Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
‘‘FİTNE’’ KELİMESİNİN GEÇTİĞİ ÂYETLERİN İNCELENMESİ
-TE’VÎLÂTU’L-KUR’ÂN BAĞLAMINDA-
MUSTAFA YUMUK
1430207562
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Dr. Öğr. Üyesi Ali BULUT
ISPARTA, 2018
ii
iii
iv
(YUMUK, Mustafa, ‘‘Fitne’’ Kelimesinin Geçtiği Âyetlerin
İncelenmesi, -Te’vîlâtu’l-Kur’ân Bağlamında-, Yüksek Lisans Tezi,
Isparta, 2018)
ÖZET
Bu çalışmada “fitne” kelimesi ve müştaklarının geçtiği âyetler, İmam
Mâturîdî’nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı bağlamında tahlil edilmiştir. Bu çerçevede
Mâturîdî’nin izahları sonraki dönem müfessirlerin görüş ve izahlarıyla mukâyeseli
olarak ele alınmıştır.
“Fitne” kelimesi ve müştakları Kur’ân-ı Kerîm’de altmış yerde geçmekte;
“imtihan, azâb, baskı, zulüm, ateşte madeni eritmek, fesâd, şirk” gibi birden fazla anlam
içermektedir.
Mâturîdî; “fitne” ile ilgili âyetleri genellikle, “ihtimal ki, mânâsı şudur” diyerek
izah etmiştir. Âyetler hakkında yer yer farklı görüşlere değinmiş; deliller çerçevesinde
aklî analizlerle kanaatini açıklamıştır. Âyetleri te’vîl ederken, önemli gördüğü
hususlarda kelime tahlilleri yapmış ve konuyla ilgili örnekler vermiştir.
Anahtar Kelimeler: Fitne, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, sınama, azâb, ateşte madeni
eritmek, şirk, fesâd.
v
(YUMUK, Mustafa, Examination of the Verses in Whıch Word
“Fitnah” -in the Context of the Tawılat Al-Qur’an-, Master Thesis, Isparta,
2018)
ABSTRACT
In this study, the verses through which the concept of “fitnah” passed have been
analyzed according to the interpretation of Māturidī's Tawilāt al-Qur’ān. Māturidī's
views were examined comparatively with later commentators.
The concept of “fitnah” occurs in sixty places in the Qur’an. One of the concepts
in the Qur’an in broad terms is “fitnah”. “Fitnah”; “includes various meanings such as
trial, torment, oppression, cruelty, melting of the metal, depravity and polytheism”.
Māturidī; in general, explained the concept of “fitnah” by saying, “probably,
that is the meaning.” Sometimes, after announcing other opinions explained opinion.
About the concepts in verses and verses, he also referred to other explanations
contradicting his view. To prove own ideas verses showed evidence and made rational
analyzes. When the verses are ta'vil, made vocabulary tests on important topics and
gave examples about the subject.
Key words: al-Fitnah, Tawilat al-Qur’an, exam, torment, melt the mine fire,
polytheism, depravity.
vi
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.md. : Adı geçen madde
a.s : Aleyhisselâm
AÜ.B. : Ankara Üniversitesi Basımevi
b. : bin/ibn
bint. : Binti
Bkz. : Bakınız
Böl. : Bölüm
c. : Cilt/ cüz
Çev. : Çeviren
D.Y.G.M. : Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü
DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi
DİBYay. : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Doç. : Doçent
E.Ü. : Erciyes Üniversitesi
ed. : Editör
EOÜ. : Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
H. : Hicrî
H.No : Hadîs numarası
Hz. : Hazreti
İ.F. : İktisat Fakültesi
İ.Ü. : İstanbul Üniversitesi
İLH. FAK. : İlahiyat Fakültesi
m. : Mukaddime
md. : Madde
M. : Milâdî
MÜ. : Marmara Üniversitesi
nşr. : Neşreden
PAÜ. : Pamukkale Üniversitesi
r.a. : Radıyallâhü anh, radıyallâhü anhüm, radıyallâhu anhâ
s. : Sayfa
S. : Sayı
s.a.s : Sallallâhü Aleyhi ve Sellem
S.B.E. : Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sad. : Sadeleştiren
SDÜ. : Süleyman Demirel Üniversitesi
S.B.E. : Sosyal Bilimler Enstitüsü
Şrh. : Şerh eden
TDV Yay. : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
thk. : Tahkik
thr. : Tahric
TİB : Temel İslam Bilimleri
trc. : Tercüme
trc. : Tercüme eden
ts. : Târihsiz
vii
tsh. : Tashih
Ü. : Üniversite
v. : Vefat tarihi
vd. : ve diğerleri
v? : Vefat tarihi şüpheli veya bilinmiyor.
vb. : ve benzeri
y.y. : yayın yeri yok
Yay. Haz. : Yayına Hazırlayan
Yay. : Yayınlayan
viii
İÇİNDEKİLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ......................................................................... ii
YEMİN METNİ SAYFASI ........................................................................................... iii
ÖZET............................................................................................................................... iv
ABSTRACT ..................................................................................................................... v
KISALTMALAR ........................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ viii
ÖNSÖZ ............................................................................................................................. x
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
MÂTURÎDÎ’NİN İLMÎ HAYATI VE “FİTNE” KAVRAMININ GENEL
İNCELEMESİ
I. MÂTURÎDÎ’NİN İLMÎ HAYATI VE TE’VÎLÂTU’L-KUR’ÂN’IN ÖZELLİKLERİ .. 3
A- Hocaları ................................................................................................................... 4
B- Talebeleri ................................................................................................................. 6
C- Eserleri ..................................................................................................................... 7
D- Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ın Özellikleri .......................................................................... 10
E- Maturîdî’nin Tefsîr Metodu ................................................................................... 12
II. “ ن -ت -ف ” KÖKÜ VE MÜŞTAKLARI ........................................................................ 13
A. Fiiller ..................................................................................................................... 14
B. İsimler .................................................................................................................... 16
III. HADİSLERDE “ ن -ت -ف ” KÖKÜ VE MÜŞTAKLARININ GENEL ANALİZİ ...... 21
İKİNCİ BÖLÜM
ANLAM ÇEŞİTLİLİĞİ BAĞLAMINDA ‘‘FİTNE’’ KELİMESİNİN GEÇTİĞİ
ÂYETLERİN ANALİZİ
I. FİTNENİN İNANÇ GRUPLARINA YÖNELİK TEFSİR EDİLDİĞİ ÂYETLER .... 32
A. Müşrikler ............................................................................................................... 32
B. Yahûdiler ............................................................................................................... 40
C. Münâfıklar ............................................................................................................. 44
D. Mü’minler .............................................................................................................. 53
II. FİTNE: EZÂ/EZİYET ................................................................................................ 59
III. FİTNE: ALLÂH VE RASÛLÜNE KARŞI YALAN VE İFTİRA ........................... 69
IV. FİTNE: ŞEYTANIN VESVESESİ ........................................................................... 75
ix
V. FİTNE: ÂHİRET AZÂBI........................................................................................... 77
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
“FİTNE” KELİMESİNİN GEÇTİĞİ ÂYETLERİN İMTİHAN ANLAMI
BAĞLAMINDA ANALİZİ
I. KISSALAR BAĞLAMINDA İMTİHAN ................................................................... 82
A. Semûd Kavmi ve Dişi Deve .................................................................................. 82
B. Hz. Mûsâ’nın (a.s) Nil Nehrine Bırakılması .......................................................... 85
C. Altın Buzağı ile İsrâîloğulları ................................................................................ 87
D. Câlût ile İsrâîloğulları ............................................................................................ 92
E. Yanında Tartışan İki Kişi ile Hz. Dâvûd (a.s) ....................................................... 95
F. Hz. Suleymân’ın (a.s) Mülkünde Bir Süre Etkisiz Kalması .................................. 96
G. Hârût ve Mârût ile Yahûdiler ................................................................................ 98
H. Ashâbu’l-Uhdûd .................................................................................................. 100
K. Rüyâ Hâdisesi ve Lânetlenen Ağaç (Zakkum) .................................................... 102
L. Şeytanın İlkâsı (Vesvesesi) ile Müşrikler ............................................................ 105
M. Cehennemdeki On Dokuz Melek ........................................................................ 108
II. KAVİMLERİN VE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLARI ................................. 111
A. Hz. Mûsâ (a.s) ile Firavun ve Kavmi-Hz. Peygamber (s.a.s) ile Kureyş ............ 111
B. Azâbın Ertelenmesi Haberi ile Müşrikler ............................................................ 113
C. Cihâd, Açlık ve Korkuyla Münâfıkların Sınavı ................................................... 114
III. GENEL MÂNÂDAKİ İMTİHAN ÇEŞİTLERİ ..................................................... 120
A. Fakirlerin ve Zenginlerin Birbirleri İçin İmtihan Kılınması ................................ 120
B. Fakirlik, Meşakkat ve Musîbetler ........................................................................ 126
C. Rızık Genişliği ve Dünyânın Zîneti ..................................................................... 131
D. Mal ve Evlat ........................................................................................................ 136
E. Şer ve Hayırla İmtihan ......................................................................................... 141
SONUÇ ......................................................................................................................... 144
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 147
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 157
x
ÖNSÖZ
İnsanlığa rehberlik edip doğru yolu göstermek, hem bu dünyada hem de âhirette
mutlu ve huzurlu olmasını temin etmek gayesiyle gönderilmiş son ilâhî kitap Kur’ân-ı
Kerîm’de, konuların çoğu veciz ve genel ifadelerle geçmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in bu yöntemi ve üslûbu, kullanılan kavramların önemini de
artırmıştır. Bunlardan birisi de “fitne”dir. Kur’ân-ı Kerîm’de birden fazla anlamı
bulunan “fitne”, geniş muhtevası sebebiyle tefsîre konu olmuştur. Bu çalışmada, İmam
Mâturîdî’nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân adlı eseri esas alınarak, âyetlerde geçen “fitne’’
kavramı hakkındaki açıklamalar tetkik edilmiştir.
Giriş bölümünde, Mâturîdî’nin hayatı, hocaları, öğrencileri, eserleri, tefsîr
metodu, Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ın tefsîr ilmindeki yeri incelenmiştir.
Birinci bölümde, “fitne”nin kökü, türevleri, sözlük anlamı araştırılmış,
hadîslerdeki mânâları tahlil edilmiştir.
İkinci bölümde, “fitne” kavramın geçtiği âyetler muhtevâ çeşitliliği bağlamında
irdelenmiş, Mâturîdî ve diğer müfessirlerin görüşleri, âyetlerin sebeb-i nuzûlleri, kıraat
farklılıkları, tarihi olaylarla bağlantıları tetkik edilmiştir.
Üçüncü bölümde, “imtihan” anlamı temelinde “fitne” ile ilgili âyetlerin içeriği;
Mâturîdî ile sonraki dönem müfessirlerinin görüşleri -benzer veya farklı yanları-
çerçevesinde analiz edilmiştir.
Eğitim süresi boyunca ve bu çalışmanın hazırlanmasında, metot ve ilminden
azami derecede istifade ettiğim ve her türlü desteğini bizden esirgemeyen danışman
hocam, Dr. Öğr. Üyesi Ali BULUT Bey’e, Prof. Dr. İshak ÖZGEL Bey’e, Prof. Dr. Ali
Galip GEZGİN Bey’e, Dr. Öğr. Üyesi Celalettin DİVLEKCİ Bey’e ayrı ayrı
teşekkürlerimi arz ederim. Ayrıca, manen destek olan aileme ve arkadaşlarıma aynı
duygularla teşekkürü bir borç bilirim.
Mustafa YUMUK
ISPARTA-2018
1
GİRİŞ
Kur’ân-ı Kerîm, nâzil olduğu günden kıyâmete kadar insanlığa istikâmet
gösterecek olan son ilâhî mesajdır. Kur’ân’ın içerdiği konulara vakıf olmak ve
mesajlarını hayata geçirmek oldukça önemlidir. Bunun için Kur’ân’da bulunan ve
birden fazla anlam içeren kelimelerin, Kur’ân konteksti içerisinde kazandığı mânâyı
tespit etmek gerekmektedir. Zira geçen zaman ve değişen şartlarla birlikte, bazı
kelimelerin anlam kaybına uğraması veya yeni anlamlar kazanması, özellikle kavramsal
bağlamdaki çalışmaları kaçınılmaz kılmaktadır. Bu tür çalışmalar, yanlış anlam ve
yorumlara büyük bir oranda engel olacaktır.
Geçmişten günümüze çeşitli yöntemlerle âyetler ve sûreler tefsîr edilmiştir.
Zaman içerisinde, birbirleriyle aralarında sıkı irtibat bulunan Ulûmu’l-Kur’ân,
Esbâbu’n-Nuzûl, Mecâzu’l-Kur’ân, Meâni’l-Kur’ân, Ğarîbu’l-Kur’ân, Havassu’l-
Kur’ân, Î’câzu’l-Kur’ân, Kasasu’l-Kur’ân, Kâmûsu’l-Kur’ân, Muşkîlu’l-Kur’ân,
Tekrâru’l-Kur’ân gibi ilimler gelişmiş, bu ilimlerde sayısı binlere ulaşan eserler te’lif
edilmiştir.
Yine Kur’ân’ın gösterdiği istikâmeti daha fazla görebilme gayretinden dolayı
târihî, sosyal, kültürel alanda yapılan araştırma ve çalışmalarda da âyetlerdeki kelimeler
üzerinde önemle durulmuştur. Bütün bunlar, âyetlerin taşıdığı hükümlerin ve
mâhiyetlerinin anlaşılmasında büyük katkı sağlamaktadır.
Bundan hareketle araştırmada, “fitne” ile ilgili âyetler Te’vîlâtu’l-Kur’ân ve
çeşitli tefsîrlerden incelenmiş, özellikle konunun ayrıntılı ortaya konulabilmesi için
gayret sarf edilmiştir. Araştırmanın amacı; “fitne”nin kök, türev ve sözlük anlamlarını
tespit ederek, “fitne”nin içeriği hususundaki görüşleri incelemek, açıklamalar arasındaki
farklılıkları araştırmak, konuyu analiz etmektir.
Çalışmaya Mâturîdî’nin hayatı, eserleri, öğrencileri, tefsîrdeki metodu ve
Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ın genel özellikleri incelenerek başlanmıştır. Bunun için; Te’vîlâtu’l-
Kur’ân’daki ve Kitâbu’t-Tevhîd’deki mukaddime bölümü, Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin
Tebsıratu’l-Edille’si, Sem’ânî’nin el-Ensâb’ı, İbn Ebi’l-Vefâ’nın el-Cevâhiru’l-
Mudıyye’si, İbn Kutlûbuğâ’nın Tâcu’t-Terâcim’i, Kâtip Çelebi’nin Keşfu’z-Zunûn’u,
Leknevî’nin el-Fevâidu’l-Behiyye’si, Zebîdî’nin İthâfu’s-Sâdeti’l-Muttakîn’i, Bağdâdî
İsmail Paşa’nın Hediyyetu’l-Ârifîn’i, Ziriklî’nin el-A’lâm Kâmûsu Terâcim’i, Belkâsım
el-Ğâlî’nin Ebû Mansûr Hayâtuhû ve Ârâuhu’l-Akıdiyye’si, Fuâd Sezgin’in Târîhu’t-
2
Turâsi’l-Arabî’si, Şükrü Özen’in ve Bekir Topaloğlu’nun yazdığı DİA’deki maddeler,
bunların dışında konuyla ilgili kaynaklar analiz edilmiştir.
Sonra “fitne”nin kök ve türevleriyle sözlük anlamlarını tespit etmek amacıyla;
Mukâtil b. Suleymân’ın el-Vucûh ve’n-Nezâir’i, İbn Fâris’in Mucemu Mekâyîsi’l-
Luğa’sı, Cevherî’nin es-Sıhâh’ı, Ebu Bekr Râzî’nin Muhtâru’s-Sıhâh’ı, İbn Manzûr’un
Lisânu’l-Arab’ı, Fîrûzâbâdî’nin el-Kâmûsu’l-Muhît’i, Zebîdî’nin Tâcul-Arûs’u,
Bustânî’nin Muhît el-Muhît’i, Ebu Hâkâ’nın Mu’cemu’n-Nefâis’i, İbrahim Mustafa ve
arkadaşlarının katkılarıyla telif edilen el-Mu’cemu’l-Vasît ve çalışmayla alâkalı luğavî
diğer eserler incelenmiştir.
“Fitne”nin sözlük anlamına değinildikten sonra hadîslerdeki mânâları
araştırılmıştır. İnceleme için; Mâlik b. Enes’in el-Muvattaa’sı, Ahmed b. Hanbel’in el-
Musned’i, Buhârî ve Muslim’in Sahîh’leri, İbn Mâce ve Nesâî’nin Sunen’leri,
Tirmizî’nin el-Câmiu’l-Kebîr’i, İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî’si gibi hadîs kaynaklarına
başvurulmuştur. “Fitne”nin sözlük anlamı ve hadîslerdeki tahlilinin ardından, “fitne”
kelimesinin geçtiği ve yakından ilgili âyetler; Mâturîdî’nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı esas
alınarak Mukâtil b. Süleyman’ın Tefsîru Mukâtil’i, Taberî’nin Câmiu’l-Beyân’ı, İbn Ebî
Hâtim’in Tefsîru’l-Kur’ân’ı, Ebu’l-Leys Semerkandî’nin Bahru’l-Ulûm’u, Sa’lebî’nin
el-Keşf ve’l-Beyân’ı, Mâverdî’nin en-Nuket ve’l-Uyûn’u, Beğavî’nin Meâlimu’t-
Tenzîl’i, Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı, İbn Atiyye’nin el-Muharraru’l-Vecîz’i, İbnu’l-
Cevzî’nin Zâdu’l-Mesîr’i, Fahreddin Râzî’nin Mefâtîhu’l-Ğayb’ı, Beydâvî’nin
Envâru’t-Tenzîl’i, Hâzin’in Lübâbu’t-Te’vîl’i, Ebû Hayyân Endelûsî’nin el-Bahru’l-
Muhît’i, Abdurrahman Seâlibî’nin el-Cevâhiru’l-Hısân’ı, Celâleddin Suyûtî’nin
Lübâbu’n-Nukûl fî Esbâbı’n-Nuzûl ve ed-Durru’l-Mensûr’u, Hatîb Şirbînî’nin es-
Sirâcu’l-Munîr’i, Şevkânî’nin Fethu’l-Kadîr’i, Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî’si, Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dîni Kur’ân Dili, Seyyid Kutub’un Fî Zılâli’l-
Kur’ân’ı Ömer Nasuhi Bilmen’in Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsîri,
DİB’nın Kur’ân Yolu olmak üzere çeşitli eserler incelenmiştir. Âyetlerin mealleri,
Kur’ân Yolu Meâli’ne göre verilmiştir. Araştırma, sonuç bölümündeki
değerlendirmelerle tamamlanmıştır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
MÂTURÎDÎ’NİN İLMÎ HAYATI VE “FİTNE” KAVRAMININ
GENEL İNCELEMESİ
I. MÂTURÎDÎ’NİN İLMÎ HAYATI VE TE’VÎLÂTU’L-KUR’ÂN’IN
ÖZELLİKLERİ
Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî es-Semerkandî,
Maveraünnehir’de Samanoğulları döneminin (Hicrî 261-389) bir kısmında yaşamıştır.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, hocası Muhammed b. Mukâtil b. er-
Râzî’nin 248/862 tarihinde vefat ettiği dikkate alındığında, Hicrî III. asrın ilk yarısında
doğduğu ve yüz seneye yakın bir yaşam sürdüğü tahmin edilmektedir.1 Nispet edildiği
Mâturît, Semerkant’ın mahallesidir.2 Semerkandî de denilmiştir. Bazı âlimlerce,
soyunun Ebu Eyyûb el-Ensârî’ye (v.49/669) (r.a) dayandığı rivâyet edilse de kesin bir
durum söz konusu değildir. Âilesi ve çocukları konusunda kesin bilgiler mevcut
değildir.3 Gerek yaşadığı Semerkant bölgesi gerekse kullandığı dil ve üslup dikkate
alındığında Türk olması görüşü kuvvetlidir. Mâturîdî’nin Farsça kelimeler kullandığının
rivâyet edilmesi, onun Farsçayı da bildiğini ve o zaman ilim çevrelerinde Farsçanın
konuşulduğunu göstermektedir.4 Vefat tarihi konusunda çeşitli rivâyetler bulunmakta,
1 el-Mâturîdî, Muhammed b. Muhammed es-Semerkandî (v.333/945), Te’vîlâtu’l-Kur’ân, thk. Bekir
Topaloğlu-Ahmed Vanlıoğlu, Mîzan Yayınevi, İstanbul, 2005, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.22m;
Şükrü Özen, “Mâturîdî”, DİA, İstanbul, 2003, c.XXVIII. s.146. 2 es-Sem’ânî, en-Nemimi Ebu Said, Abdulkerim b. Muhammed b. Mansûr (v.562/1167), el-Ensâb, thk.
Abdurrahmân b. Muallimî Yemânî vd., Dâru’l-Maârifi’l-Usmâniyye ve Haydar Âbâd, Hindistan, I.
Baskı, 1977, c.XII, s.2; İbn Ebi’l-Vefâ, Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Muhammed b.
Muhammed b. Sâlim el-Kureşî el-Hanefî (v.775/1374), el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-
Hanefiyye, thk. Muhammed Abdulfettâh Hulv, Dâru Hicr, II. Baskı, Riyad, 1993, c.III, s.360; İbn
Kutlûbuğâ, es-Sûdûnî Ebu’l-Fidâ Zeynuddîn Kâsım (v.879/1474), Tâcu’t-Terâcim, thk. Muhammed
Hayr Yusuf, Dâru’l-Kalem, I. Baskı, Beyrut, 1992, md.217, s.249; el-Leknevî, Ebu’l-Hasenât,
Muhammed Abdulhayy (v.1304/1887), el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, tsh.
Muhammed Bedreddin Ebu Firâs, Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, Kahire, 1906, s.195; ez-Ziriklî, Hayreddin
(v.1396/1976), el-A’lâm Kâmûsu Terâcim, thk. Fethullâh Zübeyr, Dâru’l-Ilm lil-Melâyîn, XV. Baskı,
Beyrut, 2002, c.VII, s.19; el-Ğâli, Belkâsım, Ebû Mansûr el-Mâturîdî Hayâtuhû ve Ârâuhu’l-
Akıdiyye, Dâru’t-Türkî, Tunus, 1989, s.39. 3 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.22m, 26m, el-Ğâli, Ebû Mansûr el-Mâturîdî, s.39; Özen,
“Mâturîdî”, c.XXVIII, s.146. 4 Te’vîlât, c.I, s.22m, “Muhakkik Mukaddimesi”, Özen, “Mâturîdî”, XXVIII, s.146.
4
H.332 diyenler olduğu gibi H.336 diyenler de vardır. Tercih edilen görüş ise H.333
yılında vefat ettiğidir. Semerkant’ın Çâkerdize mezarlığına defnedilmiştir.5
Arkadaşı Hâkim es-Semerkandî (v.342/953), Mâturîdî’nin kabrine şu yazıyı
yazdırmıştır: ‘‘Bu kabir, hayatını ilimlere adayan, gücünü ilmin yaygınlaşması ve elde
edilmesi için harcayan, dindeki eserleri övgüyle anılan, ömrünün meyvelerini
devşirenindir.’’6
Mâturîdî, “İmâmu’l-Hudâ” (Hidâyet Önderi), “Sâhibu’l-Hidâyet” “Âlemu’l-
Hudâ’’ (Hidâyet Bayrağı), “Kibâru’l-Ulemâ” (Âlimlerin Büyüğü), “İmâmu’l-
Mütekellimin” (Mütekelliminin Lideri), “Musahhihu Akâidi’l-Muslimîn”
(Müslümanların Akâidini Tashih Eden), “Şeyhu’l-İslâm”, “İmâmu Ehli’s-Sunne”,
“Şeyh”, “İmam” gibi unvanlarla anılmaktadır.7
A- Hocaları
Mâturîdî dördüncü kuşak hatta üçüncü kuşak Hanefî âlimlerinden sayılmıştır.8
Hanefî âlimlerinin ders ve sohbetlerine katıldığı meşhur hocaları olarak, Ebu Nasr
Ahmed b. Abbas el-Iyâzî, Ebu Bekr Ahmed b. İshak el-Cuzcânî, Nusayr b. Yahyâ el-
Belhî, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Racâ el-Cuzcâni, Muhammed b. Mukâtil er-
Râzî sayılmıştır.9 Maturîdî’nin hocaları hakkında kısaca şu bilgiler verilebilir:
1- Ebu Nasr Ahmed b. Abbas el-Iyâzî (v.?)
Hicrî III. asrın ilk yarısında doğduğu ve İslâm’ın yerleşmesi için girilen bir
savaşta şehit düştüğü rivâyet edilmiş ama vefat tarihi belirtilmemiştir. Soyunun Sa’d b.
Ubâde’ye (v.14/635) (r.a) dayandığında ittifak edilmiştir. Mâturîdî’nin akranı olan kırk
kadar âlim yetiştirdiği rivâyet edilmektedir.10 Zamanın ilim merkezlerinden sayılan,
5 el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, thk. Bekir Topaloğlu-Muhammed Ârûşî, Dâru Sâdır-Mektebetu İrşâd,
Yeni Baskı, Beyrut, İstanbul, 2001, “Muhakkik Mukaddimesi”, s.12; es- Sem’ânî, el-Ensâb, c.XII,
s.3; el-Leknevi, el-Fevâidu’l-Behiyye, s.195; el-Ğâli, Ebû Mansûr el-Mâturîdî, s.50-51; Fuâd Sezgin
(v.1439/2018), Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Arapça Çev., Fehmi Mahmud Hicâzî, Medînetu’l-Câmiıyye-
Câmiatu’l-Melik Suûd, Riyad, 1991, c.1/4, s.42; Özen, “Mâturîdî”, c.XXVIII, s.147-149. 6 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.25m; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.147. 7 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.III, s.360; İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.249. 8 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; el-Ğâlî, a.g.e., s.16; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.146. 9 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; el-Ğâlî, a.g.e., s.43; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.146-
147; Vehbi Ecer, “Mâturîdî’nin Türk Kültüründeki Yeri”, Hikmet Yurdu Yay., İmam Mâturîdî Ve
Mâturîdîlik Özel Sayısı, Temmuz-Aralık, Ankara, 2009, s.96; Sönmez Kutlu, Bilinen ve Bilinmeyen
Yönleriyle İmam Mâturîdî, http://sonmezkutlu.net/?Syf=26&Syz=6039, (05.11.2017). 10 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.I, s.177-178; ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ el-Huseynî (v.1205/1790),
İthâfu’s-Sâdeti’l-Muttakîn bi Şerhı İhyâi Ulûmi’d-Dîn, Muessesetu’t-Târîhi’l-Arabî, Beyrut, 1994,
c.II, s.5; el-Ğâlî, a.g.e., s.44; İlyas Üzüm, “Iyâzî Ebû Nasr”, DİA, İstanbul, 2001, c.XXIII, s.499.
5
Dâru’l-Cuzcâniyyenin Reisliğini de yapmıştır. “Mes’eletu’s-Sıfat” adlı eserinde ilâhi
sıfatlarla ilgili görüşlerini belirterek, Mu’tezile ve diğer muhaliflerine eleştirilerde
bulunmuştur.11
2- Ebu Bekr Ahmed b. İshâk el-Cuzcânî (v.?)
Ebu Süleyman el-Cuzcânî’den ders almıştır. Kendisinin “Kitâbu’l-Fark ve’t-
Temyîz” ve “Kitâbu’t-Tevbe” adlı eserleri olduğu nakledilmiştir. Belh’de bulunan
Cuzcân beldesine nispet edilerek Cuzcânî ismi verilmiştir. Ebu Nasr el-Iyâzî ile birlikte,
Dâru’l-Cuzcâniyyede baş müderrislik yapmıştır.12
3- Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (v.248/862)
Vefat tarihi H.242 olarak da rivâyet edilmektedir. Ama tercih edilen görüşe göre
H.248’dir. Rey kadısı olduğu bilinmektedir. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî
(v.189/805), Ebu Mutî el-Hâkim b. Abdillâh el-Belhî (v.199/814) ve Ebu Mukâtil Hafs
b. Muslim es-Semerkandî’den de ilim tahsil etmiştir.13
4- Nusayr b. Yahyâ el-Belhî (v.268/881)
Kendisi, İmâm-ı A’zâm’ın öğrencisi Muhammed Şeybânî’nin öğrencisi Ebu
Süleyman el-Cuzcânî’den (v.200/816) ilim tahsil etmiştir. Ayrıca, Ebu Mutî el-Hâkim
b. Abdillah ve Ebu Mukâtil Hafs b. Muslim es-Semerkandî’nin (v.182/798) ilminden de
istifâde etmiştir.14 Ebu Nasr el-Iyâzî’nin çağdaşı sayılmakta, Ebu Abdillâh Muhammed
b. Eslem el-Ezdî (v.268/881) ile beraber Kerâmiyye’ye karşı ilk reddiye “er-Redd ale’l-
Kerâmiyye” adındaki eseri telif etmişlerdir.15
5- Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Racâ el-Cuzcânî (v.285/898)
Nişâbur kadısı olarak da tanınmaktadır. Nusayr b. Yahyâ el-Belhî gibi,
Süleyman el-Cüzcâni’den fıkıh ilmi tahsil etmiştir. Hâkim en-Nîsâbûrî (v.405/1014)
“Târîhu Nîsâbûr” adlı kitabında Racâ el-Cuzcânî’den bahsetmiştir.16
11 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.146; Yusuf Şevki Yavuz,
“Mâturîdiyye”, DİA, İstanbul, 2003, c.XXVIII, s.165. 12 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.110; el-Leknevî, a.g.e., s.14;
el-Ğâlî, a.g.e., s.46, Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.146. 13 el-Bağdâdî, İsmâîl Paşa (v.1339/1921), Hediyyetu’l-Ârifîn Esmâu’l-Muellifîn ve Âsâru’l-
Musannifîn, Yay. Haz. Rıfat Bilge-Kemal İnal-Avni Aktuç, Matbaatu’l-Behiyye, İstanbul, Dâru
İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, I. Cilt, 1951, II. Cilt, 1955, c.II, s.13; el-Ğâlî, a.g.e., s.45. 14 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; el-Ğâlî, a.g.e., s.45. 15 Yavuz, a.g.md., c.XXVIII, s.165. 16 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.III, s.82.
6
B- Talebeleri
Mâveraünnehir bölgesinden başlayarak geniş bir coğrafyada Mâturîdî’nin
görüşlerinin yayılmasında ve tanınmasında hem arkadaşları hem de öğrencileri etkili
olmuşlardır. Bu öğrencilerin bazıları hakkında kaynaklarda şu bilgilere ulaşılmaktadır:
1- Ebu’l-Kâsım es-Semerkandî (Hakîm) (v.342/953)
Uzun künyesi, Ebu’l-Kâsım İshâk b. Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim b.
Zeyd’dir. Hakîm es-Semerkandî ismiyle bilinmektedir. Belh’in tasavvuf erbabından
tasavvuf ilmi, İmam Mâturîdî’den de fıkıh ve kelâm ilmi tahsil etmiştir. Semerkant’ta
kadılık görevi yaptığı ve kendisinin övülen biri olarak doğuda ve batıda şöhretinin
yayıldığı rivâyet edilmiştir. Hakîm es-Semerkandî’nin, “er-Radd alâ Eshâbi’l-Hevâ”,
“Kitâbu’l-Îmân Cüz’ü mine’l-Amel”, “es-Sevâdu’l-A’zâm” adlarında eserlerinden
bahsedilmektedir. “es-Sevâdu’l-A’zâm”da, Mâturîdî’nin düşüncelerini son derece
savunduğu anlatılmaktadır.17
2- Ebu’l-Hasen Ali b. Sâid er-Rustuğfani (v.345/956)
Semerkant’ın büyük âlimlerinden olup Mâturîdî’nin ileri gelen talebelerindendir.
Semerkant’ın Rustuğfani adındaki bir köyüne nispetle Rustuğfani denilmiştir. “İrşâdu’l-
Muhtedî” veya “İrşâdu’l-Mubtedî”, “Kitâbu’z-Zevâid ve’l-Fevâid”, “Kitâbu fi’l-Hılâf”
adlı kitapları ve çeşitli ilim dallarında eserleri vardır. Vefat tarihi H.350 olarak da
zikredilmektedir. Rustuğfani; hocası Mâturîdî’nin çizgisini takip eden ve onun
görüşlerini yaygınlaştırarak, Mâturîdî ekolünün sistemleşmesine katkıda bulunan bir
âlimdir. Kendisi, “İrşâdu’l-Muhtedî” veya “İrşâdu’l-Mubtedî” adlı eserinde hocası
Mâturîdî’nin görüşlerini paylaştığını ifâde etmiştir.18
3- Ebu Muhammed Abdulkerîm b. Mûsâ b. Îsâ b. el-Pezdevî (v.390/1000)
İmam Mâturîdî’den özellikle fıkıh tahsil etmiştir. Fıkıhta otorite sayılmış, evlât
ve torunları şer’î ilimlerde meşhur olmuşlardır. Pezde adında bir kaleye nispet edilerek
Pezdevî ismi verilmiştir. “Usûlu’d-Dîn” adlı eseri vardır.19
17 el-Leknevî, a.g.e., s.44; el-Ğalî, a.g.e., s.49; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.147. 18 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., s.570-571; el-Leknevî, a.g.e., 65; el-Ğâlî, a.g.e., s.49-50; Mevlüt Özler vd.,
(Komisyon), Kelâma Giriş, ed. Cağfer Karadaş, Anadolu Üniversitesi Web-Ofset Tessisleri, III.
Baskı, Eskişehir, 2013, s.93. 19 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.23m; İbn Ebi’l-Vefa, a.g.e., c.II, s.458; el-Leknevî, a.g.e.,
s.101; el-Ğâlî, a.g.e., s.50; Özler vd., a.g.e., s.93.
7
C- Eserleri
Mâturîdî’nin, Tefsîr, Fıkıh ve Kelâm alanlarında geniş bir ilme sahip olduğu
halde, günümüze az sayıda eseri intikal etmiştir. Az sayıda eserinin intikal etmesine
Mâturîdî’nin zamanın hilâfet merkezi Bağdat’tan uzak yaşaması, devlet desteği
almaması gibi sebepler gösterilmiştir.20
Kaynaklarda, eserleri hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:
1- Tefsîr:
a- Te’vîlâtu’l-Kur’ân21
2- Kıraat:
a- Risâle fî mâ lâ Yecûzu’l-Vakf aleyhi fi’l-Kur’ân
Bu eserde, Kur’ân’da vakfetmenin caiz olmadığı elli iki tane yer bulunduğu,
buralarda kasten durulursa şirke girileceği, kasıtsız durulursa namazın bozulacağı,
anlatılmaktadır.22 Bu eserin yazma nüshaları bulunmaktadır.23
b- İrşâdu’l-Mubtediîn fî Tecvîdi Kelâmi Rabbi’l-Âlemîn24
3- Kelâm:
a- Kitâbu’t-Tevhîd
Mâturîdî’nin kelâmî konularda en önemli eseridir. Eserde, kelâmî konular,
Mâturîdî’nin itikad konusundaki görüşleri, başta mu’tezile, diğer fırka ve görüşlere
karşı Mâturîdî’nin düşünceleri ve verilen cevapları yer almaktadır. (Beyrut 1970, 1982),
(İstanbul 1979), (İskenderiye t.s.)’de eser neşredilmiştir ancak birçok hata olması
dolayısıyla, Bekir Topaloğlu (v.1437/2016) ve Muhammed Aruçi (v.1434/2013)
tarafından (Ankara 2003)’da yeniden yayınlanmış ayrıca Bekir Topaloğlu tarafından
Türkçeye çevrilmiştir.25
20 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.26m; Özen, a.g.m., c.XXVIII, s.147. 21 Bu çalışmada Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ın özelliklerine ayrıntılı değinilmiştir. Bkz. s.10-11. 22 İsmail Kayar, “Mâturîdî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’ân’da Hz. Muhammed’in Peygamberliğini İspatla İlgili
Âyetleri Yorumu”, Yüksek Lisans Tezi, MÜ.S.B.E., İstanbul, 2009, s.12. 23 Kitâbu’t-Tevhîd, “Muhakkik Mukaddimesi”, s.23; el-Ğâlî, a.g.e., s.69; Fuâd Sezgin, a.g.e., c.1/4,
s.42; Özen, a.g.m., c.XXVIII, s.150. 24 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.35m. 25 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.33-34m; Kâtip Çelebi, Halife Abdullah Hacı
(v.1066/1656), Keşfu’z-Zunûn an Esmâi’l-Kutubi ve’l-Funûn, inc. ve nşr. Rıfat Bilge Kilisli-
Muhammed Şerif, Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî Beyrut, İstanbul, 1941, c.II, s.1406; el-Bağdâdî, İsmail
Paşa, a.g.e., c.II, s.36; el-Ğâlî, a.g.e., s.64-65; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.149.
8
b- Kitâbu’l-Makâlât
Brockelmann, Mâturîdî’nin “Kitâbu’l-Makâlât”ını26 “Kitâbu’t-Tevhîd”i ile aynı
eser gibi zikretmiştir. Ayrıca, Brockelmann’ın “Kitâbu’l-Makâlât”la ilgili İstanbul
Köprülü ve Süleymaniye (Fatih) kütüphanelerinde bulunduğunu ifâde ettiği nüshaları
Mâturîdî’ye ait değildir.27
c- er-Raddu Evâili’l-Edille lil-Ka’bî
Bu eser, Bağdat Mu’tezile imamlarından Ebu’l-Kâsım Abdullâh b. Ahmed b.
Mahmûd el-Ka’bî’nin (v.319/931) Evâilu’l-Edille’sine karşı cedel türündedir.28 Raddu
Evâili’l-Edille lil-Ka’bî’ye, Kitâbu’l-Ehli’l-Edille ismi de verilmiştir.29
d- er-Raddu Tehzîbi’l-Cedel li’l-Ka’bî
Bu “Radd” de, Mu’tezile’den Ebu’l-Kâsım el-Ka’bî’ninin görüşlerine karşı cedel
türünde bir eserdir. Eser günümüze ulaşmamıştır.30
e- er-Raddu Vaîdi’l-Fussâk li’l-Ka’bî
Raddu Vaîdi’l-Fussâk li’l-Ka’bî’ye, Raddu Vaîdi’l-Ussâk li’l-Ka’bî, Raddu
Vaîdi’l-Uşşâk li’l-Ka’bî isimleri de verilmiştir.31
f- er-Raddu Kitâbı’l-İmâme li Ba’dır-Ravâfız32
g- Beyânu Vehmi’l-Mu’tezile
Mu’tezile’nin görüşlerinin eleştirildiği kitaplardan biri olan Beyânu vehmi’l-
Mu’tezile,33 bazı kaynaklarda Kitâbu Evhâmı’l-Mu’tezile,34 Kitâbu Beyânı Evhâmı’l-
Mu’tezile35 isimleriyle geçmektedir. Ancak bu kitap günümüze ulaşmamıştır.36
26 Taşköprülüzâde, Ahmed b. Mustafa (v.968/1561), Miftâhu’s-Saâdeti ve Misbâhu’s-Siyâdeti fî
Mevzûâtı’l-Ulûm, Daru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1985, c.II, s.86; Kâtip Çelebi, a.g.e., c.II,
s.1782; ez-Zebîdî, İthâfu’s-Sâdeti’l-Muttakîn, c.II, s.5; el-Leknevî, a.g.e., s.195. 27 Brockelmann, Carl (v.1375/1956), Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, thk. Bekir Seyyid Ya’kûb-Ramazan
Abduttevvâb, Dâru’l-Maârif, III. Baskı, Kahire, 1977, c.IV, s.43; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.149. 28 Kitâbu’t-Tevhîd, “Muhakkik Mukaddimesi”, s.20; İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.250; ez-Zebîdî, İthâfu’s-
Sâdeti’l-Muttakîn, c.II, s.5. 29 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.III, s.360. 30 İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.250;Taşköprülüzâde, a.g.e., c.II, s.86; el-Ğâlî, a.g.e., s.68. 31 İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.250; Taşköprülüzâde, a.g.e. 32 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.34m; en-Nesefî, Ebu’l-Muîn, Meymûn b. Muhammed
(v.508/1115), Tebsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, thk. Hüseyin Atay, DİB Yay., Ankara, 1993, s.472. 33 Taşköprülüzâde, a.g.e., c.II, s.86. 34 el-Leknevî, a.g.e., s.195. 35 el-Merâğî, Abdullah Mustafa (v.1364/1945), el-Fethu’l-Mubîn fî Tabakâti’l-Usûliyyîn, nşr.
Muhammed Ali Usmân, Matbaa Ensâru’s-Sünneti’l-Muhammediye, Mısır, 1947, c.I, s.183. 36 el-Ğâlî, a.g.e., s.67.
9
h- Raddu’l-Usûli’l-Hamse li-Ebî Umer el-Bâhilî
Bu eserde, Basra Mu’tezile âlimlerinden Ebu Umer Muhammed b. Umer b. Saîd
el-Bâhili (v.300/912) eleştirilmiştir.37 Eser günümüze ulaşmamıştır.38
ı- el-Akîdetu’l-Maturîdîyye
el-Akîdetu’l-Maturîdîyye’yi Tâceddin Sübkî (v.771/1114) es-Seyfu’l-Meşhûr fi
Şerhi Akîdeti Ebû Mansûr adlı eseriyle şerh etmiştir. Sâim Yeprem tarafından da
“Mâturîdî’nin Akîde Risâlesi ve Şerhi” adıyla tahkik ve tercüme edilmiştir. Bâzı
kütüphanelerde bulunmaktadır.39
i- Kitâbu’t-Tevhîd
Bilinen Kitâbu’t-Tevhid’den farklı bir risâle olup, Yusuf Ziya Yörükân
(v.1373/1954) tarafından İslâm Akâidine Dair Eski Eserler içerisinde tercüme edilerek
(İstanbul 1953; Ankara 1953) yayınlanmıştır.40
k- Kitâbu’l-Usûl (Usûlu’d-Dîn)
Brockelmann Kitâbu’l-Usûl’ü Mâturîdî’ye ait göstermiştir.41 Fuâd Sezgin ise
Kitâbu’l-Usûl’ün Brockelmann tarafından yanlışlıkla Mâturîdî’ye nisbet edildiğini,
ifâde etmiştir.42
l- Bendnâme-i Mâturîdî (Vesâyâ ve Münâcât, Fevâid)
Farsça olan bu risâle İrâc Efşâr tarafından, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler
(Hüseyin Çelebi, nr.1187), Süleymaniye (Fatih, nr.5426) kütüphanelerinde bulunan
nüshalara dayanılarak yayınlanmıştır.43
m- Risâletu Şeyh Ebû Mansûr Mâturîdî (İrşâd)44
n- Risâleu Cânî Vâr Dârî45
37 İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.250; Taşköprülüzâde, a.g.e., s.86. 38 el-Ğâlî, a.g.e., s.68. 39 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.35m; el-Ğâlî, a.g.e., s.67; Fuâd Sezgin, a.g.e., c.1/4, s.42;
Özen, sa.g.md., c.XXVIII, s.150. 40 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.35m; Özen, a.g.md., c.XXVIII, s.150. 41 Brockelmann, Carl, a.g.e., c.IV, s.42. 42 Fuâd Sezgin, a.g.e., c.1/4, s.42. 43 Kitâbu’t-Tevhîd, s.30; Fuâd Sezgin, a.g.e., c.!/4, s.42; el-Ğâlî, a.g.e., s.69; Özen, a.g.md., c.XXVIII,
s.150. 44 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.35m. 45 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.35m.
10
4- Fıkıh:
a- Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber
İmâm-ı A’zâm Ebu Hanîfe’ye âit “el-Fıkhu’l-Ekber”in şerhi “Şerhu’l-Fıkhi’l-
Ekber”, hatayla Mâturîdî’ye nispet edilmiştir ama şerh Ebu’l-Leys es-Semerkandî’ye
âittir.46
b- Me’hazü’ş-Şerâiı fî Usûli’l-Fıkh ve Kitâbu’l-Cedel fî Usûli’l-Fıkh
Fıkıh usûlünde Mâturîdî’ye nisbet edilen iki eserdir.47 Bâzı âlimler, eserlerinde
Me’hazü-ş-Şerâiı’den istifâde etmişlerdir.48
c- er-Raddu ale’l Karâmıt49
d- Şerhu’l-Câmiu’s-Sağîr
Hanefî mezhebinin temel kaynaklarından sayılan Muhammed eş-Şeybâni’nin
(v.189/805) eseri “Câmiu’s-Sağîr’’in, şerhidir.50
D- Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ın Özellikleri
1- İsmi ve Te’lifi
Te’vîlatu’l-Kur’ân’ın, “Te’vîlâtu Ehli’s-Sunne”, “Te’vîlâtu İmâmi’l-Mâturîdî”
isimleri vardır. Te’vîlatu’l-Kur’ân ismini, Mâturîdî’nin Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki
görüşlerinden, tefsîr yerine te’vîli tercih etmesinden dolayı eseri imlâ eden öğrencileri
koymuştur. 51
Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı ilk defa şerh eden, Ebu’l-Muîn en Nesefî’nin öğrencisi Ebû
Bekr Muhammed b. Ahmed Alaaddin es-Semerkandî’dir (v.539/1145).52 Te’vîlâtu’l-
Kur’ân’ın müellifi Mâturîdî’dir.53
46 İmâm-ı A’zâm, Ebû Hanîfe, Numan b. Sabit (v.150/767), el-Âlim ve’l-Muteallim, thk. Muhammed
Zâhid Kevserî, 1949, y.y. mhk mkdm. s.4; Brockelmann, Carl, a.g.e., c.IV, s.43. 47 el-Âlim ve’l-Muteallim, “Muhakkik Mukaddimesi”, s.4; Brockelmann, Carl, a.g.e., c.IV, s.43; el-Ğâlî,
a.g.e., s.66. 48 İbn Kutlûbuğâ, a.g.e,, s.250; Kâtip Çelebi, a.g.e., c.II, s.1408, 1573; el-Leknevî, a.g.e., s.195; el-
Bağdâdî, İsmail Paşa, a.g.e., c.II, s.36. 49 İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.250; ez-Ziriklî, a.g.e., c.VII, s.19; el-Ğâlî, a.g.e., s.70. 50 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.34m, Kâtip Çelebi, a.g.e., c.I, s.110-111. 51 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.II, s.360; Kâtip Çelebi, a.g.e., c.I, s.335; Bekir Topaloğlu., “Te’vîlâtu’l-
Kur’ân”, DİA, İstanbul, 2012, c.XXXXI, s.32. 52 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.45m; Brockelmann, Carl, a.g.e., c.IV, s.42. 53 İbn Ebi’l-Vefâ, a.g.e., c.III, s.360; İbn Kutlûbuğâ, a.g.e., s.249; Taşköprülüzâde, a.g.e., c.II, s.86;
Kâtip Çelebi, a.g.e., c.I, s.335.
11
2- Kaynakları
Mâturîdî Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da; âyetleri açıklarken öncelikle Kur’ân-ı Kerîm’e
başvurmuştur. Nakli ve aklı birleştirme noktasında delilleri akla dayandırarak îzâhını
yapmıştır. Âyetler kadar olmasa da sebeb-i nuzûl ve hadîslere yeri geldikçe değinerek,
kaynak göstermiştir. Sahabe adını zikrettiği rivâyetlerde isnad zincirini hazfetmiş,
konuyla ilgili görüşleri isim vermeden meçhul sîğasında “قيل/denildi ki…” ifadesiyle
belirtmiştir.54
Sahabe ve Tâbiin tabakalarından doksan isimden nakil yapan Mâturîdî, yirmiyi
aşkın luğat ve tefsîr âliminden istifâde etmiş, fıkıh konularında İmâm-ı A’zâm Ebû
Hanîfe ve talebelerinin, İmâm-ı Şâfii (v.204/820) ve Mâlik b. Enes’in (v.179/795)
görüşlerinden faydalanmıştır. Kaynak açısından değerlendirildiğinde; semantik
yaklaşımlarla kelimelerin sözlük anlamlarına ve bunları kanıtlamak için şiirlere
müracaat etmiş, Kur’ân’ın bütünlüğü içerisinde kazandığı anlamı göz ardı etmemiş ve
aklın hakemliğine başvurmuştur.55
3- Tefsîr İlmindeki Yeri
Taberî (v.310/922), “Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân”ı ile rivâyet
tefsîrinde, Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı ile dirâyet tefsîrinde öncü sayılmıştır. Mâturîdî
tefsîr kavramını tercih etmese de Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da, tefsîr ve te’vîl yöntemini
uygulamıştır. Şöyle ki; başta Abdullah b. Abbas (r.a) (v.68/688) olmak üzere Ashâb-ı
Kirâm’dan (r.a) nakillerde bulunarak tefsîr, âyetlerin kapsamına girebilecek anlamlar
hakkındaki yorumları ile te’vîl yöntemini kullanmıştır.56
Mâturîdî Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ında; nakli ve aklı birleştirmiş, âyetleri âyetlerle
îzah etmenin belki de en güzel örneklerini sergilemiştir. Bu örnekliği sadece belirli bir
açıdan değil, muhteva benzerliği, hüküm birliği veya zıtlığı, yaklaşım şekli, üslup
beraberliği, kapalı görünen beyanların açıklanması mâhiyetinde gerçekleşmiştir.57
54 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.1, s.45-56m; Topaloğlu B., “Te’vîlâtu’l-Kur’ân”, c.XXXXI,
s.32; Bekir Topaloğlu, “Mâturîdî’nin Tefsir İlmindeki Yeri”, DİA, İstanbul, 2003, c.XXVIII, s.157; el-
Ğâlî, a.g.e., s.58. 55 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.38m; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsîr İlmindeki Yeri”,
c.XXVIII, s.158. 56 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.37-38m; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsîr İlmindeki
Yeri”, c.XXVIII, s.157-158. 57 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.37m; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsîr İlmindeki Yeri”,
c.XXVIII, s.157.
12
Kur’ân’ın ahkâmını açıklamada veciz ifâdeler kullanmıştır. Konularla ilgili çok geniş
veya kısa açıklamalarda bulunmamıştır.58
E- Maturîdî’nin Tefsîr Metodu
Tefsîrdeki yöntemi, tefsîr ve te’vîl kavramlarına getirdiği açıklıkla müfessirleri
rahatlatan Mâturîdî, Kur’ân yorumunda bir yöntem oluşturmuştur. Çünkü onun
tefsîrdeki bu metodundan önce dirâyet yoluyla yazılan tefsîrlere karşı çıkılmış, dirâyet
tefsîrine karşı hadîslerden deliller bile ileri sürülmüştür. Bu bakımdan Te’vîlâtu’l-
Kur’ân, dirâyet tefsîrleri içerisinde önemli bir konuma sahiptir.59
Her ne kadar hadîslerde sened zinciri zikretmediği için eleştirilse de Mâturîdî;
rivâyetler ve haberler konusunda oldukça titiz davranarak, özellikle isrâiliyat türü zayıf
haberlerden uzak durmuş, semantik yaklaşımlarla ve aklî istidlal yoluyla îzahatta
bulunmuştur. Ancak Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da tamamen salt akla önem vererek rivâyetleri
ihmal etmiş değildir 60
Konuları Kur’ân’ın bütünlüğü içerisinde değerlendiren Mâturîdî, kelime ve
kavramları buna göre analiz etmiş, aklın hakemliğine başvurmuştur. Te’vîlinde çeşitli
görüşleri inceleyerek açıklamalarda bulunmuş, açıklanan konuları mukayeseler yaparak
bazen kabul veya red açısından tahlil etmiş, bazen de “والأصلفيهذا/ve’l-asl fî hâzâ”, “bu
meselede asıl olan şudur.” diyerek tenkit süzgecinden geçirmiştir.61
Mâturîdî Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı dirâyet yoluyla te’lîf etmesine rağmen, Ahkâmu’l-
Kur’ân, İş’ârî veyâ Sûfî bir tefsîr türü veya Fahreddin Râzî’nin (v.606/1210) tefsîri
“Mefâtihu’l-Ğayb” gibi felsefî bir tefsîr türünde değildir. Dolayısıyla, Te’vîlatu’l-
Kur’ân rivâyet tefsîrleriyle dirâyet tefsîrleri arasında ama dirâyete daha yakın bir
tefsîrdir.62
Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da akılla vahyin çelişki oluşturmadığını aksine birbiriyle
uyum içerisinde bulunduğunu ispat etmeye çalışan Mâturîdî; bunun için haber, duyular
ve aklı bilgi kaynakları kabul etmiştir. Bununla birlikte akla sınırsızlık tanımamış, aklın
58 en-Nesefî, Ebu’l-Muîn, a.g.e., c.I, s.473; Taşköprülüzâde, a.g.e., c.II, s.85-86; el-Ğâlî, a.g.e., s.58. 59 Celal Kırca, “Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Tefsîr ve te’vîl Anlayışı”, E.Ü.S.B.E Dergisi, S.3, 1989,
s.285-286. 60 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.37m; el-Ğâlî, a.g.e., s.58; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin
Tefsir İlmindeki Yeri”, c.XXVIII, s.157. 61 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.39m; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsir İlmindeki Yeri”,
c.XXVIII, s.158. 62 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.40m; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsir İlmindeki Yeri”,
c.XXVIII, s.158.
13
ancak Peygamberlerin kılavuzluğuyla doğruya yönelebileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla
Kur’ân’da aklî tutarsızlıkların kesinlikle yer almadığını, aklın Allâh’ın kelâmına ters
düşemeyeceğini ve vahyi anlamak için aklın önem teşkil ettiğini göstermiştir.63 Zâhirî
anlamlar yanında Kur’ân’ın hedeflerini, toplumun dünya ve âhiret planındaki ihtiyacını,
sosyolojik, kültürel ve ekonomik şartları göz önünde bulundurarak, yorum, sentez ve
analizler yapmış, vahyin daha net kavranabilmesi için mecâzî mânâları da göz önünde
bulundurmuş, ihtimaller üzerinde durmuştur.64
Müteşâbih âyetlerin açıklanmasında Mâturîdî, hassas davranmıştır. Kur’ân’daki
kıssaların niceliğinden öte, alınacak ibretlere önem verdiğinden dolayı kıssalarda fazla
detaylara girmemiştir Bunun içindir ki; yorumlarında sebeb-i nuzûlleri ve kıraat
farklılıklarını göstermeyi amaçlamamış, çıkarılacak hüküm veya farklı görüşlere izahat
getirmek amacıyla yer vermiştir. Kelâm ve fıkıhta da büyük bir âlim olduğunu
Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da göstermiş, fıkıhla ilgili âyetlerin te’vîlinde fıkhî açılımlara geniş
yer vermiş, mezheplerin görüşlerine temas etmiş, Hanefî ve Şâfiî fıkhına ağırlık
vermiştir. Yeri geldikçe Şâfiî ekolüne eleştiriler yöneltmiştir. Akâid konularına da
değinmiş, Allâh’ın isim ve sıfatları, Hz. Peygamber’in (s.a.s) nübüvvetinin ispatı, büyük
günahların Mü’min’i küfre düşürmediği gibi konuları açıklamaya önem vermiştir.65
Kelâmî konulardaki düşünce ve tezlerini Te’vîlâtu’l-Kur’ân’a yansıtan Mâturîdî, bazı
konularda Mu’tezile mensuplarına eleştirilerde bulunmuştur.66
“Fitne” kelimesinin âyetlerdeki incelemesinden önce bu bölümde, luğatlardaki
ve hadîslerdeki kullanımlarına değinilecektir.
II. “ ن -ت -ف ” KÖKÜ VE MÜŞTAKLARI
Burada “ ن -ت -ف ” kökü ve müştakları fiiller ve isimler olarak incelenecektir.
63 Ali Karataş, “İmam Mâturîdî’de Kur’ân’ı Kur’ân’la Te’vîl”, PAÜ İlh. Fak. Yay, Denizli, 2014, s.6-7. 64 Meselâ; İsrâ, 17/44’deki tabiatın tesbihatının keyfiyeti hakkında Taberî fazla bir açıklama
yapmazken, Mâturîdî geniş bir şekilde mukâyese yaparak üç görüş belirtir. Bkz. Te’vîlât, “Muhakkik
Mukaddimesi”, c.I, s.40-41m; c.VIII, s.282-283; Topaloğlu B., “Mâturîdî’nin Tefsir İlmindeki Yeri”,
c.XXVIII, s.158. 65 Te’vîlât, “Muhakkik Mukaddimesi”, c.I, s.41-42m; Topaloğlu B., “Mâturîdî'nin Tefsir İlmindeki
Yeri”, DİA, c.XXVIII, s.158-159. 66 Bkz. Te’vîlât, c.V, s.246-247; c.XII, s.167; ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım, Cârullâh Muhammed b. Umer
(v.538/1144), Tefsîru’l-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, thk. Halil
Me’mûn, Dâru’l-Mârife, Lübnan, 2009, s.351; Musahanov Yuldus, “Mâturîdî’nin Mu’tezile
Eleştirisi”, Doktora Tezi, A.Ü.S.B.E., Ankara, 2009, s.109-112.
14
A. Fiiller
“ ن -ت -ف ”den türeyen fiiller, sülâsî, rubâî, humâsî ve südâsî oluşlarına göre analiz
edilecektir.
1- “ ”ف ت ن
“ deneme, yakma” temel anlamlarını, altının ve gümüşün iyisini“ ;”ف ت ن
kötüsünden ayırmak amacıyla ateşe atılıp eritilmesini anlatmak için kullanılan “ ف ت نت
والذه ب ة cümlesinden almaktadır.67 ,”الفض
Fiil, “insanı ateşe sokmak”68, “insanın yakılması”69 “bir şeyin yakılması” için
kullanılmaktadır. Meselâ, “ غيف الر ,ateş somunu yaktı” mânâsındadır.70 Fiilin“ ,”ف ت ن تالنار
şu anlamları vardır: “ ء “ imtihan, belâ, dert”,71“ ,”إبتل inceleme, deney, test.”72“ ,”إختب ار
Fiilin, “Kadının erkeği âşık etmesi” anlamı bir şiirde geçmektedir:
بالأ مسأ فت ن ت“ ل ئن ف ت ن تنيل هي
سل م م لك ق ل ق دفأ مس س عيدا،
Eğer o (kadın) beni âşık etmişse (önemli değil)!
O (kadın) dün Saîdi de âşık etti. Saîd her Müslüman’ı terk etti.”73
“ ع ن“ :şu anlamlara da gelmektedir ”ف ت ن Şeytanın insanları Hakk’tan ve“ ;”ف ت ن
dinden uzaklaştırması”, “bir kimsenin bir kimseyi saptırması.”74 “ل sabır veyâ“ ;”ف ت ن
mükâfat için belâ ile deneme”, “bir kimseyi dininden veya görüşünden çevirmek için 67 el-Ezherî, Ebu Mansûr, Muhammed b. Ahmed (v.370/980), Tehzîbu’l-Luğa, thk. Abdunnebî Ya’kûb,
ed-Dâru’l-Mısriyye, Kâhire, 1975, c.XIV, s.296; el-Cevherî, İsmâil b. Hammâd (v.400/1009), es-
Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulğafûr Attâr, Dâru’l-Ilmi lil-Melâyîn, II.
Baskı, Beyrut, 1979, s.2175-2176; er-Râğıb el-Isfahânî, Ebu’l-Kâsım, Huseyn b. Muhammed
(v.502/1108 ), el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Merkezu’d-Dirâseti ve’l-Buhûs, Mustafa Nazâr
el-Bâz, Mektebetu Nazâr, y.y. 2009, s.481; İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec, Cemâluddîn Abdurrahmân
(v.597/1200), Nuzhetu’l-A’yunu’n-Nevâzır fî Ilmi’l-Vucûhi ve’n-Nezâir, thk. Muhammed
Abdulkerîm Râzî, Muessesetu’r-Risâle, III. Baskı, Beyrut, 1987, s.477; Ebu Bekr er-Râzî,
Muhammed b. Abdilkâdir (v.666/1267), Muhtâru’s-Sıhâh, Mektebetu Lübnan, Lübnan, 1986, s.205;
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl, Cemâluddîn Muhammed b. Mukerrem (v.711/1311), Lisânu’l-Arab, Dâru
Sâdır, Beyrut, 2010, c.XIII, s.317. 68 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s.481. 69 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.297; el-Cevherî, a.g.e., s.2175; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.205. 70 ez-Zebîdî, Murtazâ, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, thk. Mustafa Hıcâzî, Turâsu’l-Arabî, I.
Baskı, Kuveyt, 2001, c.XXXV, s.489. 71 Mukâtil b. Suleymân (v.150/767), el-Vucûh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Sâlih Hâtim,
Merkezu Cum’ati’l-Mâcid, Bağdad, 2005, s.64. 72 İbn Kuteybe, Ebu Muhammed, Abdullâh b. Muslim (v.276/889), Tefsîru Ğarîbi’l-Kur’ân, thk.
Seyyid Ahmed Sakr, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1978, s.279; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320. 73 İbn Fâris, Ebu’l-Huseyn, Ahmed b. Zekeriyyâ (v.395/1005), Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, thk.
Abdusselâm Muhammed Hârûn, Dâru’l-Fikr, ts. y.y. c.IV, s.473; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn
Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317-319 ; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.490; Butrus el-Bustânî (v.1301/1884),
Muhît el-Muhît, Mektebetu Lübnan, Beyrut, 1987, s.676. 74 İbn Manzûr, a.g.e, c.XIII, s.318-319.
15
eziyet etmek”, “denemek için zorluğa atmak.”75 “ب bir kadınla aşırı ilgilenmek ve“ ;”ف تن
âşık olmak”76, “dünyâya karşı aşırı bağlılık”, “ateşte yanmak”, “dünyâ zînetleriyle,
Cihâd’a çağrılmakla, hoşlanılmayan şeylerle denenmek.”77 “الن س اء ال ى kadınlarla“ ;”ف ت ن
günah istemek.”78 “في bir şeyin içinde fitneye düşürmek, karışıklık çıkarmak.”79“ ;”ف ت ن
“ “ kök kabul edilince, muzârî ve masdarı ”ف ت ن ف ت ونا -ف تناو şeklinde olmaktadır.80 ”ي فتن
“ “ si şeddeli”ت“ ,nin”ف ت ن şeklinde mubâlağa kipinde olduğu zaman, fitne’nin aşırı bir ”ف تن
şekilde gerçekleştiği anlatılmaktadır. Bu durumda masdarı “ dir.81”ت فتينا
2- “ ”أ فت ن
“ “ ,”أ فت ن ف ت ونا“ yerine kök kabul edilmektedir. Bu bakımdan ”ف ت ن فتن ةو “ ile ”ف ت نت ه أ فت نت ه
“ aynıdır.82 Bu açıdan mechûl kalıbında ”(masdar) إفت انا ل ج الر “ veya ”ف تن ل ج الر :”أ فتن
“Fitneye uğratılınca malını veya aklını kaybetti” anlamında kullanılmaktadır.83 “ ,”أ فت ن
“ “ bölümünde ifâde edilen şiirde geçmektedir.84 ”فتن“ ile aynı anlamda ”ف ت ن أ فت ن ه :“ ;”أ فت ن
الفتن ة في أ وق ع ه و ب ه ”Onu fitne etti: Onu şaşırttı, büyüledi ve onu fitne’ye düşürdü“ ,’’أ عج
cümlesinde görüldüğü gibi, “daha ilgi çekici, daha etkileyici” mânâlarını da
taşımaktadır.85
3- “ ”فات ن
“ Hücum etmek, saldırmak, savaş açmak, dövüşmek” anlamlarına“ :”فات ن
gelmektedir.86
75 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320; İbrâhim Mustafa vd., (Komisyon), el-Mu’cemu’l-Vasît,
Mektebetu’ş-Şurûkı’d-Duveliyye, IV. Baskı, Kâhire, 2003, s.673. 76 el-Ferâhîdî, Ebu Abdirrahmân, el-Halîl b. Ahmed (v.175/791), Kitâbu’l-Ayn, thk. Mehdî el-Mahzûmî-
İbrâhîm es-Sâmarrâî, Beyrut, 1988, c.VIII, s.128; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.298; İbn Manzûr, a.g.e.,
c.XIII, s.317. 77 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.297, ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, thk. Muhammed Bâsıl Uyûnu’s-Sûd,
Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1998, c.II, s.6; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317, 319, 320. 78 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300. 79 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 80 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318; el-
Fîrûzâbâdî, Mecduddîn Muhammed b. Ya’kûb (v.817/1414), el-Kâmûsu’l-Muhît, Muessesetu’r-
Risâle, Şam, 1998, s.1221. 81 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 82 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128; İbn Dureyd, Ebu Bekr, Muhammed b. el-Hasen (v.321/933),
Cemheratu’l-Luğa, thk. Remzî Münîr Ba’lbekî, Dâru’l-Ilm lil-Melâyîn, I. Baskı, Beyrut, 1987, c.I.
s.406. 83 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 84 Bu alışmada bkz. s.14. 85 el-Bustânî, a.g.e., s.676. 86 Dûzî Raynhart (v.1300/1883), Tekmiletu’l-Meâcimi’l-Arabiyye, trc. Muhammed Selîm en-Nuaymî,
Dâru’ş-Şuûni’s-Sekafiyyeti’l-Âmme, Bağdad, I. Baskı, 1997, c.VIII, s.18.
16
4- “ ”ت ف ات ن
“ fiili; “insanların karşılıklı savaşmaları”, “kavga etmeleri ve ”ت ف ات ن
dövüşmeleri”ni anlatmak için kullanılmaktadır. Bu açıdan, “أ ب دا ي ت ف ات ن ون ث قيف Sakîf“ ,”ب ن و
Oğulları sürekli fitneleşirler” denilince, “ ب ون ار savaşırlar, kavga ederler” anlamı“ ,”ي ت ح
kastedilmektedir.87
5- “ ”إفت ت ن
“ ,Günah istemek, iyi halden kötü hale çevirmek, âşık olmak, hoşlanmak“ :”إفت ت ن
sevmek, sevgiden dolayı aklı başından gitmek, herhangi bir fitneden dolayı aklını veya
malını kaybetmek, dinde ihtilâfa düşmek” mânâlarını içermektedir.88 “ nin masdarı”إفت ت ن
فتت ان“ masdarıyla aynıdır.89 ”ا لف ت ون“ ,”ا ل
B. İsimler
”ا لفتن ة “ -1
“ ن -ت -ف ” kökünün esas anlamını taşıyan “ ا لفتن ة” kavramının geniş içeriği
bulunmaktadır. Mâturîdî’nin te’vîli esas alınarak âyetler sonraki bölümlerde
inceleneceği için burada tekrar edilmemiştir. Hadîs-i Şerifler ise ayrı başlık halinde
incelenecektir.
.kelimesinin anlamları hakkındaki görüşler şöyledir: Mukâtil b ”ا لفتن ة “
Suleymân’a göre; “Şirk, küfr, belâ ve belâ ile deneme, dünyadaki eziyet, ateşle yakma,
savaş ve ölüm, şaşırtma, dalâlet, mâzeret, fitne, mecnûn.”90 Yahyâ b. Sellâm’ın
görüşleri; Mukâtil b. Suleymân’ın belirttiklerinin dışında “düşmanın musallat
olması”dır.91
Ezherî’nin açıklamaları şöyledir: Arapçada toplu mânâ “belâ ile deneme”dir.
Bunun dışında; “ateşle yakma, yolundan çevirme, saptırma, inancından döndürmeye
çalışma, sınav, küfr, günah, sevinmek veya üstün gelmek, öldürmek, savaş, âhireti ve
87 ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.496; İbrâhîm Mustafa vd., a.g.e., s.673; Ahmed Ebu Hâka (v.?), vd.,
Mu’cemu’n-Nefâisi’l-Kebîr, thk. Cemâatun mine’l-Muhtessîn, Dâru’n-Nefâis, I. Baskı, Beyrut, 2007,
s.1434. 88 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317-318;
Ahmed Ebû Hâka vd., a.g.e., s.1434. 89 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 90 Mukâtil b. Suleymân, el-Vucûh ve’n-Nezâir, s.63-65. 91 Yahyâ b. Sellâm (v.200/815), et-Tesârîf: Tefsîru’l-Kur’ân mimme’ş-tebehet Esmâuhû ve Tesarrafet
Meânîh, thk. Hind Şelbî, Muessesetu Âli’l-Beyt, Umman, 2008, s.245-249.
