Upload
ruhi-seyfullayev
View
51
Download
19
Embed Size (px)
Citation preview
Reenkarnasyon Varmıdır?
Drunk businessperson tries to walk on escalator the wrong way (BWNToday)I – Reenkarnasyon Nedir ve Dinlerdeki Yeri
II – Reenkarnasyon Hiçbir Din Tarafından Kabul Edilemez
III – Kur’an da Reenkarnasyon Şifreli Bir Şekilde Yeralmaktadır
IV – Said Nursi Reenkarnasyonu Kabul Etmişmiydi?
V – İslamiyette Reenkarnasyon Yoktur
VI – Reenkarnasyon ve Uzaylılar Benzeri Vakalar Cinlerin Birer Oyunudur;
VII – Reenkarnasyon Gerçekten Eski Dinlerden Gelen Bir Sapıklık mı?:
VIII – Reenkarnasyon Gerçek Reddedilemeyecek Kadar Gerçekçi Mi? Bilimsel Bakıl Açısıyla Reenkarnasyon
IX – Bu Hikayeler Deja-Vu veya Konfublasyon İle Açıklanabilecek Kadar Basitmi?
X – Sonuç: Öldükten Sonraki Olasılıklar, Reenkarnasyonun Olup Olmaması Olasılığı, Varsa Nasıl Olacağı İhtimali,
Reenkarnasyon Doğru Olduğu Takdirde İnsanlar İçin İyimi Yoksa Kötümü Olacağı Sorunsalı ve Hesap Günü
Sorgusu Hakkında
I – Reenkarnasyon Nedir ve Dinlerdeki Yeri
Reenkarnasyon veya ruh göçü, ruhunsürekli olarak tekrar bedenlendiğine inananspiritüalistlerin bu olaya
verdiği addır. Reenkarnasyon kavramı Asya dinlerindekitenasüh kavramından biraz farklı olmakla birlikte,
benzerlik arz eder. Günümüzde ruh göçüne inanan insanların sayısı bir milyarı aşmaktadır.[1] (Hindular, Jainistler,
deneysel Spiritüalistler vs.) Ayrıca Dürzîlikve Nusayrîlik gibi Orta Doğu’da yayılmış bazı dinlerde de bu inanış
mevcuttur.
Kurtuluş‘la sona eren reenkarnasyonu, gelişim aşamalarıyla tasvir eden bir sanat eseriRuh Göçü Kavramına İnanmış Topluluklar [değiştir]
Bilinen Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Platon gibi bazı eski Yunan bilgin ve filozofları tarafından dile getirilmiş
olan ruh göçü kavramı, aslında çok eski çağlardan beri, eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi
birçok uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavramdır. İskandinav mitolojisinde de ruh göçüne ilişkin
öğeler bulunmaktadır. Platon ruh göçü fikrine özellikle “le Phedon“, “le Banquet” ve “Er’in Öyküsü” eserlerinde
değinmiştir. Antik çağın Yunanistan’ından sonra Gnostiklerce de kabul edilmiş ve RomaUygarlığı’nda
özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş bu kavrama Kabbala’da (gilgulim) ve belirgin ifadelerde
bulunan sufilerin (Ferideddin Attar, Bahram Elahi) sayısı az olmakla birlikte Tasavvufta da rastlanır. Günümüzde
de ruh göçü kavramını kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım bulunmaktadır. Ruh göçü fikrini
kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular (Yoga, Vaishnavism,
Shaivism), Katharlar (Cathares), Eseniler (Esseniens), Caynacılar (Jainistler), Sihistler, Umbanda’cılar
(Makumba, Brezilya), Yezidiler, Nusayriler, Dürzîler, Anadolu Kızılbaşları ve birçok mezhep sayılabilir. Bu
kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Kimi
zaman Budist yeniden doğum anlayışı da reenkarnasyon olarak nitelenmektedir.Nors Mitolojisinde Ruh Göçü [değiştir]
Üç enkarnasyonundan ilkinde Sváfa ve Helgi
Reenkarnasyon kavramına İskandinavya veya Viking mitolojisi de denilebilecek Nors (Norveç, Danimarka, İzlanda,
İsveç) mitolojisinde, manzum olarak yazılmış Edda destanında rastlanır. Edda destanını kaleme alan, Helgi
Hjörvarðsson ve üstadı valkürSváfa’nın aşk hikâyelerinin Helgakviða Hjörvarðssonar’da anlatıldığını söyler. Onlar
Helgi Hundingsbane ve valkür Sigrún olarak yeniden doğmuşlardı. Helgi and Sigrún’un aşk hikâyesi Völsunga
destanının bir kısmına ve kahraman I. ve II. Helgakviða Hundingsbana’nın maceralarına konu teşkil eder. Onlar
ikinci kez Helgi Haddingjaskati ve valkür Kára olarak doğmuşlardı. Fakat ne yazık ki, hikâyeleri olan Káruljóð,
yalnızca Hrómundar saga Gripssonar (Hromund Gripsson) destanında ve muhtemelen değiştirilmiş bir biçimde
bulunmaktadır. Vikingler’de ruh göçü inanışının olağan (sıradan) bir inanış olması gerekir. Nitekim Edda
Destanı’nın yorumcusu insanların ruh göçüne inanmaya alışkın olduklarını yazar.[2]
Şamanizmde Ruh Göçü [değiştir]
Farklı kültürlerden şamanlar
Asya şamanizminde, bazı Kuzey Amerika ve Güney Amerikakızılderililerinde ve kimi Afrika kabilelerinde ölüm
olayı ile bedenini terk edenlerin yaşadığı öte-âleme ruhlar diyarı adı verilir. KuzeyAsya halkları, insanın birden
fazla, üç ya da yedi “can”ı olduğuna inanırlar. Örneğin Yakut Türkleri, Çukçiler ve Yukagirler, insanın üç “can”ı
olduğuna inanırlar. Ölüm olayında biri mezarda kalır, biri “ruhlar diyarı”na iner, üçüncüsü “Göğe” çıkar. İnsanın
“ruhlar can”ı öte-âlemin eşiğini bekleyen eşik bekçisine rastlar; sonra kayıkla öte yakaya geçer. Gölgeler
diyarı’nda ölü, yeryüzünde sürdüğü yaşamı sürer. Ölüler, bir süre sonra, yeryüzünde tekrar doğabilirler. Uygurlar,
inandıkları sürekli olarak tekrar doğma olgusuna “sansar” adını verirler.
Kişinin ölüm olayı ile bedenini terk etmesinden sonra içine
düşeceği teşevvüş Asya şamanizminin kimitradisyonlarında günahkârların ölüm sonrasında ifritlerle karşılaşma
veya “köprü”den geçme dönemi olarak belirtilir. Şamanların görevlerinden biri de ölen kimseye bu ifritlerden
kurtulmada yardım etmektir. Şamanist geleneğe göre insanlar günahkâr olduklarından ilâhî yasalar gereği
öldükten sonra bu ifritlerle karşılaşmak zorunda kalırlar; fakat Tanrı insana acıdığından şamanların insanlara bu
konuda yardım etmesi için yeryüzünde şamanlık kurumunu kurmuştur.
Asya şamanizminde ölümden sonraki yolculukta ölünün geçemediği takdirde azap çekmesinin sözkonusu olduğu
bir köprüyle karşılaşılır. Şaman bu köprüyü kolayca geçebildiği gibi, ölenlere de bu köprüyü geçmelerinde yardım
edebilir. Orta Sibirya şamanizmine göre, şaman, birkaç ‘ırmağı’ ve bir “köprü”yü geçtikten sonra “gölgeler
diyarı”nın uzandığı “büyük su”ya gelir. Altay Türkleri tradisyonunda şamanın gölgeler diyarını ziyaret edişinde bir
dağa çıkış olgusu da bulunur. Bu diyarda ölüler aynen dünyadaki yaşamlarını sürmektedirler. Onlar orada
yeryüzünde tekrar doğmaya hazırlanırlar.[3][4] Ruh göçü kavramına Amerika’nın birçok Kızılderili kabilesinde
rastlanır. Inuit’lerde ruh göçü kutsal kabul edilen bir kavramdır. Kuzey Amerika kızılderililerinin birçok kabilesine
göre, ölüm olayından sonra ruh ve gölge bedenden ayrılır. Ruh, “kurt”un hükmettiği âleme gider;
yeryüzündekilerin ilişki kurabilecekleri onun “gölge”sidir. Ruh, “gölge”yle birleşince yeni bir varlık oluşturur ve
yeryüzünde tekrar doğar. Güney Amerika kızılderililerinin çoğunun dillerinde, ruh, gölge ve imaj kavramları aynı
sözcükle karşılanır.Taoizm’de Ruh Göçü [değiştir]
Efsanelere göre “Asya su buffalo”su üzerinde Lao Zi
Ruh göçünden bahseden en erken Taoist belgeler Han Sülalesi dönemine dayanır. Bu belgelerde “Lao Zi’nin Üç
Hükümdar ve Beş İmparator Dönemi”nden itibaren farklı dönemlerde farklı kişiler olarak yaşadığı
anlatılır. [5] Taoizm’in kutsal kitaplarından Chuang Tzu’da (M.Ö.4.yy.) şöyle denir: “Doğum başlangıç değildir,
ölüm de son değildir. Varoluş sınırsız, sonsuzdur; bir başlangıç noktası olmayan süreklilik sözkonusudur. Sınırı
olmayan varoluş (varlık) uzaydır. Başlangıç noktası olmayan süreklilik zamandır. Doğum da vardır, ölüm de; biri
dışarı doğru olan sonuçtur, diğeri içeriye doğru olan sonuçtur. Böylece, biçimini görmeksizin, ‘İlâhî Olanın
Kapısı’ndan bir içeri bir dışarı geçilir.” (Zhuang Zi, 23)Grek Kültüründe Ruh Göçü [değiştir]
Pisagor
Ruh göçü inanışının Batı tarihindeki kökenleri bir yandan Kelt rahipleri Drüidler’e ve diğer pagan gruplara bir
yandan Grek kültürüne dayanır. Grek uygarlığında ruh göçü inanışının adı «ruhların göçü» anlamına gelen
«metempsycose» (Latince’de metempsychosis) idi. TarihçiHerodot’a göre Grek uygarlığındaki bu inanışın kökeni
eskiMısır’dı. Hermes Trismegistus’a dayandırılan Hermetika’da reenkarnasyon doktrini merkezî konumdadır. Bu
inanışın Grekuygarlığında M.Ö. 8. yy. ile M.Ö. 6. yy. arasında yeşerdiği sanılmaktadır. Kökeni tam olarak
bilinmemekteyse de birçok araştırmacı Orfe ve Pisagor’la başladığı düşüncesindedir. Sokratve Platon da ruh
göçüne inanmışlar ve Pisagor ile Platonreenkarnasyon doktrinini çevrelerine inisiyatik eğitimle açıklamışlardır.
Birçok eski kaynak Pisagor’un önceki yaşamlarını hatırlayabildiğini doğrulamaktadır.[6]
Orfecilik (Orfizm) ve Pisagorculuk ruh göçü doktrininin antik çağdaki temel taşlarını oluştururlar. Bu öğretinin
daha sonraPindar gibi şairleri ve Platon gibi filozofları etkilediği görülmektedir. Platon benimsediği reenkarnasyon
ilkesinden Phédon, Ménon, «Şölen» (Le Banquet) adlı eserlerinde ve özellikle «Er’in Öyküsü»’nde doğrudan veya
dolaylı olarak söz etmiştir. Romanlaştırdığı Phédon adlı diyaloglarının son kısmında Platon, Sokrat’ın şu sözlerine
yer verir:“Yeniden yaşamak… Eminim ki gerçekten böyle bir şey var; bu, ölüden çıkan bir yaşam.”
Buna karşılık Sokrat’ın yaşamı hakkında bilgi veren diğer kaynak olan Xenophon Sokrat’tan ruh göçüne inanan
biri olarak söz etmez. Platon çalışmalarında reenkarnasyon hakkında ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştur.
Orfe’den ve Pisagor’dan esinlenen akımlar Roma uygarlığında her zaman mevcut olmuşlardır. Roma uygarlığında
ruh göçü kavramına inanlar özellikle maddi durumu iyi
sınıflar, filozoflar ve sanatçılardanoluşuyordu. Virgilius ünlü “Aeneide” eserinde ruh göçüne birçok yerde
göndermelerde bulunur (örneğin VI, 713)Yahudiler’de Ruh Göçü [değiştir]
Ruh göçü doktrini kıyamet inanışına sahip geleneksel Musevilikte bulunmamakla birlikte, popüler Musevi
inanışlarında ruh göçü kavramına ilişkin bazı unsurların yer aldığı görülmektedir. Örneğin birçok Yahudi;Âdem’in
önce Nuh, sonra İbrahim, sonra Musa olduğuna inanır.
Ayrıca vaktiyle inisiyatik bir örgütlenme içinde olmuş Esseniler adlı Yahudi topluluğunun ruh göçünü kabul ettiği
bilinmektedir. Öte yandan Yahudiler’in mistik ve ezoterik tradisyonu olan Kabala’da ruh göçü kavramının
bulunduğu görülür. Ruh göçüne özellikle Sha’ar Ha’Gilgulim’de değinilmektedir. İbranice’de bu kavram ruhların
devreleri anlamında kullanılan Gilgulei Ha Neshamot terimiyle ifade edilir. Eserde ruhlarıntekâmül için çeşitli
enkarnasyonlardan (doğumlardan, yaşamlardan) geçmesi gerektiği kavramı işlenir. [7]
Hıristiyanlıkta Ruh Göçü [değiştir]
Origen
Augustinus
19. yüzyıl’da doğmuş birçok akım ruh göçü inanışını benimsemiş durumdadır. Bunlar arasında
spiritüalistler, okültizmdenesinlenen teozofi, antropozofi gibi akımlar sayılabilir. Özellikle teozoflar ve New Age
hıristiyanları geçmişteki birçok din ve inanışta ruh göçü kavramının yer almış olduğunu ileri sürerler. Onlara göre,
ilkhıristiyanlar reenkarnasyona inanmaktaydı, fakat yanlış çeviriler ve önyargılar bu inanışın yer aldığı metinlerin
kaybolmasına veya tahrif edilmesine neden olmuştur.[8] Nitekim II. İstanbul Konsilinde bu inanış politik
nedenlerle sansürlenmiş ve «heretik»[9] olarak ilan edilmiştir. Politik nedenler arasında, Doğu Roma
İmparatorluğu ile Batı Roma İmparatorluğu arasındaki iktidar çatışması, ilk yüzyıllardaki farklı kiliseler ve
patrikler arasındaki güç çatışması ve özellikle Hıristiyanlık öğretisinin henüz hararetli münakaşalar yaşadığı
dönemdeki origencilik, monofizizm,nasturilik, ortodoksluk vs. farklı teolojik görüşler arasındaki çatışmalar
sayılabilir.[10]
İlk hıristiyanların ruh göçüne inandığını ileri süren teozoflar ve Batılı spiritüalistler İncil’lerdeki bazı pasajları da
iddialarına örnek olarak gösterirler. «Kilise Babaları»’nın çoğu ruh göçü inanışını mahkûm etmişlerse de, bu
inanışa ait birçok imalı söz halen kayıtlarda bulunmaktadır. Örneğin Kilise Babaları’nın en etkilisi
sayılanAugustinus «İtiraflar»’ında şöyle der: «Söyle bana Tanrım, söyle bana çocukluğum daha önce yaşamış
olduğum, önceki ölümümle ayrılmış olduğum bir neslin devamı mıdır? (…) Bu yaşamdan önce neredeydim ey
Tanrım, başka bir bedende mi?» Augustinus Contra Academicos diyaloglarında ise şöyle der : “Tüm felsefenin en
saf ve en aydınlığı olan Platon’un mesajı sonunda hatanın gölgesini dağıttı ve şimdi özellikle Plotin’de parlıyor.
Belki de üstadına benzeyen Plâtoncu Plotin onunla vaktiyle aynı dönemde yaşamıştır ve hatta belki de Platon
Plotin olarak yeniden doğmuştur. » [11]
Fakat Teozofların bu yaklaşımı teologlar tarafından, özellikle katolik teologlar tarafından şiddetle reddedilmiştir.
Ruh göçünü kabul eden Kilise Babaları’ndan, üçüncü yüzyılda ölen Origen’den kaynaklanan Origencilik de
553’deki II. İstanbul Konsili’nde «anatema»[12] olarak ilan edildi.
Sonuç olarak, öyle görünüyor ki, hıristiyanlığın erken dönemindeki Sethianism ve Valentinus’un Gnostik Kilisesi
gibi bazı hıristiyan mezhepleri reenkarnasyonu gerçekten ilke edinmişler ve bu yüzden Romalılar tarafından zulme
uğramışlardır.[13]
19. ve 20. yüzyıl’da Hıristiyanlık ile ruh göçünü bağdaştırmaya çalışan girişimler olmuştur. Bu konuda Geddes
Macgregor’ın “Hıristiyanlık ve Reenkarnasyon: Hıristiyan Düşüncede Yeniden Doğmaya Yeni Bir Bakış”
(Reincarnation in Christianity: A New Vision of Rebirth in Christian Thought) adlı kitabı, Antropozofi’nin kurucusu
Rudolf Steiner’in “Hıristiyanlık ve Mistik Hakikat” (Christianity as Mystical Fact) adlı kitabı ve Tommaso
Palamidessi’nin, önceki yaşam kayıtlarını edinebilmeye yardımcı bazı yöntemlerinönerildiği “Önceki Yaşamların
Hafızası ve Kendiliğinden Hatırlama Tekniği” (Memory of Past Lives and Its Technique) adlı kitabı
belirtilebilir. [14] Günümüzde reenkarnasyonu kabul eden birçok hıristiyan kurum ve mezhep bulunmaktadır.
Bunlar arasından Christian Community, Liberal Catholic Church, Unity Church, Christian Spiritualist Movement,
Rosicrucian Fellowship ve Lectorium Rosicrucianum örnek olarak gösterilebilir.Gnostisizm‘de Ruh Göçü [değiştir]
Gnostiklere ait bir abraxas taşından oyma
Ruh göçünü kabul eden akımlardan biri de Gnostisizm’dir. Gnostikler, özellikleÜrdün, Anadolu ve Mısır’da
yaşamışlardır. Gnostik öğretiler çeşitli olmakla birlikte ortak hareket noktalarının şu ilkelerde toplandığı
söylenebilir: Hakikatlere ulaşabilmede dinler yetersizdir.
Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir.
Ruh ölümsüzdür. Ruh dünya yaşamında bir tür hapishane yaşamı geçirmektedir.
Gerçek olan, fiziksel dünya yaşamı değil, ruhsal yaşamdır.
Dünya düalite ilkesinin geçerli olduğu bir gelişim ortamıdır.
Ruhsal gelişim yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri, ruhsal âlemden ruhsal irtibatlarla alınabilecek yüksek bilgiler içeren tebliğlerdir ki, bunlar
ruhsal bakımdan seçkin insanlara verilir.[15]
Gnostik bilgelerin hemen hemen hepsi, reenkarnasyonu kabul eder. Bu bağlamda gnostikler dünya yaşamının
kendilerini kurtuluşa götürecek “gnosis”in elde edilmesine bir araç olarak görürler. Kurtulanlar ilahi âleme nüfuz
eder, o âlemle birleşirler; kurtulamayanlar da kurtuluşa kadar bu dünyada yeniden doğarlar. [16]
En önemli gnostik üstatlar arasında Simon Magus, Valentin, Basilide, Carpocrade, Saturnin, Marcion’un isimleri
sayılabilir. M.S. I ve II.yy.’larda okutulan gnostisizmi Kilise hep sapkın bir yol olarak görmüş ve
göstermiştir. Gnostisizm’den Orta Çağ’da etkilenen topluluklar arasında Katharlar ve Bogomiller sayılabilir.
Bunların görüşlerini heretik [17]kabul eden Kilise tarafından yok edilmişlerdir.Katharlar’da Ruh Göçü [değiştir]
Katharlar’ın 1209′da Carcassonne’dan sürgün edilmesi
Katharizm ya da Katarcılık (-okunuşu “katar”-) Orta Çağ’daFransa’nın Albi bölgesinde ortaya çıkan, 12. ve 13.
yüzyıllardaAvrupa’nın batı kısmındaki ülkelerde etkili olan bir tarikattır. Din tarihçilerinden bazıları bu tarikatı
Hıristiyan tarikatlar sınıfına sokmaya çalışmışsa da, Kilise’nin görüşlerine karşı çıkmış ve reenkarnasyonu kabul
eden bir tarikattır. “Kathar” adı, sözcük anlamıyla arınmış anlamına gelir. Albigeois olarak da
adlandırılanKatharlar’ın (Cathares) temel görüşleri şöyle özetlenebilir: Ruhun dünyevi kurtuluşa ermesi için pek çok defa bedenlenmesi gerekir.
Ruhun kurtuluşunu maddi bağlardan kopma yoluyla aramak gerekir.
Nefis terbiyesi ruhun kurtuluş sürecini hızlandırıcı bir yoldur.
Dünyada düalite (ikilem) ilkesi geçerlidir.
Dünya’da Satan’ın (şeytanın) egemenliği hüküm sürdüğünden, Dünya yaşamı ötesinde bir cehennemden söz etmeye gerek yoktur. (Yani cehennem
bizzat yaşadığımız kötülük dolu yeryüzü olarak kabul edilebilir.)
Kötülüğün kaynağı bedensel istekler, maddi hırslardır.
İsa’nın dediği gibi, mal mülk edinme kaygısı kaçınılması gereken nefsanî bir kaygıdır.
İsa Tanrı’nın oğlu değildir, o da hepimiz gibi, bir ruhtur.
Katoliklik boş inançlardan başka bir şey değildir.
Kilise ve krallık Katharlar’ı birkaç kez imha girişiminde bulunmuş ve bunu sonunda 13. yy.’da Haçlı orduları
başarmıştır. 20.000 kişinin katledilmesi ve keşişlerin yakılmasından sonra, Kathar tradisyonu kısmen Trubadur’lar
tarafından sürdürülmeye çalışılmışsa da, bunların yaymaya çalıştıkları öğreti de yine Engizisyontarafından
yasaklanmıştır. [18]
İslam’da Ruh Göçü [değiştir]
Kıyamet kavramını kabul eden diğer tek tanrılı dinlerde olduğu gibi, İslam’da da ruh göçü kavramı yoktur. Buna
karşılık özellikle bâtınîler Kuran’da bu kavramla ilişkili gördükleri bazı «üstü kapalı» (sembolik) ifadeler olduğunu
ileri sürerler.[19] Örnek olarak da Bakara Suresinin 28. ayetini gösterirler: «Allah’ın varlığını nasıl inkâr
ediyorsunuz ki, sizi ölü iken O diriltti, sonra yine sizi O öldürecek, yine sizi O diriltecektir; nihayet ahirette yalnız
O’na döneceksiniz.» [20]
Ayrıca Vakıa Suresi‘nde: «“Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden
yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.” (60, 61)» denir.
Fakat geleneksel (olarak tabir edilen) İslam’da bu ayetlerin böyle yorumlanmasının doğru olmadığı, anlamlarının
böyle olmadığı ifade edilir.
İslam’ın ezoterik öğretisi sufizmde reenkarnasyonu kabul eden metinler bulunmaktadır. Örneğin, İranlı büyük sufi
üstadı Bahram Elahi, «Kemâl Yolu» eserinde kişinin ruhsal tekâmül yolundaki kurtuluşa ermesi için yaklaşık
50.000 yıl boyunca çeşitli bedenlerde reenkarne olması gerektiğini açıklamaktadır. Fakat kitaptaki ifadeleri başka
şekillerde de yorumlanabilir.
Mevlana Celaleddin Rumi‘nin ve Yunus Emre‘nin şu sözlerinde de reenkarnasyonun ima edildiği ileri
sürülmektedir: “Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum;
öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?” (Mevlana Celaleddin Rumi) [21][22]
“Ete kemiğe büründüm, Yunus olarak göründüm (…) Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.”(Yunus Emre) [23]
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” (Muhammed)
Öte yandan Şii mezheblerinin bir kısmında gnostisizmin etkileri görülmektedir ki, bunlardan bazıları ruh göçüne
inanmaktadır. Örneğin, Dürzîlik ve Nusayrilikte bu inanış mevcuttur. Bununla birlikte geleneksel (olarak tabir
edilen) İslam, bu öğretiyi İslamiyet kapsamında görmez. [24]
“Nihâyet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, Rabbim beni geri gönder! Ta ki boşa geçirdiğim dünya
hayatımda artık iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden
diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Mü’minûn, 23/99-100)
Dünya’ya tenasüh yoluyla yeniden gelmenin asla söz konusu olamayacağını açık ve kesin bir şekilde ifade eden
bu ayet-i kerimede dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğu ifade edilirken, böylece Allah’ın böyle bir
vaadi olmadığına ve bu yakarışın asla kabul görmeyeceğine dikkat çekilmiştir.Hinduizm’de Ruh Göçü [değiştir]
Ruh göçü Hinduizm’in temel inanışlarından biridir. Hint’in diğer geleneksel dini sayılan Jainizm’de de mevcuttur.
Bu dinlerdeki ruh göçü kavramı Türkçe’de tenasüh olarak bilinir.
Reenkarnasyon ve tenasüh kavramları, aynı ilkeleri içerdikleri sanılarak birbirleriyle sık sık karıştırılmaktadır.
Oysa bu iki kavram arasında çok temel farklılıklar bulunmaktadır.
Bu temel farklar şöyle açıklanır:
Tenasüh inanışında ruhların sürekli olarak tekrar bedenlenmesi ilkesi bulunmakla birlikte, deneyselspiritüalizmin reenkarnasyon kavramındaki
ruhsal tekâmülilkesi bulunmaz. Oysa reenkarnasyon kavramında ruhsal tekamül ilkesi vardır; yani ruhların dünyada bedenlenmeleri tekamülleri içindir.
Tenasüh inanışı, ruhların dünyaya gelip gitmelerini ceza ve ödül düalitesine dayandırır Deneysel ruhçuların reenkarnasyon kavramında ise varlığın
cezalandırılması veya ödüllendirilmesi gibi şeyler sözkonusu değildir. Reenkarnasyonizme göre, dünya yaşamı, yapılmış hataların intikamının alınması için
oluşturulmuş olamaz. Kısaca, insan dünyaya bir önceki yaşamında neden başarılı olamadığının hesabını vermek için değil, gelişmek için gelir. (Bir insan
ruhunun bir sonraki yaşamında dünyaya geleceği beden onun tekâmül gereksinimlerine ve nedensellik kuralına göre belirlenir.)
Tenasüh inanışına göre, bir insan ruhu ceza aldığı takdirde bir sonraki bedenlenmesinde dünyaya bir hayvan bedeninde gelebilir. Reenkarnasyon
kavramına göreyse tekâmülde geri dönüş, yani gerileme yoktur; zaten bir hayvan bedeni bir insan ruhunun gelişim gereksinimleri için yeterli olamaz. [25]
Kimi spiritüalistlere göre tenasüh inanışı, eski inisiyelerin ezoterik bilgilerine sahip olmayan Hint rahip
sınıfının sembolleri yanlış yorumlamasından kaynaklanmıştır.Çağdaş Gelişmeler [değiştir]
Modern Düşünürler [değiştir]
Giordano Bruno‘yu anımsatıcı armalardan biri
William Butler Yeats
Rönesans sırasında kamunun ilgisini çeken ve yeni yeşeren bir konu da ruh göçü olmuştu. Yeniden doğma
konusunda önde gelen figürlerden biri İtalya’nın baş filozofu ve şair Giordano Bruno (1548-1600) olmuştur. Fakat
ruh göçü hakkındaki öğretimi yüzünden Engizisyon tarafından kazıkta yakılmaya mahkûm edilmiştir. [26]
Ruh göçü kavramı Alman edebiyatının klasik dönemi sırasında çok ilgi çekmiştir. Örneğin Goethe (1749-1832)
eserinde bu kavramı canlandırmış ve Lessing (1729-1781), Charles Bonnet ve Herder’den edindiği ruh göçü fikrini
daha ciddi olarak ele almıştır. Hume (1711 -1776) ve Schopenhauer(1788 – 1860) da ruh göçü fikrinden saygıyla
söz etmişlerdir.
Nobel ödüllü İrlandalı şair William Butler Yeats (1865-1939) okült tezinde yeni reenkarnasyon teorisinisunuyordu.
Yeats’e göre, reenkarnasyon linear zaman taslağı içinde gerçekleşiyor olamazdı.Ruh Göçü Kavramının Sistematize Edilişi: Reenkarnasyonizm [değiştir]
19.yy.sonlarına doğru Batı’da, gerek okültizme artan ilgi etkisiyle, gerekse Hint
dinlerinin antropolog vefilozoflarca daha sistemli incelenmesiyle reenkarnasyona doğru büyük bir dönüş
yaşanmıştır.
Birçok ezoterik grup reenkarnasyon kavramını öğretilerinin merkezine yerleştirdi. Bu yayılım meyvelerini iki güçlü
ekolün kurulmasıyla verdi: Bunlardan biri Avrupa’da spiritizm adıyla ortaya çıkan, Allan Kardectarafından kurulan
deneysel ruhçuluk, diğeri Ukrayna doğumlu H.P. Blavatsky tarafından 1857’de kurulanTeozofi Cemiyeti’dir.
Ruh göçü ya da sürekli olarak tekrar doğmak kavramı ilk kez Fransız fizikçi ve yazar Allan Kardec (1804-1869)
tarafından sistemli bir hale getirilmiş ve adına “tekrar ete girme” anlamında reenkarnasyon denilmiştir. Kardec,
kurduğu “deneysel spiritüalizm”i “spiritizm” adıyla ilk kez 18 Nisan 1857’de yayımladığı “Ruhların Kitabı” adlı
eserinde açıkladı. Ardından yazdığı diğer eserlerle konuyu ayrıntılı bir şekilde ele aldı.
Spiritizm‘in ilkelerinden bazıları şunlardır: İnsan üç bölümden oluşur: Ruh, ‘perispri’ ve fiziksel beden. Perispri, ruh ve fiziksel beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı vardır.
Can dediğimiz, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde “ruhlar âlemi”nde doğar. Dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında canlanır. Bir
süre sonra, tekrar dünyada bedenlenir. Sınavlar geçireceği dünyada defalarca doğmasının amacı tekâmül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir zaman
yeniden hayvanbedeninde doğmaz. Çünkü tekâmülde gerileme sözkonusu değildir.
Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır denebilir. Fakat tekâmül dereceleri aynı kalmadığından aralarında, tekâmül farklarından kaynaklanan bir
ruhsal hiyerarşi oluşmuştur.
Ruhlar yalnız Dünya’da değil, evrenin diğer dünyalarında da bedenlenirler.
Ruhlar âlemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle gerek maddi gerekse manevi etkileşim içindedir. Ayrıca ‘medyum’lar aracılığıyla,
bedensiz varlıklarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir.
Fransa ve İspanya Kiliseleri Kardec’in eserlerinin büyük ilgi görmesinden rahatsızlık duymuşlar ve karşı tavır
almışlarsa da, Kardec’in açtığı yoldan giden izleyicilerinin sayısı hızla çoğalmıştır. Deneysel SpiritüalizmLatin
Amerika ülkelerinde Kardesizm adını almıştır. Spiritüalistler reenkarnasyon ilkesini kabul etmese de tüm inanç
sistemlerine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünürler ve inanç ve fikirlerin farklı farklı olmasını doğal karşılarlar.
Çünkü spiritüalistlere göre herkesin gelişim gereksinmeleri bir değildir, dolayısıyla herkesin yürüyeceği yollar
farklıdır; zaten dünyadaki insanların hepsi aynı fikirde, aynı görüşte olsaydı ve hiçbir anlaşmazlık olmasaydı ne
ruhsal gelişim olanağı olurdu, ne de yaşamın tadı kalırdı; herkes robotlardan farksız olurdu. Bu nedenle Neo-
spiritüalistler kimseye “kendi yolunuzu bırakın, bizim yolumuza gelin” diye çağrıda bulunmaz.
Spiritizm’deki ya da diğer adıyla deneysel spiritüalizmdeki reenkarnasyon kavramı, yukarıda açıklandığı
gibi,Hinduizmdeki “tenasüh” adı verilen kavramdan birçok bakımdan farklıdır.
Günümüzde bu reenkarnasyon geleneğinin devamı New Age denilen akımda bulunmaktadır. Günümüzde Yeni Çağ
(New Age) oluşumlarının da ilgi gösterdiği reenkarnasyon kavramını kabul eden örgütlü topluluklardan başlıcaları
spiritüalistler, teozoflar ve antropozoflar adlarıyla bilinirler. Ayrıca, ABD’nde de ruh göçü
kavramları spiritüalizmdeki reenkarnasyon kavramına yakın olmakla birlikte, bu terimi kullanmayan ve kullanan
çeşitli topluluklar ve dernekler bulunmaktadır. [27]
Antropozofi [değiştir]
Antropozofi’nin kurucusu Rudolf Steiner
Rudolf Steiner tarafından kurulan Antropozofi akımında reenkarnasyon kavramının önemli bir yeri vardır. Steiner
ruhları, gelişim amacıyla yeni deneyimler edinmek üzere, her devirde farklı ırklarda, farklı uluslarda bedenlenen
varlıklar olarak tanımlamıştır.
Zaafları, kudret ve yetenekleriyle ruhların kişisel yapıları bulundukları fiziksel bedeningenetik kalıtımının
yansımasından ibaret değildir. Her ruh, gelişim gereksinimlerine göre, gelecek yaşamında bedenleneceği aileyi
kendisi seçer. Kişinin karakteri, geçmiş yaşamlarıyla belirlenir.
Antropozofiye göre “şimdi” “geçmiş” ve “geleceğin” bir tür bileşkesi gibidir. Şimdiye kadar belirlenmiş, kaçınılmaz
hale gelmiş mukadderatımız geçmişteki fiillerimizin bir sonucudur. Karşılaştığımız kimi olaylar, geçmişteki
fiillerimizin sonucu olarak karşımıza çıkmakta, kimi olaylar da bizi geleceğe doğru biçimde hazırlamak üzere
karşımıza çıkmaktadır (sınavlar vs.). Her ikisinde de insana özgür irade hakkı tanınmıştır; mukadderatımızı bizzat
kendimiz yaratıyoruz. Antropozofinin mukadderata bu bakış açısı neo-spiritüalist bakış açısına çok yakındır.
(Bkz. Mukadderat). Antropozofi geçmiş yaşamları ve insan varlığının en derin doğasını idrak edebilme yeteneğini
geliştirmek üzere çeşitli spiritüel egzersizler geliştirmiştir. Ayrıca Steiner, Julianus’tan Karl Marx’a kadar tarihsel
önemi olan birçok kişiyikarmik ilişkileri bakımından incelemiştir. [28]
Teozofi [değiştir]
Teozofi Cemiyeti’nin kurucusu H.P. Blavatsky
Batı teozofisinin kurucusu, daha doğrusu 1857’de Teozofi Cemiyeti’ni kurarak teozofiyi Batı’da kurumsallaştıran
kişi Helena Petrovna Blavatsky‘dir. Teozofi Cemiyeti’ne üye olan ünlü isimlerden bazıları Thomas Alva
Edison, talyum elementini keşfeden William Crookes, sonradan Antropozofi’yi kuran Rudolf Steiner’dir. Batı
teozofisi bir yandanokült tradisyon, diğer yandan Doğu (özellikle Hint) tradisyonları üzerine
kurulmuş,ezoterik bilgilerden yararlanan felsefi bir sistemdir.
Teozofi kurumu üç ilkesini şöyle açıklar:
İnsanlığın evrensel birliği için ırk, renk, inanç ve cinsiyet ayrımı yapmamak.
Din kuralları, felsefe ve bilim sınırlarının ötesinde çalışabilmek.
Doğanın keşfedilmemiş yönlerini ve insanın bilinmeyen yönlerini araştırmak.
Reenkarnasyon modern teozofinin ana ilkelerinden biridir ve bir teozof yazara göre, “modern sorunları çözmede
üstat-anahtar’dır.”[29]
Scientoloji [değiştir]
Reenkarnasyonu kabul eden dini akımlardan biri de temeli ABD’li bilim kurgu yazarı L. Ron Hubbard tarafından
1952′de atılan Scientoloji’dir. “Geçmiş reenkarnasyonlar” anlamında kullanılan “geçmiş yaşamlar” ifadesi
Scientoloji Kilisesi’nin ilke ve uygulamalarında anahtar rolündedir. ABD’de aralarında Xavier Deluc,John
Travolta, Tom Cruise, Juliette Lewis, Catherine Bell, Isaac Hayes, Chick Corea ve Beck gibi ünlü isimlerin de
bulunduğu, [30] milyonlarca izleyicisi olan bu dini akımda, “kişisel manevi denetleme”nin amacı, kişinin yüksek bir
spiritüel idrak haline ulaşarak “yaşam-sonrası” rahatsızlıklardan kurtulabilmesi ve “yaşam-sonrası hafıza”sını
(serbest hafıza) tekrar edinebilmesidir.Reenkarnasyon üzerine bilimsel araştırmalar [değiştir]
Ünlü İngiliz biyolog Thomas Huxley reenkarnasyon fikrinin makul bir fikir olduğunu düşünmüş ve “Evrim ve Etik”
(Evolution and Ethics) ve “Denemeler” (Essays) adlı kitaplarında bu fikri tartışmalı olarak ele almıştır.
ABD‘de son zamanlarda, kimilerince 20. yüzyılın Galilesi sayılan Kanadalı-ABD’li psikiyatrist Ian Stevenson
tarafından sürdürülen bilimsel araştırmaların sonuçlarının yayımlanmasıyla reenkarnasyona olan ilgi biraz daha
popüler hale getirilmiştir.
Reenkarnasyonun varlığının lehindeki en ayrıntılı kişisel rapor dosyaları Virginia Üniversitesi’nden Prof. Ian
Stevenson tarafından “Yirmi Açık Reenkarnasyon Vakası” Twenty Cases Suggestive of Reincarnation,
“Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin ve Doğum Kusurlarının Etiyolojisine Bir Katkı, Cilt 1: Doğum
İşaretleri” (Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of Birthmarks and Birth Defects Volume 1:
Birthmarks) ve “Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin ve Doğum Kusurlarının Etiyolojisine Bir Katkı,
Cilt 2: Doğum İşaretleri ve Diğer Anormallikler” (Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of
Birthmarks and Birth Defects Volume 2: Birth Defects and Other Anomalies) adlı kitaplarda yayımlanmıştır.
(İncelemelerinin bir kısmı Charlottesville Üniversitesi tarafından İngilizce olarak ,6 büyük cilt halinde
yayımlanmıştır.)
Prof. Stevenson 40 yılını, geçmiş yaşamlarını hatırlıyor gibi görünen çocukları incelemeye hasretti. Yaklaşık 1000
çocuk üzerinde incelemelerde bulundu. (İncelediği vakaların sayısı 2002 yılında 2006’yı bulmuştur.) Prof.
