Upload
goekhan-uezuelmez
View
240
Download
1
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Öncelik DOĞA KORUMAnın! NATURSCHUTZ geht vor!
Citation preview
Die Berliner Naturkennen lernen und schützen
– mit dem NABU Berlin
für Mensch und Natur
NABU Berlin e.V., Wollankstraße 4, 13187 Berlin, Tel.: 030 /9860837-0
Landesverband Berlin
www.nabu-berlin.de
MUZ0510_Layout_V04.indd 2 06.10.2010 14:59:26 Uhr
1
MUZ Oktober |2010
6
Doğa Koruma | Naturschutz
Türkiye Florası | Die Flora der Türkei
12
UBA cevaplıyor | UBA antwortet
Jochen Flasbarth ile Röportaj |
Inter view mit Jochen Flasbarth
16
Sağlıklı beslenme | Gesunde Ernährung
Çocuklarda aşırı şişmanlık | Adipositas bei
Kindern
Bu sayımızda ana konumuz doğa koruma. Doğa
insanlığın var oluşundan bu yana temel hayat
kaynağıdır. Hızla gelişen dünyamızda onu ko-
rumak, her zamankinden çok daha önemlidir.
Doğa koruma, doğal kaynakların, örneğin suların,
ormanların ve toprakların, nasıl korunduklarını
inceler. Doğa koruma bir lüks değildir. O, insanlığın
refahıyla doğrudan ilgilidir.
Günümüzde, insanlık büyük engellerle karşı karşıyadır. Birleşmiş
Milletler’in 1992 yılında Rio kentinde yaptığı bir toplantıda, dünyanın
birçok ülkesi bir anlaşmaya imza atmıştır. Bu anlaşmanın içeriği,
biyolojik çeşitliliği içermekteydi. Doğanın kalıcılığını ve korunmasını
içeren bu anlaşma, kendi alanında bir ilktir. En önemli üç amaç şunlardır;
biyolojik çeşitliliğin korunması, doğanın kendini yenileyebilecek şekilde
kullanımı ve doğal genetik kaynakların adil kullanımı.
Ve fakat bu anlaşmanın üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine karşın,
türlerin günden güne yok olmaları engellenememekte, nesli tükenmekte
olan bitki ve hayvan türlerinin sayısı artmakta ve binlerce bitki ve
hayvan türünün yaşam alanları, özellikle yağmur ormanları, tahrip
edilmektedir. Doğadaki çeşitlilik kaybolmaktadır. BM’in, 2006 yılındaki
bir toplantıda, 2010 yılını uluslararası biyolojik çeşitlilik yılı olarak
ilan etmesi de, bu durumu pek değiştirmemiştir.
Dergimizin bu sayısında, doğanın kentte de zengin olduğunu göste-
ren bir makalenin yanı sıra, biyogaz tesislerinin doğal yaşam alanlarını
nasıl tahrip ettiklerini, Türkiye’nin flora ve faunasını, yabancı dil doğa
projesinin Arapça olarak tanıtımını, Federal Çevre Bakanlığı, Çevre
koruma dairesinin başkanıyla yapılan röportajı ve daha birçok makaleyi
ve bilgiyi bulabilirsiniz.
Bu sayının hazırlanmasında ve dağıtılmasında emeği geçen herkese
teşekkür ederim.
Okurken eğlenmeniz ve düşünmeniz dilekleriyle!
Doğanın tahrip edilmesinden sorumlu olanların, çok geç olmadan,
doğanın bize değil, bizim ona ihtiyacımız olduğunu anlayacakları
umuduyla!
Saygılarımla
Dr. Turgut Altuğ
In diesem Heft ist der Naturschutz das Schwerpunktthema. Die Natur gibt
uns die Lebensgrundlagen seit der Existenz unserer Spezies. Sie zu schüt-
zen, ist in der immer rasanter wachsenden Welt wichtiger denn je. Der
Naturschutz betrachtet alle Nutzungsarten von natürlichen Ressourcen,
wie die Nutzung von Gewässern, Wäldern, Böden etc. Er ist kein Luxus,
sondern er steht in engem Zusammenhang mit dem Wohlergehen der
Menschheit.
Die Menschheit steht vor großen Herausforderungen. Im Jahre 1992
haben sich die Länder am UNO-Weltgipfel in Rio über ein Abkommen
geeinigt. Dabei geht es um die biologische Vielfalt bzw. Biodiversität. Das
war das erste internationale Abkommen für den Erhalt und die Schutz der
Natur. Die drei wichtigsten Ziele waren, der Erhalt der Biodiversität, die
nachhaltige Nutzung der Natur und der gerechte Umgang bei der Nut-
zung von natürlichen genetischen Ressourcen.
Dennoch stellen wir fast 20 Jahre nach diesem Abkommen fest, dass
das Artensterben weiterhin ungebremst voranschreitet, die rote Liste der
gefährdeten Tier- und Pflanzenarten immer länger wird und die Lebens-
räume, vor allem Regenwälder, von aber Tausenden Tieren und Pflanzen
zerstört werden. Die Vielfalt geht verloren. Dass die UNO-Generalver-
sammlung im Jahr 2006 das Jahr 2010 zum Internationalen Jahr der Biodi-
versität erklärt hat, hat an dieser Tatsache kaum etwas geändert.
In diesem Heft finden Sie neben Informationen über die Natur in der
Stadt, auch Beiträge über die Zerstörung von Lebensräumen durch die
Bio-Gasanlagen, die Flora und Fauna in der Türkei, Natur als Zweitsprache
auf Arabisch, ein Interview mit dem Präsidenten des Umweltbundesamts
und viele andere Artikel und Informationen.
Meinen Dank möchte ich allen aussprechen, die bei Vorbereitung und
Verteilung dieser Ausgabe mitgemacht haben.
Viel Spaß beim Lesen!
In der Hoffnung, dass die Verantwortlichen, bevor es zu spät wird, ver-
stehen werden, dass nicht die Natur uns, sondern wir die Natur brauchen.
Ihr Dr. Turgut Altuğ
Sevgili okuyucular, Liebe Leserinnen und Leser,
İÇİNDEKİLER | INHALT
Epirrhema (Son söz)
Doğayı izlerken, gereken,Her şeyi birmiş gibi izlemen.Hiç bir şey ne içte, ne de dıştadır,Çünkü içerde olan dışarıdadır.Beklemeden tutun öyleyse,Herkesin bildiği kutsal sırrı.
– Johann Wolfgang von Goethe –
Epirrhema
Müsset im Naturbetrachten
Immer eins wie alles achten;
Nichts ist drinnen, nichts ist draußen;
Denn was innen, das ist außen.
So ergreifet, ohne Säumnis,
Heilig öffentlich Geheimnis.
EDITORIAL
2
MUZ Ekim |2010
Çevre Merkezimizden Haberler
Über Uns
> İkinci kültürlerarası Çevre ve Sağlık Festivali insanları yine
büyüledi: Yağmurlu havaya rağmen Kreuzberg ve çevresinden
gelen göçmenler daha temiz çevre ve sağlıklı yaşamı birlikte
kutladılar. 29 Ağustos’ta ikinci kültürlerarası çevre ve sağlık festi-
valini Kreuzberg semti Oranienplatz’ta gerçekleştirdik. Bu sefer de
120 stantta, çevre, doğa koruma ve sağlık alanlarından çeşitli sivil
toplum kuruluşları ve kurumlar kendilerini tanıttı. Birbirinden farklı
sanatçılar, yağmura rağmen, ortamı neşelendirirken, bunun yanı sıra,
geçen yıl da olduğu gibi, bir panel düzenlendi. Panelin katılımcıları bu
sefer “Friedrichshain-Kreuzberg ilçesinde ve Berlin’de iklim koruma”
adlı konu üzerine konuştular.
>Nisan ayı başında Prinzenstraße 23 adresindeki yeni büromuza
taşındık. Haziran sonu da tanıtım günü düzenledik. O gün bize
ziyarete gelen tüm mahalle sakinlerine, kurumlara ve ilgili kişilere
teşekkür ederiz.
>Kültürlerarası bahçelerimiz giderek tanınmaktadır. Birçok insan
bahçelerimizdeki turlara katıldı. Bu bizim için, ilginin arttığının,
çabalarımızın boşa olmadığının göstergesidir. “Langer Tag der
StadtNatur” esnasında, ilgilenen vatandaşlar için Türkçe olarak bir
tur düzenledik.
>Haziran ayında “Görlitzer Park’a yardım!” kampanyamız ile
tekrar birçok insana ulaşabildik. Parkı temizlerken, vatandaşlarla pik-
nik yaparkenki alışkanlıklarını düşünmeleri konusunda konuştuk.
> Şu sıralar Transition Town SO36 (http://transitiontown-fried-
richshain-kreuzberg.de/so36/) ile beraber 2011 bahar veya son ba ha-
rında Görlitzer Park’ta 20-30 meyve ağacı dikmeye hazırlanmaktayız.
Sponsorluk etmek isteyen ilgili vatandaşlar aramaktayız.
> Yine çeşitli festivaller ve sokak şenliklerinde (bazılarında düzen-
leyiciydik) stantlarımız oldu ve iklim kahvaltılarımızla da birçok dernek
ve kuruluşu ziyaret ettik.
> Ayrıca, çeşitli toplantılar, konferanslar, çalıştaylar ve kongrelere
konuşmacı veya konuk olarak katıldık.
> “İkinci dil doğa – NAZ” adlı projemiz de son aylarda hareketli
geçti. Stiftung Pfefferwerk, QM-Donaustraße ve QM-Reuterplatz’ın
maddi destekleri sayesinde projemizi Neukölln ve Kreuzberg semtlerin-
de çeşitli yuvalar ve ilkokullarda; örneğin Aziz-Nesin (Staatliche Eu-
ropaschule Deutsch-Türkisch), Theodor-Storm-Grundschule, Franz-
Schubert-Grundschule, Walt-Disney-Grundschule ve KiTa Rütlistraße’de;
başarılı bir şekilde düzenleyebildik. Şu sıralar projemizi QM-Brunnen-
viertel ve Wassertorplatz bölgelerinde sürdürmekteyiz.
>Das 2. Interkulturelle Umwelt- und Gesundheitsfestival entzückte
wieder die Gemüter: Trotz des regnerischen Anfangs kamen Besu-
cherInnen aus ganz Kreuzberg und Umgebung und feierten für eine
sauberere Umwelt und bessere Gesundheit! Am 29. August 2010 fand
das zweite interkulturelle Umwelt- und Gesundheitsfestival in Kreuzberg
am Oranienplatz statt. Auch dieses Mal waren an ca. 120 Ständen viele
Organisationen und Institutionen aus Umwelt- und Naturschutz sowie
dem Gesundheitswesen vertreten. Während diverse Künstler und Musik-
gruppen, trotz Regen, für gute Stimmung sorgten, fand zwischendurch,
wie beim vorangegangenen, Festival eine Podiumsdiskussion statt. Diesmal
diskutierten die Podiums-TeilnehmerInnen über das Thema „Klimaschutz
im Bezirk Friedrichshain-Kreuzberg und Berlin“.
> Anfang April zogen wir in unsere neuen Räumlichkeiten in der Prinzen-
straße 23. Ende Juni folgte unser Tag der Offenen Tür. Wir danken allen
AnwohnerInnen, Institutionen und Interessierten, die uns an jenem Tag
besucht haben.
> Unsere interkulturellen Gärten werden immer beliebter. Viele Men-
schen nahmen an unseren Führungen durch die Gärten teil. Für uns ein
eindeutiges Zeichen dafür, dass das Interesse wächst und unsere Bemü-
hungen Früchte tragen. Im Rahmen von „Langer Tag der StadtNatur“
haben wir für interessierte Bürgerinnen und Bürger eine Führung in tür-
kischer Sprache veranstaltet.
> Im Juni konnten wir erneut mit unserem Projekt „Helft dem Görli“
viele Menschen erreichen und sie zum Nach- bzw. Umdenken ermutigen,
indem wir sie während unserer Sauber-Mach-Aktionen im Görlitzer Park
ansprachen.
> Aktuell sind wir dabei, mit Transition Town SO36 (http://transitiontown-
friedrichshain-kreuzberg.de/so36/) im Frühjahr oder Herbst 2011 ca. 20-30
Obstbäume im Görlitzer Park anzupflanzen. Wir suchen engagierte Bür-
gerInnen, die eine Patenschaft übernehmen möchten.
> Dazu kamen wieder mehrere Stände bei Festivals & Straßenfesten
(einige wurden von uns mitorganisiert), sowie weitere Veranstaltungen
unserer Klimafrühstücks-Reihe. Des Weiteren nahmen wir an mehreren
Tagungen, Konferenzen, Workshops und Kongressen als Referent bzw.
Gast teil.
> Auch in unserem Projekt „NAZ – Natur als Zweitsprache“ hat sich in
den letzten Monaten Einiges getan. Dank der finanziellen Unterstützung
durch Stiftung Pfefferwerk, QM-Donaustraße und QM-Reuterplatz konn-
ten wir in Neukölln und Kreuzberg das Projekt in mehreren KiTas und
Grundschulen; z.B. der Aziz-Nesin (Staatliche Europaschule Deutsch-Tür-
kisch), Theodor-Storm-Grundschule, Franz-Schubert-Grundschule, Walt-
Disney-Grundschule und der KiTa Rütlistraße; erfolgreich abschließen.
Aktuell führen wir dieses Projekt in den QM-Gebieten Brunnenviertel und
Wassertorplatz fort.
v.l.n.r. : Dr. T. Altug, J. Kalepky, John Dahl, A. Wierth, Dr. D. Flämig,
Dr. F. Schulz und Senatorin K. Lompscher. Foto: Gökhan Üzülmez Sauber-Mach-Aktion „Helft dem Görli“. Foto: Gökhan Üzülmez Ausflug in die Natur mit NAZ. Foto: M. Dede Aslan
HABERLER
3
MUZ Oktober |2010
Dünyadan Doğa Haberleri
Natur-Nachrichten aus aller Welt
> FEHMARN KÖPRÜ BAĞLANTISINA ELEŞTİRİ YAĞIYOR
Baltık Denizi’nde ölümcül engel. Temmuz 2010’da, Danimarka ve
Almanya, Fehmarn köprü inşası üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Fehmarn’daki Puttgarden ile Danimarka adası Lolland’ı birbirine bağlay-
acak olan 5,6 Milyar Euro değerindeki köprünün yapımının 2011’de
başlayıp 2018 yılında bitmesi bekleniyor. Doğa koruma örgüt lerinin
uyarılarına göre bu, Baltık denizinin ekosistemi üzerinde olumsuz ciddi
sonuçlar doğurabilir. Bu köprü özellikle göçmen kuşlar için ciddi bir risk
oluşturmaktadır. Yılda 100 milyondan fazla kuş, bu su hattı üzerinde
göç etmektedir ki, bu nedenle bölgeye kuş uçuş hattı denmektedir.
19 kilometrelik köprü için Baltık Denizi’nin dibine 70 civarında kazık
çak mak gerekmektedir. Denizin dibine savrulan tortu, iç denizi yıllar
boyunca kahverengine boyayıp, muturlar ve fok balıkları gibi tehdit
altında olan türlerin yaşam alanlarını tehlikeye atmaktadır.1
> PETROL FELAKETİ ETKİSİ YILLARCA SÜRECEK
ABD’nin doğa koruma kurumunun tahminlerine göre, Meksika Kör fe-
zi’ndeki deniz yaşamı, petrol faciasının etkisini daha yıllarca hissede-
cektir. Hasarın tam ölçüsü muhtemelen asla bilinemeyecektir. Bilim
adamları, Meksika Körfezi’nin petrolden arınmasının yıllar süreceğini
tahmin etmekteler. Ayrıca, petrolün çözülmesi sırasında kullanılan
kimyasallar, denizde ve sahillerdeki hayvanlar ve bitkiler için bir
tehlike oluşturmaktadır.2
> AFRİKA’DAKİ SERENGETİ ULUSAL PARKI’NDAN GEÇEN OTOYOL
Afrika’nın en ünlü ulusal parkının içinden geçecek olan 500 km uzun-
luğundaki bir otoyol inşa edilmesi planlanmaktadır. Böylece, göç eden
milyonlarca hayvanın su kaynaklarına giden yolu kesilmiş olacaktır.
2011 yılı başında Serengeti-Highway inşaatı ihaleye çıkarılacaktır. İnşaat
araçlarının ise 2012 yılı başında işe başlamaları planlanmaktadır. Çevre
ko ruma örgütü WWF’den Dorothea August’a göre, bu yolun inşaatı sa-
de ce göçebe hayvanları değil, geri kalan tüm hayvanları ve bütün eko
sistemi etkilemektedir.3
> ALMANYA’DA YENİ BİR DÜNYA DOĞAL MİRASI
UNESCO Wadden Denizini onurlandırdı. Wadden Denizi, Almanya’nın
ilk doğa harikası olarak dünya insanlık mirası ilan edildi. UNESCO’nun
yetkili komitesi, İspanya’nın Sevilla kentinde, Almanya ve Hollanda’nın
ortak başvurusunu kabul edip, Hollanda’nın Texel adası ile Sylt adasının
kuzey ucu arasındaki bölgeyi dünya doğal mirasları listesine ekledi.
Komite, Wadden Denizi’ni “dünyanın en büyük kıyıya yakın ve gelgite
bağlı sulak alanı” olarak övdü. Bölgenin, zengin biyolojik çeşitlilik içeren
eşsiz bir ekosistem olduğu belirtildi.4
>KURT VE VAŞAK GERİ GELDİ
Yırtıcı hayvanlar Almanya’ya dönmekte ve Doğu Hessen’deki Geln-
hau sen’deki bir laboratuarda izleri birleştirilmektedir. Senckenberg
Araştırma Enstitüsü bilim adamları, hayvanların genetik parmak
izi ni tespit etmekte ve böylece bunların kökeni ve yayılma alanlarını
belirlemektedirler. Almanya’da yeniden yaşamaya başlayan Vaşakların
tam sayısı bilinmiyor – Uzmanlar, 40 ila 100 arasında olduğunu tahmin
etmekteler. Senckenberg uzmanı Nowak’ın dediğine göre, henüz istikrarlı
bir popülasyon yoktur. Araştırmalara göre, en az yedi kurt sü rüsü tekrar
Doğu Almanya’da yaşamaya başlamıştır. Bu iki tür de yüzlerce yıl takip
edilip avlanmışlar ve 150 yıl önce ülkemizde soyları tüketilmiştir.5
Kaynakça|Quelle:1 www.sueddeutsche.de/wissen/kritik-an-der-fehmarnbelt-verbindung-toedliche-barriere-in-der-ost-
see-1.8363452 www.focus.de/wissen/wissenschaft/klima/katastrophen/oelpest/oelpest-auswirkungen-ueber-jahr-
zehnte_aid_509627.html3 www.zeit.de/wissen/umwelt/2010-07/serengeti-afrika-tierwelt?page=24 www.tagesschau.de/inland/unesco116.html5 www.morgenweb.de/service/archiv/artikel/689202854.html
> KRITIK AN DER FEHMARNBELT-VERBINDUNG – TÖDLICHE
BARRIERE IN DER OSTSEE
Im Juli 2010 haben sich Dänemark und Deutschland auf den Bau ei-
ner Fehmarnbelt-Brücke geeinigt. 2011 soll der Bau beginnen, und vor-
aussichtlich 2018 wird die 5,6 Milliarden Euro teure Brücke fertig sein, die
Puttgarden auf Fehmarn und Rødby auf der dänischen Insel Lolland ver-
bindet. Das könnte für das Ökosystem der Ostsee gravierende Folgen ha-
ben, warnen Naturschutzverbände. Vor allem für Zugvögel sei das Bau-
werk eine ernste Gefahr. Mehr als 100 Millionen Vögel ziehen jährlich über
die Wasserstraße, deshalb wird die Strecke auch Vogelfluglinie genannt.
Auf der 19 Kilometer langen Strecke müssten etwa 70 Pfeiler in den Boden
der Ostsee gerammt werden. Aufgewirbelte Sedimente würden das Bin-
nenmeer auf Jahre braun färben und den Lebensraum bedrohter Arten
wie Schweinswale und Seehunde gefährden.1
>ÖLPEST – AUSWIRKUNGEN ÜBER JAHRZEHNTE
Die Meereswelt im Golf von Mexiko wird nach Einschätzung der US-
Naturschutzbehörde noch über Jahrzehnte unter der Ölpest leiden.
Das volle Ausmaß der Schäden könne allerdings niemals erfasst werden.
Wissenschaftler gehen davon aus, dass es Jahrzehnte dauern wird, bis das
Öl im Golf von Mexiko abgebaut worden ist. Die bei der Zersetzung des
Öls frei werdenden Substanzen sind zudem eine Gefahr für Tiere und
Pflanzen im Meer und an den Küsten.2
> EINE AUTOBAHN DURCH DEN SERENGETI NATIONALPARK IN
AFRIKA
Durch Afrikas berühmtesten Nationalpark soll eine 500 Kilometer lange
Schnellstraße gebaut werden – Millionen Tiere wären dann auf der Wan-
derung von Wasser abgeschnitten. Anfang 2011 sollen die Bauarbeiten für
den Serengeti-Highway ausgeschrieben werden, die Baufahrzeuge sollen
ab Anfang 2012 rollen. Der Bau einer Straße betreffe nicht nur die wan-
dernden sondern auch die verbleibenden Tiere und wirke sich auf das
ganze Ökosystem aus, sagte Dorothea August von der Umweltschutzor-
ganisation WWF.3
>NEUES WELTNATURERBE IN DEUTSCHLAND – UNESCO ADELT DAS
WATTENMEER
Als erste deutsche Naturlandschaft ist das Wattenmeer zum Welterbe der
Menschheit erklärt worden. Das zuständige Komitee der UNESCO stimm-
te im spanischen Sevilla dem deutsch-niederländischen Gemeinschafts-
antrag zu und nahm die Fläche zwischen der holländischen Insel Texel
und der Nordspitze Sylts in die Liste des Weltnaturerbes auf. Das Komitee
würdigte das Wattenmeer „als eines der größten küstennahen und gezei-
tenabhängigen Feuchtgebiete der Erde“. Das Gebiet sei ein einzigartiges
Ökosystem mit einer besonderen Artenvielfalt.4
>WÖLFE UND LUCHSE SIND ZURÜCK
Die Raubtiere kehren nach Deutschland zurück, und in einem Labor im
ost hessischen Gelnhausen laufen ihre Spuren zusammen. In der Außen-
stelle des Forschungsinstituts Senckenberg ermitteln Wissenschaftler den
genetischen Fingerabdruck einzelner Tiere und schließen daraus auf Her-
kunft und Verbreitung. Wie viele Luchse wieder in Deutschland leben, ist
nicht bekannt – zwischen 40 und 100 schätzen Experten. Stabile Populati-
onen gebe es allerdings noch nicht, sagt Senckenberg-Experte Nowak.
