153
T.C ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİHÎ AÇIDAN ATATÜRK DÖNEMİ İKTİSAT POLİTİKALARI (1923-1938) Tezi Hazırlayan Salih ERCEYES Tezi Yöneten Dr. Ayhan Afşin ÜNAL TARİH ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ KAYSERİ-2005

T.C ERC YES ÜN VERS TES SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ TAR ...docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari... · t.c erc İyes Ün İvers İtes İ sosyal b İlİmler enst

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

T.C ERCİYES ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİHÎ AÇIDAN ATATÜRK DÖNEMİ İKTİSAT POLİTİKALARI (1923-1938)

Tezi Hazırlayan Salih ERCEYES

Tezi Yöneten Dr. Ayhan Afşin ÜNAL

TARİH ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAYSERİ-2005

II

I

ÖNSÖZ

Ekonominin yapı ve temelleri ancak tarihî bir bakış açısı ile incelendiğinde bir anlam

kazanır. Bu nedenle “Tarihî Açıdan Atatürk Dönemi İktisat Politikaları” adını taşıyan

bu tezde 1923-1938 döneminde izlenen iktisat politika ve uygulamalarını objektif bir

bakış açısı ile değerlendirmeye çalıştım. Aslında bu dönem, Osmanlı İmparatorluğunun

sona erdiği dönemin şartları dikkate alınırsa hiç de küçümsenemeyecek başarıların elde

edildiği bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tezi hem dönemler arasındaki uygulamaların farklılık göstermesi hem de daha kolay

anlaşılması, karışıklığa meydan verilmemesi açısından üç bölümde incelemeyi uygun

gördüm. Birinci bölümde cumhuriyet yönetiminin nasıl bir miras aldığını ve hangi

şartlarda işe başladığını açıklamak amacı ile Osmanlı’nın son dönemindeki sosyo-

kültürel durumu göstermeye ve ekonomik yapısını açıklamaya çalıştım, ikinci bölümde

cumhuriyetin ilk yıllarında iktisat politikalarının oluşmasını ve bu oluşuma etki eden

faktörleri incelemeye çalıştım, üçüncü ve son bölümde ise Atatürk dönemini bir bütün

olarak ele alarak izlenen bu politikalar neticesinde varılan sonucu açıklamaya çalıştım.

Gerek ders, gerek tez dönemlerinde yardım ve desteklerini esirgemeyen Prof. Dr.

Bayram BAYRAKTAR’a, Prof Dr. Mustafa KESKİN ve Doç. Dr. Ayhan ÖZTÜRK’e,

çalışmalarım esnasında zaman, bilgi ve deneyimlerinden yaralandığım danışmanım Dr.

Ayhan Afşin ÜNAL’a, ilgi ve yardımlarından dolayı Yrd. Doç. Dr. Aytekin

ALTIPARMAK’a, çalışmalarım boyunca ilgi beni destekleyen eşim Ayşe ERCEYES’e

ve sabırlarından dolayı çocuklarım Mustafa ve Mutlu’ya teşekkür ederim.

KAYSERİ- 2005 Salih ERCEYES

II

TARİHÎ AÇIDAN ATATÜRK DÖNEMİ İKTİSAT POLİTİKALARI (1923-1938)

ÖZET

Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci sonunda kurulan yeni

Cumhuriyetin izlediği iktisat politikaları ele alınmıştır. Bu esnada 1923-1938

döneminde bu politikaların oluşmasına etki eden etkenler ve uygulama sonuçları

değerlendirilmiştir. Araştırmanın amacı, 1923-1938 devresindeki ekonomik yapıyı

tarihsel bir bütünlük içerisinde ele alarak Türkiye'nin yakın dönemlerdeki iktisadî

tarihinin anlamlandırılabilmesine katkıda bulunmaktır. Türkiye'deki ekonomik yapıyı

açıklama ve anlama uğraşında belirleyici olanı olmayandan ayırma çabası temel çalışma

ilkemizi oluşturmuştur. Sayısal veriler ise çalışmamızın temel dayanağını teşkil etmiş ve

tahlillerde güvenilir sonuçlara ulaşmanın ancak ölçülebilir bulgulardan yola çıkmakla

mümkün olabileceğini göstermiştir.

Bu tez üç ana bölümden oluşmakla beraber birbirinden ayrılmaz bir bütündür Birinci

bölümde Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve kazanılan Kurtuluş Savaşı esnasında ülkenin

ekonomik durumu açıklanmış, yeni cumhuriyetin devraldığı ekonomik miras ortaya

konulmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde, yeni cumhuriyetin temel ekonomik

politikalarının belirlendiği İzmir İktisat Kongresi’nden ve iktisat politikalarının

oluşmasında etkisi olan Lozan Anlaşması’nın ekonomik hükümlerinden ve iktisat

politikalarının tezahürü olan ekonomik reformlardan ve devletçilik uygulamalarından

bahsedildi. Üçüncü ve son bölümde ise Türk ekonomisi hem genel olarak hem de

sektörler itibarı ile dönem başındaki durum ile karşılaştırmalı olarak mukayese

edilmiştir.

Çalışmada tarama modeli kullanılarak öncelikle arşivlerden yararlanma yoluna

gidilmiştir. Bu amaçla TBMM Zabıt Cerideleri ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

taranarak konumuzla ilgili kaynaklar değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bunun yanında

III

dönemin olaylarını yansıtması ve resmi süreli yayın olması nedeniyle Basın Yayın

Enformasyon Genel Müdürlüğü’nde “Ayın Tarihi” adlı yayın incelemeye tabi

tutulmuştur. Ayrıca konu ile ilgili hatırat, araştırma, makale ve tetkik eserlerden

faydalanılmıştır. Sayısal verilere kaynak olarak ise DİE ve DPT gibi resmi kurum

verileri kullanılmaya gayret edilmiştir.

Anahtar Sözcükler: İktisat Politikası, Devletçilik, Millî İktisat, Karma Ekonomi

IV

ECONOMIC POLITICIES OF ATATÜRK PERIOD FROM HISTORICAL

PERSPECTIVE

ABSTRACT

In this thesis, the economic policies of new republic which was founded after the

decline of the Ottoman Empire was researched. Meanwhile, the factors and the results

of the applications that influenced the realization of these policies between 1923 and

1938 were evaluated. The aim of this study, by considering the historical structure as a

whole, is to contribute to the explanation of the late economic history of Turkey. Our

major principle is to try to defer the determining factors to realize and explain the

economic structure in Turkey from the non-determining ones. Our study is based on

numerical data and the analyses have proved that getting the relevant result is possible

when using measurable findings.

This thesis consists of three major chapters. These chapters make up a whole, though. In

the first chapter, the downfall of the Ottoman Empire and the economic conditions of

the country was explained and the economic values inherited by the new republic were

tried to determine. In the second chapter, the İzmir Economic Congress where the basic

economic policies of the new Republic were determined and the economic terms of the

Lozan Agreement, which had an effect on the determination of the economic policies

and economic reforms indicating the economic policies and applications of the statism

were mentioned. In the third chapter, which is the last one, the condition of Turkish

economy was compared with its condition at the beginning in terms of sectors and in

general.

In the study, using the scanning methods, archives were mainly used. For that purpose,

the records of the Turkish Parliament and the Republic Archive of the Prime Ministry

were searched. In addition, due to reflecting the events of the period and being a formal

periodical of that time, in the Department of Press and Publication, the periodical called

V

‘The Date of The Month’ was examined. Furthermore, other related sources such as

reminiscences, researches, articles, and analytical works are used. For numerical data,

some state institutions like DIE (State Statistics Organization) and DPT (State Planning

Organization) were used.

Keywords: Economic Policy, Statism, National Economy, Mixed Ekonomy

VI

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ............................................................................................................................I

ÖZET..............................................................................................................................II

ABSTRACT...................................................................................................................IV

İÇİNDEKİLER ...........................................................................................................VI

KISALTMALAR LİSTESİ ......................................................................................VIII

TABLOLAR LİSTESİ ............................................................................................... IX

GİRİŞ ...............................................................................................................................1

BİRİNCİ BÖLÜM

CUMHURİYETİN KURULUŞU SIRASINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ

1.1 Osmanlı İmparatorluğunun Son Dönemindeki Sosyo-Kültürel Yapı ...................4

1.1.1. Nüfus ......................................................................................................................4

1.1.2 .Sağlık ve Eğitim .....................................................................................................6

1.2. Cumhuriyet Öncesi Ekonomik Yapı ........................................................................7

1.3. Cumhuriyet Öncesi Ekonominin Sektörel Analizi ................................................14

1.3.1. Tarım Sektörü .......................................................................................................14

1.3.2. Sanayi Sektörü ......................................................................................................17

1.3.3. Hizmetler Sektörü .................................................................................................19

1.3.4. Bankacılık .............................................................................................................19

1.3.5. Ulaştırma ..............................................................................................................20

1.3.6. Millî Gelir .............................................................................................................21

1.3.7. Dış Ticaret ............................................................................................................22

İKİNCİ BÖLÜM

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA İKTİSAT POLİTİKALARININ

OLUŞUMU

2.1. 1923-1930 Dönemi İktisat Politikası ....................................................................26

2.1.1. İzmir İktisat Kongresi ...........................................................................................31

2.1.2. Lozan Barış Anlaşmasının Ekonomik Hükümleri ................................................36

2.2. 1930-1938 Dönemi İktisat Politikası ....................................................................40

2.2.1. Dünya Ekonomik Buhranı ve Türk Ekonomisine Etkileri ...................................40

2.2.2. Devletçilik İlkesinin Kabulü .................................................................................43

VII

2.2.3. Sanayi Planları ....................................................................................................53

2.2.3.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ..........................................................................53

2.2.3.2 .İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı ...........................................................................56

2.3. Ekonomik Reformlar ..............................................................................................56

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNİN ANALİZİ

3.1. Atatürk Dönemi Türkiye’sinin Sektörel Analizi ..................................................61

3.1.1. Tarım Sektörü ......................................................................................................61

3.1.2. Sanayi Sektörü ......................................................................................................67

3.1.3. Hizmetler Sektörü .................................................................................................70

3.1.3.1. Bankacılık ..........................................................................................................70

3.1.3.2. Dış Ticaret .........................................................................................................74

3.1.3.3. Ulaştırma ...........................................................................................................77

3.2. Yabancı Sermaye .....................................................................................................79

3.3. Maliye Politikası ......................................................................................................81

3.4. Para Politikası ..........................................................................................................84

3.5. Kamu Borçları .........................................................................................................85

3.5.1. İç Borçlar ..............................................................................................................85

3.5.2. Dış Borçlar ............................................................................................................86

3.6. İstihdam ...................................................................................................................87

SONUÇ ...........................................................................................................................89

KAYNAKÇA .................................................................................................................92

İNDEKS.........................................................................................................................101

EKLER..........................................................................................................................113

ÖZGEÇMİŞ

VIII

KISALTMALAR LİSTESİ

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

BBYSP : Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı

BCA : Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

CHF : Cumhuriyet Halk Fırkası

C. : Cilt

Çev. : Çeviren

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

İMKB : İstanbul Menkul Kıymetler Borsası

TEFE : Toptan Eşya Fiyat Endeksi

TTK :Türk Tarih Kurumu

IX

TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1. Misak-ı Millî Sınırları İçerisindeki Yabancı Sermaye Yatırımları, 1910.........12

Tablo 2. Ekilen Arazinin Dağılımı, 1914 .......................................................................15

Tablo 3. Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909 .......................................................16

Tablo 4. Sanayi İşyerlerinin İktisadi Faaliyet Kollarına Göre Dağılımı, 1915 ..............18

Tablo 5. Sanayi Sayımı Sonuçları, 1921 ........................................................................18

Tablo 6. Osmanlı İmparatorluğu Son Dönemi Milli Gelir Tahminleri ..........................22

Tablo 7. Dış ticaret , 1880-1913 .....................................................................................24

Tablo 8. Osmanlı Dış Ticaretinin Yapısı, 1914 ..............................................................25

Tablo 9. Dünya Buhranında Türkiye’nin Dış Ticaret Hacmi, 1926-1932.......................41

Tablo 10: Birinci Beş Yıllık Planın Büyük Sanayi Kuruluşları......................................55

Tablo 11. Cari Üretici Fiyatlarıyla Gayri Safi Millî Hasıla, 1923-1938 ........................60

Tablo 12. Dönemler İtibarıyla GSMH ve TEFE’deki Yıllık Ortalama Artış .................61

Tablo 13. Milli Bankalardaki Gelişme, 1920-1937 ........................................................74

Tablo 14: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 .........................................76

Tablo 15:Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları .....................................81

Tablo 16. 1924 Yılı Bütçe Kanununa Göre Devletin Giderleri ......................................83

Tablo 17. 1924 Yılı Bütçe Kanununa Göre Devletin Gelirleri .......................................83

Tablo 18: Sektörler İtibariyle Çalışan Nüfus ..................................................................88

GİRİŞ Ekonominin yapı ve sorunları tarihsel gelişme süreci içinde açıklanabilir. Ekonomik

gelişmeyi belirleyen iç ve dış etmenlerin saptanması, bunların zaman içinde evrimi,

temel yöntem olarak benimsendiğinde, çözümlenmeye, Osmanlı Ekonomisi ile

başlamak gerekmektedir.

Cumhuriyet dönemindeki ekonomik gelişme, imparatorluktan devir alınan bir yapı

üzerinde oluşmuştur, onun bir uzantısıdır.

Osmanlı İmparatorluğunun son yılları ve parçalanması sırasında peş peşe gelen savaşlar

zaten kötü bir durumda olan memleketin iktisadî ve sosyal durumunu tam bir çökme

noktasına getirmişti. Yani kurulan cumhuriyetin yöneticileri hiç de iyi olmayan bir

miras devir alıyordu. Ülke oldukça büyük bir dış borç altında, sermaye mevcut değil,

yerli sanayi olmamasından dolayı dışa bağımlı bir ekonomi, dış ticaret, demiryolları

yabancıların elinde, nüfusun %90’ı okuma yazma bilmiyor, ekonominin en büyük

sektörü tarım kaderine terk edilmiş durumda, idi.

Savaşın bitiminde ülkenin uğradığı kayıpların telafi edilmesi, ekonominin toparlanması

ve gelişmesi, dolayısıyla halkın refah seviyesinin yükseltilmesi ve bu sayede güçlü bir

Türkiye’nin yaratılması için çalışmalara başlanmıştır. Amaç kazanılan zaferin iktisadî

bir zaferle taçlandırılması idi. 1923 yılının başlarında Lozan’da başlatılan müzakereler,

Osmanlı borçları, gümrük tarifeleri, işgal kuvvetleri harcamaları, harp tazminatı, nüfus

mübadelesi ve Musul sorunu gibi çoğu iktisadî nedenlerle kesintiye uğramıştı. Tam bu

sırada ülkede izlenecek iktisat politikalarının tespiti için İzmir’de bir İktisat Kongresi

toplanmıştır. Kongrede, çiftçi, tüccar, sanayici ve esnaf guruplarının faaliyetlerine

ilişkin prensipler kabul edildi. Bu prensipler Cumhuriyet hükümetlerinin iktisat

politikalarına damgasını vurmuştur. İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen kararlar;

yabancı sermaye, ekonomiye müdahale etme, yerli sermayeyi teşvik ile ilgilidir. Bu

2

sebeplerden dolayı esasları İzmir İktisat Kongresi’nce tespit edilen ve yeni cumhuriyet

yönetiminin takip edeceği sistem, millî karma ekonomi sistemi idi. İzlenen bu

politikalar yeterli sermaye birikiminin olmaması, Lozan Anlaşması’nın gümrükler

hakkındaki hükmü gibi sebeplerle tarımdaki bazı iyileştirmelere rağmen başarısız

olmuş, ülke sanayii geliştirilememiş, devlet desteği ile de olsa millî bir burjuva sınıfı

oluşturulamayıp, istenilen seviyeye gelinemedi.

Lozan Anlaşması’ndaki gümrükler üzerindeki sınırlamaların sona ereceği yıl olan 1929

yılında ülkede psikolojik sebeplerle gümrük vergisinin artmasıyla ve fiyat düzeyinin

artacağı inancı ile aşırı bir ithalat ve stoklama baş göstermiştir. Buna bir de 1929 yılında

ortaya çıkan Dünya İktisadi Buhranı eklenince ülke iyice sıkıntılı bir döneme girmiştir.

Bu sebepler devletin ekonomik hayata daha fazla müdahalesini gerekli kılmış ve bu

tarihlerden itibaren daha çok korumacı-devletçi bir politika izlenmiştir. Ancak bu

politika hiçbir zaman sosyalist bir politika olmamıştır. Bu yeni dönemde ithalatın

sınırlandırılması, Türk parasının kıymetinin korunmasına yönelik önlerin alınması,

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı gibi yeni önlemler alınması yoluna gidilir ve bu

dönemde tarım dışındaki alanlarda önemli gelişmeler kaydedilir.

“Tarihî Açıdan Atatürk Dönemi İktisat Politikaları” adını taşıyan bu yüksek lisans

tezinin amacı, yukarıda ana hatlarıyla değinilen Cumhuriyetin ilk on beş yılında, yani

Atatürk Dönemi olarak da adlandırılan dönemde uygulanan ekonomik gelişimi tarihsel

açıdan inceleyerek, 1923-1938 yılları arasındaki iktisat politikalarının neler olduğunu

ortaya koymak, izlenen bu iktisat politikalarına yol açan gelişmeleri belirlemek ve bu

politikalarının çağdaş ekonomik eğilimlere olan yakınlığı ve uzaklığını incelemektir.

Bu dönem, uygulanan ekonomi politikaları bakımından, karma ekonomik sistem

özelliği taşıması ve özel girişimi göz ardı etmeden artan oranda kamu girişimciliğine

ağırlık vererek başarılı sonuçların alındığı bir dönem olarak, başta özelleştirme olmak

üzere günümüzde yaşanan ekonomik tartışma konularına ışık tutması açısından

araştırılmaya değer niteliktedir.

Konu ile ilgili daha önceden 1988 yılında Hakan Rodoplu tarafından “Atatürk Dönemi

Türkiye Ekonomisi: Ekonomi Politikası ve Uygulamalar”, 1990 yılında Bayram Demir

3

tarafından “Yeni Ekonomik Yapılaşmalar Açısından T.C İktisat Tarihi (1923-1938),

2002 yılında Banu Taşdurmaz tarafından “Türkiye Ekonomisinde Cumhuriyetin İlk

Dönemlerinin İktisadi Yapısı (1923-1939)” adlı yüksek lisans tezleri ve 1988 yılında

Yener Kur tarafından “Atatürk Dönemi İktisat Politikası”, 1993 yılında Nuri Ürgen

tarafından “Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında İktisat Politikası ve

Uygulanışı (1920-1950)” adlı doktora tezleri hazırlanmış ve birçok araştırma

yapılmasına rağmen dönemin uygulamalarının ve tecrübelerinin yeni nesillere

aktarılmasında, bu araştırma ve yapılacak her yeni araştırmanın ekstra bir katkı ve

tecrübe kazandıracağı inancındayım.

Tezin sınırları, Atatürk Dönemi olarak bilinen 1923-1938 yılları arası olmasına rağmen,

uygulanan politikaların daha önceki dönemden etkileneceği gerçeğinden hareketle,

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki sosyo-ekonomik yapı üzerinde de

durulmuştur.

Tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve

kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrasında ülkenin ekonomik durumu açıklanacak, yeni

Cumhuriyetin devraldığı ekonomik miras ortaya konmaya çalışılacaktır. İkinci

bölümde, yeni Cumhuriyetin temel ekonomik politikalarının belirlendiği İzmir İktisat

Kongresi’nden ve iktisat politikalarının oluşmasında etkisi olan Lozan Anlaşması’nın

ekonomik hükümlerinden, iktisat politikalarının tezahürü olan ekonomik reformlardan

ve devletçilik uygulamalarından bahsedilecektir. Üçüncü ve son bölümde ise Türk

ekonomisi sektörler itibarı ile dönem başındaki durum ile karşılaştırmalı olarak

mukayese edilecektir.

Araştırmada tarama modeli kullanılarak öncelikle arşivlerden yararlanma yoluna

gidilmiştir. Bu amaçla TBMM Zabıt Cerideleri ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

taranarak konumuzla ilgili kaynaklar değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bunun yanında

dönemin olaylarını yansıtması ve resmi süreli yayın olması nedeniyle Basın Yayın

Enformasyon Genel Müdürlüğü’nde “Ayın Tarihi” adlı yayın incelemeye tabi

tutulmuştur. Ayrıca konu ile ilgili hatırat, araştırma, makale ve tetkik eserlerden

faydalanılmıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

CUMHURİYETİN KURULUŞU SIRASINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ

Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’ndan devir alınan miras üzerine kurulmuş

bir yapı olduğundan dolayı bu mirasın özelliklerini bilmek, cumhuriyet dönemindeki

ekonomik gelişmeleri anlamak için temel şarttır. Bu nedenle özellikle Osmanlı’daki

ekonomik yapının iyi anlaşılması gerekmektedir. Bunun yanında ekonomiye etki eden

sosyo-kültürel yapının da analiz edilmesi sonucu devir alınan miras ortaya konmuş

olacaktır.

1.1 Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemindeki Sosyo-Kültürel Yapı

1.1.1. Nüfus

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1844 yılında nüfus 27 milyon, 1884’de 28.9 milyon idi.

Cumhuriyet kurulduğu sıradaki yani 1923 yılındaki nüfus hakkında herhangi bir bilgiye

sahip değiliz. Elimizde bu yıllara ait sadece nüfus tahminleri bulunmaktadır.

Cumhuriyet döneminde ise ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmıştır. Türkiye

Cumhuriyeti’nin nüfusu 1927 nüfus sayımına göre 13,6 milyon kişi idi. Bu nüfusu

Osmanlı İmparatorluğu’nun daha önceki dönemleri ile karşılaştıracak olursak önemli bir

nüfus azalması ile karşılaşmaktayız (Yaşa 1980, 3-4).

1915 yılında bugünkü sınırlar içerisindeki nüfus 14.3 milyon iken bu sayı ,1927

sayımına göre 13.6 milyon olarak tespit edilmiştir. 1915 sayımında nüfusun %80’ i

Müslüman iken, bu oran 1927 sayımında %99 seviyesine çıkmıştır (Tezel 1982, 87).

Nüfustaki önemli miktardaki bu düşüşün sebebi ise İmparatorluğun önemli miktardaki

toprak kayıpları, savaşlar, nüfus mübadelesi, salgın hastalıklar olarak gösterilebilir.

5

Yine 1927 sayımına göre toplam nüfusun % 48’ini erkekler, % 52’sini kadınlar

oluşturmaktadır. Bu oran 20-60 yaş gurubunda erkekler % 45, kadınlar %55 olarak

görülmektedir. Kadınlar lehine olan bu sonuç ise bize harbin olumsuz etkilerini

göstermektedir. Bu dönemde nüfusun % 16.3’ ü kentlerde yaşamakta idi, yani

kentleşme oranı da batılı ülkelere oranla çok düşük idi (Yaşa 1980, 4).

Osmanlı’nın son döneminde Türkiye’nin sosyal ve iktisadî hayatında azınlıkların

niteliksel olarak büyük bir ağırlığı söz konusudur. Gayrimüslimler daha çok şehirlerde

yaşamakta ve tarım dışı sektörlerde faaliyet göstermekteydi. Müslümanlar ise, daha çok

kırsal alanlarda olup ziraat ve hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Dış ve iç ticarette

gayrimüslimlerin önemli bir ağırlığı söz konusudur (Toprak 2002, 599).

1927 Yılında 100 binden fazla nüfusu olan yalnız iki şehir -İstanbul ve İzmir- vardı ve

bu iki şehirde oturanlar bütün ülke nüfusunun yalnız % 6.2’sini oluşturuyordu (Yenal

2003, 27). Bu sonuç ise sanayileşme ve şehirleşme oranının düşük olduğunu

göstermektedir.

Rum ve Ermeni nüfus İstanbul’da varlığını Cumhuriyet döneminde de korumuştur, bu

durum ticaret alanında bir boşluk yaşanmasına engel olmuştur. Ancak İmparatorluk

genelinde ticaret, sanayi, finans ve diğer kentsel mesleklerin çoğunu ellerinde tutan

gayrimüslim gurubun cumhuriyet dönemi başlarken hızla azalması, ekonomide büyük

bir teknik ve mesleki insan gücü açığı yaratmıştır (Yenal 2003, 25). Falih Rıfkı Atay,

mübadelenin etkilerini anılarında şöyle belirtmektedir: “Biz Trakya ve Anadolu’dan

Hristiyan halkı tasfiye etmekle memleket ekonomisini köklerinden sökmüştük. Her

yerde bağlar bozulmakta zeytinlikler yabanileşmekte veya kesilmekte, balık avcılığı

ölmekte, çarşılar kapalı durmakta idi” (Atay 1989, 450).

Yeni devlet sınırları dışında kalan yerlerden Türkiye’ye göçen yaklaşık yarım milyon

göçmenimiz ise yoksul köylülerden oluşuyor ve ekonomiye bir katkıda bulunmaktan

çok, ek bir malî yük getiriyordu ( Yenal 2003, 25).

6

1.1.2 .Sağlık ve Eğitim

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sağlık alanında tifüs, kolera, sıtma ve trahom salgınları

en önemli sağlık sorunları arasında yer almakta idi.Bu sorunun yüksek olmasındaki en

büyük etken ise savaşların olumsuz etkileri, eğitim eksikliği ve sağlık personelinin

yetersizliği olarak görülmektedir (Yaşa 1980, 4).

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda frengi de önemi bir sağlık sorunudur. Hatta 26-

28.12.1921’de “Frenginin Men’i ve Tahdid-i Sirayeti” adlı kanun tasarısı meclisi

oldukça meşgul etmiştir. Görüşmeler esnasında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın

bütçesinin çok büyük bir kısmının frengi ile mücadeleye ayrıldığı belirtilmiştir (TBMM

Zabıtları, 1/7, 36). Salgın olarak görülebilen ve halkın sağlığını tehdit eden bu soruna

karşı evlenirken muayene olma tedbiri konmak istenmiştir. Avrupa ülkelerinde sadece

üç tane bulunmasına rağmen 2 Mayıs 1920’de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın

kurulması önemli sağlık sorunlarının varlığını göstermektedir (Tural 1987, 52).

Eğitim alanında ise Tanzimat’la başlayan ve meşrutiyetle devam eden eğitimin

iyileştirilmesi çabaları yetersiz kalmıştır. 1927 sayımında Türkiye’de Arap harfleri ile

okuma yazma bilen kişi sayısı ancak 1.1 milyon kişi idi. Yine bu dönemde 7-12 yaş

arası çocuk sayısı 1.3 milyon iken ilkokullardaki öğrenci sayısı 468 bin idi. Yüksek

okullarda ise sadece 4282 öğrenci bulunmakta idi (Yaşa 1980, 4).

Osmanlı eğitim düzeni birbirinden farklı üç boyutlu bir yapıya sahipti. Bunlar; Azınlık

ve yabancı guruplarının okulları, batı sistemine benzer nitelikli okullar ve geleneksel

islamî sistemde eğitimini sürdüren okullar. Yüzyılın başlarında ülkedeki 30 kadar

İngiliz okulunda 3 bin, 435 adet ABD okulunda 20 bin ve 80 dolayındaki Fransız

okulunda 22 bin öğrenci bulunmakta idi (Kepenek; Yentürk 1996, 22-23).

Köylerin durumu da eğitim ve sağlık açısından çok kötü bir durumda idi. Ordu Sağlık

Bürosu’nun hazırladığı rapora göre Türk köylerinin % 80’i sağlığa uygun olmayan

çevrede kurulmuştu. Halkın % 14’ü sıtmalı, % 9’u frengili idi. Köylerin % 72’si bitli

olup her an tifüse yakalanabilecek durumda idiler. Sağlığa uygun tuvalet vb. kolaylıklar

7

% 97 evde söz konusu değildi ve bu koşullara sahip halkın %7’si okur yazardı (DİE

1973, 25).

Eğitimdeki bu kötü durum meslekî, teknik ve ticarî alanlardaki yetişmiş eleman

eksikliğini de beraberinde getirmekte idi.

1.2. Cumhuriyet Öncesi Ekonomik Yapı

16. yüzyılın sonlarında Osmanlıda ilerleme durmuş yeni toprak kazanma sonucu

sağlanan gelirler kesilmiştir. Bununla beraber dünya ticareti Akdeniz limanlarının

dışına kaymıştır. 18. Yüzyıl sonlarında İngiltere’de başlayan yeni üretim biçimi ve

teknolojik gelişme karşısında Osmanlı’nın pazarını yabancı sınai ürünlere açması,

yetersiz olan sanayii yıkıma uğratmıştır (Kepenek; Yentürk 1996, 9).

Süreklilik kazanan savaşlar, merkezi yönetimin elinde toplanan tarımsal artığın yeniden

üretime dönüşmesine olanak vermemiştir. Ayrıca Osmanlı’da bu dönüşümü sağlayacak

yeni örgütlenme süreci ortaya çıkmamış; değişik etnik gruplardan oluşan toplumsal yapı

bir anlamda ekonomik işbölümüne dayanmıştır (Kepenek; Yentürk 1996, 9).

1453’ten 1853 yılına kadar dört yüzyıl boyunca, vergilerde hiçbir arttırma yapmaksızın,

hiçbir borçlanma işlemine başvurmaksızın kendi olağan gelirleriyle her çeşitten

giderlerini karşılayan bir devlet (Morel 1984, 161) örneği veren Osmanlı İmparatorluğu

Batı Avrupa’nın eriştiği ekonomik düzeye karşın, sanayileşmeye başlayamamış,

kaynaklarını kullanma olanağı kendine verilmeyen, sorunlarına geçerli çözüm yolları

arama fırsatına kavuşamamış sürekli olarak geride kalan bir toplum görünümündeydi.

Özellikle 1838’den sonra batı emperyalizmi Osmanlı Devleti’ni tümüyle avucunun içine

alma çabalarını geliştirmiştir.

1838’de İngiltere ile imzalanan Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması ve akabinde diğer

Avrupa devletleri ile imzalanan antlaşmalar Osmanlı’yı batının bir pazarı durumuna

getirmiştir. Ticaret, merkezî otoritenin denetimi dışına çıkmış ve bütün yabancı tacirler,

Osmanlı topraklarında serbestçe ticarette bulunma hakkını elde etmişlerdir. Üstelik yerli

tacirler, ticaret vergileri dışında bir de iç gümrük ödemek zorunda olduklarından,

8

sadece ticaret vergilerine tâbi olan yabancı uyruklu tüccar, toplamda daha az vergi

ödüyordu (Keyder 1982, 10). Atatürk’te bu durumu mecliste yaptığı konuşmada şu

şekilde değerlendirmiştir:

“Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomimizi bir

de iktisadî kapitülâsyon zincirleriyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden ekonomik alanda bizden

çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de ayrıca imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi

vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri

şartlar altında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sayede kesin olarak hâkim

olmuşlardı” (TBMM Zabıtları, 1/3, 5).

Zamanla iktisadî bunalıma giren Osmanlı ekonomisi, çok direnmesine rağmen Kırım

Savaşı sonucunda direnci kırılarak 1854’te ilk dış borç alınmıştır. 1854’ten Osmanlı’nın

borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiği 1877 yılına kadar 16 kez dışarıya borçlanılmış

ve 1877 yılında Osmanlı’nın faizi ile birlikte 252.801.885 İngiliz lirası borcu

bulunmaktaydı (Kazgan 2002, 23). Bu borcun büyük bir kısmı Cumhuriyet dönemine

devroldu.

Berlin Kongresi’nde Osmanlı borçlarına müdahale kararı alınınca, Osmanlı

İmparatorluğu heyeti ile alacaklı devletlerin heyeti arasındaki görüşmeler sonucu kabul

edilen hükümler padişahın bir fermanı ile uygulamaya konuldu. Bu kararlar muharrem

ayında uygulamaya konulduğu için Muharrem Kararnamesi olarak anılmaya başlandı

(Gürsoy 1982, 245).

Anlaşma sonucu 20 Kasım 1881 yılında kurulan Düyun-u Umumiye idaresi İngiliz,

Fransız, Alman, İtalyan, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve bir de Galatalı Banker’den

oluşan yedi kişilik bir konsey tarafından yönetilmekte idi (Kipal 2001, 27). Bu idare

devlet gelirlerinin % 20-32’lik bir kısmına el koydu (Kazgan 2002, 28).

Düyun-u Umumiye idaresi emrine verilen devlet gelirleri şunlardır:

-Tuz tekeli gelirleri

-Tütün tekeli gelirleri

-Pul ve damga resmi gelirleri

-İçki üzerinden alınan resimler ve vergi gelirleri

9

-Kararnamede belirtilen vilayetlerin ipek aşarı gelirleri

-Ayrıca gümrüklerde alınan vergiler artırılacak olursa bundan doğan fazla gelirler,

-Doğu Rumeli vilayetinin Osmanlı hazinesine ödemekte olduğu yıllık aidatta bir

çoğalma olursa artan kısmın Düyun-u Umumiye idaresine bırakılacağı belirtilmişti

(Demir 1982, 248).

Bu idare kendisine tahsis edilen gelirleri toplayıp, dış borç ana para ve faizlerini

ödeyecekti. Düyun-u Umumiye idaresi kendi teşkilatını kurup gelirleri toplamıştır.

Düyun-u Umumiye gelirinin hızla artması sonucu tüm tasarruf önlemlerine rağmen

bütçe açık veriyordu (Kipal 2002, 29). Düyun-u Umumiye’ye tahsis edilen vergiler

zamanla artarak 1912 yılında toplam vergi gelirinin % 31.5’ine ulaşmıştır. (Kipal

2002, 27).

