32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 40 • 11 Ekim 2013 • 1 TL Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar » s.16-20 Gençlik direnişe, 6 Kasım’da alanlara! » s.24-25 S on yıllarda AKP iktidarı, kadınların yaşamına müdahaleye dönük adımlar atıyor. Kadınların ne giyeceğine, kaç çocuk doğuracağına, nasıl doğuracağına ilişkin tartışmalar tüm toplumun gündemine oturuyor. Kuşkusuz ki, ılımlı İslam modelinin bir parçası olarak gündeme getirilen böylesi müdahalelerin gerisinde AKP iktidarının işgücü piyasalarının dönüşümünde kadına biçilen rol yatıyor. 3-5 çocuk telkinlerini, kürtaj yasağı müdahalelerini bizzat sermayenin genç-ucuz işgücü ihtiyacı çerçevesinde yapıyor. » sayfa 8 Y eni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yasasıyla birlikte çeşitli işkollarının birleştirilmesi mücadeleci pozlarına bürünen kimi sendikal yönetimler tarafından büyük bir “fırsat” olarak görülmüştü. Yeni düzenlemenin örgütlenme alanını genişleteceğini iddia eden kimi “ilerici” sendikal çevreler bu durumu olumlu yönde bir ilerleme olarak göstermeye gayret ediyorlardı. Yasa daha çıkmadan ellerini ovuşturan yönetimler kısa sürede büyüme ve üye sayılarını arttırma hayalleri kurmaya başlamışlardı. » sayfa 10 » Emekçi kitleleri kandırmanın bir aracı olarak piyasaya sürülen ve fiyaskoyla sonuçlanan “demokrasi paketini”nin hemen ardından “yeni paketler” kapıda diyen AKP iktidarı, dilinin altındaki baklayı çıkarmakta gecikmedi. Meclisin açılmasıyla birlikte işçi sınıfını hedef alan ve tam bir kölelik dayatan kapsamlı “yıkım paketi”ni gündeme getirdi. » » AKP’nin saldırı paketleri! A KP iktidarının demokratikleşme aldatmacasına paralel olarak gündeme getirdiği bir başka hamle ise polis devletini tahkim etmeye yönelik düzenlemeler oldu. Basında yer alan ve “polise yeni paket” olarak duyurulan düzenlemeler kapsamında polisin eli daha da güçlendiriliyor. “İleri demokrasi” uygulamalarının bu son örneğinin hedefinde ise başta devrimci ve ilerici güçler yer alıyor. Polis teşkilatı yeni yetkilerle donatılarak toplum adeta cendereye alınmak isteniyor. Bunun kendisi dahi AKP gericiliğinin demokrasi anlayışını ve sınırlarını fazlasıyla ortaya koyuyor.

Kızıl Bayrak 2013 40

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-40/11 Ekim

Citation preview

Page 1: Kızıl Bayrak 2013 40

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 40 • 11 Ekim 2013 • 1 TL

Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar » s.16-20 Gençlik direnişe, 6 Kasım’da alanlara! » s.24-25

Son yıllarda AKP iktidarı,

kadınların yaşamına

müdahaleye dönük adımlar

atıyor. Kadınların ne giyeceğine, kaç

çocuk doğuracağına, nasıl doğuracağına

ilişkin tartışmalar tüm toplumun

gündemine oturuyor. Kuşkusuz ki, ılımlı

İslam modelinin bir parçası olarak

gündeme getirilen böylesi müdahalelerin

gerisinde AKP iktidarının işgücü

piyasalarının dönüşümünde kadına

biçilen rol yatıyor. 3-5 çocuk telkinlerini,

kürtaj yasağı müdahalelerini bizzat

sermayenin genç-ucuz işgücü ihtiyacı

çerçevesinde yapıyor. » sayfa 8

Yeni Sendikalar ve Toplu İş

Sözleşmesi (TİS) yasasıyla

birlikte çeşitli işkollarının

birleştirilmesi mücadeleci pozlarına

bürünen kimi sendikal yönetimler

tarafından büyük bir “fırsat” olarak

görülmüştü. Yeni düzenlemenin

örgütlenme alanını genişleteceğini iddia

eden kimi “ilerici” sendikal çevreler bu

durumu olumlu yönde bir ilerleme

olarak göstermeye gayret ediyorlardı.

Yasa daha çıkmadan ellerini ovuşturan

yönetimler kısa sürede büyüme ve üye

sayılarını arttırma hayalleri kurmaya

başlamışlardı. » sayfa 10

» Emekçi kitleleri kandırmanın bir aracı

olarak piyasaya sürülen ve fiyaskoyla

sonuçlanan “demokrasi paketini”nin

hemen ardından “yeni paketler” kapıda

diyen AKP iktidarı, dilinin altındaki

baklayı çıkarmakta gecikmedi. Meclisin

açılmasıyla birlikte işçi sınıfını hedef alan

ve tam bir kölelik dayatan kapsamlı

“yıkım paketi”ni gündeme getirdi.

» »

AKP’nin saldırı paketleri!

AKP iktidarının demokratikleşme aldatmacasına paralel olarak gündemegetirdiği bir başka hamle ise polis devletini tahkim etmeye yönelikdüzenlemeler oldu.

Basında yer alan ve “polise yeni paket” olarak duyurulan düzenlemelerkapsamında polisin eli daha da güçlendiriliyor. “İleri demokrasi” uygulamalarınınbu son örneğinin hedefinde ise başta devrimci ve ilerici güçler yer alıyor. Polisteşkilatı yeni yetkilerle donatılarak toplum adeta cendereye alınmak isteniyor.Bunun kendisi dahi AKP gericiliğinin demokrasi anlayışını ve sınırlarını fazlasıylaortaya koyuyor.

Page 2: Kızıl Bayrak 2013 40

AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın büyük bir gürültü veşatafatla açıkladığı “demokrasi paketi”, dinci-gericiiktidarın beklediği etkiyi yaratmadı. Dahası paket,sermaye çevreleri dışında, başta Kürt halkı olmaküzere toplumun tüm ezilen ve sömürülen kesimleritarafından tepkiyle karşılandı.

Paket aldatmacasına rengini veren asıl şeyin AKPgericiliğinin yerel seçim hesapları ve daha geneldesermayenin ihtiyaçları olduğu yerde bunun böyleolması kaçınılmazdı. Hal böyle olunca dinci-gericitakım vakit geçirmeden ve hep bir ağızdan “arkasıyarın” teraneleri okumaya başladılar. Yeni paketlerinkapıda olduğu ise burjuva medyanın sayfalarınışimdiden işgal etmeye başladı.

İstihdam paketi ile tam kölelik isteniyor

Emekçi kitleleri kandırmanın bir aracı olarakpiyasaya sürülen ve fiyaskoyla sonuçlanan “demokrasipaketini”nin hemen ardından “yeni paketler” kapıdadiyen AKP iktidarı, dilinin altındaki baklayı çıkarmaktagecikmedi. Meclisin açılmasıyla birlikte işçi sınıfınıhedef alan ve tam bir kölelik dayatan kapsamlı “yıkımpaketi”ni gündeme getirdi.

“İstihdam paketi” olarak tanımlanan yıkımprogramının içeriği ise malum. Sermayenin uzunsüredir gündeminde olan ve içerisinde kıdemtazminatı hakkının gaspından taşeron köleliğinin yasalzemine kavuşturulmasına kadar bir dizi saldırıyıbarındıran yıkım paketini, bunalımların pençesindekıvranan kapitalist sistemin genel eğilimlerinden ayrıdüşünmemek gerekiyor. Zira dünya çapında giderekağırlaşan ekonomik bunalım nedeniyle kıvranankapitalist sistemin çarkı on yıllardır böyle dönderiliyor.

AKP iktidarı ise nasıl ki demokrasi paketi üzerindentam bir sahtekarlık örneği sergilediyse, yeni saldırıprogramını duyururken de sınıfı ve emekçi kitlelerialdatmak üzerine kurulu bir propaganda süreciişletti/işletiyor. İşçi sınıfı için tam kölelik manasınagelen düzenlemeler allanıp pullanıp topluma servisediliyor. Özelikle yandaş medya, demokrasi paketindeoynadığı uğursuz rolden geri durmayarak yıkımprogramını “çalışma yaşamında devrim”, “taşeronçalışmaya ayar” vb. güzellemelerle topluma sunuyor.

Bunda şaşılacak bir şey yok elbette. Zira sermayeiktidarı bugüne kadar topluma dayattığı tüm saldırılarıya “reform” paketine sardı, ya da “demokrasi” adıaltında sundu/sunuyor.

Takke düştü kel göründü

AKP iktidarının demokratikleşme aldatmacasınaparalel olarak gündeme getirdiği bir başka hamle isepolis devletini tahkim etmeye yönelik düzenlemeleroldu.

Basında yer alan ve “polise yeni paket” olarakduyurulan düzenlemeler kapsamında polisin eli dahada güçlendiriliyor. “İleri demokrasi” uygulamalarının

bu son örneğinin hedefinde ise başta devrimci veilerici güçler yer alıyor. Polis teşkilatı yeni yetkilerledonatılarak toplum adeta cendereye alınmak isteniyor.Bunun kendisi dahi AKP gericiliğinin demokrasianlayışını ve sınırlarını fazlasıyla ortaya koyuyor.

Haziran Direnişi ile kimyası bozulan ve korkularıbüyüyen AKP iktidarının, polis devleti uygulamalarınınkapsamını genişletmeye dönük adımlar atmasınedensiz değil. Zira dünya kapitalizminin ve onun birparçası olan Türkiye’nin içinden geçtiği tarihsel dönem,yeni sınıf ve kitle hareketlerine gebe. Bu düzene karşıtoplumun derinliklerinde mayalanan öfke döne döneçıkış yolları arıyor. Ve bunun koşulları oluştuğundatıpkı Haziran günlerinde olduğu gibi patlamalarlasonuçlanıyor. AKP gericiliği, kendi akıbetinden deöteye temsil ettiği sermaye düzeni adına bu hareketligünlere hazırlık yapıyor.

Yukarıda altı çizilen kapsamlı yıkım programlarınınişçi ve emekçilerdeki öfkeyi büyüteceğinden,mücadele istek ve eğilimlerini güçlendireceğindenkuşku duymamak gerekiyor. Öyle ki önümüzdekidönem Haziran Direnişi’ni aratmayacak hareketligünlere gebe. AKP gericiliğinin “demokrasi yaprağı”arkasına gizlediği polis devleti uygulamaları da budöneme sermaye cephesinden hazırlığı ifade ediyor.

Polis devleti uygulamalarının bir başka hedefi iseişçi sınıfına dayatılan kapsamlı yıkım saldırılarınınpürüzsüz hayata geçirilmesidir. İçinden geçmekteolduğumuz tarihsel dönem üzerinden ele alındığında,AKP paketlerinin bütünlüklü ve sermayenin topyekûnçıkarlarına hizmet ettiği rahatlıkla görülecektir.

“Emperyalist kapitalizmin çok boyutlu yeni birtarihsel bunalımla boğuştuğu son yıllarda iktisadi vesosyal saldırıların alabildiğine şiddetlenmesi zorunlubir ihtiyaç haline gelmektedir. Uzun yılların saldırıpolitikalarının yarattığı tepki birikimi üzerine busonuncu hamleler, bir nevi bardağı taşıran damla işlevigörüyor. Bu sürecin doğurduğu halk isyanları ve sosyalçalkantıların, devrimci önderlik boşluğu koşullarındanispeten zorlanılmadan kontrol altına alınabilmesi, öteyandan bölgesel olarak sürdürülen savaşlar sayesindeyaşanan kısmi gerilim boşalımları, burjuvaziyidönemsel olarak dizginleyebiliyor. Fakat son on yılın,daha da geriye götürürsek son 25-30 yılın toplamıüzerinden bakıldığındı, burjuvazi, zor aygıtlarınıtahkimatta, siyasal ve sosyal alandaki evrenselkazanımları budamakta benzersiz bir aşama kaydetmişdurumdadır.” TKİP IV. Kongre sunumları (İllegal örgüt,legal çalışma ve örgütsel güvenlik sorunları –www.tkip.org)

Kürt hareketinin vereformist solun açmazları derinleşiyor

Açıkça görülüyor ki AKP iktidarının saldırgantutumu nedensiz değildir. Zira tarihsel dönem vedünya kapitalizminin genel eğilimleri çerçevesinde,tüm bu davranış çizgisi bir temele oturmaktadır.

Bu nedenle dinci-gerici takımdam “ilerici hamleler”beklemek, AKP’nin paketlerinden demokrasi ve adaletummak en iyi tabirle saflıktır. Bugün müzakerealdatmacasıyla oyalanan ve her seferinde kısır döngüiçerisinde açmaza düşen Kürt hareketi ile onunkuyruğuna takılan ve parlamentarist hayaller peşindekoşan reformist solun açmazları tam da bu sebeple hergeçen gün daha da derinleşmektedir.

Öte yandan, Kürt hareketinin ve reformist solun bukonumu sermaye devleti açısından bir olanak olarakdeğerlendirilmekte, özellikle baskı ve saldırılarınhedefinde olan emekçi Kürt kitleleri bu yollahareketsiz bırakılmaktadır. Bunun son örneğineHaziran Direnişi sürecinde bir kez daha tanıklık ettik.

Saldırı paketlerinin panzehiri devrimci sınıfmücadelesi, alternatifi sosyalizmdir!

Mevcut bu tablo, sınıf devrimcilerine, ilerici veöncü kesimlere önemli sorumluluklar yüklemektedir.AKP iktidarının dayattığı kapsamlı ve bütünlüklüsaldırıları geri püskürtmek, bu temelde işçi veemekçileri harekete geçirmek görevi ise busorumlulukların başında yer alıyor.

Bunun için sosyal ve iktisadi yıkım programlarınıüretim birimlerinde, fabrikalarda, sanayi havzalarındave emekçi mahallelerinde etkin bir şekilde teşhiretmek, oltanın ucundaki zehirli yemi döne döne sınıfaanlatmak büyük önem taşıyor. Bu yönlü bir faaliyetiaynı zamanda eylemli çıkışlara konu etmek ve birörgütlenme seferberliği bakışıyla ele almak ayrıcaönem kazanmaktadır. Saldırıların kapsamıdüşünüldüğünde; fabrikalardan örülecek çalışma ile,toplumun tamamını hedefe koyan ve tüm farklı sesleriboğmayı amaçlayan baskı ve zorbalığa, polis devletiuygulamalarına, emperyalist savaş ve saldırganlığakarşı yürütülecek mücadeleyle bütünleştirecek tarzdaele almak gerekiyor. Bu çaba işçi sınıfının yüzünütoplumsal-siyasal sorunlara dönmesini sağlayacak,devrimci politizasyonu hızlandıracaktır.

Tüm bunların yanı sıra sermaye düzeninin “paket”aldatmacalarına ve sahte vaatlerine karşı devrim vesosyalizm alternatifinin çok daha öne çıkarılmasıgereken bir dönemden geçiyoruz. Zira dünya çapındaişçilerin, emekçilerin ve gençlerin giderek kapitalistdüzenden umudunu kestiği, böylesi bir dünyadayaşamak istemediği, bunu kitlesel gösterilerle ve halkisyanlarıyla ortaya koyduğu bir tarihsel dönemdengeçiyoruz. Bu nesnel zemin etkin bir sosyalizmçağırısını ayrıca zorunlu kılıyor.

Sınıf devrimcileri önümüzdeki mücadele döneminebu bütünlükte bakmalı, güncel ve tarihsel görevleri butemelde ele almalıdırlar. Bulundukları her alandasosyalizmin kızıl bayrağını daha güçlü dalgalandırmalı,düzenin aldatmacalarına karşı işçilere, emekçilere vegençlere “Çözüm devrimde, kurtuluşun sosyalizmde!”şiarını taşımalıdır.

AKP paketlerinden kölelik dayatmaları ve polis devleti uygulamaları çıktı

Page 3: Kızıl Bayrak 2013 40

Dinci-Amerikancı AKP iktidarından‘demokratikleşme’ bekleyenler, bir kez daha hüsranauğradılar. Tayyip Erdoğan tarafından açıklananpaketten demokratikleşme çıkmadı, çıkamazdı da.Dolayısıyla bu iktidardan demokratikleşmebekleyenlerin hayal kırıklığına uğrayacakları gün gibiortada idi. Zira, toplumu ortaçağ karanlığınasürüklemek isteyenlerden demokratikleşme beklemek,abesle iştigalden başka bir şey değil.

Günler öncesinden reklamına başlanan pakettençıkan temel şey, AKP iktidarının, -özendirerek veyazorla- din eğitimini yaygınlaştırmak ve körpe beyinleriortaçağ karanlığıyla zehirlemek peşinde olduğugerçeğidir. Kendisinden medet umanlara “nanik”yapan AKP’nin şefinin açıkladığı paket, “yetmez amaevet”çi liberalleri bile hayal kırıklığına uğrattı.

Hayal kırıklığına uğrayan bir diğer kesim ise, yazıkki, bir kez daha Kürt hareketi oldu. Abdullah Öcalan ileMİT şefi arasında süren pazarlıktan çözüm bekleyenKürt liderler, beklentilerinin hiçbirine karşılık vermeyenbir paketle karşılaşınca sert tepki gösterdiler. Umalımki, dinci-Amerikancılar’ın bu küstahlığı, Kürthareketinin AKP’ye bağladığı temelsiz umutların terkedilmesine vesile olsun.

Savaşı Rojava’ya taşıyanlardanbarış beklenebilir mi?

Kürt hareketinin ateşkes ilan edip, gerilla güçlerinisınır ötesine çektiği günlerde, AKP iktidarı, cihatçıçeteleri Rojava’da Kürt halkının üstüne salmak için sonhazırlıklarını yapıyordu. Savaşı yapay bir şekildeRojava’ya taşıyan Tayyip Erdoğan hükümetinin Kürthalkına barış bahşetmesi mümkün mü?

Böyle bir beklenti her yönüyle temeldenyoksundur. Komşu halklara karşı savaş çığırtkanlığıyapan, Suriye’deki savaşa cihatçı katillerin hamisiolarak fiilen katılan bu iktidar, yıkıcı savaşın Rojava’yataşınması için de tüm imkanlarını kullandı. Rojava’daKürt halkının başına çorap örmeye çalışanlarınDiyarbakır veya Mardin’deki Kürtlere barışbahşetmeleri mümkün olabilir mi?

“Sınır ötesi operasyon tezkeresiçözüme hizmet etmez…”

Dinci-Amerikancı iktidarın uzantıları “demokrasipaketi”ni pazarlamaya başladığında, AKP ile suçortakları savaş tezkerelerinin süresini uzatmaklauğraşıyordu. Suriye’ye karşı savaş tezkeresini, faşistpartinin desteğiyle uzatan dinci-Amerikancı iktidar,aynı anda Kürt hareketine karşı sınır ötesi operasyontezkeresini de uzattı. Bu pervasızlığa tepki gösterenBDP yönetimi, AKP’ye tutum değiştirme çağrısındabulundu.

BDP Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada,çözüm sürecinin konuşulduğu, tartışıldığı, diyalog vemüzakere sürecinin devam ettiği, hükümetten süreci

ilerletecek kalıcı adımlar atmasının beklenildiği birsüreçte, iktidarın, güvenlikçi politikanın bir yansımasıolan sınır ötesi operasyon tezkeresini yenidenparlamentoya sunmasının asla çözüm sürecine hizmetetmeyeceği vurgulandı.

“… Ancak ne yazık ki, hükümet daha Meclis açılıraçılmaz, parlamentonun gündemine çözüm adımlarınıgetirmek yerine önce Suriye ardından Irak’ın kuzeyineoperasyon tezkeresini taşıyarak, güvenlikçipolitikalardan vazgeçmediğini göstermiştir. Hükümetinbu tutumu çözüm süreci açısından kaygı vericidir”ifadelerinin yer aldığı açıklamada, AKP şeflerine, tutumdeğiştirme çağrısında bulunmanın ötesine geçilemedi.

“AKP hükümeti bu paketleson kredisini harcamıştır…”

AKP iktidarına en sert tepkiyi, KCK liderlerigösterdi. “Paketten Kürt Halk Önderinin başlattığısüreci boşa çıkaracak ve sabote edecek bir yaklaşımçıktı” ifadeleriyle tepkisini ortaya koyan KCK YürütmeKonseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, önümüzdeki sürecibelirleyecek 2 yola işaret etti: “AKP hükümeti bupaketle son kredisini harcamıştır. Ya AKP çözümiradesini ortaya koyacaktır ya da Kürtler yeni birmücadele dönemi tarzı ve yöntemi ortaya

koyacaklardır.”

Paketin demokratikleşmeyi frenleme paketiolduğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi üyesi DuranKalkan ise şunları şöyledi: “Bu paket bir seçim paketi.

Aslında demokratikleşme paketi değil, seçim

bildirgeleri yayınlanıyor. AKP’nin 2014 yerel seçimleri

için yayınladığı bir pakettir.”

Bu ve benzer açıklamalar, Kürt hareketininliderlerinin tümü olmasa da çoğunluğunun, AKPiktidarının çevirdiği dolaplar hakkında yeterli açıklığasahip olduklarını gösteriyor. Bu açıklık önemli olmaklabirlikte, asıl belirleyici olan, pratikte somut politikadeğişikliğidir.

Çıkmazdan kurtulmak için…

Durumu saptayıp buna uygun bir politikageliştirememek, Kürt hareketinin içine düştüğü ciddiaçmazın göstergesidir. Bu açmazdan çıkabilmesininyolu ise, AKP iktidarına bağlanan temelden yoksunumutların bir kenara atılması ve Kürt halkının direnmeiradesini temel alan mücadele çizgisinin öneçıkartılmasından geçiyor. Zira temelden yoksunbeklentilere umut bağlamak, son yıllarda olduğu gibizaman, enerji ve moral kaybından başka bir sonuçyaratmıyor.

Irkçı-inkarcı politikaya devam!

Page 4: Kızıl Bayrak 2013 40

Sınıf devrimcileri başta İstanbul olmak üzere bir diziyerelde “Özgürlük, devrim, sosyalizm” şiarı ileörgütlenecek olan Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinehazırlanıyorlar. Her sene düzenlenenlerden farklıolarak bu sene, “yeni tarihsel dönem”in sınıf-kitlehareketlerinin yeni bir halkası olan Haziran Direnişi’ninardından ve onun yaratmış olduğu politik biratmosferde etkinliklerimizi gerçekleştireceğiz.

Bu haliyle bu yıl gerçekleşecek etkinlikler;içeriğinden, kitle çalışmasına, propaganda-ajitasyon veörgütlenme faaliyetlerine kadar önceki dönemleri aşanbir yaratıcılık, özveri ve kapasite ile hayatageçirilmelidir. Şüphesiz ki bugüne kadarkideneyimlerimize yaslanarak, ama Haziran Direnişi’ninaçığa çıkardığı kitle dinamizminin imkânlarını dadeğerlendirerek, tam bir özgüven ve yüksekmotivasyonla, daha ileri hedefleri önüne koyan birfaaliyet kapasitesi ortaya konulabilmelidir.

Elbette bu iddia ve hedefe uygun hareketedebilmek, her şeyden önce Haziran Direnişi’nin açığaçıkardığı imkânları ve geniş kitleler arasında yaratmışolduğu değişim ve dönüşüm zeminlerini iyideğerlendirebilmekten geçer. Direnişin kendisi, yaygınsokak eylemlilikleri, militan barikat savaşları veödenen bedellerle kitlelerde korku duvarlarınınaşılmasına, demokratik hak ve özgürlüklerinmücadeleyle savunulup kazanılabileceği gerçeğininanlaşılmasına imkân sunmuştur. Bu durum düzengerçekliğinin teşhiri açısından muazzam fırsatlarsunduğu kadar kitlelerin devrimci ve sosyalistpropagandaya da daha açık hale gelmesini sağlamıştır.

Bugün sokak eylemliliklerinde Haziran günlerineoranla geriye çekiliş söz konusu olsa bile ODTÜ, cami-cemevi projesi, uyuşturucu çeteleri ve polis işbirliğitemelinde gerçekleşen saldırılar vb. gelişmelerkarşısında refleks eylemlerin gerçekleştiğine tanıkolmaktayız. Bu anlamıyla kitle hareketinde bir geriyeçekiliş olsa da bu dinamiğin kendisini açığa vuracakçeşitli kanallar aradığını ve güçlü bir potansiyel olarakvar olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Aynı zamandabu durum direnişin açığa çıkardığı politizasyonun dahala devam ettiğini göstermektedir.

Bu yüzden Kasım ayında gerçekleşecek etkinlikleriçin yürütülecek çalışmaları, etkinlik sınırları içerisindekalan bir faaliyet olarak değil, kitlelerin tepkileriniaçığa çıkarma ve eylemsel bir hatta örgütlemegörevinin bir parçası olarak ele almalıyız. Etkinlikfaaliyetinin hedefleri ile genel siyasal faaliyetimizingörevleri arasında muhakkak bir ilişki kurulmalı veplanlamaya gidilmelidir. Buradan da anlaşılacağı gibidaha güçlü etkinlikler yapabilmenin koşulunun HaziranDirenişi’nin yakıcı bir şekilde önümüze koyduğugörevin; devrimci önderlik sorumluluğunun yerinegetirilmesi çabasıyla karşılanacağı ortadadır. Bugüniçin bunun en somut karşılığı ve anlamı ise kitlelerineylemsel süreçlerini örgütlemek ve ona önderliketmektir. Bu aynı zamanda her türlü gelişmeyemüdahale etme inisiyatifi ve başarısıyla gerçekleşebilir.Devrimci önderlik ihtiyacının somut karşılığı olan

devrimci partinin, kitleler nezdinde en etkinpropagandası da ancak bu sayede mümkün olacaktır.

Etkinlikler için belirlenen “özgürlük, devrim,sosyalizm” şiarı ise kendi içinde bir propagandafaaliyetinden öteye bugün kitlelerin kendiliğinden birşekilde dile getirdikleri taleplerin ve özlemlerin genelbir formülasyonu ve bu taleplere ulaşabilmek içinizlenilmesi gereken yolu ve hedefi özetleyen fikriortaya koymaktadır. Yani bugün ulusal-demokratikhaklardan tutalım da inanç özgürlüğüne, çifte sömürüve baskı altında ezilen emekçi kadınların taleplerindenbaskı altına alınan ve geleceksizliğe mahkûm edilengençliğin taleplerine, söz, basın, örgütlenmeözgürlüğüne kadar her alandaki taleplerin ortaklaştığınokta “özgürlükler” olmaktadır. Haziran Direnişi’ninöncesi ve sonrasıyla yaşanan bir dizi gelişme ve örnekbunu yeteri açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Elbette ki bu durum salt ülkemize özgü bir durumdeğildir. Bir dünya düzeni olarak emperyalist-kapitalistsistemin girmiş olduğu krizlerle birlikte demokratik hakve özgürlükler adına ne varsa budayıp, dünyagenelinde gericiliği ve polis devleti uygulamalarınıarttırdığı, emperyalist savaşları yeniden gündemegetiren genel yönelimi ile uyumludur. İşte bu yüzdenen küçük demokratik hak ve özgürlüklerin dahi ancakbu düzene karşı yürütülecek militan mücadelelersonucunda korunup-kazanılabileceğini ve en nihaiolarak da bu düzenin devrimler yoluyla aşılabileceğigerçeğine işaret etmektedir.

Fakat devrim vurgumuz sadece bu doğalzorunluluğun bir açıklaması değil aynı zamandayürünecek yolun tayin edilmesi bakımından da önemarz ediyor. Zira bugün sosyalizm “alternatifini” önesürenlerin birçoğu bile bu hedefe ulaşılmasında düzeni

aşan bir mücadele anlayışını, devrimci iktidarperspektifini öne çıkarmaktan geri durabiliyorlar.Çünkü devrim iddiası, ideolojik-programatik ve sınıfsaltemelleriyle ona hazırlıklı olan devrimci partilerce ilerisürülebilir. Ancak bu partilerin önderliğinde devrimcibir iktidar mücadelesi yürütülür. Birçok konuda olduğugibi bu alanda da Ekim Devrimi’nin tarihseldeneyimleri bizlere ışık tutmaktadır.

Bu yüzden de Haziran Direnişi’yle birlikte “devrim”kelimesinin bilimsel özünden soyutlanarakhiçleştirilmesine karşı kitleler arasında devrimpropagandasını doğru bir temelde ve daha güçlü birzeminde yürütmeliyiz. Parlamentarist hayallerle düzenbataklığında kendilerine alan açmaya çalışan “solun”“devrimi” hiçleştiren tutumlarını da kitleler önündemahkûm edebilmeliyiz.

Çalışmalarımızda, her ne sebeple olursa olsunsokaklara dökülen kitlelerin dile getirdikleri sorunlarıngerisinde burjuvazinin sömürüye dayalı sınıf iktidarıolduğunu, doğanın rant için talanından yaşamtarzlarına müdahaleye kadar tüm toplumsal sorunlarınkapitalist sömürü düzeninden kaynaklandığını etkili birteşhire konu edebilmeliyiz. Bununla birliktetaleplerimizin tam anlamıyla karşılanabileceğiekonomik-sosyal düzenin ancak sosyalizm olabileceğide etkili bir şekilde propaganda edilmelidir. Özetlesosyalizmin güncelliğinin ve yakıcılığının propagandasıkitle çalışmamızın temel hedefleri arasındaolabilmelidir.

Böylece “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarınıkitleler arasında daha güçlü bir temelde öneçıkarabildiğimiz ve sınıf içerisinde ete-kemiğebüründürdüğümüz oranda “devrime hazırlık”görevinde önemli mesafeler katetmiş olacağız.

Haziranları Ekimler’e taşımak için...

Page 5: Kızıl Bayrak 2013 40

İşçiler, emekçiler kardeşler;

İnsanlık yeni bir tarihsel dönemden geçiyor. Budönemin en temel olgusu; kapitalist sömürüdüzenini pençesine alan ekonomik, sosyal vesiyasal açıdan çok yönlü bunalımlardır. Günümüzdünyasında karşımıza çıkan emperyalist savaşlar,açlık, sefalet ve yoksulluk gibi her türlü toplumsalsorunun gerisinde sistemin bu çok yönlübunalımları yer almaktadır. Bu tablo açıkçagöstermektedir ki; kapitalist sömürü düzenimiadını doldurmuş ve yıkılmayı beklemektedir.

Bugün emperyalist-kapitalist sistem hala ayaktaise, bunun nedeni başta ekonomik kriz olmaküzere yaşadığı bunalımların faturasını emekçilereödetiyor olmasındandır. Zira yeri geldiğinde sosyalve ekonomik yıkım programlarıyla, yeri geldiğindeemperyalist boğazlaşma ve savaşlarla kriz vebunalımların tüm faturası on yıllardır döne döneemekçilere ödetilmektedir.

İsyan ve direnişlerle devrime yürüyoruz!

Kardeşler! Bütün bu yükün altında yıllardırezilen ve sömürülen emekçi kitleler, dünyanın dörtbir yanında homurdanmaya, giderek meydanlarainmeye başladılar. Tunus ve Mısır’da yaşanan halkisyanları, Yunanistan’da, İspanya’da, Potekiz’de vedaha bir çok Avrupa ülkesinde gerçekleşen grev vesokak eylemleri, işçi ve emekçilerin “artık yeter!”dediğini ve bu düzende yaşamak istemediğiniortaya koyuyor.

Bu topraklarda ise işçiler, emekçiler ve gençlerbaskıya, sömürüye ve zorbalığa karşı birikmişöfkelerini Haziran Direnişi ile ortaya koydular.Sokak sokak, kent kent barikatlar kurdular vetarihe geçecek bir direniş ördüler. Dünyada veTürkiye’de yaşanan bu gelişmeler sermayeninuykularının kaçmasına, korkularının büyümesineneden oldu. Çünkü ayağa kalkan milyonlar baskıyave sömürüye karşı özgürlük talebi ile haramilerinüzerine üzerine yürüdüler.

Özgürlük devrimde,kurtuluş sosyalizmde!

Kardeşler! Haziran Direnişi’nde haykırdığımızgibi, bütün bunlar henüz başlangıç. Önümüzde çokdaha görkemli mücadele günleri bizleri bekliyor.

Bizler bunun bilinciyle geleceğe hazırlanmalıyız.Bütün sorunlarımızın kaynağı olan bu köhnemişdüzeni yere çalmak için örgütlü mücadeleyibüyütmeli, safları çok daha sıkılaştırmalıyız. Çünkübu sömürü düzeni devrimle yerle bir edilmeden,hiçbir sorunumuz çözülmeyecektir. Özgür, eşit,savaşsız, sömürüsüz ve baskının olmadığı birdünyada yaşamak istiyorsak eğer kapitalist sömürüdüzenini yıkmaktan başka bir çaremiz bulunmuyor.Başta şanlı Ekim Devrimi olmak üzere tüm tarihseldeneyimler bizlere bunu anlatıyor.

O halde bizler de 96 yıl önce gerçekleşen vebugün hala güncel olan şanlı Ekim Devrimi’ninçağırısına yanıt verelim. Haziran’da yakılan isyanateşini yeni Ekim’lerle buluşturalım. Özgürlüğümüzve geleceğimiz için, bu yıl 15. mücadele yılınıgeride bırakan işçi sınıfının devrimci partisisaflarında birleşelim, devrim ve sosyalizm davasınıbüyütelim.

Özgürlük, devrim, sosyalizmiçin buluşuyoruz

Kardeşler! Bizler mücadeleyi büyütmek vesafları daha da sıklaştırmak için Kasım ayı içindeyapacağımız etkinliklerle bir kez daha yan yanageleceğiz. Haziran ruhunu yeni Ekim’lere taşımakiçin örgütlenen “Özgürlük, devrim, sosyalizm!”şiarlı etkinliklerimizde buluşacağız. Sen deözgürlüğün ve geleceğin için yapılan bu çağrıyakulak ver. Bu büyük mücadelede omuzunuomuzlarımızın yanına koy. Bu davet bizim...