Nach den Untersuchungen leben mindestens sieben Wolfsrudel wieder in
Ostdeutschland. Beide Arten waren jahrhundertelang verfolgt und vor
rund 150 Jahren hierzulande ausgerottet worden.5
NACHRICHTEN
4
MUZ Ekim |2010
Uluslararası sözleşmeleri uygulamak, doğa korumayı uygulamak demektir
Internationale Konventionen umsetzen heißt Naturschutz betreibenAnja Sorges und Carmen Baden, NABU Berlin
Doğa koruma, aslında herkesin bildiği bir kavramdır. Nadir
hayvan ve bitki türlerini, yeşil çayırları çöp ve şişe mantarı
toplama kampanyalarını ve “Grüner Punkt” kampanyasını
kapsamaktadır. Peki, bunun biyolojik ve genetik çeşitlilikle ve
ekolojik sistemlerle ne bağlantısı vardır? Kesin olan bir tek şey
vardır: Tüm bu anahtar kelimeler Convention on Biological Diversity
(CBD), Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde bulun maktadır. Doğa korumanın
uzun bir geçmişi olsa da, 1992 yılında Rio de Janerio’da yapılan anlaşma,
doğa koruma örgütleri için önemli bir bel ge dir, (İlk kez bir uluslararası
çevre bakanları konferansı, küresel biyolojik çeşitlilik kaybı hakkında
yapılmıştı). Sözleşme, üye ülkelerin küresel biyoçeşitlilik kaybına engel
olmalarına yönelik bağlayıcı, ortak bir taahhüttür.
Buluşmanın sonucunda 2002’de 6’ıncı Sözleşmeli Devletler Konfe-
ran sı’nda (COP – Conference of the Parties) oldukça gözü pek bir hedef
üzerine anlaşılmıştır: 2010 yılına kadar ekolojik sistemlerin, türlerin
ve genetik çeşitliliğin dünya çapındaki kaybının azaltılması. Almanya
ve Avrupa bir adım ileri gidip, sadece kayıpları belirgin bir şekilde az-
altmakla kalmayıp, tümüyle durdurmak sorumluluğunu üstlendiler
(“Stop the loss”).
Bu hedefe ulaşmak için ulusal stratejiler geliştirmek gerekmiştir.
Ay nı zamanda her ülkenin ulaştığı sonuçlara dayanarak, bunların
değerlendirilmesi öngörülmüştür. Günümüze kadar, Maldivler’den
Tür kiye’ye ve Kanada’dan Vietnam’a kadar, toplam 193 ülke Biyolojik
Çe şitlilik Sözleşmesini (Convention on Biological Diversity) imza-
lamıştır.
Mevcut eksiklikler. Bu arada hedefe ulaşılamadığı kesinleşti. Çeşitli
başarılara rağmen, biyolojik çeşitliliğin azalması engellenememiştir,
örneğin omurgalı hayvanlarda olduğu gibi. Çoğu zaman, içinde çok özel
ekolojik sistemlerin bulunduğu koruma altında olan bölgelerin
genişletilmesine rağmen, türler açısından zengin alanlar düşündürücü
boyutta gerilemeye devam etmiştir. Farkında olmasak da, günümüzde
belgelenmemiş, bilinmeyen yabani hayvanların ve bitkilerin yok oluşları
da ilerlemektedir.
Hükümetlerin faaliyet raporu verme zorunluluğu olsaydı, sonuçlar
utanç verici olurdu. Çok konuşulmuştur ve başarılar hakkında raporlar
yerine, yine birçok uluslararası konferanslar düzenlenmiştir. Bu başa-
rısızlığın pek çok nedeni vardır. Bunun en başında, yaşam alanlarının
yok edilişi ve diğer bölgesel yıkımlar gelmektedir. Sanayileşmiş tarım,
toprak kirliliği ve insanların doğa düşmanı hayat tarzı ve aşırı “ekolojik
ayak izi” de buna neden olmaktadır.
Yapmaya teşebbüs etsek, elde edeceklerimiz. Etkin doğa koru-
ma, yerel doğanın çölleşmesine karşı savaşarak, nehirlerin yönlendi-
rilmesini ve ormanların tekdüzelik ağaçlandırılmasını engelleyerek,
biyolojik ve genetik çeşitliliğin kaybına karşı etkili olmaktadır. Örneğin,
aktif doğa korucuları, kuru ve yarı kuru çimlerin bakımını üstlenip,
türleri tehlike altında olan Kars Kertenkelesi için hayati önem taşımakta
olan, bolca güneş gören yaşam alanları yaratmaktadırlar.
Sonuçta, Almanya korumaya değer yaklaşık 80 farklı türün
(umbrella species) korunmasını sağlamıştır. Bunların
isimleri çeşitli koruma ve araştırma program-
larında da sayılmaktadır, daha doğrusu
koruma bölgelerinin seçiminde altyapıyı sağlamaktadır. Kunduzların
ve yaban kedilerinin nüfusu sabitlenmiştir. Almanya genelinde deniz
kartalının nüfusunda artış vardır ve kurtlar bile Almanya’ya geri dön-
mektedir. Fakat sürdürülebilir bir dengeleme için henüz hala yeterin-
ce yerel ve ulusal biyotop birlikleri mevcut değildir – yani birbiri ile
bağlantılı olan biyotoplar. Ancak böyle, tüm ülkede bulunan bölgeler
arası biyolojik çeşitliliğin değiş tokuşu sağlanabilmektedir. Gerçi Al-
manya, Habitat-Direktifleri ve Federal doğa koruma yasaları gereğince
bunları sağlamakla yükümlüdür.
Almanya’daki eyaletlerin uyguladıkları yöntemler dikkatli
incelendiğinde, bu biyotop birliği için yeterince gayret sarf edilmediği
ve ayrıca doğa koruma kurumlarının var olan geçici yaşam alanlarının
farklı menfaatlere kurban edilmemesi için mücadele etmeleri gerektiği
anlaşılmaktadır. Ekolojik sistemlerin, daha doğrusu biyolojik çeşitliliği
içeren doğal alanların, sürdürebilir bir şekilde korunması ve doğal
ortamları teşvik etmek, özellikle yoğun yerleşim alanlarına sahip olan
Almanya’da, uygulanması çoğu zaman zor olan bir konudur.
Ya Berlin? Berlin, uyguladığı çabalar açısından diğer eyaletlerden
fazla farklı değildir. Bu şehrin acilen yeraltı suları seviyesinin azalması,
yoğun yağmura karşı önlemler ve toprakların aşırı betonlaşma nede-
niyle su depolama kapasitesinin azalması gibi sorunlara çözüm bulması
gerekmektedir. Aslında Berlin şehir planlamasının yapısı gereği –bina
dikilmiş, boş bırakılmış ve doğal olan alanların orantılı olması – Biy-
olojik Çeşitlilik Sözleşmesinin temel talebinin öngördüğü şekilde, bir
biyotop birliğinin kurulmasında engeli yoktur. Eski Berlin duvar
sınırının bazı bölgeleri birçok farklı türe küçük yaşam alanları
sunmaktadır. Birkaç sanayi dalı yüksek sıcaklığa dayanan yapıları
sayesinde özellikle sıcağı seven türler tarafından evleri olarak seçilmekte-
dir. Özel bir biyotop birliği kurulmaya başlanmıştır, fakat bunun daha
ilerletebilmesi mümkündür. Kamunun ciddi maddi kesintileri, koruma
alanlarının gerekli bakım çalışmalarının gitgide yetersiz veya hiç
yapılmamasına neden olmaktadır. Berlin Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi
bu problemden yola çıkarak çalışmalarını sürdürmektedir. Nisan
2010’da başkent’te ilk kez yapılan bir sempozyumda biyolojik çeşitlilik
kentsel bakış açısından tarif edilmiştir. Burada ilk başta iletişim ön
plandadır – sonuçta 2017 yılına kadar Berlin’li halkın yüzde 50’sinin
bu amaç için kazanılması hedeflenmektedir.
Bu sırada hayal kırıcı bilanço belirmişti. Şu anda ulusal ve uluslararası,
2010 yılı sonrası hedef belirlenmektedir. Buna rağmen Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesinin hedefleri hala geçerlidir, çünkü kendi içinde
tutarlı bir hedef belirlemesi, hedefe ulaşılmadığı zaman bile ne
geçerliliğini kaybeder ne de uygulamadan kaldırılır. Olumlu olan ise,
Avrupa ve dünya çapında biyolojik çeşitlilik adına yürütülen
kampanyaların, girişimlerin ve 2010-Hedefi’nin şimdiden kamunun
duyarlaştırılmasında faydalı olmasıdır. En azından bir başarının var
olması iyi bir işarettir. Bu hususta modern araçlar da eksik olmamalıdır.
Avrupa komisyonu biyolojik çeşitliliği konu alan renkli
resimlendirilmiş kampanya yürütmektedir – örneğin Face-
book sayfalarında. “Ben Rana temporania, nam-ı
diğer kurbağa ve size minnettarım.”
Buna rağmen Rana tempo ran-
ia’nın dostluk mesajının yanı
sıra yapılacak başka şeyler
de vardır: Uğraşı ve özveri ile
doğayı korumak!
DOĞA KORUMA
5
MUZ Oktober |2010
Naturschutz – ein Begriff, den eigentlich
jeder kennt. Es geht um seltene Tier-
und Pflanzenarten, grüne Wiesen,
Müll- und Korksammelaktionen und
den „grünen Punkt“. Doch was hat
das mit Biodiversität, genetischer
Vielfalt und Ökosystemen zu tun?
Eines ist sicher: All diese Schlagworte finden sich in der Convention on
Biological Diversity (CBD), der Konvention zum Schutz der biologischen
Vielfalt wieder. Auch wenn Naturschutz historisch gesehen auf einen weit
längeren Zeitraum zurückschauen kann, ist die Vereinbarung aus dem
Jahre 1992 in Rio de Janeiro für Naturschutzverbände ein wichtiges
Do kument. Erstmalig beschäftigte sich eine internationale Umweltminister-
konferenz mit dem weltweiten Verlust der Artenvielfalt. Es ging, vereinfacht
gesagt, um eine verbindliche Selbstverpflichtung der Vertragsstaaten, dem
massiven weltweiten, globalen Artenschwund Einhalt zu gebieten.
In Folge des Treffens wurde auf der 6. Vertragsstaatenkonferenz im Jahr
2002 ein ehrgeiziges Ziel vereinbart: Bis zum Jahr 2010 sollte der anhal-
tende weltweite Verlust an Ökosystemen, Arten und genetischer Vielfalt
verringert werden. Deutschland und Europa gingen noch einen Schritt
weiter und verpflichteten sich, den Verlust nicht nur deutlich zu bremsen,
sondern auf ganzer Breite zu stoppen („Stopp the loss“).
Um dieses Ziel zu erreichen, bedurfte es einer Aufstellung von natio-
nalen Strategien. Zugleich sollte sich jedes Land an seinen Ergebnissen
messen lassen. Mittlerweile haben 193 Vertragsparteien die CBD unter-
zeichnet – von den Malediven, der Türkei über Kanada bis Vietnam.
Bestehende Defizite. Inzwischen steht fest, dass das Ziel verfehlt wird.
Trotz einiger Erfolgsgeschichten konnte beispielsweise bei den Wirbeltie-
ren ein Verlust der Artenvielfalt nicht aufgehalten werden. Schutzgebiete,
in denen oftmals besondere Ökosysteme liegen, sind zwar vergrößert
worden doch der problematische Rückgang von artenreichen Kulturland-
schaften setzte sich fort. Folgerichtig geht damit auch der Schwund an
den bisher schlecht dokumentierten Generosionen bei Wildtieren- und
Pflanzen weiter.
Müssten die Regierungen Rechenschaftsberichte ablegen, fiele diese
ernüchternd aus. Diskutiert wurde viel, statt Erfolgen gab es vor allem
viele internationale Konferenzen. Gründe für das Scheitern gibt es genug.
An erster Stelle stehen der Flächenverlust, die Lebensraumzerstörung und
weitere Landschaftszerschneidung. Industrielle Landwirtschaft und eine
hohe Nährstoffbelastung der Böden gehörten ebenso dazu, wie der natu-
runverträgliche Lebensstil des Menschen und sein überdimensionierter
„ökologischer Fußabdruck“.
Was wir könnten, wenn wir es machen würden. Aktiver Naturschutz
wirkt dem Verlust der Arten- und genetischen Vielfalt entgegen, indem
die Verödung der heimischen Natur bekämpft, die Regulierung der Flüsse
verhindert oder die Uniformierung von Wald aufgehalten wird. Natur-
schutzaktive pflegen beispielsweise Trocken- sowie Halbtrockenrasen
und schaffen sonnenexponierte Lebensräume, ohne die etwa die gefähr-
dete Zauneidechse nicht leben kann.
Immerhin zeichnet Deutschland für den Schutz von rund 80 verschie-
denen schutzwürdigen Arten (umbrella species) verantwortlich. Ihre Na-
men finden sich auch in den verschiedenen Schutz- und Forschungspro-
grammen wieder bzw. bilden die Grundlage für die Ausweisung von
Schutzgebieten. Zwar gibt es stabile Populationen bei Biber und Wildkat-
ze, sowie einen Anstieg der deutschlandweiten Seeadlerpopulation und
auch der Wolf kehrt nach Deutschland zurück. Doch für eine nachhaltige
Stabilisierung fehlt es immer noch an regionalen bzw. länderübergreifen-
den Biotopverbünden – also an miteinander vernetzten Biotopen. Nur so
ist ein Artenaustausch zwischen den über das ganze Land verteilten Ge-
bieten möglich. Eigentlich ist Deutschland hier über die FFH-Richtlinien
und das Bundesnaturschutzgesetz zum Handeln verpflichtet.
Bei genauerer Betrachtung der Vorge-
hensweise einiger Bundesländer, lässt
sich feststellen, dass nur begrenzt An-
strengungen in diesen Biotopverbund gesetzt
werden und, im Gegenteil, die Naturschutzverbände verstärkt darum
kämpfen müssen, dass bestehende Trittsteinbiotope die ses Verbundes
nicht anderen Interessen geopfert werden. Auch die Forderung, Ökosys-
teme bzw. natürliche Lebensräume mit ihrem Arteninventar nachhaltig zu
schützen und ihre natürliche Umgebung zu fördern, ist gerade im dicht
besiedelten Deutschland häufig nur schwer umzusetzen.
… und Berlin? Berlin hebt sich in seinem Engagement nicht besonders
von anderen Bundesländern ab. Die Stadt braucht dringend Antworten
auf die Grundwasserabsenkung, Starkregenereignisse und die mangeln-
de Speicherfähigkeit des Bodens durch Versiegelung. Mit ihrer sehr auf-
gelockerten Struktur im stetigen Wechsel von bebauten, unbebauten und
naturbelassenen Flächen sind die Voraussetzungen für einen Berliner Bio-
topverbund – und somit eine der Grundforderungen der CBD – durchaus
gegeben. Zum einen bieten Teile des ehemaligen Grenzstreifens kleinmo-
saikflächige Standorte für Arten unterschiedlichster Ansprüche. Eine gan-
ze Reihe von Industriebrachen sind durch ihre eher höher temperierte
Ausprägung Heimat für Arten die besonders Wärme liebend sind. Ein ge-
zielter Biotopverbund wurde teilweise bereits in Angriff genommen, bie-
tet aber durchaus noch Ausbaupotential. Zunehmend schwerwiegende
Einsparungsmaßnahmen seitens der öffentlichen Hand führen vermehrt
dazu, dass notwendige Pflegearbeiten in den Schutzgebieten nicht mehr
ausreichend durchgeführt werden können oder sogar ganz unterbleiben.
An dieser Problemlage setzt auch die Berliner Strategie zur Biologischen
Vielfalt an. Mitte April 2010 gab es ein erstes Symposium auf dem bereits
urbane Visionen für die Biodiversität in der Hauptstadt formuliert wurden.
Vor allem geht es hier auch um Kommunikation – schließlich sollen bis
2017 50 Prozent der Berliner Bevölkerung für die Thematik der „Biolo-
gischen Vielfalt“ gewonnen werden.
Die ernüchternde Bilanz hat sich derweil schon gesetzt. Derzeit wird
national und international das Post-2010 Ziel formuliert. Trotzdem bleiben
die CBD-Ziele weiterhin gültig, denn eine in sich begründete Zielsetzung
wird nicht durch eine Verfehlung des Ziels widerlegt oder gar aufgeho-
ben. Positiv ist, dass die europäischen und weltweiten Kampagnen und
Initiativen für die Biodiversität und das 2010-Ziel schon dazu beigetragen
haben, die öffentliche Wahrnehmung zu sensibilisieren. Es ist gut, dass
zumindest an einen Erfolg angeknüpft werden kann. Da dürfen auch mo-
derne Mittel nicht fehlen. Die Europäische Kommission setzt dabei auf
eine bunt bebilderte Kampagne zur Biodiversität – unter
anderem auf facebook. „Ich bin Rana temporania,
der Grasfrosch. Und ich bin mit Euch verbunden.“
Es gibt dennoch eine Alternative zu
einem Freunschaftdsposting Rana
temporania: Naturschutz betreiben
mit Schaufel, Spaten und Enga-
gement!
NATURSCHUTZ
6
MUZ Ekim |2010
Önemi: Biyolojik yapısı açısından hem zengin
hem de ilginç olan Türkiye, çok az sayıdaki
bir kaç ülke gibi, biyolojik zenginlik (bitki ve
hayvan türleri) açısından, ülkeden çok kıta
özelliği gösterir.
Özet tarihçe: 1700’lü yılların hemen ba şın-
da, Paris Botanik Bahçesi’nin o zamanki mü-
dürü Joseph Pitton de Tournefort adlı bir bo-
ta nikçi ülkemizde ilk bilinçli flora araş tırması
yapan kişi olarak bilinir. Çoğu Alman, Fransız,
İngiliz, Rus ve İtalyan olan bu kişiler ülkemizin
değişik yörelerine gelmişler, oralardan topla-
dık ları bitkileri yaşadıkları ülke ve Av-
rupa’nın tanınmış herbaryumla rına
(kurutulmuş bitki örneklerinin mu-
hafaza edildiği müzeler) götür müş-
lerdir. Bu çalışmaların ilk sonucu
1865-1885 yılları arasında İsviçreli
botanikçi Edmond Boissier tara-
fından yazılmış ek cildi ile
bir likte 6 ciltlik Flora Orienta-
lis (Şark veya Doğu Florası) adlı
Latince eserdir. Nihayet 1938
yılın da genç bir botanikçi olan İngiliz Peter
Hadland Davis 1842’de Boissier’in de ziyaret
ettiği Denizli yakınlarındaki dağlara çıkmış
ve Türkiye Florası kitabını yazmaya karar
vermiştir. İlk cildi 1965 yılında yayımlanan
ve tam adı Türkiye ve Doğu Ege Adaları
Florası olan 9 ciltlik bu dev eserin 2 ek
cildi de vardır.
Alman botanikçilerin Tür ki-
ye’nin florası ile ilgisi. Alma-
nya’daki Nazi rejiminden kaçan ve
çoğu Yahudi olan bilim adamları,
Atatürk’ün desteğiy le çeşitli fakül-
telerin kurucusu ol muşlardır.
Bunlardan Kurt Krause Ankara’da
Yüksek Ziraat Ensti tü sü’nde ve Al-
fred Heillbron İstanbul Üniversitesi
Fen Fakültesi’nde, kısal tılmış adı İSTF
olan herba ry umları, kurmuşlardır.
Türkiye Florası ile ilgili ilk modern
çalışmaları baş latan Türk botanikçisi
K. Krause’nin öğ ren cilerinden Hikmet
Birand’dır. Onun öğrencileri bu çalışma-
ları devam ettirmişlerdir.
Türkiye florası neden zengindir?
Türkiye’de denizden yükseklik, jeo-
lojik ve jeomorfolojik yapı zenginliği
ve bu zenginliğe paralel çeşitli ana
kaya ve toprak tipleri, 3 kıtanın geçiş
ye rinde olmasından dolayı iklimsel çeşitlilik,
özetle ekolojik yapısının çok çeşitli ve zen-
gin olması, flora ve faunasının da çok zen gin
olmasına yol açmıştır.
Bitkiler tohumlu ve tohumsuz bitkiler ol mak
üzere iki ana gruba ayrılır. Yazımızın başında
bah settiğimiz Türkiye ve Doğu Ege Adaları
adlı tamamı 11 cilt olan eser, yalnız eğreltiler
ve tohumlu bitkileri kapsamaktadır, eğreltiler,
ki ülkemizde ancak 100 kadar türü vardır. Ay-
rıca, ülkemiz bitkileri ile ilgili olduklarından
bahsettiğimiz 500 civarındaki araştırıcıdan,
en iyi ihtimalle 100-150 kadarı tohumsuz
bitkiler (Alg, Yosun, Mantar vb.), diğerleri, yani
büyük çoğunluk ise tohumlu bitkiler üzerinde
çalışırlar. Bu nedenle tohumlu bitkilerimizle
ilgili bilgilerimiz, diğer bitki grubuna göre daha
berrak ve belirgindir.
Yurdumuzun bitki çeşitliliği ve zen-
ginliği, floristik yapısı: Ülkemizde yetişen
bitkiler hakkında çok kabaca bir rakam vermek
gerekirse, 10.000 civarında tohumlu bitki türü
yetiştiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin
henüz iyi bilinmeyen, ulaşılamayan bazı yöre-
leri olmakla birlikte, son 20 yılda yapılan ça-
lış malarla, birçok yeni bitki türünün bulunduğu
bildirilmektedir.
Ülkemizde tür sayısı bakımından en
zengin familya: aile, dünyada da en zengin
aile olan Papatyagiller (Asteraceae)’dir. İkinci
sırada ise gene dünyada da en zengin üç aile’den
birisi olan Baklagiller (Fabaceae) gelir. Bal lı-
babagiller (Lamiaceae), Zambakgiller (Liliaceae)
halk tarafından iyi bilinen ve kolay tanınan
zen gin tür sayısına sahip ailelerdendir.
Tür sayısı bakımından en zengin cinslerin
başında 425 kadar türü olan Geven (Astragalus)
cinsi gelir. İkinci zengin cins ise 250’ye yakın
türü olan Sığırkuyruğu (Verbascum)’dur. Üçün-
cü sırayı ise 200 civarında türü olan Peygam-
ber çiçeği veya Gökbaş gibi mahalli isimler
verilen Centaurea cinsi almaktadır.
Bu çeşitlilik ve zenginlik içinde doğal bitki-
lerimizin yaklaşık % 35’i, yani 3.500 kadar bit ki
türü endemik, yani dünyada sadece Türkiye’de
yetişen, başka ülkelerde bulunmayan bitki-
lerdir. Avrupa ülkelerinin çoğunun florasının
4.000-6.000 bitki türünü içerdiği, bu kıtanın
ta mamında yaklaşık 13.000 bitki türünün bu-
lun duğu ve endemik bitki türlerinin sayısının
da 3.000 civarında olduğu düşünülürse, Tür-
kiye’nin bitki türleri açısından ne denli zengin
ve ilginç olduğu anlaşılır.
Flora Araştırmaları Derneği koordinasyon-
unda başlatılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
100’cü kuruluş yılı olan 2023 yılında bitirilme-
si amaçlanan araştırmalar için maddi kaynak
bulma çalışmalarına başlanmıştır. Bu proje
22.05.2009’da Çankaya Köşkü’nde yapılan bir
toplantı ile Sayın Türkiye Cumhurbaşkanının
himayelerine de alınmıştır.
Floristik zenginliği ve güzelliği gereği
gibi koruyabiliyor muyuz? Bu soruya evet
cevabı vermek zordur. Ülkemizde çevre bilin-
ci gün geçtikçe artmakta ise de, henüz istenen
seviyeye geldiğini söyleyemeyiz. Ayrıca nü-
fusumuzun da hızla artması çevremizin hızla
tahrip ve kirlenmesine neden olan önemli bir
faktördür. Bitki ve hayvanlarımızı gereği gibi
koruyamadığımızın en açık göstergesi, Avrupa
hatta dünya ülkelerinin hemen hepsinde bu-
lunan ve bir yandan bitkileri korurken, diğer
yandan halka doğayı sevme ve koruma bilinci
de aşılayan, hemen her büyük Avrupa şehrinde
bulunan botanik bahçelerinin, hele Ulusal
Botanik Bahçesi’nin ülkemizde hala kuru la-
mamış olmasıdır. Hayvanları da çok zengin
olan ülkemizde ne yazıktır ki, bir Ulusal Doğa
Tarihi Müzesi de yoktur.
