklardan, inançlardan o luşturduğu öğret is inde

neler açıklıyordu Gurdjieff?

Özetle; insan bir makinedir, bir makineleşme, makineleştir­

me toplamıdır. Yaptığı her şey, düşünceler i , alışkanlıkları, d u y g u ­

ları dış etkenlerin ürünüdür. Bundan dolayıdır ki, t ü m yaşantımız

bir çeşit «uyanık uykuda» geçiyor, bir düşteymiş gibi yaşıyoruz

ve düşlerde o lduğu g ib i , etrafımızdaki dünyanın nasıl o lması

gerektiğini bizler kararlaştıramıyoruz. Sürekli olarak her şey, bir

vampir gibi, bizi boşaltmaktadır, hayran o l d u ğ u m u z bir manzara,

zevk aldığımız bir kadın, sigaramızın d u m a n ı , mutluluklarımız ve

acılarımız. T ü m bunların arkasında g e r ç e k bir «varlık» yoktur.

Biz, aslında, varolmuyoruz, biz birer makine, birer k a b u ğ u z .

Bu «dünyasal yaratık» k iml iğ imizden kurtulup üstün bir ken­

dilik, bir varlık o labi lmemiz için uyanmalıyız. «Yaratık» d e d i ğ i m i z

kendil iğimizin geçici kısmıdır, dış d ü n y a y a ve içinde yaşadığımız

ortama uygun olarak şekil lenmiştir; «Yaratık» bir maskedir, bir

yalandır, «Varlık» ise b iz im gerçek benliğimizdir, kendi der in

boyutumuz, maskenin arkasındaki yüzdür, «gizli yüz»dür.

Blavatsky gibi Gurdj ieff de T ibet ' ten, Himalayalar ve oradak i

manastırlardan gelmedir. O da, Saint-Germain, Cagl iost ro ve

Casanova gibi bir gizli ajandır, bir casusdur, en azından bir süre

için ve belirli, ola ki z o r u n l u koşullarda. Ve o da bir öğret in in ada­

mıdır, gizemlerin adamıdır, her g izem adamı, gizem araştırmacısı

gibi D o ğ u ' y u ve Batı'yı biraraya getiren, öğreti leri, inanç ve ina­

nışları inceleyen ve İstanbul 'dan g e ç m e s i «şart» gibi g ö r ü n e n .

Aytunç Altındal y u k a r d a sözünü ett iğimiz yazı diz is inde,

İstanbul 'da Gurdj ieff ' ten ç o k etki lenenlerin arasında S e b o t t e n -

d o r f ' u da sayıyor (başka biri ise Rıza N u r ' d u r ) .

Bir başka İstanbul k o n u ğ u olan, g i z e m ve g izeml i işlerle

uğraşan, İslam tarikatları ile ilişkiler k u r u p tasavvufla i lgi lenen bu

B a r o n Sebottendorf k imdir ve İs tanbul 'da neler y a p ı y o r d u ?

İlkin Altındal'ın verdiğ i bilgileri g ö z d e n g e ç i r e l i m :

Saksonyalı B a r o n Rudolph v o n Sebot tendorf o larak bi l inen

kişi bir gizli ö r g ü t adamıdır, A l m a n İşçi Partisinin, p e r d e arkasın­

d a , yönett iği Thule ö r g ü t ü n ü n ileri gelenler inden biridir. İngiliz «İn-

tel l igence Service»e g ö r e hiç soy lu deği ldir, y o k s u l bir a i leden

gelmedir, eski bir elektrik teknisyenidir. Dünyayı d o l a ş a n biridir.

N e w York'a, Napol i 'ye, Avustralya'ya, Mısır'a g ider ve Türk iye'ye

de gelir.

1910'a kadar İstanbul 'da kalır Sebottendorf , tasavvufla yakın­

d a n ilgilenir, T ü r k ç e s i vardır, sevi len ve sayılan bir kişidir.

1916'da A l m a n y a ' y a d ö n d ü ğ ü n d e «Yeni Almancıl ık» hareketine

katılır, Thule ö r g ü t ü adına yayınlanan «Volkischer Beobachter»

(Halkın Gözlemcisi) gazetesinde Hit ler' i , ilerki yı l larda destekle­

y e n yazılar yazıyor.

Hitler'i destekl iyor Sebottendorf oysa Hitler g ib i d ü ş ü n m ü ­

y o r ve 1934'te G e s t a p o taraf ından tutuklanıyor, bir süre sonra

serbest bırakılıyor ve İstanbul y o l u n u yeniden tutuyor. Devamını

Alt ındal 'dan ö ğ r e n e l i m :

«Sebottendorf, İstanbul 'da Asmal ımescit ' te, Tünel 'de ' İ l lumi-

nati ' (aydınlatılmış) adının Türkçeleştir i lmiş şekli o lan N u r u Ziya

Sokağında, Kurtuluş' ta ve Pangalt ı 'da yaşadı. Z e n g i n Levanten

aileleriyle ve İstanbul 'daki İsviçreli, Avusturyal ı ve A l m a n aileleriy­

le beraber o l d u . İşte ilk kez bu d ö n e m d e İstanbul 'daki A l m a n

Müslümanı Sebottendorf , kendisinin eski bir ist ihbarat subayı

o l d u ğ u n u ve halen de Nazi İst ihbaratında görevl i o l d u ğ u n u bazı

yakınlarına açıkladı.

İstanbul 'da M ü s l ü m a n çevrelerde «gizli Müslüman» d iye bili­

n e n Sebottendorf, 2. Dünya Savaşının s o n u n d a Almanya'nın

kayıtsız şartsız tes l im o luşundan birkaç g ü n sonra Suriye Pasajı­

na yakın bir evde ö n c e gizli belgelerini yaktı sonra da beylik

tabancasını şakağına dayayarak tet iğine dokundu.»

Gizem ve g i z e m c i derken siyasal eğil imli eylemlere bulaşmış

— 101 —

Page 51: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ise de Altındal' ın açıkladıkları s o n derece ilginçtir. Gönül isterdi

ki, bu bilgilerini d a h a açık t u t u p , d a h a bir kesinlikle bel irt ip kay­

naklarını da eklemiş o lsaydı .

Kaynak s o r u n u üzerine sık sık durmamızın k u ş k u s u z bir

nedeni, üstelik ö n e m l i bir nedeni vardı. Kaynak, çatışsa bi le (ve

z a m a n kaynakları çatışt ırmakta yarar vardır) bir kanıttır, i lerde

yapı lacak bir araşt ırma için açık bırakılan bir kapıdır. Ne var ki,

kimi araştırmacı kaynaklarını «mahfuz» tutar, kimi ise bel i r tmek­

ten sakınca g ö r m e z .

Araştırmacıların y ö n t e m ve taktiklerini bir yana bırakıp biz

yeniden gizemli konularımıza d ö n e l i m ve itiraf edel im ki, konular ı­

mız iyiden iyiye b o y u t l a n m a y a başladı.

İstanbul 'un g izemler inden, metafiziksel olay ve inanışların­

d a n yola çıkıp başka gizemlere ulaştık. Aslında kaçını lmazdı, bir

g i z e m başka bir g izemi çağrıştığından hatta başka bir g izemle

çatışıp o n u tamamladığ ından.

Baştan bel irtt iğimiz gibi İstanbul, ister farkına varılsın veya

varılmasın, gizemlerle d o l u p taşan bir mega kenttir, ç o k esk iden

de öyleydi b u g ü n de öyledir, bir «gelenekler» çerçevesinin için­

de. Bu ve bir öncek i b ö l ü m d e g ö r d ü ğ ü m ü z gibi İstanbul kimlikle­

ri, uğraşıları, niyetleri, d ü ş ü n c e ve öğretileriyle, üyesi olduklar ı

örgüt ler in gizli l ikleriyle s o n derece ilginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü , tart ışmalı

a m a boyut lu ve izler bırakan kişilerin her zaman uğrağı o l d u . Bu

b a ğ l a m d a içinde yaşadığımız, geçmişten kalma izlerine nerdey-

se adım başına karşılaştığımız bu kentin değişik sayı labi lecek bir

panoramasını, bir topografyasını çizeceksek ipucu nitel iğini taşı­

yan, taşıyabilen herkesi ve her şeyi katmalıyız, ayrıntı lardan, ilk

bakışta ilgisiz ve önemsiz gibi görülebilen ayrıntı lardan k a ç m a ­

d a n aksine bunları genel ve ç o k geniş bir tablonun parçası saya­

rak, öylesine kullanarak.

Sebottendorf k o n u s u n d a bazı gizli örgüt lerden söz edildi

Thule gibi, İ l luminati g ib i , yarı gizemsel ve yarı siyasal. Ve Sebot-

tendorf ' la ilgili, İstanbul 'daki yaşamı ile ilgili başka bağlantı lar

y a p m a k da olasıdır, değiş ik kaynak ve yorumlardan yarar lana­

rak.

S e b o t t e n d o r f ' u n kişiliği ve İstanbul maceras ı üzer inde d u r a n

bir başka araştırmacı İngiliz Trevor Ravenscroft 'dur. Hit ler' in

gizemsel inançlarını ve genelde, Naz ism ile gizemci l iğ in ilişkileri­

ni, bağlantılarını inceleyen «Yazgı'nın Mızrağı» (The Spear of Des-

tiny, 1972) adlı çal ışmasında Trevor Ravenscroft, Sebot tendorf

hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor:

- Nazi hareketinin ruhsal k u r u c u s u olarak bi l inen, Hit ler'e

ırksal ve ırkçı gizemci l iği aşılayan (Adolf Hit ler b u n u «Kavgam /

Mein Kampf»da açıklıyor) yazar, o z a n , u y u ş t u r u c u bağımlısı,

b u l u n d u ğ u hastanelerde, t ımarhanelerde oyunlarını hastaların

•işbirliği ile sahneleyen ve islamla, İslam fetihlerinin tarihi ile yakın­

d a n i lgi lenen Dietrich Eckart, S e b o t t e n d o r f ' u n k u r d u ğ u «Thule

Gessellschaft» ö r g ü t ü n e gird iğ inde k u r u c u s u hakkında bir araştır­

mayı başlatıyor ve bazı i lginç sonuçlara da varıyor.

Kont aslında, soylu değildir, D r e s d e d o ğ u m l u bir makine

ustasının o ğ l u d u r ve gerçek adı Rudolf Glauer'dir. Glauer' in

anlattıklarına bakılırsa kendi, Türk yasalarına göre, Türk iye 'de

yaşayan g e r ç e k Kont Heinr ich v o n S e b o t t e n d o r f tarafından evlat

edi ld iğ inden unvanına ve soyadına hak kazanmıştır.

Bavyera 'da taraftar kazanmakta o lan Thule ö r g ü t ü n ü n presti­

j ini s a r s m a m a k ve Sebottendorf - Glauer' i zor d u r u m a d ü ş ü r m e ­

m e k için Eckart öğrendikler in i gizli t u t u y o r ancak araştırmasını

sürdürüyor.

Rudolf Glauer, 1901 yılında, 26 yaş ındayken İstanbul'a geli­

yor ve T ü r k i y e ' d e 1914'e kadar kalıyor. Bu ara tasavvufla i lgileni­

yor, m e d i t a s y o n tekniklerini inceliyor. İlgisini çeken başka bir

k o n u ise M a d a m e Blavatsky'nin öğret iş idir ve bundan yola çıka­

rak batık a d a Thule'n in m i t o s u n u y e n i d e n g ü n d e m e getiriyor,

eski A l m a n destanlarını da karıştırarak ve ari A lman ırkının 20.

yüzyı ldaki y e n i d e n uyanışını öngörerek.

. Thule ö r g ü t ü n ü n ulusal-ırksal kuramlar ı d a h a sonra Dietrich

Eckart ve bir başka İstanbul ziyaretçisi o lan General Kari Hausho-

fer taraf ından ele alınıyor ve s o n şekillerini SS'lerin Reichsführer' ı

Heinr ich Himmler ' ın yönet imi altında buluyorlar.

— 103 —

Page 52: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Ve *üm bu katıksız Naziler «üstün ırk» ve «üstün insan»

kuramlarını o luştururken Adolf Hitler, Haçlı Robert de Clery'nin

Bizans'ın kutsal emanetler i arasında saydığını g ö r d ü ğ ü m ü z ,

İsa'nın b ö ğ r ü n e saplanan mızrağın peşine düşüyor, o n u yücel iğ i­

ne yücel ik ve g ü c ü n e g ü ç katacak yazgısal bir tı lsım sayıyor ve

Viyana'da eline geçir iyor!

Ya General Haushofer? Gurdj ieff ' in eski bir arkadaşıdır, bir

U z a k d o ğ u uzmanı. 1869'da M ü n i c h ' t e d ü n y a y a gel iyor, gençl iğ in­

de bir taraftan asker l iğe öte taraftan U z a k d o ğ u ' y a merak salıyor,

yo la çıkıyor, Türk iye 'ye uğruyor, Tibet' i , Moğol istan' ı , Mançur-

ya'y ı geziyor, Budist manastırlarında konaklanıyor ve 1910'da

T o k y o ' y a askeri ataşe olarak atanıyor.

Birinci Dünya Savaşına general rütbesi ile katı ldığında etra-

fındakilerini şaşırtıcı önsezileri ve d u r u g ö r ü güçler i ile hayrete

d ü ş ü r ü y o r ve 1919'da, yeni bir bi l im olarak s u n d u ğ u , «Geopoli-

tik» kuramını o luşturuyor.

Nedir ki, kuramını yayan «Geopolit ik Cemiyeti», bir ö r g ü t

g ib i çalışan ve t ü m Avrupa'y ı saran bir casusluk teşkilatına d ö n ü ­

şüyor!

Gizemler ve gizemci ler d e r k e n kendimizi , b i rden siyasal ve

ırkçı örgütlerle casusluk şebekeleri arasında b u l d u k ve g ö r d ü k

ki, gizemler ve gizlil ikler, doğal sayılabilecek bir akış iç inde, birbi­

rine karışarak başa b a ş gidiyorlar.

Naziler'in Kara Güçlere inandıkları, Hit ler' in kara b ü y ü y e baş­

v u r d u ğ u söyleniyor. Neden olmasın? Gerek kendisi , gerekse

çetesi az mı şeytanca şeyler yaptılar?

Kaldı ki, şeytan ve şeytanın s imgelediği kıyıcı, acımasız ve

lanetli güç gizemci l iğ in tarihinde her z a m a n hazır ve nazırdır.

Büyücülük tarihinin İngiliz uzmanlar ından Francis King,

«Ayinsel Sihir» (Ritual Magic, 1970) adlı kitabında, O.T.O. tar ika­

t ından ya da ö r g ü t ü n d e n söz ett iğinde 1912 yılında, Kardeş

E.O.L. adı ile tanınan birinin Kuzey A lmanya ve A v u s t u r y a ' d a

öğret i verdikten sonra İstanbul'a gönderi ld iğin i yazıyor.

Batı kaynaklı bir g izemci ö r g ü t ü n ü n temsi lcis i , Bir inci Dünya

— 104 —

Savaşının arifesinde, İstanbul 'a k imleri eği tmek için g ö n d e r i y o r

ve İstanbul 'da bu eğit imi alacak olanlar kimlerdir?

Soru s o r m a k kolay a m a t ü m bu soruları yanıt lamaksa gi tg i­

de zorlaşıyor. Aradan g e ç e n yıllarla sil inen izler, yitiri len veya

açık lanmak istenmeyen belgeler, artık aramızda o l m a y a n kişiler

ve k o n u ile ilgili araştırmaların eksikl iği y ü z ü n d e n .

O.T.O. ya da «Ordo Templ is Orientis» ( D o ğ u Tapınağı Tari­

katı) neydi? İlkin bu s o r u y u yanıt layal ım:

- O.T.O. yüzyılımızın başında A l m a n Kari Kellner taraf ından

kuruluyor; 1904'te «yüce bir giz»in k o r u y u c u s u olarak tanıtılıyor;

1912'de ise ç a ğ d a ş gizemci l iğ in kara b ü y ü c ü s ü Aleister Crowley

ö r g ü t e üye oluyor.

Özet olarak O.T.O.'nun öğret is i «doğanın t ü m gizlerini» açık­

layan, cinsel sihire dayalı bir öğret idir. Ö r g ü t ü n üyeleri arasında,

İmparator Crovvley bir yana, A l m a n gizemcis i T h e o d o r Reuss,

İrlandalı siyaset a d a m ı Sean M a c B r i d e , Bavyera Kralı I. Louis'nin

dil lere destan metresi Lola M o n t e s ' i n kızı Landsfeld Kontesi,

D ion Fortune adı ile bil inen g i z e m kuramcısı ve Kabalacı Violet

Firth, İngiliz edebiyatının fantastik ustalarından Arthur M a c h e n ve

Osmanl ı demiryol lar ı hisselerinin satıcısı Glenstroe K o n t u Matthe-

us M a c G r e g o r yer almaktaydılar.

Göstergebi l imsel açıdan her şey her şeyle bağlantılı ise (ki

öyledir!) ayrıntıdan ayrıntıya sanki bir şeyler bel ir lenmeye başlı­

yor, kurulan örgütler, bu örgütler in İstanbul görevli leri ya da «his­

se satıcıları» arasında.

Ve... O.T.O.'nun temel inde Haçl ı Seferlerinden kalma Tapı-

nakçılar Tarikatının yattığını da unutmayal ım ki, İngiliz M o n t a g u e

S u m m e r s ' ı n y o r u m u n a göre, Tapınak Şövalyeleri de şeytana tap­

maktaydı lar (bu ç o k tartışılan y o r u m , g e ç m i ş yüzyıl larda özellikle

kilise taraf ından desteklenmişt i r) .

Aleister Crovvley demişt ik, O.T.O.'dan söz ederken yani

g izemci l ik tarihine y ü c e şeytan (The Great Beast) olarak geçen,

1887'de kurulan «Altın Şafak» ( G o l d e n Dawn)ın ilkin üyesi sonra­

d a n başkanı o lan cinsel b ü y ü uzmanı, eski dağcı Crovvley.

— 105 —

Page 53: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

İ lginç, geniş akisler yaratan, arkasında bir gelenek bırakan

bir g i z e m c i ö r g ü t ü d ü r bu «Altın Şafak», 144 üyesi arasında bir

dizi ünlüler yer a lmakta: Nobel ödül lü Ozan Yeats, İngiliz Kraliyet

Akademis i Başkanı Sir Gerald Kelly, Vampir Kont «Dracula»nın

yaratıcısı B r a m Stoker, «Fu Manchu» r o m a n dizisi ile anımsanan

Sax Rohner ve «Pompei 'n in son günleri» romanının yazarı Sir

Edvvard G e o r g e Bulwer Lytton gibi.

Sax R o h m e r bir romanına (Fu M a n c h u ' n u n kızı / Daughter

of Fu M a n c h u , 1931) gizli örgüt üyesi bir T ü r k ü (İsmail) katıyorsa

da Türk iye 'ye gel ip ge lmediğ i bizce bi l inmiyor. Bulwer L y t t o n ' u n

babası Sir Edvvard Robert Bulwer Lytton ise bir İstanbul z iyaretçi-

sidir, d a h a d o ğ r u s u 1860'larda İngiliz elçisidir ve Yassıada'da iki

şato inşa ett iren kişidir.

Crovvley'e «satanist», yani «şeytana tapan», deniyor, kara

b ü y ü c ü d e n i y o r ve üyesi o l d u ğ u O.T.O. ö r g ü t ü n d e n biri İstan­

bul 'a gel iyor. Nedir ki, O.T.O. kaynaklara bakılırsa, şeytana

tapan, kara ayinler y a p a n bir örgüt deği ld i , cinsel b ü y ü ve cinsel

sihir ile uğraşmayı yeğl iyordu.

Ancak... Fransız romancısı ve g i z e m meraklısı J.K. Huys-

mans'a bakılırsa İskoçyalı Longfellovv'un 1855'te k u r m u ş o l d u ğ u

bir «satanist», şeytana t a p a n örgütü olan «En Yüce Yeni Theur-

gistler» (Re-Theurgistes Opt imates) in Amer ika 'dak i m e r k e z i n d e n

İstanbul'a bir temsi lc i gel iyor ve bu temsi lc i kent imizde kara ay in­

ler düzenl iyor.

İ lginç, h e m de ç o k i lginç!

Satanistler, şeytana tapanlar ve şeytanla oynaşanlar bir s o n ­

raki b ö l ü m d e yeniden karşımıza diki lecekler, başkaca gizemli

uygulamalar la birl ikte. Üstelik çağdaş, nerdeyse teknolo j ik bir

g ö r ü n ü m iç inde.

ALTıNCı BÖLÜM

GİZEMDE ÇAĞDAŞ OLMAK

Denetimimiz alt ında o l m a y a n - v e y a öyle sandığımız, öyle

inandığ ımız- güçler le uğraşmak, gizlerini ç ö z e b i l m e tutkusuna

kapılmak ve b ö y l e c e kendimizi bir çeşit garant i altına a lmak her

ilkel ya da evr imleşmiş insanın bir gereksinimidir. K i m ne derse

desin i n s a n o ğ l u n u n , bi ldiğimiz ve bi lmediğimiz, tar ihi b o y u n c a

bu böyle o l m u ş t u r ve böyle sürecektir, bu gezegenimiz in dışına

taşıp ayda koloni ler kuracağımız yüzyı lda bile. Hatta, o gelecek

yüzyılda, kendi gezegenimiz in gizlerine başka gezegenler in gizle­

rini de katacağız (katmışız bile), ç ü n k ü h u y u m u z böyledir, ç ü n k ü

biz insanlar merakl ı yaratıklarız.

Önceki b ö l ü m l e r d e bu «Şehr-i İstanbul»u dolaştığımızda geç­

mişini, g e ç m i ş i n d e kalan bazı mekânları , binaları, ibadet yerlerini

taradığımızda değiş ik, i lginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü olaylar ve inanışlarla

karşılaştık. Bazı «izler» saptadık, bazı «değişik» kişileri tanıdık.

Sonra ise Bat ı 'dan ge lme gizemciler, gizli bi l im uzmanları , araştır­

macıları ile y ü z y ü z e geldik her biri kendi sihirini ortaya koyan,

her biri sorular s o r d u r t a n .

Derken, bireyler in yanısıra g i z e m peşinde koşan ya da y ü c e

gizemlere sahip o l d u ğ u n u beyan e d e n örgütler, ö r g ü t üyeleri gör­

d ü k . İstanbul d i y e diye İstanbul 'dan uzaklaştığımız da o ldu,

bazen Avrupa ülkelerine d o ğ r u bazen de Tibet'e, Himalaya d a ğ ­

larına ulaşarak.

Bir sürü adlar, olaylar, inanışlar ve varsayımlar dizdik;

Page 54: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

z a m a n o l d u ki, nerdeyse, pire için y o r g a n yakmaya kalktık, ayrın­

tılar, benzetmeler ve rastlantılar üzer inde durduk, karışıklıklar

yarattık, bazen bil inçl i o larak ve bir g izemli , sihirli o y u n u o y n a r c a ­

sına.

Dön dolaş hep İstanbul 'a d ö n d ü k , bir «merkez» o larak gör­

d ü ğ ü m ü z , hissettiğimiz, k o n u m u z u n merkezi olan bu b ü y ü k ken­

te, bu Megapol is 'e ya da bu kent-kasaba-köy karışımına.

Ancak d ü n ü n İstanbul 'unu belirli hudutlarla çevre lemek olası

ise de b u g ü n ü n İstanbul 'u için aynı şeyi yapabi lmek bir hayl i zor

ve uğraştırıcıdır; İstanbul, büyümesi , gel işmesi ve karmaşası ile

gerçek kimliğini yit ir ip, değişken bir k imliğe, bir «kimlik arayışı»na

b ü r ü n d ü ğ ü n d e n ve b u n u n sancısını çekt iğ inden.

İstanbul inanışları d e d i k oysa b u g ü n k ü İstanbul 'un, özell ik

taşıyabilen, kü l türünden kaç inanış ö z g ü n kalabilmiştir ki?

İstanbul g izemler i d e d i k oysa ki, bunlardan kaçı, halen, saf

bir İstanbul' luluk taşıyor, taşıyabil iyor?

Kaynaklar v a r o l d u ğ u sürece eskiyi araştırmak bu denli

uğraştırıcı o lmuyor, ç ü n k ü «eski» d e d i ğ i m i z yerleşiktir, d e ğ i ş k e n

deği ldir v e olamaz. Ç a ğ d a n çağa, d ö n e m d e n d ö n e m e değişebi­

len, güncel leşip çağdaş laşan yorumlar ve uygulamalardır.

Yine de her şeye r a ğ m e n d e ğ i ş m e y e n inanışlar ve değer in i ,

önemini y i t i rmeyen yerler, mekânlar kalmıştır ister inanışlara,

ister d a h a derin olan, inançlara bağlı.

Kentler değiş iyor değişen insanlarıyla birlikte, çağdaşlaş ınca

kaçınılmaz bir değiş ime, bir değişikl iğe uğruyorlar a n c a k g i z e m ­

ler kalıyor, gizemlere inananlar da.

Yüzyılımızın başına kadar bir «mutlu azınlık»ın sanki tekel in­

de kalmış olan «bilgiler» b u g ü n iyiden iyiye ortaya yayılmış, etra­

fa dağılmış birer t ü k e t i m malzemesi haline gelmişlerdir.

Kendi k u r d u ğ u m u z teknoloj ik bir uygarl ığın iç inde yaşıyoruz

ve bu teknoloj ik uygarl ığın (şayet gerçek bir uygarl ıktan söz ede-

bil iyorsak) nimetlerine ve zararlarına, özgürlükler ine ve baskıları­

na b o y u n e ğ m e k zorundayız. Yine de teknoloj i ve bi l im - t ü m tar­

tışmasız aşama ve başarılarına k a r ş ı n - bizleri her k o n u d a ve her

— 108 —

defasında t a t m i n etmiyorlar, bazı yaşamsal , ruhsal ve t insel soru­

larımıza aradığımız, beklediğimiz yanıtları vermiyor lar, veremiyor­

lar ve biz, halen gizleri deşmeye, gizli d iye adlandırı lan gelenek­

sel bil imlere kulak vermeye yanaşıyoruz.

2 1 . yüzyılın arifesinde a c a b a g i z e m ve gizli b i l im d iye bir şey

kalmış mıdır, kalabi lmiş midir?

Antik ç a ğ l a r d a n ve insanoğlunun bi l inmeyen tar ih inden

kalan bilgileri, teknikler i , d o ğ a ü s t ü d i y e adlandırı lan (oysa d o ğ a ­

nın bir parçası olan) güçleri araştıran halen kaldı mı, tarihçiler ve

meraklı lardan başka?

Ya da bunlar la, bu yarı gizli yarı açık, k imi cilt cilt yayınla­

nan, kimi elyazmalarında, kitaplıkların raflarında, «çok gizli» arşiv­

lerde kalan bu bilgileri uygulayanlar var mıdır (ki vardır)? Ve

uygulayanlar n e d e n , neye hizmet uyguluyor lar?

Teknoloj i , çağdaşlaşma, bi l imlerdeki yeni, şaşırtıcı buluşlar

her şeyi değişt irmedi ler, sadece bazı inanışları ç o k d a h a «popü­

ler», d a h a yaygın hatta d a h a «in» hal ine getirdiler. Ve hepimizin

bildiği gibi, her y e r d e ve bu k o c a m a n İstanbul 'un nerdeyse her

köşesinde eski inanışlar ve gizemli uygulamalar halen ç o k ç a izle­

yic i , alıcı bulmaktadır lar.

Gizli d iye bi l inenlerin bu şeki lde pazara d ü ş m e s i , gerçek

g i z e m açısından, d ü ş ü n d ü r ü c ü ise de gizemin «serbest piyasası»

alenen ortadadır.

Demek k i sihir denen, gizli ve gizeml i d e n e n şeyler - b i r t ü m

o l a r a k - sanıldığı kadar gizli ve ulaşılmaz deği lmişler.

Denecek ki, şu ya da bu şekli ile bir «gizem pazarı»nın oluş­

ması, o luşturulması işin s o n u n d a bir arz ve ta lep sorunudur. D o ğ ­

rudur. Ve yine d e n e c e k ki, bir «gizli bil im» varsa, gizli kalmış, giz­

lenmiş veya bir azınlığın tekel ine bırakılmış ve bu bi l imin yararlı

tarafları b u l u n u y o r s a yapılabi lecek en d o ğ r u , en «demokratik» ve

t o p l u m c u şey b u n u toplulukların kullanışına ö z g ü r c e açmaktır.

Çok d o ğ r u ve bu d ü ş ü n c e y e t ü m d e n katılıyoruz, ancak...

A n c a k s o r u n yaratan, yaratabi lecek bazı sorunlar çıkıyor

ortaya, ö r n e ğ i n : «hangi bilgi», «nasıl bir bilgi» ve «ne tür bir

s u n u ş ve uygulama» v.b. gibi.

— 109 —

Page 55: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Bu sorulara bir yanıt aramadan ö n c e biraz geri lere d ö n ü p

yeniden o «gizli örgüt» k o n u s u n a d ö n e l i m ve çarpıcı o l d u ğ u n ­

dan, öyle sayı ldığından, «Satanistler»e, şeytana tapanlara bir göz

atalım.

K o n u n u n meraklıları anımsayacaklardır: b u n d a n birkaç yıl

ö n c e «renkli» d e n e n basın ve büyük tirajlı gazetelerle güncel l iğ i

izleyen magaz in dergi ler i , k o n u sıkıntısı ç e k i y o r m u ş gibi , b i rden

şeytana tapanlara, şeytana taptıklarını söyleyenlere k u c a k açıp

onları kapak ve söyleşi k o n u s u yaptılar. Talepten ç o k bir arz

imgesi ile karşılaştık, k imi sanatçı şeytanla alışverişinden örnek­

ler verdi, kimi g e n ç şeytancılar da uzun uzun ayinlerini açıkladı­

lar, inançlarının kaynaklarını, bir hayli özenti l i , Batı kokan bir kar­

maşıklık içinde açıkladıkları g ibi . Özetle, M ü s l ü m a n mahal lesinde

salyangoz satarcasına, şeytanı satmaya, deği lse kul lanmaya

kalktılar başka şeyler ve bilgilerle birlikte.

Şeytan ve şeytanlıklar çekicidir, salt kötülüğe ve ş iddete

giderek cinsell iğe açık oldukları için deği l , anarşik bir kimlik taşı­

dıklarından, d ü z e n d ü ş m a n ı olduklar ından, kabul edi lmiş değer le­

ri ters yüz ett ik ler inden. Üstelik, sansasyon yaratmaya her

zaman hazır bir tür basın için şeytan, kara b ü y ü ve b ü y ü halen

i lginç-konulardır.

1987'de «Nokta» dergis in in kapak k o n u s u ettiği «Kara Büyü»

araştırma yazısı beş yıllık bir ö m r ü o l d u ğ u söylenen «T .-. »

rumuzlu g i z e m c i ö r g ü t ü n ü uzun, ayrıntılı bir söyleşi ile tanıtıyor,

iki yıl sonra sayfalarını «Bil inmeyenin Çağrısı: B ü y ü n ü n Gücü»

başlıklı bir başka kapak konusuna ayırıyor ve aynı d ö n e m d e ,

«Hürriyet» gazetesinin bir yazı diz isinde (Şeytanla oynaşanlar)

«Altın Şafak» (Golden Dawn) ö r g ü t ü n ü n İstanbul 'daki izleyicileri

sunuluyor.

