32
Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 30 • 26 Temmuz 2013 • 1 TL Kızıl Bayrak Gezi Direnişi’nin ışığında emekçi kadın çalışmamızı güçlendirelim! (s. 16-17) Dinci-gerici iktidarın iflas eden dış politikasının en temel ayaklarından biri Suriye üzerine kurulmuştu. Türk sermaye devleti, Suriye’de çatışmaların başladığı Mart 2011’den itibaren aktif bir taşeronluk üstlendi. Hemen öncesinde “Arap baharı” perdelemesiyle Libya NATO tarafından yerle bir edilmiş, ülke dinci-gerici çeteler üzerinden tam olarak emperyalizmin kontrolüne alınmıştı. Başında AKP’nin bulunduğu sermaye devleti Türkiye topraklarının savaşın merkezi üssü olarak hizmet etmesine göz yummakla kalmamış, Libya’daki barbarca yıkımın aktif destekçisi olmuştu. Emperyalistlerin Libya’daki kolay galibiyeti, sonraki gelişmelerin gösterdiği üzere en çok Türkiyeli işbirlikçilerin iştahını kabarttı. Suriye’deki aktif taşeronluk hevesi, Davutoğlu imzalı “stratejik derinlik” ve “bölgesel liderlik” çizgisinin, bir başka deyimle yeni dönem din bezirganlarının yeni-Osmanlıcı hayallerinin bir yansımasıydı aynı zamanda. Suriye’de kirli savaş taşeronluğu Din taciri yerli taşeronlarımız daha baştan Suriye’deki iç kargaşa ve savaşta hızla kirli rollerini icra etmeye başladılar. Bir yandan emperyalizmin uşağı bir muhalefet örgütlerken, bir yandan da çeteleri eğitip silahlandırarak kirli bir savaş yürüttüler. O günden bu yana Suriye’deki çetelerden herhangi bir politik ve askeri, ekonomik ve lojistik destek esirgenmedi. AKP toplumdaki eylemli tepkilerin cılızlığından güç alarak, Suriye’de ABD ve müttefiklerinin hesabına kirli savaşı uzun bir süre büyük bir istekle yürüttü. Öte yandan bu zaman dilimi içinde Türkiye batılı emperyalistlerin bölgesel savaş hazırlıklarının öncelikli üssü haline getirildi. Radar üslerinin kurulması, füze ve asker yığınağı yapılması bunun en belirgin ifadesi oldu. Bilindiği gibi Suriye’de işler AKP iktidarının umduğu gibi gitmedi. Emperyalistler arası güç dengeleri Libya’dakine benzer bir NATO saldırısına ket vurunca, uzayan savaşı sürdürülebilir kılma görevi Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’daki işbirlikçi yönetimlerin omuzlarına yüklendi. (devamı s. 2’de) AKP’nin kanlı politikaları ve tasfiyeci çözüm süreci Dış politikada iflasın bedeli halklara ödetiliyor! Genelde “dış mihraklar”ın, özelde Washington’daki efendilerinin desteğiyle yükselen dinci-gerici iktidar, ülke sathına yayılan halk hareketiyle sarsılınca, yabancı sermayenin, yani iktidarın “can simidi” olan sıcak paranın aradığı “güvenli” ortam, berhava olmaya başladı. (s. 4) Mücadele birleştiriyor! Kızıl Bayrak Stuttgart S21 yıkım projesine karşı sürdürülen mücadele içerisinde yer alan mimar Harald Andra ile röportaj yaptı. (s.26-27) Ekim Gençliği Yaz Kampı’ndan Aylar önce deklare edilen ve çalışması yürütülen Ekim Gençliği Yaz Kampı, İzmir Seferihisar Alp Apart Tatil Köyü’nde başladı. Etkinlikte öne çıkan, dayanışma ve kolektivizm oldu. (s. 29-30)

Kızıl Bayrak 2013-30

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-30/26 Temmuz

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak  2013-30

Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 30 • 26 Temmuz 2013 • 1 TL

Kızıl Bayrak

Gezi Direnişi’nin ışığında emekçi kadın çalışmamızı güçlendirelim! (s. 16-17) √

Dinci-gerici iktidarın iflas eden dış politikasının en

temel ayaklarından biri Suriye üzerine kurulmuştu.

Türk sermaye devleti, Suriye’de çatışmaların başladığı

Mart 2011’den itibaren aktif bir taşeronluk üstlendi.

Hemen öncesinde “Arap baharı” perdelemesiyle Libya

NATO tarafından yerle bir edilmiş, ülke dinci-gerici

çeteler üzerinden tam olarak emperyalizmin

kontrolüne alınmıştı. Başında AKP’nin bulunduğu

sermaye devleti Türkiye topraklarının savaşın merkezi

üssü olarak hizmet etmesine göz yummakla kalmamış,

Libya’daki barbarca yıkımın aktif destekçisi olmuştu.

Emperyalistlerin Libya’daki kolay galibiyeti, sonraki

gelişmelerin gösterdiği üzere en çok Türkiyeli

işbirlikçilerin iştahını kabarttı. Suriye’deki aktif

taşeronluk hevesi, Davutoğlu imzalı “stratejik derinlik”

ve “bölgesel liderlik” çizgisinin, bir başka deyimle yeni

dönem din bezirganlarının yeni-Osmanlıcı hayallerinin

bir yansımasıydı aynı zamanda.

Suriye’de kirli savaş taşeronluğu

Din taciri yerli taşeronlarımız daha baştan

Suriye’deki iç kargaşa ve savaşta hızla kirli rollerini icra

etmeye başladılar. Bir yandan emperyalizmin uşağı bir

muhalefet örgütlerken, bir yandan da çeteleri eğitip

silahlandırarak kirli bir savaş yürüttüler. O günden bu

yana Suriye’deki çetelerden herhangi bir politik ve

askeri, ekonomik ve lojistik destek esirgenmedi. AKP

toplumdaki eylemli tepkilerin cılızlığından güç alarak,

Suriye’de ABD ve müttefiklerinin hesabına kirli savaşı

uzun bir süre büyük bir istekle yürüttü. Öte yandan bu

zaman dilimi içinde Türkiye batılı emperyalistlerin

bölgesel savaş hazırlıklarının öncelikli üssü haline

getirildi. Radar üslerinin kurulması, füze ve asker

yığınağı yapılması bunun en belirgin ifadesi oldu.

Bilindiği gibi Suriye’de işler AKP iktidarının umduğu

gibi gitmedi. Emperyalistler arası güç dengeleri

Libya’dakine benzer bir NATO saldırısına ket vurunca,

uzayan savaşı sürdürülebilir kılma görevi Türkiye,

Katar ve Suudi Arabistan’daki işbirlikçi yönetimlerin

omuzlarına yüklendi. (devamı s. 2’de)

AKP’nin kanlı politikaları ve tasfiyeci çözüm süreci

Dış politikada iflasınbedeli halklara

ödetiliyor!

Genelde “dış mihraklar”ın, özeldeWashington’daki efendilerinindesteğiyle yükselen dinci-gerici iktidar,ülke sathına yayılan halk hareketiylesarsılınca, yabancı sermayenin, yaniiktidarın “can simidi” olan sıcak paranınaradığı “güvenli” ortam, berhavaolmaya başladı. (s. 4)

Mücadelebirleştiriyor!

Kızıl Bayrak Stuttgart S21 yıkımprojesine karşı sürdürülen mücadeleiçerisinde yer alan mimar Harald Andra

ile röportaj yaptı. (s.26-27)

Ekim GençliğiYaz Kampı’ndan

Aylar önce deklare edilen ve çalışmasıyürütülen Ekim Gençliği Yaz Kampı, İzmirSeferihisar Alp Apart Tatil Köyü’ndebaşladı. Etkinlikte öne çıkan, dayanışmave kolektivizm oldu. (s. 29-30)

Page 2: Kızıl Bayrak  2013-30

Denebilir ki çeteler kullanılarak emperyalistlerhesabına sürdürülen vekalet savaşında başkomutanlıkrolünü kapan Türkiye’deki dinci-gerici parti,iktidarlaşmasının 10. yılında en ağır darbeyi de Suriyeüzerinden aldı. Bir yılı aşkın bir iç savaşta büyüksıkışma yaşayan Esat diktatörlüğü, savaşa katılmayanKürtlerle zımni bir anlaşma yolunu tuttu. Esatrejiminin hayırhah tutumunu zamanında doğruokuyan Kürt hareketi, Rojava’da özerkliğe doğrugidecek sürecin ilk adımlarını atmayı başardı. Kürthareketinin o güne kadarki çabaları örgütlü bir halkinisiyatifi olarak Batı Kürdistan’da güçlü bir denetimedönüştü.

2012 Temmuz’unda ortaya çıkan Batı Kürdistaninisiyatifi, tüm Kürtlere ve Türkiye’de yok edici birsavaşla karşı karşıya olan Kürt hareketine büyük birmoral kaynağına dönüştü. AKP iktidarı ise dışpolitikasının iflasını ilan eden bu gelişmeyle büyük birpolitik şamar yedi. Dahası sözkonusu günlerde bunuağırlaştıran başka bir gelişme daha yaşandı. PKKgerillaları Rojava çıkışının yarattığı politik-moralatmosferden de yararlanarak Türk sermaye devletinibir de bizzat egemenlik sahası içinde sıkıştıran eylemlibir süreç geliştirdiler. Suriye’de her şeyin hızla olupbiteceği beklentisiyle bölgesel aktör olma ve yeni-Osmanlıcı hayallerini kibirle propaganda edendinci-gerici iktidar, Rojava inisiyatifi ve Kürt silahlıdirenişinin alan tutma hareketi karşısında 10 yıllıkiktidarlaşma sürecinin en ağır sarsıntısını geçirdi.

Kürt sorununu denetlenebilirsınırlara çekme

Bu sürecin ardından gündeme gelen açlık grevlerisürecinde Abdullah Öcalan’ın devreye girdiği, giderekyeni bir görüşme sürecinin başlamış olduğu dahasonra tarafların yaptıkları açıklamalardan biliniyorzaten. Nitekim resmi ilanı da 2013’e girilirken bizzatAKP şefi Tayyip Erdoğan tarafından “İmralı’dagörüşmeler var” denilerek yapılmıştı. O günden buyana bunun silahlı Kürt direnişini tasfiyeyi amaçlayanyeni bir oyalamacadan-aldatmacadan ibaretolduğunu, dinci-gerici iktidarın esasta 2014seçimlerine kadar mevzilerini koruyup seçimlerdenzaferle çıkmayı hedeflediğini, en fazlasından AKP’ninher an geçersiz kılınabilecek bir takım sözler-düzenlemeler veya kırıntılar karşılığı Kürt sorununudenetlenebilir-kontrol edilebilir sınırlara çekmeyiumduğunu ileri süregeldik.

Kürt hareketi ve yedeğine almış olduğu Türkiyelisol güçler ise önce bir nebze kuşkuyla yaklaştıklarısürece, giderek tüm benlikleriyle endekslenmeyebaşladılar. AKP cephesinden en baştan itibaren“entegre çözüm stratejisi”, “terörü bitirmek için tümenstrümanların kullanımı”, istihbarat görevlileriningörüşmeleri vb. söylemiyle, ısrarlı bir aşağılayıcı vesaldırgan dil kullanılıyorken, Kürt hareketi veyedeğindekiler ısrarla AKP’yle kurulan masayainanmayı tercih ettiler. Özellikle önce Öcalan’ınNewroz mesajı, ardından gelen ateşkes ve esirlerinbırakılması ve en nihayet çekilmenin başlamasıüzerinden “çözüm sürecine” olan inanç iyice pekişti.İddia edilene göre silahlı güçlerin çekilmeyebaşlamasıyla ilk aşama tamamlanıp ikinci aşamayageçilecek; yasal ve anayasal düzenlemelerleTürkiye’nin demokratikleşmesinin ve dolayısıyla Kürtsorununda çözümün adımları atılacaktı. AKP istemesebile demokratik siyasi mücadelenin gücüyle buadımları atmak zorunda bırakılacaktı. TaksimDirenişi’nin hemen öncesinde durum buydu. AKP

oyununa kapılmış olanlar öyle iddialıydı ki sol kesim

içinde deyim uygunsa sürecin büyüsüne kapılmayan

kesimler barışa ve çözüme karşı olmakla dahi itham

edilir hale geldi.

Aldatmacalarla oyalanmakbölge halklarının kaybına razı olmaktır

AKP ile demokratikleşme ve Kürt sorununda çözüm

konusunda milim mesafe alınmayacağının belki de en

etkili ve sarsıcı ifadesi, 31 Mayıs’tan başlayarak

yaşanan büyük halk hareketi oldu. Esasen 2013 1

Mayıs’ından bu yana tüm dünya, AKP despotizminin

ne demek olduğunu defalarca ve defalarca yaşayarak

görmüş oldu. Din tacirlerinin şefi Erdoğan, burjuva

demokrasisinin biçimsel görünümlerinden bile ölesiye

nefret ettiklerini, kendilerinden olmayana yaşam

hakkı tanımayacaklarını hiç gizleyip saklamadan

ortaya koymayı sürdürüyor.

Dinci iktidarın bu genetiğini ve dolayısıyla “çözüm

süreci” diye yutturmayı başardığı aldatmacayı tüm

açıklığıyla deşifre eden bir diğer gelişme ise 16

Temmuz’dan bu yana Batı Kürdistan’da yaşananlardır.

İlk günlerden bu yana yaşanan tüm gelişmeler ve

açıklamalar gösteriyor ki, Rojava’da gerçekleşen kısmi

özgürleşmenin birinci yıldönümünde dinci-gerici

çetelerin Kürt halkına karşı başlattığı saldırı dalgasının

başlıca sorumlusu AKP iktidarıdır. Dinci-gerici iktidar

bir yanda “çözüm süreci” yalanıyla Kürt hareketini

oyalamayı hesap ediyorken, diğer yanda Kürt halkının

Batı Kürdistan’da sonuna kadar haklı ve meşru bir

özerklik adımı atmasına karşı en kirlisinden bir savaş

tertiplemiş bulunuyor. Kürt ulusal kongresi

toplanmasına yönelik hazırlıklar ve bu kongreden

böyle bir iradenin şekillenebilme olasılığı tüm

komşularla kanlı bıçaklı hale gelen AKP iktidarının

maskelerini en kör gözler için bile indirmiştir. El

Kaideci El Nusra çetesi, şimdiki adıyla da “Irak ve

Suriye İslam Devletleri” adlı çetelerin Kürt halkına

karşı başlattığı, fakat Kürt kentlerindeki

hakimiyetlerini yitirmelerine dönüşen kanlı saldırılar

bizzat AKP’nin isteği, desteği ve yönlendirmesiyle

yapılıyor. Dinci iktidarın dışişleri bakanı olan zat,

“Suriye’de emrivaki şeklinde atılabilecek bazı adımlar,

çok daha fazla kan dökülmesine ve iki taraflı bir

çatışmanın, çok taraflı çatışmaya dönmesine neden

olur” diyerek bunu resmen itiraf etmiş bulunuyor.

Bu saldırıların ABD Kongresi’nden çetelere açıktan

silah yardımı yapılması kararıyla, dolayısıyla aylar önce

toplanması gündeme gelen yeni bir Cenevre barış

konferansının sabote edilmesiyle aynı zamana denk

düşmesi de oldukça manidardır. Suriye’de daha uzun

yıllar boyunca yerel taşeronlar ve dinci çeteler eliyle

vekalet savaşı yürüteceklerini ilan etmiş olan batılı

emperyalistler, Kürt halkının meşru haklarını

kullanmalarından kaygı duymakta ve bunu açıkça ifade

etmekte herhangi bir sakınca görmemektedirler. Kürt

halkının karşısına dinci-gerici çeteleri çıkarmaktan da…

Bu yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki bölge

halklarına karşı yürütülen ve yürütülmesi planlanan

saldırı ve savaşlarda, ABD’nin başında olduğu batılı

emperyalistler ile AKP iktidarı aynı halk düşmanı

cephededirler. Bu düşmanlığın en öncelikli hedefi ise

özgürlük bilinci ve demokratik duyarlılığı gelişmiş olan

Kürt halkı ve onun direnç noktalarıdır. Durum buyken

AKP iktidarına soluk aldıran aldatmacalarla

oyalanmayı daha fazla sürdürmek, başta Kürt halkı

olmak üzere bölgedeki tüm işçi ve emekçilerin kaybına

bile bile razı olmak anlamına gelecektir.

Kızıl Bayrak’tan...

Büyük Haziran Direnişi açtığı yoldan ileriye

doğru yürüyüşünü sürdürüyor. Her ne kadar

direniş belli bakımlardan “geriye” çekilmiş olsa

bile eylemli hattaki ilerleme kesintisiz olarak

devam ediyor. Bugün ülkenin dört bir yanına

yayılan forumlarla, Gezi tutsaklarıyla dayanışma

etkinlikleriyle, faşist baskı, gözaltı ve tutuklama

terörüne karşı yükseltilen mücadele ile direniş

giderek hayatın her alanında kendini büyütüyor

ve güçlendiriyor

Aynı zamanda bir dizi yerelde gerçekleştirilen

forumlarda işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar

kendi gerçek sorunlarını gündemleştirerek ve bu

sorunlara çözüm bulma arayışına girerek yeni bir

dönemin kapısını aralıyorlar. Genel sorunlarla

yerel sorunlar arasında köprü kurmaya

başlıyorlar. İşte bu adımlar geleceğe dair umutlu

bir sürecin de başlangıcıdır aynı zamanda. Bu

çabayı daha hedefli ve amaca uygun bir temelde

geliştirmek ve büyütmek öncelikli

sorumluluklardan biri olarak önümüzde duruyor.

Direniş cephesinde bunlar yaşanırken

sermaye iktidarı direnişin politik-moral-maddi

tüm kazanımlarına pervasızca saldırmayı öncelikli

bir hedef haline getirmiş bulunuyor. Her türlü kirli

silah ve yöntem kullanarak direniş

itibarsızlaştırılmaya ve etkisizleştirilmeye

çalışılıyor. Kitlelerin mücadele kararlılığını ve

direnme iradesini ezmek için tam bir seferber

içindeler. Polis, yargı ve medya aygıtları harekete

geçirilerek korku imparatorluğu yaratılmak

isteniyor. Başta Tayyip Erdoğan ve avanesi olmak

üzere tüm düzen güçleri gece-gündüz demeden

her vesileyle direnişe, işte bu yüzden saldırıyorlar.

Ancak bu mümkün değil artık. Zira direnme ruhu

ve bilinci tüm ülke sathına yayılmış bulunuyor.

Şimdi işçilere, emekçilere, gençliğe ve kadınlara

yönelik en küçük saldırı bile anında direnme

ruhunun yarattığı kararlılık kuşanarak

yanıtlanıyor.

Bugün mücadelenin bir başka cephesi ise işçi

sınıfının grev, direniş ve eylemlerle haklarına ve

geleceklerine sahip çıkmak için inatla, kararlılıkla

mücadelenin yolunu tutmalarıdır. Farklı

sektörlerde yaşanan bir dizi grev, direniş ve

eylemler bunu gösteriyor. Önümüzdeki dönem

işçi sınıfının direnişin açtığı yoldan ilerleyerek

sınıf mücadelesinin geleceğinde tayin edici bir rol

oynayacağı bir döneme de işaret ediyor. Sınıf

devrimcileri tüm güçleriyle bu alana yüklenmeyi

esas almalıdırlar.

* * *

Ekim Gençliği Yaz Kampı çalışmalarına 22

Temmuz günü başladı. Kamp programı belirlenen

çerçevede başarı ile sürmekte, kampa katılan

gençlik güçleri yeni dönemin görevlerine

hazırlanmanın bilinci ve sorumluluğu ile kamp

etkinliklerine etkin bir tarzda katılmakta ve kendi

katkılarını sunmaktadırlar. Kuşkusuz sınırlı bir

zamana sığdırılan bu çok yönlü çaba etkisini ve

sonuçlarını yeni dönem gençlik faaliyetinde

gösterecektir. Bundan hiçbir kuşku duymuyoruz.

Page 3: Kızıl Bayrak  2013-30

AKP iktidarının “etkin taşeronluk” esasına dayalıbölge politikasının iflas ettiği, gelinen yerde kimse içinbir sır değil artık. Emperyalistler adına taşeronlukyaparken, “yeni Osmanlıcı” heveslerineulaşabileceklerini varsayan Tayyip Erdoğan-AhmetDavutoğlu ikilisi, bölge gerçekliğinin sert duvarınatoslayınca, apışıp kaldılar. Hal böyleyken, Taksim’debaşlayıp ülke sathına yayılan kitle hareketinin patlakvermesi ise, dinci-gerici iktidar açısından işin tuzu-biberi oldu. Tayyip’le müritlerinin son aylardakihisterik, saldırgan, küstah halleri, içine düştükleri bualçaltıcı halin yansımalarıdır aynı zamanda.

“Komşularla sıfır sorun” söylemiyle işe koyulandinci-Amerikancı iktidar, “ılımlı İslam” modelinin Arapdünyasında kapışılacağı vehmine kapılmıştı.Ortadoğu’yu siyasal İslam’ın kalesi haline getirerekemperyalist/siyonist güçlere “dikensiz gül bahçesi”vaat eden Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, bu sayedeWashington nezdinde vazgeçilmez olacaklarınıdüşünüyor, 2023 yılının planlarını yapıyorlardı.

Bu şişkin egoya dayalı özgüvenin pratiktekiyansımaları, hem iç hem dış politikada kabasaldırganlıktır. Ülke içinde en sıradan demokratikhakkın kullanımına bile tahammülsüz, faşizan birsaldırganlıkla karşılık veren AKP iktidarı, komşuhalklara karşı da aynı dili kullanmaya başladı.Emperyalist savaş aygıtı NATO’nun Libya’yı yakıp yıkansaldırısına ortak olan Ankara’daki Amerikancılar,kokuşmuş Körfez şeyhleriyle birlikte Suriye’de rejimdeğişikliğine soyundular. Köktendinci katilleri eğiten,silahlandıran ve komşu Suriye halkının üzerine -ABD veKörfez şeyhleriyle birlikte- salan AKP iktidarı, Irak’ta daher gün vahşi katliamlar gerçekleştiren islamcıteröristlere destek veriyor vb...

Libya’da yedi aylık bombardımanla on binlerkatledildi, ülke enkaz haline getirildi ve bu ülkedehalen bombalar patlıyor, sivil halk katlediliyor. İkinciyılını geride bırakan Suriye’deki yıkıcı savaşta iseöldürülenlerin sayısı 100 bini aştı. Ülkenin birçok kentitahrip edildi. Sanayinin merkezi olan Halepçevresindeki fabrikalar yağmalandı. Milyonlar ülkeiçinde veya dışında mülteci durumuna düşürüldü.Irak’ta her gün intihar saldırıları ve patlayıcı yüklüaraçlarla katliamlar gerçekleştiriliyor.

Tüm bunlar, Tayyip-Davutoğlu ikilisinin iftihar ettiği

dış politikanın kimlere hizmet ettiğini gösteriyor. İştebu uğursuz politikanın iflası, AKP iktidarının iyicezıvanadan çıkmasına yol açtı. Komşu ülkelerde yıkımve katliamları “rutin” hale getirmek isteyen cihatçıteröristlere sınırsız destek sunan dinci-Amerikancıiktidar, bu düşkün tetikçiler eliyle komşu halklardan öçalıyor.

AKP iktidarının desteklediği cihatçı çetelerin -diğerkanlı icraatları bir yana- sadece Suriye ve Irak’tainsanlığa karşı işledikleri suçların “vahşet” boyutunuaştığı, Tayyip-Davutoğlu ikilisinin dostları tarafından daitiraf ediliyor artık. Bu çeteleri eğitmek,silahlandırmak, koruma altına alıp lojistik desteksağlamak ve sonuç itibariyle tetikçi olarak kullanmak…Tüm bunlar, iflas eden dış politikayı bir nebze de olsayeniden canlandırmak isteyen Tayyip-Davutoğluikilisinin, komşu halkların kanının içine battıklarınındelilleridir.

Gerici olduğu kadar Amerikancı, saldırgan olduğukadar küstah olan başarısız dış politikanın bedeliniTürkiyeli işçi ve emekçiler de ödüyor. Bunun bir yönüazgın polis terörünün ülke sathına yayılması, gençlerinkatledilmesi, binlerin yaralanması ve devam edensürek avıdır. Diğeri ise, bizzat AKP iktidarının arkasındadurduğu köktendinci teröristlerin gerçekleştirdiğikatliamlardır.

Silahlı çetelerin Urfa ve Hatay’da iki sınır kapısınadüzenledikleri saldırılarda onlarca kişi katledilmişti.Reyhanlı’daki patlama ise, yerel kaynaklara göre 100’üaşkın kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin iseyaralanmasına neden olmuştur. Son olarak,Serekaniye’deki PYD güçlerinin üzerine salınan cihatçıçetelerin, Urfa Ceylanpınar’a attıkları havan topumermileriyle bir gencin katledilmesi ve çok sayıdakişinin yaralanması vb... Tüm bunlar AKP iktidarınınizlediği saldırgan dış politikanın dolaysız sonuçlarıdır.

Komşu halkları hedef alan bu gerici, mezhepçi,saldırgan politikaya karşı mücadele etmek, artık herilerici-devrimci kişi, kurum, örgüt veya partiningörevidir. Hem komşu halkları hedef alan saldırılarahem içeride devam eden polis terörüne karşımücadelenin birleştirilmesi ve bölge halklarıylaenternasyonal dayanışmanın yükseltilmesi, gözdenkaçırılmaması gereken önemli bir sorumluluk olarakkarşımızda durmaktadır.

Dış politikada iflasın bedelihalklara ödetiliyor!

AB ırkçı-siyonizminhizmetinde

Belçika’nın başkenti Brüksel’de toplanan AvrupaBirliği (AB) Dışişleri Bakanları, Lübnan Hizbullah’ının“terör örgütleri” listesine alınmasını kararlaştırdı.Kararın sadece Hizbullah’ın “askeri kanadı” içingeçerli olacağını belirten AB şefleri, içine düştüklerialçaltıcı durumu hafifletmeye çalıştılar. Görünen oki, bu şefler, aldıkları kararı kendileri de meşrugöremiyorlar.

Belirtelim ki, Hizbullah’ın “askeri kanadı” diye birörgütlenmesi bulunmuyor. Hizbullah’ın siyasi,askeri, diplomatik ve diğer alanlarda faaliyetleri var,ancak bu faaliyetler bir bütün oluşturuyor. Yani,gerçekte bu kararla Hizbullah, bir bütün olarakhedef alınmıştır.

Hadlerine düşmeyen bir karar alan AB şefleri,halkların direnişine düşman, ırkçı-siyonist İsraildevletinin ise hizmetinde olduklarını bir kez dahakanıtladılar. Zira Filistinli çocukları tutuklayan,işkence yapan, zindanlara kapatan, katleden İsrail’invahşi terörüne destek veren AB şefleri, halihazırdaanti-siyonist direnişin simgesi olan Hizbullah’ı hedefalarak, direnen halklara nasıl da düşman olduklarınıgösterdiler.

Her emperyalist güç gibi hareket eden AB, aldığıkararla, anti-siyonist direnişten duyduğu rahatsızlığıda yansıtmış oldu. Çünkü AB şeflerinin böyle birkarar almalarına gerekçe oluşturacak bir bahanebulunmuyor. Hizbullah, sadece İsrail’e karşısavaşıyor. Yani AB, kendi kurallarına da aykırı olanbir karar aldı. Bu tutarsızlık şaşırtıcı değil. Irkçısiyonizme kalkan olanların, direniş hareketlerine veonları destekleyen halklara düşmanca yaklaşmaları,eşyanın tabiatı gereğidir.

AB, “terör örgütü” listesine aldığı gruplarınAB’deki mal varlıklarını donduruyor ve bu örgütleremali yardımı yasaklıyor. Bu kararın Hizbullah’ı çoketkilemesi beklenmiyor, zira AB ülkelerinde finanskaynakları olsa bile, bunların kayda değer boyuttaolmadığı belirtiliyor. Buna karşın semboliköneminden dolayı karar ırkçı-siyonistler, Suriye’dekisilahlı çeteler ve destekçileri tarafından sevinçlekarşılandı.

Hizbullah, henüz karara dönük net bir tutumaçıklamazken, Lübnan yönetimi ise, AB kararındanduyduğu rahatsızlığı dile getirdi. LübnanCumhurbaşkanı Michel Süleyman, Avrupa Birliği’ne,“Lübnan Hizbullahı’nın askeri kanadının teröristörgütler listesine dahil edilmesi kararını yenidengözden geçirmesi” için çağrıda bulundu. LübnanBaşbakanı Najib Mikati de, AB şeflerinin kararındanduyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

Direniş hareketleri, emperyalistlerden icazetalarak mücadele etmezler. Bundan dolayı ABkararının etkisinin, “it ürür, kervan yürür”den öte biretki yaratması beklenmiyor.

Page 4: Kızıl Bayrak  2013-30

Taksim Direnişi’nde en çok tartışılan konulardanbiri de “şiddet” meselesi oldu. Peki nedir şiddet,neden doğar ve neye hizmet eder? HaziranDirenişi’nden beri bu soruların yanıtını aslında bizzatyaşayarak somut bir şekilde öğrenmemize rağmen,gerek AKP iktidarı gerekse de düzen savunucularıtarafından “şiddet” sorunu üzerinden bilinçlerimizibulandırmaya dönük sistematik bir saldırı yönetildi veyöneltilmeye devam ediyor.

Tek neden olmasa da ama hepimizin yüzbinler olupTaksim’e akmasında belirleyici nedenlerden birinin deGezi Parkı’nı sahiplenenlere karşı defalarca uygulanan“polis şiddeti” olduğu malumdur. Bu durumunyarattığı toplumsal infial bir birikimin; her geçen gündozajı artırılarak devam ettirilen “polis-devletşiddetine” duyulan öfkenin bir yansımasıydı daaslında.

Bugüne kadar “işkenceye sıfır tolerans” söylemininpratik karşılığı işkencenin sokağa inmesi oldu. PolisVazife ve Salahiyetler Kanunu’nun karşılığı insanlarınsokak ortasında infaz edilirken polislerin hesapsorulmayan “yasal” katillere dönüşmesi oldu. “TerörleMücadele Kanunu” ise sömürü ve baskı düzeninemuhalif olan herkese polis copu ve kurşunlar, gazbombaları, TOMA ve akrepler, gözaltı ve tutuklama“hizmetleri” olarak geri döndü.

Böylelikle “Halk (a) için (uygulanan) emniyet(şiddet), Adalet (AKP) için (‘ye sunulan) hizmet”parolasında özetlenen görevle “devlet şiddeti” yurdundört bir yanında yaygınlaştırıldı-meşrulaştırıldı.

Fakat “polis-devlet şiddetinin” sadece AKPdönemiyle başladığını sanmak büyük bir yanılgı olur.Kana bulanan 1 Mayıslar’dan Metin Göktepe gibigazetecilerin katledilmesine, Manisa Davası olarakhafızamızda yer edinen liseli gençlere uygulananişkencelerden, “hayata dönüş operasyonlarına” kadarbirçok örnek toplumsal hafızamızdan henüzsilinmemiştir. Bu uygulamaların en vahşice vegünübirlik uygulandığı Kürt illerinde yaşananörneklerini ise saymakla bitiremeyiz. Üstelik buicraatların birçoğu bugün AKP iktidarının uyguladığıdevlet şiddetine karşı gözükenlerce uygulanmış,desteklenmiştir ya da “susularak” onaylanmıştır.

O halde şiddetin özellikle de “devlet şiddetinin”tarihimizin her kesitinde var olduğunu unutmamalı veburadan doğru bu şiddetin kaynağına dönmeli;nereden doğduğu sorusunun cevabını aramalıyız.

Nasıl ki toplumlar sınıflardan oluşuyorsa tarihboyunca bu toplumlar içerisinde iktidara egemen-sahip olan sınıflar da toplumun tümünü yönetmekadına “şiddete” başvurular. Hatta şiddetti kenditekelleri haline getirirler. İşte bu “tekelleşen şiddetin”toplum çapında meşrulaşmasının yolu olarak da“devlet aygıtı” üzerinden gerçekleşmesi sağlanılır. Yanidevlet; ona sahip olan egemen sınıflarca, toplum adınatopluma yönlendirilen “örgütlenmiş” ve “meşrukılınmaya çalışılan” şiddet aygıtıdır aynı zamanda. Buşiddetin dozajı ve genişliği ise egemen sınıflarcayönetilmeye çalışılan; “ayak takımı”, “çapulcu” vb.

nitelemelerle de aşağılanan bizlerin, emekçi kitlelerindirenme, örgütlenme ve taleplerimiz uğruna kararlıolma durumuna göre artar veya azalır.

