95
İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ (2-3) 2. BİYONLAR (4-8) 3. T BASİLLERİ (10-11) 4. BİYOLOJİK(DİRİMSEL) GÜÇ (12-15) 5. TEK HÜCRELİ CANLILARIN DOĞAL ÖRGÜTLENMELERİ (16-21) 6. SAPA BİYONLARIN ÜRETİLMESİ (21-29) 7. ORGON AKÜMÜLATÖRLERİ (29-32) 8. BİYOLOJİK ENERJİ ALANININ VARLIĞI VE ÖLÇÜLMESİ (33-35) 9. DİRİMSEL HASTALIK SÜRECİ(BİYOPATİ) (35-39) 10. VEJETOTERAPİ VE ORGON TERAPİ (39-42) 11. KANSERLİ KÖRELMENİN BİYOPATİK YANI VE BİR KANSER HASTASININ AYRINTILI SAĞALTIMSAL ÖYKÜSÜ (42- 49) 12. KANSERLİ HÜCRE (49-60) 13. ORGONOMİ VE SAĞLIK (61-61) 14. KANSERİN SAĞALTIMI VE İYİLEŞTİRME DENEMELERİ (62-63) 15. SAĞALTIM ÖYKÜLERİ (64-65) 16. EK FOTOĞRAFLAR (66-69) 1

Orgonomi: Kanser Üzerine

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kansere orgonomik perspektiften bir bakış...

Citation preview

Page 1: Orgonomi: Kanser Üzerine

İÇİNDEKİLER

1. GİRİŞ  (2-3)

2. BİYONLAR  (4-8)

3. T BASİLLERİ  (10-11)

4. BİYOLOJİK(DİRİMSEL) GÜÇ  (12-15)

5. TEK HÜCRELİ CANLILARIN DOĞAL ÖRGÜTLENMELERİ  (16-21)

6.   SAPA BİYONLARIN ÜRETİLMESİ  (21-29)

7. ORGON AKÜMÜLATÖRLERİ  (29-32)

8. BİYOLOJİK ENERJİ ALANININ VARLIĞI VE ÖLÇÜLMESİ  (33-35)

9. DİRİMSEL HASTALIK SÜRECİ(BİYOPATİ)  (35-39)

10. VEJETOTERAPİ VE ORGON TERAPİ  (39-42)

11. KANSERLİ KÖRELMENİN BİYOPATİK YANI VE BİR KANSER HASTASININ AYRINTILI SAĞALTIMSAL ÖYKÜSÜ (42-49)                                                                       

12.  KANSERLİ HÜCRE  (49-60)

13.  ORGONOMİ VE SAĞLIK  (61-61)

14.  KANSERİN SAĞALTIMI VE İYİLEŞTİRME DENEMELERİ  (62-63)

15.  SAĞALTIM ÖYKÜLERİ  (64-65)

16.  EK FOTOĞRAFLAR  (66-69)

17.  KAYNAKLAR  (70)

1

Page 2: Orgonomi: Kanser Üzerine

* * *

1. GİRİŞ

Orgonomi, Wilhelm Reich’in(1987-1957) ruhçözümlemesi, tıp, biyoloji, fizik, biyofizik, astronomi, meteoroloji ve sosyoloji alanlarında doğal evrensel yasalardan yola çıkarak enerji işlevciliğini temel alıp yapmış olduğu bilimsel çalışmalarını bütünsel bir bağlam içerisinde birbirine bağlayan bilim dalına verilen genel addır. Bu inceleme orgonominin kanser hastalığının oluşum sürecine bakış açısını, tanı ve tedavi yöntemlerini ele almak amacıyla hazırlanmıştır.

Kanser hastalığına ve urun oluşumu nedenine bakışı açısı, geleneksel görüşten ve diğer kanser teorilerinkinden tamamen farklı olduğu için, onkoloji literatürü yerindeki önemi büyüktür. Her şeyden önce, kanserli ur veya kanser hücresi, adı verilen kavram, vücuda düşman veya yabancı hücreler değillerdir. Vücudun kendi kendisini savunmasının bir sonucudurlar. Kanserli hücreler, geleneksel kanserbilimin yanlış tanımladığı gibi bir anda oluşmazlar. Vücuttaki genel dirimsel bozukluğun yılları kapsayan bir süreç içerisinde oluşturduğu elle tutulur, gözle görülür en son belirtilerinden birisidir. Kanserin oluşmasının temelinde vücudun genel yozlaşması ve körelmesi yatar. Kanser hastalarında, vücudun genel güçlülüğü ve enerji düzeyi oldukça indirgenmiştir.

Hastalığın oluşum sürecinde Reich’in bulup ortaya çıkarttığı ve T basilleri adını verdiği, 0,2-0,5 mikron boyutlarında düşük enerji düzeyli yapılar etkin bir rol oynarlar. T basilleri sağlıklı dokular üzerinde, yıkıcı bir etki göstererek Reich’in biyon(PA kabarcıkları) adını verdiği enerji keseciklerine ayrışmalarına neden olurlar. Biyonlar, enerji bakımından T basillerinden üstün ve onlara karşıt bir işleve sahiptir. Üzerlerinde öldürücü bir etkide bulunurlar. Kanser hücreleri, bu biyon yığınlarından adım adım değişime uğrayarak gelişirler. Kanserli hücrenin oluşumu T basillerine karşıt bir tepkiden doğar. Kanserli bir hastanın başta kan hücreleri olmak üzere, bedensel dokuları çok çabuk bir ayrışma ve T basili oluşturma potansiyeli içerisindedirler. Şu basit görüngü kanserli urun temel oluşumunu anlamamızda bize yardım eder: sağlıklı bir farenin dalağı çıkarılıp alındığında kansızlık görülür, fakat ur oluşturmuş bir farenin, dalağı çıkarılıp alındında ise sağlıklı fareler kadar daha ileri bir kansızlık görülmez.

T basilleri ise vücuda dışarıdan kontaminasyon yolu ile gelmezler. Bütün canlı dokuların parçalanıp, ayrışması, ayrışması ve çürümesi sonucu uzun bir süreç içerisinde kendiliklerinden oluşurlar. Kanser hastalarının kan ve dokularından çok kısa bir süre içerisinde T basili elde edilebilir. Aksine sağlıklı bir kişinin dokularından T basili elde edebilmek için çok daha uzun bir yozlaşma sürecinden geçirilmeleri gerekir. Ancak, sağlıklı dokuların uzun süreç içerisinde yozlaştırılmaları ya da kanserli bir kişinin dokularından direk izole edilen T basillerinin sağlıklı bir kişiye ya da bir fareye enjekte edilmeleri de ur ve kanser oluşumu doğurur.

Reich, Viyana Üniversitesinde Tıp öğrenimi görmüştü. Freud’un bilinçaltını bulmasıyla kurduğu psikanalizi daha da geliştirdi. Geleneksel psikanalizin kullandığı serbest çağrışım yöntemini reddetti. Reich’e göre hastanın iyileşmeye gösterdiği direnmenin çözümlenmesi, düşlerin çözümlenmesinden daha önemliydi. “Kişilik Çözümlemesi” adını verdiği tekniği geliştirdi. Freud’un bilinçaltı adını verdiği olgunun kronik kas kasılmalarda yattığını bulguladı. Kronik kas kasılmalarının gevşetildiği vakit, bilinçaltındaki anıların, serbest çağrışım yöntemine göre daha etkin bir şekilde ortaya çıktığını buldu. Kronik kas kasılmaları, kişinin biyoenerjetik potansiyelini kısıtlamaktaydı. Bu bozukluğun tedavisinde kullanılan bir yöntem olan “Vejetoterapi”yi geliştirdi. Derin ve olabildiğince hızlı nefes alındığı ve vücut enerjisi yükseltildiği vakit, otonom sinir sistemine bağlı olarak gergin kaslar, yükselen enerjinin etkisiyle sıkışmakta ve ardından yerini titremeli kasılmalarla enerjik boşalmaya ve gevşemeye bırakmaktaydı. Kronik kas kasılmaları ruhsal düzlemde kişiliksel direnmelerinin de kaynağıydı. Akıl ve ruh hastalarında ise hemen her zaman cinsel bozuklar vardı. Doğal ölçütlere göre işleyemeyen cinsel işlev, enerjik kaynağını değiştirmekte, topluma aykırı ikinci elden güdülere yöneltmekte ve birçok akıl ve ruh hastalığının da kaynağını oluşturmaktaydı.

Kronik kas kasılmaları orgazm potansiyelini kısıtlamakta, sağlıklı bir gerilim-gevşeme düzleminde cinsel işlevin yaşanmasını engellemekteydi. Ruhsal düzlemdeki kişilik direnmelerine ve bunun bedensel düzlemdeki imlemi olan kas kasılmalarına “zırh” adını verdi. Zırh, cinsel gerilimi doğal ölçütlere göre işleyen yükselişi esnasında inhibisyona uğratmakta ve yarıda kesmekteydi. Cinsel işlev esnasında meydana gelen enerjik boşalmaların yerini ise

2

Page 3: Orgonomi: Kanser Üzerine

hiçbir bedensel hareket veya spor tutamamaktadır. Geleneksel görüş, cinsel sağlığı sadece, üreme organlarındaki tohumların vücut dışına atılabilmesi olarak görüyordu. Fakat Reich, bunun böyle olmadığını, tüm bedendeki enerjetik imlemine odaklanılması gerektiği söyledi. Cinsel işlevin tek amacı üreme değil, bedensel enerji boşalımının da sağlanmasıydı.

Cinsel işlev parasempatik bir eyleme meydana gelmektedir. Cinsel yaşamdaki bozukluk veya herhangi bir nedenle cinsel perhiz içerisinde yaşamak, sempatik ve parasempatik sinir sistemleri arasında dengesizliğe yol açıyor, bu ise sempatik sinir sisteminde süreğen gerginliğe neden oluyordu. Bunun sonucunda ise, birçok akıl ve ruh hastalıkları da dahil, bedensel düzlemde fizyolojik(işlevsel) bozukluk ortaya çıkıyordu. Daha sonraki araştırmalarında bu bozukluğun, kanser de dahil olmak üzere kalp-damar hastalıklarından bağışıklık sistemi hastalıklarına kadar birçok hastalığın kaynağını oluşturduğunu bulguladı. Bu tür kökenli hastalıkların tedavisinde kullanılan etkin bir araç olan “orgon akümülatörleri”ni geliştirdi.

Sağlıklı bir insan, aşağı yukarı düzenli bir periyodik aralıkla, hayatı boyunca cinsel işleve bağlı olarak enerjik gerilim ve gevşeme döngüleri yaşamaktadır. Bu ise bedeni en çok etkileyen temel enerjik gerilim ve gevşeme ritmini oluşturmaktadır. Vücudun biyoenerjetik ritminin düzenli işleyişinin aksaması iki yollar meydana gelmektedir. Bunlardan birincisi çevresel nedenlerle zırh oluşumudur: uzun süreli herhangi bir istenmeyen davranışa maruz kalmak ya da kısa süreli şiddetli bir travma bunu tetikleyebilir. İkincisi ise, cinsel işlevin doğrudan aksaması ile oluşan süreğen gerginliktir. Bu da artan gerginlikle ile zırh oluşumunu tetiklemektedir.

Biyoenerjetik işlevin uzun yılları kapsayan süreç içerisinde aksaması, sempatik ve parasempatik sistemler arasındaki bozukluğun ardından, kişinin sahip olduğu enerji potansiyelini kısıtlamakta ve düşürmektedir. Üç şekilde meydana gelmektedir: kronik kas kasılmaları doğrudan fiziksel dış solunumun hareketini engelleyerek solunum kapasitesini düşürebilir. İkinci olarak ise kasılmanın meydana geldiği kasta ve buna bağlı olarak komşu doku ve organlarda iç solunuma engel olur. Üçüncü durum ise şu şekilde gerçekleşir: cinsel işlev gerilimin en üst seviyesinde, kan ile dokular arasındaki bağlantısı en yüksek seviyededir. Kas zırhı aracılığıyla bu yükseliş, yarıda kesilir ve sağlıklı bir insanda maksimum kapasite ile işleyen kan ile dokular arasındaki madde ve enerji bağı, bu kişiler arasında kurulamaz. Enerji seviyesinin yılları kapsayan bir süreç içerisinde düşmesi ise, vücutta kan başta olmak üzere tüm dokuların yavaş yavaş yozlaşmasına ve ayrışmasına yol açar. Ancak bu süreç gelene kadar kişi gerek ruhsal gerek akılsal ve fizyolojik olarak zorlu bir dönemden, çeşitli hastalıklar silsilesinden geçer. Eğer beden bu hastalıklar silsilesi içerisinden geçerken bir şekilde can vermezse, sonunda gelip çatacağı son, kanser hastalığıdır. Kanserli ur bedende, kronik kas kasılmalarının olduğu zırhlı bölge civarında ortaya çıkmaktadır. Zırh oluşumu ise, kişilik alanındaki zırh ile özdeş içerikli olduğu için, Reich, kanserin temelinde yatan genel bozukluk sürecini, başka bir anlamıyla, “kişiliksel boyun eğme” olarak da nitelendirmiştir.

Dokuların doğal solunumunun, enerji kapasitesinin ve doğal ritminin engellenmesi açısından bakıldığında ise, bu tür eksiklikleri doğurabilen herhangi bir başka etkenin veya bir kimyasal maddenin dokularla etkileşmesi de kanser hastalığına ve ur oluşumuna neden olabilir. Bu tür bir kanser oluşumu, dokuların bir laboratuar tüpü içerisinde çürütülmeleriyle oluşturularak üretilen T basillerinin oluşumuyla benzer yoldandır. Kimyasal madde herhangi bir genetik kodun değiştirilmesiyle değil, dokuların doğal solunum ve işlevine ket vurması ve sonunda T basillerinin oluşumunu tetiklemesi aracılığı ile kanser hastalığına sebep olur. Ama hangi yoldan olursa olsun, T basilleri oluşumu kanser hastalığı sürecinde etkin bir evredir. Fakat bütün nedenler arasında bakıldığında, zırhlanma adı verilen sürecin otonom ve somatik sinir sisteminin kolları arasında gerçekleştirdiği dengesizlikten kaynaklanan ve enerjik kapasite ve ritmi baskılayan süreç, en fazla etkin ve yaygın olanıdır.

Sağlıklı farelere T basilleri aşılanması ve kanser oluşturulması denemelerine dayanarak, kanser hastalığı süreci beş ayrı evrede tanımlanmıştır: ilk evrede fareye enjekte edilen T basilleri dokuları ve hücreleri keseciklerine ayrıştırmaktadır. Bunun ardından kesecikli yapılar değişim içerisine girmekte ve normal yangılı(iltihaplı) bir süreç belirmektedir. Vücut karşılaştığı tehlikeyle baş edemez ise, yangılı evrenin ardından, kesecikli yapılar olgunlaşma aşamasına geçmekte, iğ ve balyoz biçiminde hücrelere dönüşerek süreğen bir çoğalma süreci başlamaktadır. Dördüncü evre, yani olgunluk evresinde, iğ biçimindeki oluşumlar, amibimsi bir yapı ve devimin özelliği kazanmaktadırlar. Son evrede ise vücut artık ölümün ve ayrışmanın eşiğine gelmiştir. Oluşan kanserli hücre ve urlar, ayrışarak içerdikleri T basillerine ve diğer kokuşturucu bakterilere ayrıştırarak, vücudu kurtarılması zor bir ölüme sürüklemektedirler.

3

Page 4: Orgonomi: Kanser Üzerine

Bu evre ise bir iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde gerçekleşmektedir.

Bugün(2009) adından pek söz edilmese de, Reich’in açmış olduğu yolu izleyen, araştırma çalışmalarını sürdüren, onun geliştirdiği orijinal tanı ve tedavi yöntemlerini kullanan hekimler ve araştırmacılar mevcuttur. Bu konudaki çalışmalar, günümüzde daha çok Almanya, ABD, İtalya, İspanya ve Arjantin gibi ülkelerde yoğunlaşmışlardır. Bugün ABD’de Reich’in geliştirdiği tüm bu konular üzerinde Amerikan Orgonomi Fakültesi(1968 ‘den bu yana), Orgonomik Bilim Enstitüsü(1982’den bu yana) ve Kuzey Kaliforniya Orgonomik Enstitüsü(2002’den bu yana) eğitimler ve kurslar vermektedir. Almanya’da Wilhelm Reich Enstitüsü(1987’den bu yana), Enerjik Tıp Enstitüsü, Uluslararası Wilhelm Reich Orgon Enstitüsü, İtaya’da Avrupa İşlevsel Psikoterapi Okulu, İtalyan Reichian Analiz Okulu, İspanya’da İspanyol Reichian Terapi Okulu, Klinik Orgonomi Merkezi ve Orgon Reichian Klinik Merkezi bulunmaktadır. Arjantin’de bu alanda “Los Orgones” terapi merkezi mevcuttur. Gene ABD’de Orgon Biyofizik Araştırma Laboratuarı Orgonomiye dayalı biyofizik, biyoloji, fizik, meteoroloji ve arkeoloji çalışmalarını sürdürmektedir. Bunların dışında birçok ülkede bireysel bazlı araştırmacılar da mevcuttur.

2. BİYONLAR

Biyonlar, diğer bir adıyla PA kabarcıkları (güçlü enerji dizgeli) orgonomiye göre canlı varlıkların oluşumunda ve organizasyonlarda temel bir süreç olan, enerji, inorganik ve organik maddelerin örgütlenmesiyle veya var olan hücrelerin ayrışmasıyla ortaya çıkan, mavi renkte gözlenebilen (boyamaksızın, aydınlık alan mikroskobunda), tıpkı bir kalp gibi ritimsel olarak atabilen, uzayıp kasılabilen, genişleyip daralabilen ve titreşebilen etrafı bir zarla çevrili enerji vesikülleri olarak tanımlanabilirler. Ayrıca bu benzer kabarcıklar kömür, demir tozu, vs gibi maddelerin akkor haline getirilerek steril besin eriyikleri içerisinde şişirilmeleri yoluyla yapay olarak da elde edilebilmektedirler. Hangi yoldan elde elde edilirseler edilsinler, biyonlar bölünebilmekte, kültüre edilebilmekte, diğer biyonlarla birleşebilmekte, birlikte bir eşgüdüm sağlayarak bir tek hücreli canlı ya da mikrooraganizmaya dönüşebilmektedir.

Burada bahsedeceğimiz olguların gözlenebilmesi için mikroskop ile en az 2000'lik bir büyütmenin üzerine çıkmak mutlaka gerekmektedir. Aksi taktirde anlatılan olgular gözlenemeyecektir. Reich 1948 yılında yayınlanan “Cancer Biopaty” isimli, yaklaşık bir on yılı kapsayan çalışmalarını anlattığı kitabında, bu gözlemleri 5000 kez büyütebilen bir Reichert Z mikroskop ile yaptığını belirtmiş ve kanser biliminin en büyük yanılgılarından birinin çok nadir olarak 1000'lik büyütmenin üzerine çıkılmasında ve hücrelerin canlı olarak incelenmemesinde yattığını dile getirmiş ve savunmuştur. En az 2000'lik büyütmeye çıkılmadıkça bulguladığı sonuçlara varılamayacağının altını çizmiştir. Onu, 1930'lu yılların ikinci yarısında yaptığı “bion” araştırmaları ve elde ettiği bulgular, biyon araştırmalarının bir alt dalı olan “Kanser” araştırmalarına itmişti.

İlkin kömür tozunu mikroskop altında 300'lük bir büyütmeyle inceleyelim. Neler görürüz? Elde edilen görüntü kara, aşırı çizgili ve düzensizdir. Hiçbir kıpırda görülmez. Şurasında burasında kabarcıklar vardır. Daha sonra mikroskobun inceleme camına bir damla su koyalım. Isıtılmış kömür tozunu önce 300'lük, sonra da 2000'lik bir büyütmeyle inceleyelim. Zaman zaman küresimsi ve biçimsiz bir parçacık yer değiştirir. Çapı pek ender olarak mikronu aşar. Genel olarak görüş alanımız cansızdır. Görünürdeki yapılarda hiçbir uzayıp kasılma veya genişleyip daralma saptanamaz.

Şimdi de küçük bir kürek yardımıyla bir deney tüpüne bir tutam kömür tozu atalım. Kömürün birazı çöker, birazı suyun yüzeyinde kalır. Kolamsı bir eriyik(çözelti) oluşmaz. Su ve kömür mikroptan arıtılmamıştır. Bu sıvıdan her gün bir damla alıp mikroskopta inceleyelim. Kömürün herhangi bir değişim geçirip geçirmediği öğrenmek istiyoruz. Değişim ancak birkaç hafta sonra oluşur. En hacimli kömür tanelerinde, kara zemin üzerinde, kömür maddesinin içindeki küremsi yapıların yavaş yavaş arttığı görülür. Ancak genel görünüş cansızlıktır. En küçük bir değişim olmadan aylar geçer. Dikkatimizi çeken şey, havada genel olarak bulunan mikropların burada bulunmadığıdır. Bu denetleme deneyidir.

Kömürden dirim kabarcıkları (biyonlar) üretebilmek için ise şu yöntem uygulanır. Deneyimizi mikroptann arıtılmış bir ortamda deneyelim. Bütün sıvılar 120 C'ye dek kaynatılacak, kuru maddelerle kullanılacak aletler kuru bir fırında 180 C'ye dek ısıtılacak ve %50 üretme sıvısı ve %50 0,1 n potasyon klorür eriyiğiyle dolu deney tüpleri basınç odasında mikroptan arıtıllacaktır. Küçük bir kürekle bir tutam kömürü akkor haline gelene dek ısıtırız. Akkor halindeyken mikroptan arıtılmış sıvının içine atarız. Kömür hemen siyahlaşır. Denetleme

4

Page 5: Orgonomi: Kanser Üzerine

deneyindekinin tersine kolamsı bir eriyik(çözelti) oluşur. Yarım saat sonra kara kül rengine dönüşür. Eriyik yine kolamsıdır. 3-6 gün sonra durulaşır.Bütün tanecikler dibe çökmüştür.

Bu eriyikten bir damla alıp mikroskopta incelediğimizde, durum denetleme deneylerindekinden farklıdır. Büyük kömür çubukçuklarından ayrılan, çapları yaklaşık 1 mikron olan ve sıvının içinde özgürce dolaşan kabarcıklar görürüz. Bu parçacıkları deneyin başından sonuna dek uzun süre incelenirlerse ilkin titreşmekte olduklarını ve içlerinde ölgün bir mavi ışığın bulunduklarını gözleriz, daha sonra içlerindeki maviliğin arttığını, ve arttıkça zarlarının inceldiğini, devinimlerinin esneklik kazandığını, uzayıp kısalabildiklerini, açılıp kapanabildiklerini ve yer değiştirdiklerini açık bir şekilde gözleyebiliriz. Daha sonra ise bu kabarcıkların bölündüklerini gözleyeceğizdir. Özetlersek:

Şekil 1.1 Kuru kömür tanesi. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 1.2. İlk aşama: Esneklikten yoksun karbon zar. 2. Aşama: İçerdeki sıvının artması, şişme. 3. Aşama: Zar incelip esnekleşiyor; zarın içi mavileşiyor, tanecik titremeye başlıyor. 4. Aşama: kömür kabarcığı ortasından büzüşüyor. 5. Aşama: iki küçük enerji kabarcığına bölünüyor. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 2. Akkor haline getirilmiş, sonar et suyuyla potasyum klorür eriyiğinde şişirilmiş kömür tozlarından elde edilmiş biyonlar. Resim 1948 yılında çekildiği için siyah beyaz ve biyonların mavi renkleri belirgin değil. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Boyama deneyleri gram suyuyla ve fenol yardımıyla yapılan renklendirme denemelerine olumlu sonuç vermektedir. Fakat denetleme deneylerindeki kömür tozları bunlara tepki

5

Page 6: Orgonomi: Kanser Üzerine

vermezler.

Bu tür kabarcıkların yalnızca kömürden oluşup oluşmadığını merak ettik. Bir başka deneyimiz de şu şekilde: bu sefer kömür tozu yerine demir tozu kullandık. Yine akkor haline gelinceye dek ısıttık ve mikroplardan arıtılmış, kömür deneyindeki aynı sıvının içine attık ve mikroskop altında belli bir süre gözledik, oluşumlar şu şekilde gerçekleşti:

Şekil 3.1. Kare biçimi; kara zemin üzerinde çizgili kabarcıklı bir yapı.

Şekil 3.2. Özgül kare ve baklava oluşturan çizgilerin belirmesi.

Şekil 3.3. <<Yumuşama>>: çizgili yapının bükülmesi.

Şekil 3.4. İleri evrim aşaması; biyonların kümelenmesi, yapıların içi koyu mavi, yığın şimdiden devinmekte.

Şekil 3.5. PA türü demir kökenli biyonlar. Devingen, kasılabilir, mavi ışıklı, çoğaltılabilir.

Şekil 3. Bir et suyu ve tuz karışımında şişme sürecinde demir tozlarının yapısal değişimleri. (W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

6

Page 7: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 4. Et suyuyla potasyum klorür karışımında yaklaşık 15 dk bırakılmış demir tozu. Başlangıçta kıpırtısız olan kesecikler kopmakta ve çekim alanına göre sıralanmaktadırlar. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Daha sonra birçok maddeyi akkor haline gelene kadar ısıtıp gene aynı deneyi deneyi yineledik. Sonuç hep aynı mavi biyonların oluşumuyla sonuçlandı. Ayrıca şunları da gözledik: pişirilmiş çizgili kasın, mikroskop yardımıyla çizgili yapısını yitirdiğini ve aynı biyonlarda olduğu gibi hareket eden, açılıp kapanan, genişleyip daralan, uzayıp kısalabilen ve titreşen kabarcıklar gözledik. Bu kabarcıklar aşağı yukarı aynı boydaydılar. Aynı şekilde sebzelerde de gözledik. Mikroskobik inceleme sütün yağ taneciklerinin etrafında da bulunduklarını gösterdi. Ayrıca insan kanında da rastladık. Daha sonra peynirde de, otta da, kara yosununda da bulunduklarını saptadık. Yumurta akının çiğken bu tür bir yapısı yoktur. Fakat pişirildiklerinde bunda da oluştuklarını saptadık. Bu elde ettiğimiz biyonların dirimsel renklendiricilere karşı olumlu sonuç verdiğini gözledik. Bunlar giemsa, fenol veya gram suyu olabilirler. Fakat işlevlerini daha iyi tanımlayabilmek için canlı olarak incelemek, boyama ve yıkama işlemlerine tabii tutmaksızın, doğal halleriyle gözlemlemek son derece önemlidir, özellikle de kanser araştırmalarında.

Şekil 5. Mikroptan arıtılmış, canlı insan kanından üretilmiş mavi PA biyonları. Yaklaşık 2000’lik bir büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Humuslu bir funda toprağını aldık ve mikroskop altında inceledik. Bir de baktık ki, büyük oranda daha önce gözlemlediğimiz koyu mavi kabarcıklardan(keseciklerden) oluşmakta. Basınç odasından geçirdik ve tamamının bu enerji keseciklerinden oluştuklarını gördük. Kısacası canlılık içeren taze herşeyin ayrışması sonucu olduğunu gözledik.

7

Page 8: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 6. Toprak ve funda toprağı billurları içerisindeki enerji kesecikleri(biyonlar). (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Bu kabarcıkların canlı olmadığı yönünde, karşıtez olarak Brown devinimi kavramına başvurulmuştur. Yani bu kabarcık hareketlerinin molekül devinimleri oldukları söylenmiştir. Molekül devinimleri olmadığını ise şu olgularla savunulmaktadır:

Kabarcıklar kimi zaman devinmekte, kimi zaman durmakta, ama içlerindeki yük ve maviliklerde belli bir artış olduğunda devinim artmaktadır. Ayrıca uzayıp, kasılabilmekte, genişleyip daralabilmekte ve bölünebilme özelliği gösterebilmektedirler. Yük ve mavilik çok azaldığında veya kaybolduğunda her türden devinimleri durmaktadır. Bu özellikleri biyonal hareketlerin brown devinimi olmadığını anlamaya yetmektedir.

Şekil 7. Toprak kökenli biyonlar. Yaklaşık 2500’lük bir büyütme. Aydınlık alan mikroskobu. Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Biyon, Biyogenez ve Reich Kan Testi Semineri, Ağustos 2005, James Demeo, Richard Blasband. (Kaynak: http://www.orgonelab.org/seminar1.htm)

8

Page 9: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 8. Toprak kökenli biyonlar. Yaklaşık 4000’lik bir büyütme. Aydınlık alan mikroskobu.Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Biyon, Biyogenez ve Reich Kan Testi Semineri, Ağustos 2005, James Demeo, Richard Blasband. (Kaynak: http://www.orgonelab.org/seminar1.htm)

3. T BASİLLERİ

Kömür kökenli yaşam enerjisi kabarcıklarını incelerken bazı gözlemlerden bahsetmeyi unuttuk. Gram suyunun etkisiyle kömür kökenli kabarcıkların bulunduğu sıvıda mızrak gibi sivri uçlu, ufacık cisimler de gözleyebilme olanağı bulduk. Bunlara mesela demir kökenli enerji kabarcıklarından oluşturulan eriyikte rastlayamadık. Bunlara T basilleri adını adı verilmektedir. T, Almanca “Tod” yani ölüm kelimesinden gelmektedirler. Boyları 0,2-05 mikron arasındadır. Mikrsokop altında siyah renkte gözlenirler.

Şöyle bir deney yapalım. Stafilokok ya da kokuşma basili(proteus falan) üreten bir tüp belli bir süre kendi haline bırakılsın. Üreyen basillerin çevresinde, yeşilimsi ışığa tutulunca mavimsi bir halka belirir. Bir hafta sonra yeşilimsi mavimsi halkadan bir örnek alıp incelersek, yalnız stafilokok buluruz. Ancak 2000'in üstünden bir büyütmeyle bakarsak, boyları 0,2-0,5 mikron olan sağa sola zigzag çizen, kıpır kıpır T basillerini göreceğizdir. Bunlar bizim kömür kökenli enerji kabarcıkları tüpünün içinde gözlediğimiz yapıların aynısıdırlar. (Peki nerden gelmişler buraya? Cevabını ilerde vereceğiz?)

Çürümeden elde edilen bakterilere(proteus, subtililer, stafiloklar) birkaç gün içinde deney tüpünün içine çöker, ya da ince bir zar halinde sıvının yüzeyinde toplanırlar. Tüp olduğu gibi bırakılırsa, T basillerinin ancak birkaç ay sonra toplandıklarını, kümelendiklerini saptayabiliriz. T basilleri, biyonlar ve çürüme bakterileri morfolojik açıdan kıyaslanmak amacıyla aşağıda gösterilmiştir:

Şekil 9. Biyonlar(PA kabarcıkları), 2-10 mikron

Şekil 10. Stafilokoklar. Streptokoklar.

9

Page 10: Orgonomi: Kanser Üzerine

Yaklaşık 1 mikron çaplı.

Şekil 11. Basiller 4-8 mikron.

Şekil 12. T basilleri, 0,2-0,5 mikron.

Sterile edilmiş ve mikroptan arıtılmış deney sonuçları inceleyelim: istediğimiz kadar steril edersek edelim ve mikroptan arındırma işlemlerini uygulayalım, yeteri kadar süre bekletilmeleriyle bütün proteidlerin çürüme ve yozlaşmaları T basillerinin oluşumuyla sonuçlandığını göstermiştir: kan, deri, kas, bağ doku, diğer tek hücreli mikroorganizma ve bakterilerin vs. Bu deneyler, T basilleri dışardan kontaminasyon ile gelmediklerini, canlı hücrelerin enerji seviyelerinin düşüp ayrışıp, parçalanmaları ile oluştuklarını göstermiştir. Ayrıca şu olgular da fazla beklemeye gerek kalmaksızın gözlenebilmektedir.