İstanbul 'un varolan eski gizemlerine kendi gizemlerini katan

bu tür örgütler - y a da b i r e y l e r - ve basına açıklamış olduklar ı

inanış, kuram ve yöntemler üzerinde d u r m a k t a yarar vardır. Geç­

mişleri, b u g ü n k ü durumlar ı ve gelecekleri bir yana bizi ilk p landa

ilgilendiren kent imizdeki, örgütsel veya bireysel, ç a ğ d a ş g i z e m c i -

- 110 -

liginin çizgisi, kuramsal dayanakları ve (varsa) İstanbul kaynaklı

bir geçmişle bağlantılarıdır.

Sözünü ett iğimiz yazıları, söyleşi leri incelediğ imizde bazı

g izemci ve g izem araştırmacılarının, d a h a ö n c e k i b ö l ü m l e r d e

üzerinde d u r d u ğ u m u z , bazı örgüt lerden (Gül-Haç, Alt ın Şafak)

ve Uzakdoğu disipl inler inden yola çıktıklarını görürüz. Ne var ki,

ortada bir sentez s ö z k o n u s u ise, öğret i ve u y g u l a m a d a bir sen­

tez düşünüldüyse bu tür bir sentezi açıklayan öğeler hangileridir,

nasıl ifade edil iyor?

Gizem bir bi lgi ve bir kültür, bir y a ş a m şekli ve bir inanış,

inanç sanatıdır. Tartışılır, kötülenir, anlaşılır ya da anlaşı lmaz

veya yanlış anlaşılır, kullanılır, pazara çıkarılır, b i lg isayara y o k s a

telefon şebekelerine bağlanılır ama, genelde öyle kalır.

Yanlış anlaşılmasın, burada ne gizemci l iğ in, ne de gizli

d e n e n bil imlerin bir savunmasını ya da bir suçlamasını y a p m a k

niyetinde değiliz. Değil iz ç ü n k ü hiç bil imsel olmaz, k o n u m u z «bi­

limsel» sayı lmayacaksa bile. Amacımız, bu tür bir araşt ırmanın

boyutları dahi l inde, iç inde yaşadığımız bu kentin g i z e m dünyasın­

daki yerini saptamak, en azından bazı gizemlerini biraraya getir­

mektir. Dolayısıyla d ü n ü ve b u g ü n ü bağlamaktır, şayet bu tür bir

bağlantı halen varolabi l iyorsa.

Satanistler, şeytana tapanlar demişt ik, iyi de şeytan nedir

veya şeytan kimdir?

Çok ilkel bir s o r u gibi g ö r ü n ü y o r s a da yerli satanistlerimizin

uğruna yanıt v e r m e y e çalışalım, şeytanbi l imci deği lsek d e .

Şeytan, şeytanlar ve c e h e n n e m zebanileri, hiç kuşkusuz,

tek tanrılı büyük din ler in bir buluşu değildir. Her inanç ve d i n d e

şeytan, o n a veri len ad ne olursa o lsun, evrenin ve d ü n y a n ı n kötü

ruhu, Tanrının bir çeşit karşıtıdır. Ermiş August inus 'un deyimiy le

«Tanrının maymunu»dur.

Ruhbil imsel a ç ı d a n şeytan insanın ilkel, o lumsuz, dengesiz,

d e n e t i m d e n y o k s u n yanıdır. Ve insan iç indeki ve dışındaki denge­

yi tut turabi lmek için iki ayrı kutbu -Tanr ın ın iyiliğini ve şeytanın

k ö t ü l ü ğ ü n ü - açık lamaya, anlamaya çalışıyor ve çalışmıştır, İki

Page 56: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Ruhlu A d a m D o k t o r Jekyl l ve Bay H y d e ' t e o l d u ğ u gibi .

Karanlıklar Prensi adını alır bazen şeytan, İbranicede ise kar­

şılığı d ü ş m a n , karşı k o y a n idi. Asurlularda rüzgâr tanrı lar ından

Pazuzu da bir şeytandır, Hintl i lerde canavar Rerek bir şeytandır,

Mısır'da Tanrı Seth de öyledir. Keldanlı larda ise şeytan t e k d e ğ i l ,

b i rçok çeşitleri oluyor, cinlere karışıyor.

Çeşitli adlar yakıştırıldı bu şeytana, örneğin: Hayvan, Kara

Atlı, Boynuzlu, Koca Keçi, K o c a Zenci , Kara A d a m , Küçük Usta,

Yaşlı Cent i lmen, Tanrının Gölgesi , Yeryüzü Prensi v.b. Bu ad b o l ­

luğu yanında Batı'nın Orta Ç a ğ şeytanbil imci leri ( D e m o n o g l a r )

şeytanın etrafına c e h e n n e m i y ö n e t e n ve insanları tedirg in e d e n

bir prense yakışır bir top lu luk yarattılar: 7.405.920 alt derecel i şey­

tan gibi !

Ç a ğ at latmakla m e ş g u l bir Türkiye'n in is tanbul 'unda şeyta­

na tapanlar, şeytanla oynaştığı söylenenler ve ola ki, Kara Ayin­

ler. Ya da Orta Çağ' ın karanlıklarına d ö n m e özlemini çekenler!

Kaldı ki, Kara Ayin Hıristiyan o l m a y a n bir toplulukta d ü ş ü n ü l e ­

mez ç ü n k ü , özell ikle 18. yüzyı ldan kalma örneklerde, bu t ü r ay in

kil isede yapılanın t a m tersi oluyor, karikatürü oluyor, lanetler ve

cinsel sapmalar la birarada.

Bu noktaya vardığımızda yine gerilere d ö n ü p işin başınday­

ken yapmadığımız bazı şeyleri y a p m a m ı z yer inde olacaktır, bazı

tanımlamaları y e n i d e n g ö z d e n geçirerek ve «gizem» nedir, «gi­

zemcil ik» nedir, «gizemci kimdir» sorularına yanıtlar arayarak.

Batılıların «occuit» (okült) dedikler i olay ve kavram bizler için

«gizem»dir, «gizli» olandır. T ü m d e n gizli kalmıyorsa bile «bazı»

gizleri halen içermektedir ve b u n d a n dolayı herkese, hazır o l m a ­

yanlara açılmaz.

Batı'da, Roma-Yunan uygarl ığından başlamak üzere, gizli

öğreti ve içerdiği gizli bilgiler ve bil imler Mısır'ın «kapalı» ( h e r m e -

tik) deni len öğret inin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor ve konusa l

olarak, paralel a m a g ö r ü n m e y e n bir d o ğ a n ı n deneysel araşt ırmar

sı şekline giriyor, «maji» ile «sihir» ile ifadesini buluyor, İskender i­

ye 'de şekil lenip bir öğret in in kalıplarına giriyor.

Klasik bi l imin kabul etmediğ i , e d e m e d i ğ i ve metafizik ya da

d o ğ a ü s t ü c ü boyut lara sahip her k o n u kendi l iğ inden, geniş bir

alanın içinde, gizemci l iğin kapsamına dahi l edil iyor, haklı ya da

haksız, d o ğ r u veya yanlış olarak.

Ve bu süreç Batı 'da ve D o ğ u ' d a geçerl idir, geçerl i sayılıyor.

Gizemlerin sanatı olan gizemci l ik bir bi lgi getirdiği gibi bu bil­

ginin edinebi lmesi için gerekl i o lan disipl inleri de beraber inde

getiriyor. Dolayısıyla radikal d iyebi leceğimiz g izem araştırmacısı­

nın yaşamı pek kolay o lmuyor.

Antik bir inanışa g ö r e başlangıçta bi l im tekdi , sonradan ikiye

ayrıldı: biri halka d ö n ü k ve dışrek (eksoter ik), diğeri ise öğret i­

d e n g e ç m i ş olanlara, «inisiyeler»e d ö n ü k ve içrek (ezoterik).

Gizemci de bu içrek bil imi araştıran ve uygulayan kişi olarak bil in­

di .

Gizemin, gizli bi l im ve bilgilerin alanı öylesine geniş t u t u l d u

ki, içine her şeyi rahatça yer leşt i rmemiz olasıdır: sihiri (majiyi),

b ü y ü c ü l ü ğ ü , falcılığı, sayı bi l imini (nümerolo j i ) , yıldızbiiimini (ast­

roloj i), s imyayı ve şeytancılığı bile.

Bir yerl i örnek verel im (i lerde üzer inde duracağımız bir

ö r n e k ) : İslami gizemlerin araştırmacısı ve der lemecisi Mustafa

İ loğlu 'nun sekiz ciltlik «Gizli İ l imler Hazinesi»ne baktığımızda bu

«gizli il imler»in, d u a ve kabulünün yanı başında burçları, yıldızla­

rın insanlar üzerindeki etkilerini, hazineleri bulma yöntemler in i ,

Remil ve telepatiyi, ilmi kırtasiyeyi, ruh davetini v.b. gizemli k o n u ­

ları kapsadığını görürüz.

Şayet elkitabı nitel iğindeki bir Batı kaynağını karıştırırsak

- ö r n e ğ i n , Jul ien T o n d r i a u ' n u n «Gizemcilik» (L 'Occul t isme,

1964) adlı ç a l ı ş m a s ı n ı - y e n i d e n sihir (maj i) , sayı bil imi, yıldızbili-

mi, s imya, Kabala, şeytan, el falı, iskambil falı ve de parapsikoloj i

(bir açık lama y ö n t e m i olarak) ile karşılaşmış oluruz.

Alan geniş tutu lunca, konular birbir ine eklenince bağlantılar

çoğal ıyor çoğal ınca da karmaşık gibi g ö r ü n e n bir «ayrı evren»

or taya çıkıyor.

«Ayrı evren» salt belirletici bir işlevi o lan bir deyimdir ç ü n k ü ,

— 113 — İstanbul Gizemleri / F: 8

Page 57: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

aslında, «ayrı» d i y e bir evren yoktur, her şey bir t ü m d ü r ve bir

tek t ü m d e n kaynaklanmaktadır.

Burada amacımız ciltler d o l d u r a c a k olan bir gizemci l ik tarihi­

ne gir işmek deği ldir. Kaldı ki, bu b ö l ü m d e , bazi belirli yerel

g izem örgüt ler in in öğretisini, bazı kentli uzman ve araştırmacının

görüşler ini incelediğimizde Batı ve D o ğ u gizemcil iğini, o l d u k ç a

geniş bir şeki lde, ele a l m a k z o r u n d a kalacağız. Ancak, b u n u yap­

tığımızda, esas k o n u m u z olan «İstanbul g i z e m l e r i n d e n uzaklaş­

mış olur muyuz?

Hayır ç ü n k ü genelden hareket e t m e d e n özele v a r m a k ola­

naksızdır ve b i r ç o k kez tekrarladığımız ve tekrarlayacağımız gibi ,

bağlantılar sanı ldığından ve g ö r ü l d ü ğ ü n d e n de sıkıdır. Yeter ki,

temelde, «gizemli» ve «gizli» dediğ imiz her şey - g i z e m i n i artık

yit irmiş ise bile, «popüler» bir hale s o k u l m u ş ise b i l e - değişmesi

olanaksız olan geleneklere bağlı kalsın ve bu geleneklerin g e r ç e k

ö z ü n d e n saptırılmış olmasın.

Nedir ki, belki bir zorunluk s o n u c u n d a , bazı d u r u m ve örnek­

lerde sapmalar ve saptırmalarla karşılaşacağız, çaresizce.

Bundan altı yıl ö n c e basına yansıyan ve o d ö n e m d e otuz

üyesi o l d u ğ u söyleni len, kara b ü y ü çalışmalarını y a p a n ve l o g o s

olarak «T .-.» işaretini kul lanan ö r g ü t ü n d ö r t aşamalı (Chiron, Ura­

nüs, Neptün, Pluto) ve «Altın Şafak»tan esinlenen bir öğret iye

dayandığı, kurucular ı ve örgüt s ö z c ü s ü g e c e vakti evlerinde kara

b ü y ü ayinleri düzenledikler i açıklandı. Bu ara, u y g u n bir görsel

malzeme olarak, fotoğrafçı ların objekt i f ine siyah cübbeler, kafa-

tasları, mumlar ve kandiller sunuldu, k a n d a n ve cinsel l ikten söz

edildi.

Bu tür açıklamalar da yapıldı: «Gerçek bir maj isyen (sihir­

baz) olabi lmek için insanın kıskanç, egoist, karşısındaki insanın

lokmasını ağz ından alacak kadar hain olması gerekiyor... Hani

ruhunu şeytana satmak derler ya, böyle bir şey y o k aslında, a m a

her şeye bu ö l ç ü d e hazır olunmalıdır...»

Kişiden kişiye yorumlar, amaçlar ve niyetler değişir, hiç kuş

kuşuz, şeytana r u h u n u satmak diye bir olay yoktur a n c a k g i z e m -

sel işlem - r e n g i ne olursa o l s u n - kıskançlık, bencil l ik ve hainlik

temellerine dayandırı ldığında s o n u ç kaçını lmaz bir «şeytanlık»

olur, Yupi kılığına b ü r ü n m ü ş bir şeytan olsa bile.

Bu ara «T .\» örgütünün bir de «gizli» iç t ü z ü ğ ü yayınlandı

(ve yayınlanınca gizliliğini yit irdi!).

«1. G r u b u meydana getiren üyelerin her biri okül t izmi (gi­

zemcil iği) etüt ( incelemek) ve pratik e t m e k (uygulamak) gayesin-

dedir. Anlayışımıza göre okült izm (gizemci l ik) tabiatüstü (doğaüs­

tü) olarak tanımlanan her şeyi içerir.

2. Üyelerimiz büyü, sihir, maji (sihir), spir itüal izm (ruhçuluk),

mist isizm (tasavvuf), çeşitli y o g a ve b u d i z m teknikleri ve parapsi-

koloj i olarak tanımlanan t ü r ü n (yan-bi l imin) imkân bulunan ve

faydaya yönel ik her şeklini kullanır. Üyeler imiz yaşanması m ü m ­

kün olan her tür lü majikal (sihirsel) ve mistik (tasavvufi) deneyi

yaşamak ve edinilen sonuçları fizik p landa s o m u t neticeler a lmak

için kul lanmak isteğindedirler. Yapılacak çalışmaların süresi ve

çalışma yılı iç indeki per iyodu g r u p başkanı tarafından tespit edi­

lir.

3. Yukarıda sayılan b ü t ü n çal ışma ve incelemeler kesin ola­

rak m a d d i sonuç, fayda ve etkiye yönelikt ir. Sadece spiritüel

(ruhsal) t e k a m ü l peşinde koşacak kadar cesaretsizler ve salon

sohbet i meraklıların g r u b u m u z u n faal üyeleri arasında yeri yok­

tur.

4. Hiçbir d in ve siyasi g ö r ü ş g r u b u m u z u bağlamaz. Çalışma­

larımız b ü t ü n inançları içerebilir. Hepsi eşit olarak d e n e n m e y e

değer olarak görülür. Öneml i o lan ayırım deği l sonuçtur. Herhan­

gi bir t rad isyona (geleneğe) b a ğ l a n m a k mecburiyet i yoktur.

5. Yapılan operasyonlarda iç inde yaşanan t o p l u m u n ahlaki

kabulleri ve k a m u v icdanı g r u b u m u z u hiçbir şekilde bağlamaz.

6. İç mecl is, çal ışma programını , çal ışma hedef ve sonuçları

dışardaki kişilere aktarmaz.

7. Gerekl i d o k ü m a n (belge), k i tap vesaire belli b ir im fiyatlar­

la s a d e c e üyelere verilir. Bu tür bi lgi kâğıtları kişinin adına özel­

dir. Hiçbir şeki lde çoğalt ı lmaz, dışarıya verilmez.»

— 115 — — 114 —

Page 58: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Aradan iki yıl geçiyor ve «Altın Şafak» bu kez gündel ik bir

gazeteye k o n u k oluyor. Belgrat ormanında, ak cübbeler giy ip

ateş ayinleri yapıl ıyor, bir dairede m u m ışığında «Altın Şafak» kay­

naklı o l d u ğ u söyleni len «Pentagram Ritüeli» gerçekleşiyor v.b.

İnsan m e r a k ediyor: neden İstanbul 'daki bu g izem ve b ü y ü

meraklıları «Altın Şafak» diyorlar ve başka şey demiyor lar? Ve

neden, «Altın Şafak» dedikler inde, ö r g ü t ü n Batı 'da kolayca bulu­

nabi len, bolca d e r l e n i p açıklanan öğreti ler ine «satanist» bir d a m ­

ga basmaya çalışıyorlar Los Angeles' te eski vahşi hayvan terbi­

yecisi A n t o n LaVey' in k u r d u ğ u «Şeytan K i l i s e s i n i n öğreti ler in­

d e n ve LaVey' in ka leme aldığı «Şeytanın Kutsal Kitabı» (The Sata-

nic Bible)dan esinlenerek?

«Altın Şafak» ya da daha d o ğ r u s u , «Dıştaki Altın Şafak Tari­

katı» (Order of t h e Golden Dawn in the outer) ö r g ü t ü n ü n temel le­

r inde A l m a n kaynakl ı , s imyaya dayalı bir «Gül-Haç» kuruluşu yat­

tığı söyleniyor, ö r g ü t ü n tarihini ve belgelerini araştıran uzmanlara

bakılırsa.

Ç o ğ u M a c G r e g o r Mathers' in imzasını taşıyan yayınlanmış

belgelere baktığımızda da örgüt öğret i ler inin: Hayal G ü c ü ve İra­

d e ; Bedendışı Yo lculuk (Astral Project ion); İnsan, Tanrı ve Gül-

haç Öğret is i ; Dışrek Ruhbil im (Eksoterik Psikoloj i) ; Kapalı (Her-

metik) Sevgi ve En Üst Sihir; Simya; Hıristiyan Gizemci l iği ; Kapa­

lı (Hermetik) Bilgelik ve Tasavvufi (Mistik) Dua v.b. konular ı içer­

diğini anlamış oluruz.

Yani kıskanç, benci l , hain ve «faydaya yönelik» bir g i z e m çiz­

gis inden o l d u k ç a uzak amaçlar! j '

«Altın Şafak» ö r g ü t ü n ü inceleyen J a c q u e s Bergier 'ye g ö r e

üyeler görünmezl iğ i t e m i n eden bir «ritüel» üzer inde de çal ışmak­

taydılar. 16. yüzyılın ç o k ünlü İngiliz yı ldızbil imci, s imyacı, sihir­

baz ve Kraliçe I. El izabeth' in danışmanı J o h n Dee'n in aşağıdaki

f o r m ü l , u y g u n bir şeki lde söylendiğinde, g ö r ü n m e z o l m a k olasıy-

mış:

«Ol sonuf v a o r s a g g o h o iad balt, lonsh caiz v o n p h o . S o b r a

Z-ol ror İ ta nazps.»

Sırası ge lmişken: görünmezl ik le ilgili bir olayı Prof.Dr. Hans

v o n Aiberg ( M u h a m m e d H.Ayberg) «Arz'dan Arş'a Sonsuzluk

Kulesi» adlı çalışmasının birinci c i l d i n d e bu şeki lde di le getir iyor:

«Büyük bi lgin ve g izemci Axel H e i b e r g İslami gizli bil imler

iç inde ' insanın kendi tünel ine giz lenerek' g ö r ü n m e z olabi leceği,

görünmezliğin sırlarını öğrencis i o l d u ğ u Mevlânâ Hal id' in

Kur 'an'daki gizli b i l imlerden (özell ikle Cif ir 'den) ö ğ r e n d i ğ i , hatta

kendisini bizzat Hızır A.S.'nin sürekl i eğit t iği de Gurdsieff (Gurdj i­

eff) tarafından ileri sürülmüştür. Âyet le g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına

erdiği ileri sürülen Heiberg' in Türk iye 'ye yerleştiği kısa d ö n e m d e

bu g ö r ü n m e m e yeteneğini sergi lemiş o l d u ğ u n u da y ine İstanbul

seyahat inde belirtiyor. Öyle ki, ün lü fantazi yazarı H.G.VVell'in

(VVelIs'in) ' G ö r ü n m e y e n A d a m ' t ip in in ta kendisi o l d u ğ u n u söyle­

miştir. Hatta ' G ö r ü n m e y e n A d a m İstanbul 'da' romanında res­

m e n tarif edi ldiği ileri sürülmüştür (Wells, b u n u bizzat belirtmiş­

tir).»

Axel Heiberg' in, «âyetle g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına» erip ermedi­

ği k o n u s u n d a y o r u m yürütecek deği l iz a n c a k yukarıya aldığımız

alıntıda ilgimizi ç e k e n bir iki noktayı d ü z e l t m e k ihtiyacını d u y m a k ­

tayız:

1 - Herbert G e o r g e s VVells « G ö r ü n m e y e n Adam» (The invi-

sible Man) romanını 1897'de yazıyor;

2 - «Görünmeyen A d a m İstanbul 'da» bir r o m a n deği l ,

yukardak i r o m a n d a n uyarlanan Lütfi Akad' ın bir f i lm senaryosu-

dur;

3 - Lütfi Akad 1954'te f i lmini çev i rd iğ inde Herbert Georges

VVells ç o k t a n (1946) ö l m ü ş t ü , dolayısıyla herhangi bir şeyi «biz­

zat» bel irtebi lecek d u r u m u n d a deği ld i , herhangi bir ruhsal bildiri

dışında!

Esas konularımıza dönel im.. .

Bir başka i lginç nokta: yerli ve İstanbul ' lu «Altın Şafakçılar»ııı

«gerçek majisyen», yani gerçek sihirbaz, tanımıdır ki, gizemlerle,

en azından saydıkları gizemlerle, u ğ r a ş a n birine değil de, «sata­

nist» eğil imli bir ine uyabilir. A n c a k Türk iye gibi İslam kültürlü laik

— 117 —

Page 59: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

bir ülkede insan nasıl şeytana t a p a n olur ve bu şeytana tapmasın­

da Batılı model lere uymaya çalışır, özent iden kurtulmadan?

Şeytan d a h a ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi , her d inde, her

inançta vardır. Oysa gizemsel açıdan «satanist» deni ld iğ inde kar­

şımıza çıkan - v e Batı 'dan ge lme öğreti kaynakları ile, s inema ve

TV fi lmleriyle b e s l e n e n - Batı f o r m a s y o n l u «satanist» oluyor. Yani

Orta Ç a ğ ' d a n bu yana kiliseye karşı c e p h e alarak, Hıristiyan d in i­

nin kutsal ayinlerini ve inançlarını ters yüz ederek, ç iğneyip aşağı­

layarak anarşist bir tavırla şeytana tapanlar.

Her k o n u d a ve hatta y a ş a m tarzımızda, sanatsal örnekler i­

mizde, beğeni ler imizde özentil i bir t o p l u m o l d u ğ u m u z apaçık

ortadadır. B u n u n bir s o n u c u olarak da aynı özentiyi Gizli Bi l imle­

re karşı uyguluyoruz. Oysa ki, g izemin genel l iği içinde, her yerel,

ulusal kül türün ve bu kültürden kaynaklanan, bu kültürü o luştu­

ran inanış ve inançların yeri ve işlevi u y g u l a m a d a s o n d e r e c e

önemlidir. T ü m s o r u n ise kaynaklara ulaşmaktır.

İstanbul 'un g i z e m meraklıları b ü y ü ile uğraşırlar mı, uğraş­

mazlar mı? Bu da ç o k genel bir soru, ç ü n k ü b ü y ü n ü n her çeşidi ,

ister ak, ister kara, ister kırmızı, gizli bi l imlerin bir parçasıdır.

B ü y ü hiç kuşkusuz yapılıyor, her z a m a n yapıldığı g ibi . Hatta

yaşam koşullarının d a h a da zorlaştığı d ö n e m l e r d e d a h a fazla da

yapılıyor, garantisi o lsun veya olmasın. Ancak, bil indiği g ib i ,

b ü y ü n ü n garantisi yoktur. Niyeti ne olursa o lsun ya tutar ya tut­

maz, b ü y ü y ü yapanla büyülenecek olan arasında b irçok h e s a p

edi lemeyen öğeler in g i rd iğ inden ve u y g u l a m a d a her z a m a n birta­

kım pürüzler ç ıkabi ldiğinden.

Üstelik b ü y ü n ü n tür ve niyetleri, işlev ve sonuçları kadar

geniş olan bir de «uzmanlaşma» (dilerseniz, «ikna etme ve edi l­

me») alanı vardır. Ve profesyonel gibi bi l inen bile, z a m a n z a m a n ,

bir a m a t ö r d e n d a h a başarısız olabil iyor.

Örnek olarak bir genç kızın başından g e ç e n i nakledel im: bir i­

ne g ö n l ü n ü kaptıran fakat u m d u ğ u d e r e c e d e karşılık g ö r m e y e n

bu genç kız, sora sora, aşk büyüleri k o n u s u n d a uzman olarak

bil inen azınlıktan bir falcıya başvuruyor. Falc ı-büyücünün ö n e r d i ­

ği «kaşık büyüsü» için - b u n d a n bir sekiz yıl kadar ö n c e -

200.000 lirayı nakten ve peşinen ö d ü y o r . Büyü, ilk yapıldığında,

«tutmuyor», ikinci kez tekrar landığında da «tutmuyor». Yanıp t u t u ­

şan ve 400.000 l i radan olan g e n ç kız, yaşıtı o l a n ve fa l-büyü

işlemleri ile yakından ilgilenen bir kız arkadaşının yardımına sığı­

nır.

Amatör, a m a «tedr isaMan g e ç m i ş , g i z e m c i kızın önerisi bir

«voodoo» b ü y ü s ü oluyor, etkin a m a tehlikeli bir y ö n t e m .

Öğreti lere u y g u n olarak kı ldan bir heykelcik yapılıyor, b ü y ü ­

n ü n hedefi o lan delikanlıya az ç o k benzer ve o n d a n alınan, o n a

ait o lan bir şeylerle donatı lmış; ayin yapılıyor, ne gerekiyorsa o k u ­

nuyor ve -rast lant ısal d e y i n - a m a t ö r ü n büyüsü, bir süre sonra,

«tutuyor», s o n u ç s u z gibi g ö r ü n e n ilişki o lumlu ve de yasal bir

s o n u c a varıyor.

Kara b ü y ü y e başvurarak elde edilen o l u m l u , mut lu bir

sonuç; bu bir tezat gibi görünebi l i r ancak, b ü y ü d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n ­

d e , o ünlü «renk ayırımı» üzerinde p e k d u r m a m a k gerekiyor, kanı­

mızca, ç ü n k ü ne «operatör»ün kullandığı bilgi, ne de geleneksel

olarak b a ş v u r d u ğ u «güç» ö lçüler imize u y g u n bir ahlaksıll ığa b a ğ ­

l ı değildir. G izem işlerini, çalışmalarını «olumlu» ya da «olumsuz»

d iye bir ayırıma g ö r e sınıflandırmak insanın b a ş v u r d u ğ u ve salt

insana ö z g ü bir değer lendirmedir , konulan ve uygulanmakta

o lan tabulara ve toplumsal örf ve âdet lere ö z g ü .

Gizemi araştırmak, d ü n o l d u ğ u kadar b u g ü n d e , insanoğlu­

n u n v a z g e ç e m e d i ğ i bir uğraşıdır, ister falcıya bağlansın, ister

bakıcıya, b ü y ü c ü y e veya basındaki yıldız falı sütunlarına.

İlkel insan büyüsel işlemler ve ayinler yolu ile, kurallarına

henüz yeter ince tanımadığı, d o ğ a n ı n güçler ine ve d o ğ a d a n

gelen afetlere karşı korunmak, bunları kendi yararına d ö n d ü r m e k

istiyor. İlkel insanın amacı s o m u t bir savunmadır, ç a ğ d a ş ve

evr imleşmiş insanın amacı ise - h e r tür gizemli bilgi ve bil imlere

b a ş v u r d u ğ u n d a - bir bi l inmeyeni, kendine ya da başkasına, açık­

lamak ve güçlenmekt i r , ileriye d ö n ü k bir çeşit garantiyi aramak­

tır.

— 119 —

Page 60: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

O k u d u ğ u m u z gazetelere, karıştırdığımız dergi lere, ç o ğ a l a n

televizyon kanallarına b u g ü n baktığımızda gizemli arayışının her

çeşit ve uygulaması karşımıza çıkıyor, en uygar, en çarpıcı, etkin

ve peşinen garanti l i , tart ışma kabul e t m e y e n şekli ile. Kimi kanal­

da astroloj i , k imisinde ise son d ö n e m i n « f u r y a l a r ı n d a n Tarot.

Yakında u z m a n bir R o m a n küçük e k r a n d a çıkıp bakla falı açarsa

hiç şaşmayın, gidişat b u n a da hazırdır ç ü n k ü !

Bu tür sunuşlarla g i z e m artık bir «gizem» değildir, bir «kararlı­

lık», bir «emniyettir» şöyle ki: fa lanca uzmanın f i lanca k o n u d a k i

y o r u m u n u (telefondan) d in lemeden ne ö n e m l i bir karar alın, ne

de öneml i bir işe kalkışın gibi ler inden.

Hiç kuşkusuz ki, gizli bil imlerin bu tür pazarlamasını, bu tür

«serbest piyasası»nı biz keşfetmedik, batısı ve d o ğ u s u ile t ü m

d ü n y a d a yapılanları, belirli bir g e c i k m e ile biz de u y g u l u y o r u z

aynı yöntemler, aynı ya da benzer s loganlar ve kesinlik get i ren

sunuşlarla.

Gizem diye bil inenler açıklanınca h e m yararları artar, h e m

de g izem olmaktan çıkınca, alanları genişler, işlevsellikleri ç o ğ a ­

lır. Ancak şunu da unutmayal ım: gizli olanın, gizli tutulanın d a i m a

gizli olması, öyle bi l inmesi genel bir kural ya da bir zorunlu luk

olarak alınmamalıdır.

Antik ç a ğ d a n yüzyılımızın başına d e k gizl i tutulan, d a h a d o ğ ­

rusu gizli kalmaları için gayret sarfedi len, t ü m d e n gizli deği lse

bile belirli ö r g ü t ya da kişilerin tekel inde kalan, öyle kalmaları «uy­

gun» görü len bilgiler ve uygulamalar g i tg ide geniş leyen bir

meraklı ve izleyici t o p l u l u ğ u n a açıldı.

Açıldı d e r k e n nasıl açıldı?

İki şeki lde:

a) Dışrek bilgilerin popüler konularda yayınlanması,

b) U z m a n olarak bil inen kişilerin, g i z e m araştırmacılarının

açık olarak k o n u m ve konularını ilan e d e r e k ortaya çıkması ile.

Birinci şıkta bir bi lgi birikimi, t ü m d e n veya kısmen, herkese

açıklanıyor, herkesin «hizmeti»ne sunuluyor. İkinci şıkta ise herke­

se açıklanan kuram, f o r m ü l ve uygulamalar ı cilt cilt or taya k o n u -

— 120 —

lan bu bi lgi ve teknikler uzmanlar (ya da u z m a n geçinenler) tara­

f ından y o r u m l a n a r a k geniş bir ilgili ve merakl ı kit lesine ulaştırılı­

yor.

T u t k u n u , nerdeyse kölesi o l d u ğ u m u z medyalara y e n i d e n bir

göz atal ım ve antik, eski ya da yakın İstanbul g izemler ine bir baş­

ka gizemler ekleyel im, t ü m d e n ç a ğ d a ş ve teknoloj ik. Ve b u n u

yaptığımızda unutmayal ım ki:

- Rastlantı d iye bir olay yoktur. T ü m rastlantılar anlamlıdır.