Türkiye FlorasıDie Flora der TürkeiTuna Ekim, Emekli Öğretim Üyesi, botanikçi
TÜRKİYE FAUNA’SI (DİREYİ)
Türkiye direyi (Latince: Fauna), hayvanlar âleminin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan üyelerinin tümüdür. Anadolu, Asya ile Avru-pa arasında ve iklim özelliklerinde coğrafi bölgelere sahip olduğu için türlerin miktarı çoktur. Farklı bitki örtüsünün diğer Orta Doğu ülkelerine göre daha zengin (850 cins altında toplanan 9.000 tür bitki) olması ise diğer önemli etkendir ve bu yüzden, farklı iklim ve besin ihtiyacı olan birçok hayvan türü kendisine uygun yaşam alanı bula-bilmektedir.
Böylece, Türkiye’de yalnızca Akdeniz direyi-nin değil, Orta ve Doğu Avrupa, Orta Doğu, Kafkaslar ve Arap Yarımadası direylerinin de tipik türleri bulunmaktadır. Ayrıca Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında, çok daha fazla memeli tür barındırır ve bu da Türkiye direyinin ne tipik Avrupa direyine ne de tipik Orta Doğu direyine sınıflandırılabildiğini gösterir.
Türkiye florasına ait 160 memeli (örneğin; Altın Çakal, Canis aerus; Çengel boynuzlu keçi, Rupicapra rupicapra; Susamuru, Lutra lutra, Bozayı, Ursus arctos gibi), 418 kuş çeşidi (örneğin; Kelaynak, Geronticus eremita), 120 sürüngen çeşidi (örneğin; çöl kobrası, Walte-rinnesia aegyptia), 22 çeşit kurbağa (örneğin; Siğilli kurbağa, Bufo bufo), 127 çeşit tatlı su balığı (örneğin; Ak balık, Leuciscus cephalus), 384 çeşit deniz balığı (örneğin; Sarı yüzgeçli orkinos, Thunnus albacares) olmak üzere toplam 1230 civarında omurgalı tür tanınır. Ama bu türlerin bazıları tamamen tüken-mek üzeredir, bazıları da tehlike altında bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra Anadolu’da birçok omurgasız hayvan da yaşamaktadır. Örneğin; Bom-bus arısı (Bombus terrestris), Yalancı apollo kelebeği (Parnassius apollo) gibi.
TÜRKİYE’DE DOĞA
7
MUZ Oktober |2010
Bedeutung: Die Türkei weist eine reiche Biodi-
versität auf, und ist in dieser Hinsicht, wie einige
wenige Länder, mit seinen vielfältigen Pflanzen-
und Tierarten eher ein Kontinent als ein Land.
Zusammenfassender geschichtlicher Ab-
riss: Anfang 1700 führte der Historiker Joseph
Pitton de Tournefort, damaliger Direktor des Pa-
riser Botanischen Gartens, die erste bewusste
Flora-Forschung in unserem Land durch. Viele
andere folgten, unter ihnen waren Deutsche,
Franzosen, Engländer, Russen und Italiener. Das
erste Ergebnis dieser Forschungen ist das latei-
nische Werk „Flora Orientalis“. Das mit dem Zu-
satzband 6 Bände umfassende Werk wurde von
dem Schweizer Botaniker Edmond Boissier zwi-
schen den Jahren 1865-1885 verfasst. Im Jahre
1938 besuchte der junge englische Botaniker
Peter Hodland David die Berge nahe Denizli, die
schon Boissier 1842 besucht hatte. David ent-
schied sich, das Werk „Flora der Türkei“ zu ver-
fassen. Der erste Band der 9-bändigen giganti-
schen Ausgabe mit dem vollständigen Titel „Die
Flora der Türkei und der Ostägäischen Inseln“
wurde im Jahre 1965 veröffentlicht. Zudem sind
zwei Zusatzbände erschienen.
Das Interesse der deutschen Botaniker an
der Flora der Türkei. Im Jahre 1933 befanden
sich die modernen Universitäten nur in Ankara
und Istanbul. Mit der Unterstützung von Atatürk
wurden meist jüdische Wissenschaftler, die dem
Nazi-Regime in Deutschland entflohen waren,
zu Gründern der verschiedenen Fachbereiche
dieser Universitäten. Unter ihnen gründete Kurt
Klause an der Landwirtschaftlichen Hochschule
ein Herbarium. Ebenfalls gründete Alfred Heill-
bron an der Naturwissenschaftlichen Fakultät
der Universität Istanbul ein Herbarium mit
dem Akronym İSTF. Die ersten
modernen Forschungen
über die Flora der
Türkei startete
einer der Schü-
ler Kurt Krauses, der türkische
Botaniker Hikmet Birand.
Warum ist die Flora der Türkei viel-
fältig? Gründe sind die Höhenlage, die
geologische und geomorphologische
Vielfalt, die ver schie denen Grund-
gesteine und Bodenarten sowie
die Klimavielfalt aufgrund der
Lage des Landes an der Über-
gangsstelle zwischen drei Konti-
nenten. Zusammengefasst führt
die ökologische Vielfalt der Türkei
dazu, dass Flora und Fauna sehr
reich und vielfältig sind.
Die Pflanzen teilen sich in zwei
elementa re Gruppen: Keimpflanzen
und keimlose Pflanzen.
Wie am Anfang erwähnt, umfasst das
11-bändige Werk mit dem Titel „Die Flora
der Türkei und der Ostägäischen Inseln“ nur die
Keimpflanzen und Farne, von denen es in un-
serem Land lediglich 100 Sorten gibt.
Von den 500 Wissenschaftlern, die sich, wie
bereits erwähnt, für die einheimischen Pflanzen
interessieren, beschäftigen sich wahrscheinlich
nur 100-150 mit keimlosen Pflanzen wie Algen,
Meeresalgen und Pilzen. Die große Mehrheit
beschäftigt sich mit Keimpflanzen.
Aus diesem Grund ist unser Wissen bezüglich
der Keimpflanzen im Gegensatz zu der anderen
Pflanzengruppe klarer und präziser.
Pflanzenvielfalt und -reichtum, floristi-
sche Vielfalt der Türkei. Um über die in un-
serem Land wachsenden Pflanzen einen unge-
fähren Wert anzugeben, wäre es nicht falsch,
ungefähr 10.000 Keimpflanzenarten anzufüh-
ren. Neben der Tatsache, dass es Regionen in
der Türkei gibt, über die es noch keine Informa-
tionen gibt, wurden mit den Forschungen der
letzten 20 Jahre neue Pflanzenarten gefunden.
Die reichste Familie hinsichtlich der Artenzahlen
sind die Korbblütler (Asteraceae), die auch auf
der Welt die reichste Pflanzenfamilie ist. An
zweiter Stelle kommen die Hülsenfrüchtler (Fa-
baceae), die auch weltweit zu den drei reichsten
Pflanzenfamilien gehören. Lippenblütler (Lami-
aceae) und Liliengewächse (Liliaceae) sind von
der Bevölkerung gekannte und leicht zu erken-
nende Pflanzenfamilien, die reich an Artenzah-
len sind. Hinsichtlich der Artenzahlen kommt an
erster Stelle der reichsten Familien der Tragant
(Astragalus), der etwa 425 Arten hat. Die zweit-
reichsten Pflanzenfamilien sind die Königsker-
zen (Verbascum), die fast 250 Arten besitzen. An
dritter Stelle sind die Flockenblumen (Centau-
rea) zu nennen, die ungefähr 200 Arten auf-
weisen.
Circa 35 % unserer Flora innerhalb
dieser Vielfalt, das heißt etwa 3.500
Pflanzenarten, sind endemisch.
Das bedeutet, dass sie welt weit
nur in der Türkei wachsen und in
anderen Län dern nicht vorkom-
men. Wenn man bedenkt, dass die
Flora der meisten europäi schen Länder
4.000-6.000 Pflanzenarten umfasst und
der gesamte europäische Kontinent
ungefähr 13.000 Pflan zen arten
aufweist, wobei die Anzahl der
endemi schen Pflan zenarten
etwa 3.000 beträgt, so ist es
leicht erkennbar, wie reich
Flora der Türkei ist.
Für die Forschungen, die unter der Koordinie-
rung des Flora-Forschungsvereins begannen,
wird nach Finanzierungsquellen gesucht. Es ist
beabsichtigt, die Forschungen im Jahre 2023,
dem 100. Jubiläum der Ausrufung der Türki-
schen Republik, zu Ende zu bringen. Dieses Pro-
jekt steht seit dem Treffen im Präsidentenpalast
im Jahre 2009 unter der Schirm herrschaft des
verehrten Staatspräsidenten.
Können wir die floristische Vielfalt und
Schönheit in erforderlicher Weise schützen?
Es ist schwer, diese Frage zu bejahen. Obwohl
das Umweltbewusstsein in unserem Land von
Tag zu Tag steigt, ist es noch nicht auf einem ge-
wünschten Niveau. Zudem ist der rapide Bevöl-
kerungsanstieg ein wichtiger Faktor bei der Zer-
störung und Verschmutzung unserer Umwelt.
Ein eindeutiger Beweis dafür, dass wir unsere
Pflanzen und Tiere nicht ausreichend schützen,
ist das Fehlen von botanischen Gärten in un-
serem Land und insbesondere das Nichtvorhan-
densein eines Nationalen Botanischen Gartens.
Fast in allen europäischen Städten befindet sich
ein botanischer Garten, in welchem einerseits
die Pflanzen geschützt und andererseits der Be-
völkerung die Liebe zur Natur und das Bewusst-
sein für Naturschutz vermittelt werden. Unser
Land ist auch reich an Tierarten, doch es gibt
bedauerlicherweise bis heute kein Nationales
Museum für die Naturgeschichte.
DIE FAUNA DER TÜRKEI
Die Fauna der Türkei bezeichnet alle Tierarten,
die innerhalb der türkischen Grenze leben.
Aufgrund der geographischen und klima-
tischen Lage gibt es in Anatolien besonders
viele Arten. Auch die unterschiedliche
Vegetationen mit vielen Pflanzenarten im
Gegensatz zu den anderen Ländern im
Nahen Osten ist ein wesentlicher Faktor für
die Vielfältigkeit (9.000 verschiedene Arten
unter 800 Gattungen zusammengefasst).
Aufgrund dessen finden viele Tiere hier ihr
Zuhause. Die Türkei zeigt nicht nur die Cha-
rakteristiken der Mittelmeerfauna, sondern
auch die von Mittel- und Osteuropa, vom
Nahen Osten, von Kaukasien und arabischen
Halbinsel. Außerdem beherbergt die türkische
Fauna vielmehr Säugetierarten im Vergleich zu
europäischen Ländern, was ein Zeichen dafür
ist, dass diese weder in europäische noch in
mittel östlicher Fauna eingestuft werden kann.
Die türkische Fauna beinhaltet 160 Säugetier-
arten: wie z.B. Goldschakal, Gämse, Fischotter
und Braunbär; 418 Vogelarten wie z.B. den
Waldrapp; 120 Kriechtierarten wie z.B. die
Schwarze Wüstenkobra; 22 Froscharten wie
z.B. die Erdkröte; 127 Salzwasserfischarten
wie z.B. den Döbel; 384 Salzwasserfisch-
arten wie z.B. den Gelbflossen-Thun.
Man kennt insgesamt 1.230 Wirbeltierarten.
Manche von denen sterben aus oder sind vom
Aussterben bedroht. In Anatolien leben auch
viele wirbellose Tierarten, wie zum Beispiel
die dunkle Erdhummel und der rote Apollo.
Kelaynak / Waldrapp
NATUR IN DER TÜRKEI
8
MUZ Ekim |2010
Berlin-Kreuzberg’te ılık bir yaz gecesi. Balko-
numda oturup, yarasaların avlarını nasıl av-
la dıklarını izlemekteyim. Aşağıda caddeden
bir araba geçtikten sonra, kaldırımdan bir-
den bir tilki geçiyor. Herhalde yiyecek bir
şeyler arayışında! Bu bir istisna olabilir
mi? Hayır!
Berlin’de 880 kilometre karelik bir alanda
dünyanın farklı köşelerinden 3,4 milyon insan
ve Brandenburg eyaletinden fazla birçok hay-
van türü yaşamaktadır. Hayvanlar denince de
her Berlin’linin muhakkak bildiği 50.000 gü-
vercin veya fare kast edilmemektedir. Tilkiler,
sincaplar ve yaban domuzları artık neredeyse
şehrin günlük manzarasına aittirler – en azın-
dan dış semtlerde durum böyledir.
Şimdi size bu gizli kent arkadaşlarımızdan
bir kaçını tanıtmak istiyorum.
Berlin’in şehir merkezi, kilometre kare ba şına
ortalama 230 yabani bitki türü ile şehir dışın-
daki semtlerinden daha fazla türe sahiptir.
Berlin’de bilinen 50 memeli hayvan türü,
140 kuş türü, 12 amfibi tür ve 15 farklı yarasa
türü yaşamaktadır.
Şehir, çeşitli parkları, ormanları, boş arazi-
le ri, kullanım dışı demiryolu alanları, mezar-
lıkları, bahçeleri, avluları ve yol kenarlarındaki
400.000 civarındaki ağaçları ile sadece in sanlar
için değil, vahşi hayvanlar için de çekicidir.
İlkbaharda Berlin’de 10 milyon kuş yaşa mak-
tadır, bu Berlin’de yaşayan insanların üç katı
demektir. Biz sadece Almanya’nın başkenti
değil, bülbüllerin de başkentiyiz. Yaz aylarında
1.000 den fazla erkek bülbül dişilere kur
yapmak ve en iyi sahaya
sahip olmak için ötüp,
olağanüstü güzel şar kıları
ile şehrin yaz lık fon
müziğine katılmaktadır.
Görünüşe göre şehrin her köşesinde vahşi
hayvanlara yaşam alanı mevcuttur:
• İkametgâh: Alexanderplatz’taki otopark
Yabani hayvan: Alex-Rakun’u
• İkametgâh: Rotes Rathaus
Yabani hayvan: Doğan çifti
• İkametgâh: Potsdamer Platz
Yabani hayvan: Tilki
Alexanderplatz’ta bazen yaban domuzları
ile karşılaşmak mümkündür. Bu durumda,
muhtemelen şehir merkezine kadar ulaşabil-
mek için tren hattının yanında bulunan yeşillik
alanı takip etmişlerdir. Berlin’in dış semtlerin-
de artık o kadar çok yaban domuzu bulun mak-
tadır ki (4.000 civarında), bunlar çoğu semt
sa kinleri tarafından bir sorun olarak görül-
mektedir. Sık sık bahçelere zarar vermekte,
çöp bidonlarını talan etmekte ve yem ararken
yaklaşık 20 kilometrelik yol kat etmektedirler.
Bu ara da yaban domuzlarında dişilerin sözü
geçmektedir. Çoğu zaman en yaşlı dişi domuz
sürüsünün başıdır.
Fakat vahşi hayvanlar kentsel ortamda
nasıl hayatta kalabilmektedir? Nedenler-
den biri, Berlin’in birçok yeşil alana (parklar,
ormanlar, mezarlıklar, bahçeler) sahip olma-
sıdır. Buralar tavşan, sincap, fare, tilki ve kuş
kaynamaktadır.
Şehirde özellikle sincaplar çoğu zaman
insanlara alışmıştır. Ağaçların tepesinde dal-
lardan yuva yapıp, fındık, çam fıstığı, orman
mey ve leri ve kuş yumurtası yemektedirler.
Kı şın, sonbaharda sakladıkları stoklarını
gömdükleri yerlerden çıkartıp yedikleri izle-
nebilir. İnsanlardan farklı olan gün akışlarından
do layı, birçok yabani hayvanı izlemek neredey-
se imkânsızdır. Çoğu zaman alaca ka ran lıkta
veya geceleri faaliyet göstermektedirler.
Bu demektir ki, gündüzleri mağaralarda,
ça lılarda, ağaç üstünde veya damların altında
sak lanıp uyurlar ve akşamları, geceleri ya da
sa bahın erken saatlerinde yem arayışına
çıkarlar.
Tilki de bu hayvanlardan biridir. Şehir haya-
tı na iyi uyum sağlamıştır ve birçok şehir til-
kisi ürkekliklerini bir yana atmıştır ve bula-
bildikleri her şeyi yemektedir. Normalde fare
yemektedirler, fakat Berlin’de birçok tilki av-
lulardaki çöp kutularını deşerken ya da bah-
çelerdeki kedi maması kâselerini boşaltırken
izlenebilmektedir. Bunun yanı sıra güvercinlere
ve farelere de hayır demezler.
Yarasalar, gündüzleri ağaç kovuklarında,
kilise kulelerinde veya çatıların altında uyur-
lar. Geceleri sivrisinekler, güveler ve başka kü-
çük hayvanları avlamaya çıkarlar. Bir yarasa
bir gecede 2.000 sivrisinek kadar yemektedir.
Spandau kalesi yerel yarasaların en büyük
kışlık konaklama yeridir. On bine aşkın yara-
sa burada kışı geçirmektedir. Kan emici yara-
salar bizde yoktur, onlar özellikle Güney Ame-
rika’da yaşarlar.
Berlin’de 30 civarında kunduz yaşadığını
biliyor muydunuz? Sadece Tegeler See gölün-
de değil, artan sıklıkla şehir merkezinin Spree
nehri boyunca da kunduzlar görülmektedir.
2009 yılında Ostbahnhof tren istasyonu karşı-
sındaki Spree kıyısında kunduzlar için özel bir
köprü inşa edilmiştir. Kunduzlar simdi oradan
suya girip çıkabilmekte ve dinlenebilmekteler.
Görünüşe göre şehre göç eden yabani hay-
vanların sayısı artmaktadır. Bunlar şehirde
sıcak bir ortam ve yıl boyunca bol yem olan,
geniş bir hayat alanı bulabilmekteler.
Yabani hayvanların birçoğu insanlara alış-
mış lardır ve artık kolay kolay ürkmemektedi-
rler. Fakat şehirli insanlar bunların hala vahşi
hayvan olduklarını asla unutmamalıdır. Onlara
ne yem vermek, ne de fazla yaklaşmak ve ayrıca
dikkatli davranmak gerekmektedir.
Berlin’de yabani hayat – Vahşi hayvanların yaşam alanına dönüşen şehir
Wildes Berlin – Eine Großstadt als Lebensraum
für WildtiereSandra Hülse
KENTTE DOĞA
9
MUZ Oktober |2010
Im Herbst sammelt der Igel Futter für seinen
Wintervorrat. Dem Igel hilft es sehr, Laubhau-
fen über den Winter im Garten liegen zu lassen.
Den Igel auf keinen Fall in seiner Winterschlaf
stören. Weitere Informationen zur Berliner Na-
tur unter: www.stadtentwick-
lung.berlin.de/natur_
gruen/naturschutz/
Eine laue Sommernacht mitten in Berlin-Kreuz-
berg. Ich sitze auf dem Balkon und schaue den
Fledermäusen beim Jagen zu. Unten auf der
Straße fährt ein Auto vorbei, dann läuft ein
Fuchs über den Bürgersteig, wohl auf der Suche
nach etwas Essbarem. Eine Ausnahme? Nein.
In Berlin leben auf einer Fläche von ca. 880
km2 ca. 3,4 Millionen Menschen aus vielen un-
terschiedlichen Nationen der Welt und mehr
verschiedene Tierarten als in Brandenburg. Und
damit sind nicht die 50.000 Tauben oder Ratten
gemeint die jeder Berliner bestimmt kennt.
Auch Füchse, Eichhörnchen und Wildschweine
gehören mittlerweile schon fast zum Stadtbild
dazu – zumindest in den Randbezirken. Ein paar
unserer (heimlichen) Stadtmitbewohner möch-
te ich ihnen kurz vorstellen.
Mit ca. 230 wild wachsenden Pflanzenarten
pro km2 ist die Berliner Innenstadt artenreicher
als das Umland.
Etwa 50 nachgewiesene Säugetierarten, 140
Brutvogelarten, 12 Amphibienarten und 15 ver-
schiedene Fledermausarten bewohnen Berlin.
Die Stadt ist mit ihren vielen Parks, Wäldern,
Brachflächen, stillgelegten Bahngeländen, Fried-
höfen, Vorgärten, Hinterhöfen, Kleingärten und
etwa 400.000 Straßenbäumen nicht nur für Men-
schen sondern auch für Wildtiere attraktiv.
Wohnraum scheint es für die Wildtiere überall
in der Stadt zu geben:
• Wohnort: Parkhaus am Alexanderplatz
Bewohner: Waschbär Alex
• Wohnort: Rotes Rathaus
Bewohner: Wanderfalkenpaar
• Wohnort: Potsdamer Platz
Bewohner: Fuchs
Wildschweine kann man schon mal auf dem
Alexanderplatz treffen. In diesem Fall haben di-
ese wohl die Grünstreifen entlang der S-Bahn
ge nutzt, um bis in die Innenstadt vorzudringen.
In den Berliner Randbezirken gibt es mittlerwei-
le so viele Wildschweine (ca. 4.000), dass sie von
vielen Anwohnern als Plage empfunden wer-
den. Sie durchwühlen und verwüsten regelmä-
ßig Gärten, räumen Mülleimer aus und legen
bei ihrer Nahrungssuche eine Strecke von 20 Ki-
lometern zurück. Bei den wilden Schweinen ha-
ben übrigens die Frauen das Sagen. Die älteste
Wildsau führt meist die Rotte an.
Aber wie können Wildtiere in dieser städ-
tischen Umgebung überleben?
Einerseits liegt das an den vielen Grünflächen
(Parks, Wäldern, Friedhöfen, Kleingartenanla-
gen) über die Berlin verfügt. Hier tummeln sich
Wildkaninchen, Eichhörnchen, Mäuse, Füchse
und Vögel.
Gerade die Eichhörnchen sind in der Stadt oft
sehr zutraulich. Sie bauen sich oben in Bäumen
ein Kugelnest (Kobel) aus Ästen und fressen
Nüsse, Zapfensamen, Beeren und auch Vogelei-
er. Im Winter kann man sie dabei beobachten,
wie sie ihre im Herbst versteckten Vorräte an
Nüssen ausgraben und fressen.
Viele der Wildtiere bekommt man kaum zu
Gesicht, da sie einen anderen Tagesrhythmus
als die meisten Menschen haben. Sie sind häu-
fig dämmerungs- oder nachtaktiv. Das heißt sie
schlafen tagsüber versteckt in einer Höhle, He-
cke, im Baum oder unter dem Dach und gehen
abends, nachts oder in den frühen Morgenstun-
den auf Nahrungssuche.
Hierzu gehört der Fuchs. Er hat sich sehr gut
an das Leben in der Großstadt angepasst und
viele Stadtfüchse sind mittlerweile wenig scheu
und fressen so ziemlich alles was sie finden.
Normaler Weise stehen bei Füchsen vor allem
Mäuse auf dem Speiseplan. In Berlin kann man
viele Füchse beim Durchsuchen von Mülleimern
in Hinterhöfen oder beim Leeren von Katzen-
futternäpfen in Vorgärten beobachten. Auch
Tauben und Ratten werden nicht verschmäht.
