Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANAYASASI MADDE 64: Devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur.
TC. ANAYASASI MADDE 27: Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve
öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
İnsan yaşamının ayrılmaz bir
parçası olan müzik, batıda ve doğuda bu
kültürlerin temel özelliklerine uygun
gelişmeler göstermiştir. Eski Mısır ve Çin
gibi en tipik örneklerinde görüleceği üzere
doğu kültürlerinin esas amacı insan ile
doğa arasında uyum sağlamaktır. Buna
karşılık batı ülkeleri eski Yunan’dan beri
insan gücüyle doğayı yenmeye, doğaya
hükmetmeye çalışmışlardır.
Doğaya hükmetmek için
öncelikle insanın kendi nefsine hakim
olması, kendi kendini yenmesi
gerekmektedir. Bu tavır batılıyı doğa ile
uyum içinde huzurlu olmak yerine, hem
kendi içinde, hem de dışındaki doğa ile
çatışmaya götürmüştür.
Sonuçta doğaya karşı olan bu
savaşta, batılılar medeniyet adına parlak
zaferler kazanmışlarsa da, bu zaferin
bedeli doğayla olan uyumdan doğan
huzurun kaybı olmuştur.
Batı kültürlerinde Ortaçağ boyunca
kiliselerin baskısıyla bin yıllık bir karanlık
dönemden sonra Rönesans ile başlayıp
Barok dönemi ile gelişen devirde soyluların
kolaylıkla çalıp dinleyebileceği hafif
orkestra eserleri ve basit operalar olarak
gelişen müzik, sanayi devrimi ve milli
devletlerin kuruluşuyla, batılıların dünyaya
hakim olmaya giriştiği devirde eğlence aracı
olmaktan çıkmış, ortak heyecanların ifadesi
haline gelmiştir.
Batının bu “üstün olma”, “hükmetme”
kültürü müzikte ancak çok üstün vasıflara
sahip , olağanüstü sanatçıların
seslendirebileceği eserlerin ortaya çıkmasına
yol açmıştır.
İslâm inancının esasıysa tanrıya
bağlılıktır. Bir İslam devleti olan
Osmanlı’nın klasik sanat anlayışı da
temelde tanrıya bağlılıktan kaynaklanır.
Tanrı sevgisinde huzur bulma, onun
yarattığı her şeyi; insanı, doğayı sevmek
bütün İslam sanatları gibi müziğinin de
esasını teşkil eder.
İnsanın tanrı tarafından yaratılan
doğaya hakim olmak yerine ona uyum
sağlaması İslam kültürünün temel
ilkesidir. Bundan dolayı müzikte fazla
zorluk çekmeden, olağanüstü yetenekler
ya da insanüstü çalışmalar gerekmeden
belli bir terbiye ile herkesin duygularını
ifade edebileceği bir beste ve yorum sanatı
doğmuştur.
Sanayi devriminden sonra
dünyayı fethe çıkan, bu yolda da
büyük operalarıyla, senfonileriyle,
olağanüstü icracılarıyla müziği en
büyük manevi silahlarından biri
olarak kullanan batının karşısında
Osmanlı’nın tanrı ve insan sevgisiyle
dolu bir huzur ortamı sağlamaya gücü
yetmez olunca; Tanzimat devri
padişahları ve paşaları batıdan sadece
askeri usulleri değil müzik terbiyesi
de almaya çalıştılar.
Sürekli olarak aşkta huzur
arayan Osmanlı musikîsi çok insancıl
olabilirdi, ama Osmanlılığı sarsan
“millet kavramına” ermiş güçler
karşısında tutunabilmek için gerekli
heyecanı sağlayamaz olmuştu.
En önemlisi Osmanlılığın bir milletler mozaiği
özelliği taşıyan çok uluslu yapısının dünyadaki oluşumlar
karşısında çökmüş olması, yerine tek millet esasına dayanan
milli bir devletin kurulması zorunluluğunun oluşmasıydı.
