24
1 Tıp okuyom ben ya! Kasım 2010 Ücretsiz Tıpçı Gazetesi SAYI: 2 Gitar? Mikrobiyoloji? Müzik? Tıp? AAAL? Mikrobiyoloji öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Koray Ergünay’la söyleşi ve daha fazlası sayfa 7-11’de… GÜLÜMSEYEN ATATÜRK İlkokuldayken sınıfımızda, tahtanın hemen üstünde bir Atatürk resmi vardı; İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe’nin arasında. Belki inanmayacaksınız ama sınıfta nereye oturursam oturayım, Atatürk gözlerini dikip bana bakardı gülümseyerek. Resmi yapan böyle görünmesini sağlamak için çok uğraşmıştı belki, ya da sadece benim gözlerimin bir yanılsamasıydı bu. Ama ilkokul sıralarında hep onun güvenini hissederdim üzerimde. Besbelliydi, Atatürk bana, küçücük bir ilkokul çocuğuna bakıyordu ve gülümsüyordu işte. Askerdi, savaşlar yönetmişti, en kötü zamanlarda insanlara pes etmemeleri için güven vermişti (o zaman da bana gülümsediği gibi gülümsemiş olmalıydı insanlara, çünkü inanılmaz derecede güven vericiydi gülümsemesi), yepyeni bir ülkeyi yönetmişti… Sonra 10 Kasım 1938’de ölmüştü… Ama şimdi buradaydı işte, tam karşımdaydı ve gülümsüyordu bana. O zamanlar en çok gülümsediği için seviyordum onu galiba. Hala daha çok severim Atatürk’ün gülümseyen resimlerini. “Gülümseyen Atatürk” hala bana güven verir. Yirmi bir yaşıma geldiğim halde onu gülümserken görünce “çocuk yüreğim” su yüzüne çıkıverir birden, güzel bir şeyler yapmak için heveslenirim. Bu sene Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü kime verildi? Sayfa 4’te… Hacettepe’de anatomi sınavı skandalı! Sayfa 14’te… “İçimizden biri” sayfa 18’de.. Şiir köşesi sayfa 13’te… Sinema ve tiyatrolar sayfa 15-16-17’de… Bulmacalar sayfa 20-21’de… Sizden gelenler sayfa 23’te… 10 Kasım’lar ise hep soğuktur, kasvetlidir, hep üzücüdür. Atatürk 10 Kasım’larda gülümsemez; bitkin yatar hasta yatağında. Ağaçlar daha çok yaprak döker o gün, gökyüzü bile ağlamaya hazırdır sanki. Birileri onun ölümünü anlatır, o ölünce herkesin nasıl üzülüp gözyaşı döktüğünü, günlerce yas tuttuğunu söyler. Sonra siren sesleri duyulur uzaklardan, insanın içini acıtır. İstiklal Marşı okunur hep bir ağızdan, ama herkesin sesi sessizdir garip bir şekilde. Herkes içinde duyar onun öldüğünü;o yüzden herkes mutsuzdur, herkes ümitsizdir. Hâlbuki Atatürk gülümsemelidir her zaman. Hatta 10 Kasım’larda bile. 10 Kasım’larda bile onun öldüğünü değil; capcanlı, hayat dolu güldüğünü hatırlamalıdır insanlar. Yaptığı işlerle, kurduğu şeylerle yaşamasını bir yana bırakın; bize resimlerden, fotoğraflardan bakıp gülümsemelidir Atatürk, yaşadığını hissettirmelidir. “Hadi bir şeyler yapın! Benim yaptıklarım yeterli değil. Onların yıkılmasına izin vermeyin, daha ileriye götürün onları!”, dediğini anlatabilmek için. Atatürk en çok 10 Kasım’larda gülümsemelidir bence. En çok 10 Kasım’larda yaşamalıdır, yaşatılmalıdır. 10 Kasım 1938 saat 09:05 Radyodan gelen bir ses: “…Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk Milleti Ulu Şef’ini, insanlık büyük evladını kaybetti…” orta sayfada…

Portakal Gaste 2. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

2.Sayı|Kasım 2010

Citation preview

1

Tıp okuyom ben ya! Kasım 2010Ücretsiz Tıpçı GazetesiSAYI: 2

Gitar? Mikrobiyoloji? Müzik? Tıp? AAAL? Mikrobiyoloji öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Koray Ergünay’la söyleşi ve daha fazlası sayfa 7-11’de…

GÜLÜMSEYEN ATATÜRKİlkokuldayken sınıfımızda, tahtanın hemen üstünde bir Atatürk resmi vardı;İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe’nin arasında. Belki inanmayacaksınız amasınıfta nereye oturursam oturayım, Atatürk gözlerini dikip bana bakardıgülümseyerek. Resmi yapan böyle görünmesini sağlamak için çok uğraşmıştıbelki, ya da sadece benim gözlerimin bir yanılsamasıydı bu. Ama ilkokulsıralarında hep onun güvenini hissederdim üzerimde. Besbelliydi, Atatürk bana,küçücük bir ilkokul çocuğuna bakıyordu ve gülümsüyordu işte. Askerdi, savaşlaryönetmişti, en kötü zamanlarda insanlara pes etmemeleri için güven vermişti (ozaman da bana gülümsediği gibi gülümsemiş olmalıydı insanlara, çünküinanılmaz derecede güven vericiydi gülümsemesi), yepyeni bir ülkeyiyönetmişti… Sonra 10 Kasım 1938’de ölmüştü… Ama şimdi buradaydı işte, tamkarşımdaydı ve gülümsüyordu bana. O zamanlar en çok gülümsediği içinseviyordum onu galiba.

Hala daha çok severim Atatürk’ün gülümseyen resimlerini. “GülümseyenAtatürk” hala bana güven verir. Yirmi bir yaşıma geldiğim halde onugülümserken görünce “çocuk yüreğim” su yüzüne çıkıverir birden, güzel birşeyler yapmak için heveslenirim.

Bu sene Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü kime verildi? Sayfa 4’te…

Hacettepe’de anatomi sınavı skandalı! Sayfa 14’te…

“İçimizden biri” sayfa 18’de..

Şiir köşesi sayfa 13’te…Sinema ve tiyatrolar sayfa 15-16-17’de…Bulmacalar sayfa 20-21’de… Sizden gelenler sayfa 23’te…

10 Kasım’lar ise hep soğuktur, kasvetlidir, hep üzücüdür. Atatürk 10 Kasım’larda gülümsemez; bitkin yatar hasta yatağında.Ağaçlar daha çok yaprak döker o gün, gökyüzü bile ağlamaya hazırdır sanki. Birileri onun ölümünü anlatır, o ölünce herkesinnasıl üzülüp gözyaşı döktüğünü, günlerce yas tuttuğunu söyler. Sonra siren sesleri duyulur uzaklardan, insanın içini acıtır.İstiklal Marşı okunur hep bir ağızdan, ama herkesin sesi sessizdir garip bir şekilde. Herkes içinde duyar onun öldüğünü; oyüzden herkes mutsuzdur, herkes ümitsizdir. Hâlbuki Atatürk gülümsemelidir her zaman. Hatta 10 Kasım’larda bile. 10Kasım’larda bile onun öldüğünü değil; capcanlı, hayat dolu güldüğünü hatırlamalıdır insanlar. Yaptığı işlerle, kurduğu şeylerleyaşamasını bir yana bırakın; bize resimlerden, fotoğraflardan bakıp gülümsemelidir Atatürk, yaşadığını hissettirmelidir. “Hadibir şeyler yapın! Benim yaptıklarım yeterli değil. Onların yıkılmasına izin vermeyin, daha ileriye götürün onları!”, dediğinianlatabilmek için.

Atatürk en çok 10 Kasım’larda gülümsemelidir bence. En çok 10 Kasım’larda yaşamalıdır, yaşatılmalıdır.

10 Kasım 1938 saat 09:05Radyodan gelen bir ses: “…Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk Milleti Ulu Şef’ini, insanlık büyük evladını kaybetti…”

orta sayfada…

2

PORTAKAL GAZETESİ GENEL YAYIN KURULU MÜDÜRLÜĞÜNEMODENT ODASI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem III Türkçe grubunda 20606060 nolu öğrenciyim. Gazeteniz içeriğinde bulunan ödüllü sorunun doğru cevabı ‘ğ’ şıkkı olan ‘e veya f’ seçeneğidir. Mikrop komitesine çalışmaya daha yeni başladım ama teknik yetersizlikten dolayı epey zorlanıyorum. Fosforlu kalem eksikliği nedeniyle günde ancak 180-190 sayfa çalışabiliyorum. Daha önceleri fosforlu kalem sahibiyken bu rakam 250-270 civarı seyrediyordu. Anlayacağınız üzere çok zor durumdayım. Babamla bu aralar aramız limoni, zaten bursumun biri de kesildi. Her gün amfiden birine yemek ısmarlatarak hayatımı idame ettiriyorum. İş için birkaç yere başvurdum ama dönmediler daha. Ödülden de öte eğer gazetenizde yeni elemana falan ihtiyaç varsa elimden her iş gelir, bilginize. Bir de ben turuncuyu çok severim, o yüzden ayrıca teşekkür ederim. Son olarak bir ricam olacaktı: Bu komite biraz uzun malum. Bir yerine iki tane hediye etseniz, çünkü sınavı çıkarttıramayabilir bir tanesi. Bu arada ben gazetedeki tüm soruları, bulmacaları çözdüm. Onlara da ödül verecekseniz cevaplarını göndereyim. Lafı çok uzattım, siz değerli Portakal ekibinden özür diliyorum. Son bir maruzatım daha olacaktı: On bir adet fotoğraf istemişsiniz ama o çok pahalı oluyor, o paraya beş tane fosforlu kalem alırım ben. O yüzden bir tek fotoğraf gönderebiliyorum.

Satırlarıma gereğini bilgilerinize arz ederek son verirken kalbiniz kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığınız için teşekkür ediyorum.

Ekin Zeynep ALTUN

İkametgah ilmuhaberi, nüfus cüzdanı fotokopisi, annemin kızlık soyadı ve transkript belgem ektedir.

Referans: Dönem I’de 2.komitede ve dönem II’de 5.komitede aldığım notlardır.

Adres: Kurtuluş parkı (havuzun yanındaki banklardan biri)Tel: (0312) 267 39 02(Hemen bankın yanındaki telefon kulübesinin)Hesap No:5400 65532417127(İstemediniz ama vereyim dedim. Her bankadan var amaiş bankasınınkini yazdım lazım olursa diğerlerini de verebilirim.)

01.11.2010

Yukarıdaki dilekçeyi okurken gözyaşlarımıza engel olamadık, sel sularına karışıp gittiler. Bu duruma tepkisiz kalamazdık!Hemen bir toplantı yapıp kararaldık ve Ekin’i ekibimize dahil etmeye karar verdik. Daha da önemlisi bir yerine üç tane fosforlu kalem hediye etmeyi uygun gördük. Yandaki fotoğraf, ekibe katılması şerefine yaptığımız kutlamadan küçük bir alıntı.

Yırttım abicimyırttım

3

İyi bir doktor olmak istediğimi biliyorum. Zaten buraya gelen herkesin (ya da dahagerçekçi bir ifadeyle çoğu kişinin) isteği de bu olmalı. Zaman zaman iyi bir doktorolmak için ne yapmalıyım diye düşünüyorum ve o soru işaretlerinden bir sürüsüdiziliyor karşıma. Harıl harıl ders çalışıp bana verdikleri en ufak bilgi kırıntılarını bilezihnimde bir yerlere yerleştirmeye mi çalışmalıyım? (ki ilk sınıfta yaptım bunu, çokfaydasını görmedim; o yüzden gelecek nesillere pek tavsiye etmem) Ya dagerçekten gerekli olduğunu düşündüğüm şeyleri çalışıp kalanını hocanın insafına veşansıma bırakıp aldığım notlara razı mı olmalıyım? (bu da biraz riskli olabilir)

Kırtasiyenin birinden alınan notlar, bilmem gerekenleri öğrenmem için yeterli midir?Değilse, kitaplardan çalışmak mı daha anlamlıdır? Bir kitaplar denizinin içinde,bilmem gereken şeyleri bulmak yapabileceğim bir şey mi? Derslere girmek gerçektendaha iyi öğrenmeyi sağlar mı? ( Burada bazı hocaların, “bize” ders anlatmak içinhazırladıkları slaytları bize vermeyişlerine değinmeden de geçemeyeceğim.) Yoksa tıpfakültesinde ilk üç yılda amaç sadece sınıfı geçmeye yetecek kadar not almaktır, asıldoktorluk hastanede öğrenilir diye mi düşünmeliyim?

Hem, iyi doktor ya da tıp öğrencisi olmak alınan notla ölçülebilir mi? Yıllardır aynısorunun aynı anlaşılmazlıkla sorulduğu, ama kırtasiyeden alınan çıkmış sorularda da oanlaşılmaz şekliyle yer alması nedeniyle (bozuk anlatımına rağmen) herkesin hiçtereddüt etmeden o çıkmış sorularda yazan cevabı işaretlediği sınavlar( bkz.dönem2’de bir biyokimya sorusu), derste bahsi bile geçmediği halde sorulan konular(bkz. dönem 3 ilk komite), “Sadece belirgin şeyleri öğrenmenizi istiyorum.” diyenhocaların sorduğu kıyıda köşede kalmış ayrıntılar (bkz. dönem2’deki pek çok anatomisorusu), zaman zaman sadece çıkmış sorulardan oluşan sınavlar (aslında pekçoğumuz bundan memnun olabiliriz) pek de yabancı olmadığımız şeyler. Peki böylesınavlar gerçekten bilgimi, çalışmamı ölçebilir mi?

