36

Nogayturkdergisi 2 sayi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

NOGAYTÜRK DERGİSİ Tarih, Kültür ve Edebiyat Dergisi Editör Hakan BENLİ 0 532 561 14 09 [email protected]

Citation preview

Page 1: Nogayturkdergisi 2 sayi
Page 2: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 02

Page 3: Nogayturkdergisi 2 sayi

P D F DERGİ FORMATINDA HAZIRLAYAN : HAKAN BENLİ

NOGAY GENÇLERİ DERNEĞİ ADINA

SAHİBİ

Erhan BAYAR

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Aziz ÖZİL

İRTİBAT ADRESİ

Demetgül Mah.7.Sk.No:24/21 Yenimahalle / ANKARA

TEL : (0312) 309 46 ..

YAYIN KURULU,

AZİZ OZİL

İLYAS ORAK

EMİNE ÇAĞDAŞ

KEVSER KIZILDAĞ

MÜKERREM MELİKE ATAY

HAKAN BENLİ

ERHAN BAYAR

NOGAYTÜRK DERGİSİ, Nogay Gençleri Derneği yayın organıdır.

NOGAYTÜRK DERGİSİ YURTİÇİ VE YURTDIŞI TEMSİLCİLİKLERİ

Temsilcilerin iletişim bilgileri için – [email protected]

ADANA -Dr.Fatih KARAYANDI İSTANBUL -Cemil AKDAĞ – Emre ORAK ANKARA İlyas ORAK Ankara- Eryaman : Erdem GÜNAY Ankara- Batıkent : Elif YILMAZ Ankara- Keçiören : Asım PEKCAN - Erhan ÇAĞDAŞ Ankara - Balgat : Derya POLAT Ankara - Demetevler : Eyüp TANATAR Ankara - Sincan : Yahya ALTINKAYA Ankara- Etlik : M.Burak TAŞKIRAN Ş.KOÇHİSAR ( merkez ): Turhan BAYAR Ş.KOÇHİSAR- Akin Köyü : Adem ESENBAY Ş.KOÇHİSAR- Doğankaya Köyü : Elif YILMAZ Ş.KOÇHİSAR- Şeker Köyü : Kasım KIZILTAŞ GÖLBAŞI ( merkez ) : Abdulhamit ÖZCAN GÖLBAŞI- Ahiboz Köyü : Z.Sebla ALSAÇ HAYMANA-Cingirli Köyü : Yavuz ÇİFTÇİ POLATLI (Merkez): Kevser KIZILDAĞ POLATLI -Tatlıkuyu Köyü : Özgür NAYMAN KONYA Merkez : Serkan TANDOĞDU KULU ( merkez ) : Hakan BENLİ KULU - Seyitahmetli Köyü : Murat BENLİ KULU - Ağılbaşı – (Mandıra)Köyü : Recep DEĞİRMENCİ KULU - Boğazören Köyü ( Köstengil ) : Engin GÜNER KULU - Kırkkuyu Köyü : Selman YILMAZ AMASYA Kader TANATAR ESKİŞEHİR Cihan TANRIBAK YURTDIŞI TEMSİLCİLİKLER K.K.T.C : C.Giray ERGİN HOLLANDA : Mehmet PEKCAN AVUSTURYA : Hacer TAŞYARAN – Rukiye TEKER ALMANYA : Fatih POLAT

nogaytürk - 03

Page 4: Nogayturkdergisi 2 sayi

İ Ç İ N D E K İ L E R KARİKATÜR Kübra ERGİN EDİTÖRDEN KÜLTÜRÜMÜZ Dr. H. Murat ARABACI KIRIMDAN ANADOLU’YA YAPILAN TATAR GÖÇLERİ (I) ..……..06 KÜLTÜRÜMÜZ Mehmet TAŞKIRAN BEN NOGAY TÜRK’ÜYÜM……………..09 KÜLTÜRÜMÜZ M. Aziz SÜTBAŞ KAFKASYADA SAVAŞ YILLARI VE NOGAYLARIN TÜRKİYE’ YE GÖÇLERİ………………………………….10 NOGAY EDEBİYATI Fatih POLAT ŞAL – KİYİZ TİLİNŞİ ULİ………………12 NOGAYTÜRK EDEBİYAT Alparslan SÜTBAŞ AH O ESKİLER…………...........................13 NOGAY EDEBİYATI Celal ÇAĞDAŞ NOGAY ANONİM EDEBİYATINDA ŞINLAR……………...14 ERTENGİ Necdet ÖZEN ALELİY’MEN BALELİY….……………16 RÖPORTAJ Aziz ÖZİL – Erhan .AĞDAŞ – Burcu IŞIK İlker POLAT – Erhan BAYAR HASAN SAĞINDIK….…………………..18 YÖRELERİMİZ Burak TAŞKIRAN Foto : M.Melike ATAY – Kanime BULDUK BOGAZÖREN – KÖSTENGİL….……….20

SÖYLEŞİ NOGAYTÜRK HBR.MRK. Nogay Gençleri Dernek Başkanı Erhan BAYAR………………..……………22 TEKNOLOJİ Cemil AKDAĞ CEP TELEFONLARININ EVRİMİ……..23 MAKALE Hakan BENLİ NOGAY KÜLTÜRÜNDE ÇOCUK OYUNLARI ( I ) ………………………….24 BİLGİ - TARIM Zir. Yük.Müh. Burcu IŞIK SİLAJ NEDİR ?............................................26 DİNİ Dilek Dinçer BAYAR EY ALLAH’IN KULLARI KARDEŞ OLUN…..………………………28 SAĞLIK İn. Dr. Cihangül BAYAR DİKKAT KENELER DEĞİŞTİ…..…………………..30 ÇOCUK SAĞLIĞI Dr. Kamil AKDAĞ EVDE İÇİLEN SİGARANIN ÇOCUK SAĞLIĞINA ETKİSİ…………..32 GENEL Esra ESGEN ( KISCIK) NOGAY FORUM…………….…………….33 LEZZET Emine ÇAĞDAŞ TAVA BÖREK..…………………………….34 ŞİİR Bülent AKINCI ( CALGIZ ) PAPATYA FALI……………………..…….35 SON SÖZ NOGAYTÜRK DERGİSİ TEŞEKKÜR…………………………………36

nogaytürk - 04

Page 5: Nogayturkdergisi 2 sayi

EDİTÖRDEN

--------------------------------------------------------

Selamların en güzeliyle, Dergimizin ilk sayısını çıkarabilecek miyiz diye düşünürken çok şükür ikinci sayısıyla

karşınızdayız. Dergi çıkarma fikri ne zamandır gündemimizdeydi. Ama bir türlü bunu fiiliyata dökemiyorduk. “zor iş” deniyordu. Evet gerçekten zor bir işmiş ve aslında bu birazda gönül işiymiş.

Nogayların ortak bir dergisi olacaktı. Ve kararlarda ortak alınmalıydı. Gerek forumda gerek toplantılarda fikirler tek tek masaya yatırıldı. Konuşuldu. Kimi zaman tartışıldı. Ama nihayetinde ortak bir zemin üzerinde buluşuldu.

Bu işe gönüllerini ortaya koyan bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum. Maddi ve manevi yönden desteklerini esirgemeyen nogay halkına da ayrıca şükranlarımı sunuyorum. Nogay gençleri olarak bizi yalnız bırakmadıkları ve bizi destekleyip yüreklendikleri için de teşekkür ediyorum.

Bir bahar ayında ilk dergiyi çıkarmanın mutluluğuna eriştik şükür. Çiçeği burnunda dergimiz artık dağıtıma hazırdı. Mis gibi tap taze dergimiz tomurcukların kıpırtısına karışıverdi. Yüreklerimizdeki kıpırtı ise bambaşkaydı.

NogayTürk dergisinin asıl hedefi nogayları bir araya getirip nogay geleneğini, örf ve adetlerini tanıtmaktır. Kaybolan değerleri ortaya çıkarıp bunu kültür hazinemize mal etmektir.

İlk sayıya verdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Takdir dolu telefonlarınız, bizi destekleyen sözleriniz olmasaydı ikinci sayı için bu kadar cesaret edebilirmiydik bilmiyorum. Bazen insanın yüreğine umutsuzluk çökse de yeniden doğrulmayı başardık hamdolsun. Her şeye rağmen yola devam etmeliydik. Çünkü talip olmuştuk artık bu yola. NogayTürk farklı fikirlerin buluştuğu bir dergi oldu. Bir çok düşünceye hitap ettiğine inanıyorum. Zira dergi tek bir kalıptan oluşmuyor. Derginin içeriğini zengin tutmaya çalıştık. Açıp okunduğunda herkes kendince bir şeyler bulsun diye… Eleştirilerinizi, önerilerinizi ve dergi hakkında düşüncelerinizi bekliyoruz. Hepinizi Allah’a emanet ediyor 3. sayıda buluşmak dileğiyle…

nogaytürk – 05

Page 6: Nogayturkdergisi 2 sayi

K Ü L T Ü R Ü M Ü Z Dr. H.Murat ARABACI

Dumlupınar Üniversitesi

KIRIM’DAN ANADOLU’YA

YAPILAN TATAR GÖÇLERİ ( I )

nogaytürk – 06

İnsanlık tarihi kadar eski olan “göç” kavramı, genel olarak, insan ve insan topluluklarının bulundukları bölgelerden, geçici veya sürekli olmak üzere başka bölgelere gitmeleri ve yerleşmeleri suretiyle meydana gelen “yer değiştirme hareketi”dir. Göç hareketleri, ortaya çıkış sebepleri, cereyan ettiği mekânları, katılan insan sayısını dikkate almak suretiyle tasnif edilebilmektedir. Göçler genellikle “iç göçler” ve “dış (uluslar arası) göçler” diye ikiye ayrılmaktadır. Beşeri coğrafya ilmi uluslar arası göçleri, münferit-kitlesel, kademeli-kademesiz, serbest ve mecburi şeklinde tarif etmektedirler. Mecburi göçler, insanların bulundukları bölgede yaşayabilmesi için gerekli asgari şartların ortadan kalkması halinde yapılan göçlerdir. Bunlar; Coğrafi ve tabii şartların zorlaması, Sosyo-kültürel sebeplere bağlı zorunluluk, Savaş ve uluslar arası anlaşmalar dolayısıyla yapılan mübadele ve bir devletin sömürge ve asimilasyon politikaları sonucu meydana gelebilir. (Saydam, 1997; 1-4).

19. Yüzyılda bilhassa Müslümanlara tatbik edilen tehcir politikaları sonucunda (iç ve dış göç şeklinde) en fazla göç alan ülkelerin başında şüphesiz, merkezî Osmanlı Devleti’nin geldiği söylenebilir. Umumiyetle Türkiye’de bu günkü göç ve göçmen meselelerine bakıldığında görülecektir ki, en önemli faktör Avrupa devletlerinin sömürgeci siyaseti ve bilhassa Hıristiyan olmayan milletlere dini farklılıkları dolayısıyla anlayış göstermemeleri ve bu milletlere bir nevi insan hak ve hürriyetini layık görmemelerinin tepkileri en başta gelen sebeptir. Nitekim XIX. Asrın ikinci yarısı ve XX. Asır başlarında göçmen meselesinden dolayı dünyanın pek çok yerinde felaketler ve ızdıraplar devam ettiği sırada Avrupa devletleri çok kere bu faciaları görmezlikten gelmiştir. Hatta, 1922 yılına kadar Avrupa devletleri Türk ve İslam göçmenlerinin meselelerine önemsiz bir dava olarak bakarken, Aynı dönemde Osmanlı Devleti’nde Tanzimat devri vesikalarında görülebileceği üzere ırk, din, milliyet, mezhep gibi farklılıklar gözetilmeksizin nizamnameler çıkarılmaktadır (Eren, 1966; 28-30). Yukarıdaki tasnife bakıldığında, Kırım Türklerinin göçleri uluslar arası, kitlesel, daimi ve mecburi göç özelliklerini taşımaktadır. Bilhassa Dünya tarihinin 18. ve 19. asırları sömürgecilik hareketlerinin en kesif yaşandığı ve insanlığın en çok acı çektiği asırlardır. Bu yüzden denilebilir ki, son yüz elli yılda Türkiye’ye yönelik göçlerin temel sebeplerine baktığımızda “güvenlik faktörü” yani sırf emniyetli bir hayat sürebilmek için insanlar yurtlarını terk etmiştir. (Saydam, 1997; 7).

A. Kırım Tatarlarının Göçleri ve Sebepleri 1. Kırım’dan Yapılan Göçlerin Dönemleri

Kırım Türkleri, bölgenin Rus istilasına girmesiyle

başlayan ve yaklaşık olarak II. Dünya Savaşı sonrasına kadar süren zorunlu göç hareketine tabi olmuşlardır. Bu göçlerin büyük ekseriyeti, Türkiye’ye yapılmış, daha sonra sırasıyla Romanya, Bulgaristan ve az sayıda başka coğrafyalara gerçekleşmiştir.

Kırımdan yapılan göçler, 1783’ten sonra başlayarak, bazen kitle halinde bazen de münferit olarak cereyan etmiştir. Tarihi şartların oluşumu itibarıyla umumiyetle dikkati çeken 19. Yüzyılda yapılan Osmanlı-Rus harplerinin arifesinde veya sonrasında göçler hızlanmaktadır. Çünkü Kırım Tatarları Rusya idaresi tarafından Osmanlıların müttefikleri olarak görülmekte özellikle savaş zamanlarında Türklerin varlıklarından büyük huzursuzluk duyulmaktadır. Böyle dönemlerde baskılar büyük ölçüde artmakta ve hele savaşın bitiminde Çarlık rejiminin daha büyük bir hınçla üzerlerine geleceği endişesi çoğu zaman bizzat Rusya idarecileri tarafından çıkartılan söylentilerle giderek artmakta ve henüz vakit varken İslâm Halifesi’nin toprağına gitme düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Esasen, Bu tür endişeler bütünüyle temelsiz de değildir ( Kırımlı, 2004; 8).

Kırım Türkleri ile Osmanlı Devleti arasındaki siyasi ve kültürel ilişkiler eski tarihlere dayanmakla birlikte, 1783 sonrasından itibaren daha farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü Kırım'dan Türkiye'ye XIX. yüzyıl boyunca ardı arkası kesilmeksizin devam eden göçler öylesine anormal bir tablonun doğmasına yol açtı ki, Osmanlı ülkesinin muhtelif bölgelerine yerleştirilmiş olan Kırım Tatar muhacirlerinin sayısı, Kırım'da kalanların sayısını kat kat aştı. Bu süreç zaman içinde daha da artan oranda devam etmiştir. Bu bakımdan, o yıllarda Kırım’da Türkiye'de her hangi bir akraba ve yakını bulunmayan bir Kırım Tatarına rast gelmek âdeta imkânsız hale gelmiştir (Kırımlı,1996;177). Kırım’dan Anadolu’ya yapılan kitle göçlerini dönem itibarıyla bakıldığında; bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalarda çeşitli tasnifler dikkati çekmektedir. Meselâ İlber Ortaylı, genel bir bakışla bu göçleri şöyle sınıflandırmaktadır: a) Kırım savaşı öncesi gelen Kırımlılar b) Kırım savaşı sonrası göçen Müslüman ve Yahudi Kırımlılar c) 1877-78 Osmanlı Rus savaşı sonrası bilhassa Dobruca ve Bulgarya (eski Tuna vilayeti)'daki Kırımlılar d) 1917 sonrası özellikle Kırım aristokrasisi ve toprak ve mülk sahipleri ve

Page 7: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk – 07

milliyetçi kurultay hükümeti aza, mebus ve memurları e) 1948'de II. Dünya Savaşı sonrası göç (Ortaylı, 2002; 60).

Ancak, büyük kitle göçleri ve onlardan sayıca daha az olarak yapılan göçleri dikkate aldığımızda, büyük kitle göçleri 1783 sonrası, 1856 sonrası ve II. Dünya savaşı sonrası sürgünü olarak en çok sayıda vuku bulmuştur. Sair dönemlerde yapılan göçler mütemadiyen sürmekle birlikte bahsettiğimiz dönemler kadar kalabalık olarak vuku bulmamıştır.

Yapılan göçleri yıl olarak ifade edecek olursak: “1783'de Kırım'ın ilhakından hemen sonra, 1790'larda, 1812'de, 1829'da, hiçbiriyle karşılaştırılamayacak ölçüde büyük olarak 1860-1861'de, 1874'de, 1878'de, 1890'larda, 1903'de, 1918-1922 arasında, ve 1933'de, ve hatta 2. Dünya Harbi’nden sonraki mültecileri de katarsak 1944'de Kırım'dan Türkiye'ye büyük çaplı göçler oldu” (Mermerci ve Arı, 2004; 3).

2. Kırım’dan Yapılan Göçlerin Sebepleri

Kırım’dan Osmanlı Devletine doğru yapılan göçler, dini, iktisadi ve siyasi sebeplerle açıklanabilir ve tüm bu cihetleriyle göçler oldukça geniş boyutludur. Bu göçlerde daha ziyade ‘zorlayıcı unsurlar’ ön planda olduğu; göç edenlerin şahsi istek ve tercihlerinin ancak ikinci planda olduğu görülmektedir. Göç hareketlerin ortaya çıkışında göçmenlerle onları gönderen devlet arasındaki ilişkiler hakim rol oynamıştır. Yani Rusya’nın yeni işgal ettiği topraklarda göç etmek zorunda kalanlara karşı güttüğü politikalar, göç hadisesinin temel sebebidir. Yani Rusya’nın ele geçirdiği topraklardaki insanlara yönelik tehcir politikası,

mütemadiyen değişiklik göstermeden sürüp gitmiştir. Yapılan baskılar ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler, öncelikle Rus zulmünden kurtulmanın yolu olarak gündeme gelmiştir.

Osmanlı Devleti’nin ister siyasi sınırlarında, isterse

dini ve kültürel hinterlandında olsun, işgale uğramış hemen tüm Müslüman toplumlar için Osmanlı, hilafet merkezi olması hasebiyle, ‘başı sıkıştığında başvurabileceği, tehlike anında sığınabileceği güvenilir bir liman’dı. Rus işgalinin ilk dönemlerinde Müslüman Kırım Türkleri, Türkistan ve Kazan örneklerinde de görüldüğü gibi, kendilerini işgalci idareye ve topluma karşı fiilen tecrid etmişler, bir bakıma bu şekilde asimile olmaktan da korunmuşlardır. Nihayet çaresiz kalınca da tabii olarak göç etmeye başlamışlardır.

