12
DiYANET YAYlNLARI DERGiSi DiNI, iLMi, EDEBi, MESLEKI AYLlK DERGI · Sahibi ve Fiilen Eden Sorumlu Müdür M. SAlM YEPREM - Diyanet Derleme ve Müdürü 17 75 92 - 17 25 24 .Ankara Mizanpaj Grafik Stüdyo S 17 00 26 - .Ankara MAYIS - HAZIRAN 1975 Ci LT: XIV - SA YI: 3 EY iNSANLAR! DOGRUSU BIZ SIZLERI BIR ERKEKLE BIR· YARATTI K. SiZi . MiLLETLER VE . KABiLELER HALINE KOYDUK KI BiRBIRINIZI ' KOLAYCA TANIYASINIZ. - ALLAH KATINDA EN O'NA GELMEKTEN EN ÇOK SAKINANINIZDIR. ALLAH BILENDIR, HABERDARDIR. (ei-HucOrat: 13) ·

Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

DiYANET iŞLERI BAŞKANLIGI YAYlNLARI

DİYANET

DERGiSi

DiNI, iLMi, EDEBi, MESLEKI AYLlK DERGI

· İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden Sorumlu Müdür

M. SAlM YEPREM -

Diyanet !ııleri Baı;ıkanlığı Derleme ve Yayın Müdürü

.Ayyıldız Matbaaaı .A.Ş.

17 75 92 - 17 25 24 .Ankara

Mizanpaj Grafik Stüdyo S 17 00 26 - .Ankara

MAYIS - HAZIRAN 1975

Ci LT: XIV - SA YI: 3

EY iNSANLAR! DOGRUSU BIZ SIZLERI BIR ERKEKLE BIR· DiŞiDEN YARATTI K. SiZi . MiLLETLER VE

. KABiLELER HALINE KOYDUK KI BiRBIRINIZI

' KOLAYCA TANIYASINIZ. ŞÜPHESiZ, -ALLAH KATINDA EN D~GERLINIZ, O'NA KARŞI GELMEKTEN EN ÇOK SAKINANINIZDIR. ALLAH BILENDIR, HABERDARDIR. (ei-HucOrat: 13) ·

Page 2: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

iLMi

GELiŞMELER DiNi

DUYGULARI·

ZAYIFLATIYOR MU,

GÜÇLENDiRiYOR MU?

Yazan: Prof. Dr. 1\'I. Apdullah DRAZ

Çeviren: Bekir KARLIGA

·Yeryüzünde din fikri ne za~ man ortaya çıkmıştır?

ilmi ve fikri gelişmeler kar­şısında dini)l durumu ne olabile­cektir?

. D inin. sosyal . görevi ·.nedir, psikolojik f?nksiyonu ne olabilir?

Hangi noktaya kadar din fe­nomeni köklü ve eski bir feno­men olarak kabül edilebilir?

Maddi gelişmeler mi öncedir, yoksa dini gelişmeler mi?

))ı~ ~ ..

DiYANET DERGiSI SAYI: 3

MAYIS HAZiRAN 1975

171

Page 3: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

1 r

!LM! GELİŞMELER

DIN! DUYGULAR! ZAYIFLATI·

YOR MU GiJ'ÇLENDİ·

RiYOR MU?

DfYANET DERGISI

SAYI: 3

MAYIS HAZIRAN

1975

172-

Fransız ihtilalini gören on­sekizinci yüzyıl aydınlanndan bir kısmı dinlerin ve hukukun son­radan ortaya çıkmış kurumlar olduğunu ileri sürerler. Hatta Voltaire: "İnsanlık dini ve rühi konuları dü§ünmeden önce yüz. yıllar boyunca katı- bir materya­list hayat sürmüştür. Bu haya~n temelleri _tarım, heykeltraşlık, _in­şaatçılık, demirellik ve maran­gozluk olsa gerektir." derı.

Bir kısmı daha da ileri gi­derek: "Dini ve manevi duygu. lan kurnaz papazların ve din adamlannın uydurarak söyledik~

lerini, her §eyi tasdik eden ahmak­ları bu yolla aldattıklannı" ileri sürmüşlerdir-.

Jean Jaçk Rousseau da ka­nunlara ve dini kurumlara aynı gözle bakar ve "Sırf başkalanna tahakküm etmek ga.yesiyle konul­muş olmaktan başka değerleri

olmadığını" söyler .. Sonra bu sö. zünü şöyle yorumlar: "Baiı arazi

· parçalarını ve yerleri ellerine ge­çirerek gözaçık davra:nan toprak sahipleri itirazlarını daha da iler­leterek mallarını ellerinden 'ka­çırmak istememişler ve bunu sağlayabilmek için kendi arala­rında toplanarak adına "kanun ve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al­d:ıtmış ve kitleleri kandırmışlar­dıra.

Dinler ve yasalarla ilgili bu alaycı görüş yeni bir şey değil,

sadece eski deliliğin tekrarıdır.

Bunları Yunanlı sofistler çok ön­ceden yapmışlai:ıdır .. Dinler ve ya­salarla- eğlenmişler ve herkesi de onlara karşı gelmeye ve kuşkuy­la karşılamaya teşvik etmişlerdi.

Antik çağ sofist filozoflar: "İlk insanın hiçbir yasanın koruyucu­luğuna gerek duymadan yaşadı­ğını, hiçbir ahlak kuralına uy­mak zorunda bulunmadıklarını,

yalnızca kaba kuvvete boyun eğ­diklerini" ileri sürüyor, sonra da şunu ekliyariardı: "Sonra yasa­lar ve kurallar konmuş ve açık­

ça yapılan hareketler bu sefer gizlice yapılmaya başlamış! o za­mandan beridir de gizlice işlenen suçlar yaygınlaşmıştır. Bazı dil­hiler de kitleleri gökte ezeli bir gücün bulunduğuna ikna etmeye çalışmış, onun her şeyi görüp işit­tiğini ileri sürmüş, her şeye bil­gece hakim olduğunu savunmuş­lardır."·ı Onlara göre dinler de ya­salar da toplumun hastalıklarını çeşitli hile ve oyunlarla gizleyip örtrnek için uydurulmuş ustaca oynanan politik oyunlardı.

