Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
DiYANET iŞLERI BAŞKANLIGI YAYlNLARI
DİYANET
DERGiSi
DiNI, iLMi, EDEBi, MESLEKI AYLlK DERGI
· İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden Sorumlu Müdür
M. SAlM YEPREM -
Diyanet !ııleri Baı;ıkanlığı Derleme ve Yayın Müdürü
.Ayyıldız Matbaaaı .A.Ş.
17 75 92 - 17 25 24 .Ankara
Mizanpaj Grafik Stüdyo S 17 00 26 - .Ankara
MAYIS - HAZIRAN 1975
Ci LT: XIV - SA YI: 3
EY iNSANLAR! DOGRUSU BIZ SIZLERI BIR ERKEKLE BIR· DiŞiDEN YARATTI K. SiZi . MiLLETLER VE
. KABiLELER HALINE KOYDUK KI BiRBIRINIZI
' KOLAYCA TANIYASINIZ. ŞÜPHESiZ, -ALLAH KATINDA EN D~GERLINIZ, O'NA KARŞI GELMEKTEN EN ÇOK SAKINANINIZDIR. ALLAH BILENDIR, HABERDARDIR. (ei-HucOrat: 13) ·
iLMi
GELiŞMELER DiNi
DUYGULARI·
ZAYIFLATIYOR MU,
GÜÇLENDiRiYOR MU?
Yazan: Prof. Dr. 1\'I. Apdullah DRAZ
Çeviren: Bekir KARLIGA
·Yeryüzünde din fikri ne za~ man ortaya çıkmıştır?
ilmi ve fikri gelişmeler karşısında dini)l durumu ne olabilecektir?
. D inin. sosyal . görevi ·.nedir, psikolojik f?nksiyonu ne olabilir?
Hangi noktaya kadar din fenomeni köklü ve eski bir fenomen olarak kabül edilebilir?
Maddi gelişmeler mi öncedir, yoksa dini gelişmeler mi?
))ı~ ~ ..
DiYANET DERGiSI SAYI: 3
MAYIS HAZiRAN 1975
171
1 r
'ı
!LM! GELİŞMELER
DIN! DUYGULAR! ZAYIFLATI·
YOR MU GiJ'ÇLENDİ·
RiYOR MU?
DfYANET DERGISI
SAYI: 3
MAYIS HAZIRAN
1975
172-
Fransız ihtilalini gören onsekizinci yüzyıl aydınlanndan bir kısmı dinlerin ve hukukun sonradan ortaya çıkmış kurumlar olduğunu ileri sürerler. Hatta Voltaire: "İnsanlık dini ve rühi konuları dü§ünmeden önce yüz. yıllar boyunca katı- bir materyalist hayat sürmüştür. Bu haya~n temelleri _tarım, heykeltraşlık, _inşaatçılık, demirellik ve marangozluk olsa gerektir." derı.
Bir kısmı daha da ileri giderek: "Dini ve manevi duygu. lan kurnaz papazların ve din adamlannın uydurarak söyledik~
lerini, her §eyi tasdik eden ahmakları bu yolla aldattıklannı" ileri sürmüşlerdir-.
Jean Jaçk Rousseau da kanunlara ve dini kurumlara aynı gözle bakar ve "Sırf başkalanna tahakküm etmek ga.yesiyle konulmuş olmaktan başka değerleri
olmadığını" söyler .. Sonra bu sö. zünü şöyle yorumlar: "Baiı arazi
· parçalarını ve yerleri ellerine geçirerek gözaçık davra:nan toprak sahipleri itirazlarını daha da ilerleterek mallarını ellerinden 'kaçırmak istememişler ve bunu sağlayabilmek için kendi aralarında toplanarak adına "kanun ve -nizam" dedikleri şeyleri koy.· muşlardır. Böylece fakirleri ald:ıtmış ve kitleleri kandırmışlardıra.
Dinler ve yasalarla ilgili bu alaycı görüş yeni bir şey değil,
sadece eski deliliğin tekrarıdır.
Bunları Yunanlı sofistler çok önceden yapmışlai:ıdır .. Dinler ve yasalarla- eğlenmişler ve herkesi de onlara karşı gelmeye ve kuşkuyla karşılamaya teşvik etmişlerdi.
Antik çağ sofist filozoflar: "İlk insanın hiçbir yasanın koruyuculuğuna gerek duymadan yaşadığını, hiçbir ahlak kuralına uymak zorunda bulunmadıklarını,
yalnızca kaba kuvvete boyun eğdiklerini" ileri sürüyor, sonra da şunu ekliyariardı: "Sonra yasalar ve kurallar konmuş ve açık
ça yapılan hareketler bu sefer gizlice yapılmaya başlamış! o zamandan beridir de gizlice işlenen suçlar yaygınlaşmıştır. Bazı dilhiler de kitleleri gökte ezeli bir gücün bulunduğuna ikna etmeye çalışmış, onun her şeyi görüp işittiğini ileri sürmüş, her şeye bilgece hakim olduğunu savunmuşlardır."·ı Onlara göre dinler de yasalar da toplumun hastalıklarını çeşitli hile ve oyunlarla gizleyip örtrnek için uydurulmuş ustaca oynanan politik oyunlardı.
Modern Avrupa' da bu görüşlerin yayılıp revaç bulmasını etkileyen iki önemli faktör vardı aslında:
a) Kilise mensuplarından
birçoğunun dejenere olmuş ahlak anlayışı,_
b) İnsanlar tarafından konulan yasaların baskısı ve umumi gelir dağılımının düzensizliği.
Bu iki faktör yüzünden kitleler her zaman ve :tıer yerde dinlerin ye yasaların hep ayın şe
kilde olduğuna inanmalarını kolaylaştırmıştır.