İlginçtir: kansere yakalanmış kişilerin kanı, kanserli dokular, kanser öncesi hücre ve dokular, yozlaşmış kan vs. bunlar mikroptan arıtılmış ve kaynamış et veya kemik suyu içerisine atılınca kolayca T basilleri üretilebilmiştir. Kısacası canlı hücrelerin ayrışmaları sonucu iki tür biyon açığa çıkmaktadır: bunlar büyük, güçlü ve mavi renkteki PA kabarcıkları ile düşük enerji düzeyli, siyah, sivri uçlu ve ufak boyuttaki T basilleridir. Fakat bu ufak boyutlu ve kara cisimciklerden biyon olarak değil de, daha çok T basilleri olarak bahsedilecektir.

Elde ettimiz büyük enerji kabarcıkları(ki bunlar PA kabarcıklarıdır) ister bizim gerek demir tozundan, gerek kömürden, gerekse topraktan veya taze hücre ve dokuların ayrışmasıyla oluşsunlar, T basilleri üzerinde, mikroskop altında şu olgular kolayca gözlenebilmektedir:

T basilleri PA kabarcıklarının yakınındayken, ilk önce fırıl fırıl dönmeye başladıklaını, bir anlamda tedirgin olduklarını, sonra giderek hareketsizleşip, tamamen devinimlerinin durduklarını saptarız. Ve yavaş yavaş hareketsiz kara T basillerinin mavi enerji kabarcıklarının çevresinde toplanmaya başladıklarını görürüz. Mavi ve büyük PA kabarcıkları, yani biyonlar, küçük ve sivri uçlu siyah T basilleri üzerinde yıkıcı ve öldürücü etkide bulunmaktadırlar. Bu tür etkilerinden daha sonar ileride bahsedeceğiz.

10

Page 11: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 13. Üç T basili (okla gösterilen). Kömürleştirilmiş kan eritildiği an oluşmaktadır. Aşağı yukarı 5000’lik bir büyütme; gerçek boyut 0,25 mikrondan az. Büyük kara lekeler ince kum taneleridir. Işık mikroskobu. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 14. Bağdokusu urundan alınmış T basilleri. Yaklaşık 5400’lük büyütme. .Işık mikroskonu. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

11

Page 12: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 15. Kıyaslama için: açık havadan bulaşmış basiller.Yaklaşık 1000’lik büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şimdi de T basilleri hakkında daha fazla bilgi etmek amacıyla şu deneyleri gerçekleştirelim. Hiçbir hücre veya enerji kabarcığı veya T basili bulunmayan seruma sadece T basili ekleyelim. Reich “Cancer Biopaty” isimli kitabında şu deneylerden bahsetmektedir:

T basillerinin acunsal enerji eksikliği çok garip biçimde dışavurur, ben buna acunsal enerji açlığı vereceğim. Bu konuda şu deneyleri gerçekleştirebildik:Kanı süzgeçten geçirelim; buna daha önce, hacminin on katı potasyum klorür eriyiği ekleyelim. (Bu iş için deliklerinin çapı 0,25 mikronu geçmeyen berkefeld süzgecini kullanalım, böylece serumda önceden bulunabilecek T basillerinin deney eriyiğine karışması önlenmiş olur.) 2-4000’lik bir büyütme bize hiçbir yapıya sahip bulunmayan bir sıvı gösterir. Seruma içinde PA kabarcığı bulunmayan , salt T basili bir damla eriyik atalım. Birkaç dakika sonar, belki de kan serumunun <<mikroplara karşı bağışıklı sağlayan>> gizini saklayan çarpıcı bir gösteriyle karşılaşırız.

Başlangıçta dört bir yana seğirten T basilleri görürüz. Derken, yavaş yavaş kocaman mavi kabarcıklar belirir, tıpkı PA/T karışımı bir eriyikte olduğu gibi, T basilleri bunların çevrelerinde kümelenmeye başlar. Mavi PA kabarcıklarının oluşumunu T basilleri başlatmış gibidir; içinde T basili bulunmayan serum PA kabarcıklarıyla zenginleşemez. Böylece oluşan PA kabarcıkları çevrelerinde toplanmaya başlayan T basillerini kötürümleştirir.

İşte o zaman, birinciden daha garip bir süreç başlar: kümelenen T kabarcıkları karadır; çevrelerinde en küçük bir mavilik yoktur. On beşle otuz dakika sonar, bu kara yığın maviye dönüşmeye ve zarlı kesecikler oluşturmaya başlar. Bunlar PA kabarcıklarıdır artık. Ölü T basilleri, serumdan acunsal enerji çekmiş, PA kabacığına dönüşmüşlerdir. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948 )

Serum içerisinde bizim bildiğimiz anlamda Hiçbir akyuvar, yani bağışıklık sisteminde görev alan bir hücre yoktur. Ne B hücreleri, ne de T hücreleri ne de bir makrofaj! Peki bu T basilleri nasıl etkisiz hale getirilebilmişlerdir dersiniz? Serumda, T basilleri doğal olarak PA kabarcıkların oluşumunu tetiklemişlerdir. T basilleri, küçük, siyah renkte, çok düşük enerji düzeyindedirler. Belli seviyede bir fareye enjekte edimeleri 24 saat içerisinde onları öldürür. PA kabarcıkları ise büyük mavi renkte ve yüksek enerji düzeynde yapılardır. Benzer görüşü destekleyen diğer bir deney de şöyedir:

Yumurtalı bir canlı üretme kabına, her türlü mikroptan arıttıktan sonar T basili koyduk. Tüpte yalnız T basili üremediğini saptadık. Oysa, bu deneye girişmezden önce, mikroptan arıtılmış, kuru kabımızı en az 2000’lik bir büyütmeyle incelemişti; ne T basili vardı, ne de mavi PA kabarcıkları. Deneyin sonundaysa, büyük bir şaşkınlıkla, yalnız T basillerinin değil, tübe basil bulaştırdığımız noktanın çevresinde kümelenmiş çok sayıda mavi PA kabarcığının geliştiğini gördük.Buysa bize aşılanan T basillerinin çoğalmakla kalmayıp çevrelerindeki proteinli maddeleri(canlı proteinleri) mavi PA kabarcıkları oluşturmaya itelediklerini gösterir; başka bir deyişle, T basilleri proteinli maddenin şişmesi ve yaşam enerjisi kabarcıklarına ayrışması sürecini başlatmışlardır. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Daha da ileride T basillerinin, sağlıklı dokulara aşılanmaları ile, onları biyonlara(PA kabarcıklarına) ayrışmaya iteleyerek PA kabarcıklarının oluşumunu tetiklemelerinden söz edeceğiz. Daha da modern terimiyle söylersek, hücreyi ve dokuları apoptoza uğrattıklarından bahsedeceğiz. T basillerinin etkisiyle PA kabarcıklarının, ileri aşamada kümelenerek hücre benzeri(hücremsi, tam olarak bir hücre olmayan) yapılar

12

Page 13: Orgonomi: Kanser Üzerine

oluşturduklarını, daha da sonraki evrim aşamasında bunların nasıl kanser hücrelerine ve ura dönüştüklerini aşama aşama anlatacağız.

4. BİYOLOJİK (DİRİMSEL) GÜÇ

Orgonomy'ye göre dirimsel(işlevsel) gücü onun ne yapısı belirler ne de kimyasal bileşimi. Yapısal ve kimyasal özellikler ise dirimsel işlevlerdeki işleyiş şeklinin ve güçlülüğün sadece bir belirtisi ve sonucudurlar. Mesela iki farklı dirimsel güçte iki kişinin kanını ele alalım:

Bu iki kişinin kanından alınmış örnekleri aynı yıkıcı etkenlerle yüz yüze getirelim. Kanlarından birkaç damlayı, yarım saat kaynatılmış et suyuyla potasyum klorür karışımı bir eriyik içerisinde, 15 librelik basınç altında 120 C ısıtarak mikroptan arıtalım. Mikroskopla bakıldığında, iki ayrı örnek ayrı sonuçlar verir. Kişilerden birinin mikroptan arıtılmış kanık koyu mavi kocaman enerji kabarcıklarına ayrışmıştır. Öbürün kanındaysa, mavi kabarcıklar yoktur, yalnız kara T kesecikleri göze çarpar. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Mavi kabarcıklara ayrışan kişinin kanı “B Tepkisi” göstermiştir. Buna yaşama tepksisi de diyebiliriz. Diğer kişinin kanı ise kolayca düşük enerji düzeyinde bulunan ve daha önceki deneylerimizde hücre ve dokuların ayrışması, yozlaşması, ve enerji seviyelerinin düşmesi sonucu oluştuklarını belirttiğimiz kara T basillerine dönüşmüştür. Buna ise “T Tepkisi” , yani ölüm tepkisi denir. Test sonucunda yalnız kabarcık veya T basili oluşmayabilir, ikisinin çeşitli oranlarda karışımı da olabilir, ve ayrışma ve dayanabilme zamanları da dikkate alınarak yapılan bu tip deneylerle yüzdesel oranlar üzerinden ifade edilirler. (%90, %80, %10 T tepkisi veya %50 B tepkisi gibi.) T tepkisi ne kadar büyükse kişinin kansere yatkınlığı o kadar fazladır.

Kanser uru ortaya çıkmadan ve tanısı konmadan çok önceleri(çok yıllar önceleri) bu kişiler yüksek oranlarda “T tepkisi” verdikleri gözlenmiştir. Ya da tıbben kanser tanısı konmayıp da çok yüksek T tepkisi veren kişiler daha dikkatli incelemeye alındığında, zaten kanser geliştirmiş oldukları gözlenmiştir. Kanser hastalarında bu oran çok veya en yüksektir. Günümüzde dahi kanserin tanısı ancak kanserli hücre yahut ur ortaya çıktıktan sonra konulabilmektedir. 1940'larda bu tür tekniklerle tanılar konulabilmiştir. Daha ilerde kanser hastalığının doğal bir ölüm süreci olduğunu göreceğiz.

Dirimsel gücü diğer özelliklerinden nasıl tanıyabiliriz: Zayıf ise eğer, mikroskopta yüksek büyütmede (2000 ve daha üstü, aydınlık alan mikroskobu) hücre kabarcıklı bir yapı gösterir. İçeri doğru büzüşmüş ve veya girintili çıkıntılı yapı oluşturmuşlardır. Bu özellik alyuvarlarda özellikle çok iyi gözlenir. Eğer dirimsel güç çok daha düşükse ve kronikleşmişse hücre T basili oluşumu geliştirir. Dikkatli bakıldığında zayıf alyuvarların etrafında solgun bir mavi ışık çemberi vardır. Sağlıklı kişilerde ise koyu mavi ve geniş bir ışık çemberi gözlenir.

Şekil 16. Tuz çözeltisi içerisinde insan kırmızı kan hücreleri. Aydınlık alan

13

Page 14: Orgonomi: Kanser Üzerine

mikroskobu. 2500x, kenarlarda sağlıklı hücreler ve ortada iki tane kabarcıklara ayrılmış hücre. Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Biyon, Biyogenez ve Reich Kan Testi Semineri, Ağustos 2005, James Demeo, Richard Blasband. (Kaynak: http://www.orgonelab.org/seminar1.htm)

Şekil 17.Tuz çözeltisi içerisinde insan kırmızı kan hücreleri. Karanlık alan mikroskobu. 2o00x. PA kabarcıklarına ayrılmış hücreler. Nokta nokta parlayanlar ise somatidler yahut gıda kaynaklı biyolardır. Üst ve sağ kenarlada daha az ayrışmış daha sağlıklı hücreler görülebiliyor. Fotoğraf 2000 yılında çekilmiştir. Biyon, Biyogenez ve Reich Kan Testi Semineri, Ağustos 2005, James Demeo, Richard Blasband. (Kaynak: http://www.orgonelab.org/seminar1.htm)

Şekil 18. KCl çözeltisi içerisindeki sağlıklı bir kişinin alyuvar hücreleri. Aydınlık alan mikroskobu. Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Blood Test, Dr. Armando Vecchietti.

14

Page 15: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 19. KCl çözeltisi içerisinde sağlıksız, dirimsel açıdan zayıf kişilerin alyuvar hücreleri. Aydınlık alan mikroskobu. Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Blood Test, Dr. Armando Vecchietti.

Özetlersek, alyuvarların bir stress faktörü karşısında(mesela belli konsantrasyondaki tuzlu su içerisinde) verdikleri tepki, sağlıklı kişi ve hayvanlarda, iri, koyu mavi PA kabarcıklarının oluşumuyla sonuçlanmaktadır. Sağlıksız zayıf kişilerde ise, kenarları girintili çıkıntılı, normal morfolojileri bozulmuş ve zarları körelmiş bir hal almaktadır. Bu sağlıksız şekle T çomakçığı adı da verilmektedir. Eğer dirimsel dirimsel açıdan zayıflık çok daha fazla ilerlemişse, yapıları tamamen dağılmakta, yerlerini T basillerine bırakmaktadırlar. Aşağıda sağlıklı kişilerin verdiği tepki ile zayıf kişilerin verdiği T çomakçığı (Bir anlamda T tepkisi) tepkisi şekilsel olarak gösterilmiştir:

Şekil 20. Solddaki morfolojik yapı alyuvarların B tepkisini, sağdaki yapı ise T çomakçığı oluşumunu göstermektedir. . Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Blood Test, Dr. Armando Vecchietti.

Reich, kansere yatkınlığın ölçülmesinde, kişinin kan ve dokular açısından yozlaşmasında, gücünü(direncini) kaybetmesi ve dirimsel-bedensel sağlığın derecesinin ölçülmesi ve belirlenmesinde bir kriter olarak aşağıdaki yöntemlerini geliştirmiştir:

Test 1

Üretme Deneyi Testi: Herhangi bir kişinin veya bir hayvanın kanından alınan kan örneği bakteri üretmeye yarayan et suyunda ya da %50 et suyu ve %50 0,1 N'lik KCI çözeltisi karışımına atılır. Kanser iyice gelişmişse eriyikte T basillerinin hızla arttıkları görülür.

Test 2

Dirimsel Direnç/Güç Testi: Kan örneği 15 libre/saniye koşulu altında et suyu KCI karışımı içerisinde mikroptan arıtılır. Kanserli bir kişinin kanı ayrışarak T basili üretir, sağlıklı kişinin kanıysa büyük biyon parçalarına ayrışır. Kişi daha da sağlıklıysa biyonları ayrışma süreci uzar ve hücre bütünsel yapısını koruyarak daha uzun sürede dayanır. Sağaltım başında çabucak parçalanarak T tepkisi veren hastalar, sağaltım ilerledikçe biyonal parçalanma süreçlerine dönüşür ve zamana karşı dayanma güçleri artar.

Test 3

Sodyum Klorür Eriyiğinde Ayrışma Testi: %0,9'luk NaCI içerisinde sağlıklı bir kişinin kanı 20-30 dakika kadar zarları büzüşmeden dayanır ve bu süre içerisinde biyonlara ayrışma görülmez. Dirimsel açıdan güçsüz kişinin kanı, mesela bir kanserlinin kanıysa 1-3 dakika içinde ayrışır. Daha da ilerlemiş bir durumda alyuvarlarda T biçiminde çomakçıkların oluşumu, hücre zarlarının büzüşmesi gözlenir.

Test 4

Mavi Dirimsel Enerji Çemberi:Renk-kıran 2000-3000 kez büyüten bir mercekle

15

Page 16: Orgonomi: Kanser Üzerine

bakıldığında sağlıklı alyuvarların çevresinde koyu mavimsi-yeşil bir ışık çemberi vardır. Alyuvarlarında ayrışma eğilimi gözlenen bir kişinin veya hayvanın alyuvarlarının çevresinde ise ölgün bir mavi ışık çemberi gözlenir.

Dirimsel gücün düşük enerji düzeyli canlıcıklar üzerindeki etkisine dayanarak şimdilik şu olguya da değinmekte fayda var:

Büyük enerji dizgeleri küçük enerji dizgelerini yutarlar veya işlevlerini etkisiz hale getirirler. Bu mikroskop altında gözlenebilen ve daha önce bahsettiğimiz bir olgudur. Gerek Demir ve kömür kökenli biyonlar, gerekse de sağlıklı dokuların ayrışması yoluyla veya diğer yöntemlerle elde edilen biyonlar olsunlar, kendinden küçük ve düşük enerjili olan sistemlerini etkisiz hale getirmektedirler. Dirimsel güçleri yerindeyse T basilleri üzerinde yaptıkları etkiyi, bakteriler ve tek hücreli diğer mikroorganizmalar üzerinde de yapmaktadırlar: hareketsiz hale getirmekte, çevrelerinde toplamakta veya koşullar uygunsa yutabilmektedir. Aşağıda deniz kumunun akkor haline getirilerek besin ortamında şişirilmeleriyle yapay olarak elde edilmiş SAPA biyonların iki amip üzerindeki etkisi görülmektedir. Amipler küre biçiminde kasılıp kalmış ve kıpırtısızlaştırılmışlardır:

Şekil 21. Solda SAPA biyonlar. Koyu mavi renkte. Etrafında güçlü bir mavi ışık çemberi mevcut. SAPA biyonların sağ çevresinde bulunan iki yapı ise, küre biçiminde kasılıp kalmış ve hareketsizleştirilmiş iki amibi göstermektedir. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Bazen de iki enerji sistemi arasında ışın bağı, ışın saçılımı ve enerji alışverişi gözlenir. Şimdi de topraktan elde ettiğimiz biyonlarla alyuvar hücrelerini bir araya getirip karıştıralım:

Başlangıçta toprak kökenli enerji kabarcıklarıyla(biyonlarla) alyuvarlar kendi başlarına devinirler. Ancak yavaş yavaş bir kümelenme görülür: genellikle alyuvarlar kendilerinden daha büyük ve ağır bir enerji kabacığının çevresinde toplanır, gittikçe yaklaşıp sonunda ona değerler. Değdikleri an, güçlü bir ışıma göze çarpar. Cisimciklerin birbirlerine doğrudan doğruya değmedikleri 0,5-1 mikron uzaklıkta kaldıkları zaman, toprak kökenli biyonlarla(enerji kabarcıklarıyla) alyuvarlar arasında bağa benzeyen çok ışıklı bir köprü kurulur. Bu köprü güçlü titreşimler geçirir, belirli aralıklarla uzayıp kısalır. Köprünün iki ucuna rastlayan cisimciklerin zarları artık daha az belirgindir. Yeterince uzun sure gözlenirse, alyuvarların ışınları daha çok kırdığı, maviliklerinin yoğunlaşıp, şişip gerildikleri, güçlü bir titreşime girdikleri görülür. Bu yolla tıpkı acunsal enerjinin kendi içindeki ışın yayılmasıyla verilişi gibialyuvarların enerji yükü arttırılabilir. Bu deneyde zayıf ve biçimleri bozulmuş kanserli alyuvarlar kullanırsanız, şişmeleri ve ışın saçmaları daha iyi gözükür. Acunsal enerji yükleri zayıf alyuvarların bakteriler ve tek hücrleri canlılar üzerindeki etkisi ya zayıftır ya da hiç yoktur. Ancak acunsal enerji yükleri arttırılınca etki gösterirler. Alyuvarlar toprak kökenli biyonlardan aldıkları enerjiyi emmişlerdir.

Toprak kökenli biyonlarla alyıvarlar arasında kaynaşma olmaz, yalnızca bir ışın köprüsü kurulur. Aynı deney demir ve kömür kökenli biyonlarla yinelenebilirler. Ancak toprak kökenli biyonlar ile mikroptan arıtılmış kandan türetilmiş mavi kabarcıklar ya da öbür proteidler birbirinin içine girerler. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948 )

Daha sonar anlatacağımız konular, deneyler ve açıklamaların iyi anlaşılabilmesi için bu

16

Page 17: Orgonomi: Kanser Üzerine

noktanın iyi kavranması gerekmektedir. Alyuvarlar ile toprak kökenli veya kömür kökenli biyonlar arasında kaynaşma, yani iç içe geçme, birbirisinin arasında girme veya bütünleşme görülmez. Ayncak alyuvarlar yapay veya bir yolla biyonlarına ayrışmışlarsa birbirlerinin içine girerek kaynaşabilirler. Devam ediyoruz:

Öbür enerji kabarcıklarıyla kaynaşan yalnız kömür kökenli biyonlar değildir. Kaynaşma görüngülerine toprak kökenli biyonların kendi aralarında, demir kökenli biyonlarla kas kökenliler, kömür kökenli biyonlarla(kabarcıklarla) kandan elde edilmiş biyonlar arasıda da rastlanır. Bu gelecek kuşakların araştırmasına açık son derece geniş ve verimli bir alandır. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948 )

Demek ki kaynaşma, iç içe geçme veya birleşme gibi bir görüngünün meydana gelmesi için iki yapının da biyon veya biyonlara ayrışmış olması gerekmektedir. İçlerinden bir tanesi biyonal bir yapıda ise, diğerini ya baskılamakta, öldürmekte, yok etmekte(T basilleri, çürüme bakterileri veya amipler gibi) ya da enerji aktarımında bulunarak diğerini güçlendirmektedir(alyuvarlar gibi).

Son olarak da orgon akümülatörlerinin içerisine koyulan canlı yapılar üzerindeki etkilerine kısaca değinelim. İçerisine birlikte konan küçük ve büyük enerjili yapıların, enerji kazanmalarından dolayı, güçlü sistemlerin gelişmesine, zayıf sistemlerin ise yıkımına ve yok edilmesine yol açmaktadır. Benzer bir etkiyle akümülatör içerisinde yetiştirilen bir bitkinin, dış ortamda yetiştirilen bir bitkiden daha fazla ve etkin bir şekilde büyümesini sağlayabilmektedir. Orgon akümülatörleri konusunu daha sonra ele alacağız. Bu Akümülatörler kanser sağaltımında kullanılmışlardır. Şimdilik bu konuyu ilerde ayrıntılı olarak ele alacağımız için burada üzerinde fazla durmadan geçiyoruz.

5. TEK HÜCRELİ CANLILARIN DOĞAL ÖRGÜTLENMELERİ

Bir ot parçasını mikropdan arıtılmamış bir bardak suya daldırıldığımız vakit, belli bir süre sonra ortamda tek hücreli canlıların varlığını gözleriz. Oysa aynı deneyi, ilkbaharını süren taze otlarla denersek, tek hücreli canlıların varlığını saptamakta son derece zorlanırız. Sonbaharda toplanmış otlarda ise, tek hücreli canlıcıkların alabildiğin çoğaldıklarını saptamak son derece kolaydır. Peki bu görüngü farklılıklarının kaynağı nereden gelmektedir? Bu sorunun cevabının iyi anlaşılması bizi daha ileriki bölümlerde anlatacağımız, kanserli hücrenin kökeni ve evrimi hakkında aydınlatacak ve kanserin safhalarını anlamamızda bize ışık tutacaktır. Şimdi elimize yüksek büyütmeli, en az 2000’lik büyütme yapabilen bir ışık mikroskobu alıp, ot daldırılmış bir sudaki bazı gözlemleri incelemeye koyulalım:

İki üç gün içinde, otlar mavi enerji kabarcıklarına ayrışmaktadır, tıpkı suyla şişirilen bütün maddeler gibi. Mikroskobu 4000’lik büyütmeye ayarladığımız zaman bile bakterilein, kın bağlamış canlıların ya da tek hücrelilerin izine rastlayamıyoruz. Ancak otlar ayrışmanın ileri bir aşamasındadır: iki üç gün daha geçince, hücreli, lifli yapısını sürdüren tek bir ot göremeyiz. Eriyikte birtakım tek hücreliler vardır belki, ama dikkatimizi çeken mavi enerji kabarcıklarıdır(biyonlardır). Şurada burda yığınak yapan enerji kabarcıkları(biyonlar) görürüz, yığınlarn çevresi ince bir zarla kaplanır. Bu sürecin bütün evrelerini izleyebilirsiniz. Yer yer bir kabarcık yığının içinde, mavi enerji keseciklerinin fırdolayı dönmeye ve titreşmeye başladıklarını farkederiz. Kesecikler gerilir ve artık gerçekten kın bağlamış hücrelere benzemeye başlarlar. Amah ala karşımızda sıvılıktan kurtulmuş tek hücreli canlılar değil, çıkış noktası mavi enerji kabarcıkları olan biçimlenme halindeki yapılar vardır. Mavi kabarcık yığınlarının boyları ve biçimleri değişiktir. Gerildikçe küre biçimini alırlar. Gerilme yüklenme işlevinin ilk evresi tamamlanmıştır. Bu küresel yapıyı 2000’in üstünde bir büyütmeyle saatlerce gözleme ve yer değiştirmemesi için mikroskobun camına sıvı ekleme zahmetine girelim. Hızlandırılmış bir çekimle bu oluşumu filme çekebiliriz; böylece çalışmamız kolaylaşır, ama ilginç ayrıntılar gözümüzden kaçar. Bir mavi kabarcık yığının yürek gibi, küt küt atan bir tekhücreliye dönüşmesi için bir-iki gün sürer. Tekhücreliyi oluşturan tohum-kesecik(mavi kabarcık yığını) saatlerce kıpırtısız durur, ama – hızlandırılmış alıcının açıkça ortaya koyduğu üzere – gerilir, gittikçe çevresinden ayrılır. Derken mavi kabarcık yığının içindeki enerji kesecikleri kıpırdamaya başlar. Şöyle devinimler ayırdedilir: (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Bu devinimler şu şekildedirleri, kısaca özetleyelim:

Yuvarlanma: yön değiştiren bir yuvarlanmayla birbirlerine yaklaşıp uzaklaşırlar. Aralarında karşılıklı bir itme ve çekme vardır sanki. Ekseni çevresinde dönme: enerji keseciklerinin içeriği belli yönde fırıl fırıl dönmeye başlar. Enerji keseciklerinin benzeşik gelişmesi: yığın oluştururlar ve bu yığınının içi giderek homojenleşir. Titreşim: enerji keseciklerindeki açılıp kapanma özelliği, yöneldikleri yapılarda da bu özellikler gözlenir: tek hücreliler. İlk başta bu zayıftır, sonra giderek hızlanır. Devam ediyoruz:

17

Page 18: Orgonomi: Kanser Üzerine

Geniş kabarcıklı yapıya sahip tohum-keseciklerin belli bir eksen çevresinde dönme devinimi içerisinde yönünü bulan evrimi genellikle terliksi hayvanların oluşumuyla sonuçlanmaktadır. İçlerindeki mavi kabarcıklar sıvıya dönüşen öbür ilkel hücreler amipler (amoeba limax’ları) oluştururlar. Bunların ana kalıptan ayrılma yolları ilginçtir: terliksiler fırıl fırıl dönerek, amiplerse pat diye koparak ayrılmaktadırlar mavi kabarcık(biyon yığınından.

Bedensel boşalma sırasındaki büzülüp yayılmaya benzer devinimlerinden ötürü <<org-tekhücreliler>> adını verdiğim çan hayvanları (vorticelle’ler) gelişmelerini tamamlayana dek ota bağlı kalırlar. Kimileriyse, kuyruklarında biraz mavi kabarcıklı ot taşıyarak ana ottan kopar, suyun içine yüzerler. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Orgonomy’in sahip olduğu bu perspektif açısından bazı noktaları özetlemek gerekirse, canlılığın en temel özelliklerinden biri, gerek biyon kabarcıklarında olsun , gerek tek hücrelilerde ve çok hücreli canlılarda, kasılıp gevşeyebilme, büzülüp genişleyebilme vs. şeklinde görülebilen biyolojik atım(ritim)dir. Canlı enerjinin ayırt edilebilmesi ve varlığının anlaşılabilmesi için bu kıstas çok önemlidir. Yerine getirilemeyen dirimsel atım(doğal döngü), o bütünsel yapının varlığını parçalamakta ve enerji ve yapısını farklı şekilde örgütleme yoluna gitmektedir. Kendilerine yeni bir devinim, ritim, başka bir ifadeyle çevresiyle uyum içerisinde yerine getirilebilir enerjik bir boşalım yolu bulan bütünün parçaları, başka bir organizasyon, biyogenez aşamasına girmekte ve farklı canlıcıklar ve örgütlenmeler aşamsına girmektedir. İlerde hastalık kavramını, özellikle de dirimsel hastalık(biopaty) kavramını ve hastalıkların oluşum sürecini ele aldığımızda bu konuya tekrar döneceğiz. Şimdi tek hücreli canlıların oluşum süreçleri ile ilgili konuya dönelim, gözlediğimiz görüngüleri şekilsel olarak özetleyelim:

18

Page 19: Orgonomi: Kanser Üzerine

19

Şekil 22. Aynı zarlı kabarcık yığınından değişik tekhücreli hayvancıkların oluşması(1-4: ortak evrim aşamaları; 5-7: başkalaşma). 6: yapılaşmamış Kansulu tanecikli amip; 6A: çekirdeksiz amip dirimkabarcıklı(biyonlu, PA kabarcıklı) kansu; 6B: terliksi; 7C: çan hayvanı (Vorticella <<dirimsel tekhücreli>>). (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Page 20: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 23. Keseciklere(biyonlara) ayrışmakta olan ot. Suya daldırılmış ottan elde edilmiştir. Yakkaşık 700’lük büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 24. Bir otun içindeki biyonlar. Koyu mavi bir ışık yayarlar. Yaklaşık 1500’lük büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 25. Bir amibin gelişme evreleri. Tekhücreli canlıyı oluşturacak sağ üst köşedeki tohumlar ottan gelmektedir. Bu kabarcıkların her biri bir amip yaratacaktır. Aşağıda soldaysa tekhücreli canlının oluşumu. Yaklaşık 1000’lik büyütme. Hızlandırıcıyla filme alınmıştır. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 26. Bir önceki şekle gore daha ileri bir ever. Büyük tekhücreli tohumları onları birer amip haline getirecek sürece girmişler. Yaklaşık 1000’lik büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

20

Page 21: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 27. Ayrışmakta olan tekhücreli tohumları(resmin sağ kıyısında, ayrışma halindeki otlar). Amipler kümeden ayrılmaktalar(yukarda ve solda). (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 28. Daha ileri bir örgütlenme aşamsındaki biyon kümesi. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 29. Yosundan oluşan tekhücreli canlılar. Yaklaşık 3500’lük büyütme. (W. Reich,

21

Page 22: Orgonomi: Kanser Üzerine

“Kanser”, 1948)

Şekil 30. Örgütlenerek kümelenmiş biyonlar. Yaklaşık 1500’lük büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Şekil 31. <<Örg-tekhücreli>> Ottan bütünüyle kopmamış da olsa, genleşme halindeki, tam anlamıyla örgütlenmiş(örgenleşmiş) tek hücreli canlı. Kansunun(protoplazmanın) biyonlu(kabarcıklı) yapısına dikkat edin. Yaklaşık 3000’lik büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Reich, PA ve T adlarını verdiği yapıların(keselerin) üremesi olgusuna salt havadaki mikropları içeren üretme eriyiklerinde rastlanmadığı söyler. Bu konunun aydınlatılması daha sonra kanserin oluşumu sorununu anlayabilmek açısından son derece önemlidir. Havadan mikrop kaptırmak amacıyla birçok deney uygulanmıştır. Fakat bunlardan hiçbirisinde PA kabarcıkları veya T cisimcikleri elde etmeyi başaramamıştır. Deneylerimizden birisi şöyledir:

Avucumuzdaki kirleri bir steril bir malayla sıyırıp, bir üretme sıvısına atalım. 24 saat kuluçkada bekledikten sonra sıvı bulanıklaşır, içinde birtakım kabarcıklar belirir. Bunlar birkaç ya da birkaç hafta sonra yok olur. Sıvının dibinde kalın bir çökeleki yüzinde ise ince bir zar oluşur. Mikroskoptan bakıldığında siyahımsı renkete küçük, yuvarlak yumurtamsı yumurtacıklar, yılan gibi devinen veya sosis biçimde olan çubukçuklar vardır. Fakat PA türünden amibimsi canlıcıklara ve T basillerine rastlayamayız.

