13
Beni Mustafa Kemal neferi olma suçundan ıslah edemeyeceksiniz 29 Ağustos 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 131 Aydınlık MİTAT ÇELİK Yovkov’dan ‘Sınır Boyundaki Çiftlik’ HALİT PAYZA 10 12 Sezgin Öndersever’den ‘Günah Çıkarma Ayini’ VEYSEL ÇOLAK 4 İnsan yok oluyor ÜLKÜ TAMER TEĞMEN TEĞMEN TEĞMEN TEĞMEN ŞENOL ÇARIK 6 AHMET ADA ile yeni kitabı ‘Şiir Yazıları’ üzerine

KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Beni Mustafa Kemal

neferi olma suçundan ıslah

edemeyeceksiniz

29 Ağustos 2014 Cuma Yıl: 2 Sayı: 131

Aydınlık

MİTAT ÇELİK

Yovkov’dan ‘Sınır Boyundaki Çiftlik’

HALİT PAYZA

10 12Sezgin Öndersever’den‘Günah Çıkarma Ayini’

VEYSEL ÇOLAK

4İnsan yok oluyor

ÜLKÜ TAMER

TEĞMENTEĞMENTEĞMENTEĞMEN

ŞENOL ÇARIK 6

AHMET ADA ile yeni kitabı

‘Şiir Yazıları’üzerine

Page 2: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı
Page 3: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Toulouse Lautrec, dışarıya baktırıyor çamaşırcısını.Ya da dışarıya bakan çamaşırcı Lautrec’e, o resmiyaptırıyor...Renklerin en aza indirgendiği tablosu mudur Laut-

rec'in? Etekliğin siyahı ve çamaşırhanenin kasvetinde göm-leğinin aklığı çamaşırcı kızın, karşıtlığı oluşturduğunda; amakarşıtlığı oluşturduğunda içeri ile gösterilmeyen dışarınınsimgeleyebileceği her duygunun, gerçeklik ile özlemin; dahadoğrusu tahayyülün karşıtlığında, kendi resim izleklerinin bi-raz dışına taşmış oluyordu.

Paris’in renk dünyası gecelerinden, kan kan dansçılarından,müşteri bekleyen lüks ve düşkün fahişelerinden, müptezelle-rinden, gece kulüplerinden, sarhoşlarından kısa bir süre için deolsa uzaklaşıyordu.

Lautrec’in ‘Çamaşırcı’sı kirlenmenin künhüne ilişkin bir so-ruyu önündeki tahta masanın üzerindeki ak çamaşır gibi algı-mıza bırakır ve yanıt aradıkça, resmi yorumladıkça yani; dü-şünmek kirlenmeyi daha da çok hissediş olarak belirir. Bir res-me bakmak, gerçekten de gittikçe daha çok kirlenişimiz üze-re nedenlerin bilinçaltından bilgiye döküldüğü bir süreç halinialabilir mi?

Çamaşırlar kirden arındırılıyordu ellerinde ama kim o güzelinruhumuzu da yıkamasını bekleyebilir?

Renkli ışıklar altında, müziğin esrikleticiliğinde, boyalı kuş ka-dınların vaat ettiği her şeyde ve içki şişelerinde, kadehlerde birruh ve kaç ruh kirlenir? Gecenin kirini boya tüplerinin ya da ka-lemlerinin renklerinde örtmek mümkünse, ki öyledir, Bay La-utrec örtmüştür; tamam, örterken de istisnasız ruhları ortayakoymuştur: yaralayıcı, ezik, tükenmiş…

Çamaşırcı kız dışarıya baktığında belki umuda bakıyordurve o zaman ‘instagram’ yoktu, olsa da, kim onu fark edip res-mini çekmeye değer bulacaktı, o da ayrı!

Ama, onun resmini Toulouse Lautrec yaptı. Ancak soylula-rın, zenginlerin ulaşabildiği o ayrıcalığı fahişelere, revü kızları-na, çamaşırcılara, küçük burjuvalara, 'toplumun tortuları'na o sa-kat, cüce, dev adam sundu.

An ve insan ancak öyle ölümsüz kılınabiliyor işte.Ressam çizdiğinde, besteci notaya döktüğünde, edebiyatçı

yazdığında…Fotoğrafa bakılır, tablo ise izlenir. İzlemek etkin bir katılım-

dır sürece, seyir ise edilgenliktir; bir kendini bırakma halini içe-rir.

Her iyi okur ve dinleyici de iz sürer; ‘Stalker’dir.***

Artık yaşamlarımızın ‘özel kareleri’ paylaşılıyor.Çamaşır yıkarken değil; lahana yerken değil ama şık bir me-

kanda yenilen yemekler, masa başlarında orta yaşlı ham’fen-dilerin süzüm süzüm süzülen bakışlarına, ah buna elbette “ba-kın şu giydiğime” edasına “ama ne kadar genç ve güzelsiniz”beğeni sayısını artırdıkça artırma beklentisiyle acıklı ve gülünçoluşu akla getirmeden; yine örneğin teknesinden, arabasındanpoz çatlatan delikanlılığın ayazında kalmış genç ve orta yaş bu-nalımını cüzdanının gücünde aşacağı zehabına kapılmış erkekhödükler de dahil, görüntüyü elektronik ortamda paylaşma sal-

gının altında bu kadar çok “beğenilme” arayışının yatmasındakiçırpınış neyi açıklıyor?

Bakın St. Tropez’deydik; ya da New York’ta. Pekala burası Flo-ransa olabilir mi? O da bir şey mi, biz Çin’e gittik fotoğrafları…

Gösterilen oralar değildir, yine “ben” dir, “ben, ben, ben…” Böylece değerlendiğini, farkını yarattığını sanan bir insanlık!Görgüsüzlük görüntüleşiyor ve kalıcılaşmak için algımızı tır-

malıyor.Tırmalamakla da kalmıyor, üstümüze tırmanıyor, “gör beni,

gör beni…” ***

İşte bu, şiiri öldürülmüş bir dünya. Şiiri öldürülmüş dünya-da aşk da ölecek, adanış da ve elbette şiir de.

Sahici değerler için mücadelenin ki; sahiden çok zor, çok be-del, çok sabır, çok vermek gerektiriyor, bireyde karşılığı azaldıkçaazalıyor ve her şey tüketmenin anlık uçuculuğunda... tükettik-çe 'instagram' kalıyor.

Kuşkusuz an geliyor, yaşamın diyalektiğinde yine o insan-lar kitlenin coşkun akan selinde bir başka benlik içinde gerçektenkendileri olmanın tadına varabiliyorlar.

Sonra deniz yeniden çekiliyor ve… “hangi fotoğraf paylaşı-mında kalmıştık?”

Aslında bir şiirde kalmıştık, büyük Kürt ozanı Ciğerhun’un “GülSatıcısı” ( Gulfıroş) şiirinde...

Bir gül satıcısı gördüm uyandığımdaÇok sevindim gülü kalbe değişeceğine, Gülü kalbe değişeceğine

Bir kalbimiz vardı, hastalık ve yara doluİnanamadım önce, gülü kalbe değişeceğineGülü kalbe değişeceğine

Pazarlık ettik, “takas etmem” dedi;“Gülü seven canını da verir üstüne,Canını da verir üstüne”

Sordum: “can ve kalbini kim değişir bir gülle”“pazarlık” bu dedi “yaralı ya kalbin,Yaralı ya kalbin”

Canımı da kalbimi de verdim, kalp dile geldi:“Ey Ciğerhun bir güle değişti kalbini,Bir güle değişti kalbini”

(Lenin Şafağı; Çev: Gani Bozarslan)

Gülün yaralı bir kalple değişim anının fotoğrafını kim pay-laşabilir ‘sosyal medya’da. Ve bu bir soru değil. Yanıtı, iyi kötübir yanıtı var çünkü! Aşk Yaşamı Tui’si verir:

AŞK YAŞAMI TUİ’Sİ: ... Aşkta iki alın yazısı vardır.Biri sevilir diğeri severbiri merhem olur, diğeri yara açarBiri alır, diğeri verir...İşte ona, sevdiğine uzat bıçağı, öldürür seni.Toplar parsayı, bilirse onu sevdiğini.

(B. Brecht, Turandot ve Aklayıcılar Kongresi)***

Pencerenin dışarısında umutlar, özlemler; tahayyül vardı. Amao çamaşırcı kız, ki Rosa la-Rouge’dir; diğer bazı resimlerinin dekonusu olacak Lautrec'in; o pencereden bakış bakış uzandığıyaşama… dışarıya çıktığında, ak gömleğinde rengarenk hare-ler; bir fahişedir artık.

Çamaşırhanenin dışında hayatı kirlettikçe insanlar Rosa la-Rouge’nin de kir temizlemekten, esbap arındırmaktan canı çık-tığında, aklığın, siyahın yerine Paris gecelerine bürünecektir.

Sabahın bankalarında, şirketlerinde, avukat yazıhanelerin-de, hekimlerin muayenehanelerinde, kışlalarda ve karakollar-da (daha da ekleyin ne eklerseniz) kirlenen ve tüketilen ya-şamlardan daha da kirli olmayacaktır yine de.

***Yeniden Kafka’ya, bir kez daha aynı sorusuna dönmeli:“ Demek dünyayı yenmek istiyorsun, hem de umut ve inanç-

tan daha gerçek silahlarla.” (Taşrada Düğün Hazırlıkları)Umut ve inançtan daha gerçek silahlarla. Aşkla mesela…Aşk, umut ve inançtan daha gerçek bir silah mı?Silah silahtır, asıl olan kimin, niçin kullandığı.Salaklık!Kesinlikle. Salaklık olmasa, kalbini kim değişirki bir gülle?

Instagramdaki çamaşırcı kız kalbini silahla değişirseHALDUN ÇUBUKÇU [email protected]

329 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul

Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Celal Demirel

Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel

Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş

Reklam Müdürü Kamile Karakadılar [email protected]

Reklam Grup Başkanı Saynur Okuroğlu [email protected]

[email protected]

Reklam Servisi

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Sayfa Sekreteri Hakan UğurluayKatkı sunanlar İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak

Görsel Tasarım Hakan Uğurluay, Şener Soysal

AydınlıkAydınlıkAydınlık

Page 4: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Eskiden yazarın tek aracısı vardı: Kalem.Edebiyatçı, kafasından, yüreğinden ko-panı onunla aktarırdı kâğıda. Doğrusu,daktilo denen “makine” bile durumu

pek değiştirmedi. Çoğu yazarlar, elle yazdık-larını “temize çekmek” için kullandılar dakti-loyu. Kimileri de, benim gibi, kendi özel dak-tilosunu bedeninin ayrılmaz bir parçası bildi,onunla arasında içtenlikli, sıcak bir bağ kurdu.

Ama bilgisayar icat oldu ya, kimi şeyler de-ğişti. Teknolojinin egemenliği “yazarlık” deni-len şeyi altüst etmese de epey karıştırdı.“Geri al”lar, “ileri al”lar, “delete”ler, “insert”ler,“scroll”lar, içtenliği de sarstı. Yazarla ürünü ara-sına girdi. Yapıtı yazarla birlikte yaratır oldu san-ki.

Yazarın bilgisayarı, başkalarının bilgisayar-larıyla sürekli iletişim kurabilen, neredeyse “or-taklaşa” bir araç olarak belirdi.