Stevenson her vakada çocukların raporlarını metotlu olarak belgeledi. Böylece, çocukların anlattıkları ile ölen
kişilere ait olguların paralellik göstermekte olduğunu doğrulamayı başardı. Aynı zamanda sözkonusu ölen kişilerde
ölüm ve yaralanmaya yol açmış yara izlerinin sözkonusu çocuklarda doğum işareti ve doğum kusuru olarak
belirmiş olduğunu, otopsi fotoğrafları gibi tıbbi kayıtlarla doğruladı.[31][32] Prof. Stevenson’un yardımcılarıyla
bilimsel anlamda son derece titiz bir şekilde incelediği bu vakalarda, geçmiş yaşamlarını (reenkarnasyonlarını)
hatırladıklarını söyleyen bütün çocukların iddiaları araştırılmış ve hepsi doğrulanmıştır. İncelemelerini genellikle
reenkarnasyona inanılan ülkelerde sürdürmüş olan Stevenson, yayımlanan son kitabında ise Batı’da rastladığı 6
vakayı sunmuştur. [33]
Stevenson tarafından belgelenmiş tipik bir vakada, Beyrut’taki bir çocuk 25 yaşında bir motor tamircisiyken plaj
yolu üzerinde hız sınırını aşmış bir arabanın çarpmasıyla ölmüş olduğunu anlatmaktaydı. Çeşitli tanıklıklara göre,
çocuk sürücünün adını, kazanın tam olduğu yeri, motor tamircisinin kızkardeşlerinin, anne ve babasının,
kuzenlerinin ve birlikte ava gittiği arkadaşlarının adlarını veriyordu. Vaka doğrulandı, çocuk sözkonusu motor
tamircisinin ölümünden birkaçyıl sonra doğmuştu ve çocuğun ailesinin ölen adamla görünür hiçbir irtibatı yoktu.
[34]
Stevenson’un ilk incelemelerini daha ziyade, reenkarnasyona inancının yoğun olduğu ülkelerde yapmıştı. Bu
bakımdan bir eleştiri aldığında, bu kez incelemelerini Batılı ülkelerde de yaptı ve Avrupa’da incelediği bu tür
reenkarnasyon vakaları üzerine bir kitap yayımladı.[35]
Daha başka birçok kişi reenkarnasyon fenomenini sorgulamış ve bunun makul bir fenomen olduğu sonucuna
varmıştır. Bu kişiler arasında Peter Ramster, Dr. Brian Weiss, Dr. Walter Semkiw ve başkaları sayılabilir. Fakat bu
kişilerin çalışmaları bilim çevreleri tarafından genellikle kuşkuyla karşılanmıştır. Dr. Karl Sagan gibi bazı
kuşkucular, daha fazla reenkarnasyon araştırmasının yapılması gerektiği düşüncesindedirler.[36]
Stevenson’un Reenkarnasyon Araştırmalarının Özellikleri [değiştir] Vakaların ve verilerin ulaştığı miktarın çokluğundan, reenkarnasyon taraftarları için teorinin doğru olduğu kesin sayılır.
Araştırmaların büyük bölümü üniversiteler tarafından gerçekleştirildi.
Madde ve metodlar açıkça ortaya konulmuştur.
Uzman dergilerinde bilimsel tartışmalar olmuştur.
Dört üniversite tarafından tekrarlanan deneylerin benzer neticeler gösterdigi bilinir.
Araştırmalar dinlerden bağımsız gerçekleşmiştir.
Araştırmalarda maddi çıkarlar gözetilmemiştir.
Araştırma tekniklerindeki titizlik eleştiriciler tarafından da kabul edilmiştir. Tartışma konusu sadece verilerin yorumu üzerinedir.
Sembolizm‘De Reenkarnasyon [değiştir]
Eski uygarlıklarda ve çeşitli geleneklerde ruh göçünün simgelenmesinde
şu sembol vesembolizmlerin kullanıldıkları ileri sürülür: Kuyruğunu ısıran yılan, ağaca dolanmış yılan, kelebek,
spiral, feniks, mumya üzerine konulan ankh, kemik, daire, bilgi ağacının ya da hakikat ağacının meyvesinin
yenilmesi, yaşam çarkı (budizm), geyik (şamanizm), ırmağın karşı kıyısına geçen ak koyunun kara koyuna
dönüşmesi (Gal), suyun bir vazodan ötekine aktarılması (eski Yunan). Fakat bu semboller tekanlamlı
olmadıklarından, yalnızca ruh göçünü simgelemek üzere kullanılmadıkları, çokanlamlı bu sembollerin farklı
bağlamlarda farklı anlamlarda kullanıldıkları belirtilir.
II – Reenkarnasyon Hiçbir Din Tarafından Kabul Edilemez;
“…Önce dinler konusundan başlamak istiyorum. Tek tanrılı dinlerin, reenkarnasyonun varoluşunu kabul etmeleri
bir kere mümkün değil, çünkü böyle bir kabulleniş kendilerini inkar etme anlamına geliyor. Mesela Hristiyanlığı
ele alalım. İncil’in düzenlendiği 325’teki İznik Konsülü esnasında, reenkarnasyonun varlığı ile ilgili bilgilerin
çıkarıldığı iddia edilegelmiştir hep. Böyle bir şey var mı yok mu bilmiyorum, ama yapılan bana hiç de mantıksız
gelmiyor. Sonuçta Roma İmparatorluğu’nun kalanını bir arada tutmaya çalışıyorsunuz ve din bunun için elinizdeki
en güçlü koz ve elinizde de Hristiyanlık gibi henüz taze sayılabilecek, ama çok da güçlü bir inanış var. İnsanlara
cennet ve cehennemi, yargılamayı anlatırken, gidip onlara, “siz yeniden bedenleneceksiniz bu dünyaya” diyebilir
misiniz? Sormazlar mı o zaman, “peki biz o zaman hangi hayatımızla yargılanacağız?” diye. Daha da önemlisi,
böyle bir öğreti insana bir yandan da “sen ölümsüz bir varlıksın, çünkü bak ölüyorsun, ama geri geliyorsun”
demek anlamına gelmez mi? Ölüm korkusu, insanlık için en temel yaşam motivasyonuyken, siz bir anda insanlara
“ölümsüz” olduğunu söylüyorsunuz dolaylı bir şekilde. Peki ölüm korkusu ortadan kalkmış bir kitleyi nasıl yönetir
ve yönlendirebilirsiniz ki? Şimdi kendinizi Papa’nın yerine koyun. Yüzyıllara dayanan bir gücünüz var, müthiş bir
güç ve takipçilerinizin çoğunluğunun da “yargılanma günü”ne dair inanışları ve korkuları var ve aslında gücünüz
de biraz da bu korkulardan besleniyor. Şimdi siz kalkıp “reenkarnasyon vardır” dediğinizde, mevcudiyetinizi
sorgulatırsınız, sisteminiz olduğu gibi çöker. (Tabii bunun alternatifi, insanların korkuları değil, sevgisi üzerine
kurulu bir yapı inşa etmektir. O zaman ne dersen de, hiçbirşey çökmez; çünkü orada tam anlamıyla “yol
gösterici”sindir, “sığınılan” değil.) Bu nedenle, dinlerin “reenkarnasyon”unu kabulünün mümkün olmadığını
düşünüyorum ben. (kaynak :http://www.derki.com/ruhsallik/item/2035-tekrar-gelir-miyiz)
.
II – Kur’an da Reenkarnasyon Şifreli Bir Şekilde Yeralmaktadır :
(kaynak : Burak Özdemir – Levhi Mahfuz)
D : Afrika’da 5 yaşına gelmeden ölen çocukların yıllık toplam sayısını biliyor musun?
B : Kaç?
D : Yaklaşık 11 milyon.
D : Din hocalarının sana anlattığı ahiret gününü bir hayal et. Tüm nesiller, Tanrı’nın huzurunda biraraya
getirildiğinde 6 aylık, 1 yaşında, 2 yaşında, 3 yaşında, 4 yaşında ölmüş çocukların sayısı sence ne olurdu?
B : kuraklığı 2 yüzyıl olarak varsayarsam ve rakamı yuvarlarsam 2 milyar!
D : Bebeksin, Afrika’nın çorak topraklarında doğmuş, doğduğun gün itibariyle açlık ve hastalıklarla boğuşmuşsun.
Ve çok geçmeden dayanamamış ölümüşsün. Hesap gününde Tanrı’nın karşısına çıkmışsın, Tanrı, senin sonsuz
Cennet’i ve sonsuz Cehennem’i hak etiğine hükmedecek. Özgeçmişin ise oldukça kısa:
Doğdum, Acıktım, Susadım ve öldüm.
O kısacık hayatında sen neyi ispat etmiş olabilirsin?
O kısacaık hayatında sonsuzluğun iyisi ya da kötüsünü nasıl haketmş olabilirsin?
B : Bence bu kadar kısacık bir yaşamla sonsuzluğun güzeli ya da çirkini hak edilemez. Çok kısa gerçekten, aaa
belki de onlar melektir?
D : İnsanlar melek değildir, melekler de insan değildir. İkisinin ayrımı çok ne değil mi?
B : Evet, ihtimaller üzerinden gidiyorum, 2 milyar çocuğu cehenem’e kilitlemeye ne dersin?
D : 2 milyar çocuk hep bir ağızdan bana “bu haksızlık! Öldüğümüzde biz daha bebektik.. “ demez miydi?
B : O zaman sen de onları Cennete gönder
D : Diğer milyarlar “Bu haksızlık! Keşke bizi de bebekken öldürseydim…”
demezler miydi? En başta sen itiraz etmez miydin?
B : Sonsuza kadar basının etim yercim’ Beni de çocukken öldürseydin bu
günahları işlemezdin diye bağırır dururdum.
D : bundan adım gibi eminim! Çocukkem ölenlerin ahiret akibetlerinin ne olacağı konusu, islam bu tartışma
konusuna hiç yabancı değildir. Sana verdiğim Afrikalı çocuklar, İslam için bir örnekten de öte, güncel bir tartışma
konusu olmuştur. Diri diri toprağa gömülen kız çocukları… İslam alimleri bu çocukların cennetemi cehennememi
gideceğine bir türlü karar verememiştir. Kimileri peygambere sözde atıflar yaparak onun ağzından hayatını
adadığı mücadeleye aykırı sözler “almış”, “peygamberimiz gömen de gömülen de cehennemdedir buyurmuştur”
demiştir. Buna karşılık başka hadisler , diri diri gömülen çocukların cennette olduğunu bildirmiş ve bu yanıtı
afrikalı çocuklar konusundaki gibi aynı sorunsala bağlamış ve sorduğumuz soruya, gelmiş geçmiş hiçbir “imam”
sıfatlı alim tarafından yanıt bulunamamıştır.
Tekvir Suresi 8-9 Ayetleri
Ve “diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman “hangi suçtan öldürüldü?
O gün, gömülenlerin yanında gömülmeyenlerinde de söyleyecekleri olur
“BENİ DE GÖMMÜŞ OLSAYDINIZ ŞU ANDA BURADA BULUNMAZDIM”
B : .. peki bu inanılmaz manzaranın Kur’anda delili varmı?
D : Yüzlerce…
Bakar Suresi 56. Ayet:
Sonra ölümüzün ardından sizi dirilttik ki şükredebilesiniz
D : Ne görüyorsun.
B : Diriliş diyorsan, bu hesap günüyle yani ahiretle ilgili bir şey olsa gerek
D : Hesap gününde neden şükredesin? Yaptıklarının hesabını vereceğin içinmi Cehennem’e gireceğin için mi? Her
şeyden önce şükretmek için biraz geç değilmi?
B : Evet, ilginç.. Henüz yaşamadığım bir şey için nasıl şükredebilirim? Peki hesap gününün varlığı için şükretmek
anlamı çıkmaz mı burdan?
D : Çözümlemelere başlıyoruz… Ayet, “Şükredebilirsiniz” ifadesiyle bitiyor. Kur’an da aynı kelimeyle biten ayetleri
listeleyelim. Bakalım şükredebilmeye yüklenmiş Kur’ani bir anlam bulabilecekmiyiz? Aşağıdaki ayetlere bakarak,
Kur’an da şükür eyleminin bugüne mi yoksa yarına dair bir kavram mı olduğunu bana söylemeni istiyorum.
Casiye Suresi 12. Ayet :
Allah size denizi boyun eğdirdi ki içinde gemiler O’nun emriyle akıp gitsin, lütufta istekte bulunasınız ve
şükredebilesiniz.
Al-i İmran, 123. Ayet:
Yemin olsun ki, ezik – boynu bükük olduğunuz bir sırada Allah size Bedir’de de yardım etmişti. O halde Allah’tan
korkun ki, şükredebilesiniz.
Maide 6. Ayet :
Ey iman sahipleri! Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başınızı meshedin
ve topuklara kadar ayaklarınızı meshedin yahut yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin. Hasta yahut yolculuk
halinde iseniz yahut biriniz tuvaletten gemişse yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanoz temiz bir
toprakla teyemmüm edin : yüzlerinizi ve ellerinizi ondan meshedin. Allsah size zorluk çıkartmak istemiyor. Ancak
sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki şükredebilesiniz.
Maide 89 :
Allah yeminlerinizdeki boş lakırtıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi
sorumlu tutar. Böyle bir yeminin kefareti ailenize yedirmekte olduğunuz orta derecesinden en yoksulu doyurmak,
yahut onları giydirmek, yahut da özgürlüğündne yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kabuşturmaktır. Bunlara
imkan bulamayn üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun.
Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredesiniz.
Nahl 14:
Ve O’dur ki, içinizden taze bir et yemeniz ve kuşanacağınız bir süs çıkarmanız için denizi emrinize vermiştir.
Gemileri onda yara yara gider görürsünüz. Böyle yapmıştır ki, O’nun kereminden nasip arayasınız ve
şükredebilesiniz.
Nahl 78 :
Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bimiyordunuz, şükredebilesiniz diye size işitme gücü,
gözler ve gönüller verdi.
Hac 36 :
Biz o büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır.
Onlar ayakları üzrine sıralanmış halde dururken, üzerlerine Allah’ın ismini anın. Yanları yere yaslandığı zaman da
onlardan yiyin, isteyen yoksulu da istemeyen yoksulu da doyurun. Allah o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki
şükredebilesiniz.
Kasas 73 .
Rahmetin bir eseri olarak geceyi ve gündüzü sizin için oluşturdu ki, onda sükunet bulasınız, O’nun lütfundan bir
şeyler dileyesiniz ve şükredebilesiniz
Rum 46 :
O’nun ayetlerindendir ki, size rahmetinden tattırsın; gemiler, buyruğu ile akıp gitsin. Lütfundan nasip arayasınız
ve şükredebilesiniz diye, rüzgarları müjdeciler olarak gönderir.
Bakara 56:
Sonra ölümüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.
B : hmmm. İlginç geldi. 9 yerde alabildiğine somut ve yaşanmış şeyler için kullanıyorsun. Denizler, rüzgarlar,
gece-gündür, Bedir Savaşı, açıklama, yudular, büyükbaş hayvanlar için şükredebilesiniz diyorsun. Ve sonra diriliş..
Büyük bir tezat var gibi duruyor. Ölümden sonra diriliş yarınlarda değil, dokunabileceğin gerçeklikte, dünden
geliyor diyorsun!
D : İste şimdi “dirilttik ki şükredebilesiniz” ayetine, ondan bir önceki ayetle birlikte bakmanın tam zamanı
“ve demiştiniz ki : “Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız”. Bunun üzerine yıldırım sizi
[kendinizden] almıştı. Ve siz bakıp duruyordunuz. Sonra ölümüzün ardından sizi dirilttik ki şükredebilesiniz.”
B : bize o günlerde yaşamışız gibi hitap ediyorsun. Kur’an İsrail’de indirilmiş olsaydı o zaman bir anlamı olabilirdi.
Ama değil! Sen müslümanlar’a Yahudiler üzerinden “siz” diyorsun!…
…Yalnız içime bir kurt düştü. Kur’an’da Musa’yla ilgili bir olayı anlatan bir bölümden bir cümleyi çekip almış
olmadık mı?
D : Kur’an neden paragraflar halinde değil ayetler halinde indirildi zannediyorsun? Ayet, cümle demek değildir.
Ayetler, tek başına ele alındığında da tutarlı varoluş bilgisi sınabilen ifadelerdir. Kur’an’da kimi ayetler 50
kelimeden oluşur, kimisi ise sadece 5 kelimedir. Birinin 50, birinin 5 kelimeden olmasının bir anlamı vardır. Eğer
“ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredebilesiniz” ifadesi bir ayetin bir cümlesi olsaydı, onu oradan çekip
çıkarmamız doğru olmazdı… İfadenin ayrı bir ayet olmasının amacı, senin onu önceki ve sonrakinden bağımsız
olarak değerlendiridğinde bir mesaj bulacağın içindir. Diriliş-şükretme denklemi, Yahudiler’in başından geçen
olaya özgü değildir. Kur’an, geçmişin değil geleceğin kitabıdır. Yer verilen her ayetin gelecekle ilgili bir anlamı
olmalıdır. Amaç, tarihten kesitler sunmak değildir….
D : Bakara 28 :
Nasıl oluyorda Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir
ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
B : bu ayet de çok açık. Dirilişin tekil değil, çoğul olduğunu anlatıyor.
D : Duhan 8:
O’ndan başka ilah yoktur; dirilir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
B : …neden “öldürür-diriltir” demedin de “dirildir-öldürür” dedin?
B : ÖLDÜRÜR DİRİLTİR ÖLDÜRÜR
Ölmem için de daha önceden dirilmiş olmam gerekir.
DİRİLDİR ÖLDÜRÜR DİRİLTİR ÖLDÜRÜR
Evet.. bir kereden fazla yaşadığım çok açık.
D : …”Atalarınız da Rabbi’dir” demenin cümleye bir katma değeri yok. Tüm insanların Rabbi olduğumu öok yerde
anlatırken, ayette özellikle “atalarınıza” bir vurgu daha yapmanın bir anlamı varmı sence?
B : yeniden dirilişi anlatırken de atalarımızdan bahsederken de, aslında atalarımızın bir olduğumuzu anlatmaktı
amacın. Biz geçmişte de vadık.
D : …Arapçası “evvel” olan “önceki” kelimesine dikkatini çekmek isterim. Atalarımızın başına o kelimeyi
koymasaydım da önceki atalarınızdan bahsettiğim açık olurdu. Nitekim Kur’an’da atalar kelimesinin her
kullanışında başa “evveliyn” konmaz. “Önceki” kelimesinin cümleye bir katma değeri yoktur. Yani, çıkardığında
anlam değişmez. “rabbü adalkümül evvellyn” yani “önceki atalarınızın da rabbi’dir” ifadesinin amacı, tekamülün
evvelden başlayan bir süreç olduğunu anlatmaktır.
D : …Diriliş paradoksal bir kelimedir. “Yaşamak” gibi kelimelerden farklıdır. Diriliş kelimesinin içinde, hem yaşam
hem de ölüm saklıdır.
Ve Kur’an da sizi yarattı ifadesi yaratılışın ilk safhası anlatılırken kullanılır. Sonraki dönem için “Sizi yarattı”
yerine “sizi diriltti” ifadesi tercih edilmiştir. Bu da boşuna değildir.
Enam 122 :
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç,
karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kafirlere, işlemekte
oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.
“İnsanlar arasında yürüyeceği” ifadesi, dirilişin yaşamın sonrasında değil öncesinde gerçekleştiğini ifade işaret
eder. Örnek verilen kimse hayata yoktan yaratılarak değil, dirilterek başlamıştır. Yaşamından öncesi hiçlik
aşaması değildir. Ölüm aşamasıdır. Ölmüş olması gerekir.
Rum 27:
O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu O’da göre [ilk yaratmadan] daha kolaydır.
Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
B : Yaratmayı tekrarlayacaktır” ifadesi her şeyi anlatıyor.
D : Hac 66:
O, size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz, insan çok nankördür.
B : Yeni bir diriliş ve şükretme eşleştirmesi… İnsanların çoğu Cehennem’e girecekse, dirilişe inanmamak neden
nankörlük olabilir? Dirilişte tüm isanlar için nimet olan bir şey olmalıdır.
D : Yasin 6:
Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kabmi uyarman için [gönderildin]
B : Bunu ben yorumlayabilirim. Babalarının günahı neydi, onlar neden uyarılmadılar? Gafil bir şekilde yaşayıp
ölmelerine neden müsaade gösterildi? Hani sen onların Rabbi’ydin? Geleneksel inancın ahireti gerçekleştiğinde
onlar “Oğullarımıza her şey anlatıldı ama bize böyle bir şans verilmedi” demeyecekler mi? Onlar böyle diyorken
yargılama nasıl adil olabilecek? Aynı, Müslümanlar’a Yahudiler üzerinden “siz” dediğin gibi… Sen babalar derken
onların geçmiş yaşamlarına dikkati çekiyordun. Gelen kadim bilgi, önceki yaşamlarında karşılarına çıkmayan bir
bilgiydi.
D : …kitapta geçen sık tekrar konusunu konuşmuştuk. Kur’an, çok nemli pek çok konuyu tek bir ayetle değinirken,
yani “kelam” bu kadar değerliyken, bazı ayetlerin ısrarla tekrarlanmasının bir sebebi olduğunu biliyorsun.
Aşağıdaki ayetleri analiz edelim:
Al İmran 190:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten
ayetler vardır.
Bakara 164:
Şüpesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde… düşünen bir topluluk için
gerçekten ayetler vardır.
Yunus 6:
Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan
bir topluluk için elbette ayetler vardır.
Furkan 62:
O, gece ile gümndüzü birbiri ardınca kılandır.; öğüt alıp düşünemk isteyenler ya da şüktermek isteyenler için.
Hac 61 :
İşte böyle; çünkü Allah, geceyi gündüze bağlayıp katar ve gündüzü geceye bağlayıp katar.
Nur 44:
Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Gerçekten bunda basiret sahipleri için birer ibret vardır.
Lokman 29 :
Görmüyor musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze, gündüzü de geceye bağlar. Güneş ile ayı emre amade
kılmıştır. Her biri, adı konulmuş bir ecele kadar akıp gider. Allah yaptılarınızdna haberdardır.
….
Al-i İmran 27 :
Geceyi gündüze bağlarsın, gündüzü de geceye bağlarsın; ….
B : Gece ile gündüzün art arda gelmesinin altında bir sır var bu çok açık! “Gece ile gündüzün ardarda gelmesini
onun ayetlerindendir” diyorsun… Çeşitli olayların zamanlamasından bahsetmek için kullandığın gece ve gündüz
kelimelerini bir kenara ayırıyorum. Felsefik kullanımda Kur’anda gece ile gündüz kelimeleri hep birlikte yer alıyor.
Aslında bakarsan gece ile gündüzün art arda kullanıldığı yerlere iyice kafa yorun, bir mesaj var diyorsun.
D : Al-i İmran 27’nin devamına baktığında, sır sana “buradayım” diyecek,
Al-i İmran 27:
Geceyi gündüze bağlarsın, gündüzü de geceye bağlarsın; diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın…”
D : …Ayetlerde geçen gece ve gündüz kavramları birer sembol. Kur’an da “gündüz” yaşamdır, “gece” ise ölüm…
Ömür ise gece ve gündüzlerin toplamıdır.
Enam 60 :
Sizi geceleyin öldürü ve gündüzün veler yapıp neler kazandığınızı bilir, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar
onda sizi dirilten O’dur.”En son dönüşünüz” O’nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir.
B : Gece ile gündüze sembol olarak baktığın zaman, yukarıdaki ayette gece uykusundan bahsettiğin zannediliyor.
Ama hayır, geceleri biz ölmüyoruz ki! Sen bedenin çürümeye başladığı tipik ölümden bahsediyorsun. “En son
dönüşünüz O’nadır” ifadesi de diriliş sürecinin sonsuza dek sürmeyeceğini, bir yerde sonra ereceğini anlatıyor.
D : Gündür ve gecenin toplamı bir gündür. “Gündür”, içinde bulunduğun ömrün bir gün olduğunu anlatır. Gecenin
ardında seni “yeni bir gün” daha beklemektedir.
Secde 5:
Allah, gökten yere her işi evirip düzene koyar. Sonra işler, sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine
O’na yükselir.
Hac 47 :
Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
B : Gün kavramına açıklık getiriyor ve onun Tanrı’nın zaman dilimindeki gün olarak kullanıldığını anlatıyorsun.
D : gece ile gündüz, günün kesitlere ayrılmış halidir. Gece-Gündüz kriptosu Kur’an’ın gece ile gündüzün toplamını
yani “bir gün” ifadesini kullandığı ayetlerde de devam eder. Dirilen kişiler, ömürlerini “bir gün” olarak
algılamaktadır…
Bakara 259 :
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini [görmedin mi?]. Demişti ki : “Allah, burasını
ölümden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti [ve ona] Dedi ki;
“Ne kadar kaldın?” O : “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi.
Kehf 19 :
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik. İçlerinden bir sözcü dedi ki: “Ne kadar Kaldınız?”
dediler ki : “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık” Dediler ki : “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir…”
B : çok ilginç.
D : Belki de daha da ilginç olan, ahirette dirilenlerin de ömürlerini “bir gün” olarak algılamasıdır.
Müminun 112-113:
Dedi ki : “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki : “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık,
sayanlara sor”
Taha 104 :
Daha akıllı olanları : “Siz yanlızca bir gün kaldınız” derler.
B : Burada tek bir şey var kafama oturmayan. Gündüz yaşıyorum. Gece bir ölü doluğum için gün eksik kalıyor. Bir
gün olmuyor ki.
D : gece, ruh varlığı olarak idrak ettiğin kişisel ahiretindir.
B : Gündüz olduğunda gece gördüğün “rüyaları” hatırlamasan da..
D : “Uyku” konusunu biraz daha kurcalayalım.
Zümer 42 :
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyenin ise uykusunda canını alır. Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı
verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir toplum
için gerçekten ayetler vardır.
B : bir ayet, “bunda düşünebilen bir toplum için gerçekten ayetler vardır” ile bitiyorsa, orada durur düşünürüm
arkadaş. Bu laf olsun diye söylenmiş bir söz olamaz. “Üzerinde yeterince düşünmezsen, buradkai kriptoyu
göremezsin” diyor, daha ne desin?
D : ..Söylendiği gibi, bu ayetteki “uyku” kelimesi okuyanları hep yanıltmıştır. Küçük bir şey gözlerden kaçmıştır.
B : Bildiğimiz ölümle bildiğimiz uyku nasıl aynı olabilir? Beden uykudayken ölmez ki!
D : Uyku iki yaşam arasında geçen, “gecenin karanlığındaki” süreçtir.
Nahl 77 :
Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Dünyanın sonu da yanlızca göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır.
Şüphesiz, Allah her şeye gücü yetendir.
Dünyanın sonunun göz açıp kapama olarak tanımlanması gerçek bir dehanın ürünü bana sorarsan. Dünyan geçici
bir süre kararıyor.. Sonra da aydınlanıyor. Ahiretin, kişisel bir konu olduğunu harika bir biçinde anlatıyor.
D : bu ayetlere geri dönelim :
Secde 5 :
Allah, gökten yere her işi eyirip düzene koyar. Sonra işler, sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine
O’na yükselir.
Hac 47 :
Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınzdan bin yıl gibidir.
Onlardan ne öğrenmiştik?
B : Kur’an daki bin yıllık gün kavramının, kişinin tekamülüne dek geçen yaşamlarının toplamını anlattığını.
D : Nuh peygamber’in bu kadar “uzun” ömürlü olmasının sırrını çözmemizin zamanı gelmiş…
Ankebut 14 :
Andolsun, bir Nuh’u kendi kavmine gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar
zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
B : Ben bunu bildiğimiz ömür olarak düşünmüştüm hep. Bu kadar uzun olmasına da çok şaşırmıştım açıkçası.
D : Bu ayet, anlam vermesi en güç olan Kur’an ayetlerinden biridir. Nuh nasıl olup da bu kadar uzun
yaşayabilmiştir? Bu, matematiksel olarak Cengiz Han’ın halen yaşıyor olması hatta son nefesini 22. Yüzyıl da
verecek olmasıdır. Nuh’un uzun ömrü gerçekten de çok büyük bir gizemdir.
(Sy 67 – 78)
Hz Nuh’un 950 yıl yaşaması hakkında
(kaynak : http://ahmetdursun374.blogcu.com/tanri-tanrinin-dogum-gunu-1/2339272 )
TANRI
Nuh Peygamber’in bu kadar “uzun” ömürlü olmasının sırrını çözmemizin zamanı gelmiş…
Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar
zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
Kur’an-ı Kerim Ankebut Suresi 14. Ayet
BEN bunu bildiğimiz ömür olarak düşünmüştüm hep. Bu kadar uzun olmasına da çok şaşırmıştım açıkçası.
TANRI
Bilimsel bir alan olan “Average Life Expectancy” yâni, ortalama yaşam beklentisi kavramına bir göz atalım. Bu
dalın ortaya koyduğu gerçek, ortalama insan ömrünün çağlar ilerledikçe arttığıdır.
Dönem Yaşam Beklentisi
Neolitik Çağ 20 yıl
Bronz Çağı 18 yıl
Antik Yunan 28 yıl
Antik Roma 28 yıl
Ortaçağ İngiltere si 33 yıl
Bu tabloya baktığında 950 yıl gerçekten de fazlasıyla ütopik bir süredir.
Bilimsel bulguların zaman içinde hep haklı çıkardığı Kur’an, nasıl olup da bilimle bu kadar açıkça ters
düşmektedir?
950 yıl, Nuh’un tekâmül süresini anlatıyordu. Kur’an, kavramları şifreler ama bu şifre yanlış bir bilgi verme
şeklinde olmaz. Kur’an, “yanlış bilgi vermemek adına” Nuh için 950 yıl “yaşadı” demez. “Aralarında kaldı” ifadesi,
ömürle ilgili ucu açık bir anlatımdır. Buradaki bir diğer önemli nokta, 950 yılın doğrudan ifâde edilmemesidir.
Ayeti okuyan kişi önce “bin yıl” kavramına gönderilir, sonra bundan 50 yıl çıkarması söylenir. Bin yıl, Kur’an’ın
ruhların tekâmül ömrünü simgeleyen sembol rakamıdır.
Bedensel bir diriliş için, dünyaya da ihtiyaç vardır. Ahiret sonsuzluktur. Sonsuzluk, sâdece ruhlar için geçerli bir
takvimdir.
Sonsuzluğun ortasında bedenlere yer yoktur.
Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar
konuşmazlar. (Konuşacak olan da) Doğruyu söyleyecektir.
Kur’an-ı Kerim Nebe Suresi 38. Ayet
Ahiretin mutlak anlatımı bu “Rahman”lı ayettir. İyice bak. Tekrar tekrar bak. Safların arasında bir beden
görebiliyor musun? ihai ahiret, kavuşma günüdür. Tanrı’nın ruhundan üflenmiş ruhun, ona geri dönmesidir.
TANRI
BEN bana şunu sormanı bekliyorum: O gün melekler çoğulken, “ruh” neden tek?
BEN
Ama dikkatimi çekti biliyorsun. Melekler hepsi birlikte bir saf oluşturmuşken, neden diğer safta ruh tek başına?
Nasıl oluyor bu?
TANRI
Ayette bahsedilen “ruh” Ademoğulları’dır. Âdem, varoluşun simgesidir. Ademoğulları ise insanların toplamıdır.
Tüm ruhların toplamı, Ademoğlu’nun “bir” olmuş halidir.
Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz yalnızca tek bir kişi gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Kur’an-ı Kerim Lokman Suresi 28. Ayet
Ademoğulları, insanlığın nesillere bölünmüş halidir. Tanrı meleklerine, Âdem’i yaracağından bahsetmişti
hatırlıyorsun.
BEN
Peki insanlığın geçmişi, geleceği toplam kaç “gün”?
TANRI
Altı. Yaradılışın 6 günü, tekamülün toplam süresidir. Papa’nın “Tanrım nerelerdeydin?” serzenişinin altında da, “6
gün” kavramını varoluşun öncesine ait zannetmesi vardır. O ve diğerleri, 6 günden sonra Tanrı’nın ortadan
kaybolduğunu zannetmektedir. Gerçekte Tanrı elini, varoluşun üzerinden hiçbir zaman çekmemiştir. İnsanlık ve
varoluş halen 6 günün içinde bir yerlerdedir.
BEN
Hadi devam edelim, yeni kriptolar çözelim. Kıyamet nasıl kopacak çok merak ediyorum. Meteor düşecek değil mi?
TANRI
Kıyamet dendiğinde aklına hep felaketler geliyor. Önce, kıyametle ilgili temel yanılgıyı düzeltelim.
Bildiğin tüm kıyamet senaryolarını yan yana diz. Hepsinin içinden, günahkar bir insanlık ve kızgın bir Tanrı çıkar.
İnsanların zihnindeki kıyamet filminin ilk repliği: “Biz çok kötüyüz. Tanrı bizden intikam alacak”tır. Bunu
“Tanrı’nın intikamı çok debdebeli bir şey olmalıdır” takip eder. Senaryo böyle olunca, karşına yıkılan dağılır,
patlayan volkanlar, fışkıran alevler çıkar…
BEN
Evet, sen insanları cezalandırmak istesen neden bunu dünyayı yok ederek yapasın ki. Zâten hepimiz ölüyoruz bir
bir… sen ceza makamıysan, nihai istikametimiz zâten ilâhî cezaevi… Aslında BEN kıyameti, hep sembolik bir yıkım
olarak düşünmüşümdür. Bu senaryoda aklıma yatmayan, yıkımı neden önceki kuşakların yaşamadığı, sâdece
dünyadaki son jenerasyonun kıyameti gördüğüydü. Yâni, bir günah varsa bu hepimizindir…
TANRI
Kıyametin zihnindeki imajı, insanlığın yaratıcısını hayal kırıklığına uğratması ve bunu takip eden ilâhî bir öfke
üzerine kurulu…
İnsan, değişmek zorundadır. Tekâmül değişmeyi zorunlu kılar. Kişi, kendini aşmaya mecburdur. Kıyamet,
kendisini değişime açmayanlar içindir. Kur’an’daki kıyamet, sarsıntılı değişimdir. Yaşamı yönlendirir. Rasyonel
nedenleri vardır.
Sezgileri açık olanlar için onun geleceği çok açıktır. İnsanlık kıyametlerle, geleceği öngörmek konusunda büyük
bir sınav verir. Nuh tufanı da kıyametlerden biridir.
Kıyamet bir felakettir. Dünyanın dönüşümünü idrak etmeyen ve değişime direnenlerin felaketi… Çağlar değişir
ama değişime direnenler hep aynı kalır. Bir zamanlar, dünyanın döndüğünü kabul etmeyen insanlar bugün de
dünyanın dönüştüğünü kabul etmemektedir.
Kıyamet, dünyanın son günü değildir. Dünyanın sonu geldiğinde yaşanması gereken her şey zâten yaşanmıştır.
Seni yanıltan şey, dünyanın sonu için kullanılan debdebeli anlatım biçimidir. Bu anlatımın amacı, dünyanın
geçiciliğini zihinlere yerleştirebilmektir.
İnsan, değişime risk almaktan korktuğu için direnir. Hızla hareket eden bu evrenin içinde, hareket etmeden sabit
durmaya çalışmak gerçekte risklerin en büyüğüdür. Tanrı bile indirdiği hiçbir dinî bir öncekinin aynısı kılmamış,
sürekli geliştirmiştir. Değişmeyen, yenilenmeyen, evrenin akışına uymayan her şey kendi kıyametinin altında
ezilecektir.
Reankarnasyon olabilirde, olmayabilirde;
“319. Yûnus Suresi 16. ayette: “İçinizde daha önce bir ö-mür kaldım.” denmektedir. Bu, reenkarnasyonu gösterir
mi?
Bu ayet reenkarnasyona bir işaret olabilir. Kesin hüküm veremeyiz; çünkü ifade müteşâbih (çok boyutlu) bir
ifa¬dedir. Kesin gerçeği Allah bilir. (SY.273-274) (kaynak: yaşar nuri öztürk – cevap veriyorum 1)”
Kur’anda Reankarnasyon Vardır, fakat Budistlerin İnandığı Gibi Değildir;
“İnsanın tek bir hayatında tekâmül edemeyeceği aşikârdır. Onun için Tekâmülün olmazsa olmazlarından olan
yeniden doğuş konusunu Kuran açısından biraz incelemek istiyorum. Fakat bu konuda bir sürü internet sitesi veya
kitap var. İsteyenler o kaynaklardan da yararlanabilir. Çünkü ben çok detaya girmeyeceğim. Önemli gördüğüm ve
pek önem verilmeyen bir yön ile başlayayım.
NUH 17
Allah sizi yerden bir bitki bitirir gibi bitirdi.
RUM 19
O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle
çıkarılacaksınız.
RUM 50
Şimdi bak Allah’ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka
ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir.
KAF 11
Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir.
Bu ayetlerin benzerleri Kuran’da çoktur. Allah bir bitkinin ilkbaharda nasıl canlandığını, ya da bir tohumun kışın
ölmediğini bilir. İnsanın oluşmasına örnek olarak özellikle bitkiyi seçmiştir. Toprağın kışın uykuya yatmasını
ölümle özdeşleştirmiştir. Oysa ne toprak nede tohum kışın ölmez, sadece beklerler. Gerekli şartların oluşmasında
hemen canlanırlar. İşte insan ruhu da ölmez bir yerde bekler. Görüldüğü gibi Allah toprağa can verdiği gibi insanı
da hayata çıkarır. Yani doğanın her yıl yaptığını ruh da yapar. Ruh ölür yani öte dünyaya gider orada bekler ve
baharda uyanan tohum gibi doğar. İşte uyanıp ölen doğa tam olarak ruhun geliş gidişi ile özdeştir. Bu geliş
gidişlerin finali ise kıyamettir. İnsan son kez kıyamette dirilecektir.
Bunu böyle kabul etmeyen birçok kişi vardır. Fakat ben bu örneğin özellikle seçilmiş olduğunu ve gizlenen ruh
konusu yüzünden üstü örtülü anlatımla yeniden doğuşun varlığına delil oluşturulmak için verildiğini düşünüyorum.
Değinmek istediğim bir konu da Kuran insanı yaratmaktan değil diriltmekten bahsetmektedir. Yaratmak sıfırdan
üretmektir. Diriltmek ise var olanı canlandırmaktır. Yani var olan ruha bir beden verip onu dünyaya göndermektir.
Ben Kuran’da yeniden doğuşun olmadığını söyleyen bir ayete rastlamadım. Hep iddia edilen ve yeniden doğuşu
çürüttüğünü iddia ettikleri Münâfikûn 10-11, Vakıa 83-87, Zümer 58, Mü’minûn, 107-108 ayetlerin benzeri olan iki
ayeti alarak inceleyeceğim.
Müminun 99–100
“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder,”
“Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir.
Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”
Bu ayette yeniden doğuş değil yaşanmış olan hayata dönüş olamayacağını söylemektedir. Bu ikisi aynı şey değildir.
Burada “Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir.” sözü sadece yaşayıp öldükleri hayatları içindir. Yani
kısıtlama yapılan şey yaşanmış hayatlarını bir daha yaşayamayacaklarıdır. Zaten öyle olması gerekmektedir.
Tekâmül açısından da yaşadığı hayata dönmesi doğru değildir. Kişi yaşadığı hayatında elde edeceği tüm tekâmülü
almıştır. Aynı hayatı bir daha deneyimlemesi ona hiç bir şey katmaz.
Bu ayette “Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” sözü de bu durumu
onaylar niteliktedir. Çünkü dünyada yaşayan bir kişi öldüğünde dünyadaki hayatını değerlendirip kazanımlarını
özümlemesi gerekmektedir. İşte “bir berzah vardır” sözü onu anlatmaktadır. Ayrıca ayette “yeniden dirilecekleri
güne kadar” sözü sonradan gelen ayet sebebiyle kıyamet günü olarak algılanmaktadır. Fakat ille de kıyamet
gününü anlattığı düşünülmemelidir. Kuran’ın ruh konusunu gizleyen yapısının olması gerektiğinden yeniden
doğuşu biraz saklamaya çalışmıştır. O kadarını da yapmasaydı herkes yeniden doğuşa inanacaktı. Buna rağmen
yeniden doğuşa inanan Müslümanlar vardır.
Tohumun baharda yeşermeyi beklemesine kadar geçen süre berzah hayatı olur. Her hayat arasında bir berzah
hayatı olması gerekir. Çünkü insanın yaşadığı dünya hayatında elde ettiği tekâmülün ruhuna yansıması bu berzah
hayatında olacaktır. Yani dünya hayatındaki kazanımların meyvesi berzah hayatında ruha yüklenir. Böylece bir
kademe daha yükselen ruh yeni hayatına hazır olur. Yalnız çocuk olarak ölenlerin berzah hayatı yaşaması
gerekmez. Çünkü onun özümseyecek deneyimleri yoktur.
Eğer tarafsız olarak Kuran incelenirse yeniden doğuş inancının olması gerektiği çok ağır basar. Yani “yeniden
doğuş yoktur” inancı çok iyi argümanlara sahip değildir. Yukarda ki ayetlerdeki yanlış yaşanan hayatlara dönme
isteğini yeniden doğuşla özdeşleştirip karşı çıkma mantıklı değildir.
“En’âm, 27–28 Onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabb’imizin
ayetlerini yalanlamasaydık da müminlerden olsaydık” dediklerini bir görsen! Hayır, daha önce gizleyip durdukları
karşılarına çıktı da ondan, yoksa geri çevrilselerdi yine menedildikleri şeyi yapmaya dönerlerdi. Çünkü onlar
yalancıdırlar.”
Bu ayette aynı mantıkla değerlendirilmelidir. Yani geri dönmek isteği kabul görmemektedir. Zaten insan geri aynı
hayatına, hiç yaşamamış gibi gönderilse yine aynı şekilde yaşayacaktır ve değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü kişi
deneyimlemesi gereken hayatını yine aynı şekilde yaşayacaktır. Fakat burada “geri gitsek” diyen kişi geri
gittiğinde her şeyi hatırlamak istemektedir. Eğer her şeyi hatırlarsa istenildiği gibi bir hayat yaşayacağını
düşünmektedir. Oysa ayette tekrar dünyaya aynı şekilde hiçbir şey hatırlamadan gelirse değişen bir şeyin
olmayacağını anlatmaktadır. Yani insanların yaşayacakları hayatları programlanmış ve insanın elinde olmadan
sürüp gitmektedir. İnsanın bu süreci yaşayarak Allah’a doğru ulaşması kesinleşmiş hükümdür.
VAKİA 60 Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.
VAKİA 61 Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye
(böyle yapıyoruz).
Bu ayetlerde ölümün olmasının önemini vurguladıktan sonra “sizi tekrar başka bir hayatta var edebilmek için bu
yöntemi uyguluyoruz” denmektedir. Daha açık anlatabilmek için “sizi öldürüyoruz, sonra yerinize başkaları
dünyada hayat sürmeye devam ediyor ve sizi başka bir yaratılışta tekrar var ediyoruz” denmektedir. Yani “yeni
deneyim edinebilmek için başka bir ortamda var ediyoruz” demektedir. “Sizi bilmediğiniz bir yaratılışta var edelim
diye” sözü kıyameti anlatmıyor. Çünkü her adımda kıyamete vurgu yapan Kuran burada da “bilmediğiniz yaratılış”
yerine “kıyamette” demesi gerekirdi.
Herkesin yeniden doğuşa delil gösterdiği ayetlere de değinmek istiyorum.
BAKARA 28 Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine
diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz. İle “MÜ’MİN 11 – Kâfirler diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Sen
bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?”
Bu ayetler Kuran’da yeniden doğuş inancı yoktur diyenleri zora sokmaktadır. “ölü idiniz” sözüne olmadık anlamlar
verilmeye çalışılıyor. Spermde veya yumurtada olma hali deniyor. Kesinlikle sperm veya yumurta tek başlarına
insanı temsil edemezler. Yani “ruh”un olmadığı bir durumda insandan veya ölü olmasından bahsedilemez. Bazı
yorumlarda topraktan yaratılmayı ölü olma hali olarak alır. Yani eski âlimlerin yaptıkları bu yorumlardan başka
açıklayıcı bir anlam veren yok.
Kuranda yeniden doğuşun olmadığını söyleyen eski âlimler yüzünden itiraz edilmektedir. Eski âlimlerin de öyle
düşünmeleri istenmiştir. Onun için onlar öyle yorum yapmışlardır. Daha önce de değindiğim gibi ruhun
tekâmülüne inanan kişi yeniden doğuş konusuna da inanmak zorundadır. Yani iki konu birbirlerini tamamlar.
Ben bir konuya vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Benim yeniden doğuş düşüncem Budistlerin reenkarnasyon
inancından farklıdır. Benim düşüncemde hiçbir şekilde geri gidiş yoktur. Yani hiç bir şekilde insan daha sonraki
hayatında hayvan olarak doğmaz. Ayrıca bitkiden hayvana oradan da insana ulaşan bir tenasüp inancı yoktur.
Ruhlar geçmişte bir yerde yaratılır ve hayvan bedenlerinde 50 bin yıl kadar otomatik olarak gelip giderler. Bu
otomatik dönem bittikten sonra yarı bilinçli döneme geçilir. Oda Nuh tufanından kıyamete kadar sürer. Böylece
dünyada yaşanacak olan hayatların sonuna gelinir. Ondan sonra açık tekâmül dönemi başlar ve bu süreç öte
dünyada yaşanır ve tanrı ile bir olmaya kadar gider.
(Kaynak : http://www.seyfullahdemir.com/kuranda-gorulemeyeni-gormek-2/)
IV – Said Nursi Reenkarnasyonu Kabul Etmişmiydi?
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,
Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâma.
Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezarımla
Revânım saha-i ukbâ-yı ferdâma.
Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya
Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.
Zira yemin-i yümn-ü imandır,
Verir emn ü eman ile enâma.1
Şiir şu şekilde sadeleştirilebilir:
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Yetmiş dokuz ölü Sait, günahlar ve elemler içinde
Seksenincisi bu mezara mezar taşı olmuştur.
Birlikte İslam’ın hüsranına ağlıyorlar.
Ölülerle dolu inleyen o mezarım ve mezar taşımla
Giderim yarınımdaki Ahiret meydanına
Kesin biliyorum ki, gelecekte Asya’nın gökleri ve yerleri
Birlikte İslam’ın ak pak eline teslim olur.
Zira imanın bereketinin gücüdür,
Halka güven ve huzur verir.
***********************
“Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh,
yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.
Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir. Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı
bedenlerde ortaya çıkan Said’ler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini
tanımayacaklardır. Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım; iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntı ve
üzüntüler birikti kaldı. O konak yerlerinin her birinde ben bendim. Ölümümden sonra gelecek
konaklarda da yine ben ben olacağım. Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere
vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyerim.”
http://www.suleymani…inde-miydi.html
**************************
kaynak süleymancıların sitesinden fakat aşağıda hangi lemada yazılı olduğu belirtilmiş.Said Nursî, İşârât, a.g.e, c. II, s.
2340.
süleymancılar kendi aralarında saidi tekfir ediyorlar.peki nurcular bu duruma ne söylüyor ?”
DIESEL: Ben nurcu değilim ama genede fikrimi söylemek istedim. Bu yazıdan benim anladığım reenkarnasyon değil
“Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh,
yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.”
Bu cümleden reenkarnasyonu çıkarmak elbet mümkündür ancak zatın yaşayışına ve anlayışınada bakınca bu
cümleden kendinden önce yaşayan kendisi gibi din adamı,din bilgini yahut neyse işte Allah dostuda diyebiliriz.Bu
kişilerin bir devamı bir birikimi olarak gördüğü sonucunu çıkarmak daha sağlıklı olacaktır.”
Bloody Page:
“Said Nursi’nin haşri (öldükten sonra dirilmeyi) akli delillerle ispatlayan 10. Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Dokuzuncu Söz gibi
eserini araştır bakalım, reenkarnasyona dair bir şey bulabilecek misin?
Said Nursi’nin hiçbir kitabını okuma zahmetine girmeyen ama internetten bulduğu korsan bilgilere mal bulmuş mağribi gibi atlayan
arkadaş!
Öncelikle senin gibilerin cehaletinin teşhisini Said Nursi ta o zamanlar yapmıştır:
“Cehil, mecâzı eline alsa hakikat yapar
İlmin elinden eğer cehlin eline düşse mecâz, eder inkılâb hakikate.
Hem açar hurâfâta kapılar.”
Nurcular Risale-i Nur’u 80 yıldan fazladır okuyorlar, Said Nursi’yi yakından tanıyanlarda dahil olmak üzere hiçbiri onun eserlerinde
reenkarnasyona dair en ufak bir emare göremedi de siz mi gördünüz. Bu kadar insan aptal bir tek siz akıllısınız!?
Bak bakalım Said Nursi’nin güzide talebeleri arasında yer alan Abdullah Yeğin, yayınladığı Yeni Lügat’ta“tenasüh” terimini nasıl
açıklamış: “İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan
batıl inanışları”
Reenkarnasyon fikri Ehl-i Sünnet akidesiyle bariz bir biçimde çelişir ve İslamca küfürdür, merduddur. Said Nursî ise her zaman Ehl-i
Sünnet akidesini kurtuluş yolu olarak göstermiştir.
Said Nursi tasavvuf alimlerinin mesleğini benimsemiş bir şahsiyettir. Tasavvuf erbabı da tenasüh inancını reddetmiştir.
Örneğin İmam-ı Rabbani, Said Nursi’nin fikirlerinden en çok yararlandığı alimler arasında. Risale-i Nur’da onun
hakkında “Müceddid-i Elf-i Sani” denilmiştir. İmam-ı Rabbani tenasüh mesleğini Mektubat’ında açıkça eleştirmiş ve küfür
olduğunu söylemiştir. Tenasüh fikrine kapılan kimseleri “cahil, kalpleri hasta, şeyhlik taslayan dinsizler” olarak nitelemiştir.
Şimdi Said Nursi “Müceddid-i Elf-i Sani” diye yad ettiği bir zatın “küfür ve cahillik” olarak gördüğü bir mesleği benimsemiş olabilir
mi? Akıl ve vicdan sahibi bir kimse böyle absürd bir şeye ihtimal verebilir mi?
Şimdi Bayındır’ın yaptığı tahrifata geçelim:
Bayındır’ın Tercümesi: “Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve
zincirleme tenasüh, yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.
Orijinal İfade: “Ben bu anda seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar, müselsel şahsî kıyametler ve
müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.”
Görüldüğü gibi “tenasüh” kelimesi Bayındır’ın uydurduğu 5. elementtir. Bayındır oradaki “istinsah” kelimesini “tenasüh” diye
çevirerek sahtekarlık yapmıştır. İstinsah nere tenasüh nere. İstinsah bir şeyin nüshalarını çoğaltmak, kopyasını almak, kayıt altına
almak, kayıtlara geçirmek manasına gelir. Risalelerde “istinsah” kelimesini, Kâinat Kitabında, yani yaratılmışlar aleminde Kudret
kaleminin gerçekleştirdiği kesretli yaratmaları ifade etmek için kullanmıştır:
“Hava aynasında, bir kelime milyonlar kelimat olur; kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acip istinsah ediyor.”(Mektubat)
Bayındır sonradan anlamış olacak ki önceleri tenasühe delil olarak gösterdiği bir ifadenin aslında tenasühü anlatmadığını itiraf etmiş:
“Şu var ki, o beldelerde oturanların iki hicreti sebebiyle ben her yıl elbise değiştiririm; yeni Said’i giyer, eski Said’i
atarım” sözü ile de bu dünyada yaşadığı sırada, hücrelerdeki yenilenmeyi anlatmaktadır.”Abdülaziz Bayındır
Şimdi bahse konu olan Aşura adlı makalenin aslını ve aslına uygun olarak sadeleştirilmiş halini okuyalım:
“S- “Sen kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali, ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?”
“C- “Ben bu anda seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar, müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil
istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.”
“Şu Said, yetmiş dokuz meyyit… bir hayy-i natıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o
Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüfden birbirlerini tanımayacaklardır.”
“Ben onların üstünde yuvarlandım. Hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı yüklendi. Nasıl ki şimdi o
merhalelerde daima ben benim.. öyle de; mevtimle gelecek menzillerde de ben yine benim. Lakin, her senede şu
menzilhanelerde zerrat iki muhaceret-i umumi yaptığından (ENE) dahi libasını değiştirir. Yırtılmış Said’i atar, yeni
Said’i giyer.”(Asara-ı Bediiye, İşarat, s.93-94.)
Bu günkü Türkçe ile ifade edersek:
“Ben bu anda, seksen Said’den süzülmüş bir hülasa olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme/ardarda gelen şahsî kıyametler ve
zincirleme istinsahlar (ardarda gelen nüshalar) ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.”
“Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir. Eğer zamanın suyu donup dursa ve ardarda gelen
Saidler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların (o bedenlerin)
üstünde yuvarlandım; iyilikler/güzellikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntılar ve üzüntüler toplandı (şimdiki
şahsıma) yüklendi kaldı. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben ben idim… Öyle de ölümümden sonra gelecek
konaklarda da yine ben ben olacağım. Ancak her sene konak yerlerindeki zerreler (yani vücuttaki hücreler) yılda
iki kere hicret ettikleri (vücuttan ayrıldıkları) için, “ENE” de elbisesini değiştirir; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i
giyer.”
Bu makalede bedenin yılda iki defa değilmesini ve ruhun sabitliğini ifade ediyor. Modern bilimin kabul ettiği“insanların
hücrelerinin büyük çoğunluğunun altı ayda bir ölüp yerlerine başka hücrelerin geldiği” hakikatinden yola çıkarak
ölümden sonra ruhun baki kalacağını, bütün beden çürümüş olsa bile kişilerin asli kimliğinin değişmeyeceğini ifade etmektedir.
Makalede yer alan “ENE” ben/benlik manasına gelir. Bu ise, insanın özünü yani ruhunu ifade etmek için kullanılmıştır. Risale-i
Nur’da bu ifadeye çokça rastlamaktayız. Bu da konunun, ruhun bekası ekseninde cereyan ettiğini gösterir.
Buna tenasüh diye bakarsak İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukinin “Her asırda bir Ahmed gelir” sözünü de, İmam Rabbanide
reenkarnasyonu savunuyor diye yorumlamamız gerekir.
Bu makale konusunda detaylı bilgi almak için aşağıdaki linkleri okumanızı öneririm:
Bediüzzaman reenkarnasyoncuydu iddiasına cevap – Sorularla Risale.Com
Abdülaziz BAYINDIR’ın Bediüzzaman Said Nursiye Attığı “Reenkarnasyon (Tenasüh)”İFTİRASINA CEVAP
Bayındır Hoca,Bediüzzaman’dan helallik istemeli
Risale-i Nur’da Tenasüh İnancı Reddedilmiştir
Said Nursi tenasühü benimsemek söyle dursun tenasüh fikrini şiddetle reddetmiştir:
“Haşir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip (inkar edip), ervâhlara (ruhlara) bir ezeliyet isnad etmişler. İşte, bu
hurâfâtlara sâir meselelerini kıyas edebilirsin.” 30. Söz
Tenâsühçülerin bir iddiası da, sınırsız sayıda beden için yeteri sayıda ruh olmadığı, sınırlı sayıdaki ruhların da bu sınırsız insan,
hayvan bedenlerine girmesi gerektiği iddiasıdır.
Bediüzzaman’a göre ise Melek ve Ruh gibi nurani ve ruhani varlıkların vücudunu yaratmak, şu cansız, ruhsuz, katı topraktan ve
elementlerden canlı bedenler oluşturmaktan daha kolaydır:
“Şu kesafetli (katı) ve ruha münasebeti az olan topraktan ve şu küdûretli (koyu) ve nur-u hayata (hayat nuruna)
münasebeti pek cüz’î olan sudan, mütemadiyen hummalı bir faaliyetle, letâfetli (şeffaf) hayatı ve nuraniyetli zevil-
idrâki (idrak sahiplerini) halkeden Fâtır-ı Hakîm (Hikmetli Yaratıcı), elbette ruha çok lâyık ve hayata çok münasib, şu
nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden (karanlık denizinden), şu havadan, şu elektrik gibi sâir madde-i
lâtifeden (şeffa madelerden) bir kısım zîşuur (bilinçli) mahlukları vardır. Hem pekçok kesretli (fazla) olarak vardır.”
29. Söz
Reenkarnasyon inancının temel taşlarından biri de ruhun ezeli olduğu inancıdır. Oysa Said Nursi ruhun ezeliyetini Sa’d-ı
Taftazani’den bir örnek vererek reddetmektedir:
“Elcevap: Sa’d-ı Teftazanî’nin -3- demesi; -4- sırrıyla-beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi-ruhun mahiyeti,
zîhayat bir kanun-u emir, zîşuûr bir âyine-i ism-i Hayy, zîcevher bir cilve-i hayat-ı sermedî olduğundan mec’uldür. Bu
cihetle, mahlûktur denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerhu’l-Makâsıd’da, bütün muhakkıkîn-i İslâmın icmâına ve
âyât ve ehâdîsin nusûsuna muvafık olarak, “O kanun-u emir, vücud-ı hâricî giydirilmiş, sair mahlûkat gibi mahlûk ve
hâdistir” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahittir. (barla Lahikası, sayfa 141)”
Reenkarnasyon akidesinin bir başka dayanağı olan “ruh cesede bağlıdır” argümanı ünlü SpiriualistBedri Ruhselman tarafından
şöyle özetlenir: “Hiçbir ruh madde ve kainatında asla maddeden soyutlanmış bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh
ve madde ayrılığından değil, ruh ve maddenin birliğinden söz edilmelidir. (Ruh ve Kainat)
Bu argümana dayanan reenkarnasyon inancı ruhun tekamül etmesi için sürekli bedenlenmek zorunda olduğunu savunur.
Bediüzzaman ise ruh ve maddenin birbirine bağımlı olduğu tezini aşağıdaki ifadelerle reddederek, “ruh göçünün” batıl olduğunu dile
getirir:
“ceset ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizâtihî kaimdir. ceset harap olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi
göğe uçar” demektir ve bâtıl bir mezhebin reddine işarettir. (Barla Lahikası 213. Mektup)
Tenasüh inancı ruhların defalarca dünyaya geleceği iddiasıdır. Oysa Bediüzzaman ruhların sadece bir kere dünyaya
geleceğini söylüyor:
…havâs ile mücehhez (organlar ile donanmış) bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî (cisimden bir varlık) verir, bir
defa o temâşâgâha (seyretme yerine) gönderir. 17. Söz
Bediüzzaman, tenasüh dediğimiz reenkarnasyon fikrine Firavunların inandığını ve bu yüzden de cesetlerini mumyaladığını dile
getirmektedir:
“İşte ا Rح Tر Vص kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlıkı tanımadığından
tabiat-perest olup rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağ-
misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasühe kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda
muhafaza eden Mısır firavunlarının an’anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder. ”( bk. Sözler, Yirmi Beşinci
Söz, Birinci Şule, İkinci Şua.)
“ Mesela, KيوKم TنجQيك ال Vك ن Vبدن ب âyetiyle gark olan Firavun’a der: “Bugün gark olan cesedine necat vereceğim.”
demesiyle, umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla…” (bk. Emirdağ Lahikası-II,
s.128. (86. Mektup, HAŞİYE)
Akıl ve insaf sahibi bir kimse Said Nursi’nin Firavunların inancı olarak takdim ettiği tenasüh fikrine sahip olabileceğine ihtimal verir
mi?
Said Nursi’nin aşağıdaki ifadeleri de onun bedenin ölmesiyle, çürüyüp dağılmasıyla ruha bir zarar
vermeyeceğini göstermektedir. Bunlar aynı zamanda reenkarnasyonun doğru olmadığını da dolaylı olarak ispat etmektedir:
“Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akşam elbiseni
değiştirdiğin gibi her sene de bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır? Belki her
senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun. Çünkü kafan
boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin.
Doktora git, kafanı tedavi ettir.”(bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
“…kendimi üç büyük cenaze başında gördüm:
“Biri: Elli beş yaşıma kadar, elli beş ölmüş ve hayat-ı ömrümde defnedilmiş Saidlerin kabri üstünde, bir mezar taşı
olarak kendimi gördüm.”
“İkinci cenaze: Zaman-ı Âdem’den (A.S.) beri, benim hemcinsim ve nev’im vefat edip mazi kabrinde defnedilmiş
olan o büyük cenazenin başında mezar taşı hükmünde olan bu asrın yüzünde gezer, karınca gibi küçük bir zîhayat
suretinde kendimi gördüm.”
“Üçüncü cenaze ise; insanlar gibi her sene dünya yüzünde seyyar bir dünyanın vefatıyla büyük dünya da bu âyetin
sırrıyla vefat edeceği, hayalimin önünde tecessüm etti.”(bk. Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, On İkinci Rica.)
“… Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve
mahiyetini de bozmaz. Yalnız müddet-i hayatta tedricî cesed libasını değiştiriyor. Mevtte ise birden soyunur. Gayet
kat’î bir hads ile belki müşahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir. Öyle ise ruh, onun ile kaim değildir. Belki
ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez.
Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib
bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından
çıkar, beden-i misalîsini giyer.”(bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Mebhas. )
Buraya kadar sıraladığımız delillerde açıkça görüleceği üzere Said Nursi İslam akidesince küfür addedilen tenasühü
(reenkarnasyonu) reddetmiş, ahiret, berzah hayatı, haşir gibi hakikatleri ispat ederek bu tür batıl inançları çürütmüştür. Kaldı ki
reenkarnasyon ile ahiret, berzah alemi ve haşir gibi konuları tutarlı bir biçide telif etmek mümkün değildir. Dolayısıyla
Bediüzzaman’a isnad edilen reenkarnasyonculuk iddiası geçersizdir.
(Kaynak ve tartışmanın Devamı: http://www.ateistforum.org/index.php?showtopic=51940)
V – İslamiyette Reenkarnasyon Yoktur
Şehidin dünyaya ikinci kere dönme isteği;
“Câbir radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm bana rastladı ve:
— Ey Câbir seni neden üzüntülü görüyorum? diye sordu.
Ben de:
— Ey Allah’ın Resulü, babam Uhud harbinde şehîd oldu. Bir çok kız evlâd ile beraber büyük de bir borç geride
bıraktı, diye cevap verdim.
Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
— Sana Allah’ın babanı nasıl karşıladığını müjdeleyeyim mi? dedi. Ben de:
— Evet, müjdele, ey Allah’ın Resulü! dedim. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Allahü Teâlâ hiç bir zaman perdesiz şekilde kimse ile konuş-mamıştır. Ancak babanı diriltip, kendisi ile perdesiz
olarak konuştu ve: __ Ey kulum, dilediğini dile de, sana vereyim, buyurdu. Baban:
— Ey Rabbim, beni bir defa daha dirilt de senin yolunda ikinci olarak öldürüleyim, dedi. Allahü Teâlâ da:
— Hikmetim icabı, insanların’ öldükten sonra ikinci bir defa dünyaya tekrar dönmeyeceklerine hükmettim,
buyurdu, diye haber verdikten sonra şu «Allah yolunda öldürülenleri sakın öldüler zannetmeyin, aksine onlar
Rablerinin nezdinde diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar» (Âl-i Imran Sûresi) mealindeki Ayet-i Kerîmenin
nazil olduğunu söyledi.”
(kaynak:büyük Dini hikayeler – Hazırlayan: İbrahim Sıddık İMANOĞLU)
Reenkarnasyon Saçmalığı
İnsan fıtraten mükerrem olduğu için hakkı arıyor, lakin bazen batıl eline gelir, hak zannederek alır koynunda
saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalâlet başına düşer, hakikat zannederek alır başına giyer.
İşte reenkarnasyon da böyle batıl bir meseledir ve asla İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Buna rağmen esefle ve
üzüntüyle görmekteyiz ki, bir kısım bedbahtlar televizyon televizyon gezerek bu batıl meseleyi hak gibi
göstermeye çalışmakta ve maalesef insanları aldatmaktadırlar. Bilhassa bu bedbahtların içinde bir kısım ilahiyat
profesörlerinin de olması bizleri ayrıca üzmekte ve “Ümmetin dinini korumakla mükellef olanlar bunlar mı?” diye
bizleri düşündürmektedir.
Bu eseri hazırlamaktaki amacımız: Reenkarnasyonun batıllığını ispat ederek Müslümanların imanını bir
tehlikeden kurtarmak ve bu batıl meseleyi hak gibi anlatan sözde profesörlerin asıl yüzlerini göstererek, onların
diğer şerli fikirlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmektir.
Yani mesele sadece reenkarnasyon değildir. Mesele, aynı zamanda bu fikri savunanların İslam’dan ve imandan ne
kadar uzak olduklarını beyan ederek, Ümmet-i Muhammed’i onlara karşı uyarmaktır.
“Reenkarnasyon Saçmalığı” isimli bu eserimizde reenkarnasyonun asla mümkün olamayacağı iki kere iki dört eder
katiyetinde ispat edilecektir. Tevfik ve inayet Allah’tandır.
REENKARNASYON NEDİR?
Reenkarnasyon: Ruh göçü demektir. Ruhun, insan öldükten sonra başka insana geçmesi ve başka bir bedenle
dünyaya gelmesidir. Buna tenasüh de denilir.
Reenkarnasyonun mümkün olamayacağı meselesini dört başlıkta inceleyeceğiz:
· İlk önce Kur’an’a bakacağız ve Kur’an bu konuda ne diyor, bunu öğreneceğiz.
· Daha sonra hadislere bakarak, bu konuda Efendimiz (s.a.v.)’in bir beyanı var mıdır? bunu araştıracağız.
· Daha sonra ise bu konudaki İslam âlimlerinin görüşlerini inceleyeceğiz. Acaba onlar bu konuda ne demişler?
· Ve daha sonra da reenkarnasyonun aklen ve mantıken mümkün olamayacağının delillerini beyan edeceğiz.
Zira bir meselenin hak olabilmesi için:
· Ya Kur’an haber vermeli,
· Ya Peygamberimiz (s.a.v.) ondan bahsetmeli,
· Ya İslam âlimleri o meselede ittifak etmeli,
· Ya da en azından o mesele akla ve mantığa uygun gelmelidir.
Eğer:
· Kur’an’ın haber vermesi bir kenara, Kur’an ona karşı çıkıyorsa,
· Peygamberimiz (s.a.v.) ondan hiç bahsetmiyorsa,
· İslam âlimleri onu küfür sayıyorsa,
· Ve akıl ve mantık da onu reddediyorsa, artık bu meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıkmış demektir.
İşte bizler, bu dört başlık altında reenkarnasyonun batıllığını kat’i olarak ispat edeceğiz. Şimdi, Kur’an’ın bu
meseleye bakışına geçiyoruz.
KUR’AN REENKARNOSYAN HAKKINDA NE DİYOR?
DELİL 1
Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelince, “Rabbim, beni (dünyaya) geri döndür, ta ki
yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır! Bu söylediği boş bir laftır. Onların arkasında
ise, yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır. (Müminun 99-100)
Mezkûr ayet-i kerime, reenkarnasyonu çok açık bir şekilde reddetmektedir. Şimdi ayet-i celileyi tahlil edelim:
Soru: Onlara ölüm gelince ne diye dua etmeye ve yalvarmaya başlarlar?
Cevap: Bir daha dünyaya geri dönmek ve dünyada iken terk ettikleri salih ameller işlemek isterler.
Soru: Onlara müsaade edilir mi?
Cevap: Hayır, müsaade edilmez.
Soru: Peki, onların bu istekleri hakkında ne buyrulur?
Cevap: “Bu söyledikleri boş bir sözdür!” buyrulur.
Soru: Peki, onların akıbetleri ne olur?
Cevap: Dirilme gününe kadar beklemek üzere Berzah adı verilen âleme götürülür.
Acaba, ayet-i kerimenin beyanları bu kadar açık ve net iken, nasıl olur da bir Müslüman
reenkarnasyona inanabilir? Ve reenkarnasyona inanana nasıl Müslüman denilebilir?
Reenkarnasyonu savunanlar; ruhun kemal bulmak için, bu dünyadaki macerasına başka bedenlerle devam ettiğini
iddia ederler. Hâlbuki tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, günahkâr olarak ölenler, terk ettikleri salih amelleri
işleyebilmek için izin istemekte -yani reenkarnasyonculara göre, kemal bulmak için izin istemekte- ama onlara
izin verilmemektedir. Demek, reenkarnasyoncuların iddiaları tamamıyla Kur’an’a zıt ve muhalif olan bir
görüştür.
Ayet-i kerimede geçen ve kıyamete kadar onların kalacakları yer olarak bildirilen “Berzah” ise, ölen ruhların
kıyamete kadar bekledikleri âlemin ismidir. Dünyaya gelmeyen ruhlar “Âlem-i Ervah”ta beklerken, dünyaya gelmiş
ve ölüm ile bedenini terk etmiş ruhlar “Âlem-i Berzah”ta beklemektedirler. Âlem-i berzah âdeta ahiretin bekleme
salonudur.
Netice olarak diyebiliriz ki: Müminun suresi 99. ve 100. ayetler tenasühü açıkça reddetmektedir.
Malumdur ki, Kur’an’ın tek bir ayetini inkâr edenler dinden çıkar ve kâfir olurlar. İşte tenasühe
inananlar bu ayet-i kerimeyi ve birazdan zikredeceğimiz diğer ayetleri inkâr ettikleri için dinden
çıkmışlar ve küfre girmişlerdir.
DELİL 2
De ki: Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize
götürüleceksiniz. Günahkârları bir görseydin! Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak şöyle
derler: “Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim; çünkü biz artık
kesin bir şekilde inanıyoruz.” Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayetini verirdik! (Secde 11-13)
Mezkûr ayet-i kerime de tenasühü reddetmektedir. Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim:
Soru: Günahkârlar, boyunlarını öne eğmiş olarak Allah’tan ne isterler?
Cevap: Dünyaya bir daha gönderilmek ve salih ameller işleyebilmek.
Soru: Salih amel işleyecekleri hususunda neyi delil gösterirler?
Cevap: Artık hakkı gördüklerini ve hakikati işittiklerini delil gösterirler ve bundan sonra artık batıla
dalmayacaklarını bildirirler.
Soru: Onlara ne cevap verilmiştir?
Cevap: İstekleri reddedilmiş ve “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” denilerek, her nefsin
hidayet bulmasının murad-ı İlahi olmadığı beyan buyrulmuştur.
Hani ölümden sonra ruh başka bedene giriyordu? Hâlbuki ayet-i kerimenin açık ifadesiyle onların bu istekleri
reddedilmektedir.
Hem hani ruh başka bedene girerek kemal buluyordu? Hâlbuki “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet
verirdik!” ayetinin açık beyanıyla, her nefsin hidayet bulması murad-ı İlahî değildir.
Evet, Cenab-ı Hak her kulunun hidayet üzere olmasından ve kemal bulmasından hoşnut ve razı olur. Ancak her
kulun, illaki kemal bulmasını Allah-u Teâlâ murad etmemiş ve kullarını iman veya küfrü seçme hususunda serbest
bırakmıştır. Bu hakikate Kur’an’ın şu ayeti işaret etmektedir: “Ve de ki: O hak Rabbimiz’dendir. Artık dileyen iman
etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 29)
Zaten eğer Allah-u Teâlâ her kulunun hidayet bulmasını murad etseydi, her nefse ölmeden önce hidayet verebilir
ve ruhların onlarca beden değiştirmesi gibi uzun bir seyahate gerek kalmazdı. Ancak böyle olsaydı, imtihanın
açılması ve cehennemin yaratılmasının bir manası olmazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki: Secde suresi 11, 12 ve 13. ayetler tenasühü açıkça reddetmekte ve ölümden
sonra bir daha dünyaya gelmenin mümkün olmadığını beyan etmektedir. Artık kim bundan sonra
tenasühe inanırsa, mezkûr ayeti ve Allah-u Teâlâ’yı tekzib etmiş olur. Herhâlde insan olan da bu
yaptığından utanır ve aklı varsa bundan titrer!
DELİL 3
Zalimler şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve
peygamberlere tabi olalım.” Onlara denilir ki: “Sizin için hiçbir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce
yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 44)
Bu ayet-i kerime de açık bir şekilde tenasühü reddetmekte ve tenasüh fikrinin batıllığını ortaya koymaktadır. Şöyle
ki: Tenasühü savunanlar, kendileri için bir zeval ve ölümün yok olduğuna inanmaktadırlar. İleride de açıklanacağı
üzere, tenasüh fikrinin temelinde, uzun asırlar boyunca dünyada yaşama arzusu vardır. Onlara göre, ruhları başka
bedenlerle defalarca bu dünyaya gelecek ve bu dünyadan hiç ayrılmayacaklardır. Yani inançlarına göre, onlar için
bir zeval yoktur.
Şimdi, ayet-i kerimenin onlara verdiği cevaba bakalım: “Onlara denilir ki: ‘Sizin için hiç bir zeval (ölüm)
yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?’”
İşte, bu ayet-i kerime âdeta onların yüzüne bir tokat vurmakta ve şöyle demektedir: “Hani siz ruhunuzun başka
bedenlerle defalarca dünyaya geleceğine inanıyor ve buna yemin ediyordunuz, hani sizin için bir son
yoktu! O hâlde niçin şimdi, ecelinizin ileriye tehir edilmesi için yalvarıyorsunuz? Hadi gitseniz ya
dünyaya, niçin gidemiyorsunuz…”
Demek, ruhlar öyle başıboş değiller ve diledikleri gibi bu dünyaya gelip gidemezler! Acaba, tenasühe inananların o
andaki hâllerini ve yüzlerinin şeklini hayal edebiliyor musunuz?
DELİL 4
Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yaptıklarımızdan başka, salih bir amel
yapalım.” Onlara denilir ki: “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size
uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın bakalım azabı! Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur.” (Fatır 37)
Bu ayet-i kerime de tenasüh fikrini açık bir şekilde reddetmektedir. Şöyle ki: Tenasühe inananlara göre, insan
kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelmekte ve seyr-i sülükünü tamamlayıncaya kadar bu seyahat devam
etmektedir. Hâlbuki ayet-i kerime onların bu görüşlerini reddetmektedir. Şimdi, ayet-i kerimeyi tahlil ederek bu
reddi görelim:
Soru: Onlar niçin dünyaya bir daha gelmek istiyorlar?
Cevap: Salih amel işlemek, yani kemal bulmak için.
Soru: Peki, onlara izin veriliyor mu?
Cevap: Hayır!
Soru: İzin verilmeme gerekçesi olarak ne gösteriliyor?
Cevap: Onların, düşünecek ve salih amel yapabilecek kadar bir ömre sahip oldukları ve ayrıca kendilerine
uyarıcılar geldiği; ama onların buna rağmen salih amel işlememiş olmaları.
Demek ki, kemal bulmak için bir daha bu dünyaya gönderilme yoktur. Eğer öyle olsaydı, onların salih amel işlemek
için bir daha bu dünyaya dönme arzuları kabul edilirdi. Hâlbuki ayetin çok net ifadesine göre, bu istekleri
reddedilmiş ve onlar bir daha dünyaya gönderilmemiştir.
Ayet-i kerimenin bu kadar açık beyanına rağmen hâlâ nasıl olur da tenasüh kabul edilebilir? Biz, bu ayetlerden
habersiz olanların tenasühe inanmasını bir derece anlayabiliyor ve cehaletlerine veriyoruz, tabi cehalet özür
değildir! Lakin Kur’an’ı bildiğini iddia eden sözde profesörlerin bu görüşü savunmalarını anlayamıyoruz. Acaba
onlar bu ayetleri hiç görmüyorlar mı? Ya da amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı mı dövmek? Yani onlar, bu
milletin itikadını bozmak için tutulmuş kişiler mi? Bizim aklımıza başka bir şey gelmiyor; çünkü değil bir profesör,
Kur’an’ı az bir şey okuyan kimse bile tenasühün Kur’an’a bütün bütün zıt olduğunu anlar. Peki, onlar nasıl
anlayamıyorlar? Bizce anlıyorlar ve hakikati çok iyi biliyorlar; ama dediğimiz gibi, onlar başka bir şeyin peşinde,
bu ümmetin imanının…
DELİL 5
Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar. (Duhan 56)
Mezkûr ayeti kerime, insanın ölümü sadece bir kere tadacağını haber vermekte iken; tenasühçüler insanın
defalarca ölümü tattığını ve her defasında başka bir beden ile bu dünyaya geldiğini söylemektedirler. Şimdi,
Kur’an’a mı inanacağız, yoksa tenasühçülere mi?
Ayrıca şunu da merak ediyoruz, acaba tenasühü savunanlar bu ayeti hiç görmüyorlar mı? Gerçi daha evvel
söylemiştik, onlar tenasühü, inandıklarından dolayı savunmuyorlar; onların derdi başka, onların derdi, sadece bu
ümmetin imanını çalmaktır.
“Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar.” ayet-i kerimesi o kadar açık ve nettir ki, tahlile ihtiyaç
duymuyor ve bir sonraki ayet-i kerimeye geçiyoruz.
DELİL 6
… Onlar ki gayba iman ederler… (Bakara 3)
Bu ayetin beyanıyla, bu dünya imtihan için yaratılmıştır ve imtihanın sırrı da gabya iman esası üzerine cereyan
etmektedir. Yani iman hakikatlerini görmeden inanmamız istenmektedir.
Başka bir ifadeyle, Cenab-ı Hak bu dünyayı, kim iman edecek ve kim iman etmeyecek sırrının açığa çıkması için
yaratmış olup kullarından gayba iman etmelerini istemiştir.