Düyun-u Umumiye 1884 yılında tütün tekelini yabancı ortaklı “Müşterekülmenfa

İnhisar-ı Duhan-ı Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye”adlı şirkete bıraktı. Reji diye

adlandırılan bu şirket tütün alım fiyatlarını düşük tutup, satış fiyatlarını yükseltince

tütün kaçakçılığını körüklemişti. Reji idaresi bu bahaneyle kaçakçılığa karşı bir kanun

hazırlattı ve bu kanuna dayanarak Reji, özel bir jandarma teşkilatı kurma hakkı kazandı

(Kipal 2002, 28). İmtiyaz süresi boyunca köylülerle bu kolluk kuvveti arasındaki

mücadelede her iki taraftan toplam yirmi bine yakın ölü verilmiştir (Çavdar, 1059).

Hatta bu kayıp miktarının TBMM’nde bir milletvekili tarafından otuzbeşbin olduğu

iddia edilmiştir (TBMM Zabıtları, 1/2, 379). 1918’de imtiyaz süresi dolmak üzere olan

Reji İdaresi’nin imtiyazı, İttihat ve Terakki’nin Edirne’yi tekrar ele geçirmek için

gerekli ordu iaşesinin karşılanması amacıyla Reji’den on milyon lira borç almasından

ötürü 15 yıl uzatıldı (Çavdar, CDTA, İDS, 1059).

Zamanla güçlenen Düyun-u Umumiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun maliye

nezaretinden daha güçlü bir örgüt kurdu. Maliye Nezareti’ne bağlı memur sayısı 5000

iken Düyun-u Umumiye idaresinde çalışan memur sayısının zamanla 8000 kişiye

çıktığı olmuştur (Yavi 2001, 85).

1914’te 1.Dünya Savaşı başlayınca İttihat ve Terakki Hükümeti yabancı kişi ve

şirketlere adli, idari, mali ve ticari ayrıcalıklar getiren kapitülasyonları kaldırdığını,

10

bundan böyle yabancılarla ilişkilerin devletler hukuku ilkeleri çerçevesinde

düzenleneceğini ilgili devletlere bildirdi (Kazgan 2002, 44).

1920’li yıllara gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu bir yarı sömürge niteliğindedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge niteliğinin en açık belirtileri; aşırı dış

borçlanmalar, Düyun-u Umumiye, sürekli imtiyazlar arayarak ülkeye giren yabancı

sermaye yatırımları, giderek ağırlaşan ve yaygınlaşan kapitülasyonlar zinciridir. Bu

gelişmeler sonunda ülke yönetimi önce iktisadî, sonra büyük ölçüde askerî ve siyasî

alanlarda batılı ülkelerin denetimine girdi.

1908-1922 dönemindeki iktisadî gelişmeleri belirleyen politikaları, kapitalist bir

devletin kurumlaşması doğrultusundaki yasal düzenlemeler, sanayileşme ve

şirketleşmenin teşviki doğrultusundaki çabalar, ekonomik bağımsızlık yönünde

atılmaya çalışılan ilk adımlar ve nihayet Harbi Umumi’nin ve Milli Mücadele’nin

Anadolu’dan yürütülmesi sırasında uygulanan savaş ekonomisi gibi ana başlıklar altında

toplanabilir (Boratav 1995, 20).

Osmanlı Devleti’nin XIX. Yüzyıldaki önemli gelir kaynakları şöyle sıralanabilir:

-Müslümanlardan, üretimlerinin 1/10’u oranında alınan hayvan vergisi

-Gümrük, maden ve orman rüsumatı

-Otonom bölgelerin gönderdikleri vergi ve hediyeler

-Topraktan alınan aşar vergisi.

Osmanlı’da her türlü iktisadî faaliyeti vergilendiren devlet, bu vergilere dayandığından

dolayı vergi gelirlerinin düzeyinin düşmesini engellemeyi en önemli iktisadî ve maliye

politikası amacı olarak benimsedi (Buluş 2003, 7).

Ekonomik hayat üretime dayanmayan, ithâl malların alınıp satıldığı bir pazarın şartları

çerçevesinde oluşmaktadır. Anadolu insanının pazardaki rolü mecbur kaldığı yabancı

malları alma ve tüketmeden ibarettir (Bostancı 1996, 17). Tarımsal üretimde Türkler,

sanayi ve hizmetlerde azınlık ve yabancılar egemendi.

11

Osmanlı’nın son döneminde sermaye kaynaklarının ilginç bir görünümü vardır.

Hükümet kamu maliyesini, dış ticareti ve para arzını denetleme yetkilerinden

yoksundur. Kamu gelirlerinin giderleri karşılamaması sonucu ağır koşullarla dış

borçlanmaya gidilmiştir. Tarımsal üretim artığı sanayie aktarılamazken, sanayi ve

hizmet kesimlerinde çoğunluğunu oluşturan azınlık ve yabancı sermaye grupları

kârlarını yeniden üretimde kullanmamışlardır (Kepenek; Yentürk 1996, 10).

19. yüzyıl öncesinde olduğu gibi Tanzimat Fermanı ve sonrasında da, merkezi devletin

ekonomiye ilişkin politikalarını siyasal askerî ve malî öncelikleri yönlendiriyordu.

Vergi gelirlerinin artırılmasının yanı sıra, güçlü bir ordunun kurulması, sarayın ve

kentlerin iaşesinin sağlanması, merkezî devlet açısından en önemli amaçları

oluşturuyordu. Nitekim 19. yüzyılın ilk yarısında devletin başlattığı sanayileşme

girişimlerinin hedefi de ordunun ve devletin gereksinimlerini karşılamaktı ( Pamuk

1999, 244).

Osmanlı yönetimi ekonomiyi tümüyle düzenleyecek maliye politikası araçlarından da

yoksundur. Azınlık ve yabancılara tanınan ayrıcalıklar, kamu gelirlerinin çok büyük

ölçüde tarımdan sağlanmasını zorunlu kılmıştır. Örneğin, kamu gelirlerinin 1910’da

yaklaşık %40’ı aşar ve hayvan vergilerinden oluşmaktaydı. Ek olarak, arazi, bina, tütün,

ipek ve tuz gibi mallardan alınan vergiler de dikkate alınırsa, kamu gelirlerinin

yarısından fazlasının kırsal kesimden sağlandığı sonucuna varılır. Buna karşılık kırsal

kesime yapılan kamu harcaması çok azdır. Diğer yandan, tüm yabancılar ve azınlıklar

askerlik bedeli olan ve 1909’dan sonra kaldırılan cizye dışında vergi vermemektedirler

(Kepenek; Yentürk 1996, 10).

Avrupa’dan ithal edilen malların Osmanlı piyasasını işgal etmesiyle dış ticaret açığı

büyüyünce 17. yüzyıldan itibaren paranın ayarının düşürülmesi uygulamasına

gidilmiştir. Böylece artan kamu harcamalarını, para miktarını artırarak karşılama yoluna

gidilmiştir. Osmanlı’da ilk kâğıt para (kaime) 1840 yılında çıkarıldı. Aslında kaimeler

banknot değil üzerinde faizi yazılı, el yazılı ve mühürlü borç senedi şeklinde idi.

Kaimeler %12.5 faizli ve 8 yıl vadeli idi. Kaime aslında bir iç borçlanma aracı idi

( Tokgöz 2004, 20).

12

Bu dönemde Osmanlı’nın para durumu da denetim dışı bir özellik taşımaktadır. Para

arzını, değişik madeni paralar ve Osmanlı Bankası’nın çıkardığı banknotlar

oluşturmaktadır. Bununla birlikte birçok yabancı para da günlük işlemlerde

kullanılmaktadır. Hükümet para konusunda sık sık yeniden düzenlemelere gitmişse de

bu girişimler etkili olamamıştır (Kepenek; Yentürk 1996, 10).

Ülkedeki yabancı sermayeye baktığımızda ise Osmanlı’nın tam anlamıyla bir yabancı

sermaye cenneti haline dönüştüğünü görmekteyiz. 1910 yılında ülkedeki 5 milyar 711

milyon kuruşluk yabancı yatırımların yıllık geliri 228 milyon kuruştu. Bu gelirin ise

hemen hemen tamamı yurt dışına aktarılmakta idi. Eldeki verilere göre Misak-ı Millî

sınırları içerisindeki yabancı sermaye yatırımlarının 1910’lardaki durumu şu

görünümdeydi.

Tablo 1. Misak-ı Millî Sınırları İçerisindeki Yabancı Sermaye Yatırımları, 1910 Yatırımlar Tutar (Milyon Kuruş)

Demiryolları 3.368

Elektrik,Tramvay, Su 311

Liman vb. tesisler 288

Sanayi 650

Ticaret 206

Madenler 328

Banka-Sigorta 560

TOPLAM 5.711

Kaynak: DİE, Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara 1973,

s.19

Yukarıdaki tabloyu incelediğimizde yabancı sermaye yatırımlarının ulaşım alnında daha

fazla yoğunlaştığını görmekteyiz. Bu sonuç ise bize, yabancıların bu alanları kendi

menfaatleri ve ürünlerinin pazarlanması doğrultusunda daha yararlı olduğu için tercih

ettiklerini göstermektedir.

Yabancı sermaye şirketleri, kendi ilgi alanlarında hem tekel durumundadır, hem de

güçlü bir yapıya sahiptir. Sermayesi kıt, iş yapabilme kapasitesi zayıf, üretim miktarları

13

düşük, teknolojisi geri olan Türk şirketlerinin Osmanlı ekonomik hayatında egemen

duruma gelmeleri ve pazarı millî çıkarlar doğrultusunda yönlendirmeleri mümkün

değildir (Bostancı 1996, 18).

Tarımda, yalnız Batı Anadolu’da görülen çok sınırlı yabancı sermaye bir tarafa

bırakılırsa, yabancı sermayenin madencilik dışında üretime katkısı olmamıştır denebilir

(Kepenek; Yentürk 1996, 9).

Geri ve azgelişmiş bir durumda olan memleketin hızla kalkınabilmesi, millî

ekonomisini teşkil edebilmesi için seçilecek yollar, takip edilecek usuller belirli değildi,

bunun yanında Türk aydınlarının ekonomik doktrinler üzerinde araştırma ve tartışma

geçmişi de yoktu (Aydemir 1995, 344).

Osmanlının son dönemlerinde iktidara gelen İttihat ve Terakki yönetiminin liberal

iktisat politikalarını bir kenara iterek korumacı gümrük duvarları ardında tarımı ve

sanayiiyle birlikte kendine yetecek bir ekonomi oluşturmak, millî şirketler, millî

bankalar kurmak ve Müslüman tüccar ve esnafı örgütlemek gibi fikirleri, güçlenmekte

olan milliyetçilik fikirleriyle beraber yayılıyordu.

Bütün bunların yanında 1. Dünya Savaşı, millî iktisat politikalarının uygulanması için

gerekli dış koşulları da yaratmıştır. Savaşın başlamasından sonra, Almanya’nın ve diğer

Avrupa ülkelerinin itirazlarına karşın, kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı. 1916

yılından itibaren de seçici tarifelerle belirli dallarda yerli üretimi korumayı amaçlayan

yeni gümrük rejimi uygulanmaya başlandı. Böylece korumacı politikalara geçiş, ancak

dış iktisadî ve sosyal ilişkilerin kesintiye uğraması sayesinde mümkün olabiliyordu

(Pamuk 1999, 277). Osmanlının son dönemlerinde gelişmeye başlayan bu millî iktisat

politikası, Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte de devam edecektir.

1920’lerin başında kişi başına gelir düzeyinin düşüklüğü, tarım kesiminin yaygınlığı,

sanayiinin son derece cılız ve girişim unsurunun yetersizliği yanında, okuma-yazma

oranının %10 dolayında bulunması, ulaşım olanaklarının çok sınırlı kalması,

ekonominin çeşitli kesimlerinde ilkel tekniklerin kullanılması gibi özellikler, geri

14

kalmışlığı ortaya koyduğu gibi, gelişme çabalarının önüne de birer engel olarak

çıkıyordu.

1.3. Cumhuriyet Öncesi Ekonominin Sektörel Analizi

1.3.1. Tarım Sektörü

Osmanlı ekonomik düzeni toprak ve tarımsal üretime dayanan bir sistem idi. Tarımsal

üretimin öncelikli hedefi halkın ve sarayın iaşesini karşılamaktı. Bir bölgenin ihtiyacı

karşılanmadan diğer bölgelere ihracat yapmak yasak idi (Buluş 2003, 6).

Osmanlı Devleti’nde mülkiyeti devlete ait olan Mirî Arazi’nin kullanımı, temelde vergi

toplamak ve asker beslemek amacıyla has, tımar ve zeamet olarak ayrılır ve

devredilirdi. Osmanlı tımar kurumu, merkezi yönetimin üretim ve bölüşüm gibi

belirleyici ekonomik faaliyetleri denetimi altında tutmasına dayanır.

Merkezi yönetimin zaafa uğraması, kapitalist gelişme ile tarımın sektörel gerilemesi, ve

dolayısıyla azalan gelirler sonucu; toprakların doğrudan satışa sunulması ve vergilerin

mültezimler yoluyla toplanmasına baş vurulmuştur. Böylece mültezimler ve sivil-asker

kamu görevlilerinin mirî arazi üzerinde fiili bir özel mülkiyet hakları doğmuştur

(Toprak 2002, 601). 1858 tarihli arazi kanunnamesi mirî toprakta fiilen var olan özel

mülkiyetin hukuken de tanınması sonucunu doğurmuştur (Koraltürk 2002, 584).

İltizam düzeni 1877’de yasa ile kaldırıldı. Yerine doğrudan doğruya vergi tahsilatı ile

uğraşmak üzere Maliye Bakanlığı’nda bir aşar ve ağnam emaneti kuruldu. Ancak yine

de büyük toprak sahipleri ve mültezimlerin direnişleri gecikmelere neden olmaya devam

etti. Yasa ancak II. Abdülhamit’in hükümdarlığının son döneminde tam olarak

uygulanabildi. 1914 yılında derlenen bilgilere göre ekilen arazinin dağılımı şöyledir:

15

Tablo 2. Ekilen Arazinin Dağılımı, 1914

Aile Sayısı Çiftçi Ailesinin Yüzdesi

Toprakların yüzdesi

Derebeyi 10.000 1 39

Toprak Ağası 40.000 4 26

Orta ve Az Topraklı Köylü 870.000 87 35

Topraksız Köylü 80.000 8 -

Kaynak: DİE , Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara

1973, s.24

Tablo bize toprakların daha çok belli kesimler üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir.

Tımar sisteminin çöküşünden sonra mültezimlerin vergi toplamak için yürüttükleri

zorbalık, devlet gücünü arkasına alma , rüşvet yada borçlandırma gibi uygulamalar

tarım arazisinin önemli bir bölümünün derebeyi ve ağaların elinde toplanması sonucuna

yol açtı.

Osmanlı’nın son döneminde bugünkü Türkiye’yi oluşturan alandaki tarım arazisi 6.5

milyon hektar olarak tahmin edilmektedir. Bu miktarın yaklaşık yüzde 80’inde tahıl,

yüzde 7’sinde sebze, % 7’sinde sanayi bitkileri ve % 6’sında da meyvecilik üretimi

yapılmaktadır (Eldem 1994, 29).

İmparatorluğun son dönemlerinde kıyı bölgelerde iyi olan tarım; tütün, üzüm ve incir

gibi ürünlerde dünya piyasaları ile rekabet etmekle birlikte, iç bölgelerde çok geri bir

durumdaydı (Yaşa 1980, 11).

Ancak Ege ve Çukurova bölgelerindeki tarımın çoğu yabancıların ve azınlıkların elinde

bulunan topraklar üzerinde, onların makine ve tesisleri ile ve onların yönettikleri

demiryolları, limanlar ve ticarethaneler aracılığı ile uygulanmıştır. 1868 yılında

İngilizler, İzmir yöresindeki tarıma elverişli toprakların en az üçte birinin tapulu

sahibiydiler. 1877’de bu yöredeki toprakların pek çoğunun 41 İngiliz tüccarının elinde

olduğu bilinmekte idi (Yenal 2003, 43).

16

İç bölgelerde çiftçi yalnız kendi ihtiyacı kadar bir üretimde bulunuyordu. Aşağıdaki

tabloda da görüleceği üzere üretiminin % 70’i tahıl olmasına rağmen ülkenin buğday

ihtiyacı karşılanamıyor ve bu ürünün ithaline gidiliyordu (Yaşa 1980, 13).

İlkel yöntemlerle yapılan tarımsal üretimde yalnız savaşlarda kaybolan insan gücünün

değil, hayvan gücü kıtlığının da sıkıntısı çekiliyordu. Anadolu’da 1. Dünya Savaşı’ndan

önce 6.9 milyon sığır ve 1.1 milyon at var iken, Kurtuluş Savaşı sonunda köylerde 4.1

milyon sığır ve 0.6 milyon at kaldı (Yenal 2003, 25).

Tablo 3. Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909 Ürünler Ödenen Aşar

Vergisi (Milyon Kuruş)

Ürünün Değeri

(Milyon Kuruş)

Üretilen Miktar

(Milyon Kilo)

Ekili Alan ( Dönüm)

Tahıl 660.5 5500.3 149.9 119.000.000

Zeytin 20.0 202.9 65.5 701.766

İpek 26.9 198.1 - -

Fındık 12.3 144.5 72.3 741.365

Pamuk ve Afyon 14.3 109.6 41.2 991.287

Meyve ve Sebze 12.4 81.6 124.1 1.300.000

Üzüm 9.5 50.2 66.8 743.882

Tütün 29.5 - 33.7 119.068

Kaynak: Shaw, Stanford J; Shaw, Ezel Kural; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, e yayınları, İstanbul 2000.Çev. Mehmet Harmancı, s.287

Tabloyu analiz ettiğimizde ziraî üretimin daha çok tüketim mallarında yoğunlaştığını

görmekteyiz. Sanayie yönelik malların az olması ise ülkedeki sanayiin geri

kalmışlığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Dış pazarlar için yapılan üretimin yanısıra, tarımsal kredi alanında Ziraat Bankası

yoluyla sağlanan kolaylıklar, tarım tekniği okullarının açılması, örnek çiftliklerin

kurulması Osmanlı’nın son döneminde tarımsal üretimde küçümsenmeyecek artışlara

yol açtı (Issawi 1981, 204).

17

1.3.2. Sanayi Sektörü

Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal yapısı sanayileşmeye uygun değildir. Çünkü

sanayileşmeyi gerçekleştirecek yöneticiler ve sermaye birikimi bu toplum içinde

olgunlaşmamışlardır. Topluma yön verenler genelde askerler, dini liderler ve toprak

sahipleridir.

Osmanlı’da ufak atölyelerde faaliyet gösteren ve loncalar şeklinde teşkilatlan sanayi

tanzimatla birlikte Avrupa’da gelişen sanayi ile rekabet edemeyince çöktü. Bu çöküşü

hızlandıran en büyük etmen, Tanzimat Fermanı’ndan bir yıl önce imzalanan Türk-

İngiliz Ticaret Anlaşması’dır. Bu anlaşma İngiliz sanayi ürünlerine %5 gümrük vergisi

ile ithalat istisnası imkânı tanıyordu. Aynı kolaylık kısa süre içerisinde diğer ülkelere de

tanındı. Oysa aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bir ilden diğerine sanayi

ürün satışı % 8 oranında bir vergi ile vergilendiriliyordu. Bu durum Osmanlı sanayiini

yabancı mallar karşısında korumasız ve güçsüz bıraktı. Güçsüzleşen sanayi ile birlikte

İngilizlerin de serbest ticaret ve tekelleşme gibi baskısı ile esnaf örgütleri bir bir

kapatıldı, bunun sonucunda üretim azalırken işsizlik artmıştır. Meşrutiyetin ilanı ile

birlikte iç gümrükler kaldırıldı ve 1913’te sanayiin teşviki için “Teşvik-i Sanayi Kanun-

u Muvakkata” adlı yasa çıkarılarak sanayii geliştirme çabaları başladı (Kepenek;

Yentürk 1996, 16-17).

Teşvik-i Sanayi Kanunu ile sınai kuruluşlara gerekli arazinin karşılıksız sağlanması,

makine ve araç gereç vergisi istisnası, vergilerin taksitle ödenmesi, makine ve

hammadde ithalinde gümrük istisnası, hükümetin mümkün olduğu ölçüde yerli üretimi

tercih etmesi gibi kolaylıklar getirildi, fakat kredi imkanları ve dış rekabete karşı

himaye düşünülmedi. Bu yasa ile kısa bir süre için sanayide canlanma görüldü ise de

1.Dünya Savaşı’nın başlaması hareketin gelişmesini engelledi (Eldem 1994, 61).

Bununla birlikte özel sanayi girişimciliğinde bir kıpırdanma olmuştur. Osmanlı sanayii

ile ilgili verilerin çoğu 1913 ve 1915 yıllarına ait sayımlara dayanmaktadır. Ancak bu

sayımlar yalnız Batı Anadolu ve 10’dan fazla işçi çalıştıran yerleri kapsadığı için

sınırlıdır. Aşağıdaki tabloda 1915 yılındaki sanayiin özeti verilmektedir.

18

Tablo 4. Sanayi İşyerlerinin İktisadî Faaliyet Kollarına Göre Dağılımı, 1915

İktisadî Faaliyet Kolu

İşyeri Sayısı

İstanbul İzmir Diğer Yerler Toplam

Gıda 45 23 10 78

Toprak Ürünleri 20 1 - 21

Deri 11 2 - 13

Ağaç 15 9 - 24

Dokuma 15 8 55 78

Kâğıt, Matbaa 44 11 - 55

Kimya 5 8 - 13

TOPLAM 155 62 65 282

Kaynak: DİE , Ökçün, Gündüz, Osmanlı Sanayii, 1913-1915 Yılları Sanayi İstatistikleri, DİE Tarihî

İstatistikler dizisi C.4, Ankara 1997, s.13

Tabloda da görüleceği üzere üretim sadece tüketim mallarına yönelik ve küçük

ölçeklidir. 1921 yılında daha büyük ölçekli bir başka sanayi sayımı daha yapılmıştır.

Tüm bölgeleri kapsayan ve aşağıdaki tabloda özetlenen bu sanayi sayımı Anadolu’daki

işletmelerin durumunu göstermektedir.

Tablo 5. Sanayi Sayımı Sonuçları, 1921

İmalat Sanayii Alt Kesimleri İşyeri Sayısı

İstihdam İşyeri Başına Ortalama Kişi

Mensucat Sanayi 20057 35316 1,8

Deri İşleme 5347 17964 3,4

Madeni Eşya 3273 8021 2,5

Gıda Sanayi 1273 4493 3,5

Ağaç İşleri 2067 6000 2,9

Kimya Sanayi 337 802 2,4

Toprak Sanayi 704 3600 5,1

Toplam 33058 76196 2,3

Kaynak: DİE , Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara 1973, s:37

19

Cumhuriyetin kurulduğu yıllardaki sanayi daha çok askerî ihtiyaçlarla kurulan devlet

fabrikaları ile özel şahıslara, bilhassa yabancılara ait mensucat, çimento ve zeytinyağı

fabrikalarından ibaretti. Osmanlı Hükümeti sanayii dış rekabete karşı koruyacak güce

ulaşamamış, eski el sanatlarına yönelik sanayi modernleştirilememiş, Almanya ile

yakınlaşma sonucunda sanayi geliştirilmeye çalışılmış ancak savaşlar sonucunda bunda

başarılı olunamamış, hizmet kesimlerinin karlılığı sanayie kaynak aktarımını engellemiş

ve sonuçta Osmanlıdan Cumhuriyete sanayileşme özleminden başka bir şey

kalmamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise 1927 yılı aralık ayında ülkedeki

mevcut sanayiinin tespitini yapmak amacı ile bir sanayi sayımı gerçekleştirildi.

1.3.3. Hizmetler Sektörü

1.3.4. Bankacılık

Osmanlıda bankacılık hizmetlerini azınlıkların oluşturduğu Galata Bankerleri

yürütüyordu. 1856’da Londra’da 500.00 İngiliz lira sermayeli Osmanlı Bankası

kuruldu.1863 yılında Osmanlı Bankası’na banknot çıkarma yetkisi tanındı (Eldem 1994,

159-160).

Osmanlı Bankası 1863’ten itibaren Osmanlı Devleti’nde banknot ihraç yetkisini elinde

tutmuş, 1875-1895’te imtiyazı yenilenmişti. Temelde Osmanlı’nın Avrupa pazarına

eklemlenmesi, dış borçlanmaya aracılık, imtiyazlı yabancı şirketlerin yerleşmesini

sağlamak ve onlara iştirak etmek, Düyun-u Umumiye İdaresi’yle birlikte Osmanlı dış

borçlarının düzenli ödenmesini yönetmek gibi giderek artan fonksiyonları yerine getirdi

(Kazgan 2002, 48-49).

1888 yılında bir Türk Anonim Şirketi olmakla beraber sermayesinin çoğu Musevi,

Fransız ve Belçikalıların elinde olan Selanik Bankası kuruldu (Eldem 1994, 160).

Mithat Paşa’nın 1866 yılında kurduğu ve çiftçiye kredi veren “Memleket Sandıkları”

kaldırılarak 1888 yılında Ziraat Bankası’na dönüştürüldü. Ziraat Bankası, yerli

sermayeye dayalı ilk bankacılık girişimidir. Serbest piyasada kredi faizlerinin %100’lere

20

ulaştığı bir ortamda Ziraat Bankası tarım kesimine %6 faizle kredi sağlayarak çiftçiye

destek oldu (Kepenek; Yentürk 1996, 21).

Ziraat Bankası aynı zamanda tarımsal gelişme yanında tarım eğitimini de parasal olarak

destekleme görevini yerine getirdi (Shaw 2000, 285).

Ziraat Bankası’nın tarım alanındaki faaliyetleri, Osmanlı Bankası’nın devlet kesiminden

başka ticaret alanındaki çalışmaları ve İmparatorluğun son yıllarında kurulan “İtibarı

Millî Bankası” gibi birkaç diğer bankanın sınırlı faaliyetleri dışında Osmanlı Ekonomisi

yeterli bir bankacılık sisteminden yoksundu.

1920 yılında 316 şubeli Ziraat Bankası, 76 Şubeli Osmanlı Bankası ve 14 şubeli Selanik

Bankası haricinde ülkede irili ufaklı 23 millî banka bulunuyordu (Eldem 1994, 209).

Memleket ekonomisinin çeşitli kollarını destekleyecek millî bir bankacılık sisteminin

oluşması, bu sisteme reeskont olanaklarını sağlayacak bir Merkez Bankası’nın

kurulması için Cumhuriyet Dönemi’ni beklemek gerekecektir.

Osmanlı’da millî bankacılığın gelişmemiş olmasının nedenleri arasında sermaye

birikiminin ve tasarrufların azlığını ve bunun yanında bankacılıktan anlayan yetişmiş

insan gücü yokluğunu saymak gerekir. Halkta bankalara güven henüz oluşmamış ve faiz

konusunda dinî sebeplerle duyulan çekingenlik beraberinde tasarrufların azlığını

doğurdu.

1.3.5. Ulaştırma

Cumhuriyetin kurulduğu 1920’li yıllarda ülkedeki toplam demiryolu uzunluğu 4138

Km. idi. Bu demiryollarının çoğunluğu batı bölgelerinde olmakla beraber yoğun ve

süratli trafiğe elverişli değildi (Yaşa 1980, 10).

Bu demiryolları büyük ölçüde yabancılara kâr garantisi verilerek ve 70-100 yıl gibi

uzun yıllar işletme garantisi tanınarak yabancı sermaye yatırımları ile gerçekleştirilen

demiryollarıdır. İmparatorluğun son dönemlerindeki demiryolu yatırımlarının %57’si

21

Alman, % 23.5’i Fransız, %20’si İngiliz sermayesi iledir. Batı bölgelerinde yoğunlaşan

bu demiryolu ağı batı bölgelerindeki tarımsal ürünün pazarlanmasında önemli rol

oynadı (Kepenek; Yentürk 1996,20).

Yabancı sermaye yatırımlarının en büyük bölümünün ulaşım sektörüne, özellikle

demiryolu yatırımına yönelmesi rastlantı değildir. Bu dönemde ulaşım sektörünün

geliştirilmesi hem maden ve enerji kaynaklarını sanayileşmiş ülkelere taşımak, hem de

çevre ülkelerin en uzak yörelerine kadar sanayi mallarını ulaştırmak için gerekliydi

(Başkaya 2001, 86).

Özellikle II.Abdulhamit döneminde önem verilen demiryollarının devlete sağladığı gelir

80.5 milyon kuruştan, 7740.04 kuruşa çıktı (Shaw 2000, 280).

Osmanlıdan Cumhuriyete kalan karayollarının uzunlu ise 18335 Km. bunun 13885

Km.’si şose, 4450 Km:’si toprak yoldu .Bu yolların da çoğunluğu batı bölgelerinde ve

ulaşıma pek uygun yollar değildi, özellikle kış aylarında kullanılmaz duruma

geliyorlardı (Yaşa 1980, 10).

Osmanlıdaki deniz ulaşımı da yabancılara kapitülasyonlarla sağlanan kabotaj hakkıyla

korumasızdı.

Osmanlıda oldukça ileri düzeyde bir telgraf sistemi mevcuttu. Ayrıca Osmanlı posta

düzeninin yanında yabancıların kendi posta düzenleri de bulunmakta idi (Kepenek;

Yentürk 1996, 20).

1.3.6. Millî Gelir

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda milli gelir kavramının henüz tam olarak oluşmaması

ve milli geliri hesaplamak için gerekli verilerin elde bulunmaması dolayısı ile bu yıllara

ait elimizde sağlıklı bilgiler olmamasına karşın yapılan tahminlere göre Tablo 11’de de

görüleceği üzere kişi başına düşen millî gelir 1923 yılında 75.7 lira (45.3$), olarak

tahmin edilmektedir.

22

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi ile ilgili millî gelir tahminleri Vedat Eldem

tarafından yapılmıştır. Vedat Eldem’in hazırladığı Osmanlı’nın son dönemi millî gelir

tahminleri şöyledir:

Tablo 6 :Osmanlı İmparatorluğu Son Dönemi Millî Gelir Tahminleri(Milyon Kuruş) Sektörler 1907 1913 1914

Tarım 11.385 10.422 13.060

Madencilik 165 156 105

İmalât Sanayi 2.230 2.551 2.443

İnşaat 616 612 442

Ulaştırma 687 - -

Ticaret 1.894 2.170 1.832

Malî faaliyetler 223 - -

Devlet Hizmetleri 1.374 1.774 1.878

Mesken Gelirleri 742 664 664

Serbest Meslek ve Hizmetler

1.020 1.025 1.130

Yurt İçi gelirleri (20.336) (20.369) (22.469)

Dış Alem -149 -103 -103

Millî Gelir 20.187 20.266 22.393

Vasıtalı Vergiler 812 970 768

Safi Millî Hasıla 20.999 21.236 23.163

Aşınma Payı 921 907 946

G.S.M.H 21.920 22.143 24.107

Kaynak: Eldem, Vedat; Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK Yayınları, Ankara 1994, s.224

1.3.7. Dış Ticaret

1896 sonrasında dünya ekonomisinin durgunluk koşullarından sıyrılmasıyla birlikte

Osmanlı dış ticaretinin hızla büyümeye başladığı, tarımsal meta üretimindeki artışların

23

hız kazandığı görülmektedir. 1870’lere kadarki birinci ticaret dalgası kıyı bölgeleriyle

sınırlı iken, demiryollarının yapımından sonra gelişen ikinci ticaret dalgası özellikle İç

Anadolu Bölgesini etkisi altına aldı. Eldeki sınırlı veriler, Birinci Dünya Savaşı

öncesinde Osmanlı ekonomisinin küçümsenmeyecek bir hızda büyüdüğüne işaret

etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğunda 1. Dünya Savaşı’na kadar yürürlükte olan gümrük tarifesi

değer esasına dayanıyordu. İthalât üzerinden alınan bu %11’lik vergi ülke içi üretimi

geliştirmek için bir politika aracı olmaktan çok, bütçe için gelir kaynağı olarak

kullanılıyordu (Tekeli; İlkin 1977, 67).

Osmanlı dış ticareti ile ilgili veriler sınırlı ve dağınıktır. Eldeki verilerden dış ticaretin

sürekli açık verdiği anlaşılmaktadır. Osmanlı dış ticaret politikası genel olarak ülkede

bolluk ve ucuzluğu sağlamak amacıyla ithalâtı artırma, ihracatı azaltma eğilimindedir

(Kepenek; Yentürk 1996, 21).

Kapitülasyonların da desteklediği bu ithalatı teşvik edici dış ticaret politikası yanında

1838 tarihinde İngiltere ile yapılan Balta Limanı Sözleşmesi ve bunu takiben Fransa ve

diğer Avrupa ülkeleri ile yapılan benzer sözleşmeler ile Osmanlı Devleti gümrükleri

üzerindeki egemenlik hakkından vazgeçmek ve yabancılara, Osmanlı uyruklulara

nazaran sayısız ayrıcalıklar tanınmak suretiyle engelsiz bir dış ticaret rejimi

geliştirmişti. Böylece Osmanlı ekonomisi gelişen Avrupa sanayii için bir açık pazar

haline geldi.

