Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU (ANAYASA HUKUKU)
ANABİLİM DALI
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Yüksek Lisans Tezi
Ferhat YILDIZ
Ankara-2012
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU (ANAYASA HUKUKU)
ANABİLİM DALI
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Yüksek Lisans Tezi
Ferhat YILDIZ
TEZ DANIŞMANI
Yrd. Doç. Dr. Ozan ERGÜL
Ankara-2012
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU (ANAYASA HUKUKU)
ANABİLİM DALI
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Ozan ERGÜL
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
Tez Sınavı Tarihi .................................
i
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... i
KISALTMALAR ....................................................................................................... v
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ: KAVRAM – TARİHÇE – İÇERİK – SINIRLAR
1. KAVRAM ............................................................................................................... 5
1.1. Basın Kavramı ................................................................................................. 5
1.2. Basın Özgürlüğü Kavramı .............................................................................. 7
2. TARİHÇE ............................................................................................................. 11
3. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERİĞİ .............................................................. 14
3.1. Genel Olarak ................................................................................................ 14
3.2. Bilgi Edinme Hakkı ..................................................................................... 15
3.3. Yorumlama ve Eleştirme Hakkı ................................................................. 20
3.4. Yayma Hakkı ............................................................................................... 23
3.5. Yaratma Hakkı ............................................................................................ 36
4. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI ......................................................... 34
4.1. Genel Olarak ................................................................................................ 34
4.2. Şeref ve Haysiyetin Korunması .................................................................. 35
4.2.1. Basın Yoluyla Şeref ve Haysiyetin İhlali ve Cezai Sorumluluk ...... 36
4.2.2. Basın Yoluyla Şeref ve Haysiyetin İhlali ve Hukuki Sorumluluk .. 39
4.3. Özel Hayatın Korunması ............................................................................. 41
4.4. Devletin ve Toplumun Korunması ............................................................. 45
ii
4.5. Yargıyı Etkileme........................................................................................... 49
4.6. Ahlakın Korunması ...................................................................................... 53
4.7. Hukuka Uygunluk Nedenleri ...................................................................... 56
4.7.1. Genel Olarak ....................................................................................... 56
4.7.2. Mağdurun Rızası ................................................................................. 58
4.7.3. Kamu Yararı ....................................................................................... 59
4.7.4. Gerçeklik ve Güncellik Ölçütleri ....................................................... 61
4.7.5. Özel Hukuka Uygunluk Sebepleri ..................................................... 63
5. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KARŞISINDAKİ ENGELLER .................................. 64
5.1. Genel Olarak ................................................................................................ 64
5.2. Basın Özgürlüğü Karşısında Fiili Bir Engel: Tekelleşme ....................... 65
5.3. Sansür ........................................................................................................... 71
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
1. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE ÜLKEMİZDE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ....... 75
1.1. Genel Olarak ................................................................................................ 75
1.2. 1876 Anayasası Öncesinde Basın Özgürlüğü ............................................ 76
1.3. 1876 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü ......................................... 77
1.3.1. 1876 Anayasasının İlk Halinde Basın Özgürlüğü (1876-1908) ....... 77
1.3.2. 1908 Anayasa Değişikliklerinde Basın Özgürlüğü (1908-1921) ...... 79
1.4. 1921 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü .......................................... 81
1.5. 1924 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü .......................................... 83
1.5.1. Tek Partili Dönemde Basın Özgürlüğü (1924-1946) ........................ 83
iii
1.5.1.1. Takrir-i Sükun Kanunu ............................................................. 84
1.5.1.2. 1931 Tarihli Matbuat Kanunu .................................................. 86
1.5.2. Çok Partili Dönemde Basın Özgürlüğü (1946-1960) ....................... 91
1.6. 1961 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü .......................................... 94
1.6.1. Genel Olarak ....................................................................................... 94
1.6.2. 1961 Anayasasının İlk Halinde Basın Özgürlüğü (1961-1971) ....... 96
1.6.3. 1971 Muhtırası Sonrası Basın Özgürlüğü (1971-1980) .................... 98
2. 1982 ANAYASASINDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ............................................ 100
2.1. Milli Güvenlik Konseyi Döneminde Basın Özgürlüğü ........................... 100
2.2. 1982’den Günümüze Basın Özgürlüğü .................................................... 101
2.3. Günümüzde Basın Özgürlüğü (Tartışmalar-Olaylar-Gelinen Nokta ... 103
2.4. 1982 Anayasasında Basın Özgürlüğü ...................................................... 109
2.5. Anayasamızda Basın Özgürlüğünün Sınırlandırılması ......................... 116
2.5.1. Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması
Rejimi ................................................................................................. 116
2.5.2. Anayasamızın 26. ve 27. Maddelerinin Değerlendirilmesi ............ 117
3. ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM KARARLARI IŞIĞINDA BASIN
ÖZGÜRLÜĞÜ ................................................................................................... 119
3.1.Genel Olarak ................................................................................................. 119
3.2. Anayasa Mahkemesinin Yeni Görev Alanı ............................................... 120
3.3. Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Basın Özgürlüğü ..................... 121
3.4. AİHS Anlamında ve AİHM Kararları Işığında Basın Özgürlüğü ......... 125
3.4.1. AİHS ve İç Hukukumuzdaki Yeri ................................................... 125
3.4.2. AİHS Anlamında ve AİHM Kararları Işığında Basın Özgürlüğü 126
iv
4. MEVZUATIMIZDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ.................................................. 132
4.1. Genel Olarak .............................................................................................. 132
4.2. 5187 Sayılı Basın Kanunu ......................................................................... 133
4.3. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ................................................................. 145
4.4. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun ....................................................................................................... 153
4.5. Terörle Mücadele Kanunu ........................................................................ 156
4.6. 1117 Sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu .................. 161
SONUÇ .................................................................................................................... 167
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 170
ÖZET ....................................................................................................................... 180
ABSTRACT ............................................................................................................ 182
v
KISALTMALAR
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e. : Adı Geçen Eser
AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Bkz. : Bakınız
C.D. : Ceza Dairesi
CHP : Cumhuriyet Halk Partisi
DP : Demokrat Parti
E. : Esas
E.T. : Erişim Tarihi
H.D. : Hukuk Dairesi
HGK : Hukuk Genel Kurulu
K. : Karar
K.T. : Karar Tarihi
R.G. : Resmi Gazete
RTÜK : Radyo Televizyon Üst Kurulu
Sf. : Sayfa
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCK : Türk Ceza Kanunu
TMK : Türk Medeni Kanunu
1
GİRİŞ
Düşünmek ve düşündüğünü ifade etmek, insan olmanın bir gereği olarak,
insanın varoluşundan itibaren kendini göstermiştir. Tarihte yazının da bulunması ile
düşündüğünü yazılı ve sözlü olarak ifade etmek daha da belirgin bir hal almaya
başlamıştır. Matbaanın bulunması ile ise, düşüncelerin yazıyla açıklanması daha da
önem kazanmış ve düşüncelerin yazıyla iletiminin en örgütlü hali olan basın, modern
anlamda Rönesans döneminde ortaya çıkmıştır.
Matbaanın bulunması sonucu, kitapların çoğaltımının kolaylaşması ve
gazetelerin birer birer ortaya çıkmasıyla birlikte, basın, ciddi bir güç olarak
gelişmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak ise, devletler basına ilişkin yasal
düzenlemeler yapmak gereği duymuşlar ve basın hakkında öncelikle yasal, ardından
anayasal ve son olarak da uluslararası düzenlemeler oluşturulmaya başlanmıştır.
Devlet ve basının karşı karşıya gelişinden itibaren ise; bu iki güç arasında
sınırlandırma ve özgürlük bağlamında bir mücadele başlamıştır. Yönetim şekillerine,
zamana ve ülkelere göre gelgitler şeklinde meydana gelen bu mücadele, günümüzde
de büyük ölçüde devam etmektedir. Ortaçağda kilisenin görüşleri doğrultusunda
olmadığı müddetçe her türlü düşünceye karşı çıkan Avrupa’da, Rönesans’la birlikte
ifade ve basın özgürlüğü lehine bir hava esmiş, basın özgürlüğü yasal düzenlemelerle
korunmuş ve özgürlüğün sınırları belirlenmeye başlamıştır. Faşist ve sosyalist
yönetimlerde de devletin bir sözcüsünden ibaret görülen basın, günümüz demokratik
dünyasında dördüncü bir güç olarak karşımıza çıkmıştır.
Basının dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkması özellikle iktidarın yegane
sahibi olan hükümeti, yasama ve yargı gibi ve fakat kamuoyunun tartışılmaz gücünü
2
arkasına alarak diğerlerinden daha da etkili olarak denetlemesi açısından çok
önemlidir. “Özgür bir basın, sadık bir nöbetçi gibi sürprizlere engel olur ve yaklaşan
tehlikeler konusunda, zamanında uyarıda bulunur. Basın özgürlüğü siyasal
züppelerden, parlamenter kandırmacılıktan ve hükümete kölelik etmekten
kurtulabilmenin güvencesidir. Seçilmiş temsilcileriyle birlikte hukuk düzeni içinde
yaşayabilen akıl sahibi bireylerin doğal haklarına dayanarak, iyi hükümeti mümkün
kılar.”1
Basın özgürlüğünün, bir temel hak ve özgürlük olarak yerini alması ise ilk
olarak 1787 tarihli ABD Federal Anayasasına 1791 tarihinde eklenen 1’inci ek
maddeyle olmuştur. Bu hükümle, kongrenin basın özgürlüğü sınırlayan kanun
yapamayacağı açıkça düzenlenmiştir. Bunun ardından ise birçok devlet
anayasalarında basın özgürlüğüne ilişkin düzenlemelere yer vermişler ve günümüzde
de birçok anayasada basın özgürlüğü yasa koyucuya karşı açıkça korunmuştur.2
Ülkemizde de ilk Anayasamız olan 1876 Anayasası’ndan itibaren, bütün
anayasalarımızda basın özgürlüğüne ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. 1982
Anayasası da 28 ve devamı maddelerinde basın özgürlüğünü düzenlemiştir. Türk
Ceza Kanunu ve Basın Kanunumuz başta olmak üzere, mevzuatımızda da basın
özgürlüğüne ilişkin hukuki ve cezai düzenlemeler yer almaktadır. Ülkemizin basın
özgürlüğü tarihçesine genel olarak baktığımızda ise, dünyada olduğu gibi bizde de
gelgitler yaşandığını, günümüzdeki basın özgürlüğüne ilişkin tartışmaları3 ve
1 KEANE, John, Medya ve Demokrasi, Ayrıntı Yayınları, 2010, sf. 92. 2 Nitekim İtalya, Yunanistan, Azerbaycan, Japonya, Rusya Anayasaları, basın özgürlüğüne ilişkin düzenlemeler içeren anayasalara örnek olarak gösterilebilir. Anayasa metinleri için bkz. http://confinder.richmond.edu/. (E.T.: 14.04.2012). 3 Son dönemde ülkemizde, yayımlanmamış bir kitabın kopyalarının toplatılması ve bunun için çeşitli basın organlarına ve yayınevlerine baskınlar düzenlenmesi, tutuklanan gazeteciler ile doruğa ulaşan basın özgürlüğüne ilişkin tartışmalar uzun bir süre devam edecek gibi görülmektedir.
3
AİHM’nin birçok kararında basın özgürlüğü konusunda da ülkemizi tazminata
mahkum ettiğini düşündüğümüzde bu gelgitlerin yaşanmaya devam ettiğini
görebiliriz.
Anayasamızın 148’inci maddesinde 07.05.2010 tarihinde 5982 sayılı
kanunla4 yapılan değişiklikle birlikte, Anayasamızda bulunan ve AİHS’nde de yer
alan temel hak ve özgürlüklerin ihlali bakımından, belirli koşulların varlığı halinde
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. Bu bağlamda
Anayasamızda ve AİHS’nde ortak olarak yer alan bütün temel hak ve özgürlükler
gibi basın özgürlüğü de bir kat daha önem kazanmıştır. Bu anlamda, konuya ilişkin
Türk Anayasa Hukuku çerçevesinde ve özellikle AİHM ve Anayasa Mahkemesi
kararlarına da değinen bir çalışmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Anlaşılacağı üzere çalışmamızın konusunu, “Türk Anayasa Hukukunda Basın
özgürlüğü” oluşturmaktadır. Çalışmamızda öncelikle genel olarak konuya ilişkin bir
inceleme yapacağız. Bu anlamda ilk olarak basın kavramı, kitle iletişim araçları ile
birlikte değerlendirilerek incelenecek ve çalışmamızın kapsamı belirlenecektir.
Ardından ise basın özgürlüğü kavramı, ifade özgürlüğü ile benzerlik ve farklılıkları
yönüyle ele alınacaktır. Kavramsal incelemenin ardından basının tarihçesine ilişkin
genel, kısa bir bilgilendirme yapılacaktır. Bunun ardından ise ilk bölümün asıl konu
başlıklarını oluşturan basın özgürlüğünün içeriği ve basın özgürlüğünün sınırları,
özellikle çeşitli yüksek mahkeme kararları ışığında incelenecektir. İlk bölümde son
olarak ise basın özgürlüğü karşısında önemli iki engel olan tekelleşme ve sansür
konularına değinilecektir.
4 13.05.2011 tarihli Resmi Gazete.
4
Çalışmamızın ikinci ve son bölümünün başlığını ise, asıl konumuz olan “Türk
Anayasa Hukukunda Basın Özgürlüğü” oluşturmaktadır. Bu bölümde ülkemizde
basın özgürlüğü tarihçesi, Osmanlı’dan günümüze anayasal dönemlerimiz temel
alınarak incelenecektir. Bu tarihsel süreç, basın özgürlüğü açısından çok önemli
olaylar ve yasal düzenlemeler temel alınarak günümüze kadar getirilecek ve
günümüzde ülkemizdeki basın özgürlüğü tartışmaları ayrı bir başlıkta incelenecektir.
Tarihsel sürecin ardından ise 1982 Anayasası bağlamında basın özgürlüğü ele
alınacak ve özellikle Anayasamızda yukarıda sözü edilen değişiklik sonucunda daha
da önemli hale gelen Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları ışığında basın
özgürlüğü ayrı bir başlık altında incelenecektir. Son olarak ise mevzuatımızda basın
özgürlüğüne ilişkin düzenlemeler, 5187 sayılı Basın Kanunu başta olmak üzere, beş
tane önemli gördüğümüz kanun temel alınarak incelenecektir.
Belirtmemiz gerekir ki, çalışmamız boyunca; basın kavramı klasik (dar)
anlamıyla ele alınacak ve yalnızca yazılı kitle iletişimi araçlarını karşılayacak şekilde
kullanılacaktır. Bunun yanında, her başlık altında konuya ilişkin varsa; AİHM,
Anayasa Mahkemesi, ABD Yüksek Mahkemesi5 ve Yargıtay kararlarına yer
verilecek ve bu önemli mahkemelerin basın özgürlüğü konusundaki görüşlerini ve
uygulamalarını gözlemleme ve karşılaştırma olanağı sağlanmaya çalışılacaktır.
5 ABD Yüksek Mahkemesi’nin basın özgürlüğüne ilişkin önemli kararlarına ve görüşlerine ilişkin bkz. BARENDT, Eric, Freedom of the Press, Ashgate Publishing Company, 2009; SCHWARTZ, Bernard, Constitutional Issues Freedom Of the Press, Facts Of File Press, 1992.
5
BİRİNCİ BÖLÜM
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ: KAVRAM – TARİHÇE – İÇERİK – SINIRLAR
1. KAVRAM
1.1. Basın Kavramı
Basın kavramı, “gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yazılı yayınların
bütünü, matbuat”6 olarak tanımlanabilir. Basın kavramı, sözlük anlamından
görüleceği üzere, yalnızca gazete, dergi, kitap gibi “yazılı yayınları” kapsamaktadır.7
Nitekim Türkçe “basın” sözcüğünün karşılığı olan, İngilizce “the press” ve
Fransızca “la presse” sözcükleri, sadece gazete, dergi ve kitap için söz konusu
olabilecek “basmak” fiilinden gelmektedir. Ancak belirtmeliyiz ki, günümüz
dünyasında basın kavramının içeriğini, yalnızca yazılı eserlerin oluşturduğunu
söylemek gerçeğe aykırı olacaktır. Bu nedenle yukarıda tanımladığımız basını dar
anlamda basın olarak nitelendirmek doğru olacaktır.8
Bu anlamda günümüzde basın kavramının zihinlerde oluşturduğu dünya,
özellikle internetin yaygın kullanımı sonucunda9, neredeyse sınırsız bir hal almıştır.
Nitekim Fernand Terrou’ya göre basın, toplum içinde düzenli olarak yayımlanan
6 Türki Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/. 7 Nitekim Danışman’a göre, basın terimi, kullanılagelen anlamda, kitap, broşür, dergi ve özellikle gazeteleri kapsamaktadır. Haberleşme sözcüğü ise, basın da dahil olmak üzere diğer kitle haberleşme araçlarının tümünü kapsamaktadır. DANIŞMAN, Ahmet, Basın Özgürlüğünün Sağlanması Önlemleri, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yayınları No:1, Ankara, 1982. 8 Aynı görüş için bkz. KILIÇOĞLU, M. Ahmet, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, Turhan Kitabevi, Ankara, 2008, sf. 20. 9 İnternetin kullanımı günümüzde, özellikle ülkemizde geniş anlamda basın özgürlüğü açısından en sıkıntılı konulardan biridir. Nitekim önemli yabancı araştırma kuruluşlarının ülkemize yönelttiği eleştirilerin başında da ülkemizdeki internet yasakları gelmektedir (bu eleştirilere ilerleyen bölümlerde değinilmiştir). Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. AKGÜL, Mustafa, 3.Yılında Türkiye’nin İnternetle Savaşı: Donkişot, Devekuşu, Harakiri, Türk Kütüphaneciliği, 24, 2, 2010, sf. 285-300.
6
haber veya bilgi öğelerinin, düşünce veya kanıların biçim ve koşullarının tümüdür.10
Tahmin edilebilir ki, böylesine sınırsız bir alanı kapsayabilen bir kavramın, kullanım
sınırlarını belirleyebilmek, kullanım özgürlüğünü açıklayabilmek beyhude bir
çabadan ibaret kalacaktır. Bu nedenle biz bu çalışmamızda, kullanım özgürlüğü ve
sınırlarından bahsedeceğimiz basın kavramını, yukarıda açıkladığımız sözlük
anlamıyla yani dar anlamıyla ele alıp, basının yazılı materyallerden oluştuğunu kabul
ederek incelemede bulunacağız.
Burada medya hakkında da kısaca bilgi vermek doğru olacaktır. İngilizce
“media” sözcüğünden dilimize gelen, sözlük anlamı iletişim ortamı veya iletişim
araçları olan medya11, günümüz teknolojik dünyasında çok önemli bir yer
tutmaktadır. Bu kısa tanımlamadan anlaşılacağı üzere medya kavramı, iletişimi ve
kitle iletişimini ifade etmek için kullanılmaktadır.12 Bizim çalışmamızın konusunu
oluşturan “basın” kavramı ise medya içerisindeki yazılı iletişim araçlarını kapsayan
bir alt başlığı oluşturmaktadır. Bu anlamda medya, bütün kitle iletişim araçlarının
genel ismi olarak tanımlanabilir. Küreselleşen dünyada medya, bir yandan etkinliğini
artırırken, diğer yandan gelişen teknolojilerle yepyeni boyutlar kazanmıştır.13
Şunu da belirtmeliyiz ki; Basın kavramı, ortaya çıkış şekline aykırı olarak
günümüz dünyasında, görsel ve yazılı basın olarak ikiye ayrılmaktadır. Oysa basın
kavramı, yukarıda belirttiğimiz gibi yalnızca yazılı bir takım materyalleri
kapsamaktadır. Böylesine bir ayrım ancak kitle iletişim araçları açısından mümkün
10 DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e. sf.1. 11 http://tdkterim.gov.tr/bts/. 12 YILDIZ, Sevil, Medya ve Hukuk, Nobel Yayınları, Ankara, Nisan, 2010, sf. 7. 13 ÖRS, Ferlal, Küresel Medya Ortamında Yaşanan Etik Sorunlar ve Uluslararası Düzenlemeler, Journal of Yaşar University, 2010 20(5), sf. 3445.
7
olabilecektir. Bu anlamda “basın” kavramı, “kitle iletişim”14 kavramı içerisinde
yalnızca bir başlık olarak kabul edilebilir. Zira iletişim kavramının sözlük anlamı;
“duygu, düşünce ya da bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına
aktarılması; telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak
yürütülen bilgi alışverişi”15 olarak yer almaktadır. Kitle iletişimi ise; “her hangi bir
iletinin, diğer bir deyişle haber, bilgi, kanaat, tavır ve davranışların birden çok tekil
alıcıya veya topluluğa her hangi bir araç vasıtasıyla iletilmesi sürecidir.”16 Sonuç
olarak basın kavramını görsel veya işitsel olarak ayrıma tabi tutmak mümkün
değildir. Bu anlamda basının, görsel kitle iletişim araçlarının en önemlilerinden birisi
olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
1.2. Basın Özgürlüğü Kavramı
Basın özgürlüğü, kısaca, düşüncelerin basılmış eserler yoluyla açıklanması
özgürlüğüdür.17 Basın özgürlüğü kavramı, öncelikle ifade özgürlüğünün bir tezahürü
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda genel olarak basın özgürlüğü, ifade
özgürlüğünün basın yoluyla kullanılması olarak tanımlanabilir. Bu nedenle öncelikle
ifade özgürlüğü hakkında kısaca açıklama yapmak gerekecektir.
İfade özgürlüğünü, kişinin düşünce edinebilmesi, edindiği düşünceleri
açıklayıp açıklamama konusunda özgür olması şeklinde tanımlayabiliriz.18 İfade
14 Kitle iletişim kavramı, araçları ve özgürlüğü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. GEDİK, Ömer, Türk Yargı Kararları Çerçevesinde Türkiye’de Kitle İletişim Özgürlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008; İÇEL, Kayıhan & ÜNVER, Yener, Kitle Haberleşme Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2009; YILDIZ, Sevil, Medya ve Hukuk, Nobel Yayınları, Ankara-Nisan-2010; ONGUN COŞKUN, Yargı Kararları Işığında Medya Hukuku, Legal Yayınları, İstanbul-2010. 15 Türki Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, Ulaşım adresi (25.02.2011) http://tdkterim.gov.tr/bts/ . 16 GEDİK, Ömer, a.g.e. sf.26. 17 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, Turhan Kitabevi, Ankara, 2008, sf. 172. 18 ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER, Melike, Kitle İletişim Özgürlüğü, Turhan Kitabevi, Ankara, 2006, sf. 2.
8
özgürlüğünün diğer temel hak ve özgürlükler içerisindeki yerini belirleyebilmek için
sınırlanabilir olup olmadığına değinmemiz gerekecektir. Doktrinde ifade
özgürlüğünün sınırlanması gerekliliğini veya sınırlandırılamayacağını savunan
görüşler vardır. Nitekim Özek Türk Hukuk doktrininde düşüncenin de
sınırlanabileceği görüşünü kabul eden görüşlerin baskın nitelik taşıdıklarını
belirttikten sonra19, demokratik düzenin ana niteliği çoğulculuk olduğunu savunmuş
ve bu niteliğin ancak sınırsız düşünce özgürlüğü ile gerçekleşebileceğini ileri
sürmüştür.20 Ancak yazar da şeref ve haysiyete saldırı halinde veya müstehcen
yayınların varlığı halinde ifade özgürlüğünün sınırlanabileceğini belirtmiştir.
Bu bilgiler ışığında belirtmeliyiz ki, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünden
ayrı olarak düşünülemez. Nitekim bu özgürlük, Dünyada birçok Anayasada21,
Uluslararası Bildiri ve Sözleşmede22, ifade özgürlüğü ile birlikte ele alınmıştır.
Örneğin, AİHS, 10’uncu maddede yalnızca ifade özgürlüğünden bahsetmiş ve fakat
basının, ifade özgürlüğünü kullanma araçlarından birisi olduğundan, Mahkeme ve
Komisyon basın özgürlüğünü bu madde kapsamında değerlendirmişlerdir. Doktrinde
bazı yazarlar da basın özgürlüğünün düşünce özgürlüğü kapsamında düşünülmesi
gerektiği görüşündedirler. Buna göre basın özgürlüğü düşüncelerin basın aracılığıyla
serbestçe açıklama özgürlüğü olduğuna göre, bu özgürlük, ifade özgürlüğünün bir
şekli ve ayrılmaz bir parçasıdır.23
19 ÖZEK, Çetin, Türk Basın Hukuku, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1978, sf. 61. 20 ÖZEK, Çetin, a.g.e., sf. 76. 21 Örneğin; 1787 tarihli İtalya Cumhuriyeti Anayasasının 21’inci maddesi, Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasasını 5’inci maddesi vb. 22 Örneğin; 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesinin 11’inci maddesi, 1950 tarihli AİHS’nin 10’uncu maddesi. 23 KILIÇOĞLU, M., Ahmet, a.g.e.
9
Bununla birlikte bizim de katıldığımız görüşe göre ise basın özgürlüğüne,
genel anlamda ifade özgürlüğünden daha fazla ayrıcalık sağlanması doğru
olacaktır.24 Nitekim ABD Anayasasının 1’inci değişikliğinde Kongrenin ifade ve
basın özgürlüğünü kısıtlayacak bir yasa çıkaramayacağı düzenlenmiştir. Bu durum
ABD doktrininde ve Yüksek Mahkeme yargıçları arasında tartışmalara yol açmış ve
basın özgürlüğü ifadesine açıkça yer verilmesinin nedeninin; basın özgürlüğünün,
ifade özgürlüğünden daha ayrıcalıklı bir konumda olduğu savunulmuştur.25 Nitekim
Stewart’a göre basın, kuvvetler ayrılığı sistemi içerisinde dördüncü kuvvettir,
dolayısıyla diğer üç erk üzerinde ekstra bir denetim işlevi ifa etmektedir ve bu
nedenle herhangi bir konuşmacıya göre daha yüksek düzeyde bir koruma hak
etmektedir.26
Basın özgürlüğünün, günümüz teknolojik dünyasında, düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinden ayrı olarak ele alınması gerektiği açıktır. Zira bu özgürlük
yalnızca düşüncenin basın araçları kullanılarak serbestçe açıklanması olarak
sınırlandırılamaz ve fakat basın kuruluşlarının serbestçe kurulup işletilebilmesini de
kapsamalıdır. Bu nedenle basın özgürlüğü kavramının, düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin bir alt başlığı olduğu ve bu özgürlüklerin iç içe ve birbirlerine bağlı
bulundukları doğrudur ancak basın özgürlüğü kavramı, önemi ve özellikleri
nedeniyle ayrı olarak değerlendirilip ele alınmalıdır.
24 Aynı görüş için bkz. SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, Türkiye’de Basın Özgürlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2007,sf. 24 vd.; TEMİZ, Özgür, Basın Özgürlüğünün Sınırlanmasında İlke Sorunu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, sf. 8 vd. BAYKAN, Metin, Avrupa İnsan hakları Mahkemesi Kararlarında Basın Özgürlüğü, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, sf.28, ŞAHİN, Kemal, İnsan Hakları ve Özgürlük Boyutuyla İfade Özgürlüğü, Gerekçeleri ve Sınırları, Oniki Levha Yayınları, İstanbul 2009, sf. 149 vd., McQUAL, Denis, Media Accountability and Freedom of Publication, Oxford University Pres, 2003, sf. 168-169. 25 ŞAHİN, Kemal, a.g.e., sf. 150. 26 BARENDT, Eric, a.g.e., Or of the Press, Potter Stewart, sf. 3 vd., SCHWARTZ, Bernard, a.g.e. sf. 131 vd.
10
İleride göreceğimiz gibi basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü; devletin bu
özgürlükler karşısındaki tutumu konusunda da kanımızca farklılık arzetmektedir.
Zira Anayasamız açıkça devletin basın özgürlüğünün sağlanması için gerekli
önlemleri alacağını düzenlemektedir.27 Ancak ifade özgürlüğü karşısında devletin
pasif yükümlülüğü dışında aktif yükümlülüğü söz konusu değildir. Bu açıdan da
basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünden farklılık arzetmektedir.28
Burada ayrıca belirtmeliyiz ki, basının kitle iletişim araçları içerisindeki yeri
nedeniyle, yalnızca yazılı materyalleri içerdiğini yukarıda ele almıştık. Bu vesile ile
basın özgürlüğünün içeriğini de yalnızca bu yazılı materyaller oluşturacaktır, yani
basın özgürlüğünden yalnızca yazılı kitle iletişim araçları faydalanabilecektir.
Televizyon, radyo ve diğer elektronik iletişim araçları basın özgürlüğünden değil,
genel olarak ifadeye tanınan özgürlükten yararlanır.29 Nitekim ülkemizde 15.02.2011
tarihli 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında
Kanunun30 1’inci maddesinde, kanunun amaçları arasında “radyo ve televizyon
yayınlarında ifade ve haber alma özgürlüklerinin sağlanması” sayılmıştır. Radyo ve
televizyonları düzenlemek ve denetlemek üzere ise kanunun 34 vd. maddelerinde
RTÜK’ün bağımsız bir idari otorite31 olarak kurulduğunu ve kurumun görev ve
yetkilerini düzenlemektedir.32 Ayrıca ülkemizde bir devlet televizyonu olan TRT’nin
halen özerkliğini koruduğunu, birçok açıdan hükümetin yönetim ve denetiminde
27 Nitekim 1961 Anayasasının 22’nci maddesinde “Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır.” hükmü yer almış, 1982 Anayasası da 28’inci maddesinin 2’nci fıkrasında aynı hükmü tekrar etmiştir 28 Aynı görüş için bkz. ŞAHİN, Kemal, a.g.e. sf. 154 29 TEMİZ, Özgür, a.g.e., sf.8. 30 03.03.2011 tarihli Resmi Gazete. 31 Bağımsız İdari Otoriteler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ULUSOY, Ali, Bağımsız İdari Otoriteler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003. 32 Basın dışında kitle iletişim araçlarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz.; ÇANKAYA, Özden; BATUR YAMANER, Melike, Kitle İletişimi Özgürlüğü, a.g.e., YILDIZ, Sevil, Medya ve Hukuk, Nobel Yayınları, Ankara, Nisan 2010.
11
olduğunu ve bunun da geniş anlamda basın özgürlüğü açısından tartışmalı bir durum
olduğunu belirtmekle yetinelim.33
2. TARİHÇE
Düşünme ve düşündüğünü ifade etme insanın varoluşunda bulunan bir
eylemdir. Bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin evvelini ilk çağlara
kadar götürebiliriz ve bunun en bilinen ve en eski örneklerinden biri Sokrates’in
savunmasıdır.34
Dünyada ilk bilinen gazetenin Çin’de 911 yılında King-Pau isminde olduğu
bilinmektedir.35 Gerçek anlamda basının ortaya çıkmasında ise Johannes Gutenberg
tarafından bulunan ve geliştirilen matbaa bir kilometre taşı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Matbaanın buluşundan önce, yazılı eserler el yazması ile
çoğaltılabiliyordu ve bu dönemde Avrupa orta çağ karanlığında olduğundan büyük
bir sansür uygulaması mevcuttu. Rönesans’la birlikte gelen büyük uğraşlar
sonucunda modern anlamda ilk günlük gazetenin 1702 yılında, Daily Courant adı
altında İngiltere’de çıktığını görüyoruz.36 Bu yıllardan itibaren tüm Dünya’da,
özellikle Avrupa’da, gazeteler ve dergiler ortaya çıkmaya başlamış ve kısa zamanda
basın büyük bir güç olarak belirmiştir. Zamanla böylesine büyük bir güç siyasal
iktidarı rahatsız etmeye başlamış ve basın özgürlüğü sınırlanmaya çalışılmıştır.
Öncelikle İngiltere ve ardından Fransa’da başlayan basının bu büyük mücadelesi
33 Ülkemizde TRT’nin Anayasal konumu ve özerkliği hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. CANORUÇ, Mustafa Şenay, Anayasal Kurum Olan TRT’nin “Özerkliği”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış-2009, C.8, S.27, sf. 293-322. 34 Düşünce özgürlüğü ve tarihçesi bu çalışmanın konusu dışında kalmaktadır. Düşünce özgürlüğünün tarihsel evrimi için bkz. PERİN, Cevdet, Tarih Boyunca Düşünce ve Basın Özgürlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1974. 35 YILDIZ, Sevgi, Medya ve Hukuk, Nobel Yayınları. Ankara, Nisan, 2010, sf. 46. 36 PERİN, Cevdet, a.g.e., sf.48; YILDIZ, Sevil, a.g.e., sf. 48.
12
büyük oranda başarıyla sonuçlanmış ve bu ülkelerde basın büyük ve bağımsız bir güç
olarak yerini almıştır.
Dünyada tarih boyunca ve önemli siyasi olaylar içerisinde de, basının gittikçe
dördüncü bir kuvvet olarak ortaya çıktığı ve bu nedenle siyasi iktidarlar tarafından
sınırlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Özellikle Avrupa’da Rönesans hareketiyle
birlikte gerçek anlamda basın ortaya çıkmış ve ardından çeşitli düşünürler tarafından
basının özgür olması gerektiği dile getirilmeye başlanmıştır. Nitekim Karl Marx,
Basın Özgürlüğü Üzerine Tartışmalar adlı eserinde; “Basın, insanların birbirlerine
düşüncelerini aktarmaları için kullandıkları en doğal araçtır. Özgür basın, bir
ulusun kendi varlığını seyrettiği manevi bir aynadır ve insanın kendi kendini sorguya
çekmesi olgunluğunun başlıca şartıdır.”37
Basının önemli bir güç haline geldiği andan itibaren bu güç, siyasi
iktidarlarca sınırlanmak ve kendi lehlerine kullanılmak istenmiştir. Bunun Dünya
tarihindeki en belirgin örneklerini faşist ve sosyalist iktidarlar göstermişlerdir.
Nitekim Sosyalist Lider Lenin basın özgürlüğü üzerine bir makalesinde şu ifadelere
yer vermiştir; “Basın Özgürlüğü denilen şey, burjuva toplumlarında, fakir halkı,
mazlum ve sömürülen kitleleri, gazetelerini milyonlarca basarak, her gün, sistemli ve
sürekli bir şekilde, aldatan, uyutan ve onların ahlakını bozan zenginlere ait bir
yetkiden ibarettir. Basın özgürlüğünün anlamı şudur: Tüm vatandaşlar, istisnasız,
düşüncelerini açıklayabilirler. Peki ama bu iş nasıl oluyor? Şu anda gerçeği
ellerinde tutanlar zenginler ve büyük partilerdir. Yalan haber yayınlamak hakkı
neden insanları köle gibi kullanma hakkına tercih edilsin?...”38 Faşist İtalya ve
37 PERİN, Cevdet, a.g.e. sf.101. 38 PERİN, Cevdet, a.g.e., sf. 103.
13
Almanya liderleri Mussolini ve Hitler de basını sosyalist Rusya’dan farklı
görmüyorlardı. Faşist ve Sosyalist yönetimlere göre basının, iktidarın ideolojisini
destekleyici niteliğinden başka bir özgürlüğü olamayacaktır.
Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan, demokrasi iddialı dünyaya
baktığımızda basın özgürlüğü savunucularının ve kazanımlarının az olduğunu da
söyleyemeyiz. Yıllarca basın özgürlüğüne karşı olan Vatikan bile bu konuda
yumuşamış ve Papa VI Paul 1964 yılında bu konuda, “haber alma hakkı modern
insanın evrensel, dokunulmaz, değişmez hakkıdır; zira insanın tabiatında yer alır.
Söz konusu olan aynı zamanda aktif ve pasif bir haktır. Çünkü bir taraftan haber
arama, diğer taraftan ise herkesin bu haberi alma olanağını içermektedir.”39
diyerek, basın özgürlüğünün içerdiği haklardan biri olan özgürce haber alma hakkına
vurgu yapmıştır.
Karşılaştırmalı hukuk bakımından basın özgürlüğüne baktığımızda, basın
özgürlüğünün anayasal güvenceye alındığı ilk ülkenin ABD olduğunu görmekteyiz.
Basın özgürlüğüne ilişkin ilk yasal düzenleme ise 1766 yılında İsveç’te Basın
Özgürlüğü Kanunu adı altında olmuştur.40 Konumuz açısından Fransa’ya
baktığımızda ilk olarak karşımıza Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi
çıkmaktadır. Bildirinin ifade özgürlüğünü düzenleyen 11’inci maddesine göre;
“Düşüncelerin ve görüşlerin özgürce iletimi, insanın en değerli haklarından
birisidir. Bu nedenle her yurttaş, serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir;
ancak bu özgürlüğün, yasada tanımlanan biçimde kötüye kullanılmasından ötürü
sorumlu tutulur.” Bunun üzerine Fransa’da 1791 ve 1793 tarihli Fransız
39 DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e., sf. 5. 40 GEDİK, Ömer, a.g.e. sf. 51 vd.
14
Anayasalarına basın özgürlüğüne ilişkin hükümler koyulmuştur. Ancak bunun
ardından uzun yıllar basın özgürlüğü iktidarlar ve imparatorlar tarafından
kısıtlanmıştır.
3. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇERİĞİ
3.1. Genel Olarak
5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesine göre; “Basın özgürdür. Bu
özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını
içerir.” Doktrinde, basın özgürlüğünün içeriği, temelde aynı anlamda olsa da, farklı
başlıklarla ele alınmıştır. Nitekim Dönmezer’e göre; basın özgürlüğünü oluşturan
haklar;41 haberleri, fikir ve düşünceleri bilmek, bunlara ulaşmak ve bunları toplamak
hakkı; haber, fikir, düşünce ve kanaatları yorumlamak ve analiz edebilmek
eleştirebilmek hakkı; haber, fikir, düşünce ve kanaatlari tabedebilmek, basılmış
eserleri dağıtabilmek hakkından ibarettir. Özek ise basın özgürlüğünün içerdiği
hakları; haber vermek hakkı, eleştiri ve incelemek hakkı ve yaratmak hakkı olmak
üzere 3 başlık altında toplamıştır.42
Biz bu başlık altında, Basın özgürlüğünün içeriğini, Basın Kanunu’nun
yukarıda belirttiğimiz hükmü ışığında ve yeri geldikçe ulusal ve uluslararası yasal
metinlerden ve mahkeme kararlarından örnekler vermek suretiyle incelemeye
çalışacağız.
41 DÖNMEZER, Sulhi, Basın ve Hukuku, İstanbul 1976, sf.94 vd. 42 ÖZEK, Çetin, a.g.e., sf. 34 vd.
15
3.2. Bilgi Edinme Hakkı
Basın özgürlüğü öncelikle tüm bireylerin diledikleri bilgiye, basın yoluyla
ulaşabilme hakkını ihtiva eder. Bunun önkoşulu ise bilgi kaynaklarının çeşitli olması
ve onlara ulaşabilme hakkının herkese tanınması gerekliliğidir. Ayrıca bilgiye
ulaşabilme hakkı, kişiler tarafından istenmediği halde bilgilere erişmeme hakkını da
içerir. Hiç kimse almak istemediği bir bilgiyi almaya zorlanamaz veya bu hususta
yönlendirmeye tabi tutulamaz.
AİHM de birçok kararında43 basının bilgilendirme ve kamuoyunun da bilgi
edinme hakkı olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Mahkeme basın özgürlüğüne ilişkin
çok önemli bir kilometre taşı olan Sunday Times – Birleşik Krallık kararında; bilgi
ve fikirleri yaymak basının görevi, bunları öğrenmek de kamunun hakkı olduğunu
vurgulamıştır.
Basın özgürlüğü içinde kişilerin dilediği bilgiye ulaşma hakkı olduğu gibi asıl
olarak basının da, bireyleri bilgilendirebilmek adına, dilediği bilgiye ulaşabilme
hakkı vardır. Bu anlamda basının en önemli kaynağını “devlet” oluşturmaktadır.
Çünkü devlet, bireyleri doğrudan ilgilendiren çok sayıda bilgi ve belgeye sahiptir. Bu
husus devletin basını, yayınlamayı dilediği bilgiler ile sınırlamasında ve kendi
propaganda aracı olarak kullanması şeklinde karşımıza çıkmaktadır ve faşist ve
sosyalist sistemlerde basının devletin ideolojisinin savunuculuğundan başka bir
yönünün olmadığını görmekteyiz. Özelikle uzun yıllar Rusya’da gördüğümüz
sosyalist yönetim ve 2. Dünya Savaşı yıllarında Almanya ve İtalya’da gördüğümüz
43 Sunday Times v. United Kingdom, Leander v. Sweden, Muller v. Switzerland. Kararların içeriği hakkında bilgi için bkz. DUTERTRE, Gilles, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarından Alıntılar, İnsan Hakları Genel Direktörü Avrupa Konseyi, 2005.
16
faşist yönetimler basını, halkları ideolojileri etrafında toplayacak diledikleri bilgileri
yayınlayacak bir araç olarak görmüşlerdir. Nitekim Sosyalist Rusya’nın en önemli
lideri Lenin’e göre; “Komünist sosyalist rejimde basın bir araçtan başka bir şey
değildir. Tek yönlü işleyen, yönetici kadronun, partinin ve şeflerin direktiflerini halk
kitlelerine ulaştırmakla görevli bir araçtır.”44 Yine İtalyan Faşist Lider Mossolini’ye
göre de; “Totaliter bir rejimde, bir devrimden doğan her muzaffer rejimde olduğu
gibi, Basın devletin elinde ve hizmetinde olan, olması gereken bir güçtür. İşte bundan
ötürü tüm İtalyan Basını faşisttir.”45 Bu hususta basın özgürlüğünü kabul eden bir
devletin, pasif durumda kalması ve bu özgürlüğün kullanılmasını engellememesi
gerektiği gibi, büyük halk kitlelerini ilgilendiren birçok bilgiye sahip olan devletin bu
konuda aktif bir tutum takınarak, edindiği bilgileri ve belgeleri basın kanalıyla halka
sunması gerekmektedir.
Bu noktada “bilgi edinme hakkı”46na da kısaca değinmek gerekecektir. Bilgi
edinme hakkı, bireylerin, çeşitli devlet organlarından kendileri ile ilgili olan veya
ilgili olmamakla birlikte, kanunen erişimine herhangi bir yasak olmayan bilgilere
erişebilme haklarını ifade eder. Günümüzde birçok devlet47 mevzuatlarında bilgi
edinme hakkını düzenlemektedirler.
44 PERİN, Cevdet, a.g.e. sf. 103. 45 PERİN, Cevdet, a.g.e. sf. 110. 46 Bilgi edinme hakkı, ABD ve İngiltere’de Bilgi Özgürlüğü (freedom of information); Kanada’da ise Bilgiye Erişim Hakkı olarak (right of Access to information) adlandırılmaktadır. 47 Bilgi Edinme Hakkı hususunda ilk kanuni düzenlemeyi İsveç 1766 yılında yapmıştır. ABD 1966, İtalya 1990, Yunanistan 1987, Rusya 1995, İngiltere 2000 yıllarında Bilgi Edinme Hakkı ile ilgili kanunlar yapmışlardır. SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e., sf. 26 vd.
17
AİHM ise bilgi edinme hakkını ifade özgürlüğü içerisinde görmemekte ve
fakat özel hayatın gizliliği ve korunmasını düzenleyen 8’inci maddesi kapsamında
değerlendirip incelemektedir.48
Ülkemizde bilgi edinme hakkına baktığımızda ise, öncelikle karşımıza
dilekçe hakkı çıkmaktadır. Anayasamızın 74’üncü maddesine göre; Vatandaşlar ve
karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle
ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.
Bu hakkın kullanılma biçimi kanunla düzenlenir. Bu hususta asıl düzenleme ise,
2003 tarihinde yürürlüğe giren49 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununda yer
almaktadır. Bu kanunun 1’inci maddesine göre; kanunun amacı; demokratik ve şeffaf
yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin
bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir. Kanunun
4’üncü maddesine göre, herkes bilgi edinme hakkına sahiptir. Yine Kanunun 5’inci
maddesine göre ise; kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki
her türlü bilgi veya belgeyi, başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme
başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik
tedbirleri almakla yükümlüdürler. Bilgi edinme hakkı serbestîsini kural olarak
belirten kanun, bu hakkın istisnalarını da ayrıntılı olarak düzenlemiştir.50
48 SOYKAN, Cavidan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Bilgi Edinme Hakkı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 56, Sayı: 2, Yıl: 2007. 49 24.10.2003 tarihli, 25269 sayılı Resmi Gazete. 50 Bilgi edinme hakkının istisnaları bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Burada sadece şunu belirtelim ki; 4982 sayılı Kanuna göre, Devlet sırrına, ülkenin ekonomik çıkarlarına, istihbarata, idari soruşturmaya, adli soruşturma ve kovuşturmaya, kamuoyunu ilgilendirmeyen kurum içi düzenlemelere ilişkin, özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal edecek, ticari sır olarak
18
Kişilerin diledikleri bilgiye basın yoluyla ulaşma hakkı içerisinde yer alan
“gazetecilerin bilgi kaynaklarının korunması” hakkı da basın özgürlüğünün
sağlanması açısından çok önemli bir haktır. Bu hakkın devlet veya yargı eliyle
kullanılamaz hale getirilmesi, kamuoyunu ilgilendiren önemli bilgilere sahip
kaynakların, bu bilgileri basına açıklamasını engelleyecektir. Nitekim Basın
özgürlüğünün içeriğinde bir hak olarak gazetecilere tanınan, haber kaynaklarını
açıklamama hakkı hususunda ABD Yüksek Mahkemesinin, basın özgürlüğünü
kısıtlayıcı kararları mevcuttur. ABD’de birçok yasal düzenlemede, bu hak
gazetecilere tanınmışken, Yüksek Mahkeme bir davada51, bir cinayet olayıyla ilgili
olarak haber kaynaklarını açıklamak hususunda karar vermiştir. Yine Yüksek
Mahkeme bir başka kararında da, New York Times’da muhabir olarak çalışan bir
gazetecinin, yine bir cinayetle ilgili olarak haber kaynağını açıklaması yönünde karar
vermiştir.52
AİHM de Goodwin v. Birleşik Krallık kararında gazetecinin haber
kaynaklarının açıklamama hakkına vurgu yapmıştır.53 Karara konu olayda, “The
Engineer” adlı yayında gazeteci olarak çalışan William Goodwin, bir kaynaktan
Tetra Ltd. şirketinin büyük mali güçlüklerle karşı karşıya kaldığı bilgisini almış ve
bu konuyu haber yapmak amacıyla ilgili şirketi arayarak danışmıştır. Şirket ise bu nitelendirilen bilgi ve belgeler ile tavsiye ve mütalaa talepleri bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır. (4982 sayılı Kanun md. 15 vd.). 51 Branzburg v. Hayes, 408 U.S. 665 (1972). Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=408&page=665. (E.T.: 10.03.2012). 52 New York Times Co. and Farber v. Jascalevich, 439 U.S. 1317, (1978). Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=439&page=1317. (E.T.: 10.03.2012). 53 Goodwin v. United Kingdom, 27.03.1996, Reports 1996-II. 17488/90. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=GOODWIN%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012).
19
bilginin kamuya açıklanması halinde ekonomik çıkarlarının büyük zarar görebileceği
nedeniyle mahkemeye başvurarak Goodwin’in yazısının yayınlanmaması yönünde
bir tedbir kararı almıştır. Bundan sonra söz konusu şirket, bu bilgiyi sızdıran
çalışanın kim olduğunu tespit etmek ve hakkında dava açmak için gazetecinin haber
kaynağını açıklamasını istemiştir. Bu talebi kabul eden mahkeme ise Goodwin’den
haber kaynağını açıklamasını istemiştir. Bu karara uymayan Goodwin, yerel
mahkeme tarafından “adaleti engellemek” gerekçesiyle mahkum edilmiştir. Bunun
üzerine konu AİHM’e gelmiş ve AİHM kararında; gazetecilik kaynaklarının
korunmasını, basın özgürlüğünün temel şartlarından biri olarak benimsemiştir.
AİHM; haber kaynaklarının korunmaması durumunda, kaynakların, kamu yararına
olan konularda kamuyu bilgilendirmek konusunda basına yardımcı olmaktan
kaçınabileceğini; bunun sonucu olarak, basının hayati nitelikteki “kamunun bekçi
köpeği” olma rolünün sarsılabileceğini ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama
yeteneğinin kötü yönde etkilenebileceğini; kamu yararından daha üstün bir talep
zorunlu kılmadığı takdirde böyle bir düzenlemenin Sözleşmenin 10’uncu maddesine
aykırılık oluşturacağını belirtmiştir.