Hâlbuki bedenden çıkan bir ruh için gayb kalmamakta ve o ruh bütün iman hakikatlerini bizzat müşahade
etmektedir. Yani melekleri, mükâfatı ve azabı v.s. görmekte ve kendisi için imtihanın sırrı bozulmaktadır.
Dolayısıyla bu dünyaya tekrar dönmesinin hiçbir manası yoktur. Ve madem manası yoktur, o hâlde dönüşüne
elbette izin verilmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de ölüm ve dirilişle ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hiçbirinde ruhun başka bir insana
veya başka bir mahluka geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Buna karşı tenasühü reddeden ayetler oldukça çoktur.
Bizler, bu altı ayeti yeterli görüyor ve sizleri sıkmamak için daha fazla ayet-i kerimeyi delil getirmeye gerek
duymuyoruz. Zira daha üç kapıyı daha çalacak ve tenasühü, ilk önce Efendimiz (s.a.v.)’e, sonra İslam âlimlerine ve
daha sonra da akıl ve mantığa soracağız.
Bizler bu kapıyı kapatmadan önce, tenasühü reddeden diğer Kur’an ayetlerinin bir kısmını vereceğiz. Dileyenler
bu ayetlerin tefsirlerini mütalaa ederek, tenasühün Kur’an’ın ruhundan ne kadar uzak olduğunu görebilirler.
Nisa 18, En’am 93, Secde 11, Münafikun 10-11, Mü’min 45-46, Mümtehine 13, Nisa 97 ve mükâfatın ve cezanın
ölümden hemen sonra olduğunu beyan buyuran diğer bütün ayetler tenasühü reddetmektedir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) REENKARNOSYAN HAKKINDA NE DİYOR?
“Peygamber size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun!” (Haşr
7) ayetinin emriyle bir Müslüman, Efendimiz’in verdiğini almalı ve vermediğini almamalıdır. Zira Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın en büyük müfessiri ve bu dinin tebliğ edicisidir.
O hâlde bizler de Müslümanlar olarak, meselemiz olan tenasühü Peygamber Efendimiz’e götürmeli ve “alın!”
diyorsa almalı; “almayın!” diyorsa da almamalıyız.
O halde şimdi biz tenasühü savunanlara soruyoruz: Bu konuda Peygamberimiz’den bir hadis veya küçücük
bir söz nakledebiliyor musunuz?
Hayır, nakledemezler! Doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi arasalar, Peygamber Efendimiz’in bütün sözlerini teker
teker araştırsalar tenasühe ait tek bir hadis bulamazlar. Eğer İslam’da tenasüh inancı olsaydı, Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in bundan haber vermesi gerekirdi. Zira o zat bu dinin öğreticisi ve muallimidir, bizler bu dini onun
hadislerinden öğreniyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) tenasühe ait tek bir söz söylememiş, mükâfat veya azabın
hemen ölümden sonra başladığına ait ise yüzlerce hadis söyleyerek tenasühü reddetmiştir.
Acaba hiç mümkün müdür ki tenasüh caiz ve vaki olacak da, Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bilmeyecek
ve bundan haber vermeyecek? Acaba bu konuda Peygamberimiz’den daha bilgili ve yetkili birisi olabilir
mi?
Şurası da çok ilginçtir ki, din namına konuşanlar, konuştukları hususta Peygamber Efendimiz’in ne dediğini hiç
umursamamakta ve sadece kendi vehimlerine göre konuşmaktadırlar. Din sadece vehimlere dayandırılabilir mi?
Peygamberi aradan çıkartan bir anlayışla ne kadar isabet edilebilir? Eğer herkes vehmine göre hükmedecekse, o
hâlde peygamberler niye gönderildi?
Sözün özü olarak deriz ki: Tenasüh İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Eğer öyle olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.)
bu inancı sahabesine ve ümmetine ders verirdi; diğer iman hakikatlerini ders verdiği gibi… Madem ders vermemiş
ve bu konuda küçücük bir söz bile söylememiştir, o hâlde tenasüh inancı batıldır ve gayr-i İslami’dir.
İSLAM ÂLİMLERİ REENKARNOSYAN HAKKINDA NE DİYOR?
İ. Azam Hazretleri her gün bir defa Kur’an’ı baştan sona okumuş, İ. Şafi Hazretleri bir günde iki defa Kur’an’ı
hatmetmiş ve birçok hakiki âlim de üç veya yedi günde bir manasına nüfuz ederek Kur’an’ı okumuşlardır. Yine bu
âlimler Peygamber Efendimiz’in on binlerce hadisini senetleriyle beraber ezberlemişlerdir.
Eğer Kur’an’da tenasüh olsaydı veya hadisler tenasühten haber verseydi, elbette bu zatların dürbün gibi gözünden
kaçmayacaktı. Hâlbuki bu zatlar böyle bir şeyden haber vermemişler; bırakın haber vermeyi, bu fikrin batıl
olduğunu ve buna inananların kâfir olacağını bildirmişlerdir.
Mesela, İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle der: Kalpleri hasta ve bilgileri az olan bazı kimseler, hatta kendilerini
âlim olarak tanıtan bazı dinsizler tenasühe inanıyor. “Ruhlar olgunlaşmadan önce bir bedenden ayrılınca,
başka bir bedene geçer. Kemale geldikten sonra insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış
olurlar.” diyor ve tenasühle ilgili birçok hikâyeler uyduruyorlar. Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur…
Yine Âlim İbni Hazm şöyle der: Tenasühe inananların kâfir oldukları hususunda icma vardır.
Berika ve Hadika isimli kitaplarda ve İslam’ın diğer bütün kaynaklarında, tenasühe inananların kâfir oldukları
beyan buyrulmuştur. Rüştünü ispat etmiş ve ümmet tarafından kabul görmüş hiçbir âlim tenasühün mümkün
olabileceğinden bahsetmemiş, hepsi ittifakla tenasühün küfür olduğunu haber vermiştir.
Acaba onların bu ittifakına ve sözlerine karşı, bu zamanın takva ve amel fakiri olan birkaç cahilin
sözünün ne kıymeti olabilir? Ve onların sözünü nasıl hükümden düşürebilir?
AKIL VE MANTIK REENKARNOSYAN HAKKINDA NE DİYOR?
Şimdi maddeler hâlinde, akıl ve mantığın tenasühü reddettiğini ortaya koyalım:
1- Eğer tenasühü yaşayan, bin kişiden bir kişi bile olsa, dünya nüfusuna kıyasla tenasühün ne kadar sıklıkla
görüleceği aşikârdır. Hâlbuki bunu iddia edenler bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu da tenasühün hakikat
olmadığına bir delildir.
2- Tenasühe inanan kişiye soruyoruz: Öldükten sonra dirilme, beden ve ruh ile olacaktır. Azap veya lezzetler
ikisinedir. Binlerce bedene girmiş bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hesaba çekilecektir?
3- Eğer “En son beden” diye cevap verilirse, o hâlde biz de deriz ki: Mesela on beden değiştirmiş olan ve ilk dokuz
bedeninde zalim, son bedeninde ise salih olan bir ruh, salih olarak cennete girse; acaba ilk dokuz bedeninde
zulmettiği mazlumların haklarının ondan alınmaması bir zulüm değil midir? Hâlbuki Allah-u Teâlâ zerre miktar
zulmetmez.
4- Veya tam tersi olarak, bir ruh ilk dokuz bedeninde salih ve son beninde zalim olsa, eğer son bedene göre
hesaba çekilerek cehenneme atılsa; ilk dokuz bedende yaptığı ibadet zayi mi olacak? Hâlbuki Allah-u Teâlâ:
“Kazandığınız tastamam verilecektir.” buyuruyor.
Demek, haşrin hem beden ve hem ruh ile olması, tenasühü imkânsız kılmaktadır.
5- Malumdur ki, eşyanın zatî özellikleri ve vasıfları, mahiyetinden ayrılmaz; hiçbir nevin zatî hasseleri kendinden
kopup başka bir neve geçmez. Mesela bir insan; ilim, itikat, zekâ vb. sıfatlarda başkasının aynı değildir. İmam
Gazali’nin o nezih ruhu, diğer ruhlardan ayrıdır. Eğer tenasüh olsa idi, dünyaya birçok İmam Gazalilerin gelmesi
gerekirdi. Hâlbuki tarih sayfası, İmam Gazali ve emsallerine rastlamamıştır. Bu da tenasühün vaki olmadığına bir
delildir.
6- Eğer tenasüh ile ruhlar olgunlaşıyor ve kemale ermeyen her ruh bu seyahat ile kemale ulaşıyorsa, cehennem
kimler için hazırlandı ve orada kimler azap görecek? Tenasühe inanmak, cehennemi inkâr etmek ile neticelenmez
mi?
7- Tenasühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce, başka bedenlerle bu dünyaya gelmiş olsaydı,
o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Hâlbuki hiçbirimiz böyle bir şey
hatırlamıyoruz. Bu da tenasühün safsata olduğuna bir delildir.
8- Tenasüh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması ve nüfusta
bir artışın olmaması gerekirdi. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir.
9- Tenasüh iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semavi kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz.
Eğer ruhlar, kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelseydi, peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların
indirilmesine ihtiyaç kalmazdı. Zira Cenab-ı Hak onları, insanın terakki ve tekâmülünü temin ve beşerin bakışını
ebedî hayata çevirmek için göndermiştir. Eğer tenasüh tek başına bu kemali sağlıyorsa, ne diye peygamberler
gönderildi ve semavi kitaplar indirildi? Demek tenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi
hakikatleriyle de tam bir çelişki içindedir.
10- Kur’an ve diğer semavi kitapların günahların tevbe ile affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için
ruhların böyle ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzuli ve manasız göstermektedir. Allah-u Teâlâ böyle bir seyahat
olmaksızın bütün günahları bir anda sevaba çevirebilmektedir. Demek tenasüh, Allah’ın affının genişliği ile de
çelişki içindedir.
11- Peygamberlere uyan kimseler arasında, ilk hayatları itibariyle çok kötü kimseler de bulunuyordu. Bu
insanların uzun ve kirli bir geçmişten sonra, velileri geride bırakacak kadar mualla bir mevkiye bir anda
yükselmeleri o kadar vakidir ki, aksine fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada
olgunluğun zirvesine yükselmek mümkün iken ve bu Allah’ın lütfuna daha yakışır iken, defalarca başka bedenlerle
dünyaya gelmenin ne gibi bir manası olabilir?
Tenasühün saçmalığına dair daha birçok delilleri ortaya koyabiliriz. Ancak meselenin batıllığı güneş gibi ortaya
çıktığından dolayı başka delillere ihtiyaç duymuyor ve bu uzun meseleyi burada keserek tenasüh hakkında merak
edilen birkaç sorunun cevabına geçiyoruz:
SORULAR VE CEVAPLARI
1- “Kâfirler diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Şimdi
günahlarımızı anladık. Artık çıkmaya bir yol var mı?” (Mü’min 11) ayetindeki “iki defa öldürülme ve iki
defa diriltilmenin” tenasühe bir işareti var mıdır?
Asla yoktur! Zira eğer tenasühten bahsetseydi, “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmeden” değil; “onlarca defa
öldürülüp onlarca defa diriltilmeden” bahsedilirdi. Zira tenasühe inananlara göre, ruh onlarca defa ölmekte ve
onlarca defa dirilmektedir. Eğer mezkûr ayet-i kerime tenasühe işaret etseydi şöyle olurdu: “Ey Rabbimiz! Sen bizi
onlarca defa öldürdün ve onlarca defa dirilttin…” Lakin böyle söylenmemiş ve sadece “iki defa ölümden”
bahsedilmiştir. Demek ayetin tenasühle hiçbir ilgisi yoktur.
Ayette geçen “iki defa öldürülme” hakkında Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Katade, Dahhak ve Ebu Malik
Hazretleri şöyle demiştir: Birinci ölüm, ruh üflenmeden önceki durumdur. İnsanların, atalarının sulbünde iken ölü
olmaları kastedilmiştir. İkinci ölüm ise, bu dünyaya geldikten sonra ölmeleridir.
Bu ayet şu ayete benzer: “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüler idiniz, o sizi diriltti. Sonra öldürecek ve
sonra tekrar diriltecektir. Nihayet ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 28)
Bu ayetteki:
· “Ölüler idiniz” ifadesiyle, ataların sulbündeki hâle dikkat çekilmiş,
· “O sizi diriltti” ifadesiyle, hayat bulup bu dünyaya gelmek kastedilmiş,
· “Sonra öldürülmek” ifadesiyle, dünyadaki ölümümüz murad edilmiş,
· “Sonra diriltilmek” ifadesiyle, kabirde diriltilmek kastedilmiş,
· “Sonra ona döndürülürsünüz” ifadesiyle de kabirlerden çıkıp mahşer meydanına çıkışımız kastedilmiştir.
Sözün özü: Ayetin tenasüh ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ayetler kabir hayatından ve berzah
âleminden haber vermektedirler.
2- Bazı evliya kıssalarında veli zatların ruhlarının insan şekline büründüğü anlatılmaktadır. Bu
tenasühe benzemiyor mu?
Cevap: Asla benzemiyor! Evet, Allah-u Teâlâ bazı dostlarının ruhlarını insan şeklinde temessül ettirmiş ve onlar
insan gibi görünmüştür. Ancak bu bir temessüldür, yoksa o mübarek ruhlar başka bedenlere girmiş değildir.
Melekler ve cinler de insan şekline girip birçok şeyler yapabiliyorlar, hatta şeytanın dahi insan şekline girip
gözüktüğü hususunda birçok kıssa-ı nebevi vardır. Ancak bunların hiçbiri tenasüh değildir. Evliyanın ruhlarının da
insan suretinde görünmesi bunlar gibidir. Tenasüh ile hiçbir ilgisi yoktur, kişinin aynadaki aksine benzeyen bir
temessüldür.
3- Bazı yeni doğan çocuklar eski hayatlarından bahsediyorlar. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Cevap: Hadis-i şerifler ile sabittir ki, cinler insanın içine girebilir ve insanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek,
hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, cinlerin bu söz ve hareketinden hiçbir haberi olmaz. Cinlerin bu oyunu
sebebiyle, dünyanın bazı yerlerinde konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak
ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya
başka bir insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Cinlerin insan üzerindeki tesirini bilmeyen cahiller bunu tenasüh
sanmış ve cin ve şeytanların oyuncağı olmuştur.
Demek mesele, cinlerin insanın vücuduna girerek his ve hareket sinirlerine tesir etmesi ve bu tesirin neticesiyle
de hareket ve sesin meydana gelmesidir.
4- Bazen insan bir olayı daha önce yaşadığını hissediyor. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Buna “Dejavü” denilmektedir. Dejavü, hâlihazırda yaşanılan bir olayı, daha önceden yaşamışlık veya görülen bir
yeri daha önceden görmüş olma duygusudur.
Bu, beynin yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü veya ses gibi herhangi bir girdiyi, giriş anı
sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi, bu olayı daha önce yaşadığı
hissine kapılabilir.
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da
kaynaklanabilir. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf, bu olayın daha önce yaşanmış
olduğu duygusuna kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklanır.
Dejavünün zıttına “Jamevü” denilir ki, bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler.
Bütün bunlar beynin fonksiyonlarıyla alakadar olup asla tenasüh ile bir ilgisi yoktur.
“Tenasüh saçmalığı” isimli eserimiz burada tamamlandı. Başta dediğimiz gibi, mesele sadece tenasühün batıllığını
ortaya koymak değildi; mesele aynı zamanda, bu meseleyi savunanların ne derece İslam ve Kur’an’dan uzak
olduğunu ispat ederek onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmekti.
Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’i onların şerrinden muhafaza etsin ve razı olacağı imana bizleri vasıl
eylesin! Âmin!
http://www.ilmedavet.com/reenkarnasyon-sacmaligi.html
VI – Reenkarnasyon ve Uzaylılar Benzeri Vakalar Cinlerin Birer Oyunudur;
Mevlana – reenkarnasyon, cinlerin oyunudur;
“Cin taifesi insana musallat ve mutasarrıf olursa, o insandan insanlık sıfatı kaybolur. O kimse ne derse ve ne bahse
dair söylerse söylesin, o sözler cinlere aittir… Bu haldeki bir kimsenin, o esnada benliği zail olur. Cin, onun
hüviyeti yerine geçer. Bakarsın, Arapça bilmeyen bir Türk fasih Arapça söyler. Tekrar kendine gelince, Arapça tek
lügat dahi bilmez” Mevlana
(kaynak: Mesnevi Bahçesinden Tasavvuf, Şadi Eren – http://www.seckince.net/KitapDerleme.htm)
Nasıl ki anne rahminde olan çocuğa dünyayı anlatamıyorsak; dünyadaki insana da ahireti anlatmak zor.
Rüyalar ahireti kısmen anlatıyor. Yatakta yatıyoruz, fakat ayaksız geziyoruz, elsiz işler yapıyoruz, gözsüz
görüyoruz. İşte kabirde yatan insan, ahiret aleminde böyle dolaşır. Ya korkulu veya güzel rüyalar görür.
Ahireti anlamak şöyle dursun, çekirdekleri, tohumları anlıyamıyoruz. Gözümüzün önünde! Kayısı çekirdeğindeki
kayısıyı görebiliyoruz mu? Yumurtayı haşlayıp soyun, dilediğiniz gibi kesin. Tavuğu görebildiniz mi? Çekirdeklere,
tohumlara bitkileri yerleştiren Allah, ahireti de yaratmıştır…
Biz, ruhlar aleminde öldük, annemizin vücudunda dirildik. Sonra annemizin vücudunda öldük, dünyada dirildik.
Allah hepimize uzun ömürler versin, şimdi dünyada ölecek ahirette dirileceğiz. Ölüm, hal değiştirmektir. Ağaç
ölüyor, çekirdek oluyor. Çekirdek ölüyor, ağaç oluyor…
(Kaynak – Derdimi Seviyorum, Hekimoğlu İsmail, Timaş http://www.seckince.net/KitapDerleme.htm)
Reenkarnasyon,uzaylılar nasıl cinlerin oyunudur?;
1- Müslüman olmayanları hümanist, insancıl gayelerle kandırır cinler.
Ruh çağırma, transla ruhlarla irtibata girme esnasında görülen cinler, kendilerini başkalarının ruhu, uzaylı, tanrı
… gibi göstererek insanları kandırırlar.
Ruh Çağırma : Örnekle açıklayalım: Tom farkında olmadan bir cinle yıllar geçirir. Sonra Tom ( çoğun-lukla intihar
ederek , öldürülerek… ) vefat eder. Cin uzaya çıkar, dünyadan uzaklaşır. Aradan 200-500 sene geçer. Tomun
torunlardan Nike, dedesinin ruhu (!) ile irtibata girmek için bir ruh çağırma seansı düzenlerler. Seans esnasında
transa geçen toplulukla uzaydaki cin arasında zihinsel bir irtibat kurulur (telepati ) . Çin çağrıyı alır dünyaya
döner ve kendisi için 10- 20 sene, dünyadakiler için geçen yüzyıllar öncesini anlatmaya başlar. Hem de en ince
detaylarına dek… Seanstakiler, gelenin Tomun ruhu olduğuna kesin inanmışlardır. Cin’de kendini dinleyecek cahil
bir grup bulmuştur. Oyun böylece başlar…
Tenasüh: Daniel evini farkında olmadan bir cinle paylaşır. Zamanla Daniel anormal bir şekilde, intihar, cinayet…
ile ölür. Cin o anda dünyanın herhangi bir tarafında yeni doğmuş bir bebeğe musallat olur. Duasız abdetsiz bir
ortamda çocuğun irade,beynini kolaylıkla ele geçirir cin. Çocuk biraz büyüyüp konuşmaya başlayınca kendi içine
Daniel’in ruhunun girdiğini söylemeye başlar. Görmediği ev, kişi hakkında çok gizli, sır gibi bilgileri ailesine
anlatır ve bu bilgiler doğrudur da… Konuşan çocuktur fakat konuşturan cindir. Bilgileri çocuk konuşur ama cin
anlattırır.
Dışarıdan bakınca , mantıklı bir sonuç çıkarabilmek için çocuğun içine Daniel’in ruhunun girdiğini kabul etmekten
başka çare yoktur. Halbuki çocuğun içine giren cindir ve tenasüh diye de bir şey yoktur.
Uzaylılar : Eskiden görülen perili ev, konuşan hayvanlara… inanmayan, onları gördüğünü söyleyen her insanla
alay edenleri aldatıp, kendilerine tabi kılıp, bu şekilde kendilerine inanmayanlarla eğlenip alay etmek isteyen
cinler uçan daire, uzaylı kılığında çevrelerine görünürler.
Halbuki köyde hayvan, şehir de uzaylı gibi görülen her iki şekil aslında aynıdır, cindir.
Uzaylılar kılığında görülen cinler, görünür hale geldiklerinde genellikle büyük, patlak gözlü, boyları küçük kolları
uzun… şekil de görünürler.
Büyü : Büyünün özü, kökü cinlere dayanır. Bir kelime grubunun belli sayıda, yan yana okunması ile meydana
gelir .
İnsan beyninin devamlı ürettiği elektromagnetik dalgalar belli kelimelerin tekrarı ile adeta bir şifreyi oluştururlar.
Bu şifre belli cinleri harekete geçirir ve o şifreyi açan kişinin isteklerini yapmak durumunda kalır…
Büyü vardır fakat dinimizce haram kılınmıştır.
Özetle cinler ( camdan geçen güneş ışınları gibi…) maddeye nüfuz edebilme özelliklerine sahiptirler. Fakat her
halükarda insanlar cinlerden üstündür. Gerek zeka, gerek ( dua okuyarak cinlere) tesir etme yönünden . Yeter ki
cinlerden çekinmeyelim korkmayalım.
(kaynak:www.islamustundur.com)
İslam Dininde Reankarnasyon Varmıdır?
Reenkarnasyon: Ölümden sonra ruhun, bir bedenden diğer bir bedene geçmesini kabul eden sapık bir inanıştır
Arapça’da bu inanışa “tenasuh, tecessum ve hulûl” denir Türkçede “ruh göçü” olarak adlandırılmaktadır Bu
insanlar kendileri’ne bir isim buldular “Ruhçuluk”
Bu inanç, Hindistan’da Hinduizm’den doğmuş ve buradan tüm Dünya’ya yayılmıştır Bu inanç Hinduizm
(Brahmanizm) ile birlikte, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya’nın eski dinlerinde de görülür
Tenasüh’ün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan Upanişad’lardır
Tenasüh İnancında manevi mükafat veya ceza, yapılan kötülük veya iyiliğin karşılığı olarak ruhun bir hayvan veya
insan cesedine girerek alçalması veya yükselmesidir Bedenler ruhların kalıpları gibidir, ruh kalıptan kalıba,
bedenden bedene göç etmektedir bu düşünceyi ortaya atanların iddiası şudur: “Ruhlar ezelde yaratılmış ve
tekamül etmeleri için dünyaya bir bedene sokularak gönderilmiştir Bu sebeple dünyaya geldiği zaman yaşadığı 60-
70 senelik ömür ona tekamül için yetmez Öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelip bedenlenmesi gerekir İnsan
ruhu, cesedini terkettikten sonra, karada, havada veya denizde yaşayan herhangi bir hayvanın bedenine girerek
varlığını devam ettirip gitmektedir Hatta bazı ilkel milletler, insan ruhunun, önce madenlere, sonra bitkilere, daha
donra da insanlara geçerek devamlı devir şeklinde tekrar tekrar gelip bedenlendiğine inanırlar Hindulara göre,
tenasuh yalnızca insanlara has değildir Tanrılar da ölür ve yeniden bir başka kalıpta doğabilirler Şu an insan veya
hayvan gördüğünüz ruh belki daha önce Tanrı olarak dünyaya gelmiş olabilir
Bu inanışa göre,
Bu düşüncede olan insanlar, dünyayı bir imtihan dünyası olarak değil de hep bir azar düyası ve bir tür hapishane
olarak yorumlanmakta ve bir musibet olarak görmektedirler Yine bu düşünceye göre bütün musibet, afet ve
belalar ve nimetler, mutluluklar önceki hayatında yapmış olduğu iyi ya da kötü işlerin neticesidir Önceki hayatının
mükafat veya cezasının belli olması için, insanın tekrar, tekrar dünyaya gelerek mükafat veya ceza çekmesi
gerekir
Hatta uzantısı Türkiye’de bulunan bu insanlar, bir fare gördüklerinde başında oturup ağlarlarSorulunca şöyle
derler: “Bu bir insan idi Kim bilir hangi günahı işledide bu hale geldi” Fareyi veya başka bir hayvanı bir insan
olarak görürler, insanın ruhunun fareye girdiğine inanırlar Böyle bir düşünce ile farenin başında ağlarlar
Mısır’da ilkel olarak görünen bu köhne görüş, Hind’de mistik bir şekil, Yunan:’da felsefi bir elbiseye sokulmuştur
Eski Yunan’da, MÖ 6asırda ortaya çıkan Orfik Dininde görülür Pythagoras ve Eflatun tarafından benimsenir ve
geliştirilir İran da ise bu batıl inanca bir ahlak ve din süsü verilmiştir Bu görüş, Zerdüşt ve Mendikiler gibi dini
guruplar tarafından da benimsenmişir Kelt ve İskandinav dinleri, Yahudiliğn bazı batini mezheplerinde de
görülmektedir
İslam’dan sonra bu batıl felsefe, fikir dünyasından silinip gitmesine rağmen zaman zaman tesirini göstermiştir
İran’da eskilerden gelen bu batıl felsefe, Şiiliğin aşırı kolu olan “gulat-i şia” ya da girmiştir Mutezile, Karmati,
batıni, Nusayriye ve durziler de tenasuha inanırlar Nusayriler, kendileri dışındakilerinin ruhlarının hayvan
sesetlerine gireceklerini Ali’ye inanan gerçek Nusayrilerin ise yıldız haline dönerek nurlar alemine döneceğine
inanırlardı Bazı sözde mutasavvıflar ölen bir insanın ruhunun, ölmeden evvelki davranışalrına ve yaşayışına bağlı
olarak insan veya hayvan şeklinde tekrar dünyaya geldiklerini ve ceza çektiklerini iddia ederler, ahirete
inanmazlar
Bütün semavi dinlere göre tenasuh inancı batıldır Tenasuha inanmak imanla ve özellikle ahiret inancı ile
bağdaşmaz Bir insan bu dünyada yaptıklarından sorumludur Sorumlulukta ruhun bedeninde payı vardır Her bir
insan bedeninin bir ruhu ve her ruhunda bir bedeni vardır Bu inanca göre bir insan ruhunun yüzlerce bedeni
olmuş olur Ahirette her insan bedeni ile dirileceğinden, ancak ruhun bulunacağı ceset dirilecek, diğerleri ruhsuz
olduklarından dirilemeyecektir Diriltilse bir tek ruh olacağından diğerleri ruhsuz olarak diriltilecektir Ruhsuz
beden ise insan değildir İnsan kendi ruhuyla insandır
Kur’an-ı Kerim reenkarnasyon nazariyesini şöyle rededer:
” Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen beni geri gönder Ta ki, boşa geçirdiğim
dünyada iyi iş yapayım” Hayır! Onun söylediği bu söz laftan ibarettir Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri
güne kadar bir berzah vardır” (Muminun Suresi 99-100)
Tenasuh inancını İslam akaidi ile uzlaştırmak ve dini öğretiden temellendirmek isteyenler görüşlerine delil olarak
bazı ayetler ileri sürerler Bunlar içinde ilk bakışta tenasuh lehindeyorumlanmaya müsait gibi görülen ayetler
şunlardır
“Sizi ölü iken dirilten Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz! Sonra sizi öldürecek, sonra sizi diriltecek ve sonunda ona
döndürüleceksiniz” (Bakara Suresi 2
“İnkar edenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin biz de günahlarımızı itiraf ettik Bu
ateşten çıkmaya bir yol varmıdır?” (Mümin Suresi 11)
Bunlardan birinci ayetteki ” Ölü idiniz, allah sizi diriltti” şeklindeki başlangıç kısmı insanların ölü halde bulunan
topraktan yaratıldığını ifade etmektedir İnsanın varlık sürecinde üç safha vardırYaratılış, ölüm ve ahirette tekrar
diriliş Şu halde bu ayetin açık veya gizli bir şekilde tenasuh inancı ile hiçbir ilgisi olmamakta, aksine
redetmektedir
İkinci ayet ise, kafirlerin cehennemde Allah’a yakarışlarını tavsir etmekte olup, onların birinci öldürme, dünya
hayatını bitiren ilk ölüm; ikinci öldürme kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm; ikinci diriltme de ölümden
sonra kıyametteki dirilmedir Şu halde dünya hayatı dikkate alınmamıştır Çünkü dünyada inkâr ettiklerini kabul ve
itiraf ile günahlarını itiraf ediyorlarDolayısıyla tenasuh ile bir irtibatı yoktur
Tenasuh inancı akli bakımdanda tutarsızlıklar görülmektedir
Reenkarnasyon iddialarının makul olabilmesi için insanın, şu anda yaşadığı ileri sürülen önceki hayatını mutlaka
hatırlaması gerekirdi Halbuki hiç kimse daha önce bir bedende yaşadığını hatırlamamakta, aksine insan,
kendisinde onun diğer varlıklardan ayrı bir kişiliğe sahip olduğunu gösteren bir benlik şuuru bulunduğunu
hissetmektedir
Tenasuh akidesi ahlaki nedensellik ihtiyacını tatmin etmekten ve insanın sorumluluğunu temellendirmekten de
uzaktır
İnsanın kalıtım yoluyla ebeveynden çocuklara intikal eden ruhi-bedeni özellikleri açıklanamamakta
Dünyada sürekli olarak devam eden nüfus artışına makul bir izah getirilememekte
Ölümle birlikte başka bir bedene intikal eden ruhun kendi karekterine uygun bir bedeni nasıl seçtiği ve bu durum
karşısında kalıtımın nasıl açıklanacağı bilinmemektedir
Tenasuh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır Bu durumda dünya nüfusunun statik olması veya azalması
gerekirdi Halbuki realite bunun aksini göstermektedir
Bu batıl düşünceyi İslam alimleri redetmiş apaçık bir küfür olduğunu beyan etmişlerdir Özellikle Hindistan’da
yaşamış olan İmam-ı Rabbani şiddetli bir dille bu düşüncenin küfür olduğunu söylemiştir İslamda bu felsefeye
inanmak batıldır İnanan kâfir olur
Günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan tenasuh iddialarının çoğunun magazin haberciliği üretimleri, geri
kalanlarınında çağımızda bu safsatayı yeniden sergilemek isteyen bazı art düşünceli simalar olduğunu, Ahiret
inancını zedelemek için batıl düşünceye sarıldıklarını unutmayalım
“Biriz Biz”
Kaynak:
1) Şamil İslam Ansiklopedisi
3) İlmihal, TDV, İslami Araştırmalar Merkezi
2) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
(Kaynak : http://www.mumsema.com/sizden-gelen-sorular/33443-islam-dininde-reenkarnasyon-varmidir.html)
Reankarnasyon Varmıdır?
Soru
Bazı insanların İslamda reenkarnasyon olduğunu söylüyorlar Referans olarak da Kuranın Mumin Suresinin 11
ayetini gösteriyorlar Sözde orda 2 kere öldürdün 2 kere dirilltin diyor demekki dünyaya 2 kez gelinip gidilmiş
falan diyorlar Bu doğru mudur? İslamda reenkarnasyon inancı var mıdır?
