32

Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-30 / Ağustos

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-30
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERAnayasa değişikliği tartışmaları ve

devrimci tutum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

“Açılım” sirkinin yeni cambazı

Burkay - Z. Us . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Generallerin “emeklilik kararları” ve

YAŞ’tan yansıyanlar. . . . . . . . . . . . . . . . 5

Dinci partinin gücü ve pervasızlığı

nereden geliyor? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

İftar çadırları emekçileri düzene

yedeklemenin aracı…. . . . . . . . . . . . . . . 7

Kapitalizm yeni bir krize

hazırlanırken… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

“İşsizlik fonu kıdem gaspına malzeme

yapılıyor”...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Birleşik Metal-İş 1 No’lu Şube

Genel Kurulu’nun ardından… . . . . 10-11

Mersin’de liman işçileri direnişte! . . . . 12

Güvencesiz çalışmaya karşı

mücadele sempozyumu . . . . . . . . . . . . 13

PTT’de direniş çadırı kalktı,

mücadele sürecek!… . . . . . . . . . . . . . . 14

Tunus-Mısır

dersleri - H. Fırat… . . . . . . . . . . 16-18

TC’nin transformasyonu,

GOP ve hegemonya savaşları

Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21

“Kontrollü bir deneme mi?” . . . . . . . . 22

DTK direnişe çağırdıu….. . . . . . . . . . . 23

Emperyalistlerle işbirlikçileri

Sudan’ı parçaladı ... . . . . . . . . . . . . . . . 24

Somali’de resmi açlık ilanı... . . . . . . . . 25

S21 Projesi: Kavga

devam ediyor!i … . . . . . . . . . . . . . 26-27

Kadın cinayetleri tırmanıyor..... . . . . . . 28

Hüsnü Yıldız’ın avukatı

Taylan Tanay ile konuştuk.... . . . . . . . . 29

Bertolt Brecht’i ölümünün 55. yılında

saygıyla anıyoruz . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Kürt sorunu ekseninde sıcak gelişmelerin yaşandığıbir süreçte geride bıraktığımız haftaya burjuva siyasalcephede yaşanan önemli gelişmeler damga vurdu. Orduile girdiği düzen içi dalaşta devlet içinde kazandığımevzilerle iktidar dümenine daha sıkı sarılan dincigerici parti AKP, YAŞ toplantısı öncesinde ordukanadına bir darbe daha indirdi. Genelkurmayş Başkanı Işık Koşaner’le birlikte Kara,Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının istifasıburjuva arenayı sarstı.YAŞ öncesinde yaşanan istifakrizi, özellikle ‘Ergenekon operasyonları’yla iyideniyiye zayıflatılan ordu kanadının, AKP karşısında aldığıyeni bir yenilgi anlamına geldi. YAŞ toplantısısırasında, Tayyip Erdoğan’ın masada tek başınaoturduğu fotoğraf ise düzen cephesindeki tabloyuözetler nitelikteydi. Gazetemizin bu sayısında YAŞtoplantısından yansıyanları ele aldık.

Ancak düzen içi mücadelede yaşanan bu hızlıtrafikle beraber düzen güçlerinin tamamı işçi,emekçilere ve Kürt halkına düşmanlıkta birleşiyorlar.Gerici İran rejiminin desteğini alarak Kürt hareketinitasfiye operasyonuna hız veren Türk devleti, eş zamanlıolarak içeride yürüttüğü yoğun askeri operasyonlarlabaskı ve terörün dozunu arttırıyor. Kürt halkı iseşimdiye kadar başta Kürt illerinde olmak üzere sokaksokak verdiği mücadeleyi, İran rejiminin saldırılarınakarşı sınır hattında günler süren eylemlerle sürdürdü.

Yine düzenin Kürt halkına karşı yürüttüğü inkar veimha saldırısının izdüşümü olan KCK davasındayaşanan gelişmeler de, önümüzdeki süreçte busaldırıların derinleşeceğine dair mesajlar veriyor. 104’ütutuklu toplam 152 Kürt saydın ve siyasetçisininyargılandığı davanın son duruşmasına, hukuksuzluğuprotesto eden sanık avukatlarının mahkemeyi boykotetmesi düzeni çileden çıkardı. Bunun üzerine mahkemeheyeti duruşmaya katılmayan avukatlar hakkında suçduyurusunda bulundu. Sadece KCK davasındanyansıyanlar bile düzenin Kürt sorunu konusundakitutumunu gözler önüne seriyor.

Fiyaskoyla sonuçlanan “açılım” sürecinin ardındanplanları bozulan dinci gerici parti, şimdilerde açılımaldatmacasını tekrar pazarlamak için, Gülen Cemaati ve

AKP’ye yakınlığı ile bilinen PSK’nin eski lideri KemalBurkay’ı parlatma gayretinde. 31 yıllık sürgününardından Türkiye’ye dönen Burkay’la AKP şefleri veliberal kesimlerin yakın temas içerisine girmeleri Kürthareketinin tasfiyesi konusunda, iflas eden açılımıntekrar parlatılmaya çalışıldığına işaret ediyor.Sayfalarımızda, Burkay’ın Türkiye’ye gelişininanlamını da işledik.

Diğer yandan, gazetemizin bu sayısı, 6 Ağustos1945’te ABD’nin, Japonya’nın Hiroşima şehrine atombombasını bıraktığı ve binlerce insanın ölümüne nedenolduğu tarihe denk geliyor.

Dünya halklarına yıkım ve kölelikten başka bir şeyvaat etmeyen emperyalist kapitalist sistemin en kanlıkatliamlarından biri olan Hiroşima’nın 66.yıldönümünde savaşa ve emperyalist saldırganlığa karşımücadeleyi yükseltmenin önemi daha da artıyor.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerdegerçekleştirdiği “ulusa sesleniş” konuşmasında birsüredir gündemde olan anayasa değişikliğini bir kezdaha dillendirmiş oldu. Önümüzdeki günlerdekonunun ülke gündeminde önemli bir yer tutağıaçıktır.

Sorunun “eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik biranayasa” çerçevesinde dile getirilmesi ve tartışılıyorolması demokratik hak ve özgürlükler konusundaalınması gereken devrimci tutumun önemini daha daarttırmaktadır.

Demokratik hak ve özgürlüklere karşıtahammülsüz, eşitsizlik, sömürü, baskı ve zor üzerinekurulu kapitalist bir düzene hükümet eden Erdoğan’ınağzından dökülen söylemlerin samimi, gerçekçi veinandırıcı hiçbir yanı bulunmamaktadır.

Erdoğan, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda vedüzen güçlerinin iç dalaşının bir dengesi olarakyeniden dizayn etmeye çalıştığı anayasayı, “Siyasettenekonomiye, adaletten özgürlüklere, sosyal devletanlayışından kültürel açılımlara kadar hemen heralanda büyük bir değişim yaşadığımız böyle birdönemde en büyük ihtiyacımız bu değişim ruhunutaşıyan ve milletimizin iradesini yansıtan sivil biranayasa yapılmalıdır” sözleriyle dile getirmektedir.

Sol güçlerden sendikalara, demokratik kitleörgütlerinden meslek örgütlerine kadar birçok kesimdeboş beklenti ve hayal yaratan bu sözlerin sahteliği,sermaye hükümetinin emekçi düşmanı icraatlarınabakılarak dahi anlaşılabilir. Ancak sol ya da emekçileradına söz söylediğini iddia eden güçler bu temel sorunkarşısında düzenin yedeğine düşmekte, işçi veemekçilerin umudunu ve beklentisini düzen içikanallara akıtmaktadırlar.

Liberal reformist güçlerin 12 Eylül referandumukarşısında aldıkları tutumlara bakıldığında nasıl birkafa karışıklığı yaşandığı daha iyi anlaşılacaktır. Odönemde kimileri “demokratik anayasa kurultayları”düzenleyerek “güçlü bir anayasa hareketi” yaratmayıummuşlar ya da böylesi bir çabanın içerisine girerekdüzenin işini kolaylaştırmışlar, emekçi kesimlere boşhayaller pompalamaya çalışmışlardır.

Anayasa tartışmalarının gündemde olduğu busüreçte liberal reformist güçler bir kez daha benzerhayallere kapılarak “demokratik, eşitlikçi veözgürlükçü” bir anayasa için kolları sıvamayahazırlanmaktadırlar.

Sermaye düzeninde siyasal demokrasi ekseninedayalı bir program ve stratejinin kapitalizminsınırlarını aşamayacağı gerçeğine gözlerinikapayanlar, toplumsal mücadelenin gücüyle gündemegelmemiş “yeni anayasa” talebinin, sermaye düzenininiç güç dengelerinin bir ihtiyacı olduğunu da görmekistememektedirler. Düzenin ihtiyaçları nedeniylegündeme getirilmiş bu gündem karşısında sözde tarafolmaya çalışarak demokratik hak ve özgürlüklerikazanabileceklerini ummaktadırlar.

Demokrasi, eşitlik, özgürlük talepleri siyasal birsorundur ve her siyasal sorun gibi kendi tarihseldönemi ve somutluğu içerisinde ele alınmakdurumundadır. Söz konusu taleplerin bir sınıf karakterivardır ve emekçi sınıflar lehine bir değişiklik ya dadönüşüm ancak bu kesimlerin söz konusu talepleruğruna mücadeleye atılması ve bu sorunları döne döneüreten burjuva sınıf egemenliğine yönelmesiylemümkün olacaktır. Bu gerçeğin üzerini örten ya da

karartan her türden tutum düzenin işinikolaylaştırmak, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde boşbeklenti ve hayal yaratmak anlamına gelmektedir.

Devrimci iddia taşıyan her unsur demokrasi,özgürlük, eşitlik vb. sorunları gerçek kapsamlarıyla elealmak, bu sorunların çözümünün önündeki toplumsalsiyasal engel olan burjuvazinin sınıf iktidarını görmek,her vesileyle bu engele karşı işçi ve emekçi kitlelerimücadele içerisine çekmek ve devrimci mücadeleyibüyütmek göreviyle karşı karşıyadır.

Kuşkusuz teorik planda sözkonusu sorunlarkarşısında bu gerçeklerin görüldüğü iddia edilebilir.Ancak taktik planda bu sorunlara karşı burjuvadüzenin sınırlarına sığan çözümler önermek teorikgerçeklerin reddi ve inkarı anlamına gelmektedir.Bunun için burjuva sınıf iktidarıyla hesaplaşmayadayalı bir mücadele platformuna ve buna uygun birstrateji ve programa, yine buna uygun bir ideolojik-sınıfsal konuma sahip olmak gerekmektedir.

Demokrasi sorununa, bu düzenin kendi içinde birçözüm aramak, bu sorunların çözümünü burjuvadüzeni demokratikleştirme hedefi içinde ele almakdevrimci zemin ve eksenin kaybedilmesi anlamınagelmektedir. Demokrasi sorunu bu düzeni tasfiyeetmek hedefi içinde ele alınmadığı koşullarda sermayeiktidarını geriletme imkanı da olamaz. Bir dizi reformya da kazanım ise ancak demokrasi sorununu devrimsorununa, iktidar sorununa bağlayan bir perspektifleve stratejik bir mücadelenin ürünü olarak eldeedilebilir.

Emekçi sınıfların mücadelesiyle, toplumsal birmücadele ile kazanılmış hak ve özgürlüklerin dahi birsüre sonra sistem tarafından gasbedildiği birçoktarihsel deneyimde görülmektedir. Zira emperyalist-kapitalist sistem bu sorunları döne döne yenidenüretmektedir. Bu, kapitalist sömürü ilişkilerinin kendimantığında vardır. Bu mantık sürekli bir servet-sefaletkutuplaşması üretmekte ve bu da sömürüye dayalı birsistem olarak işlemek zorundadır. Böyle işlediğiölçüde de bir avuç asalağın refahı ancak yığınlarınyoksulluğu ile mümkün olmaktadır. Sistem de kitlesel

olarak açlığa ve sefalete itilen yığınların ortayaçıkabilecek tepki ve öfkesini baskı ve terörle kırmakzorundadır. Dolayısıyla da demokratik hak vekazanımları yok etmek zorundadır.

Kaldı ki bir anayasa hiçbir şeyi güvenceyealmaz/alamaz. “Hukuksal ilişkilerde ya da biçimlerde‘güvence’ aramak bir burjuva aldatmacasından başkabir şey değildir. Bir anayasa siyasal planda kazanılmışve yine siyasal açıdan güvenceye kavuşturulmuşkazanımlara yalnızca hukuksal bir ifade kazandırır. Buanlamda elbetteki bu kazanımları pekiştirir. Anayasabir hukuk metnidir. Siz önce egemen sınıfı devirirsiniz,iktidarı ele geçirirsiniz, iktisadi gücü ele geçirirsiniz,sonra da bunu hukuksal olarak kurumsallaştırırsınız.Aradığınız devrimci anayasaysa, onun tarihsel olarakortaya çıkışı ancak böyle mümkündür. Yok kastettiğinizdüzenin anayasasıysa, siz zaten devrimci perspektifi vekonumu yitirdiniz demektir. Kendi devrimprogramınıza, demokrasiye, bağımsızlığa, uluslarınhaklarına düzen anayasası içinde bir yer, dahası‘güvence’ aramaya kalkmanız demek ideolojik vesiyasal açıdan tümden iflas etmeniz demektir.

Sosyal-siyasal mücadelelerde kuraldır; hukuk herzaman topallayarak arkadan gelir. Siyaset her zamanön plandadır ve yol açıcıdır. Siyaset yol açar, hukukonu tamamlar. Devrimin anayasası demek, siyasalbaşarıya, devrimin tam zaferi anlamındaki bir siyasalbaşarıya, hukuksal bir biçim vermek demektir. Birtemel siyasal hedef olarak önden bir anayasamücadelesi olmaz. Önden anayasa mücadelesiyığınların dikkatini düzen içi anayasal çözümlereçeker, onları aldatır. Liberal demokratların,reformistlerin, dolayısıyla temelde egemen sınıfındeğirmenine su taşır. Bu arada burjuvazinin taktikmanevralarına da iyi bir dolgu malzemesi olur.”(Demokrasi ve Devrim, Eksen Yayıncılık, s. 75-76)

Komünistler, Marksist-Leninist bakışaçısına sıkısıkıya bağlı kalarak, anayasa tartışmalarını bukapsamda ele almakta, demokrasi sorunu vemücadelesini burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkmamücadelesinin bir parçası olarak görmektedirler.

Anayasa değişikliği tartışmaları vedevrimci tutum

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Düzenin Kürt sorunu konusundaki çözümsüzlüğü,AKP’nin başta büyük umutlarla pazarlanan “açılım”projesi aldatmacasıyla da aşılamamıştı. Bir yandançözümden bahsederek Kürt halkına sahte umutlarpompalayan sermaye hükümeti AKP, kısa süre sonradevletin bildik imha-ihkar çizgisinin ötesinegeçemeyeceğini gösterdi. “Ez ve çöz” ezberini terkedemeyen sermaye devleti de, bu fiyaskonunardından askeri operasyonlara ve şovenistkudurganlığa kaldığı yerden devam etti. Ardındanise, Kürt hareketinin tasfiyesi için, bugüne dekuzanan adımlarda hızlanmaya gidildi.

12 Haziran seçimlerinin ardından oluşan bugünkütabloda, artan ırkçı-faşist saldırganlığa ek olarak özelharekat polisleri aracılığıyla kirli savaş yöntemlerinidevreye sokmaya hazırlanan AKP, bir yandan da“milli birlik ve beraberlik projesi” adını alan “açılım”aldatmacasını yeni manevralarla canladırmayaçalışıyor. AKP’nin, “açılım” oyununa kan taşımakiçin devreye soktuğu son isim ise Kemal Burkayoldu. Bir süredir Taraf, Zaman gibi gazetelerdegörüşlerine sıklıkla yer verilmeye başlanan Burkay,bizzat Erdoğan’ın ve AKP’li bakanların daveti ileİsveç’ten Türkiye’ye geldi.

Burkay kimdir ya da neden Burkay?

Burkay, sol hareket ve özellikle Kürt hareketiiçerisinde uzun yıllardır bilinen bir isim. 1937 yılındaDersim’de doğan Burkay’ın siyasi hayatı 60’lıyıllarda Türkiye İşçi Partisi ile başlıyor. Burkay1974’te Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’nin(PSK) kuruculuğunu yapıyor. 2003 yılında genelsekreterlik görevinden kendi isteği ile ayrılıyor ancakPSK’ya fiili olarak liderlik yapmayı sürdürüyor.Burkay’ın siyasal çalışmalarının yanısıra çok sayıdaşiir ve öykü kitabı da bulunuyor.

Gerek Kemal Burkay’ın gerekse liderliğiniyürüttüğü PSK’nın siyasal çizgisi incelendiğinde ise,AKP’nin bugün neden bu isme ihtiyaç duyduğukolayca anlaşılıyor. Burkay Kürt burjuvazisininpolitik platformunu temsil eden ve Kürt sorununundevrimci değil düzen sınırları içerisinde çözümünüisteyen bir isim. Kürt halkının pek çok ulusal talebinifederasyon talebi çerçevesinde formüle ediyor, silahlımücadeleyi reddetiğini söylüyor. Başından beri isePKK ve Öcalan’ın karşısında yer alıyor. Hatta 1979yılında “PKK’nin Türk devleti eliyle, Kürt ulusalhareketine karşı savaşmak üzere kurulmuş paravanbir örgüt olduğunu, ajan provokatörler eliyleyönetildiğini, Öcalan’ın devlet adamı olduğunu”anlatan bir broşür yayınlayan Burkay’ın, bu eksendeçeşitli yayınları da bulunuyor.

Devlet ise özellikle PKK’nin Kürdistan’dagüçlenmesinin ardından PSK ile ilişkilerini herzaman sürdürdü. PKK’nin yerine PSK’ningeçirilmesi ve Kürt sorununun PSK’nin inisiyatifindeuzlaşmacı bir çizgide çözülmesi her zaman yeğlendi.Ancak PKK’nin Kürt sorunu konusundaki mutlakotoritesi ve devrimci direnci bu umudungerçekleşmesine engel oldu.

‘93 yılına gelindiğinde ise PSK bir kez dahasahneye çıktı. PKK’nin silahlı mücadelede tıkanmayaşaması ve Türkiye işçi sınıfının desteğindenmahrum kalması gibi çeşitli nedenlerle Kürtburjuvazisi ile uzlaşma ihtiyacı sonucu Lübnan’daAbdullah Öcalan ve Kemal Burkay arasında “PKK-PSK Protokolü” imzalandı. Bu protokol ulusal

demokratik istemleri sıralamakla birlikte, bunlarıanayasal bir formülasyonla ve “siyasal çözüm”çizgisinde, yani PSK’nın politik platformunuyansıtan biçimde talep ediyordu. Kürt emekçilerinintoplumsal-siyasal istemleri ise ikinci plana atılarakKürt burjuvazisi ile politik bütünleşme zeminiyaratılıyordu. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Kürt UlusalSorunu 1-2, Eksen Yayıncılık)

Burkay açılımı canlandırabilir mi?

AKP’nin, açılım aldatmacasını canlandırmak içinKemal Burkay’ı seçmesi oldukça bilinçli bir tercihinsonucu. Kürt sorunu konusunda tanınmış ve bilinenbir isim olması, burjuva-liberal politik platformununAKP’nin hayata geçirmeye çalıştığı çizgiyle uyumuve uzun yıllardır İsveç’te sürgünde bulunmasıBurkay’ı “akil adam” mertebesine yükseltmek içinyeterli. Burkay da kendisine görev verenlerinyüzlerini kara çıkartmamak için canla başlaçalışacağını hava alanından başlayarak göstermektengeri durmadı.

Her iki lafının birinde AKP’yi öven Burkay, soluve Kürt hareketini ise her fırsatta eleştirerek

“açılımın” başarısızlığa uğramasını Kürt hareketininhatalarına bağlıyor. Burkay’ın Egemen Bağış veErtuğrul Günay ile yaptığı görüşmelerin yanısıra OralÇalışlar’a verdiği röportajda da hep bu vurgular öneçıkıyor.

Burkay tipik bir liberal aydın edasıyla, her ikitarafa da mesafeli olduğu imajını yaratmayaçalışıyor. Ancak AKP’yi ve “açılımı” her fırsattaövüyor. Sol hareketi ve BDP-PKK’yi ise çağıngerisinde kalmakla, AKP’yi anlayamamaklaeleştiriyor. Kürt halkının ulusal haklarını hatırlatıyorama “şiddetin çözüm olmadığı” demagojisine herfırsatta yaslanarak, devletin şiddet tekelini elindebulundurması gerektiğini savunuyor.

Üstelik Burkay geçmişte yazdığı bir şiire degönderme yaparak “mevsim değişir Akdeniz olur”dizelerini sıklıkla kullanıyor. Ama gerek sondönemde birbiri ardına düzenlenen askerioperasyonlar, gerekse faşist-şovenist saldırılar hiç deBurkay’ın bahsettiği iklimi yansıtmıyor. Bir yandaaskeri operasyonlar, bir yanda linç girişimleri biryanda ise infazlar Kürt halkının üzerinde kol geziyor.Her gün Kürt halkına ve gerillaya dönük yeni birsaldırı ya da katliam haberi gündeme gelirken,Burkay bu gerçeklerin üzerinden aymazcaatlayabiliyor.

Geçmişten beri PKK’nin karşısında yer alanBurkay’ın bugün takındığı tutum doğrudan doğruyaKürt halkının cellatları ile kolkola girmek anlamınagelmektedir. Daha düne kadar sürgünde kalmasınasebep olanlar bugün Burkay’ı kirli emellerinimeşrulaştırmaları için davet ettiler, o da icabet ederekhızla rolünü oynamaya soyundu.

Ancak Burkay da “açılım” aldatmacasınıonarmaya ve yeniden pazarlamaya yetmeyecektir.Zira açılımın temel sorunu içeriğidir. Kürt halkıonlarca yılı bulan mücadelesi sırasında ağzına balçalmaya çalışanlara çok tanık olmuştur ve artıkbunlara kanmayacak kadar da tecrübelidir.

KCK davasında tablo değişmedi104’ü tutuklu toplam 152 Kürt siyasetçisinin Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davanın

24. ve 25. duruşmaları 2 ve 3 Ağustos tarihlerinde görüldü. Taleplerinin çoğunluğu keyfi gerekçelerle reddedilen, son olaraksa müvekkillerinin gruplar halinde

mahkemeye getirilme kararını protesto ederek davayı boykot eden sanık avukatları bu duruşmalara dakatılmazken, mahkemenin daha önce aldığı karar doğrultusunda tutuklu Kürt siyasetçilerin yine yalnızca birkısmı duruşmaya getirildi.

24. duruşmayı aralarında BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu çok sayıda kişi takip etti.Duruşma öncesinde Diyarbakır Adliyesi önünde açıklama yapan Demirtaş davanın hukuk dışı olduğuna vurguyaptı. Demirtaş tutuklu siyasetçilerin büyük bir kısmının Bingöl Cezaevi’ne sevk edilmesine tepki gösterdi.

Savcılık önceki duruşmada avukatların duruşmaya katılmadıklarını belirterek, Kürt siyasetçilere “zorunlumüdafi atanması” talebinde bulunmuştu. Mahkeme heyeti de, bir sonraki duruşmaya avukat atamasınınyapılmasına, bunun için Diyarbakır Barosu’na yazı yazılmasına, bu talebi reddeden tutukluların ise avukatsızyargılanmalarına karar vermişti.

Mahkeme başkanı sanık müdafilerinin mazeret bildirmeden duruşmaya gelmediklerini, Diyarbakır Barosutarafından atanan müdafilerin de duruşmaya katılmadığını belirtti. Baro tarafından gönderilen müzakereyazısında, “Yapmış olduğumuz araştırmalarda meslektaşlarımızın vekaletinin bulunduğu müdafiliklerinindevam ettiği, bu nedenle müdafi atanmasının CMK’nın hükümleri gereği uygun görülmediğinin anlaşıldığı”ifadelerinin yer alması üzerinde durdu.

Dava 10 Ağustos’a ertelendi

25. duruşmada ise mahkeme heyeti sanık avukatları ve Diyarbakır Barosu hakkında suç duyurusundabulunma kararı aldı. CMK’den atanan, ancak duruşmaya katılmayan avukatlar hakkında DiyarbakırCumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Ayrıca Kürt siyasetçilerinin tahliye edilmesi taleplerini reddederek, bir sonraki duruşmada tüm tutuklularınhazır edilmesini istedi. Duruşmayı 10 Ağustos tarihine erteledi.

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

“Açılım” sirkinin yeni cambazı BurkayZ. Us

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Geçtiğimiz hafta burjuva siyasal gündemin ilksırasına Genelkurmay Başkanı ile Kara, Deniz veHava Kuvvetleri komutanlarının “toplu emeklilik”kararları ve bunu takiben gerçekleşen Yüksek AskeriŞura (YAŞ) görüşmeleri oturdu.

1 Ağustos günü başlayan YAŞ toplantısının hemenöncesinde, 29 Temmuz günü, “internet andıcı”iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesitarafından kabul edildi. Savcı, Tümgeneral HıfzıÇubuklu, eski 1. Ordu Komutanı emekli OrgeneralHasan Iğsız ve Kuzey Deniz Saha KomutanıKoramiral Mehmet Otuzbiroğlu’nun da aralarındabulunduğu 22 muvazzaf ve emekli asker hakkındayakalama emri çıkartılması talep ederken, mahkemebu talebi daha sonra değerlendireceğini açıkladı.

Burjuva gericiliğinin iç dalaşmasında AKP’ninordu cephesine attığı bu son tokadın ardından aynıgün Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’le birlikteKara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, DenizKuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve HavaKuvvetleri Komutanı Hasan Aksay’ın “emeklilikisteme” kararları geldi. Bunu takiben ise, AKP’yeyakınlığı ile bilinen Jandarma Genel KomutanıNecdet Özel önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’naardından ise Genelkurmay başkanvekilliğine atandı.

Bu gelişmeleri, düzen cephesindeki dengeleribelirlemesi açısından her daim kritik bir noktadaduran YAŞ görüşmeleri izledi.

Dinci parti AKP’nin ordu kanadına ağır bir darbedaha vurarak bu alandaki kadrolaşması yönündeönemli adımlar attığı bir süreçte gerçekleşen YAŞtoplantısında, “üst rütbe atamaları ve TSK’danayrılacak personelin durumları” başlıkları öne çıktı.

Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’ndagerçekleşen ve dört gün süren YAŞ görüşmelerineBaşbakan Tayyip Erdoğan başkanlık etti. Öncekisenelerde toplantı masasının baş köşesinde Başbakan-Genelkurmay Başkanı ikilisi yanyana bulunurken, busene tek başına Erdoğan’ın masa başında saf tutması,burjuva medyanın öne çıkardığı bir başka nokta oldu.AKP’nin ordu üzerinde hegemonya tahsis etmesürecindeki önemli kazanımını resmeden bu kare,aynı zamanda liberallerin ve yandaş medyanın“Orduya vurulan sivil darbe”, “Demokratikleşmeyönünde tarihi adım” türünden ikiyüzlüce vedemagojik söylemlerine de malzeme oldu.

Emeklilik kararlarının ardından 16 yerine 11 üyeile toplanan YAŞ’ta ilk kez orgeneral sayısı bu kadaraz oldu.

Görüşmelere ilişkin resmi bir bilgi verilmezken,tutuklu olan ve rütbe bekleme süreleri dolan 14general ve amiralin durumu konusunda YAŞüyelerinin fikir birliğine varamadığı basına yansıdı.Zira ilk günkü toplantının ikinci oturumunakatılmayan Erdoğan ve Genelkurmay Başkan vekiliNecdet Özel’in Başbakanlık konutundaki özel birgörüşme gerçekleştirmeleri, söz konusu pürüzleringiderilmesi yönünde kulis olarak nitelendirildi.

Kısmi pürüzler yaşanacak olsa da, hükümetcephesine karşı güçlü bir ayak diremeningerçekleşmesi olası gözükmüyor. Toplantıda alınankararları Cumhurbaşkanı Gül’ün onayına sunulupkamuoyuna resmi olarak duyurulduktan sonra tablodaha da netleşmiş olacak.

İstifa dahi etmeden emeklilik kararlarıyla “tutum”almaya çalışan, bunu yaparken de AKP cephesini

zora sokacak adımlardan kaçınan generallerin bututumuyla gelişen süreç, burjuva gericiliğin içdalaşında orduda temsil bulan kanadın iyice güçtendüşürülüp açmaza alındığını gözler önüne seriyor.

Bununla birlikte ise, özellikle 2007 seçimlerininardından “Ergenekon operasyonları” başta olmaküzere birbirini izleyen bir dizi adım atarak artıkhükümet olmaktan öteye bir iktidar gücü olmayasoyunan dinci parti AKP’nin, devleti adım adım elegeçirme ve idari, hukuksal ve siyasal yapıyı kendineuyarlama savaşında önemli bir mevzi daha kazanmışolduğu da açıkça görülüyor.

Söz konusu gelişmeler, ABD’den AB’yeemperyalist efendiler, AKP’li kurmaylar ve liberalçevreler tarafından koro halinde“demokratikleşmenin göstergesi” olarak pazarlanmak

isteniyor. Bu uğursuz çaba, tam da emekçilere dönüksosyal yıkım ve kölelik saldırılarının hazırlıklarınınyapıldığı, devrimci ve ilerici güçler başta olmak üzeretoplumun genelini hedef alan polis devletiuygulamalarının yoğunlaştırıldığı, Kürt halkınadönük saldırganlığın ise özel harekat polisleri eliylekirli savaş yöntemleri de kullanılarakderinleştirileceğinin ilan edildiği bir süreçte hayatageçiriliyor.

Bu noktada, işçi ve emekçileri burjuva gericiliğiniç dalaşında taraflardan birine yedeklenmemeleri içinuyarmak, aynı zamanda ise düzen güçlerinin her türlüyalan ve aldatmacasını boşa düşürerek kendi asligündemleri ekseninde devrimci sınıf mücadelesineyükseltmeye çağırmak devrimci güçler açısındangünün acil görevlerinden birini oluşturuyor.

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Dinci parti AKP iktidar alanını daha da genişletti

Genelkurmay Başkanı olması beklenen eskiJandarma Genel Komutanı Necdet Özel’in, 11 Mayıs1999 tarihinde Şırnak’ın Ballıkaya (Bilika) köyüyakınlarında 20 PKK gerillasının kimyasal silahlarlaöldürüldüğü operasyonu komuta ettiğine ilişkingörüntüler yayınlandı.

“Özel paşa”, dinci partinin Kürt sorunu karşısındaimha-inkar-tasfiye politikalarıyla da tam uyumluolacağını görüntülerle bir kez daha ortaya koyuyor.

11 Mayıs 1999 günü Şırnak’ın Silopi İlçesi’ne bağlıBallıkaya (Bilika) Köyü yakınlarında çıkan çatışmadaonlarca kayıp veren Türk ordusu daha sonrakuşatmaya aldığı ARGK gerillalarına karşı kimyasalsilah kullanmış ve olayda 20 gerilla yaşamınıyitirmişti. Operasyona dair görüntüler çatışmayakatılan bir asker tarafından sızdırılmıştı.

Roj Tv’nin yayınladığı görüntülerde Bilika köyüyakınlarında bir yamaçta bulunan mağaraya yönelik

olarak yoğun bir bombardıman yapıldığı görülüyor.Bombardımanın ardından mağaranın önünde dizilencenazelerin başına gelen rütbeli bir subay olaydakimyasal silahların kullanıldığını şu sözlerle itirafediyor: “Sivaslı Kangallı savaşçı. Bu yaralıydı. BuVatandaş da Suriyeliymiş. Aşağıda 6 tane bayan var.Askerlerimiz içeriye gaz, el bombası atıldığı için şuanda zehirlenme tehlikesiyle karşı karşıyalar amayine de canavarca, kahramanca içeri giriyorlar.Cesetleri çıkarmaya başladılar. İçeride bununlaberaber 7 bayan var. Toplam 13 ceset var”

Kimyasal katliamın üzerinden bir süre geçtiktensonra Şkefta Berxwedan (Direniş Mağarası) adıylaanılmaya başlayan mağaranın içinden katledilen birgrup gerillanın cenazeleri fotoğraflandı.Fotoğraflarda gerillaların üzerlerindeki elbiselerdeherhangi bir yanma ya da patlamaya bağlı birdeformasyon gözükmemesi dikkat çekiyor.

Yeni “paşanın” katliamcı yüzünden bir kesit...

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

(TKİP Merkezi Yayın Organı Ekim’in Mart 2008tarihli 251. sayısında yer alan “Rejim krizinde yenisafha” başlıklı başyazının “Dinci partinin gücü ve

pervasızlığı nereden geliyor?” ara başlıklıbölümünü, güncel öneminden kaynaklı

yayınlıyoruz...)Dinci partinin 22 Temmuz’dan beri birbirini

izleyen bir dizi hamle yapması onun artık hükümetolmaktan öteye bir iktidar gücü olmayasoyunduğunu, devleti adım adım ele geçirmeye,bunun bir parçası olarak idari, hukuksal ve siyasalyapıyı kendine uyarlamaya, toplum yaşamına bunauygun bir şekil vermeye çalıştığını gösteriyor. Büyükburjuvazinin etkin bir bölümünün yanısıra ordu ilebürokrasinin önemli bir kesimi ile parlamentodakiana muhalefetin hala da laik düzen bekçisi olarakorta yerde durduğu koşullarda dinci partinin bunacüret edebilmesi, onun gelinen yerde bu gücü artıkkendisinde görmesinden geliyor ve bu çok temelsizbir inanç da değil kuşkusuz.

Halen dinci partiyi güçlü kılan ve gitgide degüçlendiren bir dizi etken var. Bunların başlıcalarınışöyle sıralamak mümkün:

Her şey bir yana, dinci parti bugün tek başınahükümet kurabilecek düzeyde güçlü bir oy desteğineve dolayısıyla parlamento çoğunluğuna sahip.Demokrasi adı altında sürdürülen parlamenteroyunun biçimsel kuralları uygulamada kaldığısürece, bunun her şeye rağmen önemli bir avantaj vepolitik güç ifadesi olduğuna kuşku yok. Dahasıbiçimsel parlamenter kuralların dışına çıkılmadığısürece dinci partiye burjuva siyaset sahnesininiçinden etkili bir alternatif çıkarabilmenin olanağı dahalen yok ve görünür bir gelecek için de olacak gibigörünmüyor. Parlamenter burjuva muhalefeti derinbir iflası yaşamaktadır ve kitlelerin geniş kesimlerinezdinde yeniden itibar kazanabilme şansındanyoksundur.

İkincisi, parlamenter çoğunluk ve tek başınahükümet kurabilme olanağı, dinci partiyi bir bütünolarak tekelci büyük burjuvazi için bugünvazgeçilmez kılıyor. Zira 5 yılı aşan icraatı ile birbütün olarak büyük burjuvazinin ihtiyaç duyduğu hertürlü emek düşmanı önlemi alabildiğini ve her türdensosyal saldırıyı gerçekleştirebileceğini kanıtlamıştır,her yeni icraatı ile kanıtlamaya da devam etmektedir.Salt bu açıdan bakıldığında burjuvazinin hiçbirkesimi ondan şikayetçi değildir, tam tersine azgın vekuralsız bir sömürü ve yağma için bugününkoşullarında dinci parti burjuvazinin tümü içingerçekte vazgeçilmezdir.

Üçüncüsü ve elbette önem bakımından gerçektebirincisi, emperyalizmin halen sürmekte olandesteğidir. AKP emperyalist efendilerin her alandakiistem ve beklentilerine en iyi biçimde yanıt vermeyeçalışarak bu desteği almakta ve korumayaçalışmaktadır. İç iktidar didişmesi onu bu konudadaha titiz davranmaya, emperyalizmin desteğinikoruyabilmek için bir dediğini ikiletmemeyeyöneltmektedir. Dinci parti çok iyi bilmektedir ki,emperyalizm desteğini çektiği andan itibaren düşüşühızlı ve kaçınılmaz olacaktır.