Ayrıca nerde yanlış yaptığımı ya da nerde eksik olduğumu göremiyorsam, buna göreeksikliklerimi tamamlayamıyorsam sınavlar saçma sapan, gereksiz angaryalardanbaşka nedir? Düşünsenize, sınavdan doksan almış olsanız bile sekiz yanlışınız vardırve bu da komitenin %8ini öğrenmediğiniz anlamına gelir. Ancak neyi öğrenmediğiniziöğrenmeye hakkınız yoktur.

Türkiye’nin en iyi tıp fakültesinde okuyoruz ve iyi birer doktor olmamız bekleniyor,haklı olarak. “Doğru yerde miyim?” diye sormuyorum artık; çünkü daha iyi bir yerdeolamayacağımı biliyorum. Bu yüzden acaba gerçekten “bu” mu olmalıyım diyesoruyorum kendime. İyi bir doktor olabilmek için elimden geldiğince doldurmayaçalışıyorum “bu”nun içini. Ama kendimi değiştirmekle değiştiremeyeceğim şeyler var.Bu yüzden Türkiye’nin en iyi tıp fakültesinin biraz kendini değiştirmesi gerek belki,bizler iyi birer doktor olabilelim diye… Ne dersiniz?

Ekim HELHEL

PORTAKALAyda bir meyve verir.

KASIM2010

EditörEkim Helhel

Editör YardımcılarıHalit Bacı

Ömer Faruk Turan

Haber EkibiHalit Bacı

Elif Özge ÇınarTolgahan Kaya

Komik Haber EkibiHerkes

Söyleşi EkibiHalit Bacı

Elif Özge ÇınarEkim HelhelKübra Kılınç

Ömer Faruk Turan

Bulmaca HazırlayanlarElif Özge Çınar

Kübra Kılınç

ÇizerlerimizAbdullah Onur KılıçÜlker Shamkhalova

FotoğrafçımızMertcan Erzincan

Taze PortakalımızEkin Zeynep Altun

Dominic’lerNazım Coşkun

Tıp sanatı nerede seviliyorsa, orada insan sevgisi de vardır.---Hipokrat---

Arkadaşlar; her türlü öneri, istek ve şikayetinizi, paylaşılmasını

istediğiniz yazılarınızı, şiirlerinizi, fotoğraflarınızı

[email protected] bekliyoruz,,

Uzun zamandır, hatta bu okula ilk geldiğim günden beri soruişaretleri var kafamda. Bir sürüler ve gittikçe artıyor sayıları.Mesela ilk zamanlar “Doğru yerde miyim?” diye sorardım sık sık.Acaba gerçekten “bu” mu olmalıyım?

4

Dört Milyon Tüp Bebek Dünyaya Geldi25 Haziran 1978’te Louise Brown adını alan bebek ise yöntemin ilk başarılı deneyi oldu. Dünya’nın ilk tüp bebeği, kısırlıktedavisi arayan milyonlarca çift için umut ışığı oldu. Brown şimdi otuz iki yaşında ve üç sene önce doğal yöntemle sağlıklıbir çocuğu oldu.Ödül komitesinden Christer Hoog da, Louise Brown gibi tüp bebeklerin, hayatta ve sağlıklı olmasının, bu yönteminbaşarısını açıkça gösterdiğini belirtiyor.O günden bugüne dört milyona yakın bebek, tüp bebek (IVF) yöntemi ile dünyaya geldi. European Society of HumanReproduction and Embryology topluluğuna göre, dünya çapında yılda yaklaşık üç yüz bin başarılı tüp bebek uygulamasıyapılıyor. Bugün, kısır bir çiftin IVF ile çocuk sahibi olma ihtimali beşte bir. Ki bu oran, sağlıklı bireylerde doğal yollarlahamile kalma oranı ile aynı.Öte yandan, 2006 yılında altmış yedi yaşında İspanyol bir kadının IVF yöntemi ile ikiz çocuk sahibi olması gibi ilgi çekicibaşarı örnekleri var.

METASTATİK KANSER HÜCRELERİ, KAN DOLAŞIMINA VALİZLERİNİ ALMADAN ÇIKMIYOR!

New South Wales Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, kanser hücrelerinin metastaz karakterine dair ilgi çekici birayrıntı keşfetti. Çalışma sonuçlarına göre, kanser hücreleri, metastaz yaparken, kan dolaşımına tek başınagirmeyebiliyor.Metastatik kanser hücreleri, bazı durumlarda, beraberlerinde sağlıklı stromal hücreleri de götürebiliyor. Bu sayede,kanser hücreleri, vardıkları yerde bu sağlıklı hücreleri kullanarak çok daha hızlı bir şekilde gelişim gösterebiliyor.American Journal of Pathology dergisinde yayınlanan çalışmaya göre, birincil tümördeki sağlıklı pankreatik stellatehücreler, kan dolaşımına sızabiliyor ve uzak bölgelere göç edebiliyor. Ve göç ettiği yerde, metastatik kanserhücrelerinin tohumlarını atıp büyüyebileceği bir ortam hazırlıyorlar.Bu yeni gelişme ile, kanser tedavisi sırasında, kanser hücrelerinin dışında düşünülmesi gereken başka hücrelerin deolduğu ortaya çıktı. Bu bilgiler ışığında özellikle metastatik kanser tedavisinde yeni stratejilerin geliştirilmesigerekebilir.

Haberler: Halit BacıKaynak: biyorss.com

2010 NOBEL TIP ÖDÜLÜ SAHİBİNİ BULDU

2010 Nobel Tıp Ödülü’nün sahibi 4 Ekim tarihinde Nobel Ödülü’nünresmi sitesinde yayınlandı. Sonuca göre, seksen beş yaşındaki İngilizbiliminsanı Robert Edwards, İngiliz jinekolog cerrah Patrick Steptoe ileberaber geliştirdiği tüp bebek yöntemi (in vitro fertilization) ile NobelÖdülü’nü almaya hak kazandı.Cambridge Üniversitesi’nden emekli olan Profesör Edwards, kendisine ödülgetiren IVF yöntemini 1950’lerin ilk yıllarında geliştirmişti.

Tüp Bebek Yöntemi ve EngellerEdwards ve Steptoe tarafından geliştirilen bu yöntem, o günden bugünekadar “yaşayan etik bir sorun” olarak adlandırılıyor. Gerek Vatikangerekse diğer dini liderler, bu yöntemin durdurulması için çok sayıdabildiriyayınladı. Vatikan, sebep olarak, yöntemin karı-koca ilişkisini yanlışbir yöne götüreceğini belirtti.İlk zamanlarında, tıp çevreleri de bu yönteme sıcak bakmadı. Nitekim,The British Medical Research Council, 1971’de bu iki araştırmacıyasağladıkları fonu kestiler. Ancak, Edwards ve Steptoe kendi bulduklarıbağışlar ile çalışmalarına devam etti. Ve 1980’de ilk kliniklerini açtılar.

Mehmet Akif Ersoy Sokak No:15Alo Paket: 310 77 00 Visa, Ticket, Sodexo

5

Fizik muayene, hastanın tıbbi geçmişiyle ilgili bilgi alındıktan sonrayapılır ve böylelikle hekim, ne tür sağlık sorunlarının ortaya çıkabileceğikonusunda detaylı bilgi sahibi olur. Bununla beraber, hekim ilk tıbbiveriler süresince, titizlikle ve sistematik bir şekilde eksiksiz bir fizikmuayene yapmalıdır.

Muayene, hastanın genel görünüşünün gözlemlenmesiyle başlar.Hasta yaşını göstermekte midir? Anemik ya da sarılıklı mıdır? Beslenmebozukluğu var mıdır? Bir sonraki aşama vücut ısısı, tansiyon, nabız vesoluk sayısı gibi hayati belirtilerin ölçülüp kaydedildiği aşamadır.Ardından hekim, baş ve boyun, göğüs ve memeleri, akciğerleri,kardiyovasküler sistemi, sırt, karın ve rektumu, üreme organlarını,uzuvları ve son olarak da hastanın bilinç ve farkındalık durumuna ilişkinderinlemesine değerlendirmeyle birlikte sinir sistemini yarıntılı olarakmuayene eder. Muayenedeki genel yöntemler, sırasıyla inspeksiyon,palpasyon, perküsyon ve oskültasyondan oluşur. Bu yöntemlerin herbirine kısaca değinelim.İnspeksiyon, hastanın normal durumu hakkında bilgi sahibi olmayı veanomalileri tanımlama ve kaydetme beceri gerektirir. Bu muayene,‘Göz ve ağızdaki dokular pembe mi yoksa soluk mu? Göz bebekleriyuvarlak, normal ya da eşit büyüklükte mi? Işık yöneltildiğindedaralıyorlar mı? Karın düz mü yoksa şişkin mi? Parmaklar şişmiş,eklemler yüzünden çarpıklaşmış mı? Kırmızılıkla birlikte yana doğruyönelme görülüyor mu?’ gibi sorular sorulur.

Çocuklardan biri elindeki tahta sopanın ucuna kulağını dayamış, öbürüise tahtanın öteki ucuna çivi ile vuruyordu. Vuruş sesleri tahtanıniçinden ilerliyordu. Laennec, öncelikle bir kâğıdı rulo yapıp kulağınadayayarak hastanın göğsünü dinlemeye başladı ve kalp atışını netolarak duydu. Bunun ardından içi boş tahta silindirli steteskopugeliştirdi. Kulaklıklardan gelen kauçuk bir boru ile diyaframa bağlananmodern iki kulaklıklı steteskop, zaman içinde değişime uğradı veAvusturyalı hekim Joesf Skoda’ya dikkate değer başarılar kazandırdı.Usta hekim, özellikle kalp, akciğer ve bağırsaklardaki –içlerinden kan,hava ve bağırsak sıvıları geçerken çıkan karakteristik sesler sayesinde-normal işlevleri ya da bir dizi yapısal anomaliyi kesin bir şekilde tespitedebilmekteydi.

Fizik muayene, dokunma ve hissetmeyi, başka bir değişle hastaylayakın teması gerektirir. Bununla birlikte öykü alma sırasında hekim ilehasta arasında kurulan güven bağını daha da sağlamlaştırmak için birfırsat yaratır. Bu nedenle büyük bir hassasiyet ve incelikle yapılmalıdır.Muayene, tedavi süresince hayati öneme sahip hekim-hasta ilişkisinigüçlendirir, fakat tıpkı hastanın öyküsü gibi bu muayene de zaman alırve beceri ister; bu iki olgu bugünün paha biçilemezleridir. Bunun yanısıra, bilgisayarlı tomografiler, manyetik görüntüleme sistemleri velaboratuar testleri gibi teknolojik gelişmeler, birçok hastalığın teşhisinikolaylaştırmaktadır.

Çok değil, on yıl önceye kadar tıp öğrencileri ile genç hekimlere,‘hastalarınızı tanımak için zaman ayırın, hasta öyküleri alırken ve fizikmuayenenizi yaparken titiz olun,’ dememiş miydik? Şimdi bunlarınmodası mı geçti?

FİZİK MUAYENE

İnspeksiyon (gözlem), palpasyon(vücut yüzeyi üzerineparmakların ya da elleringezdirilmesi ve bastırılması),perküsyon (parmaklarla yapılarınüzerine hafifçe vurulması)oskültasyon (vücudun içindengelen sesleri dinleme), fizikmuayenenin en temelteknikleridir. Fizik muayeneyleilgili kavram ve yöntemlerHipokrat döneminden bu yanagelişmeye devam etse de son ikiyüz yıldır hiç akıl süzgecinden

geçirilip sistematik bir şekilde uygulanmışlar mıdır? Bu yöntemleraklınıza gelebilecek en hassas ve en kusursuz gereçleri, yani insanduyularını kullanırlar ve şüphesiz bu duyular görevlerini kusursuz birşekilde yerine getirirler.

Hekim, parmaklarıyla yapıların üzerine hafifçe vurarakonların büyüklüğünü, şeklini, verdiği histen ve çıkardığıseslerden uyum içinde çalışıp çalışmadıklarınıanlayabilir. Bu tanımladığımız perküsyon muayenesanatıdır ve genellikle, kalbin, sıvıların, havayla doluuğuldayan akciğerlerin bir arada olduğu göğüsbölgesine uygulanır. Karnın üst kısmında, büyümüşkaraciğer ve dalağın varlığı hissedilebilir, gaz dolubağırsağın ya da karın boşluğundaki sıvıların yol açtığışişkinlik kolaylıkla görülebilir.Oskültasyon ya da başka bir değişle vücudun içindengelen sesleri dinleme, ilk defa, sadece kulağını hastanıngöğsüne koyarak onu dinleyen Hipokrat tarafındantanımlanmış ve ünlü Fransız hekim Theophile HyacinthLaennec’in steteskopu icat etmesine kadar fizikmuayenede kullanılan yardımcı bir teknik olmuştur.

Bazı sağlık kurumları, öykü almaya vefizik muayeneye ayrılan zamanısınırlandırarak daha az hekimleçalışmayı tercih ediyorlar. Fizikmuayene, en çok ekonomiknedenlerden olsa gerek, inzivayaçekilmiştir günümüzde. Sağlıkhizmetlerinde bu yaklaşım yayılırsa, fizikmuayene nesli tükenen bir canlı gibikaybolacaktır. Bu yöndeki eğilim bugünolduğu gibi gelecekte de yanılgılara veızdıraplı durumlara yol açacak vekaybımız her zamankinden daha büyükolacaktır.

Palpasyon ya da başka bir değişle vücut yüzeyi üzerineparmakların ya da ellerin gezdirilmesi ve bastırılmasışeklindeki muayene, hekimin hastayla ilk fizikselteması olduğundan büyük hassasiyet ve özengerektirir. Bu muayenede, ‘Memede bir yumru varmı? Varsa boyutları neler? Bu yumru sert, yumuşak yada göğüs duvarına yapışık mı? Koltuk altına doğrubaşka yumrularda var mı? Karın yumuşak mı?Karaciğer ya da dalak hissediliyor mu?’ gibi sorularsorulur. Soluk alma sırasındaki hareketlerigözlemleyerek ve hekimin normal ve anormal yapılarıhissetme yeteneğini geliştiren diğer yöntemlerikullanarak organların yerini bulmanın çok çeşitli yollarıvardır. Her şeyden önce organ yapılarının öneminikavramak gerekir, çünkü bu yapıların şekli bize onlarınişlevleri hakkında bilgiler verir.