Bu sefer avucumuzdaki kirler yerine, normal musluk suyunu üretme ortamına ekleyelim. Mikroskopla yaptığımız gözlem, bize gene aynı canlıcıkların varlığını gösterecektir: yılan gibi devinen çubukçuklar ve yuvarlak açılıp kapanamayan yuvarlak yumurtacıklar. Bir

22

Page 23: Orgonomi: Kanser Üzerine

başka deneyi Reich’ten dinleyelim:

Su dolu bir bardağı yarım saat tozlu bir yolun kıyısında bırakalım, sonar getirip üretme eriyiğinin üstüne boşaltalım. Gözle görülemeyecek canlılar oluşabilir, ama her zaman değil. Minicik canlılar ortaya çıkmışsa, birkaç gün ya da haftanın sonunda, bulanmanın yerini sıvının yüzeyinde ince bir zarın, dibindeyse yoğun kesecikli(biyonlu) bir çökeltinin oluşması alır. Kimi zaman, canlıların üreye bilmesi için, 48, 72 saat beklemek gerekir. Mikroskopla baktığımızda, yine minik yumurtacıklarla ağır ağır yer değiştiren yada yılansı hareketler yapan sosis biçiminde canlılar görürüz. Ama öbür deneylerimizde ürettiklerimize benzer yapılar(amip kümeleriyle T basilleri) bulamayız. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Bu seferde bir tüpünü üstü açık vaziyette düşey olarak deney odamızda yarım saat bekletelim. İlk yarım saat bir bulanıklaşma, 24 saat sonra ise yüzeyde ince bir zar ve dipte ise kabarcıklı çökelek görürüz. Gene aynı yumurtacıkları, yan yana dizilmiş streptokokları ve kimi zamanda balyoz biçiminde canlıcıkları görürüz. Yılanı andıran ve sosis biçiminde canlıcıklara da rastlarız. Ama ürettiklerimize benzer dirimsel keseciklere(PA ve T) rastlayamayız. Aynı deneyi çin yosunu ile deneyelim. Gene aradığımız türden yapılara rastlayamayız.

Bir dolabın üstünden veya sobadan azıcık toz aldık. İçine 0,1 N KCI içeren üretme sıvısına attık. 24, 48 ya da 72 saat sonra canlı üremesi başlar. Yaşam kabarcıkları yoktur. İpliksi bakteriler, sarmallara, burgulu hayvancıklara, büzülüp açılamayan yumurtacıklara rastlarız. Et suya yalnızca yılansı hareketlerle devinen çubukçuklar oluşturur. Yumurtalı üretme deneyinde ise küflenmeye tanık oluruz.

Sonuç:

1. Havada yalnızca belirli bir takım büyük çubukçuklara ve yumurtacıklara rastlayabilmekteyiz.

2. Kullanılan üretme ortamı ister et suyu, ister çin yosunu ister yumurtalı eriyik olsun, doğrudan doğruya havadan dirimsel kabarcık(bion) üretilemez.

Ek: T basilleri: Mikrop kaptırma yoluyla hiçbir T basiline rastlayamadık. Fakat, mikrop kaptırma yoluyla elde ettiğimiz yapıları ve hücreleri de yeteri kadar çok uzun süre yozlaşmaları için bekletirsek T basillerinin oluştuğunu görürüz. T basilleri hertürlü canlı yapıların yozlaşıp, ayrışmaları sonucu ortaya çıkmaktadırlar.

6. SAPA BİYONLARIN ÜRETİLMESİ

Reich, 1936'da havadan mikrop, tohum vs kapmayla ilgili görüş ve teorileri incelemek üzere, mikroptan arıtma denemelerine girişmiştir. Deneylerini steril ortamlarda denemeye başladı, kullanılacak ortamları 120 C’ye dek ısıttı. O zaman, bitkilerin keseciklere ayrılıp çözülmeleri, sadece su içerisinde bekletilerek şişip ayrışmalarından daha eksiksiz olduğunu gördü. Daha sonra kömür ve toprak billurlarını akkor haline getirene kadar ısıtıp besin sıvısına atma çalışmalarına başladı. Böylece taneciklerin emip şişme süreçleri hızlanıyordu. Ayrıca ısıtma sağlıklı dokuların keseciklere ayrışma sürecini arttırıyordu. Böylece keseciklere ayrışma sürecini gözlemek için haftalarca beklemek gerekmiyordu. Maddeler şişirmek için çoğunlukla potasyum karbonat ve potasyum klorür kullanıyordu.

1939'da yardımcılarından birisi yanlış kutuya el atıp deniz kumunu aldı ve akkor haline getirdi. İki gün sonra kaynatılmış potasyum klorür eriyiği karşımında bir üreme baş gösterdi. Bunu alıp yumurtalı ya da çin yosunlu üretme ortamına aktardılar. Sarı bir ürün ortaya çıktı. Mikroskopla 2000'lik veya 4000'lik bir büyütme de 10-15 mikron çapında 6-10 kesecik(biyon) kümesinden oluştukları görülüyordu. Mikroskop altında çürümeden elde dilen bakteriler, tek hücreliler ve T basilleri üzerinde, hareketsizleştirme, etkisizleştirme, etrafında toplama(çekme) işlevleri açısından etkisi, diğer enerji kabarcıklarının etkisini kat kat aşmaktaydı. Diğer biyonlar gibi kültüre edilebiliyorlar ve ileri aşamada çeşitli mikroorganizmaların oluşumuyla sonuçlanabiliyolardı.

23

Page 24: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 32. SAPA kabarcıkları. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Bu kabarcıklarla ilgili ayrıca birçok ilginç gözlem de elde edilmiştir:

SAPA kabarcıkları içeren bir tüpü 10 dk derinizle temas ettirdiğinizde derine bir kızarmaktaydı. Halbuki, deriyi X ışınları ve radyum ışımasına tuttuğunuzda bu kızarma birkaç günde ancak meydana gelmektedir. Derinin üstüne bir kuartz levha ve onun üstüne de SAPA tüpü koyduğunuzda, levhanın deriyle temas ettiği kansız bir lekenin çevresinde aşırı kan toplanmış bir halka beliriyordu. SAPA kabarcıklarıyla dolu deney tüperiyle aynı odada belli bir sure kalmak, baş ağrılarına yol açabiliyor ve gözlerde bir yanmaya neden olabiliyordu. 1940'da SAPA kabarcıklarının saçtıkları ışınlar bir fotoğraf kağıdı üzerine düşürülmesi başarılarak kanıtlandı. SAPA kaabarcıkları ışın saçmakta, bir diğer deyişle ışıma yapmaktaydılar. Mikroskop altında bakıldıklarında çevrelerindeki ışık çemberinin genişiği ve şiddeti, diğer biyonlardan belirgin bir şekilde daha fazlaydı.

Ayrıca bu biyonların, düşük enerji düzeyli, ayrışma ve çürüme sonucu oluşan birçok yapı üzerideki karşıt etkisi açık bir şekilde farkedilebiliyordu. Çürüme ve yozlaşma gibi işlevsel süreçlere B tepkisi gösteriyorlardı.

Aşağıdaki çalışma Prof. Ignacio Ochoa tarafından 2000-2001 yılları arasında yapılmıştır. SAPA biyonların kültürlerine ait büyüme eğrisi ve bu kültürlerin çeşitli aşamalarından alınmış örneklerin ışık mikroskobu ile incelenmesinden ve ultra yapılarının X-Ray, SEM ile analizinden elde edilmiş mikrograflar ve fotoğraflar yer almaktadır. Çalışmada, okyanus kumunun 1400 C’ye dek ısıtılmış ve şu konsantrasyonlarda bir kontrol ortam kullanılmıştır: K 36 %; Zn 18.54 %; Cl 36.11 %; Ti 7.60 %; S 1.20 %, Protein 3.00 mg/20 ml. Ortamın sporlardan ve diğer olabilecek hücrelerden arındırılması amacıyla 121 C’de 40 dakika süreyle sterile edilmiş ve “fraksiyonel sterilizasyon” işlemi uygulanmıştır. 10 adet deney tüpü okyanus kumunun ısıtılmasıyla(deney grubu) ve diğer 10 adet deney tüpü de ısıtma işlemi uygulanmaksızın kontrol grubu olarak deneye alınmıştır. Isıtma işleminin uygulandığı tüplerde, kontrol grubundakinden farklı olarak aşağıdaki veriler elde edilmiştir:

Gün O.D. (Abs.)Konsantrasyon [µg/209µl ]

0 0.370 3,03

2 0.306 2.70

3 0.561 5.00

7 0.629 7.20

24

Page 25: Orgonomi: Kanser Üzerine

10 0.740 10.00

12 0.327 2.90

Şekil 33. SAPA kabarcıklarının yaklaşık 12 günlük bir inkübasyon sonucunda Bradforf protein tayin yöntemiyle elde edilen büyüme eğrisi. Konsantrasyona (µg/2 ml) karşı gün grafiği. Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Şekil 34. 24 saat sonra, 2-10 mikron çaplarında, etrafı kalın bir zarla çevrilmiş vesiküller(biyonlar, protoplazmalar). Bazıları sil benzeri kuyruklara ve özerk devinimlere sahipler. Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

25

Page 26: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 35. 48 saat sonra, ortamda bazı uzamış veziküllerin ortaya çıkması. Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Şekil 36. 2 ila 10 arasında kümelenerek bir araya gelmiş vesiküller(biyonlar). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

26

Page 27: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 37. Kontrol grubu süpernantantı: Cl, K, S, Ti ve Zn elementlerinin yoğunlaşmaları ile oluşmuş mikrograf görüntüleri. Bu süpernatant, ilk aşamada kontrol tüplerindeki okyanus kumunun çökelmesinden sonra, çözünebilen tuzlar ve küçük moleküllerden oluşmaktadır. Biyon oluşumu yoktur. (3500x). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

27

Page 28: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 38. Isıtma işlemi uygulanan ana deney grubu. Farklı fristal düzenlenmeleri. Daha küçük kristal formları arasındaki daha büyük yapılar beyaz bir madde ile kaplanmış.(1500x). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Şekil 39. Daha yüksek bir büyütme. Vesikülü çevrelemiş kristal yapılar membranal bir yapıyla örtülmüşler(Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

28

Page 29: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 40. Oval vesiküllerden bazıları ona pürüzlü bir yapı kazandıran beyaz bir madde ile çevrilmiş durumda(Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

29

Page 30: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 41. Bazı durumda düzensiz beyaz madde vesiküler yapının yüzeyini daha fazla örtmekte(Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Şekil 42. Düzensiz kırışık yapılar da kültür ortamında görülebilmektedir(Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

30

Page 31: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 43. Bazıları içsel bir kaviteye(oyuk, boşluk) sahiptirler(Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Şekil 44. Kristal yapıların üzerinde sürünerek ilerleyen geniş ameboid bir yapı (Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

31

Page 32: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 45. Kültür ortamında yüksek derecede organize olmuş, silleriyle hareket edebilen biyonal yapı. Fazla sayıda gözlenebiliyor. Bu yapıda kalsiyumdan oluşan bir zırh mevcut değil (Deney grubu). Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist) © 2000-2001, www.orgone.org

Bu kabarcıkların bulunması, daha sonra Reich’i birçok bilimsel buluşa götüren kapının anahtarlarını açacaktı (1939). Bu buluş ve gözlemlerin hepsi, bu yaznın sınırlarını aşmaktadır, dolayısıyla başka bir bağlam içerisinde ayrıca ele alınabilir. Burada bu kabarcıkların bulunmasının, sadece kanser sağaltımına olan katkılarını ele alacak ve tartışacağız. Herşeyden önce ise, sadece şuna değinebiliriz. Bu biyonların üretilmesi, Reich’i canlı organizmaların kaynak bulduğu, ayrıca adım adım hava kürede ve evrenin her tarafında bulunduğunu söylediği bir enerji türünün, “orgon enerjisi”nin keşfine götürmüştür. Kanser sağaltımına olan birinci elden katkısı, kanserli farelerin kanına SAPA kabarcıklarının enjekte edilmesiyle şeklinde gerçekleşti. Dolaylı yoldan etkisi ise, hava küredeki “orgon enerjisi”nin “orgon akümülatörü” adını verdiği, organik ve inorganik materyallerin çeşitli şekillerde düzenlenmesiyle oluşturulan ve düzenleniş şekilleri dolayısıyla, atmosferdeki “orgon” adını verdiği enerji türünü içine absorblamasıyla gerçekleştirildi. Bu akümülatörlerin iç kısımlarındaki boşlukta enerji topladığı ve biriktirildiğine dair çeşitli göstergeler vardır. Kanser hastaları, akümülatör içine kapatılırlar. İç kısımda biriken enerji ile hastaların bedensel teması (bir başka deyişle hastaların ışınlanmaları, yoğunlaştırılmış doğal ışınımlara maruz bırakılmaları ), onların dolaşım sistemlerini kamçılayıcı ve canlılıklarını tetikleyici yönde bir etkide bulunur. Bu işlev, kanser hastalarını körelmenin eşiğine getiren genel dirimsel bozukluğun karşıtı bir işlevdir. Şimdi “orgon akümülatörleri”nin genel prensiplerini anlatacağız. Daha sonraki bölümlerde ise bu uygulayımın fareler ve insanlar üzerindeki etkilerini ele alacak ve sağaltım çalışmalarından örnekler sunacağız.

7. ORGON AKÜMÜLATÖRLERİ

Reich, hava küredeki “orgon enerjisi”ni toplamak ve biriktirmek için organik maddeler ve metallerden oluşan bir sistem tasarlamıştır. Akümülatörler başta kanser hastalarının tedavisi de olmak üzere çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Günümüzde bazı Avrupa ülkeleri ve ABD gibi çeşitli ülkelerde kullanımı üzerine araştırmalar halen devam etmektedir. Bitkiler üzerine araştırmalara yeni başlanmış ve büyüme ve gelişmelerine ait gözle görülür derecede farklar elde edilmiştir. “Kanser” hastalığı üzerindeki etkilerini daha

32

Page 33: Orgonomi: Kanser Üzerine

sonra ele almak üzere şimdilik burada çalışma şekli, içinde biriktirdiği enerjinin kanıtları ve dayanakları üzerinde duracağız. Akümülatörün yapım planı şu şekildedir:

To: Silindirin üstündeki sıcaklık. Ti: Akümülatörün içindeki sıcaklık. T: Denetleme, odanın içindeki sıcaklık . Işın yayılmasının yönü E: Elektroskop.

Şekil 46. Basit bir orgon akümülatörü çizim planı. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Akümülatörün dış kısmı organik maddeden, iç kısmı ise metalden yapılır. Bu sayede, hiç bir yapay enerji kaynağı kullanmadan iç kısmındaki boşlukta enerji biriktirebilmektedir. Biriktirecin doğal enerji biriktirme özelliği şuradan gelmektedir: İç kısıma giren ışınlar, kutunun içerisine girmekte, içerideki metal yüzeye çarparak ısı enerjisine dönüşmektedir. Fakat bunun tersi olmamaktadır, çünkü dışardaki organik maddeden yapılmış katman, enerjiyi emer, iç katmana yani metale verir. Çünkü organik maddeler enerjiyi emerler. Metal katmandan enerji iletimi iç ve dış katmana gerçekleşmekte, fakat, dış katmandaki organik madde metalden gelen enerjiyi tekrar metale iletmektedir. Organik maddeler iç kısıma aktarmaktadır. Bu sayede, çeşitli hava koşullarında, masanın üstünde, toprağın üstünde, toprak altında, toprağa yarı gömülü, karda, kışta, açıkhavada vs. daima To-T farkı saptanmakta ve iç kısımda sıcaklık artmaktadır. Bu sıcaklık artışı, ısının akümülatör dışından doğrudan gelmesinin bir sonucu değil, iç kısımda yoğunlaşan doğal ışınımların(enerjinin) sadece bir belirtisidir. Farklı hava koşullarında bu fark da değişmekte, 2 ila 8 C arasında, sıcaklık farkına sebep olmaktadır. Açık ve kuru havada bu fark artmaktadır. Kutunun içinde hiçbir enerji kaynağı yoktur:

33

Page 34: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 47. Orgon akümülatörünün içi ile dışarısı arasındaki To-T sıcaklık farkını göstermektedir. (W. Reich, “Kanser”, 1948)

Kutunun içinde ve dışında yapılan sistemli ölçümler, kutunun içindeki elektrik-ölçerin(elektoskobun) yükünün(yani açık yapraklarının) dışardakinden daha yavaş boşaldığını(yaprakların kapandığını) göstermiştir. Bu kapanma doğal kaçak olarak isimlendirilir. Bu ise bize iç kısımda bir birikim olduğunu göstermektedir.

Canlı, akümülatör içerisine kapatılır. Orgon akümülatörü, canlılar üzerinde dolaşım sistemini kamçılayıcı bir etkide bulunur. Kan ile vücut dokuları arasındaki bağlantıyı arttırır. Vücudun iç kısmında yoğunlaşmış olan enerjiyi, vücut yüzeyine taşır. Bedeni canlandırır ve enerji harcama oranını yükseltir. Bu nedenle beden sıcaklığını, dışarıdaki bir kişininkine göre yükseltir. Akümülatör duvarının organik ve inorganik tabakalardan oluşan katmanları çeşitli hastalıklarda ve değişik enerji düzeyindeki kişiler için değişik şekillerde tasarlanabilir. Yüksek derecede uyarılması gereken kişilerde bu katmanların sayısı arttırılır. En fazla uyarılması gereken kişiler kanser hastalarıdır. Kanser hastalarında bu katman sayısı yapılan çalışmalarda yirmiye dek çıkılabilmiştir. Akümülatörün iç yüzü canlının vücüdundan 10-20 cm uzakta olduğu vakit, göstereceği etki zayıflamakta hatta sıfıra düşmektedir. Canlı akümülatör duvarına bu uzaklıktan fazla olmamalı, boyutları o kişi veya canlı için özel olarak tasarlanmalıdır.

Biyolojik sinirsel tepkileri canlı kişiler akümülatörün etkisini zayıf olan kişilerden daha çabuk duyumsamaktadır. Birincilerin biyolojik enerji alanı ikincilerden daha geniştir. İkinciler akümültörün etkisini ancak birkaç ışınlamadan sonra duyumsayabilir hale gelmektedirler. Akümülatör duvarının iç yüzü soğuktur. Elimizi iç yüzeyden 4 cm uzakta tutarsak, hafif bir karıncalanma ve ısınma hissedilir. Bu akümülatör duvarından gelen ışınların canlı bedeninde yarattığı etkiden kaynaklanmaktadır.

Kanser hastalarında kullanımında, diğer hastalardan farklı olarak akümülatör katmanlarının sayısıyı en fazla arttırılır çünkü, bu şekilde içeriye daha fazla enerji ışınlanması ve birikimi sağlanır. Çünkü kanserli hastalar, enerji düşüklüğü nedeniyle işlevsel dokusal bozulmalarla karakterizedir ve daha fazla uyarılmaları gerekir. Hastalara akümülatörle uygulanan sağaltım süresinin belirlenmesinde hava koşulları, akümülatör ile dışarısı arasındaki enerji, sıcaklık ve nem farkları büyük önem taşımaktadır. Ayrıntılara burada girilmeyecektir. Daha ayrıntılı bilgi için lütfen Reich'in “Kanser” isimli kitabına bakınız. İnsan ve hayvanlar üzerindeki uygulanış biçimlerini daha sonraki bölümlerde ele alacağız.

34

Page 35: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 48. Soldaki grafik, orgon akümülatörü içerisinde sandalye üzerinde oturmakta olan insanların, kontrol için aynı boyutlarda başka bir odacıkta oturanlara göre, beden sıcaklıkları arasındaki farkı göstermektedir. Sağdaki grafik ise, iki kontrol odasında oturmakta iki grubun, farklı zamanlarda beden sıcaklıkları arasındaki farkı göstermektedir. Stefan Müschenich ve Rainer Gebauer, Almanya, 1989.

Şekil 49. İnsanlar için inşa edilmiş büyüklükte orgon akümülatörleri www.orgonics.com

Şekil 50. Akümülatörler sadece bedenin belli bölgelerine uygulamak amacıyla daha küçük boyutlarda da tasarlanabilmektedir. Küçük akümülatörden çıkan bir hortum ve ucunda

35

Page 36: Orgonomi: Kanser Üzerine

genişleyen bir huni yardımıyla bedenin çeşitli bölgelerine de tutulabilmektedir(el, ayak, burun, boyun vs.). www.orgonics.com

Orgon akümülatörünün, insanlar ve hayvanlar dışında, bitkilerin büyüme ve gelişmeleri üzerinde de çeşitli etkilere sahip oldukları görülmüştür. Bu incelemeler şu an için daha çok, tohum çimlenmeleri üzerinedir. Tohumlar, çimlendirilmeye başlanmadan önce, belli bir süre orgon akümülatörü içerisine alınmaktadır. Bu uygulama, sadece çimlenme süreci ya da tüm süreci kapsayacak şekilde de uygulanabilmektedir. Kontrollü ortamlar altında yapılan deneyler, akümülatörün filizlerin büyüme ve gelişmeleri üzerinde gelişmeyi stimüe edici etkilerde bulunduklarını ortaya koymaktadır.

Şekil 51. Orgon akümülatörü içerisinde çimlendirilmiş fasülye tohumları(Solda). Aynı koşullarda fakat akümülatör dışında çimlendirilmiş fasülye tohumları karşılaştırma amacıyla yan yana koyulmuş(Sağda). Akümülatör içerisindeki, çimlenmiş fasülye filizcikleri kontrol grubundakinin yaklaşık iki buçuk katıdır. James Demeo, Asland, Oregon. www.orgonelab.com, 1996

Şekil 52. Orgon akümülatörü içerisinde çimlendirilen fasülye tohumları(Her iki resimde de sağdakiler). Kontrol grubu(Soldakiler). İlk resim: Kapak resmi, Heretic’s Notebook, Pulse of the Planet #5, 2002. İkinci resim: www.orgonics.com

36

Page 37: Orgonomi: Kanser Üzerine

8. BİYOLOJİK ENERJİ ALANININ VARLIĞI VE ÖLÇÜLMESİ

Dirimsel Enerji alanı, canlı organizmaların maddesel yapılarının ötesine taşan, canlıdan kaynaklanan, onu sarıp sarmalayan ve gücü ve biyolojik atımı ile koşut giden bir varoluş etkinliğidir. Biyonlarda, tek hücrelilerde ve çok hücreli organizmalarda mevcuttur. Biyonlardaki varlığını mikroskop altında, bazı yapıları belirli mesafeden etkileyebilmesi, uyarabilmesi ve hareketsiz hale getirerek yüzeyinde toplayabilmesinden anlayabilmekteyiz(mesela T basilleri ve çürütücü bakteriler gibi). Dirimsel enerji alanı, sağlıklı bir insanla karşılaştırıldığında kanserli hastalarda bir enerji eksikliliği ve buna bağlı olarak bir dirimsel enerji alanı eksikliğini somut bir biçimde ortaya koyar. Hareketli ve canlı insanlarda, hareketsiz ve soluk yüzlü insanlara oranla daha fazla bir enerji alanının varlığı kolayca saptanabilir. Kanser hastalığı ise, ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, uzun süren genel bir biyolojik körelmenin, çürüme ve dokusal ayrışma ile karakterize olan son safhasıdır. Dolayısıyla kanser hastaları, sağlıklı insanlar ve diğer hastalardan hep daha düşük bir enerji alanının varlını ortaya koymaktadırlar. Benzer şekilde canlı bir ot parçası, koparıldıktan sonra beklemiş bir ot parçasından daha fazla bir enerji alanının varlığını ortaya koyar.

[Biyolojik enerji alanı ölçen aygıtın yapım planı, çalışma şekli, diğer özellikler ve ayrıntılar için, lütfen bakınız: W.Reich, “Cancer Biopaty”, Sy 163-166].

37

Page 38: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 53. Biyolojik enerji alanı ölçeri, hala canlılığını koruyan yeni koparılmış bir yaprağın sahip olduğu enerji alanın varlığını ortaya koymaktadır. Dave Marett of Heliognosis, Experimental Report #1, Canada, 2003, www.orgonelab.com

Şekil 54. Bir önceki şekildeki yaprağın enerji alanının günlere bağlı olarak azalışı. Dave Marett of Heliognosis, Experimental Report #1, Canada, 2003, www.orgonelab.com

38

Page 39: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 55. Sağdaki resim, geleneksel yöntemlerle yetiştirilen bir elmanın (pestisitli), soldaki şekil ise organik yöntemlerle yetiştirilen başka bir elmanın enerj alanının ölçülmesini göstermektedir. Organik yöntemlerle yetiştirilen elmanın enerji alanı daha fazladır. Mr. Ivan Duchini,  Experimental Report #2, EWO Water Company, Italy, 2003. www.orgonelab.com

Şekil 56. Sıvıların cam tüpler içinde enerji alanının ölçülmesini göstermektedir. Dave Marett of Heliognosis, Experimental Report #1, Canada, 2003, www.orgonelab.com

Şekil 57. İnsanlarda enerji alanının ölçülmesi için geliştirilmiş başka bir sistem. www.orgonelab.com

9. DİRİMSEL HASTALIK SÜRECİ (BİYOPATİ)

Reich, hastalıkları ikiye ayırmıştır: dirimsel hastalıklar(biopaty) ve dirimsel olmayan hastalıklar. Dirimsel olmayan hastalıklar, kazalar, yaralanmalar, mikrop kapmalar, enfeksiyon gibi uzun süreli(kronik) durumları kapsamayan, kısa zamanda atlatılan ve vücudun kronik işlevsel bozulmalarından kaynaklanmayan hastalıklardır. Dirimsel hastalıkların(biopaty) temelinde ise canlılığın en temel işlevi ve özelliği olan dirimsel atım, yani biyolojik ritim bozukluğu yatar. Bu özellik, aslında canlı ve cansız tüm maddelerde gözlenebilen bir özelliktir. Dolayısıyla canlılar aleminde de rastlanır. Bunlar daha önce, yüksel büyütmeli mikroskoplarda gözlediğimiz biyonlardaki(dirim kabarcıkarındaki), daha sonra tek hücreli organizmalardaki ritimsel olarak gerilip gevşemelerin, açılıp kapanmaların veya büzüşüp genişlemelerin ta kendisidirler. Dirimsel atımlar, kendisini oluşturan yapıların tamamı ile birlikte, bütünsel olarak gerçekleşir ki, tıpkı kalp

39

Page 40: Orgonomi: Kanser Üzerine

grafiklerinde gözlediğimiz ritimsel tepe noktalarına ve çukurlarına benzerler. Bu atımlar, gerçekte canlıyı bir arada tutan, onun bütünlüğü ve gerçek var oluş nedenini oluşturan en temel süreçlerdir. Bir başka deyişle biyolojik ritimler, vücudun veya bir tek hücreli canlının kendisini oluşturan yapıların işbirliği içinde çalışmasını sağlayan, bütün yapı ve parçaların hep birlikte en yüksek enerji düzeyinden en düşük enerji düzeyine yolculuk ettiği, tüm parçaların bir eşgüdüm içerisinde işlediği, temel enerjetik gerilip gevşeme dalgalarıdırlar.

Biyonları mikroskopla gözlediğimizde, biyolojik atımlarının(titreşim ve gerilip gevşemelerinin vs) içlerindeki maviliğin yoğunluğuyla, saçtıkları ışığın parlaklılığıyla, dirimsel(biyolojik) güçlülükleriyle ve kendisinden daha düşük enerji düzeyindeki yapıları, mesela T basillerini etrafında toplayarak hareketsiz hale getirebilme özelliğiyle koşut gittiğini gözleriz. Bu tüm bu saydığımız özellikleri açısından yoğunluk ve güçlülükleri arttıkları vakit kimi kabarcıkların ortadan ikiye bölünerek çoğaldıklarını da gözleriz. İçlerindeki maviliğin giderek kaybolduğu vakit ise, titreşim ve hareketleri giderek yavaşladığına tanık oluıruz. T basillerine ve diğer enerji düzeyi düşük yapılar üzerindeki etkileri de bu süreçle azalır, renkleri solar ve hareketsiz hale gelirler. Onların bu gerileme süreçleri içerisinde ise bölünme yeteneklerinin giderek durduğunu saptarız.

Kabarcık düzeyinden, tek hücreliler boyutuna geçtiğimizde de gene biyolojik atım karşımıza çıkar: bir amip, sitoplazmik hareketleriye bizim tanıdığımız ritmik, periyodik hareketleri daha farklı bir boyutta, başka bir şekilde geçekleştirirler. Başka bir tek hücreli bunu başka şekillerde hareket ederek gerçekleştirebilir, bir başkası yılanımsı bir devimle atımını dışarı vurur. Benzer şekilde aynı bölünme hareketine, yüksek güçte, doğal işlevlerini yerine getiren ve gerilip gevşeyebilen tek hücreli canlılarda da rastlarız. Bu işlevlerini eksiksiz ve en iyi şekilde gerçekleştirebilen tekhücreliler, tüm yapıları ile bütünsel olarak devinerek ikiye veya daha fazla sayıya bölünürler ki bu bölünme süreci, onların enerji bilimsel olarak elde edilen en yüksek gerilim-gevşeme eğrileridir.

Gelelim çok hücrelilere, Genişlemeler ve daralmalar, gerilmeler ve gevşemeler, enerji bakımından yapılan iniş ve çıkışlar, gerek organ düzeninde, gerek hücre düzeninde, gerekse bütün organ sistemleri ve tüm beden düzeyinde bir düzenlilik içerisinde ilerler. Bunun en belirgin biçimini kalpte gözleriz. Kasların hareketinde de, ayrıca fiziksel olarak gözle farkedemeyecek kadar bile olsa her türlü organda değişik periyot ve enerji düzeyinde fiziksel veya enerjik inişler ve çıkışlar mevcuttur. Organlar ve hücreler farklı periyotlarda bu ritmik dalgalanmayı gerçekleştirirler. Fakat sağlıklı ve doğal süreçlere göre işleyen çok hücreli bir canlıda, bütün bu ayrı ayır atımlar(dalgalanmalar) orgazm adı verilen bedensel boşalma tepkesi(refleksi) esnasında, bütünsel bir eşgüdüm eşliğine ulaşarak hep birlikte en yüksek gerilim noktasına ulaşırlar. En yüksek noktanın ardından bir en düşük noktası onu izler. Bu, gevşeme ve rahatlama sürecidir. Bahsettiğimiz ritmik olgu kan dolaşım sisteminin canlanarak dokulara nufüz etmesiyle de kendisini gösterir. Cinsel işlev ve orgazm, parasempatik bir eylemle meydana gelmekte ve orgazm sonrası beden parasempatik etkilere bağlı olarak belli bir süre çalışmaya devam etmektedir. Vücudun dış yüzeyine yakın kesimlerinde ve kılcal damarlarda kanın rahat bir şekilde dolaşım evresi başlamaktadır. Bu rahatlama, orgonominin terimleriyle ifade edersek, bedenin genleşme evresidir. Vücuttaki gerilim ve kasılmalar yerini, genleşmeye bırakmıştır. Kan, vücudun en yüzeyindeki kesimlerine dek akın eder. Deriye renk gelmiş, hafif pembe bir renk almıştır(Kanın genleşmesi, merkezden çevreye doğru yayılımı ve kaslarda gevşeme).

SEMPATİK İŞLEV ORGAN PARASEMPATİK İŞLEV

Gözbebeklerindeki büzücü kaslara ket vurulması. Gözbebeklerinin açılması.

Göz bebeği kaslarıGözbebeklerindeki büzücü kaslara ket uyarılması. Gözbebeklerinin kısılması.

Gözyaşı bezlerine ket vurulması. Kupkuru gözler.

Gözyaşı bezleri Gözyaşı bezlerinin uyarılması. Nemli gözler.

Tükrük bezlerine ket vurulması. Kupkuru ağız. Tükrük bezleri

Tükrük bezlerinin uyarılması. Ağız sulanması.