Bilgisayarın yarattığı kolaylıklar ve “şablon”lar,yazarlığın o eşsiz çilesini de hafifletti. Adetabir “bilgisayar-yazar” türü çıktı ortaya. Kişilik-lerin renkleri birleşti, tek renge dönüştü.

Öyle ki, kimi şirketlere sipariş vererek ken-di adınıza bir roman bile yazdırabilir oldunuz.

Yazdığınızı elinize alıp okumanız da gerek-miyordu artık. Ekran vardı. Yayıncıya da dos-ya yerine disket ya da CD verebilirdiniz.

Bunları bütün yazarlar için söylemiyorum el-

bet. Neyse ki, kendi kişiliklerini koruyan yazarlargünümüzde de var.

Sinemacılar olduğu gibi.

***Ninemin sık sık anlattığı bir öyküydü... Ada-

mın biri padişahın huzuruna çıkmış, “Ben kırkdikiş iğnesini arka arkaya dizer, ipliği de bir fır-latışta kırkının birden deliğinden geçiririm,” de-miş. Ustalığını padişahın karşısında da gös-termiş. Padişah, “Şu adama kırk altın verin, kırkda sopa çekin,” demiş. Adamın şaşırdığını gö-rünce eklemiş: “Kırk altın ustalığın, kırk sopada böyle bir şeye yıllarını harcadığın için.”

Ne zaman görsel efektlerin egemenliğindeyaratılmış bir film görsem, bu geliyor aklıma.

Final Fantasy filminin yapım öyküsünühatırlıyorum. “Oyuncuları ve gerçek mekânlarıdevre dışı bırakan bir hiper gerçekçi animas-yon tekniği kurabilmek için” Honolulu’da 40milyon dolar harcanarak dev bir stüdyo ya-pılmış. Özel yazılımın geliştirilmesi için 1.5 yıl,animasyon süreci için 1 yıl, bunun “kompo-zisyonu” için 1.5 yıl harcanmış. Sonunda de-rilerinden saç tellerine kadar gerçek oyuncu-ları hiç aratmayan, seyirciyi “ne kadar da in-sana benziyor” diye şaşırtan sanal kişiler ya-ratılmış.

Neden? Niçin? Ne uğruna?

***Çocukluğumuzda bizi şaşırtan, “acaba bun-

lar nasıl yapılıyor” diye düşündüren filmler var-dı. İlk King Kong sözgelimi… Dev gorilin FayWray’i avucunun içine nasıl aldığının sırrını çöz-meye çalışırdık. Sonra Dev Adam… KaptanMarvel’in nasıl olup da uçabildiğini uzun uzuntartışırdık. “Film hileleri” üstüne kafa yorardık.

Ama o filmlerin hepsinde her şeyden önce“insan” vardı. O hileler, filmi eğlenceli kılmak

için kullanılan “araç”lardı. “Amaç” değildiler. İyi-kötü bir öyküyü renklendiren ayrıntılardı. Öy-künün temelini oluşturmuyorlardı.

***Şimdi öyle mi ya?Artık “insan”ı yansıtan filmlere özlem duyar

hale geldik neredeyse.Matrix’lerle, Örümcek Adam’larla kuşatıldık.Karayip Korsanları gibi serüvenler bile, çe-

kiciliğini bilgisayarla yaratılmış efektlerdenalıyor.

Nerede Kara Bayrak’ın Tyrone Power’ı, Kor-sanlar Kralı’nın Paul Henreid’i… Nerede ErrolFlynn…

Onlar insandı. Karayip Korsanları’nın JohnnyDepp’i ise görsel efektlerin bir parçası sanki, birbilgisayar ürünü. O görkemli teknik gösterininaracısı.

Eskiden kahramanımız elini kılıcına attığındasoluklarımızı tutardık. O insandı çünkü. Şim-di ise kırk canavar, elli uzaylı, yetmiş androidtarafından saldırıya uğrasa bile kılımız kıpır-damıyor.

Çünkü kahramanımız da insanlığını yitirdi,onlar gibi bir yaratık oldu.

***Bilgisayarların yazdığı romanları kimler

okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek?

Şimdilik sinema başı çekiyor. Alçakgönül-lü efektlerle başlayan bir yaklaşım, sonundazırvalığın doruklarına ulaşıyor. Sanal derken ger-çeği, insanı unutmaya başladık. Bir zamanlarbeyazperdede varolan insan, oradan yok olupsalona indi, sadece seyirci olarak koltukta ye-rini aldı.

Bu gidişle oradan da çekip gidecek, yerinisanal seyirciye bırakacak.Artık “insan”ı yansıtan

filmlere özlem duyarhale geldik Matrix’lerle,

Örümcek Adam’larlakuşatıldık.

Karayip Korsanları gibiserüvenler bile,

çekiciliğini bilgisayarlayaratılmış efektlerden

alıyor. Nerede KaraBayrak’ın Tyrone

Power’ı, KorsanlarKralı’nın Paul Henreid’i…

Nerede Errol Flynn…Onlar insandı.

Karayip Korsanları’nınJohnny Depp’i ise

görsel efektlerin bir parçası sanki,

bir bilgisayar ürünü

İnsan yok oluyor

4ÜLKÜ TAMER

Aydınlık29 Ağustos 2014 Cuma

TEBESSÜM MOLASIT. S. ELIOT

T.S. Eliot’a sordular:“Bir şairin haftada en az bir şiir yazması gerektiğini söylemiştiniz. Bu, gerçekten ge-

rekli mi?” “Onu söylerken Ezra Pound’u düşünüyordum,” dedi Eliot. “Ama şimdi aklıma öyle

şairler geliyor ki, mümkün olduğu kadar az yazsalar daha iyi olurdu...”

***I.A. Richards, T.S. Eliot’u çalıştığı bankada ziyarete gitmişti.Masada oturan memurlardan birine, Eliot’un nerede olduğunu sordu.“Üst katta,” dedi memur. Bir an durakladı. Sordu:“Eliot’un şair olduğu söyleniyor; doğru mu?”“Doğru,” dedi Richards.“Peki, nasıl bir şairdir?”“Çok yetenekli.”“Evet,” dedi memur. “Çok yetenekli biri. Bu gidişle Şube Müdürü olursa hiç şaşır-

mam.”

***Şair T.S. Eliot’un bir yazar arkadaşı, “Eleştirmenler başarısız sanatçılardır,” demiş.Eliot’un yanıtı: “Sanatçıların çoğu da öyle değil mi?”

Gece yatak odasında (Edward John Poynter)

Page 5: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Eski edebiyatımızda şiir, edebi sanat-ların ustalıkla kullanıldığı, yapı bakı-mından sağlam, vezin yönünden ku-sursuz mısraların çokluğu oranında

değer kazanıyordu. Ve mısra-ı berceste, buşiir anlayışının en önemli ölçütlerinden biridurumundaydı.

Gülçin Sahilli’nin şiirinde göze ilk çarpa-nın, en etkili dizelerin berceste mısra’ya dö-nüşüyor olması. Örneğin, Berkin Elvan’aadadığı ‘on beşte durma sokağı’ şiirindeki“Sekti ölüm, uçtu kuşlar, vuruldu çocukluğunmavisi” dizesi gibi.

O zaman –ve her zaman- dizenin şiirdeçok anlamı var! Çok anlamsa yaşamın yo-rumlanışı ve imgeye dair kılınmasındakisoyutlama yeteneğini ele veriyor.

Kelimeye mi dayandı şiir; o zaman iştekelime: Evlek! Köy de nerede kalmıştı, şiir-den çıkarılalı çok olmamış mıydı ki yenidendahil ediyor Gülçin Sahilli. Hem de acıma-sızca, buran, burkultan bir söyleyişinin gücüyle: “hasmının gözlerinde taze bademlerİkisi savaştı, dünya öldüKavaklar konuşuyor geceleri kulaklarımdaÜç evlek un, bir köy açlık”

Kadın duyarlılığı gibi belki var belki yok birdurumun aslında hiç de “pozitif” bir ayrım-cılık taşımayan nitelemeyle tuzak haline gel-diği bir genel geçerlemeyi göz ardı etsek de,ama yine de ancak bir kadının bulabileceğibir eylemsellik, sevgiye ve hüzne iliştirilir:“Bir kuka yün söktüm kazağının ardındanBel çukurun kışa karşı durur şimdi”

Ve sonra şiiri oluşturan birikim, yalnızcadizeyi oluşturan imgelem gücünden ibaretkalmayıp daha da ötelere taşındığında bir du-

rum tespitine; bir yandan çözümlemeyebir yandan da savsöze dönüşür. Zorlu iştir;altında kalmak tehlikesi fazlasıyla mevcut-tur ama, Gülçin Sahilli bunu başarıyor:“Birbirimize yaptıklarımız içtiğimiz çiğ süttenEğer bir taşım kaynatsaydı analar ocaklardaUtanmazdık kardeşimizden”

Elbette dolgu dizeler, şiire göre solgun ka-lan ‘uçurt değil uçurt-ma’, ‘nesil kolonlar’ı gibiadlandırmalar ve hatta palamar yerine “va-pur halatı” demek gibi zayıflıklar yok değil.Ama incecik, küçücük kitabı oluşturan şiir-ler, ustalaşmakta olan bir sesin özgün imgedünyasına yöneldiğini işaret ediyor:“Her rüya kendi oyuncularına kalleş”

Şiir kalleş midir? Denilemez belki ama, herşiir şairi için pimi çekilmiş bir bombadır, eldede patlar, elde de patlar! “Ben geceyi yutmuşumBu günahla güneş doğmaz benden” diyebilenbir şairi terk etmemeli ve beklenti patla-mamalı.“Aynı yıla iki kere girdik seninle”

Şiirinin içrek sesinde ya da o sesi arayı-şında kimi yerde imge dizeyi kırabiliyorama çoğu yerde modern şiirin hilafına mıs-ra-ı bercestedir:“Kalp seçmediği yaraya kabuk bağlamaz.”

Sonra bu türden bir şiir içinde dozuayarlanabilmiş bir humoresk kendini aratı-yor ve bekletiyorsa, “geleceğim” işaretini deveriyor:“aklın tıkanmıştır su iç geçer”

Gülçin Sahilli 2014 Kıyı dergisi–RuhiTürkyılmaz Şiir Ödülü sahibi. Yerinde seçim,değerli seçim. “Mavi Esme Boran”ı okumakda öyle olacaktır.

MUSTAFA BEZİRCİLİ

Mavi Esme BoranGülçin Sahilli

Yasakmeyve Yayınları44 s.

5Aydınlık

Mısra-ı bercestenin mavisiMısra-ı bercestenin mavisiMısra-ı bercestenin mavisiMısra-ı bercestenin mavisiMısra-ı bercestenin mavisiMısra-ı bercestenin mavisi

Gülçin Sahilli

Page 6: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Hiç boğazda bir vapurda seyahat ettinizmi? Nâzım Hikmet’in Tuna üstünesöylediği dizelerdeki gibi başınızdaİstanbul havasıyla Boğaziçi’nden geç-

tiniz mi?O eşsiz boğazın mavi sonsuzluğundaki bu

yolculuğun özgürlüğünüzün son yolculuğu ol-duğunu bile bile martılara emanet ettiniz mi öz-gürlüğünüzü? Yüreğinizdeki inanç ve aklınızdakiışıkla hapishaneye yeniden giderken yüzünüz-deki gülümseyişin insanlara umut olduğunu bi-liyor muydunuz?