Modern Avrupa' da bu görüş­lerin yayılıp revaç bulmasını et­kileyen iki önemli faktör vardı aslında:

a) Kilise mensuplarından

birçoğunun dejenere olmuş ahlak anlayışı,_

b) İnsanlar tarafından ko­nulan yasaların baskısı ve umu­mi gelir dağılımının düzensizliği.

Bu iki faktör yüzünden kit­leler her zaman ve :tıer yerde din­lerin ye yasaların hep ayın şe­

kilde olduğuna inanmalarını ko­laylaştırmıştır.

N e var ki daha onsekizinci yüzyıl bitmeden bu görüşün_ yan. lışlığı ortaya çıktı. Çünkü Kıta Avrupası'nın dışına geziler ya­pıldı, değişik inançlar,. gelenekler ve efsaneler ortaya çıkarılarak

(1) Voltaire, Essai $ur Les Moeurs, p. 14. \2) İd. İbid, p. 133. (3) Jean Jack Rousseau, Disgours Sur l'oıigine et la Fondement de' l'inegalite

parmi les hommes. (4) La Boullaye, Ouvrage Cite 1, p. 17-18.

Page 4: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

bunia~ arasında karşıiaştırmaiar yapıldı ve o zaman anlaşıldı ki din fikri en eski ve en köklü fi~

kirdir. İlkel ve geli§miş hiçbir toplum ondan yoksun yaşama­

mıştır. Ve böylece din fikrinin _bütün maddi ve medeni fikirler­den önce ortaya çıktığını, diri fikrinin temelinin - kurnaziann · uydurması ve başa geçenlerin al­datmacası olmadığı, .hiçbir geçici sebep, yahut özel ·şartlarla orta­ya çıkmadığı anlaşıldı. İnsanlar

arası ortak duygulan dile getir­diği kabUl edildi.

Eıllette ki dinlerin hepsi bir toplumun bütün fertlerini kapsa­maz. _ Toplum içerisinde her za­man hayatın meşakkatleriyle

başbaşa kalan, yüce gerçekiere göz atacak imkan ve vakti bula­mayan aşi.rı yorgunlar ve bitkin­ler bulunacaktır. Bunların yanısı­ra yine her toplumda hayatı cid­diye almayan, keyif ve eğlence olarak kab-o.ı eden, dini duygulan hurafe ve evham olarak nitele­yen, "müstehzi: .:ve ba.§lboş" kim­seler bulunacaktır. Fakat bunlar her zaman ve her toplinnda azın­lıktadırlar. Çoğunlukla da haya­tın acılarına rastgeİrnemi§, boyun eğmeyi ve tevazuu öğretecek

zoriuklarla yüzyüze gelmemiş_ nei­aüğü belirsizler arasında bu~uİı.ur bu tipler. Nereden geldikleiini ve nereye gideceklerini dü§ünemiyen -beyinsizler arasında. Ancak bu gibi istisnalar kaideyi bozmaz ve din duygusunun genel anlamda insanın ·rUhunda ve fıtratiııda bulunduğu fikrini çürütmez. -Ni­tekiİn bütnn canlılarılı ortak ol­duğıı cinsin devamını sağlama

içgüdüsünü de bazı kimselerin evlenmemesi veya çocuk yapma­ması ortadan kaldırmaz.

Biz belirli inançlarui niuay­yen bir asırda ortaya çıkriıış ola-

biieceğini veya birtakım tapuıma biçiminin özel bir nedenle vücut bulmuş muıı.yyen şartların mah­sulü olabileceğini inkar etmiyo­ruz. Hatta birçok ibil.detlerin böylece oluştuğunu .. aklen ve fii­len kabül.ediyoruz._Fakaf özü iti­bariyle din fikrinin .insanla bir­likte ortaya çıkmamış ve - ona . sonradan iliştirilnıiş. bir şey ola­bileceğini doğrulayacak .hiçbir delil yoktur.

Fransızca yayınlanan Grande Larousse: "Din tiuygusunun bü­tün insan cinsi arasında müşterek olduğıınu, en ilkel ve vahşi ka­bilelerden tutiın da en ileri ce­miyetlere kadar hepsinde din fik­rinin bulunduğunu, tabiat ötesi­ne ve ilahi bir güce ina.nnlai:ıiiı insanlığın· alemşüniftl ve eb edi bir içgüdüsü olduğıınU". belirtmekte·- _ dirs.

· .... ·. ' .

Bartelemi Sainte Hilair.e .der ki: "Kainat ve insan nedir·?.-::Ne­reden gelmiştir? Kim_ yapm,ı§tır?

Kim idare etmektedir onu? · He­defi nedir gibi . soiııl.ar , hep ak­lıınizı kurcalamaktadır. Dünya yüzünde ya§arken zihniriı.ize han­gi kurallar hakim olmalıdır? Bu hayattan sonra .nasıl bir gelecek bekliyor bizi"? Sonsuz ·bir hayat mı,· yoksa ··hemen bitlverecek bir ömür mü gibi sorulara her- mil~ let, her toplum, her kabile kendi anlayışına .' göre iyi _veya kötü, makbul veya gülünç, deği§en ve­ya değişmeyen · cevaplar vermiş-tir."o

/

Chachoin de der ki: ''Yaşa­

dığımız yüzyılda iln1i, Sı.İiai, -ikti­sadi · ve sosyal gelişmeı:tıiz · riaiıil olursa olsun, pratik hayatta İi:e büyük adımlar atmış oltirsak ola­lım, kendi geçimimizi ve bakmak zorunda olduğumuz kimselerin

(5) Larousse- du X!lme Sleele, ·artlcle_:. Rellglon. · (6) Bartelemi Sainte Hllaire, Mahomet et le Coran, p. 34,

iLM! GELİŞME):..ER D !Nt D UYGULARI ZAYIFLATI­YOR MU Gtl"ÇLEND!­RİYOR MU?

