23
1 TEBLİĞ ÖZETLERİ Osmanlı İlim, Düşünce Ve Sanat Dünyasında BALKANLAR - Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı - Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslami Araştırmalar Merkezi ve İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV)’ın işbirliği ile gerçekleştirilecektir. Tarih: 7-9 Mayıs 2014, Edirne Yer: Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi Kıztaşı, Kâmil Paşa Sokak, No:5 Fatih-34080 İstanbul, Turkey e-mail: [email protected]; [email protected] Web Site: http://www.isavvakfi.org Tel: +90 (0212) 523 54 57 Fax: +90 (0212) 523 65 37 Prof. Dr. Numan ARUÇ Makedonya Bilimler ve Sanatlar Akademisi-MANU

Osmanlı İlim, Düşünce Ve Sanat Dünyasında BALKANLAR · Osmanlı düşünce dünyasına katkı sağlayan ve Balkanlar üzerinde etkili olan mimari, edebiyat, İslami ilimler

  • Upload
    others

  • View
    22

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • 1

    TEBLİĞ ÖZETLERİ

    Osmanlı İlim, Düşünce Ve Sanat Dünyasında

    BALKANLAR - Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı -

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,

    İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslami Araştırmalar

    Merkezi ve

    İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV)’ın işbirliği ile

    gerçekleştirilecektir.

    Tarih: 7-9 Mayıs 2014, Edirne

    Yer: Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi

    Kıztaşı, Kâmil Paşa Sokak, No:5 Fatih-34080 İstanbul, Turkey

    e-mail: [email protected]; [email protected] Web Site:

    http://www.isavvakfi.org

    Tel: +90 (0212) 523 54 57 Fax: +90 (0212) 523 65 37

    Prof. Dr. Numan ARUÇ

    Makedonya Bilimler ve Sanatlar Akademisi-MANU

  • 2

    İslam Kültürü ve Medeniyeti Balkanlara ve Avrupa’ya Ne Kadar

    Otantik ve Yabancıdır?

    Tebliğin ana başlığından anlaşıldığı gibi, makalenin ana konusu Türk-İslam

    kültürü, medeniyeti ve tarihinin Balkanlar’a ve Avrupa’ya otantik bir konu olup

    olmadığıdır. Türk-İslam medeniyetinin yabancı ve yeni bir vaka olup olmadığını ele

    almaktadır. Türk-İslam kültürü ve tarihinin Balkanlar ve Avrupa’daki tarihi

    geçmişini ortaya koymaktadır. Türk-İslam medeniyetinin Balkanlılara ve

    Avrupalılara yabancı ve bilinmeyen bir şey olmadığını ispatlamaya çalışacaktır.

    Kendi medeniyetleri kadar İslam medeniyetinin de bilinen ve özümsenen bir vaka

    olduğunu ortaya koymaktadır. Türk-İslam medeniyetinin diğer medeniyetler kadar

    yerli ve öz medeniyet olduğu gerçeğini de ele almaktadır. Diğer medeniyetler nerden

    gelmiş ise bu medeniyetin de oradan geldiğini görürüz. Onlar ne kadar otantik iseler

    Türk-İslam medeniyetinin de okadar otantik olduğunu ispatlamaktadır. Tebliğ,

    Makedonya ve Balkan dillerinde yazılmış makale ve eserler kullanılarak ve ele

    alınarak hazırlandı.

    Prof. Dr. Hamza KELEŞ-Gulbanu KOSHENOVA

    (Gazi Üniversitesi-Ahmet Yesevi Üniversitesi)

    Balkanlarda Muslihıddin Bin Abdulgani Vakıf Eserleri ve Vakıfları

    Muslihıddin Bin Abdülgani’nin (Müezzin Hoca) Balkanların değişik

    ülkelerinde Makedonya-Üsküp’te Cami, Kurşunlu Han, Şengül Hamamı, Su Kemeri

    ve Çeşmeler; Sırbistan-Yeni Pazar’da (Novipazar) cami, mekteb, han ve ev;

    Kosova’da Mitroviça-Trepça’da cami ve ribat yapılarını inşa ettirdiğini Hicri 30

    Zilhicce 956/Miladi tarihli Arapça vakfiyesinden öğreniyoruz. Günümüzde

    vakfiyede adı geçen yapılardan, Üsküp’te Cami, Kurşunlu Han ile Şengül Hamamı,

    Trepça’da Cami, Yeni Pazar’da cami ve mektep yapısı ayakta olan yapılardır.

    Yapılardan Üsküp’te su kemeri ve çeşmeler, Yeni Pazar’da han ve Trepça’da ribat

    gibi vakıf eserleri günümüzde yıkılmış olanlardır. Külliyedeki diğer önemli

    yapılardan Kurşunlu Han, Üsküp’teki şehir hanlarından en büyüğü ve en

    ihtişamlısıdır. Han, Üsküp Arkeoloji Müzesi olarak faaliyetini sürdürmektedir. Söz

    konusu ayakta olan yapıların tamamı yerinde incelenmiş olup, yapıların tarihi ve

    mimari özellikleri vakfiyedeki bilgilerle karşılaştırılacaktır. Vakfiyenin yapılarla

    ilgili gelir ve giderleri detaylı bir şekilde anlatılacaktır. İncelememiz esnasında

    camiden günümüze intikal eden bir kitabe tespit edilememiştir. Külliyedeki dört

    yapının tamamı, Makedonya Anıtlar Kurumu Enstitüsü tarafından tescil edilerek

    koruma altına alınmıştır.

    Prof. Dr. Lyubomir MIKOV

    Bulgarıstan Bilimler Akademisi

    Bulgaristan Osman Pazarı (Omurtag) Bölgesi Bazi Köy Camilerinde

  • 3

    İmzalı Yazı ve Duvar Süslemeleri

    Bildiride Kuzeydoğu Bulgaristan Osman Pazarı (Omurtag) bölgesi Veliçka,

    Vrani kon, Zvezditsa ve Plıstina köylerinde bulunan camilerin duvar yazıları ve

    oldukça zengin duvar süslemeri ele alınmaktadır. Genellikle 19. yüzyılda inşa edilen

    ve dış görünümü mütevazı olan bu camilerin iç bezemesi beklenmeyen bir şekilde

    oldukça zengin ve etkiliyecidir. Bu camilerin iç bezemesine benzeyen örneklere

    diğer bölgelerde nadir rastlanmaktadır. Yazı ve resimler Osmanpazarlı Mustafa ibni

    Kadri adlı bir sanatçının imzasını taşımaktadırlar. Gerek Bulgaristan’da, gerekse

    Balkanlarda imzalı olan cami iç bezemesi oldukça nadir bir olaydır. Belli oluyor ki

    eserlerin altında imzasını atan bu sanatçı eğitim görmüş ve ustalığından emin olan

    bir kişi idi. Söz konusu cami duvarlarının üzerinde çizdiği yazılar ve motiflerden

    ressamın Bektaşi olduğu anlaşılmaktadır. Bildiride ale alınan bazı köy camilerinin

    19. yüzyıla ait duvar bezemeleri Osmanlı sanat geleneği bağlamında

    değerlendirilmektedir.

    Prof. Dr. Mesut IDRIZ

    International University of Sarajevo, Social andPol. Sciences

    Prof. Amir Pasis-IRCICA

    Kâbe’ye Bakan Köprüler: Balkanlarda Eşsiz Bir Osmanlı Mimarisi

    Hiç şüphesiz kemale ulaşmış her devlet şu ya da bu şekilde şehirlerinde yer

    alan şehir mimarisi üzerinde bir etkiye sahip olmuştur. Asıl mesele, aralarındaki

    farklılıkların yanı sıra altyapı mimarisi ve tasarıma kattıkları eşsiz ilavelerdir. Bu da

    devletin ve neticede idarecilerin büyüklüğünü gösterir. Bununla birlikte Osmanlı

    Devleti neredeyse altı asırlık idaresi boyunca bu alanda önemli bir rol oynamıştır.

    Bu husus kesin ve tartışmasız bir biçimde Balkanlarda müşahede edilir. Ne var ki

    yalnızca Balkanlar ve Osmanlı Devleti’nin diğer bölgeleri arasında değil bir bütün

    olarak İslam Âlemi arasındaki fark, diğer birçok şeyin yanında köprülerin inşasında

    görülür. Her ne kadar birçok şehirde olmasa da Osmanlı Döneminde Edirne, Üsküp,

    Visegrad ve Konjic’de inşa edilen köprüler mihraplar, Müslümanların Mukaddes

    şehri Mekke’ye, Kâbe’ye bakacak şekilde inşa edildikleri için eşsiz karakterlerini de

    yansıtırlar. Bu tebliğde, Balkanlarda Osmanlı’dan kalan bu eşsiz mimari kalıntılar

    incelenip tartışılacaktır. Tebliğ esnasında İslam Âlemi ve ötesindeki modern

    mimarlara bir çağrıda bulunulacaktır.

    Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

    Gazi Osman Paşa Üniversitesi

    Balkanlar’da Tasavvuf ve Tarikatlar

  • 4

    Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova,

    Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan topraklarındaki Müslüman köy ve

    kasabaların genelinde bir tekkenin varlığı bir gerçektir. Halvetîlerin başı çektiği

    bölgede Bektâşîler, Kâdirîler ve Rifâîlerin onları takip etiği görülmektedir.

    Arnavutlar daha çok Bektâşî Tarîkatı’na mensupken, Boşnak, Pomak, Türk ve diğer

    milletler arasında Halvetî, Kâdirî, Nakşî, Mevlevî, Melâmî gibi tarîkatlar yaygınlık

    kazanmıştır. Arnavutların genelde Yeniçeri Ordusu içerisinde görev almaları veya

    devşirmelerin daha çok bu bölgeden seçilmesi nedeniyle doğal olarak Bektâşîliğe

    girdiklerini, Boşnak ve diğer ulusların ise Osmanlı bürokrasisi ve idarî kadrolarında

    görev almaları, padişahlara sadakatleri onları zaman içerisinde Halvetî, Mevlevî,

    Melâmî ve Nakşîliğe yöneltmiş olmalıdır. Prizren Halvetî Tekkesi Halvetîlerin

    âsitânesi iken, Dimetoka Bektâşîlerin âsitânesidir. Her iki tarîkat meşâyihi bu

    merkezlerde, diğerleri ise Konya, İstanbul, Bursa gibi merkezlerde eğitimlerini

    tamamlamaktadırlar. Bu tespitler Rumeli yakasının “dest-i takvâ” ile alındığını,

    “i'lây-ı kelimetullah” şuurunun tasavvufî cereyanlarla bu topraklarda yeniden ete

    kemiğe büründüğünü göstermektedir. Akıncılarımızı Otranto kapılarına kadar

    götüren Malazgirt’le başlayan “Kızılelma” ülküsü, Rumeli erenlerinin Balkanları

    Anadolu mayası ile bereketli kıldıklarını göstermektedir. Tekkelerin vahdet,

    muhabbet ve ahlak felsefeleri bölgeyi İslâm’ın kültür, medeniyet, mâneviyat ve

    mîmârî mahsulleri ile çiçeklendirmiştir. İşte tebliğim bu hareketin motor gücünü,

    gazi-dervişlerin sâhip olduğu dinamik, hamleci ve kucaklayıcı hususiyetlerini,

    tekkelerin dağılımını, tarikat zümrelerinin etkinliklerini, bölgedeki tasavvufî

    atmosferin esasını ortaya koymaya yönelik olacaktır.