Laennec’in bu aleti tasarlarken, uzun bir tahta çubuk ve çekiçle oyunoynayan çocuklardan esinlendiği söylenir.

Gazetemize desteklerinden dolayı Öztürk Ticaret’e teşekkür ederiz…

Hazırlayan: Tolgahan Kaya

Kaynak: Tıbbi Mucizeler-Dr. Eugene W. Straus&Alex StrausÇeviri: Nurcihan Durmuş Domingo Yayıncılık

6

Bu hastalığa yakalanan hekimler hemen işten ayrılmak zorundakaldıklarından geçim kaynaklarından oluyorlardı. Tüberkülozunkontrol altına alınması, 20. Yüzyılın ortalarında olmuştur; fakatyüzyılın sonlarına kadar antibiyotiklere dirençli tüberküloz hastalığıoldukça büyük bir sorun haline gelmişti.Selman Abraham Waksman, Rusya’nın Kiev kenti yakınlarında

1888 yılında dünyaya gelmişti. 1911 yılında devlet bursuyla RutgersÜniversitesi’ne girmiş ve 1916 yılına kadar ziraat alanında hemlisans hem de yüksek lisans diplomasını almıştı. 1918 yılındaAmerikan vatandaşlığına kabul edilmiş ve biyokimya dalındadoktorasını tamamladığı Kaliforniya Üniversitesi’ne araştırmagörevlisi olarak atanmıştır. Bu tarihten 20 yıl sonra toprakmikrobiyolojisi alanında dünyanın önde gelen isimleri arasınagirmiştir. Penisilinin keşfinden sonra, mikroplara karşı antibiyotiküretmek amacıyla sistemli ve planlanmış bir çalışmanın öncülüğünüyapmıştır. 1943 yılında tüberküloz tedavisinde ilk ajan olan

‘streptomisin’ adlı antibiyotiği izole etmiştir. Bu buluşuyla,1952 Fizyoloji ve Tıp alanında Nobel Barış Ödülü’ne layıkgörülmüştür. ‘Hayata karşı’ anlamına gelen ve insanlara zararlıbakterileri yok eden bir kimyasal olan antibiyotik teriminitüretmesiyle de ün kazanmıştır.Streptomisin, Streptomyces adlı bir toprak bakterisinden eldeedilen ve hem gram-pozitif hem de gram-negatif bakterilere vediğer antibiyotiklere direnç gösteren bakteri türlerine de etkigösteren bir antibiyotiktir. Streptomisin bugün hala tüberküloztedavisinde kullanılan başlıca antibiyotiktir. Dirençli tüberkülozbasili tedavi sırasında ortaya çıktığından, kullanılanantibiyotikler genellikle izoniazid, etambutol ya daaminosalisitik asit ile kombine edilerek verilmektedir. 1950’liyıllarada izoniazid sayesinde verem dispanserleri kapanmayabaşlamıştır. Bu ilaç etkili olmasının yanında,mikroorganizmaları öldürmeden, onları sadece bir tabakaylakaplamakla da hastalığı durdurabilmektedir. Birçok ilaca dirençgösteren tüberküloz tedavisinde hastaların ilaçlarını düzenlialdıklarını takip etmek ve hastalığın bulaşmaması için gözlemşarttır. Streptomisin, protein sentezini engelleyerek duyarlı

STREPTOMİSİN VE TÜBERKÜLOZUN KONTROL ALTINA

ALINMASIFosil kalıntılarının bize

verdiği bilgiye göre,tüberküloz, diğer adıylaverem insanlık tarihi kadareski bir hastalıktır. Birzamanlar tüberküloz, AIDSgibi korkulan bir hastalıktı.

mikroorganizmalariçindeki hücre zarınıtahrip eder. Milyonlarcayaşam, Waksman’ın veçalışma arkadaşlarınınyaratıcı araştırmalarısayesinde kurtulmuştur.

Hazırlayan: Tolgahan Kaya

Kaynak: Tıbbi Mucizeler-Dr. Eugene W. Straus&Alex StrausÇeviri: Nurcihan Durmuş Domingo Yayıncılık

7

Bir Doktor,Bir Müzisyen,

Bir Eğitimci,Vee Karşınızda Koray Ergünay

Koray Ergünay Nisan 1973 Ankara doğumlu. Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olduğunu hepimiz biliyoruz zaten. Ama bir de farklı bir yönü var Koray hocanın: Ortaokuldan beri bas gitar çalıyor.

Hatta oldukça da iyi bu konuda. İki solo albümü (www.korayergunay.com adresinden temin edilebilir) ve birlikte çaldığı

dört grup var. Buna rağmen “müzisyen kimliği”nin “bilim adamı kimliği”nden önde olmasına izin vermemiş hiç. Her ikisi de onun ayrı

yüzleri, her ikisi de Koray Ergünay. Bu durum normal bir insandan en az iki kat daha yoğun bir hayat yaşamasına neden olsa da o halinden

gayet memnun. Çünkü her iki Koray da inanılmaz derecede keyif alıyor yaptığı işten. Zaten yaptığımız röportaj sırasında anladığım kadarıyla

şöyle düşünüyor Koray hoca(ve müzisyen Koray da aynı şeyi düşünüyor belli ki ): Yaptığınız iş size gerçekten heyecan veriyorsa hiç düşünmeyin,

evet, doğru yerdesiniz.

İlk olarak biraz kendinizi tanıtır mısınız?Hacettepe Türkçe tıp ‘97 mezunuyum. Daha öncesine gidersek

Atatürk Anadolu Lisesi mezunuyum aynı zamanda. Burda çok vardır Atatürk Anadolu’lu, hem genç kuşaklardan hem eskilerden. Mesela

farmakolojiden rahmetli Oğuz Güç vardı. Ama Atatürk Anadolu Lisesi’ndeki müzik geleneği artık eskisi gibi devam etmiyor.

Hoca gibi AAAL mezunu olan arkadaşımız Özge: Müzik çok devam etmiyor ama aşure günü var mesela

Evet, doğru. Hayatımı değiştiren hocalardan biriyle lisede tanıştım. (Özge’ye )Siz tabi onu görmediniz, bizden üç dört yıl sonra ayrıldı. Müzik

hocasıydı, Güneş Apaydın. Lisede müzikle ciddi olarak ilgileniyordum. Hatta hala devam ediyorum yarı profesyonel olarak,

belki öğrenmişsinizdir.Ona daha sonra geleceğiz hocam

Peki Müzik hep vardı ama lisede Güneş hoca sayesinde ilerledi. O bize birkaç yıl rol modeli, sonra arkadaş-abi, daha sonra da tam

arkadaş oldu. Hala görüşürüz. Hatta arada “siz benim başıma çok bela açtınız ama çok da şey öğrendim sizden” der. Yani sadece onun

varlığı bile AAAL’yi anlamlı kılıyor, ki okul da keyifliydi hakikaten. Ama o his devam ediyor. Burada bir üniversite öğrencimiz vardı

AAAL’den. Ondan da o hissi almıştım. Evet, iyi, okul hala düzgün diye düşünmüştüm.

Oradan da Hacettepe tıpa geldim. Şimdi isteyerek mi girdiniz diye soracaksınız.

Evet, tam da onu soracaktıkİsteyerek ve inat üzerine girdim. Benim ailem tam ters olarak “oğlum

deli misin, tıbba mı gireceksin, ne yapacaksın” diyordu. Normalde bende öyle pek inatçılık yoktur ama böyle bir tepki gelince durdum,

niye istemiyorsunuz ki, o da çok güzel falan dedim. Şimdi temel bilimci olduğum için insan “onca internlük yapmış, dördüncü ve beşinci sınıfı

okumuş boşuna” diye düşünebilir. Doğruyu söylemek gerekirse dördüncü sınıfla beraber tıp fakültesi çoğunlukla işkence gibi geldi

bana. Tamam, çok önemli şeyler gördüm, hayat boyu beni götürecek deneyimler kazandım ama hiç bir zaman “bu benim hayatım olsun,

aradığım buydu” diye düşünmedim.

Buradan ne kadar çabuk, ne kadar az hasarlı ayrılırsam iyidir dedim. Hatta “primum non nocere” yi biz “önce zarar görme” diye kendimize uyarlamıştıkBenim hiçbir zaman klinik gibi bir düşüncem olmadı, tıp fakültesine girerken bile. İnsan vücudu nasıl çalışıyor, insan nasıl düşünüyor, nasıl yaşıyor, bunların (tabi o zamanlar kelimeyi bilmiyordum, fizyolojik diyemiyordum) karşılıkları ne, niye öyle oluyor diye merak ederdim hep. Biraz da metafizik sorularıma cevap aramak amacıyla geldim aslında. Metafizik sorularımın cevaplarını da klinikte görerek klinik faslını orada kapatmaya karar verdim. Yıl kaybım da olmadı. Bitti işte bir şekilde Mikrobiyolojiye de isteyerek mi geldiniz hocam?Tabi, isteyerek geldim. Bir iki ekol var tıpta öğrenciler açısından. Tıbba girdim, bir an önce iğne yapayım, kan alayım, dalak çıksın falan İşin pratik, el becerisi de gerektiren kısmı insanları cezbediyor. Benim de öyleydi. Beyin açılıyor, içine girip bir şey yapıyorsun, kapatıyorsun, sonra adam yaşamaya devam ediyor. Bağırsağın bir parçasını çıkarıyorsun, kalanı bağlayıp her şeyi kapatıyorsun. Bu gerçekten ilginç ama teorik sorular ya da ihtimaller benim daha çok heyecanlanmama neden oldu. Hastaya splenektomi yapıp, kapatıp sonra onu sevinçli mutlu bir şekilde eve göndermekten de memnuniyet duyardım eminim; bu kendi başına bir mucize zaten. Onu da tattım. Hatta bir keresinde çok başarılı bir şekilde arteriel kan gazı almıştım, kendim bile şaşırmıştım Hiç acımadı demişti hasta. Ama beni bazı noktalardaki bilgi eksikliği ya da teorik fizik, kuantum fiziği okuduğunuzda, şöyle bir şey olabilir mi dediğinizde işin teorik kısmının getirdiği soru işaretleri, bilinmez alanlar daha çok çekiyordu. Güzel güzel konuşuyorsun, TUS’ta ne yazdın diyeceksiniz. Patoloji, mikrobiyoloji, biyokimya yazdım. İlk üç tercihim patolojiydi, puan sıralaması yapıldığı için. Kalanlar da mikrobiyoloji ve biyokimyaydı. Hayvanlarla deney yapmak, hayvanları öldürüp sisteme asmak pek benim yapabileceğim bir şey değil, bu yüzden hiç farmakoloji yazmadım. Düşünüyorum da mesela patolojinin bu kadar klinik ve yoğun bir rutini olduğunu bilsem belki tercihlerde mikrobiyolojiye daha ağırlık verirdim. Siz benim gibi yapmayın, bir bölümü yazacağınız zaman üniversite bazında bile belirleyin; oraya gidip o insanlar nasıl yaşıyorlar, ortam nedir, insanlar mutlu mu ona bakın.

8

Asistan odası olmayan genel cerrahi bölümleri gördüm örneğin. Mantık şu, “asistan uyumaz ki odası olmasına gerek yok.” Ben budediğimi yapmadan mikrobiyoloji yazmıştım ama şanslıydım, burayı kazandım. Bir tercihle arada kalmıştım hangisi olsa diye, amakazandı belgesinde burası yazdığında çok mutlu olmuştum. Tamam, demiştim, iyi ki burayı yazmışım. TUS kararı, branş kararıgerçekten önemli ve hassas. Sen hep başarılı bir çocuktun, hep A1 alıyordun, neden kadın doğum, göz yazmıyorsun da biyokimyayazıyorsun, kendini niye harcıyorsun gibi tepkiler olabiliyor çevrede.

Üniversite sınavında da öyle olur ya, puanım boşagitmesin diye.Hımm, öyle mi, o zaman hayatta başarılar diliyorum Tabiinsanın on yedi on sekiz yaşında mesleğine karar vermesiçok doğru değil zaten. Benim size tavsiyem basit keyifler,heyecanlar yaratabiliyorsanız o meslek ya da branşla ilgiligüzel. Kendimden örnek vereyim. Belirli bir virüsTürkiye’de var mı? Gelen sivrisinek örneklerinde o virüsçıkacak mı? Sonuçlar çıkana kadar merakımı cezp edecek.Aynı şeyi cerrahi için, klinik için hissediyorsanız hiçdüşünmeyin.Seçimlerinizde müziğin etkisi oldu mu peki?Evet, oldu. En başta, müzik kendimi tanımamda çokyardımcı oldu. Müzik çok kişisel bir şey, bilimin tam aksine.Bilim daha anonim; senin yapmanla benim yapmamarasında bir fark yok. Bir doğru yol var, önemli olan ortakdoğruyu bulmak. Sanat ise bunun tam tersi, tamamenkişisel. İnsanların yaptığı farklılıkları görerek farklılıklaradeğer verme yönünü geliştirme, hayatına bir disiplingetirme gibi katkıları da var. Bu arada nasıl, malzemeçıkıyor mu İki üç saat röportaj olur, üç sayfa yazı ancakçıkar, öyle değil, değil mi?Kaydı yazacak arkadaş (Kübra) burada değil, rahat olun hocamNasıl bir öğrenciydiniz?İlk sınıftayken notlarım genelde iyiydi, B2’yle bitirdim. İkinci yılın son zamanlarında biraz düşüş yaşadım. Hayatımdaki tek F4’ümüde o zamanlar aldım. İkili ilişkiler önem kazanır ya okulun ilk yıllarında, biraz ona bağlıydı. Onun dışında iyiydim ortalama olarak da.İlk yirminin içindeydim herhalde. Ama benim için not hiç önemli olmadı. Siz de görüyorsunuz, çalışmayla notun bir ilişkisi yok.Bilmekle notun da ilişkisi yok. Yüksek not almanın kestirme yolları var ama bunlar merak ettiğiniz bir şeyi okumanıza engelolmamalı. Ben her şeyi orijinal kitaplardan okurdum, çeviriler kötü olurdu çünkü. Hoca notu diye bir şey olurdu, onu çözene kadarorijinal kitabı anlamak daha kolaydı zaten. Hatta o yüzden bazı derslerden baraj altı kalmıştım. Çünkü notlarda ezberlenmesigereken şeyler oluyordu. Nereden bileyim gidip oradan soracaklarını, bence çok gereksizdi Klinikte de iyi bir öğrenci sayılırdım.Öyle olduğu için bir sorun yaşamadım öğrencilik yıllarımda.