Çağımız öyle bir çağdır ki, aynı a n d a uzay araştırmalarını, der in­

likler ruhbi l imini, uyduları ve yıldızfalını kapsıyor. Bir d e ğ i ş i n i m ,

bir m ü t a s y o n dünyasında yaşıyoruz, ç o ğ u kapıların ardına kadar

açıldığı - b u n a karşın ırkçılığın, töresel düşmanlıklarının, aşırı mil­

l iyetçi duygular ının kol gezdiğ i bir d ü n y a d ı r b u .

Bizden ö n c e ruhbi l imin, tarihin, d in ler in, bi l imin b i r ç o k bölge­

leri, alanları salt bir mut lu azınlığa açıktı b u g ü n s e ç o ğ u n l u ğ a , t o p ­

lumlara açılmaktadır. Gizemin tar ihinde, ayinler inde ve u y g u l a m a ­

larında bulunan, bulunabi len verilerle insan kişil iğinin bilgisini zen­

ginleşt irecek malzemeler, öğreti ler bulabil ir iz. Kaldı ki, insan için

g i z e m bir d ü r t ü d ü r ve bu d ü r t ü n ü n etkisi ile insan g izemi açıkla­

mak, g izemi aşmak eylemine kapılıyor.

İ letişimsel olanaklar ve teknikler çoğal ınca, her yere ve her

şeye ulaşınca gizemleri yaymanın, tanı tmanın, uygulamanın yolla­

rı açıl ıyor ve gizemsel «üretim» art ınca da «gizemin satıcıları»

ortaya çıkıyor.

A n c a k satışa sunulan, hizmete sunulan hangi gizemler, gizli

bi l im ve sanatlardır?

Genelde falcılıkla ilgili olanlar, falcıl ığa dönüştürülenler ve

açık ya da kapalı şekilde, büyüsel olanlar. Yani «geleceğin kapıla­

rı»™ açanlar, deği lse bile aralayanlar.

Bilgisayarların devreye girmesi ve yaygınlaşması ile eskiden,

u ğ r a ş m a k t a n ç e k i n m e y e n , meraklıların, uzmanların alanı o lan yıl-

dızbi l imsel (astroloj ik) inceleme ve araştırmalar, yıldız haritaları,

«horoskop»lar b u g ü n temel verilere sahip adeta herkesin, p r o g ­

ramlanmış bi lgisayara başvurarak, topar layabi ld iği birer «for-

— 121 —

Page 61: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

mül», birer «teknik» haline getirildiler. Gide gide, «hazırlop» yıldız-

bilimsel tahminler le gündel ik ya da magazin basında çıkan yıldız

falları arasında p e k bir fark kalmadı sanki.

Yıldızbilim bir m e d y a ürünü, üstelik «çok satan» bir m e d y a

ürünü olunca d a - k i , öteden beri, dünyanın her yer inde böyle­

d i r - tahminler fazlasıyla genelleşiyor g e r ç e k değerler ini, kişiye

ait özelliklerini yit ir iyor.

Bu ara yı ldızbil im kursları, merkezler i açıl ıyor ve özell ikle

g e n ç kuşak arasında, tanıştırmada ad ve soyadı kadar «burç»da

artan bir ö n e m kazanmış oluyor, burçlar karşılaştırılıyor, ilerisi

için o lumlu veya o l u ms u z dost luk, arkadaşlık, ilişki olasıları

y o r u m konusu oluyor.

Yıldızbilimin, yıldızfalının bir «çok satan» ve de «çok izlenen»

haline gelmesi bir hayli eskilere dayanıp kent imizin ve ülkemizin

hudutlarını aştığı için bir hal çaresi g ö r ü n ü r d e pek yoktur. Ya

meraklıları uyarırsınız, bu yan-bi l imin, bu hesabın, incelemenin,

tahminin bu denl i kolay olmadığını ikna edersiniz ya da işi bir

gazete sütununa, bir derg i sayfasına, bir TV programına veya bir

telefon hattına bırakırsınız. Sonuçta alan m e m n u n , satan m e m ­

n u n olduktan sonra!

Aynı şey büyüsel işlemler için de geçerl idir: b ü y ü kitapları,

büyüsel derlemeler de eksik değildir, kimi folk lor araştırması kap­

samında, kimi elkitabı kimliğinde. Nedir ki, bu tür çalışmaların,

deneyler in gereksinimini d u y a n kişi için yazılı kaynak her defasın­

da yeterli g ö r ü n m ü y o r . Artı, yazılı kaynakta olanı uygulayabi len

«bilen», «yapabilen» kişi de gerekiyor, uzmanl ığından, inancın­

d a n gelen bir garantiy i , bir bilgi d o z u n u ve şarjını katabi lecek

biri.

İşlemi uygulayanda ve işlemi isteyende bu bi lgi ve inanç kav­

ramı son derece öneml id ir ve s ö z k o n u s u olan, salt uygulayanın

sahip olması beklenen «bilgi» değildir, b u n u ta lep edenin, s o n u ­

cu arzulayanın «bi lg is iz l iğ idir .

Her insan için gelecek denet lenemeyen bir b i l inmeyendir ve

insan, bu gezegendeki yaşamının kısa, bazen de ç o k kısa o l d u ­

ğ u n u bilmesine r a ğ m e n , bu «süre» s o r u n u i le 'daima b u r u n b u r u ­

na o l d u ğ u n u u n u t m a k istiyor. Şu ya da bu gizli b i l ime, gizli bi lgi

ve sanata başvurarak geleceğin giz perdesini kaldırtmak, kaldırta-

bi lmek adeta her insanın kaçını lmaz bir gereksin imi, yaşamsal

bir arzusudur. A n c a k ne her gizli b i l im bu tür bir o lanak tanıyor,

ne de her g izem uygulayıcısı - i s t e r falcı, sihirbaz v e y a ak ya da

kara b ü y ü c ü - bu tür bir kesin g ü c e sahiptir. Bu tür yetenek ve

bağlantılar eksik o lunca da, isteği karşı layabi lmek iç in, her yol ve

çare geçerl i sayılıyor. Sonuçta g e r ç e k bir «hizmet» ver i lmiyorsa

bile bir umut veril iyor, bir yol göster i l iyor, bir hal çaresi belirtil i­

yor, bir öner ide bulunuluyor d o ğ r u , yanlış ya da u y d u r m a .

Gizemden sayılan bilgi basit leşince, ayağa d ü ş ü n c e özell iği­

ni ve değerini yit irdiği gibi, k i m l i ğ i n d e n o lup kendini başka bir

a n l a m ve k a p s a m içinde buluyor. Hatta ve hatta geçerl i l iğ inden

ve gerçek işlevinden t ü m d e n k o p m u ş oluyor.

Örneğin, yıldızbil ime yıldızfalı d e n d i ğ i n d e ve salt bu y ö n ü ile

kullanıldığında yıldızbil imin - i s t e r ant ik bir bi l im, ister bir yan

bi l im, ister bir inanış olarak kabul e d i l s i n - gerçek y ö n ü ve işlevi

saptırılmış, basite indirgenmiş o luyor. Oysa ki yı ldızbil im, bir fal

aracı olmanın ç o k ötesinde, evrensel boyutları kapsayan bir

y a ş a m şeklidir hatta, Muhyiddin- i Arabi 'n in de açıkladığı gibi, ö te

d ü n y a y a kadar uzanan bir bağlantıdır.

Daha güncel (en azından t o p l u m u m u z için d a h a güncel) bir

«gizli sanat» örneğine değine l im: İs tanbul 'un ve Türkiye'deki baş­

kaca yerlerinin gizemlere açık merakl ı bir kesiti «Tarot» kartlarını

b irkaç yıl ö n c e ve g e ç dahi olsa keşfett ikten sonra bunlara, artan

bir ilgi ile, iyice bağlandı «Tarot»ları bir fal aracı olarak kullanarak

veya kullandırarak. Sonuçta, yı ldızbil imin başına geldiği gibi, «Ta­

rot» kartları -da, eninde s o n u n d a te lefon hatlarına ve televizyon

kanallarına yerleşti, ünlü kişilerin «Tarot» falları (Cumhurbaşkanı

Turgut Özal dahil o l m a k üzere) mi lyonlarca izleyicinin karşısında

o k u n d u , açıklandı.

B u g ü n medyalarda i lginç o lan, çekici olan gizemin «in»

olmasıdır ( iskambil kâğıtları «out», Tarot kartları «in» oldukları

— 123 —

Page 62: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

gibi) ; popüler, aranılan, dost mecl is ler inde, metafiziğe yönel ik

sohbet lerde konuşulması ve elyordamıyla kullanılmasıdır i lginç

olan. A n c a k uygulamaya g e ç m e d e n ö n c e , uygulamayı sergi leme­

d e n ö n c e kaç kişi bu gözalıcı kartların geçmiş in i , tarihini araştır­

mıştır? Kaç kişi, hazırlop formül lere ve her Tarot desteği ile birlik­

te sunulan açıklamalara bel b a ğ l a m a d a n ö n c e , bunların g e r ç e k

işlevlerini, hangi inanışlara bağlı olduklarını incelemek zahmet ine

katlanmıştır?

Hiç kuşkusuz ki, «uzmanlar» b u n u yapt ı , b u n u y a p m a k

z o r u n d a kaldı, fakat bu bilgilerini ve uzmanlıklarını meraklı lara

sunduklar ından, artan isteği karşıladıklarında b irçok şeyi gözard ı

etmeyi d a h a u y g u n ve pratik g ö r d ü .

Farkındayız, Tarot bir İstanbul g izemi değildir, fakat Tarot

b u g ü n artan bir hızla İstanbul 'un bir kes iminde yer leşen bir

g izem, bir gizli bilgi, bir gizli sanat k o n u m u n u almış bulunmakt ır

ve dolayısıyla, bu g ö r ü n ü m ve sunuşu ile k o n u m u z u n g ü n c e l bir

parçası oluyor.

«İlk kez Tarot fal kartları veriyoruz» başlığını atıyor kapağın­

da kısa ö m ü r l ü «Falınız ve Burcunuz» derg is i Mart 1989 tarihl i ilk

sayısında. Ve A lmanca olarak «Arcana Major»un ya da 22 resimli

karttan o luşan «Büyük Giz»in altı kartını ver iyor (4, 5, 6, 12, 13,

14, 19, 20, 21). Kartların adları ve açıklamaları A l m a n c a d a n veril i­

y orsa derg in in içindeki tanıtma yazısında, Türkçesi ve İngil izcesi

u y g u n bulunuyor.

«Tarot olayı nedir?» başlıklı tanı tma yazısı « y u r d u m u z d a

henüz satı lamayan bu esrarengiz ori j inal kartlar» d iyorsa da

Tarot kartları -Sezar ' ın hakkını Sezar'a v e r m e k i ç i n - s o n r a d a n

Tarot ' lan yaygın hale get iren Rezzan ve Metin Kiraz'ın B a ğ d a t

Caddesindeki «gizbilim» dükkânında satı lmaktaydı.

«Falınız ve burcunuz» dergisi Tarot k o n u s u n d a aşağıdaki bi l­

gileri de vermekteydi :

- Tarot 'a sadece bir o y u n ya da fal aracı olarak b a k m a k ,

gerçeği g ö r m e m e k demektir. O n u n derinl ik ler inde metafizik

anlamlar gizlidir. Bir kere, 78 kâğıttan ibaret o luşu Eski Mısır Hiye-

_ 124 —

roglif lerinde rast lanan 78 tabletle bağlantıyı o r t a y a koyar. Ünlü

İskenderiye kütüphanesinde bulunan papirüs ve p a r ş ö m e n d e n

başka kil ve t o p r a k tabletlerde yazılı efsanelerle yak ından ilgilidir.

Yukardaki alıntıda üzerinde duru lması g e r e k e n nokta, ki

T a r a f l a r ı n ö z ü n ü özümsemektedir , bunların salt bir o y u n ya da

fal aracı olmamasıdır. Ancak, ü lkemizdeki f u r y a d a g ö r ü n d ü ğ ü

gibi , Tarot yaygın kullanış ve sunuluş şekli ile b izde, başkaca fal

tekniklerine ekleni len «in» ve popüler l ik kazanan bir araç haline

getiri ldi, ister bi l inçl i , ister bil inçsiz.

22 s imgesel res imden (Arcana Majör = B ü y ü k Giz) ve 56 işa­

retli kâğıttan (Arcana Minör = Küçük Giz) o luşan Tarot destesi­

nin Çin'den çıktığı sanılıyor ya da Hindistan 'dan, deği lse Mısır'

d a n . 1392'de Fransa Kralı 6. Charles' in sarayında kullanıldığı bili­

niyor. Başka kaynaklara göre, Fransa'dan ö n c e İspanya'da kulla­

nılmıştır.

Tarot 'u Batı 'ya çingeneler get irdi , deniyor. Yapılan araştırma­

lara göre ç ingeneler in dil i, Hindistan' ın en eski, kutsal dili olan,

Sanskrit ' ten, hatta öz ve katıksız Sanskri t ' ten b a ş k a şey deği l­

miş. Örneğin, Sanskr i tçe iskambil (kâğıt) destesi «Taru»dur,

Macar ç ingeneler i buna «Tar» derler, Batı'ya «Tarot» olarak geç­

miştir.

Amerikalı Tarot uzmanı Paul Foster Case'a g ö r e 78'lik deste

1200'lerde Fas'ta t o p l a n a n ve her ulustan gelen bilginler tarafın­

d a n , eski ve geleneksel bilgiyi k o r u m a k amacıyla, hazırlanan şif­

reli bir kitabın kalıntısından başka bir şey deği ldir.

«Çingenelerin Kutsal Kitabı» denir Tarot 'a. Kimine göre yüz­

yıl lardan beri o l u ş a n simgeleri ile top lumsal , kolektif bilinçdışını

açıklıyor. Kimine g ö r e de geçmiş i , geleceği ve t ü m zamanları

ö n g ö r e n tek y o l , tek anahtardır. Romani ler kadar Orta Çağ s im­

yacılarını, 17. ve 18. yüzyıl g izemci ler ini etki leyen «mistik» (tasav-

vufi) bir felsefenin görüntülemesidir . Simgesel adı ile Hermes' in

ya da Tanrı T h o t h ' u n kitabıdır evrensel bir y ö n t e m e açılan.

G ö r ü l d ü ğ ü gib i «in» bir fal haline gelen, getir i len bu T a r a f l a ­

rın geçmiş i o l d u k ç a geniş, karmaşık ve ortaya koyduklar ı kuram-

— 125 —

Page 63: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

larla fa ldan bir hayli değiş ik, en azından geleneksel Batı kaynakla­

rını araştırdığımızda (ki, b u g ü n e dek, T a r a f l a r l a ilgili t ü m d e n

D o ğ u l u bir kaynağa rastlamış deği l iz). D e v a m edelim...

Tarot kartlarının Mısır 'dan kalma olduklarını ilk bel irten ve

ç o k tartışılan kaynak Protestan Tanrıbi l imcisi Court de Gebel in ' in

ilk ci ldini 1773'te yayınladığı, «İlkel Dünya» (Le M o n d e Primitif)

adlı ansik lopedik çalışmadır. De Gebel in ' in savına ilk sahip çıkan

ise, geçmiş i o l d u k ç a karanlık olan, Paris'ti berber Aliette oluyor.

Adını ters yüz edip Etteila olarak kendini tanıtan Aliette 1783'te

yayınlanan - v e «İlkel Dünya»dan ç o k e s i n l e n e n - «Thot kitabının

eşanlamlı sözlüğü» (Dict ionnaire S y n o n i m i q u e du Livre de

T h o t ) n d e Tarot 'u p o p ü l e r bir fal aracı haline getir iyorsa da öğret i­

sinin temellerini, d ö n dolaş, Yahudilerin Kabala'sında a r a m a k t a n

kendini alamıyor.

«Memfis'ten, Ptah tapınağının mihrabında, altın levhalarda

işlenmiş bir deste kâğıt bulunuyordu.» der Paris'li berber Aliet-

te-Etteila ve bu d e s t e n i n Mısır'dan, Hazreti Musa'nın eliyle, Yahu­

dilere geçt iğini ö n e sürüyor.

Yaklaşık olarak bir yüzyıl sonra ise Tarot' ları der inl iğ ine araş­

tıran Fransız soy lusu ve gizemcisi Stanislas de Guaita, her biri

850 sayfayı aşan, iki ciltl ik «Kara B ü y ü n ü n Anahtarı» (La Clef de

la Magie Noire) adlı çal ışmasında «Büyük Giz»i o luşturan 22 kâğı­

dı, ayrıntıları ayrıntılara katarak açıklıyor.

Ve önceki yüzyı lda, ç a ğ d a ş gizemci l iği dir i l ten El iphas

Levi'nin (gerçek adı ile A lphonse Louis Gonstant) «Yüce Sihirin

Dogmalar ı ve Ayinsel Şekilleri» ( D o g m e et Rituel de la Haute

Magie, 1896) adlı t e m e l kitabına bir g ö z attığımızda Tarot ile ilgili

aşağıdaki k o n u ve bağlantılarıyla karşılaşmış o luyoruz:

- Tarot, evrensel bir ABC; Kabala açısından Tarot; kıyamet­

le ilgisi; s imyadaki s imgeler i ; T a r a f l a r l a İbranice harflerin arasın­

daki bağlantı; İtalyan T a r a f l a r ı ; Kutsal Kitabın ve Kabala'n in

anahtarı; gizemli bi l imlerin temel taşı; en şaşırtıcı kehanet aracı

v.b.

İstanbul'u mesken t u t m u ş , Tarot kartları ile sanatçıları, fut­

bolcuları, devlet adamlarını, yüksek f inans temsi lci ler ini etrafları­

na toplay ıp falcılık y a p a n uzmanlarımızın, k o n u y a e latmadan

önce, geri lere d ö n ü p T a r a f l a r l a ilgili kaynakları , yorumlar ı - h a t ­

ta ve hatta pa lavra lar ı - incelemeleri gerekir mi g e r e k m e z mi?

Sorunun yanıtı, hiç kuşkusuz, onlara kalmıştır fakat, i lginçtir ki,

u y g u l a m a d a bile aynı görüşte ve «teknik»te olmadıkları ortaya

çıkıyor.

Örneğin, Tarot ile ilgili kapsamlı bir k i tap yayınlamış olan

Kiraz ikilisine göre Tarot herhangi bir yer ve saatte açılamıyor,

ilkin falına bakılması istenen kişinin h o r o s k o p u n a bakıp u y g u n

g ü n ü s a p t a m a k gerekiyor. Tarot o k u m a seansları, bir süre rahat­

latıcı m e d i t a s y o n ve k o n t e m p l a s y o n uygulandıktan sonra, g e c e

vakti yapılıyor. İlkin 1,5 saatlik bir k o n u ş m a yapıl ıyor d e r k e n

mumlar ve tütsüler yakılıyor, masaya siyah ipekler seri l iyor ve

gerçek seans başlıyor. Bunun bir de s a b a h faslı vardır, ev hazırla­

nıyor, u z m a n kendini hazırlıyor, giysiler seçi l iyor v.b.

Öte y a n d a n televizyon ekranındaki u y g u l a m a y a baktığımız­

da her şey ç o k sade, aksesuarlar y o k (teknik araçları saymazsa­

nız), m u m l a r ve tütsüler yok, uzun hazırlıklar yok. Uygulamanın

bir de ü ç ü n c ü şekli vardır, 900 900'lü şekli ki, en kolay ve basiti

gibi görü lüyor.

Gizemleri ve gizli d iye bil inen sanatları serbest piyasaya sür­

d ü n ü z m ü , medyalarda bir «oyun» haline getirdiniz mi, bu tür kar­

şıtlık ve tersl ik lerden kaçınmak olanaksız oluyor. Ç ü n k ü her «pa­

zar» ve her «medya» kendi koşullarını getir iyor. Get irmekle de

yet inmiyor, size e m p o z e ediyor, ya bu deveyi güders in ya bu

d iyardan giders in t ü r ü n d e n .

Olanaklarımızın, beğenilerimizin ve ilgi alanlarımızın kapsamı­

na giren her şeyi - b u ara geleceğe yönel ik kuşku ve arzularımı­

z ı - t ü k e t m e y e fazlasıyla alıştık, tüket ime dayal ı bir uygarlığın (şa­

yet uygarl ık bu ise!) iç inde yaşadığımızdan. Dolayısıyla her şeyin

t ü k e t i m e açılmasına, pazara g irmesine hiç şaşmamamız gereki­

yor (zaten şaştığımız da y o k ) . İstek o l d u ğ u sürece bu isteği karşı­

lamaya, gerekt iğ inde bu isteği d ü r t ü p a b a r t m a y a eğil imli olanlar

— 127 —

Page 64: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

çıkacaktır ve hatta, s istemin d e ğ i ş m e z ve kaçını lmaz kuralları için­

de, çıkmaları zorunludur. Gizem d i y e bil inenlerin bir kısmı, d ü n y a ­

nın her yer inde, artık tüket ime açıktır, konfeks iyon şekl inde u c u ­

za (ya da pahalıya!) sunulmaktadır. Bir bak ıma böylesi belki de

d a h a iyidir, insanların meraklarını karşılamak, kuşku ve endişeleri­

ni rahatlatmak, metafiziksel bir hizmet v e r m e k açısından. A n c a k

hiç unutulmamal ı ki, g izem dünyası (ona gizli bi l imler deyin, gizli

sanatlar d e y i n , batıl inançlar, çağdışı düşünceler d e y i n , di lediği­

niz gibi tanımlayın) bir buzdağı gibidir, azı g ö r ü n e n ç o ğ u g ö r ü n ­

meyen.

YEDINCI BÖLÜM

GİZEMLER VE YORUMLAR

B u g ü n ü n İstanbul 'u d ü n ü n İstanbul 'u deği ldir, yarının İstan­

bul 'u b u g ü n ü n İstanbul 'u o lmayacağı g ib i . Kentler değişir,

büyür, evrimleşir fakat eski izlerini taşımayı sürdürür, yaşlanan

bir insanın y ü z ü n d e k i kırışıklıklar gibi.

A n a d o l u , üzer inden g e ç e n , topraklar ında fi l izlenen veya yer­

leşen b u n c a uygarlıkların bir potası, bir kabı ve aynası o l d u ğ u

gibi İstanbul kenti de, yüzyılları katlayan tarihi b o y u n c a , gelmiş

geçmişler in izlerini kendi bünyesinde katmerleştirmiştir. Fetih

öncesi bir uzun d ö n e m d i r , mi to logyaya kadar uzanan ve m i t o l o g -

yayı kapsayan; Fetih sonrası Osmanl ı İstanbul 'u yeni bir çağın

başlangıcını müjdeleyen yaş lanmayan bir anıttır ve c u m h u r i y e t

sonrası İstanbul da, g ü n ü m ü z e gel inceye kadar, ç a ğ d a ş l a ş m a

y o k u ş u n u a d ı m adım kateden, «metropolis» o lmaya yüz tutan,

çarpık imgeler sergi leyen kendine ö z g ü bir «olay»dır.

Her kent kendi iç gizemini o luşturuyor ve her kent, eskiden

içinde yaşayanların bırakmış oldukları dayanıklı, somut izleriyle

g ö r ü n t ü s ü n ü kuruyor. Bu g ö r ü n t ü n ü n , bu imge k u r g u s u n u n

derinl iklerine indiğimizde kat kat boyalarla süslü maskenin arka­

sında giz lenen, giz lenmeye çalışan y ü z ü keşfett iğimizde bir baş­

ka b o y u t u n kapıları açılıyor paralel bir d ü n y a y a girercesine.

İnsan bel leğinde t ü m yaşantısının anılarını, ister yüzeye çık­

sınlar, ister çıkmasınlar, toplayıp sakladığı g ibi , bunları z a m a n

z a m a n kullandığı gibi her m e k â n ve mekânlar toplamı, o n u d o l -

— 129 — istanbul Gizemleri / F: 9

Page 65: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

d u r m u ş olan, o n u kullanmış olan güçler in, duygular ın, arzu ve

hırsların, d ü ş ve hayallerin, bilgi ve bilgeliklerin izlerini depoluyor .

Ve nasıl ki bel leğimiz, g ü n ü n birinde, yit irmiş, u n u t u l m u ş sandığı­

mız bir olayı, bir anıyı kafamızda ve yüreğimizde, t ü m çarpıcılığı

ile diri l t iyorsa mekânlar da, benzer bir süreç içinde, depoladıklar ı

izleri, anıları ve tecrübeler i açığa vuruyorlar.

Bir ev, bir o d a içinde bir ikmiş olan o lumlu ya da o lumsuz

güçler i ortaya çıkardığında «tekinsiz» sayılıyor, bir k o c a m a n kent

ise b u n u yaptığında ilkin pek dikkat çekmiyor, hatta belki de hiç

d ikkat çekmiyor fakat yer alan olaylar dizisi o kent in «çok özel»

tarihine ve b o y u t u n a kaydedil iyor.

İstanbul 'un destansal tarihi, yaklaşık olarak, M.Ö. 660 yılın­

da başlıyor Kral Bizans'ın adını taşıyan ilk Bizans ile ve bu ilk

Bizans kısa süre iç inde, önemli bir t icaret merkezi oluyor.

Bizans'tan İranlılar geçiyor, Ispartalılar, Makedonyal ı lar, Gal-

yalılar tarafından kuşatılıyor, M.S. 193-196 yıllarında Roma'l ı lar

tarafından kuşatıldığı gibi.

Roma i m p a r a t o r l u ğ u ' n u n başkenti o luyor Bizans, Constan-

t in ile, kiliselerin, Hera, Hecate ve Apol lo tapınaklarının içice yük­

seldiği karmaşık bir başkent. Sonra da D o ğ u R o m a İmparator lu­

ğu iken Bizans imparator luğu oluyor.

Ayaklanmaların, top lu katliamların, istilaların a d e t a birbirini

izlediği bir başkentt ir Bizans, görkeml i ve kanlı. Aynı z a m a n d a

Batı 'dan gelen g ö ç m e n l e r e açık bir başkent. Galata'da V e n e d i k l i ­

ler ve Ceneviz'l i ler yerleşiyor ve 1162'de Pisali'lar, Sirkeci tarafla­

rında bulunan bir Ceneviz' l i mahallesine saldırıp t o p l u bir katli­

a m a girişiyorlar.

1203'te kent haçlılar tarafından talan edil iyor, 1304'te Vene­

dik l i ler in saldırısına uğruyor ve bu istanbul 'un fethine kadar

d e v a m ediyor...

Tarihsel izleri, gelenekleri, karışık insan, ırk, inanç ve inanış

kalabalığı ile istanbul kendine ö z g ü , benzeri o l m a y a n bir mozaik

oluşturuyor, k iml iğinin kökenlerini bu mozaikin iç inden çıkartıyor.

Bu denli maceral ı g e ç m i ş i olan bir İstanbul g izemler yarat­

masın da k im yaratsın?

«Merkez» s ö z c ü ğ ü n ü kullandık bu şehr-i İstanbul iç in ve

«Merkez» derken de «Gizemler Merkezi» d e m e k istedik, g izemle­

ri olan, gizemleri saklayan ve gizemleri yaratan.

Bir insanın geçmiş i - g e n l e r i n d e taşıdığı g e ç m i ş l e r dahil

o lmak ü z e r e - nasıl ki, o insanın kimliğini o luşturup yönlendir iyor­

sa aynı süreç, değişik bir boyut içinde, kentler için de geçerl idir.

Ancak her kent için deği l .

İstanbul 'un bir «Merkez» olması, k o n u m u n d a n , g e ç m i ş i n ­

d e n , k iml iğinden ve işlevinden de kaynaklanıyor. İstanbul, ç ü n k ü

her z a m a n bir geçiş noktası, bir bir leşme noktası, bir sentez

unsuru olmuştur. B u g ü n de öyledir, Batı için halen D o ğ u ' n u n

başlangıcı, D o ğ u için de Batı'nın kapısıdır. İstanbul 'un ç o k özel

kimliği de bu ikil i l iğinden kaynaklanmaktadır.

Öncek i bölümlerde İstanbul 'u ziyaret eden, İs tanbul 'dan

geçen ve İstanbul 'da konaklayan b i rçok kişiyi, b i rçok g i z e m usta­

larını, örgüt kurucularını, g i z e m araştırmacılarını g ö r d ü k ve kendi­

mize bunlarla ilgili sorular sorduk, bazen de son d e r e c e basit,

o lağan yanıtlar verdik, v e r m e y e çalıştık. Ve, bil indiği g ib i , bazen

o ldukça karışık gibi g ö r ü l e n soru ve sorunların ç ö z ü m ü basit,

son d e r e c e mantıksal, o lağan yanıtlara bağlıdır.

«Merkez» işlevini g ö r e n her m e k â n , kapsamı ne olursa

olsun, çekic i bir g ü c e sahiptir, bir mıknatıs gibi işler. Aynı z a m a n ­

da bu merkez bir d e p o l a m a noktasıdır, değişik kaynaklardan

tarihsel bir süreç iç inde edinen bilgilerin, kültürlerin kat kat t o p ­

landıkları bir ardiye, bir arşiv. Ya da yaşayan ve somut bir bellek.

Böyle bir yaklaşım iç inde Bizans, Batı'yı depoladıysa Fetih

sonrası İstanbul 'u D o ğ u ' y u depoladı ve Tanzimat' tan başlamak

üzere D o ğ u ile Batı'yı.

İstanbul, kendi kimliği içinde, kendine özgü bir bi lgi sentezi­

ni biraraya get irdiyse (ki, hiç kuşkusuz getirmiştir) bu tür bir sen­

tezi o luşturmak y o l u n d a olanlar için bir «temel kaynak», yönlendi-

— 131 —

Page 66: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

rici bir nokta, ufukta beliren aydınlatıcı bir «fener» görevini de gör­

müştür.

Batı 'dan gelen g izem t u t k u n u ya da öğret i sahibi g i z e m c i

İstanbul 'da D o ğ u ' n u n g izem, bi l im ve bilgeliğini aradığı gibi

D o ğ u ' d a n gel ip Batı 'ya d ö n e n ve durakladığı İstanbul 'da iki ayrı

kaynağı karşılaştırarak elde ettiği bilgileri ölçer, b i lançosunu çıka­

rır ve uygulama yöntemler in i s a p t a m a y a koyulur.

Çemberl i taş' ın altında b u l u n d u ğ u sanılan geçit ler in Agar-

t a ' y a kadar ulaşıp ulaşmadığını b i lmiyoruz a m a İstanbul 'un, yüz­

yıllar b o y u n c a , bir ikt irdiği güçler in her yöne yayıldığına inanıyo­

ruz.

İstanbul g izemler i d e r k e n aşırıya kaçtığımızı düşünenler ola­

caktır. Bu satırları, bu sayfaları okuduklar ında bir «gizem zor lama­

s ı n a bel bağladığımızı söyleyeceklerdir. Eleştiriye her z a m a n açı­

ğız (eski bir eleşt irmen o l d u ğ u m u z d a n ) , yanlışlıklarımızı kabul

etmeye de ancak, kanımızca, her şey belirli bir mantık çerçevesi

iç inde gelişiyor, örnekleri, izleri ve olayları ile. H e m biz, burada,

bir varsayımın üzerinde d u r u y o r u z ve b u n u bir «sohbet» varsayı­

mı deği l de bir «araştırma» varsayımı olarak görüyoruz.

B u g ü n bi l imin kabul ettiği, hatta Strasbourg ve M e u d o n gibi

üniversitelerde, b i rçok jeofizik merkezler inde araştırılan ve «tellu-

rizm» (topraktan, yerden g ü ç a lmak) adını taşıyan bir olay vardır,

eskilerin tehlikeli saydıkları, bilgisini gizli tuttukları.