Fledermäuse schlafen tagsüber in Baumhöh-
len, Kirchtürmen oder unter Dächern und gehen
nachts auf die Jagd nach Mücken, Motten und
anderen kleinen Tieren.
Eine Fledermaus kann bis zu 2.000 Müc-
ken in einer Nacht vertilgen. Die Zitadelle
Spandau ist das größte Winter-Quartier
für unsere einheimischen Fle der mäu-
se in Berlin. Hier überwintern über
10.000 Tiere. Blutsaugende Vam-
pir fledermäuse gibt es je-
doch bei uns nicht, diese le-
ben vor allem in Südamerika.
Wussten sie, dass in Berlin
auch ca. 30 Biber leben? Und
das nicht nur im Tegeler See,
sondern auch in der Innen-
stadt entlang der Spree wer-
den immer wieder Biber be-
obachtet. Exklusiv für sie
wur de Ende 2009 ein Biber-
steg am Ufer der Spree ge-
genüber vom Ostbahnhof
ge baut. Hier können die Bi-
ber jetzt ins Wasser
rein und raus gehen
oder einfach ver-
schnaufen.
Es scheint immer mehr Wildtiere in die Stadt
zu ziehen. Hier finden sie einen geschützten,
reich strukturierten Lebensraum, mit relativ
warmen Temperaturen und großem Nahrung-
sangebot über das ganze Jahr.
Die wilden Tiere haben sich oft sehr an den
Menschen gewöhnt und zeigen kaum mehr
Scheu. Jedoch sollten die menschlichen Stadt-
bewohner nicht vergessen, dass es Wildtiere
bleiben. Man sollte sie nicht füttern, ihnen nicht
zu nah kommen und sie mit Respekt behan-
deln.
Autorin: Sandra Hülse ist freiberufliche Biolo-
gin und lebt in Berlin. Sie macht hauptsächlich
Natur- und Umweltprojekte in Kindergärten
und Grundschulen. www.biologo-online.de.
Seit 2009 arbeitet sie auch im NAZ-Projekt (Na-
tur als Zweitsprache) für das Türkisch-Deutsche
Umweltzentrum Berlin.
Im Frühjahr leben in Berlin etwa 10 Millionen
Vögel und somit dreimal so viele wie Men-
schen. Wir sind nicht nur Bundeshauptstadt,
sondern auch Hauptstadt der Nachtigallen.
Im Sommer singen über 1.000
Nachtigallen-Männchen um die
Gunst der Weibchen und das
beste Revier und gehören mit
ihren wunderschönen Gesängen
zum Sommer-Sound-
track der Stadt.
NATUR IN DER STADT
10
MUZ Ekim |2010
Tarla kuşu artık ötmüyorDie Lerche singt nicht mehrChristiane Zander, www.regenwald.org
Politikacılarımız iklimi biyogaz tesisleri kurarak kurtarmak istiyor-
lar. Üreticilere yüksek teşvikler verilmektedir. Mısırdan oluşan mono
kül türler hayvanların ve bitkilerin yaşam alanlarını kısıtlamaktadır.
Bunun iklim koruma ile hiç bir ilgisi yoktur – ve biyolojik çeşitlilik ekim
alanlarında yok olmaktadır.
Tarla kuşu tarlanın tepesinde ötmekte ve leylekler nemli çimliklerde
kurbağa aramakta. İnekler, yaz kokulu, bitkilerin ve hayvanların birlikte
türler dolusu zengin bir topluluk oluşturduğu, çayırlarda otlamakta:
Otlar ve çiçekler, arılar, solucanlar, kurbağalar, kelebekler, atlar, tavşan-
lar ve kirpiler. Bunların hepsi eskidendi. Günümüzde çayırlar, 2 metre
yükseklikte ve ufka kadar uzanan, mısırdan oluşan bir okyanus altında
kaybolmaktadır. O milyonlarca sapları ne ağaç öbekleri ne de çiçekli
çalı lar bölmektedir – aralarında sadece çiftlikler, kocaman silaj dağları
ve biyogaz santrallerinin kubbeleri görünmektedir.
Biyogaz fabrikaları tarımsal bölgelerimizde dev mantarlar gibi bit-
meye başlamıştır; her seferinde daha hızlı ve daha büyük olmak üzere.
2009 yılında 4.500 tane iken “Nachwachsende Rohstoffe (FNR)” adlı
ajansın tahminine göre, bu yıl 800 tane daha eklenecekmiş. Bu büyü-
meye sebep olan, Sürdürebilir Enerji Yasası (SEY) ve öncelikle içerdiği
2004 ve 2009 yasa değişiklikleridir. Yüksek teşvikler ve ödüllerle san-
tral işletmecileri yatırım yapmaya ikna edilmek istenmektedir.
Biyokütle, artık en önemli yenilenebilir enerji kaynaklarından sayıl-
maktadır. Günümüzde, tarım ve ormancılıktan gelen biyokütle, elektrik,
ısı veya yakıt şeklinde Almanya’nın enerji ihtiyacının yüzde yedisini
sağlamaktadır. Palmiye yağı üretimi için örneğin Endonezya, Malezya
ve Kolombiya’da yağmur ormanları yok edilmektedir: Amaç, milyonl-
arca hektar palmiye yağı tarlaları sayesinde Almanya ve AB’nin
tarımsal enerji talebini gidermektir. Biyogazın Almanya’da
üretilmesi, enerjiyi yerel kullanmak için iyi bir yol gibi
görünmek teydi. Böylece, hayvancılık yapan büyük işletmelerde,
oluşan hayvan gübresinin tarlalara ve çayırlara atılması ve
bunun sonucunda suları ve zemini kirletmesi yerine, biyogaz
santrallerinde tekrar işlenebilmesi söz konusudur. Ayrıca santraller
enerji ve ısıyı kullanacak çiftliklerin hemen yanlarına kurulmaktadır.
Ana fikir, merkezi olmayan küçük bağımsız santraller ve üretim yeri
ile tüketim yeri arasındaki uzaklığın fazla olmamasıdır.
Fakat hayvan gübresinin, Almanya’nın iklim koruma hedeflerine
ulaşması için, yeterince verimli olmadığı çabuk anlaşılmıştır. Bunun
için daha yüksek verimli enerji üreten bitkilere ihtiyaç vardır ve böy-
lece tüm ümitler mısıra bağlanmıştır. Mısır ekimini hızlandırmak için
2004’de, mısır ve benzeri yenilenebilir kaynakların teşviki amaçlı,
NawaRo ikramiyesi adlı ilk “Sürdürülebilir Enerji Yasası” değişikliği
yürürlüğe sokulmuştur. Küçük ve orta büyüklükteki biyogaz santral-
leri sahibi olan çiftçiler, elektrik şebekesine verdikleri her kilovat saat
için temel kazançlarının üstüne ek olarak 6 sentlik ikramiye almaktadır.
2009’da yürürlüğe sokulan ikinci yasa değişikliği ikramiyeyi 7 sente
çıkartıp üstüne bir hayvan gübresi ikramiyesi eklemiştir. Türlerin yok
oluşu böylece başlamıştı, çünkü önceden hububat tarlalarının, boş ara-
zilerin, meraların ve sulak arazilerin bulunduğu yerlerde, şimdi hızlı
bir şekilde mısır mono kültür olarak ekilmektedir. Yerleşim ve Alanların
kullanımı adlı Federal Planlama Dairesi’nin tahminlerine göre Mısır
ekilen tarım alanlarının miktarı geçen yıl 530.000 hektar idi.
Bunun 2020 yılına kadar 900.000 hektara çıkacağı tahmin edilmekte-
dir. Örnek verilecek olursa, bu Saksonya eyaletinin yarısının mısır
tarlasından oluşması demektir.
Tarımsal ilaçlama ve gübrelemeyle yoğun işletilen mısır tarlaların da
özellikle kuşların hayatta kalması mümkün değildir. Dr. Krista Dzie-
wiaty’nın dediğine göre: “Tarla kuşlarının durumu kötü“. Bu kişi, Al man
çevre bakanlığı adına biyogazın Almanya’daki biyolojik çeşitlilik üze-
rindeki etkilerini araştırmış ve bu soruna çözüm yolları aramıştır.
Kuşlar, mono kültürlü mısır tarlalarında üreyememektedir.
Bayağı kız kuşları, vınlayan kuyrukkakanlar, keklikler ve tarla ze-
mininde biten otlar arasında yuvalarını korumaya çalışan diğer türle-
rin hepsi çaresizdir. Çünkü mısırın büyümesine engel olan tüm otlar
kimyasal ilaçlarla yok edilmektedir. Kuş yumurtaları açıkta, korunmasız
olduğu için de yırtıcı kuşlar veya tilkiler tarafından yenilmektedir. Tarım-
sal alanlarda yumurtlayan kuşların sayısı 30 yıldır azalmaktadır. Ne-
denlerden biri, çiftçilerin özellikle Doğu Almanya eyaletlerinde tar lalarını
birleştirmesinden kaynaklanmaktadır, çünkü çitler, çalılar ve küçük
ağaçlık bölgeler tarımsal makineleri engellemektedir. Fakat bu yeşil
alanlar hayvanların yaşam alanlarını da birbirine bağla mak tadır.
“Ziraatımız tümüyle biyolojik çeşitlilik için bir sorun temsil etmek-
tedir” diyor anonim kalmak isteyen, bir Federal Doğa Koruma Bakanlığı
çalışanı. “Biyogaz üretiminde kullanılan enerji bitkileri, sorunu sade-
ce daha da büyütmüştür, teşvikler ise durumu daha vahimleş tir-
miştir.”
“Böylece bu alanlar, sadece CO2 azaltmak için değil, yaşam alanları
olarak da kaybedilmektedir, diyor Krista Dziewiaty. „Böcekler, kuşlar
ve memeli hayvanlar daha önce nadasa bırakılan bu alanları yaşam
alanı olarak kullanıp, bitkileri yem ve koruma olarak kullanmaktaydı.
Aynısı günden güne mısır tarlaları altında kaybolan veya biyogaz
kullanımı için harcanan mera alanları için de geçerlidir. Meralar yılda
üç dört defa biçilir ve otlatılmazlarsa, mera ve çayır kuşlarının hayat-
ta kalması söz konusu olamaz” diyor eski NABU başkanı ve Schleswig-
Holstein Eyaletinin Doğa Koruma Görevlisi Klaus Dürkop. Meralar ve
sulak çayırlarla birlikte leylekler de kaybolmaktadır. “Eskiden 2.000
ila 3.000 çift görmek mümkünken, günümüzde Schleswig-Holstein
eyaletinde sadece 200 çift üremektedir.”
Klaus Dürkop’a göre, doğa korumanın geleneksel tarım zihniyetine
ihtiyacı vardır. “Günümüzdeki tarımın artık ziraat ile alakası kalma-
mıştır, bu bir sanayi dalına dönüşmüştür.”
Biyogaz santralleri giderek yayılmaktadır. Bunların çoğunu işletenler,
çiftçilerden değil, mısırları satın alan veya tarlaları çiftliklerden ki-
ralayan yatırımcılardan oluşmaktadır. Böylece enerji bitkileri ekilen
yerler ile biyogaz santralleri arasındaki mesafe gitgide büyümektedir
ve yüksek talep de tarla kira fiyatlarını iki üç katına çıkartmıştır. Süt
üreten çiftçiler tarlaları kiralamak için istenen fiyatları ödeyememekte-
dir. Bu duruma karşı çıkanların sayısı neredeyse santraller kadar hızlı
artmaktadır.
TÜRLERİN KORUNMASI
11
MUZ Oktober |2010
Mit Biogasanlagen wollen unsere Politiker das Klima retten, ihre Betreiber
werden mit hohen Vergütungen belohnt. Monokulturen aus Mais begra-
ben nun die Lebensräume der Tiere und Pflanzen. Mit Klimaschutz hat
das nichts zu tun – und die Artenvielfalt macht sich vom Acker.
Hoch über dem Feld singt die Lerche, und auf dem feuchten Grasland
suchen die Störche nach Fröschen. Kühe weiden auf Wiesen, die nach
Sommer riechen, wo Pflanzen und Tiere eine artenreiche Lebensgemein-
schaft bilden: Gräser und Blumen, Kiebitze, Hummeln, Regenwürmer,
Laubfrösche, Zitronenfalter, Heupferde, Hasen und Igel. Das war früher.
Jetzt verschwinden die Wiesen unter einem Meer aus Mais – zwei Meter
hoch und oft bis zum Horizont. Keine Bauminseln oder Knicks, keine blü-
henden Säume trennen die Millionen Pflanzenstängel – nur Höfe für
Massentierhaltung, gewaltige Silage-Berge und die Kuppeln der Biogas-
anlagen.
Wie überdimensionierte Pilze schießen in unserer Ackerlandschaft die
Biogasanlagen empor; immer schneller und immer größer. 4.500 gab es
2009, in diesem Jahr sollen weitere 800 Anlagen ans Netz gehen, schätzt
die Fachagentur Nachwachsende Rohstoffe (FNR). Auslöser für diesen
Boom ist das Erneuerbare Energien Gesetz (EEG),vor allem seine beiden
Novellen 2004 und 2009. Mit satten Vergütungen und Boni macht man
den Kraftwerksbetreibern die Investitionen schmackhaft.
Biomasse gilt inzwischen als wichtigste erneuerbare Energiequelle.
Heute deckt der Stoff aus Acker- und Forstwirtschaft in Form von Strom,
Wärme oder Kraftstoffen sieben Prozent des Primärenergiebedarfs in
Deutschland. Für den Anbau von Palmöl werden u.a. in Indonesien, Ma-
laysia und Kolumbien die Regenwälder vernichtet: Millionen Hektar Öl-
palmplantagen sollen die steigende Nachfrage nach Agroenergie in
Deutschland und der EU befriedigen. Biogas aus heimischem Anbau zu
nutzen, schien dagegen ein guter Weg, um die Energie lokal zu erzeugen.
Denn in den Biogasanlagen lässt sich die Gülle aus der Massentierhaltung
sinnvoll weiterverwerten, anstatt sie auf den Feldern und Wiesen zu ent-
sorgen, wo sie enorm die Gewässer und Böden belastet. Und die Anlagen
stehen direkt neben den Bauernhöfen, denen sie Strom und Wärme lie-
fern sollen. Kleine, geschlossene Anlagen und kurze Wege – so die Ur-
sprungsidee.
Doch schnell stellte sich heraus, dass Gülle allein nicht ergiebig genug
ist, um die deutschen Klimaschutzziele zu erreichen. Dafür braucht man
hocheffiziente Energiepflanzen – und kam auf Mais als „Hoffnungsträger“.
Um seinen Anbau zu forcieren, schuf die erste EEG-Novelle 2004 den Na-
waRo-Bonus, ein Bonus für nachwachsende Rohstoffe wie Silomais. Pro
eingespeister Kilowattstunde bekamen die Landwirte mit kleinen und
mittleren Biogasanlagen 6 Cent zusätzlich zur Grundvergütung. Die zwei-
te Novelle 2009 erhöhte auf 7 Cent und setzte einen Güllebonus oben-
drauf. Der Startschuss für das Artensterben war gefallen. Denn dort, wo es
Getreidefelder gab, Brachen, Weiden und Feuchtwiesen, dehnen sich ra-
sant die Maismonokulturen aus; 530.000 Hektar waren es im letzten Jahr,
bis zu 900.000 sollen es 2020 sein, prognostiziert das Bundesamt für Bau-
wesen und Raumordnung. Dann wäre, bildlich betrachtet, halb Sachsen
mit Mais bepflanzt.
Doch auf intensiv bewirtschafteten Maisfeldern, die gespritzt und ge-
düngt werden, können vor allem die Vögel nicht überleben. „Den Acker-
vögeln geht es schlecht“, sagt Dr. Krista Dziewiaty. Die Biologin hat im
Auftrag des Bundesumweltministeriums die Auswirkungen der Bioener-
gie auf die Artenvielfalt in Deutschland erforscht – und Auswege aus dem
Drama gesucht.
In der Mais-Monokultur können Ackervögel nicht mehr brüten
„Kiebitze, Braunkehlchen, Rebhuhn und alle anderen Arten, die ihre
Nester im Schutz des Beikrauts auf dem Ackerboden bauen, haben keine
Chance. Denn jedes Kraut stört das Maiswachstum und wird totgespritzt.
Ohne Deckung aber wird das Gelege von Raubvögeln oder Füchsen ge-
plündert.“ Der Bestand der Vogelarten, die auf landwirtschaftlich ge-
nutzten Flächen brüten, ist bereits seit 30 Jahren im Sinkflug. Auch des-
halb, weil die Landwirte ihre Äcker immer häufiger zusammenlegen, vor
allem in den neuen Bundesländern. Denn Knicks, blühende Wegränder
und Bauminseln behindern die Maschinen. Doch das Grün würde immer-
hin die Lebensräume der Tiere vernetzen.
„Unsere intensive Landwirtschaft als Ganzes ist ein Problem für die Ar-
tenvielfalt“, sagt eine Mitarbeiterin vom Bundesamt für Naturschutz (BfN),
die nicht genannt werden möchte. „Die Energiepflanzen für Biogas haben
das Problem nur verschärft – und durch die Vergütungen noch verschlim-
mert.“
„Damit geht dieses Land nicht nur als CO2-Senke verloren, sondern auch
als Lebensraum“, sagt Krista Dziewiaty. „Insekten, Vögel und Säugetiere
haben diese Brachen als ökologische Nischen genutzt und die blühenden
Kräuter zur Nahrung und Deckung.“
Dasselbe gilt für wertvolles Grünland, das Zug um Zug unter Maisä-
ckern begraben oder für die Biogas-Silage intensiv genutzt wird. „Wenn
die Wiesen drei- bis viermal im Jahr gemäht und nicht mehr beweidet
werden, können Wiesenvögel nicht überleben“ sagt auch Klaus Dürkop;
der ehemalige NABU-Präsident ist heute Landesnaturschutz-Beauftragter
von Schleswig-Holstein. Mit den Weiden und Feuchtwiesen verschwin-
den auch die Störche. „200 Paare brüten bei uns in Schleswig-Holstein,
früher sah man hier 3.000 bis 4.000.“ Naturschutz, meint Klaus Dürkop,
brauche bäuerliche Kultur. „Was wir hier haben, hat mit Landwirtschaft
nichts mehr zu tun – sie ist zu einem reinen Industriezweig geworden.“
Immer größer werden die Biogasanlagen und immer öfter sind die Be-
treiber gar keine Landwirte mehr, sondern Investoren, die den Mais kau-
fen oder Äcker und Wiesen von den umliegenden Höfen pachten. So wer-
den die Entfernungen zwischen Energiepflanze und Biogasanlage immer
größer und die Pachtpreise haben sich durch die Nachfrage verdoppelt
und verdreifacht. Milchbauern können sich eine Neupacht nicht mehr
leisten. Und längst wachsen in Deutschland die Widerstände fast so
schnell wie die Anlagen.
ARTENSCHUTZ
12
MUZ Ekim |2010
> Bize 1 yıldır yöneticisi ol-
duğunuz kurumu, (Federal
Çevre Dairesi) kısaca tanıtır
mısınız? UBA, kurulduğu yıl
olan 1974’ten beri Almanya’da
çevre koruma konusundan sorumlu devlet
kurumudur. Federal çevre bakanlığına bağlıdır.
Görevleri arasında, federal çevre bakanlığını ve
hükümeti çevre koruma konusundaki güncel
ve gelecekle ilgili alanlarda bilgilendirmek ve
danışmanlık yapmaktır. Bunun yanı sıra çevre
koruma alanındaki yasaların uygulanmasını
denetlemekte bu kurumun görevidir; örneğin
kimyasal maddelerin, ilaçların ve tarımsal
mücadele ilaçlarının üretimine izin verilmesi
ve emisyon ticaretinin uygulanması gibi.
>Hangi konular kurumunuz için günceldir?
Kamuoyunda tartışılmakta olan birçok ilginç
konu vardır. Bunlardan biri iklim korumadır.
UBA, çok kısa bir zaman önce, Almanya’nın
enerji ihtiyacının 2050 yılına kadar tamamıyla
yenilenebilir enerji kaynaklarından nasıl
sağlanabileceğini, araştıran bir bilimsel çalışma
yapmıştır.
> Bildiğim kadarıyla kurumunuzun halkı
aydınlatmak için çıkardığı birçok yayınlar
vardır. Kurumunuzdaki uzmanlar bunun
yanı sıra vatandaşlardan gelen sorulara da
cevap vermektedirler. Bununla ilgili bilgi
verir misiniz? Bu kurumumuz için önemli
bir çalışma alanıdır. Amaçlarımızdan birisi,
kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bu yolla
her vatandaşın çevreyi nasıl koruyabileceğini
öğrenmesi ve uygulamasıdır. Örneğin, “odunla
ısıtmayı” açıklayan broşürümüzü güncelleştirip
yayımladık. Bu broşürde sobaların nasıl
kullanılmaları gerektiği açıklanmakta ve bu-
nunla, odunun yanması sonucu ortaya çıkan sera
gazlarının atmosfere ve sobaların kullanıldıkları
mekâna salınımı engellenmektedir.
>Güncel olarak nükleer enerjinin belli bir
zamandan sonra kullanılmaması tartışmaları
vardır. Bu enerji biçimini savunanlar, ikli-
mi koruduklarını söylemektedirler. Sizce
Almanya’nın bu enerji biçimini, daha önceki
hükümetlerden birisinin aldığı karar da
olduğu gibi, planlandığı şekilde bırakması
gerekli midir? Kurumumuzun bu konuda
kesin olan uzman görüşleri vardır. Nükleer
enerji çevre dostu bir enerji biçimi değildir.
Bu yüzden kurumumuz, 1990’li yıllardan
bu yana bu enerji biçiminden vazgeçilmesi
gerektiğini belirtmektedir ve bu durum da
herhangi bir değişiklik yoktur. Nükleer santral-
lerin kullanılma süresinin uzatılması gerekli
değildir. Çünkü, enerjiye olan gereksinim, hızla
gelişen yenilenebilir enerji kaynaklarından
sağlanabilir ve enerji tasarrufu konusunda
büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Yani 2020
yılından itibaren nükleer santrallerden vaz-
geçmemiz mümkündür.
> Doğa dostu elektrik piyasası hızla ge-
lişmektedir. Okuyucularımızın, kullan-
dıkları elektriğin doğa dostu olması için
yapabilecekleri şeyler var mıdır? Elbette. Bu
piyasa küçük idi. Ve fakat günümüzde elektrik
piyasasında % 16,3 gibi bir orana sahiptir. 10 yıl
önce bu oran % 4 idi. Güneş ve rüzgâr ener jisi
alanlarında eskiden itimat edilmese de, büyük
ilerlemeler sağlanmıştır. Bunun yanı sıra tü-
keticiler bu konuda aktif olabilirler. Bunun
için, doğa dostu olmayan elektrikten pekte
pahalı olmayan, “yeşil enerji”yi kullanmaları
gereklidir.
> Gelecekte enerji ihtiyacının karşı lan-
masında aşılması gereken güçlükler nelerdir?
İklimi ve doğal kaynakları koruyan bir elektrik
üretim biçiminin gerçekleştirilebilmesi için,
gerekli adımların zamanında ve kararlı ola rak
atılmaları önemlidir. Elektriğin yenile ne bilir
enerji kaynaklarından üretilmesi, bunlar-
dan bi ridir. Bunun yanı sıra elektriği tüketi-
ciye doğru zamanda ulaştırmakta önemlidir.
