32
www.ozgurgelecek.net Sayı: 20 Yaygın süreli Özgür gelecek’ten Emekçinin Gündemi Göğün Yarısı Evrensel Bakış Pusula Devlet, şiddet ve direniş 4 Sayfa 2 Kadın ve Aile üzerine -2- Türk egemenleri Barzani’den istediğini alamadı Sınıf içinde devrimci bir odağa neden ihtiyaç var Yeniye ulaşmada ısrarlı, umudu büyütmede kararlı olmalıyız Gazetemizin bir önceki sayısında Birleşik Nepal Komünist Partisi (Ma- oist) Daimi Komite Üyesi Dev Gu- rung’la yapılan ve UCPN (Maoist) önderlerinden Prachanda ve Baburam yoldaşların izledği çizgiyi eleştiren rö- portajı yayımlamıştık. Bu röportajın hemen ardından 1 Kasım akşamı 7 Maddelik bir anlaşma imzalandı. Halk Kurtuluş Ordusu’nun tasfiyesini içeren bu anlaşma Parti içinde ciddi bir tepki ve muhalefete yol açtı ve halkın sokak- lara çıkmasına neden oldu. Bu süreçte Red Star sitesinde yayımlanan ve sü- rece dair ülkemiz kamuoyunda ilgiyle takip edileceğini düşündüğümüz söy- leşi ve değerlendirmeleri, ayrıca Parti içinde zaten var olan huzursuzluğu ve eleştirileri daha üst boyutlara taşıyan 7 Maddelik Anlaşmanın resmi olmayan çevirisini yayımlıyoruz. Özgür Gelecek Gazetesi okurlarına yönelik Sarıgazi, Gazi ve Gülsuyu mahallele- rinde yaşanan saldırılar pro- testo edildi. Krizi kendileri için fırsata çevi- renler, şimdi de Wan depremini fırsata çevirmeyi amaçlıyorlar. Yapılan açıklamalarda deprem üzerinden Kentsel Dönüşümün hızlandırılacağı açık! “Gemiyi kaçıran ‘terö- rist’, ‘başarılı’ bir operas- yonla ‘etkisiz hale getiril- di’!” Söz konusu “başarı” neyin başarısı? “Dünyaca ünlü” markalar Nokia, Black Berry, Canon, iP- hone ile çalışan Trexta Tr fab- rikasında geçtiğimiz günlerde sendikalı oldukları için 20 işçi işten çıkarıldı. N.Ç ka- rarı teca- vüzün aklanma- sı ve nor- malleştiril- mesi anlamına ge- lir. Bu karar küçük çocukların istisma- ra uğramasını “ola- bilir, mümkün” hale getirir. Bu karar te- cavüzcüleri ko- rur. Bu karar istismara uğrayan çocuğun “çocuk olduğu gerçeğini” göz ardı eder. Angus ithalatı, büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiricisinin tepkisini toplamaya devam ediyor. İstanbul Maltepe’de bu- lunan kurbanlık satış noktasına giderek bir röportaj gerçekleştirdik. “Sorun, doğru ve yanlış çizgi sorunudur! Elinizdeki telefon kabına dikkat! İçimizde kopkoyu bir öfke... “Hayvanlarımız hastalıklı değil!” “Etkisiz hale getirmek”... Gazetemiz okurlarına saldırı Wan ikinci defa yıkıldı... Dev- let; soğuk ve açlıkla savaşan Wan halkının öfkesini, cop ve gaz bom- balarıyla baskı altına almak istedi ama olmadı ve ikinci kez bu enka- zın altında kaldı. “İntikam” histerisiyle Cole- merg Kazan Vadisi’ne saldıran egemenler, kimyasallarla katletti- ği onlarca gerillanın bedenini parçalamakta sakınca görmedi. Kürt halkı evlatlarını taşın, ağa- cın dibinde arayarak ve binlerle cenazeleri sahiplenerek, katliamı lanetledi. Yazar ve akademisyenler de dahil edilerek genişletilen KCK operasyonlarıyla, devlet Kürt hal- kını ve mücadelesine destek ve- renleri sindirmek istiyor. Şimdi Wan halkı ile dayanışma zamanıdır. Şimdi ırkçılığa, infaz- lara, kimyasalla katliamlara ve fa- şizme barikat olma zamanıdır. 16-29 Kasım 2011 * Fiyatı: 1.50 TL * ISSN: 1307-878X Sayfa 5 Sayfa 9 Sayfa 18-19 Sayfa 28 Sayfa 7 Sayfa 13 Sayfa 24-25 özgür gelecek özgür gelecek Ne kimyasalınız ne bombanız ne de zindanlarınız... Bu enkazdan sağ çıkamayacaksınız! Sayfa 12 Sayfa 22 Sayfa 26 Sayfa 5 GÜNDEMLER Kentsel dönüşümde fırsatçı heyulalar

Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

www.ozgurgelecek.netSayı: 20 Yaygın süreli

Özgür gelecek’ten Emekçinin Gündemi Göğün Yarısı Evrensel Bakış PusulaDevlet, şiddet ve

direniş4 Sayfa 2

Kadın ve Aile üzerine -2-Türk egemenleri

Barzani’den istediğinialamadı

Sınıf içinde devrimci bir odağa neden ihtiyaç

var

Yeniye ulaşmada ısrarlı,umudu büyütmede

kararlı olmalıyız

Gazetemizin bir önceki sayısındaBirleşik Nepal Komünist Partisi (Ma-oist) Daimi Komite Üyesi Dev Gu-rung’la yapılan ve UCPN (Maoist)önderlerinden Prachanda ve Baburamyoldaşların izledği çizgiyi eleştiren rö-

portajı yayımlamıştık. Bu röportajınhemen ardından 1 Kasım akşamı 7Maddelik bir anlaşma imzalandı. HalkKurtuluş Ordusu’nun tasfiyesini içerenbu anlaşma Parti içinde ciddi bir tepkive muhalefete yol açtı ve halkın sokak-

lara çıkmasına neden oldu. Bu süreçteRed Star sitesinde yayımlanan ve sü-rece dair ülkemiz kamuoyunda ilgiyletakip edileceğini düşündüğümüz söy-leşi ve değerlendirmeleri, ayrıca Partiiçinde zaten var olan huzursuzluğu veeleştirileri daha üst boyutlara taşıyan 7Maddelik Anlaşmanın resmi olmayançevirisini yayımlıyoruz.

Özgür Gelecek Gazetesiokurlarına yönelik Sarıgazi,Gazi ve Gülsuyu mahallele-rinde yaşanan saldırılar pro-testo edildi.

Krizi kendileri için fırsata çevi-renler, şimdi de Wan depreminifırsata çevirmeyi amaçlıyorlar.Yapılan açıklamalarda depremüzerinden Kentsel Dönüşümünhızlandırılacağı açık!

“Gemiyi kaçıran ‘terö-rist’, ‘başarılı’ bir operas-yonla ‘etkisiz hale getiril-di’!” Söz konusu “başarı”neyin başarısı?

“Dünyaca ünlü” markalarNokia, Black Berry, Canon, iP-hone ile çalışan Trexta Tr fab-rikasında geçtiğimiz günlerdesendikalı oldukları için 20 işçiişten çıkarıldı.

N.Ç ka-rarı teca-vüzünaklanma-

sı ve nor-malleştiril-

mesi anlamına ge-lir. Bu karar küçükçocukların istisma-ra uğramasını “ola-bilir, mümkün” halegetirir. Bu karar te-

cavüzcüleri ko-rur. Bu karar

istismara uğrayan çocuğun “çocuk olduğugerçeğini” göz ardı eder.

Angus ithalatı, büyük ve küçükbaşhayvan yetiştiricisinin tepkisini toplamayadevam ediyor. İstanbul Maltepe’de bu-lunan kurbanlık satış noktasına giderek birröportaj gerçekleştirdik.

“Sorun, doğru ve yanlış çizgi sorunudur!

Elinizdeki telefon kabına dikkat!

İçimizde kopkoyubir öfke...

“Hayvanlarımızhastalıklı değil!”

“Etkisiz halegetirmek”...

Gazetemiz okurlarınasaldırı

Wan ikinci defa yıkıldı... Dev-let; soğuk ve açlıkla savaşan Wanhalkının öfkesini, cop ve gaz bom-balarıyla baskı altına almak istediama olmadı ve ikinci kez bu enka-zın altında kaldı.

“İntikam” histerisiyle Cole-merg Kazan Vadisi’ne saldıranegemenler, kimyasallarla katletti-ği onlarca gerillanın bedeniniparçalamakta sakınca görmedi.Kürt halkı evlatlarını taşın, ağa-cın dibinde arayarak ve binlerlecenazeleri sahiplenerek, katliamılanetledi.

Yazar ve akademisyenler dedahil edilerek genişletilen KCKoperasyonlarıyla, devlet Kürt hal-kını ve mücadelesine destek ve-renleri sindirmek istiyor.

Şimdi Wan halkı ile dayanışmazamanıdır. Şimdi ırkçılığa, infaz-lara, kimyasalla katliamlara ve fa-şizme barikat olma zamanıdır.

16-29 Kasım 2011 * Fiyatı: 1.50 TL * ISSN: 1307-878X

Sayfa 5 Sayfa 9 Sayfa 18-19 Sayfa 28

Sayfa 7

Sayfa 13

Sayfa 24-25

özgür geleceközgür gelecekNe kimyasalınız ne bombanız ne de zindanlarınız...

Bu enkazdan sağ çıkamayacaksınız!

Sayfa 12 Sayfa 22 Sayfa 26 Sayfa 5

GÜNDEMLERKentsel dönüşümde fırsatçı heyulalar

Page 2: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Faşist Diktatörlük bir devrimci gazeteciyidaha sinsice katletti! Hepimizin başısağolsun!

Suzan yoldaş, tüm enerjisini ve meziyetle-rini ezilenlerin Kaypakkaya güzergahında kur-tuluş mücadelesine adadı. Yetenekleri vemeziyetleri sayesinde, bugünlerde “Ergene-koncu” ve “Fethullahcı” diye “düşman kamp-lara” bölünen; ama topu birdenırkçı-şovenist-faşist-militarist ya da reformistve pasifist olan medya organlarından herhangibirisinde rahatlıkla kendisine bir köşe kapabi-lir, paye edinebilirdi; ama o,bunların hiçbirisine tamahetmedi. Böylelerinden iğ-rendi ve namlunun ucundaya da mahpusta olmayı gözealıp Partizan bir gazeteci

oldu. Kulağını ve yüreğini ezilenlerin acı çığlık-larına dayadı ve bu yüzden adice bir komplo iletutuklanıp hapse atıldı. Ölümcül hastalıklarıdahi şantaj olarak kullanıldı, tedavi hakkı gaspedildi. Ama buna rağmen inançlarından veyaptıklarından, durduğu yerden zerrece piş-manlık duymadı. Sadece bütün bunlara o koca-man yüreği isyan etti. Öyle bir isyandı kidamarlarını paramparça etti!

Suzan Zengin’in soylu anısı önünde saygı ileeğiliyor, başta sevgili eşi Bekir abimize ve kızı

Pınar ile oğlu Fırat kardeşi-mize, ailesine ve kavga yol-daşlarına başsağlığıdiliyoruz… (Tekirdağ 2Nolu F Tipi’nden TutsakPartizanlar)

Merhaba;Halen tutuklu olan 200’e

yakın hasta tutsaktan biri deSuzan Zengin’di. Ve o artıkaramızda yok. 12-10-2011 ta-rihinde geçirdiği kalp ameli-yatı sonrası yaşamını yitirdi.

Tutuklu olduğu sıradabasına, demokratik kurum ve kuruluşlara ken-disinin de içinde olduğu hasta tutsakların du-rumunu anlatmak için çok uğraştı Suzan.Hasta olmalarına rağmen elleri kelepçeli bir bi-çimde havasız ring araçları içinde saatlerce yol-culuk yapmak zorunda kaldıklarını, binbirgüçlükle hastaneye sevk alındığını, sevk alınsabile 3’1ü protokol gerekçesiyle ya askerin oda-dan çıkmadığını ya da muayene sırasında ke-

lepçelerin açılmadığı için te-davi edilmeyip tekrar hapis-haneye geri gelmek zorundakaldığını anlattı sizlere vebizlere.

Bu uygulamaların sonu-cunda yaşamını yitirdi. Dün,Güler Zere’yi, Suzan Zen-

gin’i katledenler bugün Fatma Tokmak’ı, He-diye Aksoy’u, Yasemin Karadağ’ı katletmekistiyorlar. Biz engel olmazsak herkesin gözleriönünde yaşanan bu cinayetler devam edecek.

Konunun takipçisi olacağınızı umuyor, ça-lışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Sevgiler, saygılar…(Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapisha-

ne’den Tutsak Partizanlar)

Parti ve DevrimŞehitleri Albümü

güncelleniyor!“Umut 30 Yaşında!” şiarıyla ha-

zırladığımız “Parti ve Devrim Şehit-leri Albümü 1972-2002” adlıkitabımızı güncelleme çalışmalarınabaşladık.

Tüm okurlarımızdan kitaba daireleştiri, öneri, bilgi eksikliği, dü-zeltme vs. paylaşımlarını bekliyoruz.

İletişim için:[email protected] adresini kullanabilirsiniz.

Umut: Düş mü gerçek mi?”

TÜYAP -TürkiyeYayıncılar Birliği işbirliği ile12-20 Kasım 2011 tarihleriarasında düzenlenecek olan 30.Uluslararası İstanbul KitapFuarı 600 yayınevi, yüzlercedemokratik kitle örgütü ve vak-fın katılımı, 197 etkinlik ve yüz-lerce imza ile kapılarınıkitapseverlere açmaya hazırlanı-yor.

Tüm okurlarımızı bu yıl;“Umut: düş mü gerçek mi”ana teması ile gerçekleşenTÜYAP kitap fuarında standı-mıza bekliyoruz.

Düşleri gerçek kılmak veumudu büyütmek için…

Adres: Salon-2 /507 C

TÜYAP Fuar ve Kongre

Merkezi- Büyükçek-

mece/Beylikdüzü İstanbul

Umut Yayımcılık

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2002 Özgür Gelecek’ten

Marx’a göre, toplumun uzlaşmasımümkün olmayan karşıt sınıflarabölünmesiyle, bizatihi toplumun bağ-rından doğan, ama kendini toplumunüzerine koyan ve ona gittikçe yabancıla-şan güç olarak devlet, belirli bir sınıfınbastırılması için kullanılan bir şiddetörgütüdür. 1864-1920 yılları arasındayaşamış, ünlü Alman sosyal bilim ku-ramcısı Max Weber ise devleti, “meş-ru şiddet” araçlarını tekelinde bulun-duran kurum olarak tanımlamış, başkakurum veya bireylerin fiziki gücü ancakdevletin izin verdiği ölçüde kullanabil-diklerine dikkat çekmişti. Devletin sözüedilen şiddet tavrı, kuşkusuz ürünü ol-duğu toplumun, sınıfsal özellikleri-ne göre farklılık arz edecektir. Kendi içdinamikleri ile gelişmiş, güçlü birburjuvazinin bulunduğu bir toplum-da; devlet şiddetinin yansımaları da bugerçekliğe uygun bir hale bürünecektir.

Burjuvazinin; ekonomi, bilim, felse-fe ve sanat alanındaki gelişmişliğine pa-ralel, devlet şiddeti de, nispeten kansız,ince ve ideolojik içerikle donanacaktır.

Sözünü ettiğimiz bir toplumda devlet,“vatandaşı” ile yaşadığı çatışmalardaikna, yönlendirme, ideolojik ma-nipülasyon ve müzakere yöntemineöncelikle olarak ağırlık verir, terciheder. Tüm bu yöntemlerin işe yarama-dığını düşündüğü anda, hiç çekinme-den, kaba zora, fiziksel şiddete,vahşete başvurur.

Burjuvazinin kendi iç dinamikleri ilegelişmediği, ayakları üzerinde durama-dığı, demokratik devrimini gerçekleş-tir(e)mediği, ekonomik ve siyasal olarakbağımlı olduğu ülkemizde, devlet şidde-ti, “sorunun baş gösterdiği” hattayaşanma olasılığının hissedildiği andailk akla gelen, başvurulan yöntem ol-maktadır. Devlet; bizde, tartışma, iknaetme ve müzakere yolunu izlemeyi ön-celikli seçenek olarak, zorunlu kalma-dıkça tercih etmez. Çünkü, bu yoldevlet için mayınlı bir arazi gibi-dir. Zira, devletin siyasal ve toplumsalsorunlar karşısında, ne sağlıklı bir bi-limsel birikimi, bağımsız tavrı, ne detoplumsal yaşamın değişik görüngüleri

anlamında ciddi bir derinliği vardır. Buyüzden devlet, bu alanlara girmez, da-hası buraya yönelinmesini istemez, en-geller, yasaklar koyar. Devletin, örne-ğin;1.5 milyon Ermeni’nin adeta buhar-laştığı soykırımda nasıl bir polemik yü-rüttüğüne, tarihi yüzyıllara dayananKürt sorununu nasıl incelediğine bak-mak bir fikir verir sanırız. Birinde Er-meniler, Türkleri katletmiş, diğe-rinde ise Kürtler dağ Türkleridir.Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette!Yani karşısındakinin “rızasını” iknaederek al(a)madığı için devlet bizde,her şeyden önce şiddete başvurur.

Siyasal, ekonomik, fiziksel, psikolo-jik vb. şiddetin ne kadar yansıması var-sa, bunların içinde kendince en korku-tucu (en etkili olacağı için) bulduğu bi-çime sarılır. Çukurca eyleminin ardın-dan; medyanın sarıldığı şiddet dili,KCK tutuklamaları vesilesiyle ortayasaçılan kara, basit, çirkin propaganda,Trabzon Solaklı’da yaşanan polisvahşeti, N.Ç davasında Yargıtay’ınutanmazlığı, bakanların-başbakanındepremzedelere yönelik taham-mülsüzlüğü ve yaşanan şiddet, HPGgerillalarının cenazelerinde yaşanan

terör, Kocaeli’de deniz otobüsü olayındayaşanan açık infaz… Tüm bunlar dev-let şiddetinin ülkemizde nasıl bir biçimaldığını göstermektedir. Peki, ne yapa-cağız? Devletin bu şiddetine boyun mueğeceğiz? Kuşkusuz hayır! Devletin sö-zünü ettiğimiz haksız şiddetine karşı,emekçilerin, ezilenlerin şiddeti, hak-lı ve meşrudur, toplumu ileri taşır,dönüşümüne hizmet eder! İşçilerin-emekçilerin, ezilenlerin direnişi ve mü-cadelesi, devletin temel hak ve özgür-lükler konusunda geri adım atmasınısağlar. Kürt halkının mücadelesi sonucudevletin, “Kart- Kurt sesi”nden bugü-ne uzanan yolculuğu anlamlı bir örnek-tir. Toplumsal yaşamımızın ve düşüncesistematiğimizin her hücresine sızandevlete, şiddetine, direniş ve mücadeleeşlik etmelidir! Eleştirme, tartışmalaramüdahil olma, sorunları gündeme taşı-ma, demokratik mücadele kanallarınızorlama ama kendini bunlarla sınırla-mama, ısrarlı, kararlı ve sonuç alıcı birdireniş, çeşitli haklar elde edilmesinisağlayacaktır. Toplumsal gelişiminve dönüşümün başka bir yolu dayoktur!

Umut Yayımcılık ve Basım Sn. Ltd. Şti.Yönetim yeri: Gureba Hüseyin Ağa Mh.

İmam Murat Sk. No: 8/1 Aksaray-Fatih/İstanbul Tel: (0212) 521 34 30Faks: (0212) 621 61 33 Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Çilem İLASLAN

Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cd. Güven San. Sit. B Blok, No: 366 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 544 66 34

e-posta: [email protected]

BÜROLAR Kartal: İstasyon Cd. Dörtler Ap. No: 4/2 Tel: (0216) 306 16 02 Ankara: Tuna Cd. Çanakçı İşhanı No: 51 Çankayaİzmir: 856 Sokak, No: 48/203 Kemeraltı Konak, Tel: (0232) 445 16 15 Malatya: Dabakhane Mh. Turgut Temelli Cd.

Barış İşhanı Kat: 3 No: 95 Erzincan: Ordu Cd. Ordu İşhanı Kat: 3 Tel: (0446) 223 67 18 Bursa: Selçuk Hatun Mh.Ünlü Cd. Sönmez İşsarayı Kat: 2 No: 185 Heykel, Tel: (0224) 224 09 98 Mersin: Çankaya Mh. 4716 Sk. Güneş Çar-

şısı No: 30 Kat: 2 Akdeniz Dersim: Moğultay Mh. Sanat Sk. Arıkanlar İşhanı Kat: 3 No: 203 Tel: (0428) 212 27 50Avrupa Büro: Weseler Str 93 47169 Duisburg-Almanya Tel: 0049 203 40 60 958 Faks: 0049 203 40 60 959

Devlet, şiddet ve direniş

SUZAN ZENGİN ölümsüzdür!

Yaygın süreli

Sevgili umut işçileri, Kaypakkaya’nın yoldaşı Partizanlar; Suzan yolda-şın coşkulu gülüşü ve sıcaklığı ile Merhaba!

Page 3: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 03Politika-Gündem

“İleri demokrasi”, AKP hükümeti-nin siyasal literatürümüze kazandırdığınadide kavramlar içinde öne çıkıyor.Zira demokrasi, bu ülkede yaşayan işçive emekçiler için derin bir sorunsal an-lamına geliyor. AKP hükümetinin; iş bi-tirici, kimseye ihale kaptırmayan, efen-disine kazandıran, emekçiye kaybetti-ren, yetenekli tüccar zihniyeti görünen oki öne sürdüğü diğer kavramlarda oldu-ğu gibi “ileri demokrasi”ye de sinmişdurumda. Kendisi, “ileri demokra-si”nin, “ileri” bir örneği olarak bilinenErdoğan’ın, hemen her fırsatta ve he-men her konuda ortaya koyduğu tespit-ler ve yaptığı yorumlar sözü edilen kav-ram hakkında daha fazla fikir sahibi ol-mamıza vesile olmaktadır. Başbakan,anlaşılan yaşamımızdaki korkutucu, biran önce kurtulmak istediğimiz rolündenhiç de rahatsız değil.

Erdoğan’ın, KCK adı altında yapılanson tutuklamalarla ilgili ‘”Durmaya-cağız, yapmaya da devamedeceğiz” şeklinde ifadesini bulan yo-rumları da bahsi edilen “ileri demok-rasi”nin nasıl bir felsefeye dayandığınaişaret ediyor. AKP hükümetinin, “ileridemokrasi”si görünen o ki bu çarkındişlilerini idare eden programın güncel-lenmesinden ibaret; Telefon dinleme-leri, internet yasakları, muhalifgazete ve dergilerin kapatılması,gazetecilerin onlarca yıllık hapiscezalarına çarptırılması, KPSSve YGS’deki skandalların üstü-nün örtülmesi, bunları protes-to eden öğrencilerin tehditedilmesi, heykellerin ‘ucube’ilan edilmesi…

“İleri demokrasi” parolasıyla,durmadan yolları arşınlayan AKP,egemenlerin kasalarını her gün bi-raz daha fazla şişirirken, emekçileriise açlık ve sefalete teslim ediyor.Bunu yaparken demokrasi kavramı-nı iğdiş etmekten de geri durmuyor.Demokratik, laik, hukuk devleti sı-fatlarını kendine yakıştıran Türkegemenleri, memleketi de, bu rayüstünde yol alan bir “demokrasi” ileidare ettiğine inanmamızı istiyor.Ortaya çıkan ve sürekliliği sağlan-mış münferit olaylar ise ya kişilere,kurumlara ya da kimi zihniyetlerehavale edilirken, devlet bir bütünolarak aklanıyor. Gerçekten öylemi? Özellikle iki yıl içinde KCK adıaltında Kürt Ulusal Hareketine vedevrimci, ilerici güçlere yönelen

gözaltı, tutuklama furyası yine münferit,lokal, Başbakanın yanlış bir eğilimi-kan-dırılması olarak değerlendirilebilir mi?

Basın özgürlüğü mü? Şakayapmayın!

Ülkemizde demokrasinin ahvalinianlamak için basın özgürlüğüne bir gözatmak faydalı olabilir. Çünkü, en azın-dan Türk devletinin örnek aldığı muasırmedeniyetlerde, demokrasinin varlığı-nın, işlerliğinin temel ölçütlerinden biribasın özgürlüğüdür. Merkezi Fransa’dabulunan Sınır Tanımayan GazetecilerÖrgütünün 13 Mart 2011’de yayınladığıbir rapor, Türk devletinin bu konudakiyaklaşımı hakkında bir fikir verebilir.178 ülkenin basın özgürlüğü konusun-daki durumunu inceleyen örgütün ra-porunda, Türkiye 138. sırada yer al-maktadır. Ülkemizde şu anda, TMKkapsamında yargılanan ve hala hapis-hanede tutulan, çoğunluğu yurtsever vedevrimci basın çalışanlarının oluştur-duğu 60’ı aşkın gazeteci bulunmaktadır.

Gazetecileri Basın Kanunu yerineTerörle Mücadele Kanunu’ndan “yar-gılayan” Türk devletinin bu pratiği“ileri demokrasi”nin bir izdüşümüolmalı! Halkın yönetime katılımı, ka-dın erkek eşitliği, siyasi partiler arasın-da fırsat eşitliği, basın ve ifade özgürlü-ğü ve sivil toplum örgütlerinin gücügibi parametleri dikkate alarak “Dün-

yada Demokrasi İndeksi” başlığıylabir araştırma yapan Ekonomist dergi-sine göre ise, Türk devleti 167 ülkeiçinde 89’uncu durumda. İstanbul Po-litikalar Merkezi (İPM) Direktörü FuatKeyman ve Sabancı Üniversitesi öğre-tim üyesi Özge Kemahlıoğlu tarafından12 Haziran seçimleri öncesinde hazır-lanan “Türkiye’de Demokrasi Algı-sı” adlı araştırmanın sonuçları “ileridemokrasi”nin halkımız tarafındannasıl anlaşıldığı hakkında çeşitli ipuç-ları da veriyor. Oldukça hacimli çalış-maya göre, Türkiye toplumununönemli bir bölümü için sistem, kusurlubir demokrasidir.

“Sorun ne? Ben arıyorumsorunu bulamıyorum.”

“İleri demokrasi”nin Kürt ulusalsorunu karşısındaki duruşu da dikkatçekici. Bu çerçevede Türk devletinin,Kürt halkının haklı taleplerini legalalanda dile getiren siyasetçilere yönelikyaklaşımına ve buna zemin sunan ana-yasaya bir göz atmak yararlı olabilir.

KCK adı altında 14 Nisan 2009’danitibaren BDP üye ve yöneticilerine yö-nelik operasyonlarda, Ekim’in ortasınakadar geçen süre içinde 7 bin 748 kişigözaltına alındı, bunlardan 3 bin 895’itutuklandı. Son altı aydaki bilanço isebir hayli ürkütücü: 4 bin 148 gözaltı,bin 548 tutuklama. Bu sayıya son

haftalarda yaşanan gözaltı ve tutuk-lamaları da dâhil etmek gerekir! Sözkonusu uygulamaların hangi maddizemine dayandığını, ruhunu nere-den aldığını anlamak içinse anaya-saya bir göz atmamız yeterli olacak-tır. “İleri demokrasinin” üzerin-de yükseldiği anayasanın, 3. Mad-desi “Ülkesi ve milletiyle bölünmezbir bütün olan Türk devleti parça-lanamaz bir bütündür; dili Türk-çe’dir” derken, 42. madde ile kap-sam daha da genişliyor: “Türk-çe’den başka hiçbir dil, eğitim veöğretim kurumlarında Türk vatan-daşlarına ana dilleri olarak okutu-lamaz ve öğretilemez.” Anayasanınmilleti tanımlayan maddesi ise İçiş-leri Bakanı İdris Naim Şahin’in “So-run diyorlar. Sorun ne? Ben arıyo-rum sorunu bulamıyorum” fikriya-tına nereden ulaştığını gösteriyor.Madde 66: “Türk Devletine vatan-daşlık bağı ile bağlı olan herkesTürk’tür. Türk babanın veya Türk

ananın çocuğu Türk’tür” Herkes Türkolduğuna göre Kürt sorunu da ne de-mek oluyor?

“Devlet Türk’ten başka millet tanımaz…”

AKP hükümetinin, KCK tutuklama-ları ile yanlış yaptığını, Erdoğan’ın dev-letin içindeki bir kesim tarafından iknaedildiğini, yanlış yönlendirildiğini savu-nan kimi sol etiketli-liberal köşe yazar-larının savunduklarının aksine söz ko-nusu olan devlete ruhunu veren zihni-yetin kendisidir. Kürt ulusal sorunu ek-seninde Türk devletinin yaklaşımı aynızamanda ülkemizde demokrasinin var-lığı tartışmaları açısından da kesin biryanıt vermemizi sağlar. Zira, Türk ege-men sınıflarının Kürt ulusal sorununayaklaşımı, aynı zamanda demokrasi açı-sından adeta bir turnusol işlevi görür.Bu anlamda Türk devletinin, 1924 ana-yasasında ifadesini bulan Tek millet-Tek devlet-Tek bayrak-Tek vatan felse-fesi üzerine inşa edildiği söylenebilir.1924 Anayasasını hazırlayan komisyonbu durumu şöyle ifade ediyordu: “Dev-letimiz milli bir devlettir. Çok milletlibir devlet değildir. Devlet Türk’ten baş-ka millet tanımaz…”Aynı felsefe, Mus-tafa Kemal’in; “... Cumhuriyetimizindayanağı Türk topluluğudur...” veİsmet İnönü’nün: “Sadece Türk milletibu ülkede etnik ya da ırki birtakımhaklar isteyebilir. Başka hiçbir kişininbuna hakkı yoktur.” (Milliyet, 31Ağustos 1930) sözleri ile de ortaya ko-nulacaktı. Aynı zihniyete sahip Nazihayranı Adalet Bakanı Mahmut EsatBozkurt ise daha cüretkârdı: “Türk buülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibi-dir. Saf Türk soyundan olmayanlarınbu memlekette tek hakları vardır.Türklere hizmetçi olma hakkı, köleolma hakkı.” (Milliyet, 19 Eylül 1930)

Böyle bir zihniyetten feyz alan, tümhücrelerini besleyen bir devletin, de-mokrasi basamaklarını tırmanmasınıbeklemek garip kaçar sanırız. Tarihi,Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve asi-milasyonun sayısız örneği ile dolu olanbir devlette, ne tür bir demokrasi olabi-lir? Türk milleti dışındaki, tüm ulus vemilliyetleri yok sayan bir zihniyet de-mokrasi kavramını algılayabilir mi? Sa-kın, “ileri demokrasi” faşizme, faşistdiktatörlüğe geçirilen bir kılıf, yüzünetakılan, sevimli kılınmaya çalışılan birmaske olmasın?

İLERİ DEMOKRASİ Mİ?

FAŞİST DİKTATÖRLÜK MÜ?

“İleri demokrasi”, AKP hükümetinin siya-sal literatürümüze kazandırdığı nadidekavramlar içinde öne çıkıyor. Zira demok-rasi, bu ülkede yaşayan işçi ve emekçileriçin derin bir sorunsal anlamına geliyor.

“İleri demokrasi” parolasıyla, durmadan yollarıarşınlayan AKP, egemenlerin kasalarını her günbiraz daha fazla şişirirken, emekçileri ise açlıkve sefalete teslim ediyor. Bunu yaparken demok-rasi kavramını iğdiş etmekten de geri durmuyor.

Page 4: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Makum Alagöz (Deri-İş İzmirŞube Başkanı): Bugün direnişimizin103. günü. Biliyorsunuz işçiler İstanbul’asürgüne gittikten sonra bazı gerginlikleryaşadık. Patronun tutumu “gelin tazmina-tınızı vereyim, kapının önünden çekin gi-din” şeklinde. Ancak biz kesinlikle kabuletmiyoruz, anlaşacaksak toplu sözleşmedeanlaşacağız. Patron çeşitli provokasyon gi-rişimlerinde bulunuyor.

Geçen hafta bir kadın buraya gelerekişçilere bıçak çekmişti. İşçiler anayasalhakları olan sendikaya üye olduklarındanbu yana başlarına gelmedik kalmadı. As-lında bu çadır bir okul gibi, sermayenin neolduğunu burada öğreniyor işçiler. Dire-niş kesinlikle kazanımla sonuçlanacak.Ama burada olmak bile bence büyük birkazanımdır. Keyfimiz, moralimiz yerinde.İlk günkü heyecanla ve inançla direnişi-miz sürüyor.

Hüseyin Denizkan: Beş yıldır bufabrikada çalışıyordum. Şu an direnişte-yiz, bayramı biraz buruk geçirdik amayine de moralimiz yerinde. Burada çokgüzel bir birlik-beraberlik var. Arkadaşla-rın birbirine olan güven arttı. Önceden ikiüç kişi biraraya gelip sohbet edemezkensadece merhaba derken şu an birlikte di-reniyoruz. Sendikalaşma süreci başladı-ğından bu yana herkes “senin derdin be-nim de derdim” diyerek yaklaşıyor birbiri-ne. Birimizin sorunu olunca bütün arka-daşlar elinden geleni yapıyor. Ben 35 ya-şındayım ve ilk defa böyle bir ortam görü-yorum. Herkesin kendine güveni geldi.Ankara’ysa Ankara Amerika’ysa Amerika,her yere gitmeye hazırız.

Neslihan: Sendikamız bizi biraradatutmak için elinden gelen her şeyi yaptı.

Bizi değiştirmek dönüştürmek gibi bir ça-bası vardı. Zaten bence olması gereken debu. Süreç biraz yavaş ilerliyor, fabrika şuan başka bir isim altında çalışıyor. İçerdeyaklaşık 40 kişi falan var. Bu durum biziüzüyor ancak fabrikanın bizimle ya masa-ya oturacağı ya da buranın kapanacağınaolan inancımız bizi güçlü kılıyor. Şu an ça-lışanların bir kısmı benim akrabam ancakbunlar bizi düşünmeyen insanlar.

Timur Islıoğlu: İki yıldır Savranoğ-lu’nda çalışıyordum. Sendikalı olduğumuziçin işten atıldık ve direnişteyiz. Moralimyerinde, kazanacağımıza ve sendikaya

olan inancım ve güvenim tam. Destekçi-miz oldukça iyi, herkese teşekkür etmekisterim.

Mustafa Kuruoğlu: Direnişimiz ilkbaşladığı gün gibi devam ediyor. Heyeca-nımdan hiçbir şey kaybetmedim, aksineartık daha fazla inanıyorum. Bu olay artıksendikal meseleyi de aştı, onur meselesioldu. Bu saatten sonra dönüş yok. Sendi-kamız çok sağlam. İşçinin arkasında du-ran bir sendika. Zaten sağlam olmasa biz

buraya kadar gelemezdik.

Turan Demirci: Savranoğlu’nda 11yıldır çalışıyordum. Biliyorsunuz biz birsüre İstanbul’a sürgün edildik. O sıradaailemizi burada bırakmak zorunda kaldık.Benim anasınıfına giden bir çocuğum var,biz sürgündeyken çocuğumun öğretmeniöğrencilere “çok sevdiğiniz ve üzüldüğü-nüz bir şeyin resmini çizin” diyor. Benimçocuğum da bir okul ve yağmur çiziyor,yanına ise yatmış durumda olan bir insançiziyor. Öğretmen resmi sorduğunda oku-lu ve yağmuru çok sevdiğini söylüyor. Yer-de yatan insanı sorduğunda ise “babameve gelmiyor, öldüğünü düşünüyorum vebuna çok üzülüyorum” diyor. Çocukları-mız direnişin getirdiği zorluklardan bu şe-kilde etkileniyor, üzülüyor. Biz bunun he-sabını patrondan sormak zorundayız. Şuanda çok samimi bir ortamımız var. Baş-kanımız her an her dakika yanımızda,avukatlarımız gel dememize bakıyor, ka-famıza takılan her şeyi açıkça cevaplıyor.Bundan sonraki süreç için davalarımızıaçtık, direnişimizin yanısıra hukuksal mü-cadelemiz de sürüyor. Bizim kaybedeceği-miz bir şey yok.

İzmir: Hugo Boss patronu anayasalve en insani hak olan sendikalaşmayakarşı işçileri işten atmaya devam ediyor.Geçmişte Nazilerin “SS” ve “Hitler gen-çliği” gibi örgütlere üniforma dikerekzengin olduğu bilinen tekstil fabrikası;geçtiğimiz aylarda bunun için insanlık-tan özür dilemişti. Bugün ise işçileri sen-dikalı olduğu için işten atıyor. Fabrikada3.500 işçi çalışıyor. Yüzlerce işçiyi per-formans düşüklüğü, mesaiye kalmamak,sendikalı olmak vb. nedenlerden dolayıişten atan fabrika, yıllardır bu-rada çalışan işçilerin kı-dem tazminatını davermiyor.

Son olarak per-formans düşüklüğügerekçe gösterilerek75 işçi işten çıkartıldı.Fabrika her ne kadarböyle söylese de işçiler

Tekstil İşçileri Sendikası (TEKSİF)adına sendikal faaliyet yürüttükleriiçin işten atıldıklarını söylüyor.

İşten atılan işçilerden 13’ü dire-nişi seçti ve bugün ESBAŞ önündedireniş bütün kararlılığıyla sürüyor.Fabrikada çıkış saatine bir dakikakala işi bırakandan ya da elindeki işibitirmeden çıkan işçilerden kesintiyapılıyor ve işten atılmakla tehdit edi-liyorlar. Fabrikadaki sağlıksız çalışma

koşulları nedeniyle işçilerde bel ve bo-yun rahatsızlığı görülürken

birçok işçi de psikolojiksorun yaşıyor. Dire-

nişte kararlı oldu-ğunu belirten işçi-ler, bayram sonra-sı 600 işçinin

daha işten atılacağıduyumunu aldıkları-

nı söylüyorlar.

Hava-İş üyesi oldukları için işten çıkarı-lan ve 10 Eylül 2009’da direnişe geçen İstan-bul Sabiha Gökçen Havaalanı’nda yer hiz-metlerinde çalışan işçiler Hava-İş ile İSG YerHizmetleri A.Ş arasında imzalanan toplu söz-leşmenin ardından kazanıma ulaştı.

3 Kasım günü İSG ile Hava-İş arasındaimzalanan toplu iş sözleşmesi ile 114 işçi desendikalı olarak işe geri alındı. İmzalanantoplu sözleşme, taşeron şirket ile sendikaarasında imzalanan bir toplu iş sözleşmesiolması bakımından önem taşıyor.

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2004 İşçi-köylü

“Kaybedecek birşeyimiz yok!”Ülkeyi yönetenlerden “sı-

nırlar dahilinde”; “ananıda al git!”, “ayaktakımı”,“tembeller” vs. vs. hakaret-ler işitmeye “alışmışken”,birden “sınırlar dışında”“övüldüğümüzü” duyuncaşaşırdık. Ama nasıl övüldü-ğümüzü görünce “yere batsınövgünüz” dedik! Meğersedünyaya bizi “çok çalışır”,“ucuza çalışır”, “az hastaolur” diye överek, işgücümü-zü peşkeş çekiyorlarmış!

Türkiye Odalar veBorsalar Birliği bünyesin-de kurulan Dış Ekonomikİlişkiler Kurulu ile ulus-lararası yatırım danışmanlığışirketi The Boston Con-sulting Group tarafındanhazırlanan Türkiye’ninKüresel Üstünlükleri(The Global Advantages ofTurkey) başlıklı raporda;yüksek işsizlik, uzun çalışmasaatleri, ucuz ama üretken iş-gücü ve hatta işçilerin az has-ta olması Türkiye’nin üstün-lükleri arasında sıralanıyor.

Raporda işsizliğin yüzde12’lerde olduğundan bahse-dilerek bu oranın istihdamaelverişli bir işgücü havuzuyarattığı anlatılıyor. Türkiyeliişçilerin Avrupa Birliği veözellikle de eski Doğu Blokuülkelerine nazaran daha“ucuz” olduğu, saat başı ma-liyetler karşılaştırması ile an-latılıyor. Buna göre Türki-ye’de saat başı işçi maliyeti 3dolar iken, Rusya’da 3.3,Bulgaristan’da 4.1, Ro-manya’da 5.9, Macaristan’da9.3, Slovakya’da 9.6, Polon-ya’da 9.7, Çek Cumhuriye-ti’nde 13.2 dolar. Aynı ra-porda beyaz yakalılarınAvrupa Birliği ülkelerinegöre “çok daha düşük” birmaliyeti olduğu da özel ola-rak vurgulanıyor.

Türkiye’de sık sık günde-me getirilen konulardan biride “az çalıştığımız”. Raporagöre Türkiye Avrupa’da haf-talık çalışma saatleri en uzunülke. AB ülkelerinde haftalıkçalışma saatleri 40-43 saatarasında değişiyorken, Tür-kiye’de bu rakam 53.7. Tür-kiye’de işçiler yılda ortalama4.6 gün hastalık nedeniyleişe gelmezken, AB ülkelerin-de bu rakam 5.7 ila 22 günarasında değişiyor. Kuşku-suz bu durum Türkiye emek-çilerinin sıhhatini değil has-ta olmalarına rağmen işegelmeye zorlanabildiklerinigösteriyor.

Savranoğlu Deri Fabrikası’nda

direnişte olan işçilerledirenişin son durumuna

dair bilgi almak için görüştük.

Yere batsınövgünüz!

İSG İŞÇİSİ KAZANDI

HUGO BOSS İŞÇİSİ DİRENİŞTE

ÇHD’den Savranoğlu işçilerine destekİzmir: Çağdaş Hukukçular Derne-

ği İzmir Şubesi direnişin 93. günündeSavranoğlu Deri Fabrikası önünde di-renişte olan işlere destek ziyaretindebulundu. ÇHD İzmir Şube BaşkanıHüseyin Korkmaz, ziyaret sırasındayaptığı açıklamada “İstanbul’da, 7 ayİzmir’de 3 ayı aşkındır direnişte olanKampana ve Savranoğlu işçilerinin di-renişlerini ve örnek sendikalaşma sü-reçlerini yakından izliyoruz” diyerek,Savranoğlu patronunun işçilerin veçevre halkının sağlığıyla oynadığınıhatırlattı.

Page 5: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 05İşçi-köylü

Emperyalist-kapitalist sistemin içine girdiği ve bazı kesim-lerce şimdiden Büyük Durgunluk adı verilen krizin dünya ge-nelinde ve ülkemizde sürdüğü, sistemin krizden çıkmak içinişçi sınıfı ve emekçilere dönük ekonomik ve siyasi saldırılarınyanı sıra askeri provokasyonlara da başvurduğu bir dönemdesisteme karşı mücadele eden devrimci-demokrat hareketlerlegenel anlamda sınıf hareketinin de ciddi bir kriz içinde olduğuaçıktır. Dünyadaki genel durumdan bağımsız sayılamayacakşekilde ülkemizde de hem devrimci hareket hem de sendikalhareket sınıf mücadelesinin getirdiği yükümlülükleri kaldırmakapasitesinden uzak bir görüntü çizmektedir.

Bu durum yalnızca günümüze ait bir mesele değildir. Ta-rihsel açıdan ele aldığımızda da sistemin yaşadığı büyük krizdönemlerinde sistem karşıtı devrimci hareketin ve sınıf mü-cadelesinin de kendi içinde kritik dönemler yaşadığını bil-mekteyiz.