Cevabımız
Değerli Kardeşimiz;
Kur’an Işığında Reenkarnasyonun Reddi:
Kur’ân-ı Kerîm’de, çoğu kere iade kavramıyla ifade edilen yeniden diriltmenin kıyamet günü olacağı, bu
diriltmenin bir defaya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı
konuları hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde dile getirilmiştir
Reenkarnasyon lügatte tenasüh, tekammüs, tecessüd-ü cedîd1, ölümden sonra rûhun bir bedenden başka bir
bedene, kimi kez de insandan hayvana, hayvandan insana geçmesi, rûh göçü2 manâlarına gelmektedirKelimenin
kökü, bedenlenme, bir bedene bürünme manasındaki enkarnasyon’dur Buna göre reenkarnasyon, tekrar
bedenlenme manasına gelmektedir Renaissance (tekrar doğuş) da aynı manadadır
Lügatte tenasühle aynı manaya gelmesine karşılık, bilhassa günümüzde bu fikri savunan bazı gruplara göre
reenkarnasyon, tenasühten farklı ve daha husûsi bir manâda kullanılmaktadır Buna göre, reenkarnasyonda bir
gerileme ve hayvan bedenlerine intikal söz konusu değildir Bu yönüyle reenkarnasyon, daha çok doğu
öğretilerinde görülen ruhun başka bir varlığın bedenine geçmesini ifade eden tenasüh ve ruh göçünden, başka bir
ifadeyle métempsychose ve transmigration’dan3 tamamen farklıdır Yeni tenasühçüler olarak da
isimlendirebileceğimiz bu kişilere göre, reenkarnasyonun Hint felsefe ve dinlerindeki tenasüh ile esas ve amaç
bakımından hiç bir ilgisi yoktur Çünkü, tenasühte tekâmül fikri yoktur Cezâ ve mükâfat esasına göre bir geliş-
gidiş vardır Reenkarnasyonda ise, dünyevî bağlardan kurtulamamış rûhların tekâmül için dünyaya tekrar gelmesi
vardır Varlık, dünyaya her bağlanışında geçmiş hayatlarının toplu ürünü olan bir durumla karşılaşır Tekâmülde hiç
bir zaman aşağı seviyelere dönülmeyeceği (tedennî olmayacağı) kabul edilmiştir4
Günümüzde daha çok ruhçu akımlar tarafından desteklenen bu batıl iddiaya göre, ruhen tekâmül etmemiş ve
olgunluğa ulaşamamış ruhlar, tekâmül edinceye kadar tekrar tekrar dünyaya geleceklerdir Halbuki yakînen
incelendiğinde günümüzdeki reenkarnasyon anlayışlarının da, daha çok Hint dinlerinde görülen ve eski bir hurâfe
olan tenasüh inancının çağdaş kılıflar içinde sunulmuş yeni bir şekli olduğu görülecektir
Türkiye’de reenkarnasyonu savunan bazı kimseler, Batı’da aynı fikrin temsilcileri olan insanların Tevrat ve İncil’in
bir takım âyetlerini reenkarnasyon teorisine uygun düşecek bir tarzda yorumlamalarından etkilenerek, Kur’ân’dan
bu konuya uygun bir şekilde tevil edebilecekleri âyetler arayarak, bu ayetleri gerçek manalarıyla hiç ilgisi olmayan
tuhaf tevillerle kendi görüşleri istikametinde yorumlamaya çalışmışlardır Geçmişte, tenâsüh için yapılan benzer
çabalar da onlar için ayrı bir dayanak noktası olmuştur Halbuki Kur’an, reenkarnasyonu açık bir şekilde
reddetmekte ve hiçbir açık kapı bırakmamaktadır Bu konuda apaçık âyetler ortada varken, onları görmezlikten
gelerek başka âyetlerden zorlamalı yorumlarla bu teoriye destek aranmasının ne derece yanlış bir yaklaşım olduğu
açıktır
Doğru olan yaklaşım ise, bir konuda manası açık (muhkem) ve bunun yanında bazı kapalı (müteşabih) âyetler
olduğu takdirde, manası açık olanları esas alarak diğer âyetleri onların ışığında yorumlamaya çalışmaktır İşte bu
makalede takdim edeceğimiz âyetlerin çoğu bu konuda açık olup dünyaya tekrar dönüş olmadığını ifade
etmektedir5
A Dünyaya Tekrar Dönüş İsteklerinin Reddedilmesi
Kur’ân-ı Kerîm’de, çoğu kere iade kavramıyla ifade edilen yeniden diriltmenin kıyamet günü olacağı, bu
diriltmenin bir defaya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı
konuları hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde dile getirilmiştir Bu hususta pek çok âyet vardır
Bu âyetlerin bazısında ölüm anında, bazısında mahşer yerinde hesap verme esnasında, bazılarında cehennem
görüldüğü esnada, bazılarında ise cehenneme girdikten sonra inkarcıların dünyaya tekrar dönme istekleri dile
getirilmiş, hepsinde de bu isteklere karşılık red (hayır!) cevabı verilmiştir
a – Ölümden Sonra Dünyaya Dönüş İsteğinin Reddi
Birinci durum, yani ahiret aleminin giriş kapısı hükmünde olan ölüm anında dünyaya tekrar döndürülme isteğinin
reddedilişi çeşitli âyetlerde ifade edilmiştir Şu âyet bu konuda çok açık ve kesindir: “Nihâyet onlardan birine ölüm
gelip çattığında der ki, Rabbim beni geri gönder! Ta ki boşa geçirdiğim dünya hayatımda artık iyi ameller
işleyeyim Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir
berzah vardır” (Mü’minûn, 99-100)
Dünyaya yeniden gelmenin asla söz konusu olamayacağını açık ve kesin bir şekilde ifade eden bu ayet-i kerime’de
dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğu ifade edilirken, tekid sadedinde “o, söylediği boş bir laftan
ibarettir” buyrulmuş,6 böylece Allah’ın böyle bir va’di olmadığına ve bu yakarışın asla kabul görmeyeceğine dikkat
çekilmiştir
“Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır” ifadesi de diriltilecekleri güne
kadar önlerinde bir berzah7 (dünyaya dönmelerine mani olan bir engel) olup böylece dünya ile ahiret arasında
farklı bir hayat boyutunda olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir “Nasıl ki ana rahminden çıkan
bir çocuk tekrar oraya dönemiyorsa bu dünya hayatından çıkarak kabir hayatına giden bir ruh da oradan çıkıp
geriye tekrar dönemeyecektir”8 Böylece bu âyetteki berzah kelimesi de dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını
bildirmektedir
Nitekim, dünyaya tekrar dönüş inancının çok yaygın olduğu coğrafyadan bir insan olarak İkbal, “Kur’ân-ı
Mübin’de iyice açıklanmış ve hiçbir fikir karmaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz
gerekir” dedikten sonra, ikinci noktada “Kur’ân-ı Kerîm’e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır Bu husus
aşağıdaki âyette gâyet sarih bir şekilde açıklanmıştır”9 diyerek yukarıda takdim ettiğimiz âyeti zikretmiştir
Bu apaçık beyana rağmen “bu âyet, ruhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifade ediyor, dünyaya dönmeyeceğini
değil”10 veya “reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu
isteklerinin reddedildiğine delildir”11 gibi iddiaların tutarsızlığı açıktır Çünkü âyette ne eski bedene dönme
isteğine ne de bu sözü söyleyenin dünyaya birkaç defa geldiğine dair her hangi bir işaret yoktur Eğer bu istek
dünyaya birkaç kere gelmiş bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dünyaya
gönderilmedi mi?! gibi bir üslup kullanılırdı Nitekim benzer bir âyette pişmanlığını dile getiren inkarcıya şöyle
cevap verilmiştir: “Size düşünüp taşınacak kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi?! Hem size
peygamber de gelip uyardı” (Fâtır, 37) Bu âyette de insana düşünüp taşınacağı ve öğüt alacağı kadar ömür
verildiğinden bahsedilmiş, birkaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir Böylece her insana öğüt alacağı,
düşünüp taşınacağı miktarda –uzun veya kısa- bir süre verildiği belirtilmiştir Eğer bu süre yeterli olmasa ve
yeniden dünyaya gelme ihtiyacı olsaydı âyette bu ifadeler kullanılmazdı
Yukarıdaki âyete benzer başka âyetler de vardır: “Kendilerine azabın geleceği ve kâfirlerin Rabbimiz bize birazcık
mühlet ver de davetine uyalım ve elçine tabi olalım diyecekleri gün hakkında insanları uyar” (İbrahim, 44),
“Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın! Ölüm gelip
çatınca: Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım! diyecek olsa da
Allah, vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez Allah yaptığınız her şeyden haberdardır” (Münâfikûn, 10-11)
Bu âyetler dünyaya tekrar dönmenin olmadığını göstermektedir Çünkü reenkarnasyondan maksat tekâmülü
tamamlamak olduğuna göre, eğer bu iddia doğru ise, böyle bir talepte bulunana salihlerden olma fırsatı verilmeli
değil miydi?! Halbuki değil dünyaya tekrar gelme, ecelin ertelenmesine dahi izin yoktur Bu durum: “Allah, eceli
gelmiş bir kimseyi asla ertelemez…” ayetiyle açık bir şekilde ifade edilmiştir Şu âyet de bu hususu
desteklemektedir: “Allah’ın belirlediği vakit geldiğinde artık ertelenmez” (Nuh, 4) Bu âyetler reenkarnasyon
olmayacağını çok açık bir şekilde bildiriyor Çünkü ölmek üzere olan kimsenin eceli tehir edilmediğine, ek süre
verilmediğine göre, artık ölüm gelip çattıktan sonra yapılacak böyle bir talep asla kabul edilmez Yani böyle bir
istek kabul edilseydi, ölmeden önce gerçekleştirilirdi
Allah tarafından dünyaya tekrar dönmeye izin verilmeyince, artık insanların kendi gayret ve çabalarıyla da böyle
bir şeyi elde etmeleri mümkün değildir Şu âyette ifade olunduğu gibi: “Haydi görelim sizi, can boğaza geldiğinde,
O vakit can çekişenin yanında bulunan sizler bakar durursunuz Biz ise, ona sizden daha yakınız, ama siz
göremezsiniz Haydi bakalım eğer âhirette vereceğiniz hesap yoksa, iddianızda tutarlı iseniz, çıkmakta olan o rûhu
geri döndürsenize!” (Vakıa, 83-87) Dünyaya tekrar dönüş olmadığını ifade eden bu üslup bu yöndeki ümit
kapılarını tamamen kapamaktadır
b – Mahşer Gününde Dünyaya Dönüş İsteğinin Reddi
Şu âyette ise, inkarcıların kıyamet gününde amellerinden hesaba çekildikleri sırada dünyaya tekrar dönme
isteklerinin boş bir temenniden ibaret olduğu dile getirilmektedir:
“… Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de yapmış
olduğumuz amellerden başkasını yapsak Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti”
(A’raf, 53)
Böylece, inkarcıların mahşer meydanında iken dile getirdikleri dünyaya tekrar dönme talepleri bu ayetle de
reddedilmiş, artık onlar için ne bir şefaatçinin ne de dünyaya tekrar döndürülmenin olmayacağı bildirilmiştir
c Cehennem’i Görme Esnasındaki Dünyaya Dönüş İsteğinin Reddi
“… Yahut azabı gördüğünde, keşke bir kere daha dönme imkânım olsaydı da iyilerden olsaydım diyeceği günden
sakının” (Zümer, 58), “Onların ateşin karşısında durdurulup, ah! Keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha
rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! Daha önce gizlemekte
oldukları şeyler (günahlar) onlara göründü Onlar dünyaya gönderilseler bile, nehyolundukları şeyleri mutlaka
tekrar yaparlardı Onlar kesinlikle yalancıdırlar” (En’am, 27-28) Bu âyetteki “Onlar dünyaya gönderilseler bile,
nehyolundukları şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı Onlar kesinlikle yalancıdırlar” ifadesi mevzumuz açısından çok
önemlidir Çünkü bu ifadeyle, faraza onlar dünyaya tekrar gönderilseler dahi yine aynı şeyleri yapıp Allah’ın yasak
ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek insanların bu dünyaya neden bir daha gönderilmediklerinin gerekçesi ve
hikmeti beyan edilmiştir
d – Cehennem’de İken Dünyaya Dönüş İsteğinin Reddi
“Rabbimiz! bizi cehennemden çıkar! Eğer bir daha (eski halimize ve günahlara) dönersek o zaman gerçekten
zalimlerdeniz Buyurdu ki, kesin sesinizi! Konuşmayın!” (Mü’minûn, 107-108) “Rabbimiz bizi çıkar da
yapmadığımız salih amelleri yapalım” (Fâtır, 37), “(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah! Keşke bir kere daha
dünyaya gitseydik de şimdi onların (kötülerin) bizden kaçıp uzaklaştıkları gibi biz de onlardan kaçıp
uzaklaşsaydık! İşte böylece Allah onlara, yaptıkları şeyleri pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar
ateşten çıkacak değillerdir” (Bakara, 167) Bu son âyet, onların dünyaya dönme talepleri bir yana, ölüp cehennem
azabından kurtulma arzularının bile yerine getirilmeyeceğini, aksine, ölümsüz bir şekilde cehennemde ebedî
kalacaklarını bildiriyor
Görüldüğü gibi, bu dört durumun hepsinde dünyaya tekrar dönmek isteyen günahkar ve inkarcıların istekleri
kesin bir dille reddedilmiş, böyle bir şeyin yapılmayacağı açık bir şekilde belirtilmiştirDolayısıyla bu apaçık
âyetlerden sonra bir takım yanlış yorumlara saparak bazı âyetleri aksi manalara hamletmeye çalışmanın çok yanlış
bir davranış olduğu ortadadır
Burada, dünyaya tekrar dönmek muhal olduğuna göre, neden böyle bir temennide bulunuyorlar? şeklinde akla
gelebilecek soruya şöyle cevap verebiliriz: Onların bu temennileri, ya böyle bir şeyin imkânsız olduğunu
bilmediklerinden, ya da imkânsız olduğunu bildikleri halde, aşırı derecedeki pişmanlıklarını ifade etmekten
dolayıdır Çünkü olmayacak bir şey de temenni edilebilir12 Şöyle de düşünebiliriz; onlar her ne kadar dünyaya
tekrar dönmenin muhal olduğunu bilseler de, karşılaştıkları dehşetli durumlardan kurtulmak için hiçbir çareleri
olmadığından, muhal olduğunu bile bile bunu istemek durumunda kalmışlardır
B – Dünyaya Tekrar Dönüşü Reddeden Diğer Ayetler
Yukarıdaki âyetlerin yanında dünyaya tekrar dönüş olmadığını açık bir şekilde veya dolaylı olarak ifade eden başka
pek çok âyet vardır Şimdi de bu âyetlerden tespit edebildiklerimizi sunmaya çalışacağız
“Onlardan önce nice kavimler helak ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler’’ (Yâsîn,
31) âyeti, helak edilen insanların, daha sonra dünyaya tekrar dönmediklerini açıkça ifade ediyorHelak edilen
kavimlerin kusurlu, manevi bakımdan tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse, bu âyetin reenkarnasyon
aleyhinde kuvvetli bir delil olduğu daha iyi anlaşılacaktır Bir başka âyette ise, bu manada, ‘’Helak ettiğimiz bir
şehir halkına tekrar dönmek haramdır’’ (Enbiyâ, 95) buyrularak, dünyaya dönüşün kesinlikle olamayacağı haram
tabiriyle tekitli bir şekilde bildirilmiş, haramdır! yani, yasaktır! denilerek, dünyaya dönüş hakkındaki bütün ümit
kapıları böyle bir beklenti içinde olanların yüzlerine kapatılmıştır
“Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez bir vaziyette çıkardı’’ (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon
aleyhinde kuvvetli bir delilidir Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir
Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcut olması gerekirHalbuki bu âyet böyle bir şeyin
olmadığını, doğan çocukların hiçbir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini açık bir şekilde ifade ediyor
Vakıa suresinin son âyetlerinde ölüm anındaki insanların durumları tasvir olunduktan sonra “(Ölen kimse) eğer
mukarrebinden ise Eğer Ashab-ı yeminden ise Ve eğer yalanlayıcı ve dalalete düşmüşlerden ise…’’ (Vâkıa, 88-94)
buyrularak öldükten sonra insanların gidecekleri yerler sıralanmış, fakat bunlar içinde tekâmül etmemiş,
günahkar ve kusurlu kimselerin tekrar dünyaya döneceklerinden bahsedilmemiş, bilakis yalanlayıcı ve dalalete
düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir: “Ve eğer yalanlayan ve dalalete düşenlerden ise, ona
kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme giriş vardır’’ (Vâkıa, 92-94)
Kıyametin kopup insanların amellerine göre gruplara ayrılmalarının anlatıldığı şu âyette de benzer durum söz
konusudur: “Kıyametin koptuğu gün insanlar birbirlerinden ayrılırlar: İman edip salih ameller işleyenler cennet
bahçelerinde sevinç içindedirler İnkâr edip âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı yalanlayanlar ise azaba maruz
kalacaklardır’’ (Rum 14-16) Görüldüğü gibi insanların farklı gruplara ayrıldığından bahseden bu âyetlerde de
dünyaya dönüşten bahsedilmiyor
Şu âyette de benzer bir tablo çizilmektedir: “Kim Rabbinin huzuruna mücrim olarak gelirse onun için cehennem
vardır… Kim de mü’min olarak salih ameller işlemiş bir şekilde gelirse onun için de üstün dereceler vardır: İçinde
ebedî kalacakları, alt taraflarından ırmakların aktığı Adn cennetleri! İşte nefsini tezkiye edenlerin mükâfatı
budur!” (Tâ-hâ 74-76) Görüldüğü gibi insanın ölümden sonraki durumunu anlatan bu âyette de cennet ve
cehennem dışında başka bir yerden, dünyaya dönüşten bahsedilmiyor
Cennetlikler hakkındaki “Orada (cennette) ilk ölümden başka ölüm tatmazlar’’ (Duhan, 56) âyetinde ölümün bir
kereye mahsus olarak yaşandığı ifade edilmiştir Dolayısıyla birkaç veya bir çok defa ölümü gerekli kılan
reenkarnasyon bu âyet ile de reddolunmaktadır
“Her nefis ölümü tadacaktır Sonra bize döndürülürler” (Ankebut, 57) âyetinde de ölenlerin dünyaya değil de
Allah’a döndürülmesinden bahsediliyor
“Allah insanları yaptıklarıyla muaheze etseydi yeryüzünde canlı bir varlık bırakmazdı Fakat onları belli müddete
kadar erteliyor Müddetleri geldiğinde ise ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler” (Nahl, 61) âyeti de bu
dünyanın mücazat mahalli olmadığını, insanların yaptıklarının karşılığını tam olarak başka bir alemde
göreceklerini ifade ediyor
“Sudan, beşeri yaratıp onu akraba ve hısım yapan O’dur…” (Furkan, 54) âyetiyle ifade edilen insanların akrabalık
ve hısımlık bağlarıyla birbirleriyle bağlanmış olmaları gerçeği de reenkanasyonu reddetmektedir Çünkü bu teoriye
göre insanın babası yarın onun çocuğu olarak tekrar dünyaya gelmekte veya ölen bir çocuk başka bir ailede
dünyaya gelerek -erkek olarak dönmüşse- kendi kız kardeşiyle, -kız olarak dönmüşse- kendi erkek kardeşiyle
evlenebilmektedir!
Yahudilerin dünya hayatına aşırı düşkünlüklerini ifade eden “Onlardan biri kendisine bin sene ömür vermesini
ister” (Bakara, 96) âyeti de reenkarnasyon olmadığını bildirmektedir Aksi halde bin sene ömür değil de tekrar
dünyaya gelme isteğinden bahsedilirdi Âyetin devamı da bu hususta ayrı bir delildirÇünkü devamında “fazla ömür
verilmesi onu azaptan uzaklaştırıcı değildir” buyrularak dünyaya tekrar dönmek suretiyle ömrün uzatılmasının
insanı terakki ettireceği iddiası yalanlanmakta ve fazla ömrün tekâmülün garantisi olmadığına işaret edilmektedir
Bütün bu âyetlerin yanında, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin kopacağını, öldükten sonra dirilmenin cismanî olduğunu,
cehennem hayatının ebedî olduğunu ve kâfirlerin affedilmeyeceğini bildiren pek çok âyet vardır Bu âyetler ifade
ettikleri manalarla reenkarnasyonu reddetmekte, bir defaya mahsus olan bu dünya hayatının ölümle son bularak
artık ebedî bir hayatın başlayacağını bildirmektedirler Mesela, “Sonra sizi yerden dirilip kalkmak için bir kere
çağırınca birden kabirlerinizden çıkarsınız” (Rum, 25), “Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden çıkıp rablerine
doğru koşuyorlar” (Yâsîn, 51) gibi âyetlerde dirilişin, kıyametin kopmasından sonra, kabirlerden çıkmak suretiyle
olacağı, böylece ruhun başka bir bedene intikal etmeyeceği açıkça ifade edilmiştir Bu tür âyetler reenkarnasyonun
olmadığının açık delilleridirÇünkü reenkarnasyon iddiası bu inançlarla ters düşmektedir Bu yüzdendir ki, bu
iddiayı kabul edenler cismanî dirilişi kabul etmezler. Cehennemin ebedî olmadığını iddia ederler
Kâinatın ezelî ve ebedî olmadığını gösteren kevnî deliller ve âyetler de reenkarnasyon aleyhine bir delildir Çünkü
bu iddia sahiplerine göre bu alemin başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur Yani kıyamet kopmayacak bu alem
sonsuza kadar böylece sürüp gidecektir Bu iddiayı Kur’ân âyetleri yalanladığı gibi bugünkü ilimler de er veya geç
kainat çapında bir kıyametin koparak bu düzenin bozulacağını haber vermektedir14
Görüldüğü gibi pek çok âyet dünyaya tekrar dönüş olmadığını çok net bir şekilde bildirdiği gibi, bir çok âyet de bu
iddianın doğru olmadığına ve tutarsızlığına işaret etmektedir
DİPNOTLAR
1- Munîr Ba’lebekkî, el-Mevrid-90, 24 bsk, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1990, s773;
2- Tahsin Saraç ve daha çok hayvan bedenine intikal etme için kullanılmaktadır (bkz James Thayer Addison, La Vie
Apres LaMort Dans Les Croyans De L’ Humanite, Paris, 1936, S 87, 92, 125),
3- Gérard Encausse Papus, Reenkarnasyon, İstanbul, 1999, s 20, 104; René Guénon, Ruhçu Yanılgı (L’Erreur
Spirite), çev L Fevzi Topaçoğlu, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s 179, 180 Bu kavramlar hakkında daha geniş bilgi
için bkz, ae, s 179-185 Transmigrasyonun lügât manası, göç, rûh göçü, başka bir varlığa geçmektir (bkz Saraç,
s1413) Batı’da, başka bir bedene ve daha çok hayvan bedenine intikal etme için kullanılmaktadır (bkz James
Thayer Addison, La Vie Apres LaMort Dans Les Croyans De L’ Humanite, Paris, 1936, S 87, 92, 125),
4- Bedri Ruhselman Ruh ve Kâinât, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1977, s152; Sinan Onbulak Ruhî Olaylar ve
Ölümden Sonrası, Dilek yay, İstanbul, 1975; Necati Tarıman, “Reenkarnasyoncu Ne Ola ki?”, Türkiye Günlüğü,
sayı, 45, Mart-Nisan, 1997, s 228
5- Burada, Kur’ân Işığında Reenkarnasyon adlı eserimizde çeşitli yönleriyle ele aldığımız bu konuyu yeniden
gözden geçirerek sunmaya çalışacağız
6- İbn Aşur, Tefsiru’-Tahrir ve’t-Tenvir, Daru’t-Tunusiyye, tsz, XVIII, 123
7- Âyette geçen berzah hakkında sahabe ve tabiinden şu görüşler nakledilmiştir: Ölümle diriliş arasındaki perde,
dünya ile ahiret arasındaki perde, ölüyle ölünün dünyaya dönmesi arasındaki engel, kıyamet gününe kadarki
mühlet… (Maverdi, en-Nüket ve’l-Uyun, Beyrut, 1992, IV, 66-67)
8- Celal Kırca, Kur’ân ve İnsan, Marifet Yay, İstanbul, 1996, s 175
9- Muhammed İkbal, İslâm’da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1984, s 160,
10- Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, VI, 118,
11- Yaşar Nuri Öztürk, Kur’ân’daki İslâm, Yeni Boyut, İstanbul, 1994, s 312
12- Meraği, Tefsir, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1974, VII, 101
13-Örnek olarak bkz Haluk Hacaloğlu, Hayat Ölüm ve Ötesi, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1996, s11, 26
14- Bu konuda bkz Paul Davies, Son Üç Dakika, Varlık Yay, İstanbul, 1994, s 30; Steven Weinberg, İlk Üç Dakika,
Tübitak Yay, Ankara, 1996, s 139; Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yay, İstanbul, 1969, s 114 vd
Doç Dr Veysel Güllüce
Sorularla İslamiyet Editör
(Kaynak : http://www.mumsema.com/sizden-gelen-sorular/33443-islam-dininde-reenkarnasyon-varmidir.html)
Reankarnasyon varmıdır?
İslam dininde reenkarnasyon varmıdır? Mumsema Soru
İslam dininde reenkarnasyon varmıdır? Özellikle Hatayda geçmiş yaşantılarını hatırlayıp; bu benim annemdi, ben
burda yaşamıştım gibi tanımlamalarla çoğu şeyi bilip söylüyenler var Bunlar nasıl geçmiş yaşantılarını hatırlayıp,
doğru bilgiler verebiliyor
Cevabımız
Değerli Kardeşimiz;
Ruhun, bir bedenden diğer bir bedene geçişini kabul eden bâtıl inanışa tenasüh denilmektedir Bu inanca göre,
bedenler ruhların kalıpları gibidir; ruh, kalıptan kalıba, bedenden bedene göç etmektedir, insan ruhu, cesedini
terk ettikten sonra, karada, havada, yahut denizde yaşayan herhangi bir hayvanın bedenine girmekte, oradan da
başka bir hayvanın bedenine, sonra, tekrar diğer bir insanınkine girerek varlığını devam ettirip gitmektedir
Hattâ bâzı iptidaî kavimler, insan ruhunun, önce madenlere, sonra bitkilere, daha sonra insanlara geçerek bir
döngü şeklinde bir bedenden diğer bir bedene hicret ettiğine inanmışlardır Fisagor, “Ruh, tamamen maddeye
baskın gelinceye kadar beden değiştirir” diyerek bunu, bir felsefi teori haline koymaya çalışmıştır Tâ ilkçağlara
kadar uzanan bir görüş, daha çok basit fikirli insanlarca kabul görmüştürSemavî kitaplara, inanmayan,
peygamberlerin tebliğlerinden uzak olanlar, Allahü Azimüşşân’ın âhiretteki ebedî ve dâimi menzillerini
kavrayamadıklarından, yahut dar düşüncelerine sığıştıramadıklarından, fıtratlarındaki ebediyet arzusunu tatmin
ve teskin edebileceği zannıyla bu fikre saplanıp kalmışlardır Bu yanlış inanışa, zamanla felsefi bir kılıf bile
giydirilmiştir
Tenasühün Tarihçesi:
Tenasüh fikrinin, ilkönce nerede doğduğu hakkında ihtilâflar vardır Bâzı kaynaklara göre, bu teorinin kaynağı Eski
Mısır’dır Tarihçi Herodot da aynı kanaattedir Eski Mısır’da, ölen bir kimsenin ruhunun, hayvanların, bilhassa kuş
ve yılanların cesetlerine geçerek hayatını devam ettirdiğine inanılırdı Mısırlılar, ruhun, ölümün hemen akabinde
bir hayvan cesedine girdiğine, havada, karada ve suda yaşayan pek çok hayvan cesedini dolaştıktan sonra, tekrar
insan cesedine döndüğüne inanırlardı Firavunlar devrinde, Piramitlerin yapılması, bu kaba hurafenin etkisiyledir
Bazı kaynaklarda, bu köhne safsatanın, Mısır’da tahsilini yapan Fisagor tarafından Yunanlılara ve böylece, Batı
Dünyası’na götürüldüğü kaydedilmektedir
Doğu’da ise, tenasüh görüşü daha yaygın bir şekilde, Hindistan’da görülmüştür Ganj ve Sent nehirlerinin sıcak
havzalarında yaşayan insanlar, öldükten sonra ruhlarının, kuşların hayatında devam edeceğine inanırlardı
Dinler Tarihi araştırıldığında görülür ki, bu hurafe, Eski Mısır ve Hind’den önce, çok tanrıya inanan, iptidaî
kavimlerin inanışları içerisinde de vardır Keza, Totemizmde de, tenasühün izlerine rastlanmaktadır
Eski insanlar, ruhların yalnız insan bedenlerine değil, aynı zamanda hayvanlara, bitkilere ve cansız varlıklara da
göç ettiklerine inanmaktaydılar Bu sebeple, ruhun bir insan bedeninden diğer bir insan bedenine intikaline
“Nash”, kendi ruh kabiliyetine uygun bir hayvanın bedenine göçüne “Mash”, nebatlara intikaline “Rash”, maden
ve cansızlara intikallerine de “Fash” denilmiştir
Bu hurafe, Eski Yunan, Mısır, Hind, Çin ve İran’da farklı şekillerde ortaya çıkmıştır Meselâ, Hindistan’da tenasüh
görüşü bütün varlıklara genelleştirilmiştir Buda ve Brahman dinlerinde mistik bir şekle bürünmüştür Neticede
şöyle bir inanış benimsenmiştir “Temizlenen ve günahsız ruhlar Nirvana’ya erişir, günahkâr ruhlar da
temizleninceye kadar, hayvan cesetlerinde dolaşırlar”
Eski Mısırlılar ise, tenasühü, yalnız insandan hayvana, hayvandan da tekrar insana göç şeklinde kabul etmişlerdir
Eski Yunan’da, felsefe tarihinden anlaşıldığı kadarıyla, tenasüh görüşüne, önce Fisagor, Eflâtun, sonra da, Yeni
Eflâtuncular tarafından felsefi bir elbise giydirilmeye çabalanmıştır
İptidaî olarak, Mısır’da ortaya çıkan bu köhne görüş, Hint’te mistik şekle, Yunan’da felsefi şekle sokulmuş, İran’da
ise bu bâtıl inanca bir ahlâki meslek ve din süsü verilmiştir Bu görüş, Zerdüşt ve Mezdekiler gibi dini gruplarda
taraftar bulmuştur
İran’da, eskilerden gelen bu bâtıl felsefe, Şiîlik perdesi altında Gulat gibi bâzı Şiî kollarına geçmiştirMaalesef, bu
ilim ve fikir asrında bile, hâlâ bu safsataya inananlara rastlanmaktadır! Bunlar, fikren tâ İlkçağlarda dolaşan ve bu
asrın çalkantıları içerisinde bunalımlar geçiren kimselerdir
Görülüyor ki, Eski Yunan, Hint, Mısır ve Mezopotamya’da rastlanan bu inanış, daha sonra, kuvvet ve te’sirini
yavaş yavaş kaybetmiş, semavi dinlerin, bilhassa İslâm Dini’nin yayılıp gelişmesi ile, fikir dünyasından büsbütün
silinip gitmiştir
Fakat asrımızda, bu safsatayı yeniden sergilemek isteyen bâzı kasıtlı simalara rastlanmaktadır Bunların başında
Fransız Charles Fourrier ve Pierre Lerou gelmektedir Bunların her ikisi de katı birer sosyalisttirİdeolojileri icabı,
ruha inanmamaktadırlar Buna rağmen, bu materyalistler semavi dinlerdeki âhiret inancını zedelemek kastıyla,
tenasüh fikrine sarılmakta ve böylece sapık ideolojilerine malzeme hazırlamak istemektedirler Bugün de, bu
hurafeye rağbet gösterip onu yaymak, propaganda etmek isteyenler, maddeci tezgâhtarlardan başkası değildir
Tenasüh İddiasının Bâtıl Olduğunu Gösteren Deliller:
Bütün semavi dinlerin akîde ve esaslarına zıt düşen tenâsüh fikrinin hiçbir ilmi dayanak noktası yokturTenasüh
fikrini iddia edenlerin sayısı, dünya nüfusu içerisinde istatistik (!) değerlendirmelere giremeyecek kadar azdır
Bu iddiayı çürüten delillere geçmeden önce şunu belirtelim:
Kâinatta yıldızlardan zerrelere kadar her bir varlık, her mahlûk mutlak bir irâdenin, kapsamlı bir ilmin, kahhâr bir
kudretin tasarruf ve hâkimiyeti altındadır; bir düzenin esiridir Yani, bütün varlıklar, Allah’ın tedbir ve tanzimiyle
konup kaldırılmaktadır Dünün mutlak ilim ve iradesiyle vazife görmektedir O haşmetli güneşlerin, o uçsuz
bucaksız sistemlerin, yaratıldıklarından bu yana “Kemâl-i intizam ve hikmet ile bir saniye kadar şaşırmayarak
hareket etmeleri ve vazife görmeleri” gösteriyor ki, ruhlar ve bedenler başıboş olamaz, bu nizâma muhalefet
edemezler Ruhu, bu nizâmın dışına çıkaran tenasüh iddiası, hikmet-i İlâhiyye’ye tamamen zıt ve Allahü
Azimüşşân’ın lütuf, kerem, ihsan ve inayeti gibi kutsi sıfatlarına büyük bir iftiradır
Evet, Cenâb-ı Hakk’ın hikmet ve rahmeti bu çirkin hurafeyi reddeder İnsanı âleme halife ve sultan yapan, yer ve
gökleri onun emrine veren, âlemin özü ve özeti olarak onu en yüksek fıtratta, en mükemmel surette, en geniş
kabiliyette yaratan Kudret-i İlâhiyye, bu mahiyetteki bir ruhu hiç, binler derece aşağıya düşürerek farelerin,
köpeklerin, yılanların daha ayıbı maymunların cesetlerinde dolaştırır mı? Adalet ve hikmeti, rahmet ve şefkati,
lütuf ve ihsanı buna müsaade eder mi? Bu hâl, O Hakîm-i Zülcelâl’in, hâşâ sânına yakışır mı?
Dinimiz, insanlara o kadar önem vermiştir ki, kabirlerinin çiğnenmesine bile müsaade etmemiştirKabristanlardaki
kemikleri ve o kemikleri misafir eden topraklan çiğnemeye müsaade etmeyen Hak Teâlâ, hiç insan ruhunu,
hayvanların cesetlerinde barındırır mı?
Kendisine, “Köpek” denildiğinde kızan insanoğlunun ruhunu, Cenâb-ı Hak hiç köpek cesedine sokup da oğlunun
kapısına bağlatır mı? Yahut eşeğin bedenine sokup, oğlunu ona bindirir mi?
Tenasüh iddiası, Cenâb-ı Hakk’ın vâdine de zıttır Zira, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarının gereği mutlaka
gerçekleşecektir Mü’minlere Cennet’i vaat etmiştir ve bu vaadini yerine getirecektir Ulûhiyyetini inkâr eden şerir
insanları, kâfir ve münafıkları da ebedi azap ile cezalandıracaktır Ne mü’minler mükâfatsız kalacaklar, ne de kâfir
ve münafıklar, tenasüh iddialarıyla azaptan kurtulabileceklerdir
Tenasüh, iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semavî kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz
Eğer ruhlar, dünyada başıboş bırakılsalar ve hareketlerinde serbest olsalardı, peygamberlerin gönderilmelerine ve
kitapların indirilmesine ihtiyaç kalmazdı Peygamberlerin en büyük dâvaları, Allah’ın varlığı ve birliğinden sonra
ebedî hayattır, âhiret hayatıdır Cenâb-ı Hak onları, insan türünün terakki ve tekâmülünü te’min etmek, beşerin
bakışını ebedî hayata çevirmek için gönderilmiştirTenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi
hakikatlarıyla da tam bir çelişki içindedir
İnsanın mükerrem bir mahlûk olarak yaratıldığını, semâvât ve arzın, gece ve gündüzün, hayvan ve bitkilerin onun
emrine verildiğini, küre-i arza halife tâyin edildiğini, “Ahsen-i takvimde, seçkin bir surette yaratıldığını, bir kısım
meleklerin, onu gözetmek ve muhafaza etmek için çalıştırıldıklarını, bakî bir hayata mazhar kılındığını,
mü’minlerin ebedî olarak Cennet’te, kâfirlerin Cehennem’de kalacaklarını bildiren Kur’ân-ı Mübîn de tenasüh
iddiasını tamamen reddetmektedir
Tenasüh iddiasının tutarsızlığına bu kısa bakıştan sonra konuyu biraz daha geniş olarak izaha çalışalım
Tenasühün Mantık ve Hukuk Açısından Tutarsızlığı:
Tenasüh varsa ve gerçek ise, bütün insanları kapsaması, az çok her insanın, hâlihazır bedenine girmeden önce
misafir olduğu bedenleri ve o bedenlerde iken yaptığı işleri hatırlaması gerekir Milyarlarca insanın yaşadıkları,
bilmedikleri ve inanmadıkları bir hurafeyi, ısrarla piyasaya sürmenin mantık ve muhakeme açısından hiçbir değeri
olamaz Bu hurafe, insanların zihinlerine hangi maksatla yerleştirilmek istenmektedir? Doğrusu, bu husus
düşündürücü ve ibret vericidir
Tenasüh iddiasında bulunan üç grup insan vardır: Bunlar, birkaç çocuktan, psikopat ve ideolojik düzenbazdan
ibarettir
Bugüne kadar, sadece birkaç çocuk, başka cesetlerde yaşadıklarını iddia etmişlerdir Halbuki, altı veya yedi
yaşlarındaki bu çocukların sözleri, hukuk ve ilim açısından bir değer taşımaz Çünkü, bunlar reşit değildirler Kendi
çocukluk dünyalarını yaşayan, henüz doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği olmayan, hayâl ile gerçeği ayırt edemeyen
çocukların sözleriyle bir iddia ispat edilemez Zira, çevrelerini kendileriyle meşgul etmek, ilgilerini çekmek,
itibarlarını yükseltmek, tanınmak ve “aferin” almak gibi birtakım psikolojik te’sirler altında kalabilirler O halde,
onların ciddiyetten uzak, hayâl mahsûlü konuşmalarının hukukî ve ilmî bir değeri olamaz
Zaten, tespitlere göre, kendilerine tenasüh isnat edilen bu çocukların, sayıları üç-beş kişiyi geçmemektedir İşte,
bütün tenâsühçülerin dayandıkları delil ve bağlandıkları ip bu çocukların saçma sapan sözlerinden ibarettir
Psikopatlara gelince, bunların aklî dengeleri bozuktur; ifadelerinde çok yönlü çelişkiler mevcuttur Ciddi bir
tedaviye muhtaç olan bu insanların ifadeleri üzerinde yorum yapmanın abes olduğu açıktır Bunların beyanları da
hukuk açısından geçersizdir; ciddiye alınmaz
Tenasüh fikrini kabullenen üçüncü grup da, belli bir ideoloji namına hareket eden samimiyetsiz ve kasıtlı kişilerdir
Allah’a ve âhirete inanmayan bir kısım dinsiz ve materyalist insanlar kasten, milleti ifsat etmek, dinî eğilimleri
kırmak, umumî inanış ve inancı sarsmak için, para ve menfaat karşılığında uydurma olaylar hazırlamakta, üç-beş
zavallıyı teyp gibi kullanıp, kamuoyunu bulandırmak istemektedirler
Netice olarak, birkaç çocuğun, bir grup psikopatın ve birtakım kasıtlı kişilerin asılsız iddialarına dayanan bu
hurafeye hakikat kisvesi giydirilemez
Tenasüh Fıtrat Kanunlarına Muhaliftir:
Kâinat düzenini ayakta tutan ve hayatın devam ve bekası için vaz edilmiş bulunan sonsuz diyebileceğimiz kadar
çok kanun vardır Eşya arasındaki tenasüh, ahenk, disiplin, tertip, muvazene ve nizâm bunlarla sağlanmaktadır
Bütün kâinatı kuşatan bir ahengi ve bütün âlemi kapsayan bir dengeyi sağlayan bu kanunların koyucusu, Allahü
Azimüşşân’dır (CC)
Kâinatın her köşesinde, her cephesinde görülen ölçü, denge, acıma, rahmet, rızıklandırma, terbiye etme gibi
kanunlar atomlardan yıldızlara kadar âlemde hiçbir şeyin başıboş olmadığını göstermekle, ruhun da başıboş
kalamayacağına gösterir ve tenasüh iddiasını reddederler Bunlardan üçü üzerinde kısaca duralım:
l- Tenasüh, Ölçü ve Denge Kanununa Zıttır:
Kâinatta her şey bir plân ve programdan çıkmıştır Özenle dikilmiş bir elbise, nasıl ki, prova defterinden, terzinin
ilim, ölçü, takdir ve maharetinden haber veriyorsa, kâinatta hikmetle yaratılan her şeyin ölçüsü, düzgünlüğü,
ahenk ve estetiği ince nizâm ve intizamı da “Ölçü ve denge” Kanunu’ndan haber verir; Hak Teâlâ’nın adalet, ilim,
hikmet ve irâdesini gösterir Pek ince bir nazarla kâinata baktığımızda, bütün eşyadaki güzelliklerin, tenasüp ve
ahengin, ölçü ve nizâmın, cazibe ve çekiciliğin, bu iki kanundan geldiğini görürüz Çünkü, eşya arasındaki estetik
ve güzellik, ince bir ölçüyü, hassas bir tartıya, maharetli bir takdir ve tâyine, yüksek bir tenasüp ve âhenge
dayanmaktadır
Denge kanununu, birkaç örnekle açıklamaya çalışalım:
İnsanın yaşamasına yardım eden bir kısım kanunlar vardır Vücutta, yağ ve besinlerin parçalanmaları, enerjiye
çevrilmeleri tam bir denge içerisinde olmaktadır İnsanın erkek ve kadın olarak yaratılmasında bir ölçü ve denge
mevcuttur Ölüm ve doğum denge üzerinedir Dünya ile güneş arasında bir denge vardırMed ve cezir olayı, dünya
ile ay arasındaki dengeyi gösterir Faydalı ve zararlı mikroplar dengeli bir şekilde çoğalırlar Bütün hayvanların
çoğalmaları yine denge iledir O hâlde, kâinatta denge kanunu vardır ve hiçbir şey, kendini bu kanunun dışına
çıkaramaz
Dünyanın hareketleri, mevsimlerin geliş-gidişleri, hep bu kanun ile olur Bütün atomlardaki sistem, denge
kanununa bağlıdır Semâdaki bütün menziller, bütün galaksi sistemleri, hep denge ile ayakta durmaktadırlar
Görülüyor ki, kâinatın her köşesinde hükmeden bir denge kanunu vardır
Denge kanunu, çok yönlüdür Bunun, meselâ, kâinatta, fizikî denge, biyolojik denge, bedenle ruh arasındaki denge
gibi çeşitleri vardır
Bütün hayat sahiplerinin vücutlarındaki yağ ve besinlerin parçalanma ve enerjiye çevrilmeleri tam bir denge
içerisindedir Bütün hayat sahiplerinin, doğma, büyüme ve beslenmeleri ve nihayet ölmeleri hep bu biyolojik denge
kanununu gösterir
Fiziki dengeye gelince, semâdaki bütün menziller bütün galaksiler, samanyolları, fiziki dengeyle ayakta
durmaktadırlar Atom sistemlerinden güneş sistemlerine kadar her şey bu kanunun kapsamına dahildir Her şeyin
fizikî yapısı ve dengesi, onun vazifesine göre düzenlenmiştir Meselâ, Güneş ve Ay’ın fiziki yapıları, onların ruhları
hükmünde olan vazifelerine en uygun bir şekildedir Biri diğerinin görevini yapamaz
Görülüyor ki, kâinat baştan aşağıya ilim-i ilâhî’nin pergeliyle ölçülüp biçilmiş, dengelenmiş ve O’nun hakimane
kıskacı altında dâimi bir denetime, gözetime tâbi tutulmuştur
Denge kanunu, her hayvan ruhu ile cesedi arasında da mevcuttur Sâni-i Hakîm her ruha, mahiyet ve tabiatına
uygun bir ceset giydirmiştir Meselâ, koyunun cesedi uysal ruhuna ne kadar uygundur O ruh, arslanın kafasını
taksa, pençesini de alsa canavar olamaz
Hayvanların ruhları arasında da farklılıklar mevcuttur Meselâ, ceylân ile arslanın, balık ile kuşunruhları mizaç,
arzu, istek, hülâsa mahiyet itibariyle birbirlerinden nihayet derecede ayrıdırlar
Kâinatta ihatalı bir şekilde cereyan eden bu kanun gösteriyor ki, Cenâb-ı Hak, en mükemmel şekilde yarattığı
insan ruhunu, en yüksek mertebeden en aşağı dereceye indirmez yani, sarayda yaşayan insanın ruhunu, ininde
pinekleyen tavşana, gölde yüzen kurbağaya veya fare kovalayan kediye sokmaz Böyle bir hâl, yukarıdan beri
açıklanan denge kanununa zıttır
2- Tenasüh, İmtiyaz (farklılık) Kanununa Zıttır:
Cenâb-ı Hak, her bir mahlûkunun hüviyet ve şahsiyetini korumaktadır Buna imtiyaz kanunu diyoruz
Kâinat içerisinde her türün, mahiyeti farklıdır Herhangi bir mevcudun mahiyeti başka bir mahiyete dönüşemez
Hiçbir şeyin tabiatı onun tam zıddına dönüşmez; özelliklerini yitirmez Meselâ, elmanın özellikleri kendisinden
ayrılmaz, koparılıp alınamaz O, hiçbir zaman, armut yahut kiraza dönüşmez
Bu kanun, yıldızlarda, güneşlerde, nehirlerde, dağlarda, bağlarda da geçerlidir Çünkü, kâinatta her şey,
şahsiyetiyle tekdir Meselâ, dünya haritasında bir başka Ağrı Dağı, bir başka Nil Nehri yoktur Denizler bile,
şahsiyetlerini muhafaza etmekte, birbirlerine karışmamaktadırlar
Bu kanun, kâinatta öyle hakimane ve hassas bir şekilde çalışmaktadır ki, değil bütün türler, hattâ her bir fert dahi,
diğerlerinden kesin çizgiler, tanıtıcı vasıflar, ayırt edici özelliklerle ayrılmıştır Meselâ, her insan, simasından
parmak izlerine kadar her şeyiyle diğer insanlardan farklı yaratılmıştır Bu kanun, eşya arasındaki hukukun
korunması için vazedilmiştir Bütün insanlar aynı tip, şekil ve özellikleri taşımış olsalar, kimse kimseyi tanıyamaz,
hayat mahvolur, hukuk zayi olurdu
Malûmdur ki, varlıkların nitelikleri, kişisel özellikleri, mahiyetinden ayrılmaz Bal arısı ile karasineği ele alalım-
Her ikisinin de vücut yapıları genelde birbirlerinden farklı oldukları gibi, ayrıntıda da farklıdırMeselâ, birinin
kanat yahut ayak yapısıyla, diğerininki birbirine benzemez, bir çok belirti ve özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar
Bunlar, uzuvları itibariyle olduğu gibi, ruh ve kabiliyetleriyle de birbirlerinden ayrıdırlar Birinin ruhu gül
bahçelerinden hoşlanırken, ötekininki kanalizasyon çukurlarından hoşlanır Bu misâl dürbünüyle diğer hayvan
türlerine de bakılabilir Hiçbir hayvan türünün öz nitelikleri kendilerinden kopup, başka türe geçemez Bu durum,
insanlarla diğer hayvan türleri arasında kendini daha iyi göstermektedir
Meselâ, insan ruhu, bir hayvanın cesedine girmiş olsaydı, o takdirde, idrâk ve düşüncesiyle, konuşma ve
yazmasıyla, san’at ve kabiliyetiyle, kısaca bütün hassalarıyla birlikte gitmesi gerekirdi O zaman hayvanlarda da,
meselâ, filozoflar, mütefekkirler, ilim adamları olması lâzım gelirdi Onların da kültür ve medeniyetleri, san’at ve
edebiyatları olacaktı!
