26
ÜÇ DERSTE HERMENÖT İ K PROF. DR. BURHANETT İ N TATAR

ÜÇ DERSTE HERMENÖTİK · 2020. 3. 25. · 9 « I. Ana Hatlarıya Hermenötiğin Tarihçesi Her ne kadar modern anlamıyla hermenötiğin tarih-çesi F. Schleiermacher ile başlasa

  • Upload
    others

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • ÜÇ DERSTE HERMENÖTİK

    PROF. DR. BURHANETTİN TATAR

  • İçindekiler

    I. BölümHermenötik Nedir?

    I. Ana Hatlarıya Hermenötiğin Tarihçesi ........................9II. Hermenötiği Tanımlama Çabaları .............................31

    II. BölümHermenötiğin İki Temel Kavramı

    I. Metin Kavramı ................................................................45II. Yorum Kavramı .............................................................67

    1. Dili Anlama .............................................................722. Yazarı anlama..........................................................733. Tarihsel ortamı anlama .........................................744. Yorum geleneğini anlama ....................................755. Pratik ortam ve kuralı anlama ............................766. Kendini anlama ......................................................76

  • III. BölümHermenötiğin Bazı Temel Sorunları

    I. Yazarın Niyeti Sorunu ...................................................79II. Yorumda Öznellik ve Nesnellik Sorunu ...................87III. Yöntem-Anlam İlişkisi Sorunu .................................97IV. Anlamanın Zamansallığı ve Tarihselliği Sorunu ..103

    Seçilmiş Kaynakça » .......................................................111

  • I. Bölüm

    Hermenötik Nedir?

  • 9 «

    I.

    Ana Hatlarıya Hermenötiğin Tarihçesi

    Her ne kadar modern anlamıyla hermenötiğin tarih-çesi F. Schleiermacher ile başlasa da, “hermenötik” kelimesi eski Yunan tanrısı Hermes ile irtibatlandırıl-dığı ve klasik Yunan felsefi eserlerinde ara sıra yerini aldığı için, bu tarihçeyi eski Yunan düşünce ve yorum geleneğinden hareketle ele alma çabaları da mevcut-tur. Ancak, Schleiermacher’ın evrensel hermenötik projesinin, hermenötiğin klasik kullanımların çok öte-sine giden önemli bir tarihsel dönüşüm teşkil ettiği ha-tırlanmalıdır. Çünkü klasik hermenötik tarihi anlam ve önemini, Schleiermacher ile birlikte başlayan mo-dern hermenötiğin tarihsel süreci içinde gittikçe fark-lılaşan bir görünüm içinde yeniden kazanmaktadır. Buna göre klasik hermenötik tarihi, bir bakıma ter-sinden okunan tarihtir.

    Hermenötik düşüncenin kendi kökenini, etimolojik benzerliğinden ötürü, eski Yunan mitolojik tanrısı olan Hermes’e geri götürmesi adet olmuştur. Bu mitolojiye

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 10

    göre, Hermes, tanrıların mesajlarını anladığı şekliyle in-sanlara aktarma, çevirme ve yorumlama görevini yerine getirmektedir. Tanrısal ve beşeri gibi birbirinden çok farklı iki anlam ve söylem düzeyi arasında durmakta oluşu, Hermes’in konumunun ne ölçüde hayati ve be-lirleyici olduğunu ima eder. O bir yönüyle her iki alan arasındaki farklılığın korunmasını sağladığı kadar, di-ğer yönüyle bu alanlar arasında sürekli bir kaynaşmayı da mümkün kılmaktadır. Buna göre Hermes, farklılık ve aynılık diyalektiğinin oluşumunu temsil etmektedir Diğer bir deyişle, o bir anlam düzeyinin diğeri içine tümüyle çekilerek kendi aynılık veya özdeşliğini yitir-mesine yol açmayacak şekilde farklılıkların korunarak birbirleriyle bir şekilde kaynaşmasını mümkün kılmak-tadır. Bu nedenle Hermes’in durduğu yer, deyim ye-rindeyse, “ayrımların eşiği”dir.

    Hermenötiğin bu mitolojik kökeninin yanı sıra onun eski tarihsel kullanımları da dikkat çekicidir. Bunlardan ilki Homer’in eserlerine rasyonel bir açıklama getirmek için oluşturulan alegorik gelenektir. İkincisi eski Yu-nan dinine ve kehanetlerine bu dini kültür içinde yo-rum getirme çabalarıdır. Üçüncüsü ise hermenötik ke-limesine yer veren bir takım felsefi eserlerin varlığıdır. Bunlar arasında en dikkat çekici olan Aristo’nun Peri Hermeneias (Yorum Üzerine) adlı eseridir. Ne var ki bu eser, bugün anlaşıldığı şekliyle “yorum” kavramını de-ğil, ifadelerin mantığını veya nesnelerin tabiatını yan-sıtacak şekilde özne ve yüklem ilişkisini sağlayan gra-mer yapısını ele alır. Jean Grondin, Plato’nun doğrudan

  • | Hermenötik Nedir? |

    11 «

    kendisine ait veya Plato’ya atıfla yazılan eserler üze-rindeki filolojik çalışmasında hermenötik kelimesinin “söylenen bir şeyi açıklama sanatı” olarak kullanıldı-ğını göstermeye çalışır. Burada söylenen şeyin doğru olarak anlaşılması asıldır; sözün kendisinin doğru ya da yanlış olup olmaması ayrı bir husustur.