Türkiye Cumhuriyeti, milli olarak Türk unsurunu, dil
olarak Türkçe’yi esas kabul eden bir “millî devlet” olarak
ortaya çıkmaktaydı. Bunun müzikteki sonuçlarına bakmadan
önce, buradaki Türklük ve millet kavramlarına açıklık
getirmek gerekir. Atatürk “ne mutlu Türk olana” değil, “ne
mutlu Türk’üm diyene” sözü durumu en özlü bir biçimde
açıklamış olmaktaydı.
Yeni devletin Türklük ve milliyet anlayışı, ırkçılık ve
etnik köken esasına değil, siyasi birlik ve kültür ortaklığı,
özgür vatandaşlık esasına dayanmaktadır.
Bu büyük olayı ana hatları içinde
göstermeden önce, Türkiye’de, cumhuriyetin
ilânı sırasındaki müzik kurumlarını gözden
geçirmek gerekir.
-II-
Cumhuriyet ilân edildiğinde Türkiye’de iki önemli müzik kurumu
bulunmaktaydı: Muzıka-i Humayun ve Darülelhan… Her ikisi de
İstanbul’daydı.
2. Mahmut tarafından 1826’da Vaka-i Hayriye olarak adlandırılan
yeniçerilerin lağvedilmesinin ardından mehterin kurulan yeni ordunun
ihtiyacını karşılayamaması sonucu; iki yıl sonra, 1828’de Muzıka-i
Humayun, yani saray bandosu kurulur. Yönetimine de Donizetti Paşa
getirilir.
Darülelhan ise bir müzik eğitim kurumuydu.
1916 yılında Maarif Encümenine bağlı olarak
kurulmuştu. Burada Türk ve Batı müziği eğitimleri
birlikte sürdürülmekteydi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemine aldığı en önemli
sosyal siyaset Atatürk’ün deyimiyle “muasır medeniyetler
seviyesi”ne ulaşmak, yani bugünkü deyimiyle çağdaşlaşmaktı.
Latin harflerinin kabulü ve Türkçe’nin
sadeleşmesi esasına dayanan dil devriminin
yanı sıra, Atatürk dönemi kültür
değişmelerinin en önemlisi müzik alanında
gerçekleştirilmiştir. Müzik alanında yapılan bu
devrim düşünce alanında yapılan çok önemli
bir değişim olmasına rağmen İnkılap tarihi
kitaplarında adeta geçiştirilir, oysa…
Atatürk’ün önderliğinde, müzik alanında yapılan
çalışmalardan bazıları şunlardır;
* ’’Muzıka-i Hümayun’’Ankara’ya taşınarak ‘’Riyaset –i
Musiki Heyeti ‘’adını aldı. (Nisan 1924)
*Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
* Ankara’da ‘’Musiki Muallim Mektebi ‘’kuruldu (Eylül 1924).
* İstanbul Belediye Konservatuvarı kuruldu. (1926).
*İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı
İstanbul şehir bandosu kurulmuştur. (1927)
Bu, pek çok kent ve kasabada belediye ya da dernek
bandolarının kurulmasının önünü açtı.
İlk opera sahneye kondu. (1934) AHMET ADNAN SAYGUN
Not: İkinci operamız Taşbebek de aynen Özsoy gibi konusu dahi Atatürk tarafından Hayri Egeli’ye ısmarlanmış, 1938’de Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenerek seslendirilmiştir.
* Ankara Devlet Konservatuvarı kuruldu. (1936).
* Gazi Terbiye Enstitüsü Müzik Bölümü kuruldu. (1938)
*Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü
* Ankara’da Askeri Müzik Okulu öğretime açıldı. (1938)
Ek olarak 1948’de çıkarılan harika çocuklar
yasasıyla devam edilmesi de çok önemlidir.
*Bir diğer önemli girişim: 1968-1969
öğretim yılında tüm ülke çapında 80+80 toplam
160 çok sesli gençlik ve çocuk korosu kurulmuştur.
Her koroya 50-60 öğrenci alınmak üzere ve her
koro yılda 8-10 konser vermek üzere planlanır.
Bu çalışmalara 15 öğretim üyesi, 130 çocuk
ve gençlik korosu şefi ve 30 ilkokul öğretmeni,
toplam 175 kişi görevlendirilmiştir.
