48

kepenk 32. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

kepenk dergisi 32. sayı

Citation preview

Page 1: kepenk 32. sayı
Page 2: kepenk 32. sayı

KEPENK 2 OCAK-ŞUBAT 2011

BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

saffronilan_yeni.fh11 2/23/11 5:23 PM Page 1

Composite

C M Y CM MY CY CMY K

Page 3: kepenk 32. sayı

KEPENK 3 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 4: kepenk 32. sayı

KEPENK 4 OCAK-ŞUBAT 2011

İÇİNDEKİLER

KEPENKE S N A F I N G Ü R S E S İ

ESNAF VE SANATKARLAR DERNEĞİ YAYIN ORGANI

OCAK - ŞUBAT 2011 / YIL: 7 SAYI: 32 / ISSN: 1306-2778

ÜCRETSİZDİR

Hatice Yüksel:“Geleneksel Ehram Dokuma Sanatı’nı yaşatmaya kararlıyım”

İsrafil Kuralay:“Bütün evrensel değerler İSLAM’da mevcuttur”

Mustafa Demir:“Esnaf ve sanatkarın her zaman yanındayım”

Enine Boyunaİş Sağlığı ve Güvenliği

Bir Torba Yasa Tatlıdaki Tatsız Tehlike

SAYI: 32 OCAK/ŞUBAT 2011

ESDER (Esnaf ve Sanatkârlar Derneği) ADINAİMTİYAZ SAHİBİ:MAHMUT ÇELİKUS

GENEL YAYIN YÖNETMENİ & EDİTÖR: TUĞBA ÖZGÜR

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: MEHMET ÇETİN

YAYIN KURULU: PROF. DR. OSMAN ALTUĞDOÇ. DR. OYA AKGÖNENÇMUSTAFA ÖZELERSEL BAHADIR GÜLÜMABDURRAHİM ÇELİKDENYUSUF YILMAZNECATİ DURANERDAL ÇAKIROĞLUMURAT KILIÇADIGÜZEL KUL

İDARE VE YAZIŞMA ADRESİ:İSTANBUL CAD. SOYDAŞLAR SK. NO: 19/6KAT: 4 ULUS/ANKARATEL: (0312) 310 47 97FAKS: (0312) 310 47 [email protected]@hotmail.com

GRAFİK - TASARIM:İBRAHİM SAĞLAM - (0532) 460 96 41

BASKI: SARAY MATBAASIESENBOĞA YOLU 22. KM. BALIKHİSAR KÖYÜ AKYURT TEL: (0312) 841 62 97www.saraypaperkirtasiye.com

BASKI TARİHİ: 24.02.2011YAYIN TÜRÜ: SÜRELİ YAYINISSN: 1306-2778

KEPENK dergisine gelen yazıların yayınlanma hakkı dergiye, yayınlanan yazıların sorumluluğu ise yazarlara aittir. Yazı ve resimler kaynak göste-rilerek iktibas edilebilir. Dergimiz basın ve meslek ilkelerine uyar.

ÜCRETSİZDİR

8

16

20

24

D O S YAEnine Boyuna İş Sağlığı ve Güvenliği

K Ü LT Ü RMedeniyetin Yapıtaşı: İSLAM

G Ü N D E MBir Torba Yasa

AY I N KO N U Ğ UFatih Belediye Başkanı MUSTAFA DEMİR“esnaf ve sanatkarın her zaman yanındayım”

Sıkça duyduğumuz bir çok kavram için yorumda bulunmayı pek

severiz. Oysa, itiraf etmek zordur ama, bu sıkça duyduğumuz, hakkında yor-umda bulunduğumuz kavramları pek de bildiğimiz söylenemez. Ya da çok daha vahim bir durum olarak, hakkında yetersiz bir birikime sahip olduğumuz konuları ısrarla bildiğimizi iddia ederiz.

Uluslararası Teknolojik Ekono-mik ve Sosyal Araştırmalar

Vakfı (UTESAV) ve İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) iş birliğiyle düzenlenen Uluslararası Medeniyet ve Değerler Sempozyumu İTO Meclis Salonu’nda gerçekleşti. Sempozyumunun açılışında bir konuşma yapan Tertip Heyeti Başkanı Prof. Dr. Recep Şentürk...

Ağırlıklı olarak kamunun vergi ile sosyal güvenlik prim alacaklarını

yeniden yapılandıran ve çalışma hayatına ilişkin düzenlemeler içeren ‘’Torba Tasarı’’, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. İşte çok tartışılan yasadan bazı başlıklar… Kısa çalışma ödeneği: Kısa çalışma ödeneğinin uygulama alanı...

Fatih binlerce yıldır var olan bir yerleşim merkezi. Unutulmaya

yüz tutmuş geleneksel sanatlar ve sanatkârları destekliyor musunuz? İlçenizdeki esnaf ve sanatkârların duru-mu nasıl? Öncelikle Kepenk Dergisi’ne teşekkür ediyor; okurlarınıza selam ve saygılarımı sunuyorum. Sorunuza gelince, Fatih sizin...

Bir Torba Yasa

Page 5: kepenk 32. sayı

KEPENK 5 OCAK-ŞUBAT 2011

REKLAM İNDEKSİ ÖN İÇ KAPAK ........... HALKBANKASI ARKA İÇ KAPAK ........... EMİN EVİM ARKA KAPAK ........... PTT 1 ........... VAKIFBANK 2 ........... SAFFRON HOTELS 3 ........... SARAY MATBAACILIK 6 ........... KARAMETE TANITIM 14 ........... BEYPAZARI 19 ........... ÜNAL KURUYEMİŞ 22 ........... DERİCİZADE 29 ........... BEYZA PİLİÇ 34 ........... ORİON TANITIM 48 ........... HİCRET ŞEKERLEME

7........BAŞKANDAN

8........DOSYA: .....ENİNE BOYUNA .....İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

16........MEDENİYETİN YAPITAŞI: .....İSLAM

20........BİR TORBA YASA

24........FATİH BELEDİYE BAŞKANI .....MUSTAFE DEMİR

28........OSTİM VE İVEDİK’DEKİ .....PATLAMADA ZARAR GÖREN ESNAFA .....ACİL KREDİ DESTEĞİ VERİLMELİ

30........KEÇİÖREN’DE AHÎLİK .....KÜLTÜRÜNÜN YOLUNDA .....BİR ESNAF: ABDULLAH SÖKÜCÜ

34........ANKARALI SİMİTÇİ

36........TATLIDAKİ TATSIZ TEHLİKE

39........ÇÖMLEKÇİLER

40........MÂNANIN VE TARİHİN .....HER DAİM BAŞKENTİ: BURSA

44........EL SANATINA SAHİP ÇIKANLAR .....HATİCE YÜKSEL

45........EL SANATINA SAHİP ÇIKANLAR .....MUSTAFA ESAT DÜZGÜNMAN

46........KONYA’LI MUCİT .....MUAMMER CERAN

47........KIZAMIK SALGINI

KEPENKE S N A F I N G Ü R S E S İ

30

36

40

44

B İ R B A Ş A R I Ö Y K Ü S ÜKeçiören’de Ahîlik Kültürünün Yolunda Bir Esnaf:ABDULLAH SÖKÜCÜ

G Ü N D E MTatlıdaki Tatsız Tehlike

Ş E H İ R L E R İ M İ ZMânanın ve Tarihin Her Daim Başkenti: BURSA

E L S A NAT L A R IEl Sanatına Sahip Çıkanlar: HATİCE YÜKSEL

Kepenk: Sayın Abdullah Sökücü, sizi biraz tanıyabilir miyiz? Abdullah

Sökücü: 1956, Gaziantep doğumluyum. İlk, orta ve lise tahsilimi Gaziantep’te yaptım; İmam Hatip’te okudum. Memuriyete başladım 1974’te, bu arada yine 74 yılında Nizip Lisesi Fen Bölümü’nü bitirdim; ancak yaşamım boyunca talebelik, dernek çalışmaları...

Avrupa’da kişi başına NBŞ tüketi-minin 1-1.5 kilo, Türkiye’de ise

6 kilo civarında olduğunu söyleyen Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, NBŞ üretimiyle ticari açıdan Türkiye’nin kâr etmediğini, buna rağmen halk sağlığının bozulmasına göz yumulduğunu şu verilerle açıklıyor: “Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya...

Tarihte olduğu gibi günümüzde de hem sosyal hayatı hem de ticari

hayatı açısından dikkat çeken, her zaman canlı bir kent Bursa. Ayrıca, Türk-İslam tarihinin ülkemizdeki müze kentlerinden biri. Görünen o ki, önümüzdeki yıllarda daha da büyüyecek, gelişecek Bursa. Yüzünün bir yanı Anadolu’ya bir yanı Avrupa’ya...

1970 Artvin doğumlu olan sanatkar, Artvin Kız Meslek Lisesi mezunudur.

Akşam Sanat Okullarında mesleği ile ilgili on yıl kadar süreyle eğitmenlik yapmıştır. 1998-2002 yılları arasında mesleğiyle ilgili çeşitli eğitim semin-erlerine katılan sanatçı, bu eğitimim seminerleri sonunda ALTIN BİLEZİĞİ KOLUNA TAKIYOR belgesi almaya...

Page 6: kepenk 32. sayı

KEPENK 6 OCAK-ŞUBAT 2011

REKLAM

Page 7: kepenk 32. sayı

KEPENK 7 OCAK-ŞUBAT 2011

BAŞYAZI

Başkandan

Ostim’de yaşananlar Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği konusunun bun-

dan böyle nasıl ele alınabileceğine dair yol gösterici olmalı. Türkiye’de vuku bulan farklı bouytlarda iş kazalarının iş güvenliği anlayışının yoksunluğundan dolayı meydana gelmektedir.

Sanayi gazlarının kullanımına ilişkin eğitimin alınması gerekmek-tedir. Eğitimsiz personelin facialara davet çıkarmaktadır. Çeşitli sanayi gazlarına ait tüplerin yağ türleriyle bir araya geldiklerinde ne denli teh-likeli olabileceğini bu olayla acı bir şekilde görmüş olduk. Konuyla ilgili olan herkesi duyarlı olmaya davet ediyorum. Bu anlamda atılacak ilk adımın sanayi gazlarını kullanan firmaların sanayi dışına taşınma-sı gereklidir. Ayrıca beş yılda bir kullanılan bu tüplerin güvenlik açısından yenilenmesinin faydalı olacaktır. Yanıcı ve parlayıcı mad-delere sahip ve bu tür maddelerle çalışan iş yerlerinin sık bir biçimde denetlenmesi gerekmektedir.

Patlamada hayatını kaybedenlerin ailelerine Cenab-ı Allah’tan sabrı cemil, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.

Tatlıdaki Tatsız TehlikeMeyvelerin içinde doğal olarak bulunan ve meyve şekeri olarak bi-linen fruktoz, son 30 yılda gıda sa-nayiinin en çok kullandığı tatlandı-rıcı haline geldi. Doğal yiyeceklerle alımı yararlı olan bu şeker türünün gıda sanayiindeki kullanımı arttık-ça, doğal olmayan yollardan fazla tüketiminin zararları tıp dünyasının dikkatini çekmiştir.

Tüketicilerin, masum gibi gözüken bu yeni ancak gizli tehdidin farkın-da olmaları ve özellikle çocukları bu tür ürünlerden uzak tutmaları, şeker, kalp ve damar, şişmanlık ve yüksek tansiyon gibi uzun süreli ve tedavisi zor hastalıkların ön-lenmesinde alabilecekleri önemli bir tedbir olarak görülmektedir. Bazı ülkeler, bu tür ürünlerin okul kantinlerinde satılmasına önemli kısıtlamalar getirmiştir. Ülkemizde bu tür bir yasal düzenleme henüz olmamakla beraber, Sağlık Bakan-lığı konu üzerinde halen çalışmala-rına sürdürmektedir. Bu çalışmaları behamahal sonuçlandırmalı, biz Esnaf ve Sanatkarlar Derneği olarak üzerimize düşen her türlü sorumlu-luğu almaya hazırız.

Selam ve muhabbetlerimle.

OSTİM’DEKİ KAZADANGEREKEN DERSLER ÇIKARILMALI

MAHMUT ÇELİKUSESDER GENEL BAŞKANI

Page 8: kepenk 32. sayı

KEPENK 8 OCAK-ŞUBAT 2011

DOSYA

Enine Boyunaİş Sağlığı ve Güvenliği

Page 9: kepenk 32. sayı

KEPENK 9 OCAK-ŞUBAT 2011

Sıkça duyduğumuz bir çok kav-ram için yorumda bulunmayı pek severiz. Oysa, itiraf etmek

zordur ama, bu sıkça duyduğumuz, hakkında yorumda bulunduğumuz kavramları pek de bildiğimiz söy-lenemez. Ya da çok daha vahim bir durum olarak, hakkında yetersiz bir birikime sahip olduğumuz konuları ısrarla bildiğimizi iddia ederiz. Sos-yal yaşama ilişkin değerlendirmele-re tekabül eden bir çok kavram, ta-nım, terim de, bu hakkında yorum yapılan ama özü pek anlaşılamamış değerler listesinde başı çeker. “İş Güvenliği” ve “İş Sağlığı” da yine, bir çoğumuzun önemsediği, üzer-lerine fikir geliştirdiği ancak kendi içlerinde tam olarak nasıl bir anlam ve alan içerdiği konusunda yetersiz bilgiye sahip olduğumuz iki önemli ve bağdaşık meseledir.

Toplumsal değişim dönemlerinden belki de en etkilisi olan; araçlar ka-dar amaçların da değişimi anlamını taşıyan Sanayi Devrimi sonrası ça-lışanlar için her anlamıyla kendile-rini yeniden tanıyacakları bir süreç başlamış oldu. O günlerden bu günlere, gelinen noktada çalışanın hak ve görevleri hem değişti hem de genişledi. Ancak elbette, asıl önem kazanan her an yeniden anlamla-nan “Hangi yöntemle, daha etkili bir çalışma hayatı?” sorusu oldu. Öyle ki, kimi zaman iş hayatında karşılaşılan cahilane yaklaşımların bedellerini çalışanların hayatlarıyla ödedikleri görüldü. Her geçen gün zorlaşan hayat koşulları da bu acı-masız cendereyi daha da acımasız kıldı. Kaçak çalışmalar, yapılan işle bağdaşmayan uygunsuz koşullar ve daha nice olumsuzluklar sonucun-da, iş yaşamında gerilemeler olduğu da gözlemlenen bir gerçek.

İş sağlığı ve güvenliği; işin yapılması sırasında

işyerindeki fiziki çevre şartla sebebiyle işçilerin maruz kaldıkları sağlık sorunları

ve mesleki risklerin ortadan kaldırılması veya azaltılması

ile ilgilenen bilim dalıdır.

Elbette bir esintinin dahi tüm dengeleri alt üst ettiği ekonomik gerçeklikte, üretimi gerçekleştiren, üretimi etkin kılan saç ayaklarından her birinin diri olması önemli. İş bu noktadan hareketle hem işyerinin hem çalışanın hem de işverenin bir ve bütün olarak sağlıklı bir işleyişe adım atmaları için iş güvenliğine; iş güvenliğinin oluştuğu alanda da çalışanın hakları açısından geliş-tirilmiş bir iş sağlığı anlayışına ihtiyaç vardır. Çeşitli kaynaklarda İş sağlığı ve Güvenliği aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır;“Dar anlamda iş sağlığı ve güvenli-ği; işin yapılması sırasında işyerin-deki fiziki çevre şartla sebebiyle işçilerin maruz kaldıkları sağlık sorunları ve mesleki risklerin orta-dan kaldırılması veya azaltılması ile ilgilenen bilim dalıdır.Geniş anlamda ise bir kuruluşun gerçekleştirdiği faaliyetlerden etki-lenen tüm insanların (çalışanların, geçici işçilerin, alt yüklenici çalışan-larının, ziyaretçilerin, müşterilerin ve işyerindeki herhangi bir kişinin) sağlığına ve güvenliğine etki eden faktörleri ve koşulları inceleyen bi-lim dalı olarak tanımlanmaktadır.”

Ancak, günlük hayatın içerisinde bu tanımların ne denli işlerlik kazandığı bazen tartışmalı olabilir. Bu tanımların eksik ya da yanlış anlaşıldığı ve/veya yorumlandığı anlar olabilir. Oysa hem işveren hem de çalışan için son derece hassas bir noktada yer alan İş Sağlığı ve İş Güvenliği, yoruma en az çok bir halde anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Bu nedenle dergi-miz olarak, bu meseleye eğiliyor; meselenin birinci dereceden söz sahibi isimlerinden konuyla ilgili görüşlerini alıyoruz.

Page 10: kepenk 32. sayı

KEPENK 10 OCAK-ŞUBAT 2011

DOSYA

İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer’den KEPENK’e İş sağlığı ve Güvenliği Hakkında Genel Bir Bilgilendirme:

Günümüzde sağlıklı ve gü-venli çalışma şartlarının sağlanması, devamlılığı,

iş kalitesinin artırılması ve bunlara bağlı olarak iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi sadece yasal düzenlemelerle değil, toplum-da “güvenlik kültürü”nün oluşturul-masıyla mümkündür.Sağlıklı ve güvenli davranış bilinci oluşturmak için anaokulundan üni-versiteye, evden okula ve işyerine kadar hayatın bütün alanlarını kap-sayacak şekilde vatandaşların “gü-venlik kültürü” bilinç düzeylerinin artırılması gerekmektedir.