Teğmen Mehmet Ali Çelebi’ydi o. Ergenekondavasından 16 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Üçyıl Hasdal’da tutuklu kaldıktan sonra tahliye edil-di.

Hasdal’a yeniden giderken vapurda ailesiy-le çektirdiği fotoğrafları paylaşılıyordu her yan-da. Aklımda hala o kareler var.

Asker olmak tek tip bir üniforma, omuzlar-daki metaller midir sahiden?

Ya Mustafa Kemal askeri olmak nasıl bir şey-di Teğmen; bir ruh, bir inanç, irade?..

Şu satırları kaleme aldığım sırada, Balyoz Da-vası kararlarını protesto etmek için başlatılan,sanık yakınları ve yurttaşların desteğiyle Tür-kiye’nin birçok noktasına yayılan Sessiz Çığlıkeyleminin yüzüncüsündeydi Teğmen Çelebi. Ve-fasızlığı çok yaşamışlardı içerideyken belkiama silah arkadaşlarına, vatanına ahde vefadanyine de geri durmuyordu.

Rütbesi aklı ve yüreğindeMehmet Ali Çelebi, bir teğmen. Ama öyle

omzunda sadece bir yıldızdan ibaret bir teğmendeğil. Vatanına aşkla bağlı, idealist, zeki, başa-rılı, pırıl pırıl bir genç. Bir halk çocuğu.

Belki çokça kullanılıp içi boşaltılır bu sözünama galiba en çok yakışanlardan birine vermekgerek bunu. Halkın bağrından çıkmış. Gence-cik, kararlı, gözü pek bir Mustafa Kemal aske-ri.

‘Ev’in en küçüklerindendi, kimine göre ‘evinsarı öküzü’ydü. Versek ne olur ki denenlerdi.

Koca koca rütbelilerin rütbelerindeki yıldız-lar yere düşüp, bir anda yerle yeksan olmuş, hey-betlerinin yerinde kara yeller eser iken, o en altsubay rütbesindeki genç devleşti. Direniş ge-leneğinin evladıydı, neferi oldu, bayrağı düşür-medi, hatta daha yükselti.

Onun rütbesi omzunda değil, bilim ve ay-dınlanma ışığıyla dolu aklında, vatan ateşiyle ya-

nan yüreğindeydi:“Subay; bedeninden önce şerefini, vatanını ve

milletini koruyan adama derler. Bizim için hakyok, vazife vardır.”

Kumpas davalarda (Ergenekon, Balyoz, Poy-razköy, Amirallere suikast, Kafes, Casusluk)tutuklanan ilk muvazzaf subay. Birliğinden te-rörist diyerek gözaltına alındı.

Sağlık muayenesi için götürülürken bir ga-zetecinin “Ergenekon Terör Örgütü ile irtibatı ol-duğunuz iddia ediliyor” sorusuna, “Hayır, Mus-tafa Kemal’le irtibatım var” dediğini şimdi bileduyar gibiyim.

Ve o kelli felli, koca koca generallerin “Hu-kukun işlemesini bekleyeceğiz” sözlerine “Ko-mutanlarımız bilsin, bu saldırı TSK’yadır” bilin-cinde bir duruş sergileyen ve kendini haklı ol-manın gücüyle adaletini yitirmiş bir hukuka kor-kusuzca teslim eden tavır. Yıl 2014 olduğunda,onca bedelden sonra kumpas çöktüğünde bugerçek ancak anlaşılıyordu…

Anadolu’yum ben tanıyor musunBu kitabı okurken zaman zaman hüzünlen-

dim, gözlerim doldu. Öfkelendim, yüreğime sızıdüştü, hayret ettim, güldüm, umutlandım…Ama en çok da hayat hikayesinin bir karesin-de kendimden de bir şeyler buldum. Anlatılanbu toprağın, emekçilerin, halkın hikâyesi değilmiydi biraz da! Bu topraklarda tarihi direnen-ler yazar, son sözü onlar söyler. Yaşamın bir di-ğer adıdır. Bu toprakta filizlenen bir fidansan şa-yet, zulme direneceksin. Bu toprakların elifba-

Sohbet ediyor bizimleTeğmen Mehmet Ali

Çelebi; içtenlikle açıyorkapıları; ülkenin,

Türk SilahlıKuvvetleri’nin

bu duruma düşmesinin nedenlerini,

hataları sorguluyor.Eleştirel aklın

sancılarına paydaşediyor bizi.

Halkına açık bir mektup yazmış sanki. Yazıldığı yerin rengini

taşıyor üzerinde, bu toprağın rengi gibi…

Karamsar değil, aksine umut dolu

TeğmenMehmet Ali Çelebi

Kırmızı Kedi Yayınevi200 s.

6ŞENOL ÇARIK [email protected]

29 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Beni Mustafa Kemal neferi olmasuçundan ıslah edemeyeceksiniz

Page 7: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

İSMAİL BİÇER

729 Ağustos 2014 CumaAydınlık

sıdır direnmek.

Yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz

“Suçumuz hür insanlar gibi konuşmak,kitaplar suç ortağımız” diyordu Rıfat Ilgaz.En büyük yoldaşı kitap, en büyük silahıfikir olanların yazgısıdır bu. Başka bir dün-ya vardır elbette dünyayı değiştirme ka-rarlılığında olanlar için ve bu o “mecburinsanların”, devrimcilerin kaderidir.

Ama bu bir kibir değildir. Yaptıklarınıbir böbürlenme, ayrı olma, farklılığınıfark ettirme çabası olarak değil adanmışinsanlar kuşağının geleneğini sürdüren birhalk çocuğu, bir Harbiyeli olarak dile ge-tiriyordu Teğmen Çelebi.

Ve Ümit Kaftancıoğlu’nun “Yaşamvar dağ gibi, yaşam var gökyüzü deniz…Selam olsun yaşama, yaşama sevincinebin selam…” dizelerindeki yaşama bağ-lılığı, umudu görüyoruz Çelebi’de. Gürülgürül yaşam ırmağında var olmanın,doğuşuyla değil duruşuyla var olmanınezgisidir belki de bu.

Üniformasını giydiğinde “ÜzerimdeMustafa Kemal vardı” diye gururlanangencecik bir askerin heyecanı.

Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez

Ve dönecek olursak yeniden başa,Anadolu insanının tabiriyle “sarı öküzü”vermeyeceksin. ‘O’nu verirken ortalıktoz dumandı. 4 yıl sonra GenelkurmayBaşkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğgiriyordu cezaevine. Etkisi o günkü kadarbüyük olmuyordu. Psikolojik harp başa-rıya ulaşmış mıydı acaba?

Girdiği gibi dimdik çıktı Çelebi. Sokra-tes’e dost oldu: ‘Sorgulanmayan hayat ya-şamaya değmez’ sözünü çok sevdi. Bil-giyle, birikimle ayakta kalan aktif bir sa-bırla yattı. Bir karınca edasıyla.

Ya korkup pusanlar, sırt dönenler, bir-liği içinde çoğu okuma yazma dahi bil-meyen 19-20 yaşlarındaki çocuklar kar-şısında aslan kesilen o “heybetli”, “ciddi”,“vakur” bazı komutanlar ne yapıyorlar?Belki korku, belki kaygıdan kendilerindenbir vebalı gibi uzak duranlar, yolları Has-dal’a, Silivri’ye, Hadımköy’e, Şirinyer’e hiçdüşmeyen silah arkadaşları...

Yoksa, silah arkadaşlığı yalan, maaşkarşılığı vazife görülen bir devlet bürok-rasi çarkının zor günler dişlisinde ezilmiş,artık gerçeğinde yitmeye yüz tutmuş birefsane miydi?

Halkına açık bir mektupTeğmen Çelebi, bir melankoli, bir yas,

hayıflanma içinde değil, ne yaşamda, nekitabında. Sohbet ediyor bizimle; içten-likle açıyor kapıları; ülkenin, TSK’nın buduruma düşmesinin nedenlerini, hatalarısorguluyor. Eleştirel aklın sancılarınapaydaş ediyor bizi.

Halkına açık bir mektup yazmış san-ki. Yazıldığı yerin rengini taşıyor üzerin-de, bu toprağın rengi gibi…

Karamsar değil, aksine umut dolu.“Bizim vicdanımız o karanlık suların

ulaşamayacağı bir yükseklikte, bir uya-nıklıkta nefes alıp veriyordu…

Bu toprakların bitmek tükenmek bil-meyen türküsüdür umut.

Ve direnen bir yürek şimdi kendi ez-gisini “Ben ıslah olmadım” diye haykır-maya devam ediyor…

Şiirimizde Kurtuluş Savaşı yıllarınıanlatan yapıtların ilk akla geleni Nâ-zım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye”sidir.‘Bap’lar şeklinde kaleme alınan bu

şiirler, Nâzım’ın, 1939’da İstanbul Tevkif-hanesi’nde başlayıp, 1940-1941 yıllarındaÇankırı ve Bursa hapishanelerinde sür-dürüp tamamladığı “Memleketimden İn-san Manzaraları”nın bir bölümüdür.

“Kuvâyi Milliye” dışında bir destandaha var ki; sadece İzmir’in işgalden kur-tuluşu üzerine kurulu olsa da, bütünlük-lü bir Kurtuluş Savaşı destanı sayılabi-lecek; Şükran Kurdakul’un ilk baskısı1966’da yapılan dördüncü şiir kitabı “İz-mir’in İçinde Amerikan Neferi”dir.

2004’te, 77 yaşında yitirdiğimiz Şük-ran Kurdakul, toplumcu-gerçekçi şiirinönde gelen adlarındandır. Onun, yükseksesle okunmaya elverişli şiirleri dev-rimci kitleler içinde kabul görmüştür.

1946’da İzmir Karşıyaka Lisesi’ndeöğrenim gördüğü sırada, komünizm pro-pagandası yaptığı gerekçesiyle 4,5 ay tu-tuklanmış ve öğrenim hayatına son ve-rilmiştir. Askerlik dönüşü İstanbul’a yer-leşen Kurdakul 1953’te banka memur-luğu yaptığı sırada tekrar tutuklanır.1955’te, bırakıldıktan sonra gazeteciliğebaşlar; Tan Gazetesi , Yeni Gazete ve Var-lık Yayınevi’nde düzeltmenlik yapar.

1958-1962 yılları arasında Yelkendergisini yöneten Kurdakul, 15 Mayıs1962 - 1 Mart 1964 arasında Ataç ve 1Mart 1964 - 15 Mayıs 1966 arasında daEylem dergilerini çıkarır. 1958’de Ataç Ya-yınevi’ni kuran ve yöneten Kurdakul, ay-rıca Türkiye Yazarlar Sendikası YönetimKurulu üyeliği, Türkiye İşçi Partisi Balıkesirİl Başkanlığı ve Türkiye PEN Yazarlar Der-neği Başkanlığı yapar... Birçok dergi ve ga-zetede yazıları yayınlanır.

Şükran Kurdakul, aynı zamandaönemli edebiyat tarihçilerimizden biridir.