Di YAN ET DERGISi SAYI: 3

MAYIS HAZiRAN 1975

173

Page 5: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

'1

1 ı

·l

1 ı

:.

iLMi GELİŞMELER

:;. DlNt D UYGULARI ZA;YIFLATI·

YOR MU Gtl'ÇLENDt~

R!YOR MU?

DIYANET , DERGISI SAYI: 3

MAYIS HAZiRAN

1975

ı .

geçimini eide etme}ı: için ne ka­dar · yorulursak yarulalım bir an için dinlenip rahatlarsak -ister böbürlenelim ister tevazu edelim, ister iyi olalım ister kötü- zih­nimiz muhakkak §U ezeli. sualle­re takılır: Biz ve bu kainat na­sıl ve niçin var olduk ? nk se­bepler ve ikinci dereceden sebep­lerin mahiyetiyle hak ve görev­lerimiz nedir ?"7

Henri Bergso'n ise: "nimden, sanattan ve felsefeden yoksun in­san toplulukları bulunmuııtur ve bulunacaktır da. Ama dinsiz bir toplumun var olduğu hiç görül­memi§tir." demektedirs.

Ondokuzuncu asra gelindi­ğinde bu anlayı§ ruhlarda yer et. mi§ bulunuyordu. Hatta bu hu­susta en küçük kU§kuya bile kimse cesaret edemiyordu. Kar­§ısında ise yeni bir tez teııekkül etm~ti. Buna göre dinler her ne kadar köklü kurumlar ise de za­manaşımına dayanarnayıp eriye­cekler ve bir müddet sonra yaş­lamp yıkılacaklardı. Hatta d.inin çöküp giderek mahvalduğuna dik­kati çekiyorlardı.

Bu görüş . sahiplerinden biri­si de Auguste Comte'dir. Üç hal kanunu diye nitelendirilen Com­te'nin görü§ünce insan zihni üç safha geçirmi§tir:

a) Teolojik · safha,

b) Metafizik safha,

c) Pozitif safha.

üçüncü dönem onca en son ve en gel~mi§ dönemdir. İnsanlar önceleri tabiatta vuku bulan ha­diseleri tabiat dışı bir. güç veya güçlerle izah ediyorlardı. Bir sü-

re sonra bundan vazgeçerek tabii olaylan fizikötesi umUmi anlam­lar ·veya özel yapılarla · açıklama­ya başlamışlar, en sonunda da iç­ten veya dıştan gelme her türlü izah tarzından vazgeçerek· olay­ları olduğu gibi kaydedip sebep ve sonuç alakası kurmuşlardır.

Olayların neden ve nasıl ortaya çıktığını incelemişler ve ona gö~ re bir izah tarzı koymuşlardır.

Bu anlayışa· göre dini fikirler in­sanlığın çocukluk çağı denilebi­lecek iptida.i devirleriiı.de ortaya çıkmış bir düşüncenin temsilcisi­dir. Ama insanlık adı verilen bu çocuk büyüyünce. üzerindeki o eski elbiseyi atmış ve yerine de­likanlılık çağına muvafık düşe­

cek bir takım diktirmiştir. Bu dönemi de atıatıp erginlik çağına gelince pozitif bilgiler yoluyla en son ve mükemmel elbisesini gi­yinmiştirn.

Bu evrimci .görüşün yamldığı en bariz nokta şurasıdır: Bu gö­rüşün taraftarları insanlık tari­hinin üçte ikisini reddetmiş ve bir daha geri dö.nmemek kaydıy. la o dönemleri arkasına atmış,

kısacası inkar etmiştir. İnı:ıa,nlığın bir daha o döneme ancak bir er­gin insamn çocukluk ve gençlik çağına dönebilmesi kadar döne­bileceğini ileri sürmüştür ( ! ) .

Pozitivistler eğer insanlık ta­rihini bir yuvarlak halka olarak kabUl edip bir zincirden sonra öbürüne geçileceğini ileri sürse­lerdi §Üphesiz ki bu ifade tarzla­rından çok daha az fena olurdu. Ama yine de· gerçek alİnayan bir teori olarak kalır ve hiçbir mes­nede dayanmazdı. Yalmz mesne­de dayanmaması· da önemli de­ğildi, ayni zamanda tarihi ger­çekleri tahrif etmekteydi. Her de-

(7) Chachoin, Evolution des idees Religleuse, p. 168. (8) Renrl Bergson, Les Deux sources de la· Morale et de la Rel!gion, p. 105. (il) ~ı.ıguste Comte, Cours de Phllosophle Posltlve.

Page 6: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

virde ruhani §eyierie uğra§ah, manevi gerçeklerle ilgilenen ve alem§ümül dü§üncelerıe me§gul olan insanlar bulunduğu gibi de­ğersiz ve önemsiz §eylerle uğra­§ıp, cüzi konularla me§gul olan kimseler de bulunur. Bu iki· gru­bu birbirinden ayıran çizgi hiçbir zaman için kesin olmaml§tır. Söz gelimi birisinin tabii gerçeklerle uğra§tığını, oysa diğerinin bun­dan habersiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira cahiller içinde mutaassıp birçok imansız bulunabileceği gibi, bilginler ara­sında da samimi pek çok mü'­minler bulunabilmektedir. !şte ör­n.ek olarak kendi çağımiz olan yirminci yüzyılı göz önüne ala- · lım. Günümüzde batı medeniye­tinin merkezi olan Avrupa'nın gö­beğinde birçok materyalist ince­lemeler bulunduğu gibi, tıp, fel­sefe ve fizik sahasında otorite olan birçok bilginin geni§ ruhi in­celemelerle me§gul olduklarını ve manevi konularda çok ince ilmi metodlarla ara§tırma yaptıkları

mü§ahede edilmektedir. Hepsi de gayet ilmi' ölçülerle çalı§arak tahlil ve hüküm ta§lyan çalı§m~-

.· !ardır. Manevi konular üzerinde­ki yanlı§ değerlendirmeleri ve pe· §in hükümleri siİecek çaptadırıo.