Öteden beri, özellikle A B D ve Rusya gibi ülkelerde, d ü n y a ­

nın o luşturduğu g ü ç «çizgileri» (ya da yeryüzünün sinir sistemi)

nin toplumlar üzerindeki etkileri araştırılıyor, bu güçler in merkez-

leştirdiği noktalar üzerinde duruluyor.

«Tellurizm»in yeryüzü k a b u ğ u n u harekete get i rd iğ i , d e p r e m ­

lere neden o l d u ğ u b u g ü n bir g e r ç e k olarak kabul edil iyor. Simya­

cılar için bu g ü ç yeryüzünün «görünmeyen» g ü c ü y d ü , antik ina­

nışlarda ise «cehennem ateşi» v e y a «cehennemin ateş nehirleri»

d iye adlandırı l ıyordu. Geleneksel bilgilere g ö r e ilkel insan, taş

devri insanı bu g ü c ü hissediyor, merkezlerini saptayabi l iyordu

ancak evrimleşen insan, başka duyarlıl ıkları g ibi , bu duyarlı l ığı da

yitirdi. Eskilerin bu merkezlerde inşa ettikleri tapınaklar (Hal iç ' te

yerleşen Keltlerin Fransa'nın Bretagne bölges indek i Carnac gibi)

sonradan terkedi ldi , yıkıntıları kaldı.

«Tellurizm» yeryüzünün d o ğ u r d u ğ u elektro-manyet ik bir g ü ç ­

tür, mekânları ve o mekanlardaki insan topluluklarını etki leyen,

doğal enerji merkezlerini yaratan.

Yoksa İstanbul bu tür bir merkez mi, y o k s a öyle miydi bir

zamanlar?

Jeofizik uzmanı olmadığımız için, bu tür d o ğ a l ve jeofiziksel

olayların t o p l u m bil incini ne gibi etki lediklerini s a p t a m a k amacı­

mız sayı lmadığından bu s o r u n u n yanıtını uzmanlara bırakıyoruz

ve bunu bir olasılık sayıyoruz, varsayımımızın bir parçası olarak.

Batı ile D o ğ u ' n u n bir b u l u ş m a noktası olarak g ö r d ü ğ ü m ü z

kentimizde, her iki y ö n e açılan bir kapı görevini g ö r e n İstan­

bul 'da değişik kökenli, bazen çatışan bazense birbirlerini t a m a m ­

layan gelenekler, inanışlar ve kültür bir ikimleri işlevlerini ve etkin­

liklerini sürdürüyorlar.

Kimi insan için tek yol şifa veren, g ü ç ve inanç kazandıran

kutsal dualardır, kimi için de ilkel sayabi leceğimiz uygulamalar­

dır. D o k t o r d a n ve d o k t o r u n tıp bi lgis inden s o n u ç a lamayan - y a

da d o k t o r d a n ve t ıptan, çeşitli nedenlerden dolayı, ç e k i n e n -

geleneksel kocakar ı dediğ imiz ilaçlara ve şifa yöntemler ine baş­

vuruyor; sevgil isi ile bozuşan, sevgi l is inden kuşkulanan, sürdür­

mekte o l d u ğ u ilişkinin geleceğini merak e d e n bir fal aracına veya

bir falcıya u m u t bağlıyor. O da yeterli g ö r ü n m e d i ğ i hallerde mus­

kalara, tı lsımlara ve büyüsel işlemlere kayıyor.

Bu tür bir gereksin imde ibadet yerleri de, ayırım gözetmeksi­

zin ve değiş ik inançlardan olan kişiler tarafından, bir başvuru

odağı oluyorlar. Yatırlara, evliyaların, şeyhlerin ve dedeler in

mezarlarına a d a k t a b u l u n u l d u ğ u gibi, Hıristiyan ayazmaların şifalı

sularına da başvurulur. Sonra, yaşam arkadaşını arayan veya bul­

mak isteyen, en basit inden, bir kiliseye girer, iki m u m alır, yapıştı­

rır yoksa yan yana diker ve yakar.

Bu k o c a İstanbul 'da üfürükçüye ve bakıcıya gidenler o l d u ğ u

— 1 3 3 -

Page 67: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

gibi b ü y ü uzmanı v e y a Şeytan Çıkaran, Cin Çıkaran papaza

gidenler, adakta b u l u n m a k için - i n a n ç l a r ı ne o lursa o l s u n -

Büyük Ada'n in tepes indek i Ermiş Yorgi 'ye kadar çıkanlar da var­

dır. Ancak, karıştırmayalım, b ü y ü başka dua ise b a m b a ş k a bir

şeydir her ne kadar k imi insanlar, aynı s o n u c u ç ıkarabi lmek için,

ikisine de ayırım yapmaksız ın başvuruyorlarsa d a .

Her tür fala bakanlar, fal k o n u s u n d a uzmanlaşanlar geniş bir

izleyici, müşteri kalabalığını topluyorlar. Resmen b ü y ü y a p a n hiç

yoktur - b ü y ü c ü l ü k yasak o l d u ğ u n d a n - oysa, gereks in im d o ğ ­

d u ğ u n d a , k im k i m e nasıl ve nereden gideceğin i s o r u p öğrenebi l i ­

yor.

Geleceğin k u ş k u s u n u taşıyan herkes - k i herkes geleceğin

kuşkusunu d o ğ a l olarak t a ş ı y o r - bu kuşkuyu giderebi lecek,

hafifletebilecek, bir u m u t verebi lecek birini arıyor. Arayıp b u l d u ­

ğ u n d a da, yararlı olacağına, olabi leceğine inanıyor. Ola ki, bu tür

işlemlere inanmıyorsa bile - g ü n d e l i k gazetelerinin yıldız falına

bakanlar gibi - « n e olur ne olmaz» dey ip deniyor, deği lse bir

çeşit sosyete o y u n u n u sayıyor.

Gizemde, tekrar edel im, her şey her şeye bağlıdır, inanış ve

inançlarda da öyledir ve çaresizl iğe, umutsuzluğa, endişeye kapı­

lan insan her yere başvurur, her tarafa saldırır. Mantıksal davran­

mak, aydınlatılmış o l m a k temel koşul ise bile olayların d o ğ u r d u ­

ğu, yüze çıkardığı aynı derecede temel duygular d a h a baskın

çıkıyor.

Bir yerden sonra ne kültürel d o n a t ı m , ne de parasal olanak­

lar yeterli g ö r ü n ü y o r : iş olsun diye, gülümseyerek, «kesinlikle

inanmıyorum» d iyerek gazetesinin o g ü n k ü fal s ü t u n u n a bakan

aydın, t ü m d e n evr imleşmiş kişi ile borsadaki d u r u m u n u n gelece­

ğini ö ğ r e n m e k arzu ve u m u d u ile fal açtıran, yı ldızbi l imcisine

danışan üst d e r e c e d e k i yönetici veya hold ing sahibi arasında hiç

fark yoktur. Aynı şeki lde sevgilisinin sadakat, bağlılık derecesin i

öğrenmek amacı ile bakıcıya (yeni adı ile «medyum»a) vizite öde­

yen genç kadınla T a r o t ' d a n bir öner i , bir işaret bek leyen g e n ç

kız arasında da hiç fark yoktur. Yoktur ç ü n k ü , hepsinde, kalıtım­

sal, genetik ruhbil imsel içgüdüler harekete geçiyor.

— 134 —

Bu çeşit örnek ve uygulamaların karşısında bir g i z e m s ö m ü ­

rüsünden söz etmek s o n derece doğaldır . Doğaldır ç ü n k ü ne

her başvuran bilinçlidir, ne de her uygulayan. İyi de, bu b a ğ l a m

içinde, g izemin s u ç u nedir? Gizli bi l imlerin, bilgilerin ve sanatla­

rın s u ç u nedir?

Bilginin, aracın, tekniğin hiçbir z a m a n s u ç u yoktur, suçlu

o lmak ya da o l m a m a k gib i bir ayırım, bir d e ğ e r l e n d i r m e ö z ü n d e

bulunmadığından. Suç d iye bir olay varsa, s ö m ü r ü varsa, bil inçli

ya da bil inçsiz yanlış kullanılma ve y ö n l e n d i r m e varsa bunların

s o r u m l u s u araç deği l , y ö n t e m , sanat ve tekn ik deği l , bunları kul­

lanandır.

«Gizemin tüccarları» demişt ik y ine d e , bu gizeml i kentin

insanları o lan, bizler bu denl i şikâyet etmemel iy iz (şayet şikâyet

ediyorsak!) ç ü n k ü ister Batı ister D o ğ u ile bir kıyaslama y a p m a ­

ya kalktığımızda İstanbul 'daki «gizem t ü c c a r l a r ı n ı n medyalar ı

kullansınlar veya kullanmasınlar, ç o k azınlıkta kaldıklarını, yurt

dışındaki keskince profesyonel leşmiş benzerleri ile aynı d ü z e y d e

olmadıklarını g ö r m ü ş oluruz, aynı katılığı sergi lemedikler i g ib i .

Gizemlere göster i len saygıdan mı kaynaklanıyor bu t u t u m ,

henüz t ü m ü ile oturmamış, şeki l lendir i lmemiş hatta g e r ç e k bir

profesyonel , meslekî d ü z e n e g i rmemiş bir ey lem çizgis inden mi?

Yoksa, her şeye r a ğ m e n , bazı konuların t o p l u m u m u z d a k o r u d u k ­

ları «gizlilik»ten?

Bakıcılık d e n e n olayı inkâr e d e c e k değil iz, d u r u g ö r ü n ü n ,

parapsikoloj in in kapsamına giren, ç o k ç a deneti lmiş örnekler i

olan bir olaydır. Nedir ki, bu yeteneğini bir mesleğe d ö n ü ş t ü r e n ,

sürekli o larak «performans» g ö s t e r m e k z o r u n d a kalan bakıcı,

yetenekleri ne denl i ö z g ü n olsa bile, bir noktadan sonra d o z u

art ırmak, a b a r t m a k ve gerekt iğ inde u y d u r m a k zorunluğu ile karşı­

laşır. Bakıcı «bakıyor» ve görüyor, belirli şekilleri y o r u m l u y o r ,

ç ö z ü y o r (Tarot kartlarını o k u y a n k imsenin simgeleri, s i m g e arası

bağlantıları, bi l inçalt ında şekil leşen çağrışımları, ruhsal imgeleri

yorumladığ ı gibi) ve o n a başvuran kişiye, müşterisine, g ö r ü p his­

settiklerini aktarıyor. B u n u yaparak da deneyler inden kaynakla-

- 135 —

Page 68: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

nan bir ruhbi l imsel donat ımdan da yararlanıyor. Değilse de o kişi

hakkında d a h a ö n c e d e n edindiği bi lgi lerden.

Ortada bir «gizem ticareti» veya bir «gizem sömürüsü» varo­

luyorsa d u r u m o kadar c iddi değildir. En azından henüz değildir,

televizyonlardaki programlara, telefon hatlarına (ki bunların «reçe­

t e l e r i n i A m e r i k a ' d a n almışız) ve ta lk-showlara tarafsızca baktığı­

mızda. Ö n ü n d e sonunda bu 8 mi lyonluk İstanbul 'da g izemin

çeşitleri bolsa bile, bunlara başvuranların sayısı art ıyorsa bile

gizemsel k o n u l a r d a uzmanlaşanlar, kendilerini öyle tanıtanların

sayısı halen - v e istek g ö z ö n ü n d e t u t u l u r s a - o l d u k ç a kısıtlıdır.

İsteğin artması hal inde bu sayı kendi l iğ inden artacaktır ancak,

b i rçok konularda o l d u ğ u gibi , bir «gizem furyası»nı geçirmektey-

sek bu furya d a , içerdiği t ü m «in olmalar»la birl ikte, gel ip g e ç e n

başkaca furyalar gibi tükenecektir.

Bir de gizli sanatlarla uğraşan oysa b u n u n tanıtımını yapma­

yanlar, ortaya çıkmaktan pek hoşlanmayanlar var ki, bunlar

zaten «b i l inmeyenlerd i r , «bil inmeyen» o lmayı ve öyle kalmayı

yeğleyenler.

D u r u m genelde pek «vahim» olmadığına g ö r e işin ve işlerin

tadını b o z m a d a n yo lumuza d e v a m edel im özelden genele geçe­

rek ve iç inde yaşadığımız, bozulan, soysuzlaşan İstanbul 'a yakı­

şık g ö r d ü ğ ü m ü z bazı nitelikleri, özellikleri u n u t m a d a n .

Daha ö n c e de belirtmiştik: Batı 'dan gelen v e y a D o ğ u ' d a n

d ö n e n g izem araştırmacısı İstanbul 'da sahip o l d u ğ u dişrek veya

içrek bilgiye, edindiğ i gizli öğret iye katacak, ek lenecek şeyler arı­

yor, hatta aranması gerekiyor gizli sanatların ö n e r d i ğ i evrensell i­

ğe varabi lmek ve ola ki, bazı açıklarını kapatabi lmek için. Gizem­

ciliğin çeşitli tür ler i , ekolleri ve teknikleri varo luyorsa da temel

kökeni birdir, bir yerden fışkırıp yayılıyor, geçt iğ i veya yerleştiği

yerlerden bir şeyler kapıyor ve yo luna d e v a m ediyor.

Gizemcil ik tar ih inde t ü m yollar ilkin Orta A s y a ' d a n çıkıyor,

bir kol U z a k d o ğ u ' y a uzanıyor diğer kolu ise, sanki kaçını lmaz bir

şekilde, Mısır'a varıyor oradan da O r t a d o ğ u , A r a p Yarımadası,

Anadolu y o l u ile Batı'ya varıyor.

Gizemcil iğin kesin y o l u n u ve kesin coğrafyasını ç izmek, çize­

bi lmek b u g ü n bile pek kolay deği ldir, fakat hangi «güzergâhı»

izlerseniz izleyin er veya g e ç A n a d o l u ' y a oradan da İstanbul 'a

varmış olursunuz. Bu bir z o r l a m a veya bir abartı deği ldir, «güzer­

g â h ı n getirdiği bir kaçınılmazlıktır.

Sibirya'dan, Turan 'dan, Şamanlar 'dan yola çıkıp g i z e m

Moğol istan y o l u ile Çin'e ve J a p o n y a ' y a varıyor; T ibet ' ten Hindis­

tan'a geçiyor. Aynı k ö k e n d e n hareket ederek İskandinavya'ya

ulaşıyor, Eskimolarla Amer ika kıtasına gelip yerleşiyor; Babi l 'e

vardığında da üç kola ayrılıp Mısır, Arabistan ve Roma-Yunanis­

tan'a d o ğ r u yol alıyor.

T ü m kıtalara yayılan gizemci l ik ve kollarını o luşturan sihir

(magic) ve b ü y ü c ü l ü k (sorcery) böy lece evrensel bir i n a n ç s a l -

toplumsal-ruhbi l imsel olaya dönüşür ler .

İlk ve ilkel inanış ve inançlara, ilk b ü y ü k uygarlıkların dinler i­

ne bağlı kalan, temeller ini o l u ş t u r u p kendi temel ve geleneklerini

kuran gizemcil ik D o ğ u ' d a n Batı 'ya geçt iğ inde karşısına Hıristiyan­

lığı buluyor, O r t a d o ğ u ' d a ise İslam'la karşı karşıya kalıyor. Nedir

ki, heY büyük tek tanrılı d in sihiri ve özellikle b ü y ü y ü yasakl ıyorsa

da gizemcil iğin ö z ü n e ve düşünsel- inançsal yapısına pek bir

zarar get iremiyor, g izemse her d ö n e m d e uzlaşmacı o lmayı iyi

biliyor.

Getirmesine de neden kalmıyor ç ü n k ü , sihirin ve b ü y ü n ü n ,

falcılığın ve bakıcılığın dışında kalan, gerçek gizemsel arayış

«mistik» (tasavvufi) bir arayıştır insanla Tanrının, m i k r o k ı m o s

(küçük dünyanın) ile m a k r o k o z m o s ' u n (büyük dünyanın) bırara-

ya gelişinin, içice kaynayışının arayışıdır, dünyasal küçük hesap­

larının, duygusal çatışmalarının ve parasal endişelerin, siyasal

tedirginl iklerinin ç o k ötesinde.

Ancak b u n u d a gözardı e t m e m e k gerekiyor: M a g u s y a d a

sihirbaz d o ğ a n ı n ve d o ğ a ü s t ü n ü n güçler ine sahip olmak, gizleri­

ni çözüp, belirli teknikler ve ayinsel modeller, ritüeller yoluyla kul­

lanmak isteyen kişidir. A m a c ı bir Tanrı ya da bir yarı-tanrı o l m a k

değildir, Tanrıya yaklaşmaktır, evrensel g ü c ü n bir parçası o lmak-

- 1 3 7 -

Page 69: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

tır. Böyle bir a m a c a varabi lmenin yolları değişiktir, zordur, kıta­

d a n kıtaya, inançtan inanca çeşit lemeler içerir. Nedir ki, ö z ü n e

baktığımızda a m a ç aynıdır: maddesel dünyanın z incir ler inden,

yükümlülükler inden kurtulup tek evrensel öze ulaşmak ve bu

ö z ü n içinde erimektir.

İstanbul 'un her çeşid inden gizemlerini araştırdığımızda o l u m ­

lu olanla o lumsuz olanı, gerçek olanı ile yapay olanı, d o ğ r u olan­

la olmayanı ayırt etmeye çalıştığımızda karşımıza sandığımızdan

d a h a da geniş, karmaşık bir malzeme çıkar. Ve bu malzeme salt

iz lerden, kalıntılardan, işaretler ve inanışlardan giderek u y g u l a m a ­

lardan oluşmuyor; yüzyıllar b o y u n c a İstanbul 'un ilk ve sonraki

mekânlar ında aynı potanın içinde er iyen, üst üste gelen, «stra­

t u s l a r , yüzeyler m e y d a n a getiren bir m a g m a haline gelen bir

ö z d e n meydana geliyor.

İstanbul 'un bir «göç» odağı olması ç a ğ d a ş bir s o r u n deği l­

dir; g ö ç , ç ü n k ü potayı belir leyen en açık ve görünebi l i r olaydır,

kentin tarih öncesine uzanan ve bu kent in mozaikini şeki l lendi­

ren bir sorundur.

Bizans kapılarını Latinlere açıyor, Fetihten sonra Fatih Sul­

t a n M e h m e t kentin nüfusunu art ırmak için, Belgrat ' tan, Kırım'

d a n , Kafkasya'dan g ö ç m e n l e r getirt iyor.

Ve İspanya'dan sığınan Yahudilerle (1492) İstanbul Kabalacı­

l a r a kollarını açıyor, Bizanslı simyacılarının kaçışından sonra.

Etkenler, karışımlar ve değiş imler! Hal böy leyken s imyacı

Nicolas Flamel' in yaşamını değişt i ren destansal bir elyazmasının,

geleneksel olarak İstanbul çıkışlı o lmasına, öyle göster i lmesine

hiç ş a ş m a m a k gerekiyor.

«Kentsel Gizem», yani bir kentin, İstanbul gibi bir m e g a ken­

t in (başka bir yorumla, bir kent-kasaba-köy birikiminin) içerdiği

ve d o ğ u r d u ğ u gizemler ile kendi iç g izemi, anlamındaki dey imi

kullandığımızda m u h a k k a k ki b u n u n , bu «olay»ın, ayrıntılarına ve

ayırımlarına varmamız gerekiyor, potayı oluşturan değişik ve fark­

lı unsurları saptayıp bunları bir t ü m e bağlamak açısından.

Aksaray' ın ya da Ayasofya'nın içerdiği gizemlerle A n a d o l u

kökenl i g e c e k o n d u ortamlarının taşıdığı g izemler arasında, inanış

ve uygulama, k ö k e n ve işlev açısından farklar vardır ve örneğin,

yüzyıllık tarihini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z d a b u g ü n kimilerinin «nos­

taljik» saydığı d ü n s e «kozmopolit» bir k iml ik taşıyan bir B e y o ğ ­

lu 'nda ne tür gizemlerin gizlendiğini k i m araştırmıştır ki?

Oysa ki Batı 'dan gelenlerin uğrağı ve mekânı paşa konakları

ile birl ikte, hiç kuşkusuz Galata-Pera hattındadır, eski Pera'nın

sonraki B e y o ğ l u ' n u n özel « m a l i k â n e l e r i n d e ve g izemci ler i kabul

eden elçil iklerinde.

Modası g e ç m e k bi lmeyen, özenti ler yaratıp bunları besleyen

nostal j iye hiç bulaşmaksızın gerilere d ö n ü p bazı d a h a genel kav­

ramlara dikkat imizi verel im.

Tekrardan yarar çıkar: bir kentin g izeml i , esrarlar taşıyan ve

sihir lerden oluşan bir «şarj», bir «iç güç» taşıdığını kabul edecek­

sek - e n azından b u n u bir «araştırma varsayımı» olarak görecek-

s e k - inandırıcı olan, olabilen örnekler d iz ip varsayımı somut laş­

t ırma yo luna gitmeliyiz.

Bir kentin her bölgesi ayrı bir kimlik ve nitelik, ayrı bir «hava»

taşır, ister g e ç m i ş i n d e n kalan izler, ister s o n r a d a n gelen ve ö n c e ­

kilere katılan (ya da önceki ler i örten, silen) katkılarla. S o r u n u salt

bir «yedi tepe» perspektif i içinde d e ğ e r l e n d i r m e k hiç yeterl i deği l­

dir, ç ü n k ü «tepe» d e y i p «tepecikler»i u n u t m a m a k gerekiyor. Bu,

genel hatları ile, salt g izem araştırmacısını deği l de, insanbi l imci­

yi ve f o l k l o r c u y u , halkbil imcisini i lgi lendirir inanışlara dayandığı

için.

Ö n c e k i iki b ö l ü m d e tanıtmaya ve izlemeye çalıştığımız o

Bat ı 'dan gelenlerin taradıkları bölgeleri bilmiyoruz.- Bi lmiş olsay­

dık bu varsayımsal arayışımız öneml i ipuçları kazanmış o lurdu.

Yine de bir genel lemenin boyutları iç inde, İstanbul 'da aradıkları,

ola ki arayıp buldukları «şey» gi tgide belir leniyor.

Denecek ki, bu sayfalarda Bat ı 'dan gelenlere fazlasıyla

ö n e m verdik ancak, kanımızca bunlar da İstanbul 'un bazı g izem­

lerini araştır ıyordu ve bu açıdan onlara baktığımızda, birer «anah­

tar» kimlik ve işlevini de kazanabilirler, taşıyabilirler.

Page 70: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Bazı bağlantı lara girerek özet lemeye çalışalım:

- Nicolas Flamel, Bursa'daki derviş olabil ir ya da o l m a y a b i ­

lir fakat s imyacı Flamel' in, sanatının kökenler ini aramak için,

istanbul 'a, Bursa 'ya gelmiş olması (resmi ö l ü m tar ih inden sonra

bile) son d e r e c e d o ğ a l sayılmalı. Flamel s imyanın amaçlar ından

biri olan «Felsefeciler Taşı»nın sayesinde h e m altın y a p m a y ı ,

h e m de ö l ü m s ü z l ü ğ e (değilse de ç o k uzun bir yaşama) ulaşmayı

başarmıştır a n c a k bu ç o k araştıran, ç o k ö ğ r e n e n ve s o n r a d a n

ç o k gezen kişi s imyanın kökenlerinin İslam bi l imcilerine bağlı

o l d u ğ u n u kuşkusuz bi lmekteydi. Hatta ve hatta s imyadaki t insel

ve mistik (tasavvufi) çizgisinin Al Gazali 'nin, t ü m d e n tinsel olan,

«mutluluk simyası»na yakın o l d u ğ u bi l incindeydi belki.

Flamel' in y a ş a m çizgisini değişt i ren, İstanbul 'da b u l u n d u ğ u

söylenen Yahudi A b r a h a m - Avram' ın e lyazmasından b i r ç o k kez

söz ettiysek de içeriğine hiç değinmedik. D e ğ i n m e m i z belki de

bizlere bazı i p u c u verebilecektir.

Yazılış o larak tarihi 1458 d iye verilen m e t i n d e öneri len tek­

nik, İngiliz araştırmacısı Francis King'e g ö r e , Hintl i lerin y o ğ a

(Bhakta-Yoga, Tapınma Yogası) uygulamasına yakındır. Şöyle

ki:

- Altı ay s ü r e n bir inzivaya çeki len «magus» (sihirbaz) bu

z a m a n içinde bir «yeniden doğuş»tan geçer ve met indeki tanımla­

ma ile, «Kutsal ve K o r u y u c u Meleğinin bi l incine ve sohbet ine»

ulaşır. Harfi harf ine alındığında «magus»un K o r u y u c u Meleği ile

olan tanışması ve ilişkisi bir dost luk çerçevesi iç inde oluşur. S im­

gesel olarak değer lendir i ld iğ inde bu tanışma mistik (tasavvufi)

bir süreçtir, «Alt ve üst kimliğin birleşmesi»dir veya «Nesnelle

öznelin birleşmesi» ya da «Evrensel bilinç»e ulaşmaktır.

İnzivadan ve K o r u y u c u Melekle b u l u ş m a d a n sonra kişi (ma­

gus) Abra Mel in ' in dörtgenler ini kul lanmaya başlayabil ir. Örne­

ğin, aşağıda çıkarılan, ilki «büyük bir def ineyi bulmak», ikincisi

ise «dolu yağdırtmak» için, dörtgenler üzerinde çalışabilir.

1) SEGİLAH

ERALİPA

G Keldanlı larda

İLENLİ Segilah = Hazine

L

A

H

2) C A N A M A L

A M A D A M A

N A D A D A M İbranicede

A D A N A D A C h N M L = Dolu

M A D A D A N

A M A D A M A

L A M A N A C

«Altın Şafak» (Golden Dawn) ö r g ü t ü n d e n M a c G r e g o r Mat-

hers'e göre met indeki bazı dörtgenler tehlikeli bir d o ğ a y a sahip­

tirler ve ortada bıraktıklarında duyarl ı kişileri, çocuklar ı ve hatta

hayvanları etki leyip obsesiyonlara (saplantılara) yol açabil irler.

Evrensel Bi l inç'ten yola çıkıp def ineci l iğe ya da doluya var­

mak pek yakışık g ö r ü n m e z s e bile Abra Mel in' in kitabı, pratik for­

mülleri bir yana, başka boyutlara da açılan bir met in olarak bil in­

mektedir, özel l ikle Flamei'e t a h m i n edi lemeyen bir servetle birlik­

te ö l ü m s ü z l ü ğ ü (değilse,, ç o k uzun bir yaşamı) kazandırdığına

bakılırsa.

Kitabın ilk sayfasındaki yazıya göre yazarı Yahudi A b r a h a m

- Avram'dır ya da İbrahim. Bir prens, bir h a h a m , bir yıldızbil imci

ve bir felsefeci. Başından beri kitabın rahip ya da yazar (yazıcı)

o lmayanlara yasak o l d u ğ u belirti ldiği gibi b u n a aldırış etmeyenle­

re yönel ik lanetler de sıralanmaktadır. A n c a k Flamel' in ve o n d a n

sonra metni kullananların - k i bunların arasında «Altın Şafak»çılar-

d a n Aleister Crovvley'i de katabi l i r i z- üzerinde durduklar ı , çöz­

dükler i veya ç ö z m e y e çalıştıkları d iyagramlarda, s imgelerde

yaşam ve ö l ü m ü n gizleri, d o ğ a n ı n ve bi lgel iğin gizleri açıklandığı

kabul edilen bir noktadır, bir gerçektir.

Bu tür gerçekler in sahibi H a m e l ' i n , elyazmasının ortaya çıktı-

— 141 -

Page 71: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ğı söylenen, İstanbul ve Türkiye ile i lgi lenmesi hatta «kaynaklara»

bir d ö n ü ş yapması kadar o lağan bir şey düşünülemez.

Bursa'daki derviş in Paul Lucas'a söylediklerini anımsayal ım:

kusursuzluğa er işebi lmek amacı ile dünyay ı dolaşan yedi dost,

her y i rmi yılda bir seçtikleri bir kentte biraraya gelen yedi dost ve

bunlardan, kimya, s i m y a ve Kabala konularında u z m a n , Fla­

mel ' in sahte bir cenazey i nasıl hazırladığını ayrıntılı şeki lde anla­

t a n bir bilge...

Kabala d e r k e n de aklımıza bir başka İstanbul y o l c u s u geli­

yor: Truva araştırmacısı İspanyol d i n a d a m ı ve u z m a n Kabalacı

R a y m o n d o Lulle!

Kabala en kısa bir tanımlamayla, Kutsal Kitabı, Eski Ahit' i

açıklayan, bir paralell ik kuran Yahudi inancının en ö n e m l i «mis­

tik» (tasavvufi) metnidir, Tanrı, insan ve evreni ele a lan, Kutsal

Kitabın gizli y o r u m u n u veren. Kabala'sız bir Yahudi t o p l u l u ğ u

d ü ş ü n ü l e m e y e c e ğ i n e g ö r e , Kabala'yı o luşturan iki kitabın yani

«Sepher Jetzira» (Yaradılış Kitabı) ile «Zohar» (Parlaklık, lşık)ın,

ister 1492'deki g ö ç l e , ister ç o k daha ö n c e d e n , is tanbul 'a gelme­

si doğaldır. Kaldı ki Fatih' in korumacı l ığından yarar lanan, İspan­

y a ' d a 1391, 1481 ve 1492 yıllarında Engiz isyon'un kanlı gazabına

uğrayan, Yahudi topluluklar ı İs tanbul 'dan başka Roma, C r e m o -

na, Mantova, Padova ve Firenze gibi İtalyan kentlerine sığındıkla­

rında Kabala ile ilgili çalışmalarına yeni bir hız v e r m e y e başlıyor­

lar.

Ve unutmayal ım ki, Yahudi toplumlar ı ve gizemci ler i bir

yana, Kabala'ya başvurmayan, danışmayan, g i z e m öğret i ler ine

katmayan Batılı u z m a n ya da örgüt yoktur, dinsel inancı ne olur­

sa olsun.

Kabala'dan başka bir konuya geçel im, her şey her şeye bağ­

lıdır d iyen çizgimizi izleyerek, her şeyi her şeyle bile bile karıştıra­

rak.

İstanbul yolcular ından «ölümsüz» Saint-Germain' in, Cagl ios-

t r o ' n u n ve Casanova'nın, bil indiği kadarıyla, D o ğ u gizemci l iğ iy le

pek bir bağlantıları y o k t u , Cagl iostro 'nun Mısır'dan etki lenerek

k u r d u ğ u loca için o l u ş t u r d u ğ u ritüel, geleneksel ay in şekli bir

— 142 —

yana. Ancak ü ç ü n ü , g i z e m c i o lmalar ından başka, b a ğ l a y a n bir

nokta vardır: örgüt a d a m ı olmalar ı Gül-Haç olmaları.

Gül-Haç (Rose-Croix; Rosicrucian; Rosa-Croce) ö r g ü t ü

ülkemizin g i z e m araştırmacıları ve uzmanlar ınca sanki yeni ya da

kısa denilebi lecek bir süre ö n c e keşfedi lmiş bir örgüt tür (saptaya­

bildiğimiz kadarıyla Gül-Haç' tan söz e d e n üç kaynak «Bil inme­

yen» ansiklopedisi , Sarıkaya'nin «Türkiye Gizemleri» ve hazırladı­

ğımız «Uzaydan Geldiler»dir). Oysa ki, y u k a r d a sıralanan (en

azından) üç kişinin, üç g izemcin in istanbul 'a gösterdik ler i ilgi

örgütün, yaklaşık olarak, iki belki de üç yüzyıl ö n c e kent imizde

«operatif» (faal) o l d u ğ u n u gösteren bir kanıt olarak sayılmalıdır.