17
ameli unutma, dalâlet, cinnet, azâb, zorluk, mal ve evlât, küfr, ihtilâf, ateşle yakma”
anlamlarında kullanılmaktadır.92
Râğıb Isfahânî’ye göre; “azâb, daha çok zorlukla deneme, güçlük, sıkıntı,
felâket, vahiyden döndürmeye çalışma, imtihan, korku ile deneme.”93 İbnu’l-Cevzî’ye
göre; Mukâtil b. Suleymân’ın tespitlerinin dışında “Öğüt ve gözyaşı, cinnet, günah,
cezâ, hastalık, yargılama.”94 İbn Manzûr’un açıklamaları yönüyle; Ezherî’nin
belirlediği anlamların dışında “bilgi, vahiyden döndürme, karışıklık”dır.95
Arapçada, anlam çeşitliliği bağlamında “fitne” kavramının geçtiği pek çok
deyim bulunmaktadır. Şunlar bu konuda örnektir: “حي ا Hayâtın fitnesi”, “yoldan“ ,”فتن ة الم
sapmak.” “در الص “ ”.Kalbin fitnesi”, “vesveseler ,”فتن ة ال اءضفتن ة ر ”, “Sıkıntının fitnesi”,
“kılıç.” “اء السر Rahatın ve mutluluğun fitnesi”, “kadınlar.”96“ ,”فتن ة
Arapçada oldukça geniş muhtevası bulunan “fitne”, Türkçeye geçerken büyük
bir oranda anlam kaybına uğramıştır. Çünkü Türkçede en çok “karışıklık, kargaşa”,
“fitne” kelimesiyle anlatılmaktadır. Sıfat olarak “arabozucuya” “fitneci” denilmekte,
fitne için “karışıklık ve kargaşa”, “fitne fesat çıkarmak, fitne sokmak, fitne fücur, fitne
kumkuması” deyim ve sözleri kullanılmaktadır.97 Meselâ Türkçe şu şiirdeki kullanım
buna kanıttır:
“Fitne fesatlığı çıkaranı, hiç sevmem
Söylenen yalanları, artık yemem…”98
2- “ ”ا لف تن
“ Bir şeyi ateşle yakmak” anlamına gelmektedir.99“ :”ا لف تن
92 el-Ezherî, a.g.e., s.296-299. 93 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s.481-482. 94 İbnu’l-Cevzî, Nuzhetu’l-A’yun, s.477-480. 95 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317-320. 96 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.297; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.497;
İbrâhim Mustafa vd., a.g.e., s.673. 97 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, Genel Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a06e1977f71e7.993
61835 (11.11.2017). 98 Fikret Gürsoy, “Fitne Fesat Şiiri”, https://www.antoloji.com/fitne-fesat-2-siiri/ (11.11.2017). 99 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.127; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.297; el-Cevherî, a.g.e., s.2175; Ebu Bekr
er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320.
18
3- “ ”ا لف تين
“ “ ;”ا لف تين ,ile irtibatından dolayı “yanmış gibi kâğıt veya kâğıt para”100 ”ا لف تن
“yanmış gümüş”, “siyah taşlık bölge (volkanik bölge)” anlamlarını içermektedir.101
Ayrıca Yemenli küçük Prenslere “ ismi de verilmektedir.102 ”ا لف تين
“ “ kelimesinin çoğulu ”ا لف تين “ çoğulu ”ف تين ة “ dur. Tekili”ف ت ن olarak da ”ف تين
kullanılmaktadır. “ “ .kelimeleri birdir ”فتن ة “ ile ”ا لف تين “ el-Fetîn”, vav ile/الفتين ye ile ”فتون
“ yerine ”ف تين ة “ ,şeklinde okunabilmekte ”فتين“ kelimesi kullanılabilmektedir.103 ”ا لف ت ائن
4- “ ”ا لف اتن
“ genel mânâda fitne fiilini işleyen (ism-i fâil)’dir.104 Özellikle şu ;”ا لف اتن
anlamlarda kullanılmaktadır: “İyilikten ve cihaddan çeviren”105, “saptıran, doğru yoldan
çıkaran”106, “Şeytan”107, “âşık eden”. Şu şiir âşık etme anlamı için örnek verilmektedir:
القيام“ خيم الك لمق طيع ر
ىف ؤادىبهاف اتناأ وأ مس ى ضح أ
Tatlı sözlülüğü, Selvi boyluluğu
Akşam veya kuşluk vakti benim gönlümü âşık etti.”108
”ف تنان“ -5
sabah ve akşam”109, “iki renk, iki örnek, mal ve evlat, tatlı ve acı“ ;”ف تنان“
durum’’ anlamlarını içermektedir. Şu şiirlerde geçen “ف تنان”, “mal ve evlat, tatlı ve acı
durum” mânâlarına gelmektedir:
“ باله عليهلساع ته،ف آذ ن قضي داعو ماف تنانم
O iki fitne (çocuk ve mal) belirli bir vakte kadar takdir edilmiştir.”110
“ رسع لىن ف م و لو ف تنان:فح ال ها،والع يش ىوإم ا إم
Bazen bana bazen ona, yaşamın iki fitnesi; Tatlı ve Acı.”111
100 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128. 101 el-Cevherî, a.g.e., s.2176. 102 ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.497. 103 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320. 104 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 105 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128. 106 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.299; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206. 107 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 108 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn Fâris, a.g.e., c.IV, s.473; el-Bustânî, a.g.e., s.676. 109 el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.495. 110 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.489. 111 İbn Fâris, a.g.e, c.IV, s.473; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.321; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.489.
19
6- “ ”ا لف تان
“ “ Şeytan” için kullanılmaktadır. Çoğulu“ ;”ا لف تان “ dır.112”الف تان ;”ا لف تان
“Kuyumcu”113, “hırsız”114 mânâlarına da gelmekte, “ف اتن”in çoğuludur. Fitne’deki şiddeti
göstermek için “ şeklinde bina edilmektedir.115 ”ا لف تان
”ا لف تان ان“ -7
ifâdesinde ”ف تان القبر“ ile, “Dirhem ve dînâr (para)” kastedilmektedir.116 ”ا لف تان ان“
ise “Münker ve Nekir” anlamını ihtivâ etmektedir.117
”ا لف تن ة “ -8
Sennit ağacının sarıçiçeklerinden çıkan hoş kokuya, “ ا لف تن ة” adı verilmiştir.118
Sennit ağacı, Akasya cinsinden, Mısır’da çok bulunan ve sıcak bölgelerde yaşayan bir
ağaç türüdür.119
”ا لفت ان“ -9
Yolculuk için deriden yapılan örtüye, “ا لفت ان” denilmektedir. Çoğulu “ dür.120”ف ت ن
”ا لف يت ن“ -10
Marangoz, “الف يت ن” diye isimlendirilmektedir.121
”ف ات ون“ -11
Firavun’un fırıncısına, “فاتون” ismi verilmiştir.122
12- “ ”ا لفتن
Genel bakımdan “yön, taraf, bölge” için “ kullanılmaktadır.123 ”الفتن
112 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II,
s.6. 113 el-Cevherî, a.g.e., s.2175; Ebû Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317. 114 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.319; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221. 115 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.319. 116 ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II, s.6; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221. 117 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221; ez-Zebîdî, a.g.e.,
c.XXXV, s.495. 118 İbrâhim Mustafa vd., a.g.e., s.673. 119 İbrâhim Mustafa vd., a.g.e., s.454. 120 İbn Fâris, a.g.e., c.IV, s.473; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn Manzûr, a.g.e., s.321; el-Fîrûzâbâdî, el-
Kâmûsu’l-Muhît, s.1221; el-Bustânî, a.g.e., s.677; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.495; Ahmed Ebû
Hâka vd., a.g.e., s.1434. 121 el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l Muhît, s.1221; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.495; el-Bustânî, a.g.e., s.677;
Yesûi Luvîs Ma’lûf (v.1367/1948), el-Muncid fi’l-Luğati ve’l-Edeb ve’l-Ulûm, thk. Yesûî Sâmî,
Matbaatu’l-Kâsûlîkiyye, XIX. Baskı, Beyrut, 2010, s.568. 122 el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.495. 123 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.321; ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.497.
20
13- “ ”ف تن
Hindistan’da sâhil kıyısında Bakkama diye de bilinen yere, hoşa gittiği için “ ”ف تن
adı verilmiştir.124
فت ون“ -14 ”ا لم
فت ون“ ,ism-i mef’ûl olup “fitne edilen, malı ve aklı giden, imtihan edilen ;”ا لم
denenen”125, “dünyaya aşırı istekle bağlanmış olan”126, “ateşle yanmış para”127, “ateşe
konulan her şey” anlamlarına gelmektedir.128 Ayrıca “mecnun, delilik” mânâsına
gelerek mef’ûl vezninde masdardır.129 Masdar kabul edilmeyip mef’ûl vezninde
“mecnun” için de kullanılmaktadır.130 Türkçeye geçerken “meftûn” kelimesi de anlam
daralmasına uğramış, Tutkun, gönül vermiş, vurgun” mânâları kalmıştır.131
ف ت ون ة “ -15 ”م
Siyah kadına, ateşin yakmasına benzetildiğinden dolayı, “meftûne”
denilmektedir.132
16- “ فتن ”ا لم
“ فتن “ ,”ا لم “ nın görevinde”ا لف اتن ,fiili vezninde ism-i fâil’dir. “Yoldan çıkaran ”أ فت ن
aldatan, Hakk’tan uzaklaştıran” anlamlarına gelmektedir.133 Şu dize bu hususta
örnektir:
فتن“ اضالدينالم إعر ي عرضن
Onlar (kadınlar) dindeki muftinden (karışıklık çıkaran) yüz çevirdiler.”134
124 ez-Zebîdî, a.g.e., c.XXXV, s.497. 125 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318; ez-Zebîdî,
a.g.e., c.XXXV, s.496. 126 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.299; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II, s.6; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII,
s.318. 127 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II, s.6; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.317. 128 ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II, s.6. 129 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318; Cubrân Mes’ûd (v.1384/1965), er-Râid
Mu’cemun Luğaviyyun Asriyyun, Dâru’l-Ilmi lil-Melâyîn, VII. Baskı, Beyrut, 1992, s.756. 130 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.299; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318; Cubrân Mes’ûd , a.g.e., s.756. 131 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, Genel Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a0c59b522e433.102
80558 (15.11.2017). 132 el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.301; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.320. 133 el-Cevherî, a.g.e., 2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 134 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318.
21
17- “ فت تن ”ا لم
“ فت تن “ :”ا لم fiilinin ism-i fâili’dir. “Âşık olan, günah isteyen, iyi halden kötü ”إفت ت ن
hale çeviren, dünyaya tutkun, sevgiden dolayı aklı başından giden, herhangi bir
fitneden dolayı aklını veya malını kaybeden” anlamlarını içermektedir.135
18- “ فت ن ”ا لم
“ فت ن “ ,”ا لم “ fiili vezninde ism-i mef’ûl’dür. Bu açıdan ”أ فت ن إفت انا ,denilince ”أفت نت ه
fitneye düşen “ فت ن kastedilmektedir.136 ”م
19- “ ف تن ”ا لم
“ ف تن “ :”ا لم fiiline göre ism-i mef’ûl’dür. “Ciddi bir şekilde fitneye uğramış ”ف تن
olan” kastedilmektedir.137 Bu bakımdan “ت فتينا جد ا“ ,denilince ”ف تنت ه فت ون yani aşırı ”م
fitneye maruz kalmış kişi anlaşılmaktadır.138
20- “ ف ت ن ”ا لم
“ ف ت ن “ :”ا لم fiiline göre ism-i fâil olup, fitneyi aşırı bir şekilde yapandır ve fitne ”ف تن
hangi anlamda ise ona göre anlam kazanmaktadır.139
21- “ فت ت ن ”ا لم
“Âşık edilmiş, büyülenmiş” kişiyi anlatmak için “ “ fiil veznindeki ”إفت ت ن فت ت ن ”ا لم
kullanılmaktadır. “Mufteten”, az önce değinilen “müftetin” kelimesinin mânâlarına da
sahiptir.140 Buraya kadarki incelemede, “ -ن -ت kökü ve müştaklarının hem isimler hem ”ف
de fiiller cihetiyle oldukça geniş anlam hacmi bulunduğu ifâde edilebilir. “ ن -ت -ف ” kökü
ve müştaklarının bu şekilde analizinden sonra hadîslerdeki anlamları tahlil edilecektir.
III. HADÎSLERDE “ ن -ت -ف ” KÖKÜ VE MÜŞTAKLARININ GENEL
ANALİZİ
Sözlüklerde birden fazla anlama gelen “fitne” kelimesinin hadîslerde çok sayıda
kullanımı söz konusudur.141 Bu çalışmanın amacı, “fitne” ile ilgili hadîsleri tümüyle ele
135 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII., s.128; el-Ezherî, a.g.e., c.XIV, s.300; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; ez-
Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, c.II, s.6; İbn Manzûr, a.g.e., s.317,318; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-
Muhît, Ahmed Ebû Hâka vd., a.g.e., s.1434. 136 İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1221. 137 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 138 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 139 el-Cevherî, a.g.e., s.2176; Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.206; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 140 el-Ferâhîdî, a.g.e., c.VIII, s.128; el-Cevherî, a.g.e., s.2176; İbn Manzûr, a.g.e., c.XIII, s.318. 141 Bkz. Muhammed Fuâd Abdulbâkî (v.1182), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzı’l-Hadîs, Mektebetu
Beril, Mısır, 1936, c.V, s.59-64.
22
almak olmadığından burada öne çıkan sayılı hadîslere yer verilecektir. Bir hadîste
“fitne”, “fesat” anlamındadır:
من“ ير خ ا اشيفيه الم اشي،و الم من ير خ ا فيه الق ائم الق ائم،و من ير خ ا فيه الق اعد ، فت ن س ت ك ون
به ف لي ع ذ ع اذا أأ وم لج د م ج نو م ات ست شرفه ،و ني شرفل ه م İlerde fitneler olacaktır. O/الساعي،و
zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen,
koşandan; daha hayırlıdır. Fitne çıkarmaya çalışan kişi, kendini o fitnenin
içinde bulur. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa oraya
sığınsın.”142
Hadîs-i Şerîfte geçen “fiten”: “Fesat, Müslümanları sıkıntıya sokacak ve
birbirine düşürecek çatışma, kargaşa ve terör” mânâlarında açıklanmıştır.143
Hz. Peygamber (s.a.s), Hendek Muhârebesinde ifâde ettiği hadîste Müşriklerin
çıkarmak istedikleri karışıklık hakkında “fitne” kelimesini kullanmıştır:
“ ب طك ان أ واغب ر ب طن ه ر تىأ غم ند قح الخ ي وم اب التر ي نق ل لم س ل يهو ع لىالله ص :النبي ن ه ,ي ق ول
لين ا ص ل دقن او ت ص ل ااهت د ين ا,و م الله اللهل ول و
ل ين اف أ نزل نس كين ة الأ ول ىق دب غ واع ق ين ا,إن إنل ث ب تالأ قد ام ل ين او ع
اد وا أ ب ين اأ ب ين افتن ةإذ اأ ر وت ه اص به ف ع ر أ ب ين ا",و
Berâ b. Âzib (v.71/690) (r.a): ‘Hz. Peygamber (s.a.s) Hendek (Ahzâb)
günü bizimle beraber toprak taşıdı. Karnı toz olmuştu ve şöyle diyordu:’
‘Vallâhi Allâh bize hidâyet etmeseydi,
Bizler hidâyet bulmazdık. Ne namaz kılabilir ne sadaka verebilirdik.
Allâhım! Üzerimize sekinet indir.
Ayaklarımızı sağlamlaştırıp kaydırma.
Müşrikler bize saldırıp fitne dilediler. Bizler reddettik.’
‘Bu duâyı söylerken, أ ب ين ا/reddettik sözünde sesini yükseltiyordu.’ dedi.”144
142 el-Buhârî, Ebu Abdillâh, Muhammed b. Ismâîl (v.256/870), Sahîhu’l-Buhârî, Dâru İbn Kesîr, Beyrut,
2002, Kitâbu’l-Menâkıb 25, H.No: 3601, s.886; Kitâbu’l-Fiten 9, H.No: 7081 ve 7082, s.1752;
Muslim, Ebu’l-Huseyn, el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî (v.261/875), Sahîhu Muslim, thk. Muhammed Fuâd
Abdulbâkî, Dâru Ihyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye-Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1991, Kitâbu’l-Fiten ve
Eşrâti’s-Sâati 3, H.No: 10/7886, s.2211-2212. 143 Zeynuddîn ez-Zebîdî, Ahmed b. Ahmed b. Abdullatif (v.893/1488), Sahîh-i Buhârî Muhtasarı ve
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, trc. Kâmil Miras, DİB Yay., S. 123-12, XI. Baskı, Ankara, 1991,
Kitâbu’l-Fiten, H.No: 2117, c.XII, s.299; Mehmet Görmez vd., (Komisyon) DİB, Hadislerle İslâm
(Hadislerin Hadislerle Yorumu), ed. Mehmet Emin Özafşar vd., D.Y.G.M. Yay., I. Baskı, Ankara,
2014, c.VII, s.593. 144 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Mağâzî 29, H.No: 4104, s.1009; Sahîhu Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-
Siyer 44, H.No: 125/1803, c.III, s.1430.
23
Ebû Hureyre’den (v.58/678) (r.a) rivâyet edildiğine göre; “فت نا” kelimesi hadîste
karanlık gecelere benzetilmiştir:
“ ال بالأ عم وا ظلمفت ناب ادر الم الليل قط ع ك /Zifiri karanlık geceler gibi fitneler ortaya
çıkmadan sâlih ameller işlemekte acele ediniz!”145
Huzeyfe’den (v.36/656) (r.a) rivâyet edildiğine göre kalplere gelen fitnelere
dikkat çekilmiştir:
“ ض أ يالفت ن ت عر ،و فيهن كت ة س ود اء ان كت أ شرب ه ق لب صيرع وداع ودا،ف أ ي ل ىالق ل وبك الح ع
اء ب يض ن كت ة فيه ن كت ه ا أ نك ر Fitneler kalplere kamış kamış hasır gibi gelir. Hangi/ق لب
kalp onu işlerse kalbinde siyah bir nokta oluşur. Hangi kalp onu kabul etmezse
beyaz bir nokta oluşur.”146
Hz. Peygamber (s.a.s), insanları toplumda bozgunculuk ve karışıklık çıkarma
anlamına gelen ve huzursuzluk oluşturan “fitne” konusunda dikkatli olmaya
yönlendirmiştir. Bu bağlamda, Mikdâd b. Esved’in (v.33/653) (r.a) rivâyet ettiği bir
hadîs örnek verilebilir:
“ ن ب نج السعيد ل م الفت ن إن ن ب نج السعيد ل م الفت ن،إن ن ب نج السعيد ل م نابت لي الفت ن ،إن ل م ،و
ب ر اهاف ص ف و /Şüphesiz mutlu kimse, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mutlu kimse,
fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mutlu kimse, fitnelerden uzak kalandır.
Belâya uğradığında sabredendir. Vah yazık! (fitneye katılana).”147
Bu bağlamda, “fitne”nin, “zulüm, eziyet, fesat” gibi olumsuzluk içeren anlamlara
geldiği ifâde edilebilir. Nitekim mutlu kimsenin kim olduğu ile alâkalı hadîs ve sâlih
amel işlemekte acele etmekle ilgili hadîste geçen “fiten’’, “kötü haller, zulüm,
merhametin kalmaması, fesat, bozgunculuk” mânâlarındadır.148
Fesat ve karışıklık içeren durumlar için “fitne” kelimelerinin geçtiği hadîs dikkat
çekmektedir:
“ س ولاللهف ذ ك ر ر الفت ن عنعبداللهبنعمريقول:ك ناق ع وداعند تىذ ك ر فيذكره اح فتن ة ف أ كث ر
س اال حل م اللهو س ول ي ار ق ائل سف ق ال فتن ة ال حل ث م رب ح و ب ه ر هي اءق ال امنت حتفتن ة السر ن ه د خ
ي صط ث م تق ون أ ولي ائيالم ا إنم من يو ل يس من يو أ نه ب يتيي زع م أ هل من ل ج ر ي ق د م ل ج ع ل ىر الناس لح
ث م ل ىضل ع ع رك ك و اء الده يم ه ذفتن ة من دا أ ح ت د ع ةل ل طم ته ل ط م إل ة الأ م ه /Abdullâh b. Ömer
145 Sahîhu Muslim, Kitâbu’l-Îmân 51, H.No: 186, s.110. 146 Sahîhu Muslim, Kitâbu’l-Îmân 65, H.No: 231, s.128. 147 Ebu Dâvud, Suleymân b. el-Eş’âs el-Ezdî es-Sicistânî (v.275/888), Sunen-i Ebî Dâvud, thk. Şuayb el-
Arnûvût-Muhammed Kâmil, Dâru’r-Risâleti’l-Arabiyye, Şam ve Hicaz, 2009, Kitâbu’l-Fiten 2, H.No:
4263, c.VI, s.320. 148 Görmez M. vd., Hadislerle İslâm, c.III, s.38,190.
24
(r.a): ‘Rasûlullâh’la (s.a.s) beraber oturuyorduk, pek çok fitneyi anlattı, hattâ
ehlâs fitnesinden bahsetti. Birisi dedi ki;’ ‘Yâ Rasûlellâh! Ehlâs fitnesi nedir?’
‘Rasûlüllâh (s.a.s) buyurdu ki:’ ‘O kaçış ve harbtir. Sonra serrâ fitnesi vardır.
Bu fitne, âilemden olmadığı halde âilemden olduğunu iddia eden birisinin
ayakları altından yayılacaktır. Benim dostlarım ise ancak muttakîlerdir. Sonra
insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi bir adam üzerinde anlaşacaklardır.
Sonra düheymâ fitnesi vardır. Bu fitne ise ümmetimden herkese isâbet eder.”149
Aynı hadîs Ebu Dâvud’un Sunen’inde geçmektedir. Burada hadîste geçen bazı
kelimeler hakkındaki açıklamalara göre; “س kelimesi ile “fitne”, “siyah renge ve ”ال حل
zulme” benzetilmiş, “الحرب” kelimesi, “malın ve âilenin zorla elinden alınıp bunların
kaybedilmesi”, “ ضل ع ل ى ع رك sözü, “melikliğe yakışmayan ve otoritesi devam ”ك و
etmeyecek olan”, “اء deyimi, “nîmetlerin bolluğu ve hastalıkların olmayışından ”فتن ة السر
dolayı günaha girme veya nîmetlerin bolluğundan dolayı düşmanların çoğalması”
anlamlarına gelmektedir.150
Câbir b. Abdillâh’in (r.a) rivâyetine göre Hz. Peygamber (s.a.s), Şeytanın çok
azdırıp sapıttırması hakkında “fitne” kavramını kullanmıştır:
“ اي اه س ر الناس ف ي بع ث ف ي فتن ون م، ه أ عظ م عند ه م ه فتن ةف أ عظ م /Şeytan askerlerini
gönderir ve insanları fitneye düşürürler. Onların onun yanındaki en büyüğü
fitne (saptırma) bakımından da en büyük olanıdır.”151
Farklı deyimlerle birlikte “fitne” kelimelerinin geçtiği hadîsler dikkat
çekmektedir:
“ :ي ا ،ف ق ال ل ج نر حم بدالر ثن اع نالقت الفيأ ب اع د تىلت ك الفتن ةح ق اتل وه مح :و ي ق ول الله ،و ،فتن ة ون ف ق ال
ا ل يهوسلمالفتن ة :ه لت دريم لىالله ع د ص م ح م اك ان فيدينهم؟إنم ول الدخ ك ان و شركين الم ،فتن ةي ق اتل
لك الم ل ى ع قت الك م ك ل يس Rivâyete göre bir adam İbn Ömer’e (v.74/693) (r.a) ‘Ey/و
Abdurrahmân! Fitne için olan savaştan bahset, Allâh (c.c): (Onlarla fitne
kalmayıncaya kadar savaşın!)152 buyurur” dedi. İbn Ömer (r.a) sorana: ‘Fitne
nedir bilir misin? Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem Müşriklerle harb
149 Ahmed b. Hanbel (v.241/855), el-Musned, thk. Şuayb el-Arnavût vd., Müessesetu’r-Risâle, I. Baskı,
Beyrut, 1997, Musned Abdullâh b. Umer 133/2, H.No: 6168, c.X, s.309-310; et-Tâberânî, Ebu’l-
Kâsım Suleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v.360/971), Musnedu’ş-Şâmiyyeyn, thk. Abdulmecîd es-Selefî,
Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1996, Musned Alâ b. Utbe b. el-Yahsubî 73, H.No: 2551,
c.III, s.401. 150 Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbu’l-Fiten 1, H.No: 4242, c.VI, s.294-295. 151 Sahîhu Muslim, Kitâbu Sıfatı’l-Kıyâme ve’l-Cenneti ve’n-Nâr 16, H.No: 67/2813, s.2167. 152 Enfâl 8/39.
25
ederdi. Müşrikler üzerine harbe gitmek bir fitne’yi (şirki izâle) içindi. Yoksa
sizin savaşınız gibi mülk ve saltanat üzerine açılmış harb değildir.’ diye cevâb
verdi.”153
İbn Hacer’e göre; 1) “Fitne” kelimesi “küfr” anlamındadır. Müslümanlara bu
küfr kalmayıncaya kadar savaşmanın emredilmesinin hikmeti, Kâfirlerin Müslümanlar
üzerindeki baskısının tamamen ortadan kalkması ve dinden döndürme veya gaflete
düşürme durumunun yok edilmesidir. 2) “Fitne” kelimesi ile irtibatlı bulunan mülk,
“mülk veya saltanatı aşırı istemek” mânâsına gelmektedir.154
İbn Hacer’in bu açıklamalarına göre “fitne”yi, “şirk, küfr, mal ve mülke aşırı
bağlılık” olarak anlamlandırmak mümkündür.
“ ل وس ج :ب ين ان حن ذ يف ة ،ي ق ول ح ،س معت دث ن اش قيق لىالله ح ص النبي ق ول :أ يك مي حف ظ ،إذق ال ر ع م عند
لم س و ل يه ؟ع الفتن ة في : ق ال ل، ج الر فتن ة وم " الص و ة ل الص ه ا ف ر ت ك اره ج و ل ده و و اله م و أ هله في
ل كنال ،و أ سأ ل ك ه ذ ا ع ن ل يس : ،ق ال نك ر الم ع ن النهي وفو عر بالم الأ مر ،و د ق ة الص وجو ك م وج تيت م
ع :ل يس الالب حر،ق ال :أ ي كس ر ر ع م غل قا،ق ال اب ابام ب ين ه و ب ين ك ،إن ؤمنين الم ي اأ مير اب أس منه ل يك ب اب
ر ع م :أ ك ان ذ يف ة أ ب دا،ق لن الح ي غل ق :إذال ر ع م ،ق ال :ب لي كس ر ؟،ق ال :ن ع م،أ مي فت ح ؟،ق ال ي عل م الب اب
اليط،ف هبن اأ نن سأ ل بالأ غ ديثال يس ح دثت ه أ ن يح ذ لك ل يل ةو د غ د ون أ ن اي عل م وقاك م سر رن ام ،ف أ م نالب اب م ه
؟،ق ال نالب اب :م ،ف ق ال أ ل ه ر ،ف س :ع م Şakîk (v.82/701) (r.a): “Huzeyfe’den (r.a) işittim’ dedi. Huzeyfe (r.a)
şöyle dedi: ‘Hz. Ömer’in (v.24/644) (r.a) yanında oturuyorduk; bize, Nebî
Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in fitne hakkındaki hadîsini kim hafızasında
tutuyor?’ dedi. ‘Huzeyfe (r.a) hadîsi şöyle söyledi’: ‘Kişinin fitnesi; ehlinde,
malında, çocuğunda ve komşusundadır. Namaz, oruç, sadaka, emr-i bi’l-ma’rûf
ve nehy-i ani’l-münker bu fitneye keffâret olur!’ Hz. Ömer (r.a): ‘Ben bu fitneyi
sormadım. Lâkin denizin dalgaları gibi dalgalanacak fitneyi sordum!’ dedi.
Huzeyfe (r.a): ‘Ey mü'minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle
onun arasında kapalı bir kapı mevcut!’ dedi. Hz. Ömer (r.a): ‘Bu kapı kırılacak
mı, yoksa açılacak mı?’ dedi. Huzeyfe (r.a): ‘Bilakis kırılacak!’ dedi. Hz. Ömer
(r.a): ‘Öyleyse ebediyen kapanmayacak!’ dedi. Şakîk (r.a): ‘Huzeyfe’ye (r.a)
sorduk: Ömer (r.a) bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?’ dedi. Huzeyfe
153 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Fiten 16, H.No: 7095, s.1755. 154 İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali (v.852/1449), Fethu’l-Bârî bi Şerhı Sahîhı’l-Buhârî, thk. ve
tsh. Abdulazîz b. Abdillâh b. Bâz-Muhammed Fuâd Abdulbâkî-Muhıbbuddîn el-Hatîb, el-
Mektebetu’s-Selefiyye, Beyrut, 1959, Kitâbu’l-Fiten 16, H.No: 7095, c.XIII, s.47.
26
(r.a): ‘Evet, yarından önce bu gecenin olacağını bildiği gibi onu biliyordu. Ben
hadîs rivâyet ettim; boş söz (ve efsane) değil’ dedi. Şakîk (r.a): ‘Kapının kim
olduğunu Huzeyfe’den (r.a) sormaktan çekindik. Mesrûk’dan (v.62/682) (r.a)
Huzeyfe’ye (r.a) sormasını istedik’ dedi. Mesrûk (v.62/682) (r.a) Huzeyfe’ye
(r.a), ‘Kapı kim?” diye sordu. Huzeyfe (r.a): ‘Ömer’dir (r.a)’ dedi.”155
İbn Hacer’e göre; “fitne” kelimesi aslında “imtihan” anlamını içermektedir.
Daha sonra “küfrün ortaya çıkması, te’vîlde aşırılık, karışıklık, belâ, azâb, savaş, iyi
halden kötü hale gelme, hoşa giden şeyler” anlamlarında kullanılmıştır. Ayrıca hadîs,
Hz. Peygamber’in (s.a.s) nübüvvetine bir delil teşkil etmektedir.156
Zeynuddîn Zebîdî’ye göre; insanın ailesi, malı, evlâdı ve komşuları nedeniyle
fitne’ye düşmesinin helâl ve haramlara dikkat etmemesi, mal ve evlâda aşırı sevgi
beslemenin sonucunda hayırları unutmasıdır. Zebîdî, Hz. Ömer’den (r.a) sonra cereyan
edecek fitneler hakkında ise şunları açıklamıştır: “Bu fitne Osman radiyallâhü anh’in
şehâdetiyle başlayıp, Ümmet-i Muhammedin birbirine girmesine bâis olan fitne-i
uzmâdır ki, o günden bugüne kadar sönmemiştir. Anlaşılıyor ki, Huzeyfe radiyallâhü
anh’in Muhbir-i Sâdık sallallâhü aleyhi ve sellem’den öğrendiğine göre Ömer
radiyallâhü anh’in vücûdu, fitneye karşı sedd-i sedîd imiş. O hayatta oldukça muntazar
olan fitne-i mahûfe hâdis olmayacakmış.”157
“Fitne”nin “ tuftenûn” şeklinde edilgen fiil olarak kullanıldığı bir hadîse şu/ت فت ن ون
örnek verilebilir: “ ا نك م ال ي ل ق دا وحي الت فت ن ون و منفتن ةالدج ا وق ريب فىالق ب ورمثل /Bana vahyolundu
ki, sizler Deccâl fitnesi gibi, kabirlerinizde fitne edilirsiniz. (sorguya çekilirsiniz.)”158
Luğat âlimlerinin de toplu mânâ olarak ifâde ettikleri “fitne” kavramının
“imtihan” anlamına geldiği iki hadîs şöyledir:
“ فتنة أمتيالمالوفتنةإنلكلأمة /Muhakkak her ümmetin bir fitnesi (imtihan
vesîlesi) vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) maldır.”159
155 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu Mevâkîti’s-Salâh 4, H.No: 525, s.138. 156 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Kitâbu Mevâkîti’s-Salâh 4, H.No: 525, c.II, s.8. 157 Zeynuddîn ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, trc. Ahmed Naim, S.123-2, Kitâbu Mevâkîti’s-Salât,
H.No: 316, s.469. 158 Mâlik b. Enes (v.179/795), el-Muvattaa, thk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-
Arabî, Beyrut, 1985, Salâtu’l-Kusûf 2, H.No: 4, s.188-189; Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Vudû 37,
H.No: 184, s.58; Görmez M. vd., Hadislerle İslâm, c.VII, s.573. 159 et-Tirmizî, Ebu Îsâ Muhammed b. Îsâ (v.279/892), el-Câmiu’l-Kebîr, thk. Beşşâr Avval Ma’rûf,
Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1996, Ebvâbu’z-Zühd 26, H.No: 2336, c.IV, s.161; Görmez M. vd., Hadislerle
İslâm, c.III, s.631.
27
“ ل ىالمنب ري خط ب ع لم س و ل يه ع لىالله ص الله س ول :ب ين ار أ بيه،ق ال يد ة ،ع ن أ قب ل ع نابنب ر إذ
االسل ل يهم ع س ين الح و س ن الح د ق :"ص ا،ف ق ال م ل ه م ح و ل ان،ف ن ز ي عث ر اني مشي انو ر انأ حم اق ميص ل يهم ع م
{ فتن ة {الله : د ك م أ ول و ال ك م أ مو ا إنم 15]التغابن: لت ن ز تى ح أ صبر ف ل م ان ي عث ر و ي مشي ان ه ذ ين أ يت ر ]
ا لت ه م م Ebu Bureyde (v.63/682) (r.a): ‘Rasûlullâh (s.a.v.), bize hutbe vermekte/ف ح
iken Hasan ve Hüseyin onlara selâm olsun üzerlerinde kırmızı birer gömlekle
düşe kalka geldiler. Rasûlullâh (s.a.v.), minberden indi onları kaldırdı şöyle
dedi:’ ‘Allâh ne doğru söylemiş: (Mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihan
vasıtasıdır.)160 Şu iki çocuğun durumlarına baktım yürüyorlar tökezleyip
düşüyorlardı. Dayanamadım tâ ki indim ve onları aldım.’ buyurdu.”161
Hz. Peygamber (s.a.s), “şer” hususlar hakkında “gece ve gündüzün fitneleri”
tâbirini kullanmıştır:
منش ر “ أو وذ ر أ ،وب ر ل ق اخ م منش ر ف اجر ل و ب ر ه ن اوز ات،التيلي ج ـاتاللهالتام لم بك أع وذ
من ا،و منه ج اي خر م منش ر أ فيالأرض،و اذ ر م منش ر ا،و فيه ج اي عر م منش ر اء،و السم من اي نزل م
ير بخ ق ط ارقاي طر إل ط ارق ك ل ار،ومنش ر فت نالليلوالنه ش ر
Gökten inen ve yerden yükselen kötülüklerin şerrinden, yaratılmışların
şerrinden, yeryüzünde yerleşen ve yerden çıkan şeylerin şerrinden, gece ve
gündüzün fitnelerinin (şerrinden), hayırlı olanların dışında ani durumlardan,
Allâh’a hiçbir iyinin ve kötünün ulaşamayacağı Allâh’ın yüce kelimelerine
(hükmüne) sığınırım.”162
“Meftûn” kelimesinin bulunduğu bir hadîs şöyledir:
“ ت رح لي،و أ نت غفر اكين،و س الم ب ح اتو نك ر الم ت رك ات،و ير الخ فعل مإن يأ سأ ل ك إذ االله ني،و م
فت ون، م ير فنيغ ب ك فتن ة ق ومف ت و ب نيإل ىح ي ق ر ل ع م ب ح ،و ني حبك م ب ح ،و بك ح أ سأ ل ك و دت أ ر
Allâhım! Senden hayır işlerde bulunmayı, kötülüklerin benden uzak
durmasını, fakirlerin sevgisini, bana mağfiret ve merhamet etmeni isterim. Bir
160 Enfâl 8/28; Teğâbün 64/15. 161 Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbu’s-Salâh 233, H.No: 1110, c.II, s.327; İbn Mâce, Ebu Abdillâh,
Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v.275/888), Sunen-i İbn Mâce, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî,
Dâru Ihyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye, y.y., ts., Kitâbu’l-Libâs 20, H.No: 3600, s.1190; en-Nesâî, Ebu
Abdirrahmân, Ahmed b. Şuayb (v.303/915), Kitâbu’s-Suneni’l-Kubrâ, thk. Abdullâh b. Abdilmuhsin
et-Turkî-Şuayb el-Arnavûd, Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 2001, Salâtu’l-Îdeyn 785, H.No:
1803, c.II, s.309. 162 Abdurrezzâk b. Hemmâm es-San’ânî (v.211/826), el-Musannef, thk. Habîburrahmân el-A’zamî,,
Meclisu’l-Ilmî, II. Baskı, Beyrut, 1983, Kitâbu’l-Câmî, H.No: 19831, c.XI. s.35; Görmez M. vd.,
Hadislerle İslâm, c.I, s.257.
28
kavme azâb veya belâ gelecekse bu sıkıntılara uğramadan beni vefat ettir. Senin
sevgini, seni sevenin sevgisini, senin sevgine yaklaştıracak ameli isterim!”163
İstiâzede geçen “fitne”, “musibetler, belâlar, azâb” olabilir. Hz. Peygamber
(s.a.s) “musibetler, belâlar, “azâb” konusunda bizzat kendisi istiâzede bulunmuş ve
aynı zamanda Ashâb-ı Kirâm’a (r.a) istiâzede bulunmalarını tavsiye etmiştir:
منع ذ ابا النار“ ذ وابالله منع ذ ابت ع و ذ وابالله :"ت ع و منع ذ ابالق بر،ف ق ال لق بر"،ف ق لن ا:ن ع وذ بالله
اب ط م او منه ر اظ ه الفت نم ذ واباللهمن :"ت ع و باللهمنع ذ ابالنار،ق ال "،ف ق لن ا:ن ع وذ باللهق لن ا:ن ن ع وذ
اب ط ن م او منه ر اظ ه الفت نم ذ واباللهمنمن :"ت ع و ال،ق ال فتنةالدجالقلنا:نعوذباللهمنفتن ةالدج
‘Allâh’a kabir azâbından sığınınız!’ Dedik ki; ‘Allâh’a kabir azâbından
sığınırız.’ Dedi ki; ‘Allâh’a cehennemden sığınınız!’ Dedik ki; ‘Allâh’a
cehennemden sığınırız.’ Dedi ki; ‘Allâh’a gizli ve açık fitnelerden sığınınız!’
Dedik ki, ‘gizli ve açık fitnelerden Allâh’a sığınırız.’ Dedi ki; ‘Allâh’a Deccâl’ın
fitnesinden sığınınız!’ ‘Allâh’a Deccâl’ın fitnesinden sığınırız.’ dedik.”164
Şu hadîs geçen “fitne” kelimeleri farklı konularda kullanılmıştır:
“ ك ان لم س و ل يه ع لىالله ص النبي أ ن ا: ع نه الله ضي ر من ع نع ائش ة بك إن يأ ع وذ م الله : ي ق ول
من م،و غر الم و أث م الم م،و ر اله الق برالك س لو منفتن ة ع ذ ابالق بر،و النار،و فتن ة منش ر ع ذ ابالنار،و و
منفتن ةالغن ى بك أ ع وذ من،و فتن ةالف قر،و بك الأ ع وذ سيحالدج اءفتن ةالم بم ط اي اي اغسلع ن يخ م ،الله
ب يني ب اعد و الدن س، من الأ بي ض الثوب ن قيت ا ك م اي ا ط الخ ق لبيمن ن ق و د، الب ر و لجاالث ك م ط اي اي خ ب ين و
غربب اع دت الم و شرق الم ب ين /Hz. Âişe’den (v.58/678) (r.a) rivâyete göre Hz.
Peygamber (s.a.s) şöyle diyordu: Allâhım! Tembellikten ve âciz durumdaki
yaşlılıktan, günah işlemekten ve borçlanmaktan, kabir fitnesinden ve azâbından,
cehennemin fitnesinden ve azâbından, zenginliğin fitnesinden, fakirliğin
fitnesinden sana sığınırım. Allâhım! Deccâl’ın fitnesinden sana sığınırım.
Allâhım! Hatâlarımı kar ve soğuk su ile yıka! Kalbimi hatâlardan beyaz elbiseyi
kirden temizlediğin gibi temizle! Doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi,
benimle hatâlarımın arasını öyle uzaklaştır.”165
Muslim’in Sahîh’inde aynı hadîs geçmektedir. Buradaki açıklamalara göre; “من و
منفتن ةالغن ىش ر أ ع وذ بك فتن ةالف قر،و ” cümlesi, fakirlik ve zenginliğin şer yönüyle korkulan
iki halini göstermektedir. Fakirlikte ihtiyaçtan dolayı harama veya şüpheli şeylere
163 Ahmed b. Hanbel, el-Musned, Musnedu’l-Ensâr 243/5, H.No: 22109, c.XXXVI, s.422-423; et-
Tirmizî, el-Câmi, Tefsîru’l-Kur’ân 39, H.No: 3233, c.V, s.282. 164 Sahîhu Müslim, Kitâbu Sıfatı’l-Kıyâme ve’l-Cenneti ve’n-Nâr 17, H.No: 68/2767, s.2200. 165 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’d-Daavât 39, H.No: 6368, s.1587.
29
düşülebilmektedir. Zenginlikte ise cimrilik, kibirlilik, şımarıklık, malı israf etme ve bâtıl
yollarda harcama gibi durumlar içine girilebilmektedir. Dolayısıyla bu istiâze, bu
yönlerden sakınmak açısından anlam taşımaktadır.166
İbn Hacer’ göre; “ من الق برو فتن ة ”, “iki meleğin (Münker, Nekir) suâli”, “ من فتن ةو
“ ,”Cehennem meleklerinin kınayarak sual etmesi“ ,”النار ش ر من الغن ىو فتن ة من الف قر، فتن ة ”
sözleri, “zenginliğin veyâ fakirliğin şerri, zararı, gaflete düşürmesi”, “ سيحمن الم فتن ة
ال الغن ى“ ,sözü, “Deccâl’ın şerri” anlamlarına gelmektedir. Hadîste ayrıca ”الدج den”فتن ة
önce “ kelimesinin geçmesi, zenginliğin zararının daha fazla olduğunu ”ش ر
göstermektedir.167
“Fitne” kavramının geçtiği bir diğer hadîs şöyledir:
من“ منع ذ ابالق بر،و بك أ ع وذ موالب خل،و ر اله بنو الج الك س ل،و الع جزو من بك إن يأ ع وذ م ا لله
ات م والم حي ا الم Allâhım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, yaşlılıktan/فتن ة
(bunamaktan), cimrilikten, kabir azâbından, hayâtın ve ölümün fitnesinden sana
sığınırım.”168
Hadîste geçen “hayatın fitnesi” ile insanın gafil davranarak İslâm’ın emir ve
yasaklarına uygun geçirilmeyen beyhude bir yaşam, “ölümün fitnesi” ile kişinin kabir
azâbına uğraması veya iman edemeden âhirete gitmesi kastedilmektedir.169 Dolayısıyla
Hz. Peygamber’in (s.a.s), fitnelere dikkat çekerek istiâzede bulunmanın önemine açıklık
getirdiği ifâde edilebilir.
Hz. Ömer’in (r.a) rivâyetine göre istiâze bulunan bir hadîs de şöyledir:
“ ر، س وءالع م بن،و الج الب خل،و من إن يأ ع وذ بك م درالله فتن ةالص ع ذ ابالق برو ،و /Allâhım!
Cimrilikten, korkaklıktan, kötü ömürden, kalp fitnesinden, kabir azâbından sana
sığınırım!”170
İbn Mâce’nin Sunen’inde bu hadîs-i şerîf’in, fitne üzere ölen kişinin
bağışlanmadığına işâret ettiği belirtilirken, Ebu Dâvud’un Sunen’inde ayrıca “فتن ة و
166 Sahîhu Muslim, Kitâbu’z-Zikr ve’d-Duâ ve’t-Tevbe ve’l-İstiğfâr 14, H.No: 49/589, s.2078. 167 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Kitâbu’d-Daavât 39, H.No: 6368, c.XI, s.176-177. 168 Bu rivâyetin râvileri farklı, bazı lafız değişiklikleri ve cümle takdim tehirleri ile benzer anlamlarda
geçtiği yerler için bkz. Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer 25, H.No: 2823, s.698; Sahîhu
Muslim, Kitâbu’z-Zikr ve’d-Duâ ve’t-Tevbe ve’l-İstiğfâr 15, H.No: 2706, s.2079; Sunen-i Ebî
Dâvud, Kitâbu’s-Salâh 365, H.No: 1540, c.II, s.642. 169 Geniş bilgi için bkz. Görmez M. vd., Hadislerle İslâm, c.IV, s.280-283. 170 Sunen-i İbn Mâce, Kitâbu’d-Duâ 3, H.No: 3844, c.II, s.1263; Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbu’s-Salâh
365, H.No: 1539, c.II, s.641; en-Nesâi, es-Sunenu’l-Kubrâ, Kitâbu’l-İstiâze 42, H.No: 7881, c.VII,
s.226.
30
در deyimi, “kalpteki katılık, kin, bâtıl inanç, haset ve kötü ahlâk” anlamlarına ”الص
gelmektedir.171
Bu ve daha önce incelenmeye çalışılan hadîslerden; her şeyde bir imtihan
bulunduğu bilinciyle hareket etmek, fesat çıkaran fitnelerden uzak durmak ve Allâhü
Teâlâ’ya yönelmek gerektiği anlaşılmaktadır.
Hz. Âişe’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s), namazda
dikkatini çeken çizgili örtü hakkında “ت فتن ن” kelimesini kullanmıştır:
“ أ ن اف ف أ خ ة ل الص في أ ن ا و ا ل مه ع إل ى أ نظ ر ت فتن نك نت /Ben namazda iken onun
alemine baktım, beni neredeyse meşğûl etti.”172
İbn Battâl’a göre; hadîsteki “ت فتن ن” veyâ “ي فتن ني” “meşğûl etme veya huşûyu
kaçırma” mânâlarına gelmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’de (s.a.s) herhangi bir vesvese
bulunması mümkün değildir. Dolayısıyla hadîs-i şerîfte geçen uyarı, esasında başka
insanlar için geçerlidir.173
Hz. Peygamber’in (s.a.s) akşam namazını uzun sûrelerle kıldıran Muâz b.
Cebel’e (v.17/638) (r.a) olan şu tavsiyesinde “فت ان” kelimesi geçmektedir:
بك ذ ا“ أ ذ ا اقر بك أ ؟اقر أ نت ع اذ أ ف تان :ي ام :ف ق ال ق ال ابر Câbir’den (v.78/697) (r.a) rivâyet/ع نج
edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) Muâz’a (r.a) “Ey Muâz sen fettânmısın namazda
şu şu sûreleri oku” buyurmuştur. Muslim’in Sahîh’ine göre; “ أ نت ,nin anlamı”أ ف تان
“Dinden soğutma ve uzaklaştırma”dır.174 Dolayısıyla dinden uzaklaştırmama veya
soğutmama hususunda bir tavsiye sözü olabilir. Nitekim hadîsteki “فت ان” kelimesini aynı
anlamda Nevevî de zikretmiştir.175
Hz. Peygamber’in (s.a.s) sağlığına kavuşmasına sevinen Ashâb-ı Kirâm’ın (r.a),
o günkü sevinç ortamında kıldıkları namazı neredeyse bozacakları “إفتتن” fiiliyle ifâde
edilmiştir. Bu durum Enes b. Mâlik’in (v.93/711) (r.a) rivâyetine göre şöyledir:
171 İbn Mâce’nin Sunen’inde “ر س وءالع م -geçmektedir. Sunen-i İbn Mâce, Kitâbu’d ”وأرذل الع مر“ yerine ”و
Duâ 3, H.No: 3844, c.II, s.1263; Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbü’s-Salâh 365, H.No: 1539, c.II, s.642. 172 Muvattaa’da râvilerde farklılık vardır. Ayrıca “ت فتن ن أ ن اف ي فتن ني“ yerine ”ف أ خ -geçmektedir. el ”فكاد
Muvattaa, Kitâbu’s-Salâh 18, H.No: 67, c.I, s.97-98; Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’s-Salâh 14, H.No: 373,
s.104. 173 İbn Battâl, Ebu’l-Hasen, Ali b. Halef b. Abdilmelik (v.449/1057), Şerhu Sahîhı’l-Buhâri, thk. Ebû
Temim Yâsîr b. İbrâhîm, Mektebeti’r-Ruşd, Riyâd, ts., Kitâbu’s-Salâh, c.II, s.36-37. 174 Sahîhu Muslim, Kitâbu’s-Salâh 36, H.No: 465, c.I, s.339. 175 en-Nevevî, Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref b. Murî b. Hasan b. Huseyn b. Hızâm (v.676/1277), el-Minhâc
Sahîhu Muslim bi Şerhı’n-Nevevî, tsh. Muhammed Abdullâtif, Matbaatu’l-Mısrî, Kâhire, I. Baskı,
1929, Kitâbu’s-Salâh/el-Kırâatü fi’l-Işâi, c.I, s.182.
31
“ كدن اأ ن لم ن فت تن و س ل يهو ع لىالله س ولاللهص ؤي ةر حابر لتن اف ر فيص /ve neredeyse Rasûlullâh’ı
(s.a.s) görmenin ferahlığıyla namazımızı bozacaktık.”176 Hadîsteki “İftetene” fiiline
“Namazı bozmak” anlamında yorumlar yapılmıştır.177
Bu bölümdeki incelemeye göre denilebilir ki; Hz. Peygamber (s.a.s), veciz
ifâdelerle pek çok konuyu aynı anda ifâde etmiş ve bizzat kendisi de anlattığı hususları
tatbik etmede örnek olmuştur. Ashâb-ı Kirâm (r.a) ise hayatlarında Kur’ân ve
hadîslerdeki hükümleri uygulamada titiz davranmışlardır. Bu nedenle müfessirler;
âyetleri tefsîr ederken hadîslere, Ashâb-ı Kirâm’ın sözlerine, yaşamlarına, âyetlerin
nüzul sebeplerine ve târihi boyutuna önem vermişlerdir. Sözlük ve hadîslerdeki bu
incelemeden sonra “fitne” kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği âyetler178,
Mâturîdî’nin te’vîlleri esas alınarak, diğer müfessirlerin açıklamalarıyla beraber analiz
edilecektir.
176 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Ezân 46, H.No: 680, s.169. 177 Ayrıca bkz. Görmez M. vd., Hadislerle İslâm, c.VII, s.193. 178 Türevleriyle berâber altmış yerde geçmektedir: Muhammed Fuâd Abdulbâkî (v.1882/1968), el-
Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzı’l-Kur’ânı’l-Kerîm, tsh. Fehmi Mansûr, Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye,
Kahire, 1945, s.511-512.
32
İKİNCİ BÖLÜM
ANLAM ÇEŞİTLİLİĞİ BAĞLAMINDA ‘‘FİTNE’’ KELİMESİNİN
GEÇTİĞİ ÂYETLERİN ANALİZİ
I. FİTNENİN İNANÇ GRUPLARINA YÖNELİK TEFSİR
EDİLDİĞİ ÂYETLER
A. Müşrikler
ت ق اتل وه معند “ ل الق تلو من أ ش د الفتن ة وك مو ج أ خر يث وه ممنح أ خرج وه مو ث قفت م يث اقت ل وه مح و
الك افرين اء ز ج لك ذ ك ف اقت ل وه م ق ات ل وك م ف إن فيه ي ق اتل وك م تى ح ام ر الح سجد Onları nerede/الم
yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın.
Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram
yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle
savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası böyledir.”179
Mâturîdî’ye göre âyetin te’vîli şöyledir: Ashâb-ı Kirâm âyetin uygulanmasında
oldukça hassas davranmıştır. Şöyle ki; Ashâb-ı Kirâm (r.a), Mescid-i Harâm’a devamlı
hürmetkâr davranmışlardır. Bu nedenle Mescid-i Harâm içerisinde Müşrikler
savaşırlarsa karşılık verilmiştir. Mü’minlere, Müşrikleri Mekke’den çıkarma izninin
verilmesinin sebebi şirkin engellenmesi amacıyladır. Çünkü Müşrikler, Müslümanlara
baskı yaparak Mekke’den çıkarmışlar hatta Hudeybiye’de Müslümanların Mekke’ye
girmelerine izin vermemişlerdir. Şirkin yayılmasını engellemek gerektiğine “ شرك ون االم انم
ع امهمهذ ا ب عد ام ر الح سجد ب وا الم ي قر ف ل س ;Bilin ki Allâh’a ortak koşanlar pisliğe batmışlardır/ ن ج
artık onlar bu yıldan sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar’’180 âyeti, “أنليحجنبعد
مشرك Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmesin”181 hadîsi delildir. Dolayısıyla/العام
“fitne”yi şöyle açıklamak mümkündür:
“Mescid-i Harâm’da savaşmak ve adam öldürmek büyük bir şeydir. Ama
fitne bundan daha büyüktür. Yani fitne şirktir. Bize göre; iki bela olduğu zaman,
bu iki belâdan daha kolay ve hafif olanı tercih edilir. Fitnenin devam etmesi
üzerine, Mescid-i Harâm’da adam öldürme, savaş seçilir. O (fitne) şirktir. Fitne
179 Bakara, 2/191. 180 Tevbe, 9/28. 181 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr-Sûratu’l-Berâe 4, H.No: 4657, s.1149.
33
(şirk), Mescid-i Harâm’da savaştan, adam öldürmeden daha büyük günahtır.
Allâh (c.c.) en iyi bilendir.”182
Mâturîdî’nin, Müslümanların memleketlerinden çıkarılmaları, eziyet görmeleri,
dinlerinden döndürülmeye çalışılmaları konularına değinerek “fitne” kelimesine “şirk”
anlamı verdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sebepler üzerinde durduğu ifâde edilebilir.
Çünkü Müslümanlara uygulanan baskı, şiddet ve zulmün temelinde şirk vardır.
Oysaki Zemahşerî’ye göre ölümden beter şeyler, ölümü temenni ettiren bir
hâdise yani kişinin memleketinden çıkarılmasıdır. Onun için buradaki “fitne”,
“memleketinden çıkarılmak, şirk, âhiret azâbı” anlamlarına gelmektedir.183
Zemahşerî’nin, “şirk” dışında bahsettiği mânâlardan da “fitne”nin ölümden ve
savaştan daha büyük meseleleri içerdiği ifâde edilebilir.
“ ل ىالظالمين ع إل ان ع دو واف ل للف إنانت ه ين الد ي ك ون فتن ة و ت ك ون تىل ق اتل وه مح Hiçbir/و
zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allâh’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız
zalimlere karşıdır.”184
Bu âyetle ilgili Mâturîdî’nin izahı şöyledir:
فتن ة “ ت ك ون تىل ح ق اتل وه م Biz onlarla (Müşriklerle) Müslüman olmaları için/و
savaşıyoruz. Öldürme, fitnenin gitmesi içindir. Onlarla (Müşriklerle) savaş,
yeryüzünden fitne (şirk) temizleninceye kadardır. Bâzıları buradaki fitneyi azâb
olarak yorumlamışlar ve Kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki eziyeti kalkıncaya
kadar onlarla savaşmaktır demişlerdir. لل ين الد ي ك ون ,Yeryüzünde şirkin kalmayıp/و
Allâh’ın dîni’nin (hükümlerinin) hâkim olmasıdır. المين الظ ل ى ع إل ان ع دو /ف ل
Düşmanlık ancak zâlimedir. Çünkü zâlim zulüm ortaya çıkarır.”185
Mâturîdî, açıklamalarında dikkat edildiği üzere, âyetteki “fitne” kelimesini baskı
ve zulüm anlamıyla açıklayanları “bazıları şöyle dedi” diyerek isim vermeden zikretmiş,
herhangi bir tenkit veya eleştiri getirmemiştir. Ayrıca yaptığı te’vîllerden, şirki bir
yönüyle Müslümanlar üzerindeki baskı ve eziyet olarak değerlendirdiği ifâde edilebilir.
182 Te’vîlât, c.I, s.375. 183 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.117. 184 Bakara, 2/193. 185 Te’vîlât, c.I, s.377.
34
Bu bağlamda Taberî ve Zemahşerî de “fitne” kelimesini Mâturîdî gibi “şirk”
kelimesiyle anlamlandırmışlardır.186 İncelenmeye çalışıldığı şekilde Mâturîdî, Taberî ve
Zemahşerî’nin “fitne” kelimesini “şirk ve inkâr” anlamıyla açıklamalarına rağmen,
burada “fitne” kelimesini “şirk ve inkâr” olarak yorumlamanın diğer âyetlerle çelişki
oluşturacağına dair şöyle bir görüş de belirtilmiştir:
“Gerek el-Bakara sûresinin 193. âyetinde, gerek 192. âyetinde”187 geçen,
“baskı ve işkence” diye tercüme ettiğimiz, “fitne” kelimesi genellikle “şirk ve
küfür” şeklinde yorumlanmışsa da, bu yaklaşımın isâbetli olduğu söylenemez.
Zira bu takdirde, 192. âyette, şirk ve küfür yok oluncaya kadar, savaşılması
emredilmiş olmaktadır. Halbûkî Kur’ân, Hz. Peygamber’in ne kadar çaba
harcarsa harcasın, insanların çoğunun îman etmeyeceğini, (Yusuf, 103).
Allâh’ın rahmetine erenler dışında, insanların ayrı dinlerde olmaya devam
edeceklerini, (Hud, 118), açıkça ifâde etmektedir. Söz konusu “fitne”nin, “şirk
ve küfür” diye yorumlanması hâlinde, müslümanlara gerçekleştiremeyecekleri
bir iş (şirk ve küfrü tamamıyla ortadan kaldırmak) emredilmiş olur. Oysa “Allâh
herkese ancak gücünün yettiği kadar sorumluluk yükler.” (el-Bakara, 286)”188
Ancak kanaatimizce buradaki “fitne”nin, “şirk” mânâsına gelmesi önceliklidir.
Çünkü Mâtûrîdî’nin Ashâb-ı Kirâm’ın (r.a) hayatından yaptığı nakillerde de değinildiği
üzere, Müşrikler şirki yani kendi bâtıl düzenlerini üstün konuma getirmeye çalışarak,
Müslümanlar üzerinde baskı kurmaya çalışmaktalar ve din hürriyetine engel
olmaktadırlar. Âyetteki “لل ين الد ي ك ون ifâdesi de kuvvetli bir delildir. Nitekim Fahraddîn ”و
Râzî’ye göre buradaki “fitne” kelimesinin “şirk, küfr” anlamına gelmesinin nedenleri
şöyledir: 1) Mekke’deki Müşrikler, Ashâb-ı Kirâm’a (r.a) eziyet ettiler, onların
Habeşistan’a ve Medîne’ye hicret etmelerine neden oldular. Kâfirlerin böylece fitne
çıkarmalarının amacı, Müslümanların İslâm’ı terkederek Kâfirliğe dönmelerini
sağlamaktı. İşte bundan dolayı Allâh Teâlâ bu âyeti indirdi. Buna göre âyetin mânâsı
şöyledir: Müşriklere gâlib gelinceye kadar savaşın, sakın onlar sizi dininizde fitneye
düşürmesin ve şirke girmeyin!. 2) Âyetten anlaşıldığı şekilde, Kâfirle savaşan kimsenin
186 et-Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr (v.310/922) , Tefsîru’t-Taberî min Kitâbihî Câmiu’l-
Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, ttk. Beşşâr Avâr Ma’rûf- Isâm Fâris el-Haristânî, Müessesetu’r-
Risâle, Beyrut, 1994, c.I, s.519; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.117. 187 Bakara, 2/192’de fitne kelimesi geçmemektedir. 188 Halil Altuntaş, İslâm’da Din Hürriyetinin Temelleri, tsh. Mehmet Ali Soy, DİB Yay., V. Baskı,
Ankara, 2012, s.62.
35
öncelikle gâyesi onun küfrünü bitirmektir. 3) Âyetteki “لل ين الد ي ك ون .e hamledilir”فتن ة “ ,”و
رك“ de ”فتن ة “ e hamledilir. Çünkü şirk ile dinin tamamının Allâh'a (c.c) mahsus”الش
olması arasında, üçüncü bir hal yoktur. Bu durumda murâd edilen, Allâhü Teâlâ'dan
başkasına tapınılan ve itaat edilenlerin değil, sadece Allâhü Teâlâ'nın mâ'bûd ve yegâne
itaat edilen sayılmasıdır. Takdîri mânâya göre âyet şöyledir: Küfür yok olup İslâm
kökleşinceye, cezâya (azâb) götüren şeyler zail olup, sevâba ulaştıracak şeyler var
oluncaya kadar onlarla savaşın!. Bu hususta Fetih 48/16189 bir delildir.190
Şu âyette haram aylarda savaşma ve yine Müşriklerin inkârlarının durumu
geçmektedir:
سجد“ الم بهو ك فر و دع نس بيلالل ص و فيهك بير فيهق لقت ال امقت ال ر ع نالشهرالح ي سأ ل ون ك
م دوك مع ندينك تىي ر ي ق اتل ون ك مح ال ون ي ز ل الق تلو من الفتن ة أ كب ر و عند الل أ هلهمنه أ كب ر اج إخر امو ر الح
ئك أ ول و ة الخر مفيالدني او ال ه بط تأ عم ح ئك ف أ ول ك افر ه و تو ني رت ددمنك مع ندينهف ي م م إناست ط اع واو
الد ون خ ا فيه ه م النار اب :Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki/أ صح
Onda savaşmak büyük günahtır. Allâh’ın yolundan menetmek ve O’nu inkâr
etmek, Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemek, halkını oradan çıkarıp
sürmek ise Allâh katında daha büyük günahtır. Fitne de öldürmekten daha
ağırdır. Güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar durmadan sizinle
savaşırlar. İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, dünyada ve
âhirette amelleri boşa gidenler işte bunlardır. Cehennemin dostları da bunlardır
ve orada onlar devamlı kalıcıdırlar.”191
Mâturîdî’nin bu âyetle ilgili te’vîli şöyledir: Müşrikler, Hz. Peygamber’e (s.a.s)
haram ayda ve Mescid-i Harâm’da savaşmayı sorarak, Müslümanları zor durumda
bırakmak istemişlerdir. Müşriklerin küfr eylemleri; 1) İnkâr etmeleri. 2) İnkâr etmeleri
neticesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s) tebliğine engel olmaları. 3) Müslümanları
vatanlarından çıkarmaları. 4) Müslümanları zor durumda bırakmak istemeleri. 5)
Müslümanları Mescid-i Harâm’dan engellemeleridir.192 Müşriklerin işledikleri bu
ا“ 189 لواك م انت ت و و
نا س الله ا جراح ف انت طيع واي ؤتك م ون ما وي سلم ت ق اتل ون ه ش ديد ا وليب أس الىق وم ابس ت دع ون ال عر من لفين خ ق لللم
ا ع ذ ابا بك م ي ع ذ ق بل من ليت م ت و ليما /Arkada kalan bu Arap kabilelerine de ki: "Yakında çetin güç sahibi bir
topluluğa karşı çağrılacaksınız; ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar. Bu çağrıya
uyarsanız Allâh size güzel bir karşılık verecek, daha önce olduğu gibi geri durursanız sizi acı bir
şekilde cezalandıracak.” 190 Fahreddîn er-Râzî, Muhammed b. Umer el-Huseyn b. el-Hasen b. Ali et-Teymî (v.606/1209),
Mefâtîhu’l-Ğayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), Dâru’l-Fikr, I. Baskı, Beyrut, 1981, C.V, s.143-145. 191 Bakara, 2/217. 192 Te’vîlât, c.II, s.17.
36
“fitne” (küfr-inkâr) karşısında, savaşmak küçük bir şeydir. Aslında âyette geçen inkâr
bir kinâyedir. Çünkü inkâr sadece savaşmaktan ve adam öldürmekten değil her şeyden
daha büyük bir meseledir. Âyette “إناست ط اع وا دوك مع ندينك م ي ر تى ح ي ق اتل ون ك م ال ون ي ز ل ,Onlar/و
güç yetirebilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam
ederler.” buyrulmasının, Allâh’ın (c.c) her şeyi bilen ve Hz. Peygamber’in (s.a.s)
risâletinin hak olduğunun bir delilidir. Âyetteki “ ف ا ولئك ك افر ه و تو منك مع ندينهف ي م ني رت دد م و
م ال ه أ عم بط ت ,kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse amelleri boşa gider” ifâdesi/ح
amellerin boşa çıkma sebebinin ölüm değil küfr olduğuna kanıttır. Burada ölümün
zikredilme sebebi, boşa çıkan amellerin tamamlanması, boşa çıkma ise Allâh’ın (c.c)
indinde sevabı kalmamasıdır.193
Mâturîdî’nin, “şirk”le eşanlamlı “küfr”194 meselesi üzerinde önemle
durmasından, “fitne”yi “küfr” bağlamında değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Âyetle ilgili
sebeb-i nuzûlü, isimler üzerinde durmayarak Müşriklerin inkârları cihetiyle
değerlendirdiği, ayrıntıya girmediği dikkat çekmektedir. Zemahşerî ve Celâleddin
Suyûtî ise âyetin sebeb-i nuzûlünü isimler zikrederek ayrıntılı ele almışlardır:
“Hz. Peygamber’in (s.a.s) bir grup Müslüman’ı, Müşriklerin ticaret
kervanını gözetlemek ve faaliyetleri hakkında bilgi almak üzere göndermesi
neticesinde Müslümanlarla Müşrikler arasında savaş çıkmış, Müslümanlardan
Abdullah b. Cahş (v.3/624) (r.a), Müşriklerden İbn Hadramî'yi öldürmüştür.
Müslümanlar bu savaş yaptıkları günü, Cemâziyelâhir ayının son günü
zannediyorlardı. Haram ay olan Recep ayında bu savaş olduğu için, Müşrikler
Müslümanları karalayarak, artık Müslümanların haram ayda da adam
öldürdüklerini ileri sürdüler. Bu durum neticesinde, bu âyetin nâzil olduğu ileri
sürülmüştür.”195
Bu anlatılan sebeb-i nuzûl rivâyetine karşılık, Hudeybiye hareketi ve Mekke’nin
fethi de âyetin sebeb-i nuzûlleri arasında sayılmıştır.196 Zemahşerî ve Suyûtî’nin
anlattığı sebeb-i nuzûl dikkate alındığında âyette geçen “fitne” kelimesinin, “şirk ve
193 Te’vîlât, c.II, s.17-19. 194 Ebu Bekr er-Râzî, a.g.e., s.142. 195 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.126; es-Suyûtî, Celâleddîn, Ebû Abdirrahmân (v.911), Lubâbu’n-Nukûl fî
Esbâbı’n-Nuzûl, Muessesetu’l-Kutubi’s-Sekafiyye, Lübnan, 2002, s.41-42. 196 Hayrettin Karaman vd., Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİB Yay., Ankara, 2014, s.33.
37
inkâr” anlamı, Müşriklerin Müslümanlar üzerindeki baskısı düşünülünce “zulüm”
anlamı öne çıkmaktadır.
Hem Müşriklerden hem de Müslümanlardan emin olmak isteyenlerin bahsi
geçtiği âyet şöyledir:
اف إنل م“ دواإل ىالفتن ةأ ركس وافيه ار م مك ل ه ن واق وم ي أم ن وك مو أ ني أم ي ريد ون رين آخ س ت جد ون
ل يهمس لط انا ع لن ال ك مع ئك مج أ ول وه مو ث قفت م يث اقت ل وه مح ذ وه مو مف خ ي ك فواأ يدي ه و ل م ي لق واإل يك م الس ي عت زل وك مو
بينا Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden/م
emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona
atılırlar. Eğer sizden uzak durmazlar ve barış içinde yaşamak istemezler, ellerini
savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün. İşte
bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.”197
Mâturîdî’ye göre; bu âyette geçen “fitne” kelimesi “şirk” mânâsına gelmektedir.