Öyleyse Auguste Comte'un dü§ündüğü üç hal kanunu birbiri ardısıra gelen dönemleri değil

her çağda ve her millette bulu­nabilecek gelip geçici arzu ve he­vesler! ifade etmektedir. Elbette ki milletler hep aynı çizgide bu­lunacak değillerdir. Bir konuda geli§irken, ba§ka bir konuda ge­rileyecektir.

Hatta §Öyle de diyebiliriz: Bu üç hal her ferdin günlük ha- . yatında yanyana yer almaktadır. İnsanlığın hayatını normal seyri

içinde surdilrmesi için birbirini tamamlayıcı rol · oynamaktadır; Alelade bir vakayı doğrudan doğ­ruya dahili veya harici sebeple­riyle açıklamaya çalı§tığımız .za­man mesela deriz. ki: "Falanca ya§landığından veya §U hasta­lıktan ölmü§tilr. Yahut ta bir darbe ile can vermi§tir. "Bunun yanısıra birçoğumuz da ola.g"an dı§ı Irieydana gelen bir olayı bi­linmez sebeplerle izah etmeye çalı§ırız. Böylece ·Com te' un üç hal kanununda insanlığın birinci devri olarak gösterdiği teolojik devir her aıi . vukubulmaktadır.

Daha da ileri giderek diyebi­liriz ki positif safha insan haya­tında en son olarak belirmekte­dir. Ve bu safha insanın olgunluk döneminin ifadesidir. Çünkü po­zitif izah tarzının sebebi günlük ihtiyaçlar ve acil zorunluklardır. Aklın gereklerine değil duyuların gereklerine cevap verir.

Metafizik safha ise tecrld ve tamim, tasavvur ve hüküm gibi akli melekeler geli§ince ortaya çıkar. O zaman insan birbiriyle bağlantısı olan sebep -ve sonuç

·zincirini gözönünde bulundurur ve bunları manevi bir alaka ile izaha çalı§ır.

Biz israrla diyoruz ki insan­ların elde. ettikleri bilgiler yukar­da zikrettiğimiz ikinci safhayı

te§kil eden tamim ve tecrit süz­gecinden ' geçmeden ilim adını alamaz. Buna göre bilgiler belli bir sahaya ait olanı altalta getir­mek kaydıyla ortak· bir ba§lık al­tında toplş.narak tasnif edilir. Bu tasnif o ilimierin cüz'iyatıill da

·ihtiva eden külli kanunlar halin­de belirlenir. Tatbiki ilimlerde §imdi tamamen ortak prensipler tanzim edilmektedir. Ki ilmi de-

iLMi GELİŞMELER D !Nt D UYGULARI ZAYIFL.A.TI­YOR MU GttÇLEND!­RİYOR MU?

DiYANET DERGISI SAYI: · 3

MAYIS HAZIRAN 1975

(10) ~unlar arıısında !nglliz.filozof Lodge, Amerikalı filozof. William James, Fransız bılglni Richet buliııima:Ktadır. . . . . · 175

Page 7: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

:I::LMt GELİŞMELER

1· DtN! D uYGULARI ZAYIFLATl­

YOR Mt1. GÜÇLENDt­

RiYOR MU?

yimiyle "Scientifiqus monismeı; ilmi birlik. sağlanmaya çalı§Il·

maktadır. Bu hususta ilimler is­ter· hedefe varsın ister varmasın ortak kurallar koyma ve ortak anlamlar çıkarma arzusu bütün pozitif ilim dallarında kendisini göstermektedir.

Dini ve manevi fikirler insan rühunda ancak fikri ufku geli§in­ce doğmaya ba§lar ve kainatın

görünen ve görünmeyen kısımla­rını a§arak daha Herilere uzanır. Şu halde dini duyguların hem ala­nı geniş, hem de gayesi büyüktür.

Böylece· görülüyor ki filozof Comte'un dü§ündüğü fikirler ta­mamen ters yüz olmaktadır. Na­sıl ki analoji veya causalite (se­bep -sonuç. ilgisi) prensibinin yı.

kılmaya doğru yüz tuttuğunu

gösteren bir emareye rastlamak mümkün olmuyorsa, aynı §ekilde yeryüzünde insan soyu tükenıne­den önce din duygusunun yıkıla­cağ~nı gösteren erilareye de rast­lamak mümkün değildir.

Salomon Rincach diyor ki: "Dinlerin önünde . yalnız sınırsız

bir gelecek değil aynı zamanda dinin ebediyyen kalacağını göste- · ren i§aretler var. Zira her zaman kainatın bilinmeyen ve a.I)la§ll­mayan :rıoktası bulunacaktır. Ve hiçbir zaman için · ilim görevini tam olarak yerine getiremiyecek­tir."ıı

Dr .. Max Nordeau da der ki: "Din duygusu .çok. köklü bir duy­gudur. Gayr-i medeni 4ısanlarda bulunduğu. gibi en ileri fikir Ya­pısına sahip kimselerde de bulun­maktadır. İnsanlık oldukça. din duygusu da olacaktır. Toplu;ınun

uİa§tığı akli ·. seviyeye uygun ola-

(ll) Salomon Re!nach, p, 35-36.

rak küitürei iht!yaç1ara cevap verecek ve geli§ecektir."ı2

Ernest Renan da dinler ta­rihinde ·der ki: "Her · §eyin . bir nisbette ortadan kalkması müm'­kündüi.·. ilim, fikir. ve sanat az­gür lüğü yokedilebilir, ama din duygusuiı.un silinip yok edilmesi mümkün değildir. İnsan .rühunda yer eden bu duygu materyalizmin iflasını ilan eden bir delil olarak kalacaktır. Materyalizm insan ha-· yatım dünyanın sığ hudutları içi­ne sıkı§tırmak isteri:ıektedir."ıa

Merhum üstad · Ferid Vecdi de Ansiklopedi~inin din maddesin­de §Öyle demektedir: "Evet din duygusunu ·c-rtadan kaldırmak

imkansızdır. Çünkü insanın sahip olduğu duyguların en köklüsü ve en ulvisidir ... İnsanoğlu aklını· ba­§Iiıa aldığı sürece din duygusu · insandan bir an bile ayrılmaya­caktır. İnsanın aldi yapısı geli§­tikçe, güzel ve çirkin duygusu da geli§ecektir."ı.t

Bu noktada biraz duralım.