Türkiye'de, gizemci l ik le i lgilenen ve uğraşan çevrelerde

Gül-Haç deni ld iğ inde akla gelen ilk (ve, bi ldiğimiz kadarıyla, tek)

kişi Metin Kiraz'dır. Kiraz, ç ü n k ü , basında ve yayınlarda bu ö r g ü ­

t ü n bir üyesi o l d u ğ u n u belirtmiştir.

Gül-Haç, b u g ü n k ü uygulamasıyla, gizli bir ö r g ü t deği ldir,

çeşitli ülkelerde kuruluşları o lan herkese açık ve açık bir ö ğ r e t i d e

bulunan, belirli bir ücret karşılığında üye kabul eden, tanı tmaya

ö n e m veren bir çeşit cemiyett ir.

Başka nedir bu Gül-Haç ö r g ü t ü veya cemiyet i , üyelerine ne

gibi yararlar sağlıyor ve en önemlis i , a m a c ı nedir?

«Rose Croix (Güi-Haç)ın öğret is i mistik olması nedeniyle

d o ğ a l olarak U z a k d o ğ u mist isizmi, suf izm gibi D o ğ u l u mistik

örgütler le aynı paralelde.» d iye açıklıyor Metin Kiraz. «Örgüt ola­

rak bunlarla bir i lgisinin o l d u ğ u n u sanmıyorum. A m a öğreti ler i

ç o k farklı deği l , Batı 'da Rose Croix (Gül-Haç) kaynaklı bir başka

gizemli kuruluş da, G o l d e n D a w n (Altın Şafak).

... (Gül-Haç) mistik, okült, parapsikoloj ik, bil imsel, ahlaki, fel­

sefi ve benzeri öğret i lere yer veriyor. Bunları aç ık lamam m ü m ­

kün deği l . Ayrıca, aç ık lamaya yetk im de yok. Zaten açıklamalar,

öğret inin iç inde b u l u n m a y a n biri için anlamsız olabilir.»

1970'lerde Gül-Haç ö r g ü t ü n e giren Metin Kiraz'ın yukarki

açıklamalarına bazı, d a h a ayrıntılı, biigiler ekleyelim ve ilk elden,

ö r g ü t ü n Fransa'daki merkezi taraf ından başvuranlara g ö n d e r d i ğ i

tanıtma broşürüne bir g ö z atalım.

Page 72: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Fransa'daki merkezi Le N e u b o u r g ' d a k i Omonvi l le şatosun­

da bulunan, kendin i «dinsel ve tarikatsal o lmayan, uluslararası

geleneksel ve felsefi bir eylem» olarak sunan A M O R C yani «Antik

ve Mistik Gül-Haç Tarikatı» (Ancien et Myst ique Ordre d e s

Rose-Croix)nin 1986 baskı tarihini taşıyan ve bize 1990 yılında

ulaştırılan 36 sayfalık, «Yaşamın Hakimiyeti» başlıklı kitapçıkta ilk

ö n c e ö r g ü t ü n bazı ç o k ünlü üyeleri tanıtılmaktadır. Örneğin,

A l m a n felsefeci ve matemat ikçis i Gottfr ied Leibniz (1646-1716),

İngiliz felsefecisi Francis B a c o n (1561-1626), ç a ğ d a ş felsefenin

başlatıcısı Fransız Rene Descartes (1596-1650), Amerikal ı devlet

a d a m ı , yazar ve bi l im a d a m ı Benjamin Franklin (1706-1790),

Fransız bestecisi Claude D e b u s s y (1862-1918) ve ünlü şarkıcı

«minik serçe» Edith Piaf (1915-1963) gibi .

Broşürün bir inci b ö l ü m ü n d e , özetle, «varolmanın gizemi»

ele alınıyor, «yaşam yolu», «neden bu dünyadayız?», «yazgı t ü m

hareketlerimizi yönet iyor mu?», «bir yaşam planı», « içimizdeki

yaratıcı güçler» g ib i arabaşlıklarla.

İkinci b ö l ü m ü n başlığı « B u l u ş l a r d ı r ve «bilgelik okulları»,

«odunluğun alt ındaki ışık», «deneyler», «sezgi» gibi konuları içer­

mektedir.

Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n geleneği ise, M.Ö. 1350 yıl ından ve Fira­

v u n 5. A m e n h o t e p ' t e n başlamak üzere, ü ç ü n c ü b ö l ü m d e özet len­

mektedir. Ardından 1610 tarihl i «Gül-Haç Kardeşl iği 'nin Ünü» (Fa­

ma Fraternitatis Rosea Crucis) ve 1615 tarihli «Gül-Haç Kardeşl i­

ğin in İtirafnamesi» (Confessio R.C. Fraternitatis) adlı «klasik» bi l­

dir i lerden söz e d i p A M O R C ' u n bir d i n ya da bir tarikat o lmadığı ,

kâr gütmediğ i , siyaset yapmadığı vurgulanmaktadır.

D ö r d ü n c ü b ö l ü m Gül-Haçlar' ın kazandırdığı yararları belirt­

mektedir: yaşamı y e n i d e n şeki l lendirmek, içimizdeki güçler i hare­

kete geçirmek v.b. gibi .

Ve öğreti konular ı arasında:

- Titreşimler ve etkileri,

- Evrensel bir leşim yoluyla önsezi,

- Zamanın ve uzayın gizleri,

- «Ben»liğin gel işimi,

- Mistik (tasavvufi) yasaların ilkeleri,

- Antik s imgeler in g e r ç e k anlamı,

- Evrensel bil inç ve evrensel bi l inçle i letişim,

- D o ğ u üstatlarının öğret i ler i ,

- Yeniden o l u ş u m , sağlık, yaşamın uzatılması,

- Renkler, d ü ş ü n c e radyasyonlar ı , ses ve ışık üzer inde

deneyler v .b.

Broşürü aldığımız tar ihte A M O R C ' u n Fransız ö r g ü t ü n e üye

o lma ücreti t o p l a m 920 Fransız frankıydı ve i lginçtir ki, ü y e n a m ­

zetlerinden ne lise, ne de y ü k s e k ö ğ r e n i m sahibi olmaları gibi bir

koşul aranmıyordu ç ü n k ü , tan ı tma b r o ş ü r ü n d e yazıldığı g ib i , «bir

gazeteyi o k u y u p anlayabi len kişi dersler imizin içeriğini ve basit

şekilde sunulan temel gerçekler i anlayabil ir ve yararlanabil ir.»

Bu da üye namzetlerinin kültür düzeyi k o n u s u n d a bir ö l ç ü

olsa gerek!

Çağdaş Gül-Haç ö r g ü t ü A M O R C ' u n San Jose (California)

merkezi taraf ından yayınlanan, ö r g ü t ü n ilk imparatoru(!) H.Spen-

cer Levvis taraf ından hazırlanıp 1918-1972 yılları arasında 22 bas­

kı yapan ( M a ç k a Camisinin ö n ü n d e t e z g â h kuran bir eski kitap

satıcısından edindiğimiz) «Gül-Haç Elkitabı» (Rosicrucian M a n u -

al) kuruluş hakkında geniş bi lgi veren bir kaynaktır.

Aile ve iş yaşamıyla ilgili Gül-Haç yöntemler i ; İsa'nın gizli

öğreti leri; ö r g ü t ü n t a m tarihi; kullanılan eski işaretler; Pasifik

O k y a n u s u n u n kayıp kıtası Lemuria; K e o p s Ehramı'nın s imgesel

kehanetleri; başarılan evrensel görev; eski Mısır'dan kalma vera­

set ve benzer konularda yayın yapmış olan ABD'deki A M O R C ' u n

Yüce Büyük Locası'nın elkitabında aşağıdaki bilgiler ver i lmekte­

dir, özet olarak:

- A M O R C ve teşkilâtı,

- Ç a ğ d a ş bir s imyacı ve laboratuvan,

- Ö r g ü t ü n Büyük Locası 'nın yönetmenl iğ inden bölümler,

- Üyeler için genel bilgiler,

- Mistik simgeler ve anlamları,

—- 145 — istanbul Gizemleri / F: 10

Page 73: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

- Öğret i yöntemler i ,

- Haç işaretinin evrimi,

- Yüce Beyaz Loca,

- Gül-Haçlar' ın y a ş a m yasası v .b.

Bol resimli o lan yayında aşağıdaki çizimler de i lginç bir mal­

z e m e içermekteler:

- Tapınağın ve locanın planı,

- A M O R C ' u n mühürler i ,

- Mısır s imgeler i ,

- Gizeh'teki b ü y ü k ehram,

- Kabala öğret is in in planı,

- Faust 'un beş köşeli yıldızı,

- Hz. Süleyman' ın m ü h ü r ü ,

- Pratik Gül-Haç simgeleri,

- A M O R C ' u n a b c ' s i ,

- Simgesel sayılar v.b.

K o n u m u z ve k o n u m u z a dahil ett iğimiz kişilerle bağlantılı ola­

rak bizi, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a , i lgi lendiren Gül-Haç'ın ç a ğ d a ş kuru­

luşu ve her başvurana açık öğret is i deği lse de yukarda, özet ola­

rak, g ö z d e n geçird iğ imiz iki kaynağın genel lemede yararlı olabi le­

cekler ini düşündük. Ancak, eskiye d ö n d ü ğ ü m ü z d e , g ö z ö n ü n d e

t u t m a m ı z gereken bir nokta vardır: Fransız araştırmacısı Jean

Louis Bernard' ın belirtt iği gibi g e r ç e k Gül-Haç' lar örgüt ten o lan

o y s a bağımsızlıklarını koruyan, g e r ç e k kimliklerini gizleyenler

v e y a kendilerine (Saint-Germain gibi) değiş ik kimlikler uygulayan­

lardı.

O ldukça karanlık ve g e ç m i ş e d ö n ü k bir o r t a m d a hareket etti­

ğ i m i z d e n bir aydınlığa kavuşabi lmemiz olanak dışı da kalabilir.

Y ine de, Gül-Haçlar' ın Türk iye'de ve İstanbul 'da neler aradıkları­

nı t a h m i n etmeye kalkışmadan ö n c e ö r g ü t ü n «geleneksel» tarihi­

ne bir göz atalım.

Ö r g ü t ü n geleneksel - o y s a bi l inen, açıklanan herhangi eski

kaynak ve belgeden yeri o l m a y a n - tarihine g ö r e ilk çıkış Mısır

gösteri l iyorsa da Gül-Haç' ın ilk izlerine 1597'de rastlıyoruz. O yıl

adı belli o l m a y a n bir s imyacı, Avrupa'nın bazı ülkelerini gezip,

amacı s imya üzerinde çalışmalar olan bir cemiyet i k u r m a y a çalışı­

yor. 1614'te, Almanya'nın Cassel kent inde, «Dünyanın genel

reformu» adlı çalışma ve eki o lan «Kardeşliğin Ünü» yayınlanıyor

ve ö r g ü t ü n tarihi ilk kez açıklanıyor, k u r u c u s u o l d u ğ u söyleni len

14. yüzyıl A lman soylusu Christ ian (Hıristiyan) Rosenkreuz

(Gül-Haç)ten söz ediliyor.

1378'de bu destansal Rosenkreuz, Yunancayı ve Latinceyi

ö ğ r e n m e k üzere, bir keşişle birl ikte, Kıbrıs'a ve K u d ü s ' e geçiyor.

Keşiş Kudüs' te vefat edince 16 yaşındaki Rosenkreuz, Arabis­

tan'a gidiyor ve adı «Damcar» olan bir kentte oranın bi lgeleri ile

temas kuruyor, aydınlanıyor ve aldığı bi lgi lere dayanarak öğret is i­

nin temeller ini atıyor.

İspanya'da da bulunan A l m a n soylusu 150 yaşındayken, giz­

l i ö r g ü t ü n ü kurduktan ve etrafına b i rçok öğrenciy i topladıktan

sonra, ülkesinde ölüyor. 1604'te mezarını a ç a n bir Gül-Haç için­

de gizemli yazıtlar ve altın harflerle yazılmış bir kitabı buluyor.

Öyle der ö r g ü t ü n geleneksel tarihi.

16. yüzyı ldan b u g ü n e kadar Gül-Haç ö r g ü t ü çeşitl i safhalar­

d a n geçiyor, z a m a n z a m a n Protestanların z a m a n z a m a n Katolik­

lerin etkisi alt ında kalıyor, 1785'te ise Avusturya 'da yasaklanıyor.

Bazı Batılı araştırmacılarına göre, Gül-Haç ö r g ü t ü Seyyid

Abdülkadir Geylani 'nin «Kadirilik» tarikatı ile bazı benzerlikler gös­

termektedir. Yine Batılı o lan başkaca g i z e m tarihçi lerinin y o r u m u ­

na bakılırsa Gül-Haç' ın temel inde tasavvuf yatmaktadır.

«Simyacılara göre haçın anlamı ışıktır» der A r k o n Daraul

dolayısıyla Gül-Haç' ın anlamı Gül 'ün Işığı da olabilir. Şayet bu

böyleyse Abdülkadir Geylani 'y i izleyen aydınlatılmışların Arap

öğretisiyle i lginç bir paralellikleri ortaya çıkabilir. Geylani 'nin 12.

yüzyı lda B a ğ d a t ' t a k u r m u ş o l d u ğ u pratik tasavvuf y o l u n u n adı

«Gül'ün Yolu» (Sebil-el-Ward) idi... Fakat Gül-Haçlar' ın ' inisiyas-

y o n ' törenler i ve başkaca noktalar (tinsel simyanın dışında)

Gül 'ün Yo lu 'nu izleyenlerin öğretisi ile pek uymuyor.»

Orta Çağ' ın Gül-Haçlar' ı Arş imed' in aynaları ile uğraşır,

Page 74: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

B a c o n ' u n robot lar ı ile ilgilenir, s ö n m e y e n ateş ve sonsuz devin­

genlikle, ar i tmetikle, d o ğ a n ı n müziği ve u y u m u ile geometr i ve

kehanetlerle m e ş g u l olurlardı.

1622 yılında Paris' in duvarlarına asılan ve Gül-Haç kardeşleri­

nin Büyük Kolej i 'n in imzasını taşıyan « m a n i f e s t o s u n a , kısaca

baktığımızda ne g ib i vaatlerle karşılaşıyoruz?

- Kardeşlerin, yanlışl ıklardan ve ö l ü m d e n insanları kurtar­

m a k amacıyla bulunduklar ı ülkelerin dil lerini konuşabi lmek, aç ve

susuz kalmamak, yaş lanmamak, d o ğ a n ı n t ü m gizlerini açıklayan

kitabın bi lgi ler inden yararlanmak.

Ancak, salt m e r a k yüzünden Gül-Haçlar' la t e m a s etmek iste­

yenler onları h içbir z a m a n göremeyeceklerdir . Buna karşın kar­

deşl iğe üye olanlar veri len sözlerin nasıl yerine getir i ldiğini göre­

ceklerdir.

Gizemin araştırmacıları ve tarihçileri, özell ikle Batı'da, Haçlı

Seferlerinden ve Tapınak Şövalyeleri ile Batini Hasan S a b b a h ara­

sındaki i l işkilerden başlamak üzere, İslami öğreti ler inin, İslam

gizemci l iğ inin Bat ı 'daki örgütler i , kuramları ne denl i etki lediklerini

araştırdılar ve araştırıyorlar. Siyasal p lat formda ve inançsal u y g u ­

l a m a d a sanki karşı karşıya gelip çatışan M ü s l ü m a n D o ğ u ile Hıris­

t iyan Batı ortak noktalarını her iki tarafın «mistik» (tasavvufçu) çiz­

gis inde buluyor. Fransız Rene Al leau'nun vurguladığı g ibi , işin

ö z ü tarihsel o laylarda veya yazılı kaynaklarda deği l de «mistik»

gizemcil iğinin, örgütsel ve gizli gizemcil iğinin, t insel yaşamını kut­

sal bir geleneğe bağlarken, kullandığı s imgelerde, strüktür lerde

ve ay in şekil lerindedir.

Bu b a ğ l a m d a , ilk Gül-Haç ö r g ü t ü n ü Kadirilik etki lemiş o labi­

lir, Gurdjieff tasavvufun ağırlığını hissetmiş olabilir ve paralell ikler

aradığımızda, «mistik» ya da evrenbil imsel g i z e m c i d ü ş ü n c e s i n ­

de, İhvanu's-Safa o k u l u n u n Risaleler'ine kadar varabil ir iz en azın­

d a n konusal olarak.

Fa'kat, s o r u m u z a dönerek, İstanbul 'a gelen, İs tanbul 'dan

g e ç e n her Batılı g i z e m c i (ister «üstat», ister araştırmacı), G ü l -

Haç olsun ya da T h e o s o p h e olsun, eksikl iğini d u y d u ğ u , bi lgisine

- 148 —

eklemek istediği İslami bir d ü ş ü n c e n i n peşinde midir?

Doktor Faust 'un, bir «astral», bedensiz y o l c u l u ğ u n d a İstan­

bul 'dan geçt iğini d a h a ö n c e g ö r d ü k . Benzer bir y o l c u l u ğ u n bir

başka örneği ise 18. yüzyıl şeyhler inden M e h m e t K a r a g ö z ' ü n

yaşam ö y k ü s ü n d e karşımıza çıkıyor, bir çeşit D o ğ u l u Batılı «ma-

gus», g izemci karşılaştırması olarak.

Mehmet K a r a g ö z ' d e n söz e d e n bir kaynak A r k o n Daraul 'un

«Cadılar ve Büyücüler» (VVitches a n d Sorcerers, 1965) adlı kitabı­

dır ve bu kaynağa g ö r e :

- M e h m e t Karagöz 17. yüzyı lda Tatar istan'da d ü n y a y a geli­

yor, babası bir samandır. Türkçe k o n u ş a n g e n ç M e h m e t , Buha-

ra'da, Semerkant ' ta, Kaşgar 'da bulunuyor, bir bi lginin benimse­

yebi leceği, bağlanabi leceği bir öğret in in arayışı içindedir. Yıllarca

D o ğ u ' y u gezer Karagöz, sayısız bilginler, bilgeler ve gizemci ler

ile tanışır, Hindistan'a kadar uzanır fakat aradığını bulmaz, özellik­

le Hindistan'da sergi lenen oyunlara kanmaz.

1760'lardan sonra Karagöz m e k â n olarak Arnavut luk 'u

seçer, oraya yerleşir ve orada bir hek im, bir bi lge olarak ünlenir,

etrafına öğrenci ler toplar.

M e h m e t K a r a g ö z ' ü n İstanbul'a b e d e n e n gel ip gelmediğ in i

açıklamıyor yazar-araştırmacı Daraul fakat i lginç bir olayı nakledi­

yor: Karagöz' le g ö r ü ş m e k isteyen Sultan (Sultan'ın adı veri lmi­

yor oysa, b ü y ü k bir olasılıkla, 3. Mustafa olabilir) o n a bir elçi g ö n ­

deriyor. Karagöz ise, k o n u y u elçi ile konuşmaktansa, üç saat

b o y u n c a odasına çeki l iyor ve çıktığında elçiye «Sorun halledildi,

sultanla şahsen görüştüm» der.

Şaşkınlığa kapılan İstanbul'a d ö n d ü ğ ü n d e ve sultana Meh­

met Karagöz 'ün bir sahtekâr o l d u ğ u n u söy lemeye hazırlandığın­

da padişah kendisine Karagöz' le yüz yüze k o n u ş t u ğ u n u bildirir.

Kesin bir yanıt v e r m e k olanaksız ise de g ö z d e n geçirdiğimiz

örneklerin bazıları (Gurdjieff, Sebottendorf) ve dış davranışları,

«dünyasal» faaliyetleri ne olursa o lsun, Gül-Haç üçlüsü ( S a i n t -

Germain, Cagl iostro, Casanova) ile s imyacı lardan Flamel için

öyle olması gerekiyor.

— 149 —

Page 75: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Ya diğerler i , ya «Theosophie»nin kurucusu M a d a m e Bla-

vatsky?

İlginçtir ki, D o ğ u ve U z a k d o ğ u gizemleri ile ç o k yak ından

ilgilenen, Hint ve Budist öğreti lerinin etkisi altında kalmış o lan

Helena Petrovna bir «İslam Bilinci» ne varmış gibi g ö r ü n m ü y o r .

Tanrıbilgelik öğret is inin açıklandığı «Tanrıbilgeliğin Anahtarı» (La

Clef de la T h e o s o p h i e , Paris baskısı 1895) adlı çal ışmasında Bla-

vatsky, köken ve kaynaklar ından söz ett iğinden, Neo-Ef latuncu

A m m o n i u s Saccas' ı , Budizm' i , Hintli lerin Vedantalarını, Babi l 'de-

ki Hahamları, F i tagoras ve Konf içyüs'ü, Plotinus ve İsa'yı, Kutsal

Kitabı ve Kabala'yı sayıyorsa da İslama ait hiçbir kaynağı dahi l

etmiyor. Blavatsky'nin k u r d u ğ u felsefi-inançsal akımının b a ş u c u

kitaplarından sayılan Fransız Edouard Schure'n in «Büyük İnisiye-

ler» (Les G r a n d s İnities, 1926) ise Krişna, Rama, Musa, Eflatun,

Phytagoras, Or pheus, H e r m e s ve İsa'yı içermekle yet in iyor (o

kadar k i Türkçeye çevr i ld iğinde Hazreti M u h a m m e d s o n r a d a n

etki lenmiştir).

Gizemci, g izem k u r u c u s u ve g izem araştırmacısı malzemesi­

ni di lediği ve kendi d ü ş ü n c e s i n e en yakın g ö r d ü ğ ü k a y n a k t a n

alır. Bu özgür bir yöntemdir , kendi gizini iç inde taşıyan bir y ö n ­

t e m . Kimi belirli bir geleneğe bağlı kalır (Mısır, Eski Ahit, B u d a '

nin yazıtları, Yeni Ahit v.b.) kimi de, d a h a d o ğ r u bir yo lu seçerek,

Yahudi-Hıristiyan çizgisi ile yet inmeyerek İslamı da inceler,

yorumlar, etkisini hisseder. Tıpkı cetvelini t u t m a y a çalıştığımız

ç o ğ u istanbul ziyaretçi lerinin yaptıkları g ibi .

SEKIZINCI BÖLÜM

İSTANBUL BÜYÜLERİ

Bir kentin g izemsel, sihirli panoramasını ç izmeye kalktığımız­

da ve gizli d iye bi l inen - o y s a ortada açık açık p a z a r l a n a n - bi l im

ve sanatlarına d e ğ i n d i ğ i m i z d e «büyü»den ve «büyüler»den de

söz etmemiz gerekiyor ç ü n k ü «büyü» g izemin kaçını lmaz ve ayrıl­

maz bir parçasıdır. Ve sihirle uğraşan sihirbazın, «maji»yi uygula­

yan «magus»un alanıdır. Niyetleri, nedenler i ve sonuçlar ı ne olur­

sa olsun.

İyi de nedir bu «büyü»?

«İyi veya k ö t ü bir s o n u ç a lmak için tabiat öğeler ini , yasaları­

nı etki lemek ve olayların olağan düzenler in i değişt i rmek için girişi­

len işlemlerin t o p u n a birden büyü diyoruz,» diye açıkl ıyor Pertev

Naili Boratav. «Bu anlamı ile kel imenin kavramı geniş lemiş olu­

yor; d e y i m Fransızcadaki magie kel imesinin bil im di l indeki kulla­

nılışını karşılıyor. Halk di l indeki büyü d a h a dar bir a landa kalan

işlemler için kullanılır. Bir kimseyi sevdiğ inden s o ğ u t m a k , d ü ş m a ­

nını hasta d ü ş ü r m e k veya ö l d ü r m e k için yapılan ' k ö t ü b ü y ü ' , bir

kişide karısına karşı sevgi uyandırmak ya da evine bağlılık sağla­

m a k için yapılan ' o l u m l u ' b ü y ü ( m u h a b b e t tılsımı) gibi.»

Ç a ğ d a ş g i z e m araştırmacılarımızdan kimisi maji ile b ü y ü ara­

sında kesin bir ayırım ve d e ğ e r l e n d i r m e d e n yanadır. K o n u n u n

uzmanlar ından Kemal M e n e m e n c i o ğ l u , örneğin, ayırımı bu şekil­

de açıklamaktadır:

«Büyü ile maj i aynı şey değildir. Tek ortak noktaları, ikisinin

— 151 —

Page 76: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

de geleneksel kaynaktan gelmesi . Maj ide esas, bilinçli d a v r a n ­

maktır. Bu bil inç, çevredeki kanunları iyi b i lmeye ve ruhsal tekâ­

m ü l ü ö n e a lmaya dayanır. B ü y ü c ü k l ü k t e ise alt seviyede varlıkla­

rı kullanarak, menfaate yönel ik işler yapmaktır . Fizikötesi aracılı­

ğıyla yapılan g a y r i m e ş r u işlemlerin ç o ğ u ağır bir bedel karşılığı

ile yapıldığı ve b ü y ü c ü n ü n korunmasız o l d u ğ u bir a n d a e g e m e n

o l m a y a çalıştığı varlıkların geri t e p e c e ğ i söylenir. Bu t ip uğraşta

olanların feci sonlarını z a m a n z a m a n duyuyoruz.»

Böyle bir y o r u m a g ö r e «maji» üstün bir uğraşıdır (ki, k u ş k u ­

suz, öyledir), «büyü» ise ilkel, halk t ipi ve tehlikelidir. T e m e l d e bir

y o r u m ve kavram karışıklığı o luşuyorsa da bu, kanımızca, T ü r k ç e -

de kullandığımız bazı karşıl ıklardan kaynaklanıyor. Örneğin: «Ka­

ra Büyü» veya «Ak Büyü» d e d i ğ i m i z d e b u n u n İngil izce ve Fransız­

ca karşılığı «Black M a g i c - Magie Noire» ile «VVhite M a g i c -

Magie Blanche» o luyor ki, burada, «maji»yi - b u bağlam i ç i n d e -

«büyü» diye çevir iyoruz. Yine İngil izce ve Fransızca di l ler inde kul­

lanılan, «magus» ile basit ya da «kötü niyetli» b ü y ü c ü y ü ayırt

etmeye yarayan, sözcükler varolmaktadır «Sorcery - Sorcel le-

rie», «Sorcerer - Sorcier (veya VVarlock)», «Witch - Sorciere»

gibi . Ayırım, böylece, ilk baştan kullanılan sözcükten ve o n a b a ğ ­

lanılan a n l a m d a n çıkıyor. Bir «kademe» s ö z k o n u s u o l d u ğ u n d a n

da üst k a d e m e d e «magus»u, «maji» sihir ile uğraşan sihirbazı, bir

sonraki k a d e m e d e ise «Sorcerer»ı, b ü y ü c ü y ü bulmuş oluruz.

Sihirle uğraşan sihirbaz hiç kuşkusuz ki, büyüsel işlemlerle

de uğraşacaktır, kuramların, öğreti ler in uygulamasına g e ç e c e k t i r

ve basit ve ilkel o landan en karmaşık ve t insel olana dek. Ve b u n ­

da, genelde, ahlaksal ayırım ve değer lendirmeler gözetmeks iz in

ç ü n k ü , bi l indiği g ibi , s u ç araçta aranılmaz kul lananda aranılır.

Sihirde b ü y ü de öyledir, tarafsız bir sanat ve bir tekniktir, ö y l e

olması gerekiyor ve kul lanım alanına g ö r e o lumlu veya o l u m s u z

olur, sayılır.

«Çoktanrıcı d in lerde o l d u ğ u gibi, tektanrıcı dinlerde de b ü y ü ­

nün varlığına, etkisine inanılır.» der ismet Zeki E y u b o ğ l u . «İslam

dini, b ü y ü c ü , b ü y ü c ü l ü ğ ü suç sayar, yasaklar. İslam anlayışına

göre, b ü y ü y a p m a k , tanrının işine karışmak, o n u n buyruklarının

yolunu değişt i rmeye çalışmak demekt ir . B u n d a n dolay ı b ü y ü yap­

mak, din bakımından suç işlemektir. Bundandır İslam dinini ç o k

iyi bilenlerin b ü y ü d e n kaçışı, b ü y ü yapıp yaptırmayışı.»

Eski Ahit ' te, Peygamberler Tar ih i 'nde M u s a da b ü y ü y ü

yasaklamakta, büyücülere karşı savaş a çma ktadı r a n c a k aynı

Musa, Mısır 'dayken, sihirbaz ve b ü y ü c ü Firavun' la karşı karşıya

geldiğinde mücadeles inde «mucizeler» yaratıyor. Birinin yaptığı

«büyü» diğer inin yaptığı ise «mucize»dir, öyle sayılıp değerlendir i l­

mektedir, «nüans» farkları ile.

İnsanoğlu yasak olana karşı eğilimlidir, en azından bir karşı

k o y m a eylemi olarak. Cahil insan, kendi d in in in buyruklarını bil­

meyen insan ise büyüsel işlemlere başvurmaya ve bunlara u m u t

bağlamaya d a h a da eğilimlidir, özellikle buhranl ı , olaylı, sıkışık

d ö n e m l e r i n d e ve aklına herhangi başka bir çare ge lmediğ inde.

Burada «İstanbul büyüleri» dediğ imizde ve bu «büyü» k o n u ­

sunu d a h a kapsamlı «gizemler» konusuna dahi l ett iğ imizde a m a ­

cımız nedir, ne olabilir? İstanbul 'a t ü m d e n ö z g ü büyüsel işlemler­

d e n , b ü y ü d e bir İstanbul ge leneğinden söz edebi lmemiz olası

mı?

Baştan bel irtel im ki, geniş anlamda, bir İstanbul geleneğin­

d e n söz e d e b i l m e m i z pek olası deği ldir ç ü n k ü , bir genel lemeye

gitt iğimizde, büyüsel inanışın, büyüsel işlemin katıksızca bölge­

sel olabi l iyorsa da salt kentsel olabi lmesi zordur. Kentsel olabi l­

mesinin, öy le sayı labilmesinin tek olasılığı belirli bir kentin hudut­

ları iç inde yer alması, o kentte bu tür işlem ve uygulamalarda

bulunanlar taraf ından yine aynı kentte olan başkalarına veya baş­

kalarının isteği üzere yapılmasıdır. Kaldı ki, bir insan, töre, inanış

ve inanç m o z a i k i n d e n oluşan İstanbul gibi bir k o c a m a n kentte

kesin ayırımlar her zaman yanıltıcı ve sakıncalı olabilir.

Bu y ü z d e n d i r ki, amacımız İstanbul gibi bir kentin iç inde hal­

ka d ö n ü k , halkın «tüketimi» ne sunulan büyüsel inanış ve uygula­

malara değinmekt i r , bunların kaynak ve örnekler ini , benzerlerini

araştırdığımızda yeniden kent dışı yol lara d ü ş m e k pahasına.

— 153 —

Page 77: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

H e m halka d ö n ü k büyüsel işlemler d e d i ğ i m i z d e hiç unutmamal ı­

yız ki, bunların merakl ı tüketicisi ve izleyicisi salt halk değildir,

bil inçli sayılan bir «mutlu azınlık» da, ister «eğlenmek,» ister «ay­

dınlanmak» için bu tür sanat ve bi l imlere başvurmaktadır.

