3
65 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Allah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun. İnsanların en hayırlısı Hz. Peygamber (s.a.v.)’in - salatların en üstünü ve selamların en mükemmeli üzerine olsun- sünnetine uyanlara uyan şaşkın fakir kul Halid Nakşbendî’den Daru’l- Hilafe’de (İstanbul) oturan ihlâslı kardeşlere. 1 Sıhhatinize delalet eden mektuplarınız geldi. İnkâr edenlerin çokluğuna rağmen sünnî tarika- tımız üzerine sebatınıza işaretiniz beni sevindir- di. Birçok kere bunun için Allahu Teâlâ’ya ham- dettim. Hakk’ın sırlarını bilmekten gâfil olan bazı kimselerin râbıtayı tarikatta bidatten saydığı bu miskinin kulağına ulaştı. Onlar râbıtanın aslı ve hakikati olmadığını iddia ediyorlarmış. Kesinlik- le hayır. Râbıta yüce Nakşibendî’ye tarikatımı- zın usulünden büyük bir asıldır. Belki Kitab-ı Aziz ve Sünnet-i Rasûl (s.a.v.)’e tam olarak uymak- tan sonra hakikate ulaşma sebeplerinin en büyü- ğüdür. Efendilerimizden bazıları sülûk ve teslîki râbıtaya indirgemişlerdir. Bazıları başka yol tut- tuysalar da râbıtanın fenâ fî’ş-şeyh tahsili için –ki fenâ fî’llahın mukaddimesidir– en yakın yol oldu- ğunu bildirmişlerdir. Bazıları da onu Kur’an âyeti ile ispat etmişlerdir. Büyük efendilerimizden Şeyh Ubeydullah (Hoca Ahrar) şöyle buyurmuştur: “Ey iman eden- ler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrular- la (sadıklar) beraber olun.” 2 âyet-i kerimesinde âlemlerin Rabbi’nin bize emrettiği “sadıklarla be- raber olmak” suret ve maneviyat açılarından ger- çekleşir. Manevî varlık râbıta ile olur. Bu hüküm ehli nezdinde meşhur olup Reşahât adlı eserde açıklanmıştır. Sanki bunlar râbıtanın terim anlamını bilmi- yorlar. Bilseler inkâr etmezlerdi. Tarikatta râbıta, “Müridin kâmil fâni fî’llah olan şeyhinin ruhani- yetinden istimdadı (yardım istemesi)” demek- tir. Onun suretini hayal edip edip saygı göster- mek, gıyabında da huzurundaki gibi ondan feyiz almak içindir. Bu huzurda bulunma hâliyle müri- din huzuru ve nuru tamamlanır. O sebeple mürit dünyevî işlerin süpürücü rüzgârlarından menedi- lir. Bu inkârı tasavvur edilemeyen bir emirdir. An- cak cephesine hüsran, kin ve kibir yazılan kimse onu inkâr eder. Zira o inkârcı eğer Allah’ın velile- rine inanan kimse ise onlar râbıtanın güzelliği ve büyük faydasını açıklamışlardır. Onlar yüce keli- melerini araştıranlara ve insanî esintilerini kokla- yanlara bunun gizli olmadığı hususunda ittifak et- mişlerdir. Her hâlde inkâr edenler şeriatın imam ve ön- derlerinin usul ve fürua dair görüşlerine inanır- lar. Dört mezhep imamlarının her biri açıkça veya işaret olarak bu konulardan bahsetmişlerdir. İşte size onların bazı sözlerini yerleriyle beraber zikre- diyorum ki, kalbinde hastalık olmayan, sırf heva Temmuz 2013 64 Mustafa Hakî efendİ’nİn oğlu M. Bahattİn Yaraş Efendİ Halİd el-Bağdadî (K.S.)’NİN RÂBITA RİSALESİ Kültür Halil İbrahim ŞİMŞEK* “Elinizdeki bu risale daha önce birçok kişi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Mustafa Hakî Efendi’nin oğlu Bahattin Efendi’nin Tasavvuf ve Menâkıb adlı eserini yayına hazırlarken Halid el-Bağdadî’nin hayatı ve menkıbelerini anlattığı kısımda Râbıta Risalesi’sinin çevirisini yaparak eserine aldığını gördük. Bahattin Efendinin çevirisini yayına hazırlarken onun yaşadığı dönemin Türkçesini kullanması sebebiyle tarafımızdan bazı sadeleştirilmeler yapılmıştır. Bu tasarrufları gerçekleştirirken Bahattin Efendinin ifadelerine sadık kalmaya gayret ettik.”