Bu amaçla ülkemizde ilk defa 2002 yılında Kuzey ve 2003 yılında Gü-ney Anadolu güzergâhında, 33 il ve ilçede, 2004 yılında 5 ilde sektörel çalışmalar ve sempozyumlar 2005 yılında güvenlik kültürünün gelişti-rilmesi amacıyla 10 ilde seminerler gerçekleştirilmiştir.

Mevzuat Hakkında Genel Bilgi

İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer

Yüzde yüz önlenebilir olan meslek hastalıkları ülkemizde yeterince tespit edilememektedir.

Güvenlik kültürü seminerlerinin yanında ülkemizdeki riskli sektör-lere yönelik kampanya çalışmaları başlatılmıştır.

2006-2007 yıllarında ilk bilinçlen-dirme kampanyası inşaat sektörüne yönelik 10 ilde, “İnşaatta İş Sağlığı ve Güvenliği Kampanyası” Bakanlı-ğımız, İNTES ve YOL-İŞ sendikala-rının işbirliği ile yürütülmüştür.

İkinci kampanya içerdiği kendine özgü riskler nedeniyle maden sektöründe gerçekleştirilmiştir. “Madencilik Sektöründe İş Sağlığı ve Güvenliği Kampanyası” 2007-2008 yıllarında TMMOB Maden Mühendisleri Odası işbirliği ile 8 ilde yürütülmüştür.

Yine, Bakanlığımız ile Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) ve Türkiye Liman Dok ve Gemi Sa-nayi İşçileri Sendikası işbirliği ile işbirliği protokolu imzalanmıştır. Bu protokol çerçevesinde, 2008-2009 yıllarında Sektörde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün oluştu-rulması amacıyla asıl işveren ve alt

işverenler öncelikli olmak üzere iş güvenliği uzmanları, mühendisler ve işçilerden oluşan toplam 17.898 kişiye eğitim verilmiştir.

Türkiye’de Meslek Hastalıklarının Tanı ve Tespitinde Taraflarda Bi-linç Artırma çalışmalarımız:Yüzde yüz önlenebilir olan meslek hastalıkları ülkemizde yeterince tespit edilememektedir.

Türkiye’de meslek hastalıklarının tanı ve tespitinde tarafların bilgi-lendirilmesi, duyarlılık arttırılması ve tanı rehberlerinin hazırlanması için gereken çalışmaların yapılması amacıyla Sağlık Bakanlığı ile işbir-liği başlatılmış, 23 Aralık 2010 da projenin açılışı yapılmıştır.

Bu çalışmaların yürütülmesi için özellikle sanayinin yoğun olduğu 22 il belirlenmiştir. Belirlenen illerde Mart-Haziran 2011 döneminde, öncelikle sosyal tarafların meslek hastalıkları konusunda bilinçlen-

Enine Boyuna İş Sağlığı ve Güvenliği

Page 11: kepenk 32. sayı

KEPENK 11 OCAK-ŞUBAT 2011

alanında temel politikalara yön vermek amacıyla Bakanlığımızca 27-28 Kasım 2010 tarihlerinde bir çalıştay düzenlenmiştir. Çalıştaya ÜNİVERSİTELER, kamu kuruluş-ları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcileri katılmıştır.

“İş Sağlığı ve Güvenliği Strateji Çalıştayı”da kurumsal yapının de-ğerlendirilmesi, mevzuat ve uygu-lamalar, iş kazaları ve meslek hasta-lıkları araştırmaları ve istatistikleri ve iş sağlığı ve güvenliği eğitimi başlıkları tartışılmıştır.

MEVZUAT ÇALIŞMALARIMIZ

İşletme Belgesi Bir Günde Veriliyor Bakanlığımızca işyerlerinin bü-rokratik işlemlerini azaltıcı yönde çalışmalar yürütülmüştür. İşyeri kurma izninin kaldırılması ve işlet-me belgesi alınması ile ilgili sürecin kısaltılması bu çalışmalardan biri-dir. İşletmelerin kurma izni alması konusundaki mükerrerliği ortadan kaldırmak, işyerlerinin kurulmasıy-la ilgili işlemleri hafifleterek, işyer-lerinin kurulmasını özendirmek amacıyla kurma izni alma mecbu-riyeti 2008 yılında kaldırılmıştır. İşletme belgesi alma zorunluluğu ise; işyerlerinde yapılan iş, işin teh-likesi ve işyerlerinin büyüklüğü gibi unsurlar dikkate alınarak yeniden düzenlenmiştir.

İSG Kanun Tasarısı taslağının ha-zırlanması çalışmaları başlatılmış-tır. Bu çerçevede sosyal tarafların görüşleri de alınarak Bakanlığı-mızca hazırlanmış olan Kanun Tasarısı taslağı 29/12/2008 tarihin-de Başbakanlığa gönderilmiştir. Ancak anılan Taslak, yasalaşmasa

sürecindeki gecikme ve değişen şartlar dikkate alınarak Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinin 15/09/2010 tarihinde yapılan ola-ğanüstü toplantısında yeniden ele alınmıştır. Bu toplantıda alınan karar doğrultusunda Konsey üye-lerinin yazılı görüşleri istenmiştir. Görüşlerin değerlendirilmesi süre-cinin tamamlanmasını müteakiben Taslak çalışma Başbakanlığa gön-derilecektir.

İş güvenliği uzmanları ile işyeri hekimlerinin görev ve yetkileri, eğitimleri ve eğiticilere ait kriterleri ile Sağlık Bakanlığına bağlı Toplum Sağlığı Merkezlerinin kurumsal olarak işyeri hekimliği hizmetine yönelik düzenlemeleri ve İş Kanununun 81 inci maddesinde işverene getirilen yükümlülükler ve ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin kuruluş ve yetkilendirme prosedürü, 27/11/2010 tarihli ve 27768 sayılı R.G.de yayınlanarak yürürlüğe giren “İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetme-liği, İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik ve İşyeri Hekimlerinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik” yeniden düzenlenmiştir.

dirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca birinci basamak hekimlerine mes-lek hastalıklarının teşhis ve tedavisi ile ilgili eğitim seminerleri düzenle-necektir.

22 Ocak 2011 ve 27823 sayılı yayınlanan yönetmelik değişik-liği ile Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerine SGK tarafından, sigortalıların meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücü kaybı oranları tespitinde esas alınacak sağlık kurulu raporlarını düzenleme yetkisi verilmiştir. Yet-kilendirilen bu hastanelerde çalı-şan hekimlere 2011 yılının 2. Yarı-sından itibaren meslek hastalıkları konusunda ileri eğitim programları düzenlenecektir.

2005 yılında ülkemizde de “Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi” kurulmuş, konsey ülke düzeyinde iş sağlığı ve güvenliği politikasını belirlemekte ve tavsiye niteliğinde kararlar almaktadır. Konsey, 2009 yılında 5 yıllık ulusal iş sağlığı ve güvenliği hedeflerini belirleyerek II. Politika Belgesini yayınlamıştır.

Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği

Page 12: kepenk 32. sayı

KEPENK 12 OCAK-ŞUBAT 2011

DOSYA

İş Sağlığı Güvenliğinde Kurumsal İşbirliği

Yaşam gitgide daha zengin-leşmekte ve ilerlemektedir. İlgilenilen konular da hem

kavradıkları nüfus ve hem de konu içeriği bakımından durmadan zen-ginleşmektedir. İş sağlığı güvenliği de öyle... Alanın yatay ve dikey geniş melemesine koşut olarak, terimler de bir gelişme içerisindedir. Nasıl “işçi sağlığı ve iş güvenliği” terimi, yerini “iş” eksenli bir terime bırak-tıysa, şimdi onun da pabucu dama atılmıştır: Artık “sağlık, güvenlik ve çevre”den söz ediyoruz. Çünkü bu terim bize, sağlık güvenlik sorunla-rının yalnızca işyerlerinde kalmayıp toplumun diğer kesitlerine de ya-yıldığını ortaya koyma ve sorunla-rın çözümlerini araştırma olanağı vermektedir: İşyerinde, sokakta, okulda, evde sağlık güvenlik ve çevre sorunlarını birbirinden kopararak inceleyemiyoruz. En basitinden, iş sağlığı güvenliği sorunlarının, hava, su ve toprak aracılığıyla toplumun geri kalan bireylerine taşınması, olayın boyutlarını arttırmıştır. Büyük kazalar, konunun yalnızca işçi-işverenlerce değil, tüm toplum tarafından sahiplenilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.“En çok üzerine konuşulan, en eksik olandır” ilkesinden hareket edersek, iş sağlığı güvenliği ala-nında da en çok konuşulanlardan birinin “işbirliği” ve “diyalog” oldu-ğunu görürüz.

İş Sağlığı Güvenliğinin Çok Bilimli Karakteri :İş sağlığı güvenliğinin çok-bilimli karakterinin üzerinde de çok durul-muştur. Tıp, mühendislik ve sosyal bilimlerin bir çok dalı, iş sağlığı güvenliği ile doğrudan ilgilidir. Tıp

ve mühendislik dallarında bu alan-da sınırlı da olsa bazı çalışmalar ile rol tanımlamaları yapılmış olmakla birlikte; sosyal bilim alanında ne yeterli çalışma vardır; ne de rol ta-nımlamaları yeterli düzeye ulaşmış-tır. Üstelik, ülkemizde farklı bilim dallarının birbiriyle ilişkilerinde de bir soğukluk yaşanmaktadır. Bu soğukluk üniversite eğitimi aşama-sından başlamaktadır. Her bilim dalı kendi penceresinden bakmayı öğre-tirken, iş sağlığı güvenliği konularına da yeterli ağırlığı vermemektedir. O kadar ki, bir çok kişinin kendisine iş alanı olarak seçtiği işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı dallarında, üniversiteler çok düşük katılımlı programlarla, alanda varlıklarını hissettirmekten uzaktır.

Toplumsal bir sorun alanı olarak işyerinde, evde, okulda, sokakta ilgilenilmeyi beklemektedir. İş yasası’nın dar boyutlarına ya da Ça-lışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sınırlanmış görev alanını çoktan aşmıştır. Bu bakımdan, hem sorum-lulukların ve hem de yetkilerin, sos-yal tarafları da kapsayacak biçimde

genişletilmesi bir zorunluluk haline gelmektedir. Sağlık-güvenlik-çevre yönetimi, çok bilimli ve çok ortaklı- bir karakter kazanmıştır.

İşyeri Düzeyinde Ekip Çalışması :“Aynı geminin yolcusuyuz” ilkesin-den hareket edersek, işyerlerinde sağlık-güvenlik-çevre uygulama-larının ancak bir ekip çalışmasıyla başarıya ulaşabileceğini görürüz. Ancak bu konuda da işbirliği kültü-rünün yeterince gelişmediği görül-mektedir. Her meslek sahibi, kendi alanında sınırlı kapsamlı çalışma-larıyla kendisine bir yer sağlamaya çalışmaktadır. 1930 yılından beri yasalarımıza girmiş bulunan işyeri hekimliği bu meslekler içerisinde en eski ve en çok tanınmış olanıdır. Bu konuda yasa hükmüne ek ola-rak, bir uluslararası sözleşme kabul edilmiş ve bir de Yönetmelik çıka-rılmıştır. Hekimlerin meslek örgü-tünün, bu alandaki çalışmalarında 20 yıldır süregelen yoğunlaşma da işyeri hekimlerinin rol tanımlarının ve güvencelerinin gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak 2003 yılın-da yasalarımıza girmiş bulunan iş

50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı bulundurulması, iş sağlığı güvenliği kurulu oluşturması yükümlülüğü yani ekip kurma gerekliliği bulunmaktadır.

Enine Boyuna İş Sağlığı ve Güvenliği

Page 13: kepenk 32. sayı

KEPENK 13 OCAK-ŞUBAT 2011

güvenliği mühendis-teknik eleman tutma yükümlülüğü, henüz yerine oturmamış; rol tanımlamaları be-lirginleşmiş olmakla birlikte, tam olarak uzlaşma sağlanamamıştır. Mühendislerin meslek odalarının da konuya ilgisi ve yoğunlaşma eğilimi bulunmaktadır. Ancak işyeri düzeyinde sosyal görevler üstlenen ve yasayla tanımlanmış bir görevli bulunmamaktadır. 2004 yılına ka-dar “İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurul-ları Kurulması Hakkında Tüzük”te tanımlanmış bulunan, “sosyal da-nışman”, bu kez yönetmelikte yer al-mamıştır. Buna karşın işyerlerinde, iş güvenliği kültürünün sağlanma-sından, eğitime; örgüt işleyişinden hukukun üstünlüğüne kadar bir çok alanda bir sosyal görevliye yoğun gereksinme vardır.

İşverenlerin, iş müfettişlerinin de-netimlerinin ve iş sağlığı güvenliği mevzuatının yönlendiriciliğinde, ancak günü kurtarmak adına uy-gulamalar yapıldığı, bunun için de bireysel uygulamalarla yetinildiği görülmektedir. İşyeri düzeyinde işbirliğinin sağlanacağı, İş Sağlığı Güvenliği Kurulları’nın henüz hem işlevsel olarak hem de yaygınlık ola-rak istenilen düzeye ulaşamadığı bir gerçektir. Kaldı ki, “İş sağlğı güven-liği kurulları kurulması hakkında yönetmelik”, bu kurulların yalnızca sanayiden sayılan işyerlerinde kurulmasını öngörmüştür. İşyeri hekimlerinin çalıştırıldıkları yerler, elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde gönüllü ortak işyeri hekimliği ku-rulması çağrısına karşın, kurullar için öngörülen işyerleri çok daha dar bir alanı tanımlamaktadır. Bu çok büyük bir eksiklik ve işbirli-ğinin başarısı için de önemli bir engeldir.

İşyeri Düzeyindeki EkipÇalışmasında Ölçek Sorunu :1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıs-sıhha Kanunu, ilk kez, işyeri hekim-lerini bulundurma yükümlülüğünü, 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerleri için tanımlamıştı. Bu ölçek, bunu izleyen yıllarda ve halen günümüzde, işyeri düzeyindeki çalışmalarda bir engel oluşturmayı sürdürmektedir. Çünkü, ancak 50 ve daha çok işçi ça-lıştıran işyerlerinde, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı bulundurulması, iş sağlığı güvenliği kurulu oluşturması yükümlülüğü yani ekip kurma gerek-liliği bulunmaktadır.

Bu ölçekteki işyerlerinin, tüm işyer-lerinin %2’sini oluşturduğu ve iş ka-zalarındaki payının ise ancak % 39,1 olduğu düşünülürse; küçük işyerlerin-de kurulacak ortak iş sağlığı güvenliği birimleri aracılığıyla, ekip çalışmasının yaygınlaştırılmasının, bir çok yönden zorunluluk olduğu anlaşılır.

Son zamanlarda taşeron (alt-işveren) uygulamasının yaygınlaşması ile iş kazalarının artışı arasında paralel-lik kurulması, işçiler arasındaki bu adaletsizliğin ivedilikle giderilmesini zorunlu kılmaktadır.

İş Sağlığı Güvenliği Alanında Ku-rumsal İşbirliği Deneyimleri :Ülkemiz, bir çok kez kurumsal işbirliği istekleri ile karşılaşmıştır. Devlet Planlama Örgütü’nün özel ihtisas komisyonları bu isteklerin en sıkça dile getirildiği alanlar ol-muştur. Son olarak, 2000 yılında Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için toplanan “Çalışma Hayatı” özel ihtisas komisyonunda hazırlanan ayrıntılı iş sağlığı güvenliği raporu-nun ana temasını kurumsallaşma oluşturmuştur (2).

Uzmanlarca bu kadar sık dile getiril-mesine karşın, bu işbirliğinin ilk ba-samağı olan, ortak kurullar 1978’de iki kez toplanmış; verimli geçen iki yıllık çalışma sonucunda “idari ve mali yönden özerk bir kurum”un hem modellemesi-örgütlenmesi tasarlanmış ve hem de finansman kaynağına işaret edilmiştir (3).

2005 yılından bu yana ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tara-fından toplantıya çağrılan “Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi” düzenli olarak toplanmakta ve son olarak da 10.toplantısını yapmış bulun-maktadır (4). Ancak “kurul”sal işbirliğini “kurum”sal işbirliğine çevirmeden, işyeri düzeyindeki eylemleri etkileme olanağımız yok-tur. Bunun için 2007 yılı İş Sağlığı Güvenliği Kanun Tasarısı hazırlık-ları kapsamında, Konsey tarafından görevlendirilen çalışma grubunca, “idari ve mali yönden özerk” bir iş sağlığı güvenliği kurumu aracılığıy-la, süreçlerin yönetimi önerilmiştir (5). Kurumsal işbirliğini ve gönüllü-lüğü öne çıkaran yaklaşım, yasala-rın uygulanabilmesi için, hükumet dışı kuruluşların hizmette ağırlığı-nın arttırılmasını, ortak çalışmaları ve işyeri temelli örgütlenmeleri öncelikli görmektedir. Konsey’in hükumet-dışı üyeleri tarafından desteklenen bu öneri, henüz Konsey gündemine alınamamıştır.