Gizemli ve k imine göre büyüleyic i kent İstanbul 'da, yasal

olarak suç, dinsel o larak günah olsa da o lmasa d a , büyüsel

işlemlerin yapılması - d ü n y a n ı n herhangi başka uygar kentlerin­

d e o l d u ğ u g i b i - o l a ğ a n , doğal v e hatta hatta gelenekseldir.

İstanbul basınında «büyücü» ilanlarına rastlanılmaz, suça

kanıt teşkil e d e c e ğ i n d e n . A m a yabancı basının g i z e m konularına

yönel ik yayınlarında neler neler ç ıkmaz karşımızda!

Örneğin, istanbul (evet) Sihirbazı Zanett i , manyet izmacı , giz­

l i bil imler uzmanı, k ö t ü telkinlere karşı tılsım ustası (Mi lano); t ü m

çağların en eski ve g ü ç l ü tılsımı olan A d a m o t u n a ( m a n d r a g o r e )

sahip Maıtha t ü m d u y g u s a l , e k o n o m i k ve sağlık sorunlarınıza

çare bulur (Mi lano); cadılar atölyesi (Folkestone, İngi ltere); pra­

tik ve dışrek büyüler (Durham, İngi ltere); büyücülük le başarıya

er işmek (Nijerya); Kelt b ü y ü c ü l ü ğ ü (Hampshire, İngi l tere); kara

b ü y ü , tılsım, ak b ü y ü uzmanı Gabrielle van Zyl (Leeds, İngiltere)

v.b.

İstanbul 'un b ü y ü c ü l ü k tarihine, büyüsel geçmiş ine bir göz

attığımızda bir dizi uzmanlarla karşılaşırız: c in ve perilere söz

geçirebi len Karagümrük lü Ejder Baba, evde kalmış kızlara kıs­

met bulan Kasımpaşalı Sülüklü Ali, şifacı Eyüplü Yamalı Nuri ya

da ç o c u k l u ğ u n d a peri ler tarafından kaçırıldığı söyleni len Beykoz-

lu Köse Hoca gibi . Artı Osmanlı tar ih inde kendine bir sayfa ayı­

ran ünlü Cinci H o c a .

Profesyonel b ü y ü c ü , niyeti ne olursa olsun, hangi yöntemle­

ri kullanırsa kullansın, ne gibi bir etiketi yapıştırırsa yapıştırsın

kendine «afişe» o l m a k t a n çekinir, başını her tür b e l a d a n kurtul­

mak ve takibata u ğ r a m a m a k için. A n c a k b ü y ü n ü n , gizli bi l im ve

sanatların o lumlusu (ak) nerede başlar, o lumsuzu (kara) nerede

biter?

«Bilinmeyen» ansiklopedisine göre 80'l i yılların başında İstan­

bul 'da:

- Fatih

- Eyüp

- Gaz iosmanpaşa

- K ü ç ü k k ö y

- Zeyt inburnu

- Haznedar

- Bakırköy

- O k m e y d a n ı

- Şişli

- Mecid iyeköy

- Feriköy

- K ü ç ü k ç e k m e c e

- Sarıyer

- Çengelköy

- Kanlıca

- Kartal

- Yakacık

- Tuzla

gibi semtlerde, yaklaşık olarak, 300-400 kadar «üfürükçü» barınır-

dı, Fatma Bacı 'dan Ünzile Bacı'ya, A b d u r r a h m a n H o c a ' d a n

Fatih H o c a ' y a v.b., kimi şifacı olarak bil inen, kimi muskalar

yazan.

Büyü, üfürükçülük, muska, tılsım değiş ik gibi g ö r ü n e n u y g u ­

lamalar ise de temelleri aynıdır, gizli bi l imlerin ve sanatların - n i ­

yetleri değiş ik de o l s a - kapsamına girerler, çareler gibi sunulur

ve çareler gibi benimsenir.

«Bir inancın dışa vuruşu, uygulanışıdır büyü,» der İsmet Zeki

E y u b o ğ l u . «Bu y üzden, okumakla, eğit imle bağlantılıdır. Bilgi

bakımından aydınlanma düzeyi ne denl i yüksek olursa, o ö lçüde

başkalaşma, u y g u l a m a değişikl iği g örü lür büyülerde.» Ve Eyu-

b o ğ l u ' y a göre: « İstanbul 'un varlıklı yöreler inde, Şişli, Nişantaşı,

M a ç k a kesimler inde b ü y ü pek görülmez.»

A n c a k 70'li yılların ortalarında i fade edilen bu son g'örüşün

pek geçer l i o l d u ğ u söylenemez. Kaldı ki, o d ö n e m için de geçerl i

— 155 —

Page 78: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

deği ld i ç ü n k ü , saydığı kesimlerde, «büyücü» sayısı azınlıkta idiy­

se de «büyü» meraklısı, g i z e m meraklısı, «metafizik» meraklısı

kişilerin - i s t e r varlıklı, ister orta sınıf- sayısının az o l d u ğ u pek

düşünülemez. Bu işler, ilkin, fal merakı ile başlar sonra dallanır,

budaklanır ve gerekt iğ inde, başka «yasak» yönlere kayar.

Ç a ğ d a ş insanın iç çatışmaları, inançsal eksiklikleri kişiyi enin­

de s o n u n d a bi l inmeyene, gizli ve giderek yasak olana iter, ister

inansın, ister inanmasın. Üstelik kültür düzey ine pek bakmaksı­

zın. Kişiyi «üstün» veya «ilkel» metafiziğe, d o ğ a ötesine iten salt

bilgisizlik, y a ş a m koşulları, çaresizlik, güvensizl ik ya da töreler,

tabular ve inanışlar, batıl inanışlar deği ldir: hırsları, ihtirasları, duy­

guları, duygusuzluk lar ı ve tatminsizl ikleri de katmamız gerekiyor.

Böylece her çeşit g izemin, ister soylu, ister soysuz her z a m a n

bir alıcısı varoluyor, a m a meraklı a m a d e n e y i m c i a m a ne olur ne

olmazcı.

T ü m d e n çağdaşlaşmak, teknoloj ik, us'sal bir uygarlığı

benimsemek, nimetler inden yarar lanmak bile, bir noktadan s o n ­

ra yeterli o l m u y o r ve bi l inmeyenlerin kapısına v u r m a y a başlıyo­

ruz.

«Evet, mistik insanlarız, bi l im y ö n e t m i y o r bizi ya da y ö n e t m e ­

ye yetmiyor, gizemli güçlere sığınmak z o r u n d a kalıyoruz. B u n u n ­

la övünenler b ü y ü k bir ç o ğ u n l u k oluştururlar.» d e r Melih Cevdet

Anday.

B ü y ü c ü l ü ğ ü n ve b ü y ü n ü n ne ülkesi vardır, ne de kıtası;

uygulamaları , amaçlar ı , formüller i , reçeteleri ve «renkli» malzeme­

si ile t ü m d e n evrenseldir. Tarihi insanoğlunun tarihi kadar eski­

dir, belki de d a h a da eski. Dünya tarihinde, uygarl ık tar ih inde her

z a m a n bir yerdedir, ister arka planda, ister ön planda. Bir «bilin­

meyen kaçınılmaz»dır adeta ve z a m a n olur ki - metafiziksel bir

furya h a l i n d e - yeniden diri l ip g ü n d e m d e kendine bir yer edinir.

Orta Ç a ğ ' d a öy le o ldu, 18. yüzyılda, 19. yüzyıl ın ikinci yarısında,

60'lı ve 70'li yılların Batılı ülkelerinde ve 80'l i, 90'lı yılların Türki­

ye's inde.

«Büyü P a t l a m a s ı n ı , «Kadınca» dergisi iç in araştıran O y a

Özdi lek-Candan Aslanbay ikilisinin ifadesi ile:

«Kaşıklar birbir ine ters bağlanıyor, m u m d a n insan suretleri

çıkarılıyor, sabunlara iğneler batırılıyor, çeşitl i ot lar kaynatıl ıyor,

muskalar yazdırılıyor, mezarlıklar dolaşılıyor... B ü y ü c ü l e r ruhlar­

la, cinlerle irt ibatta olduklarını söylüyorlar.»

Ya bu pat lamanın nedeni?

«... e k o n o m i k sorunlar, değer yargılarının değişmesi , sevgi­

sizlik, güvensizl ik ve s o n u ç t a insanların kendilerini çaresiz hisse­

derek d o ğ a ü s t ü ya da bi l inmeyen güçlere sığınmaları.»

Ve bu d u r u m d a her şey «büyü» oluyor, her u y g u l a m a ve «ic­

raat» büyüsel, gizemlerle uğraşan her kişi bir «büyücü.»

Batı 'daki, hatta U z a k d o ğ u ' d a k i gelmiş g e ç m i ş örneklere bak­

tığımızda hiç ş a ş m a m a k gerekiyor, aksine d u r u m u o lağan ve

d o ğ a l ve de i lginç kabul ederek. .

Gizem evrensel ise ve belirli d ö n e m l e r d e , t o p l u m s a l - e k o n o -

mik buhranlarda patlıyorsa ülkemizdeki, kent imizdeki belirtileri,

yansımaları bu ışığın altında değerlendir i lmel i .

A n a d o l u insanı, kültürden kültüre, b ü y ü meraklısıdır, b ü y ü -

süz bir yaşamı nerdeyse d ü ş ü n e m e z . İslam ve İslam öncesi Ana­

d o l u bir başka büyüler ortamıdır, her kaynaktan gel ip yerleşen,

değişen, kaynaşan inanışlarla. Sonra bir geçiş y o l u olan Anado­

lu'dan - v e d e T r a k y a ' d a n - b ü y ü gelir is tanbul 'a yerleşir,

Bizans'a yerleşt iği gibi. Yerleştiğinde de dağılır, kırsal a landan

geleni aşar kent soylulara g iderek «seçkin» d iye bil inen kesite

varır.

Bunda belki d e , ilk başta, en ç o k şaşıran kent in kenar mahal­

lesinde «icraatını» sürdüren b ü y ü c ü ya da falcıdır, yeni, alışık

olmadığı «düzeyli» bir müşteri ile karşılaştığında. Şaşkınlık - v a r ­

sa böyle bir o l a y - geçicidir ç ü n k ü profesyonel ve deneyiml i bakı­

cı önemli olanın karşısına g e ç i p medet bekleyenin g ö r ü n ü ş ü

değil de içi o l d u ğ u n u bilir. Başı ör tü lü olsun ya da en son m o d a

markalı bir «jeans» giymiş o lsun temelde pek bir fark yoktur ve

bu yüzdendir ki, bakıcı b ü y ü c ü tekniğinde, malzemesinde hatta

— 157 —

Page 79: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

bi lgis inde bir değişik l ik y a p m a k zorunda olmuyor. Bir kaçını lmaz

n o k t a d a düzeyler bir leşiyor ve tanımlandığında «ilkel» o lan «otan­

tik» oluyor, «otantik» o l u n c a da sanki bir başka g ö r ü n ü m kazanı­

yor.

D ö n e m b ö y l e c e bakıcıyı, b ü y ü c ü y ü yücelt i lmiş oluyor, sanki

onsuz o l a m ı y o r m u ş g ib i , en son çare veya tek çare o y m u ş gibi,

sanki bir b ü y ü d e n hayır gelecekse b u n u n hayırı salt bir kişiden

( ç o k konuşulan, ç o k müşterisi olan, medyalarda kendine bir yer

edinmiş, zamanla yazarl ığa bile soyunan) gelecekmiş g ib i .

D ü ş ü n c e şekli ve uygulama büyüsel inanışları çağdaşlaş­

m a k t a n ve y ü c e l t m e k t e n ç o k başvuranları - a m a farkına varsın­

lar, a m a v a r m a s ı n l a r - Orta Çağ'lara yanaşır bir karanlığa itiyor.

Sorun, sonuçta, bir i l im-bilim-sanat değildir; bu i l im-bil im-sa-

natın, bu «bil inmeyen» oysa kullanılanın tut tuğu yol ve g ö r d ü ğ ü

«ilkel» ilgidir.

Ak Büyü, o l u m l u b ü y ü , amacı «iyi» olan büyü ne için yapılır?

Çeşitleri adeta sayısızdır; ai lesinden kopan erkekleri ya da

kadınları d o ğ r u y o l a ge t i rme k için; sevgi kazanmak için; uzakta

olan birinin d ö n ü ş ü n ü hızlandırmak için; murad için; k ö t ü , kara

bir b ü y ü y ü b o z m a k için v.b.

Bunlardaki niyet «iyi»dir, öyle görünür, öyle gösteri l ir ancak,

sonuçta, uygulanan işlem da ima bir zorlamadır, bir kişinin başka

bir kişiye yönel ik duygular ını baskı alt ında tutmak, zor kul lanarak

yönlendirmektir . Ve biri için o lumlu g ö r ü n e n d u r u m , b ü y ü n ü n

hedefi o lan, başka bir inin açısından o lumsuz hale gelebil ir, getir i­

lebilir b ü y ü «tuttuğunda.»

Kara Büyünün, o l u m s u z ve «kötü» b ü y ü n ü n çeşitleri de bir o

kadar - h a t t a d a h a ç o k çeş i t l id i r- ç ü n k ü Kara B ü y ü n ü n a m a c ı

duygusal deği l de maddid i r , t ü m d e n dünyasaldır, hırslara, arzula­

ra, iç imizdeki kara güçlere, isteklere bağlıdır. Kara B ü y ü , örne­

ğin, bir kimseyi k o n u ş a m a z hale get irmek, dilini b a ğ l a m a k için

yapılır; birinin erkekl iğini bağlamak, bir düşmanı zararsız hale sor­

mak, ortadan kaldırmak, bir inden int ikam almak, itibarını sars­

mak, zedelemek için yapılır. Haksız kazançlar ed inmek, yasak

— 158 —

aşklar yaşayabi lmek için de Kara B ü y ü y e başvurulur ya da kırsal

bölgelerde, k o m ş u n u n haşatını bozmak, hayvanlarını ö l d ü r t m e k ,

yangın ç ıkarmak için.

Büyüsel işlemlerin bir yanı yarar-zarar iki lemi üzer inde kurul­

d u ğ u gibi bir başka yanıysa, muska, tılsım, b o n c u k gib i araçları

kullanarak, korumaya, bir çeşit metafizik garant iye yönelikt ir.

İstanbul 'da kullanılan, kullanılmış olan, çeşitl i kaynaklardan

edinilen, kimi Anadolu kökenl i , kimi Trakya çıkışlı k imi de - A n a ­

d o l u y o l u y l a - O r t a d o ğ u ' d a n veya U z a k d o ğ u ' d a n g e l m e bazı

büyü formül ve tekniklerine bir göz atmak, bunları Batı kaynaklı

olarak göster i len (ancak ortak bir geleneksel b i lg iden çıkan) ben­

zerleri ile karşılaştırmak ç izmeyi amaçladığımız bu kentsel g izem

panoramasına, kanımızca i lginç bir m a l z e m e katacaktır. Ve mal­

zeme d e r k e n ilk ö n c e büyülerde kullanılan, kullanıldığı söylenen

enva-i çeşit malzemelere bakal ım.

B ü y ü y a p m a k için neler kullanılmıyor ki? Ekmek kullanılır,

biber kullanılır, ü z ü m kullanılır; saç, tırnak, giysi, özel eşyalar;

kan, tükürük, idrar, dışkı, meni; otlar, bitkiler, ağaç kabukları ve

her renkten (kara, kızıl, sarı) t o p r a k ; kurşun, m u m , ki l ; çöpler,

süprüntüler; pamuk, bez parçaları, iplik; üf lenmiş, o k u n m u ş su;

heykelcikler, bebekler, resimler; kesici aletler; kuşlar, kediler,

köpekler, horozlar, tavuklar, kurbağalar, böcekler ve yılanlar;

kafatasları ve kemikler, mezar ve mezarl ıklardan alınan t o p r a k ;

değerl i taşlar; a d a m o t u ( m a n d r a g o r e ) ; kilitler ve anahtarlar ve

çiviler; tavşan derisi; yumurta lar ve mumlar; şişeler, boncuklar,

musluklar, kapılar ve kapaklar; makaslar ve maşalar, tabancalar

ve tüfekler; nallar; pirinç, helva ve m u ş m u l a ; salyangoz k a b u ğ u

ve d o m u z derisi ve d o m u z kılı ve d a h a neler neler.

Londra, Paris, New York ve Los Angeles gibi kent lerde

o l m u ş olsaydık yukarda saydığımız (ve saymadığımız) büyüsel

malzemeleri edinebi lmek için yapacağımız tek şey bu tür «malla­

rı» satan u z m a n bir d ü k k â n a başvurmak ya da - k r e d i kartımızı

da k u l l a n a r a k - posta servisinden yarar lanmak o lurdu. Üstelik

geniş, ç o k d a h a geniş bir çeşitten di lediğimizi seçerek.

— 159 —

Page 80: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Örneğin, ot lar ve bitkiler (akasyadan kaktüse ve b i b e r d e n

m a y d a n o z a ) , reçineler, kokular (amber, yasemin, manolya, gül

v .b. ) , boyalar, sular (gül suyu, portakal ç içeği suyu), yağlar (ha­

vuz, sarmısak, lavanta, l imon, zeyt in, kara biber, ç a m yağları),

tütsüler (cüceler in, per i kızlarının, semendereler in, deniz kızları­

nın, ruhların tütsüler i) , mumlar, heykelcikler ve benzerleri.

Büyü örnekler i k o n u s u n d a nereden başlanır ve nereye

kadar gidilir? Kaldı ki, bu konulara merakl ı olanlar ve bu konular ı

izleyenler bilir, b ü y ü örneklerini veren kitaplar, derlemeler, folk lo­

rik araştırmalar p iyasada sanıldığı kadar az değiller.

Sorun burada, okura bir b ü y ü y a p m a olanağını tanımak

değildir, hiç kuşkusuz. Sorun ve a m a ç «büyücülük ve büyü»

konusuna örnekler get irmek, s o n r a d a n bazı temel karşılaştırmala­

ra g i tmek d e r k e n bir y o r u m a varmaktır, uzmanların görüşler ine

de gerekli yeri ayırarak.

En iyisi örneklere ve tekniklere geçel im, çeşitl i kaynaklara

başvurarak ( E y u b o ğ l u , Boratav, Yesari ve başkaları).

Çalışmamıza bir m u h a b b e t b ü y ü s ü ile başlayal ım:

«Üç arnavut b iber i alınır. Her biberin içindeki tohumlar ın her

bir ine Tebbet Suresi o k u n u p üflenir sonra t o h u m l a r biberin içine

doldurulur. Kıvılcımlı küle gömülür. Bunu yapan, ocağın duvarına

s a ğ elini vurarak, 'El imi v u r d u m duvara / Duvar o l d u üç para /

Bir inden in çıktı / Bir inden cin çıktı / Bir inden İsmail Peri çıktı /

İni yol ladım ine / Cini yol ladım Çine / İsmail Peri'yi yol ladım fila­

na (burada etk i lenmek istenen kişinin adı söylenecek) / D u r m a ­

d a n , d i n l e n m e d e n bana gele / dedikten sonra arkasına b a k m a ­

d a n yatağına gire» (Boratav).

O ldukça «naif», saf olan, bir teker leme havası iç inde gel işen,

b ü y ü n ü n b o z u l m a m a s ı için «arkaya bakmamak» yasağını get iren

ve malzeme olarak, üç biberle bir ocaktaki kıvılcımlı külleri kulla­

nan bu b ü y ü d e n sonra «bağlamak» ve «soğutmak» a m a c ı n d a

olan üç kara b ü y ü örneğin i sıralayalım.

160 —

Dil bağlamak için

Hiç kullanılmamış bir asma kilit üzerine, y e d i kere üç ihlâs,

bir fat ihadan sonra, 'Ey Yüce Tanrı... G ö r g ü l , ya S u b h â n yalıga-

gi l , ya Rahman Elhamdüli l lah ile b a ğ l a d ı m , Külhüvallâhi ile kilitle­

d i m . . . Binbir adlı Al lah, medet ya i lâhi, b in d e r d e kilit v u r d u m ,

perki t t im; M u h a m m e d ü l Mustafa'nın m ü h r i n üzerine u r d u m ' d iye

o k u y a . Bir ağır taş altına k o y u p bastıra... (Yesarı).

Güveyi bağlamak için

Bir irice çiviye güveyin adı y e d i defa okunarak üflenecek,

çivi tahtaya, a ğ a c a veyahut da bir k u r u k ü t ü ğ e mıhlanacak, mıh­

lanırken Ya Settar (üç kere), Ya C e b b a r (üç kere) ismi şerifleri

tekrarlandıktan s o n r a şu d u a o k u n a c a k : Ya Hafız, bu çivi mıhlan­

dığı yerde o l d u k ç a ben falancayı bağlamış o l u y o r u m , diz indeki

d e r m a n ı , g ö n l ü n d e k i muradı k a b z e d i y o r u m . Ya Kahhar, h immet

eyle, kerem eyle, yard ım eyle.

Çiviyi mıhlarken kullanılan alet, güvey in bağlı o l d u ğ u m ü d ­

d e t ç e hiçbir şeki lde kul lanı lmayacak (A. Yesarı).

Soğutmak için

Elli d i r h e m tereyağı alınır, bir g e c e mezarlıkta bırakılır. Bu

y a ğ , sabahın erken saatinde mezarl ıktan alınır, b i rbir inden ayrıl­

ması istenen kimselere yedirilir. O k imseler birbir inden soğur (A.

Yesarı).

Ve yukardaki güvey b a ğ l a m a b ü y ü s ü n e eşit o larak bir kız

b a ğ l a m a b ü y ü s ü :

Tavuk Kanadı

Lekesiz beyaz tavuktan, biri s a ğ d a n biri soldan o l m a k üze­

re, iki k ü ç ü k telek koparılır. Teleklerin üzerine, kara is mürekke-

biyle, b a ğ l a n m a k istenen kızın adı yazılır. Sonra telekler üzerine

getir i l ip bağlanır. Kırk bir kez kızın adı söylenip güvey evine d o ğ -

— 161 — istanbul Gizemleri / F: 11

Page 81: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ru üflenir. Yetmiş «elham», kırk bir «kulhuvallah» o k u n d u k t a n s o n ­

ra, telekler bir kırmızı beze sarılarak bağlanır. Üç kez üzerine

tükürülür. Kırk kez:

Hayr m i n Al lah

Şerr m i n Al lah

Ya habibuHah

Seyyide se lam

T e m m e t e t e m m e t

Ya Resul h i m m e t

Ş e d d e ha ş e d d e ha

Allah Al lah Allah

o k u n u p kızın evine d o ğ r u üflenir. Telekler, gerdekten bir g e c e

önce, kızın evinin kapısının eşiğinin altına saklanır (Eyuboğlu) .

İlk verdiğ imiz örnek «naif» g ö r ü n s e de sonraki örneklerde

h e m kullanılan malzemeler in çeşidi çoğal ıyor, h e m de işlemler

- o k u n a n dualar la b i r l i k t e - d a h a karmaşık, d a h a ayrıntılı ve ula­

şılmak istenen a m a ç l a d a h a ç o k bağlantıl ı oluyorlar. Kaldı ki,

genelde ve t e m e l d e , büyüsel işlem gerek simgesel gerekse

somut benzerl ikler üzerine kurulmuştur; dili bağlamak için,

konuşmanın akışını d u r d u r m a k için kullanılan kilit; güveyi bağla­

maktaki çivi, kız bağlamaktak i lekesiz beyaz tavuk gibi malzeme­

lerin d o ğ u r d u ğ u çağrışımlar apaçıktır.

Bu tür işlemlere, bu «kendin pişir kendin ye» tarzındaki halk

t ipi büyülere ve b ü y ü anlayışına «naif», saf ya da ilkel desek bile

yine de en ç o k rağbet görendir, en ç o k tüketi lendir. Öyle olması

s o n d e r e c e doğaldır ç ü n k ü pratiktir, s o m u t amaçları vardır ve

işlenişindeki unsurlar, y a p a n a ve yaptırana, istenilen, bekleni len

s o n u c u (simgeler ve çağrışımlarla) açık seçik imgelerle g ö r ü n t ü ­

lemektedirler.

Kendini profesyonel b ü y ü c ü olarak tanıtan Bülent Kısa «ba­

sit» b ü y ü dendiğ inde, örneğin, «Sabun Büyüsü»nün tarifini ver­

mektedir.

«Bir s a b u n u n üstüne istediğiniz kişinin ve annesinin ismini

yazar, geceyarısı bir k u y u n u n başına oturursunuz, 41 defa yasin

- 1 6 2 -

okur, her o k u y u ş u n ardından üfleyerek s a b u n u n üstüne bir iğne

batırırsınız, s o n r a s a b u n u kuyuya atarsınız. S a b u n er id ikçe ismini

yazdığınız kişi de erir ve iğneler s a b u n d a n k u r t u l u n c a ölür. Aynı

şeyin k o y u n kalbine iğne batırarak yapıp o n u sıcak küle gömer­

seniz, istediğiniz kişi size âşık olur.» der Kısa.

Sabun B ü y ü s ü de uygunluklar b ü y ü c ü l ü ğ ü n ü n başka bir

örneğidir, s a b u n u n erimesiyle er iyen vücut, sıcak küllerin sıcaklı­

ğını duyan, âşık o lan kız gibi . Ve de kaçınılmaz iğneler!

Yukarda bir bağlanma (erkek bağlanma) ö r n e ğ i n i verdiğ imi­

ze göre ş imdi de o n u çözecek bir karşıt b ü y ü aktaral ım:

«Aşağıda yazılı vefk, bir kâğıda aktarı lacak, b ü y ü l e n m i ş k im­

senin içeceği suya bakılacak, sonra bu su kendis ine içirilecek.

Yine bir kâğıda Ayetü lkürs îve bir başka kâğıda da Bakara Suresi­

nin hitamındaki Amener Resulü Ayeti Ker imesinden başlayıp,

hitamına kadar, harfleri birer birer kel ime şekl inde yazılacak. Aye-

tülkürsî sağ kola, Amener Resulü de sol kola bağlanacak. Bunu

müteakip, bağlı o lan kimse üret im organını hiç kullanılmamış

yeni bir baltanın del iğ inden geçir ip, idrarını y a p a c a k . O kimse,

c ü m l e b ü y ü d e n halâs olacak.»

Birini b a ğ l a m a k , cinsel g ü c ü n ü kesmek kara b ü y ü d e n sayılı-

yorsa o n u y e n i d e n cinsell iğine kavuşturacak bir başka b ü y ü de

«ak» türden sayılması doğaldır ve «ak» o l d u ğ u n d a n dualara baş­

vurmaktadır. Kaldı ki, b ü y ü n ü n ve b ü y ü c ü n ü n , d u a yoluyla, bir

«üst» g ü c e başvurması , Tanrıya v e y a şeytana yakarması, kutsal

sayılan metinler kul lanması, ilkel top lu luk lardan başlamak üzere,

büyücülük olayının sürecindedir ç ü n k ü , Bronislavv Malinovvski'

nin de vurguladığı gibi, «...din, insanı b ü y ü d ü z e y i n d e n kaldırı­

yor.»

Din insanı b ü y ü düzey inden kaldırsa da insan, yine de, inan­

cını inanışlarında kul lanmaktan çekinmiyor, olguları biraraya geti­

rerek ve karıştırarak.

Kuramları incelemeden ö n c e verdiğimiz b ü y ü örneklerine,

bir karşılaştırma olarak, değişik kıta ve ülkelerde, değişik kültür­

lerde kullanılan birkaç çeşit lemeyi ekleyel im.

- 163 —

Page 82: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Sevgilinin aşkını kazanmak için (Malezya)

V ü c u d u n u z kadar uzun bir d e ğ n e k l e kendi gölgeniz i d ö v ü n ,

b u l u n d u ğ u n u z m e k â n d a tütsü yakın ve aşağıdaki duayı y e d i kez

o k u y u n , her defasında gölgeniz i el inizdeki değnekle döverek.

B u n u güneş batımında, geceyarısında ve şafakta tekrarlayın ve

yatarken, beyaz bir çarşafla ör tünün.

Ey Karanlık İrupi,

Kraliçenin b a n a gelmesine izin ver,

Şayet (sevgil inin adı) uyanıksa

O n u sars ve salla, uyanmasını t e m i n et,

Soluğunu al, r u h u n u al ve buraya getir,

Sol tarafıma bırak,

Kalkmak istemiyorsa

Sağ ayağının başparmağını kap

Ve kendi yataktan kalkıncaya kadar tut

Ve o n u bana ge t i rme k için t ü m g ü c ü n ü kullan,

Bunu y a p m a z s a n Tanrıya karşı gelmiş olursun.

Bir sevgilinin ilgisini çekmek, onu kaybetmemek için:

(Çingene büyüsü) ~V

Ağzınıza bir t u t a m ot atıp ilkin d o ğ u y a sonra da batıya d ö n e ­

rek aşağıdakilerini tekrarlayın:

Güneş yüksel ince

sevgi l im y a n ı m d a olacak!

Güneş batınca

b e n o n u n yanında o lacağım!

Basit b ü y ü d e n d i ğ i n d e , bir olası, b u n d a n daha basit ini bul­

m a k zor olsa gerek. Nedir ki, önemli o lan, bir b ü y ü n ü n - m a l z e ­

mesi ve uygulaması i l e - basit o lup o lmaması deği ldir, öneml i

o lan etkinliğidir. Mısır 'dan ve Firavunlar' ın d ö n e m i n d e n kalma,

bir kadının sevgisini kazanmaya yönel ik b ü y ü y ö n t e m i de basit­

tir:

«Tuz, peynir ve un alın, iyice karıştırın, odasının bir köşesine

— 164 —

koyun. Sizi g ö r ü n c e y e kadar huzur bulmayacaktır.»

Mısır 'dan Hindistan'a geçt iğ imizde bir kadının hami le kalma­

sını sağlamak için yapılan bir b ü y ü ö r n e ğ i n i n de ç o k basit o l d u ­

ğ u n u görürüz:

- Ç iğ bir yumurtanın k a b u ğ u n u iki u c u n d a n del in. K o c a bir

uçtan üfler, yumurtanın içi eşinin ağzı iç inde boşalır, kadın b u n u

yutar. Bu iş lemden g e ç e n kadın da hamile kalır.

Basitl iği bir yana uygulamanın t ü m ü n ü n cinsel bir leşmeyi,

ayrıntılı olarak s imgelediği ve dolayısıyla, uygunluklar y ö n t e m i

gereğince, g ü c ü n ü ve etkinliğini bu s imgesel b e n z e t m e d e n aldı­

ğı ortadadır.

Şifaya yönel ik büyülere baktığımızda işte ünlü g i z e m c i Yüce

A lbertus 'un (Albertus Magnus, 13. yüzyıl) ateşi d ü ş ü r m e k için

önerdiğ i ve bir c u m a g ü n ü , saat 8 ile 9 arasında, bir kâğıda yazı­

lıp hastanın b o y n u n a takı lacak büyüsel bir f o r m ü l :

H B R H C H T H B R H

H B R H C H T H B R

H B R H C H T H B

H B R H C H T H

H B R H C H T

H B R H C H

H B R H C

H B R H

H B R

H B

H

Temel k o n u m u z olan İstanbul 'dan, İstanbul 'un büyücüler in­

d e n , İs tanbul 'da uygulanan büyüsel iş lemlerden bir hayli uzaklaş­

tık. Ancak, «gizli bi l im ve sanatlar»ın evrensell iği g ö z ö n ü n d e tutu­

lunca kaynakları karıştırmak, karşılaştırmak her zaman yararlı ola­

bilir en azından bir «evrensellik» olayını, örnekleri ile kanıt lamak

açısından.