Hem Mü’minlerden hem de Müşriklerden emin olmak isteyen, yâni her iki tarafa da
yaranmak isteyenler, birtakım “adamlar”dır. Bunlar şirke çağrıldıklarında hemen şirke
dönmüşlerdir. Bu sebeple Allâhü Teâlâ Hz. Peygamber’e (s.a.s) onların özelliklerini
bildirerek, onların Müslümanlarla savaşmaktan geri durmadıklarını dolayısıyla onlarla
savaşmasını emretmiştir. Âyette geçen “ع لن ا أ ول ئك مج وه مو ث قفت م يث اقت ل وه مح ذ وه مو مف خ اأ يدي ه ي ك فو و
بينا انام ل يهمس لط buyruğu, Müşriklerle savaşmak için bir delil teşkil etmektedir.198 ”ل ك مع
Müfessirlerin çoğunluğu, âyette bahsi geçen Müşriklerle “fitne” kavramını
ilişkilendirdiklerinden dolayı, Mâturîdî’nin “fitne” kavramına verdiği anlamı aynen
vererek “şirk ve inkâr” olarak belirtmişlerdir.199
197 Nisâ, 4/91. 198 Te’vîlât, c.III, s.379-380. 199 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil b. Suleymân, thk. Mahmûd Abdullah, Muessesetu’t-Târîhı’l-
Arabî, Beyrut, 2002, c.I, s.396; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Muessesetu’r-Risâle Baskısı, c.II, s.524;
et-Tûsî, Ebu Cafer, Muhammed b. el-Hasen (v.460/1068), et-Tıbyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, thk. Ahmed
Habib Âmilî, Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ts. c.III, s.289; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fî
Ilmi’t-Tefsîr, thk. Zuheyr eş-Şâvîş, Meketebetu’l-İslâmî, I. Baskı, Beyrut, 2002, s.311; en-Nesefî,
Ebu’l-Berekât, Abdulah b. Ahmed b. Mahmud, (v.710/1310), Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl,
thk. Yusuf Ali Bedîvî-Muhyiddin Deyb, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, I. Baskı, Beyrut, 1998, c.I, s.383; el-
Hâzin, Alâuddîn Ali b. İbrâhim el-Bağdâdî (v.725/1325), Lubabu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl
(Tefsîru’l-Hâzin), thk. Abdullâm Muhammed Ali Şahin, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 2004, c.I,
s.408; Ebu’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed el-Imâdî (v.982/1574), İrşâdu’l-Aklı’s-Selîm ilâ
Mezâya’l-Kur’ânı’l-Kerîm (Tefsîru’s-Suûd), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut ve Kâhire, 2015,
c.II, s.214; el-Âlûsî, Şihâbuddîn Seyyid Mahmud el-Bağdâdî (v.1270/1853), Rûhu’l-Meânî fî
Tefsîri’l-Kur’ânı’l-Azîm ve’s-Seb’ıl-Mesânî, İdâretu’t-Tıbâati’l-Munîriyye ve Dâru Ihyâi’t-Türâsi’l-
Arabi, Beyrut, 2008, c.V, s.111.
38
Sözlük anlamı olarak da “şirk”, “küfr, paylaşmak, bölüşmek” mânâlarına
gelmektedir.”200 Dolayısıyla “şirk”, aynı zamanda Müşrikler tarafından Müslümanların
zarar görmesi için oluşan ortaklığı ihtivâ etmektedir. Müşriklerin imanı veya küfrü
seçmeleri yönüyle ise âyetteki “fitne” kelimesine “belâ ile imtihan, inceleme” anlamları
da verilmiştir. Bu bakımdan Mâverdî’ye göre; buradaki “fitne” kelimesi, “belâ ile
imtihan, deneme” anlamına gelen “محنة/mihne”dir. Müslümanlardan ve Müşriklerden
emin olmak isteyen kişiler, Mekkelilerden, Tihâmeden veya Münâfıklardan teşekkül
etmektedir. Bunlar inkârlarını açıklamada imtihan edilmişler ancak küfre dönüş
yapmışlardır.201
Oysaki Zemahşerî’ye göre; inkâr eden ve Müslümanlar aleyhine birleşen bu
adamlar Gatafan Araplarından ve Esedoğullarındandır. Buradaki “fitne”,
“Müslümanlara karşı savaş” demektir.202 İbn Atiyye’nin, buradaki “fitne”nin anlamı
konusundaki görüşü Mâverdî’nin görüşüne yakın olup “fitne”, “deneme, inceleme”
anlamına gelen “إختب ار”dır.203
Kanaatimizce, Mü’minlerden ve Müşriklerden emin olmak isteyen kişilerin,
gerçekte iman etmedikleri göz önüne alındığında, Münâfıklardan olması da
muhtemeldir. Münâfıkların zaten iman etmedikleri dikkate alındığında ise çağrıldıkları
“fitne”, “Müslümanların zararına olan her türlü faaliyet” anlamına gelebilir.
Zemahşerî’nin bu âyette geçen “fitne”ye verdiği “Müslümanlara karşı savaş” anlamı,
“şirk ve inkâr” anlamıyla bir tezat oluşturmaz. Nitekim Âlûsî, buradaki “fitne”
kelimesinin “şirk, Müslümanlara karşı savaş” anlamı içerdiğine değinmiş,
Mü’minlerden ve Müşriklerden kendilerine bir zarar gelmemesini isteyenlerin
Münâfıklardan bir grup olabileceğini de rivâyet etmiştir.204
İnkârı veya imanı seçme konusundan hareketle, “fitne”yi imtihan mânâsında
açıklamak mümkünse de Müşriklerin veya Münâfıkların zaten iman etmedikleri,
kavimlerinin çağrılarına icabet ettikleri düşünüldüğünde Mâturîdî’nin ve çoğunluğun
“şirk” kapsamında değerlendirmesi görüşü, daha ağırlık kazanmaktadır.
200 el-Cevherî, a.g.e., s.1593. 201 el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen, Ali b. Muhammed b. Habîb (v.450/1058), en- Nuketu ve’l-Uyûn (Tefsîru’l-
Mâverdî), thk. es-Seyyid b. Abdilmaksûd b. Abdirrahîm, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye-Müessesetu’l-
Kutubi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 2010, c.I, s.517. 202 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.252. 203 İbn Atiyye, Ebu Muhammed, Abdulhak el-Endelûsî, (v.541/1146), el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-
Kitâbi’l-Azîz, (Tefsîru İbn Atiyye) thk. Mecdi Mekkî, Dâru İbn Hazm, Cidde, 2010, s.465. 204 el-Âlûsî, a.g.e., c.V, s.111.
39
Müşriklerin âhiretteki mâzeretlerinin geçersizliği hakkındaki âyet şöyledir:
“ شركين م ك نا ا م ب ن ا ر الل و ق ال وا أ ن إل م فتن ت ه ت ك ن ل م Sonra onların mazeretleri/ث م
"Rabbimiz Allâh’a andolsun ki biz ortak koşanlar olmadık" demekten başka bir
şey olmadı.”205 Mâturîdî’nin âyetle ilgili te’vîli şöyledir:
“Hasen (v.110/728) (r.a) şöyle der: ‘Bu âyet Münafıklar hakkında indi.
Çünkü Münâfıklar yalanlıyorlardı ve bu dünyâdaki yalanlamalarının âhirette de
rağbet göreceğini zannediyorlardı. Münâfıklar Müşrik olarak isimlendirilirler
çünkü gerçekte iman etmemişlerdir.’ Hasen’in (r.a) dışındaki te’vîl ehli ise şöyle
dediler: ‘Bu âyet Araplardan Müşrik olanlara indi. Onlar Allâhü Teâlâ’ya eş
koşuyorlar, öldükten sonra dirilmeyi, Hz. Peygamber’in (s.a.s) risâletini inkâr
ediyorlardı. Allâhü Teâlâ’nın İlâhlığı ve Rablığı hususunda Allâhü Teâlâ’ya eş
koştular.’ “م فتن ت ه ت ك ن ل م Onların dünyâdaki fitneleri, kandırmaları, Allâhü ,”ث م
Teâlâ’ya karşı olan iftiraları, şirkleri, Allâhü Teâlâ’nın âyetlerini yalanlamaları
kalmadı demektir. “م فتن ت ه ت ك ن ل م hakkında te’vîl ehli; Onların yalan dışında ”ث م
mâzeretleri ve cevapları kalmadı’ dediler. Âyetteki “أ نق ال وا Âhirette ancak ,”إل
dediler ki, “ شركين م ك نا ا م ب ن ا ر الله Rabbimiz Allâh’a andolsun biz ortak koşanlar/و
olmadık” mânâlarındadır.”206
Mâturîdî, izah edildiği üzere Münâfıklarla Müşrikleri aynı kategoride
değerlendirmiştir. Ayrıca aynı sûrenin yirmi ikinci âyetini207 ve Kasas 28/62’yi208 delil
göstererek, şirk koştukları şeylerin âhirette Müşriklere bir fayda vermeyeceğine temas
etmiştir.209
Mâturîdî’nin “fitne” için te’vîl ehlinin görüşü bağlamında aktardığı anlamları
Mukâtil b. Suleymân zikretmiş; “Müşriklerin fitnesi”nin, “Müşriklerin mâzeretleri ve
yalanları” anlamını içerdiğini, bu yönden Müşriklere sorulunca âhirette bunlardan
uzaklaşarak Allâhü Teâlâ’yı tek ilâh kabul ettiklerini ifâde etmiştir.210
205 En’âm, 6/23. 206 Te’vîlât, c.V, s.32. 207 “ ون ت زع م ك نت م الذين ك م
اؤ ك ش ر ا ين ك وا ا شر للذين ن ق ول ث م ميعا ج ه م ن حش ر ي وم Unutma o günü ki onları hep birden/و
toplayacağız; sonra da Allâh’a ortak koşanlara “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?”
diyeceğiz.” (En’âm, 6/22). 208 “ ون ك نت مت زع م ين الذ ك اءي ش ر ا ين ي ن اديهمف ي ق ول ي وم O gün Allâh onları huzuruna çağırarak, “Benim ortaklarım/و
olduğunu iddia ettiğiniz tanrılar şimdi nerede?” diye sorar.” 209 Te’vîlât, c.V, s.32-33. 210 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.I, s.555.
40
Taberî ise kıraat farklılığı üzerinde durduktan sonra buradaki “fitne”yi,
“Müşriklerin sözleri” veya “Müşriklerin mâzeretleri” mânâlarında ifâde etmiştir.211
Zeccâc, âyetteki “fitne” kelimesinin “şirk” mânâsına geldiğini belirterek Müşriklerin
durumuyla ilgili benzetme yapmıştır:
“Bir insan görürsün, kötü yolda olan bir şahsı sever, ama başına bir
felâket gelince ondan vazgeçer, yok sayar. Ona şöyle dersin; Filânı çok
seviyordun ne oldu? O kişiden kaçtın, vazgeçtin. Müşriklerin (âhirette) durumu
da buna benzer.”212
Ebu’l-Leys Semerkandî’ye göre; buradaki “fitne”, “Müşriklerin cevapları ve
mâzeretleri”dir. Müşriklere âhirette sorulduğu zaman artık bir mâzeretleri ve cevapları
olmayacaktır.213 Mâverdî buradaki “fitne”yi dört anlamda aktarmaktadır: “Müşriklerin
mâzeretleri, kabahatleri, kusurları ve şirk.”214
Ebu’l-Berekât Nesefî’nin açıkladığı kıraat farklılıklarına göre, buradaki
“fitne”nin gelebileceği anlamlar şöyledir:
م“ ,olarak ”ي كن“ ,harfi ile ”ي“ ,”ت ك ن“ si zammeli olarak okununca”ت“ ün”فتن ت ه
م“ م“ ile ”ت“ ,”ت ك ن“ .”Onların inkârlarıdır“ ”فتن ت ه ,”yine ref ile okununca da “fitne ”فتن ت ه
“inkâr”dır.”215 Kıraat farklılığı konusunda başka bir açıklamaya göre; “fitne” kelimesi
“mazeret” anlamına gelmektedir.216
Kıraat farklılığıyla ilgili bu açıklamalar ve yukarda zikredilen görüşlere göre
“fitne”; “şirk ve mazeret”dir. İlk bakışta, şirk ve mazeretin birbirinden farklı anlam
içerdiği anlaşılmaktadır. Fakat Müşriklerin şirklerine dünyada kendilerince hep bir
bahane buldukları düşünülünce, bu iki anlamın birbiriyle irtibatlı olduğu ifâde edilebilir.
B. Yahûdiler
“ ت ؤمن ل م و اههم بأ فو نا آم ق ال وا الذين من فيالك فر ي س ارع ون الذين نك ي حز ل س ول الر ا أ يه ي ا
اضعه و منب عدم لم الك ف ون ر ي ح ل مي أت وك رين آخ لق وم اع ون للك ذبس م اع ون ه اد واس م الذين من مو ق ل وب ه
ئك أ ول يئا ش الل من ل ه ت ملك ف ل ن فتن ت ه الل ي رد ن م و وا ف احذ ر ت ؤت وه ل م إن و ذ وه ف خ ذ ا ه أ وتيت م إن ي ق ول ون
211 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Muessesetu’r-Risâle Baskısı, c.III, s.235. 212 ez-Zeccâc, Ebu İshâk İbrâhîm b. es-Serî (v.311/923), Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, thk. Abdulcelîl,
Abduh Şelebî, Âlemu’l-Kutub, I. Baskı, Beyrut, 1988, c.II, s.236. 213 Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhim (v.375/985), Bahru’l-Ulûm
(Tefsîru’s-Semerkandî), thk. Ali Muhammed Muavvız-Adil Ahmed Abdulmevcud, Dâru’l-Kutubi’l-
Ilmiyye, I.Baskı, Beyrut, 1993, c.I, s.478. 214 el-Mâverdî, a.g.e., c..II, s.102. 215 en-Nesefî, Ebu’l-Berekât, a.g.e., c.I, s.496. 216 Abdurrahman Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2012, s.162.
41
ع ظيم ع ذ اب ة مفيالخر ل ه و مفيالدني اخزي ل ه م ق ل وب ه ر أ ني ط ه ي ردالل ل م !Ey peygamber/الذين
Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "iman ettik" diyenlerden ve yahudilerden
küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar hep yalana kulak verirler, sana
gelmeyen başka bir kesimi dinler dururlar; kelimeleri konulduğu anlamlarından
kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, eğer o verilmezse uzak
durun" derler. Allâh bir kimseyi fitneye düşürmek isterse elbette Allâh’ın
iradesine karşı senin elinden hiçbir şey gelmez. İşte onlar Allâh’ın, kalplerini
temizlemek istemediği kimselerdir. Onların dünyadaki hakkı büyük bir rezilliktir.
Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır.”217
Mâturîdî’nin âyetteki “fitne” kelimesi hakkındaki te’vîli şöyledir: “ فتن ت ه ني ردالله م و
يئا ش الله من ل ه ت ملك ifâdesinde geçen “fitne” kelimesinin, “azâb ve helâk” mânâsına ”ف ل ن
gelmesi muhtemeldir. Bazıları buradaki “fitne” kelimesini “imtihan” anlamında
belirterek, “Allâhü Teâlâ bir kimsenin azâbını, helâkini, recim ve ölümle imtihanını
dilemişse bunu engelleyebilecek hiçbir kimse yoktur” diyerek “imtihan”ı
açıklamışlardır.218
Mâturîdî, bu âyetin sebeb-i nuzûlü hakkında iki rivâyete değinmiş bunların
ikincisine şüpheyle yaklaşmıştır. Zikrettiği sebeb-i nuzûllerden birincisi şu şekildedir:
Yahûdilerden bir kadın ve bir erkek zina etmiştir. Bu suçun cezası Tevrat’a göre de
recimdir. Durum böyle olmasına rağmen Yahûdiler, zenginler bu suç işlediğinde cezayı
uygulamıyorlar bunun yerine had cezasını uyguluyorlar fakat fakirler bir suç işlediğinde
ise recm cezâsını tatbik ediyorlardı. Neticede Yahûdiler, hakikati gizleyerek Hz.
Peygamber’e (s.a.s) geldiler. Zinanın cezâsının recm olup olmadığını sordular. O soru
üzerine Cibrîl (a.s) Hz. Peygamber’e (s.a.s), bu konuda Allâh’ın (c.c) hükmünün recm
olduğunu bildirdi. Ancak Yahûdiler çekimser kalarak İbn Sûriye adında birisinin
hakemliğine müracaat etmeyi kabul ettiler. İbn Sûriye de bu konuda Tevrat’ta recim
cezası bulunduğu itiraf ederek Hz. Peygamber’in (s.a.s) doğruluğunu kabul etti. İkinci
sebeb-i nuzûl ise şöyledir: Benî Nadîr Benî Kurayza’dan bir kişiyi öldürdü. Benî Nadîr
Benî Kurayza’ya kavede (kısas) yerine diyet ödedi. Daha sonra Benî Kurayza Ben-i
Nadir’den bir kişiyi öldürünce diyeti kabul etmediler. Zira Benî Nadîr güçlü ve
217 Mâide, 5/41. 218 Te’vîlât, c.IV, s.226-232.
42
zengindi. Âyetin “وا ف احذ ر ت ؤت وه ل م إن و ذ وه ف خ ه ذ ا أ وتيت م إن kısmı bütün bu olayları ”ي ق ول ون
kapsamaktadır.219
Mâturîdî’nin uzun sayılabilecek bu görüşlerinin aktarılmasındaki sebep, âyetteki
“fitne” kavramının içeriğini belirlemede hangi kıstaslara önem verdiğini analiz içindir.
Mâturîdî’nin sahih kabul ettiği ve ihtiyatla yaklaştığı sebeb-i nuzûllerde üzerinde
önemle durduğu konular, Yahûdilerin ve Münâfıkların Hz. Peygamber’e (s.a.s)
inanmamaları, düşmanlık etmeleri ve bunların neticesinde azâbı hak etmeleridir.
Mâturîdî’nin, bunlara bağlı olarak “fitne”ye, “azâb ve helâk” anlamı verdiği, fitne’yi
inanmamanın ve işlenen kötü fiillerin bir sonucu mâhiyetinde değerlendirdiği
anlaşılmaktadır.
Mâturîdî’nin, “fitne”yi “azâb, helâk” anlamlarında te’vîl etmesine karşılık,
Sa’lebî, Zemahşerî ve Celâleddin Suyûtî, Yahûdilerin ve Münâfıkların küfrü seçmeleri
ve taşkınlık göstermeleri yönüyle fitne'yi, “küfr, aşırılık, dalâlet” anlamlarında
belirtmişlerdir.220
Kanaatimize göre âyetteki “fitne” kelimesi, “rezillik, aşırılık, küfür ve dalâlet”
anlamlarına da gelebilir. Çünkü sebeb-i nuzûllerde görüldüğü gibi Münâfıklar ve
Yahûdiler, Hz. Peygamber’i (s.a.s) kendi haksızlıklarına, zulümlerine, adaletsizliklerine
inandırmaya gayret gösterip, Hakkın hâkimiyetini engellemek için çeşitli planlara
başvurabilmektedirler.
Mâturîdî’nin benzer sebeb-i nuzûllerle izah ettiği bir âyet de şöyledir:
“ إل يك الل ل اأ نز ع نب عضم احذ ره مأ ني فتن وك ه مو اء ت تبعأ هو ل و الل ل اأ نز مبم أ ناحك مب ين ه و
ل ف اسق ون الناس من ك ثيرا إن و ذ ن وبهم بب عض م ي صيب ه أ ن الل ي ريد ا أ نم ف اعل م لوا ت و Aralarında/ف إن
Allâh’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma, Allâh’ın sana indirdiği
hükümlerin bir kısmından seni saptırmamaları için onlardan sakın (diye onu
indirdik). Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allâh, (öyle istedikleri, bunu hak ettikleri
için) onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir belâ getirmek istiyordur.
İnsanların birçoğu gerçekten Allâh’ın yolundan çıkmışlardır.”221
219 Te’vîlât, c.IV, s.229-231. 220 es-Sa’lebî, Ebu İshâk, Ahmed b. Muhammed (v.427/1036), el-Keşf ve’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân,
thk. Seyyid Hasen, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 2004, c.II, s.454; ez-Zemahşerî, el-
Keşşâf, s.291-292; es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr fî’t-Tefsîri’l-Me’sûr, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin
et-Turkî, Merkezu Hecr li’l-Buhûsi ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyyeti ve’l-İslâmiyye, I. Baskı, Kahire, 2003,
cV, s.307-308. 221 Mâide, 5/49.
43
Mâturîdî burada; Allâhü Teâlâ’nın inzâl buyurduğuna göre hüküm veren Hz.
Peygamber’e (s.a.s) itiraz eden, onu şaşırtmaya çalışan ve arzularına göre hüküm
isteyenlerin Yahûdiler olduğunu önemle açıklamıştır. Bununla ilgili, Mâide 5/41’in
sebeb-i nuzûlünde222 değindiği gibi Benî Nadîr’in Benî Kurayza’dan kendilerini üstün
gördüklerini ifâde etmiştir. Benî Nadîr’in kendilerini üstün görmelerinden dolayı Hz.
Peygamber’den (s.a.s) recm yerine sopa vurma, kısas (ölüm cezası) yerine diyet cezâsını
istediklerini rivâyet etmiştir. Bunun için âyetteki “ه م اء ت تبـعا هو ل الله و ل اا نز بم م ب ين ه ا ناحك م ”و
ifâdesinde; Allâhü Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e (s.a.s) ikazının, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
günahsızlığına zarar veren bir durum olmadığını, aksine bunu teyit ettiğini belirtmiştir.
Yine bu ikazın, Hz. Peygamber’in (s.a.s) şahsında diğer insanlara bir ikaz içerdiğinin
altını çizmiştir. Âyetteki “ ال يك الله ل ا نز ا م ب عض ع ن ي فتن وك ا ن احذ ره م ifâdesinde yer alan ”و
“fitne”nin, “vazgeçirmek, caydırmak, saptırmak, zorluk, belâ ile imtihan” anlamlarına
geldiğini belirtmiş, buradaki “fitne”nin anlamı hususunda daha önce değinilen Bakara
2/193’teki “fitne” kavramının anlamına223 atıfta bulunmuştur. Böylelikle, Hz.
Peygamber’i (s.a.s) fitneye düşürme “şaşırtma” düşüncesinin arka planında, diğer
fitneler “şirk ve Müslümanlara eziyet etme” gerçeği bulunduğuna işâret etmiştir.
Nitekim Allâhü Teâlâ’nın Hz. Peygamber’i (s.a.s) dikkatli olması hususunda uyararak,
مبب عضذ ن وبهم“ ا ني صيب ه الله اي ريد لواف اعل ما نم buyurduğunu açıklamıştır. Hz. Peygamber’i ”ف انت و
(s.a.s) fitneye yani hükümde çelişkiye düşürmek isteyenlerin, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
verdiği hükümlere rıza göstermezlerse, Allâhü Teâlâ’nın onları bâzı günahları sebebiyle
bu dünyada, bütün günahlarıyla ise âhirette azâb edeceğini çünkü bu dünyadaki azâbın
âhiretteki gibi devamlı olmadığını te’vîl etmiştir.224
Mâturîdî’nin te’vîline göre fitnecilerin Hz. Peygamber’i (s.a.s) çelişkiye
düşürmeye çalışmaları ama verdiği hükümlerin doğruluğunu kabul etmeleri, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) verdiği hükümlerin Kur’ân-ı Kerîm’e uygunluğunu
göstermektedir. Yine âyet, Hz. Peygamber’in (s.a.s) şahsında bütün Mü’minlere bir
hitap niteliği taşımakta, Mü’minlerin, bütün konularda Hz. Peygamber’i (s.a.s) örnek
almaları gerektiği mesajını içermektedir.
222 Bkz. Te’vîlât, c.IV, s.229-231. 223 Bkz. Te’vîlât, c.I, s.377. 224 Te’vîlât, c.IV, s.246-248.
44
Mâturîdî’nin âyette Hz. Peygamber’in (s.a.s) şahsında bütün insanlara bir hitap
bulunduğuna işaret etmesinden; Hz. Peygamber (s.a.s) ve Mü’minleri fitnelere
“dalâlete, günaha, şirke” sokmaya çalışanların, kendilerinin fitnelere “dünyada helâk,
âhirette azâb, şirk, küfr” düştüklerinin anlaşılması mümkündür.
İncelendiği gibi Hz. Peygamber’i (s.a.s) şaşırtmak isteyenler Yahûdilerdir.
Nitekim Ebu’l-Leys Semerkandî’ye göre; Benî Nadîr, Hz. Peygamber’in (s.a.s) beşer
yönünü düşünerek şaşırtma maksatlı hüküm istemiştir. Arzularına göre hüküm olursa,
Hz. Peygamber’e (s.a.s) iman edeceklerini söylemişlerdir. Bu sebeple âyetin nuzûl
sebebi Yahûdilerdir. Buradaki “fitne” ise “yolundan saptırmak” anlamındadır.225
Zemahşerî de âyetin sebeb-i nuzûlünü Yahûdiler olarak kabul etmektedir:
Yahudi râhiplerinden Ka’b b. Üseyd, Abdullah b. Sûriye ve Şâs b. Kays, Hz.
Peygamber’i (s.a.s) “fitne”ye düşürme maksadıyla hareket ederek hüküm istemişlerdir.
Âyetteki “م ا ناحك مب ين ه ق “ Mâide 5/48’in başlangıcı ,”و بالح الكت اب لـن اال يك ا نز ve ”الكتاب“ daki”و
kelimelerine atıftır. Dolayısıyla buradaki “fitne”, “dalâlet” mânâsına ”الحق“
gelmektedir.226
Mâturîdî, Semerkandî ve Zemahşerî’nin, sebeb-i nuzûl olarak zikrettiği
Yahudiler ile ilgili çeşitli hâdiselerde geçtiği gibi Hz. Peygamber’in (s.a.s), Allâhü
Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uygun hareket ettiği ve bundan kesinlikle taviz vermediği
açıktır.
C. Münâfıklar
“ الل مو ل ه اع ون فيك مس م الفتن ة و ل ك مي بغ ون ك م ع واخل لأ وض ب الو خ اد وك مإل از وافيك مم ج ر ل وخ
المين بالظ ليم Şâyet onlar sizinle beraber sefere çıkmış olsalardı, size/ع
bozgunculuktan başka katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek istedikleri
için aranıza sokulacaklardı; içinizde onlara kulak asacak olanlar da vardı.
Allâh zalimleri çok iyi bilir.”227
Mâturîdî; bu âyette geçen “fitne”nin “şirk” anlamına gelebileceğini ancak
“başarısızlık, ümitsizlik, savaş ve korku” anlamlarını tercih ettiğini belirtmiştir. Bu
değerlendirmeyi yaparken, “اقع د وا قيل مو مف ث بط ه لكنك ره الله انبع اث ه ل ع دوال ه ع دةو وج ر اد واالخ ل وا ر و
الق اعدين ع Eğer onlar savaşa çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık/م
225 es-Semerkandî, Ebu’l-Leys, a.g.e., c.I, s.444. 226 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.293-294. 227 Tevbe, 9/47.
45
yapabilirlerdi; fakat Allâh da onların sefere çıkmalarını istemedi, onları geri koydu,
onlara “Oturun bakalım diğer oturanlarla beraber!” denildi.” âyetinde228 buyrulduğu
üzere, Münâfıkların bütün savaşlarda olduğu gibi, Tebük Seferi sırasında sefere
katılmamak için türlü bahaneler bulduklarını açıklamıştır.229
Mâturîdî; âyette geçen “fitne” kelimesini, âyetteki kelimelerin sözlük
anlamlarına başvurarak te’vîl etmiştir. Şöyle ki; “Fitne” ile yakından alâkalı olan “ب ال ”خ
kavramının, “fesâd ve şer” anlamına geldiğini ifâde etmiştir. Dolayısıyla Münâfıkların;
Müslümanların sırlarını Müslümanların düşmanlarına haber vererek, Müslümanlara
korku salmaya çalışarak fesat çıkardıklarını, Mü’minlerin ise korkmadıklarını Âl-i
İmrân 3/173 âyetine230 dayanarak îzah etmiştir. “Fitne” ile ilgili olarak “ ”خل ل
kelimesinin bir anlamının “savaş”, “ع وا nun, devenin koşmasında da kullanılan bir ”لأ وض
tâbir olduğunu açıklayarak bu noktada bir misal de vermektedir. Meselâ; “ أوضعت
,Evda’tu’l-Baîr”, “Deveyi Koşturdum” anlamındadır. Bu misalden hareketle/البعير
Münâfıkların Müslümanların arasına “fitne” yani “ümitsizlik, zayıflık, başarısızlık” gibi
birçok düşünceyi sokmak için âdeta koşuşturduklarını açıklamıştır. Müslümanların
arasına sokmak istedikleri “fitne”; “şirk, Müslümanların zayıflaması, başarısızlığı ve
korku” ile aslında İslâm’ın nûrunu söndürmek istediklerini, bunun için Hz. Peygamber’e
(s.a.s) hileler düzenleyip öldürmek bile istediklerini anlatmış, Allâh’ın (c.c) dinini
tamamlaması konusunu âyetlerle231 ispat etmiştir.232
Mâturîdî’nin; “fitne”nin, “ümitsizlik, başarısızlık, korku” anlamlarını tercih
etmesi kanaatimizce, Münâfıkların Müşriklerle işbirliği yaparak giriştikleri kötü
eylemleri yansıtmak içindir. Elbette ki bu girişilen ve Mü’minlerin içten içe yıkılmasına
çalışılan eylemlerin ana sebebi şirkin gelmesidir ki Mâturîdî, ikinci anlam olarak
“şirk”’i belirtmiştir. Hiç şüphesizdir ki; Münâfıkların, Müşriklerin, İnkârcıların
Mü’minlere karşı olan fitneleri, sadece asr-ı saâdet dönemine mahsus değildir. Târih bu
olaylarla doludur ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir. Artarak da devam ettiği
bilinen bir gerçektir.
228 Tevbe, 9/46. 229 Te’vîlât, c.VI, s.369-370. 230 “ كيل الو نعم سب ن االله و ق ال واح و
انا اد ه مايم ع وال ك مف اخش وه مف ز م ق دج الناس ان الناس م ل ه ق ال ,Birtakım insanlar onlara/ا لذين
“İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun" dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve
“Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir!" diye cevap verdiler.” 231 Tevbe, 9/33; Feth 48/2; Saf, 61/9. 232 Te’vîlât, c.VI, 371-372.
46
Münâfıkların çıkarmak istedikleri fitne konusu şu âyette de geçmektedir:
“ ه م ك اره ون و الل أ مر ر ظ ه و ق الح اء تىج ح ور الأ م ق لب وال ك و االفتن ة منق بل Aslında onlar/ل ق دابت غ و
daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve senin işlerini altüst etmeye
çalışmışlardı. Nihâyet onlar istemeseler de hak yerini buldu ve Allâh’ın iradesi
galip geldi.”233
Mâturîdî; bu âyette geçen “fitne” kavramının anlamı, fitnecilerin ve İslâm’a karşı
çıkanların kimler olduğu ile ilgili Tevbe 9/47’nin te’vîline yönlendirmiştir. Tevbe
9/48’deki “ ور ال م ل ك ق لب وا kısmının ise “Allâhü Teâlâ’nın nûrunu söndürmeye ”و
çalışmak”, “الله ا مر ر ظ ه kısmının, “Allâh’ın huccetleri ve delilleri” anlamlarını ”و
içerdiğini açıklamıştır. Onların (Münâfıklar, Müşrikler) İslâm nûrunu söndürmek için
çalıştıklarını ancak Allâhü Teâlâ’nın onların hilelerini boşa çıkararak dinini üstün
kıldığını âyetlerle234 ispatlamıştır.235
Mukâtil b. Suleyman bu âyetteki “fitne” kelimesinin “küfr” mânâsı taşıdığını,
Münâfıkların Tebuk Ğazvesinde küfrün üstün gelmesi için uğraştıklarını açıklamıştır.236
Buradaki “fitne”nin de Mâturîdî’nin belirttiği “ümitsizlik, korku, fesâd”, Mukâtil b.
Suleymân’ın belirttiği “küfr” mânâsında olduğu ifâde edilebilir. Çünkü Mü’minlerin
arasında oluşturulmak istenen korku ve karışıklık, küfr içindir.
Tebük Ğazvesine, çıkarmak istedikleri fitneden dolayı katılmak istemeyen
Münâfıkların durumu şu âyette mevcuttur:
حيط ة “ ل م نم ه ج إن و س ق ط وا الفتن ة في أ ل ت فتن ي ل و لي ائذ ن ي ق ول ن م م منه و
.İçlerinden "Aman bana izin ver, başımı derde sokma!" diyenler de var/بالك افرين
Ama bilmiş olsunlar ki asıl (bu tutumlarıyla) belânın içine düşmüş oldular.
Cehennem inkârcıları mutlaka kuşatacaktır.”237
Mâturîdî, âyetle ilgili şu te’vîli yapmıştır: “ت فتن ي ل ,”ifâdesinde geçen “fitne ”و
“günah, savaşa çıkmaya zorlama, inkâr”, anlamlarına gelmektedir. Zîrâ Münâfıklar
kendilerini iman etmiş göstererek, Hz. Peygamber’den (s.a.s) sefere gitmemek için izin
istemişlerdir. Buradaki “fitne”, “zahmet, güçlük, zorluk, felâket”, mânâlarını da ihtivâ
etmektedir. Çünkü Münâfıklar, meşakkate girmemek için Hz. Peygamber’den (s.a.s)
233 Tevbe, 9/48. 234 Enfâl, 8/30; Tevbe, 9/32,33; Fetih, 48/28; Saf, 61/9. 235 Te’vîlât, c.VI, 372. 236 Mukâtil b. Suleyman, Tefsîru Mukâtil, c.II, s.173. 237 Tevbe, 9/49.
47
izin istemişlerdir. Zâten Münâfıklar; zorluğu gördükleri zaman bahaneler uydurup,
rahatlık ve bolluk gördükleri zaman hemen ona yönelenlerdir. Münâfıkların bu
özelliğine, “ رف ع لىح ني عب د الله الناسم من Yine insanlar içinde kimileri vardır ki, Allâh’a/و
şartlı olarak kulluk ederler”238, âyeti delildir. “Fitne” burada, “zorluk ve sıkıntı ile
imtihan”, anlamını da içerir. Bu açıdan Münâfıklar Hz. Peygamber’e (s.a.s), “beni
zorlukla imtihan etme!” demişlerdir. “س ق ط وا الفتن ة في ,Münâfıkların Kâfir olduğuna ;”أ ل
“zorluğa, helâk olmaya, şerre, sıkıntıya ve darlığa” düştüklerine bir delildir. “ نم ه ج إن و
حيط ة بالك افرين .Münâfıkların esas düştükleri sıkıntının, âhirette olduğunu gösterir ;”ل م
Münâfıkların âhiretteki kötü ahvâlini, “ ظ ل ل ت حتهم من و النار من ظ ل ل ف وقهم من م Onların/ل ه
üstünde kat kat ateş olacak, altlarında da böyle katlar bulunacak”239, âyeti de
kanıtlamaktadır. Bazı te’vîl ehline göre âyetin sebeb-i nuzûlü şöyledir: Cedd b. Kays
adında bir kişi Hz. Peygamber’e (s.a.s) gelerek, kadınlara düşkünlüğünü bahane ederek
sefere katılmak istememiştir. Ancak sefere katılamayacağı için Hz. Peygamber’e (s.a.s)
mal verebileceğini belirtmiştir. Bu haberi ihtiyatla karşılamak gerekmektedir.240
Mâturîdî’nin bahsettiği Cedd b Kays haberini geniş bir şekilde Taberî
nakletmiştir.241 Vâhidî, aynı haberi musannifin senetsiz zikrettiğini ifâde etmiştir.242
Suyûtî ise bu haberin bir görüşe göre, zayıf haber kabul edildiğini rivâyet etmiştir.243
Haberin sıhhati bir tarafa, incelendiği gibi Mâturîdî, Münâfıkların gerçekte Kâfir
olduklarından ve iki yüzlülüklerinden bahsetmiş, Münâfıkların dünyada fitnelere (helâk,
şer ve sıkıntılar) düştüklerini, âhirette ise bunlarla kıyaslanamayacak fitne (azâb) ile
cezalandırılacaklarını açıklamış, “fitne” kavramına verdiği anlamlar arasındaki ilgiyi
ortaya koymuştur.
Mâturîdî’nin bu açıklamalarına karşılık Zemahşerî ise “fitne”yi, “günah ve
helâk” olarak açıklamış, Münâfıkların Hz. Peygamber’e (s.a.s), mallarının ve ailelerinin
sefere çıkarlarsa zarar göreceğini ileri sürdüklerini te’vîl etmiştir. Diğer bir açıdan
Münâfıkların düştükleri “fitne”yi, “seferden geri kalmak” diye tâbir etmiştir.244 İbnu’l-
238 Hac, 22/11. 239 Zümer, 39/16. 240 Te’vîlât, c.VI, s.372-374. 241 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Muessesetu’r-Risâle-Baskısı, c.IV, s.118. 242 el-Vâhidî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed (v.468/1076), Esbâbu Nuzûli’l-Kur’ân, thk. Kemal Besyûni
Zağlul, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1991, md. 245, s.252. 243 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.VII, s.395-396. 244 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.436.
48
Cevzî; daha detaylı bir şekilde Münâfıkların düştüğü “fitne”yi, “İnkâr, sıkışmak, günah
ve cehennemdeki azâb” bağlamında tefsîr etmiştir.245
Kanaatimizce Zemahşerî’nin, Münâfıkların düştüğü fitne’yi seferden geri
kalmak diye açıklaması, sefere katılmamak için mâzeretler ileri süren Münâfıkların,
dünyadaki düştükleri kötü halleri yansıtmak içindir. Mâturîdî’nin ve İbnu’l-Cevzî’nin
görüşlerine göre; Münâfıkların düştüğü fitne daha kapsamlı olup, Münâfıkların, bu
dünyâda düştükleri ve düşecekleri sıkıntılar ve meşakkatler yanında âhirette azâba
uğramalarıdır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s) emrine muhalefetin doğru olmayacağı, onun çağrısına
icâbet etmek gerektiği hakkındaki âyet şöyledir:
“ اذا لو منك م لل ون ي ت س الذين الل ي عل م ق د ب عضا ب عضك م ك د ع اء ب ين ك م س ول الر د ع اء ت جع ل وا ل
أ ليم مع ذ اب أ وي صيب ه مفتن ة ع نأ مرهأ نت صيب ه الف ون ي خ ,Resulün çağrısını aranızda/ف لي حذ رالذين
birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri
Allâh elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın
gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!”246
Mâturîdî, Hz. Peygamber’in (s.a.s) önce kıymetini tespit etmiş, sonra da sebeb-i
nuzûllerden hareketle fitne’nin muhtemel mânâları üzerinde durmuştur. Âyetin sebeb-i
nuzûlleri ve âyet hakkında şu açıklamaları yapmıştır:
“ ب عضا ب عضك م اء ك د ع م ب ين ك س ول الر اء د ع ت جع ل وا hakkında ihtimal ki iki görüş/ل
vardır. Birincisi: Rasûlullâh’ın (s.a.s) çağrısını, birbirinize çağrınız gibi
algılayıp ta bazen bu çağrıya uyup bazen de uymazlık etmeyin! Bilakis, bütün
çağrılarında Râsûlullâh’a (s.a.s) icâbet edilir. İkincisi: Rasûlullâh’ı (s.a.s)
çağırdığınızda ve ona seslendiğinizde, birbirinizi çağırdığınız gibi Ey filân
demeyin! Ona mahsus isimlerle, Yâ Rasûlellâh, Yâ Nebiyyellah deyin! “ الله ي عل م ق د
اذا لو منك م لل ون ي ت س hakkında bâzıları şöyle dediler: ‘Münafıklar Rasûlullâh’ı ”الذين
(s.a.s) dinliyorlar sonra birbirlerini siper ederek gizlice oradan çıkıyorlardı. İşte
اذا“ لو م منك لل ون ي ت س الذين الله ي عل م bunun için nâzil oldu.’ Diğer bâzıları da bunun ”ق د
Münâfıklar hakkında indiğini söylediler ki, Münâfıklar Rasûlullâh’ın (s.a.s)
yanından izin almadan çıkıyorlardı. Buradaki “اذا bir şeyle gizlenerek ,”لو
çıkmak, bâzılarının bâzılarını siper etmesi anlamına gelir. “ع ن الف ون ي خ ف لي حذ رالذين
245 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.587. 246 Nûr, 24/63.
49
ن“ :Rasûlullâh’ın emrinden sapmamayı gösterir ve bu şu âyetteki gibidir ,”أ مره م و
السعير ع ذ اب من ن ذقه ا مرن ا ع ن م منه Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona/ي زغ
yakıcı ateşin azâbını tattırırdık.”247 “ فتن ة م :ihtimaldir ki, buradaki fitne ”أ نت صيب ه
Küfr, dünyadaki savaş ve azâbtır. “ أ ليم مع ذ اب elîm azâb âhirettedir.”248 ,”أ وي صيب ه
Mâturîdî’nin bu açıklamalarından, Münâfıkların Hz. Peygamber’i (s.a.s) dinleyip
kendilerini belli etmeden oradan ayrılmalarından, Hz. Peygamber’in (s.a.s) emrine
icâbet etmeyip sinsi planlar yapmalarından dolayı fitne’ye, “küfr, dünyâdaki savaş,
âhiretteki azâb” anlamları verdiği ifâde edilebilir.
Mâturîdî’nin “fitne” için belirttiği anlamların, bâzı görüşlerde daha detaylı
açıklandığı görülmektedir. İlk dönem müfessirlerinden sayılan Yahyâ b. Sellâm;
Münâfıkların cihattan kaçtıklarını ifâde ederek, “أ مره” kelimesindeki zamirin Allâhü
Teâlâ’ya ait olduğu görüşünde bulunmuş, “fitne”yi, dert, felâket anlamlarına gelen,
kelimesiyle ifâde etmiştir.249 ”ب لي ة “
Fahreddin Râzî’nin ise açıklamaları şöyledir: “أ مره” kelimesindeki zamir, Hz.
Peygamber’e (s.a.s) aittir. Emir dinlememekten maksat, yüz çevirmek ve sünnetten
kayma göstermek anlamlarındadır. Buradaki “fitne”, “dünyadaki azâb” mânâsındadır.
Dünyâda bazen bu ceza olmadan, muhalif kişi ölür. İşte bundan dolayı da âyette
gelmiştir. “Fitne”, Hasan el-Basrî’ye göre “Münâfıkların nifaklarının ortaya’’ا و“
çıkması” anlamına gelmektedir.250
Kurtubî’ye göre de Hz. Peygamber’in (s.a.s) emrine muhalefet edenler,
Münâfıklardır. Münâfıklar ayrıca her Cuma gizlice namazdan ayrılmışlardır. Buradaki
“fitne”, “belâ, savaş ve öldürülmek, zelzeleler, korkunç durumlar, musallat edilen zâlim
bir yönetici” mânâlarını içermektedir.251
Mâturîdî’nin ve Fahreddin Râzî’nin emre itaatsizlik konusundaki
açıklamalarından, âyetin dolaylı bir şekilde Mü’minlere, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
emirleri ve çağrılarında daha titiz ve dikkatli davranmaları gerektiğini vurguladığı
anlaşılmaktadır. İncelenen görüşlere göre; temel insanlık şuuruna ulaşmamış, farklı
247 Sebe, 34/12. 248 Te’vîlât, c.X, s.213-214. 249 Yahyâ b. Sellâm, Tefsîru Yahyâ b. Sellâm, thk. Hind Şelebî, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı,
Beyrut, 2004, c.I, s.467. 250 Fahreddîn er-Râzî, a.g.e., c.XXIV, s.40-42. 251 el-Kurtubî, Ebu Abdillâh, Muhammed b Ahmed b. Ebî Bekr (v.671/1272),el-Câmiu li Ahkâmı’l-
Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin et-Turkî, Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 2006, c.XV,
s.360-361.
50
durumlarda farklı kişilikler gösteren, bu farklı kişilikleri dikkat çeken Münâfıkların
sözde inanmaları âyette eleştirilmektedir. Böylece Mü’minlerin dinleri uğruna
sıkıntılara göğüs gerdiklerine işâret buyrularak, Mü’minlere âyette çok yüksek bir ideal
koyulduğu ifâde edilebilir.
Ağızlarıyla iman ettik deyip gerçekte iman etmeyenlerin durumu şu
âyette geçmektedir:
من“ ن صر اء ل ئنج و الناسك ع ذ ابالل فتن ة ع ل ج فيالل وذي ف إذ اأ نابالل آم ني ق ول الناسم من و
د ورالع ال مين افيص بم الل بأ عل م ل يس أ و ع ك م إناك نام ل ي ق ول ن ب ك İnsanlar arasında öyleleri de/ر
vardır ki, "Allâh’a inanıyoruz" derler; ama Allâh uğrunda bir sıkıntıyla
karşılaşınca insanlardan gördükleri eziyeti Allâh’tan gelen bir ceza gibi
düşünürler. Ama rabbinden bir yardım gelecek olsa o zaman da mutlaka (gerçek
müminlere), "Aslında biz hep sizinle olduk" derler. Peki ama herkesin
kalbindekileri en iyi bilen Allâh değil midir?”252
Mâturîdî, bu âyette geçen insanların fitnesine “eziyetine” maruz kalanların
kimler olduğu hakkında bir görüş belirtmemiştir. Bunun dışında âyetle ilgili şu konuları
te’vîl etmiştir: “ع ك م م ك نا انا ل ي ق ول ن ب ك ر من ن صر اء ج ل ئن ,ifâdesinden dolayı bâzı te’vîl ehli ”و
âyetin nuzûl sebebinin, îmân ettikleri halde eziyet edilince, îmânlarını terk ederek inkâra
dönenler hakkında olduğunu açıklamıştır. Halbûki bu ifâde, Münâfıkların özelliklerini
haber vermektedir. “Fitne”nin geçtiği “فتن ة الناسك ع ذ ابالله ع ل :hakkında iki görüş vardır ”ج
1) Kâfirlerin isteğinin verilmesidir ki, o da “Küfr”dür. Çünkü Kâfirler, Allâh’ın (c.c)
azâbına uğradıkları veya bu hususta şiddetli korktukları zaman, hemen Allâhü Teâlâ’nın
emrettiği îmâna girdiklerini söylemişlerdir. Buna Ankebût 29/65253 delildir. 2)
İnsanların fitnesinin (eziyetinin), îmânı terkte Allâhü Teâlâ’nın azâbı gibi sayılmasıdır.
“ الع ال مين د ور ص في ا بم با عل م الله ل يس buyruğuyla, eğer âyetin nuzûlü, îmân ettiği halde ”ا و
insanların eziyetiyle imanı terk edenler içinse kınanmıştır. Çünkü kalpte îmân saklı
kalmak üzere dille aksini söylemek câizdir. Îmânın, kalple tasdik edilmesi gerektiği
hususunda “دراف ع ل يهم بالك فرص ح نش ر كنم ل انو يم بال ئن طم ق لب ه م نأ كره و م انهإل منب عدإيم بالل نك ف ر م
ع ظيم ع ذ اب م ل ه و الل من Kim iman ettikten sonra Allâh’ı inkâra saparsa kalbi imanla/غ ض ب
252 Ankebût, 29/10. 253 “ ي شرك ون ه م اذ ا ال ىالب ر م يه ن جه ا ف ل م ين الد ل ه خلصين م االله فيالف لكد ع و كب وا ر Onlar bir gemiye bindikleri zaman/ف اذ ا
(fırtına korkusuyla), kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla Allâh’a yakarırlar; fakat onları sağ salim
karaya çıkardığında bakarsın ki yine Allâh’a ortak koşuyorlar.”
51
dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere kim kalbini
inkâra açarsa işte Allâh’ın gazâbı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap
vardır.”254 âyeti kanıttır. Âyetin nuzûlü, Münâfıklar hakkında ise “في ا بم با عل م الله ل يس ا و
الع ال مين د ور Münâfıklara bir hitaptır. Aynı zamanda, Allâhü Teâlâ bu hitap ile ,”ص
Münâfıkların hallerini Hz. Peygamber’e (s.a.s) haber vermiştir.”255
Mâturîdî, âyetin Mürtedler veya Münâfıklar hakkında inme ihtimali üzerinde
durmuş ancak açıklamalarında Münâfıklara ağırlık vermiştir. Buradaki “fitne”nin
anlamı konusunda müfessirler arasında pek bir görüş farkı bulunmadığı ifâde edilebilir.
İnsanların fitnesinden dolayı inkâr edenlerin kimler olduğu hakkında ise muhtelif
görüşler vardır. Bu bağlamda Muhammed Ali Sâbûnî’ye göre inkâr edenlerden kasıt,
Münâfıklardır. Mü’minler, Allâh’ın (c.c) azâbından dolayı küfürden uzak dururlar.
Fakat gerçekte iman etmeyenler ise insanların eziyetini imana engel saymaktadırlar.256
Vehbe Zuhaylî’ye göre; inkâr edenler, Münâfıklar veyâ Mürtedlerdir.
Münâfıkların îmânı kalbe yerleşmeyip dilde kaldığı için bir “fitne”ye “eziyete” mâruz
kalınca, bundan da vazgeçmektedirler.257
Muhammed Ali Sâbûnî ve Vehbe Zuhaylî’ye göre de insanların eziyetini bahane
ederek îmândan dönenler, kalbine îmânı yerleşmiş gerçek Mü’minler değillerdir.
Müfessirlerin âyetle ilgili açıklamalarına göre denilebilir ki; kişi îmânını, dînini,
haklarını ve Allâhü Teâlâ’ya karşı kulluk vecibelerini kişiliğinin vazgeçilmez unsurları
görüp, gerektiğinde bunlar uğruna eziyete, meşakkate göğüs gerip kişiliğini koruduğu
sürece, yaratılmışların üstünü olma ayrıcalığını korumuş olur.
Hendek Muhârebesi sırasında Münâfıkların, İslâm nûrunu söndürmek amacıyla
harekete geçen şirk ordusuyla beraber hareket ederek yaptıkları iki yüzlülükleri, Ahzâb
33/20’de geçmektedir.258 Münâfıkların Müslümanlar aleyhine çalışarak, İslâm’a çok
büyük düşmanlık ettikleri ve bu konuda Müşriklerin Münâfıklardan büyük beklentileri
bulunduğu şu âyette de görülmektedir.
254 Nahl, 16/106. 255 Te’vîlât, c.XI, s.100-101. 256 es-Sâbûnî, Muhammed Ali (v.1436/2015), Safvetu’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, IV. Baskı,
Beyrut, 1981, c.II, s.453. 257 Vehbe ez-Zuhaylî (v.1437/2016), et-Tefsîru’l-Munîr fi’l-Akîdeti ve’ş-Şerîati ve’l-Minhac, Dâru’l-
Fikr, X. Baskı, Şam, 2009, c.X, s.572. 258 Ahzâb 33/20’nin te’vîli için bkz. Te’vîlât, c.XI, s.322-323.
52
ي سيرا“ إل ا به ت ل بث وا ا م و ت وه ا ل الفتن ة س ئل وا ث م أ قط اره ا من ل يهم د خل تع ل و Medine’nin/و
her tarafından saldırıya uğrasalardı da kendilerinden bozgunculuk yapmaları
istenseydi (evlerini düşünmez) hiç vakit geçirmeden hemen ona koşarlardı.”259
Mâturîdî, “ س ئل واالفتن ة نأ قط اره اث م ل يهمم ل ود خل تع (hakkında iki görüş belirtmiştir: 1 ”و
Medine’ye düşmanın girip, Münâfıklardan şirke icabet etmelerinin istendiği zaman ona
uyacakları ve şirke dönecekleridir. 2) Düşmanın, Münâfıkların evlerine girip mallarını
istemeleri durumunda mallarını vermeleridir. Mâturîdî, âyetle ilgili şu konuları da
açıklamıştır: “ي سيرا إل ا به ت ل بث وا ا م Münâfıkların nifaklarını, Münâfıkların ;”و
Müslümanların düşmanlarının mal veya din konusundaki isteklerini vereceklerini ve
Müşriklerle uyum içerisinde hareket ettiklerini haber vermektedir. “Fitne”; “ت وه ا ,”ل
“Münafıkların Müşriklerin istediklerini vermeleri”, “ا” harfi kasr ile “ل ت وه ا” şeklinde
kıraat edildiğinde “Münâfıkların Müşriklerle olmaları, şirke dönmeleri” mânâlarını
içermektedir.260
İncelendiği üzere Mâturîdî’nin, buradaki “fitne” kavramını, “Müşriklerin
Münâfıklardan istedikleri mal, küfr” anlamlarında belirterek iki yönlü mânası üzerinde
durduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Mukâtil b. Suleymân ve Sa’lebî, “fitne”yi, “şirk”
olarak açıklamıştır. Sa’lebî ayrıca Mâturîdî gibi “ت وه ا deki kıraat farklılığından ”ل
bahsederek, “fitne”nin anlamını geniş kapsamlı ele almıştır. Sa’lebî’ye göre; hicaz
ehlinin dışındakiler “لت وه ا” şeklinde “ا” harfini med’li okurlar ve bu durumda,
“Münâfıkların Müşrikler ne isterse vermeleri’’, Hicaz ehli ise kasr ile “لأت وه ا” şeklinde
kıraat eder ve bu okuyuş şeklinde ise “Münâfıkların Müşriklere gelmeleri, onların
isteklerini yapmaları ve İslâm’dan küfre dönmeleri” anlamlarını içermektedir.261
Buradaki “fitne”ye daha ayrıntılı anlamlar da verilmiştir: Ebû Hayyân Endelûsî’ye göre;
“küfre dönmek ve Mü’minlerle savaş, Muhammed (s.a.s) ile savaş, şirk”,262 Şevkânî’ye
göre; “savaş, şirk, gizledikleri küfürlerini açığa vurmak’’,263 Elmalılı Muhammed
259 Ahzâb, 33/14. 260 Te’vîlât, c.XI, s.317. 261 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.III, s.479; es-Sa’lebî, a.g.e., c.V, s.91. 262 Ebû Hayyân el-Endelûsî, Muhammed b. Yusuf (v.745/1344), Tefsîru’l-Bahri’l-Muhît, thk. Âdil
Ahmed vd., Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1993, c.VII, s.213. 263 eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed (v.1250/1834), Fethu’l-Kadîr el-Câmiu beyne
Fenneyyi’r-Rivâye ve’d-Dirâye min Ilmi’t-Tefsîr, thk. Yusuf el-Ğûş, Dâru’l-Ma’rife, IV. Baskı,
Beyrut, 2007, s.1160.
53
Hamdi Yazır’a göre “inkâra dönmek ve düşmanın emri”,264 Seyyid Kutub’a göre “küfre
dönmek”dir.265
Kanaatimizce, “fitne” için belirtilen “Mü’minlerle savaş, Müşriklere maddî
yardım, Müşrikler ne isterse verilmesi” konuları da “şirk ve inkâr” ile irtibatlı
meselelerdir. Çünkü Müşriklere yapılan yardımlar ve Müslümanlara karşı girişilen
düşmanca davranışlar, şirk ve küfrün üstün gelmesi içindir. Ayrıca Münâfıkların zaten
inanmadıkları düşünüldüğünde “fitne” kavramı, Mâturîdî, Şevkânî ve Hamdi Yazır’ın
ifâde ettiği gibi, düşmanın emri ve Münâfıkların gizledikleri küfürlerinin açığa çıkması
ve şirke dönmek anlamlarıyla izah edilebilir.
D. Mü’minler
“ ل غ ف ور ب عده ا من بك ر إن وا ب ر ص و اه د وا ج ث م ف تن وا ا م ب عد من وا ر ه اج للذين بك ر إن ث م
حيم Öte yandan, bilesin ki rabbin, eziyetlerle sınandıktan sonra yurtlarından/ر
göçenlerin, ardından çabalarını sürdürüp sabır gösterenlerin yardımcısıdır;
artık bu yapılanlardan sonra rabbin elbette çok bağışlayıcı, çok
merhametlidir.”266
Mâturîdî âyeti şöyle te’vîl etmiştir: Buradaki “fitne”, “eziyet” anlamındadır.
Âyet; Mü’minlerin Mekke’de eziyet gördükten sonra düşmanlarıyla cihâd ettiklerini ve
sabrettiklerini, bu sebepten Allâhü Teâlâ’nın mağfiretine ve merhametine nail
olduklarını göstermektedir. Âyetin “ حيم ر ل غ ف ور ب عده ا من بك ر “ kısmındaki ”إن ve ”ل غ ف ور
“ حيم kelimelerinin arka arkaya gelmesi, eziyet gören Mü’minlerin mağfiret ”ر
edildiklerine aynı zamanda onların dışındaki Mü’minlerin de mağfiret edilebileceğine
delildir. Âyetin nuzûl sebebi bâzı te’vîl ehline göre, hicret ederken Mü’minlerden bir
kısmının Müşriklerin baskınına ve eziyetine maruz kalmalarıdır. Te’vîl ehlinin
çoğunluğuna göre, aynı zamanda Nahl 16/106’nın da nüzul sebeb-i olan Ammâr b.
Yâsir’in (v.37/657) (r.a) Müşrikler tarafından eziyete uğramasıdır. Böyle değişik
rivâyetlerden ziyâde, âyetlerdeki hüküm ve hikmetler daha önemlidir.267
264 Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır (v.1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili, Sad., İsmail Karaçam vd.,
Azim Yay., İstanbul, ts., c.VI, s.302. 265 Seyyid Kutub (v.1366/1947), fî Zılâlı’l-Kur’ân, thk. Muhammed Muallim, Dâru’ş-Şuruk, Kahire ve
Beyrut, 1968, c.V, s.2839. 266 Nahl, 16/110. 267 Te’vîlât, c.VIII, s.202-203.
54
Mâturîdî’nin âyetlerdeki hüküm ve hikmetlere, âyetlerin ilke ve hedeflerine daha
çok önem verdiği, rivâyetlerin bu hususları gölgelememesi açısından ayrıntılara ve
değişik rivâyetlere girmek istemediği, kullandığı ifâdelerden anlaşılmaktadır.
Âyetin sebeb-i nuzûlü ve “ف ت ن وا” kelimesindeki kıraat farklılığı konusunda çeşitli
görüşler vardır. Bu bağlamda Ebu’l-Leys Semerkandî; ilk Müslümanların Müşriklerin
eziyetine, zulmüne maruz kaldığını, âyetteki “ف تن وا ا م ب عد من وا ر ه اج للذين بك ر إن ”ث م
bölümünün “Mü’minlerin eziyete uğramasından sonra hicret etmeleri” anlamını ihtivâ
ettiğini açıklamıştır. Semerkandî’ye göre nuzûl sebebi; Sümeyye (r.a) (v.615), Yâsir
(v.615) (r.a), Ammâr b. Yâsir (r.a), Bilâl (v.20/641) (r.a), Habbab b. Eret (37/658) (r.a)
ve Suheyb (v.38/659) (r.a) hakkındadır.268
Zemahşerî kıraat farklılıklarına değinerek şunları kaydetmiştir: “ف ت ن وا” şeklinde
okuyuş fâil için binâ edilmekte ve “eziyet edenler” anlamına gelmektedir. “Fitneye
düşürülme”, “eziyet edilmek ve küfre zorlanmak” mânâlarını içermektedir. Âyet,
Mü’minlere eziyet ettikten sonra (tevbe edip) sonra da hicret eden, cihâd eden ve
sabredenleri de kapsamaktadır.269
İbn Atiyye de kıraat farklılığına değinmiştir: Sâdece İbn Âmir kıraatında, “ف ت ن وا”
şeklinde okuyuş söz konusudur. Bu durumda iki türlü mânâ söz konusudur. 1)
“Nefislerini fitneye düşürenler” yani Müşriklerin baskısıyla onların istediği sözü
söylemiş kişiler kastedilmektedir. Bu hususta Ammâr b. Yâsir (r.a) örnektir. 2)
“Şeytanın fitne ettikleri” yâni Müşriklerden tevbe edip iman eden ve hicret edenleri
kapsamaktadır. Diğer çoğunluğun kıraatinde ise “ف تن و ا” şeklinde okunmakta,
“Müşriklerin fitneye düşürdükleri” anlamına gelmektedir. Bu durumda ise eziyet gören
Mü’minler kastedilmektedir.270
“Fitne”nin “azâb ve inkâra zorlama” anlamları üzerinde duran Ebu’l-Berekât
Nesefî’ye göre; Şamlılar, “ف تن و ا” kelimesini, “ف ت ن وا” şeklinde okumaktadırlar. Bu okuyuş,
Mü’minlere eziyet ettikten sonra tevbe edip İslâm’a girenler içindir.271
Abdurrahman Seâlibî’ye göre; âyetin nuzûl sebebi, Ammâr b. Yâsir (r.a), Ayyaş
b. Ebî Rebî’a (v.15/636) (r.a) ve Velîd b. Velîd (v.8/629) (r.a) hakkındadır. Âyet medenî
olduğu için âyetin kapsamına, Şeytanın fitnesi (kandırması) sonucu küfre girip daha
268 Ebu’l-Leys es-Semerkandî, a.g.e., c.II, s.252-253. 269 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.585. 270 İbn Atiyye, a.g.e., s.1119. 271 en-Nesefî, Ebu’l-Berekât, a.g.e., c.II, s.237.
55
sonra tevbe etmiş olanlar da dâhildir.272 Alûsî ve Ömer Nasûhi Bilmen “fitne”yi “azâb”
kelimesiyle açıklamışlar, Mü’minlerin irtidad etmeye zorlandıklarını ve eziyet
gördüklerini tefsîr etmişlerdir.273
Yine “ف تن و ا”daki kıraat farklılığıyla; mânâ zenginliğinin oluştuğu, böylelikle
âyetin kapsamına hem eziyet gören Mü’minlerin, hem de Mü’minlere eziyet eden fakat
pişman olup Mü’min olanların da girdiği ifâde edilmiştir.274
Kıraat farklılıkları, sebeb-i nuzûl rivâyetleri, âyetle ilgili açıklamalar dikkate
alındığında “fitne” kelimesinin, “eziyet ve ölüm” anlamına geldiği ifâde edilebilir.
Buradaki “fitne”nin muhtevâsı hakkında İbn Atiyye’nin, Ammâr b. Yâsir’i (r.a)
kastederek “nefislerini fitneye düşürenler” şeklindeki beyânı, Ammâr b. Yâsir (r.a) ve
bâzı Mü’minlerin, Müşriklerin istedikleri sözü baskı neticesinde söylemiş oldukları için
hissettikleri rahatsızlığı İbn Atiyye’nin göstermeye çalışmasıdır denilebilir.
Mü’minlerin birbirlerine dost ve yardımcı olmalarının buyrulduğu âyet
şöyledir: “ ك بير ف س اد و الأ رض في فتن ة ت ك ن ت فع ل وه إل ب عض أ ولي اء م ه ب عض وا ك ف ر الذين İnkâr/و
edenler de birbirlerinin yakın ve yardımcılarıdır. İlişkilerinizi böyle kurmazsanız
yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozulma olur.”275
Mâturîdî, bu âyetteki “velâyet” konusu üzerinde önemle durmuştur. Çünkü fitne
ve fesâd çıkması, velâyete riâyet edilmemesine bağlıdır. Mâturîdî; bütün te’vîl ehlinin
bu yakınlık ve dostluğun mirasta olduğunu te’vîl ettiklerini ama yakınlık ve dostluktaki
anlamın, din, hukuk ve bütün her şeyde yardımlaşmak konularını kapsadığını ifâde
etmiştir. Mü’minler eğer birbirlerine yardımcı ve dost olmazlarsa çıkacak fitne ve fesâd
hakkında şunları ifâde etmiştir:
“ ك بير ف س اد و الأ رض في فتن ة ت ك ن ت فع ل وه ifâdesi hakkında çeşitli görüşler إل
vardır: 1) Sizin hicret edemeyen kardeşleriniz sizden yardım ister siz de yardım
etmezseniz ehli küfr birbirine yardım eder, sizi yener ve perişan eder ki, işte bu
da yeryüzünde bir fitne ve fesâd’dır. 2) Bazıları şöyle dediler; “ ت ك نفتن ة ت فع ل وه ”إل
aynı sûrenin yetmiş ikinci âyetindeki “ ميث اق م ب ين ه و ب ين ك م ق وم ع لى ifâdesine ”ال
272 es-Seâlibî, Abdurrahman, Muhmmed b. Mahlûf (v.875/1470), el-Cevâhiru’l-Hısân fî Tefsîri’l-
Kur’ân, (Thk. Abdulfettâh Ebu Senne), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî-Müessesetu’t Târîhı’l-Arabî, I.
Baskı, Beyrut, 1997, c.III, s.444. 273 el-Âlûsî, a.g.e., c.XIX, s.239; Ömer Nasûhi Bilmen (v.1391/1971), Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli
Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yay., İstanbul, 1985, c.IV, s.170. 274 Abdurrahman Çetin, a.g.e., s.224. 275 Enfâl, 8/73.
56
bitişiktir ve şu anlama gelir: Aranızda anlaşma bulunan bir kavme karşı,
kardeşlerinize yardım ederseniz, fitne ve fesâd çıkar.’ 3)Allâh (c.c) Mü’minleri
birbirlerine mirasçı kıldı. Eğer Mü’minler, Kâfirleri de kendilerine mirasçı
yaparlarsa veya Kâfirlere mirasçı olurlarsa, fitne ve fesâd çıkar. Çünkü Allâhü
Teâlâ mirasın hududunu “ س ول ه ر و الله ي طـع ن م و الله د ود ح bunlar Allâh’ın/تلك
sınırlarıdır, Allâh’a ve Rasûlüne itaatedin!) (Nisâ, 4/13)’de buyurur.”276
Mâturîdî’nin; Mü’minlerin her konuda birbirlerinin yakını ve yardımcısı
olduğunu en başta belirtmesi ve yardımlaşılmazsa Mü’minlerin yenilip toplumsal
bozuklukların baş göstereceğine işarette bulunması, buradaki fitne’nin, düşmanın galip
gelmesi ve Mü’minlerin zayıf düşmesi anlamını tercih ettiğini göstermektedir.
Mâturîdî’nin görüşlerini, İbnu’l-Arabî’nin velâyet ve fitne konusundaki
değerlendirmeleri teyit etmektedir. İbnu’l-Arabî, Allâhü Teâlâ’nın Kâfirler ve
Müslümanlar arasındaki dostluğu kestiğini, Kâfirler ve Münâfıkları birbirlerine dost
kıldığı gibi, Mü’minleri de birbirleriyle dost kıldığını velâyetin; dinde, inançta, amelde
yardımlaşmayı içerdiğini tefsîr etmiş ve şu hadîs-i şerîfi delil göstermiştir: “ ؤمنين الم ث ل م
ر بالسه د س الج س ائر ل ه ت د اع ى ع ضو منه اشت ك ى إذ ا د س الج ث ل م ، فهم ت ع اط و مهم اح ت ر و هم اد ت و في
ى م الح Mü’minler birbirini sevmede, birbirlerine acımakta ve korumakta bir vücuda/و
benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple
uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar”277. Diğer taraftan dosluğun, mirasta da
geçerliliğine âyetin işaret ettiğini ifâde etmiş bu açıdan; “الكافر ول الكافر المسلم يرث ل
Müslüman Kâfire, Kâfir de Müslüman’a mirasçı olamaz”278 hadîsini delil/المسلم
sunmuştur. Fitne ve Fesâd’ın, “imanın zayıflayıp küfrün üstün gelmesi” mânâsını
içerdiğini belirtmiştir.279
Dostluk, yâr ve yakınlığın kapsamı konusunda farklı görüşler bulunsa da “fitne”
ve “fesâd”ın zikredilen anlamları birbirlerine yakın veya tamamlayıcı niteliktedir:
Kurtubî’ye göre; “fitne”, “savaşla oluşan zorluklar, sürgün, yağma ve esarete maruz
276 Te’vîlât, c.VI, s.277-278. 277 Sahîhu Muslim, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla ve’l-Edeb 17; H. No: 66; s.1999. 278 Sahîhu Muslim, Kitâbu’l-Ferâiz, H. No: 1, s.1233. 279 İbnu’l-Arabî, Ebu Bekr b. Muhammed b. Abdillah (v.543799), Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Muhammed
Abdulkadir Atâ, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, III. Baskı, Beyrut, 2003, c.II, s.441.
57
kalma”, “büyük fesâd”, “şirkin ortaya çıkması”dır. Beydâvî’ye göre; “fitne”, “imanın
zayıflayıp küfrün ortaya çıkması”, “fesâd”, “dindeki bozulma”dır.280
Fitne (şirk, inkâr, savaş sıkıntısı, musîbet, nifak) Müslümanlara Mekke’deki
Müşriklerden geldiği gibi, Medîne’deki Yahûdi ve Münâfıklardan da gelmiştir. Hendek
Muhârebesi, çarpıcı örneklerden birisidir. Bu hususla ilgili âyetlerden bazılarına
bakıldığında Münâfıkların, kalplerinde hastalık bulunduğuna ve Müslümanlar arasına
nifak sokmaya çalıştıklarına,281 Münâfıklarla Yahûdilerin birbirlerini
desteklediklerine282 Hendek Muhârebesinde Müslümanlarla anlaşmalarını bozarak,
Müşriklere yardım eden Benî Kurayza Yahûdilerinin kalelerinden çıkarılmalarına283
şâhit olunmaktadır.284
Kanaatimize göre “Fitne”nin anlamları birlikte irdelendiğinde, “fesâd”la aynı
anlamda kullanılabildiği anlaşılmaktadır.