    Ancak Plato’nun hermenötik ilgisi, onun doğrudan hermenötik kelimesini eserlerinde hangi anlamlarda kullandığından daha çok anlama olayı hakkında dil ve kavramlara yaklaşımında aranmalıdır. Bu bağlamda dikkat çekici tahlillerin bir kısmı H.G. Gadamer’in eserlerinde bulunabilir. Bu tahlillere göre Plato için motivasyonu, amacı, yöneldiği kitleleri, bağlamı kısa-cası “ruhunu” dikkate almaksızın anlaşılabilecek salt bir önerme yoktur. Dilin mantıksal inşası veya önerme mantığı noktasında en önemli adımı atan Aristo, aynı zamanda dili az önce andığımız kendi hayati bağlantı-larından bir anlamda uzaklaştırarak metafiziğe giden yolu daha açık hale getirmiştir. Oysa Plato için anla-şılacak şey söylenenden ziyade söylenen şey aracılı-ğıyla henüz “söylenmeyen” yani dilin hayati bağlantı-ları içinde kendini ele veren şeydir.

    Aristo’nun hermenötik ilgisi ise onun Peri Herme-neias adlı eserinden çok ahlakla ilgili düşüncelerinde bulunur. “Ahlaki iyi” sorusunu daha çok “insan açısın-dan iyi” sorusu olarak almakla Aristo, bilgiyi ‘olmakta olan’dan ayrılmayan, onun tarafından belirlenen ve onu belirleyen bir husus olarak görmektedir. Böylece ah-laki alanda anlama (fronesis) denen şey belli bir gelenek

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 12

    içinde ortaya çıkan, dinamik bir süreç olarak işleyen ve belli bir mantıksal önerme ve yöntem içinde tutuk-lanamayan faaliyettir. Burada asıl olan nokta, anlayan insanın anladığı şeyden bağımsız bir varlık olarak ka-lamaması ve kendisini daima belli bir aktüel ortamın aydınlığı içinde sorunlarla yüzleşmiş olarak bulması-dır. Sorunları yani içinde bulunduğumuz ortamın biz-den görülmesini istediği şeyi görme, basit bir fiziksel görme olayının çok ötesine giden bir anlama olayını (nous) gerektirir.

    Yorumlama çabası ve tarihi her dönemde kendine özgü denebilecek formlar kazanmış ve özellikle Orta Çağ’da kelami (teolojik) düşünmenin asli bir parçası haline gelmeye başlamıştır. 1546’da Trent Konsili ta-rafından tekrar vurgulandığı şekliyle kutsal metinleri anlama ve yorumlamada kilise otoritesi ile geleneğe dayanan Katolik düşüncesine karşı bir tepki olarak re-formistlerin ortaya çıkışı hermenötik tarihinde önemli adımların atılmasına yol açmıştır. Reformistlerin, kutsal metinlerin “kendi başlarına yeterliliği” tezini yani on-ların doğrudan anlaşılabilen ve çelişkiler arz etmeyen bir yapıya sahip olduğuna dair iddialarını doğrulamak için yoğun çaba sarf ettikleri görülmektedir. Bu bağ-lamda en dikkat çekici adımı, Clavis Scripturae Sacrae adlı eseriyle Protestan düşünür Matthias Flacius Illyri-cus atmıştır. Bu eserde Flacius’un ileri sürdüğü iki te-mel iddiadan biri şudur: Kutsal metinlerin doğru bir şekilde anlaşılamamış olması, kilisenin bu metinleri an-laşılabilir kılmak için harici bir yorum getirme hakkını

  • | Hermenötik Nedir? |

    13 «

    değil, sadece önceki yorumcuların eksik bilgiye ve ye-tersiz bir yorum anlayışına sahip olduklarını ima eder. İyi bir linguistik ve hermenötik hazırlık bu eksikliği gi-derebilir. Onun Luther ve Melanchton gibi reformist-lerin görüşlerine paralel bir diğer iddiası şudur: Kut-sal metinler, kendi içlerinde tutarlılık ve süreklilik arz etmektedirler. Bu durumda her bir cümle ya da pa-saj, bu metinlerin bütünlüğü açısından ele alınmalı ve açıklanmalıdır. Böylece Flacius gerçekte Katolik yo-rum geleneğinin kurallarının yerine, kabul görmesini istediği yeni kurallar getirmektedir.

    Reformistlerin yanı sıra filoloji, hukuk ve felsefe alanlarında ortaya çıkan gelişmeler hermenötiğin ta-rihsel dönüşümüne katkıda bulunmuştur. Burada be-lirtilmesi gereken önemli nokta şudur: Bu dönemlerde yorum anlayışı daha çok yorumlanan metinlerin veya metin türlerinin sınırlarıyla sınırlıdır. Bu sınırlı yorum tarzlarına, daha sonraki evrensel yorum tarzlarından (universal hermeneutics) ayırt edilmeleri için, “alan-sal hermenötik” (regional hermeneutics) adı veril-mektedir.

    Rönesans ile birlikte eski Yunan ve Roma dönemle-rine ait eserler üzerinde çalışma isteği uyanmıştır. Üni-versite ve akademilerde çalışan humanist düşünürler klasik metinlerin otantikliğini tespit etmek ve orijinal metne en yakın metinler üretebilmek için ars critica adını verdikleri filolojik eleştiri sanatını geliştirmişler-dir. Bu sanat daha sonra sistematik yorum teorileri-nin ortaya çıkışında rol oynadığı gibi, çeviri teorisinin

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 14

    zamanla yorum teorileri içine alınmasına da katkıda bulunmuştur.

