52

Click here to load reader

tchayat sayi 14

Embed Size (px)

DESCRIPTION

14. sayımızla tekrar bir aradayız. Yeni sayımızda güzel ülkemde Trabzon’u tanıyoruz. Günlük, gündem, akademik köşe ve serbest kürsü bölümleriyle okuyanlar için faydalı bilgiler sunmayı amaçlıyoruz. Korupark Pazarlama Müdürü Feyza Acar Sönmezer ile yaptığımız röportajla AVM’ler ve alışveriş sektörü hakkında merak ettiklerinizi öğrenebilirsiniz. Görsel sanatlarda çömlekçilik ve kapak konusu olarak da büyük göç çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. Gezi bölümünde yer verdiğimiz Doğu Afrika’nın parlayan yıldızı Kenya’yı çeşitli bilgiler ve fotoğraflarla bir kez daha tanıma fırsatı yakalayabilirsiniz. Keyifli okumalar dileriz.

Citation preview

Page 1: tchayat sayi 14

SAYI 14

ZAMANYÖNETİMİ 26

Great Migration

BÜYÜK GÖÇ 10

ENDÜLÜS’ESEYAHAT 23

GEZİ

KENYA 35

Page 2: tchayat sayi 14
Page 3: tchayat sayi 14

MERHABA

“Japonya büyük bir askeri güç olarak dünyayı fethetme-ye kalktı ama yenildi... Bunu olduğu gibi kabullenecek ve önüne başka bir başarı modeli koyup ona erişmek için aynı güçlü seferberliğe girişecek moral kaynaklara sahip-tir ve başaracaktır.” Amerikalı bilim kadını Ruth Benedict bunları 1946’da yazdığı kitapta söylüyor... O Japonya’nın başardığını göremedi çünkü 1948’de öldü… Ama dedikleri gerçekleşti...

Dünyanın geleceğine dair fikir üretenler ve stratejistler Türkiye’yi hızlı kalkınacak ülke olarak işaret ediyorlar. Bu konuda birçok stratejist yanılıyor olamaz, bende yakın zamana kadar Türkiye’nin büyük güç olacağını duysam inanmazdım ama son dönemde bu görüşümü savunmu-yorum… Çünkü üzerimizdeki ataleti yavaş yavaş atmaya başladığımızın göstergeleri var, diğer bir deyişle içimizde-ki çürümüşlükten kurtularak bunu başaracak yapıya kavu-şuyoruz. Bu değişim kurumlardaki şeffaflaşmayla kendini daha iyi hissettirecek.

Ünlü gelecek kuramcı George Friedman, önümüzdeki 50 yılın Türkiye için çok önemli olduğunu, Türkiye’nin Polon-ya, Meksika ve Amerika ile birlikte yüzyılın ikinci yarısında dünya devlerinden birisi olacağını ifade ediyor. George Friedman’ ın gelecek 100 yıl adlı kitabını okuduğumda buna pek ihtimal vermemiştim, sadece bir varsayım olarak algılamıştım, ama krizin patlak vermesinden sonra konuş-tuğum tüm yabancılar Türkiye’de bu potansiyeli gördük-lerini ifade edince ister istemez gururlandım ve heyecan duydum… Yurt dışına yaptığımız seyahatlerde orada yaşa-yan insanların da böyle bir öngörüye sahip olmalarının bir varsayım olmadığı kanaati oluştu bende...

“Başarı tesadüf değildiröngörülebilen bir takım fırsat ve koşullardan ortaya çıkar”Yurt dışında yaşayan bir tanıdığımın bana anlattığı bir du-rumu paylaşmak istiyorum. Otomotiv sektörüyle ilgili bir fuarda düzenlenen panelde ünlü bir Amerikalı panelistin, herkesin dikkatli bir şekilde otomotiv sektörünü ve gele-cek dönem ile ilgili vizyonunu ifade etmesini beklerken,

panele katılanlara Türkiye diye bir ülkeden haberdar olup olmadıklarını sorması, Türkiye’nin gelecek için çok şeyler vaat ettiğini ve mutlaka otomotivde ve başka sektörlerde büyük sıçramalar gerçekleştireceğini söylemesi, herkes gibi dostumuzu da şaşırtmış, ayrıca Amerika’da önemli bir otomotiv panelinde Türkiye’nin adının geçmesi onu hem heyecanlandırmış hem de gururlandırmış... Bu tür haberler çok güzel ama sadece duyduklarımızla ve oku-duklarımızla gururlanmakla kalmayıp ülke olarak bu konu-da kendimizi geleceğe hazırlayacak çalışmalar yapmamız lazım, hükümetin anayasa konusunda gösterdiği çabayı yeni sektörlerin oluşmasında ve sanayi için de göstermesi gerektiği görüşündeyim... Gerekirse devlet eliyle bazı şey-ler yapmak gerekebilir… Örneğin hammadde tedarikinde zorlanan üreticiye hammadde temini konusunda destek olacak yeni tesislerin inşasını bile düşünebilir veya öncü-lük edebilir...

Netice itibariyle önce altyapı hazırlığı, sonra dünya süper liginde olabilme arzusu. Bunları yapmak için Türkiye’nin mutlaka iç sorunlarını çözümlemesi, Kürt sorununun bir an önce evrensel normlarda olması, kurumların daha şeffaflaşması ve eğitim sisteminin devlet politikası haline getirilmesi gerekir. Bu hükümetin mevcut gelişmede çok büyük gayretleri var eminim ki bunları başarmak için hal-kın desteği de devam edecek…

Eğer bu dönemi yani önümüzdeki 20 yılı zayiatsız bir şe-kilde atlatabilirsek, milli gelirimiz kişi başına 20 bin dolar olduğu zaman, bu problemler, artık geride kalmış olacak-tır…

Bizi dışarıdan gözlemleyen stratejistler genç nüfusumuzu ve konumumuzu görüyorlar. Çünkü biz var olan potan-siyeli bugüne kadar kullanamıyorduk ama yeni anayasa ve şeffaflaşma ile birlikte hedef daha iyi görünecektir. Önümüzdeki 20 yılda sadece ulaşmış olduğumuz bilgiyi artık kullanır hale geldiğimizde Türkiye’nin yön veren ülke olmaması için hiç bir neden yoktur...

“Başarı tesadüf değildir öngörülebilen bir takım fırsat ve koşullardan ortaya çıkar” diyor Malcolm Gladwell, bizim de başarmak için birlik olmamız ve fırsatları değerlendir-memiz yeterlidir...

Enerjimiz Açığa Çıkıyor....

1

Tayfur Coşkunü[email protected]

Page 4: tchayat sayi 14

İÇİNDEKİLER

Enerjimiz Açığa Çıkıyor...

Cevabı Belli Sorular

Zaman Yönetimi

Yeni Şehir Kültürü AVM’ler

Doğu Afrika’nın Parlayan Yıldızı Kenya

Ayıplı Mal

Bursa’da Safari Rüzgarı

Doğaya Sanatsal Armağan

Trafik Sorunu

Doğa ve Tarih Kenti Trabzon

Yeniden Bakış...

Kemerleri Bağlayalım

Büyük Göç

Çömlekçilik

Endülüs’e Seyahat

KAPAK

Merhaba Akademik Köşe

Bir Sektör

Gezi

Hukuk Köşesi

Bizden Haberler

Sanatsal Bakış

Geniş Açı

Güzel Ülkem

Günlük

Gündem

Kapak Konusu

Görsel Sanatlar

Serbest Kürsü

Editörden

01 26

03 32

35

39

41

46

48

04

08

09

10

21

23

İMTİYAZ SAHİBİ

Tece Dekor A.Ş.

YAYIN YÖNETMENİ

Alper YILMAZ

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Ekrem KUTLU

GRAFİK & TASARIM

Yüryüzü Tanıtım

SAYI: 14 - EYLÜL 2010

Dergimizde yayınlanan yazı ve makaleler kaynak gösterilmek şartıyla alıntı yapılabilir. Makalelerin sorumluluğu yazarına aittir.

Bu sayımız 5.000 adet basılmıştır.

KAPAK ve KAPAK KONUSU FOTOĞRAFLARI: TAYFUR COŞKUNÜZER

İLETİŞİM: Bursa Organize Sanayi Bölgesi 75.Yıl Bulvarı No:12 Nilüfer / BURSA / TÜRKİYE

Tel.:+90.224 242 21 00 (pbx) Fax:+90.224 243 85 25 e-mail:[email protected] www.tchayat.org

Akademik Köşe26

Kapak Konusu10

Serbest Kürsü23 Sanatsal Bakış46 Gezi35

Güzel Ülkem04

ZAMANYÖNETİMİ 26

Big Migration

BÜYÜK GÖÇ 10

ENDÜLÜS’ESEYAHAT 23

GEZİ

KENYA 35

Page 5: tchayat sayi 14

EDİTÖRDEN

Yine ülkece sıradışı gündem yaşamakta olduğumuz bir

yazı geride bırakıyoruz. Birilerine olağan gibi gelse de,

tüm bu yaşananları hakedip etmediğimizi düşünüyorum.

YAŞ krizleri, HSYK krizleri, yargı krizleri, terör belası... Hele

siyasi krizleri takip bile edemez olduk. Bütün bir ülke bu

saçmalıklarla yatıp bu saçmalıklarla kalkıyoruz. Kimi za-

man benide bir girdap gibi içine çeksede, çoğu zaman

çırpınıp kendimi bu girdabın dışına atmaya çalışıyorum.

İşte o zaman bütün bu yaşananların ne kadar seviyesiz

ve gereksiz olduğunu hatta koca bir ülkenin ayaklarına

vurulmuş bir pranga olduğunu üzülerek seyrediyorum.

Neden siyasetçilerimiz ülkenin çıkarları için kendi çıkar-

larını bir tarafa bırakamazlar? Neden asker bir ülkenin

gündeminde bu kadar yer tutar? Bırakın günümüz genel

kurmay başkanını şimdiden iki üç yıl sonrasının genel kur-

may başkanıyla ilgili bir sürü manşet, haber ve yorumlar

ne diye yapılır?

“Sorgulanmayan hayat hayat değildir” diyor Sokrates. Ha-

yatımızda bazı şeylerin sorgulanması gerektiğine inanıyo-

rum. Neden koskoca ülkenin adalet mekanizması beş ki-

şinin atama kararlarıyla şekillenir? Gücünden hiçbir şüphe

duymadığımız dünyanın sayılı ordularından sayılan Türk

Ordusu neden otuz yılı aşkın bir süredir bir avuç teröristi

tarihin karanlığına gömemez? Neden ve nasıl olurda bir

ülkenin 4.gücü diye adlandırılan medyası bilgi kirliliği vazi-

fesine bu denli amansızca soyunur?

Flaş...Flaş...Flaş... diyerek gün boyu aynı haberi akşama

kadar son dakika haberi olarak üstelikte yalan yanlış bil-

gilerle aktarmanın altında yatan düşünce nedir? Saymakla

bitiremeyeceğim bu konular ve yaşananları birileri ile ko-

nuştuğunuzda dillerde hep şu ifade seslendiriliyor;

‘Burası Türkiye’...

Oysa benim aklıma getirdiğim şu muasır medeni ülkeler

olur hep. Hani şu seçim dönemlerinde ikiye hatta üçe

bölünmüş ülke halkı ve siyaseti her ne oluyorsa seçim

sonrasında tek vücut oluyor. O gürültülü atmosfer gidiyor

ve ülkelerinin kalkınması için kaldıkları yerden son gaz ha-

yata devam ediyorlar. Doğru icraatlara top yekün destek,

yanlışlara medeni karşı duruş. Hiç birşey yapamazsam bir

dahaki seçimde oy vermem diyor. Bu ülkelerde askerin ve

yargı erkinin ülke gündemini belirlediği görülmüş müdür?

Medyasının ülkenin zararına olacak bir habere imza attığı

görülmüş müdür? En basit bir spor müsabakasında dahi

tribünlerde yaşanan olumsuz bir görüntüyü yayınlamak-

tan kaçınan bunu yayınlarsam ülkem zarar görür diye dü-

şünen bir medya anlayışına biz ne zaman kavuşacağız?

Aksine bizimkiler ahh bir kavga çıksada şöyle gümbürtülü

bir haber yapsak diye sanki ellerini ovuşturuyorlar. Geçen

yazımda da bahsettim terör örgütünün her tür eylemini

adeta onların reklamını yaparcasına günlerce yayınlarında

ilk sırada tutan böylece amacı zaten ülkeye olumsuz bir

psikoloji yaymak olan bu terör örgütüne bir nevi destek

olmak değil midir yapılan yayıncılık anlayışı? Başımızı elle-

rimizin arasına alıp düşünmenin vakti geldi geçiyor bile...

Fikirlerin yarıştığı, her alanda kaliteli üretim ve hizmetin

hedeflendiği, dünyaya açılmanın hesaplarının yapıldığı,

artılarımızın ön plana çıkartıldığı, eksilerimizin azaltıldığı

bir ülke hepimizin ortak çıkarına değil midir? Yatırımların

hiç durmadığı bir ülkede işsizlikten bahsedilebilinir mi?

İşsizliğin olmadığı bir ülkede asgari ücret diye birşey kalır

mı? Ekonominin güçlü olduğu bir ülkede yaşam kalitesi

herkesin hayal kurduğu seviyelerde olmaz mı? Denge ve

güç ekonomiden geçer, ekonomide istikrardan beslenir.

Ülkemiz herşeye rağmen her türlü güzelliğe gebe ve dün-

yanın parlayan yıldızı olmaya aday ama hani derler ya un

var, şeker var ama helva olmuyor... Haydi hep birlikte en

güzel helvayı yapmak için sıvayalım kollarımızı...

Cevabı Belli Sorular

3

Ekrem [email protected]

Page 6: tchayat sayi 14

GÜZEL ÜLKEM

BİR DOĞA HARİKASI UZUNGÖLTrabzon’a 99 km ve Çaykara ilçesine 19 km uzaklıkta, de-niz seviyesinden 1090 m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve muhteşem orman örtüsü ile Alplerin gü-zelliğini geride bırakmaktadır. Uzungöl, Trabzon’a sadece 2 saat mesafededir.

Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kaya-ların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl, “Uzungöl” olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Özellikle yakınındaki “Şerah” köyünün yöreye uygun tarz-da yapılmış eski ahşap evler, doğanın güzelliğini tamam-lar özelliktedir.

Haldizen deresi vadisinde, heyelan sonucu dere yatağı-nın tabii baraj şeklinde kapanması sonucu oluşan göl, çevresindeki ladin ormanları ile çekici bir peyzaj sergiler...Uzungöl bir köy, yayla ve eğlence yeridir. Turistik pansi-yonları, alabalık lokantaları, küçük resort tipi otelleri ve doğal manzarası ile, az bulunur güzellikte gezi ve konak-lama yeridir. Uzungöl doğal manzara izleme, yürüme, tır-manma ve botanik (bitki örtüsü incelemeleri) turizmine uygun bir yerdir.

Uzungöl’ de, bir vadi içinden akan temiz, berrak sulu bir dere, dar ve uzun küçük bir göle dökülür ve oradan taşa-rak akar ve Of kasabasından denize ulaşmak üzere Solaklı deresine (çayına) katılır. Bu temiz ve berrak sulu dere ve oluşturduğu göl karaçam ve diğer Karadeniz dağ ağaç-

4

Arzu [email protected]

Yüksel [email protected]

Doğa ve Tarih Kenti Trabzon

Page 7: tchayat sayi 14

GÜZEL ÜLKEM

5

larından oluşan ormanla çevrilidir. Uzungöl’ ün bulundu-ğu bölge daima bulutludur. Gökyüzünün mavisi, güneş, bembeyaz bulut, yemyeşil orman ve berrak sudan oluşan manzara insanın iştahını açar. O nedenle Uzungöl’ de ye-nen alabalık daha lezzetlidir. Üstelik, alışılagelmiş turistik tesis tarifelerine kıyasla, Uzungöl’ deki lokanta (emek) ve konaklama ücretleri düşüktür. Hava yazın güneşliyken dahi serindir.

SÜMELA MANASTIRI Trabzon’un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde, Altındere vadisine hakim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan Sümela Manastırı, halk ara-sında “Meryem Ana” adı ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastır-ların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür.Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sümela” adını “siyah” anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söy-

lenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar’dan geldiği düşünülmekte ise de, Sümela ke-limesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlana-bilmektedir.

Sümela Manastırı’nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüp-hane ile kutsal ayazmadır. Bu yapılar topluluğu oldukça-geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir.

Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri

yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu keme-rin büyük bölümü restore edilmiştir. Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmak-tadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmakta, buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, ma-nastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağa-ranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır.

Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu 17-18. yüzyıllara ait çeşitli el yazmalarından 66 tanesi Ankara Müzesi’nde, içinde minyatürler olan ve

Page 8: tchayat sayi 14

GÜZEL ÜLKEM

Bizans eseri 1000 tanesi İstanbul’da Ayasofya Müzesi’ndedir. Ayrıca 150 kadar da taş baskı kitap vardır.

Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir. Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücre-leri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.

Kralların taç giydiği manastır

Karadeniz’in bu en ünlü manastırı 4. yüzyılda denizden 1300 metre yükseklikteki bir dağ gövdesinin içerisine Hristiyanlığın ilk günlerinde gizli bir tapınak olarak yapıl-mış. Zamanla 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunlu-ğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı, odalarını İsa’nın, Meryem’in, Havarilerin fresklerinin süslediği, Komnenos krallarının taç giydiği bir manastır halini alır. Önemli din adamlarının ziyaretleriyle bazen çok ünlü bir dinî merkezi olur, bazen de sürgün ve hapis yeri... Manastıra hediye edilen altın şamdanların, ceylan derili İncillerin, elyazması kitapların, İsa’nın çarmıhından bir parça taşıdığı öne sürü-len haçın akıbeti de manastırın kuruluşunu anlatan efsa-nelere karışır...

TRABZON’DA BİR ATA YADİGARITrabzon’un 7 km. güney batısında, Soğuksu tepesinde yer alan Atatürk Köşkü şehrin bir simgesidir. Köşk, 1903 yılında Konstantin Kabayanidis isimli bir Rus tarafından yapılmış, 1916-1918 yıllarındaki işgal sırasında Rusların karargahı ol-muştur. Cumhuriyetin ilanından sonra mülkiyeti hazineye

geçmiş, Atatürk’ün 15 Eylül 1924’te Trabzon’u ziyaretinde de O’na hediye edilmiştir. Atatürk, Trabzon’a 1930 ve 1937 yıllarındaki gelişlerinde burada kalarak vasiyetinin bir bö-lümünü yazmıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra köşk, kız-kardeşi Makbule Atadan’a geçmiştir.

17.4.1943’te de Trabzon Belediyesi’nce kamulaştırılmıştır. 1964 yılından itibaren müzeye dönüştürülmüştür.

HORON Horonlar neşeli zamanlarda; bayram, düğün, dernek, as-

kere uğurlama ve arkadaşlar arasında düzenlenen eğlencelerde oynanır.

Yürekleri dolduran coşkular, sevinçler buralarda ho-rona dönüşür. Nerede bir durak, bir oturak yeri varsa orası ”HORONDÜZÜ” dür. Üstünde horon oynanma-yan tek bir düzlük yoktur Karadeniz’de…

Doğa ile insanın el ele tutuştuğu andır horon... Bir halkadır. Sevgi halkasıdır horon... Dağda da düzde de... Salonda da, sokakta da oynanır horon. Bitmez bir coşkudur... Sönmez bir ateştir... Gün doğanda başlar, gün batanda biter... Hayat devam eder. Ba-lıkçı kürek çeker, hamsi ağa takılır, mısır koçandan ayrılır, tütün dama dizilir, çay yaprağı kırılır, karayemiş salkım saçak, fındık harmana serilir, kızlar süslenir, oğlanlar damat traşı olur, kızılağaç yaprak açar, isti-riç yaprak döker, kardelenler boyun uzatır, vargitler hüzünlenir ama horon bitmez, horon halkası küçül-mez, büyür büyür büyür, tüm Trabzon’u, Karadeniz’i, Türkiye’yi oradan da tüm insanlığı sarar...