Rabıta risalesi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

rabıta risalesi

Citation preview

Page 1: Rabıta risalesi

65

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun.

İnsanların en hayırlısı Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in - salatların en üstünü ve selamların en

mükemmeli üzerine olsun- sünnetine uyanlara

uyan şaşkın fakir kul Halid Nakşbendî’den Daru’l-

Hilafe’de (İstanbul) oturan ihlâslı kardeşlere.1

Sıhhatinize delalet eden mektuplarınız geldi.

İnkâr edenlerin çokluğuna rağmen sünnî tarika-

tımız üzerine sebatınıza işaretiniz beni sevindir-

di. Birçok kere bunun için Allahu Teâlâ’ya ham-

dettim. Hakk’ın sırlarını bilmekten gâfil olan bazı

kimselerin râbıtayı tarikatta bidatten saydığı bu

miskinin kulağına ulaştı. Onlar râbıtanın aslı ve

hakikati olmadığını iddia ediyorlarmış. Kesinlik-

le hayır. Râbıta yüce Nakşibendî’ye tarikatımı-

zın usulünden büyük bir asıldır. Belki Kitab-ı Aziz

ve Sünnet-i Rasûl (s.a.v.)’e tam olarak uymak-

tan sonra hakikate ulaşma sebeplerinin en büyü-

ğüdür. Efendilerimizden bazıları sülûk ve teslîki

râbıtaya indirgemişlerdir. Bazıları başka yol tut-

tuysalar da râbıtanın fenâ fî’ş-şeyh tahsili için –ki

fenâ fî’llahın mukaddimesidir– en yakın yol oldu-

ğunu bildirmişlerdir. Bazıları da onu Kur’an âyeti

ile ispat etmişlerdir.

Büyük efendilerimizden Şeyh Ubeydullah

(Hoca Ahrar) şöyle buyurmuştur: “Ey iman eden-

ler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrular-

la (sadıklar) beraber olun.”2 âyet-i kerimesinde

âlemlerin Rabbi’nin bize emrettiği “sadıklarla be-

raber olmak” suret ve maneviyat açılarından ger-

çekleşir. Manevî varlık râbıta ile olur. Bu hüküm

ehli nezdinde meşhur olup Reşahât adlı eserde

açıklanmıştır.

Sanki bunlar râbıtanın terim anlamını bilmi-

yorlar. Bilseler inkâr etmezlerdi. Tarikatta râbıta,

“Müridin kâmil fâni fî’llah olan şeyhinin ruhani-

yetinden istimdadı (yardım istemesi)” demek-

tir. Onun suretini hayal edip edip saygı göster-

mek, gıyabında da huzurundaki gibi ondan feyiz

almak içindir. Bu huzurda bulunma hâliyle müri-

din huzuru ve nuru tamamlanır. O sebeple mürit

dünyevî işlerin süpürücü rüzgârlarından menedi-

lir. Bu inkârı tasavvur edilemeyen bir emirdir. An-

cak cephesine hüsran, kin ve kibir yazılan kimse

onu inkâr eder. Zira o inkârcı eğer Allah’ın velile-

rine inanan kimse ise onlar râbıtanın güzelliği ve

büyük faydasını açıklamışlardır. Onlar yüce keli-

melerini araştıranlara ve insanî esintilerini kokla-

yanlara bunun gizli olmadığı hususunda ittifak et-

mişlerdir.

Her hâlde inkâr edenler şeriatın imam ve ön-

derlerinin usul ve fürua dair görüşlerine inanır-

lar. Dört mezhep imamlarının her biri açıkça veya

işaret olarak bu konulardan bahsetmişlerdir. İşte

size onların bazı sözlerini yerleriyle beraber zikre-

diyorum ki, kalbinde hastalık olmayan, sırf heva

Temmuz 201364

Mustafa Hakî efendİ’nİn oğlu M. Bahattİn Yaraş Efendİ

Halİd el-Bağdadî (K.S.)’NİN

RÂBITA RİSALESİ

KültürHalil İbrahim ŞİMŞEK*

“Elinizdeki bu risale daha önce birçok kişi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Mustafa Hakî Efendi’nin oğlu Bahattin Efendi’nin Tasavvuf ve Menâkıb