1982’de Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nedeğer görülen Kurdakul’un “İzmir’in İçin-

de Amerikan Neferi” oylumlu bir yapıt ol-masa da, konu bakımından oldukçafarklı, şairin dedesinin de içinde bulun-duğu Kurtuluş Savaşı gazi ve şehitlerineadadığı, destansı şiirlerde, İzmirlilerin(15 Mayıs 1919 - 9 Eylül 1922 arası) kah-ramanlıkları, Kurtuluş Savaşı boyunca ba-şarı ve heyecanını anlatır.

“… Efsun taburlarının rıhtıma getirdi-ği / Bu kavga hangi kavga, bu gerçek na-sıl gerçek // Söyle türkü, söyle direnç, söy-le zeybek / Namlular mı tuttu yolları, ge-ride mi kaldınız / Bir yokluğu sorar gibievrende / Bu ölgün gölgeler neredenözge size / Ağıt bile söyleyin, ama söy-leyin yalnız // Bir saray zindanı gibi ço-ğaldı karanlığı / Anılarda bile duyarkennice sonra / O zincirler, o yankılar boy-numuzda seslendi / Çıkılmaz bir mah-zende Osmanlı iktidarı / Damat Ferit, Va-hidettin, Kürt Mustafa.”

Kitabın diğer şiirleri; Redd-i İlhak, Ha-san Tahsin, Ağıt Değil, İkinci Kurtuluş,142’siz Şiir, İkinci Dokuz Eylül’e Doğru vekitaba adını veren final şiiri İzmir’in İçin-de Amerikan Neferi.

“ … Bir deniz ansıyorum, bizim körfe-zin denizi / Özgür alabildiğine özgür vezeybek / Bir adam görüyorum Har-mandalı / Çok adam görüyorum kavgada/ Elleri yukarı, başları yukarı / Yaprak mıdökülürmüş İzmirin kavağında // İzmi-rin içinde Amerikan neferi / Anaa kor-donda geziyor, bayrak yırtıyor / Anaa, yar-gılanmıyor adam öldürdüğü halde / Bredostlar elimiz böğrümüzde kalıyor /Nerde redd-i ilhak, Hasan Tahsin nere-de? / İzmirin içinde Amerikan neferi / Yi-ğit olan evinde durmaz gayrı.”

“İzmir’in İçinde Amerikan Neferi” ku-sursuz bir vatan sevgisine sahip olan sos-yalist bir şairi tanımak/hatırlamak kadarkurtuluş mücadelesinin şiirleştirilişinedair tarihi bir not olarak önemli bir yeresahiptir. Yeni bir baskısının zamanı gel-medi mi artık?

SOSYALİST BİR ŞAİRİN KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI:

İzmir’in içindeAmerikan neferi

İzmir’in İçindeAmerikan Neferi

Şükran KurdakulAtaç Kitabevi

32 s.

Mehmet Ali Çelebi, karapilot teğmen. 23 Temmuz1984’te doğdu. Babasıbanka veznedarı, annesigardiyan.

Askeri liseyi birinciliklebitirdi.

2007 yılında Kara HarpOkulu’nu dördüncülüklebitirip, dönemin Genelkur-may Başkanı Yaşar Büyü-kanıt’tan diplomasını aldı.18 Eylül 2008 tarihinde bir-liğinden gözaltına alındı.İki gün sonra tutuklandı.İki yıl sonra, 27 Eylül2010’da hakim karşısınaçıkarıldı. Cep telefonuna139 adet telefon numarasıyüklendi. Hizb’ut Tahriradlı örgütle bağlantısı ol-duğu iddia edildi. Numara-ları “sehven” yükleyen po-lis beraat etti. Sosyal pay-laşım sitelerinde ön savunma-ları okunma ve paylaşım rekor-ları kırdı.

Ergenekon davasından 16yıl 6 ay hapis cezası verildi.

30 Ekim 2013’te Hasdal Ce-

zaevi’nde Kezban Meray ile ev-lendi.

3 yıl Hasdal’da tutuklu kal-dıktan sonra tahliye edildi.

Mustafa Kemal’in askeri ol-maktan hiç vazgeçmedi.

Page 8: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

“Şiir Yazıları”, “Şiir Dersleri”nden üç yıl son-ra çıkan yeni poetik kitabınız. Poetik görüş-lerinizi içeren kitapların beşincisi. Bu yazı-larda, modern şiirin çözümlenebilmesi için

eleştirel bir zemin oluşturduğunuz söylenebilirmi?

Elbette, modern Türk şiirinin bileşenleri ve re-torik gibi önemli konuları içeren poetik yazılar-da eleştirel bir zemin üzerinden söz almaktayım.Retorik düzlemde kalan şiir neden şiir oluş so-runu yaşar? Retorik düzlemdeki şiirin neden de-rin yapısı yoktur? Bütün bunları, Şiirden dergi-sinin bugüne dek yayımlanan sayılarında bulmakmümkündür. Poetik-kuramsal yazıların pratiğiolarak okunacak yazılar kitaplaşınca, kuramsalyazıların nasıl pratiğe odaklandığı da görülebi-lecektir. Bu yazılar, modern şiirin çözümlenme-sinde yol göstericidir. Modern şiirin dilinin gidimsizdil oluşunun ortaya konuşu bunlardan biridir. Düz-yazı ile şiirin sınırlarının çizilmesi, neyin şiir ne-yin düzyazı olduğunun saptanması konusundayazılar ipuçları verir. Örneğin düzyazı şiirin ta-nımlanması, belirgin özellikleri, şiirli düzyazıdanfarkı poetik bir yazıyla madde madde ortaya ko-nulmuştur ki, bu metin düzyazı şiir üzerine ya-zacaklar için bir kaynak oluşturur.

n Dilbilim, anlambilim ve kullanılan yön-temlerin, kavramların genişlemesi şiir eleştiri-sine ne tür katkılar sağladı?

Dilbilim, anlambilim, göstergebilim dille ilgi-li disiplinler oldukları için şiirin çözümlenmesinde,şiiri kavramlarla anlamlandırmada öne çıkarlar.Elbette, modern şiirin anlaşılmasında çözümleyicikatkıları var. Bu disiplinler kuramsal eleştirel oku-malara olanak açtı. Okuma biçimlerine yeni aç-kılar sağlayarak şiirin yorumlanmasında çö-zümlemecinin ufkunu genişletti. Öteki disiplin-ler, örneğin Michael Riffaterre’nin ‘Semiyotik Ku-ramı’, Hilmi Yavuz’un belirttiği gibi, şiir eleştirisi-nin ya da yorumlanmasının edebiyatın kav-ramlarıyla yapılmasına yol açtı. Marksist şiir eleş-tirisi öteki disiplinlerle girdiği ilişkiyle zenginleşti.Psikanalitik eleştiri Lacan sonrası dille kurduğuilişkiyle dizgesellik kazandı. Böylece bir metninçok farklı bağlamlarda okunabileceği ortaya çık-tı. Şiir eleştirisinin kullandığı yöntemlerin ço-

ğalması, disiplinler ve kavramların bunca bolluğubazı şiirlerin açımlanmasını sağlamayabilir yinede. Kısaca, hacmi genişleyen bir eleştiri alanı sözkonusu. Örneğin, Heidegger’in şiire ve şiirsel dileyönelimi, “varlığı anlamak için dili, dili anlamakiçin de şiiri anlama”ya dönüktür. Heidegger, buanlamda, şiirsel dil ile metafizik/hakikat ara-sındaki ilişkinin tartışılmasına yol açarak, şiirinaçımlanmasında bir düşünür olarak katkı sağ-lamıştır. Modern şiirin açımlanmasında ontolo-jinin, epistemolojinin, fenomenolojinin ve alım-lama estetiğinin, şiirin alımlama düzeyini geliş-tiren rolünü görmek olanaklıdır. Poetik tartış-maların çoğuna ışık düşürülmüştür. Dil, anlam,ses, imge, gelenek, metinlerarasılık, tarih, mito-loji bağlamlarında söylenecek söz bırakılmamıştır.

Şiir üzerine düşünce üreten bir şairn Şiir Yazıları’na yazdığı “Bir Şiir Düşünürü

Olarak Ahmet Ada” başlıklı denemesindeCelâl Soycan, “Ahmet Ada, şairlere, şiir kura-mına odaklandığı yazıları yanında, esas olarakbir şiir düşünürü kimliğiyle şiiri nesne edinendenemelerine de bu kitapta yer veriyor” diyor.“Şiir düşünürü” nitelemesine ne dersiniz?

Yalnızca şiir üreten değil, şiir üzerine düşün-ce de üreten biriyim. Çağdaş Türk şiirinin bütünsorunları; şiir ve yazınsallık ilişkisi, şiirimizindünya şiiri içindeki yeri, modern şiirde yüzey yapıderin yapı mekiği, şiir ile gerçeklik ilişkisi, şiirinyaşantıyla - ontolojiyle ilişkisi ve ne’liği, esin kav-ramı, düzyazı şiir, lirik şiirin ne’liği, şairin duruşu-sorumluluğu, şiirin okurla ilişkisi gibi sorunlar üze-rine düşünce üretmiş olmak aynı zamanda“çağdaş bir eleştiri disiplinine” katkıda bulun-maktır. Şairler üzerine yazdığım çözümleyici ya-zılar bu kuramsal birimin pratikleridir. Dilsel, an-lamsal, biçimsel yönleriyle modern şiiri çö-zümlediğim yazılar acıtıcı sonuçlar doğurmuş-tur.

Ele alınan şiirle ilgili algıları bozan sonuç te-dirgin edicidir. Genç bir şair şunları yazabildi: “…şi-irsel formun dışında kalan / dışına çıkan her me-tin de düzyazının sınırları içine dâhil olmaz.” Doğ-rudur, ama onun da koşulları var: Böyle bir me-tin “modern şiiri örgütleyen imgeden” yalıtık de-ğildir. Ya şiir tümcelerinin sonunda ulaşılan bü-tünsel bir imge ortaya çıkmaktadır ya da sadeolanın içinde şiirsel formu yakalamıştır. Yani, saltretorik düzlemden çıkmıştır. (Özdemir İnce’nin“Belirtiler Üzerine” şiiri böyle bir metindir.) Böy-le metinler düzyazının sınırları içine dâhil olmazlarelbette.

n Kitaptaki başlıklara baktığımız zamanmodern şiirin hemen her sorununa eğildiğinizgörülüyor. “Şiir Dersleri” de aynı kuramsal çer-çeveyi başka sorunların omurgası üzerine ku-ruyordu. “Şiir Yazıları”nı şiirin epistemikbağıntılarına işaret eden bir kitap olarak göre-bilir miyiz?

“Şiir Dersleri” (Artshop, 2011) kitabımdaki poe-tik denemelerde de bilgi kuramsal bir çevren var-dır. O yazılar toplamı etik kaygılar taşır: Çağdaşbilgi düzeyleri, yazınsal kavramların açımlanmasıkaygılarını da… Şiir ve etik, söylem, yazınsallık,üstdil, alımlama estetiği, imge ile nesnel bağlı-laşık ilişkisi, şiir dili, ironi, şiir felsefe ilişkisi gibikonular şiirin bilgi düzeylerine açkı sağlayan ya-zılardır. “Şiir Yazıları” da bu öğretisel içermeyi ta-mamlar.