İmtiyaz kanununun zorunlu bir sonucu olarak, insanlarla hayvanlar arasında ve hayvanların kendi aralarında
tenasüh olamayacağı gibi, insanlarla insanlar arasında da olamaz Zira, bir insan, ilim ve irfanıyla, itikat ve
imanıyla, zekâ ve dirâyetiyle, şefkat ve merhametiyle, hamiyet ve şecaatiyle bir başkasının tıpatıp aynı değildir
Meselâ, İmam-i Gazâlî’nin o nezîh ruhu; yüce vicdanı mümkün olsaydı, bugüne kadar dünyaya birçok Gazâlî’lerin
gelmesi gerekirdi Ve yine, birçok İbn-i Sinalar, Eflatunlargelmiş olacaktı Hakikatte ise, böyle bir şey
gerçekleşmemiştir
Bir insanın, hem tahsil hayatında, hem de mezuniyetinden sonra çalıştığı bütün vazifelerinde hüviyet ve şahsiyetini
devam ettirmesi gösteriyor ki, onun, “Sicil Dosyası” ölümünden sonra da ondan ayrılmayacaktırO, bu hüviyetiyle
Mahkeme-i Kübrâ’da (ahirette), en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar hayatın hesabını verecektir Cenâb-ı
Hakk’ın sonsuz adâleti, Hâşir’de öyle bir genişlikte tecelli edecektir ki, değil insanlar, bütün hayvanlar bile
hüviyetleriyle dirilecek ve muhasebeye tâbi tutulacaklardır Bu hakikatin gerçekleşmesi, imtiyazı gerektirmektedir
İmtiyaz kanununun en büyük amacı, en büyük hikmeti ve en mühim sonucu âhirete bakar Mizân-i Kübrâ’da, her
fert, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın ifadesiyle, “Zerre Miskal” (en küçük ölçüde) hayır ve şerrin hesabını verecektir Bu
muhasebenin neticesi olarak, Cennet ehlinin her birisi, imân, amel ve takvası ölçüsünde ayrı ayrı nimetlere ve
makamlara mazhar olacaktır Cehennem ehlinden her bir fert de, küfür ve isyanının ağırlığına göre, farklı azaplara
mâruz kalacaktır Bu hakikatin gerçekleşmesi, her ferdin, hüviyet ve şahsiyetini muhafaza etmesine ve diğer hayat
sahiplerinden ayrılmasına bağlıdır
3 Tenasüh İddiası ‘Rezzâkiyet Kanununa’ (rızıklandırma, besleme) da Aykırıdır:
Her türün rızkı, o nevin şahsiyet ve hüviyetine, kadr ü kıymetine göre tâyin ve taksim edilmiştir Cenâb-ı Hak,
şuuru, idrâki ve konuşma kabiliyetini içeren en büyük hayat mertebesini insana verdiği için çokluk ve kalite
itibariyle en müstesna, en lâtif, en gıdalı, en zarif nimetleri onun sofrasına sermiştir Meselâ, tavuk yem ve darı ile
yetinirken, insan tavuk ve yumurta yemektedir Koyun, diken ve saman yerken, insan et ve süt ile beslenmektedir
Dünyada bile, davet ve kabullerde ‘protokol’ gözetildiğine göre, insana bu kadar önem veren Rezzâk-i Kerîm,
elbette, onu insaniyet sofrasından alıp, bir başka hayvanın cesedine sokarak onun sofrasına oturtmaz O’nun
hikmet ve rahmeti, buna müsaade etmez
4 Tenasüh, İnsaniyetin Kıymet Ve Şerefini Hiçe İndirir:
Cenâb-ı Hak, insanı en yüksek bir tarzda yaratmıştır Bütün bitki ve hayvanları ona hizmetkâr yapmıştırMeselâ,
ağaç, meyvesiyle, inek, sütüyle; koyun, etiyle insanın yardımına koşturulmakta, onun için çalıştırılmaktadır O,
cihanın süsü, arzın halifesidir Cenâb-ı Hak, Kâinat Sarayı’nı, bütün müştemilâtıyla onun için yaratmış, tanzim ve
tertip etmiştir Bu sarayın azameti, haşmeti, ziyneti hep o misafirin şerefini, makbuliyetini ve Allahü Azimüşşân
yanındaki itibarını, kadr ü kıymetini göstermektedir
İnsan, Cenâb-ı Hakk’ı tanımak ve O’na ibâdet etmek için yaratılmıştır Bu hikmete binâen, ona pek kıymetli
cihazlar takılmış, geniş yetenekler verilmiştir Evet, insan, yerlerin ve göklerin kaldıramadıkları bir emaneti
taşımaktadır Elbette, kâinatın neticesi, meyvesi olan insanın bu kâinattan daha büyük ve daha ehemmiyetli bir
amacı olmalıdır Bu gaye ise, ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Allah’ı bilmek O’na gerçekten kul olmaya
çalışmak, O’na muhabbet edip rızâsına nail olmak ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ziyafet yeri olan Cennet’e
lâyık bir kıymet almak ve orada, beden ve ruhuyla ebedi bir hayat sürmektir
İşte tenasüh hurafesi, insanın mahiyetine, hakikatine ve ona verilen bu değere ters düşer Elbette, insana bu kadar
kıymet veren Hakîm-i Rahîm, onun ruhunu nihayet derece aşağı düşürüp rezil etmez, noksanlaştırma, hafife almaz
İnsanın ruhuna hizmet eden aciz bir hayvan cesedine sokmaz Elmas kıymetinde yarattığı o ulvi ruhu kömür
derecesine indirmez
Tenasüh Safsatası Allah’ın (CC) Emir ve İrâdesine Zıttır:
Cenâb-ı Hakk’ın tasarrufu her şeyi kapsamaktadır Her mahlûk gibi insan da, bu tasarrufun dışında değildir
İnsan, düşünceleriyle, meyilleriyle, arzularıyla her an durmadan değişmektedir Bütün bu değişiklikler hem zaman,
hem de mekân itibariyle olmaktadır Bilip yaşadığımız bu hakikati, Allahü Azîmüşşân Kuran-ı kerimin bir çok
âyetlerinde, farklı yönleriyle ifade etmektedir Bu âyetlerden bir kaçını, meâlen takdim edelim:
“Şânım hakkı için biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülâsadan yarattık Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta
bir nutfe yaptık Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir
çiğnem eti de kemik (ler)e dönüştürdük Suret yapanların en güzeli olan Allah’ın şânı (bak) ne yücedir! Sonra siz
bunun arkasından, hiç şüphe yok ki, ölüler (olacaksınız) Sonra siz kıyamet gününde muhakak dirilip
kaldırılacaksınız ” (Mü’minûn: 12,13,14,15,16)
Bu âyetler, insanın ilk yaratılışından tâ kıyamet gününde diriltilmesine kadar geçirdiği bütün hâl ve merhalelerde,
yalnız ve yalnız Allahü Azîmüşşân’ın tasarrufu altında olduğunu göstermektedir Bu âyetlerde, yaratılışa ait ince
sırlar ve hikmetler dokuz aşamada ifade edilmektedir
1- Hak Teâlâ, beşerin kalıp ve şekli mevcut değilken, insan tohumuna da gerek kalmadan, Hz Âdem’in süzülmüş
bir çamurdan, taklitsiz ve gayet mükemmel bir şekilde, yaratıldığını ifade etmektedir
2- İnsan neslinin bekası için ana rahminde yerleşen spermin, yani beyaz kanın yaratılmasını beyan etmekte, neslin
devamını kanunlaştırmakta, kudretinin tasarrufunu nazara vermektedir
3- İnsan mahiyetini, nutfeden alâkaya, yani spermden kan pıhtısına dönüştürüldüğünü, ifade ile değişmedeki
yükselme ve terbiyeyi nazara vermektedir
4- Sonra, o mahiyetin alâkadan mudgaya, yani kan pıhtısı hâlinden bir çiğnemlik et parçası hâline
dönüştürüldüğünü ifâde buyurmaktadır
5- Daha sonra, onun, beden çatısını teşkil edecek temel direk ve sütunlarının yaratılışını akla göstermektedir İşte
bu safha, mudgadan izama geçiş, yani, bir çiğnemlik et parçasından kemiklerin yaratılmasına geçiş safhasıdır
6- Bu merhaleden sonra, o kemiklere et giydirildiğini buyurarak, tasarrufundaki güzellik ve hikmeti vicdan ve
akıllara havale etmektedir
7- “Sonra onu, bambaşka bir halk ve icat ile inşâ eyledik” fermanıyla da, insana takılan bütün maddi ve mânevi
cihazları nazara vererek, insanın ne derece nazlı, lâtif, mükemmel yaratıldığını ifade etmektedirArtık boy ve
endamı ile, seziş ve duyusuyla, his ve vicdanı ile, ruh ve kalbi ile bir san’at hârikası, bir hilkat şaheseri “Allah’ın
isimlerine ait hayret edilecek şeylerin fihristi “, “Allah’a ait fiil ve işlerin bir ölçeği” ve “Kâinattaki âlemlerin bir
ölçütü” olan insanın yaratılışı tamamlanmıştır İnsanı bu nitelikte yaratan Zât-ı Akdes, elbette Ahsenü’l-Hâlıkîn’dir
(yaratıcıların en mükemmeli) İnsan da, yaratılmışların en güzelidir İnsanı bu derece üstün fıtratta yaratan Cenâb-ı
Hakk, onun ruhunu hiç hayvanların seviyesine indirir mi?
8- Sonra, onun iradesiyle ölümü tadacağımızı,
9- Sonra da, muhakkak kıyamet gününde diriltileceğimizi buyurmaktadır
Âyetlerde geçen dokuz merhale gösteriyor ki, insan hayatının hiçbir safhası, hiçbir anı Allahü Azimüşşân’ın
tasarruf ve irâdesinden hariç değildir Hükümranlığı ebedi olan Cenâb-ı Hakk’ın, insanı bu derece ulvi
yaratmasının hikmeti, onu birtakım ciddi emanetlerle, büyük tekliflerle sorumlu kılmak içindirHalife-i arz
olduğunu iradesiyle, hayat ve felsefesiyle tescil ettirmesi içindir Ebedi saadete aday olduğunu imanıyla, ahlakıyla,
ameliyle, hayatı ile göstermesi içindir Elbette, Cenâb-ı Hak, insanı ne dünyada, ne de âhirette kendi hâline
bırakmaz Evet, Âyet-i Kur’aniye’nin beyanıyla, kıyamet kopacak ve her insan tek tek hesaba çekilecektir
Peygamberlerin en büyük bir dâvası, iddiası âhiret olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in de dörtte üçü haşirden, âhiretten
bahsetmektedir Güneş gibi zahir olan bu hakikate karşı, tenâsühçülerin vehim ve vesveselerinin ne önemi olabilir?
Tenasüh Hurafesi İnsanın İrâdesine Zıttır:
Ruhun, bir insan bedeninden herhangi bir hayvan bedenine oradan da başka bedenlere geçmesini bir fikir olarak
ele alırsak, bu hususta iki ihtimal karşımıza çıkar:
Tenasüh, ya Cenâb-ı Hakk’ın emir ve irâdesi ile yapılmakta veyahut ruhun, kendi tercih ve iradesiyle olmaktadır
Birinci şıkkın imkânsızlığı, yukarıda yapılan izahlardan anlaşılmıştır
İkinci ihtimale, yani, ruhun bir bedenden diğerine, kendi tercih ve iradesiyle göçtüğüne gelince, burada da iki yol
söz konusudur Ruh bu göçü, ya şuurlu olarak veya şuursuz olarak yapmaktadır Ruh şuursuz ise, zaten tercih
yapması imkânsızdır Zira, hareketleri aklın ve şuurun dışındadır Ruhun, herhangi bir cesedi kendi iradesiyle
tercih etmesi ihtimali ise, sayısız imkânsızlıklara bina edilmiş, utanç verici bir safsatadırŞöyle ki:
“Ruhun irâdesi kendi elindedir” demek, ruhun tercih sahibi olduğunu kabul etmek demektir Madem tercih
sahibidir, o zaman ruhun şuurlu olduğu, beğenmek, seçmek ve ayırmak gibi meziyetlere sahip bulunduğu kabul
edilecektir Çünkü, tercih, şuur ve muhakemeye dayanır Madem ki, ruhun şuur ve muhakemesi vardır; öyleyse o,
hiçbir zaman bir hayvan cesedine girmeyi tercih etmeyecektir Demek insan ruhunun, bitki ve hayvanların
cesetlerine girmesi ihtimali yoktur
Kabul edelim ki, ruh, kendi iradesiyle hayvanlara göç ediyor O zaman karşımıza, çözülmesi mümkün olmayan
zorluklar çıkar Meselâ, bu teoriye göre, ruhun durup dinlenmeden, usanmadan ve hattâ utanmadan her tür
hayvanın döl yatağına girmesi lazım gelir, daha açık bir ifâdeyle, karada, havada ve denizde yaşayan sayısız
hayvanların yumurtalarında veya gen ve kromozomlarının yanında, her zaman hazır bulunması gibi bir safsataya
kapı açılır Akıldan binler derece uzak, muhal ve bâtıl böyle bir mesleği, değil insan, hayvan dahi kabul edemez
Akla gelen diğer bir muhal de şudur: Faraza, ruh hangi anne babayı tercih ediyorsa, onların çiftleşmesi anında,
orada hazır bulunması gerekir Acaba o anda ruhun nöbet yeri neresidir?
Ruh, ister içeride, ister dışarıda beklesin, bu noktada şu muhaller ortaya çıkar: Ruh ile döl yatağında toplanan
erkek ve dişi genler, rahim, cinsel organlar, onları döllendiren şehvet, şehvetin dayandığı enerji, enerjinin elde
edildiği vücut, vücudu besleyen gıda maddeleri arasında, kısacası bunlarla kâinat arasında bir anlaşma yapıldığını
kabul etmek gerekir Bunların imkânsızlığı açıktır Meselâ, dişi ve erkek genler “İştah ve Şehvet Kanunu”na göre
çalışır Halbuki bu kanun kapsamlıdır Bütün hayat tabakalarına kapsamı olan bu İlâhi Kanunu, âciz bir insan ruhu
ile erkek ve dişi genlerin emir ve irâdesine vermek divaneliktirAllah’ı bilmemektir Sorular ve imkânsızlıklar, artık
bu noktada sonsuza doğru uzar gider
Bilinen bir hakikattir ki, cesedin döl yatağında büyüyüp gelişmesi, büyüme kanununa bağlıdır Cesette nihayet
derece intizam bulunduğundan, onun yapılması nihayetsiz ilim, kudret ve iradeyi gerektirir İnce hikmetlerle
dokunan, gayet önem ve intizamla yaratılan bu cesedin plân ve programını, âciz ve câhil bir ruha vermek büyük
bir hezeyandır Bu safsata kabul edilirse, şu sorulara ne cevap verilecektir? Farz ediniz ki, ruh döl yatağında
beğendiği hayvanın tohumunu buldu Bu tohumun erkek veya dişi olduğunu bizzat kendisi mi tespit ediyor, yoksa
herhangi bir laboratuarda mı tespit ettiriyor? Bu tohumları, erkek veya dişi hâline kendisi mi sokuyor? Yoksa ruh,
gah erkek, gah dişi bir hayvanın cesedine mi giriyor? Böylece, bir zaman erkek, bir zaman dişi olarak mı yaşıyor?
Veya erkekse, her zaman erkek; dişiyse, her zaman dişi bir hayvanın cesedine mi giriyor? Dünyaya geldiği zaman
mazisini, erkek ve dişi olarak yaşadığı bedenleri neden hatırlamıyor? Bunu milyarlarca insan hatırlamıyor da, üç-
beş tane çocuk veya psiko-manyak mı hatırlıyor?
Aynı döl yatağına birden fazla ruh tâlip olunca, anlaşmazlıklarını kur’a ile mi, kavga ile mi, yoksa ikna ile mi
hallediyorlar? Hem ruh, ne diye bir hayvan cesedine girsin?
Buraya kadar ifade ettiklerimizden anlaşılmıştır ki, tenasüh hurafesi, mantık ve muhakeme, hikmet ve hakikat, hak
ve hukuk, akıl ve vicdan açısından bâtıldır, hurafedir, safsatadır Ve yine, bu izahların ışığında görüldü ki, tenasüh
iddiası kâinatta geçerli kanunlara aykırı düşmekte, her bir kanun hikmet ve hakikat dili ile bu hurafenin bâtıl
olduğunu haykırmaktadır Diğer taraftan tenasüh iddiası, Zât-i Akdes’in hikmet ve adaletine, rahmet ve inayetine
karşı bir alay etme, nihayetsiz bir cinayettir
Şimdi düşünelim: Acaba, bu iddiadan daha hurafe ve bâtıl ne vardır! Böyle bir iddia gericiliğin, yobazlığın, cehalet
ve ön yargılılığın en katmerlisi değil de nedir?
Tenasüh, Ruh-Beden İlişkisine de Ters Düşer:
Tenâsühçülere şöyle bir soru soralım: Her hane, içinde oturanın, boyuna posuna, endamına, kıymetine göre
düzenlenir Saray sultana göre, kafes kanaryaya göre yapılır İşte, haneler ile içinde oturanlar arasındaki bu ilişki,
en ileri düzeyde ruhlar ile cesetler arasında mevcuttur Hâkim-i Mutlak, koyunun cesedini, onun sevimli ruhuna,
aslanın cesedini de, onun haşin ruhuna uygun gelecek şekilde yaratmıştır Bunun şahitleri, canlıların türleri, hattâ
fertleri adedincedir Rahîm-i Zülkemâl, ebedi saadete namzet olarak yarattığı, akıl, hafıza ve hayâl ve daha nice dış
ve iç duygularla donatıp bezettiği insan ruhuna, tefekkür, ibâdet, şükür gibi yüce görevleri yapmaya en elverişli
bir beden giydirmiştir Malumdur ki, bir mahiyetin özellikleri, o mahiyetten ayrılmaz Bu hakikate göre, insan ruhu,
faraza bir hayvan bedenine girse, düşünmesine tefekkürüne devam etmek isteyecek, bildiklerini anlatmak,
marifetlerini sergilemek arzu edecektir Bulunduğu ceset, buna hiçbir cihette elverişli olmayacağından hayatını
devam ettiremeyecektirİnsan bedeninde bile, bazen sıkılan, bunalım geçiren bir ruh, elbette hayvan bedeninde
yaşayamayacaktır
İşte, tenasüh fikrine saplananlar, dünyadaki görevini bitirdiğinde bedenden ayrılan bu saygı değer konuğu, bazen
kümese sokup insanlardan ürkütmekte, bazen arslana yerleştirip ceylânlara saldırtmakta, bazen da kurbağaya
gönderip, suya sokup çıkarmaktadırlar O lâtif misafirin önüne bazen kum, bazen hayvan yemi, bazen ot ve saman
koymakta, hikmete isyan etmekte, hakikate ters düşmektedirler Bazen, hayatta iken tavuk yiyen o misafiri,
öldükten sonra tavuk bedenine sokup, gah insanlara, gah tilkilere yedirmektedir! Tenâsühçüler, hamam
böceğindeyken herkesten ve her sesten ürken, dipte köşede ne bulursa onunla kanaat eden bir ruhu, kaplan
bedenine sokunca hareketli ve kahraman yapmakta ve ceylân etine âşık etmektedirler
Ve yine tenâsühçüler, bir ruhu günde birkaç bedene sokmakta, meselâ, sabahleyin bir keçide, ikindiye kadar
öküzde, akşama kadar inekte yaşamakta, gece de maymun olarak yatırmaktadırlar
Tenâsühçülere göre, bugün ceylâna saldıran kaplan, belki de dün ceylân idi Veya bugün bu safsatayı savunan
tenâsühçü belki de dün bir yılan idi Sakın, tenâsühçülerin zehirli fikirleri, yılanlık dönemlerinden kalmış olmasın?!
Sonuç olarak, cesetlerle ruhlar arasındaki mükemmel uygunluk ve ahenk, gösteriyor ki, Cenâb-ı Hak, bu cihana
merkez olarak yarattığı, doğuştan medeni kılıp, ilim ve irfan ile sinesini genişlettiği, arza halife ve mahlûkat
kafilelerine kumandan tâyin ettiği insanın ruhunu, ölümden sonra hayvanların cesetlerinde gezdirmez; bitkilerde,
madenlerde dolaştırmaz; onu hakir ve zelil etmez
(Kaynak : http://www.mumsema.com/sizden-gelen-sorular/33443-islam-dininde-reenkarnasyon-varmidir.html)
VII – Reenkarnasyon Gerçekten Eski Dinlerden Gelen Bir Sapıklık mı?:
Reankarnasyon İnansanızda, İnanmasanızda vardır;
“…Bu konuyla ilgili yazmamın nedeni elbet de uyguladığım seanslarda insanların geçmiş yaşam deneyimi
yaşamaları ve bire bir bu deneyimlerin yaratığı duygulanımları yoğun bir şekilde algılayıp etkilenmeleridir.
Reenkarnasyon kelimesi Latincedir ve anlamı tam olarak ‘’tekrar bedene girmektir’’.
Bilmeleri mümkün olmayan olan şeyleri hatırlayan çocuklar
Dünyada reenkarnasyon konusunda referans olarak kabul edilen ABD’li bilim adamı Prof. Ian Stevenson,
araştırmalarını Avrupa, Afrika, Sri Lanka, Lübnan, Brezilya, Türkiye, Tayland, Alaska, Kuzey Amerika, Malezya ve
başkaca ülkelerde yaptı. Dr. Stevenson çocukların geçmiş yaşamı ile ilgili anlatılan anıları metodik bir şekilde
evraklıyordu. Sonra çocukların geçmişte olduklarını hatırladıkları ölmüş kişiyi buluyor ve ölen kişinin hayatı ile
çocuğun anılarını kıyaslayarak, uyuşan taraflarını doğruluyordu. Onun kesin ve titiz metotları çocukların anılarının
sadece normal, olası birşeyler olması ihtimalini sistematik olarak ortadan kaldırıyordu.
Reenkarnasyon konusunda en bilimsel sayılabilecek araştırmaları, 88 yaşında hayatını kaybeden ABD’li psikiyatri
profösörü Ian Stevenson yürütüyordu.
Virginia Üniversitesi Tıp fakültesi’nde psikiyatri profösörü ve davranışsal tıp ve psikiyatri departmanında
parapsikoloji bölüm başkanıydı. Hayatının son 40 yılını tüm dünyadan çocukların geçmiş yaşam anılarını bilimsel
olarak belgelemeye adadı. Arşivinde bununla ilgili 3000 adetten fazla araştırma ve bunlara bağlı olarak gerçek
kabul edilen vakalar var. Birçok insan, kuşkucular ve alimler de dahil, bu vakaların reenkarnasyon için iyi birer
delil olduğunda hem fikir. Dr. Stevenson’un araştırmaları, 1961 yılında Sri Lanka’da bir çocuğun geçmiş yaşamını
hatırladığı iddiasını duyması ile başladı. Araştırmaları devam ettikçe, bu çocuklarda sıklıkla geçmiş yaşamlarında
öldürüldükleri şekille veya ölümleri ile ilgili kalıcı doğum izlerine rastladı. Stevenson’un doğum izleri ile, doğuştan
olan fiziksel bozukluklarla ilgili yaptığı araştırmalar, reenkarnasyonun kanıtlanması açısından büyük önem taşıyor
çünkü objektif ve grafik kanıt sağlıyor. Tabiî ki bu kanıtlar, çocukların geçmiş hayatında hatırladığını söylediği
olaylar ve ailesinin o çocukla ilgili çok küçük yaşlardan itibaren gözlemlediklerine oranla bilimsel açıdan daha
üstün nitelikte somut deliller…
Ayrıca çocuklarda var olan fobi ve korkuların geçmişteki yaşadıkları kişinin ölüm şekli ile bağlantısı da bir kanıt.
Mesela sudan korkan çocugun geçmiş yaşamında boğularak ölmüş olması gibi…
Dr. Stevenson’un sunduğu vakalarda, öldürülme olaylarının detaylarını destekleyen geçmişte yaşamış
olan kişinin ölümü ile ilgili elde ettiği tıbbi belgeler (otopsi vs.) reenkarnasyon gerçekliğini daha da
fazla ispat etmektedir.
Hintli bir çocuğun geçmiş yaşamında bir av tüfeğinin saçması ile vurulduğunu anlatması ve bedeninde, göğsünün
ortasında izlerin olduğu yeri “tam buradan vuruldum” diye göstermesi, bunun ardından çocuğun geçmişte
olduğunu iddia ettiği kişinin cinayet raporunda tam göğsünün ortasından saçma ile öldürülmüş olduğunun
bulunması ile ilgili araştıma sonucu gerçekten de tüyler ürpertici değil mi? Üstelik bu, böylesine vakalara tıbbi
delillerle örnek olarak gösterilecek 210 çocuktan sadece biri!..
Bir insan normalde öğrenmediği bir dili konuşabilirmi? Bununla ilgili zaman zaman iddialar olmuştur ama
incelendiğinde veriler ile desteklenmemiştir. Ancak Ian Stevenson, gerçek olan iki olayın detaylı inceleme
raporunu veriyor.
Alınan ses kayıtlarının yazılı dökümü, çocukların yabancı dili çok akıcı ve zekice konuştuklarını, rastgele bir yerde
duymuş olabilecekleri basit birkaç cümleyi tekrarlamadıklarını raporunda ispat ediyor.
Normal doğuştan ögrendiği dil ile değil de, aniden kişinin bilmediği bir yabancı dil ile konuşması durumu, o
şahısta başka bir kişiliğin (belki de geçmişte yaşamış birinin) bu dili öğrendiğini ima ediyor. Bu tip gerçek vakalar
da, ölümden sonra kişiliğin yaşamaya devam etmesi ile ilgili ek kanıtlardır…
Ian Stevenson, Türkiye’de 1964 ve 1976 yılları arasında yüklü sayıda vaka araştırdı. 1977’de uzun süredir iş
arkadaşı ve tercümanı olan Reşat Bayer beklenmedik bir şekilde vefat etti. Ondan sonraki yıllarda Türkiye’de
uygun bir yardımcı aradı ve Dr. Can Polat aracılığıyla 48 vakayı araştırdı ama araştırmaya devam edemedi. 1988
yılında Jürgen Keil adında başka bir bilim adamı Türkiye’deki vakaları çalıştı ve bugüne kadar da araştırmaya
devam etti. Virginia Üniversitesi’nde Türkiye’den tam 301 vaka var!
Referanslar
Cook, E. W., Pasricha, S. K., Samararatne, G., Win Maung, and Stevenson, I. (l983). A review and
analysis of “unsolved” cases of the reincarnation type. II. Comparison of features of solved and
unsolved cases. Journal of the American Society for Psychical Research, 77, 115.
Keil, J. (l996). Cases of the reincarnation type: An evaluation of some indirect evidence with examples
of “silent” cases. Journal of Scientific Exploration, 10, 467.
Pasricha, S., & Stevenson, I. (l987). Indian cases of the reincarnation type two generations apart.
Journal of the Society for Psychical Research, 54, 239.
Stevenson, I. (1966). Cultural patterns in cases suggestive of reincarnation among the Tlingit Indians
of southeastern Alaska. Journal of the American Society for Psychical Research, 60, 229.
Stevenson, I. (1975). Cases of the Reincarnation Type. Vol. 1, Ten Cases in India. Charlottesville:
University Press of Virginia.
Stevenson, I. (1980). Cases of the Reincarnation Type. Vol. 3, Twelve Cases in Lebanon and
Turkey. Charlottesville: University Press of Virginia.
Stevenson, I. (1986). Characteristics of cases of the reincarnation type among the Igbo of Nigeria.
Journal of Asian and African Studies, 21, 204.
Stevenson, I. (l987). Children Who Remember Previous Lives. Charlottesville: University Press of
Virginia.
Stevenson, I. (1990). Phobias in children who claim to remember previous lives. Journal of Scientific
Exploration, 4, 243.
Stevenson, I. (l997). Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of Birthmarks
and Birth Defects. Westport, CT: Praeger.
Şu an Virginia Üniversitesi’nde “division of perceptual science” bölümünde, bilim adamları tarafından aşagıdaki
konular araştırılmaktadır:
Önceki yaşamlarını hatırladıklarını söyleyen çocuklar
Verdical ölüme yakın deneyimler*
Bedendışı deneyimleri (astral seyahat)
Hayaletler ve ölüm sonrası iletişim
Ölüm döşeği vizyonları
Değişen bilinç durumları ve psi’nın psiko fizyolojik çalışmaları Psychophysiological Studies of Altered
States of Consciousness and Psi
*Verdical ölüme yakın deneyimler: Deneyimi yaşayan kişi normal şartlarda elde edemeyecegi bilgilere sahip
oluyor. Mesela bazı ÖYD yaşamış kişiler, uzak bir yerde, başka bir odada olanları görüyor veya öte alemde
gördüğü ölmüş olan bir yakının ona daha önceden bilmediği bir bilgiyi söylemesi durumunu deneyimliyor gibi.
Başkaca ÖYD’lerde ise, fiziksel ve zihinsel ilişki açısından oluşan şeyler; mesela beyinde fiziksel hasar olmasına
rağmen kişinin zihin işlevlerinin yükselmiş olması.
Dr. Jim Tucker, Prof. Ian Stevenson’dan sonra Virginia Üniversitesi’nde re-enkarnasyon araştırmasını halen yürütmekte.
Dr. Bruce Greyson ise, Virginia Üniversitesi’nde ÖÖD(Ölüm Ötesi Deneyim) araştırması yapmaktadır.
Hindistan’da görülen etkileyici bir reenkarnasyon vakası
Bu hikaye ilk olarak 1990’da BBC TV haber programı “Forty Minutes” de yayınlandı.Hindistan’da yaşayan Titu, iki
buçuk yaşında ailesine önceki yaşamındaki hayatını, ailesini ve Hindistan’ın kuzeyindeki Agra şehrinde yer alan eski evini
anlatmaya başladı. Anıları o kadar detaylıydı ki; mesela bir radyo tv ve video dükkanının sahibi olduğunu, adının Suresh
Verma olduğunu ve Uma adlı eşinden 2 çocuğu olduğunu anlattı. “Titu normal bir çocuk ama bazen büyüklerin yaptıgı
şeyleri yapıp, konuşuyor diyordu babası. Defalarca Titu ailesine evini özlediğini ve Agra’ya geri gitmek istedigini söyledi.
Bir kez o gitme konusunda o kadar ısrarcı davrandı ki, eşyalarını paketledi ve ailesini ‘evden çekip gideceğim!’ diye tehdit
etti.
Titu’nun abisi küçük kardeşinin söylediklerini araştırmak için Agra’ya gitmeye karar verdi. Orada Suresh Radyo isimli bir
video dükkanı buldu. Burayı, kocası vurulmuş olan Uma isimli bir dul işletiyordu; aynen Titu’nun tariff ettiği gibi. Uma’nın
yanına girdi ve küçük kardeşinin onun ölmüş kocası olduğunu iddia ettiğini izah etti. Bu bilgi Uma’nın kendisini tuhaf
hissetmesine sebep oldu ve ertesi gün Singh ailesini ziyaret etmeye, bu küçük çocuğun söylediklerini bizzat kendisinden
duymaya karar verdi. Verma ailesi habersizce geldiği sırada Titu dışardaydı ve onları görüp hemen tanıdı, annesine-
babasına ‘öbür ailem geldi!’ diye seslendi.
Aileyi verandada oturmaları için davet ettiler. Titu, Uma’nın yanına oturmasını istedi. Hindistan’da 5 yaşındaki bir çocuk
için tuhaf bir davranıştı bu. Çocukları sordu Uma’ya, önceki yaşamında gittikleri bir panayırı hatılattı, orada ona tatlılar
aldığını. Bu bilgiyi ancak Uma bilebilirdi ve sonra evindeki bir deliğe sakladığı altınlardan bahsetti. Şoke olan Uma,
kocasının yeniden hayata döndüğüne inanmıştı. Dehşete düşen aile, hikayeyi doğrulamak için Titu’yu Agra’ya götürdü.
Küçük çocuk, önceki hayatında adı Suresh olan Titu, iki oğlunu da başka çocukların arasında kamufle edilmiş olmalarına
rağmen hemen tanıdı ve ölümünden bu yana radyo dükkanındaki değişiklikleri de çarçabuk fark etti.
Tito, Suresh’in arabasında otururken, başına yediği bir kurşunla öldüğünü anlattı. BBC kanalında tv kameraları, Suresh
Verma’nın otopsi raporunu gösterdi bu rapor onun kafatasının sağ tarafından aldığı bir kurşun yarası ile parçalandığını,
yaranın büyüklüğünü, tam nerede olduğunu ve kurşunun Suresh’in kafasının solundan, yani diğer tarafından çıktığını
gösteriyordu. Titu’nun saçları canlı yayında tıraş edildi ve aynı izler doğum izleri olarak ortaya çıktı. Tito Agra’daki
mahkemeye cinayeti detaylı bir şekilde anlatarak davayı yeniden açtırdı.
Delhi Üniversitesi’ndeki bir profösör, polisin bu işe karışmasından dolayı; “re-enkarnasyon olayları arasında
belgelenen gördüğüm en iyi vaka” dedi.
Enteresan bir olay daha
Hindistan’ın ünlü gitarcısı Ravi Shankar daha önce yaşadığı evinde olan oyuncaklarını istediğinde iki buçuk
yaşındaydı. 6 yaşında, Ravi ailesine geçmiş bir yaşamdan bahsetmeye başladı. 2 akraba tarafından ailenin
mirasından onu mahrum etmek için boğazı jiletle kesilerek öldürüldüğünü söyledi. Lynn Picknett isimli bir
muhabir bu iddiaları araştırdı ve 6 yaşında bir erkek çocuğunun, Ravi’nin anlattığı şekilde onun doğumundan 6 ay
önce cinayete kurban gittiğini keşfetti. Olayın en tuhaf tarafı da, Ravi’nin boynunda bir doğum izi vardı ve aynen
bir jilet kesiğine benziyordu.
(Kaynak : http://www.gunestan.com/reenkarnasyon-gercegi-inanin-ya-da-inanmayin/)
Reankarnasyon Tarihi:
Gene doğmanın ( reenkarnasyon’un ) bir gerçek olduğundan Eflatun’un hiçbir kuşkusu Yoktu. «Ruhlar» diyordu,
(sürekli olarak) tekrar bu yaşama doğarlar.» Halkı uyarmak için onlara, kötü olurlarsa daha kötü ruhların, iyi
olurlarsa daha iyi’ ruhların arasına karışacaklarını söylüyordu. Bu, «karma» yasasından baka birşey değildi.
Eflatun’un öğretileri ölümünden en: az 500 yıl sonrasına değin bile oldukça etkili kalabilmiştir. İlk Hıristlyan
evliyalarının çoğu onun görüşlerinin tümünü kabul etmişlerdr. Hatta, St. Agustine, Hr. Yüzyılın Romalı Filozofu
Plotinus’un gene doğmuş olan Eflatun’un ta kendisi olduğunu ileri sürmüştü.
Eflatun, ruhun hem iyilik hem de kötülük deneyimini edinmeye karşı duyduğu, «belirli bir gönüllü olma eğilimini
izleyerek» bedene girdiğini öğretiyordu. Ölümden sonra da önceki madde – ötesi durumuna yükseliyordu. Origen
ise ruh üzerine görüşlerini en açık bir dille belirtmektedir: «Ruh bir bedeni bırakır, diğer bir bedeni kuşanır»
Origen’in söylediğine göre, herhangi bir zamanda ruhun edindiği beden o ruhun «ônceki liyakatleri yada
liyakatsizlikleri» tarafından belirlenmektedir.
Reenkarnasyonu Benimseyen Ünlülerden Bazıları ve Dalay Lama Seçimi
Bu tür inançlar, Batı düşüncesinin, uyanışının ve bilimde ilerleyişinin yüzyıllar boyunca gelişimi süresince hiçbir
zaman tümüyle ölmüş değildir. Gene doğmak düşüncesini ciddiye alanlar sadece Schopenhauer, Kant ve Hume
gibi düşünürler olmakla kalmıyor, Shelley, Browning, Jack London ve Tennyson’dan John Masefield’e değin birçok
şair ve yazar ile John Buchan ve General George S. Patton gibi dışa dönük karakterdeki faal kişiler dahi onlara
katılıyordu. Reenkarnasyon gerçeği, Spiritoloji’nin ilk Hıristiyanlığın kökenindeki ilkelere dönüşten başka birşey
olmadığını tekrarlamaktan hiçbir zaman kaçınmamış olan Allan Kardec’in de esas önermelerinden ( postulates) bir
tanesiydi.
Tibetliler yaşamlarını gene doğmak üzerine bütünleşmiş bir bilgiye sahip olarak sürdürürler. Lamalar, spiritüel
başkanları Dalay Lama’nın seçimini, yüzyıllar boyunca bu bilgi sayesinde yürütmüşlerdir. Yeni Dalay Lama, ancak
bir önceki Dalay Lama’nın bu kişide. gene doğmuş olduğu saptandığı zaman seçilmiş olur.