Kâfirlerin fitnesine maruz kalmamak için dua etmek gerektiği şu âyette
yer almaktadır: “ كيم الح الع زيز أ نت بن اإنك اغفرل ن ار واو ك ف ر ت جع لن افتن ةللذين بن ال !Rabbimiz/ر
Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey rabbimiz!
Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan sensin”285
Mâturîdî, buradaki “fitne” hakkında üç görüş belirterek şu açıklamalarda
bulunmuştur:
وا)“ ك ف ر للذين فتن ة ت جع لن ا ل بن ا için üç vecih çıkarılır. 1)Rabbimiz! Bize (ر
düşmanları musallat etme, musallat edersen Kâfirler kendilerini hak zannederler
bizi bâtıl. 2)Rabbimiz! Onlar dışında bize azâb indirme, Kâfirlere değil bize
azâb indirirsen onlar kendilerini hak bizi bâtıl zannederler. 3) Rabbimiz! Onlara
dünyâyı genişletip bize daraltma, onlara genişletip bize daraltırsan onlar
kendilerini hak bizi bâtıl zannederler. İhtimaldir ki; “فتن ة جع لن ا ibâresi, bize ”ل
azâb etme ve bizi Kâfirler ile azâb edilme sebebi kılma, “بن ا اغفرل ن ار !Rabbimiz ,”و
Bizim günahımızı bağışla ve bizlere düşmanlarımıza karşı yardım eyle, demektir.
280 el-Kurtubî, a.g.e., c.X, s.89; el-Beydâvî, Nâsıruddîn, Ebu’l-Hayr, Abdullâh b. Muhammed b. Umer
(v.685/1286), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl (Tefsîru’l-Beydâvî), thk. Muhammed Abdurrahmân
Maraşlı, Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî-Muessesetu’t-Târîhı’l-Arabî, I. Baskı, Beyrut, ts. c.III, s.68. 281 Ahzâb, 33/12. 282 Ahzâb, 33/18. 283 Ahzâb, 33/26. 284 Bu âyetlerin tefsîri için bkz. Te’vîlât, c.XI, s.314,319,328. 285 Mümtehine 60/5.
58
“ كيم الح الع زيز ا نت ise Allâh (c.c) düşmanlarından intikamını alır, mânâsına da ”انك
gelir.”286
Mâturîdî, açıklamalarında görüldüğü şekliyle “fitne”nin “azâb” anlamını tercih
etmiş, diğer taraftan âyetin son kısmındaki açıklamalarında, “düşmanın musallat
olması”nı da özellikle zikrederek bu mânâya da gelebileceğini te’vîl etmiştir. Âyet kısa
olmasına rağmen âyetin muhtevası hakkında geniş açıklamalar vardır. Bu bağlamda
Ferrâ’ya göre; âyette geçen duâlar Mü’minler için bir öğretidir. “فتن ة ت جع لن ا bize“ ,”ل
Kâfirleri gâlip getirme!”, demektir.287
Bu husus Kurtubî’ye göre şöyledir: Âyette ifâdesini bulan İbrâhim (a.s) ve
ashâbının “fitne” konusundaki duâsı ve “ صير الم ال يك و ا ن بن ا ال يك و لن ا ك ت و ل يك ع بـن ا !Rabbimiz/ر
Sadece sana dayanıp güvendik, sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.” âyetindeki288
duâ, Mü’minler için bir öğreti özelliğindedir. Mü’minlerin bu şekilde duâ ederek
Kâfirlerden uzak durmaları, Allâh’a (c.c) tevekkül etmeleri gerekmektedir. Buradaki
“fitne”, “düşmanın üstünlüğü veyâ musallat olup azâba düçar olunması” anlamını
içermektedir.289
Mâturîdî, çok kısa şekilde âyetin sebeb-i nuzûlünün Kâfirler olduğuna işâret
etmiştir. Celâleddin Suyûtî ise ayrıntılı biçimde âyetin sebeb-i nuzûlü hakkında şunlara
değinmiştir: Hatîb b. Ebû Beltea (v.30/656) (r.a), Mekke’deki yakınlarını ve malını
koruma maksadıyla, Hz. Peygamber’in (s.a.s) sefer durumunu bildiren bir yazıyı,
Mekke’deki Müşriklere bir kadın aracılığıyla gönderdi. Ancak bu yazıyı, Allâhü
Teâlâ’nın Rasûlüne haber buyurması üzerine, kadın Müşriklere varamadan yakalanarak
bu yazının Müşriklere ulaşması engellendi. Hz. Peygamber (s.a.s), Hatîb b. Ebu Beltea’ı
(r.a) affettiğini bildirdi. Çünkü Hatîb b. Ebu Beltea (r.a), Bedir’de Muhârebeye
katılanlardan olup îmânında da bir şüphe yoktu.290
Hem zikredilen bu sebeb-i nuzûlden hem de belirtilen anlamlardan, buradaki
“fitne”nin öncelikle “Kâfirlerin üstün gelip Müslümanların eziyete uğraması” mânâsı
taşıdığı ifade edilebilir.
286 Te’vîlât, c.XV, s.109-110. 287 el-Ferrâ, Ebu Zekeriyyâ, Yahyâ b. Ziyâd (v.207/822), Meâni’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ali Neccar-
Ahmed Yusuf Necati, Âlemu’l-Kutub, III. Baskı, Beyrut, 1983, c.III, s.150. 288 Mümtehine, 60/4. 289 el-Kurtubî, a.g.e., c.XX, s.405. 290 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.XIV, s.408-409.
59
II. FİTNE: EZÂ/EZİYET
“ ل ع ال فرع ون إن مو ل ئهمأ ني فتن ه م و منفرع ون وف ل ىخ منق ومهع ية ذ ر وس ىإل لم ن اآم ف م
سرفين الم ل من إنه و الأ رض ,Hâsılı, Mûsâ’nın kavminden ancak az sayıda insan/في
Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük edeceğinden korka korka Mûsâ’ya
iman etti. Çünkü Firavun o topraklarda gerçekten güç ve iktidar sahibiydi,
üstelik kötülükte sınır tanımaz biriydi.”291
Mâturîdî’ye göre; “م أ ني فتن ه ل ئهم م و نفرع ون م وف ع ل ىخ نق ومه م ية ذ ر وس ىإل لم ن آم ا ”ف م
kelâmının iki anlam ihtimali vardır: 1) Firavun ve adamlarının fitnelerinden yâni
“öldürme ve eziyetlerinden” korkmalarına rağmen îmân edenlerdir. 2) Firavun ve
adamlarının öldürme ve eziyetlerinden korktukları için îmânı terk edenlerdir. Âyet;
esasında îmân, kalbin tasdikiyle gerçekleştiğinden dolayı korkunun imanı terk etmek
için bir mâzeret oluşturmadığına, ancak korkunun imanı zâhiren (dille) terkte mâzeret
oluşturduğuna bir delildir. Ayrıca îmânı korkudan dolayı gizleme hususunda “ ل ج ر ق ال و
ان ه ايم ي كت م منالفرع ون ؤمن Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir mümin kişi şöyle/م
dedi:…”292 âyeti de bir delildir.293
Mâturîdî’nin “fitne” için belirttiği iki anlam ihtimali bağlamında bakıldığında
Taberî ve Zemahşeri; “işkence”,294 İbnu’l-Cevzî; Mâturîdî’nin görüşüne benzer biçimde,
“öldürme, işkence” mânâlarında belirtmişlerdir.295
Kanaatimize göre âyetteki “fitne” kelimesi, “eziyet etmek” anlamına geldiği gibi
“öldürmek” mânâsında da olabilir. Çünkü Firavun ve ileri gelenleri eziyetin yanında
insanların canlarına kıymışlar, mâsum ve biçâre insanlara her türlü eziyeti revâ
görmüşlerdir. Çünkü Bakara 2/49’da bu durum geçmektedir.296
Nitekim âyetin konusu ile ilgili aktarılmaya çalışılırsa; târihi kaynaklara göre
Hz. Mûsâ’nın (a.s) mücâdele ettiği Firavun, firavunların en azılısı olan (Velid b.
Mus’ab), insanları sınıflara ayırmıştı. Sınıflara ayırdığı insanları, yapı işlerinde, çift
291 Yûnus, 10/83. 292 Mu’min, 40/28. 293 Te’vîlât, c.VII, s 97. 294 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Muessesetu’r-Risâle Baskısı, c.IV, s.235; ez-Zemahşeri, el-Keşşâf, s.471. 295 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.634. 296 “ ب ك مع ظيم منر ء فيذلك مب ل ك مو نس اء ي ست حي ون ك مو ا بن اء ون الع ذ ابي ذ ب ح ون ك مس وء ي س وم ين اك ممنالفرع ون اذن ج Hatırlayın /و
ki sizi Firavun’un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü revâ görüyorlar, erkek
çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size reva görülenlerde rabbinizden
büyük bir imtihan vardı.”
60
sürme ve ekim işlerinde çalıştırıyordu. Herhangi bir sanatı olmayanları da cizye ile ağır
vergiler altında bırakıyor, eziyet ediyor ve öldürüyordu. İsrâiloğulları’nı köle ve
hizmetli sınıflarında çalıştırıyordu. Firavun ve ileri gelenleri gerçekten çok zulüm
yapıyor, insanların îman etmemesi için baskı altında bulunduruyordu.297
Dikkat edildiği üzere incelenen âyette, târihi bir olay anlatılmaktadır. Bu da
Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi anlayabilmek için târihi olaylarla beraber, kelimelerin
değişimini incelemek ihtiyacını hissettirmektedir.298 Âyette, binlerce yıl öncesindeki
Firavun’un fitnesinden, Hz. Mûsâ’nın (a.s) mücâdelesinden bahsedilmesinin pek çok
hikmet ve gâyesi olduğu âşikârdır. Bu amaçlardan birisinin de Hz. Peygamber’i (s.a.s)
Müşrikler karşısındaki mücâdelesinde daha çok motive etmek, Kur’ân-ı Kerîm’in Allâh
Kelâmı olduğu, Hz. Peygamber (s.a.s) dâhil onda kimsenin şahsi düşüncesine göre
değiştirme yetkisinin bulunmadığıdır. Nitekim Yûnus sûresi bağlamındaki bir
değerlendirme bunu teyit etmektedir.299
Şu âyette de zâlimlerin fitnesinden uzak durmak ve Allâhü Teâlâ’ya tevekkül
etmek gerektiği buyrulmaktadır:
“ المين الظ للق وم فتن ة ت جع لن ا ل بن ا ر لن ا ك ت و الل ل ى ع Onlar da şöyle karşılık/ف ق ال وا
verdiler: "Yalnız Allâh’a dayanıp güvendik. Rabbimiz! Bizi o zalimler için
imtihan aracı kılma!”300
Mâturîdî; bu âyeti yukarıda incelenen Yûnus 10/83’le birlikte te’vîl ederek,
Mü’minlerin korunmak istedikleri fitne hakkında iki görüş belirlemiştir: 1)
Mü’minlerin, “Allâhım! Kâfirleri bize muzaffer kılma!” şeklinde dualarıdır ki, eğer
inkâr edenler Mü’minlere galip gelirse kendilerini hak üzere, Mü’minleri bâtıl yolda
zannedeceklerdir. Dolayısıyla “fitne”, “Kâfirlerin üstün gelmesi ve yardım görmesi”dir. 297 et-Taberî, Târîhu’t-Taberî (Târîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk), thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm,
Dâru’l-Maârif, II. Baskı, Kâhire, ts., md.445/1, c.I s.387; Mustafa Âsım Köksal (v.1418/1998),
Peygamberler Tarihi, TDV Yay., Ankara, 2011, c.II, s.8-9. 298 “Kur’ân metni’nin tarihsel yorumla okunmayıp, farklı bir tarihselliğin anlamlarıyla yorumlandığında
anlam kayıplarının oluşacağı, bundan dolayı da anlam kayıplarını engellemek ve Kur’ân metninin
içerdiği zengin anlamları tesbit edebilmek için, başta cahiliye dönemi olmak üzre, Kur’ân’ın nâzil
olduğu ortamla ilgili bilgilerin daha da çoğaltılması gerekmektedir.”, İshak Özgel, “Bir Üstünlüğün
İtirafı Anlamında Kur’ân’da Muhalifler Tarafından Peygamberlerin Sihirbazlıkla İtham Edilmeleri”,
Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), SDÜ, Isparta, 2003, 2006, s.132. 299 “Hz. Peygamber ile Kur'ân'ın bu kadar iç içe anlatılmasına rağmen onda hiçbir şahsi tasarrufunun
bulunmadığı, onun böyle bir yetkiye sahip olmadığı ve Kur'ân'ın tamamen vahiy olduğu konusunda
aynen Kur'ân'ın diğer sûrelerinde olduğu gibi bu sûrenin de güçlü vurgular içermesidir.”, Ali Bulut,
“Yunus Sûresi Bağlamında Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber”, Bakı Devlet Üniversitesi İlahiyyat
Fakültesi’nin Elmi Mecmuasi, Bakü, 2013, S. 20, s.27. 300 Yûnus, 10/85.
61
2) “Kâfirlerin zulmü ve eziyeti”dir. İkinci görüşe göre; Mü’minler, “Allâhım! Bizi
Kâfirlerin zulmü ve eziyeti altında bırakma!.” mânâsında duâ etmişlerdir.301
Mâturîdî’nin temas ettiği anlamlar yönüyle mukayese edildiğinde “fitne”
kelimesini; Hûd b. Muhakkem el-Huvvârî, “azâb”,302 İbn Ebî Hâtim, “azâb, musallat
olma, üstün gelme, eziyet’’303 Zemahşerî, “azâb”, 304 İbnu’l-Cevzî, Kâfirlerin üstün
gelmesi ve yardım görmesi, Kâfirlerin zulmü ve eziyeti.” anlamlarında belirtmişlerdir.305
Kanaatimizce buradaki “fitne” kelimesinin “azâb”dan fazla “Kâfirlerin zulmü,
Kâfirlerin galip gelmesi” anlamlarına gelmesi önceliklidir.
Muhkem ve Müteşâbih âyetlerin konu edildiği, kaplerinde hastalık bulunanlara
karşı dikkatli olmak gerektiğine dair âyet şöyledir:
في“ االذين ف أ م ات ت ش ابه م ر أ خ الكت ابو أ م ه ن ات حك م م منه آي ات الكت اب ع ل يك ل الذيأ نز ه و
فيالعلم ون اسخ الر و الل ت أويل ه إل اي عل م م و ت أويله ابتغ اء الفتن ةو اب ه منه ابتغ اء ات ش م ف ي تبع ون يغ ق ل وبهمز
الأ لب اب أ ول و إل ي ذكر ا م و ب ن ا ر عند من ك ل به نا آم Sana kitabı indiren O’dur. Onun/ي ق ول ون
(Kur’ân) bir kısım âyetleri muhkemdir ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise
müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu
(kişisel arzularına göre) te’vîl etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler.
Halbuki onun te’vîlini ancak Allâh bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler.
Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız
aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”306
Mâturîdî; âyette geçen muhkem ve müteşâbih konusundaki izahının akabinde,
müteşâbih âyetlerin yorumlanması ve kalplerinde bozukluk bulunanlarla ilgili şu
görüşlerini beyan etmiştir: “ يغ ز فيق ل وبهم الذين ا ifâdesindeki kalpteki eğrilik, Hak’tan ”ف ا م
sapmak ve şüphe duymaktır. Kalpleri bozuk kişiler, kişisel arzularına uyanlardan ziyâde
Kâfirlerdir. Müteşâbih âyetler kasıtlı bir şekilde maksadı dışında te’vîl edilerek,
Müslümanlar arasında fesat çıkarılmaya çalışılmaktadır. Nitekim bu açıdan, müteşâbih
âyetler kişisel arzulara göre yorumlanarak insanların şüpheye düşmeleri için
301 Te’vîlât, c.VII, s.98. 302 el-Huvvârî, Hûd b. Muhakkem (v.280/893), Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, thk. Şerîfî, Belhâc b. Saîd
Şerifî, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, I. Baskı, Beyrut, 1990, c.II, s.205. 303 İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî (v.327/938), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
thk. Esad Muhammed Tayyib, Mektebetu Nizâr Mustafa el-Bâz, I. Baskı, Mekke ve Riyad, 1997, md.
1021,1022, 1023, 1024, c.VI, s.1976. 304 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.471. 305 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.634. 306 Âl-i İmrân, 3/7.
62
uğraşılmaktatır. Bu da özellikle küfrün ortaya çıkması için yapılmaktadır. Onun için
“fitne”, “küfür” anlamına gelmektedir. Müslümanlar cihetinden ise “imtihan”
anlamındadır. Dolayısıyla buradaki “fitne”, “sıkıntı, zorluk ve belâ ile imtihan”
mânâlarını da içermektedir. Müteşâbih âyetlere iman, bir imtihan çeşididir. Allâhü
Teâlâ, bu dünyayı bir imtihan diyarı yaratmış ve kullarını çeşitli şekillerde imtihan
etmektedir. Âyetteki “العلم” kelimesinde vakf olduğunda, ilimde rusuh sahiplerinin
“bildik ve iman ettik’”, “ الله da vakf edildiğinde, “muhkem müteşâbih hepsi Allâh’tan”ال
geldi, iman ettik” demeleri anlamına gelmektedir. “ا ول واال لب اب ال اي ذكر م buyrulması da ”و
bu anlamları desteklemektedir.307
Kanaatimize göre âyette geçen kalpleri eğri olanlardan maksat, şüphe ve
tereddüt hâliyle muhkem âyetleri bırakarak, müteşâbih âyetleri kötü niyetle te’vîl
edenlerin kalbinin bozukluğudur.
Bu yönden Mâverdî’ye göre; “يغ ”kelimesi, “Hak’tan sapmak veya şüphe ”ز
anlamına gelmektedir. “Fitne” ise “şirk, kandırmak, örtmek, fesat” anlamlarını
içermektedir.308
Mâturîdî, kalplerinde bozukluk bulunanların Kâfirler olduğunu ifâde etmiş, isim
vererek belirli bir grup zikretmemiştir. Zemahşerî ve Beydâvî kalbi bozukların, bid’at
ehli olduğunu açıklamışlar, Zemahşerî, “fitne” kavramını âyette geçtiği şekilde
zikretmiş, Beydâvî, “kandırmak ve şüpheye sokmak” anlamları vermiştir.309
Ebu Hayyân Endelûsî ise fitne çıkaran ve kalplerinde eğrilik bulunanları tarihi
olaylarla bağlantı kurarak açıklamıştır. Endelûsî’nin açıklamalarına göre; kalpleri eğri
kişiler, Necran Hıristiyanlarıdır. Çünkü Hz. Îsâ’nın (a.s) durumuyla ilgili Kur’ân’a itiraz
etmişlerdir. Hurûf-ı Mukattaa’yı arzularına uygun yorumladıkları için Yahûdilerin de
kalbi bozuktur. Yahûdilerden Huyey b. Ahtâb, çeşitli adetlerle hesaplama yöntemiyle
kendi milletinin ömrünü te’vîl etmiş, Ashâb-ı Kirâm (r.a) ile tartışmıştır. Bunun için
Huyey b. Ahtâb, kalbi bozuk kişidir. Haricîler, bid’at ehli, Mucessime gibi fırkalar ve
Münâfıklar da kalpleri bozuk topluluklardır. Sebepler hususi olsa da âyetteki lafzın
umumiliğinden dolayı kalpleri eğri insanlardan maksat, Hak’tan kayan, sapan herkestir.
Buradaki “fitne” ise “küfr, şüphe, fesat” anlamlarına gelmektedir.310 Müteşâbih âyetleri
307 Te’vîlât, c.II, s.242-248. 308 el-Mâverdî, a.g.e., c.I, s.370-371. 309 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.161; el-Beydâvî, a.g.e., c.II, s.6. 310 Ebû Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.II, s.399-400.
63
amacı dışında te’vîl edenlerden uzak durmayı ve temkinli davranma konusunda bir
hadîs misal verilebilir: Hz. Peygamber (s.a.s) Âl-i İmrân sûresinin yedinci âyetini
okuduktan sonra Hz. Âişe’ye (r.a):
وه م“ ف احذ ر الله ى س م الذين ف أ ول ئك منه ت ش اب ه ا م ي تبع ون الذين أ يت ر (!Ey Âişe)/ف إذ ا
Kur’ân’ın müteşâbih âyetlerine uyanları gördüğün zaman, bil ki onlar, Allâh’ın
kitabında bahsedip yerdiği kimselerdir. O halde onlardan sakının!”
buyurmuştur.311
Kanaatimizce, âyetin ifâdesinin umûmiliği ve Kur’ân mesajlarının evrensel
boyutu değerlendirildiğinde âyette; kalp bozukluğu, nefsâni arzulara göre yorumlar
yapılarak fesat çıkarılması, tefrikaya yol açılması yerilmiştir. Nitekim Kâfirler, art
niyetle özellikle müteşâbih âyetleri te’vîl etmişler, Ashâb-ı Kirâm’ın (r.a) arasına tefrika
sokmaya çalışmışlar ve benzer girişimleri daha sonraki zamanlarda da Mü’minler
üzerinde denemişlerdir. Müteşâbih âyetlerin tamamen objektif bir biçimde, murâd-ı
ilâhî’nin tespit edilmesine yönelik te’vîller, âyette ve hadîste geçen yerilmenin
dışındadır.312 “Fitne”nin ise “fesat çıkarmak, şüphe, şirk ve küfr” mânâlarına geldiği
ifâde edilebilir.
Seferî durumlarda ve Küffârın fitnesi karşısında namazı kısaltmanın konu
edildiği âyet şöyledir:
“ الذين أ ني فتن ك م إنخفت م ة ل الص من وا ر أ نت قص ن اح ج ل يك م ع فيالأ رضف ل يس بت م ر إذ اض و
بينا ام ك ان وال ك مع د و الك افرين واإن Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin sizi/ك ف ر
gafil avlamalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.
Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.”313
Mâturîdî, bu âyette geçen “fitne” hakkında “Küffârın Müslümanlar üzerindeki
fitneleri” şeklinde bir ifade kullanarak, korku ve seferde namazın kısaltılması
konularındaki fıkhî hükümlere genişce temas etmiştir.314
Mâturîdî’nin, “kâfirin fitnesi” sözünü kullanması ve korku halindeki namazın
durumuna genişce değinmesinden, buradaki “fitne”yi, “Kâfirlerin Müslümanlara
311 en-Nahhâs, Ebu Cafer (v.338/949), Meâni’l-Kur’âni’l-Kerîm, thk. es-Sâbûnî, Muhammed Ali,
Merkez Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, I. Baskı, Mekke-i Mukerreme, 1989 c.1, s.348-349; Sahîhu’l-Buhâri,
Kitâbu’t-Tefsîr 1, H.No: 4547, s.1114; Sahîhu Muslim, Kitâbu’l-Ilm 1, H.No: 2665, c.IV, s.2053; et-
Tirmizî, el-Câmi, Tefsîru’l-Kur’ân 4, H.No: 2994, c.V, s.99. 312 Müteşâbih âyetlerin yorumlanmasına dair kurallar için bkz. Fatih Tok, “Ebû Hanîfe’nin Müteşâbih
Âyetlere Yaklaşımı”, E.O.Ü. İlh. Fak. Dergisi., Eskişehir, 2014, S.1, c.I, s.96-97. 313 Nisâ, 4/101. 314 Te’vîlât, c.IV, s.7-13.
64
verebilecekleri zararlar” şeklinde düşündüğü anlaşılmaktadır. Bu bağlamda “fitne”nin
anlamı konusunda Taberî’nin değerlendirmeleri ayrıntılıdır:
وا“ ك ف ر الذين ي فتن ك م أ ن خفت م Şâyet, Kâfirlerin namazda fitnesinden/إن
korkarsanız, demektir. Kâfirlerin fitnesi, Müslümanlar secdedeyken saldırarak
öldürmeleri veya esir almalarıdır. Müslümanları namazdan engellerler.
Müslümanları ibâdetten, Allâh’a kulluktan çevirmeye, ihlâslarını bozmaya ve
tevhid’den döndürmeye çalışırlar.”315
Âyetin nuzûlü hakkındaki rivâyetlerin de âyette geçen “fitne” hakkında bilgi
sağladığı ifâde edilebilir. Mâverdî’nin âyetin nuzûlü öncesi yaşanan hâdise hakkındaki
tespitleri şöyledir:
“Rivâyet edildiğine göre bir grup tüccar Rasûlullâh’a (s.a.s); ‘Ey
Allâh’ın Resûlu! Biz seferde namazlarımızı nasıl kılalım?’ Diye sordular. Bunun
üzerine Allâhü Teâlâ âyetin “ل ة الص ومن ر أ نت قص ن اح ل يك مج ع بت مفيالأ رضف ل يس ر إذ اض ”و
bölümünü inzal buyurdu. Sonra vahiy kesildi. Nebî (s.a.s) gazveye çıktı ve öğle
namazını kıldılar. Müşrikler; ‘Muhammed (s.a.s) ve Ashâbı (r.a) arkaları
dönükken saldırmayalım mı? Haydin!’ Dediler. O Müşriklerden birisi; ‘Bu
namazın hemen arkasından bir benzeri namaz daha var.’ dedi. Allâhü Teâlâ iki
namaz arasında (öğle-ikindi) âyetin “ل ك م ك ان وا الك افرين إن وا ك ف ر الذين ي فتن ك م أ ن خفت م إن
بينا ام kısmını indirdi.”316 ”ع د و
İbnu’l-Cevzî, âyetteki “fitne” kelimesinin “öldürmek” anlamına geldiğini ifâde
ederek âyetin nuzûlünü şöyle anlatmaktadır:
“Mücâhid’den (v.103/721) (r.a) rivâyet edildiğine göre Ebu Ayyâş Zurakî
(r.a) şöyle dedi: ‘Usfanda Rasûlüllâh’la (s.a.s) beraberdik. Öğle namazını
kıldık. Müşrikler dediler ki;’ ‘Gerçekten yanıldık, gaflete düştük. Onlar
(Müslümanlar) namazdayken, hücum edip saldırsaydık.’ ‘Bunun üzerine, öğle ile
ikindi arasında, namazın kısaltılması ile ilgili bu âyet nâzil olmuştur.”317
Taberî, Mâverdî ve İbnu’l-Cevzî’nin açıklamalarına göre âyetteki “fitne”
kelimesinin, “Müşriklerden gelebilecek her türlü tehlike ve zarar” mânâsını ihtivâ ettiği
315 et-Taberî, Câmiu’l-Beyan, Muessesetu’r-Risâle Baskısı, c.II, s.541-542. 316 el-Mâverdi, a.g.e., c.I, s.523. 317 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.318.
65
ifâde edilebilir. Yukarıda zikredildiği gibi Mâturîdî’nin de “küffârın fitnesi” deyimini
kullanması bunu desteklemektedir.
Kanaatimizce, âyet-i kerîme ile ilgili açıklamalardan, Müslümanların güven ve
huzur içerisinde ibâdetlerini yapabilmeleri için en ufak bir fitne şüphesine dahi mahal
verilmemesi önem taşımaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s) uygulamalarının bu yönde olduğu
görülmektedir. Bu bağlamda, Mâturîdî’nin de bahsettiği şu hadîs zikredilebilir:
“Ya’lâ b. Umeyye’den (v.60/679) (r.a) rivâyet edilmiştir: Ömer b.
Hattâb’a (r.a): ‘Allâhü Teâlâ; Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin sizi
gafil avlamalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.
Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. (Nisa, 4/101) buyurmaktadır. Şimdi
ise insanlar emniyettedir. O halde niçin yolculuk sırasında namazı kısaltarak
kılıyoruz? diye sordum.’ Ömer (r.a): ‘Senin yaptığın bu şeye ben de şaştım.
Bunu ben de Rasûlullâh’a (s.a.s) sordum.’ Rasûlulâh (s.a.s): ‘ ا به الله دق ت ص د ق ة ص
د ق ت ه ص ف اقب ل وا ل يك م .Bu Allâh’ın size tasadduk olarak verdiği bir sadakadır/ع
Dolayısıyla siz, O’nun sadakasını kabul edin!’ buyurdu.’ dedi.”318
Nisâ sûresinin yüz birinci ve yüz ikinci âyetine göre yolculukta namazın
kısaltılması hükmünün çıkarılması, Nisâ sûresinin yüz birinci âyetinde geçen “fitne”
kavramının anlamının, “Müşriklerden gelebilecek tehlike, zarar, korku” yanında,
“yolculuğun amacıyla ilgili korkular, geride bıraktığı eşi, ailesi ile ilgili endişeler, yol
güvenliği konusunda duyulan kaygı” anlamlarına da geldiğini göstermektedir.319
Bu açıklamalardan âyetin, İslâm’da din hürriyetinin önemli bir konu olduğuna,
Mü’minlerin çıkarılmak istenen fitne (tefrika, küfr, fesat) karşısında kardeşlik ruhuyla
hareket etmeleri gerektiğine işaret ettiği ifâde edilebilir.
Müşriklerin fitnesinin, dinin tamamen Allâh’a (c.c) ait olmasının ve Allâh’ın her
işleneni bildiğinin geçtiği âyet şöyledir:
“ ب صير ل ون اي عم بم الل واف إن انت ه ف إن لل ك له ين الد ي ك ون و فتن ة ت ك ون تىل ق اتل وه مح Fitne/و
ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allâh için oluncaya kadar onlarla savaşın.
Vazgeçerlerse kuşkusuz Allâh yaptıklarını görmektedir.”320
318 Te’vîlât, c.IV, s.8; Sahîhu Muslim, Kitâbu Salâti’l-Musâfirîn ve Kasrihâ 1, H.No: 646, s.478. 319 Hüseyin Algül vd., (Komisyon), İlmihal I (İman ve İbadetler) T.D.V. Yay., Ankara, 2010, c.I, s.325-
327. 320 Enfâl, 8/39.
66
Mâturîdî, bu âyette geçen “fitne” konusunun “şirk”le ilişkilendirildiğini ancak
“savaş sıkıntısı, zorluk, belâ ile sınav” ile alâkalı olduğunu ifâde ederek şu
açıklamalarda bulunmuştur:
فتن ة “ تىل ت ك ون ق اتل وه مح Onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın. Denilir/و
ki; buradaki fitne, şirk’tir. Yâni, onlarla şirk kalmayıncaya kadar savaşın,
İhtimaldir ki; buradaki fitne, savaş sıkıntısıdır. Sanki Allâhü Teâlâ şöyle
buyuruyor; Onlarla, sıkıntı, belâ ile sınav, musîbet ortadan kalkma vaktine
kadar savaşın. O vakit de kıyâmet günüdür. Bu da din gününe (kıyâmet günü)
kadar cihâdın gerekliliğine delildir. Fitne; bu âyette, (belâ ile sınav ve
musîbet)’dir. Çünkü belâ ile sınav ve müsîbette zorlukta vardır . ك له ين الد ي ك ون و
Dînin tamâmen Allâh’ın olması hakkında iki görüş çıkarılır. Birincisi: Dînin/لل
tamâmen Allâh’ın olması, Şeytan için bir yol ve nasip bulunmamasıdır. Yâni,
Allâh katında din tektir. Allâh’ın dînine (İslâm’a) insanlar çağrılıyor. Bunun
için, rasuller ve kitaplar gönderilmiştir. Allâh en iyi bilendir. İkincisi: Hükmün
tamâmen Allâh’ın olması demektir.”321
Mâturîdî’nin, âyette geçen “fitne” kelimesine “sıkıntı ve zorluk” yönünden
açıklamalarda bulunup, “savaş sıkıntısı” anlamını tercih etmesi ve cihâdın kıyâmete
kadar sürmesi gerektiğini açıklaması, kanaatimizce dinin tamamen Allâh’ın olması
hükmünden hareketle Müşriklerin Müslümanlar üzerinde baskı ve zulmü kalmaması
yönüyledir.
Buradaki “fitne” kavramının, “savaş sıkıntısı, musîbet, dert, zorluk” mânâlarında
açıklanması, “şirk” anlamı verilmesine engel teşkil etmeyebilir. Çünkü âyet bağlamı
içerisinde değerlendirildiğinde, Allâhü Teâlâ’nın hükümlerinin tamâmen hâkim
kılınması için mücâdele edilmesi, Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına aykırı hangi
sistem olursa olsun gerektiğinde savaşılması, karşı çıkılması, Müslümanlara yüklenen
bir görevdir. Eğer küfre karşı Müslümanlar topyekün mücâdele etmezlerse, küfrün bâtıl
hükümleri uygulanacak ve Müslümanlar ibâdetlerini dâhi yapamaz hâle geleceklerdir.
Bizzat Hz Peygamber (s.a.s) ve Sahabe-i Kirâm (r.a) döneminde bu hususta yaşanan
hâdiseler vardır. Özellikle Mekke döneminin ilk yıllarında, Müşriklerin güçlü,
Müslümanların sayıca çok az olduğu bir dönemde, Müslümanların namazlarını dahi
Müşriklerden gizleyerek kılmaları, İslâm’a karşı çıkanların, din hürriyetine, ibâdet
321 Te’vîlât, c.VI, s.215-216.
67
özgürlüğüne dahi nasıl bir zulüm ve baskı uyguladıklarını kanıtlamaktadır. İbn Hişâm
bu konudaki bir olayı şöyle anlatmaktadır:
“Sahabe (r.a) namaz kılacağı zaman, patikalara, dar ve derin derelere
giderlerdi. Namazlarını kavimlerinden gizliyorlardı. Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın
(v.55/675) (r.a) aralarında bulunduğu bir grup sahabe (r.a), Mekke’deki
patikalardan birisinde namaz kılıyorlardı. Sahabe (r.a) namaz kılarken, bir grup
müşrik belirdi. O bir grup müşrik, sahabe (r.a) namaz kılarken sahabeyi
ayıpladılar ve saldırdılar. Sahabeden Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a) bir deve
kemiğiyle Müşriklerden birisinin başına vurmuştu. İslâm’da ilk dökülen kan
budur.”322
Bu bağlamda Zemahşeri, âyetteki “fitne” kavramına “şirk” anlamı vermiş ve
fitne’yi, “diğer dinlerin (bâtıl dinler), İslâm dîni üzerindeki baskısı” mânâsında
değerlendirmiştir.323 Fahreddin Râzî’ye göre de âyetteki savaş emrinin maksadı, küfrün
izale edilmesidir. Kâfirler, “Müslümanlara eziyet etme, kalplerine şüpheler sokma,
sıkıntı verme, çeşitli meşakkatlere düşürme” yönlerinden fitneler çıkarmaktadırlar.
Müslümanlara emredilen savaş, bütün bu fitneleri ortadan kaldırmak içindir. Çünkü
İslâm’ın tertemiz durması gerekmektedir.324
Hem târihi hâdiselerden hem de Mâturîdî’nin, Zemahşerî’nin ve Fahreddin
Râzî’nin tespit ve görüşlerinden, Müşriklerin Müslümanlar için her zaman bir tehdit
unsuru taşıdığı, dolayısıyla “fitne”nin “şirk” kelimesiyle açıklanması da Müslümanların
özgürce ibâdetlerini yapabilmeleri, din hürriyetinin oluşabilmesi ve şirkin hükümlerinin
üstün gelmemesi açısıyladır. Nitekim Zemahşerî, “fitne”yi “şirk”in hemen arkasından,
diğer dinlerin (bâtıl dinler) İslâm üzerindeki baskısı diyerek açıklarken, Fahreddin Râzî,
savaş emrinin şirkin üstün gelmesini engellemek için olduğunu belirtmiştir.
Müşriklerin fitnelerinin geçtiği âyetlerden biri şöyledir: “ بف اتنين ل يه ع أ نت م ا O’nu/م
saptıramazsınız”325
Mâturîdî, âyeti Sâffât 37/161 “ ت عب د ون ا م و Siz ve taptıklarınız”, Sâffât 37/163/ف انك م
حيم“ الج ال ص ه و ن م Ancak cehennemi boylayacak olan başka” ile birlikte mütâlaa/إل
322 İbn Hişâm, Ebu Muhammed, Abdulmelik (v.183/799), Sîretu’n-Nebî Sallallâhü Aleyhi ve Sellem,
thk. Mecdî Fethî es-Seyyid, Dâru’s-Sahâbe, I. Baskı, Mısır, 1995, md.262, c. I, s.329. 323 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.413. 324 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XV, s.169. 325 Sâffât, 37/162.
68
etmiştir. Âyette dikkat çeken çoğul şekilde “ ,geçmesidir. Bununla ilgili Mâturîdî”ف اتنين
“ “ in”ف اتنين ت عب د ون ا م و Siz ve taptıklarınız’’ âyetinde geçen, Kâfirler ve taptıkları/ف انك م
(cinler, Şeytan, melekler, sanemler) olabileceğini ifâde etmiştir. Mâturîdî, bu te’vîline
bağlı şekilde “fitne”yi, “saptırmak’’ anlamına gelen “ ل kelimesiyle birlikte”إضل
kullanmıştır. Böylelikle “fitne”nin “dalâlet”den daha kapsamlı mânâlar içerdiğini
göstermiştir. Mâturîdî’ye göre; “ ل saptırma”nın cine, meleklere ve sanemlere“ ”إضل
nispet edilmesinin nedeni onlara tapınılmasıdır. Bu hususta, İbrâhîm’in (a.s) duâsına
işâret buyrulan âyet326 kanıttır. Dolayısıyla, Kâfirlerin ve taptıkları şeyler Mü’minleri
saptıramayacak, “fitne”ye düşüremeyecektir. Nitekim bu konuda âyetler327 delildir.
Esasında saptırılma veya kandırılma kişinin seçimiyle vukuu bulmaktadır. Her şeyi
bilen Allâhü Teâlâ, elbette ki bunu da kesinlikle bilmektedir. Buradaki “ ين fitneye“ ,”ف اتن
düşürenler”, “ضل ين “ ,aldatanlar” anlamına gelmektedir. Mâturîdî“ ,”م ال ص ه و ن م إل
حيم Allâhü Teâlâ’nın cehenneme girmesini takdir ettikleri” şeklinde özetlenebilen“ ,”الج
Taberî ve Celâleddin Suyûtî’nin zikrettiği görüşleri328 kendi görüşlerine yakın bulmuş
ancak “Cehenneme gideceklerin levh-i mâhfûz’da yazıldığı” ve “Allâhü Teâlâ’nın
cehenneme gideceklerini kabul ettiği kişiler” şeklindeki görüşleri “bâzıları şöyle
dediler” diyerek sadece ifâde etmiştir.329
Mâturîdî’ye göre Kâfirler, sanemler, cinler, şeytanlar ve meleklere taparlarken,
Abdurrahman Seâlibî Kâfirlerin sanemlere taptıklarını açıklamıştır. Seâlibî; “ e”ف اتنين
“saptıranlar, kandıranlar” anlamları vermiş, önceden kimin cehenneme gideceğinin
hükme bağlandığını ifâde etmiş, Mâturîdî’nin önemle üzerinde durduğu kişinin dalâleti
veya hidâyeti seçme hürriyetine değinmemiştir.330
Zemahşerî; tapınılan şeyler hakkında bilgi vermeyerek âyette yer aldığı şekliyle
zikretmiş, kötü amelleri nedeniyle kimin cehenneme gideceğinin Allâhü Teâlâ’nın
ilminde mevcut olduğunu ifâde etmiş, kötü amellerle cehennemi hak ettiklerinden
bahsetmiş, “ i “ifsâd edenler, saptıranlar” diye açıklamıştır. Âyetteki belâğat”ف اتنين
konusunda ise Zemahşerî şu konulara yer vermiştir: “ل يه “ kelimesindeki ”ع zamiri ”ه و
326 İbrâhim, 14/36. 327 Hicr, 15/42; Nahl 16/99; Nahl, 16/100. 328 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân (Tefsîru’t-Taberî), thk. Abdullah b. Abdilmuhsin
Turkî-Abdussened Hasen Yemâme, Dâru Hicr, I. Baskı, Kâhire, 2002, c.XIX, s.649; es-Suyûtî, ed-
Durru’l-Mensûr, c.XII, s.486. 329 Te’vîlât, c.XII, s.193-194. 330 es-Seâlibî, a.g.e, c.V, s.51.
69
Allâh’a aittir. Bu durumda mânâ, “Allâh’a karşı Mü’minleri fitneye düşüremezsiniz”dir.
“ ت عب د ون ا م ile takdîri mânâ, “Müşriklerin ilâh edindiği şeylerle berâber olup onlardan ”و
vazgeçmeyecekleri”dir. Bu durum, Müşriklerin bâtıl hususlara düşkünlüklerini
göstermektedir.331
Bu âyetteki “ e bağlı “fitne”nin anlamı hususunda, görüşler arasında pek”ف اتنين
ihtilaf bulunmadığı ifâde edilebilir. Ancak cehennemliklerin takdir edilmesi ile ilgili
kaderî konularda farklı rivâyetler ve açıklamalar mevcuttur. Meselâ; Mükâtil b.
Süleymân, Yahyâ b. Sellâm ve Fahreddin Râzî, “cehennemliklerin takdir edilmesi”
hususunda “takdir edilme” tâbirlerini aynen kullanmışlar, “fitne”ye “saptırma” anlamı
vermişlerdir. Ayrıca Fahreddin Râzî, “fitneye düşmenin”, “cehenneme gireceğine
hükmedilmek” olduğunu açıklamıştır.332
Ebu’l-Berekât Nesefî ve Âlûsî, Zemahşerî ile hemen hemen aynı ifâdeleri
kullanarak, “fitne”yi “ifsâd ve saptırma” açısından değerlendirmiş ve cehennemliklerin
Allâh’ın (c.c) ilminde belli olduğunu ifâde etmişlerdir. Nesefî ayrıca, cehennemliklerin
takdir edildiğinden bahsetmiştir.333
Tahlil edilen görüşlerde kazâ ve kader konusu sayılan hususlara önem verildiği
anlaşılmaktadır. Buna mukabil bir görüşte, kaderci bir yaklaşım göstermesi nedeniyle
Fahreddin Râzî eleştirilmiş, cehennemliklerin takdir ve tâyin edilmesiyle ilgili
açıklamaları, insanın seçme ve irade hürriyetine ters görülmüştür.334 Kanaatimizce
Fahreddin Râzî’nin ifâdeleri dar kapsamda ele alınmıştır. Çünkü Fahreddin Râzî bu
bölümde, özellikle Kaza ve Kaderi reddedenlere cevap verme noktasında deliller
getirmiştir. Ancak Mâturîdî dışındaki müfessirlerin, insanın seçme ve irade hürriyetine
pek değinmedikleri dikkat çekmektedir.
III. FİTNE: ALLÂH VE RASÛLÜNE KARŞI YALAN VE İFTİRA
Kâfirlerin fitnelerinin, Allâhü Teâlâ’ya ve Hz. Peygamber’e (s.a.s) olan
iftirâlarının geçtiği bir âyet şöyledir: “ل ين ا ع لت فت ري ين اإل يك ع نالذيأ وح إنك اد وال ي فتن ون ك و
ليل خ ذ وك تخ إذال ه و O putperestler, sana vahyettiklerimizden başka şeyleri yalan/غ ير
331 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.915-916. 332 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.III, s.622-623; Yahyâ b. Sellâm, Tefsîru Yahyâ, s.847;
Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXVI, s.170. 333 Ebu’l-Berekât en-Nesefî, a.g.e., c.III, s.139; el-Âlûsî, a.g.e., c.XXIII, s.152-153. 334 Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.451.
70
yere bize yamayasın diye neredeyse seni ayartıp ondan saptıracaklar, işte o
zaman seni kendilerine dost sayacaklardı.”335
Mâturîdî bu âyetteki “fitne” tâbirini îzah ederken, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
ma’sûmiyeti konusu üzerinde önemle durmuştur. Çünkü âyette geçen “fitne”, Hz.
Peygamber (s.a.s) ile ilgilidir. Hz. Peygamber’in (s.a.s) Müşrikler tarafından
düşürülmeye çalışıldığı “fitne” ve Hz. Peygamber’in (s.a.s) günahsızlığı hakkında şu
değerlendirmeleri yapmıştır:
“ ين اإل يك ع نالذيأ وح إنك اد وال ي فتن ون ك .Bu Kâfirlerin âdetleri olduğu üzere, Hz/و
Peygamber’i (s.a.s) şaşırtarak, vahyedilenlerden döndürmek istemeleridir.
Devamlı bu şekilde davranmışlardır. Hz. Peygamber’den (s.a.s) başka bir
Kur’ân getirmesini veya onu değiştirmesini istemişlerdir. Onlar Hz.
Peygamber’i (s.a.s) saptırmayı ve Allâh’a (c.c) karşı da yalanları, iftiraları talep
ediyorlardı. Allâh (c.c), onların taleplerini ve Rasûlunü koruduğunu Kur’ân’da
âyetlerde bildirdi: “ ع ذ ابا م ل ه ا ع د و ة خر ال و الدني ا في الله م ل ع ن ه س ول ه ر و الله ي ؤذ ون ين الذ ان
هينا Allâh’ı ve resulünü incitenleri Allâh, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve/م
onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.”336 “ ق ض ىالله اذ ا ؤمن ة م ل و ؤمن لم ك ان ا م و
بينا م ل ل ض ل ض ف ق د س ول ه ر و الله ي عص ن م و ا مرهم من ة الخي ر م ل ه ي ك ون ا ن ا مرا س ول ه ر Bir/و
Mü’min erkek veya bir Mü’min kadının, Allâh ve rasûlü bir emir ve hüküm
verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları yoktur. Allâh’ın ve
rasûlünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.”337 Şâyet
Hz. Peygamber (s.a.s) ma’sûm olmasaydı, ona eziyet etmek câiz olur ve eziyet
eden de lânete uğramazdı. Eğer o ma’sûm olmasaydı, onun hükmünden başka
bir seçim yapılabilirdi. Yine “ س ول ه ر و ا طيع واالله Allâh ve Rasûlüne itaat edin!”338/و
âyeti onun ma’sûmiyetini gösterir. Pek çok misal sayılabilir. Biz onun ismet
sıfatı olmadığına veya korunmadığına, ma’sûm olmadığına dair olan hiçbir
rivâyet, te’vîl ve haberi kabul etmiyoruz. Bu tür haberler yalandır.”339
Mâturîdî’nin bu açıklamalarından; Müşriklerin fitneleri karşısında Hz.
Peygamber’in (s.a.s) en ufak bir şekilde bile onların çizgilerine yaklaşmadığı, bunu
335 İsrâ, 17/73. 336 Ahzâb, 33/57. 337 Ahzâb, 33/36. 338 Enfâl, 8/1. 339 Te’vîlât, c.VIII, s.331-332.
71
söylemenin bile hayal olduğu, Müşriklerin Allâh’a (c.c) karşı da iftiralarda bulundukları
dolayısıyla “fitne”nin, “Allâh’a (c.c) yalan uydurmak ve iftira etmekle” de ilişkili
konular içerdiği anlaşılmaktadır.
Mâturîdî inkâr edenlerin fitneye düşürmek (kandırmak, saptırmak) istedikleri Hz.
Peygamber’in (s.a.s) ma’sûmiyetini, âyetlerden deliller ve aklî muhakeme ile ispat
ettikten sonra, bazı tefsîrlerde yer alan340 haberleri reddetmiştir. Rivâyet edilen bu
haberlerle ilgili şu açıklamalarda bulunmuştur:
“Bâzı te’vîl ehli, Hz. Peygamber’in (s.a.s) ( ى الع زه و ت الل ا يت م Gördünüz/ا ف ر
değil mi (âciz durumdaki) Lât’ı, Uzzâ’yı) (ال خرى الثالث ة نوة م ve üçüncüsü olan/و
diğerini, Menât’ı?) âyetlerini341 okurken, Şeytanın ona, (lât, uzza ve menat,
yücedir ve şefaatleri umulur) sözünü ilka ettiğini söylemişlerdir. Bâzıları da
Müşriklerin Hz. Peygamber’e (s.a.s), (Biz senin taşı (Haceru’l-Esved)’i
selâmlamanı istemiyoruz. Onu selâmlarsan bizim ilâhlarımızı da selâmla)
diyerek istek de bulunduklarını söylemiştir. Hepsi fasit ve hayaldir. Hz.
Peygamber (s.a.s), Peygamberlik verilmezden evvel daha küçücükken bile
sanemlere (putlar) itibar etmeyip etraflarında dolaşmamışken, Peygamberlik
verildikten vahiy geldikten sonra, Müşrikler Hz. Peygamber’den (s.a.s)
sanemleri için nasıl olur da selâmlama isterler? Zikrettiğimiz gibi Müşrikler
devamlı Hz. Peygamber’i (s.a.s) fitneye düşürmek istemişlerdir ancak Allâhü
Teâlâ onu korumuştur.”342
Mâturîdî’nin uygun bulmadığı ve eleştiride bulunduğu bu haberler yine bir
görüşte de asılsız bulunmuş, Hz. Peygamber’in (s.a.s) ma’sûmiyetine ters
görülmüştür.343 Görüşlerin bazılarında, âyette geçen “fitne” kavramına çeşitli anlamlar
verilmiş, ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Bâzılarında ise luğat anlamı verilmeden
âyetteki şekilde zikredilmiştir. Meselâ Nahhâs, Zemahşerî, Ebu Hayyân Endelûsî ve
Vehbe Zuhaylî, âyetteki “ ın Lâm-ı Fârıka’’ل“ ,geldiğini ”إن“ nin hafifletmeden dolayı”إن
olup te’kit görevi gördüğünü ifâde etmişler, “Fitne” için; Nahhâs herhangi bir anlam
340 et-Tâberî, Câmiu’l-Beyân, c.XV, s.13-15; c.XVII, s.609; el-Beğavî, Ebu Muhammed Huseyn b.
Mesûd (v.516/1122), Meâlîmu’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Beğavî), thk. Abdullah Muhammed Nemr-Osman
Cuma Damîriyye-Suleyman Muslim Hars, Dâru Tayyibe, Riyad, 1994, c.V, s.111; el-Kurtubî, a.g.e,
c.XIII, s.133-134; c.XIV, s.425. 341 Necm, 53/19-20. 342 Te’vîlât, c.VIII, s.332-333. 343 Hayreddin Karaman vd., Kur’ân Yolu, s.288.
72
belirtmezken, Zemahşerî, Endelûsî ve Vehbe Zuhaylî, “kandırmak” mânâsını
açıklamışlardır. Vehbe Zuhayli ayrıca, Hz. Peygamber’i (s.a.s) saptırmak istemelerinin
arka planındaki “fitne”nin, “şirk ve inkâr” anlamını içerdiğini açıklamıştır.344
Bu bağlamda Râğıb Isfahânî’ye göre; buradaki “fitne”, “vahiyden döndürmek”
anlamındadır. Hz. Peygamber (s.a.s), Müşrikler tarafından vahiyde şaşırtılmak suretiyle
çok büyük zorluk, meşakkat, musîbet ve ağır bir durumda bırakılmak istenmiştir.345
Beğavî’ye göreyse “fitne”, “uzaklaştırma” anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s),
vahiy konusunda saptırılmaya çalışılmıştır.346 Kurtubî’ye göre; “ayırmak”tır.
Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s), Allâh’ın hükmünden uzaklaştırılmaya
çalışılmıştır.347
Mâturîdî’nin açıklamalarında dikkat çeken bir husus, Müşriklerin eylemleri
hakkında oldukça sert cümleler kullanarak Hz. Peygamber’in (s.a.s) nübüvvetini ve
ma’sûmiyetini ispat etmede oldukça hassas davranmasıdır. Bu konulara öncelik
verdiğinden olsa gerek âyetin, Hz. Peygamber’in (s.a.s) dikkatli davranması
hususundaki mesajına pek değinmemiştir. Bu mânâda İbn Âşûr, âyetin Hz. Peygamber’i
(s.a.s) Müşriklere karşı tutumunda dikkat etmeye çağırdığını açıklamıştır.348
Âyetin; Hz. Peygamber’e (s.a.s) Müşriklerin fitneleri karşısında dikkatli hareket
etmesi yönünde mânâ içermesi, onun ma’sûmiyetine zarar veren bir durum değil, bilakis
tebliğ vazîfesinde teşviktir denilebilir.
Müşriklerin, Hz. Peygamber’e (s.a.s) olan iftiralarına işâret buyrulan bir
âyetlerden biri şöyledir: “ فت ون Aranızdan hanginizin aklı bozuk olduğunu…”349/بأ ييك م الم
Mâturîdî; âyeti sibâkında bir önceki âyet “ ون ي بصر و ت بصر ile beraber te’vîl ”ف س
etmiştir. Önce Ca’fer b. Harb (v.236/850) ve Hasen-i Basrî’nin görüşlerine yer
vermiştir. Ca’fer b. Harb’in, bu konuda âyette geçen “ فت ون kelimesine “sapkınlığına ”الم
şaşılan, cehaletiyle hatasına düşkün” anlamları verdiğini nakletmiştir. Hasen’in ise aynı
kelimeyi, “Şeytanla berâber olan” mânâsında belirttiğini ifâde etmiştir. Mâturîdî, Ca’fer
b Harb ve Hasen’in bu görüşlerini dikkate alarak, âyetle ilgili şu konuları açıklamıştır:
344 en-Nahhâs, a.g.e., c.IV, s.178; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.604; Ebû Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.VI,
s. 61; Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.XV, s.143,146. 345 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s.481. 346 el-Beğavî, a.g.e., c.V, s.111 347 el-Kurtubî, a.g.e., c.XIII, s.134. 348 İbn Âşûr, Muhammed et-Tâhir (v.1393/1973), Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tûnisiyye, Tunus,
1984, c.XV, s.172. 349 Kalem, 68/6.
73
“ فت ون kelimesini bazıları, “fitneye düşürülen, azâb edilen” diye açıklayarak, Zâriyât ”الم
51/13’ü delil göstermişlerdir. Bu durumda sanki âyette, “hanginiz azâb edilecek ve
hanginiz sapkın bileceksiniz” şeklinde bir muhtevâ mevcuttur. Hasen’in görüşüne ve
“fitneye düşürülme” mânâsına hamledilirse “fitne”, “aldanmak ve gurur” demektir.
Çünkü inkâr edenler, Hz. Peygamber’i (s.a.s) aldanmak ve aldatmakla suçlamışlardır.
Suçlama ile ilgili Ahzâb 33/12350 örnektir. Bu âyetin bir önceki âyetle berâber olan
“ فت ون الم با ي ك م , ون ي بصر و buyrukları, Hz. Peygamber’le (s.a.s) tartışan Kâfirlere”ف س ت بصر
cevap mâhiyeti taşır ancak tefsîr edilemez. Çünkü âyetlerin nuzûlü esnasında, Kâfirlerin
hangi konuda Hz. Peygamber’le (s.a.s) tartıştıkları bilinmemektedir. Kâfirler; değişik
zamanlarda Hz. Peygamber’i (s.a.s) sihirbazlıkla, mecnunlukla, sapıtmakla, fitneye
uğramakla ve daha başka şeylerle itham etmiş ve iftira atmışlardır. Bu âyetteki
“ فت ون un hemen arkasından siyâkı âyette351 dalâlet ve hidâyetin geçmesi nedeniyle, bu”الم
tartışma dalâlet ve hidâyet konusu olabilir. Çünkü Müşrikler, kendilerini Allâh’a (c.c)
daha yakın görmüşlerdir.352
Görüşleri aktarılmaya gayret edildiği üzere Mâturîdî, âyetin içeriği hususunda
bir tercihte bulunmamıştır. Bu âyette de âyetin siyakına en başta bağlı kalarak nakli ve
aklı birleştirmiş, tartışmanın konusu bilinmeden verilen cevabın bilinemeyeceği
sonucuna ulaşmıştır.
Mâturîdî’nin te’vîlinde dikkat çeken hususlardan biri, âyetin muhtevâsını Hz.
Peygamber’e (s.a.s) Kâfirlerin attıkları iftiralar yönüyle değerlendirmesidir. Zeccâc
âyeti nahiv ve anlam yönünden açıklamış, “ فت ون için “mecnûn” demiştir. Ferrâ ise ”الم
âyetteki “ب’’ nin “في” anlamında geçtiğini dolayısıyla “المفتون” kelimesinin isim olup
masdar olmadığını zikretmiş ancak âyeti, “İki grubun hangisinde akılsız var?
Göreceksiniz!” şeklinde açıklayarak Zeccâc’la aynı mânâda belirtmiştir.353
Bu bağlamda Zemahşerî’ye göre âyetteki “ فت ون kelimesi, “mecnûn (aklı ”الم
olmayan veyâ cin musallat olmuş)” anlamındadır. Âyette, “iki gruptan hangisi akılsız
Mü’minler mi Kâfirleri mi göreceksiniz.” şeklinde bir mesaj bulunmaktadır. “غ دا ون ي عل م س
ورا“ 350 غ ر ه ال س ول ـ ر ع د ن االله و او م ض ر فيق ل وبهمم ال ذين و ن افق ون الم اذي ق ول Yine o zaman münafıklar ve kalplerinde/و
bozukluk bulunanlar, “Allâh ve resulünün vaadleri bizleri aldatmaktan ibaretmiş!” demişlerdi.” 351 “ هت دين بالم ا عل م ه و و يله ب ع نس ل نض بم ا عل م ه و بك ر ;Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir/ان
hidâyete erenleri de en iyi bilen O’dur.” (Kalem, 68/7). 352 Te’vîlât, c.XVI, s.11-12. 353 ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, c.V, s.205; el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, c.III, s.173.
74
ال شر الـك ذاب ن Yarın onlar asıl yalancı, küstah kimmiş görecekler!”354 âyetinde/م
buyrulduğu üzere, Kâfirler bu ismi hak etmektedirler. Âyetteki “ب” harf-i cerri mezîd
(zâid)’dir. “ فت ون .kelimesi masdar da olabilir ve burada, tariz (dokundurma) vardır ”الم
Dolayısıyla Ebu Cehil ve Velid b. Muğîre misali Kâfirlere iğneleme bulunmaktadır.355
Kurtubî; Zemahşerî gibi âyeti nahiv açısından incelemiş, Zemahşerî’nin bu
konuda zikrettiği hususların dışında âyette muzâf olan “فتنة” kelimesinin hazfedildiğini
nakletmiş, öncelikle “ فت ون a “mecnûn/aklı olmayan” mânâsı vermiş, “muazzeb/azâb”الم
edilen”, “Şeytan” anlamlarını da rivâyet etmiştir. Ayrıca Kalem sûresinin beşinci
âyetinde geçen “meftûn olanların görüleceği zamanı” Kıyâmet Günü olarak
açıklamıştır.356
Zikredilen bu açıklamalara göre; “meftûn”, “mecnûn”dur. Fakat bu âyetle ilgili
incelenen Mâturîdî’nin açıklamalarına göre Hz. Peygamber’e (s.a.s) Kâfirlerin pek çok
iftira attıkları dikkate alınırsa, “meftûn”u sâdece bir mânâda açıklamanın, kavramın
anlam daralmasına yol açacağı da anlaşılmaktadır. Nitekim bu bağlamda
değerlendirilirse İbnu’l-Cevzî ve Mâverdî; buradaki “meftûn”un, “Sapıtmak, Şeytan,
Mecnûn, azâb edilen” anlamlarına geldiğini rivâyet etmişlerdir. Ayrıca İbnu’l-Cevzî,
Kâfirlerin tehdit edildikleri azâbı Bedir Muhârebesi, Mâverdî, Kıyâmet Günü olarak
belirtmiştir.357
İncelenen görüşlere göre denilebilir ki âyet; bütün insanlığı kapsayan yönüyle,
Hz. Peygamber (s.a.s) ve Ashâb-ı Kirâm’a (r.a) asr-ı saâdetten sonra da iftira atan, onlar
adına yalan söyleyenlerin, bu tür cezalara maruz kalacağını göstermektedir. Ayrıca
âyetin Kâfirler için tehdit, Hz. Peygamber (s.a.s) ve Mü’minler için müjde içerdiği
anlaşılmaktadır. Yine âyetle ilgili açıklamalardan, İslâm’a hoşgörüsüzlük içerisinde
bulunanların başka din mensuplarına da aynı davrandıkları ifâde edilebilir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in nuzûlünden asırlar sonra, Müslümanların ve
Yahûdilerin İspanya’dan sürgün edilmeleri, İslâm’a düşmanlık edenlerin tavırlarını ve
bakış açılarını göstermesi açısından önemlidir.358
354 Kamer, 54/26. 355 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.1129. 356 el-Kurtubî, a.g.e., c.XXI, s.144-146. 357 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.1460; el-Mâverdî, a.g.e., c.VI, s.62. 358 “Katolik İspanya Devleti yüz binlerce Müslüman’ı yüz bin kadar Yahudi’yi ülkeden sürüp atmış,
onlara Osmanlı sahip çıkmıştır.”, Halil İnalcık (v.1438/2016), Halil İnalcık’ın Merceğinden
Osmanlı, edit. Barış Tut-Zeynep Tuğçe Özcan, Profil Kitap, I. Baskı, İstanbul, 2017, s.35.
75
IV. FİTNE: ŞEYTANIN VESVESESİ
ا“ اس وآتهم الي ري ه م الب اس ه م نه م نةي نزع ع الج يك ممن أ ب و ج اأ خر ك م ي فتن نك م الشيط ان ي اب نيآد م ل
ي ؤمن ون ل للذين أ ولي اء الشي اطين ع لن ا ج إنا م ون ه ت ر ل يث ح من ق بيل ه و ه و اك م ي ر Ey/إنه
Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için
elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve
yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz
şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.”359
Mâturîdî’nin, âyetin hitâbı hakkındaki açıklamaları şöyledir:
a) “نة الج من يك م ا ب و ج ا خر ا ك م الشيط ان ي فتن نك م ل اد م ب ني Ey Âdemoğulları Şeytan sizi/ي ا
aldatmasın! Anne Babanızı cennetten çıkardığı gibi’’ hitâbı, Mekke ehli içindir. Hz.
Peygamber’i (s.a.s) yalanlarlarsa, emniyetli ve rahat beldelerinden çıkarılacaklarına
işâret etmektedir. Çünkü “يك م ا ب و ج اا خر ifâdesinde buyrulduğu gibi, rahat ve emniyetli ”ك م
yerden ebeveyn çıkarılmıştı.
b) Şeytanın fitnesi, Şeytanın çağırdığı şeyler olup sakınılması gerekir çünkü
Şeytan insanı sevaptan mahrum ederek âhiretteki saygınlığına engel olur. Nitekim
çağırdığı hususa uyulduğu için daha önce değerli bir menzilden çıkılmıştı.
c) Şeytanın fitnesi, dalâlete sürüklemesi, kandırması, hevâ hevese şehvete
meylettirmesi ve temenniler’dir. Şeytanın bu durumlarından sakınmak gerekir. Hz.
Âdem (a.s) ve Havvâ nefislerindeki eman ve heves nedeniyle cennetten
çıkarılmışlardı.360
Mâturîdî, bu üç şekildeki görüş hakkında herhangi bir yorum ve eleştiride
bulunmamış, dolayısıyla Şeytanın fitnesinin bu mânâların her birine gelebileceğine
ihtimal vermiştir. Ancak âyetin devamını izah ederken, Şeytanı görmediğimiz halde
ondan nasıl korunulması gerektiği üzerinde genişçe durmuş, Şeytanın vesveselerinden
ve dürtülerinden bahsetmiştir. Buna göre; “ا لب اس ه م ا ع نه م “ ,ifadesinde geçen ’’ي نزع ”ي نزع
kelimesi “elbise çıkarmak” anlamına gelmektedir. Buradaki elbise avret (ayıp) yerlerin
açığa çıkmasını engelleyen bir elbisedir. Âyette elbise çıkartmak ile kastedilen, avret
yerlerinin açığa çıkmasıdır. Dolayısıyla setr-i avretin farz olduğu ortaya çıkmaktadır.
İşte bu noktada âyette, Şeytanın Hz. Âdem (a.s) ile Havvâ vâlidemizin cennetten
çıkarılmasına sebep olması gibi, avret yerlerinizi açmak sûretiyle sizin de cennete
359 A’râf, 7/27. 360 Te’vîlât, c.V, s.320.
76
girmenize engel olmasın! buyrulmuştur. Âyette yer alan “ يل ه kelimesi, “Şeytanın ”ق ب
ordusu ve yardımcıları” mânâsını içermektedir. “م ون ه ت ر ل يث ح من ق بيل ه و ه و ي ريك م ”انه
ifâdesinde, bizim görmediğimiz ama bizi gören İblis ve avânelerinden sakınmamız
gerektiği buyrulmuştur. “Fitne” kelimesi ise “Şeytanın vesveseleri” mânâsını
içermektedir. O bizim canlarımıza, yiyeceklerimize, içeceklerimize ve elbiselerimize
yetkili kılınmadı. Eğer bu konularda yetkili kılınsaydı bizi helâk eder ve gıdalarımızı da
bozardı. Şeytan sadece vesvesede yetkili kılınmıştır. Bundan dolayı da bizim
gönüllerimize vesvese verir. Vesveseden nasıl korunacağımız “ الشيط انن زغ من غ نك اي نز ام و
Eğer şeytandan bir fitleme seni dürtüklerse hemen Allâh’a sığın!” (A’râf/ف است عذ بالله
7/200) (Fussilet 42/36), “ اتالشي ا ز منه م ا ع وذ بك ب ق لر ين طو /ve de ki: “Rabbim! Şeytanların
gizli kışkırtmalarından sana sığınırım.” (Mü’minûn 23/97), “ ال من ذان ائف مط سه اتق وااذ ام ين
ون بصر م ه م ف اذ ا وا ت ذ كر Takvâ sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir/ا لشيط ان
doğduğunda O’nu düşünüp hemen gerçeği görürler.” (A’râf 7/201) âyetlerinde
bildirilmiştir.”361
Mâturîdî, âyetin son kısmıyla ilgili de Mu’tezile’nin öne sürdüğü fikirlere cevap
vermiştir. Bu bakımdan “ ي ؤمن ون ل للذين ا ولي اء الشي اطين ع لن ا ج ع لن ا“ ifâdesinde geçen ”انا ”ج
fiilinden dolayı Mu’tezile’nin, “Allâhü Teâlâ’nın Kâfirlerle Şeytanları baş başa
bırakması ve dilediklerini yapması” veya ‘Şeytanları Kâfirlere dost bulduk” şeklindeki
tefsîrin Allâhü Teâlâ’ya izafe edilmesinin mümkün olmadığını, çünkü bu fikirlerin
Allâhü Teâlâ’nın yaratıcılığına ters düştüğünü belirtmiştir. Her fiil gibi velâyet (dostluk)
fiilini de Allâh’ın (c.c) yarattığını, kulların ise seçimde bulunduklarına önemle temas
ederek “ شرك ون م به ه م الذين و لون ه ي ت و الذين ل ى ع س لط ان ه ا Şeytanın hâkimiyeti ancak onu/انم
kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.”362
âyetini delil göstermiştir.363
Mâturîdî’nin açıklamalarına ve sunduğu delillere göre Şeytanın vesvesesinden
korunma yolu Allâhü Teâlâ’ya sığınmaktır. Mâturîdî; âyetin hitâbının Mekkelilere olan
yönüne temas etmiş, âyetin evrenselliği konusuna pek değinmemiştir. Ancak
açıklamaları herkesi kapsayan üsluptadır.
361 Te’vîlât, c.V, s.321. 362 Nahl 16/100. 363 Te’vîlât, c.V, s.322.
77
Mâturîdî’nin te’vîli de dikkate alındığında; Kur’ân-ı Kerîm’in başlıca eğitim
metodunun insanları aydınlatmak ve uyarmak olduğu, dolayısıyla âyetin, bütün insanları
yanılgılardan koruma ve Şeytanın vesveselerine “fitnesi” karşı onları uyarma maksadı
taşıdığı ifâde edilebilir.
Mâturîdî’den farklı yaklaşım gösterenler buradaki “fitne”yi, “Şeytanın
aldatması, imtihan ve sıkıntı, Şeytanın dalâlete sokması” mânâlarında belirtmişlerdir.