Dördüncüsü, sırtını dayadığı özel tekelcigruplardan alınan güçtür. AKP bugün bir bütünolarak işbirlikçi büyük burjuvazinin çıkarlarına

hizmet ediyor olsa da, bu onun burjuvazinin birkesiminin (son 30 yıl içinde palazlanan ve bugünartık etkili bir tekelci sermaye kesimi haline gelendinci ya da muhafazakar Anadolu büyük burjuvazisi)özel çıkarlarını da temsil ettiği gerçeğinideğiştirmez. Nitekim siyasal sahnede laiklik-şeriatçıkutuplaşması adı altında olup bitenler, gerçektetekelci büyük burjuvazinin iki ana grubunun sömürüve yağmada daha etkin bir konum elde etmek içinyürüttükleri bir iç iktidar mücadelesinin siyasalyansımasından başka bir şey değildir. AKP’ninarkasında bugün özel bir güçlü tekelci sermayekesimi vardır ve tam da bu sayede bu kesim gündengüne daha da güçlenmekte, bu durum başta TÜSİADolmak üzere geleneksel tekelci sermaye kesimlerinigitgide daha çok rahatsız etmektedir. Fakat ötekikesim de elde ettiği politik avantajlara dayanarakiktidarda daha etkin bir konum kazanmak üzerehalen hırsla yüklenmektedir. Türkiye’de dinselgericiliğin feodal, yarı-feodal öğeler ile gelenekselorta burjuva katmanlara dayalı olarak sistemineteğinde ve büyük burjuvazinin uyumlu bir eklentisiolduğu dönem artık geride kalmıştır. Bu kesim kendiiçinden güçlü tekelci gruplar çıkarmıştır ve bunlarhalen devlete hakim olmak ve topluma kendi iktidarmevzilerini güçlendirecek biçimler vermekçabasındadırlar. AKP bunun taşıyıcısıdır ve kendineözgü sınıfsal gücü aynı zamanda buradangelmektedir. Özetle dinsel gericilik artık egemenburjuva gericiliğinin kitleleri denetim altındatutmakta yararlandığı bir yan eklentisi değil, fakatsistemin etkin ve asli bir öğesidir, giderek de hakimöğe olmak isteği ve çabası içindedir.

Beşincisi, dinci partinin beş yılı aşkın bir süredirtek başına hükümet ediyor olmasının ve çok dahauzun süreden beridir başta büyük kentler olmaküzere belediyelerin büyük bir bölümünü elindetutuyor olmasının ona sağladığı muazzamkadrolaşma olanağıdır. Dinci parti devleti elegeçirmede sanıldığından da büyük bir başarı

sağlamıştır. Bugün hükümet ve meclisin ötesinde,cumhurbaşkanlığı, polis teşkilatı, bürokrasininönemli bir bölümü, YÖK ve üniversitelerin kaydadeğer bir bölümü, medyanın önemli bir bölümü dincipartinin elinde ve hizmetindedir.

Altıncısı, dinci partinin köklü bir örgütselgelenekten gelmesi ve oy desteğinin ötesinde güçlü,bilinçli, hırslı, gayretli ve özgüveni giderek artan birkadrosal ve kitlesel güce sahip olmasıdır. Bu onubelki bir ölçüde MHP hariç tüm öteki alışılmışburjuva parlementer partilerden ayıran önemli biryanı ve üstünlüğüdür. Buna hemen tümü de bugündinci parti etrafında saf tutmuş ve onun başarısınıkendi başarıları olarak gören her türden şeriatçıtarikat ve cemaat örgütlenmesi de dahildir.

Nihayet yedincisi, onun bugün düzenin en büyükbaşağrısını oluşturan Kürt sorunu kapsamında sahipolduğu özel üstünlüktür. Dinci parti Kürdistan’ınhalen en büyük partisidir, Kürt burjuvazisinin, topraksahiplerinin, aşiret reislerinin, tarikat şeflerininönemli bir bölümü, Kürt büyük burjuvazisinin isehemen tümü bu partiyi desteklemektedir ve onunsaflarında örgütlüdür. Bu bugünün koşullarında veKürt sorunu çerçevesinde, dinci partiye düzen içindeayrı bir güç ve ayrıcalık da sağlamaktadır. Kürthalkının yeminli düşmanları olan generaller bilehalen bu açıdan dinci partiyi sorunun denetim altınaalınıp bastırılmasında önemli bir olanak olarakgörmektedirler.

Bütün bu üstünlük, avantaj ve olanaklarınbileşkesi olarak ortaya çıkan çok önemli sınıfsal,siyasal ve idari güç dinci partiyi 22 Temmuz’dan beridaha atak davranmaya, devleti ele geçirmek,toplumsal ve kültürel yaşamı kendine göre yenidendüzenlemek üzere bir dizi hamle yapmayayöneltmiştir. Bu çabalar onun alışılmış türden birhükümet partisi olmaktan öteye bir iktidar partisiolmaya ve öyle davranmaya yönelmesi anlamınagelmektedir. Rejim krizini yaratan, ağırlaştıran vesüreklileştiren tam da bu yöneliştir.

Güncel6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Dinci partinin gücü ve pervasızlığı nereden geliyor?

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Burjuvaların iftar yemeği verme modası başladı.Anadolu’nun birçok kentinde iftar çadırları kuruldu.Ayrıca çadırda yemek verme yerine ihtiyaç sahibiailelere kart dağıtılması, semt sakinlerinin katılabileceğisokak iftarları ve evlere sıcak yemek dağıtılmasıçalışmaları da arttı. Bu faaliyetler dinci gericiliğintoplumsal desteğini genişletmeye yönelik çabalarıdır.

Azgın saldırılarla kitlesel yoksulluk ve sefaletiartıran sermaye hükümeti suç ortağı olduğu bu tablodannemalanmak istemektedir. İftar çadırları ya dayoksullara yardım çabaları, AKP başta olmak üzereinanç tacirleri için birer reklam aracı haline getirildi.Yalnızca Ramazan ayı ile sınırlı olan bu moda,emekçilerin giderek daha fazla yoksullaştığının ve açlıksınırı altında yaşamaya mahkum edildiğinin en çarpıcıkanıtıdır.

Çadırların önünde uzun kuyruklarda bir tas yemekiçin bekleyen ve sosyal güvenlik hakkından yoksunolarak yaşayan milyonlarca emekçinin içinde bulunduğudurum düzenin ürettiği yoksulluk tablosunungöstergesidir. Emekçiler arasında sadaka kültürüyaygınlaştırılmakta, sorunların bu şekilde “dini ihsan veinayet” yoluyla çözüleceği inancı pekiştirilmeyeçalışılmaktadır.

Çadırlarda boy gösteren AKP’nin şefi Recep TayipErdoğan, bakanları ve kimi düzen güçleri bu yollayoksul emekçilerle yanyana oldukları görüntüsünüvermeye çalışmaktadırlar. Sermaye medyası ise bugörüntüleri işçi ve emekçilerin evine taşımak içinyarışmaktadır.

İftar çadırları emekçileri düzene yedeklemenin aracıolarak kullanılmakta, “şükür” kültürününoluşturulmasında önemli bir işlev görmektedir. İftarçadırları emekçilerin kendine yabancılaştırılması,düşkünleştirilmesi hedefine de hizmet etmektedir.

Açlığın çözümünün bir aylık iftar çadırlarındaolmadığını egemenler de bilmektedir. İftar verenlerinamaçlarından biri de emekçilerin kendilerine “minnet”duymalarını sağlamaktır.

Ramazan boyunca iftar çadırları kuran AKP diğeryandan sefalet ve açlığı katmerleştiren yıkımpolitikalarına hız vermektedir. Yoksulluğun, işsizliğinayyuka çıktığı, açlık sınırının altında milyonlarcaemekçinin yaşadığı Türkiye’de “altta kalanın canıçıksın”, “gemisini kurtaran kaptan” anlayışıemekçilerde hakim kılınmak istenmektedir.

Kapitalizm yolsuzluk ve dilencilik kültürünü bizzatbeslemekte, çürümenin derinleşmesine nedenolmaktadır.

Sadaka kültürü dinsel gericilikten beslenmektedir.“Yeşil kuşak” projesinin bir gereği olarak uygulamadatutulmaktadır. Özelde AKP hükümetinin, geneldesermaye devletinin hedefi işçi sınıfı ve emekçilerinkendi güçlerini anlamalarını sağlayacak mücadeledenuzaklaştırmak, düzene muhtaç hale getirmektir. Buyönüyle toplumsallaştırılmaya çalışılan sadakakültürünün bir parçası olan iftar çadırları kapitalizminnefes borularından biri olarak öne çıkmaktadır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ileBelediyeler aracılığı ile yaygınlaştırılan sadakayadayanan yaşam biçimi ve kültürü özellikle AKPhükümeti ve belediyeleri eliyle yaygınlaştırılmaktadır.

Sermaye düzeni yıllardır dini kendi sefil çıkar ve

ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaktadır. Din emeğintoplumsal kesimlerinin düzen dışına çıkmasınıengelleme noktasında önemli bir rol oynamaktadır.

İftar sofralarına en büyük desteği veren AKPhükümeti Ramazan boyunca emekçileri aşağılayanmanzaraların önünü açmakta ve sadaka kültürünüyaygınlaştırma politikalarına hız vermektedir. Devletmemurlarının zekat alabilecekleri yolunda fetvalaryayınlanmakta, böylece kamu emekçilerinin zekatalabilecek kadar kötü durumda olduklarını itiraf etmekteve onları aşağılamaktadır. Tüm bunlar emekçileriaşağılayan sermaye düzenin gerçekliğidir.

Emekçiler bir yandan emek sömürüsüne maruzkalmakta, öte yandan da düşkünleştirilmekte veaşağılanmaktadır. Onurlarıyla oynanmaktadır. Biryandan sefahat içinde kapitalistler, diğer yandasadakaya alıştırılmaya çalışılan, iftar çadırlarında vesofralarında onurlarıyla oynanan emekçiler… İştekapitalizm budur!

İşçi ve emekçiler sadaka kültürüne, iftar çadırlarınakarşı insanlık onurunu korumalı, sermaye düzeninekarşı mücadeleyi büyütmelidirler. Kapitalizmin işçisınıfı ve emekçileri aşağılayan, onursuzlaştıran,kimliksizleştiren sadaka kültürünü ve anlayışınıparçalamalıdırlar.

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

İftar çadırları emekçileri düzene yedeklemenin aracı…

Sadaka kültürünün kaynağıkapitalizme karşı mücadeleye!

TİB ‘özel hayatı’hatırladı

Başladığı günden itibaren katillerin aklanmasıve örtbas üzerine kurulu Hrant Dnik cinayetidavasında yeni bir örtbas gerçeği açığa çıktı.

Hrant Dink cinayetinin perde arkasınıaydınlatabilecek çok önemli bir bilgiTelekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)engeline takıldı. Düzen güçleri arasındaki dalaştaher türlü bilgi ve belgenin elde edilmesi içinseferber olan TİB, Dink öldürüldüğü sırada, olayyerinde tetikçi Ogün Samast dışında şüpheli 4kişinin daha bulunduğunu belirten avukatlarınmahkeme kanalıyla ilettikleri cinayet işlendiğisırada o civarda bulunan kişilerin telefonnumaralarının gönderilmesi talebini “özelhayatın ihlali” olacağı gerekçesiyle reddetti.

Dink ailesinin avukatlarının yaptıkları görüntüanalizine göre, 19 Ocak 2007 tarihinde cinayetinişlendiği Agos gazetesi önünde dolaşan ve sık sıktelefonla konuşurken güvenlik kameralarınayakalanan bir kişi var. Görüntülerde bu kişinin,yanına yaklaşan yaşlı bir adamla konuştuğu vediğer bir şahısla da işaretleştiği görülüyor.Dink’in Agos’tan çıkıp girdiği bankadanayrılmasından sonra arkası dönük olduğu haldetelefonla konuşan bu kişi, birden bire dönerekDink’in bulunduğu yöne bakıyor. Cinayetinardından Samast kaçarken, aynı kişi yanında birbaşka kişiyle birlikte arkadan bir süre bakıyor vesonra da o bölgede bulunan bir inşaata giriyor.Avukatlar, görüntülerdeki ikinci kişinin YasinHayal’in ağabeyi Osman Hayal olduğunu önesürüyor. Bu amaçla Trabzon EmniyetMüdürlüğüne Hayal ’in biyometrik fotoğrafınınçekilmesi için yazı yazıldı ancak fotoğraf Hayalbulunamadığı gerekçesiyle mahkemeyeulaştırılmadı.

TİB’in bu tavrına rağmen Yargıtay bir süreönce, yine bir cinayet davasında tanıklarıntelefon detay kayıtlarının ve HTS (ceptelefonunun bulunduğu yerleri belirten raporlar)bilgilerinin mahkemeye gönderilmesine kararvermişti. İstendiğinde teknolojik olanaklarıseferber eden düzen yargısının, Dink’in gerçekkatillerini koruduğu bir kez daha görüldü.

Davada Ali Cengiz oyunuDink davası kapsamında yürütülen

soruşturma boyunca deliller karartıldı, devletincinayetteki rolü itinayla hasıraltı edildi.Cinayette açık ihmali olduğu bilinen emniyet üstdüzey yetkilileri doğrudan soruşturmayamüdahale etti. Cinayet bir-iki tetikçinin üstüneyıkılmaya çalışıldı. Fakat tetikçiler de türlüoyunlarla sıyrılmaya çalışıyor.

Yasin Hayal’ın avukatı Eda Salman,müvekkilinin bir önceki duruşmada kendisininPelitli halkı tarafından tehdit edildiği yönündekiiddialarını hatırlatarak ,bunun üzerine cezaevimüdürlüğüne başvurduğunu dile getirdi.Cezaevinden son 6 ayda Hayal’i avukat dahil hiçkimsenin ziyaret etmediğinin bildirildiğinibelirtti. Hayal’in ruhsal durumunun hastaneyesevk edilerek tespitini istediğini hatırlattı.

Mahkeme heyeti, Hayal’in TekirdağCumhuriyet Başsavcılığınca adli tıp uzmanınamuayene ettirilerek, gözlem altına alınmasınıistedi. Akıl hastası olup olmadığı yönündeCMK’nın 74. maddesinin 1. fıkrası uyarınca raporaldırılıp gönderilmesinin istenmesine kararverdi.

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Sınıf hareketi8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Kapitalizmin krizi dünya üzerindeki etkisini artırmayadevam ediyor. Alınan tüm önlemlere rağmen krizinetkilerini atlatamayan birçok Avrupa ülkesi halen iflastehlikesi ile karşı karşıya. Kapitalizmin beşiği ABD’deise, kriz, cumhuriyetçi ve demokrat partilerin borçlanmalimitinin arttırılması konusunda vardığı zorunlu uzlaşınedeni ile kısa bir süreliğine ötelenmiş oldu.

Bu gelişmeler 2008’de yaşanan krizin ifade edildiğigibi sadece “mortgage krizi” olmadığını, esasında‘70’lerden beri ötelenen kapitalizmin yapısal krizininartık metropol ülkeleri de içine alarak sistemi derin biriflasa doğru sürüklediğini bir kez daha gösteriyor.

Şimdilik kapitalist ülkeler borçlanma oranlarınıarttırarak ya da birbirlerini iflastan kurtararak kriziatlatmaya çalışsalar da yakın gelecekte çok daha derinsarsıntılar yaşanması sürpriz olmayacaktır. Busarsıntıların yükünün bir kez daha işçi ve emekçilereyüklenerek hafifletilmeye çalışılacağı ise açıktır.

Özellikle Avrupa’da ve krizin etkisi ile iflasın eşiğinegelen Yunanistan gibi ülkelerde krizin işçi ve emekçileriçin nasıl bir yıkıma dönüştüğünü görmeye başladık bile.Yıllardır adım adım uygulanan neo-liberal politikalar iflastehlikeleri ile birlikte çok daha hızlı ve pervasız birşekilde gündeme getirilmektedir. Bunun doğal sonucu isekrizin derinleştiği ülkelerde sınıf çatışmasının sürekliolarak şiddetlenmesi olmaktadır.

Teğet geçen krizin sonuçları

Tüm dünyada krizin olası etkileri ile birlikte hiçbirülkenin kendisini bu etkilerden kurtaramayacağı açık açıktartışılırken AKP şefi Tayyip Erdoğan ise demagojiyedevam ediyor. 2008 yılında krizin “teğet geçeceğinden”ve “fırsata dönüştürülebileceğinden” dem vuran TayyipErdoğan, şimdi de işi bir adım daha ileriye götürerek“Kriz, bu sefer teğet bile geçmeyecek!” diyor. Buaçıklamanın krizin olası sonuçları üzerinden AliBabacan’ın yaptığı açıklamanın hemen ardından gelmesiise, iktidarı etkin bir sosyal demagoji ile devam ettirenTayyip Erdoğan’ın bu silahını yine devreye soktuğunukanıtlıyor.

Oysa teğet geçtiğini iddia ettiği 2008 krizininsonuçlarını Türkiye işçi ve emekçileri tüm sonuçları ile enderinden hissetmişlerdi. 2008’in 3. çeyreğinden 2009’un3. çeyreğine kadar Türkiye ekonomisi %8 küçülürken,2008 Ekim’i ile 2009 Şubat’ı arasında resmi rakamlarlabile 760 binin üzerinde insan işsiz kalmıştı. Yine budönemde sanayi işçilerinin reel ücret kayıpları ise %7’lereulaşmıştı.

Bu dönemde krizi Erdoğan’ın deyimi ile fırsataçevirenin ise sermaye sınıfı olduğu rakamlardan daanlaşılmaktadır. Sermayenin koçbaşı Sabancı Holding’innet karının %129, Koç Holding’in ise %309 oranındaartması boşuna değildir.

Krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçilereçıkartılmasını yoğun tensikatlarla birlikte hayata geçirilenesnek üretim saldırılarında görebiliyoruz.

Teğet geçtiği iddia edilen bu dönemin, ülke ekonomisiiçin yarattığı sonuç ise %12’lere ulaşan cari açıktan ve300 milyar dolara ulaşan dış borç stokundan rahatlıklagörülebilir. 300 milyar dış borç stokunun üçte ikisininözel sektöre ait olduğunu ve bunun da dörtte birinin kısavadeli olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Zira bu borçtablosu Türkiye’nin de kapitalizmi korkuya sürükleyenkrizden yakayı sıyıramayacağının en dolaysız kanıtıdurumundadır. Kapitalist metropollerin krizdenkendilerini sıyırabilmek adına çevre kapitalist ülkelereakıttıkları sıcak paraları çekmeye hazırlanmaları iseTürkiye ekonomisi payına bu sorunu çok daha yakıcı birhale getirmektedir.

Kaldı ki bir kördüğüm ile birbirine bağlı olan dünyakapitalist sisteminde metropol ülkelerde yaşanan krizinçevre ekonomilerde etkisinin hissedilmemesi mümkündeğildir.

Tüm bunların sonucu dünya kapitalizmi ile birlikteTürkiye kapitalizminin de derin bir kriz ile karşı karşıyaolduğudur.

Zaten AKP şefi de bunu çok iyi bilmektedir. Tümdemagojik söylemlerine rağmen ortaya koyduğu yenihükümet programı da bu gerçeği teyit eder niteliktedir.Kıdem tazminatı ve esnek üretimle ilgili düzenlemelerinivedilikle gündeme getirilmesinin ardında da bu gerçekyatmaktadır.

Sermaye sınıfı ve onun sözcüsü konumundaki AKPhükümeti çalışma yaşamını iyice çekilmez hale getirecekbu uygulamaları hızla devreye sokarak derinleşen krizinetkilerini kendi üzerlerinden atmaya çalışmaktadır. Kaldıki bu sefer 2008 yılında yaptığı gibi ülke dışındaki sıcakparayı ülke içine çekecek manevralar yapma olanakları dabulunmamaktadır. Bu ise onlar payına tek çare olarak işçive emekçilere dönük saldırılara hız verme sonucunudoğurmaktadır.

Ancak bununla birlikte bu saldırı hazırlıklarının AKPşefini fazlası ile tedirgin ettiğini de söyleyebiliriz.Yıllardır adım adım devlet aygıtı üzerinde etkin birdenetim kurmaya çalışan dinci gericilik, gelinen aşamadakendisini alaşağı etme potansiyeli taşıyan en ciddi tehlikeile yani sınıf çatışmasının derinleşme riski ile karşıkarşıyadır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da sosyalhoşnutsuzlukların ürünü olan halk ayaklanmaları ilebirlikte Avrupa ve hatta Amerika’da sınıfın eylemlitepkilerinin giderek yoğunlaşması onlar için önemli birkorku kaynağıdır.

Bu yanıyla önümüzdeki dönem kapitalizminderinleşen krizi ile birlikte artan sosyal hoşnutsuzluklarave bunun ürünü olan sınıf çatışmalarına sahne olacaktır.Bu ise sermaye sınıfı ve dinci gericilik payına işçi sınıfıbaşta olmak üzere tüm toplum üzerindeki baskının dahada yoğunlaştırılacağı anlamına gelmektedir.

Yaklaşan kriz her boyutu ile işçi ve emekçiler içinbüyük bir yıkım anlamına gelmektedir. Bu tüm dünyadaolduğu gibi Türkiye için de böyledir. Dolayısı ile işçi veemekçilerin yaşamını cehenneme çevirecek olan krizekarşı devrimci çıkış yolunu yaratmak acil bir görev olarakönümüzde durmaktadır.

Kapitalizm yeni bir krize hazırlanırken…

Yaylacı mücadeleylekazandı

Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi’nde iştenatılan taşeron işçinin direnişi kazanımla sonuçlandı.Sosyal-İş Sendikası Üyesi Sedat Yaylacı işbaşıyapacak.

Sosyal-İş yöneticileri ile üniversite yetkilileriarasında yürütülen görüşmeler sonucunda, SedatYaylacı’nın vasfına uygun bir göreve yerleştirilerekçalışmaya devam etmesi izerine mutabakatavarıldı.

Sosyal-İş Sendikası Örgütlenme Daire BaşkanıHüseyin Kaşif, Yaylacı’yı bu zorlu süreçteki onurluduruşu, sabrı ve sendikal disiplini nedeniylekutladıklarını belirterek, kendilerine destekverenlere teşekkür etti.

Savranoğlu Deri önünde eylem

İşçi kıyımına ve sendika düşmanlığına karşıKampana Deri’nin Tuzla’daki fabrikası önündedirenişlerine devam eden Deri-İş üyesi işçiler, 28Temmuz günü Güngören’deki Savranoğlu Deri(Kampana) satış mağazası önünde eylemdeydi.

Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Tay yaptığıkonuşmada, Kampana işçilerinin taşeron çalışma,esnek çalışma, kuralsızlık, uzun saatler, düşük ücretkarşılığı çalışma, iş sağlığı ve güvenliğine aykırıçalışma gibi işçi sınıfının yaşadığı tüm sorunlarıyaşadıklarını ve bunun için örgütlendiklerini ifadeetti. Tay, Kampana işçilerinin mücadelesinin vetaleplerinin tüm işçi sınıfına ait olduğunu söyledi.

Kampana patronuna seslenen Tay, tek meşruve yasal çıkış yolunun işçilerin haklarına saygıduyulması ve sendikayla toplu sözleşme masasınaoturulması gerektiğini söyledi.

Mukavva işçilerine Türk-İş ziyareti

Form Mukavva Ambalaj firmasında sendikalörgütlenme mücadelesi verdikleri için işten atılan17 işçi eylemlerine devam ediyor.

Türk-İş ve bağlı sendikaların şube başkanlarıSelüloz-İş üyesi işçilere 28 Temmuz günü destekziyareti gerçekleştirdi.

Türk- İş 3. Bölge Temsilcisi Mustafa Kundakçı,mağdur olan işçilerin her zaman destekçileriolduklarını söyledi. İşçilere erzak yardımı yapıldı.

İşçiler ise mücadele programları hakkında bilgiverdi. İzmir ile Ankara’ya da yürüyüşdüzenleyeceklerini söyleyen işçiler, açlık grevinebaşlamaya hazırlanıyor.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Kıdem tazminatının fona devredilmesiyle ilgili songelişme ise, 670 lira olan işsizlik maaşının üst sınırının1256 liraya çıkartılması.

Burjuva medya tarafından “İşsizlere büyük müjde,işsizlik maaşları yükselecek” başlıklarıyla pazarlananaldatmacaya ve sermayenin önüne koyduğu saldırıhamlelerine ilişkin Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu (DİSK) Araştırma Enstitüsü MüdürüF. Serkan Öngel ile görüştük.

Öngel: AKP, toplumsal tepkinin sinyallerini aldı

Fonun kullanımıyla ilgili ortaya atılanları “AKPhükümetinin ciddi bir toplumsal tepkinin sinyallerinialmış olmasına” bağlayan Öngel, bu söylemlerinarkasında yatan amacı şöyle özetledi:

“Kıdem tazmitanı, Ulusal İstihdam Strateji Belgesidiye kamuoyuna yansıyan saldırının en belirginhususlarından birini oluşturuyor. Esneklikle ilgilidüzenlemelerin de anahtar unsurlarından biridurumunda. Çünkü esnekliğin çeşitleri var. Özellikle‘istihdamda esneklik’ dendiğinde işverenler kolaycaişten çıkartmayı anlıyor. Hükümet de bunu çok kararlıbir biçimde hayata geçirme arzusunda. Buradatoplumsal anlamda çok ciddi destek sağlayabileceğibir taban arayışı var. Bu taban arayışının da temelunsurlarından biri belki de uzun zamandan beriaksayan, yürümeyen ve çözülmesi gereken birboyutunu, yani bu fonun gerçek anlamıyla işsizlerinfaydalanabileceği bir biçimde hayata geçirilmesinoktasıdır. Dolayısıyla aslında bunu bir pazarlıkunsuru ya da bu acı reçeteyi içirirken zaten daha önceyapılması gereken düzenlemeyi, toplumsal desteksağlamak için bir araç olarak kullanıyorlar. İşsizlikfonunda biriken para ve işsizlerin bundanyararlanamama hali dönem olarak da kıdemtazminatıyla beraber gündeme getiriliyor. Bu konuda,bu şekilde bir söylemin geliştiriliyor olmasının yeganenedeni, AKP hükümetinin ciddi bir toplumsal tepkininsinyallerini almış olmasıdır. AKP hükümeti bu sinyallerialdığı için aslında yeni birtakım düzenlemeleri kendiiçinde konuşuyor ama kendi içinde de yine bunaitirazlar çıkacaktır. Çünkü fon devasa bir fon vehükümet bu fonu istediği gibi kullanabilecek. Böyle birşeyden vazgeçecek ya da gerçekten işçiler lehinekullanacak bir mekanizmayı üretme konusunda ağırdavranacaktır. Sunuluş biçimiyle de eksikleri olan birunsur. İşsizlik fonu herhangi bir koşula bağlanmaksızın

işsiz kalan herkese, kayıtlı işsizlerin hepsine ödenmesigereken bir tutar olarak algılanmalı. Mevcut halindeise, mevcut sistemi koruyan ve sadece çeşitliiyileştirmelerle, yararlanacağı kişilerin sayısını birazdaha arttırabilecek bir düzenlemeye gitmeyi tercihediyorlar. Bu da niyeti ortaya koyuyor”

“İşsizlik fonunu pazarlık unsuruhaline getirmeyi planlıyorlar”

İşsizlik fonunun 1999 yılında yasalaştığını ve2002’de AKP’nin iktidara gelmesinden önce yürürlüğegirdiğini hatırlatan Öngel, fonun kıdem tazminatınınkaldırılmasında bir pazarlık unsuru haline getirilmekistendiğine dikkat çekiyor. Öngel bu durumu şöyleanlattı:

“Bütün aksamalarına ve işsizlerin bundanyararlanamıyor olmasına rağmen (resmi olarak 165bin işsiz var. Halbuki bu sayı 3 milyona yakındır) ciddibir sorun alanı var. Bunu daha fazla taşıyabilecek birdurum da ortada yok. Sadece işsizlik fonundakidüzenlemeyi değil aynı zamanda sendikalarkanunundaki düzenlemeleri de aynı yasa çerçevesindegündeme getireceklerini düşünüyorum. Dolayısıylaönümüzdeki en önemli zorluklardan biri bunu nasılsunacaklarıyla ilgili bir problemdir. İşsizlik fonunu dakıdem tazminatının kaldırılmasında bir pazarlık unsuruhaline getirmeyi planlıyor olabilirler”

“Bütün işsizleri kapsayan bir düzenleme öngörülmüyor”

Öngel, işsizlik maaşının üst sınırının 1256 lirayaçıkartılması planını ise şöyle değerlendiriyor:

“Bugün tartışılan 1256 lira sadece üst sınırdır.Asgari ücretle çalışan bir kişi işsiz kaldığında dahafazla ücret almayacak. Zaten Sosyal GüvenlikKurumu’na kayıtlı çalışanların yüzde 44’ü asgariücretle çalışırken asgari ücretin çok az üzerindealanları da bu orana dahil ettiğimizde bu oran yüzde60’lara yaklaşıyor. Böyle bir düzenlemede bundanfaydalanma oranı düşük olacaktır. Küçük biriyileştirme yapılmış olacak ama bütün işsizlerinfaydalanabileceği bir düzenleme zaten öngörülmüyor.Dediğim gibi, bu söylemleri, kıdem tazminatıylabağlantılı olarak toplumsal destek sağlamak amacıylakullanacakları da çok açıktır”

Kızıl Bayrak / İstanbul

“İşsizlik fonu kıdem gaspınamalzeme yapılıyor”

“Madende ne varsainsanda onu arıyoruz”

Kütahya Gümüşköy’de bulunan Eti GümüşAŞ’ye ait maden işletmesinde çalışan işçilerinbazılarında sınır değerin üzerinde ağır metalkirliliğine rastlanması üzerine 65 işçi Ankara MeslekHastalıkları Hastanesi’nde tedavi altına alındı.

Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne giderekişçileri ziyaret eden ve işçilerin sağlık durumuhakkında hastanenin başhekimi Dr. HınçYılmaz’dan bilgi alan Ankara Tabip Odası konu ileilgili SES Ankara Şube ile birlikte basın toplantısıdüzenledi.

29 Temmuz günü yapılan basın toplantısındaortak açıklamayı okuyan Ankara Tabip Odası GenelSekreteri Selçuk Atalay, Kütahya’da “zehirlenme”endişesi taşıyan birçok işçi ve vatandaşın tedirginlikiçinde yetkililerden tatmin edici açıklamalarbeklediğine vurgu yaptı.

İşçilerin vücudunda krom, nikel, çinko, bakır,bizmut, kalay, alüminyum, civa, arsenik, kurşun vediğer metallerin araştırıldığı bilgisini veren Atalay,“İstanbul’da bir laboratuarda yapılan çalışmadaişletmenin 100 işçisinin 98’inde arsenik maruziyetitespit edilmiş durumda. Suda, toprakta, bölgede nevarsa insanlarda da o var. Madende ne varsainsanda onu arıyoruz” diye konuştu.

Sadece 65 işçinin değil tüm işçilerin maruziyetaçısından taranması gerektiğinin altını çizen Atalay,öncelikle işletmeye çok yakın olan YukarıKöprüören, Gümüşköy ve Dulkadir köylerindeyaşayanların hem tetkiklerinin yapılmasının hemde klinik olarak değerlendirilmesinin gerektiğinivurguladı.

Bölgedeki riskin tam olarak ortaya çıkarılmasıve Çevre Bakanlığı’nın suların, akarsuların analiziniyapması gerektiğini söyleyen Atalay, “ÇevreBakanlığı’nın hızla bölgeye müdahale etmesinibekliyoruz. Bu vesileyle ‘çevre etki analizleri’ diyebilinen prosedürlerin ne kadar doğruhazırlandığının da gözden geçirilmesi gerekiyor”dedi.

Kütahya’daki gümüş madeni işletmesinin 1986yılında kurulduğunu, 2006 yılında özelleştirildiğinive işletmenin en fazla kar eden şirketler arasındayer aldığını belirten Atalay, işletmenin 900 işçiçalıştırmasına ve “çok tehlikeli işyeri” sınıfında yeralmasına rağmen uzun süredir haftada bazı günlerişyeri hekimi çalıştırdığı bilgisini verdi.

Çalışma Bakanlığı’nın işletmeyi işçi sağlığı işgüvenliği konusunda denetlemesi ve işletmeninderhal bir işyeri hekimi istihdam etmesi gerektiğinidile getirdi.

TTB Merkez Konsey Üyesi Gülriz Ersözkonuşmasında konu ile ilgili TTB’nin içindebulunduğu bir bilimsel izleme kurulu oluşturulacağıbilgisini verirken, Metalurji Mühendisleri OdasıGenel Sekreteri Hüseyin Savaş, şu ana kadarişçilerin tamamına ve bölge halkına yönelik hiçbirtarama yapılmamasını eleştirdi. Savaş, işletmeninbir an önce kapatılması gerektiğini vurgulayarakilgili bakanlıkları göreve çağırdı.

Bakanlıktan siyanür yalanıKütahya Tavşanlı’daki Eti Gümüş tesislerinde 7

Mayıs 2011’de meydana gelen çökmenin ardındançevre ve insan sağlığının tehdit altında olmasınıgörmezden gelen yetkili kurumlara göre, bölgedesiyanür tehlikesi bulunmuyor. Sağlık Bakanlığı,işçiler ve bölgede oturan insanlar üzerinde yapılananalizlerde siyanürle ilgili zehirlenmesaptanmadığını iddia etti.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Röportaj10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Birleşik Metal İşçileri Sendikası şube genelkurulları Haziran ayında yapılmaya başlandı. Bizler,üzerinden yaklaşık 1 ay geçmiş olmasına rağmen şubegenel kurullarına ilişkin deneyimlerimizi vedüşüncelerimizi paylaşmayı önümüzdeki sürecin dahaiyi ilerlemesi açısından gerekli görüyoruz. Bu yüzden,başta genel kurulların işlevi olmak üzere bu süreciöncesi, genel kurul günü ve sonrası olarak ele almayaçalışacağız.

Bildiğiniz gibi, Türkiye’de işçi sınıfına dönük sonyılların en kapsamlı saldırısı olan ve biz işçileri tamanlamıyla köleliğe mahkum eden ‘Torba Yasa’saldırısının yapıldığı bir dönemde genel kurullar süreciyaşanıyor. Yanı sıra, uygulanmaya başlanan Özelİstihdam Büroları ile kiralık işçilik, yani iş güvencesiz,geleceksiz, sendikasız, sigortasız çalışmayaygınlaştırılıyor. Taşeronlaştırmanın veözelleştirmelerin artmasıyla birlikte ise işçi sınıfınınbugüne kadar kazandığı hakların bir bir ellerindenalınmasının yolu açılıyor. Kıdem tazminatının “fonoluşturulacak” bahanesiyle kaldırılması ise sondönemdeki en büyük darbe olarak bizlerin karşısındaduruyor. Örgütsüzleştirme saldırısının hızkazanmasıyla birlikte işsizlik, açlık ve sefalet gitgidederinleşiyor, bizlere kölece çalışmak dışında hiçbir haktanınmıyor.

Sınıfın ezici bir çoğunluğunun sendikasız olduğunudüşündüğümüzde, bu saldırılara topyekün bir tepkiörgütleyebilmek ve tüm saldırıları püskürtmek dahaçok sendikalı iş yerlerinin önünde bir görev olarakduruyor. Fakat bugünkü sendikal hareketebaktığımızda bunu başarabilmek ne yazık ki sözkonusu olamamaktadır. Bu durum şüphesiz on yıllarıbulan saldırının bir sonucudur. Özellikle, 70’li yıllaradamgasını vuran işçi sınıfının hareketliliğini veörgütlülüğünü dağıtmak ve böylelikle IMFprogramlarını, 24 Ocak kararlarını kolayca hayatageçirip kar oranlarını arttırmak için sermaye sınıfısendikaları adeta mücadeleyi denetleyen, dizginleyenörgütlülüklere dönüştürme yoluna gitmiştir. Bununsonucu olarak da sendikalar ve konfederasyonlarbugün için mücadele yerine uzlaşmayı, arabuluculukyapmayı tercih etmektedir. Yakın dönemde sona eren2010-2012 Metal Toplu İş Sözleşmelerinde yasaldüzlemlerle gasp edilen haklarımızın daha ileri vegünümüz ihtiyacını karşılayacak bir sözleşme yerine“ek protokoller” ile sürecin bitirilmesi yine aynıanlayışın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bugelişmelere bakarak 4 yılda bir yapılan genel kurullargeçmiş sürecin değerlendirildiği, eksikliklerintartışıldığı ve bu eksiklikleri gidermek için yenihedeflerin konulduğu ve karar altına alındığı,haklarımızı nasıl bir mücadele yöntemiylekazanabileceğimizin belirlendiği süreçler olmalıdır. Busüreç ayrıca “çağdaş sendikacılık” anlayışına karşı“sınıf sendikacılığı” anlayışıyla ortaya çıkan; fakat G-U, Sinter, Gürsaş ve Casper örneklerinde görüldüğügibi işçilerin ortak iradesini temsil etmek yerine,onların eylem isteğini boşa düşüren, kazanımı belirsiztarihlerde sonuçlanması beklenen mahkemelerdearayan bir çizgi izleyen son yönetimle hesaplaşılmasıgereken bir süreçtir.