Yaşasın devrim ve sosyalizm!Ekim Devrimi 96. yılında yol gösteriyor!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu 9 Ekim 2013

Devrimci sınıfçalışmalarından...

Sınıf devrimcileri faaliyetlerine fabrikalarda, işçihavzalarında ve emekçilerin yaşadığı mahallelerdedevam ediyor. “Özgürlük, Devrim, Sosyalizm!” ve“Faşist polis terörüne karşı direnişe!” şiarlı afişlerledevlet terörüne karşı devrimci mücadeleyi büyütmeçağrısı yükseltiliyor.

Bursa “Özgürlük, Devrim, Sosyalizm!” ve “Faşist polis

terörüne karşı direnişe!” şiarlı afişler çarşı içineHeykel, Fomara ve Osmangazi’ye yapıldı. İzmiryolunda Kültür Park, Sırameşeler’e, Mudanyayolunda da organize sanayi köprüsüne ve çevresineafişler yapıldı.

Çalışma Ataevler kavşağında devam ederken,sınıf devrimcileri sivil polisler tarafındandurduruldu. Resmi polislerin de gelmesininardından kabahatler kanunu gerekçe gösterilereksınıf devrimcilerine para cezası kesildi.

Mersin Mersin’de sınıf devrimcileri Birleşik Metal-İş

Sendikası’na üye olan Çimsetaş işçilerine Metalİşçileri Bülteni’nin dağıtımını yaptı. Dağıtımesnasında işçilerle kıdem tazminatının gaspı üzerinekonuşmalar gerçekleştirildi.

İstanbulEsenyurt’ta Yenikent, Yeşilkent mahalleleri ve

Esenyurt Köyiçi BDSP afişleriyle donatıldı. Afişlemeçalışması esnasında bir dizi emekçi ile HaziranDirenişi üzerine sohbetler edilirken gözaltı,tutuklama saldırılarına ve polis şiddetine karşıörgütlü mücadeleyi yükseltmek gerektiği ifadeedildi.

AnkaraAnkara Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)

çalışanları, afişleri yaygın bir şekilde yaptı. Aynızamanda “Gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşıdirenişe özgürleşmeye!” şiarlı DLB afişleri dekullanıldı. Emekçi çocuklarının okuduğu mahallearalarındaki okullara DLB afişleri yapıldı. Afişlemesırasında mahalledeki emekçilerin olumluyaklaşımları gözlendi.

Kızıl Bayrak / Bursa – Mersin - Ankara -İstanbul

Ekim Devrimi’nin 96., Yeni Ekimler’in Partisi’nin 15. yılında...

Özgürlük,devrim,sosyalizmiçin buluşuyoruz!

Page 6: Kızıl Bayrak 2013 40

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun birçokyerde gerçekleştireceği etkinlikler, hazırlıkları ileemekçilere duyurulmaya devam ederken aynızamanda bir örgütlenme seferberliğinedönüştürülmeye çalışılıyor. Tarihleri belli olanetkinliklerin çalışmalarını okurlarımıza sunuyoruz.

Esenyurt: 30 Kasım Esenyurt’ta gerçekleştirilecek gece için hazırlık

toplantısı düzenlenerek devrim ve sosyalizm davasınıyükseltme görevine vurgu yapıldı. Haziran Direnişi’ninkazanımlarına yaslanarak önümüzdeki mücadeledönemine hazırlanan sınıf devrimcileri 30 Kasım’daEsenyurt’ta “Özgürlük, Devrim, Sosyalizm” şiarıylagerçekleştirecekleri etkinliğin hazırlıklarının startınıverdi.

Gece hazırlıklarını omuzlayacak güçlerin katılımıyla4 Ekim’de Esenyurt İşçi Kültür Evi’nde düzenlenenhazırlık toplantısında somut planlamalar yapılırkenTürkiye ve dünyada yaşanan siyasal süreç ile HaziranDirenişi üzerine tartışmalar yürütüldü. Farklısektörlerde çalışan işçilerin katılımıyla yapılantoplantıda, “Özgürlük, Devrim, Sosyalizm” şiarlarını işçisınıfının gündemine taşınmasının imkan ve olanaklarımasaya yatırıldı.

Toplantının açılışında konuşan Bağımsız DevrimciSınıf Platformu (BDSP) temsilcisi, ilk olarak HaziranDirenişi’ni ortaya çıkaran koşullara değindi. BDSPtemsilcisi, geçtiğimiz yılın Kasım ayında komünisthareketin 25. yılı vesilesiyle dile getirilen “Devrimehazırlanıyoruz” şiarının Haziran Direnişi’yle beraberdaha da bir anlam kazandığını ifade etti.

Gecenin, sınıfı devrime kazanmanın bir basamağıolması gerektiğini vurgulayan temsilci, etkinliksürecinin aynı zamanda bir örgütlenme seferberliğinedönüştürülmesi ve fabrika zeminine taşınmasıgerektiğini hatırlattı. BDSP adına yapılan konuşmanınardından gece hazırlıkları üzerine somut planlamalaryapılarak toplantı bitirildi.

Esenyurt’ta etkinlik çalışmaları yapılan ilktoplantının ardından hızla başladı. Bir yandan afişçalışması ile şiar Esenyurt’taki tüm işçi ve emekçileringörebileceği noktalara yapılıyor, diğer yandan aynışiarla örgütlenen gece hazırlıkları sürdürülüyor.

Özgürlük, Devrim, Sosyalizm Gecesi’nin hazırlıklarıkapsamında mahallelerde komiteler oluşturuldu.Komiteler toplantılarda biraraya geliyor. İlk olarakDepo Hazırlık Komitesi bir toplantı düzenledi.Toplantıda etkinlik hazırlıkları yapılan planlamalarlabelirlendi. Yanısıra toplantıda Özgürlük, Devrim,Sosyalizm Gecesi’ne davet edilecek işçi ve emekçilerbelirlenerek iş bölümü yapıldı.

Komite haftalık periyotlarda biraraya gelerekhazırlıklarını gözden geçirecek. Önümüzdeki günlerdeetkinliğin gündemlerinin ve içerisinden geçtiğimizsürecin tartışılacağı ev toplantıları yapılacak. Evtoplantılarının yanısıra ev ev gezilerek çağrı broşürleriemekçilere ulaştırılacak. Afişlerle ve duvargazeteleriyle de gecenin duyurusu güçlendirilecek.

Yapılan planlamalarınardından bir sonrakibuluşma günü belirlenerektoplantı sonlandırıldı.

Sarıgazi:16 KasımKapitalist krizlerin

sarsıcı etkilerinin ve bunabağlı olarak emperyalistsavaş ve saldırganlığın hadsafhaya ulaştığı bir dönemden geçilirken hem krizinhem de ezilen halklara yönelik yıkıcı savaşın ağırlığıaltında işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşunun“sosyalizm” kavgasında olduğu gerçeğine ışık tutmakamacıyla Ümraniye BDSP 16 Kasım Cumartesi saat19.00’da Sarıgazi Demokrasi Caddesi’ndeki YıldırımlarDüğün Salonu’nda bir etkinlik gerçekleştirecek.

Çeşitli sektörlerden işçilerin ve emekçilerinkatılımıyla etkinliğin içeriğine ve önemine değinentoplantıyla başlayan etkinlik hazırlıkları devam ediyor.Bu hazırlıklar çerçevesinde bir yandan da Sarıgazi’debulunan kitap evi, kahve ve cafelere afişler asıldı,etkinlik biletleri bırakıldı.

İşçi ve emekçilerin kapıları da tek tek çalınarakHaziran Direnişi’nin birikimlerine yaslanılarak, gerçekalternatif olan sosyalizm kavgasını büyütme üzerinekonuşmalar yapılıyor ve etkinlik biletleri ulaştırılıyor.

Kartal: 7 KasımSınıf devrimcileri Kartal’da “Haziran Direnişi ve

özgürlük, devrim, sosyalizm” semineri düzenledi. İlkolarak toplantının kapsamı anlatılarak başlandı.Ardından sözü alan BDSP temsilcisi bir sunum

gerçekleştirdi. Sunum dünyadaki gelişmeler vekapitalizmin işçi sınıfına ve emekçilere karşıgerçekleştirdiği pervasızca saldırıları ele aldı. Ve bueksende ortaya çıkan ayaklanmalar, direnişler ilebirlikte savaşlar, bunalımlar ve devrimler dönemiişlendi. Emekçilere yoksulluğun, açlığın ve sefaletin tekkaynağının kapitalizmin olduğu da teşhir edilereksosyalizm alternatifini büyütme çağrısı yapıldı.

7 Kasım’da Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ndeyapılacak “Özgürlük, devrim ve sosyalizm” etkinliğininbu çerçevede ele alınması gerektiği vurgulandı.Ardından etkinliğe dair planlamalar konuşuldu. Sözalan katılımcılar kitlelerde sosyalizm alternatifiningüçlendirilmesi, bu eksende insanların kendileriniifade edebilecekleri örgütlülük zeminlerininoluşturulması ve 15. yıl etkinliğinin bunun vesilesiolması gerektiği üzerinde duruldu.

Yapılan tartışmaların ekseninde etkinliğe kadarpratik işlerin planlanacağı bir toplantı ve 26 Ekim’deise Ekim Devrimi’nin kazanımları üzerindensosyalizmin güncelliğini konu alan bir seminerplanlandı.

Kızıl Bayrak / Esenyurt – Sarıgazi - Kartal

İşçi ve emekçi iktidarı için saflara!

Page 7: Kızıl Bayrak 2013 40

Son aylarda Gülsuyu’nda yaşanan olaylar çürümüşdüzen gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Faşistçeteler Hasan Ferit Gedik’i katletti. Böylece emekçimahallelerine çeteleri sokan ve her türlü faaliyetinibizzat yöneten sermaye devleti gerçeği bir defa dahaortaya çıktı.

Faşist çetelerin saldırıları ve nedenleri…

Gülsuyu Mahallesi’nde Hasan Ferit Gedik’ikatleden çeteler daha önce de polis korumasında birdizi saldırıda bulunmuştu. Faşist MHP ile ilişkili olan veülkücü olduklarını dile getiren katiller sürüsü,mahalleye geldikleri andan itibaren devrimcilereyönelik katliamlar için bir dizi saldırıda bulunmuşlardı.

Ağustos ayında BDP İstanbul İl Yöneticisi de olanesnaf Besim Yılmaz’ın dükkanına silahlı saldırıdüzenleyen faşist çete “baban bizimle çok uğraşıyor.Kellesini alacağız, vuracağız. Basında sağda-solda ilerigeri konuşmasın, haddini bilsin. Ben ülkücüyüm,herkes haddini bilecek” diyerek tehditler yağdırmıştı.Bir faşist çete üyesi de, polislerin korumasından aldığırahatlıkla Heykel Meydanı’ndaki MOBESE’nin önündedurarak şunları söylemişti: “Ben ülkücüyüm, basınakonuşanlara haddini bildireceğim.”

Gülsuyu’nda çete içinde yer alan faşistlerdenbazıları Mehmet Ali Ağca ile yakın ilişkiler içindeydiler.Yakın zamanda çete elemanlarının Ağca ile birlikteDilovası Belediye Başkanı’nı ziyarete gittikleri ve çeteliderlerinin oğlunun sünnet düğününde hatırafotoğrafı çektirdiklerine dair gerçekler ortalığasaçılmıştı. Sünnet düğününde faşist çetenin diğerilişkileri gün yüzüne çıkmıştı. ‘Nam salmış faşist çeteşefi’ Sedat Peker’in yolladığı çelenk düğünfotoğraflarında yer almıştı.

Hatıra fotoğrafı için bozkurt selamı veren bu faşistçete üyeleri devletin yönlendirmesiyle Gülsuyu’ndaterör estiriyorlar. Son bir yıl içerisinde 12 kişiyi vuranfaşist çete, son olarak 29 Eylül gecesi gerçekleştirdiğisaldırıda Hasan Ferit Gedik’i katletti.

Gülsuyu çetesi üyelerinden Yusuf Turhan’ınakrabası olan Zafer Turhan, Hasan Ferit Gedik’inkatledildiği saatlerde; “Ey namusu bütün ve adalet içinsavaşan Gülsuyu gençleri asıl hedef sinmek yılmakbilmeyen gençlerin hikayesi Allah size yar ve yardımcı

olsun Allah sizle beraber olsun” mesajını yazdı.Böylece Hasan Ferit Gedik’in katledilmesindenduyduğu memnuniyeti ortaya koydu. Ülkücü bir haberajansı da faşist çetenin 9 kişiyi vurduğu saldırıları“teröre karşı mücadele eden vatanseverler” başlığıylahaberleştirmişti.

Saldırıların arka planındarant hesapları yatıyor

Gülsuyu Mahallesi konumu ve manzarası nedeniyleinşaat tekellerinin iştahını kabartıyor. Mahallede inşaattekellerinin talepleri doğrultusunda “kentseldönüşüm” ambalajı ile sunulan rantsal dönüşümsüreci devam ediyor. Özellikle Şakar Mahallesi inşaatfirmalarını fazlasıyla heyecanlandırıyor. Bu heyecanınnedeni Şakar Mahallesi’nin Adalar manzaralı olmasıdır.Üstelik mahalle dört bin haneden oluşmaktadır. Bunedenle Gülsuyu Şakar Mahallesi’nin değeri her geçengün daha fazla artmaktadır.

Çeteler bir yandan uyuşturucu satışına hız vererekmahallede var olan direniş potansiyelini zayıflatmayaçalışıyor, öte yandan rantsal dönüşüme karşı direnişinörgütleyicisi devrimci yapıları saldırı ve katliamlaryoluyla zayıflatmaya çalışıyorlar. Tüm bunlara rağmenGülsuyu’nda yaşayan emekçiler, rantsal dönüşüme veuyuşturucuya karşı mücadele çağrısı yapandevrimcilerle birlikte saf tutmaya devam ediyorlar. Ziraemekçiler rantsal dönüşümün yaşama alanlarını yokedeceğini, uyuşturucu tuzağının hedefindeçocuklarının olduğunu ve tek çıkış yolununmücadeleden geçtiğini bilerek hareket ediyorlar.

Sermaye devleti ise ırkçılığı, milliyetçiliği temelmotif hâline getirerek, gençleri mit ve efsanelerdenoluşturduğu anlamsız ajitasyonlarla etkilemeye vesersemletmeye çalışıyor. Askeri hiyerarşi içerisindeörgütlenmiş paramiliter sokak çeteleriniyaygınlaştırmak için tüm hünerlerini sergiliyor.

Faşist çetelerin ve mafyanın arkasında devletin kanlı eli var

Ülkücü-faşist hareketin mafyalaşması 70’li yıllaradayanır. MHP’nin silahlı faşist çetelerinin başında

bulunan Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı, MehmetGül, Mehmet Şener ve Yalçın Özbey gibi isimler, mafyaile iç içeydiler ve bir yandan kaçakçılık yoluyla hareketesilah ve cephane sağlıyor diğer yandan da ciddi maddigelir elde ediyorlardı. Mafyanın önde gelen isimleriyle(Abuzer Uğurlu, ‘Oflu’ İsmail, Osman İmamoğlu, BekirÇelenk vb.) bizzat Türkeş’in yakın siyasi ve ‘iş’ ilişkilerivardı.

Çetelerin faşist liderleri MHP’ye hatırı sayılır parayardımında bulunuyor, silah ve cephane tedarikediyorlardı. Ülkücü-faşist kadrolara lojistik desteksağlayarak zaman zaman yurtdışına çıkışlarınıörgütlüyorlardı. Boşta kalan ülkücü faşistleribesliyorlardı. Bu ilişkiler sonradan ülkücü mafyanın datemelini oluşturacaktı.

Ayrıca silahlı çeteler şeklinde örgütlenmiş olanülkücü hareket içinde pek çok şef de, mafyadan veişadamlarından ‘götürü’ usulü iş alıyor, hem‘nafakasını çıkartıyor’ hem de faşist harekete kaynakaktarıyordu. Bu şekilde patronlardan toplanan paralarve sık sık yapılan soygunlardan, “yardım” adı altındatoplanan haraçlardan ciddi bir gelir sağlanıyordu.Hareketin mafya ile ilişkileri geliştikçe iş büyümeyebaşladı. Bugün uyuşturucu kaçakçılığından elde edilengelir MHP’nin maddi gelir kaynakları içinde önemli biryer tutar hale geldi.

Bütün bu nedenlerle faşist çetelerin kaynağı olansermaye devletinden çetelerden hesap sormasınıbeklemek ölüden gözyaşı beklemekle eşdeğerdir.Burjuvazinin hizmetkarı faşist çetelerin saldırılarınıboşa çıkarmak için yapılması gereken şey çetelere karşıemekçilerin öfkesini örgütlemektir. Emekçilerinörgütlenmesinde mesafe alındıkça faşist çeteler veçetelerin kaynağı sermaye düzeninin korkuları hergeçen gün büyüyecektir.

Ferit’in katili çürümüş düzendir!

Hasan Feritsonsuzluğa uğurlandı!

Gülsuyu’nda devlet destekli çeteler tarafındankatledilen Hasan Ferit Gedik, Gazi’de sonsuzluğauğurlandı. 3 gün boyunca Armutlu Mahallesi’niablukaya alan polise karşı kararlı bekleyişin sonundadevlet geri adım atarak Gülsuyu’nda yapılacakanmaya izin vermek zorunda kaldı.

Hasan Ferit Gedik’in cenazesi Gülsuyu Heykel’detoplanan kitle tarafından karşılandı. Burada yapılansaygı duruşunun ardından binlerce insan “HasanFerit Gedik ölümsüzdür!”, “Devrim şehitleriölümsüzdür!” sloganlarını attı. Ardından yapılanyürüyüşle Hasan Ferit vurulduğu yere getirildi.Öfkeli sloganlar eşliğinde yapılan yürüyüşte devletkorumasındaki çetelerden hesap sorulacağıhaykırıldı. Hasan Ferit’in şehit düştüğü yerde anmayapıldı. Ardından Gazi Mahallesi’ne götürülen HasanFerit, binlerce kişi tarafından sloganlarla toprağaverildi.

Page 8: Kızıl Bayrak 2013 40

Sermaye sınıfı, uluslararası sermayenin yönelimleridoğrultusunda neo-liberal politikaları hayata geçirmekiçin 2000’lerin başından itibaren adımlarınıhızlandırmış bulunuyor. Son yıllarda ise, “Ulusalİstihdam Stratejisi” adı verilen projede ifadesini bulan,esnek, güvencesiz çalışmayı temel çalışma biçimihaline getirmek için kolları sıvamış durumda.

Ekim ayı sonunda meclisin gündemine getirilmesiplanlanan esnek çalışma paketinde, kıdemtazminatının fona devredilmesi ile birlikte gaspı,taşeron işçilik yasası, özel istihdam büroları ve kadınistihdamının artırılması(!)na dönük düzenlemeler yeralıyor. Paketin bütününe baktığımızda ise, işgücüpiyasasının bir bütün olarak esnekleştirilmesi, işçileringüvencesiz bir çalışmaya mahkum edilmesihedefleniyor. AKP iktidarı, paketi pürüzsüzce hayatageçirmek amacını taşıyor ve bugün sendikakonfederasyonlarının da içinde yer aldığı ÇalışmaMeclisi’nde, tıpkı 2003 yılında 4857 sayılı İşKanunu’nun yasalaşması sürecinde olduğu gibi,sendikalarla “uzlaşmayı”, “kırmızı çizgileri” ortadankaldırmayı hedefliyor.

Kadın istihdam paketi,bütünsel saldırının parçası

Paket basına yansıdığı andan itibaren kadınlarınistihdamının artırılmasına yönelik olduğu iddia edilenmaddeler tartışmalara yol açtı. Hatırlanacağı üzere butartışmalar yeni değil. Ocak ayında başlayan Martayında ise devam eden tartışmalarda, doğumizinlerinin artırılması, çocuk sayısının artırılmasınadönük teşvikler, sanayi bölgelerinde kreşlerin açılmasıvb. maddeler öne çıkmıştı. O günlerde Kızıl Bayrak’tayeralan değerlendirmede şunlar söylenmişti: “(...)Teşvik paketinin en kritik maddesini ise, kadınlar içinesnek çalışma modellerinin ‘teşvik edilmesi’oluşturuyor. Üretimi bir bütün olarak esnek,güvencesiz, kural dışı bir biçime dayandırmaya çalışansermaye sınıfı, bir dönemdir bu doğrultudaçalışmalarını yoğunlaştırmış bulunuyor. UİS (Ulusalİstihdam Stratejisi) parça parça hayata geçirilmekistenirken, stratejinin en temel öğesi olan esnekçalışma, öncelikli olarak kadınlar üzerindenyasalaştırılmak isteniyor. Dolayısıyla bu paket, sadecekadın işçileri değil, erkek işçileri de doğrudan etkiliyor.‘Kadınların aile sorumlulukları’ gerekçe gösterilerek,sınıfın bütününü hedefleyen esnek çalışma, teşvikpaketiyle resmileştirilmeye çalışıyor.” (Kızıl Bayrak- 29Mart 2013 )

Kadın istihdamına yönelik teşvik paketi Haziranayında rafa kaldırılırken, bugün asıl niyetler ortayaseriliyor. Söz konusu paket sınıfa dönük kapsamlısaldırı paketinin bir parçası olarak sunuluyor. Yinebildiğimiz göz boyama, vaatler ve yalanlar eşliğiiçinde...

Kadın istihdamını teşvik paketinde doğum izninin16 haftadan 24 haftaya çıkartılması, kadınlara çocuksayısına göre kademeli emeklilik, yarım gün çalışma

imkanı(!), isteğe göre çocuğu 3 veya 5 yaşına gelenekadar çalışmama hakkı, doğum yapan kadına işedönüş garantisi, işyerlerinde kreş açılması vb.maddeler yer alıyor.

Kulağa hoş gelen, kadınlar için kazanım gibigözüken, hatta kimi sanayi odaları başkanlarınınitirazlarına ve AKP sözcüleriyle polemiklerinedönüşen maddeler, çok açık ki tümüyle sermayeninuzun vadeli çıkarlarına hizmet ediyor.

“Genç nüfus, sağlıklı aile,kadın istihdamı bir arada!”

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,kadın istihdam paketi hakkında şunları söylüyor:“Hayatın bir gerçeği var, neslin devam etmesigerekiyor” “(...) Hem genç nüfus olacak, hem sağlıklıbir aile olacak, hem de kadının istihdamını çalışmahayatına katılımını sağlayacak.” Bu sözler paketinmantığını da özetliyor.

Son yıllarda AKP iktidarı, kadınların yaşamınamüdahaleye dönük adımlar atıyor. Kadınların negiyeceğine, kaç çocuk doğuracağına, nasıldoğuracağına ilişkin tartışmalar tüm toplumungündemine oturuyor. Kuşkusuz ki, ılımlı İslammodelinin bir parçası olarak gündeme getirilen böylesimüdahalelerin gerisinde AKP iktidarının işgücüpiyasalarının dönüşümünde kadına biçilen rol yatıyor.AKP hükümeti, 3-5 çocuk telkinlerini, kürtaj yasağımüdahalelerini bizzat sermayenin genç-ucuz işgücüihtiyacı çerçevesinde yapıyor. Zira uzun vadeli gençişgücü ihtiyacı çerçevesinde resmi rakamlara göre%1.9 oranında olan doğurganlık oranının %3’lereçekilmesi hedefleniyor. Dolayısıyla, kürtaj yasağıtartışmaları ile kadın istihdam paketi aynı ihtiyacın ikifarklı yönünü işaret ediyor.

Kuşkusuz ki, sermaye sınıfı tüm ihtiyaçlara ucuzişgücü ihtiyacından bakıyor ve esnek çalışma vegüvencesizleştirme politikasının hedefinde de kadınemeği duruyor. Dolayısıyla Türkiye’de genç nüfusazalırken bir yandan kadınların 3-5 çocukdoğurmasının teşvik edilmesi, öbür yandan da aile içisorumluluklarını aksatmadan kadınların ucuz işgücüolarak çalışması hedefleniyor. Sendikaların katılımı iledevam eden Çalışma Meclisi’nin temelgündemlerinden biri olan istihdam bürolarının, kadınistihdamı ile birlikte tartışılması, tam da bu amacahizmet ediyor.

Ek olarak belirtelim ki, paketin maddeleri, kendiiçinde göz boyamalarla birlikte yalanları da içeriyor.Kadınlara yönelik kazanım gibi gözüken kimihükümlerin (doğum izni, kreş vb.) esnek çalışmahayata geçtiğinde bir hükmünün kalmayacağını daaçıklıkla görmek gerekiyor. Zira, doğum izinlerindenancak kurallı, “güvenceli” çalışanlar faydalanabilir. Yada kreş, geçtiğimiz yıllarda yasalaşan bir başka teşvikpaketinde iyice güdükleştirilmiş, kamuda iseözelleştirme politikaları çerçevesinde neredeysekalmamıştır. Mart ayında gündemleştirilen pakette, 10

ilde 10 OSB’de kreş açılmasından bahsedilirken,kreşleri sermaye kuruluşlarının açacağı ve aynızamanda vergide indirimden faydalanacakları ifadeedilmekte idi. Böyle bir düzenlemenin de yinesanayide “kurallı” çalışan kadın işçileri ilgilendirdiğigörülmektedir. Halihazırda söz konusu olan pakettegöz boyamaya dönük söylemlerin dışında “kreşhakkına” dair herhangi bir açıklama yer almamaktadır.Son olarak teşvik paketi taslağında yer alan“doğumdan sonra işe geri dönme garantisi”, zatengünümüz yasalarında da bulunmaktadır. Bununbahşedilen bir hak gibi sunulması, emekçi kitlelerikandırmaya çalışmaktan başka bir şey ifadeetmemektedir.

Saldırı yasalarına karşıbirleşik mücadeleyi yükseltelim!

Sermaye sınıfı, işçi sınıfına dönük son yılların enkapsamlı saldırısını hayata geçirmeye hazırlanıyor.Kuşkusuz ki bu gücü işçi sınıfının örgütsüzlüğünden vebununla da bağlantılı olarak sendikal bürokrasininuzlaşmacı-ihanetçi çizgisinden alıyor.

Esnek çalışma paketi karşısında, esnek çalışma,güvencesiz, taşeron, kuralsız çalışmanın yasaklanması,“güvenceli iş”, “güvenceli çalışma” talebiyükseltilmelidir. Aynı zamanda kadın işçileri doğrudanilgilendiren “doğumdan önce ve sonra 3’er aylık ücretliizin, bakım ve yardım”, “tüm işyerlerinde kreş vegündüz bakım evleri”, “kadınların kadın sağlığınauygun olmayan işlerde çalışmasının yasaklanması”talepleri, kadın-erkek tüm işçi sınıfının talepleri olaraköne çıkarılmalı ve sahiplenilmelidir.

Bugün yapılması gereken, Haziran Direnişi’ninruhuyla, yıkım paketini bir bütün olarak reddederekmücadeleyi yükseltmektir.

Kadın istihdam paketi, esnek çalışma paketinin parçasıdır!

Page 9: Kızıl Bayrak 2013 40

10. Çalışma Meclisi toplantısı, 26-27 Eylül tarihleriarasında sermaye, hükümet ve sendika temsilcilerininkatılımıyla gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan10. Çalışma Meclisi Sonuç Bildirgesi ile de “kıdemtazminatı”, “alt işverenlik-taşeron çalıştırma” ve “özelistihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkisi”başlıklarının tartışıldığı ilan edildi.

Yayınlanan sonuç bildirgesinden kıdem tazminatıhakkının patron üzerinde bir yük olarak görülmesi vebu hakkın gaspı üzerine ayrıntılı tartışmalar yapıldığıanlaşılmakta. “Alt işverenlik” başlığı altında ise işçi veemekçiler açısından güvencesiz çalışmanın diğer adıolan taşeron sistemi “Taraflar, ilke olarak altişverenliğin çalışma hayatının bir gerçeği olduğunukabul etmektedir” denilerek meşrulaştırılmayaçalışılmakta ve bundan sonraki süreçte taşeronçalıştırmanın yaygınlaştırılacağının sinyalleriverilmektedir. Bunu “özel istihdam büroları aracılığı ilegeçici iş ilişkisi” başlığı altında yapılan tartışmalartamamlamaktadır. Güvencesiz ve esnek çalışmanınönünü açacak olan özel istihdam büroları ile ilgiliayrıntılı düzenlemelerin yapılması hedeflenmektedir.

Kısacası sermaye hükümetinin işçi ve emekçilere“hiçbir kaybınız olmayacak, mağduriyetlerinizgiderilecek” söylemleri ile tanıtımını yaptığı paketinarka planında açık bir şekilde işçi sınıfına yönelik hakgasplarının hayata geçirilmesi ve güvencesizleştirmeplanları yapılmaktadır.

Yeni düzenlemelerle işçi sınıfı sömürü koşullarınınkatmerlenerek büyümesi tehdidi ile karşı karşıyabırakılırken sermaye hükümeti cephesinden busaldırıların Ekim ayı sonunda meclise getirileceğiaçıklandı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı FarukÇelik şöyle dedi: “Sendikalar da çalışıyor, işverenler deçalışıyor. Çalışma Meclisi’nde bunlar tartışıldı, tekrarnihai olarak taraflarla bir görüşeceğiz. Biz de mutfaktaçalışmamızı, bürokrasi ve bütün bakanlıklar ile yaptık.İşçi ve işveren taraflarıyla görüşeceğiz, sonraBaşbakan’a sunacağız”

Kıdem tazminatı için 13 günlük brüt maaşüzerinden hesaplama talebi gündemde

Sermaye hükümeti adına yapılan açıklamalarınardından konunun gündeme gelmesi ile birlikte kıdemtazminatı hakkının gaspı anlamına gelen “KıdemTazminatı Fonu Sistemi” üzerine de tartışmalar başladı.Sermaye hükümetinin açıklamalarının ardından işçisınıfı cephesinden endişeler artarken işçiler emekliliktalebinde bulunmaya başladılar. Bu gelişmelere paralelolarak sendika yönetimleri de bir biri ardına

açıklamalar yaptılar. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay “Kimse huzurunu

bozup emekliliğe müracaat etmesin. Bunlarişyerlerinde verimi düşürecek açıklamalar. Ne bununaltına imza atarız, ne o toplantıya katılırız, şiddetlekarşı çıkarız” derken, DİSK Genel Başkanı Kani Beko ilegenel sekreter Arzu Çerkezoğlu da 10. Çalışma MeclisiSonuç Bildirgesi’ne muhalefet şerhi koyduklarını yazılıbir açıklama ile duyurdular. Açıklamada şöyle denildi:“Sadece itirazlarımız değil somut önerilerimiz demetinde yok. Kıdem tazminatı hakkı mevcut haliylekorunmalı, taşeron ilişkisine son verilmeli ve bu işçilerasıl işverene bağlı sayılmalı, özel istihdam bürolarıyladeğil var olan yasal mevzuata uygun istihdamyaratılmalı, örgütlenmenin önündeki engellerkaldırılmalı.”

Mevcut kıdem tazminatı sisteminin sorunluyanlarını ve özellikle de taşeron işçilerin yaşadıklarımağduriyetleri çözeceği iddiası ile sermaye hükümetitarafından reklamı yapılan “kıdem tazminatı fonusistemi”nin ise güvencesiz çalıştırmayıderinleştirmekten başka bir sonuç yaratmayacağıaçıktır. Son olarak gündeme gelen ve Hak-İş’in bile“Kazanılmış hak geri döndürülemez. Bunu kabuletmeyiz, tartışma konusu bile yapmayız” diyerek karşıçıkmak zorunda kaldığı, patronların “kıdemtazminatının 30 günlük brüt maaş yerine 13 günlükbrüt maaş üzerinden hesaplansın” talebi bunun enaçık göstergesidir. Sermaye sınıfının bu talebi kendiüzerlerinde bir yük olarak gördükleri kıdem tazminatınıbu vesile ile üzerlerinden atma planlarını tüm açıklığıile gözler önüne sermektedir.

Haklarımız için mücadeleyi yükseltelim!

Sermaye hükümeti AKP’nin sermaye ile kol kolagirerek patronların çıkarları ve ihtiyaçlarıdoğrultusunda hazırlıklarını hızlandırdığı bu saldırıpaketi karşısında işçi ve emekçilerin mücadele yolunututmaktan başka bir seçenekleri bulunmamaktadır.

Hazırlıkları yapılan saldırı paketininengellenmesinde kuşkusuz ki sendikalara önemligörevler düşmektedir. Başta DİSK olmak üzeresendikalar yaptıkları açıklamalarda bu saldırılara izinvermeyeceklerini belirtmektedirler. Ancak sendikalarınmevcut tablosu ve mücadele pratikleri göz önündebulundurulduğunda işçi ve emekçilerin öncelikle kendiöz gücüne güvenmek zorunda olduğu açıktır. Bu genişkapsamlı saldırı paketi ancak işçi ve emekçilerin kararlıduruşu ve sokakta verilen bir mücadele ileparçalanabilir.

Kartal’da TİS eylemi...

CHP’li Kartal Belediyesi, taşeron işçilerinin TİShakkını gasp ediyor.

Kartal Belediyesi’ne bağlı olarak çalışan Genel-İşüyesi taşeron işçileri, TİS haklarının gasp edilmesinekarşı basın açıklaması gerçekleştirdi.

Genel-İş üyesi taşeron işçilerinin TİS hakkı,CHP’li Kartal Belediyesi’nce keyfi olarak tanınmıyor.Daha önce de aynı belediye yönetimi tarafındanücretleri ödenmeyen işçiler, TİS hakları içinmücadele süreci başlattılar. 4 Ekim günü KartalMeydanı’nda toplanan işçiler adına konuşan Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’lu Şube Başkanı MahmutŞengül, taşeron işçilerinin köle olmadığını, haklarıiçin sonuna kadar direneceklerini belirtti. Şengül,ücretlerin ödenmediğini, buna rağmen gezilere veheykellere yatırım yapılabildiğini ifade etti.