Zira ilmin. ilerleyip geli§mesi ile dini .duygunun geli§mesi arasın­

da .bir çeli§ki göze çarpar gibidir. Bilgi ile . meçhüle dayalı din ara•

· sında nasıl bir bağlantı söz konu­su olabilir? Ancak biraz dikkatli­ce meseleye göz attığımız ·zaman

' görürüz ki ·din ile ilim arasında bir bağlantı vardır. Zira gilgimiz ilerledikçe gerçekler bizi cehlinıi­zi itirafa zorlar. Ve o zaman an-: larız ki varilklar içerisinde bil­mediğimize kıyasla bildiklerimiz, büyiik bir okyanus içinde damla gibidir. Çünkü ilmin kilinat içe~ risinde araladığı her kapınıiı ar­dından daha büyük ve _daha kor­kunç bir istifham belirmekte ve

(12) Max Nordau Reponce au Mercure de France. (13) Ernest Renan, H!sto!re ds la Rellglone. (14) · Ferld Vecd1, Dairet-m Maarif el !s11l.mlyye.

Page 8: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

önce bilinmeyen daha komplex problemler ortaya çıkmaktadır.

örnek olarak kendi güneş

sistemimizi ele alalım. Güneş sis­temimiz İçiildeki gezegenlerin ancak birkaçı çıplak gözle görü­lebilir. Laplace'in zamanına kadar bu gezegenlerden ve onların çev­

. resiiide dolaşan uydulardan ancak kırk tanesi · keşfedilmişti. Daha sonra yapılan gözlemler ise bu sayının bini geçtiğini belirtiyor­du. En son yaP,ılan araştırmalar­dan anlaşıldı ki bizim gezegeni­miz gibi daha milyonlarca geze­gen· bulunmaktadır. Bunların da çevresinde uydular dönüp dur­maktadır. Her birisinin kendisine has atmosferi, yaşı, hareket sis­temi, yüzey olu§UIDu ve katı var. Onlarda hayatın olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Kesinlik ifade eden bir bilgiye sCıhip · değiliz. Si)ylediklerinıiz sadece kıyas ve tahminlere dayalı, ondan ötesi ise sonsuz pir boşluk. Hatta yüksek ısı derecesine sahip bulutsu . kil­melerdeki satıhlarda gazların yo­ğuşmasını inceleyerek gü.İıeşin oluşumu hakkında bilgi edinsek bil.e bulutsu kümelerin n.ereden oluştuğu sorusu yine zilınimizden silinip gitmeyecektir.

· · Görülüyor ki bilgi alanımızıri genişlemesiyle bilgisizlik alanı­

mız da geni§liyor. Zii:a her yeni dairenin çemberi bir diğer daire­:ıiin çemberini hem içten hem de dıştan keser. İnsan aklı gözleye­bildiği her noktanın ötesinde gö­remediği birçok noktaların bu­hınduğıinu. kabullenmekten başka bir şey yapamaz. Ortaya çıkan boyutların nihayetini ancak içi

dı§ına döndüğü zaman anlamak, sonradan oJınuş faninin ezell ve bakiyi bilmesi halinde müınlrün olur. Ne kadar doğru söylüyor: "Size bilgiden pek azı verilıniştir ancak'' diyen Kur'an.

Şimdi büyük alemden küçük aleme geçelim; İlınin maddenin iç dünyasında keşfettiği gerçek­Iere göz attığımızda. büyük alem­dekine çok genzeyen sonuçlarla karşılaşırız. İlim alemi bir süre maddenin en küçük parçası ola­rak atomu kabOl etti. Atoinun daha küçük parçalara ayrılma·

yacağını söyledi. Her türlü tabll güçlerin etkisi altında kütlesin­den hiçbir şey kaybetmiyeceğini ileri sürdü. Nasıl· bir kimyevi reaksiyona girecek olursa olsun kendi değerinden hiçbir ~ey yitir­ıneyeceği fikri hakim oldu. Ama günümüzde maddenin en küçük parçası olarak kabOl edilen atom başlı başına girift bir dünya ola­rak · çıkıyor karşımıza. Ortada sabit bir çekirdek var, çevresin-. de dönen elektron ve nötronlar yer . alıyor. Tıpkı güneşin çevre­sinde dolaşan seyyareler gibi. Bir örtü gibi çekirdeğin etrafını sa­ran bu artı ve eksi yönlü elek.: tronlar yüksek ısı veya ışınlarla çekirdekten çekilip ayrılabilmek­

tedir. Çok yakın zamanlara ka­dar atom un ·ortasında yer alan çek!rdek sadece artı yüklü olarak kabiii ediliyordu ama· son zaman­larda onuiı da pozitif ve negl:!-tif yüklü olduğu ve parçalanabile­ceği anlaşıldı. Çekirdek parça­lanmasından elde edilen ı§Inlar ve enerjilerle yeryüzünün im~n ve­ya imhası imkan dll.hiline girdiı5.

(16) Atom lllimieri diyorlar ki: "En hafif ve yapısı en basit olan atom hidrojen atomudur. Hidrojen atomunun bir protonu ve bir elektronu bulunmaktadır. En a!Pr atom ise uranyum atomudur. Atom sayısı 92 olan uranyumun 92 adet. elekironu vardır. Deneyler göstermektedir ki; elemanter cisiınlerln

hepsinde hidiojen atomunıin parçaları bulunmaktadır. Meselil alüınlnyıım atomu analiz edildiginde yapısında hidroJen atomuna da rastlanır."

