64
Temsa İş Makinaları Yıllık 2016 HEYKEL SABİHA BENGÜTAŞ / SİNEMA METİN ERKSAN / MÜZİK BARIŞ MANÇO / RESİM NEDİM GÜNSÜR EDEBİYAT AHMET HAMDİ TANPINAR / ÖYKÜ SAİT FAİK ABASIYANIK / ŞİİR AŞIK VEYSEL TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİ im

Sanatçılarımız bize iç gözümüzü açmak, gönlümüzü zenginleştirmek

  • Upload
    dinhnhi

  • View
    229

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

Temsa İş MakinalarıYıllık 2016

HEYKEL • SABİHA BENGÜTAŞ / SİNEMA • METİN ERKSAN / MÜZİK • BARIŞ MANÇO / RESİM • NEDİM GÜNSÜR

EDEBİYAT • AHMET HAMDİ TANPINAR / ÖYKÜ • SAİT FAİK ABASIYANIK / ŞİİR • AŞIK VEYSEL

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİ im

B

C

D

1

2

im

3www.temsaismakinalari.com

SUNUŞ

CEVDET ALEMDARENERJİNİN VAZGEÇİLMEZİ

KÖMÜR

BİLİMİN IŞIĞINDA

İTÜ - RÖPORTAJ

ESTETİĞİN TAŞLA BULUŞMASI

MERMER

RESİM

NEDİM GÜNSÜR

HEYKEL

SABİHA BENGÜTAŞ

TARİH BOYUNCA ZENGİNLİĞİN SİMGESİ

ALTIN

EDEBİYAT

AHMET HAMDİ TANPINAR

SİNEMA

METİN ERKSAN

SONSUZ GÜÇ

RÜZGAR

DÜNDEN BUGÜNE

YOLLAR

MÜZİK

BARIŞ MANÇO

MEDENİYETİ GELİŞTİREN MADEN

DEMİR

ŞİİR

AŞIK VEYSEL

05 30

08

12

34

16

36

DOĞAL ENERJİ KAYNAĞI

SU 18

40

22

42

24

28

ÖYKÜ

SAİT FAİK ABASIYANIK 46

48

52

4

5

Zenginlik, maddi olduğu kadar manevi bir olgu. Güzel ülkemiz Türkiye de bize bu konuda çok cömert davranıyor. Bizlere de bu zenginliği hem alın terimizle, hem de iç gözümüzle anlamlandırmak, şekillendirmek ve bizlerden sonrakilere biraz daha ötede bırakmak düşüyor.Bu yolda, sanatçılarımız da bize iç gözümüzü açmak, gönlümüzü zenginleştirmek için eserler sunuyorlar. Bunları görmek, duymak, hissetmek bizim elimizde. Bu yıl, Temsa İş Makinaları olarak, sizlere gündelik koşturmalarımız içinde, gerçek zenginliğe kapı açan bir yıllık sunalım istedik. Mermeri şekillendirip, ona yeni bir hayat kazandıran Sabiha Bengütaş’tan,Filmlerindeki karakterleri iyi, kötü karikatürlerinden çıkarıp, insan yapan Metin Erksan’dan,Ülkemizin türlü türlü yollarını birleştirip, bizim müziklerimizden birini oluşturan Barış Manço’dan, Kömür madeni işçilerini, lüfer avcılarını umutla harmanlayıp, tuvale çizen ressamNedim Günsür’den,Bizi, kendisini, mevcudun içinden çıkarıp sorgulatan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan,Burgazada’dan bize şehri, şehre göçmeyi anlatan Sait Faik’ten,Ve sadık yâri kara toprağa türküler yakmış Aşık Veysel’den, Sizlere bir derleme sunalım istedik.

Saygılarımızla,

Cevdet ALEMDARGenel Müdür

...Sanatçılarımız bize iç gözümüzü açmak, gönlümüzü zenginleştirmek için eserler sunuyorlar. Bunları görmek, duymak, hissetmek bizim elimizde.

6

7

Temsa İş Makinaları, maden sektörünün vazgeçilmezi olan iş makinalarıyla Türkiye’nin yeraltı zenginliklerini gün yüzüne çıkarırken; yol, tünel ve santral yapımı gibi güce ihtiyaç duyulan her alanda hizmet verir. maksimum verimliliği hedef alan iş makinaları, zaman ve iş gücünden tasarruf sağlar.

Temsa İş Makinaları, Türkiye’nin doğal ve kültürel zenginliklerini daha yakından tanımanız için sizi “TİM Yıllık 2016” sayfalarına davet ediyor.

8

Türkiye’de madencilik sektörüne ivme kazandıracak olan etkenler neler?C.A.Ö: Özel sektörün madenciliğe dahil olması ile birlikte bu sektörün dinamikleri değişti. İnşaat makinaları ile yapılan üretim, şimdilerde maden makinalarına dönmüş durumda. Büyük firmaların madenciliğe uygun yüksek tonajlı kamyon, kazıcı vb. makinalar için kendi yatırımlarını yapması, madencilikte üretim artışını, dolayısı ile kazanç artışını da beraberinde getirecek. İşe uygun makina kullanımı ile verimlilik de artırılacak.

Bilimin sektöre katkısı nasıl sağlanıyor?S.G.E: Biz 7-8 yıldır üniversite - sanayi işbirliği ile çok ciddi projeler yaptık. Özel sektörde bu işe ciddi yatırımlar yapıldığında ve bilimle sanayi birleştirildiğinde iyi şeyler ortaya çıkabildiğini çok net bir şekilde gördük ve sürekli endüstriyi destekler hale geldik. Şu an hemen hemen tüm doktora öğrencilerimiz saha çalışmalarında yer alıyor. Bu bizim için çok büyük bir artı. Çünkü, yapılan araştırmalar Ar-Ge faaliyetlerine katkı sağlıyor, bu da sektöre ve firmalara katma değer olarak geri dönüyor. Maden milli bir servettir, bunları verimli kullanmak ülkemiz ve firmalar için önemli. Yalnız üretim anlamında değil, üretirken doğada yarattığınız tahribatı azaltmak ve hatta en aza indirmek çok çok önemli. İşte yapılan bu çalışmalar firmaların kârlılıklarını artırırken, yaratılan tahribatların da olabildiğince önüne geçiliyor. Önümüzdeki 5 -10 senede sektördeki ivmenin daha da artacağını öngörüyoruz. Çünkü ülkemizdeki yatırım miktarı da artacak. Kazanç ile birlikte yatırımın da artması çok doğaldır. Daha stabil bir ekonomi, böyle bir avantaj da sağlıyor.

Türkiye’nin maden zenginliklerini genel bir çerçevede değerlendirebilir misiniz?C.A.Ö: MTA verilerine göre Türkiye’de 10,5 milyar ton linyit rezervi var. Aramalar artırılırsa bu değer mutlaka artacaktır. S.G.E: Son 2 yılda bulunan iki büyük yatak ile bu rezerve 2 milyar ton eklendi.C.A.Ö: Şu an Türkiye’de en önemli enerji kaynağımız linyit.

MADENCİLİKTE BİLİM - SANAYİ İŞBİRLİĞİ

Türkiye Madencilik Sektörü’nde büyük bir ivmelenme fırsatı var. Buradaki en büyük etkenler;

yeni hukuki düzenlemelerle birlikte maden havzalarının tek bir alan olarak algılanarak

işletmelere açılması ve ihalelerin uzun yıllar çalışma prensibine dayandırılması…

Temsa İş Makinaları, madencilik alanında faaliyet gösteren işletmelerin ihtiyaçlarını doğru tespit etmek ve onları doğru makina ve ekipman ile

buluşturmak amacıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi ile işbirliği sürdürüyor.

Prof. Dr. Selamet Gürbüz Erçelebi ve Doç. Dr. C. Atilla Öztürk ile yaptığımız görüşmede

sektörü büyüteç altına aldık.