Ter bezlerinin uyarılması. Soğuk soğuk terleme.

Ter bezleri Ter bezlerine ket vurulması. Kupkuru deri.

Atardamarların kasılması. Atardamarlar Atardamarların açılması.

40

Page 41: Orgonomi: Kanser Üzerine

Soğuk ter, sararma. Derinin kızarması, gittikçe artan, tersiz şişme.

Tüy dikici kasların uyarılması. Saçların dikilmesi, derinin diken diken olması.

Tüy dikici kaslar

Tüy dikici kaslara ket vurulması. Kaymak gibi deri.

Kasların büzülmesine ket vurulması. Bronşların rahatlaması.

Bronş kaslarıKasların büzülmesinin uyarılması. Bronşlarda sıkışma.

Yürek atışının kamçılanması. Çarpıntı, bir hızlı bir yavaş atış.

KalpYürek atışının dizginlenmesi. Dingin yürek, ağır nabız.

Açılıp kapanma hareketlerine ket vurulur. Sindirim bezlerinin salgısı azalır.

Miğde bağırsak aygıtı, karaciğer, pankreas, böbrekler, bütün sindirim salgı bezleri

Bağırsakların açılıp kapanmasını ve sindirim bezlerinin salgısını körükler.

Adrenalin salgılanmasını körükler.

Böbrek üstü bezleri Adrenalin salgılanmasını ksötekler.

Sidik torbasının ağzını açan kaslara ket vurur. Büzücü kasları uyarır. İşemeyi önler.

Sidik torbası

Sidik torbasının açan kasları uyarır. Büzücü kaslara ket vurur. İşemeyi kolaylaştırır.

Kaygan dokuları gerer. Bütün bezlerin salgısını azaltır. Kan akını azaltır. Cinsel duyumun azalmasına yol açar.

Kadının cinsel organları

Kaygan dokuları gevşetir. Bütün bezlerin salgısını kamçılar. Kan akını arttırır. Cinsel duyumun yoğunlaşmasına yol açar.

Yumurtalık keselerinin kaslarını gerer. Salgılamayı azaltır.Kan akınını azaltır. Erkeklik organı pörsür. Cinsel duyum azalır.

Erkeğin cinsel organları

Yumurtalık keselerinin kaslarını gevşetir. Salgılamayı kamçılar. Kan akınını arttırır. Dikilme. Cinsel duyumun yoğunlaşması.

Şekil 58. Sempatik ve parasempatik sinir sistemine bağlı olarak çeşitli organlarda gerçekleşen işlevler. .(W.Reich, Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947).

Bir canlının, uzunca bir süre gerçekleştirdiği bütün bedensel ve enerjik aktiviteleri inceleyelim. Bunlardan hiç birisi(ki buna spor ve tüm bedensel aktivitelerle yapılan işler de dahil olsun) orgazm adı verilen bedensel boşalma süreci esnasında gerçekleşen en yüksek enerji düzeyine ulaşamazlar. Eğer bu uzunca süreç içerisinde elde edeceğimiz tüm dalgalanmaları bir gerilim-zaman grafiği içerisinde incelersek, elde edilen eğriyi tıpkı bir kalp grafiğine benzetebiliriz. Kalp grafiğinde birçok inişli çıkışlı eğriler mevcuttur. Düz bir doğruya rastalamak mümkün değildir. İşte orgazm süreci ise bize bu kalp grafiğindeki en yüksek “pik”e ulşamış eğriyi verir.

Kalp grafiği. Uzunca bir süre incelenen sağlıklı bir insan bedeninde gerçekleşen enerjik iniş ve çıkışlar. Orgazm sürecini, bu uzunca süreç içersininde tıpkı bir kalp grafiğindeki en yüksek “pik” değerine ulaşmış eğriye benzetebiliriz.

41

Page 42: Orgonomi: Kanser Üzerine

Bedensel boşalma süreci, doğal ölçütlere göre işleyen bir insan bedeninde tüm ömrü boyunca periyodik aralıklarla(birkaç güne bir) gerçekleşirken bu gerilim yükselmeleri, bu uzun süreç içerisinde bize tıpkı bir kalp grafiğinin ritmik atımlarını hatırlatmaktadır. Şimdi bu eğrilerden bir tanesini, elimize bir büyüteç alıp yakından inceleyelim:

Şekil 59. Yakından incelemek amacıyla cinsel gerilim sürecini, insan etkinliğinin tüm enerjik gerilim ve gevşeme düzeneklerinin incelenmesiyle oluşturduğumuz ve bunu tıpkı bir kalp grafiğne benzettiğimiz eğriden çıkarıp alıyoruz. (W.Reich, Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947).

Sağlıklı bir insanda doğal süreçlere göre işleyen, gerilimin zamana bağlı olarak değişimi. Z: haz öncesi evre; G: girme; I uyarılma artışının isteyerek denetlenebildiği evre; II: istenç dışı kas gerilmeleriyle uyarılmanın kendiliğinden arttığı evre; III: ansızın dik bir çıkışla tepe noktasına yükseliş(A); IV: bedensel boşalma; çizgili kesim vücudun istençdışı kasılıp açılmalarını göstermektedir; V: uyarılmanın apansız düşüşü; R: gevşeme(beşle yirmi dakika arasında).

Eşgüdüm içerisindeki bu bütün atımlar, eğer canlı bir şekilde engellenirler veya inhibisyona uğratılırlarsa vücut en yüksek değerine ulaşamaz. En yüksek değerine ulaşamadığı gibi en düşük değerini(ritimsel dalgalı bir grafiği göz önüne alırsak çukur noktasını) göremez. Canlı böylece, bütün organları ile birlikte bir eşgüdüm(birlikte, eş zamanlı ve işbirliği içinde) içinde en yüksek seviyesine ulaşamaz.

42

Bir

az

dah

a u

zakta

n b

akın

ca b

ed

en

sel

boşa

lma d

alg

ala

rı g

idere

k y

aşa

mın

te

mel

en

erj

ik d

alg

ala

rı h

ali

ne g

eld

iği

görü

lür.

Page 43: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 60. Gerilim-zaman eğrileri. Cinsel etkinlik bozukluklarını göstermektedir. I: gerilimin doğal ölçütlere uygun bir şekilde artmasını engelleyen inhibisyon. Yalnız kesikli çizgiyle gösterilen C eğrisi doğal ölçütlere uygun cinsel gerilim eğrisini göstermektedir.(W.Reich, Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947).

U: uyarılmasız durumu gösteren eğri. A: Cinsel organ bölgesinde hiçbir duyumun bulunmayışı ve sevişme sırasında tatsızlık(acı, tiksinti). B: uygun olmayan duyarlılık, inhibisyondan(I) ötürü uyarılma artamaz; hiçbir zaman doyuma erilemez. C: sevişmenin başında olağan duyarlılık; inhibisyon(ket vurmalar) tam doruk noktasına erişileceği zaman kendini göstermekte; eğer varsa son haz yetersiz biçimde yaşanmakta. D: Karşı cinse düşkünlük durumu halinde cinsel etkinlik; daha başında uyarılma olağanın üstünde, ama ne artıyor, ne de eksiliyor.

Eğer bu durum(C dışındaki eğriler) organizmada süreğen bir hale gelirse, gerilim gevşeme eğrisi de zamanla küçülecektir(uzun süreçte). Süreğen gevşeklik halinde zaten mevcut olduğu gibi, süreğen gerginlik durumunda da, organizma zamanla gerilimle baş edemeyip düşük enerji seviyesine uyum sağlayacaktır. Her iki durumda da uzun yılları kapsayan süreçte, enerji seviyesinin kronik bir biçimde düşmesi genel dirimsel bir yozlaşmaya(körelmeye) doğru ilerleyecektir. Sonucunda organizmanın enerji düzeyi çevresiyle eşit hale gelecektir: ölüm. İşte bu noktada, gerek biyonlarda olsun, gerek tek hücreli ve çok hücreli canlılarda olsun, onu oluşturan yapıların ve işlevlerin birliğini ve bütünlüğünü yitirdiği görülmeye başlanır: ayrışma.

Şekil 61. Canlının çevresi ile olan enerji düzeyi farkı. (W.Reich, İnsanın Doğadaki Yeri.)

Bu kronik enerji ketlenmesi esnasında, organizmada, gerek ruhsal düzlemde(insanda), gerek sempatik ve parasempatik sistemler arasında, gerek organ sistemleri ve organlar düzeyinde ve giderek doku düzeyinde bir başı boşluk süreci boygösterir. Cinsel işlevi harekete geçiren parasempatik sinir sistemi, tam olarak işlevini yerine getiremeyeceği için, sempatik sinir sisteminde süreğen bir gerginlik oluşacaktır. Bu ise kaslara kronik bir kasılmaya yol açacaktır. Bu o organizmanın temel yaşam işlevlerini yerine getirememesinin ve çürümeye yüz tutma sürecinin başlamasının bir işaretidir. Organlarda görülen işlev bozuklukları, ruhsal parçalanma, kalp hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları, kanser(ki bu eğer diğer hastalıklar nedeniyle kişi ölmez ise, bu bozukluk, enerji alçalması ve yapıların bütünlüğünü yitirmesi nedeniyle eninde sonunda kanser hastalığını doğuracaktır.), akıl ve ruh hastalıkları biyolojik enerjik ritmin doğal ölçütlere göre işleyememesindendir. Bu türden birçok hastalığın

43

Page 44: Orgonomi: Kanser Üzerine

temelinde aslında aynı neden yatmaktadır: vücudun doğal ölçütlere göre işlemesinin durması, gerilim ve gevşeme eğrileri zamanla küçülmesi, kan ile enerjinin dokular ile olan bağlantısının azalmasıdır. Aynı kökenden temel almış birçok hastalık türü genel dirimsel bozukluğun sadece farklı yerlerden patlak vermesini ifade ederler. Hepsinin temel mekanizması ve oluşum süreci aynıdır: cinsel işlevlerin doğal ölçütlere göre işleyememesi ve daha ileri de anlatacağımız bedensel zırhlanma.

Şekil 62. Sağlıklı bir kişide sempatik(duygulanımsal) ve parasempatik(duygulanımdışı) işlevler bir denge halinde işlerler(W.Reich, Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947).

Orgonomiye göre eğer bir kimyasal madde, çekirdekteki bir takım şifrelerin değiştirilmesiyle değil, dokuların biyolojik atımını engelleyebilmesi ölçüsünde etkili olabilirse, işte o zaman da kanser hastalığı ortaya çıkabilir. Fakat genel olarak kanser başta olmak üzere, akıl, ruh, kapl-damar hastalıkları, bağışıklık yetmezliği türünden tüm dirimsel hastalıklarda(biopaty) gözlenen ortak olgu cinsel işlevin doğal ölçütlerine göre işleyememesinden doğan cinsel durgunluktur. Bu ise genel olarak çevresel nedenlere bağlıdır. Erkeklerde ve kadınlarda üreme organı tohumlarının vücut dışına atılabilmesinin başarılması, cinsel işlevin bir sağlık gösterdgesi değildir. Günümüzde dahi bu yanlış anlaşılan bir olgu olmuştur. Orgonominin bu konudaki sağlık ölçütü, kendini eksiksiz bir şekilde cinselliğe verebilmekle at başı giden, enerjik gerilim ve gevşeme süreçlerini tüm bedenin içinde yer aldığı istemsiz orgazm çırpınmaları ve titremeleri ile, herhangi bir engellemeye maruz kalmadan(inhibisyonsuz) cinsel gerilimin en üst seviyesine çıkarak, yerini sorunsuz gevşemeye bırakabilmektir. Doğal ölçütlere göre işleyen bir cinsel sürecin en üst seviyesinde(boşalma esnasında) bir bilinç kararmasını yaşanır. Bu özellik “biopaty” eğilimli ve kanserli kişilerde görülmez.

Başka bir açıdan açıdan bakarsak, bu süreç vücuttaki enerjinin doğal bir boşalım sürecidir. Sağlıklı ve doğal ölçütlere uygun bir cinsel gerilim süreci, herhanbir hastalık kaynağınının oluşumuna yol açabilecek enerji kaynağını daha başından kurutmaktadır. Bedensel ve ruhsal sağlık organizmanın ritmik aralıklarla bu enerjisini düzenli olarak boşaltması gerekmektedir. Bu eksiklik ilk olarak akıl ve ruh hastalıklarında gözlenen bir eksiklik olduğu görülmüş, fakat daha sonra bütün dirimsel hastalıkların(biopaty) temelini oluşturduğu ve bu tür hastalıklarda hep bir düzenli enerji boşalımı eksiklinin varlığı olduğu ortaya konmuştur.

10. KİŞİLİK ÇÖZÜMLEMESİ, VEJETOTERAPİ VE ORGON TERAPİ

Reich’i bütün bilimsel bulgularına mantıklı bir dizelge içerisinde adım adım götüren ilk çıkış noktası ruh çözümlemesiydi(Psikanaliz). Yıllarca Freud’un yöntem ve prensiplerine göre ruh çözümlemesinde bulundu. Fakat daha sonra Freud’un önerdiği serbest çağrışım yöntemini reddetti. Serbest çağrışım yönteminde hasta bir divana yatırılır. Ruh çözümlemeci ise bir perde arkasından onun öykülerini dinler ve düşünce ve anılarını çözümlerdi. Anıların birbirini tetiklemesi, ruhçözümcü tarafından yapılan çözümleme veya bazen hastayı rahatlatıcı kimyasallar ile bilincin derinliklerine inilmeye çalışılırdı. Anıların, travmaların, kötü olayların veya bastırılmış güdülerin bilincin yüzeyine çıkınca hastanın rahatladığına ve iyileşeceğine inanılırdı. Gerçekten de bazen belli bir rahatlama sağlansa da durum çoğu zaman böyle değildi ve nadiren elde edilen başarılar da kalıcı değildi, ayrıca çözümleme bir hasta için bazen yıllarca sürebilmekteydi[3-5 yıl]

Bilinç altı ise hep, yaşanamayan ve nefrete dönüşen anılarla doluydu. İnsan, kaygılarını hafifletmek ve ondan kurtulmak için daima onu bastırmaya çalışıyordu. Bunu ise genellikle bilinçsiz olarak yapıyordu. Dünyada insanoğlu için kaygılarıyla yüzleşmekten daha korkunç hiç bir şey yoktu. Hastaların, genellikle çözümleme sürecinde, uzun yıllar öncesine, üç dört veya daha aşağı yaşlarda yaşadıkları anılara dek inilirdi.Bilinç altındaki anılar, bilinç yüzeyine çıkarılır ve ruh çözümlemeci tarafında irdelenirlerdi.

44

Page 45: Orgonomi: Kanser Üzerine

Cinsel düşler, öldürme düşleri, saldırganlık düşleri, şiddetli korkular çözümleme süreci boyunca yavaş yavaş ortaya çıkar ve kendilerini gösterirler. Bu anılar ve düşer insanoğlunun toplum tarafından nasıl şekillendirildiğinin ve bastırıldığının birer göstergeleridir.

10.1. Kişilik Çözümlemesi

Reich ise, bu uzun süren, hastalar üzerinde iyileştirici yönleri olmayan, hatta hastayı daha karmaşık bir hale getirebilen bu geleneksel yöntemi zamanla reddetmiş, hastanın iyileşmeye karşı gösterdiği, korktuğu ve hatta bahsetmekten de çekindiği, kendisini daima sakladığı direnmelerin çözümlenmesi üzerinde durulması gerektiği savunmuştur. Direnmelerin üzerine gidildiğinde, hastaların çok şiddetli tepkiler ve enerji patlamaları geçirdiğini gözlemleniyordu. Gözlemleri, bu enerji patlamalarının, ardından müthiş bir rahatlama durumuna bıraktığını bulgulamış ve bu direnmelere ilk aşamada “kişilik zırhı” adını vermişti. İyileşme bu “kişilik zırhı”nın kırılmasına bağlıydı. Yaratılan rahatlamaların (gevşemelerin) ardından, gözlenen bir diğer olguda, o güne dek hastanın bilincinde hissedemediği, anıların kendiliğinden boy göstermesiydi. Daha sonra hastada patlamalar(zırhın kırılması) yoluyla yaratılan gevşemelerin, bazı anıları tetiklediğini ve su yüzüne çıkardığını bulguladı. Reich, kişilik zırhların sistemli bir şekilde çözümlenmeleriyle(aşılmalarıyla) ve hastanın geçmiş yaşamında bilinç altına itmiş olduğu anılara, Freud’un eski yönteminden çok daha hızlı bir şekilde ulaşabiliyordu. Bu şekilde hastanın çok erken yaşlarına dek inilebiliyordu. Bu şekilde yılları kapsayan süreç içerisinde elde edilen zaman çizelgesinde, hastanın ruhsal düzlemindeki gerilim ve rahatlık dalgalalanmalarına, iniş ve çıkışlarına yönelik bir kişilik eğrisi elde ediyordu. Bu dalgalı eğri, kişinin ruh ve akıl hastalığı düzleminde hangi düzeyde olduğu ve zamanla nasıl bir evrim geçirdiği konusunu geleneksel psikanalitikk yöntemden daha sağlam tanımlıyordu. Ayrıca bu yöntemle eş zamanlı olarak, kişi kaygıları ve korkuları ile yüzleştirilerek ve onu aşması sağlanarak hastanın kişilik yapısı değiştirilyor ve iyilşeşmesi sağlanıyordu. Bu yöntemin iyileşme alanında elde ettiği başarı geleneksel yöntemlerden daha hızlı ve başarılıydı. Reich buna “Kişilik Çözümlemesi” tekniği adını verdi.

Daha sonra, özezer (mazoşist) bir ruh hastasının iyileştirilmesi sırasında, “kişilik zırhı” adını verdiği direnmelerin vücutta nasıl ve ne şekilde depolandığını anlamasına yardım edecek gözlemleri ve ipuçlarını edindi. Hasta belli bir korkuyla, kaygıyla, inatla, kinle veya başka bir davranışsal alışkanlıkla direnmelerde bulunduğu vakit, hastanın bedeninin belli bölgelerinde kassal gerilmeler olduğunu gördü[ki kişi kendi bedenindeki bir gerilimi öyle kolay kolay fark edemez ve çoğu zamanda ortaya çıkarılmaları gerekir]. Bu kassal gerilmeler üzerinde çalışıldığı vakit, hastanın öncekinden daha kısa sürede ve daha şiddetli bir şekilde gerildiği, şiddetli tepkilere sarıldığı, ani patlamalara, ağlama nöbetlerine ve krizlere yol açtığını tespit etti. Bu patlama ve krizlerin ardından gelen kassal gevşeme, bilinç altındaki anıları çok çok daha etkili bir şekilde ortaya çıkarabiliyordu. Geleneksel yöntemlerle uygulanan konuşma yoluyla sağaltımın ve zırh delme çabalarının ise ancak vücuttaki zırhta yaratılabilen gerilim ve gevşeme oranlarında etkili olabildiğinin farkına vardı ve ruh çözümlemesinden enerji bilimsel ve bedensel terapiye giden geniş ve etkili bir yolun açılmasına vesile oldu. Böylece Reich geliştirdiği “kişilik çözümlemesi” tekniğini direnmelerin bedensel düzlemde kırılması yönünde geliştirmiş, bu terapi şekline de “vejetoterapi” adını vermiştir. Daha sonraki dönemlerinde sağaltımın içine orgon akümülatörlerinin kullanımının da katılmasıyla geliştirdiği toplam uygulayım tekniğinin hepsine birden(kişilik çözümlemesi+vejetoterapi+orgon akümülatörleri) “orgon terapi(orgone therapy) adını verdi. Reich “kişilik zırhı” adını verdiği ve aynı zamanda farkına varmaksızın(kaygıyı ve korkuyu azaltmak amacıyla) bilinç altına itilen anıların, bedensel düzlemdeki bazı kronik kas kasılmalarında yattığını bulgulamıştı.

10.2. Vejetoterapi

Vejetoterapi, zırhlanmış insan bedenindeki zırhların belirli bir düzen ve sistematik içerisinde çözülmesi ve kırılmasıdır. Böylece bedende ket vurulmuş, zırhlanmış ve kronik bir şekilde kasılmış bölgelerin ortadan kalkması ile vücudun bir bütün halinde, yüksek enerji seviyesine inhibisyona (engellemeye) uğramaksızın çıkarak, ardından düzgün bir gevşemenin getirilmesi işlevi yavaş yavaş yerine getirilebiliyordu. Daha açık bir şekilde söylersek, bu düzgün bir gerilim yükselmesi ile ardından gevşemenin getirilmesi, bedensel boşalma tepkesi(orgazm) anlamına gelmektedir: beden doğal işlevlere uygun olarak istemsiz bir şekilde ortadan ikiye katlanır, vücut kendisini tamamiyle hazza teslim eder ve gerilimin en yüksek noktasında(boşalma noktasında) kısa bir süreliğine bilinç kararması yaşar. Bu olgu ise

45

Page 46: Orgonomi: Kanser Üzerine

günümüz insanının çok büyük bir oranında eksiktir. Akıl ve ruh hastalıklarında gözlenen ve göze çarpan ortak özellik cinsel işlevlerledi bu eksikliktir. Cinsel işlevin sağlık kriteri, geçmişte olduğu gibi bugün de, büyük oranda üreme organlarından tohumların beden dışına çıkabilmesi anlamında yanlış olarak değerlendirilmektedir. Oysa cinsel işlevin enerjik anlamda çok daha farklı ve önemli bir imlemi vardır. Diğer “biopaty” eğilimli kişilerde de bu eksiklik göze çarpar ve özellikle kanser hastalarında bu eksiklik en üst düzeydedir. Bir kalp-damar hastasıyla, kanser hastası arasındaki temel fark enerji seviyesi farkıdır. Enerji seviyesi ve kapasitesi yüksek bir insanda meydana gelen zırhlanma bu inhibisyon sürecini, kalp-damar sisteminde meydana gelen bir hasara dönüştürebilir, aynı şekilde başka bir hasara da ve hastalık çeşidine de. Fakat eğer enerji seviyesi düşmüşse, ki zırhlanmalar kişide birer kişilik ve kas duvarı(kasların kronik bir şekilde kasılmasıyla) süreci örerek temel sürecin enerji seviyesini düşürürler. Bu süreç ise sonunda dokuların bütünsel yapılarını yitirmesiyle sonuçlanır. Dokular yavaş yavaş bir çürüme süreci içerisine girerler. Kanserse zaten doğal bir ölüm sürecidir. Zırhlanma enerjik gerilim ve gevşeme süreçlerinde bir inhibisyon işlevi görerek kanser sürecini kısaltır. Zırhlanan bir insan eğer kalp-damar hastalığı veya bir başka dirimsel hastalık nedeniyle ölmez ise eğer, sonunda gelip çatacağı nokta kanser hastalığı olacaktır.

Reich, zırhlanma bölgelerini genel olarak yedi bölgeye ayırmıştır, bunlar: göz bölgesi, ağız bölgesi, servikal bölge, göğüs bölgesi, diyafram, karın ve pelvis bölgeleridir. Bu bölgeler çevrelerinde diğer doku ve organlar ile o bölgeyi kontrol eden çeşitli sinirleri ve sinir ağlarını da kapsar. Hasta genel olarak düz bir yere yatırılır ve olabildiğince hızlı ve derin nefes alması istenir. Bu hızlı nefes tekniği kişinin otonom sinir sistemini harekete geçirir. Zırhlanmış bölgelerdeki(yani kronik bir biçimde kasılmış kaslardaki) enerjiyi sıkıştırır ve gözle ve elle muayene ile tespit edilebilecek hale getirilir. Çoğu hasta, hemen hemen hepsi, bu işlem sırasında kendinden geçer. İlk aşamada ortaya çıkan zırhlar nefes yoluyla enerji seviyesinin yükseltilmesi ve gerekiyorsa masaj yoluyla giderilmeye çalışılır. Her gerilimin ardında bedendeki kimi bölgelerde bir kasılmalı titreme veya ani patlama, ağlama ve şiddetli bir kriz ile gevşeme ve rahatlama onu izler. Genellikle zırhların çözümlenmesinde, eğer vücudun üst kısımlarında(baş bölgesinde) zırhlanma mevcut ise, çözülmelerine o bölgeden başlanır. Sağaltım ve seanslar ilerledikçe, çözülen zırhlar yerini başka zırhlara bırakırlar. Bir zırh belirirken diğer zırh kaybolabilir. Zamanla zırhlanmaların çözülmesi işleminde pelvis bölgesine doğru inilir. Gevşeyen her zırh belli bir süre hastada ciddi sıkıntılara, korkulara, korku dolu anıların su yüzüne çıkmasına, şiddetli sinir krizlerine, öldürme düşlerine ve ölesiye korkacağı kaygıların yeniden canlanması gibi birçok farklı etkiye neden olabilir. Seanlar sırasında hastadan dürüst, ve içinden geldiği gibi davranması istenir. Eğer bu süreç esnasında hastanın herhangi bir kişiye veya olaya karşı duyduğu nefret ortaya çıkarsa, hastanın vurması, bağırması , tekme atması vs. gibi yollarla içindeki nefreti dışarı atmasına yardımcı olunur. Bunun için divanlara veya duvarlara döşenmiş özel halılara vurması istenebilir. Sağaltım dışında, hastanın günlük olarak yapması istenilen özel egzersizler verilir.

Sağaltım sürecine başlamadan kişinin ailesi, hastada gözlenebilecek değişiklere karşı uyarılır. Tedavi, kişinin enerji seviyesinde önemli değişikliklere neden olur. Yükselen her enerji seviyesine karşı hasta yeni bir zırhla istemsiz bir şekilde karşı koyar. Hasta bu süreçleri kendi bilinciyle kontrol edemez. Kişide en fazla kaygı ve korku uyandıran bölge pelvis bölgesidir. Bazen pelvis bölgesine doğru tüm zırhların çözülmesi sürecinde, çözülen bütün zırhların geri gelmesi tehlikesi ile karşılaşılabilir. Bunun nedeni çözülen her yeni zırhın bağladığı enerjinin serbest kalarak kişinin enerji seviyesinin daha da yükselmesidir. Hasta zamanla yükselen enerji seviyesine uyum sağlar. Eğer oluşmuşsa zırhların tekrar çözülmesi işlemine girişilir. Çözülen her zırhın zırhın tuttuğu bağlanmış enerji serbest bırakılır. Bu artış hastanın cinsel performansında da yansır. Hastadaki bütün zırhlar çözüldüğünde, hastada o ana kadar gözlenmeyen bir tepke gözlenir. Bu bedensel boşalma tepkesidir. Diğer bir adıyla orgazm refleksidir. Pelvis ve baş bölgesi kendiliğinden öne doğru ilerleyerek vücut ortasından ikiye katlanır. Hastalar bu tepkeye ilk bakışta şaşırırlar. Çünkü yaşadığımız zırhlı insan kültürü içerisinde neredeyse zırhsız, sağlıklı insanların sayısı çok azdır.

10.3. Zırh Oluşumu

Zırhlanma adı verilen olay kişinin kaygılarını ve korkularını bastırmasını, hafifletmesini, ve unutmasına yol açan temel mekanizmadır. Kişi kaygılarına karşı içsel olarak daha az nefes almayla tepki gösterir. Bu sayede kaygılarını hafifletebilir. Eş zamanlı olarak insan kaygı uyandıran bir durumdan veya olaydan korunmak için, sanki her an felaket gelecekmişçesine kaslarını kronik bir şekilde gergin tutar. Fakat kişi bu kronik gerginliğin farkına varamaz, nasıl

46

Page 47: Orgonomi: Kanser Üzerine

ki uzunca bir süre aynı koku veren bir ortama maruz kaldığımızda o kokuyu hissedemeyişimiz gibi. Kaslar ve organlar kıpırrısızlaşır, katılaşır, kişinin tıpkı bir makine gibi hareket etmesine neden olurlar. Bir zırhlanma türü bir olaya veya istenmeyen bir duruma süreğen bir şekilde maruz kalma yoluyla veya şiddetli bir travma ile gelip yerleşebilir. Zırh oluşumuna gösterilebilecek bir örnek aşağıda verilmiştir. Şizofrenik bir hastanın sağaltım öyküsünden alınmıştır:

Deneyimli dirimsel sağaltım uzmanı boyun halkasının alabildiğine kasılmış, solgun ve kıpırtısız olduğunu daha ilk bakışta anlardı. Yüzünden çılgınlık okunuyordu, hemen hemen mosmordu. Boğazındaki kilitlenmeyi açmak için tam on dakika çalışmam gerekti. Boğazındaki kilitlenme açılınca sessizce ağlamaya başladı. Daha sesli ağlaması için yaptığım çağrılar yanıtsız kaldı. Sinirceli dirimsel bozukluklarda şu görüngüye sık sık rastlarız: ağlama nöbetinin yarattığı duygulanım öylesine güçlüdür ki, hasta kendini bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlayamaz. Genellikle bu görüngü müthiş bir öfkeyi gizlemeye yarar. Hasta kendini bıraksa hıçkıra hıçkıra ağlasa, adam öldürmüş gibi olur.

Bu zırh genellikle hastanın bilmem hangi sözü edilmez kusurdan ötürü cezalandırılmış olmasından gelir. Bizim kızın anası da kocasında nefret ediyor, onu gebertmek, nasıl olursa olsun ondan kurtulmak istiyordu, ama adam çok güçlü, kadınsa herhangi bir şeye kalkışamayacak kadar güçsüzdü. Dolayısıyla o zamanlar üç-dört yaşında olan çocuğu gürültü yapıyor, sokakta oynuyor, ya da buna benzer çocukça işlere girişiyor diye cezalandırıyordu. Bu türlü haksız davranışlara gösterilecek doğal tepki son derece haklı bir öfkedir; ama çocuk öfkesini dışarı vuramaz, onun yerine ağlar; oysa <<ağlamak>> da yasaktır: <<İyi yetişmiş çocuklar ağlamaz, duygularını açığa vurmaz!>> İnsanlığı cennete ya da cehenneme götürecek <<büyük atom uygarlığının>> eşiğinde, yirminci yüzyılda çocuklarımıza verdiğimiz eğitim budur işte...YANITLANMASI GEREKEN BİRİCİK SORU, İNSANOĞLUNUN, ANALARLA BABALARIN BU SUÇLU TUTUMUNUN SON KALINTILARINI ORTADAN KALDIRMAYI BAŞARIP BAŞARAMAYACAĞIDIR: HEKİMLERİMİZ, EĞİTİMCİLERİMİZ VE GAZETECİLERİMİZ SAVSAKLAMALARDAN, ÖLÇÜLÜLÜKTEN VE OKULCU <<NESNELLİKTEN>> VAZGEÇİP BU CANALICI SORUNA PARMAK BASMA, SÖZ KONUSU TUTUMUN ZARARLARINI SAYIP DÖKME YÜREKLİLİĞİNİ GÖSTERECEK MİDİR, GÖSTEREMEYECEK MİDİR?

Bizim hasta da yirmi-otuz yıl hırçın anasının kötü davranışlarının kurbanı olmuştu. Kendini korumak için anasını boğazlamayı düşünüyordu. Bu içtepiler son derece güçlüdür ve ancak gırtlakta beliren, öldürücü nefreti etkisiz kılan güçlü bir kas zırhıyla dizginlenir. [Kaynak: W. Reich, Kişilik Çözümlemesi, Sayfa 386, 387]:

Zırhlanmaların etki alanları sadece kaslarla sınırlı kalmaz, uzun süreç içserisinde çevrelerindeki organların biyolojik ritimlerini etkileyerek bulunduğu bölgelerdeki iç organları, kemikleri, sinir ağları, salgı bezleri gibi türlü yapıları da etkileyebilirler. Bu organların körelmesine, işlev bozukukları meydana gelmesine veya anormal davranışlar sergilemelerine sebep olabilir. Mesela hiper-tiroidi hastalığının, bugün Orgonomistler tarafından boyun bölgesindeki zırhlanmadan kaynaklandığı gösterilebilmiştir*. Benzer şekilde damar sertliği ve koroner damar hastalıkları** ve amfizem, bronşiyel, kronik bronkojenik ve karsinaom*** gibi çeşitli hastalıkların göğüs bölgesinde meydana gelen zırhlanmalarla biçimlendikleri üzerine çalışmalar mevcuttur:

* “Dew, R: Biyopatik Yatkınlık (VI Bölüm: Hipertiroit) Journal of Orgonomy, 7. Cilt, No. 1 Mayıs 1973”.