N e var ki daha onsekizinci yüzyıl bitmeden bu görüşün_ yan. lışlığı ortaya çıktı. Çünkü Kıta Avrupası'nın dışına geziler yapıldı, değişik inançlar,. gelenekler ve efsaneler ortaya çıkarılarak
(1) Voltaire, Essai $ur Les Moeurs, p. 14. \2) İd. İbid, p. 133. (3) Jean Jack Rousseau, Disgours Sur l'oıigine et la Fondement de' l'inegalite
parmi les hommes. (4) La Boullaye, Ouvrage Cite 1, p. 17-18.
bunia~ arasında karşıiaştırmaiar yapıldı ve o zaman anlaşıldı ki din fikri en eski ve en köklü fi~
kirdir. İlkel ve geli§miş hiçbir toplum ondan yoksun yaşama
mıştır. Ve böylece din fikrinin _bütün maddi ve medeni fikirlerden önce ortaya çıktığını, diri fikrinin temelinin - kurnaziann · uydurması ve başa geçenlerin aldatmacası olmadığı, .hiçbir geçici sebep, yahut özel ·şartlarla ortaya çıkmadığı anlaşıldı. İnsanlar
arası ortak duygulan dile getirdiği kabUl edildi.
Eıllette ki dinlerin hepsi bir toplumun bütün fertlerini kapsamaz. _ Toplum içerisinde her zaman hayatın meşakkatleriyle
başbaşa kalan, yüce gerçekiere göz atacak imkan ve vakti bulamayan aşi.rı yorgunlar ve bitkinler bulunacaktır. Bunların yanısıra yine her toplumda hayatı ciddiye almayan, keyif ve eğlence olarak kab-o.ı eden, dini duygulan hurafe ve evham olarak niteleyen, "müstehzi: .:ve ba.§lboş" kimseler bulunacaktır. Fakat bunlar her zaman ve her toplinnda azınlıktadırlar. Çoğunlukla da hayatın acılarına rastgeİrnemi§, boyun eğmeyi ve tevazuu öğretecek
zoriuklarla yüzyüze gelmemiş_ neiaüğü belirsizler arasında bu~uİı.ur bu tipler. Nereden geldikleiini ve nereye gideceklerini dü§ünemiyen -beyinsizler arasında. Ancak bu gibi istisnalar kaideyi bozmaz ve din duygusunun genel anlamda insanın ·rUhunda ve fıtratiııda bulunduğu fikrini çürütmez. -Nitekiİn bütnn canlılarılı ortak olduğıı cinsin devamını sağlama
içgüdüsünü de bazı kimselerin evlenmemesi veya çocuk yapmaması ortadan kaldırmaz.
Biz belirli inançlarui niuayyen bir asırda ortaya çıkriıış ola-
biieceğini veya birtakım tapuıma biçiminin özel bir nedenle vücut bulmuş muıı.yyen şartların mahsulü olabileceğini inkar etmiyoruz. Hatta birçok ibil.detlerin böylece oluştuğunu .. aklen ve fiilen kabül.ediyoruz._Fakaf özü itibariyle din fikrinin .insanla birlikte ortaya çıkmamış ve - ona . sonradan iliştirilnıiş. bir şey olabileceğini doğrulayacak .hiçbir delil yoktur.
Fransızca yayınlanan Grande Larousse: "Din tiuygusunun bütün insan cinsi arasında müşterek olduğıınu, en ilkel ve vahşi kabilelerden tutiın da en ileri cemiyetlere kadar hepsinde din fikrinin bulunduğunu, tabiat ötesine ve ilahi bir güce ina.nnlai:ıiiı insanlığın· alemşüniftl ve eb edi bir içgüdüsü olduğıınU". belirtmekte·- _ dirs.
· .... ·. ' .
Bartelemi Sainte Hilair.e .der ki: "Kainat ve insan nedir·?.-::Nereden gelmiştir? Kim_ yapm,ı§tır?
Kim idare etmektedir onu? · Hedefi nedir gibi . soiııl.ar , hep aklıınizı kurcalamaktadır. Dünya yüzünde ya§arken zihniriı.ize hangi kurallar hakim olmalıdır? Bu hayattan sonra .nasıl bir gelecek bekliyor bizi"? Sonsuz ·bir hayat mı,· yoksa ··hemen bitlverecek bir ömür mü gibi sorulara her- mil~ let, her toplum, her kabile kendi anlayışına .' göre iyi _veya kötü, makbul veya gülünç, deği§en veya değişmeyen · cevaplar vermiş-tir."o
/
Chachoin de der ki: ''Yaşa
dığımız yüzyılda iln1i, Sı.İiai, -iktisadi · ve sosyal gelişmeı:tıiz · riaiıil olursa olsun, pratik hayatta İi:e büyük adımlar atmış oltirsak olalım, kendi geçimimizi ve bakmak zorunda olduğumuz kimselerin
(5) Larousse- du X!lme Sleele, ·artlcle_:. Rellglon. · (6) Bartelemi Sainte Hllaire, Mahomet et le Coran, p. 34,
iLM! GELİŞME):..ER D !Nt D UYGULARI ZAYIFLATIYOR MU Gtl"ÇLEND!RİYOR MU?
Di YAN ET DERGISi SAYI: 3
MAYIS HAZiRAN 1975
173
'1
1 ı
·l
1 ı
:.
iLMi GELİŞMELER
:;. DlNt D UYGULARI ZA;YIFLATI·
YOR MU Gtl'ÇLENDt~
R!YOR MU?