Sonuç :İşyerinde sağlık-güvenlik-çevre boyutuyla ele alındığında, bir çok toplumsal kesimin saflarına katıl-dığı bir alan ile karşı karşıyayız. Bu alanı, yalnızca insan haklarının yaşama geçirilmesinin zorunlu bir adımı değil; aynı zamanda eko-nomik gelişmenin ve işverenler

Page 14: kepenk 32. sayı

KEPENK 14 OCAK-ŞUBAT 2011

DOSYA

arasındaki rekabetin eşitlenmesi bakımından da çok önemli bir adım olarak görmek zorundayız.

Bir çok ülkede, tüketiciler, aldıkları ürünlerin yalnızca kalıbına değil, özgeçmişine de bakmaktadır. Ço-cuk çalıştıran, işçilerini tehlikeye atarak üretmeye zorlayan, işçisinin ve toplumunun yarınını düşün-

İş güvenliğine ilişkin sorunların oluşumunda risk kavramının ortaya konulması önemli bir

unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavram, tehlike, zarar olasılığı, bu tehlike ya da zararın işçiler ya da tüm işletme sistemine ilişkin olması anlamında kullanılmaktadır. Risk kavramının sorunlu yanı, riski kav-ramlaştırmak bir başka deyişle tüm boyutlarının ortaya konulmasının oldukça karışık bir süreç olmasıdır. Genel olarak iş yerlerinde risk fak-törleri denildiği zaman ortaya şu şe-kilde bir sınıflandırma çıkmaktadır:Fiziksel iş çevresinden kaynaklı risk-ler: Makine ve ekipmanlar, gürültü düzeyi, sıcaklık, ışık, çeşitli kimya-sal faktörler.-İş yerinde işçilerin davranışlarından kaynaklı riskler-İşin organize edilme biçiminden kaynaklı riskler: Çalışma süre ve zamanları, işin akış hızı.-Bir bütün olarak işletme sistemin-den kaynaklı riskler.

Gü venli iş ortamının oluşturulması çalışmalarında, çeşitli faktörlerden kaynaklı risklerin görünür kılınması bir başka deyişle analiz edilmesi, ya-pılması gereken öncelikli ve en önem-li unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

meyen işverenler, “kötü” damga yemektedirler. Onun için, konuyla ilgilenenler, toplumun hak arama ve örgütlenme süreçlerinin artışına koşut olarak genişlemektedir.

İş sağlığı güvenliği konusu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın boyutlarını çoktan aşmıştır. Yalnız-ca devletin çabalarıyla, başarının

yakalanmasına da olanak yoktur. Başarılı sonuçlar, bu sonuçlardan yarar sağlayacak olanların loko-motif rolünü oynadığı ve konuyla ilgili “herkes”in katılımına dayanan “hükumetten bağımsız” oluşumlarla alınabilir. Gelişmeye direnmek ye-rine, gelişmenin önündeki taşların ayıklanması, bunu yapanlara onur kazandıracaktır.

Şenay GökbayrakYrd. Doç. Dr.

Rosmussen, iş yerlerinde işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin risk analizinin günümüzde bilimden çok bir sanat olduğunu söylemektedir. Bu özel-likle, bireyden kaynaklı riskler ve bu risklerin oluşumundaki faktörle-ri ortaya koyma sürecine ilişkin bir görüştür. Çalışma ortamında insan davranışlarından kaynaklı risk fak-törlerini açıklamaya çalışan çeşitli çalışmalar bulunmaktadır.

Bu çalışmalardan ilki, Dedobbler ve Beland’ın kurum-işyeri kültürünün, işçilerinin risk algısını etkilediği, bu nedenle de insan faktöründen kaynaklı riskleri azaltmada işyeri yapısına odaklanılması gereğini ortaya koydukları çalışmalarıdır. Bu noktada işyerlerindeki kurumsal faktörler, risk analiz sürecinde ön plana çıkmaktadır.

Wilde ise, insandan kaynaklı risk-lerin oluşumunda bireyleri motive eden ya da güdüleyici bir takım unsurların önemine dikkat çekerek, bireyleri güvenli olma yönünde uyaran, güdüleyici sistemlerin hem iş verimliliğini arttıracağını, hem de kaza olasılığını azaltacağını söylemektedir. Bu noktada bireysel özellikler, risk analiz sürecinde ön plana çıkmaktadır. Dejay, Gerhan ve Murphay ise, risk azaltma stratejile-

rinin çok boyutlu olduğu gerçeğine işaret ederek, iş analizinde sadece ör-gütün ya da sadece işçilerin davranış-larının değil bir çok unsurun ele alın-ması gerektiğini belirten İŞ SİSTEMİ MODELİ’ni ortaya koymaktadırlar. Bu model risklerin oluşumunda, iş davranışının, işçinin, işin yapısının ve çevresel/kurumsal özelliklerin bir bütün olarak, etkili olduğunu anlat-maktadır.Genel bir değerlendirme yapıldı-ğında, bu tür çalışmaların amacı, çalışma ortamında risk faktörleri-nin tanımlayarak, riskleri azaltmak ve kazalar olmadan önlemektir. Önleme aşaması ise aktif ve pasif önlemler olmak üzere iki grupta toplanabilir. Aktif önlemler, çalışan-ların iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin davranış değişimlerini sağlayacak yöntemler içerirken, pasif önlemler demeti işçilerin edilgen bir biçimde katıldığı çeşitli eğitim çalışmalarını içermektedir. Bu önleyici çalışma-ların bir kısmı sadece çalışan ya da örgüt üzerinde odaklanırken, etkin olarak değerlendirdiğimiz çalışma-lar ise, hem çalışan hem örgüt üze-rine odaklanan ve bütüncül bir risk analiz sürecini içeren çalışmalar olmaktadır.

Kaynak: Occupational Injury: Rısk, Prevention and Intervention, ed: Anne-Marie Feyer and Ann William-son, 1998.

Enine Boyuna İş Sağlığı ve Güvenliği

Page 15: kepenk 32. sayı

KEPENK 15 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 16: kepenk 32. sayı

KEPENK 16 OCAK-ŞUBAT 2011

KÜLTÜR

MedeniyetinYapıtaşı: İSLAM

Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araş-tırmalar Vakfı (UTESAV)

ve İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) iş birliğiyle düzenlenen Uluslararası Medeniyet ve Değerler Sempozyu-mu İTO Meclis Salonu’nda gerçek-

UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay

Uluslararası düzeyde önde gelen 6’sı yurtdışından ve 5’i yurtiçinden olmak üzere 11 ilim ve düşünce

adamının katıldığı sempozyumda, “medeniyetimizin geleceği ve kurucu rolü”, “iktisat, toplum ve medeniyet”, “medeniyetler arası ilişkiler: çatışma, ittifak ve etkileşim”

başlıklı konular masaya yatırıldı.

leşti. Sempozyumunun açılışında bir konuşma yapan Tertip Heyeti Başkanı Prof. Dr. Recep Şentürk, “tarih boyunca sürekli tartışılan medeniyet ve medeniyetler arası

ilişkiler günümüzde her zaman-kinden daha önemli ve yaygın bir gündem maddesi haline gelmiş-tir; eskiden sadece İbn Haldun ve Toynbee gibi üst düzey düşünür-

Page 17: kepenk 32. sayı

KEPENK 17 OCAK-ŞUBAT 2011

İTO Başkanı Murat Yalçıntaş

Yalçıntaş: Medeniyetin hikayesi çatışmaların da hikayesi olmuştur. Farklı olana hayat hakkı verilmemiş, saygı, hoşgörü, anlamak yerine yok etmek ve yok saymak öne çıkartılmış. Oysa bu topraklar bir arada yaşayabilme projesinin son derece uygulanabilir olduğunu gösteriyor.

ler tarafından ele alınırken, artık siyasetçi, işadamı ve gazetecilerin bile katıldığı hararetli bir tartışmaya dönüşmüştür. Medeniyetler çatış-ması tezi artık küresel jeopolitiğin eksenin ulus devletten medeniyete kaydığı iddiasını ortaya atarak, me-

deniyetin ne olduğu ve medeniyet-ler arası ilişkiler konusunu hiç kim-se tarafından göz ardı edilemeyecek bir şekilde insanlığın gündemine oturtmuştur. Uluslararası Mede-niyetler ve Değerler Sempozyumu bu dönemeçte konuya “İstanbul yaklaşımı”yla yeniden bakmak ve katkı yapmak için düzenlenmiştir” dedi.

Dünyanın daha huzurlu yaşama-sı için insanı temel alan evrensel

değerlere sahip çıkmak gerektiğine dikkat çeken UTESAV Mütevelli Heyeti Başkanı İsrafil Kuralay, “Bu evrensel değerler İslam’da mevcut-tur. Batı medeniyeti tek kutuplu ve Avrupa merkezli bir kültürel anlayışla diğer medeniyetlerin var olmasına fırsat vermeyecek şekilde onları yok ediyor. Bu çatışmacı yak-laşım açlık, yoksulluk ve adaletsizlik üreterek dünyayı tehdit ediyor” dedi. Ardından İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, Medeniyetler arasındaki temel anlayışın saygı ve hoşgörü olması gerekirken, hep kendisin-den farklı olanı yok etme üzerine kurulduğuna dikkat çekti. Yalçıntaş, “Bu yüzyılın en doğru adı “küresel yüzyıl” olabilir. Artık kişisel iletişim kalmamış herkes ve her şey bir-birini dönüştürür hale gelmiştir. Dönüşümü izleyebilir hatta yön-lendirebilirsek ancak refahtan pay alıyoruz. Yönlendiremezsek maruz kalan olup sadece sahip oldukları-nızı başkalarının hizmetine sunan olabilirsiniz. Medeniyet ve ekonomi ile ilgili çözülmesi gereken birçok soru vardır. Bu soruların cevapları temsil ettiğimiz iş adamlarının iş yapma biçimlerini de etkileyecektir. Medeniyetin hikayesi çatışmaların da hikayesi olmuştur. Farklı olana hayat hakkı verilmemiş, saygı, hoş-görü, anlamak yerine yok etmek ve yok saymak öne çıkartılmış. Oysa bu topraklar bir arada yaşayabilme

Page 18: kepenk 32. sayı

KEPENK 18 OCAK-ŞUBAT 2011

KÜLTÜR

projesinin son derece uygulanabi-lir olduğunu gösteriyor.” Şeklinde konuştu.

Sempozyumun açılışında konu-şan Dünyaca ünlü düşünür Prof. Dr. Ali Mazrui, Asya’nın, bütün medeniyetlerin beşiği ve çıktığı yer, Avrupa’nın ise kapitalizm ve ulusalcılık gibi laik modellerin be-şiği olduğunu söyledi. Türkiye’nin, Asya’nın manevî değerleri ile

Dünyaca ünlü düşünür Prof. Dr. Ali Mazrui

İbn Haldun

Medeniyetin Yapıtaşı: İSLAM

Mazrui: Asya’nın, bütün medeniyetlerin beşiği ve çıktığı yer, Avrupa’nın ise kapitalizm ve ulusalcılık gibi laik modellerin beşiği olduğunu söyledi. Türkiye’nin, Asya’nın manevî değerleri ile Avrupa’nın etkilerini bünyesinde bulunduran bir ülke olduğunu vurgulayan Mazrui, doğu ve batı medeniyetleri arasında geçiş noktasında bulunan Türkiye’nin, diğer medeniyetleri de öğrenmeye hazır olduğunu kaydetti.

Avrupa’nın etkilerini bünyesinde bulunduran bir ülke olduğunu vurgulayan Mazrui, doğu ve batı medeniyetleri arasında geçiş nok-tasında bulunan Türkiye’nin, diğer medeniyetleri de öğrenmeye hazır olduğunu kaydetti. Medeniyetler arasındaki alış verişin çok önemli olduğunu vurgulayan Mazrui, Batı medeniyetinde ilerleme kaydetmek

için savaşların meydana geldiğini, hiçbir medeniyette görülmeyen şekilde insanların birbirleriyle savaştığını ve çok fazla kan dökül-düğünü anlattı.

Uluslararası düzeyde önde gelen 6’sı yurtdışından ve 5’i yurtiçinden olmak üzere 11 ilim ve düşünce adamının katıldığı sempozyumda, “medeniyetimizin geleceği ve kuru-cu rolü”, “iktisat, toplum ve mede-niyet”, “medeniyetler arası ilişkiler: çatışma, ittifak ve etkileşim” başlıklı konular masaya yatırıldı.Arnold Toynbee

Page 19: kepenk 32. sayı

KEPENK 19 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 20: kepenk 32. sayı

KEPENK 20 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNDEM

tutarının yüzde 150’sini geçemeye-cek. Bakanlar Kurulu, kısa çalışma ödeneğinin süresini 6 aya kadar uzatmaya yetkili olacak.

İlk defa işe alınacakların primleri: Tasarıyla 31 Aralık 2015 tarihine kadar ilk defa işe alınacak her bir sigortalı için, özel sektör işverenine sigorta primi desteği getiriliyor. Buna göre, 31 Aralık 2015’e kadar işe alınan sigortalının, sigorta prim-lerinin işverene ait tutarı, işe alın-dıktan sonra belirli sürelerle İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacak. 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkeklerin 24 ay süreyle mes-lek belgesi sahiplerinin belgelerinin niteliğine göre 48 ay veya 36 ay süreyle 29 yaşından büyük erkek-lerin meslek belgelerine göre 24 ay süreyle çalışırken, bu düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra mesleki yeterlilik belgesi alanlar,

mesleki ve teknik eğitimini tamam-layanlar veya işgücü yetiştirme kurslarını bitirenlerin 12 ay süreyle Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından işe alınmaları halinde de ilave 6 ay süreyle işverene ait prim-leri karşılanacak.

Evden ve uzaktan çalışma: Son yıllarda fiilen uygulanan ‘’evden çalışma’’, ‘’uzaktan çalışma’’ ve ‘’çağrı üzerine çalışma’’ gibi esnek çalışma modelleri yasal dayanağa kavuşturuluyor. Tasarıda, bu çalış-ma modellerinin usul ve esasları belirleniyor. İşe alınacakların de-neme süresi 2 ay, ilk defa işe alı-nacakların deneme süresi ise 4 ay ile sınırlandırılacak. 2 aylık süre, toplu iş sözleşmesiyle 4 aya kadar uzatılabilecek. Turizm sektörün-de 2 ay olan denkleştirme süresi toplu iş sözleşmesi ile 4 aya kadar çıkarılabilecek. Sosyal Güvenlik Kurumunun taşra teşkilatında me-mur kadrosunda olmayan ‘’Sosyal Güvenlik Denetmeni’’ çalıştırılabi-lecek. Görevlendirilecek kişilerin yarışma sınavında başarılı olma-ları ve belirli koşulları taşımaları gerekecek. Erken doğum yapan kadın işçi, doğumdan önce kulla-namadığı izni doğum sonrasında kullanabilecek. 8 hafta olan iznin kullanılmayan süresi yine 8 hafta

Ağırlıklı olarak kamunun vergi ile sosyal güvenlik prim alacaklarını yeniden

yapılandıran ve çalışma hayatına ilişkin düzenlemeler içeren ‘’Torba Tasarı’’, TBMM Plan ve Bütçe Ko-misyonunda kabul edildi. İşte çok tartışılan yasadan bazı başlıklar…

Kısa çalışma ödeneği: Kısa çalışma ödeneğinin uygulama alanı geniş-letilerek ödenek miktarı yeniden düzenleniyor. Buna göre, genel eko-nomik, sektörel veya bölgesel kriz nedeniyle haftalık çalışma süreleri-nin geçici olarak azaltılması, işyeri-nin faaliyetinin kısmen veya geçici olarak durdurulması hallerinde işyerinde 3 ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilecek. İşsizlik Sigortası Fonundan kısa çalışma ödeneği verilecek. Ödenek, brüt ücretin yüzde 60’ı oranında olacak. Miktar, asgari ücretin brüt

Bir Torba Yasa

Bazı kamu alacakların yeniden yapılandırılan, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile çok sayıda kanunda değişiklik yapan ‘’torba’’ tasarı yasalaştı.

Page 21: kepenk 32. sayı

KEPENK 21 OCAK-ŞUBAT 2011

olan doğum sonrası izne eklene-cek. Kamu kurum ve kuruluşların-da sürekli işçi kadrosunda çalışan işçilere, bakmaya mecbur olduğu veya refakat etmedikleri takdirde hayatı tehlikeye girecek ana, baba, eş ve çocukları ile kardeşlerinden birinin ağır bir kaza geçirmesi veya önemli bir hastalığa tutulması hal-lerinde istekleri üzerine 6 aya ka-dar ücretsiz izin verilebilecek. Bu süre 6 ay daha uzatılabilecek.