** “Dew, R: Biyopatik Yatkınlık (VI Bölüm, Damar Sertliği ve Koroner Damar Hastalıkarı) Journal of Orgonomy, 4. Cilt , No. 2 Mayıs 1970”

***“Dew, R: Biyopatik Yatkınlık (V Bölüm: Akciğer Biyopatileri) Journal of Orgonomy, 6. Cilt, No. 1 ve 2, Mayıs ve Kasım 1972”.

Her ne kadar burada anlatmaya çalışsak da, yapmaya çalıştığımız şey sadece ana hatlarına ve temel süreçlere değinmekten daha öteye gidemez. Daha ayrıntılı Türkçe kaynak için lütfen bakınız: W.Reich, Kişilik Çözümlemesi; W.Reich, Kanser; W.Reich, Bedensel Boşalmanın İşlevi; Morton Hertskovitz, Duygusal Zırhlanma(Emotional Armoring : An Introduction to Psychiatric Orgone Therapy).

10.4. Orgon Terapi

Orgon Terapi, kişilik çözümlemesi ve vejetoterapi adı verilen sağaltım yöntemlerinin, orgon akümülatörlerinin(orgon enerjisinin) kullanılmasıyla adlandırılan daha genişletilmiş halidir. Dirimsel hastalıklarda, özellikle kanser hastalığında, gerekli görüldüğü zaman ruh ve akıl hastalıklarında, bağışıklık sistemi bozukluklarında ve diğer “biopaty” eğilimli kişilerde kullanılırlar. Orgon akümülatörü, genel olarak akümülatörlerinin içine hastanın kapatılması yoluyla uygulanır. Hastanın durumuna göre 10 dk-1 saat arası bu süre değişebilir. Periyodik(devamlı) veya sadece gerekli görüldüğü durumlarda kullanılabilir. Akümülatörün enerji alanıyla, hastanın bedeni ve enerji alanı karşılıklı etkileşim haline girer. Işınlar ve enerji

47

Page 48: Orgonomi: Kanser Üzerine

alanı hastanın bedenini uyarır. Vücudun iç kısımlarında biriken kan ve enerji, kılcal damarlara, dokulara ve vücut yüzeyine akın eder. Hasta akümülatör içindeyken bedeni ile akümülatörün duvarı arasındaki mesafe çok uzak olmamalıdır. Aksi taktirde bir etki gözlenemez. Hastalar bu nedenle boy ve hacme göre akümülatörlere yerleştirilirler.

Akümülatörlerinin yerel uygulanım şekilleri de mevcuttur. Küçük bir akümülatör içinden boruyla ve borunun da ucundan huni şeklinde genişleyen ağzı bedenin belirli bölgelerine uygulanırlar. Akümülatörlerin düzenli ve periyodik kullanımı kaslardaki kronik gerilimleri giderici bir etkide bulunur. Kasılıp gevşeyebilen ve doğal süreçlere göre işleyen birer organ vazifeleri görmeleri sürecine yardım eder.

Reich, daha ilerleyen dönemlerde farklı bir çalışma şekline sahip olan “Medikal DOR-Buster”i geliştirmiştir. Bedendeki DOR adı verdiği, Orgon'un ve serbest metabolizmanın sapmasından oluşmuş enerjinin bedenden çekilmesi esasına dayanmaktadır. Fakat kullanımı orgon akümülatörleri kadar yaygınlaşamamış ve insanlar üzerinde yaygın olarak denenememiştir. Hastalarda çok daha kısa sürede şiddetli patlamalara neden olduğu ve kullanımında çok dikkat gerektirmesi gereken bir uygulayım olduğu söylenmektedir.

11. KANSERLİ KÖRELMENİN BİYOPATİK YANI VE BİR KANSER HASTASININ AYRINTILI SAĞALTIMSAL ÖYKÜSÜ

Biyolojik enerjik ritmin bozulması ve büyük oranda cinsel durgunluk ve onunla eş zamanlı olarak oluşan zırhlanma kanser hastalığının ana temel sebepleridir. Biyolojik enerjik ritmin engellenmesinden kastımız, daha da geniş anlamında, kişinin gerek toplumsal düzeyde, gerekse de biyolojik-enerjik düzeyde, onun yaşam ile savaşında zayıf düşmesidir. Bu dediklerimizle ne demek istiyoruz, kısaca özetleyelim:

1. Safha: Çevre yoluyla oluşan herhangi bir kas zırhı, kişinin zararına oluşabilecek herhangi bir kaygıya karşı geliştirilir. Kişi kendisine yönelen tehlikeyi önleyebilecek güçte ise, tehlikeye karşı koyar. Eğer, yetemeyecek kadar zayıf ise, bedenini daha fazla çaba sarf etmek üzere değiştirecektir. Bu durumda her an bir tehlikeyle yüzleşecekmişcesine kasları veya belli kas grupları kronik bir şekilde kasılmaya uğrar. Bu organlarla bağlantılı sinir hücreleri de bu kasılmaya eşlik ederler. Uzun süreç içserisinde kişi çevresel tehlikeye ve duruma ve alışır, adapte olur: bu ise kronik kasılmanın bir sonucudur. Kişi bu sayede bilincindeki tehlikeyi bastırır ve bilinç altına iter. Eş zamanlı olara bedenindeki kasılmaların ve tehlikeye karşı hissettiği bedensel rahatızlık ve tepkinin de farkına varamaz hale gelir. Aynı zamansal süreçte, bu durum kişinin cinsel işlevlerinden bir parça çalar ve ona ket vurur. Benzer şekilde, kişide herhang bir nedenle meydana gelen cinsel yoksunluk, durgunluk ve enerjik işlev bozukluğu, tersi yönden zırhlanma sürecini tetikleyip aynı etkilerde bulunabilir.

2. Safha: Zırhlanma süreci, fiziksel olarak akciğer, diyafram veya göğüs bölgesini etkileyerek dış solunuma ket vurabilir. İkinci olarak kronik bir şekilde kasılan kasların uzun süreç içerisinde iç solunmu kötüleşir ve enerji seviyesi doğal olarak düşer. Çünkü gerilip gevşeme yetenekleri kısıtlanmış ve atım kapasiteleri düşmüştür. Çoğunlukla bu ikisi eş zamanlı olarak meydana gelir. Tüm zırhlanmalar bir miktar fiziksel ve iç solunuma ket vurarak, onu aksatır.

3. Safha: Kötü hava alınması, enerji seviyesinin düşmesi ve fiziksel solunumun aksaması sonucu iç solunum da aksar ve dokular işlevlerini sürdüremez hale gelir. Zırhlanma giderek güçlenir. Özerk organlardan, vücut yüzeyinden, damarlardan uzak dokulardan ve özellikle cinsel organ bölgelerinden(pelvisten) enerji ve kan geri çekilir. Bedensel boşalma güçsüzlüğü, uzun dönemde enerji kapasitesinin daha da düşmesiyle, dokusal ayrışma, biyonal parçalanma veya günümüzün modern terimleriyle söylersek hücrelerin apoptoz sürecini başlatır. Yozlaşan ve ayrışan hücre materyallerinden T basilleri oluşumu körüklenir. Bu ise hücrelerin keseciklere(biyonlara) ayrışma sürecini hızlandırarak, - daha sonraki bölümde “kanserli hücre”yi betimlerken göreceğimiz gibi - kendisine karşıt bir işleve sahip olan kanser hücrelerinin oluşumu körükler.

Kanser hastalığının yılları kapsayan temel süreci ve ana hatları bu şekildedir. Orgonomiye göre bu hastalık süreci vücuda dışardan gelen bir takım gizemli virüslerin veya bakterilerin, vücuda özgül oldukları herhangi bir dokuya giderek ve gizemsel şifreler aktarıp oluşması süreciyle meydana gelmez. Reich bu temel sürecin kaynağını cinsel işlev yoksunluğun getirdiği kişiliksel boyun eğme olarak nitelendirmişştir. Boyun eğme, kişide giderek enerji seviyesinin düşmesini ve cinsel işlevlerden uzaklaşmayı hızlandırır. Bu ise yılları kapsayan bir süreç içerisinde dokuların ayrışması ve çürümesi ile sonuçlanır. Aşağıdaki sağaltım öyküsü, W.Reich'in “Kanser” isimli kitabından alınmıştır, orgon terapi kapsamında temel olarak daha

48

Page 49: Orgonomi: Kanser Üzerine

önceki bölümde anlattığımız tüm uygulayımları(kişilik çözümlemesi+vejetoterapi+orgon akümülatörleri) kapsaması açısından özellikle seçilmiştir [Sayfa 177-185]:

Hastanın erkek kardeşi hastalığın üç yıl önce sağ kalçada beliren şiddetli sancıyla belirdiğini anlattı. Sancı sürekli ve zonklamalıydı.O günlerde hasta aşağı yukarı 60 kg geliyormuş. Yattığı yerden yardımsız kalkamıyormuş. Hastaya bakan hekim, kuyruk sokumunda bir kasılma olduğuna karar vermiş ve hastaya morfin, atropin iğneleri yapmış. Ancak sancı kesilmiyor, hasta artık yatağından çıkamıyormuş. Üç ay sonra kusmaya başlamış. Sancı da kuyruk sokumundan beşinci omura kaymış. X ışınlarıyla yapılan film omurganın kısaldığını göstermiş. Bir iskelet bozuklukları uzmanı hastayı alçıya koymuş. Sol göğüsteki kanserden doğmuş olabilecek onucu göğüs omurundaki körelmeyi ilk o saptamış. Doku bilimsel inceleme hekimin koyduğu tanıyı doğrulamış: hasta leğen kemiği ve X ışınlarıyla bakıma alınmış ve bütün bakım süresince yatağından çıkmamış. Başka bir hekim X ışınlarıyla kadını kısırlaştırmış. Bakımevinden çıktığında aşağı yukarı 45 kiloya düşmüş.

Bakım evinde tutulan hasta kartı bize şu bilgileri verdi: hasta, bakım evine alınmazdan dört ay önce, yürümesini güçleştiren sağ kalça sancıları çekiyormuş. Oturması zormuş. Şu olgu pek çok ilgimizi çekti: hastayı iki yıl yatağa bağlayan sancılar başlangıçta, sonradan kanserli urun saptandığı yerde baş göstermemiş. Öldürücü urun çekirdeği sol memede ve daha sonra X ışınlarına tutulan omurda geliştiği halde, acılar sağ kalçada kendini göstermişti. O arada hastanın kustuğunu da belirtelim. Bakımevi kartı hastanın hep yattığını ve sancısız kıpırdayamadığını belirtiyordu. Akkan(lenf) boğumları şişmemişti. Göğüsteki urun boyutları 3x2x6 cm'ydi. Daha o zamandan hastanın bacakları kaskatı kesilmiş, kuruk sokumu bükülgenliğini yitirmiş, omurganın büyük kesimini sancılar kaplamıştı. Bakım evinin koyduğu tanı, kemiklere de sıçrayan sol göğüs kanser; kadına bakan heim durumu umutsuz sayıyordu.

Hasta, sol göğüsteki öldürücü urun bulunmasında 26 ay sonra bizim kanser araştırmalarımızı yaptığımız kuruma getirildi. Binbir güçlükte ayakta durabiliyordu. Derisi özellikle yüzünde kül rengindeydi, burnunun çevresindeyse iyice sararmıştı. On ikinci omurun çevresindeki sancılar artık pek yerleşmiş ve şiddetlenmişti. Sol memede küçük bir elma büyüklüğünde pek az kıpırdayan bir ur vardı. Hemen o akşam yaptığımız kan çözümlemesi alyuvarların %35'e düştüğünü gösteriyordu. 24 saat içinde kaynatılmış et suyunda T basilleri oluşturuyordu. Hastanın kanında yılanımsı hareketlerle devinen uzun, kokuşturucu bakteriler vardı, alyuvarlarındaki yaşam kabarcığı(bionlar) çözüşmeye, onların yerini bir sürü T kabarcığı almaya başlamıştı. Mikroptan arıtılmış ortamda yapılan denetleme deneyi, mavi kabarcıkların varlığını ortaya koydu, ama kabarcıkların sayısı az, içlerindeki mavi ışık pek solgundu. Et suyunda kabarcık üretme deneyi, tüpün kenarınd gözle görülür bir T basili birikintisine yol açtı. Bu kan çözümlemesinin sonucu, kan dizgesinde büyük bir dirimsel zayıflığın varlığını gösteriyordu. X ışınlarıyla yapılan inceleme de şu sonuçları verdi:

Beşinci boyun omurunda çökme. Boyun omurları bölgesinde başka önemli bir gözlem yok. Omurganın orta kesiminde, onuncu ve on ikinci omurlarda çökme, üçüncü ve dördüncü omurlar arasındaki bağlantının kısalması. Dokuzuncu kaburganın ortasında güçlü bir kanser sıçraması sanısı.

Bel omurlarında herhangi bir örselenme yok, ancak kalça kuyruk sokumu bağlantısında, kanserin buradaki kemiklere sıçradığı sanısını veren, yoğunluğu daha az üç yuvarlak karaltı; bunlar kör barsakta toplanmış gazların gölgesi de olabilir.

Sonuç birkaç yerde kemiğe sıçrayan kanserin yarattığı örselenmeler. Hastayı gönderdiğim hekim – röntgen filmlerine baktıktan sonra - baktıktan sonra durumun umutsuz olduğunu bildirdi. Ben kendi payıma, röntgen filmlerinden çok kanın dirimsel zayıflığından etkilenmiştim. Hastanın dostu olan iki hekim on beş günde her şeyin sona ereceğini söyledi.Bunlardan biri bakım evindeki hekimlerin dediklerine dayanarak çok çok iki ay daha dayanabileceğini bildirdi bana.

Kas zırhı:

Bana getirildiğinde hastanın dirimsel bedensel duruşu şöyleydi: çenesi eklem yerinden kaynamış gibiydi. Dişlerini hiç aralamadan ıstık çalar gibi konuşuyordu. Alt çenesini aralamaya kalktı mı çiğneme kasları müthiş kasılıyordu. Özellikle köprücük kemiğinin üstüne gelen kesimdeki iç ve dış boyun kasları kaskatıydı. Hasta boynunu uzatırsa bir belaya çatacakmış gibi boynunu kısıyor, başını öne eğik tutuyordu. Başın ve boynun bu tutumu beşinci boyun omurunun çökmüş olmasıyla açıklanıyordu. Hasta uzun süre bir boyun hamudu taşımıştı; demek ki dikkatsizce ya da apansızca yapılan bir hareketin boyun omurlarından birini kırmış olmasını da göz önünde bulundurmak gerekiyordu. Sonradan hastanın bu duruştun sinirceli bir korunma biçimi olarak yararlandığını öğrendim: boynunu hareket ettirme korkusu, omurlarından birinin çökmesinden çok önce başgöstermişti: dahası başını böyle içeri çekik tutması şimdi acısını çektiği kanserin sonucu değil, dirimsel nedeni saymamız gereken genel bir dirimsel-bedensel duruşun bir parçasıydı.

Başın, göğsün, bacakların bütün tepkeleri(refleksleri) doğal ölçütlere uygundu. Hastanın solunumunda büyük bir bozukluk vardı. Burundan soluk almakta büyük güçlük çekiyormuş gibi dudaklarını sıkıyor.Burun delikleri ardına dek açılıyordu. Göğüs kafesi kıpırtısızdı; soluk alıp verme devinimlerini izlemeye gücü yetmeyen göğüs kafesinin, soluk

49

Page 50: Orgonomi: Kanser Üzerine

alma durumunda donup kaldığı söylenebilirdi. Derin soluk al deyince hasta bu sözü dinlemiyor, bunun anlamını kavramamış gibi duruyordu. Soluk verme konumuna getirmek için göğsüne bastırınca, etkin bir diren gösteriyordu. Baş, boyun, ense eklemsiz, kıpırtısız bir kitle oluşturuyordu. Ayrıca kollarını havaya kaldırmakta da büyük zorluk çekiyordu. İnsanın elini şöyle belli belirsiz sıkıyordu. Omuz kasları gepgergindi, yer yer boğum halinde dışarı fırlıyordu. Belkemiğinin iki yakasında, omuz başlarında ve kürek kemiklerinin arasında aşırı bir duyarlılık ve sızı vardı.

Karın kasları da müthiş gergindi ve en küçük bir bastırmada büyük direnç gösteriyorlardı. Vücudun öbür yanlarındaki kaslara oranla bacak kasları da pek gelişmemiş, hemen hemen güdük kalmıştı. Kalça kasları, içeri çekik ve kıpırtısızdı.

Hızlı bir ruhçözümsel inceleme şu sonuçları verdi: kanserli urun bulgulanmasından çok önce, hasta uykusuzluk çekmeye başlamıştı. On iki yıldır duldu. İki yıl evli kalmış, dıştan dingin ve dengeli bir yaşam sürüyor gözükmesine karşın, mutsuz bir evlilik geçirmişti. Mutsız bir evlilik yapan bir sürü kişinin tersine, başından beri eşiyle mutsuz olduğunun bilincine varmıştı. İlk hafta ve aylar, hep uyarılmış ve doyumsuz kalmıştı. Kocası onunla sevişmeyi bir türlü becerememişti. Sonunda becermiş fakat, hep erken boşalmıştı. Hasta evliliğin ilk aylarında bu doyumsuzluktan müthiş acı çekmişti; daha sonra bu duruma <<alışmış>>tı. Cinsel doyuma ermek istediğini hep bilmiş, ama bunu gerçekleştirmenin çaresini bulamamıştı. Kocasının ölümünden sonra kendisini çocuğunun eğitimine adamış, erkeklerle ilişkisini kesmiş, hiçbir toplumsal ilişkiye girmez olmuştu. Cinsel arzusu yavaş yavaş yatışmıştı. Onun yerini derin kaygılar almıştı, hasta bunların yarattığı bin türlü düşsel korkuyla savaşmaktaydı. Beni görmeye geldiğinde yüreğini saran kaygıyı aşmışa benziyordu.: yazgısına ve cinsel perhize boyun eğmişti. Kişilik çözümlemesinde şu çok beylik sinirceli yazgıya boyun eğme görüntüsü ortaya çıkıyordu; yaşamını değiştirme konusunda içinden hiçbir itki gelmiyordu artık. Dipte yatan zihinsel çatışkıları derinleştirmek özenle kaçınıp örgensel değişimlere yönelttim dikkatimi, nitekim kısa bir süre sonra beklediğim değişimler boygösterdi.

Dirimsel enerjiyle sağaltım deneyinin sonuçları:

Dirimsel enerjiyle sağaltım deneyi, öldürücü ur geliştirmiş hastayı acunsal yaşam(orgon) enerjisi biriktiren aygıtın(orgon akümülatörünün) içine kapatılarak yapılır. Aygıtın içinde biriken dirimsel enerji hastanın çıplak vücudunda ve solunum örgenlerinde toplanır. Hastanın biriktireçte enerji ışınlamasına ne kadar süre tutulacağı, aygıtın içindeki elektrik ölçerin(elektroskobun) ne kadar sürede boşalacağına bağlıdır(doğal kaçak), ve bunu da deneyin yapıldığı odadaki elektrik ölçerin org-dakika'yla gösterilen boşalma hızıyla kıyaslarız. Biriktirecin i içindeki dirimsel enerji, kutunun dışında bulunan yaşam enerjisinin 3-5 katıdır.

Deneme olarak hastayı 30 org-dakikalık ışın yayılımına tuttum; başka bir deyişle hasta – bir enerji birimi 60 dakikada boşalırken – orgon akümülatörünün içinde 30 dakika kalıyordu.

Aşağıdaki durum bildiriside, dirimsel enerjiye tutulan bütün kanserli hastalarda kendini gösteren özel tepkilerden söz edeceğim yalnız. O arada salt kişisel tepkilere de değineceğim.

İlk sağaltımda hasta, omuzlarının arasında derinin kızarmasıyla tepki gösterdi; söz konusu bölge, iki ay sonra, hastanın yakalandığı dirimsel bozuklukta büyük rol oynayacaktı. İkinci oturumdan sonra tepkiler daha da belirginleşip yoğunlaştı. 10. omurdaki sızı ışın yayılımına sırasında düzenli olarak azalmaktaydı. Bu rahatlama genel olarak bir sonraki sağaltıma dek sürüyordu. Ancak nemli ve yağışlı havalarda sızı artıyordu. İkinci sağaltımda kızıllık sırtın ve göğsün iki yanını kapladı. Işınlamaya ara verince kızıllık yok oluyor, ama hasta biriktirecin içine girer girmez yeniden boygösteriyordu. Üçüncü sağaltımda sonra hasta biriktirecin içindeki havanın <<kendisine daha yakın ve ağır>> geldiğini söylemeye başladı. İzlenimleri şu tümcelerle dile geliyordu: <<boşluğa yuvarlanır gibi oluyorum>>, <<kulaklarım uğulduyor>>, <<birşeyler beni güçlendiriyor>>, <<içimi Bir şey ısıtıyor>>. Üçüncü oturumda hastanın özellikle koltuk altları terlemeye başladı. Sorduğumda yıllardır terlemediğini söyledi.

Bütün bu tepkiler, kanserin dirimsel yanını ortaya vuran, vücudun dirimsel enerjiye gösterdiği tepkilerdir. Kimi hastalarda şu belirtiler ağır basar, kimisinde de öbür belirtiler. Derinin kızarması, nabzın yavaşlaması, sıcak sıcak terlemek, <<vücudun içinde bir şeylerin koptuğunu>>nu, <<bir şeylerin dolduğunu ya da şiştiğini>> sanmak ancak birtek biçimde yorumlanabilir: kanserlilik hali vücudun genel duygulanımsal dizgesinde tutukluk yapması, başka bir deyişle bitkisel dizgenin kasılmasıyla tanımlanır; bundan ötürü kanser hep nabzın hızlı atmasıyla, derinin solgunlaşmasıyla, morarıp kurumasıyla, yanakların çökmesiyle, vücuttaki bütün örgenlerin örgenlerin devingenliğinin azalmasıyla, peklikle, ter bezlerinin kilitlenmesiyle at başı gider. Işın yayılımının etkisi vücuttaki dolşaım dizgesini kamçılayıcıdır. Dolayısıyla vücuttaki genel duygulanımsal dizgedeki genel büzülmemeye karşıttır: acunsal yaşam enerjisi biriktiren aygıtın içinde, başka herhangi bir ilaca gerek kalmaksızın, hastanın yürek atışları 120'den 90'a, 150'den 110'a düşer yirmi dakikada. Derinin kızarmasıyla terleme de aynı görüngüyle açıklanabilir: deriye yakın kan damarları sertleşmekte, damarlardaki gerilim azalmaktadır. Dirimsel açılıp kapanma terimleriyle söylersek: vücudun kansu dizgesindeki süreğen kasılma gevşemekte, yerini kan damarları dizgesindeki süreğen kasılma gevşemekte, yerini kan damarları dizgesindeki genleşmeye bırakmaktadır. <<Kansu dizgesindeki bu genleşme>> kanserin en belirgin özelliği olan sızının da azalmasına yol açmaktadır.

Kanserli hastaların çektikleri acı, genellikle dokuların somut bozulmasına, öldürücü urun doğurduğu doku bozulmalarına verilmektedir. Sinir sıkıştığı ya da duyarlı örgenler yıprandığı zaman bu türlü acılar başgösterebilir elbet. Ama salt kansere özgü - burada sözünü ettiğimiz – sızı bu türlü bölgesel, kendiliğinden doğma acılardan kesinlikle ayrılır. Biz bu acıya <<körelme sızısı>> diyeceğiz. Bu sızının iç düzeneğini kavrayabilmek için, şimdiye

50

Page 51: Orgonomi: Kanser Üzerine

kadar önemsenmeyen bir takım olgulara başvurmak gerekir.

Cinsel tutumbilim bu güne dek hekimliğe egemen olan şu düşünceyi bir köşeye itmek zorunda kalmıştır: çok hücreli canlıların özerk sinir dizgeleri hiç kıpırdamaz, kaskatı durur, kendilerine verilen içtepileri (impulsion'ları: ilcaları) örgenlere iletmekten başka bir iş yapmazlar. Sinir dizgesinin sürekli kasılıp gevşediği, belli bir devingenliğe sahip bulunduğu kabul edilmezse, zonklamalı sancılarla süreğen ağrılar anlaşılamaz. Yukarda açıkladığım gibi un kurdunun mikroskopla incelenmesi bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Gerçekten de mikroskopla sinir düğümlerindeki sinir tellerinin kendi başına kasılıp yayıldıklarını ve bu devinimlerin kurdun bütün devinimlerinin ortaya çıkmasından önce ortaya çıktıklarını görürüz. Çekip götürücü içtepiler ilkin özerk sinir dizgesinin devinimlerinde ortaya çıkmakta ve ikincil devinimler halinde, ve ikincil devinimler halinde bütün vücudun devinimlerine yansımaktadır. Bu gözlem insana devrim yaratıcı ve garip gözüküyor. Oysa dolaysız gözlemin doğruladığı canlı varlığın açılıp kapanma işlevinin sıradan uzantısından başka Bir şey değil. Çok hücreli canlıda açılıp kapanan, uzayıp kısalan tekhücreli(amip) özerk dirimsel sinir dizgesi biçiminde yaşamaya devam etmektedir. Öyleyse özerk bitkisel ve coşkusal devinim kansu akımının dolaysız anlatımıdır. İster hazzı, ister korkuyu ister kan basıncını, ister sancıyı ele alalım, dirimsel sinirlerin kıpırtısızlığı konusunda genel olarak benimsenen,düşünce bir tek dirimsel görüngüyü açıklayamaz. Buna karşın işlevsel ve dokusal(syncytium) bir birim oluşturan özerk sinir dizgesinin kasılabilirliği kabul edilirse, öznel kansu duyumlarını örten giz perdesi kalkar. Haz duyumu vücudun genleşmesini, yayılmasını dile getirir. Kan dolaşımı dizgesindeki genleşmeden ötürü haz duyduğumuz zaman, özerk dirimsel sinirlerimiz, dünyayla buluşmak, kucaklaşmak üzere uzanırlar. Buna karşın korku sırasında bir kabuğuna çekilme, büzülme, dünyanın dışına kaçma, bir <<sıkışma>> (angustiae:yürek daralması) yaşarız. O zamansa duyduğumuz, dirimsel sinir dizgesinin büzülmesidir.

Bedensel boşalmayı elde olmayan bir dizi çırpınma biçiminde duyarız; o tüm kansu dizgesindeki açılıp kapanma sürecini nesnel olarak dile getirir. Kanserlilerin çektiği sancı dirimsel sinirlerin hasta bölgelerden çekildiklerini ve dokular üzerinde bir <<kasılma>>ya yol açtıklarını gösterir. <<Zonklamalı sancı>>dan ya da <<sürüp giden ağrılar>>dan söz ederken gerçekte nesnel bir süreç dile getirilmektedir. Ancak canlıya-karşı, dirime-karşı, ruhsal dünyaya karşı, kaskatı, devinimci bir düşünbilim(felsefe) örgen duyumlarımızla dirimsel aygıtın yataklık ettiği gerçek süreçler arasındaki benzerliği, aynılığı yasıma hünerini gösterebilir. Bu türlü düşünbilimler örgen duyumlarımızı alır doğaötesine(metafiziğe) aktarır ve kanser belirtilerinin bir tek görüngüsünü bile açıklayamazlar.

Ve işte şimdi yalnızca dıştan bakıldığında garip gözüken, şu son derece özgün görüngüyü kanserlilerin ağrılarının dirimsel enerji biriktiren aygıtın içinde hafiflemesini anlayabiliriz. Kanser sancısı yerel dokusal bir örselenmenin değil de, özerk sinirlerin genel kasılmasının sonucuysa, <<dokuları etkileyen bir çekilmeden>> ileri geliyorsa zonklamalı sancıların sinirlerdeki çekilmenin gevşemesiyle azalması kolayca açıklanmış olur.

Bu olgu acunsal yaşam enerjisinin temel niteliklerinden birini oryaya koyar: Söz konusu enerji canlı dokuyu yeniden artı yükle doldurur ve kansu dizgesinin genleşmesine, yayılmasına yol açar(<<vagotonie>>: dolaşım dizgesinin güçlenmesi).

Kanserli hastalarda, enerjinin yayılmasından ötürü, vücudun dirimsel işlevlerinin canlanması kanbilimsel denklemlede kendini gösterir.

Hasta bize geldiğinde kanındaki alyuvar sayısı %35'ti. İki gün sonra bu oran %40'a, dört gün sonra %51'e, yedi gün sonra %55'e, dokuz gün sonra %63'e çıktı. On beş günlük bakımdan sonra, kanındaki alyuvar oranı %75'i bulmuş, üç hafta sonraysa olağan ortalama %85'e varmıştı. Yıllarca süren eylemsizlikten ve yatalaklıktan sonra hasta yataktan çıktı, yeniden çocuğuyla ilgilenmeye ve çalışmaya başladı. Ancak gücünü olduğundan fazla sandı. Alışverişe gitti, büyük mağazalarda saatlar harcadı. Artık sancı çekmiyor, iyi uyuyor, kendini bütünüyle iyileşmiş hissediyordu. Ev işlerini yardımsız yürütüyordu. Ağır bir hastalıktan kalktığını, kendini kollaması gerektiğini söyleyerek uyardım. Uyarım yerindeydi. Altı hafta sonra hastam yeniden yorgunluk duymaya başladı; kanındaki alyuvar oranı %63'e düştü. Sırtında ağrı kalmamıştı, ama ilk kez solunum güçlüğünden ve kaburgalarında, karın bölecinin(diyaframın) başladığı kesimde <<göçebe bir sancı>>dan yakındı. Yatakta dinlenmesini salık verdim, kan çizelgesi hemen düzeldi; alyuvar oranı ilkin %70'e, sekiz gün sonraysa ortalama ölçüt olan % 85'e yükseldi. Hastanın ağrılığı 60 kg dolaylarına çakılıp kalmıştı. Bir ay sonra kanında yine %85 oranında alyuvar vardı.

Hasta artık bakımevine arabayla getirilmiyordu; hergün, bakıma gelirken metroya biniyordu. Gerek yakınları, gerek ona bakan hekimler şaşırıyorlardı. Buna karşılık ben, bir kez daha hekimlerin akılsal açıdan son derece garip ve anlaşılmaz gözüken tutumlarını saptadım:bir kanser olayı umutsuz olmaktan çıktığı an ilgilerini kesiyorlardı. Nitekim, hastanın iyileştiğini haber alan hekimlerin hiç biri gelip bu iyileşmenin nasıl olduğunu sormayı aklından geçirmedi. Başlangıçta hastayı birkaç gün içinde öleceğini söyleyen hekime göndermiştim. Şimdi artık hasta gezintiye çıkıyor, X ışınlarıyla çekilen film kanserli omurganın kemikleşmeye başladığını gösteriyordu; birkaç haftalık bakımdan sonra, leğen kemiği bölgesindeki lekeler de yol olmuştu. Ama hekimlerin hiç biri gelip boygöstermedi. Röntgen filmleri iyileşme süreci hakkında yeterli bir fikir edinmeye izin veriyordu. Kanserli fareler üzerinde yapılan deneylerin çoğu kez gözler önüne serdiği şeyi, bu filmler de doğruluyordu: dirimsel enerjiyle sağaltım öldürücü urun gelişmesini durdurmakta, durum ve koşullar uygunsa, bu kan oturması zamanla çevredeki doku tarafından emilip ortadan kaldırılmakta, ya ya kanser kemikte başgöstermişse, urun kemikleşmesiyle sonuçlanmaktadır.