AİHM’nin yukarıda bahsi geçen kararı, Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesinin de önemli bir tavsiye kararına dayanak oluşturmuştur. Gazetecilerin
haber kaynaklarını açıklamama hakkı ile ilgili olarak Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesinin 8 Mart 2000 tarihinde üye devletler için aldığı bu tavsiye kararında;
gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama hakkı olduğu vurgulanmış, bu hakkın
AİHS’nin 10/2 hükmü dışında sınırlanmaması gerektiği belirtilmiştir. Tavsiye
kararında ayrıca, bu hakkın sözleşmenin 10/2 hükmü gereği sınırlanması gerekse de
bunun tek başına sınırlama gerekçesi olamayacağına dikkat çekilmiştir. Buna göre
20
haber kaynağının açıklanmasındaki kamu yararı, açıklanmamasındaki yarardan daha
üstün ise ve koşullar yeterince hayati ve ciddi bir karakter taşıyorsa, bu hakkın
sınırlandırılmasının mümkün olduğu vurgulanmıştır.54
Yukarıda bahsettiğimiz tavsiye kararı ve AİHM’nin konuya ilişkin kararları
doğrultusunda Basın Kanunumuzda da bu konuda bir düzenleme getirilmiştir.
Nitekim 5187 sayılı Basın Kanununun, Haber Kaynağı başlığını taşıyan 12’nci
maddesinde bu husus “Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve
belge her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya
zorlanamaz.” şeklinde düzenleme alanı bulmuştur.
3.3. Yorumlama ve Eleştirme Hakkı
Basın özgürlüğünün içeriğinde bulunan bir diğer hak ise, elde edilen bilgileri
yorumlama ve eleştirme hakkıdır. Yorum, bir olayı belli bir görüşe göre açıklama,
değerlendirme;55 eleştiri ise, bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını
bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit56 olarak tanımlanmaktadır.
Burada eleştirme hakkı, hem hükümetin eleştirilmesi yönünden hem de
eleştiri sınırlarının aşılmasıyla hakaret suçunun oluşabilmesi ihtimali nedeniyle ayrı
bir önem arzetmektedir. Çünkü eleştiri, doğası gereği sınırının nerede başlayıp
nerede biteceği her olay açısından tartışmalı bir olgudur. Zira hiçbir özgürlük, diğer
insanların özgürlüklerini, kişiliklerini ve saygınlıklarını yitirmesi pahasına
kullanılamaz. Özellikle ülkemizde eleştiri adı altında birçok insan ve kurum haksız
ithamlara maruz kalabilmektedir. Burada eleştirinin sınırını her somut olaya göre 54 Council of Europe, Committee of Ministers, Recommendation No. R (2000) 7, 08.03.2000 tarihli 701. Toplantı’da alınan gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamaması hakkına ilişkin tavsiye kararı. 55 Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/. 56 Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/.
21
belirleyebiliriz. Örneğin Yargıtay 4. Hukuk Dairesi bu konuda verdiği bir kararda;57
siyasetçilerin eleştirilmesinin basın için sadece bir hak olmayıp aynı zamanda bir
görev de olduğuna vurgu yaparak, eleştirinin yöneldiği kişilerin bulunduğu
makamların da önem arzettiğini belirtmiştir. AİHM de bir kararında; eleştiri
sınırlarını belirlerken sade vatandaşlar ile siyasetçiler arasında ayrım yapmış,
siyasetçilerin eleştirilmesinin daha geniş alanı kapsayacağını belirtmiştir.58 AİHM bir
adım daha ileri giderek, hükümetin eleştirilmesini ele almış ve bir kararında şu
ifadelere yer vermiştir: “Hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırları; şahısları ve
hatta politikacıları eleştirmenin sınırından daha geniştir.”59
ABD Yüksek Mahkemesinin de eleştiri hakkı ile ilgi çağ açan bir kararı60
mevcuttur. “Yüksek Mahkeme bu kararına konu olan olaya, “Marthin Luther
King’in Savunulması ve Güneyde Özgürlük Mücadelesi Komitesi” olarak kendisini
adlandıran bir grubun New York Times Gazetesine “Onların Yükselen Seslerine
Kulak Verin” başlığı ile verdiği bir ilanla polis şeflerine ağır ithamlarda bulunmasına
neden olmuştur. Bunun üzerine polis şefi Sullivan, New York Times Gazetesi
aleyhine 500.000 Dolarlık tazminat davası açmıştır. İlk derece mahkemesi davayı
57 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E. 1996/4635, K. 1996/6359, T. 08.07.1996. (Uyap sisteminden alınmıştır). 58 Oberschlik v. Austria, 23.5.1991, A 204, 11662/85. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=OBERSCHLICK%20|%20AUSTRIA&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012). AİHM’nin aynı yönde bir başka kararı için bkz. Lingens v. Austria, 08.07.1986, A 103, 9815/82. Kararın Türkçe metni için bkz. DOĞRU, Osman, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayınları, 2004, Cilt 2, sf. 55 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=LINGENS%20|%20AUSTRIA&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012). 59 Casstells v. Spain, 23.04.1992, A 236, 11798/85. Kararın Türkçe metni için bkz. BIÇAK, Vahit, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, Liberal Düşünce Topluluğu Avrupa Komisyonu, Temmuz, 2002, sf. 135 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=CASTELLS%20|%20SPAIN&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012). 60 New York Times v. Sullivan 376 U.S. 254, 09.03.1964. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=376&page=254. (E.T.: 10.03.2012).
22
kabul etmiş, Eyalet Yüksek Mahkemesi de bu kararı onaylamıştır. Dava Yüksek
Mahkemenin önüne gelince, bu Mahkeme gazetelerin ilan kısımlarının da basın
özgürlüğünden yararlandığını, basının idare tarafından alınan önlemleri eleştirme
hakkının özgür demokratik düzenin bir gereği olduğunu, bu hakkın gerçeğin
ispatlanması ile sınırlandırılamayacağını, çünkü çoğu olayda gerçeğin
ispatlanmasının olanaksız olduğunu, bu durumun basının eleştiri hakkını
engelleyeceğini, bu nedenle maddi olaylara ilişkin iyiniyetle yapılan iddialarda basın
özgürlüğünden yararlanılması gerektiğini açıklayarak, davayı reddetmiştir.”61
Yüksek mahkemenin bu davada çığır açan görüşü; gerçeğe aykırı ifadelerin de,
bunların çoğunlukla ister istemez söylenebilmesi olasılığı nedeniyle bir yere kadar
basın özgürlüğünden yararlanabilmesi gerektiği yönündedir. Bütün gerçeğe aykırı
ifadelerin özgürlükten yararlanamadığını düşünecek olursak, böylesine bir düşünce
kişilerin kendi kendilerini sansüre tabi tutmalarına ve böylesi bir sonuç ise toplumsal
önemi olan konuların kamuoyunda tartışılamamasına neden olabilecektir.62
Basında yer alan haberler olay açıklaması, eleştiriler ise değer yargısı
şeklinde basın açıklamalarıdır. Değer yargıları, bir olay veya durum hakkındaki
sübjektif düşünce açıklamaları, olay açıklamaları ise, belli bir olayın objektif olarak
aktarılmasıdır.63 Bu nedenle bir değer yargısı şeklinde basın açıklamasını oluşturan
eleştiri hakkının sınırsız olmadığı açıktır. Her somut olayın niteliğine göre basında
yer alan açıklamanın eleştiri hakkından yararlanıp yararlanmayacağı belirlenecektir.
Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu birçok kararında bu konuda genel bir belirleme
61 SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, sf.32. 62 Yüksek Mahkemenin bu önemli kararı ile ilgili ayrıntılı bilgi ve yorumlar için bkz. AYDIN, Öykü Didem, Üç Demokraside Düşünce Özgürlüğü ve Ceza Hukuku I, Amerika Birleşik Devletleri, Seçkin Yayınları, 2004, sf. 161 vd. 63 ÇETİN, Erol, Basın Hukuku, Seçkin Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2008, sf. 433. Ayrıca basın açıklamalarının türleri hakkında ayrıntılı bilgi için KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 35 vd.
23
yapmıştır. Nitekim HGK bir kararında64, yayımlanan bir eleştirinin hukuka aykırı
sayılması için gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade
arasında düşünsel bağlılık koşullarından birine aykırılık bulunmasının gerektiğini
belirtmiştir.65
Görüldüğü üzere eleştiri hakkının sınırlarının belirlenmesinde, eleştiriye
maruz kalan kişilerin toplumdaki yeri ve diğer bazı objektif nedenler ortaya
koyulabilmekte ve fakat her somut olaya göre de kişilik hakkını ihlal edip
etmediğinin ayrı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda belirtilen
Yargıtay’ın, AİHM’nin ve ABD Yüksek Mahkemesi’nin verdiği kararlar
doğrultusunda diyebiliriz ki; basın yoluyla siyasetçileri eleştirme hakkı, sadece
gerçeğe aykırı olduğu gerekçesiyle sınırlanamayacak ve fakat bu eleştirinin kötü
niyetle yapılması da gerekecektir.
3.4. Yayma Hakkı
Bilgilere dilediği gibi ulaşıp, bunları istediği gibi yorumlayan ve eleştiren
basının, bu haklarının zorunlu bir sonucu olarak da, bilgileri yorumlayarak ve
eleştirerek oluşturduğu ürünü insanlara serbestçe sunabilmesi gerekmektedir. Bu da
ancak, bir emeğin ürünü olarak oluşturulan her türlü bilgi ve düşüncelerin özgürce
basılabilmesi, yayınlanabilmesi ve dağıtılabilmesi ile mümkündür. Bu da Basın
Kanununun 3’üncü maddesinde “yayma” hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öncelikle, Anayasamızın 28’inci maddesinde basımevi kurmanın izin alma
ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağı açıkça düzenlenmiştir. Yine aynı 64 Yargıtay HGK, 230/288, 10.05.2006. (Uyap sisteminden alınmıştır). 65 Yargıtay HGK bir başka kararında da; haberin üst üste altı kez yayımlanmasının eleştiri ölçülerinin aşıldığını gösterdiğini ve kişilik haklarına saldırı oluşturacağını belirtmiştir. Yargıtay HGK, 435/471, 06.06.2001. (Uyap sisteminden alınmıştır).
24
maddeye göre; tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla; gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir.
Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili
hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa,
dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır. Ayrıca; süreli veya süresiz yayınlar,
kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması
hallerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün,
millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi
bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı
merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç
yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat
içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.
Burada şunu belirtmeliyiz ki, belirli suçların işlenmesi halinde basılmış
eserlerin toplatılmasına ilişkin yukarıda belirttiğimiz yasal düzenlemeler, basın
özgürlüğünün “serbestçe dağıtılabilme” hakkının sınırı olarak değerlendirilemez.
Ancak basılmış eserlerin toplatılması kurumunu kullanır ve değerlendirirken, basın
özgürlüğünü ihlal etmesi olasılığı nedeniyle, daha dikkatli ve hassas olmak
gerekecektir. Nitekim Basın Kanununun 22’nci maddesi gereği olarak; kanuna uygun
olarak basılmış eserleri, bunların yayımını veya dağıtımını veya satışını önlemek
amacıyla tahrip eden veya bozan kimse, dağıtımını veya satışını şiddet veya tehditle
engelleyen kimse cezalandırılacaktır. AİHM de, gazetenin toplattırılmasının ifade
özgürlüğüne müdahale olduğunu belirtmiş ve her ne kadar bu müdahale yasaya
uygun olsa ve ulusal güvenliği korumak bakımından meşru bir amaca hizmet etse
25
bile, demokratik bir toplumda bu amaca ulaşmak için bu tür bir müdahalenin gerekli
olmadığı sonucuna ulaşmıştır.66
Basılmış eserlerin serbestçe dağıtılabilmesi açısından, tekelleşme ile birlikte
dağıtım şirketlerinin tek elde toplanması ve belli yayınların dağıtımının engellenmesi
de bir tehdit oluşturmaktadır. Burada Anayasamızın 48’inci maddesinde yer alan
sözleşme hürriyetine ve Anayasamızın 28’inci maddesinde yer alan ve basın
özgürlüğü karşısındaki devletin aktif rolüne ilişkin düzenlemeler arasında bir yarışma
söz konusudur. Sözleşme özgürlüğüyle birlikte özel şirketler ve özellikle büyük basın
işletmesi sahipleri belli yayınların dağıtımını engellemek amacıyla, sözleşme
özgürlüğünü gerekçe göstererek, sahibi olmadıkları yayınların dağıtımına ilişkin
yasaklamalar getirmektedirler. Bu durum da basın özgürlüğünü ve dolayısıyla yayma
hakkını engellemektedir. İşte bu noktada Anayasamızın 28’inci maddesinde yer alan,
devletin basın özgürlüğünün sağlanması yönünde tedbirler alma yükümlülüğü
karşımıza çıkmaktadır. Zira devlet, sözleşme özgürlüğünün kötüye kullanılarak
yayma hakkının engellenmesini önleyici tedbirler almakla yükümlüdür. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bu yönde verdiği bir kararında, yayma hakkını ve bu konuda
sözleşme özgürlüğünü kısıtlayıcı bir kanun hükmünü Anayasaya aykırı görmemiş ve
böyle bir düzenlemenin, Anayasa'nın 28. maddesinin üçüncü fıkrası ile basın ve
66 Vereniging Weekblad Bluf! V. Holland, 09.02.1995, A306-A, 16616/90. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=VERENIGING%20|%20%22THE%20NETHERLANDS%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012).
26
haber alma özgürlüklerini sağlayacak önlemleri alma hususunda devlete verilen
görevin yerine getirilmesinin sağlanması amacına yönelik olduğunu vurgulamıştır.67
Türk hukuk sistemi, günümüzde basımevi kurmayı izin şartına bağlamayarak,
özgürlükler lehine davranmıştır. Diğer ülkeler gibi ülkemiz de Osmanlı Devletinden
yakın tarihimize kadar basın özgürlüğü açısından gelgitler yaşamıştır. 1982
Anayasasına kadar ülkemizin basın tarihine bu başlığımız açısından baktığımızda,
kısa bir süre esen özgürlük rüzgarlarıyla basımevi kurmak için izin alınmasına gerek
görülmemiş ancak hemen ardından özgürlük söylemleriyle gelenler, gidenler gibi
özgürlükleri kısıtlayıcı yasal düzenlemelere ve uygulamalara gitmişler, basın da
bundan nasibini fazlasıyla almış ve basımevi kurmak izin ve benzeri zorlayıcı
şartlara bağlanmıştır.68
3.5. Yaratma Hakkı
Sözlük anlamı olarak, “zekâ, düşünce ve hayal gücünden yararlanarak o
zamana kadar görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak, yapmak”69 manasına gelen
“yaratmak” fiili, basın özgürlüğü içeriğinde bulunan “yaratma hakkı” olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda basın özgürlüğü içerisinde yer alan yaratma
hakkı; yukarıda açıkladığımız, bilgilere ulaşma, onları eleştirme ve yorumlama
dışında, yeni bir şey ortaya koyma anlamına gelmektedir.
Burada belirtmeliyiz ki, basın özgürlüğü içerisindeki yaratma hakkı, tamamen
bir yazılı eserin oluşturulmasını kapsadığı gibi, herhangi bir dalda, yazılı eser dışında
67 Anayasa Mahkemesinin, E.1996/70, K.1997/53, 05.06.1997 tarihli kararı. (R.G. 04.04.2003/25069). Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1347&content=. 68 Basın özgürlüğü açısından ülkemizdeki bu gelgitler, Osmanlı Devleti’nden günümüze basın özgürlüğünün tarihçesini ele aldığımız bölümümüzde açıkça görülmektedir. 69 Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/.
27
başka bir eserin yaratılıp, bir şekilde yazılı materyale dönüştürülmesi halinde de bu
yazılı materyal de, basın özgürlüğü içerisinde bulunan yaratma hakkı kapsamı
dahilindedir.
Bu anlamda yaratma hakkı, basın özgürlüğünün içeriğini oluşturan diğer
hakların kapsamında yer almaktadır. Olay açıklaması niteliğinde olan ve yalnızca
olan bir olayla ilgili objektif bilgiler verilmesi yaratma hakkı kapsamında
değerlendirilmemekle birlikte, değer yargısı şeklinde, özellikle kişisel bilgi ve
birikim ile yapılan açıklamalar ve yaratılan tüm yazılı ve görsel eserler yaratma
hakkı kapsamında değerlendirilmelidir. Bu nedenle yaratma hakkının kapsamını,
özellikle yargı kararlarıyla doğrudan belirlemek olanaksız görülmektedir. Zira basın
özgürlüğüne ilişkin mahkeme kararlarının hepsi doğrudan başka bir içerikle ilgili
olmakla birlikte, dolaylı olarak da içerisinde yaratma hakkını barındırmaktadır. Bu
vesile ile biz bu başlık altında, içeriğinde yaratma hakkının daha belirgin olduğunu
düşündüğümüz ve son yıllarda dünyada ve ülkemizde kamuoyunda da tartışılan iki
konuya değineceğiz. Bunlar: Karikatür ve basılmamış ve yayınlanmamış bir eserin
kopyalarına el konulması hususlarıdır.
Geçtiğimiz yıllarda Dünya’da Hazreti Muhammed’in ve Türkiye’de ise kedi
karikatürünün yayımlanması ile dünya ve ülkemiz kamuoyunda büyük tartışmalara
yol açan karikatürün kelime anlamı; insan ve toplumla ilgili her türlü olayı konu
alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resimdir.70 Bu anlamda
karikatürün de bir basın açıklaması olarak basın özgürlüğünden yararlanması
hususunda kuşku yoktur ve ayrıca yaratıcısının resim ve mizah yeteneğiyle
oluşturulduğu için yaratma hakkı bağlamında önemli bir yer tuttuğu da açıktır. 70 Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, bkz. http://tdkterim.gov.tr/bts/.
28
Önce Danimarka’da, sonrasında ise çeşitli ülkelerde yayınlanan ve Hazreti
Muhammedi çeşitli şekillerde tasvir eden karikatür Dünya kamuoyunda ciddi
tartışmalara neden olmuştur. Bizim konumuz açısından önemli olan ise, bu
karikatürün basın özgürlüğünden yararlanıp yararlanmayacağı hususudur. Bu
anlamda incelememiz gereken konu, dinin ve dini figürlerin düşünceyi açıklamada
kullanılması, ifade özgürlüğünden ve dolayısıyla basın özgürlüğünden yararlanıp
yararlanamayacağı sorusunun cevabı olacaktır.71
Öncelikle konuya ülkemiz açısından baktığımızda, her ne kadar
Anayasamızda, “dine ve dini figürlere saygı” basın özgürlüğünün bir sınırı olarak
öngörülmemiş ise de, Anayasamızda basın özgürlüğünün bir sınırı olarak yer alan ve
genel olarak devletin ve toplumun korunması başlığı altında değerlendirebileceğimiz
“kamu düzeni” kavramı, kanımızca içeriğinde “dine ve dini figürlere saygı”yı
barındırmaktadır. Zira büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, dinin
peygamberinin bu şekilde tasvirinin, kamu düzenini olumsuz yönde etkileyeceği
açıktır. Türk Ceza Kanunu da, 216’ncı maddesi ile halkın bir kesiminin benimsediği
dini değerlerin aşağılanmasını suç olarak kabul etmiştir.72
AİHM’nin konuya yaklaşımına baktığımızda, öncelikle Avukat Nedim
Yüksel’in bahsi geçen karikatürü AİHM’ne taşıdığını ve fakat AİHM’nin, iç hukuk
71 Dinin basın özgürlüğü üzerindeki etkisi, iki kavram arasındaki ilişki açısından yapılan bir araştırmaya göre; Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde, din, basın özgürlüğünden önce gelmektedir, dine bağlılık basın özgürlüğü seviyesini düşürmektedir, hükümetlerin Müslüman medya üzerinde daha çok etkili olmaktadır. GOLAN, Guy J, Colleen Conolly-Ahern, Press Freedom and Religion: Measuring the Association Between Press Freedom and Religious Composition, Journel of Media and Religion, 6(1), 2007, sf. 63-76. 72 TCK md. 216 ile ilgili güncel bir olay olarak Karikatürist Bahadır Baruter’e açılan davayı gösterebiliriz. Baruter Penguen Dergisinde yayınlanan karikatüründe, cami sütununda okunan “Allah yok, din yalan” yazısı nedeniyle şikayet edilmiş ve karikatürist hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” suçunu işlediği gerekçesi ile kamu davası açılmıştır. Bkz. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Date=28.9.2011&ArticleID=1064690&CategoryID=77. (E.T.: 11.10.2011).
29
yollarının tüketilmemesi gerekçesiyle başvuruyu reddettiğini belirtmeliyiz.73
AİHM’nin konunun esasına girmemesi nedeniyle, doğrudan bu olayla ilgili kararı
mevcut olmamakla birlikte, “dine ve dini figürlere saygısızlık” hususuna nasıl
baktığını, mahkemenin bir başka kararındaki değerlendirmelerinden anlayabiliriz.
Nitekim AİHM, İ.A, Türkiye kararında konuya ilişkin belirlemelerde bulunmuştur.74
Karara konu olayda, bir romanda dini değerlere hakaret edildiği yönünde ulusal
mahkemede mahkumiyet kararı verilmiş ve konu AİHM’ne taşınmıştır. AİHM,
halkın büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede İslam’a yönelik
eleştirilerin beklenen sorumlulukları taşıması gerektiğine, bir devletin, başkalarının
inanç özgürlüğüne saygı bilinci ile ifade özgürlüğünü sınırlamakta takdir yetkisi
bulunduğuna, sosyal bir ihtiyaç vesilesiyle, büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini
değerlerin düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir sınırı olarak getirilmesinin mümkün
olduğuna vurgu yapmıştır. Bu kararı doğrultusunda, AİHM’nin, Hazreti
Muhammed’in karikatürü ile ilgili olayda, karikatürün yayınlanmasının düşünceyi
açıklama özgürlüğünden ve dolayısıyla basın özgürlüğünden yararlanamayacağı
görüşünde olabileceğini söyleyebiliriz.
Yaratma hakkı açısından karikatür konusuyla ilgili olarak ülkemize
baktığımızda; Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve başbakanı iplik yumağına
dolanmış bir kedi şeklinde gösteren karikatür akla gelmektedir. Kamuoyunda çok
tartışılan karikatür, Yargıtay’ın da önüne gelerek hukuki anlamda değerlendirilme
imkanı doğmuştur. Yargıtay’a göre; “Karikatür, gözleyeni düşünmeye ve güldürmeye
73 http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=7934. 74 İ.A. v. Turkey, 42571/98, 13.09.2005. Kararın İngilizce tam metni için bkz. Kararın Türkçe ve İngilizce tam metni için bkz. http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/aihmtkliste.asp?start=601. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=I.A.%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012).
30
yönelten, ince zeka ve yetkinlik ürünü, güncel olaylarla ilgili olarak abartılı vurgular
taşıyan az sözlü ya da çizgisel anlatım sanatıdır. Kişi ya da olayları bir mizah
inceliğiyle hicveder ve eleştirilerde bulunur. Siyasi karikatürler, siyasetçiler için
rahatsızlık yaratsa da, okuyucuların olayları daha net biçimde anlama ve
kavramalarında etkili olur. Toplumu yönetme, etkileme ve yönlendirme gücü bulunan
siyasetçilerin sahip oldukları bu güç oranında eleştiriye açık olma ve katlanma
zorunlulukları vardır. Bu nedenlerle baş kısmı başbakan olan davacıya benzetilmiş
bir kedinin yanında İHL yazılı bir ip yumağı ile oynadığı, oynadıkça iplerin karmaşık
biçimde vücut ve başa dolandırıldığı, baloncuk içinde (davacının konuşması olarak)
“gerilim yaratmayın … söz verdik bu işi çözeceğiz” sözcüklerinin yazıldığı görülen
dava konusu karikatür davacı başbakanın imam hatip liseleri sorununu ısrarla
sahiplenerek bir sorun yumağı durumuna getirmesini eleştiren nitelikte olduğundan
hukuka uygundur.”75
Ülkemizde yaratma hakkına ilişkin olarak bahsetmemiz gereken bir diğer
olay ise, Ergenekon Terör Örgütüyle ilgili olarak görülen bir kitabın kopyalarının
toplatılmasıdır. Ahmet Şık’a ait İmamın Ordusu adlı kitap, daha basılmadan ve
dağıtılmadan, suç unsuru bulunduğu gerekçesiyle toplatılmıştır. Anayasamızın 26’ncı
maddesindeki, “yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi ve
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması” şeklindeki sınırlama nedenleri
dikkate alındığında, Anayasaya aykırı olarak soruşturma içeriğinin basına
yansıması76 vesilesiyle; Ergenekon Terör Örgütünün talimatları ile hazırlanan bir
kitap olduğu gerekçesiyle el koyulmasına ve muhafazasına karar verildiğini
75 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 3708/4545, 18.04.2006. (Uyap sisteminden alınmıştır). 76 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1114243&title=ergenekon-gazeteciyi-boyle-yonlendirmis. (E.T.: 11.10.2011).
31
görmekteyiz. Basında büyük tartışmalara yol açan77, basılmamış ve dağıtılmamış bir
kitabın toplatılmasının basın özgürlüğüne büyük bir darbe vurduğu ortadadır.
Soruşturmanın tam içeriğini bilmemekle birlikte, elimizdeki bilgilerle durumun
özellikle Anayasaya ve hukukumuza uygunluğunu kısaca da olsa tartışmak kanımca
bu çalışmanın kapsamı dahilindedir.
Anayasamızın 28’inci maddesinin 4’üncü fıkrasında, bu hükümde yer alan
nedenlerle tedbir yolu ile dağıtımın durdurulabileceğinden bahsedilmiştir.
Olayımızda ise daha basılmamış ve dağıtım aşamasına geçmemiş, kitap taslağı
kabilinde taslak metinlere el koyulması söz konusudur. Anayasamıza bu hükmün
getiriliş amacı, basılmış eserin dağıtıldıktan sonra artık toplatılmasının bir anlamı
kalmamasıdır.78 Çalışmamızın ileriki bölümlerinde de ele alacağımız gibi burada
basın özgürlüğünün sınırlanması, demokratik hukuk sistemlerinde kabul gören genel
kuralın tersine79, “basım” ile değil “yayım” ile başlamaktadır. Hükmün gerekçesinde
de, bu gruba dahil suçlara, yayım gerçekleştikten sonra uygulanacak her türlü
tedbirin, yayımla ortaya çıkacak zarar ve tehlikenin önlemesinin mümkün
olamayacağı belirtilmiştir. Bu anlamda Anayasamıza göre, basın özgürlüğü açısından
sınırlama getirilebilmesi için bir eserin en azından basılması ve yayıma hazır halde
olması gerekmektedir. Basılmamış bir esere ilişkin getirilecek sınırlama ise basın
77 Olay ile ilgili olarak ,Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Üyesi Marietje Schaake “Bu gibi eylemlerin medya üzerinde etki ve korku iklimi yaratmasından endişeleniyoruz.”, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay; “Yayınlanmamış bir kitabın taslak kopyalarını yok etme çabasını kaygıyla karşılıyorum.”, Tusiad Başkanı Ümit Boyner ise; “Kitap taslağına el koyma gibi tarihimizde eşi görülmemiş olayın şaşkınlığını yaşıyoruz.” ifadelerini kullanmışlardır. (26.03.2011 tarihli Radikal Gazetesi). 78 Anayasamızda belirtilen dağıtımın tedbir yoluyla durdurulması yönündeki adı geçen düzenlemeyi, 1982 Anayasasında Basın Özgürlüğü başlığı altında ayrıca tartışacağımız için, burada yalnızca hükmün anlamını ve getiriliş amacını belirtmekle yetineceğiz. 79 Nitekim 5187 sayılı Basın Kanunu da 11’inci maddesiyle basılmış eserler yoluyla işlenen suçların yayım anında oluşacağını hükme bağlamıştır.
32
özgürlüğüne değil düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yönelik bir sınırlama
olarak karşımıza çıkacaktır.
Genel kabul gören bu görüş, kanımca günümüz teknoloji dünyası ve
Anayasamızın 28/4 hükmü karşısında yetersiz kalmaktadır. Her ne kadar bir eserin
basılması ve yayımlanmasının farklı zaman dilimleri olduğu kabul edilse de,
internetin ve bilgi paylaşımının bu kadar yaygınlaştığı günümüzde, böyle bir kabulün
kağıt üzerinde kalacağı aşikardır. Bu anlamda, bir eserin dağıtımının
durdurulabilmesi için, bu esere dağıtımdan önce makul bir sürede müdahale edilmesi
gerekecektir. Bu nedenle somut olayımızda ilgili kitap kopyalarının gazetede,
yayınevinde ve çeşitli gazetecilerde yer alması, kanımca tedbir amaçlı olarak
toplatılması için makul bir zaman koşulunun oluştuğunun göstergesidir ve
dolayısıyla “el koyma ve muhafaza” kararının Anayasaya aykırı bir yönü yoktur.
Nitekim eserin çeşitli merkezlere kopyalarının gönderilmesi nedeniyle, esere ilişkin
toplatılma kararının, eser basılmadan uygulanmasına rağmen amacına ulaştığı
söylenemez. Zira kitabın dijital kopyalarına internet üzerinden rahatça
ulaşılabilmektedir.80 Ayrıca Anayasamızın 28/4 hükmünün ilk cümlesinde, belirtilen
niteliklere sahip olan her türlü haber ve yazıyı yazanların, başkasına verenlerin ve
basanların sorumluluğundan söz edilmektedir. Hükmün lafzından, dağıtımın
durdurulması için eserin basılmasının şart olduğuna ilişkin açık bir anlam da
çıkarılamamaktadır. Bu hüküm (Any. md. 28/4, 1.c.) ışığında da, devam eden
cümlede yer alan dağıtımın önlenmesine ilişkin düzenlemenin, yalnızca basılmış
eserler yönünden uygulanabileceğini söylemek, özgürlükler lehine olsa da çok
80 http://www.imaminordusu.com/imaminordusu.pdf. Burada belirtmeliyiz ki, adı geçen esere ilişkin uygulanan ve tartışmalara neden olan, eserin kopyalarının toplatılmasına ilişkin karar amacına ulaşamadığı gibi, esere ilişkin hiç ulaşamayacağı düzeyde reklam yapmış ve merak uyandırmıştır.
33
zorlama bir yorum olacaktır. Tersine hükmün gerekçesi, bu hükmün getiriliş
amacının, her ne şekilde olursa olsun eserin dağıtımını engellemek olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır.81 Ceza Muhakemesi Kanununun el koyma ve muhafaza altına
almaya ilişkin hükümleri de, özellikle hakim kararıyla geniş bir el koyma alanı
belirlemiştir.82 Ancak belirtmeliyiz ki, adı geçen karar ne kadar hukukumuza uygun
görülse de, daha basılmamış bir eserin kopyalarına elkonulması ve muhafaza altına
alınmasının, günümüz demokratik dünyasında, yaratma hakkı başta olmak üzere,
basın ve ifade özgürlüğü açısından rahatsız edici olduğu ortadadır. Bu anlamda
hakimlerimize ciddi bir görev düşmektedir. Uygulayıcılar, önlerine gelen
uyuşmazlıkta, Anayasanın bu hükmünü özgürlükler lehine yorumlayarak, buna aykırı
olabilecek bir kanuni düzenlemeyi, Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa
Mahkemesi önüne taşıyabilir ve Yüce Mahkemenin bu hükmün yorumuna ilişkin bir
içtihat oluşturmasını sağlayabilirler. Nitekim basılmamış bir eserin toplatılması, iç
hukuk yolları tüketilip de AİHM önüne taşındığında, AİHM’nin basın ve ifade
özgürlüğüne ilişkin kararları ve ilkeleri dikkate alındığında, ülkemizin yüklü bir
tazminata mahkum olması kuvvetle muhtemeldir. Zira AİHM yayımlanmış eserlere
ilişkin sınırlandırmalarda dahi yalnızca iç hukuktaki yasal düzenlemeleri yeterli
bulmamakta ve fakat bu sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olmasını ve
sınırlamanın, ulaşılması hedeflenen amaçla orantılı olmasını aramakta ve yasal
düzenlemeler ve yargı kararlarıyla sınırlamaların genişletilmesini ve kötüye
81 Hükmün gerekçesi için bkz. YAZICI, Reşat, Anayasalarımızda Basın Hukuku, Gazeteciler Cemiyeti, Ankara, 1986, sf. 129. 82 Mevzuatımızda elkoyma ve muhafaza altına alma kurumlarına ilişkin düzenlemeler için bkz. YILDIZ, Ferhat, Ceza Değil Koruma Tedbiri: Gözaltı – Arama – Elkoyma, Ceza Hukuku Dergisi, Sayı 13, Seçkin Yayınları, Ağustos 2010, sf. 197 vd.
34
kullanılmasını yasaklamaktadır.83 Bu anlamda AİHM’nin, basılmamış bir eserin
toplatılmasına izin veren bir düzenlemeyi ve kararı AİHS’ne uygun bulması
beklemek de yanlış olacaktır.
4. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI
4.1. Genel Olarak
Günümüz dünyasında bütün demokratik devletlerin anayasalarında ve tüm
uluslararası belgelerde yer alan haklar kural olarak belirlenip, ardından bu hakların
istisnaları düzenlenmiştir. Zira, bir hakkın hiçbir sınırlama olmadan kullanılması
düşünülemez. Devletin ve toplumun var olabilmesini ve sürekliliğini sağlamak için
hürriyetleri sınırlamak kaçınılmaz bir zorunluluk teşkil eder.84 Bu anlamda birçok
devletin anayasalarında, yasalarında ve uluslararası belgelerde yer alan “basının
özgür olma hakkı”nın da bir sınırı vardır.
Basın özgürlüğünün sınırlanması hususunda öncelikle Anayasamıza
baktığımızda, bu konuda Anayasamızın 28/3 hükmü önem arzetmektedir. Bu hükme
göre; basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27’nci madde
hükümleri uygulanacaktır. Bu anlamda olmak üzere Anayasamızın 26/2 hükmüne
göre; “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
83 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. YOKUŞ, Sevtap, AİHS’nde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2002, sf. 117 vd. 84 KAPANİ, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınları, Yedinci Baskı, Ankara, 1993.
35
korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi
amaçlarıyla sınırlanabilir.” Yine Anayasamızın 27/2 hükmü gereği olarak; “bilim ve
sanat hürriyeti içerisinde yer alan yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü
maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”
AİHS’nin 10/2 hükmü gereği olarak ise; “… bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayişsizliğin veya suç
işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının ün ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı
formalitelere, şartlara, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Gerek Anayasamız ve gerekse AİHS dikkate alındığında basın özgürlüğünün
sınırlarını genel olarak beş başlıkta toplayabiliriz. Bunlar şeref ve haysiyetin
korunması, özel hayatın korunması, devletin ve toplumun korunması, ahlakın
korunması, yargıyı etkileme, şiddet ve nefret söylemleri şeklinde sıralanabilir. Basın
özgürlüğüne ilişkin bu sınırlamalar, uluslararası belgeler ve mevzuatımızda özel bir
yer bulmuşlardır. Ayrıca bu sınırlamalar öylesine önemlidir ki, çalışmamız boyunca
ve özellikle bu başlık altında ele alacağımız uluslararası ve ulusal birçok yüksek
mahkemenin içtihatlarına özellikle konu olmuşlardır.
4.2. Şeref ve Haysiyetin Korunması
Basın yoluyla kişilik hakları özellikle manevi yönden ihlal edilmektedir. Bu
anlamda kişilik haklarının manevi boyutunu oluşturan kişilerin şeref ve haysiyetleri
basın özgürlüğünün sınırını oluşturmaktadır. Şeref ve haysiyet, bir kimseye toplum
36
tarafından verilen manevi değerlerin toplamıdır.85 Basın yoluyla şeref ve haysiyetin
ihlali ise cezai ve hukuki birtakım müeyyidelerle korunmaktadır ve bu noktada basın
özgürlüğünün çok önemli bir sınırını oluşturmaktadır. Biz bu başlık altında basın
yoluyla şeref ve haysiyetin ihlali konusunu cezai ve hukuki sorumluluk başlıkları
altında ele alacağız.
4.2.1. Basın Yoluyla Şeref ve Haysiyetin İhlali ve Cezai Sorumluluk
Ceza hukuku bakımından şeref ve haysiyetin ihlali denildiğinde karşımızda
özellikle hakaret suçu çıkmaktadır. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda hakaret ve
sövme suçu olmak üzere ikili bir ayrım yapılmakta idi. Yeni Türk Ceza Kanununda
ise bu ayrımdan vazgeçilmiş ve bu tür suçlar hakaret suçu başlığı altında
toplanmıştır. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 125’inci maddesi gereği
olarak; Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir
fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve
saygınlığına saldıran kişi, … cezalandırılır. Bu hüküm ışığında hakaret suçunun
unsurlarını, bir kişiye somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek
oluşturmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilk halinde, hakaret suçunun basın yayın
yoluyla işlenmesi açıkça ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmişti. İlk düzenlemede
suçun basın yayın yoluyla işlenmesi, alenen işlenmesinden daha ağır nitelik
taşımakta idi. Bu düzenleme çeşitli eleştirilere maruz kalarak 5377 sayılı yasayla
kanundan çıkarıldı. Hali hazırda basın yayın yoluyla hakaret suçunun işlenmesi
halinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 125/4 hükmü uygulanacaktır. Bu hükme
85 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e., sf. 83.
37
göre; hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda bir oranında artırılır. Sonuç
olarak basın yayın yoluyla hakaret suçunun işlenmesi, hakaret suçunun alenen
işlenmesi olarak kabul edilecek ve ceza kanunda belirtildiği kadar artırılabilecektir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu basın yayın yoluyla deyiminden ne anlaşılmak
gerektiğini de 6/1-g hükmünde düzenlemiştir. Buna göre; Basın ve yayın yolu ile
deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracıyla
yapılan yayınlar anlaşılacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi biz basın deyimini,
yazılı kitle iletişim araçları olarak kullanacağımız için, bu suç açısından da yazılı
kitle iletişim araçlarıyla işlenen hakaret suçlarına değineceğiz.
Bu düzenleme özellikle kamu görevlilerine hakaret konusunda birtakım
eleştirilere maruz kalmıştır. Nitekim Çetin’e86 göre; 5377 sayılı Kanunla yapılan
değişiklik de ihtiyaca cevap verecek nitelikte değildir. Çünkü değişiklikten önce
hakaret suçunun basın yayın yoluyla işlenmesi halinde ceza üçte bir oranında
artırılırken, değişiklikten sonra altıda bir oranına kadar artırılabilecektir. Türk Ceza
Kanununun 125’inci maddesine göre ise kamu görevlisine hakaretin ceza alt sınırı bir
yıl olarak görülmektedir. Bu nedenle basın yayın yoluyla bir kamu görevlisine
yapılan hakaret için verilecek ceza 1 yıldan fazla olacağı için paraya
çevrilemeyecektir ve basın özgürlüğünü korumak amacıyla yapılan değişiklik
anlamsız kalacaktır. Nitekim eski kanun döneminde kamu görevlisine hakaret
suçunda cezalar, kamu görevlisinin konumuna göre kademelendirilmiş ve somut
olaya göre değerlendirme yapılabilme olanağı sağlanmıştı.
86 ÇETİN, Erol, Son Değişikliklerle Basın Hukuku, Seçkin Yayınları, 4. Baskı, 2008, sf. 468.
38
Basın yoluyla hakaret suçunun oluşması, klasik hakaret suçunun
oluşumundan farklıdır. Burada basın özgürlüğü ile kişilerin şeref ve haysiyetinin
ihlal edilmemesi hakları çatışmaktadır. Bu çatışma çoğu zaman, hangi hakka ağırlık
verileceğine ilişkin tartışmalar yaratmaktadır. Bu nedenle ABD Yüksek Mahkemesi,
AİHM ve Yargıtay’ımız da bu konuda hassas davranmakta ve iki temel hak arasında
denge kurmaya çalışmaktadır. Nitekim ABD Yüksek Mahkemesi Cantrell v. Forest
City Publishing Co. Davasında, basında kişinin yanlış tanıtılması ya da yanlış
değerlendirilmesi hakaret olarak nitelendirilemeyeceğini hükme bağlamıştır.87 Aynı
şekilde AİHM de, Lingens v. Austria davasında, basın yoluyla hakaret suçunun
işlenmesinde, basın özgürlüğü ile hakaret suçu arasında hassas dengeye özen
göstermiştir. Yüksek Mahkeme, basında yer alan “fırsatçı”, “ahlaksız”, “vakarsız”
gibi hakaretamiz sözleri, bir siyasi kişiliği eleştiren yazarın cezai yaptırıma maruz
kalmasının onu gelecekte bu tür eleştiriler yapmaktan alıkoyacak bir tür sansür
niteliği taşıyacağı ve basının kamunun bekçi köpeği rolünü zedeleyeceği
gerekçesiyle, hakaret olarak kabul etmemiş ve ulusal mahkemenin sözleşmenin
10’uncu maddesini ihlal ettiğini vurgulamıştır.88 ABD Yüksek Mahkemesi yine bir
başka davada89 kamu görevlisi olan davacıların mesleki davranışlarını konu alan
karalayıcı materyallere karşı açtığı hakaret davalarında, karşı tarafın “kötü niyet”le
hareket ettiğini ispatlaması gerektiğine karar vermiştir.90
87 SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 47. 88 Lingens v. Austria, 08.07.1986, A 103, 9815/82. Kararın Türkçe metni için bkz. DOĞRU, Osman, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayınları, 2004, Cilt 2, sf. 55 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=LINGENS%20|%20AUSTRIA&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012). 89 New York Times v. Sullivan 376 U.S. 254, 09.03.1964. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=376&page=254. (E.T.: 10.03.2012). 90 SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf.48 vd.
39
AİHM; politikacıları eleştirmenin sınırlarının geniş olduğunu birçok
kararında belirtmiş ancak bir kararında da devletler tarafından temelden yoksun veya
kötü niyetle oluşturulmuş iftira niteliğindeki suçlamalara, aşırıya kaçmadan ve gereği
gibi tepki göstermeyi amaçlayan cezai nitelikte önlemler de alınabileceğini
vurgulamıştır.91
Yargıtay da bir kararında92, toplumu yönetme, etkileme ve yönlendirme gücü
bulunan siyasetçilerin, sahip oldukları bu güç oranında eleştiriye açık olma ve
katlanma zorunlulukları olduğunu, başbakanı bir kediye benzetmiş olan dava konusu
karikatürün, davacı başbakanın imam hatip liseleri sorununa ısrarla sahiplenerek bir
sorun yumağı durumuna getirmesini eleştirir nitelikte olduğunu ve bu nedenle
hukuka uygun olduğunu belirtmiştir.
4.2.2. Basın Yoluyla Şeref ve Haysiyetin İhlali ve Hukuki Sorumluluk93
Kişilik hakları genel olarak ya sözleşmeye aykırı bir davranıştan dolayı veya
haksız fiil nedeniyle ihlal edilebilir.94 Basın yoluyla kişilik haklarının ihlali de genel
olarak bir sözleşmeye veya haksız fiile dayanabilir. Haksız fiil nedeniyle kişilik
haklarının ihlalinde, çoğu zaman hakaret suçu da gündeme gelebilir ve cezai
91 Casstells v. Spain, 23.04.1992, A 236, 11798/85. Kararın Türkçe metni için bkz. a.g.e. sf. 135 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=CASTELLS%20|%20SPAIN&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 10.03.2012). 92 Yargıtay 4.H.D. 3708/4545, 18.04.2006. (Uyap sisteminden alınmıştır). 93 Şeref ve haysiyetin basın yoluyla ihlali sonucunda doğan hukuki sorumluluk konusu çalışmamızın kapsamı dışındadır. Ayrıca bu konuda hangi hallerde ihlalin oluştuğunu belirlemek somut olaya göre değişkenlik gösteren bir durumdur ve hukuka uygunluk nedenleri başlığı altında yeri geldikçe, yargı kararlarından da örnekler verilmek suretiyle ele alınmaya çalışılacaktır. Sonuç olarak bu başlık altında yalnızca şeref ve haysiyetin ihlaline ve hukuki sorumluluğa ilişkin olarak uygulama alanı bulabilecek Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu ve Basın Kanununun ilgili hükümleri belirtilmekle yetinilecektir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 488 vd., KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 83 vd. 94 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 47.
40
sorumluluğa neden olabilir. Basın yoluyla kişilik haklarının ihlali durumunda cezai
sorumluluk yanında veya yalnızca özel hukuk bakımından da hukuki sorumluluk
doğabilecektir. Biz bu başlık altında bir kişilik hakkı olan şeref ve haysiyetin basın
yoluyla ihlali konusunu ele almaya çalışacağız.95
Basın yoluyla şeref ve haysiyetin ihlalinden söz edilebilmesi için, şeref ve
haysiyete basılmış eserler yoluyla saldırılmış olması gerekir. Türk hukukuna bu
açıdan baktığımızda genel olarak kişilik haklarına saldırı halinde Türk Medeni
Kanununun 24 vd. maddeleri uygulama alanı bulacaktır. TMK’nın 24’üncü
maddesine göre; “Hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kimse, hakimden,
saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.” Aynı Kanunun 25’inci
maddesine göre ise; “Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte
olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının
hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya
kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.”
Borçlar Kanununun konumuza ilişkin 49’uncu maddesine göre ise; “Şahsiyet
hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara
karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.” 6098
sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu da 58’inci maddesiyle aynı hükmü tekrar etmiştir.
Medeni Kanunun 24. maddesi kişiliğin her türlü saldırılara karşı
korunmasında uygulanabilen genel ve hakime çok geniş bir takdir yetkisi tanıyan bir
hükümdür. Bu anlamda TMK. md. 24 ile getirilen hüküm, o kadar geneldir ki,
teknikteki ve yaşam ilişkilerindeki bütün değişikliklere ayak uydurabildiği gibi henüz 95 Sözleşmeye aykırılık nedeniyle basın yoluyla kişilik haklarının ihlali, basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmayacağı için ele alınmayacaktır. Konumuz genel olarak haksız fiil nedeniyle basın yoluyla kişilik haklarının ihlalini oluşturmaktadır.
41
bilinmeyen gelecekte doğabilecek saldırılara karşı da kişiliği korumaya elverişlidir.96
Borçlar Kanununun 49’uncu maddesi ise, TMK. md. 24’ün özel bir uygulaması
olarak nitelendirilebilir.
Basın Kanununun 13’üncü maddesinde ise basılmış eserler yoluyla işlenen
fiillerden doğan hukuki sorumluluk düzenlenmektedir.97 Ayrıca basın yoluyla kişilik
haklarının ihlalinde hukuki sorumlulukta, haksız bir kazanç elde edildiği takdirde
sebepsiz zenginleşme hükümleri ve şartları oluşması halinde vekaletsiz iş görmeye
ilişkin hükümler uygulama alanı bulabilecektir.
4.3. Özel Hayatın Korunması
Özel hayat da, şeref ve haysiyet gibi kişilik haklarının bir türüdür ve basın
özgürlüğü açısından özel bir önem arzetmektedir. Bu anlamda belirtmeliyiz ki özel
hayatın özel hukuk bakımından korunması açısından Medeni Kanununun ve Borçlar
Kanununun yukarıda açıkladığımız hükümleri uygulanacaktır. Ceza hukuku
bakımından ise bu konuda karşımıza 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 134’üncü
maddesinde yer alan özel hayatın gizliliğini ihlal suçu karşımıza çıkmaktadır. Buna
göre kişilerin özel hayatını ihlal eden kimse cezalandırılacaktır ve bu fiilin basın ve
yayın yoluyla işlenmesi cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir.
Genel olarak kişinin özel yaşam alanını ortak yaşam alanı, dar anlamda özel
yaşam alanı ve sır alanı olarak üçe ayırabiliriz.98
96 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 77. 97 Basın Kanununun hukuki sorumluluğu düzenleyen hükümleri, basın özgürlüğünün Basın Kanunundan kaynaklanan bir sınırı olarak ilerleyen bölümlerde ele alınacaktır. 98 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 114 vd.