9

Doç. Dr. Atilla Öztürk ve Prof. Dr. Selamet Gürbüz Erçelebi

Bu, yenilenebilir enerjinin bile önünde, en büyük enerji kaynağımız olarak görülüyor. Düşük kalorili ve tektonizmaya uğramış olsa dahi, mevcut kaynaklar dışa bağımlılığımızı azaltacak düzeyde. Kendi yağımızda kavrulmamızı sağlayacak bir linyitimiz var bizim...S.G.E: Taş kömürü de yaklaşık 1.1 milyar ton mertebesinde… Türkiye’nin mevcut demir rezervleri 60 milyon ton, alüminyum rezervleri 70 milyon ton. Altın rezervi ise 700 ton. Bu hiç de küçümsenecek bir miktar değil. Yapılacak yeni arama çalışmaları ve teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetleri ile altının ülkemize sağladığı katma değerlerin çok daha artırılması mümkün. C.A.Ö: Aynı zamanda dünyadaki en yüksek trona üretimi bizde. Amerika’daki trona yataklarını da yine Türk şirketleri satın aldı... Türkiye’de çok ciddi bir madencilik hareketi var. 17 farklı maden türünde ülkemiz maden rezervleri açısından dünyadaki ilk 10 sırada yer alıyor, bunların içinde bor, trona, barit, manyezit, boksit, bakır ve kurşun-çinko gibi çok önemli hammadde cevherleri var. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki doğal taş mermer rezervlerimiz de 25 milyar ton mertebesinde. Potansiyelimiz oldukça geniş. S.G.E: Bilinen rezervler giderek artıyor. Madencilik sektörünün Türkiye ekonomisine katkısı uzun yıllar boyunca giderek artacak. Madenciliğin Gayri Safi Milli Hasıla’daki yeri yıllarca %1 - %2 seviyelerindeydi, şimdilerde bu oranın artması ve hedefin %4’lere ulaşması en büyük beklentimiz.

Maden yataklarında makina kullanımındaki kriterler neler? C.A.Ö: Değişen yasalarla birlikte özel sektör, madencilik sektörüne büyük yatırım yaptı. Bu yatırıma makina ve ekipmanlar da dahil. Açık ocak madenlerinde olsun, yeraltı madenlerinde olsun makinaların işe uygun seçimi, verimli çalışması büyük önem taşıyor. Madene ve ilgili maden yatağının özelliklerine göre seçilen makinalar, uzun vadede karlılığı artıran etmenlerin başında geliyor. Büyük makinalarsa üretim verimliliği anlamında elbette ki daha üstün, fakat ilk yatırım maliyetleri daha yüksek olduğundan, her zaman yatırımcıların öncelikli tercihi olamıyor. Bunun için piyasa koşullarının uzun vadede öngörülebilir olması, projelerin

uzun ömürlü olması ve teşviklerin yeterli olması gerekiyor. Tüm bu koşullar paralel olarak gerçekleştiğinde Türkiye’de madencilik sektörü çok daha fazla büyüyecektir. Hatta bu gelişim beraberinde diğer birçok sektörün gelişmesini de destekleyecektir. Bizim tahminimiz, bu sektörün gelişimi ile beraber bankacılık sektöründe madencilik departmanlarının dahi kurulabileceği yönünde.

Maden yataklarında çevreye karşı nasıl bir duyarlılık sağlanıyor?S.G.E: Kamuoyunun yapılan madencilik çalışmaları konusunda doğru bilgilendirilmesi oldukça önemli. Körü körüne bir madencilik yapılması söz konusu değil; üniversite olarak çevreye duyarlılık, ülke kaynaklarının doğru kullanılması alanlarında kamuoyu ile birlikte hareket ediyoruz. Devlet termik santrallere teşvik verirken, yerli kömürü teşvik ediyor. Rezerv yoksa ruhsat verilmiyor. Örneğin, Çanakkale Çan’da son kurulan akışkan yataklı termik santral sadece su buharı veriyor havaya. Müthiş bir şey bu… Çevreyi kirleten termik santraller çok eski teknoloji, ama bunlardan Türkiye’de birkaç tane var, onlar da ekonomik ömürlerini tamamladılar. Yeni kurulan termik santraller artık bu teknolojilerle kurulmuyor. Çevre dostu santral olarak kuruluyor ve doğayı kirletmiyor.

Madencilikte inovasyondan bahsedebilir miyiz? C.A.Ö: Madencilikteki inovasyon tabii bilgisayardaki, elektronikteki gibi olmuyor. Bizim en büyük inovatif çalışmamız cevher yatağını, doğa tahribatını minimum düzeyde tutarak ve çevreye zarar vermeden, optimum kayıpla yeryüzüne çıkarmak. S.G.E: “Doğayı en az tahrip ederek” derken, oradaki maden yatağı bittiği zaman değil, üretim süreci içerisinde tahrip edilen yeri onararak yapılan bir madencilikten bahsediyoruz. Bunun yanı sıra daha önce de bahsettiğimiz gibi, doktora seviyesinde Ar-Ge çalışmaları da sürdürülmekte. Maden cevheri optimum şekilde çıkarılırken, madende ortaya çıkan gaz da başka alanlarda kullanılıyor. Maden sahasında güvenliği artıran bu çalışmalar aynı zamanda katma değer olarak da bizlere geri dönebiliyor…

10

11

12

Geçmişi gelecekle buluşturan, eşsiz dayanıklılığıyla insanlık tarihinin en eski ve en görkemli yapı taşı olan mermer, çok geniş bir taş sınıfını içine alır. Yüksek kalsiyum karbonat içeren kireç taşının metamorfoz geçirerek kristalleşmiş şeklini ifade eder. Mermerler, renk ve desenleri itibarıyla gösterişli, cilalanmaya müsait ve kolay işlenebilir olmasıyla inşaatlarda kaplama ve dekorasyon malzemesi olarak kullanılabilirler.Mermerlerin ışığı iletme özelliği heykelcilik alanında farklılık yaratır. Işık, mermere işler ve alttaki kristallere yayılır. Bu da mermere ışıldayan bir görünüm kazandırır. En değerli mermer türü olan heykel mermerinin arı beyaz renkli olması gerekmektedir. Damarlı mermerler, oniks mermeri, yeşil somaki mermer ve diğer renkli mermerler iç dekorasyon ve bezemecilikte sıklıkla kullanılır.

Gelelim bu özel taşların nasıl çıkarıldığına… Mermer ocaklarındaki çıkarma işlemlerinde, patlayıcı kullanımına genellikle başvurulmaz, çünkü şok dalgaları kütlesel kırılmalara yol açabilir. Bu nedenle 5 cm genişliğinde ve birkaç metre derinliğinde oyuklar açan kalem uçlu kanallama makinalarından yararlanılır. Mermer, torna ya da zımparataşı tezgahlarında işlenir, ardından ince aşındırıcılarla peydahlanır.

Türkiye’deki mermer yataklarından birçoğunun İlk Çağ’dan beri işletildiği, çıkarılan mermerlerin Avrupa ve Anadolu’da yer alan bazı tarihi yapıların inşa ve süslemesinde kullanıldığı bilinmektedir. Tamamı mermerden inşa edilmiş tarihteki ilk kent olan Efes’te bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, yeryüzündeki ilk mermer anıttır.

Ülkemizde bulunan ve mermer eserler içinde dünyada yüzyıllar boyunca ayakta kalabilmiş en görkemli antik tapınaklardan biri Ayasofya’dır. Ayasofya’nın meşhur iç süslemelerinin önemli unsurlarından biri duvarlarına döşenen çeşitli renk ve formlardan oluşan mermerlerdir. Bu mermerler, renk ve şekilleri itibarıyla mabede girenleri hayranlık içinde bırakır. Mermerlerin üzerindeki şekiller, insanlar tarafından farklı biçimlerde yorumlanarak etrafında efsanelerin türemesine sebep olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti döneminin büyük mimari yapılarında da mermer önemli bir yer tutar.

Elbette dünyanın en büyük rezervlerini barındıran Anadolu’nun mermerle işi henüz bitmedi. Anadolu mermeri, bugün yalnız kendi topraklarını değil, dünyanın dört bir yanında büyük eserlerde yer almaya devam ediyor.

Mermer

ESTETİĞİN TAŞLABULUŞMASI:

HER DÖNEM ŞIK

Tarihi eskilere dayanan ve geniş bir kullanım alanına sahip olan mermer, ilk çıkarıldığı

dönemden bugüne vazgeçilmez bir doğal taş olmuştur. Mermer ağırlıklı olarak inşaat, anıt,

dekorasyon, heykelcilik ve süs eşyalarının yapımında kullanılır. Renk ve desen çeşitliliği,

mermerlerin başta gelen ayırtedici özellikleridir. Mermeri oluşturan tanelerin birbirine sıkıca

tutunması ve bileşen minerallerin sertliği sayesinde mermerler aşınmaya karşı son derece dayanıklıdır.

13

14

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİMERMER

15

16

17

1910 yılında İstanbul’da doğan Sabiha Bengütaş’ın, dünyaya açılma öyküsü, İtalyan heykeltıraş Canonica’nın yanında çalışmak üzere Sanayi-i Nefise öğrencileri arasında açılan sınavda birinci olmasıyla başladı.

TARİHE ADINI YAZDIRAN HEYKELTIRAŞTarihe iz bırakan pek çok kişi onun parmaklarıyla abideleşti. Gördüklerini en sade şekilde sanatına yansıtan, tarzını her zaman ortaya koyanSabiha Bengütaş, önemli değerlerimiz arasında yerini aldı.