Fakat bugüne kadar gerçekleşen genel kurullarınçoğu fabrikalardan ve işçi sınıfının sorunlarından uzak

bir şekilde geçerek, daha çok koltuk kavgalarına vekişisel kaygılara sahne olmuştur. Tabanın iradesinihakim kılıp bürokratik ve mücadeleyi denetleyen biranlayışı değiştirmek yerine tartışmalar daha çok biryönetimin gidip başka bir yönetimin gelmesinesıkıştırılmıştır. Delegeler, omuz omuza mücadeleedeceği sınıf kardeşlerinin temsilcileri olarak değil, oydeposu olarak görülmüş, sahte taraflaşmalar vekıyasıya bir rekabet işçilerin genel gündemlerinigölgelemiştir.

Tüm bunlara karşın, sermayedarların karşısındahaklarımızı ellerimize almak için güçlü bir örgütlülüğeve iradeye sahip üye tabanı ile sendikaların mücadeleetmesi olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu yüzden bizler,Penta, ABB Dudullu, Aksan’da çalışan ilerici-öncüdelegeler olarak şubemizin genel kurulu öncesinde biraraya geldik ve bakış açımız doğrultusunda çalışmalaryürüttük. Peki, neydi bu çalışmalar?

İlk adım olarak, şube genel kurullarınınfabrikalarımızda gündemleştirilmesi gerekiyordu.Bugün çalıştığımız yerlerde iş arkadaşlarımızın kendisorunlarına uzak, yabancı veya ilgisiz olduğunu gözönünde bulundurursak bunun zor olduğununfarkındaydık. Çünkü biliyoruz ki, yukarıda dabahsettiğimiz gibi sendikalarımız bugün bürokratlarınelinde olduğu müddetçe işçileri bilinçlendirmeyedönük ya da onların bu süreçte doğrudan aktifolmasına dönük bir girişimde bulunmayacaklardı. Kiöyle de oldu. Delege seçimleri, sonlanması gerekentarihten yalnızca iki gün önce bildirilerek en baştan bubilinçlenme ve işin aktif yürütücüsü olmanın önünegeçilmiş oldu. İki gün içinde delegeler seçilecek vearkadaşlarımız ne yapmaları gerektiğini bilmeden, yada genel kurulların ne işe yaradığını, bugüne kadaryapılanları ya da yapılmayanları bilmeden delegeseçilecek ve sadece gidip oy kullanacaktı.

Fabrikamızda seçim olmadı. Delegelerin bir kısmıkendi istekleriyle aday oldular, bir kısmı isetemsilcimizin yönlendirmesiyle aday oldu. Bundaşüphesiz hem arkadaşlarımızın ilgisizliğinin hem deonlara bu bilinci vermeyen sendikacıların payı var.Bizler de bu noktada eksik kaldık. Çünkü delege

seçimlerini ya da genel kurul tarihini beklemeden,birkaç ay öncesinden hazırlığa girişebilir ve daha iyibir çalışma yürütebilirdik. Deneyimsiz oluşumuzbunda etkendi. Yine de yapabileceklerimiz konusundatartışmalar yürüttük, kararlar aldık. Sınırlı da olsadelege olmayan arkadaşlarımızla genel kurullarıtartıştık ve onlara kendilerini temsil edecek delegelerolarak nasıl bir sendika istediklerini sorduk. Amacımızortak bir bakış açısı etrafında bir araya gelmek vegenel kurulu tam da olması gerektiği gibi oy kullanılıpgidilen değil tartışmaların yürütüldüğü bir günedönüştürmekti. Hazırladığımız taleplerimizi veönergelerimizi onlarla paylaştık.

Konuştuğumuz arkadaşlarımız, çoğunluklaumutsuz ve sendikaya güvensizdi. Bir şeyindeğişmeyeceğini, gücümüzün olmadığınısöylüyorlardı. Yine de onların fikirleriniönemsediğimizi ve bunu genel kurula iletmekistediğimizi anlattık. Aynı tartışmaları delegetoplantısında da yürüttük. Hedefimiz ve şiarımızbaşından sonuna kadar “uzlaşmaya karşı fiili-meşrumücadele, bürokrasiye karşı demokrasi” oldu. Buyüzden de, “genel kurulların en çok iki yılda biryapılması”, “iş yeri komitelerinin karar organlarıolarak tanınması”, “şube temsilciler kurulu kararlarınınşube açısından, genel temsilciler kurulu kararlarınıngenel merkez açısından bağlayıcı olması”,“sendikalarda her hangi bir kademede görev alacakkişinin en fazla iki dönem üst üste yöneticilikyapması”, “grevdeki işçilere asgari ücret tutarındaödeme yapılması”, “genel kurul tartışmalarının işyerlerinden başlayarak yürütülmesi”, “bölgeselörgütlenme komisyonlarının oluşturulması ve örgütsüzfabrikaların örgütlenmesi”, “düzenli periyotlarla eğitimbroşürleri, bildiri vb. materyallerin çıkarılması” gibitaleplerimizi arkadaşlarımıza anlattık. Gerektemsilcilerimizin gerekse de delege arkadaşlarımızıntablosunu düşündüğümüzde bu toplantıların çok daverimli geçtiğini söyleyemeyiz. Fakat bu süreçte başkafabrikalardan görüştüğümüz kişilerle de yine “kişi” yada “liste” değil “bakış açısı” tartışması yürüttük.

Ve genel kurul günü… Bu çalışmayı yürütendelegeler olarak başından itibaren yaptığımıztartışmaları hayata geçirmek için öncelikle yukarıdasaydığımız taleplerden bir kısmını önerge olarakhazırlayıp bu önergelerin karar altına alınarak MerkezGenel Kurulu’na taşınmasını istedik. Fakat o gün çokaçık bir şekilde gördük ki, delegelerden temsilcilere,yöneticilere kadar her şey zaten önceden karar altınaalınmıştı. Önergelerin altına imza atılmayacak, hattaönergeler divandan okunmayacaktı! İlk olarak ŞubeBaşkanı yanımıza gelerek bunların temsilcilerkurulunda tartışılacağını, tüzük değişikliği için birkomisyon oluşturulacağını söyledi. Bir düşünün,fabrikalardan arkadaşlarını temsilen kurula katılandelegelerin olmadığı bir toplantıda tartışmalaryürütülecek. Yani geçelim karar almayı, delegelerinöneri sunma hakkı bile yokmuş! Oysa bizler genelkurulların sendikaların en üst karar organları olduğunubiliyorduk!

Yine de önergelerimizi divana sunduk. Fakat hiçbirşekilde okunmadı, okunmasını bırakalım, önergelersöz konusu bile edilmedi. Yine de bizler söz alarakbakış açımızı sunduk. Geçmişin değerlendirmesini

Birleşik Metal-İş 1 No’lu Şube Genel Kurulu’nun ardından…

“Sendikal bürokrasi dahil tüm engelleri aşmak için mücadeleye!”

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Röportaj Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

yaparak eksiklikleri ortaya koyduk. Özellikle ortadabırakılan direnişçi işçileri, uzlaşmayla sonuçlananTİS’leri gündeme getirdik ve fiili-meşru mücadeleninaltını çizdik. Sinter’den bir işçi de söz alarak direnişsüresince yaşadıkları sorunları anlatarak haklıeleştirilerde bulundu. Gürsaş işçisine ise iki defadivana bildirmesine rağmen söz verilmedi. 3. kez çıkıpsöz aldığında ise engellemeyle karşılaştı. Bu sıradasınıf devrimcilerinin işçilere söz hakkı verilmesi içinyaptığı müdahale de tam bir tahammülsüzlüklekarşılandı.

Daha sonra başka delege arkadaşlar da söz aldılar.Yaptığımız eleştirileri doğru bulmayan arkadaşlar,işçilerin gündemlerini ya da saldırılara nasıl karşıkoyacağımızı tartışmak yerine mevcut yönetimidestekleyen konuşmalar yaptılar. Seçimleregeçildiğinde de yine her şey oldukça “demokratik”yürüdü. “Blok liste mi”, “çarşaf liste mi” sorusunda“blok liste” kararı alındı. Merkez Genel Kurulu içinyapılması gereken delege seçimleri de önceden, yanidelegelerin olmadığı toplantılarda yapılarak, dahadoğru bir ifadeyle koltuk kavgasına düşenlertarafından belirlenerek tam bir “demokrasi” örneğisergilendi. Eksiklikleri görerek sendikalarımıza sahipçıkmak ve bu iddiaya uygun olarak görev almak için“Örgütlenme sekreterliği”, “Eğitim Sekreterliği” ve“Merkez Genel Kurul delegeliği” için yaptığımızadaylık başvurularının da önüne geçilmiş oldu. Hattabu başvurular kürsüden dile dahi getirilmedi vesessizce geçiştirildi. Kim olduğuna bakmadan,sunmaya çalıştığımız bakış açısını kabul eden ve budoğrultuda mücadele etmeye hazır herhangi bir kişinin

seçilmesi gerektiğini sürekli olarak vurgulamıştık. Buyüzden, bu anlayışın olmadığı, daha çok oy veripgitmeyle geçiştirilecek bir genel kurulda da bizler oykullanmayarak salondan ayrıldık.

Başta da ifade ettiğimiz gibi, şube genel kurulununüzerinden yaklaşık 1 ay geçti ve bu yazıyı yazmaktabiraz gecikmiş olduk. Fakat, mücadeleyi seçimlereindirgemediğimizi, işçi sınıfının taleplerini veihtiyaçlarını karşılayabilecek sendikalar için süreklive ısrarlı bir çaba harcamak gerektiğinidüşündüğümüzde aslında geç kalmış dasayılmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, sendikal bürokrasiişçi sınıfının mücadelesi karşısındaki en büyükengellerden biridir. Bu yüzden, tümdeneyimsizliğimize rağmen genel kurullarla birlikteönemli bir adım attığımızı düşünüyoruz. Bizler, köleyerine konulan, hiçe sayılan, görmezden gelinen,açlığa mahkum edilen işçi sınıfının sendikalbürokrasi de dahil olmak üzere önündeki tümengelleri aşmak için mücadele etmek gerektiğininbilincinde olan ve bu sorumluluğu taşıyan işçilerolarak bu adımlarımızı sıklaştırmaya çalışacağız.Bilinç-örgütlenme-eylem bütünlüğünü sağlamak için,tıpkı genel kurul öncesinde olduğu gibi, sonrasında dabir araya gelecek, sorunlarımızı tartışacak vemücadeleye kaldığımız yerden devam edeceğiz. O günkonuşmalarımızda bizi destekleyen, eleştirilerimizihaklı bulan ve mücadele perspektifimizi sahiplenenarkadaşlarımız başta olmak üzere, tüm sınıfkardeşlerimizi mücadelemize omuz vermeyeçağırıyoruz.

Penta’dan delegeler

Sendikalaştıkları için işten atılan GEA işçilerikapı önündeki direnişlerini 29 Temmuz günü sokağataşıyarak, patronun pervasız saldırılarını protestoettiler. Direniş alanında toplanan direnişçi işçiler veçeşitli fabrikalarda çalışan Birleşik Metal-İş üyesiişçiler; alkış, düdük, ıslık ve sloganlarla GebzeCumhuriyet Meydanı’na yürüdü.

Gebze Organize içerisinde attıkları sloganlarlapatronun tutumunu teşhir eden GEA işçileri,Güzeller ve İnönü mahallelerinden geçerek İbrahimAğa Caddesi üzerinden Gebze Cumhuriyet

Meydanı’na girdiler. Gebze ve Çayırova EmniyetMüdürlüğü’ne bağlı resmi ve sivil kolluk güçlerininablukası altında geçen yürüyüş boyunca direnişedestek çağrısı yapıldı. İşçilerin yürüyüşü Gebzeliemekçiler tarafından alkış ve araç kornalarıyladesteklendi.

Yaklaşık 6 km’lik yolu 2 saat yürüyerektamamlayan GEA işçileri, Gebze CumhuriyetMeydanı’nda BDSP, ÖDP, Emek Partisi, TKP veBirleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçiler tarafındankarşılandı. Meydanda Gebze Şube tarafından konuyailişkin bir basın açıklaması gerçekleştirildi.Acıklamayı yapan Gebze Şube Başkanı ErdoğanÖzer, sendikanın yaklaşık 3 yıldan bu yana GEA’daörgütlü olduğunu hatırlatarak işten atmalarlayetinmeyen GEA patronununun son olarak 17Temmuz günü fabrikayı polis kontrolüne bıraktığınıve üretimi durdurduğunu söyledi.

Durum tespiti ve gayrimenkul ile makine vediğer menkullerin satışı veya kaçırılmasınınengellenmesi için mahkemeden tedbir kararınınalındığını söyleyen Özer, “GEA Klima’dagerçekleşenler emeğe, çalışma hakkına ve sonuçtainsan haklarına yapılan bir saldırıdır” dedi.

Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde Gebzeİşçi Bülteni’nin Temmuz sayısının dağıtımıgerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

İstanbul Ümraniye’de kurulu Casper Bilgisayarfabrikasında 21 Şubat 2011 tarihinde başlayan direniş29 Temmuz günü sona erdi.

Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye olmalarınınardından tazminatsız işten atılan işçilerintazminatlarının ödenmesi üzerine direniş sonlandırıldı.

Birleşik Metal-İş Genel Yönetim Kurulu, yaptığı

yazılı açıklamayla direnişin “belli ölçülerde amacınaulaşması nedeniyle” kapı önündeki bekleyişin sonaerdiğini duyurdu.

Örgütlenme sürecinin henüz tamamlanmadığınıbelirten sendika, yetki davası devam ettiği süreceCasper Bilgisayar’ın sendika düşmanı tavrını gözlerönüne sermeye devam edeceğini vurguladı.

GEA işçilerinden yürüyüş

Casper’da tazminatlar ödendi

Mas-Daf Ankarayürüyüşü sona erdi

Sendikalaştıkları için işten atılan MAS-DAF işçileriseslerini duyurmak için başlattıkları Ankarayürüyüşünü 29 Temmuz günü ILO TürkiyeTemsilciliği ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıile yaptıkları görüşmelerin ardından tamamladılar.

ILO önünde “Sendikal çalışma hakkımız içinAnkara’ya yürüyoruz! İşten atılan MAS-DAF İşçileriDİSK / Birleşik Metal-İş” pankartının açılmasınınardından, sendika yöneticileri ve direnişçi işçilerdenoluşan bir heyetin görüşme yapmak üzere içerigireceği duyuruldu. Heyet içeri girmeden önceBirleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu veardından da DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali RızaKüçükosmanoğlu birer konuşma gerçekleştirdi.

Yapılan konuşmalarda MAS-DAF işçilerinin türlüengellemelere rağmen Ankara’ya ulaşmayıbaşardıkları belirtildi. Sermayenin ve onunpolitikalarının uygulayıcısı olan hükümetin işçisınıfına yönelik saldırılarını her geçen günarttırdığına vurgu yapıldı. Sendikal örgütlenmeninanayasal bir hak olmasına karşın örgütlenen işçilerinişten atıldığı, bu hakkın fiili olarak engellendiğibelirtildi.

Rapor sunuldu

ILO temsilciliğindeki görüşmenin ardından dışarıçıkan heyet adına Adnan Serdaroğlu içeridekigörüşmeyi anlatan bir konuşma yaptı. SerdaroğluMAS-DAF işçisinin ve diğer işyerlerinde yaşanansorunların bir rapor halinde ILO TürkiyeTemsilciliği’ne sunulduğunu belirtti. Raporunİngilizce’ye çevrilerek ILO merkezine gönderileceğiniaçıkladı.

Açıklamanın ardından Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı ile yapılacak görüşmenin saatibeklenmeye başlandı.

Çalışma Bakanlığı ile görüşüldü

Bakanlık binasına kısa bir mesafe kala araçlardaninilerek alkış ve sloganlarla yürüyüşe geçildi.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı girişindeBirleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlubasına kısa bir konuşma yaptı. Bunun ardındangörüşme yapmak için bir heyet içeriye gönderildi.Görüşmeyi tamamlayan heyetin dışarıya çıkmasıylaMAS-DAF işçileri Ankara yürüyüşlerini tamamladı.BDSP ve MİB çalışanları MAS-DAF işçilerine destekverdi.

Kızıl Bayrak / Ankara

29 Temmuz 2011 / Ankara

29 Temmuz 2011 / Gebze

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Mersin Limanı’nda faaliyet gösteren Nuri Çiftçi(NÇ) Denizcilik’te işten atılan Liman-İş üyesi 35işçinin Liman A Kapısı önünde başlattığı direnişsürüyor. Direnişin 12. gününde görüştüğümüz işçiler,işten atılma süreçlerini ve mücadelelerini gazetemizeanlattılar.

NÇ Denizcilik, taşeronun taşeronu

NÇ Denizcilik, Mersin Limanı’nda faaliyet yürütenMIP firmasına bağlı UĞURSAN Denizcilik’in alttaşeronu olarak çalışıyor. Firmanın sahibi Nuri Çiftçi.UĞURSAN Denizcilik bünyesinde yaklaşık 250 işçiçalışıyor. NÇ Denizcilik ise Aypar Denizcilik,Kardeşler Denizcilik gibi UĞURSAN bünyesindeki alttaşeron bir firma. UĞURSAN Denizcilik patronuörgütlenmenin önüne geçebilmek veyükümlülüklerinden kaçmak için limanda aldığı işibirçok taşeron firmaya paylaştırmış durumda.

Yoğun iş kazaları, ağır çalışma koşulları...

NÇ Denizcilik’te kimyevi madde yükleme veboşaltımı yapılıyor. Burada işçiler yağ, asit, çimento,petrokok vb. maddeler yüklüyor. Şimdiye kadar birçokiş kazası yaşanan işletmede işçiler patronun şahsiarabalarıyla hastanelere götürülüyor ve trafik kazasıvb. yalan ifadelerle rapor aldırılıyor. Şimdiye kadaryaklaşık 60 işçi de iş kazaları sonrası işlerinden oldu.Bir işçinin üzerine sülfürik asit döküldü. Asgari ücretile 900 TL arasında değişen maaşlar alan işçilerinsigortaları asgari ücret üzerinden yatırılıyor. NÇDenizcilik işçileri 8 saat çalışma haklarının kağıtüzerinde kaldığını ve zaman zaman eve gitmeden 2gün boyunca çalıştırıldıklarını belirtiyorlar. Haftalıkizin hakkı işin durumuna göre belirleniyor. İşçilerancak cenaze, düğün gibi yalanlar söyleyerek izinalabiliyorlar. Bu durumda bile her an telefonla işyerinegeri çağrılabiliyorlar. Angarya işlerin de çok olduğunubelirten işçiler TOKİ inşaatında bile çalıştırılmışlar.

NÇ Denizcilik bünyesinde çalışan 35 işçi Liman-İşüyesi. İşçiler Ortaçağ’da bile bu koşulların olduğunusanmıyoruz diye yakarışta bulunuyor. Liman-İşSendikası daha önce işyeri ile yapılan görüşmelerdetoplu sözleşme talebini öne sürerek 2 Ağustos’ta grevegidileceğini belirtti. Greve yaklaşık 10 gün kala 21Temmuz günü gece vardiyasına gelen işçilerden22’sinin iş kartları iptal edildi. Bunun üzerine diğer 13işçi de arkadaşlarına destek olmak için dışarıya çıkarakbeklemeye başladı. Liman-İş üyesi 35 işçi Liman AKapısı önüne 23 Temmuz günü çadır kurarak direnişegeçti.

İşçilere destek geliyor

İşçiler masa sandalye gibi konularda AkdenizBelediyesi’nden yardım aldıklarını ifade ediyorlar.Belediyenin, desteğini esirgemediğini söylüyorlar.Geceleri çadır nöbeti tutmak için 5-6 kişilik gruplaroluşturan işçiler günlük nöbet değişimi yapıyorlar. 2yıl önce limanda direniş deneyimi yaşayan TÜMTİSüyesi AKAN-SEL işçileri de direnişçi işçilere destekoluyorlar. NÇ Denizcilik işçileri geçmiş deneyimlerinde gösterdiği gibi direniş olmadan kazanımolmayacağının farkındalar. Bu bilinçle kararlılıklasonuna kadar direneceklerini söylüyorlar. Direniştenrahatsız olan patron işçilere direnişi bitirmeleri halindehalde, bağda, bahçede iş bulacağı vaadinde bulunuyor.

Fakat NÇ Denizcilik işçileri “yalanlara karnımız tok”diyorlar ve sonuna kadar direnişin süreceğinibelirtiyorlar.

- Direniş süreci nasıl başladı anlatır mısınız?Cevat Erdem: 21

Temmuz’da işegeldiğimizde 22işçinin iş kartlarınıniptal edildiğiniöğrendik. Nedeninisorduğumuzda NÇDenizcilik’in zararettiği bu yüzden işibırakacağı söylendi.Biz de bunun üzerine

35 işçi kapı önüne toplandık. Direnişe başladık. Ömer Balcı: 22 işçi arkadaşımızın kart girişi iptal

edildi. Biz de onlara destek vermek için dışarı çıktıkbizim de kartlarımız iptal edildi. Sigorta girişlerimizdevam ediyor ama içeri girişimiz yasaklandı. 35 işçiişe tekrar alınmayı bekliyoruz.

Mehmet Balcı: İşçi arkadaşlarımız işten çıkarılıncabiz de onlara destek vermek için dışarı çıktık. Oarkadaşlarımız kapıdaysa biz de kapıdayız. 35 işçi birbütünüz.

Ömer Eroğlu: Gece vardiyasına geldiğimizde işkartlarımız iptal edildi. Biz de bundan dolayı direnişegeçtik.

- İşten atılmaların gerçek nedeni nedir?Cevat Erdem: Bu tamamen sendikalaşma ve

örgütlenmeye sekte vurmak için yapılmıştır. Greve birhafta kala zarar ettiklerini söylüyorlar. Neden diğertaşeronlar kazanırken NÇ Denizcilik zarar ediyor. Budoğru değil.

Ömer Balcı:Sendikayla toplusözleşmeye 5 günkala firma zararettiğini söyledi vebizi işten çıkarttı.Nedeni toplusözleşmedir.Sendikalı olmamızdır.Bize direnmeyin bensizi tarlada bahçedeişe alacam diyor. Biz dik durarak bunların üstesindengeleceğiz.

Mehmet Balcı: Patron zarar ettiğini söylüyorbence bu doğru değil. Biz sendikaya üye olduğumuzve haklarımızı talep ettiğimiz için ve 2 Ağustos’tagreve çıkacağımız için işten çıkarıldık.

Ömer Eroğlu: Biz sendikal örgütlülüğümüzden

dolayı işten atıldık. Zarar edildiği yalandır.

- Direnişe çıktığınızda sendikanın tutumu neoldu?

Cevat Erdem: İlk bir haftalık süreçte sendikanındesteğini alamadık. Ardından destek olmaya başladılar.

Ömer Balcı: İlk 1 hafta sendikadan destekgöremedik. Biz direnince ve telefonla ağır konuşunca1 hafta sonra geldiler. Telefonda kendilerine bizdirenirken sizin tatil yapmanız doğru değil dedik.Halen yeterli desteği alamıyoruz.

Mehmet Balcı: Önce bize destek vermedi. SonraUĞURSAN işçisi olarak hepimizi kapıda görünce

destek oldu. Ömer Eroğlu: İlk

zamanlar destekgörmedik ama şimdiyanımızdalar.

- Liman Akapısındadireniştesiniz. Busüreç nasıl geçti siziniçin? Bundan sonrası

için ne düşünüyorsunuz?Cevat Erdem: Bizim direnişimiz sonuç alana

kadar sürecek. Biz sonuç alacağımıza inanıyoruz.Bütün emekten yana olan güçlerin desteğinibekliyoruz. Birkaç gün sonra sesimizi daha çokduyurmak için basın açıklaması yapacağız. Buaçıklamaya herkesi bekliyoruz. Sadece kendimiz içindeğil diğer işçi arkadaşlarımız ve çocuklarımız için dedireniyoruz.

Ömer Balcı: 12 gündür yılmadan usanmadan birlokma ekmeğimizi bir paket sigaramızı paylaşarakyasal prosedürün işlemesini bekliyoruz. Elimizdengeldiği kadar kimse zarar görmeden bir an önceişimizin başına dönmeyi istiyoruz.

Mehmet Balcı: 12gündür birlikberaberliğimizikaybetmedik. Nekadar ailemizdenuzak olsak daekmeğimiz içindirenişteyiz. Tekrarişimize dönüphaklarımızı almakiçin kapıdayız.

Ömer Eroğlu: 12 gün direnişle geçti. Biz biliyoruzki mücadele olmadan hiçbir şey olmaz. Direnişimizsonuna kadar sürecek.

Kızıl Bayrak / Mersin

Röportaj12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası(TÜMTİS); Gaziantep, Mersin, Ankara, İzmir,Bursa, Balıkesir, Eskişehir ve İstanbul şubelerinebağlı ambar işyerlerini kapsayan toplu işsözleşmelerinin başarıyla tamamlandığını duyurdu.

2011-2013 döneminde, patronların, genelekonomik kriz, sektörün içinde bulunduğu durumgibi gerekçelerle kazanılmış haklara göz diktiği, sıfırzam dayattığı koşullarda başlayan görüşmelerdekazanılmış haklardan taviz vermediğini belirten

sendika % 20’lere varan oranlarda ücret artışlarısağladığı bilgisini verdi.

Bağıtlanan TİS’ler ile üyelerinin ücret ve sosyalhaklarında % 9 ile % 20 arasında artışlarsağlandığını duyuran TÜMTİS Merkez YönetimKurulu, işyeri toplantıları ve genel üye toplantılarıile toplu sözleşme sürecine hazırlanan sendikanın,üye, temsilci ve yöneticileriyle kenetlenmiş, her türmücadeleye hazır görüntüsüyle bu sürecin debaşarıyla sonuçlanmasını sağladığını ifade etti.

“TİS’ler başarıyla tamamlandı”

Mersin’de liman işçileri direnişte!

“Haklarımızı almak için kapıdayız”

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

Kayseri İşçi Platformu, 31 Temmuz Pazar günüKayseri İşçi Kültür Evi’nde düzenlediği sempozyumlasigortasız ve sendikasız çalışmaya karşı mücadeleninsorunlarını tartıştı.

Sempozyum, BDSP temsilcisinin kısakonuşmasıyla başladı. Sigortasız, sendikasız, esnek vekuralsız çalışmanın yaygınlaştığını, taşeron,sözleşmeli, kadrolu işçiler arasında ücret, çalışmakoşulları ve sosyal haklar bakımından büyükuçurumlar oluştuğunu belirten BDSP temsilcisi, işçisınıfının güvencesiz çalışmaya, geleceksiz yaşamayamahkum edilmek istendiğini ifade etti. Tümkötülüklerin kaynağı olan kapitalizmin yıkımının, aynıanlama gelmek üzere işçi sınıfının devrimciiktidarının tüm sorunların köklü çözümünün biricikyolu olduğunu belirtti. BDSP temsilcisinin ardındanKayseri İşçi Platformu sözcüsü söz aldı.

Kayseri sigortasız işçi çalıştırma cenneti…

KİP sözcüsü, Kayseri Organize Sanayimüdürünün, işçilerin sadece %40’ının sigortasızolduğunu belirtmesini ve daha önce sigortalı işçisayısının yüzde 20 iken, yüzde 60’a çıkması ileövünmesinin işçilerle alay etmekle eşdeğer olduğunuvurguladı. Patron temsilcisinin, sermayedarların,işçilerin yüzde 60’ının sigortalı olmasını bir lütuf gibisunduğunu, oysa işçilerin aleyhine olan mevcut işyasalarının bile sigortalı işçi çalıştırmayı yasalzorunluluk olarak kayıtlara geçirdiğini belirtti.

Kayseri’de sendikasızlık artıyor

Temsilci, işçilerin sadece yüzde 5’nin sendikalıolduğunu, sendikalı işçilerin yüzde sekseninin kamudaçalıştığını, markalar yaratmakla övünen Kayserilipatronların hükümranlığını sürdürdüğü organizesanayi bölgelerinde işçilerin sadece yüzde 1’ninsendikalı olduğunu ifade etti. İşçilerin sendikahaklarının patronlar tarafından nasıl tırpanlandığınıörneklerle anlattı.

Asgari ücret ve izinler…

KİP temsilcisi, Kayseri’de özel işyerlerindeçalışan, genelde tüm işçilerin özelde kadın işçilerindoğum izni ve yıllık izin haklarından büyük bir orandayararlanamadığını, sigortasız işçilerin ise bu haklardanhiçbirine sahip olmadığını ifade etti.

Kayseri’de çocuk işçiliği yaygın…

KİP temsilcisi, Kayseri’de çocuk işçilerin düşükücretle sigortasız olarak çalıştırılmasının son dereceyaygın olduğunu belirtti. Ağaç işlerinde ve sanayisitelerinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının 14 yaşaltı çocuklar olduğunu belirtti. Çıraklık adı altındaçocuk işçilerin patronlar tarafından sömürüldüğü vehaftada bir gün bile okula gönderilmediğini örneklerleortaya koydu. Kayseri’de tarım işçilerinin sadece%4’ünün sigortalı olduğunu sözlerine ekledi.

Söz işçilerde…

Kayseri İşçi Platformu sözcüsünün sunumundansonra serbest kürsüye geçildi. Bu bölümde söz alan birmetal işçisi, işçilerin güvensiz çalışmasının en önemli

nedenlerinden birinin patronların kullandığı işsizliksopası olduğunu ifade etti. Fason kalite çemberleri ilesömürünün katlandığını çarpıcı örneklerle anlattı.

Bir tekstil işçisi ise, en fazla iş kazalarınınyaşandığı kentler sıralamasında Kayseri’nin beşincisıraya tırmandığını, 1 yılda 146 işçinin işcinayetlerinin kurbanı olduğunu, bu işçilerin 63’ününinşaatlarda can verdiğini ifade etti.

Hizmet işkolunda çalışan bir işçi, saldırı yasalarınakarşı mücadele edilmemesini eleştirdi. Yasalarçıktıktan sonra mücadele etmenin gerekli sonuçlarıyaratmadığını ifade eden işçi, iş kanunlarınınişçilerden yana göründüğünü ancak fiiliyattapatronlardan yana olduğunu, bunun nedeninin işçilerinörgütsüzlüğü olduğunu vurguladı.

Toplantıda söz alan bir kamu işçisi, kamuişçilerinin sendikalı olduğunu ancak fiilenörgütlülüğün örgütsüzlüğünü yaşadığını, bu nedenleyapılan son satış sözleşmesine müdahaleedemediklerini belirtti. Sendika ağalarının çokzorlanmadan satış sözleşmelerine imza atmalarınıntemel nedeninin işçilerin taban örgütlerine sahipolmaması olduğunu belirtti. Sendikaların, özellikle deTürk-İş’in sermayeden yana tavır aldığını söyledi.

Kamu işçisi, kıdem tazminatı oyununa değindi.Kıdem tazminatının gaspının iş güvencesinin de gaspedilmesi anlamına geleceğini belirtti. Kamu işçisi,mevcut düzenlemede işten çıkarılma durumundapatronun ödemek zorunda olduğu kıdem tazminatınınfona devredilmesinin bile başlı başına bir gaspolduğunu söyledi. Fonla amaçlananın, patronları işçiçıkartırken toplu bir tazminat ödeme yükündenkurtarmak olduğunu belirtti.

İşçilerinin sigorta primlerini ödemeyen ya da eksiködeyen patronların fona gerekli aidatlarıyatırmayacaklarını, yükümlülüklerini sıfırlamak içinçabalayacaklarını belirten işçi, işçilerin hem işgüvenceleri için önemli bir dayanağıkaybedeceklerini, hem de alacakları kıdemtazminatının faturasını da kendilerinin sırtlamakzorunda kalacağını ifade etti.

Kıdem tazminatlarının kaybetmemenin yolunungenel grev olduğunu, daha bugünden fabrika fabrika,havza havza, direniş ve grev komiteleri kurulmasıgerekliliğini, bu komitelerle birlikte dişe diş birmücadelenin öneminin altını çizdi.

Sempozyumun son bölümünde ise Av. CemalettinŞenyüz, işçilerin iş hukukuna ilişkin sorularınıyanıtladı. Sempozyum, işçilerin katkısı ile hazırlanansonuç bildirgesinin açıklanmasıyla sona erdi.

Kızıl Bayrak/ Kayseri

Güvencesiz çalışmaya karşımücadele sempozyumu

SES: Grev ve toplusözleşme!

15 Ağustos’ta hükümet ile memurkonfederasyonları arasında başlayacak ‘toplu görüşme’süreci öncesinde “İnsanca bir yaşam, demokratikçalışma koşulları için grev ve toplu sözleşme” talebinidile getiren KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal HizmetEmekçileri Sendikası (SES), İstanbul, Ankara veAdana’da eylemler gerçekleştirdi.

Sağlık Bakanlığı önünde eylem yapan SES üye veyöneticileri, basın açıklamasının ardındantoplusözleşme taleplerini içeren “TİS Taslağı”nıbakanlığa sundu. Basın açıklamasını okuyan SES GenelBaşkanı Çetin Erdolu, toplu görüşme değiltoplusözleşme yapmak istediklerini söyledi.

Toplusözleşme ve grev hakkının önündekiengellerin kaldırılmasını isteyen Erdolu, sağlık sistemipiyasanın sömürü çarkına terk edilirken, sağlık vesosyal hizmet alanında çalışma ortamının hiç olmadığıkadar parçalanmış ve karmaşıklaştırıldığını belirtti.

Uygulanan sağlık politikaları ile temel bir insanhakkı olan “sağlıklı yaşama hakkı”nın artık bir piyasamalı haline getirildiğini belirten Erdolu, sağlık alanındaörgütlü sendikalara şu çağrıyı yaptı: “Toplu Görüşmedeğil, Toplu Sözleşme ve hemen şimdi”uygulanmasında ısrar etmeyi öneriyoruz. Çünküemekçilerin içinde bulunduğu durum ve taleplerimizinaciliyeti bunu dayatmaktadır. Hükümet gibi siz deemekçileri kandırmaktan vazgeçerek, emekçiler içinmücadele etmelisiniz”

SES İstanbul Şubeleri İstanbul İl Sağlık Müdürlüğüönünde eylem yaptı. Basına açıklama yapan SESBakırköy Şube Başkanı Hıdır Doğan, hükümetin, kamuemekçilerinin toplusözleşme hakkını tanımayarak,toplu görüşme çağrısı yaptığını söyledi.

SES Adana Şubesi, sendika binasında basıntoplantısı düzenledi. SES Adana Şube Başkanı MuzafferYüksel, toplusözleşme hakkını görmezden gelenleriuyardıklarını ve sözleşme hakkının uygulanmasını talepettiklerini ifade etti.

İşçilerden TTK’ya tepkiZonguldak’ta, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK)

Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağındataşeron firmada çalışan işçilerin iş bırakma eylemisürüyor.

Star İnşaat ve Ticaret AŞ isimli taşeron firmadagaleri açma ve taban sürme gibi hazırlık işleri yapanmaden işçileri gasp edilen ücretleri için eylemdeler.

500 ile 2 bin 500 lira arasında değişen miktarlardaşirketten alacakları bulunduğunu belirten işçiler,taşeron firmaya bir yaptırım uygulamadığı için TTK’yada tepki gösteriyor. İşçiler Zonguldak İş Mahkemesi’nebaşvuracaklarını söylüyorlar.

“Biz emeğimizle kazandığımız paramızı istiyoruz,başka bir derdimiz yok” diyen işçiler Ramazan ayınagirerken paralarının verileceğinin söylendiğini, ancaködeme yapılmadığını belirtiyorlar.

İşçiler kararlı olduklarını ve paralarını alana kadareylemlerini sürdüreceklerini belirtiyorlar.

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Röportaj14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011

PTT Genel Müdürlüğü’ne bağlı taşeron firmadaçalışırken 2011 yılına işsiz giren PTT işçileri Rıza Soyluve Cafer Kalağ’ın Topkapı AVPİM önünde 7 ayı aşkınsüre devam eden direnişleri 5 Ağustos’ta sona erdi.Direniş süreci boyunca bir dizi eylem ve etkinliğe imzaatan Kalağ ve Soylu ile direnişin kazanımları ve ileriyedönük hedefleri üzerine konuştuk.

- Direnişiniz 7 ayı aşkın bir sürenin ardından sonaerdi. İşten atmalara ve taşeronlaştırmaya karşımücadelenizi başından beri kesintisiz olaraksürdürdünüz. Bu süreçte birçok eylemgerçekleştirdiniz, defalarca kez gözaltına alındınızama yılmadınız. Bu süre nasıl geçti, direniştekiamacınız neydi?