Rusya’nın istila ettiği bölgelerde asimilasyon ve

tehcir uygulamaları ilk olarak 1552’de Kazan’ın ele geçirilmesinden sonra başlamıştır. Rus yönetimi, daha sonra ele geçirdiği bölgelerde, genellikle Türk veya Müslüman kitleleri imha ve asimilasyon maksatlı bir siyaset geliştirmiştir. Esasen fethedilen yerlerde demografik düzenlemeler yapılması uygulaması hemen her ülke için geçerlidir. Ancak, Rusya’nın demografik düzenlemeleri normal yerleşim sisteminden; mesela bir Osmanlı Devleti’nin uygulamasından farklı olarak baskı, el koyma ve tehcir esasına dayanmaktadır.

Rusya’nın bu politikasını Kırım ve Kafkasya üzerine uygulamaya başlaması 1768-1774 yılları arasındaki savaşa dayanmaktadır. Hatta bu savaş öncesi ve esnasında Kazan, Güney Volga, Kuzey Kafkasya ve İtil havalisinde yaşayan

Page 8: Nogayturkdergisi 2 sayi

K Ü L T Ü R Ü M Ü Z ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

nogaytürk - 08

Türk, Tatar ve Moğollara karşı “ıslahat projesi” adı altında büyük bir tehcir politikasına başlanmış, Bölgede yaşayan birçok Türk çeşitli bölgelere özellikle de Osmanlı topraklarına göç ettirilmiştir. Bu sırada binden fazla Türk yerleşim yeri tahrip edilmiş, Ancak asıl Ruslaştırma faaliyeti, Kırım’ın ilhakından sonra olmuştur (Ocaklı, 2004; 2).

Bu Ruslaştırma politikası aynı zamanda Hıristiyanlaştırma anlamına da gelmektedir. Çarlık Rusya’sının Müslüman halkı göçe sevk eden en önemli nedenlerin başında kuşkusuz dini, siyasi baskı ve yıldırma gelmektedir ki, bunların yoğunluğu, devletin içinde bulunduğu iç ve dış şartlarla orantılı olarak değişmektedir. Bazen de baskı rejiminin artacağı söylentileri bile, Müslümanlar üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Kazanlı Yazar (G)aliasgar Gafur(ov)-Çıgtay (1867-1942), ‘Tutam’ adlı hikayesinde bu konuyu anlatmaktadır. Hikâyede 1894 yılında hükümetin Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için kanun çıkaracağı haberi üzerine Äbi ve Karmış adlı köylerin ahalisinin Türkiye’ye göçleri anlatılmaktadır” (Ocaklı, 2004; 2).

İslam dininin gayrı Müslim baskılarının olduğu yerlerden İslam topraklarına hicret etmeyi bizzat İslam peygamberinin sünneti olarak görmesi bu göçleri kolaylaştırıcı dini bir neden oluşturmaktadır. “Türkiye’ye yerleşenler, hatıralarında çarlık hükümetinin Müslüman mektep ve medreselerini kapatacağı ve Kuran’da geçen “kâfir” (Ruslar bu sözcükle kendilerinin kastedildiğini düşünüyorlardı) sözcüklerinin çıkartarak yeniden bastıracağı haberlerinin yayılması üzerine, yurtlarını terk ettiklerini belirtiyorlardı”

(Ocaklı, 2004; 2). Bu arada Ruslar, göçü teşvik etmek için Kırım’ın her tarafında halife namına yazılmış ve halkı göçe teşvik eden fermanlar yayınlıyorlardı (Gözaydın, 1948; 6).

Rusların Kuran-ı Kerim üzerinde yaptıkları tahrifat, Müslümanlar arasında büyük tepkiye neden oluyordu. Nitekim Petersburg’daki Osmanlı Elçiliğinden ulaşan 28 Aralık 1890 tarihli bir habere göre, Rus hükümetinin Kuran’ın bazı surelerini sansür etmesi Müslüman halkın nefretini çekmiş, hatta Buhara Emiri ve Hive Hanı bir dilekçeyle Çar’a başvurarak bu sansürden sorumlu Rus görevlinin cezalandırılmasını istemişlerdir (Ocaklı, 2004; 4).

Ruslar asimilasyon politikasına karşı yerli halkın gösterdiği direncin mensup oldukları dinden kaynaklandığı inancı ile (Kazan, Türkistan ve Kafkasya’da olduğu gibi) doğrudan dini müesseseleri hedef seçtiler. Sadece tahrif etmekle kalmadılar ve yok etmeye çalıştıkları kitaplar sadece Kuranı Kerim’den ibaret değildi. 1736-1833 yılları arasındaki savaşlarda Ruslar tarafından Kırım’da çok sayıda kütüphane neredeyse tamamen yakılmıştı. 1833’de aralarında dini, tarihi felsefi, coğrafya türü kitaplarının da bulunduğu çok sayıda eser bu kez evlerden toplatılmak suretiyle imha edilmiştir (Vozgrin, 2000; 473).

Kırım'ın Rus askerleri tarafından işgalini müteakip ilk yıllar içinde Kırım Türkleri istilaya karşı silâhlı mukavemet göstermeye çalışmışlardır. Lakin Kırım halkı Osmanlı Rus Savaşları boyunca çok zayıf düşmüş ve yıkıntıya uğramıştır. Bu sebeplerden, Kırımlıların sömürgecilere başarıyla karşı koyabilecek güçleri kalmamıştır. Zaten o ana kadar kendisinden daha zayıf komşularından büyük ölçüde topraklar ilhak etmeyi başarmış olan Rusya, esareti altına aldığı ve topraklarına el koyduğu halkların direnişlerini bastırma yönünde büyük bir tecrübeye sahipti. Böylelikle, Kezlev ve Bahçesaray'dakiler olmak üzere Kırım Türkleri tarafından birbiri ardına kalkışılan bir kaç ayaklanma da şiddetle bastırılmıştır. Kırım'daki hâkimiyetini sürdürmek isteyen Rusya, Kazan ve Hacı Tarhan (Astrahan) Hanlıkları'nı istilâsını müteakip uygulamış olduğu metotları çok daha sert ve sistematik bir tarzda tekrarladı. Bunun açık sebepleri vardı; Kırım yarımadasının tabiî şartları ve coğrafî mevkii, Karadenize hakim olmanın Rus ekonomisi için ehemmiyeti, Rusya için bütün evvelce ilhak ettiği topraklarla mukayese edilemez derecede büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra, Rusya'nın İstanbul'u ele geçirme ve Akdeniz'e bir çıkış temin etme yönündeki müteakip yayılmacılık plânları için de Kırım'a sahip olması şarttır (Kırımoğlu, 1994; 4).

Ayrıca, Rus çarları aynı dönemlerde pek çok Avrupalı sömürgeci devletin yaptığı gibi, bir yandan Roma İmparatorluğu’nun varisi olma iddiası, bir yandan da, dini ve ilahi yükümlülükleri olduğu inancı ile yerli halka yaptıkları uygulamaları haklı görüyordu. Rus idarecileri, Kırımlıların kolay bir şekilde topraklarından ve mülkiyetlerinden vazgeçip kendilerine hemen boyun eğeceklerine inanmıyorlardı. Bu yüzden, Rusya'nın Kırım'daki temel stratejisi mümkün olan en çabuk tarzda uygulamak ve buranın yerli halkını oradan çıkartarak, yerine Rusya'nın iç vilâyetlerinden getirilecek insanları yerleştirmek doğrultusundaydı. Nitekim bu gayenin hayata geçirilebilmesi için zengin tecrübelere dayanan evvelce tatbik edilmiş metotlara müracaat edildi: Suçsuz halk şiddete ve sistematik soygunlara maruz bırakıldı, en bereketli topraklar Çarlık erkânı tarafından gasp edildi ve Kırım Türkleri ziraat için uygun olmayan arazilere sürülerek hayatlarını idame imkânlarından mahrum bırakıldılar. Miri ve Vakıf arazilerine el koymaktan başka daha da ileri giderek, senelerdir toprağın üzerinde yaşayan köylüleri de o toprağın malı kabul ederek, toprakla beraber köylüye de el koymak, köleleştirmek istemişlerdir. Çünkü o yıllarda Rusya kendi ülkesinde bu sistemi uygulamaktadır. 1891 yılı sonuna kadar buradaki torakların üçte ikisi hile ve oyunlarla ya Rus hazinesine ya da Rusların istedikleri kişilere verilmiştir. Hanedan mensuplarına ait topraklar ve miri araziler hazine malı sayılmıştır. Hayır kurumları ve dini kurumlara ait topraklar da sahipsiz gerekçesiyle hazineye devredilmiştir. Bazı topraklar zorla senet imzalatmak suretiyle zapt edilmiştir. Mahkemelere başvuran halk buradan da sonuç alamamış,

Page 9: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 09

dosyalar ya sürüncemede bırakılmış ya da aleyh de sonuçlandırılmıştır (Saydam; 1997; 65).

Halbuki Kırım’da, Rus istilasına kadar hiçbir zaman toprağa bağlı kölelik sistemi yoktu. Kırım’da herkes aynı haklara sahip idi. Rusya’da ise, yukarıda ifade ettiğimiz gibi eski dönemlerden beri uygulana gelen toprak köleliği mevcut idi. ‘Köylü köleliği’ denilen sistemde çiftlik sahipleri köleleri diledikleri gibi alıp satabilir veya Sibirya’ya sürgüne gönderebilirdi (Kazas, 1994; 4). Kırım’ın istilası ile birlikte karşılaşan bu iki idari sistemde tabii olarak birinden birinin gitmesi kaçınılmaz oldu.

Bölgeyi Türklerden tamamen arındırmak maksadıyla, halka acımasız baskılar yapılıyordu. 1783 yılında Kırım Ruslar tarafından ilhak olunurken, Ruslar tarafından bir beyanname yayınlanmıştır1. Buna göre Kırım halkına birtakım haklar vaat ediliyordu. Ancak bu vaatler yerine getirilmediği gibi, beyannameden kısa bir süre sonra Potemkin tarafından, yirmi dört saat içerisinde “dağlık ve çöl olan mıntıkalardaki bütün Tatarların yarımadadan uzaklaştırılması” istenmekte idi.

BEN NOGAY TÜRK’ÜYÜM Mehmet TAŞKIRAN

Ben bir Nogay Türk’üyüm, benim aslımın değerleri vardı, nesil olarak yaşatmak ve neslimden sahip çıkmasını istemek gibi bir zorunluluğum var. Sadece Nogay adının yaşatılmasını ve kültürünün yaşamasını istemek gibi bir mecburiyetim var. Bu mecburiyetimin şahsileştirilmesine kültürümün uygunlaştırılmasına asla ve asla izin vermem.

Ben mutsuz Nogayın hüznüyüm, ben hasta Nogayın sabrıyım, ben borçlu Nogayın edasıyım, ben garip Nogayın sedasıyım, şiirlerimde sevdalarını, destanlarını, küylerini, hasretlerini ve vuslatlarını anlatırım. Oturur iki satır yazı yazıp meramlarını dile getiririm. Köylerinin arasındaki mesafeleri yazılarımda eritirim, adetlerinin, örflerinin farklılıklarını Nogay kazanında yoğurur, harmanlar birbirine kardeş ederim.

Susarım alim’lerin bol yerinde, coşarım gariplerin gönüllerinde. Dedem Korkutun küylerini rehber ettim kendime, Edigenin fedakârlığında yoğrulduğumu hissettim. Şora Batır’in biniti gibiyim cenk meydanlarında. Umut bakışlarının daneleriyim sevda harmanlarında. Ben Nogayım eserim yaylaların yükseklerine taşımak için sevda Türkülerini, ulaştırmak için destanın küylerini

Ben Nogayım şer uğramaz semtime, kem bakmam yaratılana, girmez meclisime nasohbet. Ben Nogay Türküyüm memleketimin sınırlarına nöbetçiyim, şehidim cephelerinde boy verip yatarım Akin Köyünde. Köstengilin şehidiyim Adım Abdurrahman, beni hainlik için var etmedi yüce Yaradan. Gazilerim var Hamit’ten Mustafa’dan Osman’dan, onların torunlarıyım çiğnetmem göğsünü yurdumun namerde. Yaylaların çelik suyuyum damarlarına ey TÜRK-oğlu-TÜRK dorukların beyaz kar’ıyım vicdanlarında insanlığın.

Yaşatırım adını hep başucumda. Hangi bedbaht yurduma göz koymuşsa; süngümün ucunda. Kalplerin baharıyım yaşarlarken mevsimleri altın yazdızlarla süslerim yazarlarken isimleri,

Ben Nogay’ım insan’dır en büyük değerim, eğer uyarsa HAKK’ın yoluna derim, Susarım, usulca çekilirim, Şerlik içinden. En gür ses olur duyulurum şenlik içinden. Benim adım NOGAY, soyadım TÜRK, bir sevdam var ki yurduma; alemlerden büyük.

Yağmaladılar bir yurdunu Moskoflar, Ama yaşattı dedem kesmedi soğuklar. Sürüldük ama Anadolu’m vardı, muhabbetle ve haşmetle beni kucakladı. Yetiştirdi bağrında beni Anadolu, yıkamaz artık beni Moskof oğlu, Anadolu Vatanım, onunla var oldum, her zamanda varım, TÜRK elinde artık kalmadı efkârım.

Sevdalarım erdi vuslata. Yurdum bitirdi hasreti. İlelebet var olacak bu Cennet vatanda bende hep var olacağım.

Bu devirde bozkırdaki köylerde yaşamak artık imkansız hale geldi. Çünkü Rus askerleri ve istilacılar, mesela seyyar satıcılar bile Tatarlara karşı anlaşılması zor bir nefret içinde kuyuların kovalarına taşlar atıyor, ağaçlardan yapılmış çitleri, yalakları ve su kovalarını yakmak için götürüyorlardı” (Vozgrin, 2000; 475). Ruslar, bu şekilde su kuyularını tahrip ederek, halkın susuzluktan topraklarını bırakıp gitmesini istiyordu.

(GELECEK SAYIMIZDA DEVAM EDECEK) ……………….

1 Nisan 1783 tarihli bu beyannamede şöyle deniliyordu: “Bu manifestimizle kendimiz ve haleflerimiz tarafından Kırım ahalisine taahhüt ederiz ki, haklarında bizim eski tebaamız gibi muamele olunacaktır. Bizim himayemizde olmalarıyla şahısları, malları, mabetleri ve dinleri korunacak, dini merasimi alenen icra eylemeleri hususunda asla tazyik olunmayarak din ve mezhep umurunda tamamen serbest tutulacak ve her biri bizim eski tebaalarımızın nail oldukları faydalar ve imtiyazlarda müşterek ve müsavi olacaklardır”. Hatta bu hususta bizzat Potemkin’e 28 Haziran 1783 tarihinde gönderilen bir emirde “Kırım Tatarlarının dinlerine tecavüz edilmemesi” tembih edilmişti. (Gözaydın, 1948; 66-67 ve Saydam, 1997; 64).

Page 10: Nogayturkdergisi 2 sayi

K Ü L T Ü R Ü M Ü Z ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Çeviri : M. Aziz SÜTBAŞ

Türkiye ye göç eden nogayların ardından söylenen yukarıdaki dizeler bir hikayeyi değil gerçekleri ifade etmektedir. nogaytürk - 10

Aylana akkan ak koban Ayrım ayrım keng togay Kayda ketıp yoyıldı Yagasına yayılıp kongan köp nogay Koban boyu kök ağaş Ağaş bası burlendı Töh ay nege ettı Yaman yalgan dunya basımızda turlendı Kapıstaman badrajan kara suvda kaynasa Üyrenmegen yaslar dep bızım nogay ullardı Patışa tutup kıynasa Ol zaman da ne etermız? Eğer patışa yol berse Istanbulga ketermız Ketsek ne zat etermız Aylak terıs etermız Ketkenımız ne taptı? Mıng uş yuz otuz sanede Ya kayırga ya şerge dep Istanbulga halk köştü Köştü bolsa ne taptı? Alpıska kelgen karalar Emşekteğı balalar Beren kalgır turk yerinde Yayav yurup suv tappay El suklangan ak kobandı kaldırıp Yer yartısı kara dengız kak yarıp Köp nogayım turk yerıne yetken song Yayılıp kırda yaşagan Kımızıman koy yılığın aşagan Ellerden el ötüp maktalgan Aytuvlı nogay yurdu tas boldu Kıl yalavlı kalmık bızge kas boldı Esap etıp karasang köp saneler avustu Köbsıngen iyt mırzalar erisıp Alem maytak, köp nogay, kalım nogay Avur yurttu tavüstü Edıl Yayık ekı suv Bır sanede yayıkkada sıymadık

Akırında kum taptı Kayırga dep el köştü Kayır kaydan tabılsın Kayır suvga ketken song Yerı yennet suvu serbet Keşınmege kütınmege kolaylı Erıkken kun dombaylı El suklangan ak kobandıng toppa tolu nogaylı Yeryüzününg körkü dep Ağaşay bar karagan Şorkragı şor şor etıp ağagan Kıyıvlu yağa koban bar Kobanda ayrı kuyruk saban bar Kobanda taram taram toğay bar Toğay tolu nogay bar Bu ne degen koban tolu el edık Ne şık yaşay turu edık Yarlıkban yalgızlık bızge yos boldu Kalım şerkeş köp nogay Teng yaşagan tolu koban bos boldu Azgana kalgan nogayga Ak kobandan ayırmay Mavlemız bırge köştü

Page 11: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 11

Rus-Kafkas Savaşı 1763 - 21 Mayıs 1864

Türkiye’deki nogayların Kafkasya’daki tarihi vatanlarından zorla çıkarılmsına delil oluşturan birçok gerçek hikaye vardır. Ancak Bu insanların zamanın güçlü devletleri olan İngiltere, Avusturya, Türkiye ve Rusya arasında nasıl mücadele edebildiğini sadece birkaç kişi bilmektedir. Bu insanlar o zaman 200 yıldır iyi eğitimli ve zırhlı orduları olan Rusya İmparatorluğu na direnebilecek kadar büyük bir ulus değildi.