Bu bağlamda Zemahşerî, Beydâvî ve Ebu’s-Suûd’a göre; “meşakkat, sıkıntı ve belâ ile
imtihan”, Seâlibî ve Ebû Hayyân Endelûsî’ye göre; “Şeytanın aldatması, câzib
göstermesi ve nefse gâlip gelmesi’’, İbnu’l-Cevzî’ye göre, “Şeytanın kandırması ve
yoldan çıkarması’’ anlamlarına gelmektedir.364
Mâturîdî’nin açıklamaları ile incelenen görüşler birlikte mütâlaa edildiğinde,
Şeytanın fitnesini (Şeytanın hileleri ve tuzakları) olarak vasıflandırmak mümkündür.
V. FİTNE: ÂHİRET AZÂBI
العق اب“ ديد ش الل أ ن وا اعل م و ة اص خ منك م وا ل م ظ الذين ت صيب ن ل فتن ة اتق وا Sadece/و
içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki
Allâh’ın cezası şiddetlidir.”365
Mâturîdî âyetle ilgili şu konuları açıklamıştır: Zâlimlere âhirette isâbet edecek
“fitne”, “azâb”dır. Âhiretteki fitneden (azâb) sakınmak “أ عدت التي النار اتق وا و
Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının)366 âyetindeki gibidir. Çünkü o âyette de/للك افرين
Kâfirler için hazırlanmış cehennemden sakınılması buyrulmuştur. Fitne’den korunma
konusunda değişik vecihler vardır: İlki, zâlimlerin fitnesine karşı tedbir gerekmektedir.
Bu tedbir öncelikle Mü’minlerin duâda bulunarak, fitne’den Allâh’a (c.c) istiâze
etmeleridir. Eğer zâlimlerin fitne’si başarılı olursa, zâlimler ve inkâr edenler kendilerini
hak yolda Mü’minleri bâtıl yolda zannedeceklerdir. İkinci görüş; zâlimlere ve inkâr
edenlere uymamak ve onları dinlememektir. Allâh (c.c), bollukla ve darlıkla kullarını
imtihan eder. Zâlimlerin zulmüne iştirak edenler azâba uğradığı gibi, iştirak
etmeyenlerden güçleri yettiği halde zulme engel olmayanlar da zulme ve azâba mâruz
kalır. Zulmün ve fitnenin ortaya çıkma sebebi, iyiliği emredip kötülüğü nehy görevinin
364 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.360; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.490; el-Beydâvî, a.g.e., c.III, s.10; Ebu
Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.IV, s.284; es-Seâlibî, a.g.e., c.III, s.19: Ebu’s-Suûd, a.g.e., c.III, s.222;
eş-Şevkânî, a.g.e., s.470. 365 Enfâl, 8/25. 366 Âl-i İmrân, 3/131.
78
terk edilmesidir. Zulmün ve fitnenin engellenmesi konusundaki görev, “ اللهالناس ل ول د فع و
ل ىالع ال مين ع ذ وف ضل الله ل كن و لف س د تالأ رض بب عض م ه Eğer Allâh’ın; insanların bir kısmıyla/ب عض
diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allâh, bütün âlemlere karşı
lütuf sahibidir.”367 âyetinde geçtiği üzere adâlet ehline yüklenmiştir. Buradaki fitne iki
türlüdür: Birincisi; “fitnetu’l-cezâ”, yapılan amelleri kapsayan yapanın sorumlu
tutulacağı fitnedir. İkincisi; “fitnetu’l-mihne”, herkesin sorumlu bulunduğu fitnedir.368
Mâturîdî’nin bu açıklamalarına göre; insanların çıkarttığı fitne’nin (zulüm, fesâd,
küfr) üstün gelmemesi için Mü’minlerin zâlimlere ve Kâfirlere uymaması, görevlerini
Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına göre tezyin etmeleri, şâyet Mü’minler için zulüm
ve eziyet (fitne) ortaya çıkmışsa bunun el birliği ile ortadan kaldırılması gerektiği, her
Müslüman’ın zorlukta ve bollukta Allâhü Teâlâ’ya karşı kulluk bilinciyle hareket
etmesi gerektiği ifâde edilebilir.
Mâturîdî’nin te’vîline göre; zâlimlerin zulümleri, yaptıkları zulmün sonucunda
âhirette görecekleri azâb fitnedir. Âyetteki “fitne” kelimesini Mâturîdî dışındaki âlimler
de zulümle ilgisi bağlamında açıklayarak, “musibet, günah ve eziyet” yönlerine temas
etmişlerdir. Şöyle ki; Sa’lebî, “fitne”yi “belâ ve dalâlet” anlamında belirtmiştir.369
Zemahşerî, zulümle ilgisi yönüyle “fitne”nin “günah, azâb, ayrılık” anlamlarına
geldiğini ifâde etmiş “ ت صيب ن kelimesinin cevabı, emirden sonra ”فتن ة“ ,kelimesinin ”ل
yasak veya sıfatı olabileceği üzerinde durmuştur. Cevap olduğu zaman anlamın,
“fitne”nin sadece zâlimlere isâbet etmeyip bütün herkesi kapsadığını çünkü daha önce
İsrâiloğulları’nın âlimlerinin kötülükten menetme görevini yapmadıklarını ve bu
yüzden, bütün hepsinin azâba uğradığını açıklamıştır. Emirden sonra nehiy olduğu
zaman, günahtan veya cezadan sakınmak mânâsına geldiğini ifâde etmiştir.370
Fahreddin Râzî, “fitne”yi zulümle birlikte ele alarak zulümle ilgili açıklamalar
yapmıştır. Fahreddin Râzî, fitnelerden sakınmak gerektiğini, çünkü fitnelerin herkese
zarar verebileceğini îzah etmiş, ayrıca fitne hususunda Cemel Hâdisesine dikkat
çekmiştir.371
367 Bakara, 2/251. 368 Te’vîlât, c.VI, s.195-197. 369 Sa’lebî, a.g.e., c.III, s.131. 370 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.409-410. 371 Fahreddîn er-Râzî, a.g.e., c.XV, s.154.
79
Beydâvî, “fitne”yi “günah” mânâsıyla te’vîl etmiş “fitne”nin, kötülüklerin
yerleşmesi, iyiliğin emredilmesinde gösterişe gidilmesi, ayrılıkların ortaya çıkması ve
cihadda gevşeklik gösterilmesinden ötürü ortaya çıktığını belirtmiştir.372
Ebu’l-Berekât Nesefî, “fitne”nin burada “azâb”ı içerdiğini, “وامنك م ل م ظ الذين ت صيب ن ل
ة آص فتن ة“ ,buyruğunun ”خ اتق وا emrinin cevabı olduğunu belirtmiş, Mâturîdî’nin ”و
görüşüne benzer bir açıklama yaparak, azâbın sâdece zâlimlere isâbet etmekle kalmayıp
umumu kapsayacağını ifâde etmiştir.373
Şu hadîsi şerîf de zulme karşı gelmek gerektiğine bir örnektir:
منه “ بعق اب الله م ه ي ع م أن أ وش ك ي د يه علي ذ و يأخ فلم الم الظ أو ر إذ ا الن اس İnsanlar/إن
zâlimi gördüğü zaman engel olmazlarsa, pek yakında Alllah’ın cezâsı
hepsinedir.”374
Fahreddin Râzî’nin ifâde ettiği Cemel Vak’âsı, Münâfıkların fitne, nifak ve fesat
hareketiyle, Mü’minlerin arasına giren tefrîka sonucu ortaya çıkan bir hâdise olduğu
bilinen bir gerçektir.375 Kanaatimizce de âyetteki “fitne” kavramı zulümle alâkalı
konular teşkil etmektedir.
“ ت ست عجل ون به الذيك نت م ذ ا ه فتن ت ك م ي فت ن ون ذ وق وا ل ىالنار ع ه م O gün onlar ateşle/ي وم
sınanacaklar! Tadın bakalım cezanızı! Çabucak gelmesini isteyip durduğunuz
işte bu!”376
Mâturîdî, bu âyetleri Zâriyât 51/12 “ين الد ي وم أ يان Hani son yargılama günü/ي سأ ل ون
ne zaman?" diye sorarlar.” ile birlikte te’vîl etmiştir: On ikinci âyette bahsi geçen soru
soranlar Müşriklerdir. Müşrikler, kıyâmet gününün zamanı hakkında Hz. Peygamber’e
(s.a.s) alay ederek sorular sormuşlardır. Müşriklerin amacı öğüt ve bilgi almak değil,
bilakis alay etmektir. Âyetteki “ ي فت ن ون النار ل ى ع ه م ifâdesi Müşriklere tehdit unsuru ”ي وم
taşımaktadır. “ ل ىالناري فت ن ون ه مع ifâdesindeki fitne günü Kıyâmet Günü’dür. Buradaki ”ي وم
372 el-Beydâvî, a.g.e., c.III, s.55. 373 en-Nesefî, Ebu’l-Berekât, a.g.e., c.I, s.639. 374 et-Tirmizî, el-Câmi, Ebvâbu’l-Fiten 8, H.No: 2168 c.IV, s.41. 375 “Cemel Vak’âsı, on üç bin veyâ yirmi bin kişinin vefat ettiği, elim, çok üzücü bir olaydır. Bu hâdisede,
Zübeyr b. Avvâm (36/656) (r.a), Talhâ b. Ubeydullâh (36/656) (r.a) gibi güzîde sahabe ve pek çok
kahraman insan şehit olmuştur. Aynı zamanda, Hz. Ali (v.40//661) (r.a) ve Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz de
bu olaydan târifi imkânsız bir şekilde son derece müteessir olmuşlardır. Çünkü işin bu noktalara
gelebileceğini tahmin etmemişlerdi. Zübeyr b. Avvâm (r.a), Talha b. Ubeydullâh (r.a) ve Hz. Âişe (r.a)
vâlidemiz ile Hz. Ali (r.a) arasında kesinlikle bir husûmet olmadı. Sâdece Hz. Osman (35/656) (r.a)’in
şehit edilmesinden dolayı, suçluların cezâlandırılması konusunda, bir ictihad farklılığı mevcuttu.”,
Murat Sarıcık, İlim Şehrinin Kapısı Hz. Ali (r.a), Nesil Yay, İstanbul, 2013, s.317-332. 376 Zâriyat, 51/13-14.
80
fitnenin anlamı hakkında iki görüş bulunur: 1) Zorluk ve azâb ile denenme. 2) Bâzı
te’vîl ehlinin dediği gibi ateşle yakılmadır.”377 Zâriyât 51/14’deki “fitne” kelimesi de
“azâb” anlamındadır.378
Mâturîdî’nin, âyetteki “fitne” kavramının “azâb” mânâsını tercih ettiği, fakat
diğer taraftan da “yanmak” anlamını verenlere herhangi bir tenkitte bulunmadığı
görülmektedir. Bu bağlamda “fitne”ye, Mukâtil b. Suleymân ve İbn Kuteybe de “azâb”
demişlerdir.379
Mâturîdî’nin, bâzı te’vîl ehlinin görüşü diye zikrettiği yanmayı, Taberî geniş bir
şekilde inceleyerek; “ ifadesinin, “ateşle yakılmak, azâb olmak, pişirilmek ve ”ي فت ن ون
kızartılmak” içeriğinde rivâyet etmiş ve bu hususta altının ateşle yakılmasından
örnekler vermiştir. Bu mânâlardan, “azâb edilmek ve yanma”nın daha doğru olacağını
belirtmiştir.380 Râğıb Isfahânî, burada “fitne”nin “azâb” ihtivâ ettiğini ifâde ederek, bu
hususta “azâb” kelimesi geçen Nisâ 4/56’yı381 örnek vermiştir.382
Fahreddin Râzî; “fitne”nin “yakılmak”tan ziyâde, tıpkı altını deneyen kişinin
ateşe karşı altını tuttuğu gibi “Kâfirlerin ateşe karşı tutularak azâb edilmeleri” anlamına
geldiğini çünkü âyette “ع ل ى’’ harf-i cerri bulunduğunu, eğer yakılacaklar kastedilmiş
olsaydı “النار’’ kelimesinin “ب’’ veya “فى’’ harf-i cerri ile gelmesi gerektiğini
açıklamıştır.383
İncelenmeye çalışıldığı gibi çoğunlukla buradaki “fitne” kavramı “azâb”
anlamında belirtilmiştir. Taberî’nin ifâde ettiği gibi, ‘‘yanmak’’ da olabilir.
Kanaatimizce yanmak ile azap birbiriyle ilgilidir. Çünkü yakmadaki maksat azaptır.
Genel olarak ifâde etmek gerekirse Mâturîdî’nin; anlam çeşitliliği bağlamında
incelenen âyetlerde, “fitne” kavramını farklı anlamlarda ifâde ettiği görülmüştür.
Âyetlerle alâkalı, kendi te’vîline yakın ve uzak bulduğu görüşleri zikretmiş, görüşüyle
çelişen hususlar hakkında bazen eleştirilerde bulunmuştur. Sebeb-i nuzûllerde detaya
girmeyen Mâturîdî; Mâide 5/41 ve Mâide 5/49’daki “fitne”nin içeriğini, ayrıntılı sebeb-i
377 Te’vîlât, c.XIV, s.133-135. 378 Te’vîlât, c.XIV, s.135. 379 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.IV, s.128; İbn Kuteybe, a.g.e., s.421. 380 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.XXI, s.499-500. 381 “ كيما ك ان ع زيزا ح الله ان الع ذ اب لي ذ وق وا ا ه غ ير ل ودا ج ب دلن اه م ل ود ه م تج ن ضج ا ك لم
ن ارا س وف ن صليهم باي اتن ا وا ك ف ر ان الذين /Şüphe yok ki, âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı
duymaz hale geldikçe, derilerini başka yenisiyle değiştiririz ki acıyı duysunlar. Allah daima üstündür
ve hikmet sahibidir.” 382 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., c.II, s.481. 383 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXVIII, s.199.
81
nüzullerle açıklamıştır.384 Görüşlerde, “fitne” için Mâturîdî’nin te’vîline göre daha dar,
geniş veya farklılık arz eden anlamlar belirtildiği tespit edilmiştir. Görüşlerde konuyla
ilgili açıklamaların ispatı için, âyetlere, ayrıntılı değişik sebeb-i nuzûllere, hadîslere,
şiirlere, kıraat farklılıklarına, kelime analizlerine başvurulduğu dikkat çekmektedir. Bu
durum, Kur’ân’ın anlam zenginliğini, müfessirlerin yaşadıkları dönemlerle ilgili Kur’ân
anlayışını da göstermektedir. Üçüncü Bölümde, “imtihan”la “fitne” kelimesi arasındaki
irtibat analiz edilecektir.
384 Bkz. Bu çalışmada, s.41-44.
82
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
“FİTNE” KELİMESİNİN GEÇTİĞİ ÂYETLERİN İMTİHAN
ANLAMI BAĞLAMINDA ANALİZİ
I. KISSALAR BAĞLAMINDA İMTİHAN
A. Semûd Kavmi ve Dişi Deve
“ ت فت ن ون ق وم أ نت م ب ل الل عند ك م ط ائر ق ال ع ك م ن بم و بك اطيرن ا Şöyle cevap/ق ال وا
verdiler: "Sen ve beraberindekiler bize uğursuz geldiniz." Sâlih, "Başınıza
gelenler Allâh katındandır. Doğrusu siz imtihana çekilen bir topluluksunuz"
dedi.”385
Mâturîdî’nin, âyette geçen fitne’ye hangi ölçütlere göre anlam verdiğinin analiz
edilebilmesi için, aynı sûrenin kırk beş386 ve kırk altıncı âyetiyle387 ilgili te’vîllerine
bakılması gerektiği kanaatindeyiz. Mâturîdî, şu konuları açıklamıştır:
Hz. Sâlih (a.s), Semûd kavmine Peygamber gönderilmiştir. Hz. Sâlih (a.s),
kavmini Tevhîde davet etmiş, şirke girmemeleri için ikaz etmiştir. Hz. Sâlih’in (a.s) bu
tebliği neticesinde kavmi, Mü’minler ve Kâfirler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kırk
altıncı âyetteki “س ن ة الح ي ئ ةق بل بالس ت ست عجل ون ifâdesi, rahmet dururken azapta ve kötülükte ”لم
acele etmek demektir. Semûd kavminin kötülükte acele edip direnmelerine “ واالناق ة ف ع ق ر
لين رس الم من ات عد ن اانك نت ائتن ابم الح ب هم ق ال واي اص ع ت وا ع ن ا مرر Derken, o dişi deveyi ayaklarını/ و
keserek öldürdüler, böylece rablerinin emrinden dışarı çıktılar ve "Ey Sâlih! Eğer sen
gerçekten Peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azâbı bize getir!" dediler.”388 âyeti,
delildir.389
Mâturîdî bu açıklamalarına bağlı olarak, “fitne” kelimesinin geçtiği kırk yedinci
âyeti şöyle açıklamıştır: “ ع ك نم بم و Kâfirlerin başlarına bir sıkıntı, musîbet ,”ق ال وااطيرن ابك
geldiğinde bunu Mü’minlerden ve Allâh’ın (c.c) elçilerinden saymışlar, rahat ve
385 Neml, 27/47. 386 “ ون ي خت صم يق ان ف ر ه م ف اذ ا د واالله اعب ـ ـالحاا ن ـاه مص ا خ ود الىث م لـن ا ا رس ل ق د ”Semûd kavmine, “Allâh’a kulluk edin/و
demesi için kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Ama hemen birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler” (Neml,
27/45). 387 “ ون م ت رح ل ع لك م الله ون ت ست غفر ل ول ن ة س الح ق بل ي ئ ة بالس ت ست عجل ون لم ق وم ي ا Sâlih, “Ey kavmim!” dedi, “İyilik/ق ال
dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz; size merhamet edilmesi için Allâh’tan bağışlanmayı dileseniz
olmaz mı?” (Neml, 27/46). 388 A’râf, 7/77. 389 Te’vîlât, c.X, s.391-392.
83
bollukla karşılaşınca bunları kendilerinden bilmişlerdir. Bu hususta başka örnekler
mevcuttur. Şöyle ki; Hz. Mûsâ’ya (a.s) kavmi A’râf 27/131’de390 geçtiği gibi itiraz
ederek Hz. Mûsâ’yı (a.s) suçlamışlar, benzer biçimde Nisâ 4/78’de391 geçtiği üzere
Mekkeliler Hz. Peygamber’e (s.a.s) itiraz etmişlerdir. Hz. Sâlih (a.s) Allâhü Teâlâ’nın
emriyle hareket etmiş, kavminin uğursuzluk saydıkları zorlukları ve saymadıkları ancak
kendilerinden bildikleri rahatlık ve zenginliği, Allâhü Teâlâ’nın yarattığını tebliğ
etmiştir. “الله ك معند ائر zorluk ve rahatlığın Allâh’dan (c.c) geldiğine delildir. Âhiretteki ,”ط
azâb, bu dünyâdaki yalanlamalar sebebiyledir. “ ت فت ن ون ق وم ا نت م ise “bazen rahatlıkla ”ب ل
bazen zorlukla imtihan edilmek, dünyadaki kötü amellerin karşılığı azâb edilmek”
anlamlarına gelmektedir.”392
İbn Kesîr de Mâturîdî’nin kırk beşinci âyetten itibâren zikrettiği hususları
zikretmiş, Hz. Sâlih’in (a.s) yumuşak sözlü tebliğine kavminin çok sert cevaplar
verdiğini vurgulayarak “fitne”yi, Mâturîdî’nin belirttiği iki anlamdan birincisi olan
“imtihan” mânâsında belirtmiştir. İbn Kesîr’in açıklamasına göre “ ,ile kastedilen ”ت فت ن ون
inkâr edenlere isyanları sebebiyle şerrin başlarına geleceğini beyandır.393
Muhammed Ali Sâbûnî, âyetin öncesi ve muhtevâsıyla ilgili Mâturîdî ve İbn
Kesîr’in ifâdelerine benzer değerlendirme yapmış ancak âyetteki “fitne” kelimesini
başka bir bağlamda anlamdırarak, “Şeytanın aldatması ve vesvesesi” demiştir.394
Mâturîdî ve İbn Kesîr’in açıklamalarına göre; Hz. Sâlih (a.s), Semûd kavmine
Allâhü Teâlâ’nın her kulunu değişik hallerle imtihan ettiğini ısrarla anlatmıştır.
Dolayısıyla “fitne”, “imtihan”dır. Aynı zamanda Hz. Sâlih (a.s), Semûd kavmini Allâhü
Teâlâ’nın azâbıyla inzar etmiştir. Bu sebeple “fitne”, “âhirette azâb, dünyâda
felâket”dir. Hz. Sâlih’in (a.s) tebliğ görevini yerine getirirken, onları Şeytana uymama
konusunda uyarabileceği dikkate alınırsa Sâbûnî’nin ifâde ettiği gibi “fitne”, “Şeytanın
390 “ ل ه م ا كث ر لكن و الله عند ه م ائر ط ا انم ا ل ع ه م ن م و وسى بم وا ير ي ط س ي ئ ة م ت صبه ان و هذه ل ن ا ق ال وا ن ة س الح م ته اء ج ف اذ ا
ون Onlara bir iyilik (bolluk, bereket) gelince “Bu bizim hakkımızdır” derler, eğer başlarına bir/ي عل م
felâket gelirse bunu Mûsâ ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna bağlarlardı. Bilesiniz ki
başlarına gelenler Allâh katındandır; fakat onların çoğu bunu bilmez.” من“ 391 ي ق ول واهذه مس ي ئ ة انت صبه و منعندالله ي ق ول واهذه س ن ة مح انت صبه و ش يد ة م وج يب ر ف ل وك نت م و وت الم ي دركك م ات ك ون وا م ا ين
ديثا ح ي فق ه ون ي ك اد ون ءالق ومل ل الهؤ منعنداللهف م ق لك ل Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve/عندك
sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allâh’tan” derler, başlarına bir
kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allâh’tandır” de. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü
sözü anlayamıyorlar.” 392 Te’vîlât, c.X, s.392-393. 393 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Umer (v.774/1374), Tefsîru’l-Kur’ânı’l-Azîm, thk. Sâmî b.
Muhammed Selâme, Dâru Tayyibe, II. Baskı, Riyad, 1999, c.VI, s.198-199. 394 es-Sâbûnî, Muhammed Ali, a.g.e., c.II, s.412.
84
hilesi”dir. Bu anlamlar birlikte değerlendirildiğinde ise “fitne” burada bizzat imtihanın
kendisi olabildiği gibi, imtihanda inanılmaması ve Peygambere âsilik durumunda “şer,
felâket ve azâb”ı ihtivâ etmektedir.
Nitekim Semûd kavmi bizzat dişi deve ile imtihan edilmiştir. Bu konudaki âyet
şöyledir:
اصط بر“ و م ف ارت قبه م ل ه فتن ة الناق ة رسل و م Allâh Sâlih peygambere şöyle)/إنا
buyurdu:) "Şüphesiz biz dişi deveyi onları sınamak için göndermiş bulunuyoruz.
Şimdi sen onların ne yapacağını izle ve sabret”395
Mâturîdî’ye göre; âyette geçen dişi deve, şaka veya gelişi güzel verilmemiştir.
Bilakis fitne “imtihan” içindir. Buradaki “fitne” kelimesi, Arapça sözlük mânâsı olarak
da “dert, sıkıntı, sıkıntı ile imtihan, iyilikle imtihan”396 anlamlarına gelen, Türkçede ise
“sakıncalı durum, büyük zarar, hak edilen cezâ” mânâlarında kullanılan397, “بلء”dur.
اصط بر“ و م Allâhü Teâlâ’nın bir hitâbıdır. Allâhü Teâlâ bu hitâbıyla, Hz. Sâlih’e ,”ف ارت قبه
(a.s) deveyi boğazlayanları takip etmesini, Hz. Peygamber’e (s.a.s) zamanındaki inkâr
edenleri takip etmesini emretmiştir. Yine bu hitapla Allâhü Teâlâ, her iki Peygambere
de Müşriklerin yaptıkları eziyetler karşısında sabırlı olmalarını emretmiştir. Hz.
Peygamber (s.a.s) yönünden hitâb, Duhân 44/10’da398 geçen duruma benzemektedir.
Çünkü orada da beklemek ve gözetlemek buyrulmuştur.399
Konuyla ilgili, Mâturîdî’nin Duhân 44/10’da geçen duman konusundaki te’vîline
bakıldığında, geniş bir şekilde açıklama yaptığı dikkat çekmektedir. Kısaca ifâde
edilirse bu hususta şu konulara değinmiştir: Duman bazı te’vîl ehline göre kuraklık ve
kıtlığın sıkıntısından dolayı insanların açlıktan duman görmesi, kuraklık ve kıtlıktan
dolayı yerden çıkan tozların dumana benzemesidir. Diğer bazı te’vîl ehline göre duman
sonra vukuu bulacaktır. Ancak âyette bir benzetme vardır.400
Mâturîdî’nin bahsettiği devenin keyfiyeti ve “fitne”nin anlamı konusunda geniş
açıklamalar vardır. Bu bağlamda Mukâtil b. Süleyman ve Huvvârî, “fitne”nin “imtihan,
395 Kamer, 54/27. 396 Ebu Bekr er-Râzî, Muhtâru’s-Sıhâh, s.26. 397 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, Genel Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5aace57d9aa419.323
02424 (17.03.2018). 398 “ بين م ان بد خ اء ت أتيالسم ”.Göğün açık bir duman getireceği günü bekle/ف ارت قبي وم 399 Te’vîlât, c.XIV, s.240-241. 400 Geniş bilgi için bkz. Te’vîlât, c.XIII, s.294-296.
85
dert ve belâ” olduğunu ifâde etmişlerdir.401 Zeccâc, “فتن ة” kelimesinin bir masdar
mef’ûlün-leh olduğunu ve “deneme” anlamına geldiğini belirtmiştir.402
Zemahşerî’ye göre; buradaki “fitne”, “sınav, belâ ve dert” anlamlarındadır.
Semûd kavmi kayadan çıkarılmak üzere deve istemişler aynen istedikleri şekilde Allâhü
Teâlâ deveyi kayadan çıkarmak sûretiyle yaratmıştır.403 Hz. Sâlih’in (a.s) iki rekât
namaz kılarak duâ ettiğini, devenin bir kayadan çıktığını ifâde eden Kurtubî’nin
açıklamaları şöyledir: “م ل ه ,”âyette mef’ûlün-leh görevindedir. Dolayısıyla “fitne ,”فتن ة
“deneme, imtihan” içeriğindedir.404
B. Hz. Mûsâ’nın (a.s) Nil Nehrine Bırakılması
“ ن ت حز ل او ين ه ع ت ق ر ك ي ك إل ىأ م عن اك ج ف ر ني كف ل ه ل ىم ع أ د لك م ه ل ف ت ق ول ت مشيأ خت ك إذ
وس ى ي ام ل ىق د ر ع جئت ث م دي ن فيأ هلم سنين ف ل بثت ف ت ونا ف ت ناك و الغ م من ين اك ن فساف ن ج ق ت لت Hani/و
kız kardeşin onlara gidip de, ‘Ona bakabilecek birini size göstereyim mi?’
diyordu. Nihâyet gözü gönlü şen olsun ve kederlenmesin diye seni annene
kavuşturduk. Ve birisini öldürmüştün de seni tasadan kurtarmış, ardından da
seni ciddi sınavlardan geçirmiştik. Bu sebeple yıllarca Medyen halkının
arasında kaldın, sonra mukadder olduğu üzere buraya geldin, ey Mûsâ!”405
Mâturîdî, âyetin ihtivâ ettiği kıssaları geniş bir şekilde açıklamaktan ziyâde şu
konulara yoğunlaşmıştır: Hz. Mûsâ’nın (a.s) kız kardeşi Firavun’a gelmiş; Hz. Mûsâ’yı
(a.s) büyütecek ve bakımını üstlenecek, “ي كف ل ه’’ yâni yetime hâmi, Hz. Mûsâ’ya (a.s) en
müşfik ve en sevimli kişiyi bulduğunu söylemiştir. “ا ين ه ع ت ق ر ك ي ك ا م ىال عن اك ج .Hz ,”ف ر
Mûsâ’nın (a.s) annesine dönüşü anlamındadır. “ ن ت حز ل Hz. Mûsâ’nın (a.s) annesinin ,”و
Nil Nehrine Hz. Mûsa’yı (a.s) bıraktığından dolayı çok üzülüp gamlanması, hatta bu
üzüntüsünün neredeyse annesi olduğunu söyleyecek kadar artması, ancak bu üzüntüyü
Allâh’ın (c.c) gidermesidir. “ الغ م من ين اك ف ن ج ن فسا ق ت لت Hz. Mûsâ’nın (a.s) Kıptî’nin ,’’و
ölümünden dolayı çok üzülmesine delildir. Hz. Mûsâ (a.s) sıkıntılardan kurtulmak için
Kasas 28/21’de406 geçtiği üzere duâ etmiş, Allâhü Teâlâ keder ve sıkıntılardan onu
kurtarmıştır. Ayrıca Hz. Mûsâ (a.s), kesinlikle Kıptî’yi öldürmek amaçlı davranmamış,
401 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.IV, s.181; el-Huvvârî, a.g.e., s.1790. 402 ez-Zeccâc, a.g.e., c.V, s.89. 403 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.1067. 404 el-Kurtubî, a.g.e., c.XX, s.95. 405 Tâhâ, 20/40. 406 “ الظالمين الق وم نيمن ن ج ب ر ق ال قب ي ت ر ائفا خ ا منه ج ر .Mûsâ korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı/ف خ
“Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar” dedi”.
86
“ ف ت ونا ف ت ناك “ ifâdesinde yer alan ”و ,kelimesinin çoğulu olup mânâsı ”فتنة“ ,kelimesi ”ف ت ونا
“belâlarla deneme, belâ üstüne belâ” olabileceği gibi “nîmetler ve iyilikler” anlamlarını
da içermektedir. Âyet, Allâhü Teâlâ’nın Hz. Mûsâ’yı (a.s) belâlardan, gamlardan,
zorluklardan kurtarmasını ihtiva etmektedir. Ayrıca bütün Peygamberler her zaman
sıkıntı içinde değil, bir vakit zorluk çektikten sonra nimet ve hayır içinde bulunurlar.
Âyetin bundan sonraki kısmı; Medyen’de kalma, nübüvvet ve risâlet görevleri, Allâhü
Teâlâ’nın takdir ettiği zamanın gelmesi konularını içermektedir.407
Mâturîdî’nin bu te’vîllerine göre bakıldığında, Hz. Mûsâ’nın (a.s) hata ile
öldürdüğünün ifâde edildiği, bu hatâya değinilmeden âyetin zâhirine göre
anlamlandırıldığı, “fitne”nin anlamı hususunda Mâturîdî ile aynı anlamın belirtildiği
veya ağırlıklı olarak sıkıntı ve zorluk yönünden anlam verildiği görüşler vardır. Nitekim
Sa’lebî; öldürme ile ilgili bir açıklama yapmamış, “fitne”yi, “deneme, sıkıntı ve zorluk
ile deneme, kurtuluş ve ihlâs” mânâlarında belirtmiştir.408
Ebû Hayyân Endelûsî de öldürme fiilini âyetin zâhirine göre açıklayarak
herhangi bir ayrıntıya girmemiş, “fitne”yi, “sıkıntı ve sıkıntıyla imtihan” şeklinde
anlamlandırmıştır.409 Celâleddin Suyûtî ise öldürmenin hata ile gerçekleştiğini, buradaki
“fitne”nin, “saf etmek, arıtmak, ihlâs, nîmetlerle belâ, imtihan” anlamlarına geldiğini
nakletmiştir.410
Öldürme fiili ile ilgili Mâturîdî’nin açıklamalarına benzer değerlendirmeler
yapan Şevkânî’ye göre; “ ف ت ونا ف ت ناك “ ifâdesinde yer alan ”و kelimesi masdardır. Bu ”ف ت ونا
durumda “إبتليناكإبتلء”, “seni belâ üstüne belâ ettik”, “إختبرناكإختبارا”, “seni test üstüne
test ettik” mânâları söz konusudur. “ kelimesinin aynı zamanda ”فتنة“ ,kelimesi ”ف ت ونا
çoğuludur. Bu durumda ise “mihnetlerden kurtarmak, arıtmak” mânâlarına gelmektedir.
Âyette, Hz. Mûsâ’nın (a.s) gamlardan kederden kurtulmasının zikredilmesinin nedeni,
onun Firavun ve İsrâîloğulları karşısında kalbinin güçlenmesi içindir.411
Görüşlerde “fitne” kelimesinin “nîmetlerle imtihan” konusunu içerdiğine
ayrıntılı bir şekilde değinilmesi zenginliğin ve rahatın arkasındaki sorumluluğun
önemini göstermesi bağlamında önemlidir. Bu durumda denilebilir ki “fitne”, insanın
407 Te’vîlât, c.IX, s.197-198. 408 es-Sa’lebî, a.g.e., c.IV, s.207. 409 Ebu Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.VI, s.228. 410 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.X, s.187-188. 411 eş-Şevkânî, a.g.e., s.909.
87
içsel duygularını harekete geçiren, sorumluluk bilinciyle yaşamasını sağlayan bir işleve
sahiptir.
C. Altın Buzağı ile İsrâîloğulları
İsrâiloğulları’nın altın buzağı ile imtihanı şu âyette geçmektedir:
“ السامري م له أ ض و منب عدك ك ق وم ف ت نا ق د ف إنا Allâh, "Fakat" dedi, "Biz senden/ق ال
sonra kavmini sınadık ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.”412
Mâturîdî’nin âyetle ilgili değindiği konular şöyledir: “Fitne”, “belâ, dert, sıkıntı
ve belâ ile sınama” anlamlarına gelen “ محن ة”dir. Çünkü onda imtihan, zorluklar,
güçlükler, felâketler ve musîbetler bulunmaktadır. “Fitne”nin buradaki özel anlamı,
İsrâiloğulları’nın Sâmirî’nin yaptığı buzağı heykeli ile fitne (imtihan) edilmeleridir. Bu
buzağı heykelinin, kan ve etten vücudu olup böğürmektedir. “ السامري م له ا ض ,ifâdesinde ”و
dalâlete düşmenin Sâmirî’ye izâfe edilmesinin sebebi, Sâmirî’nin bu buzağı heykelini
yapması ve insanları bu heykele tapmaya Tâhâ 20/88’de413 de geçtiği gibi çağırmasıdır.
Sâmirî bir sebeptir. Kimse kimseyi dâlâlete düşürmeye sahip değildir. Sâmirî,
Peygamberlik iddia etmemiştir. Şâyet Peygamberlik iddia etmiş olsa, insanlar
inanmayıp devamlı şüphe ile yaklaşacaklar, Sâmirî de Peygamberlerin göstereceği
delilleri gösteremeyecektir. Çünkü Allâha Teâlâ buna müsaade etmez. Sâmirî’nin
buzağıyı ilâh göstermesine ise Allâhü Teâlâ engel olmamıştır. Çünkü insanların
yaptıkları şeyler belli olup herkes bilmektedir. Meselâ, Kur’ân kendilerine ulaşmamış
birisi gelip Peygamberlik iddia etse, Kur’ân’ı okumasına Allâhü Teâlâ müsaade
etmediği için okuyamaz. Aynı kişi rablik iddiasında bulunsa, Kur’ân’ın bir benzerini
getirmesinin mümkün olmadığı, âcizlerin yaptıkları şeylerin ve eserlerinin zaten ortada
bilindiği için engellenmeyecektir.414
Yukarıdaki açıklamalar bağlamında değerlendirildiğinde “fitne”nin, “imtihan”
anlamı ile “dâlâlete düşme” birbiriyle irtibatlı olarak neden-sonuç ilişkisine benzer bir
durum göze çarpmaktadır. Şöyle ki; Allâhü Teâlâ’nın imtihan ettiğinin bilinciyle
hareket edilmediği zaman, sonuç hüsran olmuş ve başka bir “fitne”ye yani “şirk,
dâlâlet”e düşülmüştür. Yine âyetle ilgili tefsîre göre denilebilir ki, insanları imtihan
412 Tâhâ, 20/85. 413 “ وسىف ن سي م اله و ك م اله ا
هذ ف ق ال وا ار و خ ل ه س دا ج عجل م ل ه ج Derken onlara böğürebilen bir buzağı heykeli/ف ا خر
yaptı. (Ona uyanlar) "İşte bu sizin de tanrınız, Mûsâ’nın da tanrısıdır, fakat o bunu unuttu" dediler.” 414 Te’vîlât, c.IX, s.221-222.
88
eden Allâhü Teâlâ’dır. İnsanların sapıtmasına sebep, kendisi de sapıtmış Sâmirî’dir.
Sapıklığı seçenler insanlardır. İnsanların seçtiği bu dalâlet fiilini yaratan ise Allâhü
Teâlâ’dır. Saptırma fiili ve Sâmirî’ye nisbet edilmesiyle ilgili şu görüşler
bulunmaktadır:
Bu bağlamda Zemahşerî’ye göre; saptırma fiilinin tamamen Sâmirî’ye
atfedilmesi gerekmektedir. Çünkü Sâmirî onları sapıklığa sevk etmiştir. Allâhü Teâlâ,
buzağıyı imtihan için yaratmıştır. İmtihan edilen altı yüz bin kişiden sâdece on iki bini
sapıklığa girmemiştir.415
Dalâlet konusunda Mâturîdî’nin açıklamalarının adeta genişletilmiş biçimini
Fahreddin Râzî ayrıntılı bir şekilde ve deliller sunarak anlatmış, Sâmirî’nin sapıtmak
için sebep teşkil ettiğini, her şeyi Allâhü Teâlâ’nın yarattığını vurgulamış, yine
“fitne”nin içeriği hususunda Mâturîdî’nin te’vîlinde birleşerek “imtihan” demiştir. 416
Kanaatimizce bu açıklamalar dikkate alındığında, Allâhü Teâlâ’nın kullarını
sıkıntılarla meşakkatli hususlarla imtihan ettiği kesindir. Fakat sapıp sapmama yolunu
seçen ise insanlardır.
Tâhâ sûresinin doksanıncı âyetinde de “fitne” kelimesi geçmektedir:
“ أ طيع وا و ف اتبع وني ن حم الر بك م ر إن و به ف تنت م ا إنم ق وم ي ا ق بل من ون ه ار م ل ه ق ال ل ق د و
Gerçek şu ki daha önce Hârûn onlara, "Ey kavmim! Siz bununla/أ مري
sınanmaktasınız; kuşkusuz sizin rabbiniz o rahmândır. O halde bana uyun ve
emrime itaat edin" demişti.”417
Âyetin te’vîli Mâturîdî’ye göre şöyledir: Âyetteki “ف تنت م”, “fitneye düşürüldünüz”
hakkında iki anlam söz konusudur: 1) “Buzağının sesine, böğürmesi ve diğer şeylerine
meftûn olup, kanmak”dır. 2) “Buzağı ile dalâlete düşmek”dir. Buzağıya tapanlar, Hz.
Mûsâ’yı (a.s) cehâletten değil, inatları ve günah işlemedeki ısrarları yüzünden
yalanladılar. Hz. Hârûn (a.s), tavsiyede bulunsa da onların inançları hususunda
ümitsizliğe düşmüştür. Buzağıya tapanların inanmama hususundaki inat ve ısrarları,
Bakara 2/75’teki418 durumla benzerlik arz etmektedir.419
415 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.663,664. 416 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXII, s.100-101. 417 Tâhâ, 20/90. 418 “ ون ه مي عل م و اع ق ل وه منب عدم ف ون ه ر ي ح م اللهث م ك ل ع ون مي سم منه يق ف ر ق دك ان ا ني ؤمن وال ك مو ع ون Şimdi (ey müminler!)/ا ف ت طم
onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allâh’ın kelâmını işitirler;
sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.” 419 Te’vîlât, c.IX, s.225.
89
Mâturîdî’nin Bakara 2/75’de te’vîline göre inkâr edenlerin inatçı ve kibirli
tutumları şu şekildedir: Kâfirler, Kelâmullâhı işittikleri, hakikatleri, delilleri, huccetleri
ve Allâhü Teâlâ’nın âyetlerini gördükleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s) Peygamberliğinin
hak olduğunu bildikleri halde inanmamışlardır. Çünkü inanmayanlar, Ashâb-ı Kirâm’ı
(r.a) sâdece taklit etmişler, gerçekleri görmezlikten gelmişlerdir.420
Açıklamalarına değinildiği şekilde Mâturîdî’nin, burada “fitne”ye yukarıda
incelenen seksen beşinci âyette belirttiğinden farklı iki anlam “kanmak, dalâlete
düşmek” anlamları verdiği dikkat çekmektedir.421 Kanaatimizce burada verdiği mânâlar
da esasında “imtihan” ile ilgilidir. Buna göre anlam şöyledir: Sâmirî’nin yaptığı buzağı
heykeli ile “imtihan” edildiler ancak bu imtihanda buzağının sesine veya görüntüsüne
“kandılar/meftûn oldular”. Neticede “dalâlete” düştüler.
Nitekim Ebu’l-Hasen Kummî’ye göre; buradaki “fitne”, “sınav”dır. Hz. Mûsâ
(a.s), Tûr dağına gitmiş fakat gelmesi gecikince, İsrâiloğulları sinirlenmişlerdir. Hatta
Hz. Hârun’u (a.s) öldürmek bile istemişlerdir. Buzağıdan böğürme sesi çıkmakta ve
tüyleri bulunmaktaydı.422
Taberî de “fitne”yi, “belâ ve imtihan” anlamlarında belirtmiştir. Dalâlete
düşmenin Sâmirî’ye izâfe edilmesinin nedeni, Sâmirî’nin İsrâiloğulları’nı buzağıya
tapmaya davet etmesidir. Buzağının inek gibi böğürmesi ise bir imtihandır.423
Ebu Ali Tabresî’ye göre; “fitne”, “imtihan ve belâ ile deneme” mânâlarındadır.
Âyette dalâletin Sâmirî’ye izafe edilmesi, “fitne”nin ayrı bir durum teşkil ettiğinin ve
Allâhü Teâlâ’nın bütün eksikliklerden münezzeh olduğunun ispatıdır. “İmtihan” ile
samimi kişiler ve Münâfıklar ortaya çıkmıştır. Buzağı heykeline tapanların sayısı altmış
bin, tapmayanlar on iki bin kişidir.424 Fîrûzâbâdî’ye göre de “fitne”, “belâ ile sınav”dır.
Belâ ise buzağı ve sesidir.425 Bu konudaki açıklamalar dikkate alındığında, “fitne”nin
420 Te’vîlât, c.I, s.162. 421 Bkz. Bu çalışmada, s.87. 422 el-Kummî, Ebu’l-Hasen, Ali b. İbrahim (v.307/919), Tefsîru’l-Kummî, thk ve neşr. Müessesetu’l-
İmâmi’l-Mehdî, I. Baskı, Beyrut, 2014, c.II, s.248-249. 423 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.V, s.212,215. 424 et-Tabresî, Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasen (v.548/1153), Mecmâu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, thk,
Dâru’l-Ulûm, nşr. Dâru’l-Murtazâ, I. Baskı, Beyrut, 2006, c.VII, s.34, 36, 37. 425 el-Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs min Tefsîri İbn-i Abbâs, s.333,334.
90
çok anlamlı bir kavram olarak âyetlerin ihtiva ettiği konulara göre anlam kazandığı
ifâde edilebilir.426
İsrâîloğulları’ndan tevbe etmek için seçilen yetmiş kişinin imtihanı da şu âyette
geçmektedir:
“ ممنق بل أ هل كت ه ل وشئت ب ر ق ال جف ة م الر ذ ته اأ خ للميق اتن اف ل م ج ر س بعين ه وس ىق وم م اخت ار و
لين اف اغفر و أ نت نت ش اء ت هديم و نت ش اء ام به ت ضل فتن ت ك إل مناإنهي اء السف ه اف ع ل ت هلك ن ابم أ إياي و
الغ افرين ير خ أ نت و من ا ارح و Mûsâ tayin ettiğimiz vakit ve yerde bulunmak üzere/ل ن ا
kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi
ki: "Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki
beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin
imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de
doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen
bağışlayanların en iyisisin”427
Mâturîdî, âyetle ilgili şu konulara temas etmiştir: Hz. Mûsâ (a.s), buzağıya
tapmaktan dolayı tevbe için kavminden yetmiş kişi seçerek Allâhü Teâlâ’nın bildirdiği
yere gitmiştir. Seçilen yetmiş kişinin kimlerden olduğu, tâyin edilen yer ve vakti
hakkında çeşitli rivâyetler bulunmakla birlikte kesin bilinmemektedir. Kesin bilinen
âyete bağlı şekilde, Hz. Mûsâ’nın (a.s) yetmiş kişi seçmesi ve onları Tevbe etmek üzere
götürmesidir. Hasen’den rivâyet edildiğine göre Hz. Hârûn (a.s) dışındakilerin hepsi
buzağıya tapmış olabilir. Bir ihtimal, Hz. Mûsâ’nın (a.s) seçtiği yetmiş kişi, Tevrat’ın ve
Allâh’ın kelâmının nuzûlüne şâhit olmuşlardır. Diğer ihtimal, yetmiş kişi dağda kalarak
Allâh’ın kelâmının inmesini görmemişlerdir. Hz. Mûsâ (a.s) Tevrat’la geldiği zaman,
Bakara 2/55’te428 geçtiği gibi kavmi, Allâhü Teâlâ’yı açıkça görmeden iman
etmeyeceklerini söylemişler, işte bunun üzerine, yıldırım çarpmasıyla helâk
edilmişlerdir. Bazı te’vîl ehli “ اياي و ق بل من م ا هل كت ه شئت ل و ب ر ,kısmı hakkında ”ق ال
“Allâhım! Eğer beni ve onları öldürür yahut helak edersen senin gücün her şeye yeter”
şeklinde anlam vermiştir. Ancak buradaki helâk, helâk fitnesine benzemektedir. “ ا ت هلك ن ا
منا اء السف ـه اف ع ل Hz. Mûsâ’nın (a.s) günahkârlar yüzünden günahsızları helak etmemesi ,”بم
426 Geniş bilgi için bkz. Ali Bulut, “Kur’ândaki Çok Anlamlı Kavramların Türkçe’ye Çevirisi Sorunu
(İsraf Kavramı Örneği)”, Diyânet İlmi Dergi, DİB Yay, S.1, Ankara, 2006, c.XXXXII, s.84. 427 A’râf, 7/155. 428 “ ون ت نظ ر ا نت م و اعق ة الص ذ تك م ف ا خ ة هر ج ىالله تهىن ر ح ل ك ن ؤمن وسىل ن م ي ا ق لت م اذ Bir zamanlar, “Ey Mûsâ! Allâh’ı/و
açıkça görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz de bakıp dururken hemen sizi yıldırım çarpmıştı.”
91
için Allâhü Teâlâ’ya duada bulunmasıdır. “ فتن ت ك ال ,ifâdesindeki “fitne”, “imtihan ”انهي
belâ, dert, helâk’’dır. Azâb değildir. Bütün fiilleri yaratan Allâhü Teâlâ’dır. Kişi dâlâlet
ve hidâyeti seçmekte irâde sahibidir. Bu durumda “ ير خ ا نت و من ا ارح و ل ن ا ف اغفر لين ا و ا نت
İnsana merhamet edip bağışlayanın Allâhü Teâlâ olduğuna, Allâhü Teâlâ’dan ,”الغ افرين
başka kimsenin merhamet ve mağfiret edemeyeceğine kanıttır.429
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere Mâturîdî, “fitne”nin burada ısrarla
“azâb” anlamına gelmediğini belirtmiş, “imtihan ve ibtilâ”, “zorlukla deneme” içeriğine
sahip olduğunu “helak veya musîbetin” de imtihanla irtibatlı bulunduğunu açıklamıştır.
Farklı görüşlerde ise buradaki “fitne”nin, “azâb” anlamına da geldiği ifâde edilmiştir.
Bu bağlamda İbn Ebî Hâtim’e göre; “fitne” “imtihan” ve “azâb”dır.430 İbnu’l-
Cevzî’ye göre; âyetteki “fitne” kelimesi “azâb” mânâsına gelmektedir. Ayrıca âyetteki
منا“ اء السف ـه ف ع ل ا بم istifhâm (soru)dur. Bunun cevabı, Sefihlerin buzağıya tapması ,”ا ت هلك ن ا
veya Allâh’ın açıkça görüldükten sonra iman edilme isteğidir.431
Mâturîdî, en başta Hz Mûsâ (a.s) için tâyin edilen yer ve seçilen kişiler hakkında
kesin bir bilgi bulunmadığını açıklamıştı. Bu mânâda Taberî, dağ ve bulut hakkında
bilgi vermeden hâdiseyi geniş şekilde nakletmiştir.432 Zemahşerî, seçilen kişiler ve yer
hakkında da bilgi vererek, âyetle alâkalı şu konuları açıklamıştır: Hz. Mûsâ (a.s), Allâhü
Teâlâ’dan aldığı emir üzerine, İsrâiloğulları’ndan yetmiş kişiye oruç tutmalarını,
kendilerini ve elbiselerini temizlemelerini bildirdi. Sonra onlarla birlikte belirlenen
vakitte Tûr-i Sinâ’ya gitti. Burada seçtiği yetmiş kişiyle beraber bir bulutun içerisine
girdi. Allâhü Teâlâ, onlar bulutun içindeyken, emirlerini ve yasaklarını Hz. Mûsâ’ya
(a.s) bildirdi. Hz. Mûsâ (a.s) bu vahiyleri alırken diğerleri de Allâhü Teâlâ’nın kelâmını
işittiler ve secde ettiler. Ancak bulut kalkınca Hz. Mûsâ’nın (a.s) dışındakilerden
bazıları, Allâhü Teâlâ’yı açıkça görmek istediler. Bu görme istekleri karşısında Hz.
Mûsâ (a.s) onlara nasihat edip mâni olmaya çalışmışsa da, onların ısrar etmeleri üzerine
sarsıntı ve yıldırım olayı meydana geldi. İşte tam bu sırada Hz. Mûsâ (a.s) duâda
bulunarak, Allâhü Teâlâ’nın rahmetine müracaat etti. Buradaki “fitne” ise “imtihan”
kapsamındadır.433 Zemahşerî’nin naklettiği, İsrâîloğulları’nın gerçekleşen bu târihi
429 Te’vîlât, c.VI, s.74-76. 430 İbn Ebî Hâtim, a.g.e., s.1576. 431 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.521. 432 et-Taberî, Târîhu’t-Taberî, md.497/1-498/1, c.I, s.428-429. 433 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.389-390.
92
olayını İbn Esîr de zikretmiştir.434 Âsım Köksal, geniş bir şekilde bu hâdiseyi ele
almıştır.435
Kanaatimizce, fitne’nin bu âyette belâ ve imtihan anlamına daha yakın olduğu
ifâde edilebilir. Çünkü Mâturîdî’nin üzerinde ısrarla durduğu gibi Hz. Mûsâ’nın (a.s)
“Bu iş, senin imtihanından (fitne) başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı!”
şeklindeki duâsı bunu göstermektedir.
D. Câlût ile İsrâîloğulları
“ ب صير الل مو منه ثير واك م ص واو ع م ل يهمث م ع الل ت اب واث م م ص واو ف ع م فتن ة ت ك ون سب واأ ل ح و
ل ون ي عم ا .Başlarına bir felâketin gelmeyeceğini sanıp kör ve sağır kesildiler/بم
Sonra Allâh tövbelerini kabul buyurdu. Sonra içlerinden birçoğu yine
görmezden ve duymazdan geldiler. Allâh onların yaptıklarını görmektedir.”436
Mâturîdî bu âyetteki “fitne” kavramına çeşitli yönlerden mânâlar vererek, şu
îzahatta bulunmuştur:
“Âyette, fitnenin ne olduğu beyân edilmemiştir. Fitne konusunda te’vîl
ehli ihtilâf etmiştir. Bâzıları fitnenin mihne yani “zorluk, musîbet, zorlukla
sınav” olduğunu, onda şiddet bulunduğunu söylemiştir. Kendilerinin fitne
“imtihan” edilmeyeceğini zannedenler, imtihan edilmeleri için rasuller
gelmeyeceğini zannettiler. Bilâkis, onların imtihan edilmeleri için rasuller geldi.
Bazıları da Kâfirlerin, rasullere suikastlar planladıklarını ve yalanlandıklarını,
bunun için fitnenin azâb ve helâk olduğunu açıkladı. Yine denilir ki, onlar
nebîlerden öldürdükleri, resulleri yalanladıkları halde, belâya
uğramayacaklarını, belâ ile sınav olmayacaklarını, kıtlığa, kuraklığa
uğramayacaklarını sandılar. Onlar, kendilerine faydalı olan hidâyeti görmediler
ve dinlemediler. Sonra, Allâh’a (c.c) tevbe ettiler. Allâh (c.c) onların üzerindeki
belâyı kaldırdı. Belâ kalktıktan sonra tevbe etmediler. İhtimaldir ki; bu âyetteki
durum, İsrâ 17/4,5,6’da buyrulmuştur.”437
434 İbn Esîr, Muhammed b. Muhammed b. Abdilkerîm b. Abdilvâhid eş-Şeybânî (v.630/1233), el-Kâmil
fi’t-Târîh, thk. Ebu’l-Fidâ Abdullah Kâdî, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1987, c.1, s.147. 435 Âsım Köksal, Peygamberler Târihi, c.II, s.76-78. 436 Mâide, 5/71. 437 Te’vîlât, c.IV, s.278-279.
93
Mâturîdî, açıklamaları aktarılmaya çalışıldığı üzere, “fitne”nin çeşitli anlamlarda
belirtildiğini nakletmiş olmakla birlikte İsrâ 17/4-5-6’ya işâret etmiş olması, “fitne”nin,
“helâk” mânâsını tercih ettiğini göstermektedir. “Fitne”ye uğrayanların “helâk
edilenler” kimler olduğu hakkında İsrâ 17/4’ün te’vîlinde şunlara değinmiştir: Helâk
edilenler konusunda ihtilâf vardır. İsrâîloğulları, Allâh’a (c.c) isyan etmiştir. Bu yüzden,
Allâh (c.c) onlara Câlût’u musallat etmiştir. Câlût onları esir ederek zorla mallarını
almıştır. İsrâiloğulları’nın bundan sonra tevbe etmesi üzerine, Allâh (c.c) Hz. Dâvûd’u
(a.s) göndermiş, Hz. Dâvûd (a.s) İsrâiloğulları’nı kurtarıp memleketlerine götürmüştür.
Ancak İsrâîloğulları’nın yine eski isyanlarına dönmesi üzerine Buhtunnasr bu sefer
musallat olmuş, Câlût’un yaptıklarının aynısını İsrâîloğulları’na Buhtunnasr yapmıştır.
Bunun üzerine yine tevbe etmişler, Allâh (c.c) Hz. Peygamber’i (s.a.s) göndermiştir.
Bazıları da, Buhtunnasr’ın önce geldiğini sonra başkalarının geldiğini ifâde etmiştir.
Helâk olanların, helâk edilmelerinin sebebi sâdece inkârdan değil, inkârla birlikte
yeryüzünde fesat çıkarmaları ve âyetlere inanmamak için bahaneler uydurmalarıdır.438
Zemahşerî’ye göre; âyetteki “ ت ك ون تكون“ ,nin aslı”ا ل ل zamirinin ”هو“ .dir”أنه
hazfiyle ve “ “ olmuş, bunun için ”أن“ nin hafiflemesiyle ”أن ت ك ون .şeklinde gelmiştir ”ا ل
“ zannetme” fiilinin“ ,”حسبان“ üzerine kesinlik için gelmesinin sebebi, onların ”أن
(İsrâîloğulları’nın) kalplerinde olan şeylere (başlarına bir şey gelemeyeceği) kesin
inandıklarını göstermek içindir. “حسب” fiili, iki mef’ûl almaktadır. Ancak “ ت ك ون سب واا ل ح و
فتنة“ iki mef’ûl yerini tutmakta, mânâ olarak ,”فتن ة الله من يصيبهم ل إسرائيل بنو حسب , ”و
“İsrâîloğulları dünyâda ve âhirette başlarına Allâh’tan (belâ, sınav ve azâb”
gelmeyeceğini sandı” şeklindedir. Körlükle kastın dinin görülmemesi, sağırlıkla kastın
buzağıya tapılmasıdır. Neticede, İsrâîloğulları buzağıya tapmadan dolayı Allâhü
Teâlâ’ya tevbe etmiş, Allâhü Teâlâ, tevbelerini kabul etmiştir. Fakat İsrâîloğulları sonra
Allâhü Teâlâ’yı açıkça görmek istemiştir. “و م ص و وا Umû ve/ع مووص مو“ zamme ile ,”ع م
Sumû” şeklinde de kıraat edilebilmektedir.439
Fahreddin Râzî’nin âyetle ilgili açıklamaları ise şöyledir: Vâhidî’den rivâyetle
“ “ ref’le ”ت ك ون “ şeklinde kıraat edilmektedir. Ğramer olarak incelendiğinde bile ”ت ك ون ا ل
فتن ة ifâdesi iki anlam içermektedir: 1) “Fitne ve belâ olmayacak” 2) “Dünya ve ”ت ك ون
ahretteki azâb.” Dünyadaki azâblara; kıtlık, vebâ, öldürülme, düşmanlık, insanlar
438 Te’vîlât, c.VIII, s.227. 439 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.302-303.
94
arasındaki buğz, işlerin ters gitmesi ve uğursuzluk örnek verilebilir. Âyette bahsi geçen
fitne ile ilgili ikinci itaatsizlik olayı, Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında gerçekleşmiştir.
Çünkü Yahûdilerin büyük bir kısmı, Hz. Peygamber’in (s.a.s) nübüvvet ve risâletini
inkâr etmişlerdir. Ancak az bir kısmı meselâ Abdullah b. Selâm ve arkadaşları iman
etmişlerdir.440
Şevkânî’nin açıklamaları cihetiyle; âyette geçen “fitne” kelimesi, “deneme,
imtihan, belâ, dert”dir. Çünkü İsrâîloğulları İşaya’nın (a.s) canına kıymışlar, Tevrât’a
muhalif davranmışlardır. Bunlardan dolayı da kıtlık yayılmıştır. Kıtlılığın yayılması
üzerine tevbe etmişler, ama yine tevbelerine sâdık kalmayarak Hz. Yahyâ’nın (a.s)
canına kıymışlar, Hz. Îsâ’ya (a.s) da suikast planlamışlardır.441
İncelenen görüşlerde dikkat çeken hususlardan biri, İsrâîloğulları’nın farklı
tarihlerde düştükleri günahlar ve hatalardır. Dolayısıyla denilebilir ki bu kıssalarla
Kur’ân, İsrâîloğulları’ndan sonra yaşayan insanların hatalara düşmemesi yönünden
güçlü vurgular içermektedir. Nitekim Kur’ân kıssalarının geneline ilişkin bir
değerlendirme bunun kanıtı niteliğindedir.442 Târihi ortamlarda yaşanan hâdiseler
âyetlerin muhtevâsını tespitte önemli bir etkendir. Nitekim konuyla ilgili bir görüşte
nuzul ortamının önemine değinilmiştir.443
İncelenmeye çalışıldığı gibi açıklamalar, bu âyette geçen fitne’ye uğrayanların,
İsrâîloğulları olduğu yönündedir. İsrâîloğulları ile ilgili farklı tarihi olaylar zikredilerek
“fitne”ye farklı anlamlar verilmiştir. Bu anlamlar tetkik edildiğinde, birbiriyle çelişki
oluşturmadığı ifâde edilebilir. Şöyle ki; “fitne” imtihanın sonucu olarak değerlendirilip
440 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XII, s.61. 441 eş Şevkânî, a.g.e., s.386. 442 Değerlendirme şöyledir: “Kur’an kıssalarıyla o günkü toplum arasındaki bir diğer ilişki kıssaların
anlatılış amacıdır. Tarihsel bağlam olarak da tanımlayabileceğimiz bu ilişki açısından Kur’an
kıssalarının anlatılmasındaki amaçlara baktığımızda, kıssaların öncelikle indiği toplumun
ihtiyaçlarını gidermeyi (Hz. Peygamber’i, sahâbeyi teselli etme, teyit etme vb.) amaçlandığını
görürüz. Kur’an, müslümanlara kıssalar aracılığıyla içinde yaşadıkları mânevî gerçekliği
kavramaları konusunda modeller vermiştir.”, “İshak Özgel, “Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında
Kur’ân’ın Tarihsel Yorumu”, Dini Hükümlerin Kaynağı ve Dini Metinlerin Anlaşılması Konusundaki
Çağdaş Yaklaşımlar Çalıştayı (18-19 Aralık 2009), ed. Cengiz Kallek, İSAM, S.2010/16, (249-302),
İstanbul, 2010, s.293. 443 Bu görüş şöyledir: “Düşünürlerin büyük çoğunluğu, bu dini metinlerin naklini çiçeği ekili olduğu
yerden çıkartıp taşımak gibi görmüşlerdir. Çiçek kuruyabilir yahut kokusu azalabilir. O yüzden
okurun dini metni (oluştuğu) ortamında anlamaya çalışması gerekir. Okurun çeviri metinden, kaynak
dil okurunun aldığı gibi zevk alması zordur. Dini metinler dilediği zaman aklın defineleri mesabesinde
olan ince anlamları tecessüm etmişçesine göstermesi; dilediği zaman ise görülemeyecek ruhani bir
niteliğe bürünmesi yönüyle erişilmez ve yücedir.”, Celalettin Divlekci, “Kutsal Metinlerin Tercümesi”,
AÜİFD, S.II, Ankara, 2008, c.XXXXIX, (399-413), s.405.
95
“helâk, azâb” veya bizzat imtihanın kendisi olduğu düşünülerek, “belâ ve belâ ile
deneme” anlamları belirtilmiştir.
E. Yanında Tartışan İki Kişi ile Hz. Dâvûd (a.s)
“ إل ل ىب عض مع ه ل ط اءل ي بغيب عض الخ ثيرامن ك إن إل ىنع اجهو تك الن عج بس ؤ ك ل م ل ق دظ ق ال
اكعا ر ر خ و به ر ف است غف ر ف ت ناه ا أ نم ود د او ظ ن و ه م ا م ق ليل و ات الح الص ع مل وا و ن وا آم الذين
أ ن اب Dâvûd şöyle dedi: "Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle/و
doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri
bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret
için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!"
Dâvûd kendisini (böyle bir temsil ile) sınadığımızı düşündü. Bunun üzerine
rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na
yöneldi.”444
Mâturîdî’ye göre; âyetteki “fitne” mefhûmu, “sıkıntı, zorluk ve belâ ile sınama”
içeriğine sahip “محنة”dir.445 İki melek, Hz. Dâvûd’un (a.s) imtihanı için, Hz. Dâvûd’un
(a.s) huzurunda tartışmışlardır. Hz. Dâvûd (a.s) ise tartışanların imtihan edildiğini
zannetmiştir. Ancak Hz. Dâvûd (a.s), kendisinin imtihan edildiğinin farkına varınca
hemen Allâh’a (c.c) istiğfarda bulunmuştur. Bâzı te’vîl ehli, âyetteki zanna, sebeplerle
elde edilecek bilgi anlamı vermiştir. Âyetin; “ات الح ع مل واالص ن واو ام الذين “ ,kısmı ”ال ل ق د ق ال
ب عض ع لى م ه ب عض ل ي بغي اء ل ط الخ من ك ثيرا ان و نع اجه الى تك ن عج ال بس ؤ ك ل م ifâdesinden istisnâ ”ظ
edilmiştir. Dolayısıyla inanan ve sâlih amel işleyenlerin haksızlıkta bulunmayacakları
âyette buyrulmuştur. Âyetteki önemli konulardan birisi, Peygamberlerden sâdır olan
zellelerdir. Allâhü Teâlâ, Ğaffar ve Settâr olduğu halde ve herhangi bir hatâyı örtüp
bağışlamayı emrettiği halde, Rasullerden sâdır olan zelleleri bildirmiştir ki bunda sebep
ve hikmetler mevcuttur. Bu hikmetler şunlardır: 1) Hz. Peygamber’in (s.a.s) risâleti
içindir. Çünkü Rasullerin zelleleri öncelikle Hz. Peygamber’e (s.a.s) bildirilmiştir. 2)
Diğer insanlar için bir imtihan olmasıdır ki o Rasuller nasıl amel ediyorlar ve Allâhü
Teâlâ’nın rahmetine nasıl bakıyorlar bunun bilinmesi amacıyladır. 3) İnsanların, o
Rasullerin herhangi bir zelle işlediklerinde nasıl ağladıklarını, yalvardıklarını, tevbeye
başvurduklarını öğrenmeleri içindir. 4) Küçük hataların, Allâhü Teâlâ’nın velâyetinden
444 Sâd, 38/24. 445 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s.78, 600; İbrahim Mustafa vd., a.g.e., s.856.
96
ve imandan çıkarmamasıdır. Âyet hakkında çeşitli sebeb-i nuzûl rivâyetleri vardır: 1)
İsrâîloğulları, Hz. Dâvûd’a (a.s), insanın günah işlemediği bir gün olur mu? diyerek
soru sormuşlar, Hz. Dâvûd (a.s), bunu nefsinde gizlemiş, Zebûr okurken bu soruyla
imtihan edilmiştir. Bundan dolayı da âyette buyrulduğu gibi, Allâh’a yönelen diye
isimlendirilmiştir. 2) Hz. Dâvûd (a.s), bir günü özellikle ibâdete ayırdı ancak o günü
unutup da kadınının birine ayırınca o gün başına bir musîbet geldi. Mâturîdî, bâzı te’vîl
ehlinin bu âyetle ilgili, İsrâiliyat türü haber sayılan bâzı haberleri sebeb-i nuzûl diye
anlattıklarını ifâde etmiştir. Fakat bu haberlerin zayıf olduğunu delillerle açıklamıştır.446
Mâturîdî’nin ihtiyatla yaklaşım gösterdiği haberler bâzı tefsîrlerde yer
almaktadır.447 İsrâiliyat türü haberler, hiçbir peygamberin tebliğ ve irşâd vazifesiyle
uygun düşmeyen haberlerdir.
Âyetin sebeb-i nüzullerindeki rivâyetlerin farklılığı bir tarafa, müfessirlerin
âyetteki “fitne” kelimesine genelde farklı mânâ vermedikleri ifade edilebilir. Şöyle ki
İbn Ebî Zemenîn, “bela ile deneme”, Mâverdî, “deneme, belâ etme, kulluğun
ağırlaşması”, Sa’lebî, Beydâvi, Seâlibî, İbn Acîbeh, Elmalılı Hamdi Yazır “imtihan”
mânâlarını belirtmişlerdir.448
Mâturîdî’nin özellikle İsrâiliyat türü haberleri hem âyetlere atıfta bulunarak, hem
de aklen reddetmesi, âyetlerin te’vîlinde sağlam haberlere ve akli delillere büyük önem
verdiğini göstermektedir.
F. Hz. Suleymân’ın (a.s) Mülkünde Bir Süre Etkisiz Kalması
Hz. Dâvûd (a.s) gibi Hz. Suleymân (a.s) da imtihan olmuştur. Bu bağlamda
“fitne” kelimesinin geçtiği aynı sûrenin otuz dördüncü âyeti şöyledir:
“ أ ن اب ث م س دا ج ك رسي ه ل ى ع أ لق ين ا و ان ل يم س ف ت نا ل ق د Andolsun biz Süleyman’ı bir/و
sınavdan geçirmiş, tahtının üstüne bir ceset koymuştuk; sonra o bize yöneldi.”449
Mâturîdî, Hz. Suleymân’ın (a.s) ne sebeple imtihan edildiği konusunda, çeşitli
görüşlerin bulunduğunu ifâde etmiştir. “ ل يمن س ف ت نا ل ق د ifâdesinde geçen fitne’nin iki ”و 446 Te’vîlât, c.XII, s.236-239; c.XII, s.233, 234, 240. 447 Bkz. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.XX, s.58-70; el-Kurtubî, a.g.e., c.XVIII, s.156-158. 448 İbn Ebî Zemenîn, Ebu Abdillah Muhammed (v.399/1009), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîz, thk. Huseyn b.
Ukkaşe-M. Mustafa Kenz, el-Fârûku’l-Hadîse, I. Baskı, Kahire, 2002, c.IV, s.87; el- Mâverdî, a.g.e.,
c.V, s.88; es-Sa’lebî, a.g.e., c.V, s.258; el-Beydâvî, a.g.e., c.V, s.27; es-Sa’lebî, a.g.e., c.V, s.63; İbn
Acîbeh, Ebu’l-Abbas, Ahmed b. Muhammed (v.1224/1809), el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-
Mecîd, thk. Ahmed Abdullah el-Kureşî, Câmiatu’l-Ezher, Kahire, 2000, c.V, s.18; Elmalılı, a.g.e.,
c.VI, s.465. 449 Sâd, 38/34.