Basın açıklaması sırasında işçiler “İşçiyiz,haklıyız, kazanacağız!”, “Taşeron işçisi köledeğildir!”, “Gezilere değil emekçiye bütçe!”, “Direnedirene kazanacağız!” sloganlarını attı. Basınaçıklamasına aralarında BDSP’nin de bulunduğudevrimci ve ilerici kurumlar destek verdi.

Genel-İş’ten yürüyüş!

DİSK Genel-iş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası1 No’lu Şube’nin çağrısını yaptığı eylem 9 Ekim`degerçekleştirildi. Kartal Belediyesi taşeron işçilerininve devrimci- ilerici kurumların da katılımıyla eylemKartallı Kazım Meydanı’nda başladı.

Kartal Belediyesi’ne bağlı Kartursaş veKaryapsan şirketlerinde çalışan işçilerin Toplu İşSözleşmesinden doğan haklarını 2 yıla yakınzamandır alamadıklarından dolayı KartalBelediyesi’nin buradaki tutumunu teşhir etmekamaçlı yapılan eylem Kartallı Kazım Meydanı’ndanyürüyüşle başladı. Yapılan yürüyüşle BankalarCaddesi’nden geçilerek Kartal Meydanı’nda basınaçıklaması gerçekleştirildi.

Basın metnini Genel-İş Sendikası adına ŞubeBaşkanı Mahmut Şengül okudu. Metinde, 2 yıl önceimzalanan toplu iş sözleşmesi vesilesi ile kazanılanhakların Kartal Belediyesi tarafından keyfi birşekilde karşılanmadığı vurgulandı. Bu durumdaişçilerin ekonomik ve sosyal haklarını gasp edenbelediye tarafından mağduriyeti belirtilerek Kartalhalkını bilgilendirmenin önemli olduğu söylendi.Son olarak belediye ve yöneticilere seslenilenkonuşmada artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı,bundan sonraki eylemli süreçle sessizkalınmayacağı vurgulanarak konuşma sonlandırıldı.

Konuşmanın ardından halaylar ve ortaksöylenen türkülerle eylem sonlandırıldı.

Eylemden notlar:* Eyleme BDSP’nin yanı sıra birçok kurum da

destek verdi.* Yürüyüş güzergahına yapılan “Kartal Belediyesi

Taşeron İşçileri köle değildir!”, “Direne direnekazanacağız!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”BDSP imzalı yazılamalar yürüyüş kitlesi tarafındanalkışlarla karşılandı.

* Toplanma yerine UİD-DER pankart veyürüyüşle geldi.

Kızıl Bayrak \ Kartal

Sermayenin gündemindegasp var!

Page 10: Kızıl Bayrak 2013 40

Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS)yasasıyla birlikte çeşitli işkollarının birleştirilmesimücadeleci pozlarına bürünen kimi sendikalyönetimler tarafından büyük bir “fırsat” olarakgörülmüştü. Yeni düzenlemenin örgütlenme alanınıgenişleteceğini iddia eden kimi “ilerici” sendikalçevreler bu durumu olumlu yönde bir ilerleme olarakgöstermeye gayret ediyorlardı. Yasa daha çıkmadanellerini ovuşturan yönetimler kısa sürede büyüme veüye sayılarını arttırma hayalleri kurmaya başlamışlardı.

Ancak süreç ilerledikçe bu örgütlenme “atağının”hiç de bu yönde gelişmediği ortaya çıktı. Çünkütükenmiş ve çürümüş bir anlayışla sınıfı mücadelesaflarına çekmek mümkün değildi. Her şeyden öncebu iddia kendisine uygun bir pratiği hayata geçirmeyigerektiriyordu.

İşkolu barajının ilk etapta yüzde 1’e, ardındankademeli olarak önce yüzde 2’ye ve nihai olarak yüzde3’e çıkartılmasını kararlaştıran sendika ağaları ve AKPiktidarının şefleri yeni dönemde sermaye işbirlikçisisendikal çizgiyi kalınlaştıracak bir düzenlemeyegiriştiler. Böylelikle örgütlenmenin önüne yeni birbaraj çekilmiş oldu.

AKP’den tasfiye saldırısı

Kısa bir süre sonra meyvelerini vermeye başlayanbu plan çeşitli sendikaların örgütlenme ve direnişsüreçlerinde kendini gösterdi. Medya-İş’in, TGS’ninAnadolu Ajansı’ndaki örgütlülüğüne saldırması veburayı düşürmesinin yanısıra Hak-İş’e bağlı olarakkurulan paravan sendikalarla saldırı dalgası devam etti.Hava işkolunda uzunca bir süredir hükümet ve THYyönetimi işbirliğiyle devreye sokulan paravansendikanın hemen ardından TÜMTİS’in Alman tekeliDHL Lojistik’teki örgütlenme mücadelesini baltalamakamacıyla Hak-İş bünyesinde Öz Taşıma-İş adındaparavan bir sendika kurularak bu sendika da etkin halegetirilmek istendi.

Tam da bu süreçte Türk-İş’e bağlı Liman-İşSendikası’nın Hak-İş’e geçme kararı alması hükümetinyürüttüğü operasyonun sonuç üretmeye başladığının

en somut göstergesi oldu. Özellikle kamuya aitişletmelerde ve kurumlarda mücadeleci eğilime sahipsendikal yapılardan ölesiye korkan AKP iktidarı yenitasfiye saldırılarının da zeminini yaptı.

Son hedef DMO

AKP’nin son hamlesi ise, bir kamu kurumu olanAnadolu Ajansı’nda Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS)ve üyelerinin tasfiyesine hizmet eden Medya-İş’i, Türk-İş’e bağlı Basın-İş Sendikası’nın örgütlülüğünesaldırtmak oldu. Zira sendikasızlaştırma girişimi olarakdoğan paravan “sendika” Medya-İş’in devreyesokulduğu dönem hiç de tesadüf değildi. Basın-İşSendikası’nın Darphane ve Damga Matbaası’ndakigrev sürecinin ardından bu sendikanın uzun yıllardırörgütlü olduğu DMO’ya saldırmasındaki amaç ise, grevyolunu tutan matbaa işçilerini cezalandırmaktı.

İktidar gücünü de kullanarak kamu kurumlarındaişçileri yandaşlaştırmaya çalışan ve mücadele isteğinitörpüleyen AKP iktidarı, baskı, tehdit ve karalamayoluyla bu tarz operasyonları rahatından hayatageçirebiliyor. İktidar dümeninde oturan ve sermayeninyeni dönem ihtiyaçları doğrultusunda kapsamlı sosyalyıkım saldırılarını hayata geçirmeye hazırlanan AKP’ninsendikal hareket üzerinden yaptığı hamleler saldırıdalgasının belki de en önemli ayağını oluşturuyor. Zira,böylesi süreçlerde en çok ihtiyaç duyulan şey biateden bir sınıf yaratmak ve gelen saldırı dalgasıkarşısında sınıfı hareketsiz kılmaktır. Kıdemtazminatının fona devri tartışmalarının gündemdeolduğu bir süreçte AKP ve sermaye baronlarının ihtiyaçduyduğu en önemli şey kendilerine dikensiz bir gülbahçesi yaratmaktır.

DHL direnişinden öğrenmek!

Ancak, tüm bu tablo içerisinde parantez açılmasıgereken önemli bir örnek ise TÜMTİS’in DHL Lojistik’teyürüttüğü sendikal örgütlenme mücadelesidir. 2 yılayakın bir süredir süren mücadelenin önemli birbölümünde DHL yönetimi tarafından çağrılan Hak-İş’ebağlı Öz Taşıma-İş’in DHL depolarından kapı dışarıedilmesi yukarıda değindiğimiz tabloda önemli ve özelbir yer tutmaktadır. Öz Taşıma-İş’in örgütlenmeyibaltalama girişimlerine karşı başta direnişçi işçilerolmak üzere sendikanın bir bütün olarak fiiliörgütlenmeyi esas alması bu tarz tasfiye saldırılarıylakarşı karşıya kalan sendikalar açısından önemli birdeneyim yaratmıştır.

İşçi sınıfı ve emekçilerin kapsamlı saldırı dalgasıylakarşı karşıya olduğu bir dönemde AKP ve sermayeninmücadeleyi baltalama girişimleri karşısında set kurmakbüyük bir önem taşımaktadır. Sendikal alandaki tasfiyesaldırıları karşısında fiili-meşru mücadele kanallarızorlanarak atılan her adım, DHL direnişinde olduğugibi olumlu sonuçlar üretecektir. Yoksa Basın-İşSendikası’nın DMO’daki örgütlülüğüne yönelik saldırıkarşısında yaptığı açıklamada “Basın-İş Sendikasıolarak siyasi iktidarlardan bağımsız, işçi hak ve

çıkarlarını savunmaya devam edeceğiz. Basın-İşSendikası kimsenin arka bahçesi olmadı veolmayacaktır...” ifadelerini kullanması hiçbir şey ifadeetmemektedir. Tam tersine, DMO özelinde ifadeedersek AKP’nin bu alanda başarı sağlamasını sağlayanen önemli neden, işçi sınıfının bağımsız mücadelesiniörgütlemek yerine düzenin şu ya da bu kliğineyaslanarak varlığını sürdürmeye çalışmaktır. Basın-İşözelinde yaşanan durum ise yıllardır düzen partisiCHP’ye yaslanarak izlenen sendikal çizgidir. Siyasalalanda düzen partileri arasında yaşanan kutuplaşmaişçileri bölmüş ve sınıf çıkarları doğrultusundamücadele yürütmelerini engeller hale gelmiştir.

Fen-İş işçilerinin yolundan...

Elbette ki, mevcut tabloda sendikal hareketteyaşanan tasfiye saldırılarına geçit verilmemelidir.Ancak bu geçit vermemenin yolu hiçbir zaman yıllardırbu sendikaların başına çöreklenmiş bürokratları veonların uzlaşmacı çizgisini sineye çekmek veyakötünün iyisi mantığını benimsemek olmamalıdır.Taban inisiyatifini temel alan ve mücadeleyi sınıfçıkarları doğrultusunda örgütleyen bir anlayış bugüniçin dinci-gerici AKP iktidarının hain planları karşısındasonuç alabilir. Bunun en güzel örneklerinden biri deGebze’de Fen-İş Alüminyum işçilerinin işbirlikçisendikal anlayışa karşı yürüttükleri mücadeledir.

Sendikal harekette neden ve nasıl tasfiye?

DHL işçisi yetkiyi kazandı

TÜMTİS’te örgütlenen DHL kargo işçileri yaklaşıkiki yıl süren sürecin sonunda yetkiyi aldı.

TÜMTİS 7 Ekim’de yaptığı açıklamayla Toplu İşSözleşmesi yetkisini kazandığını duyurdu. Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yetki belgesini ilettiğiniduyuran sendika, DHL’nin örgütlenmeyi kırmaçabasına karşı verilen direnişe dikkat çekti. 37işçinin sendikalı olduğu için işten atıldığını hatırlatanTÜMTİS, direnişin 476 gününde yetkinin geldiğinibelirtti. Bu süreçte atılan işçilerin davalarını dakazandıklarını belirten sendika, sendikal nedenlerleatıldıkları Yargıtay tarafından onaylandığı için işeiadelere de hak kazanıldığını anımsattı.

İki yıla yaklaşan süreçte sendikal örgütlenmeyiboşa düşürmek için yapılan girişimler de vurgulandı.Hak-İş’e bağlı olarak kurulan Öz Taşıma-İş Sendikasıda DHL’de üyelik yaparak TÜMTİS’in yetki almasınıengellemeye çalışmıştı. Fakat patronla vemüdürlerle ortak hareket eden Öz Taşıma-İş’in buişbirlikçi girişimi boşa düşürüldü.

“Sıra Toplu İş Sözleşmesi’nde” diyen TÜMTİS,uzun soluklu ve kararlı bir mücadelenin sonucundayetki kazandıklarını, şimdi de DHL işçilerinin çalışmakoşullarını, ücret ve sosyal haklarını düzeltmek, işgüvencesi sağlamak için TİS masasına oturacaklarınıbelirtti.

Page 11: Kızıl Bayrak 2013 40

Ankara’da işçi okulu

Ankara’da bir dizi başlık üzerinden planlanan ve

dört başlık üzerinden tamamlanan iki günün

ardından, 6 Ekim Pazar günü İşçi Okulu’nun 3. günü

“Savaş, anti emperyalizm ve işçi sınıfı, Kürt sorunu

ve işçi sınıfı” başlıklarının işlendiği oturumlarla

gerçekleştirildi.

Tüm Bel Sen 1 ve 2 No’lu şube binasında “Savaş,

anti emperyalizm ve işçi sınıfı” sunumuyla başlayan

okul çalışmalarında konu bir çok yönüyle ele alındı.

Savaşların ortaya çıkış süreci tarihsel bir bakış

açısı ve deneyimlerle birlikte aktarılarak, savaşları

ortaya çıkartan zemin açıklandı. Emperyalist

kapitalist sistemle bağı içerisinde irdelenen savaş

gerçeği üzerinde duruldu.

İçerisinden geçtiğimiz dönemin “savaşlar,

bunalımlar ve devrimler” dönemi olduğu

vurgulanarak, yakın zamanda yaşanılan bir dizi

gelişme, ayaklanma ve hali hazırda süren savaşlar

gerçeği, bütünlüğü içerisinde aktarıldı. Dönemin

ortaya çıkarttığı gelişmeler ışığında işçi sınıfının

durumu ve geliştirmesi gereken refleksler üzerinde

durularak, işçi sınıfının tarihsel devrimci misyonu

gereği atması gereken adımlara ve bu adımların

yakıcılığına vurgu yapıldı.

Ardından ikinci başlık olan “Kürt sorunu ve işçi

sınıfı” başlığına geçildi. Bu başlık kapsamında ulusal

sorunun tanımı ve kapsamı aktarılarak, farklı

tarihsel dönemlerde farklı içerik ve biçim üzerinden

algılanabilmesi gereken bir tartışma olduğu

söylendi. Emperyalizm aşamasında ulusal sorunun

durduğu yer ve kapsamı dönemle bağı içerisinde

anlamlandırılabileceği vurgulandı. Ardından Kürt

sorunu dönemin özgünlükleri üzerinden anlatıldı.

Kürt sorununda gerçek ve kalıcı çözümün

zeminleri, Türkiye işçi sınıfının bu temel üzerinden

görev ve sorumluluklarının altı çizildi. Kürt

hareketinin yaklaşımları, kuyrukçu solun aldığı

tutumlarla birlikte, tartışmalarda konu farklı

yönleriyle açılarak derinleştirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

2 Ekim günü Çelik-İş Gebze Şube BaşkanıŞerafettin Koç ile işçi temsilcilerinin patron veavukatı ile yapılan hakların ödenmesigörüşmesinden sonuç çıkmadı. Feniş patronuişçilerin değil kendi sorunlarını çözme niyetindeolduğunu gösterdi.

Feniş direnişçilerinden fabrikada etkinlik

Feniş direnişçileri 6 Ekim günü aileleriyle birliktefabrikada etkinlik düzenledi.

Etkinlik fabrikanın içerisinde saat 13.00’tebaşladı. Etkinliğin başlama saatinin öncesinde ortakbir şekilde alanın düzenlemesi yapıldı.

Etkinliğin açılış konuşmasını Çelik-İş Gebze ŞubeBaşkanı Şerafettin Koç gerçekleştirdi. Koç, ailelerledirenişin güçlendirilmesi gerektiğini, şu ana kadaryapılan eylemleri daha da büyüteceklerini söyledi.

Konuşmanın ardından Gebze Şube Sekreteri veaynı zamanda Feniş direnişçisi de olan Fırat Güneşbağlamasıyla sahne aldı. Güneş, Türkçe ve Kürtçeezgiler seslendirdi. Türküler hep bir ağızdan söyleniphalaylara duruldu.

Bir yandan ezgiler devam ederken, işçilerin veeşlerinin evden getirdikleri yiyecek ve içeceklerleoluşturulan ortak sofradan yemek dağıtımıyapılmaya başlandı.

Direnişçi bir işçinin oğlu ve arkadaşları tulum veakordeon eşliğinde türküler seslendirdiler. Ezgilerincoşkusuyla horona duruldu.

Daha sonra Pendik Pir Sultan Abdal KültürDerneği Müzik Grubu sahne aldı. İşçi marşları vehalaylarla kitleyi coşturan grup son olarak Çav Bellaile direnişi selamlayarak sahneden ayrıldı.

Etkinliğin sonuna doğru bütün Feniş işçilerisahneye çıkarak kendi yazdıkları “Vermezsentazminatı savaş ilan ederiz” sözleri ile biten Fenişmarşını söylediler. Son olarak da Feniş’te işten atılanmemurlardan bir kadın emekçi türkü söyledi.

Dayanışmaya gelenler direnişi selamladılar

Etkinlikte söz alan BDSP temsilcisi direnişin

başından bu yana sürdürdükleri dayanışmaya devamedeceklerini, bugün bu etkinliğe katılan ailelerinkatılımının sürekliliğiyle mücadelenin büyütülmesigerektiğini dile getirdi. Konuşmada bugün buhırsızlığı yapan Aloğlu’nun her alanda yakasınayapışmak gerektiğini, Aloğlu’nun hırsızlığına gözyuman diğer patronlardan, örgütlülüklerinden,sermaye devletinden de hesap sormak gerektiğivurgulandı. Etkinliğin coşkusu ile kini bileyerekmücadeleyi büyütmeye devam etme çağrısındabulunuldu.

Ayrıca direnişi ziyarete gelen DİP, PSAKD GençlikKomisyonu ve İMD söz alarak direnişi selamladılar.

BDSP’den direnişe ziyaret

FENİŞ direnişini selamlamak ve sınıfdayanışmasını güçlendirmek için İstanbul BDSPetkinlik alanına bir ziyaret gerçekleştirdi. “Zaferdirenen Feniş işçilerinin olacak!” ozaliti ve “Yaşasınsınıf dayanışması!” sloganıyla fabrikaya giren sınıfdevrimcileri işçiler tarafından coşku ile karşılandılar.Etkinlikte Kızıl Bayrak gazetesinin son sayısı ve“Sömürüye karşı Direnişin Sesi” bülteninin 5. sayısıdirenişçi işçilere ulaştırıldı.

Feniş direnişinde 32. gün

Mecidiyeköy’deki holding önünde haftaiçi hergün dönüşümlü olarak bekleyen Feniş işçileri, mesaisaatlerinde gerçekleştirdikleri oturma eylemisırasında kitleye yaşadıklarını anlatıyorlar.

9 Ekim’de fabrikaya gelen sendika avukatı ilepatronla yapılacak protokol üzerine konuşuldu.Patronla haciz işlemleri açısından protokolde kısmibir anlaşma noktasına gelindiği, ödeme planıyla ilgiligörüşmelerin protokolden sonra belirleneceği ifadeedildi.

Bir THY direnişçisi, direnişi duyması üzerine Fenişişçilerini ziyarete geldi. THY direnişinin süreciüzerine sohbet edildi ve Feniş direnişinde bugünekadar yaşananlar anlatıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Feniş’te mücadelekararlılıkla sürüyor!

Manisa’da işçi toplantısı...

Manisa İşçi Kültür Sanat Derneği Girişimi farklı

işkollarından işçilerin, emekçilerin ve gençlerin

katılımıyla 7 Ekim’de toplantı gerçekleştirdi.

İki oturum halinde gerçekleşen toplantıda işçi

sınıfının mücadele tarihi ve sınıflar mücadelesine

girişle başlandı. Yapılan sunumun ardından “Manisalı

işçiler için dernek nedir?, Nasıl güçlendirmeliyiz?

Nasıl sınıfın geniş bölüklerine mal ederiz?” soruları

üzerinden yoğun tartışmalar gerçekleştirildi.

Canlı tartışmalarla geçen toplantı sonucunda işçi

derneğinin kurulma sürecine dair önemli fikir ve

kararlar ortaya çıktı. Geniş katılımlı bu toplantıların

her ay düzenli bir şekilde yapılması gerektiği

kararından sonra toplantı sona erdi.

Kızıl Bayrak / Manisa

Page 12: Kızıl Bayrak 2013 40

Bursa - Sizi örgütlenmeye iten süreç ve bugüne gelişinizi

kısaca özetleyebilir misiniz?Baştemsilci: Yaklaşık olarak 2010’un Mart ayında

Leroy Merlin mağazası açıldı. Ben ocak ayında iş başı

yaptım. O zamandan bu yana bizim sendikalı olmamızı

sağlayan en büyük etken; yapı market olmasından

kaynaklı her ne kadar bölümlere göre değişse de

genelde ağır işçilik var. Bir çok arkadaşım burada sağlık

sorunu yaşadı. Bel fıtığı olanlar vs. oldu. Günde 10 saat

çalışıyoruz. Bunun bir saati yemek molası ve ayrıca

15’er dakikadan iki tane molamız var. Bunların

haricinde haftada iki gün iznimiz var. Yemek olarak

Sodexo kartı veriyorlar. Yol parası içinde verdikleri bir

ücret var. Ancak mağaza açıldığından bu yana 4 yıl

geçmesine rağmen yol ücretimize hiçbir zam

yapılmadı. İşe girdiğimde minibüs 1.25 TL idi şimdi 2

TL. Belli bir süre geçtikten sonra performans

görüşmelerinde herkes eşit zamlar almadı. Çoğu

arkadaşım hiç zam almadı. Başlangıçta maaşımızın

asgari ücretin üzerinde olması iyi gibi gözükse de, hiç

zam almadan geçen 3-4 sene ücretimizi asgari ücrete

düşürmüş oldu. Biz de örgütlenip kendi çevremizde

söz sahibi olmak istedik. Sonuçta bizim de sendika

arayışımız oldu. Bize de en yakın sendika DİSK’e bağlı

Sosyal-İş Sendikası oldu.

Biz 6 ayıdır toplu sözleşme görüşmelerine başladık.

Bu geçen süreçte işveren tarafından çok fazla birolumlu yaklaşım gösterilmedi. Her seferindesendikanın uzlaşmadan yana olmadığına dair diğerişçilere bilgiler verildi. Sonuç olarak grev kararı aldık.Grevden kaçmadık ancak grev olmasını da istemedik.Hep uzlaşmacı tavır gösterdik. Onlar bizlere en sontekliflerinde %4,5’luk bir oran verdiler. Bizler de onlarabu teklifin kabul edilemeyecek olduğunu söyledik.Çünkü teklif ettikleri oran her hak içerisinde olan birteklifti. Yani sosyal ödemeler, ikramiyeler vs. Bizim buteklifi kabul etmemiz mümkün değildi. Çünküenflasyonun altında kalan bir teklifti. Bizimsunduğumuz teklif sosyal ödemeler, ikramiye vs. herhak dahil %14,5’tu. Bu teklife de bir yaklaşımgöstermeyip %4,5’ta kararlı olduklarını söylediler. Vebugün bu noktadayız. Mücadele ne zamana kadarsürer bunu bilmiyorum ancak arkadaşlarımın hepsindebu irade var. Sonuna kadar götüreceğiz.

Dünya genelinde Leroy Merlin’in 300’den fazlamağazası bulunmakta. Avrupa’nın en büyük 2. yapımarketi ve dünyanın 4. yapı marketi. Bunun için bizimtaleplerimizin karşılanabilir talepler olduğunudüşünüyoruz. Taleplerimiz afaki talepler değildir.

Birinci kadın işçi: Fabrikada çalışan bir kadın işçiolarak bahçe bölümündeyim. Çalıştığım yerde hertürlü işi yapıyoruz. Ağır kaldırmak indirmek, ürünçekmek yani düşünebileceğiniz her türlü işi yapıyoruz.Tamam kadın erkek ayırmayalım diyoruz ancak

kadınların da yapamayacağı işlerin hepsini yapmakzorunda bırakılıyoruz. İlk başlarda zevkle yapıyorduk.Ancak sonradan değişmeye başladı. 4. yılımızagireceğiz. Bu süre zarfında her şeyin daha iyiye gitmesigerekiyorken her şey daha kötüye doğru gitmeyebaşladı. İki yıldır doğru dürüst zam alamıyoruz.Performans zammı diye bir şey var. O da kendileriyleiyi geçinen insanlara verilen, asıl çalışan insanlarahiçbir şey verilmeyen bir durum. Bu süreç insanlarıbiraraya getirdi. İnsanlar birbirlerine ağlarkenbirleştiler. Böylelikle sendikal örgütlenme oluştu. Bellibir süre sonra bu süreç gelişti. Burada bulunan herkesarasında iyi bir dostluk var. Herkes kardeş gibi oldu.Günde 10 saat biraradasınız. Yani eşinizle, çocuğunuzlao kadar birlikte değilsiniz. Ananızı babanızıgörmüyorsunuz o kadar. Aramızda birbiri ilegeçinemeyen bir insan yoktur.

İkinci kadın işçi: Yaklaşık 4. yılımız olacak Ocakayında. Çalıştığım süre boyunca ücret ile ilgili çok iyibir politika uygulanmadı. Biz de hakkımızı almak içinbugün 3 Ekim’de greve çıktık. Şu anda da her şey çokgüzel gidiyor. Mücadeleyi hiçbir zamanbırakmayacağız. Haklarımızı sonuna kadar almak içinuğraşacağız.

Bir işçi: Genelde hafta sonlarında insanlarınçalışmamasından kaynaklı mağaza kalabalık oluyor.Zaten şu haliyle bile birçok bölümde personel sayısı az.Kasa bölümünde greve çıkan işçilerle birlikte şu andakasada çalışan sayısı azalmış durumda. Çay molası,yemek molası bunları nasıl karşılarlar bilmiyorum.Hafta sonu çok zorlanacaklar. Çünkü müşteri çokyoğun olduğu için kasada beklemek istemeyen işçilerhemen isyan çıkartıyorlar. Bu onlar için şimdi büyük birsorun.

Bunların haricinde 3,5 yıldır çok şey değişti. Ancakne maaşta, ne yolda, ne de yemek parasında hiçbirdeğişme yok. Enflasyon yükseliyor gittikçe ama bizimücretimiz hep yerinde sayıyor. Biz de artık yeter dedik.

Biz de grev kararı aldık. Bu karardan da pişmandeğilim. Gittiği yere kadar gider. Hakkımızı alana kadargideceğiz. Sonunda da hakkımızı alacağımıza beninanıyorum. Birlik olur mücadele edersek kimse bizikıramaz, parçalayamaz ve istediğimizi eninde sonundakazanırız. Ancak kırılmalar olursa hiç bir şey eldeedemeden tekrar işbaşına döneriz.

Ankara...Birinci işçi: İki senedir zam alamadık. Mağazada

çalıştığımız için baskılar arttı. Sendikal haklarımızıngüvenceye alınması adına greve çıktık. İşveren haklı vemakul taleplerimizi karşılamadığı için şimdi biz deyasal hakkımız olan grev hakkımızı kullanıyoruz.Burada çok büyük bir yardımlaşma örneği gördük.Gerek AVM içerisinde, gerek medyadan, gereksearkadaşlarımızın ailelerinden çok büyük desteklergeliyor. Biz de bu haklı mücadelemizi, hakkımız olanıalana kadar bitirmeyeceğiz.

Emekçilerin saflarında yer alan basından daha fazladestek görmek, uluslararası basında daha fazla yeralmak gerekiyor. İçerideki arkadaşlarımızın desteğini

“Hakkımızı alana kadar...”

Page 13: Kızıl Bayrak 2013 40

Bursa: Grevin başladığı ilk günde işçiler grevpankartlarını mağazanın çeşitli bölümlerine asaraksloganlarla bekleyişe başladılar. Leroy Merlinyönetiminden gelen görüşme teklifi üzerinesendikacılar ve işyeri temsilcisi görüşmeye gittiler. İlkgörüşmeden çıkan sonuca göre Leroy Merlin yönetimiişçilere dalga geçercesine %6 + sosyal yardımlar içinücrete 20 TL önerisini sundu. Öneriyi kabul etmeyenişçiler, eylem planlarına devam ederek basınaçıklamasını gerçekleştirdiler.

Ankara: “AVM çalışanlarının kaderinideğiştireceğiz! Haklarımız, emeğimiz, geleceğimiz içingrevdeyiz” şiarıyla başlattıkları grevlerini bir basınaçıklamasıyla duyuran işçiler AVM’nin içerisinde vedışarısında nöbetleşe bekliyorlar.

Sosyal-İş Sendikası Genel Başkanlığı tarafındanyapılan açıklamada toplu sözleşme yetkisininalınmasından sonra oturulan masada anlaşmasağlanamaması üzerine greve çıkıldığı belirtildi.

2. günBursa: İkinci günde de tüm işçiler mağazanın

önünde buluşarak sloganlarla bekleyişlerine devamettiler.

Şirket yönetimiyle 4 Ekim’de İstanbul’da yapılangörüşmede yönetim gerek kabul ettiği gereksesunduğu teklifleri de geri çekeceği tehditlerine biryenisini daha ekleyerek Leroy Merlin merkezinin,prestij kaybı yaşanması sonrası her türlü tedbirialmaya açık olduğunu belirtti. Mağazanın kapatılmasıtehdidini dile getirdi. Fakat bu tehditlere rağmenişçiler zamdan önce diğer maddelerin görüşülmesigerektiğini belirtti.

3. günBursa: BDSP, grevdeki Leroy Merlin işçilerini grevin

3. gününde ziyaret etti. İşçiler ise 3. gününde sloganları ile bekleyişe devam

ettiler. Önceki gün İstanbul’da yapılan görüşmelertamamen tıkanınca görüşmeye giden heyet de geridöndü.

4. günBursa: Sabah Anatolium AVM’nin açılışıyla greve

başlayan işçiler gün boyu sloganlarla beklemeyedevam ettiler. Hazırladıkları bildirileri de AVM’yegelenlere dağıtarak onurlu direnişlerini anlattılar.

Bursa Emek Dayanışması bir ziyaret gerçekleştirdi.Ayrıca işçiler, grevin 4. gününde mağaza önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Ankara: Grevin 4. gününde işçiler, soğuğa rağmenAnatolium AVM’nin batı girişinde beklediler. Bekleyişsırasında halay çeken işçiler zaman zaman sloganlarattılar.

Seyranbağları Özgürlük Parkı Forumu da grevedestek için alandaydı. Leroy Merlin’in önünde duran

adam eylemi yapan işçiler sloganlarla ve halaylarlabekleyişi sürdürdü. Halayların ardındangerçekleştirilen serbest kürsüde destek konuşmalarıgerçekleştirildi.

BDSP de Leroy Merlin işçilerini ziyarete geldi.

5. günAnkara: İşçiler grevlerini 7 Ekim’de de coşkuyla

sürdürdüler. Refleks eylemler de gösteren işçiler,çalışmaya devam eden grev kırıcıların patronunsaltanatını devam ettirme çabalarına karşı mağazaönünde eylem yaptılar.

Sosyal-İş Genel Başkanı Metin Ebetürk Leroy Merlingrevini dünyaya duyurmak için UNI Global Union (UNIKüresel Sendika) ile görüşmeye gitmeden önce işçileriziyaret etti.

Bursa: Önceki gün Leroy Merlin’de başka birfirmanın elamanı olan bir işçinin grevci işçilere destekiçin selam vermesini sindiremeyen yönetim işçininişine son vermişti. İşten atılan işçi de direnişte yerinialdı.

İşçilerin kararlı bekleyişleri sonrası harakete geçenLeroy Merlin yönetimi grev kırıcılığına başladı. Grevkırıcılığı yapan işçileri tespit eden sendika ve işçiler deellerindeki belgeleri Çalışma Bakanlığı’na başvurudabulunmak üzere sendikanın genel merkezinegönderdiler.

Ayrıca, grev gözcülerinin çerçeve bölümündedışardan bir işçinin çalıştırıldığını tespit etmelerininardından, grevci işçiler duruma tepki gösterdiler.İşçilerin gösterdiği kararlılık sayesinde yönetim kaçakçalışan işçinin işine son vermek zorunda kaldı.

6. günAnkara: Grev coşkularından hiçbir şey

kaybetmeyen işçiler, 8 Ekim’de sabah 09.45’te alanageldiler. İşçiler yaptıkları toplantıyla hem nöbetçizelgesi oluşturdular hem de yaşadıkları gelişmelerideğerlendirdiler. İşçiler düzenli olarak her gündeğerlendirme toplantısı yapma kararı aldılar.

Bursa’daki işçiler için video hazırlayan işçilervideoda Bursa’da grev kapsamı dışında bırakılmayaçalışılan Derya adlı arkadaşları için “Derya bizimdir!Bizim kalacak!” sloganını atarak destek oldular.Bursa’daki Leroy Merlin işçileri de bu videoya kayıtsızkalmayıp hemen bir video çekip gönderdiler.

7.günBursa: İşçiler grevlerini çeşitli eylemlerle

sürdürmeye devam ediyor. İki vardiya şeklindebekleyişlerini sürdüren işçilerin bir bölümü 09.30-20.00 beklerken diğer bölümü 12.00-22.00 grevalanında yerlerini alıyor. İşçiler mağaza önünde kitapokuma eylemi yaptılar. Sosyal-İş’in örgütlü olduğuMetro Marketten işçiler ziyaret gerçekleştirdi.

Kızıl Bayrak / Bursa-Ankara

almak önemli bir yerde duruyor. İkinci işçi: Maddi taleplerimiz çok önemli bir yerde

duruyor. Fakat asıl olarak iş güvenliği sebebiylesendikalı olduk. İşveren “Neden sendikalı oldun?” diyesorduğunda “Siz işverenler nasıl toplanıp kararalıyorsanız, aynı şekilde bizim de bunu yapmayahakkımız var.” diye cevapladım onu. Taleplerimizkarşılanabilir talepler.