1742 de Kafkasya nın kuzey ve batısındaki topraklarda islamiyet yayılamaya başladı. Rusya bu fırsatı kendi askeri operasyonlarına bahane bulmak için Kafkasya ve Avrupa nın Müslüman korkusu üzerine kullanmaya çalıştı.

1763-1777 te Mezdağ kalesi yakınında askeri faaliyet başladı ve sonra Terek boyunca bütün toprakları içine aldı.

II Ekaterine Kafkasya ya 120.000 askerden oluşan bir kuvvet gönderdi.Savaş sırasında Kafkasyalılar 30.000 ölü kayıp verdi.1774 te Osmanlı İmparatorluğu Kafkasyalılara yardım için bir ordu gönderdi, ancak çok geçti. Ruslar Koban ve Taman yarımadasını işgal etti. Türkler Kafkasya nın ana yurdunu geri almayı bile denemeden boş döndü.

1793 te general Suvorov Koban nehri üzerinde yaşayan Şapsuğ ve Bzeduğ topraklarını elinde tutan Nogay boylarını üzerine yürüyerek katliam yaptı.

Bu durum 1794 te Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında Kafkasya yı bağımsız bırakan Belgrad belgesi imzalanana kadar devam etti. Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının Kafkasya nın bağımsızlığının tanımasında anlaşmaya varmaları oldukça komik bir gerçektir. Ancak bu arada gerçek şudur ki Kafkasyalılar onlara katılmadı.

1808 de Petersburg ta temel amacı Kafkasyalıların Rusya ya karşı bütün askeri faaliyetlerini terk etmelerini sağlamak ve egemenliğini kabul ettirmek üzere mümkün olan her faaliyeti yapmak olan komisyon kuruldu.Komisyon aşağıdaki kararları aldı:

Kafkasya yı tamamen silahlardan ve o zamana kadar olan askeri faaliyetlerden temizlemek için askeri güç kullanımı.

Dağlık bölgeler askeri faaliyetlere oldukça elverişli olduğu ve ovalarda yaşamayla zamanla yeteneklerini kaybedeceklerinden Kafkasyalıları dağlardan ovalara indirmek. Kafkasyalıların yerine Rusları ve Kazakları yerleştirerek yerli halkı çözmek için yapılacak faaliyetler.

Kafkasyalıları ana vatanlarından Türkiye ye techir ettirmek (Bu konuda Türkiye ve Rusya arasında anlaşma yapıldı.)

Kafkasya ulusal konseyi bu hareketine karşı Rusya ya bir protesto notası verdi. Fazin Kafkasya nın lideri olarak seçildi. Oldukça popüler ve iyi bilinen II. Ekaterine onu kendi saflarına çekebilmek için birçok pahalı hediye gönderdi.Buna karşın Fazin şu sözlerle kabul etmedi: "Ben ulusum tarafından seçildim ve onun gelenek ve ananelerinin hakkını vermek zorundayım. Majestelerine özürümü iletiniz ama hediyeleri kabul edemem. 14 Eylül 1829 da Turkiye büyük Rusya nın Kafkasya toprakları üzerindeki bütün haklarını kabul etti. (Turkiye Devlet Arşivleri).

1839 da Kafkasyalılar tarafından ilan edilen bağımsızlık belgesinde müslüanlara hitaben şöyle deniyordu.: ‘’100000 kişilik iyi teçhizatlı Rus ordusu Kafakasyalılar ile savaştadır. Belki de Ruslar yarın sizin topraklarınızı da işgal edecekler. Şimdi onların Kafkas dağlarına ihtiyaçları var, yarın oradan geri inecekler sizin güzel yeşil ovalarınızı alacaklar. Şimdi onalrın önünde son kale olarak bizim dağlarımız ve cesur yiğitlerimiz durmaktadır. Türkye, İran ve Hindistan müslümanlarını korumaktadır. Eğer bize yardım etmezseniz siz işgal edilecek ve yağmalanacaksınız.

Biz 4000000 kişiyiz. Birçok boylara bölündük. Ancak tore ve geleneklerimize, bağlı baş ve yöntemlerimize sahibiz. Birleşik bir kanunumuz yok ancak bizim atalarımızın gelenekleri bizi herhangi bir modern ülkenin yaptığı kanundan daha iyi kontrol eder’’

21 Mayıs 1864 Rusya-Kafkasya savaşının

tamamlandığı tarihtir. (Kafkasya halkının matem günü). Kafkasyalılar görüşmeler için delegeler gönderdi ancak bütün teşebbüslerin boşuna olduğu ispatlandı. Genel komisyon onlara şu duyuruyu yaptı: "Biz terk etmek isteyen Kafkasyalılara engel olmayacağımıza dair Türkiye ile anlaşma yaptık. Kalan herkes bizim göstereceğimiz yerlere taşınacaktır.

"Haziran 1864 te Rusya nın duyurusu: "Kafkasyanın tüm yerleşimcileri evlerini terketmek ve bir ay içinde göç etmek zorundadır, aksi taktirde vatan haini olarak görülecekler ve Sibirya ya gönderileceklerdir.

"Kafkasya halkının trajedisinin başlangıcıydı. Bu korkunç tarihten önce de Kafkasyalıların Türkiye ye göçlerine dair birçok olay vardı.

Turkiye hükümeti Kafkasya göçmenlerinin 1866 daki kesin sayınını vermeyi kabul etmemektedir ancak 1000000 tahmin edilmektedir.

Wisconsin Universitesi(USA). komisyonu merkez bilimsel araştırmalar üyesi Profesör Kamal Karpat "Türkiye arşivlerinden elde ettiğimiz araştırmalarda 1859 den 1879 ye kadar 1400000 kişinin Kafkasyadan tahliye edildiğini ve sadece 1000000 kişinin Türkiye ye ulaştığını tesbit ettik".

Sadece geldiklerinde göçmenlerin % 20 si hastalıktan ve açlıktan öldü . Örneğin Mayıs 1864 te başka topraklardaki 4 aydan sonra 40000 kişi öldü (Samsun, Turkiye), ve 1865 in sonlarına kadar Trabzon da 53000 kişi öldü.

Başka kaynaklardan 1877 de Trabzon dan 19000 genç Kafkasyalının Balkan savaşına katılmak üzere askere alındığı bilinmektedir.Bu savaşta tamamından 30000 Kafkasyalı Türk ordusunun bir parçasını oluşturdu.

1864 te biten Rusya Kafakasya savaşının sonunda 1000000 Kafkasyalı Atayurdunu terketmek zorunda kaldı ve sadece beli bir gün geri dönebilme umudu ile Türkiye ye gitti.

Birçok tarihçinin iddialarına göre bu sayının sadece yarısı Türkiye ye ulaşabildi.

Kaynaklar: 1.Isam Hatk (Journal "Al-Waha"-"Oasis", Amman,

1992., 51, p.10-15 Çevirive özet:M.Aziz SÜTBAŞ

2. Şiirler: Karaçay Çerkez Cumhuriyeti Nogay radio-televizyonu

Page 12: Nogayturkdergisi 2 sayi

N O G A Y E D E B İ Y A T I ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Fatih POLAT

nogaytürk – 12

Almanların Goethe’si, İngilizlerin Shakespeare’i, Farsların Hafız’ı var. Peki, hiç sordunuz mu kendinize; acaba bizim, yani Nogay Türklerinin de buna benzer yazılı edebiyat alanında öne çıkan bir şairi var mı diye? Bu soruya birçoğumuz ne yazık ki hemen ‘yok yahu, ne gezer, Nogayların sadece sözlü edebiyat gelenekleri vardır’ deriz. Evet, bu sayıda sizlere Nogay edebiyatının bilinen en eski şairi olan ve kaleme aldığı eserler bakımından bugün hiç hak etmemesine rağmen unutulmaya yüz tutmuş bir şairden, Şal-Kiyiz Tilinşi Ulı’ndan bahsetmek istiyorum. Aslında sadece Nogay Türkleri için değil, Türk dünyası açısından da önemli olan bu büyük şairi tanımamızda fayda olduğunu düşünüyorum. Şal-Kiyiz tahminen 1420 yılında, Nogay Orda’sına (Hanlığına) bağlı olan İrtiş Suyu yakınlarında dünyaya geldi. O dönemde Orda’nın başında Biy Temir bulunuyordu. Önceleri Biy Temir ile gayet iyi ilişkiler içerisinde bulunan Şal-Kiyiz, daha sonra aralarındaki siyasi görüş farklıklarından dolayı sürgün edilmiştir. Şair, Han’ın komşu krallarla ve hanlarla olan dostane ve barışçı ilişkilerini beğense de kendi halkına yaptığı kötü muameleden hiç memnun değildir ve Han’ı şiirlerinde eleştirmekten geri durmaz. Bu duruşu ona Nogay Hanlığı içerisindeki tüm bölgeleri, özellikle de Kuzey Kafkasya’yı, istemeyerek de olsa, sürgün zoruyla

görme imkânı sağlar. Bu sebepten dolayıdır ki Şal Kiyiz’in şiirlerinde Nogay Orda’sının toprakları gayet detaylı bir şekilde tarif edilmektedir. Zamanın Nogay kültürüne ve milletine, özellikle de göçebe hayat tarzına derin bir sevgi besleyen şair, Nogayların özgürlüğünü, geleneklerine bağlılığını, şerefini ve namusunu ön plana çıkaran şiirler yazmıştır. Şal-Kiyiz Tilinşi ulı 15. yüzyılın sonlarında İdil ırmağı kenarlarında terk edilmiş ve sefalet içinde can vermiştir. Bugün dahi Şal-Kiyiz’in eserlerini okuduğumuzda, o zamanki Nogay ülkesini görür gibi oluyoruz. Düz ve kuru ovalarda, çöllerde, atlarla, develerle yolculuk eden, Kiygizler’de (Nogay çadırlarında) yaşayan insanlar, büyük denizler, ırmaklar ve karlı dağlar. Şair, çok canlı ve kolay anlaşılan saf ve duru bir dil kullanmış. 500 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen bugün dahi şiirlerini okuduğumuzda büyük bölümünü anlayabiliyor ve Nogay Türkçesi’nin esasında ne kadar zengin ve yaratıcı bir dil olduğunu görebiliyoruz. Öte yandan da şair Nogay kültürünün öğelerini ve zamanın siyasi tablosunu da her zaman konu almış. Yani kısacası edebi eser kimliğinin yanında tarihi bakımdan da önemli eserleri var Şal-Kiyiz’in. Makalemi Şal-Kiyiz Tilinşi Ulı’nın Biy Temir’e sitem olarak yazdığı şiiriyle tamamlamak istiyorum: Nogay Türkçesi: Türkiye Türkçesi: EY, BİYTEMİR, BİYTEMİR... Ey, biy temir, biy temir, Kır iyesi sen edin, Yır iyesi men edim, Kırdı yırdan ayrdın, Omırtkamdı kayrdın. Ak kiyik boldun öli yok, Ak kuv boldım köli yok. Kobız-av boldım üni yok, Kobızsız eldin küni yok. Hayranı boldı-av saz ünim, Boran boldı-av yaz künim. Yurt taslattı yala man, Kazak ga şıgıp baraman, Hayran da bolıp kalaman...

EY BEY TEMİR, BEY TEMİR... Ey Bey Temir, Bey Temir, Kır sahibi sen idin, Türkü sahibi ben idim, Kırı türküden ayırdın, Omurgamı araladın. Ak geyik oldum ovası yok, Ak kuğu oldum gölü yok. Kopuz oldum sesi yok, Kopuzsuz yurdun günü yok. Şaşırıdı sazımın sesi, Boran oldu yaz günüm. Yurttan attı iftira ile, Gurbete çıkıp giderim, Şaşırıp kalırım.

Kaynak:T.C. Kültür Bakanligi "Türkiye Dışındaki Türk Edebiyati Antolojisi Nogay Türkleri Cildi“

Page 13: Nogayturkdergisi 2 sayi

N O G A Y T Ü R K E D E B İ Y A T ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Alparslan SÜTBAŞ

nogaytürk - 13

Sevgili kardeşim Aziz dergi için benden de bir katkı rica edince bilgisayarımın ve eski defterlerimin olduğu karton kutunun başına geçtim eski bilgilerimi karıştırmaya başladım. Farkında olmadan uzun bir zaman geçirmişim. Şu kısa ömrüme bir çok yazı, resim v.s sığdırmışım. Vay be dedim neler görmüş geçirmişiz !!!.

Şimdi bu yazıyı okuyan büyüklerimin “daha

yaşın kaç ta ne gördün ne geçirdin” dediklerini duyar gibiyim. Olsun, az değil 32 seneye merdiven dayadık…

Dedem rahmetli çok severmiş beni, doğduğum

günlere yakın zamandan bu yaşıma kadar fotoğraflarım var, az değil bu ömürde kaç savaş gördüm, kaç kişinin doğduğunu, kaç kişinin evlendiğini ve kaç kişinin aramızdan sessizce ayrıldığını, ha bir de ihtilal var. Yok yok merak etmeyin siyaset değil benim şu andaki size aktaracağım hislerim, o sadece arada bir aranot oldu.

Dedimya dedem çok severmiş diye, tanıyanlar

bilir; bir dediğimizi ikiletmezdi. O varken benim isteyip de yaptıramadığım bir şeyi hatırlamıyorum. Böyle geçti çocukluğum. Daha sonra babam omuzladı beni, dağ gibi durdu arkamda, gerektiğinde yemeden, içmeden büyüttü, okuttu ve terbiyenin ne kadar ince bir ar sınırı ile korunduğunu gösterdi.

Evet, yazmaya başlayınca amacım eski günleri

anlatmaktı, eskinin çok güzel olduğunu, hatta eski günleri özlemenin beklide her insanda gözleri yaşartan ve nerde o günler dedirten bir duygu olduğunu anlatmak. Biraz uzattım lafı ama başlamadan önce benden daha eski olan bütün büyüklerimi saygıyla selamlıyorum.

Eskiden çok eskiden, yani bundan yaklaşık 20-30

yıl önce, kapatın gözlerinizi ve hatırlayın o günleri. Neler yaşamadık ki. Ve hiçbir şeyin bu günkülere benzemediği o günlerde doğru zihinlerinizi bir zorlayın.

İlk hatırladığım şey, Adile teyzenin o siyah beyaz

ekranda şirin, güleç, pamuk teyze görüntüsü ile anlattığı hikayeler ve kuzucuklarım deyişi. Dinlemediğim gün çok üzülürdüm, ve neden kaçırdım diye kızardım kendime, tamam tamam birazda huysuzluk ederdim. Evet doğru tahmininiz tabi ki her zaman olduğu gibi anneme kızardım niye çağırmadın diye. Ne tuhaf değil mi o kanalı niye açmadınız diye değil. Zaten bir kanal var, sadece Adile teyze çıkınca çağırmadı diye kızabiliyorum.

Votran, Köle İzaura, Ziyaretçiler, Kara Şimşek, Süper Babaanne, He-man, She ra izlerken, televizyonun sesini açmak için yanına kadar giderdik. Ve sonra biraz büyüyünce televizyonda kapanmadan önce İstiklal marşını dinler ve sonra televizyonunuzu kapatın demesine rağmen o dınnnnn sesini duyana kadar beklerdik. Ha birde Michael Jackson, Madonna, Samantha Fox,, Korhan Abay, Cenk Koray, Metin Milli, Ersen ve Dadaşlar Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Barış Manço vardı tek kanallı bu televizyonda. Kenan Evren´i, Erdal İnönü´yü, Özal'ı saymadım daha. Ajda Pekkan´ın Alo, Michael Jackson´ın Pepsi reklamlarını izlerdik reklam kuşağında ve reklamlar arasında rüzgar gülü gibi bir şey dönerdi. İcraatın içinden derlerdi ve anlatılırdı yapılanlar.

Sabah erkenden kalkar, sabahçı öğlenci demez

beyaz yakalı siyah önlüklerimizi giyer okula giderdik. Okulda oyunlar bitmez akşam koşarak mahalleye dönerdik ve delicesine hiç arıtılmış mı arıtılmamış mı diye düşünmeden mahalle çeşmesinden su içerdik. Üstümüzü değiştirir topumuzu alır sokağa fırlardık, evet o günlerde sokaklarda mutlaka en az iki takım kuracak kadar çocuk vardı ve sokakların hakimi bizdik, arabalar değil. Ve, ya bir top ya da bir bebek bizim en iyi oyuncağımızdı, ve çevremizdeki en teknolojik alet ise televizyon yada alarmlı kol saatiydi. Hiç kimse yoksa futbolcu kartlarımız vardı, yada üç taşımız çekmece oynamak için.

Süperi hiperini boş verin market yoktu o zamanlar,

mahalle bakkalları vardı. Bayramlarda şeker toplardık bütün mahalleden ve eğer harçlık veren olursa bu bakkallardan leblebi tozu yada meşrubat alırdık.

Otobüslerin iyisinin 302, arabaların ise murat

olduğu zamanları da saymak lazım. 75 yılda bir görünen Halley konuşulurdu o günlerde.

Kenan Evreni bu ülkenin tek lideri sanırdık, Turgut

Özal’ı da onun adamı. Zeki Müren’i anlamaya çalışırdık. Bay yanlışla, doğru Ahmet verirdi bize o az yanlışlı hayatın içinde doğruları. Çatılara çıkan insanlar vardı, merdiven gibi antenleri düzeltirlerdi. Antenler doğru yöne bakmayınca çekmezdi televizyonlar. Çektiği zamanda yayın kesilirdi çoğu zaman ve banttan manzara resmi yayınlanırdı.

Böyle geçti işte hayatımız. Bu günkü

çocuklarımızın anlamadığı o günlerde yaşamaktan çok mutluyum. İyi ki yaşamışım o günleri.