Bunun için gelişmiş elektrik şebekelerine ve
elektriğin depolanabileceği sistemlere ihtiyaç
vardır. Bu nun için yeni depolama sistemlerine
ve tüketim zamanlamasını düzenleyen akıllı
şebeke sistemlerine ihtiyacımız vardır. Aşılması
gereken başka engel ise, halkın yenilenebilir
enerji kaynaklarına olan ilgisini ve desteğini
arttırmaktır.
> Peki ya enerji tasarrufu? Uzun dönemde
enerji tüketimimizi azaltmamız gereklidir. Bu
ala nda yapmamız gereken çok şey vardır. Ve
bu konuda yapabileceğimiz şeylerin miktarı
çoktur, çünkü evlerimizde kullandığımız
elek trikli eşyaların çoğu hala çok fazla enerji
kul lanmaktadır. Yapılabileceklerin sonuna
gelmiş değiliz. Kurum olarak, daha az enerji
tüketen modellerin geliştirilmesi için gerekli
teknolojiyi desteklemekteyiz ki, böylece, daha
tasarruflu eşyaların kullanılması cazip hale
gelsin. Ulaşım alanında da yapılacak çok şey
vardır; örneğin daha az yakıt tüketen araba
kullanımı gibi. Enerji tasarrufu yalnızca iklimi
değil, kesenizi de korur.
>Kaynakların sınırlı olması ve enerji gereksi-
nimi arasındaki ikilem sizce nasıldır? Bunların
birbirleriyle uyum içinde olması söz konusu
mudur? Enerji gereksinimiz çoğunlukla fosil
enerji kaynaklarından sağlanmaktadır. Ne kadar
çabuk ve yoğun bir şekilde yenilenebilir enerji
kaynaklarını enerji üretiminde kullanırsak,
sınırlı olan doğal kaynakların o kadar fazla
korunmaları ve gelecek nesiller tarafından da
kullanılmaları mümkün olacaktır. Bunun yanı
sıra, bu kaynaklara olan bağımlılığı azaltmak,
enerji fiyatlarının düşmesini de sağlayacaktır.
Çünkü, bir hammadde ne kadar az ise, fiyatı
da o kadar fazladır. Fosil enerji kaynaklarının
azalması ile birlikte enerji fiyatının artacağı ke-
sindir. Enerji gereksinimini yenilenebilir enerji
kaynaklarından karşılamak ülke ekonomisini
desteklemek açısından da önemlidir.
>Meslek hayatınızda doğa koruma ala nın daki
en büyük sivil toplum ku ruluşlarından biri
olan NABU’nun uzun yıllar yöneticisiydiniz.
Bunun yanı sıra federal çevre bakanlığında da
önemli mevkilerde yer aldınız. Gençliğinizde
sizi doğa korumaya yönlendiren şey neydi?
Duis burg gibi endüstrinin yoğun olduğu büyük
bir şehirde büyüdüm. Özellikle, çocukluğumu
yaşadığım 1970’li yıllarda çevre kirliliğini
görmek ve yaşamak ve aynı zamanda o za-
manlar Duisburg’ta az da olsa var olan yeşil
alanları korumak benim için önemliydi. Doğa
ve çevre koruma konularına olan ve şimdiye
kadar frenleyemediğim ilginin temelinde bu
yatmaktadır.
>Okuyucularımızın çoğu göçmen kökenlidir.
Onları çevre ve doğa koruma konularına ka-
zanabilmek için önerileriniz nelerdir? Bence
sosyal uyum konusundaki en önemli alanlardan
birisi çevre ve doğa korumadır. Alman çevre
koruma kuruluşları için göçmenler hedef kitle
değildi. NABU’nun başkanı iken, üyelik formu-
muzu Türkçe bastırmayı düşünmüştük. Bu o
zamanlar alışılmamış bir fikirdi. Günümüzde ise
bu tabii ki normalleşmeye başlamıştır. Örneğin
NABU’nun Berlin Türk-Alman Çevre Koruma
Merkezi’yle düzenlediği “Kültürlerarası Çevre
ve Sağlık Festivali” gibi bir etkinlik var. Çevre
ve doğa koruma alanında çalışan sivil toplum
kuruluşlarının yanı sıra, UBA gibi resmi bir
kurumun da halkla ilişkiler birimini göçmenlere
yönelik olarak düzenlemesi önemlidir. Çünkü
göçmenler de aşırı tüketim, çevre kirliliği gibi
sorunların ve fakat bunların çözümünde de rolü
olması gereken, toplumumuzun bir parçasıdır.
Bunun için son zamanlarda Türkçe ve Rusça
yayınlar yapmaktayız.
Görüşme için çok teşekkürler!
Jochen Flasbarth ile Röportaj Interview mit Jochen Flasbarthvon Dr. Turgut Altuğ
UBA CEVAPLIYOR
13
MUZ Oktober |2010
>Herr Flasbarth, vor genau einem Jahr sind
Sie zum Präsidenten des Umweltbundesamts
berufen worden. Was genau macht das UBA?
Das Umweltbundesamt ist seit seiner Gründung
1974 Deutschlands zentrale Umweltbehörde. Es
ist im Geschäftsbereich des Bundesumweltmi-
nisteriums (BMU) angesiedelt und hat den ge-
setzlichen Auftrag und Anspruch, die Politik mit
seiner wissenschaftlichen Expertise und prakti-
kablen Vorschlägen zu beraten – und zwar zu
aktuellen wie auch zu Zukunftsfragen des Um-
weltschutzes. Darüber hinaus ist das UBA zu-
ständig für den Vollzug von Umweltgesetzen,
zum Beispiel für die Zulassung von Chemikalien,
Arznei- und Pflanzenschutzmitteln oder den
Emissionshandel.
>Und welche Themen stehen aktuell an? Es
gibt natürlich ganz herausragende, wichtige
Themen, die auch öffentlich stark diskutiert
werden. Zum Beispiel der Klima- und Ressour-
censchutz und die damit einhergehenden not-
wendigen Veränderungen in der Energieversor-
gung. Das Amt hat in diesem Sommer eine
Studie vorgelegt, wie sich die deutsche Strom-
versorgung bis zum Jahr 2050 vollständig auf
erneuerbaren Energien umstellen ließe.
> Soweit mir bekannt ist, gibt das UBA Infor-
mationsmaterialien heraus und beantwortet
Anfragen von BürgerInnen. Könnten Sie
dazu einige Sätze sagen? Ja, das ist richtig. Die
Öffentlichkeit zu Fragen des Umweltschutzes zu
informieren, ist eine weitere zentrale Aufgabe
vom UBA. Denn der nachhaltige Schutz der Um-
welt kann nur als Gemeinschaftsaufgabe gelin-
gen. Um ein ganz aktuelles Beispiel zu nehmen:
Wir haben eine Broschüre zum Thema „Heizen
mit Holz“ neu aufgelegt. Sie gibt Tipps, wie man
eine Holzheizung richtig bedient, ohne dass un-
nötig viele klimaschädliche Treibhausgase ent-
stehen oder gesundheitsbelastende Schadstof-
fe in Wohnräume gelangen.
> Aktuell gibt es eine hitzige Debatte über
den Atomausstieg. Die Verteidiger argumen-
tieren mit dem Klimaschutz-Sorglos-Paket.
Was meinen Sie, sollte es beim Atomausstieg
bleiben? Das Umweltbundesamt hat hierzu
eine fachlich ganz klare Position. Die Atomener-
gie ist ja keine nachhaltige Form der Energiever-
sorgung und deshalb empfiehlt das Amt schon
seit den 90er Jahren, auf die Atomkraftnutzung
zu verzichten. Es gibt auch keine Notwendig-
keit, die Laufzeit von Kernkraftwerken unter
dem Aspekt der Versorgungssicherheit zu ver-
längern. Wir haben das bis in das Jahr 2020 be-
rechnen lassen: Die Kapazität des bestehenden
Kraftwerksparks und der im Bau befindlichen
Kraftwerke reicht auch dann zur Deckung un-
seres Strombedarfs aus, wenn die Kernkraft-
werke – wie in der Novelle des Atomgesetzes
von 2002 vorgesehen – nach und nach abge-
schaltet werden.
>Ökostrom wird immer günstiger und kon-
kurrenzfähiger im Strommarkt. Haben Sie
einen Ratschlag für unsere LeserInnen, der
ihnen den Umstieg zum Ökostrom erleich-
tern könnte? Mit einem Anteil von 16,3 % am
Bruttostromverbrauch im vergangenen Jahr ha-
ben die erneuerbaren Energien ihr früher oft
belächeltes Nischendasein längst verlassen. Vor
zehn Jahren waren es noch 4,0 %. Darüber hin-
aus können die Verbraucher natürlich auch
selbst die Entwicklung ein Stück weit steuern,
indem sie beispielsweise Strom aus erneuer-
baren Energien beziehen. Mittlerweile ist Strom
aus Wind, Sonne, Biomasse, Wasser und Erdwär-
me gar nicht so sehr viel teurer als Strom aus
konventionellen Energieträgern.
>Welche Herausforderungen gibt es bezüg-
lich der Energieversorgung in der Zukunft?
Für eine klimaverträgliche und ressourcenscho-
nende Stromversorgung müssen wir früh und
entschlossen die richtigen Weichen stellen. Ne-
ben dem weiteren Ausbau der Erneuerbaren
brauchen wir eine zukunftsfähige Gestaltung
des Stromnetzes. Wir brauchen intelligente
Netze und Speichertechnologien, damit die
Stromnachfrage jederzeit gedeckt werden
kann. Hier besteht ein großer Investitionsbe-
darf. Eine andere Herausforderung ist, dass wir
auch für die gesellschaftliche Akzeptanz der er-
neuerbaren Energien sorgen müssen.
>Und wie ist es mit Energiesparen? Langfris-
tig müssen wir unseren Energieverbrauch dras-
tisch senken. Wir müssen zum Beispiel dafür
sorgen, dass die Geräte mit dem niedrigsten
Stromverbrauch am Markt zum Standard wer-
den. Voraussetzung dafür ist eine Kennzeich-
nung des Stromverbrauchs auf dem Energiela-
bel, die für den Kunden einfach verständlich ist.
Im Idealfall kann er darauf nicht nur die Effizi-
enzklasse erkennen, sondern auch die durch-
schnittlichen Stromkosten, die das Gerät verurs-
acht. Auch im Verkehrsbereich gibt es dazu viele
Möglichkeiten - etwa bei der Wahl des Verkehrs-
mittels, bei der Auswahl eines spritsparenden
Autos oder mit energiesparendem Fahrverhal-
ten. Energiesparen schont ja nicht nur das Kli-
ma, sondern auch den eigenen Geldbeutel.
>Wie ist der Zusammenhang zwischen Res-
sourcenknappheit und Energieverbrauch?
Wie könnte man beide zusammenbringen?
Unsere Energieversorgung beruht z. Z. vor allem
auf Rohstoffen, die uns nur in begrenzter Men-
ge zur Verfügung stehen: auf Braun- und Stein-
kohle, auf Erdöl, Erdgas und Uran. Je früher und
je stärker wir unsere Energieversorgung auf er-
neuerbare Energieträger umstellen, desto mehr
schonen wir die endlichen Ressourcen – damit
die auch von den zukünftigen Generationen
noch genutzt werden können. Aber nicht erst
dann macht sich eine geringere Abhängigkeit
von Kohle oder Erdgas positiv bemerkbar: Je
knapper ein von vielen nachgefragter Rohstoff
wird, desto stärker steigt sein Marktpreis. Sicher
ist also, dass Energie mit zunehmender Knapp-
heit fossiler Rohstoffe immer teurer wird. Auch
aus volkswirtschaftlichen Gründen ist es also
sinnvoll, auf erneuerbare Energien zu setzen.
> Sie waren ja ehemals Präsident des NABU,
später haben Sie im BMU die Abteilung „Na-
turschutz und nachhaltige Naturnutzung“
geleitet und in Ihrer Jugend haben Sie sich
ehrenamtlich engagiert. Was hat Sie damals
dazu bewogen, als Jugendlicher für den Na-
turschutz einzutreten? Ich bin in Duisburg-
Rheinhausen aufgewachsen und da ist man mit
den Umweltbelastungen ja unmittelbar kon-
frontiert. Vor allem in den 70er konnte man dort
die Umweltbelastung förmlich sehen und erle-
ben, also rauchende Fabrikschlote, Kohleberge
und Rußschwaden. Gleichzeitig gab es noch ein
paar grüne Flecken in Duisburg, die es zu erhal-
ten galt. Und das war eigentlich für mich der
Ausgangspunkt für ein Engagement, das ich
dann später nicht mehr richtig gebremst ge-
kriegt habe.
> Viele unserer Leser sind MigrantInnen.
Haben Sie eine Idee, wie man sie in diese Be-
reiche mit einbinden könnte? Das ist, glaube
ich, ein wichtiger Teil tatsächlich gelebter Inte-
grationspolitik. Das war ja auch schon in den
Umweltverbänden so, dass die Bürgerinnen und
Bürger mit Migrationshintergrund eigentlich
gar nicht im Fokus, auch der eigenen Aktivi-
täten, standen. Nicht einmal als Adressaten. Ich
kann mich erinnern, dass wir beim NABU ir-
gendwann einmal überlegt haben: Sollten wir
nicht mal türkischsprachige Beitrittsformulare
drucken und Broschüren, die den Verband vor-
stellen und dafür werben, da auch Mitglied zu
werden? Das war damals noch ein ungewöhn-
licher Gedanke, heute gibt es das natürlich
längst. Es gibt auch die gemeinsamen Aktivi-
täten mit dem TDZ-Umweltzentrum. Ich denke,
wir sind beim aufeinander Zugehen ein biss-
chen weiter, als das vor Jahren der Fall war. Und
auch die Öffentlichkeitsarbeit einer Behörde
wie das UBA ist gut beraten, gezielt Ansprachen
zu finden für Menschen aus anderen Kulturkrei-
sen, die in unserem Land leben, die Teil des
Konsums und letztlich der Umweltbelastung
darstellen, aber auch ein beachtlicher Teil der
Lösung sein könnten. Deshalb stellen wir seit ei-
niger Zeit auch Informationsmaterial etwa in
türkischer oder in russischer Sprache bereit.
Vielen Dank für das Interview
Jochen Flasbarth
• 1962 geboren in Duisburg-Rheinhausen
• 1994-2003 Präsident des NABU e.V.
• 2003-2009 Abteilungsleiter „Naturschutz
und nachhaltige Naturnutzung“ im Bun-
desministerium für Umwelt, Naturschutz
und Reaktorsicherheit
• seit 2009 Präsident des Umweltbundes-
amtes
BÜRGER FRAGEN – DAS UMWELTBUNDESAMT ANTWORTET
14
MUZ Ekim |2010
Natur als Zweitsprache (NAZ): Natur verbindet
NAZ
15
MUZ Oktober |2010
Almanya’da Türk işletmelerinde Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS)
Corporate Social Responsibility (CSR) in
türkischen Unternehmen in DeutschlandAhmet Ates, [email protected]
Kurumsal Sosyal Sorumluluk, ya da KSS, şirketlerin kendi isteğiyle
sosyal ve ekolojik konuları kuruluşlarına ve müşterileri, çalışanları ve
toplum ile ilişkilerine entegre etmelerini sağlaması için hazırlanmış
bir plandır.
KSS, bir kuruluş içindeki tüm bölümleri ve işlemleri kapsamaktadır.
KSS işletmelerde çevre koruma, işçi güvenliği, çalışanların ve müş-
terilerin çıkarlarının korunması, üretimde sorumluluk ve daha fazlasını
içermektedir. Uzun vadede ekolojik ve
sosyal konuları göz ardı ederek tek yönlü
çalışmak, doğal kay nakların sınırlı olması,
artan rekabet ve kü re sel leşme yeni eko-
nomik koşullara yol açtık larından dolayı,
pek verimli değildir.
Alman şirketleri şimdiden kendi istekle-
riyle KSS ve sürdürebilirlik konuları ile
ilgilenmektedir. Peki, Almanya’daki Türk
şirketlerinin bu konuyla ilgili durumu
nedir?
Türk-Alman işveren birlikleri ve Türk
şirketlerinde yürütülen bir anket, hiçbi-
rinin KSS’yi, temel alabilecekleri bir yapı
olarak görmediklerini ortaya çıkarmıştır.
Bu, konu hakkındaki bilgisizlikten kay-
naklanmaktadır. Uygulanan KSS etkin-
likleri daha çok “vatandaşların çabaları”
olarak anlaşılmaktadır. Anket katılım-
cılarından ancak biri KSS konusunda biraz
bilgi verebilmiştir.
KSS anlamında olmasa da, şirketler
sosyal sorumluluklarını yerine getirmek-
tedir. Öncelikli olarak genç göçmenlerin ve işverenlerin eğitiminin
desteklenmesi ve işsizlere iş sağlama imkânı ön plandadır. Bir işveren
birliğine üye olmak, KSS konuları ile temasa geçmeyi daha
kolaylaştırmaktadır. Şirket büyüklüğü, eğitim ve mali kaynaklar bunun
göstergesidir. Bunlar sosyal çabaya hazırlığı kolaylaştırmaktadır.
Ekoloji alanında henüz açıklar vardır. Burada ya çok az ya da hiçbir şey
yapılmamıştır. Anketin açığa çıkarttığı sonuçlar; ekolojik alanda daha
çok ilerleme kaydedilme gereksinimi, KSS yöntemlerinin daha uygun
hale getirilmesi, iletişim ağlarının genişletilmesi, KSS tecrübeli kurum-
larla anlaşma ve müşterilerin ve distribütörlerin duyarlılığının artması
gerektiğidir. Fakat şirketlerin kendi iradeleri ile çaba harcamaları
gerekmektedir.
Şirketlerin, başarılı bir KSS modeli ile elde edilen fırsatlarla ilgili
henüz fikirleri yoktur. “Küçük bir pazardan geniş bir pazara” olan deği-
şim ve artmakta olan rekabetten dolayı KSS ile daha yakından ilgilen-
meleri gerekmektedir. Diğer türlü, Almanya’da sürmekte olan KSS
tartışmasına katılma imkânı bulamayacaklardır. Böylece Almanya’daki
Türk şirketlerinin dikkatini KSS’ye çekme ve beğendirme ihtiyacı
doğmaktadır. Bu makale bu konuda yardımcı olmak istemektedir.
Corporate Social Responsibility, kurz CSR, ist ein Konzept, das Unterneh-
men als Grundlage dienen soll, freiwillig soziale Aspekte und Umwelt-
belange in ihre Unternehmenstätigkeit und den Beziehungen mit ihren
Kunden, Mitarbeitern und der Gesellschaft zu integrieren.
CSR bezieht sich auf alle Bereiche und Prozesse im Unternehmen. Hier-
zu zählen der betriebliche Umweltschutz, die Sicherheit am Arbeitsplatz,
Interessen der Arbeitnehmer und Kunden, Produktverantwortung und
weitere. Eine einseitige Orientierung ohne Rücksicht auf Umwelt- und
Sozialaspekte ist langfristig nicht optimal,
da die Begrenztheit der na türlichen Res-
sourcen, der steigende Wettbewerbsdruck
und die Glo balisierung zu einer Neuorien-
tierung wirtschaftlicher Rahmenbedin-
gungen führen.
Deutsche Unternehmen engagieren sich
bereits freiwillig und setzen sich mit The-
men wie CSR und Nachhaltigkeit auseinan-
der. Wie sieht es jedoch bei türkischen Un-
ternehmen in Deutschland aus?
In einer explorativen Befragung unter tür-
kisch-deutschen Unternehmensverbänden
und türkischen Unternehmen konnte fest-
gestellt werden, dass keiner unter CSR ein
Konzept versteht, das ihnen als Grundlage
dient. Dies liegt an der Unkenntnis des The-
mas. Die angewendeten CSR-Maßnahmen
sind eher dem Bereich „bürgerschaftliches
Engagement“, im englischen unter „Corpo-
rate Citizenship“ bekannt, zuzuordnen. Le-
diglich ein Untersuchungsteilnehmer zeigte
Ansätze eines CSR-Managements auf.
Die Unternehmensverbände kommen so-
zialer Verantwortung nach, aber nicht im
Sinne der CSR. Im Vordergrund stehen vor allem Maßnahmen zur Förde-
rung der Bildung bei jugendlichen Migranten, den Arbeitgebern und die
Generierung von Ausbildungs- und Arbeitsplätzen für Benachteiligte. Eine
Verbandsmitgliedschaft führt eher zur Berührung mit Inhalten der
CSR. Indikatoren sind Unternehmensgröße, Bildung und Liquidität der Un-
ternehmen. Diese begünstigen die Bereitschaft zu sozialem Engagement.
Defizite sind im Umweltbereich zu sehen. Hier wird sehr wenig oder gar
nichts getan. Die Kernaussagen der Befragung sind der hohe Nachholbe-
darf im Umweltbereich, Optimierung der CSR-Instrumente, Ausbau der Teil-
nahme an Netzwerken, entgegenkommen von CSR-kundigen Einrich-
tungen sowie eine Sensibilisierung der Kunden und Lieferanten. Die
Unternehmen müssen jedoch auch selbst aktiver werden.
Die Chancen, die sich durch ein erfolgreiches CSR-Modell ergeben, sind
Unternehmen noch nicht bewusst. Sie müssen sich jedoch aufgrund der
Umstellung „von der Nische zur Normalökonomie“ und dem steigenden
Wettbewerbsdruck, intensiver mit CSR beschäftigen. Andernfalls finden
sie keinen Anschluss an die CSR-Diskussion, die bereits in Deutschland
stattfindet. Somit entsteht eine Notwendigkeit türkische Unternehmen in
Deutschland auf CSR aufmerksam zu machen und dafür zu begeistern,
wozu dieser Beitrag ihren Anteil leisten soll.
CSR
16
MUZ Ekim |2010
Yemek ile aldığımız enerji (kalori) hareketle
harcadığımız enerjiden fazla olduğu sürece,
şişmanlarız. Şişmanlamayı önlemek için, de-
mek ki ya çok kalorili yemekler yemememiz
şart ya da, hareket ederek kalori yakmamızı
artırmamız lazım.
Beslenmeyi konu aldığımızda kendimize
öncelikle 3 soru sormamız gerekmektedir:
neleri, ne kadar yemekteyiz? Ne şekilde ye-
mekteyiz? Neden yemekteyiz?
Hatırlarsanız, MUZ dergisinin ikinci sayı-
sında, tüm çocukların beslenmesini ilgilendi-
ren beslenme piramidini tanıtmıştık. Daha az
yağ ve şeker tüketmemiz gerektiğini, Fast-
food’un sağlıksız olduğunu ve genel olarak
daha az miktarda yemek yememiz gerektiğini
artık her ilkokul öğrencisi bile bilmektedir.
Porsiyon büyüklüklerinde belirsizlikler başla-
maktadır bile. Hâlbuki en uygun ölçü aleti olan,
elimizi, her zaman yanımızda taşımaktayız.
Beş porsiyon meyve veya sebze, beş dolu avu-
ca eşittir. Porsiyonlar, elin sahibinin gerek-
simi ile orantılıdır. Bir porsiyon makarna veya
pilav iki küçük yumruğa eşittir. Çips ve tatlı-
ların, bir çocuğun eline sığdığı kadarının,
yenmesine izin verilmelidir – işte bu kadar
basittir olay! Çoğu anne ve babalar çocuklarının
bir günde yedikleri ile kıyaslandığında bunun
ne kadar daha az olduğuna şaşıracaklardır.