Ülkemizde sınıf hareketinin ciddi bir kaynama gösterdiği,fabrikalarda-işyerlerinde çalışma koşullarına, kuralsızlığa, yo-ğun sömürüye ve yoksulluğa karşı ciddi bir öfkenin biriktiğinetanıklık etmekteyiz. Örgütlenmeye ve koşulları değiştirmeyedönük ciddi bir talebin olduğunu ve bu talebi değerlendirmearzusunda olan az sayıda devrimci hareketin ve sendikanınyetersiz kaldığı açıktır. Çeşitli işyerlerinde lokal şekilde gelişenve büyük çoğunluğu yenilgiyle karşılaşsa da önünün alınama-dığı, en basit bir işyeri içi huzursuzlukta dahi kolluk kuvvetle-rinin sökün ettiği bu dönemde, sendikal hareket içinde mev-cut durumdan rahatsızlığın belirli boyutlarda dile getirilip çe-şitli inisiyatiflerin ortaya çıkması gibi gelişmeler mevcut so-mut zeminden kaynaklanmaktadır.

Ancak tüm bu somut gelişmelerin doğru bir yöne kanalizeedilmesi, sınıf mücadelesinin geliştirilmesi, sermaye karşısın-da başarılar elde edilebilmesi için eksik olan sınıf içinde gerektabandaki kaynamanın gerekse de sendikal hareket içindekiarayışın sınıf perspektifine uygun bir hatta ilerlemesine imkansağlayacak olan devrimci bir odak, devrimci bir merkezdir.Sistemin saldırılarını doğru şekilde çözümleyebilen, tarihseldeneyimlerini günümüze uyarlayabilen, ideolojik-politik biri-kimini ve mücadele azmini yeni, genç, dinamik kitlelere akta-rabilecek bir merkeze, odağa olan ihtiyacı doldurmak sınıf bi-linçli devrimcilerin acil görevleri arasındadır. Bu iddiaya sahipolan ve örgütsel gücünü hızlı şekilde toparlayıp parçalardaverdiği mücadeleyi merkezileştirmesi ve kurumsallaştırmasıgereken güç ise Devrimci Demokrat Sendikal Birlik’tir.

DDSB’nin bu görevi üstlenebilmesi için örgütsel bütünlü-ğünü geliştirmesi gerekir ama bu içe dönmeyi değil tam tersi-ne dışa, kitlelere açılmayı şart koşmaktadır. Bizlerin artık içedönme, parçalı durma, yerel çalışmalarla-sendikal mücadeleile yetinme gibi bir lüksümüz olamaz. İçinde yer aldığımızsendikaları değiştirmek ve sendikaların örgütsüz kitlelereulaşması için aktif çaba göstermek, ilişkide olduğumuz genişgüvencesiz, örgütsüz kitleleri kitle örgütlerinde birleştirmek,iletişim içinde olduğumuz kitleler arasında devrimci fikirleri-mizi yaymak ve bir yandan sistemin saldırılarına karşı çıkar-ken öte yandan yeni haklar için mücadeleler örgütlemek, ör-gütlenmenin önüne konulan engelleri hedeflemek gereklidir.

Savunmada kalarak değil, mevcut haklardan yararlanabi-len işçi ve emekçilerin hak gasplarına karşı duruşunda yer al-makla yetinmek değil, bunun yanı sıra milyonlarca örgütsüz,güvencesiz işçi ve emekçi için kendilerine dayatılan uzun ça-lışma saatlerine, düşük ücrete ve türlü baskılara ve dayatma-lara karşı hak talepli mücadeleler örgütlemek önceliklerimizarasında olmalıdır.

Bunu gerçekleştirirken ekonomizme düşmemeye ve dev-rimci sınıf perspektifini yükseltmeye dikkat etmek gereklidir.Yalnızca sınıfın ekonomik sorunlarına odaklanmak değil ülke-deki genel demokratik devrimin gündemlerini aktif şekilde iş-lemek, bilhassa Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkınısavunmak, yükseltilen şovenizme ve ırkçılığa karşı çıkmak sı-nıf içinde kitlelerin gönüllü olarak kabul ettiği devrimci oda-ğın başlıca görevleri arasındadır.

Emekçinin gündemi

Sınıf içinde devrimci bir odağa neden ihtiyaç var?

“Dünyaca ünlü” markalar Nokia, Black Berry,Canon, iPhone ile çalışan Tekirdağ’ın Çerkez-köy ilçesinde kurulu bulunan Trexta Tr fab-rikasında geçtiğimiz günlerde sendikalı ol-dukları için 20 işçi işten çıkarıldı.

Trexta Tr fabrikası 650 işçinin çalıştığı bir yerve işçilerin % 80’ini kadınlar oluşturuyor…Bölgede çalışma yürüten Petrol-İş sendikası-nın “Sendikalı Ol” kampanyası kapsamındaçıkardığı bir broşür, sendika çalışanları tara-fından sabahın erken saatlerinde bu fabrikaönünde işbaşı yapmak için gelen işçilere da-ğıtıldığında işçilerin ilk yaptığı şey, bu broşü-rü öylesine çantalarına atmak olmuş. Ancaksonrasında bunu inceleyen işçilerden bir kıs-mı, sendikanın kapısına dayanarak fabrika-daki eziyetten ve insanlık dışı çalışma koşul-larından kurtulmak için örgütlenmek isteye-ceklerdir.

İşçilerin çoğunun aldıkları maaş, asgari ücretcivarında ve zaten ne faturaya ne de mutfakmasrafına yeten bu para iki taksit şeklindeödeniyor işçilere. Gece-gündüz zorunlu me-saiye kalmak ve bu mesailerin de ücretsiz olu-şu cabası…

İşçiler ve ille de kadın işçiler için işbaşında ko-nuşmak yasak ve karşılıklı iş yapabilmek içinmimik ve jest ustası olmuşher biri. İnsandan sayıl-madıklarının da farkın-dalar. Örneğin sağlık içintakılması zorunlu olanmaskelerin oldukça adi ol-masına karşı ses çıkar-dıklarında aldıkları ce-vap; “Siz kendiniziçok mu güzel sanı-yorsunuz da masketakıyorsunuz. Gidinevinizde çocuk ba-

kın, siz ancak çocuk yapmayı bilirsiniz”şeklinde bir aşağılama olmuş!

Petrol-İş, kendilerine gelen işçilerin kendi işko-luna girmediğini söyleyerek işkolu olarak ör-gütlenebilecekleri Deri-İş Sendikası ile işçileritanıştırmış. Sendikanın fabrika içerisinde du-yulmaya başlanmasının ardından “sendikalıolabilecekler listesi” hazırlanmış ve işçilerüzerinde baskı kurulmaya başlanmış.

Sendikanın, fabrikasına girdiğini duyan patron,ilk iş olarak belli sayıda işçinin –çoğunluğuerkek işçi- işine son verir. Çünkü kadın işçile-rin haklarını aramak gibi “kötü bir düşünceyekapılmayacaklarına”, daha doğrusu kadınla-rın birşey yapamayacağına inanmaktadır.Oysa sendikaya giden ilklerin çoğu kadındırve kadın işçiler sendikal çalışmaya başlarkenkendilerine bir de slogan hazırlamışlardırbile: “Ummadık taş, yarar baş!” Sendikalçalışmalara karşı fabrikada en çok kullanılanyöntem, “fabrikanın sendika yüzünden zararedeceği ve kapanacağı, çoğu orta yaşın üzerin-de olan işçilerin bu yaştan sonra iş bulamaya-cağı” demagojisi üzerinden yapılıyordu.

Sendikal çalışmanın hızlanmasının ardından iş-çiler üzerindeki baskı bulutu giderek aralan-maya başlar. Mesaiye kalmak istemeyenlerzorlanmaz (ama mimlenir!), işçiler insan gibi

muamele görmeye başlar ve işçilerinher davranışı artık ihtar ya da savun-ma isteme ile cezalandırılmaz! Bu iyi-leşmelerin ardından işçiler şu yorumu

yapar: “Sendikanın S’sibile yetti!”Son olarak atılan 20işçinin neredeyse ta-mamı de kadınişçi… Ve şimdi işeiade davası açmışdurumdalar.

Türkiye İş Kurumu’nun (İŞKUR), 2011-2015arasındaki stratejik planlamasında işsizlikmaaşı alan kişilerin 6 aydan 10 aya kadarmaaş alma sürelerini 2015 yılı sonuna ka-dar ortalama 5 aya düşürmesi saldırı-sına ilişkin Deri-İş Sendikası tara-fından yazılı bir açıklama yapıldı.

AKP’nin iktidarı dönemi boyuncayürüttüğü politikalarla emeğinmevcut sınırlı haklarına yönelikhakları gasp ettiğini ifade eden Deri-İş, “AKP Hükümetinin üçüncü ‘ustalık’döneminin başlangıcından bu yana ilgili ba-kan ve kuruluşlar yeni ‘plan’ ve ‘önerilerle’gündemi şekillendirmektedir” dedi. İşçilerin haklarına yönelik bir darbenin de İŞ-

KUR eliyle vurulmaya hazırlandığını belirtenDeri-İş, “İŞKUR, Mevcut Fon’un istismaredilmesini engellemek ve daha geniş işsiz kit-

lesinin daha iyi şartlarda yaşamını sürdür-mesini sağlamak yerine mevcut durumu

aranır hale getirmektedir” diyerektepki gösterdi. Türkiye’de 6 milyonu aşkın işsizinhali hazırda küçük bir bölümünün

işsizlik ödeneğinden yararlanabil-mekte olduğuna dikkat çeken sendika,

fonda biriken paranın ise olması gerektiğibiçimde işsizlere dağıtılmadığını belirtti. Sen-dika, ayrıca işçilerin örgütlülüklerinin görüş-leri dikkate alınmadan oluşturulan bu planakarşı mücadele çağrısında bulundu.

Elinizdeki telefon kabına dikkat!

Deri-İş’ten işsizlik fonuna yönelik saldırıya tepki

Bir işçinin ücretsiz alınteri ileüretilmiş olabilir!

Page 6: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

İstanbul: Çalıştıkları ta-şeron şirket tarafından iştençıkarılan BEDAŞ işçilerinindirenişi kazanımla sonuç-landı. İşten atıldıktan sonraBEDAŞ işçileri direnişe geç-miş ,Taksim’de bulunanBEDAŞ Genel Müdürlüğüönünde direniş çadırı kur-muştu. Direnişin 25. günündekazanan 156 işçi yapılan an-laşmaya göre iş başı yapacak.Enerji işkolu taşeron çalışma-nın hızla yaygınlaştığı işkolla-rından. Yalnızca İstanbul’dabin 800 işçi taşerona bağlıolarak çalıştırılıyor. Bu işçile-rin maaşları zamanında öden-miyor, habersiz girdi-çıktıişlemleri, sırf maliyeti düşür-mek adına işçilere iş ekip-manları verilmiyor. İstifakağıtları zorla imzalatıyor.

Direnişi “Kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiç-birimiz” ve “Zafer direnenemekçinin olacak” sloganla-rıyla bitiren işçiler 4 Kasımgünü çadırı söktükten sonrabir basın açıklaması gerçek-leştirdi. DİSK ÖrgütlenmeDaire Başkanı Ali Rıza Kü-çükosmanoğlu, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı ArzuÇerkezoğlu, Halkevleri veGenç-Sen üyesi öğrencilerinde katıldığı eylemde direnişçiişçiler adına Selami Öğre-tici konuştu. Öğretici; “Bura-dan iktidarı bir kez dahauyarıyor ve bu yoldan dön-meye çağırıyoruz. Bizlerenerji işçileri olarak taşeron-laştırmaya karşı mücadele-mizi sürdürmekte kararlıyızve enerji iş kolundan taşeronbelasını söküp atana kadarinatla, ısrarla kavgamızıdevam ettireceğiz” sözleriylehükümete seslendi.

Uzunca bir süredir tartışılanTam Gün Yasası kabul edilerekuygulamaya sokuldu. AKP hükü-meti tarafından “büyük bir hizmet” eti-ketiyle sunulan bu düzenleme, sağlıkalanında yeni bir karmaşaya yol açtı. Has-taların ameliyat masasında kalmasına, te-davi olamadan hastane kapısındandönmesine neden olan uygulama, kamuo-yuna “vatandaş rahat edecek” propagan-dası eşliğinde sunulmuştu. Buna göre,vatandaş hastaneye gittiğinde doktoru is-tediği zaman bulacak, ayrıca özel muaye-hanesine gitmek zorunda kalmayacak,tüm muayene ve tedavilerini hastanedeyapacaktı. AKP hükümeti, diğer birçok ko-nuda başvurduğu aynı yönteme sarıldı.Sağlık alanındaki düzenlemelere karşı olu-şabilecek muhalefet için vatandaşın hassa-siyetlerine oynamıştır. Hastaların rahatsızolduğu konular üzerinden, gerçekleştirdiğidüzenlemeleri takdim eden ve gerçekleriçarpıtan AKP hükümeti, böylelikle muha-lefet eden azınlığı, çoğunluğun öfkesi ilekarşı karşıya bıraktı. Gerçekte, yeni düzen-lemeden en fazla hastalar mağdur olacak-ken tartışma yalnızca hekimler vehükümet arasındaki bir sorun olarak yan-sıtılmaktaydı. Nitekim özellikle sağlık ör-gütlerinin bunu dile getirmesine karşınhalka yeterince ulaşılamamış ve bugün busonuçlar açıkça yaşamımızın bir parçasıhaline gelmiştir.

Harcama kamunun, kazançözel sektörün!

AKP’nin sağlık alanındaki uygulamaları,Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü ta-limatlarıyla tam bir piyasalaştırma ve özel-leştirmeyi beraberinde getiriyor. Busürecin sonunda yaşanacak olan ise kaliteli

sağlık hizmetine sadece parasıolanların ulaşacağı vahşi bir

düzen olacak. Birçok kamu sağlık kuru-munda kamuya asıl kazanç getiren görün-tüleme ve laboratuar işlemleri taşeronfirmalara kazanç kapısı olarak sunuluyor.Hekimlere ve diğer sağlık çalışanlarına bak-tıkları hasta ve yaptıkları iş başına yapılan“performans “ ödemesi ile birçok istismarve israfın yolu açılıyor ve tümüyle parayaendeksli bir çalışma düzeni ortaya çıkıyor.

Kamu hastanelerinde hekimlerin tamgün çalışması anlayışı doğrudur. Fakat buyapılırken sağlık çalışanlarına emeklilikle-rine yansıyacak bir ücret ve haklarını ko-ruyacakları sendika ve grev hakkınınolduğu bir çalışma düzeninin sağlanmasıgerekir. Hükümet, yeni kararnameler veyasalarla bütün çalışanları iş güvencesiz,sözleşmeli veya taşeron firma çalışanı ha-line getirmek istemektedir. Kamu hastane-lerinde çalışmak istemeyen hekimlerin isemuayenehane açmaları engellenerek, özelsağlık işletmelerine güvencesiz ve düşükücretle çalışmaya zorlanmaktadır.

AKP, son olarak şimdi de üniversitehastanelerini sağlık bakanlığı çatısı altınaaldı. Ancak Üniversitelerin böyle bir talebisöz konusu değil. Yakında çıkarılması he-deflenen Kamu Hastane Birlikleri yasasıile bu hastaneler sağlıkla ilgisi olmayanyönetim kurullarının eline verilecek ve kıs-men veya tümüyle özeleştirilmesinin yoluaçılacak. Zaten kamu-özel ortaklığı teme-linde birçok kentte yapılacak büyük hasta-nelerin son yayımlanan ihale belgeleri, buhastanelerin işletmesini kâr garantisi ileözele bırakmaktadır. SGK yolu ile kamu-dan toplanan ve giderek çok daha büyükboyutlara ulaşan fonlar küresel ortaklı,özel sağlık kurumlarının eline aktarılacak,bu yolla harcamalar kamusallaştırılırkenkazançlar özelleştirilecek.

Ya sözleşmeli çalışırsın ya da başının çaresine bakarsın

Tam Gün Yasası ile ortaya çıkan kar-maşaya YÖK ise “çözüm” bulmaya çalışı-yor. Muayenesi olduğu ya da özeldeçalıştığı için üniversite hastanelerinden is-tifa etmek zorunda kalan hekimlerin, geridönmesi için YÖK, hekimlere saati 300-400 lira, haftada 40 saat sözleşmeli ça-lışma şartıyla yeni bir öneri getirdi.Hekimler ise bunun güvencesiz çalışmayayönelik bir dayatma olduğunu dile getiri-yor ve bugüne kadar uygulanan “yap-boz”politikaları nedeniyle hem bakanlığı hemde YÖK’ü yeterince ciddi bulmuyor.

YÖK’e bağlı 76 üniversitenin tüm var-lıkları ve yetişmiş insan gücü son düzen-leme ile sağlık bakanlığına devredilmişdurumda. Bakanlığın, Tam Gün ve KHKile hastane dışına çıkmaya zorladığı öğre-tim görevlilerine YÖK, yeniden kapı açı-yormuş algısı yaratmaya çalışılıyor. Ancak,bu kez sözleşmeli çalışmak kaydıyla.Ancak, saat başı çalışma ücreti ve süresi ilede ilgili bir bağlayıcılık yok. Sözleşmeli ça-lışan hekimler, her an işten çıkarılabile-cek. Böyle bir modelle hasta ve doktorarasında sağlıklı bir iletişim kurmak müm-kün olmadığı gibi kaliteli bir sağlık hizmetivermekten de bahsedilemez.

Tüm bu değişiklikler yeterince karışık-lık yaratmamış gibi bakanlık, şimdi de Tür-kiye’de doktor ve hemşire olabilmek için“Türk” olma şartını kaldırdı. Yabancı dok-torların Türkiye‘de görev yapabilmeleriiçin Türkçe bilmeleri ve diplomalarınınSağlık Bakanlığı ve tıp fakültelerinin jürisitarafından onaylanması şart koşuluyor.Diplomaların onaylanması içinse yabancıdoktor adaylarının öğrenimlerinin Tür-kiye’deki tıp fakültesi ders programı ve öğ-retim süresiyle aynı olması şartı aranıyor.Diğer yandan Türkiye’de her 100 bin kişiye86 uzman hekim düşerken, Avrupa’da burakam 272. Görünürde bu uygulama ileSağlık Bakanlığı, doktor açığının gideril-mesini amaçlıyor. Yeni yasal düzenlemeyle“Türk kadınından başka kimse hem-şirelik yapamaz” ifadesi de değiştirildi.Böylece yabancı hemşireler de Türkiye’degörev yapabilecek.

Sağlık Bakanlığı, performansa dayalı,piyasalaştırılmış sağlık sektörüne bu dü-zenleme ile yurtdışından ucuz işgücü kay-nağı yaratmış oluyor. Böylece hükümet,yeni düzenlemeleri kabul etmeyen hekim-lerin pazarlık payını, direniş gücünü dedüşürmeyi hedefliyor.

İstanbul: Torba Yasa ile birlikte,özellikle hizmet sektörünün günde-minde olan sürgünler başladı. Yasa ileilgili birçok eylem gerçekleştirenhizmet işkolundaki sendikalar -Hizmet-İş sendikası hariç- sürece dairaçıklamalarda bulunmuştu. Yapılanaçıklamalarda binlerce belediyeişçisinin sürgün edileceği vurgulan-mış ve bunun için eylemler öner-ilmişti.

Sürgünler özellikle devrimci di-namiklerin yüksek olduğu sendikaüyesi işçiler arasında gerçekleştiriliy-or. Patron yanlısı sendikalara geçişinde zeminini oluşturacak saldırılar,Fatih Belediyesi’nde çalışan 7’si en-

gelli 66 işçinin sürgün edilmesi ilebaşladı.

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası 1No’lu Şube yöneticileri ve üyelerisürgün saldırısını protesto etti.Eyleme haklarında sürgün kararıçıkarılan işçiler de katıldı. Vatan Cad-desi üzerinde bulunan History AVMönünde toplanan işçiler FatihBelediye binası önüne kadaryürüdüler. Eylemde “Ben sağır-dil-sizim, başkan beni torbaya koy-du”, “Engelli olmak suç değildir,

sürgüne göndermek suçtur”, “FatihBelediyesi başkanı MustafaDemir’in kurbanlıkları” dövizleritaşındı. Belediye önünde konuya il-işkin açıklama yapan Sendika ŞubeBaşkanı Hikmet Aygün, çalışanlarınkadro fazlalığı gerekçesiyle sürgünedilmesinin emek haklarına yönelikbir saldırı olduğunu belirtti. Aygün,bu kararı kabul etmeyerek BelediyeBaşkanı Mustafa Demir hakkında 14Ekim’de Çağlayan Adliyesi’ndeCumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyu-rusunda bulunduklarını söyledi. Açık-lamanın ardından eylem, “Direnedirene kazanacağız” sloganı vealkışlarla sona erdi.

16-29 Kasım 201106 İşçi-köylü Özgür gelecek/20

Hekim ve hastayatam gün sömürü

BEDAŞ’tadireniş kazandı

Torba Yasa sürgünleri başladı

AKP’nin sağlık alanındaki uygulamaları, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütütalimatlarıyla tam bir piyasalaştırma ve özelleştirmeyi beraberinde getiriyor.

Page 7: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Kartal: Hastalıklı et ve hayvan tar-tışmaları ile birlikte gündeme giren An-gus ithalatı, büyük ve küçükbaş hayvanyetiştiricisinin tepkisini toplamaya de-vam ediyor. Özellikle bayram için Tür-kiye Kürdistanı’ndan İstanbul’a gelenköylülerin Avrupa yakasına geçişleriyine hastalıklı hayvan iddiaları ile en-gellendi. Kurban fiyatlarının fazla oldu-ğu iddiasıyla Tarım ve Hayvancılık Ba-kanlığı tarafından başlatılan Angus it-halatına tepki gösteren yetiştiriciler, 3Kasım günü Ataşehir yolunu trafiğe ka-patarak bir eylem gerçekleştirmişlerdi.Yaklaşık 150 yetiştirici, bu sene de iflasedeceklerini belirterek yol üzerine kalasve direklerle barikat kurarak bir oturmaeylemi gerçekleştirmişlerdi. Özgür Ge-lecek gazetesi olarak İstanbul Malte-pe’de bulunan kurbanlık satış noktasınagiderek bir röportaj gerçekleştirdik.

- Kendinizi tanıtır mısınız?- Adım Haşim Boğulu, 1979 Kars

doğumluyum. 18 yıldır bu işi yapıyo-rum. Daha önce başkalarının çobanlığı-nı yapıyordum. Şimdi ise kendimdençok devletin çobanlığını yapıyorum.

- Bu seneki satışları nasıl bu-luyorsunuz? Angus ithalatına ne-den karşısınız?

- Geçen seneye göre satışlar daha iyiama bize göre iyi değil. Neden geçenseneye göre daha iyi onu anlatayımönce; Şimdi geçen sene virüslü et deni-len bir zıkkım attılar ortaya. Tam daKurban Bayramı’na denk getirdiler. Za-ten böyle bir tesadüf olamaz! Bu dakurban satışlarını azalttı. Ben bu sene1.800 liraya sattığım hayvanı geçensene 1.200 liraya satmıştım. Maksatmaliyeti kurtarmak. Birçok arkadaşımda böyle yaptı. Yan tarafta yineKars’tan gelen Semih var, koca öküzü1.000 TL’ye sattı. O yüzden bu sene üc-retlerde bir düşüş yapmadık. Eee, za-ten kurban satışlarında çok keskin pa-zarlık yapılır. Bir de biz maliyeti düşü-

rürsek, yemin ediyorum memleketedönecek parayı çıkartamayız.

Angus ithalatına diyeceğimiz birşey yok. Bu, devletin kara yüzü. Allahbelalarını versin! Başka diyecek birşey yok. Be kardeşim senin ülken bü-yükbaş hayvan dolu, sen niye hayvangetiriyorsun? Gerçekten bilen varsaanlatsın!

- Yabancı şirketlere kazan-dırmak olabilir mi?

- Olabilir. Avrupa yakasında, Trak-ya’da hayvan azlığı varmış diyorlar.Bak, biz her sene gizlice karşıya geçme-ye çalışırız, geçebilenler geçer geçeme-yenler cezalarını alır sonra oturur. Ben15 dana 30 tane de koç getirdim. Bunla-rın hepsinin maliyeti bana 12 bin liraoldu. Bunların beslenmesi, çadır parası,kendi geçimim, ailemin geçimi, hayvan-ların nakliye parası derken hepsi 12 binlira. Ben ne kadar kazandım? 8 bin lira,500 TL de karşıya geçerken ceza aldım.Bu hesaba bakacak olursak benim bu işibırakmam gerekiyor.

Bizim çok pahalıya sattığımızı hattaçok da iyi para kaldırdığımızı duymuş-sundur. Bunların hepsi yalan! Bunlarısöyleyenler gelip görsünler. Her sene if-las etmekten yaşlandık vallaha…

Bizim ekmeğimizle oynamasınlar

- Siz kendinizi tanıtır mısınız?- Cuma İlhan, Kars’tan geldim. 10

yıldır hayvan besleyip satıyorum.- Neden Angus ithalatına kar-

şısınız?- Neden Angus ithalatına karşıyım;

çünkü bizde yeterince hayvan var. Amasatışı engelleniyor.

- Neden ithalat yapılıyor? - Bilmiyorum ama iyi bir yanı olma-

dığı ortada. İthalat yapıldığı zaman biz if-

las ediyoruz. İthalatı yapanlar kazanıyor.- Bu seneki satışlar nasıl peki? - Berbat, bir sürü borcun içine gir-

dim, nasıl çıkacağım bilmiyorum. Negeçen sene iyiydi ne de bu sene. Karşı-ya geçmemize izin verseler belki kaza-nacağız ama izin yok. Geçene de cezakesiyorlar.

- Neden izin vermedikleri ko-nusunda bir fikriniz var mı?

- Bizim hayvanların sağlık kontrolüyapılmamış diyorlar. O zaman sağlıkbakanlığı mıdır tarım bakanlığı mıdırgelip yapacak! Çıkıp Angusların sağlıkkontrollerini yapıyorlar. Bizim hayvan-ların sağlık kontrolünü yapıp satış ser-bestliği çıkarsalar hem kendilerine dahaucuza mal olacak hem de ülke biraz daolsa rahatlayacak. Ama yok illa da baş-kaları kazanacak!

Tamam, kazansın kimsenin ekme-ğinde gözümüz yok ama kardeşim bi-zim de ekmeğimizle oynamasınlar. Ge-lip hayvanlarınız hasta demesinler. Benilk defa karşılaşıyorum böyle bir şeyleve AKP’ye lanet ediyorum. Resmen ana-mızı ağlattılar. Bir tane çiftçi gelip de-mişti ya “anamızı ağlattınız”, o da utan-mazca “ananı da al git demişti”. Şimdigelsin de bize söylesin bakalım bunu.Valla ben kaldıramam. Bu hayvanlarınağzına tuz sürer sonra salarım Anka-ra’ya, o zaman baş etsinler bakalım.

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 07İşçi-köylü

Ankara: AKP hükümetinin Meclis’ten aldı-ğı Kanun Hükmünde Kararname(KHK) çıkarmayetkisinin son günlerine girilirken 1 Kasım 2011tarihinde yürürlüğe giren yeni bir Kanun Hük-münde Kararname ile TCDD’nin özel sektörünhizmetine sunulmasının önü açılmış oldu.

1995 yılından beri Dünya Bankası ve AvrupaBirliği’nin fon ve direktifleriyle yürütülen de-miryollarının yeniden yapılandırılması çalışma-ları doğrultusunda yapılması istenilen değişik-liklerin büyük bir kısmı hayata geçirildi. Bu dö-nemde; asli hizmetin dışında sayılan TCDDHastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devredildi, ku-rumda çalışan personel sayısı hızla eridi. Taşe-ron sayısı 5 bini aştı. TCDD Meslek Lisesi, Ba-sımevi, Dikimevleri, birçok istasyon ve atölyekapatıldı. Demiryolu çalışanları tarafından yapı-lan bakım ve onarım işleri 3. şahıslar yani taşe-ronlar tarafından yapılmaya başlandı. Prestijtrenleri olarak çalıştırılan hızlı tren işletmeciliğiöne çıkarılarak toplam 11.000 kilometrelik gele-neksel hat kaderine terk edildi.

Bu dönemde ölüm ve yaralanmayla da so-nuçlanan birçok demiryolu kazası meydana gel-di. Hükümetin 2012 yılı programında demiryol-larının 3. şahısların hizmetine sunulması planıile bugün TCDD’de süreç kızışmaktadır. 2012yılında da demiryollarının yeniden yapı-lanmasıyla ilgili yasal düzenleme yapıldı-ğında 3. şahıslar kendi lokomotif, vagonve personelleriyle demiryolu altyapısınıkullanmak suretiyle özel tren işletmecili-ği yapabilecektir. KHK ile birlikte yasalarüzerinde kendi rantına göre aralıksız kalem sal-layan AKP hükümetinin TCDD’yi özelleştirmesi-ne karşı BTS de bir kampanyanın startını verdi,işçiler içinde çalışmalarını hızlandıran BTS, busürece daha direngen bir şekilde hazırlanıyor.

Egemenler krizi daha da de-rinden hissettikçe faturayıemekçi halkımıza kesme çabala-rı da artmaktadır. Bu yöntem-lerden ilki güvencesizleştirmeve kamusal hakların gasp edil-mesidir. Bunların sonucunda daiş “kaza”ları artmaktadır.

İstanbul İşçi Sağlığı veİş Güvenliği Ekim Ayı Ra-poru’na göre “iş kaza”larındaen az 53 işçi hayatını kaybetti,en az 142 işçi de yaralandı.Raporda en son Ali Rıza Elde-mir’in silikozis hastalığı nede-niyle hayatını kaybettiğine, El-demir’in ölümü ile birlikte kotkumlama sonucu ölümlerin48’e ulaştığına dikkat çekildi.Ayrıca diş teknisyenlerinin sili-kozis hastalığına maruz kaldık-larını kamuoyuna duyurduğu veçözüm için mücadele etmeye

başladığı da dile getirildi. Raporda silikozis hastalığı-

nın diş teknisyenlerini nasıl et-kilediği anlatılırken şu ifadelereyer verilerek: “Silikozis tedaviedilemez, fakat yüzde yüz önle-nebilir bir hastalıktır. Önlen-mesi çalışma koşullarının stan-dartlara uygun hale getirilmesive insanileştirilmesi ile müm-kündür. Kâr ve bütçe hesaplarıile taşeronlaştırılan her iş süre-ci, bu alanda çalışan işçilerin,emekçilerin sağlıksız, denetim-siz ve güvencesiz işlere terkedilmesi anlamına gelmektedir.Bu şekilde ele alındığında Tuz-la’da kaybettiğimiz tersane iş-çileri ile merdiven altı diş labo-ratuarlarında silikozise yaka-lanan diş teknisyenleri aynı ci-nayet sürecinin mağduru duru-mundadır.”

Ayrıca “iş kaza”larının aslın-da “kaza”dan ziyade iş cinayet-leri olduğu gerçekliğini gözlerönüne sermektedir.

Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fa-kültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.Mustafa Çakır, 2008 yılında Kırgızis-tan’daki bir kongreye katılmak içinyaptığı başvurunun görüşüldüğü Hu-kuk Fakültesi Yönetim Kurulu top-lantısında, aralarındaki husumettendolayı “çekimser” oy kullanan Prof.Dr. Zehra Gönül Balkır’ın, toplantı-dan olumlu ya da olumsuz karar çık-masını engellediğini, bunun da Yük-seköğretim Kanunu’na aykırı olduğu-nu belirterek, 2009’un Mart ayındaKocaeli Cumhuriyet Savcılığı’na suçduyurusunda bulundu.

Balkır hakkında Kocaeli 5. SulhCeza Mahkemesi’nde açılan davanınkarar duruşmasında, Balkır “görevikötüye kullanmak” suçundan 5 ayhapis cezasına çarptırıldı. Ayrıca Bal-kır’ın 5 yıl adli denetime tabi tutul-masına karar verildi. Balkır, dahaönce de Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ça-kır’a psikolojik baskı (mobbing) uy-guladığı gerekçesiyle Kocaeli 4. SulhHukuk Mahkemesi’nce 3 bin liramanevi tazminat ödemeye mahkumedilmişti.

İş kazası mı?Cinayet mi?

Mobbing yapandekana 5 ay hapis

Özelleştirme furyasındasıra TTCCDDDD’de

“Hayvanlarımız hastalıklı değil!”

Page 8: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Ragıp Zarakolu ve Prof. Dr. BüşraErsanlı’nın, KCK adı altında gerçekleşenoperasyon kapsamında gözaltına alına-rak tutuklanması, yeni ve kritik bir aşa-mada, önemli bir dönemeçteolduğumuzu mu gösteriyor? 14 Nisan2009’dan bu yana dalgalar halindedevam ettirilen operasyonlarda, şu anakadar binlerce insan gözaltına alınaraktutuklandı. Ne ki Zarakolu ve Ersanlı’yakadar gerçekleşen bu siyasi soykırımın,en azından “hedef kitlesinin” belli birtanımı-çerçevesi vardı. Zarakolu ve Er-sanlı’nın tutuklanması, bu siyasi soykı-rım operasyonlarının; çerçevesiningenişletildiğini, yelpazenin açıldığını,demokrat, ilerici aydın ve yazarların dadahil edildiğini görünür kıldı.

Şu ana kadar yaşananlara karşı ciddibir refleks göstermeyen kesimlerin, ver-diği tepkilerin nedenlerinden biri bu.Görünen ve anlaşılan o ki; AKP, yalnızcaKürt hareketinin demokratik alandakitemsilcilerine değil onlarla dayanışmaiçinde olan devrimci ve ilerici güçlere,sisteme muhalif aydınlara, yazarlara,akademisyenlere de saldıracaktır. Top-lumda, “ne oluyor?” sorusunun dahayüksek perdeden sorulmasına zeminteşkil eden gerçek, tutuklanan isimlereatfedilen iddiaların saçmalığında ortayaçıkmaktadır.

Bu durum, AKP hükümetine, sis-teme muhalif; AKP medyasından, yazar-larından, sanatından farklıdüşünenlerin zihnine, haklı olarak,“acaba sıra bizde mi?” sorusunu dü-şürmektedir. Gözaltı, tutuklama, sansürve baskıda 12 Eylül AFC’sinin sınırlarınadayanan, kimi örneklerde geçen AKPhükümeti, toplumu kendi ideolojisi ek-seninde yeniden yapılandırıyor. AKPhükümetinin ve Erdoğan’ın dönemleregöre farklılık arz eden çıkışları da bukonseptin, adım adım yaşama geçiril-mesi adına gündeme geliyor.

“Nane sele”* Erdoğan, AKPEgemenlerin ve onların efendilerinin

performansından son derece memnunolduğu anlaşılan AKP ve Erdoğan’ın,Kürt ulusal sorunu ekseninde bugünekadar değişen yaklaşımlarını da bu pen-cereden okumak yanlış olmayacaktır. 7Kasım günü Rize’de yaptığı konuşmada,“KCK operasyonlarını destekleyenlereuyarımı ben yine yapıyorum: KCK’yıiyi tanımanız lazım. İyi tanımıyorsanızehillerinden iyi öğrenmeniz lazım” söz-leri ile kamuoyunun nasıl düşüneceğinekarar veren Erdoğan, kendini Fatih Sul-tan Mehmet sanıyor olmalı!

4 Kasım günü basının Zarakolu veErsanlı tutuklamalarına ilişkin “ısrarlı”soruları karşısında fikrini ifade etmek“durumunda” kalan Erdoğan, yine ge-rekli ayarları yapacaktı: “KCK’ya sahipçıkan arkadaşların kendilerini gözdengeçirmeleri lazım. Deniliyor ki: ‘Siyaset

Akademisi’nde ders vermiş. Ders ver-mek suç mu?’ Ders vermek suç değilama derste ne söylüyorsun o kısmıönemli. Dershanenin kapısında bir te-röristin (Musa Anter’den söz ediyor)ismi yazılı. Devrimden söz ediliyor.Devrim silahla yapılır. (Silahlı mücade-leyi başbakan da savunuyor, kabul et-meyenlere duyurulur!) Savcılık tekniktakip yapmış ve bunları yakalamış.(Başbakan, hem iddia makamı, hemkarar merci!)” Yapılan eleştirilerin da-vanın seyrini etkileyeceğinden yakınanErdoğan, kendi söylediklerini nedensehesaba katmıyor!

2002 seçimlerinde, Ulusal Hareketeyakın Kürtlerin dahi bir kısmının oyunualan ve 15 Ağustos 2005’te düzenlediğiDiyarbakır gezisinde “Kürt sorunubenim de sorunumdur” cümlesinikuran Erdoğan’ın yaşadığı değişim ol-dukça çarpıcı. Sözlerini çabuk unutanErdoğan, 28 Mart 2006’da HPG gerilla-larının katledilmesine karşı ayağa kal-kan Amed halkının yaşadığı vahşetisavunacak ve o ünlü cümlesini sarf ede-cekti: “Kadın da olsa çocuk da olsa ge-reken yapılacaktır!”

2007’de sınır ötesi operasyon içintezkere kararına imza atan, 4 Ocak2008’de askeri araca yapı-lan bombalı saldırı sonra-sında aynı kentte konuşanErdoğan, bu sefer “Kürtsorunu terör sorunu” di-yecek, Mayıs 2008’de “tekdevlet, tek millet, tekvatan” sözleriyle “tek”le-meye başlayacaktı. Erdo-ğan’ın Kürt ulusal sorunukonusunda her yaklaşımı,sürecin ihtiyacı üzerindenşekilleniyordu. 29 Martyerel seçimleri öncesindeAmed’i alma rüyasıyla yinekentte mavi boncuk dağıtı-

yordu. 12 Eylül referandumuna hazırlıksırasında da kenti unutmayan Erdoğan,12 Eylül’de yaşanan acılara göndermeyaparak müjdeyi verecekti: “Bölgeye enkısa zamanda yeni bir cezaevi kuraca-ğız!” Erdoğan’ın yerel seçimlerde, refe-randumda ve genel seçimlerde deistediğini alamadığını da biliyoruz! Er-doğan’ı çileden çıkaran da bu olmasın?

AKP, Nazi Almanya’sına öykünüyor!

Alman şair Pasteur Martin Nie-möller’ın günlüğüne, “Önce komünist-leri götürdüler, sesimi çıkarmadımçünkü komünist değildim./ Sonra sos-yalistleri götürdüler, sesimi çıkarma-dım çünkü sosyalist değildim./ Sonrasendikacıları götürdüler, sesimi çıkar-madım çünkü sendikacı değildim./Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çı-karmadım çünkü Yahudi değildim./Sonra beni götürmeye geldiler, benimiçin sesini çıkaracak kimse kalmamıştı”şeklindeki unutulmaz dizeleri ile hafıza-lara kazınanlar, Türk egemenlerineilham veriyor olmalı!.

Nazi terörünün önemli bir aracı,Adolf Hitler ve diğer parti liderleri içinözel muhafız birliği olarak kurulan Ko-

ruyucu Takım ya da SS’di(Schutzstaffel). Siyah gömlekli SS üye-leri, yardımcı polis gücü ve daha sonra-ları toplama kampı muhafızları olarakda hizmet gören, daha küçük, üst düzeybir grubu oluşturuyordu. Bu üniforma-sız polisler, siyasi muhalifleri ve Nazi re-jiminin yasaları ile politikalarına boyuneğmeyi reddedenleri belirlemek ve tu-tuklamak için tüm Almanya’da insafsızve zalim yöntemler kullandı. Hitler’iniktidara gelişinden sonraki aylarda, SAve Gestapo ajanları kapı kapı dolaşarakHitler’e düşman olanları aradı. Sosya-listler, komünistler, sendika liderleri veNazi partisi aleyhine konuşan diğerleritutuklandı ve bazıları öldürüldü. 1933yılının ortalarında, Nazi partisi tek si-yasi parti haline geldi ve örgütlü rejimmuhaliflerinin hemen hemen tümü or-tadan kaldırıldı. Alman işgali altındakiAvrupa’da, Naziler, kendi egemenlikle-rine karşı direnenleri ve ırksal anlamdaikinci sınıf ya da siyasi açıdan kabul edi-lemez olarak değerlendirdikleri kişileritutukladılar.

Ülkemizde de polisin AKP tarafın-dan elden geçirildiğini ve yeni bir özelordu kurma çalışmalarının olduğunuhatırlayalım. Yelpazesini genişleterekbüyüten siyasi soykırım, Nazi Almanya-sında yaşananlara ne kadarda benziyordeğil mi?

Direniş cephesini birlikte güçlendirelim!

Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nıntutuklanması ile gözaltı, tutuklama fur-yasının daha geniş kesimlerin ilgi ala-nına farklı yansımalar şeklinde olsa dagirdiğini söylemek mümkün. Baskı, şid-det, gözaltı ve tutuklama terörünün he-definde o an için kim olursa olsun, sözkonusu saldırı bilinmelidir ki düzenemuhalif güçlerin tamamına yapılmıştır.Zira, egemenlerin, sömürü ve zulüm dü-zenini sürdürmek adına hiçbir muhalifsese izin vermek istemeyecekleri açıktır.Bu yanıyla KCK adı altında, Kürt ulusu-nun siyasi iradesine, diline ve kültürünekelepçe vurmak amacıyla gerçekleştiri-len operasyonlara karşı, yurtsever güç-lerle birlikte, güçlü bir barikat örmek,

anlamlı bir duruş sergile-mek elzemdir. Öncelikli“baş ağrıları” hafifledikçeAKP’nin, Zarakolu ve Er-sanlı’nın tutuklanmasındagörüldüğü üzere diğer dev-rimci, ilerici, muhalif güç-lere daha yoğun bir şekildeyöneleceği de açıktır. Dire-niş cephesinde açılan ge-dikleri hep birlikteonarmak ve tahkim etmekdaha güçlü çıkışlar, kaza-nımlar için de önemlidir!

* İkiyüzlü

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2008 Politika-yorum

KCK OPERASYONLARI SÜRÜYOR!

Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!

Öncelikli “baş ağrıları” hafifledikçe AKP’nin, Zarakoluve Ersanlı’nın tutuklanmasında görüldüğü üzere diğerdevrimci, ilerici, muhalif güçlere daha yoğun bir şe-kilde yöneleceği de açıktır.

Page 9: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

1166--2299 KKaassıımm 22001111ÖÖzzggüürr ggeelleecceekk//2200 0099ZZiimmaannêê AAzzaaddîî

“ ‘Kürt sorununu öldürmeler-le çözmeye çalışan ve biz gençle-ri öldürmekle bitirme hevesindeolanlar bilsin ki her ölen geril-lanın yeri mutlaka dolacaktır.Ağabeyim Fahrettin’in silahıyerde kalmayacak. Özgürlükateşi hiç sönmeyecek’ diye mektupbıraktı ve gitti.”

Giden, Reşat adlı bir Kürt genciydi.Ağabeyi, Kazan Vadisi’nde yaşa-

nan kimyasal katliamda şehit düşen36 HPG’liden Reşat Aslan’ın (GeverFaraşin), diğer bir kardeşi FahrettinAslan’ın şehadetinin hemen akabindebıraktığı mektubu ve gerillaya katılışı-nı anlatıyordu bu sözlerle. (FahrettinAslan 2008 yılında yaşanan çatışma-da şehit düşen bir HPG gerillası...)