Daha ö n c e k i bölümler in bir inde «voodoo» tarzı bir uygulama-

— 165 —

Page 83: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

d a n söz etmişt ik, bir aşk b ü y ü s ü , bir kara b ü y ü örneği olarak.

B u n d a n hareket ederek büyü yöntemler in in, kıtadan kıtaya ve

ü lkeden ülkeye g e ç i p , her kültürde nasıl yerleştiğini bu vesileyle

g ö r m ü ş oluruz.

B ü y ü n ü n yapıldığı yer Nişantaş-Maçka arası, b ü y ü n ü n yerel

öğret i yeri T a k s i m civarı, işlemin temel kaynağı ise Afr ika'dan çık­

ma, ilkin Mısır 'da sonradan - a d e t a «ulusal» bir nitelik kazana­

r a k - Haiti ve G ü n e y Amerika'da, Brezi lya'da yaygınlaşan bir kay­

nak.

Avrupa'daki «eski» uygulamalarını araştırdığımızda karşımı­

za, «literatür» olarak, İngiliz Reginald S c o t t ' u n 1655'ten kalma,

Londra basımlı «Büyücülüğün Keşfi» (The Discoverie of VVitchc-

raft) adlı kitabı çıkıyor. Scott bir rakip veya bir d ü ş m a n ı or tadan

kaldırmak için aşağıdaki b ü y ü y ü öneriyor:

- Zarar v e r m e k veya ö l d ü r m e k istediğiniz kişiye benzer bir

heykelciği yeni ve el d e ğ m e m i ş m u m d a n yapın; s a ğ koltuk altına

bir kırlangıç k u ş u n u n kalbini, sol koltuk altına da ciğer ini yerleşti­

rin. El d e ğ m e m i ş bir iplikle heykelciği b o y n u n d a n asın ve y ine el

d e ğ m e m i ş bir iğneyi acı vermek istediğiniz yere batırın; heykelci­

ğ in alnına zarar v e r m e k istediğiniz kişinin adını, kaburgalar ına da

bu sözleri yazın: «Allif, casyl, zaze, hit, mel, meltat» sonra da hey­

kelciği bir yere g ö m ü n .

«Voodoo» b ü y ü s ü ve «Sabun büyüsü», g ö r ü l d ü ğ ü gibi , ben­

zer bir ç izgide buluşuyorlar.

Mumla yapı lan büyüler için Orta Çağ' ın ünlü gizemci ler in­

d e n Paracelsus adı ile tanınan T h e o p h r a s t u s B o m b a s t v o n

Hohenheim, «Ruhun Özü» (De Ente Spir i tum) adlı kitabında şu

açıklamada bulunur:

«Şayet bir ine karşı kin d u y u y o r ve o n a kötü lük y a p m a k isti­

yorsam, başarı sağlayabi lmem için bir aracı, bir yardımcı kul lan­

m a m , yani bir c i s i m d e n yarar lanmam gerekir; a n c a k böylel ikle

i radem, b e d e n i m i n hareketine ihtiyaç g ö s t e r m e d e n bir kılıç dar­

besiyle b ü y ü yapı lan kimsenin gövdesin i delebil ir, o n u yaralayabi­

lir... Bunu y a p a b i l m e k için ç o k g ü ç l ü bir istek yeterlidir... İrade

— 166 —

g ü c ü m ü bir noktada topladığım, bir kişiye yönel t t iğ im z a m a n ,

o n u n ruhsal güçler ini , m u m d a n yapı lmış model ine aktarabil ir, ira­

desini y o k eder, e m r i m altına alırım, istersem sakatlayabi l i r im.

İstek ve telkinin, t ıpta da ne kadar ö n e m l i bir yeri o l d u ğ u n u kabul

e tmek gerekir; insan kendi kendini etkileyerek, benl iğ inde rahat­

sızlık, sıkıntı hali yaratabil ir ve varsaydığı bütün rahatsızlıkları b ü n ­

yesinde de hisseder... Büyü nedeniyle m e y d a n a gelen hastalık­

larda ise, irade zayıflar, yüksek ateş, bitkinlik, ş iddetl i başağrısı

gibi haller başgöster ir ve doktor lar ın teşhis edemediğ i , t ıbbın için­

d e n çıkarmayıp çaresiz kaldığı bu hastalıklar sırasında, büyülenen

kimse, ne o l d u ğ u n u anlamadığı birtakım korkunç hayaller, kâbus­

lar görür...»

Gizem uzmanı kadar 16. yüzyılın t ıp uzmanı da sayılan Para­

celsus büyüsel işlemlere inanmakla birl ikte «istek» ve «telkin» fak­

törlerini gözardı etmiyor, büyüsel işlemin kurbanı olan ya da

büyüsel işlemlerin etkisine inananın geçirdiği , geçirebi leceği ruh­

sal ve ps ikosomat ik (ruhsal-bedensel) şokları, sarsıntıları da

hesaba katmaktadır.

Bir Orta Ç a ğ gizemcisinin, Haitil i bir «voodoo» b ü y ü c ü s ü n ü n

yöntemler i - d ü n y a n ı n dört bir b u c a ğ ı n d a n k o p m u ş başka ve

benzer uygulamalar la b i r l i k t e - b u g ü n ç a ğ at lamakla meşgul

o lan, bir a landa ç a ğ d a ş l a m a örnekler ini gösteren ve bir başka

a landa yer inde saymayı sürdüren İstanbul 'da yeniden karşımıza

çıkıyor, bir Doğu-Bat ı karmaşası iç inde.

Her ç a ğ , uygarlık, kültür ve t o p l u m d a gizemli, gizli bi l im ve

sanatların karşısında iki «engel» diki l iyor, yasalarla dinsel inanç­

lar, d a h a ileri g iderek dinsel tabular. Ve her ç a ğ , uygarlık, kültür

ve t o p l u m d a gizemle uğraşanın s o r u n u bir «davranış» s o r u n u ­

dur, bir «çizgi», «yol» ve «boyut» sorunudur. Gizem, ç ü n k ü - b i r ­

ç o k kez tekrarladığımız g i b i - bir ilgi alanı, bir araştırma konusu,

bir merak k o n u s u olabi ldiği gibi bir saplantı ya da bir s ö m ü r ü ara­

cı da olabil iyor. Üstelik ç o k rahat ve kolay bir şekilde.

«Büyü d iye bir şey yok,» d i y o r bu k o n u y u Türkiye çapında

— 167 —

Page 84: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

araştırmış ve der lemiş olan İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Yalnız insan

b u n a aşırı d e r e c e d e inanmışsa, kendine b ü y ü yapıldığı inancına

kapılmışsa, bu d u y u l m u ş s a , yeterince de aydınlanmamışsa, birta­

kım t insel sarsıntılar geçirir... B ü y ü n ü n yalnızca psikoloj ik etkisi

var. Yoksa aydın, b ü y ü y e inanmayan bir insan için b ü y ü etkili

değil.»

Mantıksal olarak öyledir oysa or tada kalan, dolaşan, yayılan

bir «inanış» hatta bir «inanç» varken, b u n u n h e m müşterisi , h e m

de satıcısı hazırken olayı salt mantığa dayanarak veya bi l imsel

d e n e y l e r d e n geçirerek, denetleyerek açıklayabi lmek pek olası

o lmuyor, özell ikle kültürel bir sağlam t e m e l d e n y o k s u n t o p l u m ,

toplu luk ve kişi lerde.

Bi l im b ü y ü y ü , g izemin «ilim» ve sanatlarını reddediyorsa bile

s o n a ş a m a d a - v e deneysel olarak henüz açıklayamadığı olaylar­

da, ö r n e k l e r d e - belki de bir uzlaşma anlamında, araya kimi çev­

relerde halen bir yan-bi l im sayılan parapsikolo j i giriyor. Parapsi-

koloj i , ç ü n k ü g izem d e n e n şeyi daha d o ğ a l boyut larda bir olabilir­

lik perspektif i iç inde değer lendirmeye ve ç ö z m e y e çalışıyor. Ve

hep «güç, güç» d e n d i ğ i n d e , bu g ü c ü n dıştan değil de içten gel­

me olabi leceği olasılığı üzerinde durabi l iyor, duruyor.

B ü y ü y ü ve g izemci bilgisini r e d d e t m e k l e hiçbir şeyi sonuç­

landırmış o lmuyoruz, pek az kimseyi de ikna etmiş o luyoruz. Bu

da bir başka gerçektir, acı bile olsa.

Sorular k o n u n u n uzmanlarına, u z m a n geçinenlere soru ldu­

ğ u n d a yorumlar iy iden iyiye çarpışıyor ve herkes kendi çizgisine

u y g u n şeki lde yanıtlar veriyor.

«Doğaüstü güçler d e n e n tanımlanamamış bazı tesirler var­

dır,» d iye kabul ediyor astrolog (yıldızbil l imci) Haluk A k ç a m .

Ama, bu güçler i kul lanabilen kaç kişi var a c a b a şu d ü n y a d a !

Basının da, halkı bu alanda yanlış yönlendird iğ in i kabul etmeliyiz.

Dergi lerde b o y gösteren bir sürü şarlatan, kimi eline plast ikten

bir kurukafa sıkıştırıp sırıtarak şeytanla işbirl iği yaptığını, k imi de

geceleri cinleri başına toplayıp ö n ü n e geleni çarptığını ilan ede­

rek bedavadan reklam sağlıyor. Bunlar, cahil bir t o p l u m u n sırtın­

d a n para kazanarak yaşayan parazitlerdir. Aynı z a m a n d a , kandır­

dıkları kişilere yalan yanlış bir sürü zırvalığı telkin ederek, t o p l u ­

m u n ruh sağlığını bozuyorlar.»

A k ç a m - ki g izemin ağırlığını yı ldızbil ime vermektedir çalış­

malarında - tanımlanamamış bazı tesirleri, etkileri yani d o ğ a ü s t ü

güçleri kabul ett iğinde bunların kul lanım olasılıklarını s o r g u l a m a k ­

ta ve haklı olarak, «gizem tüccarlarına» saldırmaktadır.

D o ğ a d iyoruz ve d o ğ a ü s t ü d iyoruz, birini yüzyı l lardan bi l im­

sel olarak araştırıyoruz, kurallarını, işlenişini saptıyoruz, diğer ini

ise bir hayli «muğlak» ve «geniş» bir çerçevenin içine kapatıyo­

ruz. Ya da d o ğ a l dediğimiz, bi ldiğimiz, denediğimiz, k imi sürekli l i­

ği olan, kimi d e n e y hal inde tekrar lanabi len olaylardır. D o ğ a ü s t ü -

cü kategoriye soktuklarımız ise «açıklanamayan» ve «bil inme­

yen» t ü r d e n olaylardır.

Gizem ve gizemin arkasında sürüklediği her şey işte bu

«açıklanamayan»ı, bu «bil inmeyen»i doldurmaktadır .

Orta Ç a ğ ' d a yaşamadığımız için b u g ü n büyücülere to lerans

göster i lmektedir yeter ki, yasal olarak hizmetleri karşılığında

ücret almasınlar. İyi de b u g ü n ü n dünyasında ve b u g ü n ü n İstan-

bulu 'nda karşılıksız hizmet nerede görülmüştür, p iyasada kaç

tane özveri sahibi D o n Kişot kalmıştır bu hızlı köşeyi d ö n m e orta­

mında? Herhalde ücret deği lse de, gizemli hizmetin karşılığı baş­

ka şeki lde de karşılanabilir, hediyeler, armağanlar, hibeler ve des­

tekleyici yardımlarla.

«Ülkemizde, g ü n ü m ü z d e de ve her şeye r a ğ m e n b ü y ü ,

büyücülük ve büyücüler vardır,» d iye yazıyordu 1979'da Afif

Yesari. «Polisin, haklarında sık sık k o ğ u ş t u r m a açtığı M a d a m

V.P., Nişantaşlı N.S., G.K., Kadıköylü A.E., Edirnekapılı F.Y.,

Aksaraylı M.Ü. yerli b ü y ü c ü l e r d e n sadece birkaçıdır.

Büyüye inanç duyanlar ın ç o k sayıda oluşları, büyücüler in

işlerini rahatça yürütüp, kolaylıkla ele geçmemeler in in başlıca

nedenidir.

Kentin t ü m bölgeler ine yayılan büyücüler, fal bakar, nefes

eder, m u s k a , tılsım yazar, b ü y ü yapar, b ü y ü bozarlar. Kara B ü y ü

pek uygulanmaz ya da ender olarak uygulanır.

— 169 —

Page 85: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Bu arada, çeşitl i b ü y ü kitapları, Kudur ve Kadeh duaları,

Çevirgel Duası g ib i risaleler de yayınlanmakta, ç o ğ u el alt ından,

giz l ice satılan bu b ü y ü kitaplarında, arap harfleriyle yazılmış vıfk'

lar (büyü), m u s k a örnekleri , dualar bulunmaktadır. Bu t ü r d e n bir

k i tap olan Seyyit Sü leyman Efendi 'nin 'Kenz-ül Esrâr'ı ise t a m a ­

m e n eski harflerle basılmıştır.»

İki ciltlik bir «Cinsel Büyüler» der lemesini hazırlayan İsmet

Zeki Eyuboğlu da aslen Akçaabat ' l ı (Trabzon) o l u p s o n r a d a n

(70'li yıllarda) İstanbul 'da Fatih'te yer leşen ve makas büyüleri ile

ünlenen Horovil i M u h a m m e d H o c a ' d a n , yine Fatih'te oturan Bay­

burt lu H.Hoca'dan söz eder.

70'li ve 80'li yılları geri lerde bıraktık ancak b ü y ü halen b ü y ü ­

dür, her ne kadar ç a ğ d a ş kentsel gizemci ler imiz b ü y ü c ü adından

ü r k ü p kendine d a h a «metafiziksel» adlar yakıştırıyorlarsa bile.

Büyü, g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, geleneksel şekillere ve malzemele­

re dayanan, ürünü o l d u ğ u kültürün ve inançsal temeller in imgele­

rini yansıtan, karmaşıktan basite g i d e n bir olaydır. Bu olayın

boyutlar ı içinde, İstanbul 'da yüzyı l lardan beri ç o k tutulan, üfürük­

ç ü l ü ğ ü n ve şifacılığın yeri nedir? Ya da başka bir deyimle, bunlar

bizi g izeme mi y o k s a parapsikoloj iye mi götürürler?

Ak ve iyi niyetli, o lumlu sayılan şekli ile kullanıldığında b ü y ü

şifacı, koruyucu bir nitelik de taşıyabil iyor: hastalıklardan korur,

iyileştirir, sakatlıkları önler, tedavi eder.

Mustafa İ loğlu 'nun, kendi yayını olan, 8 ciltlik kapsamında

ve bir kısmını L ü b n a n ' d a edindiği İs lam kaynaklar ından der lediği

«Gizli İlimler H a z i n e s i n d e dualara dayalı şifacı uygulamalarının

arasında, örneğin, ruhsal hastalık ve sıkıntıları g ideren formül ler,

b u r u n kanamalarını ve nezleyi g e ç i r m e k için çareler, sara, sarılık,

çarpı lma ve benzerlerine karşı vefkler ve yazarın ifadesiyle, «ha­

len t ıbben tedavisi olanaksız olan bazı ruhi ve her nevi hastalıkla­

rın tedavisi için» der lenen ayet ve dualar yer almaktadır.

İ loğlu'nun niyeti, böylece t ü m bu kimi gizli, k imi inançsal

a m a pek bi l inmeyen bilgileri açıklayıp ihtiyaç d u y a n ı n (ve bunla­

rı kendi başlarına uygulayanları) « p r o f e s y o n e l l e r i n s ö m ü r ü s ü n ­

d e n kurtarmak oluyor, kendi bir söyleş ide açıkladığı g ibi .

Salt bir araşt ırma kaynağı olarak ele al ındığında ve salt bu

y ö n ü ile değerlendir i ld iğinde «Gizli İ l imler Hazinesi», g e r e k folklor

açısından gerekse bir İslam gizemleri ansik lopedisi açıs ından, az

rastlanabilen bir çal ışma niteliğini korumaktadır. Ve bu y ö n ü ile

Batı ile D o ğ u ' n u n geleneksel gizemlerini karşılaştırmalı bir şekil­

de incelemek isteyenlere ilginç bilgiler vermektedir .

Çalışmasının ilk c i ld inde İ loğlu, d u a ve inanç üzer inde dur­

duktan sonra, ayrıntılı olarak ele aldığı k o n u yı ldızbil imin (astrolo­

jinin) olması açıklayıcıdır. İ loğlu, ç ü n k ü sonradan d i z e c e ğ i bilgile­

rin temel i olarak burçlar ı ve yıldızbilimsel uygunluklar ı yerleştiri­

yor ve bunları, t ü m g i z e m geleneğinde o l d u ğ u gibi , ayınsal (ritu-

el) şekil lerden ayırmaksızın. Ruh ve cin çağırmalar ındaysa bu

tarz uygulamalarda başarının sırrının m e d y u m l u k duyarlı l ığına

bağlı o l d u ğ u n u e k l e m e d e n edemiyor.

Manevi ve ruhsal hastalıkların tedavis inden tahta kurularını

y o k etme yöntemler ine kadar işlevi o lan dualar ve ayet ler dizen,

sihirbazların sihirlerini bozmak, kuraklık ve kıtlıktan kurtulmak,

yar ım ve bütün başağrılarını tedavi e tmek için büyüler ö n e r e n bu

«Gizli İlimler Hazinesi» sonuçta, aracıları or tadan kaldırıp, meraklı

kişiyi gizemsel-inançsal işlemle karşı karşıya ve tek başına bırak­

maktadır.

Yeni bir y ö n t e m deği ldir bu: yüzyıllar b o y u n c a b a t t aynakla-

rının önerdikleri metinlere baktığımızda, ister Orta Ç a ğ ' d a n kal­

ma ister s o n d e r e c e ç a ğ d a ş ve kimi radyo, kimi de televizyon

programlar ında açıklanmış uygulamaları g ö z d e n geçi rd iğ imizde

tıpatıp benzer çal ışmalarla karşılaşırız.

Paul H u s o n ' u n , David Convvay'ın, Dolores Ashcrof t N o w f o

ki 'nin yakın tarihli «elkitapları»nda ve «pratik» kurs ya da rehbeı

nitel iğindeki çal ışmalarında temelde buluşan bilgi ve uygulamalar

buluruz. Ve bunların arasında:

- Hazırlık d ö n e m i ; falcılık; âşıklar için iksir ve büyüler; karşıt

sihir ve k o r u n m a ; öç alma ve saldırı; örgüt k u r m a yöntemler i ;

gezegenler in saatleri; sihir ve b ü y ü d e kullanılan ter imler söz lüğü;

sihirsel iş lemlerde kullanılacak tapınağın hazırlanması; b ü y ü d e

— 171 —

Page 86: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

gerekli nesneler; p e n t a g r a m ayinleri; niyetler ve uyumsall ıkları;

bedendışı yo lculuk; Kabala'dan, Mısır'dan muska ve tılsımlar;

lanetler; cinler ve şeytanlar v.b.

Her t o p l u m ve ç a ğ d a büyüsel işlemler, renkleri ne o lursa

olsun, ya bir «uzman»a başvurarak uygulanır ya da kişinin b e c e ­

riklil iğine bırakılır. Ve her t o p l u m ve ç a ğ d a «kendin hazırla, ken­

din yap» y ö n t e m i , z a m a n zaman kişiyi zorlarsa bile, kendine

güvenen meraklılar tarafından ç o k d a h a i lginç ve hiç kuşkusuz,

heyecanlı sayılır.

Dualar her z a m a n kullanılır, şu farkla ki batı g izemci l iğ inde

bu dualar kutsal kitaplara dayanılarak o k u n m a z . Kullanılan d u a ­

lar ya bir «eski geleneğin» ürünü olarak bilinir ya da belirli veri ler

içermek koşuluyla u y g u n kaynaklardan der lenip uyarlanır.

Bir ruh ya da c in çağırmak için «Gizli İlimler H a z i n e s i n e

göre üç ihlâs ve bir fatiha o k u d u k t a n sonra uygulamaya başlanır

( İ loğlu'nun uygulaması ise kahve f incanı ya da bakalit k a p a k kul­

lanılışı ile oluşturulan basit bir «Ouija Board»tan başka şey deği l ­

dir). Batılı bir kaynağın önerdiğ i geleneksel bir ruh çağı rma ise -

m e d y u m s u z ve büyüsel bir y ö n t e m olarak - i lkin, ölüleri uyandıra­

rak ç o k g ü ç l ü bir formül olarak bil inen, «Allay Fort ission Fort issio

Al lynson Roa» sözcükler i tekrarlanır, ruhun geri g i tmesi için

« O m g r o m a Epin Savoc, Satony, Degony, Epar igon, G a l i g a n o n ,

Z o g o g e n , Ferstigon» (ilaç adlarını andıran!) gibi güçlere sesleni­

lir.

Uygulamalara «dua» ve «dua»yı andıran çağrı şekilleri g ir in­

ce de o lumsuz bir a n l a m da taşıyan «büyü» s ö z c ü ğ ü n ü n o l u m ­

suz yanı b ü y ü k bir ö l ç ü d e arındırılmış olur.

Bu b a ğ l a m d a «okuyup üflemek» anlamına gelen «üfürüğün»

kullanıldığı «üfürükçülük»te, Borotav' ın değer lendirmesi ile, «has­

talığın sağalması isteniyorsa duaların, di leklerin etkisini hastanın

v ü c u d u n a y a y m a k için, tabiatüstü zararlı varlıkların kötülükler in­

d e n k o r u n m a k s ö z k o n u s u ise, çevreye, etraftaki eşyaya, bu var­

lıkları ürkütecek sözleri er işt irmek için yapılan işlemdir.»

«Üfürükçü deyimi , g ü n ü m ü z d e bu tür lü akıl ve bil im-dışı

eylemlerle cahi l insanları a ldatan ve s ö m ü r e n kişiler için kullanılır,

kötüleyici bir a n l a m kazanmıştır.»

Nefesi g ü ç l ü olan üfürükçü - ki uygulamalar ından ve hedefle­

rinden «şifacı» kimliğini de kazanmış o luyor - salt biz im t o p l u m u ­

muza ö z g ü bir kişi değildir. Benzer uygulamalar ı , benzer inanışla­

rı, dualara d a y a n a n işlemleri, eski uygarl ık larda ve ilkel top lu luk­

larda o l d u ğ u g ib i , Batı'nin b i rçok ülkelerinde (Fransa, İngiltere,

İtalya, A lmanya) ve bu ülkelerin kırsal alanlarında, az gel işmiş

bölgeler inde rahatlıkla bulabiliriz.

Nedir ki, şifacı ile üfürükçü arasında kesin bir ayırımın o lma­

sı gerekiyor, ç ü n k ü birincisi manyet ik ya da «tellürik» bir g ü ç kul­

lanarak salt elleri ile acıyı dindir ir ya da geçirir, ikincisiyse, hasta­

nın, şikâyet e d e n kişinin, fiziği, f izyoloj isi üzer inde etkili o labi lme­

si için, dualar la birlikte, somut, gerekt iğ inde nesnelere d a y a n a n

çarelere başvurur.

Dolayısıyla şifacıyı parapsikoloj ik olayların kapsamına aldığı­

mızda ü f ü r ü k ç ü y ü bu kapsamın dışında t u t m a k z o r u n d a oluruz.

Şifacılık k o n u s u n u ilginç bir araşt ırmada inceleyen Fransız

tıp adamı Dr. Albert Leprince şifacıları, her t o p l u m ve örneklere

uyan, aşağıdaki beş kategoriye ayırıyor:

1 - Halkın saflığını s ö m ü r e n ve sık sık mahkemel ik olan sah­

te şifacılar;

2 - Şifacılığa yönelen, ilkin bir teşhisle yet inen sonra da

çareler, i laçlar ö n e r e n d u r u g ö r ü sahipleri;

3 - Yan bil imsel bir nitelik taşıyan, g e r ç e k bir ruhsal g ü c e

sahip olan manyetizmacı lar;

4 - Kendilerini dinsel bir inanca bağlayan, dualara başvuran

ve «mucizeler» yarattıklarını iddia edenler;

5 - Vardıkları sonuçları ne f iziğin, ne de metafiziğin açıklaya­

madığı g e r ç e k şifacılar.

Kime yönel ik olursa o lsun duanın her çeşidi gizemsel işlem­

lerin ayrı lmaz bir parçasıdır ve her ne kadar tek tanrılı b ü y ü k d in-

— 1 7 3 -

Page 87: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

ler b ü y ü n ü n her çeşidin i - o lumlu d iye bil inen dahil o l m a k üzere -

yasak ediyorlarsa da iş lemde Tanrıya yönel ik bir d u a dahi l edi ldi­

ğ i n d e mesele kendi l iğ inden değişir.

Yasal olarak b ü y ü yasaktır ancak, anlatıyor profesyonel

b ü y ü c ü Bülent Kısa. «Büyü karşılığında para a lmak yasaktır.

Dolandırıcıl ığa gir iyor. Ben para al ıyorum diye itiraf e tsem de

ö n e m l i deği l . Beni para alırken tesbit edip yakalamalar ı lazım.

Ben sansasyon o lsun diye büyü yaptığımı söylüyor da olabi l i r im.

' B e n sadece yıldızfalı çıkaran, astroloj iyle i lgilenen bir a d a m ı m '

da diyebil ir im.»

Bil indiği gibi ö n e m l i olan yasa değildir, yasayı at latma yolları­

dır. Veya, bir İtalyan atasözünün ifadesiyle, «Yasa çıktı, çaresini

bulalım.»

Aynı d u r u m dinsel yasaklar için de geçerl idir ve dinsel yasak­

ları at latmanın çareler inden biri de dinsel formları , dualar ı (ister

gerçek, ister u y d u r m a ) büyüsel işlemin içine katmak, bunları işle­

m i n ö z ü olarak göstermekt ir . Bel ir lenemeyen ya da bel irt i lmek

istenmeyen bir g ü c e yönel ik yakarmayı Tanrıya, Al laha yönelt­

mektir.

Batı'nın g e n e l d e ve dinsel yasaklamalarının etkisi alt ında

kendi inancının dışına itmeye çalıştığı (oysa Kutsal Kitaplarda

örneklerini ç o k ç a bulduğu) gizemcil iği İslam bi lgin ve bi lgeleri

taraf ından belirgin bir g ü ç olarak kabul edil ip İbn-i H a l d u n ' d a ,

örneğin, b ü y ü «katıksız sihir» ve «tılsımlar» olarak ikiye ayrılarak

karşımıza çıkmaktadır. Ve İbn-i Haldun'daki katıksız sihir sihirba­

zın, hiçbir yardımcıya başvurmaksızın, kendis inden çıkan bir g ü ç ­

tür; b u g ü n k ü tanımlarımızla bir «duyumötesi olay»dır, bir psi fak­

t ö r ü .

Yukarki ayırıma g ö r e de «tılsım», t ü m diğer büyüsel işlemle­

rin içinde, başlı başına bir sihirli alanı oluşmaktadır.

1974'ten kalma bir araştırmasında (Nazar, Nazarl ık ve ilgili

büyüsel işlemler) İsmail Çelik, İstanbul 'un Hisarüstü 'nde, o d ö n e ­

m i n parası ile, 600-700 liralık kırmızı m ü r e k k e p kul lanarak nazar

ve başka çeşit muskalar yazan ve Giresun'un bir k ö y ü n d e n gel­

me olan Veli Ba ldede'den söz etmektedir. Veli Ba ldede ya da

Veli Şeyh eski lerden sayı labi lecek bir İstanbul muskacısı ise de

b u g ü n de muskalara, nazar boncuklar ına ve tı lsımlara rağbet

sürüyor.

Batı gizemci l iği tılsımları «talismans» olarak bil iyor ve kullanı­

yor. «Talisman» s ö z c ü ğ ü ise Y u n a n c a d a n gelmedir ve «telesma»

(dinsel ayın) 'dan türeti lmiştir. A n c a k tılsım, m u s k a ya da nazarlık

insan tarihi kadar eski inanış ve uygulamalar ın örnekleridir, her

kültür ve kıtada karşımıza çıkmaktalar.

«Muska, Arapçada 'yazılı şey' anlamına gelen nüsha kel ime­

sinin halk ağzında b o z u l m u ş biçimidir» diye açıklar Boratav.

«Hastalıkları sağaltma ya da d ü ş m a n d a n gelebi lecek kötülükler,

g ö r ü n m e z kazalar vb. gibi herhangi bir zararı ö n l e m e ile üstte

taşınan yazılı kâğıda denir... Nazarlık, bir yönüyle, yani k ö t ü g ö z ­

lerin ve kıskançlık duygular ının sebep olabi leceği hastal ıklardan,

sakatlıklardan k o r u y u c u niteliğiyle, muskanın işini görür. A m a ,

adından da anlaşılacağı üzere, o n u n asıl görevi kötü g ö z l e r d e n

korumadır... Tılsım, anlamı bulanıkça bir kelimedir... tı lsım def ine

gibi gizli şeyler bulmayı, kapalı yerleri, örneğin saray, m a ğ a r a

kapılarını açmayı sağlayan ve a n c a k ehlinin bildiği sözleri ya da

kullandığı araçları gösterir.»

Tılsım, muska, nazarlık... büyüsel işlemlerde k o r u y u c u bir

nitelik ve işlev taşıyan kimi yazılı, kimi çizimli, kimi kumaş, kâğıt

ya da d e r i d e n yapılmış, kimi kazılmış. Taşıdıkları s imgesel şekil­

ler g ü ç l ü bir etkendir, dörtköşel i bir tılsım uyumsuzluk yaratır,

yuvarlak bir tılsım ise o l u m l u ruhların yardımını sağlar.

Bu k o r u m a nesnelerinde, özell ikle antik uygarlık ve inanışlar­

d a n kalma olanlarda, yıldızbil imsel (astoroloj ik) değer, a n l a m ve

simgeler ön plandadır; k o r u y u c u veya aktif g ü ç bunlarla sağla­

nır. Buna karşın b ü y ü k dinler in, tek tanrılı dinlerin ürünü olanlar­

da Kur'an-ı Ker im'de, Tevrat ' tan ya da başkaca dinsel metinler­

d e n alınan sözcükler, işaretler, adlar (kutsal adlar) ve özell ikle

dualar kullanılır.

Ancak... bu tür uygulamalarda kutsal metinler kul lanmak d in

Page 88: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

taraf ından yasak deği l midir? Öyledir ve İslamda bu yasaklar bir­

ç o k hadiste açıkça ifade edilmiştir (Ebû Hüreyre, İbn-i M e s ' u d ) ;

belirl i surelerde (113, 114) ise b ü y ü c ü l ü ğ ü n , cinci l iğin kaçınılması

g e r e k e n kötülükler o l d u ğ u söylenmişt ir.

Yine de t ü m bunlar ne yanlış uygulamayı , ne s ö m ü r ü y ü , ne

de yönlendir i lmiş bi lgiyi engel lemiyor ç ü n k ü , her a landa o l d u ğ u

g ib i , bir «arz-talep» yasası işliyor, sürekl i olarak.

Ya yatırlardan, türbelerden beklenen medet, onlara bağla­

n a n umutlar ve etraflarında oluşan efsaneler?

Büyüsel uygulamalara pek benzemiyorsa da bunlar da bir

«başka» büyüsell iğin halk taraf ından benimsenen belirtileridir.