Yemek yemek ve aile içi alışkanlıklarını
değiş tirmek zordur. Aile içinde yeme alışkan-
lıkları nasıldır? Birlikte yemeye yönelik sakin
bir şekilde mi, yoksa herkes icabında televizy-
on önünde, ne ve ne kadar yediğini fark
etmeksizin hızlıca yutmakta
mıdır? İyi çiğnenmekte midir?
Yalnızca yemek zamanı mı yoksa
aç olup olmadığına bakmadan bü-
tün gün boyunca mı yenmektedir?
Yemek yemenin başlıca nedeni açlığı
gidermek olmalıdır. Fakat çocuklar
çoğu zaman can sıkıntısından,
stresten ve üzüntüden dolayı
mı yemek yemektedir? Ebe-
veynler, çocuklarıyla birlikte
oyna yarak, ya da onlara hare-
ket etmelerini özendirecek
oyun caklar almak yerine, övgü
ve sevgiyi tatlılar vasıtası ile
göstermeye alışmışlar mıdır?
Ebeveynlerin, çocuklarının
sağlıklı beslenmesi konusun-
da kendilerine sorması gere-
ken sorulardır bunlar. Bir
yandan birçok ailede kurallar, gelenekler ve
birlikte yemek yemek çoğunlukla uygulan-
mamaktadır artık ve evde yemek yapma
alışkanlıkları kaybolmaktadır. Diğer yandan
ise ebeveynler gitgide çocukları ile tartışmaya
çekinmeye başlamaktadır ve hangi yaşta olsa-
lar da istediklerini vermektedirler. Sonuçta
çocuklar televizyon önünde abur cubur yiyerek
susturulmaktadır. İkisi de çocukların gelişim-
lerini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden
ebeveynlerin eğitim konusundaki sorumlu-
lukları çocukların doğduğu ilk günden itibaren
başlamaktadır. Bu konuda çoğunlukla ileride
olumsuz sonuçlar yaratan hatalar yapılmak-
tadır.
Tat duygusu örneğin doğuştan yoktur, eğitim
ile gelişmektedir. Elbette yeni doğmuş be-
bekler ve küçük çocuklar ilk başlarda
tatlıyı daha çok sevmektedirler, fakat
son raki yıllarda, hızlıca ailenin yeme
alışkanlıklarına ayak uydurmaktadırlar.
En baştan beri suyla bes lenmiş bir çocuk,
bu yüzden ileride tatlı meşrubat iste-
mez.
Yemek sırasında zorlama ve baskı uygu-
lanması, başka bir hatayı oluştur mak tadır.
Yemek yemek zevk vermelidir. Çocukların
bazen fazla yemek istememelerine saygı
göstermek şarttır. İştah her
gün aynı olmaz. Sağlık-
lı hiçbir çocuk istey-
erek aç kalma dığın-
dan, çocukları
hareketli ol duğu
ve kilo vermediği
sürece, ebeveynler
rahat olabilirler.
Yemek yemek bağımlılık haline
dönüşebilir. Bu yüzden erişkinlerin
bile hayır diyemeyecekleri abur cubur
şeyleri ve tatlıları çocukların ulaşabile-
ceği yerlerde bırakıp, onları özendi-
rerek kötü örnek olunmamalıdır.
MUZ’un son sayısında anlattığım
gibi, yanlış beslenmenin sonuçları
hemen belirlememektedir. Bu yüzden
çoğu zaman çocuklara, küçük yaşlar-
dan itibaren ileride kronik hastalık-
ların temelini oluşturacak şekilde
yemek alışkanlıkları aşılandığı
fark edilememektedir.
Ebeveynler, özellikle komşu-
lar, tey zeler, büyük anne ve
babalar tara fından aklını
çeldirmemelidir: sağlıklı,
hareketli çocuklar doğuş tan
zayıftırlar!
Çocuklarda aşırı şişmanlık IIIAdipositas bei Kindern 3Dr. Renate Schüssler, Kinder- und Jugendärztin
SAĞLIKLI BESLENME
17
Letzte Ausgaben der MUZ als PDF: >> umweltzentrum.tdz-berlin.deRubrik: Downloads
Wir werden dick, wenn wir mit dem Essen mehr
Energie (Kalorien) aufnehmen als wir durch Ak-
tivität verbrauchen. Dem Übergewicht vorbeu-
gen können wir also entweder, indem wir den
Kaloriengehalt unseres Essens reduzieren oder
den Energieverbrauch durch Bewegung erhö-
hen.
Wenn uns heute mit der Er-
nährung beschäftigen, müs-
sen wir uns vor allem drei
Fragen stellen: was essen wir
in welchen Mengen? wie es-
sen wir? warum essen wir?
Die Ernährungspyramide
als Empfehlung für eine ge-
sunde Ernährung, die für alle
Kinder gleich gilt, wurde in
der MUZ 2 bereits vorgestellt.
Dass wir weniger Fett und
Zucker essen sollten, weiß in-
zwischen jedes Schulkind,
auch dass Fast food nicht ge-
sund ist und wir insgesamt
oft zuviel Nahrung zu uns
nehmen. Bei den Portions-
größen gibt es dann schon
Unsicherheiten. Dabei haben
wir das ideale Messgerät im-
mer bei uns: die Hand. Fünf
Portionen Gemüse oder Obst
sind also fünf Hände voll und
zwar Hände dessen, für den
das Nahrungsmittel bestimmt ist. Eine Portion
gekochte Nudeln oder Reis entspricht zwei
Fäustchen. Mehr als auf die Handfläche des Kin-
des geht, sollte es am Tag nicht an Süßigkeiten
oder Chips essen – so einfach ist das! Viele El-
tern werden aber überrascht sein, wie wenig
das ist im Vergleich zu dem, was ihre Kinder täg-
lich zu sich nehmen.
Schwieriger ist es an Essverhalten und Fami-
liengewohnheiten zu arbeiten. Wie wird in
der Fa milie gegessen? In Ruhe mit Genuss kon-
zentriert auf die gemeinsame Mahlzeit? Oder
schlingt jeder sein Essen allein und vielleicht so-
gar vor dem Fernseher schnell herunter, ohne
wirklich zu merken, was und wie viel er isst?
Wird gut gekaut? Wird nur zu den Mahlzeiten
gegessen oder den ganzen Tag über, ohne je-
mals wirklich hungrig zu sein?
Hunger zu stillen, sollte der Grund zu essen
sein. Isst aber ein Kind nicht oft auch aus Lange-
weile, Kummer, Stress oder Frust? Haben sich
Eltern daran gewöhnt, Lob und Liebe in Süßig-
keiten auszudrücken und machen sich keine
Gedanken mehr darüber, ob sie ihm mit einem
kleinen Geschicklichkeitsspiel, einem Springseil,
oder auch einfach Zeit für gemeinsames Spielen
eine viel größere Freude machen?
Das sind Fragen, die sich Eltern bei der gesun-
den Ernährung ihres Kindes stellen sollten. Ei-
nerseits werden in vielen Familien Regeln, Ritu-
ale wie gemeinsame feste Mahlzeiten häufig
nicht mehr eingehalten und die Fähigkeit, sel-
ber zu kochen, geht verloren. Andererseits
scheuen sich Eltern zunehmend, Konflikte mit
ihren Kindern auszutragen und geben ihnen in
jedem Alter was immer sie wollen. Auf diese
Weise werden Kinder mit Knab-
bereien vor dem Fernseher ru-
hig gestellt. Beides schadet
der kindlichen Entwicklung.
Deshalb ist die Verantwortung
der Eltern für die Erziehung
gefordert und zwar vom ers-
ten Lebenstag an. Hier werden
oft folgenreiche Fehler ge-
macht.
So ist der Geschmack vor
allem anerzogen und nicht an-
geboren. Sicher bevorzugen
Säuglinge und Kleinkinder zu-
nächst die Geschmacksrich-
tung ‚süß’, passen sich aber in
den ersten Jahren rasch den
familiären Essgewohnheiten
an. Daher verlangt ein Kind,
das von Anfang an Wasser ge-
wohnt ist, später keine ge-
süßten Getränke.
Ein Fehler ist auch, Zwang
und Druck beim Essen aus-
zuüben – Essen soll Freude
und Genuss sein. Es ist zu re-
spektieren, wenn Kinder einmal nicht soviel es-
sen wollen. Der Appetit ist nicht jeden Tag
gleich. Da kein gesundes Kind freiwillig hungert,
sollten Eltern gelassen bleiben, solange das
Kind munter ist und nicht abnimmt.
Essen kann zur Sucht werden, deshalb sollten
Kinder nicht unnötig verführt werden durch Na-
schereien, die offen auf den Tisch stehen, denen
auch Erwachsene nicht widerstehen können
und die damit ihren Kindern ein schlechtes Vor-
bild geben.
Die Folgen falscher Ernährung zeigen sich
nicht sofort, daher ist man sich oft nicht be-
wusst, dass man seinem Kind bereits im Klein-
kindalter die Grundlagen für spätere leidvolle
chronische Krankheiten anfüttern kann, wie ich
das in der letzten MUZ beschrieben habe.
Darum sollten Eltern sich nicht von Nach-
barn, Tanten und Großeltern verunsichern
lassen: das gesunde, aktive Kleinkind ist von
Natur aus dünn!
Sebzeli kızıl buğday tavası Hazırlanış süresi 45 dakikadır
Malzemeler, 4 kişilik:
200 g pişirimlik kızıl buğday (Dinkel)
1 Soğan, 300 g Kabak
1 kırmızı ve 1 sarı biber
725 ml Sebze suyu (Bouillon)
4 orta büyüklükte domates
3 Yemek kaşığı taze kekik
3 Yemek kaşığı taze maydanoz
1 Çay kaşığı tatlı biber
Tuz, Karabiber, Kolza yağı
Hazırlanışı:
1. Kızıl buğdayı 500 ml su (2½ katı) ve az biraz
tuz ile kaynatınız. Tencerenin kapağını kapatıp
ateşten alınız ve üstünü iyi örtüp 25 dakika
çekmesini bekleyiniz veya 10 dakika hafif ateşte
pişirmeye devam ediniz.
2. Soğanı soyup, kabak ile biberleri yıkayınız ve son-
ra hepsini küp şeklinde ince doğrayınız. Sebzeleri
4 yemek kasığı yağ ile büyük bir tavada kısa bir
süre kızartıp sebze suyunu katınız ve 10 dakika
düşük ateşte pişiriniz.
3. Domatesleri yıkayıp uzunca dilimleyiniz ve sebze
ile karıştırıp 3 dakika daha buğuda pişiriniz.
4. Baharatları yıkayıp ince doğrayınız. Pişirimlik
kızıl buğday ile beraberinde sebzenin altına
yerleştiriniz. Biber, tuz ve karabiber ekleyiniz.
Afiyet olsun!
Öneri:
Pişirimlik kızıl buğday iklim düşmanı pirinç yerine
iyi bir alternatiftir!
Gemüse-Dinkel-Pfanne45 Min. Zubereitung
Zutaten für 4 Personen:
200 g Koch-Dinkel
1 Zwiebel, 300 g Zucchini
1 rote u. 1 gelbe Paprika
725 ml Gemüsebrühe
4 mittelgroße Tomaten
3 EL frischer Thymian
3 EL frische Petersilie
1 TL Paprika, edelsüß
Salz, Pfeffer, Rapsöl
Zubereitung:
1. Dinkel mit 500 ml Wasser (2,5-fache Menge) und einer
Prise Salz aufkochen. Mit Deckel für 25 Minuten zum
Garziehen ins Bett stellen und gut zudecken oder ca. 10
Minuten auf kleinster Flamme köcheln lassen.
2. Zwiebel schälen, Zucchini und Paprika waschen und alles
fein würfeln. In einer großen Pfanne das Gemüse mit 4 EL
Öl kurz anbraten, mit Gemüsebrühe aufgießen und nach
Geschmack ca. 10 Minuten köcheln lassen.
3. Unterdessen die Tomaten waschen und in Spalten
schneiden. Unter das Gemüse mischen und 3 Minuten
weiterdünsten.
4. Kräuter waschen und fein hacken. Mit dem Koch-Dinkel
unter das Gemüse heben und mit Paprika, Salz und Pfeffer
abschmecken.
Guten Appetit!
Tipp:
Koch-Dinkel ist eine gute Alternative zu klimaunfreund-
lichem Reis!
Quelle / Kaynakça: Das Klima Kochbuch (Kosmos Verlag)
Şişmanlatıcı besinler • Çok fazla kalori
• Diyetler
• Yemekler arasında abur
cubur atıştırmak -
• Hareketsizlik
• Stresi, üzüntyü ve sıkıntıyı
azaltma amaçlı yemek
yeme
• Meşrubatları saymamak
• Tatlandırıcı maddeler ve
diyet ürünleri
• Çok az uyku
DickMacher • Zu viele Kalorien
• Diäten
• Knabbern nebenher
• Fehlende Bewegung
• Essen gegen den Stress,
Kummer und Langeweile
• Getränke nicht mitzählen
• Süßstoff und Light-Produkte
• Zu wenig Schlaf
18
Wadden Denizi’nde küçük doğa korucularıJunior Ranger im WattenmeerAndreas Becker, oponi Publizistik in Berlin
Balinalar neden karaya vurur? Yengeç nasıl tuvalete gider? Bu
soruların cevaplarını, Wadden Denizi Ulusal Park’ında küçük korucu
olarak çalışan, 7 ila 12 yaşındaki çocuklar bilmektedirler. Wadden
Denizi, 10.000 hayvan ve bitki türüne geçici ve sürekli olarak barınak
sağlayan, deniz ile kara arasında eşsiz bir yaşam alanıdır.
EUROPARC Almanya ve WWF kurumları 2009 yılında Küçük Koru-
cu projesini başlattıklarında, 2002 yılında Birleşmiş Millet’lerin
2005–2014 yıllarını „Sürdürülebilir Kalkınma için Eğitim“ yılları ilan
ettiği kararını, uygulamaya koymuşlardır. Çocuklar etkin, yaratıcı ve
eğlenceli bir şekilde geleceğe yönelik kararlar almayı öğrenmekte ve
sürdürebilirlik fikrini anlamaktadırlar.
Peki, çocuklar bu derin anlayışı nasıl kazanacaktır? Küçük adımlarla
başlayarak! Birinci adım, geniş Wadden alanlarını ve tuzlu bataklıklarda,
plajda ve kumullarda yaşayan sakinleri ziyaret etmek ve görmektir.
Küçük korucular, gruplar halinde gelgit kıyılarında yürüyüş, gemi
seyahatleri deneyimi yapmakta ve Tönning’deki Ulusal Park Merkezi’nde
doğanın önemini öğrenmektedirler. Bunun yanı sıra büyük koruculara
çeşitli etkinliklerde yardımcı olmaktadırlar, örneğin kuşların sayımında.
Fakat çocuklar neden küçük korucu olmaktadırlar? Çoğu zaman güdü-
leri doğayı korumak değildir. Birçok çocuk kısaca grup içinde çalışmaktan
hoşlanmaktadır. Biyolog Silke Ahlborn: “Çocuklar, evlerinin mendi-
reklerin arkasında olmalarına rağmen, ne kadar harika bir doğa
manzarasına sahip olduklarına şaşırmaktadırlar.” diyor. Ahlborn, temiz
hava ve doğal güçlerden kuşatılmış bir vaziyette, çocuklara önceden
bilmedikleri yeni “deneyimler” yaşatabilmektedir.
8 yaşındaki Danis dikkatlice, kapağını hızlıca kapatmış olan, bir
midyeyi izlemektedir. Bekleyecek fazla zamanı kalmamıştır, çünkü
grup lideri ve diğer Küçük Korucular dönmeye hazırlanmaktadırlar:
Yakında gelgit gelecektir. Hızlıca kova, kürek ve midye toplanır. Küçük
doğa kâşifi, batmış yağmur çizmelerini ıslak kumdan çeker: Su yük-
selmektedir bile! Her midye saatte bir litre kadar su süzmektedir. Fakat
Wadden Denizi’nin “arıtma tesisleri” olan midye yatakları, çoktan
balıkçılar tarafından tüketilmişti bile ve midyeleri yiyen kuşların
hepsi bundan dolayı ölmüştü. Danis gibi çocuklar, yalnızca çeşitli deniz
kuşlarının yavrulama alanları veya fok balıkları yatakları gibi hassas
doğal bölgeleri öğrenmekle kalmıyor, insanların bu alanları balıkçılık,
askeriye ve turizm için hangi şekilde kullandıklarını da öğreniyorlar.
Bu zıtlıklar, küçük korucuları Wadden Denizi’nin, çoğu zaman
insanoğlunun neden olduğu dış etkenlere karşı ne kadar hassas olduğu
hakkında bilinçlendirmekte yardımcı olmaktadır.
Danis, en azından balinaların neden karaya vurduğunu tahmin
edebilmektedir: “Kesin, suyun tadı hoşlarına gitmedi!”
Gudrun Batek’e göre proje sadece bölgede bulunan çocuklara hitap
etmemektedir. “Gelecekte tüm çocuklara okullar, internet ve turizm
üzerinden katılma imkânı vermek amaçlanmaktadır. Böylece şehirde
yaşayan çocuklara da keşif kamplarında doğa koruma alanlarını tanıma
imkânı sağlamaktayız.”
Warum stranden eigentlich Wale? Wie geht der Einsiedlerkrebs zum
Klo? Antworten auf diese Fragen kennen Kinder von 7 bis 12 Jahren, die sich
als Junior Ranger im Nationalpark Wattenmeer engagieren. Das Watt ist ein
einmaliger Lebensraum zwischen Land und Meer, der über 10.000 Tier- und
Pflanzenarten Heimat oder vorübergehende Herberge bietet.
Als EUROPARC Deutschland und der WWF im Jahr 2009 das Junior Ran-
ger-Projekt starteten, setzten sie damit die 2002 von den Vereinten Natio-
nen proklamierte Weltdekade „Bildung für nachhaltige Entwicklung“
praktisch um. Kinder lernen durch aktives, kreatives und spielerisches Er-
leben, Entscheidungen für die Zukunft zu treffen und verstehen dabei
den Nachhaltigkeitsgedanken: wie sich das eigene Handeln auf zukünf-
tige Generationen oder das Leben anderswo auf der Welt auswirkt.
Doch wie sollen die Kinder diese großen Erkenntnisse gewinnen? In-
dem sie ganz klein anfangen! Ein erster Schritt ist es, die riesigen Wattflä-
chen und ihre Bewohner auf den Salzwiesen, Stränden und Dünen zu be-
suchen und zu erleben. In der Gruppe erfahren die Junior Ranger auf
Wattwanderungen, Schiffsausflügen oder im Nationalparkzentrum in
Tönning die Bedeutung der Natur. Sie helfen den erwachsenen Rangern
bei vielen Aktionen, etwa bei Vogelzählungen. Aber warum werden Kin-
der Junior Ranger? Oft ist der Naturschutz gar nicht das Motiv. Viele Kin-
der haben einfach Spaß daran, in einer Gruppe mitzumachen. Alles wei-
tere kommt dann von selbst, so die Biologin Silke Ahlborn: Die Kinder sind
„überrascht, was für eine tolle Natur sie vor der Nase haben, auch wenn
sie hinter dem Deich wohnen“. Und Ahlborn kann, umgeben von Wetter
und Naturgewalten, mit den Kindern Sachen „ausprobieren, die man
selbst noch nicht gemacht hat.“
Danis (8 Jahre) beobachtet aufmerksam die Miesmuschel, die gerade
blitzschnell ihre Schalen geschlossen hat. Lange darf er nicht mehr war-
ten, seine Gruppenleiterin und die anderen Junior Ranger drängen schon
zum Aufbruch: Bald kommt die Flut. Flink sind Eimer, Schaufel und die
Muschel eingepackt. Der kleine Naturforscher zieht die eingesunkenen
Gummistiefel aus dem Watt: Das Wasser steigt schon! Jede Miesmuschel
filtert bis zu einem Liter Wasser pro Stunde. Doch die Wildmuschelbänke,
die „Kläranlagen“ des Wattenmeers, wurden früher von den Fischern ab-
geräumt. Und die muschelfressenden Vögel starben in Massen. Kinder
wie Danis lernen nicht nur die besonderen sensiblen Gebiete, wie die
Brutkolonien der verschiedenen Seevögel oder die Seehundsbänke, ken-
nen, sondern auch die menschliche Nutzung durch Fischerei, Industrie,
Militär und Tourismus. Diese Gegensätze helfen, bei den Junior Rangern
ein Bewusstsein dafür herauszubilden, wie empfindlich das Wattenmeer
gegenüber äußeren – zumeist menschlichen – Einflüssen ist.
Danis zumindest kann sich schon vorstellen, warum einige Wale stran-
den: „Das Wasser hat ihnen einfach nicht mehr geschmeckt!“
Das Projekt richtet sich, so Gudrun Batek, die Leiterin Bildung, nicht nur
an Kinder vor Ort. „Mittelfristig soll allen Kindern ermöglicht werden, sich
zu beteiligen – über Schulen, das Internet und einen touristischen Zweig,
bei dem auch Stadtkinder in Entdeckercamps die Schutzgebiete kennen-
lernen können.“
> Infos: Gudrun Batek, EUROPARC Deutschland e.V. Telefon 030.288 78 82-0 oder www.junior-ranger.de
Leuchtturm. Foto: Nationalpark Wattenmeer Schafe im Koog. Foto: Nationalpark Wattenmeer Spurensuche. Foto: Internationale Wattenmeerschule Wattraupe. Foto: Nationalpark SH Wattenmeer, Weppner
ADRES | ADRESSE
19
MUZ Oktober |2010
Ali Nihat Gökyiğit Vakfı’nın himayesinde
geliştirilmekte olan, NGBB genelde biyolo-
jik çeşitliliğin, özelde ise bitki çeşitliliğinin
korunması, tanıtılması amacıyla gerçekleştirdiği
toplumsal bir faaliyettir. Bahçenin görevi ise,
bitkiler dünyasını araştırmak, tanıtmak ve
korumaktır.
NGBB, 1995 yılında A. Nihat Gökyiğit ta-
rafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra
parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve
“hatıra parkı” amacına yönelik bir bitki ekim
ve ağaçlandırma planı uygulanmıştır. Daha
son ra, bir botanik bahçesi olma yolunda ça-
lışmalara başlanarak 2002 yılında halkın
ziyaretine açılmış ve 2003 yılında adı Nezahat
Gökyiğit Botanik Bahçesi olarak değiştirilmiştir.
Alan, Karayolları Genel Müdürlüğü ile ANG
Vak fı arasındaki bir protokolle 2025 yılına
ka dar bu hizmete tahsis edilmiştir. Dünya’da
karayolları kavşağı üzerinde kurulan ilk ve
halen tek botanik bahçesidir.
NGBB’nin üç temel amacı, latif bir bahçe
yaratmak, botanik, çevre ve ilgili diğer konu-
larda bilimsel çalışmalar yapmak ve eğitim
faaliyetleriyle çalışma alanında halk bilincini
arttırmaktadır. Şu an dört adası ziyarete açık
olan bahçemizi yılda 150 binden fazla kişi
ziyaret etmektedir. Ziyaretçilere açık adala-
rımızdan biri olan İstanbul Adası, İstanbul
Avrupa Kültür Başkenti 2010 Projesi kapsa-
mında şehrimize bahçe ve çiçek kültürü ile
ilgili kalıcı bir eser bırakmak amacıyla bu yıl
yapılandırılmıştır.