42
Ortak yaşam alanı genel olarak kişinin kamuya açık yerlerde yaşadığı ve
herkes tarafından izlenebilen olayları kapsamaktadır. Bu alanın gizliliği söz konusu
olmadığından, bu alanın ihlali halinde de herhangi bir sorumluluk doğmayacaktır.
Dar anlamda özel yaşam alanı ise, kamuya açık olmasa da kişinin yakınlarıyla
paylaştığı alanı ifade etmektedir. Burada kişinin yakınları ifadesi her somut duruma
göre değişebilir. Ancak burada önemli olan, bir yaşam olayının belirsiz sayıdaki
kişilerle değil, belirli sayıdaki kişilerle birlikte yaşanmasıdır.99 Bu alanın gizliliği ve
ihlali somut duruma göre değişiklik arzetmektedir. Örneğin, bu alanın paylaşıldığı
yakınların bilgisi özel yaşamı ihlal etmezken, 3. kişilerin bu alana müdahalesi ihlal
olarak nitelendirilebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, burada ihlale maruz kalan
kişinin kimliği de önem arzetmektedir. Kamuoyu tarafından tanınan kişilerin dar
anlamda özel hayatlarına müdahale bir ihlal oluşturmazken, kamuoyuna mal
olmamış normal vatandaşlarda ihlal oluşturabilmektedir. Nitekim Yargıtay’ın da
diğer bir kararında vurguladığı gibi “Kamuya mal olmamış kişilerin özel yaşamı
toplumsal ilgi dışında kalır. Bu tür bir haberin verilmesinde kamu yararı
bulunmadığından yazı hukuka aykırıdır.”100 Yargıtay kamuya mal olmamış kişilerin
özel hayatlarının açıklanmasını hukuka aykırı görürken, kamuya mal olmuş kişilere
ilişkin açıklamaları kişilik haklarına saldırı olarak nitelendirmemiştir. Nitekim
Yargıtay’ın daha yeni tarihli bir kararına göre; “Kural olarak, politika, spor ve
sanatla uğraşan insanların ortak alanına giren olayların basında yer alması veya
haber yapılması özel hayatın açıklanması olarak nitelendirilemez ve bu tür yayınlar
kişilik haklarına saldırı oluşturmaz.”101 Burada belirtmeliyiz ki kamuya mal olmuş
99 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 116. 100 Yargıtay 4. HD, E. 2077, K. 3267, K.T. 28.04.1987. (Uyap sisteminden alınmıştır). 101 Yargıtay 4. HD, E. 4104, K. 2815, K.T. 16.03.2006. (Uyap sisteminden alınmıştır).
43
her insanın her türlü özel hayatının gözler önüne serilmesi hukuka uygun kabul
edilmeyecektir. Burada da aşağıda ele alacağımız hukuka uygunluk nedenlerinden
birisinin bulunması gerekir ki özel hayata müdahale makul kabul edilebilsin. Nitekim
AİHM de birçok kararında, kamuoyuna mal olmuş kişilerin özel hayatının
yayınlanmasının her zaman hukuka uygun kabul edilemeyeceğini, kişinin kamuoyu
tarafından çok tanınan bir kişi olmasının tek başına onun özel hayatında genel olarak
nasıl davrandığının ya da nerelerde görüldüğünün kamuoyuna sunulmasını
meşrulaştırmayacağını, ayrıca kamu yararının aranması gerektiğini belirterek, ilgili
yayının özel hayatı ihlal ettiği sonucuna varmıştır.102 Avrupa Konseyi Parlamenterler
Danışma Meclisi de 1998 tarihli bir kararında, kamusal figürler hakkında kişilerin
her şeyi bilmeye hakkı olduğu vesilesiyle basının insanların mahremiyetine
müdahale ettiğini vurgulamaktadır.103 Meclis bu anlamda üye devletlere belli ilkelere
göre düzenlemeler yapmalarını tavsiye etmiştir. Bu ilkeler özel yaşama müdahale
edilmeme ve basın özgürlüğünün dengelenmesi açısından önemli olduğundan burada
aynen veriyoruz.
• Mahremiyet ihlali sonucunda dava açma hakkı güvenceye alınmalıdır.
• Basın, hakaret için olduğu kadar mahremiyete saldırılardan da
sorumlu tutulmalıdır.
102 AİHM’nin bu yönde örnek kararları: Craxi (no:2) v. Italy, 25337/94, 17.07.2003; Von Hannover v. Germany, 59320/00, 24.06.2004. Kararların sırasıyla İngilizce tam metinleri için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=CRAXI%20|%20ITALY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=VON%20|%20GERMANY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 103 Özel Yaşam, Medya ve Ceza Hukuku, Karşlılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku, Seçkin Yayınları, Ankara 2007, sf. 137 vd.
44
• Basın, yanlış olduğu kanıtlanan haberlerin yayınının ardından
düzeltilmesinde aynı şekilde yayımlanması zorunluluğuna tabi olmalıdır.
• Sistematik olarak insanların mahremiyetlerine saldıran yayın grupları
için ekonomik cezalar öngörülmelidir.
• Basın, kendi yayıncılık rehber kurallarını üretmesi ve bireylerin
mahremiyetlerine saldırıldığı şikayetlerini taşıyabileceği ve bir düzeltme
yayımlanmasını talep edebileceği bir kurum kurması için teşvik edilmelidir.
Kişinin özel yaşam alanını oluşturan 3’üncü alan ise sır alanı olarak
isimlendirilmektedir. Sır alanı, kişinin kendisi veya çok güvendiği kişiler dışında
kimsenin bilmesini istemediği şeyleri içeren yaşam alanı olarak tanımlanabilir. Bu
alana müdahale, haklı bir sebep bulunmadığı müddetçe hukuka aykırı kabul
edilecektir. Burada belirtmek gerekir ki sır alanına müdahale, dar anlamda özel
yaşam alanına müdahaleden farklılık arzetmektedir. Özellikle kamuya mal olmuş
kişilerin sır alanlarına müdahale haklı bir sebep olmadığı müddetçe hukuka aykırı
olduğu kabul edilmektedir. Nitekim AİHM de bir kararında; yargı kararıyla
telefonları dinlenen bir politikacının telefon görüşmelerinin basın tarafından
açıklanmasını, devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle özel hayata
müdahale olarak kabul etmiştir. Mahkeme bu kararında, kamuoyunun devamlı olarak
dikkatini çeken politikacının eşi, avukatı ve arkadaşlarıyla yaptığı çok özel
konuşmalarının (yani sır alanı) basın yoluyla yayımlanmasını, devletin özel hayatın
korunması konusunda üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmemesi
45
olarak değerlendirmiştir.104 Ancak yukarıda açıkladığımız üzere dar anlamda özel
yaşama müdahalede, kamuya mal olmuş kişilerin bu yaşam alanlarının bilinmesinde
kural olarak kamu yararı olduğu kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay da,
kamuoyunda çok tartışmalara neden olan bir olayla ilgili kararında; davacının,
milletvekili seçilmiş ve taktığı türban nedeniyle tartışmalara konu olmuş ve herkesçe
bilinen ve tanınan bir politikacı olduğunu, tanınmış kişilerin davranışlarını, yaşayış
tarzlarını halkın bilmesinde yarar bulunduğunu, toplumun bu sayede siyasi kişiliği
bulunanları tanıyacaklarını ve ileride ona göre davranacaklarını belirtmiştir.105
4.4. Devletin ve Toplumun Korunması
Basın özgürlüğünün genel anlamda sınırlandırılma nedenlerinden birisi de
devletin ve toplumun korunmasıdır. Basın özgürlüğünden yararlanarak yayımlanan
haber veya düşünce, devlete veya topluma hukuka aykırı olarak zarar veriyorsa,
basın özgürlüğünün sınırlanması gerekecektir. Nitekim basın özgürlüğünün
karşısında devletin ve toplumun korunması çoğu ülkede, özelikle ceza
kanunlarındaki düzenlemelerle sağlanmaktadır. Bizim Ceza Kanunumuzda da basın
özgürlüğünün sınırı olarak öngörebileceğimiz ve daha sonra ayrı bir başlık altında ele
alacağımız birçok suç bulunmaktadır. Bu tür düzenlemelerin birçoğu genel anlamda
basın özgürlüğü karşısında devletin ve toplumun korunması işlevini üstlenmektedir.
Basın özgürlüğünün, devletin ve toplumun korunması şeklinde ortaya çıkan
sınırı, diğer sınırlandırmaların aksine genel ve torba bir sınırlandırma nedeni olarak
nitelendirilebilir. Basın yoluyla meydana gelen bir ihlal durumu başka bir nedenle 104 AİHM’nin Craxi v. Italy, 25337/94, 17.07.2003. Kararın İngilizce metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=CRAXI%20|%20ITALY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 105 Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E. 413, K.409, 15.05.2002 tarihli kararı. (Uyap sisteminden alınmıştır).
46
sınırlandırılamıyorsa ve sınırlandırılması da gerekiyorsa, devletin ve toplumun
korunması bir sınırlandırma nedeni olarak devreye girecektir.
Devletin ve toplumun korunması ulusal ve uluslararası düzenlemelerde çeşitli
ve muğlak ifadelerle kendini göstermektedir. Örneğin Anayasamızda, basın
özgürlüğünün sınırlandırılmasında uygulanacak olan 26’ncı maddede yer alan “kamu
güvenliği, kamu düzeni, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” gibi
kavramlar devletin ve toplumun korunması amacıyla basın özgürlüğünün sınırı
olarak öngörülmüştür. Nitekim AİHS’nin, genel anlamda düşünceyi açıklama
özgürlüğünün, özel anlamda da basın özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili 10/2
hükmünde yer alan “ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliğinin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenler de bu kategori içerisinde yer
almaktadır. AİHS’ndeki bu ifadeler basın özgürlüğünün sınırlandırılması açısından
muğlak ve özgürlüğü daraltıcı ifadelerdir. Ancak mahkeme verdiği kararlarda
özgürlüğün kural olduğunu vurgulamakta ve bu tür sınırlamalara ilişkin daraltıcı
yorum yoluna gitmektedir Nitekim mahkemenin ülkemizin aleyhine verdiği bir
kararda; “idam edilen bir kişi için düzenlenen anma törenine katılamayan bir
gazetecinin devletin ülkesi ve bölünmez bütünlüğü aleyhine bölücü propaganda
yapmak suçundan dolayı mahkum edilmesini Avrupa İnsan hakları Mahkemesi,
sayısı sınırlı bir katılımcı grubuna okunmuş bir mesajın ulusal güvenlik, kamu
nizamı, kamu emniyeti ve toprak bütünlüğü için oluşturduğu potansiyel tehlikenin
oldukça sınırlı olması nedeniyle Sözleşmenin ihlali olarak görmüştür.”106
106 Gerger v. Turkey, 24919/94, 08.07.1999. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=GERGER%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012).
47
AİHM birçok kararında, ifadelerin rahatsız edici, şok edici ve abartılı
olabileceğini107, saldırgan ifadeler kullanılabileceğini108 ve fikirlerin düşmanca bir
üslupla ele alınabileceğini109 belirtmiştir ve bunların hukuka aykırı olmayacağını,
basın özgürlüğüne ilişkin, devletin ve toplumun korunması anlamında bir
sınırlandırma nedeni oluşturmayacağını vurgulamıştır. Mahkemeye göre, devletin ve
toplumun korunmasına yönelik bir sınırlandırmanın mümkün olabilmesi için, beyan
ya da yayının şiddeti, silahlı ayaklanmayı ve isyanı teşvik etmesi gerekmektedir.110
Basında yer alan ve bu unsurları içeren bir yayın, devletin ve toplumun korunması
anlamında basın özgürlüğünün sınırını oluşturmaktadır ve böyle bir sınırlama hukuka
uygun kabul edilmektedir. Nitekim Anayasamız 28’inci maddesinde de AİHM’nin
kabul ettiği yayının şiddeti, silahlı ayaklanmayı ve isyanı teşvik etmesi haline yer
vermiş ve bu yöndeki her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı
amaçla, basanlar, başkasına verenlerin, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca
sorumlu olacağını düzenlemiştir.
Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası döneminde, Sıkıyönetim Kanununun 3.
maddesi ile hakim dışında askeri mercilere basın ile ilgili geniş yetkiler tanındığı
gerekçesiyle yapılan iptal başvurusu üzerine verdiği bir kararında; “Anayasanın
değişik 22 nci maddesinin ikinci fıkrası Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü,
107 Thoma v. Luxembourg, 38432/97, 29.03.2001. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=THOMA%20|%20LUXEMBOURG&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012). 108 Sener v. Turkey, 26680/95, 18.07.2000. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=SENER%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012). 109 Polat v. Turkey, 23500/94, 08.07.1999. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=POLAT%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012). 110 Sürek v. Turkey. 26682/95, 08.07.1999. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=SUREK%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en.
48
kamu düzenini, millî güvenliği ve mîllî güvenliğin gerektirdiği gizliliği korumak için
basın ve haber alma hürriyetinin kanunla sınırlanmasına cevaz vermektedir.
Yukarıda da değinildiği üzere Sıkıyönetim ilânı için Anayasa'nın değişik 124 üncü
maddesinde gösterilen nedenlerin "Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, kamu
düzeninin ve millî güvenliğin korunması" deyimi içinde özetlenebileceğinde ve "millî
güvenliğin gerektirdiği gizliliğin korunması”na da en çok Sıkıyönetimin ilânını
zorunlu kılan ortalamalar gereksinme duyulacağında kuşku yoktur. Demek ki 1402
sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile basın hürriyetini sınırlayıcı hükümler getirilmesi
aslında Anayasa'nın değişik 22 nci maddesinin ikinci fıkrasına uygun bir tutumdur.
Basın hürriyetini sınırlamanın çeşitli yolları ve aşamaları vardır. Sansür de sadece
bu yol ve aşamalardan bir tanesidir. Belirli durumlarda basın hürriyetinin
sınırlanmasına cevaz veren Anayasa hükmü o sınırlamalar içinde sansürün de yer
alabileceğini öngörmüş demektedir. Şu duruma göre 1402 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinin (c) fıkrasında yer alan ve yukarıda bb bendinde açıklanan "gazete, dergi,
kitap ve diğer yayımların basın ve yayımını kayıtlamak veya bunlar üzerine sansür
koymak veya Sıkıyönetim bölgesine sokulmasını yasaklamak" yetkisinin Anayasa'ya
aykırı yönü yoktur.” diyerek, devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü,
milli güvenlik gibi devlet ve toplumun korunmasına ilişkin sınırlandırma nedenleri
ile basın özgürlüğünün sınırlandırılmasının Anayasaya uygun olduğu kanaatine
varmıştır.111
ABD Yüksek Mahkemesi de, düşünce ve basın özgürlüğünün
sınırlandırılmasında, devletin ve toplumun korunmasına ilişkin olarak öngörülen
111 Anayasa Mahkemesinin E. 1971/31, K. 1972/5, 15-16 Şubat 1972 tarihli kararı. (R.G. 14.10.1972/14336). Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=366&content=.
49
genel sınırlandırma nedenlerinin, basın özgürlüğünün karşısında keyfi bir engel
oluşturmasını engellemek amacıyla “açık ve mevcut tehlike” ölçütünü benimsemiştir.
Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler, toplum açısından açık ve
yakın bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilir.112 Nitekim Yüksek Mahkeme
Schenk v. United States davasında113 ilk defa bu ölçütü kullanmıştır. Bu davada,
1’inci Dünya Savaşında ABD’de asker alımına zarar vermek amacıyla bir takım
broşürlerin dağıtılması söz konusudur. Davalılar, ABD Anayasasının 1’inci ek
maddesine dayanarak, Kongrenin ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı
düzenlemeler yapmasının mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir ve fakat Yüksek
Mahkeme bu iddialarını haklı bulmamış, “açık ve mevcut tehlike” ölçütünü ortaya
atarak, kullanılan sözlerin açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu için, düşünceyi
açıklama özgürlüğünün sınırlanmasının hukuka uygun olduğunu kabul etmiştir.
4.5. Yargıyı Etkileme
Anayasamızın, basın özgürlüğünün sınırlanmasında uygulanacak 26/2
hükmünde; “yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi” basın
özgürlüğünün bir sınırı olarak karşımıza çıkmaktadır. AİHS’nin 10/2 hükmüne göre
de; ifade özgürlüğü ve dolayısıyla basın özgürlüğü, yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması için sınırlamaya tabi tutulabilir. Ülkemizde de aşağıda ele
alacağımız gibi, çeşitli kanunlarda bu sınırlama nedeni yerini almıştır. Bu anlamda
birçok temel metinde yer alan ve mahkeme kararlarında da yerini bulan yargıyı
etkileme hususu kanımca basın özgürlüğünün genel bir sınırını oluşturmaktadır.
112 ÜNAL, Şeref, a.g.e., sf. 243. 113 Schenck v. United States, 249 U.S. 47, 03.03.1919. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=249&page=47. (E.T.: 11.03.2012)
50
Özellikle ülkemiz açısından büyük bir sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz bu
neden, sınırlarının kanunlarla açık bir biçimde belirlenmesi gereken bir
sınırlandırmadır. Ülkemizde, özellikle soruşturma evresinde, basında, soruşturmanın
ve devamında yargılamanın akıbetini olumsuz yönde etkileyebilecek haberler
yapılabilmekte, hukuka uygun olmadan elde edilen belgeler basın özgürlüğü adı
altında yayımlanmaktadır.
AİHM’ne göre de basın, “yargı yetkisinin muhafazası” bakımından
belirlenmiş sınırları aşmamakla yükümlüdür.114 Ancak belirtmeliyiz ki mahkeme bu
sınırlamanın dar yorumlanması gerektiği görüşündedir. Nitekim AİHM bir başka
kararında115 bu konu açısından basın özgürlüğü lehine şu ifadelere yer vermiştir:
“Mahkemeler uyuşmazlıkların çözümünde birer platform konumunda olmakla
birlikte, bu durum, uyuşmazlık konusu olan bir hususun daha önce başka
mecralarda, mesleki yayınlarda, genel olarak basında veya halk kitleleri arasında
tartışılamayacağı anlamına gelmez. Ayrıca, her ne kadar kitle yayın organları
adaletin selameti bakımından gerekli sınırları aşmamak zorunda olsalar da kamu
yararını ilgilendiren diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemeye intikal eden konularda
da bilgi ve fikir aktarmak kitle yayın organlarının görevidir. Basının bu tür bilgi ve
114 Observer and Guardian v. United Kingdom, 13585/88, A216, 26.11.1991. Mahkeme bu kararında, bu sınırlamanın kamu yararını ilgilendiren bilgi ve fikir açıklamalarında geçerli olmayacağını belirtmiştir. Kamu yararı, basın açıklamaları açısından hukuka uygunluk nedeni olarak ilerleyen kısımlarda ele alınacaktır. Kararın İngilizce tam metni için bkz. (E.T.: 11.03.2012) http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=OBSERVER%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 115 The Sunday Times v. United Kingdom, No:1, 6538/74, A30, 26.04.1979. Kararın Türkçe tam metni için bkz. DOĞRU, Osman, a.g.e., Cilt 1, sf. 276 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=the%20|%20sunday%20|%20times%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012).
51
fikirleri açıklamakla görevli olmasının yanı sıra, toplumun da bu bilgileri alma hakkı
vardır.”116
AİHM kararlarında her ne kadar yargılama safhasında basın özgürlüğünün
esas olduğunu ve bu içerikte yayınlar yapılmasının serbest olduğunu vurgulasa da, bu
serbestinin içeriğini de kamu yararı ölçütü belirlemektedir. Bu anlamda kamu
yararına olmayan ve yargılamayı ilgilendiren bir belgenin içeriğinin açıklanması
basın açısından uyulması gereken bir sınırdır. Zira mahkemenin, basın özgürlüğü
lehine tavır almasının nedeni kamu yararı olduğuna göre, kamu yararına olmayan,
kamu düzenini olumsuz etkileyecek bir durumda da basın özgürlüğü aleyhinde yer
alacağını varsayabiliriz. Öyle ki mahkeme, yukarıda örneklerini verdiğimiz
kararlarında, öncelikle basının yargıyı etkileme bağlamında sınırlamalara uyması
gerektiğini belirtmiş ve ardından “kamu yararı ölçütünü” sınırlamanın bir sınırı
olarak getirmiştir. Nitekim mahkemenin bir başka kararında vurguladığı gibi;
“Basının, kendi görev ve sorumluluklarıyla tutarlı biçimde, haber ve fikir aktarma
hakkına sahip olduğu kamu yararına ilişkin konular arasında yargının işleyiş tarzına
ilişkin meseleler de vardır. Ancak, adaletin güvencesi olan ve hukukun üstünlüğü
anlayışıyla yönetilen bir devlette temel bir rolü olan mahkemelerin yaptığı
çalışmaların halkın güvenine mazhar olması gerekir. Dolayısıyla, yargı temelsiz
saldırılara karşı korunmalıdır. Bu unsur özellikle, yargıçların beyanat vermeme
yükümlülükleri dolayısıyla saldırılara cevap vermesinin olanaksız olması sebebiyle
daha büyük önem taşır.”117
116 DUTERTRE, Gilles, a.g.e. sf. 379. 117 Prager & Oberschlick v. Austria, 15974/90, A313, 26.04.1995, Kararın İngilizce metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=OBERSCHLICK%20|%20AUSTRIA&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012).
52
Bu açıdan ülkemize baktığımızda, aşağıda da kısaca belirteceğimiz Basın
Kanununun ve Türk Ceza Kanununun bu konudaki düzenlemeleri karşımıza
çıkmaktadır. Bu düzenlemeler, Basın Kanununun 19’uncu maddesinde “Yargıyı
Etkileme Suçu” ve Türk Ceza Kanununun 285’inci ve 288’inci maddesinde
“Soruşturmanın ve Kapalı Duruşmanın Gizliliğini İhlal Suçu” ve “Adil Yargılamayı
Etkilemeye Teşebbüs Suçu” olarak karşımıza çıkmaktadır.
5187 sayılı Basın Kanunun 19’uncu maddesinin 1’inci fıkrası, soruşturma
evresinde yargıyı etkileme suçunu düzenlemiş ve bu suçun oluşabilmesi için
soruşturmanın başlamasından, kamu davasının açılmasına veya kamu davası
açılmasına yer olmadığına dair kararın verilmesine kadar olan evrede, cumhuriyet
savıcısı, hakim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin
“içeriğinin” yayımlanması gerekmektedir. Madde gerekçesinde de belirtildiği gibi
yayımlama yasağı içerikle ilgilidir. Dolayısıyla işlemin yapıldığına veya belgenin
bulunduğuna ilişkin yayımlar haber niteliğinde olduğundan bu suçu
oluşturmayacaktır. Bu hüküm ışığında, ülkemizde son dönemde meydana gelen,
yayımlanmamış bir kitabın toplatılmasına ilişkin el koyma ve muhafaza kararının
basında içeriğinin yayımlanması, kanımca bu suçun oluşması için yeterlidir.
Basın Kanunun 19’uncu maddesinin 2’nci fıkrasında ise, görülmekte olan bir
davanın kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hakim veya mahkeme
işlemleri hakkında mütalaa yayımlamak basın özgürlüğünün bir sınırı olarak
öngörülmüştür. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere mütalaa niteliğinde
olmayan, yani söz konusu işlemleri olumlu veya olumsuz, doğru veya yanlış olarak
nitelendirmeyen, sadece işlemin yapıldığını ifade eden haberler bu yasağa dahil
53
değildir. Dava kesin bir kararla sonuçlandıktan sonra da her türlü mütalaanın
yayımlanması serbesttir.
Türk Ceza Kanununun 285’inci maddesinde ise soruşturmanın ve kapalı
duruşmanın gizliliğinin alenen ihlal edilmesi suç olarak öngörülmüştür. Bu suçların
basın ve yayın yoluyla işlenmesi hali ise cezanın artırılması nedeni olarak
düzenlenmiştir. Kanunun 288’inci maddesinde ise, soruşturma veya kovuşturma
kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar, savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları
etkilemek amacıyla yapılan alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunulması suç olarak
öngörülmüştür.
Anayasamızda basın özgürlüğünün bir sınırı olarak yer alan “yargılama
görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi”; kanun koyucu tarafından
yukarıda saydığımız şekilde cezai düzenlemelerde karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle
belirtmeliyiz ki, hem Anayasamızdaki düzenleme hem de ilgili kanunlardaki ele
aldığımız düzenlemeler, bu konuda basın özgürlüğünün sınırlanması yönünde
mahkemelere geniş takdir yetkisi tanır niteliktedir. Ancak günümüzde ülkemiz deki
durumu düşündüğümüzde, bu hükümlerin tam anlamıyla uygulandığını söylemek
mümkün değildir.
4.6. Ahlakın Korunması
Ahlak, bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri
ve kuralları olarak tanımlanmaktadır.118 Ahlakın korunması, birçok ulusal ve
uluslararası belgede düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünün genel bir sınırı
olarak düzenlenmiştir. Nitekim Anayasamız basın özgürlüğüne ilişkin çeşitli
118 Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük. http://www.tdkterim.gov.tr/bts/.
54
hükümlerinde “genel ahlak” kavramını kullanmış ve genel ahlaka aykırı yayın yapan
basın araçlarının toplatılabileceğini ve basın organlarının da kapatılabileceğini
düzenlemiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de 10’uncu maddesinin 2’nci
fıkrasında “ahlak”ı düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünün genel bir
sınırlandırma nedeni olarak düzenlemiştir.
Ceza Kanunları da ahlakı koruyan ve genel ahlaka aykırı birçok durumu suç
sayan düzenlemeler içermektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa baktığımızda ise
bu konuda 226’ncı maddede düzenleme alanı bulan “müstehcenlik” suçu örnek
gösterilebilir. Bu suç basın özgürlüğünün genel bir sınırını oluşturan“ahlakın
korunması”nın bir görünümü olarak karşımıza çıkmaktadır. TCK. md. 226’ya
konumuz açısından baktığımızda ise maddenin ikinci fıkrası önem kazanmaktadır.
Bu hükme göre; müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile
yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi cezalandırılacaktır.
Belirtmemiz gerekir ki, müstehcenlik, günümüz dünyasında birçok ülke
mevzuatına yansımış, ahlakın korunmasına yönelik olarak kullanılan bir kavramdır.
Ancak bu kavramın içeriği hakkında objektif bir belirleme yapmak mümkün
görülmemektedir. Bu kavramın içeriği mahkeme kararlarıyla birlikte doldurulabilir.
AİHM ve ABD Yüksek Mahkemesi de “müstehcenlik” kavramını, düşünceyi
açıklama ve basın özgürlüğünün “ahlakın korunması”na yönelik olarak
sınırlandırma nedeni olarak kullanmışlar ve neyin müstehcen sayılacağına ve
düşünce ve basın özgürlüğünün sınırı olabileceğine ilişkin ölçütler geliştirmişlerdir.
ABD Yüksek Mahkemesi Miller v. California kararında; bir yapıtın
müstehcen olarak nitelendirilebilmesi için, ortalama bir insanın şehvet arzusunu
55
kışkırtması, çok açık bir biçimde incitici ve nahoş olması ve bir bütün olarak ciddi
edebi, sanatsal, siyasal ya da bilimsel değerden yoksun olması gerektiğini
vurgulamıştır.119 Yüksek mahkeme bu kararı başta olmak üzere birçok kararında,
müstehcen yayınların düşünceyi açıklama özgürlüğünden yararlanamayacağını
belirtmiştir.120
AİHM de birçok kararında, müstehcenliğin içeriğini belirlemese de, bu
şekildeki yayınların düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünden
yararlanamayacağına vurgu yapmıştır. Nitekim Mahkeme Handyside, Birleşik
Krallık kararında; davaya konu olan ve gençlere yönelik cinsel bir takım eğitim
öğretim konularıyla ilgili olan kitabı, ahlaki değerlerin zamana ve mekana göre
değiştiğini, ahlaki gerekliliklerin tam içeriklerinin ve bunları karşılamak için
öngörülen yaptırımların, uluslararası bir hakimden ziyade yerel otoriteler tarafından
belirlenmesinin daha doğru olacağını belirterek, çocuklar için zararlı ve ahlaka aykırı
bulmuştur.121
Anayasa Mahkemesi de, 1987 tarihinde Türk Ceza Kanununda yapılan
“muzır” yayınlara ilişkin değişikliklerin basın özgürlüğüne aykırılığı gerekçesiyle
önüne gelen bir davada, basın özgürlüğünün korunması gereği karşısında, küçüklerin
muzır yayınlardan korumanın da Anayasa buyruğuyla bir devlet ödevi olduğunu
vurgulayarak, basın özgürlüğüne bu nedenle getirilecek bir sınırlamanın Anayasaya
119 Miller v. California, 413 U.S. 24, 21.06.1973. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=413&page=24 (E.T.:11.03.2012). 120 AYDIN, Öykü Didem, a.g.e. sf. 288, SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 74. 121 Handyside v. The United Kingdom, 5493/72, A 24, 07.12.1976. Kararın İngilizce metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=handyside%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.:11.03.2012).
56
aykırı olmadığına karar vermiştir.122 Anayasa Mahkemesi bu kararında; “Bu
durumda, bir yandan hukuk devleti ilkesine sadık kalarak demokratik hak ve
özgürlükler içinde önemli bir yer işgal eden basın özgürlüğünü zedelemek, öte
yandan da sağlıklı bir toplumda insan ögesinin başlıca kaynağı olan çocukların ve
gençlerin bedensel, ruhsal ve ahlaki gelişmelerine zarar verecek ya da onları suça
itecek yayınlardan korumak zorunluğu, tüm uygar ülkelerde olduğu gibi ülkemizde
de çağdaş bir kaygıya dönüşmüştür.” ifadelerine yer vererek, çocukların ve gençlerin
ahlaki gelişmelerinin korunmasına yönelik olarak, “muzır (zarar verici, müstehcen,
ahlaka aykırı)” yayınların sınırlanmasına yönelik yapılan yasal düzenlemelerin basın
özgürlüğünün haklı bir sınırını oluşturacağı görüşünü paylaşmıştır.
4.7. Hukuka Uygunluk Nedenleri
4.7.1. Genel Olarak
Basın özgürlüğünün sınırlanması, bu özgürlüğün karşısında yer alan başka bir
özgürlük veya hakkın, bu özgürlüğün yerine tercih edilmesi vesilesiyle karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim yukarıda, çalışmamız kapsamında önemli gördüğümüz ve ele
almaya çalıştığımız sınırlamalarda görüleceği üzere, basın özgürlüğü karşısında
başka bir özgürlük veya hakkı koruma şeklinde sınırlamalar göze çarpmaktadır.
Çalışmamızın genelinde de görüleceği üzere, özellikle Yargıtay ve AİHM,
kararlarında, bu sınırlamaları kabul etmekle birlikte, bunlar açısından hukuka
uygunluk nedenlerinin öngörülebileceğini belirtmekteler ve basın özgürlüğü lehine
kararlar vererek, sınırlamanın sınırlarını belli ölçütlerle belirlemektedirler.
122 Anayasa Mahkemesinin, E. 1986/12, K. 1987/4, 11.02.1987 tarihli kararı. (R.G., 21.11.1987/19641). Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=758&content=. (E.T.: 15.04.2012).
57
Medeni Kanunumuzun 24’üncü maddesinin 2’nci fıkrası, genel anlamda
hukuka uygunluk nedenlerini sıralamıştır. Bu hükme göre, mağdurun rızası, daha
üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ve kanunun verdiği yetkinin kullanılması
hukuka uygunluk nedenleridir. Doktrinde ise basın açıklamalarına ilişkin hukuka
uygunluk nedenleri çeşitli tasniflere tabi tutulmuştur. Nitekim Kılıçoğlu, bu konuda
üçlü bir ayrıma gitmiştir. Bunlar: Özel hukuka uygunluk sebepleri, genel hukuka
uygunluk sebepleri ve rızadır.123 ÇETİN ise bu konuda, haber verme ve eleştiri
hakkı ile rızayı hukuka uygunluk sebebi olarak öngörmüştür.124 Yargıtay ise birçok
kararında hukuka uygunluk nedeni olarak gerçeklik, güncellik, kamu yararı,
toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasında düşünsel bağ ölçütlerini kullanmıştır.125
Nitekim Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesinin çok önemli gördüğümüz bir kararına
göre; “Genel hatlarıyla basının görevi, umumi yararlar açısından toplumu
ilgilendiren ya da toplumun ilgilenmesi gereken konularda halkı gerçekleri
yansıtmak suretiyle ve objektif bir biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlarla ilgili
eleştiri, yorum ve uyarılarla fertleri düşünceye sevketmek, bilinçlendirmek, kamu
görevlilerini harekete geçirmek ve daha önemlisi kamu gücünü elinde tutanlar
üzerinde toplumun denetimine aracı olmaktır. Basın kamu görevi nitelliğindeki bu
denli etkili ve kapsamlı fonksiyonunu hiçbir baskı ve karşı koymaya maruz kalmadan
ve çekinmeden yerine getirebilmesi için yasal kaynağı olan bir güce dayanmalıdır ki,
bu güç Anayasanın 28. maddesinin öngördüğü basın özgürlüğüdür. Ne var ki, basın
özgürlüğü ve bu özgürlükten yararlanma hakkı da, tüm hak ve özgürlükler gibi
mutlak ve sınırsız değildir. Anayasal temele dayanan bu özgürlüğün de, ceza hukuku
123 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 163 vd. 124 ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 164 vd. 125 Yargıtay HGK, E. 230, K.288, 10.05.2006, Yargıtay 4.HD, E.5612, K.4372, 13.04.2006. (Uyap sisteminden alınmıştır).
58
açısından olduğu kadar özel hukuk açısından da belli bir kullanma sınırı ve makul
bir ölçüsü bulunmak gerekir. Anayasanın 26. ve 27. maddeleri ile özel hukuk
bakımından Medeni Kanunun 24 ve Borçlar Kanunun 49. maddelerinin getirdiği
düzenlemeler bu sınır ve ölçüyü tayin ve tespit amacına yöneliktir. Günümüzde
doktriner görüşler ve yargısal içtihatlar basın özgürlüğünü ve bu özgürlükten
yararlanma hakkını; a)Haberde gerçeklik, b)Kamu yararı ve toplumsal ilgi,
c)Güncellik, d)Konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile sınırlı
görmektedir. Haber verme, eleştiri, yorum ve uyarı, ancak bu sınırlar içinde kaldığı
sürece kişisel değerleri zedelese dahi hukuka uygundur.”126 AİHM de birçok
kararında özelikle kamu yararı ve gerçeklik ölçütlerine yer vermiştir.127 Biz burada
basın özgürlüğü açısından çok önemli gördüğümüz ve yüksek mahkeme kararlarına
da yansıyan hukuka uygunluk sebeplerine yer vereceğiz.
4.7.2. Mağdurun Rızası
Rıza, hukukumuzda genel bir hukuka uygunluk nedeni olarak Medeni
Kanunumuzun 24’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre kişilik hakkı
zedelenen kimsenin rızası, koşulları oluştuğu takdirde saldırıyı hukuka uygun hale
getirebilecektir. Mağdurun rızası, koşulları gerçekleştiği takdirde basın açıklamaları
açısından da hukuka uygunluk nedeni sayılabilecektir. O halde bir kimsenin kişilik
hakları basın tarafından ihlal edilmiş ise ve fakat bu kişi bu ihlale rıza göstermiş ise
kural olarak bu ihlal hukuka aykırı olmayacaktır.
126 Yargıtay 4.HD. E. 2077, K. 3267, 28.04.1987. (Uyap sisteminden alınmıştır). 127 Observer and Guardian v. United Kingdom, 13585/88, A216, 26.11.1991; The Sunday Times v. United Kingdom, No:1, 6538/74, A30, 26.04.1979. Kararların sırasıyla İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=OBSERVER&sessionid=91960223&skin=hudoc-en. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=the%20|%20sunday%20|%20times&sessionid=91960699&skin=hudoc-en. (E.T. 15.04.2012).
59
Öncelikle belirtmeliyiz ki, kişinin üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bazı
varlıklara saldırılara önceden verdiği geçerli bir rızanın hukuka uygunluk sebebi
olduğu hususunda görüş birliği vardır.128 Rıza açık olabileceği gibi örtülü de olabilir.
Rızanın bir hukuka uygunluk sebebi sayılabilmesi için basın açıklamasından
önce veya en geç açıklama anında verilmesi gerekir.129 Bir kimsenin, hakkında
yapılan gerçek dışı yayınlara ses çıkarmamasını zımni rıza olarak değerlendirmek
mümkün değildir. Çünkü basın yoluyla şeref, haysiyet veya özel yaşamında saldırıya
uğrayan kişiye, açıklamaya karşı tepki gösterme zorunluluğu yüklenemez.130
Rızanın bir hukuka uygunluk sebebi olabilmesi için açıklama, verilen rızanın
kapsamını aşmamalı ve rıza yönünde olmalıdır.131 Nitekim Yargıtay da iki halk ozanı
arasında yapılan taşlamada geçen “eşek” sözünün sözle söylenmesine ilişkin olan
rızanın, bunun yayınlanması için de var sayılamayacağını belirtmiştir.132
4.7.3. Kamu Yararı
Kamu yararı ölçütü, özellikle kişilik haklarını ihlal edici basın
açıklamalarında en fazla uygulanan hukuka uygunluk nedenidir. Bu anlamda basının
bir haberi vermesinde somut olayda kamu yararı varsa, o haber kişilik haklarını ihlal
etse de hukuka uygun kabul edilecektir. Basında yer alan bir açıklamada kamu yararı
bulunup bulunmadığını tespitte, hakimin geniş bir takdir yetkisi vardır. Bu nedenle
kamu yararının varlığı her somut olaya göre değişiklik gösterebilecektir. Ancak
128 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 291. 129 ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 449, TÜFEK, Ömer Faruk, Basın Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali, Adalet Yayınevi, Ankara, 2006, sf. 120. 130 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf . 293-294. 131 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 297, ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 449, TÜFEK, Ömer Faruk, a.g.e. sf. 121. 132 Yargıtay, 4.HD, E. 2688, K. 6795, 14.07.1994, Yargıtay, 4.CD, E. 983, K. 1502, 24.02.1994. (Uyap sisteminden alınmıştır).
60
doktrinde ve mahkeme kararlarında, belirli durumlarda basının haber vermesinde
kamu yararının bulunduğuna dair belirlemeler yapılmıştır.
Burada öncelikle karşımıza, kamuoyuna mal olmuş ve sıradan vatandaşlar
bakımından bir ayrıma gidilmiş ve kamuya mal olmuş kişilere ilişkin basında yer
alan haberlerde kural olarak kamu yararı bulunacağı varsayılmıştır. Nitekim Yargıtay
ve AİHM, basında tanınan kişilerin, özellikle siyasetçilerin ve hükümetin
eleştirilmesinde kural olarak kamu yararı olduğu görüşündedirler.133 Ayrıca
Yargıtay’ın aynı yönde kabul edilebilecek kararlarına göre; kamuya mal olmamış bir
kimsenin özel hayatının basında yer almasında kamu yararı yoktur.134 AİHM ise, her
ne kadar kamuya mal olmuş kişilere ilişkin basında yer alan haberler açısından kamu
yararı olduğunu kabul etse de, bir kararında, kişi kamuya mal olsa da, yayınlanan
haberlerin kamu yararına yönelik olmadığından ve kişinin yaptığı telefon
görüşmelerinin yayımlanmasıyla kişinin sır alanının ihlal edildiğinden hareketle,
kamuya mal olmuş kişilerle ilgili haberlerde de bir sınır olduğunu belirtmiştir.135
Doktrinde de, kamu yararına yönelik basın açıklamaları bakımından kişilerin
toplumdaki yerinin önemi vurgulanmış ve kamuoyunun dikkatini çeken kişilerin
basın açıklamalarında yer almasında kamu yararının varlığının esas olduğu
vurgulanmıştır.136
Basının devlet faaliyetlerine ilişkin açıklamalarında da esas olarak kamu
yararı vardır. Nitekim Yargıtay ve AİHM kararları da bu yöndedir. Yargıtay’ın bir
133 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 3708/4545, 18.04.2006 (Uyap sisteminden alınmıştır); AİHM, Lingens v. Austria, 9815/82, A 103, 08.07.1986. 134 Yargıtay 4. HD, E. 3342, K3591, 30.04.1990; Yargıtay 4.HD, E. 3303, K. 3717, 27.04.1995. (Uyap sisteminden alınmıştır). 135 AİHM’nin bu yönde örnek kararları: Craxi v. Italy, 25337/94, 17.07.2003; Von Hannover v. Germany, 59320/00, 24.06.2004. 136 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e., sf. 227 vd.; TÜFEK, Ömer Faruk, a.g.e., sf. 125-126; ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 384 vd.
61
kararına göre; bir milletvekilinin TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmayı
yorum ve ekleme yapmadan aynen yayımlayan gazetenin eyleminde hukuka aykırılık
yoktur.137 AİHM de hükümetin eleştirilmesinin sınırlarının, sıradan insanlardan ve
hatta politikacılardan daha geniş olduğunu vurgulamıştır.138
Bunların yanında, kültürel, sosyal faaliyetlere ve ekonomi, ticaret, çalışma
alanına giren olaylara ilişkin basın açıklamalarında da kural olarak kamu yararı
olduğu varsayılacaktır.139
Kişilik haklarına saldırı halinde kamu yararının kişi yararından üstün
tutulduğu hallere pozitif hukukumuzda yer veren hükümlere rastlamak mümkündür.
Nitekim TCK. md. 127/1’e göre, hakaret teşkil eden isnat olunan fiilin doğru olup
olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmaktaysa, mahkeme, isnadın ispatı
isteminin kabulüne karar verebilir. Olayın ispatı halinde fail sorumlu
tutulmayacaktır.140
4.7.4. Gerçeklik, Güncellik ve Ölçülülük Ölçütleri
Basında yer alan bir haberin hukuka uygun kabul edilebilmesi için gerçeğe
uygun olması gerekir. Bir haberin yayınlanmasında kamu yararı bulunsa dahi
gerçeğe aykırı olması halinde hukuka aykırı kabul edilebilecektir. Ancak basın
özgürlüğünün kural olması nedeniyle burada gerçeklik ölçütü mutlak ve somut
gerçeklik olarak yorumlanmamalıdır. Böylesine bir yorum, bazı haberlerin acilen
137 Yargıtay 4. HD., E.6296, K. 10204, 26.09.1980. (Uyap sisteminden alınmıştır). 138 Casstells v. Spain, 23.04.1992, A 236, 11798/85. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=CASTELLS&sessionid=91960844&skin=hudoc-en. (E.T.: 15.04.2012). 139 Bu alanlarda kamu yararının bulunması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e., sf. 209 vd. 140 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 181.
62
verilmesi gerekliliğindeki vazgeçilmez kamu yararı da göz önüne alındığında,
basının elini kolunu bağlayacak bir yorum olacaktır. Nitekim erleşik Yargıtay
uygulamalarında, bir olayın haber verildiği andaki durum ve iddialara uygun olarak
yansıtılmış olması halinde bu haberde gerçeklik öğesinin bulunduğu kabul edilmekte,
bu haberin somut gerçeğe uygun olması gerekmemektedir.141 Yüksek mahkeme bir
kararında; haberin somut gerçekle tam örtüşmesini zorunlu görmemiş ve görünen
gerçeğe uygunluğunu hukuka uygunluk için yeterli görmüştür.142 AİHM de hukuka
uygunluk için somut gerçekliği aramamış, ifadelerin nesnel birtakım açıklama ve
bilgilerle desteklenmesinin yeterli olduğunu belirtmiştir. Nitekim AİHM’e göre;
“başvurucunun makalesinin ve özellikle de kullandığı deyimlerin polemik niteliğinde
olduğu düşünülebilir. Ne var ki yazar bu ifadeleri nesnel bir açıklamayla
desteklediğine göre, bunlar asılsız kişisel saldırı olarak görülemez… Eğer Ortada
hiçbir olgusal temel olmamış olsaydı, kabul etmek gerekir ki bu tür bir kanaat ifadesi
aşırı görünürdü.”143 Sonuç olarak hukuka uygunluk anlamında gerçekliğin, haberin
gerçeğe uygun olması şeklinde değerlendirebiliriz.
Gerçek dışı açıklamaların hukuka uygunluğundan söz edilemez. Nitekim
Yargıtay da bir kararında; varsayıma dayanan ve gerçekliği kanıtlanamayan yayının
hukuka aykırı olduğunu kabul etmiştir.144 Ancak, bu nedenle sorumluluğun
doğabilmesi için, açıklamada bulunan kişinin gerçeği araştırma hususunda kendisine
düşen özen yükümlülüğünü yerine getirmemiş olması gerekir.145
141 ÇETİN, Erol, a.g.e. sf. 276. 142 Yargıtay HGK, E. 197, K. 189, 23.03.2005. Yargıtay bir başka kararında da, hukuka uygunluk nedeni olarak gerçekliğin somut gerçeklik değil, yayının yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk olduğunu belirtmiştir. Yargıtay HGK, E. 422, K. 427, 22.05.2002. 143 Prager & Oberschlick v. Austria, 15974/90, A313, 26.04.1995. 144 Yargıtay HGK, E. 170, K. 316, 11.05.2005. (Uyap sisteminden alınmıştır). 145 KILIÇOĞLU M. Ahmet, a.g.e. sf. 267.
63
Burada belirtmeliyiz ki gerçek olan her açıklamanın hukuka uygun olduğunu
söyleyemeyiz. Gerçek olan bir açıklama, ancak diğer şartların da varlığı halinde
hukuka uygun olarak değerlendirilebilir.146 Nitekim Yargıtay da bir kararında;
yapılan yayının hukuka uygun kabul edilebilmesi için gerçekliğin yanında, kamu
yararı, güncellik, eleştiride sınırların aşılmamasını da aramıştır.147
Basında yer alan bir haberin hukuka uygun olabilmesi için güncel bir haber
niteliğinde olması gerekir. Güncel olmayan bir haberin açıklanmasında, haber gerçek
bile olsa, kamu yararı yoktur ve güncel olmayan bir haber toplumsal ilgi dışında
kalır. Yargıtay da birçok kararında güncel olmayan bir haberin veya olayın
aktarılmasında toplumsal ilgi ve kamu yararı bulunmayacağını belirtmiştir.148
Son olarak yayıncı yayınlarında kamu yararı bulunsa dahi, yayınlarını
ölçülülük ilkesine uygun olarak yayınlamak zorundadır. Zira günümüz teknolojik
dünyasında tekelleşmeyle birlikte basın kuruluşları, kar amacı güden ticari
işletmelerden farksız hale gelmiştir. Bu nedenle, güncel hayatta çokça örneğini
gördüğümüz üzere, toplumun dikkatini çekici yayınlar yapılmaktan
çekinilmeyecektir. Bu nedenle eleştiride bulunma hakkının sınırlarının belirlenmesi
açısından ölçülülük ilkesi ön plana çıkmaktadır.
4.7.5. Özel Hukuka Uygunluk Sebepleri
Özellikle basın yoluyla şeref ve haysiyetin ihlalinde ortaya çıkabilecek özel
hukuka uygunluk sebepleri, meşru müdafaa, zaruret hali ve bir görevin icrası olarak
146 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 262. 147 Yargıtay HGK, E. 767, K. 869, 11.12.1996. (Uyap sisteminden alınmıştır). 148 Yargıtay 4. HD, E. 6431, K. 424, 26.01.1989. (Uyap sisteminden alınmıştır).
64
sıralanabilir. Basın yoluyla şeref, haysiyet ve özel yaşamın ihlalinde bu hukuka
uygunluk sebeplerine çok ender hallerde rastlanabilir.149
5. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KARŞISINDAKİ ENGELLER
5.1. Genel Olarak
Günümüz demokratik toplumlarında devletin basın özgürlüğü karşısında
negatif ve aktif yükümlülükleri vardır. Bu anlamda devlet basın özgürlüğünün
sağlanması için gerekli önlemleri alacaktır ki bu bize devletin basın özgürlüğü
karşısında aktif yükümlülüğünü anlatır. Nitekim Anayasamızın 28’inci maddesine
göre; devlet, basın özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri almakla yükümlü tutulmuştur.
Bu açıdan da basın özgürlüğü karşısında çok önemli bir engel olan “basının
tekelleşmesi” sorunu karşımıza çıkmaktadır. Zira devlet aktif yükümlülüğünü yerine
getirerek, tekelleşme karşısında gerekli önlemleri almak zorundadır.