BDDK ve SPK’nin merkezleri İstanbul’a taşınacak: TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen ‘’Torba Tasarı’’ya göre, Vakıf-bank, BDDK ve SPK’nın merkezleri İstanbul’a taşınacak. Bazı üst düzey kamu görevlerine yapılacak atama-larda, özel sektörde geçen hizmet süresi de dikkate alınacak. Buna göre, Başbakanlık ve bakanlıkların bağlı ve ilgili kuruluşlarının müste-şar ve müsteşar yardımcıları ile en üst konumundaki genel müdür ve başkan kadrolarına atamalarda, özel kurumlarda ve serbest olarak çalışı-lan süre de dikkate alınacak. Diğer kadrolara atamalarda ise bu sürenin dörtte üçü kabul edilecek. Ancak, bu süre 6 yılı geçemeyecek. Kademe ilerlemesinde memurun ‘’olumlu sicil’’ alması şartı aranmayacak. 6 yılda bir verilen kademe ilerleme-sinin koşulları da değiştirilerek, ‘’olumlu sicil’’ yerine ‘’disiplin cezası almamak’’ koşulu getiriliyor, süre ise uzatılıyor. Buna göre, 8 yıl içinde herhangi bir disiplin cezası almayan memurlara bir kademe ilerlemesi daha verilecek.Sözleşmeli personel, sendikalı olabilecek. Kurumlarında atama imkanı olmayan memurlar, Devlet Personel Başkanlığınca be-lirlenen başka bir kurumdaki boş kadroya atanabilecek.

Ödüller yeniden düzenleniyor: Tasarıda, başarılı olan memurlara verilen ödül miktarı da günün şart-larına göre yeniden düzenlenerek teşvik edici hale getiriliyor. Disiplin cezası vermeye yetkili disiplin amir-leri; yürütülen hizmetin özellikleri ve çalışma şartları dikkate alınarak genel yönetmelikte belirtilen esas ve usuller çerçevesinde, kurumlarınca tayin ve tespit edilen amirler olacak. Valiler illerde, kaymakamlar ilçe sınırları dahilindeki kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilatında görev yapan her düzey personelin üst disiplin amiri olacak. İkamet ettiği il sınırları dışına çıkma, toplu müracaat ve şikayet ile yasaklanmış yayın bulundurma fiilleri, disiplin suçu olmaktan çıkarılıyor.

Tasarıyla aylıktan kesme veya ka-deme ilerlemesini durdurma cezası alan memurların atanamayacakları görevler yeniden düzenleniyor. Buna göre, aylıktan kesme cezası alanlar 5 yıl, kademe ilerlemesi durdurulanlar 10 yıl boyunca daire başkanı kad-rolarına, daire başkanı kadrosunun dengi ve daha üst düzey kadrolara, bölge ve il teşkilatlarının en üst yö-netici kadrolarına, düzenleyici ve denetleyici kurumların başkanlık ve

üyeliklerine, vali ve büyükelçi kadro-larına atanamayacak.

Geçici süreli görevlendirme: Memurlar, geçici görevlendirme yapmak isteyen kurumun talebi ve çalıştıkları kurumun izni ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici süreli olarak görevlendirile-bilecek. Geçici süreli görevlendirme süresi, 1 yılda 6 ayı geçemeyecek. Memurlar, kamu yararı ve hizmet gerekleri sebebiyle ihtiyaç duyul-ması halinde kurumlarınca Devlet Personel Başkanlığının uygun gö-rüşü alınarak, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında 6 aya kadar geçici süreli olarak görevlendirilebilecek.Sendika üyesi kamu görevlilerine 3 ayda bir 45 TL toplu görüşme pri-mi ödenecek. Sözleşmeli personel, Anayasa’da ve özel kanunlarda be-lirtilen hükümler uyarınca sendika-lar ve üst kuruluşlar kurabilecek ve bunlara üye olabilecek. Sözleşmeli personelin grev kararı vermesi, bu yolda propaganda yapması, herhan-gi bir greve veya grev teşebbüsüne katılması, grevi desteklemesi ya da teşvik etmesi yasak olacak.

Risk merkezi: BDDK’nın elde edeceği sır niteliğindeki bilgi ve

Page 22: kepenk 32. sayı

KEPENK 22 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNDEMBir Torba Yasa

belgeler, ceza soruşturması ve ko-vuşturması kapsamında ilgili adli makamlara ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri iddia edilen suç-lardan dolayı haklarında başlatılan soruşturma kapsamında talepte bulunacak, görevden ayrılan Kurul Başkanı ve üyeleri ile personele verilebilecek. Mevcut düzenlemede, bu bilgilerin verilmesi yasakla-nıyordu. Halen Merkez Bankası bünyesinde olan ‘’Risk Merkezi’’, Bankalar Birliği nezdinde yeniden yapılandırılacak. Kredi kuruluşları ile Bankacılık Düzenleme ve De-netleme Kurulunca (BBDK) uygun görülecek finansal kuruluşlar, Risk Merkezine üye olmak zorunda ola-cak. Üye kuruluşlar, Risk Merkezin-ce istenilen, müşterileri ile ilgili her türlü bilgiyi verecek. Risk Merkezi, bu yükümlülüğe uymayanlara bilgi akışını durdurabilecek.

Yurt dışı temsilcilikleri açılabile-cek: Sermaye piyasaları açısından yoğun ilişki içinde bulunulan ül-kelerde, Bakanlar Kurulu kararıyla yurt dışı temsilcilikleri açılabilecek. Merkez Bankası, Hazine Müsteşar-lığının talebi üzerine, devletin gerek içeride gerekse dışarıda tahsilat ve tediyatını ve bütün hazine işlemleri-ni, yurt içi ve dışı her nevi para na-kil ve havale işlerini yapacak. Mer-kez Bankasının mali bağımsızlığına ve kamuya kaynak sağlanamaması yönündeki ilkeye uygun olarak, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanun, Merkez Bankasına uygulan-mayacak.

Öğrenci affı: TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen ‘’Tor-ba Tasarı’’ya göre, yükseköğretim

kurumlarıyla ilişiği kesilenlere dönüş yolu açıldı. Katkı payı öden-diği sürece üniversiteden öğrenci atılmayacak. Yükseköğretim ku-rumlarında hazırlık dahil bütün sınıflarda, intibak, ön lisans, lisans tamamlama ve lisansüstü öğrenimi gören öğrencilerden, her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilenler, kanu-nun yürürlüğe girmesinden itibaren 5 ay içinde ilişiklerinin kesildiği yükseköğretim kurumuna başvu-rarak, 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğrenimlerine yeniden baş-layabilecekler. Üniversiteye dönüşte süre sınırı olmayacak. Müracaat süresi içinde askerlik zamanı gelmiş olanların askerlikleri tecil edilmiş sayılacak. Düzenlemenin yürürlüğe gireceği tarihte askerlik görevini yapmakta olanlar ise terhislerini takip eden 2 ay içinde ilgili yükse-köğretim kurumuna başvurmaları halinde kanunda belirtilen haklar-dan yararlanabilecek. Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) bağlı eğitim kurumları ile Polis Akademisi ve bağlı yüksek öğretim kurumlarında eğitim görürken ilişiği kesilenler de

kapsamda olacak.

Tütün ve Alkol: Tütün mamulleri veya alkollü içkilerin tüketicilere sa-tışını internet, televizyon, faks ve te-lefon gibi elektronik ticaret araçları ya da posta ile sipariş yöntemi kul-lanarak yapmak üzere satış sistemi kuran veya faaliyette bulunanlara, 20 bin TL’den 100 bin TL’ye kadar idari para cezası verilecek. Satışın internet ortamında yapılması halin-de erişim engellenecek.

Belediyelere trafik cezasından pay: Belediyelerin bütçe kaynakları kullanılarak, karayollarında can ve mal güvenliğini sağlamak, düzenli ve güvenli trafik akışını temin için kurulan elektronik sistemlerin Em-niyet Genel Müdürlüğünce trafik ihlallerinin tespiti amacıyla kulla-nılması durumunda, belediyeler kesilen trafik cezalarının yüzde 30’u oranında pay alacak. TESK, Milli Prodüktivite merkezine aidat öde-meyecek. Avukatların her yıl yeni-lenen vekalet pulu bedeline yüzde 5 oranında ilave yapılacak.

Page 23: kepenk 32. sayı

KEPENK 23 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 24: kepenk 32. sayı

KEPENK 24 OCAK-ŞUBAT 2011

AYIN KONUĞU

Fatih Belediye Başkanı

Mustafa Demir“Esnaf ve sanatkarın her zaman yanındayım”

Fatih binlerce yıldır var olan bir yerleşim merkezi. Unutulmaya yüz tutmuş geleneksel sanatlar ve sanatkârları destekliyor musunuz? İlçenizdeki esnaf ve sanatkârların durumu nasıl?

Öncelikle Kepenk Dergisi’ne teşek-kür ediyor; okurlarınıza selam ve saygılarımı sunuyorum. Sorunuza gelince, Fatih sizin de ifade ettiğiniz gibi, binlerce yıldır bir yerleşim ye-ridir ve dolayısıyla insanlık tarihinin hemen hemen her önemli olayına ya şahit olmuş ya da bizzat tarihi şekillendirmiştir. Biliyorsunuz, Mar-maray kazıları esnasında Yenikapı’da ortaya çıkarılan buluntular, Tarihi Yarımada’nın tam 8500 yıldır bir yer-leşim yeri olduğunu ispatlamaktadır. İnsanlık tarihinin yazının bulunu-şundan itibaren kayıt altında oldu-ğu düşünülürse -ki günümüzden 5000 yıl önce bulunmuştur, Tarihi Yarımada’nın tabiri caizse tarihten bile eski bir yerleşim yeri olduğu söylenebilir. Dahası, burası insanlı-ğın yerleşik düzene geçtiği Neolitik Çağ’dan beri kesintisiz olarak yerleş-mek için tercih ettiği yegâne yerdir. Bu durumda Tarihi Yarımada’nın bu uzun geçmişinin onu geleneksel sanatlar dâhil, her alanda dünyanın en zengin yerlerinden biri kıldığı aşikardır. Tabi Tarihi Yarımada’nın geçmişinde üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olmak gibi un-vanlar da vardır. Bu şehir, yaklaşık 16 asır boyunca uygarlığın merkezi, dolayısıyla sanat ve sanatçının da merkezi olmuştur. Biliyorsunuz, Fatih Sultan Mehmet zamanında fet-hedilen şehre yerleşmesi için davet edilenlerin başında sanatkârlar bulu-nuyordu. Çünkü yeni şehir, imar ve iskân edilmeli; imparatorluk başken-ti olmaya layık hale gelmeliydi.

Sanatkârlarımızı desteklemek için Belediyemizin fuayesinde dahi sergiler düzenliyor; Ahilik Haftası etkinliklerine destek oluyor, restore ettiğimiz binaların bir kısmını yeniden fonksiyonlandırarak, sanat ve sanatkarların yetişmesine olanak tanıyan vakıflara tahsis ediyoruz. Mesela, Sümbül Sinan Tekkesi, Balat Sanat Meydanı (Dimitri Kantemir Müzesi) gibi…

Page 25: kepenk 32. sayı

KEPENK 25 OCAK-ŞUBAT 2011

Benim mesaim sabah namazından

sonra başlar. Daha esnafımız

kepenk açmadan ben Fatih’i

dolaşırım. Esnafla sohbet eder,

hayırlı sabahlar dilerim. Bazen

birlikte kahvaltı ederiz. Dertlerini

dinlerim. Böylelikle birinci

ağızdan esnafımın belediyeden

beklentilerini öğrenirim.

Bir de tabii bizim geleneğimizde Ahilik teşkilatı ve loncalar vardı. Türklerin Anadolu’ya tutunması da, Ahiliğin erdeme dayalı pren-sipleri sayesinde olmuştu. Dolayı-sıyla, fethedilen İstanbul’un birlik ve beraberlik içinde yaşaması için esnaf ve sanatkârların öncelikle İstanbul’a yerleşmesi gerekiyordu. Nitekim İstanbul kısa zamanda yine dünyanın en önemli ticari merkez-lerinden biri haline geldi. Bunda şehrin coğrafi konumunun yanı sıra, Osmanlı yönetiminin ticaret ve sanatı desteklemesi de etken oldu. Biliyorsunuz dünya ticaretinin ilk ve en büyük çarşısı olan Kapalıçarşı da Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilmişti.

Günümüze gelince, elbette sana-yileşme ve modernleşme pek çok el sanatını köreltti. Artık sanat, babadan oğula geçmiyor. Maalesef, o eski ustalardan da pek kalmadı… Ancak şunu sevinerek söyleyebili-rim ki, günümüzde bu eski el sanat-ları yeniden değer kazanmaya baş-ladı. Gerek belediyeler ve gerekse özel sektör, el sanatlarını yaşatmak için kurslar açıyor. Mesela Büyük-şehir Belediyemizin İsmek kursları binlerce insanı eğitti. Ne mutlu bu kursiyerler içinde sanatında usta düzeyine ulaşanlar da oldu. Hat, tezhip, ebru ve nakışlarımız yeni-den popüler hale geldi.

Biz de Fatih Belediyesi olarak, hal-kımıza el sanatları konusunda kurs-lar düzenliyoruz. 16 farklı branşta kursumuz var. Öte yandan meslek edindirmeye yönelik kurslarımız da var. Bunu İşkur’la birlikte yapıyo-ruz. Hatta öyle ki bu kursa devam edenler sigortalı oluyor ve AB fon-larından sağladığımız bir ödenek

dahi alıyorlar. Mesela geçen yıl taş ustaları ve oteller için personel ye-tiştiren kurslarımız vardı.

Bütün bunların yanı sıra sanatkârlarımızı desteklemek için Belediyemizin fuayesinde dahi sergiler düzenliyor; Ahilik Haftası etkinliklerine destek oluyor, restore ettiğimiz binaların bir kısmını ye-niden fonksiyonlandırarak, sanat ve sanatkarların yetişmesine olanak tanıyan vakıflara tahsis ediyoruz. Mesela, Sümbül Sinan Tekkesi, Ba-lat Sanat Meydanı (Dimitri Kante-mir Müzesi) gibi…

**Tabii Fatih’in bir de şöyle bir şansı var. Ona da değinmeden geçme-yelim. Fatih Türkiye’nin Esnaf ve Sanatkâr derneklerinin merkezi. Neredeyse, her oda ve derneğin yönetim merkezi İstanbul’un kal-bi olan Fatih’te bulunuyor. Bu da dayanışmayı ve birliği beraberinde getiriyor. Ben bu bakımdan esnaf ve sanatkârımızın Fatih’te çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Zaten biz de Fatih Belediyesi olarak esnaf ve sanatkâr odalarımızla olsun, derneklerle olsun çok iyi ilişkiler içindeyiz.

İki dönemdir belediye başkanı olmanın sırrı nedir?

Doğruyu söylemek gerekirse çok çalışmak, dürüst ve samimi ol-maktır, diyebilirim. Mesela benim mesaim sabah namazından sonra başlar. Daha esnafımız kepenk açmadan ben Fatih’i dolaşırım. Esnafla sohbet eder, hayırlı sabah-lar dilerim. Bazen birlikte kahvaltı ederiz. Dertlerini dinlerim. Böy-lelikle birinci ağızdan esnafımın belediyeden beklentilerini öğre-nirim. Aynı şekilde, semt pazarla-rını da ziyaret ederim. Belediyeye geçtiğimde de mesaim akşam geç saatlere kadar sürer. Hafta sonu dâhil, çok yoğun bir tempoda çalı-şırım. Aslında biliyorsunuz ki, bu iş bir gönül işi… Ben de Fatih’i çok sevdiğim için Fatihlilere hizmet etmek bana büyük bir mutluluk ve-riyor. Çünkü bu topraklar, ecdadın bize kutsal bir emaneti… Görevi ihmal, bu topraklarda ecdada ve emanete ihanet gibi geliyor bana… Bu nedenle Fatih’e hizmet, beni yormuyor.

Halkımızın da bunları gördüğünü ve çalışmalarımızı takdir ettiğini düşünüyorum.

Page 26: kepenk 32. sayı

KEPENK 26 OCAK-ŞUBAT 2011

AYIN KONUĞU

2010 yılını İstanbul Avrupa kültür başkenti olarak kutladık. Fatih bu kutlamalarda ne ölçüde yer aldı?

Bir kere Fatih, ilk İstanbul’dur ve şu an sınırları Gebze’den Tekirdağ’a kadar büyümüş olan, 12 milyon-luk dev şehrin kalbidir. O nedenle İstanbul’un taşıdığı Kültür Baş-kenti unvanının ana unsuru da Fatih’ten başkası değildir. Ayrıca, şehrimize bu unvanı kazandıran kültür değerlerinin yoğunluklu olarak bulunduğu yer de Fatih’tir. Düşünsenize Ayasofya Fatih’te, Sul-tanahmet, Süleymaniye Camileri,

Topkapı Sarayı, Kapalıçarşı, Surlar, Arkeoloji Müzesi Fatih’te… Adım başı tarih ve kültür var burada… Üstelik görülenin yanı sıra toprağın altı da tarihin tüm katmanlarından değerler içeriyor. Biliyorsunuz, İstanbul 16 asır boyunca üç mede-niyete başkentlik yaptı. Zamanının mega kentiydi. Kültürlerin buluşma noktasıydı. Bu durum, bugün de aynen sürüyor. İstanbul, özellikle de Tarihi Yarımada, yine kültürlerin buluşma noktası… Hatta ülkemizin en önemli kültür turizmi bölgesi… Velhasıl kelam iki yön, iki kıta, iki deniz ve üç dinin buluştuğu nokta-

da yer alan Tarihi Yarımada, 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin simgesi ve merkezidir.

Biz de Fatih Belediyesi olarak bu noktada üzerimize düşen görevi hassasiyetle yerine getirdik. 2010 yılı boyunca pek çok etkinlik dü-zenledik ve 2010 Ajansı’nın dü-zenlediği etkinliklerde de paydaş olarak yer aldık. Dolayısıyla kültü-rel açıdan dolu dolu bir yıl yaşadık; İstanbul’u ve Fatih’i sık sık dünya gündemine taşıdık.