    Friedrich Ast’ın filoloji alanındaki çalışması Gramer, Hermenötik ve Eleştirinin Temel Unsurları’na göre, filo-lojinin amacı edebi eserlerde aktarıldığı şekliyle antik ruhu (Geist) kavramaktır. Bunun için önce dili (gramer) bilmek zorunludur. Bunun yanı sıra antik dünyayı an-lamamıza ve bu dünya içinde yazılan eserleri açıklama-mıza imkan veren ilkelere ihtiyaç vardır. Hermenötik bu ilkeleri bize verecektir. Bu bağlamda Ast üç anlama tarzını ön plana çıkarır. 1) Antik döneme ait eserlerin konu ve içeriğine dair tarihsel anlama; 2) Bu eserlerin dili ve üslubuna dair gramatik anlama; 3) Bu dönemin ve onun içinde yaşamış bireyin kendi bütüncül ruhuna (Geist) dair manevi anlama. Özellikle bu üçüncü an-lama tarzı daha sonra Schleiermacher’da hermenötik daire (hermeneutic circle) kavramının gelişiminde bü-yük rol oynayacaktır. Ast’a göre “tüm anlama ve bilgi-nin temel ilkesi, özelde genelin ruhunu bulmak ve ge-nel aracılığıyla özeli kavramaktır.”

    Rönesans ile birlikte bilginlerin, Justinianus hukuk kodlarını irdeleme çabası özel bir hukuk hermenötiği-nin gelişmesine yol açmıştır. 1463’te Constantius Ro-gerius Kanunların Yorumu Üzerinde Bir İnceleme adlı eserinde merkezi Bologna’da bulunan yorum çabala-rının temel ilkelerini özetlemektedir. Bu çalışmasında o hukuk hermenötiğini “düzeltici”, “genişletici”, “sı-nırlayıcı” ve “beyan edici” şeklinde dörtlü bir ayı-rıma tabi tutar. Zamanla hukuk hermenötiği, filolojik

  • | Hermenötik Nedir? |

    15 «

    çalışmalardan etkilenmeye başlamıştır. Öyle ki za-manla bir çok hukuk hermenötikçisi gramatik yorum-lamayı hukuk hermenötiğinin temeli olarak kabul et-miştir. Kendisi bir hukukçu olan Thibaut, gramatik ve diğer hukuk yorum tarzları arasındaki ilişkiyi açıklar-ken, gramatik yorumun sadece bir hukuk kuralının za-hiri (literal) anlamını ortaya çıkarmak için tatbik edil-mesi gerektiğinden söz eder. Şayet bir kanun olağan dil kullanımı içinde anlaşılamazsa gramatik yorumun ötesine gidilir ve kanunun amacı ile kanun koyucunun niyeti dikkate alınır.

    Aydınlanma filozofları hermenötiği yoruma daya-nan tüm bilgi alanları için geçerli olacak genel ilke ve kurallara dayandırmak isteyince, hermenötik felsefe içine çekilmek durumunda kalmıştır. Böylece Schle-iermacher öncesi evrensel hermenötiğe doğru giden yol biraz daha aralanmıştır. 17. yüzyıl aydınlanma filo-zofları arasında özellikle Christian Wolff dogmatik ve tarihsel eserlerin yorumu sorunu üzerinde duran ya-zılarında bu iki tür metni birbirinden ayırt ederek ta-rihsel metinlerin tarihsel olayları açıklamadaki bütün-lüğü; dogmatik metinlerin ise ortaya konan kanıtlar, muhteva ve konu hakkındaki bilgi açısından eleştiriye tabi tutulması gerektiğini savunur. Tarihsel metinlerde açıklamanın bütünlüğü ise ancak yazarın niyetine göre açığa çıkarılabilir. Burada yazarın niyeti, daha sonra romantik düşünürlerin anladığı şekliyle yazarın birey-selliğine ve onun psikolojik niyetine gönderme yap-maz. Wolff, yazarın niyeti ile yazarın üretmek istediği

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 16

    eserin türünü amaçlar. Sözgelimi o niyetler arasında doğal tarih, kilise tarihi, seküler siyaset tarihi, öğrenim tarihi gibi türleri birbirinden ayırt eder. Bu durumda yazarın niyeti, onun amaçladığı yazım türünün gerek-lerine uygun düşecek tarzda yazmayı başarıp başara-madığı açısından anlaşılabilecek bir şeydir.

    Aydınlanmacı hermenötik anlayışının önemli tem-silcilerinden olan Chladenius, Aristocu retorik gele-neğine bağlı kalarak hermenötiği, bilgiyi yorumlama çabasıyla elde edenlere yardımcı olan bir sanat formu olarak değerlendirir. Buna göre yorum, metinlerin sö-zel açıklaması (verbal explication) olarak pedagojik ve pragmatik karaktere sahiptir. Onun bu tutumunun ge-risinde, makul olarak ve dilin kurallarına uygun düşe-cek şekilde yazarın kendi fikirlerini açıklıkla dile getir-miş olması durumunda metinleri anlamanın bir sorun teşkil etmeyeceğine dair inancı bulunur. Çünkü Chla-denius, diğer Aydınlanma filozofları gibi, aklı doğru yo-rum ve anlamanın zemini olarak kabul eder. Bu zemin yazar ve yorumcu tarafından paylaşılan ve metinde so-mutlaşan bir şeydir.