İnanç, hiç kuşkusuz bir güçtür ; inanç derler, dağlar ı bile yer­

ler inden kımıldatır. Ve inanç, batıl inanışlara karışınca, onlarla

karıştırılınca, kendi dinsel buyruklarını bile gözardı eder.

Sarıyer'e Telli Baba'ya, Eyüp' tek i Dilek Baba'ya, Şehzadeba-

şı 'ndaki Helvacı Baba'ya v.b. g idenler hep iyi niyet ve inançla

giderler oysa İstanbul Müftü lüğünün, eskiden kalma uyarısına

d ikkat ettikleri o l m u y o r mu?

«Türbelerde m u m yakmak, bez bağlamak, di lek taşları yapış­

t ırmak, para atmak, kurban kesmek ve d o ğ r u d a n d o ğ r u y a ö lü­

d e n di lekte bu lunmak din imizce yasaktır ve günahtır» der bu,

hatır latma şekl indeki uyarı, ancak inanışın inançtan baskın çıktığı

da oluyor.

* * *

istanbul büyüler i dendiğ inde, genelde İstanbul kökenl i ya da

gerek Trakya'dan gerekse A n a d o l u ' d a n gelen ve kentsel b ü y ü

y ö n t e m ve şekilleriyle kaynaşan büyüler anlaşılır. A n c a k b ü y ü

gib i geleneksel kaynaklara dayalı uygulamalarda unutu lmaması

gereken bir nokta vardır: İstanbul 'da, kentin tarihi b o y u n c a ,

iş lem konusu olan büyülerde değiş ik kökenler ve inanışlar yat­

maktadır. Bunların en büyük kısmı İslam gizemci l iğ ine ait ise de

( İ loğlu, örneğin, der lemesinde A r a p kaynaklarına ağırlık vermek­

tedir) bir kısmı İstanbul 'un İslam öncesi , Fetih ö n c e s i d ö n e m i n ­

d e n kalma o l d u ğ u gibi bir başka kısmı da, d iğer ler ine eklenerek,

değiş ik göç lerden ve İstanbul 'un d i n , di l , ırk, inanış mozaik in i

o luşturmuş olan etkenlerden gelmedir.

Bu bağlamda, yerel ve kentsel olan azınlıktan bir b ü y ü c ü

(Yahudi, Rum, Ermeni v.b.) uygulamalar ında z a m a n z a m a n ken­

di gelenek ve kü l türünden kalma bilgi ve malzemeyi de katmakta­

dır. Belirli d ö n e m l e r d e yer alan içten veya dıştan g e l m e göçler i

de hesaba katarak ( b u ara fallara, gizemlere ve r u h ç u l u ğ a s o n

d e r e c e meraklı o lan 20'li yılların Beyaz Rusları da unutmaksızın)

ortaya son d e r e c e bileşimli, neredeyse «kozmopolit» bir olay çık­

maktadır.

* * *

Deniz Cinleri Padişahının halen Kız Kulesi 'nin açıklarında

konaklayıp konaklamadığını b i lmiyoruz, (ancak cinler in, s o n

d ö n e m d e , üniversite kantinlerinde bile g ü n d e m e geldikler ini bili­

yoruz!) a n c a k cinler in, denizlerin, karaların ve gökler in, adları ne

olursa olsun (Albastı, Koncolos, Karakoncolos, Albız, Ç a r ş a m b a

Karısı, Kara-Kura, Kancalar, İbrik Kalfa, Al-Karısı, Rüküş Hanım

v.b.) İstanbul 'u b u g ü n m e k â n tuttuklarını b i lmeyen yoktur. Üste­

lik bu cinler de, çağdaşlaşıp, c i s m e n değilse bile ismen basın

organlarının başlıklarında, magazin araştırmalarında ve özel tele­

vizyonlarının «talk-showlar»ında b o y göstermektedir ler.

Birçok ünlü Cinci Hoca'y ı tar ihine katmış o lan İstanbul 'u­

m u z d a cinlerin «pop» ya da «in» olmalarına, sık sık g ü n d e m e gel­

melerine, g e ç kuşak arasında «ilgi» k o n u s u olmalarına hiç şaşma­

mak gerekiyor ç ü n k ü , ister dinsel inançtan kaynaklansın, ister

fo lk lor ik inanış g ib i kabul edilsin, nereye bakarsanız bakın cinsiz

gizemci l ik y o k t u r ve de düşünülemez, ne D o ğ u ' d a , yakın

D o ğ u ' d a , U z a k d o ğ u ' d a y a d a Batı 'da.

Cin her kaynakta, esrarlı bir varlıktır, kimilerine g ö r e g ö r ü ­

nen, kimilerine g ö r ü n m e y e n . Cinler ile temasta olanlar (oldukları-

— 177 — istanbul Gizemleri / F: 12

Page 89: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

nı söyleyenler), cinleri davet edebilenler (edebildiklerini iddia

edenler), çağırabilenler (çağırdıklarını ileri sürenler) bu varlıkların

huylarını ve onlardan nasıl yararlanacaklarını ç o k iyi bilirler (bil­

diklerini i fade ederler).

«Cin» s ö z c ü ğ ü n ü n Latince «genius»tan Arapçaya o r a d a n da

Türkçeye geçt iğ i söylenir. S ö z c ü ğ ü n di lbi l imsel kökeni bir y a n a

Romalılar, Yunanlılar, Araplar ve Türkler de cinlere inandılar ve

her ç a ğ , kültür ve uygarl ığın sihirbaz ve büyücüler i cinlerle her

z a m a n iyi anlaştılar.

Cinler, cinler taraf ından çarpılanlar, cinleri iyi bilenler, erkek

cinler, kadın cinler, ç o c u k cinler, kıskanç cinler, öç alan cinler,

yardımsever cinler, şakacı cinler, tecavüz eden cinler, c in lere

bilerek veya bi lmeyerek zarar verenler (ve cezalarını çekenler) ve

diğerleri . Uzayıp g iden, s o n u gelmeyen bir olay ve inanış dizisi.

Kur'an-ı Ker im'de «dumansız ateş»ten yaratılan bu varlıklar,

dinsel inançlardan ve on lardan kaynaklanan, onlardan ö n c e bile

varolan halk inanışlarının etkisi ile, masal ve efsanelerin dışına

taşıp nerdeyse İstanbul 'un günlük ve ç a ğ d a ş yaşamına iy iden iyi­

ye yerleştiler bir çeşit «dönüş» kaydedercesine ve g izemin g ü n ­

d e m i n d e eski yerlerini kapamasına.

Yerleşmekle de yetinmediler, varoluşlarını kanıt layabi lmek

ya da anımsatt ırmak için onlara inanan veya inanmayanlara,

eski, orta ve yeni kuşaktan olanlara, geleneklere bağlı o l a n ve

olmayanlara, cahil lere ve kültür sahibi kişilere, memur lara, ev

hanımlarına ve mevki sahibi kadınlara «musallat» oldular, g ö r ü n ­

m e d e n ancak kendilerini hissettirerek.

Kırsal alanlardan, fo lk lorun sayfalarından, masal lardan,

Dede Korkut ve 1001 gecelerden çıkıp İstanbul 'a g ö ç ettiler baş­

kaca g ö ç edenlerle birl ikte. Ya da yüzyı l lardan beri konakladıkla­

rı bu b ü y ü k kente yeniden bir «çıkış» yaptılar, büyük kent in artan

sorunları ve bu kentin sorunlu sakinleri ile orantılı olarak artarak.

Cinleri herkes g ö r e m e z , görenler o luyorsa da bu g ö r m e l e r

top lu halde olmuyor, tek bir kişi görse bile birkaç kişi b i rarada

görmez. Cinler daha ç o k hissedilir, algılanır, duyumsanır.

— 178 —

«Cinler m a d d e y e kayıtlı o lmadığ ından kendilerini insandan

ç o k üstün görüyor.» der araştırmacı yazar ve k o n u n u n uzmanı

Ahmet Ulusi. «İnsanlarla oynayıp eğlenmek, onları istedikleri g ib i

g ü t m e k en b ü y ü k zevkleri.»

Cinlerin istedikleri zaman bedensel olarak g ö r ü n d ü k l e r i , hat­

ta cinsel i l işkide bile bulundukları söylenil iyor. Ancak, Hulusi, bu

gerçek bir b ir leşme değildir bir beyinsel ta tmin, bir boşalmadır,

d iye açıklıyor.

İyi de bedensiz varlıkla, ister kadın ister erkek, cinsel birleş­

me nasıl olur, nasıl gerçekleşebil ir? Kötü niyetli bir c in kadınlara

nasıl bir «cinsel taciz»e bulunabil ir?

Soruların, inanışlara bağlı, «geleneksel» bir yanıtı vardır, bir

de - antitez olarak - mantıksal-bil imsel yaklaşımlar. Aslında ina­

nışla mantığı bağdaşt ırma deneyler in i Orta Ç a ğ ' d a da bulabi lme­

miz olası ise, batı kaynaklarını karıştırdığımızda, biz şimdil ik Orta

Çağı ve batıyı bir yana bırakıp İs tanbul 'umuzun cinlerine d ö n e ­

l im.

İs lamda ve d iğer tek tanrılı d in lerde (Yahudilik ve Hıristiyan­

lık) meleklere, şeytanlara ve cinlere inanılır. Melekler iyi varlıklar,

tanrısal ve kutsal varlıklar, şeytanlar kötü varlıklar, cinler ise

değişken varlıklardır.

T ü m geleneksel inanışlarda, ilk inanışlardan başlamak üzere

ve mi to logyalarda cinler «ilkel» varlıklar olarak tanımlanırlar. Bun­

lar sihirbazın, b ü y ü c ü n ü n ve de «magus»un en yakın yardımcıları

olabil iyorlar, oluyorlar. Kökeni ve kültür düzeyi ne olursa olsun

gizemcil ik, bu açıdan, cinler o l m a d a n yapamıyor ve yapamadığı

için onları, yüzyı ldan yüzyıla açık lamaya gayret ediyor.

Bizim «cin» dediğ imize antik ç a ğ bilgisi, Yunanca bir sözcük­

ten hareket ederek, «daimon-daemon» (tanrı, cin) ya da basit ve

o lumsuz bir anlamla, «demon» der.

Mısırlılar için cin kişinin ikiziydi, Yunanlılar için paralel bir

«ben» ( İstanbul ' lu Hasan Poyraz H o c a ' y a göre cinler âlemi t ü m ­

d e n paralel bir evrendir). Sokrates' in c in inden söz edilir, o n u

yöneten, ikinci kişiliğini o luşturan ve onunla konuşan. Öncek i

Page 90: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

b ö l ü m l e r d e n bi ld iğ imiz «ölümsüz» Saint-Germain K o n t u n u n cinin­

d e n de söz edilir, o n a unutulan, yitiri len bil imleri ö ğ r e t e n , s imya

ve k imya formül ler in i açıklayan. Hatta ve hatta N a p o l y o n ' u n bile

bir c ine sahip o l d u ğ u söyleniyor o n u başarıdan başarıya g ö t ü ­

ren.

Ya N a p o l y o n ' u n s o n d ö n e m i n d e k i başarısızlıkları ve ç ö k ü ­

şü? Onlar da cin o n u terkett ikten sonra oluvermişler!

Sokrates, Saint-Germain ve N a p o l y o n «tarihsel» örneklerdir

ve de (biri hariç) kent imizden bir hayli uzaklarda kalmış, istan­

b u l ' u n gizemsel g ü n d e m i n d e olan cin uzmanlarına, cinlerle

t e m a s kurabilenlere (kendi ifadelerine göre) g e ç m e k , basında

yayınlanan bazı açıklamalarından yarar lanmak ise bizi k o n u n u n

t a m merkezine yerleştirecektir.

Sekiz tane c in i o l d u ğ u söylenen «medyum» M e h m e t Memiş

cinleri için şöyle d iyor:

«O kadar güzeller ki, o kadar yakışıklılar ki... Saat on iki o lun­

ca gelirler... G e c e h e p onlarla bir l ikteyim. Sabah ezanına

kadar... Onlarla d u a yaparız, bilgi alırım, yazarım, ç izer im, teşbih

çekeriz... Siz onları göremezsiniz. İnsanların g ö z ü n d e p e r d e var­

dır, a m a cinler insanları görür... Cin b u g ü n insanlarla evlenebi­

lir... Benim dişi c in im benimle ev lenmek istiyor... normal bir

kadınla ne yaşanıyorsa, onunla da o n u yaşayabil ir im...»

Cinlerle evlilik k o n u s u n d a deneyiml i olan, Keto adı ile bili­

nen, Hacı A y d o ğ a n ise d u r u m u n u şu şeki lde açıklıyor:

«Üç çeşit c in var. Birisi Rahmaniler, bunlar iyi cinler. Şeytani­

ler var, bunlar da k ö t ü olanlar. Bir de Cindarlar var ki, h e m iyilik

h e m kötülük yapıyorlar. Benimkiler Rahmani, iyi o lduklar ı için

insanlara yardımcı o l m a y a zorluyorlar beni. Benim karım da Rah­

mani... iki de o ğ l u m var, cin kar ımdan. Biri altı yaşında, d iğer i üç

aylık...»

Bedensiz varlıklarla evlilik, cinsel ilişki ve b u n u n s o n u c u olan

çocuklar...

Ahmet Hulusi d u r u m a nesnel olarak yaklaştığında böylesine

bir teşhise varıyor:

— 180 —

«Cinsel ilişki biz im anladığımız m a n a d a bir leşme deği ldir.

Beyinde bir noktayı etki leyerek kişide bir t a t m i n m e y d a n a getir i­

yorlar. Bu şeki lde kişi g e r ç e k t e n onlarla t e m a s k u r d u ğ u hissine

kapılıyor, bu varlıkların etkileriyle b o ş a l m a y a uğruyor. Fizik

an lamda bir şey y o k yani. Bir tür halüsinasyon.»

Asl ında bu d u r u m d a «halüsinasyon», sanrı bile aşırı gel iyor

ç ü n k ü , sonuçta, cinsel bir d ü ş ü n dürtüler i ile gerçek leşen bir

b o ş a l m a d a n başka bir şey deği ld ir anlatı lan olay ve bunda,

bunun açıklamasında veya m o t i v a s y o n u n d a c inden başka neden

d ü ş ü n m e m e k bir hayli zorlamalıdır.

A h m e t Hulusi 'ye kulak vereceksek bir kadın cinle yapıldığı

söylenen evlil ikten çocuk lar nasıl d o ğ a r ?

Tek bir kişinin anlattığı bir «olay» örnek teşkil e d e m i y o r s a

bile bu kişinin ö n e sürdükler i , ç o k geri lere git t iğ imizde, bizleri bu

tür durumlara ve bu durumlar ın ortaya attığı « s o r u n l a r ı n yanıtını

- inanışlara bağlı ka lmak koşulu ile - vermiş oluyor.

İslamın cin inanışından Orta Ç a ğ Hıristiyanlığına, paralellik

gösteren, melek-şeytan-cin inanışına bir geçiş y a p m a m ı z gereki­

yor, 1486 yıl ından kalma bir kitaba dayanarak.

Engiz isyon b o y u n c a bir elkitabı olarak kullanılan, 550 sayfa­

da soru-yanıt şekl inde Heinr ich Kramer ve J a m e s S p r e n g e r adlı

iki A l m a n d i n a d a m ı taraf ından hazırlanan «Büyücülerin Çekici»

(Malleus Malef icarum), k ö t ü niyetli cinlerle b ü y ü c ü kadınların,

cadıların cinsel il işkilerine eği ldiğinde, Orta Çağlar 'a ö z g ü bir

inanç ve mantık çerçevesi içinde, bu t ü r d e n yanıt ve sonuçlar ı

sıralamaktadır:

- Kötü ve şeytana hizmet e d e n cinler cinsel i l işkide bulun­

duklar ında birer aracı olarak hareket etmekteler, ç ü n k ü yaptıkları

bir insanın (erkeğin) menisini ç e k i p bir başka insana (kadına)

aktarmaktır. Nedir ki, bu tür cinlerin bir kadını hamile bırakmaları

olanaksızdır, ç ü n k ü bunlar (Hıristiyan inançlarına göre) ruh taşı­

mazlar. Dolayısıyla ruh ve b e d e n d e n oluşan bir canlıya hayat

veremezler. A n c a k unutu lmamal ı ki, Tanrının yarattığı bu varlıklar

ister c in, ister şeytan olsunlar, onların alt ında olan her şeyi denet-

— 181 —

Page 91: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

leyebilirler ve bu y ü z d e n , şeytanlıklar peşinde olan cinler bir erke­

ğ i n menisini ç e k i p , kendilerine ai tmiş gibi , bir kadına aktarabil ir­

ler. Üstelik, ermiş Avgust inus 'un da belirttiği g ibi , bu tür kötü c i n ­

ler bir erkeğe kadın, bir kadına da erkek olarak görünebil ir ler.

Bu örneği v e r m e k t e k i amacımız cinlerin, her büyük d i n d e ve

her kültürde, bir s o r u n teşkil ettiklerini ve bu sorunun, ç a ğ d a n

çağa, ne tür bir «literatür»e yol açtığını özetle göstermekt ir .

Ancak, D o ğ u ' d a n Batı'ya, c in so ru n u salt cinsell iğe yönelen bir

s o r u n o lmaktan ç o k uzaktır. Ç ü n k ü cin, huyu ne olursa o l s u n ,

her çeşit g izemci l iğ in in v a z g e ç e m e d i ğ i bir unsurdur, ister adı c in

o lsun, d a e m o n o l s u n ya da sac3ce «varlık».

Folklor açısından kendi cinlerimizi incelediğimizde bunlar ın

da şeki lden sekile geçtiklerini görürüz. Cinler kara kedi v e y a

kara köpek şekl inde görünürler, oğlak, eşek, tavşan, tavuk,

horoz, kuzu, yılan v.b. şekillere de bürünebil ir ler. Ufacık olur lar

ya da k o c a m a n , ince ya da ş işman, güzel, ç irkin, sevimli, k o r k u ­

t u c u , hoş kokulu veya t iksindir ici. Hatta ve hatta birer cansız nes­

neye de dönüşebi l ir ler!

En ç o k s o r u n çıkaran kötü ruhlu, kötü niyetli cinler o luyor,

olaylar yaratan, insanlara sataşan, insanları ç a r p a n , sevgilileri ayı­

ran, kocaların başlarını çelen, kadınları a ldatan, eşyaların yer in i

değişt iren, nesneleri gizleyen. Bir c inin marifetleri ile bir «vurucu

ruh»un, bir «poltergeist»in marifetlerini b irbir inden ayırabi lmek,

bu yüzden, bazen ç o k zor oluyor.

Cinlerden oluşan ve cinleri barındıran paralel bir evren i lg inç

bir kavramsa cinleri « e n e r j i y e benzetmek, bir «enerji insanı»

kuramına o t u r t m a k bir o kadar ilginçtir. Nedir ki, bil imsel a ç ı d a n

t ü m bunlar (ki t ü m bunlar, aslında, kent imizde ö n e sürülen g ö r ü ş ­

ler o l d u ğ u n d a n kentsel gizemlerimizin ayrı bir alanını m e y d a n a

getirmekteler) olanaksız ve olasılıkların dışında kalıyor. Bu k o n u ­

larda tartışmalar uzayıp gider ve varılan veya öneri len s o n u ç her

z a m a n «inançsal» bir sonuç oluyor, ister «gizli» bi l imlere b a ğ l a n ­

sın, ister dinsel inanışlara.

Gizem dünyası , eski inanışlara, insan kadar eski gelenekle­

re, mitolojik ve folklor ik malzemeye dayanarak, her z a m a n cinle­

re başvurur. Kimi bu bağlılığını inandığı ve uyguladığı , izlediği

d ine bağlar, k imi dinsel inanışları k e n d i n e g ö r e y o r u m l a r ve kulla­

nır (büyüde o l d u ğ u gibi) çizgiyi a ş m a k pahasına. Biri t ü m bunları

kendi sorunlarını çözebi lmek a m a c ı ile, kanıt ve yanıt olarak ö n e

sürerken diğerleri ise pazarlar, bir «hizmet» olarak. Kaldı ki, gize­

min her alanı arz ve talep kurallarına u y m a k z o r u n l u ğ u n a sokar

kendini.

Bugünün İstanbul 'unda dir i len ve yeniden, o y s a d a h a «deği­

şik» çevrelere ve daha «değişik» tanıtımlarla uzanan, «popüler»

hale gelen cinler in her çeşidi g izemci l iğ in kaçını lmaz varlıklarıdır.

H e m cinler o lmazsa, onlardan y a r d ı m g ö r m e z s e b ü y ü c ü n ü n ve

bakıcının d u r u m u ne olur?

Bu sayfalar b o y u n c a , e l imizden geldiği kadarıyla, kentimizin

barındırdığı hatta yarattığı b i rçok g i z e m ve inanışları g ö z d e n

geçirmeye çalıştığımızda er veya g e ç «cin» k o n u s u n a da değin­

memiz kaçınılmazdı.

Ahmet Rasim' in deyimi ile «Sultan İbrahim zamanının en

nâmdar aktörü Cinci H o c a d e n e n herif»i ve benzerlerini g ö r m ü ş ,

tanımış, bu İstanbul 'da sorun büyücüler in cinleri deği l de en

marifetli c incin in bile bastıramadığı başkaca cinlerdir, ister birer

«varlık» gibi, ister birer «insan» g ib i görünsünler.

Yine de inanışlar ve gelenekler - a m a dinsel inançlara dayan­

sınlar a m a hurafelere - son d e r e c e dayanıklı o lduklar ından, bilgi­

sizlik ve çaresizl ikle beslendikler inden ve gizemli ya da gizemle

karışan d u r u m ve olaylar her z a m a n merak uyandırdıklarından,

İstanbul 'un cinleri de, geçmişler i ve ç a ğ d a ş görünümler iy le, bu

kentin folklor ik manzarasının bir parçası olarak anımsanacaklar.

İstanbul Müf tüsü Selahattin Kaya'nın dediğ i g ib i : «Bazı insan­

lar cinlerle d o ğ r u d a n ilişkiye girebil irler. Bunun ne kendilerine, ne

de başkalarına yararı vardır. Bunların en büyük başarıları kendile­

ri hakkında yaptıkları propagandalar, abartmalı sözler ve telkinler­

le muhataplarını etki altına almaları.»

Page 92: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

BİR SON DEYİŞ GİBİ

İç inde yaşadığımız b u g ü n ü n İstanbul 'unda gizlil iklerini yitir­

miş gibi g ö r ü n e n her tür g izem, sihir, b ü y ü ve fal açık bir piyasa­

da sunuluyor. Gizli g ibi bil inen bilimler, ilimler, sanatlar, bilgiler

ve gelenekler şaşırtıcı ve d ü ş ü n d ü r ü c ü bir değiş ime uğradıkları

gibi icraatçıları c a m ekranlardan hizmet veriyorlar, uzmanlar ı

gazete sütunlarında veya telefon hatlarında medetler, öneri ler ve

umutlar dağıtıyorlar. «Kitch» dekor larda, rengârenk d u m a n l a r ve

yanıp sönen ışıklarla donatı lmış platolarda «ilginç» konular tartışı­

lıyor, tartışılınca da alan d e d i k o d u s u n a ve ücret örneklemesine

kayılıyor. Bu ara konuşmacın ın ilgi ve uzmancıl ık k o n u s u ne ise

(yıldızbilim, falcılık) o yücelt i l iyor, bil imsell ik kazanıyor ister bir

yanbi l im ise (yıldızbil im), ister bir inanış y ö n t e m i (fal).

Dışardan örnekler alınarak (ancak dışardan gelen her şeyi

o lumlu diye bakmak h u y u m u z d a n ne z a m a n vazgeçeceğiz?) her

k o n u n u n bir çağdaş laşma, açılma, şeffaflaşma etiketi alt ında

çeşitli etken, taklit ve özenti l i özlemlere kapılarak soysuzlaştırı ldı-

ğı bir o r t a m ve d ö n e m d e gizemlerin «serbest piyasa»sı da a n c a k

bu kadar olabil iyor. Ve g i z e m diye bil inenler yaygınlaşa yaygınla­

şa kimliklerini ve özell iklerini yitirdikleri gibi gruplaşa gruplaşa

özler inde hiç varo lmayan (özleri ç ü n k ü zamansız ve evrenseldir)

«çağdaş» ve «moda» sayılan bir uçukluk kazanmaktadır lar.

Ancak bu şehr-i İstanbul ne denli sarsı lmaz ve g e r ç e k kimli­

ğini, gerçek değerler ini (her şeye ve herkese rağmen) koruması­

nı bilen, gerekt iğinde bunları tevazu iç inde gizleyen bir «merkez»

— 184 —

kent ise g izem d e , bu «merkez»in dahi l inde, kendi gerçekler in i

aramayı ve d ü ş ü n m e y i sürdürüyor.

Bu arayışların safhaları g ö r k e m l i değil ler, ç o k sıfırlı sayılara

dayanmazlar; bu arayışların y ö n t e m l e r i ve uygulamalar ı dünyasal

sayılmazlar, insanın t o p l u m d a k i k o n u m u n u , mal varlığını ve karşı

c ins ile ilişkilerini hedeflemezler a n c a k , bir temel olarak, kişinin iç

dünyasına seslenirler, bu iç d ü n y a y ı şeki l lendirmeye çalışırlar.

İstanbul 'un g e r ç e k gizleri ve gizemleri falcılar, büyücüler,

bakıcılar ve cinci ler mi?

Hiç deği l . Bu sayfalarda onlara da bir pay tanıdıksak bunla­

rın d a , geniş a n l a m d a , gizemsel olduklarındandır, kent imiz in ç a ğ ­

d a ş t o p l u m u n d a v e b u ç a ğ d a ş l a m a y a katkıları o lan m e d y a l a r d a

güncel ik kazandıklarından hatta, nerdeyse, batılı o lmanın örnekle­

ri g ib i sunulduklar ından.

İstanbul 'un g ö r ü l e n ve g ö r ü l m e y e n gizemlerini salt g izemsel

inanış ve gelenekler inde a r a m a m a k gerekiyor: İstanbul gibi bir

kent in olaylar, çatışmalar, çalkalanmalar, aşamalarla d o l u yaşa­

mı - g e ç m i ş i n d e n ve g e l e c e ğ i n d e n kaynaklanan yankılar ve çağr ı­

şımlarla - ve bu t ü r bir y a ş a m çizgisinin, mitosları ve efsaneleri

ile birl ikte, içerdiği her tür sihir ve g i z e m zaten etrafımızı sarıyor,

gözler imizin ö n ü n d e ve el lerimizin alt ında duruyor. Görmesin i ,

bakmasını bi len g ö r ü r ve bakar, aramasını bi len arar ve bulur.

İstanbul 'un, g e ç m i ş d ö n e m l e r d e , bir arayışın, bir bi lgi ve gelenek

sentezinin o d a k noktası o l d u ğ u n u - belirli örnekler i ile - ö n c e k i

b ö l ü m l e r d e ve o bölümlerdeki k a v r a m ve kuramlarla sergi leme­

ye, bazı ipuçlarını v e r m e y e çalıştık. A n c a k her şey olası o l d u ğ u n ­

d a n ve her şey birbir ine, inandığımız gibi , bağlı ve bağlantıl ı o l d u ­

ğ u n d a n belki de İstanbul gizemleri geçmişler i , b u g ü n ü ve yarını

ile saydıklarımızın, s a y m a y a çalıştıklarımızın ç o k ötesindedîr ler

ve o ötelerde kaldılar. Ola ki, bir süre d a h a o ötelerde kalacaklar­

dır. Her insan y ü z ü n d e , y ü z ü n ü n çizgi lerinde, kırışıklıklarında,

göz ler inde parlayan ışıklarda kendi iç gizemini i fade ettiği g i b i , '

her kent g e ç m i ş i n d e n kalan açık v e y a kapalı izlerinde, mekânla­

rında, yarattığı düşünsel- inançsal-toplumsal «güç»te, «şarj»da

— 185 —

Page 93: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

oluşmuş, o l u ş m a k t a ve oluşacak olan sır ve sihirini taşımakta ve

açıklamaktadır. Bu bir tümdür, en ince ayrıntısına d e k t ü m ü kap­

sayan, t ü m ü n d o ğ u r d u ğ u bir süreçtir, bir o luşumdur.

Mitoslar, efsaneler, inanışlar, izler, mekânlar, binalar, surlar,

kuleler, sütunlar ve insanlar. Gelenler, gidenler ve kalanlar. Bun­

lardır İstanbul 'un gizemleri, bunlardan kaynaklanır ve şekillenir

İstanbul 'un gizli y ü z ü ve İstanbul'a da başka şeki lde bakamayız,

ister kabul edel im, ister baş sallayıp gel ip geçel im...

SON

KAYNAKÇA

Hans von AİBERG Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi cilt 1, Kitsan, İstan­bul 1987

Rene ALLIEAU Les Societes Secretes (Gizli Cemiyetler) Le Livre de Poche, Paris 1969

Georges BARBARİN Les destins occultes de l'humanitee Cycles histo-riques (İnsanlığın Gizemli Yazgıları - Tarihsel Dönemler) Librairie Astra, Paris 1946

Jacques BERGİER Les Livres Maudits J'Ai Lu, Paris 1971, Türkçesi: Lanetli Kitaplar, çev. Vedat Gülsen Üretürk, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1981

Jean-Louis BERNARD Les archives de l'insolite (Alışılmamışlığın Arşiv­leri) Ed.du Dauphin, Paris 1971

Helena P.BLAVATSKY La def de la Theosophie (Tanrıbilgeliğin Anah­tarı), Pbl.de la Societe Theosophique, Paris 1895

Pertev Naili BORATAV 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973

Pertev Naili BORATAV Zaman Zaman İçinde, Remzi Kitabevi, İstanbul 1958

Jean-Louis BRAU Les inities d'Occident (Batılı İnisyeler), MA Editions, Paris 1986

Louis CHARPENTİER Les mysteres Templiers (Tapınakçıların Sırları), Lafont, Paris 1967

Robert CHARROUX Le livre du Mysterieux İnconnu (Esrarlı Bilinmeye­nin Kitabı), Lafont, Paris 1969

Arkon DARAUL Secret Societies (Gizli Cemiyetler), Frederik Muller, Londra 1966

Arkon DARAUL VVİtches and Sorcerers (Cadılar ve Büyücüler), Tan-dem Press, Londra 1969

Edmondo DE AMICIS Costantinopoli (İstanbul) Fratelli Treves, Milano 1931 (2 cilt)

— 187 —

Page 94: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo
Page 95: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo
Page 96: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo
Page 97: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Unlü kehanetlerinde İstanbul'dan da birkaç kez söz eden Nostradamus (16. yüzyıldan kalma bir Fransız gravürü)

«Gerçeği basit şekilde, abartmadan ilan ederim ve doğru kehanetim beni hiç yanıltmaz.»

198

Gül-Haç örgütünün en ünlü ölümsüzü Saint Germain Kontu

Cagliostro adı ile ünlenen gizemci, simyacı ve skandal adamı

Giuseppe Balsamo HH

Ölümsüz simyacı ve Bursa yolcusu Nicolas Flamel

199

Page 98: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

1920'lerden kalma bir «Kara Ayin»

— 201 —

Page 99: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo

Öğretisi ile geniş ilgi uyandıran, «Altın Şafak» Örgütünün temsilcisi kara büyücü Alesteir Crovvley

Boğaziçi

— 203 — — 202 —

Page 100: İSTANBUL GİZEMLERİ - Giovanni Scognamillo