Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Osmanlı’da Cadılar Vampirler ve Büyücüler
Evliya Çelebi’nin Anlatımıyla;
Osmanlı Devrinde Cadılar, Vampirler, Tılsımlar ve Büyücüler
Burhan Cağlar I
Tarihvemedeniyet.org II
20 Ekim 2011
I University of Toronto, Department of Near and Middle Eastern Civilizations lisansüstü öğrencisi II http://tarihvemedeniyet.org/2012/10/osmanlida-cadilar-vampirler-ve-buyuculer/
“Bu yazı münasebetiyle Evliya Çelebi’nin eserini günümüz Türkçesine kazandırılmasında büyük
emekler sarf eden, genç yaşta aramızdan ayrılan kıymetli dostum, Yücel Dağlı’yı rahmetle anıyorum.”
Evliya Çelebi’nin Anlatımıyla; Osmanlı Devrinde Cadılar, Vampirler, Tılsımlar ve Büyücüler
er konuda anlatacak bir hikâyesi olan Evliya Çelebinin elbette “sihir”, “büyü” ve
“cadılar” hakkında da anlatacak bir şeyleri vardır. Seyahati boyunca karşılaştığı pek
çok egzotik hikâyeyi, şahit olduğu tılsım, cadı, büyü, büyücü olaylarını ve
gözlemlediği doğaüstü varlıkları eserinde anlatır. Kendinden önceki tılsım ve efsanelere atıfla
tecrübe ettiği bu hadiseleri yorumlar.
HHatta bilinen en eski “Vampir” hikâyelerinden birini onun
naklettiği, bu yönüyle klasik “Drakula” öykülerine temel teşkil
ettiği konusunda tüm tarihçiler hemfikridir. Evliya Çelebi
Seyahatnamesinin çeşitli bölümlerinde “harikulade hadiseler”
dediği bu olaylara dair pek çok değişik anlatımlar yapar.
Meydanlarda, paşa konaklarında, ziyafet ve şenliklerde şahit
olduğu sihirbazlık, hokkabazlık, madrabazlık gibi gösterilerden
bahsederken bunların “temaşa” – “gösteri” yönünü vurgular.
Fakat Evliya’nın anlattığı 3 farklı Cadı, Büyü, Büyücü olayı vardı ki olayları şahsi tecrübelerine
dayandırarak ve hakikat ile sarmalayarak, şahitler huzurunda ortaya koymaktadır.
Evliya Çelebi deyince aklımıza hep “damdan dama atlarken
donankedi” hikâyesi gelir. Hâlbuki Evliya’nın seyahatnamesinde
daha ne “tantanalı” olaylar vardır da bilinmez. Seyahatname bizde
unutulup gitmişken 1830’lerde Avrupalılarca keşfedilir.
İlk olarak Alman tarihçi Hammer’in dikkatini çeker ve şöhret bulur.
Eserden İngilizce, Almanca, Yunanca, Ermenice dillerinde seçkiler
yayınlanır. Anavatanında ise Evliya sansüre uğrar, sürmen altı edilir.
Tam bir baskısının yapılması için ise 150 yıl beklemek gerekecektir.
***
Evliya, 17 asır bağlarında yani imparatorluğun en mutantan zamanında İstanbul, Unkapanı’nda
dünyaya gelir. Arapça, Farsça, Rumca, Latince öğrenir, hafız olur, 25 yaşına kadar İstanbul’daki
tahsil hayatı devam eder. Fakat içindeki gezip görmek
tutkusuyla kıvranmaktadır. Evliya bu husuta “Peder
ü mâder ve üstâd, birader kahrından nasıl
kurtulur da cihangeşt olurum” demektedir.
Böylece Evliya’nın 70 yılı aşkın ömrünün 51 yılın
geçireceği bir diyardan başka bir diyara uzanan, 257
şehir, 7 iklim 18 padişahlık tutan gezisi başlar.
Bu süre zarfında evlenmeye ise vakit bulamaz. Gezip
gördüklerini, başından geçen olayları ve kendisine
anlatılanları akıcı dili ve ilgi çekici üslubuyla
“Seyahatname” adını verdiği eserinde yazıya döker.
10 cilt 4 bin sayfalık eser bütün dünya tarihinin en
ilginç kaynaklarından biridir.
Evliya Seyahatnamesinde, Dünya’da 12 büyük şehir olduğundan söz eder ve sayar, Viyana, Prag Kösece Paris, Edirne, Bursa, Kahire, Halep, Şam ve tabi ki İstanbul.