Şimdi bir nebze bu ilmi gellı;ımeler karşısında durup Kur'iln-ı Kerim'in: "Ve arşın suyıın üstündedir" ifadesi üzerinde düşünelim. Gökler ve yer yüzü yaratılmaidan önce kilinatın ana maddesi hidrojendi anlamı cıkıirılamaz mı?

iLMf GELİŞMELER D1N1 D UYGULARI ZAYIFLATI~ YOR MU GÜÇLEND!­RİYOR MU?

p[YANET DERGISI SAYI: 3

.MAYIS HAZiRAN 1975

177

Page 9: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

J

1

J

:tt.M! GELİŞMELER

DlNİ D UYGULARI ZAYIFLATI~

YOR MU GtjÇ~LENDİ­RİYOR MU?

D!YANET DERGisi

SAYI: 3.

MAYIS HAZiRAN

1975

178

l§te tabiat höyie çıkarıyor üzerinden elbisesini. Maddenin

. yapısı gözler önüne seriliyor. Mü­cerret bir güç bir "enerji" olarak çıkıyor kar§ımıza. Ve bunun kay­nağını. parçalanan o maddi hey­kelin dı§ında aramak gereldr. O yıkılan putun dı§ında bir kaynak bulmamız icabeder. Böylece mad­di alem yava§ yava§ soyut aleme yakla§ıyor. En alt noktada nere­de ise görülen . alem. görülmeyen aleme biti§iyor. En üst noktada da böyle. Bu görülemiyen aleme ilim görmese de inanıyor. Çünkü neticesini duyuyor veya eliyle dokunuyor.

Evet gerçekten de · bugün ilinı varlıklar dünyasında mücer­red duyuların ula§amadığı nok­taların bulunduğuna inanıyor.

Yalnız çıplak duyuların değil en kuvvetli elektro-mikroskoplarla dahi duyulaniıyacak, en ince va­sıta ve aıetlerle bile farkedilemi­yecek güçlerin varlığını kabül edi­yor. Kısacası günümüzde ilinı ar­tık varlığın tek ölçüsü olarak du­yulara dayalı deneyleri kabtil et­miyor, ba§ka ölçekierin de . ola­bileceğini benimsiyor. Ve böylece kendi eliyle dinierin temelini te§­kil eden tuğlayı yapıya yerle§ti­riyor. ·

İlimlerden bir bölüm olan po­zitif ilimler sadece pratik ilimie­rin uygulamaya dayalı kısmını

te§kil eder. Ki biz bunların en üst tarafından en alt tarafına ka­dar her noktasına uzandık ve her iki yanıyla maddeyi bir serap gö-

. rünüroüne döndüren gururdan ve böbürlenmeden tevazua ve teslt­ıniyete geçi§ini seyrettik. Aslında uygulamaya dayanan ilimler gü­zel sanatlara göre gerçek ilimlei:e daha yakındır. Çünkü öZü baki­mından ilim . analiz · ve sentez ameliyelerine bağlı olmaktan çok zihni teoriler · . ve tasavviırlar. · üzerinde ôui:ur. Parçalardan bü­tünlerı;ı varan genel kaideler kor.

R.ilhıi tatmin eden ve aklı rahat­latan bir yorum getirir varlıklar alemine, tecrübi ve uygulamalı

ilimlerde bu hususlardan· birişini

bulmak mümkün· müdür hiç? Varlık hakkında genel kavramlar getirebilir mi?

Ne yazık ki hayır.

Hey hat...

Hatta gözleri kama§tıran bu­günkü haliyle bile uygulamalı ve tecrübeye dayalı pozitif ilimler varlık kanunlarının ancak çok basit bir yanını ke§fedebilmi§tir, halbuki onun ke§fettiklerinin öte­sinde hiçbir kanuna ve kaideye sığmayan. ke§fedilmemi§ çok ge­ni§ bir alan vardır demekle ye­tinmeyeceğiz.

Hatta sadece o dar sınırda

oldugumuzu, madde alemini a§ıp öteye geçince faktörlerin ve un­surların iÇiçe girdiğini, ili§kilerin ve mü§küllerin karmakan§ık bir vaziyet arzettiği noktada ilmin kanunlarının hepsinin incelik ve kesinliğiili yitirdiğini, bir nevi ih­timallere dayalı yakla§ık tahmin­lerden ibaret kaldığını kabUl et­mekle de iktifa etmiyeceğiz.

ݧte biyoloji, fizyoloji, psiko­loji ve sosyoloji ile uğra§anlann bildiklerini ileri sürdükleri §eyin, kısaca ilimierin ortaya attığı §ey­lerin mahiyeti bundan . ibarettir deyip durmayacağız.

Tabii ilimierin diliyle bütün bunların ötesinde yeryüzünde ke­sin olarak deney .metodunun da­yandığı katiyet ifade eden genel bir kural bulunmadığını ve hiçbir zaman da bulunmayacağını hay. kıracağız. Çünkü deneyler ne kiı.­dar tekrarlarursa tekrarlansin ve örnekler ne kadar çoğaltılıda ço­ğaltılsın bütün bunların belirli zamandaki belirli olaylara dayan-

. . diğı ve be1irli mekan parçası .içe-. '

risinde vuku bulduğu bir gerçek-

Page 10: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

ür. Ama bütün buniarın arasında ve külli mantık kurallan içerisin­de "sonluluk" ile "Sonsuzluğu"

ayıran geni§ bir aralık bulun­maktadır. nim i§te bu aralığı

doldurmak · için her zaman "bir vasıta"ya ba§vurmaktadır. Bu yamayı dikerken ip olarak .doğ­rudan doğruya zan · ve tahmine dayanan zihni faraziyeleri kulla­nır. Birincisinde yani sonlu olan §eyde fiili deneylerde kullandığı

.i§aretlerin arasına kısa ve uy. durma köprüler, . geçitler ' kurar. Ve önceden kabül ederek gözlem­lerin kaydedemediği bilinmeyen halkaları, gözlenen ve bilinen hal-