Bahçemizin en önemli bilimsel çalışmaları
arasında yok olma tehdidi altındaki Türkiye
endemik bitkilerini koruma projeleri bulun-
maktadır. Bu çalışmalar kapsamında pek çok
tür doğadan toplanıp bahçede gurbet kolek-
siyonları oluşturulmakta ve bazı türler ise
doğal yaşam alanlarında korunmaktadır. Bah-
çe’de ülkemiz soğanlı bitkilerinin Dünya’daki
en büyük koleksiyonu bulunmaktadır. Bunun
yanında tıbbi ve ıtri bitkiler koleksiyonu, yeni-
lebilir yabani otlar, boya bitkileri, meşe kolek-
siyonu gibi koleksiyonlar bahçemizde yer
almaktadır. Halen mevcut iklim değişikliği
tehdidine karşı, NGBB kurakçıl ve tuzcul bit-
kiler üzerindeki çalışmalarını arttırmaktadır
ve bu amaçla NGBB’de bir “Kurak ve Çorak
Bah çe” oluşturulmuştur.
Bahçe faaliyetlerimizin önemli bir bölümü-
nü ise eğitim çalışmaları oluşturmaktadır.
Çocuk ve öğrenci grupları için “Bahçıvan Çocuk-
lar”, tür koruma projeleri gibi pek çok proje
sürdürülmektedir. Yetişkinler için ise her
hafta sonu atölye çalışmaları, kurslar, konfe-
rans, seminer ve belgesel gösterimleri gerçek-
leştirilmektedir. Yetişkinler için açtığımız
uygulamalı bahçıvanlık kursumuz, “Edinburg
Kraliyet Botanik Bahçesi” ve “Yeditepe Üniver-
sitesi” iş birliği çerçevesinde yürütülmektedir.
Der Botanische Garten Nezahat Gökyiğit ist eine
soziale Aktion, die von der Ali Nihat Gökyiğit
Stiftung verwirklicht wurde. Der Zweck ist der
Schutz und die Bekanntmachung der biologi schen
Vielfalt im Allgemeinen und der Pflanzenvielfalt
im Speziellen. Die Aufgabe des Botanischen
Gartens besteht darin, die Pflanzenwelt zu erfor-
schen, bekannt zu machen und zu schützen.
Der Botanische Garten wurde im Jahre 1995
von Ali Nihat Gökyiğit für seine Frau Nezahat
Gökyiğit als Gedenkpark entwickelt und diesem
Zweck entsprechend bepflanzt und bebäumt.
Später wurde mit der Arbeit begonnen, diesen
zu einem Botanischen Garten weiterzuentwic-
keln. Im Jahre 2002 wurde der Garten der Öffent-
lichkeit präsentiert und 2003 umbenannt in Bo-
tanischer Garten Nezahat Gökyiğit. Diese Fläche
ist mit einem Beschluss zwischen der Verkehrs-
generaldirektion und der Ali Nihat Gök yiğit Stif-
tung (ANG) bis 2025 der ANG zu ge wiesen. Er ist
weltweit der erste und einzige Garten, der auf
Straßenkreuzungen gebaut wurde. Einen ge-
pflegten Garten hervorzubringen, wissenschaft-
liche Forschungen zur Botanik, Umwelt und
weiteren betreffenden Themen durchzuführen
und mit pädagogischen Aktivitäten das Be-
wusstsein der Menschen im Arbeitsbereich zu
stärken, gehören zu den drei Hauptanliegen des
Botanischen Gartens. Der gepflegte Garten,
dessen vier Inseln der Öffentlichkeit zugänglich
sind, wird jährlich von über 150 000 Personen
besucht. Die weitere öffentliche Insel ist die
Istanbuler Insel. Sie wurde im Rahmen des Pro-
jektes Istanbul- Europäische Kulturhauptstadt
2010 in diesem Jahr gebaut, um unserer Stadt
ein dauerhaftes Werk in Bezug auf Garten- und
Pflanzenkultur zu hinterlassen.
Zu den bedeutendsten wissenschaftlichen
Arbeiten unseres Gartens zählen die Projekte
zum Schutz endemischer Pflanzen, die in der
Türkei vom Aussterben bedroht sind. Im Rah-
men dieser Arbeiten werden viele Arten aus der
Natur gesammelt, um im Botanischen Garten
„Fremde Kollektionen“ zu entwickeln. Manche
Pflanzenarten werden in natürlichen Lebens-
räumen geschützt. In dem Garten ist die welt-
weit größte Sammlung der türkischen Zwiebel-
pflanzen vorhanden. Zudem befinden sich
Sammlungen von medizinischen und wildwach-
senden essbaren Pflanzen sowie Duftpflanzen,
Farbpflanzen und Eichen. Gegen die andau-
ernde Gefahr des Klimawandels erhöht der Bo-
tanische Garten die Arbeiten über xerophy-
tische und halophile Pflanzen. Zu diesem Zweck
wurde ein „dürrer und unfruchtbarer Garten“
entwickelt.
Jährlich nehmen tausende von Schüler an
den Veranstaltungen teil, die in unserem Garten
für Schülergruppen organisiert werden. Darun-
ter befinden sich Projekte wie „Gärtnern für Kin-
der“ und Projekte zum Artenschutz. Für Erwach-
sene werden jedes Wochenende Workshops,
Kurse, Konferenzen, Seminare und Dokumenta-
tionvorführungen veranstaltet.
Der Gärtnerei-Kurs für Erwachsene wird im
Rahmen einer Zusammenarbeit mit dem „Kö-
niglichen Botanischen Garten Edinburgh“ und
der „Yeditepe Universität“ durchgeführt.
> İletişim: Ataşehir Atatürk Mahallesi
Fatih Sultan Mehmet Caddesi
TEM Otoyolu Anadolu Otoyol Kavşağı
PK: 81120 İstanbul/Türkiye
Internet: www.ngbb.gen.tr
E-Posta: [email protected]
Telefon: 0216 / 456 44 37
Faks: 0216 / 456 44 38
Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB)
Botanischer Garten Nezahat Gökyiğit
PROJEKT
20
TEMA. Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal varlıkları Koruma vakfı
TEMA Türkei. Stiftung für Erosionsbekämpfung, Naturschutz und Aufforstung
TEMA Vakfı, 11 Eylül 1992 tarihinde Hayrettin Karaca, A. Nihat Gökyiğit
ve bir grup iş adamı tarafından, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden
erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı arttırmak
ve bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesini sağlamak için
kurulmuştur.
555 Temsilci, Gönüllü Sorumlusu ve 380 bini aşkın kayıtlı gönüllü-
süyle Türkiye genelinde faaliyet gösteren TEMA Vakfı, erozyon ve doğal
varlıkların korunması konularında kamuoyu bilincini arttırmak he-
defiyle faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda kırsal kalkınma ve
ağaçlandırma örnek uygulama projeleri hazırlayıp, uygulamakta olan
TEMA Vakfı, günümüzde Türkiye genelinde yaklaşık 150.000 hektar
alanda, 61 Kırsal Kalkınma ve 87 Ağaçlandırma projesi olmak üzere
toplam 148 proje üzerinde çalışmaktadır.
TEMA Vakfı, Türkiye’de Toprak Yasası‘nın çıkarılması için mücade-
le vermiştir. Bu amaçla Türkiye genelinde düzenlenen “Toprak Yasası’nı
Destekliyorum İmza Kampanyası” çerçevesinde 1 milyonu aşkın imza
toplanmıştır. Bu konuda da, 1998 yılında TBMM‘de oybirliği ile kabul
edilen Mera Kanunu’nda olduğu gibi, başarıya ulaşılacağı inancı ile
çalışmalar sürdürülmüş ve TBMM’nde 04 Temmuz 2005 tarihinde
Toprak Yasası kabul edilerek yasalaşmıştır. Hâlihazırda Su Yasası
çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca vahşi madencilik faaliyetlerine
karşı Manisa Turgutlu Çaldağı’nda siyanür kullanarak açık liç yönte-
miyle nikel madeni çıkarılmasına karşı yasal platform ve sahada
çalışmalar sürmekte, 3. Boğaz Köprüsü, Nehir Tipi Hidroelektrik San-
traller vb konular da birincil öncelikte takip edilmektedir.
VİZYON: “Geleceğe Bakışımız” Sürdürülebilir yaşam ilkesiyle
doğal varlıkların korunmasında; ülkenin ve dünyanın geleceğinde söz
sahibi olan, topraktan gelen toplumsal barışı sağlayan, bilinçli, halkla
bütünleşen, öncü bir Sivil Toplum Kuruluşu olmaktır.
MİSYON: “Var oluş Nedenimiz”
> Kaybolan geleceği kurtarmak, açlık ve yoksulluğu gidererek, top-
raktan gelen toplumsal barışı sağlamak için; erozyon, çoraklaşma,
çölleşme, kirlilik, hatalı tarım teknikleri ve amaç dışı arazi kullanımını
önlemek
>Doğal varlıkların tahribine yönelik, ulusal ve uluslararası her türlü
idari, siyasi ve ekonomik baskılara karşı mücadele etmek ve sorunlara
çözüm üretmek
> Biyolojik çeşitlilik, toprak, su ve diğer doğal kaynakların korunması,
verimli kılınması ve sürdürülebilir yönetimini gerçekleştirmek ve doğal
varlıkların korunmasına yönelik politikaların üretilmesini, gerekli yasal
düzenlemelerin yapılmasını, uygulanmasını ve uluslararası anlaşmalara
uyulmasını sağlayacak, bilinçli ve etkin kamuoyu oluşturmaktır.
Türkiye çöl olmasın!
Die TEMA Stiftung wurde am 11. Sep-
tember 1992 von Hayrettin Karaca, Arif
Nihat Gökyiğit und einer Gruppe von
Unternehmern gegründet, um die Menschen gegen die Gefahr der Erosion
und Verwüstung zu sensibilisieren, die die Zukunft der Türkei bedroht und
zu erreichen, dass diese Bemühung Teil der Staatspolitik wird.
Die Stiftung ist mit 555 Vertretern und über 380 000 registrierten Eh-
renamtlichen in der gesamten Türkei tätig. Ziel der Aktivitäten ist es, das
öffentliche Bewusstsein für die Themen Erosion und Naturschutz zu schär-
fen. Zudem führt die TEMA Stiftung vorbildliche praktische Projekte zur
Entwicklung der ländlichen Gebiete und Aufforstungsprojekte durch. Ge-
genwärtig führt die Stiftung in der Türkei insgesamt 148 Projekte auf einer
Fläche von rund 150 000 Hektar durch, darunter sind 87 Aufforstungspro-
jekte und 61 Projekte zur Entwicklung der ländlichen Gebiete.
Die TEMA Stiftung setzte sich in der Vergangenheit dafür ein, dass die
Landreform in Kraft trat. Dieser wurde zusammen mit dem Gesetzesent-
wurf vom Ministerium für Landwirtschaft und Dorfangelegenheiten den
beteiligten Institutionen vorgelegt. Zu diesem Zweck wurden im Rahmen
der türkeiweiten Unterschriftenaktion „Ich unterstütze die Landreform“
über 1 Millionen Unterschriften gesammelt. Wie in dem Fall, als 1988 das
türkische Parlament einstimmig das Weideland- Gesetz anerkannte, wur-
den die Arbeiten mit Aussicht auf Erfolg fortgesetzt, so dass am 4. Juli
2005 die Landreform vom türkischen Parlament anerkannt und gesetzlich
verankert wurde. Gegenwärtig werden die Arbeiten zum Wassergesetz
fortgeführt. Ferner wird gegen die brutalen Bergbauaktivitäten und ge-
gen die Nickelförderung unter Verwendung von Zyanverbindung in der
Westtürkei (Manisa-Turgutlu, Çaldağı) gesetzlich vorgegangen und Feld-
forschungen fortgesetzt. Zudem werden Themen wie die 3. Bosporus
Brücke und die Wasserkraftwerke vorrangig aufgegriffen.
Vision: „Unser Blick in die Zukunft“ Eine bewusste, volksnahe und füh-
rende Nichtregierungsorganisation zu werden, die Mitspracherecht beim
Naturschutz auf der Grundlage des nachhaltigen Lebens, in Zukunft des
Landes und der Welt hat und ferner den gesellschaftlichen Frieden ge-
währleistet.
Mission: „Grund unserer Existenz“
> Erosion, Verhagerung, Verwüstung, Verschmutzung, fehlerhafte Agrar-
techniken und zweckentfremdete Nutzung vom Boden verhindern, um
die verlorene Zukunft zu retten, gegen Hunger und Armut anzukämpfen
und den gesellschaftlichen Frieden zu gewährleisten.
> Gegen jeglichen administrativen, politischen und wirtschaftlichen
Druck hinsichtlich der Zerstörung der Natur ankämpfen und nach Lö-
sungswegen suchen.
> Schutz und Ergiebigkeit der biologischen Vielfalt, Land, Wasser und der
anderen natürlichen Quellen.
Die Umsetzung der Nachhaltigkeit. Eine bewusste und aktive Öffent-
lichkeit bilden, die sich dafür einsetzt, dass Regierungen staatliche Natur-
schutzmaßnahmen entwickeln, notwendige gesetzliche Regelungen tref-
fen und internationale Vereinbarungen beachten.
Stoppt die Verwüstung der Türkei!
Kinder bei der Demonstration. Foto: TEMADemonstration gegen die 3. Brücke über Bosporus. Foto: TEMA
> İletişim: Çayır Çimen Sokak Emlak Kredi Blokları A-2 Blok Kat: 2 Daire: 8 34330 Levent-İstanbul
Telefon: +90 212 283 78 16 (PBX) • Faks:+90 212 281 11 32 E-Posta: [email protected] • Internet: www.tema.org.tr
ADRES | ADRESSE
Demonstration gegen die 3. Brücke über Bosporus. Foto: TEMA
21
MUZ Oktober |2010
1961 yılında İsviçre’de kurulmuş olan “World Wide Fund For Nature”,
dünyanın en büyük bağımsız doğa koruma kuruluşlarından biridir.
Almanya şubesi 1963 yılından beri hizmet vermektedir. Günümüzde,
5 milyona aşkın destekleyicisi ile yüzden fazla ülkede faaliyet göster-
mektedir. Dünya çapında panda ayısı simgesi altında 4.000 civarında
çalışanı vardır. WWF’in en iyi bildiği şeylerden biri ittifaklar kurmaktır.
Bunun göstergesi değişik alanlardaki başarılı çalışmalardır, örneğin, FSC
ilkelerine göre ormancılık, Dünya Merkez Bankası ile ortak çalışmalar
ve devlet borçlarının doğa koruma karşılığında feshedilmesi gibi. WWF
örgütü toplumsal gruplar arasındaki diyalogda ikna etmenin gücüne
güvenmektedir. WWF küresel doğa yıkımını durdurup, insan ve doğanın
denge içinde yaşadığı bir gelecek yaratmak istemektedir.
Bu nedenle WWF, dünya çapında yerel olarak doğa koruma alanlarının
kuruluşunda, doğal bölgelerin ve tehlike altında olan hayvan ve bitki
türlerinin korunmasında çaba harcamaktadır. Hükümetleri, sanayiyi,
esnafı ve tüketiciyi etkileyip doğa koruma için yollar göstermektedir.
Faaliyet alanı 3 büyük yaşam alanlarına dağılmış bulunmaktadır:
Denizler & kıyılar, tatlı sular ve ormanlar. Ayrıca WWF iklimin ve
türlerin korunmasında ve tarım alanında etkili olmaktadır.
WWF Almanya uluslararası 10 ekolojik bölgede faaliyet göstermekte-
dir ve ayrıca Almanya ve dünya çapında 8 proje bölgesinde çaba
harcamaktadır. 2009 yılında destekleyici sayısı % 6 oranında artıp,
378.000’e çıkmıştır. WWF gelirinin % 70’ini bağışlardan, vasiyetna-
melerden ve miraslardan elde etmektedir.
Çabalarımız boşa gitmemiştir. Kırk küsur yıllık zahmetli çalışmalar
sonunda, WWF üç yüze aşkın korunan bölge ve 2 milyon kilometre
kareden fazla korunan doğal alan sağlamıştır. Günümüzde sera gazları
salınımının azaltılması, okyanusların ve kaynakların korunması,
Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan Ve Bitki Türlerinin Uluslararası
Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES Sözleşmesi) ya da Ramsar Sulak
Alanlar Sözleşmesi hakkında görüşüldüğünde WWF’in uzmanları ve
çevreciler aynı masada oturmaktadırlar.
> Ama halen daha yapacak çok iş vardır ve bu hususta WWF herke-
sin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Herkes farklı bir şekilde yardım
edebilir. Örneğin üye olarak, bağış vererek veya E-Posta etkinlikleriy-
le. Bunun yanı sıra bir sponsorluk üstlenerek istediğiniz bir doğa ko-
ruma projesini seçip destekleyebilirsiniz.
„Der World Wide Fund For Nature ist eine der
größten unabhängigen Naturschutzorganisati-
onen der Welt. Er wurde 1961 in der Schweiz ge-
gründet, die Deutsche Sektion begann ihre Ar-
beit 1963. Heute ist der WWF in mehr als 100
Ländern aktiv und wird von über 5 Millionen
Förderern unterstützt. Im Zeichen des Pandas
arbeiten etwa 4.000 Mitarbeiter rund um den
Globus. Ob es um die nachhaltige Bewirtschaf-
tung der Wälder nach den FSC-Kriterien, die Zu-
sammenarbeit mit der Weltbank oder den Schuldenerlass gegen staatli-
che Leistungen im Naturschutz geht: Stark ist der WWF vor allem dann,
wenn es um das Schmieden von Allianzen geht. Der WWF setzt auf die
Kraft der Argumente im Dialog mit allen gesellschaftlichen Gruppen. Der
WWF will der weltweiten Naturzerstörung Einhalt gebieten und eine Zu-
kunft gestalten, in der Mensch und Natur in Harmonie leben.
Dafür engagiert sich der WWF weltweit vor Ort beim Aufbau von Natur-
schutzgebieten, dem Erhalt gefährdeter Naturlandschaften und dem
Schutz bedrohter Tier- und Pflanzenarten. Er nimmt Einfluss auf Regie-
rungen, Industrie, Handel und Verbraucher und zeigt konkrete Vorschläge
für den Naturschutz auf. Die Arbeit ist dabei auf die drei Großlebensräu-
me konzentriert: Meere & Küsten, Süßwasser und Wälder. Außerdem en-
gagiert sich der WWF im Klima- und Artenschutz sowie im Bereich Land-
wirtschaft.
Der WWF Deutschland ist international in zehn Ökoregionen aktiv und
engagiert sich außerdem in acht Projektgebieten in Deutschland und
weltweit. 2009 legte die Zahl der Förderer um knapp sechs Prozent zu
und stieg auf 378.000 Unterstützer. Die Naturschutzarbeit des WWF wird
zu rund 70 Prozent aus privaten Spenden, Testamenten und Vermächtnis-
sen finanziert.
Der Einsatz hat sich gelohnt. In viereinhalb Jahrzehnten harter Arbeit
kann der WWF auf über 300 geschützte Gebiete und mehr als zwei Millio-
nen Quadratkilometer geschützter Natur verweisen. WWF-Experten und
-Umweltaktivisten sitzen heute mit am Tisch, wenn über die Reduzierung
der Treibhausgase, den Schutz der Meere und ihrer Ressourcen, das
Washingtoner Artenschutzübereinkommen oder die Ramsar-Konvention
zum Schutz von Feuchtgebieten verhandelt wird.
> Doch es ist noch viel Arbeit zu tun. Und dabei ist der WWF auf die
Mithilfe aller angewiesen. Jeder kann sich auf vielfältige Weise engagie-
ren. Zum Beispiel durch Mitgliedschaften, Spenden oder die Teilnahme an
E-Mail-Aktionen. Als Pate können Sie außerdem ein Naturschutzprojekt
Ihrer Wahl fördern.
WWF – Doğal Hayatı Koruma VakfıWWF – World Wide Fund For NatureChristian Plaep
> Infos dazu unter: www.wwf.de/spenden-helfen/
Christian Plaep, Pressestelle WWF Deutschland
Rebstöcker Straße 55, 60326 Frankfurt
ADRES | ADRESSE
Running Tiger Tour Frankfurt Boerse. Foto: © David Biene, WWF Origami-Tiger in Berlin. Foto: © David Biene, WWF
PORTRÄT
22
Doğa koruma & Biyolojik çeşitlilikNaturschutz & ArtenvielfaltZusammengestellt von Gökhan, E-Mail: [email protected]
Biyolojik çeşitlilik nedir? „Biyolojik çeşitlilik“ terimi altında 3
saha birleştirilmektedir. Bu sahalar hem birbirine bağlı hem de bir-
birlerinden bağımlıdır.
1. Hayvan ve bitki türlerinin çeşitliliği. Güneşli bir günde bahçe-
nizde etrafına bakarsan, birçok farklı hayvan ve bitki keşfedebilirsin.
Yerde böcekler, havada arılar ve gökyüzünde kuşlar görürsün. Bahçe-
nizdeki bitkiler de birbirinden farklıdır. Hepsi farklı
türlere aittirler ve çok farklı özelliklere sahiptir.
İşte bu türlerin çeşitliliğidir.
2. Bir tür içinde bulunan çeşitlilik. Belirli
bir türün içinde bile her şey aynı değildir. Diğer
insanların yüzüne bakınca hemen anlarsın. Hepsi-
nin iki gözü, bir burnu ve bir ağzı olmasına rağmen,
her birinin suratı farklıdır. Her insan, her hayvan ve
her bitki aynı tür içindeki diğer bireylerden farklıdır. İşte bu, bir tür
içindeki çeşitliliktir.
3. Habitat (Yaşam alanı) çeşitliliği. Tüm hayvan ve bitki
türlerinin belirli ve birbirinden farklı yaşam alanlarına
ihtiyaçları vardır. Örneğin, bir serçe bahçenizde kendini
rahat hisseder, fakat bir baykuş orada yaşayamaz. Onun,
yavruları için mağara şeklinde bir yuvalama yerine ve
avlanmak için de bol uçuş alanı sağlayan yerlere ihtiyacı
vardır. İşte bu habitatların çeşitliliğidir.
2010 – Biyolojik Çeşitlilik Yılı. Bunların hepsi biyolojik çeşitliliği
oluşturmaktadır. Tüm insanların, dünyamızdaki biyolojik
çeşitliliğin korunmasına gayret etmesi için, 2010 yılı “Biyo-
lojik Çeşitlilik Yılı” olarak belirlenmiştir. Biyolojik çeşitliliği
korumak, küçük çapta ve bireysel başlar. Çiçeklerin etrafında
biçilmiş geniş bir çim alanı, türler açısından, eski ağaçları,
çitleri, taşları ve hatta ufak bir gölü olan bir bahçeden
daha az zengindir.
>www.bfn.de/natdet-ab10_biologische-vielfalt.html
Biologische Vielfalt - was ist das? Unter dem Begriff
„biologische Vielfalt“ werden drei Bereiche zusammen-
gefasst, die aber zusammengehören und von einander
abhängen.
1. Die Vielfalt der Tier- und Pflanzenarten. Wenn du dich
an einem warmen sonnigen Tag in eurem Garten umsiehst, dann kannst
du viele verschiedene Tiere und Pflanzen entdecken. Du siehst Käfer am
Boden, Bienen in der Luft und Vögel am Himmel, Pflanzen, die bunt blü-
hen und andere, an denen Früchte hängen. Sie alle gehören verschie-
denen Arten an und haben ganz unterschiedliche Eigenschaften. Das ist
die Vielfalt der Arten.