Yine, Hazerfen Ahmet Çelebi’nin kanat takarak Galata Kulesi’nden Üsküdar Doğancılar meydanına uçuşunu yazan tek kaynak odur. Legari Hasan Çelebi‘nin yaptığı roketle fezaya doğru yolculuğu da bir tek Evliya’nın eserinde geçmektedir..
“Seyahat ya Resulullah.”
Evliya Çelebi, seyahatlerinin sebebini gördüğü bir rüyaya bağlar. Bu rüyaya göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte Hz. Muhammed’I görür.
Tam bu sırada heyecana kapılır ve “Şefaat ya Resulullah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulullah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek Evliya Çelebi’ye şefaatide, seyahati de müjdeler. Böylece seyyahatlerinin bahanesi bu rüya olur.
Bunların yansıra iyi biri dil bilimci olarak kendi döneminin Türkçesini, gittiği yerlerde konuşulan Türkçenin ağızlarını bize aktarmaya çalışmıştır. Mesela Kayseri’de köylülerin o dönemde daha yeni yeni moda olmaya başlayan kahveye bakışlarını onların şivesini hiç bozmadan nakleder; “Gıllı gıçlı şaarlılar kayfe örpürdetirler”…
Cadılar Savaşa Tutuşuyor
Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez
diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki
savaşına şahit olur. Zifiri karalık bir gecede yıldırımlar aniden
kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış
işleyebilecekleri kadar aydınlanır.
Durumdaki harkuladeliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup,
“vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez
oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim
eder, vuruşurlar” cevabını alır. Sonrada dışarı çıkıp korkmadan
seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir.
Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya, büyük ağaçlar,
küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş
Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri
olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayerler
içerisinde görür.
Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden
bir gürültü ortalığı kaplar. havadan yere keçe, sırık,
küp, Tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba
tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları
yağmaktadır. 7 Abaza oburu ve 7 Çerkez oburuyla
sarmaşıp yere düşerce, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza
cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe
atarlar. Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından
oburlar (Cadılar)da giderler.
Evliya böyle hikâyelere dair gayet “münkir” olduğunu fakat kendisiyle birlikte bilcümle
zevatında bunu görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahalinin de 40 – 50 yıldan beridir
bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görülmediklerini söyler.
İnsan Kanı İçen “Ölü” Cadılar (Zombiler)
Evliya Çelebi anlatılanlara göre bu diyarda karakancolos
gecelerinde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılar
olduğunu da yazar. Halkın Evliya’ya anlattığına göre,
bazı gecelerde cadılar musallat oldukları kişinin kanını
içip hasta etmektedirler.
Eğer kanı içilenin kimsesi yoksa yatağa düşer ve ölür.
Varsa, hasta yakınları bir “cadıcı” ile mezarlıkları
dolanıp cadının çıktığı, toprağı eşilmiş mezarı ararlar.
Bulup, mezarı kazıdıklarında adamın kanını içtiğinden
gözleri kan çanağı misali “pörtlemiş” cadı leşi teşhis
edilir.
Bu halde, cadı hemen mezardan çıkarılarak “göbeğine” uzunca böğürtlen kazığı çakılır.
Hayattaki başka bir cadının ruhu bu bene de hulul etmesin (geçmesin) diye de ateşte yakılır.
Allah’ın emriyle cadının sihri batıl olup, kanı emilen adam tez vakitte şifa bulur.
İnsan Kanı İçen “Yaşayan” Cadılar (Vampirler)
Yine Evliya Çelebi’nin anlatılanlardan
naklettiğine bu diyarlarda yaşayan cadılarda
vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez.
Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu
birinin kulağı arkasından kanını emer. Adam
gün be gün hasta olur. Derhal akrabaları bir
“cadı üstadı” bulup köy, kasabai şehir şehir
dolanıp gözleri kan içmekten kan çanağına
dönmüş cadıyı aralar ki yakalayıp zincire vuralar.
3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp göbeğine
böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal
şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır. Bu cadılık derdi taundan (vebadan) fenadır,
Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygınadır vesselam.
***
Dr. Stefanos Yerasimos, Evliyâ Çelebi’nin Kafkaslara dair bu anlatısında egzotizminin izlerini
aramaktadır. Yerasimos’a göre Osmanlıların Kafkaslardaki hâkimiyetinin kısa sürmüş olması ve
yöreye fazla ilgi göstermeyişleri burayı Osmanlılar için egzotik bir iklime büründürmüştür. Bu
nedenle Yerasimos, “havalarda atlarla uçuşan cadılar” , “cesetlere saplanan kazıklar”,
“zincire vurulan vampir hikâyeleri” Evliyâ’nın egzotik bir coğrafyaya doğaüstü mit ve
efsaneleri yerleştirme ihtiyacından doğmuş
olabileceğini sorgular.