    Bununla birlikte Cladenius’un asıl önemi, onun her-menötik tarihine “bakış açısı” veya perspektif (Sehe-Punckt) kavramını hediye etmesinden kaynaklanır. “Bakış açısı” gözlemcinin bir olayı kendi duruş nok-tasından hareketle anlamasını dile getirir. Bakış açıla-rındaki farklılık, gerçekte aynı konu hakkındaki açık-lamaların göreceliğine işaret eder. Bir başka deyişle, “bakış açısı” kavramıyla Chladenius, modern felsefede

  • | Hermenötik Nedir? |

    17 «

    yorumların uzlaşmazlığını simgeleyen radikal perspek-tivizmden farklı olarak, referans ve anlamı itibariyle kendisiyle özdeş olan bir metne farklı noktalardan yak-laşılmasını ifade eder. Yorumcu, bir başka yorumcu-nun perspektifine yerleştiğinde kendisininki ile diğer yorumcunun perspektifini karşılaştırabilir ve sonuçta onunla aynı noktaya yöneldiğini fark edebilir.

    Kant’ın “anlama” ve “deha” kavramları üzerine ge-liştirdiği düşüncelerini, kendisini izleyen filozof ve şa-irler radikal bir yoruma tabi tutarak felsefe ve sanatın başlıca sorunu haline getirdiler. Bu gelişimin etkisiyle Schleiermacher, hermenötiğin temel görevinin metin-lerdeki zor pasajları anlaşılır hale getirmek veya doğru anlamanın önündeki zorlukları kaldırmak değil, doğru-dan anlamayı mümkün kılan şartları ve onun yorum-lama tarzlarını açığa çıkarmak olduğunu ileri sürmüş-tür. Bu bağlamda Schleiermacher, gerçekte birbirinden bağımsız olamayan iki sürece dikkatleri çekmektedir. Birincisi, anlamanın dil ve gramerle olan ilişkisidir. Ona göre her bir ifade belli bir dil sisteminin (Sprache) par-çasını teşkil eder ve bu sistem içinde başkalarınca an-laşılabilir. İkincisi, anlamanın konuşmacı veya yazarın hayat süreciyle ilişkisidir. Bu durumda, her bir ifade aynı zamanda konuşmacı veya yazarın içsel veya zi-hinsel tarihinin bir parçasını teşkil eder.

    Yukarıda belirttiğimiz üzere, Schleiermacher ko-nuşma veya yazma eyleminin aynı anda hem dil hem de hayat süreci ile bağlantılı olduğunu söyleyerek, bir ifadenin dili bir şekilde değişime uğratmaksızın kişisel

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 18

    hayatın bir parçası haline gelemeyeceğini veya kişisel gelişimin bir parçası olarak görülmeden dil sürecinde içinde rol oynamayacağına işaret eder. Bu bağlamda o, bir ifadenin dil ile ilişkisi açısından yorumlanmasına “gramatik”; yazarın kişisel veya zihinsel gelişimiyle ilgisi açısından yorumlanmasına “psikolojik” veya “teknik” yorum adını verir. Gramatik yorum, ifadenin genel bo-yutlarını; teknik veya psikolojik yorum ise ifadenin özel boyutunu yani yazarın bireyselliği, onun tarihsel şartları ve yazarın tercih ettiği türü ön plana çıkarır.

    Bir ifadenin kendi yazarıyla ilişkisi sorunu karşı-sında Schleiermacher’in tutumu tartışmalı bir konu ol-maya devam etmektedir. Başta Dilthey olmak üzere bir çok hermenötik tarihçisi onun “divination” kavramına yani bir ifadeyi anlamak için yazarın yaratıcı zihnine geri dönülmesi noktasındaki iddiasına bakarak Schle-iermacher hermenötiğinin bir şekilde romantizm veya psikolojizme bulaşmış olduğunu kabul eder. Buna kar-şılık onun, anlamanın dil ile olan esaslı ilişkisi bağla-mında söylediği “dilin içsel tabiatının zihnimizi değiş-tirdiği” sözünden hareketle onun yazar kavramını salt bir zihinsel veya psikolojik varlık olarak görmediğini ileri sürenler vardır.

    Schleiermacher’in anlamanın dilsel karakteri hak-kındaki görüşünü paylaşan Humboldt, dili anlamın nötr bir taşıyıcısı olarak gören görüşleri eleştirir. Ona göre konuşan (yazar) ve dinleyenin (okur)’un anlama faaliyetlerinin dışında kendi başına anlam diye bir şey yoktur. Tam tersine anlam, dilsel yeterlilik (Sprachkraft)

  • | Hermenötik Nedir? |

    19 «

    gücünü aktif olarak paylaşanların ortak ürünüdür. Bir diğer deyişle, konuşan ve dinleyen, zihnin ilkelerine ve paylaşılan bir dilin gramerinde vücut bulan prensiplere göre aynı anlamı birlikte üretirler.