YAPMADAN DÖNMESümela Manastırı: Trabzon’a veya komşu illere geldiy-seniz, yazı başka güzel kışı ise esrarengiz bir görüntüye bürünen Sumela Manastırını kar altında görmeden, ve ziyaret etmeden,

Uzungöl: Ülke turizmine ve bölgenin tanınmasına önemli katkı sağlayan yaz kış ulaşımının sağlandığı, stresten ve şehir gürültüsünden ve hava kirliliğinden uzak, gönlünüz-ce eğlenip doğanın tadına varabileceğiniz ender güzellik-lerden olan Uzungölü görmeden,

Sera Gölü: Şehir gürültüsünden uzak doğa ile başbaşa eşsiz manzarası eşliğinde zamanınızı geçireceğiniz Sera gölünü gezip görmeden,

Ayasofya Müzesi: Selçuklu, Bizans ve Gürcü mimarilerinin ortak özelliklerini bir arada barındıran 13. yüzyıldan günü-müze kadar değişikliğe uğramadan ulaşan Ayasofya Mü-zesini gezip görmeden,

6

Page 9: tchayat sayi 14

GÜZEL ÜLKEM

Trabzon Kalesi: Yörenin en iyi korunmuş, denizden tepelere kadar uzanan Trabzon Kalesini gezmeden,

Atatürk Köşkü : 19.yüzyıl sivil mimari örneklerinden olan ve Trabzon halkının Atatürk’e bir hediyesi olan Atatürk Köşkünü ziyaret etmeden,

Trabzon Müzesi (Arkeoloji ve Etnografya): 20. yüzyı-lın başlarında yapılmış ve çok önemli sanatsal özel-liklere sahip olan tarihi konağın, Arkeolojik ve Etnog-rafik eserleri , mimari özelliklerini ve iç süslemelerini görmeden,

Boztepe Semaverinizin dumanı tüterken, çayı-

nızda demlenirken, Trabzon’un genel görünüşünü, Karadeniz’i ve günbatımını hepsini birden seyretmek için Boztepe’yi çıkıp görmeden,

Çal Mağarası: İçerisindeki sarkıtı, dikiti, kendiliğinden oluşmuş çeşitli ilginç şekilleriyle, şelaleleri ve havuz-cukları ile Türkiyenin en uzun mağaralarından olan Çal Mağarasını görmeden,

Han, hamam, tarihi köprü ve su kemerleri ile birlikte kentin her zaman vilayet merkezi olmuş tarihi Ortahisar Mahallesini ve Trabzon Evlerini gezip görmeden,

Yayla Şenliklerini, Festivalleri: Karadeniz halkının gele-neklerine bağlılığının önemli göstergelerinden olan Yayla Göçleri ve akabinde ulusal ve uluslararası bir dü-zeye ulaşan Yayla Şenlikleri, bahar ayı ile birlikte başlayıp (Mayıs-Ekim arası) kış mevsiminin yaklaşmasıyla sona

erer. Yayla şenliklerini, festivalleri, fes-tivallerde kurulan dev horon halkala-rını ve oksijen deposu olan yaylaları görmeden, Yöresel Yemekleri: Sumela Manastırı gezisi sonrası yol güzergahında bulu-nan ve diğer yerlerdeki lokantalarda, yöresel yemeklerinden kara lahana dolmasını, kayganayı, mısır ekmeği-ni, Trabzon ekmeğini, tereyağında alabalığı, Hamsiköy’de Hamsiköy sütlacını, Akçaabat köftesini, Trabzon tereyağı ve peynirinden yapılan meş-hur kuymağı, ve adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz yöreye özgü ye-mekleri yemeden,

asla ve asla dönmeyin.

7

Page 10: tchayat sayi 14

GÜNLÜK

Yeni bakış açısıyla rutini değerlendirmek, hayatın olağan akışında ölüm-kalım sorunu oluşturmaz.

Hayata yeni bir pencereden bakabilmek, beklentilerden, tabulardan ve önyargılardan bağımsız bir biçimde doğru-dan deneyimlemek biz insanların nadir yaptığı bir şeydir.Yeniden denemekle yitirilen hayranlık hissini yeniden ya-kalayabilir ve hayatın zenginliğini yaşayabiliriz.

Bu belki de özellikle daha önce sıradan olan deneyimleri-mizde ve günlük yaşamın içinde de gerçekleşebilir.

Daha önce defalarca deneyimlediğiniz şeyin yeni bakış açısıyla yeniden deneyimlememiz ile lezzeti doyasıya ya-şayabiliriz.

Kabuller, inançlar,tabular ve önyargılar hayata bir çeşit dü-zen getirebilir. Ve çoğu zaman deneyimlememizin önüne geçip engel teşkil edebilirler.

Kendimizin ve başkalarının inançlarının önüne geçebil-memiz ve sanki ilk defa duyuyormuş gibi hayranlık ve bil-gelik ile rutini tekrar değerlendirmeliyiz.

Hayat bilinmeyenlerle, sürprizlerle ve gizemlerle doludur. Rutinler sizi bilinene taşırlar. Ancak yeni bakış açıları rutin-leri bile bilinmeyenlerin taşıyıcısı haline getirebilirler.

Hayatın tadına varmamamızın olmazsa olmaz bir yoludur yeni bakış açıları.

Ben, yeni bakış açılarını öykülerden çıkarırım sonra rutini bu yeni bakış açısıyla değerlendiririm.

Hayat öyküleri bilimciler tarafından şüpheyle karşılanırlar. Zira öyküler çok sayıda değişkene sahip olduklarından ka-nıtlanmaları ve tekrarı güçtür. Bu nedenle hayat öyküleri eşsizdir. Zaten öykülere değer ve anlam katan şey eşsiz olmalarıdır.

Bir hekim ve insan olarak öykülere değer vermeyi alışkan-lık edindim.

Bunun yanı sıra eşsizliğe sahip olan öyküler aktarılırken bizi benzer kılan ve birbirimizden ayıran şeyleri de fark ederiz.

Öyküler hayatın dilidir.

Öykülerin paylaşıldığı atmosferler sohbet mekanlarıdır. Bu ortamlar güven ile tesis edilmelidir, yani yargılanmak, dış-lanmak, itham edilmek veya eleştirilmek korkusu taşımak-sızın kişilerin hayatlarında olup bitenleri(yani öykülerini) anlatabilecekleri kadar güvenli bir ortam olmalıdır.

Öykülerin anlatılabilirliğini sağlamak, yeni bir dönüşüme ve şifaya giden kapıları açabilir.

Yalıtılmışlık hisleriyle yalnızlığı şiddetlenen bireyler, öykü-lerini anlatmakta direnir ve içlerinde büyüyerek tekrar tek-rar kurgularlar.

Öyküler sadece anlatana değil, dinleyeni de dönüştürür ve dinleyene de şifa verir.

Öyküleri dinlerken, hayata dönük derinliğiniz artar, yalnız olmadığınızı fark eder ve bir refakatçi eşliğinde eşsiz bir seyahate çıkarsınız. Yeni bakışlar kazanırsınız.

Öyküleri dinlediğinizde sıradan insanların aslında birer kahraman olduğunu fark edersiniz.

Öyküleri dinlediğinizde şöhretin kıymeti çoğunlukla geç-tiğini fark edersiniz.

Öyküler bir güven ortamında paylaşıldığında içimizde sal-dırılara açık olmayan noktaların örtüsü kalkar ve daha gö-rünür hale gelirler. Işığın içeriye süzülmesine izin verirler.

YENİDEN BAKIŞ, DÖNÜŞÜMVE DENEYİMLEME

8

Dr. Murat BAŞ[email protected]

Page 11: tchayat sayi 14

GÜNDEM

Kavurucu sıcaklardan bunalırken hemen ardından sel götüren ya-ğışlarla yaşıyoruz. Önceki yıl da kuru soğuklar ve ardından kurak-lık ile karşı karşıyaydık. Son yıllarda alışılmışın dışında hava şartları içinde yaşıyoruz. Bunlar ozontabakası delinmesi nedeniyle küresel ısınmanın tezahürü müdür? Ya da bundan sonra daha duyarlı çev-reci olursak ozondaki delik kapanır mı ? Ozondaki delik kapanınca tekrar normal hava şartlarına dönecek miyiz ? Bilim adamlari bunları yorumlayabilir. Yoksa bu sıcaklar ve seller kıyametin habercisi midir? Onu da din adamları yorumlayabilir. Ama dünyanın ikliminde son yıllarda çok köklü değişiklikler olduğu bildiğimiz bir gerçek.

Dünyada son yıllarda yaşanan bir başka köklü değişim de ekono-mik ve siyasal yapısında görülüyor. Aslında siyasal ve ekonomik çal-kantılar birbirinden bağımsız gelişmiyor. Küresel ısınmanın sonucu kuraklık ve seller oluşurken, yeni siyasal süreç ekonomik krizleri de ardı ardına karşımıza çıkarıyor. Kimileri komplo teorileri olarak algılayabilir. Kimileri de luzumsuz senaryolar ile zaman kaybı ola-rak algılayabilir. Ancak siyasal ve ekonomik anlamda yaşadığımız garipliklerin sebebi ve sorunların adresi bizi Israil ile Türkiye’nin rol değişimine götürüyor.

Amerika’da yaşanan 11 eylül terör saldırılarının ve yine Amerika’da ardı ardına yaşanan ve tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin ken-di kendine oluşmadığını ve olayların faillerinin bir güç tarafından manipüle edilebileceğini ve bunun İsrail merkezli olabileceğini bu-gün CIA bile düşünüyor, şüpheleniyor ya da alçak sesle ifade edi-yor. Türkiye gündeminde son yıllarda neredeyse her gün yeralan ergenokon örgütü gibi ABD içerisinde etkin yapısı olan Yahudiler neden böyle bir aksiyona girer diye düşünülebilir. Fakat sanki bir bütünün farklı parçalarıymış gibi görülen ABD ve İsrail arasındaki ilişki pek te düşündüğümüz gibi durmuyor.

ABD’nin orta doğu ve orta asya da arzu ettiği yapılanmayı gerçek-leştirirken çektigi zorluklar. Ortadoğu’da İsrail ile beraber pek bir şey yapamayacağını da ortaya çıkardı. Şia ve Musevi dinlerindeki çatışmacı ve kıyamet savaşını arzulayan akımlar ile bölgede hiç bir zaman gerilim eksik olmadı. Afganistan ve Irak’ta farklı bahaneler ile yapılan işgaller bir türlü normalleştirilemedi. ABD, Avrupa ile kur-duğu ilişkileri hiç bir zaman Rusya ya da Çin’in hakim olmasından endişe ettiği orta asya ve orta doğu ülkeleri ile gerçekleştiremedi. İsrail bölgedeki Arap ve Türk devletleri ile bır yol bulup beraber yü-rüyemedi. Buna karşılık yeni ortadoğu planında ABD’nin Turkiye’ye önemli rol verdigi de ortada duruyor. Enerji koridoru olarak orta asya enerji kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa ve dünya ülkelerine pazarlamak istediğini de biliyoruz. Hatta bu konuya gereken önemi vermeyen koalisyon hükümetleri döneminde ABD’nin Türkiye’den fazla gayret sarfettiğini de hatırlıyoruz. Bu yüzden ABD’nin orta doğu ve orta asya da Türkiye’ye önemli rol verdigi buna karşılık İs-rail ile ABD arasında soğuk bir geleceğin bekledigi gerçeği ortada duruyor. Bu yüzden ABD Türkiye de eski statükocu yapıyı bir kenara bırakıp Akparti hükümeti ile meselelerine çözüm aramaktadır.

Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail cumhurbaşkanına posta koyması bu tabloyu çok iyi okudugunu gösteriyor. “one minute” ile musevi ağırlıklı ve dünyaya yön veren sermaye sahiplerin icerisinde “ben sizin düzeninize başkaldırıyorum, adaletli bir dünya istiyorum” me-saji simgeleşti. Tüm arap aleminde özlemle ihtiyaç duyulan bu baş-kaldırıyı gerçekleştiren Tayyip Erdoğan bölgede ortak lider haline geldi. Öyle ki Tayyip Erdoğan bugün herhangi bir ortadoğu ülkesin-de başkanlık secimine katılmış olsa karşısında kim olursa olsun ipi

açık ara göğüsleyecek durumdadır. Hatta Suriye’de halk arasında olası bir İsrail saldırısı karşısında ülke genelinde Türk bayrağı çekile-ceği ifade edilmektedir.

Aslında tüm dünyayı da etkileyen bu gelişmeler Türkiye ve ABD iliş-kilerinde yeni boyutlar orataya çıkarırken beraberinde yan etkiler de getirecektir. İsrail vazgeçilmez olduğunu çesitli yollarla ortaya koymaya çalışacaktır. ABD’ye kendi içerisinde karışıklıklar oluşturup İsrail yerine Türkiye’nin tercih edilmesinin faturasını ödetmeye çalı-şacaktır. Ellerindeki finansal argümanlar ile ABD ekonomisine hasar vermeye devam edeceklerdir. Bölgemizde var olan ermeni ve rum toplumları, museviler tarafından müslüman ve arap toplumunlarına karşı kışkırtılacakır. Ermeni ve rumların Türkiye ile olan ilişkilerindeki sorunlar abartılarak sürekli ortaya konulacaktır. Türkiye içersindeki etnik unsurlara ayrılıkcı ve çatışmacı politikalar uygulatılacak. Kürt halkı manipule edilecek, PKK taşeron olarak kullanılacak, Bununla beraber alevi –sünni çatışması kaşınacaktır. Türkiye dışındaki ülke-lerde de ayrılıkcı akımlar ve çatışma ortamları ortaya konulacaktır. Türkiye’deki statükocu yapı güçlü tutulmaya calışılacak ve ABD ile ilişkilerde Israil’in bir kenara bırakılamayacağı savunulup bu görüşe Türkiye içerisinde taraftar bulunmaya calışılacaktır. İç politikada sık-ça kaos yaratılmaya çalışılacaktır.

Buna karşılık Türkiye’de statükocu derin devlet kadrolarının hukuk dışı faaliyetleri bir bir ortaya çıkarılarak etkiledikleri alanlar ortadan kaldırılmaktadır. Ermenistan ve Yunanistan ile sıfır sorun politikası izlenerek bölgedeki gerginlikler en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Bölgede musevi toplumunun yok sayılamayacağı gerçeğinden ha-reket ederek Israil ile ilişkilerde de sağduyulu davranılıp diplomatik yol izlenmektedir. Ortadaki tabloyu iyi okuyan cumhurbaşkanımız ve başkabakanımız bölgede çok dengeli politikalar ile süreci çok iyi yönetmektedir. Bir çok orta doğu ülkesi ile vizeler kaldırılmış, gümrükler indirilmiş, ilişkiler hızla geliştirilimiştir.

Mavi Marmara gemisinin Gazze’ye olan yolculuğunda İsrail, nor-mal müdahale yerine gemilere pervasızca saldırarak aslında rol de-ğişimini yok saydığını anlatmak istemiştir. Hatta Türkiye’yi çatışmaya çekerek süreçi erken sonlandırmayı planlamıştır. Fakat Türkiye’nin soğukkanlı diplomatik girişimleri ile Mavi marmara gemisi ile Gazze de, Davos’tan sonra ikinci raundda Türkiye’nin olmuştur.

Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin Türk –kürt, alevi-sunni gergin-liklerini yok etmek adına yaptığı çalışmalar, Türkiye’deki statükocu yapının planlarını gerçekleştirmesine engel çıkaracağından kurum-lar arasında ciddi gerginlikler ortaya çıkacaktır. Yine ABD ve Birleş-miş Milletler de her iki cephenin karşılıklı olarak lobicilik faaliyetleri çatışma halinde olacaktır. Zaman zaman ileri gidildiğinde Davos ve Mavi Marmara olayında olduğu gibi gerginlikler ortaya çıkacaktır. Bu yüzden süreçe olumlu katkı koyan Fethullah Gülen’in türk hü-kümetine olan uyarıları yanlış anlaşılmamış, aynı araçta yolculuk yaptığınız şöfere aman dikkat et, hızlı gitme türünden uyarı olarak algılanmıştır.

Yaşadığımız ekonomik ve siyasal çalkantılar daha bir süre oldukça inişli ve çıkışlı bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. Süreç içeri-sinde karşılaşılacak engeller bizleri bir süre daha sarsacaktır. Uzun ve virajlı yolda yüksek süratle yol aldığımızı düşünürsek, kemerle-rimizi bağlayıp soğukkanlı bir şekilde hız kesmeden yolumuza de-vam etmeliyiz.

KEMERLERİ BAĞLAYALIM

9

Özkan ÖZİPEKLİ[email protected]

Page 12: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

Great Migration

BÜYÜK GÖÇ

Gezegenimizin masumçocuğu, içimizdeki hırçındalgaların sığınağı, seyyahların vemaceraperestlerin gizemli kıtası

10

Tayfur Coşkunü[email protected]

Page 13: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

Gezegenimizin masum çocuğu, içimizdeki hırçın dalga-

ların sığınağı, seyyahların ve maceraperestlerin gizemli

kıtası, bir tarafı yosun kaplı, bir tarafı ıssız kayaların ve

taşların sessizliği altında esir kalmış, keşfedilmeyi ve ilgiyi

hak eden geçmişle günümüzü bir arada yaşayan devasa

bir kıta Afrika...

Afrika kıtası birçok enleri içinde barındırıyor; en uzun ne-

hir Nil nehri, ikinci en büyük kıta, en fakir ülkeler, en

büyük krater, dünya mirası büyük doğal alanlar bu kı-

tada... Orta ve güney Afrika’da doğal yaşamın en gü-

zel barınakları özgürce yaşayan hayvanlara ev sahipliği

yapıyor, bu alanların bulunduğu ülkeler için de büyük

gelir kapısı. Orta Afrika’nın kalbi sayılan Kenya’da ve

Tanzanya’da yaptığımız safari unutulmaz anlar yaşama-

mızı sağladı. Ben de Serengeti, Manyara, Ngorongora

ve Masai Mara da büyük göç esnasında yaşadıklarımızı

anlatmaya çalışacağım...

Yolculuğa çıkmadan önce, eksiklerimizi tamamlamak için,

Ertuğrul Kaplan, Faik Çelik, İlhan Parseker, İrfan Demirdü-

zen, Sedat Çağlar ve benim bulunduğum seyahat ekibi-

mizle bir araya geldik.

10 günlük bir seyahate başlamak için havaalanında bu-

luştuk… Thy uçağıyla Nairobi’ye 6.5 saatte vardık... Geceyi

Naioribi’de şehir merkezindeki Hilton otelde geçirdik. Sa-

bah Masai Mara’ya gitmek üzere Wilson havalanına ulaştı-

ğımızda batılı yüzlerce insan görünce, Masai Mara’nın tam

bu dönemlerde çok iyi olduğu bilgisini aldik.. Ben aralık

ayında geldiğimde bu kadar kalabalık değildi, o dönemde

göçün izlenme mekanının Serengeti olduğunu da bilmi-

11Masai Mara Olonana Kampı

Page 14: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

yordum. Masai Mara’da binlerce hayvanın göçüne tanıklık

edeceğimiz için büyük heyecan yaşadım, uçakla Mara da

toprak bir havaalanına indiğimizde ekiptekiler çok şaşırdı-

lar, çünkü ilk defa toprak bir havaalanına inmişlerdi. Ben

ve Ertuğrul bey daha önce böyle bir tecrübe yaşadığımız

için sakindik... Masai Mara’daki, Serengeti’de ve doğal

parklarda tüm havaalanları böyle toprak zemindir.