Grevin kazanılması için birlik, beraberlik vedayanışmanın güçlenmesi gerekiyor. Elma gibi birbütün olmalıyız. Direnmek gerekiyor. Biz de sonunakadar direneceğiz!

Üçüncü işçi: Ben ilk başta sendikaya karşıydım. Birgün arkadaşlarla oturup saatlerce konuştuk. Ben enson sendikalı olanlardan biriyim. Arkadaşlarımladayanışmak için sendikalı oldum. Son birkaç kişigerekiyordu üye olması gereken.

Grevi kazanmak için grev kırıcıları engellemekgerekiyor. Şu an yükleme hala devam ediyor.

Leroy Merlin’in İstanbul’da bir mağaza açmadüşüncesi vardı ve bana orada reyon sorumluluğu vaatedildi. Şu an grevde olduğum için bu iş vaadinin yerinegelmeyeceğini biliyorum. Buna rağmen dışarıdayım.Her şeyi göze aldım.

Dördüncü işçi: Örgütlenmeye iten nedenlerinbaşında öncelikle işten çıkarmaların çok olması veücretler arasındaki farklılıklar yer alıyor. Çalışmasaatlerinin artması değil, işgücünün artması en önemlisebeplerden biriydi. Bu sürece kadar örgütlenmek içinçok zorluk çekmedik diyebiliriz. Çünkü Bursa’dabaşlamış bir örgütlenme süreci vardı. Ankara dahasonra katıldı. Ama örgütlenmemiz çabuk, hızlı oldu.Şirket işçilerin beklentilerini karşılamıyordu. Amacımızyaşam şartlarımızı iyileştirmek ve iş güvencemizialmaktı. İki ay içerisinde örgütlenip çoğunluğusağladıktan sonra toplu iş sözleşmesi için masayaoturduk. Yaşam şartlarımızı iyileştirmek ve işgüvencemizi almak için oturduğumuz Toplu İşSözleşmesi masasında bu sözleşmenin en az 3 yıllıkyapılması bizim için çok önemliydi. Yasal süreçlerde ilk60 gün geçti. Arabulucu girdi devreye. İkinci 60 günbaşladı ve biz o 60 günün en son günü grev kararıaldık. Biz greve hayatımızda bir heyecan olsun diyeçıkmadık. Haklarımızı aramak için her yola başvurduk.En son çare olarak greve çıkmamız gerekiyordu. Grevkararımızı asarken bile işverenle toplu sözleşmeyimasada bitirmek için görüşmelerimiz olmuştur. Birsonuç alamadığımız için en son çare, en büyüksilahımız olan grev kararımızı aldık.

Grevi kazanmak için en önemlisi, kesinlikle bubütünlüğü bozmamak. Görüldüğü üzere ilkbaşladığımız günkü gibiyiz, heyecanımızla,direncimizle, her şeyimizle. Sonuçta bu haklarımızıalana kadar ilk günkü gibi direnişimize devamedeceğiz. Ne zaman ki haklarımızı aldık makulölçülerde ki biz işvereni de zorlamak istemiyoruz. Uçukşeyler de istemiyoruz. Minimum da olmasın,maksimum da olmasın. İkisinin arasında dengeli birşekilde işimizin sürekliliğini sağlamak için bu yola çıktıkbiz. Dediğim gibi biz greve heyecan olsun diyeçıkmadık. Her şeyin de bilincindeyiz. Grev ne kadarsürerse sürsün haklı taleplerimiz için direndik vedireneceğiz. Buradaki bütün arkadaşlarımızlagücümüzün farkındayız. Taleplerimiz karşılandığıtakdirde grevi uzatmayacağız. Umarım ki işveren debize doğru bir adım atacaktır. Bir an önce Toplu İşSözleşmesi’ni imzalayıp işimizin başına geçmeyi vesendikalılığın sürekliliğini sağlamayı istiyoruz.

Kızıl Bayrak / Bursa-Ankara

Grev coşkuyla sürüyor!

Page 14: Kızıl Bayrak 2013 40

Penti Fabrikası’nda çalışan işçiler uzun yıllardırçeşitli sorunlar yaşamakta. TEKSİF’de örgütlü olanfabrikada sendikanın sorunlara yönelik müdahalesihiçbir biçimde söz konusu değil. Fabrikada işçilerinçoğunun meslek hastalığı var. Rapor alındığı taktirderaporu alan işçi durumu nasıl olursa olsun fabrikayakendi getirmesi gerekiyor. Ustabaşı, müdürlerin süreklimobbing uygulaması var. Özellikle sayı usulü çalışmayöntemiyle işçilerin üzerinde müthiş bir baskıuygulanmakta. Fabrikada çalışan işçiler hem fiziki,hem de psikolojik rahatsızlıklar yaşamaktalar.

TİS sözleşme maddeleri yine bu fabrikalardauygulanmıyor. Sözleşmenin imzalanmasından sonraşube başkanı sözleşmedeki bazı maddeleri ayaküstüsözlü olarak ifade ederek bilgilendirmekle yetiniyor.Konuya ilişkin ne bir kitapçık, ne de bir metin fabrikayaasılmamış durumda. Hal böyle olunca zatenuygulamalarda eski usulün devam etmesi kaçınılmazoluyor. Nitekim 40 kg. olan erzak yardımı 25 kg’dan,mesai ücretleri ise aynı tarifeden devam etmekte. Yasadışı uygulama PENTİ yönetimi ve TEKSİF için doğalsayılmakta.

Sendika merkezinin de içinde bulunduğu birçalışmayla öncü işçi olan Meral Öztürk işçiarkadaşlarını bu sorunlar çerçevesinde birarayagetirmeye başladı. Bunu yaparken de patron yalakalarıtarafından ihbar edildi. Toplantılar yapılırken sendikagenel merkezinin bu çalışmalara her türlü destekvereceği ifade edilmiş, ayrıca işten atma saldırısıolursa bu saldırıya karşı direniş başlatılacağı yönündede konuşulmuştu. Aynı hafta içerisinde Meral Öztürkfabrika yönetimi tarafından işten atıldı, hiçbir şeyeimza atmayan Meral Öztürk direniş başlatacağını daaçıkladı. Ancak direnişi başlatmak üzere sendikaşubesine gittiğinde kendisine imza atarak haklarınıalması yönünde telkinler yapıldı. Bunun üzerine MeralÖztürk direnişe başlayacağını burada da ifade etti.Şubeyle görüşmenin hemen ardından fabrika yönetimiMeral Öztürk’ü görüşmeye çağırdı. Bu görüşmedefabrika yönetimi Meral Öztürk’ü farklı bir bölümdeçalışması yönünde ikna etmeye çalıştı. Meral Öztürkfabrika yönetiminin bu teklifini kabul etmedi. Çünküçalışması istenen bölüm kilometrelerce uzakta depoolarak kullanılan bir yerdi. Yönetimin amacı öncü işçiyikendi bulunduğu bölümden uzaklaştırarak fabrikada

başlatılan çalışmayı bitirmek ve gideceği yerdekendisini tecrit ederek yalnızlaştırmaktı.

Meral Öztürk fabrika yönetimiyle yaptığı bugörüşmenin ardından kapıda direnişe başladı. BDSP,bu direnişe ilk günden itibaren destek verdi, direnişyerinde yerini aldı. Bu andan itibaren TEKSİF GenelMerkezi’nin direnişçi işçiye destek veripvermeyecekleri bir anda belli olmamaya başladı.Kıbrıs’ta oldukları, daha sonrasında her şeyin belliolacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Bunun üzerinedirenişi kamuoyuna duyurmak ve direnişe kitle desteğisağlamak yönünde bir planlama yapıldı. Ancak buyöndeki planlama boşa düşürüldü. İçeride toplantılarakatılan işçiler üzerinde de ciddi baskı yapılmayabaşlandı. Direnişçiye selam vermek ihtar nedenisayıldı, kimi işçiler tek tek yönetim odasına alınaraktehdit edildi.

7 Ekim günü de sendika genel merkezinin direnişedestek vermeyeceği ve sadece hukuki sürecinişletileceği bildirildi. Ayrıca içerde çalışan işçilerindirenişe destek vermemesi de direnişi olumsuzetkiledi. Hem sendikanın direnişe destek vermemesihem de maddi açıdan yaşanan sıkıntı direnişinsürdürülmesini zora soktu. Bunun üzerine direnişçiMeral Öztürk, direnişi bitirmek yönünde bir iradesiolmamasına rağmen bu nedenlerden dolayı direnişi 7Ekim günü bitirmek zorunda kaldı.

İşçilerin kan ve alınteri üzerinden trilyonlara sahipolan sendika, Kıbrıs’ta 5 yıldızlı otellerde toplantılaryapıyor ancak hakları için direnen bir işçiye sahipçıkmaktan da uzak duruyor. Bu sonuç içeride çalışanişçiler için sorunların daha da büyümesi anlamınageliyor. Uzun yıllardır ilk defa hareketlenen PENTİişçisinin yalnız bırakılması bundan sonraki süreciolumsuz yönde etkileyecektir. İşçilerin sendikalarakarşı güvensizliğini derinleştirecektir.

Sendikayı ticari bir işletme olarak görenler içinişçinin mağdur olması, işsiz kalması birşey ifadeetmemektedir. Zira sendika bürokratları bu çarkı buşekilde döndürmektedir. Sınıf devrimcileri ise bu çarkıkırmak ve işçi sınıfının birleşik, militan, fiili, meşrumücadelesini örmek için çalışmalarına devamedeceklerdir.

Trakya’dan sınıf devrimcileri

Penti’de direniş bitti!

Geleceğimiz için!

Çerkezköy OSB’de çalışan bir metal işçisiyim.Bizler genç işçiler olarak daha işçiliği öğrenmeden,düzenin sendikası olan Türk Metal-İş ve patronortaklığında sömürülmeyi, ezilmeyi ve ağırkoşullarda ücretli köleliği öğreniyoruz. Daha işçiliğinne olduğunu algılamadan satılmayı algılıyoruz.

Bizler bu düzende kendimizi ve sağlığımızı metaltozları arasında, insanların bile birbirini görmektezorlandığı duman ve gazların arasında kaybolanemeklerimizin karşılığını alamıyoruz. Ama birilerioturdukları koltuklarda hiçbir şey üretmeden,çalışmadan, alınteri dökmeden bizlerin sırtındankazandıklarıyla lüks otomobillerle, pahalı giysilerledolaşıyor. Bize verilen maaş kadar parayıçocuklarının ceplerine harçlık diye koyuyorlar. Bizişçi sınıfı olarak bu sömürü düzeninden birlik,beraberlik ve mücadeleyle çıkabileceğimiz gerçeğinibildiğimiz halde, kafamız yerde dolaşarak, elimizitaşın altına koymayacaksak ezilmeye devamedeceğiz demektir.

İşçi sınıfı olarak bizler bu sömürü düzeninideğiştirecek güce sahip olduğumuzu biliyorum. Hersözleşme döneminde sendika tarafındansatılmaktan, sözleşme bitip satış gerçekleştiktensonra işten çıkarılma korkusundan kurtulmak vedaha sağlıklı ortamlarda, iş güvencesi altındaçalışmak için Türk Metal-İş çetesi ve onunkabullenilmez satışlarından kurtulmak için birlikolmalıyız. Komiteler kurmalıyız, fiili-meşru mücadeleçizgisini yükseltmeliyiz. Dahası işçi sınıfının budüzendeki gerçek gücünü sermaye iktidarına,patronlara ve onların köpekleri olan kendilerini“sendikacı” olarak tanıtan bu alçaklaragöstermeliyiz. Ben 24 yaşında olan genç bir işçiolarak diyorum ki; geleceğim için, benden sonra dagelecek olan genç işçiler ve onların gelecekleri içinbirlik olmaya ve kan emicilerden hesap sormayadiyorum.

Çerkezköy OSB’den bir metal işçisi

Page 15: Kızıl Bayrak 2013 40

- Punto işçileri sendikaya üye oldukları için iştenatıldı ve siz ilk atılan 2 kişiden biri olarak yaklaşık ikiaydır direniştesiniz. Sendikaya üye olmaya nasılkarar verdiniz?

- Biz Punto çalışanları, 10 yıldır burada çalışıyoruz.Aramızda daha uzun süredir çalışanlar da var. En azçalışanımız 8-10 yıldır burada. Bu direnişi burayakadar getirmemize neden olan şey, Puntoyöneticilerinin katı tutumudur, tabi patronlarınisteğiyle. Bu tutum 2005 yılında başladı, şimdiyekadar artarak geldi. Biz 2005 yılında makinacı-ayakçıolarak parça başı çalışıyorduk. O sırada aldığımız ücretortalama 2000 TL civarıydı. 2005 yılında şirkete StefanKesenci adında yeni bir müdür geldi. O maaşlarıöğrenince, bu paranın çok olduğunu söyleyipmaaşımızı 1200 TL indireceklerini ve mesai ücretialarak devam ettireceklerini söylediler. Böyleceeskisinden çok kazanacağımızı iddia ettiler. Buna karşıçıkan bazı arkadaşlar oldu. O gün öncülük eden 14kişiyi çay paydosundan sonra içeriye almayarak iştençıkardılar. Bu kalanlara bir tehditti.

2009 yılına gelindiğinde bu sefer eski sistem defazla gelmeye başladı. 180 saat üzerinden yapılanücretlendirme fazla gerekçesiyle bundan sonra 225saat üzerinden maaşlarınızı hesaplayacağız dediler.Yani, sadece bu sınırın üzerindeki saatler mesaiolacaktı. Bunun yanında da asgari ücretten ödenensigorta primini kademeli olarak yükselteceklerini,böylece 2 yıl sonra da sigortamızı gerçek ücretlerekadar getireceklerini, o tarihte tüm maaşımızıbankadan alacağımızı söylediler. Ama 2 yılda hiç birşey yapmadılar. 2011’de sigortalarımız asgari ücrettensadece 50-100 TL kadar fazla yatıyordu. 2012’yegeldiğimizde Kuzu Deri direnişi başladı. Bizde debiriken öfkeyle bir uyanış yaşandı ve biz de sendikayagittik. Konuştuk, anlattık ve anlaşıp Deri-İşSendikası’na üye olduk.

- Sendikaya üye oldunuz. Bir süre çalışmayürüttünüz, sonra ortaya çıkınca da işten atıldınız.Arkadaşlarınızı üye olmaya nasıl ikna ettiniz ?

- 2013 Şubat ayında bizlere zam yaptılar. Zamoranı %2 ile %4 arasındaydı. Biz buna itiraz edincebize seçenek sundular “iş yok, sipariş yok , 50 kişiyiişten mi çıkaralım, böyle devam mı edelim ?” diye. Busoru karşısında tabii çekinceye düştük. İnsanlarıelimizle işinden edemezdik. Bunun yanında bazıçalışanlara 500 TL ile 1000 TL arasında zam da yapıldı.Bunu yöneticilere sorduğumuzda bize “her işyerinde,sektörde bazı imtiyazlı kişiler olabilir” dediler.Elimizden bir şey gelmedi tabi.

2013 Nisan ayında panoya bir yazı astılar. Yazıda2013 ihracat siparişlerinin, yani işlerin çok olduğu vetüm izinlerin iptal edildiği yazıyordu. 2 ay önce iş yokdiye zam vermeyen patron, 2 ay sonra işler çok diyeizinlerimizi iptal etti. Bu arada deri sektöründesiparişler en az 6 ay önceden verilir. Yine bizikandırmış oldular. Ben on yıldır çalışıyor olmamarağmen sadece bir kere izin kullandım. Gerisi hepdüzmece. Çoğu arkadaşımızın durumu böyle. Bu olayısendika çalışmamızda önemli bir fırsat olarakdeğerlendirdik ve üye sayımızı % 40 ın üzerineçıkardık.

- İşten atılma süreci nasıl başladı?- Çalışma yeterli sayıya ulaşmasına yakın, patron

durumu öğrendi. Kim söyledi, ya da nasıl duyuldubilmiyorum. Ramazan ayının ortasında bizi çağırdılar.Patronun tavrı netti, bize şunları söyledi: “Burayı benkurdum, ben yönetirim, üçüncü kişileri kabul etmem”.Yanında o sırada biri vardı. Biz de, üçüncü şahısistemediği halde yanında oturanın kim olduğunusorduk. Bize danışmanı olduğunu söyledi. Biz de oşahsı tanıdığımızı, kendisinin danışman değil, TürkiyeDeri İşverenler Sendikası’nın (TÜDİS) Genel SekteriAkansel Koç olduğunu, böyle yalancıları dinlediğiniama bizi dinlemediğini söyledik. O an orda bir kırılmaoldu, Akansel’i geri çektiler. Hatta Akansel Koç dahasonra bunu birçok yerde anlatıp, kendisine hakaretettiğimizi söyledi. Aslında hakaret falan etmedik.Olanı söyledik.

Sonra biz en azından maaşlarımızın 1500-1600’lükkısmını bankaya yatırın gerisini elden almaya razıyızdedik. Bunu da garanti altına alan bir taahhüt verindedik. Patron bunu kabul etmedi. 2 Ağustos’tainsanları bayram adı altında izne çıkarırken benim veHülya Alptekin’in iş akdi Akansel’in eliyle feshedildi.Arkasından da iki günde bir parça parça çıkarmalarbaşladı. Bu kalanlara bir gözdağıydı. O sıradasendikaya üye olan insanları tek tek odaya alıp, noteride getirerek sendikadan baskıyla istifa ettirmeyeçalıştılar. Her gireni “arkadaşların istifa etti, bir senkaldın” diyerek kandırmaya çalıştılar. 22 kişiyi buşekilde kandırdılar.

- Ve parça parça işten atmalar başladı... Kaçkişisiniz şu anda? Atılan tüm sendikalı işçilerdirenişte mi?

- Şu anda işten atılan 19 işçiyiz. Bu 19 kişi dedirenişte. Fabrikanın ve fabrika çevresindeki tümmağazaların önünde bekleyişi sürdürüyoruz.

- Punto patronunun sizinle bir görüşme talebi,teklifi ya da tehdidi oldu mu? İçerde ve dışarda baskıvar mı?

Önce fabrika önüne kamera koydular, belki seskaydı da yapıyorlardır. Bir de oturduğumuz alana ziftdöktüler. Bir kere de üzerimize araba sürdüler. Amayıldıramadılar.

Patronun bizimle birebir bir görüşmesi olmadı.Ama bir sürü insan patronun elçisi olduğunusöyleyerek görüşmek istediler .Para teklifindebulundular, direnişi bırakmamız ve mahkemedenvazgeçmemiz için. Hatta sendikaya da teklif etmişler,alacaklarımızın daha da üstünde para vermeyi.

İçeride Abdullah Usta diye bir müdür var.“Patronun size bir haberi var” deyip, toplanmamızıistedi. Toplandık ve aynı müdür gelip bize, “bakın sizinburada durmanız sadece burayı değil tüm bu adayı %50 oranında etkiledi. Bu işe son verelim, yoksa bukayıbın altında kalırsınız. Kanı kanla yıkamayalım diyorpatron, ben onun elçisiyim” dedi. Biz de kanlaalakamız olmadığını, amaçlarının buradan gitmemizolduğunu bildiğimizi ama yasal hakkımız olansendikalı çalışmayı kazanmadan hiçbir yeregitmeyeceğimizi, yapacağımız tek şeyin sendikalıolarak işimizin başına dönmek olacağını söyledik. Bu

teklif ve tehditler hergün telefonla ya da aracılarlamutlaka geliyor. Artık alıştık.

İlk çıkarılan iki işçi olarak, benim ve Hülya’nınmaaş ve tazminatlarımızı asgari ücret üzerindenhesaplayıp bankaya yatırmışlar. Fakat bizden sonraayrılan arkadaşların hiçbir hakkını yatırmadılar.Direnişe katılmalarını engellemek için.

Ayrıca içeride çalışan sendikalı işçiler üzerinde deçeşitli baskılar sürüyor. Müdürler alıp karşısında hiçbirşey söylemeden oturtup bekletiyor. Yemekhaneçalışanına “bu işçilere su bile vermeyeceksin” diyeemir veriyor.

Bizim derdimiz onların vereceği para değil, hattabiz zam da istemiyoruz. Tek isteğimiz sendikalı olarakişe geri dönmek ve fabrikaya sendikanın girmesi. Bufirmada çalışıp emekli olmak istiyoruz. En temelhakkımız olan sendika en önemli şartımızdır.

- Tüm atılanlar olarak direnişe katıldığınızı,kazanana kadar devam edeceğinizi söylüyorsunuz.Önümüzdeki dönem neler yapacaksınız? Direnişinizedair bizlere ve işçi sınıfına söylemek istediğiniz birşey var mı?

- Bundan 3 hafta önce Nişantaşı’nda bir yürüyüşve Punto mağazası önünde basın açıklaması yaptık.Zeytinburnu’nda ailelerimizle bir yürüyüş ve basınaçıklaması yaptık. Eylemlerimiz kazanana kadardevam edecek. Burada Punto çalışanları ve diğerfabrika işçileriyle dayanışma içindeyiz. Ama toplumunher kesiminin desteğine ihtiyacımız var. Birçok yerdenziyarete geldiler. Bu ziyaretler ve dayanışma hali biziçok memnun ediyor. Biz hepimiz Adem’le Havva’nınçocuklarıyız. İnsan ayrımı yapmıyoruz. Burada Türk,Kürt, Ermeni, Sünni, Alevi her kültürden insandirenişte. Eğer bu farklılıkları gözetseydik şu anburada birlikte direnişte olamazdık. Bu farklılıklarıgözetmeden bize destek sunanlar bizi çok mutluediyor. Gazeteniz Kızıl Bayrak’a ve BDSP’ye de bizeverdikleri destek ve gösterdikleri dayanışma için çokteşekkür ediyoruz.

“Eylemlerimiz devam edecek!”

Punto direnişineKüçükçekmece’den destek

Küçükçekmece Dayanışması, sendikalaştıklarıiçin işten atılan ve buna karşı direnişe geçen PuntoDeri işçilerini 7 Ekim’de ziyaret etti.

Direniş alanına yakın mesafede pankart açarakyürüyüş gerçekleştiren dayanışma bileşenleriniişçiler sloganlarla karşıladı. Fabrika önüne gelinmesiile dayanışma adına direnişi selamlayan kısa birkonuşma yapıldı. Küçükçekmece Dayanışması olarakdirenişe gereken desteğin verileceği vurgulandı.İşçilerle direniş üzerine sohbet edildi. Daha sonraişçilerin fabrikanın farklı yerlerinde oluşturduklarınöbet noktaları ziyaret edildi.

Son olarak, direnişle dayanışmanın büyütüleceğivurgulanarak ziyaret sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Page 16: Kızıl Bayrak 2013 40

Demokrasi sorunu, öncelikle, “bu soruna nasıl birçözüm?” biçiminde çıkar karşımıza. Devrimci çözümmü, reformcu bir çözüm mü? Sorunun genel devrimciperspektif içinde bir konuluşu mu, yoksa reformist birbakışaçısı ekseninde ele alınışı mı? Gerçek ayrılıknoktası buradadır. Sorunu gereğinden fazlaönemsemek ya da küçümsememek iddiası, genelliklebu asıl ayırdedici noktayı gölgeler. Herhangi birreformist partinin bugünün Türkiyesi’nde, demokrasisorununun şu veya bu unsuruna, örneğin Kürtsorununa ya da siyasal özgürlük sorununa ya da dinselgericilik sorununa, bir takım başka sorunlara en azbizim kadar ilgi gösterdiğini, onları en az bizim kadarönemsediğini prensip olarak kabul edebiliriz. Bunda birgüçlük ya da sakınca yok. Gerçekten onlar da busorunlara kimine daha az kimine daha çok olsa da ilgigösteriyorlar. Hatta denilebilir ki, liberal demokratsiyasal akımlar olarak onların varlık nedeni bir yerdezaten bu sorunlar.

Ama bir, bu sorunları gerçek kapsamlarıyla elealıyorlar mı? İki, bu sorunların çözümünün önündekitoplumsal-siyasal engelleri doğru tespit ediyorlar mı?Üç, bu engellere karşı mücadeleyi devrimci bir tarzdaortaya koyuyorlar mı? Dört, bu mücadelenin devrimcitoplumsal-siyasal dinamiklerini doğru ele alıyorlar mı?Bu sorular daha da uzatılabilir. Elbetteki sorunlarıgörüyorlar, ama bu sorunlara güdükleşmiş, burjuvadüzenin kendi sınırları içine sığan çözümler öneriyorlar.Çünkü burjuvazi ile iktidar sorununu eksen alanhesaplaşmaya dayalı bir mücadele platformuna sahipdeğiller. Böyle bir programa, böyle bir stratejiye,temelde buna uygun bir ideolojik-sınıfsal konuma sahipdeğiller. Yalnızca burjuvaziyi geriletme, onu demokratikhak ve kurumlara razı etme mücadelesi veriyorlar.Onların mücadelesi bu çerçevede mevcut rejimireforme etme, iyileştirme mücadelesidir.

Onlar saydığımız sorunlara, genel olarak demokrasisorununa, bu düzenin kendi iç çerçevesi içinde birçözüm arıyorlar. Oysa biz, genel olarak demokrasi,mücadelesini, özel olarak da onun şu veya buunsurunu, burjuvazinin sınıf iktidarını devirme stratejisiiçinde ele alıyoruz. Bu sorunların çözümünü, burjuvadüzeni demokratikleştirme hedefi içinde değil, bizzatbu düzeni tasfiye etme hedefi içinde ele alıyoruz. Vediyoruz ki, sorunu ancak bu çerçevede, bu stratejikkavrayış içinde ele aldığımız ölçüde, gerçekte bumücadele içerisinde burjuvaziyi geriletme imkanı dabuluruz. Yani bir dizi reform ve kazanımı da ancak busayede, bu perspektife dayalı bir mücadelenin ürünüolarak elde ederiz.

Bu konuya ilişkin olarak birinci emperyalist savaşdönemi tartışmalarından bir örnek vereceğim. Buradaçok bilinen bir tartışma var. Bu tartışma doğruanlaşıldığı ölçüde bence demokrasi meselesinin bütünbu teorik kapsamı da diyalektik bir tarzda kavranır.

Lenin’in “emperyalist ekonomizm” denilen eğilimintemsilcileriyle giriştiği tartışmaları kastediyorum.

Mesele nedir? Mesele şudur: Emperyalist savaşgeliyor ve Lenin’in deyimiyle monarşiyi cumhuriyeteeşitliyor. Siyasal demokrasiyi yok ediyor. Tam bunoktada temel önemde iki sapma gösteriyor kendisini.Bunlardan birini Kautskiciler, ötekini Lenin’in“emperyalist ekonomistler” olarak tanımladığı bir kısımbolşevikler, artı bir kısım Alman sol kanat temsilcileri,artı bir kısım Hollandalı ve Polonyalı marksist temsilediyorlar. Anlaşmazlık, demokrasi sorununun ele alınışıüzerinedir. Kautskiciler sorunu, savaşın yok ettiğisiyasal hak ve özgürlükleri yeniden elde etmemücadelesi olarak ortaya koyuyorlar. Yani siyasalreformlar sorununu, bir dizi demokratik siyasal isteminyeniden kazanılması sorunu olarak koyuyor.Emperyalist ekonomistler ise, savaşın yarattığı o dehşetverici sonuçlara bakarak, işte buradan da çok somutolarak görüldüğü gibi emperyalizm demokrasiylebağdaşmaz, kapitalizm demokrasiyle bağdaşmaz,çağdaş kapitalizmde siyasal demokrasi olanaksızdır, busavaşla da görüldü, diyorlar. Ama öte yandan,sosyalizmde de zaten gereksizdir diye de ekliyorlar.Zira, diyorlar, sosyalizmin kendisi siyasal gericiliğin veulusal baskının temelden tasfiyesi anlamına gelir, busorunların maddi-toplumsal zemininin tümden ortadankaldırılması anlamına gelir. Böyle olunca kapitalizmdeimkansız olan sosyalizmde de gereksiz hale gelir.Sonuç? Sonuç, doğal olarak demokratik siyasalsorunların, tartışma somutunda ulusal sorunun,ulusların kendi kaderini tayin hakkının öneminingözden kaçırılması olmaktadır. Bu durumda siyasaldemokrasi mücadelesi diye sorun da kalmaz haliyle. Butarihsel olarak geride kalmış bir sorundur, bizsosyalizme bakarız, diyorlar emperyalist ekonomistler.Onlara göre, kapitalizm koşullarında demokratiksloganlar öne sürmek, bir aldanış ya da hayaldir,sosyalist devrimin saptırılması ya da ertelenmesidir vb.

Görünürde pek solcu bir tutum. Gerçekte isetümüyle teslimiyetçi ve dolayısıyla sağcı. Neden?Çünkü demokratik siyasal haklar uğruna mücadeleverilmedikçe, mevcut tüm demokratik özlemler vekurumlar burjuvaziye karşı genel sınıfsal mücadeleiçerisinde değerlendirilmedikçe, sonuçta burjuvaziyidevirmek başarısı da gösterilemez, sosyalist devrimmücadelesi de zafere ulaştırılamaz. Böylece sosyalistdevrimin ertelenmemesi kaygısıyla yola çıkanlar,gerçekte onu tümden imkansız kılan bir çizgiye kaymışoluyorlar.

Lenin’in bir kısmı kendi yoldaşı olan emperyalistekonomistlere hatırlattığı şey kısaca şudur. Diyor ki,Kautskiciler demokratik siyasal talepleri formüleetmekle yanlış yapmıyorlar. Yanlış burada değil, yanlışıyanlış yerde arıyorsunuz. Yanlışı yanlış yerde aradığınıziçin de aslında bu yolla sonuçta reformizmi,

oportünizmi güçlendirmiş oluyorsunuz. Yanlış olanKautskicilerin bu demokratik siyasal reformları tek tekformüle etmesi değil, bunu geriye doğru, kurulu düzençerçevesine göre, barışçıl kapitalizme göre yapmasıdır.Ancak devrimci bir tutumla öne sürülebilecek bu türistekleri, reformcu bir tutumla ortaya atmasındadır.Oysa yapılması gereken, aynı istemleri geleceğe doğru,toplumsal devrim hedefine göre tanımlamaktır, buçerçevede ele almak, bu temelde ortaya koymaktır.Yani bütün demokratik özlemleri ve kurumlarıproletaryanın burjuvaziyi devirme, iktidarı ele geçirmemücadelesi içerisinde değerlendirebilmektir. Lenin’inbizim basınımızda birçok vesileyle aktarılan sözleriyle:“Demokrasi sorununun marksist çözümü,

proletaryanın, burjuvazinin devrilmesini ve kendi

zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları

ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber

etmesidir.”

Bu, demokrasi sorununda marksist bir devrimciyiher türden reformcudan ayıran temel ayrım çizgisidir.Dolayısıyla, kapitalizm koşullarında demokrasisorununun bu marksist ele alınışını ve kavranışınıbaşından itibaren temsil eden, buna daha ilkbelgelerinde, Platform Taslağında yer veren birhareketi, EKİM’i, demokrasi mücadelesinin öneminigözden kaçırmakla itham edenler, ya demagojiyekaçıyorlar ya da konuya ilişkin kavrayışsızlıklarınıgöstermiş oluyorlar. Konunun en canalıcı yönüne, entemel noktasına ilişkin bilgisizliklerini sergilemişoluyorlar.

Bizim geleneksel halkçı hareket ile gerçek tartışmave çatışma noktamız, hiçbir biçimde demokrasimücadelesini önemsememek ya da küçümsemekdeğildir. Sorun demokrasi mücadelesinin önemi ise, buönemi bu ülkede en iyi anlayan ve anlatabilecek olanhareketin biz olduğundan kimse kuşku duymamalıdır.Öteki akımların bu soruna ilişkin görüşleri gerçek vesistematik bir kavrayıştan çok, donmuş, tortulaşmış birönyargılar yığınından ibarettir. Demokrasinin birönyargıya dönüşmesi ise, sözkonusu akımları burjuvademokratik bir konumun ve ufkun esiri yapar venitekim yapıyor da. Bu durumda siyasal demokrasikendi içinde amaçlaştırılır. Siyasal demokrasiyi kendiiçinde amaçlaştırmak ise burjuva toplumunun kendiiçinde demokratikleştirilmesi çizgisine, yani gerçekteliberalizme götürür.

Yinelemek gerekir ki, meselenin canalıcı noktası hiçde demokrasi mücadelesinin önemi değil, nasıl elealınacağıdır. Nasıl ele alınacağı sorunu da, nasıl birtoplumda, hangi temel sınıf ilişkileri içerisindeyaşandığı sorunuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bakıyoruzülkede siyasal gericilik var; bakıyoruz ülkedeçözümlenmemiş temel demokratik siyasal sorunlar var;ama bakıyoruz, ülkede kapitalizmin toplumsalegemenliği ve bu temel üzerinde burjuvazinin sınıf

Ortak olan sorunatemelden farklı yaklaş

Page 17: Kızıl Bayrak 2013 40

egemenliği var. Egemen bir burjuva sınıf var. Ve bütünbu gericiliğin dayanağı, kaynağı, engeli tam da busınıfın kendisidir. Mesele devrimcilikse, devrimyapmaksa, bu sınıfı devirmeden bu hakları elde etmekmümkün değildir. Bu, birinci nokta.

Ama bir başka kritik yanı daha var konunun. Şimdidevrim, devrim diyoruz. Gerçek bir devrim, kelimeninbilimsel ve en tam anlamıyla bir devrim, temel sınıfilişkilerinde köklü bir dönüşüm anlamına gelir. Amaöyle durumlar olur ki, bir toplumda temel sınıf ilişkilerideğişmeden de, radikal siyasal rejim değişikliklerianlamında, bir dizi devrimci dönüşüm, bu anlamdadevrimler olabilir. 1978’de İran’da bir devrim oldumesela. 1974’de Portekiz’de bir devrim oldu. Bunlarsiyasal devrimlerdir, bunları küçümsememek lazım.Ama yalnızca kurulu toplumsal düzenin kendiçerçevesi içine sığabilen siyasal sonuçlar yaratandevrimler bunlar. Kelimenin bu anlamıyla, bu sınırlariçinde birer devrim bunlar.