    Bununla birlikte Humboldt, her bir dilin bir dünya görüşünü yansıttığını kabul ederken, yorumcunun farklı dilleri ve metinleri anlamakla kendi sınırlı perspektifi-nin ötesine gidebildiğini ve özgürleşmeye başladığını ima eder. Onun bu yaklaşımı, tarih anlayışına da yan-sır. Humboldt’a göre, tarih asla teleolojik (amaçsal) bir ideal bütünlük açısından kavranamaz. Tarihçinin yapabileceği tek şey, kendi başlarına dağınık halde bu-lunan tek tek somut tarihsel olayları aralarında ilişki-ler kurarak belli bir bütünlük ve tutarlılık içinde kav-ramaya çalışmaktır. Bu bütünlük ve tutarlılık, sonuçta tarihçinin kendi yaratıcı hayal gücüyle tarihsel olay-lara bakarken, onları anlamlı hale getirebilmek için ürettiği bir şeydir.

    Böylece Humboldt, dilin ortak paylaşımı içinde ko-nuşmacı ile dinleyici arasındaki boşluğun aşıldığı gö-rüşüne benzer şekilde, tarihçi ile tarihi olay arasındaki boşluğun tarihte etkili olan dünya görüşünün ortak paylaşımı veya kavranışı ile aşıldığını kabul eder. Daha açık olarak söylersek, konuşmacı ile dinleyici arasındaki anlaşmayı mümkün kılan ve önceden var olan bir dil geleneğine benzer şekilde, tarihçinin kendisi ile tarihi olay arasındaki boşluğu aşmasını sağlayan bir dünya görüşü veya tarih geleneği mevcuttur.

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 20

    Dil ve tarih geleneğinin bu işlevine rağmen, tarih-çinin tarihsel olayı asla gerçekleştiği şekliyle yeniden kurgulayamayacağı inancını savunan Droysen’e göre bunun nedeni tarihçinin geçmişte ortaya çıkan olay-ların etkisi altında anlama faaliyetini gerçekleştirebil-mesidir. Yalın halde duran bir tarihsel nesne söz ko-nusu olmadığı için tarihçinin görevi olayların tarihsel etkisini ortaya çıkarmak, onların geçmiş hakkında söy-leyebilecekleri şeyi yorumlamaktır. Böylece Droysen, hermenötiği genel bir tarihsel anlama kuramının zo-runlu bir parçası haline getirir. Tarihsel materyali araş-tırma faaliyetine dayalı olan anlama çabası (hermenö-tik), eleştiri ve yorum olmak üzere iki süreci barındırır. Eleştiri, tarihsel metinlerin güvenilirliğini tespit etmek; yorum ise bu metinlerde açığa çıkan tarihsel olguları değerlendirmek ve açıklamaktır. Buna göre yorum, yorumcunun kendi ifadesi içinde tarihsel bir olayın anlamının ortaya çıkarılmasıdır. Yorumcunun görevi bir olayı açıklayacak en uygun ifade tarzını bulmaktır. İfade tarzı ile ifade edilen şey arasındaki bu kaynaşma süreci, yorumun sürekliliğinin bir tür garantisi olarak karşımızda belirmektedir.

    Anlaşılacak bir olgu ya da olayın yazarın dili kadar yorumcunun diline bağlı olması, hermenötik ile filo-lojinin her zaman bir kaynaşma süreci içinde kalacak-larını gösterir. Bu noktada 19. asır hermenötiğine en büyük katkı büyük filolog August Boeckh’ten gelmiş-tir. Filologun temel görevini, yazarın amaçladığı zahiri (açık) anlamın ötesine giderek metnin gerisinde duran

  • | Hermenötik Nedir? |

    21 «

    şekli ve maddi unsurları açığa çıkarmak olarak belir-leyen Boeckh, böylece hermenötiği, bir eseri, yazarı-nın anladığından daha farklı ve daha iyi anlama olarak tanımlamış olmaktadır. Diğer bir deyişle, hermenötik bir takım kural ve ilkelerle değil, doğrudan anlama sa-natı ve filologların icra ettiği tarzda yorumlama ile il-gilenir. Böylece Boeckh, Schleiermacher gibi, herme-nötiği filolojik anlamanın temel dinamiklerinin keşfi olarak kurgulamaktadır. “Hermenötik, anlama ilkele-rinin metodik gelişimidir”. Filoloji, anlama olayını yarı bilinçli icra ettiği için her zaman anlama olayının ma-hiyetini açığa çıkarmaya çalışan hermenötiğe dayan-mak durumundadır.

    Bununla birlikte Boeckh, anlama olayının gerçekle-şebilmesi için gereken altyapının boyutlarını da dikkate almaktadır. Ona göre, söz konusu alt yapı yorumcu ile yorumlanan nesne arasındaki mesafeyi kapatma im-kanını yorumcuya verecek yani yorumcuyu anlama-nın eşiğine getirecek donanımdır. Bu donanımı an-lama olayında aktif hale getirmeye “yorumlama” adı verilir. Boeckh’e göre dört çeşit yorumlama vardır: 1) Gramatik; 2) Tarihsel; 3) Jenerik ya da Türsel; 4) Bi-reysel. Gerçekte bu dört yorumlama tarzı iç içedir; biri olmadan diğeri gerçekleşemez. Gramatik yorum olma-dan metni konuşturmak; tarihsel yorum olmadan met-nin zamanını bilmek; jenerik yorum olmadan metnin ne tür bir metin olduğunu bilmek; ve bireysel yorum olmadan metnin kendine özgü anlamını ortaya çıkar-mak mümkün olmaz.