Sabiha BengütasRoma Güzel Sanatlar Akademisi’nde Prof. Luppi’nin atölyesinde eğitim gören Bengütaş, İtalya’daki çalışmalarıyla mesleğinde olgunlaştı. Türkiye’ye döndükten sonra çalışmalarına yoğun şekilde devam eden sanatçıya, Avrupa yolu 1933’de Abdülhak Hâmid’in torunu diplomat Şakir Emin Bengütaş’la evlenmesiyle yeniden açıldı. Bir diplomat eşi olarak farklı ülkelerde bulunan ve tanınırlığı artan Bengütaş, yabancı ülkelerde mesleki çalışmalarını sürdürmeyi ihmal etmedi. Çok sayıda eser üreten ve sergilere katılan Sabiha Bengütaş, saltanatın son yıllarında başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında gelenekselleşen Galatasaray Sergileri’ne ilk katılan kadınlar arasındaydı. 31 Temmuz 1925 günü açılan sergide biri Ahmet Haşim’in büstü olmak üzere üç eseri bulunuyordu. Sanatçının 1930 yılına kadar üretimleri büstlerden oluştu. Bu büst çalışmalarında genelde yakın arkadaş ve sanatçı dostlarını betimleyerek gerçekçi ve doğal bir anlatı dili ile eserlerini ortaya koydu. 1926’da katıldığı sergide Hakkı Şinasi Paşa, Prof. Dr. Âkil Muhtar ve Ressam Hikmet Bey’lerin büstleri büyük ses getirdi.1930 yılının başlarında büst çalışmalarının yanında daha büyük boyutlu kompozisyonlar üretmeye başladı ve ilk defa gerçekleştirilen Ankara Resim Sergisi’nde bir abide eskizi ile sanatseverlerin karşısına çıktı. Bu abide çalışması basının da dikkatini çekerek sanatçının yapıtını anlatan bir makaleyle, şehirlerin anıt çalışmalarına tavsiye edildi.

Bengütaş, realist ifadeye önem veren sanatsal bir yaklaşıma sahipti. Kişiliğin dışavurumu olan görünüşün, gerçekçi bir dil ile yansıtılması gerektiğini savunan Bengütaş’ın ilkeli üslubu da sanat çevreleri tarafından takdir edildi. 1938 yılında Atatürk ve İnönü için açılan heykel yarışmasında birinci olan sanatçı, bu heykellerin eskizlerini Türkiye’de hazırladı ve Roma’da tamamladı. Atatürk’ün büyük üniformalı heykeli dünyanın en değerli mermerlerinden olan Carrara mermerindendi ve o dönem kaliteli mermerle çalışan heykeltıraş yok denecek kadar azdı.1922-1930 yılları arasında İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen, dönemin en önemli sanat faaliyeti olan resim ve heykel sergilerinde sanatçının ismi hep yer alıyordu. Türk Heykel Sanatı’nın bu öncü ismi, üretken bir heykeltıraş kimliğine sahipti. Cumhuriyet’in ilk 10 yılındaki sanat etkinliklerinin aranan ve bilinen bir ismiydi. Sabiha Ziya Bengütaş çalışmalarını ilerleyen yaşlarında da sürdürdü. Sanatçı 1992 yılında Ankara’da yaşamını yitirdi.

18

Düden Şelalesi, Antalya

19

Dünya’daki su kaynaklarını oluşturan okyanuslar, denizler, göller, akarsular, kar ve buzullar ile yer altı suları sürekli bir döngü içerisindedir. Tüm su kaynaklarından sıcaklığın etkisiyle buharlaşan sular, tekrar yağmur olarak yeryüzüne düşer; ırmakları, denizleri, gölleri ve yer altı sularını besler. Su, dünya üzerindeki yaşamın temel unsurudur.

Suyun yaşamsal önemi, günümüzde sosyal, çevresel, stratejik ve ekonomik boyutlarıyla birlikte ele alınmalıdır. Suyun ekonomik olarak değerlendirilmesi ve enerji kaynağı olarak yönetilmesi gerektiği 1992 yılında Dublin’de düzenlenen Su ve Çevre Uluslararası Konferansı’nda belirlenmiştir. Konferansta kabul edilen Dublin İlkeleri’nde su, ekonomik faaliyetlere katkı sağlayan ve bu bağlamda her farklı kullanım alanında ekonomik değeri olan bir yarar olarak kabul edilmiştir. Bunun sebebi, suyun yaşamsal öneminin yanı sıra, hemen her üretim faaliyeti için en önemli bileşenlerden biri olmasıdır. Dünyada tatlı su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarım sektöründe (tarımsal sulama ve gıda üretiminde), %22’si enerji üretiminde (hidroenerji üretimi ve enerji santrallerinin soğutulmasında, %8’i ise evlerde ve işyerlerinde (içme suyu, sağlık, temizlik vs. amaçlı) kullanılmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde su, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında ve yoksullukla mücadelede önemli bir rol oynamaktadır.

Türkiye, ortalama yükseltisi oldukça fazla olan bir ülkedir. Engebeli yapısı batıdan doğuya doğru gidildikçe artar. Akarsularımızın yatak eğimleri ve akış hızları fazladır. Bu nedenle taşımacılığa elverişli değillerdir. Nüfusun artması ve zamanla sanayinin gelişmesi ile akarsulardan daha fazla yararlanma gereksinimi doğmuştur. Türkiye’deki akarsular, hidroelektrik enerji potansiyelleri yüksek olduğu için enerji kullanımında aktif rol almaktadır. Son yıllarda hidroelektrik santral ve baraj yapımına hız verilmesi ile su enerjisinden maksimum verim sağlanmaktadır.

Hidroelektrik santrallerin yanı sıra günümüzün modern barajları da stratejik öneme sahiptir. Türkiye Devlet Su İşleri 2015 verilerine göre tarafından yapımı gerçekleştirilen ve hali hazırda işletilmekte olan 504 adet baraj olup elektrik enerjisinin %30’unu sağlamaktadır.

SuDOĞAL ENERJİ KAYNAĞI:

EKOLOJİNİN TEMELİ

İnsan hayatının her döneminde yaşamsal faaliyetlerin gerçekleşebilmesi için, suyun yaşam

ortamında bulunması önem taşır. İnsan yaşamının olmazsa olmazı olan su, aynı zamanda enerji

üretiminde aktif rol almaktadır.

20

21

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİSU

22

Metin Erksan

1929 yılında Çanakkale’de doğan Erksan, Pertevniyal Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldu. Dünyaca ünlü sanat tarihçilerinin öğrencisi olma fırsatı yakaladı ve Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimlerden ders aldı. 1947 yılından itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde sinema yazıları yazmaya başlayan Metin Erksan’ın sinema yolculuğu 1952 yılında senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdığı, Aşık Veysel’in hayatını konu alan “Karanlık Dünya” adlı filmin yönetmenliği ile başladı. Erksan’ın unutulmayacak filmlerinin arasında: Sadri Alışık, Mualla Kaynak, Neşe Yulaç ve Kadir Savun’un oynadığı, kendisinin de en sevdiği filmi olarak nitelendirdiği “Hicran Yarası” (1959), Sezer Sezin, Kenan Pars ve Sami Hazinses’li “Şoför Nebahat” (1960), Fakir Baykurt’un aynı isimli eserinden senaryolaştırdığı, Fikret Hakan, Nurhan Nur, Aliye Rona, Erol Taş ve Kadir Savun’lu “Yılanların Öcü” (1962), Ayhan Işık, Türkan Şoray, Ekrem Bora ve Nebahat Çehre’nin

TÜRK SİNEMASINDA BİR DÜŞÜNÜR

Metin Erksan filmleriyle, bizi hep düşünmeye ve tavır almaya çağırır. Filmlerinde çok katmanlı anlam yapıları vardır.

rol aldığı “Acı Hayat” (1962), ülkemize uluslararası anlamda ilk ciddi başarıyı (1964 Berlin Film Festivali Altın Ayı Ödülü) getiren, Hülya Koçyiğit, Erol Taş ve Ulvi Doğan’lı “Susuz Yaz” (1964), yönetmenin sinema üslubu nedeniyle bir fenomen haline gelen, Müşfik Kenter, Sema Özcan ve Süleyman Tekcan’lı “Sevmek Zamanı” (1965), ve Nil Göncü, Hayati Hamzaoğlu ve Aliye Rona’nın rol aldığı “Kuyu” (1968) gibi eserler sayılabilir.Metin Erksan’ı sinema tarihinde nereye yerleştirmek gerekir? 1950 - 1960 yılları arasında sinemada gerçekliği ve teknik ustalığı arama dönemidir. Altmışlı yıllar onun yönetmen olma yolundaki özelliklerini, kişisel stilini, içsel anlam yaratabilme yetisini kazanmaya başladığı yıllar sayılabilir. Yeşilçam’ın anlatı kodları ve klişeleri yıkılmıştır. Yetmişli yıllar ise yapım zorlukları ve engellerle karşılaştığı dönemler olur. Bu zamanlar içinde ticari yapımlar da denemek zorunda kalmış, fakat o filmlerinde de kendine has tarzını ortaya koymuştur. 1980’lerden günümüze gelen süreç Erksan’ın sinemadan uzak durması ve Türk sineması için