DIYANET , DERGISI SAYI: 3
MAYIS HAZiRAN
1975
ı .
geçimini eide etme}ı: için ne kadar · yorulursak yarulalım bir an için dinlenip rahatlarsak -ister böbürlenelim ister tevazu edelim, ister iyi olalım ister kötü- zihnimiz muhakkak §U ezeli. suallere takılır: Biz ve bu kainat nasıl ve niçin var olduk ? nk sebepler ve ikinci dereceden sebeplerin mahiyetiyle hak ve görevlerimiz nedir ?"7
Henri Bergso'n ise: "nimden, sanattan ve felsefeden yoksun insan toplulukları bulunmuııtur ve bulunacaktır da. Ama dinsiz bir toplumun var olduğu hiç görülmemi§tir." demektedirs.
Ondokuzuncu asra gelindiğinde bu anlayı§ ruhlarda yer et. mi§ bulunuyordu. Hatta bu hususta en küçük kU§kuya bile kimse cesaret edemiyordu. Kar§ısında ise yeni bir tez teııekkül etm~ti. Buna göre dinler her ne kadar köklü kurumlar ise de zamanaşımına dayanarnayıp eriyecekler ve bir müddet sonra yaşlamp yıkılacaklardı. Hatta d.inin çöküp giderek mahvalduğuna dikkati çekiyorlardı.
Bu görüş . sahiplerinden birisi de Auguste Comte'dir. Üç hal kanunu diye nitelendirilen Comte'nin görü§ünce insan zihni üç safha geçirmi§tir:
a) Teolojik · safha,
b) Metafizik safha,
c) Pozitif safha.
üçüncü dönem onca en son ve en gel~mi§ dönemdir. İnsanlar önceleri tabiatta vuku bulan hadiseleri tabiat dışı bir. güç veya güçlerle izah ediyorlardı. Bir sü-
re sonra bundan vazgeçerek tabii olaylan fizikötesi umUmi anlamlar ·veya özel yapılarla · açıklamaya başlamışlar, en sonunda da içten veya dıştan gelme her türlü izah tarzından vazgeçerek· olayları olduğu gibi kaydedip sebep ve sonuç alakası kurmuşlardır.
Olayların neden ve nasıl ortaya çıktığını incelemişler ve ona gö~ re bir izah tarzı koymuşlardır.
Bu anlayışa· göre dini fikirler insanlığın çocukluk çağı denilebilecek iptida.i devirleriiı.de ortaya çıkmış bir düşüncenin temsilcisidir. Ama insanlık adı verilen bu çocuk büyüyünce. üzerindeki o eski elbiseyi atmış ve yerine delikanlılık çağına muvafık düşe
cek bir takım diktirmiştir. Bu dönemi de atıatıp erginlik çağına gelince pozitif bilgiler yoluyla en son ve mükemmel elbisesini giyinmiştirn.
Bu evrimci .görüşün yamldığı en bariz nokta şurasıdır: Bu görüşün taraftarları insanlık tarihinin üçte ikisini reddetmiş ve bir daha geri dö.nmemek kaydıy. la o dönemleri arkasına atmış,
kısacası inkar etmiştir. İnı:ıa,nlığın bir daha o döneme ancak bir ergin insamn çocukluk ve gençlik çağına dönebilmesi kadar dönebileceğini ileri sürmüştür ( ! ) .
Pozitivistler eğer insanlık tarihini bir yuvarlak halka olarak kabUl edip bir zincirden sonra öbürüne geçileceğini ileri sürselerdi §Üphesiz ki bu ifade tarzlarından çok daha az fena olurdu. Ama yine de· gerçek alİnayan bir teori olarak kalır ve hiçbir mesnede dayanmazdı. Yalmz mesnede dayanmaması· da önemli değildi, ayni zamanda tarihi gerçekleri tahrif etmekteydi. Her de-
(7) Chachoin, Evolution des idees Religleuse, p. 168. (8) Renrl Bergson, Les Deux sources de la· Morale et de la Rel!gion, p. 105. (il) ~ı.ıguste Comte, Cours de Phllosophle Posltlve.
virde ruhani §eyierie uğra§ah, manevi gerçeklerle ilgilenen ve alem§ümül dü§üncelerıe me§gul olan insanlar bulunduğu gibi değersiz ve önemsiz §eylerle uğra§ıp, cüzi konularla me§gul olan kimseler de bulunur. Bu iki· grubu birbirinden ayıran çizgi hiçbir zaman için kesin olmaml§tır. Söz gelimi birisinin tabii gerçeklerle uğra§tığını, oysa diğerinin bundan habersiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira cahiller içinde mutaassıp birçok imansız bulunabileceği gibi, bilginler arasında da samimi pek çok mü'minler bulunabilmektedir. !şte örn.ek olarak kendi çağımiz olan yirminci yüzyılı göz önüne ala- · lım. Günümüzde batı medeniyetinin merkezi olan Avrupa'nın göbeğinde birçok materyalist incelemeler bulunduğu gibi, tıp, felsefe ve fizik sahasında otorite olan birçok bilginin geni§ ruhi incelemelerle me§gul olduklarını ve manevi konularda çok ince ilmi metodlarla ara§tırma yaptıkları
mü§ahede edilmektedir. Hepsi de gayet ilmi' ölçülerle çalı§arak tahlil ve hüküm ta§lyan çalı§m~-
.· !ardır. Manevi konular üzerindeki yanlı§ değerlendirmeleri ve pe· §in hükümleri siİecek çaptadırıo.
Öyleyse Auguste Comte'un dü§ündüğü üç hal kanunu birbiri ardısıra gelen dönemleri değil
her çağda ve her millette bulunabilecek gelip geçici arzu ve hevesler! ifade etmektedir. Elbette ki milletler hep aynı çizgide bulunacak değillerdir. Bir konuda geli§irken, ba§ka bir konuda gerileyecektir.