Başvuru kaynakları olarakn Fragmanlar’da yer alan yazılar ölüm, su,

gökyüzü üzerine. Bu ‘izlekleri’ içeren şiirlerigösteren, zahmetli araştırmaları gerektirenyazılar. Yorumlar, eklentiler ahlâki kaygıları daiçeriyor.

Kitabın Fragmanlar bölümünde, sözünü etti-ğiniz izleklerden ‘ölüm’, ‘su’, ‘mektup’, gibi izlek-lerin önce tanımlarına yöneldim; sonra Klasik Os-manlı Divan Şiiri’nde, Halk Şiiri’nde ve ÇağdaşTürk Şiiri’nde nasıl yer aldıklarına baktım. Bazende felsefede ne anlam taşıdığını araştırdım. Ba-rış izleğini araştırdığım yazıda çeşitli ulusların ya-zar ve şairlerinden örnekler verdim. Kısaca,nesne edinilen izlekler uzun araştırmalar ve oku-malar sonucu yazıldılar. Umarım genç kuşaklariçin yazınbilimsel yanlarıyla başvurulacak birerkaynak olurlar.

n Son bölüm söyleşiler ve şiiriniz üzerineyazılan metinlerden oluşuyor. Bir tür belgelikgibi.

Doğru. Kenan Yücel, Mustafa Köz, Abuzer Gür-pınar, Ogün Kaymak gibi şairlerin yaptığı söyleşimetinleri şiirimi açımlayıcı özellikler barındırıyor.O dönemde, sevgili Mitat, seninle de konuşmayapmışız. “Yazılanlar”da ise poetik kırılmalarla sü-rüp gelen şiirimi değerlendiren yazılara yerverdim.

n Heidegger, Georg Trakl üzerine yazdığıyazının bir yerinde, “bir şiiri irdelemenin, şiirlegirişilen düşünce temelli bir diyalog” oldu-ğunu belirtir. Ne dersiniz?

Doğrudur, bu diyalog alımlama estetiği bağ-lamında da olabilir. Bir şiiri irdelemenin ulaştı-ğı sonuç sadece düşünce temelli bir diyalog dadeğildir. Bu belki Heidegger gibi bir düşünürünvardığı sonuçtur. Genel olarak edebiyat eleşti-risi özel olarak şiir eleştirisi bu düşünceyi aşmıştır.Şiir eleştirisinin çeşitli disiplinlerle girdiği ilişki çokzengin imkânlar sunmuştur bu alana. Sadece dü-şünce temelli bir diyalog olmaktan, yani sınır ko-yucu olmaktan çıkmıştır. Tarihi, mitolojiyi, rüya-yı, mekânı ve zamanı, edimleri, çağı, çağın ruhunu,insan hâllerini, metinlerarası ilişkileri, şairin şiirçevreni içindeki yerini, şiirin retorik araçlarını (me-tafor, metonimi) şiir irdelenirken okumak müm-kündür.

Çağdaş Türk şiirininbütün sorunları;

şiir ve yazınsallık ilişkisi,şiirimizin dünya şiiri içindeki yeri,

modern şiirde yüzeyyapı derin yapı mekiği,şiir ile gerçeklik ilişkisi,

şiirin yaşantıyla -ontolojiyle ilişkisi

ve ne’liği, esin kavramı,

düzyazı şiir, lirik şiirin ne’liği, şairin duruşu-sorumluluğu,

şiirin okurla ilişkisi gibi sorunlar üzerine

düşünce üretmiş olmakaynı zamanda

“çağdaş bir eleştiridisiplinine” katkıda

bulunmaktır

AHMET ADA İLE YENİ POETİK KİTABI ‘ŞİİR YAZILARI’ ÜZERİNE

8MİTAT ÇELİK

9

Şiir YazılarıAhmet Ada

Şiirden Yayınları253 s.

29 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

1947’de Ceyhan’da doğdu. İlk şiiri “Tabut-tur Kitaplar” ve Hilmi Yavuz’un şiiri üzerine olanilk yazısı “Hilmi’nin Çocukluğu” 1966’da So-yut dergisinde çıktı. Şiirlerini ve poetik yazı-larını Yeni Dergi, Papirüs, Varlık, Gösteri,Adam Sanat, Milliyet Sanat, Kitap-lık, Şiirdendergilerinde yayımladı. Bazı şiirleri Almancaya,Fransızcaya, İngilizceye, İtalyancaya, Bulgar-caya, Kürtçeye çevrildi.

Gerçekçi tutumlardan beslenen, destan-

sı, lirik, hüzünlü ve incelikli şiirler yazdığı eleş-tirmenlerce kabul edildi. Son dönem yazdı-ğı şiirlerle, modern şiirin biçimselliği ile mo-dern dünya tasarımına felsefî derinlik katanyeni bir döneme girdi. Uzun ve epik özellik-ler barındıran şiirlerinde, göç, savaş gibi ol-gulara insanî bir perspektiften bakarak çoksesli bir şiire yöneldi. Şiirinin başkalaşımını dapoetik yazılarla açımladı. Şiirin kavram ve te-rimlerinin oluşturulmasında çaba gösterdi.“Şiir Okuma Durakları” (2004) adlı kitabı mo-dern şiire ilişkin şiir bilgisi içeren bir elkitabıolarak değerlendirildi.

“Onlar İçin Minibüs Şarkısı Üzerine Göz-lemler” adlı incelemesiyle 1999 E Dergisi Şiirİnceleme Ödülü’nü aldı.

Eserleri: Şiir: Gün Doğsun Gül Üstüne,1980, (1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödü-lü); Acıyla Akran, 1983; Yaz Kırlangıcı Olsam,1985; Yitik Anka, (ilk üç kitabının toplu bası-mı) 1993; Aşk Her Yerde, 1990, (1991 Cey-hun Atuf Kansu Şir Ödülü); Vakit Yok Hü-zünlenmeye, 1992, (1993 Yunus Nadi ŞiirÖdülü); Günyenisi Lirikler, 1992; Taş Plak Ga-zelleri, 1995; Küçük Bir Anmalık, 1996; Be-gonyalı Pencere, 1998; Denize Atılan Çiçek,

1999; Gökyüzünün Fıskiyesi, 2003; DenizinUykusu Üstümde, 2004; Kantolar, 2006;Yeni Kantolar 2007; Sonsuz At (Seçme Şi-irler), 2009; Sözcükler Denizi, 2009; TaşaBağlarım Zamanı, 2009; Paçalı Bulut, 2010;Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi, 2010,(2011 Cemal Süreya Şiir Ödülü); Uçurum Otu,2012; Çiçek Kokan Ağzı, 2013, Taşın Sesi,2014

Poetika : Şiir Okuma Durakları, 2004; Şiirİçin Boş Levhalar, 2006; Modern Şiir Üze-rine Yazılar, 2008; Şiir Dersleri, 2011; Şiir Ya-zıları, 2014

AHMET ADA

Çizim

: Kök

sal Ç

iftçi

Poetika, büyük çabalar sonucu oluşur

Page 9: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Yordan Yovkov, 9 Kasım 1880’de İslimye ili-nin Kocabalkan Dağı eteklerindeki Kotel il-çesinin Jeravna (Başköy) köyünde doğdu. Ba-bası Stefan Yovkov Kuzey Dobruca’da ço-

bandı, Güney Dobruca’da göçe zorlanan Türk asıl-lı bir çiftlik sahibinin, 600 dönümlük arazisini çok ucu-za kapattı ve sınıf atladı. Baba Yovkov ailesini kuzeydebırakarak, güneye çiftliğe yerleşti. Oğul Yovkov, ilk veortaokulu Jeravna ve Kotel’de, liseyi Sofya’da oku-du. Okul bitince, Dobruca’daki Çiftlik Musabey kö-yüne ilkokul öğretmeni olarak atandı. Askerliğini Sof-ya’da teğmen olarak tamamladı. İlk şiiri ‘Ağır Haç Al-tında’ ‘Sıznaniye’ gazetesinde yayımlandı. 1904’teSofya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yap-tırdı ancak, ekonomik nedenlerle yarım bırakmak zo-runda kaldı, bir kez daha ve bu kez zorunlu olarakÇifutköyü’ne (Çıfıtkuyusu) döndü. Romanlarındanda anlaşılacağı gibi, Dobruca’da kaldığı süreçte dü-şünce yapısını biçimlendirecek bir biçimde Türk kül-türü ve oralı Türklerle tanıştı. Dobruca’da öğretmenlikyaparken, bir yandan da gazete ve dergilerde şiir-leri yayımladı. 1912 Bulgaristan-Osmanlı savaşın-da astsubay olarak katıldı. Birinci, İkinci Balkan Sa-vaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’na katıldı, savaşmuhabirliği de yaptı.

Savaş sonrası Bükreş’te Bulgar Elçiliği’nde görevaldı. Öykü yazmayı sürdürdü. Öykülerindeki köylükahramanlar, romanlarının da kahramanları olarakgörünürler. Yovkov’un roman kahramanları olan köy-lüler, Türk geleneklerine bağlı, ahlaki değerlerini yi-tirmemiş, dinsel etkilere açık, yeniliklere kapalı ge-leneksel köylü karakterlerdir. Alışılmış yaşam bi-çimlerindeki en ufak değişiklik onları tedirgin eder

ve eski yaşam biçimlerine birtehdit olarak algılarlar.

Topraksız köylülerinkavgası

Bulgar yazını 18. yüzyıla ka-dar dinsel metinler üreten bir ya-zım geleneğini sürdürür. ÇağdaşBulgar yazını ise İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalistsistemle birlikte gelişir.

Yovkov romanlarından çok öyküleri ile tanınıyor.İlk yapıtlarının ana temaları savaştır. Öykülerindekiolgulara asker gözüyle bakar. “Sınır Boyundaki Çift-lik”te de bu askerce bakış duyumsanır.

Galçev, Bulgaristan/Romanya sınırındaki bir ka-rakolda görevli teğmendir. Buna karşın teğmenin var-lığı savaş dışı sınır koruyuculuğu ile kısıtlıdır. Yovkov,“Sınır Boyundaki Çiftlik”te ilk yapıtlarındaki ana iz-leğinden saparak romanını savaş sonrası bir süre-ce oturtur. Sınır boyundaki çiftlik Monalakilerin giderekdaralan ve sonunda elden çıkarılan İsören çiftliğidir.Yovkov, roman boyunca, Monalaki’nin ikinci eşi An-titsa’dan olan kızı Nona ile Teğmen Galçev’in aşkadönüşen birlikteliklerinin arka planında topraksız köy-lülerle büyük çiftlik sahipleri arasındaki kavgayı an-latır. Monalaki sahip olduğu toprakları yasal olma-yan yollardan edinmiş, toprakları Bulgar hükümetinceelinden alınarak köylülere dağıtılmıştır. Çiftliğin sı-nırlarının giderek daralması tarım reformu sürecin-de de devam eder. Buna karşın toprakları artan nü-fusa yetmeyen köylülerle, Monalaki arasındaki top-rak kavgası, köylülerin yine davalık olan çiftliğinin ya-kınlarındaki bir başka toprak parçasına sahip olmakistemeleri ile devam eder. Romanda, varsılken giderekyoksullaşan büyük toprak sahibi Monalaki eksenindetopraksız köylülerin sorunsalı irdelenir.