İşte bu yüzdendir ki tarihin ilerleyişine vetoplumlardaki demokrasi mücadelelerinin özünebaktığımızda esaslı ve kalıcı kazanımların birçoğununböylesi çatışmalar sonucunda elde edildiğini görürüz.“Hak verilmez, alınır” gibi oldukça sade olan bir şiardabile bu düşünce özetlenmektedir aslında. Yani şiddeteğer tarih içinde toplumların sınıflara bölünmesiüzerinden açığa çıktıysa ve eğer egemen sınıflarcatoplumun diğer sınıf ve katmanlarına karşı “devletşiddeti” üzerinden tekelleştirilerek uygulanmayaçalışılıyorsa aynı şekilde toplumun da bu örgütlenmişşiddete karşı direnme, mücadele etme ve karşı şiddetuygulama hakkı vardır. Bu durum bizlerin niyetindenbağımsız olarak tarihsel bir gerçeklik olarak vardı vevar olmaya devam edecektir.

Bu yüzden tek başına “şiddete karşıyız” demekhiçbir şey anlatmaz dahası örgütlenmiş, her türlüiktidar olanağını elinde bulunduran karşı gücün,“şiddetin” örgütsüz, profesyonel olmayan karşı güce,“şiddete” baskın ve galip gelmesini savunmanızanlamına gelir. Çünkü bir tarafta uyguladığı her türlüşiddetle yasal ayrıcalıklarla korunup kollanan “destanyazdı” diyerek sahiplenilen, öte yandan maddi açıdanmükâfatlandırılan daha fazla şiddet uygulasın diyecesaretlendirilen, güdülenen bir yapı vardır. Ve buyapının uyguladığı şiddetin tek amacı talepleri içinsokağa çıkan emekçi kitlerinin direncini, mücadeleetme iradesini, isteğini zor yoluyla bastırmak,kırmaktır. “Hangi şiddete karşıyız” sorusundan yoksunbir şiddet karşıtlığı söylemi tam da iktidarın uyguladığı“devlet şiddetiyle” uzlaşmak istediği sonuca hizmetedebilir sadece.

Nitekim gerek AKP’nin gerekse de yandaşmedyasının süreç boyunca bu söylevi öne sürdüğünühepimiz biliyoruz. Sanki bizler polis şiddetine karşısokağa çıkmamışız da azgın devlet terörüne bizlermaruz kalmamışız da “devletin polisi” mağdurolmuştur. Oysa ki, bu politika AKP için sürekliuygulanan bir politikadır. İşçilerin, emekçilerin,öğrencilerin, ezilen, sömürülen, dışlanan kitlelerintaleplerini bastırmak için zor aygıtını devreye sokarlaröncelikle. Eğer karşı bir direnç görürlerse toplumçapında daha azgın bir şiddeti meşru kılmak için“şiddet içeren, kanunlara uymayan eylemleremüsammaha edemeyiz” der ve saldırmaya devamederler.

Fakat hepimiz iyi biliyoruz ki AKP ve yandaşları içinkitlelerin taleplerini savunmasının, demokratikhaklarını kullanmalarının veya kendilerini protestoetmelerinin “şiddet içerip içermemesi” onlara dönükdevlet şiddeti uygulanıp uygulanmayacağındabelirleyici değildir. Gezi Direnişi tüm süreciyle bugerçekliği ortaya koymuştur. Dahası bu ülkedebakanların sadece yuhalanması bile dinci partinin şefiErdoğan tarafından kitlelerin “tribün teröristi” ilanedilmesi için yetmiştir.

AKP iktidarının kendi sınıfsal çıkarları için bupolitikayı çok bilinçli bir tutumla uygulamasıanlaşılırken peki kendilerini en keskin AKP karşıtıolarak sunan bir dizi siyasi örgütün de “polise taşatmayalım”, “barışçıl gösterilerin dışına çıkamayalım”,“aramızdaki provokatörlere dikkat edelim”söylemleriyle AKP’ye destek olmalarına ne demeliyiz?Onların yaptıkları da azgınca gerçekleşen “polis-devletşiddeti” karşısındaki öfkemizi, tepkimizi, direnmegücümüzü eritip soğutup kendi seçim çalışmalarınamalzeme haline getirme hesaplarının bir ürünü olabilirancak. Zira dediğimiz gibi polis-devlet şiddeti buülkede, AKP hükümeti eliyle başlamadığı gibi bizlerindirenişi üzerinden oy ve seçim hesabı yapanların da ilkfırsatta kullanacakları aygıtlar bu kurumlar olacaktır.Çünkü onlar da aynı egemen sınıflarınhizmetindedirler. Tek farkları bizleri aldatmak içinbüründükleri renkleridir. Bugün muhalefet olurlaryarın eleştirdikleri iktidarın bir parçası olurlar.

Bu yüzden polis-devlet şiddeti karşısında ezilen,sömürülen, dışlanan tüm kesimlerin meşru direnişinive şiddetini savun(a)mayanların, bizlerin mücadelesinidesteklemekten öteye kendi sınıfsal çıkarlarınıgözeterek hareket ettikleri çok açıktır. Nasıl kiemperyalistler karşısında mazlum halkların her türlüdirenişi ve şiddeti meşru ve kutsal ise, AKP’nin “ilerifaşizmi” altında yaşamı her geçen gün daha daboğulan işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, Kürtler,Aleviler ve daha birçoğumuzun her türden direnişi veşiddeti de meşrudur. Nasıl ki “DGM’yi ezdik sıraMESS’te!” diyen işçi sınıfımız 15-16 Haziran Direnişi’ylehükümetlerin aldıkları kararları iptal ettirmesinibildiyse, nasıl ki Kürt halkı yıllardır sürdürdüklerimücadeleyle bir dizi kazanım elde etmesini bildilerse,bizler de aynı yoldan giderek, bedel ödemekten vebedel ödetmekten geri durmamalıyız.

Haklı olan taleplerimizi kazanmak için yeri gelirtweet atarız yeri gelir gazına, copuna, sopasına karşıtaşımızı, molotoflarımızı atarız. Çünkü “o kadar haklıyızki”, bu haklılığımızı kimseye yedirtmeyiz.

Faşist devlet terörüne direnmek meşrudur!

Page 5: Kızıl Bayrak  2013-30

Kapitalist barbarlık insanlığa yıkımdan başka hiçbirşey sunmuyor. Emek sömürüsü üzerinden kendini vareden bu düzen ancak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerindevrimci iktidarı ile ortadan kalkacaktır. Bugündevrimcilere düşen en önemli görev; insanlığı ve tümgezegeni kurtarmak için bu barbarlık düzenine karşımücadele etmek, kitleleri işçi sınıfının devrimciprogramı altında örgütlemek ve harekete geçirmektir.Aksi durumda insanlık ve tüm doğal çevre barbarlıkiçinde yok oluştan kurtulamayacaktır. Yapmamızgereken açık ve nettir: Kitlelerin biriken öfkesini veTaksim Direnişi ile açığa çıkan enerjiyi işçi sınıfınındevrimci programı etrafında birleştirmektir.

Tarih bize devrimci örgütün ve önderliğin olmadığıyerde kitlelerin enerjisinin düzen içi sınırlarahapsedildiğini defalarca göstermiştir. Devrimci örgütünolduğu ve kitlelerle bütünleştiği yerde ise şanlıdevrimlerin kaçınılmaz olduğunu göstermiştir.

Türkiye topraklarında sermaye düzenine karşıgörkemli bir direnişe tanıklık ediyoruz. İşçi veemekçilerin üzerindeki ölü toprağını atan görkemlidireniş şimdiden birçok kazanım elde etmiştir. Enönemli kazanımı ise kitlelerin birlikte hareket ettiğindebirçok şeyi değiştirebileceğini görmeleri olmuştur. Bugerçekliği gören sermaye hükümeti AKP, direnişinmoral değerlerini yok etmek, kazanımlarını ortadankaldırmak için azgınca saldırıyor. Biber gazı, polis copu,TOMA, katliamlar, sokaklara salınan palalı çeteler,kitlesel gözaltı ve tutuklama terörü devletin hareketekarşı saldırı araçlarının bazılarıdır. Sermaye devleti busaldırılarını hareketin tüm kazanımlarını yok etmek içindevam ettirmeye niyetli gözüküyor.

Sermaye düzeninin saldırılarından korkuya kapılan

bir dizi gerici hareketler ve reformist güçler de açıktanya da dolaylı bir biçimde düzenin saldırılarının birparçası oluyorlar. Doğu Perinçek Aydınlık gazetesindekiyazısıyla bunu açıktan ilan etti. Park forumlarının engüçlü geçtiği Yoğurtçu Parkı’na sermaye hükümeti şefiTayyip Erdoğan’ın argümanlarına benzer argümanlarkullanarak saldırıya geçti.

Reformist hareket ise başından beri temkinli olmakadına hareketin gerisine düşen ve hareketi geriçekmeye çalışan tutumlar izledi. Bu tutumlarTaksim’de çadırlar varken “flamaları indirelim”,“barikatları kaldıralım”, “çadırları kaldıralım”tartışmaları ile kendini dışa vuruyordu. Geniş kitlelerinböyle bir tartışması yokken açılan tartışmalar “koca”iddiaları olan bu hareketlerin kapitalist düzenkarşısındaki konumlarını ve sınırlarını ortaya koyuyor.Düzeni aşmak gibi iddiaları olmayanlar kitlelerin düzenkarşıtlığına dönüşen eyleminin önünde engel olmaktanbaşka bir işe yaramazlar. Taksim Direnişi bunu bütünaçıklığı ile gösterdi. Her şeye rağmen kitle hareketi birbiçimde devam ediyor. Hareketi kontrol altına almakgibi uğursuz bir rolün oyuncusu reformist hareketmisyonunu oynamaya devam ediyor. TaksimDayanışması içinde ağırlığı oluşturan bu güçlerpasifizmi bir eylem biçimi olarak öneriyorlar. Hareketineylemli hattını sonlandırmak için söz birliğiyapmışçasına tutumlar alıyorlar. Düzenin efendilerinindillerinden düşürmedikleri “hesap sandıkta sorulur”sözlerine kendi cephelerinden cevap veriyorlar.Kitlelerin öfkesini kontrol altına almak için “hesabısandıkta soracağız” gibi tutumları açıktan ya da dolaylıbir biçimde kullanıyorlar. Kitlelerin alternatif arayışı ileaçığa çıkan “Hükümet istifa!” sloganını da devrimci bir

yönelime dönüştürmektense sandığa çağıran birtutuma dönüştürüyorlar.

Taksim Dayanışması içerisinde yer alan bazıkurumların temsilcilerinin gözaltına alınması, polisfezlekesinde Taksim Dayanışması’nın “yasadışı”olduğuna dair ifadelerin bulunması, reformisthareketlerin ve etkileri altındaki kitle örgütlerininyöneticilerini korkutmuş durumda. Bunun içindir kihareketin eylemli sürecini sonlandırmak için canlabaşla çaba sarf ediyorlar. Korkularını ise kitlelerinkaygıları diyerek perdelemeye çalışıyorlar.

Hareketi pasifizme iten bu anlayışların oyunlarınıboşa düşürmeliyiz. Hareket geri çekildikçe sermayedevleti direnişin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmakiçin daha fazla saldıracaktır. Bunun için ise ilk olarakdevrimci ve ilerici güçleri etkisizleştirmek için saldırı veoperasyonlarını hızlandıracaktır. Düzenin saldırıları vereformizmin geri tutumlarına karşı hareketin enerjisinidevrimci kanallara akıtmak bugünün acil görevidir.

Bunun için park forumlarına direnişin değerlerinive kazanımlarını ileri taşıyacak müdahaleler daha fazlayapılmalıdır. Forumların dinamik, inisiyatifli bir biçimdeşekillenmesi için çaba sarf edilmelidir. Düzeninsaldırılarına ve operasyonlara karşı forumlarınsavunma mekanizmalarını kurmaları, tepkilerini güçlübir biçimde açığa çıkarmaları sağlanmalıdır. Her saldırıve operasyondan sonra gözaltına alınan ve tutuklanandirenişçilere sahip çıkmak için, tutuklananların serbestbırakılması için kenetlenilmelidir. Forumlar arası ortakkarar ve eylem birliği için mekanizmalaroluşturulmalıdır. Kitlelere direnişin değerlerini vekazanımlarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmekiçin “Kenetlenin!” şiarı taşınmalıdır. Fakat şunuunutmamalıyız ki kitle hareketinin tüm kazanımınınteminat altına alınması işçi sınıfının devrimci programıetrafında kitleleri birleştirmekle mümkündür.

Kitlelerin açığa çıkacak enerjisini devriminolanaklarına dönüştürmek devrimci partinin görevidir.Bir dizi gelişme reformist ve gerici hareketlerin direnişkarşısında engele dönüşen tutumlarını fazlasıylagörmemizi sağladı. Kitlelerde sivil toplumculuğuyayarak sandığı çözüm gösteren anlayışlar hareketizayıflatmaktan başka bir işe yaramıyorlar.

Bugün harekete müdahalede öne çıkarılmasıgereken örgütlülüğün önemidir. Devrimci örgütünyaşamsal olduğunu kitlelere göstermeliyiz. Kitle içindedevrimci çalışmanın olmazsa olmazlarından biridevrimci örgüt anlayışını ve işçi sınıfının devrimciprogramını kitlelere taşımaktır. Hareketinkazanımlarının teminat altına alınması için leninistörgüt anlayışının kitlelere taşınması ve kitlelerin butopraklardaki ihtilalcı sınıf partisine kazanılması içinçaba sarf edilmelidir.

Her türlü örgüt kaçkını, pasifist düzen içi hareketekarşı “örgütlenin” şiarını kitlelere taşımalıyız.

Devrimci örgüt varsa ve kitlelerle buluşma zeminiyakalamışsa gerisi zaman işidir. Devrim er ya da geç işçisınıfının devrimci partisi önderliğinde kitlelerin eseriolarak inşa edilecektir. Her şeyden önce “örgütlenin”şiarı devrimin anahtarı olarak önümüzde duruyor.

Devrim için örgütlenmeyengeleceği kazanamaz!

Page 6: Kızıl Bayrak  2013-30

Çağdaş Hukukçular Derneği, 31 Aralık 1974tarihinde, aralarında Niyazi Ağırnaslı ve Halit Çelenk’inde bulunduğu 74 hukukçu tarafından kurulmuş aradangeçen bu uzun süre zarfında kesintisiz olarakezilenlerin, baskıya ve sömürüye maruz kalanlarınyanında saf tutmuştur.

ÇHD, bağımsız ve özgün çalışması ve kurulduğutarihten itibaren kesintisiz sürdürdüğü halkın adaletmücadelesinin bir parçası olma özelliği ile DemokratikKitle Örgütleri içerisinde haklı bir saygınlığın sahibiolmuştur.

Halkın en zayıf, siyasal iktidarın en güçlü olduğunezarethanelerde, mahkemelerde ve hapishanelerde,gerçeği ve geleceği savunma onuru ise hep ÇHD’liavukatlara ait olmuştur. ÇHD’li avukatlar, sadecetoplumsal muhalefetin savunmanlığını üstlenmediler,aynı zamanda o muhalefetin bir parçası da oldular.

Aradan tam 40 yıl geçti… Ne iktidarların politikalarıdeğişti ne de o politikalara karşı mücadele verenhukukçular… Bugün isimleri ve yüzleri değişse deÇağdaş Hukukçular, hala, aynı kararlılıkla kavganın tamortasındalar, geleneği aynı kararlılıkla izliyor ve adaletözlemi için mücadele ediyorlar. Tam da bu yüzdenkavganın tam ortasında ve mücadelenin bir parçasıolduğumuz için siyasi iktidar tarafından derneğimizinşubeleri bir şafak vakti basılmakta, dernekyöneticilerimizin de içinde bulunduğu 9 meslektaşımıztutuklanmakta ve toplamda 22 meslektaşımızhakkında davalar açılmakta.

Siyasi iktidarın hapishane politikalarından tutunyargısız infaz politikalarına kadar devlet hız kesmedenölüm saçmaya devam ederken Çağdaş HukukçularDerneği olarak, bu politikalara sessiz kalmadık. İşkenceile öldürülen Engin Çeber’den karakolda öldürülen

Festus Okey’e, sokak ortasında katledilen AlaattinKaradağ’a, Çağdaş Gemik’e, Soner Çankal’a, EmrahBarlak’a, Baran Tursun’a, ücretleri ve emekleripatronlarınca gaspedilen Hey Tekstil, Roseteks,Teknopark, Maltepe Belediyesi, Darkmen işçilerine,siyasi linç operasyonlarıyla tutuklanan yüzlerce Kürtsiyasetçinin yargılanmalarında savunmanlık yaptık,mücadelenin bir parçası olarak korkmadık, yılmadık.Mücadele biz ÇHD’li avukatlar için sadece adliyelerdedeğil, yaşamın her alanında sokakta, direnişte, grevdeher yerde sürdü. Öyle ki, adliyelerde avukatlarınonursuzca aranmasına biz karşı çıktık ve kararlımücadelemiz sonucunda kazandık. Adliyelerde grevyapan memurların yanında yine biz vardık.

Siyasi iktidarsa son yıllarda derneğimizin toplumsalmuhalefet odağı olmasını sindirememiş olacak ki, 18Ocak 2013 tarihinde sabaha karşı ÇHD Ankara veİstanbul Şube binaları, İstanbul ve Ankara HalkınHukuk Bürosu ve birçok meslektaşımızın ev ve bürolarıhukuka aykırı bir biçimde basıldı. Halkın Hukuk Bürosuise kapısı kırılarak savcı ve baro temsilcisi olmaksızınbasıldı. Siyasi polis tarafından gerçekleştirilen vedezenformasyon malzemeleri eşliğinde basına servisedilen bu operasyonda beklemedikleri bir toplumsalalgı oluştu. Bu coğrafyada yaşayan herkes bir biçimdeÇHD’yi ve ÇHD’li avukatları tanımıştı ve burjuvamedyanın yalanlarına inanmadan ÇHD’ye ve gözaltınaalınan avukatlarına sahip çıktılar. Bu sahip çıkmabizlerin, tutuklanan dostlarımızın Av. SelçukKozağaçlı’nın, Av. Taylan Tanay’ın, Av. GüçlüSevimli’nin, Av. Ebru Timtik’in, Av. Şükriye Erden’in, Av.Betül Vangölü Kozaağaçlı’nın, Av. Günay Dağ’ın, Av.Naciye Demir’in, Av. Barkın Timtik’in yaptıkları onurluve devrimci avukatlığın göstergesi oldu.

Operasyonun üzerinden tam altı ay geçmişti ki,iddianame nihayet kabul edildi. Meslektaşlarımızınhakim önüne çıkarılması ise -duruşma tarihinin 25-26-27 Aralık olduğu düşünüldüğünde - neredeyse bir yılsonra olacak. Herkesin çok merak ettiği ise buiddianamede neler var? Neler yok?

Öncelikle operasyon sırasında kozmik oda, ajan, 11çelik kapı, gece avukatların toplantı yapması gibiburjuva basının ağzının suyunu akıtarak haber yaptığıve bolca karalama kampanyasına dönüşen vebaşbakanın diline pelesenk ettiği bu dört önemliargümanın iddianamede olmaması bizi değilse debasını epeyce şaşırtmış.

Yurtdışı ile bağlantı kurulduğu iddia edilen “kozmikoda”ya ilişkin olarak iddianamede tek bir kelime dahigeçmiyor.

Basılan hangi dernek binasının ya da hangibüronun 11 çelik kapılı olduğu ve nasıl bir deliloluşturduğuna dair tek bir kelime yok.

ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı’nınoperasyon sırasında Suriye’de olmasını fırsat bilerek“ajanlık” suçlamasının -dosyada gizlilik kararı olmasınarağmen- basına servis edildiği hala hafızalarımızda,ama bu konuda da savcı, iddianamesinde tek birkelime yazamamış.

Başsavcının dahi açıklamasında yer alan veBaşbakan’ın aylardır her fırsatta dile getirdiği “geceavukatların toplantı yaptığı” iddiaları ise hiç yok!Hatırlanacağı üzere Halkın Hukuk Bürosu polislercekapısı kırılarak gece yarısı basılmış ve toplantı yapıldığıiddia edilmişti. Ne var ki, savcı bu önemli hususa (!) daiddianamesinde hiç değinmemiştir.

İddianamede “neler yok” sorusu aslında temel birsoru. Zira tutuklanan meslektaşlarımız ve derneğimizeyöneltilen en ciddi iddialar bunlardı. Bu isnatlarıniddianamede hiç yer almaması basın eliyle ve karapropaganda ile yapılan isnatları boşa düşürmesianlamında önemli bir ayrıntı.

Derneğimize ve tutuklu meslektaşlarımıza ilişkiniddialara ve delilere bakıldığında, şöyle bir tablo ilekarşı karşıya kalmaktayız: Asıl yargılanan avukatlıkmeslek pratiğidir. Bu davada asıl yargılanan yapılanmüvekkil seçimi, asıl yargılanan devrimcilerin, işçilerin,öğrencilerin avukatlığını yapmaktır. Yargılanandevrimci avukatlık faaliyetidir.

İddianameye baktığımızda deliller: * Savcının 1 numaralı delil olarak “ADLİ İSTİNABE”

yoluyla Hollanda ve Belçika makamlarından eldeedildiği bildirilen bilgisayar kayıtlarına dayandığınıgörüyoruz. İddianamenin en önemli dayanağı olan bubelgeler “word belgeleri”dir. Türkiye’deki hangimahkeme veya savcılık tarafından resmi yolla nezaman talep edildiği, Hollanda veya Belçika adlimakamlarınca ise hangi tarih ve hangi resmi yazışmayoluyla gönderildiği, tahrif edilip edilmediği bellideğildir. İddianamenin omurgası bu belgelerdir. Ancakbu belgelerin hiçbir somut dayanağı yoktur.

“Sokakta, kavgada ve mücadelede olacağız!”

Av. Zeycan Balcı Şimşek

Page 7: Kızıl Bayrak  2013-30

ÇHD’li avukatakeyfi soruşturma

25 Haziran 2012 tarihinde Tuzla’nın Aydınlı

Mahallesi’nde Sivas Katliamı’yla ilgili afiş yapan iki

sınıf devrimcisi keyfi bir şekilde darp edilerek

gözaltına alınmıştı. Polisin havaya ateş ederek, biber

gazı sıkarak ve darp ederek gözaltına aldığı Zeynel

Kızılaslan ve Ramazan Canpolat ters kelepçe

yapılarak Orhanlı Polis Merkezi’ne götürülmüşlerdi.

Sınıf devrimcilerinin avukatlarıyla görüşme hakkı

uzun süre engellenerek, başka bir avukat çağrıldı.

Barodan çağrılan işbirlikçi avukat sınıf

devrimcilerinin imza atmadığı, yalanlarla dolu olan

tutanağın imzalanmasını “tavsiye” etmişti. Sınıf

devrimcileri avukatı eleştirerek reddetmişti.

Bu sırada Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD)

üyesi Av. Bülent Şimşek karakola gelerek olaya

müdahil oldu. Sınıf devrimcilerinin ters kelepçeli bir

şekilde ifade vermeye zorlanmasına tepki

göstererek, kelepçeleri açtırdı. Polisler Şimşek’e

zorluk çıkartarak keyfi bir şekilde, tutanağı ve doktor

raporunu göstermek istemediler. Şimşek tutanak

kendisine gösterilmediği için şerh koştu. Bunun

üzerine polisler tutanağın fotokopisini kendisine

vermek zorunda kaldılar. Şimşek, tutanağı

inceleyince sınıf devrimcilerine yalnızca afiş

asmaktan gözaltı işlemi uygulandığını görerek, bu

şekilde gözaltı yapılamayacağını söyledi. Keyfi bir

şekilde gözaltı yaptıklarının tutanağa da yansıdığını

anlayan polisler, tutanağı değiştirmek için fotokopiyi

avukattan geri almak istediler. Avukatın tok tutumu

karşısında alamayacaklarını anlayan polisler,

hakkında tutanak tutulacağını söyleyerek avukatı

tehdit ettiler.

Polislerin o gün savurduğu tehdit bugün savcı ve

bakanlık tarafından uygulamaya sokuldu. Sınıf

devrimcilerini keyfi bir şekilde darp ederek gözaltına

alan ve işkence yapan, müvekkillerini koruduğu için

avukatı tehdit eden polisler hakkında hiçbir işlem

yapılmadığı gibi, avukat hakkında soruşturma

başlatıldı.

Üstelik “tutanağın aslını polisten zorla alıp geri

vermemek” gibi, komik ve yalan suçlamalarla bu

soruşturma açılıyor. Açılan bu soruşturmayla birlikte

Adalet Bakanlığı’nın tebliğiyle Baro tarafından da

Şimşek hakkında soruşturma başlatıldı.

Bütün bu yaşanan keyfi uygulamalar ve

hukuksuzluklar polisin ve devletin “adalet”

anlayışını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Polis

alışılageldiği şekilde karşısında susan, bütün yaptığı

hukuksuzluklara ve işkenceye sessiz kalan (tıpkı

barodan kendi çağırdıkları gibi) avukatları karşısında

görmek istiyor. Fakat tam tersine; bütün

keyfiliklerin, darp ve işkence uygulamalarının

karşısına dikilen avukatlara ise büyük bir

tahammülsüzlükle saldırıyor. Savcılık eliyle düzen

hukuku da bu konuda, polisine gerekli desteği

fazlasıyla sunuyor.

Bu yaşanan olay ÇHD’ye yönelik yapılan son

operasyonla birlikte değerlendirildiğinde, aslında bir

bütün olarak sistemin, muhalifleri, ilericileri,

devrimcileri, işçi ve emekçileri savunan avukatlara

karşı müthiş bir tahammülsüzlüğü olduğunu görmek

çok daha kolay olacaktır.

* 2010 - 2012 yılları arasında Emniyet MüdürlüğüTerörle Mücadele Şubesi’nde “DHKP-C operasyonu”nedeniyle toplam 470 kişinin gözaltına alındığını, 270kişinin gözaltı takibini tutuklu meslektaşlarımızıngerçekleştirdiğini, bu istatistiki veriye göre kimimeslektaşımızın 30, kimi meslektaşımızın ise 6 kişininavukatlığını yaptığını, sırf bu kişilere avukatlıkyapmaları dahi örgüt üyesi olduklarına delalet olduğubelirtilmiştir.

* Anayasa, Ceza Kanunları ve UluslararasıSözleşmelerle güvence altına alınan “susma hakkı”iddianamede suç olarak yer almış. MeslektaşlarımızınTerörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde avukatlıklarınıyaptıkları müvekkillerinin “susma hakkı”nı kullanmalarımeslektaşlarımızın örgüt üyesi olduğuna ilişkin bir delilolarak sunulmuştur.

* Meslektaşlarımızın müvekkillerine ait cenazetörenlerine katılmaları terör örgütü propagandasıolarak belirtilmiştir. Her ne kadar bu suçlar 6352 SayılıYasa kapsamında erteleneceği belirtilse de bu suçlarıntoplamından örgüt üyeliği yaratılmaya çalışılmıştır.

* Meslektaşlarımızın Hey Tektsil, Roseteks Tekstil,Darkmen Tekstil ve Akçay Tekstil’de başlayan işçidirenişlerine katılmak ve bu işçilerin avukatlığınıyürütmek, onların örgüt üyesi olduklarına ilişkin delilolarak sunulmuştur.

* Meslektaşlarımızın diğer avukat arkadaşlarıylayapmış oldukları mesleki konuşmalar dahi örgütselbilgi anlamında değerlendirilmiştir.

İddianamede yer alan delillere topyekûnbakıldığında meslektaşlarımızın tutuklu olmasınıgerektirecek tek bir somut delil bulunmadığını, gizlitanıkların açıkça gerçeğe aykırı beyandabulunduklarını, yalan söylediklerini, meslektaşlarımızındevrimci avukatlık yapmalarından duyulan rahatsızlıklaoperasyonun gerçekleştiğini görmekteyiz. Buoperasyon özelde ÇHD’ye ve Halkın Hukuk Bürosu’na,genel anlamda ise tüm avukatlara karşı yapılmıştır.

18 Ocak 2013 tarihinde başlayan cadı avı heralanda devam etmiştir. Tutuklu meslektaşlarımızınardından, adliye içinde gerçekleşen tüm eylemlerdenhakkımızda sayısız davalar açılmıştır. Tutuklumeslektaşlarımızın tutuklanmalarına itiraz dilekçelerinivermek isterken 18 Şubat 2013 tarihinde polisindarplarına maruz kalan avukatlar bugün polisemukavemetten ve kamu malına zarar vermektenyargılanıyor.

11 Haziran 2013 tarihinde, Gezi Parkı eylemlerisırasında, polisin sert tutumunu protesto ettikleri içinadliyede yaka-paça gözaltına alınan ÇHD’li 50 avukatbugün toplantı gösteri yürüyüşlerine muhalefetten ve

memura mukavemetten yargılanıyor. Yine 11 Haziran

2013 tarihinde, 50 meslektaşının karga tulumba

adliyede gözaltına alınmasını protesto eden avukatlar

bugün toplantı gösteri yürüyüşlerine muhalefetten ve

memura mukavemetten yargılanıyor. Yine 13 Eylül

2011 tarihinde adliye girişlerinde onursuzca

avukatların aranmasına itiraz eden ÇHD’li avukatlar

bugün kapılara zarar verdikleri ve memurlara

mukavemet ettikleri ve direndikleri için yargılanıyor.

Son olarak ÇHD kurumsal olarak Gezi Parkı’na vermiş

olduğu destekten ötürü halkı kin ve düşmanlığa sevk

etmekten yargılanıyor. Her türlü evrakı didik didik

edilmek suretiyle ÇHD’yi kapatmaya ant içmiş siyasi

iktidar tarafından cezalar kesiliyor ve davalar açılıyor.

Tüm bu davalar, baskı ve zulüm politikaları

göstermiştir ki, Çağdaş Hukukçular Derneği bu

topraklardaki toplumsal ve siyasal muhalefetin en

önemli parçasıdır. Adalet, üzerinde “adalet sarayı”

yazmakla karşılanmıyor, karşılanmayacaktır da. Emekçi

halkların adalet talebi ancak ve ancak sokaktadır.

Yargılama faaliyetini, tüm muhalifleri yargı eliyle

sindirme ve etkisizleştirme faaliyetine çeviren

mahkemeler bize sokağı ve kavgayı işaret etmektedir.

Öte yandan başbakanın açıkça halkın arasında nefret

tohumları serptiği, yan yana yaşayan ve yıllardır

birebirlerinin küllerine muhtaç komşuları dahi

birbirlerini şikayet etmeye salık verdiği bir süreçten

geçiyoruz. Gezi Parkı ile başlayan ve tüm ülkeye

yayılan dayanışma ruhundan ve iktidara karşı

topyekûn omuz omuza mücadele edilmesinden

korkanlar halkları birbirine düşürerek iktidarlarını

korumaya çalışmaktalar. Palayla halka saldıranlar,

haklarında arama kararı olmasına rağmen Fas’a

kaçabiliyorken, meslektaşımız ÇHD Genel Başkanı Av.

Selçuk Kozağaçlı’nın hakkındaki arama kararını bilerek

Türkiye’ye gelmesini ve geleceğini basın yoluyla

duyurmasını dahi iddianamede “yakalanmıştır” olarak

geçirebiliyorlar.

Çağdaş Hukukçular Derneği olarak, kırk yıllık

geleneğimizle mücadele bayrağını daha da

yükselteceğimizi, adaletin salt mahkeme salonlarında

tesis edilmediğini omuz omuza mücadele ederek

anlatacağımızı, mahkemelerin devrimci avukatlık

pratiğimizi yargılayamayacağını, devrimci avukatlığın

bir onur olduğunu ve devrimcilerin, işçilerin,

öğrencilerin avukatlığını yapmaktan

vazgeçmeyeceğimizi haykırıyoruz. Dün olduğu gibi

bugün de hem mahkeme salonlarında, hem de

sokakta, kavgada ve mücadelede olacağız.

Page 8: Kızıl Bayrak  2013-30

- ÇHD ve üye avukatları, toplumsal muhalefettenyana olan savunma pratiği ile, devlet katliamları,polis infazları ve işkencelerinin yargılandığı davalarabakan bir geleneğe sahip. Genel olarak devrimcilerin,işçilerin, ezilen halkın savunmasını üstlenenavukatlara yönelik bu iddianamenin içeriğinde nelervar? Neredeyse sistematik hale gelen avukatlarayönelik ceza istemleri neyi amaçlanıyor?