Hatta §Öyle de diyebiliriz: Bu üç hal her ferdin günlük ha- . yatında yanyana yer almaktadır. İnsanlığın hayatını normal seyri
içinde surdilrmesi için birbirini tamamlayıcı rol · oynamaktadır; Alelade bir vakayı doğrudan doğruya dahili veya harici sebepleriyle açıklamaya çalı§tığımız .zaman mesela deriz. ki: "Falanca ya§landığından veya §U hastalıktan ölmü§tilr. Yahut ta bir darbe ile can vermi§tir. "Bunun yanısıra birçoğumuz da ola.g"an dı§ı Irieydana gelen bir olayı bilinmez sebeplerle izah etmeye çalı§ırız. Böylece ·Com te' un üç hal kanununda insanlığın birinci devri olarak gösterdiği teolojik devir her aıi . vukubulmaktadır.
Daha da ileri giderek diyebiliriz ki positif safha insan hayatında en son olarak belirmektedir. Ve bu safha insanın olgunluk döneminin ifadesidir. Çünkü pozitif izah tarzının sebebi günlük ihtiyaçlar ve acil zorunluklardır. Aklın gereklerine değil duyuların gereklerine cevap verir.
Metafizik safha ise tecrld ve tamim, tasavvur ve hüküm gibi akli melekeler geli§ince ortaya çıkar. O zaman insan birbiriyle bağlantısı olan sebep -ve sonuç
·zincirini gözönünde bulundurur ve bunları manevi bir alaka ile izaha çalı§ır.
Biz israrla diyoruz ki insanların elde. ettikleri bilgiler yukarda zikrettiğimiz ikinci safhayı
te§kil eden tamim ve tecrit süzgecinden ' geçmeden ilim adını alamaz. Buna göre bilgiler belli bir sahaya ait olanı altalta getirmek kaydıyla ortak· bir ba§lık altında toplş.narak tasnif edilir. Bu tasnif o ilimierin cüz'iyatıill da
·ihtiva eden külli kanunlar halinde belirlenir. Tatbiki ilimlerde §imdi tamamen ortak prensipler tanzim edilmektedir. Ki ilmi de-
iLMi GELİŞMELER D !Nt D UYGULARI ZAYIFL.A.TIYOR MU GttÇLEND!RİYOR MU?
DiYANET DERGISI SAYI: · 3
MAYIS HAZIRAN 1975
(10) ~unlar arıısında !nglliz.filozof Lodge, Amerikalı filozof. William James, Fransız bılglni Richet buliııima:Ktadır. . . . . · 175
:I::LMt GELİŞMELER
1· DtN! D uYGULARI ZAYIFLATl
YOR Mt1. GÜÇLENDt
RiYOR MU?
yimiyle "Scientifiqus monismeı; ilmi birlik. sağlanmaya çalı§Il·
maktadır. Bu hususta ilimler ister· hedefe varsın ister varmasın ortak kurallar koyma ve ortak anlamlar çıkarma arzusu bütün pozitif ilim dallarında kendisini göstermektedir.
Dini ve manevi fikirler insan rühunda ancak fikri ufku geli§ince doğmaya ba§lar ve kainatın
görünen ve görünmeyen kısımlarını a§arak daha Herilere uzanır. Şu halde dini duyguların hem alanı geniş, hem de gayesi büyüktür.
Böylece· görülüyor ki filozof Comte'un dü§ündüğü fikirler tamamen ters yüz olmaktadır. Nasıl ki analoji veya causalite (sebep -sonuç. ilgisi) prensibinin yı.
kılmaya doğru yüz tuttuğunu
gösteren bir emareye rastlamak mümkün olmuyorsa, aynı §ekilde yeryüzünde insan soyu tükenıneden önce din duygusunun yıkılacağ~nı gösteren erilareye de rastlamak mümkün değildir.
Salomon Rincach diyor ki: "Dinlerin önünde . yalnız sınırsız
bir gelecek değil aynı zamanda dinin ebediyyen kalacağını göste- · ren i§aretler var. Zira her zaman kainatın bilinmeyen ve a.I)la§llmayan :rıoktası bulunacaktır. Ve hiçbir zaman için · ilim görevini tam olarak yerine getiremiyecektir."ıı
Dr .. Max Nordeau da der ki: "Din duygusu .çok. köklü bir duygudur. Gayr-i medeni 4ısanlarda bulunduğu. gibi en ileri fikir Yapısına sahip kimselerde de bulunmaktadır. İnsanlık oldukça. din duygusu da olacaktır. Toplu;ınun
uİa§tığı akli ·. seviyeye uygun ola-
(ll) Salomon Re!nach, p, 35-36.
rak küitürei iht!yaç1ara cevap verecek ve geli§ecektir."ı2
Ernest Renan da dinler tarihinde ·der ki: "Her · §eyin . bir nisbette ortadan kalkması müm'kündüi.·. ilim, fikir. ve sanat azgür lüğü yokedilebilir, ama din duygusuiı.un silinip yok edilmesi mümkün değildir. İnsan .rühunda yer eden bu duygu materyalizmin iflasını ilan eden bir delil olarak kalacaktır. Materyalizm insan ha-· yatım dünyanın sığ hudutları içine sıkı§tırmak isteri:ıektedir."ıa
Merhum üstad · Ferid Vecdi de Ansiklopedi~inin din maddesinde §Öyle demektedir: "Evet din duygusunu ·c-rtadan kaldırmak
imkansızdır. Çünkü insanın sahip olduğu duyguların en köklüsü ve en ulvisidir ... İnsanoğlu aklını· ba§Iiıa aldığı sürece din duygusu · insandan bir an bile ayrılmayacaktır. İnsanın aldi yapısı geli§tikçe, güzel ve çirkin duygusu da geli§ecektir."ı.t
Bu noktada biraz duralım.