19 Ekim’de Colemêrg’te HPG tara-fından yapılan baskınların ardından;TC tarafında Cumhurbaşkanı A. Gül’ekadar onlarca egemen sınıf temsilcisi,kanlı intikam yeminleri etmiş; Kürthalkına ve Ulusal Harekete karşı ırk-çı-faşist saldırılar örgütlenmiş, KCKyelpazesi genişletilerek yüze yakın in-san tutuklanmıştı. İntikam çığlıklarıyanı sıra, Başbakan R. T. Erdoğan ga-zete ve televizyonların sahip ve genelyayın yönetmenleriyle bir araya gele-

rek, bu intikam sürecini gizleme itti-fakı yapmıştı.

İşte o günlerde bir söylenti dolanı-verdi ortalıkta. Malatya’daki AdliTıp’a 24 HPG’linin cenazesi getiril-mişti. İnsan hakları savunucuları vegerilla aileleri oraya hareket etti he-men… Ama günlerce cenazeler hak-kında bilgi dahi verilmedi. Ardındansadece 8 kişilik bir ekibe cenazelerigörebilmesi için izin verildi. Cenazele-rin fotoğrafları yayınlandı ve günlersonra katliamın ayrıntıları tüm vahşe-tiyle açığa çıktı.

TC ordusu, Colemêrg baskınınınardından 22-24 Ekim tarihleri arasın-da Kazan Vadisi’ne bir operasyon dü-zenlemişti. Bizzat Genelkurmay Baş-kanı Necdet Özel’in (nam-ı değerKimyasal Necdet!) bölgeye giderekdüzenlediği bu operasyon diğerlerin-den daha farklıydı bu kez… Aczin vekorkunun içinde intikam nöbeti geçi-ren TC, Özel’den ününü bir kez dahakanıtlamasını istemişti. Ve dağı, taşışuursuzca bombalayan savaş uçakla-rından bu kez kimyasal silahlar ve na-palm bombaları (ki her ikisi de savaşanlaşmalarına göre yasaklanmış olansilahlardır) atılarak; elma, armut, va-nilya kokuları eşliğinde ölüm saçarak;

kalleş bir düzenek-le gerillaları katlet-tiler.

Yine bir bayram öncesi öfkeyetutuldu Colemêrg!

Gün geçtikçe insanlığı utandırankatliamın yeni ayrıntıları ortaya çıkıyor-du. Yanmış ve parçalanmış 24 cenaze-nin büyük bir bölümü aileler tarafındanteşhis edilemiyor ve Kazan Vadisi’ndehala parçalanmış insan cesetlerinin var-lığından söz ediliyordu. Bombalarla yokedilen mağaranın altında kalan gerillacesetlerinin kepçe ile parçalanarak, çö-ken kayalıkların altından çıkarıldığı an-latılıyordu.

Daha önce TC’nin sınırlarını aşarakevlatlarının cenazelerini toplayan Kürthalkı, “Artık kaybedecek hiçbir şeyimizyok” diyerek yine tırmandı dağlarına…Yüzlerce insan… Her dağın, her tepenin,her taşın, her bitkinin altına/çevresinebakarak, evlatlarının parçalarını arıyor-du. Gözleri nemli ama “Yasta değiliz, di-renişteyiz” sözleri ile karşılıyorlardı tümacıları… 3 bayramdır olduğu gibi bubayramda da öfkeye tutulmuştu Cole-mêrg… Öfkeye tutulmuştu Kürdistan…Şehitlerine sahip çıkarak sokakları alevtopuna döndürmüştü Kürt halkı. “Şehitnamirin!”

Bu katliam, korkunun ve aczin ürünüdür!

Katliamın yaşandığıbölgede yaşayan köylüler,çatışma sonrası TC aske-rinin köylerine baskın ya-

parak, kafalarına silah dayadığını, ölüm-le tehdit ettiğini, “Devletin gücünügörüyorsunuz. Sizler hepiniz hay-vansınız. Bunlara siz yardım edi-yorsunuz. Sizin de sonunuz böyleolacak” dediklerini anlatıyorlardı. Böl-gedeki suların 2-3 günlüğüne içilmeme-si uyarısında da bulunmuştu askerler.

TC; tüm teknolojik-askeri gelişmişli-ğine rağmen gerilla karşısında defalarcadüştüğü aczin çırpınışları içinde “gücü-nü göstermeye” çalışıyordu bu katli-amla. Gerekirse en alçak, en kalleş yön-temleri kullanarak, “gücünü” sergileme-ye çalışıyordu. TC, Kazan Vadisi’ndekimyasal silahlarla yaptığı katliamlahem Kürt halkına ve mücadelesine hemde bölgedeki ülkelere (başta İran, Suriyeve Irak olmak üzere) “güç gösterisin-de” bulunuyordu. Burjuva-feodal basını20 Ekim’deki toplantıda (dikkatiniziçekmek isteriz, söz konusu katliamdanhemen 2 gün önce!) yaşanan/yaşanacakolan katliamları ve ölen/ölecek olan as-kerlerin haberlerini gündemleştirmemekonusunda uyarmıştı zaten. Kuşatma al-tına almaya çalışıyordu halkı…

Söylemde “çözüm” ve “barış” isteyenkanlı katiller ordusu TC’ye cevabı Reşatveriyordu mektubunda…

“Farkında olma” çok geniş ve çeşitli-lik içeren bir kavramdır. Mesela “dil”konusunun öneminin “farkında” mıyız?Ve bu “farkındalık” ne kadar etkiliyoryaşamımızı ve hatta mücadelemizi?

İzmit-Karamürsel seferini yapacakolan “Kartepe” isimli deniz otobüsününkaçırılması ve gemiyi kaçıran militanıninfaz edilmesi ile ilgili bir habere belkiböyle bir giriş yerine daha farklı bir girişyazılabilirdi. Ancak egemenlerin son sü-reçte en çok kullandığı deyim olan “et-kisiz hale getirmek” sözü, bu infaz ola-yında da hem çok “rahat” hem de çok“masumane” bir şekilde sıklıkla kullanı-lınca buna ihtiyaç hissettik!

İnfaz ya da diğer şekillerde insanlarıkatletmenin adına “etkisiz hale getir-mek” denilmesi canımızı acıtıyor! Ege-menler bunu yazılı ve görsel (burjuva-feodal) basın aracılığıyla o kadar etkinbir şekilde yapıyorlar ki… İnsanlarınkatledilmesini olağanlaştıran ve devletşiddetini normalleştiren bir şey bu!“Sağ yakalanabilme ihtimali olan” birkişinin direkt infaz edilmesi, özelliklegerilla cenazeleri söz konusu olduğundainsan bedenlerine işkence edilmesi gibi

insan vicdanını yerinden hoplatmasıgereken durumları bile “sıradanlaştı-ran” bir kavram “etkisiz hale getirmek”!

“20 terörist etkisiz hale getirildi”,“Bombacı saldırgan etkisiz hale getiril-di”, “Gemideki terörist etkisiz hale geti-rildi”… Burada aslında “etkisiz hale ge-tirilen/getirilmeye çalışılan” devletinfaşizan uygulamalarına karşı olan tep-kilerdir. Ve bu “dil” (düzenin dili), fa-şist TC’nin milyonları kendisine yedek-leme faaliyetindeki en önemli araç.AKP de bunun en “başarılı uygulayıcı-sı” durumunda. (Bakınız: “Zam değil,güncelleme”…)

“Kartepe” bir infazın adıdır!11 Kasım Cuma akşamı saat 18.00

sıralarında, İzmit-Karamürsel seferiniyapacak olan “Kartepe” isimli deniz oto-büsü, Amed’in Kulp ilçesine kayıtlı

1984 doğumlu ve kendisine “PKK’liyim”diyen Mensur Güzel isimli bir militantarafından kaçırıldı. Kesin olmamaklabirlikte militanın, gemiyi PKK LideriAbdullah Öcalan’ın bulunduğu İmralıAdası’na götürme amacıyla bu eylemigerçekleştirdiği sanılıyor.

Önce “SON DAKİKA” haberi denile-rek burjuva-feodal medya tarafındangösterilen bu haber aradan kısa bir süregeçtikten sonra bazı sitelerden geri çe-kildi; değil ayrıntılara dair yeni bir ha-ber, haberin tekrarı bile verilmedi. An-kara ile toplantı üstüne toplantı yap-maktan gazetecilik yapmaya fırsat bula-mayan düzen medyasına, anlaşılan, An-kara’dan yeni bir “ikaz” gelmişti. KezaHaber Türk televizyonu Genel YayınYönetmeni Yiğit Bulut, “SON DAKİ-KA” haberlerinin yayından çekilmesiiçin Ankara’dan uyarı aldıkları açıkla-

masını bile yaptı. Yine CNN Türk tel-evizyonunda 5N 1K programını sunanCüneyt Özdemir, “Neden haberivermiyorsunuz?” tarzındaki bir soru-ya, “Propagandasını yapmak iste-miyoruz” diye cevap vererek, uygula-nan sansürü açıkladı.

Ve operasyon başlar… SAT koman-doları, sabaha karşı 05.35 sularındada gemiye girerek çok açık bir şekildemilitanı İNFAZ ederler. Burjuva-feo-dal basın, hemen işlemeye başlar.“Gemiyi kaçıran ‘terörist’, ‘başa-rılı’ bir operasyonla ‘etkisiz halegetirildi’!”

İşte yine “dil” meselesi! Söz konusu“başarı” neyin başarısı? Kürt halkınınartık canına tak eden bir mevzuda “birçare” diyerek, sistemin “sınırlarını” zor-layan eylem yapan bir militanı “çatışmayaşanmadan” infaz etmek mi “başarı”?“Kartepe”de yapılan operasyon, direktmilitanı öldürmek üzerine kurulu biroperasyondur. Bu faşizmin, “sınırlarınızorlayanları cezalandırmaktan zevk al-dığını” gösteren bir operasyondur!

Yine bir bayram öncesi öfkeye tutuldu Colemêrg

“Etkisiz hale getirmek” ne demek?

11 Kasım Cuma akşamı saat 18.00 sıralarında, İzmit-Karamürsel seferini yapacak olan “Kartepe”isimli deniz otobüsü, Amed’in Kulp ilçesine kayıtlı1984 doğumlu ve kendisine “PKK’liyim” diyen Mensur Güzel isimli bir militan tarafından kaçırıldı.

Page 10: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

H. Merkezi: Çukurca’da yaşa-nan çatışmanın ardından ege-menler Kürt halkına karşıdaha da tahammülsüzleşti.Hatta ırkçı politikaların etkisikendini Wan depreminde dahibir şekilde gösterdi.

Çukurca’da yaşanan çatışmanınardından faşist gruplar tara-fından sık sık yürüyüşler dü-zenlenmiş ve bu yürüyüşlerdevrimci, demokrat ve yurtse-verlere dönük saldırılarla so-nuçlanmıştı. Bu saldırılardanbiri ise İstanbul Esenyurt’tayaşandı. Görgü tanıklarınınanlatımlarına göre, EsenyurtBelediye Stadı’nda Yeşil Esen-yurtspor-Alibeyköyspor ara-sında oynanan maç öncesiotobüslerle ilçeye gelen Ali-beyköyspor taraftarı yaklaşık150 kişilik faşist grup, KöyiçiDoğan Aras Bulvarı’nda oto-büslerden inerek Kürt halkınayönelik ırkçı sloganlar atmayabaşladı. Sloganlara Bingöl nü-fusuna kayıtlı 25 yaşındakiesnaf Zülküf Özek tepki gös-terdi. Ardından sokak orta-sında onlarca kişi tarafındanlinç edilen ve 8 yerinden bı-çaklanan Özbek, esnafın yar-dımı ile Esenyurt DevletHastanesi’ne kaldırıldı.

Saldırı bununla kalmadı ve dev-letin, kurumları tarafından dadevam ettirildi. Zülküf Özek’eyapılan linç görüntülerinibulan Özek’in ailesi güvenlikkamerası görüntülerini alarakpolise teslim etti. Görüntü-lerde onlarca saldırganınÖzek’i öldüresiye dövdüğügözler önüne seriliyor. Ancakpolis yine de olayla ilgili her-hangi bir adım atmadı.

Konu ile ilgili açıklama yapanÖzek’in akrabası Esat Gül-ten ise polisin elinde bütünbilgilerin ve olay günü görün-tülerinin bulunduğuna dikkatçekerek, “polis isterse sorum-luları bulabilir. Söz konusukişi Kürt olunca polis de ye-teri kadar ilgilenmiyor.Bütün bilgiler var ama halendaha kardeşimizi bu hale ge-tirenler yakalanmadı veyargı önüne çıkartılmadı”dedi.

1926 yılında Dersim’de Koçuşağı aşire-tini yok etmek için devlet tarafındanatanan yine devlet tarafından “bil-hassa sert bir kumandan” diye tarifedilen eli kanlı faşist bir askerdir.Uçaklarla ve binlerce askerle, yaşlı-kadın-çocuk demeden herkesi kur-şundan geçiren Muğlalı, köylülerindirenişi bırakmasına rağmen katliamısürdürmüş ve dağlarda, mağaralarda,köylerde deyim yerindeyse kimseyisağ bırakmamıştır. Kürt halkını yoketmekte devletin takdirini alan Muğ-lalı, bu seferde 1927 yılında Murat-suyu yakınlarındaki Bicar bölgesinegönderilir. Buradaki görevi de ŞeyhSait isyanından kalan isyancıları kat-letmektir. Bicar bölgesinden geriyekalan 280’den fazla yakılmış köy ve2000’den fazla katledilmiş insandır.

Böylece devletin gözüne daha da girenMuğlalı, tümgeneral rütbesini hemenalmıştır. Menemen olayında Atatürktarafından buraya gönderilen Muğ-lalı, binlerce tutuklama ve 28 idamımeydanlarda uygulayarak “MenemenFatihi” unvanını da almıştır.

1943 yılında ise Ahmet Arif’in 33 Kur-şun isimli şiirini yazdığı katliam ger-çekleşmiştir. Wan’ın Özalp ilçesinegelen Muğlalı 33 kişiyi katletmiştir.İran’da yaşayan Milan aşireti reisiMehmedi Misto’nun 400 kadar bü-

yükbaş hayvanı kendisinden çalındığıgerekçesiyle geri alması ve bu şekildeTürk devletini küçük düşürdüğü id-diasıyla devletin itibarını kurtarmakiçin yardım eden 33 Kürt köylüsünükatletmiştir. Daha sonra hapishaneyegirse bile 1998 yılında büstü M.Kemal, Fevzi Çakmak gibi katliamcı-ların yanına konulmuştur. Ve 2004’teismi katliamın yapıldığı yerde bir kış-laya verilmiştir.

Bugün itibarı ile açılım üstüne açılımyapılması ve devletin faşist karakteri-nin örtülme çabası yeni bir açılımdaha getirdi önümüze. Mustafa Muğ-lalı’nın ismi, verildiği kışladan halkırencide ettiği gerekçesiyle kaldırıldı.Halkın verdiği tepki gözardı edilerek“demokratikleşmekten” kaynaklıböyle bir uygulamanın olduğunu vebirçok yerde devam edeceğini söyle-mek, aymazlığın seviyesinin yükseldi-ğini göstermektedir.

Özellikle Wan depremiyle birlikte yaşa-nan yıkımı telafi etmek yerine UlusalHareket’i karalama kampanyasınaağırlık verdiğinden ve Ulusal Hareketyüzünden halka yardım edemediğin-den dem vuran TC, depremi bile fır-sata çevirme gayretinde. Son olarakMuğlalı isminin kaldırılması AKP’ninbu bölgede BDP’yi yok etme girişi-minden ayrı tutulamaz. AKP bakanla-

rının sanki müjdeler gibi bu haberivermesi Wan depremiyle devletin fa-şist yüzünün açık bir şekilde ortayaçıkmasını kapatma telaşıdır bir yan-dan da. “Kürt sorunu nerede?” diye-rek bulamayan bakanların bunun birsorun olduğunu söylemesi utanmazlı-ğın had safhasıdır.

CHP de aynı şekilde Wan’a gittiğindebu ismin değişmesi gerektiğini söyle-mişti. Tüm bu söylemler gösteriyor kibu adım, demokrasiden değil tama-men devletin bölgede yeniden yapı-lanma projesinden kaynaklıdır.Ülkemizdeki parlamento faşizminmaskesi olduğuna ve demokrasiadına hiçbir geçerliliği olmadığınagöre düzen partilerinin bu girişimi dedevlet buyruğundan başka bir şey de-ğildir.

Ülkenin dört bir yanı faşizm tabelalarıile doluyken Wan halkı sizin bu çı-karcı yaklaşımlarınızı boşa çıkaracak-tır. Bugün Muğlalı gibi her yerdegezen azılı halk düşmanlarına sahipçıkan devlet eski bir halk düşmanınınüzerinden prim yapmaya çalışmakta-dır. Nafiledir tüm çabanız, sadeceisimleri değil tüm faşizmi silene dekmücadele yürütüleceğini, her türlüırkçı söyleminize ve tehdidinize rağ-men kararlı olunduğunu her zamangöreceksiniz.

Ankara: Devletin “büyük”leri dahasadık bir medya için medyanın “büyük”le-riyle randevular alıp, toplantılar yapmayadevam ediyor. Önce Başbakan Erdoğan veBülent Arınç görüştü medya “büyük”le-riyle. Çünkü daha istikrarlı bir iktidarıntemel meselesiydi basının yazacakları. Sı-rası gelen randevucumuz da bu işlerin ol-mazsa olmazı Meclis Başkanı CemilÇiçek’ti. Dolmabahçe Sarayı’nda gerçek-leştirilen kahvaltılı bilgilendirme toplantı-sına çok sayıda medya temsilcisi katılsada çoğu da çağrılmadı. Cemil Çiçek top-lantıda önce “Yeni anayasa yapım süre-cine ilişkin bugüne kadarki gelişmelerisizlerle paylaşmak, demokratik ve katı-

lımcı bir anayasa yapılması konusundagörüş ve önerilerinizi almak üzere siz-lerle bir araya geldik” diyerek medyaylabu kadar sık toplanılmasının“önemi”nden bahsetti. Tabii sonra ağ-zındaki baklayı çıkardı; “Anayasa komis-yonunun motivasyonunu düşürecekhaberler yapmayın.”

Anayasa sürecinde basına büyük gö-revler düştüğünü dile getiren Çiçek, busürecin kendileri için de ilk olduğunu, ha-talarının ve eksiklerinin olabileceğinifakat bu süreci en az hatayla tamamlamakistediklerini belirtti. Basının tam da bu-rada devreye giren misyonuyla ilgili de;“Gazeteci gözüyle baktığımızda, uzlaş-malardan çok anlaşmazlıkların haber ni-teliği taşıdığı görülebilir. Amacımızüzüm yemek olmalı, bağcıyı döven ha-

berler komisyon üyelerinin ve toplumunmotivasyonunu olumsuz etkileyecektir”diyen Çiçek aslında gazetecilere, gazetecigözüyle bakmayın, bakmayın da birlikteüzüm yiyelim teklifinde bulundu. Buradasorulması gereken soru “bu bağ neresi”sorusudur? Bağcı kim? Anayasa komisyo-nunun hepsinin “bağcılar”dan ya da“üzüm yeme” niyetinde olanlardan oluş-madığı açık. En azından Anayasa Komis-yonu’nda bulunan BDP’li Prof. Dr. BüşraErsanlı’nın tutuklanması ve Cemil Çi-çek’in bu meseleyle ilgili tek kelime etme-mesi bunu net bir şekilde göstermektedir.

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2010 Zimanê Azadî

Kürt gence faşist saldırı

Mustafa Muğlalıkimdir?

“Gazetecilik yapmayında üzüm yiyelim!”

Çiçek;

Bugün Muğlalı gibi her yerde gezen azılıhalk düşmanlarına sahip çıkan devleteski bir halk düşmanının üzerindenprim yapmaya çalışmaktadır.

Page 11: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

29 Haziran 2011 tarihinde HPG ge-rillası Mazlum Erenci ile birlikte şehitdüşen Halk Ordusu gerillası YurdalYıldırım hakkında bir açıklama ya-pan TKP/ML Dersim Bölge Komitesi“TİKKO gerillası Yurdal Yıldırım veHPG gerillası Mazlum Erenci faşizmekarşı ortak mücadelenin, aynı mevzi-lerde fedakarca dövüşmenin örneğiolarak birlikte şehit düşmüşlerdir.Onların birbirine karışan kanlarıdaha ileri mevzilerde ortak düşmanı-mıza karşı savaşımızın temel harcıolacaktır” dedi.

“29 Haziran 2011 tarihinde ortakbir görevden dönen TİKKO ve HPG ge-rillalarından oluşan gerilla birliğine,TC ordusu tarafından atılan pusudaTKP/ML TİKKO gerillası Yurdal Yıldı-rım (Muharrem) ve HPG gerillasıMazlum Erenci (Yılmaz Pılıng) şehitdüşmüştür” denilerek başlayan açıkla-mada olayın Çemişgezek-Akirek (Göz-lüçayır) yaylası civarında gerçekleşenpusu ile gece saat 01:30 sularında mey-dana geldiği, açılan ilk ateşte MazlumErenci’nin göğsüne, Yurdal Yıldırım’ınise koluna ve bacağına kurşun aldığıbelirtilerek; “Gerilla birliği yaralılarıile birlikte, can pahası bir emekle alan-dan çekilmeye çalışmışsa da koşullar

buna izin vermemiştir. Grubu yavaş-latmak istemeyen Hewal Yılmaz ısrar-la bombasını patlatmayı talep etmiş,Muharrem yoldaş da aynı ısrarlagruptan kopmuş ve Hewal Yılmaz’ınyanında kalmıştır. Her iki gerilla dasilahlarını yoldaşlarına devretmiş veölümü savaş sloganları ile karşılamış-tır” denildi.

Açıklamada Yurdal Yıldırım’ın öz-geçmişine de yer veriliyor: “Yozgat-Sorgun-Karabali köyü 1979 doğumluolan Muharrem (Yurdal Yıldırım) yol-daş, 15 yaşında çıktığı yurtdışındaPartimizle tanışmış ve faaliyete başla-mıştır. 1998 yılında 18 yaşında BarışAslan yoldaş ile birlikte TİKKO safları-na katılmıştır. Muharrem yoldaş, 13yılı bulan gerilla yaşamı boyunca bir-çok görevi omuzlamış başarılı eylem-lerde yer almış, çeşitli süreçlerde har-cadığı emek ve gerilla yaşamına dairbilgi-birikimi ile ön plana çıkmıştır.Aşkın Günel, Muharrem Yiğitsoy veCafer Demir yoldaşların şehit düşme-sinin ardından 2005 yılında Karade-

niz’den Dersim’e atanan Muharremyoldaşın, Dersim’de gerilla sa-vaşımızın gelişmesi ve güçlen-dirilmesinde yoğunemek sarfettiğinisöylemek gerekir.Aşkın, Muharrem veCafer yoldaşlardansonra o da MehtapKara ve NurşenAslan yoldaşlargibi Karade-niz’den Dersim’euzanan savaş bay-rağının taşıyıcıla-rından olmuştur.Halk savaşının kı-zıl bayrağı bugünyoldaşlarının elin-dedir ve şehitleri-mize yakışır birşekilde taşınmayadevam edecektir.

1993 yılı Ameddoğumlu olan He-wal Yılmaz (Maz-

lum Erenci) küçük yaşlarda Kürt Ulu-sal Hareketi saflarında yerini almıştır.Amed sokaklarında, TC faşizmine kar-şı taşla sürdürdüğü direnişini, 16 ya-şında faşizmin zindanlarında onurlabüyütmüş ve 17 yaşında dağlara taşı-mıştır. HPG saflarında bir sene sürengerilla yaşamında mütevaziliği ve gi-

rişkenliği ile ön plana çıkan HewalYılmaz, düşman karşısında göster-diği cüret ve ölümü küçülten duru-şuyla örnek bir savaşçı olarak hafı-zalarımıza kodlanmıştır.”

Açıklama “Şehitlerimizin bizlerebıraktıkları mücadele bayrağına

layık olacak ve and ol-sun ki intikamlarını

alacağız! ŞehitNamırın!” slo-

ganları ile sonbuluyor.

KKim karakola niçin götürü-lür? Karakola gitmek ve gö-türülmek arasında temel

bir fark vardır. Benzerlik sadece görü-nüş ve biçimindeki “gitme” durumudur.Birinde bilinçli-iradi-gönüllü bir gitmeolayından bahsedilirken, diğer durum-da zorla götürülmeden bahsedilebilir.Baskı-zor-gönülsüzce karakola gitme-nin ihtiyacı giden tarafından belirlen-miyor. Ancak bilinçli-gönüllü-istemliolarak karakola gitme ihtiyacı giden ta-rafından belirleniyor.

Konumuz zorla karakola götürülen-ler değil, gönüllü gidenlerdir. Karakolagönüllü gidenler hangi ihtiyacın vehangi sorunun çözümü için giderler?Bilinir ki köylük bölgelerde köylüler,gönüllü ve istemli olarak karakola git-mez. Halk yaşamsal-yönetsel-idari hiç-bir sorunun karakollarda çözülmeyece-ğini bilir. Özellikle Kürt köylüleri, kara-kolların nasıl yerler olduğunu, oradanelerin yapıldığını, nelerle karşı karşıyakalındığını iyi bilir.

Yaşamsal-hukuksal-yönetsel sorun-larının ve ihtiyaçlarının çözümü için ka-rakola gitmedikleri gibi karakollarınböyle yerler olmadığını da iyi bilirler.

Baskı-işkence-hakaret-aşağılama-nın birçok çeşit ve türünün yaşatıldığı,görüldüğü yer olan karakollar en çokKürt köylülerin yaşamında yer bulmuş-tur. T. Kürdistanı’nda askeri karakol vekışlalar zulüm ve işkence merkezleriolarak işlev görmüştür. Köy yakma,zorla köyleri boşaltmanın, sürgün ve

göç ettirmenin sayısız örneğin şaşmazadresi karakollar ve askeri kışlalardır.Askeri operasyonlar bahane edilerekorman yakmaların da adresi askeri ka-rakollardır. Askeri karakollar, hiçbirdönem köylülerin, halkın can ve malgüvenliğinin koruyucusu olmamış tamaksine tehdit, ölüm ve korkuların de-ğişmez adresi olmuştur. Karakollar,aynı zamanda fuhuş ve uyuşturucunun,ajan ve işbirlikçiliğin bölgede yaygın-laştırılmasının da merkezi olarak işlevgörmüştür. Uyuşturucu kullanımınındağıtım ve yaygınlaşmasının koordine-denetim merkezi gibi çalışan askeri ka-rakollar, fuhuşun da artarak yaygınlaş-masının suç merkezidir.

Her türlü baskı ve şiddet yöntemikullanılarak para, iş ve yaşam olanakla-rı vaatleriyle aldatma-kandırma-düşür-me yollarına başvurularak, güçsüz, za-yıf, iradesiz insanların ihbarcılaştırıl-masında karakollar, ajan-işbirlikçiliğinmerkez üssü olarak çalışmaktadır.

İşsizliğin-yoksulluğun egemen oldu-ğu Dersim’de, iş olanakları yaratma-sunma vaatleriyle, fırınlara ekmek iha-lesi verilmekte, patron ve çalışanları, bi-rer karakol çalışanı-elemanı-kuryesiolarak kullanılmaktadır.

Proletarya Partisi önderliğinde sava-şan gerillalar, bölgede ajan-işbirlikçili-ğine karşı duyarlılık-bilinç-sorumlulu-ğun artırılması amacıyla dört yılı aşkınbir süredir Dersim’de köy toplantılarıyapma, bildiri dağıtma, köylüleri eğitip-bilinçlendirme çalışmaları yürütmekte-

dir. Orman kesimine son vermek, ajan-işbirlikçiliği etkisiz kılmak amaçlı sayı-sız köy toplantıları yapıldı. Sayısız bildi-ri dağıtıldı. Birçok uyarıda bulunuldu.

Uyarı-engelleme amaçlı işbirlikçi birunsurun aracına bomba kondu. Kezaaynı işbirlikçinin kardeşi olan karakol-lara ekmek-teknik malzeme taşıyan birunsur gerillalar tarafından kaçırılıp,sorgulandı. Vazgeçirmek için büyük birçaba sarf edildi. Bölgede, ProletaryaPartisi başta olmak üzere, dost ve dev-rimci örgütler, orman kesimi, ajan-iş-birlikçiliğe karşı sayısız çaba ve emekortaya koydu. Bu emek ve çaba, herkestarafından duyuldu ve görüldü. Artıkkimse, “orman kesimini ve ajan-işbir-likçiliğe karşı politikalardan, uyarılar-dan haberim ve bilgim yok” deme hak-kına sahip değildir.

Proletarya Partisi ve onun önderli-ğinde savaşan halk ordusunun, yazılı-sözlü-pratiksel, uyarı, dikkat çekme, so-rumluluğa davet etme çaba, ısrar ve ka-rarlılığına rağmen, ajan-işbirlikçiler,karakollara gitmeye, yaşamsal ve teknikmalzemeleri taşımaya devam ediyorlar-sa, onların sivil elbise giymiş olmaları-na, sivil araç kullanmalarına bakarakgerillaların, “sivillere” yöneldiğindenbahsedilmemelidir. Giyilen elbisenin“sivilliği”, kullanılan aracın sivilliği, ih-barcı ve işbirlikçilere masum elbisesinigiydiremez.

Sayısız uyarının, yine sayısız köytoplantıları ve eğitim çalışmalarının et-kisiz kaldığı yerde Kurtuluş Ordusu ge-

rillalarının, hesap soruculuğu devreyegirer. Söz susar, silahın adaleti konuşur.

Anlaşılıp, bilinsin ki karakollara ta-şınan sadece ekmek değildir. Karakol-ların ihtiyaç duyduğu bilgi-istihbarat,teknik malzemelerdir, karakollara taşı-nan. Ve bu çalışmalar, karşı-devrimciörgütlenmeler tarafından teşvik edilip-özendirilmekte, yaygınlaştırılmaktadır.Hepsine giydirilen-örtülen sivillik elbi-sesi, saf-bilinçsiz halkı, bilgisiz kamuo-yunu kandırma ve aldatma amaçlıdır.Dersim’de Hozat’ın Amutka (Yenibaş)Karakolu’na malzeme taşıyan Veli Sa-rısaltık adlı işbirlikçinin vurulmasınınnedeni de budur. Sıradanlaştırılmayaçalışılan, üstü “sivil-masum” örtülerlekapatılmaya çalışılan şey, halk düş-manlığının, zulme ortak olmanın takendisidir.

Gerilla, karşı-devrimci örgütlenmeve çalışmaların üzerindeki “sivil-ma-sum” örtüyü parçalayıp atmak gibi birsorumluluğa sahiptir. Dersim’de kurtu-luş ordusunun yaptığı-yapmaya çalıştığıbudur. Kurtuluş ve özgürlük yolu asker-sivil engel ve tehditlerden temizleniparındırılmadıkça varılacak yer uzakta,ulaşılamayan bir yer olarak kalır. Geril-la, bu yolu kısaltarak, teminat ve güven-ce altına alarak, emekçilere-ezilenlereyürünmesi gereken yolu ve kurtuluşumudunu gösterecektir.

Gerilla, emekçi halkın özgürlük vekurtuluşunun teminatıdır. Bu amacınasadık ve bağlı kacaktır.

(Dersim’den bir ÖG okuru)

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 11Zimanê Azadî

KARAKOLA KİM, NİÇİN GİDER? Gerilla, karşı-devrimci örgütlenme ve çalışmalarınüzerindeki “sivil-masum” örtüyü parçalayıp atmakgibi bir sorumluluğa sahiptir.

ŞEHÎT NAMIRIN!

Page 12: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

İlkokula başladığımda, ai-lem, “kız” olduğum için tek ba-şıma okula gidip gelmemin doğ-ru olmadığını düşünerek -vebunu ifade ederek- abimin gitti-ği okula gönderdi beni. Okulaberaber gider, beraber dönerdikabimle. Dolayısıyla diğer abile-rimin, annemin ve babamın içirahattı. Çünkü alimallah başı-ma bir “iş” gelse; bana “göz-kulak olan”, “sahip çıkan”,“kahraman” bir abim vardıyanımda!

Okuldan eve gelince abim,annemin hazırladığı yemeğihızlı bir şekilde yiyerek hızlıcagiyinir ve top koşturmaya gider-di. Bense anneme yardım eder,“dizinin dibinde otururdum”.Her şey yolunda gidiyordu(!)

Gideceğim liseyi tercih et-mem gerekiyordu. Eyvah! Benabimle aynı liseye gitmek iste-miyordum. Ve gitmedim de.Şimdi ne olacaktı? Ne yapalım,artık okula yalnız başıma gide-cektim. Hem de başka bir sem-te. Onlardan biraz bile uzaktaolmam, ailemi tedirgin edi-yordu. Aslında o “tedirginlik”benim de içime oturmuştu. Herne kadar “bağımsız” olmak is-tesem de o, aileden uzak kal-manın-yuvadan ayrı düşmenin“tedirginliğinden” kurtulamı-yordum.

Her an benden, ne yaptı-ğımdan haberdar olmak istiyor-lardı. Benim için “çizdikleriyol”dan ayrılmaya, kendi yolu-mu çizebileceğimin farkına var-maya başladım. Beni bunaltano duvarları sorgulamaya,bana biçtikleri kılıfı dışarıdanizlemeye başladım. Bu sorgula-ma sonunda ailemden uzak-laşmaya başladım. Aslındaben de yanlış bir penceredenbakıyordum. Sanki aile denen okafes, sadece benim için geçer-liydi ve sanki sadece ben bellikalıplara sığdırılmaya çalışılı-yordum.

Oysa; ağabeylerine hizmetedebilmek için küçükken okulubırakmak zorunda kalmış kom-şum olan genç kadın da, dünya-sı okulu ve evinden ibaret olansınıf arkadaşlarım da, sevgilisi-nin tüm isteklerine tabi olansıra arkadaşım ve daha birçokgenç kadın vardı bu aile kafesi-nin içinde bunalan! Bu yüzdenbiraz daha detaylara inmeli vebu duvarların kaynağını bul-malıydım. Artık sorunun sadecebenim ailemde değil, tüm top-lumda olduğunun farkına varı-yordum yavaş yavaş.

Bu farkındalık korkaradımlarla devrimci duygularadaha çok itti beni…

Ama nasıl olur?Nasıl olur da siyasi fi-kirlere sahip olabi-lir, bu fikirler doğ-rultusunda adımatabilirim ben?Olanları ailemekabul ettireme-yeceğimi, üze-rimde daha çokbaskı kuracaklarınıdüşündüğüm içindevrimci olduğumu giz-lemek/yalan söylemekzorunda olduğumu hisse-diyordum. Bunun doğrubir şey olmadığını biliyor,ama ailemle yüzleşmek-ten, birey olduğumu kabuletmeyeceklerini düşündü-ğümden (gerçekten de kabuletmeyeceklerdi) içimdeki“vicdan azabıyla” yalansöylemeye, ailemden kaçmayadevam ettim.

Böyle devam etmeyeceğinive iplerin bir gün kopacağı-nı hissediyordum. Nitekim öylede oldu. Ailem devrimci oldu-ğumu, faaliyet yürüttüğümü öğ-rendi. Annemin “başka” birkızı, ağabeylerimin-ablalarımın“başka” bir kardeşi varmış me-ğerse! Kürdistanlı olmanın ge-tirdiği yoğun feodal bağlarımız,ailemde farklı kaygılar yarattı.Devrimci olup ne yapacaktım?Nerelere gidecektim? Eğer ak-rabalar-aşiret devrimci olduğu-mu öğrenirlerse bu durumu na-sıl açıklayacaklardı?

Hemen müdahale etmelive beni bu “yanlış yol”dankurtarmalıydılar! Ailemi böylebir telaş sarmışken, bu telaşlabeni dört bir yandan kuşatmaaltına almaya çalışırlarken, üni-versite tercih dönemim geldi.“Kız” olduğum için onlardanuzakta, başka bir memleketteokumamı istemiyorlardı. İlle deaynı şehirde okumam gereki-yordu. Bir de üzerine “devrimci-lik” çıkmıştı. Bunun korkusu ileşehir dışına çıkmamı hiç istemi-yorlardı.

Onların istemediği bir yerive bölümü kazanmıştım. Kafesiiyice zorluyordum anlaşılan!İyice köşeye sıkışmışlardı. Tele-fonlar, görüşmeler… Gideceğimyerde ne kadar akraba, hısım,tanıdık, eş-dost varsa haberdaredildi. “Aman kızımıza göz-kulak olun ha!” Benim bütünhareketlerimi gözetleyebilecekve aileme “rapor” verecek biri-lerine ihtiyaç vardı.

Anlaşılan beni “denetleye-cek”, aileyi genişletmek ve ka-fesin kırılmasına değil, birazcıkbüyümesine izin vardı! Bir debenim hiçbir işi tek başıma ya-

pamayacağı-ma ve onlarıntasvip etmedi-ği yapmamamgerektiğine

inandıkları içinbu arayışları

çok “nor-mal”di.

Ne de olsa “eksik etektim”!Annesinin dizinin dibinden

evlenen kadar ayrılmaması ge-rekendim!

Kendi ayakları üzerindedurması “doğa”ya aykırı olangenç bir “kızdım”!

Çünkü ben bir KADINdım! Ve aslında tam da bu yüzden

o “aile” denilen kafesi, insancayaşayabilmem için kırmam ge-rekiyordu. İşim/(diğer kadınyoldaşlarla) işimiz zor. Şimdi buyoldayım/yoldayız! (İstan-bul’dan bir YDG’li/YDK’lı)

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2012 Yeni Kadın

Aile, egemenler ve onların sözcüleri tarafından toplu-mun-sistemin temel direği olarak adlandırılmıştır, ki bubizce de yanlış bir tanımlama değildir. Ama bu tanımlamaiçinde gizlenen gerçeklik, ailenin sınıflı toplumun dayanağıve direği olduğudur. Bunun için de hiçbir şeyle karşılaştırıla-mayacak şekilde ve dokunulmaz bir kurum olarak aile kav-ramı yüceltilir, kutsanır. İşte gerçek sahtekarlık veikiyüzlülük de burada başlar. Çünkü ailenin kutsanması as-lında sistemin kutsanmasıdır.

Bu kutsallık sahtekarlığının altında yatan gerçekler isetüyler ürperticidir. Örneğin sayıları asla ortaya çıkarılamayanensest olaylarının tüm aile (ve hatta akraba) üyeleri tarafın-dan bilinmesine karşın yaşanıyor olması bile tek başına bukutsallığın iğrenç yüzünü ortaya koyar. Bu öyle iğrenç bir iki-yüzlülüktür ki, bu olaylar sıkça yaşansa da ailedeki kız çocuk-ları ve genç kadınlar “dışarının” tehlikelerinden korunmaküzere eve hapsedilir.

Bu kutsanma içinde ailenin, “toplum tarafından” onayla-nan tek yaşam biçimi olduğu tezi yer alır, ki bunun sonucuolarak aile kurumunu tehdit eden her şey ciddi bir toplumsalsorun olarak ortaya çıkar.

Kutsanan bu kurumda (ailenin reisliği anlamında olmasada) belirleyici rol, esas aktör ise kadındır. Yani cinsiyetçi, ata-erkil, sömürücü sistemin devamı ve yeniden üretilmesi esasolarak kadın üzerinden gerçekleştirilir. Bu, kadının köleliğiningerçek amacını ortaya koyar. Kadının köleliği erkeklerin de veyani tüm toplumun da köleliğidir. Zira kadının köleliğinintoplumsal dayanağı olan toplumsal cinsiyet rolleri ilk ola-rak bu kurum içinde öğretilir. Kadının cinsiyete dayalı işbölü-münde görünmez olan yan ilk olarak bu kurum içinde yaşambulur. Kadın (dişi kuş misali) yuvayı yapar, sistemin hizme-tine koşacak olan “koca”nın ihtiyaçlarını giderir, sistemin ge-lecekteki hizmetkarları olacak “evlatları” yetiştirir, iyi bir “eş”olarak kız çocuklarını yeni ailelerin kurulması için hazırlar…

Buraya kadar olan kısım genel gerçekler olarak değerlen-dirilebilir. Ancak en “kurtulmuş”, “özgürleşmiş” kadınlar dahibu kutsallaştırmanın belirtilerini üzerlerinde taşırlar, ki bizien çok da ilgilendiren kısım budur. Çünkü bu (biz) kadınlarada çocuk bakmanın kutsallığı öğretilmiştir hep. Anne sevgisialmayan çocukların suç işleme oranlarının fazlalığı “bilimsel”kanıtlarıyla gözümüze sokulmuştur. Koca koca (kadın veerkek) “bilim insanları” 18 aya kadar çocukların anne sütüneolan ihtiyacı üzerine brifingler vermektedir.

“Koca”ya itaat, yorgun argın işinden dönen “koca”yı rahatettirmek, bize mutfak işlerinde “yardım” ettiğinde mutluolmak, şiddet görüp kabullenmek vs. zaten çocukluğumuzdanberi başta annemiz olmak üzere tüm kadınlardan bize aktarı-lan miras gibidir. Ev hep tertemiz olmalı, görünmeyen kirlerekarşı biteviye bir çaba sergilenmeli…

Annenin çocuğa, çocuğun anneye bağlılığı öylesine yer et-miştir ki yaşamımızda, zorunlu haller dışında çocuğun hepbizim yanımızda olması gerektiğini düşünürüz. Kök hücreüretilip canlılar klonlanırken bir anne sütüne eşdeğer hiçbirbesin maddesinin üretilememiş olmasını garip karşılamayız.Bunların hepsinin kadını aileye yani köleliğe mahkum edenkutsallıklar olduğunu fark edemeyiz.

Köleliliğimizin kız çocuk olarak doğduğumuz anda biçilentoplumsal rolle, yani daha anne karnında başladığını ve top-lumsal cinsiyetimizi içine doğduğumuz ailede kazandığımızıbiliyorsak, işe aileden başlamak, yani özgürlüğümüzü dahadoğmadan yok eden aile zincirini kırarak başlamak gerekiyor.

Bunun için bize hapishane olan evlerden çıkmamız, kö-lelik düzeninin dayanağı olan aile kurumu üzerine örtülenkutsallık perdesini yırtmamız gerekir. Aile-ev eğer gerçektenbir hapishane ise (ki öyledir) mahpusluğumuzu dayanılırhale getirmek için onu güzel bir şekilde döşeyip tertemiztutmak yerine hapishanemizin çürümüşlüğünü ve yozlaş-mışlığını bilince çıkarmak gerekir. Çünkü “Ailenin çürü-müşlüğünü, yozlaşmışlığını ve işlevlerini açığaçıkardığımızda, aslında toplumumuzun üzerine bina ettiğiçürümüşlüğü ve yozluğu açığa çıkarıyoruz demektir.” (LeeComer, Evlilik Mahkumları)

Göğün yarısıKadın ve aile üzerine -2-

Benim için “AİLE”

İzmir: Birleşmiş Millet-ler Kalkınma Programı’nın(UNDP) yapmış olduğu 187ülkeyi kapsayan yıllık rapo-runa göre Türkiye insani ge-lişmede 92. sırada yer alıyor.Sıralamada Norveç birinciiken rapora göre gelir dağılı-mının dünyanın büyük birbölümünde daha da kötüleş-tiği belirtildi.