Ancak Dr. Başak Öztürk Bitik, söz konusu eser
Seyahatnâme olunca “egzotizm” seçeneğine
kolaylıkla evet demenin çok da mümkün
olmadığını belirterek; Evliyâ’nın şahit olduğunu
söylediği ikinci cadı vakası, Osmanlılar için pek
de egzotik olamayan bir mekânda, Bulgaristan’ın
bir köyünde gerçekleşitiğinin altını çizer.
Büyücü Kadın ve Karakoncolos
Evliya Çelebi, Rumeli’de (Bulgaristan’da) Çalıkkavak köyünde, bir “kefere” hanesinde
konaklamakta ve ateş karşısında istirahat etmektedir. Kapıdan içeri saçı başı dağınık, çirkin
yüzlü, yaşlı bir acuze kadın girer. Çekinmeden gelip ateşim başına oturur ve kendi lisanında
küfürler savurmaya başlar.
Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual
ettiğinde, “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır. Sonra bu acuzenin etrafına kızlı
erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca
konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur.
Gece yarısı olunca çıkan gürültü ve patırtılar Evliya’yı uykusundan hoplatır. Evliya, acuze
kadının kapıyı açıp içeri girdiğini ve ocaktan aldığı bir avuç külü fercine sürdüğünü görür. Sonra
küle bir efsun okuyarak ocak başında yatan bu 7 çocuğun üzerine saçar. Yedisi birden iri
piliçlere dönüşerek “civ”, “civ”, “civ“ demeye başlarlar. Hemen elinde kalan külleri kendi
başına serpince o an büyük bir tavuğa olup “guruk”, “guruk” diyerek kapıdan çıkarı çıkar.
Piliçler dahi ardı sıra çıkarlar.
O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan
boşladığını görürler. Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir
kütürtdür kopuyor” der.
Dışarı çıkan adamlar görürler ki, tavuk ve piliçler atlar arasında gezinmekte, atlar ise birbirleri
üzerine yarışıp kendilerini helak etmektedirler. Köydeki “kefereler” ise durumdan haberdar olup,
gelip hemen atları bağlarlar. Cadı ve tavuklar ise bir tarafa gider.
Bundan sonrasını Evliya’nın adamı şöyle anlattır; “Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış
tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o
ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup
döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş.
Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.”
Evliya anlatısına şöyle devam eder; - Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler. ‘Antepli
Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun
insan olduğuna şahit oldular’ dediler.
O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın
hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit
sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra
müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp
sordum -Vallahi akşam tavukların üzerine o
Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu.
İsterseniz işeyen herifi getirelim.- dediler. Ben
de ‘canım, haydi getirin.’ dedim.
Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka
soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle
karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.’ deyip gitti.
“İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak’ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı
ve Çalıkkavak balkanı’nın hâl-i ahvâl-i pûr-melâli böyledir, Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı
noktalar.
Kırım Dönüşü Tatar Büyüsü
Harap viran köyler beldeler geçip,
yılan, çıyan ve kargalara mesken yıkık
kaleler aşan Evliya Çelebi ve
beraberindekiler bu kez Tatar
vilayetinden İstanbul’a dönmektedir.
Yolda, artık çarşı, pazar, dükkân ve
hamamları kalmamış bir zamanların
mâmur şehirlerinden geçeler. Bir su
değirmeninden başka ne han ne hamam ne bağ ne de bahçelere rastlarlar.
Hâlbuki der Evliya “zaman-i kadimde bu vilayetler âbâd idi, ammâ şimdi harab olup akçe ve pul
ve bâğ u bâğçe ve çârsû-yı bazar ve hân u hammâm ve dahi kilise dahi kalmamıştır. Ahali ise ne
kâfirdir ne müselmân.” Dedikten sonra, “Bu kalelerin bazıları zamanında değerli mücevherlerle
süslenerek yapılmışlarsa da Tatar eline girdikden sonra sual ne lâzım, cevâhir mi kalır? ” diye
serzenişte bulunur.
Evliya ve beraberindekiler, İstanbul yolunda Azak’tan doğru ilerleyip Kuban nehrini geçmek
zorundadırlar. Gemi olmadığından nehrin
kenarına varıp çadır kurmak isterler, fakat
soğuktan donmuş toprağa çadır kazıklarının
girmesi bile mümkün olmaz.