Mara’da bizi karşılayan yerel rehberler eşliğinde kaldığı-

mız Olonana kampa ilerlediğimiz esnada yol üzerinde

gördümüz binlerce hayvan bizi çok heyecanlandırdı, daha

önce geldiğimde bu kadar büyük sürüler görmemiştim,

wildebeest, zebra ve bufalo sürüleri alabildiğine Masai

Mara’ya yayılmışlardı... Olonana Kamp, sade, temiz ve çok

düzenli görünümüyle gözümüze çarptı…Kampımız neh-

rin kıyısında olduğu için, geceyi çağlayandan dökülen su

sesiyle geçirdik... Sabah 2 araçla safariye başladık, ekipten

İrfan Demirdüzen ve ben bir araçla, Faik Çelik, İlhan Parse-

ker, Sedat Çağlar, Ertuğrul Kaplan’da diğer bir araçla yola

çıktık. Onlar bizden daha hızlı yol alırken ben bizim şöför-

den biraz huylanmaya başladım, çünkü köyün yanından

geçerken kimi gördüyse sohbet etmeye başladı… Zaman

burada çok önemli, yakalayacağınız en küçük detay sizin

oraya ne kadar erken vardığınızla ilgili bir hadise… Bizden

önce çıkan arkadaşlar aslanın wildebeesti yakaladıkları

anı görme imkanını elde etmişler, biz de oraya ulaştığı-

mızda bir kaç kare alma şansını elde ettik... Sonra yolumu-

za devam ettik ama yine geride olduğumuz için bu sefer

gergedanı görmeyi kaçırdık, bizim ekip gergedanı açık

arazide görmüşler ve fotoğraflarını çekmişler, biz de ça-

lıların arasında mutlaka bulacağız diye bayağı bir zaman

harcadık, ama sonunda rhinoyu (gergedan) görebildik,

açık arazide olmadığı için çok iyi fotoğraf alamadık… Bu

sefer diğer ekip göçün olduğu nehrin kıyısında göçü izler-

ken biz de başka bir yerde dolaşıyorduk. Onların bu geçiş

esnasında timsahın bir ceylanı parçalama anını görüntüle-

diklerini duyduğumda direk olarak bizim şöföre baktım ve

onun yüzünden göremediğimizi ifade ettim...

12

Page 15: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

13

Öğlen yemeği için kamptan aldığımız ku-

manyaları büyük bir ağacın altında küçük bir

portatif masanın üzerinde yedikten sonra,

diğer ekibin otele döneceğini duyduğumda

hemen şöförümüzü değiştirmek için ha-

rekete geçtim ve yeni şöförümüzle birlikte

göçün olduğu nehir kıyısına ulaştık... Bura-

da gördüğümüz şeyler başka bir yerde yaşa-

ma imkanı olmayan bir görüntüydü, çünkü

akbabalar nehrin tüm kıyılarını tutmuş bek-

liyorlardı. Onun yanında nehir kıyısında on-

larca timsah dinlenmeye çekilmişti. Bu kadar

büyük timsahları daha önce hiç görmemiş-

tim. Hepsi de karnını doyurduğu belli olan

sürüngenlerdi, nehrin kıyısında ayrıca göçe

hazırlanan wildebeest ve zebralar bu man-

zarayı gördükleri halde yine de karşı kıyıya

geçme arzusunu yenemiyorlar, bu da var ol-

makla olmamak arasında çok kalın çizgilerin

olmadığını bize daha iyi anlatıyordu... Wilde-

beestler ve zebralar karşıya geçerken yaşlı

olanları öne sürüyorlarmış bunu da şöförden

öğrendik… Genelde sürüler halinde geçiyorlar

adeta birbirlerine kenetlenmiş şekilde karşıya

geçerken nehirde olan bir hareketlilik esnasın-

da geri dönüp neredeyse yüzlerce metre ko-

Nehrin kıyısında göçehazırlanan wildebeest vezebralar bu manzarayı(timsahların karşıda onları beklediğini) gördüklerihalde yine de karşı kıyıyageçme arzularını yenemiyor-lar, bu da varolmakla olma-mak arasında çok kalın çizgi-lerin olmadığını bize daha iyi anlatıyordu.

Fotoğraf Sedat ÇAĞLAR

Page 16: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

14

şarak nehirden uzaklaşıyorlar, çıkarmış oldukları toz bulutu

ve oluşturdukları enfes görüntüler bizi olduğu kadar yüz-

lerce araç içerisinde bekleyen insanları da heyecanlandı-

rıyordu... Hayat döngüsünün nasıl işlediğini burada daha

iyi müşahede ediyor insan... Bu bakımdan böyle bir tec-

rübeyi yaşamakta büyük fayda var diye düşünüyorum...

Burada beklerken televizyoncular ve profesyonel fotoğraf-

çıları da görünce bu anın ne kadar önemli olduğunu daha

iyi anladık. Nehrin kıyısında uzun süredir bekleyen sakallı

60’lı yaşlarında bir kişiyi farkedip şöföre kim diye sordum,

bu adamın burada 6 aydır bulunduğunu dönem dönem

geldiğini ve hayatını fotoğrafla kazandığını ifade etti, bu

kişi “Steve Bloom” du... Fotoğraflarını görünce fotoğrafın

emek ve sabır gerektirdiğini bir kez daha anladım...

Bu sabır ve emeği görmek isterseniz www.stevebloom.

com ziyaret edebilirsiniz...

Masai Mara’da göçten sonra gördüğümüz aslanlar, çitalar,

ceylanlar bizi heyecanlandırmaya devam etti...

Mara’dan içimizde geri dönmek adına bir takım özlem-

lerle ayrıldık... Bizi almaya gelen küçük uçak ekiptekilerin

moralini bozdu, çünkü uçak sadece bizim için ve tek mo-

torluydu. Aslında bu ekiple ilk defa tek motorlu uçağa bini-

şimizdi ve bundan sonra macera başlıyordu… Ama bizim

haberimiz yoktu... Yolda küçük bir kamp havaalanına tek-

rar inip, aşağıdan 1 yolcu alarak yolumuza devam ettik...

Mara’dan Wilson havaalanına gelirken yaşadığımız adre

Page 17: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

15

nalin herkesin yorgun olmasına neden olmuştu,

Wilson’da pasaport işlemlerinden sonra Tanzanya

Klimenjero’ya havaalanına da aynı uçakla gideceği-

mizi öğrendiğimizde ekipte uğultular başladı, yorucu

bir yolculuktan sonra Klimenjero’ya indik fakat ekip

arkadaşlarımız hiç memnun değillerdi ve kızgınlık

yorgunluk bir arada pasaport kontrolü için bekliyor-

duk havaalanında... Aşı kartlarımızı yanımıza almadı-

ğımız için burada tekrar aşı kartı çıkarttık ve bu da

aşı kartlarımızı unutmamamız gerektiğini hatırlattı

tekrar… Aslında Rwanda ve Kenya’da böyle bir prob-

lem yaşamadık, Tanzanya yönetimi daha dikkatli sa-

nırım...

Klimenjero havaalanından Manyara’ya, Manyara’dan da

Serengeti’ye yine aynı küçük uçaklarla ve inişli çıkışlı yolcu-

lukla ulaştık... Serengeti’deki havaalanında bizi bekleyen

İki dişi aslan büyük bir sessizlikiçinde gözlerine kestirdiklericeylan sürüsünü süzüyorlardı.

Page 18: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

16

yere rehberler eşliginde Serengeti Kempski otele ulaşma-

mız 40 dakika sürdü, burada otel sahibi Dubai’li işadamı

Ali bey ile tanıştık. Bize gösterdikleri ilgi ve alakadan sonra

yolculuk esnasında yaşadığımız tüm olumsuzlukları unut-

tuk... Otel doğanın içerisindeydi, odamızın balkonundan

neredeyse hayvanlara dokunacak pozisyonda yapılmıştı...

Oteli çok beğendik... Tam dinlenecek yer dediler Faik bey

ve Ertuğrul bey, aramızda otel sahibi olan Sedat bey de

aynı tespitte bulundu....

Serengeti’de fotoğraf çekmek isteyen 3 kişi sabah safariye

erken çıktık, 7’de otelden ayrıldık, yol boyunda ağaç altla-

rında gördüğümüz bayrakları şöföre nedir diye sorunca

şöför “bayrakların altında taslar olduğunu ve onların altın-

da da aşı olduğunu ve bir sinek ısırmasında mutlaka acilen

yapılması gerektiğini” söyleyince hemen tedbir aldık ve

aracın içerisine o kocaman sinekleri sokmamaya çalıştık.

Saatler ilerlediğinde hemen diğer arkadaşları arayıp bu

durumu anlatarak tedbir almalarını istedik... Şöförümüz

bize Serengeti’de hayvanların çok yoğun olmadığını çün-

kü bu dönemde Masai Mara’ya göç ettiklerini söyledi…

Wildebeestler, zebralar ve diğerleriyle beraber yaklaşık 2

milyon hayvan bu göçü yaşıyor yani büyük çoğunluğu şu

an Masai Mara’da diyordu şöför, burada görebileceğimiz

çok hayvan yok diye kendi aramızda konuştuk, çünkü sa-

dece belirli yolları kullanmak durumundasınız bu da hay-

vana yaklaşabilme imkanını ortadan kaldırıyordu... Masai

Mara’da böyle olmadığını söyledik şöföre, sen git içeriye

Page 19: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

17

dal dedik ama nafile çünkü cezaları büyükmüş... Öyle bir

imkanımız yok dedi şöför... Anlaşılan çok beklenti içinde

olmayacaktık... Serengeti’de gördüğümüz hayvan mikta-

rıyla Masai Mara’yı karşılaştıramıyorduk bile, dönem itiba-

riyle Masai Mara’nın daha iyi olduğuna kanaat getirdik...

Saatler ilerlediğinde aç oldukları her hallerinden belli olan

bir aslan ailesiyle karşılaştık, 2 dişi aslan büyük bir sessizlik

içerisinde gözlerine kestirdikleri ceylan sürüsünü süzü-

yorlardı, uzaktan başlayan takip yaklaşık 100-150 metreye

kadar indi... Bizim gibi birçok araçta onları uzaktan takip

ediyordu, herkes iyi bir pozisyon almanın derdindeydi, biz

de, ağaç altında gizlenerek bekleyen aslana yakın olmak

için iyi bir yer seçtik, beklediğimize değdi diğer aslan bize

yakın olan aslanın 200 metre uzağındaydı o da harekete

geçmek için en uygun anı bekliyordu… Derken, uzaktaki

aslan kurumuş sarı otların arasından ilk hamlesini yapma-

ya başladı ve sürüyü önüne alıp bizim bulunduğumuz ta-

rafa doğru sürdü. Bize yakın olan aslan ise tam hazırlıklı

değildi aslında, ama ne çare, ok yaydan çıktı bir kere diye-

rek saldırıya geçti ve gözüne kestirdiği ceylanın peşinden

koştu ama ceylanlar koşmuyorlar resmen uçuyorlardı ve

200 metrelik bir koşturmadan sonra aslanlar yoruldular

ve bu işten vazgeçtiler... Yaklaşık 1.5 saatlik bir strateji de

sonuçsuz kaldı, biz de başka hayvanları görmek için yolu-

muza devam ettik...

2.5 milyon yıl önce Ngorongoro yanar dağının püskürttüğü

lavlar bu düzlük alanda öbek öbek küçük çıkıntılar oluşturmuş

ve bunların arasından ağaçlar yeşermişti... Bu görüntüleri çe-

kerek otele dönmek üzere yola çıktık... Otele ulaştığımızda

diğer ekip tavla oynamaya başlamıştı bile, her akşam

Page 20: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

18

Faik beyin getirdiği tavla ile tavla turnuvaları düzenleyerek

yorgunluk atıyorduk, çoğunlukla kazanan İlhan Parseker

oldu... İrfan Demirdüzen ile Faik Çelik’in maçları hep çe-

kişmeli olunca hepimiz pür dikkat seyrettik...

Masai köyünü ziyaret ettiğimizde buradaki yaşamın gerçekten ilkel ve tamamen zor şartlar altında oldu-ğu gördük.

Serengeti’den Manyara’ya çok yorulma-

dan tek uçakla geçmemiz ekibi rahatlattı,

Manyara havaalanı Serana lodgenın ya-

nında olduğu için ayrıca sevindik… Sere-

na lodgelar bu parklarda en yaygın otel

zinciri.... Manyara’da göle giderken gör-

düğümüz boabab ağaçları ilgimi çekti,

şöföre burada boabab ağacı var mı de-

diğimde çok var diyordu... Devasa ağaç-

lar... Ama en büyükleri Güney Amerika ile

Madagaskar’da sanırım...

Manyara gölünde flamingolar ve diğer

tüm hayvanları görmek mümkün, ama fi-

lamingoları görmek için kıyıya yaklaşmak

istediğimizi söyledim şöföre, mümkün

değil dedi… Biz de uzaktan çekebildiği-

miz kadarıyla yetindik... Burada filamon-

goları görmek için gelen binlerce turisti

görünce aklıma Erciş geldi… Yılın 2 ayı

Erciş’e gelen filamingoları görmeye ne-

den kimse gelmez diye, hem daha yakın-

dan izleme imkanına sahipken...

Manyara’dan Ngorongora’ya uçakla gitme-

yeceğimizi duyunca hepimizde mutluluk

oluştu, yaklaşık 1 saatlik araba yolculuğun-

dan sonra ulaştığımız Ngorongoro milli parkında bizim

gibi onlarca araç gördük... Ngorongoro krateri dünyanın

en büyük krateri, 20 km çapında, 600-700 metre derinli-

ğinde adeta etrafı duvarlarla çevrili ağaçlık ve dümdüz bir

alan... Dünya mirası listesinde olan bu bölgede leopar,

Page 21: tchayat sayi 14

KAPAK KONUSU

19

aslan, çita,gergedan, fil, bufalo, zebra, wildebeest, gazel,

impala ve kraterin dibindeki Magadi gölünde yaşayan fla

mingoları görebiliyorsunuz...

Masai halkının Ngorongoro’dan çıktığını söylü-

yordu bize şöförümüz, biz de Masai köyünü zi-

yaret ettik, buradaki yaşam gerçekten tamamen

ilkel ve zor şartlar altındaydı… Masai köyünden

sonra kraterin içine doğru yol alırken yol o kadar

kötü ki hepimizin suratı tozdan bembeyaz oldu…

Kraterin içi alabildiğine büyük ve her tür hayvan

görmek mümkün... Kraterin içindeki göller ve bit-

ki örtüsü bizi şaşırttı, 1994 yılı rakamlarına göre

24.000 büyük baş hayvanı bünyesinde barındı-

rıyormuş, buradaki 600-700 metre yükseklikteki

kapalı alanı adeta duvar varmış gibi düşündüğü-

müzde, kendi kendine bir döngü mevcut oldu-

ğunu anladık… Bu da insana ayrı bir fikir beyan

ediyordu... Ngorongoro’da karşılaştığımız hay-

vanlar içerisinde dikkatimizi en çok çekenler flamingolar,

filler ve turnalar oldu... Burada küçük bir alanda olduğu

Page 22: tchayat sayi 14

için olsa gerek daha çok bir arada

yaşıyorlardı...

Ngorongoro milli parkından sonra

Manyara’daki otelimize döndük.

Bir gün sonra da yine aynı yolu

kullanarak Klimenjero, Nairobi’ ye

gidecektik, hepimizde küçük uçak

fobisi oluşmaya başladı...

Fotoğraflar için www.tcoskunuzer.

com web sitesini ziyaret edebilirsi-

niz.

Nairobi’ye gelirken hepimizin hafıza-sında kalan müthiş bir yaşam döngü-sünün doğal ortamından çıkıp gerçek yaşama doğru ilerlerken, hayvanların içerisinde güçlü olanlar dahi tabiattan sadece ihtiyacı olanı aldığını ve fazla

sını istemediğini, fazla olanı doğaya iade ederek yaşam döngüsüne katkı sağladığını müşahede ettik. Acaba insanoğlunun doğaya böyle bir katkı-sı var mı diye içimizden geçirmeden edemedik...

KAPAK KONUSU

20

Page 23: tchayat sayi 14

GÖRSEL SANATLAR

Karanlık çağlardan hemen sonra insanoğlu yaşam alan-ları ve yaşamak için her yola başvururken sadece düşün-cesi hayatta kalmak ve karnını doyurmakmış. O yıllarda korkular yüzünden saklanacak mağaralar ararlarmış, en yüksekte en korunaklı yerleri seçerlermiş. Beslenmek için avlanmak zorundalarmış. Ormana giden erkekler sadece eşlerinin karnını doyurmak istermiş. Bunu mağaralarının duvarlarına resmederlermiş. Belki de nerde olduklarını an-latmaya çalışıyor da olabilirler.

Ateşin bulunmasıyla korkulara biri daha eklenmiş. Topra-ğı ekip biçerken bereketini gökten gelen sudan olduğu-nu ve yağmur yağsın diye özel törenler düzenlerlermiş. Mağaraların duvarlarında av resimleri sonrasında bereket

törenleri resmedilmiş. Yağmur sularının derelerin yatakla-rına taşıdığı kırmızı kili evlerine yiyecek taşımak için avuç içlerinden daha büyük kaplar haline getirmişler. Meyveler, bitkiler taşıyorlarmış mağaralarına.

Çok karanlık gecelerden birinde insanoğlu korktuğu ateşi yakmış mağarasının önünde. Birden alevler büyümüş rüz-garla ve bütün mağarada olan herşey yanmış. Ateş toprak-la buluştuğu yerde taşlaşmış ve seramik kaplar oluvermiş. Bazen korktuğumuz şeylerin doğru kullanıldığında ne so-nuçlar verdiği ilk o yıllar çıkmış.

Çömlekçilik ilkel yıllardan bu yana zanaat olarak hayatımı-zın her köşesinde var. Anadolu toprakları o kadar bereketli

Çömlekçilik

21

Figen Ö[email protected]

Page 24: tchayat sayi 14

ki ekilip buğday olup faydalı bir avuç çamurla çanak çöm-lek yapar ustalar, toprak testilerle su taşır kızlar. Yüz yıllar-dır zanaat olan çömlekçilik, artık son yüzyılda zanaattan çıkıp sanat olarak hayata farklı bir noktasından farklı bakış açıları açıyor. Evlerimizde ıslak zeminlerde kullandığımız karolardan tutun kahvenizi yudumladığınız fincanlarımız özel tasarım yapılarak malzemeler hayatın her köşesinde yer almıştır.

Sanat dendiğinde aslında Anadolu’da var olana zanaatla-rın farklı yorumlanmasından ve farklı çalışma tekniklerinin geliştirilmiş hali. Dünyada sanatta söz hakkı sahibi olma-mıza yardımcı olmuştur. Bu topraklarda zanaattın korun-ması ve gelişimi açısından farkında bile olmadan Avrupa özentisi yaptığımız birçok şey zanaatı sanata çevirmiştir. Eskiden ustalar ve çıraklar vardı. Şimdilerde sanatçı dedi-ğimiz benim gibi insanların okuması için güzel sanatlar

fakülteleri açıldı. Birçok öğrenci yetişti, yetişmeye de da-vam ediyor.

Aslında çömlek ustaları, kerpiç evlerin ustaları hep yanında çırak yetiştirir zanaatını ona öğretirmiş. Ustasından aldığı feyzle çıraklar yetişirmiş. Ustalar o kadar önemli insanlar-mış ki çırak kendi ailesinden çok önem verirmiş ustasına. Ustası da çırağına kendi evladından ayırmazmış. Saygının yanında korku da varmış. Herşeyi öğretirmiş ustası çırağı-na. Seramik disiplin ve sabır ister. Dere yataklarında topla-nan çamurlar dağları aşıp gelirken, kil olma özelliğini ka-zanırken sabırla suda akıp gelir dere yatağına. Kızılırmak dere yataklarında toplanan kırmızı kil kadınlar tarafından toplanır, bir iki gün dinlendirildikten sonra yoğrulan ça-mur ustalarının atölyelerinde, elleriyle şekillenmeye baş-lar. Çark ustaları, elle şekillendirme ustaları ayrıdır. Çamur yolculuğunu ancak ateşle buluştuğunda sonlanır.