Peki topluluklara falan katılır mıydınız hocam?Topluluk derken?Mesela çocuk ruh sağlığı topluluğu.Büyük ihtimalle benim çok güçlü bir hobim olduğu için hiç öyle bir ihtiyaçhissetmedim. Lisede müzik yarışmalarında ödüller almıştık, zaten beş yıldırçalıyordum. Yani enstrümanda bir iddiam vardı üniversiteye girerken, veüniversitede onu belli bir aşamaya getirme amacım vardı. Toplulukların bahanesiortak bir şey üzerinden sosyalleşmek. Ama zaten müziğin ayrı bir çevresi vardı.Hala var, profesyonel müzisyen çok arkadaşım var. Müzik topluluğu yoktu ozamanlar. Ankara Tıp’ın aktif bir müzik topluluğu vardı, onun toplantılarınagiderdik. Şimdi de alternatif müzik topluluğunun akademik danışmanıyım.İnsanlar hep tıp fakültesi öğrencisi çalışsın, iyi bir doktor olsun diye düşünür.Öyle gitmiyor ama hocam. Bir yerden sonra insan bıkıyor.Emin ol gitmiyor. Mutsuzluk tıp öğrencisinin, tıp mezununun en önemli sıkıntılarından biri. Çünkü derslerin yoğunluğundan, hayatın yoğunluğundan başını kaldıramıyor. Bu yoğunluk altında tıp öğrencisi değil sosyal yeteneklerini kazanmak, kendi meraklarını bile öğrenecek ya da kendini keşfedecek imkanları zor buluyor gibi geliyor bana. Hocam, şenliklerde çalma gibi bir durumunuz oldu mu?Evet, hem de çok çaldım öğrenciyken. Hatta Hacettepe’nin ilk şenliğinde çaldım, 95 yılıydı galiba. Beytepe, yıldız amfinin önünde. Sayısını hatırlamıyorum ama altı yedi kere çalmışımdır şenliklerde. Ama şu an daha zor. Yarı profesyonelliğin

9

getirdiği zorluklar var. Bir işten para kazanıyorsanız o işinorganizasyonu çok iyi olur fakat para kazanmayıp amatör olarakama profesyonel beklentilerle iş yapıyorsanız sıkıntılı. Benimsorunum o. Tamamen amatör olsam çok daha rahat. Ama şuanda belirli bir seviyenin üzerindeki ekiplerle çalabilirim ancak.Yirmi beş senedir gitar çalıyorum, teknik ve ifade açısından daiddialıyım. Solo albümlerim var, korayergunay.com var tanıtımiçin kullandığım. Artık kendi aletimi sırtımda taşıyıp sahneyekurup ayarlamak, üzerine para almadan beş kişiye çalmak banaağır geliyor. Onun için yıllar önce bar programlarını da bıraktım.Ya o müzikle, çaldığım şeyle direkt bağlantısı olan bir insangrubu olacak ya da en azından rahatlık olacak. Festivallerde,şenliklerde o kadar çok çaldım ki. Oraya arabayı yanaştır, aletlerikur, çal, insanlar zaten içip eğlenmeye gelmişler, ses düzeni kötüolsun vs. Artık gideceğime evde otururum diyorum.Peki nasıl oluyor, onlar size davet mi gönderiyor?Yok. Tanıyanlar oluyor müzik camiasından, gel çal diyorlar. Ya daçaldığım grubu duyuyorlar, oradan çağırıyorlar. Genelde benorganize etmiyorum, teklifler bir şekilde bize iletiliyor, biz deçalıyoruz. Onun dışında Ankara Caz Festivali’nde üç kere çaldım,İstanbul Caz Festivali’nde bir kere çaldım, Eskişehir’de üç ya dadört kez çaldım. Böyle uzayıp gidiyor.Facebook sayfam var, müzik programlarını genelde oradanduyuruyorum. Bir hayran sayfam var ama pek takipetmiyorum.Web sitesinin (www.korayergunay.com) hala açık veçalışıyor olması da büyük bir başarı. Web sitesi işini birarkadaşıma borçluyum zaten. Yaşadığım çok yoğun bir hayat.Beni yakından tanıyanlar bunu bilir. Bazen “ben hakikaten böylemi yaşıyorum” diye bakıyorum. Ama aktiviteler birbiriyle çokalakasız olduğu için diğerini yaparken dinleniyorsun aslında.Disiplini oturttuğun zaman da her şey iyi gidiyor. Hala gündeyarım saat bir saat bas gitar tekniği çalışmaya zaman ayırıyorum.İşe de çok erken geliyorum, sekiz civarında laboratuvardayım.Sizlerin, sağ olun, eğitim aktiviteleriniz bizim günümüzü bayağıbölüyor. Çalışma yapacaksanız onları bölüyor, okumayapacaksanız zaman kalmıyor. Onun için genelde sabahlarıerken geliyorum.

En çok zorlandığınız ders, komite ya da yıl hangisiydi?Güzel bir soru. Hiçbir dersMikrobiyolojiYok, mikrobiyoloji keyifliydi. Renkli renkli, ilginç şeyler. Virüslerizaten baştan beri seviyordum. Şemsettin hoca vardı, onundersleri çok eğlenceli geçerdi.Duyuyoruz hep Şemsettin hocanın dersini de dinlemişolsaydınız diye.Doğru. Mikrobiyoloji onun dışında da eğlenceli geliyordu bana.Dediğim gibi, yaşamın o uç noktaları konusunda hayal gücünübesleyen bir tarafı vardı. Lisede de bazı şeyler okuduğumuhatırlıyorum. Onun için mikrobiyoloji bana hiç zor gelmedi.Gayet keyifli. Tamam, ezberi fazlaydı ama anatomiden sonramikrobiyolojinin ezberi fazla gelmiyor.İnternken çok zorlandığım zamanlar oldu. Çünkü sorumluluklayaptığım işin anlamı arasında bir çelişki vardı ve o tür şeyler beniçok zorlar. Anlamlı bir iş için çok çalışmanın zararı yok ama TUSdiye bir şey var, üzerinize servis yükü yıkılmış, insanlar ordahasta yatıyor ve karşılarında duran kişi sizsiniz. “Bana ne, benimTUS’umu siz mi veriyorsunuz? Para da vermiyorlar bana.”diyemiyorsunuz. O insan orda hasta yatıyor. Sen, onunkarşısında sıkıntılarını çözecek adam olarak varsın. Bilmiyorum,herkes öyle mi hissediyor, ben o sorumluluk duygusunuhissediyordum üzerimde. Umursamasan daha rahatedebiliyorsun ama ben umursuyordum. Ee önce zarar görme,sonra zarar verme durumu bir şekilde. Bunu da yapabildiğimizannediyorum. Bir de genel cerrahide internlük yapmıştım, ordaçok fazla şey gördüm. Çok büyük bir tecrübeydi. Şimdi geridönüp bakıyorum da iyi ki yapmışım. Ama yaparken “Hafta sonugelmişiz, burada bekliyoruz. Yarım saatte bir açlık kan şekerialınacak, benim burada ne işim var” diye düşündüğüm çok oldu.Pediatrideki aşırı disiplinin de beni zorladığını söyleyebilirim.Tamam, klinikte disiplin önemli ama kafanızdaki şey ile yapılanuygulama arasında çok ciddi bir felsefi uyumsuzlukgördüğünüzde şaşırırsınız. Dediğim gibi bu iş önemli ama oönemin yansıması böyle olmamalı diye düşündüğüm oluyordu.Hala da öyle düşünüyorum.

10

çıkacağını öngörmek bile söz konusu olabilir. Onun için,dediğim gibi bunlar benim kişisel olarak keyif aldığım, ne olupbittiğini anlama keyfini sağlayan şeyler. Zaten o sayede işinbüyük zorluklarıyla baş edebiliyoruz.Buraya gelmeden önce biraz araştırma yaptık sizinle ilgili.Sanki müzisyen kimliğiniz doktor kimliğinizden daha önplanda gibi. Gerçekte de böyle mi?Yok, aslında değil. İnternette google’a girerseniz onlar çıktığıiçin öyle. Ama pubmede girerseniz de “aa bu adamın doktorkimliği öndeymiş” dersiniz.Biz google’a, facebook’a falan giriyoruz.=)Facebook hesabımın olma amacı zaten müziği, nerdeçalıyorum, ne yapıyorum onları duyurmak. Sadece bilimselprofilinizi gösteren web siteleri de var. Hani onları da açmaktafayda var ama dediğim gibi pubmede adımı yazarsanız orda dadaha çok “Aa bu adam herhalde bu işle uğraşıyor. Diğeriyleaynı adam olamaz, isim benzerliğidir” diye düşünürsünüz. Benhiç birinin ağırlığını hissetmiyorum. Çoğunlukla, zaman olarakbakarsan araştırma ile ilgili şeylere daha fazla zamanayırabiliyorum. Ama bu mecbur kaldığım için değil aslında. Yanibıraksan günde on saat gitar çalarım gibi bir durumum yok.Gerektiği kadar ona da ayırıyorum. Hepsi benim farklı yüzlerim.Sonuçta ben, Koray olarak benim. O tarafta da bir işim var, butarafta da ilgilendiğim bir şeyler var. Hepsi keyif veriyor, hepsibir bütün. Hatta galiba bilim kısmı şu son iki yıldır daha fazla.Çok büyük ihtimalle her gün sekiz saat buradayım. Burdaki işimher zaman daha fazla zaman alıyor. Ama dediğim gibi halagünde yarım saat ya da bir saat egzersiz yapmak içinenstrümanı elime alıyorum.Bas gitardan başka enstrüman çalıyor musunuz?

Mikrobiyoloji stajında neler bekliyor bizi?Hiçbir şey, çünkü mikrobiyoloji stajı yok Olması için bir şeyleryapıyoruz. Olsa memnun olur muyuz, siz ya da biz bilmiyorum.Hayatınızda mikrobiyoloji hocalarıyla karşılaşmanız -5. sınıftasosyal pediatride buraya birkaç saat geldiğiniz zamanısaymazsak- bu komitenin sonunda bitiyor. Yani bizden hayatboyu kurtuluyorsunuz. Ve benim en çok üzüldüğüm nokta, bazıkonularda gerçekten eksikler kalıyor. Onun için bir şekildeenfeksiyon ya da hastane enfeksiyonlarının engellenmesi ile ilgilibir stajınız olmalı diye düşünüyoruz. Ayrıca böylece yaptığımızişleri size daha iyi yansıtabiliriz, mikrobiyoloji veya diğer temelbilim dallarıyla ilgili merak uyandırabiliriz diye düşünüyorum.Tanımadığı, nasıl olacağını bilmediği için aslında araştırmayapmak isteyen insanlar kliniğe kayıyor. Tabi ki tıp fakültesininasıl amacı klinisyen yetiştirmek, araştırmacı daha az sayıdaçıkacak, ama bizim burada ne çalıştığımızı bilseler belki ilerde birya da iki kişi daha istekle mikrobiyolojiye gelir diyedüşünüyorum.Mikrobiyolojiyi seçtikten sonra ne tür eğitimler aldınız?İlk yılın sonunda bir değişim bursuyla bir yıl İsrail, Kudüs’teçalıştım. Temel moleküler mikrobiyolojiyi, moleküler teknikleriburada öğrenip orda da pekiştirdim diyebilirim. Uzmanlıkbittikten sonra doktora yaptım mikrobiyolojide. Onun dışındaküçük çaplı eğitimler oldu. İspanya’da özel bir eğitim aldım.Almanya’da bulundum. Ama bunlar kayıtlı eğitimler değil, dahaçok bu işi yapan adamların yanına gidip o işi yapmayı öğrenmekşeklinde.Zaten bizim burada yaptığımız özel bir çalışma, Türkiye’de bunabenzer çalışmaları yapan birkaç laboratuar var. Bazı şeyleriburada ilk biz kurduk birkaç yıl içerisinde.Örnek verir misiniz?Mesela Batı Nil enfeksiyonlarını duymuşsunuzdur. Türkiye’deBatı Nil ile ilgili yapılmış en fazla yayın sahibi ekip bizim ekip:Buradaki hocalarınız, ben ve Ankara Üniversitesi’ndeki Aykuthocanız. Batı Nil olası enfeksiyonlarını geçen yıl yayınladık,Hacettepe kökenli. Gene Akdeniz bölgesinde görülen, vektörlebulaşan başka bir virüsün başka bir enfeksiyonunu, ilk Türkiyeolgusunu biz saptadık ve prevelans verilerini ortaya koyduk.(Özge)Ben bir de seçmeli derse geliyordum da ordanbiliyorum. Sanırım haftada bir, yeni çıkan şeyleri takip edereksunumlar hazırlıyordunuz. Öyle bir şey var mı?Vardı ama onlar çok rutin yapılmıyor şu anda. Bölümün kendimakale ve seminer saatleri devam ediyor. Her hafta asistanlarmakale anlatır, onun üzerine yorum yaparız. Asistanların tezkonusuna göre, hocaların çalıştıkları konuya göre yeniliklerkonuşulur. Bu yıl da Türkiye’deki gelişmelerle ilgili bir seminerleuğraşıyoruz. Temel bilimle uğraştığınız zaman işin keyfi şuoluyor: Dergilerde yazmayan, kitaplarda yazmayan ya datamamen yanlış olan bilgileri siz elde edebiliyorsunuz. Bilgininbittiği gri bölgede o bilgileri bulup, onları bir araya getirip olayıanlamaya çalışıyorsunuz. Belki benim alanımda kitaplardayazılan şeylerin çoğu çok da doğru değil. Birisi çalışmış, yazmış,herkes kitapta yazıyorsa doğrudur demiş ve öyle kalmış. Tıpbilgileri zamanla değişiyor ama değişmeyen ve değişmediğikabul edilerek araştırılmayan şeyler de var. Mesela KırımKongonun Türkiye’de varlığını gösteren yayın bundan yaklaşıkotuz yıl öncesine ait. Batı Nil de var aynı çalışmada. Yani insanlarkarşılaşmış onunla. Hani araştırsan belki

Amatörce davul, gitar, klavye. Bestelerde piyano klavye dekullanmak zorundasın, bas gitarla beste yapmak kolay değil.Sahnede çalarım diyebileceğim, yani en azından iki üç haftaçalışsam çalarım diyebileceğim gitar ve davuldur. Ki bendavulla başladım müziğe. İki konsere de davulcu olarakçıkmıştım.