XIX. yüzyılda bir yandan kamu gelirlerini artırmak, diğer yandan da yerli üretimi dış

rekabete karşı korumak amacıyla dışalımın vergilendirilmesi yoluna gidildi. Bu amaçla

1838 Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasının değiştirilmesine çalışıldı ve 1869 da dışalım

vergisi %8 olarak belirlendi. Daha sonraki yıllarda dışalım vergisinin % 20’ye

çıkarılması ve vergilerin miktar üzerinden değil değer üzerinden alınması istekleri

yabancılar tarafından sürekli reddedildi. Ancak 1907 yılında dışalım vergisinin Düyun-u

Umumi’de kullanılması şartı ile %3 artırılması konusunda anlaşma sağlandı (Kepenek;

Yentürk 1996, 21).

24

Hükümet I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte 9 Eylül 1914 günü kapitülasyonları

tek taraflı olarak kaldırdığını ilan etti ve aynı ay dışalım vergisini % 15’e çıkarıldı.1916

yılı mart ayında ise değer üzerinden alınan gümrük vergisi, miktar yani eşyanın fiziki

ağırlığı üzerinden alınmaya başladı (Toprak 1982, 114).

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında dışsatım, dışalımın sadece % 60’ını

karşılıyordu. Osmanlı dışsatımında tarım ürünleri ve madenler başlıca yeri tutmakta idi.

Sanayi ürünü olarak sadece halı dışsatımından bahsedilebilir. Tarım ürünleri içerisinde

pamuk, tütün, fındık ve ipek başta olmak üzere tiftik, incir ve afyon sayılabilir. Osmanlı

dışalımında dokuma ve giyim eşyası , şeker başta olmak üzere un ve diğer gıda

maddeleri ve yakıtlar önemli bir yer tutmaktadır (Kepenek; Yentürk 1996, 22).

I. Dünya savaşı Osmanlı dış ticaretinde de önemli düşüşlere sebep oldu. İhracat 1911-

1923 arasında 2.5 milyar kuruştan 800 milyon kuruşa , ithalât ise 4.5 milyar kuruştan

1.4 milyar kuruşa düştü.

Tablo 7. Dış ticaret, 1880-1913 (Milyon Osmanlı Lirası)

Yıl İhracat İthalât Açık İhracat / İthalât

1880 8467 17847 -9380 47

1890 12836 22914 -10078 56

1900 14905 23841 -8936 63

1911 24712 44990 -20278 55

1913 21436 40809 -19373 53

Kaynak: Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadî Gelişme Tarihi, Hacettepe Üniv. İİBF Y. 3. Baskı, 1995, s:8-9

Osmanlının son dönem dış ticaretinde Almanya’nın payı sürekli artış kaydederken,

İngiltere’nin payında önemli gerileme yaşanmıştır. Almanya’nın payı 1890 yılı sonuna

göre gerek ithalâtta, gerekse ihracatta yaklaşık % 2’dir. 1913 yılı sonunda ise söz

konusu oranlar ithalâtta % 18, ihracatta yüzde 8 düzeyine ulaştı. İngiltere’nin payı ise

ithalatta % 51’den % 34’e, ihracatta da % 50’den % 32’ye düşmüştür. İngiltere ve

Fransa’nın birlikte 1878 yılında ithalâttaki payları % 65 ve ihracattaki payları % 73

iken; 1913 yılında sırasıyla % 28 ve % 42 olarak gerçekleşti. Kısacası imparatorluğun

25

son yıllarında, Osmanlı dış ticaretinde Fransa ve İngiltere’nin payında gerileme

gözlenirken, Almanya, İtalya ve Avusturya-Macaristan’ın paylarında ilerleme

kaydedildi.

Tablo 8. Osmanlı Dış Ticaretinin Yapısı, 1914 Ürün Türü İthalât % Ürün Türü İhracat %

Sanayi ürünleri % 59.4 Tahıllar % 45.0

Tahıllar % 25.0 Hammaddeler % 38.4

Bazı

Hammaddeler

% 7.0 Mamul maddeler % 13.0

Diğer Maddeler % 8.6 Diğer Maddeler % 3.6

Kaynak: DİE , Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara

1973, s:14

Sonuç olarak Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı’dan devraldığı ekonomik miras şu

şekilde özetlenebilir:

-Tarımsal nitelikte, geçimlik düzeyinde bir ekonomik yapı

-Devletin iktisadî olaylara yaklaşımında, “malî” bir yaklaşımın varlığı. Yani üretim ve

tüketimle ilgili kararlarda iktisadî toplumdan çok, faaliyetten elde edilecek vergi

gelirinin öne çıktığı bir yaklaşım

-Geleneksel esnaf ve lonca sistemi içerisindeki küçük ölçekli, eski teknolojiye dayalı

sanayinin büyük oranda yer tuttuğu, büyük ölçekli yatırımların devlet tarafından

yapıldığı bir sınai yapı. Tanzimattan sonra bu yapı içerisinde gerek geleneksel

zanaatların ve gerekse devlet fabrikalarının çoğu kez Avrupa rekabetine yenik düşmesi.

-1838 ve 1861 Ticaret Antlaşmaları, 1854’de başlayan dış borçlanma ve 1881’de

kurulan Düyun-u Umumiye teşkilatı nedeniyle bağımsız bir iktisadi politika uygulama

imkanının ortadan kalkışı ve Avrupa’nın mali denetimi altına giriş (Buluş 2003, 37).

İKİNCİ BÖLÜM

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA İKTİSAT POLİTİKALARININ

OLUŞUMU

Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenecek iktisat politikasını daha çok içinde bulunulan

şartlar belirlemiştir. Osmanlı’dan beri süregelen düşünce yapısı, dünyadaki ekonomik

yaklaşımlar, sermaye yetersizliği, aşırı dış borçlar, Lozan Barış Anlaşması’nın getirdiği

sınırlamalar, Dünya Ekonomik Buhranı bu şartların en önemlilerindendir. Bu

sınırlılıklar içerisinde hareket eden yeni cumhuriyetin yöneticileri dünyadaki mevcut

ekonomik sistemlerin ülke şartlarına uygun olan yönlerini alıp uygulamışlar bu nedenle

kimi zaman liberal, kimi zaman devletçi politikalar izlendi. İzlenecek politikaların

belirlenme sürecinde İzmir İktisat Kongresi ilk aşama oldu.

2.1. 1923-1930 Dönemi İktisat Politikası

1920-1923 arası dönem bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Ülke bu dönemde

bağımsızlığını sağlama mücadelesi vermektedir. 20 Haziran 1921’de TBMM’nin 2. yıl

40. toplantıda aldığı karar enteresandır. Bu toplantıda yerli kumaş giyilmesi hakkında

kanun tasarısı görüşülerek 7 maddelik bir kanun hazırlanır. Kanunun 1. maddesinde

meclis üyeleri, bütün hükümet memur ve görevlileri, jandarma, belediye mensupları,

kısaca devletle ilişkili kişilerin yerli kumaştan elbise giymeleri, yabancı kumaştan

elbiseleri varsa bulundukları daire başkanlarınca damgalanıp özel bir deftere yazılması

ve eskiyinceye kadar kullanılması karar altına alındı. Bu karar o kargaşalı dönemde dahi

ekonomiye verilen önemi göstermektedir (Bostancı 1996, 20-21).

Daha Cumhuriyet ilan edilmeden Atatürk 1922 yılında aşağıdaki sözleriyle ekonomiye

verdiği önemi belirtmektedir:

27

“Şimdi arkadaşlar, ekonomik yaşamımızı gözden geçireceğim. Hemen bildirmek isterim, ben ekonomik

yaşam denince, tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı

düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu nedenle şunu da hatırlatmalıyım ki, bir ulusa bağımsız

görünüş ve değerini veren siyasi yaşam çarkında, devlet, fikir ve ekonomik yaşam işleyişleri birbirlerine

bağlı ve birbirleri ile ilişkilidir, o kadar ki, bu işleyişler birbirine uyacak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa,

hükümetin çekici gücü harcanmış olur, ondan beklenen tam verim sağlanamaz. Onun içindir ki, bir ulusun

kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve ekonomi alanlarındaki çalışma ve başarılı sonuçlarının toplamı ile

ölçülür” (TBMM Zabıtları, 5/20, 4).

Yine aynı tarihlerde Atatürk, izlenecek politikaların ipuçlarını veriyor ve bu

politikalarda temel ilkenin tam bağımsızlık olduğunu vurguluyordu:

“Bu günkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tam sağlanabilmesi ise ancak malî

bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin aslı bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayatı

bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır. Çünkü her devlet organı ancak maliye ile yaşar. Malî

bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile uygunluğu ve denk olmasıdır. Bundan

dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetmek çözüm

ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir” (TBMM Zabıtları, 1/3, 7).

1923 Yılı Osmanlı Devleti’nin tarihe karışıp yeni bir devletin kurulduğu yıldır. Ancak

olaya iktisat politikaları açısından bakıldığında 1908-1923 dönemi ile 1923 –1938

döneminin bir benzerlik, bir süreklilik içinde olduğunu görüyoruz (Boratav 1995, 28).

Bu doğrultuda, ekonomi politikasının somut çerçevesine, 1923 İzmir İktisat Kongresi ve

Lozan Barış Anlaşması’nın bu konudaki hükümleri etki etmiştir. Hatta Lozan Barış

Toplantıları’na katılmadan önce ünlü iktisatçı Keynes’in kitabının Fethi Okyar

tarafından çevirisinin yapılıp Ankara Hükümeti’nce resmen basılması Keynes’in

fikirlerinden yararlanıldığı izlenimini vermektedir (Yüksel 1996, 611).

Yeni kurulan cumhuriyetin izleyeceği iktisat politikaları aslında İzmir İktisat Kongresi

ile belli oluyordu. Kongrede Atatürk: “Yeni Türkiye’mizi layık olduğu mertebe-i

resanete imâl edebilmek için, behemehal iktisadiyatımıza birinci derecede ve en çok

ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka

bir şey değildir” (İnan 1989,58) diyerek iktisada verilen ehemmiyete değinir.

Atatürk’ten sonra söz alan dönemin iktisat vekili Mahmut Esat Bey izlenecek politikayı

28

şu şekilde belirtmekte idi; “Yeni Türkiye, muhtelit bir iktisat sistemi takip etmelidir.

İktisadî teşebbüs kısmen devlet ve kısmen teşebbüsü şahsî tarafından deruhte

edilmelidir. Mesela büyük kredi müessesatını, sanayi teşebbüsatını ilahirihi devlet idare

edecektir. Çünkü memleketimizin iktisadi vaziyeti bunu istilzam ediyor” demektedir

(İnan 1989,21).

İktisat vekili Mahmut Esat Bey izlenecek politikalarda tam olarak hiçbir sisteme bağlı

olmaksızın ülkenin şartlarına en uygun olan karma ekonomik sistemin işaretlerini

veriyordu; “Hülasa bazı hususatta iktisadîyatımız devletleştirme usulünü takip edecek,

bazı hususatta iktisadî teşebbüslerini şahsi teşebbüslere devredecektir” (İnan 1989, 76).

Bu nedenle 1923-1930 dönemi liberalizminden söz etmek yanıltıcı olabilir, zira bu

dönemde liberal ağırlıklı bir politika izlenmese de belli bir devlet müdahaleciği vardı.

Hatta Atatürk 1 Mart 1922 yılında meclisi açış konuşmasında “Ekonomi politikamızın

önemli amaçlarından biri de; toplumun genel faydasını doğrudan doğruya ilgilendiren

kuruluşlar ile ekonomik alandaki teşebbüsleri, malî ve teknik gücümüzün ölçülerine

uygun olarak devletleştirmektir” (İnan 72, 31) sözleriyle ekonomiye müdahaleden

bahsediyordu. Atatürk daha 1922 yılında devletleştirmelerden bahsetmekle birlikte,

ekonominin genel ilkelerinin benimsendiği İzmir İktisat Kongresi’nde devletçilikten

bahsetmemiştir.

Devlet bizzat işletmecilik yapmadığı halde, inhisarları imtiyazlı şirketlere dağıtarak,

devlet ihaleleri yoluyla ve geniş teşvik tedbirleriyle özel sermaye birikimini ve kapitalist

gelişmeyi hızlandırmanın, sonraki devletçi döneme göre farklı bir yolunu deniyordu

(Boratav 1974, 12).

Her ne kadar Mahmut Esat Bey konuşmasında bu modeli yeni bir model olarak

değerlendirse de 1923-1930 Dönemi, Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken, iktisat

politikalarında aslında fazla bir değişiklik olmadığının örneklerini içermektedir. Bu

dönemde hükümetin aşağıdaki uygulamaları özel sektörün destekleneceğinin ip uçlarını

vermektedir. Bu uygulamalar şunlardır :

-Devlet tekelleri imtiyazlı özel şahıs ve şirketlere devredildi

29

-İş Bankası kuruldu ve sanayie teşvik sağlandı

-Atatürk’ün İktisat Kongresi’nde söylediği gibi yabancı sermaye belli koşullarla teşvik

edildi

-Sanayi ve Maadin Bankası kurularak özel sanayi ve maden işletmeleri desteklenmiştir

-Şeker fabrikaları için özel teşvik ve imtiyazlar getirildi

Özel sektörün desteklenmesi ile birlikte kuruluş yıllarında devlet hazinesinin gelir

sağlamak ve bazı kamu hizmetlerinin devlet tarafından yapılması amacıyla, tütün,

şeker, tuz, petrol, alkollü içkiler (bazı istisnaları ile), kibrit imâli ve ithali de devlet

tekeline alındığı gibi, kabotaj hakkının Türk gemilerine tanınması ve yabancı şirketlerin

elinde bulunan demiryollarının millileştirilmesi ile bu alanda devlet işletmeciliği ve

ticareti uygulandı. 1926 Yılında İnhisarlar Umum Müdürlüğü adı altında bir kurum

oluşturularak tekeller bu kurum tarafından idare edilmeye başlandı. Hükümet, kanunları

yaparken bu inhisarların zamanla özel şirketlere devredilmesi gerektiğini de

düşünmektedir. Örneğin şeker ve petrol inhisarların layihalarında özellikle birinci

maddelerde bu inhisarların özel şirketlere devredilebileceği belirtilmiştir (TBMM

Zabıtları, 2/21, Ek s 3,15). Dış kaynaklı tekelciliğe izin verilmek istenmese de, yeni

tekellerden bazılarının işletilmesi bir süre yabancı şirketlere bırakıldı.

1923-1930 Döneminde imtiyazlı şirketlere devredilen belli başlı tekeller şunlardı. Kibrit

ve çakmak, ispirto ve alkollü içecekler, barut ve patlayıcı maddeler, petrol benzin ithali

ve dört büyük liman işletmesi (Boratav 1995, 29). Bu tekel uygulamaları ileriki yıllarda

çeşitli kesimler tarafından eleştiri konusu olacaktır.

Her ne kadar korumacı ve sanayileşmeci bir politika izlenmişse de Lozan Anlaşması’nın

gümrüklerle ilgili hükümleri bu korumacı politikaları engeller bir nitelikteydi.

1923-1929 yılları arasındaki “Millî İktisat” görüşü daha çok korumacı ve sanayileşmeci

politikaları simgeliyordu. Ancak Lozan Anlaşması’nın gümrük politikalarına koyduğu

engeller yüzünden bu politika yerli ve millî burjuvanın yetiştirilmesine yöneldi

(Boratav 1995, 28).

30

Atatürk’te 18 Mart 1923’te Tarsus’ta çiftçilerle görüşürken ekonomiye verdiği önemi

belirtirken millî unsurlara da değiniyordu:

“Elbette yalnız şahsi ihtiyaçlarınızı tehvin etmek için çalışmıyorsunuz. İhtiyacınızdan fazla mahsulatı

harice sevk ve onları altına kalbedeceksiniz. Bunu yapabilmek için tüccarlara ihtiyacınız vardır. Eğer

tüccarlar bizden olmazsa millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi yine ağyarda

kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz. Bütün bu basit fakat hayatî hakikatleri

bilerek, bilmeyenlere de yolu ile veya zor ile anlatarak gayemize yürüyeceğiz” (Arıburnu 1973, 43).

Millî İktisat’a yönelişin en belirgin uygulanış şekli devlet tekellerinin imtiyazlı özel

şahıs ve şirketlerce işletilmesi uygulamasıdır.

Millî iktisat politikasına yönelişin nedeni millî müteşebbisin gücüne inanış değil, bir

millî müteşebbis sınıfı oluşturmak ve devletin kaynak yetersizliğidir (Buluş 2003, 43).

Bu dönemde İş Bankası’da siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde

rol alarak iktisat politikası kararlarının sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda

oluşmasında bir baskı unsuru olmuştur (Boratav 1995, 30). Atatürk’ün sağladığı para

ile ticaret ve sanayi alanında kredi ihtiyacını karşılamak üzere kurulan İş Bankası o

günlerin iktisat politikasını yansıtan bir kuruluştur (Avcıoğu 1982, 374).

Ticari ve sanayi alanında faaliyetleri bir çatı altında toplamak ve organize olmalarını

sağlamak amacıyla hükümet 22.04.1925 tarihinde Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu’nu

çıkarmıştır. Bu kanunla tüm meslek erbabı odalara kayıt olmaya mecbur tutulmuştur

(TBMM Zabıtları, 2/18, 429-430 ). Kanundan önce de var olan bu kuruluşlar bu yasa

sayesinde yasal bir zemine oturtuldu.

İktisat politikaları ile ilgili çalışmalar yapmak üzere hükümet tarafından 25.06.1927

tarih ve 1170 sayılı kanunla Âli İktisat Meclisi kurulmuştur. 24 Üyeden oluşan ve altı

ayda bir toplanan meclisin görevleri şunlardı:

-Memleketin iktisadıyla alakadar olmak üzere hükümetçe tanzim kılınacak iktisadî

kanun ve nizamname layihalarıyla ve hükümetten tevdî olunacak iktisadî mesail

hakkında beyanı mütalaa eylemek.

31

-İktisatla alkadar kanun ve nizamnamelerin memleket ihtiyacına derece-i tevakufu ve

bunlar arasındaki ahenk ve irtibatı tetkik ve lüzum görülecek tadilatı, esbabı

mucibeleriyle hükümete teklif eylemek

-İktisadî ihtiyaçlarımızın icap ettirdiği usul ve sistemler hakkında bir tetkikat icra

eylemek

-Umumi iktisat cereyanlarını takip ve memleket iktisadiyatına derece-i teysir ve

alakalarını tetkik ve bu husustaki mesaisinin neticesini hükümete bildirmek (Kuruç

1988, 61).

Görevlerinden de anlaşılacağı üzere bir koordinasyon, araştırma ve danışma organı

niteliğindedir, herhangi bir müeyyidesi olmayan, pasif bir kuruluş olarak kalan Âli

İktisat Meclisi 1935 yılı bütçe kanununun 25. Maddesi ile kaldırıldı.

2.1.1. İzmir İktisat Kongresi

Yeni Türk devletinin ilk yıllarına baktığımız zaman hükümetin eylemleri dar anlamda

ve doğrudan iktisadî faaliyetler açısından önemli görülmeyebilir. Hatta bu yılların

genel manzarası bir tür bocalama, hükümetin ne yapacağını bilememesi izlenimi

vermektedir (Yenal 2003, 48). İktisadî kalkınma gereğinin bilincinde olmakla birlikte

yeni hükümetin iyi düşünülmüş bir iktisat programı ortaya koyamadığı açıktır. Tutarlı

bir iktisadî kalkınma programı ile ortaya çıkmaya ne ülkenin koşulları, ne dış olanaklar

ne de kurucu kadronun hazırlığı yeterli idi. Ülkenin ivedi gereksinimleri büyük,

kaynakları kıt, yönetici kadronun hazırlığı çok zayıf idi. Rusya’dan gelen yardım

dışında herhangi bir dış kaynakta yoktu (Yenal 2003, 51).

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 17 Şubat 1923 tarihinde Lozan Konferansı’nın kesildiği bir

zamanda ekonominin alacağı biçim ve yön, izlenecek politikalar İzmir’de toplanan

Türkiye İktisat Kongresi’nde temel nitelikleri ile belirlendi. İzmir de toplandığı için

İzmir İktisat Kongresi olarak da bilinen kongrenin başlıca iki amaçla toplandığı

söylenebilir. Birincisi; tüccar, çiftçi, sanayici ve işçi kesimlerinin kendilerine özgü

sorun ve isteklerini belirlemek ve bu isteklerin siyasal yönetim tarafından bilinmesini

sağlamak. İkincisi de; yabancı sermaye çevrelerine ekonominin gelecekte alacağı biçim

yada niteliği açıklamak.

32

Kongrede dört ayrı kesim isteklerini belirtmiş ve yapılan oylamalar sonucu bu

isteklerden kabul edilenler kongrenin prensipleri olarak ve uygulamalarda göz önüne

alınılması düşüncesiyle hükümete sunulmuştur.

Çiftçi Grubunun Temel İstekleri :

-Reji idare ve usûlünün kaldırılması, tütün ziraat ve ticaretinin serbest olması

-Ziraî eğitim konusunda yeni okulların açılması.

-Asayişin sağlanması

-Aşarın kaldırılması

-Ziraat Bankası’nın geliştirilmesi ve köylüye daha yararlı hale getirilmesi.

-Millî ürünler için asgari bir deniz ve kara taşıma ücretinin tespiti.

-Ormanların korunması ve geliştirilmesi

-Hayvancılığın geliştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması

-Tarımda makineleşmeyi sağlamak için tarım araç ve gereçlerine gümrük muafiyeti

tanınması.

Tüccar Grubunun Temel İstekleri :

-Gümrükler üzerindeki yabancı ülke kısıtlamalarının ortadan kaldırılması

-Yabancı sermayeye, devletle ortak dahi olsa, hiçbir şekil ve suretle inhisar ve imtiyazın

verilmemesi.

-Kabotaj hakkının kullanılmasında ne devlete ne de şahıslara ayrıcalık tanınmaması.

-Millî bir emisyon bankasının kurulması.

-Yabancı sermayenin ülkeye zararlı olmayacak bir biçimde girmesinin sağlanması.

-Dış ticaretin, devletin de sermayesine katılacağı Türk şirketleri bünyesinde

örgütlenmesi ve millîleştirilmesi.

-Temettü vergisinin değiştirilmesi

-Ticaret ve sanayi odalarının yeniden düzenlenmesi

-Ekonomik ve malî kararlarda meslek ve ihtisas kuruluşlarının görüşlerinin alınması

-İşadamı ve işgören yetiştirilmesi amacı ile yeni okul ve kursların açılması.

Sanayi Grubunun Temel İstekleri :

-Gümrüklerde Türk sanayicilerine gerekli korumanın sağlanması

33

-Sanayi bankalarının kurulması

-Sanayide eleman yetiştirecek okulların açılması

-Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi

İşçi Grubunun Temel İstekleri İse:

-Amele yerine işçi denilmesi

-Belediye ve milletvekili seçimlerinde mesleki temsil yönteminin kabulü

-Tarım dışında günlük çalışma sürecinin sekiz saat olması

-Sendika kurma hakkının tanınması Grev Kanunu’nun işçiler lehine yeniden

düzenlenmesi

-Asgari ücretin sendikalar kurulana kadar belediye meclislerince saptanması.

-1 Mayıs’ın işçi bayramı olması

-Haftada bir gün (cuma) tatil ilan edilmesi.

-İşyerlerinin sağlık açısından denetimi.

-Ülkedeki tüm işgücü açıklarının Türk işçilerince doldurulması (Ökçün 1997, 326-364).

Kongre sonucu belirlenen isteklere baktığımız zaman, ilkelerin genel olarak,

kalkınmayı özel teşebbüse dayanarak başarabilecek, himayeci ve milliyetçi bir iktisat

politikası izlenilmesinin öngörüldüğü söylenebilir.

Yerli ve yabancı pek çok gözlemcide kongreye çok önem vermişlerdir. Bu önemin

sebebi ise yeni Türkiye Devleti’nin ne derece İttihat ve Terakki partisinin uzantısı

olacağını ve Sovyet Rusya, dolayısıyla komünizme yakınlaşıp yakınlaşmayacağının

merakıdır (Yenal 2003, 49).

Sultan Abdülmecit ve Sultan Abdülhamit zamanındaki iktisadî gelişmeler daha çok

askerî savunma gereksinimlerini karşılamak amacında idi. İttihat ve Terakki

hükümetlerinin iktisadî alandaki icraatları ise ekonomideki yabancı ve azınlık

egemenliğini azaltmak ve birde İstanbul’un gereksinimlerini karşılamak amaçlarıyla

sınırlı kalmıştı. Yani halka dönük iktisadî kaygılar yoktur. Ancak İzmir Kongresi’nin

simgelediği ülkenin iktisadî kalkınması gereği ve öneminin gündeme girmiş olması,

Yeni devleti Osmanlı, Tanzimat ve Jöntürk hareketinden ayırt eden tarihî bir aşamadır

(Yenal 2003, 49).

34

Kongre sonucunda Türk halkından beklenen tutum ve davranışları “Misak-ı İktisadî

metni olarak kamuoyuna duyuruldu.

Misak-ı İktisadî’nin tam metni şöyledir.

Madde 1- Türkiye millî hudutlar dahilinde, lekesiz bir istiklâl ile, dünyanın sulh ve

terakki unsurlarından biridir

Madde 2-Türkiye halkı millî hakimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir

şeye feda etmez ve millî hakimiyete müstenit meclis ve hükümetine daima yardımcıdır.

Madde 3-Türkiye halkı tahribat yapmaz, imâl eder. Bütün mesai iktisaden memleketi

yükseltmek gayesine matuftur.

Madde 4-Türkiye halkı, sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır.

Vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. Millî istihsali temin için icabında geceli

gündüzlü çalışmak şiarıdır.

Madde 5-Türkiye halkı, servet itibarıyla bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır.

Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar, yeniden orman

yetiştirir. Madenlerini kendi millî istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla

tanımağa çalışır.

Madde 6-Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımızdır. Taassuptan

uzak dindarane bir salabet her şeyde esasımızdır. Her zaman faydalı yenilikleri severek

alırız. Türkiye halkı mukaddesatına, topraklarına, şahıslarına ve mallarına karşı yapılan

düşman fesat ve propagandalarından nefret eder ve daima bunlarla mücadeleyi vazife

bilir.

Madde 7- Türkler irfan ve marifet âşıkıdır. Türk her yerde hayatını kazanabilecek

şekilde yetişir, fakat her şeyden evvel memleketinin malıdır. Maarife verdiği kutsiyet

dolayısıyla (Mevlid-i Şerifi) Kandil gününü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak

kutlar.

Madde 8- Birçok harpler ve zaruretlerden dolayı eksilen nüfusumuzun fazlalaşması ile

beraber sıhhatlerimizin, hayatlarımızın korunması en birinci emelimizdir. Türk

mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir. Bol ve saf hava, bol güneş ve

temizliği sever. Ecdat mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi bedenî

terbiyenin yapılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve hizmeti göstermekle

beraber cinslerini düzeltir ve miktarlarını çoğaltır.

35

Madde 9-Türk dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olmayan

milletlere daima dosttur, ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurdunda

kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim

ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun, doğrudan doğruya alır ve her türlü

münasebette fazla mutavassıt istemez.

Madde 10-Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever, işlerde inhisar istemez.

Madde 11-Türkler hangi sınıf ve meslekte olularsa olsunlar, candan sevişirler. Meslek

zümre itibarıyla elele vererek birlikler, memleket ve birbirlerini tanımak, anlaşmak için

seyahat ve birleşmeler yaparlar.

Madde 12- Türk kadını ve kocası çocuklarını İktisadî Misaka göre yetiştirir (Ökçün

1997, 326-364).

Kongreye 2000 delege çağrılmış ancak, 1135 kişi katılabilmiştir. Kongreye, tüccar,

çiftçi, sanayici ve işçi delegelerinin temsilcileri katılmıştır. Ancak delegelerin seçiminde

belli bir ölçü yada kural gözetilmemiş birçok sivil, asker ve milletvekili kongreye

delege olarak katılmıştır. Kongreye her vilayetten birer adet tüccar, sanayici, işçi, şirket

, bankacı ve üç adet çiftçi temsilcisi olmak üzere sekiz kişi çağrılmıştır. Kongre

başkanlığına sanayici temsilcisi olan Kazım Karabekir Paşa seçilmiştir. Kongrede işçi

gurubu başkanlığını Aka Gündüz (Kütahya), Sanayi gurubu başkanlığını Selahattin Bey

(Ayvalık), Çiftçi gurubu başkanlığını Kani bey (Manisa), Ticaret gurubu başkanlığını

Mahmut bey (Gediz), yapmıştır (Ökçün 1997, 153, 247). Kongre TBMM’nin aldığı bir

karar olarak değil sadece iktisat vekâletinin isteği doğrultusunda toplanmıştır.

İzmir İktisat Kongresi, toplumdaki sınıfların kuvvet dengesini göstermek bakımından

dikkat çekicidir. Kongrenin aldığı kararlara bakıldığında büyük tüccar ve toprak

sahiplerinin kongreden daha avantajlı çıktıkları söylenebilir. Bunun nedeni ise

tüccarların daha organizeli ve hazırlı olarak kongreye katılması gösterilebilir. Kongreye

en hazırlıklı olarak gelen gurup Millî Türk Ticaret Birliği’dir. Daha Kurtuluş Savaşı

kazanılır kazanılmaz İstanbul tüccarı örgütlenmiş ve dışında kaldığı savaşın

nimetlerinden yararlanmak için planlarını hazırlamaya başlamışlar. İstanbul’a gelen ilk

kumandan Refet Paşa’nın desteği sağlanarak “Millî Türk Ticaret Birliği” kurulmuştur.

Birliğin nizamnamesinde şu amaçlar yer almaktadır:

36

-Türk tüccarlarının gerek ithalât ve ihracat ticaretinde ve gerekse toptancı ve yarı

toptancı şeklindeki ticarette hakim olmasını temin etmek

-Türk tüccarlarının kendi aralarında ihtisaslarına göre, konsorsiyumlar, tröstler gibi

ticarî birlikler tesisine çalışmak.

-İthalât ve ihracat ticaretinde bu birliklerin, hükümetin murakabe ve himayesi altında

hakimiyetini temine uğraşmak.

-Memleketin ticarî hayatına tesiri dokunacak hadiseleri takip ve tetkik ederek, çeşitli

iktisadî meselelerde tüccarın ve memleketin menfaatine uygun şekilde hükümete yol

göstermek.

-Türk ticaret alemini ve Türk firmalarını harice tanıtmak ve garbın iktisadî, malî ve

ticarî hareketlerinden Türk ticaret erbabının süratle haberdar olmasını sağlamak

(Avcıoğlu 1982, 342).

Birlik artık Osmanlı ve İslâm deyimleri yerine Türk ve millî deyimlerini kullanmıştır.

Birliğin amacı Levantenler ile Rum ve Ermenilerin ellerindeki ticarî mevkileri

milliyetçilikten yararlanarak ele geçirmek ve yabancı sermaye ile ortaklıklar kurmaktır.

Yabancı sermaye için de bu ortaklıklar ticarette yer edinmenin bir aracı haline gelmişti.

Falih Rıfkı Atay’da anılarında Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfuzlu kişilerin imtiyazlar

konusu ile kazançlar sağlandığını hatta kendisine de böyle bir teklifin geldiğini

anılarında şöyle anlatmaktadır:

“Türk olmayanlar bir Ankaralı maske edinmek zorunda idiler. Birkaç misal süratle şu fikrin yayılmasına

sebep olmuştur: Ankara’da ancak nüfuzlu milletvekilleri vasıtasıyla iş çıkarılabilir. Bir gün Hakimiyet-i

Milliye gazetesinde oturuyordum. Çankaya’daki evimi kiralayan çek sefiri beni görmeye geldi. Biraz hoş

beş ettikten sonra dedi ki: Bizim İskoda firmasını biliyorsunuz. Bu firmanın Türkiye mümessili Sabur

Sami Beydir. Bize söylediklerine göre, kendisinin siyasî nüfuzu olmadığı için firmanın işlerini

yürütemeyecektir. Onun yerine siyasi nüfuz sahibi bir kimsenin bulunmasını bana yazdılar. Aklıma siz

geldiniz. Gazi’nin arkadaşısınız. Gazetesinin başındasınız. Lütfen bu mümessilliği kabul etmezmisiniz?

dedi. Hepsinin asılsız olduğunu ve Türkiye’de bu firmanın işlerini daha iyi görecek bir temsilci

bulunamayacağını dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştım” (Atay 1989, 456).

Yabancı sermayenin çoğunluğu ülkeye yerli ortaklıklarla giriyordu. 1923-1930

döneminde kurulan 201 Türk Anonim şirketinin sermaye yapısına bakıldığında bunların

66’sının yabancı sermaye ortaklığı ile kuruldukları görülebilir. Yabancı sermayenin

37

toplam içerisindeki payı ise % 40 idi. Bu şirketlerdeki Türk ortaklar genellikle asker

bürokrat kökenli idi ve bu Türk unsurlar devlet bürokrasisine yakın olmanın getirdiği

avantajları şirketlere yansıtıyorlardı (İ.M.K.B 1999, 34).

Millî Türk Ticaret Birliği yalnız tüccarlar değil esnaf ve işçileri de örgütlendirmiştir.

“İstanbul Esnaf Birliği” ve “Türkiye Umum Amele Birliği”ni kurdurmuştur. Millî Türk

Ticaret Birliği İzmir İktisat Kongresinde çok etkili olmuştur (Avcıoğlu 1982, 344-345).

Kongrede milliyetçi bir hava esmekte, yabancı sermayeye karşı bir kuşku ve düşmanlık

vardır. Ancak ekonomik gelişmenin yabancı sermayesiz mümkün olamayacağı kanısı

yaygındır (Avcıoğlu 1982, 346).