    Doç. Dr. Selami ŞİMŞEK

    Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Osmanlı’nın Balkanlardaki Önemli Kültür Merkezlerinden Biri

    Filibe’de Tasavvuf ve Tarikatlar

    Osmanlı kültür ve uygarlığına Balkan şehirlerinden yetişmiş ilim, kültür ve

    sanat adamlarının yanında tasavvuf erbabının da büyük katkıları olduğunu biliyoruz.

    Nitekim İstanbul’un fethine kadar, Osmanlı’nın önemli kültürel merkezlerinden

    olarak Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi, Üsküp, Manastır, Selanik, Belgrad,

    Prizren ve Priştine gibi Rumeli şehirleri yer almaktaydı. İşte böylesi şehirlerden

    birisi de Filibe idi. Şehirde başta Mevlevîlik olmak üzere Halvetîlik, Kâdirîlik,

    Celvetîlik, Nakşbendîlik gibi tarikatlar ve bu tasavvuf yollarına bağlı sûfîler, şâirler

    etkili olmuştur. Mevleviyye’den Peçevî Ahmed Dede, Hacı Hasan Efendi, Ali Rızâ

    Dede, Muhammed Nesib Dede; Halvetiyye’nin Uşşâkiyye kolundan Şeyh Ahmed

    Efendi ile Gülşenîlik koluna bağlı Sezâiyye şûbesinden Seyyid Mehmed Efendi,

    Kâdiriyye’den Şeyh Edhem Efendi, Nakşbediyye’den Şeyh Mahmûd Baba,

    Celvetiyye’den Şeyh Mustafa Efendi, Dede Çelebi lakaplı Şeyh Muhammed Sabûrî

    ve Şeyh Veliyyüddin Efendi bunlardan ilk akla gelenlerdir. Bu şeyhlerden

    bazılarının şâirlik yönü de bulunmaktadır. Nitekim Nakşbendiyye’den Şeyh

    Mahmûd Baba “Rızâyî” mahlası ile şiirler yazarken, Celvetiyye’den Dede

  • 5

    Çelebi’nin “Sabûrî” mahlasıyla nutukları vardır. Şehirde mezkur tarikatlara mensup

    olan tekkeler ise şunlardır: Mevlevîliğe bağlı Filibe Mevlevîhânesi; Halvetiyye’den

    Şeyh Himmet Efendi Zâviyesi, Şeyh Nureddinzade Muslihiddin Zâviyesi, Uşşâkiyye

    koluna bağlı Uşşâkî Dergâhı, Gülşenîlik koluna bağlı Gülşenî Tekkesi ile Şeyh

    Hasan Tekkesi; Celvetiyye’den Celvetî Dergâhı. Şehirde hangi tarikata mensup

    olduğunu tespit edemediğimiz tekkeler de vardır: Hacı Ahmed Ağa Zâviyesi, Şeyh

    İsmail Efendi Zâviyesi, Şeyh Ömer Zâviyesi, Şeyh Bayram Efendi Zâviyesi.

    Tebliğimizde şu ana kadar üzerinde durulmamış olan Filibe ve çevresindeki

    tarikatlar, tekkeler ile buralardan yetişmiş sûfîler, şâirler hakkında bilgi verilerek

    dikkat çekilmek istenmiştir.

    Yrd. Doç. Dr. Nurullah KOLTAŞ

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Balkanlarda Tasavvufun Yayılışını Hızlandıran Etmenlere

    Reaksiyoner Bir Tavır Olarak Bogomilizm ve Melamilik

    Kavimler Göçü’yle birlikte Avrupa’nın demografik ve siyasi yapısında

    büyük değişiklikler olmuştur. Balkanlara yerleşen Türk boyları, ileride bölge

    üzerinde bir nüfuza sahip olacak Osmanlı idaresi ve İslami dünya görüşünün

    yayılmasına zemin hazırlayan etmenlerden biridir. Bölgeye Osmalılardan önce gelen

    dervişler de genelde İslam’ın özelde ise tasavvufun neşv-ü nema bulmasına yardım

    etmişlerdir. Diğer bir etmen ise bölgede yayılmış olan Bogomilizm inancıdır.

    Anadolu üzerinden gelen Bogomil inancı, kilisenin yozlaşan bakış açısına bir tepki

    olarak doğmuş bir harekettir. Katolikliğin merkezinden uzak bölgelerde –tabiri

    caizse zorlamayla- dayatılan Hristiyan inancı, ancak yüzeysel bir kabul

    gördüğünden, Bogomilizm yaygınlık kazanmıştır. İbadet biçimleri, Ruh’un Tanrıyla

    birleşmesi, münzevi bir yaşam biçimi, gnostik bir bakış açısı, inisiasyon, fakr vb.

    unsurlar, bu irfani hareketin yayılışı ve Balkanlarda tasavvufun benimsenişi arasında

    bazı korelasyonların kurulmasınımümkün kılmaktadır. Her türlü gösterişten uzak

    durmayı benimseyen ve bir reaksiyoner hareket olarak doğan Melamîliğin bu

    coğrafyada yayılışında yayılışı da bu bağlamda değerlendirilebilir.

    Eyüp SALİH

    Araştırmacı Gazeteci (Makedonya)

    Makedonya’da Tasavvuf Alanında Etkili Olan Halvetilik ve El Hacc

    Mehmet Pir Hayati Efendi Rumi Halveti Asitanesi

    Osmanlı Balkanlara yerleşmesiyle bu topraklara yeni bir kültür ve

    medeniyeti de getirmiştir. Osmanlı kültürü içerisinde farklı dini ve etnik gruplar beş

  • 6

    asırdan fazla bir zamanı adalet temelli idare anlayışı doğrultusunda yaşamıştır.

    Osmanlı İmparatorluğu bu topraklara büyük önem vermiş, her alanda gelişmesi için

    tüm imkânları seferber ederek çok sayıda eser inşa etmiş, önemli şahsiyetler de

    yetiştirmiştir. Balkanlarda, ilmi, fikri, siyasi ve askeri alanlarda olduğu gibi,

    Osmanlı düşünce dünyasına katkı sağlayan ve Balkanlar üzerinde etkili olan mimari,

    edebiyat, İslami ilimler alanlarında ve tasavvuf alanında da eser veren şahsiyetlerin

    sayısı az değildir. Osmanlı döneminde inşa edilen çok sayıda kültür eserinin yanı

    sıra tasavvuf kültürünün yayılmasında çok büyük bir rol oynayan farklı tarikat

    mensuplarının kurdukları “manevi eğitim merkezleri, irfan ocakları olan tekkeler

    inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de Makedonya’da tasavvuf

    alanında en etkili tarikatın Halvetilik olduğunu görüyoruz. Halvetilik Makedonya

    topraklarına Yunanistan’ın kuzeyinde bulunan Serez kasabasındaki Pir Hüseyin

    Serezi’nin halifeleriyle yayılmıştır. Asırlar boyunca geniş bir coğrafyada güzeran

    eden Halveti meşayihi bu bölgede de İslam kültür ve medeniyetine kalıcı izler

    bırakmıştır. Makedonya’da Halvetilik, Üsküp, Köprülü, İştip, Ohri merkezli yerlerde

    olmak üzere çok sayıda inşa edilen tekkeler sayesinde genişlemiştir. Halveti

    tekkelerinden bugün ayakta kalan Pir Mehmet Hayati Halveti Hazretleri’nin

    Ohri’deki asitanesine bağlı Usturga ve Kırçova Halveti tekkeleri sayesinde tasavvuf

    kültürü devam etmektedir. Horosan erenlerinden olan Pir Mehmet Hayati Halveti

    farklı yerlerde tasavvuf eğitimi alarak Serezli Pir Eşşeyh Hüseyin efendiden aldığı

    icazetle Ohri’de asitanesini kurmuştur. Kişiliği ve edebiyle etkisini genişleterek çok

    sayıda halife yetiştirmiş ve tekkeler kurmuştur. Hicri 1180 (m. 1766/67) yılında

    vefaat eden Ramazanilik şubesinin Hayati kolunun kurucusu Pir Mehmet Hayati

    hazretlerinden sonra posta oturan meşayihler arasında Şeyh Mehmet Zekeriyya

    efendinin (1864-1938) önemli bir yeri vardır. Yazdığı ilahi, şiir ve kasideleriyle

    tasavvuf anlayışını sergilemiş, Piri’ne ve şeyhine karşı olan muhabbetini

    yansıtmıştır.

    Prof. Dr. Fadıl HOCA

    Üsküp Kiril ve Metodiy Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

    Osmanlı’nın Son Döneminde Makedonya’da Türkçe ve Dini Eğitim

    Müfredatı

    Makedonya’da, Osmanlı döneminde ve II. Dünya Savaşından önce eğitim

    ve öğretim siyaseti, okulların teşkilatı, eğitim düzeni, kadro durumu ve okullardaki

    eğitim müfredatı konusunda birçok yazarlar bilgi vermektedir. Bu konuda ayrıntılı

    bilgilere Glişa Elezoviç, Dr. Svetozar Çanoviç, Dr. Mariya Yovanoviç, Mustafa

    Memiç gibi yazarların eserlerinde rastlıyoruz. Bunun dışında, Dr. Bayram Kodaman

    ve Dr. Yaşar Recepagiç de bu konuya açıklık getiren araştırmalar yapmışlardır.

    Osmanlı döneminde Makedonya’daki Türk eğitimi konusunda dolaylı olarak Sabri

    Cemil’in ve Abdülhakim Hikmet’in eserleri de bilgi vermektedir. Söz konusu

    kaynaklarda II. Dünya Savaşına kadar Makedonya’daki Türk okullarında uygulanan

    eğitim sistemi, eğitim siyaseti, eğitim programları ve metodları, okul kitapları ve

    öğretmen kadrosu ile ders müfredatları ve pedagojik hazırlığı konusunda belgesel bir

  • 7

    biçimde bilgi verilmektedir. Türk eğitimi, Balkan Savaşlarından sonra hemen hemen

    tamamen durmuştur. 1912 yılında savaşın devam etmesi yüzünden düzenli

    çalışamayan Türk okulları, savaştan sonra tamamen kapatılıp, bütün çocuklar Krallık

    Yugoslavya devletinin açtığı Sırp okullarına gitmeye zorlanmıştır. Osmanlı’nın

    Balkanlardan çekilişinden sonra kurulan SHS Krallığının yürütmüş olduğu devlet

    eğitim politikasının en önemli unsuru olan Sırp siyaseti, Bulgaristan ve Yunanistan

    gibi komşu ülkelerin yakın ve uzak geçmişindeki benzer durumları incelemiş ve bu

    tercrübeye dayanarak daha başarılı bir denasinalizasyon ve asimilasyon siyaseti

    uygulamıştır. Nitekim Sırpların uyguladığı bu siyaset sadece Türklere yönelik

    değildi. Aynı siyasetin Makedonya’da yaşayan Arnavut ve diğer azınlıklara karşı da

    eksiksiz uygulandığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Salnamelerden edinilen

    bilgilere göre, 1882 yılına kadar Kosova vilayetinin merkezi olan Üsküp sancağında

    hiç bir iptidai okul yoktu. Burada ilk iptidai mektepleri 1885’ten sonra açılmaya

    başlamıştır. Bu yıllarda Üsküpte olmak üzere, 5 İptidai okulu açılmıştır. Bu

    okullarda 60’ı kız toplam 570 öğrenci öğrenim görmüştür. Bazı kaynaklara göre,

    1911-12 eğitim-öğretim yılında Vardar Makedonya’sının altı (Üsküp, Kumanova,

    Kalkandelen, Kavadar, Debre ve Manastır) kazasında 178 Sırp, 290 Ekzarklık

    (Kliseye bağlı din okulu), 47 Yunan, 16 Romen ve 10 başka okul olmak üzere, gayr-

    ı müslim okullarının toplam sayısı 541’e çıkarken, Türklerin sadece 167 okulu vardı.