11

Pişman olmadınız mı?Hayır, hiç. Dışarıdan farklı görünüyor ama ordakigerçek hayatı biliyorum, onun getireceği şeyleribiliyorum. Burada yaptığım işler keyifli geliyor bana.Gerçekten. Başta söyledim ya, kişisel merak unsuru,onun tatmin edilmesi çok önemli. Burada yaptığımişlerin parasal, akademik getirisi değil de doğrudansonucu beni çekiyor. Onun için bunu sonundaprofesör olmak için, akademik kariyer için, gençbaşarılı bilim adamı olmak için yapmıyorum.Gerçekten merak ettiğim için yapıyorum. Sonundapara gelmese de, hiçbir şey olmasa da önemli değil.Dediğim gibi bazı şeyleri ilk bilen kişi olmanın, ilk defaduyuruyor olmanın keyfi. Yani bundan beş sene öncebelki daha az oranda “hayır” derdim ama şimdi çokyoğun olarak “iyi ki de gitmemişim, çok doğru birkararmış.” diyebiliyorum. Hani, başka bir hayat çekicigelir ama sahip olduğun hayatı bırakmadan öncegidip alternatifi görmekte, ne beklediğini şöyle birdüşünmekte fayda var. Öyle olunca gitmediğime çokmemnunum.

Müziğe ne zaman başladınız?Ortaokulda başladım. Orta birde.Nasıl oldu başlamanız?Evde gitar var diye başladım Anadolu lisesinde.(not: eskiden Anadolu liselerinin ortaokul bölümü de vardı) O zamanlar seçmeli derslerilginçti. Fransızca, Almanca, resim, müzik, ev ekonomisi vardı. Ev ekonomisini genelde kızlar seçiyordu. Herkes kek, yemek falan yapıpyiyormuş. Kızlar, kek, yemek, hepsi doğal ihtiyaçlar, tamam, harika. Fakat o yıl erkekler onu seçemiyor diye bir şey çıktı. O zaman daevde gitar var diye müzik seçtim. Abim gitar çalıyordu, onun da çok büyük etkisi vardır gitara yönelmemde. Fark etmiyorsam bile birözenme vardı ona. Ama abim sonra bıraktı müziği.Ben müzikle uğraşmak için çok şey yaptım. Bir ara bu işleri bırakıp Amerika’ya gidecektim hatta. Bir müzik okulundan kabul almıştım.Ama sonra gitmekten vazgeçtim. Şu an gayet memnunum öyle yaptığım için.

Koray Hocamıza bu keyifli röportajdan dolayı çok teşekkür ederiz

12

ATATÜRK’ün Ölümü

9 Kasım 1938’de, gece yarısına kadar Atatürk’ü tedavi edenhekimler üç rapor yayınlamışlardı. Bu raporlarda Atatürk’ünsağlık durumunun kötüye gittiği açıklanmakta, kara haberlekarşılaşma korkusu, milletçe üzüntü ve endişeyi artırmaktaidi. İstanbul’da saat ona doğru resmi dairelerininbayraklarının yarıya indirilmesi, felaketin ilk habercisi oldu.Radyo derhal yayını tatil etti. Kara haber bir anda yıldırımsürati ile memlekete yayıldı. Milletimiz en duygulu yerinden,kalbinden, bir anda vurulmuş oldu.

Radyo, hükümetin resmi bildirisini yayınlayarak, Atatürk’ünhayata gözlerini kapadığını duyurmuştur. Hükümetbildirisinde : “Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını,Türk Milleti Ulu Şef’ini, insanlık büyük evladını kaybetti.Milletimize içimiz yanarak bu, tarife sığmayan kaybındandolayı en derin taziyelerimizi sunarız. Kederimizin tesellisiniancak ve ancak onun büyük eserine bağlılıkta ve azizvatanımızın hizmetinde sunarız. Şurasını da her şeyden evvelbeyan etmeliyiz ki, ölmez olan onun büyük eseri, CumhuriyetTürkiyesi’dir.” diyerek acı haberi Türk ve dünya kamuoyunaaçıklamıştır.

Yüreği kan ağlayan Türk Milleti’nin kederi kadar, ağırbaşlıdavranışı da, kararlılığı da bu olay karşısında büyük olmuş,millet birlik ve beraberlik içinde, acıların en acısı olan gündebir tek kalp gibi atarak varlığını ispatlamıştır.

10 Kasım 1938 Perşembe günü saat sekizde Kılıç Ali,Dolmabahçe’deki sahneyi şöyle dile getirmektedir:“ Bu sırada Doktor Kamil Bey , başucunda bir eliyle karyolayadayanmış, gözlerinden dökülen nohut tanesi iriliğindekiyaşları ak bıyıklarını ıslatıyor; bir taraftan ağlarken diğertaraftan da ıslattığı bir pamuk vasıtasıyla Atatürk’ün ağzına suvermeye uğraşıyordu. Bu suretle Atatürk’ün ağzını ıslatarakonu biraz ferahlatacaklarını ümit ediyorlardı. Karyolanın ayakucunda ise teessürden sapsarı kesilmiş bir halde, Atatürk’ünayak parmaklarının hassasiyetini tetkikle uğraşan SüreyyaHidayet Paşa ve Doktor Abravaya bulunuyorlardı. Manzaracidden acıklı ve feci bir hal almıştı.

Hayatlarına herhangi bir şekilde kastedilmemesi içinicabında canımızı bile fedaya azmetmiş olduğumuz büyükAtatürk, gözümüzün önünde güpegündüz, fani hayata vedaedip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içindetazimkarane bir vaziyet almış duruyor ve kimseni elinden birşey yapmak gelmiyordu. Aman yarabbi, adeta dehşetiçindeydik.”

Cenaze töreni:10 Kasım 1938’de yayınlanan resmi hükümet tebliğiAtatürk’ün hayata veda ettiğini bütün acı ve burukluğuyla ilanediyordu.

10 Kasım Atamızı kaybettiğimiz gün değildir!

Ölümsüzleşip fikirlerine daha sıkı bağlandığımız gündür.

10 Kasımlar yas tutma günü değildir,

O’nun fikirlerine ve devrimlerine bağlılığımızı yeniden haykırmanın günüdür.

Atatürk’ün tarih ve insanlık içindeki değerini belirleyen, ününelayık bir cenaze töreni, Hükümet tarafından ilan edilmiştir.Ancak aziz insanın naaşının tahnit edilmesi, zaman kazanmakbakımından zorunluydu. Bu işi büyük bir beceri ile GülhanePatolojik Anatomi Profesörü Dr. Lütfi Aksu ve arkadaşları birlikteyapmışlardır.

İlan edilen cenaze törene göre, tören İstanbul ve Ankara’dayapılacak, 16 Kasım-18 Kasım günleri, İstanbul’da DolmabahçeSarayı’nda, Atatürk’ün ilk defa temsilcilerini kabul ettiği salonda,büyük ölünün tabutu katafalka konularak, vatandaşların,Atatürk’e son saygı görevini yerine getirmesine olanakverilecektir. 19 Kasım 1938’de on iki general tarafındankaldırılarak top arabasına konulan tabut Dolmabahçe’denSarayburnu’na merasimle getirilecek ve tabut Sarayburnu’ndanYavuz zırhlı kruvazörü İzmit önüne demirleyecek, cenazeİzmit’te top arabasına konulacak ve İzmit’te hazırlanan trenleAnkara’ya nakledilecektir. Ankara’da ise asıl büyük cenaze töreniyapılacaktır.

Büyük Atatürk’ü kaybetmenin acısı, ülkede ve yurt dışında pekderin hissedilmiş; yankılar, büyük insanın, insan sevgisiningerçek muhatabı olduğunu göstermiştir.

Orhan Seyfi Orhon:“Atatürk öldü! Şu hıçkıran göğüsler,şu yaşlı gözler, şu yarı inikbayraklar hep onun içindir. Çünkü bu göğüsleri gururlakabartmış, bu gözleri sevinçle yaşartmış ve bu bayrakları zaferledalgalandırmıştı. Bu milletin öz atasıydı, gönlümüzde babasınıkaybetmiş çocukların acısı var!Atatürk öldü! Bu ölümle yalnız büyük bir millet , şanlı bir millet,oğlunu kaybetmedi; tarih en yiğit kahramanını, insaniyet enyüce dehasını kaybetti.”

Haber: Elif Özge ÇınarKaynak: Türk İnkılap Tarihi, Prof. Dr. Hamza Eroğlu

M.E.B. Yayınları

13

… İnsanlar vardı.Senin, benim gibi tıpkı.Nefes aldılar, düşündüler, yaşadılar bizim gibi.Ve merak ettiler hayatı, aramaya başladılar.Çocuklar gördüler, yüzlerinde kocaman gülümsemelerle.Düşündüler, belki hayat budur diye:Belki, yüzünde kocaman bir gülümseme taşıyabilmektir.Yürekler gördüler, sevda arayan.Düşündüler:Belki bekleyebilmektir hayat, sevebilmek için sevdiğini.Sevdalar gördüler, birbirine sımsıkı sarılmış gençlerin gözlerinde.Düşündüler:Belki bir delikanlı gibi sevebilmektir hayat,Ve bakabilmektir sevdiğinin yüzüne böyle.İnsanlar gördüler, savaşan.Ve bilmeyen çoğunlukla neyin uğruna savaştıklarını.Yine de düşündüler:Hayat belki, kendinden bir şeyleri böyle feda edebilmektir.Bir şeylerin uğruna , ne olduğunu bilmesen de.Güneşi gördüler,Dünyanın her yerinde doğan, aynı sıcaklıkla.Ve düşündüler,Belki olduğun gibi olabilmektir hayatHer zaman, her yerde.Çınarlar gördüler, asırlıkDüşündüler.Hayat, durduğun yerden sessizce izleyebilmektir belki dünyayı;Ölüm nedir bilmeden.Kelebekler gördüler,Bir günlük ömürlerinde, çiçekten çiçeğe konup duran.Belki budur diye düşündüler hayat;Kısacık ömründe gönlünce uçabilmektir.Ve yaşlılar gördüler, ölümü bekleyen.Düşündüler;Belki hayat, ölümü bekleyebilmektir.İnsanlar vardı.Senin, benim gibi tıpkı.Nefes alan, düşünen, yaşayan,Merak eden hayatı, arayan,Hayatı ararken yaşamayı unutan insanlar vardı.Hiç çocuk olmadı onlar, yüzlerinde gülümsemelerle.Yürekleri sevmedi hiç, hiç beklemediler sevdiklerini.Kimseye sarılmadılar sımsıkı, kimsenin yüzüne sevdayla bakmadılar.Hiç savaşmadılar bir şeylerin uğruna.Her gün sımsıcak uyanmadılar, güneş gibi.Ve hiç dünya olarak görmediler dünyayı.Hayatlarının bir gününde bile doya doya uçmadılar.Ölümü bile bekleyemediler hatta.Hatta belki hiç yaşamadılar.İnsanlar vardı,Senin, benim gibi tıpkı…

Ekim HELHEL

…Sensizliğin baharındayım henüz,O karanlık gecelerin koynunda.

Yürek sancısının o iç burukluğunun alıp götürdüğü bir rıhtımdayım,Demirimi sana atalı çok olmuş oysa.Diyorum bazen alıp başımı gitsem,

Bu fırtınası hiç dinmeyen hırçın limandan.Ama yapamıyorum…

Kaptanı sen olan bir gemi,Senin limanından nasıl demir alsın?

Senden nasıl uzaklaşsın?Ama biliyorum dinecek bu fırtına,

Kuşlar gelip güvertemde cıvıldarken,Kaptan köşkünde olacaksın,

Dümenin başında.Birlikte açılacağız o uçsuz bucaksız sevda denizinde.

Kim bilir…Buralar baharda bile çok soğuk.

Sen kışı getirme bana.Bekliyorum çabuk dön…

Ömer Faruk TURAN

…Şşşt …

Ağlama sakın!Ölüm hiç dokunmamış güzelliğine, korkma.

Hala kamaştırıyorsun sana bakan gözleri,Kapalıyken de seninkiler ve bir daha hiç açılmayacakken.

Yalnız, beyaz tenin solmuş biraz daha.Ama üzülme,

Yakışmış sana ölümün beyazlığı, melek gibi olmuşsun.Asma öyle suratını, kırışmasın güzel yüzün.