Eylül AyaklanmasıYordan Yovkov’un “Sınır Boyundaki Çiftlik”i; 23 Ey-

lül 1923’te patlak veren Bulgaristan’daki Eylül Ayak-lanması’nın, sınırdaki köye yansımalarını içeriyor. Bul-garistan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasal birkrize düştüğünde, sol yükselmeye başlıyor. Yöne-timdeki Bulgar Çiftçi Halk Birliği 1920-1923 yıllarıarasında bazı reformlar gerçekleştirse de yönetici-lerinin adı yolsuzluğa karışıyor. Halktan tepkilergelmeye başlayınca parti bu kez sertlik politikasına

yöneliyor. Ardından askeri darbe geliyor ve hükümetdevriliyor. Askeri darbeden sonra Aleksandır Tsan-kov başbakan oluyor ama bu kez de Haziran Ayak-lanması patlıyor. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP)bu eyleme destek vermiyor ve tarafsızlığını koruyor.O sırada Moskova’da Komünist Enternasyonal top-lanıyor ve genel kurulda BKP’nin tarafsızlık politika-sı eleştiriliyor. Enternasyonal, Genel Sekreter Vasil Ko-ralov’u durumu yerinde izlemek için Bulgaristan’a gön-deriyor. Koralov 9 Haziran’da tutuklanan komünist-lerin serbest bırakılmasını sağlıyor ancak devrimci

bir mücadele için koşulların uygun ol-madığına ilişkin bir rapor düzenliyor. Ko-mintern buna şiddetle tepki veriyor. Buçekişme Bulgaristan’daki dengeleribütünüyle bozarak gerilime nedenoluyor. Darbeden sonra iktidara gelenTsankov, köylüleri ‘komünistlere uy-maları halinde kendi kanlarında bo-ğulacaklarını’ söyleyerek tehdit ediyor.13 Eylül’de Güney Mıglij’de halk ayak-lanıyor. BKP yine tarafsız kalma poli-tikasını yeğliyor ancak bu kez GornaCumaya’da (Blagoevgrad) çeteler oluş-maya başlıyor ve ayaklanma İç Ma-kedon Devrimci Örgütü tarafındanacımasız ve kanlı bir biçimde bastırı-lıyor. Askeri birlikler de ayaklanmayakarşı harekete geçince; 5 bin kişi öl-

dürülüyor, 15 bin kişi gözaltına alınıyor, 2 bin kişi göçetmek zorunda kalıyor. Ayaklanmanın liderleri Ge-orgi Dimitrov ve Vasil Kolarov da ülkeyi terk etmekzorunda kalıyor. Roman bu tarihsel yapı içerisinde Bul-garistan/Romanya sınırındaki çiftlik ekseninde ge-lişiyor.

Yordan Yovkov “Sınır Boyundaki Çiftlik”i Bulgar-ca yazmasına karşın, Bulgaristan’daki Türklerin kül-türünden de oldukça etkilenmiş, romanda Türkçe de-yimler ve sözlere sıklıkla yer veriliyor. Yovkov’un an-lattığı bütün kasaba ve köylerde Türk varlığı, Türk kül-türünün izleri görülüyor. Bulgaristanlı Türklerle Bul-garlar öylesine kaynaşmış durumdalar ki bu iki ulusBulgaristan’da neredeyse tek bir ulus biçiminde birarada var oluyorlar.

İyi çeviri iyi romandırKitabı Bulgarca aslından Türkçeleştiren M. Tür-

ker Acaroğlu, Bulgaristan’ın kuzey batısındaki Deli-orman bölgesinin merkezi olan Razgrad’da (He-zargrad) doğdu. İlk ve ortaokulu Bulgaristan’daokudu. 1931’de Sofya’daki elçi Tevfik Kamil Koper-ler’in yardımıyla Türkiye’ye geldi. Balıkesir Necati BeyErkek Öğretmen Okulu, Adana Erkek ÖğretmenOkulu, Ankara Üniversitesi Hungaroloji Enstitü-sü’nde eğitim gördü. Kütüphanecilik, çevirmenlik yap-tı ve derleme müdürü iken emekli oldu. Üvey BabasıHafız Abdi oğlu Hafız Mehmet Fehmi; Yordan Yov-kov’un “Sınır Boyundaki Çiftlik”te anlattığı, Bulgaris-tan/Romanya sınırındaki 23 Eylül Ayaklanması’nauzanan olayların yaşandığı süreçte Razgrad’ta kay-makamlık yaptı. M. Türker Acaroğlu iyi bildiği bir dö-nemi, Yovkov’un Türkçe kullandığı deyimler ve ad-lar dışında, Bulgarca olan kimi sözcükleri de dip-notlarla zenginleştirerek romanı daha anlaşılır biçimdeTürkçeleştiriyor.

Yabancı bir dilden çeviri yapılmaz, ancak yenidenyazılır. Acaroğlu bunu gerçekleştirebilmiş görünüyor.

Doğrudur, iyi çeviri aynı zamanda iyi romandır.

Yovkov, ‘Sınır Boyundaki

Çiftlik’te, 23 Eylül 1923’te

patlak verenBulgaristan’daki Eylül

Ayaklanması’nınBulgaristan/Romanya

sınırındaki köyeyansımalarını

Monalaki’nin ikinci eşi Antitsa’dan

olan kızı Nona ileTeğmen Galçev’in

önceleri bir oyun olarak başlayan,

sonradan giderek aşka dönüşen

birliktelikleri ekseninde anlatıyor

Bir zamanlar Bulgaristan’da köylüler ve askerler

Sınır BoyundakiÇiftlik

Yordan YovkovEvrensel Basın Yayın

256 s.

10HALİT PAYZA

29 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Yordan Yovkov

Page 10: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

DAĞHAN DÖNMEZ [email protected]

11

Akşamın kızıllığı, basit bir sıyrıkgibi göğü kanatıyor. Usulca ya-pıyor bu işi, sinsice. Kulağımaanlamını bilmediğim, başka bir

dilin kelimeleriyle yüklü ezgiler çalınıyor.Hafif, uçarcasına bir müzik… Parmak-larım tuşlara dokunuyor, bir kadına do-kunur gibi. Zihnimden akan görünmezharfleri, toparlamaya; hale yola koyma-ya çabalıyorum. “Edebiyat parçalıyo-rum” belki de… Bilerek yapıyorum bunu.Zira lafı getirmek istediğim yer, noktasınoktasına orası…

Edebiyat parçalamak! Gündelik dilegiren bu deyiş, dikkatinizden kaçma-mıştır. Ne zaman birinin sözlerini hafi-fe alacak olsak, ne zaman tenkite yel-tensek “edebiyat parçalamayı bırak!”diye çıkışırız. Edebiyat, fuzuliyattır bizce!Boş konuşmanın laciverde boyanmışı…(En büyük şairlerimizden biri olarakgösterilen Fuzuli’nin kelime manasının“gereksiz” olması da tesadüf müdür?)Edebiyat lafzının, argonun göbeğine buşekilde oturmasında; edebiyatçıların,aydınların payının ne olduğu ayrı bir ba-his konusu olmakla beraber; gerçeğin acıtadı sabittir!

Sahi “edebiyat “ bu kadar hafif iş mi-dir? Nasıl olduğunu bir kenara bırakmalıbelki de; ne olduğu üzerine düşünmeli-dir. Sartre, Türkçeye “Edebiyat Nedir”adıyla çevrilen kitabında; bu soruya ya-nıt aramıştır. (J.P.Sartre, Edebiyat Nedir,Çev: Bertan Onaran, Can Yayınları) Yaz-mak eylemine dair etraflıca tartıştığı ki-tabında, Dostoyevski’nin hükmünü doğrular.“Her insan, herkes karşısında, her şeyden so-rumludur.” Edebiyat belki de, bu sorumluluk his-sinden doğmuştur. Başka bir deyişle toplumsalvicdandan!

Vicdan sadece uzaktakine mi ağlamaktır

Vicdan derken kastedilen nedir? Caddeboyu önümüzü kesen Greenpeaceçilere, Uni-cefçilere; kredi kartı limitimiz yettiğince sözleşmeimzalamak mıdır vicdan, dilenciliğe terk edilenSuriyelilere hudut kapılarını açmak mıdır? So-kağımızdan geçen insanın gözüne kinle ba-karken, uzak kıtalardaki bir çocuk için ağlamakmıdır yoksa? Hiçbir fedakarlıkta bulunmayıp, yal-nızca hayıflanmak mıdır? Edebiyatın vicdanı baş-ka türlü olsa gerek… Buraya şimdilik virgül!

Vicdan neyse de, mutlaka estetikle ilgilidiredebiyat. Çağlar boyu lirizmden beslenmiş,güzeli aramıştır. Halil İnalcık, “Şair ve Patron” ki-tabında; Osmanlı döneminde şairlerin Padişah’ınlütfuna mahzar olabilmek namına, birbirleriy-le yarışarak; daha güzel eserler vermeye çalış-tıklarını yazar. Ve hatta şöyle der: “Yaltaklanmave insitabın sanatla bağdaştırılmış, kurumlaş-mış biçimi de kaside sunmak, sultanı ve paşa-ları en abartılı parlak ifadelerle göklere çıkar-makta görülür.” (Halil İnalcık, Şair ve Patron, DoğuBatı Yayınları, s. 17)

Patrimonyal devletlerde padişah veya kral içinkalem oynatan yazarlar; vahşi kapitalizmin

hüküm sürdüğü devletlerde, patronlar için yaz-mışlardır. Belki de bu yüzden edebiyat, boş işleuğraşan sıfatına layık görülmüştür. Dönelim vir-gülü koyduğumuz yere! Bu istikametin aksi yoltutmuş, toplumsal vicdanla ilintili; estetikten deödün vermeyen yazarlar, tarih boyu okurun gö-zünde daha da büyümüşlerdir. Muhalif karak-terleriyle, toplumun yıkılmaz kalelerine dönüş-müşlerdir. Elbette muhalifliğin, yalnızca siyasi gö-rüşle sınırlı olmadığı şerhini düşelim!

Günümüzde daha da acınası kişi ve vazi-yetlerle muhatabız. Halil İnalcık’ın örneğini ver-diği yaltaklanma; demokrasi adı altında ve üs-telik estetikten de bihaber yazarlarca yapıl-makta… Onlarca gazeteci, yazar; sanatçı titri-ni taşıyan onlarca insan, muktedirin çevresini sa-rıp sarmalamakta ve ona övgüler yağdırmak-tadır. Edebiyat/sanat, hiç bu kadar parçalan-mamış; hiç bu kadar ihanete uğramamıştır!