İktisat Kongresi’nde özel girişimciliğin canlandırılması ve bunun için, kredi olanakları,

eğitim, ulaştırma, haberleşme gibi altyapı ve teknik hizmetlerin hükümetçe sağlanması

ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması öngörülüyordu. Bütün istekleri her grup

kendi çıkarları açısından dile getirmişti. Kısaca İktisat Kongresi’nde, Osmanlı’dan

devralınan ekonomik yapı, millî bir anlayışla onaylanıyor ve ekonomik faaliyetlerin

etkinlik kazanması için yasal ve kurumsal düzenlemeler öngörülüyordu. Alınan

kararlarla daha sonraki uygulamalarla birlikte ele alırsak gerçektende izlenen politikalar

İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda olduğu görülmektedir. İş

Bankası’nın kurulması, aşar vergisinin kaldırılması, Kazanç vergisi, Teşvik-i Sanayi

Kanunu, Gümrük Kanunu’nun kabulü, Merkez Bankası’nın kuruluşu, demiryolları

politikası gibi uygulamalar İzmir İktisat Kongresi doğrultusunda atılmış adımlardır.

Lozan’da görüşmelerin kilitlendiği bir sırada düzenlenen İzmir İktisat kongresi ile dış

dünyaya çok uzakta olmayan yeni Türkiye’nin barışçı bir dış siyaset izleyeceği ve

özellikle Millî Mücadele sırasında Sovyetler’le gerçekleşen yakınlaşma ve işbirliğinden

dolayı bolşevizmi benimseyeceği kanısına varılmaması mesajı da verildi (Koraltürk

2002, 581).

38

2.1.2. Lozan Barış Anlaşması’nın Ekonomik Hükümleri

Lozan Barış Anlaşması’nın ekonomik ve malî hükümlerinin olağanüstü bir biçimde

Türkiye’nin yararına düzenlendiği değerlendirmesi o günün koşullarında bir abartma

sayılmamalıdır (Kepenek 1996, 34).

Lozan’da üzerinde durulan ekonomiye ilişkin bazı konular şunlardır:

1-Kapitülasyonların kaldırılması: Lozan’da en fazla üzerinde durulan ve en hassas konu

olma özelliğini koruyan kapitülasyonlar konusunda anlaşmanın 28. maddesiyle yabancı

devletlere tanınan ekonomik, ticarî ve yasal ayrıcalıklar tümüyle kaldırıldı.

2-Yabancılara verilen ayrıcalıklar sorunu: Yabancılara tanınan kabotaj hakkı tümüyle

kaldırılarak deniz ulaşımı yetkisi tümüyle Türk gemilerine tanındı.

3- Osmanlı Borçları: Lozan’da Osmanlı kamu dış borçlarının, imparatorluğun savaş

öncesi toprakları arasında oransal dağılımı ilke olarak benimsendi. Lozan anlaşması

yürürlüğe girdiğinde toplam dış borç 129,4 milyon lira idi. Bu tutar Türkiye

Cumhuriyeti ile Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını paylaşan diğer devletler

arasında paylaştırılmış ve borcun 85,6 milyon lirası Türkiye’nin payına düşmüştür.

4-Gümrük düzenlemeleri: Lozan Anlaşması’na ek olarak düzenlenen ticaret sözleşmesi

ile 5 yıl süre ile Türkiye’nin dış devletlere karşı uygulayabileceği iktisat politikalarını

dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalât ve ihracat yasaklarının kaldırılması ve

yenilerinin konmamasını ve gümrük tarifelerinin beş yıl daha yürürlükte kalmasını

öngörmekteydi. Uygulanması kabul edilen tarife 1916 tarihli Osmanlı Gümrük tarifesi

idi (Boratav 1995, 32). Gümrük resmi, sözleşmeler ve finansal ayrıcalıklar konusunda

beş yıllık kesin sınırlamalar konmasına rağmen tartışmalı durumlarda bütün meselenin

bir karma hakem mahkemesi tarafından yeniden ele alınmasını da içeriyordu (Gökay

1997, 202).

5-Savaş Zararları: Yunanistan savaş yasalarına aykırı olarak Yunan ordu ve sivil

idaresinin Anadolu’da neden olduğu hasarı ödeme yükümlülüğünü kabul edip,

Türkiye’de savaşın uzamasından ve sonuçlarından Yunanistan’ın içine düştüğü malî

durumu göz önüne alarak tazminat isteklerinden vazgeçince savaş tazminatı sorunu

çözümlendi. Türkiye ve İtilaf Devletleri savaş tazminatı isteklerinden karşılıklı

vazgeçtiler. Ayrıca Türkiye 1915 yılında evrak-ı nakdiye karşılığında ve harpten sonra

iadesi şartıyla Almanya’ya gönderdiği 150 milyon frank değerindeki hakkından feragat

39

etmiş ve 1914 yılında el konulmuş harp gemilerine mukabil tediye olunmuş meblağın

iadesini talep etmemeyi kabul etmiştir (Eldem 1994,214-222).

6-Nüfus değişimi: Nüfus değişimi konusunda varılan anlaşma doğrultusunda ve savaş

esnasında 1 milyon 351 bin dolayında Rum Yunanistan’a, 501 bin Türk de Türkiye’ye

göç etmiştir. Göçmenlerin iskan masrafları ise 15.097.0000 lira tutmuştur Buna ilaveten

bu durum, kentli nüfusun azalmasına ve ekonominin nitelikli işgücü sorunuyla

karşılaşmasına neden olmuştur (Eldem 1994,214-216).

7-Musul sorunu:Musul sorunu Lozan’da çözülememiş daha sonra 1926 Ankara

Anlaşması ile çözülmüştür. Bu anlaşma ile Türkiye petrol gelirinden 25 yıl süre ile %

10 hisse almıştır (Kepenek; Yentürk 1996, 34).

8-Ticaret, deniz nakliyatı ve kabotaj antlaşmaları

9-Yangın Sigortası: İzmir’de meydana gelen yangının savaş nedeniyle olmadığı cihetle

sigorta şirketlerinin zararı ödememesi Lozan’da ele alınan konulardan biridir (Eldem

1994,223).

Lozan Barış Anlaşması Türkiye’ye kendi sınırları içinde tam egemenlik sağlamışsa da

özellikle ekonomik alandaki hükümler pek bulanık ve zaman alıcıydı. Örneğin taraflar

Türkiye’de kapitülasyonların tam olarak kaldırılmasını kabul ederler deniliyordu. Ancak

Türkiye 20 Ekim 1914’ten önce yürürlüğe girmiş tüm ödüncü anlaşmaların

sürdürülmesini kabul zorundaydı. Kendi gümrük politikası üzerinde tam olarak söz

sahibi olması için de 1929 yılına kadar yılını bekleyecekti. Daha önce yabancılara

verilen ödünler ve ayrıcalıklarda ancak Türk hükümetinin sert politikaları sonucu

kaldırıldı (Shaw 2000, 436).

Lozan Antlaşması genellikle siyasî veya hukukî bir metin olarak bilinir. Ancak

bununla birlikte Lozan Antlaşması’nın Türkiye Ekonomisi açısından hem 1920’ler ve

1930’larda hem de günümüze kadar süren etkileri dolayısıyla ciddi ekonomik boyutları

olan bir antlaşma olduğu da görülmektedir (Koraltürk 2002, 584). Özellikle

gümrüklerde 1916 yılı tarifesinin 5 yıl daha yürürlükte kalması yeni Türk devletinin

hem gümrük gelirlerinin az olmasına yol açmış hem de ulusal iktisat politikasını

oluşturmasında en önemli sınırlayıcı unsur olarak yer almıştır. Bu nedenle Türk devleti

beş yıl süre ile himayeci politikalar izleyemeyerek dışa açık bir ekonomi ile kalkınmaya

çalıştı.

40

2.2. 1930-1938 Dönemi İktisat Politikası

1930-1938 döneminde hükümetlerin ekonomi politikasının ana özelliği, devletin

ekonomik hayata olan müdahalesinin artması ve sermaye sahibi olarak bizzat

ekonomide yer almasıdır. . Ancak, bu devletçi politika, 1923-1929 döneminde

benimsenmiş olan kapitalist gelişme stratejisinin karşıtı olarak oluşturulmamıştır. İç ve

dış koşullar yönetici kadroyu bir bakıma devletçi uygulamaya zorlamıştır. Bu zorlamaya

rağmen yine de özel kesim göz ardı edilmeyerek bir karma ekonomik sistem

uygulanmıştır. Devletçilik dönemi olarak da adlandırılan bu dönemin özelliklerini şöyle

sıralayabiliriz:

-Özel teşebbüsün teşvikini de içeren devletçilik rejimi

-Tarıma kıyasla sanayileşmeye öncelik verilmesi, sanayileşmede devletin ve İktisâdi

Devlet Teşekkülleri’nin öncülüğü

-Bankacılık ve ticaret kesimlerinin sanayileşmeye paralel olarak geliştirilmesi,

bankacılığın geliştirilmesinde kamu sektörünün öncülüğü

-Sanayide daha çok madencilik ile ithal ikame niteliğindeki basit tüketim malları

kollarının geliştirilmesi

-Ulaştırmada demiryollarına ağırlık verilmesi

-Kapalı ekonomi ilkesi, dış ticaret ve ihracatın sınırlı seviyede tutulması

-Özel Yabancı Sermaye ve dış ticaretten çok sınırlı seviyede faydalanma

-Eğitime verilen öncelik ve ağırlık

-Nüfus artış hızının teşviki (Hiç 1980, 6)

2.2.1. Dünya Ekonomik Buhranı ve Türk Ekonomisine Etkileri

Önce Amerikan borsalarında patlayan iktisadî kriz kısa sürede uluslararası hammadde

pazarını da etkisi altına aldı. Krizin genişlemesiyle birlikte uluslararası ticarette mal

talebi ve fiyatlar hızla düştü (Yenal 2003, 64).

Dünya Buhranı ile birlikte tüm ülkelerde devlet, ekonomiye müdahale gereğini

duyacaktır. Bu müdahale her ülkede değişik şekillerde ortaya çıktı. Ancak birçok ülke

devalüasyona başvurarak artan mal stoklarını eritmeye, gümrükleri yükselterek ve

ithalâtı sınırlayarak krizin etkilerini gidermeye çalıştı (Zarakolu 1982 92-93).

41

Ticarî ilişkileri çoğunlukla krizinden etkilenen ülkelerle olan Türkiye de bu olumsuz

durumdan etkilenerek bazı önlemler alma yoluna gitti. Aslında Türkiye dünya

buhranından batı ülkelerinden ve komşularından daha az etkilendi. Çünkü Türkiye

1929 yılında, Lozan Anlaşması’nın sınırlılıklarının kalkması ile daha kriz ortaya

çıkmadan yürürlüğe koyduğu yeni gümrük uygulaması ile buhrana hazırlıklı girmiştir.

Ancak gümrük vergisi oranı % 11-12’den % 19-20’ye çıkarıldığı halde, buhranın

etkisiyle azalan ithalât nedeniyle gümrük vergisi gelirleri hızla düştü. Aşağıdaki tabloda

görüleceği üzere dış ticarette hem ithalâtta, hem de ihracatta önemli düşüşler meydana

geldi.

Tablo 9. Dünya Buhranında Türkiye’nin Dış Ticaret Hacmi, 1926-1932 (milyon TL) 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 1933 1934

İthalat 186 158 174 155 152 127 101 96 92

İhracat 235 211 224 256 98 127 86 75 87

Kaynak: Yenal, Oktay; Cumhuriyetin İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul 2003. s.63

Yurtiçinde iktisadî faaliyet de azaldığından kazanç ve muamele vergileri de düşmüştür.

Osmanlı’dan kalan devlet borçlarının ödenme zamanının da aynı döneme gelmesi

ülkeyi malî alanda çok büyük sıkıntıya düşürmüştür (Yenal 2003, 64). Bu ortamda dahi

Türk hükümeti devalüasyona gitmeyi tercih etmedi.

Buhranın Türkiye’deki ilk etkileri Türk parasının değerinin hızla düşmesi şeklinde

ortaya çıktı. Başta tarım olmak üzere tüm kesimlerin gelirleri azalmış, iktisadî

faaliyetler azalmış, ithalât ve ihracat azalmış, dış ticaret hacmi tarihimizde görülmemiş

bir miktarda (101 milyon lira) açık vermiş, gümrük vergileri azalmış, bütçe sıkışmış,

ithal malları darlığı başlamıştır. Gümrük oranlarındaki artış, paranın değer kaybetmesi

ve fırsatçılık sonucunda bazı tüketim mallarının fiyatları artmıştır. (Yenal 2003, 65)

Başbakan İsmet İnönü mevcut durumu kasım 1930’da şöyle açıklıyordu. “ Yeni

tarifelerin tatbikatından evvel birçok tüccarın isabetsiz telaşı, memleketin birçok aylık

ithalât eşyasını birden ve toptan memleketimize getirdi. Bunun neticesi olarak fazla ve

acele döviz alınması lüzumu yüz gösterdi” (TBMM Zabıtları, 3/13, 14-17).

Krizin ortaya çıkmasıyla paranın değerinin düşmesi ve dış ticaret açığının azaltılması

amacıyla alınan önlemlerden biri de 1929 yılının sonlarında kurulan Millî İktisat ve

42

Tasarruf Cemiyeti’dir. İktisadî sorunları halka anlatan ve onlardan bu konularda destek

bekleyen cemiyetin amaçları tüzüğünde şöyle belirtilmiştir:

-Halkı israfla mücadeleye, hesaplı, tutumlu yaşamaya ve tasarrufa alıştırmak.

-Yerli malları tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak.

-Yerli malların miktarını yükseltmeye, metanet ve zarafet itibarıyla hariçteki mümasili

mallar derecesine getirmeye ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak.

-Yerli malların sürümünü artırmak (Tekeli; İlkin 1977, 99).

Cumhurbaşkanı Atatürk’ün himayesi, meclis başkanının başkanlığı ve birçok

milletvekilinin üyeliği ile resmî bir organ olarak değil özel bir kurum olarak kurulan

Millî İktiat ve Tasarruf Cemiyeti hedeflediği amaçları gerçekleştirmek için

milletvekilleri, CHF, ve belediyelerin desteğini ve cemiyete üye olunmasını istemiştir.

(BCA, 490.01/1.3.16). Zamanla çalışmalarını artıran cemiyet eğitim, konferans, sergiler

ve yerli malı haftası gibi etkinliklerle yerli malı kullanımı ve tasarrufu artırarak

ekonomiye bir katkıda bulunmaya çalışmıştır. Bu amaçla cemiyet hükümetten yerli

malların kullanılmasına daha fazla önem verilmesini istedi, hükümette bir genelge ile

yerli malları kullanımında çok daha hassas davranılmasını duyurmuştur (BCA,

30.10/166.154.1).

Türk parasının değer kaybını önlemek amacıyla 22 Şubat 1930’da Türk Parasını

Koruma Kanunu çıkarıldı. Üç yıl süreli olan bu kanun alınan neticelerin iyi olması

nedeniyle üç yıl daha uzatıldı (TBMM Zabıtları, 4/12, 93-94). 1931 yılında ihtikarı

önleme yasası, 4 ay sonra ithalât sınırlandırılmasına ilişkin yasa çıkarıldı.

Bu malî sıkıntıları aşmak amacıyla alınan gelir artırıcı önlemler ise 1932 yılında

“İktisadî Buhran vergisi” ve “Muvazene Vergileri” getirilmesi, dört yıl içerisinde de

savunma harcamalarında % 35, Bayındırlık ve İskân harcamalarında %44, Eğitim ve

Sağlık ile ilgili harcamalarda ise %15 tasarrufa gidilmesi olmuştur (Yenal 2003, 64).

Savunma harcamaları ile ilgili olarak Millî Müdafaa Vekili’nin İsmet Paşa’ya yazdığı

bir yazısında, ithal edilecek malzemelerde tasarrufa gidildiği belirtilmektedir (BCA,

30.10/51.336.10).

43

Dünyada tarımsal ürünlere talebin düşmesi bir tarım ülkesi olan Türkiye’yi de olumsuz

etkilemiştir.Alınan tedbirler nedeniyle 1932 yılından itibaren batıda devam etmekle

beraber buhranın etkisi Türkiye’de azalmaya ve durum düzelmeye başlamıştır. Bunu 27

Mayıs 1934 yılına maliye bakanı Ferit Bey’in açıklamalarında görmekteyiz:

“Kanunu mahsus ve mukavelelerin istilzam ettiği borçların karşılığı tamamiyle bütçeye konulmuştur.

İçinde bulunduğumuz umumî buhran dolayısile birçok büyük ve zengin devletlerin haricî borçlarını tecile

mecburiyet hissettikleri ve bunun için muhtelif çarelere müracaat ettikleri bir sırada Türk milletinin

imkanının son müsaadesine kadar borçlarını tediye etmek hususundaki hüsnü niyeti bu suretle ifade

edilmekte bulunmuştur. Mevzuata acaba el uzatır mı diye endişe yaratılmak istenilen devletin,

maliyesinin vaziyeti işte budur” (Ayın Tarihi Ocak, 1934, 40).

2.2.2. Devletçilik İlkesinin Kabulü

Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin benimsediği ekonomi sistemi, temelini

ideolojiden çok ülke şartlarından alıyordu. Cumhuriyetin kurulduğu günden itibaren

ekonomik kalkınmada planlamaya önem verilmesi, uygulanan karma ekonomi

sisteminin, sosyalist uygulamalarla kıyaslanmasına yol açmış olsa da 1923-1938

döneminde Türkiye’de uygulanan ekonomi modeli, ülkeye özgü koşulların belirlediği

Karma Ekonomi modeliydi.

Atatürk’te Türk halkının fikrî temayülünün ve düşünce yapısının devletçiliğe uygun

olduğunu İzmir’de yaptığı bir konuşmada şöyle belirtmektedir:

“Fırkamızın takip ettiği program ... İktisadî nokta-i nazardan devletçidir... Halkımız

tab’an devletçidir ki her türlü ihtiyacı devletten talep etmek için kendisinde bir hak

görüyor. Bu itibarla milletimizin eğilimi ile fırkamızın programında bir mutabakat

vardır (Hamitoğulları 1982, 126).

Atatürk, Afet İnan tarafından kaleme alınan “Medeni Bilgiler” adlı kitabında ise

devletçiliği şöyle tanımlamaktadır:

“Bizim tatbikini muvaffık gördüğümüz devletçilik prensibi, bütün ihtihsal ve tevzî vasıtalarını fertlerden

alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden ve hususî ve ferdî,

44

iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan, sosyalizm prensibine müstenit kollektivizm,

komünizm gibi bir sistem değildir.

Hülasa bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdî mesaî ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu

kadar az zaman içerisinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumî ve

yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa iktisadî sahada devleti fiilen alakadar etmektir” (İnan

1969,49).

Yukarıdaki sözlerle Atatürk uygulanacak ekonomik sisteme değinerek bu sistemin ferdî

teşebbüsü göz ardı etmeyeceğini belirtmiştir. Falih Rıfkı Atay ise devletçiliğin ülkenin

içinde bulunduğu şartların zaruri bir sonucu olduğuna değinerek şöyle demektedir:

“Yeni Türkiye’de devletçilik, bir ekonomik meslek olarak doğmamıştır. Bir tarihî zaruret olarak

doğmuştur. Yapılacak şeyleri devletten başka yapabilecek olan yoktu. Mesele bundan ibaret. Yeni

Türkiye kendi yapmak veya hiç yapılmamasına boyun eğmek arasında seçmeli idi....Her şey yapılmalı ve

yapılanların sahibi bu millet olmalı idi. Türk’ün parası varsa Türk. Türk’ün parası yoksa devlet yapacaktı.

Geçmişten korkuyorduk. Kapitülasyonlar kabusu henüz dün akşamki uykularımızdaydı”(Atay 1989, 452).

Devletçilik, Cumhuriyet Türkiye’sinde kapitalist sermaye birikiminin özel bir yolu

olarak tezahür etmiştir. Devletçi politikaların en belirleyici yönü, tarım dışındaki

üretken alanlarda devletin aslî yatırımcı ve üretici unsur olarak ortaya çıkmasıdır.

Devletçilik, Türkiye’de kapitalizmin gelişme ve dolayısıyla sistemin biçimlenmesine

damgasını vurmuş bir iktisat politikasıdır (Boratav 1974, 11, 54). Devletçilik

döneminde özel girişimciler kârlarını daha çok ticaretten elde etmişler, bu kârlar sonraki

dönemlerde sanayi girişimlerinin kaynağını oluşturmuştur (Altıparmak 2002, 44-45).

Çoğu araştırmacı ülkede 1923-1931 arası dönemi liberal dönem, 1931-1945 arası

dönemi ise devletçilik dönemi olarak ele alır. Bununla birlikte liberal dönem olarak

adlandırılan dönemde birçok devlet müdahalesini ve devletçilik olarak adlandırılan

dönemde de özel kesime verilen birçok teşviki görmekteyiz. Bu durum ise bize Atatürk

döneminin tamamında “Karma Ekonomik Sistem”in uygulandığını, değişenin ise

devletin ekonomideki ağırlığı olduğunu göstermektedir. Devletçilik ve liberal tabirleri

ise dönemler arasındaki farklılığı belirlemek amacıyla kullanılmaktadır.

45

Bu politikalar doğrultusunda devlet ekonomiye tam anlamıyla müdahale etmeye

başlamıştır. Birçok maddenin işletilmesini ve tekelini kendi elinde toplamaya

başlamıştır. 1932 yılında dönemin iktisat vekili Mustafa Şeref Bey oluşturulan tekeller

konusundaki beyanatı şöyledir:

“ İnhisarlar; devlet mefhumu zatında devlete varidat temin etmek için teşkil edilmiş bürolardır. Devlet

camiasının, umumî hayat nokta-i nazarından ferdin yapıp yapmamak, istediğini yapmak ihtiyarına

bırakılmasında tehlike gördüğü işlerdir. Eğer bugün vapur posta seferleri yapmak hususunda devlet

inhisarile hareket ediyorsak bunu ferdin ihtiyarına bırakmakta memleketin umumi hayatında tehlike

gördüğümüz içindir. Yoksa malî varidat temini maksadile yapılmış değildir. Bunları ferdin ihtiyarına

bırakması, Hükümetin vazifesini görmemesi demektir” (TBMM Zabıtları, 4/9, 454).

Aslında bazı maddelerde hükümetin tekel kurma isteği daha Cumhuriyet kurulmadan

önce 1921 yılında başlamıştı. Atatürk 1922 yılında devletçiliği dile getirerek:

“Ekonomik politikamızın önemli amaçlarından biri de genel yararı doğrudan doğruya

ilgilendirecek kurumlar ve iktisadî teşebbüslerin malî kudretimizin ve teknolojimizin

izni oranında devletleştirilmeleridir” (TBMM Zabıtları, 1/18, 6). 02.08.1921 yılında

sigara kâğıdı ve kibrit inhisarı mecliste görüşüldüğü sırada çok fazla tepki çekmiş, uzun

tartışmalar olmuş, bazı vekillerce hükümetin ticarete karışmaması gerektiği dile

getirilmişti (TBMM Zabıtları, 1/11, 372-396). Cumhuriyetin başlangıcından beri devam

eden millileştirmeler 1932 yılından itibaren hızlanarak devam etmiştir bu dönemde

millileştirilen belli başlı şirketler şunlardır

-Anadolu, Mersin -Tarsus –Adana demiryolları ve Haydarpaşa Liman Şirketleri

-Mudanya-Bursa Demiryolu T.A.Ş

-İstanbul Türk Anonim Su Şirketi

-İzmir Rıhtım Şirketi

-İzmir-Afyon ve Manisa-Bandırma hattı

-İstanbul Rıhtım Dok ve Antrepo T.A.Ş

-Aydın Demiryolu Şirketi

-İstanbul Telefon T.A.Ş

-Ereğli Şirketi(Ereğli limanı, Zonguldak-Çatalağzı demiryolu hattı, kömür madeni

-Şark Demiryolları T.A.Ş

-İzmir Telefon T.A.Ş

46

-Üsküdar ve Kadıköy T.A.Ş

-İstanbul Türk Anonim Elektrik Şirketi

-İstanbul Tramvay Şirketi

-İstanbul Türk Anonim Tünel Şirketi

-Ankara Elektrik, Ankara Havagazı ve Adana Elektrik T.A.Ş

-Bursa ve Müttehit T.A.Ş

-Ilıca-İskele-Palamutluk Demiryolu T.A.Ş

-İzmir Tramvay ve Elektrik T.A.Ş (Avcıoğlu, 454).

Yapılan bu millileştirmelerin daha çok kamu tarafından yapıla gelen hizmetler olduğu

görülmektedir (Buluş 2003, 45).

Millileştirmeler devam etmekle beraber tasarruf yetersizliği nedeniyle yabancı

sermayeye ihtiyaç olduğu düşünülmekte, bu nedenle gerek Atatürk, gerek İnönü

egemenliğimize saygılı yabancı sermayeye karşı olmadıklarını tekrar tekrar

açıklamışlardır. Karşı olunan kapitülasyon şartıyla gelen yabancı sermayedir. (Avcıoğlu

1982, 456). Arzulanan yabancı sermaye pek gelmemiştir. Bu nedenle Serbest Fırka,

“devletçiliğinizle, millî iktisadınızla yabancı sermayeyi ürkütüyorsunuz” diye eleştiriler

yapmıştır (Avcıoğlu 1982, 457).

1929 yılından itibaren başlayan Dünya İktisadî Buhranı’nın batıda gelişmesi, daha çok

liberal sistemi benimseyen ülkeleri sarsması Türkiye’de de liberal sisteme bir

güvensizlik duygusu yaratmıştı, bu güvensizlik duygusu devletçi politikalara eğilimi

artırmıştır. 9 Ocak 1934 tarihli Akşam Gazetesi bu konu ile ilgili şöyle bir

değerlendirmede bulunuyor:

“On dokuzuncu asrın sanayileşme hareketi, liberalizm ile yani başıboş, dizginsiz iktisat ile işe başladı. O

zamanlar idareli, dizginli iktisat yoktu. O devirde bunu keşfedebilen bir iktisat dahisi, beşeriyeti büyük bir

ızdıraptan kurtarabilirdi. Fakat ne çare ki iktisadiyat daha çocukluk çağında bir ilimdir. Yarım asır evvelki

iktisat nazariyeleri ise –şimdi anlaşılıyor ki- safsatadan ibaretti. ... Türkiye, muhtelif sebepler dolayısı ile

sanayi kurmak zaruretile karşılaştığı bir devirde, Avrupa’nın geçirdiği bir asırlık içtimai tecrübeden

istifade etmek saadetine maliktir” (Ayın Tarihi, Ocak 1934, 32).

47

Lozan Anlaşması hükümlerine göre uygulanan ekonomik sınırlamaların kalkması,

ayrıca Osmanlı borçlarından Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen borç taksitlerinin ödenmeye

başlaması ve büyük buhranın başlamasının da bu döneme gelmesi liberal politikalardan

devletçi politikalara geçişi hızlandırmıştır (Boratav 1995, 31). Millîleştirmeler,

inhisarlar devam ediyor ve devlet, demiryolu politikasını bizzat bütçedeki kaynaklardan

devam ettiriyordu. 1930 Yılında kurulan Serbest Fırka’nın lideri Fethi Okyar ise

devletin bu tutumunu şiddetle eleştiriyordu.

Ekonomik alanda yapılan değişikliklere bir isim bulunmalıydı. İsmet İnönü, 30 Ağustos

1930’da Serbest Fırka ile Halk Fırkası arasındaki tartışmalar hat safhadayken, Sivas

Demiryolu açış konuşmasında devletçi politikalara ağırlık verileceğinin ipuçlarını

veriyordu “Liberalizm nazariyatı bütün bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz

iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz. Bizi bu istikamete sevk eden bu milletin

ihtiyacı ve bu milletin fıtrî temayülüdür” ( Kuruç 1988, 101). Beyanatıyla resmî ağızdan

ilk kez devletçilik telaffuz ediliyordu. Serbest Fırkanın kurucularından Ahmet

Ağaoğlu’da CHF’nın devletçilik politikasının bu konuşmadan itibaren başladığını

anılarında şöyle belirtir: “Eski Cumhuriyet Halk Fırkası liberalin liberali değil miydi?...

Esasen birkaç gün sonra İsmet Paşa’nın Sivas’ta söylediği nutuktan evvel, benim de o

zamana kadar mensup olduğum Cumhuriyet Halk Fırkası’nın devletçi olduğunu ne ben

ve ne de kimse biliyordu. Bu nutuktan sonradır ki fırka devletçi oldu” (Ağaoğlu 1994,

41). Aslında devletin ekonomiye müdahalesi 1920’li yıllardan beri özellikle ticaret

kesimi tarafından devletin ticarette haksız rekabete giriştiği iddiasıyla devletçilik ifadesi

kullanılmadan eleştiriliyordu. Ancak Serbest Fırkanın kuruluşu ile birlikte bu eleştiriler

bir bakıma devletçi-liberal tartışmasına dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında

İnönü’nün, tartışmalar had safhada iken yaptığı bu konuşması çeşitli çevrelerce Fethi

Okyar’a bir tepki şeklinde değerlendirilmiştir(BCA, 30.10/248.675.21). . Atatürk’ün 21

Nisan 1931’deki milletvekilleri seçimleri nedeniyle basına verdiği demeç de İnönü’nün

fikirlerini destekler mahiyettedir: “Ferdin faaliyetlerini esas tutmakla beraber, mümkün

olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi mamurluğa eriştirmek için,

milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerle, özellikle ekonomik alanda

devleti fiilen alakadar kılmak prensibimizdir” (KKK 1982, 66).

48

1932 yılı temmuz ayından itibaren ard ardına çıkan yasalarla devletçilik

uygulamalarının hız kazanması ile birlikte hükümetin izlediği politikalara eleştirilerde

artmıştır.2.7.1932 tarihinde çay, şeker ve kahve ithalâtında devlet tekeli konulmasına

ilişkin görüşmede bağımsız milletvekili Halil Bey söz alarak kendisinin millî iktisat

görüşünü savunduğunu ve devlet tekelleri ile devletleştirmelerin aşırı ve iktisadî zaruret

olmaksızın yapıldığını, devletin ticarette rakip olarak ortaya çıkmasının iç ticareti

daralttığını, işsizliği artırdığını belirterek devletin yerli üretici ve sanayii korumak

istiyorsa bunu himayeci politikalarla yapabileceğini söyleyerek gidişatın kollekitvizme

doğru olduğunu belirtir. Halil Bey’e cevap veren İktisat Vekili Şeref Bey ise

kollektivizmin manasının istihsal vasıtalarını devletin eline alması yani köylünün

tarlasını, çiftini, çubuğunu, fabrikalardaki makinaları, yani istihsal vasıtası denilen her

şeyi devletin kendi eline alması demek olduğunu belirterek hiçbir hareket ve

programlarında böyle bir şeyin olmadığını belirtmiştir (TBMM Zabıtları 4/9, 443-454).

Çıkarılmakta olan devletçi yasalar, özellikle İş Bankası olmak üzere özel kesim

arasında hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Bu arada İş Bankası bir kağıt fabrikası kurmak

üzere İktisat Vekâletine baş vurmuştur. İktisat vekâletinin olumsuz görüşü üzerine

durum kim tarafından iletildiği belli olmamakla birlikte, Celal Bayar’ın belirttiğine göre

İş Bankası yöneticileri tarafından Atatürk’e iletilmiştir. Mustafa Şeref Bey’in Atatürk’ü

Yalova’da ziyaret ettiği bir gün konu, Atatürk tarafından ortaya atılır. İktisat vekili

herkesin bulunduğu yemek esnasında Atatürk tarafından sert bir şekilde eleştirilir.

Bunun üzerine Mustafa Şeref Bey İktisat Vekilliğinden istifa eder. Yerine İş Bankası

Genel Müdürü Celal Bey İktisat vekilliğine getirilir (Aydemir 1993, 462-465). Celal

Bey’in İktisat vekilliğine getirilmesi ile birlikte devletçi uygulamalar biraz

yavaşlamakla birlikte yine devam etmiştir.

1935 senesinde CHF 4. Kurultayında devletçilik tanımına aşağıdaki ifade eklenmiştir: “Devletin hangi iktisadî işleri fiilen yapacağının takdiri milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icabına

bağlıdır. Eğer devletin bu icap yolunda fiilen yapmaya karar verdiği iş hususî bir teşebbüs elinde

bulunuyorsa bunun alınması her defasında bir kanun yapmaya bağlıdır. Bu kanunda hususî teşebbüsün,

bu yönden uğrayacağı zararın devlet tarafından tanzimi şekli gösterilecektir. Zararın takdirinde istikbale

ait muhtemel kâr düşünülmez”

49

Eklenen bu ifade CHF’nin devletçilik anlayışında bir genişleme daha yaşanarak, daha

önceki devletçilik tanımlarında yer alan “özel teşebbüsün yapamayacağı işleri devlet

yapar” anlayışı geliştirilerek özel teşebbüsü kontrol ve devletleştirmede program

kapsamına dahil edildi. Bu değişiklik kurultayda büyük tepkilere neden oldu (Sağlam

1981, 95).

Türkiye’de devletçilik, kapitalizme alternatif teşkil eden bir sistem olarak hiçbir zaman

düşünülmemiştir. Ve uygulamada devletçilik kapitalizmi engelleyen değil geliştiren bir

politika olmuştur. Hatta Âli İktisat Meclisi’nin bir raporunda “Sınai teşebbüslerin karlı

duruma geçince ve halkın ekonomik gücü belli bir düzeye çıkınca özel girişimcilere

devredileceği” belirtilir (Buluş 2003, 45).

Atatürk devletçiliği 1933 yılında şöyle tanımlamıştır:

“Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi,on dokuzuncu yüzyıldan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri

sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyacından doğmuş

Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce manası şudur:

Fertlerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve

bir çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket iktisadiyatını devletin eline almak” ( İnan

1972, 15).