adlı eserini yayına hazırlarken Halid el-Bağdadî’nin hayatı ve menkıbelerini anlattığı kısımda Râbıta Risalesi’sinin çevirisini yaparak eserine aldığını gördük. Bahattin Efendinin çevirisini yayına hazırlarken onun yaşadığı

dönemin Türkçesini kullanması sebebiyle tarafımızdan bazı sadeleştirilmeler yapılmıştır. Bu tasarrufları gerçekleştirirken Bahattin Efendinin ifadelerine

sadık kalmaya gayret ettik.”

Page 2: Rabıta risalesi

Temmuz 201366 67

ve garaz için velileri inkâra girişmeyenler o ma-

hallere müracaatla gerçeği görsünler. Benim söy-

leyeceğim budur. Başarı Allah’tandır ve yolun

doğrusuna ileten O’dur.

Müfessirlerin birçoğu tasarruf ve ruhanî yar-

dımı açıklamışlardır. Onlardan biri olan Keşşâf

sahibi (Zemahşerî) itidalden uzaklaşmış, inkâra

ve Mutezilî görüşlere yönelmiş olmasına rağ-

men şöyle demiştir: “…Rabbinin burhan/delili-

ni (ikazını) görmeseydi…”3 Bu âyet-i kerimede-

ki “burhân” şöyle tefsir edildi: “Hz. Yusuf (a.s.)

“İyyâne ve iyyâhâ” diye bir ses işitti, dikkate al-

madı. İkinci defa işitti, amel etmedi. Üçüncü defa

“Ondan yüz çevir.” diye bir ses işitti, dikkat et-

medi. Bunun üzerine babası Yakub (a.s.) parma-

ğını ısırmış olduğu hâlde göründü ve denildi ki,

Yusuf(a.s.)’un göğsüne vurdu.”

Hanefî imamlarından Ekmeleddin (Babertî)

Şerhu’l-Meşarık’da hadis-i şerifin şerhinde şöyle

buyurmuştur: “İki şahıs arasında sevgi fazla olur-

sa aralarında birlik meydana gelir, birbirlerinden

ayrılmaz olurlar. Eğer geçmiş kâmillerin ruhlarıy-

la münasebet meydana getirilirse onlarla istediği

zaman bir araya gelir.” (Özet olarak alınan kısım

sona erdi.)

Yine Hanefî imamlarından Şerif Ahmed b. Mu-

hammed el-Hamevî Nefehâtu’l-kurb ve’l-ittisal

bi-isbâti’t-tasarruf li-evliyâi’llahi Teâlâ ve’l-

kerameti ba’de’l-intikal adlı eserinde şöyle buyur-

muştur: “Evliyâ ruhaniyetlerinin cismaniyetlerine

galebesi sebebiyle müteaddid suretlerde görünür-

ler.”

Bu anlamda sahih hadiste şöyle buyurulmuş-

tur: “Bazı cennet ehli cennetin her kapısından ça-

ğırılır.” Hz. Ebu Bekir (r.a.) dedi ki: “Bu kapıla-

rın hepsinden giren olur mu?” Efendimiz (s.a.v.)

buyurdu ki: “Evet! Umarım sen onlardan olacak-

sın.”

Dediler ki: “Ruh eğer kül-

liyet kazanırsa yetmiş bin su-

rette görünebilir. Bu dünyada

mümkün olur. Berzahta ise evla

bi’t-tariktir. Zira ruh orada ba-

ğımsızlığın zirvesindedir. Çün-

kü artık bedenden ayrılmıştır.”

(Özetle)

Şafiî imamlarından İmam

Gazalî (k.s.) İhyau ulûmi’d-dîn

adlı eserinin “Namazın rükün-

leri esnasında kalpte olması ge-

reken şeylerin açıklanması” ba-

bında şöyle buyurmuştur: “Tahiyyatı okurken

kalbinde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ol-

duğunu düşünerek “Ey Nebî! Allah’ın rahmeti,

bereketi ve selamı senin üzerine olsun” de ve ke-

sinlikle bil ki, bu selamın ona ulaşır ve O senin se-

lamından daha güzeliyle sana selam verir.”