.. kalar zinciri içerısıne hayalen yerle§tirir. Elde edileni doğru bir çizginin uzantısı olarak kabiii eder. "ݧte bu uzantı en azından

_ doğruya en yakın olması muhte- · mel olan çizgidir" der. İkincisin­de ise yani sonsuz §eylerde bu doğru çizginin uzantısının ötesin­de zaman ve mekan bakımından bilinmeyen bir aralık,· bir lxı§luk, bir uzantı kalır .. Bunu da ilim gö­remediği noktalan kısmen gördü­ğü noktalara benzer olarak farze­der. Ve olacakları olanların to­puna benzeyebileceğini varsayar. Şüphesiz ki vakıa ve olaylan ancak bu kadar gözleyebilen ve kavrayan kanunlar -ki tabii ilimlerdeki kanunlar hep böyle­dir- köksüz ve zayıftır. Doğru··

dan doğruya zihnen konulan var­sayımıara dayanır. Ki bu da du­yular yoluyla yapılan gözlemlere zıt bir durumdur.

Şimdi ilim diliyle -bilgi ve dü§ünce . kanunlarını belirleyen ilim- diyoruz ki: "Her neticeyi tabii sebepleriyle yorumlamak ve i:ı;ah etmek bizatiht acizliğinin ve eksikliğinin tohuınlarım ta§lr. An­cak ve ancak dܧÜnce prensiple­ri temeldi:m kaldırılınca içaçıcı

bir ikna noktasına ula§ılabilir.

Zira . neticelerin meydana geli§i doğrudan doğruya sebepleriri bir sonucu olsaydı, neticelerin . salt

var oitı§i.ı, sebepierin ·uzantısından ibaret olniaSı gerekirdi. · Ve her yönüyle sebep - sonuç arasında

ben~erlikler bulunma!~ gerekirdi. Sebep ile sonuç arasında gerek keyfiyet, gerekse keıniyet bakı­

ınından en ufak bii farklılığın bulunması tabii yolla izahı çık­

ınaza sokar. Hatta zaman ve me­kan bakımından farklılığın mev­cüdiyeti zilıinlere §U soruların ta­kılınasına sebep olur: Niçin §U önce olınu§tur da, öbürü sonra? Veya neden ·biri sağda olınu§tur

da, diğeri solda? Bu sorular zin­cirini sonuna kadar götürdüğü­

ınüz takdirde varlığın bölünmez bir parça olduğu, yahut uzantısız tek bir noktadan ibaret bulundu­ğu fikrini benimseınemiz gere­kir ki o zaman kafamızdaki ba§­kalık dü§üncesini tamamen silip atinamız icabeder. Zihnimizde sa­dece ayniyet kanununun kalınası gerekir. Ama dü§ünce dediğimiz

ameliye deği§ildik ve farklılık

halinde söz konusu ~dilebilir ·an­cak. Çünkü tefekkür iki veya da­ha çok noktalar arasında hareket edip birisini benimsernek diğeri­

ni beniınseınemek amellyesidir. Bu durumda tabii izah tarzı iki ateıı arasında kalır: Ya aczini ilan ederek iflas ettiğini kabüllenecek, yahut da en üstün ve en mükem­m.ele götürecek ki . o zaman bizi yanlı§ çıkaracaktır. Ne var ki ak~ lın eksikliklerden .ve çeli§kilerden bütünüyle kurtulması kat'iyyen söz konusu değildir. Ancak meka. nik izah tarzını bırakarak her. ııe-

. yi . tabiata hamletmekten vazge­çerse, kesinlik ifade eden sebep -sonuç zincirini kıracak olursa se-. . . beplerle rriüsebbipler arasındaki

seçim hürriyetini elde etmi§ olur. Görülüyor ki akla dayanan

uygulamalı ve tabii . ilimler eııya­nın · derinlemesine • tahlininiii hı:ır

zaman en .sonunda göriinmeyene, yani gayba imanın zaferiyle ne. ticelendiğini itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Bu ise dinlerin ·ebe-

i iLMi GELİŞMELER DİNİ DUYGULAR! ZAYIFLATI­YORMU GltÇLEND!­RİYOR MU?

DiYANET DERGISI, SAYI: 3

MAYIS HAZIRAN 19Z5

179

Page 11: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

. ·' '

1 1 r

1 _,

iLM! QELo!ŞMEL:ElR

DlNI D UYGULARI ZAYIFLATI­

YOR MU GÜÇLENDİ­

RiYOR MU?

DIYANET ! DERGISI

SAYI: 3 '! ' MAYIS

HAziRAN 1975

180 .

diyyeh varlığını devam eHlınıesi fikrine yol açmaktadır.

Niteliklerinden söz ettiğimiz

tabii ve tatbiki ilimler çemberin bir tarafına tırmanırken öbür ta­rafını reddetmekte ve arkalannı dönmektedirler. Mekanik ve ma­teryalist yorumlar insan aklının ihtiyaçlarının yansım kar§llarken geriye kalan yansım ihmal et~

mektedir. Zira insan zihni eşya­nın başlangıç ve sebeplerini an­lamaya çalışırken onun hedef ve neticelerini de araştırmak, mak­sat ve gayesini bulmaya ·· ça.Iݧ­mak zorundadır. Bir şeyin doğu­şunu bilip de sonunda ne olaca­ğını bilmernek bir §eyi tamı ta­mına kavramak olınaz. Olduğunu söyleyip de nasıl olduğunu izah etmeden bir şeyi bilmek tam bir bilgi değildir. İnsamn rühuı:ida yer etmiş bulunan bu derinleme­sine bilmek i§tiyakı onun yapısm­da yer eden; kainatta meydana gelen her olayın belli bir plan da­hilinde meydana geldiğini, her §eyi tanzim ede~ bir gücün belir­li bir gayeyi hedef aldığını_ ve Miliatta kör tesadüfierin eline terkedilıni§ hiçbir şeyin bulun­madığını haykırınaz mı?

