88
530 Sayfa - Deri Cilt - Kuşe Kağıt DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVİ TASAVVUF VE GÖNÜL EĞİTİMİ 276 Sayfa - III. Hamur GÜLŞENİN SOLMAYAN GÜLÜ 606 Sayfa - III. Hamur GÖNÜLLER SULTANI 180 Sayfa - III. Hamur 312 Sayfa - Deri Cilt - Kuşe Kağıt MEKTÛBÂT-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVİ 475 Sayfa - Deri Cilt - Kuşe Kağıt HUTBELER 238 Sayfa - Kuşe Kağıt DÎVÂN (SEÇME İLAHİLER) DARENDELİ ÂLİMLER VE HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ 221 Sayfa - III. Hamur MEVLÂNÂ GÖZÜYLE KUR’ÂN’A BAKIŞ 373 Sayfa - III. Hamur MUHABBET GÜLLERİ 448 Sayfa - III. Hamur GÜL KOKUSU 96 Sayfa - Kuşe Kağıt KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Kuşe Kağıt EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Kuşe Kağıt KISA SURELER ÖZLÜ DUÂLAR 226 Sayfa - III. Hamur 520 Sayfa - Kuşe Kağıt ŞEMSNÂME ŞEYHZÂDEOĞLU AHMET ŞEMSETTİN ATEŞ NASİHAT Yayınları - Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA Tel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79 www.nasihatyayinlari.com - [email protected] Anadolu yayıncılığının en önemli kalelerinden olan, büyük şehirle- rimizin yayın kalitesini yakalayan Nasihat Yayınları, Es-Seyyid Os- man Hulûsi Efendi Vakfı’nın bir kuruluşudur. İsmini Osman Hulûsi Efendi’nin evrensel mesajlar içeren; Hakk için âleme, her canlıya hizmet etmeyi, şefkati, tevazuyu ve cömert- liği, sevenlerinin gönlüne şiir diliyle aktardığı gazelinden alır. Nasihat Yayınları da bu güzellikleri destan destan anlatabilmek için gül güzel- liğinde eserler sunuyor. NAS İ HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelli ğ inde Eserler...

NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

1Aralık / 2007

530

Sayf

a -

Der

i Cilt

- Kuşe

Kağıt

DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVİ

TASAVVUF VE GÖNÜL EĞİTİMİ

276

Sayf

a -

III. H

amur

GÜLŞENİN SOLMAYAN GÜLÜ

606

Sayf

a -

III. H

amur

GÖNÜLLER SULTANI

180

Sayf

a -

III. H

amur

312

Sayf

a -

Der

i Cilt

- Kuşe

Kağıt

MEKTÛBÂT-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVİ

475

Sayf

a -

Der

i Cilt

- Kuşe

Kağıt

HUTBELER

238

Sayf

a -

Kuşe

Kağıt

DÎVÂN (SEÇME İLAHİLER)

DARENDELİ ÂLİMLER VEHZ. PEYGAMBER SEVGİSİ

221

Sayf

a -

III. H

amur

MEVLÂNÂ GÖZÜYLE KUR’ÂN’A BAKIŞ

373

Sayf

a -

III. H

amur

MUHABBET GÜLLERİ

448

Sayf

a -

III. H

amur

GÜL KOKUSU

96 S

ayfa

- K

uşe

Kağı

t

KIRK HADİS

128

Sayf

a -

Der

i Cilt

- Kuşe

Kağıt

EVRÂD-I BEHÂİYYE

104

Sayf

a -

Kuşe

Kağıt

KISA SURELER ÖZLÜ DUÂLAR

226

Sayf

a -

III. H

amur

520

Sayf

a -

Kuşe

Kağıt

ŞEMSNÂME ŞEYHZÂDEOĞLU AHMET ŞEMSETTİN ATEŞ

NASİHAT Yayınları - Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:7144700 Darende / MALATYA Tel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.nasihatyay in lar i .com - yay in@nasihatyay in lar i .com

Anadolu yayıncılığının en önemli kalelerinden olan, büyük şehirle-rimizin yayın kalitesini yakalayan Nasihat Yayınları, Es-Seyyid Os-man Hulûsi Efendi Vakfı’nın bir kuruluşudur. İsmini Osman Hulûsi Efendi’nin evrensel mesajlar içeren; Hakk için âleme, her canlıya hizmet etmeyi, şefkati, tevazuyu ve cömert-liği, sevenlerinin gönlüne şiir diliyle aktardığı gazelinden alır. Nasihat Yayınları da bu güzellikleri destan destan anlatabilmek için gül güzel-liğinde eserler sunuyor.

NASİHAT YAYINLARI’ndanGül Güzelliğinde Eserler...

Page 2: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

2 Somuncu Baba

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli

ISSN: 1302-0803

YIL: 14 SAYI: 86

Aralık 2007

Basım Tarihi: 01 Aralık 2007

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz SahibiSebahaddin ATEŞ

Genel Yayın Yönetmeniİsmail PALAKOĞLU

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Tanıtım ve Halkla İlişkilerMelek ATALAY

Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK

Grafik / Tasarım ve UygulamaMuharrem AKINEmre AYDOĞANSamet ŞAHİNASLAN

KapakAhmet EFE

Arka KapakŞenda TUNCA

Tashihİbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

ArşivSabit DEMİR

Somuncu BabaAylık İlim - Kültür ve Edebiyat Dergisi

Peygamberler Diyarı ŞanlıurfaMevlânâ ve Özgüven Eğitimi“Türkiye’ye girdik Gaziantep’e doğru yol almaya başladık. İmam Çağdaş’ta çok güzel bir öğle yemeği yedik. Türki-ye’ye gelmenin ve yemeklerin lezzeti tarif edilmez ölçüde güzeldi. Öğle yemeğinden sonra Boyacı Camii’nde öğle namazını kıldık. Gaziantep’te çarşıyı tüm kafile olarak gezdik.”

“Kurtuluş, Mevlâna’nın ‘pergel metaforu’ndadır. Eğer insanın bir ayağı şeriatta, diğer ayağı da İlahî hakikatlere çağrı adına yetmiş iki milleti dolaşıyorsa, ayak merkezden ayrılmadığı sürece insan, bitimsiz aydınlanma kaynağına tutunduğu için yeni ve taze fikirler üretmeye devam edecektir. “

Mevlâna’da Mana ve Şekil Bir Bütündür!

“Mevlâna, ibadetlerin şekil ve mana bütünlüğü içerisinde

yapılmasının gereği üzerinde ısrarla durmuştur. O, bu meyanda

ibadetlerin içerisini boşaltarak onları adet haline getirip yalnızca şekilden ibaret görenleri kıyasıya

eleştirmiştir.”

8

3014

86A r a l ı k2 0 0 7Fiyat ı: 6 YTL

İ ç i n d e k i l e r

Page 3: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

3Aralık / 2007

Abone İşleri ve Reklamİsmail Hakkı ÖZBAYAhmet Hulûsi KÖMÜRCÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYATel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Şİstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent / ANKARA Tel: 0 (312) 278 08 24

FiyatTek Sayı : 6 YTLKurum Abone : 100 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 60 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 60 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 5 EUROAvrupa Harici Yurtdışı Abone : 90 USD

Posta Çeki (Darende Postanesi): 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

İrtibat Telefonları

“Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben”“Bursevî be’nin sırlarını açıklarken şu şerhleri düşüyor:Besmeleye uygunluğu.Tevbe suresi, besmelesiz inmiştir lakin be ile başlar.”

“Gücü yetenin, ömründe bir kere, Kâbe’ye gidip, oraya mahsus ibadetleri yapması farzdır. Hac hem beden sağlığının, hem de mal varlığının şükür ve edası olduğundan farz kılınmasında birçok hikmet ve fayda vardır.”

Haccın Fazileti ve FaydalarıMevlâna’nınTebrizli Güneşi Şems“Şems’i, sadece Mevlâna’yı coşturan, heyecanlandıran bir derviş saymak, onun ilmini ve irfanını göz ardı etmek demektir. Nihayetinde öyle bir mertebeye ulaşır ki, ilimler onu tatmin etmez; aşkın alanın bilgisini, marifetullahı öncelikle Mevlâna’ya, sonra da diğer insanlara tattırmaya gayret eder.”

46

58 80

Page 4: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Mevlâna ve Gönül

Tasavvufta, ‘gönül’ aşkın tecelli ettiği yer olduğu için her şey-den önemlidir. İlahî sırlara açılan kapıdır. O kapının kapalı olması demek gerçeklerden uzak olmak demektir. Daha açık bir ifade ile körlük demektir. İlahî ışıktan huzmeler alabilenler zamanla kapıyı aralar ve hakiki güzelliği müşahede ederler. Gönlün gıdası aşktır. Tasavvuf, ilahî aşkı gönüllere nakışladıkça insanların iç âlemleri zenginleşmektedir.

Hak âşıklarının gönül pınarları önce bir mürşid-i kâmilin gö-nül ırmağına, sonra Rasûlullah (s.a.v)’in rahmet ummanına ve de Rabbimizin muhabbet deryasına kavuşur.

Asrımızın önemli sûfilerinden olan Osman Hulûsi Efendi, er-demli bir gönül insanı olarak göze çarpar. Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle buyurur: “Sohbetlere devam etmek insanı kâmil hâle getirir. Sohbette iki gönül Allah (c.c.) için bir araya gelirse, Cenab-ı Allah (c.c.)’ın füyuzatı, oraya ve gönüllere tecelli eder.”

Büyük insanları anlamak için yürek lazım, iman lazım, sevgi la-zımdır. Gönül ehli olmak lazımdır. Mevlâna Hazretleri Mesnevî’-nin önsözünde; «Temiz insanlardan, gerçeği sevenlerden başkala-rının Mesnevî’ye dokunmalarına müsaade yoktur» diye buyurur.

Hak âşıkları kendi gönüllerinde ve baktıkları her yerde, her şeyde, Allah’ın kudretini, büyüklüğünü, yaratma gücünü görür, hisseder; O’na hayran olur. Birliğin müşahedesi onu aşk divanesi eder. Hakikatin sırlarına vâkıf olan can, dışarıdan bakılınca, di-vane gibi görülür; ama o aslen Hakk’ın güzelliğinin hayranıdır. Bundan da kurtuluş mümkün değildir. Onun içindir ki âşıklar, bu hâllerinden dolayı daima hamd ederler. Allah’ın vermiş olduğu nimet ve ihsanlarına karşı senâ ederler.

Tasavvuf ehli, insan-ı kâmilin gönlünü Allah’ın yeryüzündeki hazinesi, ilahî sırların mahzeni; hatta mülk âleminin mutasarrıfı olarak görür. Vuslata ermenin yolu bu gönüllere girmektir. Böyle bir gönüle giren kimse Kâbe’ye girenden üstündür. Bu yüzden Al-lah dostlarına ve erbab-ı dil olanlara «Bizi gönülden çıkarmayınız» denir. Nitekim Hulusi Efendi Hazretleri der ki:

Halvet-geh-i dil-dâr olur âşıkların gönülleriGencîne-i esrâr olur âşıkların gönülleri

İki cihânın mebde-i bir kalb içinde gizlidir Âyîne-i dîdâr olur âşıkların gönülleri

Ol kenz-i mahfîye gönül mahzendürür mahremdürür Bir cilvekâr-ı yâr olur âşıkların gönülleri

Summary

Mawlana and the HeartIn Sufism since ‘the heart’ is the place the love is

revealed, it is much more important than everything. Its door’s being closed means being away from the truth. In other words, it means blindness. The ones who can take

the light from the divine light gradually inch open door and witness the beauty in it. The nutrition of the heart is

the love. As the sufism manipulates the divine love to the hearts, people’s inner world enriches.

Mawlana advises people to search everthing in themselves. Moreover he says;

There is water both before and behind of you that can help. Yet, to be able to reach to the source there is a

dam both before and behind of you. You have been on a horse but you’re still searching for the one.

You have a basket of bread on your head, yet you’re still searching for the bread around you. Are you confused?

Look at your own head. Why are you knocking every door? Knock the door of heart instead! You dip in water

till your knee yet you’re unaware. Still You search for water from everyone!

Only the ones who bring maturity to their hearts can understand the value of the heart and the people of the

heart. We would like to conclude our words with the advice of Mawlana: The heart you don’t even value as

much as a tiny straw is more preeminent than everything in the heaven. Don’t look down on it even if it’s

despicable, it is still superior. It is the place Allah looks at!

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

86Aral ık2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

Mevlâna ve Özgüven Eğitimi

Mevlâna ve Mevlevîlik

Başyazı...

4 Somuncu Baba

Page 5: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Hulûsî istersen rızâ gönüllere sen hizmet et Kıblegâh-ı esrâr olur âşıkların gönülleri

Gönül eğitimi için bir gönle girmek ve bir gönül eri bulmak önemli bir şarttır. O bakımdan mürşid-i kâmil virane gönülleri ihya eden irfan tahtına çeviren kişidir. Mürşid-i kâmil gönül-leri kirlerden paslardan arındıran, kalpleri cilalayan ustaların ustasıdır.

Mevlâna gönüllerin temiz olmasıyla ilahî sırlara yaklaşılabi-leceğini, aşk ateşinde yananların hakikat gevherini bulacağını şöyle anlatır: «Ey kalbine güvenip ‘kalbim temizdir’ diyen kişi! Senin kalbinin gerçekten temizlenmesi için bir velinin kalp havuzundan yahut hakikat denizinden yardım istemen gerekir. Zira o ilahî yardım olmaz ise nasıl para harcandıkça azalırsa, senin sınırlı temizliğin de azalır ve kirlenir.» «O kâfir-lik ve dindarlık yanından geç de gel, gir gönül fırınına; seyret de gör; âşıkların canları nasıl alan kesilmiş, aşk da kuyumcu dükkânı»

Mevlâna insanın her şeyi kendi içinde aramasını öğütler. Nitekim der ki:

«Sen hâlâ onu dışarıda arıyorsun. Süt sağılan yer sensin de sen başkalarından süt sağmasını bekliyorsun. Sende kıyısı, bucağı olmayan bir süt kaynağı var. Sen neden tulumda süt arıyorsun? Ey kuyudan su çeken, senin denize ulaşan bir deli-ğin var, kuyudan su çekmeye utanmıyor musun?

«Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara ulaşman için önünde de bir sed var, ardında da. Ata binmişsin, fakat at arıyorsun?»

«Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var, sen hâlâ şu-raya, buraya koşup duruyor ekmek atıyorsun. Şaşkın mısın ne? Kendi başına uzan. Neden her kapıyı dövüp duruyorsun. Yürü gönül kapısını döv. Dizine kadar dereye girmişsin de kendin-den gafilsin. Şundan bundan su isteyip duruyorsun».

Altının kıymetinin sarrafın bildiği gibi gönül ehlinin değerini de gönlü olgunlaşmış olanlar bilebilir. Gönül ehlini hor gör-mek ve gönül yıkmak en büyük günah; yapmak ise en büyük sevaptır. Hazreti Mevlâna’nın öğüdüyle sözümüzü bağlayalım: «Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül, arştan da üstündür, kürsüden de, levhden de, kalemden de. Hor bile olsa gönlü hor tutma, o horluğu ile gene de pek üs-tündür. Yıkık gönül Allah’ın baktığı varlıktır.”

İçindekilerMektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ............................... 6

Mevlâna’da Mana ve Şekil Bir Bütündür!

Prof. Dr. Ali AKPINAR .................................................... 8

Mevlâna

Abdullah SATOĞLU ..................................................... 13

Mevlânâ ve Özgüven Eğitimi

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ ...................................... 14

“Mecâzî Aşk, Hakîkî Aşkın Köprüsüdür”

Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE .............................................. 18

Gönlümüzü Temiz Tutalım

Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ ............................................ 22

Üç Hadis Üç Beyit Üç Hikâye

Musa TEKTAŞ .............................................................. 24

Abdullah b. Nevfel

Doç. Dr. Bünyamin ERUL ............................................ 29

Peygamberler Diyarı Şanlıurfa

Resul KESENCELİ ......................................................... 30

Sana Geldim Mevlâna

Yavuz Bülent BÂKİLER ................................................. 33

“Mevlevîlik İnsanı İyi Bir Müslüman Yapmayı Hedefler”

Konuşan: İbrahim YARIŞ .............................................. 34

Mevlâna’ya ve Türkiye’ye Hasret

Muhsin İlyas SUBAŞI .................................................... 40

Hazret-i Mevlâna’yı

Arif Nihat ASYA ........................................................... 45

“Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben”

Sadık YALSIZUÇANLAR ............................................... 46

Taksim

Abdurrahim KARAKOÇ ............................................... 51

İstanbul-Şam Hattında Talihsiz Bir ‘Son Osmanlı’:

Sultan Vahdeddin

İsmail ÇOLAK .............................................................. 52

Çocuğun Dünyası

Musa TAKÇI................................................................. 57

Mevlâna’nın Tebrizli Güneşi Şems

Doç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA ................................. 58

Bir Mevlâna Kitabı: “Şems - Mevlâna Dostluğu”

Vedat Ali TOK ............................................................. 64

Sevgi Işıktır Kalbe

M. Nihat MALKOÇ ...................................................... 67

Sadakatte Zirve Hz. Ebubekir (r.a.)

Mustafa OĞUZ ............................................................ 68

Kur’an Işığında İnsanın Fıtratı ve Davranış Yönelimleri

Doç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN ............................ 72

İbrahim Havvas

Yusuf HALICI ............................................................... 74

Bir Avuç Hurma

Tayyip SALİH ............................................................... 76

Haccın Fazileti ve Faydaları

Kevser BAKİ ................................................................. 80

En Önemli ve Vazgeçilemeyecek Öğün Kahvaltı

Akın DİNDAR .............................................................. 82

Gönülden İkramlar

Mesude SARI ............................................................... [email protected]

5Aralık / 2007

Page 6: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

6 Somuncu Baba

Yirmibeşinci Mektup

Hulûsi-î Dârendevî Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Mektûbât-ı

Altının Değerini Sarraf Bilirİki cihanın gümüş ile altınının, tac ve tahtının değerini karşılamayan asalet yoluna

giden kardeşlerimizin yüce kıymetini galip olan zannımızca yine sizi takdire şayan olarak biliyoruz.

Felek bizi en sadık dostumuzdan ayrı kıldı. Arkadaşsız bir garibiz biz. İsteriz ki şu be-lâlarla dolu gam vadisinde bir can yoldaşımız olarak derdimizi paylaşan gerçek bir dostu-muz olup, “Dünya ve ahiretin en yüksek mertebesine ulaşasın kardeşim.”

Ey gül-i gonca-i serv-i semenimÖmer ü Hamza vü Hacı Hasan’ım

Yine bir tâc-ı saâdet hâzırKim giyer ana libâs-ı fâkir

Lutf u ihsânını Hallâk-ı kerîmHep kerem ehline kılmış tekrîm

Lutfuna mazhar olup Mevlâ’nınGiyesiz tâcını kerremnâ’nın

Gönlümüz sizle mübâhât eylerCânımız hubb-ı müvâlât eyler

Kandırırsak sizi hak kandığınızYandırırsak sizi hak yandığınız

Siz ganîlerden olunca ikrâmBize de hayr ile olur in’âm

Hak nebînin sevgili yârânıAbdurrahmân-ı ganî Osmân’ı

Mâl ile kisbe Rızâu’llâhıEtdiler râzı Rasûlu’llâhı

Öyle dem oldu ki bir hizmet ileMüjdeler eyledi hep cennet ile

Size lâyık diye bu hizmet-i hâsCân u dilden sanı verdik ihlâs

Bizi insân sanarak ehl-i nazarHayr işi işle diyü yeltediler

Page 7: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

7Aralık / 2007

* Bu mektubu Balaban Çarşı Camiinin çatısının yenilenmesi için Zonguldak’ta bulunan Balabanlı Davut Ömer, Hamza Seher ve Araboğlu Hacı Hasan Efendiye yazmışlardır. ** Günümüz Türkçesine Yrd. Doç. Dr. Cemil Gülseren tarafından çevrilmiştir.

dedikten sonra, ey gam ortağı vefadar sadık kardaşlarım, bilindiği üzere nahiyenizin mad-dî ve manevî övüncü ve şerefi olan Çarşı Camiinin eksiklerinin tamamlanmasına teşeb-büs edilerek başlanıldı. Bu iş mühim bir hizmet, güçlü geniş çaplı bir yardım neticesi tamamlanması mümkün olacağından şu anki duruma göre eldeki mevcut paranın yeterli olamayacağı anlaşıldı. Nahiyenin hali malum olduğundan zorlanmadan da bu hizmetin yapılamayacağını siz de bilmektesiniz.

Allah’ın rızasını elde etmeye mekân olan ve ezelî olan Allah’a yaklaşma huzuru olan makamının rızasız (gönülsüz) menfaatlerle yapılması ya da inşa edilmesi hüsran ve helaki icab ettirir.

Ancak siz fedakâr can dostlarımızdan şunu bekleriz ki orada bulunan büyüklerden, cömert insanlardan sizin vesileniz ve hayırlı neticeler veren işaretinizle bu şerefli hizmet de ihsan olmuş olsun -neticelensin-.

Herhalde sizin gibi Cenab-ı Allah’ın vermiş olduğu, lutfetmiş olduğu nimetleri hayır yolunda harcamak isteyen, Allah’ın lutfuna, ihsanına ulaşmak isteyen birçok hayırsever dost ve hemşehrilerimiz vardır.

Bunların iyiliksever gönüllerinden Allah sevgisinin şahidi olan rızadan – gönlüyle ra-zılıktan- dolayı himmetlerin nurunu, feyzini toplayarak üç metre boyundaki çinkodan yüzelli tabak en hızlı bir vasıta ile şu on gün içerisinde Akçadağ istasyonuna çıkartmak gayretinizi ve çıkarıldığının haberini tel (telgraf) ile bekleriz.

Biz de bu devlete tâkat yokdurMâl ile ahza liyâkat yokdur

Böyle bir hayra delâletle siziYâr ede işleyene belki sizi

Buyurur şöyle ki mâhbûb-ı HudâBir hadîsinde bu fi’li icrâ

Hayra kim etse delâlet mutlakİşleyen gibi verir ecrini Hakk

Size bu vasf ile bu hayrı güzelHem delîl hem işlemek ecri bedel

Ordalar cümle ganî ehl-i himemBöyle bir hayra ki bin lutf u niâm

Anları hayra delâlet edesizBu işe cân ile gayret edesiz

Ola kim gayretiniz encâmıYapa bu ma’bed-i İslâmı

Anın içinde hezâr ehl-i niyâzEdeler secde kılup Hakk’a namâz

Bunların mazhar-ı hoşnûdîsiMutlakâ Hakk’ın olur mardîsi

Ne olur âlem-i fânî de geçerBu dem-i hayr zamânı da geçer

Âlemin âhir olur encâmıEhl-i hayrın kalır ancak nâmı

Page 8: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

8 Somuncu Baba

“Mevlâna, ibadetlerin şekil ve mana bütünlüğü

içerisinde yapılmasının gereği üzerinde ısrarla

durmuştur. O, bu meyanda ibadetlerin içerisini

boşaltarak onları adet haline getirip yalnızca şekilden

ibaret görenleri kıyasıya eleştirmiştir. Onun bu

eleştirilerinden, şeklî ibadetin gereksizliği sonucunu

çıkaranlar olmuştur. Ancak Mevlâna’nın kastı bu

değildir. Onun gayesi, ibadetin diri tutulması gereğine

işaret etmektir. Zira ona göre ibadet, ruhu ve bedeni

ile ibadettir. Mevlâna’da şekil ve mana bir bütünün

iki temel parçasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz.”

Mevlâna’daMana ve Şekil Bir Bütündür!

Page 9: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

M evlâna ile ilgili pek çok yayının yapıldığı günü-

müzde onun ibadet anlayışına dair çeşitli spekülatif yorumlar da yapılmaktadır. Zaman za-man bu çalışmaların Mevlâna’yı, olduğu gibi tanıtma yerine, bazı çevrelerce olması istenildiği gibi tanıtmaya kaydığı da olmakta-dır. Bu meyanda Mevlâna’da ibadetin, ritüellerden ziyade kalp temizliği, şekilden ziyade mana üzerinde yoğunlaştığını savunanlara rastlanmaktadır. Oysa Mevlâna, bazılarının san-dığı gibi şeklî ibadetleri yok say-mıyor, aksine kendi zamanında çoğu kimse tarafından şeklen yapılan ibadetlerin içini doldur-maya, onu derinleştirmeye ve onları mana zenginliğine taşı-maya çalışıyordu.

Genel olarak namaz kılan, oruç tutan, hacca gidenlerin yaşadığı bir toplumda yaşayan ve temel ibadetlerini yerine ge-tiren Mevlâna, çoğu kez şeklî ibadetleri eleştirmiştir. Onun bu eleştirisinden, şeklî ibadetin yok sayılması gibi bir sonuç asla çıkmaz.

Mevlâna’nın İbadet Anlayışı İle İlgili Yanlış

Anlamalar

Mevlâna’dan sonra, onun yolunu izleyenler, onun felse-fesini kurumsallaştırarak yay-gınlaştırmışlardır. Kısa zaman sonra Mevlevîlik dünyanın dört bir yanında etkisini gösteren bir akım haline gelmiştir. Çok geniş bir alana yayılan ve pek çok ke-simlerce benimsenen Mevlevî-lik, bulunduğu zaman, çevre ve şartlara göre zaman zaman farklı

renklere bürünmüştür. Bu akım içerisinde yer alan kimseler ara-sında farklı anlayışlar, farklı dü-şüceler, farklı söz ve eylemler de görülür olmuştur.

Gölpınarlı’ın dediği gibi Mevlevîlik büyüyüp genişledikçe türlü renklere boyandığı, özünü emip belirsizleştiği dönemler olmuştur1. Mevlevîliğin kuruluş ve yayılış devrinden sonraki dö-nemlerde ilk devrin karakterini bütünüyle görmek mümkün değildir.2

Mevlâna’dan sonraki Mev-

levîler arasında görülen bazı olumsuzlukların temelinde, Mevlevîliğin geniş bir alana ya-yılması yanında, eksik, yanlış ve yanlı Mevlâna anlayışlarının da etkisinin olduğu bir gerçek-tir. Zaman zaman Mevlevîlik-te gelinen nokta, Mevlâna’nın felsefesine uydurulmaya yahut yaşayan Mevlevîliğin olumsuz-luklarını destekleyen söylem ve

yorumlar Mevlâna’ya söyletil-meye çalışılmıştır.

Sözgelimi Mevlâna’nın ünlü eseri Fîhi Mâfîh’i çeviren Tarık-kahya çeviriye yazdığı önsözde Mevlâna’nın amel, namaz, oruç ve hac anlayışı ile ilgili olarak şunlara yer vermiştir:

Amel, insandaki manadır, su-reti yoktur… Namaz suretten ibaret değildir. Bu namazın başı tekbir, sonu selamdır. Başı ve sonu olan her şey kalıptır. Onun ruhu eşsiz ve sonsuzdur. İstiğrak, kendinden geçiştir ve bu kılı-

nan namazdan daha iyidir. Kalp huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz. Namaz içtedir ve ruhun namazıdır. Şeklen kılınan namaz geçicidir. O, sadece na-maz kılmakla kendilerini gerçek Müslüman sananlara, muhtaç oldukları dersi de bu suretle ver-miş oluyor.

Oruç insanı, zevklerin, güzel-

9Aralık / 2007

Page 10: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

liklerin kaynağı olan yokluğa doğ-ru götürür…

Zahir ehli için Mescid-i Haram, halkın ziyaret için gittiği Kâbe’dir. Âşıkların ve Tanrı’nın seçkin kulla-rının indinde ise Mescid-i Haram, Tanrı’nın visalidir. Kâbe’den mak-sat, velilerin ve nebilerin gönül-leridir. Burası Tanrı’nın vahyinin yeridir. Kâbe, onun feridir. Gönül olmasa Kâbe ne işe yarar!3

Şeklî eylemlerin derinliği ve hikmeti ile ilgili olarak söylenmiş bu sözlerden şeklî amellere ge-rek olmadığı sonucu çıkarılabil-mektedir. Oysa Mevlâna, namaz kılarken, dostlara, akrabalara ilti-fat edilemeyeceğini ve bu yüzden de insanın yanlış yapmış olmaya-cağını söyledikten sonra şunları söyler:

Biri, Tanrı’ya namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır, diye sordu. O şöyle cevap verdi: Hem namaz vardır, ama namaz yalnız bu suretten ibaret değildir. Bu namazın kalıbıdır. Çünkü bu na-mazın başı sonu bellidir ve vardır. Başı sonu olan her şey ise kalıp-tır. Tekbîr namazın başı, selam ise onun sonudur. Bunun gibi şahâdet de yalnız dilleriyle söy-ledikleri şey değildir… Başı sonu olmayan namazı nebîler bulmuş-tur, bunu ortaya çıkaran nebi şöyle buyurur: Benim Tanrı ile bazı vakitlerim olur ki o zaman, oraya ne Tanrı tarafından gön-derilmiş peygamber ve ne de Tanrı’ya en yakın bir melek sı-ğar. O halde ruhunun yalnız bu suretinden ibaret olmayıp, belki istiğrak, kendinden geçiş oldu-ğunu bilmiş olduk. Çünkü bütün suretler dışarıda kalıp oraya sığ-mazlar. Katıksız, sırf mana olan

Cebrâil bile oraya sığmaz.4 Elbette namazın ruhu, okunan namazdan daha iyidir.5 O halde amel ve fiil sadece bu görünen hareket ve fa-aliyetlerden ibaret değildir. Bunlar, belki o amelin sureti, görünüşüdür ve o, candır.6

Görüldüğü üzere Mevlâna bu sözlerinde namaz ve şahadetin şekline tümüyle karşı çıkmamak-ta, onların içlerinin doldurulma-sını ve gayelerine uygun olarak yapılmasını istemektedir. Nitekim o, mana ile beraber suretin de ol-masının gereğini şöyle vurgular:

Çünkü suretin de büyük bir itibarı vardır. İtibar ne demek! O, hatta öz ile, mana ile beraberdir. Nasıl ki beyinsiz bir kafanın işi bir sonuç vermezse, kabuksuz meyve de yetişmez. Mesela bir çekirde-ği kabuksuz olarak yere ekersen göğermez, fakat onu kabuğu ile beraber yere gömdüğün zaman göğerir ve büyük bir ağaç olur. Bi-naenaleyh vücudun da büyük bir aslı, rolü vardır.7

Bizi himmetle anla, asıl olan himmettir, söz ise feri’dir, olma-sa da olur diyene Mevlâna şöyle cevap verir: Bu himmet, cisimler âleminden önce, ruhlar âleminde mevcuttu. Şu halde bizi, cisimler âlemine boşu boşuna getirmediler. Buna imkan yok. Öyleyse sözün de rolü olmalı ve faydası bulunmalıdır. Eğer kayısı çekirdeğinin sadece içi-ni ekersen bir şey bitmez. Halbu-ki onu kabuğu ile diktiğin zaman biter. İşte bu bakımdan suretin de rol oynadığını anlamış olduk. Kalp huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz buyrulduğu gibi, namaz da içtedir. Fakat sen onu mutlaka şekillere sokarsın. Görü-nüşte ruku’, secde ile ona bir suret

Somuncu Baba

Page 11: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

11Aralık / 2007

vermek lazımdır. Bunları yaptı-ğın zaman, ondan nasibini alır, muradına erersin. Onlar, na-mazlarına devam ederler8 aye-tindeki namaz, ruhun namazıdır. Sureten, şeklen kılınan namaz geçicidir, devamlı olmaz. Çünkü ruh, deniz âlemidir, sonsuzdur. Cisim ise deniz kıyısı ve kara-dır, sınırlı ve ölçülüdür. İşte bu yüzden devamlı namaz ancak ruhun namazı olabilir. Ruhun da rukusu secdesi vardır, fakat bun-ları açıkça şekille göstermek la-zımdır. Çünkü mananın suretle bağlılığı vardır. İkisi bir olmadık-ça fayda vermezler. 9Bu devamlı olan namaz, bütün gün kıyam,

ruku ve sücud değildir. Bundan maksat, namazda insanda olan o haldir. İşte bu hal daima seninle bir olmalı. Uykuda olsan, uyanık bulunsan, yazarken okurken ve bütün hallerde Tanrı’nın zikrin-den uzak olmazsın. İşte devamlı namazda olmak budur.10 İbra-him Makamında iki rekat namaz kılmak iyidir. Fakat bu öyle bir namaz ki onun kıyamı bu âlem-de, ruku’u öbür âlemdedir.11

Görüldüğü üzere Mevlâ-na burada ruhun namazından bahsederek namazın ruhunu ve namazda devamlı olmanın ne demek olduğunu anlatmaya ça-lışıyor, ancak ruhun namazının

olabilmesinin de bedenin şeklî namazından geçtiğini özellikle belirtiyor.