Saygıdeğer okur, bugünkü yazımı kısa bir süreönce kurulmuş bir yayınevinden; ilk kitabını çı-karan bir yazara ayıracağım. Bunca gevezeliğin,lafı bunca dolandırışımın bir sebebi de bu. Po-pülizmin ve sermaye/bürokrasi gücünün işgalcikuvvetlerine her geçen gün boyun eğen yazındünyasında, tanınmamış, reklam gücü olmayanfakat yazdıklarının değerine inandığım genç ya-zarlara elimden geldiğince yer vermeye çalışı-yorum. Çünkü hala edebiyatın/sanatın top-lumsal vicdanla bağını koparmadan sürdürü-len bir estetik arayışı olduğuna inanıyorum.(Genç yazarlara duyurulur!) Lafı “Allahını SevenDefansa Gelsin” kitabının yazarı İsmail Sürü-

cüoğlu’na vermeden, reklam kaygı-sıyla çıkarılan kitap eklerine inat;devrimci tavrını sürdüren ve yeni ka-lemlere sayfalar ayırılmasına ses et-meyen Aydınlık Kitap’a teşekkür edi-yorum. Şöyle başlıyor kitaba Sürü-cüoğlu:

Ben olsam tek bir cümle öğretirdim

“Şunu bilmek gerekir ki, iyi birsosyalist olmanın ilk aşaması sarsıl-maz bir antiemperyalist bilince sahipolmaktır. Ama çağımızdaki çocukla-rın çoğu bilmiyor, işin önemi anlatıl-mamış. Okullarda resmi tarih olarakkafaya bastırılarak bunların yalanyanlış verilmesinin de çocuklardaki bubıkmışlıkta etkisi olduğu düşünce-sindeyim.

İlköğretim, lise ya da üniversitedeinkilap (inatla devrim demezler) ta-rihi derslerinde öğretilen şeyin o çokönem verdikleri “milli bilinç” kavra-mına zerre katkısı olduğunu düşün-müyorum. Milli Eğitim Bakanı ol-sam, çocuklara ezberlettikleri kitap-lar dolusu zırvayı kaldırır ve tek bircümle öğretirdim. O cümle de şudur:İçeride padişaha (mutlak monarka)dışarıda ise emperyalizme (düvel-imuazzamaya) karşı aynı anda dövü-şerek bu kavgadan galip çıkan tekülke Türkiye’dir. Ve bu topraklarÇin’den, Amerika’ya kadar hükmedenbeyaz, batılı emparyalistlerin tarihte

ilk kez durduğu yerdir. İsmail Sürücüoğlu, Gezi eylemlerinde ön saf-

larda yer almış; kitabında o günlerde yaşadık-larını anlatırken; hepimizin aklına takılan bir so-ruya da yanıt aramıştır: “…Ama işte bu –Tele-vole gençliği- denen bizim kuşak nasıl oldu daHaziran direnişini gibi pek çok eski tüfeğin im-rendiği bir olayı gerçekleştirebilmişti?” (s. 6)

Sürücüoğlu kitabında, hem tarihi vakaları hemde güncel olayları; sosyolojik bir bakış açısıylamercek altına almıştır. Yazar, sayfa aralarında da“kahve molası” adını verdiği ara metinlerle; oku-yucuyu kitaba bağlamakta ve metni daha ko-lay okunur, daha akıcı bir hale koymaktadır. Sü-rücoğluna, bu uzun yolda başarı değil; bundanönce olduğu gibi bundan sonra da tek başınaayakta durabilme kudreti diliyorum!

Toplumsal vicdanlailintili; estetikten deödün vermeyenyazarlar, tarih boyu okurungözünde daha dabüyümüşlerdir. Muhalif karakterleriyle,toplumun yıkılmazkalelerinedönüşmüşlerdir. Elbette muhalifliğin,yalnızca siyasi görüşlesınırlı olmadığı şerhini düşelim

Bana esmeyi anlat

Allahını SevenDefansa Gelsin

İsmail SürücoğluDüşeyazanlar Yayınevi

182 s.

29 Ağustos 2014 CumaAydınlık

Page 11: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Sezgin Öndersever’in “Yoksun’luk” (2008)kitabı şiir-yoğundu. İkinci kitabı “GünahÇıkarma Ayini”de öyle (2014). Şiiringereksindiği, birikegelen deneyimleri

ustaca kullanıyor. İşlek bir şiir diline sahip. Hersoyutlamanın, bir somutlama olduğunu hep ak-lında tutuyor. Bu kavrayışla şiirlerinde sözdizi-mini anlamı vurgulamaya yönelik kurguluyor;ama anlambilim açısından, okuyucuyu zorla-yacak gel-gitler de var şiirlerde. Buna paradoks,ikileme düşmek de denilebilir. Şiirleri kavram-lar üzerine kurmanın getirdiği bir durum bu.

“Günah Çıkarma Ayini” adındaki ‘ayin’ söz-cüğünün İslamiyet’in değil de diğer inanışları us’agetirmesi doğaldır. Eğer böyleyse, kitabın bö-lümlerinin ‘tövbe’ ve ‘helallik’ olarak adlandırıl-ması bir çelişki olarak görülüyor. Çünkü bu kav-

ramlara eşdeğer birçok İslamî kavram kullanı-lıyor şiirlerde. Örneğin “yapraklarını dökmüş sid-ret-ül müntehâ” dizesindeki ‘sidret-ül müntehâ’sözcük öbeği gökyüzünün sağ yanındaki bir ağa-cın adıdır. Bu ağacın ötesine hiçkimse geçemez;çünkü bu ağacın ötesi Allah’ın kendine özgü or-tamıdır. İnsana ilişkin bilginin son aşaması an-lamına da geliyor bu sözcük öbeği.

Türkçenin olanakları varkenBu bağlamda araştırmalara girip bu sözcük

öbeğini ve şiiri anlamlandırmaya kalkışacak oku-yucu sayısı birkaçı geçmez kanısındayım. Bu ne-denle şair anadili, yaşayan dil içerisinde kalmalıdiye düşünüyorum. Bu konuda Türkçenin ye-tersiz olduğu söylenemez. Her konuyu, her te-mayı anlatacak olanaklara sahip bir dildir Türk-çe. Hem şair, anlamı önceden belirlenmiş, ha-zır söz kalıpları kullanmaktan da uzak olmalı.Şairin dil kurucu olması anlamını yitirir yoksa.Bu bakımdan Cemal Süreya’nın şiiri öğretisi, uya-rıcı bir deneyimimdir. Demem o ki sözcük se-çimi önemlidir şiir için. Çünkü sözcük temayı,tema sözcüğü belirler. Sezgin Öndersever bu-nun bilincinde; ama tasavvufî bir şiir yazmayakalkışınca, ister istemez, Türkçenin dışına çık-mak zorunda kalıyor zaman zaman. Bu sapta-maları yapıyorum; çünkü şiirde biçimin, biçemin,imgenin, yapının, kurgunun farkında; iyi bir şairSezgin Öndersever. Bu yetenek, bu şiir zede-lensin istemem. Oysa sokağa çıksa, yaşananonca olgu ve olaylara baksa, insanın bireysel aç-

mazlarını gözlese; politik uygulamaların, em-peryalist işleyişin içeriğini irdelese; esin kaynağınıburalarda arasa; yaşayan ve kalıcı olan büyükşiirlere yazacağına hiç kuşkum yok. Şiirden, in-sandan ve bunların geleceğinden yana biriolarak, bunu ondan beklemenin hakkımız ol-duğunu düşünüyorum.

Sezgin Öndersever’in bu kitabında hemenfark edilen Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal’dagüzel örnekleri bulunan, dinî ve tasavvufî halkşiiri içerisinde değerlendirilen şathiyelerin man-tığından yararlanıyor olmasıdır. Daha çok Yu-nus Emre’nin “Sırat kıldan incedir, / Kılıçtan kes-kincedir / Varıp anın üstüne, / Evler yapasımgelir // Altında gayya vardır, / İçi nar ile pürdür/ Varuben ol gölgede, / Biraz yatasım gelir //Oda gölgedir deyu, / Ta’n eylemen hocalar / Ha-tırınız hoş olsun, / Biraz yanasım gelir” dizele-ri ve Kaygusuz Abdal’ın “Kıldan köprü yarat-mışsın / Gelsin kulum geçsün deyü/ Hele bizşöyle duralım / Yiğit isen geç a Tanrı” dizelerindeyansıyan bir içerikle kuruyor şiirlerinin çoğunu.

Örneğin: “niye en çok beni unuttun allah’ım bundan çok incindim diye reddettim cenneti koynuma aldım solucanları içime alkol yağmurları dolunca ne kadar yordum, ne kadar üzdüm melek-

lerimi, defterler yırtıldı, kalemler kırıldı omuzlarım-

da galiba… ben…hiçliğini yanlış anladım… /lanet ben… böyle… değildim: yapraklarını dökmüş serdet-ül-münteha” Şathiyelerde görüldüğü gibi bu dizelerde de

Tanrı’yla alay eden bir hava var. Bu tür şiirler tan-rıya küfür sayılmış; ama şathiyeler kesinlikle kü-für değildir. Bu şiirlerin mizahi bir yanının olduğu,alaysı çağrışımlar oluşturduğu, inançlara do-kundurduğu söylenebilir. Böylesi şiirlerin anlamıyorumlamaya bağlıdır.

Kuşatıcı bir karamsarlık“Ben işte allah’ım, sıkılınca ruhumu üflediğin

varlığın”; “anlamadım ‘seviyorum’ neden hep gü-nahkâr; / küfür bu duanın neresinde, anlama-dım”; “herkes aynı toprakla yoğrulurken / ey al-lahı’m / beni hangi mezarlıkta, / hangi ölü top-rağıyla ovdun”; “anne! Tanrı’nın hangi sıfatıyımki ben, hep tükürüyorlar yüzüme” dizeleri de dinîdogmalara aykırı bulunabilir. Tanrıyla konuşurgibi yazılan bu tür şiirlerin bireyi, bireyin top-lumsal konumunu açıklayan bir içeri de var. Sez-gin Öndersever, şathiyenin anlamsal olanakla-rını kullanarak bireyin varoluşsal sorunsalını gün-deme getiriyor şiirlerinde. İnsanın bu dünyadakivarlığını, bu dünyada olmanın anlamını, insanınumutla umutsuzluk arasındaki gelgitlerini, insanîilişkilenmelerin aşılamayan açmazlarını sor-guluyor. Net bir yanıt bulamadığı için düştüğühüzün, kırılıp dökülmesine neden oluyor. Bu da,giderek yoğun, kuşatıcı bir karamsarlığa dönü-şüyor.

‘Günah Çıkarma Ayini’, şiir sanatı bakımın-dan başarılı bir kitap. Sezgin Öndersever, büyükşiire giden yolun ağzında duruyor. Bundansonrası için belirleyici olan; esin kaynaklarını ha-yattan seçmesine bağlı.

Şair anadili, yaşayan diliçerisinde kalmalı.Türkçenin yetersiz

olduğu söylenemez.Her konuyu, her temayı

anlatacak olanaklarasahip bir dildir Türkçe.

Hem şair, anlamıönceden belirlenmiş,

hazır söz kalıplarıkullanmaktan da

uzak olmalı. Şairin dil kurucu olması

anlamını yitirir yoksa

Bir kitap: ‘GÜNAH ÇIKARMA AYİNİ’

Günah ÇıkarmaAyini

Sezgin ÖnderseverŞiirden Yayınları

64 s.

12VEYSEL ÇOLAK

29 Ağustos 2014 Cuma AydınlıkFo

toğr

af: I

lker C

etin

Sezgin Öndersever

Page 12: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

Geçtiğimiz hafta vizyona giren“Ejderhanı Nasıl Eğitirsin-2”;Cressida Cowell’in “Korkunç Gı-cık 3. Hıçkıdık” serisinin kitapla-

rından uyarlama ikinci film. Seride “Ej-derhanı Nasıl Eğitirsin”, “Nasıl KorsanOlursun”, “Ejderhaca Nasıl Konuşursun”,“Ejderha Laneti Nasıl Bozulur” ve “Ejder-ha Tehlikesi Nasıl Savuşturulur” kitaplarıyer alıyor.