GÖRSEL SANATLAR

22

Page 25: tchayat sayi 14

SERBEST KÜRSÜ

İstanbul’dan kalkan uçağım İspanya’nın başkenti Madrid’e doğru yol alırken; oturduğum pencerenin kenarında mavi gezegene bakarken ırmakları, denizleri, dağları, ovaları ve sunni ülke sınırlarını aşarak Endülüs’e ulaşmanın hazzını ve hüznünü içiçe yaşıyordum.

Madrid’den ziyade Cordoba, Sevilla, Granada daha çok beni cezbediyordu. Endülüs Devleti’nin kurulduğu top-raklarda ilk uğradığım yer Kordoba üzerinde Sevilla oldu.7.yy’ın sonlarına doğru İspanya’da siyasi, ekonomik, ve toplumsal karışıklıklardan doğan çekişme ortamında Tarık Bin Ziyad 7000 kişilik ordusuyla 711 yılında İspanya’ya çıktı. Denizi geçtikten sonra, ilk iş olarak gemilerini yaktırarak askerlerin geri dönüş beklentisini kırdı. Askerlerine dö-nerek “Arkanızda düşman gibi bir deniz, önünüzde ise deniz gibi bir düşman var. Ya ölüm ya zafer!’’ diyerek Carteya ve Algeziras kentlerini aldıktan sonra Vizigot Kralı Rodriguez’i yenerek Toledo’yu, Kordoba’yı, Archidor’u ve Libire şehirini ve kasabalarını alır.

Kuzey Afrika’nın ünlü İslam komutanı Musa bin Nusayr 10000 kişilik bir kuvvetle İspanya’ya Tarık bin Ziyad’ın yar-dımına koşar. Bu ikili, bir anda Barcelona’ya varırlar. İki yıl içinde Pirene Dağlarını aşan askerler Fransa’ya sarkarlar. Artık önlerinde onları durduracak bir güç söz konusu de-ğildir. Bu duruma şaşan halife Velid Bin Abdülmelik koca İspanya’nın bu kadar kolay ele geçirilmesine anlam ve-remez, haliyle tuzağa düşmekten korkar. Musa bin Nu-sayr ve Tarık bin Ziyad’ı Şam’a çağırıp genel vaziyeti sorar.

Onlar da olup biteni anlatırlar ve başkentteki kurmayların kanaati İspanya’daki İslam ordusunun durması ve cen-

ge ara vermeleri istenilir. Bu iki ünlü komutanında gönlü İspanya’da kalır ama bir daha oralara dönmek nasip ol-maz. Başarılı bir savaş komutanı olarak öne çıkan Tarık bin Ziyad’ı kıskanan Musa bin Nusayr ünlü komutanı halifeye şikâyet eder. Halife yaptığı araştırmada İspanya’nın gerçek fatihinin Tarık bin Ziyad olduğunu öğrenir. Onu cezalan-dırmaz, ama ülkesine de göndermez. Şam’da sürgün ha-yatı yaşar. Kuzey Afrika İslam orduları komutanı olan Musa

bin Nusayr’da hacca niyetlenir ve Medine civarında vefat eder.

711 yılında İspanya’ya çıkan Müslümanlar 788 yıl sonra kendi aralarında iç kavgalara tutuşunca yönetim zayıflar ve Endülüs İslam Devleti çöker. 1490 yılında Gırnata Dev-leti Hristiyan orduları tarafından kuşatılır. Bütün tarımsal alanlar ve bahçeler, mabetler, kütüphaneler yakılır yıkılır. 300 yıldır Müslümanların egemenliğindeki şehrin yakılıp yıkılmasını şehrin anahtarlarını kral Ferdinant ve İsabelle’ye teslim eden Nasirilerin son temsilcisi 7.Muhammed Müs-lümanların katliamını önlemek için barışçı bir çözüme bo-yun eğer. Bu anlaşmaya göre şehrin yakılıp yıkılmaması, Müslümanların Katoliklerle eşit haklara sahip olmaları ve dinlerini serbestce yaşayabilmelerini öngörüyordu. Elham-ra sarayının yeni müdavimleri olan Ferdinant ve İsabella verdikleri sözleri çok çabuk unuturlar. Arapça yazmak ve konuşmak yasaklanır, binlerce kitap şehir merkezinde ya-kılır, din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar ‘moriscos’ adıyla mağaralara sığınmak zorunda kalırlar. Bir zamanlar Endülüs’ün efendileri olanlar ikinci sınıf vatandaşı olmak zorunda kalırlar. Bu gelişmeden 3ay sonra (1492’de) Yahu-diler İspanya’dan sürgün edilir. Granada halkı bu acılarla boğuşurken, Müslüman ahalinin çoğu Elhamra sarayının karşısına düşen ve bugün Sacromonte olarak anılan tepe-deki mağaraları kendilerine mesken edinirler. Bu mağa-

ENDÜLÜS’E SEYAHAT

23

Yılmaz EKİNCİ[email protected]

Page 26: tchayat sayi 14

SERBEST KÜRSÜ

24

ralarda yaşayan Roman halkının yanına sığınırlar. Roman-lar yoksul ve alçakgönüllüydüler. Dağlardan topladıkları otları pişirip yiyor, akşamları yaktıkları ateşin etrafında gitar çalıp dans ediyorlardı. Araplar kimseye zararı olmayan bu neşeli insanların arada bir yaptıkları ufak tefek hırsızlıklara göz yumuyor, el becerileri gelişmiş bu halkın ürettiği çeşit-li aletleri, takıları ve giysileri beğeniyle alıp kullanıyorlardı. Katolik zulmü ve baskısı başladığında müslümanların bir kısmı mağaralarda yaşayan Roman halkın yanına sığınırlar. Yoksul roman halkı onlara kucak açar. Ellerinde ne varsa paylaşırlar ve geceleri ateş yakıp birlikte dans ederler. Acılı Arapların hüzün dolu şarkılarını kendi müzikleriyle bütün-leştirirler. Bu hüzünlü ve acılı müzik eşliğinde yapılan dan-sa ‘zambra’ adını koyarlar. Bugün hepimizin hayranlıkla izlediği Flâmenko müziği ve dansı Sacromonte mağarala-rında doğan bir müzik türüdür.

İslamın güneşi Akdeniz üzerinde İspanya ufuklarında ışıldarken, Müslümanların sayesinde Endülüs çok canlı bir ekonomi ve kültürel hayata kavuşur. Başkent Kordoba önemli bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra artık İslam dünyasının 3. önemli merkeziydi. Granada o dönemde önemli bir bilim ve kültür merkeziydi. Bugün ayakta olan Elhamra sarayı o devrin en ünlü mimarlık yapıtıdır. Endü-lüs İslam devleti döneminde tıp, doğa bilimler, astroloji ve felsefe alanında önemli çalışmalar yapılır. Özellikle Kordoba kütüphanesinde 40000 üzerinde kitap olduğu

rivayet edilir. Bu dönemde özellikle felsefe alanında İbn-i Rüşd, İbn-i Tufeyl, İbn-i Bacce, İbn-i Cebir gibi düşünürler ve alimler yetişir.

Hristiyan gençliğin Müslümanlar gibi giyindiği (şalvar, fis-tan, sarık vb.) o günkü Hristiyan din adamları tarafından eleştiri konusu olduğu görülmektedir. Bugün bile İspanya mimarisinde ve halkın yaşam biçiminde İslami motifleri görmek mümkündür. 1492’de Endülüs devleti tarihe karışır-

ken 1499’da da İspanya’da bir tek Müslüman kalmadı. Mabetler yıkıldı, kültürel yaşam ve zenginlik talan edildi. Yahya Kemal Beyatlı’nın ünlü şiirinde (Endülüs’de Raks) betimlediği biçimiyle artık her şey kırmızıya bürünmüştü. (Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.) Evet, kanın şal ile örtüldüğü bu diyarda, insanı yine cezbeden sihirli bir güneşin gön-lünüze ve yüreğinize yansıdığını müşahade ederseniz.

Bütün bu geçmişi düşünür, Madrid’den Kordoba’ya doğ-ru yol alırken içimdeki çocuğun sevincini veya hüznünü tarif etmek çok zordu. Kordoba şehrine vardığımda sanki tarihin gizemiyle örtülere bürünmüş bu yerde kaybolmuş-tum.

Kordoba şehri kendisine uzaktan bakanlara iz bıraktırma-yacak kadar gizemlidir. Tren ile Kordoba’ya vardığınızda “burası mıdır’’ diyesi geliyor insanın. Örtülere bürünmüş bir şehirdir Kordoba. Rüzgarlara açık değildir; hüzünlü fı-sıltılar söyler size sokakları…Sessizlik, kaybolan giden biz-den çizgiler ve o çizgilerin peşinde olan ben… Bir kaşif gibi izlerin peşinde adeta kendimi arıyorum. Endülüs’te, raks ve şalın peşinden ziyade tarihe, arkeolojiye ve hayata atılan imzaların peşinden iz sürüyorum. Eski şehre vardı-ğımda kendimi adeta bir İslam ülkesinde hissediyorum. Kordoba, ruhumun aynada kırılmış bir yansıması gibiydi. Müslümanların ve islamiyetin peşinde iz sürerken hiçbir İslam ülkesinde hissetmediğim duygulara gark oluyor-dum. Nede olsa yitik uygarlığın yitik mirasçısıydım.İslamiyet’in Avrupa’daki en muhteşem yapıtını bana so-rarsanız kuşkusuz Kordoba camisidir derim. İspanya’nın güneyinde yer alan bu şehir, Avrupa’daki Müslümanların ilk merkeziydi. Kordoba camisi veya bugünkü adıyla Mez-quita Müslümanların en kusursuz yapıtıdır. Halife Emir Abdurrahman tarafından cami olarak yaptırılmıştır. Fakat daha sonra İspanyol Kral 3. Ferdinant tarafından katedra-le dönüştürülmüştür. İslam tarihinin Mekke’den sonra en büyük ibadethanesi olan Mezquita aynı zamanda İslam sanatının da en önemli eserlerinden biridir. Bu görkemli yapı, dünyanın en geniş alanına sahip mabet özelliğini

Page 27: tchayat sayi 14

SERBEST KÜRSÜ

25

taşıyor ve birbirini izleyen 850 sütun ve yüzlerce kemer üzerine kuruludur. 16. yy da katedrale çevrildikten sonra da üzerine pek çok şey eklenmiştir. Kordoba camisini ge-zerken camiden nasıl kiliseye dönüştürüldüğünü müşa-hede etmek için mimar olmaya gerek yok sanırım.

Kordoba mescidinin mihrabına baktığınızda altın harflerle yazılan ayetlerin güzelliği göz dolduruyor. Kordoba dara-cık sokakları, güzel evleri, çiçek kokulu pencereleriyle tipik İslam mimarisinin izlerini taşır. Kordoba’ya vardığınızda size ait topraklarda yürüdüğünüzü hemen hissedersiniz. Güven, huzur ve estetiğin sizi sardığını duyumsarsınız. Mescitin sıcaklığı ve insanların sanki namaza durduğu hissine kapılırsınız. Bugün İspanyolların dilinde bu cami Mezquita (mescit) olarak geçmektedir. Kordoba, sanki İs-lam uygarlığının kayıp atlantisi gibi içinizi burkmaktadır.Kordoba’da görülmesi gereken yerlerden biri de şehrin batı tarafında yer alan, dağın yamacına yaslanan Medinat al Zahra’dır. (Medinetüs-Zehra sarayı) 3. Abdurrahman ta-rafından yapılan bu saray bugün bile hala arkeolojik ola-rak tamamiyle gün ışığına çıkarılamamıştır. Hakim bir te-pede olup, şehri uzaktan süzmektedir. Çarşısı, mesciti ve yaşam alanlarıyla adeta bir külliyedir. Birçok fonksiyonlara sahip olup, adeta İslam mimarisinin prototipidir. Medina-tül Zahra’dan ayrılırken içinizden kopup giden bir şeylerin olduğunu fark edersiniz.

Medinetül Zahra’dan ayrıldıktan sonra trenle Sevilla’ya yol-culuğa devam ettim. Kentin merkezine vardığınızda dev bir katedral adeta sizi rehin alıyor. Giralda Katedrali şehrin kıblegahı gibi size yol göstermekten gocunmaz. Bu kated-ral, Endülüs İslam uygarlığının izlerini silmek için 15. yy da varolan Ulucami’nin temelleri üzerine yapılmıştır. Caminin eski minaresi çan kulesine dönüştürülmüş. Kuleden yu-

karı doğru çıkarken eski Sevilla’yı gör-mek mümkündür. Camiden katedrala dönüştürülen yerin hemen yanında yer alan Alkazar sarayına uğramadan Sevilla’yı terk etmek bu şehri görmemek demek-tir. Alkazar sarayında İslam uygarlığının en güzel mimari motifleri kemerlere, kubbelere işlediğini görürsünüz. Çinile-re işlenen islamın saf ve berrak yüzü-nü burada görmek

bambaşka bir şeydir. 12. yy da seramik üzerinde insan göz nurunun ve sanatsal zarifliğin bu kadar inceldiğini görmek insanı şaşırtıyor. Sevilla’yı Sevilla yapan veya Sevilla’yı yaz

sıcaklarından bir vahaya dönüştüren Endülüs’ün o kendi-ne özgü avlularıdır. 12. yy da suya, mermere ve tabiat gü-zelliğine bu kadar değer veren bir uygarlık karşısında diz çökmemek mümkün değildir. Sevilla bugün bile başkent Madrit’in soğukluğuna karşı, insanı kuşatan adeta ruhun tablodan canlanmış bir hali gibi durur. Sevilla, geleneğin modernlikle harmanlandığı ender şehirlerden biridir. Size yabancılık hissi vermez. Herkes kendisine ait bir şey bulur. İnsanları bakımlı, şehir pırılpırıldır. Geniş caddeleriyle ve güzel insanlarıyla sizleri büyüler. Nehrin kenarında yürür-ken kendinizi evinizde hissedersiniz. Sevilla’da görülmesi gereken birçok yer vardır.

Sevilla’nın büyüsünden kendimi alamamıştım ki görmem gereken bir diğer büyülü şehir olan Granada’ya doğru yola koyuldum. Her gördüğüm yer, beni benden biraz daha alıyor, benliğimin Endülüs’te kaybolduğunu hisse-diyordum.

Bu şehir en parlak dönemini, Müslümanların hakim olduğu 13–15.yy arasında yaşamıştır. Tren istasyonundan indikten sonra size hiç cazip gelmeyen büyük yapılı bi-nalarla karşı karşıya kaldığınızı görürsünüz. İnsanın bu-rası Granada olamaz diyesi geliyor. Şehrin içinde kuzeye doğru çıktıkça eski şehre varıyorsunuz. Evet, eski şehir ile yeni şehri birbirinden ayıran Elhamra sarayının bulundu-ğu tepedir. Elhamra Sarayının temeli 1232 yılında, Ben-i Ahmer devletini kuran 1. Muhammed zamanında atıl-mıştır. Masallarda okuyup düşlediğimiz sarayların gerçek hayattaki yansıması sayılabilecek olan Elhamra sarayının doğal çevreye olan eşsiz uyumunu, girift yapısını, farklı süslemelerini ve mekan ile ahenginin iç içe geçtiği bir yerde olduğunuzu hemen anlarsınız. İlk etapta insanın dikkatini çeken, bembeyaz süslemeleri ve taşlara nakşe-dilen ‘Allahtan başka kimse yoktur’ sözünün göze ve ha-fızaya bıraktığı izdüşümdür. Suyun ışığa dönüştüğü, ışığın kendini suda bulduğu bu bahçede Müslüman uygarlığın ulaştığı hazineyi görmek insanı bambaşka bir aleme gark ediyor. 8.yy da Finikeliler tarafından kurulan tarihi kent Costa del Sol’a uğramadan geçemedim. İki-üç katlı, teraslı, çatılı be-yaz evler, dar sokaklar, yaz sıcağında dinlenip soluklanabi-leceğiniz serin palmiye gölgeleri sanki bir bütün olup bizi etkileyebilmek için bütün güzelliklerini bizlere cömertçe sunuyordu.

Eğer bir gün yolunuz İspanya’ya düşerse; Flâmenko mü-ziğinin ve İslami motiflerin iç içe geçtiği bu şehri, mutlaka görmenizi isterim. Granada, Endülüs ruhunu yansıtan en-der şehirlerden biridir.İspanya halkı kendisi ile barışık ve gelen konuklarına ya-bancılık çektirmeyecek bir ülkedir. Bu ruhu Kordoba’da, Sevilla’da ve Granada’da hayli hayli hissedersiniz. Elhamra sarayını günde 17 bin kişinin ziyaret ettiğini gördüğünüz-de ne demek istediğimi anlamış olacaksınız.

Page 28: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

26

Zaman...hepimizin bildiği, aslında bildiğini sandığı, ama ne anlamını ne de değerini tam bilemediği bir kavram. Zaman, insana verilmiş çok kıymetli bir armağan. İnsan ve zaman... Biri olmadan diğerinin ne olduğu bilinemeyen gizemli bir anlam.

Uzay boşluğunda her şeyi kapsayan bir sarmaldır zaman. İnsan zaman içinde, zaman ise sonsuz biçimde. Elbette kolay değil çıkılması bu işin içinden.

Zaman bizim neyimiz olur? O içimizde mi, yoksa dışımız-da olan bir şey mi? Mülkiyeti bize mi verilmiş yoksa ema-net mi edilmiş? Zaman evrenin her yerinde aynı mı işliyor? Yaşayanlarla, göçüp gidenler için aynı mı zaman? Önce zaman mı vardı, mekan mı, yoksa insan mı? Zamanın dışı-na çıkılabilir mi? Zaman bizim ölçtüğümüzden başka nasıl ölçümlenir? Zamanın sonu var mı? Zaman kainatta bazen geniş, bazen dar mı?

Buyurun buradan yakın. Şu sorulara iyice bir bakın. Gözü-nüz kesiyor, akılınız eriyor, yüreğiniz yetiyorsa cevaplayın!

İnsan mı zamana hükmeder, zaman mı insana? Hangisi diğerini yönetir? Hangisi asıl belirleyicidir? Kim kimin efen-disidir? Bu soruyu cevaplamak, deveye hendek atlatmak-tan zor görünüyor.

Zamanı yönetemeyen insanların çokluğu dikkate alınırsa, çoğumuz için zaman, bizi alıp götüren bir sel akıntısı ya da bir rüzgar gibidir. Bir yaprak gibi selin ya da rüzgarın istediği yere götürülen insanların zamanı yönettiği, onu kontrol ettiği söylenebilir mi?

“Zaman doğru yönetilemiyorsa, hiçbir şey doğru yönetile-miyor demektir”. Ünlü yönetim gurusu Peter Drucker ne kadar da haklı. Nedir zaman yönetimi? Buna söylenecek çok söz var ama estirme bir cevapla, zamanı mümkün ol-duğunca etkin kullanma, verimli kılma ve kontrol altında tutmadır.

Bu da her baba yiğidin harcı değildir. Zaman, kullanılama-yan kısmı yok olup giden başlıca sermayemizdir. Onu bi-riktiremeyiz, saklayamayız ve elimizde tutamayız. Zaman;

ZAMAN YÖNETİMİ

Prof. Dr. Bekir ParlakUludağ Üniv. Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı Bşk. [email protected]

Page 29: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

27

yerine konulması, geri döndürülmesi, yenilenmesi, depo-lanması, satın alınması mümkün olmayan bir kaynaktır.

Her gün uyandığımızda yatağımızın başucunda hazır bul-duğumuz 24 liralık bir çek, zengin fakir, alim cahil, kadın erkek, genç yaşlı, köylü şehirli, sağlıklı hastalıklı demeden herkese bahşedilir. Bu çekin hepsini yerli yerince kullana-bilsek ne ala. Gel gelelim hepimize verilen bu çekin her gün ancak bir kısmını kullanır, kalanını gerisin geri teslim ederiz, çünkü biriktiremeyiz. Eh, kullandığımız kısmı da ne kadar isabetli ve verimli değerlendirilmiştir, orası da ayrı bir konu. Unutmayalım ki doğan her yeni gün, kişi için karşılıksız ve geri ödemesi olmayan yüz milyarlarca kredi değerindedir. Yaşam için en önemli sermaye olan zamanın kullanılabi-lirlik oranını artırmak, ancak onu etkili bir biçimde yönet-mekle olanaklı olur. Dolayısıyla, zaman yönetimi zaman kullanımını kontrol altına alma sürecidir. Günlük olarak bize verilen 24 saat, 1440 dakika, 86400 saniyelik süreyi, yaşamımıza katkı sağlayacak biçimde kullanmaktır.