Hem, ne beklemiştin ki sen ölümden?Ne diye öyle hevesle koşmuştun kucağına?

Annenin kucağı gibi sıcak olacak diye mi düşündün?Başını omzuna yaslayıp da derdini mi paylaşacaktın ölümle?

Her şey daha mı kolay olacaktı yaşamdan?Cennete mi kavuşacaktın?

Seni üzenleri üzmüş mü olacaktın kendi ölümünle,Onları mı cezalandıracaktın?

Kabul mü etmiş olacaktın, hayata yenildiğini?Ne diye koştun ölüme, bu kadar erken hem de…

Ama yok pişman olma!Faydası yok pişmanlığın, ölümün dönüşü yok!

Ne diye şaşırdın bu kadar?Sen ne sanmıştın ki ölümü?

Bir oyun mu, canın sıkılınca bırakabileceğin?Hayatla girdiğin bir iddia mı,

“Öldüm işte, şimdi ver bakalım ödülümü” diyebileceğin?Yeni bir hayat mı var sanmıştın,

Her şeye en baştan başlayabileceğin?Ölümün yüzünü, seninki kadar güzel mi sanmıştın?

Sahi, ne diye koştun ölüme?Sen ölümü ne sanmıştın?

Ekim HELHEL

14

Tıp Fakültesi Öğrencisi 32 Yaşındaki Murat Kuncer, Sonunda Dördüncü Sınıfa GeçtiMurat Kuncer, sınıfı geçişini kutlamak üzere üniversite bünyesindeki M salonunda bin kişinin katılımıyla düzenlenen törende bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada, üçüncü sınıfın ilk komitesinde hocalardan birinin derste söylediği sözlerden çok etkilenerek, günün yirmi üç saatini iyi insan olmak için harcamayı, bu uğurda uykusuz bile kalmayı, kalan bir saatte de ders çalışmayı hayat felsefesi haline getirdiğini; bu durumun da üçüncü sınıf konularını ancak on iki yılda bitirebilmesine neden olduğunu belirtti. Murat Kuncer’in dâhiliye stajından kaç yılda geçeceği merakla bekleniyor.

Tıp Öğrencilerine Yeni İş İmkanı!Babası Kayserili olan girişimci tıp öğrencisi Mülayim K., ders çalışırken dökülen saçlarını biriktirdi ve biriken saç tellerinden

peruk yapılması için kuaför Ankaralı Yaşar’a başvurdu. Ankaralı Yaşar olayı ilk başta şaşkınlıkla karşıladığını ama eve gidipsağlam kafayla düşününce çok mantıklı bulduğunu belirtti. Mülayim olay sonrası yaptığı açıklamada: “Günde 200-300 tel

birikiyor. Bir peruk için 220 tel gerekiyormuş ama dert etmiyorum; daha ingilizce hazırlık okuyorum, yolum çok uzun. İnternabi ablalarla konuştum. ‘Bir yandan hastane, bir yandan TUS, her hafta bir tane peruğu rahat çıkarırsın’ diyorlar. TUS’u

kazanana kadar hedefim üç haneli sayılara ulaşmak. Tabi bu kadar özgüveni babamın ve dedemin kel olmasına ve soy ismimize borçluyum. Şu an kendime rakip olarak kimseyi görmüyorum.” dedi.

Acaba Mülayim'in soy ismi ne? Doğru cevabı bilen herkese, evet yanlış duymadınız, feysbuk sayfamızdan doğru cevabı ulaştıran herkese çekilişsiz kurasız sürpriz hediyeler! Kaçırmayın derim ;)

Tıp Fakültesi Dönem III Öğrencisi M.S.S. (20) Bacillus Antracis Preparatı Çaldı!Olay 22 Ekim tarihinde saat 14.38’de mikrobiyoloji laboratuvarında gerçekleşti.Bir başkasıyla mikroskobunu paylaşmak

istemediğini, hemen sadece kendisine ait olacak bir mikroskop verilmezse elindeki preparatla kendisini kontamine edeceğini söylediği iddia edilen M.S.S., arkadaşları tarafından masadaki yoğun alkol kullanılarak üç saniyede etkisiz hale getirildi.

Şarbon etkeni olan bacillus antracis preparatının o hengamede bulunamadığı, preparatın kötü ellere geçmesi durumunda biyolojik silah olarak kullanılabileceği, bu yüzden gerekli önlemlerin acilen alınması gerektiği yetkili makamlara bildirildi. Mor

amfide gözaltına alınan M.S.S.'nin mikroskop anahtarına el konuldu ve mikrobiyoloji laboratuvarına girişi süresiz olarak engellendi. M.S.S. daha sonra yaptığı açıklamada pişman olmadığını, hakkını sonuna kadar arayacağını ve olayı AİHM’e

taşıyacağını belirtti. Olay sonrası çok gergin oldukları gözlenen mikrobiyoloji hocalarının kendi aralarında “Anatomide otuz kişiye bir kadavra veriyorlar, gıkları çıkmıyor. Biz iki kişiye bir mikroskop verince olay çıkartıyorlar.” şeklinde konuşmaları,

anatomi ve mikrobiyoloji anabilim dalları arasındaki çekişmeyi gözler önüne seriyor.

Hacettepe’de Anatomi Sınavı Skandalı! (yok artık dedirtecek haber)Dönem II'lerin ilk komitesinde bir öğrencinin tüm anatomi sorularını doğru yanıtlaması üzerine Anatomi Anabilim Dalı

karıştı. İki öğretim üyesinin sinir krizi geçirdiği görülürken, bir öğretim üyesi de kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. AD Başkanı ise "Olacak iş değil! Ben hayatım boyunca Hacettepe’de anatomiyi tam yapan öğrenci görmedim. O öğrenci kesin

kopya çekmiştir, araştırıyoruz. Büyük ihtimalle bütün sınavı iptal edeceğiz." şeklinde açıklama yaptı.

Tıp Fakültesi Dönem III Öğrencisi Alihan, Lady Gaga'ya Dava Açtı!!!

Alihan, Lady Gaga'nın Alejandro şarkısında "Alihandır o, alihandır o" sözlerini kullandığını iddia ediyor. Alihan "İsmimi kullanmış ama hiç haberim yok. Geçen gün Arkadaş Cafe'de batak oynarken farkettim. İnsan bir izin alır, bir şey alır. Yaptığı çok ayıp. Hakkımı arayacağım, bu işin peşini bırakmayacağım. Maddi ve manevi tazminat davası açtım." açıklaması yaptı.

Türkiye’deki yabancılar en çok burunlarını rahat silememekten şikayetçi !!!Türkiye’de bulunan yabancı uyruklular üzerinde yapılan araştırmada ilginç bir sonuçla karşılaşıldı. Türkiye’deki yabancılar ülkelerindeki gibi sesli, rahat rahat burun silememekten şikayetçi. Yapılan araştırma ayrıca, insanların sadece Türkiye’de burunsilerken strese girdiğini ortaya çıkardı…Fıstıkçı Şahap konuyu açıklığa kavuşturmak için Erasmus öğrencisi Almanyalı Hans ile konuştu;”Erasmus programıyla Türkiye’ye geldiğimden beri rahat rahat burnumu silemedim. Okulda katıldığım ilk derste burnum akmıştı ve gayet normal bir şekilde sesli olarak silmiştim üç dört defa… ama her defasında sınıftakilerin güldüğünü ”heayvan, aaiyi, yuohmhakoyom” gibi anlamını bilmediğim sesleri tekrarladıklarını duydum. O gün bu gündür burnumu rahat silemiyorum, siz Türkler bu stresle nasıl yaşıyorsunuz? Önümüz de kış, zor günler bizleri bekliyor. Geçen ay Almanya’da ailemi ziyaret ettim ve orada burnumu silmekten aldığım tadı hiçbir şeyden almadım belki domuz eti…ama yok yok…”Yabancılar, insanların burunlarını silmesinin gayet normal olduğu bilincinin aşılanması için ”Bir batılı gibi sümküreceğiz” adında bir sosyal sorumluluk projesinin başlatılmasını talep ediyor.

Portakal gaste hep renkli çıksın hayal ederdim; çıkar dedim, çıkacak!

15

Bu Hafta1. Başlangıç (Inception)-Aksiyon,bilimkurgu,gizem,gerilim-9,12. Sosyal Ağ (The Social Network)-Dram, tarih-8,53. Avatar-3 boyutlu, aksiyon, bilimkurgu, fantastik-8,34. Sihirbaz (L’illusionniste)-Animasyon-7,85. Red-Aksiyon, komedi-7,36. Paranormal Activity 2-Gerilim, korku, psikolojik-6,87. Son Savaşçı (Centurion)-Aksiyon,dram,gerilim,savaş,tarih-6,48. Mahpeyker: Kösem Sultan-Belgesel, dram, tarih-6,39. Kubilay-Dram, savaş, tarih-6,210. Aşkın İkinci Yarısı-Dram, romantik-6,211. O Kul-Hayal Bile Etme-Dram-6,112. Nene Hatun: Aziziye-Belgesel, biyografi, savaş, tarih-6,113. Son Ayin (The Last Exorcism)-Gerilim, korku-5,814. Ye Dua Et Sev (Eat Pray Love)-Dram, komedi, romantik-4,715. Aşka Fırsat Ver (L’age De Raison)-Komedi, romantik-4,3

5 Kasımda Sinemada•New York’ta Beş Minare-Aksiyon, casusluk, polisiye, dram, politik•Pak Panter-Aksiyon, komedi•Vay Arkadaş-Aksiyon, komedi•Ayran-Dram

12 Kasımda Sinemada•Testere 7 (Saw 7)-3 boyutlu, gerilim, gizem, korku, suç, psikolojik•Yukaridaki Tehlike(Skyline)-Bilimkurgu, gerilim•Ölüm Zinciri (Chain Letter)-Gerilim, korku•Unstoppable-Aksiyon, dram, gerilim

17 Kasımda Sinemada•Harry Potter ve Ölüm Yadigârları Bölüm 1Aile, aksiyon, dram, fantastik, gizem

19 Kasımda Sinemada•Dürüst Oyun (Fair Game)-Biyografi, dram, gerilim•Prensesin Uykusu-Dram, komedi-Bir Çağan Irmak Filmi26 Kasımda Sinemada•Biri Beni Isırdı (Vampires Suck)-Fantastik, gençlik, komedi•London Boulevard-Romantik, suç•Yine mi Sen (You Again)-Dram, komedi, romantik•The Fighter-Biyografi, dram, suç•Amphibious 3D-3 boyutlu, korku•Git Başımdan (Due Date)-Komedi

3 Aralıkta Sinemada•Av Mevsimi-Dram, polisiye, macera•Memlekette Demokrasi Var-Dram, komedi, politik

LİVA HAMAMÖNÜ

Mehmet Akif Ersoy Sokak No:3(Hacettepe Hastanesi Yanı)

Hamamönü / ANKARA

0312. 312 71 17 / 444 81 00

16

Bu sözler dökülüyor hayalimdeki Cevriye'nin ağzından. Ama birazfazla hayalperestim sanırım. Cevriye benim kadar karamsar değilmuhtemelen. Hatta aşık olana ve sevdiğinden ayrılana kadar hepneşeli, hep hayat dolu. Ya da öyle görünüyor, öyle görünmek zorunda.

Cevriye'nin yaşı yok. On sekizine varmamış da olabilir, yirmi beşinigeçkin de.

Cevriye'nin memleketi yok. Gökten düşmüş Cevriye, bir yıldızdan. Enazından böyle olsun istiyor. Her şeye rağmen öyle çok seviyor kiyaşamayı, yıldızların en parlak olanını seçmiş kendisi için. Çünkü onagöre herkesin bir yıldızı vardır ve ne zaman ölürsen o zaman kayaryıldızın da gökyüzünden.En parlak yıldızın kaymasına daha çok zamanolmalı, daha uzun uzun yaşamalı Cevriye.

Cevriye'nin kimsesi yok. Bir tek Allah'ı var sevecek. Ama onun dakendi dualarını kabul etmeyeceğini düşünüp parayla dua okutuyorhocaya. Cevriye "kötü kadın" çünkü, vücudunu satıyor yaşamak için.

Günün birinde yaşsız, yersiz yurtsuz, kimsesiz Cevriye biriyle tanışıyor.Ona "siz" diyen, en kötü zamanında yardım edip de karşılık olarakbedenini istemeyen biriyle, belki de hayaında ilk kez... Ve aşık oluyorCevriye, haklı olarak. Sahi, siz hiç adını bile bilmediğiniz, ne iş yaptığıylailgili en ufak bir fikrinizin olmadığı, hatta evli olup olmadığını bilesoramadığınız birine canınızı bile verebilecek kadar aşık oldunuz mu?Ama siz Cevriye'ninki gibi bir hayat yaşamadınız. Bu yüzdenbilemezsiniz Cevriye'nin onu nasıl sığınacak bir liman gibi gördüğünü,ona nasıl gözlerine inanamayarak, hayranlıkla, şaşkınlıkla baktığını. Sizonun gibi sevemezsiniz. Hatta inanılmaz saçma görünecektir sizeCevriye'nin böyle aşık olması. Ama siz Cevriye değilsiniz,anlayamazsınız.

Fosforlu Cevriye bir tiyatro sahnesinde bekliyor sizi. İzin verirsenizbiraz kendini anlatmak istiyor. Dediğim gibi, benim kadar hüzünlü birşekilde yapmıyor bunu; gülüyor, güldürüyor, şarkılar söylüyor,eğlendiriyor. Zaman zaman da ağlatıyor ama.

Barba'nın meyhanesinde, Sümbül Dudu'nun evinde, sevdiğininodasında, mahkemede, karakolda, hapiste, sokakta geçen hayatınıgörün de ondan sonra yargılayın Cevriye'yi. Ve diğerlerini de. Çünküher biri "hiçbir insan tamamen kötü değildir" dedirtecek hayatlaryaşıyor. Çünkü ne kadar kötü görünseler de onlar çoğumuzdan dahamasum, daha namuslu, daha insan...