Atatürk 1.Kasım 1937, TBMM’ni açış konuşmasında ekonomiye ancak gerekli

durumlarda müdahale edileceğinden bahsederken özel kesime ve tüccara verilen önemi

konuşmasında belirtmektedir:

“Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasada da başı boş değildir.

Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar düşüncesini de kısaca belirteyim. Tüccar, ulusun emeği ve

üretiminin değerlendirilmesi için, eline ve bilgisine güvenilen ve bu güvene yaraşır olması gereken

adamdır. Bu yönden ihracatla ilgili kanun, denetim konusundaki kanun, teşkilatlandırma ile ilgili

hükümler, olumlu sonuçlarını vermektedir” (TBMM Zabıtları, 5/20, 5).

Türkiye’de devletçilik kavramı iki yaklaşım içermektedir. Birinci yaklaşım Kadro

derisiyle belirginleşen eğilimdir, ikincisi ise özel kesime ağırlık veren yaklaşımdır.

50

Birinci eğilimin önde gelen temsilcisi İsmet Paşa’dır. Diğer eğilimi ise Celal Bayar

yansıtmaktadır (Çavdar 1992, 216).

Kadrocuların siyasi ve ekonomik görüşlerini ortaya koymak amacıyla 1932 yılında

Şevket Süreyya Aydemir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Dr. Vedat Nedim Tör, İsmail

Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge ve Mehmet Şevki tarafından “Kadro Dergisi”

çıkarılmaya başlanır. Kadro dergisi etrafında etrafında toplanan aydınların çoğunun

geçmişinin marksist düşünce geleneğine sahip olması marksizmden etkilendikleri

düşüncesini doğurmuştur. Ancak kadrocular zaman zaman orijinal ve marksizmin

dışında da fikirler geliştirmiştir. Bu yüzden klasik bir marksist hareket olarak

değerlendirilemez (Bostancı 1990, 5-44)

Devletçiliği bir ekonomik sistem değişikliği biçiminde anlayan ve savununlar, o

günlerde yalnız Kadrocular olmuştur. Kadroculara göre devletçilik, milli kurtuluş savaşı

veren ülkelere özgü, sınıf tezatlarını tasfiye edici, fakat sosyalizm ve kapitalizmden ayrı,

bir üçüncü yoldur. Kadrocuların savunduğu sistemde geniş bir devlet sektörü bulunacak

ve devlet millî iktisadîyatın kumanda manivelalarını elinde tutacaktır. Sanayileşme ve

dolayısıyla kalkınma ancak bu şekilde mümkündür. Sanayileşmenin zaruretine inanan

kadroculara göre kapitalist sanayileşme millet içerisinde sınıflaşmaya yol açacaktır,

komünist sanayileşme de milletin birliği ve bütünlüğüne karşıdır. Bu durumda milli

çıkarlarımıza en uygun sanayileşme modeli devletçi sanayileşmedir (Bostancı 1990,52).

İktisadi hayatta sınıflaşmayı önlemek ancak gerekli olan sermaye birikimi ve

yatırımların devlet eliyle gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Özel sektör ancak teknik

ve sermaye yeterliliğine sahip olduğu takdirde ve plan disiplinine uymak şartıyla, bu

sistemde yer alacaktır. Kalkınma tüm ekonomiyi kapsayan bir plan çerçevesinde

yürütülecektir. Bu görüşlere CHF’deki yatkın olan isimler İsmet İnönü ve Recep

Peker’dir. Bu arda kadroculara da özellikle özel sektör tarafından tepkiler gelmeye

başlamıştır. İş Bankası gurubu, Milliyet Gazetesi’ni ele geçirerek Kadroculara karşı bir

kampanyaya girişmiştir. İş Bankası grubuna göre, kadro devletçiliği komünistliktir.

Bunun yanında batının liberal politik sistemine üstünlüğüne inanan Ahmet Ağaoğlu ise

liberal eğilimlerinden dolayı, Kadro’ya cephe almıştır. Tüm bu baskılarla Kadro

Dergisi, kurucularından Yakup Kadri’nin Atatürk ve İnönü’ye yakınlığına rağmen

kapatılmıştır (Avcıoğlu 1982, 450-451). Bu kapatılmada Atatürk’ün, kadrocuların

51

fikirlerini benimsememesinin etkisi olduğu düşünülebilir. Çünkü Atatürk’ün de

devletçiliği kadrocuların anladığı şekilde anlamadığını devletçilikle ilgili görüşlerinde

görmekteyiz. Atatürk’ün çoğu konuşmasında özel teşebbüsü destekleyici ifadeler yer

almaktadır.

Bu dönemde liberalizme karşı olan bir diğer isim ise Ahmet Hamdi Başar’dır. Başar,

Serbest Fırkanın kapanmasından sonra Atatürk ile beraber bir yurt gezisine çıkmıştır,

gezideki görevi iktisadi konularda danışmanlık yapmaktır. Liberallere karşı olmakla

birlikte, kadrocularla da bazı fikir ayrılıkları olan Başar devletçilik konusunda “İktisadi

Devletçilik” görüşünü ileri sürmüştür.. Ahmet Hamdi Başar Kadro ile birleştiği ve

ayrıldığı noktaları “Atatürk’le Üç Ay” adlı kitabında şöyle ifade etmektedir:

“Kadro ile benim birleştiğim noktalar, dünya görüşüne, İnkılap görüşüne ve plan fikrine ait bahisler olup

aramızda mühim fikir ayrılığı olan başlıca mesele ise şu idi: Kadro sanayileşmek davasını müdafaa

ediyor; Avrupa memleketlerinin sanayi kanalı ile açık pazar gibi bizi istismar etmesini önlemek lazımdır,

diyordu. Kadro bir otarji istiyordu. Ben ise dâvayı böyle ortaya atmanın aleyhindeydim. Bir sanayi değil,

fakat bazı sanayii de içinde alan ve esası ziraate dayanan bir istihsal planı yapılmasına taraftardım.

Sanayiin himayelerle kurulmasından dolayı köylü, işçi ve memur aleyhine doğacak fiyat makasının çok

tehlikeli olacağını iddia ediyor ve ancak mahdut sanayi için iç Pazar istismarına müsaade etmemiz lazım

geldiğini söylüyordum. Otarşiye ise şiddetle aleyhtardım. Kadro ile Demokrasi fikri üzerinde de hafif bir

ayrılık vardı. Ben beynelmilel mübadeleyi ve demokrasiyi insanlığın bir tekamülü olarak görüyordum.

Bunların reddedilemeyeceğini, fakat yeni şekiller alabileceğini söylüyordum. Kadro beynelmilel

mübadele yerine otarşiyi, demokrasi yerine de inkılap disiplinini ele alıyordu” (Başar 1945, 159).

Başar’ın fikirleri fazla taraftar bulmamış ve kendisi bizzat Atatürk tarafından

fikirlerinden dolayı hayalperestlikle suçlanmıştır (Başar 1945, 159). Daha sonra

İstanbul Liman Şirketi’ndeki Genel Müdürlük görevine son verilen Başar durumunu

şöyle açıklamaktadır:

“Hülasa İktisadi Devletçilik müellifi ve devletçilik inkılabının en ateşli bir taraftarı olan bir adamın, bir

inkılap devrinde devletle alâkaları kesilerek Galata piyasasına komisyonculuk ve simsarlık yaparak şahsî

teşebbüsle hayatını kazanmağa mecbur ve mahkum edilmesinin o adamın ruhî yapısı üzerinde senelerce

yaptığı çöküntüleri de tahlile girmeyeceğim...”(Başar 1945, 169).

Tüm bu liberal-devletçi tartışmalarda Atatürk tarafsız kalmıştır. Atatürk’ün tarafsızlığını

Ahmer Hamdi Başar şöyle aktarmaktadır: “Ankara’nın o günlere mahsus mühim

52

hadiselerinden biri de Atatürk’ün ısrarla devam eden bitaraflığı idi.... O sıralarda bir gün

Meclis reisi Kazım Paşanın odasında fırka ve hükümet erkanından bir kaçı paşa ile

konuşuyorlar: Paşam; artık Gazi’nin ya bir tarafı yahut öbür tarafı tutması zamanı

gelmiştir. İnkılap elden gidiyor. Her tarafta irtica baş göstermek üzeredir” (Başar 1945,

17-18). Ancak Atatürk hiçbir zaman katı bir devletçi anlayışa sahip olmamıştır. Her

zaman özel sektöre destek olmuştur. Zorunlu olmadıkça piyasalara karışmaya karşıdır.

Ancak bazı işlerinde mutlaka devlet tarafından yapılması gerektiği inancındadır:

“Görülüyor ki; iktisadî ve bazı içtimaî işler, bir taraftan fertlerin menfaatleri ile alâkadardır. Bunun içindir

ki, ferdiyetçiler, bu işlere devletin karışmasını şahsî hürriyete tecavüz gibi görürler. Fakat bu işler içinde,

dolayısıyla bütün milletin müşterek menfaatine temas ve taalluk eden noktalar da vardır. Bu sebeple

devletçilerin haklı oldukları noktaları kabul etmek gerekir (KKK 1982, 73).

Bu özellikleriyle devletçilik 1937 senesinde 5 ilke yanında 6. ilke olarak anayasaya

girdi.

Devletçilik o dönemde, o şartlar içinde devlet, ülke, ulus olanaklarının kullanımında,

işletilmesinde, gelişmede, çağdaşlaşmada, devletin ekonomik işlevine yön veren bir

ilkesi olarak ülkenin kalkınmasında büyük rol oynamıştır (Özkaya 2002, 522).

Devletçiliği ortaya çıkaran maddi şartlar şu şekilde sıralanabilir:

-Dünya Ekonomik Buhranı’nın her yerde, devleti ekonomik hayata daha fazla

müdahaleye zorlaması. Liberalizmin prestijinin sarsıntıya uğraması üzerine sistemin

ferdî teşebbüsü esas alan serbestçi felsefesine kuşku ile bakılması ve karşıtı devletçi

düşüncelere imkan doğması.

-Ekonomik hayatta beklenen hızlı değişmenin, özel sermayeye fırsat tanıyan sistemle

yürümediğinin gözlemlenmesi.

-Kaynak açığını kapama konusunda yabancı sermayenin yeterli olmaması.

-Merkezi idare çok kısa zamanda sosyal hayatta muhafaza etmeye çalıştığı ve

kültürünün önemli unsurları olarak gördüğü konularda inkılaplar yaptı ve tepkiler

hiçbir zaman ciddi boyutlara ulaşmadı. Bu durum bürokraside ve ekonomik hayatta da

benzeri yollarla gerçekleştirilecek uygulamaların başarılı olabileceğine dair fikirler

uyandırdı.

53

-Gümrüklerde 1929’la birlikte düşük tarifelerin kalkması ve devletin gümrükler

üzerinde tam yetkili hale gelmesi, devletçi uygulamayı mümkün kılacak önemli bir

safhanın daha geçilmesi manasına alındı

-İyi bir planlama ve kaynakların rasyonel kullanımı ile halihazırda dışarıdan ithal edilen

birçok maddeyi ülke içinde imal etme ve böylelikle önemli miktarda dövizin dışarıya

gitmesini engellemek mümkündü. Bu yatırımların gerçekleştirilebilmesi için ekonomiye

makro seviyede bakabilecek ve karlılıktan önce ülke kaynaklarının dışarıya akmamasına

dikkat edecek bir yaklaşım tarzına ihtiyaç vardı. Bunu devlet adına yapabilecek

herhangi bir kurum mevcut değildi. Üstelik eldeki kaynaklar son derece kıttı ve artık bu

kaynakları doğrudan devlet kullanmak istemekteydi (Bostancı 1996, 102).

Bunların yanında, devletin Türk tarihindeki önemi ve ağırlığı ile her şeyin devletten

beklendiği psikolojik durum, yöneticilerin genellikle asker kökenli oluşu ve askerlerin

çoğunlukla müdahale ve denetime yatkın olması, 1923-1929 arasındaki dönemde

ekonominin ve sanayiinin geliştirilememiş olması devletin ekonomik hayata daha fazla

müdahalesini gerekli kılmıştır.

2.2.3 Sanayi Planları

2.2.3.1 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1933-1937 yıllarında yürürlüğe kondu ve uygulandı.

Aslında 1930’dan sonra gündeme gelen plan konusu o dönemde Sovyetler Birliği’nde

uygulanan şekliyle ekonominin tümünü ilgilendiren bir plan şekli ile değil, sadece

belirli işler için programlar oluşturmaktan ibarettir. Bu konuda yararlanılabilecek ve

aramızın çok iyi olduğu Sovyetler Birliği ile temasa geçildi (Aydemir 1993, 411-412).

İsmet İnönü de 1932’deki Rusya seyahatindeki başlıca hedefinin plan meselesi

olduğunu belirtmiştir (İnönü 1987, 275).

1932 yılında sanayi alnında bir plan yapılması düşüncesi ortaya çıkınca incelemelerde

bulunmak üzere Sovyetler Birliği’nden bir heyet Türkiye’ye davet edildi. Bu heyet Türk

uzmanlarla beraber ülkeyi dolaşarak bir rapor hazırladı ve iktisat vekâletine sundu

(Aydemir 1993, 411-412). Bu rapor BBYSP’nın temelini teşkil etmiştir.

54

Yalnızca dar anlamda devletin sanayi yatırımlarını ihtiva eden plan, özel teşebbüs

yatırımları gibi, merkezî devlet dışında kalan kamu otoritelerinin sınai yatırımları plan

dışında bırakılmıştır. Merkezi devletin altyapı yatırımları, sağlık, eğitim gibi gelişme

harcamaları, yada insan yatırımları ve tarım sektörü, plana girmemektedir. Bu hali ile

ilk beş yıllık plan, merkezi devletin bir sanayi yatırımları listesinden ibarettir (Avcıoğlu

1982, 451).

BBYSP yalnızca sınai yatırımları ihtiva etse de dolaylı olarak tüm ekonomiyi

etkileyecekti. Bu husus 12 Ocak 1934 tarihli İzmir Ticaret Postası gazetesinde şu

şekilde yer almıştır:

“Türkiye’nin ithalât ihracat muvazenesinde senevi kırk milyona yakın açık vardır. Biz sanayileşme

hareketi ile ancak bu açığın kapatılmasını istihdaf ediyoruz. Ticarî safhası olan bu işin birde ziraî safhası

vardır ki hariç piyasalarda müşterisi kalmayan ham maddelerimizi alakadar kılar. Bu gün yapağı

satamıyoruz, satsak bile mukabilinde lüzumu ve kıymeti kadar para alamıyoruz. Buna mukabil

dokumalara verdiğimiz para büyüktür. Sanayileşme yüzünden bu hammaddeler dahilde para edeceği gibi

hariçten vuku bulmakta olan akımı da durduracaktır. Sanayileşmenin memleketimiz için vatandaşlara iş

bulmak noktasında da çok büyük ehemmiyeti vardır” (Ayın Tarihi, Ocak 1934, 36).

Celal beyin yönetiminde hazırlanan plan, Rus teknisyenlerinin de yardımı ile yatırım

cins ve yerleri saptandı ve Rusya’dan alınan mali destek ile yatırımlara geçildi.

Yatırımlar beş grupta toplanıyordu. Bunlar; dokuma sanayi (Pamuk,kendir, yün), maden

sanayi (demir, kömür, bakır, kükürt), selüloz sanayi (selüloz, kağıt, suni ipek), seramik

sanayi (şişe, cam, porselen), kimya sanayi (zaçyağı, sudkostik, süper fosfat) (Aydemir

1993, 414).

Uygulama olanağı bulan BBYSP’nın ilkeleri ise şöyle sıralanabilir

-Temel maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilebilecek olan sanayilere öncelik

verilmesi.

-Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere ağırlık verilmesi

-Ele alınan sanayilerin kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde

tutulmasına gayret edilmesi (Çavdar 1992, 213).

55

BBYSP ile öngörülen yatırımlar kısa sürede tamamlanarak üretime başlamıştır.

Fabrikaların yer seçiminde hammadde kaynaklarına yakınlık ve bölgesel denge göz

önüne alınmıştır. BBYSP’nın büyük sanayi kuruluşları aşağıdaki tabloda verilmiştir

(Yenal 2003, 70).

Birinci beş yıllık sanayi planı ile Türkiye de dokuma, maden, selüloz, kimya ve

seramik sanayiin kurulması amaçlandı. Plan çerçevesindeki yatırımların toplam tutarı

43.950.000 TL olarak belirlendi. Ancak yatırımlar uygulamada beklenenden daha fazla

bir maliyete ulaşarak, yatırımların toplam tutarı 100 milyon lirayı buldu. Yatırımların

finansmanı büyük ölçüde iç kaynaklardan sağlandı. Dış kaynak olarak yalnızca 16

milyon TL tutarında İngiliz ve 8 milyon TL tutarında Sovyet kredisi kullanıldı

(Koraltürk 2002, 590).

Tablo 10: Birinci Beş Yıllık Planın Büyük Sanayi Kuruluşları Kuruluş Temel Atma Tarihi Üretime Geçme Tarihi

Kayseri Bez Fabrikası 20 Mayıs 1934 16 Eylül 1935

Bakırköy Bez Fabrikası Yenilenerek açıldı 13 Ağustos 1934

İzmit Kağıt Fabrikası 14 Ağustos 1934 18 Nisan 1936

Paşabahçe cam Fabrikası 14 Ağustos 1934 29 Kasım 1935

Zonguldak Semikok Fabrikası 15 Ağustos 1934

Konya-Ereğli Bez Fabrikası 20 Kasım 1934 4 Nisan 1937

Nazilli, Basma Fabrikası 23 Ağustos 1935 9 Ekim 1937

Bursa Merinos Fabrikası 28 Kasım 1935

Gemlik Suni İpek Fabrikası 28 Kasım 1935 1 Şubat 1938

Karabük Demir Çelik Fabrikası 3 Nisan 1937

Malatya Bez Fabrikası 25 Mayıs 1937

Kaynak: Yenal, Oktay; Cumhuriyetin İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul 2003.

s.70

Bu yatırımlara baktığımız zaman, daha çok ithal edilen mallara yönelik yatırımlar

olduklarını görmekteyiz. Bu açıdan BBYSP ithal ikamesine yönelik yani ithalatı ve dışa

bağımlılığı azaltıcı bir özellik göstermektedir.

56

Atatürk’ün konu ile ilgili görüşleri şöyledir:

“Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham

maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz.(Alkışlar) En başta

vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye

idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur. (TBMM Zabıtları, 5/20, 5)”

Gerek Teşvik-i Sanayi Yasası, gerek BBYSP’nın en önemli etkisi yerli ham madde

kullanımdaki artışta kendini göstermiştir. 1932 Yılında 137.4 milyon olan üretim

değerinin % 60.3’ü yerli hammadde kullanımına ait iken, bu oran 1937’de % 96’ya

yükselmiştir. Sanayi hammaddeyi daha çok iç kaynaklardan karşılamaya yönelmiştir

(Ölçen 2000, 145).

BBYSP bütün yetersizliklerine rağmen birçok bakımdan önemli bir başarıdır. Bu plan

sayesinde:

-Özel sanayiin itibar etmediği Anadolu, birtakım modern sanayi tesisine kavuşmuştur.

-Devletçilik, dış yardım ve krediler olmaksızın kalkınmanın mümkün olabileceğini

ispatlamıştır. Bu dönemde 17 milyon lira borç alınırken, 36 milyon lira borç ödenmiştir.

-Eğitim ve sağlık gibi insan yatırımlarını saymaksızın milli gelirin % 5’ine yaklaşan

yarım milyar liraya yakın kamu yatırımı gerçekleştirilmiştir. Özel teşebbüs

yatırımlarıyla birlikte milli gelirim % 10’una ulaşan yatırım hacmi, iç ve dış istikrarı

bozmadan gerçekleştirilmiştir (Avcıoğlu 1982, 453)

Türkiye SSCB’den sonra dünyada planlama uygulayan ilk ülke oldu (Kazgan 2002, 60).

2.2.3.2 İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın başarılı uygulaması ve hedeflere ulaşılması üzerine

1938 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Bu planın uygulanacağı

yıllarda II. Dünya Savaşının başlamış olması devletin savaş ekonomisine uygun bazı

tedbirler almasına yol açmıştır. Bu nedenle ikinci beş yıllık sanayi planı uygulama

olanağı bulamamıştır.

57

2.1.3. Ekonomik Reformlar

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak geçen ilk on yılda, genel ekonomi politikasını

İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ve Lozan’da belirlenen sınırlamaların tespit ettiği

söylenebilir. Bu dönemde genellikle liberal bir ekonomi politikası izlenmiştir.

Atatürk’ün ekonomi politikası, çok sevdiği ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine

ulaştırılması hedefine yöneliktir. Bu uygarlık düzeyi, zamanının Batı Avrupa

toplumlarında örnekleri görülen bir ekonomik refah düzeyidir.(Aysan 1995, 71)

Ayrıntılı açıklaması ilgili bölümlerde verilmekle beraber Cumhuriyet ilk yıllarında

gerçekleştirilen ve iktisat politikalarını etkileyen ekonomik reformlar ise şunlardır:

Tarım Alanında:

- 1925'de aşarın kaldırılması. Aşar, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli vergisiydi.

Geleneksel olarak tarımsal ürünün %10’una eşit miktarda alman bu vergi, sosyo-

ekonomik yapının temel niteliğini oluşturmaktaydı.

-Köylüye bol kredi sağlamak için Ziraat Bankası’nın yeniden düzenlenmesi, Tarım

Kredi Kooperatiflerinin kurulması, tohum ıslah ve dağıtım istasyonlarının kurulması ve

köylülere

tarım araçlarının dağıtılması,

-Örnek çiftliklerin ve fidanlıkların kurulması,

-Ziraat okullarının ve Ankara'da "Yüksek Ziraat Enstitüsü" nün açılması, ormanlar ve

hayvancılıkla ilgili bazı önemli tedbirlerin alınması,

-1929'da bazı bölgelerde topraksız köylülere toprak dağıtılması,

-Ziraî Kredi Kooperatiflerinin kurulması

-"Toprak Mahsulleri Ofisi"nin kurulması.

Sanayi, Ticaret ve Maliye Alanında:

-Kapitülasyonların 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile kaldırılarak Türk

ekonomisi üzerindeki ipoteğe son verilmesi.

58

-Türkiye'de tasarruf zevkini artırmak ve kredi ihtiyacını karşılamak için 1924'de

"Türkiye İş Bankası"nın kurulması ve böylece memleketimizde bankacılığın hızla

gelişmesi yönünde ilk önemli adımın atılması,

-22.4.1925’de Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu’nun kabul edilmesi

-1925'den itibaren şeker sanayiinin kurulmaya başlanması,

-Yabancı sermaye elindeki tütün, sigara tekelinin 1925'de devlet tarafından satın

alınması,

-1926'da şeker ithalinin devletin tekeline verilmesi,

-Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu’nun kabul edilmesi

-İstatistik Genel Müdürlüğünün kurulması

-Osmanlı borçlarının tasfiyesi,

-İspirto ve her çeşit alkollü içkilerin yapılmasının, ithalinin 1926'da Devlet tekeline

geçmesi, kibrit sanayiinin de devlet tekeline geçmesi

-Özel sınai teşebbüsleri ve maden işlemelerini muafiyet ve imtiyazlar yolu ile teşvik için

1927'de "Teşvik-i sanayi kanunu" nun çıkarılması,

-Sanayi müesseselerin kurulmasına yardım etmek üzere "Sanayi ve Maadin Bankası"

nın kurulması,

-1927'de iktisadî konularda bir danışma organı olarak "Âli İktisat Meclisi"nin

kurulması,

-Menkul kıymet ve Kambiyo Borsaları Kanununun kabulü

-Merkez Bankası’nın kurulması

-Sanayi ve Maadin Bankasının kurulması

-"Devlet Sanayi Ofisi"nin kurulması,

-Aynı yıl içinde "Sanayi Kredi Bankası"nın kurulması,

-1933'de "Sümerbank"ın kurulması,

-Mevduatı Koruma Kanununun çıkarılması

-Bankalar Kanununun çıkarılması

-İş Kanunu’nun kabulü

59

Madencilik Alanında:

Bu alandaki ilk önemli tedbirlerden birincisi işletmeye elverişli madenleri araştırmak,

işletilmekte olanların daha rasyonel işletilmesi için yol göstermek ve maden sanayiinde

çalışacak teknik elemanları yetiştirmek maksadı ile 1935'de kurulan «Maden Tetkik ve

Arama Enstitüsü», ikincisi de madenlerin işletilmesi ile ilgili her çeşit işleri yapmak,

elektrik santralleri kurmak ve her türlü banka muamelesi yapmak üzere aynı tarihte

Etibank’ın kurulmasıdır.

Ulaşım Alanında:

-1926'da kabul edilen bir kanunla (Kabotaj Kanunu) Türk limanları arasında yolcu ve

eşya naklinin yalnız Türk gemileri ile yapılması esasının konması,

-1937'de deniz işletmeciliği ve aynı zamanda banka işlemleri yapmak üzere

"Denizbank" ın kurulması,

-Demiryolu politikasının hızla uygulanması,

-Karayollarının modern standartlara göre yapılmaya başlanmasıdır.

Atatürk’ün önderliğinde 15 sene gibi çok kısa sayılacak bir zaman içinde

gerçekleştirilen bu ve buna benzeyen ekonomik reformlar ekonomik kalkınma ve

bağımsızlığımız için harcanan çabaların ve yapılan hamlenin büyüklüğünü

göstermektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNİN ANALİZİ

1923-1938 döneminde sektörler itibarı ile gelişim ve izlenilen politikalar bu bölümde

verilecektir. Ancak ekonomik büyüme ve refah seviyesini değerlendirirken en önemli

ölçütümüz GSMH’daki artış ve özellikle kişi başına düşen GSMH oranıdır.

Tablo 11. Cari Üretici Fiyatlarıyla Gayri Safi Millî Hasıla, 1923-1938

Yıllar

Cari Üretici Fiyatlarıyla GSMH

(Milyon TL)

Artış %

Cari Üretici Fiyatlarıyla Kişi Başına GSMH (Milyon TL)

Artış %

1923 952.6 - 75.7 -

1924 1203.8 26.4 93.8 23.9

1924 1525.6 26.7 116.4 24.1

1926 1650.5 8.2 123.4 6.0

1927 1471.2 -10.9 107.8 -12.6

1928 1632.5 11.0 117.1 8.6

1929 2073.1 27.0 145.6 24.3

1930 1580.5 -23.8 108.7 -25.3

1931 1391.6 -12.0 93.7 -13.8

1932 1171.2 -15.8 77.2 -17.6

1933 1141.4 -2.5 73.7 -4.5

1934 1216.1 6.5 76.9 4.3

1935 1310.0 7.7 81.1 5.5

1936 1695.0 29.4 103.1 27.1

1937 1806.5 6.6 108.0 4.8

1938 1895.7 4.9 111.4 3.1

Kaynak: DİE İstatistik Göstergeler 1923-2003, s. 639, 641

61

Yukarıdaki tabloyu incelediğimiz zaman 1930, 1931, 1932, 1933 yıllarında GSMH’nın

düzenli bir şekilde düşüş eğiliminde olduğunu görmekteyiz. Bu düşüşler 1929 yılı

buhranının ekonomiye yansıması şeklinde değerlendirilebilir. Tablo bize bu dönem

hakkında genel bir bilgi veriyorsa da, tarihsel süreç içerisinde bu dönemi sabit fiyatlarla

diğer dönemlerle karşılaştırırsak daha anlamlı sonuçlar elde edebiliriz. Bu amaçla

aşağıda 1968 fiyatlarıyla yıllık ortalama GSMH oranları verilmiştir.

Tablo 12. Dönemler İtibarıyla GSMH ve TEFE’deki Yıllık Ortalama Artış

Dönemler GSMH Ortalama Yıllık Artış

%

Kişi Başına GSMH Ortalama Yıllık

Artış %

TEFE Ortalama yıllık Artış

% 1923-1938 7.4 5.3 -2.0

1939-1949 0.5 -1.0 16.0

1950-1959 6.7 4.0 6.5

1960-1969 5.6 3.0 5.0

1970-1979 5.8 3.4 25.0

1980-1990 4.7 2.1 48.0

Kaynak : Pakdemirli, Ekrem, Ekonomimizin 1923’den 1990’a Sayısal Görünümü,

1991, s.33

Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere daha sonraki dönemlerde, gerek GSMH’daki

ortalama artış hızında, gerek ortalama yıllık enflasyon artış hızında Atatürk

dönemindeki düzeye erişilememiştir. Ekonomik göstergeler içerisinde tarım, sanayi ve

hizmetler sektörünün GSMH’dan aldığı paylar da çok önemli olup, bunlara ilerleyen

bölümlerde değinilecektir.

3.1. Atatürk Dönemi Türkiye’sinin Sektörel Analizi

3.1.1. Tarım Sektörü

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasını sağlayan toplumsal ittifakta büyük arazi sahipleri

önemli paya sahiptirler. Bu nedenle, askerî-bürokrat yönetici kadronun bir iktisadî

kalkınma stratejisi oluşturmasını da önemli ölçüde etkilemiştir. Hükümet başlangıçta

62

büyük arazi sahiplerinden yana tavır koymakla yola çıkmıştır. Geçen zamanla birlikte

köylü kesimin ekonomik açıdan desteklenmesi gerektiği, siyasal nedenler ve gelişme

politikası açısından yararlı görüldüğünden, hükümetler tarım politikalarını belirlerken

bu karşıt iki eğilimi gözetmek zorunda kalmışlardır (Tezel 1982, 344).

Yeni Cumhuriyetin en dinamik sektörü, tarım sektörüdür. GSMH’nın yaklaşık yarısı

tarım ürünlerinden oluşmakta, ithalât ve özellikle ihracatta tarım ürünleri önemli bir yer

tutmaktadır. Ancak yinede dönemin başında, ekilen toprakların miktarı 4-5 milyon

hektar kadardır. Bu miktar ekilebilir alanın %20’sinden az ve toplam alanın % 5-6.5

kadarını oluşturmaktadır. İncelediğimiz dönemin sonunda 1939 yılında toplam ekilen

alan miktarı 8 milyon hektara ulaşmıştır (Aruoba 1982, 80).

Devletin 1920’lerdeki tarım politikası; savaş öncesi üretim düzeylerine ulaşmak için

tarım sektörüne yardımcı olmak diye özetlenebilir (Keyder,47).

Tarım sektöründe verimin artırılması konusunda, ücretsiz olarak ıslah edilmiş tohum,

damızlık hayvan, zirai ve veteriner ilaç ve hizmetlerini sağlama gibi desteklerden söz

etmek mümkündür (TOBB 1989, 11).

21.4.1924 yılında çiftçinin birlikler etrafında toplanmaları amacı ile İtibarî ziraî

birlikleri kanunu çıkarıldı (TBMM Zabıtları, 2/8, 992-1002). Ancak bu kooperatiflere

yeterli ilgi olmamıştır. 1929 yılında ise kooperatiflerin yaygınlaştırılması sorumluluğu

Ziraat Bankası’na verilmiştir. Bu tarihten itibaren Tarım Kredi Kooperatifleri’nin sayısı

hızla artmıştır. 1929’da 65 olan kredi kooperatifi sayısı 1938 yılında 589’a ulaşmıştır

(Tezel 1984, 366). Atatürk’te 1931 yılında İzmir’deki ziraî kooperatifleri ziyaret etmiş,

İzmir’deki köylerin bir sene zarfında üçte birinin bu teşkilatlara bağlı olduğunu görmüş.

İsmet Paşa’ya yazdığı bir telgrafla, İzmir’deki faaliyetleri beğendiğini, buradaki

uygulamanın yerinde incelenerek buradan sağlanacak tecrübelerden, memleketin diğer

taraflarında da ziraî kredi kooperatiflerinin yaygınlaştırılmasında istifade edilebileceğini

belirtmiştir (BCA, 30.10/168.166.3).

Atatürk bu konu ile ilgili olarak İzmir İktisat Kongresi’nde; “Bu vâsi ve feyizli

toprakları işleyebilmek, işletebilmek için noksan olan el emeğini behemehal fennî alet

63

ile telafi etmek mecburiyetindeyiz... Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla

halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır. Binaenaleyh, en büyük kuvveti, kudreti bu

sahada gösterebiliriz ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz” (İnan

1989, 67).

Atatürk ayrı bir konuşmasında izlenecek toprak politikası konusunda şunları

belirtmektedir:

“Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini

geçindirebilen toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır. Büyük çiftçi ve

çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna

ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir. Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları

artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. Herhalde, en küçük bir

çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi olmalıdır, bunda ideal olan öküz değil, at olmalıdır. Öküz, ancak bazı

şartların henüz sağlanamadığı bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve

faydalı bulurum. Traktörü büyük çiftçilere öneririm. Köyde ve yakın köylerde, ortaklaşa harman

makineleri kullanmak, köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmelidir” (TBMM Zabıtları,

5/20, 4).

Hükümet bu amaçla ekili toprak alanını genişletmek, makine kullanımını arttırmak ve

kişilerin toprak üzerindeki mülkiyet haklarını pekiştirmek yönünde politikalar

izlemiştir. Bir yandan da demiryolu ağını genişletici ulaştırma politikasıyla tarımsal

ürünün pazara ulaşmasını sağlayıcı önlemleri geliştirmiştir.

Millî mücadeleden sonra tarım konusu üzerinde önemle durulmuştur. Atatürk yine

mecliste milletvekillerine hitaben tarıma ve köylüye verdiği önemi şöyle belirtmiştir:

“Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi

ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten çok, bolluk, mutluluk ve varlığa hak

kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin

ekonomik politikası bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir” (TBMM Zabıtları, 1/18, 5).