Zira ilmin. ilerleyip geli§mesi ile dini .duygunun geli§mesi arasın
da .bir çeli§ki göze çarpar gibidir. Bilgi ile . meçhüle dayalı din ara•
· sında nasıl bir bağlantı söz konusu olabilir? Ancak biraz dikkatlice meseleye göz attığımız ·zaman
' görürüz ki ·din ile ilim arasında bir bağlantı vardır. Zira gilgimiz ilerledikçe gerçekler bizi cehlinıizi itirafa zorlar. Ve o zaman an-: larız ki varilklar içerisinde bilmediğimize kıyasla bildiklerimiz, büyiik bir okyanus içinde damla gibidir. Çünkü ilmin kilinat içe~ risinde araladığı her kapınıiı ardından daha büyük ve _daha korkunç bir istifham belirmekte ve
(12) Max Nordau Reponce au Mercure de France. (13) Ernest Renan, H!sto!re ds la Rellglone. (14) · Ferld Vecd1, Dairet-m Maarif el !s11l.mlyye.
önce bilinmeyen daha komplex problemler ortaya çıkmaktadır.
örnek olarak kendi güneş
sistemimizi ele alalım. Güneş sistemimiz İçiildeki gezegenlerin ancak birkaçı çıplak gözle görülebilir. Laplace'in zamanına kadar bu gezegenlerden ve onların çev
. resiiide dolaşan uydulardan ancak kırk tanesi · keşfedilmişti. Daha sonra yapılan gözlemler ise bu sayının bini geçtiğini belirtiyordu. En son yaP,ılan araştırmalardan anlaşıldı ki bizim gezegenimiz gibi daha milyonlarca gezegen· bulunmaktadır. Bunların da çevresinde uydular dönüp durmaktadır. Her birisinin kendisine has atmosferi, yaşı, hareket sistemi, yüzey olu§UIDu ve katı var. Onlarda hayatın olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Kesinlik ifade eden bir bilgiye sCıhip · değiliz. Si)ylediklerinıiz sadece kıyas ve tahminlere dayalı, ondan ötesi ise sonsuz pir boşluk. Hatta yüksek ısı derecesine sahip bulutsu . kilmelerdeki satıhlarda gazların yoğuşmasını inceleyerek gü.İıeşin oluşumu hakkında bilgi edinsek bil.e bulutsu kümelerin n.ereden oluştuğu sorusu yine zilınimizden silinip gitmeyecektir.
· · Görülüyor ki bilgi alanımızıri genişlemesiyle bilgisizlik alanı
mız da geni§liyor. Zii:a her yeni dairenin çemberi bir diğer daire:ıiin çemberini hem içten hem de dıştan keser. İnsan aklı gözleyebildiği her noktanın ötesinde göremediği birçok noktaların buhınduğıinu. kabullenmekten başka bir şey yapamaz. Ortaya çıkan boyutların nihayetini ancak içi
dı§ına döndüğü zaman anlamak, sonradan oJınuş faninin ezell ve bakiyi bilmesi halinde müınlrün olur. Ne kadar doğru söylüyor: "Size bilgiden pek azı verilıniştir ancak'' diyen Kur'an.
Şimdi büyük alemden küçük aleme geçelim; İlınin maddenin iç dünyasında keşfettiği gerçekIere göz attığımızda. büyük alemdekine çok genzeyen sonuçlarla karşılaşırız. İlim alemi bir süre maddenin en küçük parçası olarak atomu kabOl etti. Atoinun daha küçük parçalara ayrılma·
yacağını söyledi. Her türlü tabll güçlerin etkisi altında kütlesinden hiçbir şey kaybetmiyeceğini ileri sürdü. Nasıl· bir kimyevi reaksiyona girecek olursa olsun kendi değerinden hiçbir ~ey yitirıneyeceği fikri hakim oldu. Ama günümüzde maddenin en küçük parçası olarak kabOl edilen atom başlı başına girift bir dünya olarak · çıkıyor karşımıza. Ortada sabit bir çekirdek var, çevresin-. de dönen elektron ve nötronlar yer . alıyor. Tıpkı güneşin çevresinde dolaşan seyyareler gibi. Bir örtü gibi çekirdeğin etrafını saran bu artı ve eksi yönlü elek.: tronlar yüksek ısı veya ışınlarla çekirdekten çekilip ayrılabilmek
tedir. Çok yakın zamanlara kadar atom un ·ortasında yer alan çek!rdek sadece artı yüklü olarak kabiii ediliyordu ama· son zamanlarda onuiı da pozitif ve negl:!-tif yüklü olduğu ve parçalanabileceği anlaşıldı. Çekirdek parçalanmasından elde edilen ı§Inlar ve enerjilerle yeryüzünün im~n veya imhası imkan dll.hiline girdiı5.
(16) Atom lllimieri diyorlar ki: "En hafif ve yapısı en basit olan atom hidrojen atomudur. Hidrojen atomunun bir protonu ve bir elektronu bulunmaktadır. En a!Pr atom ise uranyum atomudur. Atom sayısı 92 olan uranyumun 92 adet. elekironu vardır. Deneyler göstermektedir ki; elemanter cisiınlerln
hepsinde hidiojen atomunıin parçaları bulunmaktadır. Meselil alüınlnyıım atomu analiz edildiginde yapısında hidroJen atomuna da rastlanır."