Aslında zaman öyle tek düze standartları olan bir şey değildir. Zaman, bazen hızlı, bazen de yavaş geçer. Bu nedenle zamanı objektif (gerçek) ve sübjektif (algılanan) zaman olarak ikiye ayırabiliriz. Objektif zaman; Ölçülebi-len ve gözlenebilen saat zamanıdır. Sübjektif zaman; Öl-çülmesi ve değerlendirmesi zor bir zamandır.

Hepimizin haftada 168 saati var, siz bu saatleri nasıl de-ğerlendiriyorsunuz? Zamanın yetmediğini, işimizin çok olduğunu söyler yakınıp dururuz. Eğer her gün fazladan iki saat verilse, ne yaparız?

Yönetmek, işin aslı bu. Önce kendimizi ve vaktimizi, sonra başkalarını ve başka şeyleri. Kendimizi yönetmek zaman kontrolünün püf noktasıdır. Bunun yolu da zaman konu-sunda etkili alışkanlıklar kazanmak ve bunları uygulamak-tır. Unutmayın! zamanınız çok. Yapacağınız ilk şey sizi ilgi-lendirmeyen şeylerden uzak durmak...

Başarılı zaman yönetiminin daha çok çalışmayla ya da her günü son dakikasına kadar doldurup gece yorgun düş-mek ile ilgisi yoktur.

Başarılı zaman yönetimi daha çok çalışmak değil daha et-kin ve daha akıllıca çalışmaktır. Gün bittikten sonra geri dönüp yapılacak işler listesine baktığımızda tüm işlerin bitmiş ve yaklaşık 1 saat sonra bir dostunuzla akşam ye-meği yiyebilmek için hala zamanınızın olduğunu görebil-mektir. Başını kaşıyacak vakti olmayanların, zamanlarının sadece %35’ini dolu olarak kullandıkları tespit edilmiştir.Zaman yönetimine başlarken öncelikle alışkanlık yollarını-zı tek tek gözden geçirmeniz gerekiyor. Çalışırken düşün-meden otomatik olarak yaptığınız şeyler nelerdir? Bunla-rın hep yapılmış olması iyi şeyler miydi?

Bunun için ilk iş olarak alışkanlıklarınızın bir listesini yapın. Bu size kolay gelmeyecektir. Bunu ele almanın en kolay yolu ise günlük olarak ne yaptığınızın, ne zaman yaptığı-nızın, bir şeyi belli bir tarzda yapıp yapmadığınızın da kay-dını tutmaktır. Bu kayıtları bir hafta, tercihen daha uzun bir süre tutun. Sonunda bir bakışta alışkanlıklarınızı belir-leyebileceksiniz. Kayıtlarınızı fosforlu bir kalemle gözden geçirin. Tekrar eden alışkanlıklarınız üstünü bu kalemle çizin, aynı alışkanlığı aynı renkle işaretleyin. Daha sonra bulduğun alışkanlıkların bir listesini yapın. Ve şu soruyu sorun, bu alışkanlıklar her zaman iyi midir?

Cevabınız EVET ise alışkanlığınıza devam edin.

Cevabınız HAYIR ise ve aksiyondan ziyade reaksiyona iti-yor, bu gerçekten kötü bir alışkanlık, istediğimi elde et-memi güçleştiriyor, zamanıma mal oluyor, başkalarının zamanına mal oluyor, bunu hep yanlış sebeplerle yapı-yorum, niye yaptığımı bilmiyorum, değişemem diyorsan, mutlaka bu alışkanlığını değiştirmen gerekiyor. Değişim kolay. Yeter ki direnç kırılsın. İnsanlar alışkın olduklarından, tıpkı anne – babasının teşvik ettiği bir şeyi yapmamak için inatlaşan bir çocuğun durumu gibi değişime direnirler.

Buna da önerilecek bir reçetemiz var: “Alışkanlık Değiştir-me Planı”. Nedir bu? İşte cevabı:1.Değiştirmeyi istediğin alışkanlıklarını belirle.2.Tavrını pozitif ayarla.

Page 30: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

28

3.Benimsemeyi istediğin yeni alışkanlığını tanımla.4.Yeni alışkanlık başlatmak için gerçekçi bir hareket planı geliştir.5.Benimsemek istediğin alışkanlığa göre davran.6.Alışkanlık haline gelene kadar yeni davranış kalıbına sıkı sıkıya bağlı kal.7.Planlı alışkanlık değişimi için yardım sağla.8.Harekete geç. Zamanı yönetmek, en önemli sermayeyi yönetmek de-mektir. Bu ise, hayatı madden ve manen kazançlı kılma-nın yoludur. Peki zamanı iyi yönetmek için ne yapılmalı? Hedefleri belirleyip, önceliklendirin. Zamanınızı planlayın. Aşırı bilgi yüklenmenin önüne geçin. Zaman kaybettiren işleri yok edin. Başkalarının yapabileceği işleri onlara dev-redin. Boş vericiliğin üstesinden gelin.

Çeşitli alanlardaki tuzaklar hayatımızın her anında karşımı-za çıkabilir. Tuzaklar, zaman yönetiminden de uzak değil. Peki nedir zaman tuzakları. Birlikte bakalım;• Plânsızlık• Öncelikleri belirleyememek ve sıralayamamak• Ertelemek• Kendini gereğinden fazla işe adamak• Acelecilik• Kırtasiyecilik ve verimsiz okuma• Rutin ve gereksiz işler• Açık kapı politikası (hayır diyememek)• Gereksiz telefonlar• Gündemsiz ve verimsiz toplantılar• Kararsızlık• Yetki verememek• Dağınık masa ve büro düzeni

Planlama yapılmadığı takdirde, işler zamanında bitme-mekte ve bunun sonucunda işleri planlamaya zaman kalmamaktadır. Kişisel performansın en önemli faktörle-rinde biri hiç kuşkusuz zaman tuzaklarına düşmeden işleri en uygun zamanda ve en uygun kıvamda yapabilmektir. Dikkatli bir planlama iyi bir zaman yönetiminin temelidir. Yönetim planlama ile başlar.

Burada temel sorun, “öncelikleri bilememek ve sıraya ko-yamamaktır”. Bunu başarmak için önceliklerimizi tespit edip ona göre işlerimizi ve vaktimizi planlamalıyız. “ Boş durmayıp bir iş yapıyor olsanız bile, o anda yapılacak daha önemli bir işiniz varsa zamanınızı boşa harcıyorsunuz de-mektir..”

Önceliklerin belirlenmesinde genel-de şu hataya düşeriz. Hoşlandığı-mızı, hoşlanmadığımızın, çabuk bi-tecek olanı, uzun sürecek olandan, kolay olanı zor olandan, bildiğimizi bilmediğimizden, acele yapılanı önemli olandan, başkalarının iste-ğini kendi istediğimizden öne alırız. Halbuki yapılması gereken işlerimizi öncelik sırasına koymaktır. Bu soru-nu şöyle aşarız:

A grubu: Kesinlikle yapılmalıB grubu: YapılmalıC grubu: Yapılması iyi olurD grubu: Yapılmasa da olurE grubu: Yapılmamalı.Zaman yönetimi konusundaki müz-min hastalıklarımızdan biri de “erte-leme hastalığı”dır. Gerçekten önem-li ve yaşamsal işlerle uğraşmaktan alıkoyan erteleme; kişinin kariyerini yıkabilecek, mutluluğunu bozacak ve hatta hayatını kısaltacak, her alan-

Page 31: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

29

da başarıyı önleyen, gizli gizli zarar veren bir alışkanlık-tır. Erteleme alışkanlığı, en önemli zaman tuzaklarından biridir. Bir iş ertelemenin adı olan “yarın” kelimesini tak-vimimizden çıkarmalıyız. Çünkü tarih yarının kurbanları ile doludur. “Yarıncılık”, ihmal ve beceriksizliğin sevdiği bir sığınaktır. Bugünün işini yarına bırakan, yarın gelince acaba ne yapar? Ertelediğimiz iş, peşimizden gelir ve bir gün onu görmemezlikten gelmenin faturasını bize ağır ödetir.

Bir görev için;Bakarak ve üzerinde düşünerek 5 dakika,Hemen o anda o işi neden yapmadığını haklı çıkarmak için 10 dakika, Yapman gerektiğin halde neden yapmadığını dert etmek, için 5 dakika, Kendine işin neden yapılmadığını inandırmak için 10 da-kika,O işi yapmamış olmana, mazeret uydurmak ve bunu bil-dirmek için 30 dakika olarak tahmin edersek;İşi yapmamak için 60 dakika harcadığını göreceksin.Şimdi Düşün! O iş 60 dakikadan daha uzun mu sürerdi?Hiç bir şey ertelemek kadar uzun sürmez…

Çoğumuzun zaman mevhumuyla ilgili bir sıkıntısı da “kendimizi gereğinden fazla işlere adamak”tır. İşlerimizi

verimli bir şekilde yapabilmemiz için fiziksel ve zihinsel olarak zinde olmalıyız. Bu da ancak düzenli bir çalışma ile olur. Kendini gereğinden fazla işe adayan insanların, aile-sine, spora, gezmeye ve diğer sosyal faaliyetlere ayıracak zamanları yoktur. Esasında bu bir “hak” meselesidir. Zira önce kendi bedenimizin, canımızın bizden hakkı vardır, sonra da aile üyelerimiz başta olmak üzere sevdiklerimi-zin bizim üzerimizde hakları vardır. Onların bu hakkını ta-nımak ve onlara da gereğince zaman ayırmak bir sorum-luluktur. İşkoliklerin, alkoliklerden, sevdiklerinin haklarına riayet edip edememe yönüyle ne derecede farklı olduğu hususu düşünmeye değer. Plansız iş yaptıkları için işe ya-ramayan işler, işkolik insanların zamanında önemli bir yer tutar. En kötü zaman tüketicileri çoğunlukla en çok ve en uzun çalışıyor görünebilirler. Ancak çok etkili değildirler. Çünkü bunlar zamanlarını iyi yönetmezler.

Bir de “aceleci” tipler vardır. Zaman konusu açılınca “ace-lecilik” olgusuna değinmeden geçmek olmaz. Bazı in-sanlar zaman baskısından hoşlanırlar. Bunlar aceleci tavır takınarak kendilerini sürekli bir şeyler yapmak zorunda hissederler. Bunlar “A tipi kişilik” olarak adlandırılırlar. Ace-leci tavır zaman yönetimine ters düşer.

Ya kararsızlığa ne demeli? “Kararsızlık”, en büyük zaman düşmanlarından biridir. Zaman ve para kaybına yola açar, fırsatlar elinden bir bir kaçar. Bir de bakarsın ki sen dü-

Page 32: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

30

şünüp dururken, elin oğlu atı almış çoktan Üsküdar’a da değil, Trakya’ya geçmiş. Hep söylenir ya” en kötü karar, kararsızlıktan iyidir” diye. Gerçi bu sözün de tahlil edilme-ye değer yanları yok değil, ama burada vurgulanmak iste-neni güzel vurguluyor. Hele bir karar ver, bekleyip durma, sonra gerekirse kararını düzeltir ya da değiştirirsin. Bu ara-da mesafe almış olur, en azından bu kararın seni amacına ulaştıracak yollardan biri olmadığını görebilirsin.

“Hayır diyememek”. Zamanımızı katleden sebeplerden değil midir? Elbette öyledir. Hayır denecek yerde hayır diyemeyenler, işlerinden de hayır göremeyenlerdir. Bir insan her şeyi yapamaz, her işe yetişemez. Önce bunu kabul edelim. Herkesin bir kapasitesi vardır. Bunun üs-tüne çıkıp istiap haddini zorlamak, esasında önce kendi şahsiyetimizi horlamaktır. Kendine hayrı olmayanın başka-larına da olmazmış. Önce kendimizi yönetmeyi bileceğiz ki, başkalarını da yönetebilelim.

Zamanı iyi kullanmanın üç yolu vardır: 1.Düşük öncelikli işleri veya faaliyetleri bırakmak.2.Yaptığınız işte daha etkin olmak.3.Bazı işleri devredeceğiniz bir insan daha bulmak.Zamanı iyi değerlendirmenin bize kazandıracaklarını he-sap edebilmek neredeyse mümkün değil. Ama şunları kazanacağımızı peşinen söyleyebiliriz: Kariyer planlaması, okumak, iletişim, dinlenme, düşünme, ailevi sorumluluk-

ları yerine getirme, sosyal sorumlulukları geçekleştirme, sağlık, maddi kazanç, kendimize güven.Bunları elde etmek etkili zaman yönetimiyle mümkün. Öyleyse etkili zaman yönetimi neyle mümkün? Elbette her işin bir yolu yordamı varsa bunun da var. İşte cevabı: 1.Hafta boyunca yapmak istediklerinizi listeleyin ve önce-lik sırasına dizin.2.“Günlük yapılacaklar” listesini önceliklerinize göre hazır-layın.3.Listenizin başındaki işlere büyük bir dikkatle yaklaşın.4.Başladığınız işi bir kerede tamamlayın.5.“Zamanınızı en iyi şekilde nasıl değerlendirebilirim?” diye kendinize sorun ve uygulayın.Peki işlerimizi planlamamıza ve zaman yönetimi konu-sunda hassas davranmamıza rağmen işler aksi gitmeye başlarsa ne yapacağız? Bu durumda şu tavsiyelere kulak verebiliriz:• Yeniden müzakere edin• Kaybolan zamanı sonradan kazanın• Proje safhasını daraltın• Kaynakları fazlalaştırın• İkameyi kabul edin• Alternatif kaynaklar arayın• Kısmi teslimatları kabul edin• Teşvikler sunun• Şartlara uyulmasını isteyin• Karar ve düşünce tuzaklarından kurtulun

Page 33: tchayat sayi 14

AKADEMİK KÖŞE

31

Yeni kabiliyetler bulunKök sorun üzerinde durun.

Zaman yönetiminde dikkat edilecek hususlardan biri de, tıpkı para tasarrufu yapar gibi “zaman tasarrufu yapmak-tır”. Boşuna dememişler; “ vakit, nakittir” diye. Uzmanlar herkesin haftada 10 saat civarında zaman tasarrufu ya-pabileceğini söylüyorlar. Bu rakam, çok yoğun olmayan insanlar için daha fazla da olabilir elbette. Ortalama bir insan ömrü aşağı yukarı iki yüz bin (200.000) planlanabilir saatle sınırlıdır. İktisadi olarak yapılan araştır-malara göre, bir insan toplam iş görebilme gücünün an-cak % 30 - 40 ‘ nı kullanabilmektedir. Peki geriye kalan %60 civarındaki iş görebilme gücü nereye gidiyor? Netleşme-miş hedefler, planlamada yapılan hatalar, plansızlık, ön-celiklere gerekli önemi verememe, sürekli erteleme, öze inememe, detayla fazla uğraşma.

Konunun tam burasında zaman yönetimini de ilgilendi-ren bir sosyal yasadan bahsetmek istiyorum: “Pareto Ka-nunu”. “80:20 kuralı” olarak bilinen bu teori yalnız rasyo-nel zaman yönetimi için değil, değişik bilimsel alanlarda da geçerlidir. Bu teoriye göre, örneğin; * Ciromuzun % 80’nini müşterilerimizin % 20’ si sağlar. * % 20 üretim hatası % 80 kayba neden olur. * Gazetenin % 20 ‘si haberlerin % 80’nini oluşturur. * Toplantı zamanının % 20 ‘si kararların % 80’nini doğ-rudan etkiler. * Masa üstü çalışmanın % 20’ si işteki başarının % 80’nini sağlar.

80:20 kuralı ilk defa İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto ta-rafından ondokuzuncu yüzyılda ortaya atılmıştır. Burada önemli olan mesleki ve özel alanda hedefleri tespit edip bunlara ulaşabilmek için bu kuralı göz önünde tutarak ge-rekli çabayı sarf etmektir.

Bütün bunları söylerken bir gerçeği de gözden kaçırma-yalım. Hiç bir zaman her şey planladığımız gibi aynen gerçekleşmez. Bu nedenle çalışma süremizin, ortalama % 60 kadar kısmını planlamamız doğru olacaktır. Zama-nımızın % 100 ‘ünü veya buna yakın oranını planlamamız önceden tahmin edilemeyen, süreleri bilinmeyen durum-lar nedeniyle imkansızdır. Bu nedenle bu durumlar için yedek zaman ayırmalıyız. Biz buna “yedek zaman” ya da “zaman yedeklemesi” diyebiliriz. Kısacası mutlaka yedek zamanınız olsun.Zamanımızı planlarken 3 ana kategoride değerlendirme-liyiz:A- % 60 planlanmış işler için,B- % 20 planlanmamış aniden çıkan, zaman çalan durum-lar için,

C- % 20 sosyal faaliyetler ( çeşitli özel durumlar).Bu bahiste söylenmeden geçilemeyecek bir önemli husus ta, zamanın kıymetini bilerek “doğru işi yapmaktır”. Pat-ron olsun, yönetici olsun, memur ya da işçi olsun, çalışan herkes şuna dikkat etmelidir: “Doğru işi yapmak, işi doğru yapmaktan çok daha önemlidir”. Bu, zamanın, paranın ve emeğin etkin kullanımı için gerekli temel bir kaidedir.

Zaman yönetimi üzerine çalışanların sıklıkla üzerinde dur-dukları bir önerme vardır. Derler ki, bir yılın değerini anla-mak için onu, üniversite sınavını kazanamayan bir ders-hane öğrencisinden sormak gerekir. Bir ayın kıymetini en iyi anlatacak kişi, sekiz aylık prematüre bebek doğurmuş bir anne olabilir. Bir saatlik zamanın değerini en iyi, bir saat kulesinin altında, elinde çiçek, aylardır hasret kaldığı nişanlısını bekleyen delikanlı bilebilir. Bir dakikanın öne-mini, treni kaçırmış bir yolcudan sormak gerekir. Bir sani-yenin değerini anlamak için, arabasından yaralı çocuğunu çıkarmaya çalışan kazazede sürücünün içinden geçenleri okumak lazımdır. Bir salisenin ne kadar kıymetli olduğunu da en iyi, olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan atlet bilebilir.

Her gün, insanoğlu için paha biçilemeyecek kadar kıymet-lidir. Çünkü yaşadığın bir günün asla tekrarı olmayacak. Ve sen, ömür takvimin yaprak yaprak eksilirken, kopan hiçbir yaprağı takvime geri koyamazsın. Ve bir gün gelir takvimin yaprakları biter. Hayat insana bir kez verilir. Onun nasıl yaşanacağını da o hayatın sahibi bilir. Hayatı öyle ya-şamalıyız ki, varlığımızla yokluğumuz hep ayırt edilebilsin. Yokluğumuzda hep aranılan insan olalım. Ve hayatı öyle yaşamalıyız ki, doğarken biz ağlıyorken, herkes gülüyor-du, göçüp giderken ise herkes ağlarken biz gülebilelim.

Page 34: tchayat sayi 14

BİR SEKTÖR

tchayat olarak her sayımızda bir sektörü mercek altına alıyo-ruz. Her ne kadar litaratürde AVM sektörü diye birşey yok ise de biz herkesin yaşam tarzına yön vermeye başlayan hatta koco koca kentlerin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısına yön verebilecek hacme ulaşmış olan alışveriş merkezleri namı diğer AVM’leri Bursa’nın önemli AVM’lerinden biri olan Korupark’ın Pazarlama Müdürü Feyza ACAR SÖNMEZER ile birlikte değerlendirdik şimdikendisi ile yapmış olduğumuz söyleşiyi yayınyıyoruz.

tchayat: Korupark’ın kuruluşunda hangi kriterlere önem verildi ve nasıl bir yol iz-lendi?