Ve gene aynı tartışmada Lenin’in dile getirdiği çokkritik bir düşünceyi hatırlatmak istiyorum. Onuntartışma boyunca anlatmaya çalıştığı temelnoktalardan biri şudur: Siyasal demokrasi, diyor, bütünkapsamıyla kapitalist düzen içine sığar, teorik olaraksığar. Pratik olarak sığar mı? Pratik olarak sığmaz ya daçok zor, çok özel koşullarda sığar. Ama hemenardından şunu da ekliyor: Kapitalizm koşullarında, şuveya bu temel demokratik istemi, az çok elle tutulurbiçimde kazanabilmek bile, ancak bir dizi devrimle, yada devrimci değişimle olanaklıdır.* Elbetteki en daranlamıyla siyasal devrimi kastediyor. İşte Portekizörneği. Tamam Salazar diktatörlüğü devrildi, bir dizidemokratik siyasal hak ve kurum kazanıldı, bu aradasömürgecilik de tasfiye edildi. (Edilmedi de artık adıkondu meselenin, yoksa sömürge halkları kendiözgürlüklerini kendileri ele geçirmişlerdi). Böylesine birdevrimci dönüşüm oldu. Bu kelimenin en daranlamıyla, en sınırlı anlamıyla bir devrim. Bu sınırlıkapsamı nedeniyle bu tür siyasal olayları bir “devrimcihareket” olarak tanımlamak belki de daha doğru olur.Çünkü kelimenin bilimsel ve tam anlamıyla devrim;mevcut siyasal sınıf iktidarının devrilmesidir, yoksasiyasal biçiminin değiştirilmesi değil. İktidarın biçimideğişir, ama egemen sınıf egemenliğini korur.Portekiz’de Salazar’in faşist diktatörlüğü egemenkende aynı sınıf ya da sınıflar egemendi, bugün de. Aynışey Franko ispanya’sı ile bugünkü İspanya için degeçerli. Daha başka bir örnek çağdaş Alman tarihindenverilebilir. Hitler varken de Alman tekelleri egemendi,bugünkü rejim varken de onlar egemen. Varsanızbaksanız hepsi de aynı tekelci gruplar ayrıca. Yanimülkiyetin aynı sınıfın farklı grupları arasında bir eldeğiştirmesi bile sözkonusu değil. Siyasal iktidarınbiçimi değişmiş, sınıf yapısı ve özü olduğu gibi ayaktakalmış.

Siyasal demokrasi ve devrim stratejisi

Burada, bu noktanın önemini kavramak bizi çokkritik bir başka tartışmaya götürüyor. Ona buradagirmeyeceğim. Komintern’in 1930’lardaki faşizme karşıizlediği çizgiyi kastediyorum. Ben sorunu kendi taktiksınırları içerisinde ifade etmiyorum, bunukastetmiyorum. Neticede faşizmi geriletmek vepüskürtmek o günün en acil ve canalıcı sorunuydu.Dolayısıyla buna uygun taktikler izlemek, faşizme karşıtüm güçleri birleştirmek gerekirdi, gerekliydi. Ama buhangi stratejik hedefler içinde ele alındı, hangi stratejikhedefe bağlandı, ya da gerçekten stratejik hedefgözönünde bulunduruldu mu? Ortada ciddiyetlegözetilen bir devrim stratejisi gerçekten var mıydı?Yoksa taktiğin kendisi artık bir strateji haline mi gelmiş,onun yerini mi almıştı? Tartışmanın asıl kritik yönü,gerçekte özü, tam da burada yatıyor. Ve bu konu,uluslararası komünist hareketin tarihsel deneyimlerinitoparlamanın bir başka temel alanı olarak duruyorönümüzde hala. Çünkü bunun yarattığı ve sonrakidöneme miras olarak bıraktığı koca bir çarpık ideolojiktarihsel miras var. Ülkemizde faşizm var diyor bugünbirileri ve bundan kendi geri devrim anlayışlarınadayanaklar çıkarmaya çalışıyorlar. Faşizmin olduğuyerde önce siyasal özgürlük kazanılır, sonra burjuvazidevrilir diyorlar. Siyasal özgürlüğü kazanmadanburjuvaziyi nasıl devireceğiz diye soruyorlar ve bundandemokratik devrim önyargısını sürdürmeye dayanaklarçıkarıyorlar. Yani bunu devrim stratejisinin temeldayanağı, asıl ekseni haline getiriyorlar. “Özü toprakdevrimi” olan geleneksel demokratik devrim çizigisini

bugün artık sürdüremedikleri için, kendilerine bu yenistratejik dayanağı buluyorlar. Oysa Komintern, hiçdeğilse söylem planında, sorunun somut formülasyo-nunu taktik bir çerçeve sınırları içinde yapıyordu.Sermayenin o dönem emeğin kazanmalarına karşı birgenel saldırısı vardı. Siyasal özgürlükleri yoketmek veemeği daha ağır koşullarda köleleştirmek için bir faşistsaldırısı vardı. O gün için mesele, bu saldırıyıgöğüslemek ve püskürtmekti. Saldırıyı göğüslerken deorta katmanların demokratik muhalefetindenyararlanmaktı. Mesele görünürde böyle konuyordu.Yineliyorum, sorun o zaman hiç değilse görünürdetaktik çerçevede ortaya konuluyordu. Elbette bunungerçekte hangi pratik sonuca vardığını, pratikte nasılbir stratejik çerçeveye dönüştüğünü de biliyoruz.Öylesine ki, savaş sonrası dönemde, komünist partilerihükümetlerde görev alarak savaşın çöküşün eşiğinegetirdiği kapitalist toplumun reorganizasyonuna bizzatkatıldılar. Böylece de devrimci perspektiflerini tümdenyitirdiler. Ve şimdilerde, bu olumsuz mirastan beslenenbirileri, ülkede faşizm var gerekçesiyle, devrimstratejisini bu siyasal gerçeklik üzerine kurmaya,buradan giderek haklı göstermeye çalışıyorlar.

Siyasal strateji, yani devrim stratejisi, taşıdığı önemne olursa olsun yalnızca bir siyasal gerçeklik üzerinekurulmaz. İktisadi-toplumsal-siyasal gerçekliğintamamı üzerine kurulur. Mevcut sınıf egemenliği,mevcut sınıf iktidarı tanımlanır, bunun karşısındakinesnel sınıfsal alternatif tanımlanır. Yani iktidar hangisınıfın elindedir ve hangi sınıfın eline geçecektir? Herdevrimin temel sorunu budur, iktidar meselesidir, buanlamda iktidar meselesidir. Faşizmin demokrasiyle,

a şımlar

Page 18: Kızıl Bayrak 2013 40

demokrasinin faşizmle yer değiştirmesi, kendi başınaele alındığında, iktidarın sınıfsal bir el değiştirmesideğildir. Bu, aynı toplumsal temeller üzerinde, aynısınıf ilişkileri çerçevesinde, bir siyasal rejimdeğişikliğidir, bundan ibarettir.

Sınıfsal iktidarın el değiştirmesi anlamında birdevrim stratejisi sözkonusu olduğunda ise, bir ülkedefaşizmin varlığı, bu ülkede siyasal özgürlükmücadelesinin önemini, kapsamını ve derinliğinigösterir. Stratejik açıdan bundan öte bir anlamtaşımaz. Yani kendi başına bir devrim stratejisinindayanağı olmaz. Sadece demokrasi mücadelesinin nekadar derin bir kapsama sahip olduğunu gösterir.Hitler’in egemen olduğu dönemde Almanya’da faşizmvardı diye, devrim stratejisi, faşizmi yıkarak yerineburjuva demokrasisini geçirme stratejisi olabilir miydi?Bunun olabilmesi demek, stratejik çizgide devrimperspektifinin yitirilmesi, burjuva-demokratik reformçizgisine kayılması demektir. Zaten iş bunagötürüldüğü içindir ki dünyâ komünist hareketidevrimci perspektiflerini kaybetti. Bunun dünyakomünist hareketini ne hale soktuğunu ise biliyoruz.1945 yılının ardından, savaşın ardından, savaşın esasyükünü emekçiler çektiği, esas onurunu dakomünistler taşıdığı halde, bütün o birikim burjuvadüzeninin yeniden ihyasına hasredildi. Oysa savaşdöneminde burjuvazi tüm ulusal ve demokratikdeğerlere ve çıkarlara ihanet etmişti. Burjuva toplumdüzeni siyasal ve moral açıdan çökmüştü. Fransabunun en iyi örneği idi. Ama savaş sonrasında aynıFransa’da burjuvazi geçip iktidarı yeniden üstlendi.İktidar dizginlerini yeniden ele aldı.

Faşizme karşı siyasal özgürlük! Tamam faşizmiyıkacaksınız, siyasal özgürlüğü de ele geçireceksiniz.Faşizmi yıkmaktan ne anlıyorsunuz? Siyasal özgürlüğünkazanılması sizce nedir? Siz faşizmi mi yıkacaksınız,yoksa burjuvazinin faşist biçim içerisindeki siyasal sınıfiktidarını mı? Faşizmi burjuvazinin toplumsal sınıfegemenliğinden bir dış siyasal kabuk olarak sıyırıpalmakla mı yetineceksiniz, yoksa bu toplumsalegemenliğin somutlandığı siyasal sınıf iktidarını, temelkurumlarıyla devlet iktidarını mı yıkacaksınız? Zira bukabuk içinde burjuvazinin sınıf egemenliği var. Buegemenlik faşist biçimle de bağdaşıyor, şu veya butürden gerici biçimlerle de bağdaşıyor, burjuvademokratik biçimlerle de bağdaşıyor. Alman tekellerifaşizmle de yönettiler kendi toplumlarını, burjuvademokrasisiyle de yönetiyorlar. Daha ara biçimlerle deyönetebilirler. Siz dış kabuğu mu sıyırıp atacaksınız,yoksa devlet iktidarının gerçek sınıf özüne miulaşacaksınız? Soru ve sorun bu kadar basit.

Gelgelelim faşizme karşı siyasal özgürlük ya da aynışey demek olan siyasal demokrasi, gelenekselhareketin yeni dönemde önplana çıkardığı temelstratejik formülasyondur. Artık geri iktisadi tahliller,bunlara dayalı açıklamalar sürdürülemediği için, artıktoprak devrimine dayalı bir demokratik devrimdenemediği için, devrim stratejisi siyasal demokrasininyokluğu üzerinden gerekçelendirilmeye çalışılıyor. Amabu arada şunu da gözden kaçırmamak gerekir. Asılsorun, geçmişten devralınan, aşılamayan, aşılamadığıgibi gelinen yerde bir önyargı düzeyinde katılaştırılanburjuva demokratik ufuktur. Bu toplumda siyasalözgürlüğün yokluğu olgusu, geleneksel akımlarınideolojik ve sınıfsal gerçeklikleriyle de birleşince,ortaya sözünü ettiğim katılaşma çıkıyor.Gerekçelendirilmesi değişse de hedefin kendisideğişmiyor, aynı ufuk aşılamıyor.

Bu toplum, Türkiye toplumu, siyasal özgürlüğühiçbir zaman yaşamamış. Ulusal kurtuluş mücadelesi

tarihine baktığımız zaman, gördüğümüz bu açıdan çokgüdük kalan bir mücadeledir. Türk Ulusal KurtuluşSavaşı’nın bilindiği gibi çok sınırlı bir anti-emperyalistyönü var. Demokratik yönü zaten daha başlangıçtabastırılmış. Demokrasinin gerçek dinamikleri ancakköylülük ve işçi sınıfı olabilirdi. Kemalizm budinamikleri bastırdı. Ve kemalist burjuvazi bu sınıflarıkendi tam denetimine aldı. Kurtuluş savaşı içerisindemevcut ya da muhtemel her türlü alt sınıflarinisiyatifini boğdu. Bir toprak devrimi ihtimalini heryolla boşa çıkardı. Dolayısıyla siyasal özgürlükmücadelesinin gerçek sosyal dinamikleri felceuğratıldı.

Peki sonuçta ne oldu? Kemalist burjuvazi tamdenetimini kurduktan sonra, bazı burjuva demokratiksiyasal reformları, üstyapı reformları dediğimiz sınırlarıiçerisinde gerçekleştirdi. Ne yaptı? İşte dine bazıdarbeler vurdu. Vurdu, bunu kabul etmek gerekiyor.Laiklik ne kadar güdük kalsa da, din yeni biçimleriçinde devlet denetimine alınsa da, Mustafa Kemal’inattığı adım önemlidir, küçümsememek gerekiyor. Sondönemin Kürt hareketinin basıncı altında, onuntekyanlı bakışının etkisinde kalarak ya da tarihe karşıbir nihilizm göstererek, bu tür adımların kendi sınırlarıiçindeki anlamını ve önemini görmezlikten gelmekyanlıştır. Bunu görmezlikten gelirseniz teokratik birfeodal monarşiden modern temellere oturmayabaşlayan bir burjuva cumhuriyete geçişi anlayamaz,izah edemezsiniz. Burjuvazinin bugünkü çıplak sınıfegemenliğinin tarihsel köklerini bulupgösteremezsiniz. Ortada bir Hilafet vardır ve M. KemalHilafete kılıcı sallayıp bu Ortaçağ kurumunu atmıştırbir tarafa. Yerine tutup bir devlet kurumu olarakDiyaneti kurmuştur. Yani dini devletle o noktada tamayırmâmıştır. Kabul, bu anlamda gerçek laiklik yokturTürkiye’de. Bu bir yalan. Ama Hilafetin kaldırılmasıbuna rağmen küçümsenecek bir olay değil. Bir siyasalyönetim biçimi olarak padişahlığın ilgasıküçümsenecek bir olay değil. Tekke ve zaviyeler’inkaldırılması, yasaklanması vb. birer siyasal-kültürelreform olarak bunlar kendi içinde küçümsenebilirşeyler değil.

Ama diyeceksiniz ki, bunların maddi-toplumsaltemeli olduğu gibi kalmıştı; feodal ilişkiler, serflik ya dayarı-serflik ilişkileri değişmeden kalmıştı. Onlar kalıncada, bu reformlar, üstten geldiği ölçüde, güdük ve sınırlıolmuştur. Kuşkusuz. Ama genellikle böyle olur. 20.yüzyılda özellikle bu böyle oluyor. Yani emperyalizmçağında, yani genel siyasi gericilik çağında,

burjuvazinin tüm devrimci barutunu tükettiği bir çağdabu böyle oluyor. Kaldı ki, ben zaten asıl olarak KurtuluşSavaşı’nın yarattığı anlamlı bir demokratik siyasalbirikimin olmadığını vurgulamaya çalışıyorum. Jön-Türk hareketini ve 1908 Meşrutiyetini saymazsanız(bunu elbetteki bu ön birikimi ve adımlarıküçümsemek için söylemiyorum), başı-sonu buyduburjuvazinin yaptıklarının. Yani 1919-1923 arasında vebunu izleyen sonraki birkaç yıl içinde yapılanlardı.

Ondan sonrasına bakıyoruz, emekçi hareketindeuzun on-yıllar boyunca bir durgunluk var. Burjuvazitüm demokratik barutunu tüketmiş olmanın ötesindegitgide koyulaşan bir gericiliğin kaynağı ve baştemsilcisi haline gelmiş. Emekçi sınıflar ise etkintoplumsal dinamikler olarak henüz tarih sahnesineçıkamıyorlar. ‘30’larda ciddi bir şey yok, ‘40’larda ciddibir şey yok, hatta ‘50’lerde ciddi bir şey yok. Ve nihayet‘60’lara, Türkiye’nin sosyal mücadeleler tarihindegerçek bir dönüm noktası olan yıllara geliyoruz. Buyıllarda, kuşkusuz hızlanan kapitalist gelişme, bugelişmenin modern sınıfları belirginleştirmesi, modernsınıf ilişkilerinin açığa çıkması ve bu temeldekiçelişkilerin keskinleşmesiyle birlikte, Türkiye’de tarihsahnesine ezilen sınıfların nihayet etkin biçimdeçıktığını görüyoruz. İşçi sınıfının çıktığını görüyoruz,yoksul köylülüğü görüyoruz, kent yoksullarınıgörüyoruz, ilerici gençliği görüyoruz, nihayet ilericiaydınları görüyoruz bütün bunlarla birlikte. KurtuluşSavaşı’nın onuru burjuvaziye verilecek o sınırlıreformlarını bir yana koyun, Türkiye’deki bütündemokratik birikim ve kazanım, bu ‘60’lı ve ‘70’liyıllarda sağlanan neyse gerçekte odur. ‘80’li yıllar isezaten bir gericilik dönemi, bir bastırma dönemi oldu.

Demokrasi sorununa ilişkin marksist bir teorikbakıştan yoksun olan, kapitalizm ile demokrasi sorunuve mücadelesi arasındaki ilişkiyi bir türlü doğruanlayamayan kimi darkafa-lı siyasal akımlar tarafından‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki bu mücadeleler, demokratikdevrim stratejisinin doğruluğuna kanıt olarakgösteriliyor. Oysa bu mücadele, tam tersine, tam dakapitalist ilişkilerin büyük sıçramalar yapması zeminiüzerinde gündeme gelmiştir. Dikkat edin, alt sınıflarınyığınsal demokratik çıkışları ‘30’larda, ‘40’larda değil,hatta ‘50’lerde bile değil, ‘50’lerdeki hızlı kapitalistgelişmenin temeli üzerinde, bu gelişmeningüçlendirdiği modern sınıf ilişkileri temeli üzerindeancak ‘60’larda ve ‘70’lerde geliyor. Neden? Çünkükapitalizmin gelişmesi ve yerleşmesi ile yığınlarındemokratik istek ve özlemlerinin büyümesi arasında

Page 19: Kızıl Bayrak 2013 40

organik bir ilişki var. Kapitalizm geliştikçe yığınlardakidemokratik özlemleri uyarır, demokratik istemlerigüçlendirir.* Bakıyoruz, gerçekleşen şey tam da budur.Kapitalist gelişme sıçramasını yapıyor, bu zeminüzerinde yığınların demokratik özlemleri kabarıyor. Veyığınlar bunlar uğruna sayısız mücadelelere giriyorlar.Bu mücadeleler içerisinde bu toplumun yarattığıdemokratik birikimler, değerler, kurumlar ne ise, buülkenin gerçek demokrasi birikimi de gerçekte odur.

D. Perinçek gerçi bize “yüz yıllık bir demokrasibirikimi” çıkarıyor. Jön Türkler’den alıyor, İttihat veTerakki’ye, oradan kemalistlere bağlıyor. Ve elbette‘60’lardan itibaren de artık emekçiler inisiyatifi elealdı, diyor. Genel planda alındığında “yüzyıllık birikim”iddiasına karşı çıkılamaz, bunun elbetteki bir anlamıvar. Ama yüz yılın ilk 70 yılına baktığımız zamangördüğümüz şey, 1908 hareketi ile ‘20’li yıllardakemalist devrim kapsamına giren neyse ondan ibaret.Ama kemalist hareket derin bir siyasal gericiliği dedaha baştan kendi içinde taşımıştır. Toprak devrimiihtimalini engellemiştir, emekçi sınıflara hiçbirdemokratik siyasal hak, basit bir sendika hakkı biletanımamıştır. Tam tersine, önceki mücadeleler içindeve Kurtuluş Savaşı döneminde fiilen kazanılan çoksınırlı hakları da, çok geçmeden terör ve zorbalıklagaspetmiştir. Artı Kürt ulusunun varlığını bile inkaredebilecek bir aşırı gerici şovenist çizgide ırkçılığıkurumlaştırmıştır. Bunu ideoloji, kültür, eğitim vesiyasal yapı gibi tüm alanlara yaymıştır.

Öteki yüzü de işte budur bu yüz yıllık birikimin.Düşünün ki Perinçek’in bu “yüz yıllık birikim”değerlendirmesinde kemalist devrim çok özel bir yertutar. Ama bugünkü demokratik siyasal sorunlarabakıyoruz, bir parça laiklik onurunu bıraksanız bilekemalistlere, öteki bütün sorunlarda bizzat onlargericiliğe sağlam bir zemin, kurumlaşmış bir zeminkazandırmışlardır. İşçi sınıfının en ilkel demokratikhaklarına bile katlanmamışlardır. İlerici hareketi hervesileyle ezmişler, en azgın bir komünizm düşmanlığınıbir siyasal kültür haline getirmişlerdir. Şovenizmde işiKürt ulusunun varlığını tümden inkar etme noktasınavardırmışlar. Bugün Kürt sorunu bu ülkede siyasalözgürlük sorununun en kilit halkası haline gelmiştir. Butam da bu şoven ve inkarcı tarihsel miraslabağlantılıdır. Burjuvazi bugün faşizmi, siyasal gericiliğitopluma egemen kılarken bu inkar kültüründenyararlanıyor. Eğer bu inkar kültürü toplumungözeneklerine bu kadar derinlemesine sinmemişolsaydı, resmi şovenizm bugün Kürt halkının uyanışıkarşısında bu kadar tepkili olmazdı. Türk emekçileri bugelişme karşısında bu kadar önyargılı davranmazdı. Oinkar kültürünün yarattığı derin önyargılardır bunlar.

Bu ülkede gerçekten siyasal özgürlük mücadelesitarihsel olarak çok zayıf kalmıştır. Toplumundemokratik birikimi çok zayıftır. Demokratik ilişkileriçok zayıftır. Demokratik kurumları çok zayıftır. Ve bize,bu verilerden hareketle yöneltilen, yöneltilecek olansoru şudur: Peki bu zayıflıklar ortamında, işçi sınıfı,emekçi katmanlar burjuvaziyi nasıl devirecekler?Demokrasiyi bile henüz kazanamamış olanlar,toplumsal devrimi nasıl başaracaklar? Bu soru,toplumsal devrim sürecini, bu süreç içinde demokrasiuğruna mücadele ile sermayeyi devirme mücadelesiarasındaki organik ilişkiyi anlayamamanın bir ifadesidir.

İşçi sınıfı ve emekçi katmanlar, tam da demokratik-siya-sal sorunlar temeli üzerinde başarılı bir mücadeleiçerisine girip, bu mücadele içerisinde bir siyasaleğitimden ve bilinçlenmeden geçmedikçe, zatenherhangi bir devrim yapamazlar. Yani sınıf iktidarıdeğişimi anlamında herhangi bir devrim yapamazlar.

Siz isterseniz adını demokratik devrim koyun; neticededevrim yapmak için mevcut egemen sınıfı devirmenizlazım. Kaldı ki aslında siz de pratik olarak aynı sınıfiktidarına işaret ediyorsunuz. Adını istediğiniz kadarişbirlikçi burjuvazi ya da komprador burjuvazi koyun;neticede devirmek için saptadığınız hedef, gerçekvarlığıyla, Türkiye’de tekelci sermaye iktidarındanbaşka bir şey değildir. Böyle olunca da, bize yöneltilensoruyu geri çevirip sahiplerine yöneltmek mümkündür.Eğer demokrasi mücadelesini düzen içi bir mücadeledeğil de devrim mücadelesi olarak ele alıyorsanız, budurumda, “bütün bu zayıflıklar” ortamında, mevcutegemen sınıf iktidarı sizce nasıl yıkılabilecektir?

Dolayısıyla mesele basitçe şudur: Siyasal özgürlükmücadelesini önemsemeden ve bu mücadeledemevziler kazanmadan elbette devrim mücadelesindehiçbir ciddi gelişme umamayız. Ama eğer biz siyasalözgürlük mücadelesini az-çok ciddi bir başarıylayürütürsek, bu başarının bizzat kendisi zaten egemenburjuva sınıf iktidarının devrilmesi süreciyleörtüşecektir, onunla aynı anlama gelecektir. Zira butoplumda siyasal gericiliğin kaynağı burjuvazidir vesiyasal özgürlük mücadelesinin gerçek zaferiburjuvazinin devrilmesi anlamına gelecektir. Tarihmeseleyi bizim karşımıza işte böyle çıkarmış,burjuvaziyi devirme mücadelesi olarak çıkarmış.

Deniliyor ki (ben bunu örneğin TDKP Röportajı’nda.gördüm); altyapıda her ne kadar feodalizm tümdengerilemiş, tasfiye olmuş olsa bile (eski görüşlerine kılıfgiydirirken, eski programlarını revizyondan geçirirkensöylüyorlar bunları), ‘80’li yıllara baktığımızda dinselgericiliğin güçlendiğini, bir takım başka biçimleriçerisinde toplumun Ortaçağ ideolojisine döndüğünü,bunların kuvvetlendiğini görmekteyiz... Güzel,gördünüz de, bunları güçlendirenin bizzat burjuvazininkendisi olduğunu niye görmüyorsunuz peki? Burjuvazibütün bunlardan yarar umuyor. Emperyalizminideologları Türk burjuvazisinin karşısına “ılımlı İslam”ıbir proje olarak çıkarıyorlar. Bugün tekkelerin,zaviyelerin serbest bırakılmasını, “sivil toplumkurumu” kabul edilmesini TÜSÎAD’ın dünkü başkanıCem Boyner istiyor. TÜSÎAD kökenli ve ABD destekliYeni Demokrasi Hareketi’nin temel taleplerinden biride işte buydu. Yani gericiliğin bugünkü bayraktarlığınıburjuvazi yapıyor. Şu MÜSİAD üyesi dediklerinizinhepsi birer modern burjuva gerçekte. “Asya’nınkaplanları” deniliyor bunlara. Yani Ortaçağbiçimlerinden yararlanarak, geri ideolojiden, gerideğerlerden yararlanarak, emek sömürüsünü, artı-

değer sömürüsünü daha kolay bir biçimde sürdürmeyeçalışıyorlar bunlar. Bunların dinsel gericiliğe verdikleridesteğin, Ortaçağ artığı bir kültüre gösterdikleri ilginingerisinde bu “modern” burjuva hesap var.

Toplumun ideolojisi gitgide daha çok Ortaçağtonlarına kaçıyormuş! İyi de, bu, bizzat burjuvazininideolojisinin aldığı bir biçim olarak çıkıyor karşımıza.Kaldı ki bu Türkiye’ye ya da nispeten geri İslamülkelerine özgü bir şey de değil. Bugün yeryüzündedinsel ideolojinin en gerici biçimlerde kullanıldığıülkelerin başında bizzat kapitalizmin kalesi ABD geliyor.Yani ne yaparsanız yapın, gelip aynı noktayadayanıyorsunuz. Altyapıda kapitalist ilişkiler pekişirken,üstyapıda Ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültür güçkazanıyorsa, bu bizzat 12 Eylül gibi sermayenin birfaşist bastırma hareketinin özel itkisiyle ve onundüzlediği zeminde oluyorsa, bu bütün yollarınburjuvazinin sınıf egemenliğine çıktığını, gidip oradadüğümlendiğini göstermekten başka neyi kanıtlar ki?Siyasal gericiliğin temel kaynağı odur ve tersindensiyasal özgürlüğün baş engeli odur. Siyasal özgürlüğükazanmak mı istiyorsunuz, o halde bu sınıfı yıkmakzorundasınız. Bizde siyasal özgürlük sorunu, kendibaşına bir sorun olmaktan çıkmış, sermayenin sınıfiktidarını devirme genel sorununa, yani bir sosyalistdevrime bağlanmıştır. Hepsi bu.

Ama sorunu mesela ÖDP tarzında formüleederseniz, bunun liberal anlamda belli bir iç mantıksaltutarlılığı olur. Önce burjuva toplumu kendi içinde tamolarak demokratikleştirelim; yani bir burjuva sınıfiktidarını devirmek yerine, toplumun özellikle ortasınıflarına da dayanmasını bilerek, burjuvaziyle deuzlaşma kanalları arayarak, bu toplumda demokratikilişkileri, demokratik değerleri, demokratik kurumlarıönce bir geliştirelim. Toplum bunları biraz alsın,edinsin, hazmetsin; bu arada işçi sınıfı da bu tamdemokratikleşmiş toplum okulunda bir güzel okusun,eğitimden geçsin... Sonra bu demokratikleşmiş toplumzemininde, çağdaş ilişkiler ortamında, burjuvaziyle debir hesaplaşmamız varsa, bunu da bir biçimde birsonuca bağlarız. (Geçenlerde bu çizginin bizdeki fikirbabalarından biri olan M. Belge’yi bir programdaseyrettim, anlattığı şey kabaca buydu, O kadar damantıksal bir çerçevede anlatıyordu ki!..)

Tarihsel olarak böyle bir düşünce tarzının temeli devar zaten. Lenin’in demokrasi sorununda Kautskizmilgili tanımından daha önce söz etmiştim. Ne diyorLenin? Kautskicilerin bütün bu demokratik istemleribir bir formüle etmesi yanlış değildir. Yanlış olan,

Page 20: Kızıl Bayrak 2013 40

Mısır Sosyal Dayanışma Bakanı Ahmed El-Borai,yaptığı açıklamada, Müslüman Kardeşler (İhvan)Hareketi’nin resmen dağıtıldığını ilan etti. Kararın Mısıryasalarına uygun bir şekilde alındığını savunan El-Borai, ilgili mahkemenin, İhvanın sivil toplum örgütüvasıflarını yitirdiğine dair kararını buna dayanakgösterdi.

Açıklanan mahkeme kararı; İhvan hareketininşiddete başvurduğu, binalarında silah bulundurduğu,harekete mensup militanların sivillere ateş açarak 9kişiyi öldürdüğü, 51 kişiyi ise yaraladığı iddialarınadayandırıldı.

Bu karara dayanan Sosyal Dayanışma Bakanlığı’nınİhvan hareketini dağıtma kararı, resmen yürürlüğegirmiş oldu.

Karara tepki gösteren İhvan şefleri, haklarınıkorumak için tüm yasal imkanların değerlendirileceğinisöylediler. Haksızlığa maruz kaldıklarını savunan İhvanşefleri, kararın hukuki değil siyasi olduğunu iddiaettiler.

İhvan hareketinin dağıtılmasının, Özgürlük veAdalet Partisi’nin (ÖAP) yasaklanmasına dayanakyapılabileceği de bildiriliyor. Zira bu parti doğrudanİhvan tarafından kurulmuştu, bundan dolayıyasaklanması ihtimal dahilindedir.

Geniş yankı uyandıran kararı, İhvanın siyasalarenadan silinmesi olarak değerlendirenler olduğugibi, hareketin illegal kanadını güçlendireceği ve şiddeteylemlerini yoğunlaştıracağını savunanlar da var.

Görünen o ki, dinci hareketi dağıtma kararı, Pazargünü gerçekleştirilen “Ekim Zaferi” kutlamalarındayaşanan olaylar ve son günlerde El Kaide uzantılarınınSina ve çevresindeki saldırıları yoğunlaştırmalarıüzerine alındı.

Onlarca kişinin ölümüne, yüzlerce kişininyaralanmasına yol açan çatışmaları tetikleyenİhvancıların Pazar günü Tahrir Meydanı’nı ele geçirmegirişimini, geçici yönetim, bir meydan okuma olarakalgıladı. İhvan müttefiki kabul edilen El Kaideuzantılarının, son üç günde yoğunlaştırdıklarısaldırılarda ölen veya yaralanan askerlerin sayısı ise,100’e yaklaştı.

İki cepheden gündeme gelen bu meydan

okumalara sert tepki gösteren geçici yönetim hemSina’da devam eden askeri operasyonları yoğunlaştırdıhem İhvanı dağıtma kararını resmileştirdi. Son aylardahalkın önemli bir kesiminin İhvan hareketine tepkiliolması, geçici yönetimin İhvana karşı sert önlemleralmasında önemli bir rol oynamıştır.

Mısır’da egemenler arası çatışmanın yeni bir boyutkazanması anlamına gelen bu hamle ile İhvan, legalmevzilerinin bir kısmından mahrum kalacaktır. Bir güçolarak, burjuva siyasal arenada varlığını devam ettirsede, hem prestij kaybetmesi hem kitle desteğinin kaydadeğer bir şekilde zayıflaması, İhvan’ın Mısır’dakietkisini zayıflatacaktır.

Bazı İhvan şeflerinin son dönemde ısrarla ahmakçaadımlar atmaya devam etmeleri ve bunun hem güçhem mevzi kaybına yol açması, harekette yeni birparçalanma ihtimalini güçlendirmiş görünüyor. Olasıbir parçalanmada radikal eğilimde olan kesimin, ElKaide uzantılarına daha da yakınlaşma ihtimaliyüksektir.

Sina’da çatışmalar devam ederken İhvana karşıalınan önlemlerin sertleştirilmesi, Mısır’ın da Suriyeveya Irak’takine benzer bir çatışma alanınadönüştürülebileceği yorumlarına yol açıyor. Sina’dakiçatışmaların belli bölgelere yayılması ihtimal dahilindeolsa da, Suriye veya Irak benzeri bir durumun Mısır’dayaşanması pek olası değil. Zira Mısır’da halkın büyükbir çoğunluğunun İhvan ve El Kaide karşıtlığı nettir vebu tür eylemlere destek verebilecek Mısırlıların sayısıçok azdır.

Bu arada İhvan hareketinin dağıtılması yönündealınan karara ilk tepkinin Washington’dan gelmesişaşırtıcı olmadı. İsim vermemek kaydıyla haberajanslarına konuşan Amerikalı yetkililer, ABD BaşkanıBarack Obama’nın yakın zamanda, Mısır’a yönelikaskeri yardımlarda yüz milyonlarca dolar kesinti planıaçıklayacağını belirtiyorlar.

Obama yönetiminin böyle bir adım atması, buyardımdan nemalanan ordunun üst düzey komutakademelerinde rahatsızlık yaratsa da, Mısır halkınınbunu sevinçle karşılayacağını söylemek mümkün. ZiraMısır halkı arasında anti-Amerikancılık, tarihinin enyüksek noktasında bulunuyor.