Şimdi bir nebze bu ilmi gellı;ımeler karşısında durup Kur'iln-ı Kerim'in: "Ve arşın suyıın üstündedir" ifadesi üzerinde düşünelim. Gökler ve yer yüzü yaratılmaidan önce kilinatın ana maddesi hidrojendi anlamı cıkıirılamaz mı?
iLMf GELİŞMELER D1N1 D UYGULARI ZAYIFLATI~ YOR MU GÜÇLEND!RİYOR MU?
p[YANET DERGISI SAYI: 3
.MAYIS HAZiRAN 1975
177
J
1
J
:tt.M! GELİŞMELER
DlNİ D UYGULARI ZAYIFLATI~
YOR MU GtjÇ~LENDİRİYOR MU?
D!YANET DERGisi
SAYI: 3.
MAYIS HAZiRAN
1975
178
l§te tabiat höyie çıkarıyor üzerinden elbisesini. Maddenin
. yapısı gözler önüne seriliyor. Mücerret bir güç bir "enerji" olarak çıkıyor kar§ımıza. Ve bunun kaynağını. parçalanan o maddi heykelin dı§ında aramak gereldr. O yıkılan putun dı§ında bir kaynak bulmamız icabeder. Böylece maddi alem yava§ yava§ soyut aleme yakla§ıyor. En alt noktada nerede ise görülen . alem. görülmeyen aleme biti§iyor. En üst noktada da böyle. Bu görülemiyen aleme ilim görmese de inanıyor. Çünkü neticesini duyuyor veya eliyle dokunuyor.
Evet gerçekten de · bugün ilinı varlıklar dünyasında mücerred duyuların ula§amadığı noktaların bulunduğuna inanıyor.
Yalnız çıplak duyuların değil en kuvvetli elektro-mikroskoplarla dahi duyulaniıyacak, en ince vasıta ve aıetlerle bile farkedilemiyecek güçlerin varlığını kabül ediyor. Kısacası günümüzde ilinı artık varlığın tek ölçüsü olarak duyulara dayalı deneyleri kabtil etmiyor, ba§ka ölçekierin de . olabileceğini benimsiyor. Ve böylece kendi eliyle dinierin temelini te§kil eden tuğlayı yapıya yerle§tiriyor. ·
İlimlerden bir bölüm olan pozitif ilimler sadece pratik ilimierin uygulamaya dayalı kısmını
te§kil eder. Ki biz bunların en üst tarafından en alt tarafına kadar her noktasına uzandık ve her iki yanıyla maddeyi bir serap gö-
. rünüroüne döndüren gururdan ve böbürlenmeden tevazua ve tesltıniyete geçi§ini seyrettik. Aslında uygulamaya dayanan ilimler güzel sanatlara göre gerçek ilimlei:e daha yakındır. Çünkü öZü bakimından ilim . analiz · ve sentez ameliyelerine bağlı olmaktan çok zihni teoriler · . ve tasavviırlar. · üzerinde ôui:ur. Parçalardan bütünlerı;ı varan genel kaideler kor.
R.ilhıi tatmin eden ve aklı rahatlatan bir yorum getirir varlıklar alemine, tecrübi ve uygulamalı
ilimlerde bu hususlardan· birişini
bulmak mümkün· müdür hiç? Varlık hakkında genel kavramlar getirebilir mi?
Ne yazık ki hayır.
Hey hat...
Hatta gözleri kama§tıran bugünkü haliyle bile uygulamalı ve tecrübeye dayalı pozitif ilimler varlık kanunlarının ancak çok basit bir yanını ke§fedebilmi§tir, halbuki onun ke§fettiklerinin ötesinde hiçbir kanuna ve kaideye sığmayan. ke§fedilmemi§ çok geni§ bir alan vardır demekle yetinmeyeceğiz.
Hatta sadece o dar sınırda
oldugumuzu, madde alemini a§ıp öteye geçince faktörlerin ve unsurların iÇiçe girdiğini, ili§kilerin ve mü§küllerin karmakan§ık bir vaziyet arzettiği noktada ilmin kanunlarının hepsinin incelik ve kesinliğiili yitirdiğini, bir nevi ihtimallere dayalı yakla§ık tahminlerden ibaret kaldığını kabUl etmekle de iktifa etmiyeceğiz.
ݧte biyoloji, fizyoloji, psikoloji ve sosyoloji ile uğra§anlann bildiklerini ileri sürdükleri §eyin, kısaca ilimierin ortaya attığı §eylerin mahiyeti bundan . ibarettir deyip durmayacağız.
Tabii ilimierin diliyle bütün bunların ötesinde yeryüzünde kesin olarak deney .metodunun dayandığı katiyet ifade eden genel bir kural bulunmadığını ve hiçbir zaman da bulunmayacağını hay. kıracağız. Çünkü deneyler ne kiı.dar tekrarlarursa tekrarlansin ve örnekler ne kadar çoğaltılıda çoğaltılsın bütün bunların belirli zamandaki belirli olaylara dayan-
. . diğı ve be1irli mekan parçası .içe-. '
risinde vuku bulduğu bir gerçek-
ür. Ama bütün buniarın arasında ve külli mantık kurallan içerisinde "sonluluk" ile "Sonsuzluğu"
ayıran geni§ bir aralık bulunmaktadır. nim i§te bu aralığı
doldurmak · için her zaman "bir vasıta"ya ba§vurmaktadır. Bu yamayı dikerken ip olarak .doğrudan doğruya zan · ve tahmine dayanan zihni faraziyeleri kullanır. Birincisinde yani sonlu olan §eyde fiili deneylerde kullandığı
.i§aretlerin arasına kısa ve uy. durma köprüler, . geçitler ' kurar. Ve önceden kabül ederek gözlemlerin kaydedemediği bilinmeyen halkaları, gözlenen ve bilinen hal-
.. kalar zinciri içerısıne hayalen yerle§tirir. Elde edileni doğru bir çizginin uzantısı olarak kabiii eder. "ݧte bu uzantı en azından
_ doğruya en yakın olması muhte- · mel olan çizgidir" der. İkincisinde ise yani sonsuz §eylerde bu doğru çizginin uzantısının ötesinde zaman ve mekan bakımından bilinmeyen bir aralık,· bir lxı§luk, bir uzantı kalır .. Bunu da ilim göremediği noktalan kısmen gördüğü noktalara benzer olarak farzeder. Ve olacakları olanların topuna benzeyebileceğini varsayar. Şüphesiz ki vakıa ve olaylan ancak bu kadar gözleyebilen ve kavrayan kanunlar -ki tabii ilimlerdeki kanunlar hep böyledir- köksüz ve zayıftır. Doğru··
dan doğruya zihnen konulan varsayımıara dayanır. Ki bu da duyular yoluyla yapılan gözlemlere zıt bir durumdur.