Yukarıdaki hac ibadeti ile il-gili sözlerini Mevlâna, Yüce Alla-h’ın tasavvurlar âlemine ve hatta hiçbir âleme sığmayacağını ve hac ibadetinin ruhunu anlatır-ken söylemiştir.12 Yoksa onun bu sözlerinden Kâbe’yi ziyaret et-menin gereksiz olduğu sonucu asla çıkmaz.

Nitekim o, oruç ibadeti ile ilgili olarak Oruç insanı, zevk-lerin, güzelliklerin kaynağı olan yokluğa doğru götürür 13 derken şeklî orucun ruhu ile yaşatılması gereğini belirtir.

Mevlâna’nın Namaz Anlayışı ve Namazı

İbadetlerin içinin doldurul-masına yönelik benzeri anla-tımlara ayet ve hadislerde de rastlamak mümkündür.

Sözgelimi pek çok ayetinde namazı gereği gibi kılma/ikâ-meden bahseden Kur’ân, zorlu bir ibadet olan namazın, içten-likle kılanlara zor gelmeyeceği-ni14 belirtir; namazı muhafaza üzerinde durur,15 namazda de-vamlılık/namazı devam ettirme ifadesi16 ile sürekli, kötülük ve ahlaksızlıktan alıkoyan, hayatta etkisini gösteren bir namazı17 hedefler. Aynı şekilde isteksiz-ce,18 bilinçsizce19 ve gaflet içe-risinde namaz kılanları,20 gafilce zikredenleri,21 gafilce dua/ibadet edenleri,22 Allah’ın ayetlerinden gafil olanları23 uyarır.

Aynı şekilde Hz. Peygam-berden gelen, namazı kendisini Minyatür: Ülker Erke

Page 12: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

ahlaksızlık ve kötülükten alıkoy-mayan kimse yalnızca Allah’tan uzaklaşmış olur!24 Nice oruç tu-tanlar vardır ki, tuttukları oruç-tan yanlarına kalan yalnızca aç kalmalarıdır. Nice gece ibadeti için kalkanlar vardır ki kıyamla-rından yanlarına kalan sadece uykusuz kalmalarıdır.25 Ey in-sanlar, kabul olacağına inanarak dua edin. Zira Yüce Allah, kulun gaflet içerisinde yaptığı duaya itibar etmez.26 gibi pek çok ha-dis vardır.

Bu ve benzeri anlatımlardan manası olmayan, içi doldurul-mayan şeklî ibadetlerin gerek-sizliği gibi bir sonuç çıkmaz. Zira bugün içi doldurulmayan bir ibadet, ileriki aşamalarda donanımlı hale gelebilir. Önce elde kalıp olmalıdır ki içi doldu-rulabilsin.

Aynı bağlamda İslâm’ın te-mellerinden olan namaz iba-deti, Mevlâna’nın ünlü eseri Mesnevî’nin pek çok beytinde işlenir. Bu beyitlerinde Mevlâ-na, namazı tanımlayarak gerçek anlamda nasıl namaz kılınması gerektiğini anlatır. Ona göre na-maz, Yüce Allah ile bağlantı kur-mak,27 yol gösteren ibadet, âşık-ların her zamanki hali,28 insanı kötülükten, fenalıktan kurtaran araç,29 kurtlardan kurtaran ço-ban30 olup namazın aslı, bedeni/oğlu terk etmek ve İbrahim gibi oğlunu kurban edip Nemrud’un ateşine atılmaktır. Namazın ke-mali için de bu lazımdır.31 Kalp huzuru olmadan kılınan nama-zın tam ve kâmil namaz olma-yacağını32 söyleyen Mevlâna, hışım, şehvet ve hırs rüzgârının namaz ehli olmayanı silip süpür-düğünü33 belirtir ve riyakârlıkla

namaz kılanları şu sözleriyle uyarır: Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanık-tır.34 Nerede peygamberle sahabe-sinin yolu, nerede namaz, nerede tesbih, nerede onların edepleri?!-35O münafık, inat ve taklide uyup namaza durur, niyaz ve tazarru’ için değil!36 Münafık gibi görü-nüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.37Eğer bizim ambarımız-da hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayımız nerede?!38

Sonuç olarak şunları söyle-yebiliriz: Bir din bilgini büyük bir mütefekkir olduğu kadar, dinin gereklerini yerine getiren âbid bir kişiliğe de sahip olan Mevlâna, ibadetlerin şekil ve mana bütünlüğü içerisinde ya-pılmasının gereği üzerinde ısrar-la durmuştur. O, bu meyanda ibadetlerin içerisini boşaltarak onları adet haline getirip yal-nızca şekilden ibaret görenleri kıyasıya eleştirmiştir. Onun bu eleştirilerinden, şeklî ibadetin gereksizliği sonucunu çıkaranlar olmuştur. Ancak Mevlâna’nın kastı bu değildir. Onun gaye-si, ibadetin diri tutulması gere-ğine işaret etmektir. Zira ona göre ibadet, ruhu ve bedeni ile ibadettir. Mevlâna’da şekil ve mana bir bütünün iki temel parçasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz.

Bugün ben Mevlevîyim ama Müslüman değilim, diyebilen-lerin bu husus üzerinde düşün-meleri gerekir. Evet, Mevlâna’-nın hayat felsefesi tümüyle dini yaşamaktan ibâretti. O bunu şu sözleriyle net bir şekilde ifade etmektedir: Dinî vazifelerini yap-madan, iyi, yararlı bir insan olma-

dan Cenneti isteme. Hakk’a lâyık

bir kul, O’nun lütfuna, ihsânına

lâyık olmadan Süleyman mülkü-

nü isteme. Mademki işin sonun-

da ecel vardır, hiçbir Müslüman

kalbinin incinmesini isteme.

Müşkülünü çözen, seni haki-

kate ulaştıran bilgiyi, ölüm gelip

çatmadan önce iste, öğrenme-

ye çalış. Aklını başına al da, şu

dünyayı, yani var gibi görünen

yoğu bırak, yok gibi sandığın varı

iste.39

12 Somuncu Baba

1- Bkz. Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983, Önsöz.

2- Bkz. Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik,s, 100.

3- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, (Çev: Meliha Ülker Tarıkkâhya), s, XXII-XXIII.

4- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 19-20.5- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 49.6- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 203.7- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 30.8- 70 Meâric 239- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 221-222.10- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 221-267-268.11- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 254, 254.12- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 156-157.13- Mevlâna, Fîhi Mâfîh, s, 198.14- 2 Bakara 45.15- 2 Bakara 238; 6 Enâm 92; 23 Müminûn

9; 70 Meâric 34.16- 70 Meâric 22.17- 11 Hûd 87; 29 Ankebût 45.18- 4 Nisa 142.19- 4 Nisa 43.20- 107 Maûn 4.21- 16 Kehf 28.22- 46 Ahkâ1 5.23- 7 Araf 136, 146; 10 Yunus 7, 92.24- Gümüşhanevî, Râmuzu’l-Ehâdîs, Hadis

No: 5516.25- İbn Mace, Sıyam 21; Ahmed, II, 373,

441.26- Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 151-

152.27- Mesnevî, III, Beyit, 2401.28- Mesnevî, VI, Beyit, 2666.29- Mesnevî, VI, Beyit, 3574.30- Mesnevî, VI, Beyit, 3575.31- Mesnevî, V, Beyit, 1264.32- Mesnevî, I, III, Beyit, 3033.33- Mesnevî, I, Beyit, 3796.34- Mesnevî, V, Beyit, 182.35- Mesnevî, VI, Beyit, 2067.36- Mesnevî, I, Beyit, 285.37- Mesnevî, VI, Beyit, 1056.38- Mesnevî, I, Beyit, 382.39- Can Şefik, Hz. Mevlâna’nın Rubâîleri,

117-118. rubâî.

Dipnot

Page 13: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

13Aralık / 2007

MevlânaSelâm sana pirler pîri Mevlâna Oldum sevginin esiri Mevlâna.

Geldi semâ semâ vecd ile Şah’a Ben gibi hakirin piri Mevlâna.

Sencileyin mürid oldum Seyyid’e Arındı gönlümün kiri Mevlâna,

Şems-i Tebriz! ki ışıktır bize Bahşetse n’ola iksiri Mevlâna.

Hiç görmedi dünya dünya olalı Sen gibi mütefekkiri Mevlâna

Aldım da feyzi manzum Mesnevi’den Attım nefsimden kibiri Mevlâna.

Çözmede Mesnevî mânâ sırrını Hazla bal ettim zehiri Mevlâna,

Uyandım gafletten buldum gerçeği Gördüm Divân-ı Kebîr’i Mevlâna.

Şeb-i arus için mekân tutmuşuz Konya gibi nûr şehiri Mevlâna,

Kubbe-i hadrâ’da buldum huzûru Gördüm seni orda diri Mevlâna.

Bozdum da tevbemi duydum nedâmet Ettim ihlâsla zikiri Mevlâna.

Hayrandır sana Müslüman MecûsîGetir imana münkiri Mevlâna,

Deva kıl Hünkâr’ım yanmış gönüle Dindir gözdeki nehiri Mevlâna,

Tutuştum ney’deki aşk ateşinden Kırdım zulmetten zinciri Mevlâna.

Öyle mestiz ki biz, kudümle ney’le Salarız arşa tekbiri Mevlâna.

İlâhî bir muhabbetle sarhoşuz Hoş buluruz her takdiri Mevlâna,

Kabul et dergâha çevirme n’olur “Allah kulu” bu fakiri Mevlâna,

Abdullah SATOĞLU

Page 14: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Mevlâna ve Özgüven Eğitimi

DüşünceProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

“Kurtuluş, Mevlâna’nın ‘pergel metaforu’ndadır. Eğer insanın bir ayağı şeriatta, diğer ayağı da İlahî hakikatlere çağrı adına yetmiş iki milleti

dolaşıyorsa, ayak merkezden ayrılmadığı sürece insan, bitimsiz aydınlanma kaynağına tutunduğu için yeni ve taze fikirler üretmeye devam edecektir.

Bunun bizzat kanıtı, Mevlâna’nın kendisidir.”

14 Somuncu Baba

Page 15: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

K ur’an’a göre insanoğlu hayatın acıları ve sevinç-

leriyle sınanmaktadır. Acılar olmasa, sevinçlerin bir anlamı olur mu? Ölüm olmasa, hayatın bir anlamı olur mu? Başımıza gelen acılardan amaç, biraz da hangimizin daha güzel kullukta bulunduğumuzu ortaya çıkar-maktır. Şu ayetleri toplu olarak okursak olayın içyüzünü daha iyi anlayabiliriz:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sab-redenleri müjdele.

O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Al-lah’ın kullarıyız ve biz O’na dö-neceğiz, derler.

İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğ-ru yolu bulanlar da onlardır.” 1

Bu öyle bir sınavdır ki, dün-ya hayatında karşılarına çıkan belâ ve musibetler karşısında kimileri dökülür, kimileri ta-hammül göstererek direnir, öz-güvenini korur, kulluk bilincini daha yükseklerde, zirvelerde tutar.

Atalarımız, “deliye her gün bayram, muzdaribe hiçbir gün” demişler. Ama olsun. Önemli olan, gönüller fatihi Yunus Em-re’mizin dediği gibi, acıları bal eyleyebilmektir. Bu da her yiği-din kazancı değil, erlerin/olgun-laşmış kimselerin kazancıdır.

Aslında Müslüman, eğer bi-lirse, mutlu ve huzurlu insandır. Onun hayatından sevinçler hiç eksik olmaz. O, namazını kı-lar, bayram eder; orucunu tu-

tar, bayram eder; kurban keser, eti ve derisi ile bir fakire veya düşküne yardımda bulunur, mutluluğu yüzünden okunur. İslam, bir nevi, kişiyi devamlı, kendisi ile barışık tutmaktadır. Çoğumuz böyle bir yüce değe-rin farkında değilizdir. İnanmış insan, gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı vazifelerini hakkı ile yerine getirdiği zaman, ruh-sal anlamda bir manevî haz ve coşku hali yaşar.

Anadolu’nun irfan erlerin-den Eşrefoğlu Rûmî şöyle diyor:

“Gökten belâ kar gibi yağsa, anın

adına aşk denir.” Eğer içiniz-de aşk varsa, hiçbir engel sizi durduramaz. En büyük belâ ve musibetlerle Peygamberler de-nenmedi mi? Güler yüzlü İslâ-m’ın şavkını asırlara taşıyan Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de zorbaların her türlü karalayıcı kampanyaları karşısında, içine dönüyor, sabırla direnişine ve mücadelesine devam ediyordu. Ona iç dünyasını nasıl ve ne ile diri tutması gerektiğini Yüce Al-lah şöyle öğretiyordu:

“(Ey Muhammed!) Yemin ol-sun biz biliyoruz ki, onların söy-lediklerine senin göğsün daralı-yor.”2 Bu bir durum tespitidir. İç sıkıntılar karşısında insan, nasıl göğüs gerecek? İşte Yüce Rab-bimiz bunun yolunu da Rasu-lünün şahsında bize şöyle gös-teriyor: “Sen Rabbini hamdi ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” 3 İşte özgüven eğitimi bu.

İslâm Tarihinde Moğol isti-lasının yol açtığı kriz, Hz. Mev-lâna gibi büyük bir düşünce ve irfan adamını oraya çıkarmıştır. Mevlâna’nın yaşadığı dönemin

oldukça sıkıntılı bir dönem olduğunu hepimiz biliyoruz. Hicrî yedinci asır, İslâm Dünya-sının yakılıp yıkıldığı, talan edil-diği bir dönemdir. Ümitsizliğin, kötümserliğin, hatta İslâm’ın bir inanç sistemi, bir kültür ve medeniyet olarak geleceğine şüphe ve endişe ile bakmanın oldukça yaygın olduğu bir dö-nemdir. Mevlâna, bu menfi ge-lişme karşısında boş durmamış, his ve fikir plânında büyük bir mücadele vermiştir. O, öyle gü-

15Aralık / 2007

Page 16: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

zel şeyler söylemiş ki, kafalar ve gönüller rahatlasın diye. Âlim de bir şey öğrensin, testici de bir şey öğrensin diye.4

Günümüzde bazı çağdaş terapistler, hastalarını tedavide İslâm Tasavvufunun ana kay-naklarından yararlandıklarını söylemektedirler. Bu kaynaklar arasında, işte başta Hz. Mevlâ-na’nın muhalled eseri Mesnevî gelir. Ruhsal açıdan gergin ve depresyonda olanların okuya-bileceği bir eser: Mesnevî... Son yıllarda Amerika’da Doğu-İslâm klâsikleri arasında ençok satılan ve okunan kitabın Mesnevî ol-duğu söyleniyor. Hatta bir yaza-rımız Mektuplar isimli eserinde Amerika’da okuyan oğluna, te-fessüh etmiş bir cemiyette an-cak Mesnevî okuyarak ayakta durabileceğini, inançlarını ko-ruyabileceğini tavsiye ediyor.

Ne var Mesnevî’de?

Ruhaniyet var, psikoloji var,

ruhsal hayatı tamir var, ümit var, coşku var, inanç var, güven var, insanın kendisi ve çevresiyle ba-rışık olmasının yolu var, dahası, Allah’la bağ kurmanın yöntemi var. Yegâne güven kaynağı olan Yüce Allah’a bağlanan kimse is-yanlarda olur mu? O, aşk ehli-dir. Acılar karşısında bilenir.

İşte Mevlâna, İslâm Dün-yasının büyük bir yıkıma uğ-ratıldığı dönemde, Müslüman vicdanlara yılgınlığı, bedbinliği değil, çağının sorumluluğunu taşıyan bir mütefekkir edasıyla, tekrar varoluş ve umut ruhunu yeniden aşılamıştır. Elbette kriz dönemlerinde yaşamış insanla-rın bazı ‘muğlak’ tarafları vardır. Bunu normal karşılamak gerekir. Çünkü onlar, normal dönemle-rin insanı değildir. Önemli olan onların, varlık-yokluk mücade-lesinin sürdürüldüğü dönem-lerdeki yol gösterici tavırlarıdır. Mevlâna’nın bu tavrı, yaşadığı-mız yüzyılda hâlâ varlığını sür-

dürüyorsa, onun düşünce dün-yasının temel kaynaklarına ve mesajına bakmak gerekir.

Sosyolojik manada kriz dö-nemleri, toplumların hayata tekrar tutunmak için, yol göste-rici büyük mürşitleri/kurtarıcıla-rı aradıkları dönemlerdir. Yani, kurtarıcı beklenen dönemlerdir. Bu noktada Mevlâna, tarihi mis-yonunu mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Dolayısıyla, Mevlâna felsefesinde ümitsiz-lik ve kötümserliğe yer yoktur. O, “bir kimse, iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kafirim” sözüyle, insana umut kapılarını açar ve rûhun sonsuzluğuna inşirah/hu-zur/coşku/heyecan üfürür. Bu ufku genişliğin bir alâmetidir.

Mevlâna insan hayatında ‘kötülük’ sorununa da değinir. Onun düşünce dünyasına göre, eşyada aslolan ibâhadır. Varlıkta iyi ve kötü diye bir şey yoktur. Ancak, bazı kimseler nezdinde

16 Somuncu Baba

Page 17: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

eşya iyi ve kötü şeklinde bir de-ğer yargısına sahiptir. İyi ve kötü gibi değer yargıları, insanın kişi-sel kaprislerine ve ihtiyaçlarına, öte yandan düşünce, bilgi ve kültürel düzeylerine göre de-ğişir. Dolayısıyla kötülüğün bir gerçek olduğunu kabul eden Mevlâna’ya göre, bu dünyada mutlak olarak kötü bir şey yok-tur. Kötülük izafîdir, özneldir. Buna göre, şuna göre değişir. Örneğin, yılanın zehri kendisi için hayattır, insan içinse ölüm-dür. Yine Zeyd, birine göre iyi-dir, bir başkasına göre kötüdür.

“Öyle şeyler oluverir ki, siz, onlardan hoşlanmazsınız, hâl-buki o, sizin için daha hayırlıdır”5 ayetine vurgu yapan Mevlâna, insan hayatının kötümserlikten ziyade iyimserlik tarafı ile ilgile-nir.6 Büyük mütefekkir İmam-ı Gazali’nin dediği gibi, acı ve ızdıraplar, nihaî iyiliğimiz için tahammül etmemiz gereken tedaviler gibidir. Dünyadaki acı ve ızdıraplar da insanların daha büyük iyiliklere ulaşmaları açı-sından gerekli olan kılık değiş-tirmiş iyiliklerdir.7 Ama yine de Mevlâna, kötülükler karşısında

“pes etmeye, ne yapayım bu be-nim kaderimdir” gibi yaklaşım-lara karşıdır. O, her ne olursa olsun, kötülüklerle mücadele edilmesi taraftarıdır. Yüce Allah diyor Mevlâna; sıcağı, soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir. Bütün bunlar; korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkma-sı içindir. Vaîdlerle tehditler, iyi ve kötüyü ayırdetmek içindir.8 Bu sebeple Mevlâna’ya göre, kötülükler karşısında olgun mü-

’minin pozisyonu, sopa yiyen kirpinin durumu gibi olmalıdır. Nasıl ki, sopa yiyen bir kirpi, dövüldükçe okları daha çok sertleşir ve mukavemet etme-de kuvvet kazanırsa, mü’min de zahmetler ve meşakkatler karşısında direniş gücünü daha da artırmalı ve metanetini ko-rumalıdır.9

İnsan vahiyle irtibatını kopar-dığı zaman, bunalıma düşer. Bu sebeple Mevlâna, bütün zaman-ların yolunu şaşırmışlarına “ken-dine aklı ve dini klavuz et”10 de-

mek suretiyle izleyecekleri yön-temi göstermiştir. Elbette, vahiy-le aydınlanmayan insanlar ışığını belli bir süre başka kaynaklardan alabilirler. Ama, ışığını Allah’tan almayan bir birey, belli bir za-man aralığından sonra hayatını anlamlandıramadığı için karan-lıklar içerisine düşebilir. Nitekim Kur’an bu gerçeği çok güzel bir şekilde sunduğu temsillerle orta-ya koymaktadır: “Onların duru-mu (aydınlanmak için) ateş yak-mak isteyenin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca, Allah onların (gözlerinin) nurunu gi-derdi ve karanlıklar içinde gör-

mez bir halde bıraktı. (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler.”11

Kurtuluş, Mevlâna’nın ‘per-gel metaforu’ndadır. Eğer insa-nın bir ayağı şeriatta, diğer aya-ğı da İlahî hakikatlere çağrı adı-na yetmiş iki milleti dolaşıyorsa, ayak merkezden ayrılmadığı sürece insan, bitimsiz aydınlan-ma kaynağına tutunduğu için yeni ve taze fikirler üretmeye devam edecektir. Bunun bizzat kanıtı, Mevlâna’nın kendisidir. Hâlâ o, çağdaş dünyada, yüzyıl-lar geçmesine rağmen bıraktığı eserlerle binlerce insanın hida-yetine/hayat bulmasına vesile olmaktadır. Bu gerçeği şu ayet çok güzel anlatır: “Bir insanı öl-düren bütün insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanı dirilten bü-tün insanlığı diriltmiş gibidir.”12 Mutlak anlamda öldürme ve diriltme Allah’a aittir. Bu ayette geçen öldürme ve diriltmenin insana nispeti, vesile ve mecaz açısındandır. Bir kimsenin sap-masına sebep olmak ölümle; hidayetine vesile olmak ise, ha-yatla ifade edilmiştir.

Ne mutlu, hayatın acıları karşısında yılgınlık gösterme-den, yaşama aşkla yeniden tu-tunanlara!..

1- el-Bakar 3/154-157.2- el-Hıcr 15/59.3- el-Hıcr 15/98.4- Mehmet Aydın, Felsefe Yazıları, İstan-

bul, 2000, s. 96.5- Bkz. el-Bakara 3/2/216;en-Nisa 4/19.6- Mevlana, Mesnevi, IV, s. 4-6.7- Gazali, Kitabu’l-Esna, s. 40.8- Mevlana, Mesnevi, II, 227.9- Mevlana, Mesnevî, IV, 8-9.10- Mevlânâ, a.g.e., IV, 53.11- el-Bakara 2/17-18.12- el-Mâide 5/32.

Dipnot

17Aralık / 2007

Page 18: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Sufi PerspektifDoç. Dr. Kadir ÖZKÖSE

Aşk sayesinde dikenler gül olur.Aşk sayesinde sirke, tatlı şarap olur.

Aşk sayesinde talihsizlik, talihe dönüşür.Aşk sayesinde hapishane, bahçeli (bir) köşke dönüşür.

Aşk sayesinde küllerle dolu ocak, gül bahçesi olur.

18 Somuncu Baba

Page 19: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

19Aralık / 2007

A şk medeniyeti inşacısı olan, şiirleri ile gönül-ler kuşatan ve gönüller yapan Mevlâna, “Aşk

benden doğmadı, aşk beni doğurdu.”; “Gönlüme girince sen, kapıyı arkadan kilitledim.”; “Sen bak-masını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür.” der.

“Aşırı derecedeki sevgi ve muhabbet, sevginin son mertebesi, sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması” şeklinde tanımlanan aşk, mutasav-vıflara göre varlığın aslı ve yaratılış sebebidir. Aşk, sevenin sevgilisin-de kendini yok etmesi; öyle ki, âşığın yok, sa-dece mâşûkun var ol-ması, her şeyin ondan ibaret olması hâlidir. Mevlâna nazarında, uğruna bir ömür bağış-lanan, yanıp yakınılan eşsiz sevgili, Allah’tır. Gerçek ilhama mahzar olmuş ve gerçek yoklu-ğu zevk edinmiş âşık-ların en büyük arzusu, “ilahî vuslat”tır. Bu yo-lun coşkun âşığı olan, aşktan doğup, aşkla yoğrulan Mevlâna; “Bizim Peygamberimizin yolu, aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim ana-mızdır.” der ve hakikî diriliğin aşkta yok olmakla mümkün olabileceğini söyler.

“Yoğun aşkın dışında, aşktan başka hiçbir işim yok.Gönül aşkı dışında, hiçbir tohum ekmiyorum.”

diyen Mevlâna, aşkı yegâne gaye edinmiş, sevme sanatını tecrübî olarak yaşamış, “Balık, deniz su-yundan doyar mı? Bir âşık aşkla nasıl doyum sağ-

lar ki?” sözleri ile aşka olan doyumsuzluğunu dile getirmiştir. Aşk içinde eridiğini söyleyen Mevlâna, yapmacık bütün bağlardan kendisini özgür hisse-dip tamamen özgürleşmiştir.

Âşık, sevgilisinin ayıp ve kusurlarını görmez; yaptığı kötülükleri iyilik sayar; zulmünü iltifat ka-bul eder; onu kendisinden bile kıskanır. Mevlâna; âşıklık derdinin gönül iniltisinden belli olacağını, hiçbir hastalığın gönül hastalığı gibi olmadığını,

aşk hastalığı ilacı-nın, başka bir aşka düşmek yahut seyahate çıkmak olduğunu kabul eder.

Aşkı, eskiden yıldızlar âlemini incelemek için kullanılan üsturlâb isimli âlete ben-zeten Mevlâna; “Âşığın derdi diğer dertlerden ayrıdır. Aşk Huda’nın sır-larını belli eden bir üsturlâb ve bir va-sıtadır.”1 der. Ona göre, yıldızların

sırları, duruş ve davranışları nasıl üsturlâbla anla-şılırsa, mana yıldızları demek olan ilahî güzelliğe, Allah’ın isimlerine, sıfatlarına ait gerçek güzellikler de ancak aşk vasıtasıyla görülür ve anlaşılır. Yıl-dızları bilmek ve anlamak için nasıl daha iyi ve daha üstün bir âlet lazımsa, ilahî sırları bilmek ve hakikat nurunu görmek için de daha derin, daha gerçek bir aşka ihtiyaç vardır.

Ona göre yapılması gereken, mecâzî aşkı haki-

“Mecâzî Aşk, Hakîkî Aşkın Köprüsüdür”

Page 20: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

20 Somuncu Baba

kî aşkın köprüsü olarak görmektir. O dünyevî aşkı, mecâzî ve tabiî aşk, Allah aşkını hakîkî ve ruhânî aşk olarak görmektedir. “Mecâzî aşk, hakîkî aşkın köprüsüdür” sözü ile Mevlâna, aşkın güzele değil, güzelliğe olduğuna dikkat çekmektedir. Zira Allah aşkını derinden hisseden kimse, ilâhî güzellikten diğer varlıklara yansıyan güzellikleri de sever. Yani o, yaratandan ötürü, yaratılanı sever.

Kâinatın her zerresi, Allah’ın tecelli aynasıdır. Tüm mevcudata mazhar, Hakk’ın tecellisine za-hir denilir. Kemâl sahibi kişiler her yerde ve her şeyde zahir olan o cemali sever. O kemâl dere-cesine vasıl olamayanlar ise aynaya bakanı değil aynayı severler. Dolayısıyla zahirden gaflet edip mazhara muhabbet beslerler. Muhabbet ve bağ-lılıklarından kendilerini kaybeder, kâinatı, hatta kendilerini bile maşukundan ibaret görecek hâle gelirler. Mecnun adıyla tanınan Kays, işte bu çeşit âşıklardandır. Son zamanlarında ziyaretine gelen Leylâ’yı tanıyamamış, Fuzûlî’nin ifadesi ile;

Bende olan âşikâr sensin,Ben hod yoğum, ol ki vâr sensin!..

Ger ben, ben isem; nesin sen ey yâr!..Ver sen, sen isen; neyim men-i zâr!..

demiştir.

Yunus Emre, Mecnun’un sonunda Leylâ’ya olan ilgisinden kurtulduğunu ve mecaz köprü-sünü geçip hakikati bulduğunu onun lisanından söylediği,

Yürü Leylâ ki ben, Mevlâ’yı buldum,Leylâ Leylâ derken, Allah’ı buldum.

beytiyle anlatır

İşte zahiri sevenlerin aşkına hakikî, mazharı se-venlerin aşkına mecâzî aşk adı verilir. Allah yolun-da ilerlemek isteyen kimsenin her şeyden önce kendisine ayak bağı olacak kayıtlardan kurtulması, kalbinde bağlılık adına zerre kadar bir şey bulun-maması gerekir. Belirli bir sevgilisi olmayan kişinin “Düğünde zurnaya, hamamda kurnaya âşık” kabi-linden her şeye bir bağlılığı vardır. Mecâzî de olsa birini seven kişi ise dünyayı ve ötesini kalbinden çıkarmış, yalnız dîdarına gönül vermiş ve düşün-cesini hasretmiştir. Her şeyden kurtulmuş ama bir rabıtayla bağlı kalmıştır. İnce kalın, yüzlerce bin-lerce kördüğüm olmuş bağlardan kurtulmak kolay değildir ama tek bağdan kurtulmak mümkündür. O tek bağ da mürşid-i kâmilin himmeti ile çözü-lür.

Mecâzî aşk, hakikî aşkın köprüsü olduğu için Mevlâna, “Âşıklık ne suretle olursa olsun bizim için hakikat rehberidir.”2 demektedir. Diğer yan-dan Mevlâna:

“Renge incizap dolayısıyla husule gelen aşklar, aşk değildir; neticesi utanıp arlanmaya varan bir hevesten ibarettir.” buyuruyor. “Ay’ı leğende mü-şahede ediyorum.”, yani Hakk’ın cemalini güzel-lerin yüzünde görüyorum, diyen Fahreddin-i Irâ-kî’ye Şems-i Tebrîzî, “Ensende çıban mı çıktı ki ba-şını kaldırıp gökyüzüne nazar etmiyorsun da suya bakıyorsun?” ihtarında bulunmuştur.

“Gölge Güneşten nişan verse de Güneş her an, can nurunu neşreder.”3 beyti ile de Mevlâna, mecâzî aşkın hakikî aşk ile bir tutulamayacağına dikkat çekmektedir. Zira, gölge güneşin varlığına bir işaretse de, güneşin kendisi, her an bir hayat

Fotoğraf: Hulusi Gülseren

Page 21: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

21Aralık / 2007

ışığıdır. Bunun gibi gölge misalinde olan ve cismâ-nî suretlerden kaynaklanan aşk-ı mecâzî de aşk-ı hakikînin varlığından nişan vermekle birlikte gü-neş mesabesinde olan Zât-ı Hak’a olan aşk gibi değildir. Zira bu aşk, ruha nur verir.

Mevlâna, aşkın mahiyetinin akıl ile kavranıla-mayacağını ise şu mısraları ile dile getirmektedir:

“Aşkın şerhi için ne türlü beyanatta bulunsam, aşka gelince; yani aşkın tesirini hissedince söyle-diklerimden mahcup olurum. Dilin izah ve yorumu parlak olsa da aşkın söylenilmemiş kalması ve söy-lenilmemesi değil; hissedilmesi daha parlaktır.”4

Ona göre aşk; bir zevk ve vicdan hâlidir. Ken-disine âşıklık nedir? diyenlere benim gibi olursan anlarsın, cevabını vermiş ve aşkın tefsirini yap-maktansa onun hissen ve zevken anlaşılmasını daha uygun bulmuştur. Ona göre dilin tasvir kuv-veti, kalemin tahrik gücü ne kadar fazla olursa ol-sun aşkın gereğince tarifinde lisan yorulur, kalem kırılır. Hatta dille kalemin muharriki olan fikir de aşkın anlatılması şöyle dursun, anlaşılmasında bile aciz kalır. Zira aşkı anlatacak yine aşkın kendisidir. Karanlık bir mağarada yapay bir ışık içerisinde bü-

yümüş ve yaşamış bir kimseye güneşin varlığı ve vasıfları hakkında ne kadar delil getirilip anlatılma-ya çalışılsa, hakkıyla anlatmak mümkün değildir. Ona güneşi göstermek gerekir. Zira güneşin zatı, zatına delildir. Aşkın delili de yine kendisidir.