97
anlam yönüne değinmiştir: 1) Allâhü Teâlâ’nın, Hz. Suleymân’ı (a.s) imtihan etmesi ve
imtihandan sonra Hz. Suleymân’ın (a.s) bir zelle işlemesidir. Bunun neticesinde Allâhü
Teâlâ’nın Hz. Suleymân’ın (a.s) mülkünü elinden alıp îkazda bulunmasıdır. 2) Hiçbir
sebep ve hata olmaksızın, Allâhü Teâlâ’nın Hz. Suleymân’ı (a.s) mülkünden
uzaklaştırıp başkasına vermesi ile imtihan etmesidir. Mâturîdî; Peygamberlerin en güzel
amellerde bulunduklarını, Allâhü Teâlâ’ya en fazla tevbe ve istiğfar ettiklerini çünkü
Allâhü Teâlâ’nın en büyük nimetlerine mazhar olduklarını açıklamıştır. Bundan dolayı
Peygamberlerin, en küçük bir hata (zelle) yaparlarsa, Allâhü Teâlâ’nın itabı ve
uyarısıyla karşılaştıklarının altını çizmiştir. Bâzı te’vîl ehlinin Hz. Suleymân’ın (a.s)
imtihan edilmesinde bir günah aradıklarını ve çeşitli haberler450 rivâyet ettiklerini
belirtmiş ancak bu tür haberleri asılsız kabul etmiştir. Peygamberlerin imtihanında illâ
bir sebep aramaya gerek bulunmadığı açıklamasında bulunmuştur. “س دا ا لق ين اع لىك رسي هج ”و
ifâdesinin mülkten uzaklaştırma için bir kinaye olduğunu, bu durumda ya Hz.
Suleymân’a (a.s) benzer birisinin tahta geçtiğini veya Hz. Suleymân’ın (a.s) nüfuzunu
kaybettiğinden bir cesede benzetildiğini açıklamıştır. Buna göre “ ا ن اب ,de yer alan”ث م
“ Hz. Suleymân’a (a.s) mülkün geri gelmesi veya herhangi bir zelle söz konusuysa ,”ا ن اب
Hz. Suleymân’ın (a.s) her zaman davrandığı gibi Allâhü Teâlâ’ya yönelmesi, tevbede
bulunmasıdır.451
Mâturîdî’nin önemle üzerinde durduğu ve eleştirdiği İsrâilî rivâyetler hakkında,
Elmalılı Hamdi Yazır da, “Birtakım garib haberler söylenmiştir.” diyerek eleştiride
bulunmuştur. Elmalılı’ya göre; Hz. Suleymân (a.s) ya tahtından uzaklaştırılmış kırk gün
ayrı kalarak yerine heykel gibi birisi oturtulmuş ya da nüfûzunu kaybederek adeta ceset
gibi kalmıştır. Bunun akabinde Hz. Suleymân (a.s), tevbe ile Allâhü Teâlâ’ya yönelip
tekrar tahtına dönmüştür.452
Mâturîdî’nin açıklamalarından, âyetler hakkında zikredilen sebeb-i nuzûle ait
haberler hususundaki önemli kıstaslarından birisinin, Peygamberlerin ma’sûmiyetine
ters düşmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Mâturîdî’nin; Peygamberlerin
zellelerinin Kur’ân’da geçmelerini çeşitli yönlerden incelemesi, âyetin, insanların
Allâhü Teâlâ’ya tevbe, ibâdet ve kulluk noktasında daha fazla gayret etmeleri için
450 Bkz. Te’vîlât, c.XII, s.250; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.XX, s.90-92; el-Kurtubî, a.g.e., c.XVIII,
s.198-201. 451 Te’vîlât, c.XII, s.249-251. 452 Elmalılı, a.g.e., c.VI, s.469.
98
mesajlar içerdiğine değinmesi, bunları izah ederken âyetlere ve aklî delillere
başvurması, Kur’ân’ın cihan şumul ve tefekkür boyutunu göstermesi açısından
önemlidir. İncelenen görüşlere göre denilebilir ki, büyük bir mevki ve saltanat sahibi
Hz. Suleymân’ın (a.s) “fitne”, “imtihan” edilmesi ve her dâim Allâhü Teâlâ’ya şükredici
birisi olması, insanın dünyâdaki gücünün ve zenginliğinin önemsizliğini, her zaman
Allâhü Teâlâ’nın affına, rahmetine ve inâyetine ihtiyacı bulunduğunu göstermektedir.
G. Hârût ve Mârût İle Yahûdiler
“ ون ي ع ل م وا ك ف ر الشي اطين كنل و ان ل يم س ك ف ر ا م و ان ل يم لكس ل ىم ع ت تل والشي اطين ا م اتب ع وا و
فتن ة ان حن إنم تىي ق ول ح د انمنأ ح اي ع ل م م و وت ار م و وت ه ار ل ك ينبب ابل ل ىالم ع اأ نزل م و حر الس الناس
الل بإذن إل د أ ح من به ين ار بض ه م ا م و وجه ز و رء الم ب ين به ق ون ي ف ر ا م ا م منه ون ف ي ت ع لم ت كف ر ف ل
وابه اش ر م ل بئس و ق ل منخ ة ال ه فيالخر م اه ناشت ر وال م لم ع ل ق د و م ي نف ع ه ل ه مو ر اي ض م ون ي ت ع لم و
ون ي عل م ك ان وا ل و م Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların/أ نف س ه
uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat
şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la
Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki bu iki melek, "Biz ancak imtihan
vasıtasıyız; sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat
onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa
Allâh’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de
kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar,
bunu (sihir) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!”453
Mâturîdî âyeti şöyle te’vîl etmiştir: Allâhü Teâlâ, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
lisanıyla Hz. Suleymân’ı (a.s) temize çıkarmıştır. Yahûdiler, sihrin Hz. Suleymân’dan
(a.s) alındığını uydurmuşlardır. İşte bunun üzerine de Allâhü Teâlâ; bu âyetle Hz.
Peygamber’e (s.a.s), Hz. Suleymân’ın (a.s) kesinlikle inkâr etmediğini fakat sihri
insanlara öğreten şeytanların kâfir olduklarını haber vermiştir. Kâfirlerin kâfirliklerinin
şeytanlara nispet edilmesinin sebebi, Kâfirlerin şeytanlara itaat etmeleri, sihre
inanmaları ve onunla amel etmeleridir. Âyet hakkında üç sebeb-i nuzûl haberi
bulunmaktadır ancak şüpheli haberlerdir.454 Dolayısıyla bu âyetten, Yahûdilerin,
453 Bakara, 2/102. 454 Bkz. Te’vîlât, c.I, s.188-190.
99
Peygamberlerin ve Nebîlerin kitaplarını bırakarak, şeytanların yazıp çağırdıkları sihre
ve küfre uydukları sonucu çıkmaktadır. Özetlersek Mâturîdî; Hârût ve Mârût’un melek
veya insan olduğu hakkındaki rivâyetler, şeytanların uydurdukları ve yazdıkları sihir
kitapları, sihre iman edip ve onunla amel etmenin fıkhî hükümleri, Hârût ve Mârût’un
sihir öğretip öğretmediği hakkındaki görüşler, Hârût ve Mârût’un öğrettiği şeyler,
Yahûdilerin sihir ve küfre nefislerini satmaları, Yahûdilerin eylemleri, Yahûdilerin
Tevrât’ı bırakarak sihri seçmeleri bundan dolayı da azâbı hak etmeleri konuları üzerinde
geniş biçimde durmuştur.455
Mâturîdî’nin bahsettiği fitne’nin anlamı konusu dışındaki konuların hepsi, çok
geniş ve her biri ayrı bir araştırma konusu teşkil edebileceği için, ayrıntıya
girilmemiştir. Çalışma açısından önem arz eden, “fitne”nin hangi yönlerden
anlamlandırıldığıdır.
Bu bağlamda Zemahşerî’ye göre; Hârût ve Mârût iki melektir. Buradaki imtihan,
tıpkı Tâlût’un gönderildiği kavmin, nehirden su içip içmemekle imtihan edilmesine
benzemektedir. Dolayısıyla buradaki “fitne”,“belâ ile denenme ve sınav”
mânâsındadır.456
İmtihanın hikmeti üzerinde duran Fahreddin Râzî’ye göre; “fitne” “imtihan”dır.
Allâhü Teâlâ’ya isyan edenle itaat edenin birbirinden ayrılması amacı taşımaktadır.
İyiyle kötünün birbirinden ayrılması içeriğinde kullanılan “fitne” sözcüğü, Arapların,
altının safını saf olmayandan ayırmak için ateşe koydukları zaman kullandıkları “فتنت
Altın ateşle fitne edildi” cümlesindeki “fitne” kelimesinin anlamındadır.457/النار الذهب
Muhammed Ali Sâbûnî’ye göre de “fitne”, “imtihan, belâ, dert”dir. Hârût ve
Mârût iki melektir. Bu iki melek; öğrettikleri şeyleri, Allâh’ın (c.c) bir imtihanı ve küfre
sebebiyet vermemesini önemle hatırlattıktan sonra insanlara öğretmişlerdir.458
Mâturîdî’nin ve diğer müfessirlerin açıklamalarına göre; Yahûdilerin şeytanlara
uydukları hatta Hz. Suleymân’a (a.s) iftiralarda bulundukları, Hârût ve Mârût tarafından
imtihan amacıyla verilen bilgileri kötü yönde kullanarak ve Hak’tan saparak inkâr
yoluna başvurdukları ifâde edilebilir. Öğrenilen ilmin ise faydasız hatta hem insanın
kendisine hem de diğer insanlara zarar vermemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
455 Te’vîlât, c.I, s.188-195. 456 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.89. 457 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.III, s.219-238. 458 Muhammed Ali es-Sâbûnî, a.g.e., c.I, s.83-84.
100
Nitekim şu hadîs-i şerif bunun kanıtı özelliğindedir:
ان قية ق بل ت“ منه أ رضاف ك ان اب ث لالغ يثالك ثيرأ ص العلم،ك م د ىو اله اب ع ث نيالله بهمن م ث ل م
الع شب و ،ف أ نب ت تالك ل اء س ق وا الم ف ش رب واو االناس به الله ،ف ن ف ع اء أ مس ك تالم ادب اأ ج ان تمنه ك ،و ثير الك
في نف ق ه م ث ل م ،ف ذ لك ك ل ت نبت ل اءو م ت مسك ل قيع ان اهي ىإنم أ خر ائف ة اط اب تمنه أ ص ع وا،و ر ز و
به ل مي قب له د ىاللهالذيأ رسلت أساو ر نل مي رف عبذ لك م ث ل م ،و لم ع و اب ع ث نيالله بهف ع لم ن ف ع ه م ديناللهو
/Allâh’ın benimle gönderdiği ilmin ve hidâyetin misâli bir araziye çok yağan
yağmur gibidir. O arazilerden bir kısmı arı, saf olup suyu kabul eder, ot ve
çimen yetişir. Bir kısmı çorak olup suyu tutar. Allâh o suyu tutan araziden
insanları faydalandırır, ondan su içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat ederler.
Bunların dışında bir kısım arazi de vardır ki, suyu tutmaz ve ot da yetişmez.
Alllâh’ın dininde ilim sâhibi olanın misâli, çeşitli şekillerde faydalanılan
arazilerin durumuna benzer ki, Allâh onu benimle gönderilen ilimden ve
hidâyetten faydalandırır, hem öğrenir hem de öğretir. Başını kaldırmayıp (ilme
iltifat etmeyen), hidâyeti, benimle gönderileni kabul etmeyen de verimsiz arâziye
benzer”459
Mâturîdî’nin âyeti tefsîr ederken, sık sık Hz. Peygamber’in (s.a.s) risâletini ve
nübüvvetini tasdikte âyetin delil teşkil ettiğinden bahsetmesi, âyetin sadece Hz.
Peygamber (s.a.s) zamanında yaşayan Yahûdilerle sınırlı kalmayarak, daha sonra gelen
Yahûdilere de İslâm’a iman etmeleri yönünden bir çağrı ve mesaj içerdiği fikrini akla
getirmektedir.
H. Ashâbu’l-Uhdûd
“ ع ذ اب م ل ه و نم ه ج ع ذ اب م ف ل ه ي ت وب وا ل م ث م ؤمن ات الم و ؤمنين الم ف ت ن وا الذين إن
ريق Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da/الح
tövbe etmeyenlere; cehennem azâbı ve yangın azâbı vardır.”460
Mâturîdî; aynı sûrenin üçüncü âyetinde geçen Ashâbu’l-Uhdûd’un kimlerden
teşekkül ettiği hakkında ihtilâf bulunduğunu ifâde ederek ayrıntıya girmemiştir.461
Mâturîdî, onuncu âyette geçen “fitne” kavramını özellikle Mü’minler yönünden
anlamlandırmış ve şu konuları açıklamıştır: “Fitne” ile yâni ateşte altını eritmeyle
altının safı nasıl ortaya çıkarılıyorsa buradaki “fitne”, “ محن ة” ile sâdık ve yalancı, Hak
459 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Ilm 20, H.No: 79, s.32. 460 Burûc, 85/10. 461 Te’vîlât, c.XVII, s.145.
101
ehli ile bâtıl ehli ortaya çıkmaktadır. “ محن ة” yâni “ ء belâ ile deneme ve ağır bir“ ,’’إبتل
imtihan” demektir. Çünkü emir ve nehiy Allâh’tan olduğu zaman “imtihan” olarak
isimlendirilmektedir. Buradaki “fitne”nin diğer bir muhtevâsı; Kâfirlerin hendekler
kazıp o hendeklerde ateşler yakmaları, Mü’minleri o ateşlere atmalarıdır. Allâhü
Teâlâ’ya hiçbir şey kesinlikle gizli değildir. Dolayısıyla âyetteki: “ي ت وب وا ,ifâdesi ”ل م
Allâhü Teâlâ’nın, kullarına karşı keremini ve affını gösteren bir delildir. “ ع ذ اب م ل ه و
ريق hakkında ise iki görüş mevcuttur. Bu iki görüş şu şekildedir: 1) Mü’minleri ”الح
attıkları ateşlerin atan Kâfirlere musallat edilmesi. 2) Cehennem ateşinin Kâfirlere
devamlı olup, hiç ara ve hafifleme bulunmamasıdır.462
Âyetteki “fitne”nin içeriği konusunda, farklı yaklaşımlar da söz konusudur. Bu
bağlamda Taberî’ye göre; buradaki “fitne”, belâyı da içine alacak şekilde “ateşle
yakarak belâ ve imtihan etme”dir. Tevbe etmeden maksat, hem inkârdan hem de bu
kötü filleri işlemekten dolayı pişman olmaktır. Âyetteki “ريق الح ع ذ اب م ل ه ,ile ”و
fitnecilerin bu dünyâdaki azâbları “ نم ه ج ذ اب ع م ile, âhiretteki azâbları ’’ف ل ه
buyrulmaktadır.463
“Fitne”nin, “azâb ve yanma” anlamına geldiğini belirten Sa’lebî’ye göre; âyet,
fitnecilerin, âhirette cehennemde yanmalarının dışında, Mü’minleri yaktıkları ateşle de
yanacaklarına işâret etmektedir.464
Zemahşerî âyet hakkında şunları açıklamıştır: “Fitne”, “ateşle azâb ve
yakma”dır. Âyetteki “ف ت ن وا” ile özellikle Ashâbu’l-Uhdûd kastedilmiştir. Ayrıca Kâfirler
için cehennemde iki azâb bulunmaktadır. Bu azâblardan birisi inkârları sebebiyle, diğeri
Mü’minleri ateşe atmaları sebebiyle gerçekleşecektir. Âyette geçen “ؤمنين ف ت ن واالم الذين ان
ؤمن ات الم ibâresi, “Mü’minlere eziyet eden herkes” demektir.465 ”و
Beydâvî’nin açıklamalarına göre; “fitne”, “eziyetle imtihan” anlamındadır.
Âyette geçen fitnecilerden kasıt Ashâbu’l-Uhdûd’dur. Onların âhiretteki bir azâbı
inkârları sebebiyle, öbür azâbı da Mü’minlere yaptıkları eziyetlerin kendilerine
dönmesidir. 466
462 Te’vîlât, c.XVII, s.149-150. 463 et-Taberî, Câmiu’l- Beyân, Muessesetu’r-Risâle Baskısı, c.VII, s.495. 464 es-Sa’lebî, a.g.e., c.VI, s.425. 465 ez-Zemahşeri, el-Keşşâf, s.1192. 466 el-Beydâvî, a.g.e., c.V, s.321.
102
Yukarıda Zemahşerî’nin, âyetin eziyet gören bütün Mü’minleri ve eziyet eden
bütün Kâfirleri kapsadığını açıklaması, Kur’ân’ın evrensel hükümler ihtivâ ettiğini
gösteren bir delildir. Bu açıdan incelendiğinde Fahreddin Râzî ve Hatîb Şirbînî’ye göre;
âyetteki eziyet edenlerle murâd edilen sâdece Ashâbu’l-Uhdûd değildir. Çünkü âyetin
lâfzı ve hükmü umûmidir. Delilsiz açık bir şeyi tahsis edip özel kılmak yanlıştır.467
Âyette bahsi geçen Ashâbu’l-Uhdûd hakkında çok çeşitli rivâyetler mevcuttur.468
Âyetin, Mekke Müşriklerinin Ashâb-ı Kirâm’a (r.a) eziyetleri ve baskıları nedeniyle
nâzil olduğu belirtilmektedir.469
O halde denilebilir ki; âyette, Asr-ı Saâdetten bile çok önceleri vukuu bulan bir
hâdîsenin geçmesi, İslâm’a hoşgörüsüzlük içerinde bulunanların, fitnelerini ve
düşmanlıklarını bugün ve gelecekte devam ettireceklerini göstermektedir. Nitekim
mecâzî anlamların geçtiği şu şiir bu durumun bir kanıtı niteliğindedir:
!Ey Kudüs..Ey hüzünler şehri / ياقدس،يامدينةالأحزان
!Ey gözlerinden iri yaşlar damlayan /يادمعةكبيرةتجولفيالأجفان
?Kim durduracak bu düşmanlığı /منيوقفالعدوان؟
!Sen ey dinlerin incisi(İslâm) /عليك،يالؤلؤةالأديان
Kim temizleyecek kanları duvarlardaki taşlardan…”470 /منيغسلالدماءعنحجارةالجدران؟
Âyetle ilgili incelenen görüşlere göre “fitne” kavramının “ağır imtihan, eziyet,
azâb” anlamlarına geldiği ifâde edilebilir.
K. Rüyâ Hâdisesi ve Lânetlenen Ağaç (Zakkum)
“ لع ون ة الم ة ر الشج فتن ةللناسو إل ين اك ؤي االتيأ ر ع لن االر اج م اط بالناسو أ ح بك ر إن إذق لن ال ك و
بيرا ك ط غي انا إل ي زيد ه م ا ف م م ف ه و ن خ و Hani sana, “Rabbin insanları çepeçevre/فيالق رآن
kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur’an’da lânetlenen
ağacı, sadece insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkutan
uyarılarda bulunuruz, fakat bu onların taşkınlıklarını iyice arttırmaktan başka
bir şey sağlamaz.”471
467 Fahreddîn er-Râzî, a.g.e., c.XXXI, s.122; el-Hatîb eş-Şirbînî, Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed
(v.977/1569), es-Sirâcu’l-Munîr, Matbaatu Bûlâkı’l-Emîriyye, y.y. t.s, c.IV, s.513. 468 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.XV, s.338-343; Muhammed Eroğlu, “Ashâbu’l-Uhdûd”, DİA,
İstanbul, 1991, c.III, s.471. 469 Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.589. 470 Nizar Kabbani, “el-Kudüs” , http://www.nizariat.com/poetry.php?id=56 (22.03.2018). 471 İsrâ, 17/60.
103
Mâturîdî’nin âyetteki rüyâ hâdisesi ve zakkum hakkındaki görüşleri şöyledir:
Âyette geçen rüyânın görülmesi, bütün te’vîl ehline göre uyanıkken bizzat
gözlemleyerek gerçekleşmektedir. Çünkü uykudayken gözler uyumaktadır. Bu hususta
bütün te’vîl ehli, Hz. Peygamber’in (s.a.s) “قلبي ينام ول تنامان عيني إن عائشة !Ey Âişe/يا
Gözlerim uyur, kalbim uyumaz.” hadîs-i şerîfini472 delil göstermiştir. Dolayısıyla bütün
te’vîl ehli, Hz. Peygamber’in (s.a.s) gördüğü şeyleri bizzat gözleriyle gördüğünü,
rüyânın kalp ve ilimle gerçekleşmeyeceğini ifâde etmiştir. Sâid el-Müseyyeb’in
rivâyetine göre rüyâ uykuda gerçekleşmiştir. Şöyle ki; Hz. Peygamber (s.a.s), rüyâsında
minberinin üzerinde bir kavim görmüştür. Rüyâsında gördüğü kavim, Hz. Peygamber’i
(s.a.s) müteessir etmiştir. Bu durumu Hz. Peygamber (s.a.s), Ashâb-ı Kirâm’a (r.a)
haber verdi. İşte bu haber bir “fitne”, “imtihan”dır. Bâzı te’vîl ehline göre Hz.
Peygamber (s.a.s) uykusunda, Mescid-i Harâm’a emin bir şekilde girdiğini görmüş ve
bunu Ashâb-ı Kirâm’a (r.a) haber vermiştir. Hudeybiye yılı Beytullâh’tan Müslümanlar
engellenince, bâzı insanlar bu rüya hususunda şüpheye düşmüşlerdir. Şüpheye düşülen
bu haber de insanlar için bir “fitne”, “imtihan”dır. Bütün bu haberlere göre “fitne”, “çok
büyük zorluk içeren sınav” anlamına gelen “ديد ة الش .dir. Eğer âyette geçen rüyâ, Hz”محن ة
Peygamber’in (s.a.s) Beyt-i Makdis’e yürüyüşü ve gördüğü âyetleri haber vermesi (İsrâ
ve Mi’râc) ise bu haberler bir zan veya sihir değil kesin bilgilerdir. Bu bilgiler, tasdik
etme veya yalanlama cihetiyle fitne ve mihne’dir. Eğer rüyâ, Hz. Peygamber’in (s.a.s)
uykuda gördükleriyse onlar da bir “fitne”, “mihne”dir. Lânetlenmiş ağacın “fitne”,
“imtihan” kılınmasında ise iki vecih bulunmaktadır: 1) “İmtihan”dır. 2) Zakkum
ağacının zâlimler için fitne kılınması demek, onlar için azâb olması anlamındadır.
Nitekim ikinci görüşe, “ ع لن اه افتن ةللظالمين Biz o zakkumu zalimler için bir sınama aracı/اناج
yaptık.”473 âyeti delildir. Cehennemdeki zakkumun imtihan vesilesi yapılmasının bir
hikmeti şudur: Müşrikler, cehennemde ağacın (zakkum) varlığı konusunda Hz.
Peygamber’e (s.a.s) itiraz etmişlerdir. Ateşte ağaç olamayacağını çünkü ateşin ağacı
yiyip yakacağını söylemişlerdir. Fakat Müşrikler, ağacın da ateş olduğunu, yiyecek ve
içeceklerinin dahi ateşten yaratıldığını, ağaç ateşten olunca ateşin yemediğini idrak
edememişlerdir. İşte bu ağaç da aynen rüya gibi, Hz. Peygamber’i (s.a.s) tasdik edip
472 Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’t-Teheccüd 16, H. No:1147, s.278; Sahîhu Muslim, Kitâbu Salâti’l-
Musâfirîn ve Kasrihâ 17, H.No: 125 (738), s.509. 473 Sâffât, 37/63.
104
etmeme bağlamında fitne ve mihne’dir. Cehennemdeki zakkum ağacına, lânetli ismi
verilmesinin hikmetleri vardır: 1) Araplar, zararlı her şeye mel’ûn (lânetli) ismi
vermişlerdir. İşte bundan dolayı zakkum ağacına lânetli ismi verilmiştir. 2) Zakkum’dan
yiyecekler lânetlendiği için zakkum da aynı ismi almıştır. 3) Zakkum, hayır ve
faydalardan uzak olduğu için lânetli diye isimlendirilmiştir.474
Mâturîdî’nin, rüyâ hâdisesinin hangi rüyâ olduğu ve zamanı konusunda sadece
rivâyette bulunması, bir yönüyle âyetin kesin şekilde Mekkî veya Medenî olduğunun
tespit edilememesinden de kaynaklanabilir. Meselâ Kurtubî’ye göre İsrâ Sûresinin
altmışıncı, yetmiş yedinci, yüz yedinci âyetleri Medenî diğerleri Mekkî iken, Sa’lebî’ye
göre Mekkî’dir.475 Dolayısıyla âyetin bu durumunu dikkate alan müfessirlerin
çoğunluğu rüyâyı Mi’râc hâdisesi kabul ederlerken, bazıları da Hz. Peygamber’in (s.a.s)
gördüğü diğer rüyâları baz almışlardır.
Bu bağlamda Zemahşerî’nin açıklaması şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s); Bedir
Muhârebesinde, Müşriklerden vurulup düşeceklerin yerlerini uykuda rüyâsında
görmüştür. Bedir suyuna vardığı zaman “Vallâhi, sanki onların vurulup yere
düşecekleri yerleri görüyor gibiyim, bu filancanın şu filancanın vurulacağı yerdir.”
demiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s), Bedir Muhârebesinde vurulanların yerlerini rüyâda
görme zamanı, âyetin vahyinden sonra gerçekleşmiştir. Müşrikler, Hz. Peygamber’in
(s.a.s) rüyâsıyla alay etmeleri üzerine, zakkûm ve azâba müstehak olmuşlardır.
Dolayısıyla buradaki “fitne”, “azâb”dır.476
İbnu’l-Cevzî’nin açıklamalarına göre; rüyâ, İsrâ ve Mi’râc Mucizesi’dir. Çünkü
çoğunluğun görüşüdür. “Fitne” kavramı, “insanlar için imtihan” anlamına
gelmektedir.477
Hatîb Şirbînî’ye göre; rüyâ, İbn Abbâs’dan (r.a) rivâyetle Mi’râc’dır. “Fitne”,
“imtihan”dır.478 Konuyla ilgili başka bir açıklamaya göre de; rüya, İsrâ ve Mi’râc’dır.
Rüyâ ile ilgili zikredilen diğer olaylar, Medîne döneminde gerçekleşmiştir. Âyetteki
“fitne” kavramı, “‘sınav” mânâsı içermektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) İsrâ’yı anlatınca,
inancında kararlılık ve sebat göstermeyenler bu sınavı kaybetmişlerdir. Lânetlenmiş
474 Te’vîlât, c.VIII, s.308-311. 475 Sa’lebî, a.g.e., c.IV, s.3; Kurtubî, a.g.e., c.XIII, s.5; ayrıca bkz. Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.281. 476 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.601. 477 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.819. 478 el-Hatîb eş-Şirbînî, a.g.e., c.II, s.316-317.
105
ağaç, cehennemdeki zakkum ağacı olup, Kur’ân-ı Kerîm’deki bu bilgiler bir imtihandır.
Mü’minler, bu bilgilere inanmakla sınavı kazanmışlar ama Kâfirler inkâr etmekle sınavı
kaybetmişlerdir.479
Ashâb-ı Kirâm’ın (r.a) sabırları, inançları ve Hz. Peygamber’e (s.a.s) sevgileri,
takdîre şâyandır. Bu anlamda, İsrâ ve Mi’râc mûcizesinin sabahı yaşananlar
zikredilebilir. Bu bağlamda İbn Hişam, Hz. Ebûbekir’in (r.a) sıddîk ismi almasını şu
şekilde açıklamıştır:
“İnsanlar Ebû Bekr’e (r.a) gittiler ve dediler ki; ‘Ey Ebû Bekr (r.a)!
Arkadaşın bu gece Beyt-i Makdis’e gittiğini, orada namaz kıldığını ve tekrar
Mekke’ye döndüğünü iddia ediyor sen ne dersin?’ Hz. Ebû Bekr (r.a) onlara,
‘Vallâhi o söylemişse muhakkak doğrudur. Sizler buna neden şaşırıyorsunuz ki,
Vallâhi o gündüzün veya gecenin herhangi bir saatinde gökten yere haber (vahy)
geldiğini bana haber verdiğinde bile ben onu tasdik ediyorum. Sizin bu
şaşırdığınız şey (Mi’râc) ona göre daha kolaydır.’ dedi. O gün o (Hz. Ebûbekir
(r.a) sıddîk diye isimlendirildi.’’480
Konuyla ilgili incelenen görüşlerin çoğunluğuna göre; rüyâ, Mi’râc Mûcizesidir.
Çünkü Mi’râc Mûcizesi farklı târihler bulunsa da Mekke döneminde gerçekleşmiştir.
Nitekim Safiyyürrahman Mübârek, Mi’râc’la alâkalı Mekke dönemine ait altı tarihten
bahsetmiş ve Hz. Ebûbekir’in (v.13/634) (r.a) sıddîk diye isimlendirilmesinin, insanların
yalanladığı bir zamanda Mi’râc’ı tasdikten dolayı vukû bulduğunu nakletmiştir.481
Mâturîdî’nin, açıklamalarında dikkat edildiği gibi, rüyâ ile ilgili zikrettiği
hâdiselerde İsrâ ve Mi’râc mûcizesi için fitne ve mihne kelimelerini aynı anda
kullanırken, diğer naklettiği rüyâ hâdiseleri hakkında sâdece fitne kelimesini
kullanmıştır. Rüyâ hâdisesinin hangisinin âyette bahsedildiği hakkında bir görüş
belirtmeyip, “eğer buysa veya buysa” demesi, bu hâdiselerin hepsine ihtimal verdiğini
düşündürmektedir.
L. Şeytanın İlkâsı (Vesvesesi) ile Müşrikler
“ ل فيشق اق المين الظ إن و م الق اسي ةق ل وب ه و ض ر فيق ل وبهمم للذين فتن ة اي لقيالشيط ان م لي جع ل
Bunu Allâh, şeytanın kattığını kalplerinde hastalık bulunanlar ve yürekleri/ب عيد
479 Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.287. 480 İbn Hişâm, Sîratu’n-Nebî, md, 396, c.II, s.6. 481 Safiyyürrahmân el-Mübârekfûrî, er-Rahîku’l-Mahtûm, tsh. Muhammed b. Ali Harekânî, el-
Câmiatu’s-Selefiyye- İrâdetu’ş-Şuuni’l-İslâmiyye, Hindistan ve Katar, 2007, s.137,140.
106
katılaşmış olanlar için sınama vesilesi kılmak için yapar. Şüphesiz zalimler derin
bir ayrılığa düşmüşlerdir.”482
Fitne ile ilgili Şeytanın ilkâsı, bu âyetten bir önceki yirmi ikinci âyette483 de
geçtiği için, konunun net analiz edilebilmesi amacıyla Mâturîdî’nin, yirmi ikinci
âyetteki te’vîline başvurulmuştur. Mâturîdî bu te’vîlinde, uydurma bir haber teşkil eden
Ğarânîk rivâyetinin mümkün olamayacağını ispat ederek kesin ve sert bir dille
reddetmiştir.484 “Fitne” kelimesinin geçtiği bu âyetle ilgili ise şu konuları açıklamıştır:
Fitne kılınan Şeytanın vesvesesi, Kâfirlerin kalplerinde gerekleşmiştir. Çünkü Kâfirler,
sürekli Hz. Peygamber (s.a.s) ile tartışmış ve mücâdele etmişlerdir. Tartışmaları
hususunda örnekler mevcuttur. Meselâ, Hurûf-ı Mukatta’yı ebced (cümmel) hesabıyla
yorumlayanlar olmuştur. Allâhü Teâlâ, bunları Hz. Peygamber’e (s.a.s) haber vermiş ve
onların bu durumlarını ortadan kaldırarak, daha önce incelenen Âl-i İmrân 3/7’yi485
nâzil buyurmuştur. Yine Meselâ, Enbiyâ 21/98486 nâzil olduğu zaman, Müşrikler kabul
etmemişler, Allâhü Teâlâ’dan başkasına, Hz. Üzeyr (a.s), Hz. Îsâ (a.s) ve Meleklere
tapıldığını, dolayısıyla tapanlar suçluysa onların da cehenneme girmesi gerektiğini iddia
etmişlerdir. Müşriklere, Allâh’tan başkasına tapmayı Hz. Üzeyr (a.s), Hz. Îsâ (a.s) ve
Meleklerin hiçbirisi kesinlikle emretmedikleri gibi kendileri de Allâhü Teâlâ’ya
hakkıyla kulluk yapmışlardır. Fakat Müşriklerin iftiralarını Şeytan onlara emretmiştir.
Dolayısıyla, Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.s) ile sürekli tartışmışlardır. Allâhü Teâlâ,
onların tartıştıkları hususları ortadan kaldırarak âyetlerini güçlendirmiştir. Bu örnekler
de Şeytanın ilkâsının Kâfirlerin kalplerinde gerçekleştiğini ve Şeytanın temennî ettiğini,
kalplerinde Şeytanın vesvesesinin gerçekleştiği Kâfirlerin ise bununla fitne olarak, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) kendilerine cevap veremeyeceklerini zannetmişlerdir. Âyetteki;
م“ الق اسي ةق ل وب ه و ض ر ,ifâdesi, Münâfıklara da işâret etmektedir. Münâfık, Müşrik ”فيق ل وبهمم
hepsinin kalbinin kasvetli olduğunu göstermektedir. “ ب عيد ل في شق اق المين الظ ان ifâdesi ise ”و
Kâfirlerin kibir ve inatlarından dolayı hakkı kabul etmekten çok uzak bulunduklarını
482 Hac, 22/53. 483 “ ليم الله ع الله اي اتهو ي حكم ث م اي لقيالشيط ان الله م ف ي نس خ يا منيته ف نهىا لق ىالشيط ان اذ ات م
ال ن بي ل و س ول منر لن امنق بلك اا رس م و
كيم ح /Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de
onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın. Fakat Allâh şeytanın katmaya çalıştığını iptal eder.
Sonra Allâh kendi âyetlerini (onun kalbine) sağlam olarak yerleştirir. Allâh hakkıyla bilmekte,
hikmetle yönetmektedir.” (Hac, 22/52). 484 Geniş bilgi için bkz, et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, c.XVI, s.602-611; Te’vîlât, c.IX, s.393-395. 485 Bkz. Bu çalışmada, s.61-62. 486 “ ارد ون او ل ه ا نت م نم ه ج ص ب ح مند ونالله ات عب د ون م Şüphe yok ki siz ve Allâh’tan başka taptığınız tanrılar/انك مو
cehennem yakıtısınız, hepiniz oraya gideceksiniz” hakkında bkz. Te’vîlât, c.IX, s.324-325.
107
çünkü onların hakikatleri kabul etmek için dinlemediklerini, onun için onların kesinlikle
kabul etmeyeceklerini içermektedir.487
İncelendiği üzere Mâturîdî, “fitne” kelimesinin ne anlama geldiğine temas
etmemiştir. Sunduğu deliller ve yaptığı açıklamalarından, “fitne”yi “sapıtmak, şüphenin
artması” içeriğinde düşündüğü anlaşılmaktadır. Bu bağlamda İbnu’l-Cevzî’ye göre de
Ğarânîk rivâyeti muhakkik âlimlere göre mümkün değildir. Allâhü Teâlâ, Şeytanın
vesvesesini Hz. Peygamber’in (s.a.s) lisanından kaldırmıştır. Şeytanın vesvesesi “fitne”
olup, “fitne” burada, “sıkıntı, dert ve belâ ile sınama”dır. Hastalıktan maksat, şüphe ve
nifaktır. Kalpleri katılaşmış kişiler zâlimlerdir. Zâlimlerin îmân konusundaki
davranışları da zâlimcedir. Zâlimlerin ayrılığı (düşmanlık) devamlıdır.488
Kurtubî de Ğarânîk rivâyetini nakletmiş, vesveseyi Hz. Peygamber’in (s.a.s)
lisanından Allâhü Teâlâ’nın kaldırdığını, Rasûlünü koruduğunu ifâde etmiş ve “fitne”yi
“deneme” anlamında açıklamıştır.489
İbnu’l-Cevzî ve Kurtubî’nin açıklamalarında dikkat çeken husus, bu vesvesenin
ve ilkâ edilen şeyin Hz. Peygamber’in (s.a.s) dilinde gerçekleşmesidir. Mâturîdî’nin
te’vîline göre ise bu ilkâ edilen şey, Kâfirlerin kalbinedir. Bu bağlamda Vehbe
Zuhaylî’ye göre; Ğarânîk rivâyetinin aslı yoktur. Şeytan ilkâsını ortaya atmıştır.
Şeytanın ortaya attığı vesveseyi Kâfirler, Hz. Peygamber’den (s.a.s) geliyor
zannetmişlerdir. “Fitne”, “vesvese, deneme, imtihan, belâ, dert”dir. Fitne, Münâfıklar
içindir. Çünkü Münâfıkların kalplerinde; şüphe, şirk, inkâr ve nifak bulunmaktadır.
Fitne, Müşrikler ve inat eden Yahudiler için de geçerlidir. Çünkü onların da kalpleri
katıdır. Âyetteki “ ب عيد ل فيشق اق الظالمين ان kelâmı, Münâfıkların ve Kâfirlerin, Allâh (c.c) ”و
ve Rasûlünden (s.a.s) ayrı durup, isyan ve inatla Hak’tan ve doğruluktan uzak
bulunduklarını göstermektedir.490
Zuhaylî bu açıklamalarında, Şeytanın ilkâsını ortaya attığını ifâde ederek,
Mâturîdî, İbnu’l-Cevzî ve Kurtubî’den farklı düşündüğünü göstermiştir. Şeytanın ilkâsı
(vesvese) konusundaki ince ayrıntı bir tarafa, incelenen bütün görüşlere göre Hz.
Peygamber (s.a.s) ismet sıfatına sahiptir. Allâhü Teâlâ, Rasûlünü muhafaza etmektedir
denilebilir.
487 Te’vîlât, c.IX, s.395-398. 488 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.961-962. 489 el- Kurtubî, a.g.e., c.XVI, s.611-612. 490 Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.IX, s.270-273.
108
M. Cehennemdeki On Dokuz Melek
أ وت وا“ الذين والي ست يقن ك ف ر فتن ةللذين مإل ع لن اعدت ه اج م ئك ة و ل م النارإل اب ع لن اأ صح اج م و
ض ر فيق ل وبهمم الذين لي ق ول و ؤمن ون الم و أ وت واالكت اب الذين ي رت اب ل انا و ن واإيم آم الذين ي زد اد و الكت اب
ه و إل ب ك ن ود ر ج اي عل م م و ني ش اء ي هديم و ني ش اء الل م ي ضل لك ذ ك ث ل ذ ام اد الل به اذ اأ ر م ون الك افر و
للب ش ر ى ذكر إل هي ا م Biz cehennemin işlerine bakmakla yalnız melekleri/و
görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkâr edenler için sadece bir imtihan
vesilesi yaptık ki böylelikle kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler,
inananların imanı artsın; kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye
düşmesinler; kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkârcılar da, "Allâh bu sayı
misaliyle ne demek istemiş olabilir?" desinler. İşte Allâh böylece dilediğini
sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir. Rabbinin ordularını
kendisinden başkası bilmez. İşte bu, insanlık için sadece bir öğüttür.”491
Mâturîdî bu âyetle ilgili te’vîlinde; önce Meleklerin özellikleri üzerinde durarak,
Meleklerin kesinlikle Allâhü Teâlâ’nın emrinden dışarı hareket etmediklerini ve
harfiyen Allâhü Teâlâ’nın emrini uyguladıklarını zikretmiş, bundan bir önceki âyette492
de geçen on dokuz Melek hakkında Kâfirlerin, biz onlara yeteriz, yeneriz ve
cehennemden çıkarırız dediklerini rivâyet etmiştir. Mâturîdî’ye göre âyetle ilgili diğer
konular şunlardır: Allâhü Teâlâ; bu âyetle Meleklerin insanlar gibi olmadığını,
bünyelerinin de insanlara benzemediğini, ateşin onlara zarar vermediğini, buyurmuştur.
وا“ ـف ر ك للذين فتن ة مال ع لن اعدت ه اج م (kelâmında yer alan “fitne”nin iki anlam vechi vardır: 1 ”و
“Sıkıntı, zorluk ve belâ ile sınav” konularını içeren “mihne”dir. 2) “Azâb”dır. Eğer fitne
ile murat edilen azâb ise Meleklerin azâb ettiğine işârettir. Eğer mihne yâni belâ ve
sıkıntı ile sınavsa bunda da çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlar şu şekildedir: 1) Kâfirler
için Meleklerin sayısının belâ ile sınav kılınmasıdır. Melekler, Kâfirlerin inkârlarını
artıran bir sebep olmuştur. Çünkü Kâfirler, Allâh’ın âyetlerine inkârcı
yaklaşmaktadırlar. 2) Mü’minlerin ise imanlarını artıran bir sebeptir. Çünkü Mü’minler,
Allâh’ın âyetlerine îmânlı bir şekilde ve feyiz almak için bakmaktadırlar. Hem
Mü’minler, sâdece bu âyetle değil her zaman Allâhü Teâlâ’nın kullarını çok çeşitli
şeylerle imtihan ettiğini bilirler. Dolayısıyla buna da îmân etmektedirler. Buradaki
491 Müddessir, 74/31. 492 “ ع ش ر اتسع ة ”.Orada on dokuz (görevli) vardır/ع ل يه
109
önemli konulardan birisi, îmânın artması meselesidir. Îmânın artması adet değil, imanda
kararlılık göstermek ve îmânın olgun bir seviyeye ulaşmasıdır.493
Mâturîdî, âyetin devamında da önemli tespitlerde bulunmuştur: “ا وت وا الذين لي ست يقن
Meleklerin bu adetlerinin tahrife uğramamış Tevrat ve İncil’de bulunduğuna ,”الـكت اب
işâret etmektedir. Şöyle ki, îmân etmeyen ehl-i kitâb, aslında daha önce nâzil olan
kitapların Kur’ân-ı Kerîm’le uygunluğunu ve bu kesin bilginin Allâh’tan geldiğini de
bilmektedirler. Âyetteki “ ض ر م ق ل وبهم في الذين لي ق ول و ؤمن ون الم و الـكت اب ا وت وا الذين ي رت اب ل و
ث ل م بهذ ا الله اد ا ر اذ ا م ون الـك افر .bölümü, Allâhü Teâlâ’nın ezelî ve ebedî ilmine kanıttır ”و
Allâhü Teâlâ, kullarından kim sapıtmayı, dalâleti seçerse dalâleti yaratmakta, kim de
hayrı ve güzelliği seçerse, ona hidâyeti yaratmaktadır. Nitekim âyetteki; “ن م الله ي ضل ذلك ك
اء ني ش ي ـهديم و اء Allâhü Teâlâ’nın, kullarının neyi seçeceklerini ezelî ve ebedî ilmiyle ,”ي ش
bildiğini göstermektedir. “ذكرىللب ش رع ال هي ا م و ه و ال ب ك ر ن ود ج ي عل م ا م Allâhü Teâlâ’nın ,”و
ordusunun sayısını ve mâhiyetini ancak Allâhü Teâlâ’nın bildiğine, fakat insanlar için
imtihân kılındığına delildir.494
“Fitne” kavramına, görüşlerin çoğunda özellikle Mâturîdî’nin bahsettiği birinci
anlam ihtimali yönünden değinilmiştir. Bu bağlamda Huvvârî’ye göre; âyette geçen
“fitne” kelimesi, “imtihan, dert ve musîbet”dir. Daha önceki kitaplarda da on dokuz
melek adedi geçmektedir. Kalplerinde hastalık bulunanlardan kasıt Münâfıklardır.495
İbn Kesîr’e göre; âyetin çok sayıda sebeb-i nuzûlü vardır. Bunlardan birisi
şudur: Ebû Cehil, Meleklerin adedi hususuna inanmadığı gibi alay konusu yapmıştır.
Yine çok güçlü bilinen Kelde b. Useyd de aynı yaklaşımla inanmadığı gibi halkı tahrik
etmiştir. Buradaki “fitne” ise “insanlar için imtihan”dır. Melek sayısı temsîlidir. Sayı ile
kastedilen, insanların “imtihan” edilmesidir. Meleklerin sayısının çokluğu konusunda da
pek çok hadîs vardır.496
Mâturîdî’nin, âyette geçen kalplerinde hastalık bulunanların kimler olduğu
hakkında açıklama yapmadığına şâhit olunmaktadır. İşte bu bağlamda Şevkânî’ye göre;
kalpleri hastalıklılar, Münâfıklardır. Mekke döneminde Münâfıklar yoktu. Ancak âyet,
Medîne dönemindeki Münâfıkları haber vermektedir. Hastalıktan maksat, şüphedir.
493 Te’vîlât, c.XVI, s.256-257. 494 Te’vîlât, c.XVI, s.257-265. 495 el-Huvvârî, a.g.e., s.1974. 496 İbn Kesîr, a.g.e., c.VIII, s.269-271.
110
Dolayısıyla Kâfirlerin içerisinde, îmân edip etmemede tereddüt hâlindeki kişiler
vardır.497
Konuyla ilgili, Şevkânî’nin açıklamalarına benzer şöyle bir görüş de vardır:
Kalplerinde hastalık bulunanlardan maksat, Münâfıklardır. Âyet Mekkî olduğu halde
âyette Münâfıklara işâret edilmesi, ilerde böyle grupların çıkacağını göstermektedir.
Dolayısıyla bu, âyetin mûcizevi yönlerinden birisidir. Diğer taraftan, Müşriklerin de
kalplerin de hastalık bulunduğu bir gerçektir.498
Kanaatimizce Mâturîdî, te’vîlinde incelendiği üzere, bir taraftan insanı sınırsız
özgür bırakan ve Allâhü Teâlâ’nın irâdesini âdeta ortadan kaldıran bir düşünceye karşı
çıktığı gibi insana hiç seçme ve seçtiğini uygulama yetkisi vermeyen düşünceye de karşı
çıkmıştır. Allâhü Teâlâ’nın kullarını imtihan ettiğini önemle vurgulamıştır.
Vehbe Zuhaylî, âyetle ilgili Mâturîdî’nin te’vîline yakın açıklamalar yapmıştır:
Burada “fitne”, “bütün insanlar için imtihan, Kâfirler için zorluk ve dalâlet sebebi”dir.
Çünkü Kâfirler; yeniden dirilmeyi, cehennemi, cehennem görevlilerini yalanlayıp alay
etmektedirler. Yahûdiler ve Hıristiyanlar, âyette geçen on dokuz görevli meleği, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) söylediklerinin haklılığını yakînen bilmektedirler. Çünkü aynı
hâdiseyi, daha önceki Peygamberler de tebliğ etmişlerdir. “Fitne”nin bir diğer yönü,
Mü’minlerin imanlarının artmasına sebeptir.499
Huvvârî ve İbn Kesîr’in de işâret ettiği üzere, bütün insanlar için “fitne” burada
“imtihan” anlamına gelebilir. Mâturîdî’nin ikinci te’vîlinde temas ettiği şekilde, Kâfirler
için “âhiretteki azâb”ın bizzat kendisi, Mâturîdî’nin ve Zuhaylî’nin değindiği şekilde
“Kâfirlerin inkârlarını ve dalâletlerini artıran bir sebep”, “Mü’minlerin imanlarını
artıran, âhirette mükâfat görmelerine bir sebep” mânâlarını ihtivâ edebilir.
Mâturîdî’nin bu âyetle ilgili te’vîlindeki üsluba bakıldığında ise âyeti târihi
bağlamından koparmadan ama sebeb-i nüzullerdeki isimleri fazla zikretmeden
değerlendirmeler yapmış ve mesajlar çıkarmıştır. Böylelikle âyetlerin sâdece nuzûl
ortamını değil, bütün zamanlardaki olaylara rehberlik ettiğine değinmiştir. Nitekim bu
497 eş-Şevkânî, a.g.e., s.1554. 498 Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.575. 499 Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.XV, s.251-253.
111
hususta bir eserde açıklanan “sebebin husûsiliğinin, hükmün umûmiliğine engel
olmaması” kaidesine hassasiyetle yaklaştığı ifâde edilebilir.500
“Fitne”nin zikredilen anlamları bir araya getirildiğinde, aynı anda olumlu,
olumsuz ve ortak içeriğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda örnek verilirse bir
çalışmada, “fitne”nin çok anlamlı kelime özelliklerinden bahsedilmiş, zıt anlamlara
gelebileceği ifâde edilerek bunlar ispat edilmiştir.501
Kanaatimizce de çok mânâlı kelimeleri bir konuya hasretmek, Kur’ân-ı Kerîm’in
kavramlara kazandırdığı geniş muhtevâyı ve mesajı daraltmak olur. Bundan dolayı da
âyette geçen “fitne” kelimesinin “sebep, azâb, imtihan” anlamlarına geldiği ifâde
edilebilir.
II. KAVİMLERİN VE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLARI
A. Hz. Mûsâ (a.s) ile Firavun ve Kavmi-Hz. Peygamber (s.a.s) ile Kureyş
“ ك ريم س ول ه مر اء ج و فرع ون مق وم ل ق دف ت ناق بل ه Onlardan önce Firavun’un kavmini/و
de imtihan ettik ve onlara, değerli bir elçi geldi”502
Mâturîdî, âyetteki “fitne” kavramının sözlük anlamını belirtmemiş, âyette geçtiği
şekilde zikretmiştir. Âyetle ilgili açıklaması şöyledir: “ فرع ون ق وم م ق بل ه ف ت نا ل ق د ile Allâhü ”و
Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s) hitap ederek, Kureyş’in fitnesinin, Firavun ve kavminin
fitnesine benzediğini buyurmuştur. Hz. Mûsâ (a.s), Firavun ve kavmine âyetlerle,
mûcizelerle, delillerle geldiği zaman Firavun ve adamları onu yalanlamışlardır.
Yalanlamakla kalmayıp, iftirâlar da bulunmuşlardır. Benzer biçimde, Hz. Peygamber’i
de (s.a.s) Mekkelilerden inanmayanlar yalanlamışlardır. Diğer bir benzerlik, Hz.
Mûsâ’yı (a.s) Firavun ve inanmayanların hakir görüp küçümsemeleri gibi Hz.
Peygamber’i (s.a.s) Mekkelilerden inanmayanlar hakir görmüşlerdir. Yine “م ف ت ناق بل ه ل ق د و
فرع ون ile Allâhü Teâlâ, Yahûdilerin geçmişteki durumlarını haber vermiştir. Çünkü ”ق وم
Hz. Peygamber’i (s.a.s) yalanlayanlar, Yahûdilere, Hz. Peygamber’i (s.a.s) yalanlamak
için kitaplarında bulunan haberlerden sormuşlardır. Âyetteki “ ك ريم س ول ر ه م اء ج bütün ,”و
Peygamberlerin değerli ve büyük bir ahlâk üzere gönderildiklerine bir kanıttır. Çünkü
500 Geniş bilgi için bkz. Ali Galip Gezgin, “Kur’ân’da Hz. Peygamber ve Ashâb İlişkileri-Ashâbı Uyaran
Âyetler Bağlamında”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), SDÜ. İLH. FAK., İslam Felsefesi
ABDB, Yay.No: 2, Edit. İsmail Yakıt, Tuğra Matbaası, Isparta, 2004, s.178. 501 Ali Bulut, “Erken Dönem Tefsir Mukaddimelerinin Tefsir Usûlü Açısından Değerlendirilmesi”,
Doktora Tezi, SDÜ. S.B.E., Isparta, 2009, s.167. 502 Duhân, 44/17.
112
gönderildikleri kavimlerin her türlü kötü muamelesine karşı Peygamberler büyük bir
metanetle sabır göstermişlerdir. Yine “ ك ريم س ول ر ه م اء ج .Allâhü Teâlâ’nın Hz ,”و
Peygamber’i (s.a.s) çok büyük bir ahlâk üzere yarattığına delildir. Bu hususta Kalem
68/4503 de bir kanıttır.504
Mâturîdî’nin âyetteki “fitne” kavramının anlamını belirtmemesine rağmen,
yaptığı açıklamlar değerlendirildiğinde buradaki “fitne”yi, “imtihan” anlamında
düşündüğü izlenimini uyandırmaktadır. Bu bağlamda Zemahşerî’ye göre; “ف ت نا”nin
şeddeli kıraatının nedeni, te’kîd için veya kavmin üzerinde vukuu bulduğunu göstermek
içindir. “Fitne”nin mânâsı, “Allâhü Teâlâ’nın onlara (inanmayanlara) süre vererek
rızıklarını genişletmesi veya onların inanmaları için, Hz. Musâ’yı (a.s) göndererek
onunla imtihan etmesi”dir.505
İbnu’l-Cevzî’ye göre; buradaki “fitne”, “imtihan, belâ ve dert”dir. Hz.
Peygamber’e (s.a.s) “م ’’bir hitâb özelliği taşımakta, “senin kavminden önce ”ق بل ه
anlamına sahiptir.506
Celâleddîn Suyûtî’nin nakline göre; âyetin yer aldığı sûre Mekkî’dir. Âyet,
siyâkındaki âyetlerle507 birlikte değerlendirildiğinde şu hususlar dikkat çekmektedir:
Firavun ve adamları İsrâîloğulları’nı esir almışlar, Hz. Mûsâ’yı (a.s) taşlamışlardır. Bu
zorluklara rağmen, Hz. Mûsâ (a.s) tebliğ vazifesini yerine getirmiş hem onları Allâhü
Teâlâ’ya iman etmeye davet etmiş, hem de esirlerin serbest kalması için mücâdele
etmiştir. Buradaki “fitne”, “imtihan ve zorluk” demektir.508
Şevkânî’ye göre; “ف ت نا”, şeddeli okunmaktadır. Buradaki “fitne”, “imtihan, belâ,
dert, Allâhü Teâlâ’nın rasüller göndermesi, Allâhü Teâlâ’nın bol rızık vermesi”dir.509
Görüşler mukayese edildiğinde buradaki “fitne”nin, “imtihan”, “inkâr edenlere
verilen süre” mânâlarını ihtivâ ettiği ifâde edilebilir.
503 “ ع ظيم ل ق ل ع لىخ انك ”.Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin/و 504 Te’vîlât, c.XIII, s.298. 505 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.1000. 506 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s.1289. 507 Duhân, 44/18,19. 508 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensur, c.XIII, s.248,270. 509 eş-Şevkânî, a.g.e., s.1351.
113
B. Azâbın Ertelenmesi Haberi ile Müşrikler
Cezâ veya mükâfatın hemen verilmeyip ertelenmesinde pek çok hikmet ve
gayeye işâret buyrulan, “fitne” kavramının değişik anlamlarda tefsîr edildiği âyet şu
şekildedir:
“ حين إل ى ت اع م و ل ك م فتن ة ل ع له أ دري إن Bilmiyorum, belki de azâbın ertelenmesi sizi/و
denemek ve bir zamana kadar sizi dünyadan nasiplendirmek içindir.”510
Mâturîdî’nin âyetle ilgili te’vîli şöyledir: Bâzı tevil ehline göre Hz.
Peygamber’in (s.a.s) uyarıları inkâr edenler için fitnedir. Çünkü Müşrikler, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) uyarılarına hep bir bahane bulup âdeta kulak tıkamışlardır. Aynı
sûrenin yüz dokuzuncu âyetinde geçtiği gibi511 Hz. Peygamber (s.a.s), Müşrikleri azâbın
inmesiyle ve kıyâmet ile ilgili inzâr etmiş ama zaman konusunda bilgi vermemiştir. Bu
durumda azap vakti, fitnedir. Eğer azap zamanı açıklanmış olsa fitne olmayacak, onlar
dünyâdan faydalanmayacak ve devamlı korkarak emniyet içerisinde olmayacaklardı.
Yine bu şekilde, Hz. Peygamber’in (s.a.s) korkuttuğu şeyler, Müşrikler için fitnedir.
Âyetteki “ فتن ة ل ك مل ع له ”, Hz. Peygamber’den (s.a.s) bir açıklama olmadığı için tefsîr
edilememektedir.512
Mâturîdî’nin takip ettiği esas çerçevesinde, “fitne”nin mânâsı hakkında
müfessirlerin açıklamalarına bakıldığında, “fitne”nin açıklanmadığı veya “imtihan,
deneme, azâb” anlamlarının belirtildiği ifâde edilebilir. Nitekim Ebu’l-Leys
Semerkandî; “fitne”nin sözlük anlamını belirtmemiş, dünyâda azâbın verilmeyip
bırakılmasının ölüme kadar bir mühlet için olduğunu açıklamıştır.513
Zemahşerî’ye göre; buradaki “fitne”, “imtihan”dır. İmtihan, insanların nasıl amel
edecekleri yönünden önem taşımaktadır.514 Fahreddin Râzî’ye göre; âyetteki “fitne”
kelimesi, “imtihan, dert, musîbet” demektir. Azâbın ertelenmesi, azâbın vaktinin
açıklanmaması bir denemedir. İmtihan, inkâr edenlerin tevbe edip etmemesi
yönündendir. 515
510 Enbiyâ, 21/111. 511 “ ت وع د ون ا م ب عيد ا م يب ا ق ر ي ا در ان و اء س و ع لى اذ نت ك م ف ق ل لوا ت و Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben gerçeği/ف ان
hepinize aynı şekilde açıkladım. Artık size vaad olunan şey yakın mı uzak mı bilmiyorum.” (Enbiyâ,
21/109). 512 Te’vîlât, c.IX, s.336-338. 513 Ebu’l-Leys es-Semekandî, a.g.e., c.II, s.382. 514 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.688. 515 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXII, s.233.
114
Ahmed Mehâimi’ye göre; “fitne”, “deneme ve sınav”dır. Cezânın tehir edilmesi
sınavdır. Bu sınav, îmân edip etmemenin denenmesi içindir. Âyetteki “ حين الى ت اع م ,”و
nimetler artmasına rağmen günahların artmasını, îmân etmezlerse azâbın artacağını
göstermektedir.516
Seyyid Kutub’a göre; “fitne”, “musîbet, dert ve imtihan”dır. Âyette geçtiği
üzere, Hz. Peygamber (s.a.s) bilmediği şeyi ifâde etmekle, çok etkileyici bir uyarı
yapmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s) bu uyarısıyla, inkâr edenler her türlü ihtimali
düşünerek, ansızın yakalayacak azâb konusunda kalplerinde korku başlamıştır. Hz.
Peygamber (s.a.s), kalplerindeki gaflet konusunda onları uyarmakla ve tebliğ etmekle,
risâlet emânetini yerine getirmiştir.517
Muhammed Ali Sâbûnî’ye göre de “fitne”’, “imtihan”dır. İmtihan, onların nasıl
amel ettiklerinin ortaya çıkması içindir. Verilen süre ve cezânın tehir edilmesi, imtihan
sebebiyledir.518
İncelendiği gibi Müşriklerin Hz. Peygamber’e (s.a.s) itirazları ve azâb
konusundaki acele etme isteklerine karşı âyetin taşıdığı cevap değerlendirildiğinde,
burada “fitne” kelimesi “imtihan” anlamına gelebilir. Azâbın ertelenip hemen
gelmemesi ve kaldırılması yönünden düşünüldüğünde ise “helâk, zorluk, sıkıntı, cezânın
ağırlaşması için verilen süre” denilebilir.
C. Cihâd, Açlık ve Korkuyla Münâfıkların Sınavı
“ ون ي ذكر ه م ل و ي ت وب ون ل ث م ت ين ر م أ و ة ر م ع ام ك ل في ي فت ن ون م أ نه ون ي ر ل أ و
/Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar da yine
tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar.”519
Mâtûrîdî, bu âyetle ilgili şu te’vîli yapmıştır: Âyetteki “fitne”, “cihâdla imtihan,
şiddet, zorluk ve belâlarla imtihan, korkuyla imtihan”dır. Münâfıkların nifakları; Allâh
(c.c) yolunda cihâdla, korkuyla, Allâhü Teâlâ’nın, Münâfıkların aralarında gizli
konuştukları şeyleri Hz. Peygamber’e (s.a.s) haber ederek ortaya çıkmıştır.
516 el-Mehâimî, Ali b. Ahmed b. İbrahim (v.835/ 1432), Tebsîru’r-Rahmân ve Teysîru’l-Mennân, thk.
Hemmam Fâzıl, Matbaatu Bûlâk-Âlemu’l-Kutub, Mısır, 1878, c.II, s.40. 517 Seyyid Kutub, a.g.e., s.2403. 518 es-Sâbûnî, a.g.e., c.II, s.277. 519 Tevbe, 9/126.
115
Münâfıkların nifakları, çeşitli zor imtihanlarla ortaya çıkmıştır. Münâfıkların nifakları
ortaya çıktığı halde tevbe etmemişlerdir.520
Âyet, Münâfıkların nifaklarının ortaya çıkmasına işâret buyurduğundan dolayı,
Mâturîdî âyeti bu yönüyle açıklamış ve görüşlerini buna göre belirtmiştir. Taberî ise
âyeti, Müslümanların ders çıkarmasının gerekliliği cihetinden açıklamıştır. Taberî’ye
göre; Allâhü Teâlâ Mü’minlere, Münafıkların öğüt almayan, ders çıkarmayan ve az
düşünen bu sebeplerden dolayı da kınanan hallerine hayretle bakmalarını buyurmuştur.
Buradaki, “fitne”, “açlık ve kıtlıkla denenme, ğazve ve cihâdla denenme” anlamlarına
gelmektedir. Münâfıklar, çeşitli şekillerde fitne (imtihan) edilmektedirler.521
Taberî’nin Mü’minlerin ibret alması yönüyle açıkladığı hususları Fahreddin
Râzî, kıraat farklılığına değinerek açıklamıştır: “ ون ي ر ل şeklinde, Hamze dışındaki ”ا و
kıraat imamları okumaktadır. Bu durumda âyet, Münâfıklar için haberdir. Dolayısıyla
âyetle, Münâfıklar ibret almaları gerektiği halde ibret almadıkları için târiz edilmektedir.
Hamze ise “ون لت ر şeklinde okumaktadır. Bu durumda ise Mü’minlerin ”أ و
Münâfıklardan yüz çevirmeleri, ders almaları gerektiği ortaya çıkmaktadır. “Fitne”nin
anlamı hakkındaki rivâyetler şöyledir: 1) İbn Abbâs’dan (r.a) rivâyetle, Münâfıklar her
sene bir veya iki defa hasta olurlardı fakat nifaklarından tevbe etmezler ve
hastalıklarından da ders çıkarmazlardı. Mü’minler hasta olduğu zaman ise ders çıkarır,
günahlarını ve Allâhü Teâlâ indindeki konumlarını düşünürlerdi. İşte bu da, Mü’min
için Allâhü Teâlâ’nın daha fazla rahmetini ve rızasını hak etmeye sebep olurdu. Yâni
“sebep” mânâsına gelmektedir. 2) Mücâhid’den rivâyetle, “kıtlık ve açlıkla imtihan”
anlamına gelmesidir. 3) Katâde’den (v.54/674) (r.a) rivâyetle, “ğazve ve cihâdla
imtihan”dır. 4) Mukâtil’den rivâyetle, “Münâfıkların nifaklarının ortaya çıkması”dır.522
Ömer Nasuhi Bilmen’e göre; buradaki “fitne”, “hastalık, yoksulluk, çeşit çeşit
sıkıntılar”dır. Münâfıklar çeşit çeşit belâlarla karşılaştıkları halde, bunlardan ders
çıkarmamışlar tevbe de etmemişlerdir.523
Vehbe Zuhaylî’ye göre; “fitne”, “imtihan ve dert sınıflarıyla denenme”,
“Rasûlullâh (s.a.s) ile birlikte cihâd etme” anlamlarındadır. Münâfıklar delilleri açık
520 Te’vîlât, c.VI, s.479-480. 521 et-Taberî, min Kitâbihî Câmiu’l-Beyân, c.IV, s.177. 522 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XVI, s.238-239. 523 Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e., c.III, s.205.
116
şekilde gördükleri halde tevbe etmemişlerdir. Her sene bir veya iki kere nifakları,
kusurları ortaya çıktığı halde öğüt almamışlardır.524
İncelendiği üzere âyetle ilgili açıklamalarda, “fitne” için “imtihan”, “cihâda
çağrılmakla, açlıkla, korkuyla imtihan” zikredilmiştir. Fahreddin Râzî’nin belirttiği,
“Münâfıkların nifaklarının ortaya çıkması” da esasında “imtihan”la ilgilidir. Çünkü
Münâfıkların nifakları, imtihan sonucunda ortaya çıkmaktadır. Âyetle ilgili bütün
görüşlerden; Münâfıkların musîbetlerle imtihan edildiği, zaman zaman da rezil duruma
düştükleri ama buna rağmen hatalarını görmezlikten geldikleri, tevbe etmedikleri ve
ısrarla nifaklarına devam ettikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla âyetin, Münâfıkların iki
yüzlülüklerini gösterdiğini, her zaman için Müslümanların imtihan bilinciyle hareket
ederek, Münâfıkların plan ve eylemlerine karşı uyanık bulunmaları gerektiği mesajını
içerdiği ifâde edilebilir.
“Fitne” kelimesinin geçtiği, Münâfıkların şartlı kulluk yaptıklarına ve
nifaklarına işâret edilen bir âyet de şöyledir:
ل ى“ ع انق ل ب فتن ة اب ته إنأ ص و به أ ن اطم ير اب ه خ ف إنأ ص رف ل ىح ع ني عب د الل الناسم من و
بين الم ان سر الخ ه و لك ذ ة الخر و الدني ا سر خ جهه ,Yine insanlar içinde kimileri vardır ki/و
Allâh’a şartlı olarak kulluk eder; öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan
pek memnun olur, ama başına bir imtihan sıkıntısı gelse hemen yüz çevirir.
Böyleleri dünyasını da âhiretini de yitirmiştir ve apaçık hüsran işte budur.”525
Mâturîdî, bu âyetle ilgili öncelikle te’vîl ehlinin görüşlerini açıklamıştır: “ من و
رف ع لىح ني عب د الله Şüphe ile kulluk edenleri bildirmektedir. Şüphe ile hareket (1 ;”الناسم
edenler, kendilerine istekleri, umut ettikleri verildiği zaman kulluk etmişler, ama
isteklerini bulamayınca hemen vazgeçmişlerdir. Bu durumun ortaya çıkması da
imtihanla vuku bulmuştur. 2) Kulluğun şarta bağlanmasıdır. Kulluğunu şartı bağlı yapan
kişi, “bana umduğumu verirse ona kulluk yaparım ama vermezse yapmam” demektedir.
3) Şarta bağlı kulluktur. Bu, Mü’minlerin durumu gibi değildir. Çünkü Mü’min her
durumda, açıkta, gizlide, zorlukta, yoklukta, bollukta, rahatta, genişlikte ve sıkıntıda
Allâhü Teâlâ’ya karşı görevlerini yerine getirmektedir. 4) Hakikatte kulluk
yapmayanların, rahatlıkta ve zenginlikte ibâdet ve kulluk yaptığı halde, zoru görünce
terk etmesidir. Bu husus “ لىا عق ابك م انق ل بت مع ا وق تل ات Muhammed ölür ve öldürülürse/ا ف ائنم
524 Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.XI, s.88. 525 Hac, 22/11.
117
gerisin geri mi döneceksiniz?”526 âyetinde geçtiği gibidir. Çünkü Münâfıklar, hakikatte
kulluk yapmamaktadırlar. 5) Şartlı kulluk yapanlar, “fitne”, “zorluk, sıkıntı ve sınama”
ile karşılaşınca yüz çevirmişlerdir. Nitekim “جهه و ع لى انق ل ب ” ifâdesindeki yüz çevirme
temsîli olup, “قب يه ع ع لى Şeytan hemen dönüş yaptı’’527 âyetinde geçen Şeytanın/ن ك ص
dönüşüne benzemektedir. Yüz çevirmenin akîbeti, onların hüsrana uğramalarıdır. Bu
sebeple âyetin “ بين الم ان سر الخ ه و ذلك ة خر ال و الدني ا سر kısmı, hüsrâna uğrama, dünyâda ”خ
umudun kaybedilmesi, âhirette ise azâb ve sıkıntılarla karşılaşmak anlamlarına
gelmektedir. Hüsran, her iki dünyâda da umduğunu bulamamaktır.528
Mâturîdî, açıkladığı bu görüşlere herhangi bir eleştiride bulunmamıştır. Ayrıca
Mâturîdî’nin âyetle ilgili kendi görüşleri şöyledir: Münâfık; Rabbini hakkıyla bilmediği
için rahatlıkta ve genişlikte kulluk yapar görünmektedir. Mü’min; Allâhü Teâlâ’yı
Mevlâsı bildiğinden dolayı bütün hallerde ve durumlarda, kulluk görevini terk
etmemektedir. Kâfirler ise zorlukta ve felâkette Allâhü Teâlâ’ya yönelmektedirler.