Ünlü Medyum Edgar Cayce ve Reenkarnasyon
Gene doğmak (reenkarnasyon) konusu, Edgar Cayce’nin trans halinde ilettiği tebliğler sayesinde Amerika’da
oldukça popülerleşmiştir. Cayce bu konuyu i1k kez, transla medyumluk yapmaya başlamasından aşağı yukarı yirmi
yıl sonra, 1923 yılında, yine trans halinde olduğu bir sırada ortaya koydu. İşin en ilginç yanı, trans altındaki
Cayce’nin gene doğmak gerçeğini güçlü bir biçimde öne sürmesine karşın trans halinden çıkan Cayce’nin bu
düşünceye oldukça karşı oldugunu belirtmesiydi.
Trans altındaki Cayce, kişilerin t.ö. 10000 yılına hatta daha önceki yıllara uzanan geçmiş yaşamlarının ayrıntılarını
kolaylıkla . anlatabiliyordu. Çoğunlukla, bu insanların geçmiş yaşamlarına ait kanıtları toplamalarında yardımcı
olabilmek için O yaşamla ilgili adları, yerleri ve tarihleri de belirtiyordu. Kişilerin birbirini izleyen gene doğumları
(reenkarnasyonları) arasındaki bağıntılar üzerine söylediklerinin çoğu bugün e1imizde bulunan kanıtların ışığında
-ki bu kanıtlar 1923 yılında mevcut değildi- geçerliliğini korumuştur.
Cayce, çogu zaman, insanların bu yaşamlarında karşılaştıkları sorunların önceki yaşamlarından biri süresince
yapmış oldukları yanlış yaşam uygulamalarının sonucu olduğunu ileri sürüyordu, Çocuklara verdiği öğütlerle
onları ilgilenecekleri yeni konulara ve başarılı çalışma sahalarına yöneltiyordu, Kuşkusuz, Cayce’nin binlerce
kişiye iyiliği dokunmuştur. Bu insanlar arasından bugün sağ olanlar, sağlıklarını ve mutluluklarını, Cayce’nin
kendilerine geçmişleri, yaşadıkları günler ve gelecekleri üzerine verdiği bilgilere borçlu olduklarına dair yemin
edebilirler.
Bütün bunlar çok ilginç olmalarına karşın reenkarnasyon üzerine yıkılmaz kanıtlar sayılamazlar. Ancak, Cayce
dosyalarındaki bazı vakaların da gene doğmak konusunda son derece ikna edici olduklarını kabul etmeliyiz.
Dr Lan Stevenson ve Reenkarnasyon Etüdleri
1960 yılında Dr. Lan stevenson ‘gene doğmak (reenkarrıasyon) konusunda, ilgi1i kanıtların bir derlemesini de
içeren kırk sayfalık bir yazı yayımlamıştı. 6 yıl sonra da çeşitli ülkelerde yerinde yürüttüğü yoğun incelemeler
sonucunda Myers’in «Human Personality» (Beşer Kişilıği) adlı araştırmasından bu yana yapılmış en önemli orijinal
araştırma örneği olarak tanına gelen, kitap uzunluğunda ki çalışmasını tamamladı. Tıp, doktorluğu ile ruh
doktorluğu (psychiatrist) yanında Virginia ‘ Universitesi’nin bir bölümünün başkanlığını da yürüten Dr. Stevenson
bu konuyu kanıtlamak üzere incelediğini ya da böyle bir çabaya girişen ilk kişi olduğunu iddia etmemektedir.
Yazılarının hiçbir yerinde bulgularının kesin bir kanıtlama teşkil ettiğini ileri sürmemekte ve bu alanda kendinden
önce çalışmış olanları da unutmamaktadır. Yine de bu konuyu, ‘ incelemelerin sürdürülmesi için uygun bir alan
olarak psişik araştırmalar programına yerleştiren, Dr. Stevenson olmuştur.
Gene doğmak üzerine elde edilebilen en geçerli kanıtlar baslıca iki grupta toplanabilir: Verilen bilgilere dayalı ve
davranışlara dayalı kanıtlar. İlk grubu, önceki yaşamlarıi1e ilgili olarak çocukların ortaya koyduğu ve normal bir
kaynaktarı çıkmış gibi görünmeyen bilgiler oluşturur. Herhangi bir şekilde açıklanarak geçiştirtmeyecek ikinci
‘grup ise söz konusu çocuğun bir evvelki yaşamı olduğu söylenen kişide gözlemlenmiş olup, çocukta da ortaya
çıkarı kişilik özelliklerini içermektedir. ‘ Bu vakalar, direkt bir kan bağı ve dolayısıyla da genetik kalıtım olasılığı
söz konusu olmadığında daha da şaşırtıcı görünmektedirler.
Bu tür kanıtlara ilaveten bir de doğuştan var olan ” beden ya da yüz işaretlerinden söz edebiliriz. Bunlar pek ‘ o
kadar ilginç gelmeseler de bir, önceki yaşam sırasında açılmış olduğu hatırlanan öldürücü yaraların bedendeki
yerine rastladıklarında önem kazanırlar. Mükemmel bir gene doğmak vakası, verilen bilgilere ve davranışlara
dayalı birçok geçerli hususun yanı sıra bir de bu tür bir işareti açığa çıkarabilmelidir. Dr. Stevenson, elinde binin
üzerinde vakanın kayıtları bulunmasına karşın, incelemek ve kitabında yayımlamak üzere sırf en geçerli vakaları
seçmemiştir. Adil bir seçim şekli uygulayarak hem kuvvetli hem de zayıf yapıdaki vakalardan yararlanmıştır.
Hatta, bazılarının büyük bir olasılıkla sahte olabileceklerini de kabul etmektedir. Sunduğu yirmi adet vakanın –
tümü su bes ülkeden derlenmiştir : Hindistan, Sri Lanka (Seylan),- Brezilya Lübnan ve Amerika’nın Alaska eyaleti.’
En ilginç vakalardan biri Lübnan’dan İmad Elewar’a ait olanıdır. İmad, İbrahim Bouhamzy adı altında sürdürdüğü
bir önceki yaşamı üzerine elli yedi adet kanıt ortaya koymuş ve bunlardan elli birinin geçerliliği kanıtlanmıştır.
‘Dr. Stevenson kendisiyle ilk görüştüğünde İmad ancak beş yaşındaydı. Verdiği bilgilerin yanı sıra İmad,
İbrahim’in ‘kisiliğine tekabül eden davranış özellikleri de gösterilmiştir.Bu vaka incelendiğinde, gene doğmak
olasılığı dışında başka herhangi bir açıklamaya ulaşmak olanak dışı görülmektedir.
Steven Son’un kitabındaki vakalardan sekizinde de doğuştan var olan işaretlere rastlıvoruz. Bu tür bedensel
işaretler, özellikle, Alaska’nın Tlingit halkı arasından derlenen vakalarda olağandır. Yakın zamanlara kadar bu
insanlar arasında reenkarnasyon, yaşamın kabul edilmiş hususlarından biriydi. Ve doğuştan var olan işaretleri de
buna bağlıyorlardı. Stevenson’un incelediği Jimmy Svenson adlı Tlingit’de kurşun yarasına son derece benzeyen
dört adet işaret vardı. Jimmy bir önceki yaşamında vurularak öldürüldüğünü ileri sürüyordu. .Doğuştan var, olan
işaretler, önceki kişilik olarak iddia edilen insanın bedeninde de gerçekten benzer işaretlerin yer almış olduğu ya
da bu işaretlere neden olabilecek yaralar alarak öldüğü biliniyorsa özel bir anlam kazanırlar.
Hindistan’dan Ravi Shankar’ın vakasında boynunda çizgi gibi bir işaret taşıyan çocuk boğazı kesilerek nasıl
öldürüldüğünü anlatıyordu. Bunun tersine, bir önceki yaşamında karısını öldürmüş olduğunu ileri süren Sri
Lanka’lı H.A. Wijeratne’nin de sağ kolu ve göğsü doğuştan sakattı. Gene doğmak vakalarından gerçek
olmayanlarının bazı özelliklerini saptamaya yarayan birtakım yorumlar mevcuttur. Dr. Stevenson, bunlardan;
sahtekarlık, kriptoamnezi ( saklı bellek), genetik bellek ve başka kişiliğe bürünme ile ilgi1i olanları ayrıntılarıyla
incelemektedir. Ancak, Dr. Stevenson’un derledikleri ile IBPP (Brezilya Psişik Araştırma Derneği) tarafından
araştırılan birkaç orijinal vakayı okuyup incelersek göreceğiz ki, çocuklar önceki yaşamlarını hatırlıyor gibi
görünüyorlarsa bu gerçekten hatırladıkları için ve önceki kişi1ikleri gibi davranıyorlarsa bu da gerçekten bu
kişiliği yaşamış oldukları içindir.
Dr. Stevenson’un Asya’da araştırdığı vakalardan bazılarının ayrıca Hint1i psikolog Hemendra Nath Banerjee
tarafından da incelenmiş olması bu vakalara duyulan ilgiyi arttırmaktadır. Bulguları ancak yakın zamanlarda
Hindistan dışında da yayımlanmış olan Banerjee bu alandaki araştırmalarına aşağı yukarı Stevenson’la aynı
yıllarda başlamış ve bazı çok önemli vakalarla karşımıza çıkmıştır. İsviçreli bir araştırmacı olan Kral Müller de
Banerjee ve Dr. Stevenson’unkiler ile karşılaştırılabilecek çok önemli kanıtlar sağlamıştır.
Reenkarnasyon ve Geçmiş Anıların Hatırlanması:
Eğer insanlar gerçekten gene doğuyorlarsa (ki elimizdeki kanıtlar hunun geçerli1iğini doğrulamaktadır), bu
süreçten de evrenin diğer bütün yasaları kadar sıkı yasalara göre geçtiklerini düşünmemiz oldukça mantıki
görülüyor. Hepimiz gene doğuyor muyuz? Eğer böyle ise, o zaman neden tüm bebekler konuşmaya başlar
başlamaz geçmiş yaşamları hakkında birşeyler söylemiyorlar?
Geçmiş yaşamlara ait çocukluk hatıralarının çok kuvvetli olduğu bilinen hemen hemen her vakada hatırlanma
konusu olan geçmiş yaşam, çoğunlukla şimdiki yaşamın başlangıcından sadece birkaç yıl önce zamansız ya da
şiddetli bir ölüm ile son bulmuştur, Dr. Stevenson’un yayımlanmış yirmi vakasından tam ondördünde hatıralar,
olağan dışı ya da zamansız ölen bir kişiyi gösteriyordu. Aralarından sadece ikisi olağan bir şekilde ölmüşler, geriye
kalan dört kişi hakkında ise bu konuda kesin bir sonuca varılamamıştı. IBPP kayıtlarında da geçerliliği açıkça
saptanmış olan geçmiş yaşam hatıralarını içeren vakaların çoğunda ya cinayet, kaza, intihar ya da ufak yaşta
hastalık ile gelen olağandışı bir ölüm ile karşılaşıyoruz. Şunu hemen hemen kesinlikle belirtebiliriz ki,
çocuklardaki geçmiş yaşam hatıraları sadece bir önceki yaşamları zamansız olarak sona erdiğinde ortaya
çıkmaktadır.
Yeteri kadar kanıt toplandığında, geçmiş yaşam hatıralarını ileri süren çocukların oranının herhangi bir ülke ya da
yörede olağan dışı bir şekilde ölmüş olan insanların sayısına uyup uymadığını görmek ilginç olacaktır. Mümkündür
ki insanların çoğunluğu olağan bir şekilde ölmekte, dünyaya dönmeden önce belirli bir süre beklemekte ve
döndüklerinde de bu sürecin herhangi bir ayrıntısını şuurlu olarak belleklerinde taşıyamamaktadırlar. Bazı
kaynaklar her iki dünya yaşamı arasında geçen tipik bir sürecin 300 yıl kadar olduğunu ileri sürmektedirler.
Ancak, değişik boyutlarda zaman faktörü de fizik dünyadaki gibi olamayacağından kendi zaman algılayışımıza göre
herhangi bir karşılaştırma yapmak sakıncalı olabilir. Hepimizin gene doğup doğmadığı sorsuna gelince
diyebiliriz’ki. varlıklar yeterince evrimleştiklerinde dünya gezegenine dönmek ihtiyacında olmazlar ve daha yüksek
düzeydeki varlık evrim seviyelerine, ortamlarına doğarak evrimlerini sürdürürler.
Reenkarnasyon ve İnsan Sayısının Azalıp Çoğalması Sorunu
Reenkarnasyon düşüncesine karsı ileri sürülen itirazların en yaygın olanı matematik üzerine dayandırılmakta ve
dünya üzerinde şu anda; şimdiye kadar doğup . ölmüş tüm insanlardan daha fazla insan olduğuna göre hepimiz
gene doğmuş olamayız denilmektedir.
Gerçekte, günümüzde dünya üzerinde gene doğanları sadece dünyanın bu devresinde doğup ölen insan adedi ile
sınırlamak hatalı olacaktır. Bugün dünya gezegenine doğan bir insanın önceki yaşamlarının bir bölümü ya da
tümü(dünyanın bilinen tarihince kapsanan yer ve zamandan çok daha başka bir kavnağa bağlı olmuş olabilir.
Nitekim, herhangi bir topluluğun içerdiği kişilerin arasında görülen muazzam evrim farklılıkları butün olasılıkları
akla getirmektedir. Bir ülkenin fakir bir mahallesine girdiğinizde, aynı öğrenimi görmüş (ya da hiç görmemiş ve
aynı şartlar altında büyümüş ama yine de gözle görülür bir şekilde değişik evrim düzeylerinde bulunan iki
komşuya her an rastlayabilirsiniz.İnsana benzer yanı pek olamayan, bi1isiz, şuursuz bir vaşam sürdüren birinin
kapı komşusu içinde yasadığı ağır şartlara ikarşın tevekkül, bilgelik, anlayış ve insanlıkla davranan bir kişi olabilir.
Sanki, kişisel evriminin hayrına olarak bu şartlar özellikle seçilmiş gibidir.
Reenkarnasyon ve Soyaçekim
Bazı kişiler, geleneksel genetik ve soya çekim düşüncelerini altüst ettiği iddiasıyla gene doğmak kuramına karsı
çıkabilirler. Gerçekte hiçde öyle değildir. İnsan bedeni diğer bedenlerin dölünden gelirken bu bedeni taşıyan
var1ığın şuuru da kendine özgü bir secereye sahiptir. Gene doğmak ile soya çekim kolaylıkla birbirine
karıştırılabilir. Özellikle, aynı aile içine gene doğma söz konusu olduğunda bu tür bir yanılmadan kaçınılmalıdır.
Genel kanıya göre bazı kişilerin, özellikle üstesinden gelinecek sorunları ve gerilimleri olan ailelere doğmaları söz
konusudur. Kisişel evrimlerinin sağlığı açısından bu tür bir sınava ihtiyaçları vardır. Ancak bazan, «yeni»
ebeveynleri böyle bir görevi yüklenecek gücü yeterince gösteremezler. Örneğin, önceki yaşamları sırasında
birbirlerine düşman olmuş kişilerden birinin bu yaşamda diğerlerinin çocuğu olarak dünyaya gelebileceğini
düşünürsek, ebeveyn şuur altından önceki yaşamlarının etkisi altında kaldıkları takdirde bebeklerine karşı
olumsuz duygular taşıyacaklardır. Kuşkusuz psikologların daha değişik kuramları vardır, ancak bu tür sorunlara
açıklık getirici çözümlere de ulaşmış değillerdir.
Psikiyatrist Denys Kelsey ve Reenkarnasyon
İngiliz medyum Joan Grant ile kocası ruh doktoru («psychiatrist») Denys Kelsey gene doğmak gerçeğini
uygulamalı olarak değerlendirdiklerini iddia eden iki kişidir. Joan Grant, kendisinin «önceki yaşamlarımdan
hatırladıklarımın biyografileri» diye tanımladığı ve eski Mısır zamanlarına değin uzanan öykülere ilişkin bir dizi
kitabıyla oldukça tanınmış bir yazardır. Kocası ise, II. Dünya Savaşı sırasında askerlerin duygusal
rahatsızlıklarının tedavisi ile uğraşırken gene doğmak konusu ile ilgilenmiştir. İkisi birlikte, yeteneklerini bir araya
getirerek.bir kitap yazmışlardır, Bu kitapta, sorunlarının kökeninin önceki yaşamlara kadar nasıl uzandığını
insanlara göstererek onlara ne şekilde yardım edebildiklerini anlatmaktadırlar.
Karma, Okült ve Reenkarnasyon
«Karma» yasası, yani önceki faaliyetlerimiz ve düşüncelerimizin bugün birer toplamı olan bizlerin, önceki
yaşamlarımızda edinilmiş borçları ödüyor olmamız düşüncesi entropik, acımasız ve duygusuz bir dünyayı sahte bir
mantıkla örtmeye çalışmaktan öteye baska bir şey değilmiş gibi görünebilir. Burada amacımız gene doğmanın
ahlaki yanlarına eğilmek değildir. Ancak, yaşamımızın ya bir amacı vardır ya da yoktur. Eğer varsa, 0 zaman
«karma» yasası da doğal olarak geçerli olur.
Gene doğmak, artık, okült çalışmaların bir ‘dalı olmaktan çıkmış ve şu anda ciddi, sistemli araştırmalara hedef
olan bir konu olmuştur. Ne yazık ki, çoğu kişi bu durumun farkında değildir. Bir gün gene doğmak kitlelerce bir
gerçek olarak kabul edildiğinde, insanların fizik bedenin ölümü ötesinde yaşayıp yaşamadıkları da spekülasyon
konusu olmaktan çıkacaktır. Zaten, fizik ölüm ötesi bir yaşamımız olmasaydı gene doğmamızda pek söz konusu
olamayacaktı.
Gene doğmak konusu üzerine bugüne kadar yapılmış bilimsel araştırmaların en önemlilerinin yazarı Dr. Ian
Stevenson bakınız ne diyor:
«Buandaki görüşümü belkide eniyi şu şekilde özetleyebilirim: Elimizdeki kanıtlar bizi henüz kesin bir sonuca
ulaştıracak yeterlilikte değildir. Ancak, rasyonel bir insanın, inancını sadece dini geleneklere bağlamak yerine
bilimsel araştırmalara dayanarak reenkarnasyona inanmasını sağlayacak kadar da kuvvetlidir»
( Reenkarnasyon, Gene Doğmak Bilimsel İncelinimi – Bilim Araştırma Merkezi )
(Kaynak : http://www.spiritualizm.com/bbreen1.html)
Uzak Doğudan Batıya Reankarnasyon:
Reenkarnasyon veya yeniden cisimlendirme nedir? Mısır’dan ve Uzak Doğu’dan Batı’ya ulaşan, daha çok
ruhçululuğa bağlı ortam ve düşünceyi etkileyen, gerek müslümanlık, gerek yahudilik, gerek hristiyanlık tarafından
red edilen bir öğretidir.
Reenkarnasyon öğretisine göre, ölen bir insanın ruhu, bir ödüllendirme veya cezalandırma olarak ve bu insanın
yaşamı boyunca yaptığı iyilikler veya işlediği günahlarla orantılı şekilde, başka bir canlıya insan ve ya hayvan
geçirilir. Ahlaksal açıdan reenkarnasyon sonsus bir ilerleyişin, bir ruhsal evrimin ifadesidir. Ruh son evrim
ortasına, kesin huzura kavuştuğunda, bedenden bedene geçmekle sürdürdüğü arayış sona erer.
Brahman ve budist inançlardan kaynaklanan reenkarnasyon öğretisi, 12.yüzyılda Fransa ‘da Languedoc
bölgesinde merkezleşen baskıları ile dağıtılan Arınmışlar (Cathaes) tarikatisayesinde Avrupa’ya yayılır ve yüzyıllar
sonrası, ruhçuluğa inanlarda, teozofist örgütlerde bulur. Başta öncü albay deRochas olmak üzere derin rüzgar
seanslarında elde edilen ve geçmişe ait anılar sayılan -ancak bilimsel olmayan-bazı bulgular reenkarnasyona
destek göstermişler ve halen göstermektedir.
Ruhçulukta olduğu gibi reenkarnasyon öğretisi de, bütün kitaplı dinlere karşı gelmesi bir yana, bir başka
aldatmaca olarak bir gelenek oluşturarak temellerini, uzak doğulu kaynaklardan başka, Antik düşüncesinde
varolan metempsy cose (tenasuh) öğretisi daha çok ruhların geçirdikleri değişimlerle da esasen ruhların göçüdür.
“Ruhgöçü inancında çeşitli anlayışlar yer almıştır.” diye yazıyor, Orhan Hançeroğlu ve devam ediyor.”Kimilerine
göre ruh, insan, hayvan gibi varlıklarına göçebilir, kimilerine göre insan, hayvan ve bitkilerin ruhları başkadır ve
birinden ötekine göçmez. Kimileri ruh göçünün sürekliliğine, kimileride aralıklı göçlere inanırlar…Ruh göçü fizik
dünya göçünün yaralandığı boş bir inançtır.”
Mısırlılar için bu ruh göçünün anlamı başka incelikler ve daha karmaşık anlamlar taşıyordu; ölüm sonrasında
ruhun geçirdiği değişimler, ruhun bilinç düzeylerinde yolculuğu mutlak olana yaklaşması ölüm sonrasına da
edindiği bilgi (inisyasyon) her aştığı paralel evrenlerdeki yeniden bilinçlenmesi gibi.
Buna karşın ruhçu Allan Kardec’ın yazılarına baktuğımızda, ruhçuluğun anlattıklarının iyice girift olduklarını
farketmiş oluruz. Durum sadece beden değiştirmekle kalmıyor, birbirini izleyen reenkarnasyonlar bu dünyada yer
aldıkları gibi başka dünyalarda -daha üstün veya daha alçak- başka gezegenlerde de gerçekleşiyor. Bu, Güneş
sistemimizin dışında bile olabiliyor. Bu açıdan Merih bizden geri, Venüs bizden daha ileri, Jüpiter ise çok daha ileri
gezegenler sayılmaktadır. Böyle bir süreç içinde reenkarnasyona zorunlu olarak inanan ruhçuluk taraftarlarının,
bir bilim kurgu yazarına yakışır tarzda, uzak gezegenlerdeki yaşamlarından söz etmeleri, orada rastladıkları
başkaca ruhçu dostları anlatmaları ve bol sayıda “mesaj” almalarını hiç garipsenmemelidir.
Yine Kardec’in öğretilerine göre, ruhların cinsiyeti olmadığından reenkarnasyondan, reenkarnasyona geçildiğinde,
cinsiyet değişimi olağan sayılmaktadır.
Batı ve Hristiyanlık, A’raf, Cehennem, Cennet inançlarına uymadığı için reenkarnasyona karşı çıkıyorlar. Uzak
Doğu’da ise, başta Hintliierde, ruhun göçebeliği sorun yaratmıyor. Çünkü kendi inançlarına göre, ruh cennet veya
cehenneme gitse de bu sadece bir süre için oluyor ( yeryüzüne yeniden dönünceye kadar). Hintlilerin Karma
öğretisi de zaten buna dayanmaktadır. İnsan doğarken bir önceki yaşamının artı ve eksilerini de beraberinde
taşıyor, eskiden dürüst olan dürüstlüğünü sürdürüyor, kötü ise kötülüklerine kötülükler ekliyor.
Reenkarnasyon inancı ve Karma öğretisi Hint dininden Budizm dinine geçiyor ve tarihsel Buda Sidharta Gautama
(M.Ö. 500 ) da, Budalar’ın (Buda=aydınlatılmış) bir reenkarnasyonundan başka birşey değildir.
Uzak Doğu’dan Batıya geçen reenkarnasyon kendine yakın Mısır ve Yunan (Eflatun) kaynakları ile temelleşiyor.
Kilise babalarından Origenes (185-254) bir ara reenkarnasyon, bir bütün olarak, İstanbul’da 553 yılında yapılan
İkinci Konsil’de kilise tarafından sapkınlık sayılır. 12. Yüzyıldaki Arınmışlar gibi 13. Yüzyılda Fransa’nın Albi
şehrinde merkezleşen, Albigenses (Albili’ler) adını alan tarikat da reenkarnasyona inanıyor, öğretilerini bu temele
dayandırıyor. Fakat Albigenses’ler kilise tarafından yokedildikten sonra, reenkarnasyona inanç da aforoz ediliyor..
Reenkarnasyon (Ruh Göçü) Hikayeleri; Reenkarne Olan İnsanların Yaşadıkları
Insanlar tekamül etmek için tekrar dogarlar. Ruh bütün evrenlere dagilmis olan Tanri Kanunlari’ni, insan bedenini
kullanarak arastirir ve ögrenmeye çalisir. Fakat bu bilgi tek bir hayat içerisinde elde edilemez, çünki bilgi
sonsuzdur. Ruhlar, evrenin her yerinde tekrar tekrar dogarlar. Her tekrardogusunda biraz daha bilgi ve tecrübe
kazanarak yükselir. Gerileme yoktur, yani insan gene insan olarak dogar; ceza olsun diye bitki ya da hayvan
bedeninde dogmaz. Ruh, insan degildir; ruh, bitki ya da hayvan da degildir. Bunlar tekamül araçlaridir. Bunun için
ruh, bitki, hayvan ve insan bedenlerini kullanir. Her tekrardogus yeni bir role bürünmektir. Ruh, her seferinde
dünya sahnesinde yeni bir rol oynar ve isi bitince çekilir.
Geçmis hayatlarimizi neden hatirlamiyoruz?
Çünki unutan bedene ait hafizadir; ruha ait olan hafizamiz hiç bir seyi unutmaz. Yeni bir bedenle, yeni bir hayata
baslayan ruhun, dünya hayatinda basarili olmasi için geçmis yasamini unutmasi gerekir. Geçmis yasamlari
hatirlamak, simdiki hayatimizin sebebini bilmek demektir. Halbuki dünya hayatinin gayesi, deneye yanila çaba
göstermek ve tecrübe kazanmaktir. Bu sebeple geçmis hayatlarimizi unutmamiz büyük bir kolayliktir.
Geçmis hayatlar kendiliginden ve deneysel olarak hatirlanabilir.
Gerçek adalet tekrardogusla saglanir. Çünki evrenin idaresi; bazi insanlara uzun ömür, zenginlik, saglik, güzellik
ve sans dagitirken, bazilarina kisacik bir ömür, fakirlik, hastalik, çirkinlik ve bahtsizlik vererek aaafi davranan bir
tanrinin elinde olmadigi gibi, tesadüflerin elinde de degildir. Evrende her sey Tanri’nin koydugu Kanunlar’la
islemektedir. Tesadüf yoktur. Iste, gerçek adalet, Sebep-Sonuç Kanunu’na göre saglanir. Daima bir Tanrisal
Dengelenme vardir. Yukaridaki maddi degerler, ruhun bilgi ve tecrübesini artirmaya yarayan vasitalar olup, hepsi
dünyada kalacak olan göreceli degerlerdir.
Insan kaderini kendi olusturur. Çünki Tanri, varliklarini bu kabiliyette yaratmistir. Maddesel evrende her sey
Sebep-Sonuç Kanunu’na göre yürür. Bu kanun geregi, ne ekersek onu biçeriz. Yasadigimiz bütün olaylar, basimiza
gelen her sey, daha önceki hayatlarimizda yaptiklarimizin dogal sonucudur. Bir hayatin sonucu, gelecek hayati
hazirlar. Bir hayat kendisinden önceki hayatin sonucudur. Tanri kimsenin alnina kara yazi yazmadigi gibi, kimseyi
kayirmaz; dili, dini, cinsiyeti, irki ve milliyeti ne olursa olsun, bütün insanlar O’nun nazarinda birdir. Insan, kendi
bilgi ve görgüsüyle sinirli hür bir iradeye sahiptir; yani seçme yapabilir. O halde Sebep-Sonuç Kanunu’na göre
iyilik de, kötülük de insandandir ve asla bir adaletsizlik söz konusu degildir. Ne kadar istirapli olaylar yasarsak
yasayalim, ne baskalarini ne de Tanri’yi suçlama hakkina sahip degiliz. Çünki her seyin sorumlusu insanin
kendisidir. Seçmenin sorumlulugu insana aittir.
Insana hatalarindan dolayi ceza degil, telafi imkani verilir. Çünki mükemmel olan Tanri, mükemmel olan ruhu,
maddesel tecrübesizliginden dolayi azarlamak ve cezalandirmak için yaratmamistir. Evrenin hiç bir kösesinde
ruhu yakabilecek bir ates mevcut degildir. Dünyada beden vasi tasiyla tekamül etmekte olan ruh, dünyanin
sartlari geregi ancak deneye yanila, hata yaparak bilgi edinebilmektedir.
Aslında hepimiz kostümlü ruhlarız
Reenkarnasyon inancina göre ruhlar, dünyaya her gelislerinde degisik bir ‘kostüm’ giyiyor. Bu, bir önceki
hayatlarinda yaptiklarina göre, insan da olabiliyor, havvan ya da bitki de… Kisacasi ruh, ilk hayatta ‘ne ektiyse’,
ikinci hayatta ‘onu giyiyor’…
Ayten Görgün”
Reenkarnasyon… Yani ölümden önceki ve sonraki hayatlar… Bazilarina göre bilim, bazilarina göre hurafe…
Insanoglu binyillarca ölümün herseyin sonu mu yoksa yeni bir hayatin baslangici mi oldugunun yanitini aradi.
Bu Dogu inanci Bati dünyasinda da hizla taraftar buldu. Geçtigimiz yil Fransiz La Nouvel Observatuer Dergisi’nin
yayimladigi anket sonucuna göre Avrupa’da her bes kisiden biri yeniden dogduguna ya da dogacagina inaniyor.
Polonyalilar yüzde 32 ile birinci sirada. Ingiltere ve Fransa yüzde 24, Italya ve Almanya ise yüzde 19. Ayrica
Amerika’da reenkarnasyona inananlarin yüzde 25′i düzenli olarak kiliseye gidiyor, yüzde 26′si koyu Protestan,
yüzde 28′i koyu Katolik.
Neleri bulacaksiniz?
Bu yazi dizimizde reenkarnasyonu konunun taraflarindan dinleyip, herkesin aklina takilan sorularin yanitlarini
bulacaksiniz…
Bunlarin arasinda ‘Ölümden sonra hayat var mi?’, ‘Yeniden dogus mu kisilik parçalanmasi mi?’, ‘Ruhlar bedeni
kullaniyor mu?’, ‘Ruhlar ölmek bilmiyor mu?’, ‘Reenkarnasyon Nirvana’ya ulastirir mi?’, ‘Kur’an ve Incil’de
reenkarnasyon var mi?’, ‘Batili ünlü reenkarneler kim?’, ‘Hipnozda neler yasanir?’ gibi sorularin yanitlari da var…
Fransizca kökenli bir kelime olan reenkarnasyon, ölümden sonra ruhun insan, hayvan ya da bitki biçiminde
bedenlenerek bir ya da daha çok kez yeniden dünyaya gelmesi anlamini tasiyor. Bu inanca göre ölenlerin ruhlari
evrimlerini tamamlayana kadar dünyaya defalarca gelip gidebiliyor. Bedeni kostüm olarak kabul eden ruhlar,
dünyaya her gelislerinde degisik kostüm giyiyor. Insan olarak bir takim deneyimler yasayan ruh, öldükten sonra
yaptiklarina göre yeniden bedenleniyor. Ikinci üçüncü hayatlarinda yasayacaklari, geçmis hayatlari tarafindan
belirleniyor. Yani ruh, ‘neyi ekerse onu biçiyor’.
Ölümsüz olan ruhtur
Tarihi binlerce yil öncesinin Hint felsefesine kadar giden reenkarnasyon, bazi dinlerde de eskiden beri var olan bir
inanç.
Asya kökenli din ve felsefelerin karakteristik özelligi olan reenkarnasyona en çok ilkel dinlerde rastlaniyor.
Hinduizm ve Budizm’de, reenkarnasyon için her varligin insan bedenine ulasincaya kadar 8 milyon 400 bin degisik
yasam formundan geçmesi gerektigine inaniliyor.
Bazi inanç sistemlerinde yeniden dogusun insan bedeninde, bazilarinda ise hayvan ve bitki olarak gerçeklesecegi
savunuluyor. Ama ruh hep bir bedenden ötekine geçerek yasamaya devam ediyor.
Bu ögreti yeni dinlerde de kabul görüyor, ahlak ve yasamin anlamini reenkarnasyonun sundugu iddia ediliyor.
‘Nirvana’ya nasıl ulaşılır?
Reenkarnasyona inanan baslica dinler Hinduizm, Caynacilik, Budizm ve Sihlik gibi Asya dinleri.
Bu dinlerin kabul ettigi ‘karman’ adi verilen ögretiye göre herkesin simdiki yasamindaki davranislarinin sonucu
sonraki yasaminda ortaya çikiyor. Hinduizm’e göre reenkarnasyon çevrimi (samsara), ancak kisinin ‘kurtarici
dogruyu’ yani Atman (bireysel ruh) ile Brahman (mutlak ruh) arasindaki özdesligi kavramasiyla son buluyor.
Mutlak ruh inancini paylasan Caynaciliga göre ‘karman’in yogunlugu kisinin eylemleriyle belirleniyor. Bu nedenle
her ruh göçünden sonra eski ‘karman’in yükü yeni ‘karman’a ekleniyor. Bu çevrim çesitli dinsel disiplin
uygulamalari yoluyla ruhun kendisini özgürlestirmesi ve kurtulmus ruhlar arasina katilmasiyla sona eriyor.
Budacilik ruhlarin bedenden bedene geçtigi inancini paylasiyor. Insan ruhu ölümle birlikte yok oluyor. Ama ölünün
‘karman’i yasiyor ve bir ana rahminde bir ‘vicnana’ya (ruhun yeni bir bedene göç eden bölümü) yani ruh göçü
çemberinden kurtularak arzularin tümüyle söndügü ‘nirvana’ya (insani aci çekme, yanilsama ve bilgisizlikten
kurtaran ve bu dünyadaki tüm isteklerin silenmesi ile gerçeklesen durum) erisiyor.
(Kaynak : http://www.uslanmam.com/felsefe-bilimi/588442-reenkarnasyon-hakkinda-hersey.html)
VIII – Reenkarnasyon Gerçek Reddedilemeyecek Kadar Gerçekçi Mi? Bilimsel Bakıl Açısıyla
Reenkarnasyon
Reenkarnasyon adı altında gerçekleştiği iddia edilen olaylar gerçekten karmaşık ve kafa karıştırıcıdır. Adeta
doğaüstü bir gücün var olduğunu söyleyen bu iddialar araştırılmayı hak ediyor elbette. İnsanlar sürekli yaşamak,
yaşamına devam etmek ister. Ölüm müthiş bir korkudur ve bu korku da bir şekilde atlatılmalıdır. Bunun için çeşitli
teolojiler geliştirilmiştir. Kimi inançlara cennet ve cehennem gibi yerlerde yaşam devam edecekken kimi
inançlarda insanların ruhu farklı bedenlerde yeniden canlanacaktır.
Enkarnasyon(doğum/bedenlenme) kelimesinin ön ek almış hali olan reenkarnasyon, doğumun tekrar
gerçekleşmesi, yeniden doğma anlamına gelir. Tanımlara takılıp kalmadan ateist bakış açısıyla reenkarnasyonun
problem oluşturup oluşturmadığına gelmek istiyorum.
İslam ile İlişkisi
Günümüzde reenkarnasyonu kabul eden ve bunun İslam’da da geçerli olduğunu söyleyenler elbette vardır. Her ne
kadar yeniden doğum kavramını ateist bir bakış açısıyla inceleyecek olsam da inançlı kişilerle yapılan
tartışmalarda yararlı olması açısından ruh göçü kavramının İslam’da yeri olup olmadığına dair küçük bir inceleme
yapmak isterim. İlk başta bir kişinin hem Müslüman olması hem de reenkarnasyona inanması tutarlı değildir..
Kuranda bizzat reenkarnasyonun yanlışlığını ima eden ayetler var.
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: “Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da
salih amellerde bulunayım.” Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların
önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Mü’minun Suresi, 99-100)
Yine Kurandan yola çıkılara denebilir ki; Allah insanları henüz bir cana sahip değillerken canlandırmıştır, onlar
öldükten sonra bir kere daha dirileceklerdir ve ahiret hayatına yönlendirileceklerdir. Tek ölüm ve ardından
Tanrıya dönme… Kuranda bu süreci anlatan çok sayıda ayet bulunabilir:
Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek,
sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28. Ayet)
Bu süreci Beydavi ve diğer tefsirler de şu şekilde açıklamaktadır:
Çocuğun ana rahminde can verilmesinden önceki hâli için ölü, can verilmesine de diriltme denmiştir. Yani insan,
bir defa ana rahminde, bir de kabirden sonra diriltiliyor. İki ölü hâli vardır. Biri ana rahmindeki canlılıktan önceki
durumu, bir de kabirdeki hâli. Yani hepsi iki ölüm, iki diriltmedir.
Yine Kurandan çıkan bilgiye göre cennete giden insanlar, yalnızca bir ölüm tatmışlardır. Bir ölümü yaşamışlardır.
Reenkarnasyonun bahsettiği gibi Dünyada tadılan birden fazla ölüm ve doğum hissi yoktur:
Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından korumuştur.(Duhan Suresi, 56.
Ayet)
Tüm bu ayetler ışığında diyebiliriz ki kişi, ya reenkarnasyona olan inancını seçmelidir ya da Kurana duyduğu
inancı. İkisini bir arada yürütmek tutarlı bir çaba değildir. Elbette tüm bu ayetlere rağmen ayetleri farklı
yorumlayarak ya da reenkarne inancının farklı bir versiyonunu oluşturarak kişi bu iki inancı birbirine bağlayabilir.
Bu bağlama oldukça zorlama bir uğraş olacaktır. Şöyle ki bir kişi aynı çaba ile ‘Kurana göre cennet-cehennem yok’
bile diyebilir. Bu anlamsız bir çabadır.
Reenkarnasyon Hikâyelerinde Ortak Unsurlar
Ruh göçü kavramını İslam’dan ve her türlü dini inançtan bağımsız olarak irdeleme zamanı geldi. Bu irdeleme,
beraberinde ‘reenkarnasyon adı altında sunulan hikayeleri’ irdeleme sorumluluğunu da getirir. Reenkarnasyon
“hikâyelerinde” göze çarpan bazı ortak noktalar vardır. İlk başta bu hikâyelerin büyük bir çoğunluğu “Ben de
hatırlamıyorum ama…” “Ben de küçüktüm aslında ama…” diye başlayan hikâyelerdir. Bahsedilen anıları anlatan
kişiler bizlere tamamen kulaktan dolma bilgiler sunarlar. Aktaran kişiden duyduğunuz şey “Ben X kişisinden
duydum ama ona çok güvenirim kesin doğru söylüyor” gibidir. Bu X kişisi bazen annedir, bazen amcadır bazen de
kapı komşusu… Kısaca bahsedilen olayların çoğunluğu kulaktan kulağa aktarılmıştır ve ‘abartılmıştır’.