- Rıza Soylu:2011 yılının başındaişten atılmamızınardından direnişeçıkış amacımız,Türkiye’de yakıcı birsorun haline gelentaşeronlaştırmagerçeğini emekçilereanlatmak ve iştenatmalara karşı bir

mücadele mevzisi yaratmaktı. Türkiye’detaşeronlaştırma ve taşeron işçi çalıştırma oldukçayaygınlaştı. Ülke genelinde 2 milyonu aşkın işçitaşeron firmalarda kölelik koşulları altında ve düşükücretlerle güvencesiz biçimde çalışıyor. Taşeronuygulaması birçok sektörde özellikle belediyelerde vesağlıkta oldukça yaygınlaşmış durumda. PTT’dekitaşeron uygulaması ise 1993 yılında başladı.Taşeronlaştırma yaygınlaştıkça sıkıntılar da artmayabaşlıyor. Özellikle AKP’nin hükümete geldiği 2002yılından itibaren taşeronlaştırma yaygınlık gösterdi.Taşeronlaştırma aslında yasada yeri olan bir şey değil.Yasaya sıkıştırılmış birkaç maddeye dayanılarakuygulanan bir model.Mücadelemizin başında örgütlenme çalışmalarımızvardı. Bunu yürütürken işten atıldık ve direnişe geçtik.Bu süreç içerisinde ise düzenin mahkemelerininvereceği kararlara güvenmediğimizi söyledik. İnsanlıkonuruna dokunan böylesi bir çalışma düzenine karşıkendi onurumuzu koruyacağımızı söyleyerekmücadelemizi sürdüreceğiz dedik. Direnişimiz boyuncataşeronlaştırmayı ve işten atmaları teşhir eden bir dizieylem ve etkinlik gerçekleştirdik. Taleplerimizi vesorunlarımızı Türkiye kamuoyuna duyurmaya çalıştık.

- Neler yaptınız? - Rıza Soylu: 8 aylık direniş sürecimiz boyunca

hiçbir haftayı boş geçirmedik. Her haftaya bazen bir,bazen iki, bazen üç eylem sığdırdık. Çünkü böyle birmücadeleye karar vermek büyük bir çaba gerektirir.Sarıyer’de basın açıklaması yaparak çadırımızı kurduk.Onunla birlikte PTT’nin önünde eylem yapmıştık.Sirkeci’de PTT İstanbul Bölge Müdürlüğü önündeeylemler yaptık. O süre içerisinde Ontex/Canbebe’dekiişçi arkadaşlar da sendikal bürokrasiye ve sermayeyekarşı mücadele başlatmışlardı. Onlarla damücadelemizi birleştirerek her hafta Cumartesi günleriGalatasaray Lisesi önünden Burger King önüneyürüyüşler yaptık. Bunlar dışında Boğaz Köprüsü’nütrafiğe kapatmaktan, kendimizi PTT binasınazincirlemeye kadar bir dizi eylem yaptık. Türk-İşbinasını işgal ettik. Son olarak Ankara eylemlerinebaşvurduk. Kendimize 72 saatlik bir eylem programı

çıkarttık. Eylemlerin ilk ayağını sirkeci PTT önündeyaptık. Geceyi de oturma eylemiyle geçirerek 24 saatbekledik. Ankara’da PTT Genel Müdürlüğü önündegerçekleştirdiğimiz 24 saatlik eylemimiz sırasındaGenel Müdür Osman Tural’la görüşme talebindebulunduk. Tural, bizim oraya geldiğimizi duyuncabütün güvenliklere “burada yetkili birisi yokgörüşemezsiniz” deme talimatını vermiş. Bu sıradaOsman Tural’ın, makam aracına binerek kaçtığınıgördük. Bu sistemin başında sermayenin sözcüleri,hükümet, meclis ve bakanların olduğunu biliyorduk.Buradan sonra son 24 saatlik eylemimizi hayatageçirmek üzere TBMM önüne hareket ettik. Yoğun birpolis ablukası altında meclis önüne gittik. Onlardan birşey dilenmek için gelmediğimizi, taşeron çalıştırmanınsorumlularının meclistekiler olduğunu söyledik.Bunların sermayeye hizmet ettiğini ifade ettik. Meclisinönüne geldiğimizde polis görüşme talebimizi reddettive bizi meclise almadı. Biz de birileri bizi muhatapalana kadar buradayız dedik. Ciddi bir yığınak yapıldı.Darp edilerek gözaltına alındık. Polis işkencesinemaruz kaldık. Bunu da raporla belgeledik.

“Davamızın peşini bırakmadık”

- Direnişinizin sesini yaymak için neler yaptınız?- Cafer Kalağ:

İlk önce PTT’deçalışan taşeron işçisiarkadaşlarla birarayagelerek sorunlarımızıanlattık. Taşeronsorununun çığ gibibüyüdüğünü, busorunu tek başımızadeğil de hep beraberçözebileceğimizibelirttik. Bazı arkadaşlarımız duyarlılık gösterdi.Çadırımıza gelip bizlere dertlerini anlatıyorlardı.Maddi-manevi desteklerini sundular ama sonuçtatedirgindiler. Çünkü içeride büyük baskı vardı.Arkadaşlarımızın resimleri çekilip fişleniyorlardı.Yanımıza gelen arkadaşlara “Bunlar terörist. Yanlarınagitmeyin” denilerek arkadaşlarımız işten atılmaklatehdit ediliyorlardı. Arkadaşlar korku duyuyorlardı amayine de gelenler geliyordu.

Yine bu süreçte Ankara’da PTT’de işten atılanlarlada görüştük. Çadır kurulması yönünde görüşmelerimizoldu ama ne yazık ki hayata geçirilemedi. Çeşitli basın-yayın organlarına röportajlar vererek derdimizi anlattık.PTT önünde ve birçok yerde bildirilerimizi dağıttık.Bizden sonra çeşitli bölgelerde direnişler başladı.Kampana, Legrand, Kubatoğlu, Casper, Burger Kingvb. direnişlerden arkadaşlarımızla irtibata geçtik.Eylemlerimizi birleştirme amacıyla görüşmeler,toplantılar yaptık. Bu birlikteliği bir platformaçevirmeyi düşünüyoruz. Çadırımızı kaldırdık amasadece çadırımızı kaldırdık. Biz yine fiili eylemleredevam edeceğiz. Nerede taşeron çalışan işyerleri varsaoralara gideceğiz. Sermayenin taşeronluk sistemininyakasını bırakmayacağız. Bu mesele şahsi bir meseledeğil. Bunu işçi sınıfı adına yapıyoruz. Çünkü bizyaktığımız ateşi büyütmek istiyoruz. Kıvılcımı harlayıpalev topuna, yangına çevireceğiz. Taşeronluk sistemibaşlı başına bir sorundur. Güvencesizliktir. Bugün herşey patronların iki dudağının arasında. Hiçbir hak talepedemiyorsun. Biz zaten bu işyerinden haksız bir şekilde

atıldık. Hiçbir hakkımız verilmedi. Düzeninmahkemelerine de güvenmiyoruz. Çünkü bizimdavamız haklı ve meşru bir davadır. Mahkeme siyasibir tutum takınarak, elinde o kadar belge ve örneklerolmasına rağmen bizim davamızı keyfi bir şekildereddetti. Yine de davamızın peşini bırakmadık vetemyize gönderdik. Bunun sonucu ne olursa olsun bizbu davanın peşindeyiz. Hakkımızı alana kadar devamedeceğiz. 23 Nisan’da Ontex işçisi arkadaşlarımızlabirlikte güzel bir dayanışma gecesi gerçekleştirdik.Bize destek verenleri ve vermeyenleri de gördük.Bunun dışında bölgede yaygın afişlemeler ve bildiridağıtımları yaptık. Sesimizi işçi ve emekçilere taşıyanen önemli araçlar bunlar oldu. İçeriye dönük ‘Postacı’diye bir bülten çıkartarak taşeron işçisi arkadaşlarımızaseslendik. Bunları ara vermeden yaptık. Direnişinbaşlarında “Neden direniyoruz” diye bir duvar gazetesiçıkardık. Bunları görüp çeşitli semtlerden vemahallelerden direniş çadırımıza gelen insanlar oldu.

“Yeterli desteği göremedik”

- Direnişiniz boyunca sendikaların, demokratikkitle örgütleri ve siyasal güçlerin desteklerini ne kadaralabildiniz?

- Cafer Kalağ: Bizim işkolumuzda Türk-İş’e bağlıHaber-İş Sendikası var. Haber-İş Şube Başkanıçadırımızı kurmamızdan 15 gün sonra yanımıza geldi.Geldiler ama dolaylı olarak geldiler. Gaziosmanpaşa’datemsilcilik açılışı vardı. O zamanki şube başkanı şimdiise sendikanın genel sekreteri Levent Dokuyucu,taşeronlaştırmaya karşı olduklarını söyleyerek bizedestek vereceklerini ifade etti. İlerleyen süreçlerde isene zaman ulaşmak istesek çeşitli bahanelerle bizigeçiştirdiler. Sendikalar içerisinden bize en büyükdesteği Haber-Sen 7-8-9 No’lu şubeler, Eğitim Sen 6No’lu Şube ve Hava-İş verdi. Diğer sendikalardandestek görmedik. İlerici, devrimci kurumlardan iseBağımsız Devrimci Sınıf Platformu ve MücadeleBirliği sürekli yanımızdaydı. Kendine ilericiyim,devrimciyim diyen kurumların bu direnişe sahipçıkmasını isterdik ama bunların hiçbiri olmadı. Diğerkurumlardan da sınırlı bir destek geldi.

- Rıza Soylu: Bu süreçte, kendisine sınıfınpartisiyim diyen birçok kurumla karşılaştık.Programlarına bakıldığında kendilerini böyle ifadeediyorlar ama bu gerçekçi değil. Direnişe çıktığımız ilkgünlerde yanımızda olduklarını söylediler. Bumücadelenin hepimizin mücadelesi olduğunu söyledik.Gerekli desteği görmeyip eleştiride bulunduğumuzdaise tavır almaya başladılar. Dostane bir eleştiriyi öylealgılamadılar. Burada, direnişin başından itibarenyanımızda olan BDSP’ye özellikle teşekkür etmekistiyoruz.

“Mücadelemiz ilgiyle karşılandı”

- Rıza, sen sadece bir PTT işçisi olarak değil aynızamanda bölgede önemli bir mücadele mevzisi olanTopkapı İşçi Derneği’nin başkanı olarak bu süreciyaşadın. Havzadaki sömürü tablosu ve mücadeledüzeyi açısından direniş nasıl bir etki yarattı?

- Rıza Soylu: Topkapı İşçi Derneği bu bölgedeyaklaşık 3,5 senedir faaliyet yürütüyor. Bu bölgedematbaalarda ve küçük atölyelerde çalışan işçilerdik.Birleşip biraraya gelerek buradaki sorunlara çözümbulmak adına dernek kurduk. Buradaki mücadeleyikucaklayan insanlarız. Küçük atölyelerde sigortasız

PTT’de direniş çadırı kalktı, mücadele sürecek!

“Sınıfımız adına direndik!”

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

RöportajSayı: 2011/30 * 5 Ağustos 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

çalışmaya, güvencesizliğe ve düşük ücretlere karşımücadele yürütürken işsiz kalmış ve PTT’ye girmiştik.Derneğin amacı da budur. Nerede bir sıkıntı varsa orayakoşar. Biz de bu sorumluluk ve bilinçle güvencesizçalışmaya ve taşeronlaştırmaya dikkat çekmek amacıylaPTT’de bir çalışma başlatmıştık. Bu süreçte işyerlerindekomiteler kurmaya çalıştık. Derneğimizde toplantılaryapıyorduk. Hepimizin bildiği gibi sendikaların birçoğutaşeron işçileri örgütlemekten kaçıyor. Taşeronörgütlenmesinin zorluklarının yanısıra sendikalar taşeronişçilerden çok fazla aidat alamıyorlar. İşçiler işten atılıpdirenişe geçtiklerinde onlar için maddi bir “külfet” oluyor.Şu anda kendine yetecek kadar üyeleri olduğu için taşeronişçilere ihtiyaç duymuyorlar. Ama artık kendilerinin deüye sayıları azaldığı için buraları örgütlemek zorundakalacaklar. Bunun adımlarını bazı sendikalar atmayabaşladı. Direnişe başladığımızda havzadaki işçilerinilgisini çektik. Direnişten önceki dönemde de büyük hakgaspları yaşanmıştı. İşçilerin elindeki kırıntı haklar bilealınmaya başlanmıştı. İnsanların buna yönelik tepkisivardı. Topkapı bölgesindeki işçiler bizi ciddi anlamdadesteklediler. Mücadelemizi ilgiyle karşıladılar, ziyaretlergerçekleştirdiler. Topkapı İşçi Derneği’nin üyeleriziyaretimize geldiler, maddi yardımda bulundular, gıdaihtiyacımızı karşıladılar ve eylemlerimize katıldılar.Direniş çadırımızın olduğu yer işçilerin geçiş noktasıydı.Sanayide çalışan işçilerin neredeyse yarısı buradangeçiyor. Çadırımıza gelen işçilerin hepsi gerçekten deönemli bir şey yaptığımızı ve bize saygı duyduklarınıifade ediyorlar. Asgari ücretle çalışan bir işçi sigarasınıbizimle paylaşıyordu. Maaşını alan işçiler, bağışkutumuza destekte bulunuyorlardı. Sınıf dayanışmasınıngüzel örnekleri yaşandı. Bu bölgede büyük ilaç ve gıdafabrikaları da var. Gıda sektörünün devi olan Ülker’de deciddi bir taşeronlaştırma var. Buradaki sendikalarpatronların uşağı haline gelmişler. İşçiler biraraya gelip buuşaklara derslerini vermiyorlar ama yarın bu böyleolmayabilir. Direnişin bölgeye yansıması genel anlamdaolumlu oldu. Örneğin biz PTT’de çalışırken izinkullanamıyorduk. Biz işten atılıp direnişe başladıktansonra genel müdürlük, işçilerin izin kullanabileceğini

söyledi. Bunun haricinde işçileri atarken kolayındangönderemiyorlar. Eskiden maaşlar gecikirdi şimdi ise çokkolayından bunları yapamıyorlar. Son olarak, PTT’demotosikletli kuryeler bunu göstermiş oldu. 84 işçi işibırakıp motorlarıyla konvoylar oluşturarak savcılığa suçduyurusunda bulunmaya gittiler. 3-4 aylık ücretlerinialamayıp işten atılan işçiler vardı. Buna rağmen birmücadele yoktu. Bu direnişin kazanımlarından biridir.

“Direniş her şeyi öğretti”

- Direniş süreci sana neler öğretti? Öncesi vesonrasıyla nasıl değerlendiriyorsun?

- Cafer Kalağ: 40 yaşındayım ve hayatımda ilk defaböyle bir deneyim yaşıyorum. Beni bu direnişin, savaşıniçine çeken arkadaşıma da teşekkür ediyorum. Normaldebaşka işte de çalıştığımda, eşimle veya bir arkadaşımla biryere giderken çadır gördüğüm zaman aklıma, “Bunlarneden direniyor?” sorusu gelirdi. Direnişle veya siyasiaktiviteyle uzaktan yakından alakam yoktu. İnsan başınagelince öğreniyor. Bu direniş bana hakkımı aramayı,haksız yere işten atıldığımda göstereceğim refleksi venasıl dik duracağımı öğretti. İnsanlarla ilişkilerim değişti.Birçok insanla arkadaş, dost, can ciğer kuzu sarmasıoluyorsun. Direniş bana her şeyi öğretti. Hakkınsokaklarda aranması gerektiğini, adliyelerde değil demücadeleden geçtiğini öğretti.

“Sadece çadır kalktı, mücadelemiz sürecek”

- Direniş sona erdi ama mücadeleniz sürecek. Neleryapacaksınız?

- Rıza Soylu: 8 ay boyunca birçok şeyden yoksunkaldık. Hepimiz ev geçindiriyoruz. Buna rağmen 8 ayboyunca hiçbir maddi kaygı gütmeden sınıfımızıngeleceği adına mücadele etmeye çalıştık. Bizimdirenişimiz burada bitiyor ama sadece çadırımızısöküyoruz. PTT’de çalışan işçi arkadaşlarımızla yine yanyana geleceğiz. Onlarla ve başka sektördeki taşeronişçileriyle mücadelemizi paylaşmaya devam edeceğiz.Yaşamımız sürdüğü sürece mücadele etmek zorundayız.Direnişimiz aslında yeniden başlıyor. Bu sorumluluklaönümüze bir mücadele programı da koyduk. Bu mücadeleekseninde sempozyum hazırlığı içerisindeyiz. Taşeronçalıştırmayı inceleyeceğiz. Konunun muhatabıuzmanlarla, taşeron işçileriyle, sendikalarla mücadeleyisürdüreceğiz.

-Cafer Kalağ: Çadırımız kalkıyor ama mücadelemizsürecek. Hayatımızı sürdürmek için başka işlerde çalışsakda platform çalışmalarımıza devam edeecğiz. Sermayeninpeşini bırakmayacağız. Taşeron çalışmanın kökünükazıyana kadar mücadelemiz sürecek. Direnişlerinisürdüren arkadaşlarımızın da yanında olacağız. Bunoktada tüm kitle örgütlerine, sendikalara, ilerici vedevrimci güçlere çağrıda bulunuyoruz. Bu sınıf adınaverilen savaştır. Bu mücadeleyi bireysel görseydikzamanında hiç çadır kurmazdık ve mahkememizebakardık. Yarınlarımızın güvence altında olmasınıistiyoruz.

Kızıl Bayrak / Topkapı

Ontex’te direnişsürüyor...

Fabrika önündeki direnişin yanısıra hukukimücadelelerini de sürdüren Selüloz-İş üyesiOntex/Canbebe işçilerinden 7’sinin Bakırköy 7.İş Mahkemesi’nde devam eden işe iadedavasında son duruşma 29 Temmuz Cuma günügörüldü. Davanın bir sonraki duruşması 12 Ekim2011 tarihine ertelendi. İşçilerin direnişi isedevam ediyor.

Dava süreci sürüyor...

7 işçinin duruşmasında şahit sıfatıyla ifadeveren bir işçi, işten atma saldırısının keyfiliğinedikkat çekti. İşten atmaya gerekçe gösterilenfabrika önünde bildiri dağıtımını savunan Ontexişçisi, kendilerinden habersiz imzalanansözleşmenin ve sözleşmeyi imzalayansendikacıların işçileri temsil etmediğini dilegetirdi. İddia edildiği üzere, bildirinin kendilerinezorla verilmediğini ifade eden işçi leyhte ifadeverdi.

Duruşmanın ardından basına bilgilendirmedebulunan Ontex direnişçisi Gamze Kayhan,mücadelelerini direniş sürecinin başındanitibaren mahkemeye endekslemediklerini ifadeetti. Kayhan, davayı zaferle sonuçlandıranakadar mücadelelerinin süreceğini vurguladı.

İşçilerden cumartesi eylemi

Direnişçi Ontex/Canbebe ve PTT taşeronişçileri uzun süre ara verdikleri Taksimyürüyüşlerine 30 Temmuz günü devam ettiler.Direnişçi işçiler direniş süreçleri hakkında bilgivererek kıdem tazminatının gasp edilmesinekarşı sendikaları göreve çağırdı. EylemdeKubatoğlu/Fıratpen direnişçisi de yer aldı.

Galatasaray Lisesi önünde buluşan direnişçiişçiler ve destekçi kurumlar Burger King önüneyürüdüler. Burger King önünde PTT direnişçisiRıza Soylu bir konuşma yaparak işçi veemekçilere yönelik saldırıların devam ettiğinibelirtti. Esnek çalışma ve kıdem tazminatıgasbının gündemde olduğunu söyleyereksendikaları net tutum almaya, göreve çağırdı. Busüreçte ancak birleşik mücadele ilekazanılabileceğini sözlerine ekledi.

Basın açıklamasını Ontex direnişçisi GamzeKayhan gerçekleştirdi. Direniş süreçleri ve işeiade davalarıyla ilgili bilgi veren Kayhan işçilerinbir bölümünün işe iade davalarını kazandığını,diğer kısmının ise duruşmalarının 12 Ekimtarihine ertelendiğini ifade etti. İşlerine geridönünceye kadar direnişlerini sürdüreceklerinisöyledi. Kayhan, ‘genel grev-genel direniş’silahını kuşanma, grev komitelerni kurma çağrısıyaptı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul Topkapı’daki AVPİM önünde direnişlerini5 Ağustos günü sona erdiren PTT işçileri, 2 Ağustossabahı özel güvenlikler tarafından PTT binasınınbahçesinden çıkarılmak istendiler.

PTT işçileri Rıza Soylu ve Cafer Kalağ ile direnişedestek vermek amacıyla binanın bahçesinde oturanBDSP’lilerin yanına gelen özel güvenlikler direnişçiişçileri ve destekçilerini dışarı çıkartmak istedi. Özelgüvenliğin dayatmasını kabul etmeyen işçiler dışarıyaçıkmayı reddedince özel güvenlik tarafından çağrılan

kolluk güçleri devreye girdi. Direniş alanında kimlik kontrolü yapan kolluk

güçleri, BDSP çalışanı Akın Aktaş’ı, hakkındayakalama kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına aldı.Zeytinburnu Merkezefendi Polis Merkezi’ne götürülenAkın, burada ifade vermediği için Şişli’de savcılığaçıkarıldı. IMF-DB protestolarına katıldığı gerekçesiyletutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilen Akın,mahkemede verdiği ifadenin ardından serbest bırakıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

PTT direnişinde gözaltı

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

-V-Konuyu belli maddeler halinde toparlayıp

genelleştirerek devam etmek istiyorum. Bir, hareketin kendiliğinden bir patlama olarak

gerçekleşmesi olayı var. Bu genellikle de böyle olur.Devrimleri mayalayan dönemler vardır, devrimdönemlerinde bu hissedilir. Ama nerede, nasıl, hangibiçimler içerisinde patlak vereceği genellikle bilinmez.Devrim olayları derken, burada isyanlar, halkayaklanmaları, sosyal patlamalar, bunları katarak dasöylüyorum, daha rahat bir ifade olsun diye yalnızcadevrim diyorum.

Devrimler hep dipten dibe, derinden derinemayalanır. O “toplumsal fay hattı” analojisinikullanırsak, toplumun derinliklerinde sürekli olarak birenerji birikir. Bu patlayıcı enerji çok farklı etkenlerinbirleşik etkisi altında birikir. Salt basitçe sömürüilişkileri, temel ekonomik-sosyal etkenler değil, bunlarda içinde olmak üzere çok değişik ve karmaşıketkenlerin ürünü olarak birikir bu enerji. Ve hertoplumun kendi özgünlüğüne, somut koşullarına bağlıolarak şu veya bu olay, şu veya bu gelişme, günü gelironun kendisini dışa vurmasına vesile olur. Özetledevrimler hep de beklenmedik bir biçimde vebeklenmedik bir olayın ateşlemesi ile kendiliğindenpatlak verirler. Akılda tutmamız gereken temel önemdegerçeklerden biri budur.

Devrimler hep belli vesilelerle kendiliğinden patlakverir dedim. Bu örneğin, 1905 Devrimi’nde Putilovfabrikasında iki işçisinin işten atılması olur. Bu, 1917Şubat Devrimi’nde 8 Mart vesilesiyle kadınlarınsokağa çıkmasının yol açtığı beklenmedik bir olay olur.Bu, Fransız Devrimi’nde kralın 150-200 yıldırtoplanmamış bir meclisi yeni vergileri kabul ettirmeküzere toplantıya çağırması üzerine, bu vesileyleyaşanan parlamenter kargaşa içerisinde olur. ‘91’dekiyıkılışın ardından ve yıllar içinde Arnavutluk’ta büyükbir hoşnutsuzluk birikir, sonra 1997 yılında birbankerlik skandalı yaşanır, bu toplumsal bir patlamayayol açar, bir de bakarsınız ki olay silahlı halkayaklanması halini almış, ordunun yarısı daayaklananların safına geçmiş. Özetle, devrimlerkendiliğinden gelir, dipten dibe mayalanır vebeklenmedik bir biçimde patlak verirler.

Devrimler beklenmedik biçimlerde, beklenmedikzamanlarda, beklenmedik olaylardan alevlenerek patlakverirler diyorum ama, yine de devrimlerin geleceğininher zaman önemli işaretleri vardır. Tarihsel dönemolarak vardır. Büyük Fransız Devrimi’nin, kralın yenivergileri meşrulaştırmak üzere neredeyse 200 yıldırtoplanmamış bir meclisi toplantıya çağırmasıyla,toplanan meclisinse bölünüp ayrışarak devrimci birinisiyatif odağına dönüşmesiyle patlak verdiğinisöylemiştim. Ama bakıyoruz o günün Fransıztoplumuna, 18. yüzyılın o büyük aydınlanmasınınyaşandığı bir toplum bu. Böyle bir toplumda devrimelbette tesadüf olamaz. Orada Voltaire var, Rousseauvar, Fransız materyalizminin büyük kurucuları var,

Diderot var, Ansiklopedistler var... Voltaire Avrupaçapında okunuyor o dönemde, bağnazlığı vemutlakiyeti sorguluyor. Montesquieu var, KanunlarınRuhu’nu yazıyor, yasalara dayalı meşruti monarşiyisavunuyor. Roussoue var, cumhuriyeti savunuyor,sosyal ayrımları gündeme getiriyor, tanrısal hukukureddediyor ve toplum sözleşmesi öneriyor...Materyalizmi geliştiren büyük filozoflar var. Böyle birtoplumda devrim tesadüf olabilir mi? Deprem çok dabeklenmedik bir şekilde gelmiyor, onu haber veren önsarsıntılar var, bunların ardından geliyor. Burada datoplumsal devrimin sarsıntıları işte bu tür olaylar.Fransız aydınlanması Fransız Devrimi’nin ideolojisininve felsefesinin hazırlanmasıdır. Ütopik ve BilimselSosyalizm’e İngiliz okur için yazdığı Genel Giriş’teEngels bunu çok güzel ortaya koyar. Fransızaydınlanmacılarının kurulu düzeni ve sınıf iktidarınıtepeden tırnağa sorguladıklarını, resmi bilime, kiliseyeve hatta devletin kendisine savaş açtıklarını söyler. BuBüyük Fransız Devrimi’nin yolunun düzlenmesi,dahası gelmekte olduğunun çığlık çığlığa duyurulmasıdeğilse nedir?

Beri yanda bakıyorsunuz, Kant felsefesi aynı çağınürünüdür. Fransız aydınlanmasının çağdaşıdır Kant vefelsefesi de klasik Alman felsefesinin başlangıcı vetemelidir. Hegel bunun ürünü, uzantısı, son büyüktemsilcisidir. Hegel’de diyalektik var; orada varolan herşeyin ya haklılığını ispat etmesi ya da yokulup gitmesi,yani devrimci diyalektik, yani devrimin diyalektiği var.Yani değişimin ve dönüşümün felsefesi, devriminfelsefi haklılaştırılması var. İnsanoğlunun bunu bilinceçıkarmakta olduğu bir dönemden sözediyoruz, BüyükFransız Devrimi’nin gerçekleştiği çağdan sözederken.

Devrimin gelmekte olduğunun açık işaretleri, 1905Devrimi’nde çok daha belirgindir. 1905 Devrimi hiç debeklenmedik bir olay değil. Günü beklenmedik olabilir,ama devrim beklenmedik bir şey değil. Önden 1861reformunu zorlayan serfliğe karşı büyük hoşnutsuzlukbirikimi var. Ardından Narodnikler şahsında devrimcidemokrasinin yirmi yılı bulan mücadelesi var.Rusya’da Marksizmin Emeğin Kurtuluşu grubu

şahsında ve Plehanov önderliğinde doğuşu var.Ardından 1895-96-97’de büyük işçi grevleri, yaygınekonomik mücadeleler var. Rusya’da ilk sosyaldemokrat gruplar ve giderek 1898’de marksist partininilk kuruluşu var. Narodnik geleneğin uzantısı olarakSosyalist Devrimci partinin kendini bir ölçüdeMarksizme uyarlaması var. Ve giderek de, RosaLuxemburg’un Kitle Grevi broşüründe çok iyi birdökümünü yaptığı, büyük ve kesintisiz kitlemücadeleleri fırtınası var, odağında tam da işçi sınıfınındurduğu. 1901’den itibaren, yok Kafkasya, yok Odessa,yok Petrograd, yok Moskova, durmadan yer değiştirenbüyük bir toplumsal hareketlilik var. Bu arada büyükbir öğrenci hareketliliği var. Öte yandan Çarlığa karşı,ona yıkmak üzere, tüm ilerici-devrimci partilerinhummalı bir ideolojik, politik ve örgütsel hazırlığı var.Bütün bunların üstüne bir de Rus-Japon Savaşı biniyorve toplumda büyük tepkileri mayalıyor. Liberalburjuvazinin temsilcileri bile, Çarlığın yenilmesiniistiyor bu savaşta. Çarlık gerçekten yeniliyor veböylece büyük bir güç ve itibar kaybına uğruyor. Pekidevrim bu toplumda patlak vermez de nerede patlakverir? Verdi de nitekim. Ama bunun 9 Ocak’ta Putilovfabrikasında işçilerin atılmasıyla başlayacağını kimsebilemezdi, öyle patlak verdi. Ama devrimin gelişitarihsel dönem içinde hiçbir biçimde şaşırtıcı değil.

Mısır’da, BBC’nin “deneyimli” sıfatı ile sunulanKahire muhabiri, kuşkusuz aynı zamanda burjuvaönyargılarla hareket ettiği için, bir ayaklanmayıöngörmüyor, bu tür beklentilerin yersizliğini kesinifadelerle ve ayaklanmadan yalnızca birkaç gün öncevurguluyor. Devrim koklanamıyor, sezilemiyor, adamne yapsın denilemez. Ama bunu beklemeyenlergenellikle de burjuva gözlemciler, genellikle dehalklara karşı güvensiz gözlemciler, genellikle de,“tarihin sonu geldi, artık ne sınıf mücadelesi, ne işçisınıfı, ne komünist kaldı” diyenler... Burjuvazi böylebakıyor. Kaldı ki Arap toplumlarına karşı enkabasından bir oryantalist bakış da var, köklüönyargılarla yüklü. İşte, 5 milyonluk İsrail kaçmilyonluk Arap toplumunu dize getirdi, kaç savaşta

CMYK

Ortadoğu’da halk hareketleri-3

Tunus-Mıs

Tunus-Mıs 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

yendi; bunların başında diktatörler var, Saddam’lar var,yıllardır bu keyfi ve zorba iktidarlara kölece biruysallıkla boyun eğiyorlar, bu kötürümleşmiştoplumlardan hiçbir şey çıkmaz vb...

Ama bugün Arap halklarının görkemliayaklanmalarını görüyoruz. Dalga dalga nasılyayıldığını da izliyoruz. Kaldı ki biz daha olaylarıniçyüzünü fazlaca da bilmiyoruz. Bize yalnızca TahrirMeydanı gösteriliyor, emperyalist medya organlarınca.Oysa Mısır ayaklanmasında en büyük kavgalardan biriörneğin Süveyş’te yaşandı. Karakollar basıldı, silahlarael konuldu, insanlar öldü. Bunların esasını veayrıntısını hala da bilmiyoruz. Mısır çapında büyük birhalk ayaklanması var. Ama etrafı tanklarla kuşatılmış,tel örgülerle çevrilmiş, kontrol yapılmaksızıngirilemeyen Tahrir Meydanı gösteriliyor bize. Arkaplanda, ülkenin bir dizi kentinde grevler var,demiryollarında grev var, Süveyş Kanalı gibi stratejikbir yerde grev var, tekstil kombinalarında işgaller var.Bunlar bize gösterilmiyor, ama tüm bunların varlığınıbiliyoruz, sol iletişim o kadar da aciz değil. Grevler anibir yaygınlaşma gösterince, ne edip edip Mübarek’igönderdiler. ABD ve ordu ağırlık koydu ve gönderdi,çünkü sınıf eylemleri gündeme geldi. Gitmesinden birgün önce işçi sınıfı genel grev ilan ediyor, TahrirMeydanı’nda genel grev çağrısı yapılıyor. Ve tam dabu, Mübarek’in sonunun ilanı oluyor.

Demek istiyorum ki, bu oryantalist bakışaçısı, Doğuhalklarına bu güvensizlik olmasa, belki de Mısırtoplumunun bir yerde patlamaya varacağınısezebilirlerdi. İşte 6 Nisan gibi bir gençlik çevresiseziyor. Sokaklara çıkacağız ve diktatörü devirmedendönmeyeceğiz, bu bir onur sorunudur, diyebiliyor.Nitekim çıktılar ve kovmadan dönmediler, pratiktebunu kanıtladılar.

Ama Müslüman Kardeşler buna inanmadı, kendigençlik tabanı eylemlerin içinde olduğu halde,dördüncü güne kadar eylemlere katılmadı. Türkiye’nineski bir dışişleri bakanı, eskiden Mısır’da büyük elçilikyapmış biri, AKP’li Yaşar Yakış, televiziyondakonuşuyor; Müslüman Kardeşler düzenin icazeti içinde,bu nedenle başlangıçta sonu belirsiz görünen eylemlerekatılmaktan geri durdu, başarısızlık durumunda başınagelebileceklerden korktuğu için, diyor. Bunları devletaygıtı, polis çok iyi biliyor, sürekli izliyor, istesehepsini bir gecede toplayabilirler, onlar da bunubiliyorlar ve bunun verdiği bir korku ile hareket ettiler,bu nedenle harekete başlangıcında katılmaktan geridurdular, diyor. İşte size düzenin icazet sınırları içindesiyaset yapmanın son derece dikkate değer bir öğreticiörneği.

Bundan çıkarmamız gereken sonuç ne? Reformistsol siyasal akımlar, ucunda ciddi bir çatışma vedolayısıyla ağır bedeller olan her büyük eylemden, tamda bu aynı korkular ve hesaplarla geri duracaklardır,bundan kuşku duymayınız, çıkarmamız gereken sonuçişte bu. Kendi kontrol mekanizmaları, genel merkezleri,yöneticileri, hepsi polisin eliyle koymuş gibi

toplanabilecek yerdelerse eğer, ki öyledirler, işte hepböyle, Müslüman Kardeşleri’nkine benzer bir ihtiyat vedikkatle davranacaklardır. Olayların arkasındakalacaklardır. Hiçbir gerçek kitle eyleminin önünedüşemeyeceklerdir. Çünkü icazetin ve denetiminiçindeler. Eski bir dışişleri bakanı, sistemin bir adamı,AKP’nin bir yöneticisi bile, bunu işte aynen böyleformüle edebiliyor. Bu gerçekten çok dikkate değer birgözlem ve Mısır’daki hareketten çıkarılması gerekenönemli derslerden biri.

Devam ediyorum. Devrimler kendiliğinden gelir,bunda şaşılacak bir şey yok, ne zaman patlak vereceğide bilinmez, dedim. Ama ardından da ekledim; amagene de bunun yeterli belirtileri vardır, büyükdepremlerin ön sarsıntıları türünden. BelirtileriMısır’da var, 1998’de yüzbinlerce işçinin katıldığıbüyük işçi grevleri oluyor. Mısır işçi sınıfınınMüslüman Kardeşler’in nüfuz edemediği tek alanolduğu söyleniyor. Bu nedensiz değil. MüslümanKardeşler temelde burjuvazinin bir kesimine, büyükkapitalistlere dayanıyor. Bunların fabrikalarında işçilergrev yapıyor ve bunlar da bu yüzden grev düşmanlığı,işçi düşmanlığı yapıyorlar. Olayın mantığı bu, sınıfsalbir sorun var, bir sınıfsal karşı karşıya geliş var.

Demek ki Mısır’da önce 1998’de bunun işaretlerivar. Sonra 2006 ve 2009 işçi fırtınası var. Bunu çokdeğişik yazarlar söylüyorlar. Bugün Mısır hareketiniSorosculukla suçlayanların en önemli dayanaklarındanbiri bu mesela. Banu Avar isimli bir yazar var,zamanında TRT’de program yapıyormuş, SınırlarınÖtesinde isimli. Diyor ki, 2006’da program içinMısır’daydım, Mısır işçi sınıfı ayaktaydı ve ölümünedireniyordu. Ama hiçbir uluslararası ajansta tek kelimeduyamazdınız bu direniş hakkında, tam tersine, tam birsuskunluk fesadı hakimdi uluslararası medyaya, çokbilinçli bir biçimde ve özel bir çabayla gizleniyordu bubüyük eylem dalgası. Oysa şimdi cömertçepropagandası yapılıyor olup bitenlerin, diye ekliyor vedemek ki gündemdeki hareketin arkasında Soroslar varsonucuna çıkıyor, mantığını böyle kuruyor.