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 22

    Boeckh’in hermenötiğe diğer bir katkısı onun yo-rum ve eleştiri arasında yaptığı ayırımdır. Ona göre, yorum, sadece metnin kendisiyle bir nesne olarak il-gilenen anlama tarzıdır. Burada dikkate alınan şey sa-dece metnin kendi anlamıdır. Eleştiri ise, bir metni kendi tarihsel şartları, içinde yer aldığı edebiyat gele-neği veya yorumcunun kendi zamanı ile ilişkilendir-mektir. Boeckh’e göre, yorumcu yorum ve eleştiriyi aynı anda dikkate almadıkça, kendi anlama çabasının doğruluğundan emin olamaz.

    Ancak Tarihsel Aklın Eleştirisi gibi abidevi bir prog-ram içinde düşünmeye çalışan Wilhelm Dilthey için hermenötiğin kısaca değindiğimiz tarihsel gelişiminin anlam ve önemi ne olabilir? Bir taraftan insan bilim-leri metodolojisine mümkün en yüksek derecede ke-sinlik arz edecek bir felsefi temel bulmaya çalışırken diğer taraftan beşeri alanda ortaya çıktığı şekliyle ak-lın tarihselliğini gözden kaçırmamaya çalışan Dilthey, hermenötiğe ne tür bir işlev yüklemiş olabilir? Schle-iermacher ve Boeckh’ten farklı olarak “anlama” kav-ramını dile dayandırmak yerine doğrudan hayatın kendisinden kaynaklanan bir faaliyet ya da kategori (lebenskategorie) olarak görmesi, Dilthey hermenötiği-nin en ayrıcalıklı taraflarından biridir. En yüksek an-lama formları, hayatın en temel kavrama çabası üze-rinde ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, kuramsal anlama çabası veya epistemoloji kendi temelini pratik tecrübi anlamada bulur. Böylece anlama sonuçta insan ha-yatının eylem, tarz, jest-mimik ve eserler aracılığıyla

  • | Hermenötik Nedir? |

    23 «

    kendini açması, dil içinde kendini ifade etmesidir. Kı-sacası o, hayatın kendisini dışa vurduğu şekliyle yeni-den anlamasıdır.

    Kuşkusuz burada varoluşsal (bilim-öncesi, ontolo-jik) ve yöntemsel (bilimsel, eleştirel epistemolojik) an-lama ikileminin nasıl ortaya çıktığını fark etmekteyiz. Bu sorun günümüz felsefi hermenötiğini de yakından ilgilendirmektedir. Ancak burada şu kadarını söyle-mekle yetinelim: Anlama sanatı olmaksızın, anlama yöntemlerinden söz etmek mümkün değildir. Diğer bir deyişle, varoluşsal anlamanın pratik karakteri ile yön-temsel anlamanın teorik karakteri gerçekte aynı onto-lojik zemin tecrübesi içinde ortaya çıkarlar.

    Husserl fenomenolojisi ve Ingarden’in fenomeno-lojik estetik çalışmaları, anlama olayının eylemsel ve psikolojik boyutları ile anlam boyutu arasındaki fark-lara işaret ederek bir metnin nasıl anlamlı bir metin olarak yorumcu tarafından inşa edildiğine dair temel ipuçlarını sunmalarından ötürü, hermenötik tarihinde çok önemli köşe taşlarını oluştururlar. Husserl’in her-menötiğe katkısını özellikle Heidegger, Gadamer, Ri-coeur ve Derrida gibi çağdaş hermenötiğin önde gelen temsilcilerinin fenomenolojik kökenli düşünme tarzla-rında görmek mümkündür. Bununla birlikte Husserl’in adını andığımız çağdaş düşünürler kadar tarih soru-nuna kendi fenomenolojisinde yer vermemesi nede-niyle çağdaş hermenötiğin mevcut yönelimleriyle tam olarak uzlaşması mümkün görünmüyor. Sözgelimi, nesnenin özdeşliğinin perspektiflerin sürekli değişimi

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 24

    içinde bize verildiğine dair Husserl’in fenomenolojik iddiasından hareketle, tarihsel perspektiflerin birbirle-riyle çelişen durumları karşısında, tarihsel süreç içinde aynı nesnenin nasıl algılanabileceği sorununu çözmek kolay görünmemektedir. Diğer bir deyişle, süper özne tasarımını kabullenmeye yanaşmayan çağdaş hermenö-tik düşünce, Husserl fenomenolojisinin perspektiflerin değişimi içinde aynı nesneyi kavradığını düşünen süper bilinci ile uzlaşmaz bir görünüm içindedir. Ancak bu-rada tekrar dikkat çekilmesi gereken husus, Husserl’in doğrudan kendi temel iddialarından çok, onun feno-menolojik tasvir sanatı kendisinden sonraki hermenö-tik anlayışları derinden etkilemektedir.

    Husser fenomenolojisini, “derhal görünür olmayanı açığa çıkarma” şeklinde yeniden tanımlayarak dönüş-türen ve bu dönüşüm içinde Kartezyen özne anlayı-şına kökten karşı çıkan Heidegger, hermenötiğe yeni bir yön vermeye başlamıştır. Hermenötiğin temelinde artık farklı alanlara göre belirlenen yorum kuralları ya da yöntem bilinci değil, “Dünya-içinde-varlık” var-dır; yani kendisini zaman ufku içinde anlayan, yorum-layan ve geleceğe yönelen insan varlığı yer alır. Daha açık olarak söylersek, hermenötik çabaya ancak her-menötik bilinç eşlik edebilir. Daha önceki hermenötik yaklaşımlarda hermenötiğin ideali olarak metot ya da zaman-üstü bilinç tasarımları konulmaktadır. Heideg-ger, kendi fenomenolojisi içinde bu çelişkiyi ortadan kaldırmayı amaçlayarak her türlü hermenötik çabanın ancak kendisini yorumlayarak anlayan ve asla tarihin

  • | Hermenötik Nedir? |

    25 «

    sıfır noktasına geri dönemeyen bir hermenötik bilinç tarafından gerçekleştirilebileceğini düşünmüştür.