Yine Şafiî imamlarından allâme Şihab Ah-

med b. Hacer el-Mekkî –Hafacî’nin şeyhinin şey-

hidir– Şerhu’l-ubâb’da teşehhüd kelimelerinin

anlamlarını açıklarken şöyle buyurmuştur: “Ey

nebi! Selam senin üzerine olsun!” diyerek Efen-

dimiz (s.a.v.)’e hitap şuna işarettir: Allahu Teâlâ

ona ümmetinden namaz kılanları keşf ettirir, on-

ların en üstün amellerine şahit oluncaya dek on-

ların huzurundaymış gibi olur. Namaz kılanın

Rasûlullah (s.a.v.)’ın huzurunda olduğunu hatır-

laması huşu ve huduunun artmasına sebep olsun.

Bundan sonra o, İmam Gazalî’nin yukarıda zikre-

dilen sözünü teyit etmiştir.

Şafiî âlimi İmam Sühreverdî Avârifu’l-meârif

adlı eserinin “Yakın ehlinin namazı” babında de-

miştir ki: “Ey nebi! Allah’ın rahmeti, bereketleri

ve selamı senin üzerine olsun!” derken Efendimiz

(s.a.v.)’i kalp gözünün önünde temsil eder.

Allame Şihab b. Hacer eş-Şafiî Şerhu’ş-

şemâil’in sonlarında Hafız Celaleddin es-

Suyutî’nin Tenvîru’l-halek fî rüyeti’n-nebi

ve’l-melek kitabında zikrettiğine uygun olarak de-

miştir ki: İbn Abbas (r.a.) Efendimiz(s.a.v.)’i rü-

yada gördü. Sabahleyin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

temiz eşlerinden Hz. Meymune (r.a.)’nin yanına

girdi. Hz. Meymune (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)’in

aynasını Hz. İbn Abbas’a verdi. Hz. İbn Abbas

aynaya baktı ve aynada Rasûlullah (s.a.v.)’ın su-

retini görüp kendi suretini görmedi. İşte bu hâl

sufilerin ıstılahında fenâ fî’r-râbıta diye bilin-

mektedir. Sözümüz nebinin suretinde değildir

denilmez. Çünkü biz de bunun nebilerin özellik-

lerinden olmadığını söyleriz. Veliler bu bağlam-

da ortaktır. Ehli nazarında bu hususta bir şüp-

he yoktur. Evet! Namazda Efendimiz (s.a.v.)’den

başkasıyla muhatap olmak namazı bozar. Na-

mazın suretini kalpte gizleyip ona selam ver-

mek varlığın ruhu, Mahmud makamının sahibi

-ona, ailesine ve ashabına salat ve selam olsun-

Efendimiz(s.a.v.)’in özelliklerindendir. Ancak bu

bizim açıklamamızın konusu değildir.

Bu mevzu için Şafiîlerden Hafız Celaleddin

es-Suyutî bir risale telif edip Kitabu’l-münceli fî

tatavvuri’l-velî ismini vermiş ve bu kitapta İmam

Sübkî eş-Şafiî’nin et-Tabakâtu’l-kübrâ kitabın-

dan naklen şöyle demiştir: “Kerametler çok çe-

şitlidir. Bu çeşitleri açıklarken demiştir ki, yirmi

ikincisi velinin muhtelif tavırlara girmesidir. Mu-

tasavvıflar bunu misal âlemi ile ispat etmişlerdir.

Ruhların cesetle birleşmesi ve ruhun çeşitli şekil-

lerde zuhurunu buna dayandırmışlardır. Buna de-

lil olarak şu âyeti okumuşlardır: “...Ona tam bir

insan şeklinde görünmüştü.”4 Sonra Kadîbu’l-bân

kıssasını ve diğerlerini zikretti.”

Yine Şafiîlerden İmam Şaranî (k.s.) en-

Nefehâtü’l-kudsiyye kitabında “zikir edepleri”ni

sayarken şöyle demiştir: “Yedincisi müridin şey-

hinin şahsını gözü önünde hayal etmesidir. Bu

mutasavvıfla nazarında edeplerin en kuvvetli ola-

nıdır.”

Ben derim ki, biz Nakşibendî’ye topluluğu na-

zarında râbıta işte budur. Bunun hakkaniyetine

bütün kitaplar şahittir.