Diğer yandan ise, devlet, haklı nedenler dışında, basın özgürlüğünü
sınırlayacak, daraltacak tedbirler almayacaktır ki bu da devletin basın özgürlüğü
karşısındaki negatif yükümlülüğünü anlatır. Yine Anayasamızın 28’inci
maddesindeki, “basın hürdür, sansür edilemez, basımevi kurmak izin alma ve mali
teminat yatırma şartına bağlanamaz” hükmü devletin basın özgürlüğü karşısındaki
negatif yükümlülüğünün sonucudur. Bu anlamda devletin bizzat negatif
yükümlülüğünü yerine getirmemesi basında sansür olarak karşımıza çıkmakta ve
sansür basın özgürlüğünün sağlanması karşısında bir engel olarak yer almaktadır.
149 KILIÇOĞLU, M. Ahmet, a.g.e. sf. 165. Özel Hukuka uygunluk sebeplerini çok ender rastlanabileceği ve çalışmamızın da bir kamu hukuku ürünü olması vesilesiyle yalnızca belirtmekle yetineceğiz.
65
Bu bilgiler ışığında bu başlık altında biz, devletin basın özgürlüğünün
sağlanması açısından aktif ve negatif tavırlarıyla doğrudan ilgili ve basın özgürlüğü
karşısında çok önemli iki engel olan tekelleşme ve sansür konularını ele almaya
çalışacağız.
5.2. Basın Özgürlüğü Karşısında Fiili Bir Engel: Tekelleşme150
Tekel kavramı, Bir malın yapımının yalnızca bir kuruluşun elinde bulunduğu
durum151 olarak tanımlanabilir. Bu tanım ışığında basın alanında tekelleşme ise,
belirli büyüklükteki işletmelerin daha da büyümesi ve buna bağlı olarak basın
işletmelerinin sayılarının azalması olarak ifade edilebilir.
“Basının gerektiği gibi görev yapabilmesi için devlet baskısından uzak olması
gerekli fakat yeterli değildir. Devletin basın üzerinde sansür yetkisini kullandığı
günler demokratik toplumlar için büyük ölçüde geride kalmıştır. Bununla birlikte,
bütün batı demokrasilerini tehdit eden ve demokratik toplumun işleyişi açısından
önemli bir sorun oluşturan tekelleşme, günümüz basınının önünde devlet baskısı
kadar tehlikeli bir başka sorun olarak belirmektedir.”152
Öncelikle belirtmek gerekir ki, basın organlarında tekelleşme, yalnızca basın
organlarının devletin veya hükümetin tekelinde olduğu anlamına gelmemektedir.
Özellikle günümüzde, işletme açma özgürlüğü temeli üzerine kurulan demokratik
150 Basın organlarındaki tekelleşme sorunu, günümüz basınında en önemli sorunlardan biridir. Nitekim Herman ve Chomsky’e göre; “demokratik öğretiye göre, medya bağımsızdır ve kendini gerçeği bulmaya ve herkese duyurmaya adamıştır. Buna karşılık, eğer güçlü kesimler, halkın neyi seyredip dinleyeceğine ve düşüneceğine karar verebiliyor ve düzenli propaganda kampanyalarıyla kamuoyunu “sevk ve idare” edebiliyorsa, sistemin işleyişine ilişkin standart görüş (basının özgür olduğu görüşü) gerçeklikle hiç bağdaşmıyor demektir.” HERMAN, Edward S. & CHOMSKY, Noam, Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir, Minerya Yayınları, 2.Baskı, 1999, sf. 9-10. 151 Türki Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/. 152 ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER Melike, Kitle İletişim Özgürlüğü, Turhan Kitabevi, Ankara, 2006.
66
devletlerde, basın faaliyetini yerine getiren, basın işletmelerinin tekelleşmesi sorunu
önem kazanmaktadır.153
Serbest piyasa gerçeğine dayanan kapitalist sistemde, piyasaya girme
özgürlüğü esastır. Ancak özellikle ciddi yatırım gereken işletmelerin kurulmasında
ve işletilmesinde, herkesin piyasaya girmesi özgürlüğü yalnızca teoride kalmakta ve
piyasada fiili bir tekel oluşmaktadır. Basın faaliyetini yerine getiren işletmelerde de
bu durum günümüzde ciddi bir biçimde gözlenmektedir. Özellikle kamuoyunu
etkileme konusunda en önemli araç haline gelen basın organlarının sahibi olmak,
günümüz dünyasında büyük bir güç sahibi olmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle
büyük sermaye sahiplerinin, basın pastasında büyük paya sahip olmak istemesi
doğaldır ve böylece basın piyasasında da fiili bir tekel oluşması kuvvetle
muhtemeldir. İşte basın piyasasında oluşacak böylesine bir tekelleşme, basın
özgürlüğünün, günümüz demokratik toplumlarında en büyük ihlali olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Kanımca günümüzde basın özgürlüğünün karşısındaki en önemli engel, basın
işletmelerinin tekelleşmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.154 Günümüzde, basın
işletmelerinin alelade bir ticari işletmeden farksız oluşu, bu alanda ciddi bir
tekelleşme sorununa neden olmuştur. Basın alanında, teknolojinin ilerlemesiyle 153 Çalışmamızın sınırları nedeniyle bu konuda ayrıntılara girmemekle birlikte, “Medya’da özel şirketlerin tekeli” konusunda şu alıntıyı yapmayı gerekli görüyoruz: “Kitle iletişim araçlarının özel sektöre ait olduğu ve resmi sansürün bulunmadığı ülkelerde ise propaganda sisteminin işleyişini fark etmek çok daha zordur. Bu durum özellikle kitle iletişim araçlarının sıkı bir rekabet içinde olduğu, belli aralıklarla şirketlerin ve hükümetlerin yolsuzluklarını hedef alıp bunları ortaya çıkardığı ve kendilerini genel toplum çıkarlarının ve konuşma özgürlüğünün yılmaz savunucuları olarak sergilediği ülkelerde geçerlidir. Bu tür ülkelerde gözden kaçan (ve medya tarafından tartışılmayan) nokta ise, bu tür eleştirilerin kısıtlı özellikleri, kaynak dağılımındaki büyük eşitsizlikler ve bu eşitsizliğin özel medya sisteminde sesini duyurabilme, medyanın davranış ve işleyişini etkileme açısından yarattığı sonuçlardır.” HERMAN, Edward S. & CHOMSKY, Noam, a.g.e., sf. 21. 154 Aynı görüş için ve basın işletmelerinin tekelleşmesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e., sf. 13 vd.; PERİN, Cevdet, a.g.e., sf. 135 vd., SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e.,sf. 37 vd.
67
birlikte teknik masraflar büyük bir artış göstermiştir ve bu nedenle basın
işletmelerinin ayakta durabilmesi için arkalarında büyük bir sermaye gücünün
bulunması zorunlu hale gelmiştir. Nitekim özellikle 2’nci Dünya Savaşının ardından
basın alanında birçok ülkede tekelleşme eğilimini görebiliriz.155 Günümüzde basın
alanında işletme özgürlüğünü kabul eden ülkelerin büyük çoğunluğunda, herhangi
bir basın işletmesi sahibi olabilmek için özel bir şart yoktur.
Basın işletmelerinin büyük sermaye sahiplerine ait olması ve bu alanda ciddi
bir tekelleşme eğiliminin baş göstermesi, basın özgürlüğüne vurulan en büyük
darbedir. Zira, bir basın işletmesi sahibi olan sermayedar, bu işletmeyi herhangi bir
ticari işletmeden farksız görecek ve kendi çıkarları lehine kullanmayı isteyecektir. Bu
anlamda klasik anlamda basının özellikle hükümeti denetleyici ve güçleri dengeleyici
bir dördüncü güç olduğunu söylemek mümkündür. Tekel haline gelmiş bir basın ise
beşinci kuvvet olabilmenin ötesinde bir misyon taşımamaktadır.156
Basında tekelleşme; düşünce ve anlatımda çoğulculuğa karşı bir oluşumdur,
basın işletmelerinde çalışanların sendikalarla örgütlenmesine karşıdır, iktidardan
yarar sağlamak adına ödünler vermeye hazırdır, küçük ve orta ölçekli işletmeleri yok
eder, küçük balıkların yaşamayacağı bir yaşam alanı oluşturur ve çoğu zaman
yöneticiler de holdingleşen basının gücü karşısında yetersiz kalabilmektedir.157
Bu anlamda belirtmeliyiz ki, “klasik basın özgürlüğü anlayışı basının yalnız
harici özgürlüğünü (devlet karşısındaki siyasal özgürlük) kapsamaktadır. Oysa basın
toplum hayatında ve devlet yönetiminde giderek kazandığı önem nedeniyle klasik 155 Bu hususta örnek ülkeler için bkz. DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e., sf. 172. 156 YILMAZ, Veli, Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü, İnsan Hakları Dizisi:1, Belge Yayınları, Kasım, 1990. 157 TOPUZ, Hıfzı, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, Kasım, 2003, sf. 347 vd.
68
özgürlüğünün yanısıra, ekonomik özgürlüğüne de kavuştuğu an tam anlamıyla özgür
olabilecektir.”158 Basın alanındaki artan tekelleşme ise, basının ekonomik anlamda
özgürlüğü karşısında büyük bir engeldir. Basın özgürlüğünün tam anlamıyla
sağlanabilmesi için, devletin basın karşısında pasif durumu günümüzde basın
işletmelerinin tekelleşmesi karşısında, yeterli değildir. Devlet, basın özgürlüğünün
sağlanması yönünde aktif bir tutum takınmak zorundadır. Bu anlamda devlet basın,
basın işletmeleri ve basın çalışanlarının statülerini özel olarak düzenlemeli, basın
işletmelerinin tek bir elde toplanmasını engelleyici yasal tedbirler almalı, küçük
basın işletmelerini teşvik etmeli ve basın çalışanları ile basın işletmesi sahibi
arasındaki ilişkiyi, normal bir işçi işveren arasındaki ilişkiden farklı olarak, basın
çalışanları lehine düzenlemelidir.159
Tekelleşme konusuna ülkemiz açısından baktığımızda, Anayasamızda bu
konuda açık bir hüküm mevcut değildir. Ancak 1982 Anayasası, 1961 Anayasasında
olduğu gibi, basın özgürlüğünün sağlanması açısından devletin pasif tutumunun
yetersiz olduğunu ve bu konuda basın özgürlüğü lehine aktif tutum takınması
gerektiğini vurgulamıştır. Nitekim Anayasamızın 28’inci maddesinin 2’nci fıkrasına
göre; devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Bu anlamda
Anayasanın açık emri gereği, devlet basın özgürlüğü karşısında fiili bir engel olan
tekelleşme konusunda düzenlemeler yapmak ve bu konuda tedbirler almak
zorundadır. Maddenin gerekçesinde de bu yükümlülük, tekelleşme olgusu açıkça
örnek gösterilerek vurgulanmıştır.160 Nitekim AİHM de bu yükümlülüğü bir
kararında şöyle vurgulamıştır: “Sözleşme ile üstlenilen bir taahhüdün yerine
158 DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e., sf.173. 159 Basın çalışanlarının durumları ülkemizde 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunla düzenlenmiştir. (R.G.: 20/06/1952 – 8152). 160 YAZICI Reşat, Anayasalarımızda Basın Hukuku, Gazeteciler Cemiyeti, Ankara 1986, sf. 128.
69
getirilmesi, bazı hallerde devlet tarafından pozitif tedbirlerin alınmasını gerektirir.
Bu gibi durumlarda devlet pasif bir tutum takınmakla yetinemez.”161
Ülkemizde İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadar, gazete sahipleri genelde
gazetecilikten yetişmiş kişilerdi ancak bundan sonra işadamları yavaş yavaş basınla
ilgilenmeye başladılar. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren basında tekelleşme
eğilimlerinin görüldüğünden bahsedebiliriz. Öyle ki 1978’de Türkiye’de üç sektörün
varlığından bahsediliyordu: ‘Kamu, özel ve Hürriyet’.162 1980 yılına kadar gazete
kağıtları devlet tarafından gazetelere büyük fiyat indirimleri ile verilmekte idi. Ancak
bu tarihten sonra, özellikle büyük basın organları sahiplerinin etkileri ile, gazete
kağıdı fiyatlarında çok büyük bir artış olmuş ve bu durum da büyük sermayelere
sahip olmayan basın işletmelerinin sonu olmuştur.163 Artık basın işletmeleri
holdingleşmekteydiler ve medyada ilk büyük holdingleşmeyi Aydın Doğan
gerçekleştirmiştir.164 Bunun ardından da basın alanında holdingleşen Karamehmet
Grubu ve Ozan Grubu olmuştur. Bu dönemden sonra artık ülkemizde basının
hükümetler karşısındaki özgürlüğü eski önemini kaybetmiş ve fakat basın işletmesi
sahipleri olan büyük sermayedarlara karşı bağımsızlığı büyük önem kazanmıştır.
161 Young, James and Webster v. The United Kingdom 7601/76-7806/77, A44, 13.08.1981. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=2&portal=hbkm&action=html&highlight=YOUNG%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 162 KOLOĞLU, Orhan, Osmanlı’dan 21.Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif Yayınları, Ağustos, 2006, sf. 135. 163 Demirel hükümetinin kararıyla, 9 lira olan kağıt fiyatları 41 lira olarak saptanmıştır. KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 142. 164 Aydın Doğan, Abdi İpekçi’nin öldürülmesinin ardından Milliyet Gazetesini satın almış, 1980’li yıllardan itibaren sahip olduğu işletmelerle holdingleşmiş ve çok sayıda alanda şirketlerin sahibi haline gelmiş, 1994 yılında Hürriyet’i satın almış ve medyayla ilgili bir çok yan şirketin de sahibi haline gelmiş, 2003 yılında Türkiye’de gazete satışları toplamının %43’ünü ele geçirmiştir ve Türkiye’de basında tekelleşme konusunda en belirgin örnek haline gelmiştir. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 334 vd.
70
Yürürlükteki mevzuatımıza bu açıdan baktığımızda, bu konuda yeterli
düzenlemelerin yapıldığını maalesef söyleyemeyiz. Nitekim konuyla ilgili temel
düzenlemeleri içeren 5187 sayılı Basın Kanunumuz, basın özgürlüğü konusunu
klasik anlamıyla ele almış ve devletin pasif tutumu temel alarak düzenleme
yapmıştır.165 Anayasa Mahkemesi de bir kararında166, özetle dini bayramların belli
günlerinde gazete çıkmasını yasaklayan yasal düzenlemeyi, temel hak ve
özgürlüklerin durdurulması olarak görmüş ve bunun da Anayasaya göre olağanüstü
dönemlerde olabileceği gerekçesiyle iptal etmiştir. Üyelerden bazıları iptal kararına
değişik gerekçeyle katılmış ve burada özgürlüğün durdurulmasının değil
sınırlandırılmasının söz konusu olduğunu belirtmiş, basın özgürlüğünün
sınırlandırılması yönünden konuyu ele almış, adı geçen düzenlemenin basın
özgürlüğünü sınırladığını ve bu nedenle iptali gerekeceğini belirtmişlerdir, yani
konuya klasik basın özgürlüğü boyutundan ve devletin bu özgürlük karşısındaki pasif
konumundan bakmışlardır. Anayasa Mahkemesinin kararına katılmakla birlikte bu
karara karşı ayrışık oy kullanan Başkanvekili Güven Dinçer’in gerekçelerine,
tekelleşme konusu açısından önemli olduğundan burada ayrıca değinmemizin doğru
olacağı kanısındayız. Dinçer’e göre; “bugün basının ulaştığı ekonomik ve teknolojik
düzey ile iletişimin kazandığı hız, yoğunluk ve güç karşısında basın hürriyeti, basının
ve basın mensuplarının siyasi iktidarlara karşı korunması işlevini çoktan aşmıştır.
Basında çalışanlar ile toplumun ve bireylerin, basındaki iç ve dış sermaye
gruplarına ve basın tekellerine karşı korunmaları basın hürriyetinin yeni
165 Basın Kanununa yönelik bu yöndeki ve diğer eleştiriler ve Basın Kanununun basın özgürlüğüne ve sınırlandırılmasına ilişkin hükümleri ilerleyen bölümlerde ayrı başlıklar altında ele alınacaktır. 166 Anayasa Mahkemesinin, E.1992/36, K.1993/4, 20.01.1993 tarihli kararı. (R.G. 19.03.1993/21529). Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1047&content=. (E.T.: 15.04.2012).
71
boyutlarıdır. İptal gerekçesinde, konunun yalnız klasik basın hürriyeti ve hürriyetler
açısından ele alınması ve yapılan düzenlemenin temel hakların durdurulması olarak
nitelendirilmesi, basın hürriyetinin olası ve gerçek tehdidini oluşturan basının yerli
tekellerce ve yabancı sermaye gruplarınca ele geçirilmesi tehlikesine karşı önlem
alınması da dahil olmak üzere gelecekte yapılacak gerekli yasal düzenlemeleri
engelleyici niteliktedir.”
Bu konuda son olarak belirtmeliyiz ki, tekelleşme basın özgürlüğü
karşısındaki en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Yasal düzenlemelerin de
tekelleşmeyi önlemek konusunda yetersiz kaldığını düşündüğümüzde; basın
organları, basın çalışanları ve basının ulaşabildiği tüm insanlar, basının tekelleşmesi
karşısında korumasız kalmaktadırlar. En kısa sürede, basın özgürlüğünün devlete
karşı olduğu kadar büyük sermayedarlara karşı da koruyacak hükümlerin,
uluslararası belgelerde, anayasalarda ve diğer yasal düzenlemelerde yerini alması
gerekmektedir.
5.3. Sansür
Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükümetçe önceden
denetlenmesi işi, sıkı denetim167 olarak tanımlanan sansür; serbestçe elde edilip
serbestçe yayınlanan, basılan ve dağıtılan bilginin herhangi bir ön denetime tabi
tutulmaması gerektiği için, yasaktır.
Birçok ülkede ve bizim ülkemizde de, basında sansür yasaklanmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ülkemiz açısından sansür tüm anayasalarımızda168 ve
167 Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/. 168 1876 Anayasasında 1908 değişikliği ile bu yasak getirilmiş, 1921 Anayasamızda ise, olağanüstü bir dönemin Anayasası olması sebebiyle özgürlüklere ilişkin hükümler mevcut değildir. Bununla birlikte,
72
şuan yürürlükte olan Anayasamızın 28’inci maddesinde yer alan“basın hürdür,
sansür edilemez.” hükmü ile yasaklanmıştır.
Sansür konusunda şunu belirtmeliyiz ki, özellikle toplum yararına olmak
şartıyla, belli nitelikteki yayınların (normalin üzerinde şiddet içeren, toplumsal
ahlaka aykırı yayınlar) yasaklanması basın özgürlüğünün ihlali niteliğinde değildir.
Nitekim toplumsal ahlakı bozucu, toplumsal düzeni yok edici ve toplumsal şiddeti
özendirici belli başlı yayınların yayınlanmasının yasaklanması ve bu hususta
düzenleme ve denetleme yapmak üzere bağımsız bir kurumun oluşturulması
(Ülkemizde RTÜK örneği) basın özgürlüğünü zedeleyici değil, basın özgürlüğünün
kötüye kullanılmasını önleyici bir nitelik taşırlar. Ancak bu hassas sınırın özenle
çizilmesi gerekir. Başlangıcında “toplumsal” bulunan her ifade, basın özgürlüğünü
sınırlayıcı muğlak bir neden olarak ileri sürülmemeli ve kullanılmamalıdır.
Günümüzde basın özgürlüğü karşısında, sansürden çok, yayından sonra
getirilen yaptırımlar daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Zira basında yapılan
belli yayınları yapanlara ve belli görüş ifade edenlere getirilen yaptırımlar, basınının
kendi kendini sansür etmesine (otosansür) yol açabilecektir. Otosansür, kişi veya
kurumların kendi kendilerini kısıtlaması anlamına gelmektedir.169 Basın alanında
otosansür ise, gazetecinin kendi kendisiyle hesaplaşması, yazmak istediği metindeki
kamusal fayda ya da kişisel zararları birer kefeye koyup denkleştirdikten sonra,
yazmamak konusunda karar almasına verilen isimdir.170
1921 Anayasasına göre 1876 Anayasasının, 1921 Anayasasına aykırı olmayan hükümleri yürürlükte kalmaya devam edecektir. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda da sansürün yasak olduğu hükme bağlanmıştır. Bu anlamda bütün anayasalarımızın sansür yasağını düzenlediğini söyleyebiliriz 169 Büyük Türkçe Sözlük, bkz. http://tdkterim.gov.tr/bts/. 170 BAYKAN, Metin, a.g.e. sf. 54.
73
Basının bu şekilde kendi kendini sansür etmesine yol açacak yaptırım içeren
düzenlemeler, basın çalışanlarını, gazetecileri veya eser sahiplerini, özellikle
hükümeti eleştirmekten alıkoyabilecektir. Bu da basın özgürlüğünün içeriğini
oluşturan, basının bilgi verme görevini ve kişilerin de bilgi alma hakkını ihlal
edebilecektir. Çünkü eleştirmeyi düşünen kimse sonuçta fikirlerini ileri sürmekten ya
da savunmaktan, onları mahkeme önünde kanıtlayıp kanıtlayamayacağı korkusu ya
da böyle bir yasal sürecin masraflarını karşılayamayacağı endişesini göz önüne
alarak vazgeçebilir.171 Nitekim ABD Yüksek Mahkemesi de birçok kararında, bu tür
yasaklayıcı düzenlemelerin kamuyu ilgilendiren konularla ilgili yapılacak
tartışmaların canlılığını ve çeşitliliğini dikkate değer bir şekilde sınırlayabileceği
görüşünü belirtmiştir.172 Nitekim AİHM de Aslı Güneş, Türkiye kararında başvuran
Emeğin Bayrağı isimli bir dergide yayınlanan makalesinden dolayı, bölücülük
propagandasından dolayı hapis ve para cezasına çarptırılmış; ancak hapis cezası üç
yıllığına ertelenmiştir. AİHM bu olayla ilgili verdiği kararında, her ne kadar gazeteci
olan başvuranın cezasının infazı ertelenmiş olsa da, erteleme dönemi sırasında
faaliyetlerinin kısmen sansürlenmiş olduğunu ve kamuya açık tartışma alanında var
olan ve varlığı inkar edilemeyecek bir eleştiriyi açıkça anlatmasının büyük ölçüde
sınırlandığını belirtmiştir.173 Görüldüğü gibi bu karar gazeteci açısından oto-sansür
olgusuna yol açabilecek devletin dolaylı faaliyetlerine, sözleşme sisteminde yer
verilemeyeceğinin ve bu tip uygulamaların 10’uncu maddenin ihlali sayılacağının bir
171 AYDIN, Öykü Didem, Üç Demokraside Düşünce Özgürlüğü ve Ceza Hukuku -I- Amerika Birleşik Devletleri, Seçkin Yayınları, Ankara, 2004, sf. 328. 172 New York Times v. Sullivan 376 U.S. 254, 09.03.1964., Smith v. California, 361 U.S. 147, 153-154, 14.11.1959. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=361&page=147. (E.T.:11.03.2012). 173 Aslı Güneş v. Türkiye, 27.09.2005, 53916/00.
74
örneğidir.174 Freedom of House da 2011 yılı basın özgürlüğü raporunda açıkça
ülkemizdeki gazeteciler üzerindeki baskıların ve gazetecilerin tutuklanmalarının oto-
sansüre yol açtığını vurgulamıştır.175
Bu konuda son olarak belirtmeliyiz ki, ilerleyen bölümlerde basın
özgürlüğünün sınırları başlığında ele aldığımız hususlar, basın özgürlüğünün bir
sınırı olarak özellikle ceza kanunlarında öngörülen yasaklar ve yaptırımlar, sansürle
doğrudan ilgilidir. Zira basın bu şekildeki hükümlerle belli yönde davranmak ve
yayınlar yapmak zorunda bırakılmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi bu tür yasak
ve yaptırım içeren hükümler, basın özgürlüğünün haklı bir sınırlandırılmasını
oluşturduğu müddetçe sorun yoktur. Ancak belirtmeliyiz ki, demokratik bir devlet,
basında sansür sonucunu doğuracak düzenlemeleri getirirken dikkatli ve cimri
olmalıdır.
174 BAYKAN, Metin, a.g.e. sf. 54. 175 Raporun İngilizce metni için bkz. http://www.freedomhouse.org/report/freedom-press/2011/turkey.
75
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
1. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE ÜLKEMİZDE BASIN
ÖZGÜRLÜĞÜ
1.1. Genel Olarak
Basın özgürlüğü ülkemiz açısından nasıl bir evrim geçirmiştir? Bugün ki
yasal ve anayasal düzenlemelere hangi aşamalardan geçilerek gelinmiştir? Konu ile
ilgili olarak yürürlükte bulunan anayasal ve yasal düzenlemelere yürüyüş öykümüz,
yürürlükte bulunan düzenlemeleri anlamak açısından önem arzetmektedir. Bu
nedenle bu başlık altında, geçmiş anayasal dönemlerimizi temel alarak, ülkemizde
basının ortaya çıkışından 1982 Anayasasının yürürlüğe girişine kadar ki tarihsel
süreci incelemeye çalışacağız. Bu incelemede ülkemiz tarihi açısından dönüm
noktalarımız olan Anayasalarımızı temel alacağız. Zira ülkemiz çoğu konuda olduğu
gibi basın özgürlüğü açısından da, anayasal gelişmeler temel olmak üzere gelgitler
yaşamıştır. Bazen özgürlük rüzgarları esmiş, çoğu zaman ise sınırlamalar başrol
oynamıştır. Ziya Gökalp’in başından geçen bir olay bunu çok iyi anlatmaktadır.
“Abdülhamid döneminde muzır faaliyetlerinden dolayı tutukluyken uzun zamandır
hapiste bulunan yaşlı bir Jöntürk’le tanışmıştır. Yaşlı adam ona şu vasiyette bulunur:
‘Ben göremem ama sen gençsin, ülkemizin özgürlüklere kavuşacağı günleri
göreceksin. O zaman hiç durmayın, kafanızda olan ve her gün konuştuğunuz bütün
76
konuları yazın ve yayınlayın. O özgürlük günleri de fazla uzun sürmeyebilir. Ama
fikirler bir kere yazıya dökülürse bir daha kaybolmaz.”176
1.2. 1876 Anayasası Öncesinde Basın Özgürlüğü
Osmanlı Devleti’nde ilk gazete Vekayi-i Mısriye ,20 Kasım 1828’de
Kahire’de, yarısı Türkçe, yarısı Arapça olmak üzere yayına başladı. Bundan 3 yıl
sonra, 1831’de de II. Mahmud İstanbul’da kendi resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’yi
yayınlattı.177 Tüm bu gelişmelere rağmen 1839 tarihli temel haklar bakımından
önemli bir anayasal belge olan Gülhane Hatt-ı Hümayununda basına ilişkin bir
düzenleme bulunmuyordu. 1858 tarihinde Fransa’dan iktibas edilen ceza kanununda
basına yönelik cezai hükümler ilk kez öngörüldü. Bu Kanuna göre, devletin emri ve
ruhsatı ile açılmış matbaalarda, devlet, tebaası ve hükümet erbabı aleyhinde gazete,
kitap ve zararlı evrak alınacak; suçun derecesine göre, matbaası geçici olarak veya
tamamen eleştiri içeren yazıları ve edepsiz resimleri basan, bastıran ve yayımlayanlar
da para ve hapis cezasına çarptırılacaktı.178 Bu düzenleme sonrasında ilk gazete
kapatma eylemine 1860 tarihinde çıkarılmaya başlanan Tercüman-ı Ahval maruz
kalmıştır.
Osmanlı Devletinin basınla ilgili gerçek anlamda ilk hukuki düzenlemesi ise
1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi ile olmuştur. 1852 tarihli Fransız Ceza
Kanunu’ndan esinlenerek hazırlanan söz konusu nizamname 1909 yılına kadar
yürürlükte kalmış ve basını sıkı bir idari ve cezai rejime tabi tutmuştur.179 Bu
nizamname ile siyasi nitelikli yayınlar açısından gazete ve dergi çıkarmak, ruhsat 176 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 87. 177 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 24, TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 15. 178 ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, Basın Özgürlüğü ve Osmanlı Devleti’ndeki Görünümü, AÜHF Dergisi, Yıl:2002, Sayı:51/3, sf.72. 179 DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e., sf. 6.
77
alma koşuluna bağlandı ve başlıca devletin iç güvenliğini asayişini bozan bir suçun
işlenmesini kışkırtan gazetelerin geçici ya da kesin; padişah ve hanedanı hakkında
uygunsuz sözler kullanan; vekiller, dost ve müttefik devletlerin hükümdarları,
yabancı devletlerin temsilcileri aleyhinde yazılar yazan gazetelerin bir ay süreyle
kapatılacağı belirtildi.180 1867 tarihinde çıkarılan kararname ile basın özgürlüğünün
kısıtlanması konusunda tüm yetkiler hükümete verilmiş ve adı geçen nizamname de
önemini yitirmiştir.
1.3. 1876 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü
1.3.1. 1876 Anayasasının İlk Halinde Basın Özgürlüğü (1876-1908)
Her ne kadar basınla ilgili ilk yasal düzenleme 1864 tarihli Matbuat
Nizamnamesi olmuşsa da, basın özgürlüğüne ilişkin ilk Anayasal düzenleme 1876
Anayasasında yer bulmuştur. 1876 Anayasasının 12’inci maddesine göre; “Matbuat
kanun dairesinde serbesttir.”181 Basın özgürlüğü, Anayasada düzenlenmesine
rağmen, 1876 Anayasasında düzenlenen diğer hak ve özgürlükler gibi teminatsız ve
yaptırımsız olarak kalmaya mahkum olmuş, nihayet 2 yıl kadar sonra, Mebusan
Meclisi 30 yıllık bir tatil sürecine sokulmuş ve 1876 Anayasası uygulamadan
kaldırılmıştır. Her ne kadar ciddi bir uygulama alanı bulamasa da 1876 Anayasasının
12’nci maddesi, basın özgürlüğüne ilişkin ilk anayasal güvence niteliğini
taşımaktadır. Bu hükümle birlikte, yaptırımının ne olacağı belli olmasa da, idari
kararlarla basın özgürlüğünü engelleyici düzenlemeler getirilmesinin önü
kapatılmıştır. Ancak 1878 yılında Anayasanın uygulamadan kaldırılmasıyla birlikte,
180 ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, a.g.e. sf. 73. 181 KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Türk Anayasa Metinleri (Senedi İttifaktan Günümüze), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2.Bası, Mayıs, 2000, sf.44.
78
basın tamamen yürütmenin güdümüne sokulmuştur. Nitekim bu dönemde yayınlanan
resmi bir tebliğdeki şu ifadeler bu açıdan ilgi çekicidir: “Eskiden, gazeteler yokken
dedikodular yalnız ağızlarda dolaşırdı. Şimdi herkes aklına geleni birer gerçekmiş
gibi yayınlıyor. Gazetelerde çıkan yazıları da herkes tümüyle gerçek sanıyor. Bu
yüzden ortaya çıkan yanlışlar eskisinden çok önemlidir. Hükümetin etkinlikleri
aleyhine dil kullananlar fesatçı sayılacağı ve bu çeşit yazılar yazanlara karşı gereken
şiddetli yasal önlemlerin alınacağı ve bu çeşit yazılar yazanlara karşı gereken
şiddetli yasal önlemlerin alınacağı cümlenin malumu olmak üzere, devlet adına bu
durum şimdiden ilan olunur.”182
1878 yılında, gazete ve dergileri denetlemek ve sansürden geçirmek üzere
Dahiliye Nezareti’ne bağlı Matbuat-ı Dahiliye Müdürlüğü içinde bir kurul
oluşturuldu. Bu kurulun neyi denetleyeceği ise gizli bir yönetmelikle belirlendi. Bu
yönetmelikte gazetelerde ne yazılması ve ne yazılmaması gerektiği emredilmek
suretiyle de, devlet güdümü altında bir basın istemi açıkça ifade edildi.183
Bu dönemde olumlu ve fakat sonuçsuz bir girişim olarak ilk Basın Kanunu
tasarısı Meclise sunulmuştur. Mecliste uzun süre tartışmalara neden olan tasarı
Mebusan Meclisi tarafından 2 Mayıs 1877 tarihinde kabul edildi ancak Abdülhamit
tasarıyı onaylamadı.184 Yine bu dönemde olumlu sayılabilecek ve fakat başarısız bir
girişim olarak değerlendirilebilecek basın özgürlüğü açısından önemli bir olay olan
ilk gazeteci grevi yapılmıştır. 1901 yılında Abdülhamit’in tahta çıkışının 25’inci yılı
nedeniyle basının ödemekle yükümlü olduğu pul vergisi ortadan kaldırılır ve gazete
182 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 49. 183 ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, a.g.e. sf. 77. 184 İlk Basın Kanunu tasarısının Mebusan Meclisinde görüldüğü sırada basın özgürlüğü açısından renkli tartışmalara yol açmıştır. Mebusların sözlerinden örnekler için bkz. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 51-52.
79
sahipleri bu durumdan ciddi bir kar elde ederler. Gazeteciler de bundan yararlanmak
istediklerini bildirdiklerinde ise gazete sahipleri tarafından olumsuz cevap alırlar ve
ilk gazeteci grevi böylece başlamış olur. Gazetelerinden ayrılan gazeteciler Saadet
adı altında bir gazete çıkarırlar ancak bu girişimleri başarı ile sonuçlanmaz.185
Bu döneme, II. Abdülhamit’in basın üzerindeki sıkı sansür uygulamaları
damgasını vurmuştur. Bu sansür uygulamasını gözler önüne seren, Yıldız Sarayı
Başkatipliğinden Matbuat Müdürlüğüne gönderilen bir yönergeye göre; Milli Eğitim
Bakanlığının ahlak açısından onaylamadığı hiçbir roman ve yazı dizisi
yayınlanamayacaktır, “devamı var”, “devamı yarına” gibi cümleler
kullanılamayacaktır, bir takım kötü sanılara yol açabileceği ve kafaları
karıştırabileceği nedeniyle yazılar arası boşluk bırakılamayacaktır, kişilere
sataşılamayacaktır, vatandaşların Hükümdara verdiği yolsuzlukları bildiren
dilekçeler yayınlanamayacaktır, yabancı ülkelerdeki kışkırtıcı gösteriler
yayınlanamayacaktır, kötü niyetli kişilerin yersiz yorumlarına yol açabileceği
nedeniyle bu yönerge de gazetelerde yayınlanamayacaktır.186
Bu dönemde açıkça Yıldız Sarayı Başkatipliğine gönderilen belgelerden 1902
yılı itibariyle yakılan kitap ve risalelerin sayısı 165 çuvala ulaşmıştır.187
1.3.2. 1908 Anayasa Değişikliklerinde Basın Özgürlüğü (1908-1921)
1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte 1876 Anayasası tekrar
uygulamaya koyulmuş ve 1909 yılında Anayasa’da ciddi ve olumlu değişiklikler
yapılmıştır. Bu değişikliklerle birlikte Anayasa’nın 12’inci maddesi şu hali almıştır:
185 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 70-71. 186 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 55-56. 187 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e sf. 58.
80
“Matbuat kanun dairesinde serbesttir. Hiçbir veçhile kableltab teftiş ve muayeneye
tabi tutulamaz.”188 Anayasa’daki bu değişiklikle birlikte, basın özgürlüğü konusunda
bir adım daha ileri gidilmiş ve kanun dairesinde serbest olan basının sansüre de tabi
tutulamayacağı hükme bağlanmıştır. Böylelikle II. Abdülhamit döneminde çok sıkı
bir biçimde uygulanan sansürün doğurduğu tepkiyle basının ön denetime tabi
tutulamayacağı Anayasa ile güvence altına alınmıştır.189 Bu özgürlük rüzgarları ile
birlikte basın alanında ciddi gelişmeler olmuş ve bu dönemde çıkan gazete
sayılarında gözle görülür bir artış meydana gelmiştir. Öyle ki ilk kez Mekke ile
Medine de gazeteye kavuşmuştur.190
25 Temmuz 1908 sabahı gazeteler ilk olarak sansürsüz çıktı ve Meşrutiyetin
ilan edildiği 24 Temmuz günü Cumhuriyet’ten sonra “Basın Bayramı” olarak kabul
edildi.191 Ancak II. Meşrutiyetle birlikte esen özgürlük rüzgarları uzun süre devam
etmemiş ve 1912 yıllarında başlayan ve 1’inci Dünya Savaşı süreciyle devam eden
yeni bir istibdat dönemine daha girilmiştir. Hürriyet söylemleriyle iktidarı ele
geçirenler, “Memleket hürriyet ve meşrutiyetle idare edilmek kabiliyetinden
mahrumdur”192 gerekçesiyle tüm özgürlükleri hiçe saymışlardır. Doğaldır ki basın da
bu dönemden nasibini almış ve Anayasa hükmü hiçe sayılarak ciddi sınırlamalara
tabi tutulmuştur. Nitekim Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten daha 1 yıl geçmeden
özgürlükler askıya alınmış, 31 Mart hareketinin bastırılmasından sonra yerleşen
sıkıyönetim sürekli hale getirilmiş ve diğer bütün özgürlükler gibi basın özgürlüğü de
ciddi sınırlamalara tabi tutulmuştur.
188 KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, a.g.e., sf.86. 189 ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, a.g.e., sf. 78. 190 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 88. 191 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 82. 192 KAPANİ, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınları, Yedinci Baskı, Ankara, 1993, sf. 106.
81
Yine bu dönemde yürürlüğe giren 1909 tarihli Matbuat Kanunu ile
başlangıçta özgür bir basın yaratmak amaçlanmış ve bu hususta “izin” sistemi yerine
“bildirim” sistemi getirilmiştir. Ancak bu kanunun mecliste görüşülürken yaşanan
tartışmalar milletvekillerinin kanunu basın özgürlüğü lehine bulmadıklarını ve kolay
da kabul etmediklerini göstermektedir.193 Ne yazık ki, 1913 yılından itibaren kanun
ciddi değişikliklere maruz kalmış194 ve basın karşısında hükümet yeniden
güçlendirilmiştir.
1.4. 1921 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü
Öncelikle belirtmeliyiz ki, 1921 Anayasasının kabul edildiği dönemin özel
koşulları nedeniyle, bu anayasada basın özgürlüğüne ilişkin bir hüküm yoktur. Bu
anayasa döneminin olağanüstü koşulları nedeniyle de basın ciddi ve haklı bir denetim
altına alınmıştır. 195 Basına getirilen sınırlamalar 1923 yılına kadar devam etmiştir.
Bu tarihte yayımlanan TBMM İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi ile sıkıyönetim ve
buna bağlı olarak getirilen sansür kaldırılmıştır.196
Milli mücadele döneminde Mustafa Kemal, başarıya ulaşmanın anahtarının
basın ve haberleşme ağında etkin olmak olduğunu biliyordu. Bu nedenle ilk olarak
telgraf ağına el konulmuştur. Daha milli mücadelenin ilk aylarında 14 Eylül 1919
tarihinde Sivas Kongresi yıllarında milli mücadeleyi desteklemek amacıyla İrade-i
193 Milletvekillerinin özellikle gazete çıkarılmasında depozito yatırılma şartını getiren hükümleri eleştiren sözleri, basında tekelleşmenin zararlarını da gözler önüne sermesi açısından dikkat çekicidir. Bu sözlerden örnekler için bkz. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 85. 194 Kanun, basın özgürlüğü aleyhine ciddi değişikliklere maruz kalmıştır. Bu değişikliklerden örnek vermek gerekirse: ahlaka aykırı yayınların toplattırılması, devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek yayın yapanların Hükümet kararıyla kapatılabilmesi. KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 89. 195 Milli Mücadele Döneminde Türk basını hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. AYHAN, Bünyamin, Milli Mücadele’de Basın – Olağanüstü Durumlarda Propoganda, Tablet Kitabevi, 2007. 196 ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, a.g.e. sf. 79.
82
Milliye Gazetesi çıkarılmıştır.197 Ancak gazetenin yöneticilerinin başka çizgide
kalması nedeniyle, Mustafa Kemal, Ankara’ya yerleşir yerleşmez, tamamen kendi
denetiminde ve hedefini çok daha açık olarak yansıtan Hakimiyet-i Milliye ismi
altında gazetesini çıkardı.198 Hakimiyet-i Milliye Cumhuriyet rejimini yaratan
eylemin ana siyasal sözcüsü olurken daha sonra Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın resmi yayın organına dönüşmüştür.199 6 Nisan 1920 yılında ise
Anadolu Ajansı bizzat Atatürk tarafından kurulur.200
Atatürk, basına biçtiği “Cumhuriyet yandaşlığı” ve “Cumhuriyeti koruma”
rolünü, 1924 yılındaki İzmir Gazetecileriyle görüşmesindeki “Arkadaşlar, Türkiye
basını, ulusun gerçek sesinin ve kararının belirtisi olan Cumhuriyet’in çevresinde
çelikten bir kale oluşturacaktır: Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın
mensuplarından bunu istemek Cumhuriyet’in hakkıdır.”201 şeklindeki sözleri açıkça
gözler önüne sermektedir. Bu dönemde Cumhuriyeti korumak kaygısı altında,
Cumhuriyet henüz yeni ilan edilmişken hilafeti savunan yazıların yayınlanması
nedeniyle gazeteciler İstiklal Mahkemelerinde yargılanmıştır. Hüseyin Yalçın’ın
mahkeme önündeki savunmasındaki “Bu memlekette Cumhuriyet’in dayanakları
birkaç, yahut beş on zatı muhterem değildir. Cumhuriyet’in dayanakları hak ve
adalettir, kanundur. Kimden gelirse gelsin, millet zulümden, istibdattan nefret eder.
Ben Cumhuriyet’in dayanaklarını sağlamlaştırmak için bütün iyi niyetimle
197 İrade-i Milliye Gazetesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. DERVİŞOĞLU, Fatih M., Milli Mücadele Döneminde Basın ve İrade-i Milliye Gazetesi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 2/6, Kış, 2009, sf. 159 vd. 198 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 114. 199 GÜNGÖRMEZ, Bengül, Kitle İletişim Araçları, Siyaset ve Propaganda, Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:3, Sayı:3, 2002, sf. 7. 200 Atatürk, Ajansın açılış konuşmasında, o dönemde iletişim araçlarına verdiği önemi “Düşman bir memleketi önce ordusu ile değil, propagandasıyla işgal eder. Süngü onun arkasından gelir. İşte onun içindir ki, biz bu alanda sesimizi duyuracak bu ajansı kuruyoruz.” GÜNGÖRMEZ, Bengül, a.g.e. sf. 1 vd. 201 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 112.
83
çalışıyorum. Biliyorum ki üzerime düşmanlıkları çekiyorum. Fakat ne yapayım, bir
gazeteci için düşündüğünü söylemek vatan borcudur… Ben vatan haini değilim…”202
sözleri basın özgürlüğü açısından dikkat çekicidir.
1.5. 1924 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü
1.5.1. Tek Partili Dönemde Basın Özgürlüğü (1924-1946)
1924 Anayasasına basın özgürlüğü açısından baktığımızda karşımıza basın
özgürlüğünü düzenleyen 77’nci madde çıkmaktadır. Bu hükme göre; “Matbuat,
kanun dairesinde serbesttir ve neşredilmeden (yayımlanmadan) teftiş ve muayeneye
tabi değildir.”203 Hükümden hemen anlaşılacağı üzere, 1924 Anayasası da, 1909
değişikleriyle oluşan 1876 Anayasasının 12’inci maddesini aynen benimsemiştir.
Özgürlüklerin büyük bir özenle düzenlendiği 1924 Anayasası, ne yazıktır ki, bu
özgürlüklerin ihlali halinde yaptırımların neler olacağını düzenlememiştir. Nitekim
Anayasaya aykırılık husule geldiğinde yaptırım öngörülmemesi 1960 Askeri
Darbesinin en önemli sebeplerinden birisini oluşturacaktır.204 Basın özgürlüğü de
1924 Anayasasında düzenlenmekle birlikte, içeriğinin belirlenmesi kanunlara
bırakılmıştır. Nitekim Yazıcı’ya göre; “1924 Anayasasının 1961’e göre tek farkı
202 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 145. 203 KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, a.g.e., sf.136. 204 Özellikle Demokrat Parti döneminde (1950-1960), basın ciddi sınırlamalara tabi tutulmuştur. Yalnızca bu dönemde basın özgürlüğü hususunun incelenmesi dahi başlı başına bir çalışmanın konusudur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. KOYUNCU, İbrahim, Türkiye’de Basın İktidar İlişkisi (1950-1954), Çanakkale, 1997, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi; CANSIZOĞLU, Mustafa, 1956-1960 Dönemi Türk Basınında Laiklik Karşıtı Hareketler ve Tepkileri, İstanbul 2001, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi (Bu tezlerin elektronik ortamda metinlerine ulaşmak için Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi’nin internet sitesinden faydalanılmıştır. http://193.140.255.11/tezvt/tez.htm (E.T.:11.10.2011).
84
vardır. O da basın hürriyetinin sadece ana çerçevesini belirleyip, düzenlemeyi
kanunlara bırakmasıdır.205
Bunların yanında, 1924 Anayasasının 86/3 hükmüne göre; sıkıyönetim, kişi
ve konut dokunulmazlığının, basın, gönderişme, dernek, ortaklık hürriyetlerinin
geçici olarak kayıtlanması veya durdurulması demektir.206 Bu hüküm ışığında, basın
özgürlüğünün sınırlanması ve durdurulması anayasal bir dayanağa kavuşmuştur. Bu
anlamda bir an için 1924 Anayasası döneminde de anayasaya aykırılık hususunda bir
yaptırım mekanizmasının bulunduğunu varsaysak bile, 86/3 hükmü karşısında bu
mekanizma da işleyemeyecek veya çok sınırlı işleyebilecekti. Kaldı ki, 1924
Anayasasının basın özgürlüğüne ilişkin bizzat kendi hükümleri yetersizken, bu
dönemde basın alanında yapılan kanunlar Anayasanın getirdiği teminatları da hiçe
sayar nitelikte olmuşlardır. Türkiye’de tek parti döneminde iki başarısız çok partili
hayat denemesi sonrası çıkartılan iki kanun basın özgürlüğü açısından döneme
damgasını vurmuşlardır. Bu nedenle tek partili dönemde basın özgürlüğü konusunu,
bu kanunları ayrı başlıklar altında ele alarak inceleyeceğiz.
1.5.1.1. Takrir-i Sükun Kanunu
17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşunun
ardından ülkede, muhalefetin sesi daha gür çıkmaya başlamıştır ve 1925 yılının
başlarında Şeyh Sait Ayaklanması patlak vermiştir. Ayaklanma bastırılmış, belli
bölgelerde 1927 yılına kadar sürecek olan sıkıyönetim ilan edilmiş, istiklal
mahkemeleri kurulmuş ve 4 Mart 1925 tarihinde de Takrir-i Sükun Kanunu kabul
edilmiştir. Bu kanun ile meydana gelebilecek her olayda hükümete gerekli önlemleri
205 YAZICI, Reşat, Anayasalarımızda Basın Hukuku, Gazeteciler Cemiyeti, Ankara, 1986. 206 KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, a.g.e., sf.138.
85
almak için neredeyse sınırsız bir yetki tanınmıştır. Nitekim basın özgürlüğü de bu
verilen yetkiden nasibini fazlasıyla almıştır.