Page 14: Nogayturkdergisi 2 sayi

N O G A Y E D E B İ Y A T I ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Celal ÇAĞDAŞ

nogaytürk – 14

Merhaba Kıymetli Nogaylar! Nogay anonim edebiyatında önemli bir yere sahip olan "şın" nazım türü hakkında acizâne tespit ettiğim bilgileri sunuyorum. İşlev olarak şınlar, Anadolu’daki manilerle aynı özelliğe sahiptirler yani genellikle bazı toplantılarda karşılıklı atışma şeklinde sergilenirler, konuları sosyal hayatta var olan aşk, sevgi, kıskançlık, sitem, günlük işler vb. Ancak şınlar şekil olarak manilerden farklıdır. Şın nazım şeklinin nazım birimi beyittir yani iki mısradan oluşur. Ölçüsü ise genellikle 11'li hece ölçüsüdür (6+5=11). Bazılarında ise ikinci mısranın 12 heceden oluştuğu görülür, ancak söyleyişte bunlar da 11 hece olabilir. “Cuvrup şıkdım tav basga köy köründü Mercimek dey akılım tört bölündü” Nadir de olsa 7’li hece ölçüsüyle yazılan şınlar da vardır: “Canına konsu kondurmaz Korlap sıyır savdırmaz Osman barmay toy bolmaz Toy bolsa da kuralmaz Kafiyeleniş ise her iki mısra birbiriyle kafiyelidir (mesnevi tarzı kafiyeleniş). Genellikle tam kafiye ve zengin kafiye kullanılır, bazılarında redif vardır. Bu özellikleri ile çok ses benzerliğiyle kuvvetli bir ahenk sağlanmış olur. Eskiden hemen hemen bütün genç kızlar veya erkekler şın bilir ve söylermiş. Ancak bu işinde ustaları varmış. Bu ustalara “ŞINŞI”(iyi şın söyleyen) denir. Bu ustalardan biri de bizim köyden rahmetlik Şaban Acabay’dır. Aşağıdaki örneklerden çoğunu sağlığında ondan derlemiştim. Karşılıklı şın söyleme işine “ŞINLAMA” adı verilir. Şınlamaya bazen olumlu şekilde başlanır. Yani şınşılar birbirlerine güzel sözler söyleyerek şınlarlar: Şınla desenız şınlayık aşılayık Aldınızga gül bolup şaşılayık Tor atımdı iyerlep saldım tüzge Can coldasım bolur dep keldım sızge Kelgen bosan koşkeldın otur tızıme Bazı dalgın bolurman bakba sözume

Segız öğuz say saban saldım izge Kelınşekdın aruvun değişbem gızga Ekı baslap üy saldım bölüyekben Aruvum senın derdınden ölüyekben Bazen de şınşılar bir birlerini taşlayarak söze başlarlar: Ündürükde bılamık semser kasık Men seninmen şınlamam avzun sasık Kültöbeden topladım curun burun Men seninmen şınlamam şoşga burun Kültöbeden topladım kayrak mayrak Men senmen şınlamam ıstansız taylak Şınlasam ak temırden palla etermen Sendeylerdı şınlasam alt etermen Şınlasam şınşı tuvman şınlap koymam Sendeylerdı şınlatıp karap kalmam Şın değenın netkeşiy kelıstırsen Şından şöpkan casarman erıstırsen Şakırsın koraz atsı tan ayan bayan Şınşıkenındı bıleyim tanga tayan Bazen bu ağır sataşmalar yumuşar, şakalaşmalar başlar: Terezeden Karaysın köralmaysın Carım okka şıtlevuk beralmaysın Şıtlevuk bersem şırtıldar alma kokur İncır bereyım keşegım ce de otur Argı şette üyüm bar kel de tokta Atınga cüven bolayım kumusten nokta Argı şette üyün bar tas kalavlu Cuma gunu barıbedım it baylavlu Koy avledın işinde koydun ızı Kongurav seslı dal peslı baydın gızı Koy avledın işinde koy kumalak Men nişanlındı kördüm tıptımalak

Page 15: Nogayturkdergisi 2 sayi

Netice; Nogay Anonim Edebiyatı’nda önemli bir yer sahip olan şınlama geleneği bugün maalesef yok olmuştur. Belki zamanın hoyratlığı belki de bizlerin umursamazlığı ama bu üzücü gerçek bütün soğukluğuyla karşımızda… Yazımı, çok beğendiğim şu örnekle bitiriyorum: “AY AY AYDIN CARIĞI TOY BOLSAKEN GIZLAR CASLAR CIYILIP BIR ONSAKEN”

nogaytürk – 15

Bazen de şınşılar karşılıklı övgüye başlarlar: Keşeğımsın sen menim kerılgen ok day Körünesin gözümge elde cok day Üyündün aldına zerdali ekdım Asga suvga karamay zarındı şekdım Ayttırayım atandan berse alayım Canın süygen cerlerge üy salayım Kök kögerşın bolayım konaklayım Senın salgan üyündü men aklayım Ekı baslap üy saldım bölüyekben Aruvum senın dertınden ölüyükben Etekden tuvgan sarı yıldız marı yıldız Şaş bavun senın sarı altın şaşın kunduz

Bazen şınlarda sitem işlenir: Oturgan cerım oyuldu tabakam kaldı Tös tüymeli sarı gız aklımdı aldı Koy avledın işinde kok bolgaydım Kısgayaklı bolgayşı cok bolgaydım Aksam bardım men sızge cogudun üyde Cibek şalın ilıvlu turudu şüyde Ketsen caksı colga bar camanlay ketbe Men üyünge barganda tentıretbe Sen üyümge kelgende koy soyarman Salıvlı tösek salkım üy bos koyarman Kargap tüstüm avlenge terezen kaktım Dayanalmay oturup cıgare caktım.

Page 16: Nogayturkdergisi 2 sayi

E R T E N G İ ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Necdet ÖZEN

nogaytürk – 16

karlar köbüygen, o da kuru ağaş odun tabarman dep cürgen.Karlardın astından biraz kuru otun ciygan,özü arıp minyerde azakay mola beriyim degen, bir ağaştın astında yuklap kalgan.Bu Aksakal ayuvda suvdun geşiliyik cerlerin bilgen üşün kızdın bolgan yağına geşip cürü ekende bir terktin astında catıp uyklagan kızdı körgen.Bek güzel bolganın körüp oga aşık bolgan.yukusundan onu yatmay kuşagına köterip alıp özündün Koba’sına aketemen degende kız yanıp onu körgen ama korkup bayılgan,ayuvda onu alıp Koba’sına aketip özüne bike etken.Koba’sındın işi deren bolsada kiriliyik kapısına Aybike kaşmasın dep balaban bir kaya tayaydı eken.Bılay etken son kız kaşamağan üyerde kalgan. Avuldun kalkı cıyılsıp Aybike’di ne gadar karasalarda tabamaganlar.Aksakal ayuvdun kobası betkede suvdan geşalmaganlar,zaten onun kobasındın cerinde bilgen kisi cogeken.Caz bitip kış kelgenson kiyiz üylerin köterip malların aydap köşüp kışlık oyga ketkenler.Aybike coytulup ketken üşün abasıda bir kızındın cokluğuna dayanalmay anyaka köşüp ketken Aybike’ge aşık bolgan avuldun casları onun tabılmayağın tüsünüp avuldakı kızlarman üylengenler.Avul ne vakıt caz caylavına löşüp kelse üylenalmay kalgan soyları tavga taman suv boyundan ketip karap cürgenler ya aradan köp cıllar geşsede tabamaganlar.Bu caslardan Kutluşa degen birevsi Aybike’ge bek aşık eken, üylenmiy kalıp er kelgende tavdın işlerine suv boyundan ketip süygenin karap kaytadı eken. Bu arada Aksakal ayuv’man Aybike’din eki ulu bolgan, onlardın birevindin atın Aleliy,birevdin atında Baleliy dep atagan. Künlerden bir kün Aksakal ayuv eki kişkene balasın alıp ormandın işine bal cıymağa ketken.Aradan köp cıl geşti ekide balamız boldu Aybike kaşmaz endiği dep tüsünüpkoyu bolayık koba’dın kapısına tastı tayamay aşık taslagan.Aybike’de koba’dan tısyaka şığıp tereklerdin arasında dolaşyatkanda er cıl kelip üyerlerde onu karagan Kutluşa’dı suvdun argı şetinde körüp oga bakırgan.Kutluşa’da onu körgenimen belindeki tegis togungan cün belbevdi şeşip belbevdin bir uşun suv boyundakı terekke baylap anavbir uşunada kişkene bir tas tüyüp suvdun argı yagındakı Aybike’ge atkan,Aybike’de belbevdi özündün bolgan cağındakı bir terekke baylaganıman Kutluşa bir koluman belbevden tutup anabir koluman caldap Aybike’din kasına bargan ekevi cılasıp oturganlar. -Ne boldu kaydiy mında kaldın basından ne geşti ne cep iştin dep soragan Kutluşa;

Ertegi ertek ekende,börtegi börtek ekende.Suv canıp balık küygende,kumurska biyday şalıp şiren üygende.Sokur akay mıltıkman koyan öltürgende,topal bike sır cuvurup cürgende, yene şimdikinde bolganday carlıdın balası may tilep,barlıdın balası ay tilegen vakıtlarda at’man koy asrap onlardı semirtip satıp geşingen bir avul bar eken.Bu avuldun koyları atları köp bolgan üşün özleri cerlesip bir cerde oturmay kayerde aruv ot bolsa anda konup köşüp cüredi ekenler.Kış bolsa oy’da cıllı cerlerge ketip kiyiz üylerin kurar, caz bolsa caylav’ga şıgıp balaban bir tavdın cabaytına kelip yene kiyiz üylerdi kurup ayvanların bağadı ekenler.Bu avulda yaşagan cas kızlar güzel bolsalarda bulardan; canı tuvgan ayday kaşları,botaga usagan patlak kara közleri,ıncıday ak tisleri,kuşakka sıymagan ökşesine şek uzun şaşları bolgan güzelmi güzel Aybike degen bir kız bareken.Aybike’ge o avuldun caslarındın tutası aşık ekenler.Aybike’de inisi,sinisi,karındası,apte’si bolmay bir üydün bir kızı eken.O kış oy’ga köşüp ketkende atası avurup anyaka köşken, abasıda avurgan ama marazlıda bolsa malların karamaga kisi bolmay avuldun tutasıda tavdın kasına caylavga köşken üşün olarda köşüp kelip kiyiz üylerin kurup cerleskenler.

Köşüp cabaytına cerlesken tavdın derenliklerindin işinden şıkkan eki yağı car bolup bu carlardın ortasından şorlap akkan balaban bir suv bareken,suvdun şıkkan cerine taman ketilip barılmaganday bek köp tereklermen,kaskır ayuvday ayvanlarda bolgan üşün oyaka kimse ketmiydi eken.Bular cerleskende taga avalar cılınmay Aybike’din abasıda maraz bolgan, o kün Aybike kız abasına; -Avalar cılınmadı,sende tonasın, men tavga taman ketip kurugan otunlardan cıyıp akeliyim dep aytkanda abasıda: -Öz basına ketme balam,Aksakal ayuv bala kisi ne alıp kaşadı diydiler dep aytsada kızı tınlamay birşiy bolmaz dep şıgıp ketken.Bu balaban şorlap akkan suvdun üstünde köpür ne bolmağan üşün anyağına geşilmiydi eken.Aksakal ayuv degenleride suvdun anyağında cüredi eken.Bu aksakal ayuv degenlerin kimsedin körgeni cok bolsada,aytkanlarına köre aldı ayaklarıman bas beti kisige, arka ayakları ayuvga usap,er yağı tüklü,iynindin astında sakalday birşiyleri boladı eken. Onun üşün oga aksakal ayuv diydi ekenler. Aybike anyağına minyağına karap kasına birevlerdi şakırıp alıp aketirmen desede erkesler ayvanlardın artından ketkenler dep kimsedi tabalmağan.Öz basına tavga taman ketken ama tavdın işine suv boyundan ketkensaytın kıştın kününden kalıp irimegen

Page 17: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 17

-Tavdan kuru otun cıymağa şıktım ya biraz arıp terektin birevindin astına cantaygan edim yuklap kalganman, meni kelip aksakal ayuv köterip alıp kaştı akelip mına kobasına casırdı,kobasındın avzuna balaban kaya tayap şıkkan üşün kaşamadım onuman barabar kaldık sorada özüne bike etti.Ondan eki ulum boldu.Birevindin atın Aleliy,birevindin atında Baleliy dep atadım.Aksakal ayuv eki ulumdu alıp bal cıymağa ketti degende Kutluşa oga; -Endigi avulumuzga ketiyik dep aytkanda Aybike bir Koba’ga birde tavga karap biraz tüsüngen ama ketiyik bolgan.Ekevi belbevge tutunup caldap suvdun argı yağına geşip avulga barganlar.Avuldun kalkı cıyılgan,Aybike’de onun cokluğuna dayanalmay abasındın anyaka ketkenin tuyup köp cılagan.Olarga basından geşkenlerdi aytkan.Obadakı bikelermen akaylar cıyılıp Kutluşa’man Aybike’ge toy yasap üylendiriyik degenler.Onlargada makıl bolgan.Toy baslap şakırtuvlar kelip 4 kün toy yasaganlar.Kiyev kapalayık keşeside avuldun ortasına balaban ot cağıp tögeregine cıyılıp kızlarman caslar oynap kiyev kapalayıkta

kelindin tüsürülgen kiyiz üyüne cangeler barıp karasalar Aybike’din bolmaganın körüp karaganlar ya onun cok bolganın tuyganıman oyun nediy sesler tınganıman avuldun tav betinden bir aruv sesmen bir bikedin bozlav aytkanı tuyulup o cakka barıp karaganda Aybike’din bir ağaş kütügüne tavga taman oturup bir yaktan cılap bir yaktanda : AYNANAYIM ABAYIM,AYBİKE’M KAYDA DEP KETKEN MINA TAVDAKI KOBA,MAGA SARAY ÜYMEKEN ALALİY’MEN BALELİY ABAY ABAY DİYMEKEN AKSAKALLI KART AYUV,BİKEM KALAY DİYMEKEN Dep aytkatın körgenler. Bozlav pitkenson Aybike özü kiyiz üyüne kelip kirgen,Kutluşa’dıda kiyev etip kapaganlar. O künden son cazga tuvra avul caylavga kelgende caslarman kızlar balban ot cağıp tögereklesip bu bozlavdı aytıp oynar bolganlar.Balası bolgan cas kenşeklerde besik cırı etip aytkanlar.

Page 18: Nogayturkdergisi 2 sayi

R Ö P O R T A J --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Aziz ÖZİL – Erhan ÇAĞDAŞ- Burcu IŞIK

İlker POLAT – Erhan BAYAR

nogaytürk – 18

Hasan SAĞINDIK’ı tanıyabilir miyiz? 1963 Adana Ceyhan doğumluyum. Üniversiteye kadar Adana’da okudum. Sonra 9 Eylül Üniversitesi Maliye bölümünde son sınıfa kadar okudum. YÖK kanunları gereği son sınıfta ilişkimiz kesildi. Daha sonra okulu bitirmeye hak kazandı isem de devam etmedim. Bu yıllarda müzikle ilgilenmeye başladım. Türk halk müziği, Türk sanat müziği, yurt orkestrası solistliği gibi müzikle alakalı alanlarla ilgilendim. Fakat bu dönemde yaptığım müzikler beni çok tatmin etmedi. İlk aşamada kendi tarzımı oluşturmak amacında değildim ama yaptığım müziğin birçok insanı ilgilendirdiğini gördüm ve gelen albüm tekliflerini kabul ettim. İlk albüm Yusuf yüzlüler 1989 yılında çıktı. Beklentiyi karşılayacak bir çalışma oldu herhalde ki çok ciddi bir kabul gördü. Bende bunun üzerine peş peşe albümler çıkarmaya devam ettim. Evliyim, iki kızım var. Neden müziği tercih ettiniz? Aslında müziği tercih ettiğimi söyleyemem. Hayat anlayışımla ilgili “büyük kader” dediğim bir hadise var. Benim dışımda cereyan eden, beni yönlendiren cüzi iradenin dışında bir büyük külli irade var. Ben ticaret lisesi, üniversitede ise maliye okudum sonra sanatçı oldum. Böyle bir şeyin normal şartlarda olmaması lazım. Demek ki böyle bir alanda bir boşluk vardı ve birinin yapması gerekiyordu. Bu da biz olduk öyle diyelim. Günümüz müziğini nasıl yorumluyorsunuz? Dinleyicinin ilgi alanları değişti. Hedefsizlik çoğaldı. Dinleyici artık bir şey almak istemiyor. Popüler kültürün etkisiyle yaşamak istiyor. Benden bir şey talep edilmediği için şuan bir şey üretmiyorum. Dinleyiciden alamadığım elektrikten dolayı albüm yapmıyorum. Ama bu hep böyle gidecek anlamında değil. Eskiden yılda iki albüm yaptığımızda oldu ama şimdi bizim yaptığımız türe çok fazla ihtiyaçta kalmadı. Yani özgün denilen bu tarza dinleyicinin ihtiyacı kalmadı. Çünkü onu oluşturan şartlar ortadan kalktı. Bu sebeple bu müzik insanları etkilemez oldu.