- 1974 yılında yine toplumsal muhalefetinsavunmanlığını yapan avukatlar tarafından bir ihtiyaçsonucu kurulmuştur Çağdaş Hukukçular Derneği. Buihtiyaç, yaptığı savunmanlık mesleğinden ötürüsaldırılara maruz kalan avukatların örgütlenme vebirlikte hareket etme ihtiyacıdır. Sıklıkla yinelediğimizgibi, ÇHD yargısız infaz davalarını, işkence davalarını,öğrenci davalarını takip etmiştir. Bunların yanı sıradirenişteki işçilerin, kentsel dönüşümden zarar görenhalkın yanında olmuş; bu kesimlere gerekli hukukidesteği vermeye çalışmıştır. Bu doğrultuda broşürler,bildiriler hazırlamış ve bunları dağıtmıştır. Çünkü,Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlarınsavunmanlık görevlerinin yanı sıra toplumu, sahipolduğu haklar konusunda aydınlatma, bilinçlendirmegörevi de bulunmaktadır. Yine sürekli yinelediğimiz gibiÇHD toplumsal muhalefetin içinde de doğal olarak yeralmıştır.

Kurulduğu tarihten bu yana ÇHD sürekli baskıyauğramış olmakla birlikte bu baskının boyutu ve şiddeti18 Ocak 2013 tarihinde gerçekleştirilen hukuka aykırıoperasyonla ciddi bir hal almıştır. Genel Başkanı,İstanbul Şube Başkanı ve üyelerinin tutuklanmasışeklinde tezahür eden baskıya kara bir propagandaeşlik etmiştir. Bu baskı ve karşı propaganda aslındahala sürmektedir. Derneğimiz ve dernek üyesimeslektaşlarımız hala hedef gösterilmektedir.Meslektaşlarımız hala yerlerde sürüklenerek yaka-paçagözaltına alınmakta, haklarında çeşitli ceza davalarıaçılarak baskı ve yıldırma politikalarıyla toplumsalmuhalefetin savunmanlığından el çektirilmekistenmektedirler.

Dokuzu tutuklu toplam yirmi iki meslektaşımızın

yargılanacağı davaya baktığımızda ise ilk göze çarpanhususları kısaca şöyle sıralayabiliriz:

* İstenen cezaların ağırlığı ile bunlara dayanakgösterilen deliller birbiriyle orantısızdır. Dosyadaneredeyse delil bulunmamaktadır. Bu da yalnızcaavukatlara değil tüm toplumsal muhalefete bir gözdağıverildiğini doğal olarak akla getiriyor.

* Bu davayla yargılanan Çağdaş Hukukçular Derneğive derneğin yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığımızfaaliyetleridir. Yani ezilen ve sömürülen halkınsavunmanlığını yapma; kitleleri hakları konusundaaydınlatma ve bilinçlendirme işlevi yargılanmaktadır.Bu iddianameyle tam da neden işçilerin avukatlığınıyaptığımız ve neden işçi direnişlerine katıldığımızsorusu soruluyor. Oysa, derneğimizin tüm saydığımızfaaliyetleri tüzüğüne uygundur ve yasaldır.

* 18-21 Ocak 2013 tarihleri arasındaki yazılı vegörsel basına göz atıldığında, dosyada gizlilik kararıbulunmasına rağmen nasıl olduysa basına sızan“kozmik oda”, “ajanlık”, “11 çelik kapı” türündenbilgilerin hiçbirinin iddianamede yer almamış olmasıitibarsızlaştırma ve kara propagandanın boyutunugöstermektedir. Ama bu durum itibarsızlaştırmafaaliyetinin durduğu anlamına gelmemektedir.

* Doğruluğu tartışmalı dijital yazışmalar delil olarakgösterilmiştir. Yine gizli tanık ifadelerinin aksi çokrahatlıkla ispat edilebilir niteliktedir.

Bu saydıklarımız ilk göze çarpan genel bilgilerdir.Sonuç olarak denebilir ki istenen ağır cezalarla aslındatoplumsal muhalefetin tam da kendisi susturulmakistenmektedir.

- Gezi Direnişi ile başlayan ve halk hareketininyaşandığı toplumsal bir süreçte polis terörününardından, tutuklamalarla ve cezalarla yargı terörüyaşanıyor. Tayyip Erdoğan, tencere tava ile tepkilerinigösterenlerin komşularına seslenerek, “sizi rahatsızeden komşunuzu yargıya taşıyın” diyor. Yaşadığımızsistem içerisinde hukuk, toplumsal yaşam içerisindeözellikle muhalif kesimler üzerinde nasıl bir roloynuyor?

- Erdoğan bu şekilde seslenişle halkı gizli tanık

olmaya, itirafçı ve ihbarcı olmaya davet ediyor

gerçekte. AKP iktidarı boyunca gündeme gelen

yargılamaların pratiğine bakıldığında “gizli tanıklık”

kurumunun başat bir role sahip olduğunu görmek

mümkün; yalnızca gizli tanık ifadelerine dayanarak

insanlara ağır cezalar verildiğini biliyoruz. Bu pratik,

duruşma salonlarından çıkarılarak halkın içerisine

yerleştirilmek isteniyor.

Sınıflı ve özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumda

herkesi kapsadığı iddia edilen hukuk gerçekte sömüren

bir avuç azınlığın düzenini korumaktadır. Bu bir

gerçektir. Her ne kadar yargının bağımsız bir kurum

olduğu iddia olunsa da pratik bunun tam tersini, yargı

kurumunun her dönem için siyasal iktidarın

denetiminde olduğunu ya da daha doğru bir ifadeyle

bir sermaye grubunu temsil eden her hükümetin,

kendi çıkarları doğrultusunda başvurduğu bir kurum

olduğunu göstermektedir. Ama işçi ve emekçilerin

hiçbir zaman yararlanamadığı bir kurum olduğu kesin.

Onlar, her dönem yargı kurumunun hışmına

uğramışlardır. Bugün de onları savunan avukatları aynı

kaderi paylaşmaktadırlar.

- Sizin ayrıca eklemek istedikleriniz var mı? Neler

yapmak gerekir bu tablo karşında?

- Mevcut tablo, düşünce ve ifade hürriyetinin, hak

arama hürriyetinin, örgütlenme hürriyetinin büsbütün

ortadan kaldırılmak istendiğini göstermektedir.

Bununla birlikte insanlar arasındaki her türden

dayanışma ve yardımlaşmayı da hedef alan bir

saldırıyla karşı karşıyayız. Bu durumda her türden

baskıya karşı direnmek haktır. Ne var ki giderek artan

baskı beraberinde dayanışma, örgütlenme ve direnişi

de getirir. Gezi Direnişi’yle birlikte bunu görmüş olduk.

“Baskıya karşı direnmek haktır!”

Karakolda ölüme

yeni dava

Geçtiğimiz yıl Bağcılar 100. Yıl Polis

Merkezi’nde intihar ettiği iddia edilen Hasan Latif

Kaplan’ın soruşturmasında savcılık takipsizlik

kararı vermişti. Adalet Bakanlığı’nın dosyadaki

“ihmal” boşluklarına dikkat çekmesi üzerine

savcılık beş polis hakkında ‘ihmali davranışla

kasten adam öldürme’ iddiasıyla dava açtı.

Kamerasız odaya alınan, gözaltı işlemi

yapılmayan “62 santim yükseklikten kendisini

astığı” savunulan Hasan Latif Kaplan dosyası

böylece tekrar görülecek.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan

davanın ilk duruşması 12 Eylül’de görülecek.

Page 9: Kızıl Bayrak  2013-30

Şahintepe’de “tutsaklara özgürlük” etkinliği

Şahintepe Dayanışması, “Taksim direnişitutsaklarına özgürlük” etkinliği ve direnişte katledilenleriçin anma yürüyüşü gerçekleştirdi. Etkinlik 20 Temmuzakşamı Şahintepe ramazan etkinlikleri alanındagerçekleştirildi.

Etkinlikte ilk olarak Taksim Direnişi şehitleri için saygıduruşu yapıldı. Saygı duruşunun ardından ŞahintepesiDayanışması adına bir konuşma gerçekleştirildi.

Açıklamanın ardından direniş görüntülerindenoluşan sinevizyon gösterimi yapıldı. Gösteriden sonraGrup Şahkulu sahne aldı. Grup Şahkulu’nun ezgilerininardından emekçileri mücadeleyi büyütmeye çağırankonuşmayla etkinlik sonlandırıldı.

Etkinlik programının ardından yürüyüşe geçildi.Yürüyüşte “Şahintepe Dayanışması” ve BDSP’nin “Ölümü denir onlara, Taksim şehitleri ölümsüzdür!”pankartları açıldı. Sokak aralarında yapılan çağrınınardından ana caddeye çıkıldı. Caddeden yürünerektekrar etkinlik alanına gelindi ve eylem sonlandırıldı.

İzmir’de binler tutsaklar için haykırdı!

İzmir’de birçok ilerici, devrimci kurumun bir arayagelerek örgütlediği Gezi tutsaklarıyla dayanışmaetkinliği 20 Temmuz’da Gündoğdu Meydanı’ndagerçekleştirildi.

Etkinlik Alsancak İskele’den Kıbrıs ŞehitleriCaddesi’ne doğru gerçekleştirilen yürüyüşle başladı.

Program İzmir Müzisyenler Derneği’nin hazırladığıdinletiyle başladı. Müzik dinletisinin ardından direnişsürecinde yaşamını yitirenler şahsında, tüm devrimşehitleri anısına saygı duruşu çağrısında bulunuldu.

Etkinlikte, Baran Tuncel, İsmet Şengül ve Grup Yelintürküleri, deyişleri ve şarkılarıyla sahne aldı.

Programda, ilk olarak Gezi tutsaklarından VedatBiçici’nin annesi İpek Biçici’ye söz verildi. ProgramdaSerdar Gür’ün annesi Nesrin Gür ve Mithat Kavak’ınkızkardeşi Songül Kavak’a da söz verildi. Etkinlikprogramında Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nden Gezitutsaklarının gönderdiği mektup ve mesajlar daokundu. Programda Ethem Sarısülük’ün ailesi de yeraldı.

Program Cevdet Bağca’nın sahne almasıyla devametti. Programda, İzmir’deki halk forumlarına, sendikatemsilcilerine, siyasal kurumlara çağrı yapılarak, direnişibüyütmek ve tutsaklarla dayanışmak amacıyla bir arayagelme duyurusu yapıldı.

Etkinlik Günışığı’nın devrimci marşları ve halayları ilesona erdi.

Ankara’da anneler eylemde

Ankara’da 20 Temmuz’da Ethem Sarısülük’ün ailesive Gezi Parkı’na destek eylemlerine katıldığı içintutuklanan direnişçilerin ailelerinin yaptığı çağrıylaeylem gerçekleştirildi. Güven Park’ta oturma eylemi

yapılırken alan olarak Ethem Sarısülük’ün vurulduğuyer tercih edildi.

Eylemde söz alan anneler çocuklarının haksız veuydurma gerekçelerle tutuklandıklarını, eylemlerekatılmak suçsa kendilerininde suçlu olduklarınıvurgulayan konuşmalar yaptılar. Ethem Sarısülük’ünannesi Sayfı Ana da kısa bir konuşma yaptı.Ankara’da 19 Temmuz’da tahliye edilendirenişçilerden Yoldaş Aydın da bir konuşmayaparak halen tutuklu bulunan dirinişçilerdenselam getirdiğini ifade etti.

Oturma eyleminde 26 Temmuz’da saat 18.00’deEthem’in 40’ı vesilesiyle vurulduğu yerde yapılacakolan anma eylemine çağrı yapıldı. Oturmaeyleminin her hafta cumartesi günü yapılacağı,tüm annelerin ve duyarlı kamuoyunun bueylemlere katılması çağrısı yapılarak oturmaeylemi sonlandırıldı.

“Bu direniş hepimizin!”

Her hafta yapılmaya başlayan eylem içinGalatasaray Lisesi önünde biraraya gelen tutukluaileleri, Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi vedestekçiler “Gezi tutsaklarına özgürlük!” pankartıaçtılar.

Eylemde ilk olarak tutuklu direnişçi ErhanBakbeyman’ın ağabeyi Orhan Bakbeyman konuşmayaptı. Edirne’de tutuklu olan Çağrı Aydoğan’ıngönderdiği mesajla eylem sürdürüldü. Ayrıcaİzmir’den bisikletlerle İstanbul’a gelen İzmirYenikapı Tiyatrosu oyuncuları da eyleme katılarakdestek konuşması yaptılar.

Eylemde Tutuklu Öğrencilerle Dayanışmaİnisiyatifi adına da bir açıklama yapıldı. 6 Temmuz’datutuklanıp serbest bırakılan Özgür Yıldırım da yaptığıkonuşmada tutuklamalarla ve katliamlarla halkınayaklanmasının engellenemeyeciğini belirtti.

Son olarak Gezi Direnişi Tutuklu Aileleri adına basınaçıklaması okundu. Tutuklu Vedat Biçici’nin nişanlısıGizem Çevik’in okuduğu açıklamada, tutuklamaların,katliamların direnişçileri toplumdan ayıramadığını,halen direnişin içinde oldukları belirtildi.

“Gezi direnişçilerine özgürlük!”

Bursa’da yapılan tutsak Gezi direnişçileriyledayanışma eyleminde, tutuklu direnişçilerin serbestbırakılması talep edildi.

Eylem Setbaşı’nda başladı ve yürüyüşte “Gezitutsaklarına özgürlük” pankartı açıldı. Heykel’de yapılanbasın açıklamasında direnişçileri katledenler, palalarladirenişçilere saldıranlar serbestçe gezerken, 100’ü aşkındirenişçinin tutuklandığı dile getirildi.

Ayrıca Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.Timuçin Köprülü hakkında, Köprülü’nün 28 Haziran’dakimezuniyet töreninde sahneye “#diren” yazılı tişörtleçıkması ve kürsüde Gezi direnişi ile ilgili konuşmayapması üzerine soruşturma açıldığı belirtildi.

Küçükçekmece’de tutsaklarla dayanışma

Küçükçekmece Dayanışması 19 Temmuz Cuma günüKüçükçekmece sahil amfi tiyatroda “Gezi Direnişitutsaklarına özgürlük” etkinliği gerçekleştirdi.

Etkinlik Gezi Direnişi tutsaklarının selamlanması ilebaşladı. Ardından Küçükçekmece Dayanışması’ndan biremekçi kadın şiir dinletisi gerçekleştirdi. Gezitutsaklarından gelen mektupların okunmasından sonrasahneye Grup Şahkulu davet edildi. Ardındanpandomim gösterisi yapıldı. Etkinlik, aralarındaKüçükçekmece Dayanışması’ndan müzisyenlerin deolduğu sanatçıların dinletileri ile devam etti. Gözaltınaalınan 29 direnişçinin serbest bırakılmasını kutlamakiçin çekilen halaylarla etkinlik sonlandırıldı.

Yaklaşık üç saat süren etkinlik canlı bir atmosferdegeçti. Oluşan ilgi ve canlı atmosferi terörize etmek içinetkinlik başında güvenlik görevlileri gönderilirkensonrasında da bir akrep aracı getirildi. Ayrıca sivil birfaşist de sözlü sataşmada bulunarak kavga çıkarmayaçalıştı. Yaratılmaya çalışılan gerginlikler KüçükçekmeceDayanışması’nın müdahaleleri ile engellendi.

Gezi tutsaklarıyla dayanışma eylemleri

20 Temmuz 2013 / İzmir

20 Temmuz 2013 / Bursa

Page 10: Kızıl Bayrak  2013-30

Bingöl’de havaalanı açılış törenine katıldıktansonra iftarı Bingöl’de açan AKP şefi Recep TayyipErdoğan önemli bir konuyu hemen dile getirdi.Her fırsatta gençlikten nasıl korktuğunu, bizleregençliği nasıl durdurabileceğinin yollarınıaradığını hatırlatan Erdoğan, “‘palalı gençlikistemiyoruz’ bu yüzden üniversitelerde güvenlikbirimlerinin yerine devletin güvenlik güçleriningeçmesi için çalışmalarımızı devam ettiriyoruz”diye açıklamada bulundu.

Gezi olayları sırasında eylemcilerin üzerinepalalarla-sopalarla saldıranları göstererek bunlarıdile getirmesi tam bir ironidir. “Bilgisayarlı-kitaplıgençler istediği”ni her fırsatta dile getirip gençliği“marjinal”, “çapulcu” ilan eden de tam olarakkendisiydi aslında. Biraz gerilere gidecek olursakODTÜ’de yaşanlardan sonra “bu gençlerin bilimlealakası yok, bilimi savunsalardı bizim yanımızdaolurlardı” karalamaları hala hafızalarımızdadır.Oysa ki ODTÜ öğrencileri tam da bu noktadaüniversiteleri bilim yuvası olmaktan çıkaransermayeye karşı bir direniş başlatmışlardı.Böylece ülkenin dört bir yanındaki üniversitelereyayılan eylemlilik süreci de beraberinde gelmişti.Gezi’de olduğu gibi ODTÜ öğrencileri devletinkolluk güçleri karşısında (gazına, TOMA’sına,plastik mermisine) muazzam bir direnişgöstermişlerdi.

Eğer bu iki olayın benzer taraflarınıgörebilirsek kimin ne tarafta olduğunu ayırtedebiliriz. Gezi olayları başladığı günden bu yanabaşta İstanbul’da yüzbinler sokaklara çıktı.Hareketinin çıkışını çevreciler başlattı desek defarklı talepler etrafında sokağa çıkan yüzbinlerinortak sesi birleşti meydanlarda ve yankılandı:‘Her yer Taksim, her yer direniş!’ AKP şefiErdoğan karşısında gördüğü muazzam direnişi hiçvakit kaybetmeden karalama çalışmalarına girdi.

Nasıl ki ODTÜ’de “bunlar bilim düşmanı gençler”diye söylediyse sokağa çıkan yüzbinlere“çapulcu”, “marjinal” ve bir dizi ithamlardabulundu. Hareketi milliyetçi-şoven politikalarıylabölmeye çalıştıysa da yüzbinlerde bu işeyaramadı. Hatta “bunlar mı çevreci biz 10 yılda2.5 milyar ağaç diktik, Gezi’den idrar kokularıgeliyor” diye en iyisinin kendileri olduğunu herfırsatta dile getirdi. Bunların işe yaramadığınıgören AKP şefi büyük silahı çoktan oyunasokmuştu. Sokakları dolduran yüzbinlerin üzerinetonlarca gaz, plastik mermiler, coplarla saldırttı.Zoruyla hareketi bastırmaya çalışacağını sanarakher geçen gün kinini arttırdı. Bu süredeşehitlerimiz ve binlerce yaralımız oldu.Kanlarımıza susamışcasına saldıran güvenlikgüçlerini de polis okulu kapanış töreninde“kahraman” ilan etmişti. Velhasıl iki olayarasındaki ortak nokta şu: Devlet, karşısındamuhalif duran kesimlere her zaman güç gösteriile cevap verir. Gencinden yaşlısına, zoruygulamaktan geri durmaz.

Bir nokta var ki, bu süreçte aslında gazının datopunun da yüzbinleri geri düşüremediğini farkedip şimdilerde de yeni bir oyuna giriştiler.İçişleri Bakanı Muammer Güler’in imzası ilegüvenlik güçlerinin toplumsal olaylaramüdahalede uyması gereken bir genelgeyayınladı. Olaylardan önce uyarının yapılması veayrılmak isteyenlere fırsat verilmesi gerektiğiniiçeren bir genelge. Böylece olaylara katılmayadevam edenler yani geriye kalanlar, yakanlar-yıkanlar olacak. “Marjinal” diye damgaladığıinsanları açığa çıkarıp “bakın biz söylemiştik”bilmişliğini yapmak olacak. Ayrıca eylemcilerepalalarla sopalarla saldıranlara karşı, gerekli adlimakamlarca işlemlerin başlamasına yönelik“talimat” verdi. Tüfekle atılan gaz fişeklerinin de

40 metreden yakın mesafeden atılmamasınıistedi. Peki başından vurularak katledilenEthem’in, Abdullah’ın, Mehmet’in ve Ali İsmail’inhesabını kim verecek. Sizin bu oyunlarınıztutsaydı Gezi olaylarının başında insanlarkorkularına yenik düşüp geri durabilirlerdi. Amadevlete karşı o korku duvarları sayelerinde aşıldı.Artık yüzbinler, milyonlar kimin dost kimindüşman olduğunu çok iyi ayırt edebiliyor.

Gezi olaylarında tartışılan en büyükkonulardan biri de bu hareketin dinamiğinigençlerin oluşturması idi. ‘90 kuşağınınbilgisayarlarda oynadığı oyunlardan kalkıp bizzatsokağa inip barikatların başında yer alması oldu.Bu yüzden ki devlet tarafından payına düşen enbüyük tehditler gençliğe sunuldu.

Hatta en son Melih Gökçek gençliğin gelecekdönemde büyük hazırlıklar içinde olduğunu,marjinal grupların gençliği yaz kampları adıaltında eğitime tabi tuttuklarını dile getirdi. Bukadar açıktan korkularını dillendirmeleri köşeyesıkıştıklarını gösterebilir. Korkuyorlar, çünkü böylebir süreçten sonra beraber yaşanılabileceğini,farklı bir dünyanın kurulabileceğini anlayaninsanların bu kampta kolektif yaşamıgörmelerinden, tartışmalarından,konuşmalarından korkuyor. Bu yüzden TayyipErdoğan her fırsatta üniversitelere güvenlikgüçlerini sokacaklarını hatırlatıyor. Gözdenkaçırdığı bir şey var ama. Bu gençlik, o gazıntadını aldı bir kere ve gördü direnince sesininduyulduğunu da.

İzmir’den bir genç komünist

Gençlikten korkuyorlar!

Ali İsmail’in failleri belli!

Ali İsmail Korkmaz’ın polis ve sokaklara salınan

eli sopalı sivil faşistler tarafından katledilmesiyle

ilgili olarak tutuklanan saldırgana ilişkin

mahkemenin gerekçeli kararında başka bazı

saldırganlara da dikkat çekiliyor.

Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesine ilişkin

tutuklanan Serkan Kavak’la ilgili olarak açıklanan

mahkemenin gerekçeli kararında şu ana kadar

silinen delillere ve saldırıyı gerçekleştiren diğer

saldırganlara vurgu yapılıyor. “Ali İsmail Korkmaz’ın

faili” denerek sunulan Serkan Kavak’ın yalnız

olmadığını mahkeme de teyit etmiş bulunuyor.

Mahkemenin gerekçeli kararı ayrıca saldırıya

polislerin de katıldığını dolaylı olarak ifade etti.

Kararda, saldırıda zanlı Serkan Kavak’ın yalnız

olmadığı, polislerin de karışmış olabileceği ve

Kavak’ın serbest bırakılması halinde suç ortaklarıyla

delillere müdahale imkânı bulacağı ifade edildi.

Page 11: Kızıl Bayrak  2013-30

İşçi sınıfının grev silahını kullanma eğilimi artıyor.

Son dönemde çeşitli işkollarında işçilerin basıncı

altında sendika ağaları grev kararları almak zorunda

kalıyorlar. Çeşitli işkollarında yaklaşık 13 bine yakın

işçinin grevi sürüyor. Ülkenin çeşitli bölgelerinde süren

grevlerin yanı sıra kısa bir süre sonra grevlere yeni

grevler eklenecek. Grevlerin nedeni; patronların Toplu

İş Sözleşmesi için masaya oturmama tutumu.

13 bin işçi greve çıktı, yüzlerce işçi ise greve hazırlanıyor!

Greve çıkma kararı alan Çelik-İş Sendikası üyesi

İSDEMİR işçileri önce fabrikanın kapısına “Bu işyerinde

grev vardır!” pankartını astılar. Ardından da aileleriyle

birlikte fabrika önünde toplandılar. Yaklaşık 5 bin işçi

eyleme katıldı. Grev ilan edildikten sonra grev

alanındaki elektrik, İSDEMİR yönetimi tarafından

kesildi. İSDEMİR yönetimi grevi bu şekilde kırmaya

çalıştı.

Greve çıkan işçiler 1989 grevinde olduğu gibi sakal

bırakarak eylemlerini sürdürüyorlar. İşçiler sakallarını

haklarını aldıkları zaman keseceklerini ilan ettiler.

Ayrıca İSDEMİR işçileri her gün hem fabrika önünde

hem İskenderun, Dörtyol gibi bölgelerde halka yönelik

toplantılar yapıp sorunlarını anlatarak grevin

arkasındaki halk desteğini artırmayı hedefliyorlar.

TÜMTİS, 15 Temmuz’da Bursa’daki grev yerinde

eylem ve açıklama yaparak patronu sözleşme

görüşmelerine başlamaya çağırdı. Çağrıyı reddeden,

H.B.N Gülen Nakliyat patronu işyerini fesih edeceği

tehdidinde bulundu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi İzelman şirketinde

çalışan şoförler Genel-İş Sendikası ile süren toplu işsözleşmesi görüşmelerinde belediye yönetimininuzlaşmaz tutumuna yönelik tepkilerini ortaya koydular.2,5 saat iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. İşçiler, 19Temmuz’da uyarı amaçlı eylem yaptılar. Belediyeişçileri 26 Temmuzda da greve çıkmaya hazırlanıyorlar.

Hak-İş’e bağlı Çelik-İş Sendikası İstanbul 1 No’luŞube’nin örgütlü olduğu Jumbo Madeni EşyaFabrikası’nda 27 Haziran 2013 tarihinde başlayan grevdevam ediyor. İşçiler, biriken ikramiyeleri ve yıllardırdayatılan kölelik uygulamalarına karşı greveçıkmışlardı.

Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin tıkanmasısonucu greve çıkan Türk-İş’e bağlı Basın-İş Sendikasıüyesi Darphane işçileri, haklarını alma noktasındakikararlılıklarını sürdürüyorlar. Başbakanlık HazineMüsteşarlığı’na bağlı Darphane ve Damga MatbaasıGenel Müdürlüğü’nde çalışan, Basın-İş Sendikası’naüye 257 işçi, 8 Temmuz’dan beri grevdeler. Toplu işsözleşmesi görüşmelerinin tıkanması nedeni ile greveçıkan işçiler, çalışma koşulları ve ücretlerinin insancayaşamaya yeten bir noktaya gelmesi için direniyorlar.

THY grevi kritik bir safhaya gelmiş bulunuyor.

Grev dalgasını büyütmek için…

Grev ve direnişleri birleştirmek, başlayan grevlerinbaşarısı için hayatidir. Grev ve direnişlerinbirleştirilmesi kısa bir süre sonra başlayacak olangrevler için de önemli bir imkandır. Direniş ve grevlerledayanışmanın güçlendirilmesi ve en önemlisi fiili-meşru temelde yeni bir birleşik grev süreciningeliştirilmesi ertelenemez bir devrimci görevdir.

Greve çıkan işçi sayısı hızla artıyor. Başlayan

grevlerin başarıyla sonuçlanması işçi sınıfının bir

kazanımı olacak, aksi halde kaybeden yine işçi sınıfı

olacaktır. Burjuvazinin grevleri kırma saldırısı sınıfın

bütününe yönelik topyekûn bir niteliğe sahiptir.

Grevler ve direnişlerle dayanışmanın da bütünlüklü

olması ve birleşik bir karakter kazanması başlayan

grevlerin kazanılması ve başlayacak olan grevlere güç

kazandırılması konusunda yakalanacak olan başarıyla

doğrudan bağlantılıdır.

‘89’da başlayan grev dalgasının doruk noktası,

Zonguldak maden işçilerinin grevi olmuştu. Zonguldak

grevi yürüyüşler ve çeşitli eylem biçimleriyle sokakta

hissedildikçe, başta Zonguldak olmak üzere tüm

Türkiye’yi sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmıştı.

Günümüz koşullarında da işçi sınıfı içerisinde büyük bir

öfke birikmekte, grev silahını kullanma isteği

artmaktadır. Biriken öfkenin de benzeri grev ve eylemli

süreçleri mayaladığını görmek ve hazırlıkları da buna

göre yapmak gerekmektedir.

Greve hazırlığın en önemli ayaklarından biri de

grevin etkili bir şekilde örgütlenmesidir. İşçi sınıfının

mücadele tarihi, grev kararlarının etkili olmasının grev

komitelerinden geçtiğini göstermektedir. Zira grev

komitelerinde örgütlenmiş işçiler, tıpkı bir ordu gibi

hareket ederler. Grev komiteleri işçilerin sorumluluk

almalarını ve grev sürecine aktif katılmalarını sağlayan

örgütsel araçlardır. Grev komiteleri sendika ağalarının

ihanetlerini boşa çıkarmanın temel araçlarından

biridir. Grev komiteleri aynı zamanda sendika

ağalarının denetlenmesini kolaylaştıracak olan temel

araçlardan biridir.

Grevlere katılan işçilerin ve ailelerinin asgari yaşam

giderlerinin sağlanması grevlerin başarıyla

sonuçlanması için önemli bir ön koşuldur. Bunun için

grev fonuna sahip olunması yaşamsal önemdedir.

Başlayan grevler bu bakımdan belirgin bir zayıflık

içindeler. Başlayan grevlerin mali olarak desteklenmesi

için sendika ağaları kıllarını bile kıpırdatmamaktadırlar.

Sendika genel merkezleri başarı mesajları yayınlamakla

yetinmektedirler.

Patronlar özel bir tarzda grev kırıcılığını teşvik

etmekte, hatta ödüllendirmektedirler. Grevlerin

başarıya ulaşması için, grev kırıcılığına karşı sistematik

mücadele yürütmek gerekmektedir. Bunun için

öncelikle grev kırıcılığının ağır ahlaki bir suç olduğu

bilinci işçilere taşınmalıdır. Dahası grevin öznesi olan

işçileri her türden grev kırıcılığına karşı mücadeleye

hazırlamalı, fiili tutum almaları sağlanmalıdır.

Grev süreci devam eden işyerlerindeki öncü

unsurlar, hazırlıklarını gözden geçirmeli ve grevin zayıf

kalan yanlarını güçlendirmek için harekete

geçmelidirler. İşçiler haklılıklarından aldıkları güçle

grev yasaklarını aşmalı, militan mücadeleyi içeren bir

grev anlayışıyla süreci kazanmak için seferber

olmalıdırlar. Bugün yapılması gereken, başlayan ve

yakında başlayacak olan grevlerle dayanışma içinde

olmak, grev yasaklarına karşı direniş ateşini

harlamaktır.

Grevleri kazanmak içintopyekûn mücadeleye!

Page 12: Kızıl Bayrak  2013-30

31 Mayıs’ta patlak veren ve ülkenin dört bir yanınayayılan Taksim Gezi Direnişi, aradan neredeyse iki aygeçmesine rağmen sıcaklığını koruyor. AKP eliyle dinselgericiliğin toplumu gericileştirme hamleleri ile heralanda özgürlükleri yok eden bir dizi uygulama sonucuaçığa çıkan bu direniş, toplumun çok değişikkesimlerini harekete geçirdi. Ayağa kalkan milyonlar,AKP gericiliğine ve onun politikalarına meydan okudu.Muktedir olma yeteneği ve özgüven kazananlarsokakta, barikatta dövüşerek dayanışmayı büyütmeyiöğrendi.

Bu sürece işçiler cephesinden anlamlı bir katılımolsa da işçi sınıfı bu süreçte etkin bir taraf olarak yeralmadı. Zira, böyle olmuş olsaydı, bu direniş sınıfınyıkıcı gücünün devreye girmesiyle sermayeye karşıgüçlü bir mücadeleyi örgütler, AKP karşıtı bir çizgidensermaye düzenini topyekûn zorlayan bir içeriğekavuşabilirdi. Ne yazık ki, bu yeterince hayatageçirilemedi. Sermayenin AKP hükümeti üzerindeböylesi bir basınç yaratılamadı.

Bu olgu, aynı zamanda bundan sonraki dönemdeyüklenilmesi gereken en temel gücün işçi sınıfıolduğunu gösterdi. Sermayeyi yere sermek için işçisınıfının örgütlenmesi ve sürükleyici rolünü toplumgenelinde ortaya koymasının acil bir ihtiyaç olduğukanıtlandı.

Fiili-meşru mücadele çizgisi

Taksim Direnişi’yle eşzamanlı olarak ortaya çıkanmücadelelerden bazıları ise lokal düzeyde de olsakazanımın yolunun fiili-meşru mücadeleden geçtiğinibir kez daha doğruladı.

Yıllardır meydanlarda AKP karşıtlığı üzerindenmuhalefet yaparken, işçi sınıfı mücadelesi adına kılınıdahi kıpırdatmayan sendika bürokratlarının mücadelekaçkınlığı parmak ısırttı. Sadece hükümet karşıtlığıanlamında dahi düşünüldüğünde ellerine önemli birfırsat geçen sendika bürokratlarının mücadeleyiyükseltmeye ve hesap soran bir çizgide mücadeleyiörgütlemeye takâtlerinin kalmadığı ortaya çıktı.

Son dönemde açığa çıkan fiili mücadeleleriçerisinde Çelik-İş üyesi Feniş Alüminyum işçileri ileBücürük Tekstil işçilerinin yürüttüğü mücadeleler öneçıktı.

Her ikisi de, işçilerin doğru bir önderlik ve politikaaltında buluştuğunda sonuç alınabileceğini vekazanıma yürünebileceğini gösteren bu iki örnek,önümüzdeki dönemde izlenmesi gereken mücadelepratiği bakımından önemli birer örnek oldu.