23

postmodern olmasıyla bilinir.Erksan filmlerinde karakterler, iyi ve kötünün ötesinde insan olmanın gereği belirli bir psikolojiye sahiptirler. Hatalar yapar, klişe davranışlar sergilemezler. Modern sinemanın özelliklerini dünyadaki çağdaşlarıyla birlikte kullanmış olan Metin Erksan, filmlerindeki karakterleri farklı kullanımıyla diğer Türk yönetmenlerden ayrılır. Metin Erksan filmlerinde hangi yıldız oyuncu oynarsa oynasın kendine özgü üslubuyla her filmine imzasını atmıştır. Erksan, filmlerinde hem yıldızlarla hem de

Sevmek Zamanı

karakter oyuncularıyla çalışmıştır, ama hepsinde yönetmen olarak kendi ismini öne çıkarmıştır. Tutkulu bir kişiliktir. Kahramanları da kendine benzer. Tüm filmlerinde farklı görünüm ve koşullarda, aynı coşku ve tutkuyu yaşayan kişiler görünür. Metin Erksan, şüphesiz ki Yeşilçam geleneğine bambaşka bir ruh kazandırmış, entelektüel kişiliği ve asi tavırlarıyla Türkiye’de her zaman şimşekleri üstüne çekerek eleştiri oklarına maruz kalmış, ama yine de yaptığı filmlerle adından çokça söz ettirmiş bir yönetmendir.

24

Ulaşım faaliyetlerinin tarihsel sürecine baktığımızda farklı dönemlerde, farklı ulaşım sistemlerinin ön plana çıktığını görürüz. 18. yüzyıla kadar denizyolu ve iç suyolu taşımacılığı ön plandayken, buharlı motorun icadı ve Sanayi Devrimi sonrası demiryolu taşımacılığı yaygınlaşmaya başlamıştır. Karayolu taşımacılığı ise 20. yüzyılda otomotiv sanayinin gelişmesiyle ön plana çıkmış, 2. Dünya Savaşı sonrası hızlı bir artış göstermiş ve diğer ulaşım sistemleriyle rekabet edebilir hale gelmiştir.

Demiryolu taşımacılığı, ülkemizde yolcu taşımacılığındanda ve sanayi yüklerinin taşınmasında kullanılır. Dağlık ve engebeli bölgelerde yüksek maliyet gerektiren demiryolu yapımı, ülkemizin coğrafi yapısı sebebiyle her bölgede uygulanamamaktadır. Ancak son yıllarda yapılan İstanbul - Ankara - Eskişehir, Ankara - Konya hızlı tren hattı ile demiryolu taşımacılığına yeniden önem verilmeye başlanmıştır. 2015 itibarıyla yapımı süren projeler ise Ankara - Sivas, Adapazarı - Karasu Limanı, Ereğli - Zonguldak Bartın ve GAP - Trabzon, Trabzon - Sarp demiryolu projeleridir. Bu demiryolu projeleriyle ulaştırma planlamasında koridor yaklaşımına geçilmiştir. Şehirlerarası ray hatlarının yanı sıra şehir içinde de demiryolu iyileştirme ve geliştirme çalışmaları yapılmaktadır. Son dönemlerdeki en önemli demiryolu çalışmalarından biri İstanbul’un Avrupa ve Asya yakasındaki demiryolu hatlarını İstanbul Boğazı altından geçen bir tüp tünelle birleştiren Marmaray’dır.

1950 yılına kadar uygulanan ulaşım politikalarında demiryolunu bütünleyecek bir sistem olarak görülen kara yolu taşımacılığı, engebeli bölgelerde de ulaşım sağlaması sebebi ile önemlidir. Karayolları Genel Müdürlüğü şehirlerarası kara yolu ulaşımının gelişmesi ve güvenli hale gelebilmesi için engebeli yerlerde tüneller açmaktadır. Bu tünellerden en büyüğü ve sonuncusu, Gümüşova - Gerede Otoyolu kapsamındaki Bolu Tüneli’dir. 1970 yılında yapımına başlanan ve 30 Ekim 1973 tarihinde tamamlanarak hizmete açılan Boğaziçi Köprüsü ile Çevre Yolu, Avrupa ve Asya arasındaki ilk sabit bağlantı olarak Türkiye ulaşım ağının önemli bir halkasını oluşturmaktadır. 1985’te yapımına başlanan Adana - Tarsus Otoyolu ile taşımacılıkta büyük bir yol kat edilmiştir. 2002 yılında ise bölünmüş (duble) yol çalışmaları ile güvenli ve ekonomik bir kara yolu ulaşımıyla trafik kazalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Karayolları Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2002 - 2015 yılları arasındaki toplam duble yol yapımı 21.317 kilometredir.

Avrupa ve Anadolu yakasında transit geçişi sağlayacak Kuzey Anadolu Otoyolu’ndan sonra Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği en büyük projelerden biri olan Kuzey Marmara Otoyolu’nun 115 km kısmı olan Odayeri - Paşaköy arasında çalışmalar sürmektedir. Otoyol, Anadolu’dan Trakya’ya giden araçların İstanbul trafiğine takılmadan geçişine imkan sağlayacak ve araçların hem kesintisiz geçiş yapabilmesine hem de İstanbul’un şehir içindeki ve mevcut boğaz köprülerindeki trafiği azaltmasına olanak sağlayacaktır. Böylece, önemli ölçüde yakıt tasarrufu sağlanacak ve yük taşıyan araçların ulaşım kısıtlamasının ortadan kalkmasıyla, ithalat ve ihracatımızdaki maliyet de düşecektir.

Yollar

DÜNDEN BUGÜNE:

MEDENİYETE GİDEN YOL

Yol; ülkenin kalkınmasına, toplumun sosyal ve ekonomik gelişimine temel oluşturan en önemli

altyapı sistemlerinden biridir. Güvenli ve hızlı demiryolu taşımacılığı ile ekonomik ve verimli

ulaşım sistemi olan karayolu taşımacılığı sayesinde mesafelerin zorlayıcı etkisi ortadan kalkar.

25

26

27

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİYOLL AR

28

BİR DÜNYA SANATÇISIÇalıştığı her alanda ileri görüşlü işleri ile öncü olan Barış Manço’nun şarkıları nesilden nesile eskimeden aktarılmaktadır.

29

2 Ocak 1943 tarihinde İstanbul’da doğan Barış Manço, “Barış” ismini taşıyan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türkiye’de birçok insanı şarkı ve besteleriyle etkilemesinin yanı sıra oyuncu, televizyon programcısı, sunucu, koleksiyoner, ressam ve gezgindir de…Anadolu Rock türünün kurucularından olan Barış Manço, Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken ilk kez sahneye çıktığı 1958 yılından bu yana, Türk Sanat Dünyası’nın kilometre taşlarından biri olarak grubu “Kurtalan Ekspres” ile birlikte hem Türkiye’de hem birçok yabancı ülkede sayısız konser verdi.Bestelediği 200’ün üzerinde şarkısı, kendisine 12 altın ve 1 platin albüm/kaset ödülü kazandırırken, bu şarkıların bir bölümü daha sonra Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Kürtçe, Japonca, İbranice, Fransızca ve Flemenkçe’ye çevrilerek, kendisi ve/veya başka sanatçılar tarafından seslendirildi. Barış Manço; sıra dışı kıyafetleri, takıları, enteresan el hareketleri ve şarkılarına çektiği klipler ile bizleri daima şaşırttı. Çünkü o, görevinin biraz da şaşırtıcı şeyler yapmak olduğuna inanmıştı. Yıllar geçtikçe bu davranış ve biçimlerinin onun özgün kişiliği olduğu daha iyi anlaşıldı.Türk televizyonculuğunda şimdiye kadar ulaşılmamış bir rekora imza attı. 1988 yılının Ekim ayında TRT 1’de çocuk ve aileye yönelik eğitim, kültür ve eğlence programı olarak başlayan “7’den 77’ye”, Türkiye’de en uzun ve en başarılı televizyon yayını oldu. “Çocuk ve aileye yönelik eğitici ve eğlendirici bir dünya belgeseli” olan ve yayına girdiği günden beri, milyonlarca izleyiciyi ekran başına toplayan, “Barış Manço ile 7’den 77’ye” dönemin sanatçılarını konuk ediyor ve tüm yaş gruplarına hitap ediyordu. Kendi içinde özel bölümleri var olan “Adam Olacak Çocuk” ile çocuklara, “İkinci Kahvaltı” ile yaşlılara, “Dönence” ve “Dere Tepe Türkiye” ile de

yetişkinlere yönelik programlar yapıyordu. “Ekvator’dan Kutuplar’a” programı ile beş kıtada yüzden fazla değişik bölgeye giderek 600.000 kilometreye yakın yol kat eden Barış Manço, dünya kültürlerini Türk kültürü ile birleştirdi.