Konsept dediğimiz hadise burada devreye giriyor. Popüler kültür insanımızı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Şöhret hayatınızda neleri değiştirdi? Hayat anlayışıma göre şöhret felakettir. Bunu kendime düstur edindim. Başladığımızdan beri sıradan bir sanatçı imajı çizmemeye çalıştım. İnsanlarla kardeş, arkadaş, dost olmaya çalıştım sürekli. İnsanlar sanatçıları farklı yere koyuyor aslında. Onlardan tek farkımız vardı biz eser yapıyorduk. Ben üzerimde taşıdığım misyonu yerine getirdiğimi düşünüyorum. Sanatçı olmam sorumluluğu da beraberinde getirdi. Bu olay benim davranışlarıma sirayet ediyorsa, günlük hayatımı etkiliyorsa, insanlarla olan diyalogumda ben taşıdığım misyonun gereği olarak sıradan bir insan gibi hareket edemiyorsam, oturup kalkmama dikkat ediyorsam bu taşıdığım sorumluluğun ve misyonun bir göstergesidir. İcra ettiğiniz müziğe “Asya sentez” diyorsunuz. Nedir Asya sentez? Albümlerimde sürekli küçük notlar düştüm Asya’ya dair. İlk albümde “Güzel Türkistan”ı söyledim. “Ağla Karanfil” tamamen Azerbaycan’a yönelik bir çalışmaydı. Şairi de Azerbaycanlıydı. Sadece bestesini ben yapmıştım. Sonra kendisi Özbek olan Sabir Karger’in “Anayurt” adlı eserini okudum. Pentatonik dediğimiz esas Türklerin dünyaya armağan ettiği müzik tarzıdır. Beş sesten oluşan bir müzik yapısıdır. Pentatonik müziğin caz versiyonunu da yaptım. Eserlerde sürekli o tınıları koklatmaya çalıştım. İnsanlara Asya’da at koşturuyormuş hissi yaşatmaya çalıştım. Asya enstrümanları ile batı enstrümanları arasında bir sentez oluşturmaya çalıştım. Asyalık kısmıyla yerli olmayı, ezgilerde sözlerde kültürü kullanmayı, oradan etkilenmeyi, sentez kısmıyla da dünyanın bugüne kadar oluşturduğu müzik kültüründen istifade etmeyi ifade etmeye çalışmıştım. Yaptığım müziğe “Asya sentez” dedim ama şuana kadar gerçekleştiremedim. Bunun için büyük desteğe ihtiyaç var. Bunu bireysel olarak yapamıyorsunuz. Büyük araştırma gerekiyor. Benimki bir fikirdi olması gerekeni söyledim. Bestelerinizde genellikle Abdurrahim Karakoç’u tercih ediyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Abdurrahim Karakoç yaşayan en büyük halk şairidir. Üzerine alternatif yoktur. Benim üniversite yıllarında ve sonrasında fikri yapımın gelişmesinde çok büyük etkileri olmuş bir şairdir. Şiirlerinin içindeki sadece bazı kelimeleri araştırsanız bir kütüphane dolusu bilgiye sahip olursunuz. Bu yüzden vazgeçilmezlerimden biri olmuştur. Vazgeçilmezlerimden bir diğeri de Bahattin Karakoç ki kendisi tasavvufi şiir alanında tam bir deryadır. Okumayı seviyor musunuz? Ne tür kitapları okursunuz? Bir zamana kadar tarih kitapları, bir zaman hep şiir kitapları okudum. Daha sonra hikâye, romandan ziyade temel kaynak eser diyebileceğimiz yapıdaki eserleri alarak lüzumsuz kitapları

Page 19: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk – 19

kaldırdım hayatımdan. Kendime ciddi bir külliyat oluşturdum. Yazarların her birinin kendi alanlarında ayrı ayrı tatları vardır. Şiirde Abdurrahim Karakoç’un tadı başkadır, Bahattin Karakoç’un tadı başkadır, Yunus Emreler, Mehmet Akifler Necip Fazıllar, belki anlasam Fuzuli’nin tadı başkadır. Kitaplarda bir ayrım yapmak çok kolay değil. Nogaylık hakkında düşünceleriniz nedir? Nogaylığı çiğ börek, göbeta ve Nogay çayı dışında çok fazla yaşamadık. Çocukluğumuzda yaşlılardan duyduğumuz konuşmanın dışında, yöremizde oynanan Çerkez oyunları dışında başka bir şey hatırlamıyorum. Fakat zaman içinde nereden geldiğimizi merak etmeye başladım ben. Bir Nogaylıktan bahsediliyordu ama sadece ismi vardı. Ben 25 yaşıma kadar soyadımın manasını bilmiyordum düşünün. Büyüklerimde bilmiyordu bunu. Ben bunu Türkistanlı bir subaydan öğrendim. Çok kızmıştı, iyide fırça atmıştı bana. Burhanettin Semerkant adı. Bana ‘senin adın ne’ dedi ‘Hasan’ dedim. ‘Soyadın ne’ dedi ‘Sağındık’ dedim. “Ne demek Sağındık” dedi. Bende cevap yok tabi. “Araştırmıyorsunuz, okumuyorsunuz, bilmiyorsunuz” dedi. ‘Özledik’ dedi soyadının manası. O gün yitik bir şeyimi bulmuş gibi oldum. Çünkü bunca senedir taşıdığımız soy isminin manasını bilmiyorduk. Sonra ben biraz daha araştırarak bir Kırgız sözlüğünde buldum sonunda. Orda da teyit ettikten sonra bizimkilere de söyledim: ‘Soy ismimizin manası budur’ dedim. Nogaylık hayatımda nogayçay, çiğ börek ve göbeta işte bundan ibaret. Bize anlatan olmadı. Sizin gibi dostlarla arkadaşlarla, oralardan gelen insanlarla görüşüyoruz. İnşallah zamanla daha iyi olur, güzel şeylere vesile olur. Dedelerimizin Ata topraklardan göç hikâyesini birde sizden dinleyebilir miyiz? Bize Nogaylık hiç anlatılmıyordu. Dedemden zorlayarak aldığım tek bilgi Kuban nehrinin kıyısından göç ettikleridir. Köyünüzün ismi neydi? Çakallıdere köyü. Ceyhan’ın tamamına yakını Tatarların kurduğu köylerden oluşur. Hatta Ceyhan’ın mahalle isimlerine bile yansımış bu. Büyük Kırım, Küçük Kırım, Mangıt gibi mahalle isimleri var. Ceyhan daha sonra doğudan uzun süre göç aldı. Şuan yarısına yakını doğudan gelenlerden oluşuyor artık. Ama kurucuları tamamen Nogaylar, Çerkezler ve Kırım Hanlığı içinden gelen insanlarımızdır. Bizimkiler Kuban Nehri’nin kıyısından gelmişler. O kadar yerin içinde Ceyhan nehrinin kıyısına yerleşmişler. Bu bölgeyi seçmelerinin nedeni: Kuban Nehri kıyılarına çok benzemesi. Sabantoy hakkında düşünceleriniz neler?

Ben hiç katılmadım. Amacın ne olduğunu çözemedim ama internetten izledim. Nogay olmayan sanatçılarında getirildiğini duydum. Bana biraz hedefsiz gibi geldi. Her işte hedef çok önemli. Çok eleştirmek için söylemiyorum ama amaç anlatılmalı, insanlar bilinçlendirilmeli. Neden yapıldığını insanlar bilmeli. Kültürün unutulmaya yüz tutmuş olması etkisini gösteriyor burada. Geleneği korumak, günümüzün sunduğu imkânları ona destekçi kılmak çok önemli. Gelenekler yaşatılmalı orda. Zaman, Nogayları kültür

olarak daha çok asimile etmiş böyle düşünüyorum. Bakın yan tarafta Özbek çadırı var, pavyonlarda çalınan müzikler çalınıyor. Yani böyle mi olmalı? Kültürümüzün canlandırılması adına neler yapılmalı sizce? Kültürün temellerinin hala Kırım’da Kafkasya’da yaşadığını varsayarsak oralara gidilebilir. Orda yaşanan kültür değerlendirilebilir. Turistik gibi başlayan daha sonra genişleyerek ekonomik yönü de olan ziyaretler karşılıklı yapılmalı. Sizin dergi ile oradaki bir dergi kardeş dergi ilan edilebilir. Buradan oraya, oradan buraya haberler götürülüp getirilebilir. Sonuç itibari ile diyalogu sağlamak zorundayız. Globalleşen dünyada bu gücü mutlaka sağlamak ve korumak zorundasınız. Güç olmadıkça birileri gelip üstümüze güç olacak. Nogay yemekleriyle aranız nasıldır? Eşim Nogay değil ama Nogay çayını yapmasını öğrendi, çok güzel yapıyor. Kendiside seviyor, çocuklarda içiyor. Dedem karışık şeyleri seviyordu. O, Nogay çayına karabiber, tereyağı hatta salçada katıyordu. Ben tereyağı, tahin ya da margarinle içiyorum. Yanında da mutlaka katlama olmalı. Katlama yağda kızaran hamurdan yapılan bir tat. Nogayca şarkı söylediniz mi eserlerinizde? Tarzıma uygun olmayan şiirleri pek besteleyemiyorum. Yani her Nogay şiirini besteleyemem. Ama bir gün mutlaka “Ey Güzel Kırım”ı okumayı istiyorum. Bir Nogay şiirini biraz kendime de uyarlayarak besteler ve okuyabilirim. Siz bana şiirleri ulaştırın bu vesileyle derneğinize hediye etmiş olalım. Son olarak biz gençlere tavsiyeleriniz neler? Yanlış yapmamak üzerine kurulu bir hayatı tercih ediyorum genelde. Bunu hayatımda bir düstur edindim kendime. Buna ister inanç, ister ahlak, ister prensip deyin, sonuçta günahlardan kaçmak şeklinde özetleyebileceğimiz, günlük hayatın içindeki lüzumsuz işlerden uzak durmayı amaç edinen bir anlayışım var benim. Ve bu şekilde çok mutlu ve huzurluyum. İnsanlar küçük şeylerle mutlu olmayı ve hedefsizlikten kaçınmayı bilmeli. Bizi kırmayarak vakit ayırıp buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederiz.

Page 20: Nogayturkdergisi 2 sayi

Y Ö R E L E R İ M İ Z ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Burak TAŞKIRAN Resimler : M. Melike ATAY – Kanime BULDUK

nogaytürk – 20

Boğazören; eski adıyla ‘Köstengil’ köyü Konya ilinin Kulu ilçesine bağlı bulunmaktadır. Köy 1850 – 60’lı yıllarda Rusya’dan göç eden Nogay Türkleri tarafından kurulmuştur. Köye ilk yerleşen ve kuran Temirbek Ata ve obasıdır. Köy eski yani KÖSTENGİL adını göç sırasında geçici olarak konakladıkları Romanya’nın KÖSTENCE şehrinden almış izlenimi veriyor. Aslında köy hakkındaki bilgilerin çoğu kulaktan

dolma olduğu için bazı kalıplar birbirine uygunluk göstermez. Köy yerleşim yeri olmadan önce bir bataklıktır. Köye yerleşen Nogay halkı bataklık halinde bulunan araziyi çeşme kanalları açmak ve söğüt ağaçları dikmek suretiyle kurutmuşlardır. Daha sonrasında ise köy yaşanılası bir yeşillik halini almıştır. Halen yer, yer bataklık izlerini taşımaktadır ve köyün ortası söğüt ağaçları ile doludur.

Page 21: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 21

Köyün hemen yanı başında bulunan Karacadağ eteklerinde Etiler’den kaldığı rivayet edilen bir mağara bulunmaktadır. Ayrıca köyün yanı başında bulunan gayrimüslimlere ait olduğu sanılan mezarlardaki sandukalardan zamanında bir takım kalıntılar çıkarılmıştır.(yüzük, bardak, taş oluklar vs.)Diğer tarafında ise eski ev kalıntıları olduğu rivayet edilen ufak bir tepecik vardır. Halk arasında Höyük olarak da bilinir. Bu tepenin 1 km ilerisinde; taşların diziliş düzeninden ve halkının söylediğinden anladığımız kadarıyla eski bir mezarlık bulunmaktadır. Yine Karacadağ tarafında bundan on yıl öncesine kadar dolu olan ve şimdi tamamen kurumuş küçük bir gölcük bulunmaktadır.(Kerpiç göl)Yine bu dağın eteklerinde yakın zamanlarda faaliyette bulunan ve köyün halkının bir kısmının geçim sağladığı küçüklü, büyüklü taş ocakları bulunmaktadır. Köy hemen hemen üç tarafı dağlarla çevrilidir. Kulu’nun diğer köyler ile ulaşım sağladığı bir yol üzerinde bulunmaktadır, bu da köye ulaşımı kolaylaştırmaktadır. Köy halkının çoğunun geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.

Köyde yetiştirilen başlıca tarım ürünleri; arpa, buğday, yulaf, fiğ, mercimek, nohut vs.dir. Nüfusu ise zamanla köyden kente göç hareketi ile çok kan kaybetmiştir. Bu yüzden köyde eğitim yoktur. Çocukların eğitimi ise komşu köylerde devam etmektedir. Köyde bir adet cami ve bir adet de muhtarlık binası bulunmaktadır. Köy Kulu ilçesine 17 km uzaklıktadır. Doğusunda Ağılbaşı (Mandıra) 5 km ile batısında Arşıncı 3 km ile, güneyinde Karacadağ 3 km ile, kuzeydoğusunda ise 2 km ile Yaraşlı köyleri bulunmaktadır. Köye, 1920’li yıllarda, Doğu ve Güneydoğu’dan Kürt aşiretlerine mensup aileler yerleştirilmiş. Bu aileler Nogay kültürüne adapte olmuşlar ve şu anda büyük çoğunluğu hiç Kürtçe bilmezler ama Nogay Türkçesini en az bizim kadar iyi konuşurlar. Kendilerini de bizden ayrı hissetmezler. Doğal olarak Nogaylar da onları aynı duygularla sever ve sayarlar. Köyde halen; Akay, Akyel, Arabacı, Bardakçı, Berkcan, Bulduk, Camcı, Canlı, Çelik, Çetiner, Çoban, Demir, Demirok, Dinç, Ergin, Güner, Gözaydın, Halıcı, Kara, Kayabaşı, Orhan, Ünal. Ünalan, Sertel, Taşkıran, Taşpınar, Tay, Tekçiftçi, Yıldırım, Yılmaz, Yorgancı, Yücekök aileleri yaşamaktadır.

Page 22: Nogayturkdergisi 2 sayi

S Ö Y L E Ş İ ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

nogaytürk – 22

Dernek neden kuruldu?

Nogaytürk Dergisinin yayınlanması için uzun bir istişare süreci geçti ve daha henüz yayın izni alınmadan derginin ilk sayısı bastırıldı. Yayın izni için en mantıklı çözüm bir dernek adına olmasıydı. Mevcut derneklerle görüşmeler sonucunda kendi derneğimizi kurmaya karar verdik ve Nogay Gençleri Derneği’ni kurduk. Derneğin kurulmasıyla ilk iş olarak derginin yayın izni çıkarıldı ve dergini dağıtımına başlandı.

Amaç sadece dergimiydi? Başka çalışmalarız olacak mı?

Nogay Forum üyeleri ile yapılan görüşmeler sonucunda kurulmuş olan derneğin çalışmalarının sadece dergi ile sınırlı kalmaması gerektiği kanaatine vardık. Çoğu üniversiteli yada mezunu olan genç arkadaşlarımızla birlikte Nogay gençlerinin okullarında eğitimlerine destek olmak amacıyla etütler hazırlama fikrini ortaya koyduk. Önümüzdeki eğitim döneminden itibaren yapılacak başvurular neticesinde tüm ilköğretim ve lise öğrencilerine hazırlayacağımız etütlerle okul derslerine yardımcı olacağız. İlerleyen günlerde kültürel faaliyetlerde düzenlemeyi planlıyoruz. Genç ve heyecanlı bir ekibe sahibiz. Bize destek olunduğu takdirde çok alanda hizmetler sunacağımızı bunda da başarılı olacağımızı düşünüyoruz. Ankara’da aynı amacı taşıyan üçüncü dernek oldunuz. Bu konudaki düşünceniz nedir? Bu konuda çeşitli eleştiriler aldık. Bir kesime göre yaptığımız ayrımcılık ve parçalanmaya sebep olmaktı. Derneklerin amacının birlik sağlamak olduğunu düşünüyordu. Bir kesime göre de daha önce yapılamamış olan Nogay gençlerini bir araya toplamayı başardığımız için ve daha önce yapılmayan dergi yayıncılığını yaptığımız için bize destek olanlarda oldu. Biz derneklerin asıl amacının birlik sağlamak konusunda hemfikiriz. Birlik sağlandığı takdirde daha güçleneceğimizi düşünüyoruz. O zaman muhakkak daha faydalı işler yapılacaktır. Bu konuda nasıl bir yol izleyeceğimizi ilerleyen günler gösterecek.

Derneğin gidişatı nasıl? Beklediğiniz ilgiyi gördünüz mü? Derneğin kurulmasında çok büyük bir beklentimiz yoktu. Asıl amaç belliydi. Fakat gençlerin kurmuş olduğu bu dernek genç arkadaşların ilgisini çekti ve heyecanlandırdı. Çoğu arkadaşımız ilk kez bir derneğe üye oldu. Bizde zamanla dernekçiliği öğrendik. Dernek çatısı altında neler yapılabilir bunların araştırması içine girdik. bir şeyler yapalım faydamız düşüncesi içine girdik. Zaman zaman sıkıntılar yaşayacağız elbet. Dernek merkezinin kirasını ödeyemediğimiz zamanlarda olacak. Daha öncede belirttiğim gibi bize destek olunduğu takdirde güzel işler başarabileceğimizi düşünüyoruz. Şu an yeterli üye sayısına ulaşmış bulunuyoruz. Akin, Kırkkuyu, Şeker, Köstengil, Karakura, Seyitahmetli yani her köyümüzü temsil eden bir üyemiz var dernekte. Diğer illerden de bize destek olanlar var. Balıkesir, Bursa, İstanbul, Konya, Eskişehir, Amasya, Adana gibi birçok ilden Nogaylarımız bizi ilerlediğimiz bu yolda desteklerini esirgemiyorlar. Biz tüm Nogay köylerindeki gençleri bir araya toplamayı başardık. Güzel arkadaşlıkların oluşmasına ortam sağladık. Yapılan çeşitli etkinliklerle bu dostluğu pekiştirdik. Piknikler düzenledik, şenliklere birlikte gittik, tanışma toplantıları düzenledik, şiir dinletileri düzenledik, halı saha maçları düzenledik. Kurmuş olduğumuz Nogay Forumda birçok arkadaşımız birbirlerini tanıdı, akrabalarını tanıdı. Birçok etkinlik yaparak tüm köyler arasındaki Nogay gençleri arasında bir köprü oluşturduk. Biz dernek kurarak ayrımcılık ya da parçalanma gibi bir duruş sergilemiyoruz. Buradan tüm Nogay gençlerine ve kendini genç hissedenlere sesleniyoruz. Derneğimize ya da Nogay Foruma üye olmak için vakit kaybetmeyin ve bu ortama sizde dahil olun. Hızla büyüyen bu platformda birlikte olalım, birlik olalım, güzel hizmetlere imzamızı atalım.