Korku duvarları yıkılıyor...

Yıllardır uğradıkları hak gasplarına ve patronunkeyfi uygulamalarına rağmen kabuğunu kıramayan vebağımsız bir mücadele çizgisinde ilerleyemeyen Fenişişçileri, Çelik-İş ağalarının kontrolünü de aşan birbiçimde hakları için ayağa kalktılar.

Ücretlerinin sürekli olarak gasp edilmesine isyaneden işçiler, Çelik-İş Sendikası’nın, iş bırakma eyleminidurdurmaya ve direnişi kırmaya yönelik hamleleriniboşa çıkardılar. Buradaki temel halka ise, fabrikadakisorunlara karşı sınıf bilinçli işçilerin mücadeledesergilediği önderlikti.

Bu tarz lokal direnişlerde yaşanan kararlılık ve uzunsoluklu mücadele ruhu, Feniş işçilerinin sağladığıkazanımla daha net biçimde açığa çıktı. Ekonomik birtemelde gerçekleşmiş dahi olsa, Feniş işçilerininyıllardır boyun eğdiği ve hapsolduğu korku duvarınıaşmaları açısından son eylem süreci oldukça öğreticioldu. Bu süreç, sendikal bürokrasinin işçiler üzerindekigerici denetimini zayıflatmak açısından da önemli birkazanımdı. Yine, uzun yıllardır İsdemir ve Jumbo gibifabrikalarda “örgütlülüğü” bulunmasına rağmensözleşme süreçlerini ve hak gasplarını geçiştiren Çelik-İş’in grev kararları alması süreç açısından tesadüfdeğildir. Tabanda duyulan rahatsızlık, sendikabürokratlarını da kararlar almaya zorlamaktadır.

İşçiler sokakta kazanıyor!

Patronların keyfi dayatmalarına karşı işçilerinyürüttüğü kararlı mücadele örneklerinden biri deEsenyurt’ta kurulu Bücürük Tekstil’de sağlanankazanım oldu. Ücretleri gasp edilen işçiler, fabrikadakimakineleri kaçırarak ücret hakkını gasp etmeye kalkanBücürük patronuna tokat gibi bir yanıt verdiler.

Öncü işçilerin sürüklediği eylemsel süreç, kararlı birmücadele hattıyla birleşince Bücürük Tekstil patronunuköşeye sıkıştırdılar ve haklarını aldılar.

Aynı şekilde, en temel hakları olan ücret hakları içindahi kararlı bir direniş sergilemek zorunda kalanKazova Tekstil işçileri işgal eylemine başvurdular.

İşçi sınıfı hareketi yolunu arıyor

Son dönemde farklı sektörlerde ve ağırlıklı olaraksendikal örgütlülükler üzerinden süren direnişlersömürüye, güvencesizliğe ve köleliğe karşı mücadeleaçısından önem taşıyor. Sağlık işkolunda güvencesizliğeve taşeronlaştırmaya karşı direnişler, metal sektöründedüşük ücretlere ve uzun çalışma saatlerine karşıyaygınlaşan örgütlenme eğilimi, sendikal örgütlenmegirişimlerinde yaşanan işçi kıyımlarına karşı çeşitlisendikal önderlikler altında öncü işçilerin sürüklediğikapı önü direnişleri ve yeni filizlenen mücadeleler işçisınıfı hareketinin biriktirdiği önemli pratiklerdir.

Taksim Direnişi’nin ruhunu fabrikalara ve sanayihavzalarına taşımakla anlatılmak istenen şey tam dabudur. Haziran Direnişi’nin kazanımları ve sokağaçıkmanın meşruiyetine yaslanarak önümüzdekidönemde sınıf kitlelerini eyleme geçirmek en öncelikligörevlerden biridir. Dolayısıyla büyük-küçük demedensınıf cephesinde yaşanan her türden hareketliliğemüdahale etmek ve ileriye taşımak önümüzdekidönem için en önemli hazırlıklardan biri olacaktır.

Kazanımın yolu sokakta,mücadelede!

Keşan’da madende

iş cinayeti

Edirne Keşan’da Kale Madencilik şirketine ait

kömür ocağında çalışan Hasan Kuluçlu isimli işçi

göçük altında kaldı.

24 Temmuz günü saat 11.30 sularında oluşan

göçüğün altında kalan Kuluçlu, diğer işçilerin

çabalarıyla toprak altından çıkarılarak vagonla

çıkışa taşındı. Çağrılan ambulans çıkışta Kuluçlu’yu

alarak Keşan Devlet Hastanesi’ne götürdü fakat

Kuluçlu hastanede hayatını kaybetti.

Küçükdoğanca Köyü yakınlarındaki Kale

Madencilik’e ait kömür ocağında, 7 Temmuz 2010

tarihinde de iş cinayeti yaşanmış ve 3 işçi göçük

altında kalmıştı.

Esenyurt’ta iş cinayeti

İstanbul Esenyurt’ta24 Temmuz günü, EfitaşFirması için çalışan ikiişçi, şantiyede elektrikakımına kapılarakhayatlarını kaybettiler.

İnşaat şantiyesindebeton kalıplarınısöktükleri sırada,kalıpların elektriktellerine çarpmasıüzerine elektrik akımınakapılan iki işçi hayatınıkaybetti. İşçilerden Mustafa Kurban “kaza alanında”,diğer işçi Bülent Aslan ise kaldırıldığı EsenyurtDevlet Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

2 işçi hayatını kaybederken, birlikte çalıştıklarıişçiler taşeronun yanlarında olduğundan açıklamadahi yapamadılar. Bu da inşaatlar başta olmak üzeretüm sektörlerde işçilerin hangi şartlar altındaçalıştığını gösteriyor. İki işçinin öldüğü iş cinayetihakkında işten atılma korkusuyla kimsekonuşamıyor.

Esenyurt, yapılaşmanın yoğunlaştığı bir bölgeolduğu için iş cinayetlerinde de öne çıkan birkonuma sahip. İş cinayetlerinin sıkça yaşandığıbölge, özellikle 11 işçinin hayatını kaybettiği çadıryangını ile anılır oldu. Fakat bölgede ölümlesonuçlanmayan onlarca “iş kazası” yaşandığı, ağıryaralanmaların sessiz-sedasız örtbas edildiğigörülüyor.

Son on yılın verilerine göre “iş kazası” sayısı yıllariçinde azalış gösterirken, bu kazalarda ölen kişi sayısısürekli artıyor. 2002’de 72 bin olan iş kazası sayısı,2011’de 69 bine geriledi. Buna karşın ölen kişi sayısı2002’de 872 iken 2011’de 1700’e çıktı. İş kazalarısonucu sakatlanarak sürekli iş göremezlik maaşıbağlanan kişi sayısı da 2002 yılında 1802 iken 2011yılında 2216’ya yükseldi.

Verilerin de gösterdiği kâr hırsının cezasızlıkkalkanıyla, işçilerin hayatını riske atarak daha ağırçalışma koşullarına mahkum edildiğinin kanıtıdır.

Page 13: Kızıl Bayrak  2013-30

“Enerji Sen sokakta, hak kavgasında”

Enerji Sen üyesi BEDAŞ işçileri, işçi kıyımına vehak gasplarına karşı yürüyüş gerçekleştirdi.

BEDAŞ’ın özelleştirilmesi nedeni ile iştençıkartmalarla yüzyüze kalan işçiler 23 Temmuz’daeylemdeydi. Eylemde yaptıkları açıklamayla işçiler,hakları ve gelecekleri için mücadeleye hazırolduklarını belirttiler.

Taksim Meydanı’nın Talimhane girişinde toplananBEDAŞ işçileri ve destekçiler, yapılan yürüyüşleBEDAŞ Genel Müdürlüğü önüne ulaştı. BEDAŞ’abakılarak bir dakikalık durma eylemi yapıldı. Durmaeyleminin ardından basın açıklaması okundu.Açıklamayı okuyan Enerji-Sen Genel Merkezyöneticisi Mustafa Bozali, işten atma saldırılarıkarşısında başta iş güvencesi olmak üzere tümtaleplerinin karşılanmasını istedi. Bu taleplerkarşılanmadığı oranda fiili-meşru eylemleryapacaklarını belirtti.

Kazova işçilerine destek

Kazova işçilerinin çarşamba yürüyüşüne bu hafta,İTÜ Asistan Dayanışması ve Tatavla Dayanışmasıdestek verdi.

Şişli Cami önünde toplanılarak fabrika önündekidireniş çadırına sloganlarla yürüyüş yapıldı. Çadırönüne gelindiğinde, Kazova işçilerinden BülentÜnal, kısa bir konuşma yaptı. Ünal, haklarınıalabilmek için mücadele ettiklerini, kendi haklarınıçalan patronları için bir şey yapmayan polislerin,kendilerini sürekli olarak baskı altına almayaçalıştığını ifade etti. Polislerin her çarşambaeyleminde gelerek etrafı ablukaya aldığını belirtti.Polislerin haciz için gelen avukatlarla fabrikayagirdiğini söyledi. Haklarını alıncaya kadarmücadeleyi sürdüreceklerini vurgulayan Ünal,sözü destek için gelenlere bıraktı.

İTÜ Asistan Dayanışması’ndan Seçil Ercan veTatavla Dayanışması’ndan Coşkun Bahadır Ökçü

konuşma yaparak direnen işçilerin yanındaolduklarını belirttiler.

Sarıgazi Bölge Hastanesi’ndeişten çıkarma

Sarıgazi Bölge Hastanesi’nde psikolojik baskı,fazla mesai ve çalışma koşullarının ağır olmasınakarşı tepki gösterdiği için işten atılan EsinUluşan hastane önünde bir basın açıklamasıyaparak, direnişe geçeceğini bildirdi.

Sarıgazi Merkez’de destek için gelenkitleyle, buradan hastane önüne kadar yapılanyürüyüşün ardından bir açıklama yapıldı.Hastane önünde açıklama yapan Esin Uluşan,2007’den itibaren burada çalıştığını ifadeederek, bu süreçte yaşadığı baskı ve sıkıntılarıanlattı. Kendisine dayatılan evrakları

imzalamadığı için atıldığını ifade eden Ulaşan,“kendin ayrıldın” diyerek tazminatının daverilmediğini belirtti. Açıklamanın ardından birsaatlik oturma eylemi yapıldı.

THY’de mahkeme kararı uygulansın!

Hava-İş Sendikası 23 Temmuz’da yaptığı eylemle,Mahkeme kararlarının uygulanmasını istedi.

Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde yapılanbasın açıklamasına, grevci işçilerin yanı sıra birçoksendika yöneticisi ve kitle örgütü de destek verdi.

Eylemde, Hava-İş Sendikası Genel Başkanı AtilayAyçin bir konuşma yaptı. Ayçin, hem atılan işçiler içinhem de başlayan grevle ilgili alınan mahkemekararlarının ve bilirkişi raporlarının uygulanmadığınıbelirterek, sorumluları eleştirdi.

Yetkililere mahkeme kararlarının hayatageçirilmesi çağrısı yapan Ayçin, THY yönetimini demasaya oturmaya ve talepleri karşılamaya çağırdı.

Mücadeleden geri adım atmayacaklarını ifadeeden Ayçin, her türlü saldırı ve baskıyı hesapettiklerini ve mücadelenin başında bedel ödemeyigöze aldıklarını ifade ederek konuşmasını sonlandırdı.

İşçi eylem ve direnişleri

Türk-İş’le hükümetkamuda anlaştı!

Türk-iş yönetimi kamu TİS’lerinde işçilerintaleplerinden taviz vererek hükümetle anlaştı.Kamuda çalışan yüzbinlerce işçiyi kapsayan toplusözleşme görüşmelerinde zam oranında anlaşıldı.

Kamu işçilerini ‘temsil eden’ Türk-İş ve AKPhükümeti arasında yapılan toplu sözleşmegörüşmesinde anlaşma sağlandığı açıklandı.Anlaşmaya göre 200 bin civarındaki kamu işçisine ilkve ikinci 6 ay için yüzde 4’er zam yapılacak.

Sermaye hükümeti AKP’nin Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı, Faruk Çelik tarafından açıklanananlaşmaya göre, ilk 6 ay için yüzde 4, ikinci 6 ay içinyüzde 4, üçüncü ve dördüncü 6 aylar için ise yüzde 3fark verileceği bildirdi.

Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu da,anlaşma için “Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmelerigörüşmelerinde anlaşma sağladık” dedi.

Fakat “anlaşma sağlanan” zam oranı, kamuişçilerine dayatılan sefaleti gözler önüne seriyor. Zirahükümet teklifinde sadece %1 oranında bir artış sözkonusu. Buna karşılık Türk-İş’in ilk görüşmeyeoturduğunda talepleri arasında olan yüzde 10 zam,sosyal yardım ve yemek parasının artırılmasıkonusunun nasıl bağıtlandığı açıklanmış değil. Bu daalışılagelen işçiden yana taviz vererek anlaşmageleneğinin sürdüğünü gösteriyor.

DİSK’ten anlaşmaya tepki:“İşçi sınıfının değil,

iktidarın geleceği düşünülüyor”

DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Sekreter ArzuÇerkezoğlu, Türk-İş’in imzalamış olduğu Kamu Topluİş Sözleşmeleri’ne ilişkin yazılı bir açıklama yayınladı.

Yapılan açıklamada, 185 bin kamu işçisinikapsayan 2013 yılı Toplu İş Sözleşmelerinde Türk-İşile hükümet arasında imzalanan anlaşmanın, kamuemekçileri ve işçi sınıfı açısından hayal kırıklığıyarattığı belirtiliyor.

Açıklama şu sözlerle devam etti: “ Türk-İşyönetimi sokaktan kaçarak hem iktidarırahatlatmayı hem de işçilerin hakkına hukukunakarşı yapılan saldırılara imza atmayı tercih etmiştir.Bu tercih bazı konfederasyonlar ile girilen yandaşlıkyarışının bir yansımasıdır.”

23 Temmuz 2013 / BEDAŞ önü

24 Temmuz 2013 / Kazova önü

Page 14: Kızıl Bayrak  2013-30

İSDEMİR grevi çarpıtma ve karalama çabalarıarasında bir haftayı geride bıraktı.

İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nda, 15Temmuz’da başlayan grev 1. haftasını geride bırakırkenbir yandan greve katılım artıyor diğer yandan şirketyönetimi grevi karalamaya yönelik girişimleri devreyesokuyor.

Grevci işçilerin ailelerinin de katıldığı kitleseleylemlerle grev coşkusunu sürdüren işçiler “Erdemir’lemaaşların eşitlenmesi” sözünün hayata geçmesiniistiyor.

Bir işçi greve çıkış nedenlerini şöyle aktarıyor:“2009’daki global kriz sırasında maaşımızın %35’ikesildi, 16 ay boyunca maaşlarımız eksik yattı. Çok kişimağdur oldu bu süreçte, çok kişi tazminatını aldı gitti.Hep özveriyi işçi göstersin isteniyor.”

İşçiler tek başına ücret artışı taleplerinin olmadığınıfabrikada işten atılma korkusuyla her gün baskı altındaçalıştırıldıklarını, buna karşı greve çıktıklarınısöylüyorlar.

Başka bir işçi ise grev kararlılığını şöyle aktarıyor:“Bizim geçmişimizde övünebileceğimiz, destandiyebileceğimiz grevlerimiz var. ‘89 ve ‘95 grevi gibi.

‘89 grevi açlık ve sefaletin içinde çıkılmış birgrevdir ve 11 arkadaşımız bu grevde intiharetmiştir. Çocuğuna bir ekmek götüremeyenbabalar intihar ettiler. Bu çocuklar o grevinçocuklarıdır zaten. O grevin işçileri de babalarıydıburadaki çocukların. %60’ı o kültürle büyüdükleriiçin vız gelir her şey. Biz aç kalmaya razıyız kizaten alışkınız. Grev kırıcılığına izinvermeyeceğiz.”

Fabrikada greve katılım sayısı da artıyor. Sonolarak sahada çalışan 2 bin 800 işçiden 1700 işçi22 Temmuz’da greve katıldı.

İşçiler şirketin grevi kırmak için “sendikadanmuaf olun, anlaşma yapalım” çağrısı yaptığınıaktarıyorlar. Ayrıca İSDEMİR’in sahibi olduğu bir gazeteile greve yönelik anti-propaganda çalışmasıyürütüldüğü, gerçeklerin çarpıtıldığı ifade ediliyor.

Müdüre göre zarar eden “milli ekonomi”

İSDEMİR Genel Müdürü Recep Özhan greve ilişkinaçıklamalarıyla ortaya çıktı. İşçilerin yüksek zam talepettiğini iddia ederek “mağdur” kimliği çizen müdürÖzhan, fabrikanın geçmişte hep zararda olduğunuErdemir’e devir edildiği tarihten itibaren kâr ettiğinibelirtti.

Özhan, “biz herkesin zarar ettiği dönemde zararetmedik 29 milyon TL gibi küçük de olsa kâr ettik”diyerek övünürken, bu kârdan işçilerin payına hiçbirşey düşmemesi gerçeği karşısında da susmakta.İşçilerin on yılların sefalet koşullarına mahkumiyetisonrası grevle hakkını savunması karşısında, Özhanbilindik argümanlara sarılıyor.

“Milli ekonomi” safsatası altında patronlarınamilyonlarca lira kâr sağlanırken işçilerin zam talebinekulak kapatılıyor. Grev nedeniyle “milli ekonomininzarar gördüğü” vurgulanarak işçiler milliyetçi eğilimlertemelinde bölünmeye çalışılıyor.

İSDEMİR’de grev sürüyor!

SGBP’den dayanışma

açıklaması...

Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP),

yayınladığı açıklamayla Hatay’da grevde olan

metal işçilerini desteklediğini ifade etti.

SGBP’nin kuruluş nedenlerinin en önemlisinin

“Sendika veya Konfederasyon ayırmaksızın her

türlü eylem, direniş ve dayanışmaya dahil ve

destek olma ilkesi” olduğu ifade edilen

açıklamada, bu çerçevede İSDEMİR ve MMK

Metalürji grevlerini destekledikleri ifade edildi.

SGBP Dönem Sözcüsü ve Petrol-İş Genel

Başkanı Mustafa Öztaşkın tarafından yapılan

açıklamada, İSDEMİR işçilerinin yoğun mobbing

uygulamasıyla çalıştıklarına dikkat çekilirken

şunlar ifade edildi: “Çaykur ve THY grevlerinde

olduğu gibi devlet eliyle grev kırıcılığı yapılan bir

dönemde İSDEMİR direnişi ve bununla birlikte tüm

işçi direnişlerini anlamlı bulduğumuzu, bu

direnişlerin işçilerden aldığımız güvenle Türkiye

işçi hareketlerine yeni kazanımlar sağlayacağına

kuşkusuz bir biçimde inandığımızı ifade etmek

isteriz.”

İSDEMİR işçilerinin grevi için “bölge halkı hatta

Türkiye işçi hareketi için umut ışığı” diyerek

tanımlanan açıklamada, her geçen gün büyüyen

desteğe dikkat çekildi.

Açıklamada sınıf dayanışması için şunlar

söylendi: “Bu desteği giderek büyütmek,

haksızlığa karşı daha da güçlü olmak adına

Sendikal Güç Birliği Platformu olarak her türlü

destek ve dayanışmaya hazır olduğumuzu

belirtmek isteriz. Bunun yanı sıra geçtiğimiz

günlerde, MMK Metalürji Sanayi işyerinde,

temelde ücret ve ikramiye günü sayısından

kaynaklanan anlaşmazlıkların çözülmemesi

sonucunda grev kararı alınmıştır. İşçiler, Çelik-İş

Sendikası tarafından yürütülen bu grev

uygulamasını da başarıyla sürdürmektedir. Bu

işyerindeki mücadelede de tıpkı İSDEMİR’de ve

diğer işçi direnişlerinde olduğu gibi hiçbir

desteğimizi esirgemeyeceğimizin bilinmesini

isteriz.”

İsdemir işçilerinin eyleminden...

Page 15: Kızıl Bayrak  2013-30

Jumbo grevi sürüyor

27 Haziran sabahı “Bu işyerinde grev vardır!”

pankartını fabrikaya asarak greve başlayan 108 işçinin

grevi birinci ayına yaklaşıyor.

Şimdiye kadar Jumbo patronuyla herhangi bir

anlaşma sağlanamadığını ve grevin devam ettiğini

belirten Çelik-İş Sendikası İstanbul 1 No’lu Şube üyesi

Jumbo işçileri, kölelik dayatmaları geri çekilinceye ve

gasp edilen hakları verilinceye kadar grevi

sürdürmekte kararlılar.

Grev gözcüsü önlüklerini giyerek 12’şer saatlik

dilimler halinde grev nöbeti tutan işçileri, 23 Temmuz

sabahı erken saatlerde BDSP’liler ziyaret etti.

Fabrikanın imalat bölümünün girişindeki alanda grev

gözcüsü işçilerle bir araya gelen BDSP’liler, grev süreci,

sendikal hareketin durumu ve patronların kölelik

dayatmaları üzerine sohbetler gerçekleştirdiler.

Metal İşçileri Bülteni’nin son sayısının da işçilere

ulaştırıldığı ziyaret sırasında sınıf dayanışmasını

yükseltme ve grevin sesinin tüm havzaya

duyurulmasının önemi üzerinde duruldu.

MMK Metalurji’de grev başladı

Hatay’da kurulu İSDEMİR’de 5 bin işçinin greve

çıkmasının ardından, 1600 işçinin çalıştığı MMK

Metalurji’de de 19 Temmuz’da grev başladı. Böylelikle

şu an Hatay’da yaklaşık 6500 işçi greve çıkmış oldu..

Rus sermayeli fabrikada, greve ilk gün 1100 işçi

katıldı. Geri kalan 500 işçiden 200’ü de ikinci hafta

greve çıkacak. Greve çıkan işçiler aynı fabrikanın

Rusya’da çalışanlarına 1000-2000 bin dolar ücret

verildiğini, ancak kendilerine 950 TL ödendiğini ifade

ettiler. İşçiler fabrikada çalışan yöneticilerin 12 bin lira

maaş aldığını, zam olarak ise işçiye yüzde 8 verilirken

yöneticilere yüzde 30 verildiğini belirttiler.

Ortalama ücretin 1100 lira olduğu fabrikada

sendika toplu sözleşmede yüzde 35-40 maaş artışı

isterken, patron ise yüzde 20 veriyor. Anlaşma

sağlanamayan bir başka nokta ise sendikanın yıllık 120

gün ikramiye istemesi. Patron bu talebi de kabul

etmiyor.

Erdemir’de grev tarihi belli oldu!

Türk Metal ile ERDEMİR arasında devam eden, 4

bin 800 işçiyi kapsayan TİS görüşmelerinde anlaşma

sağlanamaması üzerine greve gitme kararı alındı. Türk

Metal Sendikası, işverene tanıdığı 60 günlük sürenin

bitimine az bir süre kala grev kararını uygulamak için

adım attı. 2 Ağustos’taki grev kararı ERDEMİR’deki tüm

birimlerin panolarına asılarak işçilere duyuruldu.

Metalde grev dalgası

AKP medyadasendikalaşırsa

Anadolu Ajansı’nı sendikasızlaştırma girişimiolarak doğan Medya-İş, işlevine uygun faaliyetlerine24 Temmuz’daki TGS eylemiyle devam etti.

Bizzat AKP hükümeti güdümünde kurularakAnadolu Ajansı’nda Türkiye Gazeteciler Sendikası(TGS) ve üyelerinin tasfiyesine hizmet eden Medya-İş, basın emekçilerinin ‘bayramı’ nedeniyleeylemdeydi. Fakat Medya-İş basın çalışanlarınınhaklarını savunmak, uğradıkları polis şiddetinedikkat çekmek için değil TGS’ye yönelik karalamakampanyası için sokaktaydı.

Medya-İş, Anadolu Ajansı’ndaki 600 civarındakiçalışanın TİS süreciyle ilgili süren davaları bahaneederek 24 Temmuz günü Ankara’da eylemgerçekleştirdi.

Medya İşçileri Sendikası Genel Başkanı GürselEser, bir grup eylemciyle birlikte TGS AnkaraŞubesi’ne yürüdü. Her fırsatta TGS’ye yönelikkaralama çabasına giren, basın özgürlüğünüsavunan TGS’yi AA’daki süreç üzerinden eleştirenMedya-İş, böylece neye ve kime hizmet ettiğini degöstermiş bulunuyor. Basın özgürlüğünüsavunmanın yetki tespiti süreciyle bir alakasıolmamasına karşın, Medya-İş Genel Başkanı hervesileyle bu söylemi öne çıkarıyor.

“Bugün basın özgürlüğünden söz eden TürkiyeGazeteciler Sendikası (TGS), Anadolu Ajansı işyerlerinde yaklaşık 600 çalışanın toplu iş sözleşmesihakkını gasp etmektedir” söylemini nakarat halinegetiren Eser, eylemde de aynı açıklamayı tekrarladı.Böylece AKP tipi medya çalışanları “sendika”sınınbasın özgürlüğü algısı da ortaya çıkıyor.

Eser, “siyaset dışı sendikacılık” anlayışlarının birürünü olarak açıklamaya şöyle devam etti: “Hiçbirhaklı gerekçesi olamayan sadece intikam dürtüsü veideolojik reflekslerle hareket eden TGS’yi şiddetlekınıyoruz.”

Eser, Gezi Direnişi haberlerine yönelik sansürsorularına verdiği yanıtla sahibinin “ileri demokrasi”tanımını tekrarladı. Eser’e göre bir basınmensubuna “şu haberi neden yapmadın” demekbaskı oluyor. Görevi gerçeği yansıtmak olanındirenişi haberleştirmemesine yönelik eleştirilerböylece baskı olarak adlandırılıyor.

Medya-İş yaptığı bu eylemle, sermayedarların veözelde AKP iktidarının taşeronu Hak-İş’in işçi sınıfınıbölen, işçileri karşı karşıya getiren geleneğinin basınalanındaki temsilcisi olacağını göstermiştir. Dahaönce de Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş, Türk-İş’e bağlıBelediye-İş Sendikası ve üyelerine, yine Öz Taşıma-İşgibi bir gecede türettiği korsan sendika ile Türk-İş’ebağlı TÜMTİS ve üyelerine yönelik olarak aynıgirişimleri oldu.

Gebze’de MİB faaliyeti...Gebze Akse Sapağı’nda servis güzergahı boyunca Metal İşçileri Bülteni’nin dağıtımı gerçekleştirildi.

Dağıtımla birçok metal fabrikasından işçiye bülten ulaştırıldı. Dağıtım sırasında Türk Metal’in örgütlü

olduğu fabrikalardan işçilerin daha önceki dağıtımlarla karşılaştırıldığında tutum alarak bülteni geri

çevirdikleri gözlemlendi.

Ayrıca, Arobus fabrikasında içerde yaşanan süreçle ilgili bir bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Baskı ve

tehditlerle Türk Metal Sendikası’na üye yapılan işçilere mücadelenin son bulmadığı çağrısı yapıldı.

Metal İşçileri Birliği, patron-Türk Metal ortaklığını teşhir eden bildiri ve bülten dağıtımı ile işçilere birlik

olma çağrısı gerçekleştirdi. Dağıtım sırasında işçilerle sohbetler edildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Sincan’da devrimci sınıf faaliyeti...Sincan İşçilerin Birliği Derneği Girişimi, dernek özel sayısı olarak hazırladıkları bültenle işçileri derneğin

kuruluş sürecine katmaya çağırıyor ve derneği duyurmaya devam ediyorlar.

Dernek girişimi çalışanı işçilerin “Neden derneğe ihtiyaç duyuyoruz ve nasıl bir dernek olmalı?”

gündemiyle hazırlamış oldukları bülten sabah işçi servis noktalarında, fabrikalarda, işyerlerinde ve işçilerin

evleri ziyaret edilerek dağıtılıyor.

Dernek girişimi çalışanları her hafta düzenli toplanarak dernek çalışmalarının gidişatı, dağıtımlardan

alınan tepkiler, eksik bırakılan yanların nasıl tamamlanacağına dair tartışmalarını sürdürüyor.

Kızıl Bayrak / Ankara

Page 16: Kızıl Bayrak  2013-30

Gezi Direnişi ile başlayan ve ülkenin genelindebüyük bir etki yaratan bir süreç yaşandı ve çeşitlibiçimlerde yaşanmaya da devam ediyor. Sürecin kendiiçinde belirgin bir “durgunluğa” dönüşmesi ve bununeylem alanlarındaki yansıması yanıltıcı olmamalıdır.Artık ülkede yeni başlayan bir süreçtenbahsedebilmekteyiz. Bundan dolayı geriye dönük herdeğerlendirme ve yorum bundan sonraki sürecietkinleştirmek ve hareketin seyrini bulunduğundandaha ileri bir noktaya çekmek için olacaktır. Bunedenle emekçi kadın çalışmamız açısından daduruma böyle yaklaşmaktayız.

Gezi Direnişi ile başlayan süreç, emekçi kadınçalışmamız açısından değerlendirilmesi gereken pekçok deneyim bırakmıştır. Direniş içinde kadınların rolüüzerine çok söz söylemeye gerek bırakmayacak denliörnek pratikler görülmüş ve yaşanmıştır. Konuya dairhemen her değerlendirmede kadınların direnişekatılımındaki kitleselliğe dikkat çekilmiştir. Kadınlarındireniş içindeki belirgin rolleri ve kimi zaman örnekpratikleri ile de ön açıcı olduklarını vurgulamak bunedenle abartılı olmayacaktır.

Direnişin kitleselliğinin gerisinde, sömürü ve yıkımpolitikalarının yılların birikmiş etkisi üzerinden, AKPiktidarının gerici ve baskıcı politikalarının toplumdaoluşturduğu tepkinin dışa vurumu vardır. Kuşkusuzkonu “üç-beş” ağaçtan ötedir ve baskıya, sömürüye,ayrımcılığa, geleceksizliğe ve güvencesizliğe tepkivardır. Ama her zaman olduğu gibi bu sorunlara ekolarak cinsel kimliği nedeniyle baskı ve dışlanmayadaha fazla maruz kalan kadınların tepkilerinin böylesibir süreçte öne çıkması bu açıdan şaşırtıcı da değildir.

AKP politikalarından daha katmerli bir şekildeetkilenen kadınlardır. Daha yakından bakıldığında evve çocuk bakımının, işçi ya da işsiz olarak kadının “işi”görülmesi, işsizliğin, yoksulluğun yıkıcı etkilerinikadınların daha çok yaşaması, 4+4+4 eğitim sisteminintüm sorunlarını çocuklarıyla birlikte kadınların dahayakından yaşaması, GSS’nin sağlıkta yarattığısorunlardan doğrudan yine kadınların etkilenmesikuşkusuz önemli etkenlerdir. Kürtaj, sezaryantartışmaları, kaç çocuk yapılacağına karışılması, kılık-kıyafet vb. gibi daha pek çok somut örnekler üzerindenyaşamlarına dair müdahaleler, kadınları daha yakındanilgilendirmekte ve kaygılandırmaktadır. Kadınlarınsokaktaki kitleselliğinin ve öfkesinin gerisinde bunlaroldukça önemlidir ve farklı kesimlerden kadınları çokkolay yan yana getirebilmiştir. Kuşkusuz sorunlarsadece bu değildir ve buna sıkıştırmak son dereceyanlış olacaktır. Ancak AKP’nin dinsel gericiliğinintoplumsal yaşamdaki somut uygulamalarının kadınlarıdoğrudan hedef alması kadınların geleceğe dairkaygılarını artırmıştır ve “Hükümet istifa!”sloganlarının kadınlar tarafından oldukça güçlüatılması da buna işaret etmektedir.

Direnişi güçlendiren ve

direnişin güçlendirdiği kadınlar

Öncelikle belirtmek gerekir ki kadınların direnişsüreçlerinde ve mücadele içinde değişeceği vedönüşeceği gerçeği bir kez daha yaşam içindeispatlanmıştır. Buna bağlı olarak mücadele içindeözgürleşen kadınların da mücadeleyi ileriye taşıdığıgerçeği de aynı şekilde yaşam içinde görülmüştür.

“Bin yıllık” geleneklerin devamcısı mevcut kuruludüzende yeni baskı ve sömürü politikalarıyla çok yönlübir şekilde kıskaç altında olan kadınlar, bu süreçtetoplumun diğer kesimlerinde olduğu gibi, özgürlüğedoğru adım atmışlar ve bunun sokakta kazanıldığıgerçeğini fark etmişlerdir. Kuşkusuz her yerelde farklıbiçimlerde olsa da, kadınları sokaklarda vebarikatlarda, doğal sınırların (yaş, sağlık durumu vb.)engeline göre, her biçimiyle görebilmiş olmak önemlive dikkat çekicidir. Bu direniş sürecinde gençliğeyapılan özel ve anlamlı vurgunun dışında, hemenhemen her yaş kesitinden kadınların direniş sürecindehissedilmeleri bundan sonraki mücadelemizin seyriaçısından ayrıca önemli bir kazanımdır. Ve sınıfdevrimcilerinin her zaman vurgulandığı üzere emekçikadınların ne kadar önemli bir potansiyel olduklarıgörülmüştür.