İki çocuk babası olan Manço’nun çocukları için en büyük öğüdü, yaptıkları işi en iyi şekilde yapmaları gerektiğiydi. Çocuklarının hangi mesleği yaparlarsa yapsınlar, tornacı bile olsalar, insanların “Doğukan Usta, öyle bir vida sıkar ki başka türlü sıkar” denmesini arzu ettiğini söylemişti.O, doğu ile batının sentezini yapmıştı. O’na göre, “doğunun her şeyi kötü, batının her şeyi iyi” doğru bir kavram değildi. Oğullarına da Doğukan ve Batıkan isimlerini koyması, doğu ve batının barış içinde olması dileğinden kaynaklanmaktadır.Barış Manço, 1990’lı yılların sonlarına doğru “Kaplumbağanın Öyküsü” projesini ve “Mançoloji” adlı son albümünü sevenlerinin beğenisine sunamadan hayata veda etti. Vefatından sonra ailesi bu albümü sevenleriyle buluşturdu.

30

KömürEnerjinin Vazgeçilmezi:

Kömürün yoğun olarak kullanımı 18. yüzyılın ikinci yarısında Sanayi Devrimi ile olmuş, gelişen sanayi kömür kullanımını artırmıştır. İlk aşamada demir-çelik sanayinin hammaddesi olarak kullanılan kömür, daha sonra buharlı motorlarda yakıt olarak kullanılmıştır. Dünyada 554 milyar tonun üzerinde faydalanılabilir kömür rezervinin bulunduğu tahmin edilmektedir.

Demir-çelik ve kimya endüstrisinin enerji kaynağı olan kömür; ısıtılarak kok kömürü şeklinde, yakıt üretiminde, nükleer enerjide ve elektrik üretiminde kullanılır. Tüm dünyada yaygın olarak alınıp satılmakta olan kömür, çok uzak piyasalara dahi deniz yoluyla taşınabilmektedir. Son yirmi yıla bakıldığında, kömürlerin deniz yolu ile taşımacılığı her yıl ortalama %6 artmaktadır. Artan talebi karşılamak için tüm dünyada kömür arama çalışmalarına devam edilmektedir.

Türkiye’de ise 1.4 milyar ton taş kömürü, 7.6 milyar ton linyit kömürü olmak üzere toplam 9 milyar ton kömür varlığı olduğu kabul edilmektedir.

Ülkemizin en önemli taş kömürü rezervleri Zonguldak Havzası’nda bulunmaktadır. Havzada bugüne kadar yapılan rezerv arama çalışmalarında 1,3 milyar ton rezerve ulaşılmıştır.1936 yılında Zonguldak Maden Kömür İşletmesi’nin millileştirilmesiyle üretim resmi olarak sürekli hale gelmiştir. Üretim, 1945 yılında 2.7 milyon tona, 1969’da ise 7.7 milyon tona ulaşmıştır. Ülkemizde üretilen kömür madenleri, Türkiye Kömür İşletmeleri Teşkilatı (TKİ) ile özel sektör tarafından üretilmektedir. Yurdumuzda başta Zonguldak olmak üzere Tavşanlı, Ereğli, Kozlu-Kilimli, Çan havzası, Bolu-Mengen, Düzce, Göynük, Malkara (Tekirdağ), Soma, Değirmisaz, Tunçbilek havzaları başlıca kömür yataklarıdır.

Kömür madeni, 160 yıldan uzun süredir enerji üretiminde belirleyiciliğini korumaya devam etmektedir ve dünya enerji tüketiminin önümüzdeki dönemlerde çok yüksek değerlere ulaşma ihtimali, kömürün hayatımızdaki enerji kaynağı olma rolünü pekiştirecektir.

DEĞERLİ MADEN

Hayatımızı belki de en çok değiştiren enerji kaynağı olan kömüre yerin yüzeye yakın bölümlerinde

ya da çeşitli derinliklerde rastlanır. Bitkilerin, zamanla ve sıcaklık - basınç altında, değişim geçirmesi sonucunda oluşmuştur. Kömürün

ilk olarak milattan önce Çinliler tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Kömür işletmeciliğine ait

ilk dokümanlar ise 12. yüzyıla aittir.

Kömür

31

32

33

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİKÖMÜR

34

Nedim Günsür

1924 yılında İstanbul’da doğan Nedim Günsür, 1942 yılında girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olma şansı yakaladı. Sloganı “Türk resminin kaynakları Alpler’in ötesinde değil, Toroslar’ın eteğinde aranmalıdır.” olan 10’lar Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Günsür, 1948’de Fransız hükümetinden aldığı bursla Paris’e gitti. André Lhote ve Fernand Léger atölyelerinde çalışarak edindiği izlenimci resim anlayışını, Picasso, Léger ve Matisse’in yanı sıra, yeni tanıdığı Afrika sanatının da etkisiyle değiştirerek yarı soyut anlayışa yöneldi. Günsür yurda döndüğü 1954 -1958 yılları arasında Karadeniz Ereğlisi’nde figüratif, dışavurumcu bir anlayışla maden işçilerinin yaşamını anlatan resimler çizdi ve sonraki çalışmalarını bağımsız olarak İstanbul’da sürdürdü. 1961’de gerçekleştirdiği “Gökyüzü” adlı yapıtı ile 1963’teki 24. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü aldı. 1970’li yıllarda kent yaşamı ve sorunlarına yönelerek bu yıllara iki önemli ödül sığdırdı. 1972’de Milliyet Sanat dergisi tarafından

“Yılın Resim Sanatçısı” ve 1973’te düzenlenen Cumhuriyet’in 50. Yılı Resim-Heykel Yarışması’nda Atatürk ve Cumhuriyet Ödülü’nü kazandı. Ödüllerle başarılarını pekiştiren Günsür, o dönemin birçok sanatçısı gibi kentleşme olgusuyla başlayan göç kavramından etkilendi. Ona göre, o güne kadar doğup büyüdükleri toprağın dışında bir yer tanımayan insanların bir anda kendi konumlarının dışına çıkmaları üzücü bir gerçeklikti. Bu insanların hayallerinden öte, gerçeklerle karşılaşmaları ve yaşadıkları şok Günsür’ün sanatına yansıdı. “Köylü Aile” (1977), “Göç” (1979) gibi yapıtlarında dramatik yönü ağır basan bir resim anlayışı sergiledi. Mutluluğun yerini acı ve yoksulluğun almasıyla sanatçı, Türk resminde “Toplumsal Gerçekçiler” denilen bir alanda anılmaya başladı ve figür ifadelerindeki naif yaklaşımı fark edildi. 1980 yılında “Geleneksel ama evrime ve toplumsallığa açık bir tavırla çalışma çizgimi sürdürmek istiyorum. Sanatsal öğelerden ödün vermeden geniş bir seyirci kitlesine bir şeyler söyleyebilmeyi, kendim kalarak yaşam etkilenmelerimi resim sanatı olanaklarınca anlatabilmeyi amaçlıyorum. Evrensellik sorunu, yöresel, ulusal ve toplumcu tavırdaki içtenlik ve tutarlılıkla bir arada düşünülüp açıklanabilecektir kanısındayım” diyerek bu naifliğini ve samimiyetini gösterdi.

Birçok tablosunda acı gerçekleri vurgulamasına rağmen resimleri sevgi dolu ve şiirsel olarak değerlendirilen Günsür, eserlerinde daima savaş ve barışı, ölüm ve yaşamı, hüzün ve mutluluğu birlikte işleyerek aydınlık bir ufuk çizgisine sahip oldu. Bu zıtlıklar şüphesiz ki yaşamın değerini belirtmek içindi. Bir yanda bayram yerleri, diğer yanda hastalıkları anlatan Günsür, yaşamın değerini hem bildi, hem de sanat hayatı boyunca bunu anlattı.

TÜM NESNELERE SEVGİYLE YAKLAŞAN RESSAM

“Sanat kuramlardan değil, yaşamdan kaynaklanıyordu; kendi yaşamımdan yola çıkmalıydım” diyen Nedim Günsür, sessiz ve naif bir tanık olarak Türk Resim Sanatı’na damgasına vurdu.