Şafiîlerden allâme es-Sefirî el-Halebî Şerhu’l-

Buhârî’de “Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) halve-

“Şafiîlerden allâme es-Sefirî el-Halebî Şerhu’l-Buhârî’de

‘Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) halveti sever oldu’

ifadesine gelince şöyle dedi: ‘Şeytan nasıl ki, Nebi

(s.a.v.)’in suretine benzeyemezse kâmil velinin suretine

de benzeyemez.’ O, bu hususta birtakım şartlar

zikretmiştir.”

Page 3: Rabıta risalesi

Temmuz 201368

çok muhakkik bu hususta mesleklerini açıklayan

risaleler yazmışlardır. İnkârından kaçınılmalıdır.

Çünkü helake sebep olur.

Malikî imamlarından Muhtasar sahibi Şeyh

Halil (k.s.) şöyle demiştir: “Veli eğer velayetinde

tahakkuk ederse ruhaniyetiyle muhtelif suretle-

re girer. Bu imkânsız değildir. Bu hüküm âriflerin

nazarında meşhur olmuştur.”

Malikîlerden Şeyh Ebu’l-Abbas el-Mürsî (k.s.)

ve talebesi İbn Ataullah el-

İskenderî (k.s.) de buna yakın

sözler söylemişlerdir.

Çözüm ehli veliler ve âlimler

onların hakkaniyetini açıkla-

dığı böyle hükümleri avâmın

inkârı nasıl caiz olur? Bunlar-

dan bazıları ledünni ilimleri va-

sıtasız olarak Hayy olan Allahu

Teâlâ’dan almışlardır. Usandır-

ma korkusundan dolayı bu ka-

darla yetindim. Yoksa Allah’ın

yardımıyla bu mesele hakkında

büyük bir cilt eser yazardım. Eğer din kardeşleri-

mizin kâmil velilerin tavırlarını inkâr etmelerin-

den korkmasaydım bu kadar sırları açığa vurmaz-

dım. Ben bunları yazmaya iki şey mecbur etti:

1- Birincisi, vusulün kulpu ve ilahî rızanın ba-

samağı olan tarikatımızı savunma amacıdır. Ta-

rikatımızın usulü Rasûl (s.a.v.)’e uyma (sünne-

te ittiba) ve kurtulanlar topluluğu (fırka-i nâciye)

olan ehl-i sünnet akaidine sarılmak ve ruhsatla-

rı terk ederek azimetleri almak, murakabeye de-

vam etmek, Mevlâ’ya yönelerek dünyanın süs-

lerinden ve belki Allah’ın dışındaki her şeyden

(masivau’llah) kalbini uzaklaştırmaktır. Hadis-i

şerifte “ihsan” ile kastedilen huzur melekesidir.

Hadis-i şerif şudur: Çoklukta yalnız kalmak (cel-

vette halvet), dinî ilimlerden istifade ve onları

ifade etme, sıradan insanlardan bir imtiyazla ay-

rılmama, zikri gizleme, nefesleri muhafaza etme,

nefesin Allah’tan gafletle alınıp verilmemesi ve

yüce ahlâk sahibi Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkıyla

ahlaklanmaktır.

Bu tarikat artırma ve eksiltme olmadan bütü-

nüyle temiz ashab hazretlerinin yoludur. Kitap ve

sünnetin azimetlerini almaktır. Bu sebeple tarika-

tın imamı Bahaeddin Muhammed Nakşbend el-

Buharî buyurmuştur: “Bizim yolumuzdan yüz çe-

viren dininden şüphe üzerinedir.”

2- İkincisi, gâfillerin eleştiri ve iftiralarından

kaçınmaktır. Din kardeşlerimizin bu kesimin

inkârına ve onların üzülmesine sebep olan eylem-

lere cüretlerine neden olmamalıdır. Sadık fâkirler

Allahu Teâlâ’ya tarikatlarının teyidi için duacıdır-

lar. Onun devamını, hasedci fitneler ve düşmanla-

rın tuzaklarından korunmasını isterler.

Bu fakir size elinizdeki risalede geçen bütün

edeplerle vasiyet ederim. Size haber veriyorum

ki, Kitap ve sünnete muhalefet eden, Rasûlullah

(s.a.v.) ve ashabının hidayetine uymayan kimse-

lerden Allahu Teâlâ’ya sığınırım.