Mevcut toplumsal yapıdaki ataerkil kültürünkuşatması direniş içinde önemli bir darbe almıştır.

Özellikle ilk zamanlarda yine de kadınlara yönelik

“korumacı” yaklaşım ya da çatışmanın sadece “erkek

işi olabileceği” yanlış algısı görülse de bu kısa sürede

aşılabilmiştir. Direnişin önemli kazanımlarından olan

dayanışma ve birlik olma bilincinin kazanılmasının

bundaki etkisini unutmadan eklemek gerekirse,

kadınların direnci ve iradesiyle var olan gerici algı

kırılmıştır (çoğu pratikte görüldüğü gibi eylem

alanlarında cinsiyet farkından öte dayanışma ve

yanındakini koruma vb. anlamlı örnekler yaşanmıştır.)

Konumuzun sınırları içinde bakıldığında “bin yıllık”

geleneğin kadına bakıştaki yarattığı gerilik örnekleri

direniş süreci uzadıkça daha kolay aşılabilmiştir (ki bu

da direniş kazanımlarının önemli bir yanı olmakla

birlikte bu vurgumuzdan bunun tamamen aşıldığı gibi

bir sonuç çıkmamalıdır.)

Direniş sürecinde, “gaza karşı duran kırmızılı kadın”,

“tazyikli suya karşı duran siyahlı kadın”, sapan atabilen

“teyze” örnekleri sembolik olarak öne çıkmıştı.

Kuşkusuz bizce bunlar son derece doğal ve cinsiyete

bağlı olmadan da yaşanabilecek pratiklerdir. Ancak

ülke gerçeğinin geri toplumsal algısında bunlar ön açıcı

olmuştur. Ek örnek vermek gerekirse, polis

saldırılarından “kaçmayan” kadın direnişçiler

toplumun değişik kesimlerinden bu sürece katılım

olduğu için kimi erkek direnişçilerde olumlu anlamda

basınç da olmuştur. Tekrar vurgulamak gerekirse

cinsiyeti fark etmeden böylesi örnekler olmalıdır ve

örnek pratikler direnişin sürekliği ve gücü açısından

Gezi Direnişi’nin de emekçi kadın çalışm

Page 17: Kızıl Bayrak  2013-30

önemlidir. Ancak bu örnekler kadınlar tarafından

gösterildiğinde ataerkilliğin güçlü olduğu yerlerde

farklı bir etki yaratabilmektedir.

Bunun dışında tencere-tava çalandan TOMA

önlerine bebeğiyle geçen kadına kadar, çeşitli

örneklere imza atan kadınlar, imkânları ölçüsünde

direnişe her açıdan katkı sunmuştur. Yanı sıra gerek

çadırlarda beslenme sorunundan diğer ihtiyaçlara

gerekse manen destekleyici pratikler sergilemeleri,

kimi örneklerde olduğu gibi direnişe çocuklarıyla

birlikte katılmaları da oldukça anlamlı ve güçlendirici

olmuştur.

Bu süreçte sokaklar kadın emekçilerin yaşamda

karşılaştıkları çok yönlü sorunlara karşı -her ne kadar

sistem onlara “güçsüz” rolü biçse de- çözüm

bulabilecek güçte olduklarını ispatlama zeminlerine

dönmüştür. Zira çatışmalarda gözlenenlerin, yapılan

yardımların, teşvik edici söylemlerin kadınlarca ifade

edilmesi ve yapabilecekleri ölçüsünde görev alma

istekleri pek çok yerelde tanık olunan anlamlı

örneklerdir.

Genel bir politizasyon sürecinin yaşanması

kadınları politikaya daha ilgili hale getirmiş olmasını da

önemle vurgulamak gerekmektedir. Burada ayrıca kimi

örneklerden hareketle ev emekçisi kadınların

yaşadıkları değişim ayrıca anlamlıdır. Sistemin evin

dört duvarlarına hapsettiği, ev-çocuk bakımı

görevleriyle boğduğu ve sadece TV kanallarıyla dış

dünyayla bağı olan kadınların, yandaş medyanın düşen

maskesiyle, sınırları da olsa mevcut muhalif TV

kanalları üzerinden, haberlere ve politikaya ilgilerinin

arttığını da gözlemek mümkün olmuştur. Yaşanan

sürecin ülkenin ve dünyanın da gündemine girecek

denli ilgi konusu olduğu bu süreçte kadınlar

sıkıştırıldıkları dört duvardan sokağa çıkma

meşruiyetlerini, var olan toplumsal destekle birlikte,

rahatça almışlardır ve sokağın özgürleştirici gücüyle de

azımsanmayacak bir sayıda ileriye çıkan kadın

olmuştur. Kendilerinin de ifade ettikleri üzere, politika

konuşan ve tartışan bu kadınlar için “artık hiçbir şey

eskisi olmayacaktır.”

Direnişe destek olan orta sınıftan kadınların

nedenleri yukarıda bahsedilen genel kadına yönelik

baskı ortamıyla doğrudan ilgilidir ve bunun sınırları da

bellidir. Ancak direnişin pratiğinde sokaklarda

sürekliliği arz eden kadınların emekçi katmanlardan ve

işçi sınıfına mensup olduklarını önemle vurgulamak

gerekmektedir. İşinden çıkıp direniş alanlarına gelen

pek çok işçi ve emekçi kadın bulunmaktadır.

Direnişin gücüyle

EKK çalışmasını ileriye taşıma sorumluluğu

Direnişe dair daha genel değerlendirmelerde ifade

edildiği gibi sınıfın bağımsız talepleriyle ve örgütlü bir

şekilde bu direnişte olamaması ve öncülük

yapamaması önmeli bir sorundur.

Değerlendirmelerimizde direnişin grev, iş bırakma vb.

üretimden gelen gücü açığa çıkartacak çeşitli eylem

biçimleriyle beslenememesini eleştiri konusu

yapmaktayız. Buradan hareketle, EKK çalışmalarında

önemle gözetilmesi gereken ve bu direniş sürecinden

çıkartılması gereken en önemli dersler de buradadır.

Direnişin merkezi noktalarda ve semtlerde sürmesi

nedeniyle işçi kadınlara çalışma alanları olan sanayi

havzalarında, fabrikalarda direnişin soluğunu ve ek

mücadele taleplerini taşıyamamış olmak büyük bir

eksiklik olarak görülmelidir.

Genel politizasyonun etkisi ve baskılara karşı yanıt

vermek adına sokakta yaşanan bu süreç emekçi kadın

kitlelerini sınıfsal temelde örgütlemek ve mücadeleye

çekebilmek için önemli bir zemin sunmuştur ve en iyi

şekilde değerlendirilmelidir. Sınıfı bekleyen yeni

saldırıların olduğu bir süreçte (kıdem tazminatı, yeni

istihdam projeleri, torba yasalar içindeki hak gaspları

vb.) somut taleplerin bir kıvılcım misali giderek

büyümesi, büyütülmesi gerektiği Gezi Direnişi

deneyiminin ardından daha da önem kazanmıştır.

Son olarak eklemek gerekir ki, politizasyon

sürecinin bu kadar yoğun yaşandığı bu pratik süreç

içinde, sosyalist propagandaya açıklık her

zamankinden daha fazladır ve bunu değerlendirmek

temel görevimizdir. EKK olarak meselenin bu yanını

gözetecek örgütlenme çalışması ayrı bir önem

kazanmaktadır. Gerek forumlarda gerek eylemler

esnasında fazlasıyla dile getirildiği üzere, örgütlenme

eksikliğini ve ihtiyacını pratik içinde görebilen kitleler

gerçeği ile birlikte ele alındığında, omuzlarımızdaki

görevin aciliyeti ortadadır.

Tüm bu nedenlerle birlikte Emekçi Kadın

Komisyonları’nın var olan yerellerde daha da

güçlendirilmesi, olmayan yerlerde oluşturulması işçi ve

emekçi kadın çalışmamız açısından oldukça önemlidir.

Gerek EKK’lar üzerinden gerekse yaşam alanlarında ve

mümkün olduğunca çalışma alanlarında çeşitli

örgütlenmelerle (komiteler, platformlar vb.) emekçi

kadınları mücadeleye ve daha genel olarak da

sosyalizme kazanmak acil görevi bizi beklemektedir.

Emekçi Kadın Komisyonları

eneyimleri ışığında mamızı güçlendirelim!

Page 18: Kızıl Bayrak  2013-30

Büyük Haziran Direnişi karşısında Tayyip Erdoğanve ortakları başından itibaren seçim sandığınıgösteriyorlar. “Seçimle gelen seçimle gider”, “yüzde 50oy almış bir partiyiz”, “demokrasinin kuralı seçimsandığıdır”, “millet iradesine saygı” gibi argümanlarısıklıkla tekrarlıyorlar. Böylelikle sokakta büyüyen busarsıcı direnişin rejimlerini yerle bir etmesindenduydukları korkuyu gösteriyorlar sadece. Onlara göreinsanlar tepkilerini göstermek için barışçıl eylemleryapabilirlerdi, ama taleplerini güç yoluyla eldeedemez, bunun için şiddet kullanamazlardı.Protestosunu yapar, davasını açar, yine istediğini eldeedemezse gider seçim sandığında hesabını sorardı!

Ama Gezi Parkı için başlayan eylemler “amacındanşaşmış, bu yoldan çıkmış”, otoritelerini sarsmıştı.Dozerlerin önüne yatan, polis ordularını kovan halkhareketi, Taksim ve Gezi Parkı’nda sınırları aşmış,buraya her bakımdan egemen olmuştu. Dahası bir deburada kurulu siyasal düzeni aşan, aynı zamanda dakapitalizme meydan okuyan özgür bir yaşamınörneğini yaratıyordu. Devrimin kendisi değilse de ruhuTaksim başta olmak üzere, ülkenin dört yanındadolaşıyordu. Sadece bu kadarıyla kalmıyor, bu ruhgünler geçtikçe de ete-kemiğe bürünüyordu -böylegiderse kuşkusuz ki bürünecekti! İşte bunun için AKPgerçekte devrimden korkuyordu!

Devrim korkusu birleştirdi

Korkan sadece gerici rejimin efendileri değil, kuruludüzenin egemen sınıfları- yani bu düzenin gerçekefendileriydi. Amerikan emperyalizminin ikide birAKP’yi sokağın hararetini düşürecek aklı selimönlemler almasını istemesi, tekelci burjuvaziningösterilere şiddet uygulanmaması, barışçıl gösterileretahammül edilmesi yönünde yaptığı uyarılar esasolarak bundandı. Çünkü bu efendiler henüz siyasalolarak AKP karşıtı bir eksende süren, düzenin

temellerine ve onun başında oturanlara yönelmemişolan hareketin kontrol dışına çıkmasından, yani kuruludüzeni hedef alan bir mecraya taşmasındankorkuyorlardı. Yani bu anlamda korkuları AKP ileortaktı.

Ama onlar düzeni korumak uğruna AKP’denvazgeçebilirlerdi ki, bunun sinyalini verdikleri içinAKP’nin şeflerinin de tepkisini çektiler. AKP’liler biryandan bu efendilerin müdahalesini çarpıtarakdirenişe gölge düşürmek için kullandı (doğrusu bununbir işe yaradığını gördükleri ölçüde emperyalistler veişbirlikçiler de bunu sineye çektiler), diğer yandan iseonlara karşı kendisinin vazgeçilmez olduğunu hatırlattı.Öyle ki tutup yaşanan direnişin nedeni olarak“muhalefet boşluğu” sorununu gösterdi. Eğerkarşımızda işini yapabilen bir muhalefet partisi olsaydıpekala insanlar sorunlarının çözümünü sokakta değilmecliste aramaya devam edebilirler, beğenmedikleribir hükümeti değiştirmek için seçimleri debekleyebilirlerdi.

AKP ve yandaşları kuşkusuz böyle yapmaklaburjuva demokrasisinin işlemez hale gelmesininnedenlerinden birine işaret ediyor, sorumluluğuüzerinden atmaya çalışıyorlardı. Unutmayın diyorlardı,biz gelmeden önce siyasal sistem bir çıkmaz yoldaydı,toplumun geniş desteğini alarak istikrarlı bir hükümetkurabilecek seçeneklerden yoksundunuz. Oysa biz, sizibu çıkmaz yoldan çıkardık, parlamenter sistemiyeniden çalıştırdık-ona yönelik güveni arttırdık, onyıldır istikrarlı bir biçimde hükümet ettik, dahası sizenice büyük hizmetlerde bulunduk....

Fakat sonuçta muhataplarının da onlara birbiçimde hatırlattığı gibi, AKP on yılı aşkın bir zamandırbu rolü oynamakla birlikte, kurulu siyasal düzenekendi rengini verecek ve giderek ona nüfuz edecekpolitikalarla işlemez hale getirmekteydi ki, zaten halkınöfkesinin bu biçimde patlak vermesinin nedeni debüyük ölçüde buydu. Öyle ya hiç değilse AKP’den önce

burjuva partilere ve parlamentoya güven sıfırdı, amayine de cumhurbaşkanlığı, yargı, ordu gibi kurumlarsiyaset üstü kurumlar gibi görünürdü. Ama şimdi tümbunlar AKP’nin basit kuklaları olarak görünürolmuşlardı. Dolayısıyla yaşamına hoyratça müdahaleedilen, kurulu siyasal sistem içerisinde ve seçimsandığından sonuç elde edebileceği beklentisikalmayan kitleler böylelikle sorunu sokakta, kendigücüyle çözmeye yönelmişti. Bunun için eğer sokağınhakkından gelinecekse, aynı zamanda bu büyük öfkeyiyumuşatacak ve giderek sistemin parlamenter vehukuksal mecralarına akıtarak, onu etkisizleştirecekmüdahaleler yapılmalıydı.

Ama işte bunu yapma görevi -en azından şimdilik-AKP ve yandaşlarına kaldı. Çünkü hem Haziran Direnişihenüz AKP’yi yıkmayı başaramamıştı, hem de onunyerini tutabilecek başka bir burjuva siyasal alternatifde henüz yoktu. Paçası tutuşan AKP de bunu hemkendisi için hem de burjuva siyasal sistemin geleceğiiçin yapmak zorundaydı. Bunun için de önceliklesınırları aşan geniş kitlelerinin vardıkları bu noktada,zaten bu sınırların dışında bulunan devrimcilerleyakınlaşmalarına izin verilmemeliydi. Yani“marjinaller” ile halk ayrıştırılmalıydı. İşte Taksim’denbaşlayarak ülkenin hemen tüm kentlerine yayılan vedüzenin sınırlarını aşmaya yönelen bu hareketkarşısında gerici iktidarın sözcüleri düzeni yenidensağlamak, yani işleri eski haline getirmek için atağageçtiler. Ne yapıp edip, tüm devlet imkanlarınıkullanarak sokağı yenmek için seferber oldular. Buamaçla zorbalığın her biçimini sınırsızca kullandılar-kullanıyorlar.

Burjuva muhalefet partilerinin safı net!

Dikkat edilsin parlamentoda temsil edilen CHP veMHP gibi sağı ve soluyla burjuva muhalefet partileride, tam da aynı korkuyla oldukça dengeli ve bilinçli birpolitik tutum izlediler. Bu tutumlarıyla da AKPyöneticilerinin övgülerini de elde ettiler. Devrimkorkusu bu düzen partilerini AKP ile birleştiriyordu.

MHP başından kurulu devlet düzenini sahiplendi,AKP’yi bu düzenin zarar görmesine yol açacaktutumlardan uzak durması yönündeki uyarılarlabirleştirdi. Bunun için başlangıçta açıktan tabanınadevlet düzenini sarsacak gösterilerden uzak durmaçağrısı yaparken, bu tutumunun tepki alması üzerinebu çağrılarından vazgeçti, bunun yerine kontrollü birbiçimde AKP’yi eleştirmekle yetindi. Böylelikle de biryandan seçmen desteğini korumaya çalışırken,esasında AKP’ye direnişi bastırmak için destek vermişoldu.

Ana muhalefet partisi CHP ise, Gezi Parkı’ndakidirenişin bir kıvılcıma dönüşerek 31 Mayıs’takipatlamaya yol açtığı ilk anda bu hareketin önünedüşmeye niyetlendi ve 1 Haziran günü Kılıçdaroğlu vemilletvekilleri Taksim’i almak üzere yapılan yürüyüşe

Çözüm sandıkta değil devrimde!M. Yılmaz

Page 19: Kızıl Bayrak  2013-30

katıldılar. Fakat yine daha bu ilk andan itibarenhareketin gücü ve dinamizminin kurulu düzeni aşan birmecraya taştığı, böylelikle CHP’nin boyunu fazlasıylaaştığı görülünce, harekete kararlı bir destek sunmakyerine uzak durmayı tercih ettiler. Bu nedenle tüm herşey olup biterken ürkek ve dengeli bir dil tutturdular.AKP’yi yangına körükle gitmemesi için uyarırken ayağakalkan kitlelere de itidal çağrısı yaptılar. Böylelikle halkhareketinin “marjinaller”den uzaklaştırılmasına dasessizce, bazen de açıkça destek verdiler.

Bu şekilde davranarak bir yandan halk hareketinindevrimci bir mecraya taşmamasına yardımcı oldular.Diğer yandan ise kontrollü bir eleştirel muhalefetlehalk hareketinin yarattığı rüzgarla yelkenlerinişişirmeye çalıştılar. Bu amaçla da süreç içerisindegiderek belirgin bir biçimde seçim sandığında hesapsorma düşüncesini canlı tutmaya çalıştılar. Yani halkhareketinin tepkisinin AKP ile sınırlı tutup parlamenteryoldan sapmamasını sağlamaya çalıştılar. Böyleliklegüçlenme ve giderek emperyalist efendilerceoluşturulacak yeni siyasal denklemlerde bir yertutmaya çalışıyorlar.

Reformistlerin parlamenter avanaklığı!

Emperyalizm, AKP, burjuva muhalefeti devrimkorkusuyla burjuva siyasal düzeni korumak ve kitlehareketini burjuva demokrasisinin sığ sularına çekmekiçin elbirliği yaparken, hareketin içerisindekonumlanan çeşitli tonlarıyla reformist partiler deobjektif olarak onlara payandalık yaptılar-yapıyorlar.Çünkü bu reformist partiler de hem direnişi AKPkarşıtlığı ile sınırlıyorlar, hem de dahası AKP’denkurtulmak için seçim sandığını tek seçenek olarakgösteriyorlar. Madem diyorlar, AKP’ye öfkeliyiz veondan kurtulmak istiyoruz, öyleyse önümüzdeki yılseçim sandığında AKP’den hesap sormak için şimdidençalışmalara başlayalım! Alternatiflerimizi oluşturalımve sokakta yarattığımız gücü seçim sandığına taşıyarakAKP’den kurtulalım.

Öyle ki daha 31 Mayıs’tan başlayarak reformisthareket tüm hesaplarını buna göre yaptı. Onlar içinhalk hareketini devrimcileştirmek, düzenle ve onunkurumlarıyla ideolojik-siyasal bağlarını koparmak vegiderek burjuva sınıf egemenliğini aşacak bir mecrayaulaştırmak gibi bir sorunları yoktu. Onlar olabildiğincesokağın gücünü kullanarak AKP’yi yıpratmak vegiderek de bu gücü bir seçmen gücüne devşirerekparlamenter kazanımlar elde etmek istiyorlardı.Elbette bunlar içerisinde İP gibi, bu hareketi bir askeridarbenin dayanağı yapma düşleri kuranlar da yokdeğildi. Ama her halükarda düzeni AKP veaşırılıklarından arındıracak bir demokratikleşmeprogramı ile bunu halk hareketini de kullanarak şu yada bu düzen kurumuna dayanarak gerçekleştirmekdüşüncesi onları birleştiriyordu.

Zaten hem program hem de temel mücadeleyöntemi olarak düzen içi zeminlere ve esas olarak daparlamentarizme batmış, tüm siyasal ve örgütselkodları da burada oluşturulmuş olan bu parti veçevreler, nesnel olarak devrimci bir karakter taşıyandireniş karşısında da yer yer bozguncu ve geriye çekicibir rol oynadılar. Sokak mücadelesine ikincil bir rolbiçtiler ve düzeni aşan direniş ateşini daha enbaşından itibaren söndürmeye çalıştılar. Çünküparlamentarist oyunlarını oynamak ve tatlı sulardakomünistlik oynamak için bu ateş fazlasıylatehlikeliydi. Onlara göre kitleler rolünü oynamıştı,şimdi sokağa çıkanlar şiddetten uzak durmalı, evedönmeli, siyaset de alıştıkları düzene dönmeliydi.

İşte temelde bu düşüncelerle 1 Haziran’daTaksim’den Gezi Parkı’na dönmek, böylelikle isyanhalini barışçıl bir protestoya dönüştürmek içingirişimde bulundular ama devrimciler ile sokağındevrimci ruhu buna izin vermedi. Sonraları çoğu kezbenzer müdahaleler yaptılar ama hep başarısız oldular.En son büyük hamlelerini ise AKP’nin Taksim’iboşaltmak için yaptığı manevralar karşısında yelkenleriindirip, eylemi bitirmeye çalışarak yaptılar. Ama bir kezdaha alanlarda direnen kitlelerin devrimci ruhunaçarptılar, yalnız kaldılar. Sonuçta gerici rejim onların bugeriliklerinden de yararlanarak polis ordularınıharekete geçirdi ve hareket aynı mecrada devam etti.Fakat daha ileriye gidebilecek politik, örgütsel vesınıfsal gücü olmadığı için bir yerden sonra geriyeçekildi, ama biçim değiştirerek kendisini üretmeyedevam etti. Bu aşamada ortaya çıkan forum pratiğihem hareketin kendisini örgütlediği, hem de burjuvaparlamenterizmini aşacak “özyönetim” biçimlerininnüvelerini attığı bir ortamda, reformist partiler isetümüyle parlamenter ve dükkancı kaygılarla buralarayaklaşmaktalar. Bunun için de harekete karşısorumsuzca yaklaşmakta ve onu geliştirecek herhangibir pratik çabadan uzak durmaktadırlar.

Hiç kuşkusuz burjuva siyasal sisteme sığmayan,devrimci bir ruh taşıyan Haziran Direnişi onlarınreformist-parlamentarist hesaplarına uymuyor. Bununiçin bir yandan hareketi soğutmaya çalışırken, diğeryandan ise parlamenter düşler kurup seçimsenaryoları üzerinde çalışıyorlar. Bunu yaparakkitlelerin burjuvazi tarafından tuzağa düşürülmesineyardımcı oluyorlar.

Tek yol devrim!

Hem tarihsel deneyimler, hem de Haziranhareketinin deneyimleri gösteriyor ki, bu reformist-parlamenter hayallerin sonu hüsran olacaktır. Çünkü:“Genel oy, her sınıfın kendi sorunlarını kavramadaulaştığı düzeyin bir göstergesidir. Çeşitli sorunlarınıçözmek için farklı sınıfların ne yöne eğilimgösterdiklerini ifade eder. Fakat bu sorunların gerçekçözümünün oy sandığında değil, sınıf mücadelesinin içsavaşı da kapsayan tüm biçimlerinde aramakgerekir.”(Lenin)

İşte halk hareketinin en görkemli olduğu anda dahireformizmin özenle saklamaya ve parlamento yolunugöstererek emekçi kitleleri uzak tutmaya çalıştığı

düşünce budur. Kuşkusuz yaşadığımız toplumda temel

hakları kazanmanın yolu, sokağın-kuvvetin-şiddetin

temel mücadele biçimi olarak kullanılmasından geçer.

Parlamenter biçimler ve zeminler, ancak bu kuvvetin

görünmesine, sınanmasına ve giderek onu

arttırmasına yardımcı oldukları takdirde olumlu bir rol

oynarlar. İşte reformizm bu temel düşünceleri

çarpıtarak, sokağın gücünü parlamenter zeminlere tabi

kılıyor. Böylelikle onu silikleştiriyor, gücünü ve

enerjisini söndürüyor. Büyük direnişi güç ve takatten

düşürüyor.

Devrim ise sadece kurulu düzenden kaynaklanan

şu ya da bu sorunu çözmek için değil, şu ya da bu

düzen partisini alt etmek için değil, esas olarak bunun

gerisindeki sınıf egemenliğini yıkmak için yapılır. Bu

ölçüde de sorun artık sınıf egemenliği haline

geldiğinde, kullanılacak kuvvetin düzeyi de buna

uygun bizimde geometrik olarak büyütülmek

zorundadır. Tarih ve teori bize devrim için, devrimci

işçi sınıfının toplumun ezilen yığınlarını arkasına alarak

ayaklanmasının şart olduğunu gösteriyor.

İşte ufku ve temel stratejisi düzeni yıkmak için

devrim olanlar, Haziran’daki gibi bir halk hareketi söz

konusu olduğunda tüm taktik müdahalelerini, bu

hareketi bilinç, örgütlenme ve eylem bakımından

devrimcileştirmek üzere yaparlar. Bu ise hareketi,

pasifist, düzen içi, parlamenter yoldan uzak tutmayı,

bunun için de bu yoldaki her türlü hayale ve gerici

düşünceye karşı kararlı bir mücadeleyi zorunlu

kılmaktadır. Bu ise sokağı güçlendirmek, parlamenter

ve anayasal hayalleri darbelemek, öz örgütlenmeleri

güçlendirmek ve çoğaltmak, başta işçi sınıfı olmak

üzere temel toplumsal dinamikleri işin içerisine

sokmak, ayrıca tüm bunları yaparken devrimci partiyi

her bakımdan geliştirmek demektir.

İşte reformizm tüm politika ve pratiğiyle, çözümü

sandıkta ve parlamenter oyunlarda arayarak bu ilişkiyi

tersten kuruyor. Çünkü işçi sınıfının devrimci gücüne

inanmadığı gibi burjuva demokrasisine ve onun

parlamenter oyunlarına da hayranlık duyuyor. Ama

bunu yaparak büyük Haziran Direnişi’nin kazanımlarını

tüketiyor ve düzene kan taşıyor.

Dolayısıyla reformizme ve parlamenterizme karşı

mücadele günün en önemli görevlerinden biri olmaya

devam ediyor.

“Tek yol devrim!” şiarını her zamankinden daha

güçlü haykırmanın tam zamanıdır.

Page 20: Kızıl Bayrak  2013-30

Eksik olan ne?

İstanbul Ayaklanması, senkronize kent

ayaklanmalarını tetiklemesine, aleni bir şekilde

devletle kitlelerin ayrışmasına, barikatların

kurulmasına, barikat savaşlarının yaşanmasına, büyük

militan kitle mobilizasyonlarının gerçekleşmesine,

semtlerde yoğun ve kitlesel yürüyüşlerin yapılmasına,

ölümlere, binlerce yaralıya, acımasız polis şiddetine

rağmen işçi sınıfını harekete geçiremedi.

Ayaklanmanın sınıf ayağı tamamlanmadı. Bu büyük ve

yıkıcı eksiklik, siyasi iktidara soluk alma fırsatı verdi.

Sınıfın devreye girmesi, yaşanan olağanüstü şartlara

karşı gerçekleştireceği bir grev hamlesi, Mısır ve Tunus

pratiği akılda tutulursa, siyasi iktidarı çökertecek bir

mahiyette olabilirdi.

İşçi sınıfı sendikal bürokrasinin ve korporatizmin

kuşatılmışlığı altında hareketsiz kaldı. KESK’in ve

DİSK’in genel grev çağrısı bir olumluluk taşısa da sınıfın

genelini harekete geçirecek içerikte olmadı, etkisiz

kaldı.

KESK Ankara ve İstanbul’da greve ve sokağa çıktı.

KESK’e bağlı bağlı sendikalar başarılı grevler

gerçekleştirdi. DİSK gücüyle orantılı kısmi bir

mobilizasyon gösterdi.

TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, MEMUR-SEN’in sınıfı kuşatması ve

çürütmesi, sınıfı bloke etti. Sınıf eylemlere katılmadı.

TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve MEMUR-SEN siyasal iktidara ve

devlete bütünüyle angaje olarak, sınıfın önünde tam

bir dalgakıran işlevi gördü. Siyasal iktidarın faşizan

politikalarına onay ve destek verdi. TÜRK-İŞ

yönetimine muhalif olan Sendikal Güç Birliği de bu

süreçte tam anlamıyla etkisiz kaldı. 4-5 Haziran genel

grev kararına güç birliği içindeki bazı sendikalar

mitinglere katılarak kısmen destek verdi.

Dikkat çeken önemli bir gelişme ise şöyle yaşandı:

TÜRK-İŞ’e bağlı sendikaların azımsanamayacak

orandaki üyeleri bireysel duyarlılıklarıyla Taksim’de ve

Kızılay’da yer aldı. Hatta çatışmalara katıldı. Sendikalbürokrasi ve korporatizmin işçi hareketini felç edicietkisinin, somut pratiği İstanbul Ayaklanması’ndayaşandı. Devrimciler ve komünistler bu son derececiddi sorun üzerine özellikle gitmeli, sınıfınkuşatılmışlığını parçalayacak alternatiförgütlenmelerin yaratılması üzerine kafa yormalıdır.

Kuşatılmışlık halinin parçalanması, bir anlamdadevrimin imkanını sağlayacak, devrimci öznenin yıkıcıbir şekilde devreye girmesine yol açacaktır. Özellikletaban örgütlenmeleri üzerinde durmak, sınıfla organikbağ kurmak, yeni sınıf dinamiklerini açığa çıkarmak,önümüzdeki dönem stratejik nitelikte bir önemtaşıyacaktır.

Bugün Çorlu-Lüleburgaz havzası; İzmit-Gebze-Sakarya havzası; Eskişehir-Bozüyük havzası;Adana-Mersin-Tarsus-İskenderun yani Çukurovahavzası; İzmir-Manisa havzası; Gaziantep-Adıyaman-Malatya havzası; Kayseri-Konya havzası;Batman-Diyarbakır havzası gibi 7-8 tane ana işçihavzası, Bursa, Manisa, Denizli, Kayseri, Gaziantep gibiişçi hareketi açısından stratejik iller ve Kürt topraklarıdahil (Batman ve Diyarbakır gibi) 249 organize sanayibölgesi, sınıf hareketinin yeniden yapılanması veşekillenmesinde yaşamsal önem taşıyor.

21. yüzyıl devrimlerinde, İstanbul Ayaklanması kentayaklanmalarının önemini ortaya koydu.

21. yüzyıl devrimlerinde stratejik kentler önemtaşıyacak. Stratejik ve odak kent hareketleri,ayaklanmaları ve isyanları sistemi felç ediyor veolağanüstü dalgasal mobilizasyonlarla kitlelerin yıkıcıöfkesi ve enerjisini açığa çıkarıyor. Türkiye’degörüldüğü gibi bu kentlerin bir kısmının proletaryanınyeni stratejik kentleri olması dikkat çekiyor. Ya da işçihareketi açısından stratejik kentleri böylesi bir sürecinparçasına dönüştürmek devrimin olanakları açısındanönem taşıyor. Sınıf çalışmalarını bu perspektife uygungerçekleştirmek gerekiyor.

İstanbul Ayaklanması’nda, sınıf faktörünün devreye

girmesi, nasıl ki altüst edici sonuçlar doğuracaksa,önümüzdeki dönem kent ayaklanmalarıyla, sınıfdinamiklerinin organik bağını kurmak, o bağınzeminlerini oluşturmak yaşamsal önem taşıyacaktır.

Bu perspektifle sınıfın her düzeydekikuşatılmışlığının aşılması ve sınıfın nesnel ve öznelşekillenmesi, devrimin imkânı açısından stratejik veyaşamsaldır. Böylesi bir anlayışla, sınıf çalışmasını biryandan sendikal bürokrasinin ve korporatizmin sınıfiçindeki kuşatmasını kırmayı, öte yandan sınıfınöfkesini ve yıkıcı gücünü açığa çıkarmayı hedefleyenbir perspektifle ele almak gerekiyor.

Sınıf içinde taban örgütlenmelerini esas alan birçalışma, sendikal alanla sınırlı kalan bir çalışmadeğildir. Taban örgütlenmeleri sınıfın nesnel ve öznelşekillenmesini hedefler. Suplex yapısıyla somut ve acilproblemlere müdahale eder ve sınıfın öz gücünüharekete geçirir.

Sınıfın hem ideolojik (siyasal gericilik veşovenizmle), hem de bürokratik ve korporatizmlekuşatılmasını, sınıfın iç dinamiklerini açığa çıkararakkıran taban örgütlenmeleri temel bir sınıförgütlenmesidir. Ayrıca devrimci mücadelenin gelişmemomentlerinde metamorfoza uğrayarak, devrimintaşıyıcı örgütlenmelerine dönüşebilir. Tabanörgütlenmeleri sınıfın öz örgütlenmesidir.