İlk önce sıkıyönetim bölgesinde çıkarılan ve dışarıda çıkarılıp da sıkıyönetim
bölgesine sokulan her türlü gazete ve dergi bir talimatname207 ile açıkça sansüre tabi
tutuldu. Kanunun yürürlüğe girmesinin hemen ardından ise yurt çapında birçok
gazete hükümet kararıyla kapatıldı208 ve çok sayıda gazeteci İstiklal Mahkemelerinde
uzun süren yargılamalara maruz kaldı.209 Sonuç olarak Takrir-i Sükun Kanunu ile
basında yer alan en ufak bir eleştiride dahi suç unsuru görüldü ve gazeteciler
tutuklanmaya ve yargılanmaya devam edildi. Öyle ki gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın
sırf sustuğu için dahi sorumlu görülerek yargılandı. Takrir-i Sükun Kanunu kabul
edildikten sonraki gün Hüseyin Cahit Yalçın hükümeti protesto şeklinde siyasi yazı
yazmamaya karar verdiğini gazeteye yazması nedeniyle açıkça sorumlu tutulmuştur.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın savunmalarındaki şu sözler ilgi çekicidir: “Takrir-i Sükun
Kanunu çıkıyor dediler. Elzemmiş. Ben de bunu kabule mecburdum, sustum. Şimdi,
susuşum bir suç oluyor. Susma hakkım yok mu benim?...” “Basın özgürlüğünü
zararlı görmek, bunun, memlekette kötü sonuçlar verdiğini söyleyerek gazeteleri
mahkum etmeye kalkmak adalete aykırıdır. Mademki bu memleket halk egemenliği
prensibiyle kendini yönetecektir, mutlaka basın özgürlüğü olacaktır. Hem de sınırsız
bir basın özgürlüğü. Çünkü bütün dünya kabul eder ki, basın özgürlüğü olmadan
demokrasi olmaz. En saydığımız ağızlar bize, “basın özgürlüğünün ilacı gene basın
207 3 Mayıs 1925 tarih ve 1846 sayılı Havali-i Şarkiye’de İdare-i Örfiye Mıntıkasında Tatbik Edilecek Sansür Talimatnamesi, bkz. KABACALI, Alpay, Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, sf.133 vd. 208 Hangi gazetelerin kapatıldığına ilişkin bkz. KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 134. 209 Bu dönemde yapılan yargılamalar hakkında ve hükümetin bu yargılamalara müdahalesini gözler önüne seren, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından yazılan şifreli telgrafın metni için bkz. TUNÇAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması – 1923-1931, Tarih Vakfı Yayınları, 4.Basım, 2005, sf. 151; KABACALI, Alpay, a.g.e., sf. 134 vd.
86
özgürlüğüdür” demiyorlar mı? Bir İstiklal Mahkemesi kurarak ve bu kanunun
kapsamına geçmişteki olayları da alarak, gazetecileri mahkum etmekle basın
özgürlüğü olur mu?”210 Böylece bu dönemde muhalif basın kesin olarak susturuldu.
Basın alanında ciddi sınırlamalar içeren bu dönem doktrinde de haklı
eleştirilere maruz kalmıştır.211 Ancak belirtmeliyiz ki bu dönemde yeni kurulan
Cumhuriyet hala doğum sancılarını üzerinde barındırmaktaydı ve Cumhuriyet
karşıtları da hanedanlık ve şeriat yönetimini yeniden istemekteydiler. Bu nedenle
dönem itibariyle basının ciddi sınırlamalara maruz bırakılmasını bir ölçüde anlamak
ve haklı görmek kanımızca mümkündür. Nitekim bizzat Atatürk’ün bu dönemde
basına doğrudan müdahaleleri söz konusudur ve bu müdahaleleri kanımca bu
doğrultuda değerlendirmek gerekir.212 Kaldı ki 4 Mart 1929 tarihinde Takrir-i Sükun
Kanunu yürürlükten kaldırılmış ve İsmet İnönü Mecliste yaptığı konuşmada
“…Tehlike kapının eşiğine gelene kadar sabreden Büyük Meclis, Cumhuriyeti
kurtarmak için keskin ölçülerin zamanı geldiğine hükmetti. Kendi İstiklal
Mahkemelerini kurdu ve hükümete Takrir-i Sükun Kanununu verdi…”213 diyerek, bu
kanunun “cumhuriyeti korumak” kaygısından doğduğunu gözler önüne sermiştir.
1.5.1.2. 1931 Tarihli Matbuat Kanunu
12 Ağustos 1930 tarihinde ikinci başarısız çok partili hayat denememizin
kahramanı Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak kısa sürede ülke çapında
210 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 149-150. 211 TUNÇAY, Mete, a.g.e.; KABACALI, Alpay, a.g.e.; TOPUZ, Hıfzı, a.g.e.. 212 “Dönemin Matbuat Umum Müdürlüğü yapan Sertel, dönemle ilgili müdürlüğün hem dışişlerine bağlı olması nedeniyle örgütlenme açısından sorun yaşadığı, hem de Atatürk tarafından zaman zaman müdahale edildiği ve gazetecilik açısından sorunlar yaşandığını ifade eder.” AYHAN, Bünyamin, Atatürk ve Basın, Palet Yayınları, Nisan, 2009, sf. 116. 213 ÖZAKMAN, Turgut, Cumhuriyet Türk Mucizesi İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 19. Basım, Ekim, 2010.
87
çıkan olaylar sonucunda kendi kendini feshederek kapandı. Hükümet bu dönemde de
ortaya çıkan muhalif basını susturmak adına birçok gazeteyi kapattı ve gazeteciler
tutuklanmaya ve yargılanmaya devam edildi. İkinci çok partili hayat denemesinin de
başarısızlıkla sonuçlanması sonucunda ülkemizde tek parti yönetimi tam anlamıyla
yerleşti ve muhalif basına tahammül gösterilemedi.214
İşte 1931 tarihli yeni Matbuat Kanunu bu ortam içinde hazırlandı. Kanun
genel anlamda muhalif basın ve basın özgürlüğü aleyhine hükümler içermekteydi.
Nitekim kanunun bu anlamda en belirgin hükmü olan 50. maddesi215; hükümeti basın
karşısında, birtakım muğlak nedenlerle tam anlamıyla güçlü duruma getiriyordu.
Kanunla gazete ve dergi çıkarmak için izin usulü terk edilerek bildirim usulü getirilse
de 1938 yılında yapılan değişiklikle yeniden izin usulüne dönülmüştür.216 Yine 1938
yılında yapılan değişikliklerle gazete ve dergi çıkartmak için ciddi mali teminatların
yatırılma koşulu getirilmiştir. Bu değişiklik basında tekelleşme yolunu açan bir
değişiklik olmuş ve basın özgürlüğüne ciddi bir darbe vurmuştur. 1938 değişikliğinin
getirdiği en önemli hükümlerden biri de okul ve üniversite olaylarıyla ilgili
haberlerin izinsiz yazılmamasıdır.217
Ayrıca bu kanun gereği gazete ve dergi sahiplerinin belli niteliklere sahip
bulunmaları gerekmekte idi. Ayrıntılı olarak düzenlenen bu niteliklere, 1938
214 Dönemin hükümet yanlısı yazarlarından Falih Rıfkı Atay’ın muhalif gazetelere ilişkin şu sözleri bu tahammülsüzlüğün açık göstergesidir: “Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi, bir kelime ile, alçaktırlar. Balkanlardan Amerika’nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili iğrenç mücrimlerle bir sıraya konur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz.” KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 151. 215 Kanunun 50. maddesi şöyle idi: “Memleket genel siyasetine dokunacak yayınlardan dolayı İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararıyla gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilir. (…) Bu şekilde kapatılan bir gazetenin sorumluları, kapatılma süresince başka bir adla gazete çıkaramaz.” KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 153. 216 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 158. 217 Bu şekilde yazıların yayınlanabilmesi için mahallin en büyük mülki amirden izin alınması gerekmekte idi. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 167.
88
tarihinde “kötü şöhretli olmamak” dahi eklenmişti. Tabiidir ki bu niteliklerin
varlığına veya yokluğuna karar verme yetkisi de hükümete aitti. Dönemin
gazetecilerinden Nadir Nadi 1939 itibariyle bu dönemde basının durumunu şu
cümlelerle özetlemektedir218: “1939 yazında basınımızın durumu şöyle özetlenebilir:
Milli Şef’e, hükümete ve CHP’ye dil uzatmak yasaktı. Hükümetin genel tutumu hiçbir
şekilde tenkit edilemezdi. Gazetelerimiz genel tutumlarını hükümet direktiflerine göre
ayarlamak durumunda idiler.” Bunun karşısında hükümet yanlısı gazetecilerden
Falih Rıfkı Atay İse, gazetecilerin kendilerini otosansüre tabi tutmalarını doğal ve
gerekli bulduğu anlamını içeren 11 Aralık 1937 tarihli Ulus Gazetesinde çıkan
yazısında şunları söylemekte idi: “Türk gazeteciliği, inkılabi müdafaa eden kanun
hükümlerinden başka bir kayıt altında değildir. Bizdeki matbuat hürriyetine Avrupalı
meslektaşlarımızın imrendiğini biliyoruz. Cumhuriyet iradesi, kendi kusurlarını
düzeltmek vazifesini gazeteciye bırakmıştır. Her muharrir, kanunlara bakarak
kalemini kolayca ayar edebilir.”219
Bu dönemde, Önceleri Kemalizm, sonraları Atatürkçülük adı verilen çizgide
yer alan basın, Matbuat Umum Müdürlüğü (şimdiki Basın Yayın) ve onu
yönlendiren üst makamların emirleri altında tek sesli olarak çalışmıştır.220
Yine bu dönemde hükümet açıkça komünist yayınlara karşı koymaya da
başlamıştır. Nitekim 24.12.1938 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile “yurdun
istikbaline sahip gençlerin korunması maksadı ile Türk Bünyesine ve karakterine
hiçbir zaman uymayan ve sırf komünist propaganda gayesi ile bazı muharrirler
218 NADİ, Nadir, Perde Aralığından, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1991. 219 Aynen alıntı, DAĞLAR, Ali, Ordunun Dayanılmaz Ağırlığı, Basının Dayanılmaz Hafifliği, Türkiye’de Asker İktidarı ve Basın, Destek Yayınevi, Eylül, 2010; TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 162. 220 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 118.
89
tarafından yazılarak ilmi ve edebi mahiyet altında neşredilmekte olan zararlı
eserlerin tetkik ve vaktinde toplattırılabilmesini temin için” kurulan komisyonun
çalışması daimi hale getirilmiştir.221 Bu vesile ile hükümet birçok yayını kapatmış,
yayınları durdurmuştur.222 Marko Paşa bunun çok önemli bir örneğidir. Öylesine çok
kapatılmış ve toplattırılmıştır ki değişik isimlerde çıkmaya devam etmiş ve
“toplattırılmadığı zamanlarda çıkan siyasi mizah gazetesi” başlığı ile yayınlanmaya
başlamıştır.223
Bu dönemde patlak veren 2. Dünya Savaşı nedeniyle 1940 yılında; İstanbul,
Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli illerini içerecek şekilde
sıkıyönetim ilan edildi ve bu durum 1947 yılına kadar devam etti. 1931 tarihli
Matbuat Kanunu ile hükümet tarafından kapatılabilen gazeteler, bu dönemde
sıkıyönetim kararlarıyla kapatıldı224 ve basın üzerindeki baskılar artarak devam etti.
Nitekim basın tarihimizde çok önemli bir olay olan “Tan Baskını” da bu
dönemde olmuştur. Sovyet Rusya ile ilişkilerin iyi olmasını savunan Tan Gazetesi,
dönemin milliyetçilerinin ve iktidarının hedefi olmaya başladı. 4 Aralık 1945 günü
ise çok sayıda gösterici gazetenin yayın politikasını protesto eden gösteriler yapmaya
başladılar ve gazete binasına saldırdılar. Saldırıda gazete binası büyük ölçüde
yağmalandı ve Tan Gazetesi yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. Bu saldırı 221 YILMAZ, Mustafa & DOĞANER, Yasemin, Cumhuriyet Döneminde Sansür (1923-1973), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2007, sf. 25. 222 Bu dönemde kapatılan yayınların en büyük çoğunluğunu, ülke aleyhine ve kamuoyunu bozucu yayınlarla birlikte komünist propaganda yapan yayınlar oluşturuyordu. YILMAZ, Mustafa & DOĞANER, Yasemin, a.g.e. sf. 18. 223 Hür Marko Paşa adı altında çıkan dergi 1949 yılında, komünizm propagandası yapmak maksadı ile çıkarılan gazetenin halk ile hükümetin arasını açmak, sınıf mücadelesini körüklemek, amacını gerçekleştirmek için memlekette istikrar bulmuş olan esaslı devlet teşekküleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Zabıta ve Aile gibi müesseselerin yıkılmasını ve halk nazarında küçük düşürülmesini temin edici yazılar ihtiva ettiği gerekçesiyle kapatılmıştır. YILMAZ, Mustafa & DOĞANER, Yasemin, a.g.e. sf. 28. 224 Bu dönemde hükümet ve sıkıyönetim kararları ile kapatılan gazeteler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 154 vd.
90
daha sonra büyük tartışmalara neden oldu. Gazete binasına saldıran grup daha
öncesinden de yürüyüş yaparak devrimci yayınlar satan ABC kitabevinin camlarını
kırmışlardı ve sayıları 10 bini buluyordu.225 Daha sonra Tan Gazetesinin binasına
gelmişler, çok değerli bası makinelerine büyük zararlar veriyorlar, gazete kağıtlarını
sürükleyerek gösterilerine devam ediyorlar ancak bunları yaparken büyük bir
müdahale ile karşılaşmıyorlardı.226
Burada son olarak, bu dönemde çıkarılan, halen yürürlükte bulunan ve basın
özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren 1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma
Kanununa227 da kısaca değinmemiz gerekmektedir. 18 yaşından küçüklerin
maneviyatı üzerinde muzır228 tesir yapabilecek yayınların sınırlanmasını amaçlayan
bu kanun, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren neredeyse bütün maddelerinde
değişiklik görmüştür. Bu kanuna göre, başbakanlık bünyesinde bir yetkili kurul
oluşturulacak ve bu kurul, yayınların çocuklar için muzır niteliğe sahip olup
olmadığını takdir edebilecektir. Hükümete bağlı görülen bir idari birime bu denli
geniş yetkiler veren bu kanunun basın özgürlüğünü büyük ölçüde sınırladığı
düşünülebilir. Ancak basın özgürlüğü karşısında, küçüklerin manevi hayatlarının
korunması hakkının da bulunduğunu unutmamak gerekir. Nitekim Anayasa
225 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 183. 226 Gazeteci Oral Çalışlar 4 Aralık 1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısında bu durumu şu sözlerle ifade edecekti: “Polis saatlerce süren saldırıyı sadece seyretti. Belli ki önceden tembihliydiler. Tan’a yapılan saldırı hakkında hiçbir soruşturma açılmadı. Ama Sabiha ve Zekeriya Sertel tutuklandılar ve 6 ay hapiste kaldılar. Türkiye’nin en çok satan ikinci gazetesi sırf çok partili sistemi ve demokrasiyi savunduğu için devlet tarafından örgütlenen bir saldırıyla ortadan kaldırıldı.” 04.12.1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesi. 227 Kabul Tarihi: 21.6.1927, 7.7.1927 tarihli ve 627 sayılı R.G. 228 Sözlük anlamı olarak; sağlığı bozan, zararlı, cinsel gelişmeye zararlı anlamlarına gelmektedir. Bkz. http://www.tdkterim.gov.tr/bts/.
91
Mahkemesi ve birçok uluslararası mahkeme de, bu şekilde yayınların basın
özgürlüğünden yararlanamayacağı yönünde kararlar vermişlerdir.229
1.5.2. Çok Partili Dönemde Basın Özgürlüğü (1946-1960)
Çok Partili hayata geçişle birlikte, CHP iktidarında gözle görülür bir
yumuşama olmuş ve basın da bundan nasibini almıştır. Nitekim daha önceleri
hükümetin denetimi altındaki Basın Birliği yerini, 11.06.1946 yılında Bağımsız
Gazeteciler Cemiyeti almıştır. Bunun yanında 1946’daki yasa değişiklikleriyle gazete
kapatma yetkisi idari makamlardan alınıp mahkemelere devredilmiştir. Ayrıca gazete
çıkarmakta izin şartı ve mali şartlar kaldırılmıştır.
Bu dönemin basın özgürlüğüne ilişkin en önemli olayı, Demokrat Partinin
iktidara geldiği 1950 yılında yeni Basın Kanununun yürürlüğe girmesi olmuştur. İlk
haliyle230 gerçekten basın açısından demokratik düzenlemeler içeren kanun, ne yazık
ki 1954 yılından itibaren geçirdiği değişikliklerle birlikte özgürlük aleyhine,
sınırlamalar lehine bir hal almıştır. “Henüz Basın Kanununun üzerinden üç yıl
geçmesiyle birlikte, bu kanunda yapılan değişikliklerle ve basın yoluyla işlenen
suçlara ilişkin özel bir kanun çıkarılarak basın baskı altına alınmıştır.”231 Demokrat
Partinin 1950 ile 1960 arasındaki iktidardayken tutumu, ne yazık ki CHP’nin 1945-
1950 davranışından farklı olmamıştır.232
229 Bu konu ve konu ile ilgili kararlar, diğer bölümlerde, (Basın Özgürlüğünün Sınırları/Ahlakın Korunması ve Mevzuatımızda Basın Özgürlüğü/1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu başlıkları) ele alınmıştır. 230 1950-1954 tarihleri arasında, Basın Kanununun ilk hali ve basın iktidar ilişkileri için bkz. KOYUNCU, İbrahim, Türkiye’de Basın İktidar İlişkisi (1950-1954), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale, 1997. 231 GEDİK, Ömer, a.g.e. sf. 81. 232 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 123.
92
1950 tarihli Basın Kanunun ilk halinde gazete ve dergi çıkartmak için izin
şartı ortadan kaldırılmıştır, basın suçlarını yargılama görevi özel mahkemelere
verilmiştir, gazete sahipleri cezai sorumluluklarından kurtulmuşlardır, cevap ve
düzeltme hakkı yeniden düzenlenmiştir.233
Çok Partili dönemde, iki kutuplu dünya Türkiye’de de yansıma yapmış,
komünist propaganda yapan yayınlar açık ara en fazla sansüre tabi tutulan yayınlar
olmuştur.234
Bu dönemde CHP’nin yayın organı olan Ulus ve DP’nin yayın organı olan
Zafer gazetesi arasında sürekli bir rekabet vardı ve hükümetteki DP bu rekabeti
sürekli Ulus ve diğer CHP lehine yayın yapan gazeteler aleyhine ve fakat Zafer ve
DP lehine yayın yapan diğer gazeteler lehine getirmek için her şeyi yapıyordu.235
1954 yılında “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında
Kanun” kabul edildi. 1956’da adı biraz değiştirilerek daha da katılaştırılan ve basın
özgürlüğünü önemli ölçüde zedeleyen bu kanun sonunda muhalif basındaki eleştiriler
artarken basın davalarının sayısı da giderek arttı. 6-7 Eylül olayları236 sonunda suçlu
olarak basın görüldü ve ilan edilen sıkıyönetim aracılığıyla basına açık sansür
uygulandı.237 Bu dönemde birçok gazete doğrudan sıkıyönetim komutanının “men
ettim” sözlerini içeren bildirilerle kapatılmıştır.238
233 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 193. 234 Bu dönemde 47 adet Komünist propaganda yapılan yayın yasaklanmıştır. YILMAZ, Mustafa & DOĞANER, Yasemin, a.g.e. sf. 20. 235 Bu dönemde özellikle Ulus Gazetesi ve Zafer Gazetesi arasındaki ilişkiler ve hükümetin basın üzerindeki baskı ve etkisi hakkında örnekler açısından ayrıntılı bilgi için bkz. ÖYMEN, Altan, Öfkeli Yıllar, Doğan Kitap, 2009. 236 6-7 Eylül Olayları, 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde İstanbul ve İzmir’de ortaya çıkan ve azınlıktaki vatandaşlara ait dükkanların, kiliselerin yakılıp yıkılması ile sonuçlanan olaylardır. 237 Nitekim Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz 10 Eylül 1955 tarihinde basına konan yasakları açıkladı. İlgi çekici olarak gördüğümüz bazıları şöyle idi: Hükümeti tenkit etmek yasaktır, hükümetin çalışmalarını etkileyecek biçimde yazılar yasaktır, NATO devletleriyle ilgili haberler
93
1956 yılında basın özgürlüğü aleyhine Basın Kanunu başta olmak üzere bazı
kanunlarda değişiklikler yapıldı.239 1957 ve 1958 yıllarında ise sırasıyla yayınlanan
kararnameler ile önce “gazete ve dergi kağıtlarının tek elden ithali” ve ardından
“reklam ve ilanların tek elden dağıtımı” benimsenerek muhalif basın bu yönden de
denetim altına alınmaya çalışıldı.240 Bu kısıtlamaların sonucunda Uluslararası Basın
Enstitüsü, Başbakana bir mektupla basın özgürlüğünün sağlanması hususunda
uyarıda bulunma gereği dahi duymuştur.241
Nihayet 18 Nisan 1960’ta 2247 sayılı “CHP ve bir kısım basının faaliyetlerini
tahkike memur Meclis Tahkikat Encümeni’nin kurulması hakkında kanun” çıkarıldı.
TBMM’nin o günkü oturumunda, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ünlü, “Bu yolda
devam ederseniz ben de sizi kurtaramam” cümlesinin yer aldığı konuşmasını yaptı.
Aynı gün Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Meclis Tahkikat Komisyonu üç
bildiri yayımladı. Üçüncü bildiri ile “Tahkikatın selametle cereyanını temin
maksadıyla, tahkikata mevzu teşkil eden maddelerle Tahkikat Encümeni’nin vazife
ve salahiyetleri ve bilumum karar, tedbir ve faaliyetlerine müteallik her türlü haber,
havadis, beyan, tebliğ, mütalaa, vesika, resim ve yazıların ve -TBMM Zabıt Ceridesi
yasaktır, Darlık, kıtlık ve yoklu haberleri yasaktır, 6 Eylül olayları ile ilgili haberler yasaktır, Çıplak kadın resmi basmak yasaktır, ikinci baskı yapmak yasaktır vb. Bu yasaklar için bkz. KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 245 vd.; TOPUZ, Hıfzı, a.g.e., sf. 198-199. 238 Nitekim 20 Eylül 1955 tarihinde Anadolu Ajansı Bülteninde yayınlanan Sıkıyönetim Bildirilerinde açıkça “… nedenlerle … gazetelerinin basılmasını ve yayınlanmasını süresiz olarak men ettim” ifadeleri yer almaktadır. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 199 vd. 239 Bu değişikliklerden önemli örnekler için bkz. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 200-201. 240 Bu dönemde Demokrat Parti yandaşı olan Zafer Gazetesine resmi ilanlardan en büyük pay verilmiştir, Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu Gazetesine örtülü ödenekten en büyük pay ayrılmıştır, yine kağıt tahsisi nedeniyle muhalif gazeteler tirajını kısmak zorunda kalmışlardır. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 203. 241 Bu mektupta “Enstitü gittikçe artan bir kuşkuyla Türk basınının durumunu izlemektedir. Hükümetiniz geçen yıl içinde basın özgürlüğünü daraltan çeşitli kararlar aldı. Herhangi bir ülkedeki iç politika olayları elbette bizi ilgilendirmez, ama Enstitümüz basın özgürlüğünün korunması için bütün devletlerin dikkatini çekmekle kendini görevli saymaktadır. Türkiye’de basın özgürlüğü tehlikeye girmiştir.” ifadeleri yer almaktadır. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 202.
94
hariç- bu takrir ile alakalı TBMM müzakerelerinin her türlü vasıtalarla neşrini” yasak
etti ve basın özgürlüğünü tamamıyla yok saydı.242
1961 Anayasası basın hükümlerinin zamanın Temsilciler Meclisi
Komisyonunda görüşülürken 1954-1959 dönemine ait bazı rakamlar açıklanmıştır.
Açıklamaya göre bu dönemde 1000’den fazla basın davası açılmıştır. Bunların 800’ü
mahkumiyetle sonuçlanarak, verilen ceza toplamı 70 yıl 11 ay 6 günü bulmuştur.243
Bu dönemde, 27 Mayıs İhtilalına kadar birçok gazete kapatılmaya devam etti
ve basında en ufak bir çatlak sese dahi tahammül gösterilmedi. Böylece İhtilalin
zemini iyiden iyiye oluşmuş oldu.
1.6. 1961 Anayasası Döneminde Basın Özgürlüğü
1.6.1. Genel Olarak
Türkiye’de darbeler her açıdan çok büyük etkilere sebep olduğu gibi, basın
özgürlüğü açısından da mihenk taşlarını oluşturmaktadırlar. Ülkemizde bu açıdan
darbeleri büyük dalgalara benzetebiliriz. Darbelerle dalgalar basının üzerini
kapatmış, bu dalgalar geldiğinde basın özgürlüğü açısından iyi mi kötü mü olduğu
anlaşılamamış ancak dalgaların çekilmesiyle birlikte basın eskisinden farklı bir
konjonktürde kendini bulmuştur.244
27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan
Milli Birlik Komitesi, 1961 Anayasası oluşturulmadan önce, basın özgürlüğüne
242 Nitekim İnönü’nün konuşmalarının Ulus gazetesinde yayımlanması üzerine sabaha karşı saat beş dolayında Ulus Matbaası basıldı, gazetelere elkonuldu. KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 263. 243 YAZICI, Reşat, a.g.e. sf. 42. 244 Darbeler karşısında Türk Basınının tutumu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TEK, Hayati, Darbeler ve Türk Basını, Elips Yayınları, Mart, 2007.
95
ilişkin olumlu düzenlemeler yapmıştır. Basın özgürlüğünü ihlal eden birtakım
kanunlarda ve özellikle Basın Kanununda yaptığı değişikliklerle, basın özgürlüğünü
yok eden hükümleri kaldırmıştır. Böylece 1950 tarihinde kabul edilen ve ilk haliyle
özgürlükler lehine demokratik bir kanun olarak nitelendirebileceğimiz 5680 sayılı
Basın Kanunu, Milli Birlik Komitesinin yaptığı değişikliklerle büyük oranda ilk
haline döndürülmüştür. Ayrıca Milli Birlik Komitesi Fikir İşçileri Kanununu kabul
ederek ve Basın İlan Kurumunu kurarak basın özgürlüğü lehine çok ciddi adımlar
atmıştır. Öyle ki bu düzenlemeler gazete sahiplerinin hiç hoşuna gitmemiş ve gazete
sahipleri üç gün gazete çıkarmama kararı almışlardır. Gazetecilerde buna tepki göstererek bir
gösteri yürüyüşü düzenlemişler ve basın gazetesi çıkarmışlardır. Gazetenin ilk sayısının
başyazısında şu ifadeler yer almaktadır: “Temel hak ve hürriyetlerimizin gerçekten
kısıtlandığı, basının, yalnız basının değil, bütün memleketin gerçekten eşi görülmemiş bir
tehlikenin içine sokulduğu günlerde bile gazetelerini kapatmayan ve protesto yoluna
gitmeyen gazete sahiplerinin şimdi bir ilan kurumu için yaptıkları bu hareket, basın
tarihimizde herhalde şerefli bir yer kaplamayacaktır.”245 Bu ifadeler basın özgürlüğü
karşısındaki en büyük tehlikenin devlet veya hükümet değil basında tekelleşme olduğunun
kanıtıdır.
Nihayet 09.07.1961 tarihinde 1961 Anayasası kabul edilmiştir ve 22 vd.
maddelerinde basın özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu
düzenlemelerle basın özgürlüğü bizzat Anayasa tarafından düzenlenmiş ve Anayasa
Mahkemesi kurularak da, Anayasada düzenlenen hükümlere aykırılığın yaptırım
mekanizması da oluşturulmuştur. Ancak 1971 Muhtırasıyla birlikte Anayasa
özgürlükler aleyhine değişikliklere maruz kalmış ve basın özgürlüğü de bu
değişimden nasibini almıştır. Biz bu başlık altında 1961 Anayasasının ilk halindeki
245 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 231-232.
96
ve 1971 değişiklikleri sonrası basın özgürlüğünü temel alarak iki alt başlık altında
incelemelerde bulunacağız.
1.6.2. 1961 Anayasasının İlk Halinde Basın Özgürlüğü (1961-1971)
1961 Anayasasının, 1971 yılında değiştirilmeden önce, “Basın Hürriyeti”
başlıklı 22’inci maddesine göre; “Basın hürdür; sansür edilemez. Devlet, basın ve
haber alma hürriyetini sağlıyacak tedbirleri alır. Basın ve haber alma hürriyeti,
ancak millî güvenliği veya genel ahlâkı korumak, kişilerin haysiyet, şeref ve
haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı önlemek ve yargı görevinin amacına
uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için kanunla sınırlanabilir. Yargı
görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için kanunla belirtilecek sınırlar
içinde hâkim tarafından verilecek kararlar saklı olmak üzere, olaylar hakkında yayın
yasağı konamaz. Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergilerin toplatılması bu
tedbirlerin uygulanacağını kanunun açıkça gösterdiği suçların işlenmesi halinde ve
ancak hâkim karariyle olabilir. Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler ancak 57
nci madde de belirtilen fiiilerden mahkum olma halinde mahkeme kararıyla
kapatılabilir.”246
1961 Anayasasının 23 vd. maddelerinde ise sırasıyla, “gazete ve dergi
çıkarma hakkı (md. 23)”, “kitap ve broşür çıkarma hakkı (md. 24)”, “Basın
araçlarının korunması (md. 25)”, “basın dışı haberleşme araçlarından faydalanma
hakkı (md. 26)” ve “düzeltme ve cevap hakkı (md. 27)” düzenlenmiştir.
Basın özgürlüğü ile ilgili ayrıntılı düzenlemeler içeren 1961 Anayasası,
kanunların anayasaya aykırılığını denetleyen mekanizmayı da beraberinde getirmiş
246 KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, sf.179.
97
ve bu dönemde Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Bu bağlamda iktidarın Anayasaya
aykırı olarak basın özgürlüğünü ihlal etmesi halinde yaptırım mekanizması mevcut
bulunmaktadır.
Basın özgürlüğünün kanunlarla sınırlanabileceği her anayasada olduğu gibi
1961 Anayasasında da belirtilmiş ancak anayasada belirtilen koşullar altında
sınırlanabileceği düzenlenmiştir. Bu koşullar ise, devletin bütünlüğünü, kamu
düzenini, ulusal güvenliği ve genel ahlakı korumak, kişilerin onuruna ve haklarına
saldırıyı, suç işlemeye kışkırtmayı önlemek, yargı görevinin uygulanmasını sağlamak
olarak karşımıza çıkmaktadır.
1960-1971 döneminde kurulan hükümetler, temelde, programlarında
dillendirdiklerine göre, “aşırı sol ve aşırı sağ ile mücadele” hedefine
yönelmişlerdir.247 Basın özgürlüğü de bu hedeften nasibini almış, özellikle bu
dönemde komünizme karşı bizzat devlet mücadelesi doruğa çıkmış ve Marksist-
Sosyalist nitelikteki eserlerin Türkçeye çevrilmesi bile suç niteliğinde kabul edilmiş
ve cezalandırılmıştır. Ayrıca bu dönemde, yeni Anayasa ile oluşan özgürlük ortamına
rağmen, ilginçtir ki müstehcen yayınların yasaklanmasında ciddi bir sıçrama
görülmüştür. 1950-1960 döneminde müstehcen yayınlar nedeniyle yasaklanan yayın
sayısı 3 iken, 1961-1973 yılları arasında bu sayı 33’e çıkmıştır.248
Bunlara rağmen bu dönemde yaşanan özgürlük ortamı ve baskı
tekniklerindeki büyük gelişmeler nedeniyle günlük gazete sayılarında ve satış
oranlarında çok büyük bir sıçrama olmuştur.249
247 ŞAHİN, Adil, a.g.e. sf. 71. 248 YILMAZ, Mustafa & DOĞANER, Yasemin, a.g.e. sf. 20-21. 249 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 238 vd.
98
1.6.3. 1971 Muhtırası Sonrası Basın Özgürlüğü (1971-1980)
1971 Muhtırası sonrasında yapılan kapsamlı Anayasa değişikliğinden 22’inci
madde de nasibini almış ve basın özgürlüğü aleyhine değişiklikler yapılmıştır. 1971
Muhtırası sonucunda Anayasa’nın 22’nci maddesinde yapılan değişiklikle birlikte
basın özgürlüğünün sınırlanması konusunda çok değişken ve geniş kavramlar
getirilmiş, ilan edilen sıkıyönetim sonucunda da dönemin çok sayıda gazetecisi
tutuklanmış ve basın özgürlüğü hiçe sayılmıştır. Ayrıca yapılan değişiklikle birlikte
gazete ve dergilerin toplatılması konusunda hakimlerin yanında gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde savcı da yetkili hale getirilmiştir. Sıkıyönetim döneminde,
geçmiş sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi birçok gazete kapatılmış, gazeteciler
tutuklanmış ve basın özgürlüğü çok büyük zarar görmüştür.250
1971-1980 evresinde de kurulan hükümetlerin insan haklarına yönelik
faaliyetleri göz önünde tutulduğunda dikkati çeken nokta, sözü edilen bu hükümet
programlarında, “aşırı sol ve aşırı sağ ile mücadele” edilmesinin hedeflendiğidir.251
Bu politika bu dönemde hükümetin basın üzerinde ciddi bir baskısı olması nedeniyle
basına da yansımış, basın özellikle aşırı sol ile mücadele anlamında yanlı yayınlar
verme kaygısına düşmüştür. 1 Mayıs 1977 olayları bunun en çarpıcı örneğidir.
Bilindiği üzere 1977 yılının 1 Mayıs kutlamaları kanlı olarak son bulmuş, ardındaki
sır perdesi bugün dahi tam olarak ortadan kaldırılamamıştır. Bizim konumuz
açısından ilgi çekici nokta ise 1 Mayıstan önceki sağ görüşlü gazetelerdeki
250 Bu dönemde tutuklanan gazeteciler, tutukluluk ve hükümlülük süreleri, kapatılan gazeteler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 251 vd. 251 ŞAHİN, Adil, a.g.e. sf. 71.
99
manşetlerin sanki kan döküleceğini önceden bilir şekildeki, halkın milli duygularını
provoke edici manşetler ilgi çekicidir.252
Yine 1971-1980 döneminde ülkemizde basın organlarında tekelleşme
olgusunun da ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Nitekim bu dönemde basın organlarında
holdingleşme başlamış ve mali yönden güçlü olmayan basın organları tutunamaz
olmuştur. Gazetecinin baskı grupları karşısında bağımsız olması ve yazı işleriyle
idarenin birbirini fazlasıyla etkilememesi gerektiğini savunan Abdi İpekçi’nin Şubat
1979’da öldürülmesi, zaten yurt dışında Milliyet Gazetesi sahibinin gazeteyi satma
kararını hızlandıran ve bir sermaye grubunun eline geçmesini sağlayan en önemli
etken olmuştur.253 Sonuç olarak 1973-1980 arasın dönemde ifade özgürlüğünün ve
dolayısıyla basın özgürlüğünün işlenen cinayetlerle ve çıkarılan karmaşalarla
sınırlandırılmaya çalışıldığını gözlemlediğimizi söyleyebiliriz.
Burada son olarak 1961 Anayasasının, 1971 değişikliğinden önce de sonra da
basın özgürlüğüne ilişkin düzenlemesinde getirdiği bir yenilikten bahsetmek
gerektiği kanaatindeyiz. Bu değişiklik Anayasanın 22’inci maddesinde yer alan
“Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır.” ifadesidir.
Burada eski anayasalarımızda yer alan klasik özgürlük anlayışından vazgeçilmiş,
devletin basın özgürlüğünü ihlal edici davranışlardan kaçınması gerektiği ve fakat
bunun yanında devletin bir anlamda basın özgürlüğünün savunucusu olduğu, artık
basın özgürlüğü lehine aktif bir rol alması gerektiği vurgulanmıştır. Şu halde devlet
pasif tutumunun yanında basın özgürlüğü lehine aktif bir tutum takınmalıdır. Burada
252 1 Mayıs 1977’den bir gün öncesinin gazete manşetlerinden bazı örnekler şöyledir; “Kızıllar 1 Mayısı savaş günü ilan etti”, “inşallah aldanırız ama kanlar dökülecek”. Bkz, DAĞLAR, Ali, a.g.e. sf. 53-54. 253 KOLOĞLU, Orhan, a.g.e. sf. 135.
100
söz konusu olan, basın özgürlüğünü sınırlamak değil, tam tersine, yeterli bir
özgürlüğün varolabileceği koşulları yaratmaktır.254 Devletin basın özgürlüğü lehine
takınması gereken bu aktif tutumun, günümüzde basın özgürlüğü aleyhine en ciddi
sorun olan “basın organlarında tekelleşme” olgusu karşısında gerekli ve zorunlu
olduğu aşikardır.
2. 1982 ANAYASASINDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
2.1. Milli Güvenlik Konseyi Döneminde Basın Özgürlüğü
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri
içerisinde yönetime el koydu. Yapılan ilk işlerden birisi de Sıkıyönetim Kanununda
yapılan değişiklikle birlikte Sıkıyönetim Komutanlığının basın üzerinde doğrudan
yetkili hale getirilmesi oldu. Nitekim Sıkıyönetim Komutanının yetkilerini
düzenleyen Sıkıyönetim Kanununun 3. maddesinde değişiklik yapılmış ve maddenin
değişik (c) bendi şu hale gelmiştir: “Söz, yazı, resim, film ve sesle yapılan her türlü
yayım, haberleşme, mektup, telgraf ve sair mersuleleri kontrol etmek, gazete, dergi,
kitap ve diğer yayınların basımını, yayımını, dağıtımını, birden fazla
bulundurulmasını veya taşınmasını veya sıkıyönetim bölgesine sokulmasını
yasaklamak veya sansür koymak; sıkıyönetim komutanlığınca basımı, yayımı ve
dağıtılması yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş, bildiri, pankart, plak, bant
gibi bilcümle evrakı, yayın ve haberleşme araçlarını toplatmak, bunları basın
matbaaları, plak ve bant yapım yerlerini kapatmak.”255 28 Aralık 1982 tarihinde aynı
254 DANIŞMAN, Ahmet, a.g.e. sf. 9. 255 Resmi Gazete, Tarih: 21.09.1980, Sayı:17112.
101
hükümde yapılan değişiklikle birlikte gazete ve dergi çıkarmak da izne
bağlanmıştır.256
Milli Güvenlik Konseyi döneminde, birçok gazete kapatılmış257, gazeteciler
gözaltına alınmış, tutuklanmış ve mahkum edilmiştir. Basın özgürlüğü açısından
böyle bir sürecin ardından 7 Kasım 1982 tarihinde halkoylamasına sunulan 1982
Anayasası kabul edilmiştir.
2.2. 1982’den Günümüze Basın Özgürlüğü
Bu başlık altında tarihsel süreçte bir kesintiye meydan vermemek adına, 1982
Anayasasına kadar getirdiğimiz tarihsel süreci, 1982’den günümüze kadar, basın
özgürlüğü açısından önemli sayabileceğimiz bazı olaylardan bahsederek ele almaya
çalışacağız.
Öncelikle belirtmeliyiz ki Anayasanın ilk yıllarında birçok gazeteci hakkında
dava açılmış, birçoğu tutuklanmış ve çok sayıda gazete kapatılmıştır.258 1950 tarihli
Basın Kanununda 10 Kasım 1983 tarihinde önemli değişiklikler yapıldı.259 25 Ekim
1983 tarihinde kabul edilen Olağanüstü Hal Kanunu ile; gazete, dergi, broşür, kitap,
el ve duvar ilanı ve benzerlerinin çoğaltılmasının ve dağıtılmasının yasaklanması ve
toplatılması yetkisi bölge valiliğine verilmiştir. 1117 sayılı Kanun 6 Mart 1986
tarihinde yapılan değişikliklerle bir sansür kanununa dönüştü.260 Uluslararası Basın
Enstitüsü, Menderes Hükümetine olduğu gibi Özal Hükümetine de yolladığı 256 Resmi Gazete, Tarih: 30.12.1982, Sayı:17914. 257 12 Eylül günü dört gazete tümüyle kapatılmıştır. Daha sonra kimi dergiler için de kapatma kararları verilmiştir. KABACALI, Alpay, a.g.e. sf. 335. 258 Hangi gazetecilerin yargılandığı veya tutuklandığı, hangi gazetelerin kapatıldığı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 258 vd. 259 Bu değişikliklerden önemli bazıları; toplu basın mahkemelerinin kaldırılması, dış memleketlerden getirilen yayınlara daha ayrıntılı yasaklar konulması ve bunun denetiminin Bakanlar Kuruluna bırakılması olmuştur. TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf.262 vd. 260 1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu ayrı başlık altında incelenecektir.
102
mektupla basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin mevzuatın topluluğa üye ülkelerin
yasalarına ters düştüğünü ve bu nedenle değiştirilmesi gerektiğini vurguluyordu.261
1990 yılı basın özgürlüğü açısından kara bir yıl olarak tarihe geçmiştir, bir yıl
içerisinde 49 gazete ve dergi hakkında 586 dava açıldı, 90 gazeteci tutuklandı ya da
gözaltına alındı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı 1990 yılını Basın İhlalleri Yılı olarak
ilan etti.262 1990’lı yıllara gazeteci cinayetleri de damgasını vurdu. 7 Mart 1990
tarihinde Çetin Emeç öldürüldü. Turan Dursun 4 Eylül 1990 günü öldürüldü. Turan
Dursun’un katillerinin bilinmediğinden, hiç de bilinemeyeceğinden yakınan263 Uğur
Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konulan bir bombanın patlaması sonucu
öldü, katilleri ise, 3 yıl önce kendisinin yakındığı gibi hiç bilinemedi.264
1993 yılında Sivas’ta gerçekleşen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında,
şenliklere katılan Aziz Nesinin bir konuşması bazı yerel gazetelerce çarptırılarak
yayınlandı, bunun üzerine gösteriler düzenlendi, çok sayıda gösterici; gazeteci, yazar,
şair ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli ateşe verildi ve sonucunda 37 yazar, şair
ve sanatçı dumandan boğularak öldü. Olay yine o dönemdeki diğer cinayetler gibi
çok tartışıldı, olaya bizzat maruz kalan Aziz Nesin olayı şu sözlerle anlatacaktı: “10
bin ya da 15 bin insan sekiz saat boyunca, şeriat isteriz, diye uluyarak oteli
kuşatırken devlet neredeydi? İtfaiye merdiveninden yarı baygın indirilirken beni
döven ya da itfaiye arabasının içinde elindeki çengelli sırıkla bana saldıran ve söven
o sakallı Belediye Meclisi üyesi ne oldu? Otel yakılıp yıkıldıktan ve 37 aydın yanarak
öldükten sonra birkaç bakanla yetkili kişiler helikopterle Sivas’a geldiler. Bütün bu 261 Mektubun içeriği hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. TOPUZ, Hıfzı, sf. 272 vd. 262 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 274 vd. 263 6 Haziran 1990 tarihli Cumhuriyet Gazetesi. 264 Özellikle 1990’lı yıllarda Türkiye’de gazeteci cinayetleri tırmanışa geçmiştir ve her zaman da özgür kalemler kurşunlanarak basın özgürlüğü bu açıdan da ciddi darbeler alınmıştır. Ülkemizde gazeteci cinayetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. KOÇOĞLU, Yahya, Kurşunla Sansür Gazeteci Cinayetleri, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1993.
103
faciadan en çok sorumlu olması gereken İçişleri Bakanı, olaydan sorumluyu buldu ve
dünyaya ilan etti; sorumlu bendim…”265 Günümüzde ise Sivas katliamı, 5 tane sanık
hakkında zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmesiyle
birlikte yeniden gündeme geldi. Düşme kararı çok eleştirildi ancak sanık lehine olan
hükümlerin uygulanması gerekliliğinden kanımca karar kamu vicdanını rahatsız etse
de hukuken doğru görülmektedir.266
2.3. Günümüzde Basın Özgürlüğü (Tartışmalar-Olaylar-Gelinen Nokta)
Basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin tartışmalar ülkemizde önemini korumakta
ve dönem dönem gündemin ilk sıralarında yerini alabilmektedir. Bu nedenle ayrı bir
başlık altında ülkemizdeki güncel basın özgürlüğü tartışmalarını, bu konudaki güncel
olayları ve gelinen noktayı ele almaya çalışacağız.
Öncelikle Sınırsız Gazeteciler Örgütünün (Reporters Without Borders) 2011
yılı basın özgürlüğü raporuna bakmak doğru olacaktır.267 Adı geçen raporda, “2011
yılında ülkemizde 7 gazetecinin cezaevine gönderildiği, 60’dan fazla gazetecinin
cezaevinde bulunduğu ve bunun da ülkemizi Avrupa’da en fazla gazeteciyi
cezaevinde tutan ülke haline getirdiği, 2011 yılında Türkiye’deki gazetecilerin yasal
ve polisiye açısından geçmiş yıllara nazaran daha fazla zorluklarla karşılaştığı, resmi
makamların ise haklılıklarını Terörle Mücadele Kanunu ile savundukları” ifade
edilmektedir. Ayrıca bu çalışmada ülkemiz 179 ülke arasından, 148’inci olduğu ve
son yıllardaki uzun süreli tutuklamalar, gazetecinin haber kaynaklarının
265 TOPUZ, Hıfzı, a.g.e. sf. 301. 266 Kararla ilgili haberleri incelediğimizde kararın, 5 tane sanığın yardım eden olarak sorumlu olmaları ve suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükmü gereğince 15 yıllık olağanüstü zamanaşımına tabi olması nedeniyle zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Bkz. http://www.ntvmsnbc.com/id/25328616/. 267 Raporun İngilizce metni için bkz. http://en.rsf.org/press-freedom-index-2011-2012,1043.html.
104
küçümsenmesi, yasal olmayan gizli dinlemeler gibi nedenlerle Türkiye’nin basın
özgürlüğü sıralamasında geriye düştüğü belirtildi.
Sınırsız Gazeteciler Örgütü, internet sitesinde yer alan 03.03.2012 tarihli yazı
ile Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutukluluk durumundan, Oda TV davasından
bahsetmekte ve adı geçen gazetecilerin serbest bırakılması gereğini
vurgulamaktadır.268 Nitekim adı geçen davanın 12 Mart tarihli duruşmasında Nedim
Şener ve Ahmet Şık tahliye edilmiştir. Bu tahliyenin ardından örgüt 13 Mart
tarihinde internet sitesinde yayınladığı bir yazıda bu tahliyeleri memnuniyetle
karşıladığını belirtmiş ancak hala tutuklu gazetecilerin bulunmasını ve yargılama
öncesi tutukluluk hallerinin gazetecilerde baskı ve dolayısıyla oto sansüre yol
açmasını eleştirmiştir.269
Bu çalışmadaki cezaevlerindeki gazeteci sayısının artışının nedeninin son
yıllara damgasını vuran Ergenekon davası olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan son
yıllarda birçok gazeteci, daha suçlu oldukları belirlenmeden uzun süredir cezaevinde
bulunmaktadırlar. Yargılamanın uzun sürme ihtimalinin yüksek olduğu gözetilirse bu
tutuklulukların devam edeceği de aşikardır.270 Şuanda ülkemizde tutuklu gazeteci
sayısı ise 91’dir.271
Örgüt Ergenekon Davası ile ilgili olarak da öncelikle silahlı kuvvetlere ilk
defa sivil iktidarca hesap sorulmasını demokrasi için önemli bir adım olarak
görmüştür ancak birçok gazetecinin sırf ülkenin doğusundaki çatışmaları haber
268 http://en.rsf.org/turkey-a-year-in-prison-for-no-reason-03-03-2012,41991.html. 269 http://en.rsf.org/turquie-four-journalists-released-but-13-03-2012,42106.html. 270 Örneğin gazeteciler Sedat Şenoğlu, Bayram Namaz ve Füsun Erdoğan’ın Eylül 2006’dan itibaren 5 yıldır tutuklulukları devam etmektedir. http://www.haber7.com/haber/20111010/TGDP-3-gazeteci-5-yildir-tutuklu-yargilaniyor.php. 271 http://tutuklugazeteciler.blogspot.com/.
105
yaptığı için tutuklanmasını ve yargılanmasını, internetin sansüre tabi tutulmasını ve
Hrant Dink cinayetinin tetikçi ve birkaç sembolik suç ortağının mahkumiyetiyle
sonuçlandırılmasını, AİHM’in de Türkiye’yi Hrant Dink cinayetinde, suikastın
farkında olmasına rağmen önlemek konusunda başarısız olması nedeniyle uyardığını
belirterek eleştirmiştir.272
Freedom House ise 2011 yılına ait basın özgürlüğü raporunda, Türkiye’ye
154 ülke arasında 112’nci sırada yer vererek, ülkemizi “yarı özgür” kategorisinde
değerlendirilmiştir.273 Raporda değinilen önemli gördüğümüz eleştirileri aşağıda
sıralamaya çalışacağız.
1-Raporda açıkça TCK’nın 301 ve 216’ncı maddelerini, özellikle halkı kin ve
düşmanlığa teşvik etme suçu ve bu suçlardan dolayı mahkumiyetlerin fazla olması
eleştirilmiştir.