Burada 2006 yılının büyük işçi mücadeleleri

karşısında emperyalist medyanın tutumuna ilişkinolarak ortaya konulanların elbette bir anlamı var. Amabunun bugün Tunus ve Mısır’da yaşanan çapta olaylarıaçıklama değeri yok. Soroslar saray darbeleriyapabilirler ancak. Şu veya bu başkentin anameydanına toplanmış güdümlü ve korumalıkalabalıklarla iş görür onlar. Tunus ve Mısır’daysaneredeyse bütün bir toplumun öfkeli ve görkemli ayağakalkışı var. Bu hareketin içinde Soroscu küçük gruplar,önden buna yönelik hazırlıklar olabilir. Amagerçekleşmiş hareketin içinde onlar neredeyse birhiçtir, büyük bir halk hareketinin önemsiz birbileşenidir en fazla. Emperyalist haber ajansları bunlarıönplana çıkarabilirler, hareketin sürükleyici öğeleriolarak da sunabilirler, ama buna aldanmak için birneden yok.

Devrimler sessizce derinden gelir ama geldiğinihaber veren dış belirtiler de hep vardır, bunun üzerindeduruyordum. Aslında yanardağ patlamalarında da buvardır. Eskiden devrimler yanardağ patlamalarınabenzetilirdi. İlk lavlar püskürtülür, devamı gelecek midiye merakla beklenir. Bir hareketlilik durumudur bu.Henüz büyük patlama yoktur ama “Etna’da birhareketlilik var” dedirtecek bir durum da kendinigöstermektedir. Bilim böyle durumlarda bir dizi belirtive ölçüm üzerinden olayın akıbetini ve şiddetinikestirmeye çalışır. Toplumsal olaylarda da böyle ölçülervar, sezebileceğiniz, tartabileceğiniz, ilk göstergesayabileceğiniz türden...

Devrimler kendiliğinden gelir ama tarihi bir dönemiçerisinde baktığınızda çok da beklenmedik biçimdegelmezler. Mısır’da işçi hareketi üzerinden bununönemli işaretleri ortaya çıkmış. Önemli diyorum, ziraişçi hareketi toplumun en diri kesimidir, 25 bin kişi ilebir kombinayı işgal etmek müthiş bir olaydır, bunu işçisınıfı yapabilir ancak, bu tarihi dönemde. Bu TahrirMeydanı’nı 2 milyon kişiyle işgal etmeye benzemez, oartık toplumun boşaldığı bir dönemdir, patlamanınyaşandığı bir dönemdir. Öteki bir ilk sarsıntıdır, öncübir çıkıştır, önden bir kendini duyuruştur. Biz benzer birdurumun Tunus’ta maden ayaklanması olarak kendinigösterdiğini artık biliyoruz, henüz ayrıntılarınıbilmesek bile. Mısır gibi Tunus’ta da bunun özellikleişçi sınıf hareketi üzerinden olması fazlası ileanlamlıdır.

Devrimler büyük birikimler üzerindenkendiliğinden patlamalar biçiminde yaşanabilir.Devrimler derken, isyan, ayaklanma ayırmıyorum.Sosyal olaylar, büyük sosyal çıkışlar, patlamalardiyelim biz bunlara. Ama nasıl geldikleri, toplumdakihangi birikimlerin üzerine geldikleri gene de çokönemli. Hangi mücadele birikimlerinin, hangi örgütselbirikimlerin, hangi deneyimsel birikimler üzerinegeldikleri... 1905 Devrimi 9 Ocak’ta Putilovfabrikasındaki bir işten atma olayı üzerine beklenmedikbir şekilde gündeme geldi ama öncesinde grev, direniş,siyasal gösteriler, yer yer yerel genel grevler var. Tümbunların, bunların oluşturduğu birikimlerin üzerine

CMYK

sır dersleriH. Fırat

sır dersleri Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Ortadoğu18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

geldi. Ve bu hareketli sürecin içinde şekillenen, güç vedeneyim kazanan, sınamadan geçen partiler var, bunugörüyoruz. Önceden Narodik hareket olarak şekillenen,sonra ardından ayrışıp değişime uğrayan, Marksizmbayrağı altında sosyal-demokrat biçim alan, küçük-burjuva ideolojisinin bayrağı altında Sosyalistdevrimciler biçimini alan, Liberal burjuva ideolojisibayrağı altında Kadet biçimini alan partiler bunlar...Lenin, Sol Komünizm’de, 1905 Devrimi sürecinde,bütün partiler ve bütün sınıflar tarih sahnesine çıktılarve büyük bir sınamadan geçtiler, diyor. Demek ki,önden bir süreç var; programlar var, strateji ve taktiklervar, örgütsel hazırlıklar var, ve 1905 Devrimi bunlarınhepsini pratik bir sınamadan geçiriyor.

Böyle bir toplumda aynı hedefe vurmaya çalışansınıflar ve partiler arasında kıyasıya bir hegemonyamücadelesi yaşanır. Komünist partisi şahsında işçi sınıfıönderliği küçük burjuvaziye ve liberal burjuvaziyekaptırmamaya, ilkini yedeğine almaya ve ikincisinietkisiz kılmaya ve tecrit etmeye bakar. Liberalburjuvazi kendi cephesinden Kadet partisi eliyleönderliği ele geçirmeye ve böylece, Lenin’in o günküifadeleriyle, devrimci süreci bir anayasal monarşi ilekapatmaya bakar. Küçük-burjuvazi ikisi arasında salınırdurur. Ama sonuçta sahnede sınıflar var ve bu sınıflarınsiyasal temsilcilerinin hazırlığı, inisiyatifi, yeteneğiolayların gidişatında ve alacağı yönde çok önemli birrol oynuyor. Toplumun gündeminde devrim vedevrimin içinde sınıflar ve siyasal akımlar var.

Lenin İki Taktik’e yazdığı Önsöz’de, devrim olaylarıbize bugüne kadar çok şey öğretti; ama şimdi sorun,devrimin özneleri olarak bizim ona bir şey öğretipöğretemeyeceğimizdir, der. Bununla devrime başarılıbir yön verip verememeyi, ona sağlam bir strateji vetaktikler demeti sunup sunamamayı kasteder. Bizzat İkiTaktik çalışmasının asli işlevi bu; devrime bir yönvermek, ona bir program kazandırmak, doğru birstratejik bakış açısıyla ona sağlam bir rota çizmek.Demek ki devrimlerin devrimci sınıflara ve partilerşahsında devrimci öncülere ihtiyacı var. Devrimlerin deonları açığa çıkarıyor olması, güçlendiriyor olmasılazım.

Tunus ve Mısır’da bunu göremiyoruz. Mısır’danhenüz hiçbir işaret alamadık. “Mısır sosyalistleri”ninbir açıklaması var, yazık ki reformist sınırları aşamayanbir açıklama. Parlamento dağıtılsın, Mübarek gitsin,dönemin sorumlularından hesap sorulsun, bir an öncegeçici bir hükümet kurulsun, yeni anayasa yapılsındiyen bir şey. Baradey’in de söylediği şeyler kabacabunlar. Burada sınıfın ve kitlelerin devrimci enerjisiniaçığa çıkarmaya ve düzene yöneltmeye, sınıfınbağımsız devrimci yönelimini ortaya koymaya veeylemini geliştirmeye yönelik en ufak bir işaretgöremiyoruz.

Tunus’ta nispeten daha ileri bir durum var. 15 solkuruluşun ortak bir bildirisi var. Daha net ifadeler varbu bildiride, emperyalizme karşı, neo-liberal yıkımakarşı, kapitalist dünya sistemine karşı... Bin Ali’ninyarattığı mekanizmaya ilişkin olarak, ordu konusundaçok açık şeyler söylenmiyor olsa da siyasi polisdağıtılsın, siyasi tutuklular serbest bırakılsın, tamözgürlükler sağlansın, taban inisiyatifleri/örgütlülüklerikurulsun, her yerde ve her alanda inisiyatif ele alınsın,özsavunma örgütlensin diyen daha devrimci, dahamilitan bir açıklaması var. Bu bakımdan Tunus daha iyibir durumda, daha ileri bir konumda görünüyor.

Sonuç olarak, devrimci parti olmazsa olmaz koşul!Yönü, şiarı devrimci parti verir. Devrimci parti olmadımı ne oluyor? Milyonluk hareketler ordunundenetiminde kalıyor. Ya da Baradey türünden,Viyana’da yaşayan ve emperyalist dünyaya hizmeteden bir adama kalıyor. Ya da daha da kötüsü,Müslüman Kardeşler denen bir gerici burjuva çeteyekalıyor.

Devrimler genellikle kendiliğinden patlak verir,bunu yeterince irdeledik. Ama örgütlü, donanımlı ve

yılların mücadelesi içinde deneyim kazanmış devrimcipartiler devrime yön veremezlerse eğer sonuçgenellikle başarısızlık olur, bu da bir başka temelönemde ders. Devrimci partinin olması devriminzaferinin kesin güvencesi değil kuşkusuz ama partiyoksa eğer bu durumda devrimin zaferi için zaten birşans kalmıyor.

Tarihsel deneyimden çıkarılmış formülümüzü birkez daha yineliyorum: Rusya’da ve ardından bir senesonra da Almanya’da devrim var. İlkinde devrimci partivar ve dolayısıyla da devrimin zaferi! İkincisinde partiyok, ya da ancak devrimin ardından son anda var, vedolayısıyla devrimin zaferi yok, trajik bir biçimdeyenilgisi var! Rusya’da devrim Şubat’ta patlak verdi,Kasım’da yeni bir devrim olarak doruğa çıktı ve zafereulaştı. Bir yıl sonra Almanya’da devrim patlak verdi,ama bir toplumsal devrim düzeyine yükselemedenyenilgiye uğradı, yerini burjuva karşı-devrimebırakarak.

İki ülkede de devrim var. İki ülkede de kitlelerayağa kalkıyorlar ve sınıflar hareket halinde... Rusya’daişçi, köylü ve asker sovyetleri, Almanya’da işçi veasker konseyleri var. Peki fark nerede? İlkinde,Rusya’da devrimci parti var, ikincisinde, Almanya’dadevrimci parti yok, biçim olarak var ama gerçektehenüz yok. Birinde devrim patlak verirken parti var,uzun yılları bulan bir hazırlığın ürünü, devrime yönvermeye çalışıyor ve bunu başarıyor da. Ötekindedevrim patlak verdiğinde parti henüz yok. Sosyal-Demokrat Parti var, devrimin dalga kıranı, karşı-

devrimci. Spartakist grup var, parti değil henüz.Devrimin sağladığı olanaklar içinde hızla partileşiyorama bu devrime yön verebilmesine yetmiyor. Bununiçin yeterli hazırlıktan yoksun ve ifade uygunsafazlasıyla geç kalmış durumda.

Biçim olarak bir partinin olması hiçbir biçimdeyeterli değil. Lenin, Sol Komünizm’de, biz uzun birmücadeleler sürecinden geliyorduk ve bunun çok yönlüdeneyimi ile donanmış durumdaydık; yasadışı ve yasal,şiddete dayalı ve barışçıl, parlamento dışı veparlamenter tüm mücadele alanlarında bir sınamadangeçmiş, zengin bir deneyim biriktirmiştik, diyor.Küçük-burjuva devrimciliği ile, burjuva liberal akımla,kendi içimizde her biçimiyle tasfiyecilik ilehesaplaşmıştık, diye ekliyor. İllegaliteyi ve legaliteyi,açık kitle mücadelesini ve parlamenter mücadeleyi,tasfiyeciliği ve partinin birliğini korumayı, tüm bunlarıgördük, yaşadık, bunlardan deneyim biriktirdik,sınamadan geçtik, demek istiyor. Sonuç olarakRusya’da büyük mücadeleler içinde pişmiş vesınamadan geçmiş deneyimli bir parti var. Rusya’dadevrimci sürecin sosyalist devrimin zaferiyletaçlanması bu açıdan rastlantı değil.

Devrim partilerle zafere ulaştırılabilir, özelliklemodern zamanlarda. Günümüzde, modern kapitalisttoplumda, devrimlerin zaferinin güvencesi devrimcisınıf partileridir. Devrimi partiler yaratmaz, devrimkendiliğinden gelir. Ama devrimi zafere ulaştırmak,öncü devrimci partinin temel tarihsel misyonudur.Devrimci partinin rolünü başarıyla oynayıpoynayamaması ile devrimin kaderi arasında kopmaz birbağ vardır.

Ama kendi başına devrimci bir partinin varlığı dayeterli değildir. Siyasal akımlar, partiler sınıflarüzerinden bir anlam taşırlar. Bilimsel anlamda parti,sınıfın siyasal öznesidir. İşçi sınıfının demiyorum, hersınıfın. Modern toplumlarda modern sınıflar var,partiler onların siyasal temsilcileridir. Sınıflarkendilerini partiler üzerinden ifade ederler. Kendieğilimlerini, hedeflerini, çıkarlarını, iktidardaysalaryönetimlerini partiler şahsında somutlarlar... Partilersınıflara dayanmak zorunda. Devrimci partilerin birdevrimde kendi rollerini başarıyla oynayabilmeleri deonların devrimci sınıfa ne ölçüde dayandıklarıyla sıkısıkıya ilişkilidir. Devrimci bir sınıfa dayanmayandevrimci bir partinin devrime yön verebilme şansıyoktur. Alman devriminin yenilgisi üzerinden

Mısır’da halk ayaklanması sonucu 11 Şubat’taiktidarı bırakmak zorunda kalan Hüsnü Mübarek’indavası başladı.

Mısır’da emekçilerin ve gençlerin Mübarek’indevrilmesinin ardından inisiyatifi ele alan askeriyönetime uyguladığı basınç sonucu mahkemeyeçıkarılan Mübarek, yolsuzluk ve adam öldürmesuçlarıyla yargılanıyor. Zira halk ayaklanmasısırasında göstericileri öldüren polislerin ve Mübarekile yakın çevresinin ciddi bir şekilde yargılanmasıtalebiyle Temmuz ayından bu yana başta TahrirMeydanı olmak üzere eylemler yapılıyordu.

Mübarek ile birlikte güvenlik şefi Habib El Adliile 6 üst düzey polis yetkilisinin de yargılandığıdavanın ilk duruşması 3 Ağustos günü başkentKahire’de Milli Polis Akademisi’nde yapıldı.

Geçici bir duruşma salonu kurulan polisakademisi, 3 bin polis ve asker tarafından korundu.Mübarek helikopterle getirilirken, duruşmayasanıklara ayrılan demir kafeste sedyede yatarakkatıldı. Duruşmada Mübarek, iki oğlu Ala ve Cemasuçlamaları reddetti. Mahkeme Başkanı AhmedRefaat, Mübarek’in Kahire yakınındaki birhastaneye kabul edilmesi yönünde talimat verdi.

Bir sonraki duruşma 15 Ağustos’a ertelendi.

Duruşma öncesi çatışma

Kahire’de duruşmanın yapılacağı polisakademisi önünde toplanan Mübarek yandaşları vekarşıtları arasında çatışma çıktı. Karşılıklı taşlaratıldı ve kovalamaca yaşandı. Çatışmalar sonucundayaralananlar olurken, Mısır polisi göstericileresaldıdı.

Ordudan saldırıMısır ordusu 1 Ağustos günü Temmuz ayından

beri meydanda gösteri yapan muhaliflere polislebirlikte saldırdı.

Ordu birliklerinin havaya ateş açtığı belirtilirkensaldırı sonucu 5 kişinin yaralandığı öğrenildi. TahrirMeydanı’nda kontrolü ele geçiren askerler,göstericiler tarafından kurulan yüzlerce çadırıkaldırarak alanı temizledi. Askeri birlikler deTemmuz başlarından itibaren trafiğe kapalı olanmeydanı araç ve yaya geçişine açtı. Meydandakimalzemeler de orduya ait kamyonlara yüklenerekgasbedildi.

Mübarek yargılanıyor

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Ortadoğu Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

gördüğümüz aynı zamanda budur. Oysa Lenin’in partisisınıfa sağlamca dayanıyordu ve bu Rusya’daki sosyalistdevrimin başarısının gerçek güvencesi oldu.

Tunus’ta olayların seyri içinde sınıfı fazlaca birağırlığa sahip olarak göremiyoruz. Sınırlı ölçülerde vedaha çok da sendikalar üzerinden bir rolü var... Mısır’dasınıfı ancak sürecin son aşamasında, fabrikalar veişletmeler üzerinden hızla büyümekte olan bir eylemdalgası içinde görebildik. Kuşkusuz işçiler Tahrirmeydanında gösterici bireyler olarak vardılar amaörgütlü sınıf bölükleri olarak yoktular. Sınıf üretimbirimleri, fabrikalar ve işletmeler üzerinden kendiniörgütler, meydanlara bile bu yapı içinde akar. ‘70’liyılların Türkiye’sinden biliyoruz bunu. 1 Mayıs’aonbinlerce işçi katılır, ama her fabrika bunu kendiörgütlü yapısı üzerinden ve kendi pankartları ile yapardı.Fabrikalar üzerinden örgütlü güç olarak ve kolektif sınıfkimliği üzerinden gerçekleşirdi bu katılımlar, şekilsizyığın olarak değil...

1848 Devrimlerinde Parisli işçilerin ellerinde kızılbayrakları var. Burjuva cumhuriyetinin üç renklibayrağının karşısına, diyor Marx, işçiler toplumsalcumhuriyetin kızıl bayrağı ile çıktılar. Siyasal devriminbayrağının karşısına toplumsal devrim bayrağı ileçıktılar. Üç renkli bayrağın karşısına kızıl bayrak veburjuva cumhuriyetinin karşısına toplumsal cumhuriyetistemiyle... 1789 Fransız Devrimi’nde sınıflar ve öznelervar. Jirodenler var, Jakobenler var, bunların kendi içindekanatlar var. Karşıda monarşistler ya da meşruti monarşiyanlıları var. 1848 Devrimleri’nde yine sınıflar ve yinesiyasal özneler var. 1905 Devrimi üzerinde bu açıdanyeterince durdum. Sonuç olarak sınıflar ve onlarıtemsilen siyasal özneler var, tüm gerçek devrimolaylarının değişmez tablosudur bu.

Biz bugün Mısır’da bu şekliyle bunları, sınıfları vesiyasal özneleri göremiyoruz. Yarın göreceğiz kuşkusuz.Bu büyük kitle fırtınasının da sağladığı imkanlarlazaman içinde kaçınılmaz olarak ayrışacaklar veşekillenecekler. Zira bu büyük eylem dalgası toplumakaçınılmaz olarak bir şeyler, belki de çok şeylerkazandırdı. Bundan sonrası çok önemli. Mısır’da,Tunus’ta olaylar yeni başlıyor. Halk ayaklanması buşekliyle hız kesmiş olabilir ama mücadele kızışaraksürecek. Yeni bir cendere ile toplum zapturap altınaalınmadığı sürece, siyasal ve sınıfsal bakımdan ayrışaraksürecek hareket. Nitekim Tahrir gösterileri bitti, işçigrevleri sürüyor. Birini bitiriyorlar, öteki başlıyor. Ötekibiterken belki ertesi gün yeniden başlıyor. Birşeylerkabul ediyorsun, tamam haklar verilecek, kimseatılmayacak diyorsun, direniş bitiyor. Bittikten üç günsonra direnişin önderlerini atmaya kalkıyorlar, yenidendireniş başlıyor. Ve Mısır’da bir fabrika işgali geleneğiolduğu çıkıyor. Bu zaman içinde o sınıfı şekillendirecek,bugünün şekilsiz yığınından ayıracak, umalım ki ortayadevrimci öznesini de çıkaracak...

Dalga ne kadar sürer bilmiyoruz dedim. 18 günlükbüyük bir toplumsal hareketlilik, ki yasalar felç edildi,rejimin olağan işleyişi boşa çıkarıldı. Polis meydandançekildi, yasaklar para etmedi, yasalar çiğnendi, herkesözgürce konuştu ve eyleme geçti... Bunun TahrirMeydanı’nda neye yolaçtığını gördük. Ama Tahrirdediğiniz 20 milyonluk bir Kahire’nin Taksim’i, 20milyonluk bir İstanbul’un yalnızca Taksim bölgesi.Herkes oraya akmadı, 20 milyon yoktu orada. Kaldı kiCuma günü dışında zaten milyonlar yoktu TahrirMeydanı’nda. Bir an için Kahire’yi İstanbul ve TahrirMeydanı’nı Taksim Meydanı olarak düşününüz. Ve biz,GOP’ta, Topkapı’da, Esenyurt’ta, Sefaköy’de,Gebze’de, Tuzla’da, Pendik’te, Kurtköy’de, buralarda neolduğunu henüz bilmiyoruz. Buralarda kitleler neyaptılar, nasıl örgütlendiler, ne türden bir eyleminisiyatifi içinde oldular, bunları henüz bilmiyoruz.Sokak kontrollerini, mahalle güvenliğini nasıl sağladılar,ne türden öz örgütlenmeler yarattılar, bunlarıbilmiyoruz. Kesin olarak çok şey yaratılmıştır. 18günlük bir otorite boşluğu içerisinde eylem halindeki

kitle yaratıcılığının ürünü olarak çok şey çıkmıştırortaya, ama biz bilmiyoruz. İşçiler zaten fiilen komitelerkurdular, bağımsız sendikalar içinde örgütlendikleriniilan ettiler, bunu biliyoruz.

Dolayısıyla, zafer ya da yenilgi türünden bir durumyok bugün için. Bir toplum 30 yıllık bir cenderedensilkiniyor. Nefes alması bile büyük bir kazanım.Özgürce diktatörlüğe son demesi bile büyük birkazanım, büyük bir ilerleme. Sürecin seyri uzun yıllarıbulur, henüz yeni başlayan bir süreç olarak bakmalıyızolup bitene. Başıyla sonu bir olamaz toplumsalolayların, zaman içinde bir biçimde yeni düzeyleresıçrama potansiyeli taşır.

Partiler sınıflara dayanır, sınıflar üzerinden iş görür,sınıfların örgütlü temsilcileri olurlar siyasal mücadelesahnesinde. Jakobenler Paris’in emekçilerinedayanıyorlar, özellikle küçük-burjuvaziye, zanaatçıya,dükkancıya, yanısıra da henüz oluşmakta olanproletaryaya. Bu alt sınıf katmanları Paris’in sokaklarınaçıktığında, gerçekte beşte dördü kendisine karşı olan,dahası nefretle bakan Konvansiyon’a Robespierreistediğini kabul ettirebiliyordu. Ne zaman ki baldırıçıplaklar dalgası kırıldı, ki kırılmasında bizzatkendisinin çok özel bir rolü var, çünkü sola kaymayıkırıp dizginlemeye çalıştı, ne zaman o dalga kırıldı, aynıKonvansiyon Robespierre’i anında giyotine gönderdi.Bu da bize siyasal akımların ancak dayandıkları sosyalsınıflarla bağlantılı olarak, onlara dayandıkları ölçüdekendi rollerini oynayabildiklerini bir büyük devrimindeneyimi üzerinden bir kez daha gösteriyor.

Devrimci parti temsil etmek ve dayanmak iddiasıtaşıdığı sınıf ekseninde devrime hazırlığını yapabilirancak. Elbette gerçekten ciddi bir devrimci parti ise.Kendi sınıfı ne ise öncelikle ona dayanarakilerleyebilir... Siz dayanmak iddiasında olduğunuzsınıftan güç olarak siyasal mücadele sahnesine çıkacakve öteki siyasal güçlerle boy ölçüşeceksiniz. Buradangüç alarak toplumun öteki emekçi kesimlerinietkilemeye, yoksullarını arkanıza almaya bakacaksınız.Yok eğer siz kendi sınıfınıza dayanmıyorsanız, daha dakötüsü sınıf dışıysanız, zaten hiçbir şansınız kalmaz,herhangi bir misyonu yerine getiremezsiniz. Eğer kenditemsil etmek iddiasında olduğunuz sınıfa değil de başkabir sınıfa dayanıyorsanız, bu durumda da kaçınılmazolarak onun damgasını taşır, onun türküsünü söylersiniz.Dayandığınız sınıf zemini son tahlilde sizin gerçek sınıfkonumunuzu ve kimliğinizi de belirler.

Tüm bunlardan çıkan basit ama temel önemde sonuçşudur: Devrimin zaferinin gerçek güvencesi, devrimcipartiden de öteye bizzat devrimci sınıfın kendisidir.Devrimci parti de ancak devrimci sınıfa dayanabildiğive ona başarıyla önderlik edebildiği ölçüde, kenditarihsel rolünü başarılı bir biçimde oynar ve devrimizafere taşır.

(tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Hama’da katliamSuriye’de gerici rejim baskı ve terör ile halk

hareketini ezmeye çalışırken, cuma eylemindekitlelere düzenlediği saldırının ardından 30Temmuz günü Hama’da yeni bir katliama imza attı.

Onbinlerce kişinin katıldığı cuma eylemlerindeordunun göstericilerin üzerine ateş açması sonucuonlarca kişinin öldüğü bildirildi. Şam, Lazkiye,Hama, Humus, Dara, Kisva ve Dir Ez Zor gibikentlerde rejim değişikliği talebiyle düzenleneneylemlere saldıran Baas güçleri en az 20 kişiyiöldürdü. Baskın ve gözaltıların da arttığını belirteninsan hakları örgütleri, sadece Şam’da yüzlercekişinin gözaltına alındığını duyurdu.

30 Temmuz gecesi ise ise Suriye ordusuna aittanklar gece saatlerinde Hama’ya girdi. Suriyeordusu çeşitli kentlerde gerçekleştirdiği ezmesaldırıları ile halk hareketini bastıramaya çalışmışfakat başarılı olamamıştı. Gerici rejim bir kez dahadizginsiz terörünü devreye soktu. Beşar El Esadrejimine karşı protestoların en yoğun yaşandığıyerlerden biri olan Hama’ya gece saatlerindetanklar girdi. Tanklardan rastgele ateş açıldığıbelirtilirken, ordu sokaklarda halkın kurduğubarikatları kaldırarak ilerledi. Kentin anasemtlerinde de su ve elektrik kesildi. 100’ünüzerinde kişinin katledildiği saldırıda yüzlerceinsan da yaralandı.

Kanlı operasyonlara rağmen eylemler 1Ağustos günü de devam etti. Ramazanın ilkgününde 10’u akşam olmak üzere toplam 24 kişiöldürüldü.

Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü BaşkanıRami Abdürrahman “Teravihten sonra birçokkentte düzenlenen gösterilerde güvenlik güçlerininateş açması sonucu 10 kişi şehit düştü ve birçokkişi yaralandı” dedi.

Başkent Şam’ın kuzeydoğusundaki İrbin’de 6,Şam’ın yakınında bulunan Maadamiye’de 1,Lazkiye’de 2 ve Humus’ta 1 kişinin öldürüldüğünükaydeden Abdürrahman, 150’yi aşkın kişinin degözaltına alındığını belirtti.

Bahreyn’de özgürlükçağrısı

Bahreyn’de Suudi destekli rejimin baskılarınıprotesto eden göstericiler 2 Ağustos günü çeşitlikentlerde eylemler gerçekleştirdi.

Sitra şehrinde gerçekleştirilen rejim karşıtıprotestoya ateş açılırken, Diraz, Eb Saiba veDair’de de eylemler yapıldı. El Halife karşıtısloganlar atılan eylemlerde hapishanedekitutsakların serbest bırakılması çağrısı yükseltildi.

‘Biat Günü’ndeeylemler

Fas’ta binlerce kişi hanedanın yetkilerininkısıtlanması ve yolsuzlukların üstüne gidilmesi için30 Temmuz günü sokağa çıktı.

Protestolar, bir asırlık ‘Biat Günü’ törenlerininyapıldığı güne rastladı. Yüzlerce bölgesel temsilciKral Muhammed’e “itaat ve bağlılık yeminlerini”sunarken, binlerce kişi sokaklarda Kral’ınyetkilerinin azaltılmasını istedi. Başkent Rabat’tabinlerce Faslı da “geçmişle bağların koparılacağıdeğişiklikler istiyoruz” dedi. Ülkenin en büyükkenti Casablanca’da 4 bin, Tanca’da da yaklaşık 5bin kişi protesto eylemlerine katıldı.

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Türkiye Cumhuriyeti bir transformasyonsürecinden geçiyor. TC emperyalist kapitalist sistemederinden ve yeniden entegre oluyor. Referandum vegenel seçimler bu sürecin önemli adımları oldu.

Uluslararası düzeyde 11 Eylül konsepti,kapitalizmin yapısal krizi, ülke içinde ise 5 Nisankararları, 2002’de Kemal Derviş darbesi ve Kürtulusal özgürlük hareketinin ulaştığı boyut yenidenyapılanmanın sıçrama noktaları olarak öne çıktı.

GOP ve 11 Eylül konsepti

ABD 11 Eylül konseptiyle küresel hegemonyaatağına kalktı. Bu hamle bir yanıyla da ABD’ninhegemonya krizini aşma ya da hegemonyasını restoreetme gayretiydi. Dünya jeopolitiğindeki konumu veetkisiyle Ortadoğu bu hamlenin odak coğrafyası oldu.

ABD Ortadoğu’nun yeniden dizaynına girişti. Irakve Afganistan’ın işgali yeni Ortadoğu düzenininkurulması yönündeki emperyal saldırılardı. BüyükOrtadoğu Projesi (BOP), yeni Ortadoğu düzenininsofistike ifadesi oldu. ABD imparatorluk projesini vehamlesini bu doğrultuda gerçekleştirdi. ABD’ninimparatorluk atağı bölge halklarının direnişi karşısındaçöktü. Bu gelişme BOP’un bir dizi yeni evresinigündeme getirdi. ABD AB’yle ortak hareket etmeyebaşladı. BOP’un ikinci evresinde açık zorla, ideolojikzoru konsantre eden taktikler uygulandı. Ne var kiemperyal kültür zaman kadar eski ve kadim biruygarlık olan Mezopotamya uygarlığı karşısındabaşarısız kaldı. Bu sefer Condoleezza Rice tarafındandile getirilen BOP üçüncü evresi gündeme geldi.

“Yaratıcı kaos” diye tanımlanan konseptleOrtadoğu’nun Balkanlaştırılması hedeflendi. Ortadoğuhalkları etnik, mezhebi ve dinsel polarizasyona tabitutuldu. Eklem yerlerinden kırılmak istendi. Irak veFilistin’de bu yönde mikro devletler icat edildi.Bölgede kanton ve mikro devletlerin yaratılmasıylapolarizasyon tetiklenmek istendi. Mikro devletleraracılığıyla makro tahakküm tahsis edilmeye çalışıldı.

Yani kaosun, katliam, yıkım ve talanın önü açılmakistendi. Fakat daha başta Irak bir kan gölüne dönüştü.

Obama’nın iktidara gelmesi emperyalistpolitikalarda “deri değişimine” yol açtı. Bölgedeyükselen direnişi ve ABD karşıtlığını hesaplayan,Ortadoğu’da sıkışmışlığı bir düzeyde aşmaya çalışan,Latin Amerika’daki kontrolsüz gelişmeleridenetlemeyi arzulayan ve her ABD askerininölümünün iç politikada etkilerini hafifletecek birkonsepte geçildi. Clinton’un “akıllı güç” olaraktanımladığı bu konsept özellikle bölge güçlerineemperyal politikalara tam angajmanla aktif rolyükledi. Açık işgali her zaman rezervde tutan ABDbölgede hem imaj yenilemek hem de hegemonyasınıyeniden kurmak istedi. Irak’ın kalbinde 50 bin kişilikaskeri güç bırakarak yani ileri karakolla jeostratejiknoktaları enerji kaynakları yollarını kontrol etmeyiamaçladı. Böylece bir yönden askeri mobilizasyonunuarttırmayı, diğer yandan Ortadoğu’da sıkışmışlığınıaşmayı hesapladı.

Arap devrimleri ve bu devrimlerin dalgasal etkisi,BOP’un yeni evresini işaretledi. Aşağıdan devriminönünü kesmek, bölgede kapitalist stabilizasyonusağlamak için bir anlamda BOP’un “yaratıcı kaos” ve“akıllı güç” evreleri sentezlendi.

Libya’ya NATO’nun askeri müdahalesi bupratiklerden biri olarak öne çıktı. Kolektif emperyalistbir operasyonla Libya’ya müdahale edildi. Açık işgalingündemde olduğu Libya’da Balkanlaştırmataktiklerinin devreye sokulması büyük bir olasılık.

Ayrıca Libya müdahalesi Arap devrimlerinin önünükesmeye yönelik emperyal atağı ifade etti. Bahreyn veYemen’de Suudi Arabistan’ın açık işgal girişimleri debunun bir parçasıydı. Açık işgalle toplumsal muhalefetşiddetle bastırıldı. Suudi Arabistan bölgesel güç veemperyalizm lejyoneri olarak konuşlandı.

Mısır ve Tunus’ta devrimin yarattığı oloğanüstüdinamizm ve yıkıcı gücün etkisizleştirilmesi içinadımlar atıldı. Kapitalist stabilizasyon yönünde bir dizirestorasyon politikaları devreye sokuldu. Bu çokvektörlü karşı-devrimci taktiklerle Arap devrimlerininbertaraf edilmesi amaçlandı. Hatta devrimlermutasyona tabi tutulmaya çalışılıyor. (1) Böylece kitlemobilizasyonunun yarattığı etkiyle “renkli devrimlere”uygun bir şekilde sistemin rektifikasyonu içinhamleler yapılıyor. Bu durum, kapitalistentegrasyonun derinleşmesinin önündeki çeşitlidespotik ve otoriter Arap rejimlerini devre dışıbırakmayı kolaylaştırıyor. Bu adımlarla islamın veİslam coğrafyasının kapitalist sisteme daha yoğun vederin bir şekilde entegre olması hedeflendi. Bölgenintopyekün stabilizasyonuyla pazarın derinleştirilmesiamaçlanıyor. Ayrıca petrole bağlı kapitalist gelişmenintaşıdığı riskin giderek artmasıyla petropolitik birhamle olarak petrol kaynaklarının daha doğrudankontrolü hesaplanıyor. Bu “dönüşüm” süreci ABD’ninbölgede hakimiyetini kalıcılaştırma ve tahkim etmeuğraşı olarak değerlendirilebilir.

İslam coğrafyasının finans kapitalin somut vegüncel ihtiyaçları açısından pürüzsüz bir coğrafyayadönüştürülmesi için kompleks politikalar gündemegetirildi.

BOP’un genişletilmiş versiyonu olan GenişletilmişOrtadoğu Projesi (GOP) bu politikalardan biri. KuzeyAfrika, Arap Yarımadası, Ortadoğu, Balkanlar,Kafkaslar ve Orta Asya’yı kapsayan bu coğrafyaemperyalist nüfuz ve ekonomik alan savaşlarına sahneoluyor. Dünya enerji kaynaklarının 3/4’ünün çıktığı,dünya zenginliğinin yüzde 60’ının üretildiği, dünyanüfusunun yüzde 75’inin yaşadığı bu topraklar büyükaltüst oluşlara gebe. GOP’un kapsadığı alanlar, kaynaksavaşlarının cereyan edeceği coğrafya olarak dikkatçekiyor.

TC’nin bölgesel güç olma hamleleri

TC, BOP ya da GOP içindeki en stratejikülkelerden birisi. TC büyük altüst oluşlarınyaşanacağı, talan ve yağma anlamına gelen kaynaksavaşlarının kaçınılmaz olduğu bu coğrafyada bölgeselgüç olmaya çalışıyor. Aynı süreçte finans kapitalküresel sermayeyle (Özal dönemi ve Kemal Dervişoperasyonlarıyla sıçramalar kaydeden) içiçeliğini dahafazla pekiştiren ve derinleştiren adımlar atıyor. Buadımlar sadece finans kapitalin değil onunla sonderece derin entegrasyon yaşayan, hatta onungörünüşüne bürünmüş küresel sermayenin acil, güncelhedeflerine uygun biçimleniyor.

Daha sürecin başında olunmasına rağmen bölgesel

açılım mahiyetinde ciddi adımlar atıldı. Ortadoğupazarındaki payın arttırılması için birçok sektördeyatırımlar yapıldı. Başta bankacılık, tekstil ve inşaatsektöründe önemli sermaye transferleri gerçekleşti.

Bölgenin yoğun bir ucuz emek pazarına sahipolması, Arap monarşilerinde petro-doların yarattığıolanaklarla geniş tüketim zeminlerinin bulunması,finans kapitalin iştahını kabarttı ve agresyonunuarttırdı. Bu ülkelerin iç pazarlarında hegemonya kurmaçabaları yoğunlaştı.

TC bu sürecin ihtiyaçlarına göre transforme oluyor.En başta finans kapitalin büyük yatırımlarının veyatırım hamlelerinin korunması için askeri ve siyasibir dizi yapı değişikliği içine girdi.