1923-1929 yılları tarımsal üretim açısından altın yıllar olarak değerlendirilebilir. Savaş

öncesi düşen üretim erkek nüfusun yeniden tarıma dönmesi üzerine artış göstermiştir.

64

Mesela buğday üretimi dönemin ilk yıllarında 1 milyon tonun altında iken 1928-1929

ortalaması 2 milyon ton civarında idi (Boratav 1995, 39).

1927 nüfus sayımına göre çalışan nüfusun % 78.2’sinin çiftçilikle uğraşması ve

G.S.M.H.’nın %44’ünün sağlanması sebebiyle tarım önemli üretim kolunu

oluşturuyordu.

Bu sebeple İzmir İktisat Kongresi’nde çiftçi grubunun ekonomik problemlerine büyük

önem verilmiş ve bu konuda bazı esaslar tespit edilmiştir. Çiftçinin eğitilmesine büyük

önem verilmiştir. 1924 yılında Silah Altına Alma Yasası ile ordunun askere alınan

köylülere, askerlik hizmetleri sırasında tarım makineleri ve yeni yöntemleri öğretmeleri

öngörülüyordu. 3 Mart 1924’te tarım yöntem ve makineleri konusunda daha iyi bir

eğitim sağlamak için Tarım Bakanlığı yeniden düzenlendi. Ziraat Bankası tarımın

gelişmesinde önemli rol oynadı. Sayıları önemli ölçüde arttırıldı. 1 Kasım 1926 da

Atatürk; “Her şeye rağmen memleketimizin tarım alanındaki gelişmesini sağlayacak

bilimsel ve teknik yetkiye sahip uzmanlarımız azdır” dedikten sonra, “tarım

kuruluşlarımızı, ziraat okullarımızı ziraî çalışmalarımızı, teknik esaslara uygun olarak

düzenleyecek tedbirleri, gerçek uzmanların yardımıyla almakla, kararsızlığa yer

olmadığı kanaatindeyim” demiştir (TBMM Zabıtları, 2/27, 3).

Bir başka konuşmasında ise Atatürk çiftçilere verilecek destekle ilgili olarak şöyle

konuşmuştur:

“Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın ekonomik tedbirleri ile en yüksek düzeye

çıkarmalıyız. Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye

çıkarmak ekonomik politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını

artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan

onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için

çalışmak gereklidir” (TBMM Zabıtları, 1/18, 5).

Hükümet bir yandan kooperatifçiliği ve traktör kullanımını özendirici önlemler alırken

diğer yandan altyapı çalışmalarını çok yönlü olarak sürdürmüştür. Avrupa’ya tarım

öğrenimi için öğrenci gönderirken, tarım memurları ve öğretmenlerine hizmet içi eğitim

yoluyla modern bilgiler verilmiştir. Örnek çiftlikler, fidanlıklar ve tohum ıslah

65

enstitüleri kurulmuştur. Savaş yıllarında kırılan hayvan cinsi ve sayısının artırılması

teşvik edilmiştir (Tokgöz 2004, 86).

Çiftçinin durumunun düzeltilmesi için devlet gelirlerinde düşme görüleceğinin

bilinmesine rağmen 17 Şubat 1925’te aşar kaldırılmıştır. Aynı kanunla öşre tabi bütün

ürünlerin yerine, bunlardan pazar yerinde satılan, demir ve deniz yolu ile başka yerlere

taşınan bölümlerinden ve o beldenin rayiç fiyatı üzerinden % 10 vergi alınması

öngörülüyordu. Ayrıca arazi vergisi % 10 artırılıyordu (Öztürk C.1, 597).

Meclis görüşmeleri esnasında bu kanunun öneminden konuşmasında bahseden

milletvekili Besim Atalay Bey, eğer millî bayramların çokluğuna karşı olmasaydı aşarın

kaldırıldığı günü millî bayram olarak teklif edeceğini belirtmiştir (TBMM Zabıtlar,

2/14, 8).

Oluşan gelir kaybı 1926 yılından başlayarak dolaylı vergilerdeki artışlarla ve esas olarak

şeker ve gazyağının vergilenmesiyle karşılanmıştır. Yani aşarın kaldırılması kentli-

tüketici sınıftan, köylü-üretici sınıfına gelir aktarımı olarak değerlendirilebilir (Boratav

1945, 42). (yerine binde 6’lık bir vergi konmuş. Ancak 1929 iktisadi buhranın

başlaması ile 1931’de İktisadi Buhran Vergisi, 1932’de de Muvazene Vergisi

konulmuştur.

Ülkenin tarım alanında en önemli ürününü teşkil eden buğday üretimi ve fiyatları gerek

iklim koşullarından ve gerekse bazı tüccarların spekülatif hareketlerinden dolayı yıldan

yıla farklılık göstermektedir. Buna birde dünya buhranının eklenmesi çiftçiyi oldukça

zor durumda bırakmıştı. Atatürk’le birlikte yurt gezisine çıkan Ahmet Hamdi Başar’ın

gözlemleri şöyledir:

“Muhakkak olan bir şey var: Gezdiğimiz yerlerde gördüklerimiz, henüz gezmediğimiz yerlerden

işittiklerimize göre içinde bulunduğumuz sıkıntıların en büyük sebebi buğday ve hububat fiyatlarındaki

müthiş düşüklüktür.Vakıa her şeyde düşüklük var; fakat buğday bunlarla kıyas etmez. Diğer mahsullerin

fiyatları yüzde 30-50 düştü; fakat buğdaydaki düşüş yüzde 500; diğerlerinden 10 misli fazla. Buğday

istihsallerimizin ve iktisadiyatımızın belkemiği. Her şey, her kıymet ona bağlı... Buğday müstahsili olan

köylüler bereketli olan bir mahsul senesinde hatta tohum paralarını çıkaramazlarsa nasıl vergi

versinler?...” (Başar 1945, 78).

66

Buğdaydaki fiyat hareketlerinin önüne geçmek ve üreticiyi korumak amacıyla yılında

devlet dalgalanmalar nedeniyle değişen buğday fiyatlarından üreticinin etkilenmesini

azaltmak ve buğday fiyatlarındaki denetimi sağlamak amacı ile Ziraat Bankası

tarafından buğday alma yoluna gitmiştir (Kuruç 1988, 284).

1923- 1927 yılları arasındaki II. Meclis döneminde topraksız çiftçilerle ilgili bir

çalışmaya rastlanmamaktadır. Meclis gündemine gelen kanun tekliflerinin çoğu büyük

toprak sahiplerinin lehine olan düzenlemeleri içermektedir. Bu dönemde tarımla ilgili

olarak 37 kanun teklifi verilmiş olup bunların çoğu (12 teklif) çeşitli nedenlerle ürün

alınamadığından dolayı tarımsal borçlarda af ve tecil talepleri ile ilgilidir. 7 teklif ise

tarımla ilgili vergi ve rüsumlarla ilgilidir (Çakan 1999, 275). Toprak reformu ile ilgili

olarak 1927 ve 1929 yıllarında çıkarılan kanunlarla devlete ait toprakların 711 bin

hektarlık bölümü topraksız ailelere dağıtılmıştır (Acar 1999, 29). 1935 yılında topraksız

çiftçiyi toprak sahibi yapmak amacıyla istimlak kanunlarının çıkarılmasının lüzumlu

olduğu Cumhuriyet Halk Partisi parti programına girmiştir. Bu amaçla aynı yıl “

Toprak İskan Kanun Tasarısı” hazırlandı. Oldukça büyük tepki çeken bu tasarının

anayasa ile çeliştiği anlaşılarak geri çekildi. Atatürk’te 1936 yılında meclisten toprak

kanunu sorununun çözümünü istemiştir (Tezel 1982, 348).

Bu arada hayvancılık teşvik edilmişti. Anadolu’nun kalkınmasında önemli rolü olan

hayvancılık için Ankara ve diğer illerde 1927 yasası ile veterinerlik okulları açıldı.

Çalışan nüfusun %32’sini oluşturan çiftçi ailelerin yıllık geliri 129 liradır. Aynı yıl

sanayici ailenin yıllık gelirinin 1000 lira civarında olduğu göz önüne alınırsa, çiftçinin

durumunu daha iyi anlayabiliriz. 1927 senesinde havaların kurak gitmesi gelirin

düşmesinde önemli etken olmuştur. 1 Kasım 1929’da Atatürk, sulamanın yapılabilmesi

için su işleri idaresinin kuruluşundan bahsedecektir. Ancak bu kez 1929 sanayi buhranı

çiftçiyi zor duruma düşürecekti. Çünkü bu dönemde hammadde ve zirai ürün fiyatları

diğer mamullere nazaran daha fazla düşüş göstermişti (BCA, 30.10/166.154.1). Çiftçi

ailesi 1929’da 1 metre yünlü kumaşı 55 kg buğday alabilirken, 1931’de 160 kg. buğday

ödemek zorunda kalıyordu.

67

Tarım alanında yapılan her türlü çabaya rağmen iyi bir seviyeye getirilememiştir.

Tarım alanındaki bu uğraşılar üretimde bir artışa neden olmuş ancak istenilen

hedeflerden oldukça uzak kalınmıştır. Dönem sonunda 1939 yılında ekilen arazi miktarı

6 milyon hektardan ancak 8 milyon hektara çıkarılabilmiştir. Düşük düzeydeki toprak

kullanımının nedenleri ise; Nüfus yetersizliği, üretim tekniklerinin geriliği ve iktisadî

nedenlerdir (Auroba 1982, 80). Bu nedenler aynı zamanda cumhuriyetin ilk yıllarında

hükümetlerin izlediği tarım politikalarının temelini teşkil etmiştir.

Tarım sektöründe, bir yanda mevcut arazi ve işgücü kaynaklarının eksik kullanıldığı,

öte yanda etkili kaynak kullanımını zorlaştıran toplumsal yapı ve ilişkilerin önemli bir

potansiyel hasıla kaybına yol açtığı, bu kaybın ekonominin gelişmesini ciddi bir şekilde

sınırladığı gözlenmiştir (Tezel 1982,475). 1923 yılında tarımın GSMH içerisindeki payı

% 39.6 iken, dönemin sonunda 1938 yılında bu oran %40.1’dir. Tarımın GSMH’dan

aldığı pay dönem içerisinde artış ve azalışlar gösterse de genelde % 40’lar düzeyinde bir

seyir izlemiştir (DİE 1923-2003, 463).

3.1.2. Sanayi Sektörü

Cumhuriyetin ilk yıllarında sınai gelişmenin sağlanması için 1923 İzmir İktisat

Kongresi’nde benimsenen kararlar doğrultusunda önlemler alınmıştır. Alınan

önlemlerden en önemlileri Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması (1925) ve Sanayii

Teşvik Yasası’nın çıkarılmasıdır (1927). Bunlara ek olarak ihracata yönelecek

sanayilerin ithal girdilerinin vergiden bağışlanması, esnaf ve sanatkarların örgütlenmesi,

getirilen yeni düzenlemeler olmuştur. Siyasal ve kısmen de olsa ekonomik bağım-

sızlığın sağlandığı bir ortamda yapılan bu düzenlemeler, özel girişim aracılığıyla

olabildiğince sanayileşmeyi öngörmüştür. Yerli sanayiin dış rekabet karşısında

korunması, 1929’da gümrük tarifesini saptama serbestisinin kazanılmasıyla

sağlanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sanayileşme çabalarının, uzun süreli bir ekonomik

planlama kaygısının değil de o andaki ekonomik koşulların bir sonucu olduğunu

gösteren belirgin özellik, sanayileşme faaliyetinin tüketim mallarına yönelişidir

(Yerasimos 1980, 687).

68

Ülkenin 1920’lerdeki sanayi yapısı, temel tüketim malları gereksinimini dahi

karşılayamamaktadır. Bu anlamda devlet eliyle sanayileşme politikasının önemli

hedeflerinden birisi de, bu olumsuz yapıyı değiştirmektir. Şeker, un, yağ gibi temel

tüketim mallan gereksiniminin yerli üretimle karşılanabilmesi, bu olumsuzluğun da

kırılması demektir. Gözetilen diğer bir hedef de, ülkenin hammadde kaynaklarını

harekete geçirerek üretime dayalı bir yapıyı sağlamaktır. Böylece sanayileşmiş bir

toplumun temelleri atılmış olacaktır.

Sanayileşme açısından 1913 yılı ile 1927 yılları arasında bir fark yoktur. Örneğin gıda,

deri ve dokuma kollarının üretim değerleri bakımından imalat sanayii içerisindeki

payları 1913’te % 88 iken, 1927’de % 87’dir.Yani 1923-1929 dönemi önemli bir sanayi

süreci oluşturmamıştır.Ancak bir yeniden inşa sürecidir (Boratav 1995, 40).

İmparatorluğun son döneminde modern sanayi hemen hemen yok gibidir. Bunun için

sanayi ürünlerinin çoğunu dışardan temin etmek gerekiyordu. Gerçi 1927 sayımına göre

ülkede 65.254 sanayi işyeri belirlenmişti. Ancak bu sanayi işyerlerinin % 72’si 3 kişi

ile çalışan müesseselerdir. İşyerleri genellikle motorlu olmayan ve makine kullanmayan,

çoğunluğu tamircilikle uğraşan yapıya sahiptir. Bu sayıma göre çoğu 1-2 beygir

kuvvetinde olmak üzere sadece 4850 motor bulunuyordu (Aydemir 95, 351). Büyük

çapta üretim yapan iş kolları ise devlete, askeriyeye veya yabancılara aittir.

Osmanlı dönemindeki yabancı sermayenin etkisi ve uzun süreli savaşlardan dolayı Türk

girişimciler yetersiz, kararsız, ürkek ve sermayesizdi. Bu durumda Cumhuriyet

Hükümeti ilk iş olarak yabancı girişimlerini satın almaya başladı. Fabrika kurmak

isteyen Türk müteşebbislere sermaye temin etmek için Ağustos 1924’te İş Bankası

kuruldu. Böylece devlet desteğindeki İş Bankası sanayileşme hareketinin öncüsü oldu.

19 Nisan 1925’te çıkarılan yasa ile kurulan Türk Sanayi ve Maadin Bankası’nın amacı

özel sektöre sınai kredi açmak, devletin kendisine devredeceği fabrikaları işletmek ve

özel sektör teşebbüslerine ortak olarak sınai faaliyetlerde bulunmaktı. Bu amaçlarla

kurulan bankaya Devlet, Fenerhane Yünlü Dokuma, Bakırköy Dokuma, Beykoz Deri

ve Kundura, Hereke İplik ve Yünlü Dokuma sanayiinin yönetimini bırakmıştı.

69

Bankanın sermayesi devletin kendisine devrettiği işlemlerin payıyla, bu işlemlerin

döner sermayesinden oluşacak ve her yıl bütçeye konacak “sanayii besleme” ödeneği ile

beslenecekti. Ancak, banka pek başarılı olamamış, hiçbir devlet fabrikasını şirkete

devredememiştir (TBMM Zabıtları, 2/18, 138-151,226). Başarısız olan Sanayi ve

Maadin Bankası lağvedilip yerine Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası

kurulmuş ancak bu iki kuruluşta başarılı olamamıştır (Türk 1982, 13).

Lozan Antlaşması 1924’te yürürlükte bulunan gümrük resimlerini beş yıl süreyle

dondurduğundan sanayiin desteklenmesindeki önemli araç olan gümrük korumacılığı

1929’a kadar uygulanamamıştır.

5 Nisan 1925’te şeker fabrikalarının kurulması ile ilgili kanun çıktı şeker fabrikaları

bu alanda bazı ayrıcalıklara sahip oldu. Bu ayrıcalıkların bazıları şunlardı; Fabrika için

pancar üreten üretici 10 yıl süre ile arazi vergisi vermeyecek, fabrika personeli 10 yıl

süre ile kazanç vergisinden muaf tutulacak, fabrika arsası 5 hektarı aşmamak kaydı ile

devlet tarafından temin edilebilecek, uygun arazi şahısa ait ise istimlak edilebilecekti

(TBMM Zabıtları, 2/17, 99-100). Şeker fabrikalarına gösterilen bu ilgi o dönemde

şekerin az bulunan ve oldukça pahalı bir temel ihtiyaç maddesi olmasından ileri

geliyordu. 8.6.1935’de Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi kurulmuştur (BCA,

30.18.01/92.56.53.6). Cumhuriyet döneminde teşviklerle birlikte şeker üretimi çok

artmasına rağmen yine de ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. 1936 Yılında Türkiye’nin ithal

edeceği şeker miktarı yaklaşık 20.000 ton civarındadır (BCA, 18/257.167.1936). Şeker

Fabrikaları imtiyazı 1937 yılında Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi’ne

devredilmiştir (BCA, 30.18.01/74.35.13).

1920’li yılların en önemli sanayi gelişimlerinden biri de 28 Mayıs 1927’de çıkartılan ve

15 yıl yürürlükte kalması öngörülen Teşvik-i Sanayi Kanunu’dur. Bu kanun meclis

görüşmelerinde hemen hemen hiçbir itirazda bulunulmadan kabul edilmiştir. Kanunla

kuruluşlara, bedeli on yılda ödenmek şartıyla devlet arazisi verilebilecek, nakliyeleri

%30 indirimli yapılacak, şirketlerin hisse senetleri damga resminden muaf olacak,

üretimleri değerinin %10’u kadar pirim verilebilecek, ihraç mallarından %10 daha

pahalı üretim yapsalar bile tercih edileceklerdi (TBMM Zabıtları, 2/32, 614-620 ). Bu

desteklere 1929’dan sonra gümrük koruması da katılmıştı. Sanayiin teşvik gördüğü bu

70

devrede, dünya ekonomik bunalımı sanayileşme hareketini yavaşlatmıştı. Bir tarım

ülkesi olan Türkiye, bunalımdan az zarar görmüş olmakla beraber dışa sattığı

hammadde fiyatlarındaki düşme, üreticinin korunmasını gerekli kılmış ve devlet

sanayide olduğu kadar tarım alanında da koruyucu tedbirler almıştır. Kısaca, bu

olaydan sonra devlet ekonomideki rolünü biraz daha attırmak zorunda kalmıştı.

DİE’nün verilerine göre sanayi sektörünün 1923-1939 döneminde yıllık ortalama

büyüme hızı % 7.4’dir. Bu oranı dönemler itibarıyla karşılaştırırsak 1923-1930

döneminde yıllık ortalama büyüme hızı % 5.5 iken, 1931-1939 döneminde bu oran

yıllık ortalama % 8.9’dur (DİE 1923-2003, 645). Görülüyor ki sanayiin yıllık büyüme

hızı devletin yatırımları ile devletçilik döneminde daha da artmıştır. Ancak 1930’lu

yıllarda ülkedeki sanayi faaliyetlerinin %50-60’ının ziraî sanayi olduğu (BCA,

30.10/24.138.10). dikkate alınırsa ülkenin tarım ağırlıklı yapısının devam ettiği olduğu

görülebilir.

3.1.3. Hizmetler Sektörü

3.1.3.1. Bankacılık

Türk sermayesinin, yabancı sermaye karşısında en başarılı olduğu sektör bankacılıktır.

Hükümet, tüccar ve sanayicilerin kredi darlığı şikâyetlerine tepki göstererek, bankacılık

faaliyetinin giderek yerli sermaye eline geçmesini etkin bir biçimde desteklemiştir.

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bankacılık faaliyetlerinde devlet bankası rolünü

Osmanlı Bankası Yürütmekte idi. Bu dönemde en büyük sermayeli ulusal banka olan

Ziraat Bankası alışılagelen bankacılık faaliyetlerini yürütmemekte, bir ihtisas bankası

olarak tarım kesimine kredi desteği sağlamaktadır. Ziraat Bankası 1926 yılında yapılan

nizamname değişikliği i ile diğer bankacılık faaliyetlerini de yapmaya başlamıştır

(Kuruç 1988, 56).

Bankacılık açısından Cumhuriyet dönemindeki en önemli gelişme hükümetin

himayesiyle millî bankaların kurulması olmuştur. Hükümet, yabancı sermayeli

bankalarla ülke çapında rekabet edebilecek büyük ölçekli bankalar kurmaya girişmiştir.

71

Bu girişimler için gerekli sermaye ya yüksek bürokratların ikna ettiği büyük tüccarların

bir araya gelmesiyle sağlanmış ya da doğrudan devlet bütçesinden karşılanmıştır.

1924 yılı sonunda Türkiye’de İstanbul Emniyet Sandığı dışında 19 ulusal banka

faaliyette bulunmaktaydı.

Osmanlı Bankası’nın hazine ile ilgili kısa vadeli bir avans işlemini yapmaktan

kaçınması (İnönü 1987, C.2, 260) zaten İzmir İktisat Kongresi’nde de kurulması

istenen, ticaret ve sanayi kredisi verecek büyük ölçekli bir ulusal banka kurulması

düşüncesini kuvvetlendirdi ve Atatürk’ün emri ve öncülüğünde bir anonim şirket

niteliğinde Türkiye İş Bankası kuruldu. 1 milyon lira itibarî sermaye ile kurulan İş

Bankası’nın Ortaklarını başta Atatürk olmak üzere siyaset adamları, üst düzeydeki

bürokratlar, önde gelen tüccar ve sanayiciler oluşturuyordu (Çavdar 1992. 207).

Atatürk’ün emriyle devlet memurları maaşlarından 10 liralık aylık kesintilerle çok

sayıda devlet memurları ile iş adamları, tüccar ve esnaf bankanın sermayesine

katılmaya özendirilmiştir (Veyisoğlu 1988,9).

İş Bankasından sonra 19.04.1925 yılında kabul edilen 633 sayılı kanun ile Sanayi ve

Maadin Bankası kuruldu. Kuruluş amacı, özel sermaye ile ortaklıklar kurmak ve devlete

ait olan sanayi kuruluşlarını geçici olarak işletmek ve zamanla bunları özel sektöre

devretmekti (TBMM Zabıtları, 2/18, 138-147).

Bunlar faaliyetine son verdiği 1932 yılında 21 adet teşebbüs ile ilgili idi. Bu

teşebbüslerin çoğu bankanın kuruluşundan önce devletin sahibi veya iştirakinin olduğu

kuruluşlardır. Yani banka yedi yıl boyunca 17 teşebbüse ancak 1.173.683 liralık iştirak,

4.838.000 liralık ikrazat yapmıştı. Yani banka yeni teşebbüslere iştirak konusunda

hemen hemen hiçbir şey yapamamıştır (Boratav 1974, 117).

Sanayi kuruluşlarını işletme görevi 03.07.1932 tarih 2058 sayıla kanunla kurulan Devlet

Sanayi Ofisi’ne devredildi. Devlet Sanayi Ofisi’nin görevleri şunlardı:

-Sınai devlet teşebbüslerinin, fabrikaların doğrudan doğruya veya dolaylı olarak

kurulmasına proje hazırlayarak, projeleri uygulayarak yardım etmek

72

-Sanayi ve Maadin Bankası yönetimi altında bulunan devlet sermayesi ile kurulmuş ve

kurulacak bütün fabrikaları yönetmek

-Hammaddelerimizin imal ve sürümünü artıracak teşebbüs ve tecrübelerde bulunmak

-İktisat vekaletinin talebi halinde, istenen konularda inceleme yapmak ve mütalaa beyan

etmek

-Yönetimiyle görevli olduğu kurum ve kuruluşların program ve bütçelerini hazırlamak

(Boratav 1974, 257).

Devlet Sanayi Ofisi’nin, Sanayi ve Maadin Bankası’na nazaran dönemin iktisat

politikalarına daha uygun bir görevle yapılandırıldığını görmekteyiz.

Sanayi ve Maadin bankasının bankacılıkla ilgili görevlerini ise 07.07.1932 yılı 2064

sayılı kanunla kurulan Sanayi Kredi Bankası almıştır. Bankanın görevleri şunlardır:

-Sınai müesseselerin kredi ihtiyacını karşılamak.

-Milli sanayiin hammadde sağlamasına tavassut etmek

-Sanayii teşviki primlerine tavassut etmek

-Küçük sanayiie ayrıca kredi açmak

-Bu işlerle ilgili her türlü banka muamelesi yapmak

-Bir makine piyasası tesis etmek (Boratav 1974, 262).

Sanayi Kredi Bankasının görevlerine bakacak olursak bankanın temel amacının özel

sanayii desteklemek olduğu görülmektedir. Yani Sanayi ve Maadin Bankası gibi

Kuruluşlara iştirak yer almamaktır. Bankanın sermaye kaynakları ise şunlardır:

-Sanayi ve Maadin fabrikalarına ait işleme sermayesi ve bankanın fabrikalar dışında

kalan menkul ve gayrimenkul malları

-Devlete ait fabrikaların satışı halinde satış bedellerinin veya fabrika karlarının Bakanlar

Kurulu’nca tayin edilecek bir bölümü

-Teşviki Sanayi Kanunu’nun sınai kurumlara makine ve hammadde ithalinde tanıdığı

gümrük muafiyeti kaldırılmaktadır. Bu muafiyetin kaldırılması ile sağlanacak gümrük

hasılatı

-Bankanın satacağı makinelerin satış tutarı

-Banka muamele ve faaliyetlerinden kalacak kar ve faiz

73

-İktisat vekaleti bütçesine, bankanın sermayesine ilave edilmek üzere konacak ödenek

(Boratav 1974, 262).

1933 yılında benimsenen devletçilik politikasının sınai hedeflerini gerçekleştirmek için,

bu iki kuruluşun birleştirilmesiyle, bir kamu iktisadi teşebbüsü statüsündeki

Sümerbank kurulmuştur. Celal Bayar’ın iktisat vekilliği döneminde kurulan Sümerbank

sanayi ile banka kavramını devlet patronluğunda birleştirip özel sektörle müşterek

sanayi yatırımlarını organize etmesi açısından özgün bir modeldir (Özdemir 1999, 57).

Sümerbank’ın görevleri; Devlet sermayesiyle kurulmuş fabrikaları işletmek, özel

kuruluşlardaki devletin katılma paylarını yönetmek, devlet sermayesiyle kurulacak

sanayi işletmelerinin etüt ve projelerini hazırlamak, sermayesinin imkânları ölçüsünde

kalkınma için gerekli yardımlarda bulunmak, sanayi kuruluşlarına kredi sağlamak ve

her türlü bankacılık işlemleri yapmak, sanayi için eleman yetiştirmek, sanayiin

gelişmesi için tedbirler geliştirmek olarak belirlenmiştir, Sümerbank,

BBYSP’nda kurulması öngörülen 20 fabrikanın önemli bir kısmını ya doğrudan kurmuş

ya da sermayelerine katılmıştır.

Sümerbank’ı 1935 yılında 20 milyon TL. sermayeyle kurulan Etibank, onu da 1937

yılında 50 milyon TL. sermayeyle kurulan Denizbank izlemiştir. Sözü edilen bu

bankalar büyük ölçüde devlet eliyle ve cebrî tasarruf yoluyla sermaye oluşturmayı ve

yönlendirmeyi amaçlamışlardır (Yaşa 1980, 472).

1927 yılında kurulan Emlak ve Eytam Bankası ise vatandaşı mesken sahibi yapmak için

kredi vermek amacıyla kurulmuştur. 30 Mayıs 1933 yılında yerli ve yabancı bankaların

uyacakları kuralları düzenleyen Mevduatı Koruma Yasası kabul edilmiştir. Bu kanun

ile bankalar denetim altına alınmış, mevduat toplamak için izin alma, beyanname

verme, kredi sınırlandırması, kasa ihtiyatı ayırma gibi yükümlülükler getirilmiştir

(TBMM Zabıtları, 4/15, 431-435). Mevduatı koruma yasası bankacılıkla ilgili ilk

düzenlemelerden biridir. Bu kanunla toplanılan bilgilerden edinildiğine göre 1935

yılında ülkede toplam 39 millî bankada 199.461 mudi ve 62.593.002 lira tasarruf

mevduatı, 9 adet yabancı bankada ise 13.210 mudi ve 12.793.055 lira tasarruf mevduat

bulunmaktadır (BCA, 30.10/24.137.10).

74

Tablo 13. Milli Bankalardaki gelişme, 1920-1937

Yıllar Toplam Mevduat

(milyon lira)

İndeks 1920=100

Mevduattaki Pay % (Milli B.)

Mevduattaki Pay % (Yabancı B.)

1920 1.7 100 32 68

1921 2.4 144 47 53

1922 2.7 153 50 50

1923 3.9 232 60 40

1924 5.7 334 63 37

1925 7.5 529 65 35

1926 10.3 617 70 30

1927 16.8 1006 75 25

1928 22.5 1341 78 22

1929 27.2 1621 82 18

1930 32.3 1927 84 16

1931 35.9 2143 95 5

1932 39.7 2367 95 5

1933 69.5 4145 76 24

1934 68.2 4002 83 17

1935 75.4 4499 83 17

1936 84.1 5021 82 18

1937 96.8 5778 81 19

Kaynak: Aysan, Mustafa; Atatürk'ün Ekonomi Politikası , Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000, s.177

Tabloyu incelediğimiz zaman başlangıçtaki durumuna göre Türkiye’de bankacılığının

oldukça mesafe kaydettiğini görmekteyiz. Tablonun bize gösterdiği bir diğer özellik ise

yabancı bankaların mevduattaki payı azalırken, milli bankaların mevduattaki payı

artmıştır.

3.1.3.2. Dış Ticaret

Atatürk’ün kurduğu devletin dış ekonomik ilişkiler politikası, bir yandan tam

bağımsızlığın temeli saydığı ekonomik bağımsızlık, öte yandan bu ilişkilerden ülkenin

75

kalkınması yolunda akıllıca ve Osmanlı modelinden alınan dersler doğrultusunda

biçimlenmiştir (Töre 1982, 47).

Mahmut Esat Bey bu konuda izlenecek politikanın ip uçlarını da İzmir İktisat Kongresi

açılış nutkunda vermiştir.

“İktisat siyasetimizde ve mesela gümrüklerde mutlaka himayeci olamayız. Memleketimizin ihtiyacı olan

şeylere karşı bir kapıya benzeyen gümrüklerimizin iki kanadını açar ve her şeyin ithaline müsaade

edebiliriz. Bunlar o gibi şeylerdir ki memleketin istihsalini tezyid ve tanzim için ithâllerinde zaruret-i

kat’iye vardır. Ve memleketin iktisat menfaati bundadır. Bazı ithalata karşı gümrüklerimizin yalnız bir

kanadını açarız. Ve mutavassıt bir resim alarak memlekete girmesine müsaade ederiz. Çünkü memleketin

ihtiyacı bunda mutavassıttır. Bazı ithalata karşı gümrük kapılarımızı tamamen sededer, arkasına bir de

ordumuzu koyar ve memlekete o gibi eşyadan hiçbir şey koymayız. Çünkü bunun memlekete girmesi

iktisadiyatımız için bir zarar bir tehlike teşkil eder” (İnan 1989, 76).

Atatürk döneminde izlenen dış ticaret politikaları dönemin tümünde anlayış aynı

olmakla birlikte şartların gereği olarak uygulama biçiminde 1923-1929 dönemi ile

1930-1938 dönemi farklılık göstermektedir. Tüm dönem boyunca korumacı bir gümrük

politikası hedeflenmesine rağmen 1923-1929 yılları arasında hem Lozan’da gümrüklere

ve dış ticarete getirilen sınırlamalar hem de savaşlar nedeniyle ülkenin üretim

kapasitesindeki düşüşler nedeniyle korumacı gümrük politikaları uygulanamamıştır. Bu

nedenle 1923-1930 yılları arasında ithalât ve ihracatın millî gelir içerisinde kapladığı

paylar, sonraki 50 yıl içerisinde aşılmamış ve bu anlamda bu dönem Cumhuriyet

tarihinin dışa açık bir dönemi olma özelliğini kazanmıştır.Türkiye dış ticaretteki

özgürlüğüne ancak 1929 yılında sınırlamaların kalkması ile kavuşmuştur. Ancak bu

nedenlerle dönem boyunca dış ticaret dengemiz sürekli açık vermiştir.

1930-1938 dönemine ise Türkiye, sınırlamaların kalkması ile gümrüklerde yeni bir

düzenlemeye gitmiş ve gümrüklerine tam anlamı ile egemen olarak yerli üretimi

himayeci bir politika izleme imkanına kavuşmuştur. 1929 Yılından itibaren inhisar ve

istihlak vergileri de birleştirilmiş ve yeni kanun ile her maddeden alınacak yeni gümrük

vergisi ayrı ayrı belirtilmiştir. Belirtilmeyen mallar için % 40 gümrük vergisi alınması

karara bağlanmıştır (TBMM Zabıtları, 3/12, 209-216). Kanunun 4. maddesinde

yolcuların beraberinde gümrüksüz olarak getirebilecekleri eşyaların miktarı

76

belirtilmiştir. Bu maddeler o günün koşullarını yansıtması bakımından ilginçtir. Bu

maddeler şunlardır: “Elli adet sığara ve yirmi adet sığar, elli gram tütünle elli yaprak

sığara kağıdı, iki kutu kibrit ve yolculuk esnasında istimale mahsus inhisara tabi

eşyadan zurufu açılmış şeker ve şekerli maddelerle kezalik açılmış tuvalet suları, ve

ispirtolu mevattan bir kiloya kadarı ve itriyattan başka başka cinslerde üç şişe miktarı

miktarı da zati eşyadan sayılır” (TBMM Zabıtları, 3/12, 210).