    Onun Dasein (Oradaki varlık) ve “Dünya-içinde-varlık” diye tasvir ettiği husus zamanın hep ilerisine fırlatılmış halde kendisini algılayan yani asla kendi ze-minine (sıfır noktaya) geri dönemeyen insan varlığıdır. Böylece bizzat insan varlığının zaman içinde yayılma ha-disesi hermenötik bir süreçtir. Bu yüzden hermenötik, Heidegger’in gözünde, bizzat zaman içinde yayılıveren ve asla kendisini belli bir an içinde tümüyle toparlaya-mayan insan varlığının kendini anlama çabasıdır ve bu çaba üzerine kurguladığı şeylerdir. Artık, anlama dedi-ğimiz süreç, insanın kendi varlığının “yanı sıra” zihnen tasarımladığı bir şey olmaktan çıkarak, varolma tarzı-nın kendisidir. Her türlü bilimsel ve epistemolojik an-lama çabaları kendi hayat ve enerjilerini insan varlığı-nın zaman içinde dönüşüm hadisesinden alırlar.

    Heidegger, Varlık ve Zaman’da insan varlığının za-mansal yayılımı açısından hermenötiği temellendirse de, daha sonra Varlık sorusunun geri dönüşü (Kehre) açısından hermenötiğe kendi değişmez problematiğini göstermeye çalışmıştır. Böylece o, hermenötiğin geri-sine giderek bizzat hermenötik varoluş veya anlama-nın kaynağına dikkat kesilmiştir. Her ne kadar Hei-degger Dönüş (Kehre) içinde “hermenötik” kavramına pek yer vermese de-bu, hermenötik çabanın arka pla-nına yönelmek olduğundan bilinçli yapılan bir tercihtir-sonuçta Varlık sorusuna dönüş, hermenötiğin hiçbir zaman hermenötik olmaktan çıkamayacağını yani bir

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 26

    epistemoloji ya da metafiziğe dönüşemeyeceğini gös-termeyi amaçlar. Diğer bir deyişle, Heidegger Dönüş hareketiyle hermenötiğe radikal boyutunu göstermeyi hedeflemiştir.

    Varlık sorusunun geri dönüşü (Kehre) aynı za-manda dilin açıklığına ve geleceğe ilişkin sonsuz im-kanlar alanına dönüştür. Artık dil, insan bilincinin bir aleti ya da basit bir ifade aracı değildir; bizzat varlığı anlamanın kendisi linguistik bir olaydır. Bunun an-lamı şudur: Dilin asli boyutu, onu kullanan insana gön-derme yapmaktan çok varlığı ifşa etmesinde yatar. O daha önce belirlenen bir nesneye eklenen bir şey de-ğil, bizzat nesnenin ortaya çıkış tarzı, bu tarzın farkına varılışı ve nesnenin varlığının kendisiyle birlikte getir-diği imkanlar alanıdır.

    Büyük teolog Bultmann, hermenötik tarihinde daha çok Heidegger’in Varlık ve Zaman’ında dile ge-tirdiği varoluşsal hermenötiğe dayanarak geliştirdiği tarihsel teolojik hermenötiğiyle dikkat çekmektedir. Geliştirdiği “Mitolojiden Arındırma” (Demythologi-zation) projesiyle Bultmann, kutsal metinlerin yorum-lanmasında “söylenen” şeyden çok “amaçlanan” şeyi ön plana çıkarmaya çalışır; amaçlanan şey yaşayan in-sanın tarihsel süreç içinde almak durumunda olduğu varoluşsal kararlardır. Kutsal metinler, özleri itibariyle, Tanrı inancı karşısında insanın kendi konumunu belir-lemesi için bir tür linguistik (mitolojik) dünya sunarlar. Artık burada asıl olan linguistik dünyaya şekil veren ifadelerin kendilerinden çok, bu dünya önünde kendi

  • | Hermenötik Nedir? |

    27 «

    varoluş şartlarını ve tarihselliğini anlamak durumunda olan insandır. Bu şekilde insan Tanrı inancı karşısında kutsal metinlerle hayati bir ilişki içine girebilir; kendi somut tarihsel ortamı içinde kutsal metinlerin teklifini benimseyebilir ya da reddedebilir.

    Hermenötik geleneğini Heidegger’in fenomenolo-jik ontolojisi ışığında felsefi açıdan yeniden yoğurarak onu tüm insan bilimleri için geçerli olacak bir boyuta eriştirme çabası Gadamer’e aittir. 1960 yılında yayım-ladığı Hakikat ve Yöntem: Felsefi Hermenötiğin Ana-hatları başlıklı eseri, hermenötiği sanat, tarih ve dil felsefeleri açısından yeniden yorumlama ve insan bi-limleri metodolojisinin ötesine aşırma amacını güder. Bir başka deyişle, Kartezyen kesinlik fikrinin ötesinde duran pratik hayat içinde tecrübe edilebilen gerçek-likleri de kuşatma arzusu içinde hermenötiği evrensel bir boyutta cereyan eden algılama biçimi olarak sun-mayı hedefler. Bu nedenle Gadamer’in yaklaşımında hermenötik kavramı aynı anda hem pratik yorumlama sanatına hem de yorum teorisine işaret eder.