* Ankara Filarmoni dergisi sayı 66. Ocak 1972
“Millî olmak” ve “çağdaşlaşmak” cumhuriyet
devletinin kurucusu Atatürk tarafından konulan birbirini
tamamlayan iki kültür ilkesi olduğu halde, Atatürk’ün
ölümünden sonra, özellikle de çok partili siyasî hayata
geçilmesiyle bu iki temel kültür ilkesi, birbirine karşıt hâle
getirildi; “millî olmak” gericilik, “çağdaş olmak” ilericilik
hâline dönüştürüldü. Bu, kültür hayatımızda büyük bir
kargaşa ve keşmekeşe yol açtı. Bu durumun en keskin
görüntülerine özellikle müzik alanında rastlanmaktadır.
“Türk Musikîsi- Batı Musikîsi”, “tek sesli müzik-
çok sesli müzik” gibi uzlaşmasına imkân olmayan
karşıtlıklar yaratılmıştır. Bunlar hattâ zaman zaman
düşmanlığa varan kültür cepheleri hâline sokuldu.
Sonuçta belirli bir millî kültür siyaseti olması
gereken devletin yapısı içinde iki karşıt kültür
siyaseti güden müzik kurumları ortaya çıktı.
Müzikte bu geniş ileri adımlar atılmaktayken, devrimci
davranışın sonradan geri tepecek adımları da olmaktaydı. Bunların ilki
1926’da Darülelhan’ın İstanbul Belediye Konservatuarı haline
getirilirken burada Türk müziği eğitiminin yasaklanmasıydı. Bu davranış
tek sesli geleneğe bağlı Türk müzikçileriyle Cumhuriyetin desteklediği
çok sesli çalışmalar yapan Türk müzikçileri arasında günümüze kadar
süregelen bir uçurumun ortaya çıkmasına sebep oldu.
Bu ilk Türk operalarının bizzat Atatürk tarafından telkin ve teşvik
edilmeleri, yeni devletin milli kültür ve müzik siyaseti bakımından
önemle üzerinde durulması gereken davranışlardır.
Atatürk 1 Kasım 1934 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde
müzik üzerine tarihi bir konuşma yaparak cumhuriyet devletinin müzik
politikasına açıklık ve kesinlik getirir. Bu konuşmasında Atatürk şunları
söyler:
“Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikîdeki değişikliği
alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musikî yüz
ağartıcı değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince
duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak,
onları bir gün önce genel musikî kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak
bu düzeyde Türk ulusal musikîsi dünyadaki yerini alabilir.”
Atatürk’ün bu sözleri radyodan alaturka denilen geleneksel Türk
musikîsi yayınlarının kaldırılması için bir işaret sayılmıştır. Böylece
yeniyi yapmadan eskiyi yıkmaya çalışan kolaycı bir anlayışın müzik
alanında geri tepen adımlarından biri atılmış oldu. Bu yanlışlıkların geri
tepen ve tamiri güç bir başka örneği ise müzikte devrim yapılması için
tek sesli müziğin yasaklanması gayretleridir.
Bu karanlık gibi görünen duruma rağmen Türkiye’de müzik
meselesi aslında hiç de umutsuz bir durumda değildir. Bağımsız, millî,
çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni ifade eden bir müzik doğmuştur bile.
Cumhuriyet’in ilk müzik direktiflerini bizzat Atatürk’ten alan Cemâl
Reşit Rey, Adnan Adnan Saygun, Ulvi Cemâl Erkin, Necil Kâzım Akses,
Hasan Ferit Alnar ve Ekrem Zeki Ün gibi bestecilerin eserleri, ulusal
çağdaş Türk müziğinin temel taşlarıdır.