Bu esnada dehşetli bir rüzgâr esmeye başlar.
Çadırları havaya savurup arabaları baş aşağı
eder, atlar öteye beriye koşuşup ortalık bir
anda “hercümerç” olur. Yanlarındaki “Kırım
gazileri “eyvah” çekip “sihre uğradık” diye feryâd-ı figan ederken Mehmed Paşa mahiyetine
“muavvizeteyn” surelerini (Felak ve Nas)
okumalarını emreder ve nihayet rüzgâr sükûnet
buldur. Devamını Evliya’dan dileyelim;
Ardından bir köse Kalmuk Tatarı çıka geldi ve
Paşa’ya: “Paşa bana zararının dokunmayacağına
yemin ver” dedi. Paşa da Kuran’a el vurup yemi etti.
Bunun üzerine Kalmuk:
‘Sultanım, sizin başınıza rüzgârı, kızıl kıyameti
koparan, bu kadar arabaları, çadırları yere vuran
bendim ki marifetimi size izâr edeyim istedim. İmdi,
eğer bu nehri aşmak niyetindeyseniz, bana bir at, bir kürk ve yüz kuruş verin. Yine kızıl kıyamet
koparıp ve bu suyu dondurup, buz hâline koyayım. Cümleniz selametle karşıya geçip,
maksadınıza nail olasız” dedi.
Bîçare Mehmet Paşa, ‘Bre medet, öyle olsun hadi!’ deyip, Kalmuk’un istedikleri verdirtti.
Kalmuk, atını alıp, bir tarafa bağladı ve orman içine doğru yürüdü.
Kalmuk Tatarı’nın Sihirleri
Adamım ardından ormanın içine gizlice süzülen Evliya Çelebi
Kalmuk’un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu.
Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı
çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı.
Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini
alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.
Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp,
gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç
dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.
Bu sırada askerler, Paşa’nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı.
Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye
reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü’l-
hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak
okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir
kısmı suya düşüp boğuldu.
Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuklu büyücü ise sihrini
bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü
figan bağırarak Paşa’ya ve buz üstündekilere “Arapça”
okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.
Üç Hikâyenin Düşündürdükleri
Pertev Naili Boratav’a Halk geleneğinde, birtakım tabiatüstü halleriyle insanların yaşamına etki
eden esrarlı varlıklara inanıldığına, fakat bu varlıklar nedense hiçbir zaman iki kişi bir arada iken
belirmeyip; insana hep yalnız olduğu zamanlarda, çeşitli kılıklarda göründüğüne işaret eder.
Ancak, Dr. Başak Öztürk Bitik bu durumun Evliya Çelebi anlatıları için pek de geçerli
olmadığını belirtmekle birlikte üç hikâyede de kendisine bir seyirci grubunun eşlik ettiğinin altını
çizer.
Evliya’nın anlatısında, zincirlere vurulmuş cadının; “Fülân kişinin kanın ben içtim” şeklinde
itirafa mecbur kalması, yahut acuze kadının sihrinin sadece “gark-gurk” sesleri çıkaran bir
tavuğa dönüşmekten ibaret olması, ya da havaya sözünü geçirse bile bir Osmanlı paşası
karşısında korkan Karluk’lu büyücünün Paşaya “Bana zararın dokunmaz değil mi?” sorusunu
sorması, aslında onların insan karşısındaki acziyetini ve güçsüzlüğünü alaycı bir dille
vurgulamaktadır. Bu olağan üstü varlıkların insana zarar veremedikleri gibi bilakis hep kendileri
zarar görmüştür.
Bibliyografya:Aycibin, Zeynep. “Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme.” Ankara Üniversitesi Dergisi 24 (2008): 55-70. ; Bitik, Başak Öztürk. “Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesinde Cadı, Obur, Büyücü Anlatıları ve Kurgudaki İşlevleri.”, Millî Folklor 92 (2011): 64-79. ; Dülger, Elif. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi`ndeki Büyü, Sihir ve Falın Halkbilimi Açısından Değerlendirilmesi.” Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, (2006).; Evliyâ Çelebi b.Derviş Mehemmed Zilli. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi C.1-5.Haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı. YKY 2001. Gemici, Nurettin. “Evliyâ Çelebi Seyâhatnamesi’nde Hz. Peyamber ve Medine.” İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 22 (2010): 245-266; illustrasyon: Murat Palta, http://www.behance.net/muratpalta