Şimdi ilim diliyle -bilgi ve dü§ünce . kanunlarını belirleyen ilim- diyoruz ki: "Her neticeyi tabii sebepleriyle yorumlamak ve i:ı;ah etmek bizatiht acizliğinin ve eksikliğinin tohuınlarım ta§lr. Ancak ve ancak dܧÜnce prensipleri temeldi:m kaldırılınca içaçıcı
bir ikna noktasına ula§ılabilir.
Zira . neticelerin meydana geli§i doğrudan doğruya sebepleriri bir sonucu olsaydı, neticelerin . salt
var oitı§i.ı, sebepierin ·uzantısından ibaret olniaSı gerekirdi. · Ve her yönüyle sebep - sonuç arasında
ben~erlikler bulunma!~ gerekirdi. Sebep ile sonuç arasında gerek keyfiyet, gerekse keıniyet bakı
ınından en ufak bii farklılığın bulunması tabii yolla izahı çık
ınaza sokar. Hatta zaman ve mekan bakımından farklılığın mevcüdiyeti zilıinlere §U soruların takılınasına sebep olur: Niçin §U önce olınu§tur da, öbürü sonra? Veya neden ·biri sağda olınu§tur
da, diğeri solda? Bu sorular zincirini sonuna kadar götürdüğü
ınüz takdirde varlığın bölünmez bir parça olduğu, yahut uzantısız tek bir noktadan ibaret bulunduğu fikrini benimseınemiz gerekir ki o zaman kafamızdaki ba§kalık dü§üncesini tamamen silip atinamız icabeder. Zihnimizde sadece ayniyet kanununun kalınası gerekir. Ama dü§ünce dediğimiz
ameliye deği§ildik ve farklılık
halinde söz konusu ~dilebilir ·ancak. Çünkü tefekkür iki veya daha çok noktalar arasında hareket edip birisini benimsernek diğeri
ni beniınseınemek amellyesidir. Bu durumda tabii izah tarzı iki ateıı arasında kalır: Ya aczini ilan ederek iflas ettiğini kabüllenecek, yahut da en üstün ve en mükemm.ele götürecek ki . o zaman bizi yanlı§ çıkaracaktır. Ne var ki ak~ lın eksikliklerden .ve çeli§kilerden bütünüyle kurtulması kat'iyyen söz konusu değildir. Ancak meka. nik izah tarzını bırakarak her. ııe-
. yi . tabiata hamletmekten vazgeçerse, kesinlik ifade eden sebep -sonuç zincirini kıracak olursa se-. . . beplerle rriüsebbipler arasındaki
seçim hürriyetini elde etmi§ olur. Görülüyor ki akla dayanan
uygulamalı ve tabii . ilimler eııyanın · derinlemesine • tahlininiii hı:ır
zaman en .sonunda göriinmeyene, yani gayba imanın zaferiyle ne. ticelendiğini itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Bu ise dinlerin ·ebe-
i iLMi GELİŞMELER DİNİ DUYGULAR! ZAYIFLATIYORMU GltÇLEND!RİYOR MU?
DiYANET DERGISI, SAYI: 3
MAYIS HAZIRAN 19Z5
179
. ·' '
1 1 r
1 _,
iLM! QELo!ŞMEL:ElR
DlNI D UYGULARI ZAYIFLATI
YOR MU GÜÇLENDİ
RiYOR MU?
DIYANET ! DERGISI
SAYI: 3 '! ' MAYIS
HAziRAN 1975
180 .
diyyeh varlığını devam eHlınıesi fikrine yol açmaktadır.
Niteliklerinden söz ettiğimiz
tabii ve tatbiki ilimler çemberin bir tarafına tırmanırken öbür tarafını reddetmekte ve arkalannı dönmektedirler. Mekanik ve materyalist yorumlar insan aklının ihtiyaçlarının yansım kar§llarken geriye kalan yansım ihmal et~
mektedir. Zira insan zihni eşyanın başlangıç ve sebeplerini anlamaya çalışırken onun hedef ve neticelerini de araştırmak, maksat ve gayesini bulmaya ·· ça.Iݧmak zorundadır. Bir şeyin doğuşunu bilip de sonunda ne olacağını bilmernek bir §eyi tamı tamına kavramak olınaz. Olduğunu söyleyip de nasıl olduğunu izah etmeden bir şeyi bilmek tam bir bilgi değildir. İnsamn rühuı:ida yer etmiş bulunan bu derinlemesine bilmek i§tiyakı onun yapısmda yer eden; kainatta meydana gelen her olayın belli bir plan dahilinde meydana geldiğini, her §eyi tanzim ede~ bir gücün belirli bir gayeyi hedef aldığını_ ve Miliatta kör tesadüfierin eline terkedilıni§ hiçbir şeyin bulunmadığını haykırınaz mı?