F.A.SÖNMEZER: Bursa tarihinin her çağında revaçta olmuş bir şehirdir. Türkiye ortalamasının üzerinde kişi başı milli gelire sahip olan, dinamik, gelişime açık sanayi ve ticarette de ön sıralardadır.

Bunların yanı sıra tarihi ve tabii özellikleri ile de yerli ve yaban-cı turistleri çekmektedir.Balıkesir, Eskişehir, Bilecik, Kütahya ve Yalova gibi komşu il-lerin kavşak noktasında bulunması da Bursa’nın lokasyon değerini arttırmaktadır.

Tüm bu olumlu özelliklere karşın şehirde konut ve alışveriş merkezinin bir arada olduğu bir projenin olmayışı, var olan tekil projelerin de tüketicinin ihtiyaçlarını karşılama konu-sunda oldukça yetersiz kalması, Torunlar Şirketler Grubu’nu harekete geçirmiş, Türkiye’nin konut ve alışveriş merkezinin

bir arada olduğu en büyük projeyi inşa etmesine neden ol-muştur.

tchayat: Korupark’ı rakiplerinden ayıran özellikler nelerdir?

F.A.SÖNMEZER: Korupark Avm’nin yanı sıra 1200 konut ile Türkiye’nin en büyük yaşam projesi olma özelliği taşımakta-dır.

Proje şehrin genişlemeye başladığı batı yönüne doğru ko-numlanarak gelecek vaad eden bir proje özelliğine sahip olmuştur. Bu çevrede devam etmekte olan yeni yerleşim projeleri ve genişlemeye devam eden yakın yerleşim bölge-leri için proje vazgeçilmez bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte projenin şu an için birkaç km uzağında, 1 yıl içinde de önüne gelecek olan hafif raylı taşıma sisteminin şehrin merkezinden projeye kadar uzanması projenin artılarından olmuştur. Tüm bu olumlu özelliklerinin yanı sıra Mudanya yönünden şehre giriş yapan ziyaretçileri de karşılayan konu-munda olması sebebi ile Bursa’nın en önemli konut ve avm projesidir.

tchayat: Bir AVM’nin başarısı için neler gerekir?

F.A.SÖNMEZER: Bir AVM’nin başarılı olması birçok faktöre bağlıdır. Lokasyon ve AVM konsepti ile ilgili iyi bir fizibilite çalışmasının yapılması, bu lokasyona göre mağaza karma-sının doğru bir şekilde planlanması ve oluşan bu faktörler

Yeni Şehir Kültürü AVM’ler

32

Ebru [email protected]

Page 35: tchayat sayi 14

BİR SEKTÖR

eşliğinde AVM’ye değer katacak, he zaman dinamik tutacak yönetim kadrosu oluşturulması en önemli kriterlerdir.

Sadece lokasyon artık tek başına yeterli değildir. Bulunduğu lokasyona göre iyi ve eksiksiz planlanmış mağaza karması ile güvenli, temiz, eğlenceli, teknolojiyi maksimumda kullanan, iyi bir mimarisi olan, iyi yönetilen, pazarlama faaliyetleri ile farlılık yaratan, kiracıları ile iyi iletişimde olan bir AVM mutlaka başarıyı yakalayacaktır.

Günümüz rekabet koşullarında artık tek başına hiçbir şey ye-terli değil, başarı için her sayılan bu etkenlerin tam ve eksik-siz olması çok önemli.

tchayat: AVM’lerin kentlerde meydana getirdiği sosyal ve kültürel etkiler neler-dir?

F.A.SÖNMEZER: Bizim projemizde bir araya getirmeyi başar-dığımız perakende karması ile hem şehrin yerel kültürü ve alışkanlıklarını ziyaretçilerine yansıtmış hem de henüz şehrin hiç tatmadığı keyifleri Bursalıların beğenisine sunmuştur.

Korupark AVM’nin pek çok mağazayı bünyesinde bulundur-ması, alışveriş yaparken aynı zamanda yemek yeme, din-lenme, eğlenme gibi imkânlar sunması, güvenli bir ortam sağlayarak boş zamanların değerlendirilebileceği bir alan oluşturmasıyla her kesimden Bursalının ilgisini çekmiştir. Alış-veriş kavramı Korupark ve diğer büyük alışveriş merkezlerinin açılmasıyla birlikte şehirde yeni bir anlam kazanmıştır. Tür-kiye ve dünyanın seçkin markalarına ait ürünleri tek bir çatı altında sunması Bursalıların yeni trendleri takip etmesinde önemli rol oynamaktadır.

Ayrıca günümüzde alışverişin, geçmişte olduğu gibi doğal gereksinimlerin rasyonel bir biçimde karşılanması amacıyla gerçekleştirilen bir etkinlik olmaktan uzaklaşarak, toplumsal

statü belirleyicisi, psikolojik tatmin için vazgeçilmez bir araç ve boş zamanların değerlendirilmesini sağlayan bir etkinlik haline gelmiş olması da buraya olan yoğun ilginin bir sebebi olarak görülebilir. Korupark’ın Bursa’ya getirdiği en büyük sosyal faydalardan biri ekonomide sağladığı etkidir. Korupark sadece yarattığı istihdamla ve şehre kazandırdığı yatırımla değil aynı zaman-da inşaat, güvenlik, lojistik gibi sektörlere yaptığı katkıyla da şehir ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca getirdiği re-kabet ve ürün çeşitliliği ile tüketicilerin daha kaliteli ürünlere ulaşmasını sağlamış olan Korupark aynı zamanda çevresine de bir değer katmıştır. Halkla ilişkiler faaliyetleri kapsamında, yerel yönetimler, sivil toplam örgütleri, okullarla gerçekleştirildiği kültürel ve sanat-sal etkinliklerle bir çok projeye ev sahipliği yapmış, şehrin kültürel gelişimize katkılar sağlamıştır. tchayat:Alışveriş sektörünün ve AVM’lerin durumunu nasıl görüyorsunuz?

F.A.SÖNMEZER: Perakende sektörü bugün enerji, üretim ve sağlıktan sonra 150 milyar doları aşkın cirosu, 3 milyona yakın çalışanı ile Türkiye’nin en önemli dördüncü büyük sektörü durumundadır. Bu gelişim de alışveriş merkezlerinin katkısı da çok fazladır. Ancak Türkiye hala kişi başına toplam kirala-nabilir alanda Avrupa ortalamasının gerisindedir.

Ülke genelinde daha çok alışveriş merkezlerimiz olmalıdır. Her bir alışveriş merkezi bölgenin kalkınması, sosyal yapısı-nın güçlenmesi, kültürel gelişimin bir parçasıdır. Türk halkı alışveriş merkezlerini sadece alışveriş yapılan yerler olarak algılamamaktadır. Zaten kültüründe olan, sosyalleşmesinin parçası olan ve dünyaca bu yönü ile ün yapmış pazaryerle-rimiz gibi kabullenmiştir. Alışveriş merkezi yatırımcıları bu sihiri, bu kültür genetiğini iyi keşfeder ve karşılarsa daha çok alışveriş merkezlerimiz olmalıdır.Metrekare ve nüfus yoğunlukları dikkat alınarak doğru lo-kasyonlarda yapılacak yatırımlar ile alışveriş merkezlerinin Anadolu’ya yayılması doğru bir süreç olacaktır. Aynı hat üze-rinde aynı bölgelerde aynı şehirlerde açılan alışveriş merkez-lerinin birbirinden farklılaşamadığını üzülerek gözlemliyoruz. Birbiri ardına açılan alışveriş merkezleri kendilerini farklı ve doğru konumlandıramadıkları için de kısa sürede tüketilip atıl vaziyete dönüşebiliyorlar. Bu da ülke ekonomisi için yapılmış olan büyük yatırımların çöpe atılması ve zarara uğratılması anlamına geliyor.

İnşaatından itibaren ekonomiye sürekli destek olan alışveriş merkezlerine doyulmasını beklemek yanlış olur. Ancak sorun alışveriş merkezlerinin farklılaşamamaları olarak görülebilir. Dolayısıyla bu doğrultuda alışveriş merkezlerini farklılaştır-mak adına çalışmalar yapılmalı.

tchayat: AVM’lerin tüketici ve satıcılara sağladığı avantajlar nelerdir?

33

Page 36: tchayat sayi 14

BİR SEKTÖR

34

F.A.SÖNMEZER: Organize perakendenin merkezleri olan AVM’ler gerek tüketici gerekse satıcılar açısından sağladığı avantajlar ile dikkat çekiyor.

Tüketiciler en uygun, en rahat ve en huzurlu alışverişi yapa-bilme kaygısıyla alışveriş merkezlerini tercih ediyorlar. Bün-yesinde bulundurduğu mağazaları ile birçok marka ve ürün çeşidini bir arada sunan AVM’ler sadece alışveriş değil sosyal yaşam alanları olarak da tüketicilere yemek, eğlence, kültürel faaliyetler olarak birçok alternatif sunuyor.

tchayat: Sizce yeni açılacak AVM’lerde yatırımcılar hangi farklılaşmalara yönele-bilir?Yeni trend üstü açık AVM’ler mi olacak?

F.A.SÖNMEZER: Yeni açılacak AVM lerde farklılaşma en önem-li konu olacak. Farklılaşmadan yapılmış hiçbir proje başarıyı yakalayamayacak. Şimdiden bunun örneklerini görmeye başladık. Baktığımızda alışveriş merkezlerindeki markaların %80’ni aynı, peki tüketici hangisini tercih edecek? İşte bunun cevabı artık çok önemli hale geldi.

Yeni açılacak olan AVM’ler mutlaka daha çevreci olacak. Do-ğaya salgıladığı karbon ve tükettiği enerji, inşaat malzemele-ri geri dönüştürülebilir olacak. Isı yalıtımı yüksek ve hatta ışığı

geçirgen olacak. Doğal aydınlatma kullanılacak ve alternatif yollardan, minimize edilmiş karbon salınımı ile kendi enerji-sinin büyük çoğunluğunu kendi üretir olacak.

Eğlence faktörü çok önemli hale gelecek ve farklılaşmada

en önemli rolü oynayacak. Dev akvaryumlar, kar merkezleri, avm içinde dolaşan roller costerlar, çocuk oyun merkezle-ri, lunaparklar vb. eğlence araçları avmler için vazgeçilmez yatırımlar haline gelecek. Birçok avm bu yatırımları kendi fi-nanse edecek ve muhtemelen işletmesini de kendi yapacak. Bu aktivitelerin önceliği gelir getirmek değil ziyaretçi çekmek olacak.

Gelecekte hepimiz ziyaretçilerimizi çok daha iyi tanıyor ola-cağız. Alışveriş merkezini ziyaret ettiklerinde, kim olduklarını bilecek, AVM içerisinde geçirdikleri zaman ve güzergahlarını takip edebileceğiz. Onlara özel anlık kampanyalar düzen-leyebilecek ve sık alışveriş yaptıkları mağazaların promos-yonlarından haberdar edebileceğiz. Bu sebeple yeni açılan AVM’lerde teknojiyi kullanım çok önemli olacak.

Sigara yasağı, sokakta alışveriş yapmanın verdiği rahatlık se-bepleri üstü açık projeler muhakkak artacak, yada projeler içinde üstü açık yerler oluşturulacak.

tchayat: Yeni yatırımlarınız olacak mı? F.A.SÖNMEZER: Torunlar Şirketler Grubu’nun ticari gayrimen-kul alanında faaliyet gösteren şirketi Torun AVM Yatırım Yö-netim A.Ş.’nin yatırımları içerisinde perakende sektörüne ka-zandırdığı üç alışveriş merkezi bulunmaktadır. Bursa’da 1999 yılında faaliyete giren Bursa’nın ilk alışveriş merkezi Zafer Pla-za ve kiralanabilir alanı ile Türkiye’nin 2007 yılında açılışı ger-

çekleştirilen 74.580 m en büyük alış-veriş merkezleri içerisinde yer alan Korupark Alışveriş Merkezi bulun-maktadır. Bursa dı-şında, Antalya’da faaliyet gösteren şehrin ve Akdeniz Bölgesi’nin ilk or-ganize, güçlü ma-ğaza karmalı outlet alışveriş merkezi Deepo Outlet bu-lunmaktadır. To-run AVM Yatırım ve Yönetim’in İstan-bul Haramidere’de inşaatı ve kirala-ması devam eden Torium projesi bu-lunmaktadır. Proje

aşamasında olan Tem Mahmutbey kavşak noktasında yer alan Türkiye’nin en büyük alışveriş ve eğlence merkezlerin-den biri olmaya aday Mall of İstanbul ve Kütahya Alışveriş Merkezi projesi de Kiler grubu ile ortak yatırımımız olarak projelendirilmektedir.

Page 37: tchayat sayi 14

GEZİ

Kenya, doğusunda 536 km kıyı sahiliyle Hint okyanusu olmakla beraber ekvator çizgisinin hemen hemen orta-sından geçtiği bir doğu Afrika ülkesidir. Başkenti Nairobi olan ülke şaşırtıcak şekilde batı ile Afrika uygarlığının bir sentezini karşımıza çıkarmaktadır.

Kenya, cumhurbaşkanının temsil ettiği bir demokratik Cumhuriyettir. Cumhurbaşkanı devletin en üst noktasında olmakla beraber, hem hükümetin hem de diğer partile-rin başkanı olduğu kabul edilir. Yürütme gücü hükümet tarafından uygulanır. Yasama yetkisi hem hükümetin hem de Millet Meclisi’ne aittir. Yargı yürütme ve yasama bağım-sızdır.

Tarihi,

Tarih boyunca bu bölgeye ilk yerleşim MÖ 2000 yılında ku-zey afrikadan yapılan göç ile başlamıştır.Yüz yıllar boyun-ca Kenya sahilleri tacirler ve keşifçiler tarafından önemini korumuştur. M.S 1. yüzyılda tacirler vasıtasıyla Arap etkisi görülmeye başlamıştır. Bugünkü nufusu oluşturan halkın büyük bölümü M.S 10. yüzyılda bu bölgeye göç etmiştir. Swahili dilide bu tarihlerde oluşmuştur. Bu bölge ile ilgili bir başka önemli not ise Vasco Da Gama nın 1498 yılında Mombasa limanına yaptığı ziyareti ertesinde Hindistan’a olan deniz yolunu keşfetmiştir. 16yy. başlarında başlayan Portekiz egemenliği 1730 da Umman Sultanlığının saldı-rılarına direnemeyerek bölgedeki gücünü tamamen yi-tirmiştir. 1880 lere kadar süren bu süreçten sonra köle ticaretini yasaklayan İngiliz Krallığı bölgeyi himayesi altına almıştır. 1920 lere kadar bu topraklar Doğu Afrika Ingiliz

himayesi olarak bilinmekle beraber, İngiliz himayesi 1963 yılına kadar sürmüştür. Jomo Kenyatta ,1963 yılında bağım-sızlığını kazanan Kenya nın ilk başkanı seçilmiştir. Kenya ismini Afrika nın en yüksek 2. dağı olan ve yüksekliği 5199 mt olan Kenya dağından almıştır.

Kenya, bir çok etnik grubu bünyesinde barındırmaktadır. En büyük etnik grup olan Kikuyu’lar nüfusun %25 ini oluş-turmakla beraber başkent Nairobi çevresinde yaşamakta-dırlar.Ülkenin ikinci büyük etnik grubu olan Luhya’lar batı Kenya’da Uganda sınırının güney kesimlerinde yaşarlar. Batı Kenya’da Victoria Gölü çevresinde yerleşmiş Luo’lar Kenya’nın üçüncü büyük etnik grubunu oluşturan halktır.Kenya’nın dördüncü büyük etnik grubu Kalenjin’ler , be-şinci ise Kamba’lardır. Kambalar geleneksel olarak askeri-yede söz sahibi roller üstlenmişlerdir. Altıncı en büyük et-nik grup olan Kisii’ler nüfusun %6’sını oluşturur ve politik olarak Luo’lar gibi Kikuyu karşıtı bir duruş sergilerler.Ülkede ingilizce ve kisvahili dili resmi dil olmakla beraber bir çok yerel kabile dili mevcudiyetini korumaktadır.Son yıllarda Kenya nüfusu hızlı bir şekilde artmaktadır. Nü-fusun %73’ü 30 yaşın altında olmakla beraber 80 yıl önce-ki nüfusun 2.9 milyon olduğu düşünülürse günümüzde rakama 39 milyona nüfusun ne kadar hızlı arttığı görül-mektedir.

Tarihte Türkiye- Kenya İlişkileri,

1584 yılında Portekiz boyunduruğundaki yerel emirlerin talebi üzerine Yemen Valiliği Emir Ali Bey’i bölgeye gön-dermiş, Emir Ali Bey filosuyla Somali sahilindeki Mogadi-

Doğu Afrika’nın Parlayan Yıldızı KENYA

35

Hakan [email protected]

Page 38: tchayat sayi 14

GEZİ

36

şu, Ampaza, Brava, Cumbo ve Kismayu, Kenya sahilinde de Faza, Lamu, Pate, Kilifi kentlerini fethetti. Mombasa sultanı bağlılığını arzetti. 1589 yılında yapılan savaşta Por-tekizlilere başarıyla direnen Türk denizciler karadan gelen Zimba yamyamlarının saldırısıyla iki ateş arasında kaldılar ve Portekizlilere teslim oldular. Portekiz Osmanlıya bağ-lanan kentleri tek tek geri alarak liderlerini ölümle ceza-landırdı.

İhracatçılarımız için oldukça bakir bir konumda bulunan Afrika pazarına da ilgi son yıllarda artmaya başlamıştır, Kenya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerde bir ölçüde ar-tış gözlenmiştir. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler her geçen gün daha da yoğunlaşmaktadır.Dış Ticaret Müsteşarı Tun-cer Kayalar başkanlığında bir heyet Ekim 2004’de Kenya’ya

resmi bir ziyarette bulunmuş; ziyaret sonucunda iki ülke arasında bir “Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” im-zalanmıştır. Daha sonra duraksama durumuna geçen bu süreç, 2009 yılında Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan ziyaret ile tamamlanmıştır.

Kenya Havayollarının Haziran 2005’te Nairobi ile İstanbul arasında doğrudan uçak seferlerine başlamasının, ikili ti-cari ve ekonomik ilişkilere bir canlılık getirdiğini söylemek mümkündür. 2009 yılında THY tarafındanda karşılıklı sefer-lere başlanmıştır.

Ülkemizi ziyaret etmek amacıyla başvuruda bulunan Ken-ya vatandaşlarının büyük çoğunluğu bavul ticareti yap-maktadırlar. Türk tekstil ürünlerinin göreceli olarak daha

ucuz ve kaliteli olması nedeniyle Kenya’dan Türkiye’ye bavul ti-careti kapsamında giden kişilerin sayısın-da son yıllarda önem-li artış görülmektedir. Bavul ticareti kapsa-mında Türkiye’den çeşitli tekstil ürünleri getirerek Kenya’da satmaktadırlar. Öte yandan, ticari ziyaret-lere göre az olmak-la birlikte vize alan Kenyalıların bir kısmı turistik amaçla ülke-mize gitmektedirler.

Ülkemizin Kenya’ya ihraç ettiği ürünler arasında fındık, çeşitli mineraller, kimyasal gübreler, ağaç bazlı kimyasallar (reçine-ler), polimer torbalar, yedek parçalar ve tekstil ürünleri yer al-maktadır. Kenya’dan ithal edilen ürünler arasında ise çay, ke-nevir, ip, halat ve el işleri gelmektedir.