Mevlâna;

“Ay’ın ikiye yarılması mucizesi Güneş gibi zu-hura gelince, gölge sana masal gibi uyku getirir. Güneş doğuverince Ay yarılır, yani nuru görünmez olur.”5 mısraı ile aşkı, şakku’l-kamer mucizesine benzetmektedir.

Mevlâna, “Kimin ki aşk toplayacak eteği yoktur, bu saçılan nurdan nasipsiz kalmıştır.”6 mısraı ile de aşkı, ilahî kaynaktan kopan bir nur parçası olarak görmektedir. Ona göre her şeyin aslına rücu et-mesi gibi, aşkla donanan ruh da sonunda birlik deryasına gider.

Özetle Mevlâna, aşkı tanımlanması en zor kav-ram, ancak samimi ve hassas kimselerin tecrübe edebileceği bir zevk hâli olarak görmektedir. Ha-yatta her şeyi tattığını ve hiçbir şeyin aşkla muka-yese edilemeyeceğini söylemektedir. Şu şiiri ile de aşkın gücüne dikkat çekmektedir:

Aşk sayesinde dikenler gül olur.Aşk sayesinde sirke, tatlı şarap olur.Aşk sayesinde kazık, (hükümdar) tahtı olur.Aşk sayesinde talihsizlik, talihe dönüşür.Aşk sayesinde hapishane, bahçeli (bir) köşke dönüşür.Aşk sayesinde küllerle dolu ocak, gül bahçesi olur.Aşk sayesinde yakan ateş, güzel bir ışık olur.Aşk sayesinde şeytan, huri olur.Aşk sayesinde sert bir taş, tereyağı gibi yumuşar.Aşk sayesinde keder, neşeye dönüşür.Aşk sayesinde gulyabani, melek olur.Aşk sayesinde arı iğnesi bal olur.Aşk sayesinde aslanlar, fare gibi zararsız olur.Aşk sayesinde hastalık, sağlık olur.Aşk sayesinde öfke, merhamete dönüşür.7

1- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 110.2- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 111.3- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 112.4- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 112-113.5- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 118.6- Mevlâna, Mesnevî, c. I, b. 762.7- Arasteh, Mevlâna, s. 63-64

Dipnot

Fotoğraf: Bekir Sarı

Page 22: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

22 Somuncu Baba

Gönlümüzü Temiz Tutalım

Şükûfe Beyaz GülGaye Zapsu

Page 23: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

B irçok vesile ile ifade edildiği gibi maddî ve manevî bakımdan insanın vücudunda en

önemli yer kalbtir. Kalbin manevî cihetine ise biz Türkçemizde gönül diyoruz. Bu kelimenin Farsça-dan dilimize geçen kullanımı da “dil”dir. Bu üç kelime kalb, dil ve gönül bizim şiirimizde çokça ele alınan unsurlardır. Tasavvufta ve tasavvufî ede-biyatımızda da bu kavramlar üzerinde o ölçüde durulmuş ve şerhleri yapılmıştır. Bunun başta gelen sebeplerinden birisi Hazret-i Peygambe-r’in, “ Dikkat edin! İnsanın vücudunda bir uzuv vardır. Eğer o organ sağlam olursa bütün vücut sağ-lam, eğer hasta olursa tamamı hasta olur. İşte bu kalbtir.” hadisine dayanmaktadır. Bunun yanın-da, kudsî hadis olarak tasavvufî eserlerde geçen,

“ Ben yere göğe sığmam, ancak mümin kulumun kalbine tecellî ederim.” meâlindeki rivayettir.

Hulûsî Efendi de bu şiirinde çeşitli açılardan ele almaktadır gönlü. Ona göre gönül, aslında mekânsız bir mahal olup Allah’ın sırlarının tecelli ettiği yerdir; eğer bu mukaddes mekândan mâ-si-vâyı yani Allah’tan gayri şeyleri çıkarabilirsek san-ki orası Merve olur, Safâ olur. Nasıl kafeste bül-bül ötüyorsa, insanın beden kafesinde de gönül denilen bir kuş vardır. Atasözlerimizde de ifade edildiği gibi gönül kuşunun nereye konacağı belli olmaz. Hatta gönül ferman da dinlemez. Muta-savvıflarımız işte ferman dinlemeyen bu gönlün sadece Cenab-ı Hakk’ın fermanına râm olması için, nefis, şeytan ve şehvet düşmanlarıyla müca-deleyi öğretmeyi amaç edinmişlerdir. Kanaatimiz-ce Hulûsî Efendi de burada gönlün öneminden bahsetmekte, bu mahalde Allah’tan gayri sevgile-rin yer etmemesi gerekliliğinden söz etmektedir.

Gazelin Metni:

1. Hudânın mahrem-i râzı gönüldür Makâm-ı kuds şehbâzı gönüldür 2. Gönül kim lâ-mekânî bir mekândır Mekânsız dâr dervâzı gönüldür

3. Muhakkak bildin ise nîdüğünü Bilirsin şâh-ı şehnâzı gönüldür

4. Demişlerdir gönüldür Ka’betullâh Nazar-gâh-ı Hudâ şâzı gönüldür

5. Çıkardıkda kamuyu ara yerden Safâ vü Merve Hicâz’ı gönüldür

6. Kafesde zâr eden cân bülbülünün Mekân-ı zâr u âvâzı gönüldür

7. Taayyünsüz cemâl-i yâra seyre Hemîşe dîde-enbâzı gönüldür

8. Bilirse kadrini kadrince her şey Makâm-ı kurb ser-efrâzı gönüldür

9. O küntü kenz-i esrâr-ı hafînin Hulûsî sırr-ı dem-sâzı gönüldür

Açıklaması:

1. Cenab-ı Hakk’ın sırlarına mahrem olan, O’-nun sırlarının tecellî ettiği mekân gönüldür. Yine mukaddes manevî âlemlerde uçabilen de gönül kuşudur.

2. Aslında gönül mekânı olmayan bir yerdir. Bun-dan dolayı da bu mekânsız evin kapısıdır gönül.

3. Eğer insan ne olduğunu kim olduğunu bilir-se o zaman Cenab-ı Hakk’ı daha iyi bilir.

4. Cenab-ı Hakk’ın nazar ettiği mekân oldu-ğundan gönül için Allah’ın Kâbe’sidir demişlerdir.

5. Eğer insan kalbinde mekân tutan Allah’tan başka bütün sevgileri aradan çıkarırsa o zaman gö-nül sanki hactaki Safâ ve Merve mekânı gibi olur.

6. Gönül aynı zamanda kafeste haps olup ora-da öten bülbülün de ağlayıp inlediği esas mekân da gönüldür.

7. Yegâne hakîkî varlık olan ve bu varlıklar âle-minde gözümüzle göremediğimiz Allah Teâlâ’nın cemâlini daima tefekkür eden sadece gönüldür.

8. Eğer her şey değerini hakkıyla bilecek olursa Cenab-ı Hakk’a manen en yakın olan da insanın gönlüdür.

9. Ey Hulûsî! Sen de bil ki, Cenab-ı Hakk’ın “Ben gizli bir hazineydim.” buyurduğu o sırlar ha-zînesine vâkıf olacak olan da gerçekten Allah dos-tu gönüllerdir.

Aralık / 2007 23

Page 24: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Üç Hadis Üç Beyit Üç Hikâye

24 Somuncu Baba

“Müminler başlarına bir zorluk geliyorsa bunu yaratanın Allah olduğunu ve bunun mutlaka kendileri için hayırlara vesile olacağını bilirler. Allah’ın kendileri için en güzel kaderi belirlediğini bildikleri için karşılaştıkları her olaya gönülden

razı olur ve hoşnutlukla tevekkül ederler.”

Hat: Hüseyin Kutlu - Tezhib: Sevil Tezgah

Page 25: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

25Aralık / 2007

K ur’an ve sünnetten beslenen mutasavvıflar iç âlemlerindeki tecrübelerini izhar etmek için

kaleme sarılmış ve hikmetli sözler, değerli eserler meydana koymuşlardır. Daha doğrusu kendileri-nin arzusundan çok, böyle bir manevî vazife ile insanlığa değerli eserler bırakmışlardır. Mevlâna Hazretlerinin Mesnevî’si de bu ölümsüz İslâm klasiklerindendir. İslâmî edebiyatın nazım şekille-rinden olan mesnevî tarzıyla kaleme alındığı için bu adla anılmıştır.

Tasavvufî hakikatlerin daha iyi anlaşılması için Kur’an’da geçen kıssalardan, peygamberlerin ha-yatından, yaşanmış olaylardan hikâye etmiş ve an-latımını güçlendirmiştir. Mevlâna’nın eserlerinden istifade edenler Kur’an’ı ve sünneti de anlamış olurlar. Çünkü Mevlâna’nın kültür zemini ve bil-gi mirası tamamen Kur’an ve sünnet merkezlidir. İmanı, aşkı, cezbesi, öğütleri ve hayat tarzı da yine sünnetle iç içe örülüdür. Asırlardır Anadolu’da, İs-lâm coğrafyasında son yüzyılda da bütün dünyada en çok okunan kitaplardan olan Mesnevî, birçok mutasavvıfın bilgi dağarcığında yer etmiş, çeşitli anlatımlarda bu eserden örnekler sunulmuştur.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri de Mevlâna’yı çok seven bir gönül sultandır. Onun eserlerini okuyup, kütüphanesinde yazma ve bas-ma nüshalarına ayrı bir yer vermiştir.

Biz bu yazımızın başlığına “Üç Hadis, Üç Be-yit, Üç Hikâye” dedik. Çünkü Peygamberimizin sünnetine bağlı olarak beyitler kaleme alan Hulû-si Efendi ve Mevlâna aynı ilham pınarından doya doya içmişlerdir. Muhammedî muhabbetin tesiri-ni beyitlerin ve nakledilen hikâyelerin anlam bü-tünlüğünde bulabiliriz.

“Namazlarını cemaatle kılanları Allahu Teâlâ sever.”

Cemaate devam etmek derecemizin yüksel-mesine, günahlarımızın ba ğış lan masına vesile olur. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.v); “Günahların bağış lanmasını, derecelerin yükselmesini sağlayan iyiliklerden biri de camiye gider ken atılan adım-lardır. Kıyamet günü arş-ı âlânın gölgesinde isti-rahat ede cek lerden biri de; camilere gönül veren, cemaate devam eden Müslü manlardır.” buyura-rak cemaatin önemini belirtmiştir.

Osman Hulûsi Efendi bir sohbette “Cemaatin faziletini, farkını şuradan mukayese edin. Bir tek başınıza yatsı namazını kılın, bir de cemaatle kılın aradaki farkı görürsünüz.” diye buyururlar.

Aşk her şeyin başıdır. Aşk müminin ibadetinin de, sevgisinin de, iştiyakının da temelidir. Çünkü Allahu Teâla her şeyi aşk üzere yaratmıştır.

Âşığın, müminin ahı öyle zaman olurki ‘göğü

Es - Seyyid Osman Hulusi Efendi’nin Konya Ziyareti

Page 26: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

tutar’; yıldızlar, ay ve güneşi tutuşturur. Fuzûli,

‘Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı’

demez mi. Âşıkların âhının bunca etkili olmasının altında yatan nedeni yine Fuzûli şöyle dile getirir:

‘Aşk imiş her ne var âlemdeİlm bir kıyl ü kal imiş ancak.’

Hulûsi Efendi Hazretleri de Dîvan’ında şöyle diyor;

Şem-i ruhsarına pervane gibi döndürerekYakacaksın beni ol âteş-i suzanına âh

“Aşk ateşi ile parlayan yüzünü görmek için per-vane misali döndürüyorsun. Beni kıpkırmızı aşk ateşinde yakasın diye âh ediyorum”

Yukarıda zikrettiğimiz cemaatle namaz ve aşk ehlinin âhını birlikte anlatan bir hikayeyi Mesne-vî’den okuyalım.

Mevlâna Hazretleri Anlatıyor:

Birisi mescide giderken baktı ki halk mescitten dışarı çıkıyor. “Cemaat dağıldı mı ki herkes acele acele mescitten çıkıyor?” diye sordu.

Birisi “Peygamber cemaatle namazını kıldı, bi-tirdi. İçeriye ne diye giriyorsun? Hazreti Peygam-ber çok tan namazı bitirmiş, selâm vermiştir.” diye cevap verdi.

Namaza yetişemeyen içi yanarak öyle bir âh etti ki, sanki o âh’dan bir duman çıktı. Gönülden çıkan o âh’dan iç yanık kokusu, kan kokusu geli-yordu. Namaz kılanlardan birisi onun yanına gitti de “Bu âh’ı sen bana ver, benim kıl dığım namaz senin olsun.” dedi.

Namaza yetişemeyen; “Âh’ı sana verdim, se-nin Peygamberimizin arkasında kıl dığın namazı da aldım, kabul ettim.” dedi. Öbürü de o âh’ı yüzlerce niyaz ile aldı kabullendi.

Namazı verip âh’ı alan kişiye gece rüyasında dediler ki: “Sen âb-ı hayatı ve şifayı satın aldın.”

“Allahu Teâlâ, sabredeni sever.”

Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan

güzel huydur. Sabır, Peygamberlerin hasletlerin-dendir. Bunun için atalarımız, “Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır”, “Sabır selamettir”, “Sabırla ko-ruk helva olur” demişlerdir. Belalara sabretmek, kurtuluşa sebeptir.

Müminler başlarına bir zorluk geliyorsa bunu yaratanın Allah olduğunu ve bunun mutlaka ken-dileri için hayırlara vesile olacağını bilirler. Allah’ın kendileri için en güzel kaderi belirlediğini bildik-leri için karşılaştıkları her olaya gönülden razı olur ve hoşnutlukla tevekkül ederler. Bir ayette Allah müminler için “Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” (Ankebut Suresi, 59) şek-linde bildirmiştir. Sevgili Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ, sabredeni sever.”

Hulûsi Efendi Hazretleri de Dîvan’ında şöyle buyurmaktadır:

Dost yolunda âşıkın sıdkına oldu delîlDerdine sabr eyleye etmeye çûn u çirâ

“Âşık olup sevgilinin yolunda sıdk ile can verecek derecede sevginin doruğuna erenler, iman edenler, derde sabrederler bu ne için böyle oldu diye hiçbir şey sormazlar. Ondan gelene razı olurlar”

Mesvenî’deki “Lokman’ın Sabrı” başlıklı hikâ-ye de bize aynı şeyleri anlatıyor:

Lokman; tertemiz, nurlu yüzlü Dâvud (a.s)’ın yanına gitmiş, onun demirden halkalar yaptığını görmüştü. O yüce padişah, yaptığı çelikten halkaları birbirine takıyordu. Lokman, zırh yapma sanatını az görmüştü. Bu işe şaştı kaldı; vesveseleri de art tıkça arttı. “Acaba bu neye yarar? Kat kat halkalarla ne yapıyor? Kendisinden sorayım mı?” diye ha-tırından geçirdi. Sonra kendi kendine; “Sabretmek daha iyidir.” dedi. “Çünkü sabır, insanı mak sadına çabucak ulaştıran bir kılavuzdur. Bir şeyi sormayın-ca, o şey sana daha çabuk açılır. Sabır kuşu, bütün kuşlardan daha hayırlı uçar. Eğer sorarsan, istediğin daha geç hâsıl olur. Kolay bir şey, senin sabırsızlığın yü-zünden zorlaşır.” Lokman bir zaman sustu, seyretti. Hz. Dâvud da işini bitirdi. Sonunda, yaptığı zırhı sa-bırlı Lokman’ın karşısında giyindi. “Yiğidim! Bu zırh, insanı savaşta yaralanmaktan koruyan bir elbisedir.” dedi. Lokman; “Sabır, iyi bir şey; her yerde insana sığınak olur. Her gamı, kederi gi derir.” dedi.

26 Somuncu Baba

Page 27: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

27Aralık / 2007

“Gönül ile Allahu Teâlâ arasında perde yoktur.”

Hacı Bektaş Velî Hazretleri şöyle buyurur: “Şe-riat, bir ağaçtır. Tarikat bu ağacın budakları, ma-rifet yaprakları, Hakikat ise meyveleridir.” Yine Hacı Bektaş-ı Velî, gönül anlayışına tasavvufî-fel-sefî manada özel bir önem vererek şunları söyler:

“Beytü’l-ma’mur var, Kâbe var: lâkin gönül bu iki-sinden de büyüktür. Zira Beytü’l-ma’mur gökte-dir, melekler tavaf ederler. Fakat gönül, padişah-ı âlem (Âlemlerin Rabbi) olan Allahu Teâlâ’nın na-zargâhıdır. Gönül ile Yaratıcı arasında perde yok-tur. Kâbe nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Hakk’ın tecellî ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın onu kırmayın.”

Nitekim Abdullah İbn Abbas (r.a) rivayet eder ki, Muhammed Mustafa (s.a.v)’den işittim ki, “Ya-ratıcı ile diğer bütün mahlûkat arasında perde vardır. Fakat gönül ile Allahu Teâlâ arasında perde yoktur.”

Buna göre, müminin gönlü Kâbe’ye benzer. Kâbe’ye varmak isteyen insan ayağıyla yürüyüp varır. Fakat gönül isteyen insanın ise yüzüyle yü-rüyüp varması gerekir. Bunun için de âşıklar yüz-

lerini yere sürerler.”

Zaten Hulûsi Efendi de Dîvan’ında:

Anı bir kimse taş urup yıkarsaDenir yık Kâ’beyi yıkma gönüldür buyurmuyor

mu?

Müminin gönlü Peygamberimizin Miraç mu-cizesindeki sırra ancak sevgiyle ibadetle bağlılık-la ulaşır. Öyle bir an olur ki perdeler açılır, Hakk huzurunda bulunur. Onun harimine girer. Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle buyurur:

Harîm-i “kabe kavseyn” ü “ev ednâ” Ne kim varsa Hulûsî’yâ gönüldür

“Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası ka-dar, hatta daha da yakın oldu.”(Necm, 8-9) ayetin-de belirtildiği üzere Miraç gecesinde Allah (c.c) ile Peygamberimiz (s.a.v)’ in manevî yakınlığının sırrı inanan gönüldedir.”

Müminin gönlü engin ve zengindir. Sadece kendi çevresini ve milletini değil tüm insanlığı dü-şünür. Müminin gönlü, bütün insanları ve bütün yaratılmışları sevebilecek kadar geniş yaratılmıştır.

“Artık sabretmek en güzelidir.” (Yûsuf Sûresi 83)“Fesabrun cemîl”

Page 28: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

28 Somuncu Baba

İnşirah Sûresi; Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in gönlünün genişle tilmesi, açılması, topye-kün insanlığı kuşatacak bir hale gelmesi konu sunu anlatan bir suredir.

Hemen hemen bütün tari-katlar zikirlerine, sayılı olan vird-lerine başlamadan önce, -yine Kur’an-ı Kerim bir zikir olarak kabul edildiğin den,- bu İnşirah suresini de okurlar. Gönlümüzü geniş tutmak, Rabbimizin ayet-lerine karşı gönlümüzü, açık bırakmak ve Rabbimizin ayet-leriyle gönlümüzü genişletmek için bu sureyi okuruz biz.

Kâinatın Efendisi olan Pey-gamber Efendimizin sahip ol-duğu o gö nülden bize de ve-rilmesi için bu sureyi okuyoruz. Bu günlerde insanların, rahatsız olduğu birbirlerine kem gözler-le, asık suratla bakmaları, birbir-lerini hafife almaları veya haka-ret etme leri, birbirlerine karşı tahammülsüz olmaları; gönül genişliğine sahip olmamaların-dan kaynaklanmaktadır.

İnsanlığı kuşatacak ve kâina-tı içine alacak bir gönle sahip olama manın neticesidir.

Mevlâna: “Gönül gül bahçesi-ne benzer.”

Sûfînin biri, manevî neşe bu-lup, içinin açılması, gönlünün ferahlaması için, güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, bir köşeye çekil-miş, yüzünü dizine koymuş, sûfî-cesine murakabeye dalmıştı.

O sûfî murakabe esnasında gönlüne kapanmış, derinlere dal-mıştı. Anlayışsız bir kişinin, onun uyur gibi hâlinden canı sıkıldı da;

“Ne uyuyorsun?” dedi. “Gözü-nü aç da güllere, üzüm çubukları-nın hâline, çiçek açmış ağaçlara, yeşermiş çimenlere bak. Allah’ın emrini duy. Cenâb-ı Hakk Kur’-an’da ‘Allah’ın rahmet eserlerine bakınız.’ diye buyurmuştur. Sen de başını dizinden kaldır da, şu rahmet eserlerine yüzünü çevir.”

Sûfî; “Ey kendi hevâsına kapıl-mış kişi.” dedi. Allah’ın en güzel eseri gönüldür, gönüldedir. Dışa-rıda bulunanlar ise ancak eserle-

rin eserleridir. Bağlar, bahçeler, çiçekler, güller, bütün yeşillikler canın ta içindedir. Dışarıda gör-düğün güzellikler, onların akarsu-larda görünen akisleri, hayalleri gibidir. Su içinde görülen o ağaç-lar, suya akseden hayalî bir bağdır. Onlar suyun güzel liği ile berrak-lığı ile oynar dururlar. Asıl bağlar, bahçeler, çiçekler, meyveler gö-nüldedir. Ama onların hoş akisle-ri, hayalleri, topraktan meydana gelen, şu balçığa vurmuştur.

Eğer bu dünyada gördüğün, bağlar, bahçeler, gönül âleminde-ki neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenab-ı Hakk bu hayal âlemine ‘aldanma yurdu’ demezdi. Bu al-danış, gönlü tam manasıyla ilâhî tecelliye mazhar olan kâmil insa-nın kalp ve ruhundan akseden hayalî, hakikat sanmaktan ileri gelir.

Bütün bu aldanan kişiler gör-dükleri hayalin güzelliğine dala-rak, “burası cennet tir” zannına kapılmışlar da bu aksi seyre gel-mişlerdir.

Onlar bağların, bahçelerin aslından (yani velilerden) kaçı-yorlar da bir hayale bağlanıp kalıyorlar.

Bir gün bu gaflet uykusu sona erip de uyanınca (yani ölüm ge-lip çatınca), gözleri açılıp haki-kati görürler. Görürler ama son nefeste o görüş ne işe yarar, ne fay dası var?

Bu yanlış görüşe kapılanlar, kıyamete kadar mezarlıkta “Ey-vahlar olsun” diye feryâd edip dururlar.

Ne mutlu o kişiye ki, ölüm-den önce öldü de, onun ruhu bu bağın hakikatinden koku aldı.

İnşirah Sûresi

Page 29: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Adı : Abdullah

Künyesi : Ebû Muhammed

Doğum yılı : Tahminen 610’dan sonra

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib (Bedir sonrası Müslüman oldu)

Anne adı : Duraybe bint Saîd

Eş(ler)i : Halide bint Muatteb, Hind Ümmü Halid,

Akrabaları : Dedesi el-Haris Peygamberimizin büyük amcasıdır.

Oğulları : Muhammed (Hind’den), Abdullah (Halide’den), es-Salt,

Kızları : Cemre, Ümmü Gülsüm,

Kabilesi : Kureyş’in Haşimoğulları’ndan

Rivayeti : Hz. Peygamber’den bir şey naklet-memiştir.

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Kadılık

Hicreti : Yok

Savaşları : Tespit edilemedi.

Fiziki yapı : Hz. Peygamber’e benziyordu.

Mizacı : Tespit edilemedi.

Ayrıcalığı : Medine’de ilk kadılık yapan kimse-dir.

Ömrü : 55 civarında

Ölüm yeri : Medine

Ölüm sebebi : Harre günü öldürüldüğü söylenmiş-tir.

Hadisleri : Tespit edilemedi.Kaynaklar: Tabakat, I. 78, IV. 45-46, V. 21, 316-318; İstiab, II. 332-3337; Üsd, III. 407-408; İsabe, II. 377; DİA, I. 126.

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

Sözleri:

Haşim (b. Abdumenaf), çok itibarlı biriydi. Gü-ven içerisinde ticaret yapabilmek için Bizans Kayser’i ile Kureyş arasında anlaşma yapan da o idi. Kureyş’in mallarını güvenle taşımaları için kira vermeksizin yol boyundaki halkın da gönlü-nü almıştı.

Ebu Hureyre: “O, İslâm’da gördüğüm ilk kadı-dır” demiştir.

Hakkında:

Abdullah b. Nevfel

Hz. Peygamber’e yetiştiği söylendiğine göre bir-kaç yıl olmalı.

Sohbet Süresi:

H. 63 yılında veya Muaviye döneminde öldüğü de söylenmiştir. H. 84’te öldüğünü söyleyenler de vardır.

Ölüm Yılı:

Muaviye’nin Medine valisi Mervan b. Hakem döneminde H. 42’den itibaren 8 yıl Medine’de kadılık yaptı.

Görevleri:

Medine’de Müslüman bir çocuk olarak yetişmiş olmalı.

İslâm’a Girişi:

29Aralık / 2007

Page 30: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

30 Somuncu Baba

Gezi GünlüğüResul KESENCELİ

Peygamberler Diyarı Şanlıurfa

Maksat o yârdır yârin unutmaGayri zünnârdır yârin unutma…

Yârin cemâli seyridir kâr-u vârımızYoktur cihânın vârına itibarımız…

Fotoğraf: Bekir SarıFotoğraf: Bekir SarıYer: Balıklı Göl / ŞanlıurfaYer: Balıklı Göl / Şanlıurfa

Page 31: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

31Aralık / 2007

T ürkiye’ye girdik Gaziantep’e doğru yol almaya başladık.

İmam Çağdaş’ta çok güzel bir öğle yemeği yedik. Türkiye’ye gelmenin ve yemeklerin lezze-ti tarif edilmez ölçüde güzeldi. Öğle yemeğinden sonra Boyacı Camii’nde öğle namazını kıldık. Gaziantep’te çarşıyı tüm kafile olarak gezdik. Çarşı içerisinde Yuşa Peygamberin kabrini ziya-rette bulunduk. Burada Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız Yuşa Peygamberin hayatını an-lattırdı. Bakırcılar çarşısını gez-dikten sonra Gaziantep şehir müzesine gittik. Burada tarih boyunca yaşamış medeniyetleri seyrederken insanın acziyetini ve Cenab-ı Allah’ın kudretini bir kez daha müşahede ettik.

Gaziantep’ten Adıyaman’a doğru yola çıktık. Uzunca bir yolculuktan sonra otelimize yerleştik kısa bir dinlenmeden sonra gece 02.00 de kalkarak Nemrut’a çıkmak üzere otelin lobisinde bir araya geldik. Biz-leri bekleyen dolmuşa binerek Nemrud’a doğru yola revan olduk. Bir saatlik yolculuktan sonra Nemrut eteklerine geldik ve burada Vakıf Başkanımızla birlikte sabah namazını kıldık-tan sonra hep birlikte yürüyerek Nemrut Dağına çıktık. Buradan güneşin doğuşunu ve muhte-şemliğini seyrettik.

Nemrut’ta yapılan heykelleri ve çok tanrılılığın nasıl yok oldu-ğunu gözlerimizle görürken gü-neşin doğuşunun muhteşemliği ile Allah’ın kudretini tüm hüc-relerimizde hissettik. Güneşin doğması ile ilgili bazı arkadaşlar

“Efendim güneşin doğması ne kadar güzel” dediklerinde Va-

Fotoğraf: Bekir Sarı Gaziantep Şehir Müzesi

Fotoğraf: İmam Usta Nemrut Dağı / Adıyaman

Fotoğraf: Mustafa Sarı Balıklı Göl / Şanlıurfa

Page 32: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

32 Somuncu Baba

kıf Başkanımız “Hira mağrasında güneşin doğuşu daha güzeldir.” diye buyurdu. Geri dönüşte aşağı doğru inerken “Maksat o yardır yârin unutma…” ilahisini grupta-ki arkadaşlar yüksek sesle okudu-lar. Tüm arkadaşlar bundan çok etkilendi ve duygulandılar.

Otele dönüş yolunda güzel bir bahçede sabah kahvaltısını yaptık. Kahvaltıdan sonra çay içildi ve çok güzel sohbet yapıl-dı. Dönüşte Roma döneminden kalma Cendere köprüsü gezildi. Arkasından Karakaya Tümülüsü gezildi ve Şanlıurfa ‘ya doğru

hareket edildi. Şanlıurfa’da Hz. İbrahim Camii’nde Cuma na-mazı kılındıktan sonra öğle ye-meği yenildi. Tarihî çarşı gezil-di, Hz. İbrahim’in doğduğu yer ziyaret edildi. Vakıf Başkanımız Hz. İbrahim ile Nemrut arasın-daki mücadeleyi anlattırdı.

Dünyanın ilk üniversitesinin bulunduğu yer olan “Harran” ziyaret edildi. Konik evler ge-zildi tarihî nitelikleri incelendi ve burada çay ve mırra kahvesi içildi.

Hz. Eyüp Peygamberin zi-

yareti yapıldı. Vakıf Başkanımız Hz. Eyüp Peygamberin hayatını anlattırdı. Tüm arkadaşlar huşû içerisinde dinlediler ve bundan çok etkilendiler. Akşam yeme-ğinde Urfa’nın sıra gecelerin-den biri tertiplendi fakat burada Necmettin ve Fehmi ağabeyler de ilahiler okuduktan sonra Va-kıf Başkanımız yaptığımız Orta-doğu seyahatinin değerlendir-mesini yaptılar.

Şanlıurfa’dan Mardin’e geçil-di ve tarihî Mardin evleri gezildi sonra Mardin çarşısı dolaşıldı ve Mardin Ulu Cami gezildi. Ger-çekten şaheser bir tarihî yapıdır. Burada Peygamberimizin sakal-ı şerifi ziyaret edildi. Sonra öğle yemeği yenildi ve Abdullatif Camiinde öğle namazı kılındı. Mardin’den hareket edildi ve tarihî şehir Hasankeyfe gelindi buradaki tarihî yerler ziyaret edildi. Sonra Tillo’ya doğru ha-reket edildi. Buradaki dostların ziyaretinden sonra İsmail Faki-rullah Hazretleri ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin türbeleri ziyaret edildi.

Tillo’dan dönüşte Siirt’teki Veysel Karanî Hazretlerinin tür-besi ziyaret edildi. Ve akşam na-mazı kılındı buradan hareketle Diyarbakır’a gelindi akşam yemeğinden sonra Darende’-ye doğru hareket edildi. Gece boyunca yolculuktan sonra Da-rende’ye gelindi en zoru ise bir samimiyet ortamı tesis eden bu seyahatten sonra ayrılık oldu. Tüm kalpler hüzünlendi ve sev-gi yumağı halini aldı.

Cenab-ı Hakk tüm sevenlere samimi ortamlarda, dostlarıyla yolculuk yapmayı nasip etsin.

Fotoğraf: Hulusi Bartık Hasan Keyf

Fotoğraf: Hüsamettin Ateş Mardin

Page 33: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Sana geldim Mevlâna... Düştüm yollara Fatiha’larla Önümde yemyeşil ışıktan bir iz Yıkanmış yaprak gibi tertemiz

Sana geldim Mevlâna... Herşey öylesine mağrur, sessiz, tertemiz Geçmiş asırlardan beri tertemiz Bir el dokundurursam sandukalara Uyanır Horasan erleri

Sana geldim Mevlâna... Divan durdum önünde, duygulu, sessiz İçimde ne hasret, ne gül,ne bülbül Şimdi ezan nur alem,nur Konya İşte sabır,işte aşk,işte tevekkül Sen bilirsin Mevlâna...