Toplumsal cinsiyet eşitli-ği endeksine göre ise Türki-ye 77. sırada yer alırken İs-veç; üreme sağlığı, okullaş-ma süresi, fırsat eşitliği vb.alanlarda birinci oldu. Eko-nomide, sağlıkta durmadangeliştiğimizi, demokratikleş-tiğimizi iddia eden bir baş-bakana sahip olsak da estiri-len tutuklama terörü, he-men her gün yaşanan cinselistismar suçları, kadına yö-nelik şiddet ve hatta kendikalemşorlarının hazırlamışolduğu raporlar durumunhiç de öyle olmadığını göste-rir nitelikte.

Türkiye cinsiyeteşitsizliğinde

77. sırada

Page 13: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Dava süreci: Yıl 2002… Mar-din’de yaşayan 13 yaşındaki bir kız ço-cuğu (adı N.Ç) asker, devlet memuru,öğretmen vs.’nin de aralarında bulun-duğu 28 mahlukat tarafından cinsel is-tismar ve tecavüze maruz kaldı. Aynıyılın Temmuz ayında Mardin EmniyetMüdürlüğü’ne giderek polise maruzkaldığı işkenceyi anlattı. Ocak 2003’te23’ü tutuklu 31 sanığın küçük yaştakikıza tecavüz suçuyla yargılanmasınabaşlandı. Ancak dördüncü duruşma-dan itibaren tecavüzcüler için tahliyekararları gelmeye başladı.

Ardından N.Ç, dönemin Adalet Ba-kanı Cemil Çiçek’e (ki bu zat, “Flört,fahişeliktir!” vs. söylemleri ile kadındüşmanlığını kanıtlamış bir devlet bü-yüğümüzdür!) bir mektup yazdı. “Sizinçocuklarınız yok mu? Öyle bir olay kı-zınızın da başına geldi diyelim, ne dü-şünür, nasıl bir tepki gösterirsiniz?Her gün için için ağlayacaksınız. Be-nim davamda suç işleyen bütün sa-nıklar, şu anda elini kolunu sallaya-rak geziyor. Ya benim hayatım neoldu, biliyor musunuz? Bir düşününbakalım” diyordu mektubunda…

Bir çocuğun kararan dünyasını aç-tığı böylesi bir mektup işe yaradı mı?Tabii ki hayır! Mektubun ardındançocuk istismarcılarının tahliyeleri ve“iyi hallerinden” kaynaklı ceza indi-rimleri sürerken; TC’nin adaleti birkez daha “erkekliğini” kanıtladı, mek-tubundan kaynaklı N.Ç hakkında so-ruşturma açıldı ve N.Ç bulunduğu ço-cuk yurdundan alınarak sorgulanma-ya götürüldü.

Bir süre sonra Av. Eren Keskin’eulaşan ve ona sığınan N.Ç o küçük yü-reğinde açılan büyük yaraları sarmayauğraşırken; davanın görüldüğü mah-keme N.Ç.’nin de istismarda “rızasıolduğu, zorla alıkonmadığı” ge-rekçesiyle bazı sanıklarda ceza indiri-mine gidiverdi. Gerekçe olarak “devle-

tin kanlı havlusu” olmaktan sabıkalıİstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisasKurulu’nun N.Ç. ile ilgili raporu göste-riliyordu. Daha önce de unutmayalımmahkeme, sanıkların duruşmadaki“olumlu tavırları” nedeniyle iyi hal in-dirimi uyguladı ve kanunen 10 seneceza alması gereken 28 tecavüzcü, 1 yıl8 ay ile 5 yıl arasında ceza aldı.

N.Ç’nin ve N.Ç ile birlikte bir bütüninsanlığın yarasını kanata kanata 8sene sürdü bu dava… Son olarak 2011yılının Ekim ayı sonunda N.Ç davasın-da çocuğun “sanıklarla rızasıyla birlik-te olduğu” yönündeki karar Yargıtay14. Ceza Dairesi tarafından onandı!

Bu kararın ardından 6 Kasım’da Pı-nar Öğünç tarafından gerçekleştirilenve Radikal gazetesinde yayımlanan birröportajda N.Ç, 8 yıl önce mektup yaz-dığında içinde var olan adalet duygu-sunun bu sürede nasıl tuzla-buz oldu-ğunu anlatıyor ve şöyle diyordu; “60yıl verseler de rahatlamam!” 5 yılya da 60 yıl… N.Ç’nin hayatında neyitamir edebilir ki!

Aman “adil yargılama süreci”zedelenmesin!

Yargıtay tarafından tecavüzü nor-malleştiren ve sıradanlaştıran bu kor-kunç “çocuk rızası” kararının onanma-sının ardından eylemlerle karar pro-testo edildi. Küçük bir çocuk için “te-cavüze rıza” kararını onaylarken vicda-nı sızlamayan, rahatsız olmayan Yargı-tay, protestolardan rahatsız oldu ve“Yaygara ile karar değiştirilmez,lütfen sessiz olun ve adil yargıla-ma sürecini zedelemeyin” diyezeytinyağı gibi üste çıktı! Bu da yet-mezmiş gibi ikiyüzlülüğün dik alasınıyaparak, bu protestoların N.Ç’nin psi-kolojisini bozduğunu iddia etti!

Bu insanlık suçunu işleyen 28mahlukat ya da bir çocuğa “Göster ba-kalım nasıl yaptılar?” sorusunu soran

ve tecavüze “rıza-sı” olduğunu sa-vunan erkek ege-men zihniyetinkirli adaleti değilde; N.’ye destekolmak için sokak-lara dökülen bin-ler mi N.’nin ha-yatını kararttı?

Kararın ardın-dan; “Bu erkekadalet” diyen“Aile” ve SosyalPolitikalar Bakanı Fatma Şahin’denkarardan “rahatsız” olduğunu Twit-ter’dan duyuran Cumhurbaşkanı A.Gül’e, “yeni yasada kesinlikle böy-le şeyler olmaz valla” diyen Çalış-ma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ÖmerÇelik’ten “kendi kızları olsaydıböyle karar verebilirler miydi?”diye soran Devlet Bakanı Bekir Boz-dağ’a kadar devlet cephesi de bu duru-ma “duyarsız” kalmadı!

Nasıl bir ikiyüzlülüktür bu ya? Bi-zim söylemlerimizle böylesi bir “utançdavası”nı bile kendi çıkarları doğrultu-sunda kullanma ikiyüzlülüğünü sergi-liyorlar. Çok çirkin ve korkunç sami-miyetsizler…

Tecavüzcülerin çoğu bölgedekiAKP’liler. (İsimlerini teşhir etmektehiçbir beis görmüyoruz: AKP İlçe Baş-kanı Halit Denli’nin oğlu NizamDenli, bir dönem ilçe başkan yardım-cılığı yapan Sabri Ajak, AKP içindeaktif çalışan Selman Aydın ve Sela-hattin Kuray…)

Binlerce N.Ç varBu karar tecavüzün aklanması ve

normalleştirilmesi anlamına gelir. Bukarar küçük çocukların istismara uğra-masının “olabilir, mümkün” hale geti-rir. Bu karar tecavüzcüleri korur. Bukarar istismara uğrayan çocuğun “ço-cuk olduğu gerçeğini” göz ardı eder.Bu karar cinsel istismara ve tecavüzeuğrayan çocukların ve onlara destekolmayan isteyen ailelerinin kolunu ka-nadını kırar.

Aynı zamanda şunu da eklemek ge-rekiyor ki bu dava politik bir davadırve “Tek başına ele almak yanlış. Kür-distan’da bir savaş politikası olarakuygulandı bu. Devlet görevlilerinin deiçinde bulunduğu bir çetenin gerçek-leştirdiği bir olay. Dünyanın her ye-rinde uygulanan savaş politikası gibibu da bir asimilasyon, hiçleştirme po-litikasıdır.” (Av. Eren Keskin)

İçimizde kopkoyu bir öfke… Nedenolmasın ki? Bir kız çocuğunun cinselistismar ve tecavüze “rıza gösterdiğini”ve istese 28 (ya da 32) kişinin tecavü-züne karşı direnebileceğini iddia edenerkek egemen hukuk sistemi hala dev-redeyken nasıl öfkelenmeyelim?

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 13Yeni Kadın

YYeni Demokrat Kadın yargıtay kararına tepkisini An-

kara’ da yaptığı bir basın açıklaması ile gösterdi. Basınaçıklamasında yargının onadığı bu kararın insanlık

suçu olduğu bir kez daha vurgulandı. Yüksel Caddesi’nde yapılanbasın açıklamasında ise “Tecavüzcülere indirim değil ağırceza”, “Tecavüzcü devlet hesap verecek” sloganları atıldı.

Geçtiğimiz günler-de N.Ç davasında teca-vüzcülere indirim veçocuğa “rıza” kararıçıkmasının ardındanTürkiye’de çocuğa yö-nelik cinsel istismarvakalarındaki yüksekoran bir kez daha göz-ler önüne serildi. İşteson günlerde yaşananbirkaç örnek:

* Ordu’nun İkizceİlçesi’nde sınıf öğretmeni 40 yaşındakiHürmet Atar’a, 10-13 yaşlarındaki 15kız öğrencisini taciz edip hürriyetlerinikısıtladığı gerekçesiyle toplam 176 yıl9 ay hapis cezası verildi.

* Zonguldak’ın Ereğli İlçesi’nde 11yaşındaki T.D., 15 yaşındaki T.K. ve 13yaşındaki Ş.K. adlı kızlara cinsel istis-marda bulundukları iddiasıyla 3 kişigözaltına alındı.

* Kırıkkale’de, tecavüze uğrayan 16yaşındaki bir erkek çocuğunun sonra-sında fuhuşa zorlandığı ortaya çıktı.Çocuğu fuhuşa zorlayan ve sonra onacinsel istismarda bulunan kişileri teh-dit ederek para sızdıran 5 kişilik şebekeyakalandı.

* Siirt’te ilköğretim okulu öğrencisi7 kız çocuğuna, aralarında esnaf ve me-murların da bulunduğu çok sayıda kişitarafından cinsel istismarda bulunul-duğu “utanç davası”nın 10. duruş-ması 2 Kasım’da görüldü. Duruşmayıizlemek amacıyla Siirt’e giden çok sayı-da kadın kurumu, her türlü taciz, teca-vüz ve katliamları teşhir etmek için da-vanın takipçisi olacaklarını belirtti.

Davanın bir numaralı sanığı ve ha-len firari olan Gazi İlköğretim OkuluMüdür Yardımcısı Fahrettin Kuzu’nunne hikmetse bir türlü yakalanmamasınedeniyle duruşma 31 Kasım 2011’eertelendi. Duruşma esnasında tecavüz-cülerin yakınları, mağdur yakınlarınahakaret etmesine rağmen ne polis nede mahkeme heyeti buna engel olmayaçalıştı!

* Tecavüz edildikten sonra öldürü-len 11 yaşındaki Öznur Uluişden’indavasına Eskişehir Demokratik KadınPlatformu sahip çıkmaya devam edi-yor. N.Ç.’nin tecavüzcülerinin aklandı-ğı son yargı kararına olan öfkelerini de3 Kasım günü Eskişehir Adliyesi’ne ta-şıyan kadınlar, Uluişden’in katili içinağırlaştırılmış müebbet istediklerinisöylediler. Duruşma “Akıl Sağlığı Ra-poru”nun daha gelmemesi nedeniyle6. kez ertelenen dava 13 Aralık’ta gö-rülecek!

* 5 Kasım Cuma günü Taksimtramvay durağında biraraya gelen Ço-cuk Vakfı üyeleri dava sonucunda veri-len kararı kınadı. Yapılan basın açıkla-masında “Kararı veren Yargıtay üyelerinasıl rahat uyuyabiliyor?” dediler.

İçimizde kopkoyu bir öfke... SENİNLEYİZN...

Çocuk için “rıza”arayanların düzeninde

cinsel istismar

Page 14: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Yeni Demokrat Gençlik’in 29-30Ekim 2011 tarihleri arasında Anka-ra’da 4.’sünü düzenlediği Genç Ka-dın Buluşması, aslında diğer 3buluşmadan birçok yönüyleayrılıyordu. Özellikle öğrencikadın örgütlenmesi konu-sunda yoğunlaşarak önünesomut politikalar belirlediğibir buluşma gerçekleştirdi.(Örneğin eğitim hayatında yaşa-nan cinsel saldırılarla ilgili tartış-maların yaşandığı bölümde tacizi sıkyaşadığımızı konuşmak ve üniversite-de kadına yönelik şiddet çalışmaları-mızı bu konu üzerinde yoğunlaştırmakkararı...)

Orada en çok dikkatimi çeken birsüredir tanıdığım, ama genel toplantı-

larda “sessizliği” ile bildiğim genç ka-dın yoldaşların atılganlığı ve konuş-kanlığı oldu. Kadına en çok “yakışan”

özellik olarak sunulur ya “ağırbaşlıve sessiz” olması… İşte bu buluş-

mada bu rolü kırmıştık birçokkadın arkadaşla. Kendi sorunla-rımızın çözümü için politikamı-zı kendimiz belirlemeye ve kıya-

sıya tartışmaya başlamıştık. Bu,çok heyecan verici bir şey!Benim için en verimli geçen bö-

lümlerden biri LGBT bireyler üzerineyapılan tartışmalar oldu. Dilimizdeki okorkunç homofobiyi fark etmek, cinseltercih ile cinsel yönelim arasındaki ay-rımın önemine varmak gibi çok değerlikazanımlarım oldu bu buluşmada.

(İstanbul’dan bir YDK’lı)

* YDG’nin 4. Genç Kadın Buluş-ması, az olmasına karşın nitelikli vetartışmalarla kadınların aktif katılı-mıyla geçti. Buluşmanın Beşler’e atfe-dilmesi bizlere yoğun duygular yaşattıve buluşmayı daha da anlamlı kıldı.Biz kadınların ezilenin de ezileni ol-masını sağlayan erkek egemen zihni-yet, aile ve toplum içinde kadını sin-dirmiş ve bizleri “ikinci sınıf”, boyuneğer hale getirmiştir. Bunu buluşma-mızda bir kez daha tartıştık ve YDG’ligenç kadınlar olarak da gördük. Tar-tışmalarda şunun farkına vardık; ha-len kadın sorununu kendi dışımızdagörebiliyoruz ve biçilen kadın kimliği-ni kıramıyoruz.

Biz kadınlar beş kadın savaşçınınhayatlarını ve onların özgürleşmede,

zincirlerini kırmadaki ısrarını örnekalmalıyız.

(Dersim YDK)* İkincisine katıldığım YDG Genç

Kadın Buluşmasından öncekindendaha fazla etkilendiğimi söyleyebili-rim. Buluşmanın tartışma konularınıönceden bildiğim için daha iyi geçece-ğini tahmin edebiliyordum. Genç ka-dınları örgütleme, sınıf mücadelesinekatma noktasında önemli bir yeri ol-duğunu düşünüyorum bu buluşmala-rın. Daha önceki buluşmalara oranlagenç kadınların sorunlarının dahafazla işlenmesi ve bu sayede oradabulunan bütün genç kadınların ko-nuşması, beni buluşmada etkileyenen önemli şeylerden birisiydi.

Bunlar buluşmanın iyi yanlarıydı,

elbette her etkinlikte olduğu gibi bu-luşmanın da eleştirilmesi gerekenyanları vardı. Bunlardan en önemlisialanlarda buluşmanın çalışmasınınyeterince yapılmamış olması.

Yine diğer çalışmaların kadın faa-liyetimizin önüne geçmesine kayıtsızkalışımız. Kuşkusuz bu buluşma bü-tün bu sorunları aşmamıza öncülükedecek bir yerde duruyor. Bu buluş-manın genç kadınlara daha fazla yö-nelmemize; kampüslerde, liselerdedaha fazla genç kadının örgütlenmesiiçin çalışmalarda bulunmamıza vesileolacak bir nitelikte olduğunu ve bu-luşmaya katılan her genç kadının bu-luşmadan bu yönlü bir kafa açıklığıylaayrıldığını düşünüyorum.

(İzmir’den bir YDK’lı)

Ankara: Ankara ÜniversitesiHukuk Fakültesi’nin 86. kuruluş yılıetkinliğinin bu yılki konukları YÖKBaşkanı Yusuf Ziya Özcan, Danıştayve Yargıtay başkanları ile çok sayıdadevlet yetkilisi olarak belirlendi. Ce-beci Kampüsü’ndeki devrimci veilerici öğrenciler YÖK’ün kuruluşyıldönümü sürecine de denk gelenetkinliğe katılacak olan YÖK Başka-nını kampüse geldiği takdirde pro-testo edeceklerini kamuoyuna du-yurdular. Bu sebeple YÖK Başkanıfakülteye gelmeye cesaret edemedive dekanlar aracılığıyla bubilgi devrimci ve ilerici öğ-rencilere bildirildi.

Fakat protesto edilmesigereken yalnızca YÖK Baş-kanı değildi. 8 yıl önce çoğudevlet memuru 26 kişi tara-fından tecavüz edilen N.Ç ileilgili davada “çocuğun teca-vüze razı olduğu” ileri sürü-lerek sanıklara uygulananceza indirimini onaylayan

Yargıtay ve bu bağlamda devletinyargı üst kurumlarının temsilcileride etkinliğe katılacaktı. 3 Kasımgünü kararlı bir duruşla etkinliğinyapılacağı salona giren öğrenciler,önce çekim yapan ve salonda rahatrahat dolaşan sivil polisleri teşhiredip, salondan çıkarttılar. HukukFakültesi Dekanı’nın öğrencilereolan yaklaşımındaki riyakarlığı teş-hir eden bir konuşmanın ardındansahnede bulunan Hukuk FakültesiDekanı riyakarlılığını sürdürerekkısa bir konuşma yaptıktan sonra

etkinliğin bittiğini duyurdu. Hemenardından sahneye çıkan bir öğrenci,N.Ç davasında böyle bir kararı ve-ren ve de onaylayan bir yargı siste-minin öğrencilere anlatacağı hiçbirşeyinin olmadığını söyledi. Fakülteyönetiminin ve yargı temsilcilerininsalonu terk etmesinden sonra, slo-ganlarla dışarı çıkan öğrencilerÖGB barikatıyla karşılaştılar.

ÖGB ile yaşanan arbededen vebarikatın delinmesinden sonra birbarikatın da çevik kuvvet polisleritarafından fakülte içinde kurulduğu

görüldü. Sloganlar ve taş-larla polisleri fakültedenkovan öğrenciler fakültekantinlerinde, protestoedilen etkinliği ve kampüsiçerisine giren polisleriteşhir etti. Polislerin tamolarak kampüsten çıkma-sıyla kampüs önünde ger-çekleştirilen basın açıkla-masının ardından eylembitirildi.

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2014 Yeni Kadın

Genç kadınlar artık “ağırbaşlı” ve “sessiz” değil!

Tecavüzcüye de, eğitene de, onaylayana da geçit yok!

GÖRÜŞLER... GÖRÜŞLER... GÖRÜŞLER... GÖRÜŞLER... GÖRÜŞLER... GÖRÜŞLER...

Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait yurtla-rının açılmasından bu yana bir hareketlilikvar ki sormayın! Yurtlarda, yurt görevlilerioda oda geziyor. “Yurtta sıkıntılarınız,bir eksiğiniz var mı?” diye sormak içindeğil elbette! Ellerinde imzasız bir anketvar ve öğrencilerin bunu doldurmalarınıistiyorlar. Hem de yapmayana “para ceza-sı” ve “yurttan atılma” tehdidiyle…

Ankette neler mi var? Kurum antetibile bulunmayan ancak Türkiye İstatistikKurumu (TÜİK) tarafından hazırlandığıaçığa çıkan anketlerde, öğrencilerin özelyaşamı, aile bilgileri ve maddi durumlarıile ilgili sorular ve sadece kadın öğrencileriçin hazırlanmış son bölümde kadın öğren-cilerin daha önce “kaç birliktelik yaşa-dığı”, “hiç canlı doğum yapıp yapma-dığı” konularında, “1 Ocak 2005 tari-hinden sonra şu an canlı olsun ya daolmasın canlı doğum yaptınız mı?”gibi sorular…

Dicle, Selçuk ve Çoruh Üniversitelerin-de buna tepki gösteren kadın öğrencileryurt idaresi tarafından tehdit ediliyor. Ka-dınlar “bu anket ile kadınların cinsel ya-şamının deşifre edilmeye çalışıldığına, busorular ile genç kadınlara dönük şiddetinbir devlet politikası haline dönüştüğüne”,“kadın kimliğini zedeleyen, ayrımcı, cinsi-yetçi yaklaşımların devlet kurumlarıncaicra edildiğine” dikkat çekiyorlar.

Her sene başında yurt bulmakta sıkıntıçeken binlerce kadın öğrencinin yaşadığıbarınma sorunu umurunda bile olmayanve kadın öğrencileri -bu anket dışında-türlü uygulamalarla aşağılayan erkek ege-men eğitim sistemi; anket ile bir kez dahaçirkin yüzünü göstermiş oldu. Aman dik-kat! (İstanbul’dan bir YDK’lı)

Kadına en çok “yakışan” özellik olarak sunulur ya

“ağırbaşlı ve sessiz” olması…İşte bu buluşmada bu rolü kır-mıştık birçok kadın arkadaşla.

Yeni Demokrat Kadınlar olarak bizim de des-tekçisi olduğumuz Kadın Cinayetlerini Durdu-racağız Platformu, 11 Kasım Cuma günü yineeylemdeydi. Taksim Tramvay Durağı’ndan başla-yan eylem, sloganlar eşliğinde Galatasaray Lise-si’ne kadar sürdü. Yürüyüş sırasında başında kır-mızı-beyaz ve “Türkiye” yazan holigan gruplarıntacizkar tavırları ve bir holiganın da “Siz ne yaptığı-nızı zannediyorsunuz?” diye saldırması karşısındaeylemin provoke edilmesine izin verilmeyerek yü-rüyüşe devam edildi.

Platform adına açıklama yapan YDK’lı MineParlas, N.Ç kararını kınadı ve Van’da intihar ettiğisöylenen 17 yaşındaki Ceylan Ağun’un eşi tarafındanöldürülmüş olabileceğine dikkat çekerek kadın cina-yetlerini protesto etti. (İstanbul’dan bir YDK’lı)

KCDP’denN.Ç kararına tepkiN.Ç kararına tepki

Genç kadınlarbu ankete dikkat!

Page 15: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 15Gençlik

AKP hükümetinin bir süre öncepiyasaya sürdüğü “ileri demokrasi”ülkemiz nezdinde bütün hızıyla sürüyor.90 yıllık faşizmin bir devamı, farklı biraşaması olan “ileri demokrasinin”önemli bir ayağı öğrenci gençlik ceph-esinden kendini göstermektedir. Ege-menlerin sözcüleri demokrasi dedikçe,açılım dedikçe artan saldırılardanöğrenci muhalefeti de payını fazlasıylaalmaktadır.

Öğrenci gençliğin sesini kısmak içingeliştirilen “ileri demokrasi” uygula-malarının en ileri boyutunu tutukluöğrenciler nezdinde görmekmümkündür. Egemenlerce sürekliolarak demokratikleştiğimiz iddiaedilirken, hapishanelerdeki tutsaköğrencilerin sayısı artmaktadır. Bu nok-tada ÇHD İstanbul Şubesi’nin yayım-ladığı rapor tablonun vahametini de,ileri demokrasinin ne olduğunu da gö-zler önüne sermektedir. Söz konusu ra-pora göre şu an ülkemizde 500’e yakınöğrenci hapishanededir. Eğitim-SenÜniversite Temsilciler Kurulu’ toplan-tısının sonuç raporunda da aynı tablo or-taya serilmektedir.

Anadilde eğitim hakkını savunmak,parasız eğitim istemek gibi sebeplerdenkaynaklı tutuklanan söz konusu öğrenci-lerin hemen hepsinin “yasadışı örgütüyesi” olduğu iddia edilmektedir. Öğren-cilerin hak arama mücadelesini Terörle

Mücadele Yasası kapmasına alan zih-niyetin hedefinin sadece “yasadışıörgütler” olmadığı, öğrencilerin her türlühak mücadelesinin bastırılmak istendiğiortadadır. Yasadışı, silahlı örgütlerinüyesi olduğu iddia edilen öğrencilerinbirçoğu yasal parti ve kitle örgütlerininüyesidir. Yine birçoğu yasal miting vebasın açıklamalarına, 1 Mayıs, Newroz, 8Mart gibi takvimsel gündemlerde eylem-lere katıldığı, pankart, döviz açtığı, de-vrimci önderleri andığı için vs. tutuklan-mıştır. Toplantı ve Gösteri YürüyüşleriKanunu’na göre yasal haklarımızarasında olan bu faaliyetler, yasadışı,silahlı örgüt faaliyetleri olarak değer-lendirilmekte, TCK’nın “terör suçlarını”düzenleyen yasaları ile Terörle MücadeleYasası’nın kapsamına alınmaktadır.

TC’nin hukuk devleti olmamasınınen net göstergelerinden olan uzun tutuk-luluk süreleri öğrenci tutsakları da hedefalmaktadır.

Tablonun Trajikomik YanıBu çerçevede trajikomik olaylar da

karşımıza çıkmaktadır. Hopa’dayaşanan olaylarda tutuklanan öğrencil-erden bazıları THKP-C üyesi olmaklasuçlanmaktadır. Uzun yıllardır var ol-mayan, herhangi bir faaliyeti bulun-mayan bir örgütün üyeliği ile öğrenci-lerin suçlanması, meselenin ele alınışbiçimini, hukuka uygunluk boyutunu

ortaya sermektedir. Bir dosyada iseöğrenciler 4 ayrı yasadışı örgütün üyesiolmakla suçlanmakta iken, bir başkadosyada ise öğrencilerin üye olduğu id-dia edilen yasadışı örgütün adı bile ver-ilmemektedir.

Anadilde Eğitim Hakkını Savunmak Listenin Başında

Öğrenci gençlik mücadelesindeanadilde eğitim talebi ciddi bir önemtaşımaktadır. Egemenlerin en önde ge-len kırmızı çizgilerinden olan anadildeeğitim talebimize yönelik saldırılar isteristemez daha yakıcı bir hal almaktadır.Anadilde eğitim talebini savunduğu içinsokak ortasında katledilen Kürt öğrencil-erden Hewal Aydın hepimizin hafızasınakazınmıştır. Üniversitelerimizdeki,liselerimizdeki şoven saldırganlıktansürekli olarak nasibini alan Kürt gençliğitutuklama saldırılarında da egemenlercelistenin başına konulmaktadır.

Son olarak Büşra Ersanlı veRagıp Zarakolu’nun tutuklanmasıylabir kez daha gündeme gelen KCK op-erasyonları Kürt öğrencilerin tutuklan-masına yeni bir boyut kazandırmıştır.ÇHD’nin ve Eğitim Sen’in raporlarındaKürt öğrencilere yönelik gelişen tutuk-lama dalgasının sonuçlarını görmekmümkündür. 500’e yakın tutsaköğrencinin yarısı T. Kürdistanı’ndakihapishanelerde bulunmaktadır. Tutsak

öğrencilerin neredeyse yarısından fazlası“KCK operasyonlarında” tutuklanmıştır.

“Tutuklama Yetmez EğitimHakkı da Gasp Edilmeli”

Vahşice saldıran hükümet yetkililer-ine, mahkemelere ve polis güçlerineüniversite yönetimleri de eşlik etmekte,böylece saldırının kapsamıgenişletilmektedir. Daha davalar devamederken tutsak öğrencilere polisin tali-matıyla üniversite yönetimlerince soruş-turmalar açılmaktadır. Bu soruşturmalarsonucu okuldan atılmaya kadar varan“cezalar” verilmektedir. Uzun sürehapishanelere gönderilen öğrencilerineğitim hakkı da gasp edilmektedir.

Söz konusu tutuklamalar sadece tut-sak öğrencileri değil bütün bir öğrencigençliği, öğrenci gençliğin savunmasıgereken her türlü hak talebini, bir bütünörgütlenme hakkını hedef almaktadır.Tutsak öğrencilerin serbest bırakılmasıtalebini haykırmak, tutsakarkadaşlarımızın tutuklanmasına sebepolan demokratik haklarımızı daha güçlüsavunmak hepimiz için hayati bir so-rumluluktur.

Kaynaklar: 28-29 Ekim tarihle-rinde yapılan Eğitim-Sen ÜniversiteTemsilciler Kurulu 3. Toplantısı’nın so-nuç raporu; “Yüksek Öğretim Kuru-mu’nun (YÖK) 30. yılında yükseköğreti-mimizin durumu” başlıklı rapor

ÇHD İstanbul Şube tarafından hazır-lanan “YÖK 30. senesinde öğrencilerhapiste” başlıklı rapor

İstanbulİstanbul’da 6 Kasım protestosu “Kur-

ban Bayramı” ile çakışması nedeniyle 2Kasım’da eylemler gerçekleştirildi.

İstanbul Üniversitesi VeznecilerKampüsü önünde toplanan kitle BeyazıtMeydanı’na yürüdü ve burada basınaçıklaması yapıldı. YDG de bu eylemeörgüleyici olarak katıldı.

Dersim3 Kasım Perşembe günü Tunceli

Üniversitesi Yemekhanesi’nde Genç-Sentarafından yapılan basın açıklamasınaYDG ve SGD destek verdi.

Kurulduğundan bugüne kadar dev-rimci ve demokratik gençlik örgütleriYÖK karşıtı eylemler yapmaktadır. Yapı-lan eylemlerde ortak mesaj; YÖK’e karşıöğrencilerin tepkisini dile getirmektir.Ama ne yazık ki, kimi devrimci gençlikörgütleri bunun bilincinde değiller. Der-

sim’de de bunun bir örne-ği görülmüştür. 6 Kasımöncesi toplantıya çağırdı-ğımız bazı gençlik örgütle-ri çeşitli gerekçelerle YÖKkarşıtı eylemin örgütlen-mesini doğru bulmadılar.Örneğin “eylemi bütün öğ-rencilerle tartışarak yap-malıyız” diyen DGH, “bay-ram tatili” ve “öğrencilerinçoğu üniversitede yok” di-yerek ortak eylem içerisi-

ne girmediği gibi Genç-Sen’in yapmış ol-duğu basın açıklamasına da destek ver-medi. Buraya kadar “anlaşılır” olmaklabirlikte, eylem esnasında kimi DGH’lıarkadaşların yemekhaneyi terk etmesi,kalanların ise basın açıklamasını dinle-memesi anlaşılır değildir.

(Dersim YDG)

ÇanakkaleEkim Gençliği, Gençlik Muhale-

feti ve Yeni Demokrat Gençlik’in or-ganize ettiği YÖK protestosu 3 KasımPerşembe günü saat 12.30’da ÇOMÜöğrenci sosyal etkinlik binası önündegerçekleştirildi. Atılan sloganlar eşliğin-de başlayan açıklamada YÖK’ün kurulu-şundan günümüze amacının üniversite-lerde öğrenci gençliğin hak arama bilin-cini engellemek, baskı altına almak oldu-ğu ifade edildi.

(Çanakkale YDG)

AmedDicle Üniversitesi’nde YÖK’ün kuru-

luşunu protesto etmek amacıyla YDG,DÜÖ-DER, DGH ve SGD’nin örgütlediği2 günü kapsayan eylemler gerçekleştiril-di. 1 Kasım’da Hukuk Fakültesi’ndeYÖK’ün tarihini, günümüzdeki uygula-malarını teşhir eden bir panel örgütlen-di. Tamirat gerekçesiyle öğrenciler Rek-tör tarafından fakülteye alınmadı. Bu-nun üzerine fakültenin önündeki kire-mitler kullanılıp forum gerçekleştirildi.

Ertesi gün ise Eğitim Fakültesi’ndenFen Edebiyat Fakültesi önüne yürüyüşyapılarak ardından basın açıklaması ger-çekleştirildi. Basın açıklamasındaYÖK’ün kuruluşuna ve kurulma amacınadeğinilerek, İlyas Aktaş, Mahsun Kara-oğlan, Aydın Erdem, Şerzan Kurt vedaha nice öğrencinin bu zihniyet tarafın-dan katledildiğine vurgu yapıldı. Açıkla-ma sonrası bir yüzünde YÖK, diğer yü-zünde AKP yazılı olan maket, alkış ve zıl-gıtlar eşliğinde yakıldı. YÖK eylemine ikiçevik kuvvet ekibi, çok sayıda TOMA vesivil polis ile gelen devletin kolluk güçle-ri eylemi adeta provoke etmeye çalıştı.Eylem sonrası ise Fen Edebiyat Fakülte-si’nde ses bombası patladı. Patlama son-rası binada hasar meydana gelirken ya-ralanan olmadı.

EskişehirYÖK’ü protesto etmek için haftalar

öncesinden toplantılar alındı. Kurumlar-la alınan ilk toplantıda “üniversite öğ-rencileri” imzasının dayatılması üzerin-den tartışma başladı. Bizler bu imzanınpolitik bir duruşu olmadığı gibi tasfiyeci-lik, örgütsüzlük rüzgarının bir sonucu ol-duğunu dile getirdik. Yürütülen tartış-malar sonucu ilerici ve devrimci gençlikörgütleri (PDG, DPG, SGD, Genç-Sen,Ekim Gençliği ve YDG) YÖK karşıtı öğ-renciler imzası altında birleşti. YDG’lilerolarak bu sürece tüm gücümüzle katıl-dık. Çalışma sürecinde 70’e aşkın afiş ya-pılırken geniş çevremizle toplantılar al-dık.

3 Kasım Perşembe günü AnadoluÜniversitesi Yunus Emre Kapısı’nda bu-luşarak rektörlüğe doğru bir yürüyüşgerçekleştirildi. Eyleme biz de kendi dö-vizlerimizle katıldık. Okunan basın met-ninden sonra toplu bir şekilde yemekha-nenin önüne geçilerek kısa bir müzikdinletisi verildi ve eylem sonlandırıldı.

(Eskişehir YDG)

Bursa3 Kasım Perşembe günü YÖK’ü pro-

testo etmek amacıyla Uludağ Üniversite-si’nde yürüyüş düzenlendi. Sevgi Meyda-nı’nda toplanan öğrenciler “Eşit-para-sız-bilimsel ve anadilde eğitim içinYÖK’e hayır” (Em perwedehiya zi-mane zikmoki dixwazin) dediler.Uludağ Üniversitesi Öğrencileri imzalıpankartla sloganlar eşliğinde Medikoönüne yürüyen kitle Kürtçe ve Türkçebasın açıklamasının ardından halay çe-kerek dağıldılar.

İleri demokrasi manzaraları; 500 öğrenci hapiste

Gençlik 6 Kasım’da geleceği için alanlardaydı

Page 16: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Yalnızca Kurban Bayramı’nda 19kişinin, polis ve askerler tarafından öl-dürüldüğü Suriye’de, kan ve gözyaşıülkenin siyasi iklimi üzerindeki hâki-miyetini sürdürüyor. Esad rejiminin,baskı, şiddet, gözaltı, tutuklama, iş-kence ve katliamına karşın halkın dire-nişi de aralıksız devam ediyor. İsyanınbaşladığı Mart ayından bu yana3.500’ü aşkın insanın katledildiği Suri-ye’de rejim, şiddet ve kanla beslenerekayakta duruyor. Başkentle birlikte yal-nızca birkaç büyük kentin görece sakinolduğu Suriye’de, şehirler tanklar tara-fından kuşatılmış, sokaklar askerler ta-rafından tutulmuş durumda. Gözaltı,tutuklama ve ölüm Suriye halkınıngünlük yaşamının bir parçasına dönüş-müş, ülke belirsiz bir geleceğe doğrusürüklenmektedir. Başlarda birkaç re-form vaadinde bulunsa da kısa süredediğer diktatörler gibi silaha sarılanBeşşar Esad, kendisine duyulan büyüknefreti yatıştırmak adına benzin kul-lanmayı tercih ediyor. Direnişin, ey-lemlerin devam ettiği Suriye’de, Martayından bu yana köprünün altındançok su aktı. Gelinen aşamada özelliklede Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ileSuriye ve Esad için yeni bir döneminbaşladığını söylemek mümkün. Kur-ban Bayramı vesilesi ile 500 tutsağıserbest bıraktığını açıklayan ve muha-lefetle görüşmek için komisyon kurul-ması emri verdiği duyurulan Esad’ın,son manevraları, söz konusu yeni ge-lişmelere göre konumlanmaya çalıştı-ğını düşündürüyor.

Esad, Arap Birliği Planı’nı kabul etti!

Suriye’de eylemlerin başladığı gün-den bu yana, Suudi Arabistan ve Katardışında yaşananları izlemekle yetinen,hatta Esad’a yönelik eleştirilere yanıtvererek sahiplenen Arap Birliği-Ligi,16 Ekim günü gerçekleştirdiği toplantıile Esad’a “şiddete son ver” çağrısıyaptı. 16 Ekim 2011’de Mısır’da topla-nan Arap Dışişleri Bakanları, Suriyeyönetiminden, 15 gün içerisinde sivil-lere karşı uyguladığı şiddetidurdurmasını, siyasitutukluları ser-best bırakma-

sını, Suriye halkının meşru taleplerinikarşılayacak biçimde Arap Birliği’ninev sahipliğinde muhalefet ile kapsamlıulusal diyalogu başlatmasını istedi.Birlik, Katar Başbakanı ve Dışişleri Ba-kanı başkanlığında, Cezayir, Mısır,Umman ve Arap Birliği Genel Sekrete-rinin katılımıyla oluşturulan ve Su-riye’yle doğrudan ilgilenecek bir dekomite kurdu. Esad’a 15 günlük süreveren, Suriye’ye karşı daha sert önlem-leri hayata geçirmeyi ve NATO tarafın-dan Humus merkezli bir uçuşa yasakbölge uygulamasını tartışmaya başla-yan Arap Birliği’nin çağrısı, Esad re-jimi tarafından sürenin dolmasınabirkaç saat kala kabul edildi. Esad,ulusal diyalog toplantılarına karşı ol-madığını ancak yer olarak söz konusu

görüşmelerin Suriye’de gerçekleştiril-mesini, Suriye’ye karşı sürdürülenmedya saldırılarının durdurulmasını,muhalif gruplara silah verilmesi giri-şimlerine son verilmesini ve yaptırım-ların durdurulması koşulları ilebirliğin planını kabul ettiğini duyurdu.Esad’ın bu yaklaşımı Suriye’de ve böl-gede ciddi bir virajın alındığının dagöstergesi. Arap Birliği’nin, SuriyeUlusal Meclisi’ni meşru muhatapkabul ederek görüşmelere başlaması,Esad rejimini ciddi biçimde rahatsızetmişe benziyor.Ne ki Arap

Birliği’nin planını kabul ettiğini ilaneden Esad, daha imzanın mürekkebikurumadan yine onlarca insanı kat-letti. Esad, bir yandan, planı yaşamageçirmekle daha fazla sayıda insanınsokağa dökülmesinden ve muhalefe-tin güçlenmesinden çekiniyor. Öteyandan anlaşma için adım atmamasıdurumunda, bölgede tecrit edilece-ğinden ve komşu devletlerin muhale-fete daha fazla sahip çıkmasındankorkuyor. Esad için iki seçenek de çık-maz sokak anlamına geliyor.

Rejim giderek daha fazla köşeye sıkışıyor!

Esad rejiminin son birkaç haftadadaha fazla köşeye sıkışmasına neden

olan en önemli gelişmenin Kaddafi’nindevrilmesi olduğunu söylemek müm-kün. Zira, Kaddafi’den sonra RusyaDevlet Başkanı Medvedev’in “Suriyeyönetimi reformları yapsın, aksidurumda iktidarı bıraksın”,ABD’nin Libya’nın ardından Suriye’yledaha fazla ilgileneceği yönündeki uya-rısı, NATO Genel Sekreteri AndersFogh Rasmussen’in, Suriye’nin Lib-ya’da yaşananlardan ders alması gerek-tiği şeklindeki sözleri, ABD-İranarasında Esad sonrası döneme ilişkinpazarlıklar yapıldığı iddialarının ulus-lararası kamuoyuna yansıması ve üste-lik İran’ın henüz söz konusu haberiyalanlamamış olması bu kanıyı güçlen-diren gelişmelerden yalnızca birkaçı.Bununla birlikte, Suriye Ulusal Mec-lisi’nin uluslararası arenada daha fazlatanınır hale gelmesi de Esad rejiminiendişelendiren faktörler arasında.Esad’ın son dönemlerde Suriye’ye karşıdüzenlenecek herhangi bir dış müda-halenin-işgalin bölgeyi bir savaş ala-nına çevireceğini şeklindeki çıkışları,Arap Birliğinde dış müdahaleye-işgaleaçık kapı bırakacak kararlar üzerinde

tartışmaların yürütüldüğünü akla ge-tirmektedir. Esad’ın bu adımıatmasında birçok ülkenin is-tihbarat örgütleri ile ilişkideolan muhalefetin, askeri ve si-yasi oluşumlar konusunda kat

ettiği mesafede etkili olmaktadır. Ka-muoyuna yansıyan bilgilerden, muha-lefetin Libya’da yaşananlardan derslerçıkardığı ve bu örneği takip etmeyi iste-diği anlaşılıyor. Görünen o ki, Suriyehalkının Esad rejimine yönelik haklıöfkesi, emperyalistlerle sıkı ilişkileriçinde olan örgütlerin yelkenine rüzgaryapılmak isteniyor.

Türk devleti, Suriyemuhalefetini silahlandırıyor!

Geçtiğimiz günlerde Habertürk ga-zetesinde Amberin Zaman ve aynı gün-lerde The Daily Telegraph ve The NewYork Times muhabirleri tarafından ya-pılan söyleşiler muhalefetin bu eğilim-lerini açıkça ortaya seriyor. Sözünüettiğimiz gazetelere, Türk Dışişleri Ba-kanlığı’nın bilgisi ve yardımıylaHatay’daki Suriye mülteci kampında,Suriye ordusundan kopan güçlerin kur-duğu Hür Suriye Ordusu lideri sıfatıylakonuşan Albay Riyad el Esad’ın, “‘re-jime muhalefetin askeri kanadı’olmayı amaçlıyoruz” sözleriyle 15bin kişilik bir ordu kurdukları açıkla-ması da bunun somut bir yansıması.Eylemlerin ilk gününden itibaren Suri-ye’ye olan yakın ilgisini gizlemeyenTürk devleti olası bir saldırı ihalesinikimseye kaptırmaya niyetli değil. Busöyleşiyle birlikte ilk defa Türk devleti,Suriye muhalefetini silahlandırdığını-örgütlediğini açıktan sahiplenmiş oldu.Esad’ın Türk devletinin bugüne ka-darki çıkışlarına ve ülke içinde faaliyet-lerine karşılık etkili bir müdahaledebulunamaması ve Kaddafi sonrası esenrüzgâr, Türk devletinin cesaretini kam-çılamış görünüyor. Esad’ın Arap Bir-liği’nin planını kabul etmesine karşınABD’nin çekil baskıları Türk devletineyol açmış da olabilir(!)

Kaddafi sonrasında esen rüzgarın,kara bulutları etrafına topladığı BeşşarEsad için sürecin giderek daha kritikbir hal aldığı ortada. Ne var ki asılolan, Esad’ın Suriye halkının bağımsızörgütleri tarafından, daha mutlu, de-mokratik bir ülkenin yaratılması ama-cıyla devrilmesidir. Aksi durumda,Esad devrilecek yerine yenisi geçecek.Suriye halkının, açlık, yoksulluk vezulüm içindeki yaşamında bir değişik-lik olmayacaktır!