İkinci ortak nokta da az önce bahsettiğim gibi “abartma”dır. Her hikâyede bunu görmeniz mümkündür. Eğer siz A
olayını yaşamışsanız insanlara bu olayı aktarırken A olayına B C D E olaylarını ekleyerek aktarabilirsiniz.
Reenkarnasyon hikâyelerinin çoğunda da bu böyledir. Asıl gerçekleşen olay basit bir tesadüftür (ya da daha sonra
açıklayacağım konfubulasyondur) fakat bu olaya yepyeni düşünceler, hikâyeler, olaylar eklenir ve insanlara bu
şekilde aktarım yapılır. Nitekim yaşadığınız olay ancak bu şekilde daha ilgi çekici hale gelir. İlgi çekici bir hikâye
ise herkesin gözdesi olacaktır. İster istemez insan olayı abartarak anlatır.
Tabii ki abartma öğesi sadece reenkarnede de geçerli olmayacaktır. Başınıza çok sayıda basit ve doğal olay
geliyordur ve sizler bunu insanlara aktarırken abartarak aktarabilirsiniz. Bu oldukça doğal bir eylemdir. Herkes
oalyları abartabilir. Örneğin siz evde sessizce otururken mutfakta bir şey düşmüş olsun. Bu olay gayet doğal bir
olaydır ve herkesin başına gelebilir. Fakat bundan sonra kafanızda bin bir kurgu oluşur, misal gölgeleri “oradan
bir şey geçiyor” düşüncesiyle algılayabilirsiniz vs. Peki bu olay sonunda bunu insanlara nasıl aktarırız tahmin edin:
“Evde geçen gün yalnız başıma oturuyordum. İlk önce garip sesler duymaya başladım, sonra mutfaktan tıkırtı
sesleri geldi, ardından da mutfakta bir şeylerin düştüğünü duydum, ben mutfağa geldiğimde pencereler kapalıydı -
ilgi çekici olsun diye uydurulmuştur mesela- ve evin içinde garip gölgeler gördüm ve birden kayboldular.”(Bir
arkadaşım tarafından bizzat yaşanmış gibi anlatılmış olduğuna dikkat çekmek isterim.)
Bu olayın temelinde gayet doğal bir bıçak düşmesi yatmaktadır, geri kalan kısım ise insanın kurgusuyla
“abartılmıştır”. Reenkarnasyon hikâyelerine de yeni düşünceler eklenerek aslında doğal olan bir olay doğaüstü bir
olaya ve ilahi güçlere bağlanabilir. Ve kendi hayatımda da büyüklerimin aslında doğal olan bir olayı abartarak
başkalarına aktardığına çok şahit oldum. Dikkat edin, mutlaka sizler de arkadaşlarınızın, ailenizin olayları
aktarırken abarttığını fark edeceksiniz.
Şimdi iki ortak öğeden bahsettik. Başka bir konu ise genelde bu konuların baştan sona da “uydurulmuş” oluşu.
Büyükler küçüklere ilgi çekici bir şeyler anlatmak ister ve bunun için hikâye uydurabilirler. Bu da doğaüstü gücü
nitelendirebilecek ruh göçü hikâyeleri olursa oldukça ilgi çekici olur. Nitekim bana küçükken çok sayıda
hikâye(daha doğrusu gerçekten yaşandığı iddia edilen doğaüstü öğelerle süslenmiş masal) anlattılar. Biz de
büyüklerimizi ibretle dinlerdik. Çok iyi hatırlarım, bizi sayısız masalla kandırdılar ve bunların içinde reenkarne
hikâyeleri de vardı.
Şimdi 3 ortak öğeyi yeniden sıralayalım.
1-Bu hikâyelerin çoğu kulaktan dolmadır
2-Bu hikâyeler aslında doğal olabilen bir olayın abartılmış bir resmidir.
3-Bu olaylar küçükleri etkilemek için uydurulmuş masallardan ibarettir.
Peki ya bu üçünü bir araya getirirsek tahmin edin ne olur? İşte size bir ruh göçü hikâyesi… Büyükleriniz size bir
hikâye aktarmış olsun, siz de bundan çok etkilenin ve abartarak başkasına anlatın, o da çok güvenmiş olduğu
sizden başkasına aktarsın ve bu nesiller boyu gitsin. Ve ya siz insanlara doğal bir olayı anlatın, başkaları abartarak
başkasına anlatsın bu böyle sürüp gitsin. Reenkarne hikâyelerinin çoğu buna bağlanabilir.
Anı Oluşturma: Konfubulasyon
Reenkarnasyon dediğimiz anda en etkili reenkarne hikâyelerinde rastladığımız küçük çocukların anılara sahip
olma yetisi aklımıza gelir. Nasıl olur da küçük çocuklar önceki hayatlarını, sözüm ona, hatırlarlar? Küçücük bir
çocuğun önceki hayatını ayrıntılarıyla anlatmasının doğaüstü bir güce işaret ettiği söylenemez mi? Bu sorulara
cevap verebilmek için iki farklı olguya bakmamız gerekecek: hikâye uydurma (konfabulasyon) ve zaten yaşanmış
olma düşüncesi (dejavu).
Konfabulasyon, bellek boşluğu sonucunda, bilinçte herhangi bir etkilenme olmaksızın, istemsiz olarak ortaya çıkan
masal anlatma, gerçek dışı bilgiler uydurma olarak tanımlanır. Bu, dünya üzerinde oldukça rastlanan vakalardan
biridir. İki çeşit hikâye uydurma bulunur: Bellekteki boşluğu doldurma amacını taşıyan, soru sorulduğunda ortaya
çıkan anlık (uyarılmış) konfabulasyon ve bellek boşluğunu doldurma amacını aşan, kendiliğinden oluşan, gerçek
bellek kayıtlarından köken alabilen, ayrıntılı, istek doyurucu, büyüklenmeci öğeler içeren düşlemsel
(kendiliğinden) konfabulasyon(1).
Bellek boşluklarında, anı kayıplarında doğal olarak oluşacak bir olaydır hikâye uydurma. Burada uydurma derken
istemli ve bilinç dâhilinde yapılan uydurmadan bahsetmeye çalışmıyorum. Bu uydurma, kişinin farkında olmadığı
istemsiz bir olaydır. Nasıl ışık ışınları göze çarptığında istemsiz bir şekilde görüntü oluşuyorsa, bellek kayıplarında
da aynı şekilde hikâye uydurma olacaktır. Bu doğal ve bilinçsizcedir. Aslında hepimizin başına gelir. Herhangi bir
arkadaşınızla ortak bir anınızı düşleyin. Kimi zaman her ne kadar ikiniz de aynı olayı yaşamış olsanız da aranızda,
gerçekleşen olayın ne olduğuyla ilgili anlaşmazlıklar oluşabilir. ‘İki gün önce gördüğümüz kişi yeşil gözlüydü’
diyen arkadaşınıza karşı ‘Hayır mavi gözlüydü’ diyerek karşı çıktığınız olmuştur. Bu olay karşısında ikiniz de yalan
söylemiyorsunuzdur. Asıl gerçekleşen olay şudur: en az birinizde bellek kaybı yaşanmıştır ve o bellek kaybını
beyniniz yeni bir anıyla doldurmuştur. İkiniz de doğru söylediğinize adınız gibi eminsinizdir. İşte hikâye uydurma
derken böyle bir anı yaratmayı kast ediyorum.
Peki ya bunun reenkarnasyon ile ilişkisi ne? Açıklayayım. Örneğin herhangi bir kişi bir yara iziyle doğabilir. Ve
yara izinin sebebi kişiye sorulduğunda anlık bir masallama/konfabulasyon oluşabilir. Mesela yara iziyle doğan
birine ‘Bu iz nereden geliyor?’ sorulduğunda beyin anlık olarak bir hikâye uydurup “Önceki hayatımda
savaştaydım ve bu yara izi o savaştan kalmış, o hayattan reenkarne oldum. ” diyebilir. Bu masallama
gerçekleştiğinde ise kişinin reenkarnasyon geçirmiş olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Fakat olayın aslı ruh göçü
değil, sadece beynin kusurlarından biri olan konfubulasyondur. Es geçmemek gereken bir şey ise kişi buna
gerçekten inanmıştır. Bu hikâye uydurmalar bilinçdışı gerçekleşir. Kısaca bu reenkarne iddiaları kişide oluşan bir
bilinçdışı gerçekleşen konfubulasyondan başka bir şey olmayabilir. Tıpkı arkadaşınız gördüğünüz kişinin yeşil
gözlü olduğuna nasıl inanmışsa yara izi olan kişi de önceki hayatında asker olduğuna o denli inanmıştır.
Yeniden Yaşamak: DejaVu
Reenkarnasyon iddiasında bulunan küçük bir çocuğun yaşamış olabileceği bir başka olgu ise Dejavu olarak
sayılabilir. Herkesin hayatında en az bir kere yaşamış olduğu DejaVu bir şeyi zaten yaşamış olma hissidir. Her şey
yolunda giderken birden bire aklınıza bu anı zaten yaşamış olduğunuz gelir. İşte bu DejaVudur. Beynimiz bir çok
sebepten ötürü yorgun olabilir, bu sebeple (ve ya herhangi başka bir sebepten ötürü) ses, görüntü gibi girdileri
giriş anı sırasında algılayamayabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi bu olayı daha önce yaşadığı hissine
kapılabilir. DejaVu’nun olası sebeplerinden birisi budur. Bir diğer olası sebep ise aynı girdinin, beynin sağ lobu ile
sol lobuna eş zamanlı ulaşmamış olmasıdır. Eğer sağ loba ya da sol loba daha önce ulaşırsa, bu olay iki defa
yaşamış gibi hissedilir.(2) Anlayacağınız tamamen doğal bir olaydır.
Peki ya bu DejaVu bir çocukta, 5-6 yaşında bir çocukta gerçekleşirse ne olur? Muhtemelen bu olayı keskin hayal
gücü ile(ki küçük yaştaki çocukların hayal gücü sandığınızdan daha belirgindir) büyüklerine anlatacak, anlatırken
abartacak ve anlattığı hikaye büyükleri tarafından reenkarnasyon olarak adlandırılacak. Oysa gerçekleşen olay,
reenkarnasyon değil, neredeyse herkesin en az bir defa yaşadığı beyinde gerçekleşen “DejaVu” olacaktır. Gelin
görün ki bunu ruh göçüne inanan birinin kabul etmeyeceği bir şeydir bu.
Reddedilemeyecek Kadar Gerçekçi Mi?
Reenkarnasyona inanan ve bunu yaşadığını/çevresindeki birinin yaşadığına şahit olduğunu iddia eden bir kişinin
bu bahsettiklerimizle ikna olmaması doğaldır. Reenkarnasyon inancı o kadar derine işlemiştir o kadar çok iddia ile
karşılaşmıştır ki bunların yalnızca abartma ile DejaVu ile açıklanamayacağını düşünür. İnançlı için bu,
reddedilemeyecek kadar gerçektir. Peki ya ‘Tesadüf demenin neredeyse imkânsız’ olduğu hikâyeleri ne yapacağız.
Şöyle ki, bazı hikayelerde reenkarnasyon geçiren kişi eski ailesinin adresini bile doğru bilebiliyor. Bunları ne
yapacağız? Anlık bir anı üretme bunu açıklayabilecek mi?
Elbette tek başına konfabulasyon ile yola çıkarsak afallar kalırız. Bunun yanında beynin gizemi karşısında hayrete
düşmemiz de gerekir. Eğer beyin düşündüğümüz kadar basit bir yapı değilse ve çok daha sistemli işliyor ve en
küçük girdilerden bile etkileniyorsa açıklanamayacağını düşündüğüm bir olay kalmaz. Demek istediğini biraz daha
açık anlatayım.
+ (…)Medyumlar hakkında yapılmış birçok araştırma var. Bu kişiler trans halindeyken öyle bilgiler verebiliyor,
öyle işler beceriyor ki, bunların nereden geldiğini ne kendileri açıklayabiliyor ne başkası. Örneğin hiç İbranice
bilmeyen bir kadın birden bu dilde konuşmaya başlıyor. Madem öyle, demek ki daha önce yaşamış! Ya da İbranice
konuşan bir ölünün ruhuyla bağlantı kurmuş!
-Sen ne diyorsun?
+Sonunda kadının küçük yaşta Yahudi bir bakıcısı olduğu ortaya çıktı.
-Hadi Ya!
+Hayal kırıklığına mı uğradın yoksa? İnsanların çok eski deneyimleri bile bilinçaltında saklayabilmesi yeterince
harika bir şey değil mi?(3)
Bahsetmek istediğim şey tam olarak bu. Beyin o kadar gariptir ki onun bu şekilde işlediğini bilmesek ruh göçü
iddialarına hak verebilirdik(bir nebze de olsa). Beyniniz bebeklikten itibaren aldığınız her girdiği bilinçaltında
saklıyor. Henüz bir yaşındayken başınızın dibinde konuşulanlar beyninizin içinde bir yerlerde… Şimdi düşünün:
bebekliğinizden beri beyninize uğrayan girdiler toplanıyor. Konfabulasyonu da beyniniz üretiyor. Bu ikisinin
bağlantı içinde olmasını düşünmek çok zor olmasa gerek. Reddedemeyeceğimiz kadar gerçek olduğu düşünülen
bir reenkarne iddiası aslında bilinçaltımızda olan bir bilginin açığa çıkması olabilir. Bu şekilde bir açıklama sorunu
çözecektir. Üstelik ruh göçü iddialarını incelerseniz bahsedilen hikayelerin çoğunlukla aynı aile içinde veya
birbirlerine yakın yerlerde, dolayısıyla yeniden doğduğu iddia edilecek kişinin beynine bahsedilen girdinin
girebileceği mesafelerde, gerçekleştiği görülür.
Teksaslı Keskin Nişancı Safsatası
Teksaslı bir keskin nişancı… İddiasına göre Dünyada ondan iyi nişan alan bir kişi daha yok. Gerçekten o kadar iyi
bir nişancı mı? Hiç sanmıyorum. Bu nişancının taktiği biraz farklı… Nişancımız uygun gördüğü bir yere ateş
açıyor. Sonra vurduğu yerin etrafına hedef çizgisi çiziyor ve sevinç çığlıkları atıyor: ‘Ben size demiştim ya,
gördünüz mü, tam isabet!’ Bu taktiğe felsefi literatürde ‘Teksaslı Keskin Nişancı Safsatası’ deniyor. Bu mantık
hatasının temelinde yatan şey şudur: Siz bir şeyi bir kaynakta bulmak isterseniz o şeyi bulursunuz. Kaynağın
bilgisini eğersiniz bükersiniz ama sonuçta o şeyi bulur çıkartırsınız ve nişancının hatası gibi ‘işte buldum’ dersiniz.
Sonucunun A olduğunu bildiğiniz bir olayda, o sonuçtan bağımsız bir B olayı varsa ve bu A yı öğrendikten sonra
bir şekilde B ile A yı bağlıyorsanız bu hataya düşüyorsunuz demektir.
Reenkarnasyon iddialarının temeli de budur. Yüzlerce reenkarne iddiası var. Yüzlercesinin de büyük çoğunluğu
anlamsız ve boş iddialar. Bu anlamsız iddiaların arasından mutlaka bir şeyleri doğru tahmin eden ve doğru hikaye
uyduran çıkacaktır. Çıktı mı? ‘Tam isabet, hedefi vurdunuz!’ Zaten yüzlerce hatta binlerce reenkarne iddiası
içerisinden birkaç tanesinin doğru olması şaşırılacak bir şey değildir. Bu ancak birbirinden bağımsız iki olayı
(Reenkarne iddiası ve bahsedilen iddianın gerçek hayatta karşılığının çıkması) birbirine bağlamak olacaktır.
Bilgisizliğe Dayalı Argüman
Bir an tüm bu açıklamaların yanlış olduğunun gösterildiğini ve reenkarnasyon inancının çok sayıda veriyle
desteklendiğini düşünelim. Her ne kadar ruhani, ilahi ve doğaüstü bir açıklama beklentisi içinde olsak da bu
beklentiye sahip olmamız beklentimizin gerçekleşeceğini göstermez. Reenkarnasyonun gerçek olması, onun
ruhani bir güç tarafından gerçekleştiğini mi gösterir? Sırf reenkarnasyonu HENÜZ açıklayamıyoruz diye, bilim
bunu hiçbir zaman açıklayamayacak anlamı mı çıkmaktadır? İşte tam burada bahsedilen iddia, ‘Bilgisizliğe dayalı
argüman’ mantık hatasına düşmektedir.
‘Bilim bunu çözemiyor o halde doğaüstü bir güç olmalı’ iddiası oldukça absürd bir iddia olup hatalı bir savdır.
Zamanında astral seyahat ruha kanıt gösterildi, nasıl olduğunu bilim açıkladı. ‘DejaVu ruha kanıttır’ dendi,
DejaVuyu oluşturan etkenler bilim adamları tarafından gösterildi. Şizofreninin ruha kanıt olduğunu söyleyenler
çıktı, bunun da beyinle ve insan vücuduyla gerçekleştiği anlaşıldı. Şimdi de reenkarnasyonu delil olarak
sunuyorlar, eğer ruh göçü gerçekse bu bizzat bilimin konusudur ve ruha kanıt olarak göstermek Argumentum ad
Ignorantiam mantık hatasının ürünüdür. Bunu söylemek ortaçağdaki bir adamın ‘Bilim depremleri açıklayamıyor o
halde Dünya boğanın boynuzları üzerinde olmalı.’demesinden daha rasyonel değildir.
Reenkarnasyonun Açmazları
Reenkarnasyon iddialarının cevaplanabileceğini yukarıdaki açıklamalarda anlatmaya çalıştım. Sıra geldi neden
reenkarnasyona inanmamamız gerektiğine dair sebeplere… Bir nevi Ruh Göçü kavramının açmazlarına ve
mantıksızlıklar silsilesine…
Massachusetts Institute of Technology(MIT)’nin yaptığı araştırmalar ışığında diyebiliriz ki artık ruh göçü masalları
tarihe karışmalıdır. Ünlü bilim dergisi/sitesi Nature’da da 2012 yılında yayımlanan araştırmalar doğrultusunda
anıların sinir hücreleriyle taşındığını ve burada saklandığını biliyoruz(4). O zaman nasıl bir ruh göçmesidir ki
anıları da yanında götürür? Biz öldüğümüzde bu sinir hücreleri de ölür, o halde reenkarnasyon geçirdiği iddia
edilen kişiler nasıl o anılara sahip olmuştur? Bir kişinin önceki yaşamını hatırlaması için aynı zamanda önceki
yaşamındaki anılarının saklandığı sinir hücrelerine de sahip olması gerekir. Ruhun var olduğunu düşünsek bile,
ruhun farklı bir bedene geçmesi eski yaşamı hatırlamak için yeterli değildir. Dolayısıyla bu anıların aslında DejaVu
ile konfabulasyon ile oluştuğunu ve aslında ruhsal bir olay olmadığını anlayabiliriz.
Bu anlamsızlığı bir kenara bıraksak bile mantıksızlık zincirinin ardı arkası kesilmiyor. Reenkarnasyon olsa bile
canlılıktaki birey sayısının enflasyonla çoğalması açıklanması gereken bir durum. Örneğin bundan yıllar önce 6
milyar insan vardı şimdi 7 milyar insan var. Birey sayısındaki çoğalma diğer canlılarda da görülür. O zaman nasıl
bir ruh göçmesi bu? Yeni ruhlar mı türüyor? Canlılık sürekli çoğalma halinde ve bir bireyden çok daha fazla birey
oluşuyor. O halde bu olay ruh göçmesiyle açıklığa kavuşturulmalıdır çünkü canlı sayısı artıyorsa aynı zamanda
ruhların da sayısı artmalıdır. Dolayısıyla canlılık nüfusunun sürekli artmasıyla ruh göçü inancının yanlış olduğunu
açıklayabiliriz.
Ayrıca neden reenkarnasyon iddialarının yalnızca ruh göçüne inana toplumlarda görülmesi de şaşırtıcı değil
midir? Neden Hindistan, Antakya, Adana, Mersin gibi reenkarnasyona inanan toplumlarda ruh göçü görülüyorken,
bundan habersiz toplumlarda veya bu inanışı barındırmayan toplumlarda bu tür vakalara rastlanmıyor? Yalnızca
bu mantıksızlık bile olayların aslında gerçekleşmediği ve kişilerin uydurmalarından ibaret olduğunu göstermeye
yeter.
Kaynakça:
1- Türk Psikiyatri Dergisi 2007, Cilt 18, Sayı2 s.173-174
2- Brown, Alan S. (2004). The Déjà Vu Experience. Psychology Press. ISBN 1-84169-075-9.
3-Gaarder, Jostein, Sofie’nin Dünyası (Çev. Sabir Yücesoy), Pan Yayınları s. 525-526
4- bahsedilen araştırmalar için bkz.
http://www.nature.com/nature/journal/v484/n7394/full/nature11028.html
http://newsoffice.mit.edu/2012/conjuring-memories-artificially-0322
http://www.extremetech.com/extreme/123485-mit-discovers-the-location-of-memories-individual-neurons
http://alfa-sorgulama.blogspot.com.tr/2014/05/reenkarnasyon-uzerine.html
IX – Bu Hikayeler Deja-Vu veya Konfublasyon İle Açıklanabilecek Kadar Basitmi?
Reenkarnasyon konusunda en ünlü 20 vakadan biri de Adanalı Adnan!
Dünyada reenkarnasyon konusunda referans olarak kabul edilen ABD’li bilim adamı Ian Stevenson’un “20 Örnek
Reenkarnasyon Vakası” kitabında Adana’da yaşayan Adnan Kelleçi’nin “Kore Savaşı’nda şehit düşen bir Türk
askeriydim” diye önceki yaşamını ve öldüğü anı anlattığı olay yer alıyor
Reenkarnasyon konusunda en bilimsel sayılabilecek araştırmaları 88 yaşında hayatını kaybeden ABD’li psikiyatrist
Ian Stevenson yürütüyordu. Virginia Üniversitesi’ndeki Kişilik Bölünmeleri Çalışmaları departmanının başında
görev alan Stevenson, yıllarca birçok akademisyenin alay konusu oldu. Ancak 40 yıllık süre içinde geçmiş
yaşamlarından anılarını hatırladıklarını öne süren dünyanın dört bir yanında 3 bin kadar çocuk üzerinde
çalışmalar yürüttü ve dünyaya reenkarnasyonun gerçekten de var olabileceğini kanıtlamaya çalıştı. Stevenson,
araştırmalarını geçmiş yaşamlarından izler taşıdığı öne sürülen 2-5 yaşları arasındaki çocuklar üzerinde yürüttü.
Psikiyatriste göre çocuklar bu anıları 8 yaşlarına geldiğinde tamamen unutmaya başlıyor. Stevenson’un en çok ses
getiren çalışması “20 Örnek Reenkarnasyon Vakası” isimli kitabında bir araya getirildi. Stevenson, çalışmaları
çerçevesinde geçmiş yaşamlarını hatırlayan Türk çocuklar üzerinde de incelemelerde bulundu. Bunlardan biri
Türk Adnan Kelleçi, Adana’da yaşayan Kelleçi, önceki yaşamında Kore Savaşı’nda görev alan Türk askerlerinden
çatışma sırasında hayatını kaybeden bir er olduğunu iddia ediyordu. Kelleçi, askerin ölümünü oldukça detaylı bir
biçimde anlatabliyordu. Ancak askerim kimliği hiçbir zaman tam olarak belirlenemedi.
Kürekli katili aradılar
Ekber’de yaşayan Mehmet Bekler, 40’lı yıllarda dünyaya geldi. Un değirmeninde çalışan Bekler 1965’ten bir
gün bir müşterisiyle kavga etti ve müşterinin kafasına bir kürekle vurmasıyla hayatını kaybetti. Kısa bir süre sonra
yakınlardaki bir köydeki hamile bir kadın rüyasında genç bir adam gördü adam “kafama kürekle vurdular ve ben
öldüm. Seninle kalmak istiyorum başkasıyla değil” dedi. Kadın Süleyman isminde bir çocuk dünyaya getirdi.
Bebeğin kafasında bir yara izi bulunuyordu. Çocuk konuşmaya başladığı andan itibaren eski yaşamından anıları
anlatmaya ve isminin Mehmet olduğunu söylemeye başladı. Sonunda Mehmet’in ailesi de bu duruma inandı.
Küçük çocuk anılarına o kadar güveniyordu ki Mehmet’i öldüren köylüyü öldürmek için babasının silahını bile
istemişti.
Başının üzerinde yara izi
Cemil Fahrici 1935’te Antakya’da dünyaya geldi. Doğumundan bir önceki gece babası uzak bir akrabaları olan
Cemil Hayık’ın kendi oğlu olarak yeniden dünyaya geldiğini gördü. Hayık, çetesi Fransız güçleri tarafından
sarıldıktan sonra silahını çenesine dayayarak intihar eden bir yerel kahramandı. Bebek Cemil de çenesinin altında
2 santim boyutlarında bir yara izine sahipti ve 2 yaşına geldiğinde Hayık’ın yaşamı hakkındakı detayları çevresiyle
paylaşmaya başladı. Daha sonraki yıllarda Stevenson yaptığı araştırmalar sonunda Cemil’in başının üstünde de bir
yara izin olduğunu fark etti. Yara izleri ve çeşitli fobi ve ağrılar reenkarnasyon berlitileri olarak görülüyor. Bazı
uzmanlara göre boynundan sıkıntı çeken kişiler geçmiş hayatında asılarak öldürülmüş olabilir ya da yüksekten
korkan bir kişi bir kalenin duvarından aşağıya atılarak cinayete kurban gitmiş olabilir. Yani nedeni açıklanamayan
bu korku ve fobilerin önceki yaşamlardan gelmiş olabileceği öne sürülüyor.
Mezarlığını bile anlattı
Dellal Beyaz 1970’te Samadağ’da dünyaya geldi. Doğduğunda başının üzerinde bir yara izi vardı. Annesi küçük
kızın eski yaşamından anılar taşıdığını yatağında kendi kendine konuşurken f ark etmeye başladı. Della önceki
yaşamında yakınlardaki bir köyde yaşayan bir kadın olduğunu ve çamaşır asarken bir kuyuya düşerek öldüğünü
anlatmaya başladı. Ailenin uzaktan bir akrabası Dellal’in anlattıklarının Zehide Köse isimli bir kadının ölümüyle
büyük benzerlik gösterdiğini öne sürdü. Köse düşerken kafasını yer vurmuş ve götürüldüğü hastanede yaşamını
yitirmişti. Zehide’nin mezarlığını da anlatan Dellal, önceki yaşamında öldükten sonra olanları hatırlayabilen ilk
reenkarnasyon vakalarından biriydi.
Nepalli küçük Buda rahipleri çok kızdırdı
2005 yılında Nepal’deki bir ormanda ağaç kovuğunda hiçbir şey yiyip içmeden tam 10 ay boyunca yaşayan “küçük
Buda” lakaplı 15 yaşındaki Ram Bomjon adlı çocuğu görmek için şimdi dünyanın dört bir yanındaki Budistler bu
ülkeye akın ediyor. Bomjon‘u görmek için gelenlere bölgenin dini yetkilileri yol gösterirken, Budistler, Ram
Bomjon’a gösterilen ilginin nedenini şöyle özetliyor: “Yaklaşık 2500 yıl önce Buda, onun yaşındayken bu bölgede
bir ağaç kavuğunun içinde inzivaya çekilmişti. Şimdi Buda onun bedeninde yeniden hayat buldu. O Buda’nın
reenkarnasyonu.” Bomjon’un annesi ise, oğlunun bir şey yememesinden büyük rahatsızlık duyduğunu, ama
“Tanrı’nın onu doyurduğundan” emin olduğunu söylüyor.
10 ay boyunca Katmandu’da ağaç kovuğunun içinde aç ve susuz meditasyon yaptıktan sonra ortadan kaybolan
küçük Buda büyük panik yaşanmasına sebep olmuştu. Birkaç hafta sonra yine birden bire ormanda çıkarak ağacın
kovuğuna yerleşen gencin geri dönmesiyle birlikte binlerce Budist yeniden Nepal’e akın etti. Küçük Buda son
aylarda kovuktaki “evinden” dışarı çıkarak “müritlerine” sesleniyor ve tavsiyelerde de bulunuyor. Ancak bu
tavsiyelerden biri bölgedeki Budist din adamlarını kızdırdı. Budizmin en büyük festivallerinden biri olan ve
önümüzdeki ay düzenlenecek olan törenlerde 2 bin hayvanın geleneksel olarak kesilmesine karşı çıkınca hedef
haline geldi. “Artık kurban kesmeyin” diyen küçük Buda’yı kınayan Budist rahiplere rağmen Bomjon, festival
sırasında halkın arasına karışarak bu görüşünü yüksek sesle tekrarlayacağını söyledi.
Hollywood’un favorisi
En ünlü reenkarnasyon hikayesi 1952 yılında ABD’nin Colorado eyaletinde yaşayan bir kadından geldi. Daha önce
hiç ABD dışına hiç çıkmamış olan 29 yaşındaki Virginia Tighe isimli ev hanımı kadın, Morey Bernstein isimli
amatör bir hipnoz uzmanı tarafından hipnotize edildi. Kadın hipnoz sırasında koyu bir İrlanda aksanıyla
konuşmaya başladı ve 19’uncu yüzyılda yaşayan İrlandalı Bridey Murphy isimli bir kadın olduğunu söyledi. 1864
yılında İrlanda’nın Cork kentinde doğmuştu, Sean isimli bir adamla evlenmişti ve merdivenlerden düşerek
geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Tighe’nin Cork ile ilgili anlattığı ayrıntılar daha sonra birçok
gazeteci tarafından doğrulandı ancak İrlanda’da Bridey Murphy isimli bir kadının yaşadığına dair hiçbir kanıt
bulunamadı. Virginia ismiyle yeniden hayata geldiğini öne süren kadının hikayesi ülke çapında o kadar ünlendi ki
olay önce kitap haline getirildi daha sonra da filmi çekildi. Avustralyalı oyunucu Nicole Kidman’ın başrolünde
oynadığı 2004 yılında gösterime giren Doğum (Birth) isimli film de kocası 10 yıl önce ölen dul bir kadının eşinin
Sean isimli 10 yaşındaki bir çocuğun bedeninde yeniden hayata geldiğine inanmasını anlatıyor.
‘Savaş pilotu James’ fenomenin simgesi oldu
ABD’nİn Louisiana eyaletinde dünyaya gelen James Leininger 2 yaşına kadar mutlu bir çocukluk sürdü. Ancak 3
yaşına basmasına birkaç hafta kala kabuslar görmeye ve “Uçak alev aldı! Düşüyorum” diye çığlıklar atarak
uyanmaya başladı. Rüyasında James Huston isimli bir pilot olduğunu gören James, uyurken “Jack Larsen, Natoma,
Corsair, küçük adam” gibi isimler sayıklıyor ve çırpınıyordu. Küçük çocuk, bir gün oyuncakçıda gördüğü uçak için
“Bu bir Corsair” dediğinde annesi Andrea büyük bir şok geçirdi. James’in kabuslarında uçağının Japonlar
tarafından vurulup düştüğünü anlatması üzerine annesi oğlunun 2’nci Dünya Savaşı’nda ölen bir pilotun
reenkarnasyonu olduğuna inanmaya başladı. Babası Bruce ikna olmadı ve ona uçağının nereden kalktığını sordu.
James, tereddüt bile etmeden “Natoma” diye cevap verdi. Natoma, 2’inci Dünya Savaşı’nda kullanılan bir uçak
gemilerinden birinin ismiydi. Küçük çocuk sonra bir kitapta Iwa Jima adasının resmini gördü ve babasına “İşte
uçağım burada düştü” dedi. Jack Larsen ise en yakın arkadaşı olan bir başka pilottu. Bruce, oğlunun hikayeyi
uydurduğunu kanıtlamak için Larsen’i bulmaya karar verdi. Natoma gazilerinin toplantılarına katıldı ve Larsen’i
buldu. Ancak görüştüğünde acı gerçeği öğrendi. 1945’teki Iwo Jima Savaşı’nda yalnızca bir pilot ölmüştü ve o da
terhis olmadan önce son kez göreve giden 21 yaşındaki James Huston’du. Huston’un uçağı Japonlar tarafından
vurulmuş ve aynı oğlunun anlattığı gibi okyanusa çakılmıştı. Bruce son olarak James’in yaşayan son akrabası 84
yaşındaki kardeşi Anne’i buldu ve oğluyla bir araya getirdi. Anne 2 yaşındaki çocuğun anlattıklarını dinledikten
sonra büyük bir şok geçirdi ancak onun kardeşinin reenkarnasyonu olduğuna inandığını söyledi. Leininger ailesi
tarafınan kaleme alınan ve James’in hikayesini anlatan “Soul Survivor” isimli kitap ABD’de satış rekorları kırıyor.
Türkçe’ye VATAN tarafından kazandırıldı ve okuyucularımıza armağan edildi.
http://haber.gazetevatan.com/Reenkarnasyon_konusunda_en_unlu_20_vakadan_biri_de_Adanali_Adnan/268572/7/
yasam
X – Sonuç: Öldükten Sonraki Olasılıklar, Reenkarnasyonun Olup Olmaması Olasılığı, Varsa Nasıl
Olacağı İhtimali, Reenkarnasyon Doğru Olduğu Takdirde İnsanlar İçin İyimi Yoksa Kötümü Olacağı
Sorunsalı ve Hesap Günü Sorgusu Hakkında
1. Olasılık: Reenkarnasyon yoktu. İnsanlar sadece tek bir kere dünyaya gönderilirler ve öldükleri taktirde kabir
azabı veya kabirde nur ile ödüllendirilirler.
2. Reenkarnasyon yoktur. İnsanlar öldükten sonra göz açıp kapayıncaya kadar kıyamet gelecek ve gözlerini hesap
gününde açacaklardır.
3. Reenkarnasyon vardır, Her insan farklı zaman diliminde, farklı dinlere sahip ülkelerde, farklı zenginliğe sahip
olarak hayat yaşarlar, ve hesap gününde bunların ortalaması alınır.
4. Reenkarnasyon vardır, kıyamet gününe kadar hayat sınavından başarısız olanlar dünyaya tekrar gönderilerek
onlaa şans tanınır. Bu işlem her insan için biçilen toplam ömür tamamlanana kadar, -Kur’an dayanırsak Hz Nuh’a
biçilen 1000 sene ömür kadar” devam eder.
5. Reenkarnasyon vardır, kıyamet gününe kadar hayat sınavından başarısız olanlar dünyaya tekrar gönderilerek
onlaa şans tanınır. Bu işlem dünya son bulana kadar, kıyamet gününe kadar devam eder.
6. Reenkarnasyon vardır, fakat insan öldükten sonra tekrar insan olarak değil, dünyaya başka bir canlı -mesela
dünya hayatında acı çektirerek öldürdüğü bir karga gibi- olarak geleceklerdir.
7. Reenkarnasyon vardır, fakat insan öldükten sonra tekrar insan olarak değil, dünya iken ençok meylettiği özelliği
taşıyan bir hayvan olarak -Mesela Kargalar parlak eşyaları sever ve toplarlar. Çok zengin mal toplayan birisi ceza
olarak karga şeklinde reenkarne oalcaktır- tekrar gönderilirler.
8. Reenkarnasyon vardı, ama seçmeli şekildedir. Reenkarnasyon sonucunda dünyaya tekrar gönderildiğimizde iyi
bir insan olacağımızın garantisi yoktur, buda bize cennete girmeyi değil, hesap gününde daha ağır bir sorgu ve
cehennemde daha şiddetli bir azap şeklinde yansıyabileceği için insanlar cennete veya cehenneme gireceklerini
düşündüklerinde, sahip olduklarını kaybetmemek için Reenkarnasyonu seçmiyor olabilirler. Konu hakkında riske
girmek isteyenler ise -örneğin teknoloji gelişti, böyle bir bilgi denizinde Allah’ın varlığını kabul etmemek
imkansızdır, bu riske girmek istiyorum- diyerek tekrar dünyaya gönderilmeyi seçiyor olabilirler.
Not: Dünya eylence yeri değildir, ve dünyaya eylenmek için değil, bu sınavdan geçmek için tekrar gönderilmeyi
talep eden / seçenler mutlaka olacaktır.
Reenkarnasyon Varsa Ölmek ve Reenkarne Olmak Biz İnsanlar İçin İyimidir Yoksa Kötümüdür?
1 – Hayata sıfırdan başladığınız için ölmek veya öldürülmek hayat sınavını hemen bitirmediği için çok kötü bir olay
değil. Özellikle kötü olarak damgalandığınız bir hayatı başarısız olarak tamamlamak yerine hayata tekrar sıfırdan
tertemiz başlıyorsunuz. İslam şeriatından zina veya adam öldürmenin cezasının ölüm olmasının sebebi, bu
insanalrın dünyada vakit kaybetmelerini engelleyip biran önce tekrar sıfırdan başlamalarını sağlamak olabilir.
2. Ölmek yinede kötüdür, çünkü bu olayın en büyük dezavantajı ise her yaşamda aklınız başınıza gelene kadar
enaz 10 ile 30 sene kaybediyorsunuz.
3. Reenkarnasyonun varlığına olan inanç, insanları intihar etmeye veya daha kolay insan öldürmeye itecektir.
4. Reenkarnasyon kötüdür, çünkü bu hesap günü sorgusunda sırtımıza yük üzerine yük bindirecektir. Hesap
gününde “Ben sana istediğin hayatları verdim, peki sen dünya hayatında hangilerinde bana inandın” ve alternatif
olarak “Ben seni Hristian, Hinduizm, İslamiyet topraklarına ayrı ayrı gönderdim, hangi topraklarda, neye
dayanarak beni reddettin veya ibadet ettin” sorgusu, tek hayat yaşama sorgusuna oranla çok daha zor olacaktır.
5. Reenkarnasyon biz insanlar için her halukarda çok tehlikelidir, Eğer insan hayatı “1000 senenin parçalar
bölünerek farklı zamanlarda insanın gönderilmesi” şeklinde ise Hesap gününde “Allah’ım bana böyle bir yaşam
verdin ama Ahmed’in sahip olduğu gibi bir hayat verseydin bu sınavı geçerdim. Beni tekrar geri gönder dünyaya”
dediğimizde
“zaten seni 1000 yılı tamalayacak şekilde dünyaya geri gönderdik. Hz Yunus’u balık yuttuktan sonra
yaşayabileceğinimi düşündün? Hiçmi sana bilim ulaşmadı? Onun nasıl tekrar aynı toplumuna geri gönderildiğini
düşünmüştün?.
Ayrıca bir insanın 1000 yıl yaşadığına hiç şahit oldunmu? Böyle birisini gördümü? Hz Nuh’u 1000 yılı tamamlamak
üzere aynı toplumına 10 defalarca geri gönderdik.
Peki Sen sana farklı ortamlarda verilen haklarında ne yaptın?”
gibi bir diyalog geçse, bunun hesabını nasıl verebiliriz?