Şimdi günümüzdeki ilmin in­sanın ruh yapısında mevcut olan ve eşyanın gayesini, maksadını

bulınaya zorlayan akli zarüretler kar§lsındaki durumunu görelim:

Bugünkü ilim elini e§Yanın

maksat ve gayesini araştınnak­

tan çektiğini, o konulara kapıla­rını kapadığım, yalııızca olayıann

sebep ve sonuç ili§kileri üzerinde durduğunu söylemektedir. Onu e§yanın düzenindeki nizarn ve 'in­tizam ilgilendirmemektedir. Bun­laniı bir pian ve' maksada mebni olup· oimadığı. hususunun kendisi­ni hiç de · al§.kadar etmediğini be­lirtmektedir. Aslında bu ilişkile-

, rin hangi gayeye İnebni olduğunu ve bu g§.yenin ne olduğunu açık-

iayacak gÜcÜ de yoktur. Bilgi problemini bütünüyle açıklaınıya­cağını ve bu hususta yolun ya­rısından öteye geçemiyeceğini be­lirterek ilim insan aklının ezel­den beri üzerinde dܧÜndüğü ilı­

tiyaçlanna kar§llık vennek ni­yetinde olınadığını daha başlan­

gıçta açıklamıştıl:·.' Ama ilim ılle­mi daha uzun süre bu tarafsız tu­tumunu devam ettiremiyecektir. Çünkü tabii ilimler uzun müddet akli ilıtiyaçlarm bir yanını bütü­nüyle ihmal edemez, Bu sebeple­dir ki ilmin bulduğu ve birbiriy­le ilişkili pek çok buluşlann so-

. nunda biz bu problemi görüyoruz. İster bunun adını koysun ister koymasın, yeni k~§iflerin ardın­

dan ilim hep bir gizli neden araıı-­tırmaktadır~ Mesela en küçük or­ganik yapı olan hücre tedkikle­rinde, insan vücudundaki her mekanizmanın faiiliyetinde ve mekanizmalann organizma içeri­sindeki ortak _Çalı§malannda ... Hep gizli bir el pe§inde ko§mak- -­tadır. llim bir ·zorlamaya girerek bu elin adını koyacağına, ' pl§.nlı maksat ve gayeyi belirteceğlıie

organlarm fonksiyonel yapısından söz ederek kamufle etmeye çalış-

. maktadır. Görüleceği gibi biyo§i­mik ilimierin başına geçirdiği

maske Sırf altındaki çehreyi giz­lemek gayesine mebnidir. Şu ka­dar var ki isimler önimili değildir. Bizim için önemli olan sessizce ·de olsa bu itiraflann gerçek yanıdır.

Bütün bunlardan çok daha önepı­lisi de tabii ilinılerin ciddi olarak attığı her adımda daha birkaç adım atar atmaz duraklayıp ac­zini itiraf etmesidir. Uzun hedef­leri gönneyi önleyen, neticeleri kavramayı ~orla§tıran kesif bir bulutun her. yanı kapladiğını gö­rerek güçsüzlüğünü kabullenme­sidir.

Bütün · · bu açıklamalardan

sonra beşer ilminin geli§mesini:iı sonunda din duygıısunuiı silinip

Page 12: Pages from D00033c14y1975ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00033/1975_c14/1975_c14_3/1975_c14_3_DRAZMA.pdfve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri al d:ıtmış ve

gideceği iddiasının yersizliği, bi­lakis ilmin din duygusunu giiç­lendirdiği bir gerçek olarak or­taya çıkıyor. Nitekim realist fel­sefenin kuruculan ve taraftarları bu gerçeği açıkça veya zımnen kabüllenmi§lerdir. Bu· neticeye kendi. tecrübeleri sonucu varmı§­lardır. Mesela, ilmi ·geli§melerin tabii sonucu olarak dinlerin orta­dan kalkacağını ileri süren

Auguste Comte, sonra bu dü§Üll­celerinden vazgeçerek tuhaf bir nıistisizme dalmı§, yeni bir din kunnak için harekete geçmiş ve kuracağı dinin esaslarını katalik · kilisesinin dini inanç ve kaldele­rini örnek alarak kurmak istemiş­tir. Kısacası eski romanın bölüm­lerini aynı şekilde tekrarlaml§, sa­dece rol alan §ahıslar deği§mi§tir.

Herbert Spencer de en so­nunda "bilinmezlik" konusunda §unlan söylemek zorunda kalmış.

tır: "Bilinmezlik akli kalıplara

sığmayan· bir giiçtür. Hatta bu, külii ve akli prensiptir. Varlıklar alemindeki her §eyin doğduğu

ana kaynaktır." Spencer'in tarif ettiği meçhul giiç dinlerin söyle­diği" gaybın aynısı değil mi? Sa­dece ilim diliyle söyleni§i ~deği§ik.

Ünlü bilgin. Littre, pozi­tif ilimlerde vardığı son nok­tayı anlatırken kendisini her

. yandan . çepeçevre saran gi~

rift ve esrarengiz büyük bir okyanusta bul(juğunu söyler.· Bu uçsuz bucakSt..z deryilnın de-· riniikierine açılacak bir · vasıtaya sahip· olmadığını, sonsuz okya­nuslardaki yolculuk esnasında

yön tilyilline yarayan bir pusula­sının bulunmadığını belirtmek zorunda kalır ... Littre bu sonsuz­luklar kar§lsında bir §ilir . gibi veya kara sevdalı bir il§lk gibi değil Allilh'a inanan . duygulu ve inançlı bir bilgin olar;:ık dururıe.

(16)" Sabatiere, Esqu!sse d'une I'hllosophıe de la rellgion, p. ll-lll.

1LMI GELİŞMELER D !N! DUYGULAR! ZAYIFLATI· YOR MU Gt.tÇLEND!­RİYOR MU?

DIYANET DERGISI SAYI: 3

MAYIS HAZIRAN 1975

181