    Doç. Dr. Erdinç AHATLI

    Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Bulgaristan’da Yayımlanmış Olan İntibah Gazetesi ve Burada Çıkan

    Hadis Yorumları

    İntibah gazetesi Bulgaristan’da (Şumnu) on beş günde bir yayınlanması

    planlanan ancak bazen maddî yetersizlikler nedeniyle periyodu aksayarak neşredilen

    1927-1931 yılları arasında Osmanlı Türkçesiyle çıkmış bir süreli yayındır. Tespit

    edilebildiği kadarıyla henüz hakkında hiçbir değerlendirme yapılmamıştır.

    İntibah’taki yazılar yıkılan Osmanlı Devleti sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne

    ve peşpeşe gerçekleştirilen inkılaplara Bulgaristan Müslümanlarının bir kısmının

    bakışını ortaya koyması açısından önemlidir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne

    karşı yürüttüğü muhalefet nedeniyle İntibah, milliyetçi Türk gazetelerinin devamlı

    hücumlarına dayanamayarak ve Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekâleti’nin Bulgar

    Hariciye Nezareti nezdinde yaptığı teşebbüs üzerine Bulgar Hükümeti tarafından

    kapatılmıştır. Aslında mezkûr gazete dönemin ilmî, fikrî özellikle de siyasî analizini

    yapması açısından oldukça kıymetli bilgiler içermektedir. Pek çok yönden

    incelenebilecek olan İntibah gazetesi bu tebliğde hemen her sayısında yer alan

    güncel hadis yorumları çerçevesinde değerlendirilecektir. Hadis yorumları İntibah’ın

    yazarları arasındaki Necip Mustafa Âsım (ö. 1935) tarafından “Yed-i Beyzâ”

    müstear ismiyle “Emrâz-ı İctimaiyye ve Ahlâkımızın Islâhına Dair Akvâl-i

    Sedîde” (Toplumsal Hastalıklarımız ve Ahlâkımızın Düzeltilmesine Dair Sağlam

    Sözler) başlığı altında serlevha verilen hadisin akabinde yapılmıştır. Hakkında fazla

    bilgi elde edilememekle birlikte Necip Âsım Şumnu’daki (Bulgaristan) dînî ilimlerle

    müspet bilimlerin ortak olarak öğretiminin yapıldığı Medresetü’n-nüvvâb’ın âlî

  • 8

    (Lise sonrası Yüksek eğitim kurumu) kısmından mezun olmuş yaşadığı bölgenin

    Müslüman münevveridir. İntibah’ta yer alan hadisler genellikle Gümüşhânevî’nin

    Râmûzu’l-ehâdîs, İbn Melek’in Meşâriku’l-envâr, Mehmet Arif Bey’in Binbir Hadis

    türü derleme eserler ile Zübtedü’l-Buhârî gibi tasnif dönemi hadis eserlerinin

    muhtasarlarından seçilmiştir. Yorumlar hadis tekniği açısından ilmî bir hüviyet

    taşımamakla beraber, dönemin tartışma konularına hadisler üzerinden getirilen

    açıklamalar, savunulan görüşlerin desteklenmesinde hadislerin bir meşruiyet aracı

    olarak kullanılması, devrin sosyal ve siyasi ortamının anlaşılmasına yaptığı katkılar

    nedeniyle oldukça faydalı malzeme içermektedir. Ezcümle bu tebliğde; kısaca

    devrin genel panoraması verilerek İntibah gazetesi tanıtıldıktan sonra, burada yer

    alan hadisler ve yorumlar değerlendirilip zikredilen hadisler güncel hadis yorumu

    açısından tahlile tabi tutulmuştur.

    Bekir ŞAHİN

    Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı

    Anadolu’yu Aydınlatan Balkan Kökenli Âlimler ve Türkiye Yazma

    Eser Kütüphanelerindeki Eserleri

    Balkan topraklarının nice mümtaz insanlar yetiştirdiği tartışmasız bir

    gerçektir. Balkan topraklarında doğmuş, o topraklarda yetişmiş, Bosnevî, Vardarî,

    Selanikî, Uskûbî, Sofyevî, Slistrevîvb. nisbeli ilmiyle, irfanıyla Anadolu’yu

    aydınlatan, filolog, edip, tabip, fakih, müfessir, muhaddis, minyatür cilt ve tezhip

    sanatçısı pek çok alim vardır. Bu âlimlerin hayat hikâyelerinin, rical kitaplarından,

    tabakât ve tezkirelerden tetkik ederek hayat ve ilmi faaliyetleri aydınlığa

    kavuşturulacaktır. Hayat ve faaliyetlerini sunacağımız şahsiyetlerin çoğunluğu

    devrinin tanınmış, alanlarında ihtisaslaşmış âlimleri olacaktır. Balkan bölgesinde

    yetişmiş filolog, edip, tabip, müfessir, muhaddis, fakih yüzlerce kitap ve risale

    kaleme almıştır. Bunların çoğunluğu Arapça bir kısmı Farsça, bir kısmı da Osmanlı

    Türkçesidir. Bu şahısların Türkiye Yazma Eserler Kütüphanelerinde bulunan eserleri

    tanıtılacaktır.

    Doç. Dr. Orlin SABEV

    Bulgaristan Bilimler Akademisi Balkan Araş. Enstitüsü

    Bulgaristan Örneği Işığında Balkanlar’da Osmanlı Vakıf

    Kütüphaneleri

    Bildiride, XVI-XIX. yüzyıllar arasında Bulgaristan’ın Sofya, Vidin,

    Köstendil, Tırnova, Ziştovi, Razgrat, Filibe vs. gibi Osmanlı döneminde gelişmiş

    Müslüman merkezlerinde onlarca sayıda kurulan vakıf kütüphanelerinin kuruluş

    tarihi ve nedenleri, kurucularının sosyal ve mesleki statüsü ile maddi durumu, kitap

    koleksiyonları ele alınmaktadır. Osmanlı kütüphanelerinin genelinde olduğu gibi

    gerek Balkanlarda, gerekse Bulgaristan’daki erken döneme ait kütüphaneler

    medreselere bağlı olarak kurulmuş, daha sonraları camilere bağlı olarak ya da

    tamamen müstakil olarak faaliyet göstermişlerdir. Ancak camilerde veya müstakil

  • 9

    binalarda saklanan kitap koleksiyonları genelde yine medreselerde eğitim gören

    öğrencilerin ya da müderrislerin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Arşivlerde mevcut

    olan kütüphane kataloglarında kitapların tasnifi ise medreselerde okutulan ilimlerin

    genel tasnifine göre yapılmıştır. XIX. yüzyılda ise birleştirilen bazı küçük kitap

    koleksiyonları ile daha büyük müstakil kütüphaneler kurulmuş ve bu şekilde

    kütüphanenin medrese dışında daha geniş bir okur kitlesine hitap etmesi

    doğrultusunda girişimlerde bulunulmuştur.

    Chousein Bostantzi

    Gümülcine Seçilmiş Müftülüğü

    1913 Atina Anlaşması ile 1924 Lozan Anlaşması Dönemleri

    Arasında Batı Trakya’da Osmanlı Eğitim Sistemi

    Batı Trakya’da medreseler, müslüman halkın örgün eğitim kurumları

    işlevini görmüştür. Bilebildiğimiz kadarıyla medreseler, Osmanlıların bu coğrafyaya

    gelişlerinin hemen akabinde kurulmuş ve Batı Trakya’dan resmen ayrıldıkları 1913

    Atina Anlaşmasına kadar Osmanlıların yönetimi ve denetimi altında varlıklarını

    sürdürmüşlerdir. Her ne kadar Osmanlıların Balkan coğrafyasından ayrılması büyük

    bir müslüman göçüne yol açmışsa da Arnavutluk’tan Edirne’ye kadar Balkanların

    farklı bölgelerinde müslümanlar nüfus azınlığı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

    Balkan coğrafyası içinde yalnızca Batı Trakya Müslüman-Türk toplumu uluslararası

    bir anlaşma olan Lozan Anlaşması çerçevesinde bir “azınlık” olarak tanımlanmış ve

    bu anlaşmaya dayalı olarak birtakım haklar elde etmiştir. 1913 ile 1924 tarihleri,

    Batı Trakya Müslüman-Türklerinin kendi dinî ve millî kimliğini nasıl koruyacağı

    hususunda yalnız kaldıkları bir dönem olarak belirginleşmektedir. Bu tarihler

    arasında bu coğrafyada siyasal gelişmeler ilginç derecede karışıktır. Batı Trakya’dan

    Osmanlıların ayrılışı, ilk Türk Cumhuriyetinin kuruluşu, Bulgarların işgali, Fransız

    mandası olma tartışmaları ve daha sonra bölgenin Yunanistan’ın eline geçmesi ve

    nihayetinde İstanbul’daki Rumlara karşılık olmak üzere Batı Trakya Müslüman-

    Türklerinin Yunanistan’da azınlık olarak tanımlanmaları bu gelişmelerden

    bazılarıdır. Tebliğimizin konusu, siyasal açıdan çalkantılı olan bu dönemde Batı

    Trakya Müslüman-Türklerinin eğitim etkinliklerinde ne türden bir yöntem

    izlediklerini ortaya koymak olacaktır. Bu bağlamda Batı Trakya’daki eğitim

    kurumlarının neler olduğu, eğitim programlarının nasıl olduğu, varlıklarını nasıl

    sürdürdüğü gibi meseleler tarihsel belgeler bağlamında incelenecektir.

    Prof. Dr. Abdalaziz Mohamed AWADALLAH

    Ezher Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi

    İlim ve Devlet Adamı Giritli Sırrı Paşa’nın “Tabakat ve Adab-ı

    Müfessirin” Eseri Üzerine

    Giritli Sırrı Paşa (Kandiye 1844-İstanbul 1895), 19. yüzyılda çeşitli

    Osmanlı vilayetlerinde valilik yapmış olan bir devlet adamı, yazar ve şairdir. Şair

    Leyla Saz’ın kocası ve mimar Vedat Tek’in babasıdır. 1844 yılında eşraftan

    Helvacızade Salih Tosun Efendi’nin oğlu olarak Girit adasında Kandiye’de doğdu.