Tablo 14: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 (Milyon TL)

Yıl GSMH İhracat İthalât İhracat-

İthalât

İhracat /

GSMH

İthalat/

GSMH

Toplam Dış Ticaret / GSMH

1923 952.6 85 145 -60 8.9 15.2 24.1

1924 1203.8 159 194 -35 13.2 16.1 29.3

1925 1525.6 192 242 -50 12.6 15.9 28.4

1926 1650.5 186 235 -49 11.3 14.2 25.5

1927 1471.2 158 211 -53 10.7 14.3 25.1

1928 1632.5 174 224 -50 10.7 13.7 24.4

1929 2073.1 155 256 -101 7.5 12.3 19.8

1930 1580.5 151 148 3 9.6 9.4 18.9

1931 1391.6 127 127 0 9.1 9.1 18.3

1932 1171.2 101 86 15 8.6 7.3 16.0

1933 1141.4 96 75 21 8.4 6.6 15.0

1934 1216.1 92 87 5 7.6 7.2 14.8

1935 1310.0 96 89 7 7.3 6.8 14.1

1936 1695.0 118 93 25 6.7 5.5 12.2

1937 1806.5 138 114 38 7.6 6.3 13.9

1938 1895.7 145 150 -5 7.6 7.9 15.5

1939 2063.1 127 118 9 6.1 5.7 11.8

Kaynak: DİE, İstatistik Göstergeler, 1923-2003, s:408(Aysan 176,179-1933-1939)

77

Yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere dış ticaret 1923-1929 döneminde sürekli açık

vermiş, 1929 yılında Dünya İktisadi Buhranı’nın da etkisi ile 101 milyon lira gibi

anormal bir seviyeye çıkmış ancak 1930’dan itibaren alınan gümrük düzenlemeleri

sayesinde açık kapanmaya başlamakla birlikte dünya buhranının etkisi devam ettiğinden

toplam dış ticaret hacmi azalmaya devam etmiştir.

1930 Sonrası dönemin bir diğer özelliği ise, uygulanan devletçi politikalar nedeniyle

yatırım malları ithalâtının toplam ithalât içindeki payının giderek artarak %48’i

aşmasıdır.(Töre 1982, 58) Bu oran 1930 yılından önce toplam ithalâtın % 25’i

civarında idi. 1930’dan itibaren azalan dış ticaret nedeniyle bu yıllardan itibaren mal

alandan mal alma veya malı mal ile ödeme anlamına gelen kliring anlaşmaları yapma

yoluna gidilmiştir. Türkiye kliring anlaşmaları sayesinde döviz sıkıntısı yaşamadan dış

ticaretini işler bir halde tutabilmiştir (İnönü 1987, 275). İktisat vekili Mustafa Şeref Bey

bu durumu mecliste şöyle açıklamıştır:

“Diğer memleketler ve bilhassa bize büyük bir pazar teşkil eden merkezî Avrupa memleketleri ithalât

itibariyle azim tahditler koymuşlardır. Fakat şüphesiz ki o memleketlerle muameleye girişirken sizden

aldığım şeker ve kahve nispetinde sen de mal almalısın demek hakkımızdır ve belki bu memleketlere

karşı aldığımız vaziyet içinde en mühim vazifemiz budur (TBMM Zabıtları, 4/9, 446). 1932 yılında

Fransa, Almanya ve İsveç ile kliring anlaşmaları imzalanmıştır(Ayın Tarihi, Mayıs 1934, 35).

Atatürk’ün dış ticaretle ilgili görüşleri ise şöyledir:

“Ticaret ilişkilerimiz bu yıl daha genişlemiştir. Karşılıklı genişlemek ve kolaylık özlediğimiz ilkedir.

İhracatımızın kolaylaştırıldığı ülkede ithalatın artmasından çekinmiyoruz. Bu çeşit ithalâtı artırmaya ve

kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Bu dürüst politika üç yıldan beri ticaretimizi sürekli olarak artırmıştır... Dış

ticarette izleyeceğimiz ana prensip, ticaret dengemizin aktif karakterini korumaktır. Çünkü Türkiye'de

ödeme dengesinin en önemli temelini bu oluşturmaktadır” (TBMM Zabıtları, 5/20, 4-5).

3.1.3.3. Ulaştırma

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda daha karayolu taşımacılığı henüz

doğmamıştı. Ancak yine de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk çıkan kanunlardan

biri olan Yol Mükellefiyeti Kanunu’nun 19.01.1925 tarihinde TBMM tarafından kabulü

ulaşım alanına verilen önemi göstermektedir. Mecliste uzun tartışmalar neticesinde

78

kabul edilen kanunla 18-60 yaş arsı her vatandaşın nakdî veya bedenî olarak yol yapım

hizmetlerine katılmasını öngörüyordu. Kanun ancak milletvekillerinden görüşmeye

katılanların ancak % 65’inin olumlu oy vermesiyle kabul edilmiştir ( TBMM Zabıtları

2/12, 16, 185 ). Ancak günün şartları bilinen ve uygun olan demiryolu yapımına daha

fazla önem verilmesini gerektirmekte idi. Şimendifer Politikası olarak ta bilinen

demiryolu politikası 1923-1938 arasında en fazla gelişme kaydedilen alan olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluş döneminde devlet bütçelerinin vazgeçilmez iki amacından biri

milli savunma ise öteki de demiryolculuktur. 1924 yılı bütçe rakamlarına bakacak

olursak nafia vekaletinin bütçesi, giderlerin % 12’sini, milli müdafaa harcamaları ise

giderlerin % 19’unu oluşturmaktadır (TBMM Zabıtları, 2/8-1, 888).

Falih Rıfkı Atay’da izlenen politikaları şöyle aktarmaktadır; “Bilmiyorduk. Bir bilen ve

öğreten de yoktu. Herkes şaşırtıcı ve umut kırıcı idi. Mekteplerde okudukları veya

okuttukları on dokuzuncu asır iktisat teorileri ile yeni devlete nasihat verenleri

dinlersek, kollarımızı kavuşturup bir asır beklemeli idik. Başvekil, demiryollarımızı

kendimiz yapacağımızdan bahsettiği vakit, her taraftan:

-Devlet, demiryolu yapamaz, kitapta yeri yok ...sesi geliyordu. Demiryolunu imtiyazlı

yabancı şirketler yapmalı idi. Başvekil de:

-Ben o teori, bu teori bilmem. Bir şey bilirim, o da her gün bir karış ray döşemek” (Atay

1989,452).

Cumhuriyet idarecileri demiryolunu hiçbir zaman sadece asker ve silah taşıyan bir araç

olarak görmemişlerdir. İş daha büyüktür. Çünkü bu savunma ile ekonomiyi ülke

çapında birleştirebilen tek projedir. Anadolu’nun tarıma dayanan kapalı üretim yapısını

değiştirecek bir araçtır. Cumhuriyet yönetimi yabancılara verilmiş demiryolu

ayrıcalıklarını 1920’li yıllarda geri almaya başladıktan sonra tümüyle yerli kaynak

çizgisine oturtulur. (Kuruç 1987, 23). Atatürk döneminde yabancılardan satın alınan

demiryolu uzunluğu 1929 Km. idi. 3360 Km’de Atatürk döneminde yapılmıştır (Tokgöz

2004, 96). 1923-1938 yılları arasında millîleştirilen demiryolu hatları şunlardır:

Haydarpaşa-Eskişehir-Konya-Yenice Mersin (1928), Mersin -Adana (1929), Mudanya-

Bursa (1931), Kütahya-Balıkesir (1932), Samsun-Çarşamba (1933), Adana-Fevzipaşa

(1933), Menemen-Bandırma-Manisa (1934), Basmane-Afyon (1934), Aydın-Eğirdir

(1935), Sirkeci-Edirne (1937), Toprakkale-İskenderun (1937) yılında. Aynı dönem

79

içerisinde yapılan demiryolları ise şunlardır: Ankara-Kayseri (1927), Samsun-

Amasya(1927), Kayseri-Şarkışla(1930), Ankara-Sivas (1930), Niğde-Ulukışla (1932),

Samsun-Sivas (1932), Ulukışla-Kayseri (1933), Fevzipaşa-Diyarbakır (1935), Irmak-

Filyos (1935), Filyos-Çatalağzı (1936), Çatalağzı- Zonguldak (1937), Malatya-

Çetinkaya (1937) (Aydemir 1995, 365).

Atatürk İzmir İktisat Kongresini açış nutkunda ulaşım meselesinin önemine şöyle

değinmiştir. “ Memleketimizi bundan başka şömendiferler ile ve üzerinde otomobiller

çalışır şoseler ile şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü garbın ve cihanın

vesaiti bunlar oldukça , şömendifer oldukça, bunlara karşı merkepler ve kağnı ile tabii

yollar üzerinde müsabakaya çalışmanın imkanı yoktur” (İnan 1989, 67).

Cumhuriyete kadar ülkede demiryolu hattı sadece batıdan güneydoğuya uzanan bir hat

idi. Yani Avrupa ile Ortadoğu arasında bir köprü vazifesi görüyordu. 1930 yılında

Sivas hattının açılması bu anlayışı değiştirmiştir. Atatürk’te Sivas demiryolunun

açılışına önem vererek; “Geçen yılın önemli olaylarından biri de Sivas'a trenin

ulaşmasıdır. Bu kadar zorluklar içinde vatanımızı daha fazla geliştirmeye ve

kuvvetlendirmeye dayanak olacak olan bu eserin gelecek Türk nesilleri tarafından

şükranla anılacağına eminim” (TBMM Zabıtları, 3/22, 3).

Denizcilik alnında da 1926 yılında Kabotaj kanunu çıkarılarak, Türk deniz ticareti ve

taşımacılık geliştirilmeye çalışılmıştır.

3.2. Yabancı Sermaye

1922 yılında Atatürk meclisi açış konuşmasında belirttiği “Malî kudretimiz, bu güne

kadar olduğu gibi dış borçlanma yapılmadan da orta halli bir düzeyde, ülkeyi yönetecek

ve amacına ulaştıracaktır ... Biz, ülkede memuriyeti, üretimi ve halkın refahını

sağlayacak, gelir kaynaklarımızı geliştirecek yararlı borçlanmalara taraftarız” (TBMM

Zabıtları, 1/18, 7) sözleriyle Osmanlı dönemindeki gelişmeler nedeniyle yabancı

sermayeye kuşkulu idi.

80

Türk devleti İzmir İktisat Kongresi’nden beri yabancı sermayeye karşı olmadığını

belirtmiştir. Karşı olunan yabancı sermaye değil, şartlı ve belli amaçlarla gelen yabancı

sermayedir. Bu anlayışta olan hükümet 1934 yılında Sovyet Rusya’dan 8 Milyon

dolarlık, 1936 yılında İngiltere’den 16 Milyon İngiliz liralık dış kredi kullanmış, Rus

kredisi Kayseri, Malatya, Nazilli pamuklu dokuma fabrikaları için, İngiliz kredisi ise

Karabük demir-çelik fabrikalarının inşası için kullanılmıştır (Türk 1982, 13). Aynı

zamanda bazı inhisarların yabancı sermayeli kuruluşlara verilmesi de yabancı

sermayeye ülkenin tamamen kapalı olmadığını göstermektedir.

Bu dönemde yabancı sermayeden korkunun nedeni o güne kadar batı sermayesinin

Türkiye’deki faaliyetlerinin yanlışlığıydı. Bunun yanı sıra Osmanlı borçları konusunda

alacaklıların davranışları da önemliydi. Nihayet borçlar meselesi 23 Haziran 1928’de

halledilmiş ve ödenmesine başlanmıştı. Toplam ana borç 107.5 milyon TL. olarak

belirlenmişti. Alacaklıların başında Fransa, İngiltere ve Hollanda geliyordu. 1923-1930

döneminde Batı ile istenilen ticari ilişkinin kurulamayışındaki bir başka önemli sebep,

bu devletlerle olan siyasi münasebetten kaynaklanıyordu. Bu sebeple Sovyetlerin ticaret

tekeli sisteminin benimsenmesini isteyenler bile vardı. Ama fikir reddedilmişti. Ancak

1923-50 döneminin iktisadi tarihindeki en ilgi çekici gelişmelerinden biri de 1930’larda

sanayileşme sürecinin hızlandırılması konusunda, Sovyetler Birliği’nin mâli ve teknik

yardımına başvurulmuş olmasıdır (Tezel 1982,463).

Bununla birlikte yabancı sermaye de Anadolu’ya gelmekten kuşkuluydu. Bir avuç

başarılı olmuş askerî liderin ekonomik reform alanında pek etkili olamayacağını

sanıyordu. Buna rağmen yabancı sermaye, azınlık gruplarına mensup iş adamlarına

yaptığı destekle Türk ekonomisindeki yerini almıştı. Yani 1923-1930 yılları arasında

Türk sanayiinin kurulmasında ve diğer alanlarda yabancı sermayenin rolü

küçümsenmeyecek kadar fazlaydı. Yine bu dönemde yabancı şirketlere imtiyazlar

verilmesine devam edilmiştir. Yabancılara verilen imtiyazlardan bazıları şunlardır:1924

Yılında İstanbul- Seyitköy Gaz ve Elektrik Şirketi (Belçika), 1925 yılında İzmir

Telefon şirketi(İsveç), 1926 yılında İzmir Elektrik ve tramvay şirketi( Belçika), 1927’de

Zingal Ormancılık şirketi (Belçika), Güney Anadolu Mangenez Madencilik

Şirketi(Alman), Kireçlik Krom Madencilik Şirketi (Fransız), 1928’de Adana Elektrik

Şirketi (Alman), Ankara Elektrik ve Gaz Şirketi (İngiliz), Fethiye Simli Kurşun

81

Madencilik Şirketi (Fransız), 1929 yılında ise Ford Motor Company şirketine otomobil

montaj fabrikası için imtiyazlar verilmiştir (Tezel 1982,177).

3.3. Maliye Politikası

Malî alanda 1920- 1923 yılları arasında bütçelerin düzenli olduğu söylenemez. Bu

yıllarda bir bütçe hazırlayıp uygulamaya koyma fırsatı olmamıştır. Bu yıllara ait devlet

harcamaları avans kanunları ile verilen ödeneklerle yürütüldü. 1924 yılında ise bir bütçe

kanunu hazırlanmıştır. Bu bütçe kanununda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan resim,

vergi ve harçlara devam edileceği belirtilmiştir.

TABLO 15:Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları (Milyon TL)

Bütçe Kanunu Kesin Hesap

Yıl Gelir Gider Fark Gelir Gider Fark

1924 129 140 -11 138 132 +6

1925 191 184 +7 171 202 -31

1926 190 190 0 180 173 +7

1927 195 194 +1 202 199 +3

1928 207 207 0 224 201 +23

1929 221 220 +1 224 213 +11

1930 223 223 0 218 210 +8

1931 187 187 0 186 208 -22

1932 169 169 0 214 212 +2

1933 170 170 0 199 205 +6

1934 184 184 0 241 229 +12

1935 195 195 0 267 260 +7

1936 213 213 0 271 266 +5

1937 231 231 0 317 311 +6

1938 250 250 0 329 315 +14

Kaynak: Aysan, Mustafa; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000 s.173; Kepenek, Yakup; Yentürk, Nurhan;Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996 s.39-64

82

Yukarıdaki tablo incelendiğinde 15 yıllık bütçenin 11 yılı denktir. Bu sonuçta bize

hükümetlerin denk bütçe ilkesine ne kadar bağlı kaldığını göstermektedir. Tabloda

görüleceği üzere 1924 bütçesindeki açık 11 milyon iken, 1925 bütçesi ise 31 milyon lira

açık ile kapanmıştır. Denk bütçe-düzgün ödeme dönemine ise açık vermeyen 1926 yılı

bütçesi ile girmek nasip olmuştur (Türk 1982, 11). Tablodaki açıkların nedenleri ise

1925 yılındaki aşarın kaldırılması ve 1929 yılındaki dünya buhranının etkileri olarak

değerlendirilebilir.

Atatürk hemen hemen tüm meclis açış konuşmalarında maliye politikalarına değinerek

denk bütçe-düzgün ödeme ilkesinin temel amaç olduğunu belirtmişti. 1938 Yılı meclis

açış konuşmasında; “Maliyemiz, denk bütçe sağlam tediye, vergi sistemlerini mükellef

lehine ıslah ve tahfif ve millî paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat

ve muvaffakiyetle takib ve tatbik etmektedir ... Samimi bir bütçeye ve hakiki bir tediye

muvazenesine dayanan paramızın fiilî istikrar vaziyetini kesin suretle muhafaza

edeceğiz” (TBMM Zabıtları, 5/20, 5-6). Denk bütçe ilkesine bağlı kalındığını İsmet

İnönü de hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

“İlk bütçe tatbikatlarından sonra , nihayet bütçenin açık verdiği, bu bütçe ile idare olunamayacağı bir

gerçek olarak ortaya çıktı. Daha bu yıl dolmadan yeni tahsisat almak yerine, mevcut tahsisattan bir

kısmını sarf etmemek için zorlamaya ve tedbir almaya başlardık. Muvazeneyi sağlamaya ve açıktan

masraf etmemeyi temin etmeye mecburduk. Çünkü bir açık hasıl oldu mu, bunu karşılayacak hiçbir

kaynak, hiçbir veresiye yoktu (İnönü 1987, C.2, 259).

Atatürk, dönem boyunca denk bütçe ilkesinden sapılmaması için gereken gayreti

gösterdi. Buradaki denklikten anlaşılan vergi ve vergi dışı gelirler gibi devletin normal

gelirleri ile devletin temel işlevleri ile ilgili hizmetler için yapılan harcamalar arsında

denkliğin sağlanmasıdır. İç ve dış borçlanmadan sağlanan devlet gelirleri ile bütçe

denkliğinin sağlanması kabul edilemez (Aysan 1995,87). Atatürk’ün aşağıdaki

sözlerinden anlaşılacağı üzere denk bütçe ekonomik bağımsız en temel şartıdır:

“Açık bir bütçenin hesapsız mahsurlarını iyi bilen Büyük Millet Meclisinin muvazene

yolunda katî karar sahibi bulunması devletin malî ve hatta umumî siyaseti için büyük

teminattır” (TBMM Zabıtları 4/18, 3).

83

Tablo 16. 1924 Yılı Bütçe Kanununa Göre Devletin Giderleri (TL.)

Giderler

-Büyük Millet Meclisi 1.584.596 -Hariciye 1.303.025

-Riyaseti cumhur 208.770 -Matbuat 136.390

-Divan-ı Muhasebat 202.998 -Sıhhiye 2.968.331

-Başvekalet 329.248 -Diyanet İşleri Reisliği 1.422.450

-Maliye 10.886.279 -Adliye 5.381.097

-Muhassesatı Zatiye 10.922.883 -Maarif 6.877.626

-Duyunu Umumiye 7.560.537 -Nafia 17.285.888

-Rüsumat 3.158.080 -Ticaret 1.962.576

-Tapu 718.625 -Müdafaa-i Milliye 27.279.386

-Dahiliye 4.156.763 -Bahriye 6.582.631

-Posta Telgraf 4.780.208 -Mübadele, İmar, İskan 6.020.000

-Emniyet-i Umumiye 3.123.004 -Ziraat 5.406.652

-Jandarma 10.101.096 TOPLAM 140.433.369

Kaynak: TBMM Zabıtları, Dönem 2, C. 8-1, s. 888

Tablo 17. 1924 Yılı Bütçe Kanununa Göre Devletin Gelirleri (TL.)

Gelirler

-Bilavasıta Vergiler (Aşar % 61.5) 43.930.500

-Damga, Harçlar, Kaydiyeler, Cezayı naktiyeler 3.210.000

-Bilavasıta Vergiler (Gümrük % 90) 28.170.000

-İnhisarlar 16.044.100

-Müesseseler 703.000

-Emlak ve Eşyayı Devlet Hasılatı 4.480.000

-Hasılatı Mütenevvia 5.204.296

-İstirdadat 219.714

-İstihlak Rüsumu 14.461.000

-Harp Karşılığı Varidat-ı Fevkaladesi 12.792.000

TOPLAM 129.214.610

Kaynak: TBMM Zabıtları, Dönem 2, C. 8-1, s. 888

84

Yukarıdaki tablodan da görüleceği gibi tarıma dayalı bir vergi olan aşar vasıtasız

vergilerin % 61.5, toplam gelirin ise % 20.9’unu oluşturmaktadır. Zaten açık veren

bütçede aşrın kaldırılması ile meydana gelen boşluğu doldurmak üzere çok daha ileri

esasları ihtiva eden yeni bir takım vergiler yürürlüğe konulmuştur. Bunlar arasında 1914

tarihli Temettü Vergisi'nin yerini alan Kazanç Vergisi 1926 yılında 755 sayılı kanunla

yürürlüğe girmiş, daha sonra pazarda satılan malın % 10’u oranında alınan Umumî

İstihlak Vergisi ve ardından bunu tamamlayan Hususî İstihlak ve Eğlence Vergisi kabul

edilmiştir. 1930-1940 yıllarında yaşanan büyük dünya ekonomik bunalımının neden

olduğu olağanüstü harcamaların kapatılabilmesi için ise, İktisadî Buhran Vergisi

getirilmiştir.

3.4. Para Politikası:

Malî politikada denk bütçe ve düzgün ödeme ilkelerini benimsemiş olan hükümet para

politikasında da sağlam para politikasını benimsemişlerdir. Atatürk’ün aşağıdaki sözleri

bunun açık ifadesidir:

“Maliyemiz Millî paranın istikrarını muhafaza prensiplerini tam bir sadakat ve muvaffakiyetle takip ve

tatbik etmektedir...Cumhuriyet bütçelerini taayyün eden ve daima kuvvetlenmesi gereken müşterek

hususiyetleri yalnız denkli oluşları değil, aynı zamanda koruyucu, kurucu ve verici işlere her defasında

daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır” (TBMM Zabıtları, 5/20, 6).

1923 Yılında tedavüldeki mevcut para miktarı 161 milyon lira idi (Aydemir 1995, 349).

Bu 161 milyon lira, Osmanlı devletinin 1. Dünya Savaşı yılları olan 1914-1918

yıllarında çıkardığı kaimelerdir. Millî mücadele yıllarında Ankara Hükümeti paranın,

“sahibi mülk” sayılan “padişaha ait” olduğu kanısı ile benimsenmeyeceği düşüncesi

nedeniyle, para basımı ile ilgili herhangi bir kanun tasarısı meclise gelmedi. Para

piyasasını elinde bulunduran Osmanlı Hükümeti’nin de yeni para basma yoluna

gitmemesi Kuvva-yı Milliye’nin de finansmanını etkileyecek olan enflasyonu

engellemiş ve bu nedenle İstiklal Savaşı enflasyonsuz yürütülmüştür (Ergin 1978, 184).

Dönemin sonu olan 1938 yılında ise tedavüldeki para miktarı 194 milyon lira idi (Aysan

2000, 174). Atatürk döneminde büyük sıkıntılara rağmen para basma yoluna gidilmemiş

olup bu nedenle Atatürk dönemi enflasyonsuz para politikalarına rağmen önemli üretim

artışlarının yaşandığı bir dönemdir. Atatürk döneminde para miktarında %23’lük bir

85

artış meydana gelmiştir. Bu miktarın % 15’lik bölümü ise 1938 yılı yılının ikinci

yarısında yani Atatürk’ün devlet işleriyle ilgilenemeyecek kadar ağır hasta olduğu

dönemde meydana gelmiştir. Atatürk döneminde uygulanan sıkı para politikasını

İnönü’nün şu sözlerinde görmekteyiz. “ Hükümet olarak yılda iki kez ödeme

yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider, konuşurdum. Birkaç milyonluk

emisyonun bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile evet dedirtemedim”

(Aysan 2000, 60-62).

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülkede para politikasını düzenleyecek bir kurum dahi

yoktur.Para basma işi geçen bahiste belirtildiği gibi Osmanlı Bankası’na aittir. Geçirilen

para krizi ülkede bir para otoritesi bulunması fikrini uyandırmış ve 11.06.1930 Tarih ve

1715 sayılı kanunla TC. Merkez Bankası kurulmuştur (Veyisoğlu 1988,9). Böylece

Türkiye kendi parasına egemen oldu. Türk parasının kıymetini koruma kanunu da aynı

yıl çıkarıldı.

Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinde, uygulanan sıkı para politikası

sayesinde, fazla bir değişiklik olmamıştır. 1923 yılında 763 kuruş olan İngiliz Sterlini

1938 yılında 616 kuruş idi (Aysan 2000, 174).

Cumhuriyet döneminde izlenen bu sıka para politikasında Osmanlı İmparatorluğu’nun

son dönemi, ve özellikle Almanya’da görülen yüksek enflasyonun etkisi olduğu

muhakkaktır.

3.5. Kamu Borçları

3.5.1 İç Borçlar

Cumhuriyet Hükümeti özellikle demiryolları olmak üzere bazı yatırımların karşılanması

amacıyla 1933 yılından itibaren “iç borçlanma” yoluna gitmiştir. Bu amaçla ilk olarak

Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu hattı inşaasında kullanılmak üzere 1933 yılında Ergani

istikrazı gerçekleştirilmiştir (Kuruç 1988, 5 ). Ergani istikrazı 3 Ocak 1934 tarihli

milliyet gazetesinde şu şekilde yer alıyordu:

86

“ Filhakika Ergani istikrazı bugünkü şartlar altında en cazip bir plasmandır. Vaktile tasarruf erbabı

yabancı tahvillere rağbet gösteriyordu. Bugün yabancı memleket plasmanlarının hiç cazip tarafı

kalmamıştır. Çünkü bu devletlerin paraları sağlam değildir. Fransız parası kıymetinin mühim bir kısmını

kaybettiği gibi, Fransız hükümeti bütçesini tevazün ettiremiyor. İngiliz lirası kıymetten düşmüştür,

İngiltere ticaret muvazenesi açıktır. Dolara gelince dolar bugün paraların en kararsızıdır. Bu vaziyet

karşısında Türk parası dünyanın en sağlam paralarından birini teşkil ettiğine şüphe yoktur..... Filhakika

Türk dahili istikrazının sağlamlığı Türk parasının sağlamlığı ile ölçülüyor. Bu bakımdan istikraz tahvili

paradan daha caziptir. Bir defa Ergani istikraz tahvili yüzde beş noksan para ile elde edilebiliyor. Yani

parayı istikraz tahviline kalbederken yüzde beş nispetinde bir kazanç vardır..... Bu faizden maada kur’a

ile çekilen bir ikramiye de vardır. Binaenaleyh Ergani istikrazı tasarruf erbabı için birçok bakımlardan

cazip bir plasman olmalıdır (Ayın Tarihi, Ocak 1934, 42).

Ergani istikrazının başarılı olması üzerine 28 Mayıs 1934 tarih ve 2463 sayılı kanunla

Sivas-Erzurum hattının inşasında kullanılmak üzere 30 milyon liralık yeni bir iç

istikraza gidilmiştir. Bunların yanında iç borçlar içerisinde Merkez bankasına kağıt

paraların karşılığı olarak verilen tahviller ile malî yılın sonunda ödeneksiz kalan borçlar

karşılığında hak sahiplerine verilen tahvillerle kısa vadeli borçlar da vardır (Tekeli; İlkin

1982, 278-279).

3.5.2 Dış Borçlar

Atatürk döneminde hükümetler dış kredi için çeşitli girişimlerde bulunmuş ancak

sonuçsuz kalmıştı, İsmet İnönü bu konu ile ilgili hatıralarında şöyle bahsetmektedir:

“Malî ve iktisadî işler için dışarıdan hiçbir yardım göremeyeceğimiz kanaati bize

hakimdi. Bunu bilerek kendi malî politikamızı tanzim etmeye çalışıyorduk... Bilmek

lazım ki ıstırar ve ihtiyaç zamanı gelen yardım, en yakın dostundan geldiği zaman bile

bedava gelmez. Hal için ve ati için bir takım kayıtları da beraber taşır. Bunu bilmeyen

adam bizde devlet mesuliyetini taşıyamaz” (İnönü 1987, C.2, 260-261).

Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine intikal eden dış borçlar için Lozan Barış

Sözleşmesi gereğince; 1928 yılında alacaklı ülkeler tarafından, Türkiye Dış Borçları

Komisyonu kuruldu. Komisyon ile borçların ne şekilde ödeneceği konusunda sözleşme

imzalandı. Sözleşme 1.12.1928 tarihinde meclis tarafından görüşülerek kabul edildi.

Kabul edilen toplam borç miktarı 107 milyon 528 bin458 liradır. Bu borç toplamının ilk

7 yılda %38’, sonraki altı yılda % 48’i, sonraki beş yılda %58’i, sonraki beş yılda %

87

60’ı ve sonraki üç yılda % 98’i ödenecek ve ödemelere 1929 yılı haziran ayında

başlanacaktı (T.B.M.M Zabıtları, Aktaran, Kuruç 1988, 3) 1929 yılında yaşanan dünya

iktisâdî krizi sebebiyle Cumhuriyet hükümeti borçlarını ödemekte güçlüklerle karşılaştı.

Taksitlerin azaltılması istendi. Bu istek, 28 Mayıs 1933’de Paris Sözleşmesi ile kabul

edildi. Ödeme süresi 30 yıldan 50 yıla çıkarıldı.

Bunun yanında 1930 yılında Merkez Bankasının kurulması için bir amerikan

şirketinden kibrit tekeline karşılık 10 milyon dolarlık, 1934 yılında şeker ve mensucat

fabrikalarında kullanılmak üzere Sovyetler birliğinde 8 milyon dolarlık kredi alındı

(Tekeli; İlkin 1982, 281-287).

Almanya ile de 1933 yılında 150 milyon marklık bir anlaşma yapılmasına rağmen bu

kredi kullanılamamıştır (Aydemir 1993, 416).

İngiltere’den 1936 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın yapımında kullanılmak

üzere 3 Milyon sterlin, 1938 yılında sanayi makine ve gereçleri için 10 milyon, askerî

araç-gereç için 6 milyon olmak üzere 16 milyon kredi kullanmıştır (Tezel 1982, 192-

193). Bu kredi anlaşması ile birlikte İngiltere ile bir kliring anlaşması imzalanmıştır. Bu

anlaşma ile ilgili değişiklik yapma yetkisi Londra Büyükelçiliği’ne bırakılmıştır (BCA,

30.18.01/86.34.3). 1933 yılından itibaren borç ödemeleri düzenli bir şekilde devam

etmiştir.

3.6. İstihdam:

Yıllarca süren savaşlar ve nüfus mübadelesi özellikle erkek nüfus olmak üzere toplam

nüfusta bir azalmanın ortaya çıkması, işsizlikle karşılaşılmamasına neden

olmuştur.Cumhuriyet döneminde aktif nüfusun dağılımını incelememiz için elimizde iki

kaynak mevcuttur. Bunlar 1927 ve 1935 genel nüfus sayımlarıdır. Bu sayımlara göre

çalışan nüfus ve dağılımı şu şekildedir.

88

Tablo 18: Sektörler İtibariyle Çalışan Nüfus (Bin Kişi)

Sektörler 1927 % 1935 %

Tarım 4368 81.6 6480 81.8

Sanayi 299 5.6 580 7.3

İnşaat - - 76 1.0

Ticaret 257 4.8 218 2.8

Ulaştırma - - 122 1.5

Hizmetler 374 7.0 445 5.6

TOPLAM 5298 100.0 7921 100.0

Kaynak: Devlet Planlama Teşkilatı, Kalkınan Türkiye Rakamlarla 1923-1968, s.105

Tablodaki oranlara baktığımız zaman dönemin ilk yılları ile son yıllarına yaklaşırken

tarımsal alanda çalışan nüfus oranının durumunu muhafaza ettiğini görmekteyiz.

Toplam nüfusta da yine aynı sonuç çıkmaktadır 1927 sayımında % 81.6 olan köylü

nüfus oranı, 1935 sayımında % 81.8’dır (D.P.T, s.105). Yani dönem boyunca

şehirleşme oranında herhangi bir mesafe kaydedilememiştir. Sanayi sektöründeki

istihdam oranında ise bir miktar artış gözlenmektedir. Bu artış her ne kadar ufak gibi

görünse de, yeni cumhuriyetin devraldığı enkaz durumundaki yapı, dünya buhranı,

Osmanlı’nın çöküşüne neden olan dış borçlar, büyük miktardaki millîleştirmeler ve

gerçekleştirilen demiryolu yatırımları göz önüne alındığında hiç de küçümsenemeyecek

bir sonuçtur.

SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğu’ndan devir alınan enkaz üzerine kurulan Türkiye

Cumhuriyeti’nin amacı kazanılan askerî zaferi ve bağımsızlığı, iktisadî alanda yapacağı

ilerlemelerle tamamlamak ve batılı ülkelerin ulaştığı çağdaş uygarlık seviyesine

ulaşmaktı. Ancak devir alınan miras hiç de iç açıcı değildi. Bu durumda izlenecek

iktisat politikalarını belirlemek amacı ile İzmir’de bir İktisat Kongresi düzenlenir. Bu

kongrede ekonominin tüm unsurlarının istekleri, ülkenin içinde bulunduğu şartlar ve

durum göz önüne alınarak bir iktisat politikası belirlenir. İzmir İktisat Kongresi’nde

hakim olan görüş batılı devletlerin sanayileşmesini ve kalkınmasını sağlayan liberal

politikaların izlenmesi idi. Ancak yeni Cumhuriyetin yöneticileri, atılacak tüm

adımların özel sektör tarafından başarılamayacağının bilincindedir. Bu bilinçten

hareketle bir politika izlenmeye başlanır. Bu politika ne gelişmiş Avrupa devletlerinin

izlediği liberal sistem, ne de Sovyet Rusya’nın izlediği sosyalist sistem olacaktır. Çünkü

Türk halkının ve Türk devletinin yapısı her ikisine de uygun değildi. Bu durumda

iktisadî alanda bir üçüncü yol izlenmiştir. Bu üçüncü yol liberal eğilimlerin ağırlıkta

olduğu, ancak devletin bazı alanlarda müdahalelerde bulunduğu tamamen millî bir

nitelikte olan Karma Ekonomik Sistem’dir. Bazı araştırmacılar bu politikayı “Millî

İktisat” olarak adlandırmışlardır.Aslına bu politika yeni bir politika değildir. Osmanlı

İmparatorluğu’nun son dönemlerinde izlenen politikadır.