2. Die Vielfalt innerhalb einer Art. Auch innerhalb einer bestimmten
Art sind nicht alle gleich. Das siehst du sofort, wenn du in die Gesichter
deiner Mitmenschen blickst. Zwar haben sie alle zwei Augen, eine Nase
und einen Mund, aber bei jedem sieht das Gesicht anders aus.
Jeder Mensch, jedes Tier und jede Pflanze unterscheidet
sich von allen anderen Individuen derselben Art.
Das ist die Vielfalt innerhalb einer Art.
3. Die Vielfalt der Lebensräume. Alle Tier-
und Pflanzenarten brauchen ganz bestimmte,
unterschiedliche Lebensräume. Ein Spatz zum
Beispiel fühlt sich in eurem Garten wohl, aber ein
Uhu könnte dort nicht leben. Er braucht eine Bruthöhle
für seine Jungen und Ansitzplätze mit viel freiem Flugraum für die Jagd.
Das ist die Vielfalt der Lebensräume.
2010 – Das Jahr der biologischen Vielfalt. Alles zusammen bildet die
„Biologische Vielfalt“. Damit sich alle Menschen bemühen,
die biologische Vielfalt auf unserer Erde zu erhalten, ist das
Jahr 2010 zum „Jahr der biologischen Vielfalt“ ernannt
worden. Biologische Vielfalt zu erhalten, fängt im Kleinen
und bei jedem Einzelnen an. Gibt es in Deiner Nähe Raum
für unterschiedliche, vielleicht auch seltene Tiere?
ÇOCUK SAYFASI MUZ Ekim |2010
Weißt Du, was Natur schützt? Wirksamer Naturschutz braucht vieles.
Das zeigt das Beispiel Wildkatze ganz genau. In erster Linie gehört dazu,
Lebensräume zu erhalten und sogar auszubauen. Dies beginnt bereits damit,
dass wir Menschen der Natur weniger Platz rauben für beispielsweise neue
Straßen, Häuser und Fabriken. Dieser Platz geht der Natur verloren.
Was kannst Du tun? In manchen Städten
ist die Artenvielfalt größer als auf dem Land.
Beispiel hierfür ist die Großstadt Berlin. Sie
zählt zu den artenreichsten Räumen Deutsch-
lands. Schon kleine Flächen können zum
Naturschutz beitragen. Daher könntest Du mit
Mitschülern und Lehrern überlegen, wie Eure
Schule Pflanzen und Tieren helfen kann. Zum
Beispiel könntet Ihr einen Schulgarten anlegen
- etwa mit Wildblumen, Schmetterlings- und
Vogelbeersträuchern. Außerdem: Achte beim
Einkauf von Lebensmitteln darauf, dass sie
möglichst aus Deiner Nähe stammen und ein
Bio-Siegel tragen.
Quelle: http://www.bmu-kids.de/Themen/Na-
turschutz/
Doğayı ne korur, biliyor musun? Etkili doğa koruma birçok şey
gerektirir. Yaban kedisini örnek aldığımızda, olayı daha iyi anlayabiliriz.
Bunun için birinci sırada habitatların (yaşam alanlarının) korunması
ve genişletilmesi gerekir. Öncelikle, biz insanların, doğal alanları başka
amaçlar için kullanmamamız gereklidir.
Ne yapabilirsin? Bazı şehirlerde biyolo-jik çeşitlilik kırsal alanlardan (köyler gibi) daha büyüktür. Örneğin, Berlin Almanya’nın türler açısından en zengin bölgelerin-den sayılır. Küçük alanlar bile doğanın korunmasına katkıda bulunabilir. Bu nedenle, sınıf arkadaşların ve öğretmenlerinle birlikte okulunuzun bitkilere ve hayvanlara nasıl yardım edebileceğini düşünebilirsiniz. Örneğin, yabani çiçekler ve üvez çalıları ekerek kelebekler dolusu bir okul bahçesi oluşturabilirsiniz. Gıda alışverişinde ürünlerin BIO sembolü taşımalarına ve olabildiğince yakın çevrede üretilmiş olmalarına dikkat et.
23
1. 2. 3. 4. 5.
6. 7. 8. 9. 10.
ÇÖZÜM | DEINE LÖSUNG:
Aşağıdaki hayvanlardan hangileri gerçekten vardır, bulabilir misin??
Çözümlerini bize gönder! E-Posta: [email protected]
Welche Tiere gibt es wirklich?
Kreise die Sachen ein, schreib die Zahlen auf und verrat uns Deine Lösung! [email protected]
DOĞRU YANITLARSoru 1: Doğru yanıt C: Hareket ede me melerine rağmen, mer -canlar hayvan âleminden sayılmaktadır. Deniz dibinde çoğunlukla koloni şeklinde yaşarlar ve böylece mercan kayalıkları oluştururlar.
Soru 2: Doğru yanıt D: Gerçekte sadece tabancalı ıstakoz vardır. Bu küçük ıstako zun, kıskaçları ile yarattığı patlama sesi o kadar güçlüdür ki, bununla avını öldürebilmektedir.
Soru 3: Doğru yanıt D: Bir karınca kendi vücut ağırlığının 100 katını taşıyabil me k-tedir. 75 kilo ağırlığındaki bir insan ile kıyaslandığında bu 7.500 kilo, yani 5 tane araba demektir.
Soru 4: Doğru yanıt C: Rafflesia arnoldii bitkisinin çiçeği, 1 metre çapına kadar büyüyebilmekte ve 11 kiloluk ağırlığa ulaşabilmektedir.
Soru 5: Doğru yanıt A: Timsahlar, kuşlar ile birlikte, dinozorların da dâhil oldukları archosorlar grubunun son temsilcileridir.
Soru 6: Doğru yanıt B: Nane, yabani türlerden geliştirilmiş bir bitkidir. Su nanesi ve kıvırcık naneden yetiştirilmiştir. Nane ilk kez 17’inci yüzyılda İngiltere’de ekilmiştir.
AUFLÖSUNGFrage 1: Richtig C: Obwohl sie sich nicht fortbewegen, gehören die Korallen zu den Tieren. Sie leben im Meer zumeist in Kolonien und bilden dabei Korallenriffe.
Frage 2: Richtig D: Nur den Pistolenkrebs gibt es wirklich. Der Knall des kleinen Krebses ist so laut, dass er sogar Beutetiere damit töten kann.
Frage 3: Richtig D: Eine Ameise kann rund das 100-fache ihres Körpergewichts tragen. Bei einem 75 kg Menschen entspräche das 7.500 kg, also dem Gewicht von fünf Mittelklassewagen.
Frage 4: Richtig C: Rafflesia arnoldii (Riesen rafflesie) ist eine Pflanzenart in der Gattung Rafflesien. Ihre Blüten messen bis zu
einem Meter Durchmesser und werden bis zu 11 Kilogramm schwer.
Frage 5: Richtig A: Krokodile stellen zusammen mit den Vögeln die letzten Überlebenden der Archosaurier dar, zu denen außer diesen noch die ausgestorbenen Pterosaurier und Dinosaurier gehörten.
Frage 6: Richtig B: Die Pfefferminze ist eine Kulturpflanze aus Bachminze und Waldminze. Sie wurde erstmals im 17. Jahrhundert in England angepflanzt.
Kaynakça | Quelle: http://quiz.biodiversitaet.info
1. Renkli mercan kayalıkları dalgıçlar arasında en sevilen yerlerdendir. Mercan nedir peki?
2. Bazı hayvanlar alışılmamış avlanma yöntemleri kullanmaktadır. Hangi hayvan avını bir patlama sesi ile bayıltır?
3. 75 kilo ağırlığında olan bir insan karınca kadar güçlü olsaydı, ne kadar ağırlık kaldırabilirdi?
4. Bitki dünyasının en büyük çiçeği hangi büyüklüktedir?
5. Aşağıdaki hayvanlardan hangisi dinozorlar çağında bile vardı?
6. Aşağıdaki bitkilerden hangisi insanoğlu tarafından yetiştirilmiştir?
1. Korallenriffe sind bei Tauchern beliebte Ziele. Was sind Korallen eigentlich?
2. Manche Tiere haben ungewöhnliche Jagdmethoden. Welches Tier betäubt seine
Beute mit einem lauten Knall?
3. Wenn ein Mensch (ca. 75 kg) so stark wäre wie eine Ameise, wie viel könnte er
dann tragen?
4. Wie groß ist die größte Blüte des Pflanzenreichs?
5. Welches dieser Tiere gab es schon zu Zeiten der Dinosaurier?
6. Welche dieser Pflanzen ist eine Züchtung des Menschen?
A: Renkli kaya oluşumları
B: Tropikal balık -ların kurduğu
yuvalar
C: Omurgasız hayvanlar
D: Çiçek açan yosunlar
A: Tüfekli karidesB: Bombalı
kurbağa C: Top savar
yengeçD: Tabancalı
ıstakoz
A: Bir bisiklet (25 kg)
B: Bir Motosiklet (250 kg)
C: Bir araba (1500 kg)
D: Beş araba (7500 kg)
A: 20 cm kadar büyüklükte
B: 50 cm kadar büyüklükte
C: 1 m kadar büyüklükte
D: 3 m kadar büyüklükte
A: Kutup ayısı B: Timsah C: Fil D: Penguen
A: Kuşburnu B: Nane C: Kılıç otu D: Papatya
A: Bunte Gesteins-formationen
B: Nester, die tro-pische Fische bauen
C: Festgewach-sene Tiere
D: Blühende Algen
A: Revolverkrabbe B: Knallfrosch C: Kanonenhummer D: Pistolenkrebs
A: : Ein Fahrrad (ca. 25 kg)
B: Ein Motorrad (ca. 250 kg)
C: Einen PkW (ca. 1.500 kg)
D: Fünf PkW (ca. 7.500 kg)
A: bis zu 20 cm B: bis zu 50 cm C: bis zu 1 m D: bis zu 3 m
A: Hagebutte B: Pfefferminze C: Johanniskraut D: Kamille
A: Eisbären B: Krokodile C: Elefanten D: Pinguine
6-Soruluk bilmece Das 6-Fragen Quiz
24
MUZ Ekim |2010
>Mantar Günü
Mantar Bilim Derneği Berlin/Branden-
burg e.V., taze mantarlar hakkında büyük
bir sergi düzenliyor. Uzmanlar mantarlar hakkında
danışmanlık da yapmaktalar. Saat 11.30-14 arası
mantar tanıtım gezisi düzenlenmektedir.
Tarih ve Saat: 10 Ekim 2010, Pazar Günü, Saat
11-16 Freilandlabor Britz e.V.’da.
Adres: Sangerhauser Weg 1, 12349 Berlin
> Tag des Pilzes
Die Pilzkundliche Arbeitsgemeinschaft Berlin/Branden-
burg e.V. zeigt eine große Ausstellung an Frischpilzen. Die
Experten stehen auch für Pilzberatungen zur Verfügung.
Um 11.30 Uhr und 14 Uhr finden Pilzführungen statt.
Zeit und Ort: Sonntag, 10. 10.2010, 11-16 Uhr im Frei-
landlabor Britz e.V.; Sangerhauser Weg 1, 12349 Berlin
>Doğa Koruma Merkezi Ökowerk
Berlin
DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu) şart değildir – Sunum
DEHB’li çocukların ebeveynlerine sağlıklı beslenme
ve egzersiz üzerine ipuçları verilmektedir.
(Sağlık Danışmanı Bettina Funke)
Tarih ve Saat: 17 Ekim, Pazar günü, Saat 16-17
Adres: Teufelseechaussee 22, 14193 Berlin
Ulaşım: S-Bhf Grunewald (S7), Otobüs: M19, 186,
349 (artı 20 Dakika yürüyüş)
Ücret: 2 € / Ökowerk-Üyelerine bedava.
>Naturschutzzentrum Ökowerk Berlin
AD(H)S muss nicht sein – Vortrag mit Fragerunde.
Eltern von Kindern mit AD(H)S bekommen Tipps zu
gesunder Ernährung und Bewegung. (Gesundheitsbe-
raterin Bettina Funke)
Zeit und Ort: Sonntag, 17. Oktober 2010, 16-17 Uhr;
Teufelseechaussee 22, 14193 Berlin
Verkehrsanbindung: S-Bhf Grunewald (S7), Bus: M19,
186, 349 (plus 20 Min. Fußweg)
Beitrag: 2 Euro / Ökowerk-Mitglieder frei.
> İklim 2010 / CLIMATE
2010: Küresel, CO2dostu
bilimsel Internet iklim konferansı “İklim
değişikliği ve su kaynaklarının sürdürülebilir
yönetimi” Ayrıntılı bilgi ve kayıt olma imkânı:
www.klima2010.net
Tarih ve Saat: 1-07 Kasım 2010
> KLIMA 2010 / CLIMATE 2010:
Die weltweite CO2-freundliche wissenschaftliche
Online-Klimakonferenz „Klimawandel und das nach-
haltige Management von Wasserressourcen“ Mehr
Informationen und Anmeldung auf www.klima2010.
net. Datum: 1.-7. 11.2010
> Türk-Alman Çevre
Merkezi Berlin
Friedrichshain-Kreuzberg belediyesinin düzenlediği
kültürlerarası haftalar çerçevesinde „İklim kahval-
tı sı – Gıdalarımız iklimi nasıl etkilemektedir“
adlı etkinliğimiz gıdaların neden ve nasıl iklimi
etkilediğini göstermektedir.
Tarih ve Saat: 2 Kasım 2010, Saat 10-12
Adres: Türk-Alman Çevre Merkezi’nde, Prinzenstraße
23, 10969 Berlin
> Türkisch-Deutsches Umweltzentrum Berlin
Im Rahmen des Interkulturellen Monats des Bezirks-
amts Friedrichshain-Kreuzberg zeigt unser „Klimafrüh-
stück – wie unser Essen das Klima beeinflusst“, warum
und wie das Essen mit dem Klimaschutz zusammen-
hängt.
Zeit und Ort: Dienstag, 02.11., 10-12 Uhr im Türkisch-
Deutschen Umweltzentrum Berlin, Prinzenstraße 23,
10969 Berlin
>Diyalog Forum:
Biyotop Birliği
Diyalog forumun hedefi,
Biyotop Birliği için önemli olan uygun kurumlarla bilgi
alış verişi vasıtası ile gereksinimlerini ve uygulama
imkânlarını ortaya çıkartmaktır. Ayrıntılı bilgi ve
kayıt olma imkânı: www.dialogforum-biotopverbund.
de. Tarih/Saat ve Toplantı yeri: 3 ve 4 Kasım günleri
Bonn’da Federal Çevre Bakanlığı biriminde Biyotop
Birliği Diyalog forumu gerçekleştirilecektir.
>Dialogforum: Biotopverbund
Ziel dieses Dialogforums ist es, im Informationsaustausch
mit allen für die Umsetzung des Biotopverbunds rele-
vanten Akteuren Handlungserfordernisse und Umset-
zungsoptionen zu identifizieren. Mehr Informationen und
Anmeldung auf www.dialogforum-biotopverbund.de
Zeit und Ort: 3.-4.11., Bundesamt für Naturschutz Bonn
Bildnachweise: Titelseite: Illustration Lebensbaum. iStockphoto; S1:
Vergißmeinnicht. © Ernst Rose by PIXELIO; Jochen Flasbarth. © Fotini Mav-
romati; Hände. © Gökhan Üzülmez; S4+5: Zweifarbige Beißschrecke. Foto:
NABU / Jens Scharon; Ödlandschrecke. Foto: NABU / Jens Scharon; Kleines
Ochsenauge. Foto: NABU / Jens Scharon; S6: Salvia albimaculata. © Oezguer
Kocak; Gladiolus halophilus. © A. Duran; Glockenblume. © Cornerstone by
PIXELIO; Campanula damboldtiana. S8: Fuchs. © Ernst-Rose by PIXELIO,
Waschbär. © siepmannH by PIXELIO; S9: Nachtigall: © Horst Petschel;
Erinaceus europeaus. Quelle: Wikimedia; Peregrine Falcon (Falco peregrinus):
© Kevin Cole; S10: Storch. Foto: PRIVAT; S11: Feldlerche. © Marcus Bosch lbv;
Flussregenpfeifer Foto: PRIVAT; Feldlerche. Foto: PRIVAT: S14: Gras, Raupen,
lupe, Schmetterling. © iStockphoto; Ausflug Wiese. ©; S16: Gummibärchen.
© www.…; Lebensmittel. Fotos PRIVAT; S17: Hände. © Gökhan Üzülmez;
Dinkel. © Brandtmarke by PIXELIO; S22: © lrg-1262-gruene-spinne; lrg-
1239-raupe-kaefer; lrg-1168-kleine-spinne; lrg-1116-chr-nashornkaefer-2;
lrg-1624-marienkaefer-6; lrg-81-chr-kaefer; Rote Mordwanze. © Kevin Eßer;
© lrg-2712-mariechenkaefer-1; lrg-1765-gelber-marienkaefer; © Norbert-
Höllerby PIXELIO; S23: © Verena-N.by PIXELIO; Chameleon; © avmeier;
Schnabeltier. Foto: PRIVAT; Sharkgull. Foto: PRIVAT; Schnecke. Foto: PRIVAT;
© lrg-3733-stachelige-stabschrecke; lrg-3735-phyllocrania-paradoxa-geis-
termantis; lrg-3736-drachenkopf-heuschrecke; lrg-3798-dornfingerspinne;
affen-vogel; U3: Anzeige unten. © birgitH by PIXELIO
EtkinliklerVeranstaltungstipps
IMPRESSUM
HERAUSGEBER
Türkisch-Deutsches
Umweltzentrum Berlin
ADRESSE Prinzenstraße 23
D-10969 Berlin
TELEFON 030.69 53 52 93
FAX 030.69 53 58 89
ÖFFNUNGSZEITEN
Mo-Do: 9.00 -17.00, Fr: 9.00 -15.30 Uhr
INTERNET
umweltzentrum.tdz-berlin.de
DOWNLOAD MUZ
umweltzentrum.tdz-berlin.de
Rubrik: Downloads
REDAKTION
Dr. Turgut Altuğ
Leiter des Türkisch-Deutschen
Umweltzentrums Berlin
KINDERSEITE
Gökhan Üzülmez
ÜBERSETZUNGEN
Gökhan Üzülmez: Seite 2-4, 8, 10,
15-18, 21-24
Dr. Turgut Altuğ: Seite 1, 12
Kübra Küçük: Seite 7, 19, 20
Saffan Salman: Seite 14
GESTALTUNG
Uta Tietze
ANZEIGENVERKAUF
TELEFON 030.69 53 52 93
DRUCK
Printzipia, Klimaneutraler Druck,
Gedruckt auf 100 % Recyclingpapier
mit blauem Umweltengel
PREIS 0,50 €
AUFLAGE 2.500
DIE NÄCHSTE MUZ
Erscheint im April 2011
BESTELLUNG UNTER TELEFON
030.69 53 52 93
TRÄGER DES TÜRKISCH-DEUTSCHEN
UMWELTZENTRUMS BERLIN :
TÜRK ALMAN MERKEZİ |
TÜRKISCH-DEUTSCHES ZENTRUM e.V.
Karl-Marx-Str. 44, 12043 Berlin
TELEFON 030.69 80 70 70
FAX 030.69 80 70 729
www.tdz-berlin.de
SPENDENKONTO TDZ e.V.
Dresdner Bank, BLZ: 100 800 00
Kt.Nr.: 07 71 56 75 00
Die Zeitschrift wird gefördert
durch
REDAKTIONELLER HINWEIS
Für Text und Bild unserer
GastautorInnen übernimmt der
Herausgeber keine Verantwortung.
V.i.S.d.P.: Dr. Turgut Altuğ
ETKİNLİKLER
25
Das Türkisch-Deutsche Umweltzentrum Berlin ist offizielles Mitglied von
„Runder Tisch, UN-Dekade Bildung für nachhaltige Entwicklung“
Weltweit leiden Kinder unter den Folgen von Naturkatastrophen, Kriegen und Ausbeutung. Sie bleiben mit unbewältigten Erfahrungen von Gewalt und Verlust zurück. Um ihr Trauma zu verarbeiten, benötigen sie dringend Hilfe.
Unser Stiftungsfonds »Hilfe für traumatisierte Kinder« wird mit seinen Erträgen über JahrzehnteTraumahilfe fördern. Helfen Sie mit! Helfen Sie Kindern aus Krisen zurück ins Leben – mit einer Zustiftung oder einer Einzelstiftung in den Stiftungsfonds.
Bitte sprechen Sie uns an.
Zurückins Leben!
Stifterbetreuung:Telefon 0541/7101-155/-193
Gemeinschaftsstiftungterre des hommes
Ruppenkampstr. 11a49084 Osnabrück
EGI.TI
.M VE ÖGRETI
.M II
.ÇII
.N YAYINLAR
MATERIALIEN FÜR BILDUNG UND INFORMATION
KLIMAWANDEL
Arbeitsheftfür
Schülerinnenund Schüler
GRUNDSCHULE
Name:
Klasse:
ABFALL
Arbeitsheftfür
Schülerinnenund Schüler
GRUNDSCHULE
Name:
Klasse:
ERNEUERBAREENERGIEN
Arbeitsheftfür
Schülerinnenund Schüler
SEKUNDARSTUFE
WASSER IM21. JAHRHUNDERT
Arbeitsheftfür
Schülerinnenund Schüler
SEKUNDARSTUFE
Materialien für Bildung und Information
Materialien für Bildung und Information
UMWELT UND GESUNDHEIT
Yapılan birçok anket, çevre koruma ile ilgili bütün önemli bilgilerin okulda ögrenildigini göstermistir. Ögretmenleri desteklemek için, Almanya Federal Çevre bakanlıgı, egitim hizmetleri çerçevesinde iklim, su ve biyolojik çesitlilik gibi önemli çevre koruma konularında yayınlar sunmaktadır. Bazıları yabancı dillerde bile mevcuttur. Okullar için yayınlar www.bmu.de/bildungsservice internet adresinden ısmarlanabilir veya PDF dosyası halinde indirilebilir. Bu sayfada ayrıca birçok degisik bilgiler de bulunmaktadır: Egitici fi lmler, online bilmeceler veya haftanın “sayısı” ve “ipucu” gibi. Güncel egitim projelerimiz hakkında bilgi almak isteyenler www.bmu.de/39524 adresimizden, aylık dijital bültenimize abone olma imkânı bulabilmektedir. Bu egitim hizmeti, “Birlesmis Milletler Sürdürülebilir Kalkınma için Egitim” kampanyasının resmi bir projesi olarak ödüllendirilmistir. | Umfragen haben immer wieder gezeigt, dass alles Wichtige zum Umweltschutz in der Schule gelernt wird. Um Lehrerinnen und Lehrer fachlich zu unterstützen, stellt das Bundesumweltministerium (BMU) über den Bildungsservice Materialien zu zentralen Umweltthemen wie Klima, Wasser und Artenvielfalt zur Verfügung – einige davon auch in Fremdsprachen. Die Unterrichtshilfen können im Internet auf www.bmu.de/bildungsservice als Klassensatz bestellt oder als PDF herunterladen werden. Dort fi nden sich auch viele weitere Informationen: Unterrichtsfi lme, Online-Quiz oder „Zahl“ und „Tipp“ der Woche. Wer monatlich über aktuelle Bildungsprojekte informiert werden möchte, bestellt den Newsletter auf www.bmu.de/39524. Der Bildungsservice ist als offi zielle Maßnahme der UN-Dekade Bildung für nachhaltige Entwicklung ausgezeichnet.
I.lkokullar için | Für die Grundschule
Ortaokullar için | Für die Sekundarstufe