  • 10

    Dini ağırlıklı bir şekilde süren öğrenim hayatı sonrasında memuriyete Girit adasında

    başladı. Bazı vezirlere divan kâtipliği yaparak başladığı devlet hizmeti içinde Yanya,

    Aydın, Prizren ve Tuna’da mektupçu muavinliği ve mektupçuluk görevlerinden

    sonra zamanla valiliğe yükseldi. Trabzon, Kastamonu, Ankara, Sivas, Diyarbekir ve

    Bağdat’ta valilikler yaptı. Yazışmalarını (Mektubat), Kuran tefsirlerini ve şiirlerini

    yayınladı. Eserleri: Mektubat, Nakd ül-kelam fi akaid il-İslâm (Kelam ilmi), Ru’yet-

    i Bârî Hakkında Risâle, Şerhu Akâid ve Haşiyelerinin Tercümesi, Ara ül-milel

    (Mezhepler tarihi hakkında), Rûh, Ahsenü’l-kasas Sûre-i Yusuf aleyhisselam (3

    cilt), Nurü’l-Hüda Limen İstehda (Dinler Tarihi), Sırr-ı Furkan, Tefsir-i Sure-i

    Furkan (2 cilt), Sırr-ı İnsan, Tefsir-i Sure-i İnsan, Sırr-ı Kur’an tercümesi, Sırr-ı

    Meryem (Tefsir-i Sure-i Meryem), Tabakat ve Adab-ı Müfessirin (Biyografi). Bu

    kıymetli eserlerden birini çalışmamız ele alacaktır. Bizce,Tabakat ve Adab-ı

    Müfessirin adlı kitaba gerekli önem verilmemiştir. Burada açıklamalar verilip çok

    yerlerde Arap kaynaklarıyla mukâyese yapılacktır.

    Doç. Dr. Süleyman Baki

    Tetova (Kalkandelen) Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü

    Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Eserleri ve Kelami Görüşleri

    Osmanlı devrinin son dönem ulemasından Manatırlsı İsmail Hakkı Efendi,

    ulema-yı sitte olarak bilinen meşhur din alimlerindendir. Manastırlı İsmail Hakkı

    Efendi, son dönem Osmanlı uleması arasında bir çok özelliğiyle temayüz etmiş,

    başta kelam-akaid ilmi olmak üzere tefsir ve fıkıh ilmi alanında eserler vermiş, bu

    alanlarda eserler telif etmiştir. Kelam ilmi alanında ise temayüz etmiştir. Ayrıca bu

    ilim dallarında İstanbul’da dönemin önemli okullarında dersler vermiştir. Kelam

    ilminde devrin önemli kelam uleması arasında İzmirli İsmail Hakkı gibi şahsiyetlerle

    birlikte yeni dönem kelam ilminde ilk adımların atılmasına da vesile olmuştur.

    Telhisu’l-Kelam, Tenkihu’l-Kelam, Hak ve Hakikat isimli eserlerinin yanında

    Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, ayrıca Ayasofya Camii’nde verdiği vaazlar ile de

    temayüz etmiştir. İlmi şahsiyetinin yanısıra Osmanlı devlet kademesinde

    ayan/senatör olarak da görev yapmıştır.

    Dr. Sefer HASANOV

    Sofya Yüksek İslam Enstitüsü

    Yusuf b. Muhammed eş-Şumnî ve “el-İm‘ân fi Cem’i-l-Kur’an” Adlı Risalesi

    Makale, iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Şumnulu Yusuf

    Efendi” namıyla şöhret bulan Şeyh Yusuf b. Muhammed b. İbrahim Efendi’nin,

    bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Şumnu’daki yetişmesinden, daha sonra da

    Edirne’deki talim, telif ve irşad faaliyetlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölümde,

    Yusuf Efendi’nin Edirne Askerî idadîsi’nde mantık muallimi olarak görev yaptığı

    sırada 1262/1845 yılında Kurân’ın yazıya geçirilmesi, toplanması ve çoğaltılması’na

    dair kaleme almış olduğu „el-İm‘ân fi cem‘i-l-Kurân“ adlı risalesi incelenmiştir. Bu

  • 11

    bölümde eserin yazma nüshasının özellikleri, yazılış sebebi, ana konuları, temel

    kaynakları ve müellifin metodu ayrıntılı olarak tanıtılmıştır. Sonuç kısmında ise söz

    konusu iki bölüme dayanarak müellif ve eser hakkında değerlendirme yapılmıştır.

    Prof. Dr. Adil YAVUZ

    Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Edirne Darulhadisi Müderrisi Sinan Paşa ve Hadis Kültürü Üzerine

    Bir Değerlendirme -Tazarru’nâme Örneği-

    Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminin önemli ilim adamlarından birisi

    olan Sinan Paşa (v. 891/1486), İstanbul’un Fethi’nden sonraki ilk kadısı Hızır

    Bey’in (v. 863/1459) oğludur. Anne ve baba tarafından önemli alimler yetiştirmiş bir

    aile ortamından gelmektedir. Genç yaşta kendini yetiştirip dikkatleri çeken Sinan

    Paşa, babasının vefatından sonra henüz yirmi yaşlarındayken Fatih (v. 886/1481)

    tarafından, önce Edirne’de bir medreseye, sonra Edirne Dârulhadîsi’ne müderris

    olarak görevlendirilmiştir. Dönemin ünlü şeyhlerinden İbnü’l-Vefâ’ya intisap

    etmiştir. Daha sonra da Hâce-i Sultânî unvanı ile padişah hocalığına tayin edilmiştir.

    Bu görevlerinden sonra devlet adamı olarak önce vezirlik görevine, bunu takiben

    vezir-i azamlığa atanmıştır. Bilinmeyen bir sebeple Fatih ile arası açılmış, görevden

    alınıp hapsedilmiştir. Dönemin alimlerinin tepkileri üzerine hapisten çıkarılıp

    Sivrihisar kadılığına tayin edilmiştir. Fatih vefat edinceye kadar bu görevde

    kalmıştır. II. Bayezid tahta geçince (v. 886/1481) Sinan Paşa, önce vezir olarak tayin

    edilmiş, daha sonra Edirne Dârulhadîs’ine tekrar müderris olarak atanmıştır.

    Önceleri daha çok akaid, fıkıh, astronomi gibi alanlarda Arapça eserler yazan Sinan

    Paşa, hayatının bu son döneminde, Tazarru’nâme, Ma’arifnâme ve Tezkiratü’l-

    Evliyâ adıyla Türkçe üç eser kaleme almıştır. Tazarru’nâme, tasavvufi duyguların

    dile getirildiği bir gönül kitabı olarak değerlendirilmektedir. Bir yönüyle onun bir

    ömürlük birikiminin hulasası ince ruh dünyasının yansımları bu esere aksetmiştir.

    Nesir ve şiir üslübu karışık olarak kaleme alınan bu eserde önemli ölçüde ayet ve

    hadislerden yararlanmıştır. Tasavvuf alanı ile meşgul olanların, hadislerin

    muhtevasına ağırlık vererek, sıhhati konusunda gereken özeni göstermedikleri

    yaygın bir kanattir. Tebliğimizde, bir taraftan Dârulhadîs müderrisi diğer taraftan

    tasavvufa müntesip bir mürit olarak dikkat çeken Sinan Paşa’yı kısaca tanıtmak ve

    Tazarru’nâme’sini esas alarak hadis kültürü üzerine bir değerlendirme yapmak

    istiyoruz.

    Prof. Dr. M. Zeki İBRAHİMGİL-Arş. Gör. Funda NALDAN

    Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bilim Dalı

    Balkan Ülkelerindeki Osmanlı Kültür Mirası Üzerinde Genel Bir

    Değerlendirme

    Balkanlar’da 1913’te Türk hâkimiyetinin çekilmesinden sonra, Türk

    yapılarının büyük bir kısmı zamanla yıkılıp ortadan kaldırılmış; bir kısmı birkaç

    duvar parçası veya harabe halinde, çok az bir kısmı da eski orijinal haliyle veya

  • 12

    tamiratlarda değiştirilerek günümüze ulaşabilmiştir. Yapıların büyük bir kısmının

    yok olmasında değişik tarihlerde vuku bulan savaşların, yangın ve deprem gibi tabii

    afetlerin yanı sıra tarihi mirasa sahip çıkması gereken kurum, kuruluş ve kişilerin

    bilinçsizliğinin de rolü vardır. Balkanlar’daki Türk yapıları plân, hacim biçimlenişi,

    malzeme ve teknik, cephe düzeni ve süsleme bakımından Osmanlı–Türk

    mimarisinin bir bölümünü teşkil etmektedir. Balkan ülkelerindeki Türk eserleri

    Anadolu’daki çağdaşı olan yapılarla her yönden benzerlikler göstermektedirler.

    Balkanlar’da kısmen veya tamamen ayakta olan camilerin Erken ve Klasik Osmanlı

    Mimarisi’nin plan ve hacim, malzeme, teknik ve süsleme anlayışını devam

    ettirdikleri dikkat çekmektedir. Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek, Yunanistan,

    Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Sırbistan, Macaristan, Romanya ve Hırvatistan’da

    bulunan Türk eserlerinin korunması, tahrip olanların restore edilerek kullanıma

    açılması gerekmektedir. Bütün Balkan ülkelerinde, mevcut Osmanlı Mirası üzerine

    tablolar halinde bir değerlendirme yapılacaktır.

    Prof. Dr. İbrahim COŞKUN

    Necmettin Erbakan Üniversites İlahiyat Fakültesi

    Filibeli Ahmet Hilmi’nin Allah Tasavvuru

    Allah kavramı, düşünce tarihinin en eski ve değişmeyen konularından biri

    olagelmiştir. Bütün düşünürler ve filozoflar Allah hakkında fikirlerini belirtmekten

    geri durmamışlardır. İlahi din mensupları bu konuda ortak bazı inançlara sahip

    olmuşlarsa da onların Allah tasavvurları arasında da zamanla farklılıklar ortaya

    çıkmıştır. Allah inancı ile ilgili temel konularda İslam düşüncesini oluşturan kelam

    felsefe ve tasavvufta bir farklılaşma söz konusu olmamıştır. Ancak ayrıntıya

    inildiğinde farklı Allah tasavvurlarına ulaşılmıştır. Biz bu tebliğimizde

    Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin Allah tasavvurunu açıklayacağız. O,

    Avrupa’da Rönesans ve reform hareketlerinden sonra Allah’ın insan ve kâinatla

    ilişkisini neredeyse yok sayan deist tanrı tasavvurlarının yaygınlaştığı, bu

    düşüncenin bir sonucu olarak ateizmin ve sekülerleşme eğilimlerinin ivme kazandığı

    bir dönemde, aşkınlığının yanı sıra insana şah damarından daha yakın bir Allah

    tasavvurunu eserlerinde öne çıkarmıştır. O genel olarak vahdet-i vücut anlayışına

    sahip olmakla birlikte yeri geldikçe Spinoza’nın tanrı tasavvurunu da değerlendirmiş

    bazı konularda onun düşünceleri savunurken bazı konularda da eleştirmiştir.