Size sabah ve akşam İslâm’ın yardımcısı olan

bu yüce devletin devamı için sâlih dua etmenizi

emrederim. Din düşmanları ve mürtedlere karşı

onun yardımını talep ediniz. Allah’ın selamı, rah-

meti, bereketi başta ve sonda üzerinize olsun.

69

ti sever oldu” ifadesine gelince şöyle dedi: “Şeytan

nasıl ki, Nebi (s.a.v.)’in suretine benzeyemezse

kâmil velinin suretine de benzeyemez.” O, bu hu-

susta birtakım şartlar zikretmiştir.

Hanefîlerin büyüklerinden allâme eş-Şerif el-

Cürcanî (k.s.) Şerhu’l-Mevâkıf’ın sonunda “İslâmî

fırkalar”ın zikrinden önce ve Şerhu’l-Metali’in ha-

şiyesinin ilk kısımlarında: “Evliyânın vefatların-

dan sonra bile müritlere görünüp onlardan feyiz

alınacağının sahih olduğunu” zikretmiştir.

Yine Hanefîlerden imam ve ârif Şeyh Tacuddin

en-Nakşbendî el-Osmanî (k.s.) Tâciyye risalesin-

de Allah’a ulaşan yolları açıklarken şöyle demiştir:

“Üçüncüsü müşahede makamına ve zâtî sıfalarla

tahakkuka ulaşmış bir şeyhe bağlıdır. Zira onun

görmesi “Onlar ki, görüldüklerinde Allah hatır-

lanır.” muktezasıyla zikrin faydasını ifade eder.

Onun sohbeti “Onlar Allah’ın sohbetindedirler.”

mucibiyle ilahî huzuru sağlar.

O şöyle demiştir: “Şeyhin suretinin hayalde

muhafaza edilmesi gerekir. Bu hâl üzere gaybet ve

nefisten fenâ meydana gelinceye kadar kalbe te-

veccüh olunmalıdır. Eğer mürit ilerlemeden geri

kalırsa onun şeyhini sağ omuzunda bilmesi ve onu

sağ omuzundan kalbine çekmesi lazımdır. Bu şe-

kilde gaybet ve fenâ oluşması umulur.”

Muhakkiklerin gözdesi ve sonrakilerin inci-

si Abdulgani en-Nablusî (k.s.) de Taciyye üzeri-

ne yazdığı Miftâhu’l-maiyye adlı şerhinde bunu

onaylamıştır.

Hanbelî imamlardan Gavsu’l-azam Abdulkadir

el-Cilî (k.s.)’den şöyle nakledilmiştir: “Fakir yani

yolun sâliki için Allah’ın velileri ile kalbî râbıta

vardır. Bâtınlarında bu râbıta sebebiyle istifade

ederler. Mademki râbıtaları vardır, o zaman bun-

ların dine zahiren ecnebi olanlarını ikram etme-

melerinde beis yoktur.”5

Yine Hanbelîlerden Şemsüddin İbnü’l-Kayyım

Kitabu’r-rûh’da şöyle demiştir: “Ruh için bede-

nin sıfatından başka bir sıfat vardır. Mesela hem

refik-i alada olur hem de ölünün bedenine bitişik-

tir. Şu şekilde ki, o bedenin bulunduğu kabre se-

lam verilse ruh refik-i alada olduğu halde selama

cevap verir.”

Derim ki; bu manada büyüklerin sözleri sayıla-

mayacak kadar çoktur. Bu sözlerde öldükten son-

ra velilerin tasarrufuna zahir delalet vardır. Bir-

1 Çevirinin Osmanlı Türkçesi ile yazılmış nüshası için bk. Bahattin (Yaraş) Efendi, Tasavvuf ve Menâkıb, ss. 335-345.

2 9/Tevbe, 119.3 12/Yusuf, 24.4 19/Meryem, 175 İmam Sühreverdî Avârif’inde “Şeyhiyle ilişkilerinde müridin edepleri” babında

zikredilmektedir.

* Doç. Dr.

Dipnot

“Şeyhin suretinin hayalde muhafaza edilmesi gerekir.

Bu hâl üzere gaybet ve nefisten fenâ meydana

gelinceye kadar kalbe teveccüh olunmalıdır. Eğer mürit

ilerlemeden geri kalırsa onun şeyhini sağ omuzunda

bilmesi ve onu sağ omuzundan kalbine çekmesi

lazımdır. Bu şekilde gaybet ve fenâ oluşması umulur.”