Bu bağlamda da büyüklerimize sesleniyoruz. Genciz, dinamiğiz ama destek olmazsa çok fazla yol alamayız. Heyecanımızın sürmesi, şevkimizin kırılmaması için maddi ve manevi desteklerinizi bekliyoruz.

Saygı ve Selamlarımla…

Büyüklerimize sesleniyoruz. Genciz, dinamiğiz ama destek olmazsa çok fazla yol alamayız. Heyecanımızın sürmesi, şevkimizin kırılmaması için maddi ve manevi desteklerinizi bekliyoruz.

Page 23: Nogayturkdergisi 2 sayi

T E K N O L O J İ Cemil AKDAĞ ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

nogaytürk - 23

Bu sayımızda cep telefonlarının tarihi gelişiminden bahsedeceğiz. Bu

başlıkta cep telefonlarının bir ihtiyaç haline gelmesinin sebeplerini, ilk

olarak piyasaya çıkan cep telefonlarının ve günümüzde kullanmakta

olduğumuz cep telefonlarının özellikleri arasındaki büyük uçurumu ve

bundan sonra cep telefonlarının geleceğinin ne olduğunu açıklamaya

çalışacağız.Zamanın çok hızlı bir şekilde geçtiği son 10 yılda insanlar

birbirleriyle sürekli iletişim halinde olma ihtiyacı hissetmektedirler. Her

zaman olduğu gibi yine insanoğlunun bir ihtiyacı dolayısıyla karşımıza

çıkan cep telefonları insanların birbirleriyle her an her yerde iletişim

kurabilmelerini sağlamaktadır. Adını ülkemizde “cep telefonu” olarak

tanımladığımız ama aslında “hücre telefonu (cell phone)” olarak

insanoğlunun beğenisine sunulan telefonlar piyasaya ilk çıktıklarında

sadece arabalarda kullanılabiliyordu. Çünkü bu telefonları taşımak için özel

çantalar gerekmekteydi. Çantaya ihtiyaç duymadan kullanılabilen ilk cep

telefonu Motorola firması tarafından 1985 yılında piyasaya sürülen

DynaTAC modelidir. McKinsey firması 1980’lerde piyasaya girdiği zaman

2000 yılına kadar 900.000 adet telefon satılacağını öngörüyordu. Şimdi ise

3 günde 900.000 telefon satılmaktadır. Motorola firmasının 1996 yılında

piyasaya sürdüğü ve StarTAC ismini verdiği telefon kapaklı ilk telefon

olma ve titreşime sahip olan telefon olma özelliğine sahiptir. 1998 yılında

satılan cep telefonu sayısı tüm dünyada satılan toplam araba ve bilgisayar

sayısından daha fazladır.

2000 yılında piyasa çıkan ve hemen herkesin kullandığı bir telefon olan

Nokia 3210 anteni dışarıda olmayan ve T9 klavyeye sahip olan ilk

telefondur. Bugünlerde cep telefonlarının artık olmazsa olmazları arasında

olan kamera özelliği ilk defa bundan 7 sene önce Japonya’da üretilen Sharp

J-SH04 model telefonda karşımıza çıkmıştır.Nokia firmasının 1 milyarıncı

olarak satılan telefon modeli bir 1100’dır. Gelişmekte olan ülkelerin

vatandaşları için toz – korumalı olarak tasarlanan bu telefondan şimdiye

kadar 200 milyon adet satılmıştır. Özellikle gençlerin çok kullandığı bir

özellik olan SMS servisi sayesinde dünya çapında 2000 yılında 17 milyar

kısa mesaj gönderilmiştir. Bu sayı 2001 yılında 250 milyar, 2004 yılında

500 milyar ve korkunç derecede hızlı bir artış göstererek 2007 yılında 1,9

trilyona ulaşmıştır. Nokia N95 modeli şimdiye kadar en çok özelliğe sahip

telefon olarak karşımıza çıkıyor; Wi-Fi, 3G, mp3 çalar, bluetooth, flash,

RSS, Java, 5MP kamera, internet, 8GB hafıza, GPS…Biraz da cep

telefonlarının teknik özelliklerinden bahsedelim. İlk olarak piyasaya

sürülen ve 1. nesil telefon olarak bilinen telefonların tek özelliği

evlerimizde ve iş yerlerimizde yaptığımız gibi “alo” demekti. Sabit

telefonlardan tek farkı taşınabilir olmasıydı. Daha sonra 2. nesil

telefonların çıkmasıyla artık tüm dünyada trilyonlarca defa kullanılan SMS

özelliği eklenmiş oldu. Bunlardan sonra cep telefonları sadece “alo” demek

veya SMS

göndermek için değil aynı zamanda veri alışverişini de sağlamak için

kullanılmaya başlandı. Günümüzde 2,5. nesil olarak da bilinen GPRS ve

EDGE teknolojileri cep telefonu üzerinden yüksek hızla internete

bağlanmayı ve veri gönderip almayı sağlamaktadır.

Şimdiye kadar bahsettiğimiz teknik özelliklere sahip telefonlar satışa

sunulmuş ve bu özellikleri gerçekleştirmek için gerekli olan altyapı tüm

dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızlı bir şekilde hazırlanmıştır. Ancak

3. nesil olarak bilinen teknolojiyi destekleyen bazı telefonlar ülkemizde

bulunsa da bazı “politik” nedenlerden dolayı bu teknoloji için gerekli

olan altyapı hazırlanamamıştır. Son 2 – 3 senedir ihalesinin yapılması

planlanan 3. nesil teknolojisi ülkemizde çok geç kalınmış bir teknoloji

olarak görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz Eylül ayında 3. nesil lisansları

için ihale açıldı ancak ülkemizdeki 3 operatörden sadece bir tanesi

ihaleye katıldı. İhaleye katılan operatör 321 milyon Euro teklif vererek

ihaleyi almıştır.3. neslin getirmiş olduğu bazı yeniliklerden bahsedecek

olursak;Yüksek hızda (2MB) internet erişimi ve yüksek hızda çoklu

ortam haberleşme desteği, Gelişmiş pil ömrü, Mevcut şebekelerle

birlikte çalışabilirlik, 2G’ye dolaşım sağlayabilme, Gelişmiş güvenlik

yöntemleri sayesinde mobil ticarete ortam sağlayabilme,Görüntülü

konuşmayı sağlayabilme,Medya haberciliği açısından çekilen video

görüntülerinin en hızlı bir şekilde haber merkezine

yetiştirilmesi…Türkiye olarak her ne kadar henüz 3. nesil teknolojileri

kullanmaya başlayamamış olsak da IEEE veya ITU gibi düzenleyici

kuruluşlar 4. nesil ve hatta 5. nesil teknolojilerin standartlarını

oluşturmuş ve yaygınlaştırılması için çalışmalara başlamıştır. 2010

yılında bazı ülkelerde kullanılmaya başlayacağı düşünülen teknolojinin

hızı dudak ısırtan cinsten. 1Gb internet bağlantı hızına sahip 4. nesil

teknolojisi ile saatte 60 km hızla giden bir aracın içinde bu teknolojiyi

destekleyen cep telefonu ile saniyede 100Mb veri transferi

gerçekleştirilebiliyor. İnanması zor gibi ancak bu yaklaşık olarak 1

dakikada bir film indirmek anlamına geliyor. Bakalım teknolojik

gelişmeler bizi daha ne kadar şaşırtmaya devam edecek…

Page 24: Nogayturkdergisi 2 sayi

M A K A L E ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ö. Hakan BENLİ

nogaytürk - 24

Çocuklar tüm toplumların bekasıdır. Toplumların sağlıklı bir şekilde devamının sağlanabilmesi için çocukların dini, milli, ahlaki ve kültürel duygularla yetiştirilmesi elzemdir. Çocukların yetiştirilmesi ve terbiyesi için sadece ailenin, sosyal çevrenin, toplumun ve eğitim kurumlarının katkısı yeterli değildir. Çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimlerinde oynadıkları oyunlar çok önemli bir yer tutar.

Çocuk oyunları sadece oyun olmaktan ibaret eğlence etkinlikleri değildir. Toplumların çocukları için ortaya çıkarmış olduğu her bir oyun ve oyun içerisinde geçerli olan kurallar silsilesi ve oyun içerisinde söylenilen maniler ve şarkılar aynı zamanda o toplumların birer yansıması niteliğindedir.

Çocukların oynadıkları oyunların bir kısmı kendi ebeveynleri tarafından öğretilen oyunlardan olduğu gibi; bir kısmı da, çocukların ebeveynlerini veya mensubu oldukları toplumun yaşayış biçimlerini taklit ederek o davranışları oyun olarak biçimlendirmelerinden oluşmuştur. Dolayısıyla her iki şekilde de oyunlar toplumun bir kesitidir. Her bir toplum kendi milli, dini, kültürel ve sosyal özelliklerini, gelenek ve göreneklerini; yaşadıkları coğrafi konuma, iklimsel özelliklerine, yaşam biçimlerine ve hatta yeme içme kültürlerine harmanlayarak çocuklar için en uygun olan oyunları hayata geçirmişlerdir. Bu oyunlar kimi yerde çok sert ve ağır şartlara haizken kimi yerde daha naif ve kolay şartlar gerektirmektedir. Çocuk oyunlarındaki kurallar ve yaptırımlar çocuklar için hem bir eğlence ve vakit geçirme aracıdır hem de çocukları yaşadıkları coğrafyanın koşullarına göre ve aynı zamanda bulundukları toplumun gelenek ve göreneklerine; milli ve dini yapılarına göre fiziksel ve zihinsel olarak geleceğe hazırlamakla mükelleftirler. Bir köy alanında, sokak içerisinde veya bir parkta oyun oynayan çocukları izleyerek hiç tanımadığınız bir toplum hakkında, o toplumun sosyal, kültürel, ahlaki ve dini yapısı hakkında gerçekçi ve nesnel fikir sahibi olabilirdiniz. Ne var ki günümüzde bu yargılara ulaşmak hiçte kolay değil. Gelişen bilgisayar ve internet teknolojisi sayesinde neredeyse tüm dünya çocuklarının müşterek olarak paylaştıkları oyunlar ön plandadır. Bu değişim nedeniyle hemen her kültürde çocukların oynamış olduğu oyunlar bu gün ya oynanmamakta ya da tamamen unutulmuş durumdadır.

Nogay toplumunun çocuklara yönelik ortaya çıkardığı oyunlar da, Nogayların sosyal, kültürel, ahlaki ve dini yapısı ile ilgili derin ipuçları içermektedir. Dergimizin bu sayısında bu konu üzerinde kısa değerlendirmelerde bulunacağım. Bu yazının tam metnini internet sitemde bulabilirsiniz. Oyunları anlatmadan bu oyunlar üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunmak mümkün değil. Bu nedenle elli veya altmış yıl kadar öncesine kadar çocuklar tarafından oynanan ama bugün unutulmuş olan veya oynanmayan oyunlardan birkaçını kısaca aktaralım. İlk oyunumuz; KULAKBURGAVUŞ: Oyunun adı Türkçe olarak kulak bükmedir. Adından da anlaşılabileceği gibi temelinde kişinin kulağını bükmek gerektiği için bu adı almıştır. Ne kadar zamandır oynandığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Oyuna yönelik herhangi bir mani veya tekerleme olduğuna dair bir kayıt da mevcut değil. Oyun açık alanda ve genellikle ilkbahar - yaz aylarında oynanmaktadır. Bu oyun da diğer birçok Nogay çocuk oyunu gibi yıllardır oynanmamaktadır. Dört veya daha fazla erkek çocuk tarafından oynanan bu oyunun kuralları ise şöyledir; Çocuklardan biri elinde tutmuş olduğu madeni parayı veya o günün şartlarında çocuklara göre değerli sayılabilecek herhangi bir küçük nesneyi ‘Kulakburgavuş’ diyerek uzağa fırlatarak oyunu başlatır. Oyuna iştirak eden çocuklar herkesten önce yere düşen nesneye ulaşarak o nesneyi mümkünse kimseye kaptırmadan ebenin başının üzerine koymağa çalışırlar. Oyunun kuralı bu kadar basit olmasına karşın oynanış biçimi oldukça serttir. Zira koşarak yerden nesneyi alan çocuk peşinden yetişen diğer çocuklara karşı o nesneyi savunmak durumundadır. Rakibin elindeki nesneyi almak için uygulanacak yaptırım ise nesneyi tutan çocuğun kulağını bükmeyi gerektirmektedir. Kulağını büktürmeden ebeye koşmaya çalışan çocuk diğer rakipleri bertaraf etmek için hepsinden daha hızlı ve kıvrak hareket etmek zorundadır. Rakiplerinden birine yakalandığında bir ya da bir kaçı tarafından kulağı büküleceği için elindeki nesneyi bırakmak zorunda kalacaktır. Yere düşen nesneyi alan bir diğer çocukta aynı yaptırıma maruz kalacaktır. Oyun ta ki içlerinden birinin rakiplerinden sıyrılarak o nesneyi ebenin başı üzerine koyabilmesi ile son bulur. Oyunu kazanan kişi aynı zamanda ödül olarak o nesneye de sahip olmaktadır.

Page 25: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 25

Oyunun sert olan yapısı ve güç sarf edilerek oynanan bir oyun olması nedeniyle sadece erkek çocukları tarafından oynanmaktaydı. Bu oyun Seyitahmetli ve Boğazören Köyü civarında en az elli yıldır oynanmamaktadır. Oyunda geçerli olan sertlik bazen şiddete dayanma noktasına gelmektedir. Bu tarz sertlik derecesi yüksek olan oyunlarda oyuncuların güçlü olmasının sağlanmasının yanı sıra gücünü kontrol edebilme yeteneğini de kazandırmaktadır. Göçebe ve göçebe yaşamdan yerleşik düzene geçen toplumlarda güç en önemi hayatta kalma faktörüdür. Kendini savunabilme, gerektiğinde saldırabilme yeteneğinin olması kaçınılmazdır. Bu oyunlarda bunu görebilmekteyiz. Çocuğun rakibinden sıyrılmaya çalışması, hem saldırı hem savunma pozisyonunda olması ve dikkatini çevresindeki rakiplerine yoğunlaştırması onun savaşçı kişiliğini kazanabilmesini gerektirmektedir. Kondisyon gerektiren ve güç sarf etmesi gereken bu oyunda çocuk bunlara sahip olmaktadır. Bu tür oyunların hemen hepsinde olduğu gibi bu oyunda da çocuk kendi benliğini benmerkezci seviyede tutmaktadır. Nogayların yaşadıkları coğrafyalardaki sert ve acımasız yaşam koşulları ister istemez çocuklarının bazı oyunlarında da kendini göstermektedir. Kısaca değinmek istediğimiz bir diğer oyunumuz; AKSÜYEK: Genellikle yaz aylarında ve akşam karanlığında ay ışığında oynanan oyunlardan biridir. Oyunun Türkçe ismi Beyaz Kemiktir. Nogayca Assık kemiği olarak tabir edilen ve koyunun ayak kemiği ile oynanan bir oyundur. Günümüzde altmış beş, yetmiş yaşında olan kişilerin çocukluklarında bile oynamadıkları, unutulmuş olan bir oyundur. Aksüyek oyununda kullanılan bir mani ya da söz yoktur. En az dört erkek çocuğu tarafından oynanmaktadır. Oyun ebenin elindeki kemiği, yanında bulundukları bir yapının üzerinden diğer tarafa atması ile başlar. Yapının üzerinden diğer tarafa düşen süyeki – kemik - bulmak için çocuklar koşarak aramaya başlarlar. Süyeki bulan oyuncu diğer oyunculara yakalanmadan ebeye ulaştırabilmek için koşmak zorundadır. Rakipleri tarafından yakalandığında sırtına çıkılarak ve elinden zorla alınarak, süyek el değiştirir. Bu kez süyeki alan oyuncu rakiplerinden sıyrılarak ebeye ulaşmaya çalışır. Süyeki ebeye ulaştıran kişi, süyeki atma

hakkına sahip olan yeni ebe olmaktadır. Oyun bu döngü içerisinde devam etmektedir. Süyek oyunu da Kulakburgavuş gibi basit kurallara tabii olmasına karşın içerik olarak kondisyona dayalı bir oyundur. Bu oyunda da güç en önemli faktörlerden birisidir. Güç, hız, dikkat, hareket kabiliyeti, gece ve gündüz çevreye uyum sağlayabilme becerisi ve diğer faktörler çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimine katkı sağlayan unsurlardır. Nogay çocuk oyunlarının unutulmaması, unutulanların yeniden hatırlanarak oynanabilmesi ve yaşatılabilmesi için bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Nogaytürk Dergisi’nin 3. sayısında diğer Nogay çocuk oyunlarına da değineceğiz. Görüşmek dileğiyle esen kalın.

Bir köy alanında, sokak içerisinde veya bir parkta oyun oynayan çocukları izleyerek hiç tanımadığınız bir toplum hakkında, o toplumun sosyal, kültürel, ahlaki ve dini yapısı hakkında gerçekçi ve nesnel fikir sahibi olabilirdiniz. Ne var ki günümüzde bu yargılara ulaşmak hiçte kolay değil.

Page 26: Nogayturkdergisi 2 sayi

B İ L G İ - T A R I M Burcu IŞIK – Zir. Yük. Müh.

nogaytürk – 26

SİLAJIN FAYDALARI Silaj yemi, kış beslenmesini güvence altına

alması ve kaba yeşil yem sorununa çözüm getirmesi açısından çok önemlidir.

Silaj çok ucuz bir yemdir. Karma yem maliyetini % 50-60 oranında azaltır.

Silaj açılmadıkça uzun süre (2 yıl) bozulmadan saklanabilir.

Yeşil otlar kurutulduğunda besin kaybına uğrar. Oysa silajda besin kaybı çok azdır.

Kuru ot gibi yangın tehlikesi yoktur. Kurutulup saklamaya göre daha az yer kaplar. 1

m2’ de 600-1000 KG yem depolanabilir. Hayvanların iştahını açar. Et ve süt verimini artırır. Silajla beslenen hayvanların tüyleri parlak ve

gözleri canlı olur.