Sana geldim Mevlâna... Ayet ayet İslam, nakış nakış Türk Bir türbe içinde ne güzel mana Serin bir rüzgârla çok uzaklardan Sana geldim Mevlâna... Yavuz Bülent BÂKİLER

Sana Geldim

Mevlâna

33Aralık / 2007

Page 34: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

34 Somuncu Baba

RöportajKonuşan: İbrahim

YARIŞ

Sanat Tarihçisi ve Mevlevî Dergâhları AraştırmacısıDr. Bahrihüdâ Tanrıkorur:

“Mevlevîlik İnsanı İyi Bir Müslüman Yapmayı Hedefler”

Page 35: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Barihudâ Tanrıkorur İlk adı, Charmaine Angele Moo. Şimdiki ismi Şermin

Barihudâ Tanrıkorur. Ûdî bestekâr, yazar, merhum Cinuçen Tanrıkorur’un hanımı… 1946 yılında Jamaika’da doğdu. Üniversite eğitimi için Amerika’ya gitti. 1972-1975 yılları arasında Kaliforniya Eyâlet Üniversitesi’nde (Amerika) Güzel Sanatlar Bölümü’nün Heykeltıraşlık ve Tasarım kısmında yardımcı doçentlik yaptı. Daha sonra Türkiye’ye geldi. Sekiz yıl Konya’da yaşadı. Türkiye’de Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Bilkent ve Selçuk Üniversitelerinde İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyeliği yaptı. 1984-2000 yılları arasında “Türk-İslâm Sanat Tarihi” üzerinde çalışarak

“Mevlevî Mimarisi” adlı tez ile doktorasını tamamladı. 1995’ten beri İslâm Ansiklopedisi’ne Mevlevîhâne Mimarisi ve Mevlevîlik üzerinde maddeler yazmakta olan Barihuda Hanım, ayrıca üniversitelerin düzenlediği panel ve sempozyumlara katılarak tebliğler sunmaktadır. 2004-2005 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen UNESCO’ya takdim edilmek üzere “kültür mirası dosyası”nın hazırlanmasında görevli 65 kişilik ekibin başında bulundu. Bu heyetin hazırladığı “Mevlevî Âyin-i Şerifi” adındaki bu dosya, UNESCO tarafından dünya şâhseseri seçildi.

Mevlâna ve Mesnevi ile ilk ne zaman tanıştınız?

Amerika’da Boston‘da üni-versitede okurken Nicolson’un Divanı- ı Kebir çevirisinden bir-kaç şiir okumuştum. Dinin mis-tisizmini inceliyordum. Aslında sanat tarihçisiyim. O yılların Amerika’sında yani 70’lerde bü-tün dinlerin iç anlamlarını ara-ma eğilimi vardı. Ben de Mev-levîliği inceliyordum. Ancak sonradan fark ettim ki, Mevlevî olduğunu söyleyenler Mevlâna-’yı İslâm’dan kopartıyorlar. Ya-hudilik, Hıristiyanlık ve İslâmi-yet’i birleştirerek ele alıyorlardı.

İslâmiyet’in hiçbir ibadeti yoktu, fakat buna karşın sadece Kelime-i Tevhit vardı. Ancak tanıştığım Mevlevî şeyhi bana doğrusunu anlattı. Çünkü doğduğum ülke-de Müslümanlar ve cami yoktu. Sadece Ortadoğu’dan gelen bazı göçmen aileler vardı.

Sonra tanıdığım Mevlevî şeyhi Konyalıydı ve ilk kez bir Mevlevî ayini düzenlemek için ABD’ye gelmişti. Beni Türkiye’-ye davet etti. Müslüman olmak istediğimi anladı. “Burada seni eğitecek kimse yok. Bizim gele-neğimizde hanımlar ile erkekler ayrı eğitimden geçerler” dedi.

Ve ben de 1976’da Türkiye’ye geldim.

Niçin dünyada Mevlevîlik bu kadar ilgi görüyor?

Modernleşme süreci insanla-rı hep maddiyatla meşgul eder hale getirdi. Doğu esasen ma-nevî hayata daha çok önem ve-riyor. Fakat buralarda bile sana-yileşme ve maddiyat ön plana çıkmıştır. Aile ve sosyal yardım zayıflamış, sevgi ortadan kalk-mış. Ruha hitap eden şeylerle meşgul olmuyorlar. Bu boşluğu da Mesnevi ve Mevlevîlik iyi dolduruyor. Biliyorsunuz Haz-reti Mevlâna, Allah’ın Ya Vedud

Aralık / 2007 35

• Unesco Mevlevîliği koruma altına aldı • Mevlevîlik zor bir eğitim metoduna sahiptir • Batı Peygamberimiz ile Mevlevîliği ayırıyor

• Sema çıplak ayakla yapılır • Mesnevihane’ler bütün tarikatlara açıktı• Mevlevîlik insandaki istidatı açığa çıkartır

Page 36: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

36 Somuncu Baba

ismi şerifinin tecellisidir. Kutbu Aşk’tır. Nasıl ki, Abdülkadir Gey-lani Kadir isminin tecellisidir, İbn-i Arabi Alim isminin tecellisi ola-rak ilim ehlinin piri ise, Mevlâna da aşk ehlinin piridir. Hem ayrı-ca kimin sevgiye ve aşka ihtiya-cı olmaz ki? Bu yüzden Hazreti Mevlâna’ya yakınlık hissediyor-lar. Bir de ona ait olmadığı halde atfedilen bir söz vardır. “Gel ne olursan gene gel.”

“Gel ne olursan ol yine gel” sözü Mevlâna’ya ait

değil

Bu söz ona ait değil midir?

Hayır, değildir. Ve istismar edilen bir sözdür. “Bin kere tev-beni bozmuş olsan da gel” sözü-nü insanlar “Sürekli günah işle ve günahını hiç bırakma ama tevbe et” şeklinde algılayabili-yorlar. Öyle şey olur mu hiç?

Sizin Mevlevî tekkeleriyle ilgili büyük bir araştırmanız

var…

Yirmi küsur sene süren bir doktora çalışmam oldu Mevle-

vîhaneler üzerine. Sanat tarihi olduğu için hem tarihî hem de mimarî özellikleri yerinde gör-mek, ölçmek çizmek ve resim çekmek, bütün geçmiş şecere-leri çıkarmak arşiv belgelerini tamir etmek ile meşgul oldum. Daha çok ayakta olanlarla meş-guldüm, çünkü ölçmek için mukayese etmek için elle tuta-cağım bir şey lazımdı. Bu çalış-ma üç ciltlik, iki bin sayfalık bir çalışma oldu.

Yayınlanmadı mı bu çalışmanız?

Çok pahalı bulundu ve ya-yınlanmadı.

Dünyada kaç tane Mevlevîhane var?

Tarihte yüzelli - ikiyüz belki de daha fazla. Yediyüz yıllık bir müesseseyi konuşuyoruz. Bazı-ları çeşitli yüzyıllarda daha erken yüzyıllarda kapanmış. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü za-man Balkanlar’dakiler kapanmış, Kırım ve Macaristan’da da öyle. Yani Osmanlı İmparatorluğu sı-nırları içinde olan Mevlevîhane-

ler de Osmanlı o bölgeden çekil-dikten sonra lağvolmuş. Mevle-vîlik bir Türk tarikatı olduğu için doğal olarak Türklerin egemen olduğu yerlerde kendisine yer bulabilmiş. 1926 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Konya’daki merkez olan Mevlevî Dergahı Konya’dan Ha-lep’e taşınmış. Çelebilik makamı oraya geçtiği için böyle olmuş. Türkiye’de ancak 1960’dan iti-baren Mevlevîlik bir parça ön plana çıkartılmış. Seksenlerde bile ben Vakıflar Genel Müdür-lüğü’nden izin almakta çok güç-lük çekiyordum.

ABD’de ve Avrupa’da Mevlevî Tekkeleri işlevini ne sağlıyor?

Tam olmasa bile bazı evler sağlıyor. Kaliforniya’nın Kuze-yi’nde New Meksiko tarafında bir Mevlevî Tekkesi yapıldı. Ha-vai’de Galata Mevlevîhanesi’ne benzer bir tekke yapıldı, İsviçre, Hollanda ve Almanya’da bazı şehirlerde Mevlevîler her hafta toplanıyorlar ve zikir yapıyor-lar, Mevlevî Ayini icra ediyorlar, sema çıkartıyorlar. Fakat eskisi bir Mevlevîhane tekkesi fonksi-yonu icra etmiyorlar.

Sema Ayini amacından sapmıştır

Sema Ayini Mevlevîlikte çok önemsenen bir ritüel midir?

Tabi, Mevlevî Ayin-i Şerifi vardır. Ama bilinenden farklıdır.

Hazreti Mevlâna sema yapmış mıdır?

Evet. Ancak bakın, Hazreti

Page 37: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Mevlâna zamanında Hacı Bek-taşi Velî zamanında bir tarikat yoktur. Çoğu büyük pirlerin kendileri bir tarikat kurmamış-tır. Onlar vefat ettikten sonra en yakın müritleri ve halifeleri onların yolunu devam ettirmek için bir nevi kurumsallaşma yoluna gitmiştir. Mesnevi Şerif onun için yazılmıştır zaten. Hü-samettin Çelebi bir gün Hazreti Mevlâna’ya sordu; “Bize öğreti-ci bir kitap bırakamaz mısınız?” Onun için Hazreti Mevlâna söylemeye başladı ve vefatına kadar Mesnevi Şerif-i tamam-ladı. O Mevlevîlikte baş rehber kitaptır.Tabi ki İslâmi ilimlerle birlikte. Fakat mutlaka Mesnevi Şerif de okunması gerekir.

Peki Mevlevîliğin bir folklor unsuru olarak algılanmasının

önüne nasıl geçilebilir?

Şunu kabul etmek gerekir ki, Mevlevî Ayini çok göz alıcı bir rakstır. Batılı seyyahlar yüzyıllar boyu Mevlevî Ayini’ni yazı, re-

sim ve diğer görsel unsurlarla tanıttı. Ancak Mevlevîlik aslın-da bir kapalı kutudur ve gerçek Mevlevî Ayini’nden ehli olma-yan sıkılır. Çünkü dört selamı vardır. Müziği özeldir. 75 tane Sema Ayini vardır. Her biri 45 dakika sürer. Nat- ı Peygamber ile başlar. Müziklerinin çok özel formları vardır. Bunu Unesco biliyor Türkler bilmiyor. Onlar için detaylı müzik incelemesi yaptık etnomüzikologlarla.

İlk Mevlevî Ayinleri’nin belgeleri var mı?

Elimizdeki ilk Mevlevî Ayin-leri 14 ve 15. yüzyıla aittir. 20. yüzyıla kadar devam eder. No-taları ile birlikte vardır. Mev-levîliler nota icat etmiş aynı zamanda. Ebced kullanmışlar, eski harflerle yazmışlar. Mevle-vîhaneler bir anlamda o günkü konservatuar, edebiyat fakültesi. Ayrıca astronomi, matematik gibi bilimlerle de uğraşan bir merkezdir. Mevlevî Felsefesi

Allah’ın herkese farklı istidatlar verdiğine inanır ve onları teş-vik eder, açığa çıkarır. Kişinin dünyadaki işi eser bırakmaktır. Herkes insanlara hizmet etmek mecburiyetindedir. Mesleği ne ise; hattat, tamirci, aşçı… Çünkü bunları yaparken aynı zamanda Allah’a ibadet ediyor kişi. Zaten biliyorsunuz meşhur hikayedir. Mevlâna birgün çarşıda dolaşır-ken Selehaddin Zerkubi’nin ku-yumcu dükkanından geçerken tak tak seslerini duyar ve sema etmeye başlar.

Sema Türklerin Orta Asya’dan getirdiği bir

raks çeşididir

İcra edilen müzikte de farklılıklar var mı?

Sema Türklerin Orta Asya’-dan getirdiği bir rakstır. İlk ya-pılan Sema’larda organizasyonu yapanlar şaşırmış “Bu alanı nasıl dolduracağız” diye. Çünkü ori-

Aralık / 2007 37

Page 38: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

38 Somuncu Baba

jinalinde 9-18 kişi ancak sema eder. Ama ne oldu? Atletik vü-cutlu olan insanları üç ay eğittiler Semazen yaptılar. İmanı var mı, harama bulaşmış mı, Hazreti Mevlâna’yı tanıyor mu? Bunlara bakılmadı. Müzik konusunda da 12 kişiden fazla kişi çalmıyordu. Ağırlıklı enstrüman ney’di. Mız-raplı saz bir tane olabiliyordu. Kanun, ud veya tambur. Şim-di bakıyorsunuz, üç dört tane ud. Herkes dolduruldu. Önce o manevî atmosferi yakalaya-bilir miyiz diye başlamıştı. Son-ra hemen istismar başladı ve iş turizme kaydı. İlk zamanlar işin özünü, saflığını ve tevazusunu isteyenlerle popüler olup para kazandırmasını isteyenler arasın-da ciddi tartışmalar da oldu ve kopuşlar yaşandı. Sonra büyüdü büyüdü ve bu hale geldi. Sade-ce intisap eden kişilerin yapa-bileceği sema herkese açıldı ve istismara açık hale geldi. Hemen bir grup kuruyorlar ve Avrupa-’ya turneye gidiyorlar. Burada insanlar Mevlevî dervişleri geldi sanıyorlar ve seviniyorlar. Sema bitiyor akşam bir bakıyorlar ki, meyhanede barda içki içiliyor. Böyle hikayeler var bir sürü.

Bayanlar sema yapabiliyor mu?

Var ama erkeklerden ayrı ve göz önünde değil. Zaten Mevle-vîhane’lerde harem dairesi var-dır. İki üç katlı bu binada şeyh efendinin ailesi oturur. Valide Sultan dedikleri şeyh efendi-nin hanımı ve diğer bacılar var. Orada toplanılıyor ve eğitim ya-pılıyor. İslâm’daki iffet kavramı çok önemsenir. Bu yüzden ba-cılar da kendini dışarıdan azami ölçüde sakınır.

Mevlevî eğitimi zordur.

Çile çıkarma nedir?

Mevlevîlikte dede olmak için 1001 gün çilesi çıkarmak gerekir. Yani dört yıla yakın bir yüksek eğitim ve öğretimdir. Bu dört yıl boyunca evinde kala-maz, sadece gündüz özel izinle

çıkabilir. Akşamları mutlaka tek-kede kalacak. Çünkü sürekli göz önünde, eğitimde olması gere-kir. Şayet bu disiplinden kopar ve dışarıda kalırsa, çile kırılır ve tekrar baştan başlamak zorun-dadır. Zabitan kadrosu vardır ve denetler. Bütün Dede unvanlı kişiler bu çileyi çıkarmıştır. Ga-lip Dede, Ahmet Remzi Dede, Hammamizade İsmail Dede v.d. Dede, Mevlevî Derviş’i demektir. Postnişin değil. An-cak herkes bu çileyi çıkarmaz. Ayrıca Dedeler gerekli görülen yerde bazı tekkelere görevli olarak gönderilir. Çile çıkarılan

yer Matbah- ı Şerif’tir. Matbah, mutfak demektir, yani pişilen yer. Burada yemek pişmez, in-san pişer. Buradaki baş müreb-bi Ateşbaz Dede’dir. Ayrıca 18 hizmet daha vardır. Her biri için ayrı dedeler görev yapar. Kırkar günlük dilimler halinde bütün aşamalardan geçilir. Ve hep be-

raber ortak yapılan ibadetler de vardır. Sabah namazından sonra İsmi Celal çekiliyor ve Mesnevi dersi yapılıyor.

Sonra Matbah-ı Şerifte mi sema çıkartılıyor?

Evet, fakat bilinenden farklı. Bu sema başparmak ile onun yanındaki parmağın arasına ko-nan çivi ile yapılır. Elleri açma-dan yapılır. Sonra el açma öğre-nilir. Tennure denilen elbise gi-yilmeden üç ay çalışılır. Önemli bir ayrıntı ise sema esnasında aslında ayaklar çıplaktır.

Page 39: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

39Aralık / 2007

İlk halkın önüne çıkan Mev-levî gösterisi 1957 yılında olu-yor. Demek ki insanlar bunu içten içe yaşatmışlar. Abdülbaki Gölpınarlı “Mevlâna’dan sonra Mevlevîlik” kitabını yazdı. Bü-tün duaları Gülbeng’leri kaleme almıştı.

Sema ile ilgili yasaklamalar olmuş mu tarihte?

17. yüzyılda tam 18 sene ka-patılmıştır. Mevlevîlikteki coşku sema ve musiki ile ifade edildiği için biraz tepki çekmiştir. Yüz-yıllar boyu böyledir. Tekkelerin kapatıldığı da vakidir. Kadızade döneminde kapatılmıştır. Dö-nem dönem “Sema ibadet sa-yılmaz” diye fetvalar yazılmıştır.

“O raksın şeriatta yeri yoktur” diye çok tartışmalar yapılmıştır..

Mevlevîlik insanı iyi bir kul ve Müslüman

yapmayı hedefler

Tekkeler benliklerin eritildiği yerler midir?

Evet, buralarda hiçbir makam, mevki, geçerli değildir. Zaten Mevlevîlikte can kavramı vardır. Oraya gelen herkes candır. Hiç kimse diğerinden önemli değil. Bütün ihvanlar eşittir. Aslında tek rehber ve mürşit Hazreti Peygamberdir. Onu örnek al-maya çalışır her Müslüman ve her tarikat mensubu. Mevlevîli-ğin de aslı budur. “Nefsini bilen Rabbini bilir” anlayışıyla, “Niçin dünyaya geldik ve nereye gide-ceğiz” sorularına cevap aranır. İnsana verilen ömrü en verimli şekilde kullanmak için yapılır tüm bu araştırmalar. Mevlevîlik,

İslâmiyete uygun olmayan hiç-bir şeyi tasvip etmez. Kur’an’ın ışığında ilerler. Kendini Allah’a teslim etmek için yaşarsınız. Er-kek ve kadın herkes, anne, baba ve hangi meslektense o rolü en iyi şekilde oynamak zorundadır. Batı bunu anlamıyor. Diyorlar ki,

“Sadece kul olmak için mi bun-ları yapacağız, nefsimizi bunun için mi arıtacağız?” Evet sadece

bunun için. Onlar çok büyük büyük kerametler bekliyorlar.

Batıda Mevlâna ile Peygamber-i Ekber arasındaki ilişki tam anlaşılamıyor mu?

Maalesef anlaşılamıyor. Mev-lâna diyor ki, “Ben peygamberin ayağının tozuyum. Kim bunun zıddı bir şey söylerse ben on-dan davacıyım.” Gel ne olursan ol yine gel sözü her ne kadar ona ait olmasa bile, “Müslüman olmaya gel” demektir aslında. Maalesef sema müessesesi de-jenere olmuş fakat insanlara sempatik geliyor. Aslında üzer-lerindeki Tennure’yi çıkarttığı-nız zaman gerçek Mevlevî’nin kim olduğunu hemen anlarsınız.

Sema üzerinde büyük bir istis-mar var. Unesco Mevlevîliğin özünü kaybettiğini düşünerek bu değeri koruma altına alma-ya çalışıyor. Bu yüzden benden böyle bir çalışma istediler. Yani Mevlevîliğin aslı ve esasını öğ-renip koruma altına alacaklar. Çünkü Sema’nın gerçeğinin kaybolma riski var. Sema ya-pan kişi Müslüman mı, Allah’a inanıyor mu, Mevlâna’nın kim olduğunu biliyor mu? Bunlar önemli kaideler. Maalesef Tür-kiye yapamıyor, Unesco yapı-yor. Çok ayıp bir şey ve Türkiye hâlâ bunu anlamış değil.

Mevlevîler yüksek zümre-den insanlar mıydı?

Hayır. Bursa’da bir Sikke Köyü vardır. Bütün köy Mev-levî’dir. Sadece edebiyatçılar, hattatlar ve musikişinaslar değil, köylüler de intisap edebilir. An-cak 16-17. yüzyıldan itibaren Mevlevî Dergahları büyükşe-hirlere gidiyor ve yüksek züm-reden insanlar da intisap ediyor. Mevlevîlik Konya’da kurulmuş-tur fakat büyük dedelerin çoğu Konya dışında yetişmiştir.

Mevlevîhanelerin dışında bir de Mesnevihane’ler var değil

mi?

Evet. Buralar genele hitap eder. Mesnevihane’lere bütün tarikat mensupları gelerek Mes-nevi derslerine katılırlar. Bunla-rın içinde Nakşi, Kadiri şeyhle-ri bile vardır. Burada Mesnevi okutabilmek için icazet alırlar. Son dönemin en büyük Mes-nevihanları diğer tarikatlardan-dır. Bu vesileyle Somuncu Baba dergisi okurlarına şükranlarımı sunarım.

Page 40: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

40 Somuncu Baba

Mevlâna’ya ve Türkiye’ye Hasret

A nna Masala, Türkiye’de tanınan ve sevilen bir İtalyan bilim kadını. Uzun bir süre, Roma Üniversitesi Türkiyat

Enstitüsü Başkanlığını da yapan Masala, Türkiye’ye gelme-mek için direnen, geldikten sonra da, sevip hayatının önemli bir bölümünü burada geçiren bir Türk Dostu’dur. Adından söz edilince ilk akla gelen Mevlâna ve Yunus Emre’dir. Ölü-münden kısa bir süre önce yazıp yayımladığı “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım”, onun ülkemize ve insanımıza duyduğu hayranlığı anlatır. Bu kitabında, “Demirtepe mahallesinde beni Konya’ya kadar götürecek olan otobüse bindim. Ne ka-dar küçüktü Konya o zamanlar (1966). Alâeddin Keykubad sanki hâlâ sarayında sultandı. O zamanlarda çok trafik yoktu, atlı arabalarla taksi gibi faytonlar geçiyordu sadece… Böylece Konya’daki ikinci hayatım başladı. İstanbul’da İstanbullu isem, Konya’da da ruhen Mevlevî’ydim. Eski zamanlarda olduğu gibi ben de bir çeşit çile doldurdum. Küçük bir mürid oldum, Horasan’dan değil, Roma’dan geliyordum”,1 diye söz eder. Anna Masala, bunun biraz daha detayına yönelir ve şunları da ilave etmekten kendini alamaz:

“Mevlâna Celâledin-i Rumî, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî kırk yıldan beri benim manevî hocalarımdır. Ama belki de ben bilmeden önce, dünyaya geldiğim günden beri bana eşlik ettiler. Bir tasavvuf adamının da dediği gibi alnımın ya-zısı, kaderim bu. Mevlâna’yı yeni dünya görüşümü, insanlık ruhumu, Yunus Emre’ye tevazuumu, tasavvuf şiirine sevgimi (Taptuk’un tapusunda, kul olduk kapusunda/ Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdülillah), Hacı Bektaş’a da Anadolu insa-nına sevgimi borçluyum.

Ama Mevlâna bir derya, onu kim tamamen anlayabil-

Batı İslâm’ı TanıdıkçaMuhsin İlyas SUBAŞI

“Mevlâna Celâledin-i Rumî, Yunus Emre, Hacı Bektaş

Velî kırk yıldan beri benim manevî hocalarımdır. Ama

belki de ben bilmeden önce, dünyaya geldiğim günden beri bana eşlik

ettiler. Bir tasavvuf adamının da dediği gibi alnımın yazısı, kaderim

bu. Mevlâna’ya yeni dünya görüşümü, insanlık

ruhumu; Yunus Emre’ye tevazuumu, tasavvuf şiirine

sevgimi; Hacı Bektaş’a da Anadolu insanına sevgimi

borçluyum.”

Page 41: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

41Aralık / 2007

miştir ki? Bu nedenle onu sevmek ve memleketimde de bu sevgiyi yaymaya çalışmakla yetinirim. O bana da , “Gel, ne isen öyle gel” buyurdular. Onun her zaman sevenlerinin kalbinde yaşadığını bilsem de ben, bin kere türbesine gittim. Bir gün yaşlı bir Mevlevî bana: “Gönlümüz televizyon gi-bidir; sen kalbini açarsın ve Kon-ya kanalını bulursun”, demişti. O günden sonra yıllar geçti ve benim gönlümün televizyonu her zaman açık. Hacı Bayram Velî, “N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm” der. Benim gönlüm küçük bir tek-ke: “Tapduk’un tapusunda, kul ol-duk kapusunda,/Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdülillah”.2

Mevlâna ile görüşlerini hayatı-nın sonuna doğru katıldığı Ulusla-rarası Mevlâna Sempozyumunda dile getirdi. Onun buradaki ko-nuşması Mevlâna’ya farklı bir nok-tadan baktığı için önem taşımak-tadır. Aynen alıyorum:

“Memleketinden veya sevdiği diyardan uzak olan, duyguları-nı bütün dünya dillerinde söyler, ama Türk dilinde hasret kelimesi daha derin duyguları anlatır. Has-ret gibi tek gurbet kelimesi de in-sanlara heyecan verebilir.

Bu fakir, Türk asıllı değilim ama Türk kültürü ve ruhuna aşık olduğum için Türk topraklarından ayrılırken daima hasret hisseder, bu derdin manasını iyi bilirim. Bir gurbetçi gibi gurbet ellerine düşe-rim.

Burada Yazar’ın sözünü böl-mek belki doğru olmayacak ama, önemli bir itirafını nakletmenin bu meselenin daha iyi anlaşılması ba-kımından yardımcı olacağını sanı-yorum. Türkiye’ye geliş hikâyesin-

de şöyle bir diyalog yaşar Masala:

“Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Ens-titüsünde 10 Ocak 1954 tarihin-de duydum. Arapça hocam Prof. Francesco Gabrieli, büyük Tür-kolog Prof. Ettore Rossi ile Farsça okumamı söylemişti. O yıl Prof. Rossi’nin Türkçe dili için öğrenci-si yoktu. “Mezuniyetten sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. “İslâm tarihi üzerine çalış-mak istiyorum”, dedim. Bunun üzerine; “Pekiyi ama unutmayın ki Akdeniz’de İslâm tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu”, dedi. O zaman 19 yaşındaydım ve Türk

tarihini sadece lisedeki tarih kitap-larından biliyordum: Bizans’ın fet-hi, Otranto, Barbaros Hayreddin, İnebahtı Savaşı, Viyana Kuşatması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü. Türkleri tanımıyordum ve sevmiyordum. Prof. Rossi’ye şöyle cevap verdim: “Türk tarihinin bu kadar önemli olduğunu sanmı-yorum, ayrıca Türkçe okumak da istemiyorum”. “Pekiyi” dedi Prof. Rossi; “Ne olursa olsun, siz bu

günden itibaren Türkçe okuya-caksınız!” Böylece derslere başla-dım: “Ev, evler, evlerim, evlerde…”

“Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Devlet-i Ali Osmaniye. Türkiye Cumhuriyeti…” Tarihinizi ve çok güzel dilinizi önce sevgisiz, ilgisiz, sonra saygıyla. En sonunda büyük sevgiyle okurken seneler geldi geçti.”3

İnsanların kaderindeki kırılma-lar bazen istemeyerek yönelseler de hayırlarına sonuçlar doğurur. Anna Masala, bu şansı yakalayan-lardan birisi. Mevlâna’ya bakışın-daki tutarlılık da buradan geliyor olmalı ki, sözlerine şöyle devam

eder:

“Türk halk edebiyatında, bil-hassa tasavvuf şiirlerinde hasret çaresiz bir dert olur ama tasavvufa göre bir çare varsa Allah’tan gelir; çünkü Türk mistik şiiri uzun, coş-kun bir ırmak, öyle bir deryadır ki insanoğlu suyundan içmek zorun-dadır.

Hasretim büyük güzel İstanbul camileri, Yeşil Bursa, Ankara’daki

Fotoğraf: Hulusi Gülseren

Page 42: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

42 Somuncu Baba

Anıt Kabir, Yunus köyleri içindir.

İstanbul’dan ayrılırken Yahya Kemal’in şiirlerini hasret ile okur, hasret ile eski bir gazeli dinlerim.

Türk edebiyatında hasret, ayrı-lık, gurbet duyguları ozanları, aşık-ları bazen bizi de ağladır.

Âşık mahlasını taşıyan eski bir ozanın meşhur bir şiiri şöyle der:

“Dünyayı gezdim dolaştımAyrılık gibi dert olmazTatlı canımdan usandım,Ayrılık gibi dert olmaz.”

Aynı zamanda Aslı Han için hasretten ağlıyor Kerem Dede.

Neyse, bu ozanların listesi pek uzundur: Karacaoğlan, Âşık Ömer, Âşık Garip, Gevherî, Ercişli Emrah vs. vs. hasretten bahsediyorlar.

Hasret her kelimenin ucunda. Türk halk edebiyatında, Anadolu-

’nun bahçesinde, yayla ve dağla-rında, bütün yollarında güller gibi açıktır.

Ayrıca büyük bir heyecan verir gemicilerin hasreti: Murad Reis türküsünde gemicilerin vatana hasreti vardır:

“Bir gemimiz var telli varaklıYelkenleri kırmızı, yeşil direkliTayfamız da vardır aslan yürekliRabbim nasip eyle bize karayıEvvelden karayı sonra sılayı.”

Âşık Kerem başka bir hasret söyler:

“Bir han köşesinde kalmışım hasta,Gözlerim kapıda kulağım sesteKendim gurbet ilde gönlüm heves-teGelme ecel gelme, üç gün ara verAl benim sevdamı götür yare ver.

Böyle söyler şair, çünkü böyle ağlar gerçek derdi olan:

Erzurum dağları kardır geçilmezGizli sırdır her adama açılmazAyrılık şerbeti zehir içilmez”

Yıllar, asırlar boyunca Türk ka-vimleri, Horasan’dan gelen Türk abdalları, sultanların kahraman or-duları uzak toprakları fethederken, ebedî vatandan olarak Anadolu’-ya hasret hissettiler, çünkü gurbet-çilerimiz için de bütün dünya yol-larında gerçek yolluk hasrettir.

Ama başka derin bir hasret daha var: Bu fani dünyadaki has-ret; yani Allah’a hasret. Bu duygu bülbülün feryadına benzer, neyin nefesinden doğar çünkü büyük hocamız Mevlâna der ki:

“Ney feryadımın sırrıdır.”

Biz de Mevlâna’nın meşhur on sekiz beytini okurken, neyin sesini dinlerken Hüssameddin Çelebi gibi heyecanlanırız.

“Bişnev in ney çün şikâyet mikü-nedEz cüdayiha hikâyed miküned”

Hazreti Mevlâna ile bütün dertlilere “dinle neyden” diyebili-riz.

Hasret aşktan gelir, aşk demek-tir, tek Âşığına varınca biter.

Aşk konusunda Mevlâna der ki; “Benim sırrım feryadımdan uzak değil; fakat gözde kulakta o nur yok. Ten candan can da ten-den gizli kapalı değil; lakin cami görmek için kimseye izin yok.” Bu fakire göre Mevlâna’nın sırrı Alla-h’ın nuruna hasretteyiz.

Mevlâna’nın hasreti… Mevlâ-na’nın gerçek vatana hasreti… Ve Allah’a dönmek istediği zaman, Allah’ın emri geldiği zaman, Mev-lâna hasreti ile bu dünyadan göç

Page 43: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

43Aralık / 2007

etti. Bu sebeple onun vefatının yıl-dönümünde her sene binlerce kişi nurlu türbesini ziyaret eder, Şeb-i Arûs gününü kutlar. Bu gün dert, feryat yok, hasretimiz de bal olur, çünkü Mevlâna gönlümüzdedir. Biz de bu sene hep beraber Mev-lâna’nın türbesini ziyaret edeceğiz çünkü kendisi şöyle buyurdular:

“Gelsin varlık namına ne varsa gelsin, kafiri, putperesti, mecusisi gelsin.” Biz Allah’ın kulu, Mevlâ-na’nın halkı olarak işte geldik.

Dervişin derdi Hubbü’l vatan içindir. Hepimiz yolcuyuz: Alla-h’tan geliyoruz, Allah’a gidiyoruz. Gönlümüz Allah’ın evi ise de ken-di gönlümüzde çareyi bulabiliriz. Aramak, daima Allah’ı aramak. Başka bir tasavvuf hocası ve Mev-lâna’nın manevî yoldaşı Yunus Emre’nin sözleriyle hepimiz bunu söyleyebiliriz: “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni” ve Allah’-ın yardımıyla belki bir gün Yunus ile diyeceğiz ki:

“Hak’tan inen şerbeti içtik el-hamdülillah.” Hazreti Mevlâna’ya göre; “Bir kimse Allah ile oturmak dilerse, tasavvuf ehli ile otursun,

çünkü tasavvuf yolu en zor ve en güzel yoldur.”