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2016 Sentez

Kaddafi’den sonra sıra Esad’da mı

Page 17: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Depremden sonra, Wan’a gerçekleştir-diği seyahati esnasında evlerinin yıkıkveya hasarlı olması sebebiyle sokaktakalan ve yaşadıkları acı yetmiyormuş gibi,ayaz ile imtihana tabi tutulan depremze-delere; devletçe cüz-i miktarda tedarikedilmiş ve yer yer 20-30 kişinin birliktekalmak durumunda olduğu çadırları kas-tederek “sarayda yaşıyorsunuz” diye-bilmek suretiyle zihin dünyasınıanlayabilmemiz açısından ziyadesiyle verisunan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahinefendi içini dökmeye devam ediyor!

“Durmak yok, yola devam” şiarını reh-ber edinen hükümetin azılı bir “militanı”olan bu şahsın “geceleri bari uyuduğu”kanısına kapılmak büyük bir yanılgı ola-caktır. Velhasıl son süreçteki muazzamakilane tespitlerine şöyle bir kulak ver-mek bile bu yanılgının aynı zamanda nekadar büyük bir haksızlık da olduğunu or-taya çıkaracaktır. “Sayın” Bakan, ustalıkdevrinde analitik geometri ve olasılık dal-larında derinleşmeye ahdetmişçesine,çığır aça aça ilerliyor!

“Paralel devletyapılanmaları…”

Bakan Şahin, yoğun araştırma faaliye-tinin ardından sır perdelerini bir bir ara-layacak kudrete sahip olduğunudüşündüğü “önemli” çözümlemelerinitürlü çeşit platformda “açıklamak” sure-tiyle cehaletimize merhem oldu/ içimizikemiren soru işaretlerini açığa çıkardı.

“KCK operasyonları bataklığı kurut-mak içindir. Bu bataklığın zehirli yılan-ları eli silahlı dağdaki teröristlerdir. Ozehirli yılanların barındığı bataklık daKCK’dir. KCK ile BDP bağlantılıdır. İlgi-lidir. BDP, PKK ile bağlantılıdır. PKK ilede BDP bağlantılıdır. Hepsi aynıdır.”

“KCK üst bir siyasi yapılanmadır.”“BDP, KCK’nin legal unsurudur.

BDP’li vekiller KCK’lilerden talimat al-maktadırlar.”

“Bu sayede devlete paralel bir devletyapılanması kurulmuştur.”

Alkışlar Bakan beye! Gerçekten de birdurum ancak bu kadar açık bir biçimdeçözümlenebilir! Bu dahiyane tespitlerancak bu kadar güzel bir şekilde ifade edi-lebilir!

Demokratik siyaset yapmahakkı?!

Mevcut anayasalarında da güvence al-tına alınmış “siyasi parti kurabilme/ ku-rulu siyasi partilere üye olabilme/düşünceyi açıklama, düşünebilme hürri-yetleri”nin bakan Şahin şahsında tümdenfaşist devletçe nasıl algılandığı sır olma-makla birlikte, düşülen bu acz hali du-rumu daha iyi anlayabilmemiz açısındanönemlidir. “İleri demokrasinin” hatlarısüreçle birlikte iyiden iyiye ortaya çıkıyor.

Faşizmin, varlığından bu yana, saldır-ganlığına kılıf olarak kullandığı “senden

olmayanı, terörize et, asimile et,yok et” mantığı tam tıkır işletiliyor. Hit-ler’in Almanya’sını aratmayan bu uygu-lamalar silsilesi gelinen aşamadadevletin “sırandılığına” bürünüp “şaşırt-mayacak bir hal” alıyor.

KCK operasyonları kapsamında göz-altına alınarak tutuklanan Prof. Dr.Büşra Ersanlı ve yayımcı Ragıp Zarakoluiçin basın mensuplarının sorduğu “biryazar ile profesörün tutuklanması tep-kilere yol açtı. Bu durumu nasıl değer-lendiriyorsunuz?” sorusuna Bakan’ınyanıtı şöyle oldu; “Şahıslardan biri profe-sör değildir. Kitapçıdır. Bir tane hanımvar. O profesör. Bu ülkede 15 bin ila 20bin arası profesör bulunmaktadır. Bun-lardan bir iki tanesi tutuklanınca bilimedarbe indirilmiş gibi davrananları anla-yamıyorum. Niye bütün profesörler tu-tuklanmıyor, hiç düşündünüz mü? Sen,akademik unvanını kullanarak ayak-lanma dersleri verirsen, bölücülüğünpropagandasını yaparsan, terör örgütü-nün şehir yapılanmasına dahil olursanelbette tutuklanırsın.”

Şahin hızını alamayıp ekliyor; “Tabiibunların terör örgütüyle bağlantılarıvar mı, o konu hala araştırılıyor!”

Aslında araştırmaların çoktan yapıl-dığı, fermanların yayınlandığı, hükümle-rin verildiği, kalemlerin kırıldığıortadadır. Açılımlardan açılım beğenenfaşist devletin Kürt Ulusal Hareketi’nitasfiye etmek, Kürt ulusal mücadelesinizor ile bastırmak gayesi için son süreçte“keşfettiği” yeni numarası bu aşağılık pra-tikleriyle ortaya çıkmaktadır. Kürt UlusalHareketi’nin tüm öznelerinin “bağlantıla-rını” ortaya sermenin, Kürt ulusal soru-nuna dair toplumun birçok kesimindengelişen müdahilliğini engellemenin amacımeşruluk zeminini çürütüp, terörizeetme/yaptırımlara tabi tutup gündemdendüşürme, düşürtme kaygısının kendisidir.

Kürt ulusunun demokratik siyaset are-nasındaki en önemli mevzisi olan BDP’yiyeni kapatma davalarıyla “terbiye etme”hamlesinin sonucudur, tüm bu yaşanan-lar. Devlet erkanı “hem yazarım hem oy-narım” arsızlığını kuşanmış, “BDP deterör örgütüdür” önermesini ezberetmiş, havada uçuşan tespitlerinin pek“bağımsız” yargı erkine göndermek sure-tiyle, imha, inkar ve asimilasyonun çeşitçeşit yöntemlerini uygulamakta ısrar vesebat içinde olduğunu bir kez daha ilanetmiştir. Ne hikmetse “meclise dön” ya-karışları unutuluverdi birdenbire. Yenisezon “Haydi BDP’liler, siz de ha-pishaneye” açmazının kör düğümünebulanmış, bu düğümün içerisinde faşiz-min soluksuz çırpınışları doyumsuz birtemaşa halini almıştır. Riyakarlığın bukadarı da ancak bu devletin üzerinde bukadar güzel dururdu diye düşünmedenedemiyor insan!

Meselenin diğer yanı ise Kürt ulusal

soruna dair duyarlılık taşıyan, bu müca-delenin demokratik içeriğini destekleyen,faşizme karşı Kürt ulusunun yanındaolan lafın özü bir biçimiyle/bir miktar daolsa “sarı kırmızı yeşile” karışan tüm top-lumsal muhalefet dinamikleriniezme/susturma/terörize etme yaklaşımı-dır. Yayımcı olabilirsiniz, profesör olabi-lirsiniz, yaşlı olabilirsiniz, çocukolabilirsiniz! Hiçbirisi KCK’li olmadığı-nız, “bölünme arzusuyla yanıp tutuşma-dığınız”, yarın bir gün ona buna“ayaklanma nasıl yapılır” dersleri verme-yeceğiniz anlamına gelmemektedir. Buna“kanun önünde eşitlik” denir. İşte ileridemokrasi de budur!

Peki ağzınızdan bir türlü düşürmedi-ğiniz “yasal platformlar” zırvalığı ileri de-mokrasinin neresinde kalmaktadır?Hangi düşünce ve eylem kalıpları “yasal”niteliğe sahiptir? Bahsi geçen yasallıkladevletin kırmızı hudutları arasındaki dir-sek teması/iç içe geçmişlik neyi ifade et-mektedir? Bir kurumun/sözün/düşüncenin/eylemin sürecin nabzınagöre legal/illegal tanımlarına tabi tutul-ması nasıl bir anlayışın ürünüdür?

Faşizm mi dediniz? Biz de öyle dü-şünmüştük. Boyutlanan saldırganlığınızakarşı en güzel cevabımız meşru müca-dele barikatlarımızı, mevzilerimizi güç-lendirmek olacak. İşte o zaman hiçbirtanım aralığınız, yasallık kriteriniz, acizi-yetiniz önümüze set olmaya yetmeyecek.Kendinizi çok zorlayıp, bu kadar “derin”düşünmenize lüzum yok! Biz, birbirimiziiyi tanıyoruz, son pişmanlık fayda etme-yecek!

1166--2299 KKaassıımm 22001111ÖÖzzggüürr ggeelleecceekk//2200 1177SSeenntteezz

“Haydi BDP’liler hapishaneye!”

Yayımcı olabilirsi-niz, profesör olabi-

lirsiniz, yaşlıolabilirsiniz,

çocuk olabilirsiniz! Hiçbirisi KCK’li ol-

madığınız, “bö-lünme arzusuyla

yanıp tutuşmadığı-nız”, yarın bir gün

ona buna “ayak-lanma nasıl yapılır”dersleri vermeyece-ğiniz anlamına gel-memektedir. Buna

“kanun önünde eşitlik” denir.

İşte ileri demokrasi de budur!

Page 18: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Sarıgaziİstanbul: Geçtiğimiz günlerde Sa-

rıgazi’de baz istasyonunu kaldırmakiçin düzenlenen bir eyleme katılanokurlarımızdan Muharrem Çakmakve İlhan Çoban polis baskısı ile karşı-laştı. Çakmak’ın abisine “Kardeşin çokileri gidiyor; ya götürüp komalık edece-ğiz ya da tutuklayacağız”, Tokat’tanapar topar çağrılan babasına “oğlun fai-li meçhule gidebilir” diye tehditlerdebulunan ve annesine “Oğlunuza sahipçıkın” mesajı atan polis; İlhan Çobanadlı okurumuzu da zorla bir araca bindi-rip küfür ve hakaret eşliğinde darp et-miş ve “seni bir daha buralarda görme-yeceğiz” tehdidinde bulunmuştur.

Bu saldırıların ardından Özgür Gele-cek okurları bir basın toplantısı düzen-ledi. 11 Kasım’da İHD İstanbul Şube’dedüzenlenen toplantıda Muharrem Çak-mak maruz kaldığı saldırıları anlattı.Gazete çalışanı Rahime Karvar, saldı-rıların gazetemizin doğruları yazmasınıengellemeyeceğini belirtirken, ÖG okur-ları adına açıklamayı Arzu Aksakalokudu.

Gazi MahallesiPolis, yaklaşık iki hafta önce, mahal-

lemizde esnaf olan bir okurumuza gidip

“buraya gazete getiren gençlerden hiçbirşekilde gazete almayacaksın” diyerek,ellerindeki bir takım belgeleri imzalat-mıştır. Okurumuzu üstü kapalı bir şekil-

de tehdit ederek, hakkında soruşturmabaşlatacaklarını söyleyerek gözdağı ver-mişlerdir. Gazi Mahallesinde polis, herzamanki gibi faşist yüzünü göstererek,gazetemizi ulaştırmaya çalıştırdığımızemekçi Gazi halkı üzerinde baskı kur-maya devam ediyor. Ama çabaları bo-şunadır, ne geçmişte ne de bugün hiç-bir baskı, engelleme karşısında yılmadı-ğımız gibi okurlarımıza gitmeye devamedeceğiz. Bu baskılar onlarla ve yeni ça-

lacağımız kapılarla yeneceğiz. (Gazi Mahallesinden

bir ÖG okuru)

345. Hafta: Onlar bayramda dahüzünlü. 17 yıldır her bayramda, herözel günde acıları daha da büyüyor.Bekleyişleri hiç bitmiyor. Bayramlardaziyaret etmek istedikleri evlatlarınınakıbetini 345 haftadır Taksim’de Gala-tasaray Lisesi önünde oturma eylemiyaparak soruyorlar.

Bu hafta 1992 yılında gözaltındakaybedilen Mehmet Ertak’ın akıbetinisordular. Söz alan kayıp yakınları acıla-rını tekrar dile getirdi ve kayıplarınınakıbetleri ortaya çıkana kadar eylemle-

rine devam edeceklerini belirtti

346. Hafta: Cumartesi Anneleri

eyleminde, ilk olarak, 1994 yılında kay-

bedilen eşi Nihat Aydoğan’ın hikâye-

sine anlatan Halime Aydoğan, “Bir gün

saat 5’te alıp götürdükleri eşim 17 yıldır

kayıp. Ne ölüsünü ne de dirisini bula-

mıyorum” dedi. Ardından haftanın

açıklamasını Başak Can, her hafta sev-

diklerinin kaybediliş süreçlerini ka-

muoyu ile paylaştıklarını, kayıplarının

faillerini teşhir ettiklerini söyledi.

10 yılı aşkın süredir tartışılanbedelli askerlikte “yeni” bir aşa-maya gelindi. Milli Savunma Ba-kanı’ndan Başbakan YardımcısıBülent Arınç’a, Başbakan’a vedaha birçok devlet yetkilisi açık-lama üstüne açıklama yaparakadeta bayram hediyesi dercesine“müjde”yi verdiler: “Bedelli as-kerlik bayramdan sonratamam!”

Son olarak 17 Ağustos depre-minin ardından “yaraları sarmak ama-cıyla” 1999 yılında bedelli askerlik uy-gulamaya konmuştu. Bu yıl seçim mey-danlarında da dillerden düşmeyen be-delli askerlik, yeniden masaya yatırılmışgörünüyor.

Yaşları 35-40 arasında olanların 10bin Euro “bedel” ile 21 gün “askerlik”yaparak bu “görevi” yapmış sayılacağıve 40 yaşından büyüklerin de 15 binEuro ödeyerek tamamen yapmış sayıla-cağı gündemde yoğunlaşılan noktalar.

Faşist diktatörlüğün bir yönetim bi-çimi olarak hüküm sürdüğü ülkelerdeaskeri gücün devamlı olarak “diri” tu-tulmasına ihtiyaç vardır. Çünkü faşistbaskı, aralıksız ve güçlü bir şekilde ken-dini devam ettirmek zorundadır. Ege-menlerin böylesi ülkelerde orduya ak-tardığı güç bu denli hayati bir önemesahiptir. İşte Türkiye’nin faşist diktatör-lükle yönetilmiş olmasından kaynaklıaskere ve askerliğe, orduya ve orduculu-ğa verdiği önem, “bedelli askerlik” uy-gulamasıyla “gölgelenemeyecek” dere-cede hayatidir.

Faşist diktatörlükle yönetilmeyenülkelerde yani burjuva demokrasisinin

hayat bulduğu ülkelerde egemenlerböylesi bir güce ihtiyaç duymazlar, buülkelerde askerlik bir “meslek” olarakdevamlılığını sağlar. Çünkü bu ülkelerinzaten savaştıracak, iliğini kemiğini sö-mürecek “kuklaları” vardır. İşte bir kuk-la olmasından kaynaklı Türkiye’de “as-kerliğin” hiçbir “bedeli” olamaz.

Bedelli askerliğe ilişkin tartışmalar-da masaya yatırılan meselelerden birisi“profesyonel orduya geçme” idi. Bu me-sele üzerinden kimileri “her Türk erkeğivatani görevini yapmak zorundadır”diyerek karşı çıkmıştı bedelli askerliğe.Ancak ne var ki “bedelli askerlik” ile uy-gulamaya geçirilmesi planlanan şey“devletin ve milletin bütünlüğü”ne lekesürmeden, “her Türk erkeğinin va-tani görevini” yerine getirmesine en-gel olmadan yeni bir rant alanı yarat-maktır. 200 bin kişinin bu uygulama-dan “yararlanması” bekleniyor. Böylesi-ne ciddi bir meblağın söz konusu edildi-ği bir ortamda ranttan söz etmemekyanlış olur. Bu uygulamaya ilişkin yapı-lan ilk açıklamaların ardından kimidevlet yetkilileri buradan gelecek para-nın “şehit ve gazi” ailelerine gönderile-ceğini söylemişti. Böyle diyerek “yüce

Türk milleti”nin milliyetçi duyguları dabir kez daha şahlandırılmıştı. Ancak

meselenin esası başka devlet yet-kilileri tarafından “düzeltilmiş”,buradan gelen paranın “bir kıs-mının” bu ailelere verileceği, ka-lanının “daha güzel işler yapsın”diye devletin kasasına aktarılaca-ğı açıklanmıştı. Aksi türlüsününmümkünâtını düşünmek devletinfaşist yapısına tezat oluşturur.

Gerillaya yönelik askeri ope-rasyonlarda kullanılan yöntem-lerde, devletin faşist karakteriylebütünen örtüşen ve onun en

önemli temsilcilerinden olan TSK’nınne denli vahşice bir savaşa giriştiğinigörüyoruz. Halka yönelik baskı ve sin-dirme saldırılarında askerin oynadığırol, her geçen gün daha etkin bir şekildekendini göstermektedir. Kürt ulusunayönelik saldırılarda önemli bir “görev”üstlenen TSK’nın bedelli askerlik uygu-laması ile “önemini yitirme, işleviniazaltma” gibi bir durumu söz konusubile olamaz. İşte böylesine bir “ciddiye-te” sahip olan askerliğin “bedeli”, hiçbirparaya karşılık gelebilecek ölçüde değil-dir. Paranın bedelli askerlikte oynadığırol, ranttan öteye gitmez\götürülmez.

Kaldı ki bedelli askerlere de yaklaşıkbir aylık bir sürede “milletine, vatanına”bağlılık konusunda faşist, milliyetçi, şo-ven olma yolunda “eğitim” verilmesin-den geri durulmayacak. Bu nedenle be-delli askerliği öve öve bitiremeyenleresorasımız geliyor: Yürüttüğünüz haksızsavaşta halkın çocukları ölmeye devamederken, gerilla cenazeleri birbiri ardınakaldırılırken, kan üzerine kurulu düze-ninizde hiçbir şey “yolunda gitmiyor-ken” bu neyin bedeli?

4 Kasım Cuma günü Sibel YalçınParkı’nda saat 19.30’da toplanan kitle“Yoksulluk kaderimiz değil, in-sanca yaşamak istiyoruz! Zamlarahayır!” pankartı açarak yürüyüşe geç-ti. Yürüyüş sırasında sık sık sesli ajitas-yonla mahalle halkına eyleme katılmaçağrısında bulunuldu. Eylemde “Faşiz-me karşı omuz omuza”, “Kurtuluşyok ya tek başına ya hep beraber ya hiç-birimiz”, “Zam, zulüm, işkence!İşte AKP” sloganları atıldı. Kitle Sağ-lık Ocağı önüne gelerek burada basınaçıklaması okudu.

Açıklamada “AKP’nin seçimlerin ar-dından verdiğini sözleri unuttuğu vehalka yönelik saldırıları daha katmerlibir şekilde artırdığı görülmektedir. Güngeçmiyor ki bir şeye zam gelmesin!Zamsız bir günümüz geçmiyor” denildi.Metnin okunmasının ardından eylemsloganlarla bitirildi. Eyleme mahallehalkının yanı sıra kurumlar ve partiüyeleri de katılarak destek verdi. (Ok-meydanı Özgür Gelecek okurları)

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2018 Halkın gündemi

Bedelli askerlik: Neyin bedeli?

“Baskılar karşısında yeni kapılar çalmaya devam edeceğiz!”

Bayram=Gözyaşı ve hüzün onlar için...

“Zam, zulüm, işkence!işte AKP!”

İzmir: İzmir’de askerlik yapanEmrah Başta, üstleri tarafından gör-müş olduğu işkence sonucu akli denge-sini yitirdi. Komando olan Başta, eği-tim sırasında dizini incitmiş ve dinlen-mek üzere doktorlardan rapor almışancak daha sonra üsleri tarafından ya-lan rapor aldığı iddia edilerek dövül-müş ve tuvalete kapatılarak günlerce açve susuz bırakılmıştır. Bugün ailesinibile tanımakta zorlanan ve herkestenkorkan Başta için ailesi Mazlum-Deraracılığıyla suç duyurusunda bulundu.Konuyla ilgili basın açıklaması yapanMazlum-Der, Başta’nın zorunlu asker-liğin ilk kurbanı olmadığını, müdahaleedilmediği takdirde son olmayacağınıbelirterek yetkilileri bu konuda düzen-leme yapmaya çağırdı.

İstanbul: Galatasaray Lisesi önün-de toplandılar saat 14.00’te. Meslektaş-larının neden içeride olduğunu hep birağızdan sordular. Hemen şimdi adaletistediklerini haykırdılar. Onlar da gaze-teciler ve basının özürleşmesi için mü-cadele ediyorlar. “Özgür basın var-sa, özgür toplum vardır” diyor, Ga-zetecilere Özgürlük Platformu.

4 Kasım günü yapılan basın açıkla-masında Ümit Gürtuna, tutuklu bu-lunan gazetecilere dikkat çekti. RagıpZarakolu ile birlikte hapishanelerdekitutuklu ve hükümlü gazeteci sayısının64 olduğunu, tutuklu meslektaşlarınıunutturmamak, onlarla dayanışmayıgüçlendirmek ve yaygınlaştırmak içinmeydanda olduklarını dile getirdi. Ar-dından bayram öncesi uluslararası dü-zeyde bayram kartı gönderme kampan-yası başlattıklarını söyledi ve herkesidestek olmaya davet etti.

Askeriyede yine işkence

Özgür basın varsa...

Page 19: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 19Halkın gündemi

“Ekonomide büyüme” naraları eşliğindegizlenmeye çalışılan işsizlik, egemenlerinbir kamburudur aslında. Genç işsizlerinvarlığı korkularını büyütürken bu korku-ya “müdahale” egemenler açısından kaçı-nılmazdır. Asgari ücret uygulamalarında-ki değişiklikleri bu bağlamda okumak ge-rekmektedir. Ekonomi Bakanlığı tarafın-dan “İşsizlik ve Bölgesel Gelir Dağılı-mı Eşitsizliğiyle Mücadele İçin Böl-gesel Asgari Ücret Uygulaması Ra-poru”nda şu ibareler bulunmaktadır;“Bölgesel olarak gelir dağılımındaki den-gesizlik ve bu noktada genel asgari ücretuygulaması pek doğru bir yöntem değil-dir. Büyüyen ekonomimizin önünde bü-yük bir engel olan uygulama ayrıca hü-kümetimizin işsizlikle mücadelesindeönünde duran en büyük engellerdendir”.“Bölgesel asgari ücret uygulaması ile ye-rel gelir dağılımına ve istihdam alanları-na bakılarak, asgari ücret uygulamasınageçilecek. Bu dağılım ile dağılım denge-sinden arta kalacak pay ile yeni istih-dam alanları açılacak.”

Anlaşılacağı üzere bölgelerin is-tihdam ve gelir dağılımıile ülkemizin birçok böl-gesinde asgari ücretteciddi bir düşüş bek-lenmektedir.

“İşsizlikle mücadele”olarak anılan bu uygu-lama, ilgili açıklamalardan da anlaşılabi-leceği gibi tam bir hortumculuk. Emek-çilerin cebine giren ve aylık gereksinim-lerini dahi karşılamayan asgari ücretegöz dikilmiştir özcesi. Özellikle ülke eko-nomilerini altüst eden krizin emarelerişimdi daha bir görünür oldu. Emekçiler-den yapılan kesintilerle bu süreçten enaz zararla çıkılmak istenmektedir. “Kri-zin faturasının emekçilere ödetil-

mesi” esprisi de işte tam böyle bir konu.İşte krizin teğet geçtiği bir sahne daha...

Uçurum büyüyorGelir dağılımındaki dengesizliğin giderilme-

si adına yaşama geçirilmek istenen asgariücret uygulaması ile egemenler bir denge-nin yaratılacağından bahsetmekteler.Bunu propaganda ederken de elden geldi-ğince kitlelerle karşı karşıya gelmemeyeçalışmakta; daha çok kitleleri kutuplaştı-rarak karşı karşıya getirmektedirler. Bunaörnek olarak yine aynı rapordan bir alıntıyapalım; “Mardin’deyaşayan vatan-daşımızlaİstan-bul’dayaşa-

yanvatan-

daşımız aynı koşullarda yaşamıyor. Birbölgenin yaşam şartları diğerinin yaşamşartlarına göre daha pahalı veya ucuz.Bu dağılım bir haksızlığı gösteriyor. Bu-nun için bölgesel asgari ücret uygulama-sı kim neyi hak ediyorsa onu sistemleşti-recek ve onu verecek.”

Velev ki böylesi bir gelir dağılımı düzenle-necek; peki ya egemenlerin gelir dağılımıile emekçilerin gelir dağılımı arasındakifark ne olacak? Elbette bu durumun bir

“dokunulmazlığı” var! Asgari ücrete gün-lük 66 kuruş, aylık ise 19.77 TL’lik zamreva gören iktidar, Cumhurbaşkanı Ab-dullah Gül’ün maaşına ise günlük yakla-şık 90 TL, aylık yaklaşık 2 bin 650 TLzam yapacak. Rakamlar, Gül’ün maaşınınasgari ücretin 50 katına denk olacağınıgösteriyor.

TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda görüş-melerine başlanan 2012 yılı Merkezi Yö-netim Bütçe Kanunu uyarınca AbdullahGül’ün maaşı 33 bin 500 TL olacak. Asga-ri ücretliye yapılması planlanan zam mik-tarı ise sadece 19.77 TL, yani Gül’e yapılan

zammın yaklaşık 134 kat daha azı.Gül’ün Köşk’e çıktığı 2007 yılındaCumhurbaşkanı maaşı 15 bin 250

TL idi. 2012 yılı için belirlenenzamla birlikte, aradan geçen4 yılda rakam yaklaşık yüzde120 artarak 33 bin 500 TL’ye

çıkmış olacak. Yine 2007 yı-lında 12 bin 610 TL maaş alan

Başbakan Erdoğan 2012 iti-bari ile 20 bin 720 TL ala-cak.

Tüm bunların yanısıra milletvekilimaaşlarına da bakmakta faydavar. 10 bin 500 TL alan milletve-killeri de bu zam furyası ile birlik-

te 15 bin TL alacaklar. Bunların ya-nında milletvekilleri görev aylığınınyanısıra, iki yılı tamamladıklarında

çalışırken yaklaşık 3 bin 500 TL de emek-li aylığı, ayrıca toplu emeklilik ikramiyesialabiliyorlar.

Bir dengesizlikten bahsedilecekse her şeyortada. Günlük bir simit dahi alınamaya-cak 66 kuruş ne bir bahşiş ne bir zamdır.Bu düpedüz bir aşağılamadır. Aşırı kârhırsının ve sömürünün hâkim olduğudünya düzeninde adaletli bir gelir dağılı-mının olamayacağı gün gibi ortadadır.

İstanbul: Gazetemiz Kartal Büro çalı-şanı Suzan Zengin’in dahil edildiği ve tu-tuksuz yargılandığı davanın duruşması 3Kasım günü görüldü. Beşiktaş 10. AğırCeza Mahkemesi’nde görülen duruşma ön-cesinde Suzan’ın yoldaşları ve dostları tara-fından bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

“Suzan Zengin’in katili; polis, mah-keme, hapishane üçlüsüdür!”/ÖzgürGelecek” yazılı pankartın açıldığı eylemdeilk sözü Suzan Zengin’in eşi Bekir Zenginaldı. Suzan’ın gözaltına alınmasından tutuk-lanmasına ve sonrasında tedavi sürecine ka-

dar yaşadığı hukuksuzluğu dilegetiren Bekir Zengin, ölümünündoğal bir ölüm olarak kabul edi-lemeyeceğinin altını çizdi.

Ardından sözü Suzan’ın avu-katı Gül Altay aldı. Mahkeme-nin başından itibaren Suzan’ayönelik hukuksuz bir tutum al-dığını söyleyen Altay, iki yıllıktutukluluk boyunca Suzan’a ne-den tutuklu olduğuna dair biraçıklama yapılmadığını ve ha-pishane koşullarının sağlığı üze-

rindeki olumsuz etkilerini dile getirilmesinekarşın herhangi bir adım atılmadığını söy-ledi.

İHD Cezaevi Komisyonu adına konuşanSevim Kalman ise, hapishanelerde ölümsınırında hasta olan, yüzlerce tutsağın bu-lunduğunu dile getirerek tecrit ve izolasyo-nun kaldırılmasını istedi.

Son olarak Özgür Gelecek gazetesi vePartizan Dergisi adına bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Açıklamada, Suzan Zen-gin’in ölümünden onu tutuklayan polis, po-

lis fezlekesine göre karar veren ve iki yıl hu-kuksuz bir şekilde tutuklu tutan mahkemeve sağlık sorunlarına karşı duyarsız kalarakonu ölüme terk eden hapishane idaresininsorumlu olduğu ifade edildi.

Açıklamada son günlerde KCK adı altın-da yaşanan gözaltı ve tutuklamalara da de-ğinilerek yayıncı-yazar Ragıp Zarakolu,Prof. Büşra Ersanlı ve Kürt siyasetçilerintutuklanması kınandı. Açıklama “İşçi veemekçilerin özgür bir gelecek düşüengellenemez” sözleri ile sona erdi.

Konuşmalar boyunca sık sık “Tecrit öl-dürür, tecrite hayır”, “Devrimci basınsusmadı susmayacak”, “Gözaltılar, tu-tuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”sloganları haykırıldı. Açıklamanın ardındanSuzan’ın yargılandığı davanın duruşmasınagirildi. Mahkeme 6 Mart’a ertelendi. Açık-lamaya, BDSP ve sanatçı Pınar Sağ da katı-

larak destek verdi.

Acaba bu fırtınada kim dengeli kim dengesiz?

Kartal: Gülsuyu’nda göz-altına alınan iki ÖzgürGelecek okuru 4 Kasımgünü mahkemeye çıka-rıldı. Mahkeme okurla-rımızdan Salih Deste-başı’nı serbest bırak-mış, Emre ZiyaBayer’i ise tutuklamış-tır. Okurumuzun tutuk-lanma gerekçesi ise;geçtiğimiz günlerde ma-hallede yapılan bir ille-gal eylemde kullanılankıyafetlerin benzerininevinde bulunması, füzekalkanına karşı yapılaneylemlere katılmak, Öz-gür Gelecek Kartal büroçalışanı Suzan Zengin’incenaze törenine katıl-mak şeklinde sıralanı-yor. Mahkeme aldığı bukararla ülkemizde de-mokrasinin nasıl birucube olduğunu bir kezdaha ortaya sermiştir.

Gülsuyu’nda Özgür Gele-cek okurlarına yönelikgerçekleştirilen gözaltı,Özgür Gelecek ve Parti-zan okurları tarafındanyapılan yürüyüşle pro-testo edildi. NurettinSözen Parkı’nda birara-ya gelen kitle “Baskı-lar, gözaltılar, tutuk-lamalar bizi yıldıra-maz” yazılı pankartaçarak Heykel’e kadarbir yürüyüş gerçekleş-tirdi.

“Gülsuyu faşizme me-zar olacak”, “Baskılarbizi yıldıramaz”, “Göz-altılar serbest bıra-kılsın” sloganları ileyürüyen kitleye mahallehalkı da alkışla destekverdi. Yürüyüşün ardın-dan Partizan adına ya-pılan açıklamada halkındemokratik taleplerineyönelik saldırıların sür-düğü ve saldırılar karşı-sında mücadelenin dedevam edeceği belirtil-di. Ardından “Özgürgelecek susmadı,susmayacak” sloganıatıldı. Eyleme ESP veKöz destek verdi.

Gülsuyu’ndafaşist

saldırılarprotesto edildi

Suzan’ın katilleri Özgür Gelecek düşünü engelleyemez!

Page 20: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Suzan yoldaş, beklenmedik veerken bir zamanda ayrıldı aramız-dan. Yaşama olan bağlılığının, ira-desinin ameliyat sürecini de başa-rıyla atlatmasına yardımcı olacağı-na inanıyorduk, ama olmadı. Çün-kü bu bağlılığın, iradenin, direncinyenemeyeceği bazı şeyler vardır;zamanında teşhisi yapılamayan ha-yati önemdeki rahatsızlıklar gibi.Teşhisin geç yapılması tedavinineksik olması ya da hiç olmamasıdemektir. Oysa ki, sağlık hizmetle-rine zamanında ve eksiksiz ulaşım insanınen temel haklarından biridir.

Suzan, 2 yıla yakın bir süre uydurmabir dosyayla tutuklu kaldı. İşin hukuksalboyutunu burada irdelemenin bir anlamıyok. Yargılama sürecinde Suzan’ın kamuo-yuna-basına yazdığı mektuplara ve yaptığısavunmalara bakmak yeter.

Suzan tüm devrimci tutsaklar gibi içeri-de de yaşamını örgütlemeyi ve verimli birşekilde geçirmeyi bildi. Çeviri yapmaya de-vam etti, sanki hiç tutsak değilmiş gibi ga-zeteye düzenli bir şekilde yazdı.

Bir taraftan zamanını en verimli şekil-de geçirmeye çalışırken diğer taraftan sü-rekli olarak sağlık sorunlarıyla ilgileniyor-du. Dışarıdayken teşhisi konulan yüksektansiyon rahatsızlığının yanı sıra o zamannedenini anlayamadığımız göğüste yanma,sıkışma, aniden soluk kesilmesi gibi sorun-lar yaşıyordu. Bunlar için hastaneye götü-rülmüş, akciğer filmi çekilmiş ve “zatürrebaşlangıcı olabilir” denilerek antibiyotikverilip geri gönderilmişti. Oysa biz kababilgilerimizle bile bunun kalple ilgili olabi-leceğini düşünüyorduk.

Hasta tutsakların, özgürlüklerini ka-zanmalarının ne kadar önemli olduğu birkez daha Suzan’ın kaybıyla ortaya çıkmış-tır. Önemli ve ciddi sorunları dikkate alın-madan, küçük rahatsızlıklar için uygula-nan baştan savma “tedaviler”, çoğu zamandiğer rahatsızlıkları artırmaktadır.

Suzan’ın yüzündeki yağ bezesi geçen yılaniden iltihaplanmış ve şiddetli ağrı yap-maya başlamıştı. Önce revir doktoru, biraya yakın antibiyotik kullandırttı. İyileş-meyince hastaneye sevki yapıldı. Neyse kiasker odadan çıktığı için muayene olabil-mişti. Bezenin iltihaplanmasının sebebikist olmasıydı. Kistin alınması gerekiyor-du. Bir ay sonraya randevu verildi. Bu ara-

da antibiyotik kullanacak, ağrısı olursa daağrı kesici alacaktı. Ameliyat günü geldi-ğinde normalde sevkler sabah olduğu hal-de onu almadılar. Öğlene kadar niye alma-dıklarını öğrenmeye çalıştık. Gelen cevap“ring olmadığı” şeklindeydi. Suzan o günhastaneye götürülmedi. Tekrar bir ay son-rasına randevu alındı. Yine antibiyotik,yine ağrı kesici.

Oysa antibiyotiğin 15 günden fazla kul-lanılması risklidir. Ona ise peşpeşe 2 aydırantibiyotik veriliyordu. Derken ameliyatgünü geldi ama Suzan yine hastaneye alın-madı. Yine askerle ilgili bir sorun nedenolarak gösterildi. Bir kez daha sonraki ayaertelendi yüzündeki kistin alınması. Yineantibiyotik, yine ağrı kesici! Tabii buradabu 3 ay boyunca yüzündeki iltihabın boğa-zına, kulağının arkasına yayılmasının, bu-nun yarattığı şiddetli ağrılara değinmedik.Tansiyon sorunu, kalp rahatsızlığı olan bi-rine 3 ay boyunca aralıksız antibiyotik kul-landırılmasının, bu süreçte şiddetli ağrılaryaşamasının; mevcut sorunlarını da ne ka-dar artıracağı (artırdığı) açıktır.

Suzan’ın kemik ölçümü yaptırırken ya-şadığı sorunlar, tutukluluğunun ilk dö-nemlerinde (muayene odasından) askerçıkmadığı için muayene olamaması, o dö-nem kendisinin yazdığı mektuplar aracılı-ğıyla basına yansımıştı.

Anlatmaya çalıştığım, hapishanelerdetutsakların muayene ve tedavi koşullarınınolumsuzluğudur. Bu olumsuzluk ağır ra-hatsızlıkları olanları hızlı bir şekilde ölümeyaklaştırıyor. Suzan’ın yaşadığı da budur.

Suzan, günlük yaşamda çok canlı, aktifbir yoldaşımızdı. Rahatsızlıklarına rağmen,gerektiğinde gün boyu masada çalışıyordu.Zaten bir şekilde “I. Dünya Savaşı ve Son-rasında Anadolu Hıristiyanlarının Sürgün,Kıyım ve Tasfiyesi” isimli kitabı çevirmişti.Çevirdiği kitaplara paralel okumalar yapı-

yor, notlar alıyordu aynı zamanda.Suzan yoldaş, aramızdan çok erken

ayrıldı! Bunun nedeni, gerekli muayeneve tedavi koşullarının olmamasıydı. Su-zan, tahliye olur olmaz katıldığı etkinlik-lere-eylemlerde hasta tutsakların duru-muna dikkat çekmişti. Buradan çıkar-ken bunun sözünü vermişti biz geridekalanlara, kendi durumunun ağırlığınıdüşünmeden… Bize düşen onun emekçiözelliklerinden, mücadelesinden öğren-mek ve mücadelemizde yaşatmaktır.

(Bakırköy KadınHapishanesi’nden bir yoldaşı)

H. Merkezi: 20 yıldırhapishanede olan ve çeşitlihapishanelerde kalan LatifBadur, bu süre içerisinde,hapishanenin sağlıksız koşullarınedeniyle önce siroz, ardındantüberküloz (verem) ve sonolarak da kanser hastalığınayakalanmıştı. 2.5 ay önce Midy-at M Tipi Kapalı Hapishane’denDiyarbakır Dicle ÜniversitesiTıp Fakültesi Araştırma Has-

tanesi’ne oradan da ÇukurovaÜniversitesi Tıp Fakültesi Bal-calı Hastanesi’ne sevk edilmişti.

Ailenin ve avukatlarınıntahliye talebi sürekli reddedilenBadur için ön raporda, şu teşhiskonulmuştu: “Hasta bu şartlar-da ve koşullarda yaşamınısürdüremez.” Doktorların “Has-ta yüzde 90 yaşam fonksiyon-larını kaybetmiştir” şeklindekiraporuna rağmen, tahliyeedilmeyen Badur, 7 Kasımgünü tedavi gördüğü mahkumkoğuşunda yaşamını yitirdi.

İstanbul: İHD İstanbul Şubesi CezaeviKomisyonu, Tekirdağ Hapishanesi’nde tut-saklara uygulanan “soğuk işkencesini” protes-to etmek için 5 Kasım’da Taksim Tramvaydurağında bir basın açıklaması gerçekleştirdi.Açıklamayı Elif Akkaya yaptı.

Söz alan tutsak yakını Selvi Gülmez, ge-çen hafta oğlunu ziyarete gittiğini ve oradabulunan herkesin hasta olduğunu gördüğünüsöyledi. 1 tane battaniye haklarının olduğunuama onun da verilmediğini söyleyen Gülmez;“2. Müdürün oradan alınmasını istiyoruz.

Bize herkesin destek olması gerekli. Herkesitutukluyorlar. Bugün benim oğlum içerde ya-rın sizinkiler olabilir” dedi.

Tutuklu yakını Nurettin Dinçer de;“(Meclis) Alt Komisyon’da bir karar alındı. Si-livri Cezaevi’ne kadar gidip oradan yarım sa-atlik Tekirdağ Cezaevi’ni incelemek için kimsegitmedi” dedi.

Adana F Tipi KapalıHapishane’de bulunan tut-saklardan Ömer Çakır,Yılmaz Kahraman, Yıl-maz Yıldız, Nizar Aka veAli Çat, 27 Ekim tarihindehiçbir gerekçe gösterilme-den, İskenderun M TipiKapalı Hapishane’ye sevkedildiler. Tutsaklar, hapis-hane girişinde görevli jan-darmaların küfür ve haka-retine maruz kaldılar. Tep-ki göstermeleri üzerinejandarmalar tutsakları tar-taklamış, hapishane içeri-sine giren tutsaklara bukez de gardiyanlar saldır-mıştır.

Durumu 1 Kasım günüavukatlarına aktaran tut-saklar, 31 Ekim günü degardiyanların saldırısı ilekarşılaştıklarını belirttiler.Tutsakların aktarımlarınagöre; 31 Ekim günü saat09.00’da, kimyasal silahkullanılarak HPG gerillala-rının öldürülmesini, cena-zelerinin parçalanmasınıprotesto etmek için sloganatmaları üzerine 30-40 ka-dar gardiyan slogan atantutsakları tekme ve yum-rukla dövmüşlerdir. Ardın-dan da tehdit etmişlerdir.

1166--2299 KKaassıımm 22001111 ÖÖzzggüürr ggeelleecceekk//22002200 HHaappiisshhaannee

Sevk edilen tutsaklara“hoşgeldin” dayağı

Diyarbakır D Tipi Ha-pishane’den, 2 Kasımgünü Amasya E Tipi Ha-pishane’ye sürgün edilensiyasi tutsaklara, gardiyan-lar “Hoş geldiniz, buradasizin için yeni bir hayatbaşlayacak. Artık rahatuyuyamayacaksınız. Ce-henneme hoş geldiniz” di-yerek çırılçıplak soyarak iş-kence yaptı. Darp edilentutsakların vücudunda kı-rıklar meydan geldi.

“Cehenneme hoşgeldiniz!”

Hasta Tutsak Latif Baduryaşamını yitirdi

Tekirdağ’da tutsaklara yöneliksoğuk işkencesi

Suzan Zengin’in son iki yılı ve hasta tutsaklar

H. Merkezi: Tekirdağ 1 No’lu F TipiHapishane’den gazetemize yazan TutsakPartizanlar, “hapishanelerde en ağır tec-rit ve tredmanın muhatabı olan ağırlaş-tırılmış müebbetlik tutsakların koşullarıbaşka uygulamalarla iyice ağırlaştırıl-maktadır” dediler.

Açıklama şöyle devam ediyor: “1 ile 3saat arasında olan havalandırma saatininartırılması, 3 kişi beraber havalandırma-ya çıkabilmek ve yaşam koşullarının iyi-leştirilmesi yönlü hak ve talepleri dile ge-tirdikleri için yılları bulan ziyaret, ileti-şim vb. cezalar verildi, talepleri karşılan-madı. Her türlü hak ve sosyal faaliyettensınırlı (zaman, faaliyet çeşitliliği, grup sa-yısı bakımından) şekilde yararlandırıl-maktadırlar. Bütün bunlar yetmiyormuşgibi bırakalım bu koşulları iyileştirmeyidaha da ağırlaştırmak için çeşitli uygula-malar hayata geçirilmektedir. Yılları bu-lan kapalı ziyaret, iletişim vb. disiplin ce-zalarına ek olarak açık görüş hakkı elle-rinden alınmakta. Bu da yeterli görülmü-yor olmalı ki havalandırma süresi de kıs-altılmaktadır. Havalandırma süresi 2veya 3 saat olan tutsakların bu hakkı 1saate düşürülmektedir. Bir tutsak hakkı-nı aradığı, talepte bulunduğu için kapalıziyaretle beraber açık ziyaret ve havalan-dırma hakkı da elinden alınarak üç cezaile cezalandırılmaktadır.”

Açıklama bu uygulamalar karşısında,ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların ya-şam koşullarının iyileştirilmesi için du-yarlılık çağrısı ile son buluyor.