Hastanın sağaltımsal öyküsü devamı(özet):

51

Page 52: Orgonomi: Kanser Üzerine

Sözünü ettiğimiz hasta daha önce bahsettiğimiz “kan çözümlemeleri(Reich kan testleri)” açısından pozitif iyileşme gösterdi. Daha önce T “tepkisi”” verirlerken sağaltım ilerledikçe tepkisi “B”tepkisine” dönüştü. Sağaltımdan hafatalar sonra urlar artık ele gelmiyordu. Sağaltımla birlikte adım adım eritilmişlerdi. Kan basıncı bir daha normal sınırları aşmıyordu. Fakat hastada tek bir hastalık belirtisi iyileştirilememişti: hastadaki solunum güçlüğü devam ediyor, hatta daha da kötüye gidiyordu. Orgon sağaltımıyla yapılan sekizinci haftanın sonundasağ göğüsteki ur da ele gelmiyordu artık. Fakat hasta hala kanserli urların oluşumuna temel hazırlayana genel bir dirimsel körelmeden şikayet ediyordu. Hastanın kan, fiziksel ve röntgen incelemeleri iyiye gittikçe, hasta yaklaşık bir on yıldan fazla süredir hiç duymadığı bazı duygulanımlar yaşamaya başladı: cinsel duyulardı bunlar. Evet, yapılan kişilik çözümlemesi ve hastanın geçmişinin incelenmesi uzunca bir süre bunlardan uzak kaldığını gösterdi. Bunun nedeni hastanın hayatında bu alanda yaptığı girişimlerinin başarısızlığıydı. Bundan dolayı geçmiş yaşamında olduğu gibi urların eritilmesi hastayı dönüşümceli bir kaygı geliştirmekte olduğunu gösterdi.Dirimsel enerjiyle yapılan onuncu sağaltımdan sonra bir cinsel uyarılma duymuştu. Fakat sağaltım bedenindeki enerji akışını bastırmasına izin vermemiş, bundan dolayı erginlik çağında acısını çektiği eski çatışkılarını yeniden alevlendirmişti.

Hastalık sürecinin oluşumundan, sağaltımın bu aşamasına kadar hastanın geçirdiği süreç şu şekilde özetlenebilirdi:

1. Evliliği, kocasının cinsel güçsüzlüğünden kaynaklanan ciddi bir cinsel durgunlukla başlamıştı. 2. Tam on yıl cinsel uyarılma bastırılmı, yazgıya boyun eğilmiş, ruhsal çöküntü ve cinsel perhiz içinde yaşamıştı. 3. Kanser gelişirken cinsel uyarılma yok olmuştu. Biraz ilerde, kanserin kemiğe sıçramasının kişilik zırhının cinsel uyarımayla baş edebilmek için kullandığı örgenlerde ortaya çıktığını göreceğiz. 4. Dirimsel enerjiyle sağaltımda urlar yok edilmiş, hasta bedensel sağlığına kavuşturulmuş, cinsel uyarılma geri gelmişti. 5. Cinsel uyarılmanın yoğunluğu düş kırıklıklarıyla ve cinsel durgunluktan kaynaklanan sinircenin yeniden alevlenmesiyle sonuçlanmıştı (W.Reich, Kanser: sy 190).

Kısacası hasta sinirceli ve kaygılı bir yapıya, yani urlarun doğmasının çok çok önceleri ortaya çıkmış bir döneme geri dönmüştü. Hasta solunum güçlüğü çekmeye başlamış, göğüs ve karın böleci arasındki bir sancı belirmişti. Sancıların yerleri belli değildi. Bazen şurda, ve bazen de başka bir bölgedeydi. O bölgeye yapılan uyuşturucu bir iğnenin buna hiçbir etkisi olmadı. Sancılar başka bir yere sıçarayarak buna tepki gösterdiler. Yalnız X ışınlarıyla yapılan bir incelemede hala kendini belli eden omurga ve leğen kemiğinde artık görülmeyen urların aksine on ikinci omurda hala gözlenen örselenme mevcuttu. Ve sancıların olduğu bölgede tam bu noktaya rast gelmekteydi. Aslında durum tersi idi: hastalıklı kasılma ve sancıların nedeni omurgadaki örselenme değil, örselenme o bölgedeki kasılma ve zırhın sonucu ve birer belirtileriydiler. Hasta bir süre sonra bu güçlüklerden ve sancılardan yakınarak tekrar yatağa dönmüştü. Derin ve şöyle iyi bir nefes ve soluk alıştırmaları hastanın sancılarını giderebiliyordu. Hasta gittikçe ve yatağa saplanıp hareketsizleştikçe eski durumuna dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu. Yataktan çıkmaktan korkuyor ve vücudun genel zayıflığı ve körelmesinden dolayı bir tarafını kırmaktan korkuyordu. Bir keresinde zorla yataktan çıkarıldı. Yataktan çıkınca ve ayakta durunca karın bölecinin kasılmalı titremelerle gevşemesi <<tehlike>>si boygösteriyordu. Yani hasta herhangi bir gevşemeye karşı direnme gösteriyordu(zırh). Ayrıca ense kasları da gepgergindi. Kafasını oynatmaya kalkınca buna müthiş bir tepki gösteriyordu. Kaslardaki bu gerginlik, daha süreğen durumda körelmeye yol açıyorlardı. Bu durum onda bir tarafına kıracakmış korkusu şeklinde ruhsal düzeminde yansıma buluyordu. Hasta ancak nefes egzersizleriyle, kaslarını çırpınmalı kasılma ve titremelerle gevşetebildikleri vakit,belli bir cesaret ve rahatlama gösterebiliyordu.

Hastanın bütün bu durumu kişiliksel yapısından kaynaklanan genel dirimsel körelmenin anlaşılmasına yardımda bulunuyordu. Korkuları bedensel yapısındaki süreğen gerginlikle dile geliyordu. Bunlar ise hastayı genel cinsel durgunluğa iteleyen dönemlerdeki sinirceli, dönüşümceli(histerik) yapıya bağlanıyordu. Sonuda zrıhlanma süreci ve tekrar iyileşmeye karşı gösterilen dirimsel-ruhsal tepki hastayı yatağa bağlamıştı. Hareket etmeye karşı büyük bir korku besliyor, tek elini dahi öbür elinin yardımı olmaksızın kaldıramıyordu. Her gece çok şiddetli uçurumdan yuvarlanma veya ağır birşeyin altında ezilmeyle ilgili düşler görüyordu.

Hastaya şu benzetmeyi yapabiliriz: genleşmek isteyip de genleşemeyen bir balon balonu andırıyordu. Ne zaman ki genleşmenin getireceği gevşemeye doğru ilerliyorsa, kasılmalarla birlikte kendini gösteren bir inhibisyon(engellenme) onu engelliyordu. Kanser hastalığı, gerilip gevşeyememenin ve sürekli gerginliğin yarattığı genel dirimsel körelmenin, enerji seviyesini gitgide düşürerek, bedenin büzüşerek dış dünyaya doğru açılmasının kösteklenmesi sonucu

52

Page 53: Orgonomi: Kanser Üzerine

gerçekleşen doğal bir ölüm süreci idi:

Yukarıda betimlediğimiz kasların kan dolaşımı dizgesinden gelen içtepilere kasılmayla tepki gösterişi her kas dizgesinde ayrı biçimde kendini gösterir. Nitekim hastanın hastanın kolunu oynatmaya kalktığım zaman, hep omuz ve kol kaslarını kasarak tepki gösteriyordu. Bu tepki donup kalmış(catatonique) kas direnmelerine ve katılıklarına benziyordu. Hastanın kollarında hafif bir inme(felç) vardı sanki. Bir keresinde koluma yumruk atmasını istedim, ilkin yapamayacakmış gibi durdu; ama korkusunu bu şekilde aşabileceğini söyleyince, beş dakikalık çabadan sonra kötürümlüğünü yendi ve gülerek koluma vurmaya başladı. Kolunu kıpırdatmak ve bir edimde bulunmak onu sevindiriyordu. Demek ki kan dolaşımındaki açılıp kapanma korkusunu anlık da olsa aşabiliyordu.O zaman da genel durumu düzeliveriyordu.

Aynı olguyu, daha sonraları yatağında kaldırıp oturttuğum zaman da gözledim. Önce çok korku. Beti benzi attı, kaygının bozduğu bir sesle: <<Bunu yapmamalıydık!>> diye mırıldandı. Ancak hiçbir kötülük gelmeyeceğine aklı kesince, benim yardımım olmadan doğrulmaya başladı. Kendisi de şaştı buna ve << Gerçek bir mucize bu!>> dedi.

Ondan sonra hastaya hep elini gırtlağına sokup kusma tepkesini doğurmasını, yastığını ısırmasını, koluma yumruk atmasını salık verdim; bütün bunları yaptırırken, omuz ve boyun kaslarında sağaltımsal çırpınmalara yol açabileceğimi umuyordum. Deneylerim bana kaskatı gerilmiş kaslardaki dirimsel enerjini ancak yılansı çırpınmalarla özgür kalabile eğini göstermişti. Bu hasta bana söz konusu kuramın yeni bir kanıtını verecekti: yarım saatlik istemli hareketlerden sonra, kollarında ve omuzlarında istemdışı çırpınmalar başgösterdi. Bacakları da titremeye başladı. Bacaklarını büküp yeniden uzattığım zaman titreme artıyordu.

İlk titremeli kasılmalar hastayı müthiş ürküttü. Noluyor bana diye sordu. Gerilmeli kasılmalarla kaslarının gevşemesini önlemişti o güne dek. Ancak birkaç dakika sonra titremeli kasılmalar gözünü yıldırıyordu. Titreme dalgası yavaş yavaş boyundaki derin kaslara da geçti. Hasta kusmak istediğini söyledi. Başka bir sefer az kalsın bayılıyordu. Ben de onu istem dışı tepkilere karşı çıkmamaya çağırdım. Derken söz konusu tepkiler yatıştı: o güne kadar birikmiş dirimsel enerji boşalmıştı. Yüzü kıpkırmızı bitkin bir halde yastığa serilmişti;ciğerlerini doldura doldura, derin derin, dinginlik içinde solup alıp veriyordu. Şimdi artık yutak tepkesinin doğması olanaksızdı. <<Sıkan el çekilmiş gibi garip bir rahatlık var yutağımda!>> dedi. Göğüs kafesindeki ağırlık da yok olmuştu(W.Reich, Kanser: sy 198-199).

Bu arada hastanın bu sağaltıma ilk başladığı ve geldiği anda beşinci boyun omurunda çökme ve üçüncü ve dördüncü boyun omurları arasında kısalma olduğunu belirtelim ve güçlü kas zırhları ile bağlantısına dikkat çekelim. Hasta bu gevşemenin ardından ve ertesi gün diğer direnmeler üzerinde çalışılmasıyla gene zor anlarına geri döndü. Vejetoterapi sırasında hasta her gevşeme ve kansu akınlarına karşı çok şiddetli direnmeler gösteriyordu. O gün kıvrık bacakları üzerinde yapılan çalışmada göğsünden hasta kişilerine benzer bir hırıltı ve inlemeyle çok şiddetli tepkiler gösterdi. Başka bir gün hastanın ailesi telefon etti ve çok zor durumda olduğunu haber verdi. Yüzü mosmor ve avurtları çökmüş, fakat nabzı hızlı ve güçlü atıyordu

Bir çeyrek sonra onunla ilişki kurabilmiştim urların ortaya çıkışından önce ölüyor duygusuna kapılı kapılmadığını sordum.En küçük bir direnç göstermeksizin çocukken sık sık gözlerini kaydırdığını <<ölüm oyunu oynadığını>> itiraf etti. Daha o çağda inleyip hırıldamaya başlamıştı. <<Boğazında bir daralma>>, <<boynunda bir kasılma>> hissettiği zaman kendiliğinden çıkan belirtiler bunlar. Böylece boyun kaslarında yirmi otuz yıl sğren kasılmanın sonucunda beşinci boyun omurujnda beliren kanser sıçramasını açıklayabildim. Boyun kaslarındakim kasılma duygusunun belirmesiyle birlikte hasta omuzlarını <<içeri çekiyor>>, sonradan kanser ağrılarının başgöstereceği bölgedeki <<omuz kaslarını tel gibi geriyord.>> (W. Reihc)Kanser: sy 200-201).

Hastandan daha sonra yutak tepkesinin bir kez daha başlatmasını istendiğinde boğazın üst kesiminde ve boyun kaslarında hemen dalgalı bir titreme başgösterir. Bu ikincisi ilkinden daha az şiddetli geçer.Bu gevşemenin ardından hasta tek başına yataktan doğrulmayı başarabilir. Hastanın genel durumu uzunca bir süreden beridir olduğu gibi üst kısımları canlı, bedeninin alt kısmı ise ölü gibidir.

Hasta birkaç gün iştahla yemek yer ve kendisini iyi hisseder. Ardından gene kötüleşir. Tekrar solunumunu normalleştirmek için çaba harcanır. Bundan sonra parmaklarını yutağına sokması istendiğinde boyundaki ve boğazındaki kasılmalar iki kat daha şiddetlenir. O vakit leğen kemiğinden çıpınmalı kasılmaların başgösterdiği fakat hastanın bunları engellemeye çalıştığı farkedilir. Bu sefer kan dolaşımındaki genleşme açık seçik kendini göstermiştir. Hastanın yüzü kızarır, tenindeki solgunluk geçer. Karın bölecindeki kasılmadan doğan sancı yatışır. Karnının alt kesiminde ciddi bir olayın başgöstermesinden korktuğu anlaşılır. Daha sonra hasta Dr. Reich'e gelmeden önce zaman zaman kendini okşadığını söyler. Ardından orgon sağaltımına başladığının ilk haftaları kurduğu cinsel düşler hakkında itirafta bulunur.

Bu itirafların sonrasında tekrar kendisinde bir düzelme gözlenir. Bir sonraki gün gene kendisini kötü hisseder. Kötülüğünü açıklamak için uydurduğu bahaneler yapmacık ve hayal ürünüdür. Tekrardan solunumunu ve kasılmaları düzeltmek için girişimlerde bulunulur. Kasılmalar onun korkusunun temelini oluşturmaktadır. Şu örnek çok açık bir şekilde kendini göstermektedir. Hasta yatağında oturup doğrulduğu zaman düşme korkusu belirtmekte ve eş

53

Page 54: Orgonomi: Kanser Üzerine

zamanlı olarak boyunda titremeli kasılmalar boy gösteriyordu. İşte bu kasılmalar hastayı yatakta tutuyordu.

Bacaklarındaki hareketsizlik durumu da, şu olguyla bağlantılıydı. Gençliğinde sokakta yürürken arkasında ayak sesleri duyduğunda hep izlenmekten korkuyor, bacakları hemen gevşeyip, hemen oracığa yığılıp kalacakmış gibi oluyordu. Karın kasları kasılıyor ve ölmekten korkuyordu. Bacakları onu taşımaz oluyor ve düşmek üzere olduğunu sanıyordu. Dolayısıyla bacaklarından gelen devinme güçsüzlüğü de gençliğinden gelen bir korkuya bağlanıyordu. Bu olgu hastanın bilincine kazınmış bu tür durumlardan bir tanesiydi.

İlerleyen zamanda hastanın bedeninin aşağı bölgelerindeki duyarlılık iyice azalmıştı.Hasta hastaneye kaldırıldı.. Diz kapağı, topuk ve karın tepkeleri normaldi. Fakat onuncu sırt omuruna kadar iğne batmasına karşı kesin bir duyarsızlık vardı. Bu hastadaki işlevsel bölgesel inmenin bütün belirtileri gözlenebiliyordu. Daha sonra dışkısını da denetleyemez olmuştu. Röntgen filmi bel kemiğinde, leğen kemiğinde ve uyluk kemiğinde hiçbir kanser belirtisi göstermiyordu. Ancak, kafatasında ve sağ pazu kemiğinde yeni kanser sıçrasması gözleniyordu. Bu durum şunu göstermekteydi: işlevsel-dirimsel bozuklukta inme(felç) ile kanser ayrı yerler de boy göstermekteydi. Hastanedeki hekimler hastanın ailesine ancak on beş gün ömrünün kaldığını bildirip, hastaya ise sadece morfin iğnesi yapmakla yetinirler. Bunun dışında başka bir şey yapılmadığı için hasta ailesi tarafından alınıp tekrar eve getirilir ve kafatasındaki urları yok etmek üzere tekrar dirimsel enerji ılınlamasına(orgon akümülatörü uygulamasına) tutulmasını isterler.

Hasta Dr. Reich tarafından tam bir ay daha görülür. Tepkeleri normalleşmiş, bağırsak ve sidik torbası işlevleri düzelmiştir. Ancak kas ve kemiklerdeki körelme hızla ilerlemektedir. Ayrıca hastanın kalçasında çok kötü kokan kalın bir kabuk belirmiştir. Hala eskiden olduğu gibi hasta korkulu düşler arasında kıvranıyordu. Bacakları acı veren uyarıları karşı tepki gösteriyor, fakat kendiliğinden bir içtepi ortaya koyamıyorlardı. Yatağının boyutlarında özel bir orgon akümülatörü yaptırıldı. Yürek atışları 130'dan 90-84'e inmesiyle kendini gösterdi. Akümülatörde kendini iyi hissediyor, yanakları kızarıyor ve korkusu dağılıyordu. Son aylarda bozulmuş olan kan denklemi alyuvar oranı %50, T basili üretme denemesi olumlu ve mikropsuz ortamda elde edilen %50 T basili oranı görünür biçimde düzeliyordu. Bacaklardaki devindirici iç tepilerin yoğunluğu ve sıklığı artıyordu. Derken, hasat bir gün yatağında dönerken sol uyluk kemiğini kırdı. Bir cerreahi bakımevine yatırılmak zorunda kalındı. Orada da gene hastaya morfin yetinilmesi sonucu hasta bir ayda hızla kötüleşerek öldü.

Sonuç:

Orgon akümülatörü ve vejetoterapi birlikte yapılan orgon sağaltımı, iki hafta kadar ömrü kaldığı söylenen hastanın ömrünü altı ay kadar uzatmıştı. Sancılarından kurtarmış, urlarını eritmiş ve kan denklemini eski haline döndürmüştü. Ancak şurası açıktır ki, hastanın can vermesini ne urlarda ne de meydana gelen felçte aramak gerecektir. Ölüm nedeni, çocukluk yıllarından hatta daha öncesinden bu yana adım adım farklı belirtiler altında ortaya çıkan zırhlanma ve genel atımın engellenmesinden bu doğan genel dirimsel körelmedir. Hastadaki kasılmalı titremelerle birlikte baş gösteren korkular, ve aynı duygu ve zırhsal olguların geçmişte yaşananların bir uzantısı olması bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hastada gözlenen bir iyilik ve ardından gözlenen kötülük hali canlı yapısının doğal özelliklerinden kaynaklanmaktadır.. Bu olgu dirimsel atım(biyolojik ritim adı verilen olgunun bir göstergesidir.. İyileşme denen olgu ise yapılan müdahaleler ile bu iyilik hallerinin süresini ve sıklığını arttırarak, kötülük hallerininkini sıklığını azaltmaktır.. Bu ise karın bölecindeki ve solunum aygıtındaki kasılma ve büzülmenin birçok kez yarıda kesilmesi ile gerçekleştirilmiştir.Yılların birikimi olan kasılma ve büzülmelerin ritmik olarak hastayı yatağa bağlaması genel dirimsel körelmenin ta kendisidir ve gerek ruhsal gerekse de dirimsel-bedensel düzlemde kendisini göstermişir. Bu yüzden Reich kanserin nedeni sorunu arasında en büyük nedeni “kişiliksel boyun eğme” olarak göstermektedir: yani insan bedenindeki zırhlanmanın, kişiliksel geri çekilme ve enerjinin giderek düşmesi ile gelip çattığı bir sondur. Fakat olgu öyküsünde hasta kanser nedeni ile ölmemiştir. Genel dirimsel bozukluk nedeni ile ölmüştür.

Kemiğe sıçrayanlar da dahil bütün kanserli urlar, orgon akümülatörü ve uygulanan vejetoterapi ile düzenli bir şekilde eritilebilmiştir. Orgon akümüllatörü doğal ışın etkisiyle hastanın vücudundaki dolaşım sistemini kamçılamış, dokulardaki ve vücut yüzyindeki enerji seviyesinin atımında yükseltici bir etkide bulunarak dokusal birliği toparlamış ve kanın doğal işlevlerini görmesini sağlayarak kan denklemlerini düzeltmiştir. Bu düzelme ise urların varlığa gerek bırakmamıştır. Urların yok edilmesiyle birlikte hasta cinsel perhizin oluşturduğu

54

Page 55: Orgonomi: Kanser Üzerine

dönemde yaşadıklarına benzer kaygılı ve korkulu dönemdeki durumuna, yani eskiki geri düzlemine doğru bir evrim göstermiştir. Bu ise cinsel işlev yokluğunun neden olduğu daha ilksel bir genel dirimsel körelme, yani biyolojik atım bozukluğu) belirtisidir. Ve kişiliksel boyuneğme, korku, kaygı ve zırhlanma olgularıyla at başı giderler. Cinsel işlevin engellenmesi , zırhlanma ve kişiliksel boyun eğme, kanserli ur ortaya çıkmadan çok önceleri boy göstererek, gerilim ve gevşeme düzeneklerine etki eden ve enerji düzeyini etkileyen kanserin en temel nedenleridirler. Daha da ilerler kanserli körelmenin kan denkleminin bozulmasıyla ilgisini gösteren daha kısa birkaç olgu öyküsüne geçmeden, şimdi “kanserli hücre” sorununu ele alacağız.

12. KANSERLİ HÜCRE

Geleneksel kanser bilim kanseri, o ana dek <<uslu sulu oturan>> hücrelerin <<ansızın azıtması>>, hücrelerin hızla bölünmesi ve düzensiz olarak çoğalması ve öldürücü uru oluşturmak üzere yığınak yapması şeklinde tanımlamaktadır. Hücreler hareket ederek başka doku ve organlara da sıçramakta ve önlerine çıkan her hücreyi yok etmektedir. Fakat şimdi adım adım anlatacağımız gibi orgonomy kanser hastalığını bu şekilde tanımlamamakla ondan köklü bir biçimde ayrılmaktadır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi kanserin temelinde yılları kapsayan bir dirimsel körelme, yani biyolojik atım bozukluğu sorunu yatmaktadır. Bu ise çok yıllar öncesinde, kişinin gerek ruhsal dünyasıyla, gerek bedensel performansıyla, gerek iç ve dış solunumun aksamasıyls, kan denkleminin bozulmasıyla(biyonal parçalanmaya olan eğim ve T basili oluşturma potansiyeliyle) ve enerji seviyesinin adım adım düşmesiyle karakterize gitmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Reich, yürek-atardamar gerginliği çeken kişilerle kanserliler arasındaki şu ayrıma dikkat çeker:

...kansere yol açan dirimsel bozuklukla yürek atar-damar bozukluğunu doğuran bozukluk arasında asal bir ayrım olmalıdır. Kanser kurbanları genellikle kişilikleri boyun eğmeye yatkın, coşkusal yaşamları ılımlı kişilerdir. Buna karşın sürekli atardamar gerginliğinden, başka bir deyişle sürüp giden bir atardamar gerginliğinden yakınan kişiler – kanserlilerin tersine – uyarılabilen, <<coşkusal açıdan tutarsız>>, <<patlayıcı>> kişiliğe sahip insanlardır. Buysa çok sert kaygı nöbetlerine yol açar. Kanserlilerin hiçbir zaman coşkularını gürültülü bir biçimde dile getirdiklerini ya da öfkeye kapıldıklarını görmedim. Demek ki bu iki dirimsel bozuklukta ortak temellerine, yani cinsel durgunluğa karşın, bir takım kendine özgü ayrımlar bulunduğunu saptayabiliriz. Burada belirleyici öge bütün vücudun yerleşmiş cinsel durgunluğu gösterdiği tepkinin biçimi'dir. (W.Reich, Kanser, sy 221-222):

Kanser hastaları cinsel durgunluğa ve zırhlı kişilik yapısına karşı verdikleri tepki bakımından ayrılmaktadırlar. Diğer insanlardan temel farkları metabolizmalarının yavaş çalışmasıdır. Enerji üretim seviyeleri oldukça indirgenmiştir. Hücrelerin dirimsel enerji üretmek üzere uyarılmalarından başka Bir şey olmayan coşkusal ve duygusal yaşamları bu indirgenmenin ruhsal alandaki yansımasını verebilmektedir. Zırhlanmanın temel bir düzeneği olan kaygı kanserin bir belirtisi olmasına rağmen kanser hastalığı geliştikçe mevut yürek daralmaları ve kaygı nöbetleri azalır. Daha önce bahsettiğimiz dirimsel enerji alanı ölçeri kanserli hastalarda gözlenen düşük enerji düzeyinin varlığını kanıtlamaktadır. Sonuçta tüm zırhlanmalar ve bunun yarattığı süreğen gerginlik hali, sonuçta enerji ve metabolizma performansının düşmesine yol açacağı için, kalp-atardamar sistemi gerginliğine, kanserden daha öncel bir tepkisel süreç gözüyle bakabiliriz.

12.1. Kanserli Kişilerin Bedeninde Alışılmamış Yapıların Varlığı

55

Page 56: Orgonomi: Kanser Üzerine

Kanserli kişilerin bir diğer temel özelliği ise sağlıklı kişilerin aksine, kanlarında, dokularında, dış salgılarında ve dışkılarında sağlıklı kişilerde bulunmayan yapıların varlığıdır. Kimisi kuyruklu, kimisi kamçılı, hareketli, yürek gibi küt küt atan küçük hücremsi, koyu mavi keseli(kabarcıklı, biyonal) yapıdadırlar. En az 2000'lik büyütme ile varlıkları saptanabilir(Kanser, sy:230):

Canlı ve sağlıklı dokularla sağlıklı kişilerin kanında, 2000'lik bir büyütmeyle, herhangi bir dirimbilim ya da işlevbilim kitabının bize canlı varlığın temel ögeleri diye sunduğu hücrelerle yapıları görürüz. Oysa bir kanserlinin, örneğin akciğer kanserine yakalanmış birinin kanını, dış salgısını ya da dokusunu incelediğimiz zaman, sağlıklı insanlarla sağlıklı farelerin dış salgılarında ya da dokularında rastlamadığımız hücre biçimleriyle tanımlanmamış yapıları buluruz. Özellikle ne hücreye ne de bakteriye benzeyen, koyu mavi, çizgili kesemsi biçimler görürüz. Bunların kimisi düzgün değildir, biçimsiz gibidir, enleri boylarından fazladır, çomağımsıdır, kamçılıdır. Kanserlilerin balgamında büyük bir şaşkınlıkla kuyruklu amipsiler görürüz, bunlar alabildiğine hareketlidirler, durmadan yürek gibi tıp tıp atarlar. (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948, sy: 230)

Peki nereden gelmiştir bu amibimsi, kabarcıklı yapıda, ne sağlıklı kişilerde göze çarpan ne de herhangi bir bakteri ya da tek hücreliye benzeyen bu yapılar? Kuşkusuz hava yoluyla geçen tohumlardan ya da mikrop kapma yoluyla değil. Çünkü daha önceleri birçok kez denendiği gibi havada bu tür canlılar elde edilip üretilebilme veya gözlenebilme denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu konuyu “Havadaki Tohumlar Kuramı” başlığı altında daha önce ele aldık. Havadan çok çeşitli şekillerde gerçekleştirilen mikrop kaptırma denemeleri, ancak yılan biçiminde devinen, çubuğumsu veya sosis biçiminde canlıcıklardan başka bir şey vermemiştir.

Gözlenen bir diğer yapılar, bizim şu meşhur PA kabarcıkları(dirim kabarcıkları), yani biyonlardır. Bu yapılara da sağlıklı kişilerin dokularında, kanında ya da salgılarında rastlanmamaktadır. Havadan bulaştırma yoluyla elde edilememektedir. Görünüşleri, işlevsel davranışları ve boyutları ve düşük enerjili çürüme bakterileri veya T basilleri üzerindeki hareketsizleştirme etkileri bunların PA kabarcıkları olduklarını göstermektedir. 2000'lik büyütmeden 3000'lik ya da 4000'lik bir büyütmeye geçildiğinde gözümüzden kaçmış olan daha başka yapıları görülür. Bunlar siyah renkte, mızrak gibi sivri uçlu, düşük enerji düzeyli T basilleridir. Bunlar da hiç kuşkusuz havadan gelmemektedirler. Gerek işlevsel gerekse fiziksel açıdan incelendiklerinde bunlar kömür kökenli biyon tüpünde gözlenen ve kanserli dokuların kaynamış et suyuna atılmaları veya alyuvarlar aracılığı ile elde edilen T basillerinin aynısıdırlar. Ancak havadan mikrop kaptırma yoluyla elde ettiğimiz çubuk ve sosis biçimindeki diğer bakterilerin yozlaşmaları sonucu da T basilleri elde edilebilmektedir. T basili oluşumu tüpün kenarındaki mavi-yeşil halkanın oluşumuyla anlaşılabilir.

Peki neden tüm bu yapılar kanserli kişilerin bedenlerinde ve salgılarında gözlenebildikleri halde, sağlıklı kişilerde gözlenememektedirler. Kanser ile ilişkileri nedir peki? Dirim kabarcıkları ve kabarcıkların doğal örgütlenmeleri üzerine yapılan araştırmalar bu gözlemleri şu olgularla açıklamaktadırlar:

1. Kanserli hücre, en gelişmiş haliyle, bir takım dokuları etkileyen hastalıklı süreçlerin oluşturduğu uzun bir dizinin son ürünüdür. Söz konusu süreçlerse bu güne dek hiç incelenememiştir(1948). 2. Sağlıklı dokularda bulunmayan birtakım keseciklerin oluşmasına yol açan, son derece özgün bazı dokusal bozulma evreleri vardır. 3. Bir dokunun kansere doğru yozlaşmasının ilk evresi bir takım keseciklerin oluşmasıyla doğaya uygun yapının bozulmasıdır. 4. Keseciklere ayrışarak birliklerini yitiren dokular iki türlü dirim kabarcığı oluştururlar: iri, mavi, PA kabarcıkları ile <<T -ölüm basili>> adını verdiğimiz küçük, kara balyozlardır. 5. Son aşamada amibe benzeyen devingen , tek hücreli bir canlı olan kanser hücresi, arada bir sürü evreden geçerek işte bu kabarcık halindeki dirimsel enerji keseciklerinden oluşur(W. Reich, Kanser, sy: 234).

Kanserli bir kas hücresi, sağlıklı kişilerdeki doğal çizgili kas yapısından kabarcıklı bir yapı göstermesiyle ayrılmaktadır. Bu olgu sadece kas dokusu için değil, diğer kanser bulaşmış dokular için de geçerlidir. Kanserli bir dokuyu tuzlu suda kaynattığımız zaman sağlıklı kişilerde mavi PA kabarcıkları oluşurken, onda T basili oluşumu gerçekleşir. Bu açıdan sağlıklı dokudan ayrılırlar. Dokuların yozlaşmaları ile oluşan T basilleri bir kez oluştu mu, onların saflaştırılarak sağlıklı dokulara aşılanması ile kanserli doku oluşturulabilir. T basilleri sağlıklı dokulara etki ederek onların kabarcıklara(keseciklere) ayrılmasını teşvik eder ve kendilerine bir tepki olarak kanserli hücrenin evrimi ile sonuçlanan bir süreci başlatırlar. Kanserli hücreler tam olarak evrimleşip özerk bir yapı kazandıkları vakit, çevrelerindeki diğer sağlıklı dokuları da kabarcıklara ayrılmasını teşvik ederler. Bu şekilde bir çoğalma ve büyüme süreci

56

Page 57: Orgonomi: Kanser Üzerine

içerisine girerler. Bu mekanizmaları daha sonra ayrıntıları ile betimleyeceğiz.