AKP iktidarı döneminde bu yönde son dereceönemli hamleler gerçekleştirildi. Hatta AKP’niniktidara gelişi ve işlevi ancak bu süreç kavrandığındaanlaşılabilir. Çünkü bu süreç küresel sermayeninyönelimleri ve emperyalizmin yeni jeopolitiğiylebağlantılı olarak şekillendi.

TC’nin Neo-Osmanlıcılık politikalarında ifadesinibulan bu gelişmelerle, finans kapitalin yönelimi birdizi stratejik ve politik hamleyle desteklendi.NATO’nun yeni konseptine bağlı bir şekilde ordununprofesyonelleşmesi, mobilizasyon gücünün ve savaşyeteneğinin arttırılması, operasyonal niteliğininyükseltilmesi ve modernizasyonu, yeni silah alımı vesilah sanayinin geliştirilmesi yönündeki hamlelerfinans kapitalin yeni açılımına uygun düzenlemelerolarak dikkat çekiyor.

Bu yönelimin diğer bir adımı “ılımlı İslam”modelinin bölgenin yeni dizaynında temel birideolojik zemin olarak devreye sokulması oldu. “YeşilKuşak” doktriniyle ve Afganistan’ın Sovyet işgalisonrası müdahalelerle İslam, emperyalizmin Ortadoğupolitikalarında önemli bir politik enstruman halinegeldi. İslam’ın, ABD’deki cemaatlere ya daEndonezya’da son derece etkin olan cemaatörgütlerine benzer bir dönüşüme uğratılarak anti-komünist ve kapitalizme içkin ve uygun halegetirilmesi hedeflendi. İslamın ve İslam coğrafyasınıemperyalist-kapitalist sisteme daha yoğun, derin vekompleks bir şekilde içselleştirilmesine yönelik buadımlar titizlikle hayata geçirildi, geçirilmeye devamediyor.

İslam’ın kapitalizm ruhuna uygun hale getirilmesive kapitalist rasyonalizasyonu ve rıza mekanizmaları

Yorum20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

TC’nin transformasyonu, GOP ve hegemonya savaşları

Volkan Yaraşır

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

üreten bir ideooljik politik zemine oturtulmasıyönünde AKP ve Fethullah Gülen Cemaati önemli birrol oynadı. İslam’ın bu “özgün” biçiminin ya dayorumunun etkinlik alanının geliştirilmesi yönündeuygulamalar (Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya,Balkanlar ve Afrika’ya kadar) yaygınlaştı. Böyleceİslam coğrafyasının küresel sermayenin güncel, somutve tarihsel hareketi için pürüzsüz ve sorunsuzcoğrafyaya dönüştürülmesi hedeflendi. Sermayeninihtiyaç ve yönelimlerine yönelik bu “mekan”düzenleme hareketlerinde “ılımlı İslam” son derecebelirleyici işlev gördü. Bu sürecin bütünü, devlet,toplum, birey ilişkilerinde muazzam altüst oluşlaryarattı.

Ekonomik, kültürel, askeri, siyasi ve sosyo-politikyönleri olan bu gelişmeler egemen klikler arasında sertçatışmalara ve gerilimlere yol açtı. Referandum veseçim süreci AKP’ye muazzam bir kitle desteğikazandırdı. Atacağı adımların daha radikalizeolmasının önünü açtı.

GOP bataklığındaki TC

TC’nin üçüncü dönem yeni jeo-politik konumlanışıNeo-Osmanlıcılık üzerinden şekillendi. Neo-Osmanlıcılık ılımlı İslam artı BOP/GOP angajmanı (2)ve Vietnam-Çin çalışma rejimi olarak biçimlendi.Vietnam-Çin çalışma rejimi AB angajmanın-sürecinindışavurumu oldu. BOP/GOP’a angajman, emperyalizmlejyonerliği ve aktif taşeronluk olmak üzere iki ayaktayürütülüyor. Bunu şöyle formüle edebiliriz. TCpantürkizm ya da Neo-Enverizmle, Neo/pan İslamizmikaynaştıran bir yönelimi devlet politikası halinegetirdi. Neo-Osmanlıcılık’ta konsantrasyonu bulan buyönelim TC’nin bölgesel güç olma arzusunu yansıttı.Osmanlı’ya gönderme BOP/GOP uygun birdüzenlemeydi. Aynı coğrafyanın ABD ve ABtarafından yeniden dizaynının gündemde olmasıTC’nin yönelimleriyle aktüel ve reel politika olarakçakıştı. Arkasını iki emperyal güce dayayarak TCataklar yapmaya çalıştı. Ayrıca Neo-Osmanlıcılık ülkeiçinde neoliberal politikalarla açlık, yoksulluk, sefaleteitilmiş, sosyal enkaza çevrilmiş kitlelerinkomplekslerine hitap etmesi yanında, faşizmin kitleruhunu tetikleyecek milliyetçi/şoven/ırkçı ve İslamcıyönelimleri içinde barındırıyordu. AKP politikçizgisini İslamcı/muhafazakar/milliyetçi eksenlerdekurdu. Bütün bu süreç dış politikada agresyonpolitikaları izlemeye, içerde ise şiddetli gericilik vemilitarizasyon sürecine girilmesine yol açtı. Budönemde bazı gelişmeler TC’ye kısmi de olsa“bağımsız” davranma olanakları sağladı.

ABD’nin 11 Eylül sonrası imparatorluk hamlesininbaşarısızlığı ve kapitalizmin yapısal krizinin yarattığızaaflar, TC’nin tırnak içinde bu türden bağımsız hamlegirişimlerine yol açtı. TC’nin Ortadoğu’ya yönelik“derin” stratejileri, bölgesel hegemonya girişimlerihızla etkisizleşti. Bunun bir nedeni tırnak içindekibağımsız hamlelerin sınırlılığıydı. Diğer nedeni iseArap dünyasının TC’ye yaklaşımı, özellikle Kürtfedere devletine yönelik çeşitli düzeylerde diplomatik,ekonomik, askeri operasyon girişimlerinin bizzat ABDtarafından bloke edilmesi ve Talabani ve Barzani’ninTC’ye mesafeli yaklaşımları oldu. Ayrıca bir dizi Arapülkesi bütün iddialı ve diplomatik girişimlere rağmenTC’yi muhatap kabul etmedi. Kısaca süreç bağımsızdavranma girişimlerini boşa çıkardı ve kısa bir süreiçinde TC ABD’yle bütünüyle uyumlu hale getirildi.

Bölgenin yeni dizaynının ABD açısından taşıdığıstratejik öneme paralel olarak, TC’nin iç politiksürecine ABD daha direk ve derin müdahalelerdebulunmaya başladı. Ayrıca iç politik süreçteki her türlügelişme ABD’yi dünkünden daha çok ilgilendirmeyebaşladı. ABD BOP’u aksatacak her iç politik salınımamüdahale edecek noktaya geldi. ABD-TC ilişkilerinintarihsel arka planı yeni sömürgecilik ilişkilerinin

yarattığı olanak ve zeminler ABD’nin hamle gücünüarttırıcı faktörler oldu.

ABD TC’nin yaşadığı transformasyon sürecininyönlendiricisi ve şekillendiricisi olarak rol oynuyor.Bugün AKP’nin hegemonik atakları ve performansıylayürütülen sürecin realizasyonunu engelleyecek tümfaktörler, ABD’nin farklı operasyonlarıyla devredışıbırakıldı. Bir anlamda AKP, ABD’nin her düzeydekidesteğiyle “yol alıyor”. AKP’nin varlık zemini birboyutuyla bu desteğe bağlı. Fethullah Gülen Cemaati-AKP (bir cemaatler koalisyonu olarak) ilişkisinin verezonansının zeminleri Washington’da örüldü. Çokkısa bir zamanda ılımlı İslamın ekonomik, politik,ideolojik ataklarına muazzam olanaklar yeni bumerkezlerde hazırlandı. Ordunun istenen hizayasokulması, Soğuk Savaş devlet yapılanmasının bazıaparat ve oluşumlarının etkisizleştirilmesindePentagon fiilen rol oynadı. Ayrıca ordunun AKPiktidarı dönemindeki darbe girişimlerine ABDtarafından onay verilmedi. Tabiki bu operasyon vehamlelerin bir başka yönünü ise kapitalistentegrasyonun derinleşmesi ve rasyonalizasyonihtiyacı oluşturdu.

Tüm bu adımlar ABD-TC ilişkilerinde pürüzlünoktaların temizlenmesini, ordu gibi Weberyan birifadeyle statü gruplarının yarattığı problemlerinaşılması ya da hizaya sokulmasını, TC’yle ilişkilerindaha doğrudan ve derinden yürütülmesini içeriyor. Bugelişmelerin başka bir yansıması ise Anadolucoğrafyasının küresel sermayenin yeni üssünedönüştürülmesi oldu. Bu durum GOP için gereklihamlelerin son derece kompleks ve çok boyutlu(diplomatik, ekonomik, politik, askeri) yürütülmesianlamına geliyor. İzmir’in NATO’nun yenioperasyonel üslerinden biri haline dönüştürülmesini bubağlamda ele almak gerekir.

Dipnotlar...(1) Arap coğrafyasında devrim ve karşıdevrim

sarmalının tipik dışavurumu olan bu gelişmeler; Arapdevrimlerinin yeni bir evreye girmesiyle boyutkazanacaktır. Özellikle işçi sınıfının (başta Mısır veTunus’ta) yaratacağı dinamizm bundan sonra Arapdevrimlerinin yönelimini ortaya koyacaktır. Ama herşeyden önce muktedir olma duygusunu hisseden ve birdevrim tecrübesi yaşayan Arap halkları, kazanımlarınıkolayca terketmeyecektir. Uzun vadede Arap devrimleridaha yeni başlıyor ya da başka bir ifadeyle birikiyor. 21.yüzyılın ilk devrimleri olarak şekilleniyor. Fransızİhtilali’nin 5 yıl, Alman Devrimi’nin yine 5 yıl, İspanya İçSavaşı’nın 3 yıl sürdüğü unutulmamalıdır. Arapcoğrafyasındaki devrimci süreç salınımlı bir şekildesürmektedir. Ve asıl olarak bu birikimlerin patlamalarınıgörmek ve beklemek gerekir. İşçi sınıfı tarihsel rolünüdaha yeni kavrıyor ve bu role uygun donanıma giriyor.Tunus’ta 28 gün, Mısır’da 18 gün süren devrim günlerisınıfa birçok şey öğretti. Mısır’da Nil Vadisi, Mahallabölgesi, Tunus’ta maden bölgesi ve büyük şehirler Arapcoğrafyasının yeni Petrogradları olarak öne çıkıyor. İsyanve ayaklanmalar ve Arap devrimleri buralardamayalanıyor. Karşıdevrim ise aşağıdan devrimirestorasyon taktikleriyle engellemeye çalışıyor. Kısacaher şey, devrimin doğasına ve ruhuna uygun gelişiyor.Asıl bundan sonra büyük devrim dalgası gelecektir.

(2) TC kuruluş süreciyle birlikte üç jeo-politik evregeçirdi. TC’nin birinci jeo-politiği petro-politiğe bağlıbiçimlendi. TC’nin kuruluşunda emperyalizmle Bolşevizmarasında bir tampon bölge olarak konumlandı. TC’ninikinci jeo-politik dönemi 1945-1990 arasında yaşandı. İkikutuplu dünyadaki makro dengelere bağlı olarakbiçimlendi. Soğuk Savaş döneminde ABD’ninOrtadoğu’daki ileri karakolu olarak işlev gördü. Kürtsorunun varlığı TC’nin soğuk savaş devlet yapılanmasınıve reflekslerini bir müddet daha sürdürmesine yol açtı.TC’nin üçüncü jeo-politik konumlanışı 11 Eylülkonseptine bağlı ve ABD’nin imparatorluk projesineuygun biçimlendi. TC’nin BOP angajmanı yeni jeo-politiğin yönelimini belirledi.

(Devam edecek...)

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011 Yorum

Ekim Gençliği okuru Zennure Karaaslanhakkında 7 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

İzmir Buca Belediyesi’nde işten çıkarılantaşeron işçisi Batıgül Tunç’un 23 Mayıs 2011tarihinde Ankara’da gerçekleştirdiği eylemdegözaltına alınan Zennure Karaaslan’a, attığısloganlar gerekçe gösterilerek dava açıldı.

Tunç ve destekçi kurumlar, Yüksel Caddesi’ndetoplanarak CHP Ankara İl Başkanlığı’na yürümekistemiş, polis ise biber gazıyla eylemcileresaldırmıştı. Eylemde gözaltına alınan 15 kişi ertesigün nezaretten çıkartılarak sağlık kontrolündengeçirilmeleri için polis aracıyla Adli TıpKurumu’na götürüldü. Zennure Karaaslan’ın bu

sırada attığı “Katil polis-faşist polis-işkencecipolis!” sloganları ise kendisini götüren kadın polistarafından engellenmeye çalışıldı ve arbede çıktı.

Kadın polis, Adli Tıp’tan rapor alarak savcılığahakaret ve yaralama iddiasıyla suç duyurusundabulundu. Karaaslan da polisten şikâyetçi olurken,Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, sadece polisinşikayetini dikkate aldı. Bunun üzerine Karaaslanhakkında dava açıldı. Ankara Sulh CezaMahkemesi’ne sunulan iddianamede, Karaaslan’ın“kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret”suçundan iki yıla kadar, “Kişinin yerine getirdiğikamu görevi nedeniyle kasten yaralama” iddiasıylada beş yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.

“Katil polis!” sloganına 7 yıl hapis istemi

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

İHD İstanbul Şubesi 16-22 Temmuz tarihlerindeİstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde Kürtlere dönükgerçekleşen saldırılara ilişkin hazırladığı raporu 3 Ağustosgünü basın toplantısı ile kamuoyuna sundu.

Rapor İHD İstanbul Şube Başkanı Av. Abdulbaki Boğatarafından açıklandı.

Olayların özetlendiği raporda saldırıların gelişimiortaya kondu. Buna göre Diyarbakır Silvan kırsalındayaşanan çatışmanın ardından internet ortamında başlatılansaldırı çağrıları ile linç güruhlarının kışkırtılarak sokaklarasalındığı belirtildi.

Polisin tutumu teşhir edildi

Oolayların anlatıldığı raporda 18 Temmuz’daellerindeki sopalarla BDP il binasına yürüyen ülkücülerinpolis barikatı ile durdurulduğu ancak binanın tüm camlarınıkırmalarının engellenmediği belirtiliyor. Raporda polisintutumuna da değinen şu ifadeler yer alıyor:

“20 Temmuz günü tekrar toplanan ülkücü grup ile ev,araç ve işyerleri tahrip edilen Kürtler karşı karşıya gelmiş,polis araya barikat kurmuştur. Gerginliğin artması üzerineKürtlere müdahale eden polislerin içinden bir amirin‘arkadaşlar siz dağılın, biz onlara yeteriz’ sözleri ise videogörüntülerine yansımıştır. Ülkücüler yürüyüşe geçerekKürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve BDP ilçe örgütününbulunduğu Yeşiltepe ve Sümer mahallelerinde ev, işyeri vearaçları tahrip etmiş ve saldırılar sabaha kadarsürmüştür”

Raporda ayrıca şu noktalar öne çıkıyor:* BDP ilçe merkezi önünde 5 otobüs çevik kuvvet

polisi ve onlarca sivil polis bekediği, YeşiltepeMahallesi’nde saldırıya uğrayan Giresunlular Kıraathanesiönünde ise bir otobüs içinde 20 çevik ve kıraathane önündede sivil polislerin olduğu;

* Yeşiltepe ve Veli Efendi mahallelerinde saldırıyauğrayan ve Kürtlere ait olan kahvehanelerin önünde iseherhangi bir önlem alınmamıştır;

* Mahalle aralarında kimliği belirsiz, eli sopalı küçükgrupların bekleştiği ancak dağıtılmaları için herhangi birçaba sarf edilmediği;

* İlçe dışına çıkıldığında ise gerek gece, gerekse degündüz herhangi bir gerginliğin olmadığı gözlemlenmiştir.

Gözlemlerini bu şekilde aktaran heyet, çalışmalarınınise bölgede kendilerine dönük güvenlik tehditlerindenötürü dar tutulduğunu belirterek bu bölümü tamamladı.

“Organize ve planlı”

Heyetin genel kanaatları ve vardığı sonuçların bazılarışöyle

- 16-22 Temmuz 2011 tarihlerinde provokasyonlarlabaşlayan olaylar 2 kişinin yaralanması, Kürtlere ait ev,işyeri ve parti binasının tahrip edilmesi, 72 kişiningözaltına alınması ve 8’inin tutuklanması, yapılan ev

aramalarında 7 adet kuru sıkı tabanca, tabancalara ait 56adet fişek, bir miktar uyuşturucu ve bol miktarda kesici vedelici alet ele geçirilmesi göstermiştir ki Kürtlere dönüklinç girişimine dönüşen olaylar organize ve planlıdır.

- 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi olaylarındaolduğu gibi yalanlar ve kışkırtıcı söylemler burada dakullanılmıştır. Güvenlik güçlerinin önleyici tedbirleralmaması ve saldırganlara müsamahkar davranması kaygıvericidir.

- Gözaltına alınan 22 Kürt, Terörle Mücadele Şubesi’negötürülüp, terör örgütü üyeliği ile suçlanmıştır. Özel yetkilimahkeme tarafından 8’i tutuklanırken, 65 ülkücü saldırganönce güvenlik şubeye götürülmüş ardından BakırköyCumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadelerine dahibaşvurulmadan serbest bırakılmıştır.

- Devlet yetkililerinin saldırganlar karşısında pasifkalması düşündürücüdür. Emniyet amirinin “siz dağılın, bizonlara yeteriz” demesi de bizde “Kontrollü bir deneme miyapılıyor” endişesi yaratmıştır.

- Bu bağlamda saldırılar siyasal bir intikamdüşüncesiyle Kürt-Türk çatışması çıkarmaya yönelik ırkçıbir saldırı izlenimi vermektedir.

- Benzer linç girişimlerinin süreklilik kazanması vetoplumsal bir kültür haline getirilmeye çalışılması kaygıvericidir. Bu koşullarda mevcut yasalarda toplumsalfarklılıkları yok sayan, ırkçı ve ayrımcı anlayışın payıbüyüktür. Bu ve benzer linç girişimlerinin bir dahayaşanmaması için alınacak tedbirler yanında bir sistem vezihniyet değişikliğine de gereksinim olduğu ve çözümünTürkiye’nin bir bütün olarak insan hak ve özgürlüklerinedayalı demokratik bir yönetime kavuşturulmasıylamümkün olacağı kanaatindeyiz.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kürt sorunu22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

“Kontrollü bir deneme mi?”

Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 21 Kasım 2004’tebabası Ahmet Kaymaz’la birlikte evlerinin önündepolisler tarafından katledilen 12 yaşındaki UğurKaymaz’ın anmasına katıldıkları için 2 Ağustos sabahıgözaltına alınan Eğitim Sen üyesi 4 eğitim emekçisitutuklandı. Kızıltepe Eğitim Sen Temsilcisi SalihKuday, yönetici Abdulkadir Demir, eski yöneticiMehmet Ali Çiçek ve sendika üyesi Erdal Çamtutuklama talebiyle Kızıltepe Asliye CezaMahkemesi’ne sevk edildi. Mahkemece ifadeleri

alınan öğretmenler, 24 Kasım 2010’da Uğur Kaymaziçin düzenlenen yürüyüşe katıldıkları iddiasıyla“yasadışı örgüt propagandası yapmak”tan tutuklandı.Eğitim Sen’liler Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’negönderildi.

Mahkeme çıkışında Eğitim Sen’lilere destekvermek amacıyla adliye binası önünde bulunan çoksayıda kişi “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganı attı.Eğitim Sen’liler de kendilerine destek verenlere zaferişareti yaparak, kitleyi selamladı.

Kaymaz’ı ananlar tutuklandı

Nazilli’de faşistsaldırganlık

Nazilli‘de 28 Temmuz günü sokak aralarındakimlik kontrolü yapan ülkücü-faşist gruplarKürtlere hakaretler ve tehditler savururken birKürt gencini de linç edimek istendi.

Nazilli’de bir restorantta garsonluk yapanNadir Gülenç’in önü gece yarısı evine dönerkenbir grup faşist tarafından kesildi. “Buralar sizinmezarınız olacak. Defolun gidin buralardan”diyerek Gülenç’in üstüne saldıran grubunellerinde bıçak ve sopalar olduğu ifade edildi. Bireczaneye sığınan Gülenç’i uzun süre dışarıdabekleyen saldırganlar, daha sonra olay yerindenuzaklaştı.

Daha önce de arkadaşlarından, faşistlerinmahallede yol keserek, kimlik sorduklarını veKürtlere saldırdıklarını duyduğunu ifade edenGülenç, bu grupların terör estirdiklerini ancakkimsenin müdahale etmediğini söyledi.

Korucular terör estirdiBingöl’ün Karlıova ilçesinde Taşlıca Köyü

Korucubaşı Hacı Alan’ın ölümünü bahane edenkorucular valilik ve emniyetin de desteğini alarakterör estirdi. Başta BDP ilçe binası, KarlıovaBelediye hizmet binası olmak üzere kentteBDP’lilere ait birçok işyeri ve evin camı kırıldı.BDP İlçe Başkanı Şemsettin Özen’in evinin de,Özen’in eş ve çocukları da içeride ateşe verildiğiifade edildi.

Karlıova Belediye Başkanı Ferit Çelik,meydana gelen olayın hemen ardındankorucuların çarşı merkezine gelerek BDP’yeyakınlığı ile bilinen birçok esnafın camını kırdığınısöyledi. Yine BDP ilçe binasını taş yağmurunatutan korucuların ardından ilçe binasındabulunan eşyaları dışarı attığını duyduklarınısöyleyen Çelik, belediyeye yönelen korucularınbelediye personeline hakaretlerde bulunarak,belediyeyi işgal etmek istediklerini, personelinizin vermemesi üzerine belediyenin camlarınıkırdıklarını söyledi.

Kendisinin de korucular tarafından ölümletehdit edildiğini, bizzat ilçede güvenliktensorumlu kolluk birimlerinin kendisine birkaç günilçeye gelmemesi yönünde telkindebulunduğunu söyleyen Çelik, tek amacınKarlıova’da BDP’yi bitirmek olduğunu sözlerineekledi. Polis ve valilik ise ilçede olup bitenleremüdahale etmeyerek olayları izlemekle yetindi.Bingöl Valisi Hakan Güvençer’in, yaşanangerginlik için “duygusal ve toplumsal tepki sözkonusu” açıklamasında bulunması da devletintutumunu özetliyor.

Bursa BDP’ye saldırıBursa’nın Yıldırım ilçesine bağlı Cumalıkızık-

Değirmenönü Mahallesi’nde bulunan BDPtemsilciliği önüne 30 Temmuz gecesi basitdüzenekli el yapımı bomba bırakıldı.

Parti temsilciliğinin giriş kapısına bir çantaiçerisinde hazırladıkları bombayı bırakansaldırgan ya da saldırganlar, olay yerindenuzaklaştı. Patlayan bomba, yangına neden oldu.

Mahalle Temsilcisi Abdullah Ekinci’ningörüştüğü jandarma komutanın Maraş’tahayatını kaybeden askerin cenazesinin ilçeyegetirilecek olması nedeniyle, “Bugün burayaasker cenazesi gelecek. Bu saldırıyı bırakın,gençlerinize sahip çıkın” dediği öğrenildi.

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

DTK 5. Genel Kurulu 31 Temmuz ve 1 Ağustostarihlerinde 43 ilden 850 delegenin katılımıylagerçekleştirildi.

Genel kurul, BDP Diyarbakır İl binasında VedatAydın Konferans Salonu’nda yapıldı.

“Demokratik Özerklikle, gönüllü demokratikbirlikteliğe doğru yol alıyoruz”, “Demokratik Özerkliğiemek ve inançla, kadın mücadelesi ile yükselteceğiz”pankartlarının asıldığı konferans salonunda, divanın ikitarafına Diyarbakır ve Muş’ta bedenlerini ateşe verenMustafa Malçok ve Evrim Demir’in posterleri asıldı.Üzerinde Kürt önderleri Şeyh Sait ile Seyit Rıza,PKK’nin öncü kadrolarından Kemal Pir ile MazlumDoğan, bedenini ateşe veren Zekiye Alkan ile İranoperasyonunda yaşamını yitiren HRK’lilerinfotoğraflarının yer aldığı pankartlar da salonda yer aldı.

“Kürtler statü istiyor”

Açılış konuşmasını yapan DTK Eşbaşkanı AhmetTürk’ün ardından konuşan DTK Eşbaşkanı AyselTuğluk bundan sonra esas tartışma ve mücadelekonusunun, sorunun nasıl tartışılacağına dair olacağınıbelirtti. “Kürtlerin cevabını aradığı soru şudur,Kürtlerin meşru taleplerini kabul etmek kadar butaleplere anayasal güvencelerle karşılık verecek midir?Kürtlerin statüsü ne nasıl olacaktır” dedi.

Tuğluk mücadelelerini kararlılıkla sürdüreceklerinivurgulayarak şunları söyledi: “Bilinmelidir ki bufaşizme karşı var oluş mücadelemizi ve direnişimizi çokdaha kararlı bir şekilde sürdürürüz ve kendimizisavunuruz. Bu bir tehdit değil, siyasete, değişime vediyaloga bir çağrıdır. Siyasete siyaset yaparak karşılıkveririz. Ama devletin saldırılarına karşı da topyekunmobilizasyon halinde oluruz, demek istiyoruz. Nasıl kiBaşbakan sürekli çarpışa çarpışa var olduk diyorsa bizde AKP hegemonyasına karşı direniriz”

5 öneri

Tuğluk 5 adımlık bir sürecin gelişmesi gerektiğinibelirterek önerilerini şöyle sıraladı:

* Demokratik ve anayasal çözüm için ilgili her aktörnet bir ifadeyle irade beyanında bulunmalı, tutumbelirlemelidir.

* 1 Ağustos-1 Ekim tarihleri arasında uygulanacakkısa vadeli yol haritası hazırlanmalı ve işlevli halegetirilmelidir. KCK tutuklularının bırakılmasındanTMK değişikliğine kadar idari ve yasaldüzenlemelerden ibaret olmalıdır.

* Sayın Öcalan’ın sürece hakim ve müdahil olması

için koşullar düzenlenmelidir.* Eylemsizlik ilan edilmeli, operasyonlar

durdurulmalıdır.* Meclis inisiyatif alarak demokratik ve anayasal

çözüm için katılımcı bir yöntemle çalışmaları 1 Ekimtarihi itibariyle başlatmalıdır

“Mücadele etmek kadar bedel ödemeye hazırız”

Tuğluk konuşmalarını şöyle bitirdi: “Hakaret vesaldırıları da not ediyoruz. Bunlara karşı kendimizikorumayı bildiğimizi söylemekle yetineceğiz. Zayıf,güçsüz, çaresiz hiç değiliz. 40 bin canını vermiş birhalkın temsilciyiz. Mücadele etmek kadar bedelödemeye de hazırız. Kefaleti kadar onurlu bir barışolsun ötesine kimse razı olmaz.”

Ulusal konferans için karar

Genel kurulun ikinci gününde eşbaşkanlığa AhmetTürk ile Aysel Tuğluk yeniden getirildi.

Genel kurulun sonuç bildirgesini okuyan DTKSözcüsü Cemal Coşkun Öcalan’ın özgürlüğü için siyasi,diplomatik ve hukuki alanda çalışmalar yürütecek birinisiyatifin oluşması kararına varıldığını belirtti.

İran’ın Federal Kürdistan Bölgesi’ne yönelikoperasyonuna ilişkin ise Coşkun, “Kurulumuz buparalelde İran devletinin Kürdistan’ı işgal saldırısınıkapsamlıca ele almış saldırıyı nefretle kınamıştır. İşgalgirişimi Güney Kürdistan federal bölgesinin iradesineve haklarına bir saldırıdır. Bu doğrultuda işgalsaldırısını tüm Kürdistan halklarına saldırı olaraktanımlamış ve buna karşı direniş kararlılığınaulaşmıştır. Kürdistan topraklarında sınırların meşruiyetikalmamış ve tüm Kürt halkının kendini savunma hakkıdoğmuştur. DTK tüm Kürt halkına, bölge halklarına veuluslararası kamuoyuna işgale karşı tutum alma vedirenme çağrısı yapar” dedi.

Coşkun, Kürt Ulusal Konferansı’na ilişkin yapılantartışmalara değinerek şunları belirtti: “Gelinen aşama;belirli bir hazırlık düzeyine ulaşan, ulusal konferansınaciliyetini ve önemini bir kez daha açığa çıkarmış,sürecin hızlandırılması gerektiği belirtilmiştir. Türkiye,İran ve Irak kirli ittifakı öncelikle oluşan Kürt ulusalbirliğini ciddi bir tehdit olarak görmekte ve ulusalbirliğin kurumsal yapısının oluşmasını engellemek içinher türlü yönteme başvurmaktadır. Türkiye destekli, İrandevletinin işgal girişiminin ulusal birlik ve ulusalkonferans çalışmalarına saldırı olduğu açıktır. DTKKürt halkının statüsüzleştirilmesi planına karşılık, tümulusal güçlerin birliğini daha da ilerleterek cevapverilmesi inancını tazelemiştir”

“Demokratik özerkliği inşa etme çalışmaları sürecek”

Coşkun “Demokratik Özerklik Kürt halkınınKürdistan coğrafyasında kendisi için belirlediğistatüdür. İlan sonrasında yaşanan tüm gelişmelerDemokratik Özerkliğin ilanının çok tarihi bir adım vekarar olduğunu göstermiştir. Kürt halkı ve onun enmeşru ve geniş iradesi olan DTK’nin aldığı bu kararlayeni bir süreç başlatmış ve herkesi de bu süreçte renginibelli etmeye davet etmiştir. Bunun yanısıra, bu iradebeyanına yaklaşım ve tepkiler ne olursa olsundemokratik özerkliği inşa etme ve kurumsallaştırmaçalışmaları devam edecektir. Bu çözümün hazırlanacakyeni anayasada yer alması için mücadelesiniyürütecektir” diye konuştu.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

DTK direnişe çağırdıKürt sorunu

Sınırda oturma eylemiİran’ın Güney Kürdistan’a yönelik

operasyonlarına tepki gösteren halk, Hakkari’ninYüksekova ilçesine bağlı Esendere Sınır Kapısı’nagiderek 31 Temmuz gecesi oturma eylemi başlattı.

BDP Şırnak il, Cizre, Silopi, İdil, Uludere ileBeytüşşebap ilçe örgütü üyeleri, BDP Vanmilletvekili Özdal Üçer, belediye başkanları, il genelmeclis üyeleri ve bini aşkın kişi araçlarla EsendereSınır Kapısı’na geldi.

“Hedef Kurd hemû ne” pankartının açıldığıprotesto gösterisinde sınır kapısının giriş çıkışlarınıkapatan kitle adına konuşan BDP Şırnak İl BaşkanAbit İke, operasyonların durması için geldiklerinibelirtti. PKK ve Kürt halkına yönelik yenikonseptlerin devreye konulduğunu söyledi.

Yapılan konuşmaların ardından kitle oturmaeylemi başlattı. 3 gün süren oturma eylemi basınaçıklamasıyla sona erdi.

İran saldırılarına protestoİran saldırıları, yurt dışında birçok merkezde

YEK-KOM tarafından düzenlenen etkinlik veyürüyüşlerle protesto edildi.

Essen30 Temmuz günü Almanya’nın Essen şehrinde

de bir yürüyüş gerçekleştirildi.Yürüyüşe başta BİR-KAR olmak üzere MLPD,

Tamil Kaplanları ve İranlılar destek sundu. Willy-Brand Meydanı’nda başlayan yürüyüş şehrin enişlek caddelerinden geçilerek devam etti. İnsanlarınyoğun olarak bulunduğu kafeterya önlerinde iseyürüyüş kolu durdurularak saldırıları teşhir edenajitasyon konuşmaları yapıldı, çevrede bulunanlarbilgilendirildi. Yürüyüşte “Türkiye ve İran el eleKürtlere karşı” ve “İran’da Kürt tutsaklara yönelikidamlar derhal durdurulsun“ yazılı iki ana pankarttaşındı.

Yürüyüşün ardından konuşmalar yapıldı. EssenBİR-KAR adına yapılan konuşmada, Kürt özgürlükhareketine yönelik yürütülen bu kapsamlısaldırıların arka planı teşhir edildi. Düzenin icazetsınırları içerisinde faşist sermaye devleti ile masabaşında yapılacak anlaşmaların Kürt emekçilerinehiçbir zaman gerçek özgürlüğü getirmeyeceği,biricik kurtuluşun ise, yalnızca değişik uluslardanoluşan Türkiye işçi sınıfı ile yoksul Kürt emekçilerininortak mücadelesi olduğu ifade edildi.

Ayrıca BİR-KAR’ın “Kürt halkı ile eylemlidayanışmaya” şiarı ile çıkarılan bildirinin dağıtımıgerçekleştirildi. Eyleme 300’e yakın kişi katıldı.

Frankfurt27 Temmuz günü Frankfurt’ta yapılan eyleme

BİR-KAR da destek verdi. Yaklaşık iki saat süreneylemde “Dizginsiz devlet terörüne, ırkçı, şovensaldırganlığa ve linç girişimlerine son“ başlıklıAlmanca ve Türkçe bildiriler dağıtıldı.

Kızıl Bayrak / Essen - Frankfurt

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Dünya24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

Onlarca yıla yayılan iç çatışmalara sahne olanSudan, temel sorunları yerli yerinde dururken, ikiparçaya ayrıldı. Şimdilik nispi bir sükûnetdöneminden geçse de Sudan halen savaş, yoksulluk,açlık ve ölümün kol gezdiği diyarlardan biridir.

Ülkenin parçalanması ABD başta olmak üzereemperyalist güçlerin dolaysız müdahalelerine bağlıolsa da, genelde Sudan rejimi özelde uzun yıllardanberi işbaşında bulunan dinci gerici el Beşir yönetimide bu suça ortak oldular. Nitekim Hartum’dakiyönetimin şefi el Beşir hem Güney’in Kuzey’denayrılmasıyla ilgili referandumu desteklemiş hemayrılmaya ilk onay veren kişi olmuştur.

Sudan’ı parçalanmaya götüren son dönemdekigelişmelere bakıldığında “alanın da satanın damemnun” olduğu görüntüsü yansıyor. Oysa temelsorunların yerli yerinde duruyor olması, bugörüntünün aldatıcı olduğuna işaret ediyor.

Gerici rejimlerin aczi…

Sudan, etnik/dinsel yapısı zengin Arapülkelerinden biridir. Emperyalist sömürgeciliğin deetkisiyle uluslaşma sürecinde yaşanan gecikme vekesintiler, kabile yapısının belli bölgelerde varlığınıkorumasına yol açmış, bunlara ekonomik alandakisorunlar eklenince, ülkedeki etnik/dinsel zenginliksonu gelmez çatışma ve iç savaşlara vesile olmuştur.

Diğer sömürge ülkeler gibi Sudan da,“bağımsızlık”tan sonra emperyalistler tarafından rahatbırakılmamış, gerici çıkar ve hesaplar, etnik, dinsel,bölgesel çatışmaları körüklemiştir. İç çatışmalarıkörükleyen emperyalist güçler, şimdi güya bunaçözüm üretmek adına ülkeyi parçaladılar.

İç çatışmaların kesintili de olsa devam etmesi,emperyalistlerle siyonist İsrail gibi gerici güçlerin buçatışmalarda taraf olmasına alan açmış; kuşkusuz kibuna zemin hazırlayan Sudan rejiminin kendisiolmuştur. Zira Sudan’ın egemenleri laik/demokratikbir yönetim kurmayı başaramamış, tersine, iççatışmaların tarafı olarak halkların iradesini zorbalıklakırmaya çalışmışlardır. Sudan rejimi sadece Güney’dedeğil, Darfur ve Abyei’deki çatışmalarda da katliamlargerçekleştirmekle suçlanmaktadır.

Nitekim şu sıralar Sudan’ın parçalanması içinemperyalistlerle işbirliği yapan el Beşir, halen “aranankatil” durumundadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi,Darfur’daki katliamlardan sorumlu tuttuğu el Beşirhakkında tutuklama kararı çıkartmıştı.

Bu kararın alınmasında emperyalistlerin ikiyüzlüpolitikaları etkili olsa da, bu, AKP şefi TayyipErdoğan’ın “yakın dostu” olan el Beşir’in sicili kanlıbir rejimin şefi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Uzun yıllara yayılan ve yüzbinlerin, hatta kimiiddialara göre milyonların katledilmesine yol açan iççatışmalardan, bunun sonucu ülkeninparçalanmasından emperyalistler kadar, Sudan’dakigerici rejim de suçludur.