Ekonomi,

Kenya’nın en önemli gelir kaynağı tarım ürünleridir. Ama ülke topraklarının büyük bölümü tarıma elve-rişli değildir ve çiftçi-

Page 39: tchayat sayi 14

GEZİ

37

lik çoğunlukla yüksek bölgelerle sınırlıdır.Buğday ve mısır üretiminin yanı sıra sığır, domuz, kümes hayvanları ve ko-yun yetiştiriciliği önemlidir. Mandıracılık yüksek bölgelerin çevresindeki kasabalarda büyük önem taşır.1963 yılında bağımsızlığın kazanılması ile yabancı yatırm ve tarıma verilen teşviklerle, 1963 den 1973’ e kadar olan 10 yıllık periyod içerisinde gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH)% 6.6 yıllık ortalama ile büyümüştür. 1974 ve 1993 arası uygu-lanan uygunsuz tarım politikaları ve verilen yetersiz kredi-ler, Kenya’ nın ekonomik performansını düşürmüştür.

1993 yılında faaliyete geçirilen yeni reformların ve yanı sıra Dünya bankası ve IMF’den alınan yardımlar neticesinde1997 ye kadar ki periyotta %4 lük bir büyüme geçekleşmiştir.

1997 ve 2000 arasında ancak, ekonomi ya da durgun bü-yüme kısmen olumsuz hava koşulları ve düşük ekonomik faaliyeti nedeniyle yavaşlama sürecine girdi. Başkan Kiba-ki, 30 Aralık 2002 tarihinde Cumhurbaşkanlığını devraldı, Kenya Hükümeti önderliğinde ve iddialı bir ekonomik re-form programı başlattı. Dünya Bankası ve IMF ile işbirliğini

sürdürdü. 2002 yılı sonrası Kenya ekonomisi kısmen daha iyiye doğru gitmiştir. Makro ekonomik politikalar,büyümeyi ani bir şekilde yükselterek 2007 yılında %7.2’ye ulaşmasını sağlamıştır.

Kenya, 40 milyon nüfusu, satın alma gücüne göre 81 mil-yar dolarlık GSMH’sı, 16 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ile tüm Afrika’nın 8., Doğu Afrika’nın da 2. büyük ekono-misidir. Doğu Afrika’nın merkezi konumunda olan Kenya, alt yapı ve üst yapı kurumlarıyla bu kimliğini pekiştirerek, altyapısı, eğitim düzeyi, liberal ekonomik sistemi, yaban-cı sermaye, diş ticaret ve kambiyo rejimleriyle Doğu Afri-ka bölgesinin en gelişmiş ülkesidir. Kenya’da çok sayıda yabancı yatırımcıdan oluşan, bölgesel düzeyde faaliyet gösteren sağlam bir özel sektör mevcuttur. Nitekim birçok uluslararası şirketin Doğu Afrika Bölgesi yönetim merkezi Nairobi olmuştur.

Öneriler ve İzlenimler,

Sarıhumma aşısı,

Page 40: tchayat sayi 14

GEZİ

38

Türk Büyükelçiliği ve Büyük Elçimiz Tuncer KAYALAR

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Kenya’ya giden kişiler için “sarıhumma aşısı” yapılmasını zorunlu kılmıştır ve bu aşıyı yaptıranlara “uluslararası aşı sertifikası” vermek-tedir. Daha detaylı bilgi için lütfen aşağıdaki linkten bilgi alınız. http://www.hssgm.gov.tr/seyahat/seyahat-sagligimerkezi.aspx

Kenya Mutfağı,

Kenya mutfağı kendi bün-yesi içerisinde yöreye özel yemek ve meyveler ile çeşitlenmiştir. Yemekler daha çok ızgaraya yönelik olup bizim mutfağımızdan farklı olarak; timsah eti ve antilop eti gibi bizim kül-türümüzün alışık olmadığı tatları denemek isteyenle-re yönelik bir mutfak kültü-rü varlığını korumaktadır. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 3’ünü kaplayan ve genellikle dağlık bölge-lerde bulunan ormanlar büyük önem taşır. Bu doğal ormanlarda büyük kâfurağaçları, Afrika se-dirleri, dev bambular ve çeşitli tropik ağaçlar yeti-

şir. İlk defa göreceğiniz meyveler ve tatları biraz farklı olsa da yaz aylarında yediğimiz birçok meyve türüne ulaşmanız mümkündür.

BAŞLICA İHRAÇ MADDELERİ : Çay, bahçecilik ürünleri, kahve, petrol ürünleri, balık, çimento

BAŞLICA İTHAL MADDELERİ : Ma-kine ve ulaştırma teçhizatı, petrol ürünleri, motorlu taşıtlar, demir ve çelik, çam sakızı, plastik

İHRACATINDA BAŞLICA ÜLKELER : Uganda %18.3, İngiltere %12.9, ABD %8, Hollanda %7.6, Pakistan %4.9, Tanzanya %4.4, Mısır %4.1

İTHALATINDA BAŞLICA ÜLKELER : BAE %12, Suudi Arabistan %8.7, ABD %8.1, İngiltere %7.1, GAC %7.1, Fransa %5.8, ÇHC %5.5, Japonya %5, Hindistan %4.8

Page 41: tchayat sayi 14

HUKUK KÖŞESİ

Sevgili tchayat okurları bir önceki yazımda tüketicinin satın aldığı bir malın ayıplı çıkması halinde tüketicinin ne gibi hukuki haklara sahip olduğunu anlatmıştım.

Bu yazımda da bu dört hakkın kullanımına yönelik olarak hakem he-yeti ve tüketici mahkemelerine başvuru yöntemini anlatacağım.

Tüketici bu seçimlik hakkını kullanması halinde her iki taraf karşılıklı olarak aldıklarını iade etmekle mükelleftir.Tüketicinin satın aldığı mal tüketicinin kusuru olmadan zarar görmüş ve tamamen veya kısmen yok olsa dahi tüketici ödediği bedeli isteme hakkına sahiptir. Bu du-rumda tüketici hasar gören ürünü elinde kalan kısmını satıcıya verir.Şayet tüketici satın aldığı maldan kısmen yaralanmış ise yararlanma bedeli satıcının iade edeceği bedelden düşülmesi gerekir.

Tüketici satıcıyı temerrüde düşürmüş ise temerrüt tarihinden itibaren faiz talep edebilir.Tüketici satıcıya temerrüt ihtarı keşide etmemiş ise tüketici ancak dava tarihinden itibaren faiz talep edebilir.

Satıcı tüketiciden şayet senet almış ise aldığı senetleri tüketiciye iade etmek zorundadır.Tüketici satın aldığı maldan dolayı zarar görmüş ise satıcıdan bu zararını talep etmek hakkına haizdir.

Tüketicinin sözleşmeyi fesih hakkını kullanabilmesi için ayıbın niteli-ğine, taraflara sağladığı yarar ve zarar oranına bakmak gerekir.Örnek bir sonraki konudadır.

Basit bir tamir ile giderilmesi mümkün olan ayıptan dolayı tüketici ak-din feshini isteyemez.(BK 201)

Malın misli (aynı) ile değiştirilmesi istemi

Bu durumda tüketici satın aldığı ayıplı malı satıcıya verecek; satıcıda aynı malın ayıpsız olanını(yenisini) tüketiciye verecektir. Yani tüketici-nin elindeki ayıplı mal yenisi ile değiştirilecektir.

Her ne kadar tarifi kolay ise de uygulamada zaman zaman sorunlar yaşanmaktadır.

Örneğin; elbise, beyaz eşya, ayakkabı gibi ürünlerin misli ile değişti-rilmesi çoğu zaman sorun olmuyor. Ancak 2000 model otonun misli ile değiştirilmesi için açılan dava 2001 yılında veya 2002 yılında kesin-leştikten sonra icra takibine geçildiğinde 2000 model araç üretimden kaktığı için misli ile değiştirilmesi mümkün olmuyor.

Bu tür ihtilafların halli için İİK 24 maddesine göre işlem yapılması ge-rekmektedir.(Zaten karar da ayıplı malın misli ile değiştirilmesi müm-kün olmadığı takdirde İİK nun 24 maddesine göre işlem yapılmasına denilmektedir. )

İcra İflas Kanunu Madde 24 göre Değer Tesbiti

Zaman zaman icra dairelerinde ve tetkik mercilerinde bu madde yan-lış yorumlanmakta, bazen dava konusu otonun bedeli yeni oto bede-linden daha yüksek rakama ulaştığı bazen de en düşük ikinci el oto fiyatı baz alındığı görülmektedir.

Oysa ki iadesine karar verilen araçta mahkemece saptanan ayıp ol-masa idi ve malik ayıpsız aracını orijinal hali ile zaruri ihtiyaçtan dolayı satmak için pazara götürdüğünde kaç liraya satacak ise o fiyat icra dairelerince baz alınıp o bedel üzerinden işlem yapılmalıdır.Örneğin: Tüketici satın aldığı orjinal (0) km. otoyu kapalı garajda tutsa

ve ihtiyaç için pazara götürdüğünde kaç liraya satacak ise o fiyat baz alınıp o bedel üzerinden işlem yapılmalıdır.

a) KATMA DEĞER VERGİSİNİN İADESİ:

Tüketici mal satın alırken satıcı marifeti ile devlete ödediği KDV vergi-sini kimden alacaktır.

Tüketici bir ürünü satın alırken satıcı marifeti ile Devlete ödenen KDV’nin geri alımı taraflar arasında ihtilaf yaratmaktadır. Oysa tüketi-ci KDV’yi devlete ödemiştir. Satışın iptalinden sonra tüketici devlete ödediği KDV’yi maliye bakanlığının katma değer vergisi tebliğine göre verginin ödendiği vergi dairesinden geri isteyebileceği gibi yeni aldığı araç için ödemesi gereken KDV bedelinden talep ettiği bedel mah-sup edilmektedir.

Bu vergi iadesi tahsili tüketici yasasına tabi olan kapıdan satışlarda dahil her türlü satış için geçerlidir.

Tüketicinin Korunması hakkındaki kanun ile ilgili katma değer vergisi uygulaması :

4077 sayılı tüketicinin koruması hakkındaki kanuna göre tüketicilerin satın aldıkları mal ve hizmetlerin çeşitli nedenlerle geri verilerek be-delinin alınması veya başka bir mal veya hizmet ile değiştirilmesinin katma değer vergisi karşısındaki durumu ile taksitli ve kapıdan satış-lardaki katma değer vergisi uygulaması aşağıda açıklanmıştır.

1- Satılan malın iade edilip değiştirilmesi,Ödenen bedelin iade edil-mesi:

3065 sayılı KDV kanunun 8/2 maddesinin Bakanlığımıza verdiği yet-kiye dayanılarak tüketicinin korunması hakkındaki kanun kapsamında ödenen KDV vergilerinin iadesi konusunda aşağıdaki şekilde işlem yapılması uygun görülmüştür.

Tüketiciler tarafından malların iade edilip bedellerin geri verilmesinin istenildiği durumlarda, satıcı tarafından ödenen bedellerin KDV dahil tutarları tüketiciye iade edilecektir. Satıcılar işlemlerin düzeltilmesi için iade edilen mal nedeni ile gider makbuzu düzenleyecekler ve tüke-ticiden iade edilen mala ait fatura ve benzeri belgeyi bu makbuz ekinde geri alacaklardır.

Gider makbuzunda iade edilen malın KDV’si satış bedelinden ayrı gösterilecek ve bu miktar indirim konusu yapılmak suretiyle işlem dü-zeltilecektir.

İade edilen malın yerine aynı veya başka bir malın verildiği durum-larda ise, satıcı tarafından yukarıda sözü edilen işlemlerin yanı sıra bu defa verilen yeni mal için fatura veya benzeri belge düzenleneceği tabidir. Dolayısı ile iade edilen malların yerine verilen yeni malların değerleri dikkate alınarak belge düzenleneceğinden iade edilen mallar ile yeni verilen mallar arasında değer farkının olup olmaması düzenleme işlemini etkilemeyecektir

b) Taksitli satışlar Katma Değer Vergisinin Geri Alınması:

3065 sayılı KDV kanunun 24/c maddesinde, vade farkı, fiyat farkı, faiz, pirim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında her türlü menfaat, hizmet ve değerlerin KDV si matrahına dahil olduğu hükme bağlanmıştır.Buna göre ; taksili olarak yapılan satışlarda vade farkı ve faiz dahil

Ayıplı Mal

39

Av.Naci Ö[email protected]

Page 42: tchayat sayi 14

HUKUK KÖŞESİ

40

toplam tutar üzerinden hesaplanan KDV sinin malın teslimi anında beyan edilip ödenmesi gerekmektedir.Ancak, tüketicinin taksitlerini zamanından önce ödemek suretiyle fa-izi de bir indirime gidilmesi halinde, indirilen faiz ve bu faize ait KDV si satıcı tarafından alıcıya iade edilecek ve yukarıda yer alan esaslar çerçevesinde işlem yapılacaktır.

3- Kapıdan satışlar:

4077 sayılı Tüketicinin korunması hakkındaki kanunun 8 maddesinde, işyeri, fuar, panayır gibi satış mekanları dışında önceden mutabakat olmaksızın ve muayene koşullu satışlar kapıdan satış olarak tanımlan-mıştır. Bu tür satışlarda tüketiciye 7 günlük tecrübe muayene süresi sonuna kadar malı kabul veya hiçbir gerekçe göstermeden ret etme hakkı tanınmıştır.

Aynı kanunun 10/a maddesinde ise, mal teslimi veya hizmet ifası hal-lerinde vergiyi doğuran olayın, malın teslimi veya hizmetin ifası anın-da meydana geleceği hükme bağlanmıştır.

Buna göre kapıdan yapılan satışlarda mallar üzerindeki tasar ruf hakkı tecrübe ve muayene sonucu devredileceğinden bu kapsamdaki sa-tışlara ait KDV’sinin, tecrübe ve muayene sonucu tesliminin yapıldığı vergilendirme döneminde beyan edilip ödenmesi gerekmektedir.

Ayıp kadar bedelden indirim yapılması istemi,

Tüketici sonradan ayıplı olduğu anlaşılan ürün için ödediği bedelden indirim isterse bu indirim miktarının belirlenmesini yasa hakimin takdirine bırakmıştır. Ama uygulamada ve yargı tayca benimsenen yöntem nispi hesap sistemidir.1 Tüketici ayıpsız olduğu inancı ile bir ürün almış ise etiket fiyatı o ürünün piyasa değeri veya ayıpsı değeri olarak bilinen bedelidir.

Kararlaştırılan bedel ise tüketicinin pazarlık sonucu ürüne ödediği fi-yattır. Şayet ürün ayıplı çıkmış ise o ürünün ayıplı hali ile belirlenen bedel ise ayıplı ürün bedeli olarak tanımlanmıştır.

Buna göre tüketicinin satın aldığı ürünün ayıplı çıkması halinde: bedel indiriminin nispi hesap yöntemine göre belirlene bilmesi için karar-laştırılan bedel ile ayıplı bedel çarpılarak çıkan değerin ayıpsız değere bölünmesi halinde oluşan bedel tüketicinin ayıptan dolayı ödemesi gereken bedeli belirler. Örneğin ; Ürünün ayıpsız değeri – Etiket fiyatı = 40.000.000 TLKararlaştırılan bedel(pazarlık sonucu) oluşan fiyat = 38.000.000 TLÜrünün ayıplı hali ile piyasa fiyatı = 30.000.000 TL Buna göre ; Kararlaştırılan bedel x Ayıplı değer Ödenecek bedel = ------------------------------------------- Ayıpsız değer

38.000.000 TL x 30.000.000 TL _________________________ = 28.500.000 TL dir. 40.000.000TL

38.000.000 TL – 28.500.000 TL = 9.500.000 TL şayet tüketici malın bedelini peşin ödememiş ise ödemesi gereken bedelden bu bedel düşülür.

Şayet satıcı ürün bedelini peşin ödemiş ise 9.500.000 TL yi geri is-teyebilir.Şayet tüketici dava konusu ürünü taksitle satın almışsa belirlenen be-del en son taksit bedelinden düşülür.

Burada da 9.500.000 TL için ödenen KDV tebliğde belirtilen şekilde

geri alabilir. Ayıp dolayısı ile ortaya çıkan değer azalması ödenen satış parasına eşit ise alıcı satış parasının indirilmesini değil sözleşmenin feshini isteyebilir. (BK 202)

Bedelsiz onarım istemi.

Garanti süresi içinde kullanım sonucu ortaya çıkan gizli ayıptan dola-yı tüketici ücretsiz onarım hakkını kullana bilir bu hakkı kullanmasına rağmen ayıp giderilmemiş ise tüketici bu haktan vazgeçerek diğer üç seçimlik haktan birini kullanabilir.

Satıcı, tüketicinin tercih ettiği talebi yerine getirmekle yükümlüdür.Satıcı bu isteği yerine getirmez ise, tüketici hakem heyetine veya tüke-tici mahkemesine müracaat edecektir.

Satışa konu ürünün 2010 yılında değeri 983.00 TL nin altında ise, tüke-tici bulunduğu il veya ilçedeki hakem heyetine;Satışa konu ürünün 2010 yılında değeri 983.00 TL nin üstünde ise tüketici bulunduğu il veya ilçedeki tüketici mahkemesine dilekçe ile müracaat edecektir.

4822 sayılı yasa gereğince tüketici bu seçimlik haklarından biri ile bir-likte; Ayıplı malın neden olduğu yaralanma veya ölümden dolayı veya ayıplı malın kullanımı sonucu diğer mallar zarara uğramış ise, tüketici bu maddede belirtilen dört seçimlik haktan biri ile birlikte maddi ve manevi zararların tazmini için imalatçı veya üretici firmaya karşı dava açabilir.

Örneğin: Trafik kazasına maruz kalan bir aracın kaza anında hava yas-tığının “ayıplı” olduğu nedenle açılmadığı, bu nedenle sürücüsünün öldüğü veya garanti kapsamı içinde otoya “ayıplı” lastik takıldığı için seyir halinde iken lastiğin kendiliğinden patladığı ve aracın devrildiği ve içindeki kişilerin yaralandığı yada öldüğünden bahisle dava açıl-ması halinde, tüketici dört seçimlik hakkı ile birlikte maddi ve manevi tazminat isteminde bulunabilir.

4077 sayılı yasada ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan dolayı tüketiciye karşı satıcı-bayii-acente ile birlikte imalatçı-üretici veya itha-latçı müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmuş olup, 4822 sayılı yasa ile yalnız imalatçı ve üretici sorumlu kılınmıştır. Son değişiklik “her türlü zarar” kapsamına da açıklık getirmiştir. Ölüm, yaralanma ve ha-sar bedeli de, bu madde kapsamına alınmıştır.

Satıcı ayıba karşı daha uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemiş ise, mal tüketiciye tesliminden itibaren iki yıllık zaman aşımına tabidir. Ga-ranti süresi içinde meydana gelen bir arızadan dolayı tüketici ücretsiz tamir hakkını kullanmış olmasına rağmen, arıza giderilmemiş ise ve arıza garanti kapsamı dışında da devam etse bile garanti kapsamı içinde başlayan ve devam eden bu tür arızalar garanti kapsamı içinde kabul edilmektedir.

Örneğin: İki yıl garanti kapsamına tabi olan bir otoda, 18 ay sonra gizli ayıp çıkmış ise ve tüketici yasal süre içerisinde yaptığı müracaattan do-layı yetkili serviste bakım ve onarım yapılmış olmasına rağmen, şayet bu arıza devam etmekte ise ve bu sırada garanti süresi dolsa bile, ayıbın garanti kapsamı içinde çıktığı kabul edilir.

Ayrıca yetkili servis tarafından takılan her bir parça en az bir yıl garanti kapsamındadır.

Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda 5 yıl olup, ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan dolayı yapılacak talepler ise, 3 yıllık zaman aşımına tabi tutulmuştur.

Sevgili okurlar bundan sonraki yazımızda ise satın alınan konutun ve tatil amaçlı evlerin alımında ortaya çıkan sorunlar incelenecektir.