35

Türk resmine damgasını vuran beş büyük sanatçıdan biridir Nedim Günsür...

Hep etrafında olup bitene bakmış, izlenimlerini yalın bir şekilde resimlendirmiştir.

“ “

Madenci - 1957

Göç - 1979

36

Tarih boyunca zenginliğin simgesi:

37

Altının yatağından ayıklanması için farklı yöntemler kullanılır. Bunların arasında en basit olanı “elek yöntemi” ile kayanın parçalandıktan sonra içindeki altının çıkarılmasıdır. Ancak bu yöntem, çok düşük sınıf cevherlerde sonuç verir. Bunun dışında, farklı teknolojiler kullanılarak da altın madenciliği yapılmaktadır.

Tarihine baktığımızda bulunuşunun M.Ö. 5000 yılına dayandığı iddia edilen altının, bilinen ilk üreticilerinin Mısırlılar olduğunu görüyoruz. Başlarda firavunlar için altın süs eşyası üreten işçiler, ısıtma yöntemlerinin gelişmesiyle daha kolay işlenebilir hale gelen altından takma diş yapımına başlamışlardır.

Tarihin erken dönemlerinde insanlar kendileri için gerekli olan ürün ve eşyalara ellerindeki ürünleri takas ederek sahip olmuşlardır. Altının para benzeri olarak kullanıldığı ilk uygarlık ise yine Mısırlılar’dır. Değişim ve mübadele aracı olarak kullanılmaya başlanan para için önceleri terazi ölçümü yapılmış, fakat her ihtiyaç anında terazi bulunamadığından bir standart belirlemek gerekmiştir. Bu amaçla, altın dövülerek ve yassılaştırarak para şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Sonrasında binlerce altın para çeşidi oluşup sahteleri üretilmeye başlayınca altın para basımı sadece dönemin hükümdarının yetkisi ve sorumluluğuna bırakılmıştır.

Günümüzde altının piyasaya arzının büyük çoğunluğu madenler sayesinde yapılmaktadır. Dünyada altın bulunan 19.400 adet bölge keşfedilmiştir. Bu madenlerden sadece 400 tanesi aktif olarak işletilmektedir. Gelişen teknoloji ile son on yıllık dönem içinde iki yılda üretilebilen altın miktarı Orta Çağ’da 1000 yılda çıkarılan altın miktarına eşittir. Ancak yine de ilerleyen teknolojiye rağmen 1 ton kayadan ortalama 1 gram altın çıkarılmaktadır.

Ülkemizde ilk altın üretimi İzmir’deki Bergama - Ovacık Altın Madeni’nde yapılmıştır. Türkiye’de 6.500 ton altın rezervi olduğu düşünülmektedir. Türkiye, 17 ton üretimle Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında en fazla altın üreten ülke unvanına sahiptir.7000 yıldır insanlık için çok önemli bir maden olan altın, 2600 yıldır para sisteminin temelini oluşturur. Bu maden; element özellikleri ile endüstride, kültürel değeri ile toplumda, ve merkez bankaları rezerv görevi ile küresel ekonomide önemini korumaktadır.

NEDEN DEĞERLİ?

Altın; tarih boyunca gücün, hükümdarlığın ve zenginliğin göstergesi olan değerli madenlerdendir.

Işıldayan parlak sarı rengi ile göz kamaştırır. Altın, kararlı yapısı sayesinde diğer elementler ile kolayca tepkimeye girmediği için değerlidir.

Paslanmaz, matlaşmaz ve kararmaz. Cevherin yapısı, derinliği ve dağılımı göz önünde bulundurularak altın yataklarına kurulan açık ve

kapalı maden ocaklarından çıkarılır.

38

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİALTIN

39

40

NE İÇİNDE ZAMANIN NE BÜSBÜTÜN DIŞINDATüm zamanların en iyi Türkçe romanlarına imza atan ve sonraki kuşak yazarları derinden etkileyen Ahmet Hamdi Tanpınar (23 Haziran 1901- 24 Ocak 1962) doğu ve batı arasındaki sıkışmışlığı, bu sıkışmışlıkta bocalayan bireylerin hem trajik hem gülünç durumlarını en iyi anlatan yazarlarımızdandır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır” der ve ekler “bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

“…1909 yılının en büyük hâdisesi Aristidi Efendi’nin bir gece tek başına Kayser Andronikos’un hazinesini aramağa kalkması olmuştu. Fakat daha ilk kazmada definenin yeri, başındaki gizli mücadele devam etmek şartıyla, değişmişti. Beklediği altın dolu küpler, mücevherler, eski kumaşlar ve saray eşyası, hattâ yazma kitaplar, fildişi altın aziz heykelleri yerine iki üç kemikle dibinde Sultan Mahmut devrinden tek bir mangır sallanan boş bir kavanozun çıkması Aristidi Efendi’ye de ister istemez bu şüpheyi vermişti. Seyit Lûtfullah o geceden sonra, değil defineyi bulmak, sadece eski yerine getirebilmek için aylarca uğraşmağa mecbur olacağını söylediği zaman adamcağız üzüntüden, vicdan azabından az kalsın ölecekti. Tıpkı Abdüsselâm Bey’in saat hikâyesi gibi bu yanlış ameliye de Aristidi Efendi de Seyit Lûtfullah’a karşı olan son mukavemetleri kırdı. Onun karşısında daima yüzünde taşımağa kendisini mecbur sandığı o cehalete karşı Avrupalıca müsamahalı tebessüme, bir nevi hurafevî korku karıştı ve dostumuzun karşısında ricat yolu kesilmiş bir ordu gibi daima perişan ve tereddüt içinde kaldı.Seyit Lûtfullah’ın asıl istediği kâinatın sırrına, maddeye ruhen tasarruf etmekti. Altın imbikle değil, ruhla yapılır. Toprağın altında ondan çok ne var? Mesele el dokunmadan yapmaktır, derdi. Bununla beraber Aristidi Efendi’nin eczanesinin arka tarafındaki gizli lâboratuvarda imbikler, körükler, her cinsten şişeler, korneler

arasında yapılan tecrübelerde de öbürleri gibi hazır bulunuyor, eski yazmalardan çıkardığı formülleri Aristidi Efendi’ye veriyordu. Hattâ bu yüzden bu iki adamın arasında günlerce süren münakaşalar oluyordu. Bu münakaşalarda Aristidi Efendi’nin münevver Avrupalı müsamahası ve sabrı ile, gaip âleme o kadar kuvvetle tasarruf eden Lûtfullah’ın gurur ve alınganlığı tıpkı ateşte kaynayan büyük şişenin içinde ve etrafında dövüşen zıt kuvvetler gibi birbiriyle karşılaşırlardı. Birkaç defasına şahit olduğum bu tecrübelerden bende kalan tek hâtıra Lûtfullah’ın kullandığı ıstılahlardı. “Tathir, teşmi, teklis, tas’id, tezviç, tevlit, hal, akit (temizleme, mum veya muşamba hâline getirme, toprak hâline getirme, koyulaştırma, evlendirme, doğurtma, eritme ve bağlama)” gibi kelimeler hâlâ bile bana kuvvetli bir iradenin karşısında açılacak büyük imkân kapıları gibi görünür.

Bununla beraber bu kapılardan birinin bir gün, hem de en beklenmedik şekilde açıldığını hepimiz gördük. Abdüsselâm Bey’in parası ile yapılan bu tecrübelerin bütün şerefini kendisine inhisar ettirmek isteyen Aristidi Efendi bir gece tek başına çalışırken imbik çatladı ve lâboratuvar ateş aldı. Bir saat sonra yetişebilen itfaiye ve mahalle tulumbacıları Aristidi Efendi’yi yarı yanmış buldular. Bu 1912 yılı şubatında oldu ve onun ölümüyle imbikle altın yapma işi sona erdi. Küçük grup için yalnız define ümidi kalmıştı.”

Saatleri Ayarlama Enstitiüsü kitabından alıntıdır.

41

42

Sonsuz Güç:

43

RüzgarRüzgâr enerjisi dünyada ilk olarak M.Ö. 500’lerde Mısır’da kayıkların yüzdürülmesi için kullanılmıştır. Ayrıca, M.Ö. 200’de İran ve Afganistan’da tahıl öğütmek için kullanılan yel değirmenlerinde de rüzgâr enerjisinden faydalanılmıştır. 1889 yılında ABD’de yel değirmeni üretimi yapan fabrikalar kurulmuş, 19. yüzyılda, çok kanatlı yel değirmenleri yapılmıştır. Değirmenlerin pervanelerinin de geliştirilmesiyle su pompalama işlerinde kullanılmaya başlanmıştır. Dizel motorlar icat edilinceye kadar, ABD’deki büyük demiryolları çok pervaneli rüzgâr sistemlerine bağlı kalmıştır.