İstanbul Ayaklanması’nın bundan sonraki seyrihayatın her alanını kavrayacak kitle ve tabanörgütlenmeleri kurmak olmalıdır. Kitlelerin doğrudaneylemi ve inisiyatifinin eseri olacak bu örgütlenmelermahalle, sokak, savunma ve direniş komiteleri gibikitle aktivite komiteleri içeriğinde gerçekleşmelidir.

Taban örgütlenmeleri sınıf içinde doğrudandemokrasiyi ve doğrudan eylemi ve sınıfın bağımsızbileşik gücünü açığa çıkarmayı hedefleyen işçiörgütlenmeleridir. İşsizler için işsiz komiteleri, taşeronişçileri için de işyeri komiteleri, sendikasız alanlardasendikalaşma komiteleri, sendikal alandatoplusözleşme, işyeri komiteleri, sendikal bürokrasiyekarşı işçi inisiyatifleri şeklinde biçim alacak tabanörgütlenmeleri, sınıfın öfkesini açığa çıkarmasıyanında, onun yıkıcı enerjisini kristalize edenörgütlenmelerdir.

Bugünden sınıfın her kesiminde tabanörgütlenmelerini hedefleyen çalışmalaryoğunlaştırılmalı, işçi sınıfının sosyal patlamalarıntemel bileşeni olmasının zeminleri yaratılmadır. Sınıfınyıkıcı enerjisinin sürece dahil olması, başka birdünyanın yaratılmasında muazzam bir adım olacaktır.

Devrimci komünistler bütün gücünü ve ağırlığınıher havzada, her fabrikada ve her atölyede tabanörgütlenmeleri yaratmak üzerinden kurmalı, sınıfındevrimci enerjisini açığa çıkarmayı hedeflemelidir. Buenerji kent hareketleriyle, ayaklanmalarıyla birleşmesigerçek bir sosyal infilak olacaktır.

Devrimin “sahici” bir şey olduğu yaşanılarakgörüldü. “Devrim sanki göz kırptı”.

İstanbul ayaklanması 2013 Volkan Yaraşır

Page 21: Kızıl Bayrak  2013-30

Böylesi bir çalışma ve kitle hareketleriyle organikbağların kurulduğu faaliyet ve bu büyük enerjiyikristalize edecek devrimci siyasal öznenin varlığı,devrimin “merhaba” demesi olacaktır. Şimdi İstanbulAyaklanması’yla, bizlere doğru yoldasınız, devam edin,ateşi körükleyin, yayın, güçlendirin mesajını verdi. Bumesajı en iyi anlayacak devrimciler ve komünistlerdir.

Kürt özgürlük hareketi,ulusal enerjinin yıkıcı gücü

İstanbul Ayaklanması ve senkronize kentisyanlarının en büyük eksikliği, senkronun Kürt illerinisarması, 30 yıllık olağanüstü mücadelelergerçekleştirmiş Kürt halkının Kürdistan topraklarındaayaklanmayı yeni serhildanlarla karşılaması olacaktı.Ne yazık ki bu gelişme olmadı. Böylesi bir gelişmesistemi bloke edeceği gibi, isyanın yıkıcı gücünü veenerjisini muazzam derecede yoğunlaştırıcı birfaktördü.

Anadolu topraklarının böylesi bir isyan dalgasıylaalt-üst olması işten bile değildi.

Kürt Özgürlük Hareketi son derece anlaşılır vemakul nedenlerden dolayı, Kürt sorununun geldiğiyeni momente uygun, hatta bu momente yönelik aşırıbir hassasiyetle sürece aktif dahil olmadı.

En başta bazı çekinceler koydu. Yine yenimomentin ya da eski tecrübelerin (CumhuriyetMitingleri gibi) defansı yaşandı. Bu defans AmedKonferansı’nda da devam etti. KCK ve AbdullahÖcalan’ın açıklamalarıyla ayaklanmaya sıcak mesajlarverildi. Bu aşamadan sonra BDP isyan kentlerindeflamalarını açtı. Ama sürecin bütününde baştaİstanbul ve Adana ve tüm diğer illerde Kürt gençleri veKürt halkı ayaklanmaların içinde aktif olarak yer aldı,direndi, çatıştı. Semt hareketlerinin taşıyıcı gücü Kürthalkı oldu ve olmaya devam ediyor.

Abdullah Öcalan’ın “demokratik modernite” teziyleson derece uyumlu, kitlelerin demokratik hak veözgürlükleri için ayağa kalkması önce yeterinceanlaşılamadı. Ayaklanmaların bir kent ayaklanmalarısenkronuna dönüşmesi, semt mobilizasyonlarışeklinde gelişmesi ve içeriğinin ne ulusalcı (ilkgünlerde İşçi Partisi ve CHP bu yönde basınçyapmasına rağmen), ne de sermayenin ya da egemenkliklerin birinin varyasyonu olmadığı, çıplak bir şekildeortaya çıkması Kürt hareketinin tutumunufarklılaştırmalıdır.

Kürt hareketinin halen salınımı süren ve iç evrimgeçiren kitle hareketiyle bütünleşme ve kaynaşmayollarını bulması son derece önemli bir dinamiğindevreye girmesi anlamına gelecektir.

Bu adımlar sadece bugün değil, önümüzdekidönem çok yüksek bir olasılıkla doğacak yeni sosyalpatlama dalgaları için de bir hazırlık, bir rezonans, birfüzyon oluşumu anlamı taşıyacaktır.

AKP İktidarının bu momentte sivil diktatörlük vepolis devleti yönündeki karşı devrimci hamleleri vedüzenlemeleri aslında, TC’nin transformasyonsürecinin parçasıdır ve TC’nin bölgesel bir karşı devrimmerkezi olma yönündeki yeniden yapılanmasının birgöstergesidir. TC’nin içine girdiği yeni süreci başka birmakalede kaleme alacağımdan dolayı burada genelolarak eğilimi ortaya koymak yeterlidir.

Bu süreç Kürt hareketi dinamiği ve Kürt ÖzgürlükHareketi açısından son derece riskli, yıkıcı ve altüstedici içeriktedir. TC’nin bölgesel karşı devrimmerkezine dönüşmesi demek, Kürt dinamiğinintasfiyesine odaklanmak anlamına gelmektedir.

Bu konuda devrimci komünistlere önemli görevler

düşüyor. Bu da Kürt Özgürlük Hareketi’ne güvenvermek ve birleşik devrimci savaşın zeminleriniörmekle, yani batı yakasında sınıfın yıkıcı devrimcienerjisini açığa çıkarmakla ancak gerçekleşebilir. KürtÖzgürlük Hareketi Kürt halkının ulusal enerjisini en üstboyutta açığa çıkardı. Bu enerjiyle Kürt halkı Ortadoğudenkleminin ayrılmaz parçası, Kürt Özgürlük Hareketiise hem bölgesel bir güç, hatta küresel jeopolitiktehesaplanması gereken bir faktör haline geldi.

Bugün tarihsel fırsatlar ve diyalektiğin muhteşembir şekilde kendini dışa vurması ile karşı karşıyayız.

En başta tarihin gördüğü en kirli savaş, kendiparadoksunu yarattı. Köyleri yakılan, sürülen Kürtlermetropollere göçtü. Demografik yapıda önemli altüstoluşlar yaşadı.

Artık başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana,Mersin gibi iller yeni Kürt kentleri olarak ortaya çıktı.İstanbul’da, Diyarbakır ve Erbil’in toplamından dahafazla Kürt yaşıyor. Tahmini rakam 3,5-4 milyon Kürt’ünyaşadığıdır. Diğer illerde 800 bin ile 1 milyon civarındaKürt yaşamaktadır. Ve metropollere göç devam ediyor.

Bu yönün dışında yine kapitalizmin vahşiliğinin veyıkıcılığının bir yansıması olarak, metropollere sürülenKürtler’in sınıfsal profillerinde ilginç bir tablo oluştu.

Hızlı bir proleterleşme süreci yaşayan Kürtler batıyakasında azımsanamayacak oranda bir proleternüfusu oluşturuyor. Batı yakasında hızlı ve yoğunproleterleşme sonucu ampirik verilere göre 4milyonun üzerinde Kürt işçi var. Kısacası Kürtlerişçileşiyor, işçiler Kürtleşiyor.

Kürdistan coğrafyasında 2 milyon mevsimlik işçinin(4-6 ay arasında Ege’ye, Karadeniz’e, Çukurova’yaçalışmaya giden) ya da yarı-proleter kesimin olduğubiliniyor. Ayrıca yine ampirik verilere göre Kürdistancoğrafyasında 1 milyona yakın işçi olduğu var sayılıyor.

Bu tablo devrimcilerin önüne müthiş olanaklarkoyuyor. Devrimci bir sınıf çalışması, batı yakasındasınıfsal enerjinin açığa çıkarılması, aynı zamanda KürtÖzgürlük Hareketi’yle ve Kürt halkıyla bütünleşme vekaynaşma, birleşik devrimci savaşı örme anlamınageldiği ortadadır.

Kürt hareketinin bir alt sınıf hareketi olduğudüşünülürse, böylesi bir çalışmanın hem sınıfdinamiklerini tetiklemesi ve enerjisini kristalize etmesiyanında, hem de yarattığı sosyal anafor ya damıknatısla Kürt halkıyla bütünleşmesinin yollarıaçılmaktadır.

Ancak böylesi bir çaba ve bu yöndeki sarsıcıörnekler güven sorununu ortadan kaldırdığı gibi, KürtÖzgürlük Hareketi’nin temel ihtiyaçlarını karşılayabilir.Oluşacak rezonansın ve füzyonun yıkıcılığı ortadadır.

Anadolu topraklarında fay hatlarının kırılması,Kürdistan topraklarının bütününde batı, güney ve

doğu Kürdistan’da hissedilmesi, hatta bir ön Asyasarsıntısı oluşturması ya da ön Asya devrimi olduğuunutulmamalıdır.

Bu sarsıntının içinden geçtiğimiz yüksekkonjonktürün etkisiyle Avrupa’nın Akdeniz havzasınısarması yüksek bir olasılıktır. Yunanistan’da yaşananuzun süreli ayaklanma hali böylesine bir fay hattınınkırılmasıyla, olağanüstü boyutta bölgesel bir enerjininaçığa çıkmasına yol açabilir.

Ortadoğu Devrimci Çemberi’nin Anadolutopraklarında ve bölgede zeminleri artık her boyuttamevcuttur.

İstanbul Ayaklanması bir laboratuvar ve provaolarak yeni dinamikleri ve eksiklikleri ortaya çıkardı.

Yukarıda bahsettiğimiz eksikliklerin aşılması,devrimin güncelliğini yaratacaktır.

Küresel düzeyde Anadolu toprakları devriminimkanı için en hazır coğrafyadır. İstanbul Ayaklanmasıbunu gösterdi. Aynı zamanda yetersizliklerini degösterdi. Devrimci siyasal öznenin varlığı veörgütlülüğü, işçi hareketinin örgütlülüğü vemobilizasyonu ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin devrimcienerjisi Avrupa’nın güneyinden, Ön Asya’yı kapsayacakbir bölge devriminin kapılarını açacaktır. Tarihdevrimden, isyandan, ayaklanmadan yanadır.

Bu imkansız gibi görünen şey aslında devrimciliğintanımını ortaya koymaktadır. Evet devrimcilik,“gerçekçi olup, imkansızı istemektir”. Bu istemekfiilinde yapmak yani praksis gizlidir. Che’nin bu sözlerihiç bu kadar anlamlı ve manalı olmadı.

Evet devrim göz kırptı. Şimdi devrimci komünistler olarak ısrarla, inatla,

kararlılıkla devrimin imkanını aramak ve yaratmaklayükümlüyüz. Bu tarihin, geçmiş kuşakların, bugününve geleceğin bize yüklediği bir görevdir.

İsmet Özel’in dediği gibi “Evet İsyan”…

... Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri

çünkü kavganın göbeğidir benim yerim canlarım, kollarında Parti pazubentleri

dik başlar, erkek haykırışlarla göndere, en yukarlara çekiyorlar

en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini. …

Ben merd-i meydan yani toprağın ve kanın gürzü

güllerin bin yıllık mezarı bendedir yukardan bakarım efendilerin pusatlarına

insanların bütün sabahlarını merak ederim gök hırpalanmaktadır merakımdan

ıtır kokan benim yumruklarımdırbenim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

Page 22: Kızıl Bayrak  2013-30

Gezi Parkı Direnişi’nin başlamasının ardından tümülkeye yayılan direniş süreci Adana’da ve Akkapı’da daetkisini gösterdi. Akkapı; Adana’da Arap Alevilerin(Nusayri) oturduğu mahallelerden birisi. Bundandolayı olarak Türkiye’nin Suriye politikası başta olmaküzere, 3. köprüye “Yavuz Sultan Selim” adınınverilmesi ve AKP’nin siyasi İslami kimliğidoğrultusunda attığı adımlara tepkinin yoğunlaştığıancak kendisini eylemli tepkilerle ifade edemediğialanlardan biriydi. Ancak son dönemde yoğunlaşantepki Gezi Parkı Direnişi’nin yaratmış olduğu etkiylebirlikte kendisini eylemli bir sürece bırakmış oldu.

Kendiliğinden başlayan hareket vedirenişin örgütleyici gücü

Sosyal ve ekonomik hak gaspları karşısında yıllarınbirikiminin, yaşanan bu olayla birlikte patlamasınınardından kendiliğinden bir şekilde başlayan yürüyüş vetepkiler sonraki günlerde mahallede bulunan ilerici vedevrimci güçlerin müdahalesi ile yeniden şekillenmeyebaşladı. İlk gün mahalle halkının kendiliğinden birşekilde başlattığı yürüyüş mahalle çıkışında bulunanHürriyet Karakolu önünde İstiklal Marşı okunmasınakadar sürmüş ve bu durum eyleme katılan kitlenin debilinç durumunu ortaya koymuştu. Yürüyüş sırasındaTaksim ve direniş sloganlarının yanında “MustafaKemal’in askerleriyiz!”, “Ne mutlu Türküm diyene!”sloganlarının sık sık atılması sürekli olarak İstiklal Marşıve 10. yıl marşlarının okunmuş olması bunun birifadesiydi.

Ancak sonraki günlerden itibaren mahalledekiilerici ve devrimci güçlerin sınırlı da olsa sürece dahaetkin olarak müdahale etmesi ve kitlenin yürümeisteğinin etkisiyle birlikte yürüyüş kitlenin toplandığıAtatürk Parkı’na kadar sürdü. Her ne kadar eylemhalen önemli ölçüde kendiliğinden bir biçimdegelişmeye devam etmişse de onu engellemeye dönükçabalar ya da karakol önünden geri döndürmeyeyönelik girişimler boşa düşmüş oldu. Bu yürüyüş

sırasında İP/TGB’nin yürüyüşü engellemek istemesi,Atatürk Parkı’na yürümek isteyen kitleyi “oradateröristler, provokatörler var” diyerek engellemeyeçalışması yine yapılan müdahaleler ve kitlenin yürümeisteği karşısında boşa düşürülmüş oldu.

Her ne kadar sürecin başında kendisini AKPkarşıtlığına indirgeyen kaba ulusalcı bir çizgi dahabaskınken, sonraki süreçte tümüyle olmasa da etkisiazaldı. Gerek sloganların niteliği gerekse taşınanpankartlar bunun göstergesi oldu. “Ne mutlu Türkümdiyene!”, “Hepimiz Mustafa Kemalin askerleriyiz!”eksenine sıkışan sloganlarının yerini ağırlıklı olarak“Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Faşizme karşı omuzomuza!”, “Her yer Taksim, her yer direniş!”sloganlarının almış olması mücadelenin öğretici vegeliştirici gücünü de gösterdi. Bu konuda dayatmacı birtutum içine giren kaba bir ulusalcı çizgininsavunucuları da süreç içinde tecrit olup yalnızlaştılarve sürecin dışına düştüler.

Povokasyona yanıt: Daha fazla direniş!

Akkapı halkının giderek daha fazla sahiplendiği budirenişi kırmak amacıyla polis-AKP yandaşlarınınbirlikte gerçekleştirdiği provokasyon sonucundayürüyüşler engellenmek istedi. Yürüyüşlerin devametmesi üzerine, Hürriyet Karakolu’nu geçtikten hemensonra yol yakılan lastikler ve polis tarafından kesildi veardından polislerin gözü önünde yürüyüş kolu AKPyandaşları tarafından saldırıya uğradı. Tabii bu sıradapolisin TOMA’lar ve akrepler eşliğinde Akkapı halkınıengellerken saldırganları durduramamış olmasıdurumu yeterince ortaya koymaya yetti. Yine dönüşyolunda saldırganları engellemeye gücü yetmeyenpolisin Akkapı halkını engellemeye çalışması asıl niyetiortaya koydu. Saldıranların Mardin kökenli AKP yanlısıAraplar olmasına rağmen bu durum devlet eliyle Arap-Kürt çatışmasına dönüştürülmeye ve şovenist rüzgâryeniden tırmandırılmaya çalışıldı. Ancak durumunanlaşılmasıyla devletin provokasyonu ters tepti ve

tepki AKP ve polise yöneldi. Yaşanan provokasyondan sonraki gün polis;

akrepler ve TOMA’larla mahalle çıkışını kapatarakyapılan yürüyüşleri engellenmeye çalıştı. Çünkü hergün binlerce kişinin yaptığı bu yürüyüş sadece Akkapıaçısından değil, ildeki süreç bakımından da bir moralkaynağı olmuştu. Saldırının ardından AtatürkParkı’ndaki mitinge katılım amacıyla gündüz yapılanyürüyüşü mahalle çıkışında polis, mahallenin diniliderleri ve CHP milletvekili Ümit Özgümüş tarafındangüçlükle engellendiyse de sonrasında yürümeye kararlıkitlenin akşam bir kez daha toplanarak yenidenyürüyüşe geçmesiyle polis saldırısı yaşandı. Saatlersüren çatışmanın sonucunda her ne kadar barikatlaraşılamadıysa da Akkapı halkı devlet terörüyle uzunzaman sonra ilk kez bu düzeyde yüzleşmiş oldu.Çatışmanın kendisi de kitlede var olan kafakarışıklığının bir yansımasını gösteriyordu. Çatışmanınortasında polis aracından yapılan demagojiye anlık daolsa kanan kitlenin bir kısmı bir an polisi alkışlayıpsonra yeniden barikat kurmaya taş atmaya başlarkensonra yeniden durulabiliyordu. Tabii süreçte çatışmayadestek vermeye gelen bazı Kürt gençlerine dönükkısmi de olsa gösterilen tepkiler kitle içindeki şovenistetkinin bir yansıması oldu. Ancak yaşanan süreçAkkapı halkına polisin kime hizmet ettiğini ve ne işyaptığını net bir şekilde göstermiş, var olan kafakarışıklığının giderilmesine de yardımcı olmuş oldu.

Çatışmanın ardından yürüyüşler engellenmeyeçalışılmış ancak mahalle halkının tepkisi ve yürümeisteği üzerine bunu engelleyemeyenler, valiliklepazarlıklar yaparak yürüyüşe izin almaya çalıştılar.Ancak bu yürüyüşe izin verilmesinin gerisinde yapılantoplantıda da açıkça ifade edildiği üzere mahalledeoluşan tepkinin içinin boşaltılmasını sağlamak vemilitanlaşma eğilimi barındıran süreci yenidendenetim altına almak vardı. Bu yürüyüş aynı zamandamahalleden parka yapılan son kitlesel yürüyüş oldu.

Bu yürüyüşün ardından mahalle halkınınistemesine rağmen yeni bir yürüyüş yapılamadı. Ancakbuna rağmen insanlar kendiliğinden bir şekilde AtatürkParkı’na akmaya devam etti. Bu süreçten sonraAtatürk Parkı’nda Akkapı çadırının kurulması mahalleaçısından süreci bir ileri aşamaya taşımış oldu. Akkapıçadırı gerek kitleselliği, gerek halktan aldığı desteği,gerekse de çadır alanındaki coşkusuyla oldukça öneçıktı. Bunda çalışmayı yürüten güçlerin emeği kadarmahalle halkının bir bütün olarak çadırı ve direnişisahiplenmesi de etkili oldu. Yüzlerce insanın toplandığıçadır her gün müzik dinletileri ve yapılan konuşmalarlabir eylem alanına dönüştürüldü.

Direnişle örgütlenip direnişi örgütlemek:Direniş Komitesi

Tabii bütün bunların yapılabilmesini sağlayan asılgüç oluşturulan direniş komitesi oldu. Direnişin öne

Akkapı: Gezi Direnişi’ninöne çıkardığı bir mevzii...

Page 23: Kızıl Bayrak  2013-30

çıkardığı ancak bugüne kadar böylesi bir deneyimdenönemli ölçüde yoksun olan güçler süreç içinde biraraya gelerek bir komite oluşturmayı başardılar veyapılan her iş bu komite tarafından planlandı.Mahallenin gençlerinden oluşan bu komite zamanlayapılan işleri omuzlayarak aynı zamanda böylesisüreçlerin sağlıklı bir şekilde örgütlenmesinin deyolunu açtı. Yapılan günlük değerlendirme toplantıları,ortak kararların alınması ve alınan kararların birliktehayata geçirilmesi oldukça önemli bir başarı oldu.Yaşanan sıkıntılar yine komite içinde açıkça ortayakonularak çözülmeye çalışıldı.

Çadırlara yapılan saldırı ve çadırların sökülmesinekadar da bu süreç başarılı bir şekilde örgütlendi.Çadırların kaldırılmasından sonra da komite işlemeyedevam ederek, günlük toplantılarını sürdürdü. Komiteve taşıyabildiği kitle Atatürk Parkı’na gelerek,eylemlere katılmaya devam etmiş, devlet terörükarşısında net bir tutum almayı başarmıştır. AtatürkParkı’nda yapılan eylemlere katılımı arttırmak içinmahallede de çalışmalar sürdürüldü. Yapılan kitleseleylem ve yürüyüşlere mahalle halkını çağırmak içinsistematik bir çalışma yürütüldü. Çıkarılan çağrıbildirilerinin ajitasyon konuşmaları eşliğinde birliktedağıtılması, sürekli olarak bu alana dönük propagandafaaliyetinin sürdürülmesi, Atatürk Parkı’nda yapılacakeylemlere katılım öncesinde mahalle içinde bir eylemyapılmış olması, mahalle içinde de sürecin devamettiğinin gösterilmesi ve mahalledeki duyarlılığın canlıkalmasını sağladı. Bu yanıyla direniş sürecinin sadeceparka sıkışmadan yerel ayaklarının örülmesinin deildeki ilk örneklerinden birisi ortaya çıktı.

Bu süreç içinde mahallede bir parkta direnişle ilgilibir etkinliğin örgütlenmiş olması oldukça anlamlı oldu.Yine el ilanları ve araçlarla yapılan ajitasyonkonuşmalarıyla ön hazırlığı yapılan etkinlik uzunzaman sonra bu çerçevede mahallede yapılan ilketkinlik oldu. Sinevizyon gösterimi ve müzikdinletisinin de yer aldığı etkinlik, direnişin mahalleyetaşınması bakımından önemli bir adım oldu. Yinemahallede 2 Temmuz etkinliği ve Sivas’a Akkapıpankartıyla gidilmesi de hayli anlamlıydı.

Armutlu’dan Akkapı’ya!

Ali İsmail Korkmaz’ın şehit düşmesinin ardındanArmutlu’da günlerce söndürülemeyen direniş ateşininAkkapı’ya sıçraması, iki gün boyunca da Akkapısokaklarından her tarafı aydınlatması da bundankaynaklı tesadüf değildi. Akkapı halkı da tıpkı Armutluhalkı gibi direnişçilere tüm imkanlarını seferber ettiler.Böylece hem direnişe sahip çıktılar hem de direnişibüyüttüler. Zaten Ali İsmail’in hayatını kaybetmesininardından yürüyüş kararı da düzenlenen halkforumunda birlikte alınmıştı. Bu yürüyüşlerinöncesinde olduğu gibi sonrasında düzenlenen forumve etkinliklere de katılım kalabalık olmuştu.

Bu süreç gösterdi ki; direnişin öğretici veörgütleyici gücü kendi öncü-sürükleyici gücünüyaratmakla birlikte bu güçler komite vb. biçimlerdeörgütlenmediği ve sürece daha örgütlü bir şekildemüdahale edemediği ölçüde direniş kendiliğinden birçizgiden kurtarılamayacak. Ancak Akkapı’da ortayaçıkan komite tüm deneyimsizliğine ve eksikliklerinerağmen başından itibaren sürece müdahale etmeye,onu yönlendirmeye çalışmıştır. Bu sayede de direnişidaha ileri bir noktaya taşımaya önemli bir katkısunmuştur.

Bir direnişçi / Adana

Okan Göçmez, Çayırova Erişler’de oturan genç birişçi. 1 Haziran günü Taksim Gezi Parkı direnişinekatılan Okan Göçmez, yoğun polis şiddetininsonucunda ağır yaralandı. Ameliyatta ve yoğunbakımda kritik evreler atlatan Okan, gözlerindeparlayan yaşam sevgisi ile hayata tutundu…

- 31 Mayıs’ta bir öfke patlaması yaşandı,ardından Türkiye’nin dört bir yanına yayılan direnişve eylemler gerçekleşti. Taksim’in kazanıldığı günoradaydın, polis şiddetine maruz kalan ve yaralananbir direnişçisin. O günü ve yaşadıklarını anlatabilirmisin?

- Ben 1 Haziran günü Taksim’e geçtim. SODAP ilegittim, çatışmalarda ben ve B.. yoldaş hep enöndeydik. Polis ile çok yakındık, aramızda 7-8 metrevardı en fazla. Biz onların ne dediğini duyuyorduk,onlar da bizi duyuyorlardı. Sözlü sataşmaları oluyordu.Küfürle sürekli bir taciz halindeydiler. Bizler dedevrimci sloganlarla karşılık veriyorduk, ben ajitasyonkonuşmaları yaparak dağılan kitleyi toparlamaya,cesaretlendirmeye çalışıyordum. Bu sırada beni işaretetmişler sanırım. O sırada ben de anladım benigösterdiklerini, kollarımın arasına aldım kafamı.Kollarımla korumaya çalıştım. Sürü halinde geldiler,ateş etmeye hazırlandılar. Hepsi birden ateşlemeyebaşladılar, her yanımdan gaz bombaları geçiyordu.Soldan gelen gaz bombası kafama geldi. O andabayıldım ben, düşerken arkamdan “Halk Cepheli” birkadın arkadaş beni tutmuş ve sonrasını hiçhatırlamıyorum.

Beni tutan arkadaş “yaralı var” diye bağırarak benigeriye doğru götürmüş. Çünkü polisler çok yakında,gelseler hemen alabilirler. B… yoldaş görmüş o sırada,gelmiş yanıma. O benim sadece bayıldığımı sanmış,kendime geleyim diye uğraşmış. Bakmış kan akıyor, osırada kafama bakmış, kafatası kemiğimin oynadığınıfarkedince, ciddi bir sorun olduğunu anlamış. Hemenbirçok siyasetten arkadaşlar beni revire doğrugötürmüşler, gönüllü gelen doktorlar müdahaleetmişler. Hastaneye götürüleceğim, polisler

ambulansın girmesine izin vermemişler.Normal bir arabayla götürmek zorundakalmışlar. Doktorlar hastaneyi de aramışlar,“böyle bir hasta gönderiyoruz” diye.Hastaneye vardığımızda hemen aldılariçeriye, müşaade altına alındım. 16-17 saatkadar ameliyatta kaldım. Sonra beni yoğunbakıma aldılar. 22 gün hastanede kaldım.Bunun 16 gününde yoğun bakımda kaldım.Sonra biraz daha durumum iyi olunca “ileri

yoğun bakım” denilen yerde de 6 gün kaldım. Doktorların ilgilenmesi çok iyiydi. Ayrıca

benim kasığımda da ağrı oluştu, özellikle sondayıçıkartırlarken çok büyük bir acı çektim ve çok büyük birbaş ağrısı. Şimdi kısaca durumumu anlatmak gerekirse,kafatası kemiğimin sol tarafı kırılmış, parçalanmış veyanmıştı. Buradaki kemiklerimi karnıma koydular,gelişsin diye. Aralık gibi bir ameliyat daha olacağım.Orta kulağıma vurdu, denge sorunu yaşıyorum, bir degözüme vurdu.

- Bu seneki 1 Mayıs’tan beri polis şiddetininyoğunlaştığını gördük. Polis hedef gözeterek gazbombasını kullanıyor. Taksim Gezi Direnişi sürecindede bunu gördük.

- AKP, saldırganlığını artırıyor. Karşısına çıkanlararttıkça daha da saldırganlaşıyor. Özellikle dedevrimcilere dönük saldırıları artmış durumda. Hedefgözettiği kişilere bakıyoruz hep devrimciler. Bizlere birde “marjinal” diyorlar. Vücudun herhangi bir yerine dedeğil, direk kafaya atıyorlar.

- 31 Mayıs’tan önceki günlerdeki Gezi Parkı’ndabaşlayan eylem parkın yıkılıp AVM yapılacakolmasına karşı başlamıştı. Ama 31 Mayıs ile birliktedurum değişti. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler,devrimciler kitleler halinde sokaklara aktı. Bu dasürecin ağaçların kesilmesine karşı olmanın ötesinetaşınmasına vesile oldu. Seni o gün oraya taşıyan şeyneydi?

- Beni oraya götüren şey, iktidara karşı isyanımızdı.Devrimci mücadelemiz için gittim, yoksa başka hiçbirşey değil. Ne ağaçların kesilmesi ne parkın yıkılmasıfalan değildi. Tabii ki Gezi Parkı’nın kaldırılması kötü birşey. Siyasi hedef olmuş bir yer oldu sonuçta. Ama benioraya götüren iktidara karşı olan kinimiz, nefretimizdi.İsyanımız, devrimci ideallerimizdi Taksim’e götürenbizi.

İnsanların da çoğu oraya yaşadıkları sorunlar içingeldiler. Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı. Bizlere“marjinal” diyorlar, desinler. Bu yaşananlar olmasıgerekendi ve oldu.

Kızıl Bayrak / Gebze

“İsyanımız, ideallerimizdibizi Taksim’e

götüren!”

Page 24: Kızıl Bayrak  2013-30

İstanbulSarıgazi Meclis Mahallesi forumları her hafta

Cuma günü saat 21:00’da gerçekleştiriliyor. Forum’da4+4+4 yeni eğitim modelinin ucuz iş gücü hedefiyleortaya konulduğunu, kız çocuklarının küçük yaştaevlenmesi gibi sonuçlar doğurduğunu ortaya koyankonuşmada, yeni öğretim yılına daha hazırlıklı dahagüçlü girmek gerektiği vurgulandı. Forumda gelecekhaftanın konusu olarak “kadın sorunu” başlığıbelirlendi.

Önceki forum sonrasında faşist saldırı gerçekleşenYenidoğan Mahallesi’nde 22 Temmuz akşamı tekrarbir forum yapıldı. Önceki hafta faşistlerin saldırısınıngerçekleşmesine rağmen, yaklaşık 100 kişininkatılımıyla, forum yapma ısrarı gösterildi. Forumdacanlı tartışmalar gerçekleşirken, şu kararlar alındı:

- Mahallede çöp konteynerleri bulunmaması vemahallede ışıklandırma yapılması,

- Faşist saldırılara karşı dayanışmayı büyütmek,faşist saldırılara karşı net tutum almak,

- Sarıgazi’de direnişin mevzilerinden biri olan,Yenidoğan Mahallesi’ni ayrı tutmamak,

- Tutuklamalara karşı mücadele etmek.

23 Temmuz Salı günü devletin direnişin önünükesmek, direnişi tamamıyla bitirmek için devreyesoktuğu gözaltı-tutuklama terörüne karşı yürüyüşgerçekleştirildi. Demokrasi Caddesi’nde kurulanDireniş Çadırı’nda başlanarak İnönü Mahallesisokaklarında gerçekleştirilen yürüyüşte sloganlaratıldı, teşhir konuşmaları yapıldı. Eylem tekrarçadır önüne gelinerek bitirildi.

Kartal Kartallı Kazım Meydanı’nda 18Temmuz akşamı geçen hafta sonu yapılanforumda alınan karar doğrultusunda bir etkinlikgerçekleştirildi. Etkinlik açılış konuşmasınınardından halk oyunları ekibi çeşitli yörelerdenoyunlarıyla izleyicilere keyifli bir seyir sundu.

Oyunlara forum katılımcıları alkışları ile ritim tuttu.Halk oyunları alkışlarla yerini Can Arslan ve ritimciarkadaşının seslendireceği türkülere bıraktı. Halktürkülerini söyleyen Arslan ve arkadaşı türkülerindevamında halay potpori ile kitleyi coşturdu. “RED”filminin gösteriminin ardından forumda atölyeçalışmalarını güçlendirme çağrısı yapıldı. Bir daha kiforumun tarihi belirlenerek forum sonlandırıldı.