2011 için yeni projeleriniz neler?

2011 yılını da içine alan önümüzde-ki üç yıllık hizmet dönemini, Fatih için yenileme ve yatırım yılı olarak planladık. İlk dönemimizde Fatih’in çözümsüz gibi görünen sorunla-rına odaklanmış ve Fatih’e 5 yılda 50 yıllık yatırım getirmiştik. İkinci dönemimizin ilk yılında ise Eminö-nü ile birleşmemizden kaynaklanan problemleri çözmeye odaklandık. Ancak biliyorsunuz Fatih’in özel-likle gündüz nüfusu çok yoğun (2 milyon) ve artık mevcut altyapı bu yoğunluğu taşıyamıyor. Tarihi Yarı-

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir “Esnaf ve sanatkarın yanındayım”

Page 27: kepenk 32. sayı

KEPENK 27 OCAK-ŞUBAT 2011

mada yeni bir yapılanmaya ve da-hası yeni altyapıya ihtiyaç duyuyor. Yaptığımız yayalaştırmaların teme-linde de aslında bu var. Amacımız, yenilemenin yanı sıra tarihi kentte-ki taşıt trafiği yükünü azaltmak.

Bir de tüm İstanbul olduğu gibi Fatih de deprem riski taşıyor. Maa-lesef Fatih’in yapı stoku da yıpran-mış durumda… İnsanlarımız risk altında. Biz bu yenilemeyi yapmak zorundayız. Çünkü bu insanların can güvenliğini korumanın tek yolu bu. Ayrıca, bu yıpranmış doku im-paratorluklara başkentlik yapmış, milyonlarca turistin ziyaret ettiği Tarihi Yarımada’ya yakışmıyor. Do-layısıyla, 2011’de yenileme çalışma-larımız hız kazanacak. Yıpranmış dokuya sahip semtlerin tarihi kim-liğini koruyarak, çağdaş şehirlerin alt yapı ve sosyal donanımlarını da içeren bir yenileme yapacağız.

Fatih’in ana caddelerinden başlaya-rak bina cephelerini de yeniliyoruz. En azından bir takım çirkinlikleri makyajlayarak, bütünlük içinde düzgün bir görüntü sağlamaya çalı-şıyoruz.

Elbette Fatih’te sadece yenileme yapmıyoruz. Fatih’in geleceği olan çocuklarımıza, gençlerimize de ya-tırım yapıyoruz. Geçtiğimiz dönem, Fatih’teki tüm ilköğretim okulla-rımızın bütün dersliklerini Akıllı Tahtalarla donattık. Çocuklarımızın eğitim kalitesini çağdaş ülkeler sevi-yesine taşıyan bu uygulamamız, Sa-yın Başbakanımızın da isteği ile tüm Türkiye’ye yayılacak. Biz pilot bölge olarak, deneyimlerimizi Sayın Baş-bakanımızla da paylaştık. Türkiye’ye örnek ve önder olmaktan mutluyuz.

Ahilik Kültürü ve Esnaf Bayra-mını iki yıldır beraber düzenledi-ğimiz etkinliklerde, Fatih’in ma-nevi havasıyla kutluyoruz. Ahilik hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce bu etkinlikler halkın ahiliği hatırlamasını sağlıyor mu?

Ahilik Teşkilatı, bildiğiniz üzere günümüzden yedi asır önce mes-leki bir birlik olarak kurulmuştur. Toplumu ve o toplumu oluşturan bireyleri mesleki ve ahlaki yönden eğiterek “mükemmel topluma ulaşmayı” hedefleyen bu mesleki birlik, 20. yüzyıl başında kısmen

unutulmasına rağmen, kuruluş felsefesi itibariyle günümüzde hala büyük bir öneme haizdir.

Bugün üzerinde soluk alıp verdi-ğimiz, vatanımız bellediğimiz bu topraklar, başarılarıyla övündüğü-müz ecdat, şanlı tarihimiz bu Ahilik Felsefesi’nin sonucudur. Ahilik, aslında Orta Asya’dan çıkıp gelmiş Türk boylarının, Anadolu’ya tutun-ma hikâyesidir. Ahilik, bu vatanı kuran temeldir, inançtır, felsefedir. Anadolu’yu birbirine bağlayan ve Osmanlı devletinin çatısı altında birleştiren mayadır. Çünkü “Ahi” her şeyde, her ortamda ve her çağ-da, denge ve düzen tutturandır. Ahi, dağıtan değil, toparlayandır. Yıkan değil yapandır; dünya ve ahiret dengesini kurandır.

Ahilik teşkilatı insanı ham cevher-ken alıp işleyen, harlı ateşten bir ocaktır. O ocak ki, orada usta-çırak ilişkisi esastır. Ahi ocağında güçlü bir eğitim, ustaya saygı, vatan millet sevgisi, sağlam bir inanç ve değerle-re bağlılık vardır; Ahi Ocağı’na ham giren, olgun çıkar. Olgun insan-lardan oluşan toplum da kâmil bir toplum olur.

Toplumumuzun manevi değerlerini en iyi yaşattığı Tarihi Yarımada Fatih Belediyesi olarak, Ahilik Haftası kut-lamalarına destek vermemizin asıl nedeni de, işte Ahilik’in bu bireyden yola çıkarak toplumu olgunlaştıran felsefesine dikkat çekmektir.

Son olarak okurlarımız için ne söylemek istersiniz?

Esnaf ve Sanatkârlarımızın sesi olan Kepenk Dergisi’ne teşekkür eder, yayın hayatında başarılar dilerim.

Page 28: kepenk 32. sayı

KEPENK 28 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNCEL

ESDER Genel Başkanı Mah-mut Çelikus, yaşanan pat-lamalar sonrası OSTİM’e

yaptığı ziyarette incelemelerde bulundu. Çelikus “OSTİM’deki patlamada zarar gören esnaf ve sanatkara acil olarak KOSGEB acil destek fonundan hem yardım yapıl-malı, hem de uzun vadeli sıfır faizli destek kredisi acilen verilmeli” dedi.OSTİM’de bir iş merkezinde mey-dana gelen patlamanın ardından 20 kişinin hayatını kaybetmesi ve 24 kişinin de yaralanması nedeniyle, olay yerinde incelemelerde bulunan

Esnaf ve Sanatkarlar Derneği (ES-DER) Genel Başkanı Mahmut Çe-likus yaptığı açıklamada, “Oksijen tüpü patlaması sonucu 20 kişinin hayatını kaybederken 24 kişide ya-ralandı. Patlama sonunda binanın yarısı çökerek, 20 çalışanın hayatını kaybetmesine, 24 kişinin de yaralan-masına sebep olması hepimizi de-rinden üzmüştür” dedi. OSTİM’de-ki patlamanın iş merkezine ve çevre dükkanlara da büyük zarar vermesi

nedeniyle olay yerinde inceleme-lerde bulunan Esnaf ve Sanatkarlar Derneği (ESDER) Genel Başkanı Mahmut Çelikus, “OSTİM’de zarar gören esnaf ve sanatkara acil olarak, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri geliştirmeve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) acil destek fonundan hem yardım yapılmalı, hem de uzun vadeli sıfır faizli destek kredisi acilen verilmeli” açıklama-sında bulundu.

Çelikus, “OSTİM’de zarar gören esnaf ve sanatkara acil olarak, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri geliştirmeve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) acil destek fonundan hem yardım yapılmalı, hem de uzun vadeli sıfır faizli destek kredisi acilen verilmeli”

OSTİM ve İVEDİK’deki patlamada

zarar gören esnafa

acil kredi desteği verilmeli

Page 29: kepenk 32. sayı

KEPENK 29 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 30: kepenk 32. sayı

KEPENK 30 OCAK-ŞUBAT 2011

BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

Kepenk: Sayın Abdullah Sökücü, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Abdullah Sökücü: 1956, Gaziantep doğumluyum. İlk, orta ve lise tah-silimi Gaziantep’te yaptım; İmam Hatip’te okudum. Memuriyete başladım 1974’te, bu arada yine 74 yılında Nizip Lisesi Fen Bölümü’nü bitirdim; ancak yaşamım boyunca talebelik, dernek çalışmaları ve diğer sosyal etkinlikler hep ticaretle iç içe oldu. Daha sonra,Yüksek İslam Enstitüsü’nde okudum; çift diploma sahibi olduğum için iki üniversite bi-tirme imkanına sahip oldum. Fakat, babadan dededen gelen ticari hayata yakınlık beni işletme okumaya sevk etti. Malatya İnönü Ünv. İşletme Fakültesi’nden mezun oldum. Gö-rüldüğü üzere hayatım okul ve tica-ret arasında geçti ve gelişti.

K: Yüksek İslam Enstitüsünde de okumuş biri olarak; ticaret şu an sizin için ne ifade ediyor?

A.S.: Bana ticaretin ne ifade ettiğini şöyle açıklayabilirim: Allah (c.c.) resulü diyor ki “Rızkın onda biri ticarettedir.” Dürüst ticaret yapan tacirler, alimlerle, şehitlerle beraber hasrolunacak; denmektedir. Bu iki mühim ifadenin işaret ettiği nokta da şudur: Helal kazanç. Helal ka-zanç; çoluğa çocuğa, devlete, mil-lete faydalı olabilmenin önem arz

eden ayrıntısıdır. Adeta bir farzdır kazancın helal olması. Dolayısıyla, biz de insanlara faydalı olabilmek, insanları aldatmamak, insanların hayat tarzlarına, yaşam şekillerine yardımcı olabilmek için onlara en uygun ve kaliteli ürünü sunmaya çalışıyoruz.

K: Uzun zamandır ticaretle uğraşa-na biri olarak; Türkiye’de ticari ya-şamı nasıl gördüğünüzü öğrenebilir miyiz?

A.S.: Kapitalist sistem; dünyadaki kapitalist sistem İslami ve insani düşüncelerden uzak olduğu için,

Keçiören’de Ahîlik Kültürünün Yolunda Bir Esnaf:ABDULLAH SÖKÜCÜ

Memuriyete başladım 1974’te, bu arada yine 74 yılında Nizip Lisesi Fen Bölümü’nü bitirdim; ancak yaşamım boyunca talebelik, dernek çalışmaları ve diğer sosyal etkinlikler hep ticaretle iç içe oldu.

Page 31: kepenk 32. sayı

KEPENK 31 OCAK-ŞUBAT 2011

büyük balığın küçük balığı yutma; büyük balığı da dev balıkların yut-ma macerası devam ediyor. Şu anda kapitalizmin hedefinde küçük esnaf var adeta; küçük esnaflar, küçük iş-letmeler giderek zor duruma düşü-yor. Büyük şirketler, yurt dışından finans desteği olan firmalar gittikçe çoğalıyor. Alışveriş merkezleri, büyük iş merkezleri bunların hem içinde hem dışında çok değişik ince hesaplara dalmış başka başka fir-malar … Örneğin büyük bir firma herhangi bir cihazı; çok satılan her-hangi bir cihazı zararına verebiliyor. Bu açıkçası bir nevi Yahudi taktiği-dir. Bu durum şöyle gerçekleşiyor; on liralık malı sekiz liraya veya yedi liraya verebiliyorlar. Bir de reklam-

larında “stok adedi” kandırmacasını kullanıyorlar. Oysa biz ne biliyoruz; aldatan bizden değildir. Bunlar vatandaşı aldatıyor; bu bir. Bunlar büyük çapta, büyük sermayedar oldukları için fabrikalara, özellikle sıkışan fabrikalara maliyetinin al-tında mal yaptırabiliyorlar. Bunun üzerine piyasadaki küçük esnafın makul şekilde mal satmasının önü-ne geçerek ticareti zorlaştırıyorlar. Dolayısıyla, küçük esnaf bu şekilde yok olmaya doğru gidiyor.

K: Ahilik anlayışı ve sizin ona bakı-şınız nedir?

A.S.: Şimdi; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmeden önce esnafı

ziyarete çıkıyor tebdil-i kıyafetle. Bir esnaftan bir ürün alıyor ve aynı esnaftan ikinci bir ürün istediğinde ben siftah ettim komşumdan al gibi bir cevapla karşılaşıyor. Gerçek ahi-lik cömertlik ve başkasının gamını çekmek, ”diğergamlık” ilkelerini ba-rındırdığından, ticari hayatta olması arzu edilen bir durumla karşılaşmış oluyor. Esnaflar arasındaki bu diya-log ve dayanışma hadisesi İslami ku-rallara ve anlayışa da uygun. Ancak günümüzde İslami genel kültürden yoksun olan ticari hayat ve kapitalist anlayış zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Ama biliyoruz ki, bizim ticari anlayışımız olan ahilik sisteminde ise dayanışma, zor du-rumda olana yardım etme bir görev-dir. Fakat kapitalist sistemde kaybe-den kaderine terk edilir, adeta yok olmasına göz yumulur. Böylelikle dediğimiz gibi, bol miktarda fakir az miktarda zengin üretilir. Oysa ol-ması gereken bellidir: servet, kapital, para, emtaa; adına ne derseniz deyin tabana yayılmalıdır. Sosyal adaleti sağlamanın yegane yolu budur. Böylece memlekette de sosyal adalet ve huzur kendiliğinden sağlanmış olacaktır. Bu gün Mısır’da, Tunus’ta karşılaştığımız durumların temel nedeni de kapitalizm ve diktatörlük anlayışıdır. Hiçbir toplum bu denli büyük bir adaletsizliği sindiremez. Gelirin anormal dağılışından dolayı huzursuzlaşan ve suç oranı artan toplumdaki gerginlikler de ancak böyle son bulur.

K: Sosyal çevre, alım gücü ve ticaret üçgeni hakkında ne düşünüyorsunuz?

Keçiören’de Ahîlik Kültürünün Yolunda Bir Esnaf:

Ama biliyoruz ki, bizim ticari anlayışımız olan ahilik sisteminde ise dayanışma, zor durumda olana yardım etme bir görevdir. Fakat kapitalist sistemde kaybeden kaderine terk edilir, adeta yok olmasına göz yumulur.

Page 32: kepenk 32. sayı

KEPENK 32 OCAK-ŞUBAT 2011

BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

A.S.: Ben ticaretle ilgilendiğim bölge-de oldukça farklı insanlarla karşılaşı-yorum. Açıkça ifade etmek gerekirse aylık 250-300 lirayla geçinen aileleri de biliyoruz; bunun üstünde asgari ücretle geçinenleri de biliyoruz, üst düzeyde olanları da, en üst düzeyde olanları da… Ben burada bu sosyal çevrelerin hepsiyle ticari ilişki içinde-yim; dolayısıyla hepsiyle içli dışlıyım. Kimi zaman insanların bir malı tercih edişlerinde ve tercih ettikleri malın ödemesini gerçekleştirmelerinde kimi

zorluklarla karşılaşıyorum. İnsanla-rın varlıklı ya da fakir olmaları bir şeyi değiştirmiyor; verilen söze sadık kalmada her kesim bazen aynı tavır içinde. Bunun gösterdiği şu; insanlar varlık ya da yokluktan ziyade inanç ve ahlaki değer bakımından yeterli olmalı. Çünkü, toplumsal yozlaşma-nın en belirgin izlendiği alanlardan biri ticarettir. Ahlaken zayıf olmayan müşterilerimiz zor durumda olduk-larında gelip; hastam var, cenazem var, taksitimi ödeyemeyeceğim, diyor. Bu durumda diyecek bir şeyimiz yok. Ama, bunu yapamayanlarla da karşı-

mağazaya geliyor ama ne alaca-ğının, ihtiyacının ne olduğunun farkında değil. Fakat burada tacirin de ahlaken sağlam bir yapıya sahip olması mühim. Örneğin vatandaş çocuğuna yatak almaya geliyor; du-yuyoruz, kim yerlerde rahatsızlıklar için kullanılan yatak çeşitlerini tacir önüne gelen; örneğin bu çocuğu için gelen müşteriye satıyor. Ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarım, böyle bir anlayışa sahip değiliz. Kimseye ihtiyacı dışı bir şey satma-

Böylelikle dediğimiz gibi, bol miktarda fakir az miktarda zengin üretilir. Oysa olması gereken bellidir: servet, kapital, para, emtaa; adına ne derseniz deyin tabana yayılmalıdır. Sosyal adaleti sağlamanın yegane yolu budur. Böylece memlekette de sosyal adalet ve huzur kendiliğinden sağlanmış olacaktır.

laşıyoruz. ” Maaşımı aldım ama başka yere harcadım.” diye dobra dobra söyleyen de var; gelin çıkın işin için-den. Bu söylem, ahlaki çöküntünün göstergesidir. Ticaretle uğraşınca ister istemez çok farklı insanlarla karşı-laşmak zorunda kalıyorsunuz. Bu insanların içinde hırsızı da çoğalıyor, dolandırıcısı da çoğalıyor. Ahiliğin temel esasına göre, genel kültürü-müze göre eğitilmedikleri için ahlaki yapıyı düzeltmedikleri için ticari ha-yatımızda da çok değişik aksaklıkları

yaşıyoruz. Parası olmadığı zaman geliyor senden veresiye alıyor mesela şahıs ama parası olduğu zaman de gi-dip başka yerden alıyor. Ne denir ki? Ama, ben insanları bu duruma geti-ren şeylerin başında kapitalist ahlak ve reklam gibi noktaları görüyorum. Benim ve benim anlayışımda olan arkadaşların ise önem verdiği şey her zaman için ahlaki tavırdır.