Şimdilik bu alışılmamış kabarcıklı ufak, hücreye benzeyen fakat hücresel yapıda olmayan değişik yapıların, ve ayrıca gözlenen PA kabarcıklarının ve T basillerinin keseciklere ayrışma sürecinden kaynaklandıklarına değinelim. Kanserli bir hücre, hücremsi(ne bir bakteriye ne de bir vücut hücresine benzeyen) PA kabarcıklarından oluşan çizgili, kamçılı, çomağımsı ve küçük olan bu alışılmamış yapılardan, balyoz biçiminde parlak mavi renkte, kabarcıklı, uzun ve kamçılı olmaları yönüyle özgün bir şekilde ayrılırlar. Peki, hücreler neden keseciklere ayrışmaktadırlar? Bu görüngü, canlılığın temel gerilim ve gevşeme döngüsüne uygundur. Belli bir etkiyle, kasılıp kalan, biyolojik atımı bozulan hücre ve onun çekirdeği, genel doğal işlevini yerine getirebilmek üzere değişime uğramaktadır. Kısacası canlılığın en temel özelliliği olan gerilim ve gevşeme döngüsüne ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. Bütünsel bir şekilde(tüm yapı olarak) gerilim ve gevşeme döngüsünü yerine getiremeyen ve bunu bir eşgüdüm içerisinde sağlayamayan hücre kısımları, bir nevi bağımsızlığını ilan etmekte ve kendi başlarının çaresine bakmaktadırlar. Çünkü hücreyi bir arada tutan esas etmen eşgüdümdür(birlikte işlem görme). Başka bir boyutta yeni bir biyolojik atım kazanmak üzere biyonlara ayrışan yapılar, eğer yeteri kadar enerji ve güçleri varsa, yeni duruma ve değişen koşula adapte olabilmek için veya kendilerine kasteden tehlikeye karşı tekrar başka bir şekilde eşgüdüm kazanarak örgütlenebilmektedirler.

12.2. Hastalık Sürecinin Genel Özeti

Şimdiki bilgilerimizle kanser sürecini tekrar özetleyelim:

1. Kasılıp kalma evresi: bu evre kan dolaşımdaki süreğen yayılma(genleşme) güçsüzlüğüyle başlamakta, kişilik alanında yazgısal boyun eğmeyle kendisini göstermektedir. Bunun bedensel belirtileri şöyledir: kasların kaskatı kesilmesi, derinin solması, dokularda yeterince dirimsel enerji bulunmaması, örgensel boşalma güçsüzlüğü, kansızlık. Kanserin dirimsel yanı bu evrede bütün öbür dirimsel bozukluklara(hastalıklara) benzer.2. Körelme evresi: bu evrenin başlıca özelliği dokusal özün azalması, alyuvarların küçülmesi, genel zayıflık, bütün vücudun dirimsel direncinin azalması, kilo verme ve son olarak genel eriyip bitmedir. 3. Çürüyüp kokuşma evresi: dokulardaki hücrelerin dirimsel güçlerinin yetersizliği, kanserli maddelerin çürütücü özlere dönüşmesi, kokuşma bakterilerinin hızla çoğalması(kokuşturucu ayrışma), kokuşma bakterilerinin T basillerine dönüşmesi, T basillerinin bütün dokuyu zehirlemesi, kara kabuk bağlayan kokuşmuş yaralar, vücuttan çıkan çürüme kokusu, ölüm. (W. Reich, Kanser, sy: 246-247)

Orgonomy'nin daha 1940'lı 50'li yıllarda orgon akümülatörleri ve vejetoterpi sayesinde ulaştığı sonuç ve önündeki engel, kanserli urların eritilmesi değil, kanserli urların eritilmesi sonucu ortaya çıkan atıklardan vücudun arıtılması sorunu idi. Bu atıklar T basilleridir, dokuların ayrışması sonuc oluşan en son ürünlerdir. Kanserli bir uru suya koyup kaynattığımızda ortaya çıkan ürün T basilleridir. Normal bir doku ise bu durumda mavi enerji kabarcıklı iri biyonlara ayrışır. Kanser hastaların ölümü – ileride göreceğimiz gibi – kanserli urun varlığı nedeni ile değil, genel dirimsel güçsüzlüğün daha da ilerlemesi ile T basili oranının bedende artması ve kanserli urların da parçalanarak büyük miktarda T basiline ayrışması ve vücudu zehirlemesi ile gerçekleşmektedir.

12.3. Kanserli Hücre ve Urun Yayılışı

Şimdi de günümüzde metastaz olarak adlandırılan, kanserli hücrenin vücudun diğer yerlerine sıçraması adı verilen olayı ele alalım. Vücudun bir eşgüdüm eşliğinde ve eş zamanlı olarak gerilip gevşeme yeteneğinden yoksun kalması ve kan dolaşımının genel genleşme ve yayılımının büzülmesi(engellenmesi) sonucu, genel dirimsel bozukluk vücudun her bölgesinde kendini gösterir. Genel dirimsel bozukluk kansere kadar ilerleyebilecek kadar ilerlemişse, vücuttaki genel eriyip bitme ve çürüme süreci, vücudun geneline bulaşmış demektir. Bu durumda dokuların keseciklere ayrışarak kanserli hücre ve ur meydana getirmeleri birbirinden bağımsız olarak eş zamanlı veya farklı zamanlı olarak ortaya çıkabilir. Bu açıdan bakıldığında illa bütün urların kan yoluyla tek bir merkezden yayıldığını var saymaya gerek kalmamaktadır. Birbirine yakın bölgelerdeki urları, vücudun uzak kesimlerinde ortaya çıkan urlardan ayırmak gerekmektedir.

12.4. Lösemi Üzerine

Kanser üzerinde yaptığı araştırmalara dayanarak, Reich lösemi(kan kanseri) oluşumu üzerine de şöyle bir öngörüde bulunmuştur. Bu durum tam olarak araştırılmamış olmakla birlikte deney ve gözlemlerle doğrulanmalıdır. Kendisi de ileri ki deney ve gözlemlerle sınanması gerektiğini bildirmiştir. Bu öngörüsü akyuvarların alyuvarları bastırdığı şeklindedir. Vücudu

57

Page 58: Orgonomi: Kanser Üzerine

savunucu hücreler olan akyuvar hücreleri, alyuvarların parçalanarak ve ayrışarak oluşturduğu vücuda son derece zararlı olan T basillerine ve diğer ürünlere bir tepki olarak aşırı uyarılmış ve onların zararlarını gidermek üzere çoğalarak ağır basmışlardır. Lösemi hastalarında kanın ak bir renk almasının nedeni budur. Bu açıdan bakıldığında alyuvarların dirimsel açıdan zayıflamaları, büzüşmeleri ve sayıca azalmaları lösemi hastalığının bir yan etkisi veya diğer bir belirtisi olmaktan çıkmaktadır.

12.5. Kanserin Anlaşılmasının AnahtarıReich, 1936-1942 yılları arasında yılın değişik mevsimlerinde ot ve yosun parçalarını suyun içerisine daldırarak tek hücreli canlılar elde etme denemelerine girişmiştir. İlginç bir şekilde taze otlardan ya da ilkbahar otlarından bu şekilde tek hücreli canlı elde etmenin son derece zor olduğunu görmüştür. Fakat aksine sonbaharda toplanmış ot ve yosunlardan istenildiği kadar tek hücreli canlı elde edip üretebilmiştir. Peki, geleneksel görüşe göre tek hücreli canlılar havadaki tohumlardan ve sporlardan gelmekte idi ise, bu görüngü neyi anlatmaktaydı? Reich bu sorunu açıklığa kavuşturmayı başarmıştır. Sorunun çözümü onu kanser araştırmalarına nedeni teşkil etmiştir. Yapmakta olduğu biyon araştırmaları ile aynı dönemde araştırdığı bu görüngü, tek hücrelilerin biyonlara ayrışan ot ve yosun dokularından adım adım nasıl oluştuklarını gözlemeye ve kanıtlamaya fırsat vermiştir. Adım adım oluşum süreçlerini yüksek büyütmeli mikroskop altında fotoğraflarını çekmiş ve uzun süreli(birkaç gün) filme alarak ve bu filmlerin hızlandırılmaları ile açık bir şekilde bunu ortaya koymuştur. Kanser hücreleri de tıpkı bitki dokularından ayrışan bu tek hücreli canlılar gibi yozlaşan hayvan dokularından türemeleri ile mekanizmik olarak benzerlik göstermektedir.

12.6. Geleneksel Kanserbilimin Yanılgıları

Orgonomy'ye göre geleneksel kanserbilim yanlış önermelerden yola çıktığı için içinden çıkılması zor bir batağa saplanmıştır. Gerçekten de kanserli hücreyi, belli bir ana kadar uslu uslu oturan, o andan sonra da birden azıtan ve kontrolsüzce çoğalarak önüne geçen her şeyi yıkan bir canavara benzetmektedir. Kısacası geleneksel görüşe göre kanserli hücre kanser hastalığının biricik nedeni ve tek sorumlu ögesidir. Peki neden onca araştırmacı ve kanserbilimci kanserli kişilerdeki genel körelmeyi, biyonlar ve T basilleri ile ilgili bu açık seçik görüngüleri görememiştirler. Reich, bu konuda şunları yazmaktadır:

1. Mikroskop altında incelemek üzere hazırlanmış boyalı doku parçalarında ne kanserli hücrelerin oluşmasına yolaçan mavi enerji kesecikleri, ne de bunların ayrışmasıyla oluşan ufacık T basilleri görülür. Bunları görebilmek için, canlı dokularla gözlem yapmak gerekir. Geleneksel kanser bilimse, öncelikle ölü dokular üzerinde çalışır.2. Aynı nedenle , geleneksel kanserbilim kanserin geçirdiği evrimin ara aşamalarını bulup ortaya çıkaramamıştır.3. 2000'den az büyütme doğru gözlem yapmaya izin vermez. Geleneksel kanserbilimse pek ender olarak 1000'lik büyütmenin üstüne çıkar. 4. Geleneksel kanser bilimse daha ilk ağızdan, canlı ya da cansız maddelerden doğal olarak tek hücreli canlıların oluşabileceğini kesinlikle yadsıyarak kanser hücresini anlamaya sırt çevirmiştir.5. <<Havada uçan tohumlar>> önyargısı araştırmacıların dikkatini izlenecek doğru yoldan başka yerlere çevirmiştir. Kanserin hastalık bilimindeki yeri dirimsel dizgenin genel işlevsel bozukluğudur, dolayısıyla ancak işlevsel bakış açısı içinde kavranabilir. Oysa, bugünkü hekimlikle dirimbilim asal olarak devinimci, fiziksel-kimyasal bir yönelişleri vardır. Onlar hastalığın nedenlerini tek başına ele alınan hücrede, tek başlarına ele alınan ölü örgenlerde, tek başlarına ele alınan kimyasal maddelerde aramaktadırlar. Her türlü bölümsel işlevi belirleyen tümel işlevi hesaba katmamaktadırlar. Bu bilimlerce cinsel işleve hala üvey evlat gözüyle bakılmaktadır. Oysa, bir radyo alıcısının işleyişi lambaların yapımında kullanılan camın ya da maddenin kimyasal bileşimiyle açıklanamaz; söz konusu işleyişi, cam ya da madeni oluşturan ana maddelerin somut betimlenmesinden çıkaramayız. Aynı biçimde, kanserin dirimsel bozukluğa yol açan işlevini de kanserli hücrelerin biçimlerini ve boyalara gösterdikleri tepkileri ya da sağlıklı doku hücrelerine göre konumlarını betimleyerek açıklayamayız. Canlı proteinlerin kimyasal bileşimi, ne denli karmaşık ve ince olursa olsun, bize canlının yürek atışları'nın doğal yapısını açıklayamaz (Kanser, sy: 259-260).

12.7. Kanserli Urun Dalağın Üstlendiği Kimi İşlevleri Üstlenmesi

Kanserli hücre ve dalak arasında şöyle ilginç bir bağıntının varlığına değinmektedir Reich:

Doğal yapısı düzgün bir farenin dalağı alınınca ciddi bir kansızlık (Lauda hastalığı) baş göstermektedir: oysa kanserli bir farenin dalağı alınırsa, kansızlık ortaya çıkmamaktadır. Buna karşılık urlar eriyip gittiğinde, yine kansızlık görülmektedir. Demek ki ur, dalağın kimi niteliklerini taşıyabilmektedir. Çok garip bir görüngüdür bu, ancak garip de olsa, bir kez daha dikkatimizi ana ve alyuvarlara çekmektedir(W. Reich, Kanser, sy 267).

1940’larda dalağın işlevi konusunda pek fazla bir şey bilinmezken günümüzde ise dalağın akyuvar ve alyuvar üretimi, alyuvarların yıkımı ve kan depolanması ile ilgili işlevler üstlendiği bilinmektedir. Birçok hastalık esnasında dalak şişerek büyümektedir. Bu görüngü aslında

58

Page 59: Orgonomi: Kanser Üzerine

kanserli kişilerdeki kan denkleminin bozukluğu ile kanser arasındaki ilişkiye ciddi bir şekilde dikkat çekmektedir.

12.8. Kanserli Ur Özünde Artan Işınetkinlik

Daha önce mikroskop altında biyonların düşük enerji düzeyli, ayrşma ürünleri olan T basillerini hareketsiz hale getirip etkisizleştirdiklerine değinmiştik. Ayrıca içlerindeki mavi ışığın ve parlaklarının ne kadar yoğun ve fazlaysa daha iyi atımsal hareketlerle titreştiklerini ve çeşitli hareketleri gerçekleştirdiklerini söylemiştik. Daha da önemlisi bu normal ışık mikroskobu altında gözlenen bu özelliklerinin ne kadar fazla ise T basilleri ve çürütücü bakteriler üzerinde o kadar iyi etki gösterdiklerine de değinmiştik. Biyonlar bu etkiyi T basillerine tam olarak değmeden belli bir mesafeden gerçekleştirmekteydiler, daha sonra yüzeylerinde toplamaktaydılar.

Reich, Gurwitsch’in ur özünde gittikçe artan bir ışın yayılımı saptadığına değinir. Işın yayılımının işlevi, kasılıp kalmış hücre protoplazmasının yerine getiremediği işlevleri, çekirdeğin enerji keseciklerine (biyonlara) ayrışarak, vücudun eksik kalan açıklarını kapatmak üzere değişime uğramasıdır. Klenitzky, döl yatağı urunda çekirdekteki iplik üreten (mitogenetique) ışımanın elle tutulur ölçüde arttığını bulgulamıştır. Kasılmış, zehirlenme tehlikesi geçiren veya diğer anlamıyla boşalma güçsüzlüğü çeken hücre plazması dolayısıyla çekirdekler, hastalanan vücudun savunma işlevini başka bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadırlar.

12.9. Kanserli Dokularda Gözlenen Asitlik Artışı

Kanserli dokularda yapılan kimyasal analizler, bu dokularda hep bir süt asidi, karbonik asit ve karbondioksit fazlalığı bulunduğun göstermektedir:

Kimyasal çözümleme bize kanserli dokularda aşırı derecede süt asidiyle karbonik asidi, yani tam anlamıyla bir havasız kalıp zehirlenmenin var olduğunu göstermiştir.

…Toplar damar kanı bu konuda atardamar kanından daha etkili çıkmıştır: kanserli dokularda hep hücreleri zehirleyici bir enerji yapım-yıkımı, bir karbondioksit fazlalığı gözlenmektedir…(Kanser, sy: 238 ve 268)

12.10. Kanserli Hücrenin Evrimi

1937-1941 yılları arasında T basili ve PA kabarcığı(biyon) aşılanarak kansere yakalattırılmış fareler üzerinde yapılan deneylere dayanarak kanserli hücrenin evrim aşamaları tanımlanmıştır. Deneylerde kullanılan T basilleri şu kaynaklardan elde edilmiştir: bağ doku ve örtüdoku urlarından, kanserli kandan, katran verildikten sonra ölmüş fare yüreği kanından, yozlaştırma yoluyla sağlıklı insanların kanından, bakımevinde gözden geçirilmeleri olumsuz sonuç vermiş kanserli oldukları düşünülen kişilerin kanından, yozlaşmış yaşam enerjisi kabarcıklarından(biyonlardan), bluko urundan ölmüş fare yüreğinden alınmış kandan ve kanser yaratılmış farelerin atardamar kanından alınıp çoğaltılmış T basilleri kullanılmıştır.

T basilleri aşılanmış farelerde gözlenen olgular şunlar olmuştur: aşılamadan birkaç saat sonra devinimler yavaşlamış, vücut iki büklüm olmuş, fare ayaklarını sürümeye başlamış ve iştahı kesilmiştir. Bazı yerlerde irinli şişler oluşmuş ve göze perde inmiştir. Fareler eğer sekiz günde ölmemişse yeniden sağlıklarına kavuşmuş ve aşılamadan iki buçuk ay sonra, vücutta genellikle yeni bir kasılma boy göstermiştir. Bu hastalık belirtilerinin tekrar etmesi, yani genel dirimsel körelmeye giden süreç olmuştur. Kaçınılmaz son gelene dek vücut giderek küçülmüştür. Hastalığın çeşitli evrelerinde kesilip bakılan fareler bütün organlarda, kanda T basillerine rastlanmış, kaygan kaslı örtü dokularında köreltici ve öldürücü süreçlere, kanserli kan bileşimine, zayıf düşmüş alyuvarlara, pörsümüş zarlara, hücreleri, hücre çekirdekleri ve dilimcikleri körelmiş karaciğerde şişmelere, böbrek yumakçıklarında T basili birikimine ve böbreğin örtü dokusunda körelmelere rastlanmıştır.

Şu olgu da pek çok dikkat çekicidir: fare ne kadar uzun süre yaşamışsa çeşitli organlarında iğ ve çomak biçiminde devingen hücrelere, çene altı, sidik torbası ve böbreklerde amibe benzer hücrelere rastlanmıştır. Bu amibimsi hücreler iyice gelişmiş kanser durumunun bir belirtisidirler. Bağırsaklarında sümüksü maddelerinde polipler ve bunların geliştikleri yerlerde körelmeler gözlenmiştir. Erkeklerin yumurtalıklarında biçimleri amibi andıran kanserli hücreciklere rastlanmıştır.

Bu deneylerin temel amacı sağlıklı ya da diğer başka bir hastalığa yakalanmış farelerde hiç gözlenmeyen çomak ve iğ biçimindeki kamçı kuyruklu hücrelerin gelişme aşamasını

59

Page 60: Orgonomi: Kanser Üzerine

belirlemek olmuştur. 3000-4000’lik bir büyütme bu yapıların özgünlüklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak bu büyütmede başka türlü hücrelerle karıştırılmaları tehlikesi uzaktır.

12.10.1. Kanserin Birinci Evresi(Ca I): Keseciklere Ayrışma Evresi

T basili enjekte etmenin sağlıklı hücreler üzerindeki ilk etkileri hücrelerin şişip T basilleri oluşturması ve hızla keseciklere (PA kabarcıklarına, biyonlara) ayrışmasıdır.

Şekil 63. 1. Sağlıklı örtü doku hücresi. 2. Biyonlara ayrışan örtüdoku hücresi: sağ kesimde koyu mavi renkte, iğ biçimimdeki hücreciklerin oluşması: kanser öncesi evre (Ca I). 3. Hücrenin dışında boy gösteren T basillerini oluşturmak üzere örtü doku hücresinin ayrışması (Ca I). (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 64. Döl yatağı ağzından alınmış, içinde T basilleri bulunan ve güçlü bir ışık saçan enerji keseciklerine(biyonlara) rastlanan kanser öncesi örtüdoku hücreleri. (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948).

60

Page 61: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 65. Solda, sağlıklı örtü doku hücresi. Sağda, keseciklere ayrışma evresi(Ca I). Başka bir deyişle granüllü bir yapıda. Kaynak: Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti, Italy.

12.10.2. Kanserin İkinci Evresi(Ca II): Yangı(İltihap) Evresi

Kesecikli(biyonlu) yapılar değişime uğrar. Bu evre şiddetli yangı evresidir. Vücut T basillerinin yıpratıcı etkilerine karşı bilinen yöntemleriyle karşı koyarlar: kan basımı artar, örselenen yere akyuvarlar toplanır ve tanecikli dokular oluşur. Bu etkiler vücudun herhangi bir yerinde toplanabilir ya da tüm vücuda yayılarak etki gösterebilir. T basillerinin aşılandığı yerden başlayıp kan ya da lenf damarları boyunca yayılan ve vücudun derinlerine ulaşan esmer, kızıl-esmer renginde tanecikli dokular oluşur. Bu tür iltihaplı çoğalmalar genellikle salgıbezlerine hücum ederler. Mikroskobik inceleme kanserli hücre değil, sıradan iltihaplı durumları ortaya koyar. Ca II evresine ait bazı fotoğrafları aşağıda verilmiştir:

61

Page 62: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 66. Ca II: Yangı(iltihap) evresi: (Ca I)’de oluşan biyonlu yapılar değişime uğruyor.Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti, Italy.12.10.3. Kanserin Üçüncü Evresi(Ca III): Olgunlaşma Evresi

Bu evre iğ ve balyoz biçimindeki hücrelerden oluşan yangılı, süreğen çoğalmaların ortaya çıkması ile karakterizedir. Bu süreç sağlıklı ya da yalnızca iltihaplı dokularda görülmez. Kesecikler iğ ve çomak biçimini alır ve yangılı bölgeleri çeviren dokuları keseciklere ayrıştırır. Mikroskopla bakıldığında esmerimsi, sınırları kesinlikle belirli olmayan kesecikli(biyonlu) dokunun yavaş yavaş beyaza çalan külrengi sert çizgilere dönüştüğü görülür. Bunların bir bölümü yangılı bölgeye bitişik yeni oluşmuş dokulardır. Sağlıklı dokulardan içlerinde her türlü hücrenin bol bol bulunuşuyla ayrılırlar. Akyuvarlar git gide seyrekleşir ve yeni bir takım balyoza benzeme eğiliminde hücrelerin oluştuğu görülür. Bu evrenin tanınabilmesi için dokuların boyanmadan canlı olarak incelenmesi gerekir. Dokunun boyanması bu süreçlerin gözlenmesine izin vermez. Herhangi bir nedenle(T basili aşılamaksızın veya sürecin kanserle ilgili olduğu sanılmaksızın) oluşmuş bir iltihabik süreç, eğer yeterince uzun süre tutulabilir veya sürdürülebilirse de, bu evrenin oluştuğu görülebilir. Şekil 67.1’de, bir örtü doku hücresinin CaI’den Ca III evresine kadar olan süreçlerinin bir özeti verilmiştir:

Şekil 67. 1. Mavi çizgili yapıya sahip hücre kesiti. 2. Hücre yumurtalaşıyor; mavi yaşam enerjisi kabarcıkları gelişiyor. 3. Mavi biyonlar birbirine doğru kayıp koyu renkte çizgili bir yapı oluşturuyorlar. 4. Hücre balyoz biçimini alıyor. (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 68. Kendiliğinden oluşmuş ya da T basili şırınga edilerek üretilmiş kanserli ur taşıyan farelerden alınmış kanser hücrelerinin değişik biçimleri. (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948).

62

Page 63: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 69. Solda, dölyolu salgısından alınmış, iğ biçimindeki tek kanser hücresi (Ca III). Sağda, kanserli örtüdoku hücresi(X), renge müthiş duyarlı (Ca III). (Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 70. Ca III evresi kanser hücreleri. Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti, , Italy.

Şu ana kadar anlatıldığı gibi kanser hücrelerinin oluşumundan tamamen T basilleri sorumludurlar. Fakat bunların varlığı kanser öncesi evreye dayanmakta ve dokuların yozlaşmaları ile ortaya çıkmaktadırlar. Saf T basili aşılanarak kanser yaratılabilmektedir. Fakat kanserli hücreler tamamen olgunlaştıktan sonra artık T basillerinden bağımsız bir özerk yapıya bürünmektedirler. Yani artık T basillerinin varlığına ihtiyaç duymadan çoğalabilmekte ve ur oluşturabilmektedirler. Olgunluk evresinden sonra kanserli ur çevresindeki sağlıklı dokuları keseciklere ayırma yönünde uyarmakta ve onları kendileri gibi kanserli doku oluşumuna doğru itmektedir. Bu mekanizma onların özerk evredeki yayılma şekilleridir.

12.10.4. Kanserin Dördüncü Evresi( Ca IV): Olgunluk Evresi

Dördüncü evrenin başlıca özelliği etkin amibimsi hücrelerin belirmesidir. Bu hücreler iğ biçimindeki yapıların evrimimin son aşamasıdır. Eğer vücut Ca II ve Ca III evrelerinde can vermezse oluşan hücreler amibimsi bir yapı ve devinim özelliği kazanırlar. Bunun için canlı ölmeden ayakta kalmalıdır. Devingenlikleri sınırlı iğ biçimindeki ve yuvarlak hücreler, hızlı devinimlerinden ötürü büyük zararlar veren amipler kadar yıkıcı değildir.

63

Page 64: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 71. Ca IV evresi. Oklar kansunun(plazmanın) döngüsel devinimlerini göstermektedir. Kalın oksa hücrenin devindiği yönü belirtmektedir. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 72. Ca IV evresi kanser hücresi. Gerçek görüntü. Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti, Italy.

12.10.5. Kanserin Beşinci Evresi(Ca V): Ayrışma Evresi

Bu evre kanserli urun son evresi, yani çürüyüp kokuşarak ayrışma evresidir. Bu son evrede kanser yavaş yavaş bütün vücuda yayılır. Ur erimeye ve T basillerine ve çürütücü bakterilere ayrışarak vücuda yayılmaya başlar. Kanser hastaları bu evreye kadar herhangi bir şekilde ölmemişlerse ve vücut canlığını sürdürmüşse, genel dirimsel körelme urun da ayrışmasıyla tüm vücudu zehirler. Genelde kanser hastalarının ölüm nedenleri kanserli hücre veya ur oluşumu nedeniyle değil, genel körelmenin ve vücut canlılığının düşmesinin urun da ayrışmaya neden olmasıyla gerçekleşir. Bu ölüme T basili zehirlenmesi de diyebiliriz.

64

Page 65: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 73. Urun Ayrışması: T basilleri ve çürütücü bakterilerin ortaya çıkması(Ca V). Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti

Şekil 74. Urun ayrışması evresi(Ca V).

65

Page 66: Orgonomi: Kanser Üzerine

Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti

Şekil 75. Kanserli bir farenin kaygan miğde kaslarındaki çürüyüp kokuşma(Ca V). (W. Reich, “Kanser”, 1948).

66

Page 67: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 76. Kanserin evrelerin bir özeti. A: sağlıklı hücre. Ca1 (B: serbest biyonlar; D: hücreler T basili reaksiyonuna karşı biyonlarına parçalanıyorlar; D1: biyonlar aynı hücre içerisinde yığın oluşturmaya başlıyorlar.); Ca2 (B1: serbest biyonlar bir araya gelerek bir membranla çevreleniyorlar; D2: biyonlar yığınları hücre içerisinde şekilleniyor ve bir membranla çevreleniyorlar.); Ca3, Ca4 ve Ca5 (nekroz ve T basilleri ile diğer çürüme ve kokuşma bakterilerinin açığa çık ması.) Kaynak: www.cellulacancerosa.it, Dr. Armando Vecchietti, Italy.

12.11. Kanserli Hücre Vücudun Kendi Kendisini Savunmasının Bir Sonucu

T basili ve biyonlar arasında mikroskop altında kolayca gözlenebilen şu olgudan bahsetmiştik. PA adını verdiğimiz bu biyonlar gerek dokuların ayrışması sonucu direk gelsinler, gerek topraktan izole edilsinler gerekse de demir tozu, kömür veya kumun akkor haline getirilerek besi ortamından şişirilmeleri ile elde edilsinler T basilleri üzerindeki etkileri hep aynıdır. Onları hareketsiz hale getirip, kıpırtısızlaştırmakta ve son olarak bir araya toplamaktadırlar.

67

Page 68: Orgonomi: Kanser Üzerine

Bu işlev T basillerinin varlıklarına karşıt bir işlevdir. Onları yok etmek için mücadele ederler.

T basili aşılanması sağlıklı dokular üzerinde ilk önce keseciklere ayrıştırıcı, yani biyonlara dönüştürücü bir etkide bulunur. Bu şekilde hem dokuları dağıtmakta hem de kendisine karşıt bir güç odağı oluşturmaktadır. Bu güç odakları yavaş yavaş T basillerine karşı örgütlenmekte, yeni bir hücresel yapı ve daha da ileride bir tümör oluşturmaktadır. Bu oluşan yapılar T basillerine karşı oluşmuşlardır. Tümörlü bir dokunun ayrışması ise bize kolayca T basillerini vermektedir. Bu olgu ise kanserli hücrenin T basillerine karşı vücut tarafından oluşturulmuş bir savunma mekanizması olduğunu doğrular niteliktedir.

T basili aşılandığı vakit keseciklere ayrışmanın ardından iltihaplı bir savunma ile cevap vermekte, eğer üstesinden gelemez ise dokular yavaş yavaş yukarıda açıkladığımız gibi kanserli hücre yönünde değişim geçirmektedir. Vücudun genel körelmesi daha da ilerlediğinde kanserli hücre ve urlar da işlevlerini kaybetmekte ve kendilerine karşıt bir güç olarak oluştuklarına T basillerine ayrışmakta ve vücudu zehirlemektedirler. Vücudun ur oluşturamayacak kadar zayıf düşmüş ve çökmüşse, son evrede urun da ayrışmasıyla vücudu büyük bir T basili zehirlemesiyle öldürmektedir.

Peki T basili oluşumu bütün dokuların genel yozlaşma ve ayrışmaları ile oluşuyorsa, neden sağlıklı kişilerde de kanserli ur oluşmamaktadır? Sağlıklı insanlarda da T basilleri oluşmakta, fakat T basillerinin oluşturduğu tepkinin üstesinden gelme yeteneğiyle onlardan ayrılmaktadırlar. Dirimsel güçleri ve hastalığı yenme yetenekleri fazla olduğu için vücudun diğer dokuları ayrıştırarak T basillerine tepki göstermesine gerek kalmamakta, bu sorunu vücudun sağlıklı mekanizmaları ile çözüme ulaştırmaktadır. Vücudun genel körelmesi ve enerji düşüşü ilerlerse, işte o vakit vücudun sağlıklı dokularından bir miktar pay, bu tehlikeyi atlatmak amacıyla ayrılmaktadır. Sağlıklı dokular ilkin keseciklere ayrışmakta; tehlike uzun sürerse yangılı(iltihaplı) bir tepki göstermekte; daha da ilerlerse kanserli hücreye dönüşmekte ve giderek ur oluşturma yönünde değişime uğramaktadır. Reich sağlıklı insanlarda görülen şu görüngüden bahseder:

Sağlıklı kişilerin kanında da çoğu kez gelip bunlara eklenmiş T basilleriyle çevrili PA kümeciklerinden başka bir şey olmayan plastositlere(ufacık taneciklere) rastlanır. Kimi zaman T cisimcikleriyle dolu akyuvarlara da rastlanır. PA kabarcıklarının T basillerine gösterdikleri tepki, <<B Tepkisi>> en sağlıklı vücutlarda bile her an her yerde sürüp gitmektedir. PA kabarcıklarının acunsal yaşam enerjisi yükleri ne kadar zayıfsa, T basillerini etkisiz hale getirebilmek için o kadar çok mavi kabarcık gerekir. Daha ileri evredeki dirimsel yapılar, tek hücreli canlılarsa işte bu mavi PA kabarcıklarından oluşurlar ve bunlar arasında kanser hücreleri de vardır. Bu durumda kanser hücrelerinin sayısız PA kabarcığının, yani T basillerinin yerel zehirlenmelerine karşı koymak üzere kan hücreleriyle doku hücrelerinden oluşmuş mavi kabarcıkların ürünü olduklarını anlıyoruz (W. Reich, Kanser, sy: 299).