Ancak Kâfirler, rahatlıkta ve bollukta kulluk etmemektedirler. “فتن ة اب ته ا ص ان ”و
ifâdesindeki “fitne”, “zorluk, sıkıntı, belâ ile sınama” anlamlarına gelen “mihne”dir.529
Mâturîdî açıklamalarında, özellikle Münâfıklara değinmiş ancak özel bir sebeb-i
nuzûlden bahsetmemiştir. Elbette ki bu, Mâturîdî’nin âyetin sebeb-i nuzûlünü bilmediği
anlamına gelmemektedir.
Mâturîdi’nin özel bir sebeb-i nuzûl bahsetmeden açıkladığı bu âyeti İbn Kesîr
ayrıntılı sebeb-i nuzûllerle açıklamıştır. İbn Kesîr’e göre; buradaki “fitne”, “belâ ve
imtihan”dır. Şüphe ile kullukta bulunanlar, Münâfıklardır. Münâfıkların kullukları,
dünyadaki rahatlarına bağlıdır. Âyetin sebeb-i nuzûlü hakkında İbn Abbâs (r.a) şunları
ifâde etmiştir: “Kişi Medine’ye gelirdi. Kişinin hanımı eğer erkek çocuk dünyaya
getirirse ve atı doğum yaparsa, ‘bu din sâlih’ derdi ama hanımı ve atı doğum yapmazsa,
‘bu din kötü’ derdi.” Başka bir sebeb-i nuzûl hakkında yine İbn Abbâs’dan (r.a) şu
rivâyet vardır: “Başka ülkelerin Araplarından bâzıları Nebî’ye (s.a.s) gelirler ve
Müslüman olurlardı. Bunlar ülkelerine döndükleri zaman, yağmur, bolluk ve güzel
doğum senesi bulurlarsa, ‘bu bizim dînimiz çok sâlih’ derler ve dîne sıkı tutunurlardı.
Ama kuraklık, kötü doğum ve kıtlık senesi bulurlarsa, ‘bizim dînimizde hayır yoktur’
526 Âl-i İmrân, 3/144 527 Enfâl, 8/48. 528 Te’vîlât, c.IX, s.349-351. 529 Te’vîlât, c.IX, s.349-351.
118
derlerdi.” Bir diğer sebeb-i nuzûl hakkında yine İbn Abbâs (r.a) şunları ifâde etmiştir:
“Onlardan biri Medîne’ye geldiği zaman, vücûdu sıhhat bulur, atı güzel bir doğum
yapar, hanımı erkek çocuk doğumu yaparsa, râzı olur ona mutmain olur ve ‘dînimde
olduğumdan beri hayırdan başka bir şeye uğramadım’ derdi. Ancak ona fitne isabet
ederse ki, burada fitne belâdır. Yâni Medîne’nin acısı ona uğrarsa, hanımı kız
doğurursa, sadaka ondan uzaklaşırsa, Şeytan ona gelir ve: ‘Vallâhi, bu dinde
olduğundan beri sana şer ve kötülükten başka bir şey gelmedi’ der. İşte o fitnedir.”530
Mehâimî, âyette bahsi geçen Allâhü Teâlâ’ya şartlı kulluk yapanları taraflı
askerlik yapana benzetmiştir. Taraflı askerlik yapan nasıl ki ordu zafer kazanınca hemen
o zafere sahip çıkıyorsa, Allâhü Teâlâ’ya şartlı kullukta bulunanların da vücudunda
sağlık, malında genişlik olunca rıza gösterip sakinleştiklerini açıklamıştır. Ancak
sağlıklarına ve mallarına bir “fitne”, “belâ” gelince küfre rucû ettiklerini belirtmiştir.531
Celâleddin Suyûtî de İbn Kesîr’in zikrettiği sebeb-i nuzûlleri nakletmiştir.
Ayrıca başka bir sebebi nuzûl ile birlikte âyetteki “fitne” kelimesinin anlamı hakkında
şunları rivâyet etmiştir: Yahudilerden birisi sözde Müslüman olmuştur. Bu Yahûdi
gözünü, malını ve çocuğunu kaybedince İslâm’ı kötülemiş, “Bu dinden bana hayır
gelmedi.” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) ona, “Ey Yahudi! İslâm
insanları, ateşin, demir, altın ve gümüşteki kötüleri erittiği gibi arıtır” buyurmuştur.
Buradaki “fitne”, “azâb, musîbet, belâ ve imtihan” anlamındadır. “Hayr”, “rahatlık ve
âfiyet”; “dönmeden maksat”, “kâfirliğe dönmek”dir.532
Âlûsî, âyetteki “ رف ع لىح الله ي عب د ن م الناس من kelâmında geçen Allâhü Teâlâ’ya ”و
şartlı kulluk yapanları, Mehâimî gibi, tıpkı askerin ordunun bir kenarında bulunup da
ordu zafer kazanınca orduda kalan, aksi durumda kaçanın durumuna benzetmiş ve
âyetle ilgili şu konulara değinmiştir: “ ير خ اب ه ا ص “ ifâdesindeki”ف ان ير ,rahatlık, sağlık ,”خ
çocuk gibi hoşa giden şeyler olup kısacası dünyevî menfaatler anlamını taşımaktadır.
به“ ا ن ifâdesinde geçen mutmain olma, dünyevi yöndendir. Mü’minlerin mutmain ”اطم
olması gibi değildir. “فتن ة اب ته ا ص ان ifâdesindeki “fitne”, “nefse, mala ve âileye gelen ”و
zahmet” demektir. Celâleddin Suyûtî’nin zikrettiği Yahudi’nin Müslümanlığı sözde
kabul etmesi hâdisesi sebeb-i nuzûl diye rivâyet edilmektedir ancak İbn Hacer’e göre
530 İbn Kesîr, a.g.e., c.V, s.400-401. 531 el-Mehâimî, a.g.e., c.II, s.42. 532 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.X, s.428-430.
119
zayıf haberdir. “ ة خر ال و لدني ا سر “ bir cümle başlangıcı veya ’’خ سر“ .den bedeldir”انق ل ب ,”خ
ref ile veya nasb ile kıraat edilebilmektedir.533
İncelendiği gibi bu âyetle ilgili görüşlerde anlatılan ayrıntılı sebeb-i nuzûller ve
“fitne” için belirtilen anlamlar, Mâturîdî’nin bahsettiği Münafıkların davranışlarıyla ve
“fitne”ye verdiği mânâyla uyumludur. Dolayısıyla denilebilir ki, Mâturîdî sebeb-i
nuzûlleri anlatırken ayıntıya girmese de konuyla ilgili bilgilere vâkıftır.
Münâfıkların âhiretteki durumlarının, kendi kendilerini kandırmalarının geçtiği
bir âyet ise şöyledir:
تى“ ح اني الأ م تك م غ ر ارت بت مو بصت مو ت ر كنك مف ت نت مأ نف س ك مو ل ع ك مق ال واب ل ىو مأ ل من ك نم ي ن اد ون ه
ور الغ ر بالل ك م غ ر و الل أ مر اء ”?Münafıklar onlara, “Sizinle beraber değil miydik/ج
diye seslenirler. Onlar, “Evet öyleydi" derler, ama siz başınızı belâya kendiniz
soktunuz, fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allâh’ın emri gelip
çatıncaya kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o
aldatma ustası da Allâh hakkında sizi kandırıp durdu.”534
Mâturîdî’ye göre âyetin tefsîri şöyledir: “ع ك م م ن ك ن ا ل م م ifâdesinde ”ي ن اد ون ه
bildirildiği üzere, Münâfıklar dünyâda Mü’minleri kandırıp yalan söyledikleri gibi,
âhirette de öyle yapacaklarını zannetmişlerdir. Nitekim bu durum Mücâdele 58/18’de535
buyrulmuştur. Münâfıkların ikiyüzlülüğü ortada olduğu halde Mü’minlerin evet sözünü
söylemeleri, Münâfıklara cevaptır. Çünkü Mü’minler, Münâfıkların hitaplarını ve
isteklerini çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla Mü’minlerin “evet” demesi “evet siz
bizimle beraber olduğunuzu söylüyorsunuz fakat siz bizimle olmadınız” anlamına
gelmektedir. “ا نف س ك م ف ـت نت م لكنك م ”ifâdesindeki “fitne” kavramı, “imtihan, günah ”و
anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla “ا نف س ك م ف ـت نت م لكنك م Münâfıklara, “siz nefislerinizi ”و
deneyerek çıkarlarınıza olanı tercih ettiniz ve onun sonunu hazırladınız. Siz onu günaha
soktunuz” anlamında bir hitaptır. Münâfıkların bekleşmesini yansıtan “بصت م ت ر ”و
kelimesi; Münafıkların, işlerin sonunu, Hz. Peygamber’in (s.a.s) ölmesini veya
İslâm’dan inkâra dönmesini beklemeleri ama Münâfıkların kendi işlerinin sonu olması
mânâsındadır. Bu durumla ilgili olarak “ارت بت م “ ,”şüphelere dalmak“ ,”و اني ال م تك م غ ر ,”و
533 el-Âlûsî, a.g.e., c.XIV, s.124. 534 Hadîd, 57/14. 535 “ الك اذب ون ه م م انه ا ل ش يء ع لى م ا نه ي حس ب ون و ل ك م ي حلف ون ا ك م ل ه ف ي حلف ون يعا م ج الله ي بع ث ه م O gün Allah onların/ي وم
hepsini diriltecek; (dünyada) size yemin ettikleri gibi -işe yarar bir şey yaptıklarını sanarak- O’na da
yemin edecekler. Bilin ki onlar yalancıların ta kendileridir.”
120
“şüpheler ve beklentiler yüzünden gurura kapılmak”, “الله ا مر اء تهىج Allâhü Teâlâ’nın“ ”ح
helâk etmesiyle birlikte Kıyâmet Gününün gelmesi”, “ ور الغ ر بالله ك م غ ر Şeytanın“ ,”و
aldatması” anlamını içermektedir.536
Mâturîdî’nin bu açıklamalarında dikkat çeken husus, “fitne” kelimesini dünyevi
ve uhrevi açıdan te’vîl etmesidir. Yâni Münafıkların dünyada kendi nefislerini deneyip,
bunun neticesinde çıkarlarına dönmeleri ve nefislerini uhrevi açıdan azâba müstahak
kılacak bir şekilde günaha sokmalarıdır.
Bu bağlamda ifâde edilirse âyette bahsi geçen Münâfıklarla ilgili fitne’yi;
Mukâtil b. Suleymân, “küfr”537, İbn Ebî Zemenîn, “küfr”538, Mâverdî, “nifak, günah,
nefsin kötü arzuları”539, Râğıb Isfahânî, “deneme, musîbet ve azâb”540, İbn Atiyye,
“nifak”541, Ömer Nasuhi Bilmen, “masiyetler ve helak”542, mânâlarında belirtmişlerdir.
Bütün bu açıklamalar neticesinde, âyette geçen Münâfıklarla ilgili fitnenin
anlamını şu şekilde formüle etmek mümkündür: Münafıkların kendi nefislerini deneyip
aldatmaları (fitne)+ küfür ve nifak (fitne)= Helâk ve azâb (fitne).
III. GENEL MÂNÂDAKİ İMTİHAN ÇEŞİTLERİ
A. Fakirlerin ve Zenginlerin Birbirleri İçin İmtihan Kılınması
“ ك م ب عض ع لن ا ج و اق فيالأ سو ي مش ون و الطع ام ل ي أك ل ون م إنه إل لين رس الم من ق بل ك لن ا أ رس ا م و
ب صيرا بك ر ك ان و ون فتن ةأ ت صبر Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de hiç/لب عض
şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda dolaşırlardı. Biz kiminizi kiminiz için
imtihan vesilesi yaptık ki bakalım sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi görüp
gözetlemektedir.”543
Mâturîdî’ye göre; âyetteki “في ي مش ون و الطع ام ل ي أك ل ون م انه ال لين رس الم من ق بل ك لن ا ا رس ا م و
اق Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşıda/ال سو
pazarda dolaşırlardı.” ile aynı sûrenin yedinci âyetinde geçen “الطع ام ي أك ل س ول الر هذ ا ال م
اق ال سو في ي مشي Bu nasıl peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor”a cevap/و
536 Te’vîlât, c.XIV, s.348-350. 537 Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil, c.IV, s.240. 538 İbn Ebî Zemenîn, a.g.e., c.IV, s.351. 539 el-Mâverdî, a.g.e., c.V, s.476. 540 er-Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s.481. 541 İbn Atiyye, a.g.e., s.1824. 542 Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e., c.VIII, s.37. 543 Furkân, 25/20.
121
verilmiştir.544 Bununla Allâhü Teâlâ, Hz. Peygamber’den (s.a.s) önceki bütün
Peygamberlerin yemek yediklerini ve çarşıda pazarda gezdiklerini haber vermiştir. Bazı
insanlar, âyette binek zikredilmediği için Peygamberlerin pazarda ve çarşıda
yürüdüklerini hesaba katarak, çarşıda pazarda binekle gezmeyi hoş karşılamamışlardır.
Her Müslüman’ın dîniyle iftihar etmesi gerekmektedir. Özellikle âlimlerin, Allâhü
Teâlâ’nın verdiği ilimden, ikramdan dolayı şükretmesi, mutlu olması gerekmektedir.
Çünkü İslâm ve ilim izzettir, zillet değildir. Âyetteki “fitne” kavramı, “zorluk, sıkıntı,
belâ ile sınama” içeriğine sahip “محنة”dir. Çünkü onda dertler, felâketler ve zorluklar
vardır. Bâzı te’vîl ehline göre âyetin sebeb-i nuzûlü; Ebû Zer Gifârî (v.32/653) (r.a),
Ammâr b. Yâsir (r.a), Bilâl-i Habeşî (r.a), Suheyb Rûmî (r.a) ve onlar gibi pek çok
Müslümanı, Kureyş’in firavunları ve zâlimleri olan Ebu Cehil, Velid b. Muğîre ve
benzerlerinin küçümsemeleri, eziyet edip alaya almalarıdır. Dolayısıyla bu te’vîl ehline
göre; Hz. Peygamber’e (s.a.s) tâbi Mü’minlere, Müşriklerin bu zulümleri ve eziyetleri
karşısında sabretmeleri gerektiği âyetle buyrulmuştur. Âyetteki “ ون sabredecek/ا ت صبر
misiniz?” buyrulması bir emirdir. “فتن ة ملب عض ك ع لن اب عض ج Biz kiminizi kiminiz için imtihan/و
vesilesi yaptık” için Hasen (r.a); belâya uğrayanların ve uğramayanların birbirleri için
bir “fitne” “imtihan” kılındığını, belâya uğrayanlara sabretmelerinin emredildiğini nimet
verilenlere ise şükretmenin emredildiğini ifâde etmiştir. Bir görüşe göre; bâzısının
bâzısına “fitne” “imtihan” kılınmasının nedeni, insanların birbirine yaklaşması içindir.
Çünkü fakirler zenginlere, zenginler de fakirlere muhtaçtır. Ayrıca fakirler, zenginler
olmasa fakirliği; zenginler de fakirler olmasa zenginliği kavrayıp bilemezler. Yine bu
imtihan, sadece zenginlik ve fakirlik yönünden değil; hastalık, sağlık, sakatlık gibi
konularda da gerçekleşebilir. Buna bağlı biçimde âyette “ ب صيرا بك ر ك ان Rabbin her şeyi/و
görüp gözetlemektedir.” buyrulması, Alllâhü Teâlâ’nın her şeyi gören bilen olarak,
bazılarını bazılarına fitne (imtihan) kılması kesinlikle yanılma veya hata değildir.545
Mâturîdî’nin açıklamalarında, âyetin herkese hitap eden yönüne değinmesi
önemlidir. Kanaatimizce de bazısının bazısıyla imtihanını sadece sebeb-i nuzûle
bağlayarak ilk dönem eziyete uğramış Mü’minlere münhasır kılmak, âyetin kapsamını
ve evrensel boyutunu daraltmak olur. Yine Mâturîdî’nin nihai değerlendirmeleri; âyetin
544 Te’vîlât, c.X, s.237. 545 Te’vîlât, c.X, s.237-238.
122
bütün insanları kapsadığını, hatta inanç boyutu bir tarafa bütün zenginlerin fakirlerle,
fakirlerin de zenginlerle imtihan edildiğine yönelik mesajlar içerdiğini göstermektedir.
Bu bağlamda Fahreddin Râzî’ye göre; âyetteki “فتن ة لب عض ك م ب عض ع لن ا ج hakkında ”و
dört görüş zikredilebilir: 1) Bu ifâde, Kelbî, Ferrâ ve Zeccâc’a göre Müşriklerin başları
ile fakir Sahabe (r.a) hakkında nâzil olmuştur. Çünkü zengin birisi, kendinden önce
fakir birisinin Müslüman olduğunu görünce Müslüman olmaya tenezzül etmemiş,
inkârına devam etmiş, fakirin kendisini iyilik ve fazîlette geçmesini kabullenememiştir.
فتن ة“ (2 ك ملب عض ع لن اب عض ج bütün insanları kapsamaktadır. 3) İbn Abbâs (r.a) ve Hasen’e ,”و
(r.a) göre; sıkıntı içerisinde bulunan insanlarla rahat ve zengin insanların birbiriyle
imtihan edilmesidir. 4) Hz. Peygamber’in (s.a.s) kavminin eziyetine mâruz kalmasıdır.
Bu da Allâhü Teâlâ’nın, Peygamberleri gönderdiği kavimlerin eziyetleriyle ibtilâ (belâ
ile imtihan) ettiğine delildir. Bu görüşlerden en uygunu, âyeti zikredilen bütün
anlamlara hamletmektir. Zîrâ bu görüşlerin hepsinde, müşterek yönler bulunmaktadır.
Âyetteki “م م“ kelimesinin, esasında cümle ortasında ”انه şeklinde okunması ”ا ن ه
gerekmektedir. Fakat Zeccâc’a göre mevsûf, Ferrâ’ya göre mevsûl hazfedildiği için,
İbnu’l-Enbarî’ye göre istisnâ edatı “ال”dan sonra takdîri “و” bulunacağı için “م ”انه
şeklinde gelmiştir.546
Kurtubî’nin açıklamalarına göre âyet: Aynı sûrenin yedinci âyetinde ifâde bulan,
Hz. Peygamber’e (s.a.s) yemek yiyip çarşıda gezmesinden dolayı yapılan ithama bir
cevap teşkil etmektedir. Muhtevâ itibarıyla, çarşı ve pazarla ilgili fıkhi hükümleri ve
Peygamberlerin ortak özelliklerini içermektedir. Hz. Peygamber’e (s.a.s) bir tesellî
niteliği taşımaktadır.547 Kurtubî, âyetteki “فتن ة لب عض ك م ب عض ع لن ا ج hakkında ise şunları ”و
ifâde etmiştir:
“Muhakkak ki dünya belâ ve imtihan yurdudur. Sübhân Allâh kullarını
birbirleri için imtihan kılarak, Mü’min ve Kâfir bütün insanları birbirleriyle
imtihan etmektedir. Sıhhatli hasta için, fakir zengin için, sabreden fakir zengin
için birer fitnedir. Bunun mânâsı herkesin birbiriyle denenmesidir. Zengin
fakirle imtihan edilir. Zenginin fakiri koruyup alay etmemesi gerekir. Fakir
zenginle imtihan edilir. Fakirin zengine haset etmemesi ve zenginin vermediği
malı almaması gerekir. Her ikisinin Hak üzere sabırları gerekir. Nübüvvet ikram
546 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXIV, s.65-66. 547 Geniş bilgi için bkz. el-Kurtubî, a.g.e., c.XV, s.384-390.
123
edilmiş Rasûl (s.a.s) de, zamanındaki zengin kâfirlerin imtihanı olmuştur. İlim
adamları ve adaletle hükmedenlerin durumu işte buna benzer.”548
Beydâvî’nin açıklamalarına göre; âyet, bütün insanlara hitâb etmektedir. “ع لن ا ج و
ك م “ .aslında “Ey İnsanlar!” demektir ,”ب عض فتن ة fakirlerin zenginlerle ve ,”لب عض
Peygamberlerin ümmetleriyle imtihan edildiklerine kanıttır. Âyet, inanmayıp zıtlık
yapanlar Hz. Peygamber’i (s.a.s) üzdüğü için, Hz. Peygamber’i (s.a.s) tesellî ve teskîn
etme özelliğindedir.549
Mâturîdî’nin temas ettiği gibi insanın ancak İslâm ile izzet kazanması, Râzî’nin
temas ettiği şekilde kâfirlerin kendilerini fakir Müslümanlardan üstün görerek îmân
etmemeleri, dünyada imtihan bilinciyle hareket etmenin büyük önem arz ettiğini
göstermektedir. Bu bağlamda, Hz. Ömer’in (r.a) şu meşhur sözünü örnek vermek
mümkündür:
Biz zelil/إناكناأذلقومفأعزنااللهبالسلمفمهمانطلبالعزةبغيرماأعزنااللهبهأذلناالله “
bir kavimdik. Allâh bizi İslâm ile İzzet sahibi etti. Biz ne kadar çalışsak, İslâm
dışında Allâh bizi İzzet sahibi yapmaz.”550
Yukarıdaki âyetle hemen hemen aynı konuların geçtiği ve “fitne”nin yine
özellikle, “fakir Mü’minlerin zengin Müşriklerle imtihanı” anlamında tefsîr edildiği bir
âyet şöyledir:
“ بأ عل م الل أ ل يس ب ينن ا من ل يهم ع الل ن م ء ل ؤ أ ه لي ق ول وا بب عض م ه ب عض ف ت نا لك ذ ك و
Aramızda Allâh’ın kendilerine lütufta bulunduğu kimseler de bunlar/بالشاكرين
mı?” demeleri için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik. Allâh
şükredenleri bilmez mi ?”551
Mâturîdî, âyetle ilgili şu konulara değinmiştir: Buradaki “fitne”, “imtihan”dır.
Hz. Peygamber’e (s.a.s) bâzı yüksek tabakadaki zenginler gelmiş, ona kavminin
kölelerinden razı olup olmadığını sormuşlardır. Bu sorular üzerine Allâhü Teâlâ “ ذلك ك و
بب عض م ه ب عض buyruğu ile, zenginleri dünya işlerinde üstün kıldığını ama köleleri de ”ف ت نا
din işlerinde faziletli kıldığını buyurmuştur. Buna göre zenginlerin din işlerinde kölelere
uyması kölelerin de dünyâ işlerinde zenginlere uymasıyla, bâzılarının bâzılarıyla
548 el-Kurtubî, a.g.e., c.XV, s.390. 549 el-Beydâvî, a.g.e., c.IV, s.121. 550 el-Hâkim en-Neysâbûrî, Ebû Abdillâh, Muhammed b. Abdillâh (v.405/1015), el-Mustedrak ale’s-
Sahîhayn, thk. Ebu Abdirrahmân Hâdî, Dâru’l-Harameyn, I. Baskı, Kâhire, 1997, md. 207, c.I, s.130. 551 En’âm, 6/53.
124
imtihanı gerçekleşmektedir. Bâzılarının bâzıları ile imtihanı, çok sayıda âyette geçen552
şer ve hayırla, iyiliklerle ve kötülüklerle, korku ve açlıkla imtihanlar gibidir. Ayrıca,
bâzılarının bâzıları ile fitnesinde (imtihanında) zorluk bulunmaktadır. Çünkü kendisini
üstün gören ve başkalarını küçük gören bir kimseye, küçük ve hakir gördüğü kimseye
tâbî olmasının emredilmesi, üstünlük taslayan kişi için çok meşakkatli bir haldir. Hz.
Peygamber’e (s.a.s) gelerek dünyâdaki konumlarından dolayı kendilerini üstün görenler,
din konusunda da kendilerini üstün zannetmişlerdir. Kendilerini üstün görmelerinin
nedeni, kibirden kaynaklanmaktadır. Nitekim İblis, kendisini Hz. Âdem’den (a.s) üstün
görmüş, secde etmemiştir. Zîrâ İblis, secde etmeyi adâlet ve hikmete uygun bulmamış
ve itiraz etmiştir. İşte İblis’in kibirliliği yüzünden secde etmemesiyle, zenginlerin
fakirlere büyüklük taslaması benzerlik göstermektedir. Yine kibirlilerin hâli, “ الذين ق ال و
ق ديم افك هذ ا ف س ي ق ول ون به ي هت د وا ل م اذ و ال يه ب ق ون ا س ا م يرا خ ك ان ل و ن وا ام للذين وا İnkâr edenler/ك ف ر
inananlara şöyle dediler: “Eğer bu iyi bir şey olsaydı bizi bırakıp da onlara gelmezdi!”
Onunla doğru yolu bulamadıkları için, “Bu eski bir yalandır” demeye devam
edeceklerdir.”553 âyetinde geçen inkâr edenlerin hâli gibidir. “ بالشاكرين با عل م الله ”ا ل يس
kelâmı şuna kanıttır: Allâhü Teâlâ’nın nîmetlerine karşı şükretmek gerekmektedir. Zîrâ
nîmet veren ve bağışlayan Allâhü Teâlâ’dır.554
Mâturîdî, âyeti te’vîl ederken “fitne”nin “imtihan” anlamıyla ilgi kurduğu
âyetlerin te’vîllerinde şu hususları açıklamıştır: Allâhü Teâlâ; dünyâdaki zînetleri ve
nîmetleri kulları için belirli bir süreliğine yaratmıştır. Allâhü Teâlâ; kullarını çeşitli
şekillerde hastalıklar, açlıklar, noksanlıklar gibi şeylerle imtihan etmektedir. Bu
imtihanlar; kulların, Allâh’ın (c.c) her şeyi yarattığını bilmesi, dünyâda verilenlerin,
sağlığın, selâmetin, iyiliklerin, ebedî değil belirli bir süre için verildiğinin idrâkiyle
hareket etmesi içindir. İmtihan edilen insanların bir kısmı Mü’minler bir kısmı da
Kâfirler’dir. Allâhü Teâlâ; insanları, vaad ettiği sevap ve hasenatı hatırlayıp
zikretmeleri, işlenen kötülüklerin sonucu verilecek cezâdan geri durmaları için bazen
bolluklarla ve genişlikle, bazen de darlık ve sıkıntılarla kullarını imtihan etmektedir.
Diğer bir açıdan bakıldığında; nîmetlerle, bollukla, rahatlıkla imtihan edilmek, Allâhü
Teâlâ’nın fazl ve ihsânını bilmek, Allâhü Teâlâ’ya şükretmek, hamd ve senâ etmek
552 Bakara, 2/155; A’râf, 7/168; Enbiyâ, 21/35. 553 Ahkâf, 46/11. 554 Te’vîlât, c.V, s.76.
125
içindir. Musîbetler ve zorlukla imtihan edilmek; Allâhü Teâlâ’nın kudret ve saltanatını
bilip ona şükretmek, duâ ve tevbe etmek amacını içermektedir. Yine bir başka husus da
dünyâda bizlere verilmiş nimetler, âhirette vaad olunan lezzetlerin bilinmesi
gâyesiyledir. Kezâ, dünyâdaki zorluklar, âhiretteki zorlukların düşünülmesini
gerektirmektedir.555
Mâturîdî’nin bu açıklamalarından, âyetteki bâzılarının bâzılarıyla fitnesi
(imtihan)’ını, tıpkı fakirlik ve zenginlikle imtihan kategorisinde açıkladığı, bundaki
hikmetler üzerinde durduğu görülmektedir. Zenginlik gibi zenginlerin fakirlerle,
fakirlerin de zenginlerle imtihanının, bir imtihan vesilesi kılındığı anlaşılmaktadır.
Mâturîdî’nin, âyetin te’vîlinde en başta zikrettiği sebeb-i nuzûle, ayrıntılı biçimde İbn
Kesîr değinmiş ve âyeti şu şekilde tefsîr etmiştir: Bi’setin ilk yıllarında, Hz.
Peygamber’in (s.a.s) Peygamberliğini, özellikle kadın ve erkek kölelerden oluşan
durumu zayıf insanlar kabul etmişlerdir. Kabul edenler arasında zengin insanlar azdı.
Rum meliki Herakli Ebû Süfyân’a, Hz. Peygamber’i (s.a.s) tasdîk edenlerin, insanların
fakirlerinden mi yoksa eşrafından mı teşekkül ettiğini sormuştur. Ebû Süfyân
Herakli’ye, Hz. Peygamber’e (s.a.s) özellikle zayıf insanların tâbi olduğunu söylemiştir.
Herakli de bütün Peygamberlerin tebliğ ettiklerini, öncelikle zayıfların kabul ettiğini
ifâde etmiştir. Bu fakir durumdaki îmân edenlerle Kureyş’in Müşrikleri alay etmişler,
güç yetirebildiklerine eziyet etmişlerdir. Müşrikler eziyetle de kalmamış, Allâhü
Teâlâ’nın kendilerini bırakıp da zayıfları hayra ulaştırmayacağını iddia etmişlerdir.
Âyet, işte bu durumlara açıklık getirmiştir. Âyetteki “fitne” kelimesi, “seçme, sınav”
konularını içermektedir.556
Mâturîdî’nin açıklamlarıyla mukayese edildiğinde Kurtubî’ye göre de buradaki
“fitne”, “deneme”dir. Çünkü âyet Hz. Peygamber’den (s.a.s) öncekilerin imtihan
edilmesi gibi Hz. Peygamber’le (s.a.s) birlikte de imtihan bulunduğunu ve imtihanın
devam edeceğine delildir. 557
Yine Muhammed Ali Sâbûnî’ye göre; “fitne”, “sınav”dır. Bu sınav, zenginlerin
fakirlerle, güçlülerin güçsüzlerle sınavıdır.558 Vehbe Zuhaylî’ye göre; “fitne”, “zorlukla
imtihan”dır. Âyetteki “ بب عض م ه ب عض ف ت نا ذلك ك kuvvetlilerin İslâm’la düzenlerinin ,”و
555 Te’vîlât, c.I, s.276-277; c.VI, s.95-96. 556 İbn Kesîr, a.g.e., c.III, s.261. 557 el-Kurtubî, a.g.e., c.VIII, s.392. 558 es-Sâbûnî, a.g.e., c.I, s.392.
126
değiştiğine, kuvvetlilerin zayıflayıp, zayıfların ise İslâm ile izzet kazandığına bir
vurgudur. Müşriklerin îmân etmemeleri huccetten değil; inattan, küfre bağlılıklarından
ve kibirlerinden kaynaklanmaktadır.559
İncelenen görüşler değerlendirildiğinde âyette, zenginlerin fakirler için,
fakirlerin de zenginler için imtihan kılındığı, iman etmeyen, kibirlenen, büyüklük
taslayan, fakirleri hakir gören zenginlerin yerildiği anlaşılmaktadır. Hayrı seven,
mütevâzi, Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına saygılı zenginler elbette ki bundan
müstesnâdır. Bilâkis böyle zenginler övülmüştür. Yine Allâhü Teâlâ’nın takdirine rıza
göstermeyen fakirlerin de yerildiği ifâde edilebilir. Mâturîdî’nin, zenginliği fakirlikle
aynı kategoride değerlendirerek büyük bir fitne (imtihan) anlamında te’vîl etmesi,
zenginlikteki sorumluluğun büyüklüğünü vurgulaması oldukça önemlidir. Aşağıdaki
âyette geçen “fitne” kelimesi de “sınav” olarak açıklanmıştır.
B. Fakirlik, Meşakkat ve Musîbetler
“ ي فت ن ون ل ه م و نا آم ي ق ول وا أ ن ك وا ي تر أ ن الناس سب İnsanlar, denenip sınavdan/أ ح
geçirilmeden, sadece “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”560
Âyet, cevap veya haber ile değil soru ile başlamaktadır. Mâturîdî, önce bu
duruma dikkat çekerek, hakikatte bilinmeyen konularda istifhâmın ve haberin cevap
niteliği taşıdığını çünkü Allâhü Teâlâ’ya hiçbir şey gizli olmadığından dolayı istifhâmda
(soruda) cevap bulunduğunu, istifhâmın nedeninin, bilinmeyen meseleleri daha iyi
öğrenmek amacı taşıdığını belirtmiştir. Özellikle bu husûsu belirledikten sonra âyetle
ilgili şu konuları tefsîr etmiştir: “ الناس سب ifâdesinin, “insanlar sandılar veya ”ا ح
sanmadılar.” şeklinde iki mânâ yönü bulunmaktadır. Âyette, îmân etme bildirildiği
halde kime iman edileceği geçmemiştir. “نا ام واي ق ول ifâdesinde îmânın mâhiyeti ve ”ا ن
kime imân edileceği beyan edilmemiştir. Fakat insan, bunları anlayabilecek donanımda
yaratılmıştır. Îmân-ı mutlak denilince, Allâh (c.c) ve Rasullerine îmânı, dîn-i mutlak
denilince, Allâh’ın dînini, kitâb-ı mutlak denilince, Allâh’ın kitâbını insanlar
anlamaktadır. “ ي فت ن ون ل ه م ifâdesindeki “fitne”, “dert, belâ ve imtihan” anlamlarına ”و
gelmektedir. Allâhü Teâlâ, çeşitli hallerle kullarını imtihan etmektedir. İmtihanın
gerekliliğine âyetler561 delildir. Aklen de imtihan gereklidir. Şöyle ki; Allâhü Teâlâ,
559 Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.VII, s.218,226. 560 Ankebût, 29/2. 561 Enbiyâ, 21/35; Hac, 22/11.
127
imtihanı bir bilgi ve delil kılmıştır. Çünkü belâ neticesinde, sadıkla yalancı ortaya
çıkmaktadır. Kim yalanlamış veya kim îmân etmişse ibtilâ ile haber verilecektir. Allâhü
Teâlâ, amel konusunda da imtihanı bir bilgi kılmıştır. Eğer imtihan ve belâ olmasaydı,
delil olarak bu durumlar ortaya çıkmayacaktı. Bu durumda; zenginlikte ve fakirlikte,
inancında sâdıkla kâzib, imtihanla delil ve bilgi olması hasebiyle ortaya çıkmaktadır.
Âyetin sebeb-i nuzûlü hakkında iki görüş bulunmaktadır: 1) Dilleriyle îmânlarını
açıkladıkları halde, îmân etmeyenlerdir. Yâni bunlar Münafıklar’dır. 2) Hakikatte îmân
ettikleri halde, eziyete mâruz kalınca îmânı terk ederek kâfirliğe dönenlerdir. Bu ikinci
sebeb-i nuzûl, daha önce incelenen aynı sûrenin onuncu âyetinin562 de sebebi nuzûlü
kabul edilmiştir. En önemli hususlardan birisi, Mü’minler, çeşitli imtihanlardan geçse
de îmânlarında sebat etmişlerdir.563
Mâturîdî, açıklamaları incelendiği üzere âyetteki hükümlerin umûmiliğine
önemle değinmiştir. Yine bu bağlamda İbn Atiyye’ye göre; âyet, belirli bir topluluk için
nâzil olsa da âyetteki hükümler bütün zamanları ve bütün Ümmet-i Muhammedi
kapsamaktadır. Âyet, Mekke Müşriklerinin eziyetinden dolayı Mü’minlerin gönüllerinin
daralması üzerine, Allâhü Teâlâ’nın Mü’minlere bir teselli ve öğretimidir. Allâhü Teâlâ
işte bu âyetle, sâdıkları mükâfatlandıracağını, yalancıları cezalandıracağını
bildirmektedir. Bunun dışında âyetle alâkalı çeşitli sebebi nuzûl rivâyetleri
bulunmaktadır: 1) Ammâr b. Yâsir (r.a) hakkındadır. Çünkü o Allâh yolunda eziyet
çekmiştir. 2) Mü’minlerin hicreti konusunda olmasıdır. Şöyle ki; Mü’minler,
Mekke’den Medîne’ye hicretle mükellef tutuldular. Bunun üzerine hicret ederlerken bile
Müşriklerin zulmüyle karşılaşmışlar, bir kısmı şehit olmuş bir kısmı kurtulmuştur. 3)
Mekkeli Müslümanlar hakkındadır. Zîrâ bâzıları, cihat ve savaş farz kılındığı zaman
buna hoş bakmamışlardır.564
Ebu’l-Berekât Nesefî’ye göre; âyetteki “fitne”, “zorluklarla imtihan”dır.
Vatandan ayrılmak, düşmanla cihâd, itaatteki çeşitli meşakkatler, şehevi arzuları terk,
fakirlik, kıtlık, cana ve mala gelen çeşitli musîbetler, küffârın eziyetine ve hilesine karşı
sabır hep birer imtihandır. Âyetin sebeb-i nuzûlü, Müşriklerin eziyetlerinden
sabırsızlananlar veya Ammâr b. Yâsir (r.a) hakkındadır.565
562 Bkz. Bu çalışmada, s.50-51. 563 Te’vîlât, c.XI, s.93-95. 564 İbn Atiyye, a.g.e., s.1454. 565 Ebu’l-Berekât en-Nesefî, a.g.e., c.II, s.663-664.
128
Mâturîdî gibi Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsîr etme yöntemini benimsemiş Şenkîtî’ye
göre; âyetteki istifhâm reddetme içindir. Buradaki “fitne”, “deneme ve zorlu bir sınav”
demektir. Sınav, “iman ettik” diyenlerin sadâkatini ortaya çıkarma, yalancıyı sâdıktan
ayırma amaçlıdır. Sınavın gerekliliği konusunda çok sayıda âyet566 ve Hz.
Peygamber’in (s.a.s) “ ف الأ مث ل الأ مث ل ،ث م ون الح الص ،ث م İnsanların en fazla /أ ش د الناسب لءالأ نبي اء
ağır imtihan olanları Peygamberler sonra sâlihler ve diğer Mü’minlerdir” hadîsi,
kanıttır.567
Vehbe Zuhaylî’ye göre; âyet, kınama ve azarlama için istifhâmla başlamıştır.
İstifhâm, insanların zanda bulunduklarına bir delildir. “ سب ك واا ني ق ول وا“ ,kelimesi ”ح ا ني تر
ي فت ن ون ه مل ناو ifâdesine bağlıdır. Bunun mânâsı da “Onlar fitneye (sınav) uğratılmadan”ام
terk edileceklerini mi sandılar?”dır. Çünkü onlar “iman ettik” demişlerdir. Buradaki
“fitne”, “imtihan” konusudur. İmtihanın amacı, Muhlis ile Münafığın ortaya çıkmasını
sağlamaktır.568
İncelenen görüşler bağlamında değerlendirilirse âyetteki “fitne” kelimesinin
anlamını da pekiştirme için istifhâmla âyetin başladığı ifâde edilebilir. Bu aynı zamanda
âyetlerin i’câz ve îcâz yönünden de eşsizliğini göstermektedir. Ayrıca Kur’ân-ı
Kerîm’in mânâsını derinlemesine anlamak ve ondaki güzellikleri keşfedebilmek için
diğer ilimler gibi Belâğât İlmini bilmenin de önemini göstermektedir.569
İncelendiği üzere, âyetle ilgili çeşitli sebeb-i nuzûller zikredilmiştir. Âyetin her
ne kadar tarihi bâzı olaylara binâen nuzûlü kabul edilse de içerdiği anlam ve mesajın
sürekli ve evrensel olduğu ifâde edilebilir. Denilebilir ki âyet, hakîki Mü’minliğin ve
Müslümanlığın şartlarını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Bundan dolayı sâdece dil
ile inandım demek yeterli değildir. Asıl îmân, Allâhü Teâlâ insanları imtihan ettiğinde
ortaya çıkmaktadır.
Ankebût sûresinin ikinci âyetiyle birlikte açıklanan, “fitne” kelimesine aynı
anlamların verildiği Ankebût sûresinin üçüncü âyeti şöyledir:
566 Bakara, 2/214; Al-i Imrân, 3/142, 154, 179; Abkebût, 29/31; Muhammed, 37/41. 567 eş-Şenkîtî, Muhammed Emin b. Muhammed el-Muhtâr (v.1393/1973), Advâu’l-Beyân fî Îdâhı’l-
Kur’ân bi’l-Kur’ân, Dâru Âlemi’l-Fevâid-Mecmau’l-Fıkhı’l-İslâmî, Cidde, ts. c.VI, s.509-510. 568 Vehbe ez-Zuhaylî, a.g.e., c.XX, s.554. 569 “Derinlemesine anlam analizi yaparken, belâğat ve şûbelerinin sağladığı önemli ipuçları sayesinde
Kur’ân’da geçen kelimelerin doğru anlamları tespit edilebilir. Aksi halde, yapılan Tefsîr ve yorumlar
ya da te’vîller daima eksik kalacaktır.” Gezgin, Ali Galip, Tefsîrde Semantik Metod ve Kur’ân’da
.Kavm” Kelimesinin Semantik Analizi, Rağbet Yay., II. Baskı, İstanbul, 2015, s.207/ القوم“
129
“ الك اذبين ن ل ي عل م و د ق وا ص الذين الل ن ف ل ي عل م ق بلهم من الذين ف ت نا ل ق د ,Andolsun ki biz/و
onlardan öncekileri de sınamıştık. Allâh, elbette doğru olanları ortaya
çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”570
Âyet, yukarıda incelenen ikinci âyetle bütünlük arzettiğinden dolayı, fitne ve
diğer konulara Mâturîdî değinmemiş, sadece Allâhü Teâlâ’nın ezeli ve ebedî ilmi
konusunu tefsîr etmiştir.571
Kuşeyrî’nin açıklamaları bağlamında; âyetteki “fitne” kavramı, “sıkıntı, musibet
ve ağır imtihan” anlamlarındadır. Bu imtihanlar ve sıkıntılarla sabredenler ve
sabretmeyenler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, sadıklarla kâziblerin sıfatları belli
olmaktadır. Şöyle ki; kim belâlarda sabrediyor ve nimetlere şükrediyorsa bunlar,
sadıkların sıfatlarıdır. Ancak kim belâlarda sabretmiyor gürültü çıkarıyor ve nimetlere
(bolluğa) şükretmiyorsa bunlar kâziblerin (yalanlayanların) sıfatlarıdır.572
İbn Atiyye’nin âyetle ilgili tefsîri şöyledir: “ ن ı fetha”ل“ sı ve ikinci”ي“ nin”ف ل ي عل م
(üstün) ile okunmaktadır. Bu okuyuş cumhura aittir. Bu durumda anlam, “Allâh’ın (c.c)
ezelî ilmiyle bildiği şeylerin ortaya çıkmasıdır”. “د ق وا Mihcâ b. Abdillâh’ın (v.2/624) ,”ص
(r.a) Bedir Muhârebesinde şehit edilmesi ile alâkalıdır. Ali b. Ebî Tâlib’in (r.a) “ ن ”ف ل ي عل م
nin “ي” sını zamme ile ikinci “ل”ını kesra ile okumaktadır. Bu şekilde, üç türlü anlam
ihtimali mevcuttur: 1) Doğruların ve yalancıların âhirette sevap ve günah olarak
mekânlarının bilinmesidir. 2) Hayırda ve şerde bulunanların bilinmesidir. 3) Bilgi için
delil teşkil etmesidir. Bütün bunlar ise sâdık Mü’minler için vaad, Kâfirler için ise
vaîd’dir.573
Bu görüşlere dayanarak denilebilir ki, her iki âyette de “fitne” kelimesi “sıkıntı,
zor imtihan” anlamlarını içermektedir.
Şu âyette sıkıntı zamanında da imanda sebat etmek gerektiği buyrulmaktadır:
“ كن ل فتن ة و ب لهي ل ىعلم وتيت ه ع اأ إنم ةمناق ال لن اه نعم و إذ اخ ان اث م د ع ر ض نس ان ال س ف إذ ام
ون ي عل م ل ه م İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona/أ كث ر
570 Ankebût, 29/3. 571 Te’vîlât, c.XI, s.95. 572 el-Kuşeyrî, Ebu’l-Kâsım, Abdulkerim b. Hevâzin b. Abdilmelik (v.464/1071), Letâifu’l-İşârat
Tefsîru Sûfî Kâmil li’l-Kur’ân, thk. İbrâhîm Besyûnî, III. Baskı, Kahire, 2000, c.III, s.87. 573 İbn Atiyye, a.g.e., s.1454-1455.
130
katımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim”
der. Aksine o nimet bir imtihandır ama çokları bunu bilmez.”574
Mâturîdî’ye göre; âyette kastedilen insan, her insan değildir. Zîrâ Kâfirler, belâ
ve musîbet geldiğinde Allâhü Teâlâ’ya içtenlikle duâ etmektedirler. Fakat belâ kalkınca,
hemen avdet edip eski hallerine geri dönmektedirler. Âyetteki: “ منا ة نعم لن اه و خ اذ ا ,”ث م
“Allâh’tan (c.c) bir nimet gelip ona sâhip olmak”, “ علم ع لى ا وتيت ه ا انـم nîmetlerin“ ,”ق ال
kendilerini akıllı, şerefli, mevki sâhibi, hayırlı ve bilgili görerek bu ayrıcalıklarından
verildiğini ileri sürmeleri” anlamlarına gelmektedir.575 İşte nîmetin kendilerindeki
ayrıcalıklardan ve şereften dolayı verildiği iddialarına, Allâhü Teâlâ “ فتن ة هي ile ”ب ل
cevap vermiştir. Burada geçen “fitne”, “zorluk, sıkıntı ve belâ ile sınama”dır. Fitnede
zorluklar ve meşakkatler bulunmaktadır. Mihne yâni imtihan, Allâh’ın (c.c) emir ve
yasaklarına uyup uymama açısındandır. “ ون ي عل م ه مل ا كث ر لكن ifâdesinde geçen çoğunun ”و
bilemeyeceği buyruğu; verilen şeylerin, şeref, üstünlük, ayrıcalık gibi durumlardan
değil de Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasağından kaynaklandığının bilinmesi gerektiğine
işâret etmektedir.576
Mâturîdî’nin bu açıklamalarından, mal, mülk vb. ile imtihanda meşakkatler ve
zorluklar bulunması hasebiyle “fitne”yi, “ibtilâ ve mihne” kelimeleriyle açıkladığı,
âyette geçen nimetlerle imtihanın, Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riâyet edip
etmeme açısından önem taşıdığı, Allâhü Teâlâ’nın nîmetlerine karşı bâzı insanların
yanıldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Fahreddin Râzî’nin açıklamları dikkat çekicidir:
Allâhü Teâlâ, fâsid ve kötü yolu, en veciz ve fasih bir şekilde beyan ederek “ هي ب ل
Hayır! O bir fitnedir.” buyurmuştur. Bundan dolayı da kâfire verilen nîmet bir/فتن ة
“fitne”dir. Çünkü nîmet hâsıl olduğunda şükür, zarar görünce de sabır gerekmektedir.
İşte bunun için de nîmet verilen, bu hâliyle yâni malla beraber denendiği için fitne
olarak vasıflandırılmıştır. Âyetin “ ile başlaması, Zümer 39/45’de577 buyrulduğu ”ف
üzere, Müşriklerin Allâhü Teâlâ’yı işittiklerinde kaçındıklarını ama şeriklerini
işittiklerinde sevindiklerini göstermektedir. Allâhü Teâlâ’yı işitmek istemeyen
Müşriklerin başlarına belâ ve zarar geldiğinde, Allâhü Têâlâ’ya sığındıklarına âyette
574 Zümer, 39/49. 575 Te’vîlât, c.XII, s.350-351. 576 Te’vîlât, c.XII, s.351. 577 “ ون ي ست بشر اذ اه م مند ونه الذين اذ اذ كر و ة خر بال ي ؤمن ون ل الذين تق ل وب ا ز حد ه اشم الله و اذ اذ كر Ne zaman tek başına/و
Allâh’ın ismi zikredilse âhirete inanmayanların kalplerindeki nefret yüzlerine vurur; ama Allâh’ın
dışındakiler (putlar) anıldığında hemen sevinçten yüzlerinin parladığını görürsün.”
131
işâret buyrulmuştur. Âyetin “ ile başlaması, aslında bu iki farklı durum arasında ara ”ف
bulunmamasına rağmen, onların zıt ve çelişkili durumlar içerisinde olduklarına bir
delildir.578
Mâturîdî’nin aksine Şevkânî’ye göre; âyette insandan kastedilen, insanların
çoğudur ve bu mânâ daha evlâdır. İnsandan maksat, Kâfirler de olabilir ancak Kur’ân’ın
nazmı gereği umum lafızlara itibar edilmesi gerekmektedir. “ ا وتيت ه” ifâdesindeki zamirin
“ “ olarak müzekker gelmesindeki sebep, anlam yönünden müzekker”ه و kelimesine ”إنع ام
bağlı veya zamirin ‘‘ما’’ya ait olmasıdır. “ فتن ة هي فتن ة “ ,”ب ل şeklinde de kıraat ”ب ل ه و
edilmektedir. “fitne” kavramı ise “skıntı, zorluk ve belâ ile imtihan, deneme”
anlamlarına gelmektedir.579
Mâturîdî, Fahreddin Râzî ve Şevkânî’nin âyetle ilgili açıklamaları birlikte
değerlendirildiğinde, başı dara düşünce Allâhü Teâlâ’ya yönelen ancak zenginlik ve
rahat görünce bundan vazgeçen, her şeyi kendisindeki üstünlükten görenlerin Kâfirler
olduğunda şüphe yoktur. Şevkânî’nin temas ettiği gibi âyette umum lafızların
bulunması, zaman zaman zenginlikte gaflete dalan ve günaha girebilen Mü’minler için
âyetin bir ikaz içerdiği ifâde edilebilir.
C. Rızık Genişliği ve Dünyânın Zîneti
“ ب هي سل كه ني عرضع نذكرر م و مفيه ,لن فتن ه د قا اءغ ل ىالطريق ةل سق ين اه مم واع ا نل واست ق ام و
ع دا ص Eğer (kullarımız) hak yolda dosdoğru yürürlerse kendilerini, içinde/ع ذ ابا
denemek üzere nimetlere boğarız; kim de rabbini anmaktan yüz çevirirse Allah
onu gitgide artan bir azaba uğratır.”580
Mâturîdî Cin 72/17’yi şöyle tefsîr etmiştir: Buradaki “fitne”, “sıkıntı, zorluk ve
zorlukla sınav’” anlamlarına gelen “mihne’”dir. Çünkü zorluk ve zorlukla sınav içeren
“fitne”de meşakkat ve zahmet bulunmaktadır. Bu bakımdan eğer âyette “fitne” yani
“imtihan” edilenlerle kastedilenler inkâr edenler ise rızık bolluğu onlar için çok büyük
zorluk, belâ ve belâ ile sınavdır. Çünkü inkâr edenler üstünlüğü malda ve zenginlikte
görmektedirler. Ayrıca, Hz. Peygamber’e (s.a.s) itaat etmeyi onlar engellemektedir.
Nitekim Kâfirlerin Hz. Peygamber’i (s.a.s) engellemesine dair çok sayıda âyet581
578 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., c.XXVI, s.287-288. 579 eş-Şevkânî, a.g.e., s.1287. 580 Cin, 72/16-17. 581 En’âm, 6/123; Sebe, 34/34.
132
vardır.582 Kibirlenen, zorba, inadın bulunduğu zenginler, Peygamberlere iman
etmemişlerdir. Kötüler ve kibirlenenler kötülükleri tercih etmişlerdir.583 Eğer âyette
“fitne” yani “imtihan” edilenlerden maksat Müslümanlar ise yine buradaki “fitne”, onlar
için de zor, meşakkatli ve çok büyük bir sınavdır. Zîrâ Allâhü Teâlâ, insanları çeşitli
hallerle denemektedir. Bu imtihanda, yüz çevirme anlamındaki “ن ي عرض م ,ifâdesi ”و
Allâhü Teâlâ’ya ibâdet ve kulluktan, Kur’ân-ı Kerîm’den, onu zikretmekten yüz
çevirerek Allâhü Teâlâ’dan başka şeylere itaat etmektir. İmtihanda, Allâhü Teâlâ’nın
emirlerine muhalefetten dolayı uğranılan azâbı bildiren “ ع دا ص ع ذ ابا ile ilgili, dört ”ي سل كه
görüş vardır: 1) Te’vîl ehli genelde bu ifâdeyi hakîki mânâsında açıklamışlardır. Hakîki
mânâsına göre cehennemdekiler, cehennemde bir dağa çıkmak isterler ancak meşakkat
ve sıkıntıdan dolayı çıkamayarak ateşe tekrar düşerler, bu durum böyle devam eder. 2)
Mecâzî mânâdır. Buna göre çıkmada inmekten daha fazla meşakkat bulunduğu için
burada temsil vardır. Anlamı şu durumda, “görevini yapmayanları âhirette
meşakkatlerin beklemesidir”. 3) Azâbın devam etmesidir. Yâni azâbın arası yoktur. 4)
“Meşakkat” anlamındadır. Kutebî’ye (v.276/889) göre “ ع ود ش قة “ ,”الص kelimesi ile ”الم
aynı anlama gelmektedir.584
Mâturîdî açıklamalarına dikkat edildiği üzere, rızık genişliğinin ve zenginliğin
görünen yönünün aksine büyük bir imtihan için verildiğine dikkatleri yöneltmiştir.
Zenginliği veya rızık genişliğini değil bilâkis kibirli olmayı, bu kibirden dolayı
Peygamberlere, Peygamberlerin getirdiği esaslara yüz çevirmenin Kur’ân’da yerildiğini
âyetlerden delillerle ispatlamıştır. İmtihan edilenlerden kastın Kâfirler veya Mü’minler
olabileceğini ifâde etmiştir ancak yaptığı açıklamalar ağırlıklı şekilde Kâfirlerle ilgilidir.
Yine bu âyetin sebeb-i nuzûlünde, Mâturîdî’nin oldukça temkinli bir yaklaşım
gösterdiği anlaşılmaktadır.
Âyetin sebeb-i nuzûlleri ve âyette bahsi geçen imtihan edilenler hakkında çeşitli
görüşler vardır. Ancak Mâturîdî kadar bu görüşlerde kibir konusuna temas edilmemiştir.
Bu bağlamda zikredilirse Zemahşerî’ye göre; âyet, cinleri de kapsamaktadır. “Fitne”nin
üç türlü anlamı vardır: 1) “İmtihan”, nîmetlere nasıl şükredileceği bu imtihanla
gerçekleşmektedir. 2) “Sebep”, nîmetler şehvete ve günahın artmasına sebep teşkil
582 Te’vîlât, c.XVI, s.176. 583 Te’vîlât, c.XI, s.433-434; c.V, s.207. 584 Te’vîlât, c.XVI, s.176-177.
133
edebilmektedir. 3) “Azâb”, nimete nankörlükten dolayı bir azaptır. Âyetteki “ ي سل كه”
kelimesinin “ي”sı, fethalı veya zammeli “ن” ile kıraat edilebilmektedir. Kıraatın böyle
olması durumunda “ ع ذ ابا ifâdesinin mânâsı “azâba girdiririz”dir.585 ”ي سل كه
Fîrûzâbâdî’ye göre; buradaki “fitne”, “bol mal ve geçim genişliği ile deneme”dir.
Allâhü Teâlâ’yı zikirden yüz çevirmeden maksat, Tevhîd’den ve Kur’ân’dan yüz
çevirmektir. Nitekim Velid b. Muğire de aynen böyle yapmıştır. Cehennemdekiler
azâbdan dolayı cehennemde dağa çıkmaya çalışırlar.586
Mâturîdî, Zemahşerî ve Fîrûzâbâdî’nin açıklamalarına sebeb-i nuzûl açısından
bakıldığında, âyetin oldukça fazla sebeb-i nuzûlü olduğu ifâde edilebilir. Âyetlerin tarihi
arka planını, muhtevâsını ve emredilen şeylerin hikmetini anlamak için sebeb-i nuzûller
oldukça önemlidir.587 Ancak ciddi bir sened tenkidin de geçirilmesi gerektiği
kanaatindeyiz. Nitekim bu bağlamda, şu tespitler oldukça önemlidir:
“Nüzul sebeplerinin kabulü bazen çok daha fazla dikkat ve titizlik
göstermeyi gerektirebilir. Zira nüzul sebebinin, âyetlerin tarihi arka planını
vermesi yönüyle, çoğu zaman yorumun çerçevesini belirleyip yönlendirmektedir.
Dolayısıyla bu konuda gösterilecek herhangi bir gevşeklik ya da ihmal, âyeti
kabul edilemeyecek yorumlara maruz bırakabilmektedir. Çünkü böyle rivâyetler
insanların gönlünü ve zihnini bulandırabilmiştir.”588
İncelenmeye çalışılan bu âyette, fitne’nin imtihan, belâ anlamının yanında azâb
sebebi, âhirette delil veyâ azâb anlamlarıyla çok sıkı bir irtibatının bulunduğu
görülmektedir. Bu anlamlar âyetle ilgili görüşlerde incelendiği üzere insanın
davranışlarına bağlı değişim göstermektedir. Dış görünüş itibariyle zenginlik ve rızık
genişliği, rahat ve huzur görünse de hakikatte çok büyük zorlukları içerisinde barındıran
bir imtihandır. Denilebilir ki, nîmet arttıkça hesabı da artmaktadır. Bu hususta şu misal
zikredilebilir:
En zor zamanlardan birisi sayılan Tebük Gazvesi sırasında, Hz. Peygamber’in
(s.a.s) çağrısı üzerine cömertliği ile bilinen Hz. Osman (r.a), ceyşü’l-usre adı verilmiş
585 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.1147. 586 el-Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs, s.620. 587 ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdillâh (v.794/1392), el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk.
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Dâru’t-Turâs, III. Baskı, Kahire, 1984, c.I, s.22; İsmail Cerrahoğlu,
Tefsir Usûlü, Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara, 1971 s.112. 588 Celalettin Divlekci, “Ahzâb Sûresi 37. Âyetiyle İlgili Nüzul Sebebi Rivâyetleri ve İlmi Değeri”, Ekev
Akademi Dergi, S.59, Ankara, 2014, s.90.
134
ordunun ihtiyaçlarını gidermiştir. Ebu Amr Kureşî’nin (r.a) rivâyetine göre Hz.
Peygamber’in (s.a.s) Hz. Osman’ın (r.a) bu cömertliğiyle ilgili hadîsi ise şöyledir:
“ ه ز ه ف ج نة الج ةف ل ه الع سر يش ج ز ه نج ،م ق ال .و ان ه اع ثم ف ر .ف ح نة الج ة ف ل ه وم ر ني حفربئر م
ان Kim Bi’ri Rûme kuyusunu açarsa, onun için cennet vardır! Osman (r.a)/ع ثم
açtı, Kim Ceyşü’l Usre’yi (Tebük Ordusu) donatırsa, onun için cennet vardır!
Osman (r.a) donattı.”589
Mâturîdî’nin, âyette geçen “fitne” kelimesinin imtihan açısından Kâfirler ve
Mü’minler yönüyle aynı anlamı taşıdığını belirtmesi, âyetin bütün insanlık için uyarılar
ve ikazlar taşıdığını göstermektedir. Nitekim bu anlamda Ahmet Mustafa Merâğî’ye
göre; âyetin genel ifâde eden hitâbı nazarı dikkate alındığında, hukuken bütün insanların
eşit olduğu ve Allâhü Teâlâ’nın asla insana zulmetmediği, hükümlerde bir kayırmanın
söz konusu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Âyette rızık genişliğinin zikredilmesinin
sebebi ise “fitne” “imtihan” içindir. Her şeye muktedir olan Allâhü Teâlâ, imtihanda
aksi davrananları azap edecektir. Ama insanlara mühlet vermektedir.590
“Zenginlik” anlamında açıklanan mal çokluğu ve dünyanın ziyneti ile “fitne”
“imtihan” konusu şu âyette de geçmektedir:
“ ير خ ب ك ر رزق مفيهو ي اةالدني الن فتن ه ة الح هر مز اجامنه تعن ابهأ زو ام إل ىم ين يك ع دن ت م ل و
أ بق ى Sakın kendilerini sınamak için onların bir kesimini yararlandırdığımız/و
dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin sana verdiği nimetler daha
hayırlı ve daha kalıcıdır.”591
Mâturîdî’ye göre âyetin tefsîri şöyledir: Buradaki “fitne”, “zorluk, sıkıntı ve belâ
ile imtihan” anlamlarına gelen “mihne”dir. Allâhü Teâlâ, kullarını dünyadan
faydalandırmaktadır. Ancak oradaki felâket ve belâlarla kullarını imtihan etmektedir.
Dünyaya aldanmama konusu Tevbe 9/55’deki592 durumla benzerlik arz etmektedir.
Allâhü Teâlâ, bâzı insanları genişlik ve zenginlikle, bâzı insanları fakirlik ve zorluklarla
imtihan etmektedir. Allâhü Teâlâ’nın, insanları değişik hallerle imtihan ettiğine
589 Sahihu’l-Buhârî, Kitâbu Fedâil Ashâbi’n-Nebiyyi Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem 7, s.908; İbn Hacer,
Fethu’l-Bârî, Kitâbu Fedâili’s-Sahâbe 7. c.VI, s.52. 590 el-Merâğî, Ahmed Mustafa (v.1364/1945), Tefsîru’l-Merâğî, nşr. Mustafa el-Bâb el-Halebî, I. Baskı,
Mısır, 1946, c.XXIX, s.101. 591 Tâhâ, 20/131. 592 “ ون ه مك افر مو ا نف س ه ت زه ق يوةالدني او افيالح مبه ب ه لي ع ذ الله يد اي ر د ه مانم ا ول ل مو ال ه ا مو ت عجبك O halde onların malları/ف ل
da evlâtları da seni imrendirmesin; çünkü Allâh onlara dünya hayatında bunlarla eziyet çektirmeyi ve
canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ediyor.”
135
âyetler593 birer delildir.594 Dünyâda yoksulluk, zenginlik, insanların üstünlüğü veya
arzuları için değil, bilakis belâ ile deneme içindir. “ ين يك ع دن ت م ل kelâmı, “Dünyâya ”و
meyletme! Onların, dünyânın zînetlerinden faydalandırılmasına aldırma!” mânâsına
gelmektedir. Kim dünyânın zâhirine, süsüne, aldatıcılığına yönelip ona meylederse
aldanacaktır. Kim de hakîki nazarla bakar ve ona aldanmazsa zâhid olacaktır. Hz.
Peygamber (s.a.s) kesinlikle, dünyâya hiçbir zaman gözünü dikmemiş ve ona meyledip
rağbet etmemiştir. Hattâ âilesinin, zenginlik ve genişlik isteklerini dâhi reddetmiştir.
Âyetteki “ا بقى و ير خ ب ك ر رزق Hz. Peygamber’e (s.a.s) Allâhü Teâlâ’nın risâlet ve ,”و
nübüvvet vermesidir. Bundan dolayı Tevhîde inanmanın, Allâhü Teâlâ’nın takdir
buyurduğu iyilik ve mükâfatın, dünyaya bağlanarak faydalanmaktan daha hayırlı ve
bâkî olduğu anlamlarına gelmektedir. Bâzı te’vîl ehlinin açıklamalarına göre âyetin
sebeb-i nuzûlü söyledir: Hz. Peygamber’e (s.a.s) bir misâfir gelmiştir. Hz.
Peygamber’in (s.a.s) evinde yiyecek kalmadığı için Yahûdi’den ödünç yemek istemiştir.
Yahûdi yemek vermek istemeyince, Hz. Peygamber’in (s.a.s) zırhını ödünç vererek
yemek almıştır.595 Mâturîdî böyle bir sebeb-i nuzûl bilmediğini ifâde etmektedir.596
Vâhidî, Mâturîdî’nin açıkladığı bu sebeb-i nuzûlü rivâyet etmiş ve isnadının zayıf
olduğunu belirtmiştir.597
Açıklamalarında görüldüğü üzere Mâturîdî’ye göre buradaki “fitne”, “belâ ile
deneme, imtihan”dır. Bu bağlamda Yahyâ b. Sellâm’a göre; buradaki “fitne”, “belâ ve
imtihan”dır. Ayrıca âyette dünyâda zühd, Hz. Peygamber’e (s.a.s) emredilmiştir.
Rızıktan maksat, cennettedir. Abdurrahman b. Sevban’dan (v.54/674) (r.a) rivâyet
edilen bir hadîs şöyledir:
“Dinde kendisinden üstün olana, dünyâlıkta kendisinden aşağı olana
bakan, dinde kendisinden üstün olana uyan kimseyi Allâh (c.c.), şükredici ve
sabredici yazar. Dünyâlıkta kendisinden üstün olana, dinde kendisinden aşağı
olana bakan, dünyâlıkta kendisinden üstün olana uyanı ise Allâh (c.c) şükredici
593 A’râf, 7/168; Enbiyâ, 21/35. 594 Te’vîlât, c.IX, s.250-251. 595 Meâlimü’t-Tenzîl’de bu sebeb-i nuzûlün metruk ve bâtıl bir rivâyet olduğu dipnotta belirtilmiştir.
Buhârî ise sadece haberi zikretmiş herhangi bir âyet indiğinden bahsetmemiştir. el-Beğavî, a.g.e., c.V,
s.303; Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbu’l-Büyü 14, H.No: 2068, s.498. 596 Te’vîlât, c.IX, s.251-252. 597 el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nuzûl, md. 615, s.313.
136
ve sabredici yazmaz.” buyurmuştur.598 Ebû Ubeyde de “fitne”nin burada, “belâ
ile deneme” anlamına geldiğini zikretmiştir.599
Mâverdî ise farklı bir yaklaşımla, buradaki “fitne” kelimesinin iki kapsamına
değinmiş, “azâb, meylettirme ve uzaklaştırma” demiştir. Allâhü Teâlâ’nın, dünyanın
çekiciliği ve zînetinden Kâfirleri metâlandırdığını belirtmiştir.600
Zemahşerî’nin te’vîline göre; “fitne”, “belâ ile sınav, âhiretteki azap sebebi”dir.
م“ منه اجا “ .ifâdesi, Kâfirlerden bâzıları, anlamına gelmektedir ”ا زو اجا nasb’la ,” ا زو
okunmakta ve (هاء) zamirinin hâli olmaktadır. “م .kelimesinden fiil düşmüştür ”منه
Böylelikle “م اجامنه تعن ابها زو ام ”insanların bâzılarından olan sınıfları faydalandırdık“ ,”م
anlamını ihtivâ etmektedir.601
Celâleddin Suyûtî’nin nakline göre; “fitne”, “imtihan, belâ, dert”dir. Âyetteki
“ ين يك ع دن ت م ل الدني ا“ .Hz. Peygamber’e (s.a.s) tesellidir ,”و يوة الح ة هر dünyâ hâyâtının ,”ز
zîneti, “ا بقى و ير خ ب ك ر رزق ,faydalanılan dünyâ zînetlerinden daha hayırlı olan şeyler ,”و
“ ب ك ر رزق cennetteki rızık mânâlarındadır.602 ,”و
Mâturîdî’nin bilmediğini ifâde ettiği, Vâhidî’nin isnadını zayıf olarak belirttiği
sebeb-i nuzûle kanaatimize göre de ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü
görüşlerin çoğunluğuna göre âyet Mekkî’dir.603 Görüşler dikkate alındığında buradaki
fitneye ise belâ ile imtihan anlamı verilmesi, âyetin bütün insanlığı kuşatıcı yönünü
göstermektedir denilebilir.
D. Mal ve Evlat
“ ع ظيم أ جر عند ه الل أ ن و د ك مفتن ة أ ول ال ك مو اأ مو واأ نم اعل م Mal ve çocuklarınızın sizin/و
için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allâh katında bulunduğunu
bilin”604
Mâturîdî’ye göre; âyette buyrulan malın ve evlâdın bir fitne olması, zor bir
imtihandır. Mal ve evlat, bir oyun ve boş bir şey değildir. Aslında mal ve evlat gibi,
dünyâda bizler için yaratılan her şeyde bir zorluk ve deneme bulunmaktadır. Mal ve
598 Yahya b. Sellâm, Tefsîru Yahyâ b. Sellâm, c.I, s.294-295. 599 Ebû Ubeyde, Ma’mer b. el-Musennâ (v.210/825), Mecâzu’l-Kur’ân, thk. Muhammed Fuad, Kâhire,
ts. c.II, s.37. 600 el-Mâverdî, a.g.e., c.III, s.433. 601 ez- Zemahşerî, el-Keşşâf, s.670-671. 602 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.X, s.264-265. 603 Karaman H. vd., Kur’ân Yolu, s.311. 604 Enfâl, 8/28.
137
evlâtla ilgili sınavdaki zorluk durumu, bâzılarının bâzıları ile imtihanı gibidir.