Şüphesiz bu fani dünyada bile hasreti ile Allah’ın kulu Allah’ı bu-lur.

Hazreti Mevlâna buyurdular ki:

“Bütün işler ihtimal üzerinedir, bunun için din işini her şeyden üstün tut ki selamete eresin. Bir kapıyı ümitten başka bir şeyle aç-maya izin yoktur. Her şeyin seva-bını Allah daha iyi bilir.”

Hasret, hissetmek, susmak gibidir; bunun sembolü olarak Mevlâna’nın bir hikâyesi vardır:

Bir gün Peygamber bir çölde susuzluktan bunalan bir Arap ker-vanının imdadına yetişti. Demek ki o nurlu su ile insanoğlu derdin-den kurtulmalıdır. Allah’ın emri ile Peygamberin yardımı ile mistik pınarı bulacağız. Susuzluk hasreti-miz bitecek.

Hubbü’l Vatan’a hasreti hatır-ladık. Kardeşimiz Yunus bu konu-da der ki:

“Anda varan kalır heman kalam

ey dost deyi deyi.”

Neyin sesini dinlemek Allah’a hasreti hissetmek demektir. Allah’-tan ayrılık için ney ağlar ve ağlatır. Ney konusunda Mevlâna der ki:

“Yol değil ateştir bu neyin sesi.”

Ama tek ney’in sesi değil, mut-ribin sesinden derde derman gelir, ateş ve bal, semâ ile hep bu sesler âşıkların gıdası olur.

Mevlâna der ki: “Güzel sesi işitirken kalbin hayalleri o kadar kuvvetlenir ki, adeti suret bağlar.”

Dervişin kalbi daima dosta has-rettir, ama Mevlâna’ya göre haki-kat ve güzellik gönüldedir, dışarıda değil. Demek ki, kalbimizde Alla-h’ı bulmalıyız, böylece tek hasreti değil, sevdayı da hissederiz.

Ölmeden ölmek ve yaşamak:

Mevlâna der ki:

“Ne mutlu o kimseye ki, öl-mezden evvel öldü; onun canı bu üzümün aslından bir koku aldı.”

Hasret öyle derin bir duygu ki, gerçek âşık onu anlatamaz. Ahiret gerçek hayata hasreti hissetmeli-yiz.

Mevlâna’ya göre; “İnsanın her duygusu başka başkadır ve her duygu diğerinden habersizdir.”

Mevlâna der ki: “ Bütün dünya nur ise suret olsa güzellikten ancak gözün haberi olur.”

Demek ki, biz hasret hisseder-ken tek gönül gözü ile güzelliği bulabiliriz.

Bize akıl ve gönül lazım, çünkü Mevlâna’nın dediği gibi:

“Akıl Hakk’ın gölgesidir, Hak ise güneştir. Gölgenin güneş karşısın-

Page 44: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

44 Somuncu Baba

da da takatı vardır.”

Gölgemizde o güneşe hasretiz. Büyük hocamız Mevlâna, Haz-reti Peygamberin emrini hatırlatır bize:

“Tanrı, suretlerimize değil, kal-bimize bakar.”

Hasret derdini mutluluğa çe-virmek istersek Allah’ın yoluna çıkmalıyız. O zaman Allah bize yakın olur, gönlümüzün kapılarını O’na açmalıyız, hasret biter, arala-rımız iyileşir.

Hazreti Mevlâna’nın sözleri bitmez bir ders olur âşıklara, çün-kü kendileri Allah’a hasrettir. Hak-k’ın yolunda, Hak isterse, bir hoca, bir mürşit, bir şeyh bulabiliriz.

Gerçek şeyhimiz bu derin has-reti, hissederken bizden daha çok ağlar, derdini anlatır ama Mevlâ-na’nın dediği gibi: “Şeyhin ağlayışı da gülüşü de Hak içindir.”

Cenab-ı Allah Mevlâna’ya ulu bir hoca gönderdi. Uzaktan, ta-savvuf illerinden geliyordu Hazreti Şemseddin-i Tebrizî.

Divanında kendini Şeyh hisset-meyen Mevlâna Şems için şöyle diyordu:

“Şems-i Tebrizî gerçek şeyhi-mizdir. Biz O’nun ayaklarının to-zuyuz.”

Şems Anadolu’ya geldi, Hazreti Mevlâna ile buluştu ve Konya’dan ayrıldığı zaman Mevlâna yalnız kaldı. Şems’e hasret kaldı Mistik

bir hasret idi. Derdi ile hocasına derin bir çağrı gönderdi.

Mevlâna mektuplarında Şems-i Tebrizî’ye hasret duygusunu an-latır:

“Ey gönlümün nuru gelEy dileğim, ey maksadım gelEy seven ve sevilenBilirsin ki yaşamamız senin elin-de…Sıkıntı etmeden n’olur gel…”

Bu derin duygudan uzunca bahsetmek isterdim ama bu ko-nuda sözler yetmez. Tasavvuftan bahsetmek istedim ama, tasavvuf adamı değilim. Aklıma Yunus Em-re’nin sözleri gelir:

“Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın.”

Bu sebeple Yeşil Kubbe’ye da-ima hasretteyim. Hasretim hiçbir zaman bitmez. Bize bir ümit la-zımsa inanırız ki, “Haktan ümit kesilmez.”

Aziz dostlar, hasret konusunda sözlerim bitmez, sizden ayrılınca hasretim bitmez ama bugün Tür-kiye’deyim. Bu güzel Türk toprak-larında ney sesiyle Mevlâna’nın dersi ile, ben de derman buldum. Yarın yine gurbet ellerine düşece-ğim ama yarın başka bir gün. Türk ruhu dermanımdır, vesselam…”4

* Yazar’ın yakında çıkacak olan “Batıdaki Mevlâna” isimli kitabından

1- Anna Masala, Türkiye’ye Aşk Mektup-larım, s.70. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-2002

2- age.s.107. Kültür Bakanlığı Yayanı, İs-tanbul- 2002

3- age, s.1. Kültür Bakanlığı Yayanı, İstan-bul- 2002

4- Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni,-2000, Sempozyum Bildirileri, s. 331. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara-2000

Dipnot

Page 45: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe, Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı?

Perdelerden taşırıp neyleri çığlık çığlık, Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Gece mehtabı elekten geçirip kirpikler Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Mesnevî’sinde bir altın lüleden nur akıtıp Öyle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

“Bu yürek durmayacaktır” dediler.. Esmâdan “Hay’la” kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Ve açıp ağzını Nisan Tası’nın Besmele’ler Suyla kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Ulu Tuba’ların altında gönüller, eller Böyle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Arif Nihat ASYA

Hazret-i

Mevlâna’yı

45Aralık / 2007

Page 46: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

46 Somuncu Baba

“‘Bursevî be’nin sırlarını açıklarken şu şerhleri düşüyor:Besmeleye uygunluğu.Tevbe suresi, besmelesiz inmiştir lakin be ile başlar. ‘Bişnev…’le başlaması, bu anlamda Mesnevi-i

Şerif’in besmeleye uygun biçimde ve adeta besmeleyle başladığı anlamına gelir.”

EdebiyatSadık YALSIZUÇANLAR

“Ben Ne Doğuluyum Ne Batılı…Güneşim Ben”

“Bişnev” (Dinle) Tezhib: Sevil Tezgah Hat: Ali Rıza Özcan “Bişnev” (Dinle) Tezhib: Sevil Tezgah Hat: Ali Rıza Özcan

Page 47: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

T anpınar’ın ifadesiyle, ‘ihtiyar Şark’ın en büyük şairi’ olan

Mevlâna Celaleddin Rûmi’nin Mesnevi-i Şerif’inin, Süleyman Nahifi tarafından manzum ola-rak yapılmış çevirisi okurla tek-rar buluştu.

Yıllar önce Sönmez Neşriya-t’ça yayınlanmıştı lakin hak etti-ği ilgiyi devşirememişti.

1990 haccında Tünel faci-asında yitirdiğimiz Divan Ede-

biyatı hocası Prof. Dr. Amil Çelebioğlu’nca çeviriyazımı ve sadeleştirilmesi yapılan eser, tek cilt halinde Timaş Yayınları ta-rafından okura sunuldu ve kısa sürede ‘çok satanlar’ listesinin üst sırasına yerleşti.

İrfani geleneğin temel kay-naklarından olan bu derinlik-

li eserin popülist kitaplar gibi çok satması şaşırtıcı görünebilir. Doğrudur da, ne var ki, ‘ben ne Doğuluyum ne Batılı, güneşim ben, güneş ne Doğuludur zira ne Batılı…ben sultanların ara-dığı sultanım’ diyen Rûmi sade-ce ülkemizde değil, başta ABD olmak üzere, dünyanın dört bir yanında nicedir ‘çok satanlar’ listesinden düşmüyor.

Zihinsel ve manevî bakım-dan çölleşen modern dünya-

ya bir nisan yağmuru gibi inen Rûmi’nin eserleri, geleneksel edebiyatımızın doğasına uygun olarak çok katlı bir dil ve anlam dünyasına sahip. Bu niteliğiyle yediden yetmişe herkese ve her kesime seslenebiliyor. Dalan herkes, o denizden kendince bir inci çıkarabiliyor.

Timaş’ın yayınladığı nüsha, hem Mevlevi ve hem de Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’dan sonra Divan ve Tekke-Tasavvuf ede-biyat geleneğimizin en yetkin uzmanlarından biri olan Amil Çelebioğlu hocanın titizlik im-biğinden geçmiş, sağlıklı bir kaynak niteliğinde. Bu yönüyle hem konuya uzmanlık düzeyin-de ilgi duyanlar hem de sıradan okur açısından doğru bir adres.

Hz. Mevlâna’yı okumak,

Guenonyen anlamda ‘tradition/gelenek’ algı ve birikimi olmak-sızın yeterince verimli olmaya-biliyor. Nitekim Mesnevi-i Şerif türünden eserlere yüzlerce şerh yazılmış olması bunu ima edi-yor. Modern zamanların kalbi yaralı ve zihni örselenmiş insan-ları olarak, irfanî geleneğimizin

47Aralık / 2007

“Ben ne Doğuluyum ne Batılı, güneşim ben, güneş ne Doğuludur zira ne Batılı…ben

sultanların aradığı sultanım”

Page 48: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Fotoğraf:

kaynaklarını okuma konusunda ciddi engellerle karşı karşıyayız. Bunun ötesinde, irfanî ve hike-mî eserlerin okunmasında şöyle bir sorunla da yüzyüzeyiz : Bu eserler, müelliflerinin manevî deneyimleri olduğundan, bizim onları sözgelimi modern anlatı-lar gibi ‘okuyup’ anlamamız ve

yararlanmamız hayli güç.

Büyük bilgelerin eserleri ya-şamlarıdır aynı zamanda. Wıtt-genstein’ın ifadesiyle söylersek, onlarda, ‘sözcükler eylemlerdir.’ Söz konusu Mevlâna olacaksa, O’nun sırları ve hakikati büyük oranda Mesnevi’de aranmalıdır. Mesnevi ise, şerhsiz ve kılavuz-

suz okunursa yine de yarar verir ama, bu kavrayış daima eksiktir, hatta yer yer yanlıştır.

Mesnevi’nin tümü, ilk on-sekiz beyitte saklıdır. İlk onse-kiz beytin sırrı ilk beyittedir. İlk beytin gizi ise, be harfindedir, be harfi ise altındaki noktada gizlidir. ‘Kutsal Kitap Fatiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele be harfinde, be harfi ise ayırt edici bir noktada gizlidir, işte ben, o ayırt edici noktayım.’ Bu rivayet, Mesnevi’ye nüfuz edebilme açı-sından bir anahtar işlevi görür.

Bursevî şerhinden öğreniyo-ruz ki, Mesnevi’de, şikayet, hi-kayet’ten önce gelmektedir :

“Yarılmış gönlüme senden ulaşan her ney oluğu, kabrimin başında inleyen ney olur. Ben, canın canından şikayet ediyo-rum, fakat şikayetçi değilim, sa-dece rivayet (hikayet) ediyorum. O canın dudağından uzakta inleyen bir ney’dir. Dinle ney-den hikayet ediyor, o şeker gibi dudaktan ayrı kalmış, ayrılıklar-dan şikayet ediyor…Ben, be’-nin altındaki noktayım…Cüm-le mana bir imiş, bunca tekrar nedir…Her şey benimle ayakta durur (veted, sütun, insan-ı ka-mil)…’ Bursevî be’nin sırlarını açıklarken şu şerhleri düşüyor :

Besmeleye uygunluğu. Tev-be suresi, besmelesiz inmiştir lakin be ile başlar.

‘Bişnev…’le başlaması, bu an-lamda Mesnevi-i Şerif’in besme-leye uygun biçimde ve adeta bes-meleyle başladığı anlamına gelir.

48 Somuncu Baba

Mesnevi’den Beyitler Hat-Tezhib: Orhan Dağlı

Page 49: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

O’nunla, O’nun adına ve O’na başlamak…Ve ‘Bişnev…’ nun ile biter, ‘ben, be’nin altın-daki noktayım sırrı gerçekleşir. Toplayıcı nun, kitabın anasıdır. Kitabın aslı varlıktır., ‘Alan bir kıldan alır’ ancak. ‘Her şey, be-nimle ayakta durur.’ Varolanlar, içkinlikleriyle kaimdir, her şey O’nun elindedir. Be, başlangıca ve o başlangıcın Mesnevi oldu-ğuna işarettir, be’nin sayısal de-ğeri 2’dir, bu bakımdan anlam-lıdır.

Bir, elif’tir, be, ikincidir.

Elif, yani 1, Birliğin imgesidir. Allah, tecelli âleminde birdir, tecellinin olmadığı gayb âlem-lerinde, tek’tir.

Be, Latif isminden doğar. Mesnevi, Latif olan Bari isminin tecellisidir. Ruhun lütfu olma-dıkça, hakikatlerin dünyasına girmek imkansızdır.

Be, yaratılışın belirmesine işarettir. İnsan, başlangıçta, elif biçimindedir. Mesnevi, görü-nen ve görünmeyen âlemlerin sırlarına ilişkin olduğundan, be, elif’e öncelenmiş, ondan önce gelmiştir. Be kelimesinde, bu yüzden elif be’ye tabidir. ‘Evvel olan evveldir’ sırrınca, be, öne alınmıştır.

Be’nin altındaki birlik noktası, Allah’ın öncesizlik düzeyindeki belirlenimine işarettir. İnsanın sırrı buradan gelir. Bişnev’deki ikinci nokta (ş’deki), Yaratıcı’nın sıfatlarının belirmesine işarettir. Hz. Ali’den de naklen, ‘be’nin altındaki noktayım’ ifadesindeki

49Aralık / 2007

“Kim tevazu gösterirse Allah onu yüceltir” Hadis-i Şerif Hat: Betül Kırkan Tezhib: Selma Özpala

Page 50: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

50 Somuncu Baba

sır, insanın halife oluşuna, hila-fetinin başlangıcına ve vahyin kapsamına işarettir. Ruhların nakışları, cisimlerin suretleri, doğal unsurlar, İlahi Hakikat’ten doğmuş ve yansımıştır. Bu son-suz çokluk, o sınırsız birlik’ten gelir. Be’nin noktası tekrarlanın-ca te ve se olur. Bu belirmedeki artış, be’nin birliğine engel ol-maz. Bu sırdandır ki, ‘herşeyde O’nun için bir delil vardır. Bu delil, O’nun bir olduğuna işaret etmektedir.’

Be, elif’e göre kırık çizgidir. Bu, alçak gönüllülük dolayısıy-la da yücelme nedenidir. ‘Allah için tevazu gösterenin, Allah derecesini yükseltir’

Be, Arapça ve Farsça’da bitiş-tirme ve kavuşturma işlevi görür. Be ile başlaması, Mesnevi’nin aslolana ve sılaya kavuşturma işlevini ima eder.

Be, amil harftir, imal ettiğini kendisi gibi çoğaltır. Be’nin du-rumu, Bilge’nin haline benzer.

Be, Mevlâna’nın doğum ye-rine, Belh’e işarettir.

Berr adını ima eder.

Bahr (deniz) demektir ki, Mesnevi, kıyısız bir denizdir.

Be, bidayet’in de yani baş-langıcın da ilk harfidir.

Demek ki Mesnevi’nin de Mevlâna’nın da, geleneksel/bil-gelik edebiyatımızın da bütün çabası, be’nin altındaki nokta-nın açılımı olarak okunabilir.

‘İlim bir nokta idi onu bilgi-sizler çoğalttı’ sözü, bunu ifade eder.

Meyhane ve yüz semboliz-mi de, hat sanatımız da aslında ‘nokta’ çevresinde dönüp durur.

Bursevî’den nakletmeye

çalıştığım bu notlardan da an-

laşılacağı üzere, Mevlâna’nın

gerçekliği Mesnevi’dedir. O,

dikkatle okunmadan ve anla-

şılmadan gerçek anlamda bir

Mevlâna veya Mevlevilik filmi

çekmek, bir anlatı yazmak, bir

roman, öykü veya tiyatro yapıtı

ortaya koymak imkansızdır.

Böylesi bir bakış açısı ve yak-

laşımdan uzak, sığ, akılcı, tarih-

sel, sosyolojik vs. bakış açıları o

‘kıyısız deniz’i gerçek anlamda

anlatmaktan uzak olacaktır.

Mevlâna’yı ve onun bilgelik

sırlarını ancak, onun eşiğinde

bekleyenler anlayabilir.

Bu anlayışa uygun bir yayın

olarak Çelebioğlu’nun Mesne-

vi-i Şerif’i, gerek entelektüel

gerekse yayın dünyamız açısın-

dan değerli bir kazanım olarak

görülmelidir.

Page 51: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

51Aralık / 2007

Bana Mevlâna’yı, Yunus’u verin Mecnun’u, Leyla’yı size bıraktım Kırk yıldır susuzum, bir tas su verin Irmağı, deryayı size bıraktım

Talipli değilim şöhrete, şana, Makamı, rütbeyi yük etmem cana Dostluk, sevgi, şefkat yetişir bana, Dövüşü, kavgayı size bıraktım.

Zaman yoktur ekip, biçip, sürmeme Ham topraktan haram mahsul dermeme Bir tek gönül kâfi gelir girmeme Konağı, sarayı size bıraktım.

Çokta değil, hakta buldum huzuru, İstediğim alın teri, göz nuru Benliği, kibiri, iğrenç gururu Faizi, bankayı size bıraktım.

Hiçbiriniz telaş etmesin boşa Doyacak gözünüz toprağa, taşa.. Beni inancımla koyun baş başa.. Topyekûn dünyayı size bıraktım.

Abdurrahim KARAKOÇ

Taksim

Page 52: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

52 Somuncu Baba

Tarihİsmail ÇOLAK

“Devlet-i Osmânî, Türkiye demektir; orada sükunet ve huzura ihtiyaç var!” yaklaşımındaydı. Gurbet felaketine inanılmaz bir dirençle

dayanmış ve hiç bir zaman devlet ve milletine kırgınlık ve küskünlük beslememişti. Şu sözü bunun açık deliliydi: “Biz bir paratonerdik;

devlet ve milletin varlığına yıldırım düştü üzerimize çektik. Biz yandık, fakat devlet ve millet kurtuldu.”

İstanbul-Şam Hattında Talihsiz Bir ‘Son Osmanlı’:SULTAN VAHDEDDİN

Page 53: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

53Aralık / 2007

S ultan Vahdeddin, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesin-

den ayrılmasıyla kader çizgisi ke-sişen talihsiz bir “Son Osmanlı”dır. Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu Ali Nuri Paşa’nın deyişiyle, “Onun çektiği acıyı tarihte hiçbir hüküm-dar çekmemiştir!” Öyle ki, başına gelen talihsizlikler silsilesi, Şam’-da ebedî istirahata çekilene ka-

dar onun peşini bırakmadığı gibi, hakkındaki paranoyak tartışmalar hâlâ durulmadığı ve tarihî-manevî itibarı henüz iade edilmediğinden dolayı maalesef bugün de devam etmektedir. Eski Bahriye Nâzırı Avni Paşa, şu sözlerinde galiba çok haklı: “Avam tabakası arasında bile Vahdeddin’den daha tâlihsizi, bütün tarih ve edebiyat âlemi için-de aransa bulunamaz!”

Batmakta olan Osmanlı’yı kı-yıya çekmeye çabalamasına; işgal altındaki Anadolu’da istiklal me-şalesini yeniden ateşlemesine ve

vatanın bağımsızlığına kavuşma-sındaki rolü tarihen ve ilmen sabit olmasına rağmen, maalesef “hain” damgası vurularak yakın tarihimi-zin en çok karalanan şahsı olmak-tan kurtulamamıştır. Vahdeddin’in, işgaller ve esaretin cehennemî anaforuna aldırış etmeksizin va-tan ve milletin selameti için adeta çırpınmasına karşılık hak etmediği

bir muameleye maruz kalmasını tutarlı biçimde anlatanlardan biri de Tarihçi R. Ekrem Koçu’dur:

“Memleket felakete düştükten sonra işbaşına geçen, ağır sorum-luluk yüklenen, düşmanlara dost-ça el uzatmak durumunda kalan o kara bahtlı insanlar tarihin sigorta lambalarına benzer. Kendilerinin yanması vatan ve milletin kurtul-masını temin eder!” İşte “Son Os-manlı’nın”, İmparatorluğun koca bir fil gibi çökertildiğinde tahta çıkışından vatanı hazin bir şekilde terk edişine, gurbet ellerde sefalet içindeki acı yaşamından haczedi-

len tabutuna, oradan da sergüzeşt-i hayatının son durağı Şam’a def-nedilişine uzanan talihsiz kader çizgisinden dramatik kesitler:

Hicretin Sebepleri ve Hazin Veda

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması Vahdeddin açısından, bundan sonra zincirleme bir su-

rette sökün edecek büyük felâket-lerin ilk habercisi olmuştu. Saadet-ten dengesini kaybedecek kadar zatına tesir eden Büyük Zafer’in gerçekleşmesi sonucu İstanbul’da başlayan şenlikler münasebetiyle Vahdeddin de Yıldız Sarayı’nın da zafer şerefine donatılmasını is-temişti. Ancak aynı gün kalabalık bir grubun, saray önüne gelerek

“Kahrolsun Vahdeddin!” diye bir-takım gösteriler yapması padişahı şoka uğratmış ve derin bir kaygı ve tedirginliğe sürükletmişti. Hele Di-yarbakır Mebusu Hacı Şükrü’nün şu sözleri bardağı taşırmıştı: “Şey-

Fotoğraf:Fotoğraf: Bekir Sarı Hamit Hamidettin Ateş Beyefendi’nin Sultan Vahdettin’in Kabirini Ziyareti / Şam

Page 54: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

54 Somuncu Baba

tandan, Lloyd George’dan daha şenî alçak olan Vahdeddin’in bes-mele ile taşlanmasını teklif ede-rim!” Daha da fenası, saltanatın kaldırılması vesilesiyle meclisteki görüşmelerde her Vahdeddin ismi geçtikçe mebusların “Taçlı Hain”, nidalarıyla bağrışmaları padişahı hepten kahretmişti. Hâsılı Vah-deddin, hâdiselerin ağır psikolojik ve ruhî baskısıyla hayatının tehlike altına girdiğine inanmaya başla-mış; yargılanıp idam ettirileceğine dair bir korkuya kapılmıştı.

En nihayetinde, başına büyük felaket geleceği yönünde çevre-sindekilerin telkinlerinin de etki-siyle kesin kararını verecek ve çok sevdiği vatanına elveda demek zorunda kalacaktı. Osmanlı Hâ-nedanı’nın son temsilcisi, hem Devlet-i Âli Osman’ın azametine gölge düşürmemek hem padişah-lık haysiyetine zarar getirmemek hem de bilhassa memleketinde iç harp çıkmasına sebebiyet verme-mek düşüncesiyle âdeta kendini feda etmişti. İngiliz Başkomiserliği-’ne iltica başvurusunun kabul edil-mesiyle birlikte 17 Kasım 1922’de sabaha doğru Malaya zırhlı gemi-

siyle sessiz sedasız; fakat fevkala-de kırgın, mahzun ve kederli bir vaziyette yurttan, taç ve tahtından ayrılacaktı. Vahdeddin, elinde fır-sat varken ve etrafındakilerden ısrarlı teklifler almışken, giderken hazineye el sürmekten şiddetle kaçınmış; kalabalık maiyetiyle be-raber meçhul bir âleme gitmesine ve padişah hazinesini son kuruşu-na kadar boşaltma imkânına sa-hip olmasına karşın; kendini ömür boyu “Karunlar” gibi zevk ve sefa içerisinde yaşatacak ölçüdeki mal varlığını ve şahsına ait değerli he-diyeleri bile hazineye iade etmiş ve milletine bağışlamıştır. İ. Hami Danişmend’in bu konudaki de-ğerlendirmesi oldukça çarpıcı:

“Vahdeddin’in bunları götürme-ye tenezzül etmemesi efsanevî bir namus ve istikamet eseridir!” Torunu Hümeyra Hanımsultan (Özbaş) ise bunu, Şahbaba’sının “Osmanlı” oluşuna bağlamakta: “20 bin sterlin parası varmış. Yanın-daki mücevher kutusunu bile iade etmiş. Selamlığı ve haremiyle, kaç sene yaşayacağını bilmeden dım-dızlak çıkmış. Osmanlı işte böyle çıkar.”

Acı Gurbet ve Kirli Emellere Direniş

17 Kasım 1922’de Dolmabah-çe’den hareket eden Vahdeddin önce, acı gurbet hayatının ilk du-rağı olan Malta Adası’na yöneldi. Hicaz’da halifelik hayalleri kuran Kral Hüseyin, Vahdeddin’in Mal-ta’ya geçtiğini öğrenince hemen bir mektup yazmış ve onu Hacca davet etmişti. İhtiraslı emirin son arzusu, aciz durumdaki sultanın elinden bir punduna getirip hali-felik yetkisini koparmak ve halifeli-ği kullanarak Arap Yarımadası’nda bir siyasî birlik kurmaktı. Vahded-din ise, teselli için Ravzâ-i Mutah-hara’ya giderek Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şefkatli sinesine sığınma kararına çoktan varmıştı. Mezkûr şartlar altında böylesi bir Hac ziya-retinin ne tür riskler içerdiğinin ve hangi siyasî suistimâllere yol aça-bileceğinin fazlasıyla idrakindeydi. Hele de Kral Hüseyin’in, kendisini bir padişah gibi ihtişamla karşıla-ması, ikamet ettiği sürece kesenin ağzını alabildiğince açıp her türlü izzet ve ikramı ayaklarına sermesi, kuşkularını iyice kabartmıştı. Ra-hatsızlığını sık sık şu sözlerle dile getiriyordu: “Bu adamın bu de-rece ısrarlı ikramları beni sıkma-ya başladı. Allah verede altından çapanoğlu çıkmasa!” Öte yandan, bu şahsın hilafet hakkında çir-kin emeller beslemesini bir türlü hazmedemiyor; hürriyetini tehdit eden bu ortamdan biran evvel kurtulmak için çareler düşünüyor-du. Nitekim Hicaz Kralı’nın Suri-ye, Filistin ve Amman’da birtakım tertiplerle halifeliğini ilân ettiği ve Arap Âlemi’nin temsilcilerini Hi-caz’a davet edip kendine biat et-tirerek Vahdeddin üzerinde cay-dırıcı olmaya çalıştığı bir esnada

Osmanlı Şehzadeleri, Sultan Vahdeddin ve Halife Abdülmecid

Page 55: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

55Aralık / 2007

Hicaz’dan ayrılacak ve bu iğrenç tuzağı bozacaktı.

Cereyan eden bu hâdiseler-den gerekli dersi çıkartarak, hiç-bir oyuna gelmeden rahat yaşa-mak düşüncesi ve baskıdan uzak memleket kaydı ile İtalya yolunu tutmuştu. Kral Hüseyin’in kursa-ğında kalan bu hilafet oyununda, İngiliz parmağının olduğu açıktı. Zira İngilizlerin hedefi, Vahded-din’den, sömürge topraklarında çok etkili olan Hilafet’i almak ve Kral Hüseyin gibi kendi güdüm-lerinde bir şahıs eliyle kontrol al-tında tutmaktı. Nitekim Şeyh Said İsyanı (1925) esnasında, İngilizler Vahdeddin’i San Remo’da, Türk halkına Halife sıfatıyla bir isyan bildirisi yazması için sıkıştıracak ve bunu yerine getirdiği takdirde tüm maddî sıkıntılarının “şerefi-ne gölge düşmeyecek biçimde” karşılanacağını vaat edecekti. Fa-kat Vahdeddin, en sefil günlerine rastlayan ve önüne milyonlarca sterlinin konduğu bu çirkin teklifi tereddütsüz reddetmişti. Vatanı aleyhindeki hiç bir kirli oyuna gur-betin en serbest ortamında dâhi âlet olmayacağını, İngilizlerin söz konusu hain planlarını Türkiye’nin Roma Temsilciliği’ne ihbar ederek göstermişti.

Vahdeddin’i kullanmada İtal-yanlar da at başı gidecekti. San Remo’ya ayak bastığında onu bir padişah gibi karşılayıp şeref misa-firi olarak ağırlayan İtalya öncelikle, sultan üzerinde hoş bir intiba bı-rakmayı hedeflemişti. Vahdeddin yağmurdan kaçarken doluya tutul-muştu. Bundan sonra da, gıyabın-da yapılan tezgâhlara düşmemek ve siyasi heveslere boyun eğme-mek için yoğun bir çaba sarf ede-cekti. Kral Emanuele, kendisine

dilediği konağı seçmekte serbest olduğunu, tüm masrafların tarafın-dan karşılanacağını teklif ettiğinde, şu haysiyetli cevabı vererek içine çekilmek istendiği tuzağı büyük bir maharetle bozmuştu: “Ben Müslümanların ruhanî reisiyim; Peygamber postunda oturuyorum. Bu sıfat, kendi dininden olmayan bir zatın teklifini kabulden beni men eder!” Mussolini ve İtalya Kralının Vahdeddin üstünde bu derece durmalarında esas gaye; halifelik sıfatından yararlanarak Güneybatı Anadolu üzerindeki işgal planını gerçekleştirmekti. An-cak, yüklü paralar teklif etmek de dâhil, çevrilen türlü melânetlere Vahdeddin hiçbir surette pirim vermemişti. Neticede, İtalyanlar emellerine ulaşamayınca, Vah-deddin’le olan ilişkilerini kesmek zorunda kalacak; hattâ vefat et-tiğinde, İtalyan esnafına ödeye-mediği borçtan ötürü cenazesine konan haczi kaldırmak için bile -intikam fikriyle- kıllarını kıpırdat-mayacaklardı.

Hasretle Ölüm, Hacizli Tabut ve Şam’a Defin

Devrik hükümdar, kendisine

tahtını iade edecek insana min-nettar kalacaktı; ama bu uğurda yabancı devletlerin karanlık oyun-larına, vatan ve milleti aleyhine iç savaş türü ihanetlere gelmeyecek kadar da basiret abidesiydi. “Dev-let-i Osmânî, Türkiye demektir; orada sükunet ve huzura ihtiyaç var!” yaklaşımındaydı. Gurbet felaketine inanılmaz bir dirençle dayanmış ve hiç bir zaman devlet ve milletine kırgınlık ve küskünlük beslememişti. Şu sözü bunun açık deliliydi: “Biz bir paratonerdik; devlet ve milletin varlığına yıldırım düştü üzerimize çektik. Biz yan-dık, fakat devlet ve millet kurtul-du.” Vatana dönüş hayalinin Vah-deddin’i hiç terk etmediği kaynak-lardan anlaşılmakta. Vahdeddin bunu özellikle, şeref ve haysiyeti-ne sürülen lekeleri temizlemek ve tarihte lâyık olduğu yeri almak için istiyordu. Buna erişemeyeceğini anlayınca yakınlarına şu vasiyette bulunmuştu: “Döndükten sonra benim hain olmadığımı anlatın!” Ne acı ki, hayatının son anlarında dâhi vatanını hasretle yâd etmek-ten vazgeçmemişti. Öldüğü gece bütün maiyetini odasına toplamış; geç vakitlere kadar neşeli sohbet-

Sultan Vahdeddin İstanbul’dan Ayrılırken

Page 56: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

56 Somuncu Baba

N. Fazıl Kısakürek, Sultan Vahidüddin, İs-tanbul 1976; Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahdeddin, İstanbul 1993; Murat Bardak-çı, Şahbaba, İstanbul 1998; İlhan Bardakçı, Vahdeddin’den Mustafa Kemal’e, İstanbul 1993; A. Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1984; Kadir Mısıroğlu, Osmanoğul-larının Dramı, İstanbul 1990; T. Mümtaz Göztepe, Vahdeddin Gurbet Cehennemin-de, İstanbul 1991; İsmail Çolak, Vahdettin Hain mi?, İstanbul 2005, Lamure Yay.