12.12. Katranlı Maddelerin Kansere Neden Olmaları

T basillerinin kansere nasıl neden olduklarını ve kanserin geçirdiği evrim süreçlerine değindik. Katranlı maddelerin ise kansere neden oldukları bilinen bir olgudur. Peki, katranlı maddeler nasıl olmakta da kansere neden olmaktadırlar? Daha önce kömür kökenli biyon tüpleri üretildiği vakit kendiliğinden ortamda T basillerine oluştuklarına değinmiştik. Bu biyonları sağlıklı bir fareye aşıladığımız vakit kanserli hücrelerin oluşmasına neden olmaktadırlar. Fakat diğer biyonların – mesela SAPA biyonlar veya toprak kökenli diğer biyonlar – böyle bir şeye neden olmamaktadırlar. Aynı zamanda bu tüplerde kendiliğinden T basili gözlemlerine de rastlanamamaktadır. Yüksek sıcaklıklara dek ısıtılmış katranlı maddelerle kanser oluşturma denemelerinin iç mantığı bu şekilde açıklanabilmektedir. Görünen o ki ısıtılarak akkor ve kömür haline getirilmiş tüm organik maddeler besin ortamı ile temasa geçince kendiliğinden T basilleri oluşturmaktadırlar. Bu olgu malzemeleri ne kadar steril edersek edelim kendisini göstermektedir. Gerek ısıtılmış katranlı maddelerin farelerle temas ettirilmesi yöntemiyle, gerekse de akkor haline getirilmiş kömürün kökenli biyonların sağlıklı farelere enjekte edilmeleriyle kanserli farelerin vücutlarında T basillerine rastlanabilmiştir. Demek ki T basili adını verdiğimiz yapılarla düşük enerji düzeyli organik maddeler arasında belli bir ilinti bulunmaktadır: kömür, organik maddelerin yanmaları sonucu oluşan en son üründür.

Doğal olarak kansere yakalanmış insanların kan hücrelerinin ve diğer dokularının düşük enerji düzeyleri dolayısıyla çabucak ayrışmaları ve T basili oluşturmaları onların düşük enerji düzeyli hidrojen karbürlerle olan bağını güçlendirmektedir. Dirimsel enerji alanını ölçmeye yarayan aletin kanserliler üzerinde - diğer insanlarla kıyaslandığında - daha düşük bir enerji alanı varlığını ortaya koyması ve kanser hastalarının kliniklerde daima gözlenen enerji patlamalarına meyilli olmayışları, içe dönük, geri çekilmiş bir kişilik ve bedensel yapıda

68

Page 69: Orgonomi: Kanser Üzerine

olmaları da bu olguyu desteklemektedir. T basilleri dışarıdan kontaminasyon yoluyla gelmemekte, enerjisi düşmüş organik maddelerden kendiliğinden türemektedirler. İçinde herhangi bir tek hücreli yahut bakteri bulunan bir deney tüpünün dışarıyla bağlantısını keserek, yozlaşmaları ve ayrışmaları için yeteri kadar süre bekletildiğinde de ortamda T basilli yapıları oluşturulabilmektedir.

13. ORGONOMİ VE SAĞLIK

Kanser hastalığının, eğer vücut bu evreye gelene kadar herhangi bir şekilde can vermemişse, genel körelmenin son evresi, yani çürüyüp, bedensel yozlaşma ve bir ayrışma evresi olduğundan bahsettik. Tüm gerilemelerin temelinde, <<kişiliksel boyun eğme>> yarattığı kronik kas kasılmaları ve solunum ketlenmelerinin olduğunu söyledik. Bunun ise vücudun bir bütün olarak serbest bir şekilde devinimini engellediğinden, biyolojik ritmini kösteklediğinden, bu nedenle bedenin birliğini yitirdiğinden, bununsa ilk aşamada ruhsal alanda ruh çöküntüsü, ruhsal parçalanma ve çeşitli sinir ve akıl hastalıklarıyla at başı gittiğinden de bahsettik. Son aşamada ise hem iç solunumu hem de dış solunumu engellenmesinin yılları kapsayan bir süreç içerisinde kan dizgesi başta olmak üzere dokuların yozlaşmasıyla sonuçlandığına vardık. Vücut bu evreye varana dek, şüphesiz ki birçok hastalık geçirecek, aşama aşama yavaş bir ölüm sürecinden geçecektir. Şimdi ise yavaş yavaş gerçekleşen bu genel dirimsel körelme ile sağlıklı insanlar arasındaki temel farklılıkları sistemli bir şekilde ele alalım. “Sağlık nedir” sorusuna, orgonominin verdiği cevaplar:

B Tepkisi(Yaşam Tepkisi) T Tepkisi(Ölüm Tepkisi)

1. Bir bütün olarak vücut

Dik duruş, kasılma yok, güçlülük duygusu, haz alma yeteneği.

Kambur duruş, ya peltelik, aşırı gerginlik. Kasılmalar, titremeler, güçsüzlük duygusu, haz alamama, zevkten korkma

2. DeriSıcak, suyu yerinde, şişkin, pembe ya da yağız, sıcak ter.

Soğuk, nemli, sert, mavimsi solgun, donuk renkli, hatta kurşunimsi

3. Kaslar

Gevşek, gerilip gevşeyebilir nitelikte. Kas zırhı yok, sağlıklı bir sağınma, peklik yok, mayasıl yok.

Ya iyice gergin, ya pelte gibi zayıf, iç yağıyla dolmaya yatkın, çenede, alında, boyunda, yaklaştırıcı kaslarda, kalçalarda, sırtta kas zırhı.

4. Kan

B tepkisi: basınç odasında mikroptan arıtıldıktan sonra iyice şişen, yürek gibi küt küt atan, kenarları geniş ve güçlü bir mavi yaşam enerjisiyle çevrili alyuvarlar, sodyum klorür eriyiğinde yavaş yavaş biyonlara ayrışma, T basilleri üretmeme

T tepkisi: : basınç odasında mikroptan arıtılınca küt küt atmayan, küçük ve büzüşmüş alyuvarlar, T çomakçıkları, ince ve zayıf bir dirimsel enerji çemberi, hızla biyonlara ayrışma, bir tüpte çoğaltılabilen T basilleri, stafilokoklar, streptokoklar

5. Gözler

Parlak (ışıklı uyaranlara müthiş duyarlı gözbebeği). Gözler ne fırlak, ne gömük.

Ölgün <<dalgın>> tepkisiz göz bebeği, vb. Gözbebeği büyümesi, gözler fırlak ya da gömük.

6. Kalp-damar DizgesiOlağan atardamar basıncı, dingin ve güçlü yürek atışı

Ya çok hızlı, ya çok yavaş, düzensiz, değişken yürek atışı; hızlı ve zayıf nabız; atardamar basıncı ya çok yüksek, ya çok düşük.

7. Dokular(Örtü doku Doku aralarında sıvı toplanmadan beliren

Zayıf buruşuk şişkinlik, kabarcıklı yapı, potasyum

69

Page 70: Orgonomi: Kanser Üzerine

hücreleri, parça alımı)şişkinlik, potasyum klorür eriyiğinde mavi biyonlar oluşmayışı

klorür eriyiğinde hızla ayrışma.

8. Solunum

Havanın bütünüyle verilmesi, soluk almadan önce kısa bir bekleyiş, göğsün özgürce inip kalkması, her soluk verişte üreme organlarında haz duygusu.

Zayıf soluk verme, soluk almanın yarıda kesilmesi, köstekli içe çekiş, soluk alırken duraklama, göğüs kafesini hep sıkıntılı duruşu, soluk verirken haz duygusunun olmayışı.

9. Bedensel boşalma

Düzenli, vücutta çırpınmalar, eksiksiz, cinsel durgunluğa rastlanmaz.

Ya hiç yok, ya da bozuk; sürüp giden cinsel durgunluk.

10. Yüz anlatımı Canlı, değişken. Maske gibi kaskatı11. Vücut çevresinde dirimsel enerji alanı Geniş, <<esnek.>>

Dar ya da yok.

Şekil 77. Orgonomik sağlık kavramları(W. Reich, Kanser, 1948).

14. KANSERİN SAĞALTIMI VE İYİLEŞTİRME DENEMELERİ

Daha önce kanser de dahil, dirimsel hastalıkların(biopaty) tanımını yaptık. Kanser hastalığının ise bu dirimsel hastalık sürecinin , bir başka deyişle genel biyolojik genel körelmenin son evresi, yani çürüyüp, kokuşma ve ayrışma süreci olduğuna değindik: vücudun biyolojik ritminin zırh adı verilen bir oluşumla aksaması, gerilim ve gevşeme düzeneklerinin kronik bir şekilde bozulmasıyla enerji seviyesinin düşmesi ve dokusal yozlaşma ve ayrışma süreçleriyle takip etmektedir. Vücut yozlaşan ve ayrışan dokuları, özellikle T basillerine karşı doğal işlevini yerine getirememekte, T basili zehirlenmesine karşı vücut kendi dokularını eritmekte, başka birtakım oluşumlar yoluna gitmektedir: kanserli hücre ve daha da ileride yığınak yapması sonucu oluşan ur.

Vücuttaki genel dirimsel körelmeye karşı, B tepkisini, yani yaşama tepkisini yerine koyabilmek ve bedensel düzlemde zırhı ortadan kaldırmak ve vücudun serbest enerjetik etkinliğini yerine getirebilmek için uygulanan kişilik çözümlemesinden vejetoterapiden daha önce söz ettik. İşin içine orgon akümülatörlerinin de katılmasıyla oluşan toplam sağaltımdan(kişilik çözümlemesi+vejetoterapi+orgon akümülatörleri), bir başka deyişle orgon terapiden bahsettik. Bu uygulayımların hepsini kapsayan bir hastanın sağaltım öyküsünü de ayrıntıları ile anlattık. İlerde daha başka sağaltım öykülerinden de söz edilecektir.

Şimdi ise kanserli farelerin kanına biyon enjekte edilmesi yoluyla kanserin iyileştirilmesi denemelerinden bahsedilecektir. Bir başka kanserli fare grubu ise sadece orgon akümülatörleri ile sağaltıma alınmış ve hiçbir işlem uygulanmayan denetim grubu kanserli fareler ile karşılaştırılıştır. Bu denemelerde iki tür biyon türü kullanılmıştır: kum kökenli SAPA biyonlar ve toprak kökenli biyonlar. Bu deney sonuçlarında toplam 101 farenin ortalama ömürleri yer almaktadır. Ortalama ömür bütün farelerin yaşadıkları hafta sayısının toplam fare sayısına bölünmesiyle elde edilmiştir. Kan yoluyla biyon enjekte edilen toplam 101 farenin ortalama ömrü 9,1 hafta olarak bulunmuştur. Bu gruptan en uzun ömre sahip olan fare ise en fazla 28 hafta yaşayabilmiştir. Deneteme grubundaki 27 farenin ise ortalama ömrü ise 3,9 haftadır. En fazla ömre sahip olanları ise 11 hafta olarak yaşabilmiştir. Bu oran biyon enjekte edilen farelerin denetleme grubundaki farelerin işlem uygulanmayan farelerden yaklaşık 2,5 kat daha fazla yaşadıklarını göstermektedir. Aslında bu oran biraz daha yüksek tutulmalıdır, çünkü 101 farenin 47’si kesilip bakılmak üzere yapay olarak öldürülmüştür. Gene de bu oran farelerin ortalama ömrünü dörtte bir oranında arttırdığını göstermektedir. Yaşama oranındaki bu artışı ortalama 60 yıl kabul edebileceğimiz bir insan ömrüne uyarlarsak, 15 yıllık bir ömür artışının gerçekleşebileceği sonucuna varırız. Bu düşünce aslında aslında o kadar da azımsanabilecek bir varsayım değildir, çünkü kütle olarak ele aldığımızda insandaki ur faredeki urdan daha önemsizdir.

70

Page 71: Orgonomi: Kanser Üzerine

Diğer yandan orgon akümülatörüne alınan kanserli farelerde ise ortalama ömür, biyon aşılanmasıyla elde edilenden daha fazladır: 11,1 hafta olarak bulunmuştur. En fazla ömre sahip fare ise 38 haftadır. Biyon enjekte edilen farelerde ise bu süre 28 hafta idi. Akümülatör uygulaması ise farelerin toplam ömrüne oran olarak üçte birlik bir artışla kendini göstermiştir. İnsan ömrüne uyarlarsa ise bu süre yaklaşık 20 yıldır. Bu ise hiç de azımsanmayacak bir süredir.

Başlangıçta biyonların dolaysız olarak vücuda güç sağladığı sanılıyordu. Fakat daha sonra bunun alyuvarlara destek sağlayarak ve onları güçlendirerek dolaylı yollardan etkide bulundukları bulgulandı. Bu görüngü mikroskop altında da doğrulanabiliyordu. Bu denemelerin dışında kanserli fareler üzerinde ayrıca şu türde deneyler de yapılmıştır.

1. Kanserli farelerin urlarının içinde biriken kan çekilerek, santrifüjle alyuvarlardan ayrılmış, SAPA biyonları ile karıştırılarak bir gece buz dolabında bekletilmiş ve bu işlemden sonra kanserli farelere enjekte edilmiştir. Bu işlemin biyonların direk kana enjekte edilmesi kadar olmasa da çok az bir etkisi gözlenmiştir.

2. SAPA kabarcıkları aşılanmış tavşanların kanı, potasyum klorür eriyiğinde seyreltilerek(0,2-o,5 sl) memeliye, dişi fareye aşılanmış. Başka bir kümeye de santrifüj edilmiş kan enjekte edilmiştir. Fakat bu işlemler sonucunda bir başarı elde edilememiştir.

3. Doğrudan doğruya ura şırınga edilen tavşan serumu da, dirimsel açıdan güçlü kan da etkisiz kalmıştır.

4. İnsan kanı SAPA kabarcıkları ile karıştırıldı. Mikroskop altında alyuvarların SAPA kabarcıklarına yaklaşarak, alyuvarların genişlediği ve çevrelerinde mavi ışık çemberinin arttığı gözlendi. Bir grup fareye alyuvarları ayrılmış ve santrüfüj edilmiş serum, diğer gruba da alyuvarlı serum aşılanmıştır. Gözle görülür bir gözlenebilmiştir. Fakat bu işlem uzun ve zahmet gerektiren ve mikropsuz ortamda gerçekleştirilmesi gereken bir işlemdir.

5. Sağlıklı tavşanlara T basili enjekte edilerek T basillerine karşı kullanılabilecek bir serum elde edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra süzülmüş dupduru seruma T basili eklendiği vakit, mikroskop altında mavi biyonların oluştukları gözlenebilmesine karşın bu deneme de herhangi bir başarı elde edilememiştir.

Aşağıdaki çizelgede denemeler ise biyonların yalnız doğrudan kana enjekte edilmeleri yoluyla elde edilmiştir. Çizelge, bütün gruplardaki farelerin ömürlerini, ortalama ömürlerini ve en uzun ömürlerini göstermektedir. Bu süreler kanserli ur ortaya çıktıktan sonra kaydedilen değerlerdir.

71

Page 72: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 78. Çizelge. (W. Reich, Kanser, 1948).

Ancak biyon aşılanmaları yoluyla kanseri iyileştirebilme çalışmaları insanlar üzerinde denenebilecek kadar ilerletilmemiştir. Bir tek deneme gerçekleştirilmiştir ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunu 1940 ve 50’lilerde koşulların varlığıyla birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Günümüzdeki teknoloji ve bilgi ile belki çok daha iyi sonuçlar elde edilebilir.

72

Page 73: Orgonomi: Kanser Üzerine

15. SAĞALTIM ÖYKÜLERİ

Aşağıda yer alan sağaltım öyküleri Dr. W. Reich’ın “Kanser” isimli kitabından alınmışladır.

Öykü 1

M.F. olayı: bizi görmeye geldiğinde kafatasında ve kol kemiklerinde bir sürü ur taşıyan, elli yedi yaşında dul bir hanım. Önüne geçilmez bir dindarlığı vardı, karın kasları alabildiğine gergindi, kendine eziyet edercesine alabildiğine yakınmaya bayılıyordu. On beş yıl önce urdan ötürü döl yatağı alınmıştı. İki yıl önce ensesinde, kafatasında ve belinde ağrılar belirmişti. Kötü uyuyor iştahsızlık çekiyordu. Sancılarının ne ölçüde karın kaslarının kasılmasından, ne ölçüde kanserden geldiğini kestirmek güçtü. Ancak başka birinin yardımıyla yürüyebiliyordu, derisi donuk ve nemliydi, elleri ayakları durmadan terliyordu… Kanındaki alyuvar oranı %33’tü; bütün kan sayımları kanserin varlığını ortaya koyuyordu: T basilleri alabildiğine çoğalmıştı, basınç odasında mikroptan arıtıldıktan sonra T tepkisi görülüyordu, tuzlu suya koyunca alyuvarlar hızla büzüşüyordu. Kafatasındaki urlar sertti, ele geliyordu. Kanser tanısı <<Memorial Hospital>> tarafından doğrulanmıştı.

8 hafta, hastayı her gün dirimsel sağaltımdan geçirdik. Üçüncü gün kanındaki alyuvar oranı %41’e, altıncı gün %55’e, sekizinci gün %85’e çıktı. Alyuvar oranı bir ay bu düzeyde kaldı sonra %78’e düştü ve yaklaşık olarak bu seviyede kaldı. T tepkisi aşağı yukarı üç hafta olumluydu. Bir ay sonra kanında hiç T basili kalmamıştı. Alyuvarların başlangıçta %100 olan T basillerine ayrışma tepkisi, 7 hafta sonra %35’3 düşmüştü.

Kafatasında ele gelen urlar açıkça küçülüp yumuşuyordu. Burunda kanama baş gösterdi. Kanın rengi esmerdi ve içinde öldürücü urlara ait bileşenler vardı. Sancılar hafifledi, hastanın uykusu ve iştahı azıcık yerine geldi. Orgon akümülatörünün değerini anlamaya başlamıştı. Hergün onca yolun yorgunluğunu çekmemek için evinde de böyle bir aygıt bulundurmak istediğini söyledi. Orgon akümülatörünün insanlar üzerindeki uygulaması konusunda yeterince deneyimim olmadığı için bu arzusunu yerine getiremedim.

İki ay sonra hastanın kalçalarında, yaklaştırıcı kaslarında gerilmeler belirdi. Akümülatörden çekinmeye başlamıştı, ilkin bu hoşnutsuzluğu pek iyi anlayamadım. Aşağı yukarı aynı günlerde, daha önce andığım kanserli kadın, orgon ışınlanmasına cinsel durgunlukla tepki gösterdi. Dolayısıyla akümülatörün ikinci hastayı da cinsel enerjiyle doldurduğunu saymaya hakkım vardı; Butlarındaki derin yaklaştırıcı kaslardaki gerilme böyle açıklanabiliyordu. Karın ağrıları arttı. Kanserden ötürü acı çekmiyor ama herkesle dalaşıyordu. Yakınları ona dayanamayınca düşkün evlerine aktarıldı. Dirimsel enerjiyle sağaltım yarıda kesildi. Çekilen filmler kol ve kafadaki urların açıkça kötüleştiklerini, ayrıca kireçlenme başladıklarını gösterdi. Kansere karşı verilecek savaş sinir hastalığından ötürü karışıklaşıyordu. Hasta gözle görülür birkaç aylık iyileşmeden sonra öldü.Ömrü birkaç ay uzatılmış, acıları dindirilmişti.

Bu hasta aynı zamanda tam bir coşkusal boyun eğme izlenimi vermişti. Yeğeni bir gün bana: <<Yaşamasını gerektirecek hiç bir şey yok>> diye itirafta bulundu. İnsan <<yaşama güdüsü>> hiçbir zaman bütünüyle çalışmadığı ve ömrü neşesiz geçtiği için hastanın yaşama dizgesini kendi haline bıraktığını düşünmekten kendini alamıyordu.

Öykü 2

C. K. Olayı: Otuz üç yaşındaydı. Omurga kanserinden ötürü kalın bağırsağı açılmıştı. Hasta bize çocukluğundan beri peklik ve kansızlık çektiğini anlattı. 1939 yazından beri her aybaşı kanamasında <<kanlı basura>> yakalanıyormuş. 1940’ta bağırsak kanaması geçirmiş; yıllardır dışkılık bölgesinde dayanılmaz sancılardan yakınmaktaymış. Bu sancılara karşı yıllardır fitil ve kodeinli haplar kullanıyor ama bunlar ancak geçici rahatlık sağlıyormuş.

Bizim araştırma kurumu 7 Mayıs 1941’te bu hastayı ele aldığında durumu umutsuzdu. Tam anlamıyla eriyip bitmişti; uzun boylu olduğu halde yalnızca 52 kg geliyordu. Ağır cinsel-dirimsel bozukluk geçirdiği besbelliydi. Ürkek gözüküyor, geceleri hep korkulu düşler görüyordu. Kocası sekiz yıl önce ölmüştü. O günden beri tam bir cinsel perhiz içinde yaşamıştı. Ayrıca evliyken de çoğu kez aynı durumdaymış, çünkü kocası hep hastaymış, <<bu işlerle ilgilenemeyecek kadar zayıf>>mış. Kalın bağırsağının açılması sinirsel durumunu arttırmış. Gaz kaçırdığı zaman bayılacak gibi oluyormuş. Uykusuzluk kanserin ilk belirtilerinden çok önce başlamış. Aşırı kaygı bunalımları sırasında boynunda ve dışkılığında kasılmalar boy gösteriyormuş: <<bunların acısından öleceğini sanıyormuş.>>

Bu hastaya gerek daha başka hekimlerce, gerek bizim bakımevinde kanser tanısı kondu.

Yoklama sonuçları: alyuvar oranı %72, basınç odasında mikroptan arıtma %99 T tepkisi, bunun gram eriyinde doğrulanması; solgun alyuvarlar, çevrelerinde çok ince dirimsel enerji çemberi, T çomakları oluşturan yavaş bir yozlaşma. Bağırsak dışkılarının tüpte üretilmesi güçlü bir T tepkisi, bir sürü çürüme bakterisi, her evrede kanser hücresi gösterdi. Bunlar arasında amip biçiminde olanlar da vardı.

Dirimsel enerji ışınlamasına başlayışımızın ikinci günü alyuvar oranı %85’e çıktı ve orada kaldı. İki hafta sonra hastanın kan çizelgesi büyük ölçüde düzelmişti. Dışkında artık birkaç oluşmuş kanser hücresi göze çarpıyordu; buna karşılık çok sayıda ölü kanser hücresiyle kıpırtısız T basiline rastlanıyordu. Bir aylık bakımdan sonra, kanın basınç odasında mikroptan arıtılmasından sonra gösterdiği T tepkisi, aşağı yukarı %5, B tepkisiyse %95’ti.

73

Page 74: Orgonomi: Kanser Üzerine

Işınlamaya başlayışımızdan beş gün sonra sancılar hafifledi. Hasta artık geceleri yalnız tek bir kodeinli hap içiyor ve uyuyordu. Oysa eskiden böyle bir şey olanaksızmış. On ikinci ışınlamadan sonra fitil kullanmaz oldu. İştahı yerine gelmişti, ama bir türlü kilo alamıyordu.

29 Mayıs’ta dışkının incelenmesi hiçbir oluşmuş kanser hücresi göstermiyordu; şimdi artık yalnız ölü kanser hücreleri ile kıpırtısızlaşmış T basilleri gösteriyordu. Dışkı kül rengi olmaktan çıkmış kahverengiye dönmüştü, bu da urdaki kanın ayrıştığını gösteriyordu.

On ikinci ışınlamadan sonra hasta dışkılık bölgesinde dayanılmaz bir kaşıntı belirdiğini söyledi. Dirimsel enerji biriktiren kutunun içinde rahatça terliyordu, derisindeki solgunluk geçmişti. Sancısı kalmamıştı, uykusu iyiydi, gezintiye çıkıyor, dostlarını ağırlıyordu.

Bir iki ara vermenin dışında sağaltımı 28 Temmuz 1941’e dek sürdürdü; sancı çekmiyor, kendini iyi hissediyordu. Ağustos başında bakıma gelmez oldu. Eylül ortalarında telefonla arayarak iyi olduğunu hiç sancısı kalmadığını bildirdi. Ama sağaltımı sürdürmesine olanak yokmuş. 30 Eylülde hastanın yakınlarına bundan sonra olacakların sorumluluğunu taşımadığımı bildiren bir mektup yazdım. Hastanın sinircesinden ötürü sağaltıma gelmediğini öğrendim. Erginlik çağından beri kapalı yerde duramama hastalığı varmış, bundan ötürü metroya binip bizim bakımevine gelemiyormuş. Yakınlarıyla ilişkileri çok kötüymüş. Bana öyle geliyordu ki, bilinç dışı köklü bir nefret yüzünden yakınları onun beklenen ölümünü arzuluyorlardı. Ona ayrılacak zamanları yoktu. Başkalarına yük olduğunu kendisine hissettiriliyordu; o da dingin ve yazgısına boyu eğmiş bir kız olduğundan arabayla bakımevine getirilmeyi isteyemiyordu. Zavallıyı yitirdiğimizi biliyor, ama kurtarmak için hiçbir şey yapamıyordum. Aile durumu umutsuzdu; evine bir dirimsel enerji biriktireci(orgon akümülatörü) koyduramazdım, çünkü aile hekimi buna karşı çıkmıştı; oysa 24 Mayıs’ta hastanın erkek kardeşiyle konuşurken, iyileştiğini kabul etmişti. Hastanın ilk gelişinde aile hekimi beni polise şikayetle korkutmaya kalkmış, hastanın dosyasını vermek istememişti. 1942 yazında hastanın kısa bir süre önce öldüğünü öğrendim.

Ölümü köreltici dirimsel bozukluğun en belirgin örneklerinden biri oldu. Dirimsel enerjiyle sağaltım yaşamı çekilir bir hale getirmiş, ayrıca bir yıl uzatmıştı. Görüldüğü gibi dirimsel enerjiyle iyileştirme toplumsal ve ailesel verilere bağlıdır.

Öykü 3

F.H olayı: 55 yaşında bir erkekti. 19 Nisan 1941’de bizi görmeye geldi. Bir yıl önce göğsünde havasızlıktan boğulma hissiyle birlikte zonklamalı sancılar boy göstermişti. Bir yıl içinde 10-12 kilo zayıflamıştı. Artık katı besin yutamıyordu. Kaşığın içindeki bir lokma sıvı besini yutmakta büyük güçlük çekiyordu. Karın bölecinde sık sık tik (hıçkırık) baş gösteriyordu, uykusuzluk çekiyor, işte çabuk yoruluyordu.

Hastaya bakan hekimin tanısı şöyleydi: kesip biçilemeyen yemek borusu kanseri. Yemek borusunun girişinde hemen hemen tam kapanma. X ışınlarıyla çekilen film bu tanıyı doğrulamıştı.

Karnın üst yanındaki çukur(canevi=epigastre) sertti. Hasta korkunç peklik çekiyordu. Soluk alırken hiç kıpırdamıyordu. 65 kg geliyordu.

Kan durumu: alyuvar oranı %70, tüpte T basili üretme +++, T tepkisi %95. içlerinde T çomakçığı bulunan alyuvarlar hemen biyonlara ayrışıyor, homojen bir kansu içinde yüzen küçük alyuvarlara dönüşüyorlardı.

Hasta orgon akümülatörü içerisinde hemen güçlü bir tepki gösterdi: sıcak sıcak terleme, derinin kızarması, yirmi dakikalık sağaltımdan sonra kendinden geçme.

28 Nisan’da kanındaki alyuvar oranı %85’e yükseldi ve birkaç ay bu düzeyde kaldı. Aynı dönemde hasta 2-2,5 kilo aldı. Artık yorulmuyor, pek sert olmayan katı besinleri(kıymayı, şehriye çorbasını) yutabiliyordu. 9 Mayıs’ta T tepkisi %10’a inmişti. Hasta artık boğulacak gibi olmuyor, iyi uyuyordu. Derisi koyu esmerdi. Müthiş keyifli, iyilik bilir bir insan olmuştu.

Dirimsel enerjiyle sağaltım aşağı yukarı 21 hafta sürmüştü. 1943 Ocak’ında bu hasta da yaşıyor ve çalışıyordu.

74

Page 75: Orgonomi: Kanser Üzerine

16. EK FOTOĞRAFLAR

Şekil 79. Kesecikli değil, çizgili bir yapı gösteren normal kas dokusu(insanda). Tuzlu suda canlıyken gözlenmiştir. Yaklaşık 1000’lik büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 80. Kesecikli bir yapı gösteren kanserli kas dokusu. Sağ tarafta tekhücreli canlıların oluştuğu görülüyor. Tuz çözeltisinde gözlenmiştir. Yaklaşık 1000’lik büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

75

Page 76: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 81. Göğüs kanserinden alınmış bir örtüdoku hücreleri. Normal tuzlu suda, boya katılmadan, memeden alındıktan bir saat sonra, canlıyken gözlenmiştir. Sağda, altta ve üstte, kesecikli yapıya bürünmemiş sağlıklı örtüdoku hücreleri. Ortada kabarcıklara(biyonlara) ayrışmaya başlamış, aşağı doğru uzayan örtüdoku. Sol kıyıda oluşum halindeki kanser hücreleri. Yaklaşık 1000’lik büyüme. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 82. Bir insan urundan alınmış balyoz biçiminde üç kanser hücresi. Yaklaşık 2300’lük büyütme. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

76

Page 77: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 83. Sağlıklı bir farenin miğde bezlerinden alınmış sağlıklı örtüdoku. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 84. T, Ca II ve Ca III tepkisi veren bir farenin miğde örtüdokusundan alınmış kanser eğilimli ayrışma içindeki hücreler. Enine kesit. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

77

Page 78: Orgonomi: Kanser Üzerine

Şekil 85. İğ biçindeki hücrenn oluşumunu gösteren, döl yatağı ağzından alınmış kanserli örtüdoku(X). (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 86. T basili şırınga edilmiş bir farede kanserli urun belirişi. (W. Reich, “Kanser”, 1948).

Şekil 87. Samandan elde edilmiş biyonlu suyun, ağır ağır çöktürülmesi ve ardından uygulanan dondurma ve çözdürme işlemi sonucu elde edilmiş, tek hücreli bir yapılaşmaya ilerleyen biyon topluluğu. Heretic’s Notebook, 2002, Maxwell Synder.

Şekil 88. Otun otoklavlanması ile elde edilmiş biyonlar(2000’lik bir büyütme). Heretic’s Notebook, 2002, James Demeo.

78

Page 79: Orgonomi: Kanser Üzerine

17. KAYNAKLAR

Reich W. Kanser(Cancer Biopaty), 1948.

Reich W. Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947.

Reich W. Kişilik Çözümlemesi, 1948.

Vecchietti A. Kanser Hücresi, www.cellulacancerosa.it

M. Herstkowitz, Psikiyatrik Orgon Terapiye Giriş: Duygusal Zırhlanma.

Natural Energy Works, Orgon Biyofizik Araştırma Laboratuarı, www.orgonelab.com

Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist), SAPA Biyonların Mikroskobik ve Ultrayapısal İncelemesi, 2000-2001, www.orgone.org

Orgon Enerji Akümülatörleri ve Orgon Enerji Yüklemeleri, www.orgonics.com

Demeo J. Heretic’s Notebook, Pulse of the Planet #5, 2002.

Demeo J. Orgon Akümülatör El Kitabı.

Müschenich S. ve Gebauer R. Almanya, 1989.

Raknes O. Wilhem Reich ve Orgonomi.

Reich W. İnsanın Doğadaki Yeri, 1951.

Yazan: Serdar L. Çetin

E-posta: [email protected]

79