Ekrem Zeki Ün Necil Kazım Akses
Ulvi Cemal Erkin Cemal Reşit Rey Ahmet Adnan Saygun
Hasan Ferit Alnar
Bu büyük öncülerden sonra gelen besteciler; Bülent Tarcan, İlhan
Usmanbaş, Nevit Kodallı, Ferit Tüzün, Muammer Sun, Cengiz Tanç, Kemâl
Sünder, Yalçın Tura, Okan Demiriş, Çetin Işıközlü Tuluyhan Uğurlu, Fazıl Say, Ali
Darmar, Aydın Esen, Betin Güneş, İlhan Mimaroğlu, Cenan Akın, Selman Ada
senfonik eserleri, sahne için müzikleri, konser parçaları vb. ile önemli bir müzik
birikimini ortaya çıkarmışlardır. Bu birikim Cumhuriyetin müzik birikimidir.
Muammer Sun Cengiz Tanç
Kemal Sünder Yalçın Tura Okan Demiriş
Çetin Işıközlü
Fazıl Say
Ali Darmar Betin Güneş
İlhan Mimaroğlu
Cenan Akın Selman Ada
Türk müziği, Türk müzik
inkılâbından sonra her yönüyle bir
atılım içine girmiştir. Ulusallıktan
çağdaşlığa, çağdaşlıktan
evrenselliğe ilkesiyle yapılan
çalışmalar sonucu, müziğimizde
büyük gelişmeler sağlanmıştır.
Müzikle ilgili gelişmeler
doğrultusunda amaçları
gerçekleştirmek için çeşitli müzik
kurum ve kuruşları açılmış,
burada eğitim gören öğrenciler,
Atatürk’ün belirlediği ilkeler
doğrultusunda yetiştirilmiştir.
Atatürk’ün belirlediği
müzik ilkeleri doğrultusunda
yapılan çalışmaları ve sağlanan
gelişmeleri şöyle toparlayabiliriz:
.Milli musiki ve temsil akademisi yasası çıkarılmıştır.
. Atatürk müzik devriminin esaslarını
oluşturmaları amacıyla bir kurul meydana getirmiştir.
• Türk halk ezgileri derlenmiş, notaya alınmış ve
yayımlanmıştır.
• Bu eserleri seslendirmek ve yorumlamak için
orkestralar ve korolar kurulmuştur.
• Müziğimizde yeni bir kavram olan çok seslilik
kullanılmaya başlanmıştır.
• Halk ezgilerinin, batı tekniği ile çok seslendirme
çalışmaları yapılmıştır.
• Ezgilerimiz, çağdaş tekniklerle işlenerek özgün eserler
bestelenmiştir.
• Türkçe operalar yazılmasının önü açılmıştır.
• İlk Türk operası olan “Özsoy Operası “Ahmet Adnan
Saygun tarafından bestelenip sahneye konmuş; bu diğer
bestecilerin önünü açmıştır.
.Yarışma sınavları açılarak yurt dışına öğrenciler
gönderilmiş, sanatçı ve öğretmen olarak yetişmeleri
sağlanmıştır.
.Sanatçılara devlet sanatçısı ünvanı verilmesi uygun
görülmüştür.
. Çok sesli ve TSM, THM branşlarında ihtisaslaşma
olanağıyla şekillendirilmek suretiyle konservatuvarlar
açılmıştır.
.Müzik kuramı kitapları yayımlanmıştır.
. Halkevlerinde çok sesli çocuk ve gençlik koroları,
mandolin takımları kurulmuştur.(Ödeneksiz
bırakıldıklarından yürütülememiştir)
. İstanbul şehir bandosunu takiple belediye ve dernek
bandoları kurulmuştur.
• Geleneksel Türk Halk Müziği, Geleneksel Türk
Sanat Müziği ve Çağdaş Çoksesli Türk Müziği
alanlarında değerli sanatçılar ve öğretmenler
yetiştirilmektedir.
• Çeşitli üniversitelere bağlı fakültelerde müzik
bölümleri açılmıştır.
• Yurt çapında tüm illerde Güzel Sanatlar ve Spor
Liseleri açılmıştır.
• Çeşitli müzik guruplarımız yurt dışında düzenlenen
festivallere katılarak büyük başarılar elde etmiş ve
etmektedirler.
• Ülkemizde, uluslar arası özelliğe sahip birçok müzik
festivali düzenlenmektedir.