Yabancı ot tohumları silaj içerisinde ölür. Gübreyle tekrar tarlaya taşınmadığından yabancı ot kontrolü de yapılmış olur.

Kurutulduğu zaman sertleşerek hayvanların yiyemediği bir çok bitki, silaj yapıldığında hayvanlar tarafından iştahla yenilir.

Yeşil olarak yedirildiğinde zararlı etkilere sahip olan bazı bitkiler, silaj yapıldığında zararlı olmazlar.

SİLO YERİNİN SEÇİMİ :

a- Silo yeri, mümkün olduğunca hayvan barınaklarına yakın bir yerde olmalıdır. b- İşletmenin gelişmesine uygun bir yerde olmalıdır. c- Silo suyunun tahliyesinin kolaylığı için doğal eğimli ve verimsiz alanlar kullanılmalıdır. d- Süt yabancı kokulara karşı duyarlı olduğundan silo yeri doğrudan barınağa bağlantılı olmamalıdır. SİLAJ İÇİN HASAT ZAMANI : Silajı yapılacak bitki, yem kalitesinin, silolanma yeteneği ve en yüksek verimin sağlandığı zamanda hasat edilmelidir. Örneğin, mısır silajı için en uygun zaman, danelerin süt olumunu tamamlayıp, hamur olumu devresindeki hasatıdır. Bu devrede, bitkideki kuru madde oranının yükselmesiyle birlikte (%30-35) silolanma yeteneği artar. Fiziksel gelişimini tamamladığından en yüksek verime ulaşılır ve bitkideki besin maddeleri istenilen seviyede olduğundan silajın yem kalitesi yüksektir.

HASAT VE SİLOLAMA : Silaj hasadına gelen bitkiler, tek veya çift sıralı silaj makineleriyle hasat edilir. Silaj makinesi ile parçalanan mısırlar vakit kaybetmeden silo çukuruna götürülmelidir. Silo yerine getirilen mısırlar, 10-15 cm sap ve saman serilen zemin üzerine tabakalar halinde yayılır ve traktör v.b. ile çiğneme yapılır. Sıkıştırma işleminin muntazam olarak yapılması gerekmektedir. Böylelikle siloda hava oranı en aza indirilerek, fermantasyonun(mayalanmanın) sağlıklı olması sağlanır. Sıkıştırma sırasında ne kadar özen gösterilir ise, silajın kalitesi de o oranda artar. SİLAJIN ÖRTÜLMESİ : İyice sıkıştırılarak, muntazam bir yığın haline getirilen silaj, genelde 0.2 mm’den daha kalın, dayanıklı ve güneş ışınlarını geçirmeyen plastik örtü ile örtülür. Örtüm sırasında yem yığınının hava

Yeşil ve su bakımından zengin yemlerin havasız ortamda fermantasyona uğratılarak (ekşitilerek) saklanmasına silolama, bu işlem sonucu elde edilen yeme de silo yemi veya silaj denir. Silaj kısaca hayvan turşusu olarak da tanımlanır.

Page 27: Nogayturkdergisi 2 sayi

Belirtiler Muhtemel Nedeni

Silajda ısınma (50 °C'den fazla) Ürünün siloya doldurulmasında gecikme, silaja hava girmesi, nemin aşırı düşük olması, hasadı gecikmiş ürün, çok büyük parçalama, ürünün siloya iyi dağıtılmaması, iyi sıkıştırılmaması, açılan silajı yedirmede gecikme.

Mısır silajında kararmış daneler. Çok koyu renkte silaj veya tütün kokusu.

Aşırı ısınmadan kaynaklanan zararın belirtisi. Silaj kitlesinde fazla hava kalmasından kaynaklanır. Ayrıca aşırı nem içeriği, büyük parçalama veya iyi sıkıştırmamak.

Küflü silaj Küfle bulaşmış ürünün silolanması, ürünün siloya yavaş doldurulması, büyük parçalama, aşırı düşük nem ve iyi sıkıştırmamak, açılan silajı yedirmede gecikmek.

Mahsulünüz bol ve bereketli olsun...

nogaytürk – 27

ile temasta olan tüm yüzeyleri kapatılarak, plastik örtü gergin bir hale getirilir. Etekleri çeşitli şekillerde baskı altına alınarak yem yığını hava girişi olmayan bir paket haline getirilir. Örtü üzerine baskı materyali konmadan önce sap saman tabakası serilmesi veya herhangi bir ucuz örtü malzemesi kullanımı önerilir. Böylece plastik örtünün güneş, rüzgâr, v.b. hava koşulları ile zarar görüp yırtılması engellenmiş olur. Sağlıklı şekilde örtülen yem yığını, yağmur, kar, dolu v.b. hava olaylarına karşı denetim altında tutulmalı, örtüdeki tahribat ve bozulmalarda derhal müdahale edilmelidir. SİLONUN AÇILMASI

Silonun açılması için olgunlaşmasını tamamlamış olması gerekir. Olgunlaşma süresi en az 45 gündür. Bu süreden sonra açılarak hayvanlara yedirilmelidir. Silo açılmadan, iyi bir silo 2 seneye kadar bekletilebilir. Çok uygun ortamlarda 5 seneye kadar bozulmadan bekletildiği belirtilmektedir.

sonra günlük olarak bu miktar silaj alınır. Üzeri naylonla tekrar örtülür. Silaj alınan yüzeyin ıslak çuvalla örtüldükten sonra naylonla kapatılması tavsiye edilir. Bu işleme silaj bitimine kadar devam edilir. Silodan 2 günlük ihtiyaçtan fazla yem çıkarılmamalıdır. Çünkü silaj 2 günden fazla açıkta tutulursa kararır ve bozulur. Silaj mümkünse dikine kesilerek dilimler halinde alınmalıdır. Silo yemi pis kokulu, küflü, koyu kahverenginde ise hayvanlara asla yedirilmemelidir.

Page 28: Nogayturkdergisi 2 sayi

D İ N İ

Dilek Dinçer BAYAR.

EY ALLAH’ IN KULLARI KARDEŞ OLUN !... ( Buhari,Müslim )

nogaytürk - 28

İnsanlarla olan ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçirmemiz gerekiyor. İslam kardeşliği deyince ve bu konuda konuşurken mangalda kül bırakmıyoruz. Ama birinci ilişkilerimize baktığımızda ne kadar zayıf olduğumuzu fark ediyor muyuz? Ayetler, hadisler, güzel anlamlı sözler maillerde, mesajlarda, mektuplarda ve dilimizde dolaşıp duruyor. Peki davranışlarımıza bu yansıyor mu? Evimizde ve dışarıda nasıl bir müslümanız?

Günümüzde öyle garip insanlar yetişiyor ki!.. Ve gittikçe garipleşiyoruz. Biliyoruz, çok okuyoruz. Bilgi ağırlığından! miskin miskin etrafta dolaşıyoruz. Sağ elimizin mause ve cep telefonun arasında gidip geldiği bir iletişim işte… Bir şey sorunca “hah!” hesabı bir cevap.

Kendi davranışlarımızda reform oluşturmadıkça ilişkilerimizi güçlü tutamayacağımızı anlamamız gerekiyor. İlişkilerimizi daha sağlam tutabilmek için Allahu Teala ile aramızdaki bağı güçlü tutmalıyız. Onun her şeyi işittiğini, gördüğünü bilerek davranışlarımızda dikkatli ve ölçülü olmalıyız. Allah’a karşı sorumlu olmak diğer davranışlarımızı da etkileyecektir. Dolayısıyla her amelimiz Allah için olmalı… Onun rızasını kazanmak için çalışmalıyız. Benliğimizi ortaya atarsak kendimize yapılan en ufak bir hatayı unutmayıp kin tutacağız ve insanlarla olan bağımız kısa zamanda kopacaktır. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hanginizin daha iyi davranacağını belirlemek üzere hayatı da, ölümü de yaratan Allahu Teala’dır” (Şura, 9) Sosyal bir varlık olan insan topluluk içerisinde yaşamaya zorunludur. Bu topluluk içerisinde bir takım sorunlar, sıkıntılar olabilir. Bunları fazla büyütmeden dargınlığa yol açmamalıyız. İnsan bir anlık öfkeye kapılıp hata da edebilir. Hatalar bizim için… Rabbimiz şirkten başka pek çok günahı affederken bizim barışmakta inat etmemiz yakışır mı? İlk konuşan, barışan biz olmalıyız. “…en hayırlı olan ilk selam verendir” (Buhari) diye buyuruyor peygamberimiz. “Suizandan sakınınız. Çünkü suizan en yalan sözdür. İnsanların kusurlarını araştırmayınız. Tecessüs etmeyin. Birbirinizle çekişmeyin. Birbirinizle haset etmeyin. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun.” (Buhari, Müslim)

Müslümanın kardeşine yapacağı hayır; merhamet, sevgi, sıcak bir tebessüm, yardım olmalıdır. Kendisine yapılmasını istemediği bir davranışı da o da başkasına yapmamalı, hoşgörü beklerken de kendi hoşgörüsünü de esirgememelidir. Kusur araştıran değil, kusur örten olmalıyız. Küfr, zina, içki, kumar bunlar bilinen büyük günahlardan… Peki müslümanın müslümana yaptığı günahlar… Topluluk içerisinde kardeşinin kusurlarını bir bir dökmekte ne oluyor? Ne kadar da iştahlıyız! bu konularda… Çekememezlik, kıskançlık, hasetlik bunlar insanın benliğini doldurmamalı veyahut bu duyguları fazla beslememeli… “Kardeşinle tartışma, onunla aşırı şaka yapma. Ona söz verip de sözünden cayma” (Buhari) İlişkilerde fazla aşırıya gitmeden kişiyi alçaltan, yeren şakalar yapılmamalıdır. Onu incitecek, gönlünü kıracak hareketlerden kaçınmalıyız. Her fırsatta karşı tarafa şaka okları fırlatırsak bir gün yüreğini yaralayabiliriz. Müslüman, Müslüman kardeşine yardımda cömert olmalı… Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah’ta o kişinin ihtiyacını giderir. “Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine başkasını verir.” (Sebe, 39) Günümüz insanı infak deyince de tırısı veriyor. Hayrı sadece zenginlerin yapacağını sanıyor. Sadaka için illa ki çok malın, mülkün olması gerekmiyor. İnsanın gönlü zengin olduktan sonra yarım hurmayla da olsa ateşten korunur. Ne hayır yapılmışsa ihtiyaç sahibinden önce Allah’a ulaşır. Niyetler halis olduktan sonra Müslüman imkanı ölçüsünde yapacak bir hayır bulur. Misafire ikram, hayır işlerinde çalışmak, yaşlı kişilere yardımcı olmak, yoldan eziyet veren şeyi kaldırıp atmak, tebessüm etmek… “Her iyilik sadakadır” (Buhari) diye buyuruyor Rasülullah (SAV) Bir Müslüman insanlarla ilişkilerinde dengeyi iyi kurmalıdır. Bir kısmına iyi davranıp bir kısmına kötü davranması uygun olmaz. Kişi yakınlarına karşı da ilgisiz değildir. Onların ihtiyaçlarını da gözetir. Gönüllerini alıp hal ve hatırlarını sorar. “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne ve babaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere yardım edin.” (nisa, 36)

Page 29: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk - 29

Baktığımız zaman anne babaya itaat, Alah’a itaatten hemen sonraya alınmıştır. Müslümanın bu sıralamaya dikkat etmesi gerekiyor. Allah’a isyan dışında kişi anne babasına itaat etmeli… Onlara karşı nazik, alçakgönüllü ve yumuşak olmalıdır. Anne babaya itaat Allah’a itaat demektir. “Kim rızkının bol verilmesini ve ecelinin geciktirilmesini (ömrünün uzun olmasını istiyorsa) akrabasıyla bağlarını koparmasın.” (Buhari-Müslim) Son zamanlarda akrabalık ilişkileri de gittikçe zayıflamakta… Hısımlar hasım olmuş sanki. Kardeşler arasında mal yüzünden çıkan kavgalar… Birbirlerine sırt çevirmeler. Rasulullah (SAV) şöyle buyuruyor: “İçlerinde akrabalık bağlarını koparan biri bulunan topluluğa rahmet inmez.” (Beyhaki) Küskünlükler, dargınlıklar varken nasıl oluyor da ellerimizi semaya kaldırabiliyoruz. Taberani, A’meş’ten (r.a) şöyle buyuruyor: “İbni Mesut (ra), sabah namazından sonra bir halka içinde dedi ki: Allah için, akraba bağını koparmış biri varsa kalksın. Çünkü biz Rabbimize dua etmek istiyoruz. Semanın kapıları ise, akrabalık bağlarını koparan kimseye kapalıdır.” İnsana barışmaya engel olan nedenlerden biri de gururdur. Affetmek kişinin nefsine hoş gelmez. Karşı taraftan bekler ilk adımı… Yaptığı bütün fedakarlıklar, iyiliklere karşılık akrabasından umduğunu alamaması hayal kırıklığına neden olacaktır. Tabii bu da kişinin hayrı Allah’tan değil karşı taraftan beklemesinin yanlışı… “Akrabaya karşılık bekleyerek iyilik eden, iyilik etmiş olmaz. Asıl iyilik eden akrabası kendisini terk etse de akrabalık bağını koparmayandır.” (Buhari) “Ben zamanında ona şunu yapmıştım, ne yaptım ne buldum” gibi yakınmalar da hoş olmasa gerek. Çünkü sevabın azalmasına neden olacaktır. Boşa kürek çekmiş gibi kişi kendi ağzıyla iyiliklerinin değerini düşürecektir. Karşılığını Allah’tan bekleyerek yapılan iyilikler her zaman bereketlidir, kazançlıdır. Hem bu aradaki husumetleri, kırgınlıkları kaldıracak insanın yüreğini ferahlatacaktır. “İkisinden birinin işlediği ilk günah sebebiyle birbirinden ayrılan iki kişi birbirlerini Allah rızası için sevmemiştir, demektir.” (Buhari) İnsanın önce kendi yakınlarını sevmeden bir başkasını nasıl seveceğini düşünemiyorum. Müslüman, dünyadaki bütün Müslümanlarla kardeştir. Birbirlerine karşı mal, zenginlik, şöhret, ırk, soy gibi üstünlükleri yoktur. Ancak takva yönünden birbirlerini geçebilirler. Hepimiz bir tarağın dişleri gibi eşitiz. Hepimiz kardeşiz.

Page 30: Nogayturkdergisi 2 sayi

S A Ğ L I K ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İnt. Dr. Cihangül SÜTBAŞ

nogaytürk – 30

Özellikle yaz aylarının gelmesiyle artan kene ısırığı vakalarının gündemde eskiye oranla bu kadar fazla yer kaplamasının nedeni: Bazı kenelerin taşıdığı ve insanlara bulaştığında Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) adı verilen hastalığa yol açan virüslerdir. Hastalık Asya, Afrika, Doğu Avrupa ve Orta Doğu’da tanımlanmış; Türkiye’de de Haziran 2002’de Tokat ilinden ölümcül seyreden benzer vakalar ihbar edilmiş; sonrasında bu vakaların KKKA olduğu tespit edilmiştir. 2002 yılında 150 kişi KKKA hastalığı tanısı ile tedavi almıştır. 2007 yılında bu rakam 717’ye ulaşmıştır. Ölümle sonuçlanan vaka sayısı 2007’de 33’tür. Kuzey yarımkürede nisan ve mayıs aylarında sıcaklık artışıyla birlikte keneler de aktive olmakta mayıs- eylül ayları arasında aktif olmaya devam etmektedirler. KKKA ilk olarak 1944-1945 yıllarında, II. Dünya Savaşı’nda Kırım’da görev yapan 200 Sovyet askerinde görülmüş ve Kırım Kanamalı Ateşi olarak tanımlanmıştır. Ayrıca 1956 yılında Kongo’da bir virüs tanımlanmış ve Kongo virüsü olarak anılmıştır. 1969 yılında bu iki hastalığın aynı olduğunun farkına varılmasıyla hastalık Kırım Kongo Kanamalı Ateşi olarak anılmaya başlanmıştır. KKKA’ne yol açan Nairovirüs adlı virüs, insanlara başlıca vektör olan Hyalomma cinsi keneler ile bulaşır. Günümüzde yaklaşık 850 tür kene belirlenmiştir; bunların 30 kadarının virüsü bulaştırdığı bilinmektedir. Keneler kan emerek beslenen canlılar oldukları için hemen hemen tüm yabani ve evcil hayvanların (inek, koyun, köpek, kuşlar vb) üzerinde bulunabilir ve bu

hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu şekilde insana geçip kan emmeye başlayan kene kan emişini tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Eğer kene KKKA virüsünü taşıyorsa virüs genellikle bu sıvı ile bulaşır. Kene ısırığında kene üzerine kolonya, kloroform, eter, gazyağı gibi maddelerin dökülmesi; keneyi elle çekip çıkarmaya çalışma gibi yanlış uygulamalar kenenin kusmasına yol açmakta bu sıvının daha erken ve bol miktarda bulaşmasına yol açmaktadır. Virüsün hayvanlarda hastalık yaptığına dair bulgu yoktur, çok sık görülmemekle birlikte virüsün bulaştığı hayvanların kan ve dokularına temasla da insanlara bulaş olabilmektedir. Etler pişirilerek yenildiği zaman hayvan virüs taşıyor olsa bile ısı ile virüs ölmekte, bu yolla bulaşma olmamaktadır. Ayrıca sağlık çalışanları da KKKA’lı hastaların tanı ve tedavisi sırasında virüsü hastanın kan ve vücut sıvılarıyla temas sonucu doğrudan alabilmektedir. Risk altında olan grup şu şekilde özetlenebilir: Tarım çalışanları, hayvancılık yapanlar(çiftlik çalışanları, çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, et ürünleri satan market işçileri), veterinerler ve hasta hayvan ile teması olanlar, endemik bölgelerde görev yapan sağlık personeli, askerler, kamp yapanlar, piknik yapanlar, deri fabrikası çalışanları. Hastalık belirtileri virüsü taşıyan kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takiben genellikle 1-3 günde ortaya çıkmaktadır; bu sure en fazla 13 gün olabilmektedir. Bu nedenle kene ısırığı vakalarının 13 gün boyunca takip edilmeleri gerekmektedir. KKKA gelişen hastalarda ateş, halsizlik, baş ağrısı, kas ağrıları, burun kanaması, gövde, kol ve bacaklarda kırmızı döküntüler, morarmalar, idrarda kan gelmesi sıklıkla

Page 31: Nogayturkdergisi 2 sayi

nogaytürk – 31

görülen bulgulardır. Günümüzde bu hastalığın destek tedavisi dışında uygulanan kesin tedavisi olmamakla birlikte aşı çalışmaları ve tedavi edici ilaç geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Bu nedenle kene ısırıklarından korunma ve kene ısırığına doğru yaklaşımın bilinmesi; kene tarafından ısırılan bireylerin uygun bir şekilde takip edilmesi hastalığın erken tanı ve tedavisinin yapılması açısından önemlidir. Kenelerden korunmak için alınabilecek önlemler şunlardır; 1. Kene sayısının azaltılmasına yönelik tedbirler: Kenelerin son konaklarının özellikle sığırlar basta olmak üzere çiftlik hayvanları olması dolayısıyla, bu hayvanlarda kene mücadelesi yapılması gerekir. Bu mücadelenin hayvancılıkla uğraşan vatandaşlara bırakılmadan, risk altındaki tüm bölgelerde kontrollü ve es zamanlı bir şekilde, kampanya tarzında yapılması önemlidir. Kene sayısını kontrol altına almak amacıyla çevreye yönelik geniş ilaçlama yapılması gerekli görülen bir uygulama değildir. Keneleri doğadan tamamen yok etmek de mümkün değildir. Ayrıca, yoğun ilaçlamaların doğal dengelerin bozulmasına ve yeni problemlerin ortaya çıkmasına yol açabileceği de unutulmamalıdır. Park ve mesire yerleri gibi dar alanlarda ise çok yoğun kene olması durumunda, çevreye ve halk sağlığına yönelik etkileri iyi bilinen insektisit ilaçların uzmanların kontrolünde yapılması faydalı olabilir.