Müslüman Kardeşlerhareketi resmen dağıtıldı

Kautskicilerin bunları barışçıl ve demokratik birkapitalizm hedefi çerçevesinde fomüle ediyorolmasıdır. Biz ise bunları toplumsal devrim hedefiçerçevesinde formüle etmeli ve ona bağlamalıyız.Oysa, diyor, bizim darkafalı emperyalistekonomistlerimiz, Kautsky’nin bu taleplere verdiğiönemden kalkarak bu talepleri küçümsemek ya dareddetmek yoluna gidiyorlar. Bu talepleregöstermemiz gereken ilgiyi oportünizme verilmiş birtaviz sayıyorlar. Lenin, siz bu kafayla oportünizmisadece güçlendirmiş olursunuz, diyor. Çünküdemokratik siyasal istemler yığınlar için ekmek, su vehava gibidir. Bunlara gerekli ilgiyi göstermediniz miyığınlara da ulaşamazsınız; onları politik bir eğitimdengeçiremezsiniz, yarının iktidar mücadelesinehazırlayamazsınız, dolayısıyla toplumu devrimci birtarzda dönüştürme mücadelesinde hiçbir sonucaulaşamazsınız.

ÖDP’nin koyduğunun bir mantığı var dedim.Gelinen yerde yaşam pek ara biçimlere yaşam hakkıtanımadığı için, TDKP’nin mantığı zaten gelip ÖDPmantığı ile çakıştı. Emek gazetesi durmadan“demokratik devlet” sloganı atıyor. “Demokratikdevlet”, gerçekte mevcut devletindemokratikleştirilmesinden başka birşey değildir. Yaniaslında ÖDP’nin demokratikleşme dediği şeyinkendisinden başka bir şey değil. Durmadan“demokratik devlet” diyor, bunu öne çıkarıyor. Önce“demokratik devlet” demişlerdi, sonra bunu“demokratik Türkiye”ye çevirdiler. Şimdi bakıyorum,daha soğukkanlı bir biçimde, temel hedefi“demokratik devlet” olarak tanımlıyorlar. “Demokratikanayasa”, “demokratik ordu” diyorlar. Son derecemantıklı! TDKP çizgisinin yaşadığı evrime baktığımızzaman, samimilerse eğer, sorunu açıkça böylekoymaları gerekiyor. Ama bu, demokrasinin liberalprogramı dediğimiz şeyin ta kendisidir.

Demokrasi sorununda marksist devrimci tutumuve programı başından beri EKİM temsil ediyor. Bir debildiğiniz gibi ara bir konum ve tutum var. Tam da oküçük-burjuva ara sınıf konumuna denk düşen vebizim geleneksel devrimci akımlar ya da küçük-burjuvadevrimci demokrat akımlar dediğimiz akımların temsilettiği tutum. Onlar bu meseleyi düzen içi bir reformmücadelesi olarak ele almayı reddediyorlar. Bumeseleyi devrimci bir tarzda çözmek istiyorlar. Amayazık ki bu meselenin devrimci çözümünün ne anlamageldiğini kavramak yeteneğini de bir türlügösteremiyorlar. Bu da bir gerçek. Bu kavrayışsızlık hiçde yalnızca basit teorik yanılgıdan gelmiyor. Sontahlilde, oturdukları sosyal zeminin, taşıdıkları sınıfsalkimliğin yarattığı bir bakış sınırlılığı var burada.

Dipnotlar* ”Emperyalizmde bütün demokratik istemler,

siyasal bakımdan elde edilmelerinin zor oluşu ya da bir

dizi devrimlere başvurmaksızın elde edilemeyişleri

anlamında ‘erişilemez’ istemlerdir.” (Marksizmin Bir

Karikatürü..., Sol Yay., 1. baskı, s.45 -Red)* “Genel olarak kapitalizm ve özel olarak

emperyalizm, demokrasiyi bir hayal haline getirir -

ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik

esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır,

emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıyla demokrasi için

yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir.”

(Marksizmin Bir Karikatürü ... , s.23 -Red.)

(Program Sorunları Üzerine Konferanslar,Demokrasi ve Devrim, I. Bölüm, s. 42-59 / H. Fırat)

Page 21: Kızıl Bayrak 2013 40

Anti-faşist Rap şarkıcısı Pavlos Fissas’ın Altın Şafakadlı ırkçı-faşist çete tarafından katledilmesininardından başta Yunanistan’da olmak üzere, Avrupa’dayoğun bir tartışma başladı.

Altın Şafak adlı cinayet örgütü çoktandırYunanistan siyasal yaşamının bir gerçeğidir. Hem dekanlı saldırı ve cinayetlerle adını duyuralı çok oldu. Bukanlı cinayet örgütü bugüne dek ondan fazla ilerici,devrimci ve göçmeni katletmiştir. Tehdit ve şantajabaşvurmak, özellikle göçmenlere dönükprovokasyonlar tertiplemek, haraç toplamak, halkpazarlarında ve işlek meydanlarda, hem degüpegündüz terör estirmek bu çetenin herkesçebilinen diğer icraatlarıdır. Bir televizyon programısırasında, bir KKE milletvekilinin, bu cinayet örgütünemensup bir milletvekilince tokatlanması ise, en çokakılda kalan icraat olmuştur.

Son birkaç yıl içinde peş peşe yaşanan tüm bugelişmeler, hiç kuşku yok ki, şu sıralar işbaşında olanAntonois Samaras ve onun başkanlığındaki sermayehükümeti tarafından bilinmekteydi. Zira, Altın Şafakadeta krizle birlikte tüm Yunanistan’da cirit atıyor, herdefasında bir yerde dehşet verici bir saldırının altınaimza atıyordu. Bunların hepsi Yunanistan işçi, emekçi,ilerici, anti-faşist ve devrimci güçlerinin anında ortayakoydukları tepkilerle, önce kamuoyunun, ardından daparlamentonun gündemine taşınıyordu. İbret vericiolan şudur ki, Samaras ve başkanlığındaki hükümettüm bu gelişmeler karşısında her defasında kör, sağırve dilsizleri oynadı. Ya da hiçbir inandırıcılığı olmayan,bu kanlı cinayet örgütüne dönük hiçbir yaptırımiçermeyen, ikiyüzlü açıklamalar yaparak yasak savmayoluna başvurdu.

Samaras ve hükümeti ne hikmetse (!) anti-faşistsanatçı Pavlos’un katledilmesinin ardından birden biredemokrat kesildi. Altın Şafak adlı ırkçı-faşist örgütü,‘’kriminal bir örgüt’’ olarak ilan etti. Bununla dakalmadı, Yunanistan’ın Atina ve Selanik başta olmaküzere pek çok kentinde, bu cinayet çetesine ait ev vebürolarına yönelik baskınlar düzenledi, aralarında buörgüte mensup milletvekili ve üst düzey yöneticinin deiçinde olduğu çok sayıda kişiyi tutuklattı. Şimdi sırada,bu çeteye dönük kapatmayı da kapsayan yasaldüzenlemeler var.

Başta Alman burjuvazisi ve medyası olmak üzere,Avrupa’nın tüm burjuva politik çevreleri heyecanlaSamaras’ı ‘’Demokrasi kahramanı, anti-faşist lider’’ilan ettiler. Hükümetine övgüler yağdırdılar.

Yunanistan: Anti-faşist mücadele geleneğiningüçlü olduğu bir toprak...

Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve faşizmin kaynağıkapitalizmdir. Tümü de, kapitalizmin batağında ürerler,gelişir ve büyürler. Kriz koşulları ise, onların üremesi,gelişmesi ve büyümesi için ek imkanlar yaratır.Çoğalması ve yayılmasını hızlandırır. Nerede kriz varsa,sömürü daha katmerli hale geliyor, baskılar artıyor,işsizlik çığ gibi büyüyorsa, açlık bir büyük afet haline

gelip sefalet derinleşiyorsa, yığınlar tam birumutsuzluk ve çaresizliğe mahkum edilmişse, buinsanlık düşmanı melanetler, ırkçı-faşist akımlar hızlaortaya çıkarlar. Hiç kuşkusuz, burada dile getirilenlerintümü olduğu gibi Altın Şafak çetesi için de geçerlidir.

Öte yandan, insanlık düşmanı ırkçı-faşistdüşüncelerin bir devlet politikası haline gelmesi de buaynı döneme tekabül eder. Nitekim, günümüzde,ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kapitalist Almandevletinin ve hükümetlerinin temel bir politikasıdır.Irkçı-faşist düşünce, eylem ve örgütlenmeler bu devletve hükümetlerce müsamaha görmekte, desteklenip,gelişmeleri için ortam hazırlanmaktadır. Bırakalımyasaklanmayı, faşist düşüncenin yayılması, eylemlerinengelsizce gerçekleşmesi, faşist parti ve örgütleringüçlenmesi, parlamentolarda boy göstermesi için hertürlü kolaylık sağlanmaktadır. Gitgidemeşrulaştırılmaktadırlar. Ve elbette ki, tüm bunlar‘’demokrasi ve özgürlükler’’ yalanı ile yapılmaktadır.

Bu aynı politikaları bugüne dek Antonis Samaras’dasavunmuştur ve burada sıralanan icraatlar onun daicraatlarıdır. Kaldı ki, başka bir şansı dabulunmamaktadır. O, sermayenin temsilcisidir, onunhükümeti de sermaye hükümetidir. İMF, AB ve AMBüçlüsünün önüne koyduğu, Yunanistan işçi veemekçilerinin yaşamını çekilmez hale getiren sosyalyıkım paketlerini uygulayan, işbirlikçi bir teknokratlarhükümetidir. Ve elbette ki, Samaras bir demokrat dadeğildir. Krizin derinleşmesiyle paralel biçimde polisdevleti uygulamalarına hız kazandıran, demokratik hakve özgürlükleri habire budayan, emrindeki polissürülerini işçi ve emekçilerin grev ve gösterilerininüzerine salan, çıkardığı insanlık düşmanı yasalaradayanarak göçmenleri sınır dışı eden gerici birhükümettir.

Samaras’ın ve başında olduğu teknokratlarhükümetinin Altın Şafak ırkçı-faşist örgütü ile detemelde bir sorunu yoktur. Tam tersine o dahizmetinde olduğu sınıfın, yani burjuvazinin çıkarlarınıgözetmekte ve buna göre davranmaktadır.Burjuvazinin dönemsel politikaları ve bunun ifadesiolan yönelimler onun da yönelimleridir. Samaras vehükümeti de, Altın Şafak’ı, yarının devrimci sınıf

mücadelelerine karşı hazırlanan bir dalgakıran olarakgörmüş ve bugüne dek bu nedenle onadokunmamıştır. Öte yandan, Altın Şafak’ın da temeldeSamaras ve hükümetiyle bir sorunu yoktur. Nitekimonun tüm temel politikalarını ve icraatlarınıdesteklemiştir.

Samaras’ı düne kadar dokunmadığı Altın Şafak adlıırkçı-faşist örgütü ‘’kriminal bir örgüt’’ olaraknitelemeye iten; Yunanistan işçi ve emekçilerinin, anti-faşist ve devrimci güçlerinin anti-faşist Rap şarkıcısıPavlos’a sahip çıkmaları, hesap sorma ruhu ile Atina veSelanik gibi büyük kentler başta gelmek üzere tümkentlerde on binler halinde sokağa çıkmaları vegösterilerle cinayetin peşini bırakmamalarıdır.

Yunanistan anti-faşist mücadele geleneğinin çokgüçlü olduğu bir ülkedir. Bunu kendi işbirlikçiburjuvazisi zaten bilmektedir. Bunu en çok bilengüçlerden biri de Alman burjuvazisidir. Irkçılık vefaşizm, Yunanistan işçi ve emekçilerine, ilerici, anti-faşist ve devrimcilerine her zaman otomatik olaraksavaş suçlusu Alman burjuvazisini, Hitler’i ve II. Dünyasavaşı sırasındaki Alman işgalini, Hitler faşizminin sınırtanımaz vahşetini, akıl almaz işkencelerin yapıldığıHaydari Kampı’nı hatırlatmaktadır. Altın Şafak’ınşahsında Hitler’i ve insanlığa büyük acılar yaşatanvahşeti göstermektedir. Yunanistan, işçi veemekçilerinin İMF, AB ve AMB üçlüsüne karşıdinmeyen tepkileri ve gitgide artan öfkelerinin nedenide budur. Samaras’ın Altın Şafak denen ırkçı-faşistörgütü boy hedefi haline getirmesinin nedeni, ardıarkası kesilmeyen anti-faşist tepkiler, ama en çok daYunanistan halkının güçlü anti-faşist mücadelegeleneğidir. Böyle davranması için ona bu aklı Almanburjuvazisi vermiştir. Alman tekelci devleti ve kapitalisthükümeti kanlı geçmişlerinin yeniden hatırlanmasınıistememektedir. Altın Şafak’ın hedef tahtasınaçakılmasını sağlayarak prim toplamaya çalışmaktadır.Ama boşuna!

Faşizm yakın bir tehlikedir ve‘’Altın Şafak’’ her yerdedir!

En iğrenç türünden bir ırkçılık ve yabancı

“Altın Şafak” veAlman burjuvazisinin ikiyüzlülüğü...

Page 22: Kızıl Bayrak 2013 40

ABD’de geçen hafta patlak veren siyasi krizdendolayı federal hükümet tatil edilmiş, 800 bin çalışanzorla ücretsiz izne çıkartılmıştı. Hükümetin kepenkkapatmasına neden olan siyasi kriz henüzaşılmamışken, ufukta ekonomik kriz riski de göründü.

Dünyanın en borçlu ekonomisine dayananemperyalist ABD rejimi, kapitalist dünya sisteminietkileyecek ekonomik bir kriz riski ile karşı karşıyabulunuyor. ABD’nin 16,7 trilyon dolarlık maksimumborçlanma sınırının, en geç 17 Ekim’de yükseltilmesigerekiyor, ancak siyasal krizden dolayı borç tavanınıyükseltme kararının alınması kolay görünmüyor.

Gerileme sürecinde bulunan ABD’de egemenklikler arası çatışma, henüz aşılamayan hükümet kriziniyaratmışken, Kongre’nin borç tavanını yükseltmekonusunda anlaşması zor görünüyor. Kongre’ninanlaşamaması durumunda ise ABD hükümeti,tarihinde ilk kez borçlarını ödeyememe tehlikesiylekarşı karşıya kalacak. Eski borçları yeni borçlarlakapatan ABD hükümeti, borç tavanınınyükseltilememesi durumunda, yeni borçlaralamayacak ve alacaklıları oyalamaya başlayacak. Buise, başta ABD olmak üzere, kapitalist dünya sisteminikrize sürükleyebilecek bir riskin ortaya çıkmasıanlamına geliyor.

Tehlikenin büyüklüğü konusunda uyaran ekonomiuzmanları, ABD’nin borç ödeyemez durumadüşmesinin, 2008 yılındaki mali krizden çok daha kötübir kriz anlamına geleceğini belirtiyorlar.

ABD’de hükümete kepenk kapattıran siyasi krizeekonomik krizin de eklenmesinin yıkıcı sonuçlaryaratacağını sistemin efendileri de biliyor elbet.Bundan dolayı Barack Obama yönetimi, geçici çözüm

arayışına girdi. Ufukta görünen kriz tehlikesiyle ilgili açıklama

yapan Obama’nın üst düzey ekonomi danışmanı GeneSperling, uzun vadeli bir çözüm istediklerini, ancakbuna Kongre’nin karar vereceğini söyledi. Obama’nındanışmanı, uzun vadeli bir çözüme ulaşılamamasıdurumunda, iki-üç haftalık zaman kazandıracak geçicibir çözümü de kabul edeceklerini söyledi.

ABD’de beliren ekonomik kriz riskinin yansımalarışimdiden görülmeye başladı. ABD ve AB’de borsalardadüşüş yaşanırken, elinde büyük miktarda Amerikanhazine bonoları bulunan Çin, Obama yönetimini,borçlarına sadık kalması gerektiği konusunda uyardı.

Amerikan hükümetinden krizi engelleyecek ve Çinyatırımlarını güvence altına alacak adımlar atmasınıtalep eden Çin Maliye Bakan Yardımcısı Zhu Guangyao,umutlarının Amerika’nın tarihten ders aldığı yönündeolduğunu belirtti.

ABD’nin karşı karşıya bulunduğu ekonomik kriz riskisadece Çin’i değil, kapitalist/emperyalist sisteminefendilerini de diken üstünde bırakıyor. Zira ABD’depatlak verecek bu çapta bir krizin “domino etkisi”yaratma ihtimali çok yüksektir.

Krizin patlak vermesi hem ABD hem kapitalistdünya sistemini derin bir açmazla karşı karşıyabırakacak, bundan dolayı Amerikan tekelleri, borçtavanının yükseltilmesini isteyecektir. Ancak bu krizşimdilik atlatılsa bile, sorunun bu boyuta varması,kapitalist/emperyalist sistemin en büyük ekonomisininnasıl da kırılgan olduğunu ve her an kriz batağınayuvarlanabileceğini somut olarak gözler önünesermiştir.

ABD’de kriz derinleşiyor…düşmanlığı, günümüz Avrupa’sının en önemligerçeklerinden biridir. Düne kadar demokrasinin,insan hak ve özgürlüklerinin kalesi bir kıta olaraksunulan Avrupa, bugün ırkçılığın ve yabancıdüşmanlığının kol gezdiği bir kıta haline gelmiştir. Bu,en çok Altın Şafak adlı faşist çeteyi hedef tahtasıyaptığı için Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras’ın‘’demokrasi kahramanı anti-faşist lider’’ ilan edildiğiAlmanya için geçerlidir. Yani ırkçılık ve yabancıdüşmanlığı tümünün gerçeğidir ve Altın Şafak heryerdedir.

Irkçılık tüm Avrupa’da adeta yükselen bir değerdir.Her yerde bir devlet politikası olarak uygulanmaktadır.Tüm ülkelerde faşist parti ve akımlar gelişipgüçlenmektedir. Almanya, Fransa, Hollanda,Avusturya, İsveç, İsviçre, Yunanistan her yerde ırkçı-faşist partiler serbestçe seçimlere katılmakta, hergeçen yıl artan oranda yüksek oylar almaktadırlar.Hemen tüm ülkelerin parlamentolarında temsiledilmektedirler. Almanya’da NPD ve neo-naziler,Yunanistan’da Altın Şafak son dönemlerde adı en çokduyulanlarıdır. Şimdilerde, Macaristan’daki ırkçı-faşistcinayet örgütünün kanlı icraatları da konuşulmaktadır.Benzer parti ve örgütler değişik isimlerle adı geçenülkelerde de faaliyet yürütmektedirler.

Kısacası, Altın Şafak’lar ve neo-naziler her yerdedir.Ve nihayet, Avrupa’da faşizm sadece bir tehdit değil,giderek büyüyen bir tehlikedir. Faşizm kimilerininsandığı ya da kasıtlı olarak gösterdikleri gibi, üç-beşruhi dengesi bozuk çeteden ibaret olmayıp, sözdeburjuva demokrasisi ile yönetilen devletlerin, zamanıgeldiğinde başvurdukları bir yönetim biçimidir. Habireırkçı ve yabancı düşmanı yasalar çıkarmak, bunadayanarak kitlesel biçimde göçmenlere dönük sınırdışı etme uygulamalarına başvurmak hepsinin ortakicraatıdır. Yunanistan sınırlarında yaşamını yitirençaresiz insanların katliamı, kapitalist Avrupadevletlerinin ve en çok da Alman devletinin ortakeseridir. Kimi aymaz solcularca bile hala demokrasininteminatı olarak propaganda edilen AB’nin utancıdır.

Alman tekelci devletinin Altın Şafak konusundakitutumuna gelince, bunun da hiçbir inandırıcılığıbulunmamaktadır. Alman politik çevrelerinin veaşağılık kirli medyasının başlarda asrın davası olaraksunduğu, gerçekte ise, bir tiyatrodan ibaret olan NSU-Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü adlı neo-Nazi davasıtek başına buna yeterli kanıttır. Alman devleti bu davaşahsında suçüstü yakalanmıştır. NSU’un tüm kanlıicraatlarının gerisinde polisi, Anayasa KorumaTeşkilatı, mahkemeleri, asker ve sivil istihbaratörgütleri, partileri ve parlamentosu ile Alman devletivardır.

Alman politik çevreleri ve medyasının Samaras’ınAltın Şafak konusundaki tutumuna dönük destekleritam bir ikiyüzlülükten ibarettir. Zira, Yunanistan işçi veemekçilerine ikide bir yıkım dayatan, Altın Şafak gibiinsanlık düşmanı çetelerin alasını, yani neo-Naziçeteleri besleyen, kanlı icraatlarını rahatçagerçekleştirsinler diye onlara her türlü kolaylığısağlayan bir devletten işçi ve emekçilerin yararına biricraat beklenemez.

Faşizm günümüzde yeniden bir büyük tehlikehaline gelmektedir. İnsanlığa geçmiştekinden dahabüyük acılar yaşatacak bu saldırganlığa karşı mücadeleyaşamsaldır. Faşizmin kaynağı kapitalizmdir.Dolayısıyla, bu mücadele anti-kapitalist bir temelde vedevrimci sınıf mücadelesi halinde yürütülmelidir. İşçisınıfı faşizme karşı burjuva demokrasisi için değil,sosyalizm için dövüşmelidir. Avrupa ve Alman işçi

Page 23: Kızıl Bayrak 2013 40

Tüm savaşlarda olduğu gibi Suriye’de yaşanangerici savaş da en başta işçileri ve emekçileri vuruyor.Savaşın yaşandığı bölgelerde yaşayan emekçi bir aileyemensup kadın ya da çocuksanız savaşın ağırlığıüzerinize birkaç kat daha fazla yükleniyor. Bu durumSuriyeli yüz binlerce ailenin yaşadığı bir trajedi.Patlayan bombalar, şarapneller, ardından işkence,esaret veya tecavüz için hedef en başta emekçiler,kadınlar ve çocuklar oluyor. Bu yüzden yüz binlerceinsan Suriye’den kaçıyor ve başta Türkiye, Ürdün veLübnan olmak üzere komşu ülkelerde mülteci konumadüşüyor.

Suriye ve dışına çıkmış emekçilerin hayat şartları veyaşadıkları trajedi birçok habere konu oldu. Ancak budurumun kaynağına yönelik çok da fazla şeysöylenmedi ya da söylenenler mümkün olabildiğikadarıyla sümenaltı edildi. Suriyeli mültecilerin ya dasavaşın acısını çekmiş milyonların bu durumadüşmesindeki en büyük sorumlulardan birisi de hiçkuşkusuz işbirlikçi sermaye devleti ve onun icraatçısıolan AKP iktidarıdır. Zira savaşın kışkırtılmasındanbugüne, bu ateşi körükleyen ve bunun sonucundaortaya çıkan mülteci sorununu birçok yönüylesuistimal eden başlıca güç AKP oldu.

Gerici AKP iktidarının yağma savaşının başlıcataraflarından birisi olması, onu ve temsil ettiği devleti,ortaya çıkan yıkım tablosunun birincil sorumlusuhaline getirmiştir. Bu yıkım tablosunun önemli birboyutunu da mülteci meselesi oluşturuyor. “Yeni-Osmanlı” ve onun sultanı Tayyip Erdoğan hatırlanacağıgibi Suriye’de gösterilerin başlamasından sonra,“kardeşi Esad”ın zulmüne karşı mazlumların sözcülüğürolüne soyunuyordu. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi hala daaynı dili kullanmaya devam ediyorlar. Ancak aradangeçen iki yılı aşkın sürede dillerden düşmeyenmazlumlar, şu an İstanbul’un birçok semtinde, kışasokaklarda giriyorlar. On binlerce Suriyeli parklardabarınmaya çalışıyor, mevcut ücretlerin katbekat altındaucuz iş gücü olarak kullanılıyor, dileniyor ve fuhuşasürükleniyor. Demek ki Erdoğan’ın bahsettiğimazlumlar başka insanlar ve başka gruplardanoluşuyor.

Mülteci akını Türkiye topraklarına ilk gelmeyebaşladığında, Erdoğan ve sözcüleri mültecilerekapılarının açık olduğunu söylediler. Ancak bunun bazısınırları olduğunu kamuoyu daha sonra öğrenmekzorunda kaldı. Suriyeli tanımı onların mazlumedebiyatına sığmıyordu. Eğer ki gelenler Alevi yahutKürt Suriyeliler ise farklı muamelelere tabi olacaklardı.Gaziantep’teki mülteci kampına sığınan Alevi kökenliSuriyeliler, kampta ancak bir gün barınabildiler. Devletve çete baskıları sonucu herkesten korkar bir haldekamptan ayrılmak zorunda kaldılar. Bir kısmınaİstanbul’da Gazi Cemevi sahip çıktı ve sığınmacılarburada dahi devlet destekli tehditlere maruz kaldılar.Başka bir örnek de mülteciler üzerine olmasa da,Suriye sınırlarında bulunan abluka sebebiyle insaniihtiyaçlarını karşılayamayan Rojava halkı ile ilgiliverilebilir. İki yıldır, silahlı çeteler Rojava sınırınıistedikleri gibi kullanabiliyor. Ancak birçok özveri ile

toplanan ve Rojava halkına gönderilen gıda ve tıbbiürünler sınırda kolluk kuvvetleri tarafındandurduruluyor ve geçişlerine izin verilmiyor. Sınırkapıları, ÖSO ve El Nusra çetelerinin ellerinde ikenaçık, çetelerin hakimiyeti düştükten sonra isekapatılıyor.

Erdoğan’ın “mazlumlar” olarak ifade ettiği ve buçerçevede yardım sunduğu gruplar, silahlı çetelerdir.Çünkü devlet sıradan, emekçi Suriyeliler’in sağlıkdurumları ile ilgilenmiyor. Suriyeli mülteciler, salgınhastalıklar, soğuk hava ve açlık ile boğuşuyor. Ama sırayaralı bir çete mensubuna geldiğinde ise ambulanslarhızla harekete geçiyor, tüm imkanlar seferberedilebiliyor. Barınma sorunu ya da parasal sıkıntılar dabu çete mensupları için geçerli değil. Silah ve lojistikdestek bu “mazlumlara” her daim sunuluyor.Mültecilerin ise büyük çoğunluğu sokaklarda,parklarda aç kalıyorlar.

AKP iktidarı sürecin ilk yılında mülteci sorununu birçeşit savaş bahanesi olarak kullanmaya çalıştı. AncakAnkara’daki işbirlikçi takımın tasmaları Washington’datutulduğu için aylar boyunca tükürdüklerini dahasonra yalamak zorunda kaldılar. Mülteci sayısı 100 biniaşınca tampon bölge kuracaklarını söyleyenler,emperyalist efendilerinden buna yönelik olumsuzişaret alınca bu sayıyı arttırmak zorunda kaldılar.Görüldüğü gibi mülteciler sorununa yaklaşım sürecinen başından beri bir suistimal malzemesi olarakkullanıldı. Amaç elbette ki mültecilerin düştüğü durumdeğil, bunu bahane ederek, Suriye topraklarınagirmeyi meşrulaştırmaya çalışmaktı. Böylece kurulacaktampon bölge ile hem silahlı çetelere güvenli bir bölgeyaratılacak ve savaş derinleştirilecek, hem de Rojavahalkının özgürlük atılımı boğulmaya çalışılacaktı.Evdeki hesap çarşıya uymadı. Esip gürlemelerin içi boşçıktı. Akan gözyaşlarının timsah gözyaşı olduğutescillenmiş oldu.

Şu anda Türkiye topraklarındaki mülteci sayısıyüzbinlerle ifade ediliyor. Resmi bir kaynağın ifadesinegöre Türkiye topraklarında 800 bin sığınmacı var ve600 bini kamplarda değil. Kamplardaki Suriyeli’lerin debirçoğu temel insani ihtiyaçlarını karşılayabilmektenuzaklar. Geçtiğimiz günlerde İHD ve Uluslararası İnsan

Hakları Federasyonu, Rojava sınırında bir kampçevresinde gözlem yaptılar. Heyette bulunan YusufAlataş, “Kampların içini gezemedik. Kampların dışında,kamplara kabul edilmemiş veya girememiş, kamplarınkapılarında kalan insanlar var, sınır kapılarındalar. Sonderece perişan, her türlü insani koşullardan uzakaileler gördük” diyor. Alataş’ın devam eden açıklaması,Türk devleti ve AKP’nin mülteci sorununa bakışınınküçük bir resmini gösteriyor: “Sınırdan geçiş sırasındabazı insanlara kötü muamele yapıldığı, çoğunundövülerek Suriye tarafına gönderildiği yönündeşikayetler var.” Geçtiğimiz Mart ayında da 500civarında Suriyeli savaştan kaçarken aç ve bitap birhalde Türk askerleri tarafından şiddete maruz kalıpTürkiye topraklarına sokulmamıştı.

Sokaklarda, parklarda yaşamak zorunda kalanlarise simsarların eline düşebiliyor. Irkçı, yabancı düşmanıyaklaşımlara maruz kalan Suriyelileri patronlar ucuzişgücü olarak kullandıkları gibi evlerini de fahişfiyatlara kiralıyorlar. Devlet örtülü ödeneklerden silahlıçetelere para akıtırken, asıl mültecileri görmezdengeliyor ve onları ölüme terk ediyor.

AKP daha önce propaganda malzemesi olarakkullandığı Suriyeli mülteciler sorununu şimdilerde pekdillendirmiyor. Aç ve açıkta kalan yüz binlerce insangörmezlikten geliniyor. Zira sermaye iktidarınınkörüklediği savaşın acı bir sonucu olan mültecilersorunun başlıca sorumlusu gerici AKP iktidardır.

Gelinen yerde savaştan ve gerici çetelerdenkaçmak zorunda kalan Suriyeliler ölüm yerine sıtmayarazı edilmek isteniyor. Mülteci sorununda devlet veAKP’nin ikiyüzlü politikası her yerde teşhir edilmeli,Suriyeli emekçilere yönelik düşmanca ve ırkçıönyargılara karşı mücadele edilmeli, emekçilerinenternasyonal dayanışması doğrultusunda çalışmalaryapılmalıdır. Suriyeli emekçiler, tüm yaşananlarınyanında dinci-gerici propagandanın da hedefi halinegeliyorlar. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığısıkıntıları bugün Suriyeli emekçiler ve mülteciler enderinden yaşamaktadırlar. Sistemin yarattığı ırkçılık veher türden milliyetçi önyargılara karşı kararlı birmücadele halkların kardeşliğinin yolunu açacaktır.

AKP’nin ikiyüzlü mülteci politikası

Page 24: Kızıl Bayrak 2013 40

Üniversitelerin açılmasının üzerinden bir aya yakınbir süre geçti. Açılışların politik tablosu hem öncesindegelişen süreçlerin bir sonucuydu, hem de döneminnasıl geçeceğinin bir göstergesi oldu.

Haziran Direnişi ile birlikte gençliğin direnişegeçtiği, barikatlarda geleceğine sahip çıktığı, ölümügöze alıp barikatlar kurduğu, örgütlenme ihtiyacını enyakıcı şekilde hissettiği bir dönemde açıldıüniversiteler. Açılış süreçleri, direniş ruhunun halencanlı olduğunu sayısız örneklerle gösterdi. Düzenin,Haziran Direnişi öncesinde tırmanış içinde olanpervasız saldırganlığı, üniversitelerin açılmasıylaberaber sistematik bir hal aldı. Bu durum, baskıpolitikalarının tüm dönem boyunca ağırlaşarak devamedeceğinin somut göstergesidir.

Gençlik direnişe geçti,AKP ‘Eylül Sendromu’na tutuldu...

Üniversitelerin açılmasıyla birlikte “GençlikDirenişe!” çağrımızın boşa gitmeyeceği de ortaya çıktı.Gençlik kitleleri, düzenin “Eylül Sendromu”nu gerçekkılacak adımlar atmaya başladı. Bunlar elbette ki ilkküçük adımlardır. Ancak büyüme potansiyeli olanadımlar olduğu da ortada.

Her daim gençliğin dinamizminden, devrimcipotansiyelinden korkan düzen güçlerinin bu korkuları,özellikle Haziran Direnişi’nin ardından daha da arttı.Gençliğin geleceği temsil ettiği bilinci AKP’yikorkutmaya, korktukça da saldırganlaştırmaya devametti. Önce Eylül Sendromu’na tutulan, üniversitelerinaçılışından korkarak bahseden, tüm hazırlığınıgelişebilecek ve yükselecek gençlik hareketinibastırmaya yönelik yapan AKP iktidarı, zulmünü veaczini geçtiğimiz bir aylık süreçte yeniden sergilemişoldu.

Üniversitelerimize polisi sokmamak ve

üniversitelerimize sahip çıkmak için “GençlikDirenişe!” çağrımızın dönemin ihtiyaçlarına yanıtveren bir çağrı olduğu, geçen bir ayın gelişmeleritarafından doğrulanmıştır. Düzenin tüm saldırıpolitikaları karşısında gençlik direnişi seçmiş, yıllarsüren mücadelelerle kazandığı mevzilere sahipçıkmıştır.

Direniş karşısındaki tahammülsüzlükve korku imparatorluğu yaratma çabası...

Kapitalizmin hiçbir gelecek vaad edemediği gençliğikazanma hayallerini erteleyen AKP -daha daerteleyeceğe benziyor- korku imparatorluğu yaratmakiçin didiniyor. Oysa korku duvarlarını yıkan gençlik,AKP’yi korkutmakta her zamankinden daha iradeli birdurumda. Haziran’da korkunun tadına varan AKP,korktukça saldırganlaşıyor. Ancak korkunun ecelinefaydası yok!