Ekim HELHEL

Bir Delinin Hatıra Defteri

Evet, sonunda giriş salonunda bekliyorduk. Aylarca biletbulmak için uğraştığımız oyunu sonunda izleyebilecektik. Amaoyunun başlamasına çok az bir süre kalmıştı ve hala içerialınmıyorduk; hafif bir sinirlilik hali bürümüştü içimizi.Sonunda buyruk verildi, girdik stüdyo sahnenin o mistikgizeminden içeri.Ve daha önce stüdyo sahne hakkında fikri olmayan bizler içinilk şok! Çember oluşturacak şekilde dizilmiş 3 sıra halindesandalyeler, ortada da vinç. Evet, yanlış okumadınız, bir vinç.Vincin üzerinde de maket mi gerçek mi tartışmaları yaptığımızbir bacak salınıyor.Düzenekteki duman makinesi ortamda bir sis bulutuoluşturmaya başlayınca tamam diyorsun. Ve yavaşça yukarıkalkıyor o sallanan bacak, doğruluyor maket mi gerçek mitartışması yaptığımız siluet. İşte karşınızda Erdal Beşikçioğlu!Tamam diyoruz içimizden, içeriye neden geç alındığımızanlaşıldı. Başlıyor bize anlatmaya usta oyuncu, bir tiyatrooyunu nasıl olmalı, bir tiyatro oyuncusu nasıl olur diye. Birsaniye gözünü kırpmadan izliyorsun. Fırsat vermiyor ki; bazenvincin üzerinde akrobasi hareketleri yaparcasına dolaşıyor,bazen vinci de bırakıp üst kısımdaki demir parmaklıklardakoşuyor, bazen de vinci döndürürken tam önünüzde durupgözlerinizin içine bakarak okuyor hatıra defterinden. Farkındaolmadan usulca koparıyor sizi yaşadığınız hayattan. Sankiköpeğiyle konuşan o değil de sizsiniz. Sanki o değil adım adımyaklaşıp aklı yerinden alınan. Usulca aralıyorsunuz hayaldünyasının kapılarını ve artık orada yaşamaya başlıyorsunuzoyun boyunca.Ve oyun bittiğinde Erdal Beşikçioğlu aşağıya, yanınıza gelipher yerinden su gibi terler boşanarak kalan son dermanı ileönünüzde saygıyla eğildiğinde tekrar anlıyorsunuz: Tiyatroharika bir şey

Ömer Faruk TURAN

Fosforlu Cevriye

"İyilikleri kaldıracak kadar güçlüdeğilim. Benim için bir iyiliğe karşılıkvermek çok daha zor kötülüklere göğüsgermekten. Kötülüklere alışkınolduğumdan belki. Biri sana kötülükyaparsa sen de ona kötülükyapabilirsin, bu kadar basittir.Amabana iyilik yapan birine verebileceğimbir şey yok. Yalnız ben, yalnızbedenim..."

Oyunda kullanılan vinçten bir görüntü

Tiyatro, bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır.M. Kemal Atatürk

17

Halbuki hayat o kadar uzun değildi. Geç kalmayı gözealabileceğimiz kadar bizim değildi hayat. O yüzden her şeyyaşanmalıydı, yaşanması gereken zamanda. Hayatı erteleyecekvaktimiz yoktu. Ve hakkımız da yoktu buna. Çünkü sırf hayatıerteledik diye sevgilimizin elini bir kez daha tutacak şansımızolmayabilirdi. Onunla son bir kez dans edemeyebilirdik. Oturupbirbirimizi gerçekten anlayabilmek için konuşamayabilirdik. Ve geçkalırsak eğer, onun mutluluğu için, gereken zamandagidemeyebilirdik.

Geç Kalanlar'da isimler yok, insanlar var. İçimizden herhangi biriolabilirler. Çünkü hepimiz sürekli geç kalıyoruz bir şeyler için,hayatın geç kalmayı kaldıramayabileceğini bildiğimiz halde.

Ve tiyatro sahnesini terkederken düşünüyoruz, hayat gerçektençok kısa ve geç kalmaya hakkımız yok. Kendimiz için olmasa da enazından sevdiklerimiz için...

Ekim HELHEL

Geç Kalanlar

Hep geç kaldık... Bir yerlere, bir şeylere, birilerine... 'Gitme' demek için...'Seni seviyorum' demek için...Bir şeyleri paylaşmak, paylaşmak istediğimizi söylemek için geç kaldık. Yaşamak için... Mutlu olmak için... Doğru söylemek için... Sonra hep pişman olduk geç kaldık diye. Ama pişman olmak için bile geç kaldık çoğu zaman.

Trafik CezasıYer: Şinasi SahnesiYazan: Paolo LeviKonu: Artık kapana girdin bir kere, tıpkı yeni doğan çocuk gibisin.Çivilendin buraya. Neden ve niçin olduğunu bilmeden, tıpkı biriğneyle belinden tahtaya raptedilen kelebek gibi. Burada bir tekkapı, yalnız giriş kapısı vardır dostum ve yaşamak bizatihi birsuçtur.

YabanYer: İrfan Şahinbaş Atölye SahnesiYazan: Y. Kadri KaraosmanoğluKonu: Bu eser benliğimin çok derinliklerinden kendi kendinesökülüp koparak gelmiş bir şeydir. Bir şeydir diyorum zira bu nebütün manasıyla bir roman, ne bütün manasıyla bir sanat veedebiyat işidir. Hele politika denilen gündelik davalarla hiç biralakası yoktur.

“Yaban, çölde bir feryattır.”

KerbelaYer: Büyük TiyatroYazan: Ali BerktayKonu: “Kerbela”, İslamiyetlin kuruluşunda var olan demokratiköğelerin yok edilmesine, Hilafetin saltanatlaşıp Doğu’nun klasikdevlet yapılanmasına (nemrutlaşmasına) ve şeriatın bu saltanat-devlet anlayışının resmi doktrini haline gelmesine, din kisvesiarkasında, inançların yerini çıkarların almasına duyulan tepkinin vedirenişin öyküsüdür.

HüzzamYer: Oda TiyatrosuYazan: Güner SümerKonu: Toplumsal değişmeyle zaman, bir buldozer gibi gelipgeçecek.

Krem KaramelYer: Oda TiyatrosuYazan: Zeynep KaçarKonu: Gerçek durumla sanal olan durumun iç içe geçtiği biranlatımla her şeyin sahte olduğu bir dünyada, bir kadın gerçeklerekarşı tek başına… Kadını içinde bulunduğu durumdan kurtaracakbir çıkış yolu var mı?

Erkek ve KadınYer: Altındağ TiyatrosuYazan: Semih SergenKonu: Cevat ve Nurten’in evlilik ilişkisi zamana yenik düşerek eskimeyebaşlamıştır. Onlarla aynı evi paylaşan Nurten’in kardeşi İpek ve Cevatarasında bir yakınlaşma vardır. Bu yakınlaşma onları sürekli bir çatışmaiçinde bırakır. Ve tabi bu iç çatışma daha çok İpek tarafındansürdürülmektedir. Fedakar bir abla ve eş olan Nurten, İpek iki yaşındaiken kaybettikleri annelerinin yerine kendisini koymuş ve İpek’e anneliketmiştir. Bir gece yaşanan büyük çatışmadan sonra, İpek ani bir şekildeokuldan bir arkadaşıyla evlenmeye karar verir. Sevgili seyircilerimiz, gelinhep birlikte izleyelim…

Hacettepe öğrencilerine %15 indirim uygulanmaktadır.

Lütfen Hacettepe öğrenci kimliklerinizi hesabınızı öderken gösteriniz.

Se Bu Cafe-Restaurant

“Sevdiklerinizle Buluşun”

18

var. İngilizce bilmemiz neredeyse bir zorunluluk. Ama tıp derslerinden onu canlı tutmaya bile zamanımız yok.Pişmanlığın sadece bunlarla mı ilgili? Yoksa ben bu bölümü, dersleri sevmedim diyor musun?Derslerle ilgili yanları da var. Aslında hangi bölüme gidersem gideyim zorluk çekeceğimi biliyordum. Ama dersleri de çok sevemedimdoğrusu. Zaten lisedeyken de biyolojiyi pek sevmezdim. En çok sevdiğim dersler matematik, fizikti. Yine de çok pişman sayılmamburaya geldiğime.Yine olsa yine yazar mısın?Emin değilim. Yani yazarım ama sadece tıp yazar mıyım bilmiyorum.Ankara’ya geldiğinde sende nasıl bir izlenim oluşturdu? İlk kez mi geliyordun?Ankara’ya ilk kez tercihleri yapmadan önce, üniversiteleri gezmek için gelmiştik babamla. Ankara’yı o zaman hiç sevmemiştim. Çokbüyük hayal kırıklığına uğramıştım. İstanbul’u çok severim mesela, hatta ben İstanbul istiyordum. Ama dayım da Hacettepe mezunu. Oçok ısrar etti Hacettepe’yi yazmam için. Pişman da değilim, çünkü Hacettepe’nin farkı var.Burada nerede kalıyorsun? Kiminle yaşıyorsun?İlk sene yurttaydım. Ablam da buradaydı. O da Hacettepe’nin matematik bölümünde okuyordu. Sonra ikinci senenin başında eveçıkmaya karar verdik ablamla. Bu sene kardeşim de burayı kazandı. Şimdi üç kardeş evde kalıyoruz.Memnun musunuz binadan, komşuluk ilişkilerinden?Komşularla pek alakamız yok. Mesela geçen sene kardiyo komitesi kurban bayramına denk gelmişti. Burada kalmıştım, memleketegidememiştim. Komşulardan biri bile gelip bir ihtiyacın var mı diye sormadı. Onun dışında birkaç sorunlu komşumuz var. Bir tanesi bizimtam üst katımızda oturan doktor. Kadın gece gündüz sürekli mobilyaların yerlerini değiştiriyor. Bekar bir kadın, yalnız başına yaşıyor.Bazen gecenin üçünde televizyonun ya da müziğin sesini çok açtığı oluyor. Sonra yönetici karşımızda oturuyor. Bir gelini var, çok çirkef Kadın çocuklarına bağırıyor, sövüyor falan. Bir de alt komşumuz var, yalnız başına yaşayan yetmiş yaşlarında bir kadın. Bizimapartmanda herkes çöplerini karşı kaldırımın tam köşesinde bir yere atar, konteynır yok. Bahsettiğim kadın aşağı inmiyor, çöplerini

İlk olarak biraz kendinden bahseder misin?1989 Konya doğumluyum.Tıp fakültesine nasıl geldin? Doktor olmak hayalin miydi?Kendimi bildim bileli doktor olmak istiyordum. ÖSS’ye ikinci girişimde tıpfakültesini kazandım.Kazandın, buradasın. Pişman mısın?Pişmanlıklarım var. Çünkü birçok bölüme göre çok daha zor şartlar altındaokuyoruz. Sosyal faaliyetler için ayırabileceğimiz zaman kısıtlı. Çok iyi puanlarlagelmiş olmamıza rağmen burs imkanları da çok kısıtlı. Bir de şöyle bir durum

Sadece hocalarımızı değil, içimizdenarkadaşlarımızı da tanıyalım dedik. Buröportaj için gazetemizi okuyucu olarak ilkeline alan kişiyi seçtik: Dönem III Türkçeöğrencisi Mustafa Bala.

balkondan sallıyor. Kaldırımla balkonun arasında mesafe de az değilhani. Ama kadın yıllardır ata ata kas yapmış herhalde, tam yerineatıyor, maşallah.Hacettepe’nin ortamını nasıl buldun? Amfi çok kalabalık, kimsebirbirini tanımıyor. Aslında bu röportajı yapma amacımız daamfideki arkadaşlarımızı tanımak.Çok yerinde düşünmüşsünüz. Her ne kadar tanıtmak için çok doğru birinsan seçmemiş olsanız da Amfinin ortamı çok soğuk. İnsanlarbirbirlerine ön yargılı gibiler. Zaten MODENT’e girmeseydimHacettepe’ye hiç adapte olamazdım. Amfiden çok yakın olduğum,birlikte bir şeyler yaptığım arkadaşlarımın sayısı beşi geçmez. Arkadaşçevrem daha çok topluluktan. O yüzden amfiye hala pek alışamadım.Benim yapımın da bunda etkisi var: İnsanlarla çabuk kaynaşabilen yada insanlarla kaynaşmak için çaba içerisine girecek yapıda birisideğilim.

Seni tanımayan insanlar “çok sinirli bakıyor, biz ondan korkuyoruz, sert görünüyor” falan diyorlar.Dış görünüşe aldanmamak lazım Beni tanıyan bir insan asla asabi, sert mizaçlı biri olduğumu söylemez. Aslında çabuk sinirlenirim amatepki gösterme konusunda sabırlıyımdır.Zaten hastalara da kötü bakıyorsun MustafaDoğru, geçen sene zor hastadan da aynı tepkiyi almıştım, bakışlarımı beğenmemişti Bana “senin bakışların hep mi böyle” demişti.Ben de “yok, size özel” dedim.