Şimdi günümüzdeki ilmin insanın ruh yapısında mevcut olan ve eşyanın gayesini, maksadını
bulınaya zorlayan akli zarüretler kar§lsındaki durumunu görelim:
Bugünkü ilim elini e§Yanın
maksat ve gayesini araştınnak
tan çektiğini, o konulara kapılarını kapadığım, yalııızca olayıann
sebep ve sonuç ili§kileri üzerinde durduğunu söylemektedir. Onu e§yanın düzenindeki nizarn ve 'intizam ilgilendirmemektedir. Bunlaniı bir pian ve' maksada mebni olup· oimadığı. hususunun kendisini hiç de · al§.kadar etmediğini belirtmektedir. Aslında bu ilişkile-
, rin hangi gayeye İnebni olduğunu ve bu g§.yenin ne olduğunu açık-
iayacak gÜcÜ de yoktur. Bilgi problemini bütünüyle açıklaınıyacağını ve bu hususta yolun yarısından öteye geçemiyeceğini belirterek ilim insan aklının ezelden beri üzerinde dܧÜndüğü ilı
tiyaçlanna kar§llık vennek niyetinde olınadığını daha başlan
gıçta açıklamıştıl:·.' Ama ilim ıllemi daha uzun süre bu tarafsız tutumunu devam ettiremiyecektir. Çünkü tabii ilimler uzun müddet akli ilıtiyaçlarm bir yanını bütünüyle ihmal edemez, Bu sebepledir ki ilmin bulduğu ve birbiriyle ilişkili pek çok buluşlann so-
. nunda biz bu problemi görüyoruz. İster bunun adını koysun ister koymasın, yeni k~§iflerin ardın
dan ilim hep bir gizli neden araıı-tırmaktadır~ Mesela en küçük organik yapı olan hücre tedkiklerinde, insan vücudundaki her mekanizmanın faiiliyetinde ve mekanizmalann organizma içerisindeki ortak _Çalı§malannda ... Hep gizli bir el pe§inde ko§mak- -tadır. llim bir ·zorlamaya girerek bu elin adını koyacağına, ' pl§.nlı maksat ve gayeyi belirteceğlıie
organlarm fonksiyonel yapısından söz ederek kamufle etmeye çalış-
. maktadır. Görüleceği gibi biyo§imik ilimierin başına geçirdiği
maske Sırf altındaki çehreyi gizlemek gayesine mebnidir. Şu kadar var ki isimler önimili değildir. Bizim için önemli olan sessizce ·de olsa bu itiraflann gerçek yanıdır.
Bütün bunlardan çok daha önepılisi de tabii ilinılerin ciddi olarak attığı her adımda daha birkaç adım atar atmaz duraklayıp aczini itiraf etmesidir. Uzun hedefleri gönneyi önleyen, neticeleri kavramayı ~orla§tıran kesif bir bulutun her. yanı kapladiğını görerek güçsüzlüğünü kabullenmesidir.
Bütün · · bu açıklamalardan
sonra beşer ilminin geli§mesini:iı sonunda din duygıısunuiı silinip
gideceği iddiasının yersizliği, bilakis ilmin din duygusunu giiçlendirdiği bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Nitekim realist felsefenin kuruculan ve taraftarları bu gerçeği açıkça veya zımnen kabüllenmi§lerdir. Bu· neticeye kendi. tecrübeleri sonucu varmı§lardır. Mesela, ilmi ·geli§melerin tabii sonucu olarak dinlerin ortadan kalkacağını ileri süren
Auguste Comte, sonra bu dü§Üllcelerinden vazgeçerek tuhaf bir nıistisizme dalmı§, yeni bir din kunnak için harekete geçmiş ve kuracağı dinin esaslarını katalik · kilisesinin dini inanç ve kaldelerini örnek alarak kurmak istemiştir. Kısacası eski romanın bölümlerini aynı şekilde tekrarlaml§, sadece rol alan §ahıslar deği§mi§tir.
Herbert Spencer de en sonunda "bilinmezlik" konusunda §unlan söylemek zorunda kalmış.
tır: "Bilinmezlik akli kalıplara
sığmayan· bir giiçtür. Hatta bu, külii ve akli prensiptir. Varlıklar alemindeki her §eyin doğduğu
ana kaynaktır." Spencer'in tarif ettiği meçhul giiç dinlerin söylediği" gaybın aynısı değil mi? Sadece ilim diliyle söyleni§i ~deği§ik.
Ünlü bilgin. Littre, pozitif ilimlerde vardığı son noktayı anlatırken kendisini her
. yandan . çepeçevre saran gi~
rift ve esrarengiz büyük bir okyanusta bul(juğunu söyler.· Bu uçsuz bucakSt..z deryilnın de-· riniikierine açılacak bir · vasıtaya sahip· olmadığını, sonsuz okyanuslardaki yolculuk esnasında
yön tilyilline yarayan bir pusulasının bulunmadığını belirtmek zorunda kalır ... Littre bu sonsuzluklar kar§lsında bir §ilir . gibi veya kara sevdalı bir il§lk gibi değil Allilh'a inanan . duygulu ve inançlı bir bilgin olar;:ık dururıe.
(16)" Sabatiere, Esqu!sse d'une I'hllosophıe de la rellgion, p. ll-lll.
1LMI GELİŞMELER D !N! DUYGULAR! ZAYIFLATI· YOR MU Gt.tÇLEND!RİYOR MU?
DIYANET DERGISI SAYI: 3
MAYIS HAZIRAN 1975
181