2-Kürtler hakkında yazıların veya silahlı kuvvetleri karalayıcı yazıların
gazetecilere karşı kullanılması eleştirilmiştir.
3-İfade özgürlüğü ile ilgili olarak gazetecilerin cezaevlerinde bulunması
eleştirilmektedir.
4-Raporda ayrıca gazeteciler üzerindeki baskının artmasının otosansüre yol
açtığı açıkça vurgulanmış ve bu durum eleştirilmiştir.
5-Raporda Kürt yanlısı basın mensuplarının terör örgütü ile işbirliği
yapmakla suçlanmaları eleştirilmiştir.
272 http://en.rsf.org/report-turkey,141.html. 273 Raporun İngilizce metni için bkz. http://www.freedomhouse.org/report/freedom-press/2011/turkey.
106
6-Raporda KCK’dan da bahsedilmiş, bu kapsamda gazetecilerin de
suçlanması ve uzun süre tutuklu kalmaları eleştirilmiştir.
7-Raporda RTÜK’den bahsedilerek, sahip olduğu yaptırım yetkileri
belirtilerek, siyasi baskı altında kaldığına değinilmiş ve bu durum eleştirilmiştir.
8-Ergenekon Davasına değinilerek, bu davada gazetecilerin de yargılanması
ve 47 gazetecinin tutuklanması eleştirilmiş ve bu tutuklamaların editörleri ve
gazetecileri otosansüre zorladığına değinilmiştir.
9-2010 yılında çok sayıda gazetecinin telefon ve e-posta ile ölüm tehdidi
aldığı belirtilmiş, özellikle Kürt yanlısı gazetecilerin ve gazetelerin uğradığı
saldırılardan ve özellikle Hrant Dink’in öldürülmesinden bahsedilmiş ve bu baskılar
ve saldırılar eleştirilmiştir.
10-Nüfusun %36,8’inin internete erişebilir durumda olduğundan, Youtube
sitesindeki bir videonun Mustafa Kemal’e hakaret olarak kabul edilmesinden ve bu
nedenle sitenin erişime kapanmasından ve çok sayıda internet sitesinin bloke
edilmesinden bahsedilmiş ve bu durumlar eleştirilmiştir.
Dünyadaki birçok gazete ve haber ajansları da Türkiye’deki güncel basın
özgürlüğü sorunlarını sayfalarına taşımıştır. Nitekim New York Times Gazetesi
Türkiye’deki gazeteci tutuklamalarını, Hrant Dink cinayetini ve bu cinayetle ilgili
yalnızca görünürdeki kişilerin mahkum edilmesini eleştirmiştir.274 Ayrıca gazete, bir
yıldan fazla tutuklu kalan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tahliye
274http://topics.nytimes.com/top/news/international/countriesandterritories/turkey/index.html?scp=2&sq=freedom%20of%20press%20turkey&st=cse. (E.T.: 15.04.2012).
107
edilmelerini de sütunlarına taşımıştır.275 CNN de tutuklu gazetecileri ve uzun süren
yargılamaları resmi internet sitesinin sütunlarına taşımıştır.276 Le Monde da 18 Eylül
2011 tarihli basın özgürlüğü yürüyüşünü sütunlarına taşımıştır.277
Türkiye’de güncel basın özgürlüğüne ilişkin 27-29 Nisan 2011 tarihleri
arasında Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas
Hammarberg’in medya ve ifade özgürlüğüne ilişkin raporu önemlidir.278 Türkiye’nin
ifade özgürlüğü konusunda yaptıklarını memnuniyetle karşılanmış ancak AİHM’in
son 10 yılda verdiği mahkumiyet kararlarının gereği olarak ilgili düzenlemelerin tam
olarak yapılamadığı vurgulanmıştır. Yasal düzenlemelerimize değinilen raporda Türk
Ceza Kanununda ve Terörle Mücadele Kanunundaki değişikliklerin yeterli olmadığı
belirtilmiştir. Şiddete teşvik konusundaki düzenlemelerin ve uygulamanın AİHM
kararları ile uyum göstermediğini belirtmiştir.279 Raporda gazetecilerin
tutuklanmasının otosansüre yol açtığı da belirtilmiştir. Raporda İnternet yasaklarının
demokratik bir toplumda olması gerekenden fazla olduğu vurgulanmaktadır. Raporda
ülkemizdeki basın işletmesi sahibi büyük sermayedarlara karşı gazetecilerin tam
olarak korunamadığı, medya çalışanlarının haklarının sık sık ihlal edildiği,
gazetecilerin güvensiz bir ortamda çalıştıkları vurgulanarak bu durum eleştirilmiştir.
275 http://www.nytimes.com/2012/03/13/world/europe/turkey-court-frees-4-journalists-accused-in-plot.html?_r=1&ref=freedomofthepress. http://edition.cnn.com/2012/03/12/world/turkey-journalists-released/index.html?iref=allsearch. (E.T.: 15.04.2012). 276 http://edition.cnn.com/2011/11/22/world/meast/turkey-journalists/index.html?iref=allsearch. 277 http://www.lemonde.fr/cgi-bin/ACHATS/acheter.cgi?offre=ARCHIVES&type_item=ART_ARCH_30J&objet_id=1168176&xtmc=la_liberte_de_la_presse_la_turquie&xtcr=1. (E.T.:15.04.2012). 278 Raporun İngilizce metni için bkz. https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=1814085&Site=&BackColorInternet=B9BDEE&BackColorIntranet=FFCD4F&BackColorLogged=FFC679. (E.T.: 15.03.2012). 279 Şiddet ve nefret söylemlerinin basın özgürlüğünün sınırlandırılmasındaki rolü ve AİHM’in bu konudaki görüşü Terörle Mücadele Kanunu başlığı altında ele alınmıştır.
108
Ülkemizde basın özgürlüğü açısından olumlu bir gelişme olarak sayacağımız,
Özgür Gündem Gazetesinin yayınının durdurulması yönündeki kararın İstanbul 14.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kaldırılması kararına bakmamız da uygun olacaktır.
Mahkeme kararında, ilgili yayında terör örgütünün propagandası yapıldığının açık
olduğunu ancak yasaların özgürlükler lehine yorumlanması gerektiğini belirterek
yayının devam etmesi görüşünü savunmuştur. Mahkemenin kararındaki şu cümleler,
hakimlerimiz tarafından AİHS başta olmak üzere, uluslararası metinlerin uygulanma
zorunluluğunu gözler önüne sermesi açısından önemlidir: “İç mevzuat
değerlendirildiğinde kararda bir isabetsizlik olmadığı açıktır. Ancak İnsan hakları
sözleşmesi, AİHM kararları, evrensel hukuk kuralları ve Anayasamızın 90. maddesi
ile birlikte değerlendirildiğinde adı geçen gazetenin 1 aylık yayın süresi içerisinde ne
tür yazılar yazacağı ve yayımlanacağı henüz bilinmediğinden yayın durdurulmasını
gerektirir yazılar yazıp yazmayacağı belirsiz olduğundan ve yine basın özgürlüğü
ilkeleri de göz önüne alınarak 'durdurulabilir' şeklindeki yasa koyucunun vermiş
olduğu takdir hakkının özgürlük lehine yorumlanması gerekmektedir. Eğer adı geçen
gazete gelecek yayınlarında da suç unsuru içerir yazılar yayımlar ise bu konularda
soruşturma açmak her zaman mümkün olabilecektir. Anlatılan bu nedenlerle,
genişletici özgürlük yorumu yapılarak haber alma hürriyeti, basın hürriyeti ilkeleri
de göz önüne alınarak Özgür Gündem isimli gazetenin 1 ay süre ile yayınının
durdurulmasına ilişkin kararın isabetli olmadığı kanaatine varılmıştır.”280
280http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1083417&CategoryID=77&Rdkref=6.
109
2.4. 1982 Anayasasında Basın Özgürlüğü
1982 Anayasasının ilk halindeki 28’inci maddesinde özetle; basının hür
olduğu, sansür edilemeyeceği, basımevi kurmanın izin ve mali teminat yatırma
şartına bağlanamayacağı, kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayın
yapılamayacağı, devletin basın özgürlüğü karşısındaki aktif görevi, basın
özgürlüğünün sınırlandırılmasında 26. ve 27. maddelerin uygulanacağı, tedbir
yoluyla dağıtımın hakim kararıyla olabileceği, gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde yetkili merci tarafından dağıtımın önlenebileceği ancak bu kararında ilgili
sürelerde hakimin onayına sunulmadığı takdirde geçersiz kalacağı, yargılama
görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için hakim kararı dışında olaylar
hakkında yayım yasağının konulamayacağı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün, milli güvenliği, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suçların
önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yetkili merci kararıyla
toplatma kararı verilebilir, ancak bu karar ilgili süreler sonunda hakim onayına
sunulmazsa geçersiz olacağı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayınlardan
mahkum olma halinde süreli veya süresiz yayınların mahkeme kararıyla geçici olarak
kapatılabileceği düzenlenmiştir. Anayasamızın 28/2 hükmü 2001 yılında
kaldırılmıştır281 ve madde bugün yürürlükte bulunan halini almıştır. Bu değişiklikle
birlikte “Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz” hükmü
kaldırılmış ve basında her dilde yayım yapma hakkının önü açılmıştır.
Bu hüküm açısından iki önemli hususa burada değinmek uygun olacaktır.
Bunlardan birincisi; basılmış eserlerin dağıtımının tedbir yoluyla engellenebileceğine 281 03.10.2001 tarihli 4709 sayılı Kanun md. 10.
110
ilişkin düzenleme, ikincisi ise; devletin basın özgürlüğü karşısında aktif tutum
takınmasını emreden düzenlemedir.
1982 Anayasası, 1961 Anayasasından farklı olarak, basılmış ve dağıtılmış
eserlerin toplatılmasının yanında, bu konuda dağıtımın önlenmesi kurumuna da yer
vermiştir ve böylece basın yoluyla işlenen suçların yayım ile oluşacağına ilişkin
genel kurala bir istisna getirilmiştir.282 Basın yoluyla işlenen suçtan söz edilebilmesi
için her şeyden önce basın faaliyetinin konusunu oluşturan basılmış bir eserin varlığı
gereklidir.283 Basılmış eser kavramı ise, 5187 sayılı Basın Kanununun 2’nci
maddesinde; “Yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer
araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınları”
şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca yine aynı kanunun 11’inci maddesine göre;
“Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur.” ve kanunun 2’nci
maddesine göre yayım; “Basılmış eserin herhangi bir şekilde kamuya sunulması”
olarak tanımlanmıştır.284 Bu bilgiler ışığında basılmış bir eserin suç unsuru içermesi,
basın yoluyla bir suçun oluşması için yeterli değildir ve fakat suçun oluşabilmesi için
basılmış eserin yayımlanması da gerekecektir. İşte Anayasanın 28/4 hükmündeki,
dağıtımın önlenmesine ilişkin düzenleme, basın yoluyla işlenen suçların yayımla
birlikte oluşabileceği kuralına bir istisna getirmektedir. Bu düzenlemeyi, yaratma
hakkı başta olmak üzere, basın özgürlüğünün içeriği ile bağdaştırmak mümkün
görülmemektedir. Anayasadaki bu düzenleme, basın özgürlüğüne yönelik, devletin
ve toplumun korunması içeriğinde çok belirgin bir sınırlamadır. Hükmün getiriliş
282 Madde gerekçesine göre de bu düzenleme; “basın suçlarının yahut basın yoluyla işlenen suçların yayım ile vücut bulacağı genel kuralına bir istisna getirmektedir.” YAZICI, Reşat, a.g.e., sf 129. 283 ÖZEN, Muharrem, Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık, Ankara 1998, sf. 245. 284 Anayasanın 28/4 hükmünün gerekçesinde de yayım; “fikir ürününün umuma sunulması, yani açıklık kazanması” şeklinde tanımlanmıştır. YAZICI, Reşat, a.g.e. sf. 129.
111
amacı da, madde gerekçesinde şöyle belirtilmiştir: “Hükmün sevk amacı, söz konusu
gruba dahil suçların ağırlığı nedeniyle bunlara daha ilk anda engel olunması
arzusudur.Yayım gerçekleştirildikten, fikir ürünü umuma sunulduktan sonra alınacak
her türlü tedbirin, yayımla ortaya çıkan zarar yahut tehlikeyi ortadan kaldırmaya
yetemeyeceği düşünülmüştür.”285 Korunan hukuki yarar ne olursa olsun yayım
unsuru gerçekleşmeden basın suçunun gerçekleşmiş sayılması ifade özgürlüğünün
son derece geniş olarak sınırlanmasına neden olacağı için AİHS’nin 10. maddesine
aykırıdır.286
Anayasamız, 28/2 hükmü ile, devletin basın özgürlüğü karşısındaki pasif
tutumunu yeterli görmemiş ve bu özgürlüğün sağlanması anlamında aktif tutum
takınmasını zorunlu kılmıştır. Nitekim madde gerekçesinde de belirtildiği gibi;
“basın hürriyeti önünde devletin olumlu tutumunu yani bu hürriyetin gerçekten
sağlanmasında devletin yardımcı olmasını, bu amaçla gerekli tedbirlerin alınması
ihtiyacını öngörmektedir. Bu cümleden olmak üzere basın devlet yardımı yanında,
basın hürriyetini tehdit eden tekelleşme yahut yoğunlaşma eğilimlerini önleyici
tedbirleri sayabiliriz.”287
Anayasa Mahkemesi de verdiği bir kararında288, Devletin basın özgürlüğü ile
ilgili tedbirleri alma yükümlülüğü konusunda şu ifadelere yer vermiştir: “… Basın,
geniş haber alma ve iletişim sistemleri, ileri baskı teknikleri, yaygın ve hızlı dağıtım
ağı ile büyük bir alanda ve bütünlük içinde faaliyet göstermektedir. Böyle bir faaliyet
285 YAZICI, Reşat, a.g.e., sf. 129. 286 ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER, Melike, a.g.e. sf. 96. 287 YAZICI, Reşat, a.g.e., sf. 129. 288 Anayasa Mahkemesinin, 1997/19 E., 1997/66 K. sayılı, 23.10.1997 tarihli kararı. R.G. Tarih-Sayı :16.01.1999-23585. Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1360&content=. (E.T.: 15.04.2012).
112
ise, önemli bir ekonomik ve mali kaynak ihtiyacını yaratmaktadır. Bu sektöre
girebilmenin kolaylaştırılması ve rekabet ortamının yaratılması, basın özgürlüğünü
sağlamanın temel koşullarındandır. İhtiyaçları karşılamak ve koşulları
gerçekleştirmek, kanun koyucunun görevleri arasındandır.”
ABD Yüksek Mahkemesi de verdiği bir kararında289; “basının anti-tekelleşme
yasasının kapsamı dışında tutulamayacağı sonucuna vararak Kongreyi gerekli
adımları atması konusunda teşvik etmiştir.”290
Devletin basın özgürlüğüne ilişkin pozitif yükümlülüğünün de bir sınırı
olmalıdır. Nitekim ABD Yüksek Mahkemesi çeşitli kararlarında, devletin bu
yetkisini kötüye kullanacağının bir karine olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bu
nedenle devletin basın özgürlüğü üzerindeki yetkilerinin de sınırlanmasının zorunlu
olduğunu vurgulamıştır.291
Bu bağlamda, çalışmamızın ilgili başlıklarında292 belirttiğimiz gibi, devletin
Anayasada öngörülen bu yükümlülüğünü tam anlamıyla yerine getirdiğini söylemek
mümkün değildir. Çalışmamızın tamamında görüleceği üzere, mevzuatımız ve
dolayısıyla mahkemelerimizin bu konudaki kararları, devletin basın özgürlüğü
karşısında pasif yükümlülüğünü öngörmekle birlikte, aktif tutumuna ilişkin bir
belirleme yapamamışlardır.
289 Associated Press v. United States, 326 U.S. 1, 18.06.1945, Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=326&page=1 (E.T.:11.03.2012). 290 ŞAHİN, Kemal, İnsan Hakları ve Özgürlük Boyutuyla İfade Özgürlüğü Gerekçeleri ve Sınırları, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2009, sf. 160. 291 ŞAHİN, Kemal, a.g.e. sf. 220 vd. 292 Tekelleşmeye ve 5187 sayılı Basın Kanunumuza ilişkin başlıklarımızda, mevzuatımızın özellikle tekelleşme karşısında yetersiz kaldığını ve devletin, Anayasamızda öngörülen basın özgürlüğünün sağlanması açısından gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü yerine getirmekten çok uzak olduğunu belirtmiştik.
113
Basın özgürlüğünün sınırlanmasında uygulanacak olan, Anayasamızın 26 ve
27’nci maddesinin ilk hallerine bu açıdan bakacak olursak; herhangi bir değişiklik
geçirmeyen Anayasamızın 27/2 hükmü gereği olarak; “bilim ve sanat hürriyeti
içerisinde yer alan yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri
hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”293 2001 yılında
değişikliğe uğrayan, basın özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin uygulama alanı
bulacak olan 26/2 hükmünün ilk hali ise şu şekilde idi: “Bu hürriyetlerin
kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak
usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının,
özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.”294 Bu hüküm, 2001 yılında değiştirilmiş295 ve hükümde belirtilen
sınırlama nedenlerine ek olarak, “millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,
Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması” olmak üzere yeni sınırlama nedenleri getirilmiştir. İlk
bakışta bu değişiklik özgürlükler aleyhine bir tutumun ürünü olarak görülebilir
ancak, bu değişikliğin gerçekleştirildiği aynı kanun ile Anayasanın 13. maddesi de
değiştirilmiş, genel sınırlandırma nedenleri ortadan kaldırılmış ve temel hak ve
özgürlüklerin özel sınırlandırma nedenleri ile sınırlanabileceği ilke olarak kabul
edilmiştir. 26/2 hükmüne eklenen bu nedenler ise 13. maddede bahsi geçen özel
sınırlandırma nedenlerinden başka bir şey değildir.
293 KİLİ, Suna, GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref, a.g.e. sf. 271. 294 KİLİ, Suna, GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref, a.g.e. sf. 270. 295 03.10.2001 tarihli 4709 sayılı Kanun md. 9.
114
Süreli ve Süresiz yayın hakkını düzenleyen ve hiçbir değişikliğe uğramayan,
1982 Anayasasının 29’uncu maddesine göre ise; Süreli veya süresiz yayın önceden
izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. Süreli yayın çıkarabilmek için
kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen yetkili mercie verilmesi
yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci,
yayının durdurulması için mahkemeye başvurur. Süreli yayınların çıkarılması, yayım
şartları, malî kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir.
Kanun, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya
zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz. Süreli yayınlar,
Devletin ve diğer kamu tüzelkişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve
imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanır.
2004 yılında değiştirilen ve basın araçlarının korunması kenar başlığını
taşıyan, 1982 Anayasasının 30. maddesinin ilk hali ise şöyle idi: “Kanuna uygun
şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve milli güvenlik
aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkum olma hali hariç, suç aleti olduğu gerekçesiyle
zapt ve müsadere edilemez ve işletilmekten alıkonulamaz.296 2004 yılında maddede
yapılan değişiklik297 ile birlikte hükümde belirtilen istisnalar ortadan kaldırılmış ve
basımevi ve eklentilerinin suç aleti olduğu gerekçesiyle istisnasız olarak müsadere
edilemeyeceği ve işletilmekten alıkonulamayacağı düzenlenmiştir.
Anayasamızın, yukarıda bahsettiğimiz hükümleri ışığında basın özgürlüğüne
bakış açısını kısaca değerlendirmek gerekirse; öncelikle belirtmeliyiz ki, Anayasamız
296 KİLİ, Suna, GÖZÜBÜYÜK, A.Şeref, a.g.e. sf. 272. 297 07.05.2004 tarihli, 5170 sayılı Kanun, md. 4.
115
basın kavramını dar ve teknik anlamıyla ele almış ve dolayısıyla radyo, televizyon
gibi kurumları basın kavramı içerisinde görmemiştir. Bu belirlemeyi yaptıktan sonra
Anayasamızın basın özgürlüğüne ilişkin koyduğu ilkeleri ele almaya çalışalım.
Öncelikle Anayasamıza göre, basın sansür edilemez. Yine Anayasamıza göre,
basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz ve basımevi
ve eklentilerine el konulamaz. Bunların yanında, 1982 Anayasasına göre; süreli ve
süresiz yayının izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanması yasaktır;
yayınların dağıtımının önlenmesi ve toplatılması için hakim kararı zorunludur; süreli
yayınlar ise ancak mahkeme kararıyla ve geçici olarak kapatılabilir. Son olarak ise
Anayasamız, 1961 Anayasasında olduğu ve yukarıda vurguladığımız gibi devlete
bizzat, basın özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alma yükümlülüğünü getirmiştir.
Nitekim Anayasamızın 28’inci maddesindeki; “Devlet, basın ve haber alma
hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır.” hükmü bunun göstergesidir. Günümüzde,
basın özgürlüğünün yalnızca devlete karşı korunması tek başına yeterli
olamamaktadır. Zira yukarıda ele aldığımız gibi tekelleşme olgusu basın özgürlüğü
karşısında fiili bir engel olarak yer almaktadır. Bu nedenle devletin basın
özgürlüğünün sağlanması açısından pasif tutumunun yanında aktif olarak da hareket
etmesi gerekmektedir. 1961 Anayasasıyla ilk defa kabul edilen ve 1982 Anayasasının
da tekrar ettiği bu hüküm ile devlete, basın özgürlüğünün lehine düzenlemeler ve
uygulamalar yapmak zorunluluğu yüklenmiştir.
116
2.5. Anayasamızda Basın Özgürlüğünün Sınırlandırılması
2.5.1. Anayasamızda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılması
Rejimi
Anayasamızın 13’üncü maddesine göre; Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.
Bu hüküm ışığında basın özgürlüğü, ilgili maddelerdeki özel sınırlandırma
nedenleri dışında yalnızca kanunla sınırlandırılabilir, bu sınırlandırma Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilçesine uygun olmalıdır, ayrıca bu sınırlandırma basın özgürlüğü hakkının
özüne de dokunmamalıdır.
Anayasamızın 14’üncü maddesine göre; Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı
ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri,
Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini
veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hüküm de basın
özgürlüğünün sınırlanması açısından değerlendirilecektir ve böylece bir temel hak ve
özgürlük olan basın özgürlüğü de, hükümde yasaklanan durumları amaçlayan
faaliyetler biçiminde kullanılamayacaktır. Bunun yanında Anayasa hükümlerinden
117
hiçbiri, Devlete veya kişilere, basın özgürlüğünün yok edilmesini veya Anayasada
açıkça belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette
bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacaktır.
Basın özgürlüğünün Anayasamızın 15’inci maddesine uygun olarak
kullanılmasının durdurulması da mümkündür. Son olarak ise basın özgürlüğü, kişi
hakları ve ödevleri bölümünde düzenlendiği için, Anayasanın 91’inci maddesi gereği
olarak olağan dönem kanun hükmünde kararnameler ile sınırlandırılamaz. Ancak bu
özgürlüğün olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameler ile sınırlandırılmasında bir
engel yoktur.
2.5.2. Anayasamızın 26. ve 27. Maddelerinin Değerlendirilmesi
Anayasamızın 26’ncı maddesi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü
düzenlemektedir. Anayasamız, basın özgürlüğünü düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün bir yansıması olarak gördüğünden, basın özgürlüğünün
sınırlandırılmasında, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırlarına yollama
yapmıştır. Bu hükme göre, düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve dolayısıyla basın
özgürlüğünün sınırları; “milli güvenlik”, “kamu düzeni”, “kamu güvenliği”,
“Cumhuriyetin temel nitelikleri”, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün korunması”, “suçların önlenmesi”, “suçluların cezalandırılması”,
“devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması”, “başkalarının
şöhret ve haklarının korunması”, “kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması”,
“yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi” olarak sayılmıştır.
Anayasa koyucu, basın özgürlüğünün önemi nedeniyle, yalnızca düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırları ile yetinmemiş ve bu özgürlüğün
118
sınırlandırılmasında 27’nci maddenin de uygulanacağını öngörmüştür. Anayasamızın
27’nci maddesi ise, bilim ve sanat hürriyetini düzenlemekte ve bilim ve sanat
hürriyeti açısından öngörülen sınırlama nedenleri basın özgürlüğü açısından da
geçerli olacaktır. Bu anlamda Anayasanın 27’nci maddesinin gereği olarak; basın
özgürlüğü, Anayasanın 1’inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesi
amacıyla kullanılamayacaktır. Dolayısıyla Anayasanın 1’inci, 2’nci ve 3’üncü
maddeleri basın özgürlüğünün bir sınırı olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasamızın
değiştirilemez hükümleri olarak öngörülen bu düzenlemelerde; devletin şeklinin
cumhuriyet olduğu, cumhuriyetin nitelikleri ve devletin bütünlüğü, milli marşı,
bayrağı, başkenti ve resmi dili yer almaktadır.
Her ne kadar Anayasamızda yapılan değişiklikle birlikte, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması rejiminde genel sınırlandırma nedenlerinin kaldırılıp
yalnızca Anayasada belirtilen özel sınırlandırma nedenleri ile sınırlandırma kuralının
getirilmesi hak ve özgürlükler açısından olumlu bir gelişme olsa da; basın
özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin hükümlerin, bu sınırlandırmayı çok genel ve
muğlak birtakım ifadelerle geniş tutması basın özgürlüğünün kullanılmasını imkansız
hale getirmekte ve kanun koyucuya geniş bir sınırlama alanı vermektedir.
AİHS’nin, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin 10/2 hükmü de
genel ve muğlak sınırlandırma nedenlerine yer verse de bu hükmün amacı, ilk olarak
devletlere takdir yetkisi tanımak ve kanımızca daha da önemli olarak ise mahkemeye
bu konuda geniş bir takdir yetkisi tanımaktır. Bu anlamda AİHM de birçok
kararında, sınırlandırmaya ilişkin bu ifadelerin dar yorumlanması gerektiğini ve
özgürlüğün esas olduğunu vurgulamıştır. Ülkemize bu açıdan baktığımızda ise,
Anayasamızda öngörülen bu sebeplerin kanun koyucu ve özellikle mahkemeler
119
tarafından dar yorumlanması gerektiği açıktır. Çalışmamızın ilgili kısımlarında
verdiğimiz, Yargıtay’ın ve AİHM’nin; basından yapılan bir eleştirinin sıradan bir
vatandaş için bir sınırlandırma nedeni olabilecekken, politikacı ve hükümet için
sınırlandırma nedeni olmayacağına ilişkin kararları, bahsettiğimiz dar yorumun
örneklendirilmesi niteliğindedir.
3. ANAYASA MAHKEMESİ ve AİHM KARARLARI IŞIĞINDA
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
3.1.Genel Olarak
Anayasamızın, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen
148’inci maddesi; 13.05.2010 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 07.05.2010
tarihli 5982 sayılı Kanunun 18’inci maddesiyle kapsamlı bir değişikliğe tabi
tutulmuştur. Konumuz açısından bu değişikliğe baktığımızda, belirli koşullarda temel
hak ve özgürlükler açısından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru olanağının
sağlanmasının basın özgürlüğünü de doğrudan ilgilendirdiğini görmekteyiz. Ayrıca
değişiklikle birlikte, AİHS ve AİHM kararları da temel hak ve özgürlükler ve
dolayısıyla basın özgürlüğü açısından bir kat daha önem kazanmıştır. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesinin yeni görev alanının, Mahkemenin basın özgürlüğüne bakış
açısının ve AİHS ve AİHM’nin konuya yaklaşımının ayrı başlık altında ele alınması
zorunlu görülmüştür. Ancak belirtmeliyiz ki, Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’nin
konuya ilişkin kararlarına, çalışma boyunca ilgili konularda ve başlıklar altında
değinildiği için, bu başlık altında mahkemelerin konuya yaklaşımlarını genel
hatlarıyla belirlemekle yetineceğiz. Ayrıca adı geçen mahkemelerin basın
özgürlüğünün sınırlanmasına ve sağlanmasına yönelik kararları iç içe geçtiği için, bu
120
başlık altında mahkemelerin kararlarındaki basın özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin
görüşlerine de yer vereceğiz.
3.2. Anayasa Mahkemesinin Yeni Görev Alanı
Anayasanın 148’inci maddesinde 2010 yılında yapılan değişiklikle birlikte,
“bireysel başvuruları karara bağlama görevi” Anayasa Mahkemesinin görevleri
arasında sayılmıştır. Maddeye eklenen 3 fıkra ile de bireysel başvuruya ilişkin
düzenlemeler getirilmiştir. Nitekim 148’inci maddenin 3’üncü fıkrasına göre,
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.” 148’inci maddenin 4’üncü ve
5’inci fıkralarında da; bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamayacağı ve bireysel başvuruya ilişkin usul ve esasların
kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.
Konumuz açısından önemli olan değişiklik, yukarıda aynen aktardığımız,
Anayasanın 148/3 hükmünde yer almaktadır. Bu hükme göre, bireysel başvuru hakkı
yalnızca Anayasada güvence altına alınmış ve AİHS’nde de yer alan temel hak ve
özgürlükler hakkında ve kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla
kullanılabilecektir. Bunlara ek olarak, düzenlemeye göre bireysel başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Hükmün
gerekçesine de baktığımızda, AİHM tarafından temel hak ve özgürlükler bakımından
tazminata mahkum olunması, bu açıdan iç hukukta son bir başvuru olanağının
sağlanmasının gerekliliği, birçok demokratik ülkede bireysel başvuru hakkının
121
tanındığı, AİHM’nin ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin de bireysel başvuru
yolunun iç hukukta öngörülmesinin gerekliliğini vurguladıkları belirtilmiş ve
bireysel başvuruya ilişkin düzenleme bu şekilde gerekçelendirilmiştir.298
Yukarıda ele aldığımız değişiklik ile birlikte, basın özgürlüğü konusu
açısından Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları bir kat daha önem kazanmıştır.
Zira basın özgürlüğü de, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün içeriğinde yer
aldığını da düşündüğümüzde, Anayasamızda ve AİHS’nde de düzenleme alanı
bulmuştur. Anayasanın 148’inci maddesi ışığında, basın özgürlüğünün kamu gücü ile
ihlal edildiğini ve bu ihlal karşısında kanun yollarının da tüketildiğini
düşündüğümüzde, AİHM’ne başvuru yapılabilmesi için iç hukuk yollarının
tüketilmesi gerektiğinden, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılması
zorunlu hale gelmektedir.
3.3. Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Basın Özgürlüğü
Öncelikle belirtelim ki, Anayasa Mahkemesinin basın özgürlüğüne ilişkin
kararlarına çalışmanın içerisinde yeri geldiğince değinilecek ve her konuya özel
olarak Yüksek Mahkemenin bakış açısı belirlenmeye çalışılacaktır. Bu başlık altında
ise, Mahkemenin konuya genel olarak yaklaşımı, çeşitli kararlarından örnekler
vermek suretiyle kısaca ele alınmaya çalışılacaktır.
Konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarına genel olarak baktığımızda,
Yüksek Mahkemenin, basın özgürlüğünü, düşünce ve kanaat hürriyetini tamamlayan
ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlük olarak ele aldığını görmekteyiz.
298 http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss497.pdf. (E.T. 30.03.2011).
122
Anayasa Mahkemesinin, basın özgürlüğünün özünü belirlemesi hususunda
tutarlı ve istikrarlı kararları olduğundan söz edemeyiz. Zira Mahkeme, 1961
Anayasası döneminde verdiği bir kararla299 yasaklamanın düşüncenin kendisine
yönelik değil de, yayım aracına ilişkin bulunması halinde hakkın özüne
dokunmayacağı görüşündedir. 1982 Anayasası döneminde verdiği bir kararda300 ise,
düşünceyi değil de yayım aracını kısıtlayan bir kanunun önüne gelmesi sonucu, eski
görüşünü değiştirmiş ve bu kısıtlamayı basın özgürlüğünün ihlali olarak
değerlendirmiştir. “Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin, “basın özgürlüğünün
özünün ne olduğu” ve “hangi kısıtlamaların bu özü tahrip ettiği” konusunda tutarlı
ve istikrarlı bir tavrı yoktur. Anayasa Mahkemesinin Kararları incelendiğinde
genellikle konjonktüre bağlı olarak basın özgürlüğünün özünü belirlemeye çalıştığı
görülür.”301
Anayasa Mahkemesi bir başka kararında302 yukarıda da değindiğimiz dağıtım
hakkının engellenmesine ve yasakoyucunun Anayasada öngörülmeyen bir sınırlama
nedenini kanunla öngöremeyeceğine yönelik olarak şu ifadelere yer vermiştir: “4202
sayılı Yasa ile “Basın Kanununa İki Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun”un amacı,
basın özgürlüğü –bireyin bilgilenme hakkı olarak belirlenmiştir. Basın özgürlüğü,
herhangi bir düşüncenin ya da haberin basımından okuyucuya ulaşıncaya kadar
299 Anayasa Mahkemesinin 1978/54 E., 1979/9 K. sayılı, 08.02.1979 tarihli Kararı. Resmi Gazete tarih/sayı: 24.4.1979/16618. Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=579&content=. (E.T.: 15.04.2012). 300 Anayasa Mahkemesinin 1992/36 E., 1993/4 K. sayılı, 20.01.1993 tarihli Kararı. R.G. Tarih-Sayı :19.03.1993-21529. Karar metnine ulşamak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1047&content=. (E.T.:15.04.2012). 301 Aynen alıntı: SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e., sf. 122. 302 Anayasa Mahkemesinin 1996/70 E., 1997/53 K. sayılı, 05.06.1997 tarihli Kararı. Resmi Gazete tarih/sayı:04.04.2003/25069. Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1347&content=. (E.T.:15.04.2012).
123
geçen süreci kapsar. Okuyucuya ulaşmayan süreli veya süresiz bir yayın için basın
özgürlüğünden söz edilemez. Belirli süre dağıtım faaliyeti durdurulan dağıtım
kuruluşu hiçbir basılı eseri dağıtamayacaktır. Dolayısıyla, okuyucuların haberlere
ulaşması- bilgilenme hakkı belirli süre için ortadan kaldırılmış olacaktır.
Yasakoyucu, Anayasa’da öngörülmeyen nedenlerle, basın ve haber alma
özgürlüğünü sınırlayan ya da ortadan kaldıran önlemler alamaz. Dağıtım faaliyetini
durdurma cezası, dağıtım zorunluluğu getirilerek sağlanmak istenen bireyin
bilgilenme hakkını gerçekleştirme amacıyla çelişir. Amaca ulaşmaya uygun olmayan
bu tür cezanın öngörülmesinin zorunlu olduğu da savunulamaz. Ulaşılmak istenen
amaç dikkate alınmadan, basın özgürlüğünü sağlamak ve tekelleşmeyi önlemek
düşüncesiyle de olsa bu tür bir cezanın öngörülmesi amaç-araç arasında bulunması
gereken ölçünün de bozulmasına yol açmaktadır. Bireyin haberlere ulaşabilme
hakkının belirli bir süre için de olsa aşırı biçimde sınırlandırılması demokratik
toplum düzeni gerekleriyle bağdaşmaz.”
Yüksek Mahkemenin yine başka bir kararında303, Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanunda yapılan değişiklikler iptal davasına konu olmuş, idareye tanınan
yüksek miktarda para cezası verme yetkisinin basın özgürlüğünü olumsuz yönde
zedeleyeceği nedeniyle değişikliğin iptali istenmiştir ancak mahkeme “Basın
özgürlüğü, yalnız bu alanda çalışanlar yönünden değil, herkes için geçerli ve
yaşamsal bir özgürlüktür. Basın, geniş haber alma ve iletişim sistemleri, ileri baskı
teknikleri, yaygın ve hızlı dağıtım ağı ile büyük bir alanda ve bütünlük içinde faaliyet
göstermektedir. Böyle bir faaliyet ise, önemli bir ekonomik ve malî kaynak ihtiyacını
303 Anayasa Mahkemesinin 1997/19 E., 1997/66 K. Sayılı, 23.10.1997 tarihli Kararı. R.G. Tarih-Sayı :16.01.1999-23585. Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=1360&content=. (E.T.: 15.04.2012).
124
yaratmaktadır. Bu sektöre girebilmenin kolaylaştırılması ve rekabet ortamının
yaratılması, basın özgürlüğünü sağlamanın temel koşullarındandır. İhtiyaçları
karşılamak ve koşulları gerçekleştirmek, yasakoyucunun görevleri arasındadır.
Ancak, temel işlevi olan haber-bilgi vermesi yanında ticari faaliyet kapsamına giren
tüketim malları dağıtımı yapması ve bununla bütünleşmesi, basını varlık nedeninden
uzaklaştırmaktadır. Bu nedenlerle, basının aslî görevinden uzaklaşmasını önlemek ve
Anayasa'nın 172. maddesine göre tüketiciyi korumak amacıyla süreli yayınlarla
kültürel ürünler dışında mal ve hizmet dağıtım ve taahhüt yasağı getiren ve buna
uymayanlara verilecek cezaları düzenleyen dava konusu kuralların, Anayasa'nın 28.
maddesiyle ilgisi bulunmamaktadır.” ifadeleriyle iptal istemini reddetmiştir.
Anayasa Mahkemesi bir başka kararında304, hakkın özünün içeriğine ilişkin
belirlemesini, basın özgürlüğü açısından da kullanmış ve devletin ve toplumun
korunmasına yönelik sınırlama nedenleri belirlemiştir. Mahkemeye göre;
“Ülkemizde yaşanan terörün amacı, niteliği, kullandığı araçlar ve nihai hedefi
dikkate alındığında, iptal konusu kuralların, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerindeki
hakların gayesine uygun bir şekilde kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu
kullanılmaz duruma düşüren kayıtlara bağlamadığı dolayısıyla bu hakların özüne
dokunmadığı, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün, kamu düzeninin
ve milli güvenliğin korunmasının gereği olarak, zorunlu bir sosyal ihtiyaçtan
kaynaklandığı ve ülkenin milli birlik ve bütünlüğü gibi meşru bir amaç taşıdığı
anlaşılmaktadır.”
304 Anayasa Mahkemesinin, 2006/121 E., 2009/90 K., sayılı, 18.06.2009 tarihli kararı. R.G Tarih-Sayı: 26.11.2009-27418. Karar metnine ulaşmak için bkz. www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2802&content=. (E.T.:15.04.2012).
125
3.4. AİHS Anlamında ve AİHM Kararları Işığında Basın Özgürlüğü
3.4.1. AİHS ve İç Hukukumuzdaki Yeri
AİHS (İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerinin Korunmasına İlişkin
Avrupa Sözleşmesi), Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin Dışişleri Bakanlarınca 3
Kasım 1950’de Roma’da imzalanmış ve 10 devletin onaylaması ile 3 Kasım 1953’de
yürürlüğe girmiştir.305 Türkiye de 10 Mart 1954 tarihinde kabul edilen bir kanunla
sözleşmeyi onaylamıştır. AİHS’nin en önemli özelliği, düzenlediği haklardan çok, bu
hakların korunmasını sağlayacak denetim mekanizmasını da beraberinde
getirmesidir. Bu denetimi sağlayacak organların başında ise AİHM gelmektedir.
Bildiğimiz üzere AİHM kararları, mahkemenin yargı yetkisini tanıyan devletler
bakımından bağlayıcıdır. Mahkemeye bireysel başvuru yolunun da açık olması,
AİHS çerçevesinde denetim mekanizmasının ne denli ciddi boyuta ulaştığının
göstergesidir.
Sözleşmeye taraf olan ve AİHM’nin yargılama yetkisini tanıyan ülkemiz
açısından durumu değerlendirecek olursak, öncelikle AİHS’nin iç hukukumuz
bakımından değerini ortaya koymamız gerekir.306
Anayasamızın 90/5 hükmü gereği olarak; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Gördüğümüz üzere
Türkiye’nin taraf olduğu Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde kabul
edilmekte ve fakat bir adım daha ileri gidilmekte ve milletlerarası andlaşmaların 305 KAPANİ, Münci, a.g.e., sf. 69. 306 AİHS’nin iç hukukumuza etkisi ile ilgili olarak biz, Anayasamızın 90’ıncı maddesi bağlamında kısa bir bilgilendirme yapacağız. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. GÖZLÜGÖL, Said Vakkas, AİHS ve İç Hukukumuza Etkisi, Yetkin Yayınları, Ankara, 2002.
126
Anayasaya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı kuralı
benimsenerek, bir nevi bunların kanunlardan daha üstün olduğu belirtilmektedir.307
Anayasamızın 90/5 hükmüne 2004 yılında 5170 sayılı Kanunla eklenen
cümle ile; temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalar bakımından
farklı bir anlayış benimsenmiştir. Buna göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı
konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası bir andlaşma olan AİHS de,
Anayasamızın 90/5 hükmüne eklenen bu cümle bağlamında düşünülmelidir. Bu
anlamda AİHS iç hukukumuzun bir parçasıdır ve Anayasamızın açık emri gereği
olarak kanunlardan üstün tutulmuştur. Bu bağlamda AİHS’nin asli uygulayıcısı ve
içtihat mercii konumunda olan AİHM’nin içtihatları da ülkemiz hukuku açısından
büyük önemi haizdir. Bu önem, yukarıda belirttiğimiz Anayasanın 148’inci
maddesindeki değişiklikle birlikte bir kat daha artmıştır.
3.4.2. AİHS Anlamında ve AİHM Kararları Işığında Basın Özgürlüğü
AİHS basın özgürlüğü hususunu doğrudan düzenlemiş değildir. Basın
özgürlüğü, AİHS’nin 10’uncu maddesinde yer alan ifade özgürlüğü içerisinde
düzenlenmiştir. Bu anlamda AİHS 10/1 hükmüne göre; “Herkes görüşlerini
açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir 307 Temel hak ve hürriyetlere ilişkin olmamakla birlikte, Any. md. 90/5’in ilk cümlesi anlamında, milletlerarası andlaşmalarla kanunlar arasında derecelendirme yapacak olursak, kural olarak bunların eşit olduğunu söyleyebiliriz ve fakat Milletlerarası andlaşmaların, Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyeceğinden bahisle, eşitler arasında birinci olduğunu kabul edebiliriz.
127
alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve
sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.”
AİHS’nin 10’uncu maddesinin ikinci fıkrası ise ifade özgürlüğünün
sınırlarına ilişkin bir düzenleme içermektedir. Buna göre; “Kullanılması görev ve
sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler
niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin
korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına,
sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Belirtmeliyiz ki, basın özgürlüğünün, 10’uncu madde çerçevesinde önemi
büyüktür. Nitekim bu madde kapsamında yapılan şikayet ve başvuruların büyük bir
bölümünü basın özgürlüğünün oluşturması bunun göstergesidir. Sözleşmenin 10/2
hükmü ise, ifade özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin nedenler getirmiştir. Bu
sınırlamalara baktığımızda, mahkemeye büyük bir takdir yetkisi tanıyacak nitelikte
muğlak ve genel kavramlardan oluştuğunu görmekteyiz. Bunun nedeni ise,
mahkemenin önüne gelen uyuşmazlıklarda, çok çeşitli somut durumlara göre
özgürlüğün sınırlama nedenlerinin içeriğini belirlemesini sağlayabilmek ihtiyacıdır.
Bu nedenle de AİHM’nin konuya ilişkin verdiği kararlar, sınırlamaların içeriğinin
belirlenmesi açısından büyük önem kazanmaktadır.
AİHM’nin konuya yaklaşımını ve AİHS’nde öngörülen sınırlama nedenlerini,
çalışmamızda ilgili başlıklar altında örnekleme niteliğinde vermeye çalıştık. Bu
128
başlık altında ise AİHS’nin 10’uncu maddesi belirtilmekle yetinilecek ve AİHM’nin
konuya yaklaşımına genel hatlarıyla değinilecektir.308
AİHM The Sunday Times v. Birleşik Krallık kararında309; yargıyı etkilemeye
yönelik olarak basın özgürlüğünün sınırlanması açısından şu önemli belirlemelerde
bulunmuştur: “Her ne kadar yargının tarafsızlık ve otoritesini korumaya yönelik
olarak basın özgürlüğü sınırlanabilirse de, demokratik bir toplumda uyuşmazlıkların
yargı organlarınca çözümlenmesinin, bunların basında tartışılmasına engel teşkil
etmemesi gerekir. Mahkemeye göre yargının tarafsızlık ve otoritesini korumaya
yönelik olarak basın özgürlüğünün sınırlanması ancak bu tür bilgilerin
yayınlanması, yargıyı mutlak bir tehdit altına sokuyorsa mümkündür.” AİHM’e göre
yargının saygınlığını sağlamak amacıyla yayın yasağı konularak basının eli kolu
bağlanmamalıdır. Bu tür bilgi ve fikirleri yaymak basının görevi bunları öğrenmek
de kamunun hakkıdır. AİHM ana hatlarıyla bu belirlemeleri yaptığı kararıyla
“kamuoyunun olabildiğince fazla bilgi edinmesinin kamu yararına olacağı
varsayımından hareketle, basın özgürlüğüne yüksek düzeyde bir koruma
sağlamıştır.”310
308 AİHM’nin düşünceyi açıklama özgürlüğü (AİHS. md. 10) hususunda verdiği kararların tablo halinde listesi için bkz. KORKMAZ, Ömer, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararlar ve Türkiye’de Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü ile Sınırlarına İlişkin Birkaç Not, Terazi Hukuk Dergisi, 2.Yıl, 7.Sayı, Mart, 2007. Ayrıca AİHM’nin, AİHS hükümlerinin tamamı bağlamında kararlarından örnekler için bkz. DOĞRU, Osman, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayınları, 2004 ve MOWBRAY, Alastair, Cases and Materials On The European Convention On Human Rights, Oxford University Pres, DUTERTRE, Gilles, AİHM İçtihatlarından Alıntılar, İnsan Hakları Genel Direktörü, Avrupa Konseyi, 2005; http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/search.asp?sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 309 AİHM’nin 26.04.1979 tarihli bu kararının tam metni için bkz. DOĞRU, Osman, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayınları, 2004, Cilt 1, sf. 276 vd. 310 ÜNAL, Şeref, AİHS – İnsan Haklarının Uluslararası İlkeleri, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, No:89, 2001, Ankara, sf. 247.
129
AİHM, basın özgürlüğü açısından çok önemli olarak değerlendirebileceğimiz
bir başka kararında da311; bir politikacı açısından eleştiri sınırına ilişkin belirleme
yapmış ve şeref ve haysiyetin korunmasının basın özgürlüğünün bir sınırı olduğunu
ve fakat politikacıların bu korumadan yararlanmasının, normal vatandaşlara göre
daha az olması gerektiğini vurgulamış ve basın özgürlüğü lehine şu önemli ifadelere
yer vermiştir: “Basın özgürlüğü, siyasi liderler hakkında öne sürülen düşüncelerin
kamuoyunda şekillenmesini sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Ayrıca
demokratik bir toplumun ana niteliği olan siyasi tartışma, Sözleşmenin öncelikle
koruduğu hakların başında gelmektedir. Bu nedenle, bir politikacı hakkındaki kabul
edilebilir eleştiri sınırı, diğer bireylere oranla daha geniş olmalıdır. Politikacı, özel
kişilerden farklı olarak, her söz ve davranışını bilerek ve isteyerek gazeteci ve
kamuoyunun görüş ve eleştirisine açmıştır. Sözleşmenin 10’uncu maddesi kişilerin
şeref ve haysiyetlerini korumaktadır. Bu korumadan politikacılar da yararlanmakla
beraber, böyle durumlarda korumanın zorunlu olup olmadığı, siyasi konuların
açıkça tartışılması gereği açısından ayrıca değerlendirilmeli ve ona göre karar
verilmelidir.” Yine bu kararında basının siyasi hayatın bekçisi olduğunu ilk kez
belirten mahkemeye göre; “Basının başkalarının itibarlarını korumak gibi çizilmiş
sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer
alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına
düşen bir görevdir.” AİHM, bunun basın için bir görev olduğu gibi, halkın da
bunları edinme hakkının olduğunu vurgulamıştır.
311 Lingens v. Austria, 9815/82, A 103, 08.07.1986.
130
AİHM, Casttells v. İspanya kararında312 ise; basının “düzensizliğin
önlenmesi” ve “başkalarının haysiyetinin korunması” için konan sınırları aşamaması
gerektiğini ancak basının, siyasi konular hakkında ve kamu yararıyla ilgili konularda
haber ve düşünceleri yayma görevinin de unutulmaması gerektiğini vurgulamıştır.