    Kültürlerin özünü din; dinlerin özünde de Allah inancı oluşturur. Allah inancı ile

    Allah tasavvurları farklı şeylerdir. Tasavvurlarda bireysel ve toplumsal izlere

    rastlamak mümkündür. Bazı toplumların sosyo-psikolojik beklentileri tanrı

    tasavvurlarına da yansır. Yanlış tanrı tasavvurları tanrı adına bir takım yanlış

    uygulamaları meşrulaştırma aracına da dönüşebilmektedir. İnsanlık tarihi bunun

    örnekleriyle doludur. Kimileri yanlış kader ve tevekkül inancı ile tembelliklerini

    Allah’a havale ederlerken kimileri de yaptığı her türlü zulüm ve haksızlığı kutsallık

    kılıfı ile zihninde kurguladığı Allah tasavvuru üzerinden meşrulaştırmaya

    çalışmaktadır.Tarihte yaşanan savaşların çıkış nedenlerinde ve başarısızlıklarını

    kader inancıyla kapatmaya çalışan kimi yöneticilerin söylemlerinde bunlara

    fazlasıyla örnek bulmamız mümkündür. Biz sunacağımız tebliğde Ahmet Hilmi’nin

  • 13

    yaşadığı dönemde Avrupa’da ve balkanlarda felsefe ve teolojide öne çıkan tanrı

    tasavvurlarını değerlendirdikten sonra Mellifimizin eserlerinde vahdet-i vücud

    anlayışını çağrıştıran Allah tasavvurunu aktaracağız. Daha sonra da bunun Kur’an-ı

    Kerim’in bildirdiği Allah inancı ile telif edilip edilemeyeceğini, düşünce

    tarihimizdeki benzer görüşlere sahip olan mutasavvıf ve mütekellimlerin

    görüşleriyle karşılaştıracağız.

    Yrd. Doç. Dr. M. Necip YILMAZ

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Filibeli Ahmet Hilmi ve Materyalizme Yönelttiği Eleştiriler

    Ahmet Hilmi 1865 yılında Filibe’de doğdu. Babası Şehbender Süleyman

    Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. İlk bilgilerini Filibe müftüsünden alan Ahmet Hilmi

    İstanbul’a gelerek Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nden mezun oldu. Ardından

    değişik memuriyet görevlerinde bulundu. Bir süre Darulfünûn’da felsefe

    müderrisliği yaptı. Çaylak, İttihad-i İslam, Hikmet adlı gazete ve dergileri yayınladı.

    Bu gazete ve dergilerde gerek siyasi meseleler ve gerekse sosyal, edebî ve felsefi

    konularla ilgili yazılar kaleme aldı. Ayrıca İkdam, Şahbal, Yeni Tasviri Efkâr ve

    Sırat-i Müstakım gazete ve dergilerinde de siyasi ve felsefi yazılar yazdı. 30 Ekim

    1914’te bakır zehirlenmesinden vefat etti. II. Meşrutiyet döneminin önde gelen fikir

    adamlarından biri olan Filibeli Ahmet Hilmi, kelam, felsefe, tasavvuf ve tarih

    alanlarında döneminden günümüze kadar etkileri devam eden ve inceleme konusu

    yapılan eserler kaleme almıştır. Ayrıca şiir, roman ve tiyatro alanlarında da eserleri

    bulunmaktadır. Âmak-i Hayal adıyla yazdığı felsefi roman günümüzde de geniş bir

    okuyucu kitlesine hitap etmektedir. Tanzimat ile birlikte Batı’nın askeri ve eğitim

    sistemine olan ilgi zamanla Osmanlı düşünce hayatı üzerinde de etkiler meydana

    getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü durdurabilmek için Batı’da gelişen pozitif

    bilimlerden istifade etme çabası Batı felsefi düşüncesinin de ülkeye girişinin yolunu

    açmıştır. Bu felsefi akımlardan biri de materyalizmdir. Klâsik materyalizm XIX.

    yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti’nde yayılma imkânı bulmuş, gelişiminin

    ilk evresini İkinci Meşrutiyet ile tamamlamıştır. Hoca Tahsin, Beşir Fuad, Ahmed

    Midhat Efendi gibi fikir adamları materyalizmin Türkiye’ye girişine zemin

    hazırlamışlardır. Ahmed Şuayb, Baha Tevfik, Dr. Ethem Necdet, Celal Nuri, Subhi

    Ethem, Memduh Süleyman, Abdullah Cevdet’in fikri ve siyasi mücadeleleriyle

    materyalizm Türkiye’de bir fikir hareketi haline gelmiştir. Materyalizm ile ilgili

    yapılan çeviriler bu fikir akımının geniş çevrede tartışılmasına yol açmıştır. Baha

    Tevfik ve Ahmed Nebil’in Ludwig Büchner’den çevirdiği Madde ve Kuvvet adlı

    eser bu tartışmalara hız kazandırmıştır. Materyalizmin bir düşünce sitemi olarak

    tartışılması ve savunulması başta Filibeli Ahmet Hilmi, İsmail Fenni Ertuğrul olmak

    üzere birçok yazar tarafından eleştirilmiştir. Ahmet Hilmi Huzur-ı Akl ü Fende

    Madiyyûn Meslek-i Dalaleti ve Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür? Yahut Huzur-i

    Fende Mesalik-i Küfür adlı eserleriyle materyalizmi ve bu görüşü savunan dönemin

    fikir adamalarını tenkid etmiştir. Bu tebliğde Ahmet Hilmi’nin sözü geçen eserleri

  • 14

    ve konu ile ilgili diğer yazıları ışığında materyalizme yönelttiği eleştiriler ortaya

    konularak değerlendirilecektir.

    Assoc. Prof. Dr. Qani NESİMİ

    Tetova Devlet Üniversitesi

    Osmanlı Dönemi ve Sonrasında Yaşayan Önemli Şahıslardan Olan

    Arnavut Eqrem Bey Vlora

    Balkanlar genelinde olduğu gibi, Arnavutlar arasında da az olsa da,

    Osmanlılar aleyhindeki tutuma rağmen, yine de Osmanlıların onlara verdiği siyasi,

    ekonomik ve dini önem de unutulmamalıdır. Arnavutlar kültürel, dini, siyasi

    yönlerinde Osmanlıların katkılarının farkında olmalıdırlar. Çünkü Osmanlı olmak

    sadece Türk olmak anlamına gelmeyip Osmanlı olmak hem Türk hem Arnavut hem

    Boşnak hem Arap vs olmak demektir. Balkanlar’da beşyüz seneden fazla hayatını

    sürdüren Osmanlı Devleti, tarihi boyunca varlığını koruyan Vloralıların ailesinden

    olan Eqrem Bey Vlora (1885-1964), geçmişteki Osmanlılar döneminde ve 1912

    yılında ilan edilen Bagımsızlığı’ndan ortaya çıkan Arnavutluk devleti dönemini ile

    birleştirip üç ayrı dönemde ortaya çıkan üç farklı hükümette en yüksek seviyede

    görev yapan kişidir. Öte yandan, o okumuşu, kültürlüyü, yazarı, tarihçiyi, diplomatı,

    siyasetçiyi, bilim adamını temsil eden kişidir. Aynı zamanda o, Osmanlı Devleti’nin

    Balkanlar’dan çekilmesiyle buralarda entellektüel sınıfı, sözleri, davranışları,

    profesyonelliği, siyasi düşüncelerini temsil eden birisidir. Eqrem Bey Vlora

    hakkında konuşmak, Ortaylı’nın sözüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun

    yüzyılının son dönemi ve Arnavutluk’un bağımsızlıktan sonraki döneminde ortaya

    çıkan olaylara biraz daha objektif şekilde yaklaşmak demektir.

    Prof. Dr. Fikret KARAMAN

    Sofya Din Hizmetleri Müşaviri

    Balkanlar’ın Zor Dönemi ve Medeniyet Gazetesi

    Balkanlar, farklı milletlerin yaşadığı stratejik bir coğrafyadır. Osmanlı, 13.

    asrın ortalarından itibaren bölgeye gelmiş ve 20. yüzyılın başlarına kadar burada

    köklü bir medeniyet kurmuştur. Doğal olarak bölge halkı bu zengin medeniyetin

    birçok değerinden etkilenmiştir. Üç kıtada, hüküm süren Osmanlı devleti, 1910-

    1915 yıllarında Balkanlar’dan çekilmeye başlamıştır. Bulgaristan’da kalan

    Müslümanlar, kimliklerini korumak için, Türkçe ve eski harflerle “MEDENİYET”

    gazetesini çıkarmışlardır. Bu gazetenin ilk sayısı 19 Ağustos 1933 yılında Filibe’de;

    “Dini, ilmi ve İçtimai Gazete” logosuyla yayımlanmıştır. Daha sonra Din-i İslam

    Müdafileri Cemiyeti bu görevi üstlenmiş ve derginin basımı 28. sayısından itibaren

    Sofya’da yapılmıştır. Gazete 15. sayısına kadar haftada bir, daha sonra on günde bir

    olmak üzere 4 sahife halinde 15 ağustos 1944 yılı ve 375. sayısına kadar

    yayınlanmıştır. Osmanlının geri dönmesiyle birçok cami ve medrese yıkılmış veya

    kapatılmıştır. Ancak Balkanların “Darü’l Fünun’u denebilecek Nüvvab Medresesi”

    bir müddet daha direnmiştir. Burada görev yapan Yusuf Şinasi, Hafız Yusuf, Salih

  • 15

    Ahmed, Yusuf Ziyaeddin Ezheri, Osman Seyfullah (Keskioğlu) ve Ahmed

    Davudoğlu gibi bilim adamları gazetenin yayımına destek vermişlerdir. Gazetede,

    haber, siyasi olaylar, dini, sosyal ve kültürel içerikli birçok makale yayımlanmıştır.

    “Kelam Bilimi” alanında ise; Nifak ve Münafıklar, Hidayet ve Dalaletin Esbabı ve

    Mebdei, Amelsiz İmanlar Milleti Mes’ud Edemez, Kur’an ve Peygamberin

    Müslümanlık Telkini Amelidir, Mezhep Kavgaları Sünnilik ve Şiilik Mücadelesi,

    Gazali’nin Hayatı ve Felsefesi gibi makaleler yer almıştır. Biz bu toplantıda,

    gazetenin başmuharriri Mehmed Fikri’nin, “Nifak ve Münafıklar” konusunda dizi

    halinde 14 sayıda çıkan yazılarını irdelemeye çalışacağız. Bakara suresinin başında,

    insanlar mümin, kâfir ve münafık olarak inanç bakımından üç kısma ayrılmıştır.

    Daha ilk ayetlerde nifak ve münafıklığın özelliklerine işaret edilmiştir. Toplumda bu

    kitle daima bölücü olmuştur. Müslümanların zayıf dönemlerinden istifade ederek

    maddi menfaatlerini ön plana çıkarmışlardır. Bu yönüyle münafıklar, kâfir ve

    müşriklerden daha tehlikeli olmuşlardır. Bu nedenle açık düşmanından bir, münafık

    postuna bürünen dostundan ise bin kere sakın denilmiştir. Çünkü bu dostlar (!) çok

    defa düşman olur ve insana hangi yönden zarar vereceklerini herkesten iyi bilirler.

    Doç. Dr. Rıdvan CANIM

    Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

    Bir Devrin Unutulmaz Eseri: Zağra Müftüsünün Hatıraları

    Hüseyin Raci Efendi tarafından yazılan Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, esasen

    tarihimizde “93 Harbi” olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşlarının Balkanlar

    cephesinde sebep olduğu insanlık dışı acıların abidevi destanıdır. Eserin yazarı

    Hüseyin Raci Efendi’nin hayatına dair bilgiler ise onun naklettikleri ile sınırlıdır.