Ülkenin parçalanmasına zemin hazırlayançatışmaların bedelini, farklı etnik, dinsel yapılaramensup yoksul emekçiler ödemiş, öte yandan isegerici güçler, savaş ağaları ve küçük bir azınlıkülkenin yıkımından yarar sağlamıştır.

Sudan örneği de gösteriyor ki, gerici rejimlerin,emekçilere ve ezilen halklara yoksulluk, sefillik,zorbalık ve ölümden başka sunacakları bir şey yoktur.

Emperyalist güçlerin riyakarlığı…

Sudan nüfusunun yarıdan fazlası işsizlik veyoksulluk içinde yaşarken, sağılık ve eğitimolanaklarından yoksun, günde bir dolarla hayattakalmaya çalışıyor. Ancak milyonların yaşamınıcehenneme çeviren bu sorunlar ne el Beşiryönetiminin ne Sudan’ı parçalayan emperyalistlerinumurunda. Onlar gerici, sefil çıkarları uğruna buyoksul ülke halklarını bir araç olarak kullanıyorlar.

El Beşir hakkında tutuklama kararı çıkartan,Sudan’a ambargo uygulayan ABD ile suç ortakları,söylemde baskı altındaki halkların haklarınısavunuyorlar. Oysa bu iddia rezilce bir yalandanibarettir. Zira hiçbir emperyalist güç odağının, -etnik/dinsel kökeninden bağımsız olarak-, yoksulSudanlılar’ın sorunlarıyla ilgilendiğine tanıkolunmamıştır.

Şimdi Sudan’ın Güney’ini koparıp burada“bağımsız devlet” kurduran emperyalistler, eziciçoğunluğu yoksul, eğitimsiz, sağlıklı beslenme vebarınma olanağından yoksun halkların sorunlarıylailgili değiller. Onlar Afrika kıtasını iğrenç planlarınagöre dizayn etmek ve kukla devletçikler kurdurarakhalkları köleleştirmek derdindeler.

Kurdurdukları rejimlerin demokratik olacağısöylemi ise safsatadan ibarettir. Örneğin GüneySudan’ın nüfusunun sadece yüzde 15’iHıristiyanlardan oluşmasına rağmen, burada resmi diliİngilizce olan Hıristiyan bir devlet kurmayaçalışıyorlar. Daha ilk adımda Güney Sudan’da yaşayan8 milyonu aşkın kişinin yüzde 85’inin iradesini yoksayan bir devletin ne kadar “demokratik” olduğuşimdiden anlaşılıyor.

Bu arada Güney Sudan’da birbiriyle anlaşamayan,kimi zaman silahlı çatışmaya giren çok sayıda hareketşimdiden mevcuttur. Yeni kurdurulan bu devletçik,Kuzey Sudan’la yaşayabileceği sorun ve çatışmalar biryana (zira sınırların çizimi, petrol ve Nil sularınınpaylaşımı gibi kritik sorunların hiçbiri çözülebilmişdeğil), iç çatışmaların da her an patlak verebileceği biryapıya sahiptir.

Belirtmek gerekiyor ki, ayrılmadan yana tutumalan Güney Sudan halkları, yeni devletinemperyalistler eliyle ilan edilmesini bayram havasındakutladılar. Oysa emperyalistler eliyle kurdurulan ve

bundan dolayı kukla olmaya mahkûm bu devletçiğinhiçbir soruna çözüm üretemeyeceğini fark etmeleriiçin, Güney Sudanlılar’ın çok beklemelerine gerekkalmayacak.

Emperyalistlerin kuklalarınadönüşüyorlar...

Baskı altındaki halkların eşitlik ve özgürlük uğrunadirenmeleri haklı ve meşrudur. Ancak bu tür direnişhareketlerinin devrimci ilke ve programdan yoksunolmaları ya da bundan uzak durmaları, kaçınılmazolarak yozlaşma ve gericileşmeyi beraberindegetirmektedir. Zira devrimci ilke ve programdanyoksunluk, kim ne amaçla desteklerse onunla işbirliğiyapmayı bir “ilke” haline getirmektedir.

Küçük burjuva veya orta sınıfların önderlik ettiğibu tür akımların, özellikle son 20 yılda emperyalistgüçlerle işbirliği yapmaları neredeyse bir kural halinegeldi. Bu tür hareketlerin zaaflı ve pragmatist yapıları,emperyalist/siyonist güçlerin pek çok soruna dolaysızbir şekilde müdahale etmelerine zemin hazırlıyor.

Görünen o ki, Güney Sudan’daki hareketlerin çoğubu türden zaaflar taşıyor. Örneğin ilan edilen GüneySudan devletinin ordusuna dönüşen Güney SudanHalk Kurtuluş Ordusu (SPLA), hem siyonist İsrailhem emperyalistlerle işbirliği yapmıştır. Bu yönüylegericileşen SPLA, kirli/kanlı yöntemlerebaşvurmaktan da geri durmamıştır. Köyleri yakmak,sivilleri katletmek, kadınlara tecavüz etmek gibiiğrenç icraatlara imza atan bu hareket, gelinen yerdeemperyalistlerin kuklası olmaya mahkûm bir devletinresmi ordusu haline gelmiştir.

Çıkış sebepleri haklı olsa da, devrimci ilke veahlaktan yoksun silahlı hareketlerin zamanlagericileşmesi ve giderek kanlı/kirli yöntemlerebaşvuracak noktaya savrulmaları neredeysekaçınılmazdır. Bu tür hareketlerin ise, ezilen halklaraözgürlük değil, şekil değiştirmiş esaretten başka birşey sunmamaktadır. Tıpkı şu sıralar Güney Sudan’daolduğu gibi.

Direniş hareketlerinin, halkları özgürleştirmeninolduğu kadar, kirli/kanlı icraatlardan uzak durmasınıntek yolu, devrimci çözümü temel almaları vemücadeleyi devrimci ilke ve ahlaka bağlı kalaraksürdürmeleridir.

Emperyalistlerle işbirlikçileri Sudan’ı parçaladı

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Dünya Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011..

Emperyalist kapitalist sistem insanlığı yok oluşasürüklüyor. Bir yandan üretim alanlarında işçi veemekçilerin kanını emiyor, diğer yandan dünyanın tümzenginliklerini yağmalıyor, doğayı yaşanabilir bir yerolmaktan çıkarıyor. Bir avuç sömürücü asalak bollukiçerisinde yaşarken, milyonlarca işçi ve emekçi, ezilenhalklar açlık, kuraklık ve salgın hastalıklarlaboğuşuyor.

Kısa bir süre önce Somali’de yeniden gün yüzüneçıkan bu gerçek, “uzay çağında yaşayan insanlığın”perde arkasında gizlenen dramını da gözler önüneseriyor. Somali’de resmi olarak ilan edilen açlık,esasında kapitalist sömürü düzeninin gerçek yüzüneçarpıcı biçimde ayna tutuyor.

Emperyalistler “açlık” konusunda uyarıyor (!)

Birleşmiş Milletler (BM) kriterlerine göre, günde2.100 kilokalorinin altında beslenmek, çocuklarınyüzde 30’unun yetersiz beslenmesi ve günde her onbin çocuktan dördünün ölmesi “resmi olarak açlık”anlamına geliyor. Bu kriterlere göre en son 1984-1985yıllarında Etiyopya’da açlık ilan edilmişti.Etiyopya’daki resmi açlık ve salgın hastalıklarnedeniyle bir milyondan fazla insan yaşamınıyitirmişti.

İçinde bulunduğumuz dönemde BM aracılığıylaemperyalistler yeni bir “açlık salgını” konusundauyarılarda bulunuyorlar. Afrika’nın doğu ucunda yeralan ve Kenya, Etiyopya, Somali, Eritre, Cibuti veUganda gibi ülkeleri içine alan Afrika Boynuzu’ndaon milyon insanı etkileyen kuraklığa BM tarafındandikkat çekiliyor. Gelinen yerde BM, Somali’ningüneyinde yer alan Bakul ve Aşağı Şabelle bölgeleriiçin resmi olarak açlık ilan etmiş bulunuyor. BMSomali İçin İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ndenyapılan açıklamaya göre, ülke genelinde Somalinüfusunun yarısını oluşturan yaklaşık 3,7 milyon insanaçlıktan etkileniyor. Bu insanların 2,8 milyonu iseülkenin güneyinde yaşıyor.

BM tarafından yapılan açıklamada, açlığınyaşandığı bölgelerin El Kaide ile ilişkili El Şababmilis grubunun kontrolü altında olduğuna dikkatçekiliyor. Zira BM 2009 yılında El Şabab’ı kenditopraklarında yabancı yardım örgütlerine yasakkoymakla suçluyordu. Bugün yaşanan açlığınnedenlerinden birinin de bu örgütün insani yardımlarınkontrolü altındaki bölgeye sokulmasına izinvermemesi olduğu iddia ediliyor.

Peki ya gerçekler?

BM tarafından yapılan açıklama açlık salgınınıngerçek nedenlerini tercihen yansıtmıyor. Gerçeknedenleri açıklamak BM’den beklenemez de zaten.Çünkü bugün insanlığın karşı karşıya kaldığı bu yıkımve trajedinin gerçek sorumluları BM’nin de bir parçasıolduğu emperyalist güçlerdir. Örneğin, salgınınyaşandığı yer olan Afrika Boynuzu denen yer veözellikle Cibuti, Kızıldeniz’in kontrolü açısındanbüyük bir önem taşıdığından dolayı, burada sürekliolarak ABD ve diğer batılı emperyalist devletlerinaskerleri konuşlandırılıyor.

Türlü iddia ve söylemlerle, kendi yarattıkları

yıkımın sorumluluğundan sıyralmak isteyenemperyalistler, aynı zamanda göstermelik yardımvaatleriyle de kapitalizmin vahşi yüzünü gizlemeye vebir bütün olarak sistemi aklamaya çalışıyorlar. Bunagöre, İngiltere 145 milyon dolar, AB 8 milyon dolar,İspanya 10 milyon dolar ve Almanya 8,5 milyon dolarpara yardımında bulunacağını taahhüt ediyor. Adıgeçen ülkelerin Afrika halklarını açlığa ve yıkımasürükleyen emperyalist yağma ve talan projelerine yada silahlanma başta olmak üzere emperyalistsaldırganlığa ayırdıkları dev bütçeler düşünüldüğünde,henüz kuru vaat de olsa, bu yardımların bir anlamifade etmeyeceği açıkça görülüyor.

Somali’nin hem tarihi hem de bugünü gerçeğintüm açıklığıyla ortaya çıkarılmasına yetiyor aslında.Önceleri İtalya ve İngiltere’nin sömürgesi altındabulunan Somali’de 1969’da sömürge sonrası biryönetim kuruldu. ‘70’li yılar boyunca eğitim, sağlık vealtyapı gibi sosyal alanlarda önemli gelişmelerkaydedildi.

1980’lerin başından itibaren Afrika’da uygulanan“IMF-DB yapısal uyum programlarından” Somali denasibini aldı. Bu “yapısal uyum programları”nedeniyle ülkedeki yerli tarım çökertildi. Yine aynınedenden dolayı ‘80’li ve ‘90’lı yıllar boyunca ülkedeçok sayıda açlık yaşandı. Daha önce yaşadığıkuraklıklara rağmen kendi kendine yetebilen

Somali’nin, IMF ve DB programları nedeniyleekonomisi istikrarsızlaştırıldı. Bu çöküntü süreci hemekonomik hem de sosyal anlamda bir kaosa yol açtı vebu da 1991 yılında ABD destekli bir iç savaşınzeminini hazırladı. İç savaş boyunca yaşanan açlıknedeniyle 200 bin insan yaşamını yitirdi.

Somali aynı zamanda önemli miktarda petrolrezervine de sahip olan bir ülke. Ancak Somali’dekitüm petrol zenginliği ABD’li petrol tekellerinindenetimi altında buluyor. Bu petrol tekellerinin içsavaştan önce kendi konumlarını sağlama aldıkları,hatta iç savaş sürecinde ABD’nin “askeriçalışmalarına” doğrudan katıldıkları da biliniyor.

BM’nin insani yardımları engellemekle suçladığıİslamcı örgütlerin bağlantıları da önemli gerçeklereişaret ediyor. Zira, söz konusu örgütlerin SuudiArabistan tarafından finanse edildiği ve batılıemperyalistlerin istihbarat örgütleri tarafındandesteklendiği gün yüzüne çıkmış bir gerçek.

Şu çok açıktır ki, Somali’de yaşanan açlığın asılsorumlusu emperyalist kapitalist sistemdir. Bu sömürüdüzeni tarihin çöplüğüne atılmadıkça da gerekSomali’de gerekse dünyanın öteki yerlerinde işçi veemekçiler felaket, dram ve trajedilerle karşı karşıyakalmaya devam edeceklerdir. Somali örneği, insanıninsanca yaşabileceği tek düzenin sosyalizm olduğunutüm açıklığıyla bir kez daha bizlere göstermektedir.

Somali’de resmi açlık ilanı...

Açlığın ve sefaletin sorumlusu kapitalizmdir!

İtalya’da göçmen öfkesiİtalya’da sığınma taleplerine yanıt alamayan

göçmenler 1 Ağustos günü polisle çatıştı. Barikentindeki göçmen kampında kalan yüzü aşkın kişi,düzenledikleri protesto gösterileri sırasında çöpkutuları ile araba lastiklerini yaktı.

Gösteriyi dağıtmak için azgınca saldıran polisetaşlarla karşılık veren göçmenler, kentin sanayibölgesinden geçen kara ve demiryolları üzerindebarikatlar kurdu.

İnsani hakları çerçevesinde oturma izni talepeden göçmenlerin büyük çoğunluğunu; Libya’daçalışan işçiler, Afrika’dan gelenler ya da savaştankaçanlar oluşturuyor.

Berlusconi hükümetinin göçmenlere yönelikaldığı sert önlemler ile yasal oturma izni içinprosedürleri ağırlaştırması son yıllarda bu sorunungiderek gerilime dönüşmesine neden oluyor.

Vietnam’da katliam gibi salgınUluslararası tekeller için ucuz işgücü cenneti

olan Vietnam’da çocukları vuran el, ayak ve ağızhastalığı salgınında yılbaşından bu yana 70 çocukyaşamını yitirdi.

Dünya üzerinde, çocukların seks işçisi olarakpazarlandığı ülkeler arasında ilk sıralarda yer alanVietnam’da Sağlık Bakanlığı yetkilileri, çoğuvakanın ülkenin güneyinde görüldüğü hastalığınçoğu 5 yaş altı 23 bini aşkın kişiye bulaştığınıbelirtti.

Ülkede enterovirüs 71’in yolaçtığı kaydedilenhastalığın ağırlaşarak çocuk felci, beyin tümörü veölüme yol açması riski bulunuyor.

Vietnam’da 2008’den bu yana 10-15 bin el, ayakve ağız hastalığı vakası görüldüğü ve şimdiye kadaryılda yaklaşık 20-30 çocuğun hayatını kaybettiğibelirtiliyor.

Dünyadan...

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Dünya26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

S21 projesi üzerinden süren mücadele sertleşerekdevam ediyor. Değişik boyut ve sertlikte kavgalara konuolan S21 projesi, ilk kez Alman Demir Yolları şirketinin(DB AG) başkanı olan Heinz Dürr tarafından Nisan1994’te, büyük bir gürültüyle basına ve kamuoyunatanıtıldı. Nereden bakılırsa bakılsın, bu proje tartışmasızolarak, kentin merkezinin çehresini değiştirip, oldukçageniş bir yeşil alanı yok edecek ve su kaynaklarına zararverip, yakın çevre ile raylı ulaşım sistemini sınırlayacak,dahası, kentte ve yakın bölgelerde yaşayan insanlarıngelecekdeki yaşamını olumsuz yönde etkileyecek olanbir projeydi. Ne var ki, bütün bunlar bu projeninmimarlarının umurunda bile değildi. Onların tekdüşündüğü şey projenin arkasında duran tekellerin sefilçıkarlarıydı. Bu nedenledir ki, Stuttgart halkının iradeside hiçe sayılarak, medya desteği eşliğinde her şeykapitalist tekellerin vurgunlarına kurban edildi. Projedenbüyük vurgunlar yapacak olan arsa spekülatörleri, inşaatve demir-çelik şirketleri, eyalet bankası LBBW,otomobil firmalari dezenfermasyona başvurarak, S21projesini oldu bittiye getirip, topluma kabul ettirmeyeçalıştılar. Doğrusu, bu konuda hayli başarılı da oldular.Nitekim, 29 Ağustos 1995’te yapılan ilk kamuoyuyoklamasına göre, halkın %51’lik kesimi projeyi çok iyibulurken, karşı çıkanların oranı ise %30’da kalıyordu.Bu aşamada tekellerin ve onların hükmetinin projeyigerçekleştirmelerinin önünde bir engel kalmamışgörünüyordu. Bunun o kadar kolay olmayacağısonradan anlaşıldı.

İnisiyatifler kuruluyor, muhalifler harekete geçiyor

S21’in bir yıkım projesi olduğunu düşünenlerharekete geçmekte gecikmedi. Kasım 1995’te PDS’ninfederal parlamenteri Winfried Wolf’un girişimiyle“Leben in Stuttgart - Kein Stuttgart 21” inisiyatifikuruldu. Ardından, S21 projesinin gerçek amaçlarınıdeşifre etmek ve karşı bir hareket yaratmak için değişikisimler altında yeni pek çok başka inisiyatif de kuruldu.Deyim yerindeyse tam bir propaganda savaşı başladı.Muhalifler yani S21 karşıtları çalışmalarını sadece soyutpropaganda ile sınırlamadılar, bir yandan bilgilendirmeçalışmaları yapan bu inisiyatifler, öte yandan da,oldukça somut alternatif raporlar hazırlayarak, projeningerçek amaçlarını açığa çıkartmada oldukça başarılı birpratik ortaya koydular. Bu arada, projenin iptal edilmesiamacıyla, bir de imza kampanyası yürüttüler. Toplanan13 bin imza, 24 Temmuz 1996 tarihinde “Leben inStuttgart - kein Stuttgart 21” inisiyatifi tarafından,vatandaşların itirazi olarak hükümete sunuldu.

S21 bu tarihten itibaren burjuva çevrelerin en önemliistismar konularından biri oldu. Örneğin, Ekim 1996’dayapılan belediye seçimlerinin en önemliargümanlarından birisi de S21 projesiydi. Projekarşıtlığına ilk soyunanlar ise Yeşiller oldu. S21karşıtlığının prim yaptığını gören Yeşiller ve onlarınadayı Rezzo Schlauch seçim çalışmalarında, açıkça S21karşıtı olarak tavır belirledi. Bu kampanya sonucundaCDU’nun adayı Wolfgang Schuster %35,2 oy alırken,Yeşiller ilk defa SPD’yi geride bırakarak, % 30.6 oyla,CDU’nun gelecekteki rakipleri olduklarını ortayakoydular. Yeşillerin bu seçim başarısında S21 karşıtıinisiyatiflerinin “S21 yandaşlarına oy yok!” çağrısı vebu çerçevede yürüttükleri etkin kampanyanın rolübüyüktü. Yeşiller’in adayı R. Schlauch dışında kalantüm adaylar, S21 projesini destekliyorlardı. Doğalolarak karşıt oylar kaçınılmaz biçimde Yeşillere aktı.

Bilindiği gibi Yeşiller, Stuttgart ve çevre halkının

proje konusundaki hassasiyetini bu yılki eyalet seçimleridöneminde de istismar etti. S21 karşıtı çalışmalarıorganize ettiler, her hafta düzenli biçimdegerçekleştirilen protesto eylemlerini örgütlemede aktifçaba sarfettiler. Bu ise seçimlerde halktan büyük destekalmalarını sağladı. Seçimlerden, kendi deyimleriyle“tarihi’’ bir zaferle çıktılar. Nitekim, aldıkları bu büyükdestek sayesinde, ilk defa Almanya’nın bir eyaletinde,Baden-Württenberg Eyalet Başbakanlığı koltuğunukaptılar.

Yalanlar ve gerçekler

S21 Projesi, projenin mimarları tarafından, başındanitibaren Stuttgart’ın ve halkın yararına olan bir 21. yyprojesi olarak lanse edildi. Aslında her şey tekellerinsefil çıkarlarına göre planlanmıştı. Fakat buna karşın,sürekli biçimde uluslararası ulaşımda ve kentesağlayacağı ticari imkanlardan söz edilerek, halkındikkati dağıtıldı, zihni bulandırıldı. Böylece, aç gözlütekellerin bu proje aracılığıyla yapacakları vurgunlargözlerden gizlenmeye çalşıldı.

Projenin pek çok amacı vardı. Bunlardan biri de,Stuttgart üzerinden Slovakya-Paris bağlantısınısağlamaktı. En önemlisi de, projenin askeri amaçları davardı. Ne ki, bu, bugüne dek hiç konuşulmadı ve nehikmetse, hala da konuşulmamaktadır.

S21 karşıtı inisiyatifler projenin, askeri amaçlardışındaki diğer amaçlarını önmeli oranda deşifre ettiler.Bu çerçevede, ilk elden tünel çalışmalarının veulaşımının su kaynaklarında yol açacağı tahribat ortayakondu. Şehir merkezindeki yeşil alanın önemli orandayok olacağı ise, geçen yıl başlatılan yıkımlarla oldukçasomut biçimde kanıtlandı. Projenin maliyeti konusundasürekli yalana başvuruldu. Her defasında farklımiktarlardan söz edildi. Yine de gerçeklerigizleyemediler. Maliyet konusundaki yalanları bizzatkendilerinin ortaya attıkları rakamlar tarafından açığaçıktı .

7 Kasım 1995 yılında DB AG ile federal, eyalet veyerel çaplı yönetimler arasında yapılan çerçeveanlaşmasında 4,893 Milyar Alman Markı’na mal olacağıyazılıyordu. Bu Euro olarak, 2,5 Milyara denkgeliyordu. Nisan 1998’de yapılan revizyonla rakam4,893 Milyar Mark’tan 5.2 Milyar Mark’a çıkartıldı.Projenin arkasında duran bankalardan Südwestbank,LBBW’nin ve inşaat firması Bilfinger und Berger’inyaptığı hesaplar ise 7-8 milyar olarak açıklandı.Böylece, 1995 yılında 2,5 Milyar Euro olarak açklananmaliyet fiyatı, 2011 yılında proje sahipleri tarafından 7-8milyar Euro’ya, yani demek oluyor ki üç katına kadar

çıkartılmış oluyordu.

“Ulaşımda kolaylık” yalanı

DB AG’nin Temmuz 2011’de İsviçre firmasıSchweizer Verkehrsgutachterfirma (SMA) yaptırdığı birdenemede, yer altına alınacak olan merkez istasyondan,saatde 49 trenin giriş-çıkış yapmasının olanaklıolduğunu açıkladı. SMA’nin yaptığı hesap bilgisayarüzerinden bu sonucu verirken, mevcut haliyle StuttgartaHBF’den merkez istasyon saatte 39 tren sorunsuz olarakgiriş-çıkış yapmaktadır. İyi ve kaliteli bir yönetimlemevcut Stuttgart garına 49 ile 54 arasında treninin giriş-çıkış yapması olanaklıdır.

Tünele alınacak olan Stuttgart garının maliyetrakamlarından ve belirttiğimiz diğer olumsuzsonuçlarından bağımsız olarak, ulaşım asıl olarak uzakmesafe ve hızlı ulaşımı temel aldığı için yakın mesafeulaşımda nitel ve nicel olarak bir düşüşe yol açacaktır.Zaten bir otomobil üretim kenti olan Stuttgart’ta,projenin arkasında Mercedes, Porsche gibi firmalarınyer almalarının asıl nedeni de, yakın mesafe toplutaşımacılıkta yaşanacak olan bu kalite ve kapasitedüşüşnden dolayı, daha çok insanın araba almakzorunda kalacağı hesabıdır.

S21’in arkasındaki tekeller

Dr.-Ing. Martin Herrenknecht,Vorstandsvorsitzender der Herrenknecht AG’ninyönetim kurulu başkanı. Bu firma Avrupa’nın tünelyapım makinalarının¸ üretiminde başta gelmektedir.Denetleme kurulu başkanlığını ise BW eski başabakanıCDU’lu Lothar Späth yapmaktadır.

Dr.-Ing. Michael Blaschko, Bilfinger ve Bergerfirmasının başkanı. Bu firma Almanya’nın en büyükinşaat firmalarındandır.

Michael Knipper Hauptgeschäftsf¸hrer desHauptverbands Deutsche Bauindustrie. Almanya İnşaatSanayicileri Birliği başkanı.

Hans-Martin Peter, Taşocakları Endüstri BirliğiBW baskanı

Dr. Peter Baumeister, Südwestbank AG’ninDenetim Kurulu Başkanı.

Christian Brand, Baden-Württemberg EyaletBankası (LBBW)yönetim kurulu baskanı.

Heinrich Haasis, Deutschen SparkassenBankası’nın başkanı.

Siegfried Jaschinski, Landesbank Baden-Württemberg’in (LBBW) eski başkanı.

Joachim E. Schielke, Baden-Württembergischen

S21 Projesi: Kavga devam ediyor!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Dünya Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

Bank’ın başkanı. Willhelm Haller von Hallerstein, Mitglied der

Geschäftsleitung Deutsche Bank AG.’nin yönetim kuruluüyesi.

Liste uzayıp gidiyor. S21 projesinin arkasındakikapitalist güçlerin ortak özellikleri, projeyle maddi çıkarbirlikteliklerine sahip oluşlarıdır ki, bu daha ilk bakıştagöze çapmaktadır.

S21 ve Yeşiller’in iki yüzlülüğü

Yeşiller S21 karşıtlığını, gerçekte bir seçim malzemesiolarak kullandı. Bunu oya dönüştürmek ve bu sayedeiktidar ortağı olmak, her zaman Yeşiller’in önemli birhedefiydi. Nitekim, S21 karşıtlığı Yeşiller’i 1996 belediyeseçimlerinde zafere oldukça yaklaştırmıştı. Bu sonuçYeşiller’i iyiden iyiye heyecanlandırdı.11.12.2009’da,Stuttgart bölgesi başkanı Irmela Neipp-Gereke“Ayaklanmamız devam edecektir” diyordu veekliyordu,”Biz çoğunluğuz. Karşı çıkmak için haklı veyeterli gerekçelerimiz var. Daha çok kenetlenmeliyiz.Bizden olan herkes protestolerını sokaklara taşımalıdır.”Yeşiller’in Stuttgart başkanı hızını alamayarak, SPD’ye“Bütün bunlara karşın sizlerin karşı tarafda olduğunuz aslaunutmayacağız” diyerek yükleniyordu.

Yeşiller daha baştan itibaren S21’e karşı bir duruşsergiledi. Bir yandan proje konusundaki hassasiyetlerisömürürken, öte yandan, muhalefette olmanın verdiğirahatlık ve avantajla burjuva politikacılığının demagojikyöntemlerini sonuna kadar kullanmakta bir mahsurgörmedi. Tam tersine, onlar için amaca giden her yolmübahtı. Nihayet, Mart 2011 eyalet seçimlerinde birinciparti olarak çıktılar. SPD ile birlikde hükümeti kudular.Şimdi hükümetteler, gelinen yerde Yeşiller için demagojiyapmanın imkanları tümüyle tükenmemiş olsa da, bir hayliazalmış bulunuyor. Günümüzde, Yeşiller’in hızlı S21karşıtlığından eser kalmamıştır. Kendisine oy verenseçmenlerinin basıncını ise, şimdilik “kolisyon ortağımızkabul etmiyor“ diyerek savuşturuyor. Seçim öncesidönemdeki gibi S21 karşıtı ateşli çağrılar yapmıyor,taraftarlarını S21 karştı protestolara katmak için ciddi birçaba sarfetmiyor. S21 karşıtı eylemlere katılımdakizayıflamanın önemli nedenlerinden biri de budur. Fakathayat devam ediyor. Buna rağmen S21 karşıtı protestolarsürüyor. Düne kadar Yeşiller konusunda yanılgı içindeolanlar, yavaş yavaş onların gerçek yüzleri konusundaaçıklığa kavuşuyorlar.

Yeşiller-SPD eyalet hükümeti, DB AG’nin Temmuz2011’de İsviçre firması SMA yaptırdığı,araştırmasonuçlarını, kabul ettiklerini açıklayarak, protestocularakarşı açıkdan cephe aldı. Siyasal literatüre “schwarzerDonerstag” olarak gecen, 30 Eylül 2010’daki eylemedönük vahsi saldırı tekrarlanmak isteniyor. Polisi yenideneylemcilerin üzerine saldırtmanın koşulları hazırlanıyor.Her fırsatta „herkesi yasalara uygun davranmaya“çağırmaları da bunun ifadesidir. Zaten, Eyalet başbakanıolan Winfried Kretschmann ilk ziyaretlerinden biriniPorsche firmasına yaparak tutacakları yolu açıkca ortayakoymuştu. Hatırlanacağı üzere, bu aynı siyasal kadroPorsche arabalarını “porno wagen - porno mobil“ olaraknitelemişti. Günümüzde ise Porche’nin önünde diz çökmüşbulunuyorlar. Bunun şaşılacak hiçbir yanı yoktur. Yeşiller’ikarakterize eden şey, ikiyüzlülük ve dönekliktir. S21vesilesiyle bu bir kez daha kanıtlanmıştır, hepsi bu.

Son söz yerine

S21 karşıtlığının başını bir dönem Die Linke çekiyordu,sonra Yeşiller devraldı. Şimdi onlar da yolun sonuna gelmişbulunuyorlar. O kadar ki, giderek S21 karşıtı olmaktanuzaklaşıyorlar. Günümüzde, S21 karşıtı hareketin başını,artık diğer inisiyatifler çekiyor. Bu arada, hareketkatılımdaki zayıflamaya karşın, giderek daha tanımlı halegeliyor. Talepler daha bir belirginleşiyor, hedefler de dahabir netleşiyor. Ve dahası da, hareket giderek radikalleşiyor.Dikkate değer olan ise, son dönemlerde sedikaların vesendikacıların harekete ilgi göstermesi ve belli bir katılımgöstermesidir.

Yerli ve göçmen ilerici ve devrimci güçlere gelince,bugün için, hareket içinde, hiçbirinin sıradan bir katılımcıolmanın ötesinde bir rolleri bulunmamaktadır. Özelliklegöçmen parti ve örgütler hali hazırada geçmiş durumlarıylakıyaslanmaz ölçüde iddiasız bir konumdaseyretmektedirler. Her şey bir yana, kimileri harekete asgaridüzeyde bir ilgi dahi göstermemektedir. Şüphesiz ki, bu,sadece konjoktürel bir durum değildir. Sorun aynı zamandabir program, politika ve perspektif sorunudur ki, bu konudahepsi de sorunludurlar.

Fakat, herkese ve her şeye rağmen kavga devam ediyor.Gelecekteki seyri ve sonucu ne olursa olsun, S21 karşıtıhareket, bugüne kadarki deneyleri ile, görmek ve bilmekisteyenlere çok şey öğretmiştir, öğretmeye de devametmektedir.

Madrid’de protesto İspanyol polisinin, Madrid’deki Sol

Meydanı’nda sabahlamaya devam eden azsayıdaki sistem karşıtına müdahalesi protestoedildi. Madrid’de binlerce kişi 2 Ağustos günüyeniden sokağa çıktı.

Akşam saatlerinde başlayan gösteride, SolMeydanı’na girmek isteyen sistem karşıtlarımeydana giren tüm sokakların polistarafından kapatılmasından dolayı ilk sokaktaoturma eylemi yaparak meclise yürüdü.

Meclis önünde de polis barikatıylakarşılaşan göstericiler, 15 Mayıs’ta ilkgösterilerin başlatıldığı yerlerden olan Atochaistasyonuna yürüdü.

Sol Meydanı’ndaki metro durağıeylemlerden kaynaklı kapatılırken,göstericileri bazı yollarda kısa süreliğinetrafiği durdurdu.

Destek için Barcelona’da da bir grupgösteri düzenledi.

Madenciler’den açlık grevi

Arnavutluk’un Bulgiza maden ocağındaçalışan işçilerin açlık grevi sürüyor.

Başkent Tiran’ın 40 kilometre kuzeyindebulunan Bulgiza ocağında işçiler, ücretlerininyükseltilmesi ve çalışma koşullarınıniyileştirilmesi talepleriyle açlık grevinebaşladı. 16 madenciden ikisi, grevindokuzuncu günü olan 3 Ağustos günühastaneye kaldırıldı.

Yerin 1400 metre altında grevi sürdürenmadenciler, talepleri kabul edilinceye kadaraçlık grevini sürmeye kararlı olduklarınıaçıkladılar.

Yunanistan’da öfkeGrevlerle çalkalanan Yunanistan’da,

taksicilerin ülke genelinde başlattığı grev 2haftayı geride bıraktı.

Hükümetin piyasaya yeni plakalar sunaraktaksi sayısını arttırma kararına tepkigöstermek amacıyla 18 Temmuz’da başlayangrev kapsamında protestolar 1 Ağustos günüde sürdü.

Taksiciler başkent Atina’nın merkezindekiUlaştırma Bakanlığı binasının da bulunduğu,“Mesogion” Caddesi’ni ve Mora Yarımadasıile anakarayı birbirine bağlayan Rio-Andirioköprüsü girişini ulaşıma kapattı

Girit Adası “Heraklion” (Kandiye)Havaalanı girişinde de polis ile taksicilerarasında arbede yaşandı. Taksiciler kollukgüçlerini taş yağmuruna tutarken, polis deeylemcilere gözyaşartıcı gazla saldırdı.

BBC’de grevBBC çalışanları 1 Ağustos günü Ulusal

Gazeteciler Sendikası’nın aldığı karardoğrultusunda 24 saatlik greve çıktı.

BBC Dünya Servisi’nde ve BBC’nin dışyayınları takip eden BBC Monitoringhizmetinde çalışan personelin kesintilergerekçe gösterilerek işten çıkarılmasınınprotesto edildiği grevde işten çıkarılanlarınBBC’nin başka kısımlarına açılanpozisyonlarda istihdam edilmemesine detepki gösterildi.

Sendika BBC’nin kesinti gerekçesiyleileride daha çok çalışanı işten çıkaracağını

İsrail’de, Dafni Leef adlı kadının kiralık evindençıkarılmasından sonra Tel Aviv’in bilinen caddelerindenRothschild üzerinde çadır kurmasıyla başlayan protestohareketi büyüyerek ülke geneline yayıldı.

30 Temmuz günü başta Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, BerŞeva, Aşdod, Nasıra olmak üzere 11 değişik kentte eşzamanlı düzenlenen ve yaklaşık 150 bin kişinin katıldığıgösterilerde “sosyal adalet’’ çağrısı yapıldı. Binlerce kişi,Binyamin Netanyahu hükümetini protesto etti,

hükümetten daha ucuz konut ve daha iyi yaşam koşullarıtalebinde bulundu.

Tel Aviv ve diğer kentlerde yapılan eylemlerdeNetanyahu’ya hitaben “diktatör’’, “Sadaka değil, sosyaladalet istiyoruz’’, “Hükümet halka, halk hükümetekarşı’’ sloganları atıldı.

Kudüs’te kent merkezinde Ben Yehuda Caddesi’ndetoplanan 12 bin kişi Başbakan Netanyahu’nun resmikonutuna doğru yürüdü.

İki hafta önce daha ucuz konut talebiyle başlayanprotesto gösterilerine anneler, aylardır toplu sözleşmegörüşmelerinde hükümetle uzlaşamayan doktorlar,öğrenci dernekleri ve en son işçi sendikaları dakatılmıştı.

150 bin belediye çalışanı grevde150 bin belediye çalışanı 1 Ağustos günü greve gitti.

Yerel Yönetimler Sendikası Başkanı Shlomo Buhbut,grevin ülke genelindeki belediye hizmetlerinin büyükçoğunluğunu durdurduğunu belirti.

Belediye ve yerel yönetimleri temsilcilerinin halklabirlikte olduğunu belirten Buhbut “halk sosyal adaletiçin gösteriler düzenlerken biz ellerimiz kollarımız bağlıduramayız” dedi.