Günümüzde ise rüzgâr daha çok elektrik üretmek amacıyla kullanılmaktadır. Rüzgâr enerjisi santralleri, hammadde sıkıntısı çekmeyen ve kurulumunda az yer kaplayan tesislerdir. Rüzgâr enerjisi ile üretilen elektrik enerjisi, yenilenebilir enerji grubu içerisinde yer alarak “Kyoto Protokolü” uyarınca elektrik ihracına ortam yaratmıştır.

Rüzgâr enerjisinin kullanım alanları; evler, işletmeler, parklar, bahçe ve sokak aydınlatmaları, sulama sistemleri, sinyalizasyon, karavan, tekne ve mobil istasyonlardır. Rüzgâr gücü, dünyada kullanımı en hızlı artan yenilenebilir enerji kaynaklarından biri haline gelmiştir. Dünyadaki kullanım oranının çok düşük olmasına karşılık, 2020 yılında elektrik talebinin %12’sinin rüzgâr enerjisinden karşılanması için çalışmalar yapılmaktadır. Günümüzde rüzgâr enerjisi üretiminin büyük kısmı Almanya’da gerçekleştirilmekte olup rüzgâr gücünden en çok yararlanan diğer ülkeler sırasıyla İspanya, ABD, Danimarka, Hindistan, Hollanda, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve Çin’dir.

Türkiye, rüzgâr enerjisi bakımından avantajlı bir konumdadır. Ülkemizde rüzgâr enerjisi potansiyelinin kullanımına yönelik en önemli adım ilk rüzgâr santrali olan Çeşme - Germiyan Rüzgâr Santrali’nin 1998 yılında açılmasıyla atılmıştır. Şu anda Türkiye’de 122 adet rüzgâr enerjisi santrali bulunmaktadır ve yaklaşık 10 özel şirket, rüzgâr gücü kullanarak elektrik enerjisi üretiminde faaliyet göstermektedir.

TEMİZ ENERJİ

Rüzgâr enerjisi, temiz ve kaynağı tükenmeyen bir enerji türü olması sebebiyle, hem gelişmiş

hem de gelişmekte olan ülkelerin tercih ettiği bir enerji kaynağıdır. Dünyada rüzgâr enerjisinden

faydalanmak için rüzgâr türbinleri ve çiftlikleri kurma düşüncesi gittikçe yaygınlaşmakta ve rüzgâr enerjisi

santrali projelerinin de sayısı hızla artmaktadır.

Sonsuz Güç:

44

45

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİRÜZGAR

46

BÜTÜN CANLILARLA DOST YAZAR23 Kasım 1906’da Adapazarı’nda dünyaya gelen Sait Faik Abasıyanık, Türk öykücülüğünün en önemli yazarlarındandır. Babasının ölümünden sonra taşındığı Burgazada ile özdeşleşmiştir. Öykülerinde günlük yaşamın içinden yakaladığı sıradan olayları, ada hayatını, deniz kokusunu, çocuk seslerini, balıkçı sohbetlerini ve martıları işlemiştir. Halk dilinden yararlanarak yarattığı yeni dille hikâyelerde anlatımı tekdüzelikten kurtarmıştır. Son dönem yazılarıyla beraber anlatımını değiştirerek söylemek istediklerine uygun bir dil kullanır. Bu, zaman zaman bir sayıklamaya, zaman zaman çığlığa dönüşen bir dildir…

47

Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir. Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her maddenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalar’a gidip gelirim. Akşamüstü bazen Köprü’nün ortasında durup Sultan Selim’in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken, bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim. Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o bulutlar şehrinin muhariplerini götürür, biz, bu hakikî şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, âdeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz.Minareden minareye asılı kırmızılıklar, portakala, Trabzon hurmasına benzer yemişler sarkıtan sonbahar akşamlarında ben bıldırcını hatırlarım. Hepsini, bulutlardaki eski Bağdat’ı, minarelerdeki ananasları, insanların eski elbiselerindeki şaşaayı, hamal çocuğunun çıplak ayaklarındaki renkten çizmeleri, ayyaşın etrafını saran eski şarap hâlesini, hepsini; bütün bu yalancılığı, binbir gece hikâyelerinin ancak çocukları saran rûyasını, hepsini bir tarafa bırakıp bir beli kuşaklı adamın iplere dizip meyve hevengi gibi götürdüğü bıldırcınları düşünürüm. Ben, serçeleri de, atmacaları, saka, florya, isketeleri de severim, hattâ uzak memlekete kuşlarını rûyalarımda görür, bazan şiir yazacak gibi olduğum zamanlarımda, papağan, tavuslar,

Bir Sonbahar Akşamı

Fotoğraflar www.saitfaikmuzesi.org sitesinden alınmıştır.

cennet kuşları da görür gibi olurum.Ama bıldırcın!... Sen, bizim göklerimizin muhacir kuşu! Seni sevdiğim, sana yakın olduğum kadar, ne baharımızın müjdecisi, dostumuz, âdeta köylümüz gibi olan çamur kulubeli, çalışkan, hiç kaçmayacaklar, yanımızda gezecekler gibi oluverip de bir gün habersiz bizden kaçan kırlangıçları; ne de o kızıl gagası, muhteşem kanatları, ince uzun, sırım gibi bacaklarıyla leyleği, damlarımızda, bacalarımızda, hemen yanıbaşımızda yeri olan, hayatımıza, âdetlerimize, ocağımıza, hemen hemen bir nevi melânkolimize karışmış olan leyleği, sana tercih ederim.

Bıldırcını, bir şiiri sever gibi severim. Neden olduğunu bilmeden, yahut hafif hafif, içimde bir şeyler belirerek... Hem en çok etini yediğim kuş bıldırcındır... Küçüklüğümde onun tüylerinin kokusunu, çok zaman sevdiğimiz saçlarında koklamışımdır. Onun etinin kokusunda tuhaf, şehevî bir hava buldum. Onun yağlı vücudunda topraklar, esmer, genç, arzudan yanan bir insan vücudu vardı. Sanki bir gün, sihirli bir ağız: “Kuş ol, güzel insan! Yuvarlak, esmer, buğday, kavrulmuş kestane; sütlü, ateşte, suda pişmiş mısır kokulu, yarı kadın, yarı erkek, yalnız şehvet, süt, nişasta, şekerden mamûl mahlûk! Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!” dedi.

Bıldırcın, böylece kuş oldu. Onu rüzgârlar getirir; yağmurlar atar, memleketimize. Etlerin en güzeliyle, kokuların en bayıltıcısıyla gelir, ışıklarımıza dökülüverir. Doğduğum şehirde bir akşam, millet sokağa dökülür. “Bıldırcın yağıyor! Bıldırcın yağıyor!” diye bağrışan çocukların elinde, küçük gözleri korku ile dolu, yaşlı vücutlarında canlı kıpırdanmalarla bakışırlar, oynar dururlar.Günlerce ağzımdan tadı, burnumdan kokusu, saçımdan tüyü, ellerimden sıcaklığı geçmezdi. Sonbaharda, her zaman senden bir şey vardır. Benim güzel bıldırcınım. Bıldırcın insana ne kadar uzaktır. Vahşîdir, hiç bir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir. Dost düşman tanımaz; haşin, korkaktır. Yağmursuz anlarda ayakları çizmeli, kafaları kasketli, belleri fişekli, arkaları köpekli birtakım garip -ne olduklarını, ne zevk aldıklarını bir türlü anlayamadığım- insanlar, ancak onu görüp vurabilir. Ancak onu köpekler sakladığı fundadan, bir tarla hendeğinden kaldırır. İnsana bu kadar uzak olan bu kuşta, insanlıktan bir şey vardır. Onu şehvetle yediğim için, onu aşkla kokladığım için mi severdim? O güzel insanlar gibi kokan tüylerinden çıkan, insanı merhamete, sevgiye davet eden o güzelliğin kokusu için mi severim?Yoksa, bu korkaklığı, bir akşam üstü şehrimize düştüğü için mi? Hayır, hiç birisi için değil. Onu çocukluğumda yediğim için, onu ellerimle meyve gibi topladığım için mi? Hayır, hiç birisi için değil.İnsan gibi buğdayı sevdiği için mi? Hayır! Sevgilime benzediği için mi? Hayır!“Ne için o halde?” diye soran olursa, bilmediğim için, sebebini bilmediğim için...Sensiz sonbaharın ne tadı olabilir? Bir adamın, onları iplere dizmiş götürdüğünü gördüğüm zaman, içimde ürpertiler belirir. “Milyonla geride bıraktıkları fedailere rağmen, acaba gidecekleri yere gidebilirler mi?” derim.