AİHM bu kararıyla, yukarıda değindiğimiz politikacıları eleştirmekten bir adım daha
ileri gitmiş ve hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırlarının, şahısları ve hatta
politikacıları eleştirmenin sınırlarından daha geniş olduğunu vurgulamıştır.313 Ancak
devletler tarafından, temelden yoksun veya kötü niyetle oluşturulmuş iftira
niteliğindeki suçlamalara aşırıya kaçmadan ve gereği gibi tepki göstermeyi
amaçlayan cezai nitelikte önlemler de alınabilir.
Çalışmamızın ilgili bölümlerinde ele aldığımız gibi AİHM, Goodwin -
Birleşik Krallık kararıyla314; gazetecilerin haber kaynaklarının korunmasını basın
özgürlüğünün temel ilkelerinden birisi olarak belirlemiştir.
Son olarak AİHM, Observer ve Guardian ve Birleşik Krallık kararında315
ifade özgürlüğünün basın açısından ortaya çıkardığı temel ilkeleri belirlemiştir.
Mahkemeye göre;
(a) İfade Özgürlüğü, demokratik toplumun temel unsurlarından biridir.
10’uncu madde 2’nci fıkra çerçevesinde ifade özgürlüğü yalnızca iyi
karşılanan veya rahatsız edici bulunmayan veya kayıtsız kalınan “bilgi”
312 Kararın Türkçe metni için bkz. BIÇAK, Vahit, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, Liberal Düşünce Topluluğu Avrupa Komisyonu, Temmuz, 2002, sf. 135 vd. 313 AİHM bu görüşünü, Sürek ve Özdemir – Türkiye kararında da tekrar etmiştir. Kararın tam metni için bkz. BIÇAK, Vahit, a.g.e., sf. 229 vd. 314 Goodwin v, United Kingdom, 27.03.1996, 17488/90. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=&sessionid=47187631&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.10.2011). 315 Observer and Guardian v. United Kingdom, 13585/88, A216, 26.11.1991.
131
ve “fikirler” için değil, aynı zamanda saldırgan bulunan, sarsıcı bir etki
yaratan veya rahatsız eden türde bilgi ve fikirler için de geçerlidir.
10’uncu maddede yer aldığı biçimiyle ifade özgürlüğü bir dizi
sınırlamaya tabidir, ancak bu istisnalar dar biçimde yorumlanmalı ve
herhangi bir sınırlama ihtiyacı ikna edici biçimde gerekçelendirilmelidir.
(b) Basın söz konusu olduğunda bu ilkeler özel bir önem taşır. Her ne kadar
basın, diğer unsurların yanı sıra, “ulusal güvenlik” ya da “yargı yetkisinin
muhafazası” bakımından belirlenmiş sınırları aşmamakla yükümlü olsa da
kamu yararını ilgilendiren bilgi ve fikirlerin açıklanması basının
görevidir. Basının bu tür bilgi ve fikirleri açıklamakla görevli olmasının
yanı sıra, toplumun da bu bilgileri alma hakkı vardır. Aksi takdirde, basın
“kamunun gözü kulağı” olma şeklindeki hayati rolünü oynayamaz.
(c) 10’uncu madde 2’nci fıkra çerçevesinde “gerekli” sıfatı ile “acil bir
toplumsal ihtiyacın mevcudiyeti” kastedilmektedir. Sözleşmeci devletler
bu tür bir ihtiyacın var olup olmadığını değerlendirmede belirli bir takdir
payına sahiptir; ancak takdir hakkı AİHM’nin hem hukuki hem de
bağımsız mahkemelerce verilmiş olsalar dahi, bir hakkın kullanıldığı
kararlara ilişkin denetimiyle birlikte değerlendirilir. Dolayısıyla
Mahkeme, bir “sınırlama”nın 10’uncu madde tarafından korunduğu
biçimiyle ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığına ilişkin nihai kararı
vermekle yetkilidir.
(d) Denetim yetkilerini kullanırken Mahkemenin görevi, yetkili ulusal
mercilerin yerini almak değil, onların değerlendirme yetkileri
132
muvacehesinde vermiş oldukları kararları 10’uncu maddenin ışığında
gözden geçirmektir. Bu durum, denetimin davalı Devletin takdir hakkını
makul biçimde, özenle ve iyi niyetle kullanıp kullanmadığını belirleme ile
sınırlı olduğu anlamına gelmez. Mahkemenin yapması gereken, şikayete
konu müdahaleyi davanın bütünü ışığında incelemek ve bu müdahalenin
“izlenen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve ulusal merciler
tarafından müdahaleyi haklı göstermek amacıyla ileri sürülen gerekçelerin
“konuyla ilgili ve yeterli” olup olmadığını belirlemektir.
4. MEVZUATIMIZDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
4.1. Genel Olarak
1982 Anayasasıyla birlikte, yürürlükteki basın özgürlüğüne ilişkin mevzuat,
yeni anayasaya uyum çabası nedeniyle değiştirilmiştir. Konumuz açısından da 5680
sayılı Basın Kanunu 1982 Anayasası dönemi boyunca, 5187 sayılı Yeni Basın
Kanunu hazırlanana kadar birçok değişikliğe maruz kalmıştır. Öncelikle Anayasaya
uyum sağlamak amacıyla yapılan değişiklikleri, 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi316
sonrası Avrupa Birliğine uyum süreci nedeniyle mevzuatta yapılan değişiklikler ve
yenilikler izlemiştir. Bu bağlamda konumuz açısından en önemli gelişmeler ise
yukarıda el aldığımız Anayasamızın basın özgürlüğüne ilişkin hükümlerindeki
değişiklikler ile 5187 sayılı Yeni Basın Kanunu ve 5237 sayılı Yeni Türk Ceza
Kanununun yürürlüğe girmesi olmuştur. Bunların yanında 1117 sayılı Küçükleri
Muzır Neşriyattan Koruma Kanununda, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda,
316 10-11 Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirilen Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları zirvesinde, Türkiye oybirliği ile Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiştir.
133
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda
basın özgürlüğüne ve sınırlandırılmasına ilişkin önemli hükümler mevcuttur. Biz bu
başlık altında bu kanunları temel alarak basın özgürlüğüne ilişkin iç hukukumuz
açısından bir inceleme yapmaya çalışacağız.
4.2. 5187 Sayılı Basın Kanunu317
09.06.2004 tarihinde kabul edilip, 26.06.2004 tarihinde Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Kanunu basın özgürlüğüne ilişkin
önemli hükümler içermektedir. Kanuna genel olarak baktığımızda, eski 5680 sayılı
yasadan farklı olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetilerek
hazırlanmış bir kanundur. Kanunun gerekçesine de baktığımızda bu açıkça
belirtilmiştir. Örneğin AİHM’nin bir ilke kararı olarak ifade özgürlüğüne ilişkin çoğu
kararında karşımıza çıkan; “çoğulcu, özgürlükçü, hoşgörülü, demokratik
toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü, yalnızca genel kabul gören ve zararsız
yahut önemsiz addedilen düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı
tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta endişe verici düşünceler için de geçerli
olmalıdır” ifadeleri 5187 sayılı Kanunun genel gerekçesinde de yer almaktadır.318
Öncelikle Kanunun 1. maddesine baktığımızda kanunun amacı “basın
özgürlüğü ve bu özgürlüğün korunması” olarak belirtilmiştir. Kanunun 3. maddesinin
birinci fıkrasında basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma,
eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerdiği vurgulanmıştır. Maddenin
ikinci fıkrası ise, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun
gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve
317 Kabul tarihi 09.06.2004, 26.06.2004 tarihli R.G., Sayı: 25504. 318 ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER, Melike, a.g.e. sf. 107.
134
ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün
korunması, devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlandırılabileceğini hükme
bağlamıştır. Anayasanın 26/2 hükmündeki sınırlama nedenlerinden; cumhuriyetin
temel nitelikleri, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunması, suçluların cezalandırılması ifadeleri Basın Kanununda hiç yer almamıştır.
Bunun yanında Anayasada belirlenen “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması” ifadesi yerine “toprak bütünlüğünün korunması” sınırlama
nedeni olarak belirlenmiştir. Bu anlamda Basın Kanunundaki hükümlerin,
Anayasanın 26. maddesinden ziyade Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.
maddesinin “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik
bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç
işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması, gizli otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı
biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir” hükmü esas alınarak
belirlendiğini göstermektedir.319
5187 sayılı Basın Kanunu, süreli yayınların çıkarılmasında basın özgürlüğü
lehine, izin sistemini değil beyan sistemini benimsemiştir. Kanunun 7. maddesine
göre; “Süreli yayınların çıkarılması için, kaydedilmek üzere yönetim yerinin
bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına bir beyanname verilmesi yeterlidir.”
Kanunun 8’inci maddesine göre ise; “Beyannamenin ve eklerinin gerekli veya gerçek
bilgileri içermemesi veya yayın sahibinin veya temsilcisinin veya sorumlu müdürün 5
319 SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 160.
135
inci ve 6 ncı maddelerde yazılı şartlara sahip olmaması halinde, Cumhuriyet
Başsavcılığı beyannamenin verilmesinden itibaren iki hafta içinde eksikliğin
giderilmesini veya gerçeğe aykırı bilgilerin düzeltilmesini yayın sahibinden ister. Bu
istemin tebliği tarihinden itibaren iki hafta içerisinde yerine getirilmemesi halinde,
Cumhuriyet Başsavcılığı yayımın durdurulmasını asliye ceza mahkemesinden talep
eder. Mahkeme en geç iki hafta içinde karar verir. Bu karara karşı acele itiraz
yoluna başvurulabilir.”
Basın özgürlüğünün içerdiği haklardan biri olan, gazetecinin haber
kaynaklarını açıklamama hakkı 5187 sayılı Kanunda da düzenlenmiştir. Kanunun 12.
maddesine göre; “Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve bilgi ve belge dahil haber
kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz.” Bu
düzenleme ile eski kanundaki gibi haber kaynaklarının açıklanmamasına yer verilmiş
ve buna ek ve eski kanundan farklı olarak bu konuda tanıklık yapılmaya
zorlanılamayacağı da düzenlenmiştir.
Basın Kanununun 22’nci maddesi, basın özgürlüğü lehine bir düzenleme
getirmiştir. Basılmış eserleri engelleme, tahrip ve bozma suçunu düzenleyen bu
hükme göre; “Kanuna uygun olarak basılmış eserleri, bunların yayımını veya
dağıtımını veya satışını önlemek amacıyla tahrip eden veya bozan kimse …
cezalandırılır.” Hükmün ikinci fıkrasına göre ise bu suçun şiddet ve tehditle
işlenmesini cezalandırmaktadır. 3. fıkrada ise bu suçun umumi mahalde veya
matbaanın veya umuma satış yapan veya dağıtım yapan yerlerde birden fazla kişi
tarafından işlenmesi hali cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir. Bu
hükmün, basın özgürlüğünün içeriğinde yer alan yayma hakkını koruduğunu
söyleyebiliriz.
136
Basın Kanununun 23’üncü maddesi de basın özgürlüğü lehine bir düzenleme
içermektedir. Şöyle ki bu hükme göre, süreli yayınların dağıtımını yapan kişiler
belirlenen ücret karşılığında yayının dağıtımını yapmak zorunda bırakılmış ve aykırı
davrananlara para cezası öngörülmüştür. Hükmün ikinci fıkrasına göre ise; “Süreli
yayınları perakende olarak satışa sunan gerçek veya tüzel kişiler, aynı anda
diledikleri kadar dağıtım şirketiyle anlaşıp diledikleri yayınları satabilirler. Hiç
kimse, bu kişilere, rakip yayınları satmama yükümlülüğü getiremez ve bu yayınları
satmama koşuluna bağlı olan veya bu sonucu doğuracak edimlerde bulunamaz.”
5187 sayılı Kanununun dava sürelerini düzenleyen 26’ıncı maddesi ile, basın
davalarının önemi nedeniyle özel süreler düzenlenmiştir.
Görevli mahkeme ve yargılama usulünü düzenleyen 27. maddeye göre ise,
basın davalarında görevli mahkeme, ağır ceza işlerinden olanlarda ağır ceza
mahkemesi, diğerlerinde ise asliye ceza mahkemesidir. Adı geçen maddenin son
fıkrasına göre ise basın davalarının hassasiyeti ve önemi nedeniyle bu davaların acele
işlerden sayılacağı düzenlenmiştir.
Burada belirtmemiz gereken bir diğer husus ise Basın Kanununun, basın
özgürlüğü lehine getirdiği 28. maddedir. Bu maddeye göre; “18 inci ve 22 nci
maddelerdeki suçlar dışında bu Kanunda öngörülen suçlar için hükmedilen para
cezaları, hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilemez.” Bu hükümle birlikte kanunda
öngörülen suçlar bakımından kural olarak para cezaları öngörülmüş ve bu cezaların
hapis cezasına çevrilmesi yasaklanmıştır. Bu düzenlemenin iki istisnası mevcuttur.
Bunlar: Kanunun, 18. maddesinde düzenlenen “Düzeltme ve cevabın
yayınlanmaması” ve 22. maddesinde düzenlenen “Basılmış eserleri engelleme,
137
tahrip ve bozma” suçlarıdır. Adı geçen suçlar bakımından verilen para cezalarının
hapis cezasına çevrilmesi mümkündür.
Basın Kanununa genel anlamda baktığımızda özgürlükler lehine
düzenlemelere yer verdiğini söyleyebiliriz. Ancak kanımca kanuna iki eleştiri
getirilebilir. Bunlardan birincisi: kanunun, diğer kanunlarda düzenlenen basılmış
eserler yoluyla işlenen suçlar bakımından, dava açma süresi dışında bir güvence
getirmemesidir.320 Basın özgürlüğünün sınırlanması başlığında da ele aldığımız
üzere, sınırlama, özel kanunlarla yapılan düzenlemelerle sürekli genişletilebilmekte
ve genel bir güvenceden yoksun bulunmaktadır.
Basın Kanununa yönelik ikinci eleştirimiz ise, günümüzde basın
özgürlüğünün karşısında yer alan olguları göz ardı etmesi ve dolayısıyla basına ve
basın özgürlüğüne klasik anlamda yaklaşmasına ilişkin olacaktır. Nitekim basın
alanında ortaya çıkan teknolojik gelişmeler ve tekelleşme sorunu 5187 sayılı
kanunda tam anlamıyla yer bulamamıştır.321 Özellikle 1961 ve 1982 Anayasalarının,
yukarıda değindiğimiz, devletin basın özgürlüğü lehine aktif tavır takınma
yükümlülüğü ile birlikte düşündüğümüzde, 5187 sayılı Kanunun devleti, özellikle
basın alanında meydana gelen tekelleşme karşısında aktif bir konuma soktuğunu
320 Aynı görüş için bkz. TEMİZ, Özgür, a.g.e. sf. 94 vd. Temiz’e göre; “Basın mensuplarının uğradığı cezai ve hukuki takibat, basın kanununun verdiği özgürlüklerden söz edilmeksizin medeni sorumluluk veya ceza sorumluluğu üzerinden yürütülmektedir. Son dönemlerde gerek düşünce açıklamaları, gerekse bunların basın yayın organlarında yayınlanması neticesinde, Ceza Kanunu’nun 215, 216, 218, 301, ve 302 nci maddeleri, Terörle Mücadele Kanunu ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’a dayanılarak ifade ve basın özgürlüğü sınırlandırılmaktadır.” 321 Aynı görüş için bkz. SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 167 vd. Salihpaşaoğlu’na göre; “Gerek 1961 Anayasasında, gerekse 1982 Anayasasında yer alan “Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır” hükmü, her iki Anayasa koyucunun da bu özgürlüğün sağlanması konusunda Devlete birtakım yükümlülükler yüklediğini göstermektedir. Basın sektöründe son yıllarda ortaya çıkan teknik gelişmeler, tekelleşmeler ve medya – sermaye ilişkileri bu yöndeki düşünceleri çok daha geçerli hale getirmiştir. Bu anlayışın bir sonucu olarak devletin görevlerinden biri de, basın özgürlüğünün fiilen ortadan kalkmasına neden olan sadece belirli sermaye ve nüfuz gruplarının yararlanabildiği sınırlı bir özgürlük haline gelmesini önlemek olmalıdır. Aksi takdirde hukuken var olan bu özgürlük, fiilen kullanılan ve varolan bir özgürlük olmaktan çıkar.”
138
söyleyemeyiz. Adı geçen kanun, basın özgürlüğünü klasik anlamında ele almaktan
öte gidememiş ve basını, devletin baskısından ve sınırlandırmasından koruyan
hükümler getirmekle yetinmiştir.
Basın Kanununa yöneltilen bir diğer eleştiri de, kanunun suçlar ve cezalar
bakımından objektif sorumluluğu kabul etmesine yöneliktir.322 Nitekim kanunun
cezai sorumluluğu düzenleyen 11. maddesine baktığımızda, eser sahibinin yanında
süreli yayınlarda sorumlu müdürün, süresiz yayınlarda ise yayımcının sorumlu
tutulduğunu görmekteyiz.323 Objektif sorumluluğu benimseyen kanunun, ceza
hukukunda hakim olan kusur sorumluluğu ilkesi ve bu ilkenin zorunlu bir gereği olan
ceza yaptırımının failin kusuru ile orantılı olması ilkesi ile birlikte ve Anayasanın
ceza sorumluluğunun şahsiliğini düzenleyen 38. maddesine aykırı olduğu
savunulabilir. Ayrıca yeni ceza kanununun objektif sorumluluğu ortadan kaldırdığını
belirten hükümleri karşısında bu görüş daha da kuvvetlenmiş olarak görülebilir.
Nitekim TCK’nın objektif sorumluluğu ortadan kaldıran ve neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suç başlığını taşıyan 23’üncü maddesinin gerekçesinde de belirtildiği gibi;
“765 sayılı TCK’da ve Hükümet Tasarısının bazı hükümlerinde kişi gerçekleştirmeyi
kastetmediği böyle neticelerden objektif olarak sorumlu tutulmaktadır. Belirtmek
gerekir ki, bu tür sorumluluk, ortaçağ kanonik hukukunun kalıntısı olan “versari in
re illicita”, yani hukuka aykırı bir durumda olan bunun bütün neticelerine katlanır
anlayışının ürünü olup, çağdaş ceza hukuku bu anlayışı çoktan terk etmiştir. Çünkü
322 Salihpaşaoğlu’na göre; 5187 sayılı Basın Kanununa göre, süreli yayınlarda sorumlu müdürün, süresiz yayınlarda ise yayımcı ve basımcının suç oluşturan eserin yayınlanmasından dolayı sorumlu tutulabilmeleri için taksir derecesinde kusurlu olup olmadıkları araştırılmamakta; hatta kusursuz olarak hareket etmiş olmaları sorumlulukları bakımından önem taşımamaktadır. Fiilin iradi olması ve fiil ile netice arasında maddi nedensellik bağının bulunması sorumluluk için yeterli görülmektedir. Bu bağlamda 5187 sayılı Kanunun 11. maddesindeki düzenlemenin objektif sorumluluk sistemi öngördüğü söylenebilir. SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 162. 323 5187 sayılı Basın Kanununun 11. maddesini, “Basın Özgürlüğünün Sınırları” bölümünde ele alacağımız için burada kısaca belirtmekle yetindik.
139
kusurun aranmadığı objektif sorumluluk halleri kusursuz ceza olmaz ilkesiyle açıkça
çelişmektedir. Ülkemiz ceza hukuku öğretisinde uzun süredir objektif sorumluluk
hallerinin ceza mevzuatından çıkarılması gerektiği ifade edilmektedir. Bu talebin
yerine getirilmesi, Anayasada öngörülen kusur ilkesinin zorunlu bir sonucudur.”324
Ancak basında yer alan, suç unsurları içeren ve başkasının, en az basın özgürlüğü
kadar değerli olan özgürlüklerini hiçe sayan bir eserle ilgili, yalnızca eser sahibini
veya her aşamadaki yetkiliyi yalnızca klasik ceza hukuku kuralları ile kusuru
oranında sorumlu tutarak, özellikle günümüzde basında meydana gelen
tekelleşmenin ve basın organlarının sahibi olan büyük sermayedarların basını
istedikleri gibi kullanmasının önüne geçilemez. Kaldı ki Basın Kanununda
düzenlenen cezai sorumluluğu, tamamiyle objektif sorumluluk olarak nitelendirmek
kanımca mümkün değildir. Burada doktrinde de çoğunlukla kabul edildiği üzere,
Basın Kanununda düzenlenen bu tür bir cezai sorumluluk, özel bir sorumluluk
sistemi olarak değerlendirilmelidir ve basın suçlarının kendine özgü niteliğinden
kaynaklanmaktadır.325
Basın Kanununun cezai ve hukuki sorumluluğu düzenleyen 11. ve 13.
maddesi, belki de günümüz basınının en önemli sorunu olan tekelleşme karşısında
yer alan sayılı hükümlerindendir. Burada eser sahibi dışında öngörülen diğer
sorumlulukların, klasik kusur ilkesi ile değil de, idare hukukunda idarenin
sorumluluğuna benzer “özel bir sorumluluk sistemi”326 olarak nitelendirilmesi
324 BAKICI, Sedat, 5237 sayılı Yasa Kapsamında Ceza Hukuku Genel Hükümleri, Adalet Yayınevi, 2.Baskı, Ankara, 2008, sf. 515 vd. 325 Aynı görüş için bkz. DÖNMEZER, Sulhi, a.g.e. sf. 378, AYDIN, Murat, TCK’nın Genel Hükümleri Açısından Basın Suçlarında Sorumluluk, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, sf. 67. 326 Basın Hukukunda sorumluluk sistemlerine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. AYDIN, Murat, a.g.e.
140
gerekir.327 Basın faaliyetinin kolektif niteliğinden kaynaklanan özel sorumluluk
sistemleri birçok ülke kanununda kendisini göstermektedir. Bu düzenlemeler, özel
sorumluluk sistemlerinin iştirak hükümlerini bertaraf etmek amacıyla değil tam
tersine sorumlu tutulacak bir fail bulunamaması nedeniyle basın suçlarının cezasız
kalmasını önlemek amacıyla geliştirildiğini göstermektedir.328
Bu görüşler olması gereken hukuk bakımından değerlendirilebilir, zira
hukukumuzdaki durum 31 Aralık 2008 tarihinden itibaren farklı bir hal almıştır.
Şöyle ki; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 5’inci maddesine göre; “Bu kanunun
genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da
uygulanır”. Bu hükümle birlikte ilgili kanunlardaki hükümlerin Ceza Kanununa
uyum sağlaması sorunu doğdu ve bu uyumu gerçekleştirmek için yasa koyucuya bir
süre verilerek, 5. maddenin yürürlük tarihi ertelendi. Nitekim 5252 sayılı TCK’nın
Yürürlülük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna geçici bir madde eklenerek, diğer
kanunların TCK’nın genel hükümlerine aykırı hükümlerinin ilgili kanunlarda
değişiklik yapılıncaya kadar ve en geç 31 Aralık 2006 tarihine kadar uygulanacağı
düzenlendi. Bu değişiklikler zamanında gerçekleştirilemeyince 06.12.2006 tarihli
5560 sayılı Kanunla, TCK’nın 5. maddesinin yürürlüğe gireceği tarih 31 Aralık 2008
olarak değiştirildi. Sonuç olarak 31 Aralık 2008 tarihinden sonrası için, diğer
kanunlardaki TCK’nın genel hükümlerine aykırı düzenlemeler uygulanmayacak ve
TCK’nın genel hükümleri uygulama alanı bulacaktır.
327 Nitekim Dönmezer’e göre; basın suçlarında özel sorumluluk sistemleri, bu suçların kendine özgü niteliğinden kaynaklanan bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. DÖNMEZER, Sulhi, a.g.e. sf. 378. 328 AYDIN, Murat, a.g.e., sf. 67.
141
Bu bilgiler ışığında, Basın Kanununda cezai sorumluluğu düzenleyen 11’inci
madde herhangi bir değişikliğe maruz kalmamıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Basın
Kanunu, basın suçlarının özel mahiyeti gereği olarak, TCK’dan farklı olarak özel bir
sorumluluk sistemi öngörmüştür. Bu nedenlerle, Basın Kanunu açısından da özellikle
basın yoluyla işlenen suçlarda ceza sorumluluğunun tespiti noktasında TCK’nın
genel hükümlerine göre değerlendirme yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.329
Tekelleşen ve büyük sermayelerin bulunduğu basın organlarının, normal
vatandaşlar karşısındaki gücü göz önündedir. Kanımca Basın Kanununda düzenlenen
cezai ve hukuki sorumluluk, her ne kadar klasik ceza hukuku kurallarından, olumlu
anlamda olmak üzere, farklı hükümler getirse de, günümüzdeki güçlü basın organları
karşısında yine de yetersiz kalmaktadır.
5187 sayılı Basın Kanunu, basın özgürlüğünün sınırlandırılması açısından
birtakım suçları ve basılmış eserler yoluyla işlenen suçlardan ve fiillerden dolayı
cezai ve hukuki sorumluluğu düzenlemiştir. Nitekim kanunun 11’inci maddesi,
yukarıda ele aldığımız gibi basılmış eserler yoluyla işlenen suçlardan dolayı cezai
sorumluluğu, “özel bir sorumluluk sistemi” olarak ele almıştır. Yine Basılmış eserler
yoluyla işlenen fiillerden dolayı hukuki sorumluluğu düzenleyen Basın Kanununun
13’üncü maddesinde ise basının özel doğası gereği olarak, “basamaklı bir
sorumluluk sistemi olarak değerlendirebileceğimiz” özel bir hukuki sorumluluk
sistemi yer almıştır.330 Bu sorumluluk sistemleri doğrultusunda 5187 sayılı Kanunun
329 AYDIN, Murat, a.g.e. sf. 109. 330 Basının hukuki sorumluluğunun incelenmesi bu çalışmanın kapsamı dışında kalmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER, Özden, a.g.e. sf. 107 vd., KILIÇOĞLU, Ahmet M., a.g.e.
142
ilgili hükümlerinde düzenlenen basın suçları, basın özgürlüğünün birer sınırı olarak
yer almaktadır.
Basın Kanununun 4’üncü maddesi, her basılmış eserde, basıldığı yer, tarih,
basımcının adı, ünvanı gibi bilgilerin bulunmasını zorunlu tutmuştur. Kanunun
15’inci maddesi ise 4’üncü maddede düzenlenen ve basılmış eserde bulunması
gereken zorunlu bilgileri göstermeme suçunu düzenlemiştir. Buna göre; 4 üncü
maddeye göre basılmış eserlerde gösterilmesi öngörülen hususların gösterilmemesi
veya gerçeğe aykırı olarak gösterilmesi halinde, süreli yayınlarda sorumlu müdür ve
sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili, süresiz yayınlarda yayımcı ve adını ve
adresini göstermeyen veya yanlış gösteren basımcı, para cezası ile
cezalandırılacaktır.
Basın Kanununun 7’nci maddesi gereği olarak, süreli yayınların çıkarılması,
süreli yayının yönetim yeri Cumhuriyet Başsavcılığına beyanname verilmesi
zorunluluğuna bağlanmıştır. Kanunun 8’inci maddesinde ise beyannamenin gerekli
ve gerçek bilgileri içermemesi veya yayın sahibinin, temsilcisinin veya sorumlu
müdürün kanunda belirlenen şartlara haiz olmaması halinde Cumhuriyet
Başsavcılığının öncelikle gerekli düzeltmeler için süre vermesi gerektiğini, eğer bu
sürede de şartlar sağlanmazsa Başsavcılığın Asliye Ceza Mahkemesinden yayının
durdurulmasını talep etme yetkisi verilmiştir. İşte Basın Kanununun 16’ıncı maddesi;
8’inci maddeye göre mahkeme kararıyla durdurulan yayına, usulüne uygun
beyanname vermeden veya değişiklikleri bildirmeden devam edilmesi halinde para
cezası verileceğini düzenlemektedir.
143
Basın Kanununun 10’uncu maddesine göre; süreli ve süresiz yayınlarda
basımcı, bastığı her türlü yayının imzalı iki nüshasını, dağıtım veya yayımın
yapıldığı gün, mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmekle yükümlüdür.
Kanununun 17’nci maddesi ise bu yükümlülüğe uymamayı suç olarak düzenlemiştir.
Yukarıda, şeref ve haysiyetin basın yoluyla ihlalini, basın özgürlüğü
karşısında genel bir sınırlandırma nedeni olarak ele almıştık. Şeref ve haysiyete
yönelik basın yoluyla bir saldırı olması durumunda ise, bu tür yayınlara muhatap
olan kişi ve kurumlara düzeltme ve cevap hakkı tanınmış ve basın organları bu
konuda zorunlu tutulmuştur. Nitekim 5187 sayılı Kanunun 14’üncü maddesi cevap
ve düzeltme hakkını düzenlemiştir. Bu hak esas olarak basın özgürlüğüne sınırlama
getirmekte ve basın sektöründen olmayan kimselerin basından yararlanmasını
içermektedir. Kanunun gerekçesinde de belirtildiği gibi cevap ve düzeltme hakkı
kişilerin şeref ve haysiyetinin korunması ve toplumun doğru bilgilendirilmesinin
sağlanması yönünden büyük önem taşımaktadır. Nitekim Cevap ve Düzeltme
Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme 1962 tarihinde yürürlüğe girmiştir.331 Bu
sözleşmenin amacı, yanlış haberlerle bozulan ülkeler arası ilişkilerin, zarar gören
ülkelere cevap ve düzeltme hakkı tanınarak onarılmasını sağlamaktır. Bu nedenle
Anayasamızın 32’nci maddesinde de düzenleme alanı bulmuştur. Bu hükme göre
cevap ve düzeltme hakkı ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya
kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde kullanılabilecektir.
5187 sayılı Kanunun 14’üncü maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı, kişilerin
şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayın yapılması
hallerinde kullanılabilir.
331 Sözleşme metnine ulaşmak için: http://193.194.138.190/html/menu3/b/i-ilocor.htm.
144
Cevap ve düzeltme hakkı yalnızca dönemsel yayınlarda yer alan haberlerden
dolayı kullanılabilir. 5187 sayılı Kanunun 14’üncü maddesi gereği olarak; cevap ve
düzeltme hakkı, yayından zarar gören kişiler tarafından kullanılabilir. Yayından zarar
gören kişinin, yayından itibaren iki ay içerisinde cevap ve düzeltme yazısını sorumlu
müdüre göndermesi gerekir. Sorumlu müdür bu yazıyı üç gün içerisinde yayınlamak
zorundadır. Yayınlamayacak olursa, zarar gören kişi bulunduğu yer sulh ceza
mahkemesine başvurarak yazının yayınlanmasını sağlayabilir. Sulh ceza hakimi üç
gün içerisinde karar vermek zorundadır ve bu kararlar kesindir.
Anayasamızın basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında uygulanacak 26’ncı
maddesinin 2’nci fıkrası “yargı görevinin gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi”ni bir sınırlandırma nedeni olarak düzenlemiştir. Bu sınırlandırma, yargı
bağımsızlığının sağlanmasının, basın alanına yansımasıdır. Bu yansımanın bir gereği
olarak ve Anayasadaki sınırlandırma nedenine binaen Basın Kanunu da basın yoluyla
yargıyı etkilemeyi bir suç olarak düzenlemiş ve basın özgürlüğüne sınırlandırma
getirmiştir. Nitekim Kanunun 19’uncu maddesine göre; “Hazırlık soruşturmasının
başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar
geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve
soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse … cezalandırılır.”
Aynı hükmün ikinci fıkrası ise, görülmekte olan bir dava kesin kararla
sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hakim veya mahkeme işlemleri hakkında
mütalaa yayımlayanları da cezalandırmaktadır. Sonuç olarak, basının yargıyı
145
etkilememe yükümlülüğü basın özgürlüğünün kanuni bir sınırı olarak karşımıza
çıkmaktadır.332
Basın Kanununun 20’nci maddesine göre; “Cinsel saldırı, cinayet ve intihar
olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere
özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanlar … cezalandırılır.” Bu
anlamda basına belli yönde yayın yapılmamasını emreden bu hüküm, basın
özgürlüğünün kanuni bir sınırı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Basın özgürlüğüne getirilen ve Basın Kanununda düzenlenen sınırlamalardan
biri de kamu yararının gerektirdiği durumlarda bazı kişilerin yanı sıra belirli suçlarda
mağdurlar ile yaşı küçük fail ve mağdurların korunması amacıyla bu kişilerin
kimliklerinin açıklanmasının yasaklanmasıdır.333 Kanunun 21’inci maddesi 3 bent
halinde saydığı kişilerin kimliklerini açıklayan veya tanınmasına yol açacak şekilde
yayın yapan basın organlarını cezalandırmaktadır. Bu anlamda kanunda belirtilen
kişilerin basın tarafından kimliğinin açıklanması, tanınmalarına yol açılması yasaktır
ve bu yasak basın özgürlüğünün kanuni bir sınırı olarak karşımıza çıkmaktadır.
4.3. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu334
12.10.2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu, basın özgürlüğüne ilişkin birçok hüküm içermektedir.
Öncelikle TCK’nın “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının g bendinde,
kanunda geçen “basın ve yayın yolu ile” deyiminden ne anlaşılması gerektiği
332 Geçmişten günümüze ülkemizde basının yargıyı etkilemeye ilişkin bu sınırlandırmaya uyduğunu söylemek mümkün değildir. Basın organları daha soruşturma aşamasından başlamak üzere, şüphelileri yaptıkları haberlerle suçlu ilan etmektedirler. 333 AYDIN, Murat, a.g.e. sf. 41. 334 Kabul tarihi 26.09.2004, 12.10.2004 tarihli R.G., Sayı: 25611.
146
düzenlenmiştir. Buna göre, ceza kanunlarının uygulanmasında; basın ve yayın yolu
ile deyiminden, her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçlarıyla
yapılan yayımların anlaşılacağı belirtilmiştir. Görüldüğü üzere TCK basın ve yayın
yolu ile ifadesini, her türlü kitle iletişim aracını içine alacak şekilde geniş
yorumlamaktadır. Biz TCK’nın basın ve basın özgürlüğüne ilişkin hükümlerinden,
çalışma konumuzu oluşturan yazılı kitle iletişim araçları ile ilgili hükümlere
değineceğiz.
TCK’nın basınla ilgili hükümlerine baktığımızda, kanunun bir suçun basın ve
yayın yolu ile işlenmesini çoğu zaman suçun nitelikli şekli olarak düzenlendiğini
görmekteyiz.335
Kanunun 267. maddesinde iftira suçu düzenlenmiştir. 765 sayılı TCK’da,
iftira suçu yetkili makamlara doğrudan bildirim halinde gerçekleşmekteydi. Bu
durum ise basın ve yayın yoluyla masum insanlara iftira atılmasının ve bu kişilerin
kovuşturmaya tabi tutulmasının önünü açmaktaydı. Zira basın yayın yoluyla kişilere
hukuka aykırı olarak bir fiil isnat etmek suç olarak öngörülmemekteydi. Yeni kanun
267. maddesiyle birlikte bu eksikliği giderdi ve iftira suçunun basın ve yayın yoluyla
da oluşabileceğini düzenledi. Böylece, herhangi bir basın ve yayın organında yer alan
bir haberle bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edildiği takdirde, mağdur Basın
Kanunundan kaynaklı cevap ve düzeltme hakkını kullanabileceği gibi, yalan haberi
yapan hakkında bu madde hükmü de uygulanabilecektir.336
335 Örneğin; hakaret suçunun düzenlendiği 125. maddenin 4. fıkrasında; suçun alenen işlenmesi halinde cezanın artırılacağı; 285. maddede düzenlenen gizliliğin ihlali suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde maddenin 3. fıkrası gereği olarak ceza artırılacaktır. 336 SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 181.
147
Kanunun 124. maddesinde basın özgürlüğünün sınırlanması lehine değil de
basın özgürlüğünün korunması lehine bir hüküm yer almaktadır. “Haberleşmenin
engellenmesi” suçunun düzenlendiği hükümde; kişiler arasındaki haberleşmenin
hukuka aykırı olarak engellenmesi suç olarak öngörülmüştür. Maddenin 2. fıkrasında
ise kamu kurumları arasındaki haberleşmenin hukuka aykırı olarak engellenmesi
suçun nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. Konumuzla ilgili bir hüküm içeren 3. fıkra
ise; her türlü basın ve yayın organının yayınının hukuka aykırı olarak engellenmesini
suçun nitelikli hali olarak ele almış ve ikinci fıkraya göre cezalandırılacağını
belirtmiştir.
Türk Ceza Kanununun 84’üncü maddesi intihara yönlendirme suçunu
düzenlemekte ve 3’üncü fıkrası ile intihara alenen teşvik eden kişinin
cezalandırılmasını ayrıca düzenlemektedir. Konumuz açısından ise, basın yoluyla bir
kişiyi intihara teşvik eden kişi, alenen intihara yönlendirme suçunu işleyecek ve
TCK. md. 84/3’e göre cezalandırılacaktır. Bu anlamda, bir kişiyi basın yoluyla
intihara yönlendirmek, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır. Burada belirtmeliyiz ki, hükmün ilk halinde basın yoluyla bu suçun
işlenmesi açıkça ve suçun alenen işlenmesinden daha da fazla cezayı gerektirecek
şekilde düzenlenirken, 29.06.2005 tarihli 5377 sayılı Kanunla bu düzenleme yasa
metninden çıkarılmış ve dolayısıyla bu suçun basın yoluyla işlenmesi durumunda,
alenen işlenmesine ilişkin değindiğimiz hüküm uygulanacaktır.
TCK md. 132, kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimsenin
cezalandırılacağını belirtmiş ve 4’üncü fıkrasıyla ise bu suçun basın ve yayın yoluyla
işlenmesini cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir. Bu anlamda, kişiler
148
arasındaki haberleşmelerin içeriğinin basın yoluyla yayınlanması, TCK anlamında
basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır.
TCK md. 133, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan
herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları ses alma cihazı ile
kaydeden kişinin cezalandırılacağını belirtmiş ve 3’üncü fıkrasıyla kişiler arasındaki
bu konuşmaların basın ve yayın yoluyla yayınlanması cezayı ağırlaştırıcı sebep
olarak düzenlemiştir. Bu anlamda, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların
basın ve yayın yoluyla yayınlanması, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır.
TCK. md. 158, dolandırıcılık suçunun nitelikli hallerini düzenlemiştir ve bu
hükmün 1’inci fıkrasının g bendi, bu suçun basın ve yayın araçlarının sağladığı
kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi halini nitelikli hal olarak belirtmiştir. Bu
anlamda, dolandırıcılık suçunun basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan
yararlanarak işlenmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır.
TCK. md. 190/2, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını alenen
özendiren veya bu nitelikte yayın yapan kişinin cezalandırılacağını düzenlemiştir. Bu
anlamda, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasının basın ve yayın yoluyla
özendirilmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır.
TCK md. 218; “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (md.
213)”, “suç işlemeye tahrik (md. 214)”, “suçu ve suçluyu övme (md. 215)”, “halkı
kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama (md. 216)”, “Kanunlara uymamaya tahrik
(md. 217)” suçlarının basın ve yayın yoluyla işlenmesini cezayı ağırlaştırıcı sebep
149
olarak düzenlemiştir. Bu anlamda, yukarıda adı geçen kamu barışına karşı suçların
basın ve yayın yoluyla işlenmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır. Burada şunu da belirtmeliyiz ki, TCK md. 218, adı geçen suçların
basın ve yayın yoluyla işlenmesini ağırlaştırıcı sebep saydıktan ve basın özgürlüğüne
bu açıdan bir sınır koyduktan sonra, aynı hükmün devam eden cümlesiyle basın
özgürlüğü lehine bir düzenleme getirmiştir. Buna göre, “haber verme sınırlarını
aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” Kamu
barışına karşı suçlar bakımından Yargıtay da her düşünce açıklamasının bu suçları
oluşturamayacağını, yasadaki unsurların yanında açıklamalarda “şiddete çağrı”
niteliğinde ibarelerin de yer alması gerektiğini vurgulamıştır.337
TCK md. 220 suç örgütü kurmak suçunu düzenlemiştir. Bu hükmün 8’inci
fıkrasına göre, örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi cezalandırılır ve
propagandanın basın ve yayın yoluyla yapılması halinde ceza ağırlaştırılır. Bu
anlamda, suç örgütünün veya amacının propagandasını yapma suçunun basın ve
yayın yoluyla işlenmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır.
TCK md. 267 iftira suçunu düzenlemekte ve bu suçun basın ve yayın yoluyla
işlenmesinden de bahsetmektedir. Ayrıca maddenin son fıkrasında, basın ve yayın
yoluyla işlenen iftira suçu sonucunda kişi hakkında verilen mahkumiyet kararının,
aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olan olunacağı düzenlenmiştir. Bu
anlamda iftira suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi ve basın ve yayın yoluyla
337 Yargıtay, 8.CD., 22.12.2003, 12999-7591. Nitekim Yargıtay başka bir kararında açıkça; suça konu yazıda Kürt kurtuluş savaşı gibi söylemlere yer verilerek, çatışma ve savaşın özendirilmesi nedeniyle suçun oluşacağını vurgulamıştır. (Yargıtay 8.CD. 21.10.2002, 9753-9751). (Uyap sisteminden alınmıştır).
150
işlenen iftira suçu sonucunda verilen mahkumiyet kararının basın ve yayın organında
ilanının zorunlu tutulması TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır.
TCK md. 285; soruşturmanın ve kapalı yapılması gereken duruşmanın
gizliliğinin alenen ihlal edilmesini suç olarak düzenlemiş ve 3’üncü fıkrasında bu
suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesini cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak
düzenlemiştir. Bu düzenleme, Anayasanın 26’ıncı maddesinde belirtilen “yargılama
görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amacı” ile basın özgürlüğünün
sınırlanmasının bir görünümüdür. Bu anlamda, soruşturmanın ve kapalı yapılması
gereken duruşmanın gizliliğinin basın ve yayın yoluyla ihlal edilmesi, TCK
anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır.
TCK md. 285’in Anayasaya uygunluğu konusuna değinecek olursak,
Anayasanın 26’ncı maddesinde “yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi amacı” ile sınırlama adı altında düzenlenen ve basın özgürlüğünün
Anayasadan kaynaklanan özel bir sınırını oluşturan bu hükme aykırılığı söz konusu
değildir. Ancak Anayasanın 28’inci maddesinin 5’inci fıkrasına göre; yargılama
görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar
içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayın
yasağı konulamayacaktır. Bu anlamda, TCK md. 285/1’deki soruşturmanın
gizliliğinin ihlaline ilişkin düzenlemenin Anayasaya aykırılığı akla gelebilmektedir.
Şöyle ki: Soruşturmayla ilgili olay hakkında yayın yapılması TCK md. 285/1
anlamında suç kabul edilecek olursa, Anayasanın 28’inci maddesinin 5’inci
fıkrasındaki, “olaylar hakkında yayın yasağı konulamaz” hükmüne aykırı
olabilecektir. Ancak belirtelim ki, burada Anayasaya uygun yorumla birlikte,
151
soruşturma aşamasında, özellikle olay yayınını da yasaklayan bir hakim kararı
olmadığı müddetçe, olaylar hakkında yapılacak bir yayın TCK md. 285/1 anlamında
suç oluşturmayacaktır. Bu hükmün, soruşturma aşamasında, olaylar dışındaki diğer
her türlü işlem ve belge anlamında ele alınması gerekir. Olaylar hakkında bir yayın
yasağı getirilmek ihtiyacı doğacak olursa da, savcının hakimden bu hususta bir karar
alması gerekecektir.
Burada belirtmeliyiz ki, ülkemizde son dönemde, basın ve yayın organları,
hukuki terimlere dair bilgileri dahi olmadan, kişiler daha soruşturma ve kovuşturma
aşamasında, şüpheli veya sanık sıfatlarını taşırken, yayınladıkları görüntülerle kişileri
suçlu ilan etmektedirler. TCK md. 285/4, kişileri suçlu olarak damgalayacak şekilde
görüntüler yayınlanmasını cezalandırmıştır. Bu hükmün ülkemizde ne kadar
uygulandığı kanımca tartışmalıdır.
TCK md. 288’e göre, bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya
kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi
veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi
cezalandırılır. Bu anlamda adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunun basın ve
yayın yoluyla işlenmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını
oluşturmaktadır. Bu düzenleme, Anayasanın 36’ıncı maddesinde yer alan adil
yargılanma hakkının korunması amacına yöneliktir ve konumuz açısından
baktığımızda, adil yargılanma hakkı, basın özgürlüğünün içeriğinde yer alan haber
verme hakkından üstün tutulmuştur. Maddenin ilk halinde bu suçun basın ve yayın
yoluyla işlenmesi hali açıkça düzenlenirken, 5377 sayılı Kanunla 2005 yılında
yapılan değişiklikle birlikte bu düzenleme yasadan çıkarılmıştır.
152
TCK md. 301’e göre; Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye
Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetin ve Devletin yargı
organlarını alenen aşağılayan kişi cezalandırılacaktır. Bu hükümde ifadesini bulan
“alenen” ifadesi, bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesinin de mümkün olacağı
anlamındadır. Bu anlamda TCK md. 301’de öngörülen suçun basın ve yayın yoluyla
işlenmesi, TCK anlamında basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır. TCK md.
301/3 ise bu suç bakımından basın özgürlüğünü koruyucu bir düzenleme
içermektedir. Buna göre, eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları bu suçu
oluşturmayacaktır. Yargıtay konuya ilişkin verdiği bir kararında, Türk, Ermeni
ilişkilerine ilişkin yayımlanan bir yazıda, “zehirli kan” sözcüğünün Türklere yönelik
kötü niyetle ve tezyif amacıyla kullanıldığının anlaşıldığını, suça konu yazının
yayımlandığı mevkute, sanığın konumu, hitap edilen kitle, yazının muhatap kitle
tarafından algılanma biçimi gözetildiğinde, kullanılan ibarenin Türklüğü tahkir ve
tezyif edici nitelikte bulunduğunu, esasen bu amaçla da kaleme alındığını vurgulamış
ve Ermeni toplumunu yüceltirken Türk toplumunu aşağılamanın ifade özgürlüğü ve
eleştiri kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.338
TCK md. 318 halkı askerlikten soğutma suçunu düzenlemekte ve bu yönde
etkinlikte, teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara ceza
verileceğini belirtmektedir. Hükmün ikinci fıkrasında ise bu suçun basın ve yayın
yoluyla işlenmesi hali cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir. Bu anlamda
basın ve yayın yoluyla halkı askerlikten soğutma suçunun işlenmesi, TCK anlamında
basın özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır. Burada belirtmeliyiz ki, halkı
askerlikten soğutma sonucunu doğursa da, her düşünce açıklamasını bu madde
338 Yargıtay CGK, 11/7/2006, 169-184. (Uyap sisteminden alınmıştır).
153
kapsamında cezalandırmak yanlış olacaktır. Bu açıdan şiddet propagandası içerir
şekilde halkı askerlikten soğutacak yayınların cezalandırılması gerekir.339
TCK md. 319 askerleri itaatsizliğe teşvik suçunu düzenlemekte ve ikinci
fıkrasında bu suçun alenen işlenmesini suçun nitelikli hali olarak belirtmiştir. Bu
anlamda askerleri itaatsizliğe teşvik suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi
(alenen işlenmesi olarak kabul edileceğinden), TCK anlamında basın özgürlüğünün
bir sınırını oluşturmaktadır.
TCK md. 323’e göre; savaş sırasında kamunun endişe ve heyecan duymasına
neden olacak veya halkın maneviyatını sarsacak veya düşman karşısında ülkenin
direncini azaltacak şekilde asılsız ve abartılmış veya özel maksada dayalı havadis
veya haber yayan veya nakleden kişi cezalandırılacaktır. Bu anlamda savaşta yalan
haber yayma suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi, TCK anlamında basın
özgürlüğünün bir sınırını oluşturmaktadır.