2. Kişisel korunma tedbirleri: Kişisel korunma önlemleri KKKA riski olmasa bile, kenelerle bulaşabilen diğer hastalıklardan da korunmak için her zaman uygulanması gereken hususlardır. Kene riski olan yerlerde bulunulduğunda, vücudu tamamen örtecek giysiler giyilmeli ve açık renkli elbiseler tercih edilmelidir. Kenelerin vücuda girebileceği açıklıkların kapatılması önemlidir (Pantolon paçalarının çorap içine konulması, çizme giyilmesi vb.). Kırsal alanlara gidildiğinde vücudun açıkta kalan kısımlarına repellent olarak bilinen böcek kovucu maddelerin sürülmesi, kenelerin birkaç saat vücuda yaklaşmalarını engellemektedir. Ancak bu maddeleri kullanmadan önce gereğinden fazla veya yanlış kullanım sonucu gelişebilecek zehirlenme olaylarını engellemek açısından uzmanlardan yardım alınması önemlidir. Dış elbiselere, yıkamaya da dayanıklı olan, etki süresi uzun kene öldürücü ilaçlar (insektisit) sürülmesi etkili bir korunma aracı olabilmektedir.Vücut kene yönünden sık sık kontrol edilmeli, kene varsa pens veya cımbızla kene ezilmeden, başı koparılmadan çıkarılması için derhal en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Bu sürede keneyi öldürmek veya uzaklaştırmak amacıyla sigara basmak, kolonya, gazyağı veya başka bir kimyasal madde dökmek gibi yöntemler uygulanmamalıdır.. Kene çıkarıldıktan sonra ısırdığı yer alkol veya tentürdiyot sürülerek temizlenmelidir. Kene vücuttan ne kadar kısa sürede çıkarılırsa hastalık riski de o kadar azalmaktadır. Kene tarafından ısırılan bireyler hastalık bulguları yönünden 13-14 gün boyunca izlenmelidir. Kaynak;

1. www.kırımkongo.saglik.gov.tr 2. www.who.int 3. www.rshm.saglik.gov.tr 4. Ergönül Önder. Crimean-Congo haemorrhagic

fever. Lancet Infect Dis 2006;6:203-14

Page 32: Nogayturkdergisi 2 sayi

S A Ğ L I K ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dr. Kamil AKDAĞ /Bartın Dvl. Hst.

Kulak Brn.Boğ. Hast. Uzm.

nogaytürk – 32

Kulaklar ÇSD ye maruz kalma çocuklarda hem kulak enfeksiyonu sayısını hem de hastalık süresini arttırır. Solunan duman burun arkasını orta kulağa bağlıyan östaki borusunu tahriş eder. Bu orta kulaktaki basıncın eşitlenmesini bozan şişme ve tıkanıklığa ve sonuçta ağrı, sıvı birikimi ve enfeksiyona yol açar. Kulak enfeksiyonları çocuk işitme kayıplarının en sık sebebidir. İlaç tedavisine yanıt vermediğinde kulağa tüp takılması gerekir. Beyin Hamilelik sırasında ve sonrasında sigara içmiş annelerin çocuklarının sigara içmeyenlerin çocuklarına göre hiperaktivite gibi davranış bozuklukları olması daha olasıdır. Okul performansında ve entellektüel başarıda orta dereceli bir bozulma gösterilmiştir. Kullanılmış sigara dumanı kansere sebep olur. Çocuğunuzun gelişmesinde ÇSD’nin nasıl zarar verdiğini okudunuz ama ÇSD nedeniyle kanser gelişme riskinin, ev dışı kanser sebebi kirlilik nedenlerine göre yaklaşık 100. 000 kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz? ÇSD’nin her yıl 3. 000 den fazla sigara içmeyenin akciğer kanserinden ölmesine neden olduğunu biliyor muydunuz? Bu gerçekler herkes için oldukça alarm vericiyken çocuğunuzun kullanılmış sigara dumanına maruz kalmasını şimdi durdurabilirsiniz. Ne Yapabilirsiniz? Sigara içiyorsanız, bırakın. Gerekirse doktorunuza danışın. Bırakmanıza yardımcı olacak birçok farmakolojik ürün mevcuttur. Ev sakinlerinden içen varsa bırakmasına yardım edin. Eğer bırakamıyorlarsa onlar ve ziyaretçilerden evin dışında içmelerini rica edin. Arabanızda sigara içilmesine izin vermeyin. Çocuğunuzun okul ve kreş ortamlarının dumansız olduğundan emin olun. Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Vakfı'nın web sitesinden alıntılanmıştır.

Kullanılmış sigara dumanı, yanan bir sigaradan çıkan ve sigara içenin dışarı verdiği dumanın bir karışımıdır. Çevresel Sigara Dumanı (ÇSD) olarak da bilinir ve kendisine has kokusuyla kolaylıkla tanınır. ÇSD havayı kirletir ve elbiseler, perdeler ve mobilya üzerine siner. Çoğu kişi ÇSD yi nahoş, rahatsız edici ve gözleri ve burnu tahriş edici bulur. Daha önemlisi tehlikeli bir sağlık tehdididir. ÇSD içinde 4000’ in üzerinde farklı kimyasal madde tespit edilmiştir ve bunların en az 43 tanesi kansere sebep olur. Çevresel Sigara Dumanına Maruz Kalma Sık mıdır? Amerika Birleşik Devletlerinde yetişkinlerin yaklaşık %26 ‘sı sigara içicisidir ve beş yaş altındaki çocukların %50 si ila %67 si en az bir yetişkin sigara içicisinin oturduğu evlerde yaşamaktadırlar. Bu rakam ülkemizde daha fazladır. Kimler Risk Altında? ÇSD herkes için tehlikeli olmasına rağmen, ceninler, bebekler ve çocuklar üzerinde daha büyük bir etkisi vardır. Bu olay ÇSD'nin; akciğer, beyin gibi gelişmekte olan organlara zarar vermesiyle gerçekleşir. Etkileri Cenin ve yeni doğanda Anne, cenin ve plasentanın kan akımı, hamile her sigara içtiğinde değişir. Ne var ki uzun dönemde bu değişikliklerin sağlık üzerine olan etkileri bilinmemektir. Bazı çalışmalar hamilelik sırasında sigara içiminin yarık damak-dudak gibi doğumsal bozukluklara sebep olduğunu göstermiştir. Sigara içen anneler daha az süt üretir ve bebeklerin doğum ağırlığı daha düşüktür. Annelerin sigara içmesi 1 ay- 1 yaş arasındaki ölümlerin ana sebebi olan ani bebek ölümü sendromuyla ilişkilidir. Akciğer ve solunum yolları ÇSD ye maruz kalma tüm yaşlarda çocuk akciğer verimi ve fonksiyonunu bozar. Çocukluk astımının hem sıklığını hem de şiddetini arttırır. Kullanılmış sigara dumanı sinüzit, rinit (nezle), kistik fibroz, öksürük ve geniz akıntısı problemlerini alevlendirir. Çocuklarda soğuk algınlığı ve boğaz ağrısı sıklığını da arttırır. İki yaş altındaki çocuklarda ÇSD bronşit ve zatürre olasılığını arttırır. Gerçekten, ABD’de Çevre Koruma Ajansının 1992 deki bir çalışması, ÇSD’nin 18 ay altındaki çocuk ve bebeklerde her yıl 150. 000 ila 300. 000 alt solunum yolu enfeksiyonuna sebep olduğunu söylemektedir. Bu hastalıklar 15. 000 hastane yatışı ile sonuçlanıyor. Yarım paket ve daha fazla sigara içen ebeveynlerin çocuklarının solunum yolu hastalığı nedeniyle hastaneye yatma riski neredeyse iki katına çıkar.

Page 33: Nogayturkdergisi 2 sayi

G E N E L ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Esra ESGEN ( KISCIK )

nogaytürk – 33

Derken, NOGAYFORUM karanlığa bir başka mum daha yakmak için; bu güzel “NOGAYTÜRK” dergisi ile yola çıktı. Gerekli olan: Destek verip, bu sorumluluğu paylaşacak omuzlardır şimdi. Kimsenin desteğini esirgememesi ve bu hayırlı işinde katlanarak büyüyen hayırlara vesile olması dileği ile… Hakkınızı Helal Edin.

Başka bir şey arıyorken, bir tevafukla karıştım hayatlarına. Kendi haline bırakılmış bir forum. Tek hayat belirtisi bir gün öncesinin tarihi ile eklenmiş konular. Birkaç kişi var hep. Biri yazmış öteki teşekkür etmiş. Diğeri yazmış beriki tebrik etmiş. Koca forumu birkaç kişi diriltmeye çalışmakta. Hani bazen, inancını yitirirde herkes çekilir bir kenara. Ama birileri inatla bekler ya başında: Bir ihtimal ayağa kalkar diye. Öyle işte.. İçime dokundu bu yalnızlık ve hoşuma gitti o; neredeyse biraz daha inanılsa ele avuca gelecek olan umut. "Bende varım, sesime ses veren var mı?” dedim. Ertesi güne kalmadan geldi sıcacık hoşgeldinler. Birkaç kişi. Herkesin el etek çektiğinin, artık umudunu kestiğinin başında bitmeyen bir inat ve insanı sarıp sarmalayan bir umutla bekliyor. Yüklenmişler bir kere bu gayeyi; bırakmıyorlar. Diyorlar ki: “Gün gelecek, bu forum yüzlerce üyeye ulaşacak. Anavatandan gelenlerin, kalanlara göre daha sıkı bağlanması gerektiği öz'leri ile gençler bu forum aracılığıyla daha bir haşır neşir olacak. Kültürlerine dair bilmediklerini öğrenip, bildiklerini diğer Nogay kardeşleri ile paylaşıp; birlikte güzelliklere ulaşacak.” Ne büyük bir huzurun kapısını sonuna dek açar insana; hayırlı emellerin yolunda küçük de olsa bir katkıda bulunabilmek. Yahut büyük bir sorumluluğun yüklenildiği omuzların arasına kendi omzunu da ekleyerek, onlarla birlikte bir hayra ortak olup, emek vermek ne güzeldir. Üç idiler beş olduk. On olduk. Yüz olduk. Güzel şeyleri paylaşıp, hayırlı dualarımıza ortak ettik "göz nurumuzu". Belki görmeden bile suretlerimizi, bir ekmeği bölüşür gibi; çıkarsız, paylaştık tüm iyi bildiklerimizi. Ve büyüdük paylaştıkça. Bereketlendik. Sonra veda vakti geldi, yerde bulup ayağa kalkmasına direnmesine, hiç hesapsız emek harcadığımıza; göz nurumuza. Darıldık belki, ama hayatımızdan çıkarmadık. Bir annenin evladını söküp atamaması gibi, bırakamadık.

Page 34: Nogayturkdergisi 2 sayi

L E Z Z E T --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Emine ÇAĞDAŞ Resimler : M. Melike ATAY

NOGAY MUTFAĞI

Malzemeler: Hamuru için: 2 kilo un,1 yemek kaşığı tuz,maya,1 su bardağı süt veya yoğurt,aldığı kadar su,bir paket margarin yada tereyağı İç harcı için: 8-10 tane haşlanmış patates,bir büyük kuru soğan,1 yemek kaşığı salça,tuz,karabiber,pul biber,yarım su bardağı su

nogaytürk – 34

Tava böreği zevkinize göre patatesli,ıspanaklı,kıymalı,peynirli yapabilirsiniz.Örnek olarak patatesli tava böreğin tarifini vereceğiz.

Yapılışı: Önce unun içine maya,tuz,yoğurt veya süt konulur ve su yavaş yavaş konularak yoğrulur,kulak memesi kıvamına gelince beklemeye bırakılır.Hamur 1-2 saat bekletildikten sonra büyük bezeler ayrılır.Açılan bezelerin yarısı üste geleceğinden daha küçük olabilir.Bezeler büyükçe açılıp üstüne margarin yada tereyağı eriterek sürülür.Yağlanan hamur önce rulo haline getirilir sonrada içten dışa doğru sarılarak toplanır. Topladığımız hamurların alta gelecek olanlarını tepsi büyüklüğünde üste gelecek olanlarını biraz daha küçük bir şekilde açarız. İç harcı için haşlanmış patatesler ezilerek püre haline getirilip soğan ve salça ile kavrulur,baharatlar içine ilave edilip yarım su bardağı su katılıp karıştırılır ve söndürülür. Alta gelecek hamurlar tepsiye yayılır,üstüne hazırlanan iç konulur ve üste gelecek hamurla kapatılır.Alt ve üst hamurun kenarları birleştirilerek kapatılır,güzel kızarması için üstüne yumurta yada yoğurt sürülür.Üste gelen hamurun tam ortasına küçük bir delik açılır.Kızgın fırına sürülen börek kızarınca çıkarılır,kesilerek servis yapılır.

Page 35: Nogayturkdergisi 2 sayi

Ş İ İ R --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bülent AKINCI ( Calgız)

Öylece, yağmur altında, yapayalnız kalakalmıştım koca ovanın ortasında,

ne çamurdan adım atılıyordu, nede saklanacak bir saçak altı vardı...

İliklerime kadar işleyen yağmuru hatırlıyorum gök ve yerin arasında, şimşeklerin eşliğinde gök gürültüsü ve yağmurun toprakla dansı vardı...

Bana ait olmadığını bir tokat gibi yüzüme vuruyordu damlacıklar Bilmem hangi gündü,

Aylardan sendin, mevsim fırtınalar…

Zamansızca gidişine benziyordu; toprağı yırtan papatya… Hatırlıyorum, Gelişin de zamansızcaydı !

Uzayan zemheride, çatlayan dudaklara hapsolmuş duygularla… Daha o zaman başlamıştı papatya falı

Her yaprağını kopardığımda bir ömür gidiyordu farkında olmadan Ve her “seviyor” da ateşler fışkırıyordu içimden, dışarıdaki ayaza inat.

Kopardığımız yapraklardan geriye bir ben kaldım Seninse gidişin çırılçıplak…

Ben sana ömrümü vermiştim “zamansızım” Nerden bilebilirdim son yaprağın “sevmiyor” çıkacağını…

Bir şakaydı gelişin zemheride papatya… Ta içimi ısıtan Soğuk bir şaka…

Haziran 2008

nogaytürk – 35

Page 36: Nogayturkdergisi 2 sayi

S O N S Ö Z ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

NOGAYTÜRK DERGİSİ

SON SÖZ…

Derginin fikir olarak oluşmasına katkı sağlayanlara Forumda dergi için isim önerenlere

Derginin logosu için Forumda çalışmalar yapanlara Her fikri açık yüreklilikle eleştirip gerektiğinde destek olanlara

Derginin yayınlanması için defalarca toplanarak fikir alışverişinde bulunanlara Dergiyi yayınlayabilmek için her kapıyı çalanlara

Dergiyi basabilmek için ‘ Dernek’ kurulmasına katkı sağlayanlara Dergiyi basabilmek için ‘dernek kuranlara

Dergiyi basabilmek için ‘ dernek ‘ adına çalışmalar yapanlara Dergiye yazı yazarak gönderenlere

Dergi için röportaj yapanlara Dergi için resim ve karikatür hazırlayanlara

Dergi için reklam toplayanlara Dergi için reklam verenlere

Dergi için elinden geleni yapanlara Dergiyi bastırmak için çabalayıp uğraşanlara

Derginin bu okuduğunuz sayısını basabilmek için için tam bir yıl emek sarf edenlere Dergi için temsilci olmaya gönüllü olanlara

Derginin basılmasını sağlayanlara Derginin basımdan sonra dağıtımını yapanlara

Dergiyi tek tek elden ele ulaştıranlara Dergiyi okumak için para verenlere

Dergiyi okuyanlara Dergiyi okuyarak başkalarına verenlere Dergi için tanıtım çalışmaları yapanlara Dergi için İnternet sitesi hazırlayanlara

Dergi için aklımıza gelmeyen fedakarlıklara katlananlara Ve bir yıllık çalışmanın sonunda elinizde olan bu derginin kendisine

BİNLERCE KERE TEŞEKKÜRLER…

nogaytürk – 36