Kaynakça

lere dalmış ve geçmiş refah yılla-rına ait tatlı hatıralar anlatmıştı. Maalesef ömrü, eski âsûde yılları bir kez daha idrak etmeye izin vermeyecek ve 1926 yılı 16 Mayıs gecesinde dünyaya gözlerini ka-payacaktı. Hayatı boyunca sağa-nağa dönüşen talihsizlikler ölüm anında da yakasını bırakmamış ve hazin kaderinin finalini yaşamıştı. Çünkü İtalyan esnafına ödeyeme-diği 120 bin liralık borçtan ötürü tabutuna haciz konulup yaklaşık bir ay rehin tutulmuştu. 600 yıllık imparatorluk tarihi böyle bir zillet ve meskenete tanık olmamıştı. O kadar ki, ölümü üzerine açılan kü-çük çekmeceden servet namına

çıkan 17 çeyreklik Osmanlı altını ile taşları sökülmüş bir hanedan nişanı bile bu borcu karşılamaya yetmemişti. Muhtemelen, Ni-ce’deki son Halife Abdülmecid Efendi de dâhil, hanedan üyesi kişilerden ve İslâm Dünyası’ndan gelen yardımlarla haciz ancak kal-dırılabilmişti.

Cenazenin defni için Şam’ın seçilmesi, Sultan Vahdeddin’in va-siyeti olarak zikredilmişse de aslın-da aile içi bir karardı. Zira Türkiye hiçbir şekilde düşünülemezdi ve o sırada Türkiye dışında bağımsız bir Müslüman ülke de mevcut de-ğildi. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe

Sultan’ın eski kocası Ahmet Nami Bey’in, o esnada Suriye hükümet başkanı olması Şam tercihini güç-lendirmişti. Nihayet cenaze, hü-kümdar olarak karşılandığı İtalya’-dan avamdan bir insan gibi, dama-dı Ömer Faruk Efendi nezaretinde 17 Haziran’da gemiyle selamet-lendi ve Haziran sonunda Beyru-t’a ulaştı. Trenle Şam’a nakledilen naşı orada Nami Bey; hükümet erkânı, askerler, eski Osmanlı su-bayları, eşraf ve halktan kalabalık bir kitle refakatinde askeri törenle karşıladı. Üzeri kıymetli şallar ve Kâbe örtüsüyle örtülen tabut ara-baya bindirilerek, Mevlevî, Kadirî ve Rufaî dervişlerinin okuduğu ilahiler, tekbir ve tehliller eşliğinde şehir merkezindeki Sultan Selim Camiine getirildi. Başında Suriye askerleri ve eski Osmanlı subayları ihtiram nöbeti tuttu. Ömer Faruk Efendi’nin ifadesiyle, cenaze sanki yabancı bir toprakta değil kendi memleketindeydi. Ve en sonunda naaş Temmuz başında, camii av-lusundaki Süleymaniye Külliyesi-ne defnedilerek, çile ve elem dolu fâni hayattan ebedî istirahatgâhına çekildi. Son söz olarak diyoruz ki, vatan hasretiyle ebediyete göç-müş ve tarih/toplum vicdanında

“aklanmış” bu “Son Osmanlı’nın” bedeninin memleket toprağıyla buluşmasına ve itibarı iade edilip tarihte hak ettiği yeri almasına ar-tık izin verilmelidir.

Page 57: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Çocuğun DünyasıParlıyor gözleriÖyle bir derinlik var kiO saf ve masum bakışlarındaIşık saçan gözleriBelli ki bir şeyler arıyorAma sahipsizPek anlayanı da yok

Bin umut fışkırıyorYumuşak nefesindenTükenmez bir enerjiVe yılmak bilmeyenBir yürek var bedenindeOna yetişmekOnu anlamakBelki de en zor şeyAma oO kadar rahat kiNereden bilsinTalip olduğu yolun zorluklarınıPembe hülyalarla süslü o küçük dünyasıHayat doluSevgi dolu

Bir anlayabilsekO minik düşleriniBir besleyebilsekYüreklerindeki sevgiyiBelki de o zaman değişecek dünyaO zaman büyüyecek sevgiVe belki de O zaman yaşanılır olacak dünya

Musa TAKÇI

57Aralık / 2007

Page 58: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

58 Somuncu Baba

“Ben, sen oldum, sen de ben oldun. Ben, ten oldum; sen can oldun. Artık bundan sonra kimse, ‘Ben ayrıyım, sen ayrısın” diyemez.”

Emir Hüsrev-i DihlevîM

inya

tür:

Ahm

et E

feM

inya

tür:

Ahm

et E

fe

Page 59: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

59Aralık / 2007

H orasan’dan Tebriz’e ge-lip yerleşen basit bir do-

kumacının oğlu olan Şems-i Tebrizî, aldığı terbiyeden, garip olmakla beraber manalı ve he-saplı hareketlerinden onun bir tasavvuf eğitimi aldığı, birçok mutasavvıfla görüştüğü anlaşıl-maktadır.

Tebrizli Yalnız Sûfî

Tebrizli Şemseddin, Konya-’ya gelmeden önce, şehirleri gezerek, büyük ariflerle birlik-te olur. Bazen okul müdürlüğü yapar, bazen de şalvar uçkuru örmek gibi önemsiz işlerde çalı-şırdı. Ücret verildiği zaman onu almamak için mazeretler ileri sürer, “alacağım biriksin, sonra alırım” der, Ansızın şehirden uzaklaşır, kaybolurdu. Böylece belirli bir yerde, uzun süre kal-madan ve aynı işte fazla çalış-madan hayatını sürdürürdü.

Zahirî İlimlerde Müderris

Gizemli ve yalnız bir sûfî olan Şems’in kendisi hakkın-daki en önemli bilgileri Ma-kâlât adlı eserden almaktayız. Mâkâlât, Şems’in bilinen tek eseridir. Ancak bu kitap bizzat Şems tarafından kaleme alınmış değildir. Eser, yalnız Şems’in ve Mevlâna’nın hayatı ve fikriyatı hakkında değil, dönemi ile ilgili ve canlı bilgiler veren önemli bir eserdir. Makâlât’la Mesnevi ara-sında güçlü bağlantılar bulun-maktadır. Mevlâna Makâlât’ın birçok hikâyelerini, meselele-rini, bahislerini Mesnevi’sinde toplamıştır. Makâlât, bize zahi-rî ilimlerde mahir olan Tebrizli Şemseddin’in, tefsir, hadis, fıkıh, felsefe ve kelam bilimlerinde de önemli bir seviyede olduğunu haber vermektedir.

Şems’i, sadece Mevlâna’yı coşturan, heyecanlandıran bir

derviş saymak, onun ilmini ve irfanını göz ardı etmek demektir. Nihayetinde öyle bir mertebeye ulaşır ki, ilimler onu tatmin et-mez; aşkın alanın bilgisini, ma-rifetullahı öncelikle Mevlâna’ya, sonra da diğer insanlara tattır-maya gayret eder.

İlk Şeyhi Ebû Bekr Sellebâf

Şems, ömrü boyunca iki gö-nül sultanıyla muhatap olmuştur. Onun sözleriyle ifade edecek olursak: “Benim Tebriz’de Ebû-bekr Sellebâf isminde bir şeyhim vardı, veliliğin bütün feyz ve es-rarını ondan aldım. Ama bende bir şey vardı ki, onu şeyhim gör-müyordu. Ve hiç kimse de gör-memişti. Onu ancak Hüdaven-digârım Mevlâna gördü.”

Şemseddin-i Tebrizî’nin ma-kamı ve mertebeleri o dere-ceye ulaşmıştı ki artık bunlarla kanaat etmiyor, daha yüksek

“Şems’i, sadece Mevlâna’yı coşturan, heyecanlandıran bir derviş saymak, onun ilmini ve irfanını göz ardı etmek demektir. Nihayetinde öyle bir mertebeye ulaşır ki, ilimler onu tatmin etmez; aşkın alanın bilgisini,

marifetullahı öncelikle Mevlâna’ya, sonra da diğer insanlara tattırmaya gayret eder.”

Mevlâna’nınTebrizli Güneşi Şems

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

Page 60: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

bir makam arayışından ziyade, makamsızlık derecesine ulaşma anını bekliyordu. Bu arzu ile dünyayı dolaştı. Şemseddin’e, Tebriz’de, tarikat pirleri ve ha-kikat arifleri, “Kâmil-i Tebrizî”, gönül sahibi seyyahlar ise, çok yer dolaştığı için “ Şemseddin-i perende: Uçan Şemseddin” derlerdi.

“İkiz Ruhlar”ın İlk Vuslatı

Tebrizli Şemseddin, Erzuru-m’da öğretmenlik yaparken ani bir kararla şehirden uzaklaşıp, kaybolur. Şam’a varıp burada

bir yıl kadar kalır. Mevlâna’y-la Anadolu’da vuslata erme-den önce, Şems’e “maksadı-na ulaşman için Rum diyarına git”, diye ilham gelir. Yola çıkan Şems, nihayetinde Konya’ya varınca doğruca Şeker-fıruşân= Şekerciler hanına gider. Kaldığı hücrenin kapısına da kendisini büyük bir tacir sansınlar diye iki

üç dinar kıymetinde nadir bir kilit takar. Hâlbuki kaldığı han odasında eski bir hasır, kırık bir ibrik ve bir tuğla yastıktan başka bir şey yoktu. On, on beş günde bir, kuru ekmeği paça suyuna

batırıp tirit yapar, onunla ayakta kalmayı başarırdı.

Şems’in Mevlâna’yla ilk kar-şılaşması farklı şekillerde anla-tılmasına rağmen ilginçtir. Şems Mevlâna’ya bir takım cevabı güç sorular yöneltir. Cevaplarını alınca da bir rivayete göre ba-yılır.

Mevlâna, Şems’le ilk buluş-malarında tam altı ay birliktelik sergilemişlerdir. Artık ders ver-meyi terk eden Mevlâna, zahirî ilimlerle ilgisini keserek münzevî olarak yaşamıştır. Çünkü o, da-ima Şems’i arar onunla görüşür, onunla gezer ve halvette bulu-nurdu. “Bazılarının anlattığına göre Şemseddin Tebrizî Konya-

’ya gelince Mevlâna’nın mecli-sine gitti. Mevlâna bir huzurun yanında oturuyordu. Önünde birkaç tane kitap vardı. Şems-i Tebrizî: Bu kitaplar nedir? diye sordu. Mevlâna: Buna kîl ü kâl derler. Şems, Senin bunlarla ne işin var? dedi ve bütün kitapları suya attı. Hz. Mevlâna çok üzül-dü ve: Behey derviş ne yaptın! O kitaplardan bazıları babamın notları idi ki, bulmak mümkün değildir, dedi. Şeyh Şemseddin elini suya sokup o kitapları bir bir sudan çıkardı. Hiç birisi ıs-lanmamıştı. Hz. Mevlâna: Derviş bu ne sırdır? diye sorunca, Şem-seddin: Bu zevk ve haldir. Sen bundan ne anlarsın! dedi. Sonra birbiri ile sohbete başladılar.”

Şems-i Tebrizî’nin gelişiyle, fünye ateş aldı, bomba infilak etti. Maneviyat dünyası, “Kon-ya Okulu”nu kazanmış Doğu ve

60 Somuncu Baba

Page 61: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

61Aralık / 2007

Batı birleşmişti. Anadolu ruhunun yüksek fırınların-dan biri hararetle çılgınca yanmaya başlamıştı.

Emirlerin, bilginlerin ve sufîlerin cenderesinde sıkışıp kalan Mevlâna, Şems’le buluşmasıyla, med-resenin tekdüze hayatından koparak yenilenme evresine geçti. Kendisi için kapı aralandı. Bu kapı ki, sonsuzluğa açılır, bir daha da asla kapanmaz.

Tazyik, tahrik ve tacizlere dayanamayan Şems, habersiz olarak Şam’a gider. Gidiş Mevlâna’nın içerisinde parlayan aşk ateşini, ayrılık ateşiyle kö-rüklemek içindir. Böylece Mevlâna yandıkça ya-nacak ve sonunda pişecektir.

Bu ayrılıştan sonra Mevlâna, herkes-ten uzaklaşır ve köşesine çeki-lir. Bir süre o dert ve keder içinde zamanını geçirir. Birdenbire Şam’dan, yani Şems’ten mek-tup gelir. Bundan sonra Mevlâna aşk ve şevk için-de tekrar semâ’-ya başlar; insanı aşan şiirler ve gazeller, görün-meyen âlemden gelerek görünen âleme düşer.

Konya’ya İkinci Ge-liş

Bu ani gelişmenin netice-sinde Sultan Veled, Şemseddin’i aramak üzere müridlerden bir topluluk ile Şam’a gittiler. Ayrıca Mevlâna, Şemseddin’in gelmesi isteği ile bir gazeli Sultan Veled’le birlikte gönderdi.

Zorla elde edilen bir iknadan sonra Sultan Ve-led kendiliğinden, aşk ve istekle Şems’in üzengisi yanında yaya olarak hareket etti. Konya’nın giri-şinde, Mevlâna, umera ve ulemayla beraber on-ları karşılamaya çıktı. O ana kadar, ayrılık ateşiyle körüklenen Mevlâna, şimdi ise mecazda maşukla

buluşma atmosferini teneffüs etmeye başladı ve artık bambaşka bir iştiyak hali yaşıyordu. İki ger-çek güneş (Mevlâna ve Şems) bu hal üzerine bir-biriyle ilk karşılaşmayla Şems, Sultan Veled’den memnuniyetini ifade etti.

Bir müddet sonra Şems-i Tebrizî, Mevlâna’nın yetiştirmesi olan Kimya adında bir kız ile evlen-mek isteğini, Mevlâna memnuniyetle kabul etti. Kış olduğu için holun sofasında bir yer hazırlattı. O kış orasını kendisine oda edindi. Mevlâna’nın oğlu Alâeddin Çelebi (ö. 661/1262), her zaman baba ve annesinin elini öpmeye geliyor ve sofa-dan geçip hole gidiyordu. Şems’in velilik kıskanç-

lığı harekete geçiyordu. Nihayet bir gün Alâeddin’e: “Ey gözümün

nuru! Her ne kadar dış ve iç edeple süslenmiş isen de,

bundan böyle bu evde hesaplı gidip gel-

men gerekir” dedi. Bu söz üzerine, gücenen Alâed-din, duygularını kontrol edeme-yip dışarı çıkın-ca bir topluluğa bunu anlattı ve

bunlar fırsatı kul-lanarak aralarında

gizli tuttukları plan-larını harekete geçirdi

ve “Garip bir iştir, bilgi peşinde çok gezen bu kişi

gelmiş, Hüdavendigâr’ın evine girip onun oğlu ve göz bebeğini kendi

evine sokmuyor” dediler. Bunun genel sonucunda gerek ortaya atılan gerekse yüzüne karşı yapılan söylenti ve hareketlerden bunalan Şems, bir gün Sultan Veled’e bahsedip: “Bu sefer, izimi hiçbir ya-ratığın bulamayacağı şekilde kaybolacağım bilinsin” dedi ve hemen o süre içinde kayboldu. Mevlâna, sabahleyin medreseye girip de evi boş bulup “ka-dim” dostu Şems’i göremeyince Sultan Veled’in evine koştu ve: “Bahaeddin! Ne uyumuşsun, kalk

Page 62: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

şeyhini ara; zira yine burnumun onun güzel kokularından mah-rum kaldığını görüyorum” dedi.

Kayboluş/Son Gidiş veya Ru-hun Bedenden Uçuşu

Artık suyunu gereği kadar tu-tan barajın bendi yıkılmış ve Aşk pınarının suyuyla arzın sulanma vakti geldiği için, Şems aradan çekilmiştir.

Şems’in aniden ortadan kay-bolması veya öldürülmesi gü-nümüze kadar Mevlâna ile ilgili her araştırmanın muhtevasında önemli bir yer tutar. Şems’le ilgili incelemelerin sonucunda herkes tarafından onaylanmasa da onun şehit edildiği yönün-deki haber ve rivayetler bizce daha makul gözüküyor.

Şems’in öldürülüş sırrı, Mev-lâna hayattayken yalnız Sul-tan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış, ancak Mevlâ-

na’nın vefatından sonra Eflakî-’ye (ö.761/1360) söylenmiş, o da bunu eserine kaydetmişti. Mevlâna’nın vefatından sonra da Şems’in üzerine türbe yap-tırılmış, yine de (burada mezar var) denmemiş, Mevlâna’nın ruhu incinir diye kimse Şems’in şehit edildiğinden bahsetmemiş, gerçekleri bilen dervişler “Şems kayboldu, burası da türbe değil makamdır” demekten başka bir şey yapmamışlardır.

Şems’in Kayboluşunun Mev-lâna’daki Yansımaları

Şems’in Konya’dan aniden ve habersiz ayrılışından sonra Mevlâna’nın yazdığı şiir ve ga-zellerde, onun öldürülmüş ol-duğuna dair bir işarete rastlanıl-mamaktadır. “Olaydan kırk gün sonra Mevlâna başındaki beyaz sarığı atıyor; duman renkli sarık sarıyor ve matem nişanesi olan Yemen hırkası, Hint ferecisi gi-

yinerek ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti devam ettiriyor.”

Şems’in öldüğü söylentileri-ne, Mevlâna uzun süre inana-mamış, Divan-ı Kebir’in en içli ve hazin şiirlerini söylemiştir. Bu olay ve konu ile ilgili bir rubâi-sinde oldukça hüzünlüdür:

Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi! Kimdir o? Ümit sön-dü, ateş öldü dedi…

Mel’un, dama çıktı yumdu bir an gözünü, Düşmandı ya Şems’e “Bak güneş öldü dedi”

Şems-i Tebrizî’nin ayrılığının arkasından Mevlâna çok defa onun ismini kullanarak, bazen onun ağzından Divan-ı Kebir’in birçok gazel ve rubâilerini teren-nüm edip kaleme almıştır. Bura-da Şems’i sembol gibi göstererek ilâhî aşkı, vahdet-i vücud görüşü içinde “yanmış” bir ruhun duy-gularını dillendirmiştir.

62 Somuncu Baba

Şems-i Tebrizi’nin Türbesi / Konya

Page 63: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

63Aralık / 2007

Görünmeyen Âlemin İnsanı Şems’in Ulaştığı Aşkın Hâli

Gizemli ve sıra dışı bir sufî olan Şems, belli bir yerde uzun süre kalmayan zor isimdir. Zor bilmeceler, manası derin soru-larla insanın beynine bir şüphe kurdu soktuktan sonra aniden kaybolmuştur. Şems, uykuda olan gönüllere kozmik bir şok uygulamış ve bu hareketiyle Mevlâna’da büyük bir ilgi mey-dana getirmiştir.

Mevlâna, Şems’i, özgür ruh-lu ve çekici bir insan olmanın yanı sıra, içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayabilen bir kişi olarak görür. Şems sırların sırrı ve aydınlan-manın nurudur.

Kendisini gizlemesine rağ-men o, olgun, olgunlaştıran, söz (kal), hâl ve keşif sahibi bir Allah dostuydu. Bunun için ona ilâhî bilgi ve hakikat arayıcıları müra-caat ederdi. Cennet yolcularına keşif ve vuslat yolunun istika-metini tahayyül ettirirdi.

Şems’i, onunla ilgili araştır-macıların sandığı ve tanıttıkları gibi basit bir Bâtınî dervişi ola-rak görmek, onu hafife almak anlamına gelir. Zira çocukluktan beri aşkın varlıkla olan -madde evrenini aşan- kaynaşmasıyla o, yüzyılların yetiştirdiği büyük gö-nül sultanları arasında üstün va-sıflarla donatılmış irfan ehli bir âriftir. Aksi durumda, Mevlâna gibi zâhir ve bâtın ilimlerinde yüksek derecelere ermiş, zama-nında müderrislik ve müftülük mertebelerine yükselmiş seçkin

bir insanı, ilahî bir aşk ve iştiyak ateşiyle yakıp pişirebilir miydi? Şems’in sözle anlatılamayan cazibesi, Mevlâna’ya bütün normal hayatını alt üst ederek, işini gücünü, medresesini ihmal ettirerek, onu madde âleminin sonlandığı başka bir âleme gö-türen; ona mânâ âleminin per-delerini ve kapılarını aralayan bu Tebrizli Âşık olmuştur.

Mevlâna, Şems’i özgür, ev-rensel insan olarak, içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayan bir kişi olarak tasvir eder. Mevlâna’ya göre Şems, çokluğun arkasında-ki birliği görmüş ve birliğin nasıl çokluğa dönüştüğünü anlamıştı. Varlıktaki vahdetle kesret arasın-da gidip gelmeleri varlığına sin-diren Şems, kendisinin görünen âlemin üstünde var edilmiş bir varlık olduğunun farkındaydı. Dünyevî bir varlığın kolaylıkla taşıyamayacağı ağırlığın yükünü kanıksamıştı. Hayatı, bütün var-lığı ve hayatın özünü tecrübe etmişti.

Şems evrenin gelişmekte olan hafızasında insanlığın açı-ğa çıkmasını ve kendini gerçek-leştirmesini sembolize ediyor-du. O mutluluğa ulaştı, zevk deneyimini yaşadı ve arayışını sonlandırdı. Çünkü o, arayış içindeki varoluş düzeyini orta-dan kaldıran ve maddeyi anla-yan aydınlatıcı safhaya erişmişti. Sıfat ve nitelik engellerini yırtıp bir tarafa atarak en nihayet on-ların olaylar âleminde nasıl te-kevvün ettiğini keşf ve müşahe-de etti. O, varlıktan yokluğa ve

onun da ötesine, hatta “ötelerin de ötesine” ulaştı.

Gizlemeyip ifşa ettiği bu mertebelere ulaşan Şems, soh-betinde bulunduğu insanlar onu kendilerine bağlayıp mürit edinmeye yeltendiklerinde sert bir kayaya çarpmaktadırlar ve Şems’i kaybetmektedirler. O, bir aşk, vecd, hakikat ve diva-nelik timsalidir. Şems, asla öz-gürlüğünden taviz vermeyen yürüyen hür Âdem modelidir. Alışılmış kalıpları ve kitlelerin sınırlarını zorlamak, özellikle riyakârlığın kalıntılarını yok et-mek, Şems’in en büyük ideali ve hem de görevidir.

Sözlerin ve kelimelerin an-latmada güçlük çektiği makam-lara erişen Şems’in, çıktığı en uzun yolculuk ve bunun sonu-cundaki hüzünlü gurbeti, adeta bir sürgündür.

Dünyevî bilgilerin ötesinde irfan âleminin bilgisine sahip olan Şems, Mevlâna’ya salt ak-lın zincirinden kurtulmanın for-mülünü vermiştir. Sufîlik yaşadı-ğı bir tecrübe olmasına rağmen yine de sıradan bir din bilgini olarak yaşayan Mevlâna, Şems’-le tanıştıktan sonra aşkından co-şan ve kaynayan okyanus halini almıştır.

Hâsılı, Okyanusların birbir-lerinde buldukları fakat başka-larının bulamadıkları en önemli zenginlik, zahirî dünyada bulun-mayan aynaydı. Bunlar, şeyh-lik, mürşitlik, halifelik, müritlik makamlarının daha da ötelerini aşarak birbirlerine ayna oldular.

Page 64: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Mevlâna’nın hayat hikâyesine bakıldığı

zaman onun özellikle Anadolu’ya geldikten sonra olağanüstü bir

hayatın içinde yoğrul-duğunu, hamken pişti-ğini, yandığını görürüz.

Bu zorlu hayat içinde iki önemli güç vardır

Mevlâna için.

A sırlar öncesinden günümüze ışık tutan bir büyülü meş’ale Mevlâna… Her yaşa ve her seviyeye uygun

bir mesajı vardır onun, her din ve ırka hitap eden bir hâl dili… Mevlâna Celâleddîn-i Rumî işte bu yüzden sadece Türk ve İslâm âleminde değil, dünyanın birçok ülkesinde okunuyor, yoluna taraftar bulunuyor. Bugün Amerika’da, Avrupa’nın birçok ülkesinde, hatta Uzak Doğu’da onu ta-nıyan, cezbesine kapılan binlerce Mevlevî vardır. Demek ki onun kutlu çağrısı bugün bile yankısını bulabiliyor.

Mevlâna, aslında Kur’an’dan ve hadisten başka bir şey söylememiştir. Söylediklerinin özü ya Kur’an tefsiri ya da hadis yorumudur. Bu yüzden heyecanını yenemeyen Molla Cami Mevlâna için şu tespitte bulunur: “Peygamber nîst velî kitâb dâred” (O bir peygamber değil; ama onun kitabı var)

Mevlâna’nın hayat hikâyesine bakıldığı zaman onun özellikle Anadolu’ya geldikten sonra olağanüstü bir haya-tın içinde yoğrulduğunu, hamken piştiğini, yandığını gö-rürüz. Bu zorlu hayat içinde iki önemli güç vardır Mevlâna için. Kendisini şer’î ilimlerde yetiştiren Seyyid Burhaned-din Hazretleri ve hayatının sonuna kadar içinde pişeceği yanacağı tasavvuf felsefesini öğreten Şems. Bu iki mıknatıs arasında Mevlâna şüphesiz büyük gelgitler yaşamıştır, fa-kat Mevlâna’yı kendine bağlayan Şems olmuştur.

Bayram Ali Çetinkaya Şems- Mevlâna dostluğu mer-kezli bir kitap yazdı. Kitabın adı Şems- Mevlâna Dostlu-ğu. Alt başlık ise “Benlik Duvarından Kerpiç Koparmak” İnsan yayınları arasında (İstanbul 2007) çıkan kitabın ka-pağı Ayfer Balaban’ın bir tezhip çalışmasıyla renklenmiş.

Bir Mevlâna Kitabı: “Şems - Mevlâna

Dostluğu”

KitapVedat Ali TOK

64 Somuncu Baba

Page 65: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Çetinkaya, kitabının önsö-zünde Mevlâna Celâleddîn-i Ru-mî’nin hayatında önemli bir yer tutan Şems’i şöyle tavsif ediyor: …Mevlâna’yı hamken yakan ve pişiren, sonunda kemâlâta/yet-kinliğe ulaştıran Şems-i Tebrizî de unutulmamalıdır. Gizemli bir sûfî olan Şems’in olağan dışı hayat serüveni ve nihayetinde Mevlâ-na’yla Konya’da vuslatı, ikiz ruh-ların ilk buluşmasıdır. Tek ruhta iki beden olan Mevlâna ile Şem-s’in arasındaki muhabbet, dost-luğun ötesinde bir “dostluğa” bürünmüştür. Ta ki Şems’in yitik hâle dönüşmesine kadar… Fakat onların arasındaki görünmeyen yakın bağ, müridlik ve mürşidlik hâllerinin zaman içerisinde yer değiştirmesine sebep olmuştur. Bu anlamda ikiz ruhların konuş-ma dili, semâ’dır. Semâ, tarif edilemeyen ve anlatılamayan bir aşk ve muhabbetin yansımasıdır. Onda zikir, müzik ve bilim/maddî âlem birbiriyle bir senteze ulaş-mıştır. (s. 9)

Kitabın giriş kısmında Mevlâ-na Celâleddîn-i Rumî ile Şems’in buluşmaları ve Şems’in esraren-giz bir şekilde kaybolması anla-tılıyor. Burada diğer Mevlâna ki-taplarında üzerinde durulmayan konulara da rastlıyoruz. Mesela Şems’in mistik ve psikolojik açı-dan kişilik analizi başlığı ile ve-rilen malumat ilgimizi çekiyor. Keza kitabın ilerleyen sayfala-rında yer alan bir başka konu da “İki Mürid/İki Mürşit: Tek Ruhta İki Beden” adını taşıyor. Yazar bu bölümde Mevlâna ile Şems hakkında yapılan bir tartışmayı

hatırlatıyor: “Şems mi Mevlâna-’yı yetiştirdi, Mevlâna mı Şems’e mürşid oldu?” Yazar, bu sorunun cevabını Mevlâna’nın ve Şems’-in birbirlerine karşı söyledikleri yüceltici sözlerde aramak gerek-tiğini, böyle bir tartışmanın ise gereksiz ve anlamsız olduğunu söylüyor. Abdülbaki Gölpınarlı’-nın Mevlâna Celâleddîn-i Rumî ile Şems arasındaki tefeyyüz karşılıklıdır, sözünden hareketle, aslında her ikisinin de birbirine feyiz verdiğini, ikisinin de birbi-rine hem mürşid hem de mürid olduklarına işaret ediyor.

Demek ki aslında ne Şems Mevlâna’nın, ne de Mevlâna Şems’in mürşidi ya da müridi-dir. Nitekim yazar diyor ki: An-laşılan ve ortaya çıkan odur ki, Şems Mevlâna’yı irşâda gelmedi. Çünkü Şems, Makâlât’ında: “Ya Rabbi! Beni velilerinle buluştur, diye Hakk’a ettiğim niyaz üze-rine rüyamda Hak tarafından müjdelendiğim velî Mevlâna’dır.” diyor. Mevlâna ile Şems arasın-daki yakınlık “Merace’l-Bahreyn” iki denizin birleşmesi ve suların birbirine karışmasıydı. Nitekim Mevlâna, Mesnevî’sinin birinci cildinde bunu şöyle seslendirir: Her ikisi de yüzme öğrenmiş, bir-birini tanımış tek bir denizdi. Her ikisi de dikilmeksizin birbirine di-kilmiş birleşmiş candı. (s. 66)

Üç bölüme yayılmış Şems- Mevlâna Dostluğu isimli kitabın birinci bölümünün sonunda Şems-i Tebrizî’nin halkın ve in-celeyicilerin gözünde bıraktığı fotoğrafın analizi yapılıyor. Onun görüşleri, psikolojisi, Mevlâna

üzerindeki etkileri ilh… üzerin-de duruluyor. Şems’in Mevlâ-na üzerindeki etkileri yanında Mevlâna’nın da Şems üzerindeki etkileri ihmal edilmiyor. Şems olmasaydı, Mevlâna belki de ba-bası gibi ikinci sınıf bir sultanü-’l-ulemâ olarak medrese hocası olacak, dar bir coğrafyada tanı-nıp bilinecekti. Bu, Şems için de geçerlidir. Mevlâna olmasaydı, onu da kimse bilmeyecek, tanı-mayacaktı. (s. 82)

Kitabın ikinci bölümüne, ikiz ruhların konuşma dili şeklinde nitelendirilen semâ’nın ortaya çıkış macerası anlatılarak başla-nıyor. Çok çeşitli rivayetler olma-sına rağmen Mevlevî ayinlerinin vazgeçilmez unsuru semânın or-taya çıkış hikâyesi kitapta şöyle zikrediliyor: Bir keresinde Mevlâ-na hazretleri, kuyumcular civarın-dan geçerken, çekiçlerden çıkan tak tak sesleri kulağına erişince, o seslerin güzelliğinden, Mevlâna’-da bir hâl tecelli etti ve dönmeye başladı. Kuyumcu Şeyh Selâhad-din’e (ö. 1258) gayb âleminden , “Dışarı çık, Mevlâna dönmede-dir, halk etrafında toplanmıştır” diye ilham gelmesiyle, o feryat ve figân ile dükkândan dışarı çıktı; Mevlâna’nın ayaklarına kapanıp kendinden geçti… (s. 88)

Bayram Ali Çetinkaya, bun-dan sonra Mevlâna için semânın anlamı üzerinde duruyor. Semâ, özellikle tasavvufî anlamda bir-çok şey ifade eder. Nitekim Mevlâna da semânın bir tek tari-fini yapmaz, ona çeşitli anlamlar yükler. İşte semâ üzerine Mevlâ-na’nın bir iki sözü:

65Aralık / 2007

Page 66: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

66 Somuncu Baba66 Somuncu Baba

“Semâ’nın ne olduğunu bili-yor musun? Allah’ın, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? sorusu-na, ruhların; ‘Evet Rabbimizsin!’ deyişlerinin sesini duymak, ken-dinden geçmek, Rabb’ine ka-vuşmaktır. Semâ’nın ne olduğu-nu biliyor musun? Semâ dostun hallerini görmek, lahut perdele-rinden Hakk’ın sırlarını duymak-tır. Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Kendindeki varlıktan geçmek, mutlak yoklukta, zeval-siz, devamlı varlık tadını tatmak-tır. Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Dostun aşk vuruşları, darbeleri önünde başını top gibi yapıp, başsız, ayaksız dosta koş-maktır…” (s. 92)

Semâ ve aşk, semâ ve Şems, semâ ve zikir, semâ ve müzik, semâ ve bilim, semâ ve tepkiler kitabın ikinci bölümünün diğer konularını oluşturuyor.