    Babasının adı Hasan, dedesinin ismi ise Mustafa’dır. Bugün itibariyle Orta

    Bulgaristan şehirlerinden biri olan Stara Zagora yani yaklaşık beş asır boyunca

    Osmanlı’nın “Eski Zağra” adını verdiği şehirde yerleşmiş bir ailenin çocuğudur.

    Eski Zağra’da Rüştiye Mektebi Muallimliği ve Müftülük görevlerinde bulunmuştur.

    Bundan dolayı adı geçen eser, “Zağra Müftüsünün Hatıraları” adıyla da bilinir.

    Hüseyin Raci Efendi, Rusların Eski Zağra’ya girmesinden sonra kasabanın ileri

    gelenleriyle beraber hükümet konağında hapsedilmiş, bir zaman sonra Süleyman

    Paşa kuvvetlerinin Eski Zağra’yı yeniden ele geçirmesi üzerine serbest kalmış,

    büyük göçün başlaması ile de ailesiyle birlikte 1877 yılı Ağustos ayında İstanbul’a

    göç etmiştir. Hüseyin Raci Efendi’nin, eserine son şeklini verdiği 1896 yılında sağ

    olduğu anlaşılıyor. Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, Hüseyin Raci Efendi’nin oğlu Necmi

    Raci Bey tarafından ilk defa (1326) 1910 yılında İstanbul’da yayınlanır. Eser, üç

    bölümden oluşur. 1.bölüm; eserin yaklaşık üçte ikisini ve dolayısıyla esasını

    oluşturan Tarihçe-i Vak’a-i Zağra adını taşır. Bir bakıma bir “savaş günlüğü”dür.

    Eserin ikinci bölümü, “Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli” adını taşır. 93 Harbi’nin Rumeli

    cephesindeki askeri harekatının ana hatlarıyla ele alındığı bir bölümdür. Eserin

    üçüncü bölümü, 364 beyitten ibaret manzum bir destandır. Bildiride bu önemli

    eserin içeriği ve yazarı hakkında tanıtıcı bilgiler verilecektir.

  • 16

    Yrd. Doç. Dr. Muhammet ALTAYTAŞ

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    İslâmî Zaviyeden Mehmed Akif’te Vatan, Millet ve Tarih Şuuru

    Üzerine

    Hakikat üzere olmak, insanın aşkın varoluşu/imanı ile kendini

    konumlandırdığı tarihî yeri; başka bir ifadeyle mücerretle muşahhas, yani din ile

    millet, iman ile vatan arasında kurulacak “tarih şuuru” dediğimiz sıhhatli irtibatla

    mümkündür. Bu manada “vatan, millet ve tarih şuuru, imanımızdan bir cüz’dür”

    denilse yeridir. Geçen yüzyılın başında Osmanlı’nın etkinliğini yitirmesi, dağılması

    ve Batı medeniyetinin etkin bir güç olarak tarihin merkezine yerleşmesi sürecinde

    sadece vatan toprakları parçalanmamış, milletin yüzyıllardır biriktirdiği tarihi hafıza

    ve şuur da altüst olmuştur. Son iki yüzyıldır Türkiye’de yaşayanların tarihsizliği,

    sadece kendisinin değil, bütün Müslümanların hatta bütün insanlığın tarihsizliğine

    ve dolayısıyla talihsizliğine vesile teşkil etme istidadı taşıyor. Günümüzde artık

    birçok dindar insanın bile sahiplenmekte beis görmediği, Tevfik Fikret de ifadesini

    bulduğu şekilde, “milletim insanlık, vatanım yeryüzü” noktasına kadar varan seküler

    ve evrensel bir vatan ve millet anlayışı, hakikatte bir gerçekliği olmaması bir yana,

    İslâm’ın klasik tarih görüşü açısından da bir sapmadır. İtikadî açıdan meseleye

    bakıldığında, müslümanın varolduğu tarihi vasatta, İbrahim milletinin izini takip

    etme ve bu millete mensup olanların sözünün geçtiği “yer” manasında bir vatan

    davasına sahip olmadan da iman sahibi olabileceği fikri, tarihsizleşmiş modern

    bireye özgü bir gaflet olarak değerlendirilebilir. Zira mümin vatan sevgisinin

    imandan olduğunu tefrik edecek olgunluğa erişmiştir. Balkan savaşlarıyla artık

    kuvveden fiile geçen Osmanlı’nın parçalandığı bu kritik süreçte Mehmet Akif’in

    düşünce, sanat ve eylem dünyası, buhrana düşen tarih şuurumuzu yeniden

    keşfetmek, istikametimizi tayin etmek, vatanın manasını kavramak ve bir millet

    olma olgunluğuna erişmek bakımından bizim için hazine kıymetindedir. Zira Balkan

    Harbi’nden itibaren, Millî Mücadeleye uzanan bu süreç, bütün dramatik safhalarıyla

    en etkileyici ifadesini Mehmed Akif’te bulmuştur. Akif’in tasavvuruna göre

    vatanımız İslâm’ın son yurdu, milletimiz İbrahim milletinin tarihî omurgasıdır; onun

    Çanakkale şehitlerini Bedrin aslanlarına benzetmesi de bu sebepledir. O bu süreçte

    İstiklâl mücadelesinin sadece edebiyatını yapmamış aynı zamanda manevi cephesini

    idare eden adsız kahraman olmuştu. Biz tebliğimizde Mehmet Akif’ten hareketle

    vatan, millet ve tarih şuurunu ele aldık.

    Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Özdinç

    İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Hersekli Arif Hikmet ve Osmanlı Dinî Modernleşmesi

    Ârif Hikmet’in dinî-itikadî sahadaki görüşlerinin Osmanlı dinî

    modernleşmesi zaviyesinden ele alınması modernleşmenin belli bir hat ve çerçevede

    ilerleyişine de bir itiraz hüviyetini haizdir. Osmanlı dinî modernleşmesi dediğimiz

    zaman 19. Asır boyunca dinî düşüncede gerek batıdan gelen fikirlerin etkisiyle gerek

    devrin şartları gereği dinî düşüncedeki değişim ve dönüşüm kastedilmektedir.

  • 17

    Devrin bizzat şahidi olan Ârif Hikmet’in bu meselelere dair düşüncelerini ele almak

    arzusundayız. Ârif Hikmet’in dinî düşüncenin birçok sahasına dair ortaya koyduğu

    düşünceler kelam, tasavvuf, felsefe ve hukuk sahasında birçok tahlil ve teklifi

    içermektedir. Sonrasında fikrî olarak birçok tartışmaya mevzu olan meselelere dair

    fikir ve düşünceleri gerek dinî düşünceyle alakadar olanları gerek İslamcıların ilgi

    alanına girmiştir. Dinî düşüncenin ıslahı/yenilenmesi şeklinde modernleşme

    boyunca yapılan izahların Ârif Hikmet’de dinî olanın doğru anlaşılması şeklinde bir

    tahlile tutulduğunu görürüz. Dinî düşüncedeki arayışları tarihî tecrübe içerisinde

    özellikle de tasavvufî gelenekte hikmeti merkeze alan anlayışı esas alan bir

    çerçeveye sahiptir. Fakat akıl merkezli okuma biçiminin hiç de reddedilmediği ve bu

    tarafıyla aklî bir zemin üzerine inşa edildiği savunulabilecek hususlardandır. Varlık

    alanından siyaset sahasına kadar geniş bir yelpazede ortaya konulan düşüncelerin

    miras kaldığı Osmanlı fikir hayatında neye tekabül ettiği asıl meselenin mihverini

    teşkil etmektedir.

    Doç. Dr. Sabri Tevfik HAMMAM

    Sohag Üniversitesi

    Yahya Kemal Beyatlı'nın Şiirleri, Arapça Çevirileri ve Arap Şiiri

    Üzerine Etkisi

    Türk ve Mısır halklarının ilişkileri çok eski dönemlere uzanmaktadır.

    Türkler ve Mısırlılar yüzyıllar boyunca sürekli etkileşim halinde olmuşlardır. Aynı

    coğrafyayı paylaşmaları, her iki halkın maddî ve manevî kültüründe büyük izler

    bırakmıştır. Mısır’la dokuzuncu yüzyılda başlayan ve on altıncı yüzyıldan itibaren

    Osmanlılarla devam eden uzun bir tarihimiz ve bunun geride bıraktığı önemli bir

    kültürel birikim, aile bağları ve halklar arasında karşılıklı sempati bulunmaktadır.

    Yahyâ Kemâl Beyatlı (Üsküp1884–İstanbul 1958), doğduğu toprakların maddî ve

    mânevî atmosferini derinden hissetmiş ve bu hislerini eserlerine aksettirmiştir. Şâir,

    Üsküp’te geçen çocukluk yılarının son derece hareketli, renkli, coşkulu ve hüzünlü

    günlerini hâtıralarında hasret yüklü cümlelerle nakleder. Hâtıralarında çocukluk ve

    ilk gençlik yıllarında seyahat ettiği diğer Balkan şehirlerini de aynı üslûpla anlatır.

    Bu yazılarında Yahyâ Kemâl, gördüğü insan tiplerini karakteristik özellikleriyle dile

    getirir. Fakat Yahyâ Kemâl’in Balkanları ele alması, sâdece çocukluk yıllarının bu

    topraklarda geçmiş olmasına bağlı değildir. Bunda Yahyâ Kemâl’in tarih ve vatan

    anlayışının da büyük rolü vardır. O, Fransa’dan döndükten sonra Türkiye’de, târihe

    ve coğrafyaya dayalı bir milliyetçilik anlayışını temsil etmiş ve böylece milletimizin

    üzerinde yaşadığı topraklara ve bu topraklar üzerinde yüzyıllar boyunca geliştirilen

    târihîmîrasa farklı bir gözle bakılmasına yol açmıştır. Mısır ve Türkiye aynı

    medeniyete mensup ve aynı kültüre sahiptir. Bunun temeli İslam medeniyetidir. Son

    dönemde bu medeniyet ve kültür hakkında en değerli ve etkileyici unsurlara, yazmış

    olduğu eserlerinde büyük Türk şairi ve yazarı Yahya Kemal BEYATLI yer

    vermiştir. Osmanlı ve Cumhuriyetinin kuruluşuna ve Türk toplumunun yeniden

    inşaasına şahit olan BEYATLI, kendisini vatan idealleri uğruna vakfetmiştir. Yahya

    Kemal Beyatlı'nın eserleri Mısır'da oldukça beğenilmektedir. Çoğu eserleri tercüme

  • 18

    edilmiştir. Bu tercümelerden bazıları şiir alanında “Kendi Gök Kubbemiz” “Eski

    Şiirin Rüzgârıyla” “Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş” ve düzyazı

    alanında “Aziz İstanbul” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yahya Kemal’in şiirleri,

    şairin şiir tasarımına başvurulmadan irdelendiğinde, eleştirmenler, bu şiirleri çok

    daha kolaylıkla çözümleyebilir, yeniden anlamlandırabilir. Yahya Kemal’in

    tercümelerine bakıldığında, Yahya Kemal’in üslubunun korunmaya çalışıldığı

    görülür. Özellikle kafiye ve ahenk konularında oldukça başarılı olunduğu

    söylenebilir. Bazı beyitler kelimesi kelimesine tercüme edilirken, bazıları da

    dahaserbest bir biçimde, hatta tamamen farklı kelimelerle aynı imajı vermeye

    çalışılarak yapılmıştır. Bazen de kısa bir mısra tercümede çok daha uzun

    olabilmektedir. Hatta mısraların yerinin değiştiği bile görülür. Bunun sebebi şiirdeki

    imgeyi doğru bir şekilde dile aktarma kaygısından başka bir şey değildir. Bunun bir

    diğer sebebi de orijinal şiirin kafiyesini verebilmektir. Bu yönüyle de bazı şiirler

    tercümenin ötesinde ilham alınarak yazılmış yeni bir şiir havasına bile

    bürünmektedir. Yahya Kemal Beyatlı’nın inandığı ve eserlerinde yer verdiği

    milliyetçilik anlayışı Mısır halkı tarafından da kabul gören ve beğenilen bir

    milliyetçilik anlayışı olmuştur. Çünkü Yahya Kemal Beyatlı’nın inandığı

    milliyetçilik anlayışı tarihe ve coğrafyaya dayalıdır. Bu anlayışa dayanarak Mısır

    halkı ile Türk halkı arasındaki ortak tarih iki ülkenin aynı millete mensup olduğunu

    ortaya çıkarmaktadır. Bu anlayışa binaen her iki ülke halklarının aynı millete ait

    olması çok büyük bir öneme sahiptir. Yakın gelecekte inanıyorum ki, Türk Dili ve

    Edebiyatı çalışmaları sınırları aşacak bir şekilde yükselecek. Çünkü Türk – Mısır

    arasındaki ilişkiler her alanda ilişkilerin artmasına paralel olarak, bu tür akademik

    çalışmaların da artmasına da katkı sağlayacaktır.