“Fitne”nin “imtihan” anlamına geldiğine dair çok sayıda âyet605 vardır. Mal ve evlatla,
korku ve açlıkla, şer ve hayırla, iyilikler ve kötülüklerle imtihanlar hep birbirine
benzemektedir. Allâhü Teâlâ, insanları evlatlarını terbiyeli yetiştirmesiyle, eğitimiyle,
onların korunup hukukuna riâyet etmesiyle zor bir sınavdan geçirmektedir. Evlatla
imtihan hususu Tahrîm 66/6’da606 buyrulan, nefislerin ve ailenin cehennemden
korunması konusuyla yakından ilgilidir. Allâhü Teâlâ, mal hususunda da hukuka riâyet
edilip edilmemesi yönünden insanı sorumlu tutmuştur. Ayrıca, Allâhü Teâlâ’nın bütün
emir ve nehiyleri, yaratılanların menfaatine olup zararın engellenilmesi içindir. Zîrâ
semâvât ve arzın mâliki Allâh’ın (c.c), hiçbir şeye ihtiyacı kesinlikle yoktur. Bilakis
yaratılanların ihtiyacı vardır. Allâh’ın (c.c) büyük ecirler bahşettikleri, Allâh (c.c) ve
Rasûlüne (s.a.s) ihânet etmeyen, yâni Allâhü Teâlâ’nın imtihan etmesinde vefâ
gösterenlerdir.607
Mâverdî “fitne” kavramının anlamına hiç değinmemiştir.608 Zemahşerî ve
Beydâvî ise malın evlâdın sebep olduğunu, fitne’nin “mihne, azâb, günah” mânâlarını
içerdiğini, Allâhü Teâlâ’nın sınırlarını koruyup korumama açısından “mihnenin”,
“imtihanın” gerçekleştiğini belirtmişlerdir.609
Mâverdî, Zemahşerî ve Beydâvî’nin kısaca bahsettiği bu muhtevâya
Mâturîdî’nin, hem “fitne”nin neden “mihne ve ibtilâ” olduğuna hem de bu zorlu
imtihanda nasıl davranılması gerektiğine değindiği görülmektedir.
Mâturîdî, evlatla imtihan konusunda delil gösterdiği Tahrîm 66/6’nin te’vîlinde
şu hususlara temas etmiştir: Kendimizi kötülüklerden ve kötü amellerden
korunduğumuz gibi, ailemizi de korumak. Kendimizin helâkine sebep olacak şeylerden
sakındığımız gibi, ailemize de öğretmektir ki onları cehennemden kurtaracak
hususlardır. Bu hususlar yerine getirilirken Allâhü Teâlâ’ya duâ edilip yalvarmak
605 Bakara, 2/155; A’râf, 7/168; Enbiyâ, 21/35. ا“ 606 م ي فع ل ون و ه م ر ا م ا م الله ي عص ون ل شد اد ظ غل ئك ة
ل م ا ع ل يه ة ار الحج و الناس ق ود ه ا و ن ارا ا هليك م و ا نف س ك م واق ن وا ام الذين ا ا يه ي ا
ون ر Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun/ي ؤم
başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni
yerine getiren melekler vardır.” 607 Te'vîlât, c.VI, s.201-202. 608 el-Mâverdî, a.g.e., c.II, s.311. 609 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.410; el- Beydâvî, a.g.e., c.III, s.56.
138
gerekmektedir çünkü Allâhü Teâlâ’nın ancak fazl ve keremiyle cehennemden
korunulabilir.610
Konuyla ilgili şu hadîs örnek verilebilir:
“ ل د به،أ وو ي نت ف ع ،أ وعلم اري ة ج د ق ة منص ،إل ث ة منث ل إل ل ه ع م ع نه انق ط ع نس ان ال ات إذ ام
ل ه ي دع و الح İnsan öldüğü zaman, üç kişi hâriç herkesin ameli kesilir. Sadaka-i/ص
Câriye (bırakan), veya faydalanılan ilim, veya onun için duâ eden sâlih evlât
(bırakan)”611
Mâturîdî, Zemahşerî ve Beydâvî’nin, imtihanda başarısızlık durumunda âyeti
açıkladıkları fakat imtihanda imtihan bilinciyle hareket edilmediği zaman toplumsal
bozulma, fesat gibi başka fitnelerin ortaya çıkabileceğine ayrıntılı temas etmedikleri
ifâde edilebilir. Mal ve evlatla imtihanda, imtihan şuuru ve düşüncesiyle hareket
edilmediği zaman, toplumlarda emniyet ve huzurun kalmayacağı, fesat anlamına gelen
fitnelerin yayılmasına ve pek çok olumsuzlukların ortaya çıkmasına yol açacağı
aşikârdır. Nitekim fitne ile ilgili bir değerlendirmede bu hususlara dikkat çekilmiştir.612
Mal ve evladın fitne olarak geçtiği diğer bir âyet şöyledir:
“ ع ظيم أ جر عند ه الل و فتن ة د ك م أ ول و ال ك م أ مو ا Mallarınız ve çocuklarınız sizin/إنم
için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allâh’ın katındadır.”613
Mâturîdî âyeti şöyle te’vîl etmiştir: Buradaki “fitne” kelimesinin bir yönden
anlamı “büyülenmek ve âşık olmak”tır. Şöyle ki, âşık olan (meftûn) âşık olduğu şeye
yanıp tutuşmaktadır. Âyette de Allâhü Teâlâ, “Muhakkak ki sizlerin âşık olduğunuz
mallarınız ve evlatlarınızın sevgisi, sizleri Allâhü Teâlâ’nın indindeki büyük ecir ve
mükâfattan alıkoymasın.” buyurmaktadır. Ancak “fitne”nin buradaki anlamları daha çok
“imtihan, zorluklarla deneme, dert”dir. Nitekim imtihan konusunda, Enfâl 8/28614
kanıttır. Allâhü Teâlâ; zevce, mal ve evlâdı şakasına gelişi güzel yaratmamış, bilakis
610 Te’vîlât, c.XV, s.265-266. 611 Sahihu Muslim, Kitâbu’l Vasiyyet 3, H.No: 1631; Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbü’l-Vesâyâ 14, H.No:
2880, c.IV, s.505-506; en-Nesâi, Kitâbu’s-Suneni’l-Kübrâ, Kitâbü’l- Vesâyâ 8, H.No: 6445, c.VI,
s.162. 612 “Olumsuz durumların bertaraf edilmesi için tevhid bilincine, vahdet gayretine, kardeşlik şuuruna
sahip çıkmak, önce âilede barış, adâlet ve esenliği sağlamak, toplumsal bozulma anlamındaki fesat
(fitne) hareketlerine karşı uyanık ve şuurlu olmak gerekmektedir. Târih boyunca da Müslümanlar,
kendi memleketlerinde barış, esenlik ve emniyeti sağlamakla kalmayıp, yeryüzünü selâm ve eman
yurdu haline getirmek için, kıtalar aşıp örnek medeniyetler tesis etmişlerdir. Hepimizi felâketlerden ve
fesatlardan koruyacak yegâne rehber, Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyedir.” Mehmet Görmez,
“Fitneden Barış ve Güven Toplumuna”, Diyânet Aylık Dergi, S. 311, Ankara, Kasım 2016, s.6. 613 Teğâbun, 64/15. 614 “ ون جرم الم ل وك ره و الب اطل ي بطل و ق الح ”لي حق
139
onlarla sınav için yaratmıştır. Allâhü Teâlâ’nın imtihan etmesinde, onun emirlerine ve
yasaklarına riâyet büyük önem taşımaktadır.615 Mal ve evlâda karşı duyulan sevgiye
rağmen, imtihanlarda nasıl başarıya ulaşılacağını Allâh (c.c), “ ظيم ع ا جر buyurarak ”عند ه
haber vermiştir. Bazı te’vîl ehli âyetin nuzûl sebebi hakkında; “Medîne’ye hicret etmek
isteyen bâzı Müslümanlara zevceleri ve evlâtları engel olmuşlardır” demişlerdir. Bu
haber âyetle ilgili olmayabilir. Zîrâ âyet Medenî’dir. Ancak bu bu haberleri ihtimal ki,
Medînelilere yazmışlardır.616
Mâturîdî’nin bahsettiği sebeb-i nuzûl haberini benzer biçimde Tirmizî zikretmiş,
bu haberin sahih ve hasen olduğunu ifâde etmiştir. Tirmizî’ye göre sebeb-i nuzûl haberi
şöyledir: Bâzıları, Mekke’de İslâm’ı kabul ettikten sonra Hz. Peygamber’e (s.a.s)
gelmek istemişlerdir. Gelmelerine zevceleri ve evlatları engel olmuşlardır. Aradan
zaman geçtikten sonra ancak bu Müslümanlar Hz. Peygamber’e (s.a.s) gelebilmişlerdir.
Geldiklerinde ise daha önce gelen insanların dindeki bilgilerini görünce, zamanında
kendilerine izin vermedikleri için ailelerini cezalandırmak istemişlerdir.617
Vâhidî ise bu haberi Teğâbun Sûresinin on dördüncü âyetiyle ilgili anlatmıştır:
On dördüncü âyetin ilk kısmı “وه م ف احذ ر ل ك م ع د وا دك م ا ول و اجك م ا زو من ان ن وا ام ال ذين ا Ey/ي ا ا يه
iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan
sakının.” ifâdesinin nuzûl sebebi, Müslüman olduktan sonra hicret etmek isteyenlere
ailesinin engel olmasıdır. İkinci kısmı “ حيم ر غ ف ور الله ف ان وا ت غفر و وا ت صف ح و ت عف وا ان Ama/و
affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allâh da çok bağışlayıcı ve
engin merhamet sahibidir.” ifâdesinin nuzûl sebebi, Bazı insanlar Müslüman olduktan
sonra hicret etmek istemişler ancak aileleri izin vermemiştir. Bunlar daha sonra hicret
edince insanların dindeki bilgilerini görmüşler bu nedenle, ailelerini cezâlandırmaya
kalkışmışlardır.618
İbnu’l-Cevzî de Teğâbun Sûresinin on dördüncü âyetiyle ilgili aynı haberi,
Teğâbun Sûresinin on beşinci âyetiyle ilgili başka bir haberi zikretmiştir: Hz.
Peygamber (s.a.s) hutbe îrâd ederken, Hz. Hasan (v.49/669) (r.a) ve Hz. Hüseyin’in
(v.61/680) (r.a) mescitte koştuklarını ve düştüklerini görmüştür. Minberden inmiş onları
kaldırıp yanına çıkarmıştır. Teğâbun Sûresinin on beşinci âyetini okuduktan sonra, “Bu
615 Te’vîlât, c.XV, s.204-205. 616 Te’vîlât, c.XV, s.205. 617 et-Tirmizî, el-Câmiu’l-Kebîr, Ebvâbu Tefsîri’l-Kur’ân 64, H.No: 3317, c.V, s.344. 618 el-Vâhidî, a.g.e., s.454-455.
140
iki çocuğa baktım ve koşarak düştüklerini görünce sabredemedim ki, sözümü kestim ve
onları kaldırıp çıkardım” demiştir. Dolayısıyla âyetteki “fitne” kelimesi, “imtihan,
büyülenmek, sevgi, dert, zorluk ve meşakkatle imtihan” anlamlarına gelmektedir.619
İbnul-Cevzî’nin, Teğâbun Sûresinin on beşinci âyeti ile ilgili anlattığı haberde
geçen hadîsi Ebu Dâvûd da zikretmiş, isnadının sağlam olduğunu belirtmiştir. İbn Mâce
ve İbn Ebî Şeybe herhangi bir yorumda bulunmadan rivâyet etmiş, Tirmizî ise bu
hadîsin garib ve hasen olduğunu ifâde etmiştir.620
Celâleddin Suyûtî’nin nakline göre; Teğâbun Sûresinin on beşinci âyetiyle
alâkalı, bâzı Müslümanların hicretlerine ailelerinin izin vermemesi haberi rivâyet
edilmektedir. Teğâbün Sûresi tamâmen Medenî veya Mekkî’dir. Ancak on dördüncü
âyetten itibaren Medenî de olabilir. On dördüncü âyetin nuzûl sebebi; Avf b. Mâlik
Eşcei (v.73/692), (r.a) bir ğazveye iştirak etmek istemiş ancak ailesi engel olmuştur. Avf
b. Mâlik Eşcei (r.a) de ailesine acıyarak ğazveye katılmamıştır. Teğâbun Sûresinin on
beşinci âyeti ile alâkalı yukarıda incelenen; İbn Ebi Şeybe, Ebu Dâvud, İbn Mâce,
Tirmizî ve İbnu’l-Cevzî’nin zikrettikleri Hz. Hasan (r.a) ve Hüseyin (r.a) ile ilgili hâdise
gerçekleşmiştir.621
Bu inceleme bağlamında, Mâturîdî’nin âyetlerle ilgili haberler konusunda
oldukça titiz bir yaklaşım gösterdiği ifâde edilebilir. Âyetteki “fitne” kelimesine ise
Mâverdî, Zemahşerî ve Ebû Hayyân Endelûsi, “belâ, sıkıntı ve zorlukla sınav”
anlamlarını vermişler, mal ve evlâdın iki büyük fitne, bu iki büyük fitneden dolayı
insanların günaha düşebildiklerini, kötü sonuçlarla karşılaştıklarını ve âhiret hayâtı için
gaflete düştüklerini belirtmişlerdir.622
Bu zor imtihanın “fitnenin”, kötü sonuçlarla irtibatı bulunduğu gibi mükâfatla da
alâkası vardır. Bundan dolayı Seâlibî, fitne’yi, “fazîletlilerin fitnesi ve câhillerin fitnesi”
şeklinde ikiye ayırmıştır.623
619 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., s.1443. 620 İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr, Abdullâh b. Muhammed b. İbrâhîm el-Abbâsî (v.235/850), el-Musannef,
thk. Ebû Muhammed, Usâme b. İbrâhîm b Muhammed, Fârûku’l-Hadîse, Kâhire, 2007, Kitâbu’l-
Eşribe 17, H.No: 24474, c.VIII, s.130; Sunen-i Ebî Dâvud, Kitâbu’s-Salâh 232, H.No: 1109, c.III,
s.326-327; Sunenu İbn Mâce, Kitâbu’l-Libâs 20, H.No; 3600, c.II, s.1190; et-Tirmizî, el-Câmiu’l-
Kebîr, Ebvâbu’l-Menâkıb 30 (103), H.No: 3774, c.VI, s.117-118. 621 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c.XIV, s.511-512, 520; Lübâbu’n-Nukûl fî Esbâbı’n-Nuzûl, s.267. 622 el-Mâverdî, a.g.e., c.VI, s.25; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.1113; Ebû Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.VIII,
s.276. 623 es-Seâlibî, a.g.e., c.V, s.441.
141
Âyetle ilgili zikredilen sebeb-i nuzûller ve yapılan açıklamalardan “fitne”nin,
“sevgi ve azâb” gibi birbiriyle zıt anlamlar içerdiği anlaşılmaktadır. Ancak bunların
birbirlerinden bağımsız olmadığı ifade edilebilir.
E. Şer ve Hayırla İmtihan
“ ع ون ت رج إل ين ا و فتن ة ير الخ و بالشر ن بل وك م و وت الم ذ ائق ة ن فس Her can ölümü/ك ل
tadacaktır. Denemek için sizi kötü ve iyi durumlarla imtihan ederiz. Sonunda
bize geleceksiniz.”624
Mâturîdî, âyetteki “fitne” kelimesini, sibâkındaki bir önceki âyetle beraber
değerlendirmiştir. Ayrıca âyet içerisinde geçen; ölüm, belâ, imtihan, hayır ve şerle
denenme, Hz. Peygamber’e (s.a.s) Müşriklerin yönelttikleri asılsız ithamlara karşı
Allâhü Teâlâ’nın buyurduğu cevap konularıyla ilgili olarak âyetleri şöyle tevil etmiştir:
“ الد ون الخ م ف ه ا ف ائنمت لد الخ ق بلك من لب ش ر ع لن ا ج ا م ifâdesi, kâfirlerin Rasûlullâh و
Sallellâhü Aleyhi ve Sellem’den şüphe duyarak, başlarına gelen musîbetlerden,
fitnelerden, belâlardan dolayı onu uğursuzlukla suçlamaları üzerine bir
cevaptır. Müşrikler, Kâfirler dediler ki; ‘O olmazsa bizim başımıza felâket
gelmez.’ Allâhü Teâlâ, onlara cevâben: “ لد الخ منق بلك ع لن الب ش ر اج م Biz senden önce/و
hiçbir beşeri ölümsüz kılmadık” buyurdu. Böylece, Allâhü Teâlâ herkesin
öleceğini “وت الم ذ ائق ة ن فس ile haber verdi ve buyurdu ki, ‘Senden önce de ”ك ل
hiçbir kimse ölümsüz olmadı. Bilâkis onların hepsi muhakkak öldü. Nasıl olur da
onlar başlarına gelen musîbetlerin sebebi olarak seni uğursuz sayarlar?’ Allâhü
Teâlâ’nın hükmündendir ki, “وت الم ذ ائق ة ن فس ”.Her can ölümü tadacaktır/ك ل
“ ع ون ت رج ال ين ا و فتن ة ير الخ و بالشر ن بل وك م Denemek için sizi kötü ve iyi durumlarla/و
imtihan ederiz. Sonunda bize geleceksiniz.” ifâdesinin tevilini ise başka bir
konuda zikrettik.”625
Mâturîdî, bu açıklamalarına bağlı olarak başka bir konuda “zikrettik” dediği ve
imtihan hususunda delil gösterdiği âyetleri626 geniş bir şekilde açıklamıştır. Kısaca ifâde
edilirse şu konulara değinmiştir: Allâhü Teâlâ; kullarını ibâdetlerle ve kullukla imtihan
etmektedir. Diğer taraftan açlıkla, korkuyla, malların eksilmesiyle ve daha birçok
hususla kullarını imtihandan geçirmektedir. Bütün bunlarda zorluklar ve meşakkatler
624 Enbiyâ, 21/35. 625 Te’vîlât, c.IX, s.279-280. 626 Bakara, 2/155-156.
142
bulunmaktadır. Allâhü Teâlâ; Hz. Peygamber’e (s.a.s), musîbetler ve ağır imtihanlar
karşısında sabredip, inancında sebat gösterenleri müjdelemesini emretmiştir. “ لل انا ق ال وا
اجع ون ر ال يه انا Tevhîde ve öldükten sonra dirilmeye delâlet etmektedir. İmtihanlarda ,”و
sabır çok önemlidir. Her şeyi, Allâh’ın (c.c) emâneti kabul ederek hareket edilmesi
gerekmektedir. Çünkü elimizden gidenler hakikatte bizim olmadığı için verilenler de
hakikatte bizim değil emânettir.627
Mâturîdî’nin, âyetlerden çıkarımlarda bulunduğu, mesaj ve hüküm yönüne
ağırlık verdiği ifâde edilebilir. İncelendiği üzere “fitne”yi “ن اع المح imtihan, belâ ile“ ,”أ نو
sınama çeşitleri’’ anlamlarında belirtmiştir. Görüşlerin çoğunda da buradaki “fitne” için
“mihne” veya “ibtilâ” kelimeleri kullanılmıştır. Bu çerçevede Zemahşerî’ye göre;
Allâhü Teâlâ; kullarını belâlara karşı sabırla, nîmetlere karşı şükürle imtihan etmektedir.
Allâhü Teâlâ, sabreden ve şükredenlere karşılığını verecektir. İmtihan “ ء .demektir ”إبتل
Allâhü Teâlâ, alîm olduğu için amel edenlerin amelleri ortaya çıkmadan onları
bilmektedir. “Fitne”nin âyette “فتن ة” şeklinde mastar geçmesi, “ن بل وك م” kelimesini
kuvvetlendirmektedir.628
Âyette; hayırla ve şerle imtihan edilme geçtiği halde Mâturîdî ve Zemahşerî, her
iki imtihan çeşidini de “mihne ve ibtilâ” diye isimlendirerek, hayır görünen şeylerde
büyük sorumluluk ve zorluklar bulunduğuna işâret etmişlerdir. Âyette neden önce “şer”
geçtiğine ise temas etmemişlerdir. Bu açıdan Ebû Hayyan Endelûsî’ye göre; “ن بل وك م”den
sonra önce “ kelimesinin gelmesi, belâ ile imtihanın en çok şerle gerçekleştiğini ”ا لشر
göstermektedir. Buradaki “hayır ve şer”in “zenginlik ve fakirlik, sağlık ve hastalık, itaat
etme ve isyan, sevilen ve sevilmeyen şeyler” anlamlarına geldiği rivâyet edilmektedir.
’’ن بل وك م‘ kelimesi, mef’ûlün leh veya masdar olup bu konuda hal’dir. Yâni ”فتن ة“
kelimesinin mânâsındandır. “ ع ون si fâil için”ت“ ,kelimesi bu kıraatının dışında ”ت رج
fethayla “ “ ile’’ي“ si mef’ûl için zammeli”ت“ ,”ت رجع ون ع ون şeklinde de kıraat ’‘ ي رج
edilmiştir.629
Semin Halebî, “فتن ة” kelimesinin nasb olmasında üç görüş bulunduğunu
belirtmiştir: 1) Mef’ûl içindir. 2) Hal’dir. Yâni, “iki fitne” anlamındadır. 3) Lafızdan
627 Te’vîlât, c.I, s.277-283. 628 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s.678. 629 Ebu Hayyân el-Endelûsî, a.g.e., c.VI, s.289.
143
değil mânâdan âmil’dir. Âyette sanki “فتن ة ”sizi imtihan etmekle imtihan ederiz“ ,”ن فتن ك م
buyrulmaktadır.630
Abdurrahman Seâlibî’ye göre; âyette önce “ “ sonra ’’ا لشر ير kelimesinin ”ا لخ
gelmesi, Arapların da âdetlerine uygundur. Çünkü Araplar, kötü ve az bir şeyi önce
zikretmektedirler. Âyetteki “fitne” kelimesi ise “imtihan” anlamına gelmektedir.631
Celâleddin Suyûtî’nin nakillerine göre; “fitne”, “zorluk, rahat, sıhhat, hastalık,
zenginlik, fakirlik, helâl, haram, sâlih amel, günah, hidâyet ve dalâlet ile imtihan”
konularını ihtivâ etmektedir.632
630 Semîn Halebî, (Ahmed b. Yusuf) (v.756/1355), ed-Durru’l-Masûn fî Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, thk.
Ahmed Muhammed Hırrât, Dâru’l-Kalem, Dımaşk, ts. c.VIII, s.150. 631 es-Seâlibî, a.g.e., c.IV, s.86. 632 es-Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr fî Tefsîri’l-Me’sûr, c.X, s.293.
144
SONUÇ
Bu çalışmada “fitne” kelimesinin sözlük anlamları, hadîsteki kullanımları
incelenmiş; kelimenin geçtiği elli sekiz âyetin tefsîri Mâturîdî’nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı
esas alınarak tahlil edilmiştir. Elli sekiz âyetin yirmi sekizi anlam çeşitliliği, diğer otuzu
imtihan bağlamında analiz edilmiştir. Mâtûrîdî’nin, anlam çeşitliliği bağlamında
incelenen âyetlerde kırka yakın, imtihan konusunda ise altmışa yakın âyete atıfta
bulunduğu tespit edilmiştir. Ulaşılan sonuçlar şöyle özetlenebilir:
Mâturîdî, “fitne” hakkında en çok sıkıntılı ve zor imtihanı kapsayan “mihne” ve
“ibtilâ” kelimelerini kullanmıştır. Bu nedenle; “fitne”nin etimolojik yapısında bulunan
“altının ateşle denenerek safının ayrılması” mânâsı, altının ateşle denenmesinde olduğu
gibi mihnenin özünde meşakkatler bulunması, mihne ile de sadık ve kâzibin ortaya
çıkmasını dikkate almıştır. Bundan dolayı “fitne” için belirtilen “ihtibâr” kelimesini
tercih etmemiştir.
İmtihan bağlamında incelenen âyetlerde Mâturîdî, bu âyetlerdeki “fitne”
kelimesinin başka anlamlara da geldiğini belirtmiştir. Meselâ Neml 27/47’deki “fitne”,
kâhir ekseriyetle sadece “imtihan” olarak açıklanmasına karşılık Mâturîdî, “azâb”
demiştir. Dolayısıyla Semûd kavminin imtihanda başarı göstermediğini, azâbı hak
ettiğini ifâde etmiş, böylelikle imtihan-azâb arasındaki bağı ortaya koymuştur. Yine
Tâhâ 20/90’da geçen “fitne” çoğunlukla “imtihan” olarak belirtilirken; Mâturîdî bunu
“meftûn (âşık olmak), kanmak ve dalâlete düşmek” şeklinde açıklamıştır. Yine bir başka
örnek A’râf 7/155’dir. Bu âyetteki “fitne”yi İbn Ebî Hâtim ve İbnu’l-Cevzî, “imtihan”,
“azâb” diye açıklamışlardır. Buna karşılık Mâturîdî, burada “azâb” mânâsı
bulunmadığını ancak “imtihan”la birlikte “helâk” anlamında olduğunu ifâde etmiştir.
İmtihan konusunda Mâturîdî şu önemli tespitlerde bulunmuştur: Allâhü Teâlâ,
azâmeti, kudreti, ezelî ve ebedî ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Allâhü Teâlâ bütün
kullarını imtihan etmektedir. Bu imtihanda insanlar, irâde ve seçme hürriyetlerine sâhip
bulundukları için dalâleti veya hidâyeti kendileri seçmektedir. Ancak kullarının fiillerini
yaratan Allâhü Teâlâ’dır. Allâhü Teâlâ, Peygamberlerini sıkıntılarla, nimetlerle,
gönderdiği kavimlerle denemiştir. Peygamberlerin Allâh indinde fazîletli konumları
vardır. Peygamberler içerisinde Hz. Peygamber (s.a.s), diğer Peygamberlerin seyyididir.
Peygamberlerin imtihanları diğer insanlardan daha ağır şekilde gerçekleşmiştir.
Peygamberlere Şeytanın vesvesesi (fitnesi) söz konusu değildir. Şeytanın vesvesesi
145
Kâfirlerin kalbinde gerçekleşmiştir. Peygamberler, zelleler işleyebilirler ancak bu
onların ma’sûmiyetine kesinlikle zarar veren bir durum teşkil etmemektedir. Dolayısıyla
diğer insanların işledikleri küçük hatalar da îmândan çıkarmamaktadır.
Mâturîdî imtihanın gerekliliğine aklî deliller yönünden de yaklaşım göstermiş,
imtihanda başarılı olabilmek için sebat ve metânet gerektiğini önemle açıklamıştır.
Mü’minlerin, her zaman Allâhü Teâlâ’ya kulluk şuuruyla hareket ettikleri için başarıya
ulaştıklarını vurgulamıştır. Kâfirlerin sıkıntıya düştüklerinde kullukta bulunduklarını,
rahatı görünce kulluk yapmadıklarını; Münâfıkların ise bollukta ve rahatlıkta kulluk
yapar göründüklerini ancak zorlukta bunu da bıraktıklarını, çeşitli âyetlerdeki te’vîlinde
yer vermiştir.
Kâfirlerin imtihanda îmân etmemelerinin sebebini ve bu hususta “fitne”nin
birçok anlama geldiğini Mâturîdî şu şekilde îzah etmiştir:
Kâfirlerin îmân etmemeleri, kesinlikle bilgisizlikten değildir. Bilakis, inat ve
kibirden kaynaklanmaktadır. Bu inat ve kibirlerinden dolayı her şeye alaycı gözle
bakmaktadırlar. Hattâ Allâhü Teâlâ’nın emrinden dışarı çıkmayan, özellikleri itibarıyla
da insanlara benzemeyen Melekler konusunda bile alaycı davranmışlardır. Nitekim
Müddessir 74/31’de bildirilen ve bütün insanlar için “fitne”, “imtihan” teşkil eden
cehennemdeki on dokuz melek hakkında kötü sözler söylemişlerdir. Dolayısıyla
cehennemde görevli oldukları bildirilen on dokuz melek, Kâfirlerin bu dünyâda
inkârlarını artıran sebep “fitne” ve cehennemdeki azâbları “fitne”leri olmuştur. Kâfirler,
kalplerindeki kasvetten ötürü kendilerine zarar vermekle kalmamışlar, Mü’minleri de
kendi düştükleri fitnelere (şirk, küfr, azâb) çekmeye çalışmışlardır.
Mâturîdî, “fitne” için en çok ifâde ettiği “zor imtihan” anlamı dışında şunları
belirtmiştir: “şirk, küfr, nifak, sapıttırmak, vazgeçirmek, zorluk, musîbet, dalâlet, azâb,
zulüm, dert, felâket, başarısızlık, ümitsizlik, savaş, korku, açlık, günah, savaşa çıkmaya
zorlama, zahmet, eziyet, öldürmek, Şeytanın hilesi, vesvese, savaş sıkıntısı, fesâd, âşık
olmak, kanmak, mal, cehâlet, musallat olma, üstün gelme, yardım görme, gurur, sebep.”
Mâturîdî’nin “fitne”yi bu kadar geniş mânâda açıklamasının nedenleri şöyle
ifâde edilebilir: A) Bu kavramın âyet içerisinde bulunduğu yer (bağlam). B) Âyetin
siyâkı ve sibâkı. C) Âyetin diğer âyetlerle irtibatı. D) Nuzûl sebepleri. E) Luğavî
kullanımlar. F) Kur’ân’ın bütün insanlar için içerdiği mesajlar. G) Kelimelerin öznesine
göre yeni anlamlar kazanmasıdır.
146
Yahûdilerin ve Münâfıkların fitnelerine (şaşırtmak, yoldan çıkarmak, nifak, şirk,
fesâd) dikkatleri yönelten Mâturîdî; Hz. Peygamber’e (s.a.s) karşı Yahûdilerin ve
Münâfıkların devamlı hasmâne davrandıklarını, Yahûdiler ve Münâfıkların Müşriklerle
işbirliği yaparak Ashâb-ı Kirâm (r.a) ve Hz. Peygamber’e (s.a.s) hileler tertip ettiklerini
sık sık ifâde etmiştir.
Âyetleri âyetlerle ve aklî analizlerle te’vîl eden Mâturîdî, konuyla ilgili
nakillerde bulunmuştur. Nakillerde çoğunlukla isim belirtmeyerek “te’vîl ehli şöyle
dedi”, “bâzıları dediler”, “denilir ki” ifâdelerini kullanmıştır. İbn Abbâs (r.a), Hasen-i
Basrî (r.a) ve Kutebî’nin (r.a) açıklamalarına önem vermiştir. Kelime tahlilleri, kıraat
farklılıkları ve hadîslere yer vermiştir. Kelime tahlillerinde, sık sık eleştirilerde
bulunduğu Mu’tezile mensuplarının yeri geldikçe görüşlerinden faydalanmıştır. Sebeb-i
nuzûller konusunda ayrıntılara girmemiştir. Ancak bazı âyetleri ayrıntılı sebeb-i
nuzûllerle îzâh etmiştir. Meselâ Mâide 5/41 ve Mâide 5/49’u bu şekilde tefsîr etmiştir.
Mâturîdî İsrâiliyat türü haberleri eleştirmiş, Peygamberlerin ma’sûmiyetine en
küçük halel getirebilecek rivâyetleri reddetmiştir. Ayrıca âyetlerdeki hüküm ve
hikmetler konusunda oldukça hassas davranmıştır.
Mâturîdî’nin tefsîr sahasındaki görüşlerinden; Zemahşerî, Fahreddin Râzî, Ebû
Hayyân Endelûsî, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır istifâde etmiştir. Kur’ân Yolu
Tefsîri’nde de te’vîline yer verilmiş, bâzı hususlarda onun görüşlerine yakın
açıklamalarda bulunulmuştur.
Te’vîlâtu’l-Kur’ân bağlamında yapılan bu çalışmaya göre “fitne”nin
muhtevâsının, nispet edildiği kişiler açısından da değiştiği ifâde edilebilir. Şöyle ki;
“fitne” “imtihan” olunca, bu imtihanın birçok hikmete dayandığı aşikârdır. Ancak
“fitne” insana nispet edildiğinde; “işkence, saptırmak, zulüm, fesâd, küfür, nifâk” gibi
olumsuzluk ifâde eden, yerilen kelimelerin karşılığı olmaktadır. Yine Şeytana nispet
edilen “fitne”; “saptırma, doğru yoldan çıkarma, hileyle kandırma, vesvese verme” gibi
olumsuz durumlar içermektedir. Netice olarak denilebilir ki “fitne” ile ilgili âyetlerin,
Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da oldukça kapsamlı konularla izah edildiği görülmektedir. Bu
durum, tefsîre, sadece “fitne” ile ilgili âyetler için değil, benzer konulardaki diğer
âyetlerin tahlilinde de başvurma zaruretini bir kez daha ortaya koymaktadır.
147
KAYNAKÇA
Kitaplar:
ABDULBÂKÎ, Muhammed Fuâd (v.1882/1968), el-Mu’cemu’l-Mufehres li
Elfâzı’l-Hadîs, Mektebetu Beril, Mısır, 1355/1936.
____________,el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzı’l-Kur’ânı’l-Kerîm, (Tsh.
Fehmi Mansûr), Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire, 1364/1945.
ABDURREZZÂK B. HEMMÂM (v.211/826), el-Musannef, (Thk.
Habîburrahmân el-A’zamî), Meclisu’l-Ilmî, II. Baskı, Beyrut, 1404/1983.
AHMED B. HANBEL (v.241/855), el-Musned, (Thk. Şuayb el-Arnavût vd.),
Müessesetu’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1418/1997.
ALGÜL, Hüseyin vd., (Komisyon), İlmihal I (İman ve İbadetler) TDV Yay.,
Ankara, 2010.
ALTUNTAŞ, Halil, İslâm’da Din Hürriyetinin Temelleri, (Tsh. Mehmet Ali
Soy), DİB Yay., V. Baskı, Ankara, 2012.
ÂLÛSÎ, Şihâbuddîn Seyyid Mahmud el-Bağdâdî (v.1270/1853), Rûhu’l-Meânî
fî Tefsîri’l-Kur’ânı’l-Azîm ve’s-Seb’ıl-Mesânî, İdâretu’t-Tıbâati’l-Munîriyye ve Dâru
Ihyâi Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1429/2008.
BAĞDÂDÎ, İsmâîl Paşa (v.1339/1921), Hediyyetu’l-Ârifîn Esmâu’l-Muellifîn
ve Âsâru’l-Musannifîn, (Yay. Haz. Rıfat Bilge-Kemal İnal-Avni Aktuç), Matbaatu’l-
Behiyye, İstanbul, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, I. Cilt, 1371/1951, II. Cilt,
1375/1955.
BEĞAVÎ, Ebu Muhammed Huseyn b. Mesûd (v.516/1122), Meâlimu’t-Tenzîl
(Tefsîru’l-Beğavî), (Thk. Abdullah Muhammed Nemr-Osman Cuma Damîriyye-
Suleyman Muslim Hars), Dâru Tayyibe, Riyad, 1415/1994.
BEYDÂVÎ, Nâsıruddîn, Ebu’l-Hayr, Abdullâh b. Muhammed b. Umer
(v.685/1286), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl (Tefsîru’l-Beydâvî), (Thk.
Muhammed Abdurrahmân Maraşlı), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî-Muessesetu’t-Târîhı’l-
Arabî, I. Baskı, Beyrut, ts.
BİLMEN, Ömer Nasuhi (v.1391/1971), Kur’ân-ı Kerîim’in Türkçe Meâli Âlisi
ve Tefsiri, Bilmen Yay., İstanbul, 1985.
BROCKELMANN, Carl (v.1375/1956), Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, (Thk. Bekir
Seyyid Ya’kûb-Ramazan Abduttevvâb), Dâru’l-Maârif, III. Baskı, Kahire, 1397/1977.
BUHÂRÎ, Ebu Abdillâh, Muhammed b. Ismâîl (v.256/870), Sahîhu’l-Buhârî,
Dâru İbn Kesîr, Beyrut, 1423/2002.
BUSTÂNÎ, Butrus (v.1301/1884), Muhît el-Muhît, Mektebetu Lübnan, Beyrut,
1408/1987.
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara,
1971.
148
CEVHERÎ, İsmâil b. Hammâd (v.400/1009), es-Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve
Sıhâhu’l-Arabiyye, (Thk. Ahmed Abdulğafûr Attâr), Dâru’l-Ilmi lil-Melâyîn, II. Baskı,
Beyrut, 1399/1979.
CUBRÂN, Mes’ûd (v.1384/1965), er-Râid Mu’cemun Luğaviyyun Asriyyun,
Dâru’l-Ilmi lil-Melâyîn, VII. Baskı, Beyrut, 1413/1992.
ÇELEBİ, Kâtip, Halife Abdullah Hacı (v.1066/1656), Keşfu’z-Zunûn an
Esmâi’l-Kutubi ve’l-Funûn, (İnc. ve Nşr. Rıfat Bilge Kilisli-Muhammed Şerif), Dâru
İhyâi’t-Turasi’l-Arabî Beyrut, İstanbul, 1360/1941.
ÇETİN, Abdurrahman, Kıraatların Tefsire Etkisi, Ensar Neşriyat, İstanbul,
2012.
EBU DÂVUD, Suleymân b. el-Eş’âs el-Ezdî es-Sicistânî (v.275/888), Sunen-i
Ebî Dâvud, (Thk. Şuayb el-Arnûvût-Muhammed Kâmil), Dâru’r-Risâleti’l-Arabiyye,
Şam ve Hicaz, 1430/2009.
EBU HÂKA, Ahmed (v.?), vd., Mu’cemu’n-Nefâisi’l-Kebîr, (Thk. Cemâatun
mine’l-Muhtassîn), Dâru’n-Nefâis, I. Baskı, Beyrut, 1428/2007.
EBU HAYYÂN EL-ENDELÛSÎ, Muhammed b. Yusuf (v.745/1344), Tefsîru’l-
Bahri’l-Muhît, (Thk. Âdil Ahmed vd.), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut,
1414/1993.
EBU’S-SUÛD, Muhammed b. Muhammed el-Imâdî (v.982/1574), İrşâdu’l-
Aklı’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kur’ânı’l-Kerîm (Tefsîru’s-Suûd), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-
Arabî, Beyrut ve Kâhire, 1437/2015.
EBU UBEYDE, Ma’mer b. el-Musennâ (v.210/825), Mecâzu’l-Kur’ân, (Thk.
Muhammed Fuâd), Kâhire, ts.
EZHERÎ, Ebu Mansûr, Muhammed b. Ahmed (v.370/980), Tehzîbu’l-Luğa,
(Thk. Abdunnebî Ya’kûb), Dâru’l-Mısriyye, Kâhire, 1395/1975.
FERÂHÎDÎ, Ebu Abdirrahmân, el-Halîl b. Ahmed (v.175/791), Kitâbu’l-Ayn,
(Thk. Mehdî el-Mahzûmî-İbrâhîm es-Sâmarrâî), Beyrut, 1409/1988.
FERRÂ, Ebu Zekeriyyâ, Yahyâ b. Ziyâd (v.207/822), Meâni’l-Kur’ân, (Thk.
Muhammed Ali Neccar-Ahmed Yusuf Necati), Âlemu’l-Kutub, III. Baskı, Beyrut,
1404/1983.
FÎRÛZÂBÂDÎ, Mecduddîn Muhammed b. Ya’kûb (v.817/1414), Tenvîru’l-
Mikbâs min Tefsîri İbn Abbas, Dârul-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1412/1992.
____________, el-Kâmûsu’l-Muhît, Muessesetu’r-Risâle, Şam, 1419/1998.
GEZGİN, Ali Galip, Tefsîrde Semantik Metod ve Kur’ân’da ‘‘القوم /Kavm’’
Kelimesinin Semantik Analizi, Rağbet Yay., II. Baskı, İstanbul, 2015.
GÖRMEZ, Mehmet vd., (Komisyon) DİB., Hadislerle İslâm (Hadislerin
Hadislerle Yorumu), (Edit. Mehmet Emin Özafşar vd)., D.Y.G.M.Yay., I. Baskı,
Ankara, 2014.
ĞÂLÎ, Belkâsım, Ebû Mansûr el-Mâturîdî Hayâtuhû ve Ârâuhu’l-Akıdiyye,
Dâru’t-Türkî, Tunus, 1989.
149
HÂZİN, Alâuddîn Ali b. İbrâhim el-Bağdâdî (v.725/1325), Lubabu’t-Te’vîl fî
Meâni’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Hâzin), (Thk. Abdullâm Muhammed Ali Şahin), Dâru’l-
Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1425/2004.
HUVVÂRÎ, Hûd b. Muhakkem (v.280/893), Tefsîru Kitâbillâhi’l-Azîz, (Thk.
Belhâc b. Saîd Şerifî), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, I. Baskı, Beyrut, 1411/1990.
İBN ACÎBEH, Ebu’l-Abbas, Ahmed b. Muhammed (v.1224/1809), el-Bahru’l-
Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, (Thk. Ahmed Abdullah el-Kureşî), Câmiatu’l-
Ezher, Kahire, 1421/2000.
İBN ÂŞÛR, Muhammed et-Tâhir (v.1393/1973), Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr,
Dâru’t-Tûnisiyye, Tunus, 1405/1984.
İBN ATİYYE, Ebu Muhammed, Abdulhak el-Endelûsî (v.541/1146), el-
Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, (Tefsîru İbn Atiyye) (Thk. Mecdi Mekkî),
Dâru İbn Hazm, Cidde, 1431/2010.
İBN BATTÂL, Ebu’l-Hasen, Ali b. Halef b. Abdilmelik (v.449), Şerhu
Sahîhı’l-Buhâri, (Thk. Ebû Temim Yâsîr b. İbrâhîm), Mektebetu’r-Ruşd, Riyâd, ts.
İBNU’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferec, Cemâluddîn Abdurrahmân (v.597/1200),
Nuzhetu’l-A’yunu’n-Nevâzır fî Ilmi’l-Vucûhi ve’n-Nezâir, (Thk. Muhammed
Abdülkerîm Râzî), Muessesetu’r-Risâle, III. Baskı, Beyrut, 1408/1987.
_____________, Zâdu’l-Mesîr fî Ilmi’t-Tefsîr, (Thk. Zuheyr eş-Şâvîş),
Meketebetu’l-İslâmî, I. Baskı, Beyrut, 1423/2002.
İBN DUREYD, Ebu Bekr, Muhammed b. el-Hasen (v.321/933), Cemheratu’l-
Luğa, (Thk. Remzî Münîr Ba’lbekî), Dâru’l-Ilm lil-Melâyîn, I. Baskı, Beyrut,
1408/1987.
İBN EBÎ HÂTİM, Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî (v.327/938),
Tefsîru’l-Kur’ânı’l-Azîm, (Thk. Esad Muhammed Tayyib), Mektebetu Nizâr Mustafa
el-Bâz, I. Baskı, Mekke ve Riyad, 1418/1997.
İBN EBÎ ŞEYBE, Ebu Bekr, Abdullâh b. Muhammed b. İbrâhîm el-Abbâsî
(v.235/850), el-Musannef, (Thk. Ebu Muhammed, Usâme b. İbrâhîm b Muhammed),
Fârûku’l-Hadîse, Kâhire, 1428/2007.
İBN EBÎ ZEMENÎN, Ebu Abdillah Muhammed (v.399/1009), Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Azîz, (Thk. Huseyn b. Ukkaşe-M.Mustafa Kenz), el-Fârûku’l-Hadîse, I.
Baskı, Kahire, 1423/2002.
İBN EBİ’L-VEFÂ, Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Muhammed b.
Muhammed b. Sâlim el-Kureşî el-Hanefî (v.775/1374), el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî
Tabakâti’l-Hanefiyye, (Thk. Muhammed Abdülfettâh Hulv), Dâru Hicr, II. Baskı,
Riyad, 1414/1993.
İBN ESÎR, Muahammed b. Muahmmed b. Abdilkerîm b. Abdilvâhid eş-Şeybânî
(v.630/1233), el-Kâmil fi’t-Târih, (Thk. Ebu’l-Fidâ Abdullah Kâdî), Dâru’l-Kutubi’l-
Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1408/1987.
İBN FÂRİS, Ebu’l-Huseyn, Ahmed b. Zekeriyyâ (v.395/1005), Mu’cemu
Mekâyîsi’l-Luğa, (Thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn), Dâru’l-Fikr, ts. y.y.
150
İBN HACER EL-ASKALÂNÎ, Ahmed b. Ali (v.852/1449), Fethu’l-Bârî bi
Şerhı Sahîhı’l-Buhârî, (Thk. ve Tsh. Abdulazîz b. Abdillâh b. Bâz-Muhammed Fuâd
Abdulbâkî-Muhıbbuddîn el-Hatîb), el-Mektebetu’s-Selefiyye, Beyrut, 1379/1959.
İBN HİŞÂM, Ebu Muhammed, Abdulmelik (v.183/799), Sîretu’n-Nebî
Sallallâhü Aleyhi ve Sellem, (Thk. Mecdî Fethî es-Seyyid), Dâru’s-Sahâbe, I. Baskı,
Mısır, 1416/1995.
İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Umer (v.774/1374), Tefsîru’l-Kur’ânı’l-Azîm,
(Thk. Sâmî b. Muhammed Selâme), Dâru Tayyibe, II. Baskı, Riyad, 1420/1999.
İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed, Abdullâh b. Muslim (v.276/889), Tefsîru
Ğarîbi’l-Kur’ân, (Thk. Seyyid Ahmed Sakr), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut,
1398/1978.
İBN KUTLÛBUĞÂ, es-Sûdûnî Ebu’l-Fidâ, Zeynuddîn Kâsım (v.879/1474),
Tâcu’t-Terâcim, (Thk. Muhammed Hayr Yusuf), Dâru’l-Kalem, I. Baskı, Beyrut,
1413/1992.
İBN MÂCE, Ebu Abdillâh, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v.275/888),
Sunen-i İbn Mâce, (Thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru Ihyâi’l-Kutubi’l-
Arabiyye, ts., y.y.
İBNU’L-ARABÎ, Ebu Bekr b. Muhammed b. Abdillah (v.543799), Ahkâmu’l-
Kur’ân, (Thk. Muhammed Abdulkadir Atâ), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, III. Baskı,
Beyrut, 1424/2003.
İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl, Cemâleddîn Muhammed b. Mukerrem
(v.711/1311), Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 1431/2010.
İBRÂHÎM, Mustafa vd., (Komisyon), el-Mu’cemu’l-Vasît, Mektebetu’ş-
Şurûkı’d-Duveliyye, IV. Baskı, Kâhire, 1424/2003.
İMÂM-I A’ZÂM, Ebû Hanîfe, Numan b. Sabit (v.150/767), el-Âlim ve’l-
Müteallim, (Thk. Muhammed Zâhid Kevserî), y.y. 1369/1949.
İNALCIK, Halil (v.1438/2016), Halil İnalcık’ın Merceğinden Osmanlı, (Edit.
Barış Tut-Zeynep Tuğçe Özcan), Profil Kitap, I. Baskı, İstanbul, 2017.
KARAMAN H. vd. (Komisyon), Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİB
Yay., Ankara, 2014.
KÖKSAL, Mustafa Âsım (v.1418/1998), Peygamberler Tarihi, TDV Yay.,
Ankara, 2011.
KUMMÎ, Ebu’l-Hasen, Ali b. İbrahim (v.307/919), Tefsîru’l-Kummî, (Thk ve
Nşr. Müessesetu’l-İmâmi’l-Mehdî), I. Baskı, Beyrut, 1436/2014.
KURTUBÎ, Ebu Abdillâh, Muhammed b Ahmed b. Ebî Bekr (v.671/1272), el-
Câmiu li Ahkâmı’l-Kur’ân, (Thk. Abdullah b. Abdilmuhsin et-Turkî), Müessesetu’r-
Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1427/2006.
KUŞEYRÎ, Ebu’l-Kâsım, Abdulkerim b. Hevâzin b. Abdilmelik (v.464/1071),
Letâifu’l-İşârat Tefsîru Sûfî Kâmil li’l-Kur’ân, (Thk. İbrâhîm Besyûnî), III. Baskı,
Kahire, 1421/2000.
151
KUTUB, Seyyid (v.1366/1947), fî Zılâlı’l-Kur’ân, (Thk. Muhammed Muallim),
Dâru’ş-Şuruk, Kahire ve Beyrut, 1388/1968.
LEKNEVÎ, Ebu’l-Hasenât, Muhammed Abdulhayy (v.1304/1887), el-Fevâidu’l-
Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, (Tsh. Muhammed Bedreddin Ebu Firâs), Dâru’l-
Kitâbi’l-İslâmî, Kahire, 1324/1906.
MÂLİK B. ENES (v.179/795), el-Muvattaa, (Thk. Muhammed Fuad
Abdulbâkî), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1406/1985.
MÂTURÎDÎ, Muhammed b. Muhammed es-Semerkandî (v.333/945),
Te’vîlâtu’l-Kur’ân, (Thk. Bekir Topaloğlu-Ahmed Vanlıoğlu), Mîzan Yayınevi,
İstanbul, 1426/2005.
___________, Kitâbu’t-Tevhîd, (Thk. Bekir Topaloğlu-Muhammed Ârûşî),
Dâru Sâdır-Mektebetu İrşâd, Yeni Baskı, Beyrut, İstanbul, 2001.
MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasen, Ali b. Muhammed b. Habîb (v.450/1058), en-Nuketu
ve’l-Uyûn (Tefsîru’l-Mâverdî), (Thk. es-Seyyid b. Abdilmaksûd b. Abdirrahîm),
Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye-Müessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1431/2010.
MEHÂİMÎ, Ali b. Ahmed b. İbrahim (v.835/ 1432), Tebsîru’r-Rahmân ve
Teysîru’l-Mennân, (Thk. Hemmam Fâzıl), Matbaatu Bûlâk-Âlemu’l-Kutub, Mısır,
1295/1878.
MERÂĞÎ, Ahmed Mustafa (v.1364/1945), Tefsîru’l-Merâğî, (Nşr. Mustafa el-
Bâb el-Halebî), I. Baskı, Mısır, 1365/1946.
__________, el-Fethu’l-Mubîn fî Tabakâti’l-Usûliyyîn, (Nşr. Muhammed Ali
Usmân), Matbaa Ensâru’s-Sünneti’l-Muhammediye, Mısır, 1366/1947.
MUKÂTİL B. SULEYMÂN (v.150/767), Tefsîru Mukâtil b. Suleymân, (Thk.
Mahmûd Abdullah), Muessesetu’t-Târîhı’l-Arabî, Beyrut, 1423/2002.
________________, el-Vucûh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Azîm, (Thk. Sâlih
Hâtim), Merkezu Cum’ati’l-Mâcid, Bağdad, 1426/2005.
MUSLİM, Ebu’l-Huseyn, el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî (v.261/875), Sahîhu
Muslim, (Thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru Ihyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye-Dâru’l-
Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1412/1991.
MÜBÂREKFÛRÎ, Safiyyurrahmân, er-Rahîku’l-Mahtûm, (Tsh. Muhammed b.
Ali Harekânî), el-Câmiatu’s-Selefiyye-İrâdetu’ş-Şuuni’l-İslâmiyye, Hindistan ve Katar,
1428/2007.
NAHHÂS, Ebu Cafer (v.338/949), Meânı’l-Kur’ânı’l-Kerîm, (Thk. Sâbûnî,
Muhammed Ali), Merkez Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, I. Baskı, Mekke-i Mukerreme,
1410/1989.
NESÂÎ, Ebu Abdirrahmân, Ahmed b. Şuayb (v.303/915), Kitâbu’s-Suneni’l-
Kubrâ, (Thk. Abdullâh b. Abdilmuhsin et-Turkî-Şuayb el-Arnavûd), Muessesetu’r-
Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1422/2001.
NESEFÎ, Ebu’l-Muîn, Meymûn b. Muhammed (v.508/1115), Tebsıratu’l-Edille
fî Usûli’d-Dîn, (Thk. Hüseyin Atay), DİB Yay., Ankara, 1414/1993.
152
NESEFÎ, Ebu’l-Berekât, Abdullâh b. Ahmed b. Mahmud, (v.710/1310),
Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, (Thk. Yusuf Ali Bedîvî, Muhyiddin Deyb),
Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, I. Baskı, Beyrut, 1419/1998.
NEVEVÎ, Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref b. Murî b. Hasan b. Huseyn b. Hızâm
(v.676/1277), el-Minhâc Sahîhu Muslim bi Şerhı’n-Nevevî, (Tsh. Muhammed
Abdullâtif), Matbaatu’l-Mısrî, I. Baskı, Kâhire, 1348/1929.
NEYSÂBÛRÎ, Hâkim Ebû Abdillâh, Muhammed b. Abdillâh (v.405/1015), el-
Mustedrak ale’s-Sahîhayn, (Thk. Ebu Abdirrahmân Hâdî), Dâru’l-Harameyn, I. Baskı,
y.y., 1418/1997.
ÖZLER, Mevlüt vd., (Komisyon), Kelâma Giriş, (Edit. Cağfer Karadaş),
Anadolu Üniversitesi Web-Ofset Tesisleri, III. Baskı, Eskişehir, 2013.
RÂĞIB ISFAHÂNÎ, Ebu’l-Kâsım, Huseyn b. Muhammed (v.502/1108 ), el-
Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, (Thk. Merkezu’d-Dirâseti ve’l-Buhûs, Mustafa Nazâr el-
Bâz, Meketebetu Nazâr), y.y., 1430/2009.
RÂZÎ, Fahreddîn, Muhammed b. Umer el-Huseyn b. el-Hasen b. Ali et-Teymî
(v.606/1209), Mefâtîhu’l-Ğayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), (Kal.Al., Halil el-Meysi), Dâru’l-
Fikr, I. Baskı, Beyrut, 1402/1981.
RÂZÎ, Ebu Bekr, Muhammed b. Abdilkâdir (v.666/1267), Muhtâru’s-Sıhâh,
Mektebetu Lübnan, Lübnan, 1407/1986.
RAYNHART, Dûzî (v.1300/1883), Tekmiletu’l-Meâcimi’l-Arabiyye, (Trc.
Muhammed Selîm en-Nuaymî), Dâru’ş-Şuûni’s-Sekafiyyeti’l-Âmme, I. Baskı, Bağdad,
1418/1997.
SA’LEBÎ, Ebu İshâk, Ahmed b. Muhammed (v.427/1036), el-Keşf ve’l-Beyân fî
Tefsîri’l-Kur’ân, (Thk. Seyyid Hasen), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut,
1425/2004.
SÂBÛNÎ, Muhammed Ali (v.1436/2015), Safvetu’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kur’ânı’l-
Kerîm, IV. Baskı, Beyrut, 1402/1981.
SARICIK, Murat, İlim Şehrinin Kapısı Hz. Ali (r.a), Nesil Yay, İstanbul, 2013.
SEÂLİBÎ, Abdurrahman, Muhmmed b. Mahlûf (v.875/1470), el-Cevâhiru’l-
Hısân fî Tefsîri’l-Kur’ân, (Thk. Abdulfettâh Ebu Senne), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî-
Müessesetu’t Târîhı’l-Arabî, I. Baskı, Beyrut, 1418/1997.
SEM’ÂNÎ, en-Nemimi, Ebu Said Abdulkerim b. Muhammed b. Mansûr
(v.562/1167), el-Ensâb, (Thk. Abdurrahmân b. Muallimî Yemânî vd.) Dâru’l-Maârifi’l-
Usmâniyye ve Haydar Âbâd, I. Baskı, Hindistan, 1397/1977.
SEMERKANDÎ, Ebu’l-Leys, Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhim
(v.375/985), Bahru’l-Ulûm (Tefsîru’s-Semerkandî), (Thk. Ali Muhammed Muavvız-
Adil Ahmed Abdulmevcûd), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1414/1993.
SEMÎN HALEBÎ, (Ahmed b. Yusuf) (v.756/1355), ed-Durru’l-Masûn fî
Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, (Thk. Ahmed Muhammed Hırrât), Dâru’l-Kalem, Dımaşk,
ts.
SEZGİN, Fuâd Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, (Arapça Çev., Fehmi Mahmud Hicâzî),
Medînetu’l-Câmiıyye-Câmiatü’l-Melik Suûd, Riyad, 1412/1991.
153
SUYÛTÎ, Celâleddîn, Ebû Abdirrahmân (v.911/1506), Lubâbu’n-Nukûl fî
Esbâbı’n-Nuzûl, Muessesetu’l-Kutubi’s-Sekafiyye, Lübnan, 1423/2002.
________, ed-Durru’l-Mensûr fî’t-Tefsîri’l-Me’sûr, (Thk. Abdullah b.
Abdilmuhsin et-Turkî), Merkezu Hicr li’l-Buhûsi ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyyeti ve’l-
İslâmiyye, I. Baskı, Kahire, 1424/2003.
ŞENKÎTÎ, Muhammed Emin b Muhammed el-Muhtâr (v.1393/1973), Advâu’l-
Beyân fî Îdâhı’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân, Dâru Âlemi’l-Fevâid-Mecmau’l-Fıkhı’l-İslâmî,
Cidde, ts.
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (v.1250/1834), Fethu’l-Kadîr el-
Câmiu beyne Fenneyyi’r-Rivâye ve’d-Dirâye min Ilmi’t-Tefsîr, (Thk. Yusuf el-Ğûş),
Dâru’l-Ma’rife, IV. Baskı, Beyrut, 1428/2007.
ŞİRBÎNÎ, el-Hatîb, Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed (v.977/1569), es-Sirâcu’l-
Munîr, Matbaatu Bûlâkı’l-Emîriyye, y.y. ts.
TÂBERÂNÎ, Ebu’l-Kâsım, Suleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v.360/971),
Musnedu’ş-Şâmiyyeyn, (Thk. Abdulmecîd es-Selefî), Muessesetu’r-Risâle, I. Baskı,
Beyrut, 1416/1996.
TABERÎ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr (v.310/922), Tefsîru’t-Taberî min
Kitâbihî Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, (Thk. Beşşâr Avâr Ma’rûf- Isâm
Fâris el-Haristânî), Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1414/1994.
_______, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân (Tefsîrü’t-Taberî), (Thk.
Abdullah b. Abdilmuhsin Turkî-Abdussened Hasen Yemâme), Dâru Hicr, I. Baskı,
Kâhire, 1422/2002.
_______, Târîhu’t-Taberî (Târîhü’r-Rusul ve’l-Mulûk), (Thk. Muhammed
Ebu’l-Fadl İbrâhîm), Dâru’l-Maârif, II. Baskı, Kâhire, ts.
TABRESÎ, Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasen (v.548/1153), Mecmâu’l-Beyân fî
Tefsîri’l-Kur’ân, (Thk, Dâru’l-Ulûm), Dâru’l-Murtazâ, I. Baskı, Beyrut, 1427/2006.
TAŞKÖPRÜLÜZÂDE, Ahmed b. Mustafa (v.968/1561), Miftâhu’s-Saâdeti ve
Misbâhu’s-Siyâdeti fî Mevzûâti’l-Ulûm, Daru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut,
1405/1985.
TİRMİZÎ, Ebu Îsâ Muhammed b. Îsâ (v.279/892), el-Câmiu’l-Kebîr, (Thk.
Beşşâr Avval Ma’rûf), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1416/1996.
TÛSÎ, Ebu Cafer, Muhammed b. el-Hasen (v.460/1068), et-Tibyân fî Tefsîri’l-
Kur’ân, (Thk. Ahmed Habib Âmilî), Dâru Ihyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ts.
VÂHİDÎ, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed (v.468/1076), Esbâbu Nuzuli’l-Kur’ân,
(Thk. Kemal Besyûni Zağlul), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1411/1991.
YAHYÂ B. SELLÂM (v.200/815), Tefsîru Yahyâ b. Sellâm, (Thk. Hind
Şelebî), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 1424/2004.
__________________, et-Tesârîf: Tefsîru’l-Kur’ân mimme’ş-tebehet
Esmâuhû ve Tesarrafet Meânîh, (Thk. Hind Şelbî), Muessesetu Âli’l-Beyt, Umman,
1429/2008.
154
YAZIR, Elmalılı, Muhammed Hamdi (v.1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili,
(Sad., İsmail Karaçam vd.), Azim Yay, İstanbul, ts.
YESÛİ, Luvîs Ma’lûf (v.1367/1948), el-Muncid fi’l-Luğati ve’l-Edeb ve’l-
Ulûm, (Thk. Yesûî Sâmî), Matbaatu’l-Kâsûlîkiyye, XIX. Baskı, Beyrut, 1431/2010.
ZEBÎDÎ, Muhammed Murtazâ el-Huseynî (v.1205/1790), İthâfu’s-Sâdeti’l-
Muttakîn bi Şerhı İhyâi Ulûmi’d-Dîn, Muessesetu Târîhi’l-Arabî, Beyrut, 1415/1994.
_________, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, (Thk. Mustafa Hıcâzî),
Turâsu’l-Arabî, I. Baskı, Kuveyt, 1421/2001.
ZEBÎDÎ, Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdillatif (v.893/1488), Sahîh-i
Buhârî Muhtasarı ve Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, (Trc. Kâmil Miras),
D.İ.B.Yay., S. 123-12, XI. Baskı, Ankara, 1411/1991.
ZECCÂC, Ebu İshâk İbrâhîm b. es-Serî (v.311/923), Meâni’l-Kur’ân ve
İ’râbuh, (Thk. Abdulcelîl-Abduh Şelebî), Âlemu’l-Kutub, I. Baskı, Beyrut, 1408/1988.
ZEMAHŞERİ, Ebu’l-Kâsım, Cârullâh Muhammed b. Umer (v.538/1144),
Esâsu’l-Belâğa, (Thk. Muhammed Bâsıl Uyûnu’s-Sûd), Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, I.
Baskı, Beyrut, 1418/1998.
___________, Tefsîru’l-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî
Vucûhi’t-Te’vîl, (Thk. Halil Me’mûn), Dâru’l-Mârife, Lübnan, 1430/2009.
ZERKEŞÎ, Bedruddîn Muhammed b. Abdillâh (v.794/1392), el-Burhân fî
Ulûmi’l-Kur’ân, (Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm), Dâru’t-Turâs, III. Baskı,
Kahire, 1404/1984.
ZİRİKLÎ, Hayreddin (v.1396/1976), el-A’lâm Kâmûsu Terâcim, (Thk.
Fethullâh Zübeyr), Dâru’l-Ilm lil-Melâyîn, XV. Baskı, Beyrut, 1422/2002.
ZUHAYLÎ, Vehbe (v.1437/2016), et-Tefsîru’l-Munîr fi’l-Akîdeti ve’ş-Şerîati
ve’l-Minhac, Dâru’l-Fikr, X. Baskı, Şam, 1430/2009.
Makaleler:
BULUT, Ali, “Kur’ândaki Çok Anlamlı Kavramların Türkçe’ye Çevirisi Sorunu
(İsraf Kavramı Örneği)”, Diyânet İlmi Dergi, DİB Yay, S.1, c.42, s.79-94, Ankara,
2006.
BULUT, Ali, “Yunus Sûresi Bağlamında Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber”,
Bakı Devlet Üniversitesi İlahiyyat Fakültesi’nin Elmi Mecmuasi, S.20, s.7-30, Bakü,
2013.
DİVLEKCİ, Celalettin, “Ahzâb Sûresi 37. Âyetiyle İlgili Nüzul Sebebi
Rivâyetleri ve İlmi Değeri”, Ekev Akademi Dergi, S.59, s.89-106, Ankara, 2014.
_________, “Kutsal Metinlerin Tercümesi”, AÜİFD, S.II, c.XXXXIX, s.399-
413, Ankara, 2008.
ECER, Vehbi, “Mâturîdî’nin Türk Kültüründeki Yeri”, Hikmet Yurdu Yay.,
İmam Mâturîdî Ve Mâturîdîlik Özel Sayısı, S.4, s.96-126, Ankara, Temmuz-Aralık,
2009.
155
KARATAŞ, Ali, “İmam Mâturîdî’de Kur’ân’ı Kur’ân’la Te’vîl”, PAÜ İLH.
FAK. Yay., s.1-21, Denizli, 2014.
KIRCA, Celal, “Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Tefsîr ve Te’vîl Anlayışı”,
E.Ü.S.B.E. Dergisi, S.3, s.281-295, Eskişehir, 1989.
ÖZGEL, İshak, “Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında Kur’ân’ın Tarihsel
Yorumu”, Dini Hükümlerin Kaynağı ve Dini Metinlerin Anlaşılması Konusundaki
Çağdaş Yaklaşımlar Çalıştayı (18 -19 Aralık 2009), (Ed. Cengiz Kallek), S.2010/16,
s.249-302, İstanbul, 2010.
TOK, Fatih, “Ebû Hanîfe’nin Müteşâbih Âyetlere Yaklaşımı”, E.O.Ü. İLH. FAK.
Dergisi., S.1, c.I, s.92-107, Eskişehir, 2014.
Diğer
Ansiklopedi Maddeleri:
EROĞLU, Muhammed, “Ashâbu’l-Uhdûd”, DİA, c.III, s.471, İstanbul, 1991.
ÖZEN, Şükrü, “Mâturîdî”, DİA, c.XXVIII. s.146-150, İstanbul, 2003.
TOPALOĞLU, Bekir (v.1437/2016), “Mâturîdî’nin Tefsir İlmindeki Yeri”, DİA,
c.XXVIII, s.157-159, İstanbul, 2003.
________________, “Te’vîlâtu’l-Kur’ân”, DİA, c.XXXXI, s.32, İstanbul, 2012.
ÜZÜM, İlyas, “Iyâzî Ebû Nasr”, DİA, c.XXIII, s.499, İstanbul, 2001.
YAVUZ, Yusuf Şevki, “Mâturîdiyye”, DİA, c.XXVIII, s.165, İstanbul, 2003.
Tezler:
BULUT, Ali, “Erken Dönem Tefsir Mukaddimelerinin Tefsir Usûlü Açısından
Değerlendirilmesi”, Doktora Tezi, SDÜ.S.B.E., Isparta, 2009.
KAYAR, İsmail, “Mâturîdî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’ân’da Hz. Muhammed’in
Peygamberliğini İspatla İlgili Âyetleri Yorumu”, Yüsek Lisans Tezi, MÜ.S.B.E.,
İstanbul, 2009.
YULDUS, Musahanov, “Mâturîdî’nin Mu’tezile Eleştirisi”, Doktora Tezi,
AÜ.S.B.E., Ankara, 2009.
İnternet Kaynakları:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.
5a06e1977f71e7.99361835 , Genel Türkçe Sözlük, (11.11.2017) .
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.
5aace57d9aa419.32302424, Genel Türkçe Sözlük, (17.03.2018).
GÜRSOY, Fikret, Fitne Fesat Şiiri, https://www.antoloji.com/fitne-fesat-2-siiri/
(11.11.2017).
156
KABBANİ, Nizar, el-Kudüs, http://www.nizariat.com/poetry.php?id=56
(22.03.2018).
KUTLU, Sönmez, Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdî,
http://sonmezkutlu.net/?Syf=26&Syz=6039, (05.11.2017).
Tebliğler, Müzakereler:
GEZGİN, Ali Galip, “Kur’ân’da Hz. Peygamber ve Ashâb İlişkileri-Ashâbı
Uyaran Âyetler Bağlamında”, VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler), SDÜ. İLH.
FAK., İslam Felsefesi ABDB, Yay.No: 2, (Edit. İsmail Yakıt), Tuğra Matbaası, s.175-
196, Isparta, 2004, 2006.
GÖRMEZ, Mehmet, “Fitneden Barış ve Güven Toplumuna”, Diyânet Aylık
Dergi, S.311, s.5-6, Ankara, Kasım 2016.
ÖZGEL, İshak, “Bir Üstünlüğün İtirafı Anlamında Kur’ân’da Muhalifler
Tarafından Peygamberlerin Sihirbazlıkla İtham Edilmeleri”, Kutlu Doğum
Sempozyumu (Tebliğler), SDÜ, Isparta, 2003, 2006, s.117-132.
157
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler :
Adı Soyadı : Mustafa YUMUK
Doğum Yeri ve Yılı : AFYONKARAHİSAR/01.04.1972.
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : 2003 Anadolu Üniversitesi İ.F.-2012 Anadolu
Üniversitesi İlahiyat.
Yüksek Lisans Öğrenimi : 2018 SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yabancı Diller ve Düzeyi :
1-Arapça : Orta
2-İngilizce: Orta
İş Deneyimi :
2010 Diyanet İmam-Hatip
Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar :
Yüksek Lisans:
1-“Fitne ile İlgili Âyetlerin İncelenmesi-Te’vîlâtu’l-Kur’ân Bağlamında-” SDÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2018.