Üçüncü Bölüm Mevlâna Öğ-retisinde Müzik ve Ney başlığını taşıyor. Bu bölüme filozofların hayatında müziğin etkisi ve gü-zel sesin insan hayatındaki öne-mi üzerine bir girişle başlanıyor. Müziğin insan ruhunda müspet-menfî dalgalar oluşturduğu mu-hakkak. Bu açıdan müzik, göz ardı edilecek bir sanat değildir. Çetinkaya’nın Mevlâna semâın-daki ney sesinden yola çıkarak müzikle ilgili söyledikleri önemli. Kulak verelim: Müzik, mutluluk, sevinç, rahatlık ve umut aşıladığı gibi, hüzün, acı, elem, karamsar-lık ve umutsuzluk sebebi de ola-bilir. Nasıl ki faydalı ilim övgüye ve yüceltilmeye değer ise, fayda-sız müzik de yerilmeyi ve eleş-tirilmeyi hak etmektedir. Sanat olarak müzik, insana insanlığını unutturarak onu vahşi ve çılgın bir hale dönüştürmememli, hayâ ve erdemi yok etmemeli, cinselli-

ğin ve hazların kölesi yapmama-

lıdır. (s. 143)

Mevlâna’nın çalgılar ve çalgı-cılarla ilgili söyledikleri de kita-bın konuları arasında yer alıyor. Onun, bir Türk sazı olan kopuzla ilgili düşüncelerini de naklede-lim: Mademki inanan, feryat edip

ağlamada kopuzdur; kopuz, ken-

disine birisi mızrap vurmadıkça

nereden feryat edecek? Büyükler

büyüğü ferah geldi çattı, ulular

ulusu ferah geldi erişti; en devam-

lı kerem geldi, ayların ayı geldi.

Kopuz huy edinmiştir, mızrap ye-

medikçe duramaz, dayanamaz;

çalgıcının ayaklarına yüz sürer,

başvurur. (s. 162) Ve tabii ki Mev-lâna’yı neysiz düşünmek olmaz. Onun en büyük eseri Mesnevî de zaten yurdundan koparılmış bir kamışın hikâyesiyle başla-maz mı? Nitekim kitapta ney’e ayrı bir yer verilmiş. Mevlâna nefesinden üflenen ney, Allah’ın sırlarından insana fısıldanan ses, Hz. Davut’un sazlıktan kopardığı kamış, ney’in sesindeki ayrılık ve aşk ateşi, ney gibi bir aşk/dost, insan bedenine bürünen ney, can ney’i, Meryem’e benzeyen ney, ney ve rebabın sesi aşk evi-nin temel harcıdır gibi başlıklarla ney’in içli macerası okuyucuya duyurulmaya çalışılıyor.

Mevlâna bir sonsuz umman. Herkes ondan tasının alabildiğin-ce faydalanmış, faydalanmakta. Şems- Mevlâna Dostluğu kitabı da bu ummana daldırılmış kabın hacmince güzellikler sunuyor okuyucusuna.

Page 67: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

67Aralık / 2007

Sevgi Işıktır KalbeKaranlıkta görmüyor hakikati gözümüzDüşkünler kan ağlarken kızarmıyor yüzümüz

Gerçeklerden kaçarak düşlere dalıyoruz İnsanlık yarışında geride kalıyoruz

Sevgisiz her ne varsa bil ki kuru emektirMuhabbet sığmıyorsa gönlünüz dar demektir

İnsanlığın kıymeti yaratılıştan gelirIşık yere düşse de güneş göğe yükselir

Mevzu sevgi olunca tekeden süt sağarızAydınlık ufuklardan güneş gibi doğarız

Muhabbetle yoğrulmuş insanlığın hamuruDöküldü yaldızları şimdi kaldı çamuru

Erir mihnetin buzu sevginin sıcağında Yıldız bir başka güzel hilalin kucağında

Geçmişin hissiyatı içimizde yaşıyorİnsanlık bilinmeze, uçuruma koşuyor

Hoşgörü nerde kaldı, yolunu gözlüyoruzMaziden ilham alan bir nesil özlüyoruz

Ruh yangınlarımıza sular bile kâr etmezDuygu coğrafyamızda hasretin gülü bitmez

Nefretin karanlığı gönlümüzde sırattırBarış, dostluk, kardeşlik içimizde murattır

Arzda yankı bulmuyor insanlığın çağrısıBedeni tüketmeden dinsin bu kalp ağrısı

Başımıza gül diye taç edelim barışıHız kesmeden sürüyor kirli silah yarışı

Bülbül, altın olsa da, huzur bulmaz kafesteKeyif adına her şey kaybolur bir nefeste

İnsafa gel insanlık sevgiye dön yüzünüToprağa karışmadan gerçeğe aç gözünü

M. Nihat MALKOÇ

Page 68: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

68 Somuncu Baba

O Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in en yakın ve en sa-dık arkadaşı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) miracı

Mekkelilere anlattığı ve Mekkelilerden bazılarının (Ebu Cehil ve arkadaşları) inanmadığında Peygamberimizi (s.a.v.) görüp dinlemeden “O söylüyorsa doğrudur.” di-yecek kadar O’na inanan bir mü’min. Birgün Peygamber Efendimiz de onun sözleri için benzer sözler söyleye-cektir: “İslâm’ı kabulünden sonraki yıllarda Müslüman-lardan da önceki dönemini merak edenler olmuş ve bir gün Hz. Ebubekir’e sormuşlardı. “Cahiliye döneminde hiç içki içtin mi?” “Hayır” demişti. “Ben, insanın şerefli bir varlık olduğuna inanan biriyim. Namusuma düşkü-nüm, içki içen bunları yitirir!”

Efendimiz (s.a.v.) duyunca bu sözlerini: “Ebubekir doğru söylüyor! Ebubekir doğru söylüyor.” buyurmuş-tu.”

Mekke’deki acılı ve zor günlerde, Bedir’de, Uhut’-ta, hicret esnasında mağarada Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e en yakın olan hep Hz. Ebubekir’dir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Allah, benim için üm-metimin arasından dördünü seçmiştir. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali. Onları en yakın ashabım kılmıştır.” buyur-muştu bir hadis-i şerifte.

Ebubekir’in faziletleri saymakla bitmez. O, İslâm tari-hi içinde müstesna bir yere sahiptir. İlk Müslüman olan-lardandır. Peygamberimizin ilk halifesidir. Kızını O’na vermekle yakınlığına yakınlık katmıştır. Seçilmiş insanın, Efendimiz (s.a.v.)’in, seçilmiş dostudur, destekçisidir.

Sadakatte Zirve Hz. Ebubekir (r.a.)

KitapMustafa OĞUZ

“Ebubekir’in faziletleri saymakla bitmez. O, İslâm

tarihi içinde müstesna bir yere sahiptir. İlk

Müslüman olanlardandır. Peygamberimizin ilk

halifesidir. Kızını O’na vermekle yakınlığına

yakınlık katmıştır. Seçilmiş insanın, Efendimiz (s.a.v.)’in, seçilmiş

dostudur, destekçisidir.”

Page 69: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

69Aralık / 2007

Hz. Ebubekir’le ilgili olarak şöyle bir olay anlatılır:

Putlara saygı günüydü. Kâ-be’nin etrafı oldukça kalabalık-tı. Kalabalığın arasında çocuklar da vardı. Anneleri ya da baba-ları ellerinden tutmuş ve putları göstererek:

“işte bunlar putlarımız.” di-yorlardı.

Ebu Kuhafe de Abdullah’ını (Ebubekir) alıp şenliğe getirmiş-ti. Putların karşısında durup:

“işte bunlar tanrılarımız! Onlara secde eder, onlardan yardım dileriz. Haydi, sen de saygıyla eğil önlerinde, sevgili oğlum” dedi.

Abdullah, olanca masumiye-tiyle gülümsedi.

“Öyle mi baba? Yani bunlar mıdır bize yardım eden? Her ihtiyacımızı da bunlar mı gide-riyor?”

“Evet” dedi baba. “Onlara saygı göstermeden, onlara baş-vurmadan hiçbir iş yapmayız, hiçbir işe başlamayız. Hatta yol-culuğa bile çıkmayız.”

“Ne güzel” dedi başını salla-yarak.

Sonra bir putun karşısına geçti.

“Ey put” dedi. “Herkese yar-dım ediyormuşsun; bana da yardım etsene!”

Durup babasına baktı. Gö-zünü ona diktiğini görünce ye-niden puta seslendi.

“Açım ben. Haydi, bir şeyler ver de yiyeyim, açlığımı gidere-yim!”

Bir süre cevap bekler gibi durdu yine, sonra başını kaldı-rıp babasının yüzüne yeniden baktı. Babasının yüz rengi az önceden farklıydı. Aldırmadı, puta seslenmeyi sürdürdü:

“Şu an çok da susamışım. Su ver, gider susuzluğumu...”

Yine cevap bekler gibi yapa-rak babasına masum gözleriyle tekrar baktı. Babasının yüzü ta-mamen değişmişti.

Yeniden puta döndü. Bu kez

sesinde öfke vardı.

“Yahu sen ne biçim tanrısın? Ne sesimi duyabiliyorsun, ne de ihtiyacımı karşılayabiliyorsun?”

Sonra da yerden aldığı taşı tepesine kondurup putu kırdı.

Baba Ebu Kuhafe, yerinde donup kalmıştı. Sinirleri geril-miş, öfke küpüne dönmüştü. Yıllardan beri erkek çocuğu has-retiyle yanıp tutuşmuştu. Ondan önce dünyaya gelen kim bilir kaç erkek çocuğunu kendi el-leriyle toprağa vermişti. Ama şu an elini sımsıkı tuttuğu Abdul-lah’ı yaşıyordu. Onu büyük bir armağan görüyor ve belli ki üz-

Page 70: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

70 Somuncu Baba70 Somuncu Baba

mek istemiyordu. Söylediklerini ve tavrını çocukluğuna verip:

“Söylediklerini duymamış say beni. Bu seferlik affediyo-rum seni. Umarım bir daha böyle bir davranışını görmem.” demekle yetindi.”(Sadakatte Zirve Hz. Ebubekir (ra), Salih Suruç, Timaş Yay, s.33-35)

Yukarıda zikrettiğimiz ola-yı Salih Suruç, Timaş Yayınları arasında çıkan Sadakatte Zirve Hz. Ebubekir (ra) adlı kitabında aktarıyor. Salih Suruç’un eseri Hz. Ebubekir (r.a.)’in hayatını anlatan güzel bir kitap. Salih Suruç, Hz. Ebubekir’in hayat hi-kâyesini akıcı bir dille anlatıyor. Peygamber Efendimiz’in hayatı-nı anlattığı iki ciltlik eseriyle bu alandaki başarısını ortaya koyan Salih Suruç, (ki bu kitabı ile si-yer ödülü de kazanmıştı) yeni

kitabında da aynı başarılı çizgi-sini koruyor.

Peygamber Efendimiz’in ve-fat haberi ile Hz. Ömer’in kılı-cını sıyırıp “Kim O öldü derse kafasını uçururum” dediği anda ortaya çıkan ve insanları “Mu-hammed (s.a.v.)’e kulluk eden-ler bilsin ki Muhammed (s.a.v.) vefat etmiştir. Allah’a iman edip ibadet edenler ise bilirler ki, Allah Hayy’dır. La yemuttur. Ölümsüzdür.” sözleri ile yatış-tıran olgun kişi Hz. Ebubekir’-dir. “Bu gün sizin için dininizi kemale erdirdim.” ayet-i inzal olduğunda Peygamber Efendi-miz (s.a.v.)’in ölüm zamanının geldiğini anlayan ve ağlamaya başlayan ince insan da Hz. Ebu-bekir’dir.

Şu olay da Hz. Ebubekir’in inceliğini ve ondaki Peygamber

Efendimiz (s.a.v.)’e olan sevgisi-ni göstermektedir: “Yıllar son-raydı. Mekke fethedilmiş, İslâm tüm ihtişamıyla Arabistan yarı-madasına hâkim olmuştu. Mek-ke halkı gruplar halinde Pey-gamber Efendimizin huzuruna gelip Müslüman oluyordu.

Hazreti Ebubekir’in yüreğin-de bayram sevinci vardı. Ama bir köşesi yine de sızlıyordu. Herkes ister istemez İslâm’ın saadetli sinesine koşarken, yaşı doksana ulaşan babası hâlâ evinde bu saadetten mahrum oturuyordu. Yüreğindeki bu acıyı da yok etmeliydi.

Yaşlı baba Ebu Kuhafe’nin gözleri de görmez olmuştu ar-tık. Eve vardı ve babasının elin-den tutup Peygamber Efendimi-zin huzuruna getirdi. Efendimiz (s.a.v.) üzüldü:

Page 71: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

71Aralık / 2007

“Ebubekir” dedi. “Neden ihtiyarı yorup getirdin? Onu, evinde ziyaret etseydik olmaz mıydı?”

Bu sözleri, hem nezaket ve alçakgönüllülüğünün, hem de “bir göz hatırı için, çok gözler sevilir” gerçeğinin bir ifadesiydi. Hazreti Ebubekir’i seviyordu, dolayısıyla babasının da hatırını ondan dolayı sayıyordu. Ama O’ndan dersini alan Hazreti Ebubekir de babasının yanına gelmesini uygun bulmuştu:

“Ey Allah’ın Rasulü! Senin, onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha uy-gundur.”

Efendimiz (s.a.v.) mübarek ellerini Ebu Kuhafe’nin göğsüne koydu ve:

“Müslüman ol, ey Ebu Kuha-fe!” dedi.

Mübarek elinin dokunduğu yerde neler bitmezdi ki! O âna

kadar bir türlü Hakk’a ısınama-yan Ebu Kuhafe’nin gönlünde iman nimeti birden bitiverdi ve onu İslâm’ın saadetiyle buluş-turdu.

Fakat sevinmesi gereken Hazreti Ebubekir bir köşeye çe-kilmiş hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Şaşırmıştı herkes. Efendimiz (s.a.v.) ise merak edip sordu: “Neden ağlıyorsun, ey Ebubekir?” Gözyaşlarını sildi.

“Ey Allah’ın Rasulü!” dedi. “Babamın Müslüman olmasını çok istiyordum. Nasip bu gün-müş. Ancak ben, bugün baba-mım yerinde amcanız Ebu Ta-lib’in olmasını ne kadar çok is-terdim. Zira sen de, onun iman etmesini çok istiyordun. Bunu hatırladım da, gözyaşlarımı tu-tamadım.”

Sevmek buydu, aşk ve sevda buydu. Hazreti Ebubekir’i yüce kılan da buydu.”

Peygamber Efendimiz

(s.a.v.)‘in yukarıda zikrettiğimiz

hadiste kendine en yakın gör-

düğü kişilerden biri olan Hz.

Ebubekir’i daha iyi tanımak,

onun yaşamıyla ilgili bilmedik-

lerimizi öğrenmek için Salih

Suruç’un kitabı, okunması gere-

ken bir kitap. Peygamber Efen-

dimiz (s.a.v.) “Bize ne tavsiye

edersiniz” sorusuna şu cevabı

vermişlerdir. “Size sünnetimi ve

hidayet üzere olan Hülefâ-i Ra-

şidîn’in takip ettiği yolu hatırla-

tırım. Bunlara uyun ve dört elle

sarılın!” Efendimiz (s.a.v.)’in bu

tavsiyesini yerine getirebilmek

için Salih Suruç’un eseri iyi bir

kaynak olarak sizleri bekliyor.

Allah dostlarının hayatı hakkın-

da bilgi sahibi oldukça Allah’la

ve O’nun dini ile olan bağları-

mızın güçlendiğini ve yaşadığı-

mız hayatın o Allah dostlarının

hayatının yanında ne kadar sö-

nük olduğunu göreceksiniz. İçi-

ne düştüğümüz bu karanlık or-

tamdan bizleri çekip çıkacak da

yine bu Allah dostları olacaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Ashabım gökteki yıldızlar gibi-

dir. Hangisine uyarsanız doğ-

ru yolu bulursunuz.” hadisiyle

buna işaret etmiştir. Ashabın

yıldızları içinde en parlak olanı-

dır hiç kuşkusuz Hz. Ebubekir.

Hülefâ-i Raşidîn’i daha yakın-

dan tanımaya Salih Suruç’un

kitabını okuyarak başlayalım ve

yazarın diğer halifelerin hayatla-

rını da yazmasını dileyelim.Fotoğraf: Samet Şahinaslan

Page 72: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

72 Somuncu Baba

PsikolojiDoç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN

Kur’an Işığında İnsanın Fıtratı ve Davranış

Yönelimleri

K ur’an’a göre insan, ruh ve bedenden meydana gelmiş olup3 yaşantı ve davranışlarıyla işlev gören bir varlıktır.

Bu yapısı ile insan, tek tek özellikler kümesi olmayıp, bütün-lük içinde yaratılmıştır.4 Davranışları, ihtiyaç, arzu ve moti-vasyonlarına bağlı olarak, öğrenme yetenekleri aracılığı ile ortaya çıkar.5 Kavramlaştırma ve kavramlar arasında ilişki kurabilme yetisine sahip bir varlık olarak insan,6 öğrenerek davranış geliştirir. Öğrenme ise; taklit, deneme-yanılma ve düşünme etkinliklerini gerçekleştirmekle işlevsellik kazanır. Bu süreçte, sosyal çevre faktörü etkili olduğu kadar, yaratı-lıştan gelen, özü itibarıyla her insanda aynı olsa da, sonra-dan bozulabilmesi imkân dahilinde olan7 fıtrat8 da etkilidir. Bu konuda Kur’an, genelde insanın yeti ve yönelimlerinin, yapı itibarıyla olumlu ve olumsuz yönelmeye açık, işlevsel olma yönünden kendisi için öngörülen davranış biçimleri-ni gerçekleştirmeye dönük, sürekli ve potansiyel bir hazır oluş halinde olduğunu ifade eder.9 “İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaradılış) amacına uygun şekillendirildiğini ve nasıl ahlaki zaaflarla olduğu kadar Allah’a karşı sorum-luluk bilinciyle de donatıldığını !...”,10 “Böylece sen, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak, yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran!”11; “ Ve ona (kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu göstermedik mi? ”12

Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Kur’an insandan, ken-disini erdemli olmaya götürecek olumlu davranışlar sergi-lemek suretiyle, yaratılıştan gelen temel yönelimlere uy-gun davranmasını beklemektedir. “ Ve ona (kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu göstermedik mi? ” ayetini açıklayan ünlü müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, insan doğasının her iki yöne-lime de aynı derecede elverişli olduğunu, birisi nin diğerine üstünlüğünün sonradan olan sebeplerle geliştiğini söyler ve ayetle ilgili açıklamalarına şu ifadelerle devam eder:

“Kur’an’da fıtratı işlevsel kılabilmesi için insan, öncelikle kendini ve çevresini anlamaya

yönlendirilmektedir. Böylece, Kur’an’ın, kendi öz benliğine

yabancılaşmamış ve öz varlığını koruyabilmiş insanı

oluşturmayı hedeflediği görülmektedir. Kendisi ve

çevresini anlama çabası içinde olmayan insanlar,

olumsuz davranışlara yönelmekten kendilerini alıkoyamazlar; çünkü bu

kimseler kendi benliklerine yabancılaşmışlardır.”

Page 73: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

“Bakara Sure si’nde geçtiği üzere Adem’in günahı şeyta-nın aldatmasına kanmasından-dır. Şu halde nefs-i emmarenin kötülüğü emretmesi, ya hayırlı ve faydalı olacağı zannıyla bir cahilliğin veya kötü terbiye ve alışkanlık ile fıtrattan sapmamın ne ticesidir. Demek ki insanın çok zalim ve çok cahil olması da, olgunlaşması ve ilerlemesi de genel olarak mutlak surette yaratılışın bir gereği değil, son-radan oluşan sebep ve illetler dolayısıyladır. Onun içindir ki insan, terbiyesine ve kişinin iyili-ğine ve kötülüğüne göre ahlakını güzelleştirebilir veya bozabilir. …İnsan hayra da şerre de isti-datlı olarak ikisine de sonradan olan sebep ve illetle yürür ve hangisini hedef edinirse ona gi-der. Nefis, emmare yani kötülü-ğü emredici de olur, mutmainne yani iyilikle kötülüğü ayırt edip temizlenerek kişiyi Allah’a yak-laştırıcı da olur.”13

Kur’an’da fıtratı işlevsel kı-labilmesi için insan, öncelikle kendini ve çevresini anlamaya yönlendirilmektedir.14 Böyle-ce, Kur’an’ın, kendi öz ben-liğine yabancılaşmamış ve öz varlığını koruyabilmiş insanı oluşturmayı hedeflediği görül-mektedir.15 Kendisi ve çevresini anlama çabası içinde olmayan insanlar, olumsuz davranışlara yönelmekten kendilerini alıko-yamazlar; çünkü bu kimseler kendi benliklerine yabancılaş-mışlardır.16 Artık kendilerini gerçekleştirmeleri ve fıtrî ola-rak taşıdıkları içsel zenginlik, derinlik ve olumlu davranışlar yapmaya götürücü yaratılışlarını işlevsel kılma noktasından uzak-

laşmış olurlar. Kur’an’da bu tip kimseler, kalbi katılaşmış yahut mühürlenmiş olarak ifade edi-lirler.17 Kalplerin mühürlenmesi ifadesi psikolojik açıdan şu şe-kilde açıklanabilir. Birey, sürekli yapılagelen ve alışkanlık haline gelmiş davranışları normal bu-lur ve tersi davranışları yapma ihtimali, diğerine oranla azalma gösterebilir. Hem olumlu, hem de olumsuz diye nitelenebile-cek davranışlar için geçerli ola-bilen bu işleyişe göre, sürekli olumsuz davranışlar yapan kim-selerin olumlu davranışlar yap-ma ihtimalleri azalacaktır. Bu durumda olumsuz davranışlara yönelmek büyük oranda ihtimal dairesindedir. Kur’an’ın insan-dan yapmasını istediği olumlu davranışların, temelde fıtratta olanı gerçekleştirme şeklinde olmasına karşın; söz konusu sü-reçte, insanın ortaya koyduğu davranışlar, fıtratta olanın bile gerisinde gerçekleşir. Bu fıtratta olanın zihinsel anlamda Allah’ın varlığı, İslam’ın hak din olduğu v.b. noktasına yönelmesi ise, bir yerde bu sürecin katkısıyla söz konusu olur. Nitekim Kur’an’-da bu içsel yaşantı yani fıtratı gerçekleştirme söz konusu ol-madığında, Kur’an’ın öngördü-ğü iman esaslarına inanmanın gerçek anlamda olamayacağı belirtilir.

Görüldüğü gibi ayette, insa-nın kendi yaratılışındaki temel yönelimleri geliştirip katmadığı takdirde, dış dünyadan alınacak uyarımlarla, kendisi ve kendi dışındaki dünya ile ilgili haki-katin algısından yoksun kala-cağı açıkça ifade edilmektedir. Bu nedenle, fıtratın potansiyel

niteliği gerçekleşmeden doğru-dan ibadetler yaparak mümin olmak, bilinçli ve derinlikli bir dini yaşantının gerçekleşmesini zorlaştıracaktır. Her ne kadar dinî yaşantının oluşmasında dış çevreden gelecek uyaranlar son derece önemli ise de, bu uya-ranların, hem içsel potansiyeli işlevsel kılabilecek ve ona pa-ralel bir içerikte olması, hem de içselleşebilmesi açısından kendini ve çevreyi anlama sü-recinde katkı sağlaması gerekir. O halde yapılması gereken şey, salt olumsuz davranışlardan ka-çınmak değil, aynı zamanda ve hatta daha önce, bu eylemin iç-sel geri planını yani fıtratın asil özünü yaşayabilmektir.

73Aralık / 2007

1- Bkz. Bakara, 2/73; Bakara, 2/164; Bakara, 242; Ra’d, 13/ 4; Hac, 22/46; Müminun, 23/80; Ankebut, 29/63; Mümin, 40/67.

2- Sadık Kılıç, Yabancılaşma, Rahmet Yay., İstan-bul, trs., s.110.

3- Hicr, 15/29; Secde, 32/39; Sad, 38/72.4- İsmail Çalışkan, “Kur’an’a Göre Dinin Hitap

Alanı”, EKEV Akademi Dergisi, C. 1, sayı, 3, Kasım 1998, s. 113 v.d.

5- Bakara, 2/31; Rahman, 55/3-4.6- Mevlüt Erten, “Kurana Yaklaşımda Bilgi-Yo-

rum İlişkisi”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl, 6, sayı, 10, 2002, s. 27.

7- Haşr, 19; Rum, 30/30.8- Kelime anlamıyla daha çok yaratılış, tiynet,

doğa ve huy gibi anlamlara gelen fıtrat ke-limesi(bkz. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “ftr” md.; Ragıb el-Isfahani, el-Müfredat, “ftr” mad.), Kur’an’da çoğunlukla yaratma anla-mıyla kullanılır.(Bkz. Sadık Kılıç, Fıtratın Diri-lişi, İstanbul, 1991, s. 13.)

9- Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara, 1993, s. 124-125.

10- Şems, 91/7-8-9-10.11- Rum, 30/30.12- Beled, 90/10.13- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,

(Sadeleştirenler: İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel, Nedim Yıl-maz)C., IX, İstanbul, trs., s. 225-226.

14- Bkz. Bakara, 2/73; Bakara, 2/164; Bakara, 242; Ra’d, 13/ 4; Hac, 22/46; Müminun, 23/80; Ankebut, 29/63; Mümin, 40/67.

15- Sadık Kılıç, Yabancılaşma, Rahmet Yay., İstan-bul, trs., s.110.

16- Muhammed Ecmel, “Sufi Ruh Bilimi”, Sufi Psikolojisi, (Editör: Kemal Sayar), İstanbul, 2000, s. 84.

17- Bkz. Bakara, 2/7; En’am, 6/46; Casiye, 45/23; Şura, 42/24.

Dipnot

Page 74: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

İ brahim Havas Hazretleri, gönül dünyamızı aydınlatan evliyanın büyüklerindendir. Cüneyd-i Bağdadî hazret-

lerinin talebelerindendir. Künyesi Ebu İshak’tır. Bağdatlı olup 903 (H.291) yılında Rey’de vefat etmiştir.

Yüksek makam ve kerametler sahibiydi. Konuşmaları hep hikmet doluydu. Tevekkül yolunu tutanların büyük-lerindendi. Riyazet ve seyahat babında, ulvi bir makama sahipti. Seferleri meşhurdur. Defalarca Mekke’ye gitti.

Refahtan kaçar, süslü püslü şeyler giymekten hoş-lanmazdı. Daha ziyade kaba-saba şeyler giymeyi tercih ederdi. Fakr u zaruret hali ona huzur ve sevinç verir sab-rederdi. Fakr halini aziz bilir, bu halini bütün gücüyle gizler, kimseye anlatmazdı.

Şöyle derdi; “Şu üç şey, müride afet getirir: Para sev-gisi, kadın sevgisi ve baş olma sevgisi. Para sevgisi, vera’ (bilmediği ve şüphe ettiği şeyleri öğrenip iyiye ve doğru-ya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme) ha-liyle kullanıldığı takdirde yok olur, kadın sevgisi, şehvet duyguları ve tokluk peşinde gitmemekle erir, baş olma sevgisi de münzevî bir hayata devamla kaybolur.”

Yine, “Bir kimse, baş olma küpünden bir kadeh içse, artık ibadette ihlâstan sıyrıldı, demektir.” dedi.

Çağırılan bütün davetlere sünnet olduğu için gider, fakat bir şey yemezdi. Orda insanlara nasihat ederdi. Davetten sonra hemen evine dönerdi. Evinde yenecek pek bir şey bulunmaz, bu sebeple ne yiyip, ne içtiği bi-linmezdi.

“Müride gerekir ki, ayıplarını

anlatacak biriyle otura… Üstün

hallerin yolunu gösterecek, ve

bakışları, manevî halini harekete

geçirecek biriyle arkadaşlık ede…”

74 Somuncu Baba

Yusuf HALICI

İbrahim Havvas

Kompozisyon: Yusuf Coşkun Benefşe

Page 75: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Kendisine bir zarar gelince ferah duyardı. Bütün ağırlığını, sıkıntısını nefsine yükler, baş-kalarına yük olmamak için gay-ret ederdi. Bilakis başkalarına yardım etme hususunda bütün gücüyle çalışır, varını yoğunu harcardı.

Kendisi anlatıyor: Nehrin kenarında hurmalıkların olduğu bir yerde oturup, hurma liflerin-den zembil örüp, gayri ihtiyarî nehre atıyordum. Bu hâl dört gün devam etti. Sonunda “bu işin hikmeti nedir? Ben niçin böyle yaptım?” diyerek neh-rin akıntısına doğru yürümeye başladım. Derken nehrin kena-rında oturup ağlayan yaşlı bir kadına rastladım. Kadına, “Va-lide, niçin ağlıyorsunuz?” diye sorunca, kadın; “Evladım! Beş yetim çocuğum var. Onlara ye-direcek hiçbir şeyimiz kalmadı. Dört gündür bu nehirden, yapıl-mış zembiller akarak geliyordu. Bunları alıp satıyor, çocuklara yiyecek bir şeyler alıyordum. Bugün gelmedi.” diye cevap verdi. Bunları işitince yaptığım işin hikmetini anladım ve kadı-na; “Şimdi sen müsterih ol. Evi-nizi bana gösteriniz, geçiminizi ben halledeceğim” dedim.

Yine kendisi anlatır: Bir sene, hacca gitmeye niyet ederek yola çıktım. Ne zaman Kâbe-i şerif tarafına gitmek istedimse, gay-ri ihtiyari ters istikamete doğru gidiyordum. Allah u Teâlâ’nın iradesi beni bu tarafa çekiyor-du. En sonunda İstanbul tarafı-na gitmeye karar verdim. Şehre girdim. Yüksek bir köşk gördüm.

Kapısı önünde, bir kısım insan-lar toplanmıştı. Yaklaşarak: “Ni-çin toplandınız?” diye sordum. Onlar da, “Rum Kayserinin kızı delirmiş, çare bulmak için dok-torlarını topladı.” dediler.