    Öğr. Gör. Djuneis NURESKİ

    Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü

    Şuara Tezkirelerine Göre Osmanlı Döneminde Makedonya’dan

    Yetişmiş Mutasavvıf Divan Şairleri

    Osmanlı Türkleri, Makedonya’ya ilk olarak 14. Yüzyılın ikinci yarısından

    sonra I. Murat devrinde girdiler. I. Murat devrinde 1389 Birinci Kosova ve II. Murat

    devrinde 1448 İkinci Kosova savaşlarında Türklerin Haçlıları yenmesiyle bütün

    Makedonya Osmanlı Devletinin Türkleri yerleştirmesiyle bu bölgeler hızlı bir

    şekilde Türkleşmeye, dolayısıyla bu bölge şehir ve kasabalarında Türk-İslam kültürü

    hızla yayılıp benimsenmeye başlamıştır. 14. Yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın

    başlarına kadar 550 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında

    medrese, mektep, tekke ve zaviyeleriyle maddî-manevî büyük gelişmeler gösteren

    Makedonya’nın kültür merkezi konumundaki çeşitli şehir ve kasabalarında din,

    edebiyat-şiir, kültür ve sanat alanında Osmanlı-Türk kültürüne hizmetleri geçen

    musikişinaslar, şeyhler, âlim ve sanatkârlar, edipler ve şairler yetişmiştir. Şüphesiz

    ki Osmanlı kültürünün bu topraklarda gelişme gösteren en önemli sanat dallarından

    biri Divan şiiridir. Osmanlı coğrafyasının her yerinde büyük gelişmeler gösteren

    Osmanlı şiiri ve bu şiiri meydana getiren Divan şairleri hakkında bilgi veren şuara

    http://www.edebiyatögretmeni.net/rubailer.htm

  • 19

    tezkireleri bu konuda neredeyse tek başvuru kaynağı konumundadırlar. Dolayısıyla

    şuara tezkirelerine baktığımızda bugünkü Makedonya’nın Üsküp, Manastır,

    Kalkandelen, Debre, İştip, Kratova ve Gevgeli, gibi şehirlerden 55 divan şairinin

    yetiştiğini görüyoruz. Bunlara Şakayıklar, Vefâyatlar, Katip Çelebînin Keşfü’z-

    zunûnu, Mecelle, Osmanlı Müellifleri, Sicill-i Osmânî, Kamusu’l-A’lâm gibi diğer

    Osmanlı kaynaklarında yer alan 12 şairi de ilave edilecek olursa Makedonya’dan

    yetişen divan şairi sayısının 67’ye çıktığı görülmektedir. İşte Makedonya’da yetişen

    bu 66 divan şairi içinde İştipli Tâlibî gibi bir kısmı postnişinliğe kadar yükselmiş

    olan 16 kadar mutasavvıf divan şairi vardır. Tezkirelerde bunlardan bazılarının

    tarikat mensubiyetleri açıkça zikredilirken bazılarının ise sadece tekkede şeyh

    oldukları zikredilerek mensubu oldukları tarikatlar açıkça belirtilmemiştir. Meselâ,

    Üsküplü Fennî, Hemdemî; Manastırlı Hafız, Kemaleddin, İştipli Tâlibî ve Debreli

    Vecdî’nin Mevlevî, Üsküplü Atâ’nın ise Nakşibendî olduğu açıkça zikredilmiştir.

    Osmanlı dönemi Makedonya’sının manevi mimarlarından olan söz konusu

    mutasavvıf divan şairleri, mensup oldukları tarikatlar açısından

    değerlendirildiklerinde Mevlevîlerin ilk sırada yer aldıkları görülmektedir. Daha

    sonra Nakşibendî, Halvetî, Celvetî, Kâdirî, Sünbülî ve Melâmiler gelmektedir.

    Yrd. Doç. Dr. Necdet ŞENGÜN

    Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Balkanlarda Edirneli Bir Kadı Şâir:

    Nazîr İbrahim Gülşenî

    Edirne kültür ve medeniyet yolculuğumuzun önemli duraklarından biridir.

    Yetiştirdiği pek çok din, devlet, sanat ve kültür adamı vasıtasıyla Türk İslam

    kültürüne önemli katkılar sağlamış bir şehirdir. Edirne aynı zamanda batıya açılan

    kapımız, Balkan şehirlerine bir merhabadır. Bu özellikleri dolayısıyla üzerinde

    önemle durulması; tarihi, mimarisi, kültürü, sanatı ve bunları meydana getiren

    şahsiyetleri üzerinde derin araştırmaların yapılması gereken bir şehirdir. Türk İslam

    kültür ve medeniyetine önemli katkılar sağlayan şâirlerden biri de Edirneli Nazîr

    İbrahim’dir. Nazîr İbrahim Gülşenî, 1105/1694 yılında Edirne‘de Hacı Hallâc

    Mahallesi’nde doğmuştur. Ailesinin tamamı Edirne’de o gün için güçlü tasavvufî

    merkezlerden biri olan Gülşeniyye tarîkatına bağlıdır ve o da bu gelenek içerisinde

    yetişmiştir. Dedesi Şeyh İbrahim Gülşenî, tarîkatın Kahire’deki pîri Diyarbakırlı

    İbrahim Gülşenî ile aynı adı taşıyordu. Büyük dedesi Semerci Dede, Eğri seferinden

    kısa bir süre önce hastalanması üzerine, Sultan III. Mehmed’e nefes etmek için

    Edirne’ye gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Babası Müderris Mustafa Efendi, Edirne‘de

    Sarıcapaşa Medresesi’nde, yani daha sonra yanan Eminiye Medresesi’nde müderris

    idi. Amcası Kâmî Mehmed Efendi çok önemli bir devlet adamı ve aynı zamanda iyi

    bir şâir idi. Tarîkatın pîr-i sânîsi kabul edilen ve Osmanlı‘nın Hâfız-ı Şîrâzî’si olarak

    tanınan Hasan Sezâyî-i Gülşenî’yi yetiştiren La’lî Mehmed Fenâyî Efendi de

    babaannesi tarafından akrabası idi. Nazîr İbrahim iyi bir eğitim aldı. Bir müddet

    müderrislik ve Edirne mahkemesinde katiplik görevinde bulundu. Daha sonra kadı

    oldu. Babaeski, Tekirdağ, Eski Zağra, İbrail, Ergeri Kesri (Kesriye) gibi bugün

  • 20

    Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Balkan şehirlerde

    kadılık ve kadı naibliği yaptı. Görevi dolayısıyla balkanlarda birçok yeri gezdi ve bu

    gezileri sırasında gördüklerini şiirlerle anlattı. (Örneğin bugün Yunanistan‘ın Batı

    Makedonya bölgesinde kalan Florina şehrini anlattı). Gülşenîlik tarîkatının merkezi

    olan Mısır’da bir müddet bulundu. Nazîr İbrahim aynı zamanda tasavvuf ile

    yakından ilgilendi. Hasan Sezâyî-i Gülşenî el-Edirnevî’nin halifelerinden biri idi.

    Tasavvuf terbiyesini ondan aldı. Kadılık görevi dolayısıyla çok fazla şeyhlik

    yapamadı. Ancak ömrünün sonlarında bugün güney Arnavutlukta bulunan ılıcaları

    ile meşhur Ergeri Kesri’de (bugün Gjirokaster şehri) bir tekke yaptırarak burada bir

    müddet şeyhlik yaptı. 1188/1774 tarihinde burada vefat etti. Nazir İbrahim son

    derece çalışkan ve son derece velûd bir kimse idi. Bu hareketli yaşamına rağmen

    ömrü son derece bereketli geçmiş ve seksen yıllık ömrüne irili ufaklı yirmi dokuz

    eser sığdırmıştır. Bu eserlerinden; şiirlerini topladığı iki yüz yaprağı aşkın Dîvân‘ı,

    Manzûme-i Ahlâkiyye‘si, Risâle-i Ehâdîs-i Erbaîn-i Sülâsiyye‘si, Muammeyât-ı

    Manzûme‘si, Beyân-ı Hurûf-ı Teheccî’si, Tercüme-i Kasîde-i Münferice’si ve Risâle-

    i Erbaîn ale’l-Kelimeteyn’i manzum; İnsan-nâme, Behcetü’l-Ebrâr ve Lem’atü’l-

    Esrâr, Câmiu’l-Mu’cizât... vb. gibi önemli eserlerini ise mensur olarak kaleme aldı.

    Yrd. Doç. Dr. Ramadan DOĞAN

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Niyazî-i Mısrî’nin Makedonya Üsküp Milli Kütüphanesindeki

    Cönklerde Yer Alan Şiirlerine Dair

    Balkanlar tarih içinde Türk kültürünün yaygın olarak yaşandığı yerlerden

    biridir. Bu coğrafyada Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri de

    Makedonya’dır. Üsküp’te bulunan Millî Kütüphane’de Türkçe cönkler önemli birer

    edebî mirasımızdır. Bu cönklerdeki metinler Türk kültürünün varlığını ve

    yaygınlığını göstermektedir. Bu metinlerde bazı şairlerin şiirleri nispeten daha

    fazladır ki, bu şairlerimizden birisi de Niyâzî-i Mısrî’dir. Bu tebliğ, bir Yunus

    takipçisi ve onu en iyi bir şekilde temsil eden; aynı zamanda divan şiirini, özellikle

    de Fuzûlî’yi çok iyi bilen Niyâzî-i Mısrî’nin Makedonya’daki Millî Kütüphane’de

    yer alan şiirleri hakkında olacaktır. Zira Üsküp’teki cönklerde var olan bu şiirler

    Niyâzî-i Mısrî’nin tüm Osmanlı coğrafyasında beğenilerek okunduğunun bir

    kanıtıdır. Daha önceki çalışmalarda özellikle, benim de istifade ettiğim, Kenan

    Erdoğan’ın, tenkitli divan neşrinde bu şiirler bir şekilde yer alsa da birtakım

    farklılıklar söz konusudur. Hülasa, amacımız Mısrî’nin bahsi geçen kütüphanedeki

    on beş ilahisine ve bir nebze olsun bu şiirlerin muhtevasına işaret etmek olacaktır.