“Hapishanelerde yaşam koşulları ağırlaştırılıyor!”

Page 21: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Birkaç yıl olmuştu tutsak düşeli. Dahaönce birkaç defa türlü yalanlarla tu-tuklamış, işkencelerden geçirmiş-lerdi ama baş eğmez direnişikarşısında geri adım atmışlardı. Ya-bancısı sayılmazdı zindanlar. Ölümkol geziyordu her koğuşta, hücrede.Geri dönüşü olmayan yolculuğuna,yenilerini ikna etmek için çalmadıkkapı bırakmıyordu. Zulüm, en güzelgünlerini yaşıyordu. Ölümle kol kolagirmiş racon kesiyordu.

O gece çok kötü bir rüya görmüştü,belki de kabustu gördüğü. Tüm geceboyunca sayıklamış, sabaha kadarter içinde kalmıştı. Elinde cigarasıyoldaşına anlatıyordu. Bir dağ ba-şında geçiyordu rüyası. Dokuz kır çi-çeğini, kardeleni anlatıyordu. Etrafıbüyük bir yangın sarmış, her şeyiama her şeyi yakıp yıkmıştı. Ama bukır çiçekleri ve arkadaşlarına alevleryenik düşmüştü. Saatler, günler, haf-talar, aylar, yıllar sürmüş bu amansızkavga, lakin yine de karanlık örtü-sünü dünyanın üstüne atan zebanileryenememişti kır çiçeklerini. Annesi,babası, kardeşleri yoldaşları, sevdik-lerinin yüzleri ve sözleriyle örülüydürüya. Sabah haberlerini veriyorduspiker o rüyasını anlatırken. Sonra ocümleyi duydu: “Dün gece saatle-rinde alınan bir ihbarı değerlendi-ren güvenlik güçleri, Tunceli’ninOvacık ilçesi Mercan dağlarında birgrup teröristle karşı karşıya kaldı.Yaşanan çatışmada dokuz teröristölü...”

Dokuz kızıl karanfil, geleceğe veumuda yazgılı dokuz yürek susmuştuo gece. ’86’nın Kasım’ıydı ve takvimacı ve öfkeyi gösteriyordu. Zor birsüreçten geçiyorlardı. Cunta, toplu-mun üzerinden adeta silindir gibigeçmiş, birçok örgüt dağılmış, ka-ramsarlık, yılgınlık, mücadeledenkaçış popüler hale gelmişti. Yapı dabu sürecin etkileri altında sınıf mü-cadelesinin yasalarına tutunmaya,aldığı darbeleri onarmaya, yürümeyeçalışıyordu. Cunta, ciddi yaralaraçmış, önemli boşluklar yaratmıştı.Ölü toprağı bir an önce atılmalı, yapıtarihsel rolünü oynamalı, geleceğedair sağlam bir program ortaya koy-malı-yol haritası çizmeliydi. Böyle-sine kritik bir dönemde toprağadüşen kızıl karanfillerin acısı dahaağır olmuştu. Haber bey-

ninde dönüp dolaşıyor ve her defa-sında “…alınan bir ihbar” cümle-sinde saplanıp kalıyordu.

Zulüm gibi ihanet ve ihbarcılık da gemiazıya almıştı. Kişisel zevki, keyfi, çı-karı için umudun işçilerine uzanı-yordu eller. Pençelerini geçiriyor,zebanilere teslim ediyordu. O günüunutmamak üzere yüreğine kazıdıhesap andını. Zamanı gelince devrandönecek, halkın evlatlarının kanıylayıkanan bu eller kesilecekti. Kavga-nın töresi buydu. Halka, emeğe vegeleceğe işlenen hiçbir suç cezasızkalmayacaktı. Gecenin gündüzle kav-galı birlikteliği, çelişkisi gibiydi suçve ceza. Biri varsa diğeri de er veyageç olacaktı. Sınıf mücadelesinin ya-

saları bunu emrediyordu, dostagüven, düşmana korku böyle tesisedilecekti. Mensubu olduğu hareke-tin yaşam felsefesi buydu. Yapı,hesap soruculuğun temelleri üze-rinde yükselecekti; Halka kan kustu-ran, açlık ve yoksulluğa mahkumeden düşmandan, ona hizmet edenve halkın ve evlatlarının kanıyla bes-lenen vampirlerden hesap sormak…Tüm bunları düşününce yine o ilkgünler düştü aklına.

Şimşek çakmışsa gök gürlemesi kaçınılmazdı…Henüz 18 yaşında gencecik bir işçiydi.

Dünyayı anlamaya başladığı gündenbu yana sürekli çalışıyordu. Giripçıkmadığı iş kalmamıştı. Her bireyiçalışan, yoksul bir ailenin çocu-ğuydu. O da diğer kardeşleri gibi ya-şamın hoyrat ve acımasız

gerçekliğini umudunun içinde erit-meye, kabul edilebilir kılmaya çalışı-yordu. Omuzları, tüm ağırlığıylaüstüne çöreklenen hayatın altındaezilmişti. Emek ve alınteriyle, ilmekilmek örülen onurlu bir yaşamın arıçalışkanlığında bir aktörüydü işte.Bulduğu son iş olan Tuzla’daki fab-rikaya doğru yürüyordu. Burası di-ğerlerinden daha farklıydı. Bir kere,bir sürü işçi vardı. Birçoğu da onunyaşındaydı.

Sonra, işçilerden birine bir şey oldumu tüm fabrika toplanır, ilgilenir,şefkat gösterirdi. Daha önce duyma-dığı birçok şeyi de burada öğren-mişti. Yaşıtları sürekli bir şeylertartışıyor, gülüyor, eğleniyor, yaşa-

mın tadını çıkarıyor, çalışıyordu da.O da kısa zamanda onlara ısınmıştı.Bir zaman sonra, kendilerine dev-rimci diyen bu çocukların hepsinekanı iyiden iyiye kaynamıştı. Hele de“işçi” dedikleri biri vardı ki. İnsanıncanını emanet edeceği cinsten bi-riydi. Güleryüzlü, zeki ve dürüsttü.Önceleri pek anlam veremediyse detanıdıkça “işçi” adının ona nedenverildiğini anlayacaktı. Sabahın ka-ranlığında çıktığı kapıdan, geceninkaranlığı ile girdiği yılların, ondanneler alıp götürdüğünü şimdi yeniyeni fark ediyordu.

Fabrikada tanıştığı devrimci arkadaş-ları ile konuştukça yüreğinin ısındı-ğını hissediyordu. Beyni yeniöğrendikleri ile allak bullak olmuştu.Şaşırmış, hayretler içinde kalmış, si-nirlenmiş, öfkelenmişti. Yaşamıntüm renklerine dair sorduğu sorula-

rın yanıtları buradaydı. Şimdi onubu yaşına kadar bir yaprak gibi ora-dan oraya sürükleyip duran hayatınyasalarını öğrenmiş, kontrolü elinealmıştı. Bundan sonra hayata kendisihükmedecek, yön verecekti. Yaşam,onun bilinci ve iradesi karşısındaboyun eğecek, zaman onun emrineamade olacaktı. Şimşek çakmışsagök gürlemesi kaçınılmazdı. Karanlıkhaşmetliydi ama bir mum ışığı onundevirmek için yeterliydi! Öyle deoldu, kendini bu sonsuz akışın sey-rine bıraktı, yaşamın ve doğanın sır-rına kulak kesildi, bilinciniaydınlattı; Gelecek artık onun hü-nerli elleriyle biçimlenecekti.

Tek bir mermi çıktı yatağından…’90 yılının 29 Temmuz günü büyük bir

coşkuyla uyandı. O gün çok neşe-liydi. İçi içine sığmıyordu. Bugün,kavganın buyruğu, halkın ve yoldaş-larının özlemi gerçekleşecekti. Hesapsorma zamanı gelmişti. Üç Partizan,erkenden çıktılar evden. Bursa’nınKestel ilçesine gidiyorlardı. DokuzPartizan’ın katline sebep HıdırGüven, düşmandan aldığı paraylakorkusundan buraya kadar gelmiş,saklanmıştı. Her gün kabuslar görü-yordu, her adımı ürkek, kimseye sır-tını dönmüyor, canını vereceği günübekliyordu.

Üç Partizan eve doğru yaklaştı. Biriarabada kaldı, indi ikisi. Öncedenanlaştıkları gibi başka bir bahane ileeve girdiler. Kapıyı açan oğluydu.Hıdır Güven’i sordu, normal çıkmasıiçin zorladığı sesiyle. Evdeydi,hemen çağrıldı. Yalan, entrika, insanemeği ve kanı ile beslenen bu düze-nin efendilerine ruhunu satmıştıHıdır Güven. Birkaç kuruş için, yaşa-mını tanımadıkları insanların gele-ceği, acısı ve mutluluğu için ortayakoyan devrimcilerin hem de en na-dide, seçkin devrimcilerin hayatınakast etmişti. Göz göz geldikleri o bir-kaç saniye içinde her şeyi anlatmıştıbakışları. Silahına davrandı, tek birmermi çıktı yatağından.

Hiçbir ihbarcı, işbirlikçi, halk düşmanıcezasız kalmayacaktı. Sömürü vezulüm üzerine kurulu bu çarkın dişli-leri, halkın adaletinden kaçabilirdiama asla kurtulamazdı!

(Bir Partizan)

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20

p 24 Kasım 1880: Haliç VapurŞirketi işçileri greve çıktı.p 19 Kasım 1923: Şark Demiryol-

larında yaklaşık 1400 işçi greve başladı. p 24 Kasım 1925: Erzurum’da

şapka “inkılabına” karşı gösteriler ya-pıldı. Tutuklananlardan 13’ü idamamahkum oldu ve 1 ay sıkıyönetim ilanedildi.p 25 Kasım 1925: Şapka giyil-

mesi konusundaki kanun, TBMM’dekabul edildi. Kanun, 28 Kasım’da yü-rürlüğe girdi. Kanun kabul edilirken,Rize’de şapka ve diğer “ inkılaplara”karşı gösteriler yapıldı. Göstericilerden8’i idama mahkûm edildi. p 28 Kasım 1968: Eski CIA istas-

yon şefi, Amerika’nın yeni Türkiye Bü-yükelçisi Robert Komer’in Türkiye’yegelişi İstanbul Yeşilköy’de protestoedildi. Deniz Gezmiş, Rahmi Aydın,Mustafa Zülkadiroğlu, Toygun Erarslan

ve Mustafa Gürkan tutuklandı. p 30 Kasım 1971: İdamla yargıla-

nan Mahir Çayan ve yoldaşları, İstan-bul Askeri Hapishane’den tünelkazarak kaçtı.p 18 Kasım 1976: Zonguldak

maden işçileri direnişe geçti.p 18 Kasım 1986: 12 Eylül son-

rası en büyük grev NETAŞ’da başladı.2650 işçi grevde. p 30 Kasım 1988: Tek tip elbise

giyilmesine karşı hapishanelerde tut-

sakların gerçekleştirdiği açlık grevi di-renişi, taleplerinin kabul edilmesiylesona erdi.p 17 Kasım 1990: Genel Maden-

İş Sendikası üyesi 48 bin maden işçisigrev kararı aldı. 30 Kasım 1990’da Zon-guldak maden işçileri greve çıktılar. 48bin işçinin grevi çeşitli siyasi partiler,meslek kuruluşları ve kitle örgütlerinindesteğiyle başladı. Zonguldaklılar ilkgünden itibaren greve aktif bir şekildekatıldılar.

Tarihten kısa kısa…

21Tarihten sayfalar

Dokuz kızıl karanfil, halkın adaleti ve kaçınılmaz son!

Page 22: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Türkiye’nin en temel sorunlarından biri elbette Kürtulusal sorunu. Bu anlamda Kasım ayının başlarında MesutBarzani’nin yaptığı Türkiye ziyaretini analiz edelim.

Türk egemenlerinin beklentileriTürk egemenlerinin PKK’nin Çukurca saldırısı sonra-

sında Türkiye’de estirdiği hava, Irak Kürdistanı toprakla-rında PKK’nin imhasının hedeflendiği yönündeydi.Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Barzani gelmedenönce “Türkiye’nin, sınırlarının ötesinde, kendisine tehditoluşturan bir oluşuma izin vermeyeceğini” vurgulayarak“Kuzey Irak yönetimi bu terörist yapıyı durdurmalı ve bi-zimle işbirliği yapmalıdır. Aksi halde, içeri girer ve bizdurdururuz. Bu bizim uluslararası hukuktan doğan hak-kımızdır” diyerek Barzani’den beklentilerini çok açık birşekilde açıkladı. Bu anlamda Barzani’ye üç opsiyonlu birtalep listesi sundu. Bunlar kısaca şöyle sıralanabilir: “YaPKK’yi siz bitirin ya birlikte bitirelim ya da bize yol açın!”

Barzani’nin vurgularıBarzani, Türkiye ziyareti çerçevesinde çok geniş bir ke-

simle görüşmelerde bulundu. Bunlar arasında Erdoğan,Gül, Davutoğlu olduğu gibi, BDP ve DTK yöneticileri ileburjuva basının ileri gelen gazetecileri de vardı.

Burjuva kalemşorlarla yaptığı görüşmede kendisine buüç seçeneğin hangisi yakın olduğu soruldu. Barzani ceva-ben “size çok samimi davranmamızı istiyorsanız; ceva-bım hiçbirisidir. Barış için bir rol oynamaya hazırım.Ama içinde savaşı barındıran hiçbir opsiyona ilişkin birrol oynamam” diyerek bu üç seçeneğe de yakın durmadık-larını açıklamış oldu.

Ve rolünü “diyalogun yeniden başlaması için siyasibaskı ve bir takım önlemler alınması” olarak gördüğünüvurguladı.

Kürt Hareketi’nin demeçleriKCK Konseyi Başkanı Murat Karayılan Rudaw gazete-

sine verdiği bir demeçte “Kürtlere kendini yönetme hakkı-nın verilmesi halinde gerillanın silah bırakabileceğini”söyledi. Demecin devamında Barzani’nin “Kürt sorunununsiyasi çözümü için bir çözüm çabası içerisinde” olduğunubelirterek bu çabaları önemsediklerini belirterek “Biz soru-nun siyasi ve diyalog yoluyla köklü çözümünü istiyoruz”diyerek kamuoyu tarafından bilinen Kürt sorununa üret-tikleri “çözümü” açıklamış oldu.

Barzani’nin temaslarından çıkan sonuçTürk egemenleri her ne kadar Barzani’ye sundukları üç

opsiyonlu seçeneklerinde hedeflerine ulaşamamış olsa daBarzani’den Kürt Hareketi’ne yönelik siyasi baskılarını art-tırmaları konusunda ortaklaşmıştır ya da ortaklaşmak zo-runda kalmıştır. Bu anlamda esasta hedeflerineulaşamamıştır, çünkü zaten Barzani ile bu sorun eksenindesiyasi anlamda geçmişten beri göreli bir ortaklığı vardır.

Kürt Hareketi Barzani’nin çabalarını önemsediğini be-lirterek, adı net konulmamış bir arabuluculuk rolü verdi.Zaten bu rol epeydir Barzani’nin üzerinde olan bir şeydi.Bununla birlikte Kürt Hareketi’nin sorunun çözümündedemokratik özerklik olarak ifade ettikleri Kürt coğrafyası-nın siyasal özerkliği gerçekleşmeden silahların bırakılma-yacağını bir defa daha net bir şekilde ifade etmiş oldular.Bu konu Türk egemenlerinin “karın ağrısını” oluşturuyor.Demokratik bir toplum örgütlenmesinin Türk egemenlerinbünyesinde “alerjiye” neden olması sonucu sürecin bir“barış havasında” geçmeyeceğini gösteriyor. Önümüzdekidönem Türk egemenlerinin çeşitli politik adımlarını göre-ceğimiz ama KCK operasyonlarında da gördüğümüz gibiesasta ciddi bir saldırı dalgasının Kürt ulusuna ve bu so-runla ilişkilenen devrimci demokratlara yöneleceği açıktır.Tekrardan Kürt sorunu ekseninde de demokratikleşmeninbir devrim süreci olduğunu ve önümüzdeki süreçte bu so-runa devrimci bir tarzda konumlanmanın önemli oldu-ğunu gösterecektir.

Uluslararası Atom Enerji Ku-rumu’nun (UAEK), İran’ın nük-leer programına ilişkinraporunun sızdırılmasıyla bir-likte, dünya gündemine oturankonulardan biri de İsrail’inİran’a saldırabileceği açıklamasıoldu.

İsrail Cumhurbaşkanı ŞimonPeres raporun sızdırılmasınınardından, 4 Kasım günü Chan-nel 2 TV’deki söyleşisinde, İs-rail’in, nükleer programı tehdidikonusunda İran’a yönelik diplo-matik bir çözümden çok askeribir operasyona yakın olduğunainandığını vurguladı. Peres, busöyleşiden birkaç gün sonra daHayom Gazetesi’ne yaptığı açık-lamada “İran’a askeri saldırıolasılığı artıyor. Verilmiş her-hangi bir karar yok ama dün-yadan İran’ın nükleerprogramını durdurma sözünütutmasını bekliyoruz. İran, hemİsrail, hem de dünya için enbüyük tehlike” diyerek, öncekiaçıklamasının arkasında durdu-ğunu gösterdi. İsrail cephesin-den koroya katılan en son kişiise İngiliz Daily Telegraph’akonuşan Savunma Bakanı EhudBarak oldu. Barak, nükleer tesis-leri vurmanın önemli bir sivilkaybına yol açmayacağını belir-terek, devamında “Zararı tama-men engellemek imkânsız.Ancak 50 bin, 5 bin kişinin öle-ceği bir senaryo yok. Herkesevinde kalırsa, ölü sayısı 500bile olmayabilir” dedi. Bunakarşılık İran cephesi de bir tekiğne ucu kadar geri adım atılma-yacağını belirterek restleşmeyitamamlamış oldu.

Ortadoğu’da zengin petrol veenerji yatakları üzerindeki em-peryalistler arası çelişmeleringün geçtikçe keskinleştiğini gö-rülüyor. Ortadoğu’da “büyüksatranç oyununda” emperyalistdevletler ve uzantıları hamlele-rini yapıyor ve her hamle bucoğrafyayı büyük bir savaşa ya-kınlaştırıyor.

ABD ve ABD ile birlikte hareket edenlerin yaklaşımı

ABD, İran’a yönelik askeri

seçeneğindevrede ol-duğunu res-menaçıklamadı.Her nekadar bu se-çeneğin ta-mamengündemle-rinde oldu-ğunu hiçbirzaman açıklamasa da Obama yö-netiminden üst düzey bir yetkili-nin AFP’ye yaptığı açıklamadada vurguladığı gibi “Yaptırım-ları düşünürken diğer seçenek-leri tamamen silmiş değiliz.Eylem şekli olarak bir sürü se-çenek var” diyerek İran’a yöne-lik askeri saldırı konusunun“şimdilik” gündemlerinde olma-dığını açıkladı.

İngiltere ise ABD’ye İran’ayönelik bir askeri saldırıdasomut destek vereceğini açık-ladı. Fransa ise askeri seçenek-ten ziyade şimdiye kadargörülmemiş bir yaptırımın dev-reye sokulmasından yana oldu-ğunu Dışişleri Bakanı AlainJuppe tarafından kamuoyunaaçıklamış oldu. Almanya da as-keri bir seçeneğin kendileri açı-sından kesinlikle gündemdeolmadığını, bununla birlikte Al-manya’nın İsrail söz konusu ol-duğunda özel birsorumluluğunun olduğununyadsınamayacağını belirterek,Rusya ve Çin’in ile birlikte ulus-lararası bir yaptırımın devreyesokulması taraftarı olduklarını,Rusya ile Çin ikna edilememesidurumunda, kalan müttefiklerinbirlikte hareket ederek, yaptı-rımların tek taraflı yaşam bul-masından yana olduğunuvurguladı.

Rusya ve Çin’in yaklaşımlarıBu iki ülke İran’a herhangi

bir yaptırımın tarafı değil, dahaesnek bir yaklaşım gösterilme-sini gerektiğini ifade ediyorlar.Rusya askeri seçeneğin bölgeyefelaket getireceğini vurgulaya-rak, şiddetle askeri müdahaleye

karşı olduklarını vurguladı. Bu-nunla birlikte Rusya gündemegelen diğer siyasi yaptırımlarada İran’ın yönetimini değiştirmeçabası olarak algıladıklarını veyaptırımlara herhangi bir destekvermeyeceklerini açıkladı.

Görüldüğü gibi taraflarınbütün açıklamaları, araların-daki çelişkilerin çözümüne yö-nelik değil. Kaldı kiemperyalizm ve proleter dev-rimler çağında bu çelişkilerintamamen çözülmesi de müm-kün değildir. Ancak iki ayrıkamptan iki yaklaşımı aktar-mak istiyoruz. Birinci olarak İn-giliz Times gazetesininyazarlarından Hugh Tomlin-son, İran’a yönelik uygulana-cak stratejiyi açıklarkensöyledikleri:“Hemen hareketegeçilirse, Ortadoğu’da kan dö-külmesi, kontrol edilemez birnükleer silahlanma yarışı vepetrol fiyatlarındaki artışınzaten kırılgan olan küresel eko-nomiyi en ağır depresyona sü-rüklemesi riski var. Geçkalınırsa da Tahran’ın KuzeyKore ve Pakistan’ın yararlan-dığına benzer bir güvenlik eldeetmesi olasılığı”. İkinci olarakKurçatov Enstitüsü Bilimsel Ge-lişme Bölümü Müdürü, RusyaNükleer Derneği Başkan Yar-dımcısı Andrey Gagarinskikonu ekseninde söyledikleri:“Kanımca İran gibi ülkeler,nükleer silaha kavuşmaya ça-lışmak zorundadır. Irak ve Lib-ya’nın örneği, nükleer silahasahip olmayan ülkenin gelece-ğinin olmadığını gösteriyor”.

Emperyalistler dünyamızınükleer bir çöplüğe çevirme uğ-raşındalar.

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2022 Dünyadan

Türk egemenleri Barzani’den istediğini alamadı

Evrensel Bakış İsrail’in İran’a yönelik son açıklamaları ve ortaya çıkan tablo

İsviçre UNIA Sendikası “Bizsiz İsviçreolmaz” sloganıyla yabancı düşmanlığına karşıbir kampanya başlattı. 2011 Ekim ayında İs-viçre’de yapılan federal seçimler öncesi toplananimzalarla ırkçı, ayrımcı, düşmanlığı körükleyenpolitikalar yapılmaması, yabancılara ve siyasimültecilere karşı yürütülen ayırımcı politikalarason verilmesi çağrısı yapılmıştı.

Yürütülen bu kampanyaya bizler de Neucha-tel kantonunda Göçmen Halklar Birliği vePartizan okurları olarak katıldık. Bir gün iki

stant açtık ve bir gün de tren garında çok sayıdasendika kartı dağıttık. Üzerlerinde 5 değişik şia-rın olduğu kartlar ilgi ile karşılandı.

17-18 Aralık 2011 tarihlerinde İsviçre’nin bir-çok bölgesinde düzenlenecek olan “Uluslar-arası Göçmenler Günü” etkinliklerindeyabancı düşmanlığı protesto edilecek. İsviçreUNIA sendikası dağıttığı bildiri ve el ilanlarıylavatandaşları bu etkinliklere katılmaya,www.sans-nous-pas-de.ch (Bizsiz İsviçre olmaz)internet sitesinden ücretsiz olarak sipariş edilebi-lecek olan, üzerinde “Yabancı düşmanlığına karşıdur” yazılı bayrakları 17 -18 Aralık 2011 tarihle-rinde evlerin pencerelerine asmaya çağırıyor.

İsviçre’de “yabancı düşmanlığınahayır” kampanyası

Page 23: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

ABD’de gelir adaletsizliğini protestoetmek için haftalardır sürdürülen “iş-gal” eylemleri ivme kazanmaya başlar-ken, çok daha etkili eylemler göndemegeliyor.

Kalifornia eyaletinin Los Angeles,San Francisco ve Oakland şehirlerindekurulan kampları dağıtmak için öncekigün harekete geçen polis ile eylemcilerarasında çatışma çıktı. Atlanta’da iseözel harekat timleri “olası şiddet eylem-lerini önlemek için” işgalcilerin kampınıbastı ve direnen 53 göstericiyi gözaltınaaldı. Oakland’daki eylemde polisin sila-hından çıkan bir kurşunun eskidenIrak’ta askerlik yapmış olan Scott Ol-sen’ın ağır yaralamasına yol açması üze-rine öfkesi büyüyen halk ülke çapındadaha büyük eylemlere hazırlanıyor.

Eylemlerin başlangıç noktası olanNew York’ta eylemciler, aralarında top-landıkları 20 bin doları Olsen’in ailesineverilmesi ve eylemcilere yeni çadırlar

alınması için Oakland’a gönderdi. Port-land’da bin işçi Olsen’in yaralanmasınınardından eyleme destek yürüyüşü dü-zenledi.

Sydney’de de işgal eylemi başlatananti-kapitalistler, yaptıkları yürüyüşünardından şehir merkezinde iş merkezle-rinin bulunduğu çarşıyı işgal etti. Eyle-me katılan yüzlerce anti-kapitalist polisablukası altında ülkenin en büyük şehir-lerinden biri-si olanSydney’i işgaletti.

Haftalarsonra yeni-den birarayagelen işgaleylemcileri,belediye bi-nasına “Pa-rayı yiye-mezsiniz”

ve “Polis şiddetini durdur” yazılıpankart astı.

Dünya genelinde yapılan işgal ey-lemleri sırasında 40 kişinin tutuklandığıaçıklanırken, bu eylemde de polisin“aşırı güç” kullandığı gözlendi. Bu du-rum da göstermektedir ki sömürü ve zu-lüm sisteminin sahiplerinin sırça köşk-lerinde artık o kadar da rahat oturama-yacakları anlaşılmıştır.

Latin Amerika’nın en uzun süresilahlı mücadele yürüten gerilla ör-gütü FARC liderlerinden Alfonso Ca-no’nun öldürülmesinin ardındanyazılı bir açıklama yapan KolombiyalıSilahlı Devrimci Güçleri (FARC),“Mücadelemize devam edeceğiz”dedi.

Mart 2008’de kalp krizi sonucuyaşamını yitiren örgütün kurucusu veefsanevi lideri Manuel Marulanda’nınyerine gelen ve asıl adı GuillermoLeon Saenz Vargas olan AlfonsoCano, ordunun, Suarez ile Lopez deMikay bölgelerine düzenlediği ope-rasyonda katledildi.

FARC açıklamasıKolombiya Devrimci Silahlı Gü-

çleri-Halk Ordusu (FARC-EP) gerillalideri Alfonso Cano’nun öldürülme-siyle ilgili bir açıklama yaptı.

“Kolombiya oligarşisinin ve onla-rın generallerinin Yoldaş KomutanAlfonso Cano’nun ölümüyle ilgiliresmi açıklamalarını duymaktayız vede kahkahalarının yankılarını. Bütünsesler koro halinde Kolombiya’da ge-rilla mücadelesinin sonunu ilan et-mekte.

Şurası açık ki Yoldaş Komutan Al-fonso Cano’nun kavgada düşmesi sa-dece diz çökerek yaşamaktansaayakta ölmeyi yeğleyen Kolombiyahalkının ölümsüz direnişini bizleregöstermekte. Halkımızın mücadeletarihi hiçbir zaman eşitliği ve adaletiaramaktan vazgeçmemiş kadın veerkek şehitlerle doludur.

Kolombiya’nın ezilenleri ve sömü-rülenleri kaybettikleri bir lider için ilkkez gözyaşı dökmüyorlar. Ve zaferielde etmek için inanç ve cesaretle mü-cadele etmeye devam edecekler. Ko-lombiya’ya barış, ayaklanmayıdoğuran nedenler ortadan kaldırılma-dan ve de gerillanın silahsızlandırıl-masıyla hiçbir şekilde gelemez.

Yoldaş Komutan Alfonso Canoşehit düştü. Barış ve uzlaşma politika-larına duyulan inanç da yenilgiye uğ-ramıştır. Yoldaş Komutan AlfonsoCano anılarımızda yaşayacak!

FARC-EP Merkez sekreteryasiKolombiya Dağları, 5 Kasım

2011”

Kasım ayının başında Fransa’nınCannes kentinde yapılan G-20 Zirvesitam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı.Emperyalistler büyük bir çıkmaz içindekıvranırken yapılan zirveden somut birsonuç çıkmadı. Emperyalist ülkelerinplanlarının yaşam bulmadığının enbüyük kanıtı, zirvenin önceden belirle-nen ana konusu “küresel kalkınma veistihdam”ın yerinde yeller esmesi oldu.Zirve Euro bölgesi borç krizinin damga-sını vurduğu bir zirve oldu.

Çıkan sonuçlarZirveden birkaç gün önce, bütün

emperyalist ülkeler iyimserlik rüzgarıestiriyordu. 27 Ekim’de Brüksel’de top-lanan AB liderleri adına 10 saatten dahafazla süren görüşmelerin sonucundaborç krizinin yayılması sorununa üçayaklı bir plan üzerinden “çözüm” bul-dukları müjdesini vermek Fransa Cum-hurbaşkanı Nicolas Sarkozy’edüşmüştü. Sarkozy, Yunanistan’ın borç-larının yarısının silineceğini açıklamıştı.Ancak Yunanistan’daki referandum ko-nusu, bulunan çözümün sınırlarını dagöstermiş oldu.

Aslında görünüşte her şey yolun-daydı. Yunanistan Başbakanı Papan-

dreu, Yunan halkına yeni birkemer sıkma politikası önerenpaketi, yaşama geçirmek içinhalka onaylatma ihtiyacı his-setti. Elbette bu Papan-dreu’nun demokratlığındandeğil, paketi halka onaylatabi-lirse daha rahat bir şekildeyaşam bulacak olmasındandı.

Aslında tam da emperya-list efendilerine yaranmak is-temişti. Çünkü Yunan halkı,uzun bir zamandır sokakta ve

çok daha fazla üstüne gitmek fayda et-meyebilirdi. Referandumdan sonradanhaberdar olan emperyalist ülkelerdeyim yerindeyse köpürdüler. Tam daYunan halkının tepkisinin tavan yaptığıbir dönem “demokrasicilik” oynamakzararlıydı. Tehlikenin farkında olan em-peryalistler, acil bir şekilde zirveye Pa-pandreu’yu çağırarak, hem Yunanburjuva partilerini paket noktasında or-taklaştırdılar (Papandreu’nun istifasıkaydıyla) hem de referandumu engelle-miş oldular. Bilindiği gibi halkın önemlisorunlarda oy kullanması normal şart-lar altında kapitalizmi ve burjuva iktida-rını güçlendiren bir rol oynarken,Yunanistan gibi olağanüstü bir dönem-den geçen kapitalizm için sonun başlan-gıcı da olabilirdi.

Nicolas Sarkozy ile Angele Merkel’inbaskısı sonucu 25 Ekim’de Brüksel’dealınan kararların yaşama geçirilmediğive referandumdan dönülmediği koşul-larda tek kuruş yardım yapılmayacağıtehdidiyle azarlanan Papandreu, em-peryalistlerin bütün istediklerini ya-şama geçireceğinin sözünü vererek krizişimdilik ertelemiş oldu.

Referandum konusuna verilen tep-kiler ise şöyleydi:

“Eğer Yunan hükümeti referan-dumla, AB ve Uluslararası Para Fonukarşısındaki müzakere pozisyonunugüçlendirmeyi hedefliyorsa, diğer ül-kelerin de bu örneği takip edebilece-ğini hesaba katılmalı. Portekiz reformprogramını tekrar gözden geçirmekiçin başvuruda bulundu. Bu, sonu gel-meyen bir euro kriziyle sonuçlanabi-lir. Burada referandumun yapılıpyapılmayacağı, Kasım’da mı, Aralık’tamı yapılacağı, Yunanların tasarrufplanı ve euroya ‘evet’ mi, ‘hayır’ mı di-yeceği gibi ayrıntılarla meşgul olun-mamalı. Çünkü önemli olan bu değil.Avrupa, yalan söyleyerek Euro ilepoker oynayan ülkeler tarafından ye-terince suistimal edildi.” (İspanyol LaVanguardia gazetesi).

“Anlaşma halk oylamasında redde-dilirse, Yunanistan’ın euro bölgesindenayrılması gerekebilir.” (Alman MaliyeBakanı Wolfgang Schaeuble)

“Geçen hafta üzerinde uzlaştığımıznoktalar yeniden masaya getirilemez.”(Alman Dışişleri Bakanı Guido Wes-terwelle)

Zirvede üzerinde anlaşılan ikincinokta Euro bölgesinde bulunan bankasermayelerinin güçlendirilmesi.Üçüncü olarak da Avrupa Mali İstikrarFonu’nun 440 milyar Euro’dan 1 tril-yon Euro seviyesine çıkarılması. Ancakburada da temel sorun bu paranın ne-reden bulunacağının netleşmemesi.Çin’e giden Avrupa Mali İstikrar Fonudirektörü, Çin’den para yerine bolcanasihat aldı.

Wall Street Journal’in de dediği gibi“anlaşmasız bir G 20” zirvesini geridebıraktık. Emperyalistlerin krizi ise ol-duğu gibi devam ediyor…

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 23Dünyadan

İşgal eylemleri öğrenerek ve öğreterek büyüyor

FARC’tan Cano’nunöldürülmesine ilişkin açıklama

G 20 Zirvesi: Emperyalistler artık pembe tablolar bile çizemiyor!

Page 24: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Basın toplantısında oldukça sertifadeler kullanan Partinin yöneticikadrolarından Netra BikramChanda (Biplab) şunları söyledi:“Nepal yöneticilerinin karanlık ge-cede karanlık bir odada halkın bek-lenti ve özlemlerini yarıda bıraktığıbir anda toplanmış bulunuyoruz. Düngece, ulusun yöneticileri yine halka veulusa karşı hain bir anlaşma imza-ladı. Tarihte bu tür yöneticiler işledik-

leri suçlardan kaynaklı ortadankalktı ve iktidarı terk etti. Fakat ne ta-lihsizliktir ki, onlar suç işlemeyedevam ediyor!”

Biplab, ayrıca iktidarın insanın gö-zünü kör ettiğini söyleyerek “Mutlakiktidar insanı mutlak olarak çürü-tür… Yöneticiler yabancı güçler on-ları kuklaya çevirmeden önce onlarteslim olmuşlardır. Onların hepsi za-manlarının idiotlarıydı. Bu aptallar,sadece aptallıkları nedeniyle ortadan

kaldırıldılar” dedi.Ve bugün de Nepal politik senaryo-

sunda bu aptalları gördüklerini ifadeederek “Bizim devrimci önderliğimizhalka ve halk savaşının kazanımla-rına karşı kararlar aldıkları bir nok-taya ulaştılar” dedi. Kiran ve Badalyoldaşların ise devrimden sapmayakarşı devrimin kızıl bayrağını koru-duklarını ve kamuoyuna yaptıklarıaçıklamayla da isyan başlattıklarını,bu iki insanın halk ve ulus için karan-lıkta bir ışık yaktıklarını söyledi.

Nepal’de 1 Kasım akşamı Baburam Bhattarai,Prachanda ve diğer politik partiler arasında imza-lanan 7 Maddelik Anlaşma ile Halk Kurtuluş Or-dusu (PLA)’nın tasfiyesi kabul edilmişti.Hatırlanacağı üzere Genç Komünistler Birliği deaynı şekilde tasfiye edilerek yasaklanmıştı. Bukarar üzerine Birleşik Nepal Komünist Partisi(Ma-oist)-UCPN(M)’in lider kadrolarının bir kısmı hal-

kın silahlı güçlerinin korunmasının gerekliliğinideklare ederek gerekirse yeni bir Halk Kurtuluş Or-dusu’nun inşa edilebileceğini ifade ettiler.

2 Kasım günü UCPN(M)’in üst düzey liderlerin-den Baidya Kiran ve PLA’nın üstdüzey askeri komutanlarındanBadal yoldaşlar Kathmandu’dabir basın toplantısı düzenleyerekbu anlaşmaya karşı olduklarınıaçıkladılar. Normal şartlarda 5Kasım günü yapılacak olan Mer-kez Komite toplantısı öncesi buanlaşmanın imzalanmasının halk

savaşı çizgisine ve şehitlere ihanet olduğunu söyle-yen ve kendilerini Partinin devrimci kanadı olarakifade eden Maoistler, bu anlaşmadan etkilenmeye-cek “Halkın Gönüllüleri” adıyla ayrı bir savaşçı güç

oluşturduklarını açıkladılar.Başkent Kathmandu’daki

Ulusal Konferans Salonundadüzenlenen basın toplantısınagazetecilerin yanı sıra, aydın-lar ve parti kadroları da ka-tıldı. Toplantının ana temasıkomünist partinin ordusu ol-maksızın var olamayacağıydı.

- Başkan Yoldaş Prachan-da’nın 7 Maddelik Anlaşma süre-cindeki tüm faaliyetlerine nedenkarşısınız?

- Öncelikle, 7 Maddelik Anlaşma,Halk Kurtuluş Ordusu’nun(PLA) orta-dan kaldırılması için verilmiş bir karar-dır. Şunu açıklığa kavuşturmak isterimki, PLA cumhuriyetin kuruluşundaönemli bir role sahiptir. Tüm Nepal top-lumunun değiştirilmesi sürecindekiPLA’nın rolü ve katkısı küçümsenmiş vedeğeri düşürülmüştür. Bu nedenle, buanlaşmaya karşı durmak ve başkanınzayıflığını düzeltmek için buradayız.

İkinci olarak, parti komitemizin top-lantılarında ordunun saygın entegras-yonu kararını almak içindüşüncelerimizi açık bir şekilde ortayakoymaktayız. Fakat buna karşın bu an-laşma yapılmıştır. Parti önderliğimiz buanlaşmayı imzalamıştır. Biz, Merkez Ko-mite toplantılarında bu anlaşmayı imza-lamanın yanlış olduğunu ve aksidurumda yüksek siyasi mekanizma top-lantısında protesto edeceğimizi açık birşekilde ortaya koymuştuk. Bizler tevazugöstererek liderden önümüzdeki MerkezKomite toplantısında bu konuyu kararabağlamayı rica ettik; ancak kendisikabul etmeyerek parti kararına karşıgeldi. Biz, politik partilerin yüksek dü-zeydeki toplantısında görüşlerimiziaçıklıyor ve protesto ediyoruz.

- Peki nasıl devam edeceksiniz?Herhangi bir plan ve program ge-liştirdiniz mi?

- Partiden herhangi bir organı ayır-

mayacağız. Bizim ifade ettiğimiz şey,Parti Başkanımız Prachanda’nın ciddibir zayıflık gösterdiğidir. Talebimiz,ondan istediğimiz şey bu hatasını dü-zeltmesidir. Ondan isteğimiz hatasınıdüzeltmesi ve derhal bu zayıflığını orta-dan kaldırmasıdır. Biz anlaşma fikrinekarşı değiliz fakat yanlış anlaşmalarakarşıyız. Eğer önderlik aynı fikirde ol-mazsa, bu meseleyi halka taşıyacağız.Önderlik düzeltme yapmayı düşün-mezse, bizler plan ve program geliştir-mek zorunda kalacağız.

- Öyleyse siz sadece muhalefetetmek için mi muhalefet ediyor-sunuz? Uluslararası kuruluşlarbu anlaşmaya oldukça saygı gös-teriyorlar.

- Bu anlaşmaya sadece yönetici sınıfhayranlık duyuyor. Sadece emperyalist-ler, yayılmacılar ve kuklaları buna hay-ranlık duyuyor. Nepal halkı ve dünyahalkları buna hayranlık duymuyor. İşçi-ler, köylüler, kadınlar, janajatiler, dalit-ler, Madheshiler, Müslümanlar veötekileştirilenler buna hayranlık duy-muyor. Onlar saygın bir ordu entegras-yonundan ve kendi özlemlerini yansıtanyeni bir anayasadan yanalar. Biz halkiçin öncelikle anayasanın yapılmasındanve daha sonra ordunun entegrasyonu-nun gerçekleştirilmesi sürecinden yana-yız. Bu nedenle, halk bizimle birlikte,partimizin başkanı ile değil.

Biz bu anlaşmaya karşıyız, çünkübunların hepsi birbirine bağlıdır vehalka ve ulusa karşıdır. Son anlaşmalarolan 4 Maddelik Anlaşma, BIPPA (İki

Taraflı Yatırım Promosyonu Teşviki ve

Koruma Anlaşması) ve 7 Maddelik An-

laşma Nepal’in bağımsızlığına ve enteg-

rasyonuna karşı anlaşmalardır. Bu

nedenle bunların hepsini kınıyoruz.

- PLA komutanları ve askerleri

7 Maddelik Anlaşmada açıklanan

kararı olumlu karşılıyorlar,

neden?

- Tüm komutan ve askerlerin bu an-

laşmayı olumlu karşıladığını söylemek

yanlış. Barakalardan çeşitli reaksiyonlar

alındığını söylemek daha doğru. Biz

aynı zamanda bu barakalardaki komu-

tan ve askerlerle konuşarak bilgi toplu-

yoruz. Komutan ve askerler hoşnut

değiller ve bu duruma karşılar.

- Protestonuz teknik mi yoksa

parti çizgisiyle bağlantısı var mı?

- Bunun parti çizgisi sorunu ile bağ-

lantısı var. Bununla birlikte, birçok

insan bizim partinin çizgisine ve çoğun-

luğuna karşı olduğumuzu düşünüyor.

Aslında, karışıklık ve dedikodu yaratıl-

makta. Fakat gerçek olan, biz partinin

çıkarlarının, parti çizgisinin ve değişi-

min yanında olduğumuz gerçeğidir. Ku-

rumsal aktör olarak isimlendirilen parti

lideri, parti çizgisini, parti kararlarını

ihlal etmekte ve halkın beklediği deği-

şimden sapmaktadır. Bu ciddi bir talih-

sizliktir! Biz, partinin genel çizgisini

koruyoruz. Bizler partimizin her toplan-

tıda aldığı hakiki kararları konuşuyoruz.

Bizler, sahtekarlığa karşı savaşıyoruz.

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2024 Enternasyonal

“Sorun, doğru ve yanlış çizgi sorunudur”Mohan Baidya (Kiran)

- 4 Kasım 2011 -

Nepalli devrimciler konuşuyor: “Halk Kurtuluş Ordusu

yeniden doğacak!”

Karanlık gecede bir ışıkKaranlık gecede bir ışık

Gazetemizin bir önceki sayısındaBirleşik Nepal Komünist Partisi(Maoist) Daimi Komite Üyesi Dev Gurung’la yapılan ve UCPN (Maoist) önderlerindenPrachanda ve Baburam yoldaşlarınizledği çizgiyi eleştiren röportajıyayımlamıştık. Bu röportajın hemen ardından 1 Kasım akşamı 7 Maddelik bir anlaşma imzalandı.Halk Kurtuluş Ordusu’nun tasfiyesini içeren bu anlaşma Parti içinde ciddi bir tepki vemuhalefete yol açtı ve halkın sokaklara çıkmasına neden oldu.Bu süreçte Red Star sitesinde yayımlanan ve sürece dair ülkemizkamuoyunda ilgiyle takip edileceğini düşündüğümüz söyleşive değerlendirmeleri, ayrıca Parti içinde zaten var olan huzursuzluğu ve eleştirileri daha üst boyutlara taşıyan 7 Maddelik Anlaşmanın resmi olmayan çevirisini yayımlıyoruz.NOT: Dev Gurung söyleşisinde Babu-ram Bhattarai için cumhurbaşkanıifadesi kullanılmıştır. Doğrusu başbakan olacaktır.