Polis şeflerini toplayarak yaptıkları çalıştaylarla,yayınladıkları genelgelerle baskıyı sistematikleştirmehedefindeki düzen güçleri, daha okullar açılmadanODTÜ’de direnişle yanıtını aldı. ODTÜ Ormanı’nagirerek yol yapma çabaları direnişle karşılanan düzengüçleri, baskıyı arttırdıkça direnişi büyüttü.

Kayıt döneminde birçok üniversitede yapılansaldırılar, afişlere, stantlara, devrimci faaliyete karşıtahammülsüzlük, İstanbul Üniversitesi’nde yenidenoturtulmaya çalışılan bölümler arası geçiş yasağı,yoğun polis-ÖGB saldırıları ve tacizleri, cemaatleringençliği aldatmaya yönelik yoğunlaşan çabaları vb.gelişmeler, baskı politikalarının ilk uygulamalarıoldular. Geçtiğimiz dönem açılan ve bu dönemsonuçlanan soruşturmalara bu yıl yenilerininekleneceği de ortada.

Kayıt döneminde dağıttığı bildirilerle gençliği“teröristlerden” korumaya çalışan polisin ise artık

hiçbir meşruluğu kalmamıştır. Ali’nin, Ethem’in katillerioldukları, gençliği kendilerine düşman edindikleri artıkaçıktır. Düşmanlıkları bakidir. Bu yüzden polislerin“koruma memurları” olarak okullara gireceğiniduyuran AKP iktidarı okulların açıldığı ilk bir ayda bunugerçekleştirememiştir. Ancak bu bizi rehavetesürüklememeli. Çünkü düzenin tüm çabaları bunayöneliktir.

AKP tüm gençliğe savaş açmış durumdadır. Gençlikbu daveti kabul edecektir. Tüm bu baskılara karşıbaşeğmez bir tutumun sergilenmesi, gençlikkitlelerinin yaygın refleksi haline getirilebilmelidir.Kavganın düzenle gençliğin öncüleri arasındaki birhesaplaşma değil, düzenle gençlik arasındaki birmücadelenin konusu olduğu unutulmamalıdır.

Gençliğin örgütlenme ihtiyacıtüm yakıcılığını koruyor...

Gençliğin bahsettiğimiz direnme iradesinisüreklileştirecek ve kalıcılaştıracak olan, doğru birpolitik hatta örgütsel zemine kavuşmasıdır. Yakındönem gençlik hareketine baktığımızda bununolanaklarının hiç olmadığı kadar arttığını görmekmümkündür. Eyleme geçen gençlik, örgütlü devletaygıtı karşısında her düzeyde örgütlenme ihtiyacıduymaktadır. Bunu, yeri geldiğinde forumlarda açığada vurmuştur. Hem yaz döneminden devam edenler,hem de yeni oluşturulan forumlar ile birlikte gençliktartışabileceği, ortak hareket edebileceği zeminleryaratmaya çalışmaktadır. Ancak pratikle buluşmayansalt tartışma zeminleri, tüm dinamizmi öldürmepotansiyeli taşımaktadır. Bu yüzden işlevli tartışmalarve işleyişler oluşturmak gerekmektedir.

Forumlar şu andaki haliyle olmasa da doğruişletilebildiği oranda örgütlenme ihtiyacını karşılayacakzeminlere dönüşebilecektir. Gençliğin inisiyatifininaçığa çıkartılacağı, militanlığının, dinamizminin örgütlübir şekle bürüneceği, düzenle uzlaşan değil, düzenleuzlaşmaz çelişkilerini ortaya koyan devrimci politikalarıhayata geçirmesini hedefleyen örgütsel zeminleryaratmalıyız. Bunun adı ister forum olsun, ister birlikolsun, isterse başka bir şey olsun. İsim tartışmalarınatakılmayan, ancak işleyiş planında böylesi bir işleyişinhakim kılınacağı forumlar, bugün gençlik hareketininihtiyacıdır. Forumları bu hedefle işletmek sorumluluğu,başta bizler olmak üzere tüm ilerici-devrimci gençlikgüçlerinin omuzlarındadır.

Gençliğin örgütlenme ihtiyacının karşılanması,gençlik hareketinin devrimci önderlik boşluğunundoldurulması ile de sıkı sıkıya bağlıdır. Bu noktadaEkim Gençliği taşın altına elini koyacaktır. Gerektiğindebu taşı kaldırma sorumluluğunu tek başınaüstlenmekten başka da çaresi yoktur. Taşı kaldırma güçve iradesini göstermek öncelikle gençliği kazanma vedüzeni aşma ufkuna sahip olmayı gerektirmektedir. Buda devrimci ideoloji, devrimci politika, devrimci iddiave devrimci örgüt anlamına gelmektedir.

Gençlik direnişe, 6 Kasım’da alanlara!

Page 25: Kızıl Bayrak 2013 40

AnkaraODTÜ Ekim Gençliği, 3 Ekim günü tanışma

toplantısı gerçekleştirdi. Özellikle Hazırlık Bölümüöğrencilerinin katılımının dikkat çektiği etkinlik öncesisalon devrim ve parti şehitlerinin resimleri iledonatıldı. Ayrıca ortaya bir kızıl bayrak asıldı.

Etkinlik gençlik hareketinin gelişimini anlatansinevizyon ile başladı. Ardından, her dönemin kendiörgütlenme tarzını yarattığı üzerine sohbet edilirken,kapitalizmin teşhiri ekseninde bilimsel sosyalizminyakıcı ihtiyaç olduğu vurgulandı.

Bunun yanı sıra Ekim Gençliği’nin misyonuhakkında konuşulurken, özellikle yol üzerinden anlamlıtartışmalar yürütüldü. Forumların tablosudeğerlendirildi.

ODTÜ’de 8 Ekim günü de “Ekümenopolis” filminingösterimini gerçekleştirildi. Etkinliğin başında, filminkonusunun kentsel dönüşümün yarattığı sorunlarolmasından dolayı, ODTÜ’den geçecek yolların aslındabölgeye nasıl zarar verebileceğini daha somut olarakgörmek için bu filmin seçildiği vurgulandı. Filminizlenmesinin ardından Ekim Gençliği adına birkonuşma yapıldı.

DTCF’de, gündem tartışmasının afişleri yapılırken,“demokrasi paketi”nin ne anlama geldiğini ve devletinikiyüzlü tutumunu teşhir eden duvar gazetesi de ikigün boyunca öğrencilerin sık kullandığı yerlere asıldı.Ayrıca Ekim Gençliği standı açıldı.

Ekim Gençliği okurları, 9 Ekim günü yaptıklarıtoplantıyla siyasal gündemler ve yayınlar üzerinetartıştılar. Toplantıda, özel olarak “demokratikleşmepaketi” tartışıldı.

Tüm tartışmaların neticesinde kitleleri belirlisorunlar temelinde politik hedefler eksenindeharekete geçirmenin bir aracı olarak yayınların işlevi verolü tartışıldı. Özel olarak da Ekim Gençliği’ningüçlendirilmesi için aylık okur toplantılarının yapılması,

yayının daha geniş gençlik güçlerine ulaştırılması, yazıkatkılarının daha düzenli hale getirilmesi yönündehedefler konuldu.

KocaeliKocaeli’de “Gezi Direnişi ve direnişte gençliğin yeri”

konulu bir söyleşi yaplıdı. 4 Ekim’de biraraya gelenöğrenciler Gezi Direnişi sürecini gösteren videolarizleyerek Gezi Direnişi’nde gençliğin tuttuğu yerüzerine tartışmalar gerçekleştirdi.

Tartışmalar sonucunda, yeni dönemde Gezi sürecive gençliğin sorunlarına dönük çalışmalar yürütülmesiüzerinde kararlar alındı.

Manisa“Gençlik direnişe!” şiarlı afişler, Manisa merkezde

gençliğin yoğun bir şekilde kullandığı cadde vesokakların yanı sıra CBÜ Hazırlık Kampüsü, Beşyol vesağlık yüksekokulu civarına yoğun bir şekilde asıldı.

Afiş çalışması sırasında çevreden geçenlerin yoğunbir ilgi ve desteğiyle karşılaşılırken, bazıları ile çeşitlikonularda sohbetler gerçekleştirildi.

Afişler kolluk güçleri tarafından sökülerek ya daüstü karalanarak kapatılmaya çalışıldı.

İstanbulİstanbul Ekim Gençliği, 5 Ekim günü tanışma

toplantısı gerçekleştirdi. Kahvaltının ardından yapılantartışmalarda Haziran Direnişi’nde gençliğin tuttuğuyer, direnişin gençliğe kazandırdıkları, toplumda veözellikle gençlikte yarattığı politikleşme ve örgütlenmeihtiyacı ele alındı. Ardından üniversitelerdeki baskılarve forumlar üzerine konuşmalar yapıldı. Buluşmayakatılanlarla beraber pratik planlamalar yapıldı.

Haftalık olarak marksist eğitim ve gündem tartışmatoplantıları yapılması kararlaştırıldı.

Ekim Gençliği / Ankara-İstanbul-Kocaeli-Manisa

Ekim Gençliğifaaliyetlerinden...

Gençliğin gündemleri ve 6 Kasım

Bütün bu başlıklar, gençliğin 1 Mayıs’ı olaraknitelendirebileceğimiz 6 Kasım’ın hemen öngünlerindegençlik hareketinin ihtiyaçlarının karşılanması ve 6Kasım sürecinin örülmesinde temel noktalardır.Öncelikle şunu belirtelim ki, 6 Kasım ne kendindenmenkul bir gündür ne de sadece YÖK’ün kuruluşuolayına daraltılabilecek bir eylem günüdür. 6 Kasımyakın dönem gençlik hareketinin karşı karşıya kaldığıtüm saldırıların -piyasalaştırmadan geleceksizlikpolitikalarına kadar- uygulayıcısı, 12 Eylül’ün gençliğemirası, gençlik üzerindeki postal izi, baskı aygıtı olanYÖK’ün kuruluşunun yıldönümüdür. Bu yüzden YÖKüzerinden ele alınacak bir mücadele hattı, YÖK’üyaratan, var eden, koruyan sermaye düzenini hedefalmalıdır. Faaliyet ve mücadelemiz, YÖK düzeninihedef almalıdır. Yoksa sadece YÖK’ün varlık-yokluktartışmasına sıkışmak apolitik bir bakışın ürünüdür.

İkinci olarak bütünselliği içinde 6 Kasım’ı gençliğindüzene karşı mücadelesinin tarihsel bir günü olarakele almak gerekmektedir. İşte tam da bu yüzdengençliğe yönelik saldırılara yanıt üretebilecek bir hatörülebilmelidir. Bu açıdan 6 Kasım’ın gündemlerişimdiden ortaya çıkmaktadır. Süregiden baskılara,polislerin üniversitelerimize konuşlanmasına, devletterörüne karşı gençlik, 6 Kasım’da Haziran ruhuyladirenişte olmalıdır, alanlarda olmalıdır. Hareketingeleceği bu noktada gösterilecek net tutuma ve bututumun kitleler tarafından sahiplenilmesine bağlıdır.

Suriye’ye emperyalist müdahale karşısında gençlikanti-emperyalist duyarlılığı ile 6 Kasım’da direnişte,alanlarda olmalıdır. Emperyalist güçler istediği desteğibulamayarak Suriye’ye müdahalede bir ertelemeyegitmiş olsa da, savaş çığırtkanlığı ve hazırlıkları devametmektedir. Halen emperyalist güçler ve onundesteklediği ÖSO gibi gerici çetelerle, gerici Esadrejimi arasında halkların kanlarının döküldüğü kirli birsavaş sürmektedir. Türk devletinin bu savaştaki kanlırolü bilinmektedir ve bu bizlere çok daha büyük birsorumluluk yüklemektedir.

Üniversitelerdeki tüm paralı eğitim vepiyasalaştırma uygulamalarına karşı gençlik direnişte,alanlarda olmalıdır. Barınma, ulaşım, beslenmealanlarındaki özelleştirmelerden har(a)çlara,üniversitelerimizin parça parça kiralanıp satılmasına,sermayeye peşkeş çekilmesine karşı eşit, parasız,bilimsel eğitim talebi yükseltilmelidir. Gençlik anadildeeğitim hakkı için, halkların kardeşliği için direnişte,alanlarda olmalıdır.

Gençlik YÖK düzenini yıkmak için, özgürlük,devrim, sosyalizm için direnişi büyüterek 6 Kasım’daalanlarda olmalıdır.

Son olarak tüm bunların, geniş gençlik kitlelerinikuşatabilecek örgütsel adımlar üzerinden hayatageçirilebileceği unutulmamalıdır. Forumlar dartartışma zeminlerinden kurtarılıp kitlelerlebuluşturulabildikleri oranda, gençliğin genelörgütlenmesine giden yolda bir basamakoluşturabilirler. Dolayısıyla bu yılın 6 Kasımı’na hazırlıkdemek, forumların güçlendirilmesini, gençliğin tabanörgütlerinin oluşturulmasını, onlar üzerinden hareketetmesinin sağlanmasını, 6 Kasım’ın geniş kitlelerinharekete geçirileceği ve özneleşeceği zeminler iledevrimci politik bir hat üzerinden örgütlenmesinibaşarabilmek demektir.

(Ekim Gençliği’nin Ekim 2013 tarihli 146sayısından alınmıştır...)

Page 26: Kızıl Bayrak 2013 40

İzmir’de yurt protestosu Ege Üniversitesi Kredi Yurtlar Kurumu’nda kalan

kadın öğrenciler, kurumun internet sitesindenaçıklanan yeni düzenleme planlarını 3 Ekim günüprotesto etti. Yüzlerce öğrenci kurumun bahçesindesloganlar eşliğinde yürüyüş yaparak, yurt yönetiminetepkisini dile getirdi.

Ellerinde “KYK düzenlemeleri iptal edilsin” yazılıpankart taşıyan yüzlerce öğrenci, sloganlar eşliğindekurumun giriş kapısına geldi. Burada oturma eylemi deyapan öğrenciler, yemek fişleriyle eskinin aksine tekbir içecek alabileceklerini, kısıtlamaların kendileriniolumsuz yönde etkilediğini ifade ettiler.

Yurttaki kadın öğrencilerin yapacağı eylemdenhaberdan olan erkek öğrenciler de eskiden kaldıklarıyurdun önüne geldi. Kurumun giriş kapısı dışındaduran erkek öğrenciler burada davullar ve sloganlarlaarkadaşlarına destek verdi.

Mersin’de yol eylemiMersin Kız Yurdu’nda kalan öğrenciler, yurttaki

problemleri ve eksiklikleri protesto etmek üzere 3Ekim günü eylem gerçekleştirdi.

Yurt önünde toplanan kitle, otobüslere ücretsiz birşekilde binerek kampüs içi yol ücretlendirmesiniprotesto ettiler. Otobüsten inip, Erkek ÖğrenciYurdu’nun önünde bekleyen diğer öğrencilerlebiraraya gelindi. Kampüse doğru sloganlar vedövizlerle yürüyüş gerçekleştirildi.

Rektörlük önüne kadar gelen öğrenciler yaptıklarıbasın açıklamasında; Akdeniz Olimpiyatları içinyapılan, müsabakalara katılacak olan sporcu vekonuklar için hazırlanan, sonrasında kadın öğrencileretahsis edilen yurtta, yol sorunundan tutun da yemekücretlerinin arttırılmasına kadar birçok konudanmağdur olunduğu dile getirildi.

İTÜ’de Kotil’e tepkiİTÜ Münazara ve Hitabet Kulubü’nün (MHK) 7 Ekim

günü KSB’de yapacağı etkinliğe THY Genel Müdürü’nüçağırması üzerine İTÜ Forum öğrencileri 75. Yıl SosyalMerkez Yemekhanesi önünde toplandı. THY işçileri deforuma destek vermek için gelmişlerdi. Bir süre sonrakulübün etkinliği iptal ettiği ve Temel Kotil’in degelmeyeceği öğrenildi. Üniversite yönetiminin,salonun zarar göreceğini düşünmesi sebebiylekulüpten etkinliği iptal etmesini istediği belirtildi.

MHK’nin etkinliğini iptal ettiği öğrenildikten sonrayemekhane önünde toplanan öğrenciler, yemekhaneiçerisinde durumu anlatan konuşmalarını yaparakyürüyüşlerine başladı. Yemekhane çıkışında “Uçacakyerin yok Kotil. THY işçilerinin yanındayız!” ozaliti açanİTÜ Forum, yürüyüşü KSB önünde sonlandırdı.

Burada İTÜ Forum adına bir konuşma yapıldı.Ardından, THY işçileri adına Dilek Karakaş grev sürecinianlatan kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmalarınardından İTÜ öğrencileri ve THY işçileri forum yaptılar.

DÜ’de tacize karşı eylem Dicle Üniversitesi’nde kadın öğrencilerin yurtlar ve

fakülte binaları arasındaki yolda sözlü ve fiziki tacizeuğramasına karşı 7 Ekim günü eylem yapıldı.

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi önünde birarayagelen öğrenciler Rektörlük Binası’na yürümek istedi.

Polisin yürüyüşü engellemesi üzerine DicleÜniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Tunaile Kredi ve Yurtlar Kurumu Diyarbakır Bölge MüdürVekili Metin Yılmaz öğrencilerin bulunduğu yere geldi.Tuna ve Yılmaz’ın öğrencilere “çözüm” olarak sunduğuşey ise aydınlatmanın ve polisiye önlemlerinarttırılması oldu.

Öğrenciler daha sonra Ziya Gökalp EğitimFakültesi’ne kadar yürüyerek burada basın açıklamasıyaptı.

İÜ’de merdiven boyamak yasak!İstanbul Üniversitesi’nde 8 Ekim günü yapılan

merdiven boyama eylemi öncesi ÖGB’ler merdivenönünde toplanarak kesin talimat olduğunu, boyamayaizin vermeyeceklerini ifade ettiler. Sabah saatlerindede çantadaki boyaları bahane eden ÖGB’ler öğrencileriüniversiteye almamak için müdahale etti. Fakat hemsabahki tutum hem merdiven boyama sırasındakisaldırı boşa düşürüldü.

Öğrencilerin kararlı duruşu ve araya akademisyenve idari personelin girmesiyle ÖGB çekilmek zorundakaldı. Ancak öğrenciler, akademisyenler ve ÖGBarasında uzun süre tartışma ve arbede yaşandı.

ÖGB kovulduktan sonra merdivenler etrafındakurulan zincirle merdiven boyama eylemi tamamlandı.

Eylemin ardından yapılan forumda, geçenhaftalarda karara bağlanan ve hayata geçirilemeyenamfi adlarının değiştirilerek Gezi Direnişi’ndekatledilenlerin adlarının verilmesi konusu tartışıldı vebir an önce hayata geçirilmesi üzerine konuşuldu.

Ardından, uzun süren kısır tartışmalar yapıldı.Konuşmalarda sarfedilen tüm sözler ideolojik tartışmaekseninde oldu. Kısa bir süre sonra birkaç kişi arasındakişisel tartışmaya dönen forumda her hafta olduğu gibiörgütlü özneler dışında hemen hiç kimse kalmadı.Saatlerce süren tartışmalara rağmen hiçbir somutsonuç üretilmeden forum bitirildi.

EÜ’de dayanışma kermesi9 Ekim günü, Gezi Direnişi’nin ardından tutuklanan

ve hala Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde bulunan EgeÜniversitesi öğrencisi Serdar Gür, Yunus Kızıltaş,Abdullah Yüksel, Ceyhun Dönmez ve İbrahim Kaya içinöğrencilerin ve tutsak ailelerinin hazırladıklarıyiyeceklerle kermes gerçekleştirildi. Ayrıca YenikapıTiyatrosu bir oyun sergiledi, İzmir Müzisyenler Derneğide yaptığı müziklerle kermese destek oldular.

Aynı gün yapılan forumun ana gündemi Gezitutsağı öğrencilerdi. Forumda konuşan Serdar Gür’ünannesi Nesrin Gür, tutsaklarla dayanışmanın güçsüzolduğunu, bunu büyütmenin gerekli olduğunuvurguladı. Daha sonra yapılan konuşmalarda isecezaevlerinde yapılan baskı ve işkencelere dikkatçekilmesi gerektiği belirtildi.

Forumda söz alan genç komünistler İstanbul veAnkara’da Gezi tutuklularının serbest kaldığınıbelirterek İzmir’de halen 38 kişinin tutsakbulunduğunu, bu nedenle kamuoyu oluşturulmasınınacil bir ihtiyaç olduğunu ve bu gündem üzerindenyapılacak önerilerin biran önce somutlanmasıgerektiğini önemle vurguladılar. Gelen önerileriçerisinden yakın bir zaman içerisinde “bir yürüyüşyapılması ve ardından tutsaklara kart atma” önerisioylanarak kararlaştırıldı. Bir sonraki forumun 23 Ekimtarihinde yapılması kararı alındı.

DEÜ’de ikinci forumDEÜ’de ikinci forum 9 Ekim günü Denge Cafe’de

Gençlik hakları için direnişte...

Page 27: Kızıl Bayrak 2013 40

Dönem başında kadın ve erkek yurtlarınınayrılmasının gündeme gelmesi ve pilot uygulama alanıolarak Ege Üniversitesi KYK ve Dokuz Eylül ÜniversitesiKYK belirlenmesi, İzmir’de öğrenci gençliğin tepki veeylemlerine konu oldu.

Okullar açıldığında uygulama hayata geçirilmeyebaşlandı. Kadın öğrenci yurdu Ege ÜniversitesiKampüsündeki KYK oldu, erkek öğrenciler ise İnciraltıyurduna geçti. Buca’da ise Yesevi ve Tatari yurtları ayrıldı.İnciraltı yurdu Ege Üniversitesi’ne tam iki saatlikuzaklıkta. Otobüs seferleri oldukça seyrek, aynı zamandakampüs içinde kalırken yol parası derdi olmayanöğrenciler yol parası vermek durumunda kalıyor. Yemekporsiyonlarının küçültülmesi, yurt yemeklerinin iyicekötü olması ve ücretsiz verilen suların da artık paralı halegelmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bütün busorunlar karşısında Bornova KYK’da kadın öğrenciler 2Ekim çarşamba günü eylem yaptı. Eylemde yaklaşık 400kişi vardı. Aynı gün saat 23.00’te İnciraltı Erkek Yurdu’ndaeylemler yapıldı. Erkek ve kadın yurtlarında yapılanforumlardan eylemlerin sonraki gün tekrar yapılmasıkararı çıktı.

Ertesi gün kadın öğrencilerin yaptığı eylemreformistler tarafından pasifize edilmeye çalışıldı. Gençlikörgütlerinin dar grupçu tutumları ve “eylemi nasılbüyütürüz”den çok kendi grup zihniyetlerine göreyönlendirmeye çalışmaları eylemi sekteye uğrattı. Aynıgün erkek öğrenci yurdunda yapılan forumda Cumagünü kadın öğrenci yurdunu işgal etme kararı alındı.Buna göre çağrı yapıldı. Akşam saat 20.00’de Bornovametro önünde buluşularak kadın yurduna yüründü.

Aynı saatlerde kadın öğrenciler de yürüyüş yapıpyurdun bahçe kapısına geldiler. Bornova’dan gelenöğrenciler de burada buluştu. Alınan kararlardoğrultusunda kapı açılacak, kadın ve erkek öğrencilerbirleşecekti. Kapı yurt tarafından açılmadı. Kadınöğrenciler de zorla girilmesini istemedi. Kapı açılmadanforum yapılması söylenerek eylemden önceki kararlarçiğnendi. Bunu kabul etmeyen İnciraltı’ndan gelen erkeköğrenciler kapıyı zorlamak istedi. Kadınlar da dışarıyaçıktı. Orada bir forum yapılmaya başlandı. Forumdaİnciraltı’dan gelen erkek öğrenciler içeri girilmesini, kadınve erkeklerin birlikte kalabileceklerini, bunu daha öncede başardıklarını söyleyerek hedefin yurda girilmesiolduğunu söyledi. Dışarıda kaldığını söyleyen, parasıolmadığını söyleyen erkek öğrencilerin yurdun onların dayurdu olduğunu vurguladılar. Genç komünistler deforumda söz alarak eğitim giderlerinin sadece yurtgiderleri olmadığını, ortada bütünlüklü bir paralı eğitimgerçeği olduğunu vurguladılar. Sermaye düzeninineğitime bütçe ayırmak yerine savaşa bütçe ayırdığını,yurt kapasitelerinin az olduğunu, kadın ve erkekyurtlarının ayrılmasının politik bir hamle olduğunuanlattılar. Meydanları zapt edenlerin bugün burada dabu yurdu zapt edebileceğini belirttiler. Konuşma kitletarafından oldukça coşkuyla karşılandı.

Yurda girilmediği koşulda eylemler devamlı pasifizeediliyor, gün geçtikçe de kitlenin sayısı azalıyordu.İnsanlara, yapılan eylemin başlı başına politik bir eylemolduğunu anlatmayanlar, eylemleri kendi dar sınırlarında

tutmaya çalıştılar. Nitekim forum devam ederken yurtöğrencileri kapıyı kırıp içeri girdi. Reformist çevreler isekapı kırıldıktan sonra içeri girmeyip eylemi geri birzemine çekmeye çalıştılar. Bu tutum üzerinden kitlebölündü. Buna rağmen içeri girildi. Hatta yemekhaneyeçıkıldı. İnsiyatifi forumdan beri kaybeden reformistlersürüklenip içeri girdiler. Böyle bir karar olamaz diyerekkitlesinin bir kısmını çekerek geri çekildiler.

Örgütlü insanların “ben yurt öğrencisi olarakkonuşuyorum benim kararım değil. Örgütlü bir insanolarak konuşmuyorum. Ama geri çekilmek gerekir” gibisanki örgütlü kimlik bir elbiseymiş ve yerine göreçıkarılırmış gibi davranması trajikti. Süreç boyuncagençlik örgütleri eylemi ileri çekmek yerine geri çekmeyeçalıştılar. Eylemlerin başından beri “Konak’ı işgal etmek”,“dışarıda yürüyüş yapmak” ve hatta “çadır kurmak” gibisöylemlerle eylemi yurtlardan uzaklaştırmaya çalıştılar.Bunlar zaten öğrencileri yurtlardan atarak “sen buranınöznesi değilsin” diyenlerin istediği yaklaşımlardı.Eylemler bir nevi yönsüz hareket ettiriliyor, talepler vetaleplerin kabulü için ne yapılacağı ise netleşmiyordu.

Tüm bu tablo üzerinden yurda girilmesi toparlayıcı birhamle oldu. İçeri girildi ama bu sefer kitlenin bölünmesive devamlı gereksiz tartışmalar yürütülmesi sonucuyaklaşık yarım saat sonra yurttan tekrar çıkıldı.Sonrasında yurda daha güçlü gireriz diyerek eylemdençekilenler, ertesi gün yurda girilmemesini önerdiler vehandikaplarını bir kez daha gösterdiler.

Eylem içerisinde genç komünistler olarak ilk iki günyer tutma konusunda sıkıntı yaşadık. İçeriden durumamüdahil olamadık. Fakat üçüncü gün gerek forumdagerekse içeri girdiğimizde bir odak olabildik. Eylemleridevamlı ileri taşımaya çalıştık. Sıkıntı yaşadığımız enönemli nokta yurt içerisindeki çalışmamızın zayıflığıydı.Yurt eylemlerinde biraz daha aktif ve sürükleyici olmakiçin bunun önemi bir kez daha karşımıza çıktı. Bu süreçtedevamlı içeridekilerle bağ kurmaya çalıştık. Forumlardatemel düşüncelerimizi ifade ederek reformizmin algısınımahkum etmeye gayret gösterdik. Sürece dahil olangençlik gruplarıyla tartışmalar yürüttük. İnsanlar gelipbize danışmak durumunda kaldılar. Bu süreçte diğer birodak ise anarşistler oldu. İnisiyatifi kaybeden gruplaralanı terk etmek durumunda kaldılar. Ya da gelip süreciizlemekle yetindiler. Şu an için eylemler devam edecek.Yemekhanedeki tartışmalarda kadın öğrenciler eylemlerisürdüreceklerini ifade ettiler.

Her ne olursa olsun içeri girildikten sonra çıkmak birzayıflık yaratacaktır. Ancak bu noktada da çubuğukendimize bükebilmeliyiz. Reformizmin gençlik içerisindebu kadar güç olabilmesi bizlerin boş bıraktığı alanlarındoldurulması ile olanaklıdır. Bundan sonraki süreçtebirleşik, kitlesel, devrimci, militan bir gençlik hareketiyaratılması sorumluluğu halen bizlerin omuzlarındadurmaktadır. Bu noktada tüm emeğimizi seferberedeceğimiz açıktır. Ekim Gençliği bulunduğu her alandagençlik hareketini geliştirmekten, ortak süreçlerörmekten, üniversite öğrencilerini süreç içerisindeözneleştirmekten yana taraf olmuştur.

İzmir Ekim Gençliği

Yurt eylemleri üzerine... yapıldı. Öncekine göre daha iyi bir hazırlık yapılanforum, bu sayede daha geniş katılımla gerçekleşti.

Öncelikle foruma katılan herkes tek tek öneri vedüşüncelerini söyledi. Yoğun tartışmalar sonucundaöneriler oylanarak somutlandı. Bu hafta yurt, Gezitutsakları, Dokuzçeşmeler Kampüsü’ndeki temizliksorunu, polisin okula resmi olarak sokulması veÖGB’yle birlikte oluşturulmaya çalışılan baskı, 6 Kasımüzerine tartışmalar yürütüldü. Bazı pratik işlerinplanlanması için forum sekretaryası oluşturuldu. Dahahızlı iletişime geçme ve sosyal medya ağını etkilikullanma üzerine kararlar alındı. Gezi tutsakları için 29Ekim’de Kırıklar F Tipi’nde uçurtma ve balon eylemiyapma kararı alındı. Ayrıca, 6 Kasım eylemini de forumüzerinden örgütleme kararı alındı.

Forum, 23 Ekim günü saat 15.30’da tekrarbuluşmak üzere sonlandırıldı.

Mersin’de rektör-polis işbirliği7 Ekim günü, Mersin Kız Yurdu öğrencileri, yurt

sorunlarını konuşmak amacıyla yurt kafeteryasındaforum düzenlemek isterken engellenip, sivil polisfişlemesine maruz kaldılar.

Yurt kafetaryasında buluşan öğrencileri sivil poliskarşıladı. Fotoğraf ve video kaydı yaparak öğrencilerifişlemeye çalışan polislere karşın forum birçoköğrencinin katılımıyla başladı.

Forumun başlamasından birkaç dakika sonra yurtçalışanları ve müdür yardımcısının gelmesiyle baskıarttırıldı.

Yurt öğrencileri, polis baskısını teşhir etmekamacıyla 9 Ekim günü Rektörlük önünde bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Rektörün de tesadüfenorada bulunmasını fırsat bilen öğrenciler rektörüyuhlayarak teşhir ettiler.

Basın açıklamasında, yurtlarda ve üniversitelerdepolis istenmediği, her türlü baskıya karşı topyekünmücadelenin sürdürüleceği söylendi. Ayrıca olayakşamı yurtta aniden yaşamını yitiren mühendisliköğrencisi Feride Özayağ’ın ölümünden sorumluolanların peşinin bırakılmayacağı, en ufak bir ihmalindahi izinde olunacağı söylendi.

Akşam ise, eylemlere ve foruma katılmasınedeniyle idare tarafından fişlenen 12 öğrencihakkında tutanak tutuldu.

Yine 9 Ekim günü, Çiftlikköy Kampüsü’ndekiRektörlük Binası önünde bulunan merdivenleriboyamak isteyen öğrenciler, Rektör Yardımcısı YükselÖzdemir ve ÖGB tarafından engellendi. Gerginlik,Rektör Süha Aydın’ın cama çıkıp öğrencilere hakaretetmesiyle doruğa tırmandı.

Rektör öğrencilere “şerefsizler, her yeri b.k ettiler”diyerek tahammülsüzlüğün sınırlarını zorladı.

ODTÜ toplulukları şantiyeye yürüdü!ODTÜ’de bulunan öğrenci toplulukları 9 Ekim günü

şantiye alanına renkli bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Fizik önünde toplanan öğrenciler burada pankart

ve dövizlerini hazırladılar. Buradan başlayan yürüyüşöğrencilerin kullandıkları kafeterya ve yemekhanenindolaşılması ile devam etti.

Yürüyüşte “Yolu başına yıkmadan vazgeç busevdadan” pankartı taşınırken, yurtların önündebulunan çadırın önünde bir süre bekledikten sonraşantiyeye yürüyüş başladı. Şantiye alanında elden eletaşınan briketlerden duvar örülerek bu yola geçitverilmeyeceği ve onlar için yolun sonu geldiğibelirtildi. Burada yol bir süre trafiğe kapatıldı.

Page 28: Kızıl Bayrak 2013 40

DLB çalışmalarından...

Liseli gençliği direnişin safına çağıran Devrimci

Liseliler Birliği, Esenyurt, Avcılar, Beylikdüzü, Sarıgazi

ve Gebze bölgelerinde devrimci liseli faaliyetini

yükseltiyor.

“Gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşı direnişe,

özgürleşmeye!” şiarlı DLB afişlerini Avcılar merkez

ve Marmara Caddesi üzerinde kullanan DLB’liler

Esenyurt’ta Köyiçi Meydan ve civarını da DLB

afişleriyle donattılar.

Sarıgazi DLB de zamanın ruhuna uygun biçimde,

“Gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşı; direnişe,

özgürleşmeye!” şiarlarını liselilere ulaştırıyor, bu şiar

altında mücadele konularını işlemeye devam ediyor.

Gebze DLB ise “Gericiliğe, faşizme,

emperyalizme karşı direnişe özgürleşmeye! DLB”

şiarlı afişleri Gebze merkez civarına, liselerin

kenarlarına ve liselilerin geçiş güzergahlarına astı.