    Yrd. Doç. Dr. Abbas Yahya

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Makedonya’da Dini Musiki

    Her sanat, içinde doğduğu tabiî ve coğrafi çevrenin izlerini taşır. Gerek

    Batı’da gerekse Doğu’da mûsikînin ve güzel sanatların kaynağını dinler

  • 21

    oluşturmaktadır. Yerli ve yabancılar tarafından kaleme alınan dünyâ târihi

    mûsikilerinde, özellikle Türkler’in müziğe karşı ne derece duyarlı ve düşkün

    oldukları her fırsatta gündeme getirilmiş, bu alanda pek çok eser verilmiştir.

    Gerçekten Türk kültür târihi içerisinde mûsikînin tartışmasız kayda değer bir yeri ve

    önemi vardır. Bu önem gereği fethettikleri yerlere kendi kültürleri ile yerleşen

    Türkler bulundukları yerlerin kültürleriyle kendi öz kültürlerini birleştirmişlerdir.

    Güzel sanatlar içerisinde ayrı bir yeri olan mûsikî, kültürü taşıyıcı en önemli

    lokomotiftir. Bir milletin mûsikîsinin gücü kültürünün gücü ile doğru orantılıdır. İki

    neslini mûsikîsinden habersiz geçiren bir milletin üçüncü nesilden kültürel anlamda

    söz etme ihtimali yoktur. Son zamanlarda sadece teorik olarak değil pratik anlamda

    da Türk Mûsikîsi yeniden Makedonya’da etkisini arttırmaktadır. Biz bu

    çalışmamızda Makedonya’da cami musikisini ele aldık.

    Doç. Dr. Arif AYTEKİN

    Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Osmanlı Döneminde Balkanların Dini Hayatında Mızraklı İlmihal

    Bu tebliğde, Osmanlı yönetiminde, Anadolu’da olduğu gibi Balkanlar’da da

    inanç ve dinî pratiklerle ilgili olarak Müslüman halkın en büyük ortak paydasını

    oluşturan bilgilerin sunulmasında Mızraklı İlmihal’in rolü araştırılacaktır.

    Mezhepteki müftâbih (tercihan tatbik edilebilir) görüşlerin hayata uygulanması ile

    bilginin hikmete dönüştürülmesinde Müslümanların el kitabı denebilecek

    ilmihallerin değeri belirlenecek ve bu bağlamda Mızraklı ilmihalin önemine atıfta

    bulunulacaktır. Asırlar boyu her türlü şartlara rağmen Balkanlarda İslâm dininin

    yaşamasında İlmihal bilgisinin sadeliği ve gücü incelenecektir. Sultan II.

    Abdülhamit döneminde basılıp Anadolu ve Balkanlarda her köye dağıtılan Mızraklı

    ilmihalin halklar arasında oluşturduğu müşterek bağın gücüne dikkat çekilecektir.

    Bu maksatla Trakya bölgesinin en eski ve dinî eğitim verilen köylerden yeteri sayıda

    yerleşim yerleri gezilecek ve ahali ile görüşmeler yapılacak. Aynı amaçla,

    Yunanistan, Bulgaristan ve Yogoslavya’da, belli merkez ve köylerde tarama

    yapılarak Mızraklı ilmihalin Osmanlı dönemine ait etkileri araştırılacaktır. Mızraklı

    ilmihalin din kültürü açısından Trakya ve Balkan müslüman halkları üzerindeki

    paralel kalıcı etkileri araştırılacak; var olan kültür birliğinin, halkın sosyal hayat

    birliğine olan yansımaları incelenecektir. Çalışmanın giriş bölümü İlmihal tarihine

    ve Mızraklı ilmihal geleneğine ayrılacaktır. Bu hususlarda referans gösterilecek

    bilimsel kaynaklara halktan elde edilen tarihi bilgi ve hatırata da atıflarda

    bulunulacak ve görüş beyan eden kişilerin adı ve doğum yeri ile doğum tarihi

    verilecektir.

    Doç. DR. Lindita XHANARI (LATIFI)

    Tiran Universitesi

    Arnavutça Sözlüklerindeki İslamî Terminolojinin Özellikleri

  • 22

    Arnavutçadaki İslamî terminolojinin ilk izleri yaklaşık 500 yıl önce

    görülmüştür. Bu dönem Balkanların İslam dinine geçme sürecine tekabül ediyor.

    İslam dini, İslam kültürü ve Osmanlıların gelenekleri Arnavutluk’a yeni bir yaşam

    standardı getirmiş ve Arnavutların yaşadığı bütün bölgelerdeki (bugün: Arnavutluk,

    Kosova, Makedonya ve Karadağ) Arnavutların çoğu tarafından kabullenmiştir. Bu

    süreçte Arnavutçaya islam dini terminolojisine ait kelimeler de girmiştir. İslam dini

    terminolojisi 5 yüzyıl boyunca Arnavutçanın doğal bir bileşenine dönüştü. Arnavut

    dilinin içinde kendisini iyi hisseden bu terminolojinin Arnavutçanın gramer ve

    kelime özelliklerine uyması açısından ilginç özellikler yansıtılmaktadır. Arnavutlar,

    başından beri kullanımına aşina oldular ama tarihi nedenlerden dolayı bu

    terminolojinin kendi inişleri-çıkışları da olmuştur. Bu çalışmada, islamî

    terminolojinin doğru ve yanlış kullanımının kronolojik tablosunu oluşturmaya

    çalışacağız. Bu tabloyu, anılan terminolojinin Arnavutçanın en önemli sözlüklerine

    nasıl yansıdığını inceleyerek göstermeye çalışacağız. Çalışmamız dört bölümden

    oluşmaktadır:

    1. Yazılı Arnavutça belgelerindeki İslam terminolojisi (X-VI. yy)

    2. İlk Arnavutça sözlüklerindeki İslam terminolojisi (XVII-XIX. yy)

    3. Komunizm rejimi dönemine ait sözlüklerdeki İslam terminolojisi (1944-

    1991)

    4. Demokrasi döneminden sonra Arnavutça sözlüklerindeki İslam

    terminolojisi (1992-2013)

    Prof. Dr. İrfan MORİNA

    Priştina Devlet Üniversitesi

    Osmanlı’dan Sırbistan’da Kalan Türk Kültür İzleri

    Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar bölgesine birkaç sene değil yüzyıllar

    boyunca hakim oldu. Dolayısıyla Osmanlı hakimiyeti Balkanlar’ı değişik alanlarda

    (siyaset, iktisat, kültür, din, toplum, vs…) derinden etkiledi. Bu etkiler, kaçınılmaz

    olarak değişik alanlarda değişik düzeylerde izler bıraktı, miraslara dönüştü: Siyasal,

    iktisadi, kültürel, demografik miraslar gibi… Osmanlı İmparatorluğu’nun

    Balkanlar’daki siyasal mirası bağımsızlık sonrasında Balkan ülkelerinde siyasal

    kurumların oluşumunda son derece zayıf olurken, Balkan devletleri arasında

    sınırların belirlenmesinde ve Balkanlı Ortodoks Kiliselerin nüfuzlarının korunması

    ve hatta arttırılmasında son derece güçlü oldu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu,

    Balkan ülkelerinde kendi kendini yönetme kabiliyeti anlamında önemli bir devlet

    geleneğinin gelişmesine büyük katkı sağladı. İşte Sırbistan söz konusu kültür

    izlerinden en çok pay alan ülkelerden biri oldu.

    Prof. Dr. Adem APAK

    Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “İslam Tarihi” Eseri

    Merkezinde Tarih Metodolojisiyle İlgili Görüşleri Üzerine

    Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, H 128l (M.l865) yılında günümüzde

  • 23

    Bulgaristan sınırları içinde yer alan Filibe (Plovdiv) şehrinde dünyaya geldi. Babası

    Şehbender Süleyman Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. Filibe’de başladığı

    öğrenimine İstanbul’da devam etti. Galata Sultanisi’nden mezun olan Ahmed Hilmi,

    1890 yılında Duyun-i Umumiye İdaresinde memur sıfatıyla Beyrut’a gönderildi.

    Daha sonra Jön Türkler grubuna katılarak Paris, Londra ve Kahire’de bu teşkilat

    adına siyasî faaliyetlerde bulundu. Mısır’da Jön Türkler’in kurduğu Terakkî-i

    Osmânî Cemiyeti’ne girdi, ayrıca Çaylak adıyla bir mizah dergisi çıkardı. 1901

    yılında İstanbul’a gelen müellif, kısa süre sonra Fizan'a sürgün edildi. Sürgünde iken

    tasavvufa ve Senûsîlik hareketine ilgi duydu, bu arada Arûsiyye tarikatına intisap

    etti. Meşrutiyetin 1908 senesinde ikinci defa ilan edilmesiyle İstanbul’a geri döndü.

    İttihad-ı İslam isimli haftalık bir gazete neşrine başladı. Bu gazete kapanınca İkdam

    ve Tasvir-i Efkar’da siyasî ve felsefî nitelikli makaleler yazdı. Daha sonra da Hikmet

    Ceride-i İslâmiyesi isimli bir mecmua çıkardı. 30 Ekim 1914’te 50 yaşında iken

    vefat etti. Cenazesi Fâtih Camii hazîresinde defnedildi.İlmî, edebî pek çok eser

    kaleme alan müellifin olan Şehbenderzâde Filibeli Ahımed Hilmi'nin önemli

    çalışmalarından biri de onun Tarih-i İslâm’ıdır. R. Dozy’nin Târîh-i İslâm adıyla

    Abdullah Cevdet tarafından Türkçe’ye çevrilen eserindeki hatalı görüşleri tenkit

    amacıyla kaleme alınmış olup Şehbenderzâde’nin en önemli kitabıdır. Eser, Ziya

    Nur tarafından çeşitli ilâvelerle üç misli genişletilerek yeni harflerle de

    yayımlanmıştır (İstanbul 1971, 1974). Bu tebliğde Filibeli’nin İslam Tarihi eserinde

    ele aldığı tarih metodolojisi hakkındaki fikirleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

    Şehbenderzâde, klasik kaynaklarda olduğu gibi, İslam tarihinin sadece siyasî

    yönünün aktarılmasıyla iktifa etmemiş, tarihin zihniyet altyapısını teşkil eden sosyal,

    kültürel, dinî vs. tüm yönlerini eserinde incelemiştir. Bu nedenle onun eseri, sadece

    tarihçiler için değil, tarih dışındaki diğer sosyal ve dinî ilimler alanında araştırma

    yapanlara da örneklik sunacak niteliktedir. İslâm tarih ve kültürüne önemli katkıları

    olan Osmanlı son dönem müelliflerinden Filibeli Ahmed Hilmi’nin bu tebliğde

    sunulacak olan özellikle tarih metodolojisiyle ilgili görüşlerinin, dünyada ve

    ülkemizde gerek tarih, gerekse İslam tarihi alanında yapılacak çalışmalara mütevazı

    boyutta ışık tutacağı ümit edilmektedir.