K: Tüketmeyi biliyor muyuz?

A.S.: Aslında çoğu zaman karşıla-şıyoruz böyle durumlarla; vatandaş

nın peşinde koşmuyoruz; bu ahlaki değildir. Biz, müşterinin ihtiyacı neyse onu sağlamanın peşindeyiz. Şimdi evinde bir televizyon varken, ikinci bir televizyon almaya gelen çok dostumuz, müşterimiz var. Bunun doğru olmadığını anlatma-ya çalışıyoruz. Mutfağa televizyon koymak isteyen var; diyoruz ki: Kardeşim, mutfağa televizyon koy-mayın. Niye? Salonda yok mu? Var. Aile mutfakta yemek yiyor; ben mutfak grubu mobilyalarına önem veriyorum. Aile mutfakta bir araya geliyor. Bu da şu demek, televizyon

Keçiören’de Ahîlik Kültürünün Yolunda Bir Esnaf: ABDULLAH SÖKÜCÜ

Page 33: kepenk 32. sayı

KEPENK 33 OCAK-ŞUBAT 2011

seyretmeyin; aile meselelerinizi, toplumsal meseleleri, eğitimle ilgi meseleleri, çocuğun eğitimi ile ilgili meseleleri yani ciddi işleri mutfakta konuşun. Biz gücümüzün yettiği kadar vatandaşın lükse ve israfa meyl etmesine izin vermemeye çalı-şıyoruz. Esas ekonominin, iktisadın temel düsturu şu cümlede kayıtlı: yiyiniz, içiniz; ama israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez. Tica-retimizin de aile hayatımızın da, bizim de bu israf ekonomisinden kurtulmamız gerekir. Şu anda top-lumumuzun en önemli meselesi israf meselesinin üzerinde yoğun-laşmaktadır. İsrafı önlemek hepi-mizin en büyük gayreti ve hedefi olmalıdır. Kendi şahsi hayatımızda da, aile hayatımızda da, devlet ha-yatımızda da, kısacası her alanda, israftan kaçınan bir politikayı haya-ta geçirmemiz lazımdır. Memleke-timiz israftan kurtulduğu takdirde, sosyal dengedeki problemlerin azal-dığını görmek içten bile değildir. Bu anlamda ana hedefimizin israftan kaçınmak olduğunu söylememiz gerekir.

K: Sokağa çıktığınızda ne görüyorsu-nuz sosyal anlamda?

A.S.: Sokağa her çıktığımda gördü-ğüm şey açıkçası giderek artan bir kültürel yozlaşma. Genel anlamda da olsa; gençler özelinde de olsa karşılaştığımız manzaranın kor-kunçluğu ortada. Genç kızlarımız, delikanlılarımız yaşlarına uygun ol-mayan davranışlar içindeler mesela. Burada da bir büyük sıkıntı var aslında; gençlerimize baktığımızda, onlarda temel sorun olarak milli ve manevi bir hedeflerinin olmaması-dır. Bunun nedeni de bellidir aslın-da, gençlerimizi milli ve manevi

değerlerimize uygun yetiştirmeyi başaramıyoruz. Gençlere yönelik yapılan her türlü çalışmada, onlara, milli ve manevi değerlerimizi gele-ceğe taşımalarını sağlayacak temel değerleri aşılamakta zayıf kalıyoruz. Mesela bizim işyerimiz burada ca-miinin altında; genelde görüntü şu orta yaşlı ya da yaşlı insanlarımız daha çok camiye geliyor. Bu in-sanların bir birikimleri varsa milli ekonomiye katkıda bulunmaları lazım. Gençler daha ziyade Cuma günleri çoğalıyor camilerimizde. Ama onları da, başka gün görmek mümkün olmuyor neredeyse; cu-madan cumaya. Bunun en önemli nedeni elbette, yetiştirilmeye bağlı. Çocukluğumuzdan bu yana dini eğitimimizi alma konusunda da zayıf olduğumuz noktalar olabiliyor hayatımızda. Bu dini eğitim alanı maalesef genelde boş bıraktığımız bir alan; dolayısıyla çocuklara da verebileceğimiz bir şey kalmıyor. Orta yaştan sonra da, vatandaş emekli olunca gidecek bir yeri kal-mıyor; bu açığı kapamak içinde ca-miye gitmeyi tercih ediyor. Aslında belli başlı bir örgütlenme modeliyle bu sorunların önüne geçilebilir.

K: Sosyal alanda örgütlenme hak-kında ne söylemek istersiniz?

A.S.: Şimdi aslında şu anda mem-lekette sivil toplum örgütlerinin ne kadar önemeli olduğunu yeni yeni biz de fark ediyoruz; zaten bütün dünya da bu hadise gün yüzü-ne çıktı. Hükümetlerin ve devletlerin sivil toplum örgütlerinin görüş düşünce ve tek-

liflerine her zaman açık olduğunu bunların güçlü olması; herkesin gücü yettiği kadar katkıda bulun-ması ve dernek çalışmalarındaki şey insanlarımızın dünyalık meşak-katle sıkıntılarla boğuşarak zaman ayırmadığından dolayı bu kanbur üstüne kanbur konuyor. Halbuki insanlarımızın biraz önce dediğimiz gibi genel ahilik esasına göre ticare-timizi çalışmalarımızı, dünyalık ve ahretlik çalışmalarımızı insanların daha çok vakti olacak; düşünmeye daha çok zamanı olacak. Şimdi bi-zim esnaf kesiminin büyük çoğun-luğu hep bu meşakkat ve sıkıntılarla boğuşuyor onun için zaman ayırma imkanı çok az oluyor veya olamıyor. Onun için tüm bu zorlu uğraşlar içerisinde zaman ayırıp dernek ça-lışmalarına ve güç katabilmek, so-rumluluk almak vs. Bunu yaparsak inşallah mahşer hesabından kolay geçenlerden oluruz.

K: Sayın SÖKÜCÜ te-şekkür ederiz.

A.S.: Ben teşekkür ederim.

Page 34: kepenk 32. sayı

KEPENK 34 OCAK-ŞUBAT 2011

ESNAFTAN

Ankaralı Simitçiİster CRM (Customer Related Management) deyin, ister PR (Public Relation), isterseniz de Market Research… Zekâ, işine saygı, kâr arttırma bilinci… Hepsinin sonucunda yaratılan gerçek katma değer ve farklılaşarak rakiplerinden ayrılma…

Son bir yıldır öğle yemeklerini dışarıda yemek durumunda kaldığımızdan işyerinden iki

ağabeyimle Tunalı civarlarında ye-meğimizi yiyor ve öğleden sonrası için de Tunalı Pasajı karşısındaki köşeden simit alıyoruz. Yaklaşık on-on beş gündür tezgahın başka birisi tarafın-dan işletildiğini fark etmiştim. Dün bu sefer simidi ben alacağım diyerek, tezgaha gittiğimde simitçi ortalıkta görünmüyordu. Ben de her tezgahın başında simitçi olmadığında, Türkle-rin yaptığı refleks ile tezgahın camını açacak ve parayı koyarak iki tane simit alacaktım. Öyle de yaptım tez-gahın sürgülü camını açtım 1 YTL’ yi rafa koydum ve tam simitleri alacak-tım ki, orada üstüne el yazısıyla bir şeyler yazılmış, müsvedde kağıtları gördüm. Beni iyi tanıyanlar ne kadar meraklı olduğumu bilirler; “Yahu bu da nedir, ne yazmış bu adam acaba, bir bakayım,” dedim: 8:10 – 2 8:15 – 1 8.21 – 1 8.22 – 2

Anlayacağınız bu listede öğleye kadar hangi dakikada kaç simit satıldığı yazıyordu. Sonra bu listenin altına 13:55 – 2 yazıp, ne yazdığıma dikkat etsin diye 2’nin üstüne bir de yıldız koydum ve simitleri aldım. Veritabanı tutmaya bayılırım. “Allahım adam-daki bilince bak, veritabanı tutuyor!” dedim. Ama emin değildim. Belki de belediye böyle bir şeyler istemiştir falan… dedim. Neyse uzatmayayım, bugün yine aynı simitçiye uğradım, bu sefer oradaydı. Nasılsın, iyi misin, hoşbeşinden sonra” 13:55 simitlerini toplama ekledin mi?” diye sorunca:

Related Management) deyin, ister PR (Public Relation), isterseniz de Mar-ket Research… Zekâ, işine saygı, kâr arttırma bilinci… Hepsinin sonucun-da yaratılan gerçek katma değer ve farklılaşarak rakiplerinden ayrılma… Bunları öğretmek için yıllarca insan-

- “Abi sen miydin o?” diye gülümse-meye başladı. - “Neden böyle bir liste tutuyorsun?” diye sordum, “Belediye mi istiyor?” - ” Yok abi, ben 15 gün önce aldım bu tezgahın işletmesini, henüz ya-bancısıyım müşterinin dedi.

Bunları dakika dakika yazıyorum, hangi saatlerde müşteri yığılıyorsa, ona göre sıcak simit getireceğim, o gün sabahın simidi akşama kaldı, utandım müşteriden” dieyince el-lerine sarılıp öpmek geldi içimden. İşte böyle… İster CRM (Customer

ları yüksek ücretli okullarda okutu-yorlar. Sonuç ” veritabancı simitçinin ” yanından bile geçemeyecek olanlar bakın her yerde yüksek maaşlar alıp, endam gösteriyorlar.

Levent Hacıyusufoğlu

Page 35: kepenk 32. sayı

KEPENK 35 OCAK-ŞUBAT 2011

Page 36: kepenk 32. sayı

KEPENK 36 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNDEM

TATLIDAKİ TATSIZTEHLİKE*

Avrupa’da kişi başına NBŞ tüketiminin 1-1.5 kilo, Türkiye’de ise 6 kilo civarında olduğunu söyleyen Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, NBŞ üretimiyle ticari açıdan Türkiye’nin kâr etmediğini, buna rağmen halk sağlığının bozulmasına göz yumulduğunu şu verilerle açıklıyor: “Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya gibi ülkelerde de pancardan şeker elde ediliyor. Ama bu ülkelerden Fransa, Hollanda ve İngiltere NBŞ bazlı şeker üretimini yasakladı. 25 Avrupa ülkesi 1milyon 200 bin ton NBŞ üretirken Türkiye tek başına 500 bin ton üretiyor.

Page 37: kepenk 32. sayı

KEPENK 37 OCAK-ŞUBAT 2011

* Haber Türk internet sitesinden aynen alınmıştır.

Üç tehlikeli beyaz olarak bilinen ‘un, şeker ve tuz’un insan sağlığına etkisi tar-

tışılırken, daha az maliyetle elde edilen ve gazozdan çikolataya pek çok üründe kullanılan nişasta bazlı şeker (NBŞ), bazı AB ülkelerinde yasaklandı. Türkiye, dünyanın en büyük 4. şeker pancarı üreticisiy-ken, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” üretmek için sadece 2010’da 500 bin ton mısır ithal etti. Ancak içeriğinde fruktoz olan mısır şurubu ile yapı-lan gıdalar, doktorlara göre kronik hastalıkları salgına dönüştürüyor. 

FRANSA, HOLLANDA VE İNGİLTERE YASAKLADI! Fransa, Hollanda ve İngiltere, bu nedenlerle Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) olarak da adlandırılan mısır şurubu üretimini yasakladı. En büyük üretici ABD, üretim kotasını düşürdü. Türkiye’de ise Danıştay’ın kesinleşmiş kararına rağmen Ba-kanlar Kurulu kotayı düşürmemek-te ısrar ediyor. NBŞ artık kotalı, kotasız ve merdiven altı olarak; alkollü, gazlı, kolalı içeceklerde, baklava, bisküvi ve her türlü unlu mamul sanayiinde kullanılıyor. Üs-telik yalnızca tat verici olarak değil fermantasyon, raf ömrünü uzatma, nem dengesini koruma amacıyla da... İnsan sağlığına etkisi nedeniyle tartışılan mısır şurubunu, sağlık ve ticari yönüyle inceledik. NİŞASTA BAZLI ŞEKERALARMI! Tokluk hissi vermeyen ve kanser-den kalp hastalıklarına ve karaciğer yetmezliğine kadar birçok kronik hastalığa yol açtığı ileri sürülen nişasta bazlı şeker (NBŞ), Fransa, Hollanda ve İngiltere’de yasaklandı.

Bağımsız bilim adamlarının, “Mı-sırdan elde edilen NBŞ’de yüksek oranda fruktoz (meyve şekeri) var. Fruktoz, tokluk hissi uyandırmaz aksine yedikçe yedirir. Kronik has-talıklar salgına dönüşmeden önlem alınmalı” dediği NBŞ için Türkiye bir cennet durumunda. Türkiye’de mahkemeler, şirketlere ‘kotayı düşür’ dese de Bakanlar Kurulu yetkisini, kotayı artırma yönünde kullanıyor. NBŞ artık kotalı, kotasız vemerdiven altı olarak tümgıda-maddelerinde kullanılıyor. En bü-yük üretici konumundaki ABD’nin Gıda ve İlaç İdaresi FDA, Nisan 2008’de “içeriğinde yüksek fruktoz olan NBŞ suni tatlandırıcıdır” açık-laması yaptı.

HER ŞEY TON BAŞINA250-300 DOLAR İÇİN ABD’de bilim adamları, obezite ve obeziteye bağlı hastalıkların artışını NBŞ’ye bağlayınca, yüzde 10 olan ABD üretim kotası, yüzde 2’lere dü-şürüldü. Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye, yüzde 10 olan NBŞ üretim kotasını yüzde 15’e çıkardı. Bunun tek nedeni ise nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekere oran-la ton başına 250-300 dolar daha ucuz olmasıydı. Şeker pancarında dünyanın 4’üncü büyük üreticisi olan Türkiye, yeterli orandamısır üretiliyor olmasına rağmen dışarı-dan ithal ettiğimısırla NBŞ üreti-yor. Türkiye’de gıdamaddelerinde kullanımoranı ise bazı verilere göre yüzde 30 ancak yüzde 50- 80’lere vardığı iddia ediliyor. 

ÜRETİMDE25 AVRUPA ÜLKESİNİN TOPLAMIYLA YARIŞIYORUZ   Avrupa’da kişi başına NBŞ tüketimi-nin 1-1.5 kilo, Türkiye’de ise 6 kilo

civarında olduğunu söyleyen Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, NBŞ üretimiyle ticari açıdan Türkiye’nin kâr etmediğini, buna rağmen halk sağlığının bozulma-sına göz yumulduğunu şu verilerle açıklıyor: “Fransa, İngiltere, Hol-landa, Almanya gibi ülkelerde de pancardan şeker elde ediliyor. Ama bu ülkelerden Fransa, Hollanda ve İngiltere NBŞ bazlı şeker üretimini yasakladı. 25 Avrupa ülkesi 1milyon 200 bin ton NBŞ üretirken Türkiye tek başına 500 bin ton üretiyor. Tür-kiye 2008 yılında 1milyon 151 bin 490 tonmısır ithal etmiş, 2009 yılın-da 485 bin 130, 2010 Eylül ayı itiba-rıyla 425 bin 646 ton mısır ithalatı yapmışız. Bir tarafta GDO’lu mısır tüketip halkın sağlığını bozuyoruz diğer taraftan Türkiye’deki çiftçiyi değil başka ülkeleri desteklemiş oluyoruz.

Türkiye’de NBŞ üreten sadece 5 şirket var! TÜRKİYE’de NBŞ üreten 5 tesis var. Bunlardan Cargill’ın kapasite-si 400 bin ton, Adana’da bulunan Amylum’un kapasitesi 250 bin ton,

Page 38: kepenk 32. sayı

KEPENK 38 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNDEM

Ülker- Cargill ortaklığındaki Pen-dik Nişasta’nın kapasitesi 110 bin ton, Tat firmasının kapasitesi 70 bin ton ve Sunar’ın kapasitesi 55 bin ton mısır. Bu 5 tesisten biri olan Pendik Nişasta Sanayi, Ülker Grubu’na ait. Ülker Grubu, Pendik Nişasta Sanayi tesisinde Cargill ile ortak olarak mısır şurubu üretiyor. Yurtiçine satış izni olan firmaların kotaları 

KOTALAR2005-2006 Bugün

Cargill 161 bin 858 ton 400 bin tonAmylum 96 bin 498 ton 250 bin tonPendik Nişasta (Ülker-Cargill) 48 bin 260 ton 110 bin ton

Tat 29 bin 937 ton 70 bin tonSunar 14 bin 597 ton 55 bin ton

PROF. DEMİRKOL:KALP HASTASI YAPIYOR Fruktozun şişmanlığa, şişmanlığın da başta kalp damar hastalığından kaynaklı inmeye ve birçok kro-nik hastalığa yol açtığını söyleyen Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol, “AB ülkelerin-de bu ürünlerin tüketimi ve gıda ürünlerinde kullanımı azaltılırken Türkiye’de durum vahim. Denetim yok. Piyasada kayıt dışı fruktoz var. Türkiye’deki 5 ayrı üretici firma, piyasadaki kayıt dışı fruktoz oldu-ğunu kabul ediyor ancak bu veriyi

de kotayı yükseltmek amacıyla kul-lanmak istiyorlar. Etiketlerin üze-rinde ne kadar fruktoz kullanıldığı belirtilmiyor.