Page 25: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

1. Maoist savaşçıların entegras-yonu ve rehabilitasyonu

a) Barakalarda bulunan Maoist sa-vaşçıların mevcut kayıtları güncelle-necek.

b) Maoist savaşçıların en fazla6,500’ü entegre edilecek. EntegrasyonNepal Ordusunun idaresi altında yapı-lacak ve idare heyeti personelinin yüzde65’i Nepal Ordusundan, geri kalanyüzde 35’i Maoist savaşçılardan oluşa-cak. İdare heyeti faaliyetler, orman ko-ruma, endüstriyel güvenlik ve krizyönetimi ile ilgili gelişmeleri yerine ge-tirme vekaletine sahip olacak.

c) Entegrasyon için seçilmiş Maoistordu savaşçıları, bireysel temelde gü-venlik teşkilatının standart normlarınıkarşılamak zorunda ola-caklardır. Bununla bir-likte, yaş aralığı, eğitimgereksinimleri ve medenidurum üzerine var olan as-kere alma politikası esnek halegetirilecektir. Bu bağlamda, özelgüvenlik teşkilatı için gerekli olaneğitim seviyesi gevşek olacaktır.Benzer şekilde, güvenlik teşkila-tına girebilmek için belirlenenmaksimum yaş üç yıl esnetilmiştir.

d) Entegrasyon için seçilen Ma-oist ordunun rütbe düzenlemesi, gü-venlik teşkilatı standartlarına göreyapılacaktır. Maoist savaşçıların güven-lik teşkilatına entegrasyonu, mevcutmemur ve diğer rütbelerin kariyer geliş-tirmesine herhangi bir olumsuz sonuçoluşturmayacak şekilde yapılacaktır.

e) Entegrasyon için seçilenMaoist savaşçılar, tugay kursuve eğitimini tamamladıktansonra güvenlik teşkilatıiçinde sorumluluk alabile-cektir.

f) Entegrasyon sürecibaşladıktan sonra, bara-kalarda depolanan tüm

silahlar otomatik olarak hükümetinmülkiyeti altına geçecektir.

2. Maoist savaşçıların rehabili-tasyonu

a) Eğitim, öğretim ve mesleki fırsatalternatif paketi, rehabilitasyon için se-çilen savaşçılara sağlanacaktır. Doğa vezaman dilimine bağlı olarak, paketinmaliyeti 600.000 Rupi’den 900.00 Ru-pi’ye kadar değişecektir. Sorumlulukla-rına bağlı olarak, seçilmiş savaşçılardangönüllü olarak emekli olmak ve paketyerine nakit isteyenler dört seviyede ka-tegorize edilecekler; en yüksek katego-riye girenler 800.000 Rupi alırken,diğer kalan seviyedekiler azalan sırayla700.000, 600.000 ve 500.000 Rupialacaklar. Bu miktarlar iki mali yıliçinde iki taksit halinde verilecektir. Bumealdeki resmi karar iki gün içinde ya-pılacak olan Özel Ko-mitetoplantısındaalınacaktır.

3. Gruplara BölünmeEntegrasyon için seçilmiş olan sa-

vaşçıların bölünmesi ve rehabilitasyongörevi, 7 gün içinde Özel Komite’ninbu konuda usul kararı almasının ar-dından başlayacak ve 23 Kasım’da ta-mamlanacaktır.

4. Daha önce anlaşıldığı şek-liyle komisyonların oluşturulması

a) Kapsamlı Barış Anlaşması uya-rınca, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu(TRC) ve Zorla Kayıpları SoruşturmaKomisyonu uzlaşma ruhu içinde inşaedildikten sonra parlamento tarafındanonaylanacaktır. Bu komisyonlar bir ayiçinde oluşturulacaktır.

b) Çatışma döneminin hukuki dava-ları, Kapsamlı Barış Anlaşması ve 2007Geçici Anayasası’nın şartlarına ve ru-huna uygun olarak görülecektir.

5. Çatışma kurbanları için yar-dım paketleri

Yardım paketleri, hiçbir ayrım ya-pılmaksızın silahlı çatışmalarda öl-

dürülen ve kaybedilenlerin yakınakrabalarına, çatışmalarda yarala-nanlara, zorla sürgün edilenlereve mülkleri zarar görenlere sağla-nacaktır. Kapsamlı Barış Anlaş-ması imzalandıktan sonra yardımpaketlerinin hiçbir ayrım yapıl-maksızın eşit bir şekilde dağıtımıgerçekleştirilmelidir.

6. Geçmiş anlaşmaların uy-gulanması ve güven ortamının

inşasıa) Birleşik Nepal Komünist Pa-

tisi(Maoist)-UCPN(Maoist),Parti tarafından silahlı

çatışma sırasında elegeçirilen özel ve kamumülklerini hak sahip-

lerine geri iadeetmek üzere 23 Ka-

sım’a kadar resmibir karar ala-caktır. Bu

mülklerin ele geçirilmesi nedeniyle sa-hiplerinin uğradığı kayıplar için tazmi-nat ödenecektir.

b) Köylülerin hakları Kapsamlı BarışAnlaşması, 2007 Geçici Anayasa ve bi-limsel toprak reformlarının şartlarınave ruhuna uygun olarak garanti altınaalınacaktır.

c) YCL’nin (Genç Komünistler Bir-liği) paramiliter yapısı ortadan kaldı-rılmalı, YCL tarafından ele geçirilentüm kamu ve özel mülkler 23 Kasım’akadar hak sahibi kurum ve bireylereiade edilmelidir.

d) Maoistler tarafından kullanılanve daha önceki anlaşma uyarınca Ulaş-tırma İşletmeciliği bölümüne kaydedi-len araçlar, 23 Kasım’a kadar mevcutkural ve düzenlemelere uygun olarakdüzenlenecektir. Kayıt altına alınmayanaraçlara el konulacaktır.

e) Yerel yönetim ele geçirilen mülk-lerin hak sahiplerine geri iade edilmesianlaşmasının uygulanmasını izleyecekve gerektiğinde anlaşmayı uygulamayazorlayacaktır. Politik partiler bunun uy-gulanması için hükümetle işbirliğiiçinde olmalıdır.

7. Anayasa yazımı ve ulusal uz-laşma hükümeti

a) Sürmekte olan barış sürecinimantıklı bir sonuca erdirmek ve ana-yasa yazımı görevini tamamlamakiçin politik partiler arasındaki diya-log devam ettirilecek. Bunun içinyüksek düzeyde bir siyasi mekanizmakurulacak.

b) Yeni anayasa yazımı süreci hız-landırılacaktır. Devletin yeniden yapı-landırılmasına ilişkin önerilerdebulunmak amacıyla, Kurucu Meclisiçinde konsensüs temelinde bir uzmanekip derhal oluşturulacak ve yeni ana-yasa taslağının formüle edilmesi sürecibir ay içinde başlatılacaktır.

c) Barış süreci ve anayasa yazımı sü-recindeki ilerlemeye paralel olarak ulu-sal bir uzlaşma hükümetinin kurulmasısüreci ilerleyecektir.

Red Star Nepal: Kurucu Meclis (CA)’in Ana-yasa Komitesi, Kurucu Meclis içinde yeni bir ana-yasa taslağı yapacak uzmanlar komitesioluşturma kararı aldı. 5 Kasım’da toplanan Ana-yasa Komitesi toplantısında halk karşıtı kararlaralındı. Sözde “yüksek düzey politikmekanizma”nın seçilmiş egemen kurum olan CA’yıdışlayacağı zaten hesap ediliyordu. Bu mekanizmabugüne kadar CA’yı oyalamış ve onu sürekli olarakboşa düşürmek için çabalamıştı. Ve bu kararla bir-likte 5 Kasım’dan itibaren halkın vekaleti ve öz-lemleri boşa düşürülmüştür. Ötekileştirilen,ayrımcılık yapılan bölgelerden, kastlardan, etnikkökenlerden, Müslüman, Madhesh ve dalitin 601temsilcisi joker haline getirilmiş ve bir avuç lidertüm otoriteyi elinde toplamıştır. Bu barışa ve ana-yasa karşı “olağanüstü” ve “demokratik” darbedir.

Hiç kuşku yok ki, Hindistan’ın başkentiDelhi’de yapılan 12 maddelik yaklaşımın ruhuna

uygun olarak Nepal halkı için anayasa taslağı ha-zırlamak üzere Hindistanlı “uzmanlar” çağırıla-caktır. Analistler, Delhi’de anayasa taslağınınzaten hazırlandığını ve sözde liderlerin şimdi esasgörevi zaten anayasa yazmak olan Kurucu Meclis’idıştaladığını deklare ederek elverişli koşullar ya-ratmaya çalıştığını söylüyor. Gelecekteki protesto-ları hesaplayarak, liderler ve hükümetin başı, ithaledilen bu anayasayı kamuoyuna açıkladığında sı-kıyönetim ilan etmeye hazırlanıyor. Tabii sıkıyö-netim protestoları durdurmak adına deklareedilmeyecek, Başbakan Bhattarai tarafından imza-lanan ve Güney Bloku tarafından tek taraflı bir şe-kilde dayatılan BIPPA (İki Taraflı YatırımPromosyonu Teşviki ve Koruma Anlaşması)’nınuygulanması adına deklare edilecek. Bu gelişmeüzerine Kurucu Meclis üyelerinden bu uzmanlarekibinin kapsayıcı olması gerektiği yönünde çokzayıf bir ses duyuldu.

Nepal’de, imzalanan 7 Maddelik Anlaşmaya karşı so-

kaklar da günbegün protesto gösterileri ile buluşu-

yor. 5 Kasım günü başkent Kathmandu’da Ulusal

Konferans Salonu önünde düzenlenen gösteride Nepalli-

ler anlaşma metnini yaktılar.

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 25Enternasyonal

Nepal’de “demokratik darbe”: Uzmanlar tarafından yazılan Anayasa Taslağı (5 Kasım)

NNeeppaall ll ii MMaaooiisstt ll iiddeerrlleerr ttaarraaff ıınnddaann iihhaanneett oollaarraakk ddeeğğeerrlleennddiirr ii lleenn aannllaaşşmmaa mmeettnnii

PLA’nın Entegrasyonu Üzerine 7 Maddelik Anlaşma

Page 26: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Proletarya Partisi’nin kurucusu Kay-pakkaya yoldaşın bıraktığı işkencehane-lerde “ser verip sır vermeme” ilkesinelayık bir şekilde 21 Kasım’ı 22 Kasım’abağlayan gece, 1986 tarihinde savaşa-rak ölümsüzleştiniz yoldaşlar…Hüseyin Tosun, Ünal Küçük-bayrak, Rıza Sökmen, ZekiUygun, M. Kemal Yılmaz, A.Rıza Boyoğlu, İbrahimPolat, Kamile Öztürk ve İs-mail Doğan… 9 yoldaşımızşahsında tüm devrim şehit-lerini anarken, yoldaşları-mız içerisinde yakınentanıdığım Ali Rıza Boyoğluyoldaşın özgeçmişine dair birşeyler yazmak istiyorum.

10 yaşlarındayken tanımışolduğum yoldaşın, benim veçevresindeki diğer çocuklar üzerindeki emeğiyadsınamaz boyuttadır. Ali Rıza yoldaş, ço-cukları çok severdi, bizimle ilgilenirdi. Banailk olarak büyüyünce ne olacağımı sormuştu.Cevabım klasik olmuştu; öğretmen, doktor,pilot vs. Ali Rıza yoldaş itiraz ederek, “iyi birkomünist olmalısınız” derdi.

75-76 yıllarında ülke genelinde yükselendevrimci bir muhalefet vardı. Yoldaş o yıllarolsun, ileriki yıllar olsun çevresinde komü-nist kişiliği ile sevilen ve sayılan; faşistlerekorku salan bir devrimciydi.

80 AFC döneminde (misafir olduğu akra-basının evinde) gözaltına alındığında cellat-ların ağzından salyalar akıyordu ve dahaorada yoldaşımıza çeşitli işkence yöntemleriuyguluyorlardı. Yoldaş önderine ve partisine,halkına ve devrime sadık kalarak düşmanınişkence tezgâhlarında sorularını cevapsız bı-rakmıştı. Tutuklandıktan sonra askeri hasta-nede olduğunu duymuştuk ve aileceziyaretine gitmiştik. Onu gördüğümde işken-ceden dolayı elleri sakattı, sağlık durumu daçok kötüydü. Ancak o buna rağmen umutluve sevecendi.

Bana yine sordu ne olacağımı, ceva-bım onu tatmin edici olmuştu

ki sımsıkı sarılıpöptü beni.

Kısa bir süre sonra yoldaşın MetrisHapishanesi’ne götürüldüğünüduyduk.

Ali Rıza Boyoğlu yoksul birköylü çocuğu olarak 1956 yılında

dünyaya geldi. Küçük yaşta ai-lesiyle İstanbul’a geldiler.

Okula İstanbul Tuzla’dagitti. Harçlığını okul son-rası boyacılık yaparak çı-karırdı. Ailesineekonomik katkıda bulu-nabilmek için çeşitli işkollarında çalışmaya

başladı. En son TuzlaPresiz fabrikasında işe girdi.Alçakgönüllü oluşu kısa süredeişçiler arasında sevilip sayılma-sına yol açtı. O artık fabrikanındoğal işçi önderiydi. Kısa bir

süre içinde işyerinde işçi temsilcisi oldu. Herfabrika çıkışında faşistlerin saldırıları oldu-ğundan işçilerle fabrikadan Tuzla istasyo-nuna kadar topluca yürüyüş yapılıyordu. Buyürüyüşlerde Ali Rıza yoldaş hep işçilerlebirlikte yürüyordu. Her gün iş çıkışı yürü-yüşler tekrarlanıyordu. Bu durum patronun,sivil-faşistlerin yüreğine korku salmıştı. Sal-dırılarını yoğunlaştırdılar. Ama her saldırıgeri püskürtülüyordu.

Ali Rıza yoldaş artık yalnız Presiz fabrika-sında değil, çevre fabrikalarında çalışan işçi-lerin de büyük sevgi ve saygısını kazanmıştı.Nitekim devlet onu olmayacak bahaneyleiçeri aldı. Günlerce işkencede kaldı. Amadüşmana en ufak bir sır vermedi. Kaypakka-ya’nın işkencedeki tavrını örnek almıştı.

Yıllarca hapishanede onurlu direniş vemücadelesinden sonra Kaypakkaya’nın yak-tığı kızıl meşaleyi hapishaneden çıktıktansonra Munzur’un dağlarına taşıdı.

Proletarya Partisi’nin 3. Konferansı içinDersim’de bulunurken düşmanınbaskınında 8 yoldaşı ile bir-likte savaşarak şehit-ler kervanındayerini aldı. (Biryoldaşı)

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2026 Kavga okulu

Sınıflar tarihi aynı zamanda sınıf mücadelesi tarihidir. Ve tarih-sel gelişme bu karşıtların savaşımıyla olmuştur. Yine tarihsel herilerleme büyük fedakârlıkları içerir. Devrim bir yaratma, feda olmaeylemidir söyleminin anlamı da bu olsa gerek. Günümüzdeki tarih-sel eylem de sömürü ve zulüm düzenlerinin yaratmış olduğu tümadaletsizlikleri, yolsuzlukları, çürümüşlükleri ortadan kaldırmayı he-deflemek zorundadır. Keza yeni demokratik bir düzenin temelleriniatarak en ileri toplumsal düzene ulaşmak için yalnız fedakârca mü-cadele etmek yetmiyor. Bu fedakârlığa sistemlilik kazandıracak dü-şünsel ve zihinsel bir değişim gerekiyor. Yapılacak fedakârlığın bo-yutunu belirleyecek olan da bu zihinsel değişimin düzeyidir. Sürekliyenilenmek, kendimizi aşarak ilerlemek düşünsel boyuttaki değişim-den, devrimci militan pratikten bağımsız değildir. Dolayısıyla kendi-sini aşmaktan söz eden her militanın öncelikle yukarda altını çizdiği-miz görevleri yerine getirmede samimi bir duruş sergilemesi gerekir.Bu görevlere karşı gereken sorumluluğu taşımayanlar ne kadar aşmafikrinden söz ederlerse etsinler, pratik olarak aşmanın değil, aşındır-manın öznesi olurlar.

Bu demektir ki, devrimci militan pratikten yoksun aşma, yenilen-me düşüncesi sınıf savaşımı açısından hiçbir değer taşımaz. Yenilen-me, vurgusu yapan herkesin bu söyleme uygun bir pratik tutum ta-kınması gerekir. Yeni olarak ortaya konulan her düşüncenin kendinebir tartışma alanı bulmasının yolu da düşünce sahibinin söylemi ilepratiği arasındaki uyumdan geçer. Fedakarlıktan söz edip, fedakar-lıktan kaçınanlar, üretmeden, yenilenmeden söz edip bu çabalara sa-dece boş zamanlarını ayıranlar inandırıcı olamazlar.

Yenilenmek, tecrübelerden ders çıkarmak, sınıf mücadelesinde,örgütlü yaşamda kendimize biçtiğimiz misyondan bağımsız değildir.Doğru okumak, doğru anlamak yarına dair yaptığımız planlarda giz-lidir. Sözgelimi, hep geçmişe dair konuşan, olumsuzluklar dışındahiçbir şey hatırlamayan bir devrimcinin geleceğe dair planları ola-maz. Bu bakış açısının yön verdiği tartışma geleceğe yürümek içingeçmişten ders çıkarmayı içermez. Bilakis bu sığ tartışmalarla, gele-cek geçmişin “olumsuz” çöplüğüne gömülür. Umut, yerini umutsuz-luğa bırakır. Oysa devrim kavgası; süreci doğru okumaya çalışan, ye-niye ulaşmada ısrarlı ve kavgayı büyütmede kararlı olan güçlerinomuzları üzerinde yükselir.

Bugünün zorluklarıyla savaşmak için birey bazında, örgüt bazın-da böylesi bir şekilleniş yaratmak zorunludur. Yapılacak eğitim ça-lışmalarına, kurulacak örgütlülüklere, yürütülecek savaş çizgisineböylesi bir düşünüş ve şekilleniş tarzının yön vermesi gerekir.

Tüm bunlar bize devrimci otoritenin tesis edilmesi, disiplininoturtulması, örgütlü olmanın farklılığının sağlanmasının, halka vedevrime hizmet etme politikasında derinleşmekten, militanlaşmak-tan geçtiğini gösteriyor. Bu konularda zayıflıklar olursa bu yönlüsöylemlerin hiçbir pratik karşılığı olmaz.

Halk demokrasisi, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin özne-si olan her militanın Mao yoldaşın şu değerlendirmelerini günümüzkoşullarına doğru bir tarzda uyarlaması gerekir. “Partinin siyaseti-nin kitlelere mal edilmesi uzun ve kararlı bir çabayı, yılmaz ve zor-lu, sabırlı ve titiz bir çabayı gerektirir. Bu çaba olmadan hiçbir şeyelde edilemez.” (Seçme Eserler, C: 1, S: 346)

Bu gerçeği öncelikle kavganın öznesi olan militanların doğru kav-raması gerekir. Uzun vadeli, sabırlı ve titiz çalışma da ancak böylesidoğru bir kavrayış üzerinde hayat hakkı bulur. Küçük burjuva çöplü-ğünden beslenen, yeri gelince sabırsız, çoğu zaman zorluklar karşı-sında kararsız, plansız bakış açılarıyla ileriye dönük yol alınmaz.Yani bu zayıflıkların giderilmesi her koşulda pratik mücadeleyle içiçe ele alınacak bir eğitimi, militan pratiği zorunlu kılar. Yetersizlik-lere vurgu yapmada samimi olan herkesin bunları giderme pratiğiiçinde yer alması gerekir. Yetersizliklerin nedenleri de ancak bu pra-tikle birlikte daha doğru anlaşılacaktır. Değiştirme sürecine katılandeğişir de. Eleştirileri daha yapıcı ve sorumluluk yüklü olur. Her şey-den hoşnutsuz yakınmacı kişilikler yakınmanın değil, çözümün birparçası olma çabası içine girmeye başlarlar. Dahası değişim, ancakbu tarzda bir yönelim içine girmekle sağlanabilir. Dolayısıyla örgütlüveya yakın çeperimizde olan güçleri sorunların çözümünün aktif birbileşeni haline getirmek için kararlı, kararlı olduğu kadar sabırlı birçalışma içine girmemiz gerekir.

PusulaYeniye ulaşmada ısrarlı, umudu büyütmedekararlı olmalıyız

Ali Rıza yoldaşın anısına...Proletarya Partisi 3. Konferansını gerçekleştirmek üzere yoğun bir hazırlık içindedir. Konfe-

ransa katılmak üzere delegelerin Dersim’de olduğu ihbarını alan devlet güçleri, bölgeye as-keri yığınak yaparak operasyona geçerler. Güçlerini Mercanlarda yoğunlaştıran devlet, 21

Kasım 1986’da bölgeyi tamamen kuşatır. Operasyonu ve hazırlıkları fark eden delegeler alanıterk etmek üzere harekete geçer. Gece boyunca seyir halindeki birliğin devlet güçleri ile kar-

şılaşması sonucu 22 Kasım’da çıkan çatışmada konferans delegeleri; Hüseyin Tosun, RızaSökmen, Zeki Uygun, İbrahim Polat, Ünal Küçükbayrak, A..Rıza Boyoğlu, M.Kemal Yılmaz ve

savaşçılar Kamile Öztürk ve İsmail Doğan şehit düşerler.

Page 27: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 27Kavga okulu

Karadeniz’in yemyeşil ormanlarınıbakışı, dağları gülüşü edinen ÖzgürKemal Karabulut’un 20 Ekim 1997tarihinde şehit düşmesinin ardındanMehmet Demirdağ bir yoldaşına yaz-dığı mektupta şöyle diyordu;

“Bu yaşadıklarımız bir şekilde aşı-lır. Yeter ki herkes üzerine düşeniyapsın. Yok birileri savaşırken biri-leri seyrederse daha çok kaybımızolur… Bugün temel sorun, P’nin sa-vaşa göre şekillenmesinin tüm alan-lara yayılması. Birileri seyrederkenileri gitmek mümkün değil. Her halü-karda ilerleyiş sürecek. Ağır-aksak,parça parça ya da hızlı ve toplu. Yatopyekün savaşacağız –ki savaşancak böyle verilir- ya da topyekünsavaşacak duruma gelene değin bir-çok sıkıntı çekeceğiz… (…) İnsanlarasavaşı, savaşa göre şekillenmeyi, sa-vaşçı kişiliği, savaşın hatayı, gecik-meyi, hantallığı, laçkalığı, gevşekliğikaldıramayacağını ve bunların be-dellerinin çok ağır olacağını kavrat-malıyız. Savaşa göre şekillenmek içindikkatli, hızlı, iş bitirici, sağlamcıolmak gerekir. Sorumluluk duymakgerek. En ufak bir hata, aksama, gev-şeklik, unutkanlık, beceriksizlikkanla-canla ödeniyor. Bir randevuyagelmemenin bedeli imha olabilir, in-sanlar bunu kavramalı.

Dikkatli olun, gevşemeyin, boğul-mayın. Kendinize çok çok iyi bakın.Görevleri tam ve zamanında yapınve yaptırın.”

Süreç zordu… Ve “Fırtınalar içindebıçak sırtındayız” diye tanımlıyorduProletarya Partisi’nin 4. Genel Sekre-teri Mehmet Demirdağ… Tarihsel biröneme sahip 2. OPK “Sağ sapmanınpanzehiri sol sapma, sol sapma-nın panzehiri sağ sapma olamaz!Her türden anti-MLM sapmanınpanzehiri MLM’dir” şiarıyla ger-çekleşeli henüz 2 yıl olmuş ve sürecingörev ve sorumlulukları yeni yeni kav-ranmaya başlanmıştı.

Özgür’ün şehit düşmesininardından 1 ay geçmişti ki, bu kezTokat’ın Ese Yaylası bir direnişetanıklık edecekti. Düşman; bin-lerce askeri, özel timi, koman-dosu, zırhlı araç ve helikoptertakviyeli yani kısacası tüm güç-leri ile yüklenecekti özgürlük sa-vaşçılarının bulunduğu bölgeye…

Tam bir bozgun yaşadı düş-man, kayıpları giderek artıyordu.Birlik, çemberi yarmayı başar-mıştı. Ese Yaylası çatışması, Pro-letarya Partisi’nin büyük bedellerödeyerek yarattığı savaş ve dire-niş geleneğinde, yine büyük birbedel ödenerek yerini aldı. Zorlusüreçlerin sırtlayıcısı, her daimgözleri daha ileriye bakan Demir-dağ ve 4 halk savaşçısı bu çatış-mada şehit düştü. “Parti vemücadele nerede olmamı isti-

yorsa ben ordayım” diyen ÜmitÇağlayan San; yaşı küçük, yüreği vebilinci büyük Dilek Konuk; savaşçıkomutan Ümit Dinler ve TC’nin as-kere çağrı pusulasını yırtarak halk sa-vaşçısı olan Duran Salman…İnancın, adanmışlığın, savaşçılığınsimgesi oldular.

DEMİRDAĞ cüret, kararlılık ve değişimin genç gücü demektir

“Teorimize ve stratejimize, yaşa-dığımız topraklara ve dünya gerçe-ğine vakıf, diyalektik materyalistyöntemi içselleştirmiş, politik olaraküretken, planlı, disiplinli, hedefli birçalışma tarzını uygulayan, her anöğretmen, her an öğrenci, 24 saat ko-münist, deneyimli, dersler çıkarmayıbilen, çıkardığı dersleri uygulayan,kolektivizmi içselleştirmiş, geniş kitle-lerle canlı siyasi bağları olan, sa-vaşçı, fedakar, gözüpek, inisiyatifli,ufku geniş, karmaşık problemleriniçinden ustaca çıkabilen, eleştiri veözeleştiride bilimsel, hesapsız, yaşa-mın hiçbir anında hiçbir kişisel çı-karı, rahat ve olayı gözetmeyen,tamamen Parti’ye, devrime, halka veyoldaşlarına kendini adamış kadroyapısına sahip olmamız DemokratikHalk Devrimi’ni zafere ulaştırmamıziçin zorunludur.”

(Mehmet Demirdağ)Bir komünistin sahip olması gere-

ken özellikleri böyle özetliyor Demir-dağ. Bu özellikleri “elek” olarakdüşünüp kendimizi o süzgeçten birgeçirelim. “Eleğin” altında ve üs-tünde kalanlar bizim devrimciliğimi-zin ve sömürü ve baskının olmadığıbir dünya düşümüz için yürüttüğü-müz mücadelemizin de göstergeleriolacaktır.

Onu hangi kelime daha iyi anlatır,bunu bilememenin bir ağırlığı olacak-tır elbet bu yazıda… Bugün bile safla-rımızda geçerliliğini ne yazık ki

koruyan hastalıkları mahkum ettiği“Devrimin atak, bilgili ve fedakar kad-roları olalım!” makalesi her yoldaşınhala amansız bir tokat gibi okuduğubir makaledir örneğin…

Önder Demirdağ yoldaş, sağ tasfi-yeci ve darbeci rüzgarın örgüt safla-rında kol gezdiği dağınıklık sürecineson verecek; gençlik alanından gerillaalanına kadar Proletarya Partisi’nintüm alanlarında örgütçülüğü, politika-ların sistemleştirilmesinde başat roloynayacaktır.

Demirdağ cüret demektir;Demirdağ, düşmana karşı amansız

savaş ve MLM ideolojinin netliğinesahip olmak demektir. Düşmandanbaşımıza ne geleceğinin hesabınıdeğil, “düşmanın başına ne geti-rebiliriz”in hesabını yapmak de-mektir. Durduğumuz yeri korumakdeğil, daha fazla örgütlenme alanı, im-kanı yaratmak demektir. Kitle ilişkile-rini belli sınırlarda tutmak ya da dahakötüsü tüketmek değil, daha fazlakitle ile siyasi bağlar kurabilmek de-mektir. Halktan korkmak, “acaba halkne tepki verir?” telaşına düşmek değil;halkla bütünleşerek, halkın tepkisinihalka gidip öğrenerek ileriye adımatmak demektir. Demirdağ, beyni-mize vurulan “imkansız” zincir-leri kırmak demektir.

Son zamanlarda saflarımızda ençok etkisini gösteren hastalıkların ba-şında “güvensizlik” meselesi geliyor.Kendimize, örgütümüze ve halka olan“güvensizlik” birçok “başarısızlığımı-zın” sebebi. Başarısız olma psikolojisiile çalışıyor beynimiz…

Kafamızda onlarca “imkansız” de-diğimiz zincir var…

Çevremizdeki insanları örgütleye-meyeceğimizi/hatta onların örgütlen-meyeceğini düşünüyoruz mesela.Komşumuzun gazetemizi almayaca-ğını, bu semtten “bir şey çıkmayaca-ğını”, gençlerin örgütlenmek için birsebebi kalmadığını, kadınların kesin-likle evlerinden çıkmayacağını düşü-nüyoruz. Değil binlerin-milyonlarınörgütlenmesinin, yeni 5-10 kişinin ör-gütlenmesinin dahi hayali olduğunakarar veriyoruz. Örgütlü duruyor amaaynı zamanda yılgınlığın, yorgunlu-ğun adresi sorulduğunda biz gösterili-yoruz. Sürekli koşturuyor, ama somuthiçbir sonuç elde edemiyoruz (Demir-dağ bu durumu “uyur-koşar”lık olaraktanımlar).

Oysa beynimizdeki “imkansız”kavramını yıkmadan devrim mücade-lemizde zerre adım ilerlemek müm-kün olamaz. Şimdi dönüp bir kez dahabizi anlatan ve bize çözüm sunan ma-kalelerini okuyalım Demirdağ yol-daşı… Onun “İyi ve güzel şeyler içinyaşanıyorsa hayatta, ölüm de o kadargüzeldir” diyerek kuşandığı cürettenve kararlılıktan öğrenelim!

Rıza Akdemir: 1976’da Erzin-can’da faşistler tarafından pusuya dü-şürülen Hüseyin ve Rıza Akdemirkardeşlerden Hüseyin Akdemir bu sal-dırıda ölümsüzleşirken, yaralanarakhastaneye kaldırılan Rıza Akdemir 17Kasım 1976’da aramızdan ayrılır.

Zülfikar Uralçin: 1956 doğumluolan Uralçin, Gençlik Birliği’nin önder-lerinden biri olarak Trakya bölgesindefaaliyet yürütür. 19 Kasım 1977 tari-hinde İstanbul Halkalı’da sivil faşist-lerce katledilir. Uralçin, ProletaryaPartisi 1. Konferansı’nda onur üyeliğiile taçlandırılır.

Mehmet Zeki Şerit: Çerkez milli-yetine mensup olan Şerit, devrimci dü-şüncelerle öğrencilik yıllarında tanışır.12 Mart AFC baskısının yoğun olduğudönemlerde tutuklanarak müebbethapis cezasına çarptırılır. 1977 yılınınMart ayında Ankara Ulucanlar Hapis-hanesi’nden firar eder. Firarının ardın-dan çok vakit geçmeden 24 Ekim gecesiİstanbul’da kaldığı ev düşman tarafın-dan sarılır. “Teslim ol” çağrılarına sila-hıyla karşılık veren Şerit, yaralı olaraktutsak düşer. Kaldığı hastanede bir ayboyunca işkence görür. Düşman istedi-ğini elde edemeyeceğini anlayınca onu24 Kasım 1977’de işkencede katleder.

Mustafa Sarıtaş-Şenol Yol: M.Zeki Şerit’in ölümsüzlük yıldönümünedeniyle yapılacak anma eylemleriçerçevesinde Ankara’da hazırladıklarıbombalı pankartın kaza sonucu patla-masıyla Mustafa Sarıtaş ve Şenol Yolyaralanırlar. Patlama sesini duyarakolay yerine gelen bekçinin açtığı ateşsonucu 24 Kasım 1979’da ölümsüzle-şirler.

Hıdır Utan: Dersim’de doğanHıdır Utan, Proletarya Partisi ile gençyaşta tanışır. 1977 yılında tutuklanır.Çıktıktan sonra da faaliyetine devameden Utan, 1978 yılında çeşitli neden-lerden kaynaklı yurtdışına çıkar. 18Kasım 1983 tarihinde geçirdiği trafikkazası sonucu ölümsüzleşir.

19 Kasım 90: 19 Kasım 1990 tari-hinde Dersim’de TC güçleri ile Halk Or-dusu gerillaları arasında çıkançatışmada Hasan Altıntaş, PerihanÇolak, Fazlı Kaya ve SüleymanKor ölümsüzleşirler.

Ali Sarıbal: 19 Kasım 1981 tari-hinde Diyarbakır’da işkencede katledi-lir. İlk gözaltına alındığında doğru tavrıgösteremeyen yoldaş, daha sonra buzaafının üzerine gider ve verdiği ifadeyireddeder. Yoldaşlarıyla yapılan yüzleş-tirmelerde onları tanımadığını söyler.Zindan saldırılarına karşı direnişlerdede en ön saflarda yerini alan Ali Sarı-bal’ın bu tutumu düşman tarafındanöğrenildiğinde hapishane idaresi tara-fından koğuşundan dövülerek alınıp iş-kencede katledilir.

Erdinç Erdem: Halk Ordusu sa-vaşçılarından olan Erdem, 22 Kasım1993 tarihinde Dersim’de TC ordusuylaçıkan çatışmada ölümsüzleşir.

“Yaşadıklarımız bir şekilde aşılır. Yeter ki herkesüzerine düşeni yapsın!” (M. Demirdağ)

Kavgada ölümsüzleşenler

Page 28: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

1980’lerden sonra hayata geçirilenneo-liberal politikalar ve bupolitikalar dahilinde gündeme gelenKentsel Dönüşüm Projesi, AKPdöneminde “başarılı” bir hat izledidenilebilir. Dönüşümün aktörleriparlamaya ve ciddi bir kâr eldeetmeye başladılar. Çeşitlipropagandalarla -temiz ve sağlıklıbir yaşam gibi- hayata geçirilmekistenen proje, toplumsal zihinde bupropagandayla sınırlı tutulmakistendi.

Kentsel dönüşüm mü? 1980’lerin sonlarından itibaren ya-

şamımızda yer edinen ve emperya-list ideologların buluşu olan “küre-selleşme kavramı ile birlikte “küre-sel kent” söylemi de yaşamımıza gir-di. Hakim sınıflar, küresel kentleriuluslararası sermayenin hayat bul-duğu, ciddi ekonomik dönüşümlerinsağlandığı alanlar olarak tanımlıyor-lar. Ve bu projeleri daha çok Türkiyegibi geri bıraktırılmış ülkelerdeyaşama geçirmeye çalışıyorlar.

Kentsel Dönüşüm projesi her günde-me geldiğinde konu dönüp dolaşıpİstanbul’a geliyor. Dönüşümün ilkelden başlayacağı 11 ilden bir taneside İstanbul. Diğerleri ise İzmir, Ko-caeli, Denizli, Kütahya, Afyon, Van,Erzincan, Sakarya, Yalova ve Düzce.Bu listede olmamasına rağmen dö-nüşüm için adım atılan illerden biride Rize. Hatırlanacağı gibi Eylülayında Rize’de sel felaketi yaşanmış,60 konut hasar görmüş ve 1.494 es-naf mağdur olmuştu. Sahil yolu veHES yapımları sırasında akarsu ya-taklarının değiştirilmesi, suyunakışının engellenmesi vb. konulargöz ardı edilerek burada da bir anönce yıkımlara başlanacağı duyurul-

muştu. İstanbul’da ise Küçükçekmece, Ataşe-

hir, Beyoğlu gibi bölgelerde gerçek-leştirilen yıkım ve yükselen gökde-lenler hepimizin gözleri önünde. Nevar ki bu vaatlerin hepsi gelir eşit-sizliğini, sosyal kutuplaşmayı, me-kansal ayrışmayı, kentsel gerilimiartırmakta ve kentin sınırlı kaynak-larını belli sınıfların çıkarları içinkanalize etmektedir. Hedeflenengün gibi ortadadır. Emekçilere“daha iyi bir yaşam” vaadi ile birlik-te daha fazla açlık ve yoksulluk da-yatılmaktadır.

Wan depreminin ardından fırsatçılar iş başında 23 Ekim’de Wan’da yaşanan 7.2 şid-

detindeki depremde ölenlerin sayısı600’ü, yaralıların sayısının 4 biniaştı. Ardından gelen artçı deprem-lerle şehir adeta boşalmaya başladı.Elbette bunda havaların soğuması,yardımların adil dağıtılmaması,çadır yetersizliği ve Valiyi protestoeden kitleye yönelik saldırı etkiliydi.

Özellikle polisin gaz bombası ve cop-larla depremzedelere yöneliksaldırısı egemenlerin nasıl yaşanırsayaşansın Kürt meselesi ile ilgili her

türlü gelişmeye nasıl yaklaştığını dagösterdi. Erdoğan’ın, Kılıçdaro-ğlu’nun, Bahçeli’nin ve tüm müret-tebatın yaklaşımlarının bir özeti gi-biydi yaşananlar.

Deprem ile birlikte açığa çıkan bir ba-şka konu ise 1999 Marmara Depre-mi’nden sonra da yaşanan yardımskandalları oldu. Marmara depremi-nin ardından 2003 yılında kalıcıhale getirilen deprem vergisi gelirle-rinin aktığı mecra merak konusuiken Maliye Bakanı Mehmet Şimşekkendince soruya yanıt vermeyeçalıştı. Sözde toplanan vergi bir dep-rem fonu oluşturmak amacıylasağlık, eğitim, duble yollar gibi ihti-yaçları karşılamak için kullanılmış,yani harcanmış.

Wan depreminin ardından gündemegelen bir başka konu da Kentsel Dö-nüşüm oldu. Depremin ardındanErdoğan’ın “Oy kaybetme pahasınakentsel dönüşüm projelerini hayatasokacağız” sözleri talan ve yıkımınstartını verdi adeta. “TOKİ’ninyıkılmayan evleri” övülmeye ba-şlandı. Ukra, Ağaoğlu inşaat gibi ta-lan şirketleri “gerekirse tüm serma-yemizi yatırırız, depreme dayanıklıinşaat projelerimiz var”, “ İstanbulböylesi bir depremi kaldıramaz.Bunun için kentsel dönüşümünönündeki Kat Mülkiyeti Yasası -dairelerde mülk sahiplerinin kent-sel dönüşüme dair taleplerini dü-zenleyen yasa- derhaldeğiştirilmeli” şeklinde açıklamalar-da bundular.

Sonrasında Altan Elmas Sur Yapıİnşaat, yaptığı yazılı açıklama ileyasa üzerinde ne gibi değişikliklerin

yapılabileceğini kamuoyu ile pay-laştı. Açıklamada Kat Mülkiyeti Ka-nunu’nun mülk sahiplerinin kararyetkisinin yerel belediyelere devre-dilmesi ve bu doğrultuda “agresifve ivedi” çözümler üretilmesi ge-rektiği belirtildi.

Eski TOKİ Başkanı şimdiki Çevre veŞehircilik Bakanı Erdoğan Bay-raktar ise özel şirketlerin ve Erdo-ğan’ın açıklamaları eşliğinde “Dep-reme dayanıklı olmayan, kaçak veimarsız binaları vatandaş ile uz-laşarak yıkacağız” açıklamasınıyaptı. Yıkımların İstanbul’dan ba-şlayacağını belirten Bayraktar, halkıincitmemeye “dikkat ederek” aslın-da kırıp geçirmenin planını yapıyor.Bu tezini de şu şekilde açıklıyor. “…Mesela, diyeceğiz ki vatandaşa dai-renizin değeri 70 bin lira. Biz, 120bin liralık daire vereceğiz. Aradakifarkı 20 sene vadeli tahsil edeceğiz.Faiz almayacağız, sadece enflasyonfarkını alacağız. Eğer yerinde yap-ma imkânımız varsa yerinde yapa-cağız. Yoksa başka yerlerden yervereceğiz.”

Anlaşılan o ki Bayraktar özel şirketle-rin sözcülüğünü yapıyor. Bayrak-tar’ın tüm bu söylemleri talan şir-ketlerinin projelerinin ve kampan-yalarının aynısı. Emekçiler evlerin-den çıkarılarak devasa borç yükü-nün altında sokulacak. Tıpkı Ayaz-ma’da olduğu gibi. Hatırlanacağıgibi Ayazma’da daire verilen ailelerborçlarını ödeyemedikleri için evle-rinden çıkarılmışlardı.

İstanbul’daki kaçak yapıların zamankaybetmeden yıkılması gerektiğinisavunanların öncelikle Wan’dayaşanan depremin ardından yıkılankamu binalarının durumu hakkındabilgi vermesi gerekmez mi? ÖrneğinGedikbulak Köyü İlköğretim Okulukaçak bir yapı mıydı? Ya da Mer-kez’de bulunan ve “ağır hasar” gö-ren 15 okul ruhsatsız mıydı?

Krizi fırsata çevirenlerin hemen herşeyi fırsata çevirdikleri ortada. Şim-di de depremi fırsata çevirme der-dindeler. Burjuva-feodal medya ilebirlikte depremdeki can kayıp-larının asıl nedeninin malzemedençalınan evler ve ev sahipleri olduğupropagandası yapılıyor. Ve toplum-sal destek sağlanmaya çalışılıyor. İs-tanbul’da emekçi semtlere yaklaşımşimdiden belli olmaya başlandı bile;“Ne yapıyorsak sizleri depremdenkorumak için yapıyoruz…”

Özgür gelecek/2028 Yaşamdan notlar 16-29 Kasım 2011

Kentsel Dönüşümde Fırsatçı HeyulalarWan depreminin ardından gündeme gelen bir başka konu da Kentsel Dönüşüm oldu.Depremin ardından Erdoğan’ın “Oy kaybetme pahasına kentsel dönüşüm projelerini

hayata sokacağız” sözleri talan ve yıkımın startını verdi adeta.

Erdoğan Bayraktar özel şirketlerin ve

Erdoğan’ın açıklamaları eşliğinde “Depreme

dayanıklı olmayan, kaçak ve imarsız binaları vatandaş

ile uzlaşarak yıkacağız”açıklamasını yaptı.

Krizi fırsata çevirenlerin hemen her şeyi fırsata çevirdikleri ortada.Şimdi de depremi fırsata çevirme derdindeler. Burjuva-feodal med-ya ile birlikte depremdeki can kayıplarının asıl nedeninin malzeme-den çalınan evler ve ev sahipleri olduğu propagandası yapılıyor.

Page 29: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Karaçam ve Köknar köylerinde açıl-mış davalara ve halkın kararlı direnişi-ne rağmen HES kurmak için vadiye gir-mekte inat eden HES’çi Bugato Şir-keti’ne karşı köylülerin direnişi uzunbir süredir devam ediyor.

HES’çi şirketin Trabzon Solaklı’yıterk etmesiyle sonuçlanan süreci kısacaözetleyelim.

23 Eylül’de bölgeye iş makinelerinigötürmeye çalışan firma yetkilileri veonlara eşlik eden jandarma ile köylülerarasında çatışma yaşanmış, çıkan arbe-dede 7 köylü ile 2 jandarma yaralanmış,6 köylü ise gözaltına alınmıştı. Köylüle-

rin tepkisi üzerine yaşanan gerginliksonrasında, HES firmasına ait iş maki-neleri bölgeden indirilmiş ve bölgedeşantiye yapılmasından vazgeçilmişti.Direnişin dalga dalga yayıldığı Karade-niz’de yaşam alanlarını ne pahasınaolursa olsun savunan köylüler, daha ön-ceki deneyimlerden de yola çıkarak va-dilerinde nöbet tutmaya başlamıştı.