19

Herkesin farklı alemlerde olduğu gazetemizin genel halini yansıtmada çok

başarılı bir an yakalamış epruu’ ya teşekkürler

Türküden başka ne dinlersin?Pek tür ayrımı yapmam aslında. Hangi şarkı hoşumagiderse onu dinlerim. Aslında buraya gelmeden önce halkmüziğinden çok slow popla ilgiliydim.Madem sesin güzel, gazete olmasaydı sana söylettirirdikbiraz.Olmazsa küçük bir kasete kaydedelim. Onu da gazeteninyanında ek olarak verirsinizGazetemizi ilk alan kişi sen oldun. Okuyucu gözündengazeteyi nasıl buldun? Biraz da bundan bahseder misin?Gayet başarılı bir çalışma olmuş, emeği geçen herkesitebrik ediyorum. Okurken vaktin nasıl geçtiğinianlamadım. Hem eğlendiren hem de öğretici güzel birgazete olmuş Portakal ve sanki ben de katkıdabulunmuşum gibi sahiplendim, o derece Ayrıca benkendi adıma emeğinden ve zamanından feragat edipkarşılık beklemeden bu gazetenin çıkarılmasına katkıdabulunmuş olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Okul, dersler dışında ilgilendiğin şeyler var mı?İki senedir Müzik ve Oyun Deneme Topluluğu’ndayım. İlk seneTHM korosuna ve halk oyunlarına katıldım. İkinci senetopluluğun yönetim kuruluna da girdim. Müzikle ilgilenmeyiseviyorum. Halk müziğini de sanat müziğini de severim. Burayageldiğimden beri halk oyunları da ilgimi çekmeye başladı.Aslında bir enstrüman çalmayı da çok istedim. Lisedeyken ikikere bağlama kursuna da gittim ama devamı gelmedi. Şimdidaha çok korolarda korist ya da solist olarak bulunuyorum.Sporla uğraşmayı da severim. Bizim ailede adettir, çocuklarokula başlamadan önce bir spora başlatılır. Hatta ata sporu diyegenelde güreş olur bu Ben de altı yaşında güreşe başladım,beş yıl kadar devam ettim. Bir sene taekwandoya gittim. Sonraboksa başladım, üç dört yıl gittim. Zaten sonra da üniversiteyikazandım, ondan beri de sporla uğraşmadım. İlkokuldayken birde okulun hentbol takımına girmiştim ama çok sürmedi.Halk müziğinde hangi sanatçı, halk oyununda hangi yöre dahaçok ilgini çekiyor?Halk oyunlarında genelde Ege ve Trakya yöreleri ilgimi çekiyor.Zeybek ve Roman oynamayı seviyorum. Karadeniz ezgilerini çokseverim ben, Kazım Koyuncu’nun hayranıyımdır. Defalarcadinlerim şarkılarını. Karadeniz dışında özel olarak sevdiğim yöreyoktur. Hoşuma giden türkü olursa dinlerim.

Neyse artık, bu röportajdan sonra amfideki insanlar senin böyle bir insan olmadığını öğrenmiş olurlar Korkutuyorsun insanlarıMustafa. Değiştir bakışlarını, daha sevgiyle bakGözlerim biraz küçük, onun etkisi vardır belkiDerslere düzenli katılıyor musun?İlk komite biraz aksadı ama bu sene elimden geldiğince katılmaya çalışıyorum..İlerisi için düşündüğün bir bölüm var mı?İç hastalıklarında onkoloji istiyorum. Buraya gelirken de aklımda o vardı. Biraz içgüdüsel olarak sanırım Stajlara geçtiğimizde fikrimdeğişir belki.Konyalısın, bize Konya’dan bahseder misin biraz?Konya’da, en azından şehir merkezinde gezilecek çok yer yok. Mevlana Müzesi var, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Fırsat olursaŞeb-i Arus haftasında Mevlevi gösterileri izlenebilir. Camiler, medreseler var. Meram Bağları’nda seyir tepesi var mesela, şehrintamamını görebilirsiniz ordan. Bir de bence Konya’ya giderseniz fırın kebabı yemeden dönmeyin. Etli ekmek her y erde bulunuyorartık ama fırın kebabını her yerde yiyemezsiniz

1: Apaçi dansı harika bir şey yaa2: İşçiyiz haklıyız direneceğiz…3: Mini mini bir kuş donmuştu…4: Hacı çalıyormuş gibi yapsam çakmazlar di mi ?5: Başarabilirim. Nasıldı, dilini yana çek yavaş yavaş üfle olmuyor mu ne rezil olduk be.6: Benim burada ne işim var arkadaş onca delinin arasında bari fotoda iyi çıksam, iki numaralı bakış ideal.

20

1 2 3 2 4

3

1

2

2

2

1

3

4

1

5

2

7

3

6

1

3

5

1

4

4

1

5

3

2

6

3

2

6

2

3

4

8

1

5

3

11

1

12

1

14

3 18

5

2

2

1

3

2

1

1

3 2 1 2 1

6

6

6

7

6

5

6

7

10

16-2

12-5

3-1-1-11-2

2-3-11

4-2-3

5-4

2-3-1

1-4-1-1

6-2-2

10-1-2

7-2-3

5-2

5-3

3

1

KARE KARALA!Bu oyunda amaç gizli resmi ortaya çıkarmak. Şeklin dışındaki sayılar, satır ve sütunda karalanacak blokların uzunluklarını gösteriyor. Bloklar arasında en az bir kare boşluk bulunmalıdır.Derece:orta-zor

6 8

1

10

2

12

2

13

3

3

7

3

3

6

2

3

7

2

3

6

5

6

2

1

2

1

6

3

5

6

3

1

3

7

2

7

2

7

2

7 12 11 9 7

1

2

5 3

6 2

5

2 2

6 3

9 3

11 2

4 2 3

5 2 4

5 2 4

5 4

6 6

8 8

20

19

17

15

11

7

Önceki sayının çözümü

21

jack

Kat

e

Saw

yer

Be

n

Lock

e

P.t

esi

Salı

Pe

rşem

be

C.t

esi

Paz

ar

Jap

on

ya

Fas

Mıs

ır

Par

is

Mo

ntr

eal

Oceanic

Pegasus

THY

Turkuaz

Atlasjet

Japonya

Fas

Mısır

Paris

Montreal

P.tesi

Salı

Perşembe

C.tesi

Pazar

Mantık BilmecesiBeş kişi aynı hafta içerisinde farklı şirketlerin haftanın çeşitli günlerinde, değişik yerlere düzenlediği turlara katıldılar. İpuçlarından faydalanarak kimin, hangi gün, nereye, hangi şirket aracılığıyla gittiğini bulabilir misiniz?

1-) Sawyer THY şirketi ile anlaşmamıştı ve THY ile seyahat eden perşembe günü yola çıkmıştı.2-) Kate yola hafta içi çıkmıştı ve Pegasus şirketiyle gitmiyordu.3-) Turkuaz şirketiyle yola çıkan ile Jack arasında iki gün vardı ve Jack daha önce yola çıkmıştı.4-) Oceanic şirketi Paris’e tur düzenliyordu ve hafta içiydi.5-) Hafta sonu yola çıkan Ben, Sawyer’dan daha sonraki bir gün yola çıktı ve Ben, Pegasus şirketi ile yola çıkmadı. 6-) Oceanic şirketi hafta başında tur düzenlemiyordu ve Kate, Montreal’e gidiyordu.7-) Hafta içinde Japonya’ya giden kişi dönüşte pazar günü Mısır’a gidenle hava alanında karşılaştı.

ŞİRKET KİŞİ GÜN YER

DOKTOR AMELİYAT SAAT AMELİYATHANE

Behlül Beyin 13:00 1

Muhittin Kalp 19:00 4

Ulvi Ortopedi 15:00 5

Semiramis Doğum 18:00 2

Fatmagül Mesane 16:00 3

22

23

Geleneksel Anadolu kültürünü oluşturan türkülerimiz her ne kadar sahipsiz gibi görünse de, olur olmaz biçimde hoyratça kullanılsa dakendisini oluşturan halkın yüksek himayesindedir. Bu kültürün kaybolmaması için herkesin elini taşın altına koyması gerekmektedir.Çünkü bu kültür bizim hüznümüzü, sevincimizi, hastalığımızı, mutluluğumuzu, neşemizi anlatmaktadır. Türk’e ait olan anlamına gelentürküleri korumak da biz Türk gençliğine düşmektedir. Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğu, bu kültüre sahip çıkmaamacıyla kurulmuştur ve misyonunu hakkıyla yerine getirmektedir.

Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğu çok değerli sanatçı Mehmet Ali Gürsoy’un genel yönetmenliğinde, Selçuk MuratKızılateş’in koro şefliğinde, Yavuz Bayrak’ın ses ve nefes eğitmenliğinde, Hasan Özçırpan, Mustafa Eke, Orhan Yavuz ve Önder Tahan’ınçalgı eğitmenliğinde on beş yıldır faaliyetini sürdürmektedir. Yukarıda adı geçen kadro TRT ve Kültür Bakanlığı’nın çok değerlisanatçılarından oluşmaktadır. Topluluk, her sene biri solo biri koro ağırlıklı olmak üzere iki konser vermektedir. Ayrıca üniversitemiziüniversiteler arası Türk Halk Müziği koro yarışmalarında başarıyla temsil etmektedir.

Topluluğun çalışmaları cumartesi günleri 13.30-16.30 saatleri arasında Sıhhiye yerleşkesinde yapılmaktadır. Her bölümden kendikültürüne sahip çıkan öğrencilerle sıcak bir ortamda çalışmalar sürdürülmektedir. Birer doktor adayı olarak türkülerimiz bizler için deçok önemlidir. Çünkü insanlar hastalıklarını, ölümlerini ve bu durumdaki psikolojilerini türkülere yansıtmaktadırlar. Bu yüzdentürküleri iyi irdelemeli ve türkülerimize sahip çıkmalıyız. Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğu’na katılarak bu güzelmisyonu üstlenmek isteyenler çalışmalarımıza katılabilirler.

Türkü söylemek nerede ve nasıl olursa olsun insanların duygularını karşısındakilereaktarabilmesi açısından en etkili yollardan birisidir. Elbette tek başına söylemeksözcüğüyle sınırlandırmamak gerek türküyü. Söyleyenin tüm renkleri ve kokusuylatürküyü benliğinde hissetmesi, yani onu söylemenin de ötesinde yaşaması, aynıduyguları dinleyenle de paylaşması türküleri onurlu ve güzel hale getirmektedir.Konunun müzikal yeterlilik ve donanım anlamındaki düzeyinin yüksek olması dasözünü ettiğimiz söyleyen dinleyen arasındaki paylaşımın doyumsuz hale gelmesinisağlamaktadır.

SİZDEN GELENLER

Komite ve Kalp

Ey hematopoetik, ömür çaldın ömürden.Kalbim artık nekrotik, endokardım kömürden.

Alçak katil virüsçük ve vicdansız bakteri.Uzadıkça uzadı şu kalbin refrakteri.

Bir gün kalbim kazılsın, çıkacaktır bir isim.Mezarıma yazılsın; "Yedin beni Tomris'im"

Kalbim tam bitti derken, çıkageldi kardiyo.Üst sınıflar gülerken, ne alırsan kâr diyo.

Adı myokard ama duygusal bir kastır o.Kalbimi umursama, bir de sen vur gastro.

Daha dur gidemezsin, var bunun bir finali.Kalbin yok bilemezsin, anlamazsın Cin Ali.

Nazım COŞKUN

Rüyamdaki Aktörler

Dün dedim öğreneyim, menstruel periyodu.Bir baktım yerlerdeyim, şu gözlerim eriyodu.

Evet usta, ağladım, ezberlerken pelvisi.Yüreğimi dağladım, sen dinlerken Elvis'i.

Sonra gittim uyudum, rüya gördüm ben usta.Orada çok mutluydum, şampiyondum her TUS'ta.

Okurken -saat yedi- alt genital tractusu,İçimden bir ses dedi; "rüya görme, bırak TUS'u"

Aleyhimde birleşti tüm çevresel faktörler.Rüya değil bir leşti rüyamdaki aktörler.

Nazım COŞKUN

Dr. Dominic

24

ARIYORUMKaramanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? Bir ferman yayınlamıştı;

'Bu günden sonra, divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçe'den başka dil konuşulmaya' diye,

Hatırlayanınız var mı? Dolanın yurdun dört bir yanını, Çarşıyı, pazarı, köyü, şehiri, Fermana uyanınız var mı?

Nutkum tutuldu, şaşırdım, merak ettim, Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere, Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker, Gösteri adamının showmen, radyo sunucusunun diskjokey, Hanım ağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkanın store, bakkalın market, torbasının poşet, Mağazanın süper, hiper, gros market, Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlan tahtasının bilboard, sayı tabelasının skorboard, Bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon, Merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı, Beldelerin girişinde welcome, Çıkışında goodbye okuyanınız var mı?

Korumanın, muhafızın body guard, Sanat ve meslek pirlerinin duayen, İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?

Sekinin, alanın platform, merkezin center, Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final, Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

İş hanımızı plaza, bedestenimizi galeria, Sergi yerlerimizi center room, show room, Büyük şehirlerimizi mega kent diye gezeniniz var mı?

Yol üstü lokantamızın fast food, Yemek çeşitlerimizin menü, Hesabını adisyon diye ödeyeniniz var mı?

İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks, Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre, Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik, Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya, Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmaya sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezisini picnic, Bilgisayarı computer, hava yastığını air bag, Eh pek olasıcalar, oluru, pekalayı okey diye konuşanınız var mı?

Çarpıcı, önemli haberler flash haber, Yaşa, varol sevinçleri oley oley, Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

Vırvırık dağının tepesindeki köyde, Cafe shop levhasının altında, Acının da acısı kahve içeniniz var mı?

Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken, Dilimizin çalındığını, talan edildiğini, Özün el diline özendiğine içiniz yananınız var mı?

Masallarımızı, tekerlemelerimizi, atasözlerimizi unuttuk, Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik, Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum, Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? Bir ferman yayınlamıştı... Hayal meyal hatırlayıp da, sahip çıkanınız var mı?

Yusuf YANÇ

_SoN_

Ha-zır-lar-kenMODENT’in odasına, Erol Abi’nin mekanına, Urfalım’ın prizine, Ömer Faruk’un bilgisayarına,

İmam’ın faresine, ODTÜ’den Yusuf’a, amfi bilgisayarındaki virüslere ve manevi desteğinden dolayı epruu(E.C.)’ya ve bize destek olan herkese teşekkür ederiz…