Bunda bir hikmet olsa ge-rektir deyip içeri girdim. Odada Kayser’in kızını gördüm. Bana bakarak “Ey İbrahim Havvâs! Hoş geldiniz.” dedi. Ben, hay-ret ederek, “Beni nereden tanı-yorsunuz?” diye sorunca bana; “Canımı canana teslim etmek istedim ve Hak Teâlâ’dan sev-diği bir kulunu yanımda bulun-durmasını niyaz ettim. Üzülme, yarın İbrahim Havvâs dostum sana gönderilir buyruldu.” dedi. Bunun üzerine İbrahim Havvâs hazretleri, “Peki hastalığınız ne-dir?” diye sorduğumda kız; “Bir gece dışarı çıkıp, ibret nazarı ile gökyüzüne baktım. Allah u Teâ-lâ hazretleri, beni benden aldı. Kendimden geçtim. “Lâ ilâhe illallah Muhammed’ün Rasû-lullah” kelimesi dilime, manası kalbime geldi. Bu kelimeyi di-limden düşürmez oldum. Bu se-bepten hâlime delilik, bana da deli, dediler.” diye cevap verdi. O zaman ben; “Bizim diyara gelmek ister misin?” deyince, o da; “Sizin diyarda ne vardır?” dedi. “Mekke, Medine, Beyt’ül mukaddes oradadır.” diye ce-vap verince, “Sağ tarafına bak.” dedi. Baktım, bir düzlükte Mek-ke, Medine ve Beyt’ül mukad-des karşımda duruyor gördüm. Az sonra bana: “Vakit yaklaştı, istek ve arzu haddi aştı.” dedi ve Kelime-i şahadet getirip ru-

hunu teslim etti.

Vefatından önce hastalan-

dı. İshale yakalanmıştı. Üstü

çok fazla kirleniyordu. Temiz

olarak ölmek istiyordu. Bunun

için her abdesti bozulduğunda

gusül abdesti alıyor, iki rekât

namaz kılıyor tekrar abdesti bo-

zuluyordu. O gün altmışa yakın

gusül abdesti aldı. En sonunda

gusül yaptıktan hemen sonra

vefat etti. Vefatından sonra onu

rüyada görenler; Allah u Teâlâ

sana nasıl muamele eyledi, de-

diler. O da; “Yaptığım ibadetler

ve gösterdiğim tevekkül, bana

verilen nimetlere karşı yetme-

di. Ancak dünyadan göçeceğim

sıralarda gusül abdesti alarak

temizlenmem, Allah u Teâlâ-

’nın katında makbule geçmiş.

Bu temizlik sebebiyle Cennet’te

yüksek makamlara çıkardılar ve

şöyle bir ses; “Ey İbrahim! Sana

yapılan bu ikram, huzurumu-

za temiz olarak geldiğindendir.

Burada temizler için, büyük

mertebeler, makamlar vardır.”

diyordu.

Buyurdu ki; “Müride gerekir

ki, ayıplarını anlatacak biriyle

otura… Üstün hallerin yolunu

gösterecek, ve bakışları, manevî

halini harekete geçirecek biriyle

arkadaşlık ede…”

“İnsanlarda az görülen şey,

ne yaptıkları kötü şeylere piş-

manlığın azlığıdır, ne de istiğfa-

rın... Onlarda az görülen halle-

rin başında, ahde vefa gelir.”

75Aralık / 2007

Page 76: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

“Şu geniş tarlaya bir bak. Görüyor musun, sahranın

oradan başlayıp Nil’in kenarına kadar uzanan

bu tarla dörtyüzyirmi dönümdür. Şu büyük hurmalığı da görüyor

musun? Ya şu ağaçları? Akasya, mugaylan, seyal

ağaçlarını? Bunların hepsi Mesut’un öz

malıydı. Babasından miras kalmıştı.”

Bir Avuç Hurma

O vakitler gerçekten de çok küçük olmam gerekiyor. Yaşımın tam olarak kaç olduğunu doğrusu hatır-

lamıyorum. Fakat insanların beni dedemle birlikte gör-düklerinde başımı okşayıp, yanaklarımı sıkışlarını anım-sıyorum. Aynı şeyi dedeme yapmıyorlardı. İlginçtir, asla babamla birlikte bir yere gitmezdim. Kur’an ezberlemek için sabahleyin camiye gidişim dışındaki vakitlerde, de-dem beni her gittiği yere beraberinde götürürdü. Cami, nehir ve tarla… Bunlar bizim hayatımızın sembolleriydi. Yaşıtlarımın çoğu, içeride çok uzun kalmamızdan ötürü, camiden ve Kur’an ezberlemekten sıkılırlardı. Fakat ben camiye gitmeyi seviyordum. Bunun sebebi de çok hızlı ezberleyişim olmalıydı. Hoca, bir misafir geldiğinde her zaman benim kalkıp Rahman suresini okumamı isterdi. Ziyaretçiler de tıpkı dedemin yanında görenlerin yaptık-ları gibi, başımı ve yanaklarımı okşarlardı.

Evet, camiyi seviyordum. Doğrusu nehri de seviyor-dum. Kuşluk vakti okumayı bitirince tahta levhamı atar ve bir deli gibi anneme koşardım. Kahvaltıda lokmaları hızlıca atıştırır, peşinden ırmağa koşar ve kendimi suya atardım. Yüzmekten yorulunca ırmağın kenarına otu-rur; doğu tarafında kıvrılıp mugaylan ağaçlarından olu-şan sık ormanın arkasında kaybolan sahili düşünürdüm. Bunu gerçekten de severdim. Hayal dünyasında gezer, bu ormanın arkasında dev cüsseli insanlardan oluşan bir toplumun yaşadığını tasavvur ederdim… Kocaman cüs-seli bedenler, bembeyaz sakallar, dedeminki gibi ince burunlar... Dedemin burnu ince ve uzundu. Oldukça fazla olan sorularıma cevap vermezden önce, işaret par-mağıyla burnunun bir yanını her zaman kaşırdı. Sakalı da gür, yumuşak ve pamuk gibi bembeyazdı. Hayatım boyunca onun sakalı kadar ak ve daha tatlı beyaz bir

Çeviri HikâyeYazar : Tayyip SALİHTercüme : Doç.Dr. Enbiya YILDIRIM

Fotoğraf: Serkan Öztürk

76 Somuncu Baba

Page 77: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

şey görmedim. Dedem olduk-ça uzun boylu olmalıydı çünkü beldenin her hangi bir yerin-de onunla konuşanların hepsi, başlarını aşağıdan yukarı doğru uzatırlardı. Dedem bir eve gir-mek istediğinde mutlaka çok eğilirdi. Bu bana mugaylan or-manının ardında kıvrılan nehri hatırlatırdı.

Dedem uzun boylu ve za-yıftı. Onu çok seviyordum ve büyüdüğümde onun gibi oldu-ğumu ve yeri geniş adımlarla arşınladığımı hayal ediyordum. Sanırım, dedem beni diğer to-runlarına tercih ediyordu. Doğ-rusu onu kınamıyorum. Çünkü amcamın çocuklarının kafaları pek çalışmazdı. Ben ise zeki bir çocuktum. Bana böyle diyorlar-dı. Dedemin ne zaman gülme-mi istediğini, ne vakit susmamı arzuladığını bilir, hangi vakit namaz kılacağını hatırlar ve sec-cadesini hazırlar, benden henüz istemeden ibriğini su ile doldu-rurdum. İstirahat vakitlerinde tatlı bir sesle Kur’an okuyuşumu dinlemekten büyük haz alırdı. Yüzünden, kalbinin coştuğunu hissederdim.

Bir gün ona komşusu Mesu-t’u sordum. Dedim ki: “Sanırım komşumuz Mesut’u sevmiyor-sun?” İşaret parmağıyla burnu-nun bir tarafını kaşıdıktan son-ra cevap verdi: “Tembelin teki. Ben ise tembelleri hiç sevmem.” Ona “tembel insan ne demek ki” diye sordum. Bir müddet başını eğip sessiz kaldıktan sonra bana şunu söyledi: “Şu geniş tarlaya bir bak. Görüyor musun, sahra-

nın oradan başlayıp Nil’in kena-rına kadar uzanan bu tarla dört-yüzyirmi dönümdür. Şu büyük hurmalığı da görüyor musun? Ya şu ağaçları? Akasya, mugaylan, seyal ağaçlarını? Bunların hepsi Mesut’un öz malıydı. Babasın-dan miras kalmıştı.” Dedeme çöken sessizliği fırsat bilerek, bakışlarımı sakalından ayırıp kelimelerle sınırlarını çizdiği tarlada gezdirdim. Şu hurmalı-ğa, şu ağaçlara, şu yarılmış kara

toprağa kimin sahip olduğuyla ilgilendiğim yoktu esasında. Be-nim bütün bildiğim buraların benim düşlerimin sahnesi, boş vakitlerimi doyasıya geçirdiğim mekânlar olduğuydu. Dedem konuşmasına devam etti:

“Evet yavrum. Buralar kırk yıl önce Mesut’un malıydı. Ancak şimdi üçte ikisi benim.” Bu be-nim için gerçekten de çarpıcı bir şeydi. Çünkü ben, Allah ya-rattığından beri buraların dede-

77Aralık / 2007

Fotoğraf: Ali Karabacak

Page 78: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

78 Somuncu Baba

min malı olduğunu sanıyordum. “Ayaklarım bu beldeye bastığın-da bir dönüm yerim bile yoktu. Ama geri kalan üçte birlik kısmı da satın alacağım.” Dedemin sözlerinden neden ürperti his-settiğimi bilemiyorum. Doğrusu komşumuz Mesut’a da acımış-tım. Dedem keşke dediğini yap-masaydı diye geçirdim içimden.

Mesut’un şarkı söyleyişini, o güzel sesini, akıp giden suya benzeyen tok gülmelerini ha-tırladım. Dedem ise asla gül-mezdi. Ona sordum: “Mesut toprağını niçin sattı ki?” “Ka-dınlar!” Dedemin ifadesindeki tondan kadınların kötü ve çir-

kin şeyler oldukları izlenimini edindim. “Yavrum! Mesut çok evlenen biridir! Her bir kadınla evlendiğinde tarlasının beş-on dönümünü bana sattı.” Zihnim-den hemen hızlıca hesap ettim. Bu durumda Mesut’un doksan kadınla evlenmiş olması gereki-yordu!!! Üç hanımını, muhtaç teyzesini, topal eşeğini, kırık semerini, kolları yırtılmış elbi-sesini gözümün önüne getirdim. Onun bize doğru geldiğini gör-memiş olsaydım bile zihnime dolan bu düşüncelerden kur-tulmak üzereydim. Hemen de-deme dönüp baktım, o da bana baktı, gözgöze geldik. Mesut

“Bugün hurmayı toplayacağız. Gelmek istemiyor musun?” diye sordu. Bu sözünden ve ifade-sindeki tondan, esasında de-demin gelmesini istemediğini anladım. Ancak dedem ayağa fırladı. Gözlerinin bir an şimşek gibi parladığını fark ettim. Beni de elimden çekti ve bera-berce Mesut’un hurmalarının toplanmasına gittik.

Biri üzerinde öküz postu bulunan bir tabure getirdi. De-dem ona oturdu. Ben ise ayakta dikilmeye devam ettim. Orada pek çok kişi bulunmaktaydı. Hepsini de tanıyordum. Ancak nedense Mesut’u gözlemeye

Page 79: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

79Aralık / 2007

başladım. Buradaki kalabalıktan uzakta bir yerde dikilmekteydi. Sanki söz konusu iş onu ilgilen-dirmiyor gibiydi. Oysa toplanan hurma onun hurmasıydı. Bazen yüksekten aşağı bırakılan büyük hurma salkımının sesi bakışları-nı oraya çekiyordu. Bir kere de hurma ağacının tepesine kurul-muş ve keskin nacağıyla hurma salkımını kesmekte olan çocuğa bağırdı: “Dikkat et! Hurmanın kalbini koparma!” Hiç kimse onun ne dediğine kulak asmadı. Hurma ağacının tepesinde otur-muş olan çocuk elindeki nacağı hurma salkımı üzerinde hızlı ve kuvvetli bir şekilde çalıştırmaya devam etti. Ardından hurma salkımı, gökyüzünden aşağı dü-şen bir şey gibi yere doğru hızla inmeye başladı. Fakat ben Me-sut’un “hurmanın kalbi” sözünü anlamaya çalışıyordum. Hurma ağacını, çarpan bir kalbi olan ve hisseden bir şey olarak tasavvur ettim. Bu arada, küçük bir hur-ma dalıyla oynarken beni gören Mesut’un, “Yavrucuğum! Hur-ma ağacı insan gibidir. Sevinir ve kederlenir.” dediğini anımsadım. İçimde sebebini bilemediğim bir utanma duygusu hissettim.

Önümde uzanan alana bir kez daha bakınca, arkadaşım olan çocukların hurma ağaçla-rının köklerinin altındaki karın-calar gibi oradan oraya koşuş-turduklarını ve hurmaları top-ladıklarını, çoğunu da yedikle-rini gördüm. Sonunda toplanan hurmalar kocaman bir küme oldu. Sonra bazı insanların hur-manın yanına vardıklarına şahit

oldum. Hurmaları ölçerek tor-balara doldurmaya başladılar. Tam otuz torba saydım. Bu iş bittikten sonra tüccar Hüseyin, bizim tarlaya doğu tarafından bitişik olan arazinin sahibi Musa ve daha önce görmediğim iki yabancı dışındaki herkes gitti. Bu arada kesik kesik bir ıslık sesi kulağıma geldi. Dönüp bakınca uykuya dalan dedemden gel-diğini fark ettim. Bu esnada bir şey daha dikkatimi çekti: Mesut ayakta duruş şeklini değiştirme-mişti. Ancak ağzına kamış bir sap almış, yemeği yeyip karnı doymuş da ağzında kalan lok-mayı ne yapacağını bilemeyen kişi gibi, kamışı çiğneyip duru-yordu.

Dedem birden uyandı ve ayağa sıçradı. Ardından hurma çuvallarına doğru yürümeye başladı. Tüccar Hasan ve bah-çemize bitişik tarlanın sahibi Musa ile iki yabancı da onu ta-kip etti. Ben de dedemin ardın-dan yürüdüm. Mesut’a bir göz attım. Bize doğru kısa adımlar-la son derece yavaş yürüyordu. Geri dönmeye can atan ama ayakları ileri gitmek isteyen biri gibiydi. Hepsi hurma çuvalla-rının etrafında toplandılar ve hurmaları incelemeye durdular. Bazıları bir, bir kısmı da iki tane alıp yediler. Dedem de bana bir avuç verdi. Hurmayı çiğneme-ye başladım. Mesut da avucunu hurma ile doldurup burnuna yaklaştırdı ve kendinden geçer-cesine uzun uzun koklayıp ge-risin geri koydu. Sonra hurmayı pay etmeye başladılar. Tüccar

Hasan on çuval aldı. Yabancı

olanlardan da her biri beşer

çuval aldı. Doğu tarafından

tarlamıza komşu olan Musa da

beş çuval aldı. Dedem de aynı

şekilde beş çuval aldı. Olan bi-

tenden hiç birşey anlamadım.

Mesut’a bir baktım. Göz-

leri afallamıştı. Göz bebekleri

sağa sola gidip gidip geliyordu.

Deliklerindeki şaşkın iki küçük

fare gibiydiler. Dedem Me-

sut’a seslendi: “Bana hâlâ elli

cuneyh borcun var. Bunu daha

sonra konuşuruz.” Hüseyin ço-

cuklarını çağırdı, yüklemek için

eşekleri getirdiler. İki yabancı

da hurmayı develerine yükledi-

ler. Develer öfkeyle böğürmeye

başladılar. Kendimi o an Mesu-

t’a yakın hissetmeye başladım.

Elimin ona doğru uzandığını

fark ettim. Elbisesinin bir yanın-

dan tutmak ister gibiydim. Bo-

ğazından boğazlanan koyunun

sesine benzer sesler geliyordu.

Sebebini bilemiyordum fakat

göğsümde çok ağır bir acı his-

settim. Hemen oradan uzakla-

şarak kaçtım. O an dedemden

nefret ettiğimi hissettim. Sanki

içimde bir sır varmış da bir an

önce ondan kurtulmak istiyor-

muşçasına hızla koşuyordum.

Nehrin mugaylan ormanı ardın-

da kıvrıldığı yere yakın kısmına

kadar koştum. Sebebini bilmi-

yordum ama nehrin kenarında

parmaklarımı boğazıma soktum

ve yediğim hurmaları nehre

kustum.

Page 80: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

80 Somuncu Baba

G ücü yetenin, ömründe bir kere, Kâbe’ye gidip,

oraya mahsus ibadetleri yap-ması farzdır. Hac hem beden sağlığının, hem de mal varlığı-nın şükür ve edası olduğundan farz kılınmasında birçok hikmet ve fayda vardır.

Kâbe-i Muazzama’yı ziya-ret maksadıyla birçok sıkıntı ve mahrumiyete katlanarak sefe-re çıkan, aile yurdundan uzak olduğu halde kalbini, ruhunu, bedenini hakka bağlayıp, tes-

lim olan bir insanın elde edece-ği mükâfat elbette ki diğer iba-detlerden daha fazla olacaktır.

Hac ibadeti insana, her şey-den önce kendisine verilen ni-metlere şükretme ve O’na karşı kulluğunu ifade etme, aczini ortaya koyma imkânı veren bir ibadettir. Hacca giden kişi, mal-mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Hacda zengi-niyle, fakiriyle, zayıfıyla, güçlü-süyle bütün hacılar aynı kıyafet

içerisinde, aynı zorluklara kat-lanırlar, aynı mahrumiyetleri yaşarlar, aynı şartlarda hareket ederler. Bu da bütün insanla-rın Allah katında eşit olduğunu göstermektedir.

Hacda kazanılan mane-vî haz sayesinde önceden var olan kötü huy ve alışkanlıklar terk edilir ve Allah’ın emirleri-ne daha sıkı sarılma, yasakları-na daha çok dikkat etme azmi ve şevki gelir. Böylece günahla-rının bağışlanmasını ve kalbinin

AileKevser BAKİ

Haccın Fazileti ve Faydaları

Page 81: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

81Aralık / 2007

günahlardan arınmasını sağlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde: ”Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa, an-nesinden doğduğu günkü gibi günahlardan arınmış olarak döner.” buyurmuştur. Bir başka hadislerinde ise: ”Makbul hac-cın karşılığı cennetten başkası değildir.” buyurmuşlardır.

Hac İslâm topluluklarının yıllık kongresi gibidir. Oraya üyelik haccın şartlarını taşıyan herkes için geçerlidir. Her yıl çeşitli ülkelerden mukaddes topraklara gelen, dilleri, renk-leri, ülkeleri, kültürleri farklı Müslümanların tek gaye için bir araya gelmesi ve hep bir-likte Allah’a yönelmeleri İslâm kardeşliğini güçlendirir. Müs-lümanların birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarını ve dertlerini-sı-kıntılarını görüşüp ortak çözüm bulmalarını sağlar.

Hac insana zorluklara karşı dayanma gücü kazandırır. Her yolculukta birtakım zorluklar olduğu için ibadetlerde bazı kolaylıklar sağlanmıştır. Hac ise yolculukların en zor olanların-dan biridir. Bunun için hacca giden kimsenin her zamankin-den daha çok hoşgörülü, daha sabırlı, başkalarını kırıcı ve in-citici söz kıllanmamaları gerek-mektedir. Bu yönüyle de insanı mütevazı olmaya, sabra ve ta-hammüle alıştırır.

Hac ve umreye gidenlerin duası kabul edilir. Onlar Allah’-

ın misafirleridir, gerideki Müs-lümanların temsilcileridir. Ken-dileri ve mümin kardeşleri için yaptıkları dualar geri çevrilmez. Muhakkak bir türlü karşılığı verilir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyur-muştur: “Hacca ve umreye gi-denler Müslümanları temsilen Allah’ın huzuruna giden heyet-lerdir. Allah’a dua ederlerse ka-bul eder, günahlarının bağışlan-masını isterlerse bağışlar.”

Ayaklar yalın, başlar açık olarak bütün hacıların beyaz örtüler içinde bulunması adeta mahşer gününü hatırlatır. Bu durum insanların Allah’ın hu-zurunda bulunacakları hali an-dırır. O gün için bir ibret vesilesi olur. Kalpler yumuşar, duygular heyecana gelir, manevî bayram yapılır.

Hac dinî duyguları kuvvet-lendirir. Yeryüzünde Allah’a ibadet için inşa edilmiş olan Kâbe’yi ziyaret etmek, Pey-gamber Efendimizin doğup büyüdüğü, peygamber olarak görevlendirildiği ve son kitap Kur’an- Kerim’in kendisine in-dirildiği bu kutsal mekânları görmek insana heyecan verir. Manen Peygamber Efendimi-zin yaşadığı mutluluk asrına götürür. Bu da manevî duygu-ların güçlenmesini sağlar, dine bağlılığı artırır. Ailesinden, eşin-den, dostundan, akrabasından, mal ve mülkünden ayrı kalmak, istirahat imkânı bulamamak; darda kalanların, fakir ve muh-taçların sıkıntılarını hatırlatır. Yardımlaşma ve şefkat duygula-

rının kabarmasına vesile olur.

Giydiği ihram içinde hacı,

hayatının sonunda işte o hale

geleceğini düşünür, kendisi-

ne çeki düzen verir. Kâbe’nin

ve diğer mukaddes yerlerin

önemini kavrar. Her bir yer-

de kılınan namazların, yapılan

ibadetlerin, edilen duaların fa-

ziletine kavuşur. Daralan din ve

dünya görüşlerinde hac ibadeti

sayesinde ufukları açılır. İbadet

yapılan, ziyaret edilen o mu-

kaddes yerlerde Peygamber

Efendimizin ve ashabının neler

çektiği, önceki peygamberlerin

oralarda ne sıkıntılara katlan-

dıkları anılır. Dinî, tarihî bilgi ve

duygular güçlenir. O konuda

görgülü ve bilgili bir kişi haline

gelir.

Hacca gidecek olan kişi, her

zamankinden daha çok salâvat-

ı şerife getirir. Bu salâvat-ı şe-

rifeler Peygamber Efendimize

ulaşır.

Haccın bir özelliği de, diğer

ibadetlerden farklı olarak ömür-

de yalnız bir defa yapılması farz

olmasıdır. Birden fazla yapılan

hac nafiledir.

Kısaca haccın başka ibadet-

lerde olmayan, kendisine özgü

pek çok hikmetleri, ahlakî, sos-

yal, ekonomik, psikolojik ve

manevî yönden faydaları var-

dır.

Page 82: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

En Önemli ve Vazgeçilemeyecek Öğün

KAHVALTI

S abah kahvaltısı beslenmemiz açısından en önemli öğündür. Sabah kalktığımızda midemiz 12-13 saattir

boştur. Dolayısıyla uyanınca organizma yakacak birşey-ler ister. Gece boyunca bedenimiz az şekerde kalmıştır. İlk işimiz bu şeker miktarını vücudumuzun ihtiyaç duy-duğu seviyeye çıkarmak olmalıdır. Aksi halde uyku hali, yorgunluk, fiziksel ve zihinsel performansın düşmesi ile enerji eksikliği ortaya çıkabilir.

Diyet Yapanlara Kahvaltı

Sabah kahvaltısı atlanırsa, 12 saatlik açlıktan sonra öğlene kadar birşey yenmemiş ve vücut 16-17 saat aç kalmış demektir. Bundan sonra birden yendiğinde hem fazla kaçırılır, hem de yediklerimiz doğrudan yağa çevri-lir. Kahvaltı yapmak, sadece kilo açısından değil pek çok hastalığın ortaya çıkmasında ve seyrinde önem taşır. Yen-mediğinde tansiyon yüksekliği, diabet gibi hastalıklara yakalanma riski artar.

Bazı kişiler “kahvaltıyı atlarsak, gün içinde aldığımız toplam kalori miktarını düşürüp kilo veririz” diye düşünür. Ne yazık ki bunun tam tersi doğrudur. Kahvaltı yapma-mak, günün geri kalanında daha fazla yiyeceğimiz anla-mına gelir.

Çocuklara Kahvaltı

Çocuk beslenmesinde kahvaltının önemi büyük-tür. Güne iyi bir kahvaltı ile başlayan çocukların okulda daha başarılı oldukları ve abur cubura rağbet etmedik-

SağlıkAkın DİNDAR

82 Somuncu Baba

“Bazı kişiler “kahvaltıyı atlarsak,

gün içinde aldığımız toplam kalori

miktarını düşürüp kilo veririz” diye

düşünür. Ne yazık ki bunun tam tersi doğrudur. Kahvaltı yapmamak, günün

geri kalanında daha fazla yiyeceğimiz anlamına gelir.”

Page 83: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

83

leri tespit edilmiştir. Kahvaltıda taze meyve suyu veya süt, pey-nir, yumurta, kepeği alınmamış ekmek yenmesi çok faydalıdır. Hızlı yemek, alınan miktarı et-kileyeceğinden dolayı, çocuğu daha erken kaldırarak ona rahat kahvaltısını yapacağı süre veril-melidir.

Kahvaltı etmeyen öğrencile-rin konsantre olmakta zorlandık-ları, huzursuz oldukları ve kan şekerlerinin düşerek daha çabuk yoruldukları görülmüştür. Uyku da yetersizse stres hormonları artmakta ve aşırı kalori tüketimi-ne zemin hazırlanmaktadır.

Yine çalışmalar kahvaltının sınav notları, okula devamlılık ve hatta zamanında derse gir-me üzerinde yararları olduğunu göstermektedir. Ayrıca kahvaltı yapma alışkanlığını sürdürme, çocukluk depresyonu ve hipe-raktivite üzerinde de koruyucu etkiye sahiptir. Kahvaltı ile güne başlayan çocuklar daha mutlu, daha dikkatli ve daha zihni açık olmaktadırlar.

Sabah Aç Değilsek

Normalde 12-14 saat mide-sine yiyecek girmeyen kişi acıkır. Ancak akşam yemeği muhakkak erken saatte ve hafif gıdalarla ge-çiştirilmelidir. Yani uykuya dalma-dan 4-5 saat önce az yenmelidir.

Geç ve ağır akşam yemeği yenilirse, sabah acıkma olmaz.

Kahvaltıda Neler Yenmeli?

Sağlıklı beslenerek formu-muzu koruyabilmemiz için günlük beslenme listemiz şöyle olabilir:

• Tam (kepeği alınmamış) un-dan ekmek, çavdar veya kepek-li ekmek.

• Taze meyve suyu veya bir meyve (kahvaltıdan yarım saat önce)

• Az yağlı yoğurt veya peynir.

• Yumurta, zeytin.

• Şekersiz çay.

• Domates, salatalık.

Kahvaltıda zaman zaman öl-çüyü kaçırmadan az miktarda sucuk, salam gibi gıdalar ekle-nebilir. Ancak bunlar eklendi-ğinde alınan ekmek miktarına dikkat edilmelidir.

Sabahları uyku sersemliğinin açılması için iyi olan kahve, çok tüketildiğinde huzursuzluğa, uy-kusuzluğa ve hassas insanlarda korku ve endişeye yol açabilir. Kafeinin yanı sıra vücudun dü-zenini ciddi oranda bozan çiko-lata ve şekerden uzak durmak da günlük stresin belli ölçüde düşmesini sağlayacaktır. Kısaca-sı beyaz şekeri kahvaltıdan uzak tutmalıyız.

Kahvaltıda Çorba

Eskilerin çorba ile kahvaltıla-rını yapmaları sebepsiz değildir. Hem ucuzdur, hem de vitamin-ler açısından dengeli beslenme sağlanmış olur.

Beyaz ekmek, margarin ve şekerli çay, hiçbir zaman doğru bir seçim değildir. Halbuki mer-cimek çorbası ile yoğurt yiyen bir kişi; hem demir, hem prote-in almış olur.

Beyaz Un ve Şekerden Kaçınmalı

Kahvaltıda, özellikle kan şekerini hızlı yükselten gıdalar (beyaz ekmek, şeker, reçel, bis-küvi, peksimet) tüketildiğinde önce kan şekeri hızla yükselir, sonra salgılanan aşırı insülinle düşer. Bu yüzden öğleye doğru yorgunluk, bitkinlik, uyuklama, baş ağrısı, üşüme ortaya çıka-bilir.

Buna karşılık şekersiz tahıllar, kepekli veya tam ekmek, şeker-siz marmelat, meyve gibi kan şekerini ağır ağır artıran gıdalar-da bu durum ortaya çıkmaz.

Aralık / 2007

Page 84: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

Tavuklu Şehriyeli Çorba

Malzemeler (10 kişilik)• Yarım tavuk• 1 çay fincanı tel şehriye• 1 su bardağı haşlanmış nohut• 2 su bardağı yoğurt• 2 çorba kaşığı un• 3 diş sarımsak• 2 litre su• 1 adet yumurta• 1 çorba kaşığı tereyağı, • 1 tatlı kaşığı pul biber, • 1 çorba kaşığı kuru nane, • Tuz

84 Somuncu Baba

Gönülden İkramlarMesude SARI

Hazırlanışı:

Temizleyip yıkadığımız tavuğu bir tencereye koyup üzerine su ve tuz ilave edip pişmeye bırakıyoruz. Pişirdiğimiz tavuğun suyunu sü-züyoruz. Tavuk suyunun içerisine şehriyeyi, kemiğinden ayırıp küçük parçalara böldüğümüz tavuk etini, haşlanmış nohutu ilave edip şehri-yeler pişince yoğurt, un ve yumurta-yı çırpıp ilave ediyoruz. Dövülmüş sarımsakları da koyup, bir iki taşım kaynatıp ocaktan alıyoruz. Üzerine naneli - biberli yağ eritip döküyo-ruz. Çorbamız servise hazır. Afiyet olsun.

Page 85: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

85Aralık / 2007

ŞİFA NİYETİNEIHLAMUR: Bir çaydanlık içine bir tutam ıhlamur,

bir küçük elma, bir adet çubuk tarçın, bir adet kök zencefil, su ilave edip kaynatıp on dakika demlendi-riyoruz. Demlenen ıhlamuru fincana dolduruyoruz, içine ince bir dilim limon koyup ılık (maksimum 40O) olunca bir tatlı kaşığı bal koyup şifa niyetine içiyoruz. (Not: Gribe, nezleye, öksürüğe, üşütmeye, bebekle-rin gazına, anne adaylarına tavsiye ederiz)

ZENCEFİL: Kur’an-ı Kerim’de adı geçen tek baha-rat zencefil’dir. Hatta Cennet tasvirlerinde bile zen-cefilli içki ve şerbetlerden bahsedilir. Zencefil özellik-le soğuk algınlığı, öksürük, üşütme, hazımsızlık, kas – eklem ağrılarında ciddi bir şifa kaynağıdır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Zencefil canlandırıcıdır. Ren-gi kirli beyazdır. Kendine özgü acı bir tadı vardır. Sü-tün gaz yaptığı kimseler ve süt içmeyi sevmeyenler, sütü zencefille birlikte kaynatıp, ılıyınca içerlerse sü-tün daha az dokunduğunu göreceklerdir.

Page 86: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

86 Somuncu Baba

A y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

86Aral ık2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

Mevlâna ve Özgüven Eğitimi

Mevlâna ve Mevlevîlik

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

84E k i m2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

İslâm’da İlim ve Önemi

İlim EhlineSaygı

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ekim 2007

“Somuncu Baba Bahçe

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

80Haziran2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Gönüller SultanıHulûsi Efendi

Dergisi Hediyesi...

Hizmete Adanmış Bir Ömür

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

83E y l ü l2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

“Bizim Gülşendeki Güller”

RamazandaManevî Donanıma Ermek

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

79May ıs2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Mustafa Armağan ile Röportaj

Dergisi Hediyesi...

Fetih Ruhu veFâtih

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

82Ağustos2 0 0 7Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

Tasavvuf İslâm Dini’ninArkeolojisidir

Ürdün’deTürk Bayrağı

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

78Nisan2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Peygamberimizin Huzurunda

Dergisi Hediyesi...

Şefkat veMerhamet Pınarı

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

81Temmuz2 0 0 7Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Mutlu İnsanlarHuzurlu Yuvalar

Dergisi Hediyesi...

Saliha Erdim ile Röportaj

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

85Kas ım2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

Osmanlı’nınTemelindekiAhilik Ruhu

İslâm ve TüketiciHaklarına Saygı

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Kasım 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Ç

i

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralık 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Ç

içeği”

Page 87: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

87Aralık / 2007

Page 88: NAS HAT YAYINLARI’ndan Gül Güzelliğinde Eserler · 2017-01-03 · e Ka ğ ı t ³KIRK HADİS 128 Sayfa - Deri Cilt - Ku ş e Ka ğ ı t ³EVRÂD-I BEHÂİYYE 104 Sayfa - Ku ş

88 Somuncu Baba