4.4. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun340
298 sayılı Kanunun 49’uncu maddesi ve devamındaki hükümler seçim
propagandasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Kanunun 49’uncu maddesine göre
seçimlerde propaganda bu kanun çerçevesinde serbest bırakılmıştır. İkinci fıkrada ise
bu serbestinin sınırı öngörülmüştür. Buna göre; propaganda, oy verme gününden
önceki onuncu günün sabahında başlar ve oy verme gününden önceki günün saat
18’inde sona erer. Bu süreler 1987 yılında 3403 sayılı kanunla değiştirilmiş ve 21
339 ALBAYRAK, Mustafa, Türk Ceza Kanunu Öz Kitap, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, sf. 835. 340 Kabul tarihi 26.04.1961, 02.05.1961 tarihli R.G., Sayı: 10796.
154
gün olarak öngörülen süre, 10 gün olarak düzenlenmiştir. Oy verme gününden önceki
propaganda süresini 21 günden 10 güne indiren 3403 sayılı Kanun’un 1. maddesinin
Anayasaya aykırılığı iddiasıyla yapılan iptal istemi; “… propaganda süresi yönünden
getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan bir
yanı bulunmadığı…, iktidarla muhalefet partileri arasında bir ayırım yapmadığı için
eşitlik ilkesine aykırı bir durum olmadığı…, çünkü 10 günlük propaganda süresinin
her siyasal parti için uyulacak bir süre olduğu…, demokratik toplum düzeni
gerekleriyle bağdaşmaz nitelikte görülmediği” gerekçeleriyle iptal istemi
reddedilmiştir.341
Propaganda yasakları konumuz açısından önemlidir zira basın da seçim
propagandası yasaklarına uymak durumundadır. Bu durum da basın özgürlüğünün
bir sınırını oluşturabilmektedir. 298 sayılı Kanunda propaganda yasakları özellikle
radyo ve televizyon yayınları açısından öngörülmüştür. Ancak çalışmamızın başında
da belirttiğimiz üzere, biz basın kavramını dar anlamıyla ele aldık ve yalnızca yazılı
yayınları içerecek şekilde inceledik. Bu nedenle burada da radyo ve televizyona
ilişkin seçim propagandası yasakları, basın özgürlüğünün bir sınırı değil ve fakat
geniş anlamda ifade özgürlüğünün, dar anlamda ise kitle iletişim özgürlüğünün birer
sınırını oluşturmaktadırlar.
Bizim konumuz açısından olaya baktığımızda ise karşımıza 298 sayılı
Kanunun 57’nci maddesi çıkmaktadır. Bu hükme göre; Seçime katılan siyasi partiler
ve adaylar, seçimin başlangıç tarihinden seçim propaganda süresinin sona ermesine
341 Anayasa Mahkemesinin, E.1987/23, K.1987/27, 09.10.1987 tarihli kararı. (R.G. 14.10.1987-19604). Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=781&content=. (E.T.: 15.04.2012).
155
kadar, kendilerini tanıtıcı nitelikte broşür, el ilanları, parti bayrağı, poster, afiş veya
ses ve görüntü içeren CD, DVD gibi her türlü yayını dağıtmakta serbesttir. Bu
hüküm 08.04.2010 tarih ve 5980 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce serbesti el ilanı
ve her türlü matbuata yönelikti. Yasa koyucu gelişen teknoloji nedeniyle, belli
yayınları açıkça düzenlemek gereğini duymuş ve değişiklikle birlikte örnekleme
niteliğinde serbestiden yararlanabilecek birçok yayın aracını saymıştır.
298 sayılı Kanun yukarıda verdiğimiz 57’nci maddesiyle, her türlü yayınla
propaganda serbestisini kural olarak belirlemiştir. Bu düzenleme konumuz açısından,
basın özgürlüğünün, seçim hukukuna yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak
hükme baktığımızda basın özgürlüğünün sınırının da, hükmün içerisinde
düzenlendiğini görmekteyiz. Zira 298 sayılı Kanunun 57’nci maddesine göre; her
türlü yayınla propaganda serbestisi “seçimin başlangıç tarihinden, seçim
propaganda süresinin sona ermesine kadar” tanınmıştır ve dolayısıyla zaman
yönünden sınırlandırılmıştır. Adı geçen kanun, 58’inci maddesiyle ise bu serbestiye
içerik yönünden bir sınırlama getirilmiştir. Buna göre; “propaganda için kullanılan
el ilanları ve diğer her türlü matbuat üzerinde Türk Bayrağı ve dini ibareler
bulundurulması yasaktır. Siyasi partiler ve adayların yapacakları propagandalarda
Türkçe kullanılması esastır.” Kanun her ne kadar el ilanları ve matbuat üzerinde
bulunamayacak unsurlar olarak sadece “Türk bayrağı” ve “dini ibareler”i saymış olsa
da, bu konuda geniş yorum yapmak ve örneğin ırkçı işaret, simge ve ibarelere de el
ilanları ve matbuada yer verilemeyeceği sonucuna varmak gerekir.342
342 GÖNENÇ, Levent, Türkiye’de Seçim Uyuşmazlıkları ve Çözüm Yolları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2008, sf. 281.
156
Burada basın ve yayın yoluyla yapılabilecek propagandanın hangi dilde
olacağına da değinmek gerekir. 298 sayılı Kanunun 58’inci maddesi, 2010 yılında
5980 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve değişiklikle birlikte, yapılacak tüm seçim
propagandalarında Türkçe kullanılmasının esas olduğunu belirtmiştir. 298 sayılı
Kanunun 58’inci maddesi değişmeden önce, tüm seçim propagandalarında Türkçe
dışında tüm dil ve yazıların kullanılması açıkça yasaklanmıştı. Yüksek Seçim Kurulu
da eski hüküm ışığında Kürtçe Propaganda yapılamayacağına karar vermişti.343
Değişikliğe ilişkin komisyon raporunda, “yapılan düzenleme ile yazılı ve sözlü
propagandada Türkçe kullanmanın esas olduğu vurgulanmakta; ancak seçim
döneminde Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olmamak şartıyla Türk vatandaşlarının
günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları yerel dil ve lehçelerle de sözlü
propaganda yapabilmeleri kabul edilmektedir.” ifadelerine yer verilmiştir.344 Bu
anlamda diyebiliriz ki, kanunda yapılan bu değişiklikle birlikte, Türkiye içerisinde
kullanılan diğer dillerle ve özellikle “Kürtçe” diliyle seçim propagandası
yapılabilmesinin yolu açılmıştır. Bu değişiklikle ilgili tartışmalara girmeyeceğiz ve
Türkiye’nin koşulları dışında ve objektif olarak değişikliğe baktığımızda, basın ve
yayın özgürlüğü lehine bir düzenleme olduğunu belirtmekle yetineceğiz.
4.5. 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu345
Günümüzde dünya çapında terör olaylarının artmasıyla birlikte ve ülkemizin
de yıllardır bilfiil terör sorunuyla muhatap kalması nedeniyle, terörle mücadeleye
343 YSK, 1999/446 sayılı kararı. GÖNENÇ, Levent, a.g.e. sf. 261. 344 Anayasa Komisyonunun 490 sıra sayılı Raporu. Ulaşım Adresi: http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss490.pdf (E.T.: 23.03.2011). 345 Kabul tarihi 12.04.1991, 12.04.1991 tarihli R.G., Sayı: 20843.
157
ilişkin yasal düzenlemeler önem kazanmış ve yaşanan terör olayları sonucunda bu
düzenlemelere özgürlükler aleyhine hükümler koyulmuştur. Bu anlamda 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu da düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü ve
dolayısıyla basın özgürlüğünü sınırlandıran hükümler içermektedir. Ayrıca şiddet ve
nefret söylemlerinin basın özgürlüğünden faydalanıp faydalanamayacağı konusu da,
kanunun 6’ıncı maddesi kapsamında kaldığı için bu başlık altında
değerlendirilecektir.
3713 sayılı Kanunun 6’ncı maddesine göre; İsim ve kimlik belirterek veya
belirtmeyerek kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı
terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış kamu
görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri
hedef gösterenler, terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlar veya
yayınlayanlar, muhbirlerin kimliklerini kanuna aykırı şekilde açıklayan veya
yayanlar cezalandırılacaktır. Hükmün 4’üncü fıkrasına göre ise; bu suçların basın ve
yayın yoluyla işlenmesi halinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine
iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da para cezasına hükmolunacaktır.
AİHM birçok kararında bu hüküm dolayısıyla Türkiye’yi mahkum etmiştir.
Buna rağmen, 2006 yılında 5532 sayılı kanunla maddede yapılan değişiklik, ağır para
cezasını kaldırarak, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasını getirmesi dışında bir işlev
üstlenmemiştir. Oysa AİHM Sürek, Türkiye Kararında346; yetkilerin kötüye
kullanılması durumunda toplumun, kötüye kullanılan yetkinin içeriği ile birlikte
yetkilerini kötüye kullanan kişilerin isimlerini de bilme hakkı olduğunu
346 Sürek v. Turkey (No: 2), 24122/94, 08/07/1999. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=3&portal=hbkm&action=html&highlight=SUREK%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.: 11.03.2012).
158
vurgulamıştır. Sürek ve Özdemir, Türkiye Kararında ise mahkeme, başvuranların
sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini
yayınlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından mahkum edilmiş olmaları
nedeniyle, söz konusu müdahaleler ayrıca basının bir siyasi demokrasinin düzgün
şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi bağlamında da dikkate alınması
gerektiğini; basının, şiddet tehdidi karşısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün
korunması veya asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan
sınırlamaları aşmaması kaydıyla bölücü olanlar da dahil olmak üzere, siyasi
hususlarda görüş ve bilgi vermesi bir zorunluluğunu belirtmiş ve mülakat yapılan
kişinin terör örgütünün lideri olmuş olmasının tek başına ifade özgürlüğünün
sınırlanması için yeterli olmadığını, bir mülakatın bir devlet politikasına ciddi
eleştiriler getiriyor olmasının ve ülkenin bir bölümündeki bir problemin kaynağı
veya sorunları hakkında, tek taraflı görüş aktarıyor olmasının basın özgürlüğünü
sınırlamak için yeterli olmadığını, sınırlandırma için yayının şiddete teşvik edici
nitelik taşıması gerektiğini vurgulamıştır.347 Nitekim mahkeme Sürek, Türkiye
(No:4) kararında da açıkça “gerçek terörist Türkiye Cumhuriyetidir” ifadelerini
şiddete teşvik olarak değerlendirmemiş ve Türk makamlarının, güneydoğuda
meydana gelen olaylar hakkında halkın değişik bakış açısından bilgi alma hakkına
yeterince önem vermediğini belirtmiştir.348 Dolayısıyla mahkeme şiddete teşvik
unsuru içermeyen terör örgütü bildiri ve açıklamalarının yayınlanmasında bir sakınca
347 Sürek ve Özdemir v. Turkey, 23927/94-24277/94, 08/07/1999. Kararın Türkçe tam metni için bkz. BIÇAK, Vahit, a.g.e., sf. 229 vd. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=SUREK%20|%20TURKEY&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. 348 Sürek v. Turkey, 24762/92, 08/07/1999. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=5&portal=hbkm&action=html&highlight=SUREK%20|%20TURKEY&sessionid=90797668&skin=hudoc-en.
159
görmemektedir.349 Bunun yanında mahkeme aynı gerekçeyle Zana, Türkiye
kararında350, Leyla Zananın “PKK’nın milli bağımsızlık hareketini destekliyorum;
katliamlardan yana değiliz, yanlış şeyler her yerde olur. Kadın ve çocukları
yanlışlıkla öldürüyorlar” şeklindeki açıklamayı, hem katliamlardan yana değiliz
diyerek şiddetten yana olmadığını beyan etmenin, hem de yanlış şeyler her yerde olur
diyerek şiddetin olağan olduğunu savunan beyanın kendi içerisinde çelişki
içerdiğinden hareketle, açıklamanın şiddete teşvik unsuru taşıdığını belirtmiş ve 10.
maddeye aykırılık olmadığını vurgulamıştır.
Anayasamızın 28’inci maddesi gereği olarak suç işlemeye, ayaklanmaya ve
isyana teşvik eder nitelikteki yayınlar basın özgürlüğünden yararlanamayacaktır.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 20’nci maddesinde ise
açıkça her türlü savaş propagandasının, ulusal, ırksal ya da dinsel nefretin,
ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddete kışkırtma şeklini alacak biçimde savunulmasının
ifade özgürlüğünün bir sınırı olduğu belirtilmiştir. Yukarıda ele aldığımız AİHM
kararları ve belirtilen hükümler ışığında, şiddet ve nefret söylemlerinin basın
özgürlüğünden yararlanamayacağını, bu anlamda basın özgürlüğünün belirgin bir
sınırı olduğunu belirtebiliriz. Ancak kavramların anlam genişliği nedeniyle içlerinin
doldurulması yargı kararları ile birlikte olabilecektir.
Terörle Mücadele Kanunu açısından son olarak Anayasa Mahkemesinin bir
kararına değinmek yerinde olacaktır. 5532 sayılı kanunla 2006 yılında, 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanununun 6’ncı maddesinin 4’üncü fıkrası değiştirilmiştir.351 Bu
349 ÇANKAYA, Özden & BATUR YAMANER, Melike, a.g.e. sf. 86. 350 Zana v. Turkey, 18954/91, 25/11/1997. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=ZANA%20|%20TURKEY&sessionid=90797668&skin=hudoc-en. 351 18.07.2006 tarihli, 26232 sayılı R.G.
160
değişikliğe göre “… suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın
sorumluları hakkında para cezasına hükmolunacaktır.” Bu değişiklik dönemin
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesine taşınmıştır.
Sezer tarafından, 3713 sayılı Yasa’nın 6. maddesinde belirtilen suçların basın ve
yayın yoluyla işlenmesi durumunda, iptal konusu kural gereğince suçun işlenişine
iştirak etmemiş olan basın yayın organlarının sahipleri ve yayın sorumluları hakkında
bin günden onbin güne kadar adli para cezası verileceği, yayın sorumluları hakkında
bu cezanın üst sınırının ise beşbin gün olarak belirlendiği; Türk Ceza Yasası uyarınca
günlük adli para cezası tutarı göz önünde bulundurulduğunda, suçun işlenişine
iştiraki olmayan basın ve yayın organlarının sahiplerine ve yayın sorumlularına iptal
konusu kurallarla getirilen cezanın çok yüksek tutarlara ulaşabileceği, yaptırımdaki
ağırlığın, basın ve yayın kuruluşlarında tedirginlik yaratacağı, haber, düşünce ve
kanaatların özgürce yayımlanmasını engelleyeceği; bu nedenle iptal konusu kuralda
öngörülen para cezalarının, Anayasa’nın 13. maddesindeki demokratik toplum
düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine, 26. maddesindeki haber alma özgürlüğüne,
28. maddesindeki basın özgürlüğü ile 38. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan ceza
sorumluluğunun kişiselliği ve ceza sorumluluğunun “kusura” dayalı olması ilkelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesine göre ise; “Basın yayın
organlarının sahipleri genellikle yayın hayatına sermayesiyle katkı sağlayan
kişilerdir. Konumları nedeniyle bu kişilerin yayın işleri yönetimini şekillendirmek,
yazı ve yayınları denetlemek ve yayın üzerinde inceleme ve denetim görevi olduğunu
kabul etmek mümkün değildir. Yayınları inceleme ve denetim ödevi yayın
sorumlusuna aittir. Yasak eylemlerin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde basın
yayın organlarının sahiplerinin salt bu nitelikleri nedeniyle cezalandırılması ceza
161
sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, 3713
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “…sahipleri ve…”
ibaresi Anayasa’nın 38. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.” 352
3713 sayılı kanunun 7. maddesinin 2’nci fıkrasına göre terör örgütünün
propagandasını yapmak suç olarak öngörülmüş ve bu suçun basın ve yayın yoluyla
işlenmesi cezayı ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir. Terörle Mücadele
Kanununda 2006 yılında 5532 sayılı kanunla yapılan değişiklikle birlikte, bu
hükümde de suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan “sahipleri ve yayın
sorumlularının” adli para cezası ile cezalandırılabileceği belirtilmiştir. Ancak
Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiğimiz kararıyla ve aynı gerekçelerle bu
hükümde de “sahipleri ve” ifadesi iptal edilmiş ve yalnızca yayın sorumlularının
sorumluluğu düzenlemede yer almıştır.
4.6. 1117 Sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu353
1117 sayılı Kanun, küçüklerin müstehcen nitelikteki yayınlardan korumak
amacıyla çıkarılmıştır ve müstehcen yayınların sınırlanmasına ilişkin hükümler
içermesi yönünden ise basın özgürlüğünü büyük ölçüde ilgilendirmektedir. Kanunda
önemli yetkilere sahip Başbakanlık bünyesinde oluşturulan kurulun kararları ile basın
işletmelerine ciddi yaptırımlar uygulanabilmektedir. Bu anlamda da kanunun
uygulanması dönem dönem tartışmalara neden olabilmektedir.
352 Anayasa Mahkemesinin, E.2006/121, K.2009/90, 18.06.2009 tarihli kararı (R.G 26.11.2009/27418) Karar metnine ulaşmak için bkz. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2802&content=. (E.T.: 15.04.2012). 353 Kabul tarihi 21.06.1927, 07.07.1927 tarihli R.G., Sayı: 627.
162
Kanunun ilk maddesi gereğince, 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerine
muzır tesir yapacağı anlaşılan mevkute ve mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış
eserler bu kanuna göre sınırlandırılabilecektir. Kanunun ikinci maddesi gereğince ise
Başbakanlık bünyesinde oluşturulan bir kurul sınırlamaya yetkilidir. Kanunun 4’üncü
maddesi gereğince ise kurul doğrudan herhangi bir eserin muzır etki yaratabilecek
nitelikte olduğunu belirleyebilecek ve bu belirleme ilgililere tebliğ edildiği takdirde
ilgili esere “küçüklere zararlıdır” ibaresi eklenmek zorunda kalınılacaktır. Ayrıca
ilerleyen maddelerde kurula ilgililere çeşitli yaptırımlar uygulamak gibi önemli
yetkiler de bahşedilmiştir. Bu açıdan 1117 sayılı Kanun basın özgürlüğü ve
sınırlandırılması açısından büyük önem arzetmektedir. Bu anlamda da karşımıza
müstehcenlik kavramı ve müstehcenlik suçu çıkmaktadır.
Müstehcenlik suçunun çerçevesi belirlenirken, birbirleri ile çatışan farklı
menfaatler göz önünde bulundurulmaktadır. Bu menfaatlerden ilki çocukların sağlıklı
gelişimlerinin sağlanmasıdır. Diğer bir menfaat ise genel ahlakın korunmasıdır.
Sayılan bu iki menfaat türü ile çatışma halinde olan üçüncü menfaat ise ifade
özgürlüğüdür. Müstehcenlik suçunun sınırları belirlenirken bu üç menfaat arasında
hassas bir denge kurulmaya çalışılmaktadır. Hiçbir sınır koyulmaksızın getirilen
yasaklamalar toplumun gelişimine gem vurabileceği gibi, sınırsız özgürlük de
toplumun en çok korunmaya muhtaç gruplarından olan çocukların ruhsal
gelişimlerine zarar verebilecektir.
Müstehcen kavramı, açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız anlamına
gelmektedir.354 Türkiye’de ise 765 sayılı mülga TCK’da müstehcenliğin tanımı
yapılmıştır. Bu tanıma göre “Halkın ar veya haya duygularını inciten veya cinsi 354 TDK Büyük Türkçe Sözlük, bkz. http://tdkterim.gov.tr/bts/.
163
arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte genel ahlaka aykırılık” müstehcenlik teşkil
etmektedir. 5237 sayılı TCK 226. maddesi ise böyle bir tanım yapmayarak bu işi
mahkeme içtihatlarına ve doktrine bırakmıştır.355
Ülkemizde de Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun
son dönemde verdiği kararlar sansür konusunda dikkat çekicidir. Kurul, Harakiri
Karikatür dergisinin ilk sayısında, 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır
tesir yapacak nitelikte resim ve fotoğraflar bulunduğu gerekçesiyle, 1117 sayılı
Kanunun 4’üncü maddesindeki sınırlamalara tabi tutulmasına karar vermiştir. Kurul
yine, ücretsiz olarak dağıtılan Size dergisini de aynı gerekçe ile sınırlamaya tabi
tutmuştur.
Ceza Kanunları da ahlakı koruyan ve genel ahlaka aykırı birçok durumu suç
sayan düzenlemeler içermektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa baktığımızda ise
bu konuda 226’ncı maddede düzenleme alanı bulan “müstehcenlik” suçu örnek
gösterilebilir. Bu suç basın özgürlüğünün genel bir sınırını oluşturan“ahlakın
korunması”nın bir görünümü olarak karşımıza çıkmaktadır. TCK. md. 226’ya
konumuz açısından baktığımızda ise maddenin ikinci fıkrası önem kazanmaktadır.
Bu hükme göre; müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile
yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi cezalandırılacaktır.
Belirtmemiz gerekir ki, müstehcenlik, günümüz dünyasında birçok ülke
mevzuatına yansımış, ahlakın korunmasına yönelik olarak kullanılan bir kavramdır.
Ancak bu kavramın içeriği hakkında objektif bir belirleme yapmak mümkün
görülmemektedir. Bu kavramın içeriği ancak mahkeme kararlarıyla birlikte
355 KÖPRÜLÜ, Timuçin, Müstehcenlik, Güncel Hukuk Dergisi, Aralık 2008\12-60, s.28.
164
doldurulabilir. Nitekim AİHM ve ABD Yüksek Mahkemesi de “müstehcenlik”
kavramını, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünün “ahlakın korunması”na
yönelik olarak sınırlandırma nedeni olarak kullanmışlar ve neyin müstehcen
sayılacağına ve düşünce ve basın özgürlüğünün sınırı olabileceğine ilişkin ölçütler
geliştirmişlerdir.
ABD Yüksek Mahkemesi Miller v. California kararında; bir yapıtın
müstehcen olarak nitelendirilebilmesi için, ortalama bir insanın şehvet arzusunu
kışkırtması, çok açık bir biçimde incitici ve nahoş olması ve bir bütün olarak ciddi
edebi, sanatsal, siyasal ya da bilimsel değerden yoksun olması gerektiğini
vurgulamıştır.356 Yüksek mahkeme bu kararı başta olmak üzere birçok kararında,
müstehcen yayınların düşünceyi açıklama özgürlüğünden yararlanamayacağını
belirtmiştir.357
AİHM de birçok kararında, müstehcenliğin içeriğini belirlemese de, bu
şekildeki yayınların düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünden
yararlanamayacağına vurgu yapmıştır. Nitekim Mahkeme Handyside, Birleşik
Krallık kararında; davaya konu olan ve gençlere yönelik cinsel bir takım eğitim
öğretim konularıyla ilgili olan kitabı, ahlaki değerlerin zamana ve mekana göre
değiştiğini, ahlaki gerekliliklerin tam içeriklerinin ve bunları karşılamak için
öngörülen yaptırımların, uluslararası bir hakimden ziyade yerel otoriteler tarafından
356 Miller v. California, 413 U.S. 24, 21.06.1973. Kararın İngilizce tam metni için bkz. http://caselaw.lp.findlaw.com/scripts/getcase.pl?navby=case&court=us&vol=413&page=24 (E.T.:11.03.2012). 357 AYDIN, Öykü Didem, a.g.e. sf. 288, SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, a.g.e. sf. 74.
165
belirlenmesinin daha doğru olacağını belirterek, çocuklar için zararlı ve ahlaka aykırı
bulmuştur.358
Yargıtay CGK’nun bir kararında da “Öğretide, müstehcenlik kavramını
tanımlamanın güçlüğü dile getirilip daha ziyade hangi hallerin müstehcen
sayılabileceği açıklanmaya çalışılmıştır. Müstehcenlik anlayışı toplumdan topluma
değiştiği gibi, aynı toplum içinde toplumsal değerlere bağlı olarak da değişikliğe
uğramaktadır. Bu kavramın varlığını tespitte, fiilin işlendiği zamanın sosyal ve
kültürel düzeyinin göz önünde tutulması yanında, sübjektif kıstasa göre failin saiki
dikkate alınmalı, cinsel duyguları tahrik gayesi olup olmadığı araştırılmalıdır.
Objektif olarak da, müstehcen olduğu ileri sürülen eseri okuyan, dinleyen ve izleyen
kişi esas alınarak onun görüşüne değer verilmelidir. Zira, Ceza Kanunumuz, fiilin
objektif ve sübjektif koşullara bağlı olarak müstehcen olmasını aramıştır.”359
denilerek müstehcenliğin içeriğine ilişkin önemli bir belirleme yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi de, 1987 tarihinde Türk Ceza Kanununda yapılan
“muzır” yayınlara ilişkin değişikliklerin basın özgürlüğüne aykırılığı gerekçesiyle
önüne gelen bir davada, basın özgürlüğünün korunması gereği karşısında, küçüklerin
muzır yayınlardan korumanın da Anayasa buyruğuyla bir devlet ödevi olduğunu
vurgulayarak, basın özgürlüğüne bu nedenle getirilecek bir sınırlamanın Anayasaya
aykırı olmadığına karar vermiştir.360 Anayasa Mahkemesi bu kararında; “Bu
358 Handyside v. The United Kingdom, 5493/72, A 24, 07.12.1976. Kararın İngilizce metni için bkz. http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=handyside%20|%20%22THE%20UNITED%20KINGDOM%22&sessionid=88006006&skin=hudoc-en. (E.T.:11.03.2012). 359 Yargıtay CGK’nun, 1996/5-27, E, 1996/45 K numaralı, 19.03.1996 tarihli kararı. (Uyap sisteminden alınmıştır). 360 Anayasa Mahkemesinin, E. 1986/12, K. 1987/4, 11.02.1987. (R.G., 21.11.1987/19641). Karar metnine ulaşmak için bkz.
166
durumda, bir yandan hukuk devleti ilkesine sadık kalarak demokratik hak ve
özgürlükler içinde önemli bir yer işgal eden basın özgürlüğünü zedelemek, öte
yandan da sağlıklı bir toplumda insan ögesinin başlıca kaynağı olan çocukların ve
gençlerin bedensel, ruhsal ve ahlaki gelişmelerine zarar verecek ya da onları suça
itecek yayınlardan korumak zorunluğu, tüm uygar ülkelerde olduğu gibi ülkemizde
de çağdaş bir kaygıya dönüşmüştür.” ifadelerine yer vererek, çocukların ve gençlerin
ahlaki gelişmelerinin korunmasına yönelik olarak, “muzır (zarar verici, müstehcen,
ahlaka aykırı)” yayınların sınırlanmasına yönelik yapılan yasal düzenlemelerin basın
özgürlüğünün haklı bir sınırını oluşturacağı görüşünü paylaşmıştır.
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=758&content=. (E.T.:15.04.2012).
167
SONUÇ
Böyle bir çalışma ile basın özgürlüğü konusunda bir sonuca ulaştığımızdan
değil ve fakat bir tespit yapabileceğimizden söz edebiliriz. Çalışmamızın sonuç
bölümünde ise, bu çalışmanın konusunu oluşturan “Türk Anayasa Hukukunda Basın
Özgürlüğü” hususunda yaptığımız tespitleri genel olarak değerlendirmeye
çalışacağız. Kanımca, bir eserden sonuç çıkarmak ve eser hakkında olumlu veya
olumsuz eleştiride bulunmak hakkı okuyucuya aittir.
Basın özgürlüğü, sınırlarının belirlenmesi açısından çok hassas bir çerçeveye
sahip temel hak ve özgürlüklerden birisidir. Zira basın özgürlüğü çoğu zaman başka
bir özgürlükle de karşı karşıya gelebilecek ve bu durum hangi özgürlüğe üstünlük
tanınacağı hususunda tartışmaya yol açacaktır. Bu nedenle, kanımca, bu özgürlüğün
sınırlarının belirlenmesinde, doktrinden ve yasa koyucudan çok, yargı organları daha
belirleyici konumdadır. Zira basın özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin genel bir
takım belirlemeler yapmak mümkün olsa da; her somut olay, kişilere, zamana ve
ülkelere göre farklı değerlendirilmek zorundadır ve bu değerlendirmeyi de ancak
mahkemeler yapabilecektir. Bu vesile ile çalışmamız boyunca değindiğimiz çeşitli
mahkemelerin kararlarının önemini bir kez daha belirtmiş olalım.
Türk anayasa hukukunda basın özgürlüğüne ilişkin genel bir değerlendirme
yapacak olursak; bütün anayasalarımızın basını özgürlüğü konusunu düzenleyerek,
bu hususta gereken özeni gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak tarihsel süreçte bu
konuda yaşanan gelgitlerde, gelenler sınırlar, gidenler ise özgürlükler olmuştur. 1982
Anayasasındaki durum da kanımca aynıdır. 1982 Anayasasının basın özgürlüğüne
ilişkin hükümleri, özellikle basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında uygulanacak
168
olan 26’ncı ve 27’nci maddeleri, yasa koyucuya, birtakım muğlak kavramlarla, çok
geniş bir sınırlandırma yetkisi vermektedir. Hele ki basın eserlerinin daha
yayımlanmadan dağıtımının engellenmesine izin veren anayasal düzenlemeyi,
demokratik bir devlette anlamlandırmak mümkün değildir. Ancak tekrar belirtelim
ki, basın özgürlüğü karşısında mahkeme kararları, kanımca yasal düzenlemelerden
dahi daha önemli bir konumdadır. Bu nedenle hakimin önüne gelen uyuşmazlıklarda,
sınırlamaya ilişkin hükümleri dar yorumlayarak basın özgürlüğü lehine tavır
takınması, bu şekildeki düzenlemelerin olumsuz etkisini en aza indirgeyebilecektir.
Nitekim AİHM de; sözleşmenin 10/2 hükmünde yer alan muğlak ve devletlere geniş
takdir yetkisi tanıyan sınırlandırma nedenlerine rağmen bu konuda oldukça titiz
davranmakta, sınırlandırma nedenlerini dar yorumlamakta ve basın özgürlüğünün
kural, sınırlamanın ise istisna olduğunu birçok kararında vurgulamaktadır.
“Türk Anayasa Hukukunda Basın Özgürlüğü” konusuna 2010 yılı itibariyle
yeni bir bakış açısıyla baktığımızda ise karşımıza Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkının tanınması çıkmaktadır. 12.09.2010 tarihli 5982 sayılı Kanunun
18’inci maddesiyle, Anayasanın 148’inci maddesinde çok önemli bir değişiklik
yapılmış ve belirli koşullar sağlandığında, AİHS’nde de yer almak kaydıyla,
Anayasamızda düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi üzerine, iç
hukukumuzda son bir başvuru mercii olarak Anayasa Mahkemesine
başvurulabilecektir. Bu anlamda Türk anayasa hukukunda temel hak ve özgürlükler
ve dolayısıyla basın özgürlüğü konusu bir kat daha önem kazanmıştır. Anayasamızın
90’ıncı maddesi gereği, iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edebileceğimiz ve
ülkemizde doğrudan uygulanma alanı bulan AİHS de bu değişiklikle birlikte daha da
169
önem kazanmıştır. Bu vesile ile Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin kararlarının
değerlendirilip, karşılaştırılmasının da önemi ve gerekliliği açıktır.
Basın özgürlüğü konusunda son değerlendirmemiz ise bir temenniden ve
öneriden ibaret olacaktır. Temennimiz, diğer tüm temel hak ve özgürlüklerin olduğu
gibi, basın özgürlüğünün de, insanlığın büyük mücadeleler sonucunda bir kazanımı
olduğunun unutulmamasını; öncelikle hakimlerimizin, sonra yasa koyucunun ve son
olarak da insanların, basın özgürlüğünün esas olduğunu ve sınırlamanın ise istisna
olduğunu ve sınırlandırmanın dar yorumlanması gereğine göre hareket etmeleri
gerektiğini belirtmekten ibaret olacaktır. Ülkemiz açısından önerimiz ise, özellikle
Anayasamızın 148’inci maddesindeki değişiklik sonucunda, basın özgürlüğüne
ilişkin düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi ve özellikle AİHM’nin konuya
ilişkin kararlarının, özellikle hakimlerimiz tarafından iyi incelenip değerlendirilmesi
yönünde olacaktır.
170
KAYNAKÇA
AKAD, Mehmet & DİNÇKOL, Abdullah, 1982 Anayasası ve Anayasa Mahkemesi
Kararları, Der Yayınları, Ekim, 2007.
AKGÜL, Mustafa, 3.Yılında Türkiye’nin İnternetle Savaşı: Donkişot, Devekuşu,
Harakiri, Türk Kütüphaneciliği, 24, 2, 2010, sf. 285-300
ALBAYRAK, Mustafa, Türk Ceza Kanunu Öz Kitap, Adalet Yayınevi, Ankara,
2011.
AYDIN, Murat, TCK’nın Genel Hükümleri Açısından Basın Suçlarında Sorumluluk,
Adalet Yayınevi, Ankara, 2010.
AYDIN, Öykü Didem, Üç Demokraside Düşünce Özgürlüğü ve Ceza Hukuku -I-
Amerika Birleşik Devletleri, Seçkin Yayınları, Ankara, 2004.
AYHAN, Bünyamin, Milli Mücadele Döneminde Basın – Olağanüstü Durumlarda
Propaganda, Tablet Kitabevi, 2007.
BAKICI, Sedat, 5237 sayılı Yasa Kapsamında Ceza Hukuku Genel Hükümleri,
Adalet Yayınevi, 2.Baskı, Ankara, 2008, sf. 515 vd.
BARENDT, Eric, Freedom of the Press, Ashgate Publishing Company, 2009.
Basın Siyaset İlişkisi, Kıldan İnce Kılıçtan Keskin, PMD Yayınları, Ankara, Eylül
2008.
BAYKAN, Fehmi, Fikir Hürriyetinin Sınırlanmasının Lüzumu Üzerine, Doğu-Batı
Dergisi, Kasım-Aralık 1997 Sayı 1, sf. 103 vd.
171
BIÇAK, Vahit, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü,
Liberal Düşünce Topluluğu Avrupa Komisyonu, Temmuz, 2002.
AYHAN, Bünyamin, Atatürk ve Basın, Palet Yayınları, Konya, Nisan-2009.
CANORUÇ, Mustafa Şenay, Anayasal Kurum Olan TRT’nin “Özerkliği”, Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, Kış-2009, C.8, S.27, sf. 293-322.
CANSIZOĞLU, Mustafa, 1956-1960 Dönemi Türk Basınında Laiklik Karşıtı
Hareketler ve Tepkileri, İstanbul 2001, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi
(Bu tezin elektronik ortamda metinlerine ulaşmak için Yüksek Öğretim
Kurulu Ulusal Tez Merkezi’nin internet sitesinden faydalanılmıştır.
http://193.140.255.11/tezvt/tez.htm (17.02.2010)).
ÇANKAYA, Özden; BATUR YAMANER, Melike, Kitle İletişim Özgürlüğü,
Turhan Kitabevi, Ankara, 2006.
ÇETİN, Erol, Son Değişikliklerle Basın Hukuku – Hukuk-Ceza-Açıklamalı-İçtihatlı,
Seçkin Yayınları, 4.Baskı, 2008.
DADGE, David, Savaş Zayiatı 11 Eylül’ün İnsan Hakları ve Basın Özgürlüğüne
Etkisi Yeni Tehditler Yeni Maskeler, Güncel Yayıncılık, 2004.
DAĞLAR, Ali, Ordunun Dayanılmaz Ağırlığı Basının Dayanılmaz Hafifliği –
Türkiye’de Asker İktidarı ve Basın, Destek Yayınevi, Eylül-2010.
DAMLAPINAR, Zülfikar, Medya ve Siyaset, Eğitim Kitabevi, Haziran-2008.
DANIŞMAN, Ahmet, Basın Özgürlüğünün Sağlanması Önlemleri, Ankara
Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları No:1, Ankara, 1982.
172
DERVİŞOĞLU, Fatih M., Milli Mücadele Döneminde Basın ve İrade-i Milliye
Gazetesi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 2/6, Kış, 2009, sf.
159 vd.
DOĞRU, Osman, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayınları,
2004.
DÖNMEZER, Sulhi, Basın ve Hukuku, İstanbul 1976.
DUTERTRE, Gilles, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarından Alıntılar,
İnsan Hakları Genel Direktörü Avrupa Konseyi 2005.
GEDİK, Ömer, Türk Yargı Kararları Çerçevesinde Türkiye’de Kitle İletişim
Özgürlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008.
GOLAN, Guy J, Colleen Conolly-Ahern, Press Freedom and Religion: Measuring
the Association Between Press Freedom and Religious Composition,
Journel of Media and Religion, 6(1), 2007, sf. 63-76.
GÖLCÜKLÜ, A.Feyyaz, GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Uygulaması, 4. Bası, Ankara 2003.
GÖNENÇ, Levent, Türkiye’de Seçim Uyuşmazlıkları ve Çözüm Yolları, Adalet
Yayınevi, Ankara, 2008.
GÖZLÜGÖL, Said Vakkas, AİHS ve İç Hukukumuza Etkisi, Yetkin Yayınları,
Ankara, 2002.
173
GÜNGÖRMEZ, Bengül, Kitle İletişim Araçları, Siyaset ve Propaganda, Uludağ
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:3, Sayı:3,
2002, sf. 1 vd.
HATİPOĞLU, Muzaffer & PARLAR, Ali, Siyasal Partiler ve Seçim Hukuku ile
Seçim Suçları, Ankara, 2002.
HERMAN, Edward S. & CHOMSKY, Noam, Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir,
Minerya Yayınları, 2.Baskı, 1999.
İÇEL, Kayıhan & ÜNVER, Yener, Kitle Haberleşme Hukuku, Beta Yayınları,
İstanbul, 2009.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Adli Yargı Sempozyum Metni, Türkiye Barolar
Birliği, 26-27 Eylül 2003 Ankara.
KABACALI, Alpay, KABACALI, Alpay, Türk Basınında Demokrasi, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
KAPANİ, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınları, Ankara, 1993.
Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi 7, Özel Yaşam, Medya ve Ceza Hukuku,
Seçkin Yayınları, Ankara, 2007.
KEANE, John, Medya ve Demokrasi, Ayrıntı Yayınları, 2010.
KILIÇOĞLU, Ahmet M., Şeref ve Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla
Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, 3. Bası, Ankara, 2008.
KİLİ, Suna & GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Türk Anayasa Metinleri (Senedi İttifaktan
Günümüze), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2.Bası, Mayıs, 2000.
174
KOÇOĞLU, Yahya, Kurşunla Sansür, Gazeteci Cinayetleri, Ozan Yayıncılık,
İstanbul, 1993.
KOLOĞLU, Orhan, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif Yayınları,
Ağustos-2006.
KORKMAZ, Ömer, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Düşünceyi Açıklama
Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararlar ve Türkiye’de Düşünceyi
Açıklama Özgürlüğü ile Sınırlarına İlişkin Birkaç Not, Terazi Hukuk
Dergisi, 2.Yıl, 7.Sayı, Mart, 2007.
KOYUNCU, İbrahim, Türkiye’de Basın İktidar İlişkisi (1950-1954), Çanakkale,
1997, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Bu tezin elektronik ortamda
metinlerine ulaşmak için Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi’nin
internet sitesinden faydalanılmıştır. http://193.140.255.11/tezvt/tez.htm.
KÖPRÜLÜ, Timuçin, Müstehcenlik, Güncel Hukuk Dergisi, Aralık 2008\12-60.
McQUAL, Denis, Media Accountability and Freedom of Publication, Oxford
University Pres, 2003.
MOWBRAY, Alastair, Cases and Materials On The European Convention On
Human Rights, Oxford University Press, 2007.
NADİ, Nadir, Perde Aralığından, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1991
OKUMUŞ, Ali, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türkiye’de
İfade Hürriyeti, Adalet Yayınevi, Ankara, 2007.
175
ONGUN, Coşkun, Yargı Kararları Işığında Medya Hukuku, Legal Yayınları,
İstanbul, 2010.
ORAL, Fuat Süreyya, Türk Basın Tarihi, Ankara, 1967.
ÖYMEN, Altan, Öfkeli Yıllar, Doğan Kitap, 2009.
ÖZAKMAN, Turgut, Cumhuriyet Türk Mucizesi İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 19.
Basım, Ekim, 2010.
ÖZEN, Muharrem, Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık,
Ankara, 1998.
ÖZEK, Çetin, Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, Alfa Yayınları, 1999.
ÖZEK, Çetin, Türk Basın Hukuku, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1978.
PERİN, Cevdet, Tarih Boyunca Düşünce ve Basın Özgürlüğü, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1974.
SALİHPAŞAOĞLU, Yaşar, Türkiye’de Basın Özgürlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara,
2007.
SCHWARTZ, Bernard, Constitutional Issues Freedom Of the Press, Facts Of File
Press, 1992.
SOYKAN, Cavidan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Bilgi Edinme
Hakkı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 56, Sayı: 2, Yıl:
2007.
176
ŞAHİN, Adil, Türkiye’de İnsan Hakları Birinci Kitap: Siyasal Parti Programları,
Hükümet Programları ve Uygulama (1920-2003), Beta Yayınları, İstanbul,
2005.
ŞAHİN, Kemal, İnsan Hakları ve Özgürlük Boyutuyla İfade Özgürlüğü Gerekçeleri
ve Sınırları, On iki Levha Yayınları, İstanbul, 2009.
ULUSOY, Ali, Bağımsız İdari Otoriteler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003.
ÜNAL ÖZKORKUT, Nevin, Basın Özgürlüğü ve Osmanlı Devleti’ndeki Görünümü,
AÜHF Dergisi, Yıl:2002, Sayı:51/3, sf.65 vd.
ÜNAL, Şeref, AİHS – İnsan Haklarının Uluslararası İlkeleri, TBMM Kültür Sanat ve
Yayın Kurulu Yayınları, No:89, 2001, Ankara.
TEK, Hayati, Darbeler ve Türk Basını, Elips Yayınları, Mart-2007.
TEMİZ, Özgür, Basın Özgürlüğünün Sınırlanmasında İlke Sorunu, Ankara, 2007,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
TOPUZ, Hıfzı, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi,
Kasım-2003.
TUNÇAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması –
1923-1931, Tarih Vakfı Yayınları, 4.Basım, 2005.
TÜFEK, Ömer Faruk, Basın Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali ve Bu İhlale Karşı
Özel Hukuk Ceza Hukuku ve İ.H.A.S. Koruması, Adalet Yayınevi,
Ankara, 2006.
177
YAZICI, Reşat, Anayasalarımızda Basın Hukuku, Gazetecileri Cemiyeti Ankara
1986.
YILDIZ, Ferhat, Ceza Değil Koruma Tedbiri: Gözaltı – Arama – Elkoyma, Ceza
Hukuku Dergisi Sayı: 13, Ağustos 2010.
YILDIZ, Sevil, Medya ve Hukuk, Nobel Yayınları, Ankara, Nisan-2010.
YILMAZ, Mustafa; DOĞANER, Yasemin, Cumhuriyet Döneminde Sansür
(1923-1973), Siyasal Kitabevi, Ankara-2007.
YILMAZ, Veli, Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü, Belge Yayınları, İnsan Hakları
Dizisi, Kasım-1990.
YOKUŞ, Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve 1982 Anayasası’nda Hak
ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2002.
Yüksek Adalet Divanı Kararları İstanbul – Yassıada 14-Ekim 1960, 15 Eylül 1961,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007
178
Yararlanılan İnternet Adresleri
http://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=search&id
=24
http://tdkterim.gov.tr/bts/
http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/
http://www.anayasa.gen.tr/
http://www.findlaw.com/casecode/supreme.html
http://tez2.yok.gov.tr/
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalAnasayfa
http://www.zaman.com.tr/
http://www.resmigazete.gov.tr/default.aspx
http://www.tbmm.gov.tr/
http://echr.coe.int/echr/en/hudoc
http://acikarsiv.ankara.edu.tr/
http://kutuphane.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=45
http://www.archives.gov/
http://en.rsf.org/
179
http://www.freedomhouse.org/
http://confinder.richmond.edu/
http://www.ntvmsnbc.com/
http://www.haber7.com/index.php
http://tutuklugazeteciler.blogspot.com/
http://www.nytimes.com/
http://edition.cnn.com/
http://www.lemonde.fr/
http://www.coe.int/
180
ÖZET
Düşünen insanla başlayan ifade özgürlüğü, özgürce düşünmeyi, düşündüğünü
ifade etmeyi ve düşündüğünü aktarmayı kapsamaktadır. Yazının bulunmasıyla
gittikçe önem kazanan bu özgürlük, matbaanın icadıyla da “düşündüğünü yayma”
yönünde ciddi bir ilerleme göstermiştir. İfade özgürlüğünün bu gelişimiyle birlikte,
bu özgürlüğün bugün en belirgin görünümü olan basın özgürlüğü ise, insanların
örgütlü olarak bilgi alma ve bilgiyi yayma ihtiyaçlarının bir ürünü olarak ortaya
çıkmıştır. Kısa sürede büyüyen bu güç, iktidarları rahatsız etmiş ve sınırlandırma
gereği duyulmuştur.
Ülkemizde de gerçek anlamda Osmanlı Devletinin son döneminde ortaya çıkan
basın, dünyada gösterdiği evrimi ülkemizde de göstermiş ve sınırlamalara maruz
kalmıştır. Bu özgürlüğün hukukumuz açısından bir önemi de, 1876’dan bugüne
bütün anayasalarımızda düzenlenmiş olmasıdır. Günümüzde de Anayasamızın 28 ve
devamı maddelerinde düzenleme alanı bulan basın özgürlüğü konusu, son dönemde
meydana gelen “basılmamış eserlerin toplatılması” olayıyla birlikte tartışmaların
baş aktörü olmaya devam etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10’uncu maddesiyle, basın özgürlüğüne
doğrudan değinmemişse de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, uygulamalarında
basın özgürlüğünü de bu madde içerisinde değerlendirmiş ve içtihatlarına konu
etmiştir. Anayasamızın 148’inci maddesinde 2010 yılında 5982 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikle birlikte, Anayasamızda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde
ortak olarak yer alan temel hak ve özgürlükler ile ilgili Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yolu açılmıştır. Bu anlamda ülkemiz açısından doğrudan uygulama
181
alanı bulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararları bir kat daha önem kazanmıştır. Bireysel başvuru yolunun benimsenmesiyle
birlikte ise Anayasa Mahkemesinin temel hak ve özgürlüklere ve dolayısıyla basın
özgürlüğüne bakış açısı da büyük önemi haizdir.
Sonuç olarak “Türk Anayasa Hukukunda Basın Özgürlüğü” konusunun,
kavramsal, tarihsel yönleriyle, içeriği ve sınırlarıyla birlikte, ülkemizdeki mevzuat ve
ulusal ve uluslararası mahkeme kararları ışığında ele alınması bu çalışmanın
konusunu oluşturmaktadır.
182
ABSTRACT
Freedom of expression brought by thinking man means the free thought, and
being able to express and communicate one’s ideas. Gaining gradual and more
importance with the invention of writing, this type of freedom has made remarkable
advances towards “disseminating what is thought” after the invention of printing
press. Along with the improvements in the freedom of expression, freedom of the
press being the most distinct appearance of the freedom of expression has come
forward as a product of needs of the people to obtain information and disseminate the
same in an organized manner. This power has expanded in a short time and disturbed
those ruling and a necessity has arisen to limit this power for the ruling.
The press appearing in the latest period of the Ottoman State in real sense in
our country has shown the evolution as it did across the world and exposed to
restrictions. Another significant point of this type of freedom for our legal system is
that it has been regulated in all the constitutions since 1876. Today, the issue of
freedom of the press as provided and regulated in the Article 28 and the contd. of the
Constitution is the leading actor in the discussions based on the incidence of
“withdrawing the unprinted works” seen lately.
Although the Article 10 of the European Convention on Human Rights does
not directly refer to freedom of the press, the European Court of Human Rights has
considered and assessed the freedom of the press under this article and included in its
case laws. The amendments to the Article 148 of the Turkish Constitution made
through the Law numbered 5982 in 2010 enable the individual application at the
Constitutional Court regarding the fundamental rights and freedoms provided in the
183
Constitution and the European Convention on Human Rights. In this sense, the
European Convention on Human Rights and the judgments of the European Court of
Human Rights having a direct implementation field in our country have gained still
more significance. With the adoption of the individual application, the point of view
of the Constitutional Court for the fundamental rights and freedoms and thus
freedom of the press contains great importance.
In conclusion, the subject of this study is deal with “Freedom of the Press in
the Turkish Constitutional Law” with its conceptual and historical perspectives,
content, and restrictions in the light of the legislation in Turkey and judgments of
local and international courts.