Maltepe Meydanı ve Maltepe Sahil’de 19 Temmuzakşamı forum gerçekleştirildi. Maltepe’deki parkta herakşam forum yapılırken, Meydan’da, pazartesi,çarşamba ve cuma günleri forumlar yapılmakta.Maltepe Meydanı’nda yapılan forum TMMOB’denmimar Esin Köymen’in sunumu ile başladı. Sinevizyoneşliğinde yapılan sunumda; Maltepe’de bulunan Tekelfabrikasının sermayeye peşkeş süreci anlatılırken,emekçilerin konuşmalarıyla forum sürdü.

Esenyurt Dayanışması’nın her Pazartesi DepoKapalı Cadde’de yürüyüş ve ardından gerçekleştirdiğiforumlar 22 Temmuz akşamı devam etti.

Depo Kapalı Cadde girişinde toplanılarak, “Her yerTaksim, her yer direniş!” pankartıyla Yurtiçi Kargo’nunkarşısındaki alana yüründü. Sloganların atıldığıeylemde Taksim Direnişi’nde katledilenler de anıldı.Forumun yapılacağı alana gelinmesinin ardından söz

alanların işçi, gençlik, kültür-sanat ve kadınkomisyonları kurulması önerisinin getirildiği forumdatutsak direnişçilerle dayanışma, grev ve direnişlereziyaret ile forumun işleyeşine dair öneriler dedemokratik bir biçimde katılımcılarla beraber oylandı.

Esenyurt Dayanışması’nın çağrısıyla YeşilkentMahallesi 2 Temmuz Parkı’nda forum yapıldı.Amasyalılar Caddesi İnci Et Kasap önünde toplananEsenyurt Dayanışması, “Katledenler serbest direnenlertutsak Taksim direnişçilerine özgürlük” pankartıyla 2Temmuz Parkı’na kadar yürüyüş gerçekleştirdi. TaksimDirenişi’nde yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş,Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, EthemSarısülük’ün yanısıra Lice’de devlet tarafındankatledilen Medeni Yıldırım’ın da anıldığı yürüyüştedireniş tutsaklarına özgürlük istendi.Yürüyüşünardından formu gerçekleştirildi. Çeşitli sektörlerdenişçilerin de söz aldığı forumda, Taksim Direnişi’ninateşini bölgedeki fabrikalara taşıma, örgütlenme vehak arama mücadelelerini yükseltmenin öneminevurgu yapıldı. Konuşmalarda dikkat çeken noktalardanbir diğeri ise Yeşilkent ve Ardıçlı mahallelerindeyaşanan tapu sorunu ile yozlaşma, uyuşturucu vefuhuşun yaygınlaşması gibi yerel sorunların dilegetirilmesiydi.

Sistemin dayattığı yozlaşmaya, uyuşturucuya,fuhuşa ve çeteleşmeye karşı Gaziosmanpaşa EmekMahallesi’nde başlatılan mücadele aylardır kararlılıkladevam ediyor. 21 Temmuz’da Emek Mahallesiparkında bu mücadelenin bir parçası olarak bir etkinlikdüzenlendi.

Etkinlikte Taksim Direnişi’nde şehit düşendirenişçileri anmak ve onlar şahsında bir kez daha hertürlü yozlaşmaya ve faşist saldırılara karşı mücadelesözü vermek için saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşusırasında Adnan Yücel’in şiirinden bir parça veardından Taksim şehitlerinin adları okundu. Etkinlikteilk olarak Taksim Direnişi’ni anlatan kısa bir sinevizyongösterimi yapıldı. Gösterimin ardından süreçle ilgiliyapılan konuşmalardan sonra etkinlik sonlandırıldı.

Küçükçekmece Dayanışması KanaryaMahallesi’nde “rantsal dönüşüm”e karşı 21Temmuz’da yürüyüş gerçekleştirdi. Kanarya İstasyonçıkışında buluşan Küçükçekmece Dayanışması “DirenKüçükçekmece” pankartı ve dövizler açarak yürüyüşebaşladı.

Mahalle içerisinde gerçekleştirilen yürüyüşboyunca Kanarya Mahallesi’nde uygulanmak istenenkentsel dönüşümün gerçek yüzünü ortaya koyan vebarınma hakkı için mücadeleye çağıran konuşmalargerçekleştirildi. Mahalle içerisindeki yürüyüşünardından çarşıya geçildi. Çarşı içerisinde de Kanarya’yıbekleyen kentsel dönüşüm tehdidi ile ilgili bilgi verildive mücadele çağrısı yapıldı. Yürüyüş, bilgilendirmetoplantısı yapmak için gidilen bir yöre derneğine kadarsürdü. Yürüyüşün ardından Şehir Plancıları Odası’ndanbir uzmanın ve Kent Hareketi’nden bir katılımcıylabilgilendirme toplantısı yapıldı.

Her geçen gün yeni insanların katıldığı Bakırköy’deher gün düzenlenen forumunda, Bakırköy forumunun

Forumlarda mücadele kararlılığı

24 Temmuz 2013 / Ümraniye

Page 25: Kızıl Bayrak  2013-30

amaçladığı politikaları içeren bir manifestohazırlanması, Bakırköy Meydanı’nda forum standınınaçılması kararlaştırıldı.

Forum kararları çerçevesinde 18 TemmuzPerşembe günü Kemal Sunal’ın, Zübük filmi gösterildi.Bugünkü iktidarı iyi anlattığı düşünülen film keyifleizlendi.

19 Temmuz akşamı yapılan anma öncesindeBakırköy’de stand açılırken, daha sonra meydandaanma etkinliği gerçekleştirildi. Etkinlikte şiir ve müzikdinletisi gerçekleştirildi. Daha sonra İncirli Caddesitrafiğe kapatılarak Çamlık Parkı’na yürüyüş yapıldı.Sloganlarla yapılan yürüyüşün sonunda parkavarılırken, yapılan iftarın ardından parktada anmaetkinliği gerçekleştirildi. Daha sonra serbest kürsüoluşturuldu.

Gebze Çarşı Çamlık Parkı’nda Gebze Dayanışmasıolarak 21 Temmuz Pazar günü forum gerçekleştirildi.Forum boyunca süren tartışmalarda Gebze’de yaşayanişçilerin, emekçilerin, gençlerin sorunları dile getirildi.

Forumun genişletilmesi, yapılan çalışmalarınduyurulması yönünde birçok tartışmanın yürütüldüğüforumda, öncelikli olarak işçilerle dayanışma ve yaralıdirenişçi Okan ile dayanışma süreçlerinin örülmesieğilimi çıktı. Foruma katılan Nakliyat-İş Sendikası’naüye oldukları için işten atılıp Ocak ayından beridirenişte olan Yurtiçi Kargo işçileri direnişlerinianlattılar. Forumun önüne koyduğu ilk çalışma,Birleşik-Metal-İş Sendikası’nda örgütlendikleri içinişten atılan ve direnişe başlayan Inductothermişçilerine ziyaret.

19 Temmuz’da Emekliler Sendikası Gebze Şubesi,Gebze Kent Meydanı Çamlık Park’ta forumgerçekleştirdi. Yapılan konuşmaların ardından Emekli-Sen Gebze Şube Yürütmesi adına Cemil Yüksekforumdan çıkan sonuçlarla birlikte basın açıklamasınıgerçekleştirdi. Açıklamada, emeklilerin yaşadığısorunlardan bahsedildi, aynı sistemin toplumun diğerkesimlerini de etkilediği belirtildi ve mücadele çağrısıyapıldı.

Tuzla’nın Aydınlı Mahallesi’nde gerçekleştirilenforumlardan 4.’sü 19 Temmuz Cuma akşamıgerçekleşti. Emekçiler geçen hafta yapılan planmayagöre yemekler hazırlayıp ortak sofra oluşturdular. Hepbirlikte sofrayı hazırlayan emekçiler yemek yediktensonra foruma başlandı.

Forum’da geçen hafta getirilen önerilerhatırlatıldıktan sonra söz emekçilere verildi.Konuşmacıların neredeyse tamamı gençlerdenoluşurken, mahallede muhtarlık binasının arkasınayapılmak istenen benzinlik üzerine konuşuldu.Forumda, benzinliğin mahallenin içine yapılmasınakarşı imza kampanyası başlatmak, basın açıklamasıörgütlenmek, Gezi tutsaklarına kart, mektupgönderme ve yaralıları ziyaret etme önerileri

onaylanarak karar altına alındı.

AdanaMeydan Mahallesi’nde oluşturulan halk komitesi

tarafından çeşitli etkinlikler hayata geçiriliyor. 20 Temmuz akşamı bir gölge oyunu

gerçekleştirildi. Öncesinde mahallede el ilanıdağıtılarak duyurusu yapılan gölge oyunu HacivatKaragöz üzerinden gezi direnişi temalıydı.Cumhuriyet İlköğretim Okulu karşısındaki boşarsada gerçekleştirilen gölge oyununa çocuklarıngösterdiği ilgi dikkat çekerken yaklaşık 200 kişi buetkinliğe katıldı.

19 Temmuz akşamı Akkapı halkı tarafından birforum gerçekleştirildi. Yaklaşık 300 kişinin katıldığıbu forumda sırayla söz alınıp görüş bildirildi.Sonuç olarak, Pazar günü mahalle içinde Konakönünde toplanarak Petrol’e kadar yürüyüşyapıldıktan sonra araçlarla Atatürk Parkı’na gitmekararı alındı.

AnkaraBatıkent’te mahalle meclislerinin ortaya

koyduğu eylem takvimi devam ediyor. Her cumagünü yürüyüş yapma kararı alan meclisler 19Temmuz’da da biraraya gelerek yürüyüşgerçekleştirdi. Atlantis önünde biraraya gelen kitleburadan Ergazi’ye bir yürüyüş gerçekleştirdi.Ulusalcı etkinin yoğun olduğu yürüyüşte Ergaziemekçileri de camlara ve balkonlara çıkarakalkışlarla destek verdi. Yürüyüşe 500’ü aşkın kişikatılırken, tekrar Atlantis önüne gelinerek yürüyüşbitirildi.

BursaTeleferik Mahallesi’ndeki forumların 3.sü 19

Temmuz akşamı gerçekleştirildi. Teleferikçamlığında gerçekleştirilen forumda, ilk olarakUludağ’da yaşanan ağaç katliamını anlatan kısa birsinevizyon gösterimi yapıldı. Sinevizyon gösterimininardından konuşmalara geçildi. Forumda konuşanlarteleferik inşaatının teleferik çevresinde ilerleyendönemdeki dönüşümleri üzerine durdu. Teleferikforumunda öneriler üzerine belirli kararlar alındı.Forum’da Teleferik inşaatının Uludağ’dagerçekleştirdiği ağaç katliamına karşı bir eylemgerçekleştirmek, her hafta film gösterimi yapılmasıkararlaştırıldı.

İzmirÇiğli’nin Harmandalı semtinde forumların bir yenisi

bu akşam gerçekleştirildi. Forumun teması Harmandalı çöplüğü üzerine

kuruldu. Çöp sorununun çözümü için emekçilerin

taleplerini dile getirdikleri forumra ayrıcaetkinlik programı da gerçekleştirildi.

Kısa bir müzik dinletisi ve ardından da mahallegençlerinin oluşturduğu bir tiyatro oyunuyla forumdevam etti. Tiyatro oyunun konusu yine çöpün semteetkileri üzerineydi.

Tiyatro gösteriminin ardından forum için emekçilerkürsüye çağrıldı. Konuşmacılar da sırasıyla semtte çöpistemediklerini ve bunun için mücadele edilmesigerektiğini belirttiler.

Ardından bir sınıf devrimcisi söz alarak Kırıklar 1No’lu F tipi Cezaevi’nden direniş tutsaklarının selamınıileterek, gönderdikleri mektubu okudu. Kitleninalkışlarla bitirdiği mektubun ardından dayanışmaamaçlı çıkartılan kartlara maddi destek sunularakdayanışmanın büyütülmesi gerektiği belirtildi.

Forum çekilen halaylarla son buldu.

21 Temmuz 2013 / Gebze

19 Temmuz 2013 / Kartal

19 Temmuz 2013 / Bursa

Page 26: Kızıl Bayrak  2013-30

“Yıllardır mücadele içerisinde olanların Taksim’ianlaması ve ona karşı enternasyonalist görevleriniyerine getirmesinden daha doğal birşey olamazdı.”Bu sözler Harald Andra’ya ait…

Kızıl Bayrak Stuttgart olarak S21 yıkım projesinekarşı yıllardır sürdürülen mücadele içerisinde yeralan mimar Harald Andra ile bir röportaj yaptık.Taksim-Gezi Parkı yıkım ve direnişi ile birlikte, S21yıkım projesi ve bu projeye karşı yılları bulanmücadelede ülkemizde yeniden gündeme geldi. Herakım kendi bakış açısına göre Stuttgartlılar’ın verdiğimücadeleyi ve bu mücadelenin deneylerini değişikplatformlarda tartışıyorlar. Yayınladığımız buröportaj ile, S21 mücadelesini ve deneylerini dahayakından tanıtarak sürdürlen tartışmaya katkıdabulunmayı amaçlıyoruz. Ayrıca, konu ile ilgili olarak,değişik tarihlerde Eİ’da yayınlanan yazılarda* buröportaj ile birlikte okunursa S21 projesinin amacı vebu projeye karşı verilen mücadele daha geniş olarakanlaşılabilir…

- Merhaba, biz Türkiye’de yayın yapan KızılBayrak Gazetesi için sizinle S21 projesi ve buprojeye karşı yılardır sürdürülen mücadele, bumücadelenin kazanımları, güçlü ve zayıf yanlarıüzerine bir röportaj yapmak istiyoruz. Öncelikle siziokuyucularımıza tanıtarak başlayalım.

Harald Andra: Merhaba, öncelikle Taksim-GeziPark direnişçilerini ve elbetteki Türkiye halkının,olağanüstü bir enerji ve yaratıcılıkla haklarınısavunmak için gösterdikleri duyarlılık ve başarıyıkutluyotum. Bizde onların mücadelesindenöğreniyoruz.

İsmim Harld Andra, 63 yaşındayım ve mimarım.2007 yılından beridir Parkschütze Komitesi’ndeçalışıyorum. Komitede partili-partisiz herkes yeralabiliyor.

- S21 projesi nedir ve hangi tarihde gündemegeldi?

HA: Kısaca S21, “Stuttgart 21. yüzyıl“ projesidemektir. Bu proje ilk olarak 1994 yılında gündemegetirildi. Amacı, Stuttgart Merkez Gar’ını (HBF ) yeraltına almaktı. Stuttgart’ın 17 peronluk büyük birgarı var ve bu trenlere ve yolculara rahat bir hareketalanı sağlıyor. HBF/Gar’ını yer altına alarak, peronsayısını 17’den 8’e indirmek istiyorlar.

- Bu durumda, şehrin tarihsel dokusunudeğiştirecek olan milyarlarca Avro’yu bu projeyeharcamak tam bir mantıksızlık olarak görülüyor.Bunu niye yapıyorlar?

HA: Ulaşım ve toplu taşımacılık için bir avantajgetirmeyen bu proje, kapitalist tekeller için on milyaravro üzerinde bir vurgun alanı sağlıyor. Şöyleki:

Birincisi, Demiryolunun olduğu gar yeraltınaalındığı zaman, kentin en önemli ve pahalımarkezinde 16 hektarlık yer açılacak. Bu alan fananskapitale ve tekellere peşkeş çekilecek. İkincisi, inşaattekellerine büyük rant olanakları sunacak. Eleştiri vetartışma konusu olan, insanları sokaklara döken,insanların aklıyla alay edilererek onlarınaşağılanmasıdır. 8 peronluk gar kapasitesinin dahaiyi olacağı yalanıdır. Mevcut hali ile Merkez Gar’dansaate 37 trenin giriş-çıkş yapabiliyor ve 50 trenlik birkapasitesi bulunurken, 8 peronluk yeni garın 30trenlik bir kapasitesi olacaktır.

- Yalan makinaları, garın yeraltına alınması ilebirlikte çevrenin korunması için de iyi olacağınıpropaganda ediyorlar, gerçek nedir?

HA: Az önce söylediğim gibi, kapasite alanıdaraltılan Gar, demiryolu taşımacılığını, özellikleyakın mesafe taşımacılığını çok olumsuz olaraketkileyecektir. Çevreyi düşünenler eğer samimilerseraylı-toplu taşımacılığın kapasitesini artırmakzorundadırlar. Ek olarak, çevre illere açılacak olantüneller Alp Dağları’ndan ötürü inişli-çıkışlıolacaklardır. Bu da, narmalden daha fazla bir enerji

tüketilmesini zorunlu kılacaktır. Bu da çevre kirliliğiçin yeni bir sorun demektir

- Bu projenin yük taşımacılığına getirisi neolacaktır?

HA: Yük taşımacılığına katkısı sıfırdır. Şöyleaçıklayabiliriz; eski haliyle Stuttgart Gar’ından 9yöne aynı anda trenler hareket edebiliyor. Yeniprojeyle, 8 peronluk Gar’da bu mümkünolmayacaktır. Övündükleri hızlılık da olanaklıdeğildir. Büyük şehirlerden hızlı gelebilirsin, ancakgeldiğin büyük şehirden küçük bir şehire girmek içinbeklemek zorundasın.

- Bu yıkım-talan projesi trafikde bir rahatlamasağlamayacak mı?

HA: Hayır, belirttiğim gibi siz 600 km olan Berlin-Stuttgart yolunu 5 saatte gelebilirsiniz, ama 40 (Kırk)km olan Stuttgart-Tübingen ulaşımını bekleme ilebirlikte ancak iki saatte sağlayabileceksiniz.

- Stuttgart otomotiv sanayinin yoğun olduğu birkent ve bu tekeller bu projeyi militancadestekliyorlar, bunu nasıl anlamalıyız?

HA: Yakın mesafe ulaşımın kötüleşmesinin desonucu olarak, özellikle yakın mesafe ulaşımı dahaçok kara yollarına yönelecektir. Daimler, Porsche veBosch gibi büyük tekeller bu projeyi destekliyorlar,çünkü tekeller bu proje ile birlikte daha çok binekoto ve kamyon satma olanağını elde edecklerdir.

- Bu projenin maliyeti nedir ve kaç yıldatamalanması planlanıyor?

HA: Başta, yalnız garın maliyeti 2,5 milyar veçevre şehirler 2 milyar olmak üzere toplam olarak4,5 milyar avro olarak hesaplanıyordu. Ancak, dahaprojenin yapımına başlanmadan maliyetin üç katınaçıktığını görüyoruz. Yani gar 6,9 milyar ve çevreyolların maliyetininde 3,6 milyar avro olacağıaçıklandı. Bu daha projenin başlangıç aşamasındaböyledir, bu hesap da tutmayacaktır. Resmiaçıklamaya göre inşaat 10 yıl sürecek, ancak buradada yalan söyleniyor. Daha şimdiden inşaatın 15-20 yılsüreceği hesaplanıyor.

- Proje sahiplerine göre bu proje ile birlikdeStuttgart daha modernleşecek, AVM’ler turistikgezi ve ziyaretlerin odağı olacağı iddia ediliyor.

HA: Ben böyle düşünmüyorum. Şu anda yapılmışve yapımı devam eden çok sayıda AVM’ler zatenvardır. İstanbul Taksim’de olduğu gibi. Ama bunlarkapitalist pazarı canlandıramayacaktır. İnsanlar dahafazla kazanmıyorlar ki daha çok da harcasınlar. Buarada konudan uzaklaşmadan kısaca belirtmeliyim,bizler kapitalistlerin daha çok kazanması için niyedaha çok tüketmek zorunda olalım ki? Ayrıca yeniAVM’lerin kurulması demek eskilerin iflası dademektir. Diğer taraftan, AVM’lerin yüzlercekapasiteli otoparkları şehiriçi taşımacılığınınkitlenmesine ve hava kirliliğini çoğaltarak nefes

Mücadele birleştiriyor!

Page 27: Kızıl Bayrak  2013-30

almamızıda güçleştirecektir.

- Stuttgart’da gencinden yaşlısına, kadınlardanerkeklere ve değişik meslek sahibi ve değişik politiktercihlere sahip insanları bir araya getiren, zamanzaman yüzbini bulan kitlesel eylemler nasıl ortayaçıktı?

HA: Burjuva siyasal iktidarlar insanların onuruylaoynadılar. Bizleri aptal yerine koyarak, 8 peronlukGar’ın daha büyük kapasiteye sahip olacağınısöylediler ve buna inanmamızı istediler. Kapitalisttekellerin kârları uğruna kent içi ve çevre topluulaşımını felç edecek olan ve ayrıca kentin sukaynaklarının kirlenmesine yol açacak olan vurgunprojesini dikte etiler. 2007’de yıkım projesi yenidengündeme getirildiğinde, hukuki anlamda müdahaleetmek ve yürütmeyi durdurmak için gerekli olan 20bin imzanın üç katından fazlası, 67 bin imzatoplanmasına rağmen, hukuk oyunları ile kendiyasalarını dahi çiğnemekten geri durmadılar. 2009yılında protestocuların gücünü ve kararlılığını ölçmekiçin provokatif bir biçimde Gar’ı yıkmaya başladılar.Büyük kitlesel gösteriler bundan sonra geldi. Zamanzaman haftada 2-3 kez onbinlerin katıldığı gösterileroldu. Yine bu süreçte park işgalleri, çadır kurupnöbet tutma eylemleri ve polisle çatışmalar oldu.Yalnızca‚ “Kara Perşembe” diye adlandırdığımız 30Eylül 2010’daki saldırıda 400’ün üzerinde göstericiyaralandı, bir gösterici gaz bombasından ötürü birgözünü yitirdi, polisin gaz bombalarından tutun datomalı, atlı, köpekli, coplu saldırısının sonucu olarakinsanların bir kesiminde polis sendromu oluştu. KaraPerşembe’ye karşı başlayan eylemler geceli-gündüzlü sürdü.

- Eyalet seçimlerinden önce Yeşiller ve SPD de buhareket içerisinde yer alıyorlardı. Toplumsalmuhalefetin gücünüde arkalarına alarak, 50 yıllıkCDU sultasına son vererek hükümet oldular. Bupartilerin seçimlerden sonraki tavırları nasıl oldu?

HA: 30 Eylül 2010 Kara Perşembe saldırısıprotestoların doruğa çıkmasına etken oldu. Budönemden sonra Berlin’den aracılar gönderildi. CDU,SPD ve Yeşiller arasında kapalı kapılar arkasındaanlaşmalar yapıldı. Birçok inisiyatiften oluşan S21Karşıtları ile görüşmeler yaptılar. Bunların aralarındabulunan yalnızca ‘Parkschützer’ komitesi,görüşmeler için yıkımın durdurulması şartını ilerisürdü. Bu görüşmeler sürecinde, Berlin’dengönderilen aracı (!) Geissler, S21’in‚ ‘öyle ya da böyledevam edeceğini’ söyleyerek ağzındaki baklayıçıkarmasına rağmen, komitelerdeki Yeşil ağırlığındandolayı kitlesel eylemlerde bir düşüş yaşandı.Amaçları da buydu.

Fukoşima’da yaşanan nükleer santralpatlamasının da rüzgarını arkasına alan Yeşiller, 2011baharında yapılan seçimlerde CDU sultasınınyıkılmasını sağlayan seçim başarısı elde ettiler.Hükümete gelmeleri ile birlikte S21’den yana açıktavırlarını ortaya koyarak, S21 karşıtlarına karşıcephe aldılar.

Kitle hareketinin doruğunda olduğu dönemderefaranduma karşı çıkanlar, Yeşiller ve SPD’ninhükümet olmaları ile birlikte ortaya koyduklarıikiyüzlüce politikalarının (gerçek yüzlerinin açığaçıkasına rağmen), kitlelerde yarattığı moralbozukluğunu fırsata çevirmek için refarandumsahtekarlığını hızla gündeme getirdiler.

- Her şeye karşın S21 Karşıtı gösteriler devam

ediyor. Taksim Direnişi’ne de büyük bir destekverdiler. Her hafta yaptıkları Pazartesi eylemleriniTürk Konsolosluğu önüne kadar taşıyarakdesteklerini haftalarca sürdürdüler. Bu duyarlılığıntemellerini nerede aramak lazım?

HA: Büyük şehirlerden gelen S21 Karşıtı oylararağmen küçük ve kırsal alanlardan gelen oylarlakaçınılmaz olan refarandum yenilgisine (!) rağmen,S21 Karşıtları, yılları bulan eylemlikleri ile büyük birbaşarı elde ettiler. Mücadele içerisinde sistemin,onun polisi ve medyasının, partilerinin gerçekyüzlerini görüp tanıdılar. Kendi güçlerinin farkınavardılar. Ne kadar ihanete uğrasalar da, yaşanankitlesel hareketliliğin sonucu olarak 58 yıllık CDUsultasına-krallığına son verdiler. Kısmen de olsaörgütün, örgütlülüğün farkına vardılar, kapitalisttekellerin ve devletin her şeye muktedir olmadığınıyaşayarak deneylerinden gördüler. Patronörgütlerinin milyonlar harcayarak yalan-yanlışpropaganda yaptıklarına tanık oldular. Refarandumsürecinde belediyeler, kendi gerici tercihlerinivatandaşlara dayatmak için gönderdiklerimektupların parasını kamu parasından karşılamaktabir mahzur görmezlerken, patronlar da aylıkbodrolarının yanına kendi çağrılarını iliştirdiler.Bunları yaşayanlar burjuva demokrasisinin nasıl birşey olduğunu, yalanla gerçeği gördüler.

Yıllardır mücadele içerisinde olanların Taksim’ianlaması ve ona karşı enternasyonalist görevleriniyerine getirmesinden daha doğal bir şey olamazdı.Eylemlerini Türk Konsolosluğu önüne taşıyarak, aynıhedefler için savaşanların, karşıt güçlere karşıenternasyonalist birliğini gösterdiler.

- Yıllardır süren bir mücadelenin deneylerinibizlerle paylaşarak Türkiye’de direnen ve mücadeleedenler için büyük bir destek sağladınız. KızılBayrak gazetesi olarak size yürekten teşekkürediyoruz.

HA: Biz de Taksim Direnişi ve Türkiye halkınınboyun eğmez mücadelesinden öğreniyoruz. Onlarınbarikat savaşlarından olduğu gibi, parkforumlarından da öğreniyoruz. Eğer örgütlenmeyibaşarırsak, çevre ve diğer birçok sorunları işçisınıfının sorunları ile birleştirip ortak bir cepheyaratabilirsek kazanabiliriz. Gazeteniz aracılığı iledirenenlere dayanışma selamlarımı yolluyorum.

Ben size teşekkür ederim. Kızıl Bayrak / Stuttgart

ABD’de yüzbinlerTrayvon için adalet istedi!

ABD’nin 100 kentinde, Trayvon Martin’ı öldüren

George Zimmerman’ın suçsuz bulunması üzerine

eylem gerçekleştirildi.

Trayvon Martin, 26 Şubat 2012’de Orlando

yakınlarındaki Sanford kasabasında, George

Zimmerman adlı güvenlik görevlisi tarafından

vurularak öldürülmüştü. Geçtiğimiz hafta içi

sonuçlanan davada katil Zimmerman suçsuz

bulunmuştu.

Kararın açıklanmasının ardından başlayan

eylemler 20 Temmuz’da doruk notasına ulaştı.

ABD’nin 100 kentinde gerçekleşen eylemlere

yüzbinler katıldı. Eylemler, Ulusal Eylem Ağı’nın

çağrısıyla katılan onlarca örgüt tarafından

gerçekleştirildi.

“Trayvon için adalet” şiarıyla örgütlenen

eylemlerde Trayvon Martin’i vurduğu sabit olan

Zimmerman’ın suçsuz bulunmasına tepki gösterildi.

Zimmerman savunmasında silahlı olduğunu

düşünmesi ve kapşonlu giymesini gerekçe

göstermişti. Bunun üzerine eylemlerde “Hepimiz

Trayvon’uz” yazılı kapşonlu siluet bulunan tişörtler

giyilmişti. Ayrıca Trayvon’un katilinin polis olduğuna

yönelik dövizler taşınması ile düzen güçlerinin hedef

alındığı da görüldü.

Göstericilerin temel talebi Zimmerman’a federal

mahkemelerde dava açılması ve cezalandırılması.

Zimmerman Florida yasalarına göre “meşru

müdafaa” gerekçesine sarılarak aklanmıştı.

Eylemlerde ayrıca silah kullanmayı kolaylaştıran ve

Zimmerman’ın serbest kalmasını sağlayan “Yerini

koru” yasaları da hedef alınıyor.

Tepkilerin devlete yönelmesini engellemeye,

yasaları savunmaya çalışan düzen güçleri kararı

mahkeme sınırına indirgemeye çalıştı.

Yüzbinlerin katıldığı eylemler ABD yönetimini

tedirgin ederken hafta içi eylemlere uygulanan polis

saldırıları da eylemin kitleselleşmesini

engelleyemedi.

Page 28: Kızıl Bayrak  2013-30

Suriye’de yıkıcı savaş veemperyalist tehditler

Dinci-Amerikancıları iş başına getirmek amacıyla ikiyıldır Suriye’ye karşı yıkıcı bir savaş yürüten ABD,Fransa, İngiltere ve bölgedeki (özellikle Türkiye, SuudiArabistan, Katar üçlüsü) işbirlikçilerinin bu sefilemellerine ulaşamayacakları, aylar öncesinden belliolmuştu. Zira Beşar Esad liderliğindeki Baasyönetimine, azami altı aylık ömür biçen saldırgancephe ve onun güdümündeki tetikçiler, Nisan ayındanberi hezimet üstüne hezimet yaşıyorlar.

Suriye politikasının fiyaskoyla sonuçlanması, ABDgüdümündeki cepheyi acze düşürdü. Ancak bu durum,Suriye’yi enkaza çeviren yıkıcı savaşın bitirilmesineyetmedi. Sahadaki tetikçiler, hezimete uğrayınca, silahsevkiyatını arttıran ABD ve işbirlikçileri, Suriye halkınaağır bedeller ödettiler.

Ortaçağ zihniyetli cihatçı katilleri Suriye’detoplayan Amerikancı cephe, daha özel planda ise AKPiktidarı, tüm bölge halklarına karşı da, ağır bir suçişlemektedirler. Zira bu cihatçı katillerin, girdikleri hercoğrafyayı cehenneme çevirdikleri Afganistan,Pakistan, Irak, Libya ve diğer ülkelerde yaşanankorkunç yıkım ve kıyımlardan bilinmektedir. Libya’dangönderilen 450 ton silah ve mühimmatına İskenderunlimanı üzerinden Suriye’ye ulaştırıldığı, sadece Haziranayında bin 500 cihatçı katilin, yine AKP iktidarı eliyleSuriye’ye taşındığı dikkate alındığında, halklara karşıişlenen suçların boyutu kolaylıkla görülür.

ABD ile suç ortaklarıyıkımın devamını istiyorlar

Baas yönetimini yıkma umutlarını tüketen ABD ilesuç ortakları, savaşı uzun zamana yayma taktiğiizlemeye başladılar. Washington, Londra ve Paris’tenyapılan açıklamalar, “rejimi yıkmadık ama, Esad’ınkazanmasına da izin vermemek için savaşın yıllarcadevam etmesi için elimizden geleni ardımızakoymayacağız” mesajlarıyla yüklüdür. İşbirlikçilerini

silahlandıran emperyalistler, Özgür SuriyeOrdusu’ndaki (ÖSO) tetikçilerin Baas yönetimine karşısavaşı devam ettirmesi için gerekli desteği sağlıyorlar.Ancak son haberlere göre ABD, ÖSO tetikçilerinişeriatçı emirlikler kurmaya başlayan cihatçı katillerlesavaşmaya da zorluyor.

Beşar Esad’ı deviremeyen emperyalistlerlebölgedeki suç ortakları, tetikçileri hem Suriye’ye karşıhem kendi içlerinde hem PYD önderliğindeki Kürthareketine karşı savaştırıyorlar.

Rusya, savaşın bitirilmesi için 2. Cenevre zirvesinintoplanması yönünde çaba harcarken, ABD, işbirlikçilerive tetikçileri ise, mümkün olduğunca bu yıkıcı savaşıuzatmanın yollarını arıyorlar. Şeriatçı emirliklerkurmaya, savaş ağalarının denetlediği bölgeleroluşturmaya, cihatçı katilleri savaş alanına taşımaya,Suriye ekonomisini çökertmeye, ülkenin üreticigüçlerini yok etmeye, halkı açlık ve sefillik içinde yokoluşa sürüklemeye odaklanan ABD güdümündekicephe, bu icraatlarıyla, halen halkların en büyükdüşmanı olduğunu kanıtlıyor. Washington’dan,“Suriye’ye müdahale planı hazır” tehdidininsavrulması ise, tüm bölge halklarının nasıl bir risklekarşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.