48

Medeniyetigeliştiren maden:

Medeniyetigeliştiren maden:

49

Demirin keşfi, M.Ö. 4000’li yıllarda Mısır ve Sümerler’e dayanmaktadır. Ur’da M.Ö. 2950 yılına ait demir balta, M.Ö. 2840-2700 yıllarında inşa edilmiş Keops Piramidi’nde ise demir silahlar bulunmuştur. Tarihte değerli bir maden olarak bilinen demirin değeri, Babil Dönemi’nde gümüşten sekiz kat fazlaydı. Günümüzde bol rastlanan demir madenin tarihte bu kadar değerli olmasının sebebi nedir? Bu soruya demirin çıkarılmasının zorluğu olarak cevap verebiliriz. Demir metali, demir cevherlerinden elde edilir ve cevherin saf olmayan kısımlarının kimyasal redüksiyon yoluyla uzaklaştırılması gereklidir. Bu da oldukça zorlu bir süreçtir. Modern teknolojiye en çok uyum sağlayan madenlerden biri olan demir, günümüzde ağır sanayi ve inşaat sektörünün temel hammaddesidir. Otomotiv sektöründe, gemi sanayisinde gövde yapımında, binaların sağlamlaştırılması için temellerde ve elektronik aletlerde kullanılır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte demir çeşitlendirilmiş ve güçlendirilmiştir. İnşaat sektöründeki demir içerikli kompozitler; yeni tasarımlarda uygulanabilme esnekliği, dayanıklılık ve kolay tamir edilebilme özellikleriyle tercih edilmektedir.

Dünya demir cevheri rezervlerinde önümüzdeki 100 yıl içinde sıkıntı yaşanmayacağı öngörülmektedir. Arama ve geliştirme çalışmalarına büyük önem verilirken, yeni geliştirilen teknikler ile potansiyel rezervler kullanılabilir duruma getirilmektedir. Türkiye’nin en önemli demir yatakları, Doğu Toros kuşağında bulunur. Bunlar sıcak sularla taşınan maddelerden oluşmuş, kütlesel yataklardır. Türkiye’de üretilen demir cevheri Karabük, İskenderun ve Ereğli’de kurulmuş üç entegre demir cevheri tesisinde işlenir ve sıvı çelik üretimi de bu tesislerin ark ocaklarında yapılır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde demir cevheri üretimi, Karabük Demir Çelik Fabrikaları‘nın kurulmasıyla başlamıştır. Divriği Demir yatakları MTA Enstitüsü tarafından 1937 yılında bulunmuş ve 1938 yılından itibaren üretime geçmiştir. Bu tarihten sonra demir cevheri üretimi, demir ve çelik tesislerinin gereksinimine paralel olarak artmış, günümüze kadar bu tesislerin hammadde gereksinimlerinin büyük bir bölümünü karşılamıştır.

Demir-çelik ve demir dışı metaller sektörü Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren yapılan kamu yatırımları ile gelişmiş, ve geçtiğimiz yıllarda özelleştirmeler gerçekleştirilmiştir. Bugün Türkiye’nin demir-çelik sanayisi gelişmiş ülke sektörleriyle rekabet edebilecek büyüklüğe ulaşmıştır.

Demir

SAĞLAM VE DAYANIKLI

Yeni bir çağ başlatan ve alet yapımında kullanılarak insanların hayatını kolaylaştırmada önemli

rol oynayan demir, günümüz sanayi endüstrisinin de temelini oluşturur. Yerkabuğunda %5 oranla

bulunan demir, radyasyonu engelleyerek dünyanın manyetik alanına katkı sağlar. Demir metali,

demir cevherlerinden elde edilir ve doğada nadiren element halinde bulunur.

50

51

TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİDEMİR

52

SAZI İLE YÜREKLERE İŞLEYEN OZANIşığa muhtaç olmadan görmüş, gördüğünün hakkını vererek yaşayıp bu dünyadan göçmüş ve herkese takip edilesi kıymetli izler bırakmış büyük halk ozanıdır Veysel Şatıroğlu…

Aşık Veysel olarak bilinen usta ozan Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894 yılında Sivas’ta dünyaya geldi. Çocukken geçirdiği bir rahatsızlık sonrası, babasının vakit geçirmesi için aldığı saz ile halk ozanlarının şiirlerini okumaya başladı.İki gözü de görmeyen ve sazından başka arkadaşı olmayan Aşık Veysel, genç yaşta yaşadığı acıları sözlere dökmüş ve türkülerini sevenleri ile paylaşarak acılarını bir nebze olsun dindirmiştir.1931 yılında Halk Şiirleri Bayramı’nda kazandığı ödül ile hayatında aydınlık bir sayfa açılan Şatıroğlu, türkülerinde kendi has bir üslupla insan sevgisinden doğaya, yaşam sevincinden hüzüne, iyimserlikten umutsuzluğa, dinden siyasete, sevgiden karşılıksız aşka kadar birçok konuda eser yazıp seslendirdi. 1941 - 1946 yılları arasında Köy Enstitüleri’nde bağlama ve halk türküleri dersleri veren Aşık Veysel, 1965 yılında onaylanan özel bir kanun sayesinde maaşa bağlandı. Aşık Veysel, hayatı boyunca Türkiye’nin hemen hemen her

yerindeki aşıklarla tanıştı. Sevilen halk ozanını ölümüne dek her yaştan aşık ziyaret etti. Eserleri arasında en çok sevilen Ala Gözlü Benli Dilber, Uzun İnce Bir Yoldayım, Dostlar Beni Hatırlasın, Kara Toprak adlı parçaları halen günümüz sanatçıları tarafından yorumlanmaya devam etmektedir. Türkü deyince ilk akla gelen ozanımız, ”Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız” ve “Memlekete Destan Oldum” adlı eserleri ile memleket sevgisini de anlatmıştır.

Anadolu Kültürü’nün temsilcisi, karanlık dünyasındaki aydınlık düşünceleri ile diğer sanatçıların idolü oldu. Ülkemiz için ayrı bir yeri olan Aşık Veysel, 1973 yılında yaşamını yitirdi.

Eserlerindeki sözlerin yalınlığı ve kullandığı öz Türkçe ile ayrı bir üslubu olan Aşık Veysel, dillerden düşmeyen şarkıları ile ölümsüzleşmiştir.

53

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldımBenim sâdık yârim kara topraktır

Beyhude dolandım boşa yoruldumBenim sâdık yârim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldımNe bir vefa gördüm ne fayda buldum

Her türlü isteğim topraktan aldımBenim sâdık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdiYemek verdi ekmek verdi et verdiKazma ile döğmeyince kıt verdi

Benim sâdık yârim kara topraktır

Âdem’den bu deme neslim getirdiBana türlü türlü meyva yedirdi

Her gün beni tepesinde götürdüBenim sâdık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinenYüzün yırttım tırnağınan elinen

Yine beni karşıladı gülünenBenim sâdık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdiBunda yalan yoktur herkes de gördüBir çekirdek verdim dört bostan verdi

Benim sadık yârim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırımToprağa bakarsam dua alırım

Topraktan ayrılsam nerde kalırımBenim sâdık yârim kara topraktır

Dileğin varsa iste Allah’tanAlmak için uzak gitme topraktan

Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tanBenim sâdık yârim kara topraktır

Hakikat ararsan açık bir noktaAllah kula yakın kul da Allah’aHakkın gizli hazinesi toprakta

Benim sâdık yârim kara topraktır

Bütün kusurumuzu toprak gizliyorMerhem çalıp yaralarımı düzlüyor

Kolun açmış yollarımı gözlüyorBenim sâdık yârim kara topraktır

Her kim ki olursa bu sırra mazharDünyaya bırakır ölmez bir eserGün gelir Veysel’i bağrına basar

Benim sâdık yârim kara topraktır

54

Yayına HazırlayandgT Ajans

Direktör:Sare Ela Yaşar

Kreatif DirektörTurgut Erentürk

Grafik TasarımSezen Sandal

EditörTümsev Sayar

Tim Yıllık, Temsa İş Makinaları tarafından her yıl farklı bir tema ile yayınlanır.

Dergi %100 geri dönüşümlü kâğıda basılmıştır.

55

56

57

58

59

TEMSA İŞ MAKİNALARI, 32 YILDIR İŞ MAKİNALARI ENDÜSTRİSİNDE,

MÜŞTERİLERİNE VERİMLİLİK, DAYANIKLILIK VE TOPLAM DEĞER SAĞLAR.

MÜŞTERİLERİNE YALNIZCA “MAKİNA” DEĞİL, BÜTÜNSEL ÇÖZÜMLER VE ORTAKLIK SUNAR.

“TEMSA İŞ MAKİNALARI EKONOMİYE ZENGİNLİK KATAR”