30 Temmuz 2011 / Israil

İsrail’de protestolar yayılıyor

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

2011 Türkiye’sine damgasını vuran sorunlardanbiri, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri oldu.Kadın cinayetleri Türkiye’de son yedi yılda yüzde1400 oranında arttı. Son altı ay içinde 110 kadınöldürüldü. Son bir ay içinde ise 12 kadın, vahşiceişlenen cinayetlerde yaşamını yitirdi. Kadına yönelikşiddet ve kadın cinayetleri çığ gibi büyüyüp, toplumusarsarken, devletin sorun karşısındaki aczi de giderekgörünür oldu. Öldürülen kadınlardan pek çoğu tehditedildikleri için, devlet kurumlarına başvurmuş, korumatalep etmiş ama korunmamışlardı. Bazı kadınlar,şiddete, dayağa, yaralamaya maruz kaldıkları veşikayetçi oldukları halde, şiddeti uygulayan ve cinayetiişlemesi sürpriz olmayan kocalarına teslim edilmiş veöldürülmüştü. Kadın cinayetlerine teşvik edenuygulamalar bununla da sınırlı kalmayıp, yargısürecinde katillerin korunmasıyla da taçlandırıldı.“Kadınları neden korumuyorsunuz?” sorusunamuhatap olan yetkililer, önce “kadın cinayetlerininmünferit” olduğunu iddia edecek kadar yüzsüzleşerek,soruyu geçiştirmek istediler. Kadın cinayetlerininkatliam boyutuna vardığının tartışılmaz olduğu biraşamada, “önleyemiyoruz” sızlanmasına sarıldılar.

İnkar ve sızlanmaların ardındaki gerçek ise, yalınve katıdır. Erkek egemenliği ile sarmaş dolaş olmuşsermaye düzeni varlığını sürdürebilmek için, kadınınezilmesini ve çifte sömürüsünü de sürdürmekzorundadır. Kadına yönelik şiddet, kadının baskı altınaalınmasının ve ezilmesinin araçlarından biridir.Dolayısıyla, kadının ezilmesi ve çifte sömürüsü,sermaye düzeni için ne kadar vazgeçilmezse, bunaparalel olarak kadına yönelik şiddet de derinleşir.Yaşamın her alanında şiddet üreten sermayedüzeninden ve onun temsilcilerinden kadına yönelikşiddeti önlemeye, kadın cinayetlerini durdurmayaçalışmaları elbette beklenemez. Sermaye düzeni,insanca yaşama hakkını tanımadığı gibi, yaşamdakalmak hakkını da tanımadığını her gün yeniden ilaneder. Düzen temsilcilerinin tüm hesapları ve adımlarıda, daha fazla sömürü, daha fazla baskı, daha fazlaşiddet amacına hizmet eder.

Sermaye hükümetinin geçtiğimiz günlerdegündeme getirdiği, “Kadın ve Aile BireylerininŞiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı”nıda, bir kadın olmasına rağmen, sermaye düzenini veerkek egemen düzeni temsil eden Aile ve SosyalPolitikalar Bakanı Fatma Şahin’in konuyla ilgili sonaçıklamalarını da böyle değerlendirmek gerekir.

Şahin şunları söylemişti: “Yapmaya çalıştığımız şeyözellikle Ayşe Paşalı cinayetinde bu kadar şeyyapılmasına rağmen ’Neden devlet koruyamadı’ yımasaya yatırdık. Sahada yaşadığımız tecrübeyle yasalaltyapıyı güçlendiriyoruz. Kolluk kuvvetlerinin oradakiyetkisini artırıyoruz. Aile Mahkemelerine yetki devriveriyoruz. En önemli şey, elektronik kelepçeyle izlemetakip sistemini kuruyoruz. Şiddet uygulayan erkekuzaklaştırılma kararı verilmesine rağmen kadınayaklaşıyorsa burada elektronik sistemle, bilimsel biryaklaşımla, birçok AB ülkesinin yaptığı gibi teknik birtakip sistemi oluşturacağız. Kadını, canı koruyacakşekilde bütün gücümüzü seferber edeceğiz. Yasalaltyapımız hazır. Hızlı bir şekilde, Meclis açılıraçılmaz çıkacak ilk yasa budur.”

Adı geçen taslakla asıl yapılmak istenen ise şöyle

özetlenebilir: - Kadına yönelik şiddeti üreten ve her geçen gün

büyütenin bizzat sermaye düzeni olduğunu vesistematik bir devlet politikası olduğu gerçeğinigizlemek.

- Sermaye hükümetinin sorunla ilgileniyormuşyanılsamasını yaratarak, hükümete yönelen tepkiyidizginlemek.

- Kadına yönelik şiddeti önlemek bahanesiyle,toplumun üstündeki baskı, zor ve terörü arttırmak.(Kadına yönelik şiddeti önlemek bahanesi ile kollukgüçlerinin yetkilerini arttırmak bu amacı açıkça ilanetmektir. Yine bu bahane ile, bir insanlık ayıbı olan,“elektronik prangayı”, olası kamuoyu tepkisini bertarafederek yasalaştırmak, uygulamaya sokmak ve ardındanyaygınlaştırmak hesaplanmıştır.)

Bu ikiyüzlülüğün hemen ardından, benzer bir projedaha ilan edildi. Birleşmiş Milletler imzası taşıyan veTürkiye’de yerelleştirileceği ilan edilen bu oyun ise,“Kadın Dostu Kentler Projesi’’ adını taşıyor. Kentlerdeyapılacak bazı değişikliklerle, kadına yönelik şiddet vehatta kadın cinayetleri önemli ölçüde

engellenebilecekmiş?! Yapılacak değişikliklerinbazıları ise şöyle:

- Toplu taşıma duraklarına kadınların “155 Polisİmdat’’ hattını arayabilecekleri telefon veya çağrısistemleri yerleştirilecek.

- MOBESE kameralarının sayısı da güvenliğisağlayacak şekilde artırılacak. (Kadına yönelik şiddetinönlenmesi bahanesi ile, toplumun sürekli kontrolü)

- Kentte sokaklar, meydanlar, otoparklar, çocukoyun bahçeleri, parklar gibi alanların aydınlatmasıeksiksiz sağlanacak.

-Projeye göre ayrıca; binalarda sağır (penceresiz)cephe olmayacak, kentlerde çıkmaz sokak ve aşırıkıvrımlı yollar bulunmayacak.

Yani, düzenin yaratıp büyüttüğü şiddet ve toplumayayılan korku değişmez sayılarak, önlem adınabinaları, sokakları rötuşlanan kentler, bu şiddet vekorku düzenine daha uyumlu hale getirilecek.

Hem tasarı hem de proje kadına şiddetuygulayanları cezalandırmak üzerine kurulu. Fakatkadına yönelik şiddetin kaynağında dinci-gericiliktarafından da azdırılan gerici-buruva ideolojik cereyanile kapitalist ekonomik-sosyal düzen var. Kadınayönelik şiddetin özellikle AKP hükümeti dönemindeyüzde 1400 artması bir tesadüf değildir. AKPhükümetinin önümüzdeki dönemde siyasal ve kültürelalandaki uygulamaları bu sorunu kangreneçevirecektir. Dolayısıyla hayata geçirilecekuygulamaların kapsamında ya da yasa taslağıniçeriğinde ne denli ağır yaptırımlar olursa olsun bunlarkadına yönelik şiddeti durdurmaya yetmeyecektir.Aksine önlem almak adına kadının hak veözgürlüklerini baskılayan bir düzende kadıncinayetlerinin artacağından şüphe duyulmamalıdır. Bunedenle emekçi kadınlar, bu düzenin her türdensömürüsüne, ayrımcılığına ve şiddetine karşı örgütlümücadele yolunu seçmelidir. Sömürüden, şiddettenarınmış bir düzen ile eşit ve özgür bir yaşam isesosyalizm ile mümkündür.

Emekçi kadın28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

Kadın cinayetleri tırmanıyor...

Düzeninizin zifiri karanlığı sokak lambaları ile aydınlanmaz!..

Eşi tarafından tehdit edilen ve şiddet gören birkadın daha devlet korumasına alınmadığı için sokakortasında bıçaklandı.

Adana’da şiddet gördüğü için boşanma davasıaçtığı eşi Bilal Kantekin tarafından sokak ortasındabıçaklanan 26 yaşındaki Sevda Kantekin, poliskorumasında 5 gün tedavi gördüğü hastanedentaburcu oldu. Polis ekibi, Bilal Kantekinyakalanmadığı halde Sevda Kantekin’i annesininevine bırakarak genç kadını adeta ölüme terk etti.

4 defa savcılığa başvurdu

Evliliğinin ikinci ayından itibaren kıskançlıkyüzünden şiddet görmeye başladığını anlatan SevdaKantekin, daha önce 4 defa savcılığa şikayet ettiğikocası hapse girmediği için can güvenliğiolmadığını, ölüm korkusuyla yaşamak istemediğinisöyledi.

23 Temmuz’da merkez Yüreğir ilçesine bağlı

Atakent Mahallesi’nde yaşanan olayda işsiz BilalKantekin, 2 ay kadar önce evi terk edip, boşanmadavası açan eşi Sevda Kantekin’in gizlendiği adresiararken, bir apartmanın önünde oynayan oğlundanannesinin temizliğe gittiği evi öğrendi. Evin önündebağıran Bilal Kantekin, aşağıya inen SevdaKantekin’i sırtından, sol kulak arkası ve solkolundan bıçakladı. Kanlar içinde yaklaşık 200metre koşan Sevda Kantekin’i ‘imdat’ çığlıklarınıduyanlar ölümden kurtardı. Saldıran eşi BilalKantekin ise izini kaybettirdi.

Olaydan sonra kaldırıldığı Çukurova AşkımTüfekçi Devlet Hastanesi’ne iki polisin korumasında5 gün tedavi gören Sevda Kantekin taburcu oldu.Sevda Kantekin’i emniyete ait otoyla alan polisekibi, aynı mahalledeki annesinin evine getiripbıraktı. Sevda Kantekin, polislere “Beni bırakıpnereye gidiyorsunuz? Saldırgan yakalanmadı, gelipbeni öldürür” dediğini, ancak polislerin “Bizeverilen başka bir talimat yok” dediğini söyledi.

Devlet seyirci kaldı

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Sermaye devletinin katliamcı geleneğinin doğrudanyansıması olan “toplu mezarlar” üstüne kurulu bucoğrafyada, birçok devrimci ve ilericinin, nice ailelerin“bir parçası” bu mezarlardan birinde gömülü. Kayıpyoldaşlar, analar, babalar, kardeşler ya da çocuklar...

Yıldız Ailesi de toplu mezarların açılmasımücadelesi veren ailelerden biri. Hüsnü Yıldız, DHKP-C militanı olan kardeşi Ali Yıldız’ın cenazesinin de yeraldığı Dersim Çemişgezek’teki toplu mezarın açılmasıiçin başlatmış olduğu ölüm orucu eylemini kararlılıklasürdürüyor. 11 Haziran 2011 tarihinde süresiz açlıkgrevine başlayan Hüsnü Yıldız, eylemini 45. günündeölüm orucuna dönüştürdü. Yıldız’ın ölüm orucu eylemi55. gününü geride bıraktı.

Yıldız Ailesi, bütün hukuksal yolları denemelerinerağmen cenazelerinin kendilerine teslim edilmesi talebikarşılıksız kalınca Ali Yıldız’ın mezarını kendileriaçmaya karar verdi.

Yıldız’ın avukatı olan Çağdaş Hukukçular Derneğiİstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay ile “toplumezarlar açılsın” talebi ile yürütülen bu mücadelesürecine ilişkin konuştuk.

“Başvurular geri çevrildi!”

Tanay, Ali Yıldız’ın da yeraldığı toplu mezarınbulunuş sürecini ve nasıl bir hukuksal süreç işlettiklerinişu sözlerle anlatıyor:

“11 Nisan 1997 tarihinde, aralarında bir DHKP-Cgerillasının da bulunduğu 19 kişi devlet güçleritarafından Çemişgezek’te katlediliyor. Buna ilişkin 18Kasım 2010 tarihihnde ANF başta olmak üzere birçokbasın kuruluşunda haberler çıkıyor. Burdaki gerillacenazelerinden bir tanesinin de müvekkilim HüsnüYıldız’ın kardeşi Ali Yıldız’a ait olduğu ortaya çıkıyor.Bu tarihten sonra hukuki başvurularımız başlıyor.Çemişgezek Başsavcılığı’na hukuki başvurudabulunarak cenazemizin kimliğinin tespit edilmesini veeğer Ali Yıldız’ın cenazesi burada ise, cenazenintarafımıza teslim edilmesini istedik. ÇemişgezekSavcılığı görevsizlik kararı vererek dosyayı MalatyaÖzel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı mezarıilk önce açmaya karar verdi. Ama daha sonra vazgeçti.Çünkü o tarihte bölgede açılan mezarların açılımişlemine itiraz ediyorduk. Çünkü toplu mezarlar usulüneaykırı biçimde dozerlerle, kepçelerle açılıyordu. Biz buişlemler sırasında adli tıp hekimlerinin ve avukatlarınhazır bulunması talebini Cumhuriyet Başsavcılığı’nailettik. Cumhuriyet Başsavcılığı bir süre sonra, buradaotopsi işleminin yapıldığını, bu olayın “devletgüçleriyle terör örgütü mensuplarının çatışmasındankaynaklı” olduğunu, bu nedenle de mezarıaçmayacağını ve bunun kanunlara uygun olduğunubildirdi. Bunun üzerine karara itiraz ettik. KararıDiyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi değerlendirdi. O da10 Haziran’da kovuşturmaya yer olmadığı yönünde birkarar verdi. Malatya’nın kararını onaylamış oldu”

“Hiçbir hukuki yol adaleti sağlamadı”

Tanay, cenazenin kendilerine teslim edilmesitalebiyle görüşmelerini sürdürdüklerini ve uluslararasıgirişimlerde de bulunduklarını ancak tüm çabalarınınyanıtsız kaldığına dikkat çekiyor. Hukuki girişimlerinadaletin sağlanmasını ve cenazenin teslim edilmesinisağlamadığını vurgulayarak önlerine bir takvimkoyduklarını belirten Tanay şunları söyledi:

“Başlangıçta iki talebimiz vardı. Birincisi, ailesine

verilmesi için cenazenin kimlik tespitinin yapılması,ikincisi ise öldürme olayına katılan görevliler hakkındasoruşturma açılmasıydı. Bu kararların ardından ilkeselolarak Cemişgezek Cumhuriyet Başsvcılığı’na sadececenazenin teslimine ilişkin bir başvuru daha yaptık.Tunceli, Malatya, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıkları ileyeniden görüştük. Tüm bu görüşmelerin sonucunda isemezarın açılmayacağı ve cenazenin bize teslimedilmeyeceği bildirildi.

İç hukuk yolları tükenince de 29 Haziran 2011tarihinde Arupa İnsan Hakları Mahkemesi’nebaşvurduk. Tedbir kararı vermesi ve mezarın derhalaçılması için de acil çağrıda bulunmasını istedik.Aradan 7 ay geçti ve bu başvuruların üzerine herhangibir sonuç alamadık. CHP Tunceli Milletvekili HüseyinAygün ile birlikte Adalet Bakanı Sadullah Ergun’legörüştük. Bakan yakın sürede mezarın açılacağınıbelirtti. Ama aradan geçen zamanda Adalet BakanıErgun herhangi adım atmadı. Neticede hiçbir hukuki yolve uluslararası hukuki girişim adaletin sağlanmasını vecenazenin bize teslim edilmesini sağlamadı”

“Daha fazla beklemeyeceğiz”

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’ninhazırladığı Şubat 2011 tarihli rapora göre şu ana kadaraçılmış 26 toplu mezarda 171 kişinin kemiklerineulaşıldı. Fakat bölgenin farklı şehirlerinde açılmayıbekleyen 88 toplu mezarda 1298 kişinin bulunduğubiliniyor. Tanay, toplu mezarlar yoğun olaraktartışılmasına rağmen devletin ve AKP hükümetininadım atmadığını, bu yüzden mezarları kendilerininaçmaya başlayacaklarını şu sözlerle anlatıyor:

“Bu süre içerisinde müvekkilim Hüsnü Yıldız daDersim’de başladığı süresiz açlık grevini ölüm orucunaçevirdi. Bunları dikkate alarak kendi önümüze birtakvim koyduk. Eğer AİHM ve Adalet Bakanlığı’ndanayın 20’sine kadar mezarın açılması konusunda birkarar gelmez ya da adım atılmazsa, aydınlar, sendikalar,avukatlar, hukuk örgütleri temsilcileri ve adli tıp uzmanıhekimlerle birlikte mezarı biz açacağız.

Türkiye’de tespit edilmiş toplu mezarlarda 2 bineyakın insanımız var. Tamamı işkence ile öldürülmüş,tamamının kimlik tespiti yapılmamış veya hukukaaykırı biçmimde defnedilmiş. Ama geçen süreiçerisinde, özellikle son bir yıldır, toplu mezarlarınyoğun olarak tartışılmasına rağmen devletin bu konudaadım atmadığını görüyoruz. Herkesin mezar hakkı,yakınlarına veda hakkı bulunduğunu düşünüyoruz.Daha fazla beklemeyeceğiz ve mezarlarımızı hekimler,arkeologlar, antropologlar, avukatlar ile birlikteaçacağız. 20 Ağustos’tan itibaren de bunu DersimÇemişgezek’te bulunan toplu mezar ile başlatmışolacağız.

Teknik boyutuyla baktığımız da bu mezarı adli tıphekimleri eşliğinde açmak gerekiyor. Bu konudabirikimi olan, daha önce Birleşimiş Milletler

denetiminde açılan toplu mezarlarda çalışmışTürkiye’den hekimler var. Onlarla görüşüyoruz.Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Şebnem KorurFincancı ve Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Prof.Dr. Ümit Biçer ile görüşüyoruz. Bununla ilgili ekiplerve aletler hazırlanıyor. Dersim Barosu, Amed Barosu,Türk Tabipleri Birliği, DİSK ve KESK ile görüştük”

“Suçlarını gizlemek için açmıyorlar”

Tanay devletin mezarları neden açmadığını ise şusözlerle dile getiriyor:

“Hukuka uygun olan devletin bunları açmasıdır.Ama devletin bunları açacağı yok. Özellikle sondönemde silahlı kuvvetlerle olan ilişkilerin de çözülüyorolması göz önüne alındığında, yakın tarihte bunundeğişeceğini beklemek de mümkün değil. Tümbunlardan kaynaklı mezarları kendimiz açmayıdüşünüyoruz.

Türkiye’nin imzalamadığı “Kayıplar Sözleşmesi”var. Bu sözleşmeyi imzalamayan diğer iki devlet iseİsrail ve ABD. Her ne kadar anti-amerikancı, anti-siyonist gözükse de uluslararası alanda bunlarla birliktehareket ediyor. Türkiye, İsrail ve ABD’nin bu mezarlarıaçmamalarının nedeni; kanuna aykırı yaptıklarıeylemlerin, öldürmelerin ve defin işlemlerinin açığaçıkmasını engellemektir.

Türkiye’de bu politikaların hala devam ettiğinigörüyoruz. Ergenekon, Balyoz’un kontgerillayı tasfiyeamacını taşımadığını, esasında bir iktidar çatışmasıolduğunu görüyoruz. Eğer kontrgerilla gerçekten tasfiyeediliyor olsaydı, halka dair işlediği suçlarıncezalandırılmasına dair bir irade söz konusu olsaydı,AKP iktidarının ilk işi mezarları açmak olurdu.

Mezarları açtığınız zaman, kulakları kesilmişcenazelerle karşılaşacaksınız, bedenlerinin yarısıolmayan gerillalarla karşılaşacaksınız. Yani katliamsuçlarının açığa çıkmasını engellemek istiyorlar.Mezarları açtığınız zaman katledilmiş, işkence görmüşinsanlarla karşılaşacaksınız. Bu noktada bu suçuişleyen insanları cezalandırılmaları gerekecek. AKPbunu yapmak istemiyor”

“AKP iki yüzlü bir tutum içerisinde”

“Mezar ve veda hakkı çok temel haklar ve 2500yıldır korunuyor. AKP’nin Kürt sorunu ve demokrasisorunları kapsamında ortaya koyduğu paketler büyükbir demagoji. Bu paketlere baskı ve zor eşlik ediyor. Şuanda da bu politikasını terketmedi. Operasyonlarısürdürüyor. Açıkçası kontgerilla düne ait bir şey değil,geçmişte kalmış gibi bakmamak lazım. Bugün halenözel haraket polisleri tartışılıyorsa ve “terörlemücadele” adı altında polis halka karşı yoğun bir savaşyürütüyorsa AKP’nin demokratlığından, ilericiliğindenhatta liberalliğinden bahsetmek de mümkün değildir.”

Tanay sözlerini, toplu mezarların açılması ile ilgilimücadelenin toplumsal muhalefetin bütünü tarafındansahiplenilmesi gerektiğine dikkat çekerek noktalıyor:

“Sadece Hüsnü Yıldız’ın avukatı olaraksöylemiyorum. Toplu mezarlar bizimdir. Bu toplumsalbir mesele. Toplumsal muhalefet olarak toplu mezarlarbize ait. Sosyalistlerin, devrimcilerin, Kürtlerin,köylülerin, ezilenlerin ve yoksulların devlet tarafındanaçılan çukurlardan çıkarılması hepimizin borcu venamusudur. Onları hakettikleri şekilde anmak gerekir.Bir kemik parçası da olsa bunu yapmaya değer. Bubizim ödevimizdir”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011 Röportaj

Hüsnü Yıldız’ın avukatı Taylan Tanay ile konuştuk...

“Mezarlarımızı kendimiz açacağız!”

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

“Sayın baylar bize hep ders verirsiniz.“Aman, günah, ayıp, kötü, yanlış.”

Aç karnına kuru öğüt çekilmez.Önce doyur beni, ondan sonra konuş.

Sende göbek, bizde ahlâk nedense.Şimdi bizi iyice dinle bak;

İster şöyle düşün, istersen böyle:Önce ekmek gelir, sonra ahlâk.

Artık vermek gerek, unutmayın sakın,Tüm nimetlerden, payını yoksulların.

İnsan neyle yaşar?İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan.Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanları.

Yaşayabilmek için hemen unutmalı,İnsanlığı unutmalı insan.

Katı gerçek budur, kaçınılmaz.Kötülük yapmadan yaşanamaz”

Yukarıdaki dizeler Bertolt Brecht’in “Üç KuruşlukOpera” adlı oyununun kapanış şarkısının bir bölümü.Çok değil, iki yıl kadar önce 11. Uluslararası İstanbulBianeli’nin başlığı olarak çıkmıştı karşımıza. BertoldBrecht de, 1973 yılında Nejat Eczacıbaşı ve 17 kapitalisttarafından kurulan İKSV’nin bir organizasyonu olanBianel içerisinde buldu kendini birdenbire.

“Brecht ve Bianel” ilk bakışta çok masum birikiliymiş ve birbirlerini tamamlıyormuş gibi gözükse de,aslında özünde büyük bir ehlileştirme çabasını, yoksaymayı ve saldırıyı barındırıyor. Kendini işçi sınıfınınmücadelesine adayan, sanatını da bu kavganın silahıyapan Brecht’in hayatı ise aslında her şeyi açık biçimdeözetliyor.

Önce ve daima sosyalist

1898 yılında Almanya’da doğan Brecht, gerçekanlamda Marksizme 1920 yıllarda yaklaşmaya başladı.Bir taraftan 1919 yılında Rosa Luxemburg ve KarlLiebknecht’in öldürülmesi, diğer taraftan 1. EmperyalistPaylaşım Savaşı’nın yaşattıkları kendisini oldukçaetkilemişti. Bundan sonra kendini sınıf savaşımına vesosyalist dünya görüşüne adayan Brecht sanatını da bumücadelede etkin bir araç olarak kullandı. Marksistdüşüncenin de katkısıyla Brecht, günümüze kadar ulaşanve birçok sanatçı tarafından benimsenen diyalektik(epik) tiyatro anlayışını ortaya koydu. Brecht’intiyatrosunda seyirci sadece izleyen, seyredip gidendeğildir. Diyalektik tiyatro ile seyirci eleştiripdeğiştirebilendir. Duygularıyla hareket edip kadereteslim olan, değişimi yadsıyan bir varlık değildir. Brechteserleriyle seyirciyi diyalektiği kullanmaya davet eder.Ona göre diyalektik; “insanı tüm süreçlerde,kurumlarda, görüşlerde, çelişkiyi bulmaya ve onukullanmaya zorlar”. Bunun sahne üzerindeki tekniği de“yabancılaşma efekti”dir. Bu teknikle seyirci katarsisten(arınma) uzaklaşıp, gerçek dünyanın içerisine girmefırsatını bulur. Bu durumu, yani seyircinin rolünü şuşekilde tanımlar Brecht: “O insanlık dünyasınınsahnedeki yansımaları karşısında, aynı bu yüzyılıninsanının doğa karşısındaki tavrını alır. Tiyatroda da o,doğa süreçlerine ve toplumsal süreçlere müdahaleedebilen büyük değiştirici olarak karşılanır.” (ÇalışmaGünlüğü)

Birey kavramı yerine toplumsal mücadelenin ürünüolan insan kavramını temel alan Brecht, politika iletiyatronun ilişkisini de Marksist bakışaçışıyla kurar. Bu

da Brecht’in ağzından şu anlatıma konu olmuştur:“Tiyatro, edindiği teknik olanaklarla, ya bütün artistikamaçlardan kendisini arındıracak ve politikanınhizmetine girecektir, ya da kendisini yaşadığı çağıntoplumsal sorunlarını derinlemesine tartışmaktanalıkoyacak ve bütünüyle artistik amaçlara yönelecektir”

Birçok kez sınır dışı edilen, defalarca kez ölümleburun buruna gelen Brecht’in her daim kavga için çarpanyüreği 14 Ağustos 1956 tarihindegeçirdiği kalp krizi sonucu durmuş,“proleter sanatın çalışkan işçisi”aramızdan ayrılarakölümsüzlüğe uğurlanmıştır.

İki yüzlü sanatındüşmanı

Burjuvaziye eserleriyleamansız bir savaş açanBrecht burjuva sanatanlayışına da güçlüeleştirilerde bulunmaktadır.Burjuva sanatını “insanideğerlerin yokedildiği yerdegüçlü ve başarılı, insanideğerleri inşa etmeyeveya korumayaçalıştıkları yerde iseçaresiz ve başarısız”olarak nitelendirir.(“Edebiyat ve SanatYazıları”, cilt 1, sayfa 85)

Bu gerçeğe rağmenburjuvazinin Brecht aşkına (!)tanıklık edebilmekteyiz. Öyle ki,işçi sınıfının sanatını yapan Brecht aynı

zamanda burjuva düzenin, devrimci özünden kopararakehlileştirmeye çalıştığı sanatçılardan da biridir.Milyonlarca işçi ve emekçiyi açlığa, yoksulluğa vesefalete mahkum eden, dünyayı keskin bir çöküşesürükleyen burjuvaların Brecht’e ve daha nice devrimcisanatçıya “sarılmaları” elbette tesadüf değildir.

Farklı görüntülerle karşımıza çıkan bu durum aslındaiki temel noktayı su yüzüne çıkarmaktadır. Birincisi

Brecht’in eserlerinin ve sanat anlayışının burjuvaziiçin barındırdığı tehlikeye, diğeri ise bunun

burjuvazide uyandırdığı hayranlığa işaretetmektedir. İkinci nokta bugün için

açıktan dile getirilmese de, Brecht’inşimdilerin burjuva sanatı içerisinde

kapladığı alan bu hayranlıkla gelenkorkunun ürünüdür. Brecht’ineserlerinin devrimci özündenarındırılarak dolaşıma sokulmasınailişkin en yakın ve geniş örneği,yazının girişinde de bahsettiğimizXI. İstanbul Bianeli’nde yaşadık.

Şu bir gerçek ki Brecht, “İnsanneyle yaşar?” sorusunu proletaryayasormaktadır. Bugün dört duvararasına sıkıştırılıp elit bir azınlığınulaştığı sanatın asıl muhatabı

Brecht’e göre proletaryadır. Çünküdünyayı değiştirip güzelleştirecek olan

onlardır ve kendisi de eserleriyle bunuanlatmaya çalışmış, bunun için mücadele

vermiştir. Brecht’in devrimci eserlerini ve sanat

anlayışını ezilenlere ulaştırmak, onuçürümüş sanat anlayışlarına malzeme

yapmak isteyenlere verilecek en güzel cevapolacaktır.

Kültür-sanat30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/30 * 05 Ağustos 2011

Mersin BDSP tarafından düzenlenen FutbolTurnuvası 30 Temmuz Cumartesi günü başladı.

Turnuva BDSP tarafından yapılan basınaçıklamasıyla başladı. Takımlar “Kapitalizminfutbolu para, mafya, şike... İşçi sınıfının futbolunuöldüremeyeceksiniz” şiarlı BDSP imzalı ozalitpankart arkasında toplandılar. Açıklamadaendüstriyel futbolun çürümüşlüğüne dikkat çekildi.Kapitalizmin toplumsal yaşamın her alanındadayattığı çürümeden futbolun da nasibini aldığıbelirtildi. Yoksul mahallelerinde işçi-emekçiçocuklarının taşlarla yapılan kaleler ve plastiktoplarla oynadıkları futbolun bugün kapitalistlertarafından milyonlarca doların döndüğü birsektör haline getirildiği belirtildi.

Okunan metnin ardından BDSP adına birkonuşma yapıldı.

Turnuvanın amacının işçi sınıfının kültürüne,değerlerine ve işçi sınıfının futboluna sahipçıkmak olduğu dile getirildi.

Yapılan maçların ardından turnuvanın ilk günüsona erdi. 31 Temmuz günü yapılan maçlarınardından turnuva son buldu. Turnuvada birinci olantakım futbolcuları birer kitapla ödüllendirildi.Turnuvaya işçiler, liseli ve üniversiteli gençler

katılım sağladı. Baştan sona dostluk havasınınhakim olduğu maçlar sona erdiğinde takımlarbirbirini tebrik etti.

Kızıl Bayrak / Mersin

Devrimci sanatçı Bertolt Brecht’i ölümünün 55. yılında saygıyla anıyoruz...

“İnsan neyle yaşar?”N. Asya

30 Temmuz 2011 / Mersin

Mersin BDSP’den futbol turnuvası

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-30

Gördüğümüz bunca haksızlığa, kana, gözyaşına,sömürüye ve zulme karşı ne kadar da kayıtsızız.Sadece sızlanıyoruz, acaba bana ne olacakdiyebiliyor birkaçımız. Çoğumuz onu bilediyemiyor, kim olduğunu bile açıklayamıyor. Birsınıf olduğunu bilmeden bir ömür bitiriyor dokuz-altı yollarında. Kıramıyor zincirlerini çünkükorkuları var. Dün yaşananlar bugün unutuluyor,geçmişte yaşananları saymıyorum bile. Her şeyiunutuyoruz yavaş yavaş, bahaneler başlıyor herbirimizde. Bana dokunmayan yılan bin yaşasındiyoruz ama bizim yaşattığımız her yılan yarın bizide sokacak onu da unutuyoruz.

Biz işçiyiz, dünyanın her yerinde bu böyledir.Dişimizle tırnağımızla bu dünyayı yaratıyoruz.Milyonlarca insan bizim yaptığımız ürünlerleyaşamlarını sürdürüyor. Çoğumuz üretimden gelengücümüzün farkında değiliz ve bu yüzdenemeğimizin karşılığını alamıyoruz. Hiçbir ülkedepatronla işçi aynı ücreti almıyor. Çocukları aynıyerde okumuyor, eşleri aynı hastanede doğum

yapmıyor. Biri restorantta yemek yerken diğeri birkuru ekmeğe muhtaç yaşıyor. Alınmayan tedbirleryüzünden her gün bir işçi kardeşinin eli, kolukopuyor ya da ölüyor. Bizler fabrikada çalışırkenbelki eşimizin patronu eşimize sarkıntılık ediyor, işarkadaşımız haksız yere işten çıkartılıyor.Sendikaya üye olmak anayasal hakken yüzlerce,binlerce insan sendikalı olmak istediği için iştenatılıyor.

Kıdem tazminatlarımız elimizden alınacakyakında. Esnek çalışma, kuralsız, güvencesizçalışma karşısında sesimizi yükseltelim. Yanıbaşımızda ayaklanan Ortadoğu halkı büyüksömürü, açlık ve sefaletle geçen onca yılın ardındanküllerinden yeniden doğdu. Mısır, Libya, Tunus,Yemen’deki ayaklanmalar tesadüf değildi elbette.Biriken bir öfkenin patlamasıydı bu. Bizler deOrtadoğu’yu ateş topuna çeviren kardeşlerimizinyollunu kılavuz edinmeli, sorunlarımıza karşıduyarlı olup mücadele etmeliyiz

Ümraniye’den bir metal işçisi Cumartesi Anneleri bu hafta gerçekleştirdiklerieylemde, katledilişinin 18. yılında Özgür Gündemmuhabiri Ferhat Tepe’yi andı. Eylemlerinin 331.haftasında 27 Temmuz 1993 tarihinde Bitlis’tegözaltına alınarak kaybedilen Ferhat Tepe’ninfaillerinin yargılanmasını istedi.

Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe, oğlununkaybedilmesine tepki gösteren eşi İshak Tepe’nin“Devlet cinayet işlemiştir” dediği için yargılandığınıhatırlatarak, başta Mehmet Ağar olmak üzeredönemin tüm yetkililerinin yargılanması ve faillerinaçığa çıkartılmasını istedi. Tepe, Başbakan Erdoğanve Cumhurbaşkanı Gül’ün eşlerine de seslenerek“Siz de annesiniz, benim oğlumun elbiseleri askıdaasılı kaldı, sofrada çatal bıçakları kaldı, ya sizinçocuklarınızın başına bu gelseydi tepkiniz neolurdu?” dedi.

Tepe’nin ardından İHD İstanbul ŞubesiGözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına basınaçıklamasını okuyan Sema Solaklı, Ferhat Tepe’nin27 Temmuz 1993 tarihinde evinden çıktığı sıradapolisler tarafından arabaya bindirilerek kaçırıldığınıifade etti. Tepe’nin cenazesinin ise olaydan 13 günsonra ailesinin girişimleri sonucu Elazığ KimsesizlerMezarlığı’nda bulunabildiğini belirtti. Tepe’ninkaçırılmasının ardından DEP Bitlis İl Başkanı olanbabası İshak Tepe’nin sık sık telefon tehditlerialdığını, bu tehdit telefonlarında Tepe’den oğlununhayatına karşılık DEP İl Örgütü’nü kapatmasınınistenildiğini söyledi. Tepe’nin kaybedilmesininardından başlatılan hukuki süreçte Tepe’ninavukatlığını yapan Şevket Epözdemir’in dekaçırılarak 25 Kasım 1993 tarihinde katledildiğinisözlerine ekledi.

Cumartesi Anneleri eylemlerinin ardından AliYıldız’ın cenazesinin ailesine verilmesi talebiyleGalatasaray Lisesi önünde oturma eylemi başlatanTAYAD’lı Aileler’e destek ziyaretinde bulundu.

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Unutkanlık... “Ferhat Tepe’ninfailleri yargılansın!”

Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin hastatutsak Hediye Aksoy’un serbest bırakılması içinTaksim Meydanı’nda gerçekleştirdiği eylemlerden5.’si 29 Temmuz günü yapıldı. Gerçekleştirileneylemlerle Aksoy’un sağlık durumuna dikkatçekmeye çalışılırken, Aksoy’un durumu kötüleşiyor.Tahliye edilmeyen kanser hastası ve görme engelliHediye Aksoy, yazdığı mektupla hastalığınınyayıldığını fakat tedavinin cezaevi koşullarındaeziyete dönüştüğünü belirtiyor.

Kanser yayılıyor

Aksoy, 18 Şubat 2011 tarihinde ameliyatolurken, ameliyatta tümör ile birlikte memesinin birkısmı da alındı. Fakat ameliyat sonrasında gördüğütedavi yaşamını daha da zorlaştırdı. Aksoy şunlarıaktardı:“Patolojiden sonra radyo terapi tedavisinebaşlandı. 31 gün sürmesi gereken ışın tedavisicihazların bozulması nedeniyle yaklaşık 2 ay sürdü.

Her gün ring yolculuğu bir işkenceye dönüştübenim için. Zira ağır hasta olanlarla mahkemesiolanlar aynı ringe konularak götürülüyor. Hastahalimle saatlerce adliye ve hastane kapılarındabekletildim”

Yeniden ameliyat

“Son dönemde çekilen yumuşak doku filmiylebirlikte karın boşluğumda bir tümör olduğu tespitedildi. Şişli Etfal Hastanesi’nin genel cerrahdoktoru ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Ancaktümör ana damarlara yakın olduğu için ameliyatınhayati tehlikesi olduğunu söyledi. Ve ameliyat olupolmama benim karar vermemi istedi. Böyle birkararı hele de bu koşullarda vermek kolaymış gibi!18 Şubat’ta geçirdiğim meme ameliyatından sonrayaşadığım zorlukları biliyorum. Bir daha böylesikoşullarda bu kadar ağır bir ameliyat geçirmekistemiyorum”

Aksoy’un hastalığı yayılıyor

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-30