    Pratik yorumlama sanatı olarak hermenötik, her insanın doğal olarak gerçekleştirdiği dünyayı algılama ve ona karşı belli bir tavır sergileme tarzından en yük-sek sanat icralarına değin her türlü pratik anlamayı içerir. Hatta tabiatın bir metin gibi anlaşılması ve yo-rumlanması da bir hermenötik olaydır. Bunun yanı sıra pratik yorumları yönlendiren ve onlara zemin teşkil eden gelenek ya da ön yargıların reflektif bir şekilde yeniden yoruma tabi tutulması ve bu yorumun nasıl

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 28

    gerçekleştirildiğine dair bilincin gelişimi yorum teo-risinin temel konuları arasındadır. Gadamer teori ile pratiğin aynı anda işe karıştığını göstermek amacıyla “tarihsel olarak etkilenmiş bilinç” kavramını geliştirir. Hermenötik bilinç, hem tarih içinde duran ve tarihsel olarak yapısı belirlenen hem de bu yapısı hakkında bi-linç geliştirebilen bir hadisedir.

    Bunun bir başka yansımasını Gadamer’in diyalog kavramında görebiliriz: Anlama, her zaman başkala-rıyla gerçekleştirilen bir diyalogtur. Böylece tarihten soyutlanmış, olaylara ve metinlere zaman-dışı bir nok-tadan bakabilen bir anlama söz konusu olamaz. Başka-larıyla konuşma içine girildikçe—bu sürece Gadamer, “gelenek” adını verir—yani anlama pratiği gerçekleş-tiği sürece anlama teorisi olarak hermenötik var ola-bilir. Bu bağlamda felsefi hermenötik (yorum teorisi) anlama pratiği üzerinde kuşatıcı bir söylem (anlatı) ol-maktan çok, anlama pratikleri devam ettikçe geliştiri-lebilecek ve değiştirilebilecek bir karakterde karşımıza çıkar. Buna karşılık geliştirilen her anlama kuramı bir şekilde pratik anlamayı etkileyerek pratiğe dönüştüğü için gerçekte sürekli hareket halinde olan bir yorum geleneği içinde bulunuruz.

    Yorum geleneğinin devamı pratik yorumlama ile yorum teorisi arasındaki sıkı işbirliğine bağlı olduğun-dan her ikisinin karşılıklı sorgulanması gerekir. Diğer bir deyişle, yorum teorisi pratik yorumları sorgulama hakkını kendi başına elinde tutamaz. Metodolojik bi-linci aşan karakteriyle pratik yorumlama her zaman

  • | Hermenötik Nedir? |

    29 «

    yorum teorisinin sorgulanmasını mümkün kılar. Böy-lece tüm insan bilimlerinin ilgi odağı haline gelmeyi amaçlayan felsefi hermenötik sonuçta hakikat ve yön-tem gibi ideolojik ilgi ve çıkarlara kolayca alet edilebi-len kavramlar içinde sınırlanamayacak bir üçüncü yola girer: Soru-cevap diyalektiği. Hakikat ve yöntem kendi anlam ve gerçekliklerini soru-cevap diyalektiğine bağlı olarak ifşa edebilirler. Böylece Gadamer’de herme-nötik ne yorum kuralları veya salt yorum kuramı gibi epistemolojik bir görünüme bürünür ne de salt pratik yorumlama sanatına indirgenebilir. O kısaca, “olma” ve “bilme” arasındaki dinamik eşikte durmaya ve in-san varlığının bu iki asli boyutu arasındaki ilişkinin na-sıl gerçekleştiğini anlamaya çalışır.

    Gadamer’in felsefi hermenötiği kendisinden sonra Habermas, Apel, Ricoeur, Jauss gibi çok farklı ilgilere sahip düşünürlerin hermenötik çabalarına belli ölçü-lerde etkide bulunmuştur. Habermas’ın ideoloji eleşti-risi; Apel’ın Kıtasal felsefe ile Anglo-Sakson felsefeleri arasında bir uzlaştırma çabasına girişerek geliştirmeye çalıştığı genel bilim kuramı; Ricoeur’nun temel varo-luşsal ve reflektif (yöntemsel) anlama tarzlarının belli bir metin kuramı bağlamında uzlaştırılabileceği iddiası; Jauss’un alımlama estetiği (receptionist aesthetics) bir şekilde Gadamer’in felsefi hermenötiği ile girişilen he-saplaşma sonucu şekillenen düşüncelerdir. Günümüzde hermenötik; edebiyat, dil bilimleri, kültürel antropoloji, teoloji, estetik, tarih felsefesi, din bilimleri, uluslararası ilişkiler, hukuk gibi çeşitli sosyal ve siyasi bilimlerden

  • | Üç Derste Hermenötik |

    » 30

    tıp bilimlerine varıncaya çok geniş bir yelpaze içinde etki tarihini sürdürmektedir. Öyle görünüyor ki, her-menötiğin geleceği farklı disiplinler içinde pratik yo-rumlama tarzları kadar genel hermenötik kuramlarının geliştirilme çabasına bağlı olarak yeniden belirlenecek-tir. Bu durum bize az sonra genel hatlarıyla değinece-ğimiz hermenötiği tanımlama çabalarının geleceği hak-kında şimdiden ip uçları sunmaktadır.