GIDA GÜVENLİĞİ DERNEĞİ: ELİMİZDE VERİ YOK  Özellikle kanser uzmanları ve cer-rahlar, karşılaştıkları vakalar karşı-sında, “Glikoz, vücudun tüm hücre-lerinde kullanılırken fruktoz sadece karaciğer için gereklidir ve bu mik-tar 15 gram kadardır. Fazlası, ürik asit düzeyini yükseltir, obezliğe, karaciğerde yağlanmaya ve deva-mında pankreas kanseri, kalp hasta-lıklarına, diş çürümesi, depresyon, böbrek, gut, tansiyon, migren, varis gibi hastalıklara yol açıyor. Mısır şurubunun gıda maddelerinde yo-ğun kullanımının önüne geçilmeli” diyerek tepkilerini dile getiriyor.  75 kadar gıda firmasının üyesi ol-duğu Gıda Güvenliği Derneği Baş-kanı Samim Saner, “Biz, uluslararası sağlık otoritelerinin verisini baz alırız. Bugüne dek NBŞ’nin zararlı olduğuna dair bir veri elimize ulaş-madı” dedi. Şekerin insan sağlığı üzerine etkisi üzerindeki sorumuzu ise, “Şişmanlatıcı etkisi biliniyor. Şişmanlığa bağlı sağlık sorunlarına da yol açıyor olabilir ancak bu bi-zim değil gıdacıların yanıtlayacağı bir soru. 20’si öğretim üyelerinden oluşan danışma kurulumuz var, onların da NBŞ’nin gıda güvenliği açısından sakıncalı olduğunu be-lirten bir beyanı olmadı” şeklinde yanıtladı. 

İNSAN YAPISIYLA UYUMLU DEĞİL Nişasta bazlı fruktozun insan sağ-lığına etkisini, hızla artan kanser ve özellikle pankreas kanseriyle ilişkilendiren İstanbul Tıp Fakültesi

Onkoloji Enstitüsü’nden Dr. Yavuz Dizdar, “Son yıllarda yapılan araş-tırmalar, nişasta bazlı şekerin insan metabolizmasıyla uyumlu olmadığı-nı ortaya koydu. Ülkemizdeki yüzde 15’lik NBŞ kotası en az yüzde 1 seviyesine indirilmeli. Mısırdan elde edilen NBŞ, genzinizde yanma tadı bırakır ve mide ekşimesine neden olur. Akışkandır ve soğukta şeker-lenmeye neden olmaz. Mısır şurubu elde edilen mısırın da GDO’lu mısır olma olasılığı yüksektir” diyor.

Kanser hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor  Bugüne kadar yapılan pek çok araş-tırma, doğalın dışına taşmış şeker metabolizmasının pankreas kanseri-ne neden olduğunu gösterdi. ABD’de 88 bin 802 kadının katılımıyla ger-çekleştirilen ‘Nurses Health Study’ adlı araştırmada, 18 yıllık takip süresinde 180 kişide pankreas kan-seri saptandı. Bu çalışmaya göre çay şekeri (sükroz) pankreas kanseriyle ilişkili bulunmadı. Buna karşılık özellikle vücut kitle indeksi yüksek olan ve artmış ensülin direnci bulu-nan bireylerde, yüksek glisemik yük ve fruktozdan (mısır şurubu şekeri) zengin diyet, pankreas kanseri ola-sılığını istatistiksel anlamlı bir bi-çimde artırdığı görüldü. Multiethnic Cohort adlı çalışmada ise diyetteki glisemik yük (bir yiyeceğin bir por-siyondaki gerçek karbonhidrat mik-tarı), eklenen şekerler ve karbohid-ratların pankreas kanseri oluşturma riski araştırıldı. 8 yıl izlenen 162 bin denekten 434’ünde pankreas kanseri ortaya çıktı. Analiz sonucunda nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulu-nan fruktozun pankreas kanseri ile istatistiksel anlamlı ilişkili olduğu gösterildi. 

Tatlıdaki Tatsız Tehlike

Page 39: kepenk 32. sayı

KEPENK 39 OCAK-ŞUBAT 2011

KAYBOLAN MESLEKLER

ASLI ’’çömlek’’ olan İstanbul çömlekçileri, süzülmüş çamurdan yapılmış toprak

kaplardır. Toprağındaki demir ok-sit oranı fazla olduğundan kırmızı renkliydi. İstanbul toprağı yağlı bir topraktı ve günlük kullanım eşyala-rının yapımında kolay biçim alırdı. Ateşe dayanıklı olması özellikle yemek pişirmek için değişik kapla-rın yapılamasına olanak sağlamıştı. Çömlek imalatında sır az kullanılır-dı. Bazen kapların iç kısmının ge-çirgenliği azaltmak için şeffaf olarak sürülür, bazen de süsleme amacıyla kapların veya sürahilerin dış yüzü-ne yeşil sır sürülürdü.

İstanbul’da çömlekçilerden bahse-den Evliya Çelebi, çömlekçiler ve çömlekçiler attarı olarak iki gruptan söz eder. Çömlekçiler dükkânları Beyazıt Meydanı, Balad, Eyüp, Zal Mahmud Paşa Camii yanı gibi İstanbul’un değişik semtlerinde bulunmaktaydı. Çömlekçi atolyeleri ise Eyüp çömlekçiler mahallesinde

ve boğaz’da Göksu da bulunmak-taydı. Başka semtlerde de kısa süreli üretimler yapılmıştı.

Cumhuriyet döneminde Eyüp’te-ki çömlekçiler mahallesinde son çömlekçi atölyesi 1936’da kapandı. Eyüp’te defterdar civarında, eski balçık iskelesinin batısında kalan bölge çömlekçiler mahallesi olarak bilinirdi. Bugün çömlekçiler cad-desi ve çömlekçiler arkası sokağı isimlerini hala korumaktadır.

Eyüp’te çömlekçiliğin ne zaman başladığı belli değildir. Fakat üretim 1936’ya kadar devam etmiştir.

Evliya çelebi Eyüp’te bulunan çöm-lekçiler mahallesinden bahseder-ken yolun iki tarafında iki yüz elli adet çanakçı, çömlekçi ve bardakçı dükkânlarının olduğunu. Kağıtha-

Çömlekçiler

ne ve Sarıyer’den getirilen çamurla maşrapa, testi, sürahi imal edildiği-ni yazar. Rıfat Özkil’in anlattığına göre çömlekçiler kemer Burgaz, petnehor ve pirinççi köylerinden beygir arabalarıyla gelen yağlı top-rağı kullanırlardı. Bir atölye günde bir araba toprağı işlerdi. Üretilecek mamuller numaralanarak sırala-nırdı. Numaralar belli bir form ve büyüklüğe tekabül ederdi sonra fırınlarda odun ateşi yakılırdı. Meşe ağacı çok ısı yaptığı için gürgen ter-cih edilirdi. Odunlar, cibali iskele-sinden gelirdi. İstanbul’da diğer eski bir çömlekçilik merkezi ise Göksu-daydı. Eyüp’ e oranla daha az sayı-da çömlekçi bulunmasına rağmen adı evliya çelebi’de de geçmektedir. Göksu deresi boyunca derenin top-raklarından yararlanılarak çömlek-çilerin çanak, çömlek, saksı ve testi yapıp sattıklarını yazar..

Rıfat Özkil’in anlattığına göre çömlekçiler kemer Burgaz, petnehor ve pirinççi köylerinden beygir arabalarıyla gelen yağlı toprağı kullanırlardı.

Page 40: kepenk 32. sayı

KEPENK 40 OCAK-ŞUBAT 2011

ŞEHİRLERİMİZ

Mânanın ve Tarihin Her Daim Başkenti: BURSATARİHSEL GELİŞİMİ

Eski adı: Yunanca “Προύσα” Prussa veya Brusa’dır. Ya-pılan araştırmalar Bursa

yöresinin M.Ö. 4000’lerden beri çeşitli yerleşimlere sahne olduğu-nu göstermektedir. Bu topraklara M.Ö. 13. yüzyıldan sonra Bitinler ve Misler yerleşti. İlk çağda Bi-tinya ve Misya’nın komşu olduğu bir alanda yer alan yöre M.Ö. 7. yüzyılda Lidya’nın, M.Ö. 546’da da Perslerin egemenliğine girdi. M.Ö. 230-182 arasında Bitinya kralı olan I. Prusias Bursa kentinin kurucusu olarak kabul edilir. Bursa adının da kentin o zamanki adı Prusa’dan kaynaklandığı sanılmaktadır. M.Ö. 74’te Roma’ya bağlanan Bitinya’nın başkenti Prusa’dan Nikomedeia’ya (İzmit) taşındı. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra Bizans yö-netiminde kalan Bursa, impara-torluğun Doğu Eyaleti’ne bağlı beş diyosezden Asya Diyosezi sınırları içindeydi. Kent özellikle 11. yüz-yılda Selçukluların saldırısına uğ-radıysa da 14. yüzyıla değin Bizans yönetimi altında kaldı. Uzun ça-tışmalardan sonra 1326’da Orhan Bey Bursa’yı alarak Osmanlıların başkenti yaptı. Bursa, İstanbul’un fethi’ne kadar Osmanlıların en önemli merkeziydi.

Bursa 14.yy’dan itibaren İran’dan gelen ipeğin ve Hindistan-

Cidde-Halep üzerinden gelen baharatın sayesinde ekonomik açıdan büyük bir gelişme gös-terdi. Özellikle 16.yy’da doruğa cıkan ipek ve baharat ticareti kente büyük canlılık kazandır-dı. Kentin meşhur İpek, Koza, Fidan, Emir Hanları bu ticare-tin kalbinin attığı yerlerdi. Batı Avrupa’dan gelen birçok tüccar, ozellikle Floransa ve Venedik’ten gelen İtalyanlar bu dönemde kente yerleşip, ipek ve baharat karsılığında Batı Avrupa mamulü yünlü dokumaları satmaya baş-ladılar. Bursa’da satin alınan ipek ve baharat burdan Istanbul’a ge-çiyor, oradan da ya Ege/Akdeniz üzerinden İtalya ve Batı Avrupa pazarlarına, ya da Karadeniz üzerinden Kili-Akkirman-Liviv (bugünkü Ukrayna) güzergahını izleyerek Orta ve Doğu Avrupa pazarlarına çıkıyordu. Hem Os-manli Imparatorluğu’na hem de Bursa’ya büyük zenginlik getiren bu ticaret, 17.yy’dan itibaren Ingiliz ve Hollandalılarin Hint Okyanusu’nda hakimiyeti ele ge-çirip, baharat ve ipeği Avrupa’ya Ümit Burnu üzerinden direk taşı-maya başlamalarıyla giderek azal-mış ve önemini kaybetmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında çeşitli yörelerinde ayaklanmalar çıkan Bursa 8 Temmuz 1920’de Yunanlı-larca işgal edildi; 11 Eylül 1922’de işgalden kurtuldu.

Page 41: kepenk 32. sayı

KEPENK 41 OCAK-ŞUBAT 2011

Mânanın ve Tarihin Her Daim Başkenti: BURSATarihte olduğu gibi günümüzde de hem sosyal hayatı hem de ticari hayatı açısından dikkat çeken, her zaman canlı bir kent Bursa. Ayrıca, Türk-İslam tarihinin ülkemizdeki müze kentlerinden biri. Görünen o ki, önümüzdeki yıllarda daha da büyüyecek, gelişecek Bursa. Yüzünün bir yanı Anadolu’ya bir yanı Avrupa’ya dönük bu önemli kenti , dergimizin bu sayısında sayfalarımıza taşımak istedik. Tarihi milattan önceye değin uzanan Bursa’nın, gelecekte de değerini koruması dileklerimizle…

Page 42: kepenk 32. sayı

KEPENK 42 OCAK-ŞUBAT 2011

ŞEHİRLERİMİZ

İHTİŞAMIN ESERLERİ

YEŞİL TÜRBE Türbe’ye yeşile bakan çinilerle kaplı olmasından dolayı Yeşil Türbe ismi halk tarafından verilmiştir. Portal 1855 depreminde büyük hasar görmüş 1864’de horasanla sıvana-rak bugünkü görünümüne sokul-muştur. Sağlı sollu mihrapçıklar, ayakkabılıklar, türbenin kitabesi ve 13 dilimli yarım kubbe, çeşitli renk ve motiflerle kabartma renkli sır tekniğinde işlenmiştir. Rumi-ler, palmetler ve rozet motifleri ile oya gibi işlenen kapının kanatları günümüzde tüm çarpıcılığı ile orta-dadır. Bir sanat şaheseri olan kapıyı Tebrizli Ahmed oğlu Ali yapmıştır. Sekizgen bedeni, sıvalı yüksek kas-

nağa oturan kurşunla örtülü büyük bir kubbe örtmektedir. Türbenin içine geçildiğinde iç mekân sanki çini cennetine girildiği hissini verir. Duvarlar 2,94m yüksekliğe kadar iki bordürle çevrili, altıgen türkuaz çinilerle kaplıdır. Bunların araların-da iri madalyonlar yer almaktadır. Türbe günümüze ulaşan en muhte-şem çinili mihraba sahiptir. Renkli süsleme sanatının bir şaheseridir. Yivli süs sütunları, üç sıra mukarna-sı, rumi palmetleri, kıvrık dal motif leri, kalın yazı dizileri ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabını andırmakta-dır. Sekizgen platformun ortasında Çelebi Sultan Mehmet’in kendisine has vakarı ile duran tamamen çini dekorasyona sahip sandukası yer almaktadır. Üzerinde kabartma sülüs celisi ile yazılı kitabesi var-dır. Güneyinde oğulları Mustafa ve Mahmud’a ait sandukalar yer almaktadır. Kuzeyindeki ise oğlu Yusufa aittir.

KOZAHAN Ulucami ile Orhan Cami arasın-daki geniş sahadadır. 1492 yılında II. Bayezıd İstanbul’daki cami ve medresesine gelir temin etmek için yaptırmıştır. Hanın mimari Abdül-ula bin Pulad Şah’dır. İki katlıdır.

Üst katta 50, alt katta 45 olmak üzere 95 odası vardır. Kuzeydeki taç kapı büyük taştan kabartma süslerle yapılmış olup muhteşem görünüşe sahiptir. Üst katta güneye açılan bir kapısı, avludan ilave kapılara açılan geniş kapı ve buradan da Orhan Cami tarafına açılan bir kapısı vardır. Hanın iç kısmındaki geniş avlunun merkezinde mescid yer almaktadır. Mescid sekiz cephelidir, köşelerdeki ve ortadaki bir ayak

üzerine oturmaktadır. Alt kısmı şadırvan şeklindedir. Günümüzde ünlü Bursa ipekçiliğinin merkezi durumundadır.

ULUCAMİİ Bursa’nın en heybetli ve en çok ce-maat alan camiidir. Sultan Yıldırım Bayezıd Niğbolu savaşını kazandık-tan sonra 1398-1400 yıllarında inşa ettirmiştir. Cami kalın duvarlara ve 12 büyük yığma ayaklara bağlanan kemerlere ve pandantiflere oturan 20 kubbe ile örtülüdür. Orta kıs-mındaki kubbenin üstü camlıdır. Altında 16 köşeli mermer şadırvan vardır. Caminin inşa edileceği yer-deki yapıların istimlakı sırasında bir kadın evini satmak istemeyince zorla alınır. Gönül rızası olmadan

Mânanın ve Tarihin Her Daim Başkenti: BURSA

Page 43: kepenk 32. sayı

KEPENK 43 OCAK-ŞUBAT 2011

alınan yerde namaz kılınmaz gerek-çesiyle evin yerine gelen kısımda şadırvan yaptırıldığı rivayet edil-mektedir. Minberi ağaç işçiliğinin bir şaheseridir. Oyma kabartma, geometrik, yıldız, çivi başları ve gülçelerle süslüdür. Taç kapısı başlı başına sanat abidesidir. 1399-1400 yıllarında tamamlanmıştır. Sanatkarı Mehmed bin Abdülaziz Dakıva’dır. Zarif sekiz ceviz sütun üzerine oturan müezzin mahfili 1549 yılında yapılmıştır. Mihrabı sekiz sıra stalaktitlidir. Kum saati-nin etrafındaki Ayet’el-kürsi sülüsle yazılmıştır. Ayrıca küfi ihlas sure-si yazılıdır. Mihrap 1571 yılında tamamlanmıştır. Camideki diğer yazılar ve yaldız boyalar 1904 yılın-da Mehmed Usta tarafından yapıl-mıştır. Caminin ilk yapıldığı zaman üç tane olan kapısına 1740 yılında Hünkâr Mahfili kapısı eklenmiştir. Kapıların ikisi yenidir. Altıngenle-rin oluşturduğu, yıldızların dekore ettiği tablalardan meydana gelen doğudaki ceviz kapı, cami ile aynı yaştadır. Tek sütun üzerine oturan yuvarlak mermerden kürsü 1815 yılında yapılmıştır. Cepheler sağır kemerler içinde, altta ve üstte ikişer pencereden oluşmaktadır. Cephele-rin tümü kesme taştan yapılmıştır. Caminin kuzey cephesinin köşele-

rinde, kaidesi mermerden gövdeleri tuğladan örülmüş birer minaresi vardır. Batıdaki minarelerin içinde çift merdiven mevcuttur. Bunun yardımı ile çatıya çıkılmaktadır. Cami, Moğol Şeyhi Emir Bed-rüddin tarafından 1403 yılında ve Karamanoğlu Mehmed Bey’in 1413 yılındaki Bursa muharasası sırasın-da yaktırılmıştır. 1 Mart 1855 tarih-lerindeki büyük depremde ve 1889 yangınında hasar görmüştür.