Page 43: tchayat sayi 14

BİZDEN HABERLER

Tayfur Bey’in 2. Kişisel Sergisi

Tece Dekor A.Ş.Yönetim Kurulu Başkanı Tayfur Coşkunü-zer, “Masai Mara Safari” konulu ikinci fotoğraf sergisinde safari turunda çekmiş olduğu fotoğrafları sanatseverlerle paylaştı. 10 gün süren serginin açılışına Vali Şahabettin Harput, Ak Parti Genel Sekreteri İdris Naim Şahin, Ak Parti Bursa Milletvekili Ali Kul, Ak Parti Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, İl Milli Eği-tim Müdürü Atilla Gülsar, Akparti İl Başkanı Nagip Vardar, BTSO Meclis Başkanı İlhan Parseker, Osmangazi Kaymaka-mı Osman Taştan, Nilüfer Kaymakamı Ekrem Çalık, birçok sanayici, işadamı ve davetli katıldı. Masai topraklarında ya-şayan vahşi hayvanların ve Masai halkının görüntülerinin yer aldığı, 60 fotoğraftan oluşan sergi büyük ilgi gördü ve

ziyaretçilerden tam not aldı.

Bursa’da Safari Rüzgarı

41

Halil [email protected]

Page 44: tchayat sayi 14

BİZDEN HABERLER

42

Basınında yoğun ilgigösterdiği açılışta,Bursalı fotoğraf severlerBursa’da ilk defa safari sergisi izlemenin ayrıcalık olduğunuifade ettiler.Açılışa katılan başta sayın Bursa Valisi olmak üzerebütün konuklar sergifotoğraflarını izlerkensohbet ettiler.

Page 45: tchayat sayi 14

BİZDEN HABERLER

43

Sergi boyunca fotoğrafseverlere hediye edilen

“Masai Mara Safari”kitabı oldukça ilgi

gördü.

Marigold Otelde

verilen iftarda TECE

ailesi olarak bir araya

gelmenin mutluluğunu

yaşadık.

Bu birliktelik bize tüm

yorgunluğumuzu

unutturdu.

Page 46: tchayat sayi 14

BİZDEN HABERLER

44

İlk kez düzenlenmeye başladığı 2006 yılından beri hiç ara

vermeden Interzum Guangzhou fuarında yerini alan Tece,

2010 yılında da Uzak Doğunun bu en büyük ve önemli fu-

arındaki yerini aldı. Fuar 2009’da olduğu gibi 2010’da da

27 – 30 Mart tarihleri arasında düzenlendi.

Krizin etkilerinin azalmasıyla 4 kıtadan ve Avustralya’dan

gelen ziyaretçilerle kriz öncesi havasını yakalamış olan In-

terzum Guangzhou başarılı bir organizasyonla 2010 yılını

geçirdi.

Ziyaretçi yoğunluğunu Güney Amerika ve Uzak Doğu ül-

kelerinin oluşturduğu Tece standında Pvc kenar bantları-

nın da sergilenmesi ilgiyi arttırdı.

Yeni ve potansiyel müşterilerin yanısıra, yenilik arayışında

olan halihazırdaki müşterilerimizin de ziyaret ettiği fuarda

ilginin sadece Pvc kenar bantlarına değil melamin kenar

bantlarına da olduğu gözlemlendi.

Fuarlar firmalarındışa açılan kapısıdır.

Tece Interzum ChinaGuangzhou 2010’da...

Page 47: tchayat sayi 14

BİZDEN HABERLER

45

Hindistan Indiawood 2010

İki yılda bir düzenlenen Indiawood Fuarı, 4 – 8 Mart 2010 tarihleri arasında Hindistanın Banglore kentinde organize edildi.

Hindistan pazarında etkinliğini yine 2008 yılında düzenle-nen Indiawood 2008 ve 2009’da birincisi düzenlenen Del-hiWood fuarlarıyla arttıran ve pazarda özellikle melamin kenar bantlarında sağladığı başarılı satışlarla kendisine yer edinen Tece, Indiwood 2010’da Güney Hindistan distribü-törüyle birlikte yerini aldı.

Ziyaretçilere Pvc kenar bantlarının da tanıtıldığı fuar son kullanıcının Tece kenar bantlarını ve distribütörünün tanı-

tılmasında önemli bir etken oldu.

Tece Arjantin’de, Fitecma 2010...

Tece, 2 – 6 Mart 2010 tarihlerinde Buenos Aires şehrinde

düzenlenen Fitecma 2010 fuarına Arjantin’deki müşterisi

ile birlikte katıldı.

Müşterinin standına ve sergilenen ürün gamına katkıda

bulunmak ve pazarda kendisini desteklediğimizi göster-

mek maksadıyla katıldığımız fuarda, Arjantindeki mobilya

yan sanayi ve özellikle kenar bantı sektörü konusundaki

bilgi ve deneyimlerimizi arttırma fırsatı bulduk.

Page 48: tchayat sayi 14

SANATSAL BAKIŞ

Çocukluğumuzun kumdan kaleleri, kardan adamları var-dı. Bilincinde olmadan bir dönem hepimiz arazi sanatçısı idik. Sonra büyüdük ve unuttuk yaptığımız kaleleri, kardan

adamları ya da taşlar dizerek inşa ettiği-miz evcilik evleri-mizi. Unutmayanlar da oldu elbette… LAND ART denen sanat akımı da ço-cukluğumuzun bu oyunlarının süreği-dir aslında…

1970’li yılların baş-larında yeni bir oluşumla buluştu sanat. “Doğa için

sanat” amacıyla hareket eden sanatçılar yeni bir akıma öncülük ettiler ve yaptıkları sanatı doğaya armağan ettiler. Doğal ya da doğaya uyumlu malzeme ile gerçekleştirilen Land Art bir anlamda; insanoğlunun doğaya verdiği zarara karşılık bir özür, doğayla bozulan ilişkisini yeniden kurma dürtüsü, yeryüzü üzerindeki hakimiyetini ve gücünü ispat etme düşüncesinin sanatsal ifadesidir.

Tarih boyunca, en ilkel yaşam dönemlerinden itibaren insanlar gelecek dönemlere kendilerinden iz bırakmak dürtüsüyle mağara duvarlarından başlayarak yazdılar, res-mettiler ya da inşa ettiler ve doğal yaşam içinde doğaya bıraktılar. Doğa onları sakladı, korudu, değiştirdi ya da ye-nilerine yer açmak için sildi.

M.Ö. 7. yüzyıldan itiba-ren yapımına başlanan ve asıl inşaatı M.Ö.221 ile M.S.608 yılları ara-sında yapılmış olan Dünyanın 7 harikasın-dan biri olan Çin Seddi de yapılış amacı itiba-riyle; sanatsal bir ifade olmamakla beraber, insanoğlunun doğaya bıraktığı bir iz olarak arazi sanatına en bü-yük örnektir.

Bir diğer örnek ise İngiltere’nin en ünlü

tarihi yapılarından biri; Stonehenge... Gizemi halen çö-

zülebilmiş değil. Bilinen gerçek, buranın M.Ö. 2300 yılla-rında inşa edilmeye başladığı yönünde. Bu yapının esrarı çevresinde bulunan mezarlarda gizli. Buranın ne amaçla inşa edildiği de henüz bilinmiyor. İlk tahminler bir tapı-nak olduğu şeklindeydi. Daha sonra buna gündönümünü işaret eden takvim tahmini eklendi. Son tez ise bu esrarlı yapının bir şifa merkezi olabileceğine yönelik. Wiltshire yakınlarındaki bu tarihi yapının “mavi” taşları 240 kilomet-re ötedeki Güney Galler’in Preseli bölgesinden getirilmiş. Son teze göre insanlar bu mavi taşların tılsımlı olduğuna inanıyorlardı. Binlerce kilometre öteden buraya akın akın geliyor ve taşlardan şifa bulmaya çalışıyorlardı. Esrarengiz binanın etrafındaki mezarlarda bulunan cesetler bunu kanıtlar nitelikte. Zira mezarlarda, “anormal sayıda” fiziki

yara ve hastalıkları bulunan ceset kalıntıları teşhis edildi. Mezarlardaki dişlerin analizi sonucu, cenazelerin “yarıya yakınının” Stonehenge bölgesinde doğmuş insanlardan olmadığı anlaşıldı. Stonehenge’in sadece hasta insanları değil, şifa dağıtma özelliği bulunanları da çeken bir mer-kez olduğu sanılıyor.

Bu örneklere; İnka’ların Machu Picchu şehri, Nemrut da-ğınaki Kommagene Krallığı zamanında, tanrılar ve krallar adına yaptırılmış heykeller ve anıt mezarları da ekleyebi-liriz.

O dönemlerde yapılanlar sanat amacıyla gerçekleştiril-memiş olsa bile her biri günümüz arazi sanatına örnek gösterilebilir.

Arazi sanatının bir akım olarak ortaya çıkmasının öncüle-rinden olan Robert Smithson’ın amacı; insan elinden çık-ma, spiral bir dalgakıran yapabilmekti. Amerika’nın Utah Eyaleti’ndeki Büyük Tuz Gölü’ne kilometrelerce öteden, tonlarca taş getirdi. Ve yaptığı esere “Spiral Jetty” adını

DOĞAYA SANATSAL ARMAĞAN:LAND ART/ARAZİ SANATI

46

Canan TEMİZELLİ[email protected]

Page 49: tchayat sayi 14

SANATSAL BAKIŞ

verdi. Bir süre sonra dalgakıranın spiralleri arasında kalan suların kırmızı bir yosunla kaplandığını gördü. Doğa “Spi-ral Jetty” ile iletişime geçmiş ve bu yosunlar ona kanayan, dev bir organizma görüntüsünü vermişti. Bu, doğanın Land Art’ı kabullenişi ya da değer katışıydı.

Çöl de; arazi sanatçıları için uygun ortam sağlıyordu. Onla-rın eserleri için taşınmazlık, satılmazlık, insanın kolay ulaşa-maması ve bu nedenle izlenmezlik ilkelerini karşılıyordu. Üstelik çöl, üzerindeki değişiklikleri çok kolay yutabiliyor ve eski haline dönebiliyordu. Bu da arazi sanatçılarının “eseri doğaya kurban etme” isteğini tatmin ediyordu.

Pek çoğunun ancak havadan görüldüğünde algılanabilir-liği ve bazılarının sadece fotoğraflarla belgelenebilirlikleri düşünülecek olursa, arazi sanatının “kim için yapıldığı?” sorusunu sormak gereği çıkar karşımıza. Çok büyük bo-yutlarda ve bir o kadar zahmetle oluşturulan seyircisiz bir sanatın karşısında, ilkel atalarımız ya da eski uygarlıların inanışları doğrultusunda gökyüzü ve gökyüzündeki güç-leri hedefledikleri düşünülebilir.

Arazi sanatçıları, sanat eserinin ölümsüzlüğü konusunda ressamlar ya da heykeltıraşlar ile aynı fikri paylaşmadılar.

İzlenmek onların kaygılarından değildi. Onlar eserlerinin görüntülerini aldıktan sonra onu ait olduğu yere, doğaya terk ettiler.

Dünyaca ünlü arazi sanatçıları arasında Vitto Acoonci, Betty Beaumont, Meh Chin, David Nash, Nancy Holt, Seth Wulsin, Nils Udo, Ricard Long gibi isimler yer alıyor.

Bu isimlere ilave olarak ekleyebileceğim başka bir sanatçı ise; Andrew Rogers. Andrew Rogers’ı benim için önemli kılan ise; yapımına 2007 yılında Nevşehir’in Göreme bel-desindeki Karadağ mevkiinde başladığı 450 kilometre yük-seklikten yani uzaydan görülebilen “Hayatın Ritmi” projesi çerçevesinde gerçekleştirdiği “Time and Space (Zaman ve Mekan) isimli 10 heykel yapması… Bu heykellerin yapı-mında 15 bin ton taş kullanılmış ve içlerinde yerel halkın da bulunduğu 230 kişilik bir ekip ile çalışılmıştır. Tarihin, gizemin ve doğanın harmanında Kapadokya; Land Art’a ev sahipliği yapmaktadır.

Kendi topraklarımıza geldikçe, kulağıma da kendi ezgileri-miz gelmeye başladı. Aşık Veysel’in dizelerinde ne güzel de anlam buluyor sanatçı ve doğa ilişkisi:

“Dost dost diye nicesine sarıldımBenim sadık yarim kara topraktır”

47

Page 50: tchayat sayi 14

GENİŞ AÇI

Ülkemizde trafik belası her yıl binlerce insanımızın hayatına mal olurken günlük yaşamımızıda büyük ölçüde etkilemektedir. Em-niyet genel müdürlüğünün istatistiklerine göre 1998-2007 yılları arasında son 10 yılda trafik kazalarında 35.000 kişi hayatını kaybet-miş. Durumun ciddiyetini idrak edebilmemiz için şu örnek yeterli olur zannediyorum. 2003 yılından günümüze kadar Amerika’nın Irak’ta kaybettigi asker sayısı 7 yılda 4416 asker. Yani adamlar 7 yıldır topyekün savaşıyorlar, koca ülkeyi işgal etmişler ve bir yılda kaybettiğimiz insan sayısı kadar kayıp vermişler. Şu an Amerikan halkının en büyük meselelerinden biri de Irak savaşı ve bu sa-vaşta verilen kayıplar. Bizde 10 yılda trafik kazalarına tam tamına 35.000 kayıp verilmesine rağmen sanki herşey çok normalmiş gibi davranıyoruz. Burada ki en büyük problem normal vatandaştan en üstteki yetkiliye kadar durumu kanıksamış ve alışmış olmamız. Artık trafik kazalarında ölen binlerce insan yakınımız olmadıkça hiç birimize hiç bir anlam ifade etmi-yor. Düşünebiliyor musunuz otobüs terminale girince muavin yolculara sağ salim ulaştık manasında geçmiş olsun diyor haksızda sayılmaz keza Irak’ta Amerikan askeri olmak nere-deyse Türkiye’de araç kullanmaktan daha az riskli! Böylesine ciddi bir konuda sağlıklı bir teşhis ve çözüm önerisi yapabilmek için ilk önce gerçekleri görmek ve anlamak lazımdır. Yanlışları görmek içinde doğruları bilmek lazımdır. Ülkemizde trafik kuralları ancak ve ancak trafik kazasında rapor tutulmak için gerektiğinde hatırlanmaktadır. Halk olarak trafik kurallarına uymak anlayışımız sadece emniyet kemeri takmak, radar olan yerlerde 90 km ile gitmek ve kırmızı ışıkta durmak, yangın söndürücü ilk yardım çantası gibi ıvır zıvır malzemeyi de herhangi bir kontrole karşı hazır tutmak. Bunu haricinde sağdan gitmişsin soldan gitmişsin hızlı gitmişsin yavaş gitmişsin önemli değil. Çünkü seni kontrol edebilecek bir sistem yok. Trafik sistemimizdeki tek uygulama radar koymak, ilk yardım çantası kontrol etmek, sigorta bakmak gibi işler. Bunlar yazılı olan kurallar fakat yazılı olmayan kurallar ise daha hayati önem taşıyor. Her zaman büyük araca yol ver yoksa altında kalırsın. 17 senedir trafikte araba kullanıyorum daha tehlikeli şekilde araba kullanan, önündeki aracın tamponuna yapışıp taciz eden, arabaların sağın-dan solundan akrobatik hareketlerle seyreden, bir aracın durdu-rulduğuna şahit olmadım ama bu şekilde araç kullanan onlarca serseriye hergün şahit oluyorum.

Şimdiye kadar bu böyle gelmiş ama bundan sonra da böyle gider-se bizim bir 10 sene sonraki bilançomuz 50-60 bini bulur. Amerika bu kadar askeri gözden çıkarsa dünyanın yarısını işgal eder. Bizim trafik sistemimizi ve uygulamalarımızı düzgün trafiği ile meşhur herhangi bir ülkeye koyun iki yıl içinde bizden beter hale gelirler. Almanya’da her kurala harfiyen uyan bazı gurbetçi kardeşlerimi-zin Türkiye yollarında bunun tam tersini yapmalarının ana sebebi budur. Çünkü orada aynı şekilde davranmak battalgazi yüreği ge-

rektirir. Başına gelecekleri de iyi bilir. Zaten polisi görüpte kural ihlal edecek kadar saf şöför de yok ülkemizde. Bunlar hepimizin bilip yaşadığı şeyler. Yukarıda bahsettiğim meseleye çözüm olarak yurtdışında 2 se-nelik öğrencilik dönemimde gördüğüm aşağıdaki uygulamayı öneriyorum. Aslında bu yazıyı iki yıl evvel iş arkadaşımız Turhan Durdabak bir trafik kazasına kurban gidince yazılmıştı. Otobüs durağında işe gitmek için servis bekleyen Turhan yarış yapan iki serserinin araçlarından bir tanesinin otobüs durağına girmesi sonucu öldü. Cenazesi kalkarken ardında kalbi delik ve hasta iki evlat bırakmıştı. Babası ebedi yolculuğuna uğurlanırken rahatsız-lanan evladının konu komşu tarafından hastaneye götürülmeye çalışılmasına büyük bir üzüntüyle şahit olmuştum. Arkasında iki yetim bırakan Turhandan sonra hazırladığım bu öneriyi asıl ola-

rak vekile bizzat teslim etmeme rağmen önemli görülmemiş olsa ge-rekki herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadığını üzülerek söyleye-bilirim. Umulurki bu öneriyi yetkili ve etkili makamlarda oturan biri hasbel-kader okur ve değerlendirir. Bunun için bir pilot il seçilmesi ge-rekiyor ben Bursa’da yaşadığım için Bursa’dan örnek vereceğim. Bursa-daki yol kontrolu yapan trafik araç-larının yarısı gerekirse hepsi kaldırıl-sın. Bu araçlar sivil plaka ve boya ile trafiğe çıksın. Günde 3 ya da 4 saat şehir içinde, Karacabey ya da Yalova istikametinde normal bir araba gibi seyretsin ve ne olursa olsun herhan-gi bir trafik kuralını ihlal edeni dur-durarak ceza kessin. Bunlar sinyalsiz şerit değiştirme, öndeki aracı yakın takip etme, tehlikeli araç kullanma gibi ihlaller dahil olmak üzere sıfır toleranslı çalışsın. Böylece sürücü-ler trafik polisinin nerede olduğunu

bilmeyeceklerinden sürekli kurallara uymak zorunda olacaklardır. Mesela Orhangazi düzlüğünde radar kurulduğunu tüm Bursalılar bilir ve orada 90 ile giderler fakat ondan sonra Allah ne verdiyse basar giderler. Çünkü bilirlerki bir dahaki radar süpürgelikten inin-ce kurulur.Oraya kadar atış serbesttir. Bu arada ister üç ister iki teker üzerinde git ne yaparsan yap kontrol yoktur. Böyle 6 aylık katı bir uygulamadan sonra sivil trafik ekiplerinin varlığı sürücüler üzerinde bir baskı oluşturacak ve kırmızı ışıkta durmak haricinde diğer trafik kurallarına da uyma yönünde baskı oluşturacaktır.Her türlü suç ve uygulanacak cezai işlem aracın ön camına monte edilecek bir kamera ile kayıt olacak. Bunun maliyetide günde 1 depo benzinden 3 araba desen 3 depo benzin eder. Böyle bir problemin çözümü için lafı bile edilmeyek bir miktar. Böyle bir uygulamada 6 ayda sivil trafik araçlarının efsanesi bütün şöförler arasına yayılır 1 sene içinde de Bursa’da trafik ihlalleri gözle görü-lür derecede düşer. Bizim gibi kanunlara saygılı insanlarda etrafta kanunun gücünü çalışırken gördükçe memnun oluruz. Bu uygu-lamanın başarısı bir yıl sonra değerlendirilir eğer faydası olmaz ise kaldırılır. Hiç bir maliyeti ve zorluğu yok ama bir çok insanın hayatını kurtarabilme ihtimali var.

Trafik Sorununa Ciddi Bir Bakış veÇözüm Önerisi

48

Alper [email protected]

Page 51: tchayat sayi 14

Hayat Yatak Odası

Temay Mobilya San. Tic. Ltd. Sti.Kestel Organize Sanayi Bölgesi Değirmen Cad. No: 14Kestel / Bursa

Tel: +90 224 372 5200Fax: +90 224 372 5656Web: www.temay.netEmail: [email protected]

Page 52: tchayat sayi 14

www.tece.com.tr