Bölgesel, ekonomik, siyasi, askeri ve diğer çıkarlarıbazı noktalarda çatışan işbirlikçi rejimler (Türkiye,Suudi Arabistan, Katar), buna rağmen ABD ile suçortaklığı konusunda birbiriyle yarışıyor. ÖSOçetelerinden cihatçı katillere, tüm tetikçilerle temashalinde olan bu rejimler, yıkıcı savaşta fiilen taraflar veSuriye halkına karşı ağır suçlar işlemeye devamediyorlar.

Gerileyen tetikçiler saldırganlaşıyor…

Suriye-Lübnan sınırındaki stratejik önemi olanKusayr kentinden sürüldükten sonra, mevzikaybetmeye başlayan tetikçiler başkent Şam, Hums,

Halep ve çatışmaların devam ettiği diğer bölgelerdemevzi kaybetmeye devam ediyorlar. Denetim altınaaldıkları bölgelerde yaşayan halkı, sefilliğe mahkumeden tetikçiler, katı şeriat yasaları ile halkı ortaçağkoşullarında yaşamaya zorluyor. ÖSO ve 30’u aşkınülkeden devşirilen cihatçı çetelere karşı gösterilerdüzenlemeye başlayan halk, geçmişte muhalifoldukları Baas rejimini arar oldular.

Hem askeri hem moral açıdan zayıflayan silahlıçeteler, artık halkın tepkisiyle de karşı karşıyalar. ZiraSuriye halkının, alışık olmadığı ortaçağ koşullarınıdayatanlara, uzun süre boyun eğmesi beklenemezdi…

Mevzi kaybedince daha da saldırganlaşan dinciçeteler, ortaçağ zihniyetine destek sunmayan Suriyehalkını cezalandırıyorlar. Bomba yüklü araçların havayauçurulması, keskin nişancıların saldırıları, sivil halkıhedef alan havan topu mermilerinin sık sıkmahallelere atılması vb. Tüm bu kuralsız, ahlaksız,acımasız saldırıların hedefinde sivil halk var.

Emperyalist/siyonist güçlerin Ortadoğu’yu yenidendizayn etme planına da hizmet eden tetikçiler, yıkıcısavaşı bir din/mezhep savaşına dönüştürmek için devahşi cinayetler işliyorlar. Halkları birbirine kırdırmayaodaklı olan ABD-İsrail planına hizmet eden tetikçiler,bundan dolayı, “teröre karşı” savaştığını iddia edenemperyalist devletler tarafından destekleniyorlar.Kökten dinci cihatçıların alanda ÖSO’ya üstüngelmeleri, bazı tereddütler yaratsa da, para, silah,lojistik destek ve devşirme tetikçi sevkiyatı tüm hızıyladevam ediyor.

Halklar emperyalist müdahaleyireddetmelidir

Suriyeli emekçilerin demokrasi, özgürlük, sosyaladalet, onurlu bir yaşam talepleri, her koşulda haklı vemeşrudur. Bu talepler uğruna Baas yönetimine karşıverilen mücadele desteklenmelidir. Ancak bumücadele ile Baas yönetimini yıkmak içinemperyalistler adına tetikçilik yapan soysuzların biralakalarının olmadığı da, unutulmamalıdır.

Emperyalist güçlerin Suriye’ye saldırmasınıisteyenlerin tek derdi, iktidarı ele geçirmektir. Bununiçin emperyalistler, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibihalklara düşman rejimler adına tetikçilik yapıyorlar. Butetikçiler, Suriyeli emekçilerin talep ve özlemlerineulaşmalarının önünde engeldirler. Emperyalist güçlerinsaldırısını istemeleri ve cihatçı katilleri Suriye’yeyığmaları, bu tetikçileri, tüm bölge halklarının düşmanıkonumuna da sürüklemiştir.

Suriye başta olmak üzere, tüm bölge ülkelerininemekçilerinin özlemlerine ulaşabilme ve taleplerinigerçekleştirebilmeleri için hem emperyalizme hembölgedeki her kılıktan işbirlikçilerine karşı mücadeleetmeleri şarttır. Bu mücadelenin ilk adımı heremperyalist ve gerici müdahaleye karşı çıkmakolmalıdır.

Page 29: Kızıl Bayrak  2013-30

1. günEkim Gençliği Yaz Kampı, 22 Temmuz günü başladı.

Sabah saatlerinde kamp alanına ulaşan ilk ekip alanıkolektif bir emekle hazırladı. Hazırlıklar alanınpankartlarla donatılması ve kahvaltıyla devam etti. Kampalanına birçok pankart asıldı. Daha sonra kampın ilkortak yemeği örgütlendi.

Diğer illerden gelenlerin de alana ulaşmasıyla hepbirlikte yenilen öğle yemeğinin ardından yedi günsürecek olan kampın teknik hazırlıklarına devam edildi.Fotoğrafçılık, kısa film, tiyatro, resim ve felsefe dallarındaatölyeler oluşturuldu. Kampın teknik açıdan sorunsuzgeçmesi, yaşamın birlikte ve ortak örgütlenmesi içinoluşturulan komiteler de gönüllülük esas alınarakkuruldu.

Açılış etkinliği

Kampın açılış etkinliği akşam saatleriyle birliktebaşladı. Akşam yemeğinin ardından başlayan etkinlikprogramında ilk olarak, başta Haziran direnişçileriolmak üzere devrim ve sosyalizm davasında şehitdüşenler anısına saygı duruşu yapıldı.

Açılış konuşmasında kampın amacı aktarıldı.Devrimci bir gençlik kampı iddiasıyla toplanan EkimGençliği Yaz Kampı’nın, Haziran Direnişi’nin devamettiği günlerde yapılıyor olmasının sorumluluklarınaişaret edildi. Ayrıca kampın yıllardır üniversitelerde,liselerde mücadele yürüten genç komünistleringelecek ve özgürlük şiarlarının ete kemiğebüründürülmesi anlamına geldiğinin altı çizildi.

Kampın başarısının çalışma alanlarına dönüldüğündeyürütülen çalışmalarla ölçülebileceği söylendi.Konuşmada kapitalist düzenin teşhiri yapılarak gençliğingelecek ve özgürlük taleplerinin bu düzenin sınırlarınıaştığı belirtildi. Mücadele çağrısıyla son bulan açılışkonuşmasının ardından sahne Mamak İşçi Kültür Evi(MİKE) Müzik Topluluğu’na bırakıldı.

Açılış etkinliği Mamak İşçi Kültür Evi MüzikTopluluğu’nun seslendirdiği ezgi ve marşlarla devam etti.Toplulukla birlikte “Çav Bella” marşı hep bir ağızdanalkışlarla söylendi.

Müzik dinletisinin ardından Duvara Karşı TiyatroTopluluğu ilgiyle izlenen ve Nazım Hikmet ve BertoltBrecht gibi birçok şairin şiirlerinden oluşan bir şiirdinletisi sundu. Gençlik, etkinliğe coşkulu halaylarladevam etti. Etkinlik yeniden müzik dinletisi sunularaksona erdi.

2. gün İkinci gün kahvaltıyla başladı. Sabahın erken

saatlerinde başlayan kamp programında katılımcılarortak kahvaltı için ortak alanda buluştu.

İlk seminer:Emperyalizm ve Ortadoğu

Kampın eğitim seminerlerine “Emperyalizm veOrtadoğu” konulu sunumla başlandı. İçerisinden geçilendönemin emperyalist savaşların yıkımlarına tanıklıkettiğinin altı çizilerek, emperyalist savaşların faturalarınıtüm dünyanın emekçi halklarının ödediği belirtildi. Buyüzden emperyalist savaşlara yanıtı dünyaproletaryasının vermesi gerektiği söylendi. ÖzellikleSuriye’de yaşananlar bağlamında ele alınan sunum,güncel gelişmelerin tahliliyle devam etti. Komünistlerinyaklaşımı ve emperyalist savaşlara karşı mücadeleperspektifinin ne olması gerektiği de sunumun bir başkabaşlığını oluşturdu.

Savaşlar tarihsel olarak incelendi. Tarihin yalnızcaemperyalist işgal, yağma ve talan savaşlarına değil, köleayaklanmalarına, devrimci sınıf savaşımlarına da tanıklıkettiği söylendi. Savaşların gerisinde sınıfsal çelişkilerinyattığı özel olarak vurgulandı, 1. ve 2. emperyalistpaylaşım savaşları irdelendi. Emperyalizmin kirli savaşörgütü NATO’nun kurulmasının nedenleri, NATO’nunmisyonu ve kirli icraatları tartışıldı.

Ortadoğu’nun jeopolitik konumu, petrol rezervlerigibi nedenlerle emperyalist devletler arasındahegemonya savaşlarına sahne olduğu ifade edildi. Aynızamanda emperyalist işgallerin gerekçelerinin sahteliğiortaya konuldu.

Daha sonra Türk sermaye devletinin bölgedeki rolü,işbirlikçi misyonu açıklandı. Ortadoğu’daki emperyalistsavaşların aktif taşeronu sermaye devletininemperyalizme uşaklıkta sınır ve kural tanımadığısöylendi.

Ardından Suriye’deki gerici savaş daha ayrıntılı elealındı. Baas rejimiyle, emperyalist güçlerin Suriye’dekisavaşının -kazananı kim olursa olsun - emekçi halklarahiçbir yararının olmayacağı söylendi.

Sunumun ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Bubölüm emperyalist savaş ve Ortadoğu’ya dair yapılantartışmalarla devam etti.

Gençlik atölyelerle üretiyor

Kamp öncesinde hazırlıklarına başlanan atölyelerkampın 2. günüyle pratiğe dönüştü. Tiyatro, kısa film,müzik, felsefe, resim ve fotoğrafçılık atölyeleri oldukçaverimli geçti.

Atölye çalışmalarında teorik tartışmaların yanı sıraöğrenilenler pratik olarak hayata geçirildi. Tiyatroatölyesinde öncelikle ısınma hareketleri yapıldı. Dahasonra ses ve beden kullanımına ilişkin çalışmalar yapıldı.

Ekim Gençliği Yaz Kampı’ndan...

Açılış etkinliğinden...

Page 30: Kızıl Bayrak  2013-30

Resim atölyesinde stencıl üzerine dünyadan veTürkiye’den farklı örnekler incelendi. Kısa filmatölyesinde senaryo yazımına yönelik tartışmalarınardından, senaryo yazma hazırlıklarına başlandı. Ayrıcavideo çekimine dair teknik bilgiler verildi. Felsefeatölyesinde felsefenin tanımına yönelik bir tartışmaylabaşlayan çalışmalar bir sonraki günlere hazırlıkla devametti. Müzik atölyesinde repertuar belirlendi veçalışmalara başlandı. Fotoğraf atölyesinde ise çekimleilgili teknik bilgilerin yanında kamp sonunda bir sergihazırlama kararı alındı.

Atölye çalışmalarının ardından öğle yemeği yenildi.

Gençlik ticarileşen eğitimi tartışıtı

Kamp programı akşam söyleşiyle sürdü. SibelÖzbudun ile “Eğitimin ticarileşmesi” konulu söyleşiyapıldı. Özbudun konuşmasına Gezi Direnişi’nincoşkusuyla başladı. Haziran direnişinin sınıfsal yapısıhakkında düşüncelerini belirten Özbudun, emekçisınıfların direnişteki rolüne dikkat çekti.

Daha sonra “Eğitimin ticarileştirilmesi” kapsamındakonuşmasına başlayan Sibel Özbudun vahşi kapitalizminkar hırsıyla her alanı sermayeye açmasından bahsetti.Türkiye’de eğitimin ticarileştirilmesini tarihsel örneklerleaçıklayan Özbudun, 60’lı yıllardan itibaren üniversitelerinönemli bir müşteri potansiyeli olarak görüldüğünün altınıçizdi. Sermayenin üniversiteleri piyasa ekonomisineeklemlediğini söyleyerek bu gelişimin özellikle 80’liyıllardan itibaren hızlandığını vurguladı. Üniversitelerinticarileşmesinin çok boyutlu olduğunu ifade edenÖzbudun, harçların kaldırılması yalanına da değindi.

“Nasıl bir eğitim, nasıl bir üniversite?” sorularınıcevaplayan Sibel Özbudun toplum yararına bilimle-sermayenin yan yana gelemeyeceğini örneklerle açıkladı.Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın eğitimin ticarileştirilmesinidaha üst bir boyuta taşıdığını belirterek yasa tasarısınınmaddelerinden alıntılar yaptı. Tamamen sermayeyeendekslenmiş yükseköğretimde bilim özgürlüğükavramının dahi ortadan kalkacağını söyleyen Özbudun,özgür bir üniversitenin sokaktan geçtiğini, bunun yolunuHaziran Direnişi’nin açtığını vurgulayarak konuşmasınınoktaladı.

Sibel Özbudun’un sunumunun ardından söyleşibölümüne geçildi. Bu bölümde de Haziran Direnişi’ndegençlik, üniversitelerde yeni dönem, Bologna süreci gibibaşlıklar tartışıldı.

Gece programındadireniş ve iletişim işlendi

Aynı günün gecesinde “İsyan günlerinde iletişim vesosyal medya” söyleşisi gerçekleştirildi. SöyleşideHaziran Direnişi sırasında bir iletişim ve haberleşme aracıolarak etkisi tartışmasız olan sosyal medyanın kullanımıüzerine canlı tartışmalar yürütüldü. Bu noktada kitleçalışmasının önemli bir aracı olarak sosyal medyayıkullanmak gerektiği, ancak bu kullanımın kitlelereyönelik ajitasyon-propaganda amacı taşımasıgerektiğinin altı çizilirken Haziran Direnişi boyunca sosyalmedyanın nasıl kullanıldığı bireysel gözlemler üzerindenaktarıldı.

Söyleşi saat 01.15 sularında bitirilirken, 3. gün planıyapılarak pogram bitirildi.

3. günYeni katılımlarla yapılan kahvaltının ardından günün

semineri için biraraya gelindi. Seminerde güncelgelişmeler üzerinden Kürt ulusal sorunu tartışıldı.

Kürt sorunu ve “açılım süreci”

Ulusal sorunu Türkiye özgülünde ve Kürt sorunubağlamında inceleyen sunum tarihsel olarak Kürtlerinözgürlük mücadelesini özetledi. Bunu PKK’yi yaratankoşullar ve PKK’nin ideolojik-sınıfsal ekseni üzerineyapılan tahliller izledi. Güncel gelişmeleri tartışmaihtiyacı çerçevesinde özellikle PKK’nin geldiği yol ayrımıve sonrasındaki süreç irdelendi. Kürt hareketinin bugündurduğu yer ve Ortadoğu’daki gelişmeler ışığında ifadeettikleri üzerinde duruldu.

Sonrasında “barış süreci” olarak tanımlanan çözümarayışlarının eleştirisi yapıldı. Barışın ya dakardeşleşmenin kimlerle ve hangi koşullar altında olacağısoruları cevaplandı. Mevcut çözüm sürecinin Kürtburjuvazisinin bakışı ve temel talepleri ekseninde Türkburjuvazisiyle uzlaşı platrormu olduğu ve kapitalistsitemin yeniden inşa süreci olduğu söylendi. Bu sürecinsomut sonuçlarından biri olarak da Haziran Direnişi’neKürt hareketinin sınırlı katılımı ve mesafeli yaklaşımıolduğu belirtildi.

Bu sürecin bir aldatmaca olduğu söylenerek, sürecinsonunda Kürt halkına vaat edilen “özgürlüklerin”sahteliği ortaya konuldu. Komünistlerin ise proletaryadevrimi ekseninde hareket ettiği, gerçek barışın vekardeşleşmenin ancak böyle mümkün olabileceğivurgulandı. Köklü ve kalıcı bir çözümün toplumsaldevrimle birlikte hayat bulabileceği, bunun yanında Kürthalkının haklı ve meşru taleplerinin arkasında durmakgerektiğinin altı çizildi. Bu vurgularla sona eren sunumunardından tartışma bölümüne geçildi.

Bu bölümde de sürece nasıl yaklaşmak ve müdahaleetmek gerektiği tartışıldı.

Kampta kolektivizmin ve birlikte üretimin adı:Atölye çalışmaları

3. gün, öğleden sonra yapılan atölye çalışmalarıyladevam etti. Tiyatro, fotoğrafçılık, felsefe, müzik, resim vekısa film atölyelerinde gerçekleştirilen kolektif çalışmalaroldukça verimli geçti.

Kamp katılımcıları atölye çalışmalarında birlikteüretmenin coşkusunu yaşarken zamanı hem üretkenhem de eğlenceli bir şekilde değerlendirdiler. Özelliklekısa film atölyesinin gençlik kampını hedef alan polistacizlerini teşhir eden çalışması kampta ilgiyle takipedildi. Yine Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu tarafındanyürütülen tiyatro atölyesi çalışmaları oldukça yaratıcısahnelere konu oldu.

Atölye çalışmalarının ardından sosyal ve sportifetkinlikler ve sohbetlerle güne devam edildi. Kampkatılımcıları gerek mücadele deneyimlerini gerekse kampsürecinde yaşanan üretimlerini birbirleri ile paylaştılar.

“Ezilenlerin pedagojisi”

Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu ezilenlerinpedagojisini anlatan bir sunum gerçekleştirdi. Dörtsandalye, bir masa ve bir şişeden oluşturulan farklısistemlerin algılarda yarattıkları üzerinden ezen veezilenler arası ilişkiler, sınıflı toplumların yapısı üzerineakıl yürütmeler ve tartışmalar yapıldı. Çok yaratıcı vekeyifli olan çalışmaya hemen herkes ilgiyle katıldı.

Akşam yemeğinin ardından kısa bir ara verilerek kızılhackerları anlatan “RED” belgeselinin gösterimi yapıldı.Belgesel gösterimi tamamlandıktan sonra katılımcılarlagünü ve kampı değerlendiren bir forum gerçekleştirildi.

Ekim Gençliği / İzmir

Komplolarınız, karalamakampanyalarınız

sökmedi, sökmeyecek!

Aylardır birçok ilde afişlerle, bildirilerle, şehir

merkezlerinde açılan standlarla hazırlıkları

sürdürülen Ekim Gençliği Yaz Kampı, 22 Temmuz

Pazartesi günü, çeşitli illerden gelen katılımcıların

kamp alanına ulaşmasıyla başlamış bulunuyor.

Sabah saatlerinden itibaren katılımcıların

tamamının kolektif çabalarıyla oluşturulan kamp

düzeni ve programının ardından gerçekleştirilen

açılış etkinliği ile geçen ilk gün başarıyla geride

bırakılmış, kampın örgütlenme ruhuna uygun

kolektif emek, paylaşım ve coşkuyla geçmiştir.

Gece kamp yaşamı, programı üzerine

gerçekleştirilen söyleşide de aynı coşku

katılımcılar tarafından ifade edilmiş ve ikinci

günün daha güçlü bir içerikte

gerçekleştirilebilmesi için yapılan önerilerle

birlikte kamp programı güçlendirilmiştir.

(...)

Gençliğin, geleceği ve özgürlüğü için yan yana

gelmesini hazmedemeyen sistem ve kolluk

kuvvetinin, ilk andan itibaren kampımıza dönük

tacizleri de başlamıştır. Gerçekleştirilen tacizler

ikinci günle birlikte kampa katılanların ailelerinin

aranmasıyla devam etmektedir. Polis tarafından

aranarak, “çocuğunuz terör kampına katılıyor”

söylemleriyle aileler korkutulmaya, çocuklarına

karşı kışkırtılmaya çalışılmaktadır. Hakkını arayan

herkese çok kolay “terörist” yaftası yapıştırılan

Türkiye’de, Gençlik Kampımız “terör kampı”

demogojisiyle hedef haline getirilmeye, gençliğin

haklı ve meşru mücadelesi engellenmeye

çalışılmaktadır.

Polis, komplo ve karalama kampanyasına

başvurarak kampımızın meşruluğuna gölge

düşürmek istemektedir, ailelerde korku ve panik

yaratılmaya çalışılmaktadır. Polisin bu tutumu

daha başında, bizzat ailelerin çocuklarının haklı

mücadelesini sahiplenici tutumları ile boşa

düşürülmüştür.

Sistemin ve kolluk kuvvetinin amaçları bellidir.

Gelecek ve özgürlük isteyen gençliğin yan yana

gelmesi, bireyselciliğe karşı kolektif yaşamı,

paylaşımı öne çıkartması, emperyalist savaş

çığırtkanlığı yapanlara, eğitimi alınıp satılabilir bir

meta haline getirenlere karşı durması, doğanın,

insanlığın yıkıma uğratılmasına karşı verilen

mücadele hedeftedir.

Ekim Gençliği Yaz Kampı çalışmaları kararlılık,

coşku ve geleceğe dair duyulan güvenin moraliyle

devam ediyor. Komplolar, baskı ve karalama

kampanyaları bundan önce olduğu gibi bundan

sonra da sökmeyecek, gençliğin gelecek ve

özgürlük mücadelesi devam edecektir.

Ekim Gençliği

23 Temmuz 2013

Page 31: Kızıl Bayrak  2013-30

“Tüm direnenleri

yoldaşça selamlıyorum!”

Ankara’da yapılan Gezi operasyonlarında

gözaltına alınan ve tutuklanan BDSP’li Ali Yılmaz,

Sincan F Tipi’nden yazdığı mektup ile dışarıda

direnişi sürdürenleri selamladı.

19 Temmuz günü, tutuklamaların birinci ayını

doldurması nedeniyle mahkemenin yaptığı

‘tutukluluk incelemesi’ sonucunda Yılmaz’ın

tutukluluk halinin devam etmesine karar

verilmişti.

Yılmaz’ın gönderdiği mektubu sunuyoruz :

“Sermaye iktidarının temsilcisi AKP, on yılı

aşkın bir süredir işçi ve emekçiler üzerindeki

saldırılarını pervasızlaştırdı. Eğitim, sağlık gibi

temel hakların ticarileştirilmesi, kentsel dönüşüm

saldırılarıyla emekçilerin evlerinin başlarına

yıkılması, toplumsal muhalefetin geriliğinden

kaynaklı rahatça hayata geçiriliyordu. Ama artık

bugün bu tablo değişti. Halk hareketi devlete geri

adım attırdı. Direniş karşısında çaresiz kaldılar,

yalana ve çarpıtmaya başvurdular.

Direnişimiz boyunca şehitler verdik.

Düşenlerimizi binlerle uğurladık ve hesabını

soracağız diye haykırdık. Ben bu mektubu kaleme

alırken bir ölüm haberi daha ulaştı elimize. Ali

İsmail Korkmaz da tarihin onurlu sayfalarına

işlendi.

Şunu belirtmek istiyorum ki, biz bu kavgada

tutsak düşsek dahi mücadeleden asla

vazgeçmeyeceğiz. Dışarda olan yoldaşlarımız

sokakları boş bırakmayacaklar. Biz Gezi Direnişi

tutsaklarıyız. Ve zindanlardan haykırıyoruz. Bu

bizim için bir onurdur.

Tüm direnenleri yoldaşça selamlıyorum.”

Ali Yılmaz

Sincan 1 No’lu F Tipi

Gezi Parkı Direnişi’nden dolayı hükümetin başlattığı“cadı avı”ında İzmir’de tutuklanan gençler için, buolanları her an devrimcilerin karşı karşıya kaldığısorunmuş gibi bakmıştım. Evleri, kurumları basılıpgözaltına alınmışlardı, sonra tutuklayıp F tiplerinekapatılmışlardı. Ama bu ele avuca sığmaz gençlercezaevinden arkadaşlarına mektup göndermişlerdi. Bumektupları okuyunca duygulanmaktan kendimialamadım.

BDSP’li gençler günün her saatinde her anmahallede karşılaştığımız gençlerdi. Kışın soğuğunda,yağmur-çamurda, yazın kavurucu sıcağında durmadan-dinlenmeden faaliyet içerisinde idiler. Bu devrimcigençler devrime inanmışlar, var gücüyle çalışıyorlardı.Sabah uykusunu uyuyamıyor, işçilerden önceservislerin kalktığı yere varırlardı. Ayrıca işçilerfabrikaya giriş yapmadan önce ellerinde bildirileriyleoradaydılar. Herhangi bir fabrikada bir direniş, işbırakma, grev varsa ilk önce onların haberleri olurdu,onlar oradaydılar.

Erol kardeş organizeyi avucunun içi gibi biliyordu,hangi fabrika kime ait, kimlerle ortaklığı var, kaç kişiçalışıyor başka illerde, yurtdışında fabrikaları var mıyok mu hepsini biliyordu. İşçi kurultaylarında bunundökümünü yaptığında hepimiz şaşırdık.

BDSP’li arkadaşların gözaltına alındığı haberinialmıştık. Eşim öğlen sıcağında kapıdan içeriye girince“bugün çok sıcak Erol gölgede” dedi, önce gülümsedik,bunu nasıl söylersin diye sert çıkışınca “işkenceyapmıyorlarsa yeri gölgedir, her gün onu sıcakta orayaburaya koştururken görüyordum” dedi. Bu dagösteriyor ki, bu gençler özveriyle işçiler ve yoksulemekçiler için çalışıyorlardı. Gezi Parkı direnişlerindeise bu gençleri tutacak hangi güç var, tutabilirler mi?En önde onlar koştular, bir ay uykusuz kaldılar, kitlenerede onlar orada, ellerinde gazetesi, bildirisi,çantasında aşı, suyu ile emekçilere gerçekleriulaştırıyorlardı. Devletin çok yönlü saldırısına karşı,muhalefetin direnişi sistemin kanallarınayönlendirmesine, reformistlerin direnişin içeriğiniboşatmalarına karşı hep tetikte direnişi göze almayı,ayrıca devrim ve sosyalizmin propagandasını

yapıyorlardı. Cezaevinden gelen mektubundaarkadaşlarına şöyle demişti Burcu: “Süreç üzerinde ikiçift laf edemedik” söylediklerinin altında süreci de çokgüzel değerlendirmesini yapmıştı. Ama arkadaşlarıylabirlikte değerlendirme yapmadığı için onunburukluğunu yaşıyordu. “Bu sebeple tekrar yazacağım”dedikten sonra “ailem görüşe geldi babam ağlamaklıoldu sonra toparlandı şakalarla, gülüşlerle kapalı görüşyaptık” diyordu. Bu, bir devrimci irade. Soner isearkadaşlarına: “Moralimiz süper, babam bana eşyagetirdi, benimle görüşmedi küs mü bir öğrenin.Sabahları spor yapıyoruz, öğretmenimiz de Erol.”Bunları okuyunca duygulanmamak, düşünmemek eldemi?

Her devrimcinin idealleri neyse bu gençler de onuyaptılar, onlar sınıfın devrimcileridir. İşçi sınıfınınöncülüğünde ezilenleri sosyalizmin bayrağı altına biraraya getirerek sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmaidealidir onlarınki. Ancak kavgasız hiçbir şeyingerçekleşmeyeceğinin bilinciyle; kapitalizmideolojisinin temel argümanında olan bencilliği,ikiyüzlülüğü, yalancılığı, sahtekarlığı, dolandırıcılığıürettirdiklerinin ve her tür sömürünün farkında olanbu gençler, işçi sınıfının kurtuluşu için, üniversitekapılarında parası olmayıp geri dönenler için, okuyupdiplomalı işsiz olan üniversiteli gençlerin ve diğer işsizgençlerin iş sahibi olması için, kadınların kurtuluşununsosyalizmde olduğunu ve Kürt halkının ulusalözgürlüğü için mücadele veriyorlardı. Bu uğurdamücadele yürüten bu gençler tutuklandı. Bu direnişesnasında tutuklananlara emekçiler kulak tıkamadı.Cılız da olsa belirli yerlerde protesto edildi.Devrimcilerin emekçilerle bağını koparmak istediler.Emekçilere ulaştırılan bildiriyi, gazeteyi ve her türlübilgiyi ulaşmasını engellemek istediler, başaramadılar.Ertesi gün onların yerine diğer gençler bıraktığı yerdendevam ettiler. Gazeteyi işçilere ve emekçilereulaştırdılar, hiçbir faaliyeti aksatmadılar.

Geçmişten günümüze gelen devrimci mirası hergün yenileri sahiplenerek geleceğe taşıyor. Bu davasürecek...

İzmir’den bir emekçi

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2013/30 * 26 Temmuz 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Devrimin gençleri...

Page 32: Kızıl Bayrak  2013-30

Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz yaSessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz yaAnamız çay demliyor ya güzel günlere

Sevgilimiz çiçekler koyuyor ya bardağaSabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

Bu, böyle gidecek değil bu işlerBiz şimdi yan yana geliyor çoğalıyoruz

Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğünhavasını

İşte o gün sizi tanrılar bile koruyamazCemal Süreyya

Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. Kırıklar FTipi’nde bizleri tutsak edenler özgürlüğümüzü vehayatla olan bağlarımızı kopardıklarını zannediyorlar.11 adım süren havalandırmadan sonra hayata atılacakbaşka adım yok diyebiliyorlar. Demlediğimiz çaylarıkendi içtikleri çaylarla karıştırıyorlar. Tadının başkaolduğunu düşünemiyorlar. Bir tavan, bir taban ve dörtduvarın arasında fikirlerin yok olacağını düşünüyorlar.Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. Bizler kendinesadece “tutsak” demiyoruz, tutsaklık okullarda vefikirlerde oluşan demir parmaklıklardan ibarettir.Tutsak olmak ümidin bittiği, kararsızlığın ve yenilgininkabule başlaması ile gösterir kendini. Kırıklar FTipi’nde özgürlük türküleri söyleyen bizler bu yüzdensadece tutsak değiliz. Düşünen, savaşan ve yarınlaraolan inancını yitirmeyen tutsaklarız.

Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. İlk hücremizegeldiğimizde bizleri İzmir’de tutuklu yargılanan Gezitutsaklarının sıcak “merhabası” ve dayanışmasıüzerimize yaşam olarak örtüldü. Havalandırmamızadiğer tutsaklar tarafından sigara, selpak, şeker,kahvaltılık malzeme atıldı. Hatta su şişesinin içindeçay 5 metrelik duvarın arkasından bizlere ulaşıpbardaklarımızın içine devrimci dayanışma olarakdoldu. Yaşamın ümit ve sevinç dolu yüzü peşimizibırakmayacak, çünkü bizler hayatını ezilenlerin hayatıile birleştirmiş kurtuluşun tek çaresini harlanan veyolu sayılan nasırlı ellerde olduğunu bilen insanlarız.

Ümit ve sevinç her gün bardaklarımıza dolmaya

devam edecek.

Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. Yüzbinlerin

katıldığı eylemleri bizlerden ayırmak için “marjinal”

ilan edilen devrimciler tutuklama terörü ile süreçten

koparılmaya çalışılıyoruz. ”Marjinal” olan bizler

gerçekle alakası olmayan saptırma, ”marjinal” dosya

ve tutuklamalarla tutsak edildik. Hazırladıkları oyunu

“adalet” diye önümüze servis edenlere şimdiden

başarısız olduklarını söylemek yanlış olmaz.

Bizlerin tutuklandığı gün İstanbul’da, gerçekleşen

eylemler ve diğer illerin desteği bizlere

kaybetmeyeceğimizi daha sevk aracındayken

müjdeledi. Ve mahkeme salonunda okuduk “adalet

mülkün temelidir” sözü ve ozaliti mülkü olanın adaleti

bizleri yargılayan ve tutuklayanlarındır.

Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. Mücadeleye

devam ederken son bir okul diye bizlerin burada

olduğunu hatırlarken teslim alınamayacak Gezi

tutsakları. Hiç üzülmedik mi? Hatta çok üzüldük.

Eskişehir’de kaybettiğimiz arkadaşlarımız koğuşlarda

üzüntü ve gururla karşılandı. Sloganlarımız ile onu

diğer devrim şehitlerinin yanına uğurladık.

Mücadeleyi sonlandırmak ümidi ile bizleri

katledenlere bu sefer cevap Ali ile geldi. Kırıldık fakat

eğilmedik.

Görüşçülerimizin ayak sesleri geliyor. Her

görüşçünün yüzünde bir yoldaşın gülümsemesi,

sesinde başka bir yoldaşın merhabasıdır. Ve her

yoldaşın yüzünde tanıdık birileri var. Ethem var,

Mehmet var, Medeni var, Abdullah var ve Ali var.

Frank Kafka şöyle der: “İnsanoğlunun gelişimini

kesin sonuca ulaşacağı an, sürekli yinelenip durur.

Devrimci düşünsel hareketlerin geçmiş her şeyin

geçersiz olduğunu ilan etmeleri bunun için doğrudur,

henüz hiçbir şey olup bitmemiştir çünkü.”

Ege Ünüversitesi ve Dokuz Eylül ÜniversitesiGezi Tutsakları

Kırıklar F Tipi Cezaevi / İzmir

Gezi tutsağı öğrencilerden mektup...