İlk film Amerika ve Kanada’da Dre-amworks Animation şirketinin en başa-rılı beşinci filmi oldu. Bunun sebebinin ani-masyonların ve görsel efektlerin ger-çekçiliğinin yanında içeriğinin de etkili ol-duğunu düşünüyorum. Hayvanlar çoğuçocuk filminde kendi aralarında yahut in-sanlarla konuşma ve dost olma yetene-ğine olağan bir şekilde sahipmiş gibigösterilir; Garfield, Aslan Kral, Kayıp Ba-lık Nemo, Karınca Z gibi... Edebiyatta dafabl türünde eserlerde bunu görebiliriz. An-cak bu film serisi, bu noktada birçok ani-masyon filmden ayrılıyor. Evcil hayvanlarve insanlar arasındaki bağ ve alışkanlıkgibi, bir çocuğun yolda bir kedi görüp onunkarşısına oturup beraber oyun oynama-ları gibi sessiz bir iletişim var ve bu bir ej-derhayla! İkinci filmde de esas olarak busessiz iletişimle beraber, hayvanların hi-yerarşisi, doğa, insanın doğadaki yeri gibitemaları da görüyoruz. Bir de uçmak ey-lemini bizzat yaşıyor hissi veriyor iki filmde izleyene, bu da dikkat çeken güzel birnokta.

Kitap ve film uyarlaması sıralama veiçerik bağlamında birçok noktada ayrılıyor.Ayrıca, filmde sevimli biçimde gösterilenkişiler, kitapta daha farklı ve fantastik

türe yakın bir dille anlatılıyor. Olaylar ka-rakterlerden çok; macera peşinde koşmak,başı belaya girmek üstünden ilerliyor.Tabii birçok kitap serisi ve film uyarla-masının ardından söylendiği gibi, bu ej-derha hikayesinin önce kitabı okunmalı.Çünkü insan yine ancak bir kitapta hika-yenin tümünü tam anlamıyla algılayıp onuyaşayabiliyor.

Dilsiz değilim ama konuşamıyorum

Kitapta ve filmde ortak olan ve en çoküstünde durulan konu ise, ejderhalar ve Vi-kingler arasında kurulabilecek iletişim.En büyük ve korkunç hayvanlardan biriolan, alev saçan ejderha ile; inatçı, komik,biraz kaba, güçlü Vikingler, iletişimin uyu-mu için seçilebilecek çok iyi iki tür. Türlerarası oluşmuş genellemeleri, önyargıları,korku ve savaşı bir an geriye bıraktığımızda,ortaya saf sevgi ve mutluluk çıkıyor. Bunutabi önce insanlar kendi aralarında çöz-meli... İki kişi karşılıklı bunu ne kadar ba-şarabilir? Böyle eserler, bize insan olarakkoskoca doğaya savaş açmış ve yalnız kal-mış bireyler değil de, onun bir parçası ol-duğumuzu hatırlatıyor.

Hayvanlar doğdukları anda içgüdüleriile hayatta kalmaya programlı olurken, in-san sadece öğrenerek ve yardım alarakyaşayabilir. Bir de hayvanlardan öğrene-ceklerimiz var tabi... Onlara yakın durdu-ğumuzda, bize çok eskilerde ama milyonyıl boyunca beraber yaşadığımız dönem-leri anlattıklarını görürüz. İnsan önce herşeyi öğrenmeli, sonra her şeyi unutmalı vesonra yeniden kendini yaratmalıdır.

ELİF KORKUT [email protected]

Ejderha Tehlikesi Nasıl Savuşturulur

Cressida CowellÇev: Mine KazmaoğluRes: Cressida Cowell

Günışığı Kitaplığı, 256 s.

13Aydınlık

Ejderha kardeşliği

Page 13: KAPAK-S/131 Layout 1Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinle-yecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek? Şimdilik sinema başı

14 29 Ağustos 2014 Cuma Aydınlık

Terk DivanıMesut Aşkın, Chiviyazıları Yayınevi,112 s.

annem görmediği ülkesi için

saçlarını yakmıştır annem

iki ülke arasında kalan kıştır

ağladıkça siyah beyaz

tuşlarında mızıkanın

annem ağıdın unutkan dili

Batı KanonuHarold Bloom, Çev: Çiğdem Pala Mull,İthaki Yayınları, 520 s.

Edebiyat eleştirmeniHarold Bloom, bir edebi-yat okurunun olmazsaolmaz kitapları arasına gi-recek olan “Batı Kano-nu”nda, Shakespeare’denCervantes’e, Goethe’denMilton’a, Tolstoy’dan Pro-ust’a kadar uzanan ede-biyat tarihinin dönümnoktalarını yorumluyor.Yayımlandığı günden beribir başvuru kaynağınadönüşmüş olan bu eser-de 26 farklı yazarı de-ğerlendiriyor

Dede KorkutKitabıProf. Dr. Muharrem Ergin,Boğaziçi Yayınları, 238 s.

Türk edebiyatı tarihininen büyük âlimi Prof. FuatKöprülü’nün, derslerindesöylediği bir söz vardır:Bütün Türk edebiyatınıterazinin bir gözüne, dedeKorkutu öbür gözünekoysanız, yine Dede Kor-kut ağır basar. Dede Kor-kut Kitabının değerini ifa-de etmek için bundandaha güzel bir söz bul-mak mümkün değildir.Eser, Türk edebiyatınınen büyük âbidelerininbaşında gelir.

Türk İstihbaratTeşkilatıKaya Karan, Kripto Kitap, 254 s.

Türk İstihbaratı ne du-rumda? Dünyada yaşa-nan yeni gelişmelere, içve dış tehditlere karşıhazırlıklı mı?  İşte bu ki-tap, geçmişteki meslekihayatında Türk istihbaratteşkilatında görev alanKaya Karan’ın bilgi biriki-miyle istihbarat teşkilatı-mızın dününü, bugününüve geleceğini daha iyianlamamız adına bilim-sel veriler sunmada ve zi-hinleri açmada bir vası-ta niteliği taşımaktadır.

Müzik Semih Korucu, Pan Yayıncılık, 96 s.

Korucu, kitabına Batıkültürünün, yazı ve sesolarak iki ayrı düşünmeve biçimleme üzerindenokumasını yaparak baş-lar. Batı kültürünün ulaşıpgeldiği avangard kuramile yeşerip geldiği klasikolanı önce ayrı bölümlerhalinde ele alır. Son bö-lümdeyse ikisini bir ara-da. Müziğe, ilk ağızdan at-fedilmekte olan ‘duygu’olarak değil, düşünmeve düşünmenin düşü-nülmesi üzerinden ulaşı-lan duygu olarak yönelir.

AtanamayanlarBaşar Öztürk, OkuyanUs Yayınları, 172 s. 

Kaybetmeye daha is-minden başlamış, ha-yatta hiçbir başarısı ol-mayan basit bir memur,ondan geri kalmayan birfotoğrafçı ve ikisini birdenparmağında oynatan fet-tan bir kadın... Şehrin endüz semtlerinde, çok tırtinsanlar arasında yaşa-nan bir öykü... Dayanıl-mayacak kadar komikve okuyanın içini acıtacakkadar trajik... Böyle birhikâyenin Türkiye’de ge-çebileceği tek şehir ise el-bette Ankara’dır.

1913: FırtındanÖnceFlorian Illies, Çev: SamiTürk , Can Yayınları, 328 s.

1913: başlangıç ile so-nun, zafer ile melankoli-nin iç içe geçtiği, her şe-yin sanata dönüştüğü birtarih. Hiçbir şeyin bir dahaeskisi gibi olmayacağıbir dönüm noktası. Flori-an Illies, I. Dünya Sava-şı’nın arifesinde, geri dö-nüşü olmayan felaketle-re gebe bir geçiş döne-minin portresini ustalık-la çiziyor. 20. yy’ın ilk bü-yük krizinin eşiğinde sa-nata, edebiyata ve kültü-re dair gösterişli bir kitap.

Benim OğlumPaşa OlacakTamer Akbaş, PotkalKitap Yayınları, 311 s.

Tamer Akbaş, yaşa-mındaki her türlü olum-suzluğa rağmen; bizlere,azim ve kararlılıkla çalı-şarak, Türk Silahlı Kuv-vetleri’nin en yüksek rüt-besine ulaşan bir insanıngüzel bir örneğini sun-maktadır. Asker kişiliğininyanı sıra sanat onun ya-şamının ayrılmaz bir par-çası olmuş, besteler yap-mış, şiir ve deneme ki-tapları yazmıştır. Yaşa-dıklarını bu anı kitabındatopluyor.

KırımMevsiminde AşkCelal Soycan, Şiirden Yayınları

“Kırım MevsimindeAşk”, Celal Soycan’ındünyaya yüklediği an-lamla dünyanın kendigerçekliği arasında vücutbulan gerilimi taşıyor.

Bu gerilim dünyayıyeniden öğrenmenineşiğinde şairi yer yermetafizik öğelere taşır-ken, anlaşılmaz, gizem-li olanın dolayımındamistisizme de kapıyıaralıyor.

Aşk ise gerçekliklebuluşmamızı sağlıyor.

Karl Marx -Friedrich Engels Engels 24 Desen, Kolektif,Evrensel Basım Yayın

Usta ressam N.N. Şu-kov, bu albümde derledi-ğimiz çalışmalarıyla Marxve Engels’i çevreleri, ruhhalleri, ilişkileri içinde yo-rumlayarak onlar hak-kındaki bilgilerimizi ge-nişletiyor, zenginleştiri-yor, Marx ve Engels’i ken-di zamanları içinde yeni-den düşünebilmemizeyardım ediyor. Usta res-sam N.N. Şukov’un 24adet harikulade kara ka-lem deseni ile hazırlananeşsiz bir yapıt.

USİAD BildirenDergisi

- Türkiye’nin TahılAmbarı Konya’da Hasat.

- Konya SanayisininDurumu Nedir?

- Irak’ta YaşananlarEkonomimizi Nasıl Et-kiliyor?

- Sanayici Enflasyoniçin Nasıl Bir Çözümİstiyor?

- Yerli Domates Üre-ticilerinin Hedefinde Ne-ler Var?

Tüm soruların ceva-bı USİAD Bildiren Der-gisi 76. sayısında.

(www.usiad.org.tr)

Tanrılar veKöpeklerJack London, Çev: Orhan Düz, ŞebnemTopuz, Dedalus, 255 s.

Jerry adında bir İr-landa teriyerinin başındangeçenleri bir bir okuyoruzbu romanda. Beyaz ada-mın köle ticaretiyle uğ-raştığı dönemlerde,Jerry’nin sürekli sahipdeğiştirmesi bir çok şeyialt üst ediyor. Beyaz ada-mın “Tanrı” siyah adamınise “Köpek” olduğu za-manlar... Jack Londonanlatısının eşsizliğiyle su-nulan dönem eleştirisi;“Tanrılar ve Köpekler”.

Yeni çıkanlar