OSMAN GAZİ TÜRBESİ ve ORHAN GAZİ TÜRBESİ Bursa kuşatmasının devam ettiği sırada Osman Gazi oğlu Orhan Bey’e şehir içindeki kubbeli yapıyı gös-tererek «Oğul; ben öldüğüm vakit beni Bursa’da şol gümüşlü kubbenin altına koyasın» demiştir. Günümüz Tophane Parkı’nın girişinde solda kalan bu kubbeli yapı Mesihilerin şapeline aitti. Bursa fethedildikten sonra, şapel mescide çevrildi ve Osman Gazi buraya defnedildi. Sa-int Elias(Elia-İlyas) Manastırı’nın bölümüne ait olan şapelin içi 8,3 m. genişliğindeki duvarlara bitişik çift sütüncuklarla ayrılmış, yarım yuvar-lak nişli, sekizgen plana sahipti. XI. yüzyılda yapıldığı bilinen bu şapel’in şekli, Roma İmparatorluk devrin-den itibaren uygulamaya başlanan

örneklerle büyük benzerlik göster-mektedir. Şapel’in narteks kısmının olduğu yere gömülen mezarlar, gü-nümüzde açıkta kalmıştır. 1855 dep-reminde yıkılan türbe 1863’te Sultan Abdülaziz tarafından eski plana sadık kalınarak yapılmıştır.

Orhan Gazi Türbesi ise; Topha-ne parkının girişinde sağdadır. Bursa’nın fethinden önce şehrin metropolit manastırı olan Saint Elias manastırı XI. yüzyılda yaptırılmıştır. Kilise bir orta nef ile iki yan neften oluşmaktadır. Ortada gri mermer-den dört sütunun taşıdığı kubbe vardır. İçi gri mermer levhalarla kaplanmıştır. Apsis kısmında gri mermerden sütunların ayırdığı üç pencere vardır. Bu kısmın önünde dört basamak bulunmaktaydı. Giriş kısmında altı adet yeşil somaki mer-mer sütun yükselmekteydi. Zemin bugün de izleri görülen mozaik dö-şemeye alternatif olarak porfir, diğer renklerde küçük mozaiklerden mey-dana gelmiş tezyinat, yuvarlak ant-raklar ve düz mermer levhalardan oluşmaktadır. Orhan Gazi’nin def-nedildiği bu bina 1801 kasım ayında büyük bir yangında hasar görür ve onarılır. 1855 yılındaki depremde ise önemli kısmı yıkılır. 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından eskisine sadık kalınarak yaptırılır.

Page 44: kepenk 32. sayı

KEPENK 44 OCAK-ŞUBAT 2011

EL SANATLARI

El Sanatına Sahip Çıkanlar

1970 Artvin doğumlu olan sa-natkar, Artvin Kız Meslek Li-sesi mezunudur. Akşam Sanat

Okullarında mesleği ile ilgili on yıl kadar süreyle eğitmenlik yapmıştır. 1998-2002 yılları arasında mesle-ğiyle ilgili çeşitli eğitim seminer-lerine katılan sanatçı, bu eğitimim seminerleri sonunda ALTIN BİLE-ZİĞİ KOLUNA TAKIYOR belgesi almaya layık görülmüştür.

Sanatkârımız, Türkiye Büyük Mil-let Meclisi’nce başlatılan “Ölmeye Yüz Tutmuş Geleneksel Türk El Sa-natlarını Canlandırma, Yaşatma ve Gelecek Kuşaklara Aktarma” proje-sinde yer almıştır. Bununla birlikte

HATİCE YÜKSEL(Geleneksel Ehram Dokuma Sanatçısı)

Hülya Yüksel: Ne acıdır ki, ülkemiz insanlarının büyük bir bölümü yabancılar kadar el

sanatlarımıza karşı ilgi göstermemektedirler.

İcra ettiği sanatın satışı konusunda çeşitli zorluklarla karşılaştığını dile getiren sanatkâr, sanatının devamını sağlayacak bir ekonomik geri dönüşe yol açılması gerektiğini düşünüyor. Yapmış olduğu dokumları kıyafetlere

uygulayarak defileler gerçekleştir-mek gibi hedefleri de olan sanatkâr, büyük bir özveri ile çalıştığı / uygu-ladığı ‘Geleneksel Ehram Dokuma Sanatı’nı yaşatmaya kararlı.Başarılar diliyoruz.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında İstanbul’da düzenle-nen Altın Eller Sanat Festivali’nde dokuma sanatını uygulamalı olarak gerçekleştirmiş bu sayede Türkiye genelindeki 105 sanatkâr arasına girerek “Kültür ve Turizm Bakanlığı Geleneksel Türk El Sa-natları Sanatkâr Belgesi”ne layık görülmüştür. Sanatkârımız böyle-likler bakanlık envanterine girmiş bulunmaktadır.

Page 45: kepenk 32. sayı

KEPENK 45 OCAK-ŞUBAT 2011

EL SANATLARI

El Sanatına Sahip Çıkanlar

Şubat 1920’de İstanbul Üsküdar’da Sultantepe’de doğdu. Babası, aynı semt-

teki Abdülbâki Efendi ve Aziz Mahmud Hüdâyî Camilerinin imamlığını yapan Saim Efendi’dir. İlk tahsilini tamamladıktan sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başla-dı. 1938 yılında, annesinin dayısı hattat Necmeddin Okyay onu, ho-calık yaptığı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyinî Sanat-ları Bölümü’ne kaydettirdi. Burada Necmeddin Okyay’dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek kısa zamanda kabiliyetiyle dikkati çekti, diğer kıymetli hocalardan da faydalandı. Ancak hayat şartları sebebiyle bir müddet sonra okuldan ayrılarak tekrar baba mesleği olan aktarlığa döndü. Vefatına kadar titizlikle sürdürdüğü bu meslekte işinin ehli güvenilir bir esnaf olarak tanındı.

Akademi’deki talebeliği yıllarında “şemse” denilen klasik cildin güzel örneklerini imal eden Düzgünman, bir müddet sonra o sırada taliplisi çok az bulunan bu sanatı da ter-ketmek zorunda kaldı. Özellikle

MUSTAFA ESAT DÜZGÜNMAN(Geleneksel Ebru Sanatçısı)

1957’den itibaren daha fazla zaman ayırdığı ebruculukla meşguliyetini ise ölümüne kadar sürdürmüştür.

Çeşitli konularda yeniliğe açık oldu-ğu halde ebru sanatında klasik an-layışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hu-susta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay’ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitleri-ne papatyayı eklemiş, ayrıca çiçek şekillerini de ıslah etmiştir. 1940’ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl sü-ren ebruculuğu sırasında, 1967’den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğ-rencileriyle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuzbeş yılın ebruculuğuna adeta damgasını vurmuş bir sanatkardır.

Onun bestekârlık tarafını gösteren ve son yılların dinî mûsiki reper-tuvarı açısından ayrı bir önem taşıyan bu ilahiler, vefatından önce yakın arkadaşı neyzen Niyazi Sayın tarafından notaya alınarak tesbit edilmiştir. Ayrıca vaktiyle meşket-tiği dinî eserleri son zamanlarında banda okuyarak tesbit edilmelerini sağlamıştır. 1953’ten 1979’a kadar

yirmialtı yıl müddetle Aziz Mah-mud Hüdâyî Dergâhı’nın türbe-darliğını yapan Düzgünman, halk ağzıyla koşma tarzında şiirler de yazmıştır. Bunlar arasında, ebrunun tarihçesi, özellikleri ve mahiyetini anlatan yirmi kıtalık “EBRUNA-ME” en tanınmışıdır.

Kıymetli tesbihler, yazı levhaları, kendi ebruları, şemse tarzında yaptığı kitap kapları, kutu ve çerçe-velerden oluşan koleksiyonu halen ailesinde bulunmaktadır. Ayrıca eski tarz körüklü fotoğraf maki-nasıyla 1000’e yakın hat örneğini emüsyonlu cama tesbit etmiş, bazı-ları “Kalem Güzeli” (Ankara,1981) ve “İslam Mirasında Hat Sanatı” (İstanbul, 1993 ) adlı eserlerde yer alan bu fotoğraf camlarının asılları, daha sonra kendisi tarafından Türk-petrol Vakfı’na hediye edilmiştir. 12 Eylül 1990 Çarşamba günü vefat eden Mustafa Düzgünman’ın kabri, Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.

Page 46: kepenk 32. sayı

KEPENK 46 OCAK-ŞUBAT 2011

ÖRNEK ESNAF

A sınıfı dolaplarda dahil olmak üzere bütün dolaplarda emsallerine göre yüzde 75 elektrik tasarrufu sağlıyoruz.

Konya`lı Mucit Muammer Ceran Güneş Enerjisi ve 12 volt Elektrikle Çalışan Buzdolabı Üretti

Konya`da 48 yaşındaki Mu-ammer Ceran, güneş ener-jisi ve 12 voltluk elektrikle

çalışan buzdolabı üretti. Ceran, geliştirdiği sistem ile yüzde 75 ener-ji tasarrufu sağlandığını belirtti.12 yıldır soğutma sistemleri üzerinde çalışan ilkokul mezunu Muammer Ceran, ürettiği buzdolabının hem 12 voltluk elektrikle, hem de güneş enerjisiyle çalışabildiğini belirtti.

Ceran “12 voltluk adaptörle çalışan bir sistem geliştirdik. Bunu aynı zamanda solar sistem dediğimiz güneş enerjisi ile de çalıştırabiliyo-ruz. Cihazımız elektriğin olmadığı yerlerde güneş enerjisiyle, güneşin olmadığı yerde de elektrik enerjisiyle çalışabilecek. A sınıfı dolaplarda dahil olmak üzere bütün dolaplarda emsallerine göre yüzde 75 elektrik tasarrufu sağlıyoruz. Eksi 24 derece-ye kadar soğutma özelliği var. Şu an da bir satış fiyatı belirlemedik. Ama seri üretime geçebilirsek piyasanın eş değerinde satış yapacağız “ dedi.

SERİ ÜRETİME GEÇMEK İSTİYORUZ Vatandaşın en çok enerji maliyet-lerinin yüksek olmasından şikayet ettiğini ve bunun için de bu sistemi geliştirdiklerini belirten Muammer Ceran şunları söyledi:

“Elimizde şu anda prototip olarak yapmış olduğumuz sanayi ve ev tipi 5 çeşit dolabımız var. Eğer devleti-miz hazineden para aktarıp fabrika kurabilirsek ve günlük kapasitemizi 6 bin civarına çıkaracak pozisyonu-muz olursa, ülkemize çok büyük bir

katkımızın olacağını tahmin ediyo-rum. Destek alırsak 2 ay gibi kısa bir süre içerisinde seri üretime geçebi-liriz. Bütün soğutma sistemlerine uygulanabilen bu sistemle yüzde 77 net tasarruf sağlandığını Selçuk Üni-versitesi ve KOSGEB aracığıyla yapı-lan deneyler sonucunda ortaya çı-kardık. Bu sistemin ülke genelindeki bütün dolaplara uygulandığı zaman 22 Hirfanlı Barajı`nın ürettiği enerji tasarrufu sağlayabileceğimizin hesa-bını da Ortadoğu Teknik Üniversite-si ve Selçuk Üniversitesi yaptı.”

DESTEK İSTİYORUZ Güneş enerjisi ve 12 volt elektrik ener-jisi ile çalışan buzdolabını piyasaya sürebilmek için 3 yıldır mücadele verdiklerini anlatan Muammer Ceran, “Sistemin ulusal patentini ve markasını aldık. Patent için TÜBİTAK`tan yakla-şık 3 bin TL civarında, KOSGEB`den

de şu ana kadar Ar-Ge İş Geliştirme Desteği olarak yaklaşık 37 bin TL al-dık. KOSGEB`in desteği daha devam edecek ama bunlar, bir fabrika kurup, seri üretime geçmek için yeterli değil. “ dedi.

TÜRKİYE`DE ÜRETMEKİSTİYORUZ Yeni sistem buzdolabını Türkiye`de üretmek istediklerini ifade eden Mu-ammer Ceran, “Büyük firmalardan teklifler aldım. Görüştüklerimiz oldu. Ama biz önce kendi markamızla piya-saya girip ismimizi duyurduktan sonra bu firmalara da vermeyi düşünüyoruz. 2008 yılından beri patentini almak için uğraşıyorduk ve 2010 yılının Ağustos ayında patentimizi aldık. İlk etapta ben bunu dışarıya bağlı olmadan sadece Türk malı olarak ortaya çıkarmayı düşünüyorum. Ayrıca yurt dışından birkaç ülke ile görüşmelerimiz oldu. Nijerya`dan gelip bizimle görüştüler. Fabrikamızı, alt yapımızı, ham mad-demizi vermek şartıyla bizi ülkelerine davet ettiler. Ama biz önce kendi ülke-mizi düşündüğümüz için dışarıya şu an da çıkmayı düşünmüyoruz” şeklin-de konuştu.

Page 47: kepenk 32. sayı

KEPENK 47 OCAK-ŞUBAT 2011

SAĞLIK

Kızamık Salgınıİstanbul’da yıl başından itibaren

tespit edilen kızamık vakaları-nın sayısı 24’e çıktı. Hastalığın

çok hızlı bulaştığını vurgulayan İl Sağlık Müdürlüğü, hastalığın kay-nağı virüsle ilgili olarak “Türkiye’de görülmeyen yurt dışı kaynaklı virüs tipi.”açıklamasını yaptı.

İstanbul Sağlık Müdür Yardımcısı Serap Gençer, kentteki kızamık va-kalarına ilişkin hastanede yatmakta olan 2 kişinin bugün taburcu oldu-ğunu belirterek 24 kızamık hastası-nın sağlık durumunun genel olarak iyi olduğunu söyledi.

Kızamık hastalığının çok hızlı bulaş-tığını vurgulayan Gençer, “Hastala-rımızın hepsi Türk fakat bunlardan alınan örneklerden izolen edilen virüslerin genetik analizleri, bunun yurt dışı kaynaklı bir virüs olduğunu gösteriyor. Bu kişilerin kendilerinin bağlantısı olmasa bile, o virüs bir şekilde dışarıdan gelmiş, kişiden kişiye yayılmış olabilir. Daha önce Türkiye’de görülmeyen yurt dışı kay-naklı virüs tipi.” dedi.

Serap Gençer, şu ana kadar ilk 5 vakaya ait örneklerden izole edilen virüslerin analizinin yapıldığını, diğer vakalara ait örneklerin analiz-lerinin Ankara Hıfzı Saydam Labo-ratuvarında devam ettiğini belirtti.

9-12 aylık bebekler aşılanıyorİl Sağlık Müdürlüğü önlem olarak geçtiğimiz hafta 9-12 ay arası bebek-lere tek doz kızamık aşısı uygulaması başlattı. Uygulama sürüyor.

Kızamık salgını 1998 yılında ürkütü-cü boyuttaydı. 27 binden daha fazla kişiyi etkileyen salgınla ilgili olarak Sağlık Bakanlığı aşı kampanyası başlatmış ve vaka sayısını 2007’de 4’e indirmişti. Hastalık en çok çocukları tehdit ediyor. 21 yaş üzeri genç ve erişkinler de risk taşıyor.

Korunmanın tek yolu aşıDaha ziyade 3-10 yaşları arasında görülen bulaşıcı bir hastalık olan kı-zamık hastalığının nedeni, bir çeşit virüs. Kızamıklı hastanın tükürük damlacıkları aracılığı ile sağlamlara da bulaşır. Bu nedenle, kızamık lekeleri kaybolduktan sonraki 10 gün içinde de hastayı, sağlıklı kimselerle görüş-türmemek gerekir. Hastalık mikrop alındıktan sonra 10 gün içinde orataya

çıkar. Hastanın gözleri kızarır, burnu akar, hapşırır, öksürür. Ateş yükselir.

Bu belirtilerden 4 gün sonra küçük kırmızı ufak lekeler görülmeye başlar. Bunlar grup halindedir. Bu dönemde dudaklarda kuruluk ve dilde paslanma dikkati çeker. Bir süre sonra da kızamık lekeleri yüzün her tarafına, boyuna, göğse, kollara, karına, ve bacaklara yayılır. Bu dö-nem 3-4 gün devam eder. Sonra ateş yavaş yavaş ya da birdenbire düşerek belirtiler kaybolur.

Hastalık, zatürree, bronkopnömoni, zatülcenp, ortakulak iltihabı veya en-safalit gibi tehlikeli hastalıklara neden olabilir. Kızamık geçirenler, bağışıklık kazanıp bir daha kızamık olmaz.

Kızamık lekeleri kaybolduktan sonraki 10 gün içinde de hastayı, sağlıklı kimselerle görüştürmemek gerekir. Hastalık mikrop alındıktan sonra 10 gün içinde orataya çıkar.

Page 48: kepenk 32. sayı

KEPENK 48 OCAK-ŞUBAT 2011

GÜNDEM