Bu politika ekonomik alanda uygulanmaya başlanır. Türk unsurlara gerekli destek

sağlanarak millî bir burjuva oluşturulmaya çalışılır. Ancak Türk halkının ne yapısı ne

kaynakları ne de bilgi düzeyi böyle bir oluşuma uygun değildir. Üstelik izlenen politika

dış borçlar ve Lozan Anlaşması’nın dış ticaret ve gümrüklerle ilgili hükümleri dolayısı

ile bazı sınırlamalara bağlı idi. Bu düşüncelerle özel sektöre gerekli teşvik ve destek

verilmiştir. Bununla birlikte özellikle demiryolu olmak üzere bazı yatırımlar devlet

90

tarafından üstlenilmiştir. Bu şekilde 1923-1929 yılları bir bocalama şeklinde geçerek

istenilen sonuç alınamamıştır.

Zaten iyi sonuçlar alınamayan bu politikanın üzerine bir de 1929 Dünya Ekonomik

Buhranı’nın eklenmesi yöneticileri yeni bir alternatif aramaya yöneltti. Bu işi sadece

özel sektörün başaramayacağı açıktı ve ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi gerekli

idi. Yani bazı işleri devletin bizzat ele alması gerekiyordu. Bu şartlar altında 1930

tarihinden itibaren devletin daha müdahaleci bir tutum içerisinde olduğunu

görmekteyiz. Bu tarihten itibaren izlenen politika karma ekonomik sistem içerisinde

devlet müdahalesinin artması şeklinde idi. Yani devletçilik idi. Bu şekilde, bir

zaruretten doğan devletçilik 10 Mayıs 1931’de CHF programında, 5 Şubat 1932 yılında

anayasada yer almıştır. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın etkisini azaltmak amacı ile

uygulana bir dizi tedbirden sonra devletçilik ilkesinin sanayi alanında uygulanmasına

1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile başlanmıştır. BBYSP kapsamında yer

alan birçok yatırım başarı ile tamamlanmıştır. Uygulanan devletçilik döneminde özel

sektör hiçbir zaman ihmal edilmemiş ve izlenen politika ılımlı devletçilik şeklinde

kendini göstermiş ve devlet, sadece özel sektörün yapmasında yarar görülmeyen ve özel

sektörün yapamayacağı faaliyetlerde yer almıştır. Devlet müdahalelerinin ağırlıkta

olduğu için devletçilik dönemi olarak da adlandırılan bu dönemde, devlet çıkardığı

yasalarla ekonomide kontrolü ele almıştır.

Atatürk döneminin tamamında izlenen politika “Karma Ekonomi” olmakla birlikte

1923-1930 dönemi ile 1930-1938 dönemi yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı

uygulamada farklılıklar göstermiştir. Her iki dönemi bir bütün olarak birlikte ele alırsak

1923-1938 döneminde tüm sektörlerde gelişme kaydedilmiş hiçbir alan ihmal

edilmemiştir.

Tarım alanında aşar vergisi kaldırılmış, çiftçiye tarım makinaları ve kredi konusunda

destekler sağlanmış, ulaştırma politikaları ile tarımsal ürünlerin pazarlanma imkanı

artmış ve ekilen tarım arazisi 6 milyon hektardan 8 milyon hektara çıkmıştır.

91

Sanayi alanında 1923-1930 dönemindeki durgunluk 1934’den itibaren devletçi

uygulamalarla atlatılarak büyük yatırımlar başarı ile tamamlanmıştır. Atatürk

döneminde sanayi sektörü GSMH’dan aldığı payın % 13.2’den % 16.4’e çıkmasıyla en

fazla gelişme kaydeden sektör olmuştur.

Dış ticaret hacminde özellikle buhran nedeniyle önemli bir artış olmamasına rağmen;

100 milyon liraya kadar çıkan dış ticaret açığı kapatılmıştır.

İş Bankası ile özel sektöre kredi desteği sağlanmış, Merkez Bankası ile para piyasası

kontrol edilmiş ve bankacılık alanında oldukça mesafe kaydedilmiştir. 1920 yılında

toplam mevduatın %32’si millî bankalarda iken 1937 yılında millî bankaların toplam

mevduattan aldığı pay % 81’e ulaşıyordu.

Atatürk döneminde denk bütçe-düzgün ödeme ilkesinden asla taviz verilmeyerek

bütçelerin açık vermemesi sağlanmıştır. 1933 yılından itibaren dış borçların ödenmesine

düzgün bir şekilde devam edilmiş ve her türlü sıkıntıya rağmen asla para basma yoluna

gidilmediği için enflasyon kontrol altına alınabilmiştir.

Netice itibarı ile 1923- 1938 dönemi, uygulanan politikalar sayesinde, dönemin

başındaki durum ve şartlar göz önüne alındığında çok önemli başarıların elde edildiği

bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

92

KAYNAKLAR

ARŞİV BELGELERİ

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ :

TBMM Tutanakları Dönem I, C.2, s.379

TBMM Tutanakları Dönem I, C.3, s.5, 7

TBMM Tutanakları Dönem I, C.7, s.36

TBMM Tutanakları Dönem I, C.11, s.372-396

TBMM Tutanakları Dönem I, C.18, s. 5, 6, 7

TBMM Tutanakları Dönem II , C.8, s.992-1002

TBMM Tutanakları Dönem II , C.8/1, s.888

TBMM Tutanakları Dönem II , C.12, s.16, 185

TBMM Tutanakları Dönem II, C.14, s.8

TBMM Tutanakları Dönem II, C.17, s.99,100

TBMM Tutanakları Dönem II, C.32, s.614-620

TBMM Tutanakları Dönem II, C.18, s.138, 147, 151, 226, 429,430

TBMM Tutanakları Dönem II, C.21, s.3, 15

TBMM Tutanakları Dönem II , C.27, s.27

TBMM Tutanakları Dönem III, C.12, s.209-216

TBMM Tutanakları Dönem III, C.13, s.14-17

TBMM Tutanakları Dönem III, C.22, s.3

TBMM Tutanakları Dönem IV, C.9, s. 443-454,459

TBMM Tutanakları Dönem IV, C.12, s.93,94

TBMM Tutanakları Dönem IV, C.15, s.431-435

TBMM Tutanakları Dönem IV, C.18, s.3

TBMM Tutanakları Dönem V, C.20, s. 4, 5, 6

TBMM Tutanakları Dönem V, C.20, s.4

93

BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ (BCA):

BCA, No. 490.01/1.3.16

BCA, No. 30.10/51.336.10

BCA, No. 30.10/168.166.3

BCA, No. 18/257.167.1936

BCA, No. 30.18.01/74.35.13

BCA, No. 30.10/24.137.10

BCA, No. 30.18.01/86.34.3

BCA, No. 30.10/24.138.10

BCA, No. 30.10/166.154.1

BCA , No. 30.18.01/02.66.57.8

BCA, No. 30.18.01/92.56.53.6

BCA, No. 30.10/248.675.21

SÜRELİ YAYINLAR

Ayın Tarihi Dergisi, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ocak 1934, s.32, 36,

40, 42

Ayın Tarihi Dergisi, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Mayıs 1934, s.35

KİTAPLAR:

Acar, Yalçın, Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisadi Politikalar,

Uludağ Üniversitesi İİBF Fakültesi Yayınları, Bursa 1999.

Ağaoğlu, Ahmet, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.

Arıburnu, Kemal; Atatürk’ün Milli Ekonomi Üzerindeki Düşünceleri, T.C Ziraat

Bankası Genel Müdürlüğü Yayınları No:1, Ankara 1973.

94

Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:513, Ankara 1982.

Atatürk’ün Ekonomik Kalkınma Politikası ve Devlet İşletmeciliği, İstanbul Üniversitesi

Yayınları No 2846, İstanbul 1981.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Doğan Kardeş Basımevi, İstanbul 1989.

Avcıoğlu, Doğan; Türkiye’nin Düzeni (Dünü, Bugünü, Yarını),

Tekin Yayınevi, İstanbul 1982.

Aydemir, Şevket Süreyya; Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992.

Aydemir, Şevket Süreyya; İkinci Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993.

Aysan, Mustafa; Atatürk'ün Ekonomi Politikası , Toplumsal Dönüşüm Yayınları,

İstanbul 2000.

Başar, Ahmet Hamdi, Atatürk’le Üç Ay, Tan Matbaası, İstanbul 1945.

Başkaya, Fikret; Azgelişmişliğin Sürekliliği, İmge Kitabevi, Ankara 2001.

Boratav, Korkut; Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, Gerçek Yayınları, İstanbul 1995.

Boratav, Korkut, 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, Ankara 1974

Bostancı, M.Naci; Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, Ötüken

Yayınları, İstanbul 1996.

Bostancı, M.Naci; Kadrocular ve Sosyo-Ekonomik görüşleri, Ankara 1990

Buluş, Abdülkadir, Türk İktisat Politikalarının Tarihi Temelleri, Tablet Kitabevi, Konya

2003.

95

Çakan, Işıl, Türk Parlamento Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1999.

Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizm 1860-1990, İmge Kitabevi Yayınları,

Ankara 1992.

Eldem, Vedat; Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK

Yayınları, Ankara 1994.

Eldem, Vedat; Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi,

TTK Yayınları, Ankara 1994

Ergin,Feridun, K.Atatürk, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul 1978.

Eroğlu, Hamza; Atatürk Ve Devletçilik, Ankara 1981

Gökay, Bülent, Bolşevizm İle Emperyalizm Arasında Türkiye, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, İstanbul 1997.

Hiç, Mükerrem, Türkiye Ekonomisinin Analizi, İstanbul Üniversitesi Yayını No: 2665,

İstanbul 1980.

Issawı, Charles; The Economic History Of Turkey, 1900-1914, The University of

Chicago Press, 1981.

İstatistik Göstergeler 1923-2003, DIE, Ankara 2005.

İnan Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar Ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, Ankara 1984.

İnan, Ayşe Afet; Devletçilik İlkesi Ve T.C’nin Birinci Sanayi Planı 1936, Türk Tarih

Kurumu Yayını No 16, Ankara 1973.

96

İnan, Ayşe Afet; İzmir İktisat Kongresi , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.

İnönü, İsmet, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987.

Kalkınan Türkiye Rakamlarla 1923-1968, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 1969.

Atatürk’ün Ekonomi Görüşü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, Ankara, 1982.

Kazgan, Gülten; Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Bilgi Üniversitesi,

İstanbul 2002.

Kepenek, Yakup; Nurhan Yentürk,Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996.

Keyder, Çağlar; Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye 1923-1929 Yurt Yayınevi, İstanbul

1993.

Kipal, Ulaş; Türkiye Milli İktisat Tarihi, Kaynak Yayınları, İstanbul 2001.

Kuruç, Bilsay; Belgelerle Türkiye İktisat Politikası Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Yayınları, 1.Cilt(1929-1932) Ankara 1988.

Kuruç, Bilsay; Belgelerle Türkiye İktisat Politikası Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Yayınları, 2.Cilt(1933-1935) Ankara 1993.

Kuruç, Bilsay; Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987.

Lozan Antlaşması, Montreux Sözleşmesi ve Paris Sözleşmesi; Harp Akademileri

Basımevi, İstanbul 1987.

Morel, Eugene, Türkiye Ve Reformları, Çev. S.Belli, Süreç Yayınları, İstanbul 1984.

Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi, İMKB Yayınları, İstanbul 1999

Ökçün, Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi Haberler- Belgeler-Yorumlar, Ankara 1997,

97

Ökçün, Gündüz, Osmanlı Sanayii, 1913-1915 Yılları Sanayi İstatistikleri, DİE Tarihî

İstatistikler Dizisi C.4, Ankara 1997.

Ölçen, Ali Nejat, Kemalizmin Ekonomisi, Güldiken Yayınları, Ankara 2000.

Özdemir, Sadi; Atatürk ve 3. Yol, Yayınevi Yayıncılık, İstanbul 1999

Öztürk, Kazım; Türk Parlamento Tarihi, TBMM Yayınları No:1, Ankara 1993.

Pakdemirli, Ekrem; Ekonomimizin 1923’ten 1990’a Sayısal Görünümü, Milliyet

Yayınları, İstanbul 1991.

Pamuk, Şevket; 100 Soruda Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi, 1500-1914, İstanbul 1999.

Planlı Dönemde Rakamlarla Türkiye Ekonomisi, TOBB, Ankara 1990.

Shaw, Stanford J; Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E

Yayınları, İstanbul 2000.Çev. Mehmet Harmancı

Tekeli, İlhan; Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika

Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara 1977.

Tekeli, İlhan; Selim İlkin, Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu

Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara 1982.

Tezel,Yahya Sezai;Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi (1923-1950 ) Yurt Yayınları

Genişletilmiş 2.Basım, Ankara 1982.

Tokgöz, Erdinç;Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, İmaj Yayınevi, Ankara 2004.

Toprak, Zafer; Türkiye’de Milli İktisat, Yurt Yayınları, Ankara 1982.

98

Tural, M.Arif, Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar, Kültür Ve Turizm

Bakanlığı Yayınları No:848, Ankara 1987.

Türkiye’de Ekonomik Yapı Değişmeleri 1923-1988, TOBB, Ankara 1989.

Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, DİE , Ankara 1973.

Veyisoğlu, Avni; Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Alman Ekonomi Mucizesi,

Aksüt Matbaası, 1988.

Yalçın, Aydın; Türkiye İktisat Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1976.

Yaşa, Memduh; Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, Akbank Kültür

Yayınları , İstanbul 1980.

Yavi, Ersal, Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır, Yazıcı Yayınevi, İzmir 2001.

Yenal, Oktay; Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul 2003.

Yerasımos, Stefanos; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, İstanbul 1975.

MAKALELER

Altıparmak, “Aytekin, Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiin

Gelişimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 13, 2002,

s.35-59

Auroba, Çelik, “Cumhuriyet’in Kuruluş Yıllarında Türkiye’nin Tarımsal Yapısı Ve

Tarıma Yönelik Politikalar”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası Ve Türkiyenin

Ekonomik Gelişmesi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,

1982, s.19-87

99

Çavdar, Tevfik, Devralınan İktisadi Miras, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi

Ankara 2002, s.1048-1060

Gürsoy, Bedri, “Atatürk Ve Mali Sistemi, Muharrem Kararnamesinin 100. Yılı”,

Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiyenin Ekonomik Gelişmesi”,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982, s.219-289

Demir, Ahmet, “Atatürk Döneminde Türkiye’de Enerji Politikaları”, Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982, s.207-218

Hamitoğulları, Beşir, “Atatürk Devletçiliği Ve Ekonomik Bağımsızlık”, Atatürk

Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiyenin Ekonomik Gelişmesi”, Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982, s.105-132

Koraltürk, Murat, “Türkiye Ekonomisi”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları,

Ankara 2002, C.17, s.581-597

Özkaya, Yücel; “Altı İlke”, Türkler Ansiklopedisi Yurt Yayınları, Ankara 2002, C.16

s.516-523

Sağlam, Dündar, “Devletçilik İlkesi İçinde Özel Sektör-Kamu Sektörü Dengesi”,

Atatürk’ün Ekonomik Kalkınma Politikası ve Devlet İşletmeciliği İstanbul

Üniversitesi Yayını, 1981, s.83-109

Toprak, Zafer; “Osmanlı’dan Devreden Kriz Potansiyeli ve Tek Parti Dönemi

Ekonomik Krizleri”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara

2002, C.17, s.600-614

Töre, Nahit, “Atatürk Döneminin Dış Rkonomik İlişkiler Politikası ”, Atatürk Dönemi

Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi

Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982, s.45-61

100

Türk, İsmail, “Atatürk Ve Mali Sistemi”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve

Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Yayınları, 1982, s.7-21

Yüksel, Hasan, “Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,

Cilt XII, Sayı 35, 1996, s.609-614

Zarakolu, Avni, “1929/30 Dünya Ekonomik Krizi Karşısında Türk Ekonomisi ve

Krizle Mücadele Tedbirleri”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiyenin

Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,

1982, s.89-103

101

İNDEKS

A

ABD, 6

Adana, 45, 46, 78, 80

Afet İnan, 43

Afyon, 16,24, 45, 78

Ağnam, 14

Ahmet Hamdi Başar, 50, 51, 65

Akdeniz, 7

Akşam Gazetesi, 46

Âli İktisat Meclisi, 30, 49, 58

Alman, 8, 21, 80

Almanya, 13, 19, 24, 38, 77, 85, 87

Amasya, 79

Amerikan, 40

Anadolu, 5, 10, 13, 16, 17, 18, 23, 38, 45, 56, 66, 78, 80

Anayasa, 66

Ankara, 12, 15, 18, 22, 25, 27, 36, 39, 46, 51, 57, 66, 79, 80, 84

Arazi, 11, 14, 61, 63, 65, 67, 69

Arazi Kanunnamesi, 14

Asker, 14, 35, 37, 52, 78

Askerî, 10, 11, 19, 33, 61, 80, 87, 89

Aşar, 10, 11, 14,16, 37,57,65,83, 84, 90

Aşarın Kaldırılması, 32

At, 16, 63

Atatürk, 2, 3, 8, 26, 27, 28, 29, 30, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 55, 56, 59, 61,

62, 63, 64, 65, 66, 71, 74, 75, 77, 78, 79, 81, 82, 84, 86, 90, 91

102

Avrupa, 6, 7, 8, 11, 13, 17, 19, 23, 25, 46, 50, 56, 64, 77, 79, 89

Aydın, 45, 78

Azınlık,6, 10, 11, 33, 80

B

Bakırköy, 55, 68

Balıkesir, 78

Bandırma, 45, 78

Basmane, 78

BBYSP, 53, 54, 55, 56, 73, 90

Besim Atalay Bey, 65

Beykoz, 68

Beynelmilel, 51

Bina, 11

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, 2, 53, 56, 90

Birinci Dünya Savaşı, 13, 16, 23, 84

Borç Senedi, 11

Buğday, 16, 64, 65, 66

Burjuva, 2, 89

Bursa, 45, 46, 55, 78

Bütçe, 9, 23, 31, 41, 78, 81, 82, 84, 91

C

Celal Bayar, 48, 50, 73

CHF, 42, 47, 48, 49, 50, 90

Cizye, 11

Cumhuriyet, 1, 3, 4, 5, 7, 8, 13, 14, 19, 20, 21, 25, 28, 44, 45, 47, 56, 66, 68, 69, 70, 75,

78, 84, 85, 86, 87

Cumhuriyet Dönemi, 5

Cumhuriyet Halk Partisi, 66

Ç

Çarşamba, 78

Çatalağzı, 45, 79

Çay, 48

Çetinkaya, 79

103

Çukurova, 15

D

Delege, 35

Demir Çelik, 55, 87

Demiryolu, 1, 12, 15, 20, 21,37, 45, 47, 63, 78, 79, 85, 88, 89

Demokrasi, 50

Deniz Ulaşımı, 21, 38

Derebeyi, 15

Devlet, 2, 5, 7, 8, 9,10, 15, 19, 20, 22, 25, 27, 28, 29, 30, 37, 40, 41, 44, 45, 47, 48, 49,

50, 51, 52, 57, 65, 66, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 78, 81, 82, 85, 86, 89, 90

Devlet Gelirleri, 8, 82

Devlet Sanayi Ofisi, 71

Devletçi, 2, 26, 28, 40, 46, 47, 48, 51, 52, 77, 91

Devletçilik, 3, 40, 43, 44, 47, 48, 49, 50, 51, 56, 70, 73, 90

Dış Borç, 1, 8, 9, 86, 38

Dışa Açık, 39, 75

Dini Liderler, 17

Diyarbakır, 79, 85

Doğu Rumeli, 9

Dokuma, 24, 54, 68, 80

Döviz, 52

Dünya Ekonomik Buhranı, 26, 40, 52, 90

Düyun-u Umumiye, 8, 9, 19, 25

E

Edirne, 9, 78

Ege, 15

Eğirdir, 78

Eğitim, 6, 42, 56

Ekonomi Politikası, 56

Ekonomik Gelişme, 1

Ekonomik Hayat, 10

Ekonomik Yapı, 3, 25, 37

Elektrik, 12, 46, 80

104

Ereğli, 45, 55

Ergani İstikrazı, 85, 86

Ermeni, 5, 36

Eskişehir, 78

Esnaf, 1, 17, 25, 37, 67, 71

Evrak-I Nakdiye, 38

F

Falih Rıfkı Atay, 5, 36, 44, 78

Fenerhane, 68

Ferdiyetçiler, 51

Fethi Okyar, 27, 47

Fevzipaşa, 78, 85

Fındık, 16

Filyos, 79

Ford Motor Company, 81

Fransa, 23, 24, 77, 80

Fransız, 6, 8, 19, 21, 80, 86

Frengi, 6

G

Gayrimüslimler, 5

Gaz Şirketi, 80

Gelir Vergisi, 8

Gemlik, 55

GSMH, 60, 61, 62, 67, 76, 91

Gümrük, 10, 37, 38, 41, 83

Gümrük Resmi, 38

H

Hakimiyet-İ Milliye, 36

Halil Bey, 48

Hammadde, 17, 40, 54, 55, 68, 70, 72

Harp Tazminatı, 1

Has, 14, 49

Haydarpaşa, 45, 78

105

Hayvan, 10, 11, 16, 62, 63, 65

Hayvan Vergisi, 10, 11

Hayvancılık, 66

Hereke, 68

İ

İç Gümrük, 7

İhracat, 14, 36, 38, 41, 53

İhtihsal, 44

İktisadî, 1, 5, 8, 10, 13, 25, 28, 30, 31, 33, 36, 40, 41, 44, 45, 48, 51, 58, 61, 67, 86, 89

İktisadi Buhran Vergisi, 65

İktisat Kongresi, 1, 3, 26, 27, 28, 29, 31, 35, 37, 56, 62, 64, 67, 71, 75, 80, 89

İktisat Politikası, 26, 40

İktisat Ve Tasarruf Cemiyeti, 41

İktisat Vekili, 48

İltizam, 14

İmtiyazlar, 10, 29, 36, 58, 80

İmtiyazlı, 8, 19, 28, 29, 30, 78

İncir, 15, 24

İngiliz, 6, 7, 8, 15, 17, 19, 21, 23, 54, 80, 85, 86

İngiltere, 7, 23, 24, 80, 86, 87

İnhisar, 29, 32, 35, 45, 80, 83, 75

İnhisarlar Umum Müdürlüğü, 29

İnkılap, 51

İpek, 9, 11, 24, 54

İskenderun, 78

İskoda, 36

İsmet İnönü, 42, 47, 50, 53, 82, 86

İstanbul, 5, 16, 18, 33, 35, 37, 41, 45, 46, 51, 55, 71, 74, 80, 81

İstihlak, 75

İstihsal, 48, 50

İş Bankası, 29, 30, 37, 48, 50, 57, 68, 71, 91

İşçi, 17, 31, 33, 35, 50

İşletme Garantisi, 20

106

İşletmecilik, 28

İtalyan, 8

İthalât, 2. 17, 23, 24, 25, 36, 76

İttihat Ve Terakki, 9, 10, 13, 33

İzmir, 1, 3, 5, 15, 18, 26, 27, 28, 31, 33, 35, 37, 39, 43, 45, 46, 53, 62, 64, 67, 71, 75, 79,

80, 89

İzmit, 55

J

Jandarma, 9, 26

K

Kabotaj, 32, 58, 79

Kadıköy, 46

Kadro, 50, 50

Kadrocular, 50

Kahve, 48, 77

Kaime, 11

Kandil, 34

Kapitalist, 10, 14, 28, 40, 44

Kapitülasyonlar, 8, 10, 13, 38, 39

Kapitülasyonların Kaldırılması, 38

Karabük, 55, 80, 87

Karma Ekonomi, 2, 43

Karma Ekonomik Sistem, 2, 40, 43, 44, 89, 90

Karma Ekonomik Sistem, 44, 89

Kayseri, 55, 79, 80

Kayseri Bez Fabrikası, 55

Kazanç Vergisi, 84

Kazım Paşanın, 51

Kentleşme Oranı, 5

Keynes, 27

Kırım Savaşı, 8

Kırsal Kesim, 11

Kibrit, 29, 45, 57, 76, 87

107

Çakmak, 29

Kollektivizm, 44

Komünizm, 44

Konya, 55, 78

Korumacı, 2, 13, 29, 75

Kredi, 16, 17, 19, 28, 30, 37, 57, 62, 68, 70, 72, 73, 80, 86, 87, 90, 91

Kurtuluş Savaşı, 3, 16, 35, 61

Kütahya, 35, 78

L

Liberal, 13, 26, 28, 44, 46, 47, 50, 51, 56, 89

Liberalizm, 46, 47

Limanlar, 15

Londra, 19, 87

Lozan, 1, 2, 3, 26, 27, 29, 31, 37, 38, 39, 41, 47, 56, 57, 69, 75, 86, 89

M

Maden, 10, 21, 29, 54, 58

Maden Tetkik Ve Arama Enstitüsü, 58

Madencilik, 13, 40

Mahmut Esat Bey, 27, 75

Malatya, 55, 79, 80

Malî, 5, 11, 22, 25, 27, 28, 32, 36, 38, 41, 42, 45, 79, 81, 82, 84, 86

Maliye Nezareti, 9

Maliye Politikası, 10, 11

Manisa, 35, 45, 78

Memleket Sandıkları, 19

Menemen, 78

Menkul Kıymet ve Kambiyo Borsaları Kanunu, 58

Mensucat, 19, 87

Merinos, 55

Merkez Bankası, 20, 37, 58, 85, 91

Merkezî Devlet, 11, 53

Mersin, 45, 78

Mevduatı Koruma Kanunu, 58

108

Mevlid-İ Şerifi, 34

Meyvecilik, 15

Millî, 2, 13, 20, 21, 22, 29, 30, 32, 34, 35, 36, 37, 41, 42, 46, 48, 50, 55, 60,63, 65, 70,

73, 75, 82, 84, 89, 91

Milli Gelir, 21

Millî İktiat Ve Tasarruf Cemiyeti, 42

Millî İktisat, 13, 48

Millî Şirketler, 13

Millî Türk Ticaret Birliği, 35, 37

Millileştirmeler, 46

Milliyet Gazetesi, 50

Milliyetçilik, 13

Mirî Arazi, 14

Misak-ı İktisadî, 34

Misak-ı Millî, 12

Mudanya, 45, 78

Muharrem Kararnamesi, 8

Mustafa Şeref Bey, 48, 77

Mutedil Devletçilik, 47

Muvazene Vergisi, 65

Mübadele, 51

Müdahale, 2, 8, 40, 45, 49, 52

Mültezimler, 14

Müslüman, 4, 5, 13

N

Niğde, 79

Nutuk, 47

Nüfus, 1, 4, 5, 63, 64, 87, 88

Nüfus Mübadelesi, 1, 4, 87

O

Ordu, 11, 64

Osmanlı, 1, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24,

25, 26, 27, 28, 33, 36, 37, 38, 41, 47, 57, 68, 70, 71, 75, 79, 80, 81, 84, 85, 86, 88, 89

109

Osmanlı Bankası, 12, 19, 20, 70, 71, 85

Osmanlı Borçları, 1, 80

Osmanlı Borçları, 38

Osmanlı Ekonomisi, 20

Ö

Özel Mülkiyet, 14

Özel Sanayi, 17, 29

Özel Sektör, 8, 50, 68, 89, 90

Özel Yabancı Sermaye, 40

Özelleştirme, 2

P

Para Politikası, 84

Paşabahçe, 55

Pulluk, 63

R

Reji, 9, 32

Rum, 5, 36, 39

Rus, 54, 80

Rüşvet, 15

S

Sabur Sami Bey, 36

Salgın, 6

Samsun, 78

Sanat, 35

Sanayi, 2, 12, 17, 18, 22, 24, 25, 29, 30, 32, 33, 35, 37, 53, 55, 56, 57, 58, 67, 68, 69,

71, 72, 88, 90, 91

Sanayi Bitkileri, 15

Sanayi Kredi Bankası, 69, 72

Sanayi Planı, 56

Sanayi Sayımı, 18, 19

Sanayi Ve Maadin Bankası, 29, 58, 67, 69, 71, 72

Sanayici, 1, 31, 35, 66

Sanayileşme, 5, 10, 11, 19, 46, 53, 67, 68, 70, 80

110

Saray, 11, 14

Savaş Ekonomisi, 10

Sebze, 15, 16

Selanik Bankası, 19, 20

Semikok, 55

Seramik, 54

Serbest Fırka, 47

Serbest Fırka’nın, 47

Serbestçi, 52

Sermaye, 1, 2, 11, 12, 13, 17, 20, 21, 26, 28, 30, 36, 40, 44, 50, 54, 57, 68, 70, 71, 72,

73, 80

Sığır, 16

Sigara Kâğıdı, 45

Sirkeci, 78

Sivas, 47, 79, 86

Sivil, 14, 35, 38

Siyasal, 11, 31, 62

Siyasî, 10, 36, 39

Sosyalist, 2, 43, 89

Sosyalizm, 44, 49, 50

Sovyetler Birliği, 37, 53

Sultan Abdülmecit, 14, 33

Sultan. Abdülhamit, 14

Ş

Şarkışla, 79

Şeker, 24, 29, 48, 57, 65, 69, 76, 77, 87

Şeker Fabrikaları, 29, 69

T

Tahıl, 15, 16

Tanzimat Fermanı, 11, 17

Tarım, 1, 2, 5, 13, 15, 16, 20, 24, 27, 32, 41, 43, 44, 53, 57, 61, 62, 63, 64, 65, 67, 70,

90

Tarım Kredi Kooperatifleri, 62

111

Tarım Sektörü, 14, 61

Tarımsal, 10, 11, 14, 25

Tarsus, 30, 45

Tasarruf, 9, 46, 57, 73, 86

TBMM, 3, 6, 8, 9, 26, 27, 29, 30, 35, 42, 45, 48, 49, 55, 62, 63, 64, 65, 69, 71, 73, 75,

77, 79, 82, 83, 84

Tekel, 13, 29, 45

Telgraf, 21

Teşvik, 2, 23, 28, 29, 58, 65, 66, 70, 89

Tımar, 14 ,15

Ticaret, 1, 5, 7, 8, 11, 12, 17, 20, 22, 23, 24, 25, 27, 30, 36,37, 38, 40, 41, 47, 71, 75,

77, 83, 88, 80, 86, 89, 91

Ticarî, 7, 36, 38

Toprak, 4, 7, 14, 15, 17, 21, 35, 57, 63, 66, 67

Toprak Ağası, 15

Toprak İskan Kanun Tasarısı, 66

Toprakkale, 78

Topraksız Çiftçi, 63

Topraksız Köylü, 15

Traktör, 63

Tramvay, 12, 46

Tuz, 8, 11, 29

Tüccar, 1, 8, 13, 31, 35, 49, 70, 71

Türk Parasını Koruma Kanunu, 42

Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması, 7, 17

Türkiye, 1, 4, 5, 6, 12, 15, 16, 18, 24, 25, 27, 31, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 41, 43, 44, 46, 47,

49, 53, 54, 55, 56, 57, 61, 63, 69, 70, 71, 74, 75, 77, 80, 81, 85, 86, 88, 89

Türkiye Cumhuriyeti, 4, 38, 43, 47, 77, 89

Tütün, 8, 9, 11, 15, 16, 24, 29, 32, 57

U

Ulukışla, 79

Ü

Üretim, 7, 11, 13, 14, 17, 18, 25, 55, 62, 63, 64, 67, 68, 69, 75, 78, 84

112

Üsküdar, 46

Üzüm, 15

Y

Yabancı Para, 12

Yabancı Sermaye, 2, 10, 11, 12, 13, 20, 29, 31, 36, 46, 70, 80

Yabancı Sermaye Şirketleri, 13

Yabancı Sermaye Yatırımları, 12

Yabancılar, 10, 11, 23

Yakup Kadri, 50

Yangın Sigortası, 39

Yarı Sömürge, 10

Yenice, 78

Yerli Kumaş, 26

Yerli Malı, 42

Yunanistan, 38

Z

Zeamet, 14

Zeytin, 16

Ziraat Bankası, 5, 16, 19, 20, 32, 57, 62, 64, 66, 70

Ziraî Eğitim, 32

Zonguldak, 45, 55, 79

113

EKLER

114

115

116

117

118

119

120

121

122

123

124

125

126

127

128

129

130

131

132

133

134

135

136

137

138

139

140

141

142

ÖZGEÇMİŞ

17.12.1966 yılında Kayseri’de doğdu. İlk Öğrenimini Kayseri Şeker İlkokulu’nda

tamamladı. Lise öğrenimini Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesi’nde tamamladı. 1985

yılında Artvin ili Hopa ilçesinde sağlık memuru olarak göreve başladı. 1991 yılında

Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun

oldu. 1996 yılında Kayseri İbrahim Yüzbaşıoğlu Sağlık Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek

aynı yıl Yozgat Sağlık Meslek Lisesi’nde öğretmen olarak göreve başladı. Halen

Kayseri sağlık Meslek Lisesinde öğretmen olarak görev yapmakla birlikte, Erciyes

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Cumhuriyet Tarihi dalında

“Tarihî Açıdan Atatürk Dönemi İktisat Politikaları” adlı yüksek lisans tez çalışmasına

devam etmektedir. Evli, iki çocuk babasıdır.

Adres: Keykubat Mah.

Güllübahçe Cad. No: 124/5

38070 Melikgazi- KAYSERİ

Ev Tel: 03523310459

Cep Tel:05323028031

E-Posta:[email protected]