Dava sürecinde ise Mahkeme, bölge-de “Bilirkişi İncelemesi” yapılmasına veHES’in yürütmesinin durdurulması veiptali isteminin “Bilirkişi İncelemesi” vekeşif sonrasında değerlendirilmesi yö-nünde karar vermişti. Bütün bunlar ya-şanırken HES’çi şirketin askeri destekile bölgeye girmek istemesi üzerine Ka-raçam ve Köknar halkı, basın açıklama-sı yaparak olabileceklerle ilgili uyarıdabulunmuşlardı. Ve saldırı gecikmedi…

3 Kasım sabahı Eski Bayburt Yoluolarak bilinen dağ yolunu tırmananköylüler, çok sayıda jandarma ve robo-kopla karşı karşıya geldi. Firmaya ait işmakinelerini bölgeye sokmak isteme-yen köylülerin kar yağışı altında bekle-yişi sürerken direnişe birçok yerdendestek de gelmeye başladı. KaradenizTeknik Üniversiteli HES karşıtları,Trabzon merkezindeki Meydan Park’tabir basın açıklaması düzenleyerek sal-dırıyı kınarken, aynı dakikalarda SuyunTicarileştirilmesine Hayır Platformu daİstanbul Taksim’de direnişe destek ey-lemi yaptı. Trabzon Valiliği’ne gönderi-len dilekçeler ise valiliğin fakslarını ki-litledi.

Direnişçiler eylem anlarını an anaktararak direnişe herkesi ortak etmeyeçalıştılar. “Saat 17.10, 1900 rakımdadireniş devam ediyor. Vadi karanlıktave sis altında. Hava dondurucu soğuk.Az önce Köknar Köyü’nden 3 minibüsledirenişçilere yakacak odun ve sıcak ek-mek getirildi. Jandarma ve Çevik, yolüzerinde barikat kurmuştu ama şimdidağıldılar. Soğuktan dolayı araçlarıniçine sığındıklarını tahmin ediyoruz.(bizim ateşimiz var, onların yok ) Sa-dece komutanları ortada. Karşılıklıbeklemeye devam ediyoruz. Duyurma-ya devam edin. Dağ yolunda 200 civa-rında insan, kamp ateşleri etrafındadirenmeye devam ediyor. Jandarma-lar da üzerinde hiçbir ibare bulunma-yan, nereden tahsis edildiği bilinme-yen, sivil minibüslerin içinde bekliyor.Gerekirse sabahlanacak. Direnenlerkazanacak. Doğa kazanacak.”

İlk saldırı 4 Kasım sabah 05.30’dageldi. Polis ve jandarma barikatı dağıt-tı. Biber gazı ve coplarla yapılan saldırısonucunda çok sayıda kişi gözaltına alı-nırken onlarca kişi de yaralandı.

Karaçamlı Murat Sarı’nın şu söz-leri, saldırı ve direnişi özetliyordu:“1900 metrede kar yağışı altında 6ayrı noktada yanan kamp ateşlerininetrafında kenetlenmiş Köknar ve Ka-raçam halkının, o muhteşem suratları-nı ve gece geç saatlerde ekmeğini veodununu paylaştığı jandarma ve çevikkuvvete göstermiş olduğu o misafirperverliğini, 70 yaşında teyzelerinsırtlarındaki kazaklarına düşen karıneriyip, yanan kamp ateşinin ışıklarına

karışıp gökyüzüne yükselmesini, ka-ranlıkta gözüken yaşlı amcaların elle-rindeki ekmek poşetlerini, sabah05.00’te bu güzel yüreklere, gece odu-nunu, ekmeğini paylaştığı jandarmave çevik kuvvet tarafından, biber gaz-larıyla, coplarla, küfürlü tehditlerle,inanan bir avuç cesur insana yüzlerceaskeri kuvvetle saldırılmasını ASLAVE ASLA UNUTMAYACAĞIZ…”

Direnen Solaklı halkı kazandı!

Halka saldırarak vadiye soktuklarıkonteynırları bırakan HES’çi şirketinkamyonları, 5 Kasım sabahı geri dön-mek için köylerin içinden geçmeye ça-lıştığında kadınların barikatına çarptı.Bir gün önceki saldırının rövanşını alanKaraçamlı kadınlar, geldikleri gibi yineçevik kuvvet eşliğinde dönmeye çalışanHES’çi şirkete hiç unutamayacakları birders verdiler.

Bu anı, direnişe katılan Karadenizİsyandadır Platformu aktivistleri şöyleözetliyor: “Konteynırları vadiye bıra-kan kamyonlar, dün olduğu gibi sabahsaat 05.30′da -geldikleri yol kapalı ol-duğundan- Karaçam Beldesinden geç-meye çalışırken, hayvanlarına bak-mak için kalkmış olan kadınların sal-dırısına uğradı. Çevik Kuvvet eşliğindebeldeden geçmeye çalışan araçlarıncamları kırıldı, kamyonlar tanınmazhale geldi, bazı şoförler araçlarını bı-rakıp kaçtı. Polis bu sırada havayaateş açarak suyunu ve yaşamını savu-nan kadınlarımızı dağıtmaya çalıştı.Olay yerinde çok sayıda mermi kovanıvar… Karadeniz Yipratur!”

Bu gelişmelerin üzerine Yarbay, Üstteğmen ve Şirket yetkilileri bölge halkıile bir toplantı yaparak inşaat alanındansorunsuz bir şekilde ayrılmak istedikle-rini söyledi. Köylüler ise bölgeye yerleş-tirilen konteynırların kayıtsız şartsızkaldırılması ve salı gününe kadar bölge-nin terkedilmesi taleplerini, aksi takdir-de yaşanacaklardan sorumlu olmaya-caklarını dile getirdi. Halkın teklifinikabul eden yetkililer, bölgeyi terk ede-ceklerinin ve dava sonuçlanana kadarçalışma yapılmayacağının sözünü verdi.Sonuç olarak, köylüler doğa katillerinibir kez daha püskürtmeyi başardı.

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyo-loji bölümü öğrencileri, 3 Kasım tari-hinde Muzaffer Göker Salonu’nda“Ekoloji Konferansı” düzenledi.

Üç oturum şeklinde yapılan konfe-ransta ilk oturumda öğretim görevlileriFeryal Turan, Zuhal Yonca Oda-baş ve Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Ko-ray Doğan Urbaylı birer sunum yap-tılar.

Forum adı altında yapılan ikinci

oturumda; öğrenciler tarafından ekolo-jinin ne anlama geldiği, kapitalist siste-min aşırı kâr hırsıyla doğayı tahrip etti-ği ve ekolojik dengenin bozulması veyaşam alanlarının korunması için baş-vurulan meşru savunma yöntemleri vb.konuları tartışıldı.

Ekolojik tahribata karşı mücadeleyöntemleri başlığındaki üçüncü oturu-ma ise Karadeniz İsyandadır Platfor-mu’ndan Banu Öztürk ve Munzur

Çevre Derneği’nden Sema Gül katıldı. Banu Öztürk, öncelikle HES’lerin ne

olduğu ve hangi amaçla kurulduğunuanlatan bir sunum yaparak Karadenizİsyandadır Platformu’nun mücadele de-neyimlerinden örnekler verdi. 2. Kara-deniz Yaşam Yolculuğu ile ilgili de gör-sel bir sunum yapan Öztürk Hopa’da,Gerze’de, Tortum’da, Solaklı’da eşkıya-lar her yerde diyerek sözlerini bitirdi.

Sema Gül ise Dersim’deki barajlara,siyanürlü altın işletmeciliğine değinerekorman yangınlarına karşı sürdürülenmücadele deneyimlerini anlattı. Der-

sim’de yapılan ve yapılması planlananbarajların amacının, savunulduğu gibiekonomik değil siyasi olduğunu ve bu-nun Osmanlıya kadar dayandığının altı-nı çizdi. Bunun “bölgedeki direnişi bas-tırmak için blok havuzlar yaptırılmasınıve ormanların yakılması gerektiğini”içeren Osmanlı dönemine ait gizli ra-porlarla da belgelendiğini söyledi. Sonolarak Peri Suyu üzerinde yapılacakolan Pembelik Barajı’na karşı köylülerinkış sürecinde de direniş nöbeti tutacak-larını söyleyerek yaşam alanlarına karşıdirenişi her yere yayma çağrısı yaptı.

Perisuyu üzerinde yapımına başla-nan Pembelik Barajı’na karşı 5Eylül’den beri direniş çadırı ku-rarak saldırılara rağmen direniş-lerini sürdüren köylüler, sonuçalana kadar bedeli ne olursa ol-sun vadilerini koruyacaklarınıbelirtiyorlar.

Kış koşullarının çadırda kalmayıdaha da zorlaştıracağının bilin-cinde olan köylüler, beklenildiğigibi direnişlerine ara vermeyedeğil koşulları zorlayarak eylem-lerine çadırlarının yanında kura-cakları barakada devam edecek-lerini açıkladılar.

Peri Vadisi’nden yükselen tarihineve geleceğine sahip çıkma çığlığı-nı hep birlikte yükseltelim...

(Munzur Çevre Derneği)

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 Çevre 29

DTCF’de Ekoloji Konferansı

KARAÇAM KÖKNAR GERZETORTUM HOPAHOPA

EŞKIYALAR HER YERDE!

Peri Suyu direnişe

devam ediyor

Page 30: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Kapitalist düzen açısından reklamayırt edicilik ve marka değeri yaratmaaracılığıyla daha fazla pazar payı ala-bilme savaşında önemli bir silahtır. Bi-lindiği gibi bir burjuva açısındanpazarladığı ürünün piyasada doymanoktasına (ki böyle bir noktanın olupolmadığı ayrı bir tartışma konusudur)gelip gelmediği talidir. Girişimci, yatırı-mın ilk anında piyasa ihtiyaçlarını (azüretilen ya da üretimi olmayan bir sek-tör gibi) düşünse dahi -ki her zamanbunu düşünmez- daha sonrasındaki ya-tırım ve üretimde tüketicinin “bağım-sız” ihtiyacı belirleyici olmaz.Tüketicinin kendi kendine “ihti-yaç” olarak hissetmeyeceği birmalı kapitalist neden üretir soru-sunun cevabı piyasa ekonomisinde işle-rin sanıldığı gibi yürümediğini gösterir.

a) İhtiyacın sınırsız! O halde sı-nırsız tüket!

Kapitalist toplumda üretimin dü-zensizliği veya daha teknik bir ifadeyleüretim anarşisi hiçbir biçimde kendisinisalt piyasanın “bağımsız” ihtiyaçlarıylasınırlamaz. Özellikle kapitalizmin ilkgençlik, ergenlik dönemlerinde örne-ğine sıkça rastlanan satılmayan üretimfazlasının ürünün fiyatını düşürmemekiçin imha edilmesi sahneleri kadar,bugün bazı malların tüm insanlık nüfu-suna yıllarca yetecek kadar üretilmiş vestoklanmış olması, yukarıdaki tezin ör-neksel bazda bir kanıtıdır. Daha acıma-sız bir örnek ise ürettiği malın değişimdeğerinin artması güdüsüyle piyasadaartan talebe rağmen malın stoklanarakpiyasaya arz edilmemesi stratejisinin debelli dönemlerde burjuvazi tarafındankullanılmış olması gerçekliğidir.

Her koşulda kapitalist açısındanvazgeçilmeyecek olan şey kârını nasılmaksimumsevi-

yeye çıkaracağı sorusuna bulduğuçözüm yoludur. Bir biçimde piyasayaarz ettiği malı kâr maksimizasyonu sağ-layarak satabildiği müddetçe kapitalistmalın tüketicilere ihtiyaç temelindefayda sağlayıp sağlayamadığıyla hiçbirbiçimde ilgilenmez.

Bunun en kolay ve en etkili yolu daelbette ki reklamlardır. Gazetelerde,dergilerde, televizyon kanallarında, bro-şürler aracılığıyla; posta, cep telefonuyoluyla, internette, apartman duvarla-rında; billboardlarda, otobüs durakla-rında, metro istasyonlarında ve şimdiaklımıza gelmeyen farklı yerlerde farklıbiçimlerde reklamlarla karşılamamız budurumun bir sonucudur. Reklamdaamaç; piyasada tutunmak, pazarda paykapmak, tercih edilirliği artırmak,marka değeri yaratmak, sürekli kendinihatırlatmaktır. Bu nedenle etrafımız,yaşadığımız tüm dünya kapitalizmin in-safsız kuşatması altındadır. Hemen heralanda kafamızda uçuşan markalar,ağızlara dolanan reklam müzikleri, iş-letmeciliğin göz bebeği innovasyon (ye-nilik) stratejileriyle alacalanmışambalajlar güler yüzlü satış temsilcilerive “müşteri her zaman haklıdır” teva-zusu ile kamçılanmış tüketici gerçeğikolay kolay kırılmayacak bir kuşatmaçemberinin olmazsa olmaz parçalarınıoluşturmaktadır. Özellikle promosyonkonusu, tüketim çılgınlığını görebilece-ğimiz önemli alanlardan birisidir.

b) Reklamda kuralTüm bir piyasada duran ya da dola-

şan sermayenin adil dağılmamış ol-ması, teşvik ve primlerin “küçükleri”kapsamaması kredi tuzaklarının yıpra-tıcılığı bir yandan diğer yandan da rek-lam verme şansının da “büyüklerin”lehine olması rekabetin nasıl haklı ol-duğunu kafalarda soru işareti haline

getirmektedir. Tüketici için ise durum daha

da kötüdür. Her ne kadar rek-lamda yanıltıcı bilgi vermeme,beğenilmeyen ya da defolu malı7-15 gün içerisinde değiştirmehakkı olduğu söylense de

malın 7 gün içinde değiş-tirme hakkının işlevliliği

bir yana tüketici dışındakipiyasa aktörlerinin bu

olaya pek de sempa-tik bakmaması gibibir sorunun varlığı

açıktır.Gazetelerden

kupon kesilerekalınan malların,

kamera hileleriylebüyük, alacalı ya da çok

fonksiyonlu gösterildiğini 30 kuponkarşılığında başvuru kaynağı alacağı-mızı düşünürken cep boy kitaplarlakarşılaştığımızı hangimiz unutabilirizki? Yanıltıcı reklam yapmanın cezaikarşılığının caydırıcı olmaması gerçeğibu ekstrem (uç) örneğin dışında da ya-nıltıcı reklamlarla karşı karşıya olduğu-muzu kanıtlamaktadır. Hem debunların bazılarının hiçbir şekilde cezadahi almadığı bilinmektedir. Zaten birdiğer mesele de para cezalarının nice-liksel olarak artmasının dahi caydırıcıolamayacağı gerçeğidir.

Buradan çıkaracağımız sonuçreklamda etik anlayışının pek desağlam olmadığıdır. Nihayetinde“paranın açamayacağı kapı yoktur”düsturu uyarınca üniversite klinik yada laboratuarlarını dahi piyasanın elle-rine emanet eden bu sistemde birürünü ya da markayı aldığı paraya mu-kabil kullanmamızı tavsiye eden labo-ratuarlara mı yoksa onay-tavsiyebelgesinin aldıktan sonra büyük bir iş-tahla bu tavsiyeyi-onayı reklamlardakullanan burjuvaziye mi güveneceği-miz sorusunun cevabı her halükardatabii ki “ikisine de güvenmeyeceğiz”olacaktır.

Pazar payını genişletme amacıylaburjuvazinin yarattığı reklam kirliliği-nin boyutu günümüzde öyle bir noktayaulaşmıştır ki ufak-tefek innovasyonlarsonucu piyasaya sürülen “yeni” mal vemodelleri takip edebilmek oldukça zor-laşmıştır. İnsan sağlığını ilgilendirenkonularda bile aldığı ürünün aslındakendisini çok da iyi korumadığını imaeden reklamları izleyen bir tüketicininsırf pazar payı kaygısıyla aldatıldığı pa-niğe itildiği bir durumda felsefi “evren-sel etik kuralları” var mıdır?

c) Reklam ve tüketiciReklam konusunun girişimci açısın-

dan önemli bir yeri bulunduğu açıktır.Bu nedenle reklam olgusunu incelerkenonun tüketicide nasıl bir etki yarattığınıda incelemek gerekmektedir. Tüketici-nin tercihini belirleyen tek şey reklamınçekiciliği olmamaktadır. Reklamın çe-kiciliği kadar önemli başka bir konureklamın sürekliliğidir.

Televizyonların sabah saatlerindegenellikle verilen ve anneleri hedefleyençocuk bezi reklamlarını, televizyon izle-yen herkes bir şekilde görmüştür.Anne-baba olmadığı gibi evli dahi olma-yan birçok kişinin en az iki farklı çocukbezi markasını hiç markete gitmedenrahatlıkla sayabileceği açıktır. Esasta,çocuk bezi üreten şirketler açısından bukesim hedef kitle olmasa dahi çocukbezi alacak kişilerin tercihlerini etki-

leme potansiyeli ve belli bir zamansonra hedef kitleye dâhil olacağı ihti-mali açısından reklamı izlemiş-okumuşolmaları avantajdır.

Çekici ya da itici reklamlar aracılı-ğıyla (reklamın iyisi-kötüsü olmaz) giri-şimcinin malını sürekli olarak tazetutması ya da innovasyon sonucu olu-şan yeni malı, ismi veya ambalajı tekrarbizlere yani tüketicilere tanıtması ge-rekmektedir. Aksi takdirde pazar payınıkaybetmesi güçlü bir ihtimaldir. Çocuk-luğumuzdan hatırladığımız bazı biskü-vilerin artık piyasada olmamasınınnedeni de bizim o zamanlar beğenerektükettiğimiz bisküvileri yeni nesillerinbeğenmemesi değildir. Bilakis yenile-nen pazar koşullarında payını farklımarkalara kaptırmış olmasıdır.

d) Medyanın yeriYazımızın içerisinde de belirttiğimiz

gibi reklam piyasasının en önemli öğe-lerinden birisi de medyadır. Örneğinfilmler... Filmin en uygun sahnesindekahramanın içtiği asitli bir içeceğin yada şişesi terlemiş alkollü bir içeceğin iz-leyicide yarattığı etki filmi basit ve ma-sumane değerlendirmemize doğalolarak engel olacaktır.

Tıpkı reklam veren gibi reklamalan da kendi menfaatini önde tut-maktadır. Dolayısıyla burjuvazininreklam ahlaksızlığının medyada da ge-çerli olması bu durumun bir başka so-nucu olarak karşımıza çıkmaya devamedecektir. Çünkü medya dediğimizalanda da kaçınılmaz olarak burjuvazivardır ve olacaktır.

Amacı film sunmak olan bir sinemaprojesinin sponsor bulma kaygısıyla ha-reket etmesi ya da daha kötüsü busponsorluk ilişkisini gizli tutarak izleye-nin bilinç altına seslenen belli oranlar-daki film karelerinde markayı şırıngaetmesi işte bu sınırın ötesindedir.

Aynı durum basılı medya açısındanda geçerlidir. Kimi gazetelerin belli ara-lıklarla verdiği reklam broşürleri yet-mezmiş gibi sayfalarca reklamyayımlayarak adeta bir reklam gazetesihaline geldiğini biliyoruz. Ancak bunaek olarak belli bir yayın çizgisinin dı-şında olan hemen her gazetenin yine ençok satan gazetelerin tıpkı sinema vetelevizyon sektöründeki gibi kendi sı-nırlarını aşarak haberlere de reklam sı-kıştırması medya etiği diye birkavramın olmadığını, eğer varsa da ol-dukça laçkalaşmış olduğunu kanıtla-maktadır. Bu yazıyı hazırlarkenincelediğimiz dört adet “farklı kesime”hitap eden gazetenin ekonomi sayfala-rında yer alan toplam 71 haberin32’sinin reklam içermesi düşündürücü-dür. Daha can alıcı olanı ise reklam içe-ren 32 haberin tamamında ürününresmi ya da şirketin logosunun kulla-nılmış olmasıdır. Ertesi günde yineaynı gazetelerin yaptığı yine 71 eko-nomi haberinin bu sefer 38’inin reklamiçerdiği ve reklam içeren haberlerdensadece 4’ünü resim ve logosuz oldu-ğunu söyleyebiliriz.

(Bir ÖG Okuru)

16-29 Kasım 2011 Özgür gelecek/2030 Kültür-Sanat

REKLAM VE MEDYA ETİĞİÇekici ya da itici reklamlar aracılığıyla (reklamın iyisi-kötüsü olmaz) girişimcininmalını sürekli olarak taze tutması ya da innovasyon sonucu oluşan yeni malı,ismi veya ambalajı tekrar bizlere yani tüketicilere tanıtması gerekmektedir.Aksi takdirde pazar payını kaybetmesi güçlü bir ihtimaldir.

Page 31: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Gerilla; Amerikan halkının, işgalci-sömürgeci İngiltere’ye karşı verdiği ulu-sal bağımsızlık savaşından bu yana azın-lığın çoğunluğa, güçsüzün güçlüye karşıyürüttüğü mücadelenin öznesidir ve gü-nümüzde de sınıfsal ve ulusal bağımsız-lık mücadelelerinde halkların umudu ol-maya, emperyalistlerin ve onların gerici-faşist işbirlikçilerinin korkulu rüyası ol-maya devam etmektedir.

Emperyalistler, gerilla savaşlarınıFransız Devrimi’nden bu yana terörizmolarak adlandırmıştır. Hakim sınıflar, te-rör olarak lanse ettikleri gerilla mücade-lelerinin ezilen-sömürülen halkların

umudu ve kurtuluş yolu olduğunu gizle-meye, karalamaya çalışmaktadırlar. Le-nin; “Terör intikam aracıdır. Gerilla sa-vaşları intikam aracı değil, taktiksel as-keri hareketlerdir” derken aradaki farkıda belirtmiştir. 1940’lı yıllarda Çin, Yu-nanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya par-tizanlarının yarattığı destansı gerilla sa-vaşları, emperyalist-işgalci güçlere karşıVietnam, Kolombiya ve daha birçok ül-kede verilen gerilla savaşları, günümüz-de gerilla mücadelelerine ilham kaynağıve umut olmuştur. Latin Amerika ülkele-rinde gerilla savaşının efsanevi komuta-nı Che, bugün hala tüm halkların yüre-

ğinde tahtını korumaktadır. İspanya’daFranko faşizmine karşı verilen savaştagerillanın rolünü hiç kimse görmezliktengelemez. Gerilla mücadelesi, bugün Ko-lombiya, Peru, Nepal, Filipinliler, Hin-distan, Türkiye ve birçok ülkede halkla-rın umudu olmaya devam etmektedir.

1848 yılında Komünist Parti Mani-festosunda “Burjuva devletinin yerine,proletaryayı iktidara taşımak şiddetedayalı devrim olmadan olanaksızdır”yazılır. Bugün hala bizleri şiddet yanlısıolarak görüp, gerilla mücadelesini kü-çümseyenler var. Bizler devrimci savaşınve gerillanın her şeye kadir olduğunainanıyoruz. Evet, biz şiddet yanlısıyız.İktidarı ele geçirmek için uyguladığımızgerilla mücadelesi devrimci şiddettir.İyidir aynı zamanda, MLM’dir. Çünkü;silahlı mücadele olmadan ne proletarya-nın ne de halkın başarıya ulaşması ve ik-tidarı ele geçirmesi beklenebilir.

Partizan da başından beri gerilla mü-cadelesini kesintisiz bir şekilde bugünetaşımıştır. Elbette ki bu süreç içerisindeyenilgiler ve kayıplar yaşanmıştır amaPartizanlar, İbrahim’den Mehmet’e; AliHaydar’lardan Yurdal’a kadar bu tarihikanlarıyla nakış nakış işlemişlerdir. Par-tizan’ın kızıl neferleri her toprağa düş-tüklerinde yarattıkları destansı direniş-

lerle, umudu ve onuru bayrak bayrakdalgalandırmışlardır. Sizler canlarıyla,kanlarıyla bu tarihi yazanlar ve yazacakolanlar; Ne mutlu sizlere, ne mutlu sizle-re ki; yaşamı savaşarak yaşıyorsunuz.Başkan Mao’nun “siyasi iktidar namlu-nun ucundadır” perspektifini kavraya-rak yılların sevdasını yeni mevziler aç-mak için taşıyan gerillalar; Ne mutlusize. Ne mutlu sizlere ki milyonlarınumudu olma bilinciyle kızıl güzergâhtataviz vermeden yürüyorsunuz. Savaşındestekçisi değil, savaşın bizzat kendisiolma şiarıyla Cihan’laşıp ser verip sırvermeyenler, silahını düşmana teslim et-memek için kırarak canlarını toprağateslim edenler, düşmanın teslim ol çağrı-larına, halay ve zafer türküleriyle cevapverenler, zemheri ayında yüreğindekiyoldaşlık duygularıyla halka olan sevda-larıyla bayraklaşanlar; baskınlarda, iş-kencelerde, zindanlarda, barikâtlarda vedağlarda kızıl bayrağın gölgesinde ya-şam bulanlar, yoldaşlar ve siz gerillalar;ne mutlu size. Ne mutlu sizlere ki; ezilenve sömürülen tüm halkların umudu; em-peryalizmin ve her türden gerici-faşistiktidarların korkulu rüyası olmaya de-vam ediyorsunuz.

Her Bîji Gerilla! Çok Yaşa Gerilla!(Pertek’ten bir ÖG okuru)

16-29 Kasım 2011Özgür gelecek/20 31Okur/Haber

KURTULUŞUN ŞAH DAMARI GERİLLA

ÖLÜMSÜZ KOCA ÇINARIMIZ SUZAN ZENGİN YAŞIYOR

Sevgili ve değerli dostlar, merhaba;Sosyalist-devrimci bir gazeteci-yazar olarak

aynı ortamı soluyup gerçeklerin peşine birliktedüştüğünüz yoldaşımız Suzan Zengin’in kaybınıöğrenmenin şaşkınlığı ve derin üzüntüsünü, acı-sını taşıyorum.

Tutsaklık salt basit bir yıldırma politikası ol-maktan çıkalı çok oldu! Yüzlerce devrimci veyurtsever tutsağın hastalıkları ile yaşam savaşıverir halde bırakılmaları gerçeğinin örneği say-malı Suzan yoldaşımızı yitirmeyi de. O nedenleöfkemiz acıdan da baskın olup çıkmakta. Özellik-le her anı birlikte geçen sizler için yoldaşımızıuğurlamanın o derin iç yakıcılığı. Ve öfkenin üs-tünden eminim onun koşuşturmalarını yeni birsoluk daha katarak sürdürmek ve gelmeye çalış-maktasınızdır. Yaşadıklarınıza yürek ortağı ola-rak hepinizi sımsıkı sıcak duygularımla kucaklı-yor öpüyorum.

Özgür, aydınlık günlerde buluşabilmek dile-ğiyle… Sevgi ve selamlarımla.

(Bafra T Tipi Hapishane’denTutsak Partizan)

Değerli dostlar,Ne zordur, gidenlerin ardından duy-

guları dile getirmek, yaşanan en güzel an-ları yeniden yeniden hatırlamak ve pay-laşmak… Suzan Zengin; zorlu yolların

güçlü ve direngen yolcusu! Gurbet ellerdegeçirilen ilk gençlik, mahpushanelerde bı-rakılan olgunluk çağları. İşkence, yokluk,hastalık demeden daha sıkı, sımsıkı yol-daşlık! Suzan Zengin; tavizsiz bir duruş,bağımsız bir yürüyüş, inadına tebessüm,inadına mücadele…

Yaşamımıza, kadının özgürleşmesinedevrimci mücadelemize büyük bir anlamve zenginlik katan, sonuna kadar emekçive yoksul halkların cephesinde yer alansevgili Suzan Zengin’i sonsuzluğa yolcula-dık! Yolumuzu ışığıyla aydınlatan SuzanZengin’i sevgi ve minnetle anıyoruz.

(Bakırköy Kadın HapishanesiPKK ve PJAK tutsakları)

Sevgili Dostlar;Söze nasıl başlayacağımızı bilemiyo-

ruz. Daha dün gibi idi yanı başımızda aynısofrayı paylaştığımız, voltada dost sohbet-lere daldığımız saatler çok canlı duruyoryüreğimizde.

Devrimci dostumuz, siper yoldaşımızSuzan Zengin, uzun yıllardır devrim mü-cadelesine bilinci ve yüreği ile katılmışdevrimci bir kadındı.

’80 faşist darbesi ve ’90’lı yılların ba-şında devrim kaçkınlarının sığındığı Av-rupa ülkelerinden o kurtuluşun bireyseldeğil toplumsal olduğu bilincini kuşanıpAnadolu topraklarına gelmeyi tercih etti.

Kapitalist sömürü düzenine karşı baş-kaldıran bütün işçiler ve emekçiler, kadın-

lar ve ezilenler sosyalist gazeteci olan Su-zan Zengin’i tanırlar. O yıllardır kalemiylesömürü düzenine başkaldıranların yanın-daydı ve çoğu zaman onlarla birlikte göz-altına alındı, işkence gördü.

Devletin hapishane politikası en sonSuzan Zengin şahsında somutlanmıştır.Bu politikanın aramızdan ayırdığı ne ilkne de son devrimcidir. Başta mücadeleyoldaşları olmak üzere ailesi ve dostlarınabu acı kaybımızdan dolayı yanlarında ol-duğumuzu bildirmek isteriz. Suzan Zen-gin kavgamızda yaşıyor, yaşayacak…

Bakırköy Kadın Hapishane’denMLKP dava tutsağı (Gülcan Taşkı-ran), TKİP dava tutsağı (Nurgül Do-ğan)

Merhaba; Kartal Büro Temsilcisi Suzan ablayı kay-

betmenin üzüntüsünü, gazeteniz emekçileri veokurlarıyla paylaşmak istedim.

İşçi sınıfı ve ezilen hakların mücadelesinigüçlü kalemiyle aktaran tüm muhalif gazeteci-ler gibi Suzan Zengin’in haksız engellemeler vetutuklamalar yaşadığının takipçisiydim. Tu-tukluyken hastalığının artmasına ve sonrasın-da hayata vedası… Yapacağı çok şey varken er-ken öldü. Kısa yaşamına büyük idealleri ve er-demleri sığdıran güzel insanlardan birisiydi.Zulüm ve sömürünün olmadığı alternatif birdünyada yaşamının mümkün olduğunu kale-miyle aktarıp, muhalif gazeteciliğiyle yaşa-mış/yansıtmıştır.

Zulmün, sömürünün olmadığı, özgür-sınıf-sız bir dünya yaratmak için mücadele veren vebu uğurda yaşamının yitiren devrimci, demo-krat, sosyalist ve komünist insanlarla birlikteSuzan Zengin’i saygıyla anıyorum.

(Bafra Hapishane’deneski ÖG çalışanı Dilek Kömpe)

Sevgili Özgür Gelecek çalışanları, merhaba;

Önemli değerlerimiz yitiyor. Bunlardan sonuncusu Suzan yoldaş oldu.Her cephede direnerek, devrimci şekilde yaşadı. Zindanlarda büyük bir hu-

kuksuzluk sonucu mücadele yaşamında deneyimledi. Ancak kronik hastalıkla-rına bu süreç yeni halkalar ekledi. Öfkemiz büyük. Acımız da elbette. Suzanyoldaş zorlu dönemlerde zor olanı tercih ederek yaşama veda etti. Büyük ideal-ler zorluklarla baş etme kararlılığını sağlar. Onun sarıldığı büyük ideal, bize derehber oluyor. Suzan yoldaş yaşamıyla büyük katkılar sağladı.

Hepimize baş sağlığı diliyoruz.(Edirne Tutsak Partizanlar)

Başsağlığı Dersim Özgürlükler Derneği üyesi

Hasan Beyaz toplanan yardımlarıihtiyaç sahiplerine ulaştırmak içingittiği Van’da, yaşanan artçı dep-

remde yaşamını yitirdi. Yoldaşları-nın ve halkımızın başı sağolsun!

Dersim Partizan

Page 32: Özgür Gelecek Sayı: 20 - PDF Olarak okumak için Lütfen Tıklayın

Wan 23 Ekim’de yaşanan 7.2’likdepremin ardından 10 Kasım gecesi bukez 5.6 şiddetinde bir depremle bir kezdaha yıkıldı. Özellikle de Erciş’in adetayerle bir olduğu bölgede, Edremit mer-kezli ikinci büyük depremde, iki otel ve23 bina yıkıldı. Ölü sayısının 650’yi geç-tiği, yaralı sayısının binleri bulduğuWan, adeta hayalet şehre dönüşmüş du-rumda. Kar yağışının şiddetlendiği vesoğuğun bastırdığı kent, her gün boşalı-yor. Soğuk ve ölümle iç içe yaşamaktanbıkmış, çevre illerde başını sokabileceğiyer bulabilen insanlar kenti terk ediyor.

Wan-Erciş depreminin üzerindenyaklaşık bir ay geçmesine rağmenWan’da hayat henüz normale dönebil-miş değil. Halkın barınma, yemek gibitemel ihtiyaçları, yapılan propagandala-rın tersine henüz büyük oranda karşı-lanmayı bekliyor. Çadır, ısınma en bü-yük sorun olarak yakıcılığını sürdürür-ken, temel ihtiyaç maddeleri de fahiş fi-yatlardan satılıyor. Devam eden artçısarsıntılar ise yaşamı daha çekilmez kılı-yor. İlki “doğal afet” olarak kabul edilendepremin, son büyük artçısı Edremitmerkezli sarsıntının tescilli, resmi bircinayet olduğu ise kesin! Enkaz kurtar-ma ekiplerinin ve gazetecilerin kaldığıbinaların yıkılmasıyla onlarca insan, tra-jik bir biçimde devlet yetkililerinin so-rumsuzluğu yüzünden yaşamını yitirdi.

Erdoğan Bayraktar’ı dinlemeyenler yaşıyor!

Depreme geç müdahale edildiği, ça-dırların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılma-dığı, devletin yetersiz kaldığı eleştirileri-ne şiddetle tepki veren devletin büyükle-ri, zaman kaybetmeden soluğu Wan’daalmıştı. Devletin şefkatini ilk elden va-tandaşına yaşatmak için bölgeye akıneden yetkililer, herkesin yüreğine su ser-pecek, devletin inisiyatifini ortaya koya-caktı. Bunlardan biri de Çevre ve Şehir-cilik Bakan Erdoğan Bayraktar’ın ba-

sın toplantısıydı. Bölgede yaşanan kao-sun büyütülmemesini salık veren bakan,bir de tavsiye buyurmuştu;

“Bugün itibariyle diyebilirim kideprem açısından en güvenilir Wan veErciş’tir. Çünkü buradaki fay kırılmışve enerjisini boşaltmıştır. Büyük dep-remin olduğu yerde bir daha depremolmaz. Dünyada bunun bir örneği gö-rülmemiştir. Bugün diyebilirim ki Wanmerkez ve Erciş en güvenilir bölgedir.Onun için burada özellikle ağır hasarlıbinalara girilmesin. Yıkık binalarayaklaşılmasın. Bunun dışındaki bina-lara girilebilir.”

Azrail misali onlarca insanın canınakast eden Bayraktar aslında hizmet etti-ği devletinin rafine bir prototipini temsilediyor. 1900–2009 yılları arasında 223büyük depremin meydana geldiği ülke-mizde, resmi rakamlara göre; 86 bin in-san hayatını kaybetmişken devleti neyapmıştır? Enkaz altında can veren-leri suçlamıştır! Zaten afet olmayanilk depremden sonra yaşananlara katli-am dememek için sanırız Erdoğan Bay-raktar’ın meşrebinden olmak gerekir!

Bayraktar, yüzlerce insan enkaz al-tında can vermiş, bir o kadarından ha-ber alınamamış ve taş yığınları bile kal-dırılmamışken, depremi fırsata çevirme-nin hesabını yapıyordu. Yaşananlardasorumluluğu yokmuş gibi, insanı çiledençıkaracak bir riyakarlık ve ikiyüzlülükletelevizyon ve gazetelere demeç verenBayraktar, yeni Kentsel Dönüşüm Planı-nı açıklıyordu:

Hasarlı binalar yıkılacak, ser-mayeye yeni rant alanları yaratıla-cak, emekçilerin evleri dümdüzedilecek! Wan’da yaşananlar, devletin,halkın kanı-canıyla beslendiği ve zorba-lıkla ayakta durabildiğinin çok açık birkanıtı değil midir? Halk, enkaz altındakiyakınlarına ulaşmaya, soğuktan korun-maya ve başını sokacak bir yuva bulma-ya çalışırken, bunları çözmekle mükellef

zat-ı muhterem sırtını dönmekle kalmı-yor, yeni yıkım projeleri açıklıyor dahasıevlere girebilirsiniz fetvası veriyor!

Ben bakanım, sen misin dinlemeyen?

Ne yazık ki Erdoğan Bayraktar yalnızdeğil. Bu iklimi soluyan, diğer muktedir-lerin Bayraktar’dan geri kalır yanı yok.Aslında, bize karşı topyekün bir nefret-ten, yalnızca itaat üzerine kurulu bir iliş-kiden başka bir şey beklemek de safdil-lik olur! Bu duygu öyle bir noktadadırki, devletin büyükleri, çocuklarını, kar-deşlerini, arkadaşlarını enkaz altındakaybetmiş insanların acılarına bile ta-hammül edemez!

7 Kasım günü, sanki gördükleri kar-şısında kılları kıpırdayacakmış gibi böl-gede incelemelerde bulunan Wan valisiMünir Karaoğlu, bakanlar RecepAkdağ ve Taner Yıldız depremzedelertarafından protesto edildi. “Vali istifa”sloganlarıyla yaşadıklarına isyan edenhalkın, kendilerini dinlememesine sinir-lenen bakanlar öfkeden küplere bindi:Polis, gaz bombası ve coplarla kit-leye saldırdı!

Öyle ya, bakanlar devleti temsil edi-yordu, devlet-i şahanenin de tahammü-lü olamazdı. Ona yalnızca tahammüledilirdi. Yakınlarını kaybetmiş de olsa-lar anlayış göstermeli, dediklerini dinle-meliydiler! Bir paronayayı, şizofreniyiandıran bu durum ülkemiz gerçekliğininen saf fotoğrafıdır ne yazık ki!

Devletin şefkatli kolları ancak o iste-diğinde, ona tahammül edilip, rızasıalındıktan sonra uzanır. Devlet-vatan-daş ilişkisinde özne, belirleyen daimabirincisidir. İkincinin hizmet, itaat et-mek ve ölmek dışında fazla bir seçeneğiyoktur. İlk ikisi edildiğinde son seçenekzaten doğal olarak karşısına çıkacaktır!

Erdoğan: “Provokatörler bizikıskanıyor!”

Bu zihniyetin hayatımızdaki tarihiise bu topraklar kadar eskidir. Büyükler-den devralınan ve zaman içinde sınırlarızorlanan, kırmızı çizgileri daraltılan budüşünce biçimi böylesi toplumsal olay-

larda, kitle katliamlarında daha açık or-taya çıkmaktadır. Devlet-i Aliye’nin pa-dişahlarına dil uzatma gafletinde bulu-nanlara saldıranların ilham kaynağı kısazaman içinde ortaya çıkacaktı. Erdoğan,yine bizi şaşırtmayacaktı; “Bunların hiç-birinin depremle mücadelede verdiğikatkı yok. Bunlar depremzede değil,bunlar sadece buradaki süreci provokeeden provokatörlerdir.”

Peki diyelim ki yakınlarını kaybe-den, kar altında, soğukta, dışarıda kal-mış bu insanların depremle mücadelegibi bir dertleri yok! Peki devletin baş-bakanı bunun için ne yaptı? Nüfusunyüzde 98’inin deprem tehdidi altındayaşadığı ülkemizde, 1999’dan bu yanane yapıldı?

TMMOB, Wan depreminden sonrahazırladığı raporda, 1999 depremlerininüzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağ-men, toplumsal yaşamda farklılık yara-tılmadığını ve mevzuatta köklü, kalıcıdeğişiklikler gerçekleştirilmediğini ifadeediyor. Ve ekliyor; konutların yüzde40’ı kaçak ya da ruhsatsız, binastokunun yüzde 10’unun yenilen-mesi, yüzde 30’unun onarılmasıgerekiyor.

AKP dokuz yıllık hükümeti boyuncaadeta kaçınılmaz bir şekilde ülkemizibekleyen deprem gerçekliği için ne türönlemler almıştır, hangi adımları atmış-tır? Erciş’teki ilk depremde diğer devlet-lerin yardımlarını “potansiyelimizi gör-mek istiyoruz” diyerek reddeden, yüz-lerce insanın yaşamını kaybetmesineneden olan, çadır isteyen halkın üzerinegaz bombası atan, dayanışmanın sıcaklı-ğını bölgeye sokmayan, bölge halkı içinçalışanları KCK’li ilan eden, zihniyet midepremle mücadele ediyor?

Başbakanın koruduğunu sandığıdevleti, Erciş’te, Edremit’te kumdan ka-leler misali yerle bir olmuştur. Birbirinebenzeyen bir avuç dışındakilerin, acısınıduymayan, anlamayan, yarasına dokun-mayan, onları adeta düşman belleyen;şiddet, zor ve zorbalık üzerine inşa edi-len bir cumhuriyet kumdan bir cumhu-riyettir. Ve halkın her an kırılabile-cek öfke fayının üstündedir!

Van depremini izlemek üzere böl-gede bulunan ve artçı sarsıntıda kaldık-ları otelin çökmesi sonucu yaşamınıyitiren gazeteciler Cem Emir ve Selahat-tin Yılmaz, son yolculuklarına uğurlandı.Doğan Haber Ajansı Amed muhabiriCem Emir, Dersim’in Hozat ilçesinebağlı Çığırlı (Zımıq) köyünde binlerce in-sanın katıldığı bir cenaze töreni ile top-

rağa verildi. Depremde yaşamını yitirenVanlılar ve gazeteciler için bir dakikalıksaygı duruşunun yapıldığı törende konu-şan gazeteci Ferit Demir, Cem Emir’inçok zor şartlar altında mesleğe 17 ya-şında başladığını, kıt imkânlara rağmençok başarılı haberlere imza attığını dilegetirdi. Cem Emir, karanfiller, Kürtçeağıtlar eşliğinde son yolculuğuna uğur-

landı. Cenaze töreninde, Cem Emir’inresminin bulunduğu bir pankart açılır-ken sık sık “Deprem değil devlet öl-dürdü”, “Katil devlet hesap verecek” ve“Başbakan istifa” sloganları atıldı. CemEmir, Dersim’de çalıştığı dönemlerdeJandarma Alay Komutanı Namık Dur-sun tarafından sık sık ölümle tehdit edi-len bir gazeteciydi.

Selahattin Yılmaz’ın cenazesi

Erzurum’a götürüldü

Bayram Otel’in enkazı altında kalarak

yaşamını yitiren gazetecilerden Selahat-

tin Yılmaz ise Erzurum’da toprağa ve-

rildi. Yılmaz için düzenlenen cenaze

törenine eşi ve çocukları yanı sıra çok sa-

yıda kişi katıldı.

KUMDAN CUMHURİYET!

Gazeteciler Cem Emir ve Selahattin Yılmaz toprağa verildi!