Bir kere sokaklara çıktık. Konuşmayı, avazımızçıktığı kadar bağırmayı öğrendik. Sokağın tadını aldık,özgürlüğün tadını... Bizleri ne gaz bombaları ne plastikmermileri ne de copları durdurabildi. 6 canımızı verdikde yine de yollara düştük. Üstelik daha öfkeliyiz.

Haziran Direnişi’nden önce ıslak, karanlık birbodruma kapatılmıştık. Fakat sokaklara çıkaraközgürleştik. Ne istiyorduk? Özgürlük! Yaşam tarzımızayapılan kaba müdahalelere karşı ayaklandık. Gelecekistiyorduk. Paralı eğitim ile eğitimin bir ayrıcalık halinegelmesine karşıydık, hayatlarımızı sınav salonlarındatüketmek istemiyorduk. 4+4+4 eğitim modeli ile biziitaatkar ve ucuz iş gücü yapmak istemelerineydiisyanımız. Kentlerimizin, ormanlarımızın talanına karşıgünlerce alanlardaydık. AKP’nin savaş politikalarınıreddettik. Çünkü yeni Reyhanlı’lar yaşanmasınıistemiyorduk, Amerikan askeri olmak, Suriyecephesine sürülmek istemiyorduk. Faşizme karşı omuzomuza barikatlardaydık. Dayanışmanın, tanımadığınbiri tarafından düştüğün yerden ayağa kaldırılmanın nedemek olduğunu anladık. Katil polis, direnişinsokaklarında 6 arkadaşımızı aramızdan aldı. Erdoğan,“polis destan yazdı” diyerek yeni cinayetlerin önünüaçtı.

Tribünlere yasak getirmek istediler, üniversitelerepolis soktular, yurtları kameralarla donattılar,öğrencilerin burslarını kestiler, direnişe katılan liselilerisoruşturmak için hafiyeliğe soyundular, lisede evliliğinönünü açtılar, geçme notunu 50’ye çıkardılar,devamsızlıkları 10 güne indirdiler... Haziran Direnişi’nin

ruhunu tekrar o ıslak ve karanlık bodruma sokabilmek

için ellerinden geleni yaptılar. Ama biz artık yemyeşil

çimenlerdeyiz, engin kırlardayız. Asla o bodruma geri

dönemeyiz, çünkü bir kere özgürlüğün tadını aldık.

Geri dönersek mücadele ruhumuzu yitirir, ölürüz.

Ve sonbaharın ilk yaprağı düştü. İlk ayaklanan

ODTÜ oldu. Türkiye de ODTÜ ile ayaklandı. Ardından

Tuzluçayır’dan “devletin Alevisi” olmayacağız sesleri

yükseldi. Ve Ahmet’i aramızdan aldıklarında sokaklar

yangın yeri oldu.

Haziran’da en önde bizler vardık. Lise sıralarından

direniş alanlarının yolunu tutan bizdik. Yaz boyunca

soluklandık, güç topladık. Forumlarda mücadeleyi

tartıştık. Şimdi AKP’nin Eylül korkusunun ne kadar

haklı olduğunu göstermenin tam zamanı. Aldıkları

önlemleri boşa çıkarmanın tam zamanı. Haziran

Direnişi’nde en önde olan bizleri sokaktan uzak

tutamayacaklarını gösterelim. Bunun için liselerimizde

direnişi örgütleyelim, gençliğin dinamizmini

mahallelerimizdeki forumlara taşıyalım. Sokağın sesini,

barikatların ateşini okullarımıza yayalım. Gericiliğe,

emperyalizme ve faşizme karşı çığlık olup, emekçileri,

kadınları ve biz gençliği “öteki” yapanları boğalım.

ODTÜ’de üniversiteliler direnişte şöyle diyordu:

“Polislere söyleyin çocuklar şehre geri döndü!” Biz de

hükümete sesleniyoruz: “Haziran ruhu ülkeye geri

döndü!” Bu sonbahar sıcak geçecek!

(Liselilerin Sesi’nin Ekim 2013 tarihli 53.sayısından alınmıştır...)

Bu sonbaharsıcak geçecek...

Abbasağa’da liseli forumu

Liseliler Abbasağa’da ikinci forumlarını 7 Ekim’de

gerçekleştirdiler. Forum moderatörlerin

belirlenmesi ile başladı. Ardından geçtiğimiz hafta

belirlenmiş olan gündemler aktarıldı. Bu kapsamda

ilk olarak Berkin Elvan için bir eylem yapıp

yapmama tartışıldı.

Yapılan tartışmalar sonucunda forum alanından

Kartal heykeline kadar bir yürüyüş gerçekleştirilmesi

kararlaştırıldı. Forum alanında “Diren Berkin liseliler

seninle! Abbasağa Liseli Forumu” yazan pankart

hazırlandı. Ardından da sloganlarla yürüyüş başladı.

Kartal heykeli önünde forum adına bir konuşma

yapıldı.

Berkin Elvan için gerçekleştirilen yürüyüşün

ardından foruma devam edildi. İlk olarak direnişteki

Kazova işçileri üzerine konuşuldu. Yapılan

tartışmalar sonucunda Abbasağa Liseli Forumu’nun

Kazova Direnişi’nin yanında olduğunu ifade eden bir

açıklamanın kaleme alınması ve bunun sosyal

medyada yaygınlaştırılması kararlaştırıldı. Ardından

diğer bir gündem olan liselerde yaşanan baskılara

karşı ses çıkarma-alkış eylemi üzerine konuşuldu. Bu

eylemi gerçekleştiren bir lise deneyimlerini paylaştı.

Yapılan tartışmalar sonucunda imkan olan okullarda

bu eylemin gerçekleştirilmesi kararı alındı.

Forum kapsamında meslek liselerinde yaşanan

sorunlar ve staj sömürüsü üzerine de tartışmalar

gerçekleştirildi. Ayrıca havaların soğumasından

kaynaklı forum için uygun bir kapalı mekanın

araştırılması konuşuldu.

Liselilerin Sesi / İstanbul

Page 29: Kızıl Bayrak 2013 40

Dünya 20. yüzyılın başında nasıl devrimlerdönemini yaşadıysa, çağımız 21. yüzyılda da büyükdevrimlere, emperyalist-kapitalist sistemin yokoluşuna gebedir. 2008 yılında başlayan finansal kriz veözgürlük, eşitlik için sokakları zapt eden, diktatörlüklerive hükümetleri deviren büyük halk hareketleri,kapitalist sistemin sonunun başlangıcı olmuştur.Yunanistan’da, İspanya’da, İrlanda’da, İngiltere’de,ABD’de ve Ortadoğu ülkelerinde işçiler, emekçiler,gençler, kadınlar sömürülmediği, öldürülmediği,doğanın yok edilmediği, insanın insanca onurlu birşekilde yaşadığı bir dünya için canlarını ortaya koyarak

mücadele etmektedir. Bizler de Türkiye’deki sınıf devrimcileri ve genç

komünistler olarak Haziran ayında başlayan büyük halkhareketinin bir parçası olduk. On yıllardır işbirlikçiTürkiye burjuvazisi, yaşadığımız coğrafyadaemperyalizmin ve NATO’nun jandarmalığını yapmakta.İşçi ve emekçilerin sendikal ve sosyal haklarınapervasızca saldırmakta, toplumun yaşam tarzınamüdahale etmekte, gençliği yozlaştırma çabasında.Türkiye halkları tüm bu olanlara karşı Haziran ayındasokakları, üniversiteleri, mahalleleri, parklarızaptederek isyan etti. İstanbul, İzmir, Ankara baştaolmak üzere bir dizi yerde Paris Komünü’nü anımsatangünler yaşandı. Tüm bu olanlardan sonra sermaye vesermayenin maşası AKP ülke genelinde cadı avıbaşlattı. Yüzlerce insan gözaltına alındı devrimci veilericiler tutsak edildi.

Biz sınıf devrimcileri ve genç komünistler deyaklaşık 3 aydır tutsak haldeyiz. Mücadelemizeburjuvazinin zindanlarında devam ediyoruz.

Yoldaşlar! Kilometrelerce öteden mücadelemize verdiğiniz

destek, bizleri daha da güçlendirmekte, zafere olaninancımızı perçinlemektedir. Bizler biliyoruz ki,yüreklerimiz bir, yolumuz bir, sloganlarımız,mücadelemiz bir. Sizler de yürütmüş olduğunuz destekkampanyasıyla bunu bir kez daha gösterdiniz.

Tüm BİR-KAR çalışanlarını mücadelenin sıcaklığıylakucaklıyor, yoldaşça selamlarımızı iletiyoruz.

Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

BDSP ve Ekim Gençliği Gezi tutsakları

Wuppertal’daZafer Aktan anması

Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden TKİPsempatizanı Zafer Aktan için Wuppertal kentinde biranma etkinliği gerçekleştirildi. Anma etkinliğine 200kişi katıldı.

Etkinlik Zafer Aktan ve onun şahsında, dünyadave Türkiye’de devrim ve sosyalizm kavgasındayitirilen tüm değerler için yapılan bir dakikalık saygıduruşu ile başladı. Bunu, iki yoldaşın gerçekleştirdiğikısa şiir dinletisi izledi. Ardından bir yoldaş Zaferyoldaşa dair bir konuşma yaptı.Konuşmada, ilk önce Zafer yoldaşın emekçi vemütevazi kimliğinden söz edildi. Bunun, ona, işçi veemekçilerin yaşamına katılmada çok büyük kolaylıksağladığını, devrimci politik yaşamı da dahil, tümyaşamının emekçilerle, onların sorunları, sıkıntılarıve kavgalarıyla iç içe geçtiği, emekçilerin onukendilerinden biri olarak gördükleri anlatıldı. Yaşammücadelesi verdiği günlerde ve uğurlama törenisırasındaki kitlesel sahiplenişin gerisinde de bununyattığı belirtildi. Zafer yoldaşın, davasıylabütünleşmenin somut bir anlatımı olarak, partiyepartizanca bağlılığından söz edildi, bununyurtdışında örneği az görülen bir özellik olduğuvurgulandı.

Konuşmanın ikinci bölümünde, komünistler içinanmaların insanların adeta kutsandığı, duygusalseremoniler olmadığı belirtildi, aslolanınyitirdiklerimizin savundukları davalar olduğu,yapılması gerekenin, gelecek kuşaklara en tambiçimde bunun anlatılması olduğu vurgulandı.Bundan hareketle, komünist hareketin hangidönemde ortaya çıktığı, ne tür güçlüklerleboğuştuğu, hangi cereyanlara göğüs gerdiğianlatıldı. Emperyalist propaganda makinesinin tamhız çalıştığı, Ekim Devrimi ve eserlerine pervasızsaldırıların yapıldığı, sosyalizmin sonunun ilan edilip,proletaryaya elveda dendiği ve kapitalizminkutsandığı günlerde komünistlerin, inadına EkimDevrimi ve eserlerine cepheden sahip çıktığıvurgulandı.

Konuşmadan sonra, bir TKP/ML taraftarı Zaferyoldaşla ilgili paylaşımda bulundu. Onudinleyicilerden birinin Zafer’e dair kısa konuşmasıizledi. Bir başkası ise, Zafer’in çok sevdiği Kızılderetürküsünü söyledi. Ardından bir dost sanatçıdinleyiciler tarafından beğeni ile dinlenen devrimcitürkülerden oluşan bir dinleti sundu.

Etkinliğin finalinde Zafer Aktan’ın ağırlıklı olarakpolitik yaşamını anlatan, oldukça dokunaklı müziklereşliğindeki sinevizyon gösterimi yapıldı. Etkinlik, 9Kasım’da yapılacak, “Çözüm devrimde, kurtuluşsosyalizmde!” gecesine katılım çağrısı ilesonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Almanya

“Çocuklarımız onurumuzdur!”

İstanbulGezi Direnişi Tutuklu Aileleri Platformu, polis operasyonuyla tutuklanan Gezi direnişçisi yakınlarının

serbest bırakılması için yaptıkları eylemin bu hafta 14.’sünü gerçekleştirdiler.

İstanbul Taksim’de Galatasaray Lisesi önünde toplanan Gezi tutukluları yakınları, “Gezi tutsaklarına

özgürlük!” pankartını yere sererek oturma eylemine başladılar. Eylemde tutsak aileleri konuşmalar yaptı.

BDP Muş Milletvekili Demir Çelik de bir konuşma yaparak, tutukluları selamladı. Konuşmaların ardından

aileler adına Kamber Saygılı basın açıklamasını okudu.

İzmirKonak YKM önünde toplanan Gezi tutsaklarının aileleri, yakınları ve arkadaşları, Kemeraltı girişine

doğru yürüyüşe geçti. Gezi tutsaklarının resimleri ile kortej oluşturan kitlenin en önünde, Gezi şehitlerinin

resimlerinin olduğu sancaklar taşındı. Yürüyüşte, Hasan Ferit Gedik de unutulmadı. Yürüyüş, Kemeraltı İş

Bankası önüne gelindiğinde sonlandırıldı.

İlk önce Gezi tutsak aileleri ve yakınları adına hazırlanan basın açıklamasına geçildi. Bu hafta açıklamayı

Burcu Koçlu’nun annesi Fatma Koçlu okudu. Açıklamanın ardından Nazım Hikmet’e ait olan “Zafere dair”

adlı şiir okundu. Gezi tutsağı olan Hasan Tunç’un babası Haydar Tunç söz aldı ve bir konuşma yaptı. Yine

Gezi tutsağı olan Kubilay İyit’in ev arkadaşı da söz aldı ve Kubilay’ı andı.

Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir

Gezi tutsaklarındanBİR-KAR’a...

Page 30: Kızıl Bayrak 2013 40

İzmir Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu devrimcitutsak Burcu Koçlu’nun hastalığına dikkat çekerekserbest bırakılması için 5 Ekim’de eylem düzenledi.

Açıklamadan önceki iki gün boyunca imza standı ileişçi ve emekçilere çağrı yapan sınıf devrimcileri, bir kezdaha Gezi tutsaklarına sahip çıkma çağrısını yineledi.

Kemeraltı İş Bankası önünde, “Gezi tutsaklarıserbest bırakılsın! Burcu Koçlu’ya özgürlük!” pankartıarkasında toplanan kitle, Burcu Koçlu serbest bırakılsınsloganları ile eyleme başladı. Eylemde Gezitutsaklarının resimlerinin olduğu dövizler taşınırken,sık sık “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Gezi tutsaklarıonurumuzdur!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!”sloganları atıldı.

Eylem önce BDSP adına okunan açıklama ilebaşladı. Açıklamada saldırılarla, baskı ve sömürüdüzeninin korunmaya çalışıldığına işaret edilerekşunlar ifade edildi: “Kapitalist sömürü ve emperyalistbarbarlığa karşı sosyalizmin kızıl bayrağının taşıyıcısıve savunucusu olan Burcu Koçlu, insanlığın sınıfsız vesömürüsüz topraklar üzerinde yaşaması için verdiğidevrim ve sosyalizm mücadelesini bugün zindanlarındemir parmaklıkları arkasında sürdürmektedir. ElifKaya’ya üst araması adı altında taciz ve işkenceuygulayan Şakran Cezaevi idaresi, Burcu Koçlu için degirdiği ilk günden bugüne tecrit politikasını hayatageçirmektedir.”

Ancak yine de direniş ruhunun devam ettiğihatırlatıldı. Açıklamada İzmir’de KYK yurtlarındaöğrencilerin eyleme çıkması, Feniş Alüminyum’daişçilerin direnişi ve çetelere karşı mücadele ederkenkatledilen Hasan Ferit Gedik’in binlerle uğurlanmasıörnekleri verilerek şunlar söylendi: “Bugün ülkenindört bir yanında Gezi’nin ruhu dolaşmaya devamediyor.” Açıklama tüm Gezi tutsakları ile birlikte BurcuKoçlu’nun serbest bırakılması talebi ile bitirildi.

Basın açıklamasının okunmasının ardından Burcu

Koçlu’nun annesi Fatma Koçlu söz aldı. Anne Koçlu, kızının mücadelesinden bahsederek

onunla gurur duyduğunu, tüm devrimci gençlerinailelerin çocuklarıyla gurur duyması gerektiğinihatırlattı. “Onlar sorumluluk sahibi ve duyarlı olduklarıiçin bugün devlet tarafından tutsak ediliyorlar” dedi.Kızının Gezi Direnişi’ni sahiplendiğini ve kendisinin desahiplendiğini söyleyen Koçlu, Denizler’den,Mahirler’den, İbrahimler’den gelen geleneğinsürdüğünü ve devrimci gençlerle gurur duymakgerektiğini hatırlattı.

Fatma Koçlu’nun konuşması alkışlar ve sloganlareşliğinde sona erdi.

Ardından Burcu Koçlu’nun en çok sevdiği şiir olanNazım Hikmet’in “Sosyalizm” adlı şiiri bir yoldaşıtarafından okundu.

Açıklama Gezi tutsaklarına sahip çıkma vemücadeleyi büyütme çağrısı ile sona erdi.

Açıklamanın ardından “Burcu Koçlu’ya özgürlük”kampanyasının standı açılarak, Burcu’nun serbestbırakılmasını talep eden dilekçeler toplandı. İzmirli işçive emekçilerin açıklamaya ve standa ilgisi yoğundu.

Özgürlük standı

Ayrıca 3 Ekim’de Karşıyaka Çarşısı içerisinde açılanstandda Gezi Direnişi’nin hasta tutsağı BurcuKoçlu’nun serbest bırakılması için dilekçeler toplandı.Burcu’nun durumuna dikkat çeken konuşmalar ilebirlikte gerçekleştirilen faaliyette, emekçiler hastatutsaklarla dayanışmaya çağrıldı. Yaklaşık iki saat sürenfaaliyet boyunca Karşıyakalı emekçilerin standa ilgisiyoğundu.

Stand çevresinde “Burcu Koçlu’ya özgürlük!”, “Gezitutsakları serbest bırakılsın” ve “Burcu Koçlu serbestbırakılsın” şiarlı dövizler kullanıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Burcu Koçlu için eylem!

Devlet hapishanelerdekatlediyor!

İnsan Hakları Derneği, İstanbul, Adana veİzmir’de eylemler düzenleyerek hasta tutsaklarındurumuna ve devletin hasta tutsakları bırakmamapolitikasına dikkat çekti.

İstanbul İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi

Cezaevi Komisyonu, bu hafta yaptığı F oturmasıeyleminde hasta tutuklulara yönelik devletin izlediğipolitikaya dikkat çekti. Tecrit ile tutuklularınçürümeye terk edildiği belirtilerek, hastatutukluların derhal serbest bırakılmaları gerektiğiaçıklandı.

İHD Genel Merkezi’nin hazırladığı rapora göre 10Eylül 2013 tarihi itibari ile 154’ü ağır 526 hastatutuklunun olduğu vurgulanarak başlananaçıklamada, F tipi hapishanelere geçişle birliktetecrit sisteminin etkisi ile tutukluların çürümeyeterk edildiği ifade edildi.

Açıklama, hasta tutuklular ile ilgili olarak gereklitedbirlerin derhal alınması ve ağır hastaların serbestbırakılması gerektiği belirtilerek sonlandırıldı.

İzmirHasta tutsaklar için yapılan eylemde Hakan

Gölünç’ün durumuna dikkat çekildi. Hasta tutsakGölünç’ün mektubundan alıntılar yapılan basınaçıklamasında şunlar ifade edildi:

“Adalet Bakanlığı’nın İHD listesinde bulunanhasta mahpuslarla ilgili acilen gerekli tedbirlerialması, listemizde bulunan ağır hasta mahpuslarınbir an önce tahliyesini sağlaması, diğer mahpuslarıntedavilerinin sağlanması için gerekli tıbbi tedbirlerialması ve sağlıklarına kavuşabilmeleri için tahliyeedilmeleri dahil her türlü önlemi almasıgerekmektedir. Buradan AKP hükümetine ve AdaletBakanlığı’na sesleniyoruz. Hasta mahpuslarayapılan bu işkenceye son verin.”

AdanaAdana İHD tarafından hapishanelerdeki hasta

tutsakların durumuna dikkat çekmek için 5 Ekim’deeylem gerçekleştirildi. “Hasta tutsaklar serbestbırakılsın. Tecrite son” pankartının açıldığı eylemdebasın metni İHD Adana Şube yöneticisi Nejat Okaytarafından okundu. Açıklamada, hasta tutsak sayısıbelirtilerek, AKP hükümetinin acil olarak hastatutsakları tahliye etmesi ve tedavilerinin dışarıdasağlanması istendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul – İzmir - Adana

Page 31: Kızıl Bayrak 2013 40

Bundan tam 14 yıl önce bir direniş bayrağıyükseltildi, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde. Siperyoldaşlığının en somut göstergesiydi, UlucanlarDirenişi.

Tam 14 yıl önce 26 Eylül günü sermayenin kollukgüçleri kapılara dayanmıştı. “Teslim olun” çağrılarınatok bir sesle yanıt verilmişti. Komünistler ve devrimcitutsaklar direniş bayrağını göklere çekmeyi tercihetmişti. Sermaye devleti robokopları, özel harekâttimleri, jandarmalarıyla saldırıya geçti. Tutsakları dörtduvar arasında kolay lokma olarak görüyorlardı. Amayanıldılar. Çünkü karşılarındakiler sadece bir bedenolarak durmuyorlardı. Onlar işçi ve emekçileri, yoksulköylüleri, gençleri, kadınları kısaca tüm ezilenleritemsil eden ve temsil ettiği sınıfı tam bir güvenle“ölümü göze alan bedel ödeyerek kazandığımızmevzileri bedel ödeterek koruyacağız” diyenkomünistler ve devrimci tutsaklardı. Acze kapılansermayenin kolluk güçleri, bütün güçleriyle saldırdılar.Ve on yiğit devrimciyi bedenen aramızdan aldılar.

Ancak sermayenin planladığı hiçbir şey yolundagitmedi. Devrimcilerin kitlelerle bağını kesemedi.Bunu 14 yıl sonra Haziran Direnişi ile başlayan kitlelereöncülük yapmak için büyük çaba harcayan, her günaynı kararlılıkla barikatın önünde çarpışan devrimci veilerici güçlerde gördük. Haziran Direnişi karşısında neyapacağını bilmeyen sermaye kendi koyduğu yasalarıbile çiğneyerek bizleri tutsak etti.

Biz sınıf devrimcileri, 3 aydır Kırıklar 1 No’luCezaevi’nde tutsağız. 14 yıl önce Ulucanlar’da fizikisaldırılar yapan sermaye, bugün de devrimci tutsaklarıteslim almak için sistematik bir şekilde saldırıyor.

Demir kapılar, parmaklıklar, 6 metre uzunluğundaduvarlar ve duvarları yetmiyormuş gibi çelik jilet teller.Her gün iki kez sayım ve daha bizim bilmediğimizşekillerde pencerelerden gözetlemeler. Ayda bir hücrearamaları her görüş, avukata ve revire çıkma, gibifaaliyetlerde üst arama, ayakkabıya bakma sonzamanlarda detektörlerle bakma. Böyle bir alandaböylesi saldırılar...

Biz devrimci tutsaklar, bütün bu saldırılarkarşısında devrimci duruşumuzu yitirmeden,sindirilmeden mücadeleye devam ediyoruz. Bütün buolaylar, saldırılar karşısında devrimci irademizi teslimalamayanlar bizleri başka yöntemlerle teslim almayaçalışıyorlar. İlk önce 6 metre duvarları, çelik jilet telleri,gizli gizli gözetlemeleri yetmiyormuş gibi, şimdi de 32metrekare olan havalandırmamıza kamera takarak

deniyorlar. Bu saldırılarla psikolojimizi bozmayaçalışarak her an her dakika gözetleniyoruz psikolojisiniyaratmaya çalışıyorlar.

Bizler, kamera takılırken ve takıldıktan sonraprotesto ettik. Ve sonra kameraları yerinden çıkardık.Bu eylemimiz karşısında cezaevi müdürlüğünce ‘’firar’’teşebbüsüyle aynı ‘’ceza’’ olan yirmi gün hücre cezasıaldık. Hemen ertesi hafta kameraların tekrar takıldığıhaberini aldık. Bu sefer kameralar ilk seferki gibimüdahale etmememiz için çelik kafeslerle korunaraktakılacakmış. Bizler de hemen sloganlarla protestoettik. Ve eğer takılırsa aynı tutumu sergileyecektik.

İkinci kez takılmasına karşı başka bir eylem dahagerçekleştirdik. Kapı dövme eylemi. Bütün buprotestolara karşın kamera ikinci kez ve denildiği gibidemir kafesle korunacak şekilde takıldı. Tutumumuzönceki gibi oldu. Bu ikinci eylemimizin ne tür “ceza” ilesonuçlanacak bilmiyoruz. Ve ilk kamera eylemimiz içinkamu malına zarardan 596 lira istemiyle dava açıldı.Birkaç hücre mahkemeye çıktı. Son olarak da busaldırılar karşısında slogan attığımız için soruşturmalaraçıldı. Hemen her gün elimize iki soruşturma tutanağıgeçiyor. Şu an elimize 13 tutanak geçti. Tutanaklardageçen sloganlar “Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!”,“Kamera işkencesine hayır!”, “Hücreler biziyıldıramaz!” gibi en demokratik sloganlar.

Şunu belirtmekte yarar var; bu soruşturmalar çokanlamsız. 10 Eylül’de mahkemesi olan arkadaşlar,doğal olarak burada olmadıkları için, sloganakatılmadılar. Ama o tarihte elimize geçen soruşturmatutanağında onların da adı vardı. Bu da buradasoruşturmaların nasıl ve neye dayanarak açıldığınıgösteriyor. Bu soruşturmaların cezaları başladı. Şu aniki soruşturma için 2 şer ay iletişim, mektup, faks,telefondan yoksun bırakma cezaları aldık. Şu an itirazaşamasında.

Buradan tekrar yineliyoruz. Bu saldırılarla bizleriteslim alamazsınız. 32 metrekare bile olsa alanımızagiremezsiniz. Verdiğiniz hücre cezaları, açtığınızsoruşturmalarla bizleri yıldıramazsınız. Ve son olarakbu duvarlar arasında bizleri kavgaya davet ettiniz.Davetiniz kabulümüzdür.

Kamera işkencesine hayır!Soruşturmalar, cezalar, baskılar bizi yıldıramaz!Devrimci irade teslim alınamaz!

Soner İnançBDSP Gezi tutsağı

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2013/40 * 11 Ekim 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

“Saldırılarla bizleriteslim alamazsınız!”

Tutsakların temeltalepleri karşılanmalıdır!

Merhaba dostlar; Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi idaresi

yıllardır iaşe hakkımız üzerinde keyfi tasarruflardabulunmaktadır. Yemekler kötü, yetersiz, sağlıksızçıkmakta, yıllardır almadığımız piknik türükahvaltılıklar ısrarla dağıtılmaktadır.

Hapishanelerde tutsakların bir sorunu dayetersiz beslenmedir. Bugün pek çok tutsakbeslenme sorunlarına bağlı olarak çeşitli sağlıksorunlarıyla boğuşmaktadır. Bu sorunu yetkilimercilere (savcılık, bakanlık, infaz hakimliği...)defalarca iletmemize rağmen değişen bir şeyolmamıştır. Aksine keyfi olarak yapılan pek çokuygulama gibi bunun da devamı yönlü bir yaklaşımlakarşılaştık.

Tutsakların en temel talepleri dahi buhapishanelerde yaptırım aracı olarakkullanılmaktadır. Belirttiğimiz iaşe-kahvaltılık sorunuda bunun bir örneğidir.

Talebimiz sağlıklı ve yeterli beslenmeye uyguniaşe düzenlenmesi, kahvaltılık dağıtılmasıdır. Asgaride olsa bu tutsakların sağlığı için önemlidir, basitgörülmemelidir.

Başarı dileklerimizle... 24.09.2013

R. Oğuz ArslanNihat KonakCemil Erdem

Not: Gönderdiğiniz Kızıl Bayrak dergisi düzenliolarak elimize ulaşıyor. Teşekkürler...

Page 32: Kızıl Bayrak 2013 40

Sevgili Burcu…Cezaevlerinde onlarca Gezi tutsağı var ve bunların önemli bir

bölümünü, senin de içinde olduğun İzmir’deki Gezi tutsaklarıoluşturuyor. Bir önemli dava oldunuz. Gezi davası denince ilk aklagelen sizin davanız oluyor. Hiç gündemden düşmüyorsunuz.Komünist ve devrimci basın neredeyse her hafta size ilişkin birhaber veriyor, sizi gündeme taşıyor.

Seninle ilgili kampanyadan da haberdarsındır. İzmir bukampanyada başı çekiyor. Her gün farklı bir çalışmaya sahneoluyor. Gün oluyor, standlar kurulup senin ve tüm Gezitutsaklarının derhal serbest bırakılması talebiyle emekçilerdenimza toplanıyor. Gün oluyor, forumlara konuk oluyorsunuz. Bu kezforumlarda aynı ses yükseltiliyor. Siz tutsakların yakınları ise herhafta cezaevi kapısındalar, bunu da biliyorsun. Aynı çığlığı onlar dayükseltiyor.

Hikayeniz biliniyor. Mayıs’ın Haziran’a döndüğü bir sıradaülkemiz, Gezi Parkı’nda çakılan bir kıvılcımla bir büyük halkhareketiyle sarsıldı. Türkiye’nin irili-ufaklı neredeyse tüm kentleribir anda “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı eşliğinde onbinlerin, zaman zaman yüz binlerin katıldığı gösterilere sahne oldu.Dinci-gerici AKP iktidarının ve onun halk düşmanı küstahbaşbakanının kimyasını bozan bu halk hareketine sahne olankentlerden biri de İzmir’di. İzmir Gündoğdu Meydanı, tıpkı Taksimve Kızılay gibi her gün aynı saatlerde, aynı sloganı haykıran onbinlerle doldu taştı. Sosyal-demokratların kalesi olarak propagandaedilen bu kent, bir anda halk hareketinin merkezlerinden birihaline geldi. Sosyal-demokrat ve ulusal sol etki geri plana düştü,devrimci bir hava esmeye başladı İzmir’de. Başta sınıf devrimcileriolmak üzere, devrimci güçler umulmadık bir ataklık örneğisergileyerek, bu güzelim kenti daha da güzelleştirdiler. Her geceGündoğdu başta olmak üzere her toplanma yeri devrimcisloganlarla çınladı. Günlerce İzmir’de sol rüzgarlar esti. Solkültürün ürünü ve ifadesi bir yaşam egemen oldu meydanlarakurulan çadırlarla...

Hiç kuşkusuz bunları sermaye devleti de gördü. Korkusunuyaşadı. Ve elbetteki bir yerlere not etti. Not ettiği kentlerden biride İzmir’di. İzmir, dinci-gerici iktidarı en çok rahatsız edenkentlerin başlarındaydı. Dolayısıyla, sermaye devletininsaldırılarına ilk sahne olan kentlerden birinin İzmir olmasıboşuna değil.

Sermaye devleti öncelikle saldıracağı hedefleri de belirledi.İlk elden hedef tahtasına çakılanlar ise, devrimci güçlerdi. Bubüyük halk hareketinin ruhu olan, bu hereketin soluk almasında,barikatların başını tutarak hareketin yaşamasında önemli, roloynayan, komünist ve devrimci militanlardı. Yani sizlerdiniz. Bukez, sizlere dönük bir gözaltı ve tutuklama terörünü devreyesoktular. Komünist ve devrimcilere dönük bir sürek avı başlattılar.Eşzamanlı biçimde evlere ve kurumlara baskınlar düzenlediler.Tümüyle keyfi gerekçelere dayanarak sizleri tutsak ettiler. Fakatboşuna!

Halk hareketi yenilmedi. Gezi ruhu her yerde dolaşmaya devamediyor. “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı ülke topraklarınıda aşarak tüm dünyada duyulur hale gelmiştir. Daha önceemekçilere egemen olan karamsar tablodan eser yok, korkuduvarları yıkılmış, geleceğe daha bir umutla bakılmaktadır.Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, bu da kesindir. Buna

karşın, dinci-gerici iktidarın kimyası iyiden iyiye bozulmuştur. Gelinen yerde zamanın ruhu bizden yana olmaya başlamıştır.

Çünkü, dönem, bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir.Dönem, devrimcilerin ve devrimci partilerin siyasal mücadeleninön planına çıkacakları bir dönemdir. Sistemin fay hatları kırılmayabaşlamıştır. Haziran’da yaşananlar sadece ve sadece öncüsarsıntılardı. Ne zaman geleceğini tam olarak bilemeyiz, amabunları büyük depremler, devrimler izleyecektir. Tam da bunedenle, devrimci sınıf ve devrimci parti yaşamsaldır. Devrimehazırlık günün en öncelikli görevi ve sorumluluğudur.

Basına yansıyan yazılarında senin de bu durumun bilincindeolduğun anlaşılıyor. Yaşadıkların ve gelecek hakkında açıklığın davar. Bu ise çok şey demektir. Bunu sen de biliyorsun. Öte yandan,tutsaklık koşullarındasın, nedir ki tutsak değilsin. Bir kere, Geziruhu tutsak edilemez ve sen de tutsak değil, gerçekte özgürsün!

Aramızda tam olarak üç bin kilometre mesafe var, ancak sanaçok ama çok yakınız. Her gün aynı şeyleri düşünüyor, aynı havayısoluyoruz. Amacımız aynı, hedefimiz birdir. Yol arkadaşı değil,açıkçası yoldaşız. Seni yoldaş yakınlığı ile kucaklıyoruz sevgili Burcu.

Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!İşçilerin Birliği Halkların kardeşliği Platformu (BİR-KAR)

Gezi ruhu her yerde!

Aramızda tam olaraküçbin kilometre mesafevar, ancak sana çokama çok yakınız. Hergün aynı şeyleridüşünüyor, aynı havayısoluyoruz. Amacımızaynı, hedefimiz birdir.Yol arkadaşı değil,açıkçası yoldaşız. Seniyoldaş yakınlığı ilekucaklıyoruz sevgiliBurcu.